kitap aydınlık okura geÇen ulaŞtik · 2015. 2. 25. · aydınlık kİtap 14 hazran 2013 cuma 3...

24
Aydınlık 14 Haziran 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 68 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Devrim okuyoruz GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK 72.742 Fotoğraf: Irmak Mete

Upload: others

Post on 30-Aug-2020

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

Aydınlık14 Haziran2013 Cuma

Yıl: 2 Sayı: 68

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITA P.

Devrim okuyoruz

GEÇEN HAFTA

OKURAULAŞTIK

72.742

Foto

ğraf

: Irm

ak M

ete

Page 2: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine
Page 3: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını

çizerek devrimcilerin bilincine sürmüştü Le-

nin: “Teori gridir, hayat yeşil”

Devrimi yaşıyoruz, tanık oluyoruz ve ya-

pıyoruz. Öylesine yeşil ki… Taze, yepyeni,

hiçbir kitapta anlatılmadığı kadar yeni ve bize

özgü.

Taksim Gezi Parkı direnişiyle, birkaç

ağaç ve birkaç yüz metre kare yeşillik için baş-

lamış gibi oldu. Ama çok daha başka bir ne-

denle de başlayabilirdi; hayvanseverlerin ey-

lemiyle bile.

Öylesine hayatı belirlemeye, tektipleştir-

meye kalktı ki zorba, ummadığı bir direniş-

le karşılaştı. En büyük kentlerden köylere ka-

dar sokak sokak yayıldı ve yayılıyor.

Öğrenmiştik, biliyorduk, bekliyorduk:

“Bir tek kıvılcım bütün bir bozkırı tutuştu-

rabilir” di, tutuşturdu da. İnsanı insan, halkı

millet yapan, kişinin kendine, başkalarına say-

gısını, özgüvenini artıran bir halk ayaklanması

bu. Bütün zulme, saldırılara karşın insanla-

rın yüzü gülmeye başladı. Gururlu, mutlu,

onurlu insanların var ettiği bir tabloda ne gü-

zel günler görüyoruz. Ne güzel…

Şu an bitse bile o kadar çok şey kazanıl-

dı ki. Bir sonraki dalga daha da belirleyici ve

görkemli olacak.

Ama en çok, en yoğun saldırı orada, nok-

tayı Ankara koyacak.

SEN NE GÜZEL ÜLKES�N TÜRK�YE

Haziran Devrimi’nin ilk günlerini, bu

ayaklanmanın fırtına merkezlerinden biri

olan Antalya’da yaşamaya başladım. Antal-

ya Meydanı öğleden sonra gencecik insanlar

tarafından doldurulmaya başlıyor, gecenin en

geç saatlerinde arabalar, klaksonlar, vuvu-

zellalar eşliğinde müthiş bir kitle haykırıyor:

“Tayyip istifa…” Sonra kendini tanımlıyor:

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz…” Öyle bir

güç, öylesine bir gurur ve meydan okuyuş var

ki bu sloganda…

Savaşma bizimle ey zorba, biz hiç yenil-

gi yüzü görmemiş o komutanın askerleriyiz,

yine kazanacağız.

Zorba o kadar çaresiz ve hayın ki, İstik-

lal Caddesi’nde simge olmuş, her yürüyüşçü

grubun önünde salınmaktan pek hoşnut so-

kak köpeği Eylem Eylem’in copla kafasını kı-

rıp, sağ gözünü biber gazıyla kör ediyor.

Sokak köpekleri, kediler, martılar, gü-

vercinler de biliyorlar ondan beri, devrimdir

mutlu yaşamanın tek çaresi.

Zorba gaz bulutları, dumanları içinde

sıktıkça, attıkça kendini boğuyor. Tepeden

tırnağa öfke, kin, eziklik, nefret içinde;

aciz, saldırgan ve korkak.

Oysa halk hiç olmadığı kadar korkusuz,

mağrur, akıllı ve şen.

Kayseri’de binlerce ve binlerce yürü-

yorlar.

Sivas’tan ağlayarak bildiriyor arkadaşım:

Meğer biz ne kadar çokmuşuz!

Geçtiğimiz Pazar günü İstanbul tarihinin

en büyük kalabalığını topladı. Ankara, İzmir

ve daha nice yer, zulme öyle bir direniyor ki…

İstiklal Caddesi bağırıyor: “Her yer An-

kara, her yer direniş!”

Kadıköy vapurları yanaşıyor Kabataş’a;

Bakırköy’dan, Alibeyköy’den, Çekmece’den,

Kartal’dan , Şile’den, Sarıyer’den geliyor in-

sanlar, bebek arabalarında Mustafa Kemal,

bileklerinde Mustafa Kemal, alınlarında

Mustafa Kemal, bayraklarında Mustafa

Kemal.

SOL M�LL� DE�ERLER�N�BULARAK DEVR�MC�LE��YOR

Antalya’da ÖDP parti binasına ay yıldızlı

al bayrağı asmıştı. Ne güzel. Yeni kurulmakta

olan SYKP İstiklal Caddesi’ndeki kortejinde

Mustafa Kemalli al bayraklar taşıyor, ardı

sıra daha büyük bir kortejde Halkevleri, en

önde flamalarının yanında en az dört tane

yine aynı bayrakla geçiyor… TKP MK bil-

dirisi 11. Madde de halkın bayrağını yeniden

kurtardığını, bayrağın Deniz Gezmiş’in ta-

şıdığı bayrak olduğunu açıklıyor. Güzel. Se-

vindik. Çok hoş yerde yan yana geliyoruz.

Halk devrimini yaparken Sol’u da devrim-

cileştiriyor. “Benimle yürüyeceksen milli de-

ğerlere sahip çıkmalısın.” Büyük bir bilinç

haline geliyor. Ama biliyoruz ki, başında

Doğu Perinçek’in olduğu İşçi Partisi zaten

o bayrağı dalgalandırmayı hak etmeyen

kirli ellere hiç teslim etmemişti ki! Devrim

bunu da öğretiyor. Silivri zındanlarındaki

devrimciler öylesine arasındalar ki halkın,

böylesine bir özgürlük görülmemiştir.

Taksim yine de biraz farklı: neo-liberal-

ler de var, çeşitli çadırlar çevrelemiş parkı. Pan-

kartları küçüklüklerine ters orantılı, kimi şi-

zofrenik yapılar akıl veriyor: Zincirlerinizden

başka kaybedecek bir şeyiniz yok! Oysa kay-

bedecek o kadar çok şeyi var ki insanların, hat-

ta bir tek zincirleri yok. Zaten kaybettiğini ye-

terince kaybetmiş millet kazanmaktan başka

bir şey düşünmez olmuş. Ellerinde Ay Yıldızlı

ve Mustafa Kemalli bayraklar yığın yığın ge-

lip geziyor parkı, bir panayırı, bir fuarı gezer

gibi, standlara bakıyor, vakur, ilgili ilgisiz ge-

çip, bir de o “çeşit”leri görmüş, tarihin ulu

nehrinde akmaya devam ediyor.

Muazzam kitle kayda geçilmeksizin ku-

ral haline getirilmiş bir ‘tolere’ içinde, en az

o denli muazzam bir sağduyu ile selin üze-

rindeki çer çöpe takılmıyor, kıymet vermiyor,

ana mecrasında akıyor. Devrim bu, her çeşit

var işte, zenginliği ve gücü de oradan: öpüşüp

koklaşan, namazlarını eda eden, kızıl siyasi ik-

tidarı kuran, kimsenin askeri olmadığını sa-

nan, sokaklarda bar kuran, karpuz satan…

Sonra en militan gücü büyük kitleler ha-

linde devasa coşkularıyla giriyor meydana. Ta-

raftar gurupları: dev Ay Yıldızlı bayrakla Fe-

nerbahçeliler, Beşiktaşlılar, Galatasaraylılar,

Trabzonsporlular… Tek büyük var: Devrimci

halkın kendisi. Renklerin kardeşliği o kadar

çok şeyi değiştiriyor ki, bütün renkler kırmı-

zı beyaz oluyor.

Antalya’da Kale İçi girişindeki Son Çare

köftecisinde gecenin en koyusunda açık

televizyondan Ulusal Kanal ve Halk Tv dö-

nüşümlü yayın yaptırılıyor. Son haberler

orada alınıyor. Başka haber veren de yok ki.

“Bunları unutmayacağız” diyor köfteci ha-

nım yine o Mustafa Kemalli bayrak önünde,

ocağının başında.

KAYIP KU�AK MI DED�YD�K!Babasına sesleniyor çocuk: Durmadan kı-

zıyordun ya, bilgisayar başından kalk biraz, ye-

ter bu strateji oyunları diye: Bak o oyunlar-

dan öğrendiklerimizle polisin stratejisini çö-

kerttik! Baba gururlu ve öyle güzel bir yenil-

ginin tadını çıkarıyor, hafif bir gülümseyiş.

Sonra o şarkılar, o sloganlar, o marşlar…

Halk tıkanmış, tıkızlaşmış hatta kabız-

laşmış sloganlar içine sığmıyor, öylesine ya-

ratıcı ki gençler, Kaygusuz Abdal’dan Ruh-

sati’ye, Nef’i’den Şair Eşrefe, Neyzen Tev-

fik’ten Can Yücel’e genlerinde o hiciv mira-

sı nasıl görkemli bir koro oluşturuyor. Zor-

banın rengi kireç gibi.

Zorbayı orantısız yalanlarına, hakaretle-

rine, şiddetine karşı orantısız zeka ile perişan

ediyorlar, paçavraya çeviriyorlar.

Ah bir mim de çArşı gurubuna koymalı.

İronileri, müthiş yaratıcılıkları ile devrim

günlerinin gözbebeği oldular. Adları söy-

lendikçe yüzlerinde gülücük, çiçekler açıyor

yüreklerinde insanların.

Dikilmişler polisin karşısına, birazdan gaz

bombaları inecek tepelerine, zıp zıp zıplıyor-

lar: “Çarşı çıldırdı gaz bombası istiyor!” Polisler

bile gevşemeye, gülmeye başlıyor. Bomba ken-

dinin karikatürü haline dönüşüyor.

HANG�S� DAHA DEVR�MC�Büyük kalabalık gelmişken, Pazar ak-

şamüstünü akşama bağlayan saatlerde Be-

yoğlu’nun tadını çıkarıyor, masalarda ka-

ranfil kokulu rakılar, Çiçek Pasajı, Nevizade,

Asmalımescit inliyor: “Mustafa Kemal’in as-

kerleriyiz”

O da Kordon’da 1922’de yorgunluğunu

birkaç kadeh atarak gidermişti ya…

Mao Zedung ne tartışmıştı Cu Enlay ile:

Kırmızı biber yiyen halklar mı daha devrim-

ci, içki içenler mi?

Bir yanıtı var Türkiye’nin, içeniyle iç-

meyeniyle, acı seveniyle sevmeyeniyle, ço-

cuğuyla yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle…

Türk milleti devrimci.

Gen demiştik ya, genlerinde var

1908’den beri…

Genlerinde Mustafa Kemal var bu aziz

milletin…

Ve “vakt irişti”, “gayrıkyeter” dediler.

Gidilecek çok yol, yaşanacak çok çetin sa-

atler, günler var.

Ama buracıkta bitse bile şimdilik, öyle

müthiş şeyler kazanıldı ki, en başta milletin

kendisine duyduğu güven, bir sonraki dalga

cumhuriyeti yeniden kuracak kesinlikle, bu

dalga kuramasa bile.

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu

[email protected] Müdürü

Kamile Karakadı[email protected]

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın

San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı

Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel

Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi

Metin Aktaş

Aydınlık

KITA P.

Sayfa Sekreteri Alev Özgenç

Editör Pınar Akkoç[email protected]

Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukç[email protected]

Dünyanın en yeşil devrimi

Reklam Servisi

HALDUN ÇUBUKÇU

Page 4: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP

Buluşan ellerin baharı

SEYYİT NEZİR

Resimli ezgilerden bir şafak vakti

Alanın göğsünde bir yumak martı

Elimizde ıhlamurlu gül kokusu

Ekmeğe sürüyoruz bahar ve kenti

O da ne, ansızın yaktı

Genizleri kora kor keskin bir sızı

Kardeşler burası Taksim Gezi

Kim döktü havaya bu zehir gazı

Yongaladı yola düştü

Kaçtı hemen Fas’a düştü

Dön gel İstanbul’a düştü

Zıpladı paspasa düştü

Anayasa dediysen devasa bir tasa

Başkanlık bir tivitle ezanda yasa düştü

Kışla düştü masa düştü

Başına Cezayir’den koca bir boş kasa düştü

Faizler yükseldi, düşlerle borsa düştü

Düştü düştü ne düştü

Yumurtanın sarısı

Sonra öbür yarısı

Gemi düştü gemi düştü

Küçücük gemicik

İçi dolu paracık

Çatal matal kaç çatal ey

Bahtına sicimlerin en kalını düştü

Mağdurun her yalanı geri spama düştü

Kavuk düştü kavuk düştü kavuk murdara düştü

Domatesin çekirdeği kırmızı

Çadırımın üstüne hadis-i herif düştü

Üfürdü hurafeyi Taksim’de Gezi

Hamdültayyip pîr düştü

Zaten beton bir düştü capcanlı şişerken

Ayrana düştü şişedeki son gazı

Ağzında çirkef sası hep küfür

Anaların ahına körkütük parsa düştü

Suratında binbir sinsi karaltı

Sislerinin arkasından ürür ha ürür

Yüzündeki son morartı Occupy yalanı

İşte o da işte o da aynen pasa düştü

Başına tabletli çapulcular üşüştü

Bir mesaj attılar Beyaz Saray’a

O da düştü top oldu İnönü’de şanlı Çarşı’ya

Hey Obama Obama

Pabuç yolla babama.

Aşağılarda ülkenin yosun sokaklarında

Koca bir gölge

İri yumruklarıyla

Kıpır kıpır bir halkın

Ayaklarını giymiş yürür

Kalkıyor yüzünden bulvarları taşan gövde

Çocukların sözlüğünde yaşam bir karasevda

Hatay’dan İzmir’e Hopa’dan Edirne’ye

Yüz binleri Tomalara kaldıran

gencecik, salkım uzun göveren isyan

Ankara’nın Kızılay’ı

Dar eder dünyayı, cin türlü planyayı.

–Bu yiğitlik ah dostlar şiiri nasıl zorluyor

Her dize önceki ve sonrakinden korkuyor–

Burası kindar sarı sisler altında Taksim Gezi

Üstüne saldıkları zehirden korku gazı

Alanın göğsünde bir yumak martı

Omuz omza ülkeye uzatıyorlar

Tutuşan bedenlerin ördüğü barikatı

Bedenler ki yurda serdikleri yapraklı pazen örtü

Hey Taksim hayatın tastamam kendisin

avuçlarında tohumun revnaklı öfkesi var

Dağılıyor sisleri, yitirdi boyasını yalan

Okşayan türkülerde akasyanın mersinlerin

sarmaşık yüz oktavlı sesi var

Şarkıların meramı belli:

Buluşan ellerin devrim baharı.

Açalım sesimizle alanlara şimdi o dev pankartı:

Biz dünyanın kollarıyla kucaklarız kardeşler

yıldızların diplerinde şenliklere hazır

halaylarla gelincik izler kalır

Papatyanın sevinci, aşkın öcü, kanayan gökkuşağı

cümleten merhaba, yürüyün arkadaşlar

Açalım sesimizle alanlara dev pankartı

Taşıyor işte ayaklarımızla gürleyen marşlar

Bir omuzdan bir omuza sarılarak hayatı!

Mayıs - Haziran 2013

Page 5: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

5Aydınlık KİTAP

Kısaca çArşı burada

Kısaca çArşı burada

Kısaca çArşı burada

Kısaca çArşı burada

Kısaca çArşı burada

Kısaca çArşı burada

Biz onlar� bir taraftar gurubu biliyorduk. Kuvay�Milliye ç�kt�lar (Bir Facebook payla��m�ndan)

Herhangi bir taraftar grubu olmadığı aşi-

kar olan çArşı direnişte neden ön plan-

daydı?

Kim bu insanlar? Ayrımsızlar önce-

likle. İnsanı insan olarak görebilme ye-

tisini özümsemiş asi çocuklar. Üzerinde

bulundukları toprağa aşıklar. Sınıf farkı

gözetmeksizin bir olmuşlar. Yıllardır

oradaydılar: İnönü’de. Yıllardır yürü-

yorlar Beşiktaş’tan Dolmabahçe’ye. Yıl-

lardır bir şekilde gündemdeler.

Haksızlığa karşı duruşu, ince zekası,

toplumsal hassasiyeti çArşı’yı hep gizemli

kıldı. Spor taraftarlığının ötesinde gün-

cel olaylara ayna tutmaları hınzırlık ola-

rak nitelendirildi. Birkaç çapulcu, birkaç

aklı evvel olarak gösterildiler.

Dev “Nükleersiz Türkiye” pankartıyla

yıllar önce inceden irkilenler belki de bu

kadarını beklemiyorlardı. Ama ben bili-

yordum. Semtin inadını, tribünün ateşi-

ni, çArşı’nın cesaretini biliyordum. Sa-

bah’ın ilk ışıklarıyla uyuyan insanlara sal-

dırıp çadırlarını yakanları Allah affer-

derdi belki ama çArşı asla!

Mizahı silah olarak kullanmayı yıllar

önce keşfettiklerinden orantısız aptallı-

ğa karşı çok hazırdılar. Gururlu, inatçı,

entelektüel ve toplumsal olaylara duyarlı

olduklarından aşağılayıcı ifadeleri ka-

bullenemediler. Bu sefer farklı olan ken-

dileri kabullenemedikleri gibi memle-

ketin insanına da böyle bir muameleyi

reva görmediler. Otoritenin şiddete baş-

vurması ise çArşı için onurlu bir savun-

ma hükümet için hüsrandan başka bir şey

olmadı.

Yıllarımı İnönü’de direnişimi Be-

şiktaş’ta geçirdim. Polisin önündeki ka-

labalık seviyordu. Çok geniş seviyordu,

herhangi bir siyasi hareketin içine sığa-

mayacak kadar seviyordu. POMA’yı

keşfedip halkı korudular. Terk etmeyip

semti korudular. Seslerini yükseltip onur-

lu insanları korudular. Biber, portakal

veya herhangi bir gazla yılacak son grup

olduklarını gösterdiler.

“Semt bizim, aşk bizim” derken bü-

tün memleket semtti. Aşk ise insandan

hayvana, hayvandan bitkiye, bitkiden

manzaraya... Kısaca güzelliğin ta kendi-

sineydi. “Sık bakalım” ile başlayan meş-

hur sloganı üç metreden polisin yüzüne

söyleyecek cesaret cahilliklerinden değil

gerçekten kahraman olmalarından geli-

yordu. Ve bir polis bu çağrıya uysa deli-

kanlılığını tebrik eder omuzlarına alırlardı.

Yüzleri belli belirsiz. Sesleri hep slo-

gan halinde kulaklarımızda. Bu gösteri-

yor ki “biz” kavramıyla bütünleşen bin-

lerce insan ortak hareket ediyor. Aynı şeyi

hissediyor, aynı şeyi düşünüyor, aynı

akıllıca tepkiyi ortaya koyuyor ve asla vaz-

geçmiyor. Menfaatsiz, tamamen bağlılık

üzerine kurulan bu beraberliği devletin

bile sağlaması zor. Abartılı yorumlara hep

mütevazi bir şekilde karşılık vermek,

teşekkür etmek, özür dilemek ise erdemli

olduklarının kanıtı.

Övdüğümü, göklere çıkardığımı san-

mayın. Onlar zaten hep oradaydılar.

Çarşı nedir diye soruyorsunuz haklı ola-

rak. Yeni yeni ilgilenenler merak ediyor.

Çarşı: Sert bir bakış, akabinde gelen sürp-

riz bir gülümseme ve kardeşçe sarılma-

dır. Memlekete yaptıkları bundan fazla-

sı değil.

“Bu sevda bitmez, bu hasret bit-

mez” diyerek memlekete, dünyaya sahip

çıkmaya devam edecekler. Devam ede-

ceğiz...

Kısaca çArşı burada. Rahat ol!

ERDEM GEZGİNCİ[email protected]

Page 6: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP ARAKABLO

Modern Türkiye’nin 150 yıllık şanlı

ayaklanma ve devrim geleneği, gençliğin

harekete geçirici işleviyle açılıp yayılan

bir tarihsel uzam ve zaman diyalektiği üs-

tünde ivmeleniyor. 27 Mayıs Devrimi, bu

ivmenin asker sivil aydın zümreyi kış-

kırtmasıyla gerçekleşti. 1968 Gençlik

Ayaklanması, devrim ateşini dalga dal-

ga kentlerin gecekondularına ve kırların

buralarla ilişkisi yoğunlaşan bölgelerine

yaymaya, emeğin yurtsever cephesini

örmeye başlamasının ardı sıra, 1970’te

işçi hareketinin tarihimizdeki en büyük

eyleminin işaretini verir. İşçi sınıfının dev-

rimci savaşım ve dayanışmasının yürek-

li, çarpıcı yaşam sahneleriyle bugüne can-

lı dersler taşıyan Şanlı 15 - 16 Haziran Di-

renişi’ni hazırlayan birikimiyse olanca gü-

cüyle Nâzım’ın yapıtında buluyoruz.

YURTSEVER EMEKCEPHES�N�N

ESİN KAYNAĞI: NÂZIMNâzım, emeğin yurtsever cephesini

çok daha önceden şiiriyle örerek devri-

me taşıyor. Daha 19 yaşında İstiklâl Sa-

vaşı’na ve Anadolu İhtilali’ne katılışının

ardından Ekim Devrimi’nin tanıklığını

“19 Yaşım” şiirinde çırçıplak buluyoruz:

...ey benim 19 yaşımormanda çam dalları yaktığımız

hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek

aya baktığımızgecelerin üstünden...

Nâzım, günün yaşamı ve devrim şar-

kılarıyla kalmıyor, yaşamın ve sanatın

güncel kıvrımlarını tekdüzelikten ve ge-

çicilikten kurtarmak üzere içerik ve bi-

çim olarak köklerini, tarihsel derinliğini

yakalamaya, günün kavgasından düne ve

yarına ilmekler atmaya çalışıyordu. Nâ-

zım, şiirini ve ülkesini insanlığın evren-

sel birikiminin halkalarına eklemli kılma

olanağını bulmadan, ülkesinin evrensel

konumunu belirlemeden özgünlüğe va-

ramayacağını biliyordu. Yurdunu oluş-

turan maddi ve manevi tüm değerlerde

birikmiş toplam tarihsel emeğin bileş-

kesini kurmaksızın ülkesini ileri taşıma

şansı yoktu. Yurtseverliğinin gerekçesi-

ni ve emek niteliğini bu somut gerçek

oluşturuyordu. Bu aşamada Bedreddin

onun esin kaynağı oldu:

Ve hep beraber söylenen bir türkü gibihep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak

Anadolu insan mayasında türkü ve

toprağın yarattığı tekleşmeyi çok de-rinden kavramış olan Nâzım, tarihsel mi-rası toptan üstlenerek ona devrimci ruhaşılamayı seçti. Bunu şu dizelerde en ya-lın ve özgün söylemiyle görüyoruz:

Ve elbette ki, sevgilim, elbet,dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla

bu güzelim memlekette hürriyet...

Şiirde, “işçi tulumu” tamlamasının iç-

eriği dışındaki tüm kavram ve nesneler,

geleneğin sıradan öğelerinin üstün bir be-

ceri ve ustalıkla bileşimini yansıtmaktan

öte bir anlam bütünlüğü taşımaz. Dahası

“şanlı” sıfatı da geleneğe yaslanmayı

en koyu ve aşırı düzlemde yansıtır. Ama

Nâzım, yaygın kullanımı, “şanlı tarih, şan-

lı ordu” biçiminde görülen sözcüğü, bir

“elbise”ye, hem de “işçi tulumu”na ilik-

leyerek, Şanlı Haziran’a giden yolda, tek

sözcükle olağanüstü bir bilinç sıçrama-

sı, devrimci bir atılım gerçekleştirir.

Böylece şair, yurt ve emek bileşkesinin

hem gerekçesini oluşturur, hem de ere-

ğini belirler.

Nâzım, ölümünden bir yıl önce yaz-

dığı “Türkiye İşçi Sınıfına Selâm” şiiriy-

le bu olguyu daha da kaynaşık bir anlam

ve dize kurgusuyla pekiştirir:

Türkiye işçi sınıfına selâm!

Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,

toprağa, kitaba, işe hasretimizi,

hasretimizi ayyıldızı esir bayrağımıza.

Nâzım’ın bir memleket şairi oluşu,

daha 19 yaşında kafasında ve yüreğinde

Şanlı Haziran’ın 43. yılındaayaklanmanın yeni söylemi

�imdi “bütün ayya�lar” ve “akademik çapulcular”, Hamdültayyip’in “özelle�tirme” ad� alt�nda 10 y�ld�r sürdürdü�ü talan� kurtarmak üzere ülkenin bütün alanlar�nda toplanm�� direniyor

SEYYİT NEZİ[email protected]

Umut Germeç - Ye�illere Allara (Nâz�m Hikmet)

Page 7: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

7Aydınlık KİTAP

yurtsever bir komünist kişiliğinin to-

humlanışı, şiirlerinde her zaman çarpıcı

ve devrimci anlatımını bulmuştur.

NÂZIM’IN ���R�NDEGENÇL�K

Nâzım’ın şiirinde bu emekçi yurtse-

ver söylem, devrimci geleneğimizde özel-

likle Fikret’ten beri gençliğin öncü işlevini

atlamaksızın belirginleşir. Tevfik Fikret,

başta Promete, Halûk’un Âmentüsü ve

Ferdâ olmak üzere Halûk’un Defte-

ri’nde yer alan şiirlerde geçliğe ülkenin

yarınlarından sorumlu aydınlanmacı bir

kimlik yükler.

Atatürk’ün Gençliğe Hitabe ve Bur-

sa Nutku’yla, gençliğin isyancı ve devrimci

toplumsal özünün siyasal bir nitelik ka-

zandığı, öncülük işlevinin pekişmesi so-

nucuna vardığı görülür. Dahası, “Birey-

sel saltanata ve onun temsil ettiği uğur-

suz bir yönetim biçimine karşı çekilen bir

silah kutsaldır.” sözüyle, gençliği her

türlü zorbalığın önüne dikilen toplumsal

güç olarak meşru ve haklı bulan Atatürk,

Nâzım’a daha ilk gençlik yıllarında

BMM’de verdiği cesaretle, ondaki genç-

lik vurgusunun belirginleşmesini sağla-

mıştır. Nitekim tam da kendisinin dev-

rimci olduğu yaşı Nâzım’ın 27 Mayıs 1960

arifesinde “Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü”

şiirinde vurgulaması anlamlıdır:

Bir ölü yatıyoron dokuz yaşında bir delikanlıgündüzleri güneştegeceleri yıldızların altındaİstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.

27 Mayıs’ın 53. yılında gençlik, şiirdeki

Beyazıt yerine Taksim’i geçirmiştir. Şim-

di bu gençliğin öncülük ettiği isyancı halk

kitleleri için Hamdültayyip, “çapulcu” de-

mektedir. Ona göre Fikret, “zangoç”tur;

Atatürk’se “ayyaş”... Nâzım’a yakıştır-

dıkları en hafif sıfatsa “vatan haini”dir.

GENÇL�K, ÇAPULCULAR VEDEVR�M

Talihin ve tarihin cilvesine bakın ki,

“memleketi pazarlamak” üzere yola çı-

kıp din aşkına emperyalistlerle kol kola

ülkesine hamd ile cihat ilan eden zat-ı

muhterem, “gemicik”lere varıncaya ka-

dar her türlü mal varlığını çapuldan

edinmişken, kendi suçunu başkasına

atınca iftirayla temize çıkma huyu saye-

sinde hesap vermekten kurtulacağını

umarak saldırıyor. Yağma yok! Gençlik,

bu mavracı söylemin ciddiyetini onu her

biçimde sarakaya almakla göstermiştir.

Şimdi “bütün ayyaşlar” ve “akademik

çapulcular”, Hamdültayyip’in “özelleş-

tirme” adı altında 10 yıldır sürdürdüğü

talanı geri almak ve yeniden halka ka-

zandırmak üzere kamulaştırmak ama-

cıyla, metropolden köylere kadar, ülke-

nin bütün alanlarında toplanmış direni-

yor. Gençlik, uzlaşma yalvarışı içinde so-

kak sokak, ter ter tepinip tellallıkla çare

önerilerine, Fuzuli’nin deyişiyle, “el çek

ilacımdan tabip” diyerek, “anasını da ya-

nına alıp” direnmektedir.

Daha güzeli, yıllardır hane hane mü-

rüvvet peşinde koşturan Hamdültay-

yip’e, “Bizim gibi 3 torunun olsun!” di-

yerek onu hasretlisine kavuşturmaktadır.

Gençlik, bilgisayardaki polis oyunla-

rında kazandığı beceriyle gaz püskü-

rüklerini etkisizleştirmeyi başardı. Bu ne-

denle, iyi haber alan kaynakların verdi-

ği bilgiye göre, mecliste ilk yasayla, sos-

yal medyaya ve bilgisayar oyunlarına

yasak getiriliyor.

Şanlı Haziran’ın 43. yılında, ayak-

lanmanın yeni söylemini, şu duvar yazı-

sından daha somut ne anlatabilir ki?:

“Revolution Party! Tüm halkımız

davetlidir. (pilavlı)”

Page 8: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP

Adını Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bireysel

saltanata ve onun temsil ettiği uğursuz bir yö-

netim biçimine karşı çekilen bir silah kut-

saldır” sözünden alan “Kutsal İsyan”, Ulu-

sal Kurtuluş Savaşımızın en geniş ve en ay-

rıntılı belgesel romanıdır.

Hasan İzzettin Dinamo’nun (1909 Ak-

çaabat-20 Haziran 1989 İstanbul), “kaçınıl-

maz bir görev” ve “özgürlük kavgası” kabul

ettiği Ulusal Kurtuluş Savaşımızı tüm yön-

leriyle yeni kuşaklara aktarma kaygısının ürü-

nü olan “Kutsal İsyan” (1966-1967, 8 cilt; son

basımı Tekin Yayınevi, 5 cilt), toplumcu ger-

çekçi bir yazarın Kurtuluş Savaşı’na nasıl yak-

laştığını, nasıl bir düzen aradığını örnekliyor.

Bu arayışın ışıldaklarının Kurtuluş Savaşı’nın

bütün coğrafyasına yönelmesiyle ortaya çık-

tığı yapıt, savaşın kronolojik ve edebi bir öy-

küsü olan yurtseverlik ve insanseverlikle ör-

tüşen bir yazarın yapıtıdır.

Babasıyla ağabeyi Allahüekber Dağla-

rında boğulan, savaş yıllarının açlık ve yok-

sulluğunda annesi ve beş kardeşini kaybedip

öksüzler yurdunda büyüyen bir savaş çocu-

ğudur Hasan İzzettin. Kaldığı öksüz yurtla-

rındaki kitaplıklardan birçok kitap okur. Ana-

dolu’da Mustafa Kemal’le öbür kahraman-

ların el ele yürüttükleri savaş, bambaşka, kut-

sal bir savaş olarak onun çocuk yüreğinde çıl-

gınca bir sempatizan bulur.

ÖKSÜZLER YURDUNDANYAZARLI�A

Çocukluğundan başlayarak bütün bir ya-

şamı destansı acılarla dolu

olan yazarın Sivas İlköğret-

men Okulu’nda okurken Nâ-

zım Hikmet’in şiiriyle tanı-

şınca dünyası değişir. Şiirler

yazmaya başlar. Malatya ve

Adıyaman’da iki yıl ilkokul

öğretmenliği yapar. İki arka-

daşıyla birlikte ilk şiir kitabı-

nı çıkarır: “Adsız Kitap”.

1933’te Gazi Eğitim Enstitü-

sü Resim Bölümü'ne girer.

“Tren” adlı şiiri nedeniyle

dört yıl hapse mahkûm edilir

ve mesleğinden olur (1935).

Ankara Cezaevi’ndeyken

“Deniz Feneri” (1937) adlı

şiir kitabını çıkarır. Nâzım Hik-

met’i de aynı koğuşa getirirler. 1939’da ce-

zaevinden çıkıp İstanbul’a gider. İşsiz ve

aç günler yaşar. Dergilerde şiirleri yayım-

lanır. Nazi işbirlikçilerini eleştiren bir şiiri

nedeniyle Sıkıyönetim Mahkemesi’nce sür-

güne gönderildiği İslahiye’den askerliğiyle

birlikte yedi yıl sonra döner (1949). Adı unu-

tulmuş, dostu kalmamış, yazdığı şiirler, ro-

manlar kaybolmuştur. Yaşamını özel öğret-

menlik, fotoğrafçılık, çevirmenlikle sürdü-

rürken 6-7 Eylül olayları nedeniyle Aziz Ne-

sin’lerle birlikte tutuklanır ve beraat eder.

Yazdıklarını 1960’tan sonra yeniden ya-

yımlamaya başlayan Dinamo’nun, Kutsal İs-

yan ve Kutsal Barış’tan başka “Ateş Yılları”,

“Savaş ve Açlar”, “Öksüz Musa”, “Musa’nın

Mapushanesi”, “Musa’nın Gecekondusu”,

“Koyun Baba”, “Açlık”, “Türk Kelebeği”,

“Adalet Sıtması”, “Anadolu’da Bir Yunan

Askeri” adlı romanları; “Karacaahmet Sen-

fonisi”, “Özgürlük Türküsü”, “Mapusha-

nemden Şiirler”, “Sürgün Şiirleri”, “Gece-

kondumdan Şiirler”, “Kavga Şiirleri”, “Ço-

ban Şiirleri”, “Nâzım’dan Meltemler”, “Tu-

yuğlar” adlı şiir kitapları; “Savaşta Çocuklar”

adlı öykü kitabı; “6–7 Eylül Kasırgası”, “2.

Dünya Savaşı’nda Edebiyat Anıları”, “TKP

ve Aydınlar” adlı anı kitapları vardır.

KUTSAL �SYAN: SÜRÜKLEY�C�VE AYDINLATICI

Bu çılgın Türk’ün “Milli Kurtuluş Sava-

şının Gerçek Hikâyesi” altbaşlığıyla sundu-

ğu “Kutsal İsyan”, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı

öncesindeki olaylardan, anlattığı kişilerin

daha önceki yaşam kesitlerinden başlayarak,

savaşın altyapısını, öncesini de kavratarak an-

laşılır kılma çabasına giren tarihselliğiyle, ya-

şananları toprağından kopar-

madan vermesiyle somut, ger-

çek, sürükleyici, aydınlatıcı bir

yapıttır. Nâzım Hikmet’in “Ku-

vayı Milliye Destanı”nda şiir

olarak gerçekleştirdiği işin ro-

man olarak bir başka edebi-

yatçı tarafından kaleme alın-

ması, Türk ulusunun yarattığı

destansı kurtuluşun romanla

ölümsüzleştirilmesi olan “Kut-

sal İsyan”, “her şeye karşın

yurtsever ve devrimci” bir kim-

liğin haykırışıdır. Kitap, aynı za-

manda, daha sonraki devrim-

ci kuşakların Mustafa Kemal’e

ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’na

yaklaşımlarındaki sakatlıklara

da bir uyarıdır.

Türkiye coğrafyasının dört

bir yanında gerçekleşen ulusal

atılımları, örgütlenmeleri, di-

renişleri Mustafa Kemal’in ve

onlarca kahramanın yaşamla-

rıyla bütünleştirerek aktaran,

yayımlandığı yıllarda edebi-

yat olayı haline gelen “Kutsal

İsyan”, Ulusal Kurtuluş Sava-

şımızı kapsamlı olarak bütün

cepheleriyle, kişileriyle, olaylarıyla anlatan ay-

rıntılı belgesel romandır. Romanda, Musta-

fa Kemal’in “Nutuk”unda (Söylev) söyle-

dikleriyle paralel bir biçimdeki öyküleştir-

meyle, anılarla, belgelerle kurulan yapı; olay-

lar yorumlanırken telgrafların, bildirilerin, ko-

nuşmaların aynen kullanılmasıyla belgesel

yanla da sağlamlaştırılmıştır.

KURTULU� SAVA�I’NINBÜYÜK KLAS���

Hugo’nun “Sefiller”, Rolland’ın “Jean

Christophe”, Ehrenburg’un “Fırtına - Paris

Düşerken - Dipten Gelen Dalga”, Şolo-

hov’un “Uyandırılmış Toprak - Don’da Ha-

sat - Durgun Don” gibi büyük bir çağ romanı

olan; okuma yazmayı bilen her kişi tarafın-

dan kolaylıkla, aynı zevkle, heyecanla oku-

nan bir yapıttır “Kutsal İsyan”. Yayımlan-

masından yıllar sonra bile hâlâ Kurtuluş Sa-

vaşı’nın en ayrıntılı, en geniş, en başarılı ya-

pıtlarından kabul edilmesi, eskimemesi, ku-

şaklardan kuşaklara geçerek (ülkede yaşa-

nan siyasal, toplumsal gelişmelerle ortaya çı-

kan her türlü engellemelere karşın) klasik-

leşmesi de onun ölümsüzlüğünün kanıtıdır.

“Kutsal İsyan bir tarih kitabı değildir. Ta-

rihin uçucu yanlarının bir sanatçı gözüyle,

gerçeğin çerçevesinden bir karış dışarı taş-

mayarak bir büyük roman havası içinde yan-

sıtılmasıdır,” diyen yazar; yapıtta Mustafa

Kemal’in yaşamını çevresiyle birlikte de-

rinlemesine sergiler. “Kutsal İsyan”, Kurtuluş

Savaşı’ndaki tüm cephelerde

nelerin nasıl yaşandığı konu-

sunda bütünlüklü bir yapıttır.

Tüm cephelerde savaşa omuz

veren onlarca komutanın, Ana-

dolu’nun çeşitli bölgelerindeki

direnişin kuruluşların örgüt-

lenmesinde emekleri geçen

yüzlerce asker-sivil yerel aydının,

efelerin, zeybeklerin, kahra-

manların hep birlikte yer aldı-

ğı bu ulus destanı, aynı zamanda adları ge-

çen ulusal kahramanlara bir vefa borcu

ödenmesidir. Kurtuluş Savaşı'nın altyapısı-

nın oluştuğu günlerden savaşın sonuna ka-

dar süren zamandaki günlük olayları, çeşitli

insanların içinde yaşadığı durumları, tarihin

gerçekleştirildiği günlerin nasıl yaşandığını

okuduğumuz romanda, tüm kahramanlar

olanca diriliğiyle, gerçekliğiyle, somutluğuyla

karşımıza çıkıyor. İnsanların yaşamlarında-

ki kişisel durumlar, günlük ve özel yaşam-

larındaki çelişkiler ve ilişkiler içinde, büyük

toplumsal çalkanışların yaşandığı dönemde

tarihsel kişiliklere doğru nasıl yol aldıkları-

nın öyküleriyle aktarıldığı “Kutsal İsyan”, ta-

rihsel gerçeklerle ve bir araya getirilmiş bel-

gelerle çağa yakışan, çok kahramanlı, çok

olaylı bir “ulus yaratma destanı”dır.

İlk ciltte, “Her şey bitmedi daha” diye dü-

şünen, Harbiye Nazırı’nın imzalamaktan

çekindiği ama İkinci Reis Kâzım Paşa’nın

(İnanç) mühürlediği ünlü talimatnameyle

Samsun’a yoluna çıkan Mustafa Kemal’le

karşılaşıyoruz: “Bandırma Vapuru ya da Yeni

Argonotların Seferi.”

Sonrası?... Sonrasında, çoban ateşlerini

yakanların öykülerinin bir bir ve birbiriyle

bağlantılı olarak anlatıldığı destansı bir Kur-

tuluş Savaşı olan yapıt, şu cümlelerle son bu-

luyor: “Mustafa Kemal’in başının üstünde-

ki zafer yıldızı gittikçe büyüyor, gittikçe

yükseliyor, bu zafer müziği ve ışıkları arasında

bütün acılar siliniyordu.”

Bir halkın bağımsız bir ulusadönüşmesinin destanı: ‘Kutsal İsyan’

ÖNER YAĞCI [email protected]

Kutsal �syan (5 Kitap Tak�m),Hasan �zzettin Dinamo, Tekin

Yay�nevi, 3023 s.

Dev bir Kurtulu� Sava�� destan� olan yap�t, �u cümlelerle son buluyor: “Mustafa Kemal’inba��n�n üstündeki zafer y�ld�z� gittikçe büyüyor, gittikçe yükseliyor, bu zafer müzi�i ve

���klar� aras�nda bütün ac�lar siliniyordu.”

Page 9: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAP

İşte size, başkaldırı günlerinin ateşi içinde,

tam zamanında ortaya konan güçlü bir ya-

pıt: “İsyan Makamı!” Hüseyin Haydar “Zor

Günlerin Şiirleri”, “Doğu Tabletleri” ve “Acı

Türkücü”den sonra “İsyan Makamı” ile sa-

natını bir kez daha toplumun, mücadele

eden kitlelerin hizmetine sunuyor. Şair,

“İsyan Makamı”nda yaşadığımız günleri, şii-

rin güzel ve güçlü diliyle tarihsel ve evren-

sel kökenleriyle ortaya koyuyor.

Yapıt üç ana bölümden oluşuyor: “Alnı

Çobanyıldızlılar”, “Şu İki Bin On iki Yılının”

ve “Savaşı Anayurt Kazanacak”.

SALDIRI VE D�REN��Yakın tarihi yazmak, hele hele şiire ta-

şımak sanıldığı kadar kolay değildir. Şair Hü-

seyin Haydar ülkemizin son on yıllık tarihini

şiirinde veriyor, tarihsel bağlarından ko-

parmadan. Ülkemize, ABD ve yerli işbir-

likçileri tarafından birçok yönden planlı sal-

dırlar yapıldığını şiirlerinde belgeliyor.

Geçmişten bugüne bu topraklara ihanet

eden işbirlikçiler olduğu-

nu şiirinde açıkça söylüyor

şair. Dün “Yanki Sait”

olarak adlandırdığı, ya-

bancı parmağı olduğu su

götürmez bir gerçek olan

Şeyh Sait Ayaklanması tü-

ründen olanları belirtiyor.

Bugün ise aynı yolu ve

yöntemi denemeye kal-

kanlara dur diyecek bir

söz söylüyor: “Çıkma bü-

yük millet direğine. Çün-

kü çarpılırsın, yok olur-

sun.” Sait Yanki’nin yeri-

ni kurulan ihanet çadırla-

rı, “Paratapar sapıkları”,

Asena’yı çakal hoca’ya ye-

direnler, “Ulusal Tecavüz

Kulübü”, “ihanet barikat-

ları”, “Atlantik kuzuları”, “haçlı yobazı”, “ce-

maat Cizviti”, “küresel zina mahfilleri”

olarak adlandırdıkları, “Pensilvanya ihanet

bürosu”ndaki cemaatin aldığını şiirin birçok

yerinde kullandığı deyimler ve sıfatlarla

açıklıyor.

Tanrı Dağı kadar Türküm derdin, /

Künyeni Sam’a gönderdin. / Maraş’ta Ço-

rum’da bebek keserdin / Bugün zehrin sı-

kıyor Şam’a. / Hıra Dağı kadar Müslüman

idin, / Üç tekbirle yol keserdin, /Yaslandın

şimdi Pentagon’a. (Amerikano Türko İsla-

mo, s.51)

Küresel saldırı bununla bitmediği Hü-

seyin Haydar’ın sözcük seslerine kulak ver-

diğimizde anlıyoruz. Şair, bir takım komis-

yonculardan söz ediyor, saldırı sürecini ve-

rirken. Bunlardan hemen birkaçını say-

mak gerekiyor: Barış, yargı, darbe, yolsuz-

luk komisyoncuları.

Hepimizin belleğinde kayıtlı yaşananlar.

Ancak bir şairin diliyle ve hele hele Hüse-

yin Haydar’ın şiir diliyle bu başka bir biçimde

kendini gösteriyor. Yurtsever tutsaklar için

kurulan Silivri nöbet çadırlarını dışarıda tu-

tarak söylemek gerekirse, “Kıyamet Çadı-

rı” kurulduğunu, bunlar arasında Habur’da

kurulan çadırı da şiirinde söz konusu ediyor.

UZUN NAMLULU ���R VE �SYAN

Hüseyin Haydar’ın “İsyan Makamı”

adlı yapıtında “uzun namlulu şiir” deyimi-

ni kullanması dikkat çeki-

yor. Şiiri bir mücadelede ol-

ması gerekenler arasında

görüyor.

Usta şair isyan hakkını

ve kültürünün kaynakla-

rını veriyor. Şair bu kay-

nakları ulusal ve evrensel

katmanlara inerek dile ge-

tiriyor. İsyanın kültürü-

müzdeki damarına girer-

ken de derin bir bütünlüğü

yakalıyor. Türkmen İsya-

nı’ndan başlayarak dünya-

daki sayılı isyan ve isyancı

örneklerini bugünün ay-

nasından yansıtarak, in-

sanlığın birbirine bağlı baş-

kaldırı geleneğine gönder-

meler yapıyor.

“İsyan sokağa iner, kişi celladını yer,” di-

yen Hüseyin Haydar tarihsel süreç içinde

kültürümüzü oluşturan önemli kişilik ve ya-

pıtaşlarının adlarını şiirine kayaya kazır

gibi kazıyor.

Şair, Battal Gazi, Aşık Şükrü, Sebahat-

tin Eyyubi, Hacı Bektaş Veli, Maraş bozla-

ğı, Şirin ile Zin, Yunus Emre, Karacoğlan,

Piri Reis vb. yakın tarihimizde saydığı adlar

arasında Namık Kemal, Kartallı Kazım, Şa-

hin Bey, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Ku-

bilay, Eşref Bitlis, Uğur Mumcu, Yusuf As-

lan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş ve son

olarak Diyarbakır’ın Bismil ilçesi Cumhu-

riyet Köyü Muhtarı, Mehmet Tanrıkulu ad-

larını şiirlerinde anıyor. Ülkemiz dışında şi-

irlerinde andığı birkaç adı da şöyle sırala-

yabiliriz: Gitar çalmasın diye elleri kesilen

Victor Jara, Petöfi, Hose, Savo, Chavez, Si-

mon Bolivar, Attila Jozef…

“…/ İşte karşınızdayım, göğsüm Yunus,

/ Ağzım ejderha, kanadım Anka, dilim

Pars, / Kullanacağım silahlarımı, geldi sıra-

sı. / Bilek, ya istiklal ya ölüm, makamım is-

yan, / Ne demiş Hürriyet’in arslan Ziya’si:

/ Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.”

(Milli Ordu Benim, s. 78)

“Ayaklanan bayrak yakar güneşi” diyen

Hüseyin Haydar, yaşanan olumsuzlukları şii-

rine dize dize örerken okurun gönlüne

korku salmıyor, tersine şiirlerinde umut

dağıtıyor. “Kırmızı beyaz alarm”dan söz

eden şair “al şafağı kalpak gibi giyme” ve

“yurtseverler karargahlara” çağrısında bu-

lunuyor. “Yeminler edildi, yıkılacak Silivri”

derken tutsak yurtseverlerin kurtarılacağı-

nı kararlıkla haykırıyor.

Hüseyin Haydar şiirinde isyan ve yurt sa-

vunması konusunda kararlılık baştan sona

kendini gösteriyor. Şiirlerin geneline baktı-

ğımızda bu isyanın özünde bir “vatan, na-

mus savunması” olduğu görülüyor.

“…/ Nasıl isyan ettiyse atalar, / Yassıyan

dağda diklenen yazıda / Yürek yanına yü-

rek ekleyerek, / Güç üstüne güç yükleyerek,

/ Nasıl kurduysa kardeşlik yurdunu… /

Daha fazlasını kuracağız… (Şu İki Bin On

İki Yılının, s.74)

S�YAS� TAR�H“Zor Günlerin Şiirleri” ve “Doğu Tab-

letleri”nde olduğu gibi Hüseyin Haydar “İs-

yan Makamı” adlı yapıtındaki şiirlerinde de

siyasi tarihin izleri sürülebiliyor. Türk tari-

hinin kısa bir özetini görebildiğimiz şiirle-

rinde günümüze yoğunlaşıyor.

ABD’nin Ortadoğu başta olmak üzere

yeniden şekillendirmeye kalktığı, ancak

bölge ülkelerinde yaşayanları yaşamlarından

ettiği, onurlarını ayaklar altına aldığı onun

şiirlerinde Türkiye merkezli olarak görülü-

yor. Şair bölgeyi elde etmenin yolunun

Türkiye’yi çözmekten geçtiği gerçeğinden

hareketle yapılanları veriyor. Ergenekon,

Balyoz operasyonları başta olmak üzere or-

dumuzun çökertilme, bağımsızlığımızı yi-

tirme sürecini de bu bağlamda şirine taşıyor,

çok daha gerilere giderek.

“…/ Bir cd daha vardı, balyoz kıramaz,

/ İman tahtasından yapısı, / Karınca hakkı-

nın kayda geçirildiği, / Ateşin sahibince, burç-

lu gök katlarında.” (Yalandan Çatlayan

CD, s.44)

“Başkaldırmak boynunun borcudur,”

diye seslenen Hüseyin Haydar’ın “İsyan Ma-

kamı” adlı yapıtında şiirlerinde “Savaşı

anayurt kazanacak” muştusunu veriyor.

Türkiye’nin üzerinde esen fırtına sonrası,

“Doğuracak yüzyılın kollarına, / Doğuracak

Avrasya’nın en güzel çocuğunu” dizelerinin

altını çizmek gerekiyor.

İsyan günlerinin kıyısında değil tam or-

tasında yaşayan Hüseyin Haydar, bugünkü

devrimci mücadelenin şairi olduğunu “İsyan

Makamı” ile bir kez daha kanıtlıyor. “İsyan

Makamı”nın şiirleri bir edebiyat yapıtı oluş-

turmayla birlekte geleceğe iletilen canlı bir

belge olma niteliğini de taşıyor. Hüseyin

Haydar’ın Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın yanı

sıra sosyal medyada toplamda milyonlarca

paylaşılan şiirlerinin, korku imparatorlu-

ğunun yıkılmasında büyük payı olduğunu

söyleyebiliriz.

Ayaklanan bayrakyakar güneşi

HÜSEYİN HAYDAR’DAN DEVRİM GÜNLERİNİN ŞİİRİ: ‘İSYAN MAKAMI!’

“�syan soka�a iner, ki�i cellad�n� yer” diyen Hüseyin Haydar tarihsel süreç içinde kültürümüzüolu�turan önemli ki�ilik ve yap�ta�lar�n�n adlar�n� �iirine kayaya kaz�r gibi kaz�yor

Mustafa ASLAN

�syan Makam�, Hüseyin Haydar,Kaynak Yay�nlar�, 112s.

Hüseyin Haydar

Page 10: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP

İnsanlığın insanlaşma mücadelesi -önce-

ki mücadelelerin sahibi atalarımızdan

özür dileyerek!- atalarımızın ilk duvar re-

simleri yapmasıyla başlamıştır dersek ya-

nılmış olmayız. Sanat ve edebiyat insanlı-

ğın ilerlemesinin temel taşıyıcılarıdır. Or-

taçağ’dan kurtulmada en önemli sanat re-

sim sanatı olmuştur. Aydınlanma döne-

minde ve burjuvazinin ortaya çıktığı dö-

nemde ortaya çıkan roman sanatı, insan-

ların toplumsal mücadele içinde görüldü-

ğü en önemli sanat türüydü.

İnsanlığın bu mücadelesi içinde sos-

yalizan düşüncelerin yayılması ve benim-

senmesinde edebiyatın büyük önemi var-

dır. Bu uğurda dünyada siyasal mücade-

lelerle geçen en büyük romanlar hangile-

ridir derseniz Türk romancılarını ön sıra-

ya koymak gerekir diye düşünürüm. Bel-

ki de bizim bilgimiz bu kadardır; herkes

kendi fanusunun içinde yaşar.

Aynı zamanda 1934 yılında Sovyet

Yazarlar Birliği Kongresi’nde Maksim

Gorki tarafından kuram haline getirilen

“toplumcu gerçekçilik” kuramının temel

ilkeleri devrimci romantizm, çelişki, olum-

lu kahraman, çilecilik ve insanın insan ta-

rafından sömürüsünü anlatmak/yansıt-

mak olarak çizilmiştir. Bu kuram,

SSCB’den daha çok Türkiye’de benim-

senmiş ve Türk yazarları eleştirel yanı öne

çıkararak “eleştirel gerçekçilik” diyebile-

ceğimiz bir düşünce doğrultusunda başa-

rılı yapıtlar vermişlerdir.

Öyle ki Reşat Enis Aygen’in “Toprak

Kokusu” (1944) adlı romanı Halide Edip

Adıvar tarafından, -belki de Enis’e ege-

men olan karamsarlık duygusu yüzünden-

“Steinbeck’in ‘Gazap Üzümleri’nden

daha güçlü bir yapıt” olarak değerlendi-

rilmiştir. Yaşar Kemal’in, Orhan Ke-

mal’in öncüsüdür. “Toprak Kokusu” köy-

lülerin topraklarını koruma mücadelesi-

ni anlatır. Sabahattin Ali’nin “Kuyucak-

lı Yusuf”u, “İçimizdeki Şeytan”ı, Orhan

Kemal’in neredeyse tüm yapıtları top-

lumsal mücadelelerin anlatıldığı yapıt-

lardır. “Bereketli Topraklar Üzerinde”,

başyapıtlardandır.

TATAR RAMAZANLAR, �NCE MEMEDLER

“Dimitrof Geçiyor” gibi tarih kitabı

bile yazan 1918 doğumlu Kerim Korcan’ın

“Tatar Ramazan” (1969) adlı öyküsü zulme

ve haksızlığa karşı isyanın dünyadaki en mü-

kemmel öykülerinden biridir; hem oyun ola-

rak, hem sinemaya uyarlanmış haliyle tü-

rünün klasiklerindendir. Yaşar Kemal’ın

“İnce Memed”i, “Bir Ada Hikayesi” üçle-

mesi en iyi yapıtlardır. İlhami Bekir Tez, İl-

han Tarus, Necati Cumali, Talip Apaydın,

Fakir Baykurt romanları, toplumsal müca-

delenin içinde yoğrulmuş romanlardır. Mu-

zaffer Buyrukçu’nun “Kavga”sı, Onat Kut-

lar’ın “İshak”ı önemli bir noktadır.

Füruzan’ın “47’liler”i, toplumsal mü-

cadelelerin anlatımı, devrimcilerin anlatıl-

dığı, bu mücadeleyi halk adına omuzlamış

gençlerin insanların anlatıldığı romanlara ev-

rilen ilk romanlardandır. İşkence gören bir

genç kızın kabuslarını anlatır bu romanda

Füruzan. Erdal Öz’ün “Yaralısın”ı bu türün

en önemli yapıtlarındandır. Herkesin ya-

yıncısın sen yayıncı kal dediği ama önemli

bir romancı olan Osman Akınhay’ın “Gün

Ağarmasa” adlı romanı “devrimciler”in

anlatıldığı önemli romanlardan biridir. Yine

benim “Üçlü Kavşak” adlı öykü kitabım dev-

rimcilerin devrimci örgütler içindeki ilişki-

lerini anlatan bir kitaptır. Pamuk Yıldız’ın

yapıtları, Abdullah Nefes’in öyküleri bu tü-

rün başarılı örneklerindendir.

DO�UDAN VE BATIDAN DEVR�M

Türkiye solu bu türün önemli -yabancı-

romanlarıyla büyümüştür diyebiliriz. Jorge

Amado’nun “Sonsuz Topraklar”, John Ste-

inbeck’in tarım sendikacılarını anlattığı

“Bitmeyen Kavga”sı, Upton Sinclair’in “Şi-

kago Mezbahaları”, Hovard Fast’ın “Hür-

riyet Yolu”, kim olduğu hala tartışılan Tra-

ven’in “İsyan”, “Dinamit”, “Pamuk İşçile-

ri” gibi onlarca yapıtının tümü “mücadele”

romanlarının başyapıtlarındandır. Andre

Malraux’un “Umut”u, Anna Seghers’ın

yapıtları “68liler”in başucu kitaplarındandır

ama “78’liler” de, Nikola Ostrovski’nin

“Ve Çeliğe Su Verildi”, Dimitir Dimov’un

“Tütün”ü, Çinli bir kurulun ortaklaşa yaz-

dığı devrimcilerin romanı “Kızıl Kayalar”ı,

Mihail Şolohov’un “Ve Durgun Akardı

Don”u, Maksim Gorki’nin “Benim Üni-

versitelerim”i, Konstantin Simonov’un sa-

vaşı anlatan yapıtlarıyla büymüştür.

80’li yıllardan sonra yayımlanan kitap-

lardan İsabel Allende’nin “Ruhlar Evi”ni Ta-

rık Ali’nin iki romanı tamamladı. Ali, “Ayna

Korkusu” adlı mükemmel romanında

KGB’yi Avrupa’da ilmik ilmik ören bir

avuç devrimcinin yaşamını anlatır. Tarık

Ali’nin diğer romanı “Kefaret”te sol ör-

gütlerin hizip savaşı ironik bir dille anlatı-

lır. Jorge Semptrun’un “Neçayev Dönüyor”u

tam bir polis/devrimci ilişkileriyle doludur,

Arthur Koester’in “Öğleden Sonra Karan-

lık”ını atlamamak gerekiyor. Sartre’nin

“Kirli Eller”ini de eklemek gerekiyor. Joseph

Conrad’ın Narodnik bir devrimciyi anlattı-

ğı “Karanlığın Yüreği” ve “Gizli Ajan/Ca-

sus” adlı romanları bu türün önemli ro-

manlarındandır.

Elbette okumadığım, unuttuğum onlarca

yapıt ve yazar ismi vardır ama ben, merak-

lıların, Ivo Scanner’in “Che’nin Elleri” adlı

küçük romanını mutlaka okumasını öneri-

yorum!

Toplumsal mücadeleleritaşıyan bir tür: Roman

Maksim Gorki taraf�ndan kuram haline getirilen “toplumcu gerçekçilik” kuram�n�n temel ilkeleri;devrimci romantizm, çeli�ki, olumlu kahraman, çilecilik ve insan�n insan taraf�ndan sömürüsünüanlatmak/yans�tmak olarak çizilmi�tir. Bu kuram, SSCB’den daha çok Türkiye’de benimsenmi�

ve bu dü�ünce do�rultusunda ba�ar�l� yap�tlar vermi�lerdir

AHMET YILDIZ

Page 11: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

11Aydınlık KİTAP

I

ŞelaleyeDüşmüştürZeytinin dalı;CelaliyimCelalisinCelali.

II

Üç anayasaortasında büyüdün:

Biri akasyaBiri gülBiri zakkum.

III

Türkiye’nin adı,Soyadı yasasından beriAtatürk adındanSoyutlanamadı:

1930’lu yıllardaEtitürkiye;

1940’lı yıllardaAtetürkiye;

1950’li yıllardaUditürkiye;

1960’lı yıllardaÖtetürkiye;

1970’li yıllardaAtatürkiye;

1980’li yıllardaAdıtürkiye;

Mavi yolculuklar var bir deO yunani o güzel yolculuklar-da,Hemen her zaman:Adatürkiye.

IV

O yıllarda ülkemizdeCeşitli hükümetlerleYetmiş iki dildenİkisi yasaklanmıştı:

İkincisi Türkçe.

V

Kahvede subay yok,Bu nasıl iştir.

Kısa TürkiyeTarihi I

Cemal Süreya

Page 12: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

Aydınlık KİTAP KAPAK

Tracy Chapman’ın sevenlerin asla bel-

leklerinden silinmeyecek olan “Tal-

kin’ ‘bout a revolution” şarkısı şöyle

başlar: “Bilmiyor musun, onlar dev-

rimden konuşuyorlar, bir fısıltı gibi ge-

liyor sesleri.” Gezi Parkı’na kurulan

çadırlar da, yeni bir toplumsal başkal-

dırının “fısıltısı” oldu. Elbette, önce

devrimin şiiri yazıldı. Gezi Parkı’nda

mektup kağıdı büyüklüğünde bir say-

fanın ortasına, küçük denebilecek bü-

yüklükte harflerle yazılmış ki, ancak

özellikle bakanlar görebilir: Bir halk

şiir yazarsa, devrim olur!

Ya da, Cemal Süreya ustaya bir

gönderme: Çapulcuyum, çapulcusun,

çapulcu!

Evet, her devrim nasıl toplumun

tamamını dönüştürür ve kendi özgün

sanatını yeniden yaratırsa, burada da

öyle oldu. Gezi Parkı’nda “üç-beş”

ağacın sökülmesine karşı direnişle baş-

layan, ama kısa sürede tüm ülkeyi kap-

sayan gösteriler, devrim anaforu hali-

ne geldi. Önüne gelen her şeyi ve her

sözcüğü değiştiriyor, yeniden anlam-

landırıyor ve geleceğe doğru fırlatıyor.

Bir ağaç öldü, bir millet uyandı!

Sanırım, Genco Erkal’ın oyunlaştırdığı

“Yaşamaya Dair”den yayıldı, güncelli-

ğe yaptığı vurgu nedeniyle!

Şairlerimizin bu büyük dalganın şiiri-

ni yazacaklarını biliyorum. İlk örneğini

bu sayımızda okudunuz. Ama toplumun

içinden alıntı yapacağım:

Çapulcu uyan���uzun bir zaman

sustular sustular

uyur gibi yaptılar

*

oysan onlar uyanıktılar

*

çok sabrettiler

beklediler beklediler

amma velâkin

günbegün

kötüye gidiyordu işler

*

günler geçerken

zaman geriye

saatler ileri işler

daha da kötüye gidiyordu

tüm bu gelişler gidişler

*

neyse ki;

vakit güne erişende

vardılar işin farkına

ani bir kararla

toplandılar Gezi Parkına

şarkılarla türkülerle

suyu çevirdiler

kendi arkına

çomak soktular

sürecin kirli çarkına

*

ve haykırdılar

hep bir ağızdan

*

biz

ne paracıyız

ne pulcuyuz

biz halkız

biz çapulcuyuz!..

Muzaffer Yıldırım

VER GAZI VER Sivas Emniyet Müdürlüğü’nde gö-

revli Başkomiser Fırat Yaldız bile ken-

disini büyük dalganın yarattığı enerji-

den alıkoyamamış. Aziz Nesin’in sö-

züyle “her üç kişiden beşi”nin şair ol-

duğu bir toplum olarak, duygularımızı

hemen şiirle ifade ediyoruz:

“Toplumsal Birliktelik �çinDostluk �iiri”“Bana taş atma dostum

Çiçekli bir dünyanın hayali ile yaşıyorumHayalime taş atmaCamlarımı kırma dostumBir yanım üniformalı, diğer yanım ipekliBir yanım iyilere, kötülere diğeriBir elimde silah var, diğer elim saz çalarCop tutarsa bir elim, diğeri çiçek sunarHayal fırçasını elime alıp, mutluluk ka-ğıdına kardeşliği çizerimÇizdikçe renklerini düşlerimSaflığı, sadeliği, barışı özlerimHer yerde huzur arar gözlerimHayallerimi yıkma…Bir millet bekliyor seniBilimin ışığı ile aydınlat Türkiye’yiGeleceğin çocukları bizi bekliyorGüçlü omuzlarımızda yükselteceğiz bugüzel ülkeyi…Siz bilimle geçirin bu geceyi üniversite-lerdeBen de, bilimle aydınlanacak ülkeminGeleceğini karartanların yolunu tıkayarakUyuşturucu tacirlerini yakalayayımCinayetleri aydınlatayım, kaçakçılarıbulayım bu geceBenim mücadelem bilimle değil, terörleEl ele verirsek güçlenecek bu ülkeKavga değil, hizmet bekliyor bu halkSenden de, benden de, bekliyorum sarılbanaDostum bana taş atmaNeden çiçek yerine taş, sevgi yerine so-

palar elimizdeNasıl kıyarız birbirimize?Annemin gençliğisin sen, babamın öğrenciliğiBelki kız kardeşimsin benim, belki de ağabeyimYa dostunum senin, ya komşunKim bilir belki de polis çocuğusunAynı ülkenin çocuklarıyız senle benÖyle ise bu anlamsız kavga neden?Dostum; bundan sonra bana taş atmaHaydi, tut ellerimi ve hiç bırakma, hiçbırakma.”

Artık kim bize penguenlerden söz

ALİ RIZA Ö[email protected]

12 14 HAZ�RAN 2013 CUMA

Bir halk şiir yazarsaGezi Park�’nda “üç-be�” a�ac�n sökülmesine kar�� direni�le ba�layan, ama k�sa sürede

tüm ülkeyi kapsayan gösteriler, devrim anaforu haline geldi. Önüne gelen her �eyi veher sözcü�ü de�i�tiriyor, yeniden anlamland�r�yor ve gelece�e do�ru f�rlat�yor

Page 13: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA 13KAPAK Aydınlık KİTAP

edebilir? Penguenler konusunda dünya-

nın en bilgili halkı olduk, sadece bir gün-

de! Dışarıdan ayağının tozuyla İstanbul’a

gelen birisi için, sokakları dolduran pen-

guen resimleri şaşırtıcı gelecektir. Ama,

Marmara Üniversitesi, Resim Bölümü

öğrencisi Buğra’nın penguenleri kendile-

rine uzatılan mikrofona konuşamayarak,

yeterince mesaj gönderiyorlar. Bu nokta-

da, “Hepimiz pengueniz!” sloganı da me-

taforik anlamıyla, toplumsal eleştirinin

dibine vuruyor!

Penguenler bir metafor olarak işlev-

selleşirken, gaz maskesi ise zaferin en so-

mut kanıtı olarak tüm resimlerin içerisin-

de yer buluyor. Özellikle Cuma/Cumarte-

si gecesi sabaha kadar sokak sokak dire-

nerek saldırıyı püskürten gençlerin başa-

rılı olmasını sağlayan tek “silahları” gaz

maskeleriydi. Taksim sokakları kalaşni-

kofla veya başka bir silahla değil gaz mas-

keleriyle savunuldu. Atılan binlerce gaz

bombasına rağmen ayakta kalabilen dire-

nişçiler önünde pes eden polis oldu. Çün-

kü ne biber gazı, ne sis bombası, ne de

gaz direnişi kırmada etkili olamamıştı.

Zaferin resmi gaz maskesiyle ifade edildi-

ğinde, bence en doğru anlatım yakalan-

mış oluyor.

TÜRK�YE’Y� SAVUNMAK Genç ressamlar hemen bir çadır

kurmuşlar ve direnişin resmini yap-

mak isteyenlerin eline “kalem kağıt”

tutuşturuyorlar. Semih Demir bence

direnişi en iyi anlatan resimlerden bi-

risine imza atmış. Otorite “güvenlik

araçları”na bölünüp parçalanırken, in-

san, doğa, hayvanlar tek bir insana dö-

nüşüp birleşerek meydan okuyorlar.

Birliğin sembolü ise Türk Bayrağı ba-

kan gözler! “Türkiye’yi savunmak”

olarak kavramsallaşan Gezi Parkı di-

renişinde birliğin sembolü gerçek ha-

yatta da Türk

bayrağı oldu.

Resim el be-

cerisi gerektiren

bir sanat ama,

karton üzerine fo-

toğraflardan “ko-

laj” hazırlayarak

şablon çıkarmak,

çok kolay. İşte

devrimin sanatı! İstanbul türlü türlü re-

simlerle yazıların birleştirildiği kartonla-

rın kesilerek hazırlanan şablonlara sprey

boya yardımıyla duvarlara “çıkarma” ya-

pılan resimlerle dolu. Evet, en çok pen-

guen ve Tayyip resimleri kullanılıyor,

bizde yalan yok! Kim bu resimlerin,

“pahalı ressamlar”ın “iş”lerinden daha

az sanat içeriğine sahip olduğunu iddia

edebilir? “Tomalara göğüs geren, işte

benim Zeki Müren!”

Duvar yazısı 80’ ve 90’ların

“moda”sı olmuştu. Yanlış hatırlamı-

yorsam, “Biz duvar yazısıyız” adı altın-

da yayınlanan bir tercüme kitap ile,

“fırlama zeka” ile tanışmıştık. O kitap-

ları okuyanların çocukları şimdi, dün-

yaya yayılacak duvar yazısı örnekleri

ile İstanbul’u ve diğer illerimizi “süslü-

yorlar”: “Kakamım % 50’sini zor tutu-

yom”! Ya da, “ABD kaç verdiyse 2

katı”! “Hep Edison yüzünden”! “An-

nem bile direniyor”, “O Tayyip buraya

gelecek”! “40 yıllık

çevirmenim, böyle

geri çevirme gör-

medim.", "Afrika

nasıldı baby, sıcak

mıydı çok?”, “3 ço-

cuk daha yapıp üs-

tüne salacaz Tay-

yip”, “Anne, baba

bana doğum gü-

nümde bisiklet alma, gaz maskesi al”,

“transfobik devlet, yıkacağız elbet”,

“Barikatın ardı vatandır”, “Yol ver gi-

delim, Taksim’i gezelim”, “Belki üstü-

müzden bir gaz bombası geçer”.

MÜZ�KS�Z OLMAZ Öte yandan, Gezi Direnişi’nin en

popüler sanat türü olan müzikte de

yansımaları oldu. Kardeş Türküler,

Boğaziçi Caz Korosu, ODTÜ KTMT,

MARSİS, Oğuzhan Uğur, Serhad

Raşa gibi bilindik müzisyenlerin ya-

nında, herhangi bir türküyü uyarlaya-

rak destek ve dayanışmasını ifade et-

mek isteyenlerin yaptıkları müzik ka-

yıtları internette birbiri ardına yayınla-

nıyor. MARSİS’in “Oy Recebum” ve

Boğaziçi Caz Korosu’nun “Çapulcu

musun Vay Vay” da halk türkülerimiz-

den uyarlama. Birkaç gün içerisinde

bir milyondan fazla paylaşılan bu ezgi-

ler, sanırım pek çok müzisyene yeni fi-

kirler verecektir.

Ben bir çapulcuyum Gezi Parkı’ndaBaskının içinden büyür gelirimİsyan ikliminde halk direnişindeCanımı dişime takar gelirim

Taksim’de büyüyen ben bir tehdidimKavgamı halkım ile büyüttümGazlı şafaklarda polis ürküttümÖfkemi dilime döker gelirim

Kurdun kuşunu uykusunu belledimGezi Parkı’nın başucunu bekledimBaşeğmez sesimi halkla besledimİsyan yangınına döner gelirim

Taksim’de büyüyen ben bir tehdidimKavgamı halkım ile büyüttümGazlı şafaklarda polis ürküttümÖfkemi dilime döker gelirimSerhat Raşa (Söz-Müzik: Tunay Bozyiğit)

Page 14: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP

“Gezi Parkı” direnişi ile yayılan halk ha-

reketi günlerdir Türkiye’nin dört bir ya-

nını sarmış durumda. Türkiye’de yalnızca

insanlar özgürlükleri kazanmak için

alanları doldurmuyor, aynı zamanda ta-

rihe not düşüyorlar. Süreci şöyle de

özetleyebiliriz: “Türkiye’de yeni bir ro-

man yazılıyor.”

Her yükselen halk hareketi, ayak-

lanmalar ve devrimler toplumların ya-

şantısında derin izler bırakmıştır. Ama

başarılı ama başarısız tüm devrimci atı-

lımlar, arkasında mutlak bir edebi ürün-

le anılmışlardır. Bizler ise, bu ürünler sa-

yesinde dört elle sarılırız mücadeleye.

Geçmiş ürünler, yeni mücadeleleri bes-

ler, büyütür, olgunlaştırır. En azından bi-

rer rehber görevi görürler, neyi doğru

neyi yanlış yaptığımızı anlatırlar. Sade-

ce roman ve şiir değildir onlar; özgürlü-

ğün kitaplarıdır, aynı zamanda tarihi

birer vesikadırlar.

FRANSIZ DEVR�M�’N�NROMANLARI

Ünlü romantik yazar Victor Hu-

go’nun “1793 Devrimi” adlı romanında

anlatılan destansı günlerin soluğunu her

okuyuşta yeniden hissetmiyor muyuz?

Hugo’nun deyimiyle, “Paris’in Fransa ile

ve Fransa’nın Paris ile mücadele ettiği

yıl” olan ve adeta Fransa’nın kaos için-

de olduğu 1793 yılında, Hugo sınıfların

birbirleri ile mücadelesini anlatırken, bir

anda kendimizi feodalizmin kalıntıları-

na karşı amansız bir mücadelenin içinde

buluveririz. Devrimi hem yapan hem sor-

gulayan Gauvain şu sözleriyle sanki bu-

günden seslenir: “Siz savaş istiyorsu-

nuz. Ben barış istiyorum. Siz yoksulluğa

yardım etmek istiyorsunuz. Ben yoksul-

luk ortadan kalksın istiyorum. Siz savaşçı

istiyorsunuz, ben yurttaş. Siz erkek, ka-

dının efendisi olsun istiyorsunuz, ben er-

kek kral, kadın kraliçe olsun istiyorum.

Eşitlik istiyorum!”

Fransız Devrimi’ne farklı bir bakış

açısı da Charles Dickens tarafından “İki

Şehrin Hikayesi” adlı romanında getiri-

lir. Dickens olaylara yalnızca Paris’ten de-

ğil, Paris’in yanı sıra Londra’dan da ba-

kar. Paris halkının fakirlikten bıktığı, aris-

tokratlardan nefret et-

tiği bir dönemdir. Ayaklanma başlar, soy-

lular halk tarafından bir bir yok edil-

mektedir. Paris’te bu hareketli ve karanlık

günler geçerken, Londra’da sakin bir ya-

şam vardır. Dickens bu iki şehrin sosyo-

lojik yapısını gözler önüne sererken, ki-

tabın giriş cümlesi -Hugo’da olduğunu

gibi- bugünün Türkiye’sine bir göz kır-

pıyor: “Zamanların en iyisiydi. En kötüsü

de... Akıl çağıydı, budalalık çağıydı da...

İnanç çağıydı, aynı zamanda inkâr çağıydı

da. Bir taraftan aydınlık bir taraftan

karanlık mevsim yaşanıyordu. Umudun

baharıydı, yeisin kışı. Her şeyimiz

vardı ama hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz

doğruca cennete gidiyorduk ama hepimiz

cehenneme de gidiyorduk. Kısaca bu çağ

bu devre öyle benziyordu ki, sesi en çok

çıkan otoriter iyisiyle-kötüsüyle ikisinin

mukayesesinin, sadece üstünlük bağla-

mında yapılmasına ısrar ediyordu.”

GEZ� PARKI’NDA PAR�SKOMÜNÜ RUHU

Galina Serebryakova’nın 5 cilt ha-

linde yazdığı ve Marx’ın hayatını anlat-

tığı “Ateşi Çalmak” belgesel-romanı ise

yalnızca Marx’ın hayat öyküsünü değil,

aynı zamanda proletaryanın bir sınıf

olarak ortaya çıkışı ve burjuvaziye karşı

giriştiği büyük mücadeleleri de anlatması

açısından oldukça önemlidir. Marx’ın

gençlik yıllarından 1848 Devrimlerine, I.

Enternasyonal’in kuruluşundan “Kapi-

tal”in yazımına kadar konusu geniş olan

romanda belki de en çok Paris Komü-

nü’nde kurulan barikatlar dikkatimizi çe-

kiyor. Paris Komünü’nün barikatları ve

ruhu, bugün Gezi Parkı’nda birebir kar-

şımıza çıkıyor.

Bugün Gezi Parkı’nda yalnızca Paris

Komünü’nün ruhu yok. 1905 Devri-

Özgürlüğün kitapları �unu bilmeliyiz ki; bu romanlar�n konusu birbirinden farkl� olsa da farkl�

mekanlarda ve zamanlarda geçse de hepsinin ortak noktas�, tüm dünyada yükselen devrimci at�l�mlar�n evrensel de�erlerini yans�tmas� ve karanl�kta el feneri vazifesi görmesidir.

Bu eserler, karanl���n sonundaki ����a do�ru daha güçlü ad�mlar atmam�z� sa�l�yorlar

NADİR TEMELOĞLU

Page 15: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP

mi’nin hemen arifesinde hapse atılan

oğlu Pavel için köy köy dolaşıp bildiriler

dağıtan, Gorki’nin ölümsüz “Ana” adlı

eserindeki “Ana” karakterinin de ruhu

dolaşıyor. Bugün “Ana”larımız en önde,

elinde Türk bayrağı, yurdun dört bir ya-

nından faşizme karşı kurulan barikat-

larda çarpışıyor.

Dünya tarihindeki en önemli kırılma

noktalarından biri de 1917 Ekim Devri-

mi ile gerçekleşmiştir. Ekim Devrimi,

yeni bir dünya için atılan en önemli

adımlardan bir tanesidir.

O günlere tanıklık eden Amerikalı ga-

zeteci-yazar John Reed, kitabına artık

dünyanın eskisi gibi olmayacağının altı-

nı çizen bir başlık atar: “Dünyayı Sarsan

On Gün”. Ekim Devrimi’ni anlatan ve

belgesel-roman tarzında yazılan bir diğer

eser de, Emmanuel Kazakeviç tarafından

kaleme alın “Mavi Defter”dir. Kazakeviç,

John Reed’in eserinde geniş bir çerçe-

veyle anlattığı fırtınalı günleri, daha dar

bir şekilde, Lenin özelinde anlatmakta-

dır okuyucuya. Lenin’in İsviçre’den Rus-

ya’ya dönmesinden itibaren Ekim Dev-

rimi’nin bir gün öncesine kadar geçen sü-

reyi anlattığı, devrimin liderinin çalışma

tarzından tutun da izlediği taktiklere ve

çevresindekilerle ilişkilerine kadar konu

edindiği roman bize Ekim Devrimi’nin

canlı bir portresini sunmaktadır.

Nikolay Ostrovski ise “Ve Çeliğe Su

Verildi” adlı iki ciltlik eserinde çizdiği Pa-

vel Korçagin adlı ölümsüz karakteriyle

bize insanlık dersi vermektedir. Korçagin

karakteri fedakarlığın, devrimci azmin ve

en zor koşullarda bile mücadele etmenin,

dayanıklılığın ve samimiyetin simgeleş-

mesidir. Ostrovski, Korçagin karakteri ile

insan hayatının hangi amaç doğrultu-

sunda şekillenmesi gerektiğini akıcı bir dil-

le anlatır. Ostrovski, kitap için de şu

notu düşmüştür: “İnsanın en paha biçil-

mez varlığı hayatıdır. Hayat bir kez veri-

lir insana ve bu hayatı öyle yaşamalı ki,

hiçbir amacı, anlamı olmadan yaşanan yıl-

lar için insan utanç duymasın, miskin, pis

pis heveslerle geçen günler için insanın

yüzü kızarmasın ve hiç değilse ölürken

kendi kendine diyebilsin ki; “Ben ömrü-

mü, bütün gücümü dünyada en mükem-

mel şeye, insanlığın özgürlüğe kavuşma-

sı için mücadeleye adayarak yaşadım.”

SOVYETLER EDEB�YATI Mihail Şolohov, 20. yüzyıl Rus Ede-

biyatı’nın en önemli simgelerinden biri

olan “Ve Durgun Akardı Don” adlı 4 cilt-

lik dev eserinde Ekim Devrimi’ne bu kez

Kazakların gözüyle bakmaktadır. Ro-

man, bir Kazak Köyü olan Vyeşenska-

ya’da yaşayan Gregor Melehov’un köy-

de yaşadığı gençlik yıllarından başlaya-

rak, I. Dünya Savaşı’na katılıp cephede

yaşananlardan Çarlık Rusya’sının yıkı-

lışına ve Sovyetler Birliği’nin kuruluşu-

na kadar uzanır.

Andrey Platonov’un kaleme aldığı

“Çevengur” adlı roman ise mizahi bir dil-

le Sovyetlerin kuruluş sürecinde yapılan

hataların eleştirisini içerir. Sovyetlerin ilk

yıllarının anlatıldığı

roman adını “Çeven-

gur” adlı ücra bir ka-

sabadan alır. Çeven-

gur’da yaşayan bir

grup devrimci ise ko-

münizmi tek bir ham-

lede kurma çabası için-

dedirler. Karşı-devrim-

ciler, burjuvalar ve yarı-

burjuvalar öldürülme

yoluyla saf dışı bırakıl-

mıştır. Mülkiyet ise or-

tadan kaldırılmıştır. Sov-

yetlerin “sakıncalı” ya-

zarı Plotonov, bu aceleciliği şu sözleriy-

le eleştiriyor ve özetliyor: “Evvela ateş

edip sonra sual ediyorsunuz, ondan ge-

lecek ya sonunuz da zaten.”

Ünlü Amerikalı toplumcu yazar John

Steinbeck’in “Bitmeyen Kavga” adlı ese-

ri, belki de birçoğumuzu derinden etki-

leyen, mücadeleye iten kitapların başında

geliyor. Torqas Vadisi’nde elma toplayan

işçilerin mücadelesini anlatan kitap, as-

lında hepimize örgütlü olmak üzerine

müthiş dersler veriyor.

Dünyaya büyük bir örnek oluşturan

ve hala pratiğinden dersler çıkardığımız

Çin Devrimi’ni anlatan romanlar, dün-

ya devriminin mücadele geleneğini öğ-

renmek için bizlere zengin birer kaynakça

sunuyor. Luo Kuangpin ve Yang Yiyen’in

kaleme aldığı “Kızıl Kayalar” adlı eser,

gerici güçlerin zalim saldırılarına ve iş-

kencelerine karşı halkın mücadeledeki ıs-

rarı üzerine önemli dersler içermektedir.

Amerikalı gazeteci Agnes Smedley’in

yazdığı “Çin Savaşıyor” adlı eseri ise, Çin-

lilerin Japon emperyalizmi-

ne karşı verdikleri bağım-

sızlık mücadelesini etkili

bir biçimde anlatır. Bu ro-

manı okuduktan sonra, as-

lında emperyalizme karşı

yürütülen kurtuluş savaş-

larının birbirlerine ne ka-

dar benzediğini görüyo-

ruz. Kitapta yer alan şu

satırlar, Kurtuluş Sava-

şımızla paralelliğini or-

taya koyuyor: “...Çin Or-

dularının nasıl güç ko-

şullarda savaştığını asla tahmin ede-

mezsiniz. Japonların motorlu taşıtları,

uçakları ve ulaşım için gerekli araçları var.

Bizim ise, eşeklerimiz, atlarımız, bir

miktar katırımız ve adamlarımız. Nere-

deyse tüm ordumuz yürüyor. Burada mo-

torize birlikler yok.” Kurtuluş Savaşı demişken kendi ge-

leneğimizden bahsetmezsek olmaz. Em-

peryalizme karşı dünyada ilk mücade-lenin ışığını yakan bir millet olarak, ar-dımızda zengin bir mücadele geleneği

var. Bu gelenek, bugünün mücadelesineışık tutuyor.

ES�R �EH�RDE DOSTD�MAN B�L�NMEZ

Kemal Tahir’in “Esir Şehrin İnsan-

ları” adlı üçlemesi işgal yıllarındaki İs-

tanbul’u anlatıyor. Esir bir şehirde insan

olmanın zorluğundan şöyle bahsediyor

Kemal Tahir: “Çöküntü devirlerinde iki

çeşit insan meydana çıkıyor. Namus-

suzlarla namuslular... İki tarafta da, bo-

ğuşma büyük bir şiddetle, açıktan yürü-

yor. Hele, önce ‘vatandaş’ sonra ‘insan’

olunması gereken dehşetli sıralarda fa-

ziletle, alçaklığın boğuşması kadar kor-

kunç bir muhabere yok. Muhaberede

düşman karşıdadır. Üniformalıdır. Az da

olsa, çok da olsa bir zaman sonra önemi

kalmaz. Kaçarsın, kovalarsın... Anında

ölenler, yaralananlar olur. Ama hep ile-

riye bakmanın bir rahatlığı vardır. Oysa

esir bir şehirde dost kim, düşman kim, bi-

linmez!”

Yakup Kadri ise Milli Mücadele’ye

Kemal Tahir’in aksine mücadelenin için-

den, Anadolu’dan bakmaktadır. “Ya-

ban” adlı romanın Birinci Dünya Sava-

şı’ndan Sakarya Meydan Muharebe-

si’ne kadar geçen süreyi anlatır. Anado-

lu yıllardır kırılmıştır; fakirlikten ve sa-

vaşlardan. En önemlisi bir ruhsuzluk

çökmüştür. Bunun baş sorumlusu ise yine

Türk aydınının kendisidir: “Bunun ne-

deni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran

ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yap-

tın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını em-

dikten ve onu bir posa halinde katı top-

rak üstüne bıraktıktan sonra, şimdi de ge-

lip ondan tiksinmek hakkını kendinde

buluyorsun.” Köylülerde ulusal bilinç

yoktur, bilinç ancak düşman askerleri

köye dayandığında ortaya çıkacaktır.

Yakup Kadri, “Ankara” romanında ise

Milli Mücadele’nin merkezinde bulunan

Ankara’nın üç ayrı dönemini anlatır: Mil-

li Mücadele’den önceki, Milli Mücadele

dönemindeki ve Milli Mücadele sonraki

Ankara. Yakup Kadri, burada, Kurtuluş

Savaşı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki in-

sanların özelliklerini ve toplumun sosyo-

lojik yapısını derinden inceler.

Durmuş Uyanık’ın “Aşılı Zeytin”

kitabı ise, devrimci bir köylü önderinin

örgütlü mücadelesini anlatıyor. Müca-

delenin toplumsallaştığı ve emekçileşti-

ği bir dönemde, 60’lı yılların devrimci

mücadele geleneği içinde yoğrulan bir

köy emekçisinin nesneden öte özne ol-

duğu, tarih sahnesindeki yapıcı rolünü

anlatan bu kitap, 68’in mirasını bugün-

lere taşıyan bir köprü vazifesi görüyor.

BUGÜN ÖLMEK YASAKToplumsal mücadeleleri anlatan ro-

manlar elbette bunlarla sınırlı değil.

Bunlarla da sınırlı kalmayacak. Daha bir

çok romanı örnek gösterebiliriz. Fakat

özellikle şunu bilmeliyiz ki, bu roman-

ların konusu birbirinden farklı olsa da

farklı mekanlarda ve zamanlarda geçse

de hepsinin ortak noktası, tüm dünyada

yükselen devrimci atılımların evrensel de-

ğerlerini yansıtması ve karanlıkta el fe-

neri vazifesi görmesidir. Bu eserler, ka-

ranlığın sonundaki ışığa doğru daha

güçlü adımlar atmamızı sağlıyorlar.

Tarihin yeniden yazıldığı şu günler-

de, özgürlüğün türkülerini hep bir ağız-

dan söylüyoruz, özgürlüğün kitaplarını

hep bir ağızdan okuyoruz, seslendiriyo-

ruz. Fakat tek bir yasağımız var, Cemal

Süreya’nın dediği gibi:

“Özgürlüğün geldiği günO gün ölmek yasak.”

Page 16: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP

1908 Devrimi’nin ve 1923 Cumhuriye-

ti’nin esinleyici şairi Tevfik Fikret, onun

adına yazdığı şiirinde gençliğe şöyle ses-

leniyordu:

Kalbinde her dakika şu ulvi tahassürünminkar-ı âteşinini duy, dâima düşün:Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım?Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?..

31 Mayıs’tan beri

ayaklanan ve şimdiden

halkı sevince ve umuda

boğan gençliğimizin yü-

reğinde bu ateşin tutuş-

tuğuna kuşku yok. Tevfik

Fikret’in adına şiir yaz-

dığı ve unutulmaz kıldı-

ğı, “esatir-i evvelin”

“gökten dehâ-yi narı ça-

lan” bu kahramanı Pro-

mete’ydi.

Tarihin ilk ayaklan-

malarından biri mitoloji-

ye yazılıdır. Yunanların

ikinci kuşak tanrıların-

dan İapatesoğlu Promet-

heus, iktidarı ele geçir-

mesi için birlikte savaştı-

ğı baştanrı Zeus’u dinlemeyerek, insanla-

ra ateşi götürür. İnsanlık “Bütün sanatla-

rın kaynağı olan ateşi!” elde ederek uy-

garlığı yaratmıştır. Güç ve iktidarı simge-

leyen Zeus, akıl ve bilimi simgeleyen Pro-

metheus’u bu eyleminden dolayı cezalan-

dıracaktır. Tanrılar ülkesinde bir devrim-

le iktidara gelen Zeus, en bilinçli yoldaş-

larından birini, kendisini dinlemediği için

Kafkas kayalıklarına zincirletir. Dan-

ton’un “Büyük Fransız Devrimi”nde

belleklere kazınan sözü, “ihtilal ken-

di evlatlarını yer!”, mitolojik bir dev-

rimde de yerini bulmaktadır.

AKL� N�TEL���N� Y�T�RENDEVR�MLE G�DER

M.Ö. 5. yüzyılda Atina kent devle-

tinin en önemli sanatı olarak gelişen tra-

gedyanın ilk büyük ozanı Askülos’un ağ-

zından, Prometheus, zincirlendiği kaya-

lıkta, bu devrimi şöyle dillendirir:

Günün birinde bir öfkedir sardı tanrıları,Birbirine girdi bütün ölümsüzler,Kimi der Kronos gitsin, Zeus otursun tahtına,Kimi Zeus’un hiç başa geçmesini istemez.Boşuna öğütler verdim o zaman hepsine:Uranos’la Toprağın oğulları TitanlarıBoşuna yatıştırmaya uğraşıp durdum,Gururlarına kapılıp uzlaşmayı küçümsediler,Gücün hakkından güçle geliriz sandılar.

Azra Erhat ile Saba-

hattin Eyüboğlu’nun

“Zincire Vurulmuş Pro-

metheus” çevirisinden ak-

tardığım bu bölümden,

tanrılar katındaki dev-

rimci durumun, günümüz

toplumunda süregiden ik-

tidar savaşımından pek

de farklı olmadığı anlaşı-

lıyor. Tragedyada olanla-

rın bundan sonrası, gü-

nümüz Türkiye’sinde dik-

tatörlüğe dönüşen ikti-

dar ve ona başkaldıran

Prometheus ateşli gençler

arasındaki savaşıma daha

çok benziyor.

Prometheus, çatışma-

ları akıl ve bilgiye dayanarak çözmeye ça-

lışıyor. Adı da, Yunanca da geleceği gö-

ren anlamına gelmektedir. Ancak dev-

rimci durum ortaya çıkmışsa bunu uzlaş-

mayla yatıştırmak mümkün olamayacak-

tır. Prometheus, “gelecek zamanların

güçle, zorla değil, akılla kazanılacağına”

inansa da, başlayan Olimpos devriminde

safını seçmekte duraksamaz, yeni kuşa-

ğın, genç tanrıların önderi Zeus’un ya-

nında savaşa katılır. Devrimin zorunu akıl

ve bilincin yol göstericiliğiyle donatarak,

devrimin zafere ulaşmasında büyük kat-

kı yapar:

Ben Zeus’u tutunca, o da beni tuttu.Ve bugün eğer koca Kronos ve birleşikleriTartaros’un derin karanlıklarına girmişse,Benim bunu gerçekleştiren akıl yoluyla.İşte tanrıların kralına benim ettiğim hizmet,Buna karşı aldığım korkunç ödül de bu.

Mitoloji devrimlerinde de yıkılan

hükümetten kurtulmak şarttır ve bu-

nun yeryüzündekinden daha pratik bir

yolu olduğu görülüyor: Mensuplarını,

“Tartaros”un ya da cehennemin derin ka-

ranlıklarına gömmek. Dünya devrimle-

rinde biraz daha dolaylı bir cezalandırma

süreci işliyor: Devrimi yapıncaya kadar

“tarihin çöp sepetine” atmakla korkut-

mak, devrimi yapınca da devrim mah-

kemesinde yargılayıp halkın hükmünü

vermek…

�NSANLI�IN ÇOCUKLUKÇA�ININ �DEOLOJ�S�

Mitoloji, insanlığın çocukluk çağınınideolojisidir. Gerçek dünyanın baş aşağı

çevrilmiş ve abartılmış görüntüsü de di-yebiliriz. Güzel öyküleriyle büyüleyici

Yunan mitolojisi de bilim, sanat ve felsefeöncesinde insanın doğa ve toplu yaşamı

anlama ve anlatma çabasını somutlar.Toplumun kuruluşu, özel mülkiyet dü-zeniyle karşıt sınıflara bölünüşü ve artıürünün artışı, ayakları yeryüzünde bilimve sanatların, felsefenin kuruluşunu ge-

tirecektir.

Yunan mitolojisinin soyağacını M.Ö.

7. yüzyılda, ataları İzmir yakınlarından

karşı yakaya göçmüş Hesiodos çıkar-

mıştır. Bu soyağacı içinde Prometheus

akıl, bilim, haksızlığa direniş ve baş-

kaldırıyla ilişkilidir. Tarih boyunca in-

sanlık için bu niteliklerin bir simgesi ol-

muştur. Atina’da köleci kent demok-

rasisinin kuruluş süreci içinde doğan ve

gelişen tragedya sanatı, mit ve tarih

esinli olaylardan yola çıkarak, bu yeni

toplumun yönetim sorunlarını tartış-

maktadır. Göklerdeki devrimler, Ati-

na sokaklarındaki yaşamın çatışmalarını

simgeler. Askülos’un, Prometheus’un ay-

dınlatıcı ve devrimci niteliğini billurlaştı-

ran tragedyası iki bin beş yüz yıl önce-

sinden sanatın topluma ve tarihe diya-

lektik bakışının yetkin bir örneğini verir.

Askülos’un, Prometheus’a söylettiği şu

sözler, ezilen sınıflara, halklara ve onla-

rın sırtında iktidar süren diktatörlere

hâlâ ders vermeye devam ediyor. Ama an-

layana. Gençler yazmışlar duvara; “onu

sen anladın”… Anladı mı?

Prometheus’un, onu sağduyuya çağı-

ran, Zeus’un uşağı Hermes’e söyledikle-

ridir:

Al sana bir sürü parlak, yuvarlak söz!Tanrı uşağı dediğin böyle konuşmalı.Siz yeniler yeni bir yönetim kurdunuz,Kalenize dertler giremez sanıyorsunuz;Ama ben iki kral gördümO kaleden sürülmüş, kapı dışarı edilmiş,Üçüncüsü ki efendisidir bugünkü dünyanınBu gözlerim görecek onun daEn büyük utançla kovulduğunu.Hey, sen ne sandın? Ben korkacak biri miyim?Yeni tanrılara baş eğecek göz var mı bende?

Mitolojinin devrimcisiPrometheus

Tanr�lar kat�ndaki devrimci durumun, günümüz toplumunda süregiden iktidar sava��m�ndan pek defarkl� olmad��� anla��l�yor. Tragedyada olanlar�n bundan sonras�, günümüz Türkiye’sinde diktatörlü�e

dönü�en iktidar ve ona ba�kald�ran Prometheus ate�li gençler aras�ndaki sava��ma daha çok benziyor

B. SADIK [email protected]

Page 17: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

17Aydınlık KİTAP

Her hayat gibi romanBu hikaye, son sat�rdaç�kan “kararma”sözcü�üyle birlikte,dama��n�zda üzüntüylekar���k �a�k�nl�k ama biryandan da umut hissib�rakacak ve akl�n�z�,ister istemez nostaljik vesiyah beyaz ekranlaragötürecek

Patlamış mısırlarınızı hazırlayın, ışıkları

kapattıktan sonra koltuğunuza oturun ve

arkanıza yaslanın. Çünkü birazdan

1940’ların Beykoz’unda “çekilen”, bir Ye-

şilçam hikâyesi okuyacaksınız, Doğan Ya-

rıcı’nın “Her Aşk Gibi Yarım” adlı ro-

manında. Karakterlerini

Sadri Alışık, Muzaffer

Tema, Hayati Hamza-

oğlu, Altan Erbulak,

Reha Yurdakul, Gülis-

tan Güzey, Gürdal To-

sun, Neriman Köksal,

Fatoş Sezer, Küçük Ali

gibi oyuncuların can-

landırdığı bu hikaye, son

satırda çıkan “kararma”

sözcüğüyle birlikte, da-

mağınızda üzüntüyle ka-

rışık şaşkınlık ama bir

yandan da umut hissi

bırakacak ve aklınızı, is-

ter istemez nostaljik ve

siyah beyaz ekranlara gö-

türecek.

Oyuncu kadrosunun

bir araya gelemez gibi durması ve olay ör-

güsündeki bazı abartılı durumlar, roma-

nın bir Yeşilçam senaryosu olduğu hissini

perçinliyor. Ama okuyucu, karakterlerin

iyi niyetini, doğruluğunu, kararlılıkla

güzel işlere girişme çabalarını samimi bu-

luyor. Sanki bugün de Beykoz’da yürüse,

öyle insanlar görebileceğine inanıyor.

Yazarın da bir Beykozlu olması bu dü-

şünceye adeta şerh koyuyor.

BEYKOZ’A S�NEMA GELD�!Romanın konusu oldukça sıra dışı

ama yaşanmış bir hikâyeden geliyor: Si-

nema bobinlerinin tutkal yapılmak üze-

re eritilmesi… İlk başta kulağa çok

mümkünmüş gibi gelmese de, işe yarıyor.

II. Dünya Savaşı’nın yaşandığı kıtlık dö-

neminde tutkal ihtiyacını karşılamanın

yanı sıra, Beykoz’a heyecan getiriyor

aynı zamanda. Nasıl mı? Kitabın anısına

ithaf edildiği Orhan Sunder sayesinde.

Yani romandaki fabrika müdürü Or-

han Bey… Orhan Bey, büyük bir görev

titizliğiyle, gelen bobin yığınlarını, her bir

film karesini tek tek inceleyerek sınıf-

landırıyor. Fark ediyor ki gelen bobinler

içerisinde hiç bozulmamış ve izlenebilir

olanları da var. Eli varmıyor bu filmleri

eritmeye… Çözüm, bir rüya esnasında

geliyor yanına: Kreşi, yemekhanesi, mes-

cidi olan bu fabrikaya bir

de sinema. “Eritmeye

göndersek de biz şunca-

ğızları, filmler bir kez iz-

lendikten sonra bellek-

lerde, kalplerde eriyip

yok olmaz ki…” diyerek

kendince bir ölümsüzlük

formülü atıyor ortaya. Ar-

tık her çarşamba fabrika-

da film gösterimi var.

Önce yalnızca işçilerin

katıldığı film gösterimle-

ri zaman içinde çeşitli bü-

rokratik engellerden ge-

çerek, tüm Beykoz’un iple

çektiği gösterimler halini

alıyor. Romanın anlatıcı-

sına göre “Çarşamba halk

günü” deyimi de bu hikâ-

yeden kaynaklanmaktadır…

H�ÇB�R �EY�N SONU YOK,HER A�K YARIM

“Şu nimetin sonunu, ekmeğin en gü-zel parçasına saklıyoruz. Bir güzel sıyırıpbütün yemeğin tadını son bir kez alıyo-

ruz. Demem o ki; son yudum hatırlanır,bütünü de unutturmaz. İşte öyle bir filmarıyoruz.”

Anlatıcının sözlerinden de anlaşıldı-ğı gibi, sıra son filmi izlemeye geldiğin-de bir telaş sarar Orhan Bey’i. Çözümede ustabaşının oğlu Ali koşar. Ne yaparpeki? Kendince bir oyun tutturur çocuk

aklıyla. O güne kadar izlenen tüm film-lerin başlangıç sahnelerini uç uca ekle-yerek yepyeni bir film oluşturur. Kesiş-

meyen hayatları kesiştirir, tanışmayan in-sanları tanıştırır ve “Hiçbir şeyin sonuyok” demeye çalışır gibi adeta.

ELİF SEDEF ÇELİ[email protected]

Her A�k Gibi Yar�m, Do�an Yar�c�,Yap� Kredi Yay�nlar�, 140 s.

Page 18: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Sava� Tanr�lar�

Ted Bell, Alt�n Kitaplar, Çev: Zeliha�yido�an Babayi�it, 528 s.

İngiliz-Amerikalı MI6 terörle mü-

cadele ajanı Alex Hawke, bir yıl

önce sevdiği kadını kaybedince ha-

yatından tamamen vazgeçer. Ama

eski bir dostunun, Prens Charlesın

onun yardımına ihtiyacı vardır. Geç-

mişten gelen karanlık bir kişi, teh-

ditlerinin kulak ardı edilmemesi ge-

rektiğini daha önce kanıtlamış biri-

si, gözünü İngiliz hanedanına dik-

miştir. İngiliz kraliyet ailesine yöne-

lik açık bir tehdit söz konusudur ve

bu tehdit otuz yıl önce öldürülmüş

olan Lort Mountbatten’le doğrudan

bağlantılıdır. Her ipucu IRA bağ-

lantısını işaret etse de gerçek bundan

daha kötü görünmektedir.

Narkopolis

Jeet Thayil, Ayr�nt� Yay�nlar�,Çev: Gül Korkmaz, 304 s.

2012 Man Booker Ödülü’ne aday olan

ve DSC Güney Asya Ödülü’nü kazanan

bu roman uyuşturucudan, seksten, ölüm-

den, sevgiden ve insanların inandığı

tüm o tanrılardan bahsediyor. Edebi ge-

leneklere meydan okuyan “Narkopolis”,

ruhunu satmak üzere olan bir ülkenin,

öyküsü afyonhanelerden şehre yayılan bir

neslinin olağanüstü portresi niteliğinde.

Modernitenin gölgesinde, kafası güzel bir

halde hayatlarını sürdürmeye çalışan,

Shuklaji Caddesi’ni dolduran yoldan

sapmışların, fahişelerin, pezevenklerin,

uyuşturucu satıcılarının, keşlerin ve tüm

bu insanların arasında, silinmiş geçmişiyle

hayatta kalmaya çalışan bir hicranın hi-

kâyesini anlatıyor.

Denizi Yitiren Denizci

Yukio Mi�ima, Can Yay�nlar�,Çev: Seçkin Selvi, 156 s.

Marguerite Yourcenar’ın “İnce, bı-

çak ağzı gibi dondurucu bir kusur-

suzlukta” diye tanımladığı “Denizi

Yitiren Denizci”, dehşeti şiirsel bir

anlatımla bütünleştiren, benzersiz

bir kitaptır.

“Kusursuz arınma, ancak yaşamı

kanla yazılmış bir şiir dizesine dönüş-

türerek mümkündür,” diyen Mişima

bu kitapla görüşünü örneklemiş olur.

Mişima’nın en etkileyici eserle-

rinden biri olan kitap soğukkanlı şid-

deti ustalıkla anlatırken, hiç kuşku-

suz yazarın çocukluğunda bilinçaltını

etkilemiş baskıları da yansıtır.

Kabusname

Mehmet Cevat Y�ld�r�m,Do�an Kitap, 284 s.

Yıl 1939. II. Dünya Savaşı kapıda...

Edirne’de büyük bir konakta tuhaf

olaylar yaşanmaya başlar. Önce hort-

lak gelir, ardından öcü... Kapıya gelen

insan suretine bürünmüş cin, evdeki lo-

ğusaya musallat olan karabasan der-

ken ev çeşitli yaratıkların giderek şid-

detlenen saldırılarına maruz kalır. Kor-

ku içindeki ev halkı, İstanbul’dan yar-

dıma çağrılan İmam Ziya Bey ile kim-

ya âlimi Ethem Bey’le birlikte inanç-

larını sorgulayacak; dünya büyük bir

yıkıma doğru giderken ev de adım

adım felakete sürüklenecektir. “Kâ-

busname” yerli korku unsurlarını ba-

şarıyla kullanan, gerilim dozu hiç düş-

meyen özgün bir roman.

Foto�rafta �kimiz

Sebahattin Demiray, Epsilon Yay�nlar�, 592 s.

Enis yıllar önce izini kaybettiği Heval’i

bir gün üniversitenin yemekhane-

sinde görür ve peşine takılır. Fakat gö-

nül meselelerinde aklıyla hareket

edenlerin de en az kalbinin sesini din-

leyenler kadar yanıldığını öğrenme-

si için Enis’in zamana ihtiyacı vardır.

Aynı günün gecesinde sarhoş olarak

gittiği, ülkücü öğrencilerin kaldığı

evde hoş karşılanmaz ve en kısa za-

manda kendisine kalacak bir yer bul-

ması söylenir. Yokluğun, kıtlığın bol

olduğu o karaborsa devrinde, ülke

usul usul Eylül ihtilaline yaklaşır-

ken, karlar altındaki “anarşinin baş

şehri İstanbul”da’ Enis için artık yeni

bir hayat başlamıştır.

Havuz Ba��

Sait Faik Abas�yan�k, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, 152 s.

“Bir bahar günü Sait Faik ve Orhan Veli

ile birlikte yaptığımız bir Boğaz gezinti-

sini anımsıyorum. Üsküdar’dan Bey-

koz’a kadar her iskelede Sait beni sına-

va çekmişti: ‘Şu iskeleyi anlatmak gerekse

neresinden başlarsın?’ Anadolu Hisarı

İskelesi’nin yanında küçük bir kahve var-

dır. ‘Haydi’ dedi, ‘mademki hikâyecisin,

şu kahvede ilk gözüne çarpan nedir, söy-

le bakalım.’ Baktım üç dört kişi oturmuş,

kâğıt oynuyor, kahve içiyor, duvarda

birtakım basma resimler... İran şahının,

Atatürk’le resmi falan. ‘Bu resimleri be-

lirtirim’ dedim. Kızdı birden, ‘Ulan!’ dedi,

‘o kenarda tek başına oturan ihtiyar sa-

kallı var ya? İşte asıl hikâye o be!”

Oktay Akbal

Gölge Oyunu

Mort Weller, �thaki Yay�nlar�,Çev: M. �hsan Tatari, 480 s. 

“Gölge Oyunu, Ray Bradbury hayran-

ları için olduğu kadar, zengin hayal

gücü barındıran, ustaca işlenmiş, şaşır-

tıcı derecede özgün ve sarsıcı kısa hikâ-

yeler okumaktan hoşlanan tüm okurlar

için de sahipsiz bir hazine. Ramsey

Campbell, Harlan Ellison, Margaret

Atwood, Neil Gaiman, Audrey Niffe-

negger ve Kelly Link gibi ünlü isimlerin

karanlık fantastik kurgularını tanıyan hiç

kimse onları bu derlemede gördüğüne

şaşırmaz; fakat aralarında Dave Eg-

gers, Jacquelyn Mitchard, Dan Chaon,

Bonnie Jo Campbell ve Julia Keller’ı da

görmek bir çeşit sürpriz sayılır. Hepsi de

birer Ray Bradbury hayranı, hepsi de çok

yetenekli.” -Joyce Carol Oates-

�kna

Jane Austen, K�rm�z� Kedi Yay�nevi,Çev: Serim As Özdemir, 264 s.

Jane Austen’in ölümünden önce ta-

mamladığı son romanı olan “İkna”, ya-

zarın sıkıntılı yıllar geçirdiği Bath ken-

tinde geçen dokunaklı bir aşk hikâyesi

üzerine kurulu. Romana adını da veren

“ikna”, işlenen temel konularından biri.

Yirmi yedi yaşına gelmiş olan Anne ise

artık evde kalmış bir kız sayılmaktadır.

İki genç birbirlerini unutamamış olsalar

da Yüzbaşı, Anne’yi bağışlamamıştır.

Çevrenin müdahaleleri ve ikna çabala-

rı bu kez nasıl bir sonuç verecektir? Jane

Austen yaşadığı toplumu ironik ve sert

bir dille eleştirirken, 19. yüzyıl başı İn-

giltere’sine ve İngiliz orta sınıfının aile,

evlilik, servet, mevki konularındaki gö-

rüşlerine de geniş bir pencere açıyor. 

Page 19: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

I��k Külü

Lyubomir Levçev, Kaynak Yay�nlar�,Çev: Kadriye Cesur, 136 s.

Çağımızın büyük ozanlarından biri

olan Lyubomir Levçev, çağdaş Bulgar

şiirinin dünyada en çok okunan, tar-

tışılan şairlerinin başında geliyor. İn-

san sevgisine ve varlığına inanan, in-

sanlık için iyi ve mutlu bir gelecek kur-

mak isteyen, bu türden erdemler için

kaygı duyan bir şairdir Levçev. Eli-

nizdeki kitap, 1960’lı yıllardan başla-

yıp 2000’li yıllara kadar uzanan kırk

yıllık bir dönemi kapsıyor.

Arkadaşı ve dostu Özdemir İn-

ce’nin Önsöz’üyle...

“Ölmeyi unutmuş

ama ekmeğin tılsımını bilen

son büyücünün sığınak yolunu 

arıyorum ben...”

B�rak Da��n�k Kals�n

Rik Mudde, NTV Yay�nlar�,Çev: Muradhan Arda, 200 s.

Diş fırçanızı ne kadar zamanda bir de-

ğiştirmeliyiz?

Neden işe yaşlı insanları almalıyız?

Neden gümüşü boşverip bronz ma-

dalyayı hedeflemeliyiz?

Neden video oyunları oynamalıyız?

Neden araba kullanırken hafif mü-

zik dinlemeliyiz?

Neden tatlı sözleri sevgilimizin sol

kulağına fısıldamalıyız?

NTV Yayınları’nın çok satan “Bis-

küviyi Çaya Yatay Bandırın” kitabının ya-

zarlarından

“Bırak Dağınık Kalsın”

İş yerinizde, yolculuklarınızda, gece

dışarı çıktığınızda ve aşk hayatınızda işi-

nize yarayacak ipuçları...

Pedal�mda 5 Ülke

�nci Sar�han, Soner Sar�han,Optimist Yay�n Da��t�m, 184 s.

Bir hayal, iki öğretmen, beş ülke, on-

larca şehir, yüzlerce köy, binlerce renk,

doku, tat, festival, milyonlarca pedal,

milyarlarca insan. Gezi tecrübeleriyle

ilgili yeni ve özgün bir şey söylemek ne

kadar zor. Avcı toplayıcı ilk insan-

dan, konargöçer atalarımıza, İbni Ba-

tuta’ya, Marco Polo’ya, Evliya Çele-

bi’den modern gezginlere kadar bin-

lerce seyahatname yazarı, içlerindeki

coşkuyu, yolda olmalarının nedenini ve

yaşadıkları olağanüstü anları ne dere-

ce kelimelere dökebilmiştir ki! Bu sa-

tırların sahibi İnci ve Soner Sarıhan çif-

ti bu sahnede figüran olmak yerine baş-

rolde oynamayı ve uzun metraj bir yol

filmi çekmeyi tercih etti.

Darwin ve Sonras�

Stephen Gould, Say Yay�nlar�,Çev: Ceyhan Temürcü, 352 s. 

S. J. Gould’u popüler bilim meraklıla-

rının gözünde diğer pek çok bilim in-

sanından daha önemli kılan şey yazarlık

yeteneğinin yanı sıra uzmanlık alanı

olan biyoloji ile ilgili sorunları dönemin

kültürel ve sosyal sorunları ile ilişki-

lendirerek okurlarına sunmasıdır. Ya-

zarın ilerici dünya görüşü bize bazı sos-

yal ve kültürel tartışmalara biyoloji bi-

liminin ışığı altında göz atma fırsatı ve-

rir. Gould, insanın evrimleşmesini ele

alırken Friedrich Engels’in beynin ev-

riminde düşüncenin değil emeğin be-

lirleyici olduğu görüşünü ileri sür-

mekte ne kadar haklı olduğunu belir-

tir; Homo sapiensin ırklara ayrılmaması

gerektiğini ileri sürer. 

�ahane Hatalar -Cumartesi

Lorraine Freeney, Tara McCarthy,April Yay�nc�l�k, Çev: Avi Pardo, 424 s.

Serinin dördüncü kitabında vitesi

yükseltiyoruz. Cumartesi gecesi ate-

şi tutuşturuyor. Barlar seksi kadın-

larla, baş döndüren erkeklerle dolu.

Eski sevgilin pusuda, en yakın arka-

daşın büyük bir sır saklıyor, herkesin

gözü birbirinin üzerinde. Cumartesi

geceni nasıl tamamlayacağın ise ta-

mamen sana ve yapacağın seçimlere

bağlı. Sürprizler adrenalini son rad-

deye çıkarıyor, şahane hatalar unu-

tulmaz sonlarla düğümleniyor. Çö-

zebilir misin? Kader diye bir şey

vardır ve sizin seçimlerinizle değişir.

Bu kitabı okumaya normal bir  ki-

tap gibi birinci sayfadan başlayın.

Hayat Gezince Güzel -Sahilde

Fatih Türkmeno�lu, �nk�lâp Kitabevi, 288 s.

Gündelik hayatın rutininden sıkıldınız.

Şöyle tek başınıza kafa dinlemeye ya

da sevdiklerinizle beraber dinlenme-

ye, eğlenmeye, kendinizi mavi sulara

bırakmaya mı ihtiyacınız var? İster din-

ginlik arayan bir gezgin olun, ister ad-

renalin tutkunu bir maceraperest, ta-

tile çıkmadan önce çantanıza bir tane

“Hayat Gezince Güzel - Sahilde”

atın. Şimdi keşiflerle dolu bir yolculuğa

hazırsınız... Yıllardır CNN Türk’te

Sahil Günlüğü ve Hayat Gezince Gü-

zel programlarını hazırlayıp sunan

Fatih Türkmenoğlu, bu kez Marmara,

Ege ve Akdeniz sahillerini gezip gör-

mek isteyenlere rehberlik ediyor.

Metafizik ÜzerineDü�ünceler

Rene Descartes, Kabalc� Yay�nevi,Çev: Çi�dem Dürü�ken, 204 s.

Descartes’ın Tanrı’nın varlığını ve in-

san ruhu ile bedeninin birbirinden

ayrı olduğunu kanıtlamaya çalıştığı

“Metafizik Üzerine Düşünceler”

adlı eseri, döneminin bilimlerine

sağlam bir temel oluşturmak kaygı-

sıyla inzivaya çekilip kendini top-

lumdan soyutlayan bir düşünürün iç-

sel yolculuğunun hikâyesidir.

Descartes, eserinin başından so-

nuna kadar sistemli bir kuşku yön-

temiyle hareket eder, bir yandan da

insanın her şeyden kuşku duyabile-

ceğini, ama bir tek kendi varlığından

kuşku duyamayacağını temellen-

dirmeye çalışır.

Franz Kafka’n�nDönü�ümleri

Claude Thiebaut, Yap� KrediYay�nlar� , Çev: Orçun Türkay, 144 s.

“Dönüşüm”, “Dava”, “Ceza Sömürge-

sinde”, “Şato”... Kafka’nın yapıtları öz-

gürlüğün pahalıya patladığı bir dünyayı

anlatır. Peki gerçek dünya ne durum-

dadır?  1910’lu, 1920’li yıllarda, hem Çek,

hem Alman, hem de Yahudi olan ve ya-

vaş yavaş dört yüzyıllık Avusturya ege-

menliğinden kurtulmaya başlayan bir

Prag. Claude Thiebaut önce romantik,

sonra da varoluşçu Franz Kafka imge-

sinin tozunu alıp, Kafka’nın çok az yazı

yayımlamasına, genç ölmesine; babası,

yasalar, arkadaşlık ve kadınlara duydu-

ğu aşk karşısında, her zaman aynı soru-

yu sormasına neden olmuş o doğruluk

ve saflık arayışına odaklanıyor. 

Page 20: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

“Tavuk Prenses”te öykü Pamukya adında bir ül-

kede geçiyor: Kral Ulugıdı ülkenin kıyısındaki

ormanda yaşayan cadı Aygölge’yi kızdırır. Gel

zaman git zaman kralın ikiz kızları doğar. Ay-

gölge intikam almak için ikizlerden birini kaçı-

rır ve ona kendi kızıymış gibi

bakar. Pamukya’da ise kayıp

prensesin üzüntüsü küçük

büyük demeden tüm ülkeyi

sarmıştır. Olaylar, ikizlerin

(Mumu ve Juju) 10. yaş gü-

nünde “fosirik tosirik, hopi-

dik kubidik, puttura çuttura

fıttıra, ne olacak şimdi aca-

ba”gibi bir hal alır. Başına

gelen talihsiz olayın sonu-

cunda cadılık sanatının tüm

inceliklerini öğrenen Juju

ortalığı biraz karıştırır...

Reha Bar��, Zeynep Alpaslan,

MavibulutYay�nlar�, 112 s.

14 HAZ�RAN 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

Tavuk Prenses

Küçük Olimposlular, Kötü Tanrı Kronos’un mi-

desinde tutsaktırlar.

Onları ancak gelecekte kralları olacak bir

başka Olimposlu kurtarabilecektir...

Küçük Zeus, gerçek aile-

sini tanımadan birer keçi, peri

ve arıyla bir adada büyümüş-

tür. Fakat artık büyük bir ma-

ceraya atılmak üzeredir...

“Parlak ve beyaz çubuk

elinde parladı. Kenarları ji-

let kadar keskindi ve bıçağı

da cilalanmış gibiydi. Fakat

bunun bir çubuk olma-

dığını fark etti. Hayır...

Bu, aslında parlak, cı-

zırdayan, korkutucu bir

şimşekti!”

Joan Holub, SuzanneWilliams, Beyaz

Balina Yay�nlar�, Çev:Nil Çelebi, 128 s.

Küçük Olimposlular-Zeus ve K�yamet �im�e�i

3-5 yaş arası çocuklar için bir-

birinden renkli kısa masallar...

Bu kitapta, yoğun bir gü-

nün ardından, yatmadan önce

çocuğunuzla

paylaşabilece-

ğiniz beş daki-

kalık masallar

yer alıyor.

Güzel rüyalar

için kedi, kö-

pek ve arka-

daşlarının ke-

yifli macera-

larını oku-

maktan daha

iyi bir yol

olabilir mi?

Kolektif, RemziKitabevi,

Çev: SedaÇ�ngay, 104 s.

Be� Dakikal�k UykudanÖnce Masallar�

Max’la ablası Dodo’nun gittik-

leri yaz kampının yakınındaki

bir perili otele yerleşen canavar-

lar, hem otelin sahibinin isteği

üzerine otel-

de kalan ko-

nukları kor-

kutma gör-

evini üstleni-

ler, hem de

peşlerini bı-

rakmayan

canavar sir-

kinin sahi-

besi Karla

Kapkaç’dan

kurtulmaya

çalışırlar.

Thomas Brezina,Can Çocuk Yay�nlar�,Çev: �lknur Özdemir,

127 s. 

Perili Otelde TatilSevimli Canavarlar

“Küçük Prens’in de dediği gibi biliyoruz ki, ‘Bü-

yükler hiçbir şeyi kendiliklerinden anlamıyorlar. On-

lara hep bir şeyleri açıklamak zorunda olmak ço-

cuklar için çok sıkıcı.’ Maalesef bu basit gerçeği bü-

yüklere anlatma görevi yine size düşüyor. Bu ko-

nuda sizden öncelikle anlayış ve sabır bekliyoruz,”

diye başlayan açıklamalarında Gündem Çocuk Der-

neği, önce küçük çapulculara

katıldıkları eylemlerde nasıl

davranmaları gerektiğini anla-

tıp, ardından Ankara’da yaşa-

nan sert müdahaleler ve gözal-

tı olaylarında çocukların duru-

muyla ilgili bilgileri paylaştı.

Gündem Çocuk Derneği’nin

bilgilerine göre, dün Ankara’da

46 çocuk gözaltına alındı. Bir

kısmı avukatların çabalarıyla

serbest bırakıldı. Bir çocuk göz-

altına alındığı polis otobüsünde

şiddete uğradı, burnu kırıldı.

Savcıların ifade almakta ve

çocukları çocuk şubeye götür-

medeki ısrarlarına rağmen, avu-

katların direnmeleri sonucunda,

yanlarında velisi olan çocukların

ifadeleri alınmadan serbest bı-

rakılması sağlandı. Velisi olmayan ve sokakta ya-

şamak zorunda kalan çocuklar ise ancak çocuk şu-

beye gönderildikten sonra serbest bırakıldı. Bu ço-

cuklarla ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlı-

ğı’na bildirimde bulunulduğunda bakanlık gece

çalışmadıkları yanıtını verdi. Çocuklara, gözaltı-

na alınırken kötü muamelede bulunulduğu da yine

avukatlar tarafından tespit edildi.

Bu vehameti kısaca paylaştıktan sonra, ilk kez

hepimizin ucundan bucağından ya da tam orta-

sından dahil olduğumuz bir sürecin, Gezi Parkı ey-

lemleriyle başlayan ve çığ gibi büyüyen bir hareketin

küçük parçalarını oluşturan çocukların iyi halle-

rinden bahsedelim. “Çocukların gözünden iki

haftadır meydanlarda olup bitenleri anlamak zor

değil, ne bilsinler biber gazı miber gazı, onlara mey-

danlar şenlik yeri gibi”. Belki 10 sene öncesinde ol-

saydık böyle düşünebilirdik. Ama artık öyle değil.

Nasıl “bilgisayar başından kalkma-

yan asosyal gençlik” yılların dev-

rimcilerine dudak ısırtıyorsa, 90’lar

kuşağı efsanesini yazıyorsa, Z kuşağı

da aynı oranda şaşırtıyor. Biri çıkı-

yor “9 yaşındayım, 3 yaşından beri

eylemlere gidiyorum, ben böyle ey-

lem görmedim” diyor, biri Gezi

Parkı’na gidip babasıyla fidan diki-

yor, birkaçı birleşip anneleriyle, öğ-

retmenleriyle parkta kitap okuyor.

Çapulculukta ağabeyleriyle, abla-

larıyla yarışıyorlar. Çünkü bu çocuklar okuma çağı

geldiğinde değil, doğar doğmazokumaya başlıyorlar. Bu yüzden o

6 yıllık eylemci kız çocuğu 5 dakikaiçinde iktisatçıların, ekonomistlerinkuramadığı cümleleri kuruyor. Kısıtlıbütçe diyor, sendika diyor, fakir ve

zengin diyor. Para denen korkunç bir şey var diyor.

Bu yüzden okumak iktidarlarca tehlikelidir.

Sendikadan haberdar 9 yaşında bir çocuk üzerin-

de iktidar kurmak zordur. Madem öyle, biz oku-

maya devam edelim. Peki, ne okuyalım?

Hazır AKM yerine “barok mimarili dev bir ope-

ra binası” yapılacağı söyleniyorken, “barok”la

başa çıkabilmeleri için küçük çapulcuların şimdi-

den hazırlıklara başlaması gerekli. Elimde Barok

Müzik Dönemi’nin son müzisyenlerinden olan

Bach’ın da yer aldığı, klasik müzik bestecilerinin

hayatlarını ve müziklerini konu alan eğlenceli bir

kitap var. Başlangıç için hafif ve eğlenceli bir oku-

ma sağlayabilir. Okuyup dinledikten sonra mey-

danlarda yerlerinizi alabilirsiniz.

Beethoven dana etiyle yapılmış bol soslu yemeği

neden ortalığa saçtı? Bach neden 400 kilometre yol

yürüdü? Mozart’ın berberi neden zor durumda kal-

dı? Stravinski ünlü bir ressamla birlikte neden tu-

tuklandı? Hepsini kıkır kıkır gülerek okuyacaksı-

nız. Ayrıca kitapta her bestecinin sevebileceğiniz

eserlerinin listeleri de var.

İyi okumalar diliyoruz.

Küçük çapulcuların park günleri

İREM HALIÇ[email protected]

Beethoven Çorbay� Neden F�rlatt�,Steven Isserlis, Pan Yay�nc�l�k,

Çev: �nci Ötügen, 184 s.

“9 ya��nday�m, 3 ya��ndan beri eylemlere gidiyorum, ben böyle eylem görmedim”

Bach

Mozart

Beethoven

Page 21: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAP

Dirim ve ölüm kayıt yazmanı (işte bir

yazman daha) Don José. Merkez Nü-

fus Kayıt Arşivi’nin işini tek bir gün

bile aksatmamış 25 yıllık sadık memu-

ru. Alışkanlıkları, yaşama biçimi, ilgi-

leri düşünülünce “numune” denilebi-

lecek bu adam mimari anlamda numu-

ne sayılıp yıkılmamış son lojmanda,

işine yapışık bir evceğizde yaşar. İşi ba-

sittir; doğanların ve ölenlerin dosyala-

rını, fişlerini yazıp arşivlemek. Çalış-

madığı zamanlar vakit geçirmek için

ünlülerin bilgilerinden oluşan gazete

dergi kupürleri biriktirir; dansözler,

papalar, futbolcular, araba yarışçıların-

dan oluşma göreli daha parlak ve eğ-

lenceli ikincil bir kayıt dizgesidir yaşa-

mının ekseni. Gazete kesiklerindeki

bilgileri arşivden de doğrulama kaygı-

sına düştüğü bir gün 5 ünlü kişiye ait

dosyanın arasına karışmış “ünsüz” bir

altıncı kişi dosyasıyla “olmak ya da ol-

mamak” yolculuğuna çıkarır bizi Don

José ya da Portekizli yazar José Sara-

mago “Bütün İsimler”de.

Keşke ölümün gizemli labirentinin

derinlerine Don José’nin zaman zaman

gece yarısı kaçağı olarak girdiği arşiv

yaptığı gibi, bir ucunu belimize bir ucu-

nu hayata bağladığımız Ariadne ipiyle –

bulamazsanız, annelerimizin küçükken

zorla kollarımızı sabit tutturup yumak

yaptığı yün iplerle de olabilir- dalabilsek

ve isteyince de gerisin geriye çıkabilsek.

İpi çok zorlamamayı unutmadan.

Don José’ye bunu yaptıran o “ün-

süz” kadına duyduğu aşktır elbette.

Yazman, sadece kayıt arşivinin dolam-

baçlarına değil bu ölümlüyü bulabil-

mek, belki sadece bir kez olsun göre-

bilmek için hayatında uzun zamandır

çıkmadığı kentin sokaklarına, caddele-

rine binalarına ve yaşama da dalar.

“…doğanlardan bazıları ansiklo-

pedilere giriyor, tarihlere, biyografile-

re, kataloglara, el kitaplarına, kupür

koleksiyonlarına giriyor, bazıları da

hiçbir iz bırakmadan, yağmur olsa top-

rağı ıslatmayan bir bulut gibi geçip gi-

diyorlar,” dese de “Bütün İsimler”le

hepimize bir isim veren José Sarama-

go ne yazık ki 2010 yılında beline dola-

dığı kınnabın kopması üzerine Pilar’sız

ne kadar dayanabileceğini bilemediği-

miz bir labirentin karanlığında kaldı.

Tüm yazdıklarıyla ahmak ıslatanı

kesintisiz başımızdan aşağı yağdıran

bu bilge yazman

1998 Nobel Edebiyat Ödülü aldığı

denemeleri “Not Defterimden” de

şöyle de bir saptama yapıyor;

“Amerika Birleşik Devletleri gibi

büyük bir ülkenin neden ve nasıl olup

da onca kez o kadar çapsız başkanları

olduğunu soruyorum kendime. Geor-

ge Bush belki de hepsinin en çapsızı.

Vasat zekâ, devasa cehalet, karmaşık

ve sürekli saf saçmalığın dayanılmaz

baştan çıkarıcılığına kapılan sözel ifa-

de; bu adam sanki dünya kendisine

miras kalmış da bu dünyayı bir büyük-

baş hayvan sürüsüyle karıştıran kovbo-

yun gülünç edasıyla çıkıyor insanlığın

karşısına.”

Ah Ariadne İ[email protected]

Halk ozanımız Neşet Ertaş’ın üzerin-

de ‘Kırşehir Belediyesi’ yazılı tabutla

son yolculuğuna uğurlanması seven-

lerini üzmüş, hatta öfkelendirmişti.

Geniş kitlelerce sevilen, sayılan dü-

şün ya da sanat adamlarını uğurlar-

ken yapılan densizliklerin ne ilki ne

de sonuncusu bu muhtemelen. Bu

tür uğurlamaların belki de en saygı-

sızca olanı dünya yazın tarihinin en

büyük isimlerinden Çehov’a yapıl-

mış; Badenwiler’den Moskova’ya

üzerinde ‘taze istiridye’ yazılı çinko

bir sandık içinde getirilmiş. Sonra ta-

butu aynı gün başka bir trenle aynı

istasyona getirilen General Keller’in-

kiyle karıştırılmış. Gorki, Keller’i

uğurlayanlar arasında olduğunu sa-

nan genç bir kadının “çok hoş bir

adamdı, çok akıllıydı” sözleriyle

methini duymuş.

Gorki büyük yazarın anısını zede-

leyecek kadar kaba ve bayağı bu tö-

rene son derece öfkelenmiş. (Gus-

taw Herling / Çehov’un Cenaze Tö-

reni)

Kahraman olmak, özellikle de

süper kahraman olmak illa afili

olmayı mı gerektirir; afili mi-

mikler, jestler, konuşmalar, kı-

yafetler, görkemli şatolar, mut-

laka afili bir aile ya da asistan

mı ister? Sinemanın şaşalı sü-

per kahramanlarını düşününce;

sanrım evet. Ama daha sıra dışı,

daha ‘bizden’, daha insani bir

süper kahraman izlemek ister-

seniz ‘Supermen Dönüyor’ var.

Sadece ve sadece annesinin

kriptonit taşını içinde sakladığı

giysi sandığı, o yeşil taşı sardığı

dantel örtü, Süperman kötülüğe

karşı savaşmak için evden ayrı-

lırken annesinin ellerine tutuş-

turduğu gazeteye sarılı yolluk,

yola koyulurken yanına aldığı

minik vinleks bavul, şaka dük-

kânından alınmışa benzeyen

gözlüğü, havada süzülürken

aşağıda teknelerden kendisine

el sallayanlar ve hatta ismi için

bile keyifle izlenebilir.

Kahramanım benim… Densiz vedalar

Page 22: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine

14 HAZ�RAN 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP

BULMACA

ALINTI-TEST

SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar - Alaka2. Gözde aç�k kestane rengi -

Bir peygamber ad� - Hayvanlar, bitkiler ve cans�znesneler aras�nda geçti�i hayal edilen ö�retici masallar -�çeri taraf, dahil

3. Duman lekesi - Kap� - Bir yüzölçümü birimi - Ayn� ah�r için ko�an atlar

4. Bekta�ilerin boyunlar�natakt�klar� bir ta� - Müzik

aletlerinde ses ayar� - Rutubet5. Bir soru sözü - �talya’da bir

yanarda� - Ailesinin geçiminisa�layan - Neodim’in simgesi

6. Bir dilek �art eki - Rutenyum’unsimgesi - Hafniyum’un simgesi -“Arka” kar��t�

7. �plik sarma ayg�t� - Bir sanat�n,bir üslubun olu�um a�amas�n�niteleyen sözcük

8. Kripton’un simgesi - Saf, aptal -“Fena de�il” anlam�nda bir söz -Baya��, s�radan

9. Kar�nca - Köpek10. Bedevi Araplar’�n ba�l��� olan

kefiyeyi tutturmakta kullan�landü�ümlü kordon - Parlak,saydam k�rm�z� renkte de�erlibir ta� - �ikar

11. Radyum’un simgesi - Osmanl�devletinde taht yeri, saltanatmakam� anlam�nda kullan�lanbir sözcük - Hamur açmaktakullan�lan silindir biçimindeuzunca de�nek

12. �n�a - Burun - S�k s�k küçük

kazalar yapan kimse13. Talih, baht - �sim - Kimononun

üstüne tak�lan, biçimi ve boyutucinsiyete, ya�a, mevkiye vebölgeye göre de�i�en, birdü�ümle birle�tirilen geni� ipekku�ak - Türkü,�ark�

14. Otlar - Brom’un simgesi -Gelecek - Ölüm zaman�

15. Resimdeki yazar�n bir eseriYUKARIDAN A�A�IYA1. Umutsuzluktan do�an

karamsarl�k, üzüntü - Mitolojidetanr�lar�n içece�i - Önder, lider

2. Düzgün konu�an -Lavrensiyum’un simgesi - Biryap�n�n belediyece öngörülenazami yüksekli�i

3. Kiloamper (k�sa) - Para torbas� - Kuzu sesi -Kendisine inan�lan kimse

4. Bir geçmi� zaman eki -Cankurtaran

5. �amand�ralarda, r�ht�mlarda halatba�lamaya yarayan, sa�lammapalara geçirilmi� demir halka -Yeryüzünün üzerini kaplayan mavive kubbemsi bo�luk - Tantal’�nsimgesi - Bizmut’un simgesi

6. Ulusal bir parayla yabanc� birpara birimi aras�ndaki de�i�im

oran� - Lokomotif taraf�ndançekilen vagonlar dizisi, katar -Galyum’un simgesi - �slam inan���na göre gö�ün en yüksek kat�

7. Bir sevinç ünlemi -Mezopotamya panteonunda tüm tanr�lar�n babas� ve kral�olan gök tanr�s� - Kötü, çirkin

8. “... Gündüz Kutbay” (ney üstad�)- Geni�lik - Beyaz

9. K�salt�lmadan k�v�rc�kl�k verilmi�saçlar�n ba� çevresinde geni� biry���n olu�turdu�u saç biçimi içinkullan�l�r - �çinde �arap yap�lan f�ç�

10. Sodyum’un simgesi - Rönesansdöneminin en büyüklerindensay�lan �talyan ressam� vemimar� (1483-1573) - �lk say�

11. Figür - Rodyum’un simgesi -Ters, huysuz

12. Ba�lang�çta yer alan - Erkekdeve - Ne olursa olsun, mutlaka- Notada duraklama i�areti

13. �öhret - Hz.Muhammed’iövmek amac�yla yaz�lan kaside - Akar, mayi, s�v�

14. Hafif bulutlu, sisli hava - �lkelbenlik - Ba��bo�, i�siz, güçsüz

15. Resimdeki yazar�n bir eseri -Lümen (k�sa)

Kapalı kapının ardında televizyondan başka bir yaşamınvarlığını sezinledi. Zorlanan duyuları ona sessiz ve garip

bir korkunun kokusunu getirdi. Geriye çekilen, kaçmak is-tercesine kapıya en uzakta kalan duvara yapışan birinin kor-kusuydu bu. Isidore: ‘Hey! Yukarıda yaşıyorum. Televizyonunsesini duydum. Tanışalım, tamam mı?’ deyip, dinleyerek bek-ledi, ama belli ki sözleri içerdeki kişiyi rahatlatmamıştı. Sessiz-lik devam ediyordu. “Size bir paket margarin getirdim.”

1 Henüz on altı yaşında olduğum halde kabu-ğuma çekilmiş, onları hayretle inceliyordum;

daha o zamanlar bile görüşlerinin darlığı, uğ-raştıkları şeylerin, oyunlarının, konuşmalarının ma-nasızlığı beni hayrete düşürüyordu. O kadar önemliolayları fark edemedikleri, insanı etkileyen, hayretedüşüren konulara ilgisiz kaldıkları için, ister istemezonları kendimden aşağı saymaya başladım.

2 Barajlar gibidir aşk biliyorum. Bir zerre suyun sı-zabileceği bir çatlak bırakırsanız, bu su duvarları

yavaş yavaş kemirir ve öyle bir an gelir ki,akıntınıngücünü artık kimse denetleyemez. Duvarlar yıkılacakolursa, aşk efendi olarak her şeye el koyar; neyi yapa-bilirim, neyi yapamam, sevdiğim kişiyi yanımda tutabi-lir miyim, tutamaz mıyım, gibi sorular artık boşunadır...Aşık olmak denetimi elinden kaçırmak demektir.

3

a)

b)

c)

d)

e)

Uçan Spagetti Canavarının Kutsal Kitabı-Bobby Henderson

Androidler Elektrikli Koyun Duslermi-Philip K.Dick

Charles Dexter Ward Olayı - Howard Phillips Lovecraft

Camera Lucida - Roland Barthes

Yalanlar Prensi - James Lowder

a)

b)

c)

d)

e)

Genç Törless - Robert Musil

Yeraltından Notlar- Dostoyevski

Washington Meydanı - Henry James

Umut - Andre Malraux

Aile Mutluluğu - Lev Nikolayeviç Tolstoy

a)

b)

c)

d)

e)

Yitik Ufuklar - James Hilton

Özgürlük İçin - Marc Levy

Rosa - Knut Hamsun

Jardin’lerin Romanı - Alexandre Jardin

Piedra Irmağı’nın Kıyısında - Paulo Coelho

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(b) 3-(e)

GEÇ

EN H

AFT

AN

IN Ç

ÖZÜ

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

Page 23: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine
Page 24: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK · 2015. 2. 25. · Aydınlık KİTAP 14 HAZRAN 2013 CUMA 3 Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine