kitap aydınlık€¦ · kİtap tanitiliyor 28 aralık 2012 cuma / yıl: 1 / sayı: 44 aydınlık...

24
Aydınlık BU SAYIDA 35 KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye Bir şiirin düzyazı halini almış romanı… Uğur’suz 20 Yılın Özeti: “İçimden Geçen Zaman” Kapitalist aklın filozofu: Kant Yaşar Kemal’e yolculuk Kitaplarla aydınlığa 2012 KİTAPLIĞI

Upload: others

Post on 01-Sep-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

AydınlıkBU SAYIDA

35KİTAP

TANITILIYOR

28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 1461

Şiddetikutsamayan polisiye

Bir şiirin düzyazıhalini almış romanı…

Uğur’suz 20 YılınÖzeti: “İçimden Geçen

Zaman”

Kapitalistaklın filozofu: Kant

Yaşar Kemal’eyolculuk

Kitaplarla aydınlığa

2012 KİTAPLIĞI

Page 2: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

KAANARSLANOĞLU

Page 3: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

Yılın sonuna doğru genellikle sene içinde olup bi-

tenlere şöyle bir dönüp bakılır. Çok klasik olduğu kabul

edilmekle birlikte yayın organlarından beklenti çoğun-

lukla bu yöndedir. Yılsonuna doğru okurda hafızayı ta-

zelemek istercesine geçen 365 günü gözden geçirme ar-

zusu belirir. Ya da biz belirmiş olabileceğini düşündük.

Ve sizlere bu haftaki kapak dosyamızı hazırladık.

2012'de yayımlanan kitaplardan bir seçme hazırladık.

Bunu yaparken daha çok “hatırlatma” amacı güttük.

Okurlarımız için 2012'den kalanları derleyip toparladık.

Gözden kaçırdıkları olduysa vakit kaybetmeden “ya-

kalasınlar” diye...

Dosyada yayınevi temsilcilerinin 2012 değerlendir-

melerini bulacaksınız. Bu yıla damgasını vurmuş kitapları

onların gözünden okuyacaksınız. Ahmet Yıldız'ın bu yıl

yaşananları daha geniş bir çerçeveye oturtan yazısı yine

iç sayfalarımızda yer alıyor. Bir de yazıişleri olarak biz-

lerin sizin için seçtikleri var. Onları da dikkatinize su-

nuyoruz. Keyifle okumanızı ümit ediyoruz.

2013'ün aydınlık bir yıl olması dileğiyle...

İÇİNDEKİLER SUNU

Haftanın Portresi: Zeliha Sevim Burak s. 4

Şiddeti kutsamayan polisiye s. 5

s. 6

s. 7

Eğitim devriminde bir ütopya inşası s. 8

Babil Balığı: Apati ve Empati s. 9

Kapitalist aklın filozofu: Kant s. 10

Yaşar Kemal’e yolculuk s. 11

s. 12-14

s. 15

Hikmet Burcunun Şairi: Behçet Necatigil s. 16

s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Çocuk-Genç: Boy ölçme taşı s. 20

Sahaf: Mehmet Akif kitapları s. 21

Alıntı Test-Bulmaca s. 22

28 ARALIK 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç

Editör: Pınar Akkoç

Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı

“Tanpınar, 27 Mayısçılara,Atatürk’ü örnek almalarını söyler”

Kapak: Kitaplarla aydınlığa

Uğur’suz 20 yılın özeti:“İçimden Geçen Zaman”

Öykücülüğümüzün yularıtaifei nisa ve bir sapma

Araba Sevdası:“Alafranga Züppe”liğin geçmişine yolculuk

Son yıl okuduğum kitaplar arasında

hangileri bu yıl basılmış şu anda bilmiyo-

rum, o bakımdan benim ilgimi özellikle çe-

kenleri ilk basıldığı yıla bakmadan sıra-

lamak istiyorum. Bazen kitapları biraz geç

değerlendirebiliyoruz. Örneğin Nihat

Genç’in eserleriyle adamakıllı tanışmak bu

yıla kısmet oldu. Genç büyük bir edebi-

yatçı. “Bu Çağın Soylusu”, “Dün Korku-

su”, “Arkası Karanlık Ağaçlar”, “İhtiyar

Kemancı” gibi yapıtları çok çok güzel. Hal-

dun Çubukçu'dan “Allahın Adamı” adlı

romanı da çok beğendim. Onu bana Öz-

demir İnce tanıtmıştı. Taylan Kara’nın yine

çok yeni olmayan “Poe’nun Kuzgunu” adlı

kısa romanı yetkin bir kurguyla yazılmış

güzel bir yapıt. Basılan ilk kitabı olması-

na karşın Gülümser Heper’in “Kedi Ana-

ları” adlı hikaye kitabı güzel ve ilerisi için

beklenti yaratıyor. Alan Sokal ve Jean

Bricmont’un “Son Moda Saçmalar” adlı

kitapları kuramsal alanda çok önemli bir

işlev görüyor üfürükten uyduruktan sağ-

lı sollu liberal düşüncelere karşı. Bu kitabın

devamı olan yine Sokal’dan “Şakanın

Ardından” adlı kitabı da keza öyle. M. Bü-

lent Kılıç’ın “Saklı Rönesans” adlı yapı-

tı eski kitabının genişletilmiş, gözden ge-

çirilmiş yeni bir baskısı. Sol sanat kuramı

açısından önemli. Keza Mehmet Yıl-

maz’dan “Sanatın Günceli Güncelin Sa-

natı” adlı kitabı sanat düşüncesine ilgi du-

yanlara önerebilirim.

ÖneriYorum

KAAN ARSLANOĞLU

Page 4: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

New York doğumlu, aynı zamanda ba-

şarılı bir senaryo yazarı olan Syrie James ünlü

televizyon kanallarıyla çalıştıktan sonra ilk ro-

manı olan “Jane Austen’in Kayıp Anıları” ki-

tabıyla edebiyat dünyasına giriş yapmıştı. Ya-

yımlandıktan kısa süre sora en çok satanlar

listesinde hızlı bir yükselişle oldukça ses ge-

tiren kitabı, 2008 yılında En İyi İlk Roman

Ödülü’nü de kazandı. James'in bu kitabı

2012’nin son günlerine geldiğimiz bu gün-

lerde Everest Yayınları tarafından Figen Bin-

gül çevirisi ile Türkçeye kazandırıldı.

Jane Austen romanlarının günümüzde de

severek okunduğu ve gizemli hayatının me-

rak edildiği bir gerçek. Bekar bir kadın ola-

rak bilinen yazarın bu kadar iyi aşkı ve ilişkileri

anlatması kafa karıştır-

mıştır. Hayatını gizemli

yaşaması ve herkesten

uzak sakin bir hayat sür-

mesi nedeniyle yaşamı

hakkında bilgiler sınırlı-

dır. Ancak tavanarasında

yıllardır saklı kalmış anıla-

rı ortaya çıkınca ketumlu-

ğunu bir kenara bırakmış,

uzun süredir kalbinde sak-

lı aşkının detaylarını oku-

yucuyla paylaşan bir yazar-

la karşılaşıyoruz. Bu sebep-

le kitap bir yandan dünyanın

sayılı öykü anlatıcılarının

birinden yeni bir öykü okuma fırsatı veriyor

ve şunları diyor: “Hayır, asla unutmadım. İn-

san kendi ruhunun bir parçası olmuş birini na-

sıl unutabilir ki? Aramızda geçen her düşünce,

her bakış ve duygu aklımda şimdi; yıllar

sonra, sanki daha dün olmuş gibi taze. Bu hi-

kâye anlatılmalı; diğer hepsini açıklayacak bir

hikâye...”

19. yüzyıl her zaman ilgimi çekmiştir.

Özellikle İngiliz edebiyatı. Bunun nedeni ro-

manlarında geçen sayısız ritüelleri. O za-

manın giyimi, nezaketi, partileri ve aşkları.

Gözümde canlanan, bayanların korseli el-

biseleri, güneş şemsiyeleri, bukleli ya da örgü

saçları ve erkek egemenliğine bağlı yaşam-

ları. Erkeklerin ise birbirleri arasındaki güç

savaşları. Şimdiki zamandan çok farklı bir ya-

şam. Benim gibi 19. yy edebiyatını ve biyo-

grafi kitaplarını seviyorsanız kesinlikle “Jane

Austen’ın Kayıp Anıları”nı okumanızı tav-

siye ederim. 19. yüzyılın en özgün ve başarılı

kadın yazarının, yazdıkları ve yaşadığı aşkları

filmlere esin kaynağı olmuştur. Ülkemizde

de haklı bir hayran kitlesi bulunan yazarın,

en çok bilinen kitabı elbette ki farklı oyun-

cularla birkaç kez sinemaya uyarlanan “Aşk

ve Gurur”dur.

YAZILARLA YEN�DENKE�FED�LEN YAZAR

Kitap, yazarın merak edilen hayatına ışık

tutmakta ve bilinmeyenleri esprili ve gerçekçi

anlatımıyla dönemini en iyi şekilde yansıt-

maktadır. Okurken, hayranlık duymamanız

içten değil. Jane Austen’in tesa-

düfen bulunan yazı taslakları, me-

rak edilen yaşamına ilişkin en

çok merak edilen konulara ışık tut-

maktadır. Bu taslaklar Jane Aus-

ten Edebiyat Vakfı izniyle Syrie

James tarafından biyografik ro-

man haline getirilmiştir.

1815-1817 yılları arasında Jane

Austen’in yaşadığı zorlu hayat

mücadelesi, yaşadığı kalp kırık-

lıkları ve yazma serüvenine tanık

olacaksınız. Kadının toplumdaki

yeri ve her zaman ketum tavrını

ve güçlü olmak için verdiği mü-

cadeleleri, günümüzde de pek

değişmemiş olsa da, kitabı okurken kendi-

nizden parçalar bulacağınıza eminim.

Bay Ashford’un Jane Austen’ı yazması-

na desteklemek için söylediği;

“Yapmak istediğimiz ya da yapmaya

korktuğunuz şeyi ertelemek için her zaman

bir sebep buluruz; yarına kadar, haftaya, ge-

lecek aya, gelecek yıla kadar… Ta ki sonunda

hiçbir şey tamamlamayıncaya kadar...”

“Sözleri beni sarstı. Ayağa kalktım ve bi-

raz uzağa yürüdüm, birden biraz utanarak.

Bunca yıldır benim en sevdiğim uğraştan zevk

almamı engelleyen ve şimdi bile alıkoyan ger-

çekten de korkumuydu?”

Jane’i düşünmeye iten ve yazmaya teşvik

eden bu sözlere hayranlık duymamak elde

değil. Keyifli okumalar…

(Jane Austen’in Kayıp Anıları,Syrie James, Everest Yayınları,

Çev: Figen Bingül, 280 s.)

Kitap, yazar�n merakedilen hayat�na ���ktutmakta vebilinmeyenleri esprili vegerçekçi anlat�m�yladönemini en iyi �ekildeyans�tmaktad�r. Okurken,hayranl�k duymaman�ziçten de�il

Tavanarasınagizlenmiş anılar

28 ARALIK 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

ECE ATAYURT Jane Austen

HAFTANIN PORTRES�

Sevim Burak (29 HAZİRAN - 30 ARALIK 1983)

Öykülerini bilinç ak��� tekni�iyle yazan Burak, bu alanda ba�ar�l� örnekler vermi�tir.

Genellikle kad�n sorunlar�n� anlatt��� yap�tlar�nda�iirsel bir dil kullanm��t�r

Ünlü yazar Sevim Burak, öykücü-

lüğüyle tanınıyor olsa da tiyatro, roman,

anı, mektup gibi türlerde de eser ver-

miştir. Dönemindeki hiçbir edeyat top-

luluğuna dahil olmayan yazar, kendi

edebiyat dilini oluşturmaya çalışmış ve

başarılı olmuştur. Öykülerini bilinç akı-

şı tekniğiyle yazan Burak, bu alanda ba-

şarılı örnekler vermiştir. Genellikle ka-

dın sorunlarını anlattığı yapıtlarında şi-

irsel bir dil kullanmıştır.

26 Haziran 1931’de İstanbul, Orta-

köy’de dünyaya gelen yazarın annesi Bul-

garistan’dan göçmüş bir Yahudidir. Ço-

cukluğunu ve gençliğini Kuzguncuk’ta,

babaannesi ve dedesinin yanında geçiren

yazar, yaşıtlarından çok ihtiyar komşu ve

akrabalarıyla bir arada bulunmuştur.

Yirmili yaşlarına kadar Kuzguncuk’ta ya-

şayan yazar, hem annesi hem de yaşadığı

yerin etkisiyle öykülerinde azınlık kül-

türünün yaşlı insanlarına önem vermiş-

tir. Ortaokulu Alman Lisesi’nde okuyan

Burak, daha sonra eğitim hayatını sür-

dürmemiştir. 18 yaşında mankenliğe

başlamış, ABD’ye kültür etkinlikleri

kapsamında gitmiş ve buradan dönü-

şünde modaevi ve atölye açmıştır.

Orhan Borar ile evlenen Burak, Pe-

yami Safa ile aşk yaşar ve eserlerinde bu

ilişkinin izleri görülür. Öykülerinde kah-

ramanları da bu ilişkidekine benzer şey-

ler yaşar. 1950’li yıllarda Ulus, Yeni İs-

tanbul, Milliyet gazeteleriyle Yenilik ve

Türk Dili gibi dergilerde hikâyeleri ya-

yımlanır. Düşsel öğelerden oluşan, ken-

dini kolay ele vermeyen ve etkileyici hi-

kâyelere imza atar.

Altmışlı yıllardan sonra işleri bozulur,

atölyeyi ve modaevini kapatıp sadece öy-

külerine yönelir. İlk hikâye kitabı “Yanık

Saraylar”ı 1965’te yayımlanmıştır. Kapalı

ve alışılmadık biçimsel üslubu nedeniyle

kitap tartışmalara neden olmuştur. Sait

Faik Ödülü’ne aday olduysa da ödülü ka-

zanamamıştır. Kitabının afaroz edildiği-

ni düşünen Burak, bu kitaptan sonra on

yedi yıl boyunca edebiyat piyasasından çe-

kildi. Bu süre boyunca “Mach 1” adını

verdiği romanı üzerinde çalıştı.

Çocukken geçirdiği kalp romatizması

nüksettiği için yetmişli yıllarda ameliyat

oldu. Ancak ölümüne de sebep olacak

bu sağlık sorunu sürmeye devam etti.

Eşinin işi sebebiyle bir buçuk yıllığına Ni-

jerya’ya taşındı. Burak, 1982 yılında

“Sahibinin Sesi” adlı oyunu yayımladı.

Aynı yıl “Palyaço Ruşen” isimli öykü-

süyle Sabahattin Ali Öykü yarışmasına

katıldıysa da hak ettiğini düşündüğü

bu ödülü alamadı ve tepki olarak öykü-

lerini yayımlanacak antolojiden çekti .

1983’te “Afrika Dansı” adlı öykü kitabı

yayımlandı. Çok farklı teknikler denediği

bu kitap, edebiyat dünyasında büyük tar-

tışmalara neden oldu. Aynı yıl “Everest

My Lord (İşte Baş, İşte Gövde, İşte Ka-

natlar)” adlı kitabını yayımladı.

Page 5: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

Karin Slaughter’� di�er çok satan, popüleryazarlardan ay�rmak gereken bir nokta var. Yazar tüm

kötü olaylar� anlat�rken insan oldu�unuzuunutturmuyor. �iddeti destekleyici, sadece bundan

keyif al�c� bir �ekilde roman�n� i�lemiyor

Ünlü polisiye yazarı Karin Slaughter’ın

yeni romanı “Paramparça” Kırmızı Kedi

Yayınları’ndan çıktı. Kitabın olay örgüsü bir

cinayet ve peşi sıra gelişen bir kaçırma ola-

yı etrafında şekilleniyor. Roman esasen, ya-

zarın internet sitesinde belirttiği üzere

“Will Trent Serisi” içerisinde yer alıyor. Ül-

kemizde daha evvelki romanları farklı ya-

yınevlerince yayımlandığı için bu son ro-

manın seriye dahil olduğuna dair bir ibare

kitapta yer almıyor. Ancak serinin Türkçeye

son kazandırılmış romanı olduğunu belirt-

mekte fayda var.

Yazar, kitabın arka ka-

pağının da bize söylediği

gibi dünya çapında çok sa-

tan romanlara sahip. Sırrı-

nın ne olduğunu soracak

olursanız, herhangi popüler

polisiyelerden aşırı farklı

yanları olduğunu söyleye-

meyeceğim. Bence kitaptan

yola çıkarak esas sorulması

gereken polisiyelerin neden

ilgi gördüğü ve genelde ne-

den ABD kökenli yazarlarla

karşılaştığımız?

Geçen hafta ABD’de ger-

çekleşen okul baskınını dü-

şündüğümüzde sanırım bu tarz romanların

ilgiyle karşılanmasını daha rahat anlayabi-

liriz. ABD’de sık sık bu tarz toplu katliamlar

yaşanıyor ve bireysel silahlanmanın arttığını

hepimiz biliyoruz. Şiddet bizim ülkemizde

oldukça fazla olsa da, ülkemizde yaşanan

şiddetin daha farklı nitelikte olduğunu, en

azından ABD’de yaşanan toplu katliam ve

seri katil olaylarına benzer şekilde olaylar-

la çok karşılaşmadığımızı da kabul etmemiz

gerek. Yani edebiyatın hayatla bağlarının

çok güçlü olduğunu düşünürsek polisiyelerin

konularının ve neden bazı ülkelerde özel-

likle yaygın olduğunu anlamak da o kadar

kolaylaşıyor. Daha net bir örnek de kuş-

kusuz ABD polisiyeleri arasındaki kıyasla-

madan geçiyor. Daha evvel burada da yaz-

dığım Hammett, Chandler gibi yazarları dü-

şünürsek eski zaman polisiyeleri para, maf-

yatik ilişkiler, hırsızlık gibi konular etrafında

dönüyor. Ancak şimdikiler seri katiller,

çocuk kaçırma olayları, pedofili ve her

türlü cinsi suçtan oluşuyor. Yani şiddetin ve

suçun değişimini daha iyi gözlemlemek

için birebir.

POL�S�YEDE �NSAN� DUYGULARKarin Slaughter’ı diğer çok satan, po-

püler yazarlardan ayırmak gereken bir

nokta var. Yazar tüm kötü olayları anlatır-

ken insan olduğunuzu unutturmuyor. Şid-

deti destekleyici, sadece

bundan keyif alıcı bir şekil-

de romanını işlemiyor. Ak-

sine durumdan faydalanıp

bunu romana çevirdiğini

düşünmüyor ve bir yerlerde

ülkesinde yaşanan şiddet

olaylarına itirazının oldu-

ğunu hissediyorsunuz. Bu-

nun yanı sıra ABD’de ya-

şanan kimi şiddet dışı olay-

lara da tepkisini gösterdi-

ğini, en azından aksaklık-

ları yazdığını gözlemleye-

biliyorsunuz.

Roman bir seriye ait

olsa da yazar, tek karakterle romanı iler-

letmiyor. Romanda mağdur olan aileler de

önemli bir yere sahip. Üstelik her seferin-

de onların neler hissettiklerini ifade etme-

ye çalışan ve bunu gerçekten önemseyen bir

yazar da var. Seriye adını veren dedektifin

çalışma arkadaşları da hayatları ve hisleriyle

beraber romanın temel taşlarını oluşturu-

yor. Ayrıca tüm olay çözüldükten sonra ro-

man hemen bitmiyor. Olaylar sonrasında in-

sanların hayata tutunma çabalarını ve ola-

yı atlatma sürecini az da olsa anlatıyor, yine

insan olduğumuzu tekrar hatırlatmak is-

tercesine. Bu sebeple geri kalan popüler po-

lisiyelerden bir adım önde “Paramparça”.

(Paramparça, Karin Slaughter,Kırmızı Kedi Yayınevi,

Çev: Ali Cevat Akkoyunlu, 387 s.)

DENİZ ANTEPOĞ[email protected]

Şiddetikutsamayan

polisiye

Şiddetikutsamayan

polisiye

Şiddetikutsamayan

polisiye

Şiddetikutsamayan

polisiye

Şiddetikutsamayan

polisiye

Şiddetikutsamayan

polisiye

Şiddetikutsamayan

polisiye

Şiddetikutsamayan

polisiye

Şiddetikutsamayan

polisiye

Karin Slaughter

28 ARALIK 2012 CUMA 5Aydınlık KİTAP

Vergilius’un kendi içinde yapt���sessiz konu�ma ve dü�üncelerdenolu�makta. Dolay�s�yla �airin kendi

hayat�yla ve bu hayat�n ahlaki aç�dandüzgün olu�uyla; yanl��l��� ve �iire

adanan bir ya�am�n sanat�n�nyerindeli�i ve beyhudeli�iyle giri�ti�i

bir çat��ma ele al�nmaktaŞENOL Ç[email protected]

2012 yılının bu son yazısını edebiya-

tımızın önemli bir olayına ayırmayı dü-

şündüm. Bu olayın mimarı Ahmet Ce-

mal. Tam kırk yıl süren çabasıyla bir baş-

yapıtı Türkçeye çevirdi. Hermann

Broch’un “Vergilius’un Ölümü”nden

söz ediyorum. Bu yapıtı hayli uzun zaman

bir sürede okumanın hem mutluluğu

hem de üzüntüsü içerisindeyim. Sevin-

cim; böyle güçlü, felsefeyi şiirden yarar-

lanarak sanat boyutuna ulaştırma arzu-

sundaki bir yazarın eserini okumuş ol-

mamdan. Üzüntüm ise kısa sürede ikin-

ci baskısı yapılan bu romanı okuma sü-

recimin hesapladığımdan daha da uzun

sürmesi...

Klasik edebiyatın Homeros’tan son-

ra en büyük ismi olduğu söylenen, M.Ö.

70-19 yılları arasında yaşamış Romalı şair

Publius Maro Vergilius’un hayatının

son on sekiz saatini ele alıyor roman ve

dört elementin “Su-Varış”, “Ateş-Çö-

küş”, “Toprak-Bekleyiş” , “Hava-Eve

Dönüş” başlıklar halinde sunulduğu

toplam dört bölümden oluşuyor.

“Aeneis” isimli eserine son şeklini

vermek amacıyla Yunanistan’a giden

Vergilius’un dönüşte hastalanarak

Brunsdisium Limanı’na gemi ile dönü-

şüyle başlıyor roman. Ünlü destanı

“Aeneis”te Vergilius; Homeros’un İl-

yada ve Odyssei’inden ilham alarak

Yunanlıların işgali sonrasında Truva’yı

terk eden Ankhises’le Afrodit’in oğul-

ları Troyalı kahraman Aeneas’ın yaşa-

mını ve İtalya kıyılarına ulaşarak son-

radan Roma olacak “Lavinium” kenti-

nin kurulmasını anlatır.

�A�R�N YA�AMI VESANATININ HESABI

Antik çağın önde gelen bir şairi olan

ve “İlahi Komedya”da, Dante’nin ce-

hennemdeki rehberi şeklinde de gör-

düğümüz Vergilius, kölelerin taşıdığı

bir tahtırevanın üzerinde insan kalaba-

lığıyla yüklü sokaklarda yürümeye çalı-

şır. Bu kalabalıktan kaçan kafile, kısa yol-

dan gitmeye çalışırken, kentin yoksullukla

boğuşan, sefaletin pençesindeki semt-

lerinden birisine girer. Kadınların ol-

madık hakaret ve küfürlerine maruz

kalan Vergilius, yüzünü örtmek zorun-

da kalır ve her şey işte o zaman başlar.

Halüsinasyonlar içinde, kendi geçmişi

ve hayatıyla bir hesaplaşmaya giren Ver-

gilius, bir yandan da şiir, edebiyat, sanat, ger-

çek, bilgi, yaşam ve ölüm, kitle ve iktidar

üzerine engin bir sorgulamaya girişir ve di-

ğer insanların aksine eserinin (Aeneis’in)

yakılmasını istemekte, dostu Augustus ise

onu bu karardan geri çevirmeye gayret

etmektedir. Çünkü O’na göre bu eser ar-

tık Roma’ya mal olmuştur.

Evet, oldukça güç bir metin “Vergi-

lius’un Ölümü”. Üçüncü bir şahsın an-

latımıyla örülen roman aslında Vergili-

us’un kendi içinde yaptığı sessiz konuş-

ma ve düşüncelerden oluşmakta. Dola-

yısıyla şairin kendi hayatıyla ve bu hayatın

ahlaki açıdan düzgün oluşuyla; yanlışlı-

ğı ve şiire adanan bir yaşamın sanatının

yerindeliği ve beyhudeliğiyle giriştiği bir

çatışma ele alınmakta.

Tabi bütün bunların yanı sıra Ahmet

Cemal’in ömrünün yarısından fazlasını

bu eserin çevirisine harcamış olmasını

vurgulamakta ve teşekkürlerimizi be-

lirtmekte fayda var.

Yayınevinin de kitap kapağının içle-

rine Cemal’in çeviriye ilk başladığı 1970’li

yıllardan el yazısı metinleri eklemesi de

hayli güzel olmuş.

20. yüzyılın önde gelen kalemlerin-

den biri olan ve sanatı ve sanat üzerin-

den ölümsüzlüğü sorgulayan Avustralyalı

yazar Hermann Broch’un 1935’te (52 ya-

şındayken) yazmaya başladığı ve ilk kez

1945 yılında basılan “Vergilius’un Ölü-

mü”; özenli bir şekilde okunması gere-

ken ama mutlaka bir fırsat yaratılıp

okunması gereken bir eser. Buna fazla-

sıyla değeceğine inanıyorum.

(Vergilius’un Ölümü, HermannBroch, İthaki Yayınları,

Çev: Ahmet Cemal, 479 s.)

Bir şiirin düzyazıhalini almış romanı

“ (…) Vergilius bugüne kadar neyi

yazdıysa ve neyi şiirleştirdiyse hepsinin

yakılmasını buyuruyordu, ah, evet, bütün ya-

zıları yakılmalıydı, hepsi ve bu arada Aeneis

de yakılmalıydı; buydu Vergilius’un du-

yulmazlıkta duyduğu, fakat daha o binanın

saçaklarına, orada hareketsiz tünemekte

olan bir dizi sahte kuşa dikili bakışlarının

çekim gücünden kendini kurtaramadan,

rengini kaybetmiş tüylerin üstünden sanki

belli belirsiz bir dalga geçti, akıcı ve hava gibi

esen bir şey, bir dalga ve sonra biri daha…”

K�TAPTAN:

Page 6: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Bir ay sonra Uğur Mumcu’nun

öldürülmesinin üzerinden 20 yıl

geçmiş olacak. En geniş anlamıyla

Uğur’suz 20 yılı geride bırakmış

olacağız. Kendi deyimiyle bu kal-

paksız Kuvayı Milliyeci’nin uğrun-

da mücadele ettiği, ölümü göze al-

dığı, sonunda da şehit düştüğü ilke

ve değerlerin, Cumhuriyet’in, Ata-

türkçülüğün, emeğin, aydınlanma-

nın, bağımsızlığın, eşitliğin kavgasını

verenler kalpten anacaklar onu.

Çoğunluğunu sözüm ona solda si-

yaset yapanların oluşturduğu poli-

tikacılar ise beylik laflarla, içi boş

söylevlerle geçiştirecekler 24 Ocak

tarihini. Yürüyüşler düzenlenecek,

paneller yapılacak. Meydanlarda

“Uğurlar Olsun”, “Yiğidim Aslanım

Burada Yatıyor” türküleri söyle-

necek. Gençler ellerindeki metinden

“Vurulduk Ey Halkım” diye sesle-

necekler. Ve bir 24 Ocak daha ge-

çecek. Sonra…

“ANLATILANLARGERÇEKT�R…”

Sonrasını Uğur Mumcu’nun eşi

Güldal Mumcu’dan okuya-

lım. Kısa adı um:ag

olan Uğur Mumcu

Araştırmacı Gazete-

cilik Vakfı Yayınla-

rı’ndan çıkan “İçim-

den Geçen Zaman”

adlı kitabında anlatı-

yor Güldal Mumcu,

24 Ocak 1993’ten bu

yana yaşadıklarını. Ço-

cukları Özgür ve Öz-

ge’ye ithaf ettiği kita-

bının hemen başında

şunu vurguluyor, özen-

le, öncelikle ve özellik-

le: “Bu kitapta anlatı-

lanlar gerçektir.”

Anılarını, gözlemlerini, yaşa-

dıklarını, tanıklıklarını anlatıyor. 24

Ocak 1993’ten başlayarak belleğin-

de birikenleri kısa tümcelerle, yalın,

içten, akıcı bir üslupla aktarıyor.

Eşinin vefalı dostlarına, yoldaşları-

na, meslektaşlarına yer verirken,

onunla bir şekilde tanışmış olan, ama

onu hiç anlamayan isimleri de es geç-

miyor. Mesela Adil Özkol bunlardan

biri. Özkol, henüz Mumcu’nun be-

deni toprağa verilmeden Güldal

Mumcu’ya gelip, Uğur Mumcu’nun

son çalışmasını Sabah gazetesine

vermesini öneriyor. Neyse ki, Mum-

cu’nun Sabah gazetesi ve onun tem-

sil ettiği zihniyet hakkındaki dü-

şüncelerinin ne olduğunu Güldal

Mumcu çok iyi biliyor. O dönem

DİSK’in başkanlar kurulu üyesi olan

Ömer Çiftçi de, tuhaf davranışları,

çelişkili açıklamalarıyla yer ediyor

Mumcu’nun belleğinde. Onun açık-

lamaları sonraki dönemde Güldal

Mumcu’nun Cumhuriyet gazetesiy-

le ve bazı DİSK yöneticileriyle tar-

tışmasına da neden oluyor.

Cinayetten hemen sonraki gün-

lerde bazı “sosyal demokrat” bele-

diye yöneticilerinin kabalıkların-

dan, duyarsızlıklarından da örnekler

veriyor Güldal Mumcu. Mum-

cu’nun, uğruna yaşamını verdiği ilke

ve değerleri koruyamayan, koru-

mak ne kelime Mumcu’nun aman-

sızca mücadele ettiği “Kürtçülerle”,

numaracı cumhuriyetçilerle kolko-

la giren siyasetçilerin, solculuktan ge-

çinen politikacıların, Mumcu’nun

cenazesi sonrasında topluma mesaj

vermek, öne çıkmak, bir şeyler ya-

pıyormuş gibi gö-

rünmek için ne öne-

rilerle geldiklerini

anlatıyor. Söz bu-

raya gelmişken, te-

rör örgütünün si-

yasi uzantısı olan

partiyle ittifak ya-

pıp Ankara Bü-

yükşehir Belediye

Başkan adayı olan

Murat Karayal-

çın’ı, bakanlığı dö-

neminde Mehmet

Altan’ı başdanış-

man yapan, Ka-

nada’daki bir sah-

te haham, şimdilerde PM üyesi ol-

duğu partiye söverken TV ekranla-

rında gülümseyen Fikri Sağlar’ı da

unutmamak gerekiyor.

�NSANIN CANINI ACITANTUTANAKLAR

Mumcu’nun yakın dostu Ali Sir-

men’in şu sözleri, büyük devrimcinin

çalışkanlığını ve dürüstlüğünü özet-

liyor: “Uğur öte tarafta da yolsuz-

luklarla uğraşıyordur. Sahte bel-

geyle cennete gidenlerin peşine

düşmüştür muhakkak.” Yurtsever-

liğinin bedelini, özgürlüğünden mah-

rum kalarak ödeyen Tuncay Özkan

ise morgda gördüğü Mumcu’yu ço-

cuklarına şöyle aktarıyor: “Çocuklar,

babanız çok güzeldi, yüzü gülüyor-

du. Her zamanki gibi…”

Güldal Mumcu, cinayetten son-

ra ilk kez ne zaman, kimin sözleriy-

le gülümsediğini anımsıyor: “Üç

gün hiç uyumamıştım. Yavaşça,

uzun bir süre yatmayacağım yatağı-

mıza uzandım. Beni uyandırdıkla-

rında iki saat geçmişti ve ben haya-

tımın en derin, en koyu, en yoğun uy-

kusunu uyumuştum. Salona geç-

tim. Berin Nadi gelmişti. Çok güzel

şeyler söylediğini hatırlıyorum. Bir

ara güldüm. Babam, 'Olaydan bu

yana ilk defa güldüğünü görüyorum.

Onu güldürdünüz,' dedi.”

Kitap, Uğur Mumcu’nun terör

örgütü PKK’ya karşı verdiği sava-

şımdan, uyuşturucu kaçakçılığıyla il-

gili çalışmalarına, MOSSAD-Bar-

zani ilişkisinden, irticayla ilgili yazı-

larına kadar pek çok cephede verdiği

kalem kavgalarını da anımsatıyor.

Hem İsrail Büyükelçisi’nin hem de

MİT yöneticilerinden Hiram Abas’ın

Mumcu’ya, “Öldürülmekten kork-

muyor musunuz?” diye sordukları-

nı, Mumcu’nun eşine, PKK’yı kas-

tederek, “Bunlar beni öldürecekler”

dediğini, Harp Akademileri Ko-

mutanlığı’nda verdiği konferanstan

sonra kurmay subaylar tarafından

ayakta alkışlandığını okuyoruz bir

kez daha. O konferansı izleyen Ali

Sirmen şöyle takılıyor dostuna: “Seni

sakıncalı piyade yapan ordu, şimdi

ayakta alkışlıyor. Ne tuhaf!..” Bu

konferans, Mumcu’nun TSK bün-

yesinde verdiği ilk ve son konferans

oluyor.

Otopsi raporunda Mumcu’nun

siyah saçları ak, ela gözleri ise mavi

olarak kayda geçiriliyor. Güldal

Mumcu, bu konuda dönemin DGM

Savcısı Ülkü Coşkun ile yaptıkları

tartışmayı anlatıyor. Coşkun’un gö-

rüşmesi sonrasındaki şu sözü dikkat

çekici: “Bu işi devlet yapmıştır. Siyasi

iktidar isterse çözer.” Politikacılar-

la, emniyet bürokrasisiyle, sosyal

demokrat liderlerle yaptıkları so-

nuçsuz görüşmelere yer veriyor

Mumcu. MİT Müsteşarı’nın kendi-

sine “Hizbullah diye bir örgüt yok-

tur” dediğini belirtiyor.

1993-2006 yılları arasını içeren ki-

tabın sonunda Uğur Mumcu cina-

yetinden bu yana görev alan başba-

kanların, adalet, milli savunma, iç-

işleri bakanlarının, emniyet bürok-

rasisinin isimlerini okuyunca, insa-

nın içi buruklaşıyor. Mumcu’nun

yazılarından seçmeleri okuyunca,

terörün hedefi tam 12’den vurduğu

bir kez daha anlaşılıyor. Güldal

Mumcu’nun tanık olarak verdiği

ifade tutanakları ise insanın canını

acıtıyor.

Ve yazar noktayı şu tümceyle ko-

yuyor: “Yıllar boyunca tüm bu olay-

ları yaşarken, üstümden akan za-

manla, içimden geçen zaman bir de-

ğildi. Biri yaşamam gereken hayatı

bana sunarken, diğeri sonsuzluğun

içindeki beni bana gösterdi.”

(Güldal Mumcu,İçimden Geçen Zaman,um:ag Yayınları, 228 s.)

Uğur’suz 20 yılın özeti:“İçimden Geçen Zaman”

Mumcu’nun yaz�lar�ndan seçmeleri okuyunca, terörün hedefi tam 12’den vurdu�u bir kez dahaanla��l�yor. Güldal Mumcu’nun tan�k olarak verdi�i ifade tutanaklar� ise insan�n can�n� ac�t�yor

BARIŞ DOSTER

Anılarını,gözlemlerini,

yaşadıklarını,tanıklıklarınıanlatıyor. 24

Ocak 1993’tenbaşlayarakbelleğinde

birikenleri kısatümcelerle,yalın, içten,

akıcı birüslupla

aktarıyor

Güldal Mumcu

Page 7: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

Öncelikle yaptığım küçük bir araş-

tırmadan bahsedeyim ve peşinen söy-

leyeyim, tüm diğerleri gibi benim id-

diam da istatistik tarafından hem

doğrulanır hem yalanlanır. Meşhur

Beş Öykü dergisinin son sayılarına, ya-

ratıcı yazarlık atölyelerinin ikisinin

son iki dönem katılımcılarına ve iki

edebiyat sitesinin son bir aylık okuyucu

yorumlarına şöyle bir göz attım. Ka-

baca, katılımcıların yüzde yetmişinin

kadın ve kalanının erkek olduğunu

gördüm. Şaşırmadım, zaten beklentim

bu yöndeydi. Buradan hareketle ül-

kemizde en azından incelediğim ya-

yınları takip eden okuyucuların cinsi-

yetleri hakkında da benzer oranları

tahmin etmek, güç olmasa gerek. De-

mek ki, öykücülüğümüzün bu bölü-

ğünü ki ehli dünya olarak tanımlaya-

cak olursam, oluşturan insanların bü-

yük çoğunluğu kadın. (Öbür bölük,

muhafazakâr olan, bütünüyle farklı bir

sosyolojik dalgaya bindiği için bu ya-

zının konusu dışındadır.) Edebiyatın

aynı zamanda sektör olduğu gerçeği-

ni göz önünde bulundurursam, büyük

bir alışveriş merkezinin ayakta kalması

için kadın beğenisini dikkate alması zo-

runluluğunu hesaba katmak gerekti-

ği sonucuna ulaşırım. Devam. Böyle-

ce lahmacundan ziyade fajita sunan lo-

kantalar ve incik boncuk satan ma-

ğazalar var merkezde ve ne hikmetse

bu çarşıda birkaç giysi bir türlü de-

mode olmuyor. Bu manada ister at de-

yin ister yular, öykücülüğümüzü yola

sokan lokomotif, taifei nisadır. Bura-

dan hareketle, bayat mı bayat şu tes-

pite değineyim, Türk yazınının, mut-

fağı Türk öykücülüğüdür. Elbette ben

böyle düşünmüyorum, doğrusu, öy-

kücülüğümüz, matbuatımızın naftalin

kokulu bohçasıdır. Belki yapılmıştır,

benim için hayli ilginç bir edebiyat yük-

sek lisans tezidir bu mevzu. Mektep-

lilere tavsiye ederim.

MECAZLAF�NG�RDE�MEYEN B�R D�L

Sevim Burak’ın anıldığı, adından

da anlaşılacağı üzere dilin plastikleş-

tiği “Düşbozumu” isimli öyküsünü

hariç tutuyorum, diğer öyküler, anla-

şılabilir yalınlıkta. Dili, basitçe yo-

ğurduğu söylenebilir. Sanki acıkmış da

karnını doyuracak. Ne yapmalı, do-

mates, biber, yumurta, ekmek ve kola.

Sırayla pişir. Bu kadar. Çözebildiğiniz

soru kolaydır. Adeta gözü kapalı ya-

zıyor Neslihan Önderoğlu ve dolayı-

sıyla kolay okunuyor. Antrenmanlı. İlk

kitabında böylesine ustalıkla dert an-

latıyor olması dikkate alınmalı. Me-

cazla fingirdeşmeyen bir dil. Örtece-

ğine, açıyor. Ne âlâ. Amerikalıların şa-

hane örnekler sunduğu ve “narrative”

dediği cinsten hem de. Bol miktarda

hikâye var. Her satırda olay. Kesilip,

pekâlâ başka herhangi bir öyküye ya-

pıştırılabilecek “dolgu cümlelerinin”

neredeyse tamamının ayıklandığı, am-

balajsız, pırıl pırıl bir dil. Tam olarak,

abid dili. Türkçe tek kelime bilmeyen

biri bile zikir niyetine okuyabilir met-

ni. Sadece bir iki söz numarasına ta-

hammül eden, anlatıcının hatırasını

gün yüzüne çıkarmak adına istisnai

olarak zamanı kaydıran, derli toplu ve

israftan kaçındığı için de, ne kastetti-

ğinden haberdar raportör bir dil. İşte

bu özelliğiyle sıratı müstakimden sa-

pıyor ve yukarıda andığım istatistiğin

hangi cinsine dâhil olacağını şaşırıyor.

Benim açımdan hayırlı bir sapma bu

elbette. Anlaşılacağı üzere söylemeye

çalıştığım, gayrı bah-

sedeceği konu olma-

dığından, sıkıntısını

yazıya çalmak niye-

tiyle, dönüp, keder-

den nasırlaşmış kendi

iç dünyasını faş etmek

ya da tecrübe ettiği

şehirleri anmak yerine,

kahramanları üzerin-

den bir kişilikler gale-

risi oluşturuyor. Öyle

bir galeri ki müntesip-

lerinden hiç birinin

kendinden başka tem-

sil kabiliyeti olmayan.

Dolayısıyla filanca öyküdeki falanca

çocuk başka kimsenin değil, ancak

kendi namına yaşıyor. Ezcümle bir mu-

cize gerçekleşse ve Ruhül Kudüs,

“İçeri girmez miydiniz?”e üflese, fa-

nilerinin nasıl davranacağının kestiri-

lemediği dört başı mamur bir şahadet

âlemi ortaya çıkar.

YÖNETMENLERETAVS�YE:ÖNDERO�LU’NUNOTANT�K DRAMASI

Yazar olarak kendini saklaması

metnine bir hayli mesafeli kalabil-

mesini sağlamış. Senaryo sıkıntısı çe-

ken yerli kısa film yönetmenlerine tav-

siyem, Önderoğlu’nun draması otan-

tik öykülerine el atmaları. Yine de

kimi yerlerde, özellikle kadın kahra-

manları üstünden okuyucuyla değil de

kendisiyle konuştuğu anlamak kolay.

Ama dert etmemeli. Teknik bir ma-

razdan kurtulmanın çaresi külfetli de

olsa mümkün. Mesafe sorununu çöz-

mek adına, kişisel okuma ve yazma se-

rüveninde kendine ait bir takım vası-

talar geliştirebilir ki bu ihtimal dâhi-

lindedir. Bu manada metninin harici

bazı efektlere ihtiyaç duyduğunu zan-

nedersem yazar da anlamıştır. Çıtla-

tayım, yeni çalışmalarında, öykünün

aksiyonundan bağımsız olarak metne,

sözgelimi tevafuklar ilave etse, ihtiyaç

duyduğu metalik tınıyı yakalayabilir.

Bu sayede okuyucu bağlantıların peşi

sıra eğlenirken yazar da anlatısının

nesnelliğini koyultabilir.

Kitaptaki öyküleri tematik ola-

rak üç bölümde incelemek mümkün.

Detaya girmeyeceğim, üçünün otobi-

yografik, üçünün deneysel ve kalanı-

nın kurgusal olduğunu belirtmekle ik-

tifa edeceğim. Böylelikle yazarın ha-

fızasının bir nehir ha-

linde farklı üç koldan

ilerlediğini ve nihaye-

tinde aynı mütereddit

havzaya döküldüğü-

nü söylemeliyim ve

bu durumun Önde-

roğlu’nun yazarlık ka-

riyerinin en samimi

devresine denk gele-

ceğini tahmin ede-

bilirim. Biçem soru-

nunu büyük oranda

hallettiği dikkate alı-

nırsa, Allahu âlem,

müteakip eserleri-

nin daha yoğun üçüncü koldan mün-

feriden sürüp gideceği yalnızca benim

kehanetim.

KÖTÜMSER ATMOSFERVE ZAAFLAR

Genel anlamda kötümser bir at-

mosfer yarattığını söyleyebilirim. Özel-

likle öykülerin finalleri böylesi bir

havanın oluşmasına katkı sunuyor.

Ayrıca kahramanlar hayatlarının dö-

nüm noktalarında karşımıza çıkıyor ve

neredeyse katı bir çaresizlik içinde ge-

leceğe evriliyorlar. Böylece kırılan

hayatları farklı bir yoğunluğa meyle-

diyor olsa gerek, bilmiyoruz. Kahra-

manların determinizmden alakasız

bu yazgısı, dilin sadeliğiyle çelişiyor

derseniz, size katılırım. Ama yazarlık

işleri böyledir, ilk kitapta temayüz

eden “çarpıcılık”, ikincide ve giderek

dozunu kaybederek üçüncüde, dör-

düncüde yerini hayli terbiyeli bir söy-

leyişe bırakır. Olgunlaşma emareleri-

nin hatrına, bu zaafını Önderoğlu’nun

nazar boncuğu saymaya hazırım.

Öykülerin aksaklıkları üzerine de

kafa yordum. Şunu söylemeliyim sev-

gili yazarımıza, okuyucuyu etkilemek

kolaydır. Hadi şöyle diyeyim, kalaba-

lıkları etkilemek marifet değildir. İş,

dört tele, bir yaya ve iki kulağa bakar.

Ama derler ki, lafın asili tıpkı kadının

asili gibi muhtemelen muhatabını

eler. Sözüm meclisten dışarı, önüne

her gelenle düşüp kalkmaz. Ta ki

kıymetli bir kucağa tesadüf eder. Ve il-

laki titreteceği bir kalp bulur. Bu bir.

İki, birkaçı dışında, ansiklopedik

bilgi açısından metin yüzeysel sayılır.

Bu nevi malumatın öykülerde görül-

mesinin elan ayıp karşılandığı bir

edebi kültürde olduğumuzu dikkate

alırsa, bu yeniliğin Neslihan’ın yeni ki-

tabında yine de kendisine nasip ola-

bileceğini bilmesini isterim. Ayrıca ya-

pılan eşleşmeler bir miktar klişe. Üç

örnek vermekle yetiniyorum, oğlan ço-

cuğu bekleyen baba-üç kızdan sonra

oğlan doğurunca rahatlayan anne,

mahkum-devsol-seksenler ve orgazm

numarası yapan kadın-maçın ikinci ya-

rısını seyretmeyi sevişmeye yeğleyen

erkek.

Sonuç itibariyle, öyle görünüyor ki

ilk kitabında karavana atmayan Nes-

lihan, bir diğerinde göbekten vuracak.

(İçeri Girmez miydiniz?,Neslihan Önderoğlu, Alakarga

Sanat Yayınları, 120 s.)

Öykücülüğümüzün yularıtaifei nisa ve bir sapma

“Dü�bozumu” isimli öyküsünü hariç tutuyorum, di�er öyküler, anla��labilir yal�nl�kta. Dili, basitçeyo�urdu�u söylenebilir. Adeta gözü kapal� yaz�yor Neslihan Öndero�lu ve dolay�s�yla kolay

okunuyor. �lk kitab�nda böylesine ustal�kla dert anlat�yor olmas� dikkate al�nmal�FERHAT EMEN

Kitaptakiöyküleri tematik

olarak üçbölümde

incelemekmümkün.

Detayagirmeyeceğim,

üçününotobiyografik,

üçünündeneysel ve

kalanınınkurgusal

olduğunubelirtmekle

iktifa edeceğim.Böylelikle

yazarınhafızasının birnehir halinde

farklı üç koldanilerlediğini ve

nihayetinde aynımütereddit

havzayadöküldüğünüsöylemeliyim

28 ARALIK 2012 CUMA 7Aydınlık KİTAP

Page 8: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

Eğitim devrimindebir ütopya inşası

F�rsat verildi�inde, enstitülere geldikleri ilk gün sorulansorulara “h��, evet” gibi kar��l�klar verebilen köylü

çocuklar�n�n nas�l bir ütopyan�n kahraman� olabilecek kadarönce kendilerini, sonra toplumu ve ya�am�

kucaklayabileceklerinin kan�t�d�r Köy Enstitüleri deneyimi

Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Ensti-

tüsü Yapı Kolu, Güzel Sanatlar Kolu’yla bir-

likte enstitünün bahçesini heykellerle do-

natmıştı. Rehberliğini diğer öğretmenlerle bir-

likte Sabahattin Eyüboğlu yapıyordu. “Tohum

Eken Adam” heykelinin yapılmasında Çifteler

Köy Enstitülü ve Yüksek Köy Enstitülü Ab-

dullah Özkucur model olmuştu.

Yüksek Köy Enstitüsü öğrencilerinden İsa

Öztük bir edebiyat gecesini şöyle anlatıyor

anılarında “Bir gün de, Batı Edebiyatı öğ-

retmenimiz Sabahattin Eyüboğlu Anka-

ra’daki şairleri, yazarları toplayıp getirmişti.

Cahit Sıtkı, Melih Cevdet Anday, Cahit Kü-

lebi, Necati Cumalı, Yaşar Kemal ve Mehmet

Kemal. Şairler şiirlerini okudu. Edebiyat

konuları üzerinde tartıştılar. En ateşlileri

Yaşar Kemal’di. O gün bize

de şiir okuttular. Şairler o

gün okulda yattılar. Ertesi

gün enstitünün üstü çadır

bezli kamyonuna doluşup

Ankara’ya döndüler. Çok

sevmişlerdi Hasanoğlan’ı.”

Önce yapılarını inşa etti-

ler köy enstitüler; okullarını,

yatakhanelerini, yemekha-

nelerini, revirlerini, hatta mü-

zelerini… Bir eğitim öğre-

tim kurumu olmanın yanı sıra,

bir işletme olarak yürütürler

okullarını; kendi tüketimleri

için ürünler ürettiler. Sonra kendilerini inşa

ettiler, bir demokrasi geleneği içinde, evrensel

bir dünya görüşünü ahlaki erdemleriyle yo-

ğurarak yaşama, insana, doğaya duyarlı

dünya insanı oldular.

Yani, fırsat verildiğinde, enstitülere gel-

dikleri ilk gün sorulan sorulara “hıı, evet” gibi

karşılıklar verebilen köylü çocuklarının na-

sıl bir ütopyanın kahramanı olabilecek kadar

önce kendilerini, sonra toplumu ve yaşamı

kucaklayabileceklerinin de kanıtıdır Köy

Enstitüleri deneyimi.

Yazar Güler Yalçın, ilkeleri, kurgusu, eği-

tim ve öğretim yöntemi, işleyiş ve işlevi ile bir

eğitim devrimi olan köy enstitülerini anlatı-

yor kitabında ve bizleri özgün bir sistem ola-

rak Köy Enstitülerinde izlenilen eğitim fel-

sefesinin, neden bugün de izlenilmesi ge-

rektiği hakkında düşünmeye davet ediyor.

Gerçekten Köy Enstitüleri günümüz koşul-

larına uyarlanabilir mi? Enstitülerin bu-

günkü hayatta karşılığı var mıdır? Neden o

dönemin öğrencilerinden bir kaynak gibi, bu

ülkenin çok uzun yıllar edebiyat, sanat ve bi-

lim hayatına damga vurmuş sanatçılar, bilim

insanları çıkmıştır? Koşullar ve bireyin ken-

dini gerçekleştirmesi arasındaki o derin

bağda bu kurumların işlevleri nelerdir? Bu-

günkü eğitim sistemimize ve hayata bakışı-

mıza çok güçlü ışık tutacak bu soruların ce-

vapları, aynı zamanda bağnazlık ve karanlı-

ğa karşı çok güçlü bir eleştiri de

yöneltiyor.

Yazarın sempozyum bildiri-

leri, gazete yazıları ve dergi ya-

zılarından oluşan kitap içeriği

aynı zamanda tek parti döne-

minin siyasal atmosferinde, çok

güç koşullar, olanaksızlıklar ve

sınırlamalar içinden çok büyük

bir bilgelikle bu özgün sentezi

çıkarabilmeyi başarmış olan İs-

mail Hakkı Tonguç’a bir saygı

niteliğinde. Kitap, ülkesinin

eğitim ve yurt sorunları üzeri-

ne düşünmeyi yaşam felsefesi

haline getirmiş ve adeta bir misyoner tavrıyla

çözümler üreten Tonguç’u kaybedişimizin 52.

yılında yayınlandı. O, Bulgaristan’ın Tata-

ratmaca Köyü’nden Türkiye’ye gelmiş, inat-

la okumaya karar vermiş, bunu başarmış bir

delikanlı, iyi yetişmiş bir Cumhuriyet aydı-

nıdır. Kitap, o ve ekibinin gerçekleştirdiği eği-

tim devriminin izlerinin sürülmesinin, tek par-

tili dönemden çok partili döneme geçiş yıl-

larının yarattığı travmanın günümüze uzayan

sorunlarını çözmede rehber olacağını da vur-

gulamaktadır. E Yayınları tarafından çıkan

kitap, okurları güzel bir ütopyanın inşasına

sokuyor.

(Canlandırılan Ütopya KöyEnstitüleri, Güler Yalçın, E Yayınları, 216 s.)

TAŞKIN PELİVAN

8Aydınlık KİTAP

Page 9: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI

“Sana, okuyucu, bizi hayal etmen içinihtiyacım var; eğer sen yapmazsan biz ger-çekten var olmayacağız.”

Vladimir Nabokov, Lolita

Bu hafta ilk romanıyla, 2011 Fla-

herty-Dunnan İlk Roman Ödülü’nü ka-

zanan Bonnie Nadzam’e yer vereceğiz.

Öyküleri ve şiirleri daha önce çeşitli der-

gilerde yayımlanan Amerikalı yazar Nad-

zam’in şu ana dek yayımlanan tek bir ro-

manı bulunuyor: İthaki Yayınları’nın di-

limize kazandırdığı “Lamb.”

Henüz ikinci bir romanı yayımlan-

mamış –ki ben de Nadzam’in sırada na-

sıl bir şey sunacağını deli gibi merak edi-

yorum, bir yazarın ilk romanından fazla-

sıyla etkilenip, adını ve kitabını bütün bir

köşeye taşımamın birden fazla nedeni

mevcut. Kitap, başlı başına taşıdığı öne-

min dışında, yayıncılık ve tercüme alan-

larında da farklı önemlere sahip. Hepsi

için adım adım ilerleyelim.

Kitap temel olarak, ellili yaşlarında,

narsist ve çıkarcı bir erkek olan David

Lamb’in, evliliğinin dağılmasını ve baba-

sının ölümünü takiben geçirdiği hafta-

larda, Tommie adında 11 yaşındaki bir kız

çocuğunu, rızası dâhilinde kaçırdığı, top-

lamda yaklaşık iki haftayı konu ediniyor.

Ellili yaşlarındaki bir adamla bir kız ço-

cuğunun arasındaki yakınlaşma, romanın

sonuna kadar içinize hem karanlık hem ay-

dınlık akıtıyor. Her sayfada bocalamanı-

za yol açıyor. “Bunda ne yanlışlık var ki?”

ve “bunda doğru olmayan bir şeyler var”

şeklindeki iki cümle size sürekli musallat

oluyor. Bütün tutkularına ulaşmak için ma-

nipülasyonlarını olabildiğince etkileşim-

lerine saçmakta sakınca görmeyen, aslen

kendi isteklerinin peşindeyken amaçları-

na giydirdiği iyilik maskesinden ödün

vermeyen Lamb’in, aynı zamanda bu iki-

yüzlü tutumunda sürekli olarak altta ya-

tan bir dürüstlük ve tek bir yüz fışkırıyor.

Tıpkı küçük bir kızı kandırmak için baş-

vurduğu manipülasyonlarında olduğu

gibi, genç sevgilisi Linnie üzerinde de aynı

yönlendirmeleri kullanması, kişisel sisinin

büyümesi adına yaş sınırını da ortadan kal-

dırıyor. Roman boyunca Lamb’in güve-

nilirliğine ve kullandığı yüzlerin oluştur-

duğu itkilere karşı okurda oluşan boca-

lama, aynı zamanda bu manipülasyonla-

rın karakterlerle sınırlı kalmayıp okura ka-

dar taştığını gösteriyor. Bu anlamda ro-

man, genel toplumsal kanıları alaşağı

ediyor. Apati tuzağından uzaklaştırmaya

çalıştığı Tommie gibi, Lamb, okuru da em-

patiye var gücüyle zorluyor. Kolayca ve-

rilen yargıların içerisinde ne kadar fazla

detayın yattığını gösteriyor ve yargıla-

manın hiç de zannedildiği kadar kolay ola-

mayacağını gözler önüne seriyor. Üstelik

bunun için didaktik hiçbir şablona ve

kurgu çatısına gerek duymuyor. Anlatıda

izahlardan özenle ka-

çınıyor. Lamb’in ço-

cukluğuna ve gençli-

ğine kısaca değindiği

kısımda okurun, yar-

gılamak ve anlamlan-

dırmak için sıklaşan

nefesi de hevesi gibi

kursağında kalıyor. Öy-

küye katkı sağlamaya-

cak yan karakterleri ne-

densizce genişletmiyor

ve günümüzde çoğu ya-

zarın hastalık gibi sap-

landığı üzere, yan ka-

rakterleri belirli katmanlar için işaret fi-

şeğine indirgemiyor. Karakter olarak

Lamb, yönlendirmeleri için öykülerini

sıklıkla kullanıyor ve bundan zevk aldığı

her halinden belli oluyor. Aynı şekilde

Nadzam’in de roman boyunca okuru bir

sağa bir sola sallamasına şaşmamalı.

NABOKOV VE FOWLESBu sallantıların arasında okurun aklı-

na ister istemez daha önce okuduğu bazı

eserler de gelecektir. Nabokov’un Lolita’sı

gelecektir örneğin. Lolita anımsaması

eleştirmenler için harika bir tuzak ve bu

tuzağa şimdiden pek çoğu düşmüş görü-

nüyor. Gerçek şu ki Lamb, Humbert ol-

madığı gibi, Tommie de Lolita değildir.

Humbert’ın öze balıklamasına dalan ruh

halinden Lamb de eser yoktur.

Lamb kırılıp çözülmesi daha

zor ve okura daha uzak, me-

safeli bir karakterdir. Altında

yatan arzusunu maskelemek ve

belki de derinlere gömmek

için kullandığı, Tommie’ye

yardımcı olma ve kendi haya-

tında ıskaladığı her şeye kar-

şı onu hazırlama rolünde

inandırıcı ve gerçekçi bir yan

vardır. Her yönlendirmesin-

de güzel bir şeyleri de kavra-

yıp su yüzüne çıkarır. Tom-

mie ise Lolita’nın aksine

daha çocuktur. İkinci ve üçüncü planlar-

la fazla ilgilenmez, umrunda olmaz ve geç

keşfeder. Lolita’nın Humbert’ı kendi özü-

ne yolculuğa çıkarmak üzere kurgulanmış

ekleme ve fazlalıklarından da eser yoktur

(biliyorum şimdi ne kadar üç-beş klasik ro-

manı okuyup edebiyatı, kurguyu çözdü-

ğünü sanan aydın(!) varsa bana Nabo-

kov’un kurgusunu savunan e-postalar

atacak ama söylemeden de edemedim).

Aynı şekilde romanın tutsaklığı andıran

yapısı, zaman zaman John Fowles’un

The Collector (Koleksiyoncu, Ayrıntı

Yayınları, 2011) romanını da akla getiri-

yor. Ancak Lamb’de, Frederick Clegg’in

psikanalize bir hayli gönderme içeren

karakter yapısı bulunmuyor. Konunun

ve dikkat çeken temaların üstüne fazlasıyla

çıkacak bir karakter, romanın tamamına

zararlı olabileceğinden, Lamb’in yoğun şe-

kilde psikolojik tırmalamalara gerek duy-

mayan, bu nedenle de Clegg’e oranla ha-

fif kalan gömlek ağırlığı olumlu bir ka-

rakter yaratımı olarak görünüyor. Dola-

yısı ile asıl öykü, bazı durumlarda belirgin

eşit manzaraları resmetse de farklı ışığı ve

farklı açıyı kullanıyor.

GERÇEK VE KOLAYARASINDA

Romanın doğaya ve güzelliklerine

açılan yönü ise romanın kurgusuna birden

fazla katman ve duyumsama kazandırıyor.

İnsanın doğayla yeniden yaklaşmasına

yönelik çıkarılabilecek ayrımsamalar oku-

run Lamb’in yalınlığına olan yatkınlığının

da altını çiziyor. Okura duyumsatılan

şehrin kolaylığı karşısında doğanın ger-

çekliği ve güzelliği de tıpkı David Lamb’in

manipülasyonları gibi, “gerçek,” “kolay,”

“kolay-yargı/önyargı” ve “yalın/saf/öz”

arasında kalmışlığı “fiziksel” kılıyor. Ki-

tabın son çeyreği ise rahatsızlık ve hu-

zursuzluk duygularını doruğa çıkarıyor.

Nadzam’in belli ki oluşturmak istediği ka-

lıcı etkiyi sağlamakta önemli rol oynuyor.

Romanın kurgusal olarak başka ne şe-

killerde bitebileceğini uzun süre düşün-

düm. Aklıma gelen hiçbir son, Nadzam’in

sonu kadar gerçek ve kalıcı değildi. Zor

soruları ele alan herhangi bir romanın,

oluşturulması en zor yanının kalıcı ve oku-

manın ardından okurla yolculuk eden bir

son olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

İthaki Yayınları’nın dilimize kazan-

dırdığı “Lamb” öncelikle harika bir keşif.

Üzerinden yıllar geçse dahi okunacak, mu-

azzam bir klasik adayını, orijinal dilinde

yayınlanmasından bir yıl sonra, güncel şe-

kilde okura sunabilmek büyük başarı.

Daha da önemlisi bunu, okumaya doyu-

lamayacak bir tercüme ile gerçekleştirmiş

olmaları. Özlem Yüksel’in tercümesi, bir

kitabın nasıl tercüme edilmesi gerektiği-

ne dair ders niteliğinde donelerle dolu. Dil

yakınsamalarından hiç kaçınmayarak, so-

luksuz okunabilir, çeviri kokmayan bir ter-

cüme sunduğu gibi “yakınsama” adı al-

tında, kitabın total diline ve anlatımına za-

rar vermekten de ustaca kaçınmış. Kita-

bı bir seferde okuyup bitirmenize olanak

sağlayan, “ben bu işi yıllardır yapıyo-

rum,” diye bağıran bir denge kurmuş. Gös-

terdiği bu özen için kendisine teşekkür

edelim.

Haftaya görüşmek dileğiyle, kitaptan

bir alıntıyla vedalaşalım…

“Sakın benimle gördüklerini unut-

ma. Seni bu kurtaracak. Granit şehrin kül

renkli binaları arasında bir elma ağacı ola-

caksın.”

(Lamb, Bonnie Nadzam,İthaki Yayınları,

Çev: Özlem Yüksel, 204 s.)

M. SALİH [email protected]

Apati ve Empati

Bonnie Nadzam

Page 10: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP

AHLAK FELSEFES�DERSLER� �Ç�N KANT’INSEÇ�LMES�

Thomas Schröder tarafından ya-

yıma hazırlanan “Ahlak Felsefesinin

Sorunları”nda Adorno’nun 1963 ta-

rihinde Kant’ın ahlak felsefesinden

hareketle verdiği on yedi ders bir ara-

ya getirilmiş. Adorno’nun ahlak fel-

sefesinin sorunlarını sunarken Kant’ı

seçmesi göründüğü denli keyfi de-

ğildir. “Aydınlanma Nedir?” adlı

makalesiyle burjuvazinin “devrimci”

döneminin isim babası olan Kant’ın

seçilmesi, felsefesinin bu dönemin

burjuva ülküsüne ve ruhuna uygun-

luğuna da indirgenemez. Kant’ın se-

çilmesi böylesi bir uygunluğun da öte-

sinde burjuvazinin siyasi tarihinin

hakikatini yakalamasında yatmak-

tadır denebilir. “Özgürlük, Kardeşlik

ve Eşitlik” (Liberté, Egalité et Fra-

ternité) sloganıyla özgürlüğü, ülkü-

sü olarak belirlediğini ilan eden bur-

juvazinin özgürlüğe yeni bir biçim

verdiği ve böylelikle de devrimin ke-

sintiye uğradığı bir sü-

recin felsefi ruhunu

yansıtır Kant. Üstelik

Kant burjuvazinin

Fransa’daki ya da İn-

giltere’deki zaferinin

yaşanmadığı bir ülkede

ve bu zaferin az önce

söylendiği gibi henüz

biçim değiştirmediği bir

dönemde yaşamıştır.

Bu gerçeği Adorno şu

sözlerle dile getiriyor:

“Kant’ın zamanında

burjuva koşulların Al-

manya’da diğer Batılı

ülkelerde olduğu kadar

gelişmiş olmadığını

unutmamak önemlidir.

Düşünce alanında bütün burjuva

kategorilerinin ve fikirlerinin yara-

tılmış, hiç değilse ima edilmiş ol-

dukları, canlı oldukları doğrudur,

ama ekonomik gerçekliğin burjuva-

zinin özgüvenine ayak uydurmamış

olduğuna ve burjuvazinin, İngiltere

ve Fransa’da elde ettiği iktidar ko-

numlarına burada henüz ulaşamamış

olduğuna hiç şüphe yoktur.”(s. 151).

Kant’ın felsefesinin burjuva karak-

terini mekanik bir biçimde içinde bu-

lunduğu ülkenin somut şartlarına

hapsetmenin yanlışlığını göstermek

için bu sözler yeterli olacaktır. Fakat

aynı ölçüde çok daha organik bir bi-

çimde içinde bulunduğu çağın özel-

liklerini yansıtan bir filozof olduğu ve

belki de bu özellikleri en net bir bi-

çimde yansıtan filozof olduğu da bir

gerçektir.

ADORNO’NUN�KAMETGAHI

Adorno’nun Kant’ı seçme ne-

denlerini ele alıp da Adorno’nun

kendisini konumlandırdığı ve içinde

bulunduğu ortamı sunmamak, hata-

lı olmasa bile, eksik olacaktır. Ador-

no sözü edilen kitabın içeriğini oluş-

turan dersleri 1960’ların başında ver-

miştir. Bu da demek oluyor ki II.

Dünya Savaşı’nın ve Hitler Alman-

yası’nın küllerinin koklandığı bir ik-

limde yaşanmaktadır. Dahası, sos-

yalist hareketten kopulmuş, sosyalizm

ve özgürlük adına mevcut sosyalist

pratikler kıyasıya eleştirilmiş, sosya-

lizmin günah keçisi olarak Stalin ve

Stalin dönemi damgalanmıştır. To-

talitarizm başlığı altında sosyalizm,

nasyonal sosyalizmle eşitlenmiş,

“ideoloji” adı altında tüm mücadele

biçimleri lanetlenmiş ve bu başlığın

etrafından sinsice ilerleyen libera-

lizme sinik bir ta-

vırla göz yumul-

muştur. Ador-

no’nun ikametgahı

nasyonal sosyaliz-

mi yendiğini, sos-

yalizmin ise bilin-

meyen bir özne

tarafından (ken-

di kendine çöke-

ceğini yahut ka-

pitalizm tarafın-

dan yıkılacağını)

yenileceğini ilan

eden bir mahal-

lededir. Ador-

no’nun Kant’tan

hareketle geliş-

tirdiği tüm eleştiriler işte

böylesi bir bağlamda sözcüklere dö-

külmüştür. Bu nedenlerle liberalizm

eleştirisi açıktan değil de çok daha çe-

kimser bir tavırla “günümüz”, “ha-

yat”, “çağımız” sözcüklerinin etra-

fında gezinerek yapılmıştır. Ador-

no’nun ruhunun anlaşılması için kul-

landığı utangaç dili böyle okumak çok

da yanlış olmayacaktır.

AHLAK FELSEFES�N�NVAZGEÇEMED�KLER�

II. Dünya Savaşı sonrası yaygın-

laşan varoluşçuluğun itirazı ahlaki ka-

tılığa, ahlakın kaynağına ve toplumun

gelenek ve göreneklerine yönelmiş-

tir. Tüm bunların dayanağı olarak gö-

rülen Hıristiyan ahlakı ve ulus-dev-

letlerin ahlak anlayışları eleştiril-

miştir. Bu eleştirilerin örneklerini

Sartre’dan Camus’ya ve oradan E. E.

Cummings’e dek çeşitlendirebiliriz.

Adorno ahlakın katılığına karşı olan

bu varoluşsal tepkileri sorunlu bul-

maktadır (s. 22). Toplumun hakim

değer yargılarına karşı negatif bir bi-

çimde sunulan özgürlük anlayışı ah-

lakın toptan reddi anlamına gel-

mektedir ve “Doğru hayat, doğru ey-

lem fikri... kişinin zaten nasılsa öyle

davranması gerektiği anlayışına in-

dirgenmektedir.” (s. 22). Bu indir-

geme eleştirdiğini örtük bir biçimde

de olsa savunmak anlamına gel-

mektedir. Verili olan ahlaki değerlere

karşı kişilerin verili ahlaki duruşları

savunulduğunda ortaya oldukça so-

runlu bir tablo çıkmaktadır. Ahlaki

görecelilik sorunu bir yana tam an-

lamıyla bir çelişki belirmektedir. Ah-

lak yasalarını reddedip doğru olanı

olumsuz bir dille dile getirme çaba-

sı kişilerin mevcut değer yargılarını

savunmakta kendini tüketir. Böyle-

likle karşı çıkılmak istenen savunul-

muş olur: Ya dürtülerin egemenliği

ya da çeşitli neden-sonuç ilişkileri so-

nucunda bir şekilde kişinin “benim

değerlerim” dediği fakat herhangi bir

düşünce sürecinden geçirilmemiş

değer yargıları hakim olur.

İşte, bu teslimiyet tam da Ador-

no’nun ele almaya çalıştığı sorunlu

yaklaşımdır. Daha geniş bir kavram-

laştırmayla Kant’ın yaderklik dediği

tam da budur. Yaderklik kişinin dı-

şından gelen (ona verili olan) emir-

lere uyması anlamına gelmektedir.

Yaderklik karşısında Kant’ın önerdiği

“özerklik”tir. Esasında yaderklik-

özerklik çatışması Adorno’nun da

söylediği üzere zorunluluk-özgürlük

çatışmasına koşuttur. Bu çatışkılar bi-

çimsel açıdan toplumsal olan ile bi-

reysel olan karşıtlığı biçiminde gö-

rüldüğünde ortaya en numuneliğin-

den bir liberal öğreti çıkacaktır. Öte

yandan özgürlük meselesi yaderklik-

özerklik çatışkısı çerçevesinde ele

alındığında bir yandan içsel dürtüle-

ri, doğal ihtiyaçları ya da toplumsal

dayatmalar tarafından belirli bir bi-

çimde eylemeye itilen öznenin iç ve

dış özgürlüğü sorunu doğacaktır, öte

yandansa bu yaderklik karşısında

özerkliğin nasıl korunacağı ve özerk-

liğin dayanağının ne olacağı sorunu

belirecektir. Tam da bu keşmekeş içe-

risinde verili kültürün ahlakı, doğal

ihtiyaçlar ve dolayısıyla bilimde gör-

düğümüz katı nedenselliğin bir so-

nucu olarak iyi ile kötünün anlam-

sızlaşması (deyim yerindeyse “iyi” ve

“kötü” sözcüklerinin birer boş gös-

teren haline dönüşmeleri) söz konusu

olacaktır. Diğer bir yandansa böyle

bir nedensellikten muaf ya da ona

tabi olsa bile bir biçimde ahlaki ey-

lemi gerekli kılan özgürlüğe eriş-

meye yetenekli olup olmadığımız

tartışması ahlak felsefesinin sorunları

arasında boy gösterecektir. Ador-

no, Kant’a da katılarak bu ikinci so-

run hakkında daha temel bir düşün-

ceyi dile getirmektedir: “İnsanlığın

herhangi bir anlamı varsa, bu anlam

insanların doğal yaratıklar olarak

dolaysız varoluşlarıyla özdeş olma-

dıklarının keşfinden ibarettir.” (s.

24). Uzun lafı kısası, insan ve ahlak

doğaya (doğallığa) indirgenemez.

Aksi takdirde ahlaki eylemden söz aç-

mak da mümkün olmayacaktır. Çün-

kü katı bir nedenselliğin hakim ol-

duğu doğallıkta “ben, özgürlük ve so-

rumluluk” kavramlarının yeri olma-

yacaktır. Bu mantıksal sonuç bir kez

kavrandığında, ahlak karşıtı olarak

beliren varoluşçu yaklaşımın top-

lumsal kısıtlara ve ahlaki emirlere

karşı çıkışı yoluyla örtük olarak sa-

vunduğu kendiliğindenliğin ya bir

önceki dönemin toplumsal normla-

rına ya da doğal ihtiyaçların dayat-

masına hapsolacağını görmek ko-

laydır. O halde bir ahlak felsefesin-

den söz edebilmek için öncelikle öz-

Kapitalist aklın filozofu: Kant“Bugün ahlak dedi�imiz her �ey dünyan�n organizasyonu meselesiyle iç içe geçer. Hatta do�ru

hayat aray���n�n do�ru siyaset biçimi aray��� oldu�unu bile söyleyebiliriz.”CENK ÖZDAĞozdagcenkgmail.com

Toplumun“akıldışı”

örgütlülüğübireyin

çıkarlarınıherkesin

çıkarlarıylaçatıştırmakta

dır. Belki desırf bu

nedenleahlak

felsefesininsorunları

ahlakalanındançok politik

alanınsorunlarıdır

Theodor W. Adorno

Page 11: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA 11Aydınlık KİTAP

gürlüğün mümkün olduğunu (insanın do-

ğallığa indirgenemeyeceğini), ahlak yasa-

larının veya ahlaki düsturların bilinebile-

ceğini ya da en azından belirlenebilecek-

lerini ve tüm bu ahlaki yasaların bir daya-

nağı (akli bir dayanak) olduğunu varsaymak

gerekecektir.

BURJUVAZ�N�N AHLAKFELSEFES�

Kant’ın ahlakı birçoklarınca “ödev ah-

lakı” olarak adlandırılır. Hıristiyanlığın ah-

lakının bir ıstırap, bir çile ahlakı olduğu den-

li uygun olan bu adlandırma Kant’ın felse-

fesinin politik dayanağını da serimlemesi ba-

kımından son derece uygundur. Ödev, ve-

rilen göreve işaret etmektedir ve işi çağrış-

tırmaktadır. Ödevi kişiye yaptırmanın bir

yolu da feragatta bulunacağı eylemler için

ona bir karşılığın sunulmasıdır. Yararcı ah-

lakta açık bir biçimde dillendirilen böylesi

bir kredili ödeme, Kant’ta açık bir dille bu-

lunmasa da bireyin ahlaki eylemlerinin ka-

musal bir yaşam için önerilmesi bireysel geri

ödeme yerine toplumsal faydadan yarar-

lanma hakkı biçimine bürünür. Adorno’nun

da söylediği gibi: “Kant’ın etik ilkelerine mi-

sal olarak verdiği örnekleri düşündüğü-

nüzde görürsünüz ki bunlar her zaman, ta-

biatıyla kendi menfaatlerini gözetecek olan

ama burjuva-öncesi diyebileceğimiz yön-

temlere, kötü anlamda geleneksel yön-

temlere başvurmaktan uzak durması gere-

ken tüccarın hayatından alınmışlardır...

Kuşkusuz Kant etiğinin rasyonalitesinin... so-

mut tarafından biri de, burjuva rasyonalitesi

modeline, yani mübadele kuralarına ke-

sinlikle uyarak davranmamız gerekmesidir.”

(s. 117). Ahlaki davranışın güdüsü olarak

meta mübadelesi mantığının yanı sıra bu

davranışı gerçekleştirmede bir işlev yükle-

nen irade de, Kant’ın kavrayışındaki haliy-

le, burjuva tahakkümünden derin izler ta-

şır (s. 130). Bu tahakkümün gereği ise ta-

hakkümün uygulanacağı bireylerin sistem ta-

rafından nasıl görüldüğüyle yakından ilgi-

lidir. Bireyleri çalıştırmak için ücreti yahut

sopayı gerekli gören bir anlayışta, bireyin

kendiliğinden davranışının tembellik ol-

duğu açıktır: “Kant’ın radikal kötülükle kas-

tettiği şey, aslında tembellikten, burjuva top-

lumunun bu (çalışma) gereğini yerine ge-

tirememekten başka bir şey değildir.” (s.

131). Buna uygun olarak Kant’ın tam da

burjuva diktatörlüğünün filozofu olduğunu

söylemek mümkün olur. Bireylerin emirle-

rine uyacağı uzaklıkta ve emirlerinin hak-

lılığına inanacağı “nesnellikte”, öznel çı-

karlardan uzakta bir akıl tanımlanmalıdır ve

emirler oradan gelmelidir. İşte böylesine her

taraftan uzak “nesnel” bir kapsayıcı arayı-

şı “özne” olmayan bir özne bulur ki bu Bur-

juva devletidir, hukukun üstünlüğü ilkesiy-

le bu sözümona nesnel çıkarlarını gizleye-

bilsin. Devletin akıl biçiminde emirler yağ-

dırıp bireyleri ıstıraba sürüklemesinin ar-

dında esasında bireylerin kendi “özne-

lik”lerinin üstünü çizmeye koşullanmaları-

nın bulunduğu bir toplumsal örgütlenme bi-

çimi vardır. Ahlak işte böyle bir biçimin ege-

men olduğu bir ortamda ete kemiğe bü-

rünmektedir. Toplumun “akıldışı” örgüt-

lülüğü bireyin çıkarlarını herkesin çıkarla-

rıyla çatıştırmaktadır. Belki de sırf bu ne-

denle ahlak felsefesinin sorunları ahlak

alanından çok politik alanın sorunlarıdır.

Adorno’nun da dediği gibi: “Bugün ahlak

dediğimiz her şey dünyanın organizasyonu

meselesiyle iç içe geçer. Hatta doğru hayat

arayışının doğru siyaset biçimi arayışı ol-

duğunu bile söyleyebiliriz.” (s. 172).

(Ahlak Felsefesinin Sorunları,Theodor W. Adorno, Metis Yayınları,

Çev: Tuncay Birkan, 208 s.)

Yaşar Kemal’eyolculuk

Bir yazar�n nas�l yazar oldu�unun, mucizevianlat�mlar�n�n asl�nda nerelerden gelen sularla

ça�lad���n�n ve arayan�n o membalar� nas�lbulabilece�inin de anlat�m�d�r bu kitap

Feridun Andaç hocamdır, ustamdır.

Yazmak için mi yaşıyor, yaşamak için mi

yazıyor; karar veremediğimdir. Bildiğim

şey, onun yaşamın lezzetini yazıda buldu-

ğudur. Kitap okur, yazar; film izler, yazar;

okur, yazar; gezer, yazar; dinler, yazar; öğ-

retir, yazar; yazar da yazar… O yüzdendir

ki -kendisi sayılara takılmasa da- elli alt-

mış civarında eseri vardır. Ve hâlen harıl

harıl yazmaktadır.

Onu yazına bağlayan şey -ki buna ra-

hatlıkla “aşk” diyebiliriz- oldukça merak

uyandırıcıdır. Bu aşk nerede, nasıl doğmuş,

nasıl bu kadar güçlü ve kalıcı olmuş...

Bu soruların yanıtlarının tamamını bu-

rada vermek pek mümkün değil; zira bu

mevzu başlı başına bir ki-

tap olur (umarım yakın

zamanda)... Ancak, bu

ustayı bu aşka saran kol-

lardan birinden söz ede-

biliriz burada: yazınsal

eserleri koklamaktan,

sonra onları tatmaktan,

onları özütmekten ve var-

lığının tamamına dağıt-

maktan alınan haz.

O kolun başparma-

ğı Yaşar Kemal’dir.

YA�AR KEMAL’LEBESLENEN B�R HAYAT

Feridun Andaç daha ilk gençliğinde

Yaşar Kemal’in kitaplarını okur. Hatta,

“Toros dağlarının etekleri ta Akdeniz’den

başlar. Kıyıları döğen ak köpüklerden

sonra doruklara doğru yavaş yavaş yükselir.

Akdeniz’in üstünde daima, top top ak bu-

lutlar salınır...” diye devam eden o meşhur

İnce Memed’in pek çok yerini ezbere bi-

len bir hayranı olur Yaşar Kemal’in. Ve ilk

kez yirmi bir yaşındayken görür üstadı. Ha-

yatına sadece eserleriyle dokunan üstad,

o günden sonra o gencin hayatını bam-

başka yerlere çeker.

“Öyle ki, hiç yapmayı düşünmediğim

öğretmenliğe başlamamda Yaşar Ke-

mal’in etkisi vardı. Maraş’a gidip, orada

Andırın Akifiye'deki okulu gördükten,

Yaşar Kemal’in de dostu Arnavut Dur-

du’yu ve Çerkesleri tanıdıktan sonra karar

vermiştim; bir süre, onun romanlarını

yazdığı bu coğrafyada kalıp yaşayacaktım,”

der Andaç ve sahiden de gider. O coğraf-

yayı adım adım gezer, gezdiği her yerde

âdeta Yaşar Kemal’i seyreder. Kim bilir,

belki de o dünyayı yaşarken ustanın ha-

yatını ve dünyasını yazmayı hayal eder.

Hatta öyle etmesi kuvvetle muhtemel, çün-

kü kendisi şöyle söyler: “Yaşar Kemal

okurluğum zaman içinde ona dair yazma

duygumu besledi sürekli. İlk okuduğum an-

latılarıyla yol alırken notlar tuttuğumu ha-

tırlıyorum. Onu benim gözümde farklı kı-

lan o güne değin okuduğum yerli yazarların

yansıttığı dünyanın çok ötesinde bir in-

san/toplum/doğa gerçekliğini getirip göz-

ler önüne sermesi; bunu yaparken de

kullandığı dil, anlatım biçemi.”

Ve gün gelir, dediğini yapar, Yaşar Ke-

mal’in hayatını yazar. Hem de öyle ki, yü-

rüdüğü yollara adım adım bakar, her adı-

mını ustayı daha iyi kavrayacak şekilde atar.

O yolların insanlarıyla sohbetler eder, o yö-

relere ait ne varsa peşinden gider. Sonra

döner, gördüklerini, duyduklarını, kokla-

dıklarını, hissettiklerini evindeki “Yaşar Ke-

mal Kitaplığı” ile besler. Bir de üstüne üs-

tün çözümlemelerini serper ve biz okur-

lara Yaşar Kemal’i gerçekten

tanımak adına büyük, çok

büyük bir hazine hediye eder.

Aslında sadece Yaşar Kemal’i

tanıtmaktan da ötedir An-

daç’ın “Yaşar Kemal - Sözün

Büyücüsü” adlı çalışmasının

okura kattıkları. Zira bir ya-

zarın nasıl yazar olduğunun,

mucizevi anlatımlarının aslın-

da nerelerden gelen sularla

çağladığının ve arayanın o

membaları nasıl bulabileceğinin

de anlatımıdır bu kitap.

BELGESEL BENZER� K�TAPÇok keyifli bir belgesel izliyormuş his-

si vererek sürer “Yaşar Kemal - Sözün Bü-

yücüsü”. Fevkalade lezzetli sözcüklerle be-

zenmiştir belgeseldeki kareler. Ve okur bu

sayede kendini Yaşar Kemal’e yaklaşmış

hisseder. Bir yandan Andaç’ın sözcükleri,

bir yandan Ceyhun Atuf Kansu’dan Jean-

Pierre Deleage’ye onca yazın insanının söy-

ledikleri okuru masalsı bir gerçekliğe sü-

rükler. Sonra Andaç’ın çözümlemeleri

Yaşar Kemal’in “yazın tomografilerini” çe-

ker. Derken, okur kitapta keyifle ve me-

rakla ilerlerken, devreye ustayla yapılan

söyleşiler girer. Ve ustanın gürül gürül söz-

lerini önümüze serer.

Bu dopdolu kitabın sonuna gelip Ya-

şar Kemal’in yaşam öyküsünü, yapıtlarının

ve onun üzerine verilen yapıtların listesi-

ni gören okurun kafasında beliren, “İyi de,

bu kitaptakiler Yaşar Kemal’i anlamaya ye-

ter mi?” sorusunun yanıtını ise Andaç’tan

gelir, okura Yaşar Kemal’i anlamaya giden

bu yazı yolculuğunun “Söz Tufanı” isim-

li yeni kitabıyla süreceğini müjdeler.

Bize de bu merak durağında “Söz Tu-

fanı”nı beklemek düşer.

(Yaşar Kemal - Sözün Büyücüsü,Feridun Andaç, Kavis Yayınları, 280 s.)

MURAT HATUNOĞ[email protected]

Kant

Page 12: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA12 AydınlıkKAPAK

2 Mart tarihinde okuyucuyla buluşan Aydın-

lık Kitap, 2012'nin son sayısını hazırladı bu haf-

ta. İlk iki ayı kaçırmış olsak da her hafta okurla-

rımıza kitap dünyasının haftalık bir fotoğrafını

sunduk. Sürekli bir devinim halinde olan kitap

dünyası bitmek tükenmek bilmeyen bir derya ve

her yıl bu deryaya daha da çok eser ekleniyor.

Anlattıklarıyla, anlatım tarzlarıyla, hissettirdik-

leriyle eserler, fikir dünyamızda yeni kapılar açı-

yor. Elbette her birinin niteliğinin birbiriyle aynı

olduğunu söylemek imkansız ve elbette ilgi

alanları okunulan kitapları belirlemede önemli

bir role sahip. Kitap ekleri insanların çeşitli yö-

nelimlerini hesaba katarak pek çok alanda üre-

tilen pek çok eseri ve eserlerin niteliklerini

okurlarla paylaşarak hem okura bir ön bilgi sağ-

lar hem de zaman kaybının önüne geçer. Yayın-

eviyle, yazarıyla, çevirmeni ve editörüyle, düzelt-

meniyle koskoca bir üretim alanı kitap dünyası.

Bu havuzda okuyucunun işini kolaylaştırmak ki-

tap eklerinin görevlerinden biri. Kimseye neyi

okuyup neyi okumayacağını söylemek gibi bir

derdimiz olmamakla birlikte fikrimizi sunmak-

tan da çekinmiyoruz. Yaklaşık bir yıldır hem

eleştiri kültürüne katkı sunma ve geniş yelpaze-

de kitapları incelemenin peşine düştük. Fakat

bir kitap ekinin ömrünün çok da uzun olduğu

söylenemez. Bir kitap gibi kitapçı raflarında ay-

larca durmaz. Haftalık çıkan bir ekin ömrünün

haftalık olduğunu bile söylemek bir gerçekçilik

olmaz bazen. Alındığı gün bakılan ve hafızada

kalanlarla kenara bırakılan bir yayın olarak ba-

karsak bütün bir yılın hafızalarda kalmasının da

imkanı yok elbette. İşte bu nedenledir ki 2012

biterken biz de Aydınlık Kitap olarak yılın göz-

lemini size sunmak ve bir okuma listesi oluştur-

manıza katkı sağlamak isteriz. Dikkatinizi çeke-

riz ki listenizi oluşturmak değil, listenize bir kat-

kı sunmak niyetimiz.

Sevdiğiniz bir yazarın, bir süredir yeni bir

eserinin çıkmıyor ve sizin onu sabırla bekliyor

oluşunuz herhalde gelecek olan eserin heyecanı-

nı fazlasıyla arttırıyordur. 2012 için beklenilen

kitapların yılı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

İhsan Oktay Anar'ın beklenen kitabı “Yedinci

Gün” ve Yaşar Kemal'in Bir Ada Hikayesi'nin

son kitabı “Çıplak Deniz Çıplak Ada” okurla

buluştu. Eserler daha henüz yayımlanmadan ta-

dımlık sayfalar sunuldu, yayımlandıktan sonra

ise bu eserler yayıncılık dünyasını bir süre meş-

gul etti.

2012 öykücüler açısından verimli geçen yıl-

lardan oldu. Oldukça fazla öykü kitabının yayı-

nevlerince sunulduğu bu yılda öykücülüğün baş-

lı başına güçlenmesinin, bu alana özgü yazarlar

vaad etmesinin sevindirici olduğunu belirtmeli-

yiz. Tabii bu kadar fazla öykü kitabı çıkınca bir-

takım sorular da akıllara gelmeye başladı; bu ar-

tışın nedeni öykü alanında, tekniklerinde ve üs-

lubunda kendini bulan yazar sayısının artması

mı, yoksa güçlü bir roman çatısı kurmakta zorla-

nan yazarların öykücülüğü derinlikten uzak, ko-

laycı bir yapı olarak algılaması mı? Bu, yıl içeri-

sinde tartışılan sorulardan biriydi...

Köşe yazılarının internet ve ona bağlı olarak

sosyal medyadaki paylaşım ağlarının kullanımıyla

önemi ve bilinilirliği belirgin bir noktaya ulaştı.

Bu yayılmayla birlikte 2012'de oldukça fazla, köşe

yazılarının toplanarak kitap halinde okura sunul-

ması formatı kullanıldı. Yıllardan beri varolan bir

format aslında bu derlemeler fakat önceden in-

ternetin olmadığı ve ona bağlı olarak yoğun bir

yayılım bulamayan yazıları bir arada görmek iste-

yebilirdi okuyucu. Ayrıca gene aynı nedene bağlı

olarak arşivlere ulaşımın büyük zorluğundan

bahsedebiliriz. Oysa bugün internetin cebimizde

olduğu bir dönemde, bütün yazılı arşivleri indir-

mek mümkünken köşe yazılarının kitaplaştırılmış

halleri oldukça yüksek satış tirajlarına ulaşabili-

yor. Yılmaz Özdil, Can Dündar, Elif Şafak, Le-

vent Kırca, Mustafa Mutlu 2012'de köşe yazıları-

nı kitaplaştıranlardan.

2012'nin en çok satan kurgu dışı kitaplarına

baktığımızda ülkenin siyasi arenasına bağlı ola-

rak ortaya çıkan kitaplar okuyucu tarafından yo-

ğun ilgi gördü. Ülke gündeminden düşmeyen

“Ergenekon” ve Siliviri'deki aydınlar, gazeteciler

ve askerler tarafından kaleme alınan eserler bu-

gün “Silivri Kitaplığı” olarak anılmaya başlandı.

Hem dava sürecine hem de Türkiye'nin tarihine

önemli belgeler olarak geçecek bu eserler çok

satanlardan uzun süre düşmedi.

Bu çerçevede Aydınlık Kitap olarak size

hem yerli kurgu edebiyattan hem yerli araştır-

ma-inceleme eserlerden öneriler sunuyoruz. Ay-

rıca yayın camiasından editör ve yazarlardan da

2012'de okunmadan geçilmemesi gereken kitap

önerilerini sizlerle paylaşıyoruz. Umarız yeni yıl

daha huzurlu kitap okuyacağımız günler getirir.

Yay�neviyle, yazar�yla, çevirmeni ve editörüyle,düzeltmeniyle koskoca bir üretim alan� kitap dünyas�.

Bu havuzda okuyucunun i�ini kolayla�t�rmak kitapeklerinin görevlerinden biri. Kimseye neyi okuyup neyiokumayaca��n� söylemek gibi bir derdimiz olmamakla

birlikte fikrimizi sunmaktan da çekinmiyoruz

AYDINLIK Kİ[email protected]

Kitaplarla aydınlığaKitaplarla aydınlığaKitaplarla aydınlığaKitaplarla aydınlığa2012 KİTAPLIĞI

MURAT CEYİŞAKAR:(Kabalcı Yayınevi)Benim 2012 kitabım Birgül Oğuz'un

Metis Yayınları'ndan çıkan “Hah” isimli

kitabı.

“Hah”, insanın var olmaya çalıştığı bilinen

o belalı denizde, vücut hatları gergin ama

kendisini önemsemeyen, öne çıksa bile

olayların hatta dalgaların içinde yeniden

kaybolan, tam kayboldu derken de tekrar

ortaya çıkan en sıradan kahramanların hi-

kayelerinin insanı sıkmadan anlatıldığı

kısa ama etkileyici bir eser...

Birgül Oğuz kendinden en uzak insanları

tanımlarken bile kendisinden kopamıyor;

deyim yerindeyse kendisine sadık kalıyor,

bu da onun anlatımlarınının doğallığını

koruyor ve içtenleştiriyor.

SUAT DUMAN: (Yazar)

Öncelikle 2012'nin

tüm yerli eserlerini

okuma olanağı bula-

madığımı söylemeli-

yim. Bu nedenle tam

ve sağlıklı bir değer-

lendirme yapamaya-

cağım. Yine de en

azından okuduklarım

arasından öne çıkan

kitapları paylaşmak isterim. Tek bir eser

adı veremeyeceğim. Zira bazı kitaplar ya-

zarının okurda oluşturduğu beklenti ne-

deniyle taşıdıkları öznel değerin ötesinde

bir ağırlık taşırlar. Bu yıl da, en azından

benim görebildiğim kadarıyla iki romancı-

mızın kitapları bu yıla sizin deyişinizle

"damgasını vurmuş" görünüyor. Hiç şüphe

yok ki Yaşar Kemal'in "Çıplak Deniz Çıp-

lak Ada"sı ve İhsan Oktay Anar'ın "Ye-

dinci Gün"ü.

Yazarlarının edebiyat dünyamızdaki

şılmaz yeri ve kitaplarının okurla bulu

sında yayıncılarının gösterdiği takdire

şayan çaba bir yana, her iki kitap da r

lıkla yayınlandıkları yıla iz bırakacak

ğerde.

Yine de onlardan geri kalmayan ve

2012'nin kıymetini pekiştiren başka k

lar okumadık mı? En azından adların

mazsak haksızlık edeceğimiz üç kitap

saymak isterim. Faruk Duman'ın son

dolu aslanına adanmış "Ve Bir Pars H

zünle Kaybolur" isimli kısa romanı; B

Bıçakçı'nın bekleyenleri hayal kırıklığ

uğratmayan "Sinek Isırıklarının Müe

ve genç yazar Bora Abdo'dan yeni bir

kücü kuşağını haber eden "Öteki Kış

tabı" bu yılın ıskalanmaması gereken

eserleriydi bana kalırsa.

NAZLI BERİVAN AK:(April Yayıncılık)

2012'de okuruyl

luşan genç bir y

yirmi öyküden o

kitabını önemsiy

rum: Melida Tü

noğlu imzalı “A

Bir Robot Doğu

İlk kitabı Ambu

Dünya Turu'nun

kapağına da taş

mız Gündüz Vassaf'ın cümlesini hatı

makta fayda var bu noktada: "Dünya

yeni bir yazar geldi, beraberinde yen

dil getirdi." Dilin sınırlarını zorlayan

nik, cüretkar ve yoğun anlatımıyla ye

edebiyatın habercisi olan Tüzünoğlu

anlatısı, şiir ve öyküye 'sıkıntı' ile yak

Page 13: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA 13lık KİTAP KAPAK

Öne çıkanlar

Kuşkusuz bu yıl da çok sayıda araştır-

macı farklı alanlarda önemli incelemeler

yapıp kitaplaştırdı. Okur açısından de-

ğerlendirecek olursak özellikle tarih ki-

taplarına olan ilgide bir artış gözlendi.

Televizyon programlarından dergilere

kadar tarih merakı kendini hissettiriyor.

Bu sevindirici. Tabii araştırma kitapları

yalnızca tarih alanıyla sınırlı kalmıyor.

Araştırma – inceleme kitaplarından

sizin için seçtiklerimiz:

�Türkiye ve İran (Gelenek,

Çağdaşlaşma, Devrim), Tolga Gürakar

�Darwin'den Dersim'e Cumhuriyet veAntropoloji, Zafer Toprak

�AKP ve Emekçiler, Yıldırım Koç

�Jön Türkler ve Komplo Teorileri,Haluk Hepkon

“Silivri Kitaplığı”Kimisi beş yılı aşkın süredir tutuklubulunan silivri tutsakları üretmeyedevam ediyor. Zindanlarda her şeyerağmen üretmeye devam eden aydın-larımızın kitapları bu yıl da en çok ilgigören kitaplar arasındaydı. O kadaryoğun bit üretim faaliyeti ki bu, kısasürede yayın hayatımıza “Silivri kitap-lığı” kavramı yerleşti. Koşullar araş-tırma yapmaya elverişli değil,araştırmayı bırakın bilgisayar ya dadaktilo olmadığı için herhangi bir dü-şünceyi kağıda dökmenin zorlaştırıl-dığı bir ortamda yazılıyor bu kitaplar.Buna rağmen bilgiye ve bilime duyu-lan aşk sebebiyle olsa gerek çok dahauygun ortamlarda yapılan çalışmalarataş çıkartıyor her biri. İşte bu yıl raf-larda yerini alanların bir listesi:

�Yalçın Küçük: “Sosyalist Açıdan

Ekonomi Politik (Sovyetler Birliğinde

Sosyalizmin Kuruluşu)”, “Sovyetler

Birliğinde Sosyalizmin Çözülüşü”

�Doğu

Perinçek:

“Arkadaşım

Deniz

Gezmiş”,

“Türkiye’nin

Anayasa

Birikimi”,

“Og’dan

Ogura

Devletin Oluşması Sürecinin

Türkçedeki İzleri”

� Ergin Saygun: “Balyoz”

�Mustafa Balbay: “Gülümsemek

Direnmektir”, “Denizlerin Davası”,

“O Mektubu

Yazan Bendim”

�Soner Yalçın:

“Samizdat”

�Barış Pehlivan ,

Barış Terkoğlu:

“Sızıntı”

�İlker Başbuğ:

“20. Yüzyılın En Büyük Lideri: Atatürk

(1923'ten 1938'e)/ (1881’den 1923’e)”,

“Mustafa Kemal Atatürk” (2 Cilt)

�Mehmet Bedri Gültekin: “Kürtçe

Eğitim Sorunu”

�Müyesser

Yıldız: “Vatan

Yahut Silivri”

�Tuncay Özkan:

“Anne Hiç

Canım Acımadı”aki tartı-

buluşma-

kdire

da rahat-

cak de-

ve

ka kitap-

larını an-

kitap daha

son Ana-

rs Hü-

nı; Barış

ıklığına

Müellifi"

i bir öy-

Kışın Ki-

ken

ruyla bu-

ir yazarın

en oluşan

msiyo-

a Tüzü-

“Annem

Doğurdu”.

mbulansla

u'nun arka

taşıdığı-

hatırla-

ünyaya

yeni bir

yan, iro-

la yeni bir

oğlu'nun

yaklaşan

günümüz edebiyat ortamına isabetli bir

salvo. Zaman, mekan ve kimlik algısının

değiştiği bir dünyada, dili de değiştirme ve

dönüştürme çabasını öyküler üzerinden

deneyimlemek özel bir durum olacak zan-

nediyorum okur için. Formüller, güvenli

alanlar ve olmazsa olmaz kuralları far-

kında olma, bu tıkız iklime karşı kendi ha-

vasını yaratma çabası dikkate değer son

dönemde ve raflarda 'ben buradayım

okur!' diye seslenen yazarların sayısı artı-

yor gün geçtikçe. Tek bir kitap üzerinden

gitmeliyse yanıtım, evet, çatışkan bir yaza-

rın, edebiyat üzerinden özgürlük alanları

açma halini, 'performans'ını ve risk alma

cesaretini editör ve okur olarak kışkırtıcı

buluyorum, tam da bunun için 2012 kita-

bım “Annem Bir Robot Doğurdu”

ÖNER CİRAVOĞLU:(Remzi Kitabevi)

Bence 2012 yılına

damga vuran as-

lında iki yapıttan

öz edebiliriz. Yaşar

Kemal'in “Çıplak

Deniz Çıplak

Ada”: Bu roman

yazarın kendine

özgü diliyle bir

kreşendo hava-

sında... Ülkemizin

yüzleşmemiz bir gerçeğiyle bizi karşılaştı-

rırken şiirsel anlatımın dorularına götürü-

yor okuru… Bir de Enver Aysever'in

“Yazgıcılar”ı. Yaşadığımız izlenme, din-

lenme çağına tanıklık eden, özgürlüğü-

müzü kuşatan bu sisli havayı bir kent

sitesi ekseninde başarıyla kuran bir edebi-

yatçıyla karşı karşıyayız.

Araştırma – inceleme

Çıkan kitap sayısına bakılırsa edebi-

yat alanında verimli bir yıl olduğunu söy-

lemek mümkün. Uzun süredir yeni kitabı

beklenen isimlerin eserleri bu yıl oku-

yucuyla buluştu. Bunun yanı sıra çok sa-

yıda genç yazar öykü ve romanlarıyla ki-

tap raflarında yerlerini aldılar. Hepsine

yer vermek mümkün değil elbette ama bu

yıldan kalan romanlardan bazıları şöyle:

�İhsan Oktay Anar - Yedinci Gün

�Yaşar Kemal -

Çıplak Deniz Çıplak Ada

�Murat Gülsoy -

Baba, Oğul ve KutsalRoman

�Cumhur Orancı-

Acı Düşler Bulvarı

�Ahmet Ümit - Sultan'ı Öldürmek

Page 14: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP

2012 yılı, edebiyatımızda bir umu-

dun başlangıcı bir yıl değildi. 12 Ey-

lül 1980 "Kültür Komuta Konse-

yi"nin tahrip ettiği ve yarattığı "yeni"

edebiyatın etkilerinin kırılması bi-

linci bile yoktu. Aslında Washington

Uzlaşması'nda açıklanan ve Şikako

Okulu'nda temelleri atılan neoliberal

saldırı, tüm dünyada edebiyatın te-

mellerini sarsmıştı.

Türkiye'nin kısa tarihinde yazar ol-

manın bedelini hapislerle, hücreler-

de çürümeyle ödemiş devrimci, de-

mokrat, ilerici yazarların hepsi bu dö-

nemde ya görmezden gelinerek ya da

"ideolojiye eklemlenerek yazar/şair ol-

dular" diye alçakça suçlanıp adeta "gü-

dümlü yazarlar" olarak aşağılanarak

kara propaganda yapıldığı "Eylülist

yazarlar" döneminin yazarlarının kü-

resel efendilerinin hizmetkârları ol-

duğu, 2012 yılında daha da açığa

çıktı.

Bugün, Türkiye'nin malı mülkü

yok pahasına satılırken, tüm demo-

kratik ilerici birikimi siyasi ve eko-

nomik olarak tarümar edilirken ve

ülke, komşu bir ülkeye emperyalist,

gerici bir saldırı üssü haline gelmişken

bu yazarlar ve şairlerin kalbi buz

kaplamış gibiydi, sesi hiç çıkmadı. An-

cak anadilde eğitim talebiyle yapılan

cezaevi açlık grevlerinde birden ortaya

çıkıverdiler. Halkına önderlik etme-

si gereken bir "aydın" olarak Adalet

Ağaoğlu'nun "Yetmez ama evet," di-

yerek yanıldığını söylemesi, hayretle

karşılandı ve Adalet Ağaoğlu ve iliş-

kileri üzerine kuşkuyla düşünülmeye

başlandı. Yalçın Küçük'ün müthiş ta-

nımı olan "maydın" tavrı sergileyerek

yaptığıi bu çıkışıyla, Başbakan Erdo-

ğan politikalarına saldırması, aslında

Abdullah Gül'den yana bir destek ol-

duğu yorumlarına neden oldu.

Fransa Cumhuriyeti Kültür Ba-

kanı adına Sanat ve Edebiyat Şöval-

yesi nişanı Temmuz 2012'de Beyoğ-

lu’ndaki Fransız Sarayı’nda düzenle-

nen törenle Elif Şafak’a verildi. Tö-

rende Fransız Büyükelçinin "Ro-

manda, Ermeni Soykırımı’nın unu-

tulması konusunu büyük bir incelik-

le ele aldığınız bölümlerden dolayı ge-

çirdiğiniz bu zor zamanlar, Türk top-

lumunun bilinçaltı üzerine çalışma-

nıza devam etmek konusunda cesa-

retinizi kırmadı," diyerek bu yazarla-

rın halkının değil emperyalist mer-

kezlerin ilgisine mazhar "embedded"

benzeri yazar olduklarını itiraf etmiş

oldu.

Tam bu tören konuşulurken, Or-

han Pamuk ve benzeri birkaç yazar ta-

rafından Fransız Liberation'da ya-

yımlanan, Nobel almış bir yazara ya-

kışmayacak fütursuzluktaki mektup

her şeyi tartışmasız açığa çıkardı.

Mektup, okuyanı hayrete düşürdü.

Mektupta bağımsız bir ülkenin Dev-

let Başkanı Esat'a Kaddafi benzet-

meleri yapılıyor, çoluğunun çocuğu-

nun bile parçalanacağı dile getirilerek

emperyalist vandalların ağzıyla ko-

nuşuluyordu.

Böylece 12 Eylül yönetimince,

yalnızca edebiyatla ilgilenen, politi-

kayla ilgilenmeyen edebiyatçı tipine

örnek gösterilen bu grubun, boğaz-

larına dek emperyalizmin politikala-

rının birer aleti oldukları ortaya çı-

kıyordu.

Yalçın Küçük'ün o dönemde yaz-

dığı ünlü kitabı “Küfür Romanla-

rı”nda saptadığı gibi: “Türk solculu-

ğunu günah keçisi saymak, dinciliği

yasallaştırmak, bellek silmek” çaba-

sını taşımışlar ve edebiyatımızın ger-

çek damarına karabasan gibi çök-

müşlerdi. Edebiyatın artık siyasetin

emrinden kurtulduğu, edebiyatın öz-

gürleştiği -12 Eylül darbesiyle oluyor

bütün bunlar elbet!- propagandasının

nasıl büyük bir kandırmaca olduğu

2012 yılında -geç de olsa!- açığa çık-

ması edebiyatımız açısından en olum-

lu gelişmeydi.

2012 yılı içinde Mustafa Yıldı-

rım'ın “Ortağın Çocukları” kitabında,

İngilizce belgelerden, hangi Türk ya-

zarlarının Amerikan bursuyla, ge-

neraller gibi ABD'de eğitildiklerinin

belgeleriyle sergilenmesi, edebiyatı-

mız açısından gerçekleri görmede, ki-

min kim olduğunu anlamada devrim

gibi bir gelişme oldu.

2012 yılındaki gelişmeler, Türk

edebiyatını, “ahlaki yetileri zayıf, tüc-

car politikacı” edebiyat anlayışlarının

toplumsal meşruiyetinin zayıfladığı,

yazar ve şairlerinin bu zengin dili,

Türkçeyi yaratan halkın yanında ye-

niden yerini almasını sağlayan geliş-

meler olduğunu söylemek fazla iyim-

serlik sayılmaz. Artık edebiyat alanı-

nın asla masum olmadığını biliyoruz.

Bir zamanlar(!) düşünce özgür-

lüğü için mücadele, halka sömürüyü,

“gerçek”leri anlatma mücadelesiydii.

Yukarıda söz ettiğimiz elemanlarca

araya sokulan “düşünce özgürlüğü sı-

nırsız bir haktır” iddiası ve mücade-

lesi ise, özgürlükçülük postuna bü-

rünmüş emperyalist yalanları savun-

manın elbette en alçak biçimiydi. Bu

anlayış, tuttuklarını becerir anlayışıyla

aldatabildikleri kadar sürüyor; ama

bunu biliyoruz; bu önemlidir.

2012 yılında özellikle edebiyat

dergileri arı gibi çalıştılar, dünyanın

en zor işlerinden biri olan edebiyat

dergiciliği, büyük yayınevlerinin bü-

rokratik yapısının dışında, Türkiye'ye

özgü olduğunu düşündüğüm tekil

kahramanlar tarafından çıkarılan

dergilerin, hareketli sayılar yaşadığı-

nı ve çok yeni öykü ve şiirler yayınla-

dığını gördük.

Ulusal kültür yerine yerelcilik,

kimlikçilik, etnisite, kaybolmuş kül-

türler, kitapların ve dergilerin bir

numaralı konusuydu. Bundan uzak-

laşma eğilimi sergilendiğini,Türkçe ve

Türk halkı üzerine (de!) düşünüldü-

ğünü gördük. Şair Abdülkadir Bu-

dak'ın çıkardığı Sincan İstasyonu,

Veysel Çolak'ın yıllardır çıkan dergi-

si Dize, Kapadokya'da Fuat Çift-

çi'nin Şiiri Özlüyorum dergisi, Turgay

Fişekçi'nin Sözcükler dergisi, Ah-

met Özer/Ali Mustafa'nın bitmez

emeği Kıyı, Özgür Edebiyat, Roman

Kahramanları, Özcan Karabulut'un

Dünyanın Öyküsü, Ankara'da sessiz

sedasız çıkan Kalem gibi onlarca

dergide önemli şiirler ve yazılar ya-

yınlandı. Türkçenin, edebiyatımızın

asıl damarı buralarda büyük bir emek

ve kahramanlıkla sergilendi.

Edebiyatımızın, yayınevi, eleştiri

kurumu, yayın yönetmenlerinin (şim-

dilerde "editör!" oldu) seçimi, nite-

likleri, dergilerimizin durumu, en

önemlisi edebiyat ortamımızdaki dü-

şünsel ortam, tartışmalar -ya da hiç

tartışma niye yok- yayıncılığın teknik

sorunları, “kağıt fabrikaları niçin ka-

patıldı?” gibi açık açık tartışılması ge-

reken yaşamsal sorunları var. Bun-

ların 2013 yılında tartışılacağını umu-

yorum.

Bugün, Anadolu'nun en ücra yer-

lerinde ve büyük kentlerimizde yüz-

lerce edebiyat yapıtı yazılıyor. Yazar

ve şairlerimiz önemli yapıtlar yaratı-

yor, yayınlıyor; bu kuşatmayı Türçe-

yi en iyi biçimde kullanarak iyi öyküler

iyi şiirler yazarak -raf memurlarının

gözüne giremeseler de- yarmaya ça-

lışıyorlar. Artık "büyük" yayınevleri

önemli değil; yeni kurulmuş bir ya-

yınevi de var olabiliyor.

Hüseyin Haydar'ın bağıran şiiri,

Ataol Behramoğlu gibi şairlerin ör-

gütlü enerjisi en son binlerce sanat-

çının "Reddediyoruz" başlığı altında

Aralık ayı sonunda İstanbul'da bir ara-

ya gelip buluşması çok önemli hare-

ketlerdi.

Bütün dünyada aynı sorunlar ya-

şanıyor demiştik. Kabul etmek gere-

kir ki; artık iki edebiyat olacak dün-

yada. Biri, bu yüzeysel, derin olmayan

günlük dille yazılmış palavra edebiyat,

ikincisi Orhun Yazıtları'ndaki ikinci

yeni dilinden, Dede Korkut'tan, Ka-

racoğlan'dan, Balzac'tan, Dostoyev-

si'den, Gorki'den, Fakir Baykurt'tan

beslenen bizim bildiğimiz, değer ver-

diğimiz gerçek edebiyat.

Bütün bunların bilincine varma-

nın yaygın görüş haline gelmesi çok

önemli bir gelişme olarak 2012'ye

damgasını vurdu. Artık biliyoruz ki

karşımızdakiler kağıttan birer kap-

landır ve her zaman "gerçek edebiyat"

kazanacak. Neoliberal kuşatma önce

kültürel ortamı, entelejansiyayı ele ge-

çirerek işe başladı. Yine edebiyatla yı-

kılacak.

Bu anlamda 2013 yılına umutla

bakıyoruz.

2012 Yılında açık/gizli süren mücadele2012 y�l�ndaki geli�meler, Türk edebiyat�n�, “ahlaki yetileri zay�f, tüccar politikac�” edebiyat anlay��lar�n�ntoplumsal me�ruiyetinin zay�flad���, yazar ve �airlerinin bu zengin dili, Türkçeyi yaratan halk�n yan�nda

yeniden yerini almas�n� sa�layan geli�meler oldu�unu söylemek fazla iyimserlik say�lmaz

AHMET YILDIZ (YAZAR/ELEŞTİRMEN)www.gercekedebiyat.com Yayın Yönetmeni

Dünyanın enzor işlerinden

biri olanedebiyat

dergiciliği,büyük

yayınevlerininbürokratik

yapısınındışında,

Türkiye’yeözgü

olduğunudüşündüğüm

tekilkahramanlar

tarafındançıkarılan

dergillerin,hareketli

sayılaryaşadığını veçok yeni öykü

ve şiirleryayınladığını

gördük

Page 15: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP

Aydınlık Kitap Eki’nin 14 Aralık

günlü 42. sayısında, “Ahmet Hamdi

Tanpınar’ın kimi yazılarının gizlen-

mesinde”, Turan Alptekin’in de so-

rumluluğu bulunduğunu ima etti-

ğim gerekçesiyle, Tanpınar hakkında

önemli bir başvuru kitabı hazırlamış

bulunan bu yazarın mektubunu ya-

yımlama isteğini haklı görüyor ve bu

uzun mektuptan (sayfamızın elverdiği

ölçüde) önemli, belirleyici kesitleri

buraya alıyorum. Öte yandan, Tan-

pınar’ın düşünce ve kişiliğini bütün-

leyen öğeleri ve noktaları Sayın Alp-

tekin’in gözden kaçırdığı kanısında-

yım. Bunları önümüzdeki yazıda gös-

termek istiyorum...

Cumhuriyet Bilim Tek-

nik’in 2. sayfasında, yıllardır şi-

arcasına yinelenen şu paragraf

hep göz önünde olursa, sanı-

rım yanılgıya düşmeyiz: “Ben,

manevi miras olarak hiçbir

ayet, hiçbir dogma, hiçbir ka-

lıplaşmış kural bırakmıyo-

rum. Benim manevi mira-

sım bilim ve akıldır... Zaman

süratle ilerliyor; milletlerin,

toplumların, kişilerin mut-

luluk ve mutsuzluk anlayış-

ları bile değişiyor. Böyle bir

dünyada, asla değişmeye-

cek hükümleri getirdiğini

iddia etmek, aklın ve bilimin

gelişimini inkâr etmek olur... Benim

Türk milleti için yapmak istedikle-

rim ve başarmaya çalıştıklarım or-

tadadır. Benden sonra beni benim-

semek isteyenler, bu temel eksen

üzerinde akıl ve bilimin rehberliği-

ni kabul ederlerse, manevi mirasçı-

larım olurlar. / Mustafa Kemal”

Tanpınar’ın kimliğini tanımla-

mada “Atatürk” ve “kişilik” kavra-

mını yan yana getirirken ben bu pa-

ragraftan yola çıkmıştım. Şimdi

mektubu okuyalım:

TANPINAR ATATÜRKÇÜMÜYDÜ?TURAN ALPTEK�N

Mersin, 17 Aralık 2012Kardeşim Seyyit Nezir Bey,

Aydınlık Kitap Eki’nde yayım-

lanan yazınızda, “... Tanpınar’ın

Atatürkçü kişiliğinin atlanması ya da

gizlenmesi konusundaki genel ısrar

çözümlenmeye değer. Durumu bil-

mekle birlikte sözgelimi Alptekin,

‘Ahmet Hamdi Tanpınar: Bir Kül-

tür Bir İnsan’ kitabının hiç olmaz-

sa son basımında bu bilgilere yer ver-

memekle, toplumsal sorumluluk-

tan geçtik, hocasına karşı doğru mu

yapmıştır?” cümleleriyle bana kita-

bımı savunma fırsatı verdiğiniz için

size yürekten teşekkür ediyorum.

Bir konuyu karartmak, olgunun

bir yanını atlamak ya da gizlemek,

yönetim ve yargı gibi, yazar ve bilim

adamı için de öncelikle bir “ahlâk”

sorunudur. Ve “ussal”laşmamış top-

luluklarda masumca yaygın bir ol-

guya dönen bu durumun, “ethik” ol-

duğu ölçüde “lojik” sonuçlarının da

bulunduğunu, “gerçek olmayan”

üzerine kurulu bir “düşünce sistemi”

öyküsüyle eğitilmiş insanların gör-

meleri de bence beklenemez.

[...] Tanpınar’ın “Atatürkçü ki-

şiliğinin atlanması ya da gizlenme-

si” söyleminde “Atatürkçü kişilik”

kavramının gerçeğe dayanmadığını,

“Atatürkçü düşünce sistemi” gibi,

“Atatürkçü kişilik” söyleminin de

“reel” bir karşılığı olmadığını dü-

şünüyorum. İnsan ancak kendisi

olduğu zaman bir “kişi”dir. Ve

“kişi”, dayandığı kültürlerin, aldığı

etkilerin zenginliği ile değerlenir.

“Gen”ler, daraldıklarında “cüce”ler

yaratırlar.

[...] Yaşadığımız ülkeyi, Cum-

huriyet’i, kurucusunu ve onun ar-

kadaşlarını sevmemek, bu sebeple

bizim aklımızdan bile geçmemiştir.

O günlerin değerini anlamak için

Arthur Koestler’in “Toprağın Tor-

tusu” adı ile Türkçeye çevrilmiş

olan romanında anlattığı, Alman

çizmesi altında Fransa betimleme-

sine bir göz atmak yetecektir. Bizler,

bize bir barış yaşamı sağlayanlara,

yürekten bağlılık duyarak büyüdük.

Yoklukların eşitlediği, haksızlıkların

kitleselleşmediği, küçük burjuva dar

görüşlülüğünün geniş halk bilgeliğini,

imparatorluk kalıtı halk sağduyu-

sunu yok edemediği bir çevre için-

de “Atatürkçü kişilik”, “Atatürkçü

düşünce sistemi” gibi dogmalarla,

“Ortaçağ dünya görüşü” ile biçim-

lenmiş dinsel “nass”larla, tümden ge-

limci mantığı tek düşünce biçimi ola-

rak almış beyinlerle ufkumuz ka-

panmadan, sanatın ve bilimin ay-

dınlığıyla yıkandık. Ancak lise sı-

nıflarında uzaktan adlarını duyaca-

ğımız Nâzım Hikmet’ten, Kemal

Tahir’den, Ruhi Su’dan, Sabahattin

Ali’den, Doğu ve Güneydoğu halk-

larından, geçit vermeyen Zap su-

yundan, 1915 olaylarından ve gökleri

uluslara bayrak olmuş uzak As-

ya’dan habersiz bir ulusallık içine ka-

panmış olsak da...

B�L�M VE SANATDO�RUYU ER GEÇGÖSTER�R

[...] Tanpınar, Erzurum Lisesi’ni

ziyaretinde devletin kurucusunun

elini öptüğünü, kendisiyle konuştu-

ğunu anlatıyor. Atatürk’ü sevmeyen

bir yazar olsaydı bu karşılaşmayı

anmadan geçerdi. Atatürk’ün Ça-

nakkale savunmasının sonuçlarını

anlattığı bir derste, bize bunu söy-

lüyor. Fakat Tanpınar hiçbir zaman

“Atatürkçü bir kişilik” olmadı. Evin-

de birkaç kez karşılaştığım İlhan Şev-

ket, Atatürk’ün elini öpmeyenler-

dendi. Bilim de, yazarlık da, özgür,

eleştirici, “fikri hür, irfânı hür, vicdânı

hür” kişiler istemektedir.

Tanpınar’ın, “Atatürkçü düşün-

ce sistemi” söyleminin yanına ko-

nabilecek tek bir cümlesi yoktur.

Ancak Namık Kemal’i ve Tevfik

Fikret’i örnek birer kahraman ola-

rak görmesi, onu Mustafa Kemal’le

birleştirir. 27 Mayıs’tan sonraki ya-

zılarından birinde yönetime el koyan

askerlere, Atatürk’ün “meziyet”le-

rini örnek almalarını söylüyordu.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Cum-

huriyet Halk Partili idi. Gizlenmek

değil, yok sayılmak istenen de, Tan-

pınar’ın bu yönü idi. Bir gün, fakül-

te dışından bir uyarıcı, “Tanpınar’ın

bir kusuru var, Halk Partili olması!”

diyerek beni uyarmaya çalışmıştı. [...]

Tanpınar, Türkiye Cumhuriye-

ti’ni seviyordu. Cumhuriyet’i ve dev-

rimleri Tanzimat sürecinin kaçınıl-

maz bir sonucu olarak görüyordu.

Bu Cumhuriyet’in Osmanlı Devle-

ti’nin bir sonucu olduğunu, Malaz-

girt’ten sonra Anadolu’da doğan, bi-

çimlenen, Osmanlı ile yüksek bir uy-

garlık düzeyine ulaşan, temeli İs-

lâm’la yoğrulmuş, bir “ulus” kavra-

mını savunuyordu. Bu görüşler onu

Yahya Kemal’le birleştiriyordu. Fa-

kat estetiği Yahya Kemal’den çok

Ahmet Haşim’e yakındı. Baudelai-

re ve “Sembolistler” her üç şairin de

ortak çizgileriydi. Köylünün “işçi” ol-

ması düşüncesi de onu André Mal-

raux ile birleştiriyordu. Özgürlükçü

idi. Bir gün bana, “Kitaplığında

Marx’ın Kapital’ini bulamadığınız

bir üniversitede felsefe yapılabilir

mi?” demişti. Hocası Yahya Kemal

gibi, Jaurès’yi seviyor ve bize de

sevdiriyordu. Fikret’i Hegel’le bir-

likte tanıyor, Ali Kemal’i, gelen dev-

rimden habersiz, öncüleriyle birlikte,

onları tanımadan Bibliothèque Na-

tionale’de aynı salonda, kitap okur

buluyorduk.

CHP’N�N FA��ST �LANETT��� B�R ADAMIM

Bana gelince, aşağı yukarı bu gö-

rüşlerin izinde, o dönemde her iki

yana kol kucak açarak yaptığım ho-

calığımla yönetimdeki CHP’li kad-

rolarının “faşist” ilan ettiği (Cum-

huriyet, 13 Mayıs 1978) bir adamım.

Tanpınar’ın 27 Mayıs’tan sonra-

ki yazıları üzerine üç yazı yazdım:

“Ahmet Hamdi Tanpınar”, Evren-

sel Kültür, Şubat 2009; “Bir İç

Dinginliği”, Evrensel Kültür, Hazi-

ran 2011; “Suçüstü”, Evrensel Kül-

tür, Haziran 2012. Kitabımda da

(Ahmet Hamdi Tanpınar: Bir Kül-

tür, Bir İnsan, İletişim Y., İstanbul

2001, s. 60-61, 64) atlanan öbür ya-

zılarla birlikte, bu yazıların ya-

yımlanması gerektiğine değindim.

Kitaplık’taki söyleşimde de konu

üzerinde durduğumuzu anımsıyo-

rum. Benim görüşüm, Tanpınar’ın

ölümünden sonraki yayınlarda ese-

ri üzerine serilen örtü, günlükleri

çevresinde kişiliğini hedef alan söy-

lemler, şairin ölümünden önceki bir

yıl içinde yaşadıklarının günümüze

uzanan gölgeleri olduğudur.

Ben, yayımcı hakları dolayısı ile

ve ailesinden de bir istek gelmedi-

ğinden Tanpınar’ın herhangi bir ya-

zısını kitabıma almamam gerektiği

düşüncesi ile, yazarın eseri dışında

kalmış ve benimle birlikte yitip gi-

decek düşüncelerine dayalı bir Tan-

pınar monografisi ortaya koymaya

çalıştım. Kitabımı bu düşünceye

göre tasarladım. Necip Fazıl Kısa-

kürek’in ve Tanpınar’ın ortak öğ-

rencileri [olan] bir arkadaşım gaze-

tesinde yayımlamasa idi, bugün böy-

le bir kitap da olmayacaktı: Tanpı-

nar’ın bir kitabının hazırlıkları do-

layısıyla bürosuna birçok kez gitti-

ğim, bir zamanlar pek güler yüzlü bir

yayımcımızın, Tanpınar’ın ölümün-

den sonra, bilmediğim bir sebeple

kapıyı yüzüme kapattığını bir çevre

karakteri olarak anmak isterim. Bu

sebeple, kimsenin bana: “Neden

bunları yapmadın?” deme hakkı ol-

duğunu sanmıyorum. Saygılarımla ve

değerli eleştirileriniz için tekrar te-

şekkürlerimle.

“Cumhuriyet Halk Partili idi. Gizlenmek de�il, yok say�lmak istenen de, Tanp�nar’�n bu yönü idi.”

“Tanpınar, 27 Mayısçılara,Atatürk’ü örnek almalarını söyler”

[email protected]

SEYY�T NEZ�R

ARAKABLO

Page 16: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP

“Kürsünün üstünde bir resim:Gözleri denizlerden maviBakışları güneşlerden sıcak,Dört mevsim.Kürsünün üstünde :Atatürk’ün arkasında al bayrak,Kollarını kavuşturmuş göğsünde.Bu resimle başlar bizim günümüz,Karşımızda Atatürk’ü gördükçeKıvançla dolar, taşar gönlümüz.Öğretmenimizin kürsüdeVerdiği dersiDinler bizimle birlikteAtatürk’ün resmi.”

İncecik kollarımızla taşıdığımız

odunlarla ısıtılan, birkaç sınıfın bir

arada bulunduğu ilkokullarımızda,

o ilkokul yıllarımızda “Resim” şiiriyle

yaşamımıza girmiş, daha sonra baş-

ka şiirleri ve bambaşka duyarlıkla-

rıyla bizimle yol arkadaşlığını sür-

dürmüş ender şairlerimizdendir

Behçet Necatigil.

Yaşı artık elliye dayanmış olan-

ların çocukluk anılarında sımsıcak bir

yer edinmiş olması, onun şiir dün-

yasına girebilmemiz, şairlik kimliği-

ni anlamamız için de kuşkusuz anah-

tar değerinde bir olgudur.

“���R� YÜKSEKL�KKORKUSU YA�AR.”

İlhan Berk’e aittir bu söz. Aslında

bir dizedir, İlhan Berk’in Behçet Ne-

catigil için yazdığı “Behçet Necati-

gil” şiirinde geçen. Ve her dize gibi

tabii ki yorum alanı içindedir.

Şöyle mi anlamalıyız? Behçet

Necatigil’in şiiri büyük davaların, sar-

sıcı tarihsel olayların, dramatik top-

lumsal serüvenlerin, alt üst olmuş ha-

yatların şiiri değildir.

Kuşkusuz başka türlü anlama ve

anlamlandırmalar da mümkündür.

Gerçekte Necatigil şiiri öğret-

menlik yaşamına paralel bir sakin-

lik halinde ve denge içinde akar, ne-

reye giderse gitsin aynı sakinlik için-

de ve sükûnetle ilerler.

“Şimdi siz söyleyinNe zaman ve nasılKolay mı görmekÖnce bazı şeyleri”(Karışık Tarife)Necatigil önemsenmeyenleri, sı-

radanlık içinde atlananları hatta

üzerine basılıp geçilenleri, yani gö-

rülmesi kolay olmayanları gören bir

şairdir. Ve bu manada onun şiiri ke-

nar duyguların, tenhalıklardaki dü-

şüncelerin, tekrar tekrar yaşandığı

halde kimsenin farkına varmadığı ya

da üzerinde durmadığı, es geçtiği

güncel hallerin, hislenişlerin şiiridir.

Behçet Necatigil okurunu sık

sık uyarır. Bu uyarı aslında yaşama,

yaşamı özenli yaşamaya dönük bir

davettir.

“Serviler evet evetSallanır sevince sayEksilir sayılarAltı, beş, dört, … üçe say!” (Çömlek)Gerçekte sıradan dünyalılar ola-

rak yaşamımız sınırlıdır ve bu dün-

yanın gerçek sıradan insanları

olarak bu sınırın farkında

olmamız gerekir. Az

olanı ayrıca kendi

kusurlar ımız la

azaltmak, bir ba-

kıma yaşamımı-

zı eksiltmektir.

Aynı şekilde du-

yarsızlıklarımız,

özensizliklerimiz

de bir başka hayat-

ta yankısını bulmakta

ve o başka hayatları bi-

zim hiç aklımıza gelmeyen

biçimlerde incitmekte, örselemek-

tedir. Bakın şu içtenliğe. Bu içtenlik

aynı zamanda yüzümüze tutulmuş

bir aynadır en hasından:

“Bendim geçen önünüzdenNe sandal ne denizBir çiçek güneşsizAlmak istemediniz.Sakınarak avucumun içindeBir ateş böceğiGöresinizGörmek istemediniz.Neler olduğu dışarıdanGörülmeyen dükkânlarSilin biraz şu camlarıSilmediniz!”Necatigil’in şiiri yeni ekonominin,

yani kapitalist ilişkiler alanına dâhil

edilmiş yerel ekonominin kentin sos-

yal hayatı ve insan ilişkileri üzerinde

yarattığı çözülmenin bir ağıtıdır.

Şairimizin ağıtı kaybolan insan-

lık ve insanlık değerleri üzerinedir.

Tabii ki bu ağıtın edası fısıltıdır.

Bu süreçte yeniye uyum sağlayan-

larla sağlayamayanlar arasındaki

çelişkiler de fısıltı halinde söylenen

ağıtın bir parçası olmuştur.

Behçet Necatigil dersini çalışmış

bir öğrenci olarak sunum yaparken

gösterişten uzak, çığırtkanlığa prim

vermeyen, halk avcılığına yönelme-

yen bir anlatımı tercih etmiştir. Bu

tercih gerçekte şair olmakla “şairim

demek” arasındaki bir tercihtir ve

günümüzde şiir jürilerinin birinci öl-

çütünün bu olması gerekir.

Kolay değildir ayrıntıların izini

sürmek. Toplumun bütün bireyleri

adına sanatçılar omuzluyor bu işi. Ta-

bii ki her sanatçının hassasiyet dere-

cesi, hassasiyet alanı farklı farklı. Bu

çok normal ve doğal da bir durum.

Şiir ve Behçet Necatigil söz ko-

nusu olduğuna göre şairimizin bi-

zim adımıza böylesi bir

yükümlülüğe talip ol-

duğunu söylememiz

gerekiyor. O mut-

fakların sıcaklı-

ğını, sokaklara

ait saygıyı, insan

ilişkilerindeki in-

celiğin değerini,

hoyratlığın yine

insan ruhunda aç-

tığı gizli yaraları, içki

masalarındaki sohbet-

lerin mecalini, iç âlemini, ko-

puşların incinişini ve daha neleri ne-

leri bizim adımıza takip etmiş ve bu-

nunla yetinmeyerek ayrıca estetik bir

formda kayda geçirmiştir.

Görevini layıkıyla yerine getir-

diğini biliyoruz.

Behçet Necatigil’in şiirinde sev-

gi, sevmenin erdemi, kırılganlık,

uzaklaşma, aile içi duygu atmosferi,

sokağın ahlakı, sokak kültürü, eş-

yalarla kurulan duygusal bağlar, pa-

ranın parasızların ruhundaki etkileri

ve benzer biçimde sayabileceğim

birçok temadan, tematik açılımdan

söz edebilirim. Ama onun şiirinde

bütün bu söz edilişlerin altında bir

dip sızısı, bir derinlik tasası ve gide-

rek billurlaşan bir kaygı olarak ölüm

duygusu sürekli varlığını hissettirir.

O yaşanmış ama değeri bilin-

memiş günlere, sevinçlere, kırılışla-

ra, farkına varılmadan işlenmiş ka-

bahatlere hatta umut etmelere ve

umut kesmelere sürekli olarak işa-

ret parmağını yöneltirken aslında

“hayatın bir gün son bulacağı” ger-

çeğine dikkatimizi çekmek iste-

mektedir. Demektedir ki sonunda

yaşadıklarımız kalacaktır geriye.

Hayatın sonlu olduğuna sürekli

vurgu yapması, bir bakıma yaşamın

doğru yaşanmasına bir vurgudur.

Yaşamın geçiciliğinden söz eden

bir şairin tabii ki zaman kavramını

görmezden gelmesini bekleyemeyiz.

Hayatın faniliği sonuçta zamanla

ilgili bir gerçekliktir. Zaman geçiyor

ve insan ömrünün mümkün sınırla-

rına ulaşıyor. Sonrası ise ölümdür.

Orta sınıf insanın gündelik ha-

yatındaki ayrıntıları zaman ve ölüm

kavramlarıyla bağlantılı ve bütünlük

içinde kavrayan Behçet Necatigil bu

düzlem üzerinden aslında genel in-

sanlık değerlerini de gözler önüne

sermektedir.

16 Nisan 1916’da İstanbul’da baş-

layıp 19 Aralık 1979’da yine İstan-

bul’da son bulan altmış üç yıllık ya-

şamının kırk dört yılını şiire adamış bir

şiir işçisi olmanın yanında Behçet

Necatigil, deneme ve sözlük alanın-

daki çalışmalarıyla da seçkinliğini

ortaya koymuş bir edebiyatçıdır.

Hikmet Burcunun Şairi:Behçet Necatigil

Necatigil’in �iiri yeni ekonominin, yani kapitalist ili�kiler alan�na dâhil edilmi� yerel ekonomininkentin sosyal hayat� ve insan ili�kileri üzerinde yaratt��� çözülmenin bir a��t�d�r

CAFER YILDIRIM [email protected]

Onun şiirikenar

duyguların,tenhalıklardaki

düşüncelerin,tekrar tekrar

yaşandığı haldekimsenin

farkınavarmadığı ya

da üzerindedurmadığı, esgeçtiği güncel

hallerin,hislenişlerin

şiiridir

Behçet Necatigil

Necatigilönemsenmeyenleri,

s�radanl�k içindeatlananlar� hatta üzerinebas�l�p geçilenleri, yani

görülmesi kolayolmayanlar� gören

bir �airdir

Page 17: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA 17Aydınlık KİTAP

“Ayvalık’tan başladık, kapata kapata

buraya kadar geldik” diyor Mengeneci

Cemil Usta… İki genç işçinin doldurup dol-

durup üst üste dizdikleri hamur dolu tor-

balar konuldukları teknede yükseldikçe

ağırlaşıyor, ağırlaştıkça da gözeneklerden

önce damla damla süzülen, sonra giderek

minik bir şelale halinde akmaya başlayan

ürünün ilk yağı birikiyor. Zeytin çiftçisi bu

ilk yağa hiç su verilmeden kendi ağırlığıy-

la sızdığı için çiğ yağ diyor. Daha sonra zey-

tin hamuru dolu bu çuvalların hidrolik pres-

te sıkılmasıyla elde edilecek ikinci kısım

yağ, bu amaçla yapılmış bir havuza yolla-

nıyor. Son işlem, çuvalların içine sıcak su

verilerek yeniden sıkılması. Bu şekilde

elde edilen yağdan kalan pirina, katı yakıt

olarak kullanılan bir posa.

MENGENEDEN KONT�NÜYE70 yaşlarındaki Cemil Usta işte bu

presleme işinin erbabı. Her yıl bu zaman-

lar Balıkesir-İvrindi’den bir ekiple gelip yüz-

lerce ton zeytin sıkıyor. 40-50 yıl öncesine

kadar zeytin taş değirmenlerde halhamur

edilip, büyük mengenelerde sıkılırmış. Şim-

dilerde ne taş değirmen var ne de menge-

ne. Zamanla taş değirmenin yerini metal kı-

rıcılar, yıkılan mengenelerin yerini de bü-

yük hidrolik presler almış. Ama artık onlar

da yok denecek kadar azalmış durumda.

Sulu baskının yerini her yerde “konti-

nü”denilen, zeytinin dane olarak girip el

değmeden yağ, kara su ve pirina olarak çık-

tığı bir sistem almakta. Ayvalık’tan Ça-

nakkale’ye bu çeşit sadece iki fabrika var.

Yine de zeytinci, alışkanlıkla mengene de-

meyi sürdürüyor zeytinyağı fabrikalarına.

B�R 19. YÜZYIL ROMANINDA...Makinaların uğultusu ile yağlı, sarı ve

kısık bir aydınlık karşılıyor ilkin. Birbirine

karışmış keskin bir zeytin, zeytinyağı, kara

su kokusu ve buğu; Bir 19. yüzyıl roma-

nında, hikâyenin başındasınız sanki. Kim

kimdir, ne nedir, belli değil; önünüz ka-

ranlık, yer kaygan. Ne var ki, ilk sayfalar-

daki tedirgin el yordamıyla ilerleyiş yerini

daha emin adımlara bırakacak; az sonra da

insanın gözü karanlığa nasıl alışırsa, bur-

nu ve kulağı da bu koku, buğu ve uğultu ka-

rışımına öyle alışacak. Zaman geçip de zin-

cirin her bir halkasını; presten çıkan yağ-

la karışık suyun havuzlara doluşunu, burada

dinlenip üste çıkan yağın tabakçı ustası ta-

rafından tabakla toplanarak ayrıştırıcıya ko-

nuluşunu ve ayrıştırıcının bir yanından

karasuyun bir yanından yemyeşil zeytin-

yağının akışını görüp kavradıkça o ilk algı

kayboluyor…

Kayboluyor belki ama, anısı capcanlı:

İşte, çamur içindeki fabrikanın bahçesi zey-

tin çuvalları yüklü atlar ve arabalarla dolu.

Bir köşede yanan ateşin başında biriken ır-

gatlar aralarında bir şeyler konuşup gülü-

şüyorlar. Bir başka köşede zeytin çuvalla-

rının arasında birbirlerine sokulmuş uyu-

yanların üzerinden geçen yosun kokulu ha-

fif rüzgâr, yamaçlardaki zeytin ağaçlarının

arasında kaybolurken fabrikanın bahçesi-

ne akşam iniyor.

Mengenenin yüz yıl öncesine götüren

havasından belki, belki makinaların es-

kiliğinden (artık çalıştırıl-

mayan bir seperatör yenisi-

nin yanında mahzun bir hal-

de) zihnim, Tanzimat dö-

nemi edebiyatına çalışırken

okuduğum romanlarla fab-

rikada gördüklerim arasında

anlaşılmaz bağlar kuruyor.

Cebimde “Araba Sevdası”yla

bahçeye çıktığımda kapıda

bir traktör yerine gayet süslü

ve yeni bir lando görürsem şa-

şırmayacağımı sanmam da

herhalde bu yüzden.

�LK ROMANINYÜKLEND��� ÖZVER�

Şemseddin Sami’nin “Taaşşuk-ı Talât

ve Fitnat” adlı romanı yayımlandığından bu

yana aşağı yukarı 140 yıl geçmiş. 140 yılda

tütünü, buğdayı, pamuğu, demiri ve kö-

mürü anlatmış da romancılarımız; zeytin ve

mengene işçisine uzaktan bakmış her ne-

dense…

“Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat” ilk Türk ro-

manıdır ve elbet ilk olmanın bu ve başka

tüm kusurlarını taşıma özverisini de yük-

lenmiştir sessizce. İlk roman örneklerinin

hemen hepsi bu özverinin bir kısmını or-

taklaşa üstlenmişlerdir.

Kapı Yayınları bir süredir, Tanzimat dö-

nemi edebiyatımızın roman alanındaki bu

ilk örnekleri yayımlıyor. Şemseddin Sa-

mi’nin “Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat”ı bun-

lardan biriydi. Namık Kemal’in “İntibah”,

Nabizade Nâzım’ın “Zehra”, Recaizade

Mahmud Ekrem’in “Araba Sevdası” adlı

romanları yayınevinin yayımladığı diğer ilk

örnek romanlar. Bu romanlar ve daha

başkaları -Ahmet Mithat Efendi’nin “Fe-

lâtun Bey ile Râkım Efendi”, Samipaşazade

Sezai’nin “Sergüzeşt”, Mizancı Mehmet

Murat’ın “Turfanda mı Turfa mı” adlı ro-

manları- birçok eksiklikleri, kurgu yanlış-

ları ve basitliklerine rağmen klasik ro-

manlarımızın en başında gelirler.

�LK GERÇEKÇ� ROMAN1889’da yazılmış olmasına karşın, ancak

1896’da Servet-i Fünun’da tefrika edil-

dikten sonra kitap olarak yayımlanabilen

“Araba Sevdası”nı bu romanlardan ayıran

en önemli özellik, Bihruz Bey’in başına ge-

len traji-komik olayların gerçekçi bir an-

layışla yazılmış olmasıdır. Roman, o yıl-

lardaki romantizm-realizm

tartışmasının üzerine gel-

miş, tartışmanın realizm

tarafında yer almıştır. Re-

caizade Mahmud Ekrem,

roman kitap olarak ilk

defa yayımlandığında “Er-

bab-ı Mütalâya” başlığı

altında yazdığı önsözde

de vurgular bunu:

“İnsanlığa ilişkin ola-

rak akıp gitmekte olan

ibret verici olay ve du-

rumlara şiir ve hikmetle

karışık bir gözle bakılırsa

hepsi az çok hazin görü-

nür. Bunlardan birtakımının üzüntülü

gözyaşlarıyla, bir kısmının da garipseyen gü-

lümseyişlerle karşılanmasındaki fark, olup

bitenlerin kendisindeki trajikliğe değil algı-

lanışına ilişkindir. Gerçeklik ve olabilirlik çer-

çevesinde kurgulanıp betimlenme koşuluna

bağlı olan büyük, küçük hikâyeler ise in-

sanlığa ilişkin olay ve durumların birer ibret

verici aynasıdır.” (Araba Sevdası, Recaiza-

de Mahmud Ekrem, Kapı Yayınları, İstan-

bul, Eylül 2012, sf. 2).

ALAFRANGALIK HASTALI�IAraba Sevdası’nın bir diğer özelliği

ise, romanın cahil, müsrif, gösteriş meraklısı

ve hayalci bir genç olan Bihruz Bey’in şah-

sında alafranga meraklısı köksüz tiplerle

alay etmesidir. Ahmet Mithat Efendi’nin

“Felâtun Bey ile Râkım Efendi”si de Batı

hayranı böyle bir tipi anlatmaktadır; ancak,

Recaizade, alaycı bir dille anlattığı bir

mirasyediden başka bir şey olmayan bu

alafranga tipe gerçekçi bir görünüm ve ka-

rakter vermiştir.

Yazar, alafranga meraklılığını romanın

ilerleyen bölümlerinde Bihruz Bey’in iş ar-

kadaşı Keşfi Bey’i anlatırken genelleştire-

rek toplumsal bir hastalık olarak niteler:

“Araba Sevdası”nın konu ettiği olay-

ların geçtiği zamandan “yirmi beş, otuz

sene önceleri Avrupa görmüş bazı genç-

lerden, önce incelikten hoşlanan kibar

çocuklarına ve sonraları durumu ve gelir

düzeyleri ikinci derecede bulunan me-

mur çocuklarına bulaşan alafrangalık has-

talığı”dır bu. “Frenk tarzında süslü gezmek,

Fransızca okumak, ‘bonjur! bonsuvar! vu-

zalle biyen?’ demek için Beyoğlu’nda

adam aramak, Türkçe söylerken araya

Fransızca sözler katmak, koltuğunun al-

tında roman taşımak, israf ve sefahate, borç

etmeye özenmek ve Türkçeyi edebiyatsız,

kaba bir dil sayıp bu dilin cahili bilinmek-

le övünmek gibi alafrangalığın o zamanca

ve belki hâlâ bile kural ve gereklerinden sa-

yılan düşünce, davranış ve bilgide, kısaca-

sı ulusal geleneklerden olabildiğince sıy-

rılmak” bu tipin belli başlı marifetlerin-

dendir. (S. 159-160).

ALAFRANGA ZÜPPEL���NTAR�H�NE YOLCULUK

Araba Sevdası’nın başkişisi Bihruz Bey

bu alafranga züppe tipinin en süzülmüşü-

dür. Paşa babasının ölümüyle büyük bir ser-

vete konan az okumuş Bihruz Bey, döne-

min modasına uyarak kendisine bir Fran-

sızca hocası tutar, gösterişli bir araba alır,

bir de süslü bir arma yaptırır. MB; yani

Monsieur Bihruz. Vaktiyle babasının yer-

leştirdiği devlet dairesine arada bir uğra-

yan Bihruz Bey, zamanını daha çok berber

veya terzide geçirir. Birçok kitap alır ancak

hiçbirini okumaz. Şık giyinmek, gösterişli

arabasıyla eğlence yerlerinde dolaşmak en

büyük eğlencesidir. Yeni açılan Çamlıca

Halk Bahçesi’ne gittiği bir gün tüm dünyası

değişecek, hayalci ve romantik Bihruz

Bey, gerçekte ahlakça düşkün bir kadın ol-

duğunu bilmediği Periveş adlı bir kadına

aşık olacak, babadan kalan tüm serveti de

bu arada kar gibi eriyip gidecektir.

Romanın 1889’da yazıldığını hatırlar-

sak, “Araba Sevdası”, bizi “alafranga züp-

pe” tipinin tarihsel geçmişine götüren bir

nitelik de taşıyor bugün. O zamandan bu-

güne birçok değişiklikler geçirerek gelen

alafranga züppe tipi, bugün de var çünkü

ve en çok da aydınlar arasında…

(Konuyu haftaya da sürdüreceğiz).

Araba Sevdası: “AlafrangaZüppe”liğin geçmişine yolculuk

Fabrikan�n yüz y�l öncesine götüren havas�ndan belki, belki makinalar�n eskili�inden zihnim,Tanzimat dönemi edebiyat�na çal���rken okudu�um romanlarla fabrikada gördüklerim aras�ndaanla��lmaz ba�lar kuruyor. Cebimde “Araba Sevdas�”yla bahçeye ç�kt���mda gösteri�li bir lando

görürsem �a��rmayaca��m� sanmam da herhalde bu yüzdenMECİT Ü[email protected]

CAHİL, MÜSRİF, GÖSTERİŞ MERAKLISI, KÖKSÜZ VE HAYALCİ…

GÜLDEN TERAZİ

Page 18: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Esrar Üzerine

Dünü ve yarını unutup bugünde

yaşayacaksınız...

İçsel amacınız uyanmak.

İşte bu kadar basit.

Bu amacı gezegendeki bütün in-

sanlarla paylaşıyorsunuz.

İçsel amacınız, evrenin ve bütünün

önemli bir parçası.

Sizi siz yapan ve insanlığı birleşti-

ren tek güç.

Dışsal amacınız ise zamanla deği-

şebilir.

İnsandan insana farklılık göstere-

bilir.

Dışsal amacınıza ulaşmanın te-

melinde içsel amacınızı bulmak ve

onunla uyum içinde yaşamak yatar.

Gerçek başarının sırrı budur.

Hayatla Bütünle�mek

Bulaşıcı salaklık; zihinsel işlevlerde

bozulmaya yol açan, hastanın ve hasta

grubunun doğal ve kültürel çevre için-

de yaşamını sürdürme ve geliştirme

yeteneğinin azalması ve yitimiyle de so-

nuçlanabilen, kültürel temas yoluyla

bulaşan, memetik kaynaklı ilerleyici bir

zihin hastalığıdır. Çağımızda bu hasta-

lık öncelikle insanlar tarafından biçim-

lendirilmiş ortamların ve yine insanlar

tarafından çizilmiş sınırların içine yer-

leşmiş bulunmaktadır. Her türlü sınır çiz-

me girişiminin doğasında bu hastalık et-

kenin rüşeym halinde bulunduğu tahmin

edilmektedir. Salaklıktan korunmanın

birinci kuralı birinci kural üzerine dü-

şünmektir. Tarihçi Fevzi Demir cici, uslu

ve edepli bir bilim, toplumbilim ve tarih

yazımına ve anlatımına mizah yoluyla iti-

raz etmeye kalkışmış.

Bula��c� Salakl�k

On beş yıl sonra karşılaştılar... İkieski sevgili Keira ve Adrian. İkisi deayrı yollardan aynı hedefe yürüyen ikibiliminsanıydı. Evrenin bilinmeyen-lerini keşfetmek, bilinenleri tersyüzederek çok ötelere ulaşmak... Biri ilkgüne, biri ilk insana... Uzun bir serü-ven başladı; ölüm, her adımda onlarınyolunu gözlüyordu... “Yaptığınız ke-şifleri açıklayacak olursanız, ilk gün,dördüncü dünya ülkelerinde yüz bin-lerce insan ölecek, ilk hafta içinde deüçüncü dünya ülkelerinde milyonlar-ca insan ölecek. Ertesi hafta, dünyanıngöreceği en büyük göç dalgası başla-yacak. Bir milyar aç insan, kendilerin-de olmayana el koymak amacıyla kı-taları aşmak için denizlere açılacak.Herkes gelecek için ayırdığı biriki-miyle günü kurtarmaya çalışacak. Be-şinci hafta, ilk gece başlamış olacak.”

�lk Gece

“Petrol Değil Toprak”, ekoloji, fe-

minizm ve küreselleşme hakkında en

ilham verici metinleri kaleme alan

Hintli yazar ve aktivist Vandana Shi-

va’nın en son eseri. Vandana Shiva,

sürdürülebilir olmayan, indirmegeci

ve mekanik dünya görüşünün bizi sü-

rüklediği noktayı vurgularken, ik-

lim, enerji ve gıdada yaşanan üçlü kri-

ze dikkat çekiyor. “Büyüme ve kal-

kınma ilüzyonuna kapılarak çıktığı-

mız yolculuğun bir geleceği yok. Şu

an çok kritik bir dönemeçteyiz: Yı-

kım, çözülme ve imha süreçlerinin

böylece sürüp gitmesine izin verebi-

lir ya da yaratıcı enerjilerimizle sis-

tematik bir değişim yaratıp, insan türü

olarak, gezegenin bir parçası olarak

geleceğimizi yeniden kazanabiliriz.

Artık uyanma vakti.”

Petrol De�il Toprak

Unutulmaz bir dramın romanı:

“Siyah Sardunyalar”. Nilgün Şimşek

o etkileyici hikâye kitabından sonra,

şimdi de çok emek verildiği her ha-

liyle belli olan bir romanla çıkıyor

karşımıza.

Burada insanın içine dokunan

bir duygu tarihi nefes alıp veriyor.

Sabırla işlenmiş bir dil, çarpıcı bir

kurgu. “Son paralel, son nokta! Ne

fark eder? Sözden dönmenin yükü

her yerde aynı Şafak! Kötü biten bir

kahramanlık oyunu, sıfırı tüketmiş

anneler, babalar, telef olmuş çocuk-

lar, çiçek bahçesinde uyuyan bir gü-

zel, masal kahramanlarının derdine

düştüğü rüyalarda. Rüyaları gerçek

olsa. Gerçek bir zehir.

Ne demişti? ‘Dürüstlük ve sevgi

ne kadar yalnız kelimeler...”

Siyah Sardunyalar

Bu derlemede, hayalle hakikatin

arasında gidip gelerek, kurulmuş ya-

pıları bozan, yeni dünyalar kuran Pi-

ranesi var. Bir gezginin düşsel kentle-

re pusulasız yolculuklarını anlatan Ita-

lo Calvino ile göçebeler için geçici, de-

ğişken, kurmaca kent temsilleri üreten

Constant var. Onların kurguladığı son-

suz labirentler var. Babil Kulesi ile

Yeni Babil var. Mimarlığın sabit anla-

tılarının yerine ötekiliği, başkalaşımı, ke-

sintisiz bir oluş halini koyan Derrida var;

Deleuze ve Guattari var. Mimarlığı düş

imgeleri olarak gören sürrealistler;

onu “hayatı dönüştürmenin bin yolu

üzerine deney yapmanın aracı” haline

getiren sitüasyonistler var. Bir nadire

kabinesi, bir hafıza sarayı, bir özerklik

abidesi, “erotik ıstırap katedrali” ile

Kurt Schwitters var.

Arzu Mimarl���

Üç öğe etrafında örülmüş tam yir-

mi öykü, yirmi farklı hikâye. Kimi

uzun kimi kısa ama birbirine hiç ben-

zemeyen bu öykülerin her biri sizi ya-

zarının hayal gücüyle dokunmuş alı-

şılmadık dünyalara, farklı olaylara, tu-

haf insanlara götürecek. Kâh bir oto-

büste bir suça tanık olacaksınız kâh aşk

yüzünden işlenen bir cinayete; kâh

sevdiğinizi öldüreceksiniz kâh bir ro-

manın içinde cinayet işleyip katil ola-

caksınız ya da çocuk katiller görecek-

siniz. Fantastik dünyalara götüreni de

var, çamlar altında romantik bir orta-

ma da. Ama hepsinde kar yağıyor,

hepsinde cinayet işleniyor, ister istemez.

Eski bir yüzyılda geçeni de var, rüya-

larda işleneni de bu cinayetlerin. Yağan

karın romantikliğine ya da donduran

soğuğa kanın kırmızısı karışıyor hep.

Kar �zleri Örttü

Walter Benjamin, �mge KitabeviYay�nlar�, Çev: Suat Kemal Ang�,

204 s.

Şiirin izlerini takip eden “bu sıra

dışı ve büyüleyici metin”, “edineceği

bilginin hatırına” “kontrollü bir uyuş-

turucu yolculuğu”na çıkan Walter

Benjamin’in esrar ve diğer uyuşturu-

cular üzerine tüm yazdıklarını bir

araya getiriyor.

“Gerçekten istisnai” bir çalışma

olarak tanımlasa da, bu malzemenin

çok az bölümü Benjamin hayattayken

yayımlanmıştır. Bu kitabın gövdesi,

1927 ile 1934 yılları arasında Berlin’de,

Marsilya’da ve İbiza’da gerçekleştiri-

len bir dizi uyuşturucu deneyi sırasında

“ya da sonrasında” kaleme alınan

Uyuşturucu Deneylerinin Tutanakla-

rı’ndan oluşmaktadır.

Bu kayıtlar, esrarın etkisi altında

Benjamin ve arkadaşları tarafından tu-

tulan notlardır.

Fevzi Demir,Phoenix Yay�nevi, 168 s.

Kolektif, K�rm�z� Kedi Yay�nevi,300 s.

Eckhart Tolle,Artemis Yay�nlar�, 184 s.

Marc Levy, Can Yay�nlar�,Çev: Aykut Derman, 432 s.

Vandana Shiva, Sinek SekizYay�nevi, Çev: Özge Olcay, 208 s.

Nur Alt�ny�ld�z Artun, RoysiOjalvo, �leti�im Yay�nevi, 319 s.

Nilgün �im�ek,Yitik Ülke Yay�nlar�, 350 s.

Page 19: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Gazzali

Bu yapıtta okuyacağınız “Edebi-

yat ve İnsan” adlı yazısının bir yerin-

de şöyle der, Korkut Köseoğlu.

“Burjuvazi, bireyi koruma yala-

nıyla insanı iyice insansızlaştırdı”.

Doğru bir saptamadır bu.

Ama ben bu saptamayı değil de,

bu doğruyu görebilmeyi önemsiyo-

rum. Korkut Köseoğlu doğruyu gö-

rebilen gerçekçi bir yazardır.

Böyle dönemlerde gerçekçiliğe,

ekmek kadar, su kadar, gereksinme-

miz var.

Korkut Köseoğlu, bu yapıtıyla

gerçekçiliği gösteriyor.

Gerçekçiliğin elini tutuyor, bir

anlamda sizin, insanın elini tutuyor.

Yalnız değilsiniz.

Ben varım, biz varız.

Dünyay� DevirenKentler

Dolunayın ışığında bir köy me-

zarlığı... Mezarlığın duvarına çarpan bir

cip. Issız köyün ortasında kocaman bir

cem evi. Konuğunu yitirmiş bir mezar.

Cem töreninde arınmayı bekleyen bir

ölü. Bu olanların sessiz tanığı, bir

araştırma görevlisi. Yıkılan idealle-

riyle, sürüp giden yaşamı arasında sı-

kışıp kalmış bir adam. Alevi inancına

farklı bir bakış. Mistik bir gerilim ro-

manı... Ülkenin en kararlı, en özveri-

li, en iyimser çocukları. Sert, acımasız,

zalim günler. Zor günlere inat gü-

lümsemelerini korumaya çalışan genç-

ler. Demokrasi ateşini, diktatörlüğün

en karanlık döneminde yakmaya çalı-

şanların serüveni. 12 Eylül darbesine

direnen insanların gerçek yaşamla-

rından çarpıcı öyküler.

Yapı Kredi Yayınları tarafından ya-

yımlanan “Sen Bana Bakma, Ben Senin

Baktığın Yönde Olurum” kitabı ve bu

kitapla birlikte verilen CD, Özdemir

Asaf’ın kızı Seda Arun’un babasının se-

sini kaydettiği kayıtlarından oluşuyor. Bu

kayıtlarda Özdemir Asaf’ın kendi se-

sinden dinleyeceğimiz şiirleri ve bir de

İstanbul Radyosu’nda yapılan röportajı

bulunuyor. Kitabın önsözlerinden biri-

ni yazan gazeteci Doğan Hızlan ise ki-

tap ve şairin ses kayıtlarının bulunduğu

CD için “Şimdiye kadar birçok şiiri, şai-

rin kendi sesinden dinlediyseniz, Öz-

demir Asaf’ın ne kadar iyi bir şiir ses-

lendiricisi, okuyucusu olduğunu anla-

yacak ve onun şiirlerine, sesine bir kere

daha hayran kalıp, ayrı bir gözle de-

ğerlendireceksiniz” yorumunu yapıyor.

Sen Bana Bakma, Ben SeninBakt���n Yönde Olurum

Osmanlı’nın son dönemi ile Cum-

huriyet’in hemen öncesinde kurulan ilk

sosyalist partiler, Osmanlı Sosyalist Fır-

kası ve ardından aynı çevrenin kurdu-

ğu Türkiye Sosyalist Fırkası’dır. Bu

partiler, 1910-1922 yılları arasında İs-

tanbul’da faaliyet göstermiş; dönemin

bütün ideolojik ve siyasi rüzgârlarından

etkilenmiş, hem İttihatçı diktatörlüğü-

ne direnmiş hem de işgal ordularının de-

netimindeki İstanbul’da sosyalizmin

“Osmanlı amele sınıfıyla” buluşmasına

öncülük etmiş özgürlükçü hareketlerdir.

Bu araştırma, Osmanlı Sosyalist Fırka-

sı ve Türkiye Sosyalist Fırkası’nın var ol-

duğu tarihsel dönem içinde; hareketin

faaliyetlerini, programlarını, diğer par-

tilerle ilişkilerini o günün belgelerine

başvurarak ele almaktadır.

Osmanlı topraklarında üstünlük,

etki ve çıkar sağlamak için yarışan ve

çatışan yayılmacı devletler, Büyük Sa-

vaş’tan yenik çıkan İstanbul Hükü-

meti’ne Mondros Bırakışması’nı da-

yatmışlardı.

Amaç Anadolu’nun işgali ve

Türklerin geldikleri bölgeye, Orta As-

ya’ya sürülmesiydi.

Sevr Antlaşması’yla ise can çeki-

şen Osmanlı Devleti’ne son darbenin

vurulması planlanmıştı.

Ancak Türk ulusal güçleri, kor-

kunç bir tehdit oluşturan bu oldu-

bittiye karşı halkı coşturarak direni-

şi başlatacaktı.

Anadolu’da yaşanan bu kaygılı yıl-

ları, gizli İngiliz belgelerine dayana-

rak ele alan Salâhi Sonyel’in yeni araş-

tırması, yakın tarihimize ışık tutuyor.

Kayg�l� Y�llar

Türkiye tarihinin kırılma noktala-

rından biri olan II. Meşrutiyet (1908)

ekonomik ve toplumsal birçok değişim

ve dönüşüme sahne oldu. İttihat ve Te-

rakki yönetimi iktisadi ve toplumsal

alanda aktif rol oynadı. Milli iktisat,

hem Müslüman bir orta sınıfın yara-

tılması, hem de savaş ekonomisi için-

de ülkenin iaşe sorununu, para politi-

kasını, sanayileşmesini çözmeye yönelik

bir çözüm olarak gündeme geldi. Za-

fer Toprak, bu kapsamlı çalışmasında

dönemin iktisat politikasını, birincil el

kaynaklarla ve ayrıntıyla ele alıyor.

Osmanlı’nın son döneminde bankacı-

lık, para politikası, millî şirketler, ka-

pitülasyonlar gibi temel konular çer-

çevesinde dönemin iktisat tarihini in-

celiyor. Basında çıkan tartışmalarda za-

manın ruhunu ortaya koyuyor.

Türkiye’de Milli �ktisat

Eski Yunanlar için Prometheus’un

salıveriliş miti ilkel bir varoluş yasası-

nı ve insanoğlunun kaderini yansıt-

maktadır.

Carl Kerenyi, Prometheus’un öy-

küsünü ve bu bağlamda ilk işlevini or-

taya koymaya çalıştığı mit yaratımı sü-

recini incelemekte; ilk olarak Yunan

imgeleminde sonra da Batı geleneğinin

romantik şiirinde bu ilkel öykünün

nasıl evrensel bir kader anlayışıyla do-

natıldığını bulma arayışındadır.

Kerenyi, bu evrim geçiren mitin eski

Yunan’da Hesiodos ve Aischylos’tan

başlayarak Batı destan geleneğinde

nasıl işlendiğini görmek için Goethe ve

Shelley’e kadar izini sürmekte, daha

sonra miti insan cüretkârlığının bir ar-

ketipi olarak Jungçu psikoloji pers-

pektifinden ele almaktadır.

Prometheus

Salahi R. Sonyel,Remzi Kitabevi, 480 s.

Hasan Ayd�n, Bilim ve GelecekKitapl���, 432 s.

Kitap birbiriyle ilintili üç temel

amacı gerçekleştirmeyi hedeflemek-

tedir. Bunlardan ilki, Gazzâlî’nin Tan-

rı’ya, Tanrı-evren ilişkisine, insana ve

topluma yönelik düşüncelerini gelişti-

rirken kullandığı argümanlarını bilgi-

kuramsal ve varlıkbilimsel temelleri

ışığında ortaya koymaktır.

İkincisi, klasik dönem İslam düşün-

cesine nüfuz ederek, Tanrı’ya, insana,

topluma ve bir bütün olarak evrene iliş-

kin temel düşünsel çerçevenin görül-

mesine analitik bir katkı sağlamaktır.

Üçüncü amaç ise, Gazzâlî’de en sis-

tematik ifadesini bulan, klasik İslam dü-

şüncesinin günümüze yansıyan yönle-

rinin izlerini sürmektir. Bu çaba, İslam

düşünürlerinin moderne yönelirken

takındıkları tavrın tarihsel kökenlerini

görme açısından oldukça hayatidir.

Carl Kerenyi, Pinhan Yay�nc�l�k,Çev: Tac�baht Türel, 176 s.

Korkut Köseo�lu,�nsanc�l Yay�nlar�, 152 s.

Kolektif,Yap� Kredi Yay�nlar�, 120 s.

Hamit Erdem,Sel Yay�nlar�, 342 s.

Zafer Toprak,Do�an Kitap, 800 s.

Osmanl� SosyalistF�rkas� ve ��tirakçi Hilmi

Bir Ses Böler Geceyi -Ç�plak Ayakl�yd� Gece

Ahmet Ümit,Everest Yay�nlar�, 376 s.

Page 20: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

“Çocuk çocukkenKollarını sallayarak yürürdüDerenin ırmak olmasını isterdiIrmağın da selVe su birikintisinin de deniz olmasınıÇocuk çocukkenÇocuk olduğunu bilmezdiBağdaş kurup otururduSonra koşmaya başlardıSaçının bir tutamı hiç yatmazdıVe fotoğraf çektirirken poz vermezdi”

Peter Handke - Çocukluk Şarkısı

Remzi Kitabevi’nden kocaman bir ki-

tap var elimde bu hafta. Kitabın yazarı Sim-

la Sunay, 1976’da İstanbul’da doğmuş.

Babasının mesleği gereği Anadolu’yu ge-

zerek büyümüş. Öğrenimi-

ne Erzurum’da başlayıp,

İstanbul’da devam etmiş.

1995 yılında ilk çocuk öy-

küleri yayımlanmaya baş-

lamış. Ardından 2006 yı-

lında benim de çok sevdi-

ğim “Güneşten Sarı Bal-

dan Tatlı” adlı çocuk ro-

manını yazmış. Remzi Ki-

tabevi’ndeki biyografi-

sinde yazarın anneanne-

sinin hâlâ bu kitabın bir

yemek kitabı olduğunu

zannettiği yazıyor. Varlık, Kırmızı Fare, İyi

Kitap gibi dergilerde öyküleri ve kitap ta-

nıtımları yayımlanan yazar, şu an Remzi Ki-

tap gazetesinde “Güneşli Kütüphane” adlı

çocuk sayfasını hazırlıyor. Asıl mesleği

mimarlık olduğu için, çocuklara kent ve çev-

re bilinci aşılamak amacıyla birçok proje ha-

zırlamış. Elimdeki kitaptan başka, “Dağ

Kaşındı”, “Yürüyen Çınar”, “Kafrika’nın

Gölgeleri” gibi ilginç konulara ve kurgulara

sahip kitapları var Simla Sunay’ın.

K�M BU ÇE�ME?Çizimleri Reha Barış’a ait olan “Çeşme

ve Rüzgâr”ın konusuna gelince; kahra-

manımız Rüzgâr, küçüklüğünden beri ma-

hallenin orta yerindeki lahana başlı çeşmeyi

“boy ölçme taşı” zannederken, bu tarihi çeş-

me “yorulunca yaslanma taşı”, “ayakkabı

bağcığı bağlama taşı”, “poz verme taşı” gibi

hallere giriyor. Farklı görevlerde rol alırken

aslında her insana farklı şeyler anımsatıyor,

çeşmeye bakan herkes, bir zamanlar bu çeş-

meyle paylaştıkları anları hatırlıyor. Rüz-

gar’ın dedesi, arkadaşlarıyla oynadıktan

sonra yüzünü yıkadığı, babası çift kale maç-

tan sonra kana kana su içtiği, babaannesi

kömür taşırken kararan ellerini yıkadığı, çi-

çekçi amca küçükken babasıyla çiçek ko-

valarına su doldurduğu çeşme olarak anım-

sıyor onu. Herkes için özel olsa da Rüzgâr

için yeri bambaşka. Rüyalarına kadar giren

bu çeşme onun için aslında bir “boy ölçme

taşı”, yani Rüzgâr’la birlikte adım adım o

da büyüyor. Ve bir gün Rüzgâr’ın gökyü-

züne uzaması gibi, çeşme de gökyüzünün

derinliklerine yükselip gidiyor.

“Her hikâyenin bir resmi olduğuna ve

her resmin bir dili olduğuna inanıyorsan

aramıza katılmalısın” sloganıyla başlattığı

resim ve öykü atölyesinde, 6-12 yaş arası ço-

cuklara çizgiler ile öyküler arasında bağ

kurmayı öğretiyormuş Simla Sunay. Atöl-

yesinin internet sitesinde programları hak-

kında detayları bulabilirsiniz. Ben birbi-

rinden güzel çocukların fotoğraflarına

bakmaya doyamadım. Kullandıkları mal-

zemeleri sıralarken kul-

lanmadıkları malzeme

olarak silgiyi göstermiş

yazar. “Silgi çocuğu ya-

ratıcılıktan uzaklaştırı-

yor” diyor. Atölyede her

hafta farklı bir etkinlik

düzenliyorlar, öyküler,

minyatürler, çizimler,

yerli ve yabancı ressam-

larla ilgili araştırmalar,

heykeller, eşya tasarım-

ları, kent mimarisi gibi bir

sürü farklı çalışma.

Bu atölyeye katılan

güzelcecik çocukların yazdığı öykülerden

çok hoşuma giden bir tanesi:

S�NEK VE YA�LI MUC�T DEDE“Bir zamanlar bir dede varmış ve etra-

fında sürekli aynı sinek dolaşırmış. O sinek

öyle inatçıymış ki dedeyi geceleri hiç uyut-

mazmış. Bir gün dede arabasıyla dolaşırken

bu sorun ile ilgili aklına bir çözüm gelmiş.

Sineğin en hoşlanmadığı şey alkış sesiymiş.

Bunu bilen dede kendisi sürekli alkışla-

maktan yorulduğu için ellerini çırpabilen

bir robot icat etmiş. İnatçı sinek geceleri ro-

bot yüzünden gerçekten kaçışıp duruyor de-

deye yaklaşamıyormuş. Ne var ki mucit

dede bu sefer de alkış sesinden geceleri

uyuyamaz olmuş. Buna bir çare bulmak için

sadece sineklerin duyabileceği alkış sesle-

ri çıkarabilen yeni küçük bir robot yapmış.

Gerçekten de işe yaramış. Sinek gelmez ol-

muş. Derken bu icadı çok ilgi görmüş.

Dede, zamanla herkesin tanıdığı bir mucit

olmuş. Gündüzleri kapısı insan kaynıyor-

muş. Ancak bu sefer de yaşlı mucit dede ge-

celeri sessizlikte uyuyamaz olmuş.”

Yazanlar: Kuzgun (7), Emek (7), Zey-

nep (8), Simge (8)

(Çeşme ve Rüzgâr, Simla Sunay,Remzi Kitabevi, 40 s.)

28 ARALIK 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

İREM HALIÇ[email protected]

Gölgelerin Hükümdar�

Vampirler diyarındaki nefes kesici ma-

cera tüm hızıyla devam ediyor! Korku ede-

biyatının büyük ustası Darren Shan’ın

“Saga” olarak adlandırdığı on iki kitaplık

vampir serisinin sabırsızlıkla beklenen on bi-

rinci kitabı “Gölgelerin Hükümdarı” raf-

lardaki yerini alıyor. Tüm dünyada milyon-

larca hayranı bulunan, onlarca farklı dile çev-

rilen ve 2009 yılında beyazperdeye uyarla-

narak tüm dikkatleri üzerine çeken “Ucu-

beler Sirki” serisinin on birinci kitabıyla bü-

yük finale sadece bir adım kala, tüyler ür-

pertici yepyeni bir serüven, dizinin ritmini

doruk noktasına taşıyor.

Darren Shan sıradan bir öğrenciydi; ta

ki yakın arkadaşı Steve’le birlikte Ucubeler

Sirki’ne gidip orada bir vampirle karşılaşa-

na kadar... Hayatları sonsuza dek değişecekti

çünkü aynı gece Darren, “karanlığın çocuğu” olarak yeniden doğmuştu... Se-

rinin ilk altı kitabı, Darren’ın Vampir Prensi’ne dönüşmeden önceki hayatın-

dan kesitler sunarken, dizinin diğer kitapları ise bir prens olan Darren’ın ha-

yatla ve Vampanez Lordu’yla olan amansız mücadelesini anlatıyor. Darren Shan

yıllar sonra evine dönüyor; dünyası da cehenneme... Eski düşmanlar pusuda bek-

liyor. Zaman hesaplaşma zamanı. Kaderinin onu yok edeceği kesin gibi; Göl-

gelerin Hükümdarı ise dünyayı mahvetmeye geliyor... Gölgelerin Hükümdarı

dünyayı cehenneme çevirmek için kollarını sıvadı...Gölgelerin Hükümdarı’nın

gazabından artık kimse kurtulamayacak! Zaman hesaplaşma zamanı: Kaderi,

Darren’ı yok edebilir mi? Kız kardeşi Annie’nin oğlu Darius aslında kim? Dar-

ren Shan, Vampenez Lordu’nun alçakça tuzaklarından hem kendini hem ge-

leceği kurtarabilecek mi?.. Heyecan dolu bir maceraya hazır olun! Vampir Pren-

si Darren Shan’ı dehşet dolu bir dünyada ölümcül bir sınav daha bekliyor.

Kay�p �ey

ALMA ve Hugo ödüllü yazar Shaun Tan’ın

“Kayıp Şey” kitabı, kendini arayan bir çocuğun hi-

kâyesi...

Bir gün isimsiz bir çocuk sahilde şişe kapağı

toplarken tuhaf görünüşlü bir yaratıkla karşılaşır.

Çocuk gündelik hayatta kimsenin önemsemedi-

ği ve hatta farkına bile varmadığı bu “kayıp” ya-

ratığın nereye ait olduğunu bulmaya çalışır...

Pek çok ülkede yayımlanan ve çocuklar kadar bü-

yüklerin de ilgisini çeken bu başyapıt en temel fel-

sefi sorulardan birini soruyor: Biz kimiz ve bu dün-

yada ait olduğumuz bir yer var mı?

Son Çocuklar

Çocuklara kıymayın efendiler! Yolculuk

her zamanki gibi başladı. Gökyüzü berraktı,

muhteşem bir yaz havası… Her şey yolunda der-

ken, önce bir alev topunu andıran bir ışık ve ar-

dından gelen fırtına ile herkesin hayatı birden-

bire, saniyeler içinde değişti.Gördüklerinin bir

atom bombası olduğunu anlamaları uzun sür-

medi. Lakin peşi sıra kendilerini nasıl bir hayatın

beklediğini asla bilmiyorlardı. Açlıkla, yoksun-

lukla ve hepsinden önemlisi radyoaktif zehir-

lenme ile mücadele ettiler. Her şeye rağmen güç-

lü olmalıydılar.

“Son Çocuklar” anlayış, hoşgörü, barış için-

de yaşayan bir nesil yetiştirmenin erdemi üze-

rine, çocuk edebiyatının modern klasikleri ara-

sında yer alan bir roman...

Darren Shan, TudemYay�nlar�, Çev: Arif Cem

Ünver, 184 s.

Gudrun Pausewang,Çizmeli Kedi

Yay�nevi, 184 s.

Shaun Tan, �thakiYay�nlar�,

Çev: Sinan Okan,32 s.

“Her hikâyenin bir resmi oldu�una ve her resmin bir dilioldu�una inan�yorsan aram�za kat�lmal�s�n” slogan�yla

ba�latt��� resim ve öykü atölyesinde, 6-12 ya� aras�çocuklara çizgiler ile öyküler aras�nda ba� kurmay�

ö�retiyor Simla Sunay

Boy ölçme taşı

Page 21: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

28 ARALIK 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF

Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u, 27

Aralık 1936 günü İstanbul’da kaybettik. 63

yaşındaydı. Hep de o yaşta ölmek istiyor-

du. Çünkü Peygamberimiz de o yaşta

ölmüştü... Dindardı ama asla gerici değil-

di. Vatanseverdi. Çanakkale ve İstiklâl

Marşları bir destandır. Onlar gerçekten bir

daha yazılmaz. Zaten İstiklâl Marşı’nı

“milletin malıdır” diyerek Safahat adlı

eserine almamıştır. İstanbul’un miskin ha-

vasından, Ankara’nın direnişçi havasına sı-

ğınarak kurtulmuştur. İşgale ilk bayrak

açanlardandır. Eylemcidir. Anadolu’yu

gezip halkı Mustafa Kemal Paşa’nın etra-

fında toplamaya çalışmıştır. Yaptığı ko-

nuşmalarla heyecan yaratmıştır. Kasta-

monu konuşması muazzamdır. “Bolşevik-

lerle ittifakı” bile dile getirmiştir. Sade ya-

şamı vardı. 1922’deki zaferden sonra İs-

tanbul’a sessizce gelmiş ve Mısır’a da ses-

sizce gitmiştir. 1936’da geldiğinde ise -o da

biliyordu ki- vatan toprağına ölmeye gel-

mişti. “Biraz daha kalsaydım delirecektim”

sözleriyle her şeyi anlatmıştır. Biz de “keş-

ke hiç getmeseydi de, çok istediği ‘devrimin

de marşını’ yazsaydı!” diyoruz...

�SYAN BAYRA�INI �LKAÇANLARDANDI

Bir yarısı Arnavut, bir yarısı da Kırım

Türkü bir ailenin çocuğu olarak İstanbul

Fatih’te dünyaya geldi. Dini semtin mis-

tizmiyle büyüdü, ancak akılcılıktan da

uzaklaşmadı. Baytar Mektebi’ni bitirdi. Pas-

teur’un resmini öpüp yatanlardandı. Bili-

me de inanmıştı. Devrimci bir ruha sahipti.

Edirne’de Talat Paşa’yla tanıştı. İttihatçı

oldu. Abdülhamit ve

Vahdettin’den nefret

etti. Mustafa Kemal

Paşa’nın yanına gel-

diğinde kendini buldu.

Tarihe mal olan eyle-

me öncülük yapanlar-

dandı. Mısır’da tam

manasıyla “gönüllü

sürgün” hayatı yaşadı.

Onu kimse gönderme-

mişti. 1925’in havasın-

dan ürkmüştü... Çünkü

dergisi kapanmış; ar-

kadaşı Eşref Edip tutuklanmıştı. Orada

hem sağlığını hem de sanatını kaybetti de-

sek yanlış olmaz. Kur’an çevirisiyle uğraş-

tı; onu da teslim etmeden öldü. Onunla

harcanan vaktini şiire adasaydı nice güzel

şiirlere imza atardı.

BU K�TAPLAR OKUNMADANAK�F ANLA�ILMAZ

Bu hafta istedik ki Mehmet Akif me-

raklılarına, onu en iyi anlatan kitapları ta-

nıtalım. Birincisi hemen ardından yazılan;

35 yıllık arkadaşı şair Mithat Cemal’in

“Mehmet Akif” isimli kitabı.

Semih Lütfi Kitabevi tara-

fından 1939 yılında basılmış.

(Sanırım yeni baskısı da ya-

pıldı.) Harika bir kitap. Akif’i

çok iyi anlatıyor. İkinci kita-

bımız Akif’in arkadaşı Hasan

Basri Çantay’ın 1966 yılında

basılan “Akifnâme (Mehmed

Âkif)” isimli kitabı. Bu eser

Erguvan Yayınevi tarafından

2008 yılında tekrar basıldı.

Yine Akif’in arkadaşı Eşref

Edip’in yazdığı “Mehmet Akif

Hayatı Eserleri ve Yetmiş Mu-

harririn Yazıları” isimli kitap. Bu da Be-

yan Yayınları tarafından 2010 yılında

Fahrettin Gün’ün hazırlamasıyla

basıldı. Akif üzerine en iyi araş-

tırma eser ise hiç kuşkusuz değerli

araştırmacı Zeki Sarıhan’ın “Meh-

met Akif” isimli Kaynak Yayın-

ları’ndan 1996 yılında çıkan kita-

bı. Son eserimiz ise Mehmet Akif

Ersoy Üniversitesi tarafından ha-

zırlanan “Mehmet Akif Ersoy’un

Aile Mektupları” isimli eser. İs-

minden de anlaşılığı gibi, bugü-

ne kadar bilinmeyen mektupla-

rı gün yüzüne çıktı. İçinde çok il-

ginç bilgiler var. Akif’in Mı-

sır’daki günlerini aydınlatı-

yor. Eseri Dr. Nihat Karaer

hazırlamış ve 2010 yılında

basmış. Tabi ünlü eseri “Sa-

fahat”. Bunu da bir çok ya-

yınevi bastı basıyor... Kitap-

lardan önemli satırlar:

ÖLECEKSEKB�RL�KTE ÖLEL�M

Ankara’da Burdur vekili

iken bir ara bakanlık teklifi

edilir. O ise “daha fazla üs-

tüme gelmeyin bunu da

bırakırım” diyerek geri

çevirir. Halkçı karakterli

Mehmet Akif, Anka-

ra’nın soğuğunda üstüne

giyecek bir paltosu bile

yokken Milli Marş ya-

rışmasına para ödülü ne-

deniyle katılmaz. Zorla

ikna edilir ve bir çırpıda

marşı yazar. Verilen ödü-

lü ise yoksul kadınlara ve

çocuklara örme işleri

öğretmek üzere açılan

Darülmesai’ye verir.

Can yoldaşı Hasan Basri Bey’in

kitapta aktardığına göre, Yunan

ordusu Ankara kapılarına da-

yandığında istifini hiç bozmaz

ve etrafına hep moral verir. Ai-

lesini birçok kişi gibi Kayseri’ye

gönderir ancak oğlu Emin’i ise

yanında alıkoyar. “Öleceksek

birlikte ölelim” der.

TOPLUMCU AK�FHasan Basri, Akif’in karak-

terini ise şu satırlarla anlatıyor:

“Akif hayatında bir kere bile

kendisini düşünmedi, hep ce-

miyeti için yaşadı, insaniyet ve milleti için

yaşadı. Şiirlerini de bu doğ-

rultuda yazdı. Onun en çok

sinirlendiği şey vatan, mil-

let gibi mukaddesatına söv-

mekten ibarettir. Bu saha-

da affı yoktur. Müthiş bir

kış günündeyiz. Akif’i kır

bir ceketle görüyoruz.

Üşüyor. Hissettirmemeye

çalışıyor. Tahkik ettim;

paltosunu evinin kapısı-

na gelen çıplak bir fakire

giydirmiş!”

GER�C�LER� NASIL KOVDUHasan Basri Bey’e göre Akif’in en bü-

yük düşmanı riyakârlık ve din adına ya-

pılan maskaralıklardır. Ankara’da iken bir

gün “Cemiyet-i Diniye” namı altında bir

teşekkül kurmak isteyenlerden birisi, fa-

kirhanesinin kapısını çalar. O, bu teklifi

duyar duymaz yerinden fırlar ve “Ana-

dolu’da da bir 31 Mart mı çıkartmak is-

tiyorsunuz? Böyle bir teşebbüs halinde

karşınızda evvela Akif’i bulursunuz! Hay-

di defol şuradan!” der. (Çantay, s.40)

(Âkifnâme, Hasan Basri Çantay,

Erguvan Yayınları, İstanbul, 2008,

510 sayfa)

ÇIKARDI�I DERG�RUSYA’YI RAHATSIZ ETT�

Meşruti Devrim sonrası Mehmet Akif

Bey de arkadaşı Eşref Edip Bey’le birlik-

te Sırat-ı Müstakim isimli haftalık dergiyi

27 Ağustos 1908 günü çıkardı. Akif baş-

yazardı. Dönemim önemli isimleri de ya-

zılar yazmaya başladı. Dergi siyasi dedi-

kodudan çok, ilmi yazılara yer veriyordu.

Akif de ilk nüshasında “Fatih Camii”

isimli şiirini yayımladı. Büyük ilgi gören der-

gi Rusya’ya bile gönderildi. Çarlık Rusya-

sı, Türkler üzerindeki etkisinden rahatsız

oldu ve derginin girişini yasakladı. Akif’in

dergisi, ünlü Türkçüler Yusuf Akçura,

Gaspıralı İsmail, Ayaz İshaki ve Ağaoğlu

Ahmet Beylerin ilgisini çekiyor; onların

gönderdikleri yazıları da yayımlıyordu.

İstanbul’a geldiklerinde

de Akif’in yanından ay-

rılmadılar... (Eşref Edip,

Mehmet Akif, Beyan

Yayınları, 2010, s.65, 110,

120, 123)

31 MARTHAD�SES�NDEDERG�S�KAPANDI

İlginçtir özgürlük

havasında çıkan der-

gi, “31 Mart” 1909 ir-

tica hadisesinde İstanbul’un yakılıp yı-

kılması sırasında baskına uğradı. Ancak

3 Mayıs 1909 günü tekrar yayımlana bil-

di. Bu sayıda irticai eylem hakkında uzun

bir yazı yayımlandı. Meşruti devrim sa-

vunuldu. Akif’in dergisi daha sonra ismini

Sebülürreşad olarak değiştirdi ve uzun yıl-

lar bu isimle yayınına devam etti. Müta-

reke yıllarında Milli Mücadele’nin sesi

oldu. İstanbul’un havası çekilmez olunca

da 10 Nisan 1920 günü oğlu Emin’i de ya-

nına alarak Ankara’nın yolunu tuttu.

Mustafa Kemal Meclis kapısında “İman

cephemizi kuvvetlendirdiniz” diyerek

karşıladı. (Eşref Edip, s.67)

ERCAN DOLAPÇI

Mehmet Akif kitaplarıMilli �air Mehmet Akif’i anlamak için, onun en yak�n arkada�lar� ve ara�t�rmac�lar�n eserlerini

mutlaka okumak gerekiyor. Mithat Cemal Kuntay, E�ref Edip, Hasan Basri Çantay ve ZekiSar�han’�n eserleri bunlardan birkaç�...

Mehmet Akif yazar ve �air arkada�lar� ile yemekte...

Page 22: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar - Peru’nun plakas�2. �ehzade e�itmeni - Kiloamper (k�sa) - Serbestlikten yana olan3. Verme, ödeme - “Art�” kar��t� - Galyum’un simgesi - Burun4. Dan��ma kurulu - “... Farrow” (aktris) - Fizik kondisyonu

iyile�tirmeyi amaçlayan etkinlikler5. Yücelme, yüksek bir dereceye ula�ma -

Hava bas�nc� birimi - Saç� olmayan6. Vilayet - Sorumluluk - Bilinen en eski atalardan ya�ayan

torunlara kadar aile s�ras�7. San Marino’nun plakas� - Bir haber ajans� -

Numara (k�sa) - Bir bilgiyi temsil eden semboller sistemi8. Tanzanya’n�n plakas� - Mezopotamya panteonunda tüm

tanr�lar�n babas� ve kral� olan gök tanr�s� - Germanyum’un simgesi

9. Erba� s�ralamas�n�n ilk basama�� - Milimetre (k�sa)10. Ko�ucu deveku�u - Yunan mitolojisinde “bar�� tanr�ças�”11. Dar ve kal�nca kesilmi� tahta - Kuruntuya dü�ürme -

Bir bulunma hali eki - Yabanc�12. �lkel bir silah - Yanl��l�k - T�rnak boyas� - Ba����kl�k sa�lamak

için vücuda verilen, ilgili hastal���n mikrobuyla haz�rlanm��eriyik, telkih

13. Mahalle (k�sa) - Tantal’�n simgesi - “... Güler” (foto�rafç�) -Stanislaw Lem'in bir eseri

14. �eytani, ifritçe niyet, kötü dü�ünce - Haber veren, haberci15. Bir kimsenin ölümünden sonra yap�lmas�n� istedi�i �ey -

Sanca��, yelkeni ya da sereni a�a�� alma - Berkelyum’un simgesi

YUKARIDAN A�A�IYA1. Büyük süzgeç, kevgir - Resimdeki yazar�n bir eseri2. Motor güç birimi - Düzgün konu�an -

“... Gündüz Kutbay” (ney üstad�)3. Eyere al��t�r�lmam�� binek hayvan� - �badethane, tap�nak -

Özgü, mahsus4. Sodyum’un simgesi - Erdemleri bak�m�ndan çok büyük -

Açgözlülük - Çok eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatan bir söz5. Ürdün Bat� �eria’da 1967’den beri �srai i�gali alt�nda olan kent -

Bir i�aret s�fat� - “O�uz ...” (yazar)6. Eski bir a��rl�k ölçüsü birimi - Çocuk bak�c�s� kad�n -

Çabucak gönderme, acele yollama7. Dogma, inak - Berilyum’un simgesi - Bir gayret ünlemi -

M�s�r’�n plakas�8. Dolayl� anlat�m - Bir binek hayvan�9. Arnavutluk’un plakas� - Kar� ile kocadan her biri - �nci Aral'�n

“Orhan Kemal Roman Ödülü”ne lay�k görülmü� kitab�10. Letonya’n�n ba�kenti - Tövbe etme - Avrupa resim sanat�nda

günlük ya�am�, ev ya�am�n�, festivalleri ya da içki sahnelerinbetimleyen yap�tlara verilen ad

11. Göçebelerin konaklad��� yer - Genetik olarak birbirinin ayn�olan canl�lar - Fikir, dü�ünce - Gezegenimizin uydusu

12. Bir ba�laç - Sada - Hac mevsiminin d���nda Kabe’yi ve Mekke’nin mübarek yerlerini ziyaret etme - Yünden dövülerek yap�lan kaba ve kal�n kuma�

13. Oyuncunun, sözü kar��s�ndakine b�rak�rken söyledi�i son söz- Kuzu sesi - Baya��, s�radan

14. Üzerine not, tan�tma ka��tlar�, vb. tutturmak için haz�rlananlevha - Ta� silindir -Sevinç

15. Michael Haneke taraf�ndan filme al�nm�� “Piyanist” adl� eserinAvusturyal� yazar�

28 ARALIK 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP

Sıradan olmayan bir iş yaptığında, şeyle-rin her günkü görünüşü biraz değişebilir.Şeyler sana daha önce olduğundan farklıgörünebilir. Ben bu tecrübeyi yaşadım.Ama görünüşün seni aldatmasına izinverme. Her zaman sadece tek bir gerçek-lik vardır.

1 Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’ugöremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Da-ğına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kır-lara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleriseyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Dahahayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri vebülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adamdünyanın kendisini hiç görebilir mi?

Tanrı’nın huzurunda kurumuş bir çeşme,delik bir kova gibi duruyorum. Kaç defakendimi yerlere atıp başının üstündekigöğün tunç gibi kaskatı durduğu ve top-rakların susuzluktan çatladığı zamanlaryağmur isteyen bir çiftçi gibi Tanrı’yabana gözyaşı vermesi için yalvardım.

3

a) Kazuo Ishiguro - Beni Asla Bırakma

b) Yukio Mişima - Yaz Ortasında Ölüm

c) Cuniçiro Tanizaki - Anahtar

d) Haruki Murakami - 1Q84

e) Pai Kit Fai - Cariyenin Kızı

a) Tahsin Yücel - Peygamberin Son Beş Günü

b) İhsan Oktay Anar - Puslu Kıtalar Atlası

c) Amin Maalouf - Doğunun Limanları

d) Kemal Tahir - Kurt Kanunu

e) Nabizade Nazım - Karabibik

a) Goethe - Genç Werther’in Acıları

b) Stephen Zweig - Satranç

c) Tolstoy - Savaş ve Barış

d) Alexandre Dumas - Monte Cristo Kontu

e) Dostoyevski - Beyaz Geceler

2

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(d) 2-(b) 3-(a)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Page 23: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye
Page 24: KITAP Aydınlık€¦ · KİTAP TANITILIYOR 28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1461 Şiddeti kutsamayan polisiye