kitap aydınlık - aydinlikgazete.com · paris’te doğdu. Çocukluğu reims’de son derece...

32
Aydınlık BU SAYIDA 24 KİTAP TANITILIYOR 13 Nisan 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 7 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 227 Çocuk gözyaşının ağırlığı nedir? Bölgeler, tekkeler, mezarlar, gelenekler, rivayetler Erendiz Atasü ve “Dullara Yas Yakışır” Jack London: Çılgın bir hayatın çılgın yolcusu Söz sarı-kırmızılı taraftarın Soner Yalçın ve SAMİZDAT: Zorbalığa direnme inadı

Upload: truonghanh

Post on 10-Sep-2018

229 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

AydınlıkBU SAYIDA

24KİTAP

TANITILIYOR

13 Nisan 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 7

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP.

Toplam: 227

Çocukgözyaşının ağırlığı

nedir?

Bölgeler, tekkeler,mezarlar, gelenekler,

rivayetler

Erendiz Atasü ve“Dullara Yas

Yakışır”

Jack London:Çılgın bir hayatın

çılgın yolcusu

Söz sarı-kırmızılıtaraftarın

Soner Yalçın veSAMİZDAT:Zorbalığadirenme inadı

Page 2: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra
Page 3: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

Yedinci sayımızın kapak dosyası, bir anlamda Silivri’de hazırlandı.Gazeteci-yazar Soner Yalçın’ın kısa süre önce Kırmızı Kedi Yayın-ları’ndan çıkan “Samizdat” adlı kitabını, eski çalışma-yeni cezaeviarkadaşları Hikmet Çiçek, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nundeğerlendirmeleriyle sunuyoruz. Mehmet Halit Gökalp de kitabıngeniş bir tanıtımı kaleme aldı. Çok uzun yıllardır yazılı ve görselbasında herhangi bir röportajına rastlanmayan, kamuoyunun önünehep kitaplarıyla çıkmayı ilke edinip kişiliğini geride tutan SonerYalçın da “suskunluğunu” Aydınlık Kitap için bozdu.

Türkiye ne yazık ki eskiden beri “değerlerini” demirparmaklıklarardında tutan bir ülke... 2012’nin Türkiye’sinde de bir kitap der-gisinin kapak dosyası, yazarı cezaevinde olan bir kitaba ayrılıyorsave dosyaya katkıda bulunan diğer üç yazı da aynı cezaevinde bu-lunuyorsa, birileri çok yakında bu utancın ağırlığını taşıyamaz halegelecek demektir.

Amerikalı ilerici yazar Lillian Hellman, 1950’lerin McCarthykomisyonlarının damga vurduğu utanç günlerini “ŞarlatanlarDönemi” adlı kitabında anlatmıştı. Soner Yalçın’ın “Samizdat”ı dabir yönüyle Türkiye’de yaşamakta olduğumuz “ŞarlatanlarDönemi”ne bir giriş niteliğinde. Devamının de geleceği şimdidenbelli.

****14-22 Nisan tarihleri arasında 17. kez düzenlenecek olan Tüyap-

İzmir Kitap Fuarı, 350 yayınevi ve kuruluşun katılımıyla baştaİzmir olmak üzere Egeli okurlara renkli bir “kitap bayramı” yaşata-cak. Dokuz gün boyunca, panellerden şiir dinletilerine, imza gün-lerinden dans ve çocuklara yönelik gösterilere kadar toplam 120etkinliğin düzenleneceği fuar, geçen sayımızın Haftanın Portresibölümünde andığımız ölümsüz yazar Sabahattin Ali’yi de ilginç birsergiyle bir kez daha gündeme getiriyor. “Bir Fotoğraf Camı”başlıklı sergi, 41 yıllık kısa yaşamında çok sayıda eser ortayakoyan, Türkiye’nin değişik şehirlerinde öğretmenlik yapan Sabahat-tin Ali’ye, yaşamındaki en büyük tutkulardan biri olan fotoğrafsanatı aracılığıyla yaklaşacak. Kısa ama dopdolu bir yaşamöyküsünün fotoğraflarla anlatılacağı sergi, Sabahattin Ali’ninçocukluk ve gençlik yıllarını, Almanya dönemini, öğretmenlik,askerlik, evlilik, babalık süreçlerini, en net biçimiyle gözler önüneserecek.

17. İzmir Kitap Fuarı’nın bu yılki onur konuğunun da 1947İzmir-Karşıyaka doğumlu gazeteci-yazar Yaşar Aksoy olduğunu be-lirtelim. Aksoy, İzmir ve Ege kültürüne yönelik özgün araştır-malarıyla tanınıyor.

Silivri’den İzmir’e kitaplar

13 N�SAN 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAPİÇİNDEKİLER SUNU

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat

Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Editör: Pınar AkkoçYazıişleri: Damla YazıcıReklam Müdürü: Saynur OkuroğluSayfa Sekreteri: Egemen Yamandağ

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

Haftanın Portresi: Anatole France s. 4

Pierre Hadot ve “Yaşam için felsefe” s. 4

İlk 1 Mayıs şiiri ve Yaşar Nezihe Hanım s. 6

Çocuklar için s. 8

Bektaşilik incelemeleri / F. W. Hasluck s. 10

Mecit Ünal / Gülden Terazi s. 11

M. Salih Kurt / Geleceğe atılan kahkahalar s. 12

UBİK: Talimatlara uygun olarak

kullanıldığında güvenlidir* s. 13

Seyyit Nezir / Arakablo s. 14

Türkçülük ve Sosyalizmin

Jöntürklerdeki ortak kökleri s. 16-17

KAPAK / “SAMİZDAT” ve Soner Yalçın’ın yıllar sonra

verdiği ilk röportaj Aydınlık Kitap’ta s. 18-23

Yeni çıkanlar s. 24

Aslan Yürekliler / Galatasaray tribün tarihi s. 25

Erendiz Atasü ve “Dullara yas yakışır” s. 27

Çılgın bir hayatın, çılgın yolcusu s. 28

Sahaf ve Anadolu’dan Kitabevi s. 29

Alıntı test ve Bulmaca s. 30

Antropolojinin

söyleyecekleri var s. 5

ÖneriYorumŞili’de Gizlice Miguel Littin’in Serüveni,Gabriel Garcia Marquez

Hepimizi yakından ilgilendiren bir hikaye. Okurkenyaşanan olaylarla kendi ülkemizde yaşananlar arasın-daki paralellik şaşırtıcı...

Padişahların Öteki Yüzü, Alinaz KurtTarihimizi televizyon dizilerinden öğrenme

furyasına inat gerçek bir araştırma kitabı...

Hapiste Yatacak Olana Öğütler, Tuncay ÖzkanBir gecede okuduğum kitaplardan biridir. Bu de-

virde herkesin öğrenmesi gereken bilgilerle dolu,hapishane hayatını ayrıntılarıyla anlatan değerli kitap.

Ayrıca pratik yemek tarifleri içerir.

Takunyalı Führer, Ergün PoyrazErgün Poyraz’ın neden cezaevinde yattığını daha iyi

anlamamızı sağlayan kitap. Başbakanla ilgili ilginç bil-giler içeriyor.

Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri, Cemal GrandaAtatürk’ü daha yakından tanıyacağınız çok keyifli

bir kitap...

1)

2)

3)

4)

5)

Levent Kırca

Page 4: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

Anatole France(1844-16 Nisan 1924)

Türkiye'de özellikle başyapıtıkabul edilen “Tanrılar Susamış-lardı” adlı romanıyla tanınan veklasik geleneğin en saygın temsil-cilerinden kabul edilen Fransızyazar Anatole France, edebiyatınher türünde ürün vermiş, 1921'deNobel Edebiyat Ödülü'nü kazan-mıştır. Eserleri, 1920'de KatolikKilisesi'nin yasaklılar listesine gir-miştir.

Ünlü “Dreyfus Olayı” sıra-sında Emile Zola'nın en yakındestekçisi ve hazırladığı bildirgeyiilk imzalayanlardan olan France,politika, din, tarih, sanat, edebi-yat ve felsefe alanlarında Voltaireve Diderot'nun hümanist aydın-lanma geleneğini sürdürmüştür.ABD'deki Sacco-Vanzetti davasınedeniyle yazdığı açık mektupAmerikan gazetelerinde yayımla-nan Anatole France, yaşamınınson yıllarında Fransız KomünistPartisi'ne üye olmuştu.

Kiliselerdeki tasvirlerle ilgiliolarak sarf ettiği, “Onlar genel-likle sokak fahişelerinin portrele-ridir. Ressamlar, hangisiyle yatıp

kalkmışsa, Meryem Ana diyeonun resmini yapmıştır kiliseye”sözleriyle olay yaratan yazarın,tarihsel bilgi gerektirmesine rağ-men heyecanla okunan, akıcı veakılda kalan romanları günü-müzde de etkileyiciliğini sürdür-mektedir. 1912'de kaleme aldığı,Fransız Devrimi'nin terör döne-mini enfes ayrıntılarla anlattığı“Tanrılar Susamışlardı”da giyoti-nin aristokrasiye karşı acımasızcaişlediği günler ve “Devrimin susa-mış tanrıları” büyük başarıyla be-timlenir. Aynı zamanda datutkulu bir ruhla ölçülü bir ruharasındaki aşk öyküsü gelişmek-tedir.

Victor Hugo'nun “1793”üylebirlikte Fransız Devrimi'ni ve Ja-kobenizmi anlatan en iyi romanolan, okuru devrimcileşmeye iten“Tanrılar Susamışlardı”da Yurt-taş Gamelin, bir çocuğa şöyleder: “Yarın büyüyüp koca birerkek olunca, mutluluğunu, te-mizliğini bana borçlu olacaksın veadımı duyduğun zaman da lanet-ler okuyacaksın.”

Kiliselerdeki tasvirlerle ilgili olarak

sarf ettiği, “Onlar genellikle

sokak fahişelerinin portreleridir.

Ressamlar, hangisiyle yatıp kalkmışsa,

Meryem Ana diye onun resmini yapmıştır

kiliseye” sözü olay yaratmıştı

HAFTANIN PORTRES�

MURAT HATUNOĞLU“İyi yapmışsın, mühendisliği bırakıp

felsefeye başlayarak. Mühendisler çokşey oluyorlar, ee, şey, düz. Yani anlamı-yorlar pek bir şeyden. Sakın yanlış an-lama, sen artık bir felsefe öğrencisisin.Yani benim eski sevgilim mühendisliköğrencisiydi…” dediğini duydum birüniversite öğrencisinin. Afalladım. Mü-hendisleri –aslında gerek olmadığıhâlde- savunmak üzere, “ama mühendis-lerin farklı alanlara yönelenleri işlerindeçok iyidir” derken diyalogun sonlanma-sıyla kafamdaki başarı hikâyelerine dal-dım. Sonra bir popüler bilim dergisindeokuduğum bir makaleyi anımsadım.“Yaratıcı düşünmeye bir formül bulmakçok zor fakat bilim insanları bu konudakanıta dayalı birkaç ipucu elde etti. Şim-diye kadar kalıplar dışında düşünme ye-teneği söz konusu olduğunda en çok sağbeyin üzerinde durulurken kanıtlar sağve sol yarımkürelerin işbirliği içinde ça-lışmasının en iyi sonucu doğurabilece-ğini gösteriyor. Bilim insanları solyarımkürenin sabit kurallarının sağ ya-rımkürenin beyin fırtınası üzerinde man-tıksal bir kontrol yürüttüğünü söylüyor.Böylece hem yaratıcılık ürünü hem depratik fikirler oluşuyor”* diyordu ma-kale ve beynini daha “dengeli” kullana-bilen insanların yaratıcılıklarının fazlaolacağından dem vuruyordu.

Sahiden de öyle değil midir? Meselalisedeki en başarılı arkadaş büyük ihti-malle sporda da iyidir. Üniversitenin eniyisi muhtemelen sıkı bir sanatseverdir,hobilidir, hobisini isterse işe çevirebile-cek kadar da iyi becerir. Bu insanlarıgözledikçe, çalıştığı alana farklı disiplin-lerden geçerek gelen insanları özgünlükve başarıda hep önde görürüm. İsmianıldığında akla hemen “Tutunamayan-lar”ı gelen Oğuz Atay inşaat mühendisi-dir mesela ya da Mehmet Âkif okulunubirincilikle bitirmiş bir baytar. Konuyubiraz daha uzatmak istersek, bir de1.92’lik Sócrates Brasileiro Sampaio deSouza Vieira de Oliveira var; BrezilyaMilli Takımı’nın eski kaptanı, hekim vefelsefe doktoralı bir devrimci, “daha neolsun!” dedirtici.

Bunları düşünürken, incelemem ge-reken bir kitap olduğunu anımsadım veçantama uzandım. Pierre Hadot’nun“Yaşam İçin Felsefe” adlı kitabınıaldım ve ısınma turuna –kitabın künye-sini ve arka kapağı okuyarak- başladım.

Kapaktaki fotoğrafta bulunan yığınınfelsefe çayı** olduğuna, daha doğrusufelsefe çayı diye bir çay olduğunaşaşır-dıktan sonra yazarın özgeçmişine gel-dim. “Pierre Hadot, filozof, filolog veantik felsefe tarihi uzmanı. 1922 yılındaParis’te doğdu. Çocukluğu Reims’deson derece dindar Katolik bir aileniniçinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimialdıktan sonra 1942 yılında papazlıkgörevine getirildi. 1952 yılında papaz-lığı bırakarak kiliseyle bağlantılarınıkesti. 1947 yılında Paris’te lisans veyüksek lisans eğitimini tamamladı” satı-rını görünce, isabet, dedim kendime,yine farklı disiplin yaratıcılığını görece-ğim galiba. Ve kitaba başladım bir çır-pıda.

Jeannie Carlier ve Arnold I. Davidsonile yapılan konuşmalardan oluşuyorkitap ve bize Hadot’nun hayatını anlat-tığı bölümle başlıyor. Çocukluğu kilise-nin gariplikleri, dinmez baskılar vebaskıdan bağımsızlarla aynı yoldan geçi-yor ve bunlar onu yolun kenarına, –ka-çamak da olsa- düşünmeye itiyor.

Felsefi düşünceler anlatıda birerhuzme gibi akıyor ve çocukluğundanAntik Çağ filozoflarına, oradan da mo-dern filozoflara uzanıyor. Başlarda du-ruluğuyla dikkat çeken fikirlerin,şimdiye yaklaştıkça düğümlenmesi Ha-dot’nun canını sıkıyor. Ve o bu düğüm-leri koparıp yerlerine yaşama dokunan,sadece kitap satırlarını değil, tüm hayatıaydınlatmaya çalışan bağlar diziyor. Busayede de sadece felsefecilere değil, fik-rini ışıtmak isteyen herkese sıcacık birtabak spagetti gibi geliyor kitap. Işık huz-melerinden yapılmış, lezzetli ve doyu-rucu bir tabak spagetti.

* “http://www.scientificamerican.com/podcast/episode.cfm?id=boost-your-creati-vity-with-eye-move-09-11-10”http://www.sci-entificamerican.com/podcast/episode.cfm?id=boost-your-creativity-with-eye-move-09-11-10

** Felsefe çayının içindekiler: Fın-dık yaprağı, kuşburnu, elma, mabetağacı yaprağı, ebegümeci çiçeği, gülyaprağı, nergis çiçeği, lavanta çiçeği,ayçiçeği.

(Yaşam İçin Felsefe, Pierre Hadot,Pinhan Yayıncılık,

Çev. Kağan Kahveci, 256 s.)

Başlarda duruluğuyla dikkatçeken fikirlerin, şimdiye

yaklaştıkça düğümlenmesiHadot’nun canını sıkıyor. Ve

o bu düğümleri koparıpyerlerine yaşama dokunan,

sadece kitap satırlarını değil,tüm hayatı aydınlatmaya

çalışan bağlar diziyor

Spagetti üstünefelsefe çayı

PIERRE HADOT VE “YA�AM �Ç�N FELSEFE”

Page 5: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA 5Aydınlık KİTAP

CENK ÖZDAĞİnsanlık tarihine konu olan ilerle-

menin yahut evrimin merkezlerin birevrimi olduğunu ileri sürmek yanlışsayılmayacaktır: Önce Dünya merkezlievren tasavvuru, ardından Güneş mer-kezli evren tasavvuru, ya da bunlarakoşut olarak önce doğa merkezli dü-şünce (büyü – mit – din) sonraysa kül-tür merkezli düşünce.

MERKEZLER�N EVR�M�İnsan araştırma nesnesine bulun-

duğu yerden bakar ve bulunduğu yerin tüm özelliklerini, en başta dabenliğini ona atfeder. İşte bu alışkan-lığa karşı bir başkaldırı öyküsü sunu-yor Lévi-Strauss, Tokyo’da 1986yılında verdiği üç konferansın dökü-münden ve elden geçirilmesinden olu-şan kitabı “Modern Dünya’nınSorunları Karşısında Antropoloji’’de.Onun ifadeleriyle yineleyecek olursak“Doğar doğmaz, aile çevresi ve top-lumsal ortam; değer yargıları, moti-vasyonlar, ilgi alanları ve ayrıcauygarlığımızın geçmişi ve geleceğihakkında bize telkin edilmiş fikirler-den oluşan karmaşık bir referans siste-mini zihnimize işler. Hayatımızboyunca gerçek anlamda bu referanssistemiyle hareket ederiz. Ait olduğu-muz sistemin başka kültürlerin, başkatoplumların sistemlerini anlamamızaimkan tanımadığı durumlarda dakendi sistemimizin o sistem-ler üzerinde uyguladığıtahriflerle kavrarız on-ları’’. Bu alıntı bir an-lamdaLévi-Strauss’unkitap boyunca söy-lediklerinin özetiniteliğindedir. Ki-tapta meraklılarıiçin alıntıda sözüedilen “tahrif-ler’’e birçokörnek vermesininyanı sıra farklıkültürlerin sahipolduğu düşünselkalıpların farklılı-ğına ilişkin oldukçabaşarılı argümanlarsunuyor.

“KÜLTÜRKÜLTÜR’’DED�KLER�...

Batı’nın “totaliter” düşüncelereyönelik getirdiği post-modern ve libe-ral ideolojik yaklaşımı bir kenara bıra-kan Lévi-Strauss, bunların yerini yinebenzer eleştirileri de içeren fakat iler-lemeyi reddetmeyen, dahası savunan,kültürel çoğulculuğun yerine kültür-üstücü bir tavır takınıyor. Farklılıkları

birliğe karşı konut-lamak yerine birlikzemini olarak ortayakoyarken düşünce-sini farklı toplumlar-dan ve farklızamanlardaki dene-yimlerden örnek-lerle destekliyor. İşbölümünün sanayi-leşme öncesi örnek-lerinin izini Mayatoplumunda KuzeyAvrupa’nın kadimhalklarının toplum-sal pratiklerinde sü-rüyor. Bu örneklerinanlaşılması açısın-dan “kültür” ve “toplum” kavramla-rını bambaşka bir ilişki içerisindeyeniden tanımlıyor: “Kültür, belli biruygarlıktaki insanların dünyayla kur-duğu ilişkilerin toplamından oluşur;toplumsa bu insanların birbirleriylekurduğu ilişkilerden’’. Bu alıntıdan dagörüleceği gibi kültürü insanın, doğayıaşmasının bir sonucu olarak, nesnesiolan Dünya’yla ilişkisi içerisinde venormlardan soyut olarak ele alıyor,dahası bu soyutluğun nedenini de çokyerinde bir biçimde normların kültürtemelinde gelişmesine dayandırıyor.Bütün bu süreç içerisinde tanımlama-ları ve örnek seçimleri, Marcuse’nin

“Tek Boyutlu İnsan” adlı eserindetasvir ettiği sanayi devrimi

sonrası ‘’modern top-lum’’a karşı yöneltiyor.

Kapitalizmin birey-leri atomize ettiği

gerçeğini yukarı-daki tanımlama-larlailişkilendirerekortaya koyu-yor: ‘’Kültürdüzen yaratır:Toprağı ekipbiçer, evleryapar, nesne-ler imal ede-riz. Bunakarşılık, top-

lumlarımız faz-lasıyla entropi

üretir. Güçlerinidağıtır ve toplum-

sal çatışmalar, siyasimücadeleler ve birey-

lerde yarattığı ruhsal geri-limlerle kendi kendilerini

tüketirler. Başta temel aldığı değerlerdurmamacasına yozlaşır. Hatta diyebi-liriz ki yaşadığımız toplumlar çatılarınıgitgide kaybeder, neredeyse darmada-ğın olur ve kendilerini oluşturan birey-leri birbirlerinin yerine geçebilenkimliksiz atomlara indirger’’. Lévi-

Strauss atomize olmuşbireyler yığını olanmodern kapitalist top-lumdaki oyçokluğuyladavranışa karşı “ilkeleşitlikçi topluluğun”oybirliğiyle davrandığı-nın örneklerini sıralar-ken yine bu bakışaçısıyla hareket ediyor.Benzer bir tutumakarşı (Kapitalist top-lumda yaşayan biraraştırmacının, reka-beti insanın özüne dairşaşmaz bir yön olarakele alan peşin tutu-muna) Lévi-Strauss’un

verdiği bir örneği anmadan geçmeye-lim: “Yeni Gine’nin iç kısımlarında ya-şayan halklar misyonerlerin futboloynadığını görüp, bu oyunu büyük birhevesle benimsemişlerdi. Ama iki ta-kımdan birinin galibiyeti yerine iki ta-kımın da galibiyet ve mağlubiyet sayısıeşit oluncaya kadar maç yapmayadevam ediyorlardı. Oyun bizdeki gibi,bir taraf galip gelince değil, iki tarafında mağlup olmadığı kesinleşince sonaeriyordu’’. “İlkeller’’ kendilerine ya-bancı olan bir oyunun, futbolun, eğ-lence ve oyun şeklindeözetlenebilecek amaçlarına “uygar-lar’’dan daha az yabancılaşmışlar.Lévi-Strauss’un verdiği bu örnek reka-betin bir insan doğası belirlenimi ol-maktan çok kültürün, dahası belirli birkültürün insana yüklediği bir belirle-nim olduğunu göstermektedir.

‘’OPT�MUM FARKLILIK’’ VETOPLUMLARINKEND�LER�NE ÖZGÜLÜ�Ü

Toplumların ve toplumu oluşturangrupların birbirlerine karşı optimumbir farklılık taşıdığını ve bu farklılığınkültürel evrim için zorunlu olduğunuortaya koyuyor Lévi-Strauss. Oybirli-ğiyle hareket etmeye çalışan, eşitliğiyüce bir değer olarak benimseyen‘’ilkel’’ler önlerine çıkan birçok engel-den bu tutumlarıyla kurtulmuşlardı.Yine aynı şekilde geçmişten gelen tümişbölümü örneklerinde, siyasi çatışma-ların sonucu olarak gerçekleşen dev-rimlerde ve büyük atılımlarda, farklıunsurların yeni bir kimlikte tüm bira-raya gelişlerinde farklılığın birleştiricidoğası örneklenmiş oluyor. Bu doğa-nın örneklerle ispatlanması, tümeva-rımsal ispatın yetersizlikleri nedeniyle,olanaksız gözükse de, yaklaşımlarımızıkurmada ve yeni kuramlar oluştur-mada etkili olan örnekler sayesindedoğruluğu kabul edilebilir görünüyor.

Farklılıkların getirdiği ve dayattığıyeni kuramsal yaklaşımlar sonucu olu-şan modellerin genelliği üzerine yürü-

tülecek tartışmaların belki de enönemli sonucu kuramlarının genelliğiaksine modellerin belirli örnekleriaçıklamayla sınırlandırılabilecek birtekilliğe sahip oluşudur. Bu açıdan ba-kıldığında toplumların kendilerineözgü olduğuna ilişkin felsefi görüşlerbir adım öne çıkıyor. Söz gelimi birtoplumda oluşmuş hukukun bir başkatoplum için kabulü şeklinde tanımla-nabilecek resepsiyon antropolojininyaklaşımına göre başarısızlığa mah-kum görünüyor. Önceleri Alman-ya’nın yasalaşma pratiği sırasında CarlVon Savigny tarafından yapılan karşı-çıkış (Tarihçi Hukuk Okulu’nun ku-ramcısı olan Carl Von Savigny,Fransa’dan alınacak hukuk modelinekarşı çıkarak her toplumun kendi tari-hinin içinden çıkacak kendine özgühukuku keşfedip, yasalaşma edimine –kodifikasyon - girişilmesi gerektiğinisavunmuştur) şimdi antropolojinin ve-rileriyle desteklenir görünmektedir.

ANAL�T�K YAKLA�IMAKAR�I BÜTÜNCÜLYAKLA�IM

Lévi-Strauss eserinde antropolojininbütüncüllüğünü öne çıkararak disiplin-leri gereği gerçekliği parçalara ayıranhukukçunun, iktisatçının, demografınve diğerlerinin elinde kalan tek yanlı veyalıtık bilgiler yığınının (malumatın)daha üst bir kuramsal çerçevede, iddiaedildiğinin aksine kültürlerin tekilliğineilişkin özelliklerde kaybolarak değil,kültürlerin farklılıkları sayesinde keşfe-dilebilecek genel karakterleri kavraya-rak birleştirilmesini savunuyor. Buyazıya konu olan eserinin yanı sıra yineMetis tarafından yayımlanmış olan“Irk, Tarih ve Kültür” (1994) adlı eseride meraklılarına ve araştırmacılarınaileriye dönük önemli katkılar yapacakbaşucu kitaplarıdır.

(Modern Dünya’nın sorunları karşı-sında Antropoloji, Clauda Lévi-Strauss,

Metis Yayınları, Çev. A. Terzi 104 s.)

Antropolojinin söyleyecekleri var“İlham kaynağını uzun zaman hor görülmüş, son derece mütevazı toplumlar içinde arayan antropoloji, insani olan hiçbir şeyin insana yabancı olamayacağını beyan eder.’’

“Antropolojininbir tutkusu dabütünlüktür.

Toplumsal ya�amdaöyle bir sistem tasavvureder ki bütün yönleriylebirbirlerine organik bir

ba�la ba�l�d�r. �unukolayl�kla kabul eder: Belli

bir fenomene ili�kin bilgiyi

art�rmak için, hukukçunun,iktisatç�n�n, demograf�n,siyaset bilimcinin yapt���

gibi, bütünü parçalaraay�rmak �artt�r.

Ama antropolo�unara�t�rd��� �ey,

ortak biçimdir

Lévi-Strauss

Page 6: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

CAFER YILDIRIMŞaşırtıcılık yaratmak, ilgi çekmek vekitle toplamak adına inandırıcılıktan nekadar uzak kurguların Yeşilçam sine-masında film haline getirildiğini biliyo-ruz. Yeşilçam ehlileri bazı gerçekhayatların izini sürmeyi deneselerdi şa-şırtıcılık temelli ilgiyi arzu ettiklerindenfazlasıyla toplayabilirlerdi. Artısı, yap-tıkları filmler bizde gerçeklik duygusuuyandırır, en dramatik filmler bile ko-medi algısıyla izlenme talihsizliğini ya-şamazdı.

Yaşar Nezihe Hanım’ın hayatı sö-zünü ettiğim böyle hayatlardandır. Öyleki onun hayatında Cumhuriyet öncesikadınımızın geleneksel ve toplumsal al-gılanışından tutun da, yoksulluk ve ca-hillikle de taçlanan bütün acılarınıbulmak mümkündür. Yaşar NeziheHanım, Türk kadınının adeta kristalizeolmuş bir suretidir.

KAYIPLARIN ��NDEDO�MAK

O bizim edebiyatımızda toplumcugerçekçi anlayışla ilk şiirleri yazan şairolmasının yanında ilk 1 Mayıs şiirini deyazan şairimizdir. Silivrikapı’nın Hün-kâr İmamı Sokağı’nda derme çatma birevde başlayan çocukluktan bu aşamayagelmesi tabii ki kolay olmamıştır.

1880 Ocağı’nın 17’sinde doğmuştur.Yirmi beş yaşındaki annesini kaybetti-ğinde altı yaşındadır. Yaşar Nezihe’ninhayatındaki ilk kayıp değildir bu. O ka-yıpların içine doğmuş bir çocuktur. Ken-disinden önce dünyaya gelmiş olan dörtablası da veremin pençesinden kurtula-mamıştır. Adı bu yüzden Yaşar kon-muştur. Kantar İdaresi’nde çalışanbabası cahildir ve üstelik alkoliktir.

Okula babasından saklı gitmiştir.Hoca hanıma öksüz olduğunu, okumakistediğini söyler. Ne var ki babası “Bâb-ı Âliye kâtip mi olacaksın?” diye okul-dan alır, iyi bir dayakla birlikteevden de atar. Bir yıl bir komşu-sunun himayesinde okuladevam etme imkânı bulur.Görüp göreceği öğretim bu olur,bundan sonrasını kendi iradesive çabasıyla gerçekleştirir. Ken-dini aruzla şiir yazabilecekkadar geliştirir.

15 YA�INDA B�R KIZAhmet Rasim’in çok beğen-

diği ilk şiiri 1895 yılında, LeylaFeride imzasıyla “Malumat” ga-zetesinde yayımlandığındahenüz on beş yaşındadır. 1895aynı zamanda “Servet-i Fünûn”dergisinin Tevfik Fikret’in yöne-timine geçtiği tarihtir. HalitZiya, Mehmet Rauf, Cenap Şa-habettin, Hüseyin Cahit gibi

Fransız kültürüyle yetişmiş ve tümüFransızca bilen yazar ve şairlerin yenibir edebiyat hareketi başlattıkları birdönemde Hünkâr İmamı Sokağı’nın heranlamda yıkıntıları arasından on beş ya-şında bir kızın sesini gazetelere ulaştı-rabilmiş olması aslında gerçek birmucizeden başka bir şey değildir. Bukızın daha sonraki yıllarda toplumcugerçekçi şiirlerin ilk örneklerini ver-mesi, ilk 1 Mayıs şiirini yazması eşyanıntabiatına uygun düşse de sanatın ger-çekliğine aykırıdır. Onun hayata tutun-duğu ve boy verdiği dönemde yazı, bilgive sanat seçkinlerin ayrıcalığındadır.Bunların tümü sarayla bir şekilde bağ-lantılı olan kişilerdir. Osmanlı aristok-rasisinin değişik düzeylerdekimensuplarıdır. Yaşar Nezihe’nin böylesibir ayrıcalığı bireysel çabası ile ele ge-çirmesi ve kendi sınıfının hizmetine sun-ması bir model tutum olarak da kültüreltarihimizde çok önemlidir.

BERL�N’DEK� ANTOLOJ�DEŞairemiz 1901’de “Terakki” gazetesi-

nin yazarları arasına girer. “KadınlaraMahsus Gazete”de sürekli yazılar yazar.“Sabah”, “Menekşe”, “Kadın Yolu”,“Kadınlar Dünyası” ve “Aydınlık” gibidergilerde şiirleri yayımlanır. Amele Der-neği’ne, Müdafaa-yı Hukuk-ı Nisvân Ce-miyeti’ne (Kadın Haklarını SavunmaDerneği) üye olduğunu da biliyoruz.Asım Bezirci, Nâzım Hikmet’in kendi-sine çok yakınlık ve saygı gösterdiğini,her karşılaşmalarında “abla” diye eliniöptüğünü, aktarıyor. 1925 yılında ŞefikHüsnü’nün onu öven bir yazı yazdığı dasöyleniyor. Bizim edebiyat tarihçilerimi-zin ondan haberdar olması ise AlmanProfesör Martin Hartmann’ın Berlin’deyayımladığı antoloji sonrasında olmuştur.1919 yılında “Dichter Der Neuen Tür-kei” adıyla yayımlanan bu antolojideHartmann, Yaşar Nezihe Hanım’a ikisayfa ayırmıştır. Bu bölük pörçük bilgiler

dışında onun yazı hayatında ve siya-sal alanda kimlerle karşılaştığı, top-lumsal bilincini nasıl edindiği, hangiaşamalardan geçtiği bütünlüklü ola-rak araştırılıp ortaya konmuş değil-dir.

Yaşar Nezihe, ilk şiirlerini yazıpbu şiirlerde kendi acıklı halini te-rennüm ederken içine doğduğusosyal hayatın sınırları içindedir vebu hayatın kuşatmasına karşı du-racak güçte değildir henüz. İlk ev-liğini kendinden yirmi yedi yaş büyükAtıf Zahir’le yapmıştır. Kocasını babasıseçmiştir. Daha önceki üç evliliğindende çocuğu olmayan bu adam Yaşar Ne-zihe’den de kendisine çocuk veremediğigerekçesiyle ayrılır. İkinci eşi MehmetFevzi Bey’den üç çocuğu olur, eşininterk edip gitmesi sonucu büyük geçimsıkıntıları çeker. İki oğlu gıdasızlıktanölür, altı yıl süren o evlilikten küçükoğlu Vedat ona bir armağan olarakkalır. Yaşar Nezihe Hanım’ın üçüncüevliliği daha bir şaşırtıcı ve o oranda daüzücüdür. Bu seferki evliliğini aydın birzatla gerçekleştirir. Fakat en kısa sürenevliliği de bu olmuştur. Evlendiği kişi hi-kâye yazarı ve gazeteci Yusuf NiyaziBey’dir. Evlilik sonrası onun memleketiCide’de yaşamaya karar verirler. Gider-ler de. Yaşar Nezihe Hanım bir de neylekarşılaşsın, gazeteci yazarın iki eşi dahavardır. Bu duruma katlanmaz ve İstan-bul’a dönerek mahkemeye başvurur.Yusuf Niyazi’nin direnmesine rağmenboşanır da. Elli günlük evlilik böylecesonuçlanır. Yaşar Nezihe Hanım birdaha evlenmemiş, kalan ömrünü oğluVedat’la birlikte geçirmiştir. Soyadı ka-nunundan sonra Bükülmez soyadını al-mıştır. 1971 Kasımı’nda doksan yaşındavefat eden Yaşar Hanım’ın son yılla-rında görme duyusu da kaybolmuştur.

M�L�TAN B�R D�LÇocukluğunda dere kenarlarında pa-

patya ve ebegümeci toplayıp aktarlarasatarak para kazanan şairemiz bütünhayatı boyunca da dikiş dikip kasnak iş-leyerek, okuma yazma bilmeyenlerinmektuplarını yazarak hayatını kazan-mıştır. Bütün bu süreçler içinde o yeterikadar okumasa da yazmaktan asla kop-mamış, belki de yazı alanını kendine sı-ğınak edinmiştir.

İlk şiirlerini topladığı 1915’te yayım-lanan ilk eserinin adı “Bir Deste Me-nekşe” , 1924’te yayımlanan ikincieserinin adı ise “Feryatlarım”dır. Bu ikieserde de yaşadığı hayatın acıları birey-sel bir perspektiften yansıtılmıştır. Onuntoplumcu içerikli şiirleri dergi ve gazetesayfalarında kalmıştır. Türkiye’de ilk 1Mayıs 1921 yılında işgal altındaki İstan-bul’da kutlanmıştır. 1923’te ise “Aydın-lık” dergisi 1 Mayısı Yaşar NeziheHanım’ın “Bir Mayıs İçin Şiir” adlı şii-riyle karşılamıştır. Bu ilk 1 Mayıs şiiri-miz aruz ölçüsüyle, bentler halinde vemesnevi uyak düzenindedir. Militan birdili vardır ve duygusallıktan uzak ger-çekçi bir söyleme sahiptir. Öyle anlaşı-lıyor ki Yaşar Nezihe Hanım, 1911’deçıkmaya başlayan “Genç Kalemler”dergisinin öncülüğünde yaygınlaşandilde sadeleşme hareketinden etkilesede Milli Edebiyat’ın hece ölçüsünü yü-celten tarzından uzak durmayı yeğle-miştir.

Cumhuriyet’in kazandırdıklarınınpeyderpey ve sinsice elinden alındığı,

Yaşar Nezihe Hanım’ın insaniçabası ve sosyalist bilinciyle ar-dında bıraktığı karanlık atmos-fere Türk kadınının her günbiraz daha itildiği bugünlerdeonu hürmet ve şükranla nekadar ansak azdır. Ayrıca buanmaların sözde kalmamasıiçin ciddi ve gerçek araştırmacı-larımızın Yaşar Nezihe Ha-nım’ın tozlu raflarda bekleyenürünlerine bir an önce eğilme-leri gerekmektedir. Toplumcugerçekçi edebiyatın ilk ürünle-rini arşiv mahzenlerinden top-lamak kadar “eski yazı”nınunutulmuş dünyasından kurta-rıp gün ışığına çıkarmanın dabir o kadar zor olduğunu biliyo-ruz ama bu imkânsız olmasagerek.

İlk 1 Mayıs şiiri ve Yaşar Nezihe HanımOnun hayata tutunduğu ve boy verdiği dönemde yazı, bilgi ve sanat

seçkinlerin ayrıcalığındadır. Bunların tümü sarayla bir şekildebağlantılı olan kişilerdir. Osmanlı aristokrasisinin değişik

düzeylerdeki mensuplarıdır. Yaşar Nezihe’nin böylesi bir ayrıcalığıbireysel çabası ile ele geçirmesi ve kendi sınıfının hizmetine sunması

bir model tutum olarak da kültürel tarihimizde çok önemlidir

Ey işçi…bugün hür yaşamak hakkı seninkenPatronlar o hakkı senin almışlar elindenSa’yınla edersin de “tufeyli”leri zenginKalbinde niçin yok ona karşı yine bir kinRâhat yaşıyor, işçi onun ermine münkâdLâkin seni fakr etmede günden güne berbâdZenginlere pay verme, yazıktır emeğindenAzm et de esaret bağı kopsun bileğindenSen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsünBir parça da evlatlarının çehresi gülsün

Ey işçi…mayıs birde, bu birleşme günündeBîşüphe bugün kalmadı bir mani önündeBaştan başa işte koca dünya hareketsiz

Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz sizPatron da fakir işçilerin kadrini bilsinTa’zi ile, hürmetle sana başlar eğilsinDün sen çalışırken bu cihan böyle değildiBak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdiHerkes yaya kaldı, ne tren var ne tramvaySen bunları hep kendin için şan-ü şeref sayBir gün bırakınca işi halk şaşkına döndüSes kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü

Seyende saadetlere mazhar beşeriyetSen olmasan etmezdi teali medeniyetBoynundan esaret bağını parçala, kes, atKuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat

Ölçü: Mef û lü/ me fâ î lü/ me fâ î lü/ fe û lün

BİR MAYIS İÇİN ŞİİR

Page 7: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra
Page 8: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

İREM HALİÇ1920-1980 yılları arasında yaşayan,

Hans Christian Andersen ödüllü ustaİtalyan yazar Gianni Rodari’nin ço-cuklar için yazdığı masal derlemele-rinden biri olan “Bir TelefonlukMasallar” bildiğiniz masallar gibideğil. Cüceler yerineyarım yastığı kaplayançocuklar, cadılar ye-rine kötü krallar varama yaratıcılıkta ço-cuklarla aynı dili ko-nuşan, üstelik bolcada çikolata ve dondur-ması olan masallarbunlar.

Haftanın altı günütüm İtalya’yı dolaşa-rak ilaç pazarlamasıyapan Bianchi, herakşam kızını arayıpmasal anlatırmış. Bumasallar öyle etkileyi-ciymiş ki santralde ça-lışanlar bile heyecanlaBianchi’yi dinlermiş. Masallarınuzunlukları da Bianchi’nin ne kadartelefon faturasını göze alabildiğinebağlı olarak değişirmiş. İşte bu masal-ların hepsi bu kitapta toplanmış, bir-birinden güzel tam altmış dokuzmasal.

Masal dinleme devri geçti diye dü-şünüyorsanız bu düşüncenizi ertele-yin. Çünkü karşılaşmanız gerekencümleler bu masalların içinde sizi

bekliyor: “Bir çocuğun gözyaşınınağırlığı nedir? Değişir, şımarık bir ço-cuğunki rüzgardan hafif, aç bir çocu-ğunki dünyadan ağır.”

Gianni Rodari’nin Can Yayınla-rı’ndan çıkan diğer kitapları: Masalİçinde Masal, Masallar ve Kurgu Ma-

sallar, GökyüzündenGelen Pasta, Markoile Mirko’nun Serü-venleri, TelevizyonaDüşen Çocuk Gip veSoğan Oğlan. Hemsiz hem çocuklarınızbasmakalıp hikayeler-den sıkıldıysanız, ya-ratıcı ve özgün şeylerokumak istiyorsanız,bu kitaplar sizin içinyazılmış.

Son olarak bu bildi-riyi tüm yetişkinlerinkuralları nasıl ezberli-yorlarsa öyle ezberle-meleri gerektiğinisöylemek istiyorum:

“Bu dünyaya gelen her çocuk dünyanındört bir yanının sahibidir, tek kuruşödemesine gerek yoktur. Sadece kolla-rını sıvamalı, elini uzatmalı ve almalıdır,dünya onun olacaktır.”

Çocuklarınıza eğlenceli dinlemelerdiliyoruz.

(Gianni RodariÇev: Eren Cendey

Resimleyen: Bruno MunariCan Çocuk, 2012, s. 208, (7 yaş

üstü))

Çocuk gözyaşınınağırlığı nedir?

Hacer K�lc�o�lu, Resimleyen: Reha Bar��,

Gün����� Kitapl���,s.124, (8-12 ya�, öyküler)

Kitapta yer alan 16 öykünün ortaközelliği, Aydede. Kitap, “Yolumuzuışığıyla aydınlatan Aydede”nin eş-liğinde, okurlarını değişik coğraf-yalarda; ülkeler, kentler vekültürler arasında etkileyici bir yol-culuğa çıkarıyor. Yaşantılar nedenli farklılaşsa da sonuçta aynıDünya’nın canlıları olduğumuzuhatırlatırken, esprili üslubuyla gül-dürüyor, farklı yaşamların dertle-rine dikkat çekip düşündürüyor.Peru’dan İspanya’ya, Vietnam’danFinlandiya’ya, Bosna’dan Mısır’a,Türkiye’den Çin’e uzanan öykü-lerde okurun karşısına Atatürk,Barış Manço, Anne Frank gibi se-vilen karakterler de çıkıveriyor.

Aydede Her Yerde

Yalvaç Ural, Resimleyen: Betül Say�n,

Yap� Kredi Yay�nlar�,s.64, (6-9 ya�)

Anneciğim zencilerin terlerisiyah mı akar beyaz pamuklarıtoplarken…“Sincap” Yalvaç Ural’ın yaz-dığı şiirleri içeriyor. Betül Sa-yın’ın resimlediği kitap doğa, toplumsal hayat, aile,dostluk üzerine, çocuğu çevre-leyen her şeyi sorgulayan; ço-cuğun dil, bilgi, duygu, anlamdünyasına pencereler açan şi-irleri bir araya getiriyor.

Sincap – Şiirler

Aydınlık KİTAP

ÇOCUKLAR İÇİN

Page 9: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra
Page 10: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

Aydınlık KİTAP

NURİYE BİLİCİBaş döndürücü bir hızla, sürekli değişenülke gündeminin geçtiğimiz günlerde enfazla tartışılan konusu Adıyaman’da Al-evilere ait evlerin kapılarının “bilinme-yen” kişi ya da kişilerceişaretlenmesiydi. Aynı günlerde, çalış-malarını sürdüren TBMM Anayasa Uz-laşma Komisyonu da yeni anayasadadin, dil ve ırk eksenli nefret suçlarınınönlenmesi konusunu tartışıyordu.Alevi-Bektaşi Dernekleri Federasyonu,Adıyaman olayını örnek göstererek birtakım taleplerde bulundu; Devlet dinalanından elini çeksin, zorunlu din ders-leri kaldırılsın, cemevleri inanç merkezikabul edilsin, dergahlar müze statüsün-den çıksın ve aşure günü resmi tatil ilanedilsin gibi.

Yüzlerce yıllık tarihine rağmen, bıra-kın yasayı “ne olduğuna” dair bir kon-sensusun bile olmadığıBektaşilik kavramı,sıcak gündemin de et-kisiyle üzerinde birkere daha düşünül-meyi hak ediyor. Halböyleyken,1924 yılındaİngiliz tarihçi F. W.Hasluck’un Anado-lu’da inanç üzerineyaptığı araştırmalar so-nucu kaleme aldığımakalelerinden derle-nen ve 1928 yılındaeski harflerle basılan,uzun yıllar önce baskısıtükenen “Bektaşilikİncelemeleri” adlıönemli çalışma, Prof.Dr. Mehmet Kanar ta-rafından Latin harfle-rine tercüme edilerekSay Yayınları tarafından yayımlandı.

İlk baskıya bir önsöz yazan MehmetFuad Köprülü’ye göre Hasluck’un ma-kaleleri eski Hıristiyan kaynaklarınavakıf olması bakımından çok önemliydi.Zira ne ülkemizde ne de Avrupa’daAnadolu’nun etnik tarihine dair genişkapsamlı bir araştırma yapılmamıştı.Anadolu’ya Türklerin yerleşmesindenberi dini akımları ve Türklerin dini et-nografyasını araştırmak amacıyla kuru-lan Türkiyat Enstitüsü’nün bu amacınauygun bulunarak yayınlanan “Bektaşilikİncelemeleri” bugün de önemini koru-yor ve araştırmacılar için önemli birkaynak teşkil ediyor. Kitabın sonuna ek-lenen notlar ve kaynaklar ise neredeysebibliyografya zenginliğinde.

Kitabın ilk bölümü Bektaşilerin coğ-rafi dağılımına ayrılmış. Anadolu, Irak,Mısır, İstanbul, Rumeli, Bulgaristan,Romanya, Sırbistan, Yunanistan, Arna-vutluk ve Avusturya-Macaristan’da bu-lunan Bektaşi tekkelerinin sayıları veönemli tekkeler belirtildikten sonra,coğrafi dağılım ayrıca bir harita üze-rinde de gösteriliyor. En önemlisi sayı-lan ve tarikatın merkezi konumundakiHacı Bektaş tekkesinin tarihi, yapısı veişleyişi ayrıntılı bir şeklide ele alınıyor.

Örneğin, II. Mahmut döneminde HacıBektaş’ı Sünni ve Nakşibendi olarakkimliklendiren anlayışın sonucu olaraktekkenin yanında bir cami yapıldığını,vaktiyle 362 Bektaşi köyünün gelirle-riyle geçinirken, yine aynı dönemde köysayısının 24’e indirildiğini öğreniyoruz.

Bektaşiliğin, Şii ve Sünni Müslüman-lığın Anadolu’daki gelişimi, birbirleriyleolan etkileşimlerinin anlatıldığı bö-lümde, ilginç varsayımlar ileri sürülüyor.Örneğin Hacı Bektaş Veli’nin ismini ta-şıyan bu tarikatla hiçbir alakası olma-dığı, asıl kurucusunun Fazlullah adındaİranlı bir mutasavvıf olduğu belirtildik-ten sonra Fazlullah’ın yolundan gidenle-rin öğretilerini yerleştirmek amacıylaHacı Bektaş’ın tarikatına sızdıkları,zaman içinde yeniçerilerle bağlantı ku-rarak büyük bir siyasi önem kazandık-ları, bu durumun ancak II. Mahmud

tarafından tarafındanyapılan darbeyle sonaerdiği belirtiliyor. Gö-rüşlerini Esad Efen-di’nin yazmış olduğutarihi çalışmaya da-yandıran Hasluck,daha sonraki bö-lümde ise Bektaşili-ğin Hıristiyanlıklamünasebetlerini elealıyor.

Bektaşilerin Ana-dolu’da özelliklecahil ve eğitimsizHıristiyanlar ara-sında propagandayaptıkları, bununiçin evliyaları kul-landıkları, kendiinançlarının Hıristi-yanlığa çok da uzak

olmadığı yolunda bir takım rivayetleruydurarak onları yanlarına çektikleriörneklerle anlatılıyor. Bu düşüncele-rine kanıt olarak Anadolu’daki bazıgrupların Ali’nin İsa’da, on iki ima-mın on iki havaride, Hasan ile Hüse-yin’inde Petros ile Pavlos’da temsiledildiğine inandıkları belirtiliyor.

“Sultanların kılıç kuşanması” baş-lıklı bölüm, belki de başka kaynak-larda rastlanamayacak ilginç bilgileriçeriyor. Sultanların tahta çıkışınısimgeleyen kılıç kuşanma töreninintarihi geçmişi, başka kültürlerle iliş-kisi incelendikten sonra, bu önemligörevi üstlenen dini guruplara değini-liyor.

“Bektaşilik İncelemeleri”, Anado-lu’daki mezarlıklardan türbelere,önemli şahsiyetlerden tartışmalı riva-yetlere varıncaya kadar ana hatlarıylaBektaşiliği ele alıyor ve iddialı varsa-yımlarıyla pek çok tartışmaya kapıaralıyor. 1900’lü yılların Anadolu’su-nun sosyal hayatına dair gözlemyapma şansı da kitabın artılarından.

(Bektaşilik İncelemeleri, F. W. Hasluck, Say Yayınları,

Çev. Ragıp Hulusi, 224 s.

“Bektaşilik İncelemeleri”

Anadolu ve Rumeli’denrenkli bir resim

Page 11: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA 11Aydınlık KİTAP

Ağaçlar vaktinden önce çiçeklendi bu yıl. Yüksekçam ağaçlarının, sıra sıra zeytinlerin arasında ge-linlik kızlar gibi dolaşan badem ağaçlarının çiçek-leri, sabah yelinin saçlarında savruldukça toprağınkoynunda beslenen kuş otları, kuzukulakları, eşekhelvaları, şevket-i bostanlar canlandı, karıncalaryuvalarından çıktı, köstebekler başlarını toprak-tan kaldırıp baktı. Havada, suda, yerde bir telaş-pür telaş. Doğa, yüzünü yeniden dönüyor hayata...

GÜL BADE �ÇMEN�N VAKT� “Bülbüller ötüşüyor seher vaktidirGül bade içelim bahar vaktidir…” diyor türkü.Mehteran Bölüğü’nün repertuvarına “tapu-

lanmış” bu Rumeli ezgisini fütuhatçı bir kahra-manlık türküsü kalıbına sokan şey, ritim olsagerek. “İki ileri bir geri” diye nitelenen –aslındaiki adım attıktan sonra durup sağa, iki adım attık-tan sonra durup sola selam verildiği için “iki ileri

bir geri” imiş gibi görünen- mehter yürüyü-şünün yarattığı bu ritim, ezgiye belli bir söy-leyiş kolaylığı kazandırırken, sözlerini dekendine uydurmuş, büyük ölçüde de yeni-den oluşturmuş olmalıdır.

“Yine de şahlanıyor kolbaşının kıratı”türküsü gibi bölüğe “tapulu” eserlerin bir-çoğu için de söylenebilir bu. En bariz ör-neği, “Estergon Kal’ası” türküsüdür banakalırsa. Türkünün ritmini değiştirin, ezgibiraz yayılsın sözler de, türkünün kendiside bir aşk ve ayrılık türküsü olmanın ra-hatlığıyla asıl güzelliğine kavuşacaktır:

“Estergon Kal’ası su başı durakKemirir gönlümü bir sinsi firakGönül yar peşinde yâr ondan ırakAkma Tuna akma ben bir dertliyimYâr peşinde ben bir kara bahtlıyım”.İkinci, üçüncü dörtlükleri de benzer anlam ve

sözlerle gelişen ve Rumeli türkülerinin en esaslı-larından bir tanesi olan “Estergon Kal’ası”, sankizorla mehterleştirilmiş gibidir. Türkünün ezgisi desezdirir bize bunu. Mehter türkülerinin makam,usûl ve ölçüleri ile bu türkülerin bir çoğunun kay-nak kişisinin Kemal Altınkaya olmasının mehter-leşme de ne ölçüde etkisi vardır bilinmez ama,benzer yapıdaki başka Rumeli kökenli türkülerdebu yoktur.

Birçoğu yeniçerilik zamanlarından kalan ya dabu havaya sokulan mehter türkülerinin nağmele-rinin arasında hışırtısı ve getirdiği türlü çiçek ko-kularını duyduğumuz bad-ı saba, muzafferOsmanlı ordularının sefere çıktığı bahar ayların-dan kalmış olmalı. “Tuna nehri akmam diyor”,“Havada bulut yok”, “Sivastopol önünde yatangemiler” gibi türkülerdeki bad-ı hazan ise aynı or-duların üç yüz yıl sonra yaralı, aç, bî ilaç, yorgun veyenilmiş döndüğü sonbahar aylarının kan, çürü-müş et, çürümüş kemik kokularını getirmektedir.

“E��L DA�LAR E��L ÜSTÜNDEN A�AM”Bunlardan, sözlerine ilk kez Yahya Kemal’in

işgal ve mütareke günlerinde yazdığı bir yazıdarastlanan, bu yazıların toplandığı kitaba da adolan “Eğil dağlar” türküsü, türkülerin kendi an-lamlarından başka anlamlar kazanabileceğine ve-

rilebilecek örneklerden biridir.Yahya Kemal’in; “Ah bu türkü! Yirmi dört

sene evvel hangi şehirden, hangi köyden, hangikulübeden birdenbire aksetti? Türkleri daima şenolan İzmir’den mi? Daima kahramanca olan Ay-dın’dan mı? Yoksa daima bağrı yanık olan Edir-ne’den mi? Nereden? Güftesini üslubu gibibestesinin zevkinden de nereden çıktığı belli değil;her türkünün iklimi şivesinden az çok belli olur,bunun bilakis menşei Rumeli midir? Anadolu muanlaşılamıyor, o kadar millî!” dediği, 1897 “YunanHarbi”nde Gazi Edhem Paşa’nın Atina’ya yürü-yüşü sırasında yakılmış olan türkü, Dar’ül El-han’ın 1929’daki derleme gezisinde Çankırı’danderlenen türküler arasında yer almıştır. Yörede“Ta’lim Türküsü” ve “Yunan Türküsü” olarakanılan “Eğil Dağlar”, ilk kez 2002’de, aynı adınverildiği Çankırı türküleri albümünde seslendiril-miş.

Yahya Kemal, ilk çıktığında “vatanın bütün so-kaklarında, Tesalya’ya doğru redif taşıyan Ana-dolu ve Rumeli trenlerinde yalnız bu türkü”nünduyulduğunu söylemektedir:

“Eğil dağlar eğil üstünden aşamYeni tâlim çıkmış varam alışam!O harbin redifleri bu türküyü geçtikleri bütün

şehirlere bıraktılar, İstanbul, Selanik, İzmir, Bey-rut, Halep, Üsküp, Manastır kafeşantanları sa-bahlara kadar tekrar ettiler. Erzurum’danYanya’ya kadar, Alasonya’dan Dökeme Tepele-ri’ne kadar her tarafta bu türkü aksediyordu.”(Eğil Dağlar, sf. 144, Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara, 1981)

B�R SEHL� MÜMTEN�Türkünün o yıllarda yaygın olarak bilinip söy-

lendiğini Süleyman Nazif’in Faik Reşat’a yazdığıbir mektuptan da anlıyoruz:

“Geçen Yunan Muharebesi esnasında Anado-lu’nun “Eğil dağlar eğil üstünden aşam!” mısra-ıyla başlayan bir türküsü bütün memleketin gönültellerinden bir cereyan geçirmiştir.

Bir kur’a veya redif askerlerinin köyünden kı-tasına giderken torbası omzunda geçtiği şimendi-fersiz, yolsuz, köprüsüz, geçit vermez dağlarkarşısında keder ve boyun eğmişliğini fakat pekkahramanca bir surette ortaya koyan bu saf mısra,erkân-ı harp muhtıralarından daha veciz ve ma-nidardır.

‘Al yeşil bayrağı gelin mi sandın!’ ilk söyleyenköylü bu sehli mümteni, belki söylenmesi çok güçmısraına ne kadar duygular, manzaralar ve tablo-lar dercetmiş... Bizim gibi şiiri aruz ve belagat ki-taplarından öğrenmiş olan bin kişi bir araya gelseşu iki mısraı tanzir ve taklit edemez.” (AhmetTalat Onay, Türk Halk Şiirlerinin Şekil Ve Nev’i,Akçağ Yay., sf. 171).

Türkünün dizelerindeki sehli mümteniyiYahya Kemal de görmüş:

“Bu türkü yeni Türk şiirinin ilk ve maatteessüfson güzel eseridir; çünkü ondan beri bu kadarşevkli, atılışlı, canlı mısralar söylenemedi. Üst ta-bakanın edebiyatı ya bir nazire gevelemesi, yahutda sıkıntı veren bir sinir iniltisi hâlinde iken alt ta-bakanın insanları köylüler: ‘Eğil dağlar! Eğil!’ tar-

zında ne kadar atılışlı bir hayâlle kıyâm ediyor-lardı, yeni talim çıktığını haber almış koşuyorlardı,yeni ve muntazam bir millet olmağa ne kadarşâyân-ı dikkat bir heves gösteriyorlardı.” (Age.sf144).

“Aldılar yarimi elimden cihan uyansın/Bunataştan yürek ister can nasıl dayansın?” kavuştaklıtürkünün geri kalan sözleri de kavuştaktaki gibiilk dizelerle bambaşka bir havada:

“Atılan topları davul mu sandınAl yeşil bayrağı gelin mi sandınYunan’a gideni gelir mi sandın

Gümüş cezvelerim kaynar ocaktaYunan çöllerinde kaldım sıcaktaAltı aylık yavrum kodum kucakta”.

GAZ� OSMAN PA�A VE DÜNLEBUGÜN FARKI

Yahya Kemal, Sultan Abdülhamid yönetimininbu türküyü anlayacak durumda olmadığından“bizim içün bir intibah ve hayat devri”nin başlaya-madığını söyler. Gazi Osman Paşa gibi en başarılıgenerallerini kendisine darbe yapabileceği korku-suyla Yıldız Sarayı’na kapatan Abdülhamid’in, pa-şaya bir kez saraydan çıkma izni verdiğini yazar.Adına, mehteran repertuvarının en nadide parça-larından biri olan “Tuna nehri akmam diyor” tür-küsü yakılan “Plevne Kahramanı”, 1897 yılının obahar aylarında Dömeke’ye kadar koşan ancakYunan ordusunun arkasından yetişemeyen GaziEthem Paşa’nın kazandığı zafer üzerine, ordularıntoplanma yeri Selanik’e gider. Kendisini görmekiçin şehre koşan Rumeli halkını selamlamaya çıkanGazi Osman Paşa’ya yaverinin uzattığı telgraf’taYenişehir’in kurtarıldığı haber verilmektedir. Göz-leri yaşaran Paşa halkı selamlarken bu müjdeyi deverir: “Bütün milletin kalbi o an orada lisanla tarifedilmez bir an yaşadı, göz yaşlarıyla karışık bir sesve alkış fırtınası yükseldiği kadar yükseldikten,devam edebildiği kadar ettikten sonra Teselya’nıntürküsü birdenbire alev gibi patladı:

‘Eğil dağlar eğil üstünden aşam’Gazi Osman paşa o gün, o saat Rumeli’yi

dünya gözüyle bir daha gördü ve akşama girme-den İstanbul’dan şedid bir telgrafla çağrıldı, hu-susi trenle derhal döndü, yıldız sarayına kapandı.Hayatının sonuna kadar çıkamadı.” (Agy., sf 145).

BA�KA B�R YAHYA KEMALYahya Kemal, türkünün, yazının yazıldığı gün-

lerle olan bağını, 1921’in 1897’den farkını vurgu-layarak kurar. Kıral Konstantin, Papulas vearkadaşlarının da benzer bir hezimeti yaşayacak-larına emin ve Anadolu’ya ilk ayak bastıkları İz-mir’den denize döküleceklerini hissetmiş gibidir:

“O zaman böyle bir heyecandan doğan ‘Eğildağlar’ şimdi bir daha Anadolu dağlarından işiti-liyor: bu türküyü Kıral Konstantin de hatırlar, Pa-pulas da, arkadaşları da, lâkin bu defa söyleyenordular değil, önünden kaçamayacakları bir çığ-dır.” (Sf. 145).

Bugünün 1921’le ayrıldığı nokta ise, küçükama çok önemli bir farkla büyük ölçüde GaziOsman Paşa’nın encamında saklı. O da şu; GaziOsman Paşa bu zamanda yaşasa Silivri’de olurdu.

Eğil Dağlar ve dünlebugünün farkı

B�R SEHL� MÜMTEN�…MEC�T ÜNAL

[email protected]

GÜLDEN TERAZİ

Daha önce başka bir nedenle değindiğim “Eğil Dağlar”, son zamanlarda dönüpdönüp okuduğum bir kitap. Kitapta, “Eski Şiirin Rüzgârıyla”da, “Aziz İstanbul” ve

“Kendi Gök Kubbemiz”de olmayan başka bir Yahya Kemal var...Benim Yahya Kemal’im büyük ölçüde işte bu “Eğil Dağlar”da

YahyaKemal

Page 12: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

M. SALİH [email protected]

“Mizah, gülüp geçmen gerektiği haldegülmediğin şeyleri alaya almaktır.” –

Langston Hughes

Hayatta yol alabilmek, zorluklarıaşmak ve en önemlisi hayatta kalabil-mek için ihtiyaç duyduğumuz dürtü-lerden biri de mizahtır. Mizahındokunamadığı, onunla harmanlanma-mış tek bir insani kavram yoktur. Bunedenle, her ne kadar yunus balıklarıyirmi dört saat sırıtarak dolaşsa da ra-hatlıkla söyleyebiliriz ki “mizah, insan-ların icat ettiğine ikna olabileceğimiztek şeydir.” Mizahın bu nüfuzundanelbette bilim-kurgu ve fantastik kurguedebiyatı da nasibini alır. Mizahi bilimkurguyu, elbette pek çok araştırmacı-nın da güncel şekilde kullandığı üzeremodern mizah olarak adlandırmak damümkündür. Ancak “modern mizah”daha suni, kaygan bir tanımdır vegerek mizahi bilim-kurguyu gerek fan-tastik mizahı anlatırken, içlerindekihiciv ve ironi unsurunu ön plana çıkar-mada yetersiz kalır. Her iki melezlemeveya başka deyişle form kullanımınınetkin şekilde gözlenen özelliği, günü-müz dünyasına, dogmalara, medeni-yete, yer yer tarihe ve insan ruhunayönelik eleştirilerini zekice yazılmışşakaların altına saklamalarıdır. NeilGaiman’ın Douglas Adams için yap-tığı tespit aslında bütün -gerek bilimkurgu, gerek fantastik kurgu ile-mizah melezlemeleri için geçerlidir;“Size gülmeyen ama sizi de şakanınbir parçası yapan bir yazarın yanınızdaolduğunu bilirsiniz.”

Türün en iyi örneklerine gelirsek -kişisel kütüphanemden yola çıkarak vehenüz keşfedemediğim isimlere saygı-larla elbette: Mark Twain’in 1889 ta-rihli “A Connecticut Yankee in KingArthur’s Court” eseri, fantastik kur-guyu mizahla yoğurarak yıllardır haya-tıma ışık tutan ve kitapları Türkçeyearzu ettiğimden daha yavaş tercümeedilen Terry Pratchett ve Disk Dünyaserisini (seri İthaki yayınları tarafın-dan dilimize kazandırılıyor), HarryHarrison’ın Paslanmaz Çelik Sıçan’la-rını (Metis Yayınları), Robert Silver-berg’in derlediği ve büyük bilim kurguisimlerinin yazdığı mizah öykülerineyer verdiği “Infinite Jests” derleme-sini, yine aynı şekilde George H. Scit-hers’ın öykülerden derlediği“Spaceport Bar” serisi, Isaac Asi-mov’un “Laughing Space” derlemesi,Robert Bloch’un “Lefty Feep” öyküle-rini sayabiliriz. Elbette bunların hepsi-nin üstüne, melezlemeyi en başarılışekilde ortaya koyan, köşeye verdiğimadı atfettiğim ve bütün insanlığa “Oto-stopçu’nun Galaksi Rehberi”ni (seri-nin tamamı Kabalcı Yayınlarıtarafından dilimize hem seri halindehem de toplama bir cilt olarak kazan-dırıldı) hediye eden Douglas NoelAdams’ı, bir başka deyişle “DNA”yı

yerleştirmeliyiz.Arthur Dent’in evi, yeni bir yolun

yapımı için yıkılma tehlikesiyle karşıkarşıyadır. Belediye çalışanlarıylaaralarındaki tartışma sürerkendev bir uzaylı gemi filosu,galaksiler arası yeni biruzay yolunun inşası içindünyayı yok etmeküzere yaklaşmakta-dır. Yıkımdan öncekibarca anons et-meyi de ihmal et-mezler. Çılgınca,her şeyi ters yüzeden, bilim kurgu-dan nefret edenle-rin kütüphanesindebile rastlayacağınız,bittiğinde, bir süresonra tekrar okumakisteyeceğiniz “Otostop-çunun Galaksi Rehberi”macerası bu şekilde başlar.Kitapların daha sonra televizyondizileri, çizgi romanları, bilgisayaroyunları ve nihayetinde sinemayavaran uyarlamaları söz konusu olsa dahiçbir şey kitaplarının yerini tutama-mıştır. Yazar, 49 yaşında hayatını kay-bettiği 2001 yılından bu yana,hayranları tarafından özlenmektedir.

Adams’ın mizahında en etkin ola-rak göreceğimiz faktör, mizahını hepezberin tersine kulla-narak öyküsünü vefikirlerini anlata-bilmesidir. Kitap-ları bilimselgerçekleri dahiokuyucuyu sıkacakfaktörler olaraksunmaktan kaçınır.Adams için bilimeğlencelidir veancak bu şekildeanlatılabilir. Aynızamanda, türleritükenmeyle karşı kar-şıya olan canlılar için hem belgeseliniçektiği hem de kaleme aldığı “LastChance To See” (Görmek İçin SonŞans) gibi eserlerinden de takip edile-

bileceği üzere ciddi bir çevre aktivisti-dir.

Yazardan alıntı yapalım; “Örneğin,dünya gezegeninde, insanlar her

zaman, yunus balıklarındanzeki olduklarını varsay-

dılar, çünkü çok şeybaşarmışlardı –te-

kerlek, New York,savaşlar ve bunungibi. Bu aradayunusların yap-tığı tek şey isesu içinde debe-lenmek ve iyivakit geçir-mekti. Öte yan-dan, yunuslar da

insanlardan hepdaha zeki oldukla-

rını düşündüler –tam da aynı

nedenlerden ötürü.”Douglas Adams kendi-

sini “radikal atesit” olarak ta-nımlar. “Radikal” kelimesinieklemesinin nedeninin, kendisine ate-izm ile agnostisizmi mi kastettiğininsorulmamasını umması olduğunu söy-ler. Evrim biyologu Richard Dawkins“Tanrı Yanılsaması” isimli kitabındaAdams’ın etkisinden sıkça bahseder.Hatta kitabı Adams’tan şu alıntıylaona ithaf eder: “Altında perilerin ya-

şadığına inanmayamecbur olmadanda bir bahçeningüzel olduğunuanlamak için, gör-mek yeterli değilmidir?”

Adams’ınbütün güzellik an-layışı ve sorgula-yıcı kişiliğimizahına da yan-sır. Çoğu eleştir-menin kolaya

kaçarak “İngilizdurum komedisi” şeklinde açıkladığışakalarının altında bütün birikimleri-nin izlerine rastlamak mümkündür.Douglas Adams’ın bilim kurguya ka-

zandırdığı bu mizah anlayışının fan-tastik kurguda tam karşılığı ise yinebir başka İngiliz yazar Terry Pratc-hett’tır. Mizahi unsurlarındaki benzer-likler dışında her iki yazarın sosyalyaşamında da benzerlikler görünür.Pratchett da tutkulu bir çevre aktivis-tidir, gazetecilikten gelmedir, Alzhei-mer hastalığına karşı bilgilendiricibelgeseller çekmektedir vb.

Bu köşede Douglas Adams ve bilimkurguda mizah hakkında yazmayı dü-şünürken, Kabalcı yayınlarından NeilGaiman’ın kaleminden “Paniğe Ka-pılma”nın tercümesinin yayınlandığıhaberi gelince artık bu yazı kaçınılmazhale gelmişti. Yazıldığı dilde çıkar çık-maz okuduğum kitabın, “Otostopçu”çevirilerini takdir ettiğim yayın evin-den, hem de seriyi tamamlayıcı şekildebir tasarımla çıkması okur olarak benimutlu ettiği gibi kütüphanesinin düze-nine önem veren herkesi de memnunedecektir.

“Otostopçunun Galaksi Rehberi”ni

okuyan her okuyucuda hep aynı hasta-

lık belirtileri gözlemlenir:

1- “Keşke daha fazla olsa, devam

etse, neden bitti, neden, neden ve

neden” söylevleri –ki genellikle

Adams’ın yarattığı depresif robot

Marvin gibi davranılır.

2- Bu hınzır zekânın, yazma ve ya-

ratma sürecine duyulan merak.

3- İlk iki madde hiç olmamış gibi

unutulup normal hayatına devam

etme süreci.

Semptomları bu şekilde sıralanan

ve bizim “Uydurmasyon” dilinde

“DNA özlemi” olarak adlandırdığımız

bu hastalığın tedavisi, ancak ve ancak

Neil Gaiman’ın yazdığı “Paniğe Ka-

pılma!” kitabı ile mümkün. Yazarın

yaratım sürecinde, tıpkı yazarın ken-

disi gibi ciddi, komik ve şaşkın şekilde

yol alırken Douglas Adams’ın daha

önce hiçbir yerde okumadığımız yazı-

ları, Otostopçu’nun ilk radyo oyunu

metinleri, “havlu” ve daha birçok kav-

ramın kökenine de ulaşmış oluyoruz.

Daha önce Richard Hollis ve Kim

Newman’a yar olmayan bir “Oto-

stopçu” kitabını da bu şekilde ancak

Neil Gaiman yazabilirdi. Sıradan bir

biyografi eserinin çok ötesinde, ancak

Adams’ın sıkı bir hayranı tarafından

yaratılmış olabilecek derece özenli ve

bir kez daha bizleri Douglas Adams’la

baş başa bırakacak incelikle karşımıza

çıkıyor.

Temel olarak, hayatın anlamını

açıklayan bir kitap ve yazarı hakkın-

daki bir inceleme de daha azını hak

etmezdi doğrusu.

Acil uyarı: Bir önceki cümle mizah

unsuru içermemektedir. Yazar gerçek-

ten hayatın anlamını “Otostopçunun

Galaksi Rehberi” serisinde açıklamak-

tadır. Hemen buraya kısaca yazarsam

bütün sürprizi kaçacaktır. Bu nedenle

“neymiş peki bakalım?” diyerek bu sa-

tırlarda aranmaması rica olunur.

Kırk ikinci, bu sefer yavaş uyarı: Bir

önceki uyarıda da mizah unsuru yoktur.

13 N�SAN 2012 CUMA12 Aydınlık KİTAP BABİL BALIĞI

Geleceğe atılan kahkahalar

Page 13: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

MELİS YALÇINUbik de nedir? Bu konuda tek ipucumuzİngilizce’de “aynı anda her yerde bu-lunma” anlamına gelen ubiquity kelime-sinden türetilmiş olduğudur. Bir dekitabın her bölümünün başında okuduğu-muz Ubik reklamları var; kimi zaman birdeodorantı denememizi, kimi zaman daUbik Yapı ve Kredi’deki kadını ziyaret et-memizi salık veren reklamlar. “Saçlarımöylesine kuru ki, bir türlü şekle girmiyor.Böyle bir durumda kız ne yapmalıdır? Ba-sitçe söylememiz gerekirse Ubik saçkremi kullanın. Sadece beş gün içinde, sa-

çınızın daha parlak ve hacimliolduğunu göreceksiniz. Ubiksaç kremi talimatlara göre kul-lanıldığında tamamen güvenli-dir.” İlk bakışta hikâyedenkopuk gibi görünen bu reklam-larla, yazarın, Philip K.Dick’in, okura bir mesaj ver-meye çalıştığı açıkça anlaşılı-yor, ancak kitabı okumak bilebu mesajı anlamaya yetmiyor.

Sanırım bu reklamlardan neanlayacağı okura bırakılmış,bize de “Okuyun da görün ozaman.” demekten başkaşans kalmıyor.

“Ben Ubik’im. Evrendenönce ben vardım.

Güneşleri ben yarattım. Dünyaları ben

yarattım.Yaşamları ve yaşanacak yerleri ben ya-

rattım;Onları buraya getirdim ve onları oraya

koydum.

Benim istediğim gibi davranırlar,

ben ne dersem onu yapar-lar.

Ben sözüm ve adım aslasöylenmedi,

kimse bilmez benim adımı.Bana Ubik diyorlar, ama

adım bu değil.Ben varım.Her zaman var olacağım.”

“Eğer ölü bir insanın için-den dışarı baksaydın yine degörebilirdin, ama göz kasla-rını çalıştıramadığın içinodaklayamazdın. Başını veya

göz kürelerini çeviremezdin.Bütün yapabileceğin, görüş alanından birşey geçene kadar beklemek olurdu.Donup kalırdın. Devamlı beklerdin. Ber-bat bir sahne olurdu” diyecek kadar ger-çekçi bir yazar olan Philip K. Dick,bilim-kurguyu yaşadığı dünyayı ve çağıeleştirebilmek için kullandığından, Asi-mov ve Arthur C. Clarke gibi isimlerintemsil ettiği bilim-teknoloji hayranı hard-core bilim-kurgudan ayrılır. Oku-yucusunu etkilemek içinbilim-kurgunun vazgeçilmez-leri olan uzay gemilerine,çılgın buluşlara gerekduymaz. Onun için herzaman önemli olan insanetkenidir, derin felsefitartışmaları, varoluşu,gerçekliği, iktidarı sor-gulamayı tercih eder.

HIRPALAYICI B�RYA�AM

Kendini bir Philip K. Dick

romanı kahramanı olarak tanım-layan PKD’nin hayatı gerçekten dekendi kurgularına benzer. 16 Aralık 1928

tarihinde Chicago’da doğan yazar, ikiz kızkardeşinin doğumdan kısa bir süre sonraanne sütüne karşı alerjik olması sebebiyleölmesi üzerine hayatı boyunca annesin-den nefret eder ve kardeşinin özlemini

içinde taşır. Ebeveynlerinin boşanması veaçık alan korkusu okul yaşamının zor geç-mesine neden olur. Çocukluğunda takip

ettiği bilimkurgu dergilerinde Van Vogtve Heinlein’ın yapıtlarıyla tanışıp onlar-dan etkilenir. Gençliğinde uzun süreradyo ve müzik ortamlarında çalışır;

1950’den itibaren roman ve öyküler yaz-maya başlar. Başarısız evlilikleri ve iş ha-yatında yaşadığı olumsuzluklar nedeniyleoldukça hırpalanır, çok az ücret ödeyenyayınevleri ile çalışır, ilk avans dışında, ki-tapları ne kadar satarsa satsın, hiç paraalamaz. Üretkenliği, dehasının yanında,bu devamlı para ihtiyacı içinde olma du-rumu ile de açıklanabilir. Bir ara, 1962’de,tek başına bir kulübeye taşınır ve buradakaldığı iki-üç yıla on bir roman sığdırır.

Philip K. Dick’in ciddi bir lsd bağımlısıolduğu söylenegelmiştir. Hatta yazar birara gerçeklikten o kadar kopmuştur ki,yaşamının bir kısmını 1. yüzyıl Ro-ma’sında, diğer kısmını da 20. yüzyıl Cali-fornia’sında geçirdiğini iddia etmiştir.Yaşamının son dönemlerinde akli mele-kelerini iyice kaybetmiş, hatta FBI’a ünlüPolonyalı bilim-kurgu yazarı StanislawLem’in gerçek bir insan olmayıp, Ameri-kan bilim-kurgusu edebiyatına zarar ver-mek amacıyla oluşturulmuş bir komünistörgütün kod adı olduğunu belirten birihbar mektubu yollamıştır. Mektubun ori-jinal metni, suçlanan yazarın oğlu tarafın-dan idare edilen resmi web sitesindemevcuttur. Buna rağmen Lem, batı bilim-kurgusunda eserleri sığ olmayan tek yaza-rın Philip K. Dick olduğunu üzerine basabasa söylemiştir.

GERÇEK VE GERÇEKL�KNED�R?

Amerikalı bilimkurgu yazarı Philip K.Dick’in 1969’da yazdığı “Ubik”, Ece GamzeAtıcı tarafından dilimize kazandırıldı ve6:45 Yayınları tarafından basıldı. Siberpunk

akımının gizli yaratıcılarından olanPhilip K. Dick, neredeyse tüm

romanlarında gerçeğin vegerçekliğin ne olduğunu

sorgular. Bu romanındada yazarın yaşam,ölüm ve gerçeklik gibikavramları irdelerkenalt metinde vahşi ka-pitalist düzeni ve budüzenden gocunma-yan bireyleri eleştir-

mesine tanıklıkediyoruz. Okurun tele-

patlar, önbiliciler, durdu-rucular, bir anlamda modern

kâhinlerle ve hiç bir zaman is-

patlanamayacak felsefi sorularla dolu es-rarengiz bir kurguyla karşılaşacağınısöyleyebiliriz. Hikâye sayfalar çevrildikçeçözülen, aynı zamanda da karmaşıklaşan biryapıya sahip, okur tam her şeyi çözdüğünü

düşünürken son iki sayfada ters köşe olu-yor. Kısacası, rahat bir uyku çekmek isti-yorsanız, uyumadan önce bu kitabı

okumamanızı tavsiye edebiliriz.

*Kitaptan alıntı yapılmıştır.

(UBİK, Philip K. Dick, Altıkardeş Ya-yınları, Çev. Ece Gamze Atıcı 252 s.)

13 N�SAN 2012 CUMA 13Aydınlık KİTAP

UBİK: Talimatlara uygun olarakkullanıldığında güvenlidir*

Kendini bir PhilipK. Dick romanı

kahramanı olaraktanımlayan

PKD’nin hayatıgerçekten de

kendi kurgularınabenzer. 16 Aralık

1928 tarihindeChicago’da doğan

yazar, ikiz kızkardeşinin

doğumdan kısa bir süre sonra

anne sütüne karşıalerjik olması

sebebiyle ölmesinedeniyle hayatı

boyuncaannesinden nefret

eder ve kardeşinin

özlemini içindetaşır Bu

roman�nda dayazar�n ya�am,

ölüm ve gerçeklik gibikavramlar� irdelerken altmetinde vah�i kapitalistdüzeni ve bu düzendengocunmayan bireyleri

ele�tirmesine tan�kl�k

ediyoruz

Page 14: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP

Son derece önemli ve çarpıcı şiir tartışmalarınadeğinmeden geçemediğim için dergilerde geçenayki zaman tünelinde (Mart 2012) şiir yolculuğu-muz sürüyor:

“Karagöz”de (S: 18), şiir üstüne birbirinden il-ginç yazılar var. “Kanonsuzlar” üst başlığı altındaOsman Özbahçe ve Serkan Işın, Türk şiirinin mo-dernizmle gelen sorunlarını ele alıyorlar. Özbah-çe’nin ilginç olduğu kadar kafa karışıklığı vetutarsızlıklar da yansıtan “Kopuş ve Devam Fikri:Resmî İdeolojinin Eleştirisi” yazısı, başlı başınaele alınmayı gerektiriyor. Serkan Işın, Yalçın Ar-mağan’ın “İmkânsız Özerklik: Türk Şiirinde Mo-derrnizm” ( İletişim Y., 2011) kitabından yolaçıkarak yazdığı eleştiride Tanzimat’tan günü-müze şiir estetiği konusunda çok önemli olgularıvurgulayarak yazıyı şöyle bitiriyor: “Batı şiirine‘çalışan’ ve bunu bildiği için ‘ödüllendirilen’ ama

kendi açmazlarına bir türlü cevap bulamayan,Batı-dışı modernleşmelerden bîhaber tuhaf

bir mahlûk bizde şair.” Yazar, bu vargıyı birde soruyla pekiştiriyor: “Dilden kurtul-mayı önerebilen ve bunu başarmak içinadım atan bir tek şair tanıyor muyuz?”O zaman Işın’a 1970’lerin başında“Yeni a”da İkinci Yeni şiirinin dili üs-tüne Ferit Öngören’in yazdıklarındabu sorunun yanıtının yer aldığınıanımsatıyoruz... “Karagöz”, TürkiyeYazarlar Birliği’nin Modern ŞiirToplantıları’nda Musab Kırca’nınTurgut Uyar, Murat Üstübal’ın EceAyhan, Bülent Keçeli’nin MetinEloğlu, Hayriye Ünal’ın Cahit Zari-foğlu, Yavuz Altınışık’ın İsmet Özelüstüne sundukları incelemeleri yayım-

lamakla çok iyi bir iş yapmış... İdrisEkinci’nin Şiirde Yenilik yazısı, Hayriye

Ünal’ın çok ses getirmesi umulan “Eşik-teki Özgürlük: Çoksesli Şiir” (Hece Y.,

2011) kitabı üstüne Evren Kuçlu’nun değer-lendirmesi, Hilmi Çakaoğlu’nun “Rus Avant-

gardı” tanıtımı, Hakan Şarkdemir’in Frye’dan“Eleştirinin Anatomisi” çevirisi hep şairleri etkinşiir tartışmalarına çeken yazılar...

“�A�R�N KAPANMA SIKINTISI”Perde Gazeli bölümündeki “Ölü Hürlük” su-

nusunda vurgulanan “hep aynı şeyler ve kimse-ler”e kapanma sıkıntısını aşmaya yönelik içtençaba, eleştirilerde olduğu kadar ürünlerde degözleniyor: Özbahçe, bu sıkıntıyı, “Israrlı bir tek-rarım ben onların dilinde / Dua kalıbı sürekli tek-rarlanan cümle” dizesinde verirken, Ekinci,şiirinin ilk dizesinde meramını yüzümüze vuru-yor: “beni yoran biraz da herkesin kendine ka-panması”... Özgür Ballı’nın, “yaralarım bendenönce de vardı // bandista” alıntısıyla girilen şiiride, bu kapanma duygusuyla başlıyor: “otuzüçlükbir tespihim ellerinde hayatın”... Derya Vural,aynı durumu, “sıfır noktasında konuşalım sonuçher zaman garanti”; Keçeli, “bende vakit beşbende vakit beş bende vakit”; Yavuz Emre Al-tuntaş, “kıvılcımı belki semayı kapatacak” dize-siyle anlatıyor. Rafet Arslan, kapanmayı, “ölümışık, ölüm sonsuz huzur / ölüm kutsal gizli bahçe/ aç kocaman kanatlarını / ve al içine bu evladını!”dizelerinde, Kuran’daki “bu dünya hüsrandır”yargısına göndererek imgesel düzeyde anlatıyor.Dergideki en etkili şiiri veren Altınışık, bu hüs-

ranı, “Ve ikimizi de aynı tenhada ayartan bir kal-tak olarak / Gömleğimizi arkadan yırtacakdünya” dizelerinde, bu kez, Özel şiirinde kapan-mış bir söylemle dışa vuruyor. “Beni tüzüklerlegüzelim beni soğuk dudaklarıyla devletin / Resmîsöylemiyle öptüler. Beniipten döndürdüler ölme-dim” dizeleri ise, Özel’leaçılan parantezin Ece Ay-han’la kapanması olarak daokunabilir. Bu tür söylem-ler, yaşama da kapalı olduk-ları için, hiç hesaptaolmayan dil yanlışlarına sü-rükleyen tuzakları gizleyebi-liyor. Örneğin “beni iptenalırlar”, döndürmezler;çünkü “ipten ben dönerim”. İpten alınan ya daipten dönen adam, ölmemiştir; bu nedenle, bir de“ölmedim” demesi komik kaçmıyor mu?... Kara-göz, laboratuvar dergilerimizden biri...

AUSCHWITZ’TEN SONRA ���R“Kitap-lık”ta (S: 158) Hüseyin Ferhad, “Ede-

biyatın Gizli Dikişleri” başlıklı yazısında, Lacan-Zizek çizgisinde bir söylemle ilginç konularadeğiniyor, yanı sıra söküklere el atıyor incecik iğ-nesiyle; sonra elindeki iğne birden çuvaldıza dö-nüyor: “Ezcümle, okur incitilmiştir. Bizzat şairlertarafından, yakın çevresi, yol arkadaşları tarafın-dan incitilmiştir.” Orhan Kâhyaoğlu, MehmetMüfit’i şairin çeyrek yüzyıl sonra gelen yeni şiirkitabı dolayısıyla incelediği yazısında, bütünlüklübir yaklaşımın ürünü olarak şu sonuca varıyor:“İşçilikten uzaklaşılınca, şiir de çoğu kez sizdenuzaklaşmayı seçebiliyor. Müfit’e daha sıkı, daharafine ve eskisi gibi tamamen kendinin olan birşiiri özlemeye devam ettiğimizi söyleyebiliriz.”Dergide, Ali Asker Barut’un Sezai Karakoç’aadanmış iki şiirini Zafer Şenocak’ın adsız metniizliyor. Serhat Uyurkulak’ın “ağzımda dalgın do-laştırdığım hasta sarı bir tırnak” dizesiyle başla-yan yazdıklarını okumaya cebinizde bir tırnakmakası iriliğinde psikolog taşıyorsanız buyurun!...Arif Erguvan, “kesilen duyguların yerinden ye-nisi çıkmıyor”; Cem Kurtuluş, “kiminde duvaramarmelat karılı kolları babamların”; MehmetSait Aydın, “büyüdüğünü bir ölümün, ölüm bü-yümezse ne büyür ki” dizelerini, Adorno’nun,“Auschwitz’ten sonra şiir yazılmaz” savını kanıt-lama amacıyla yazmışlar belli ki...

M�L�TAN B�R SANAT ��N KOLLARI SIVAMAK

“Simurg”, daha ilk sayısında. “Toplumu tümkesimleriyle müritleştirmek” üzere, Yeni Orta-çağ’ın taşlarını döşeyen, karşıdevrimci bir sanatve kültür programına karşı, “bugünün ve gelece-ğin tüm sanatçılarını direnişe” çağırıyor. İdil IşıkTurgut, Melih Okyay, Ece Kırbaş, İrfan Atav’ıneleştirel yazılarında, yer yer didaktik bir söylemle,militan bir sanat anlayışı ortaya konuyor. NadirTemeloğlu, “Postmodernizm ve Edebiyat” yazı-sında, tüketim kültürüne biat yerine sorgulayıpdirenen, yaratıcı bir edebiyat tutumunun yakla-şım ilkelerini belirleme amacında. Sanatçılar Gi-rişimi’nin “Reddediyoruz” başlıklı bildirisine deyer veren dergiden yeni sayılarında kışkırtıcıürünler umuyoruz.

“YOKSULLARIN ���R�N� YAZAN”YOK MU?

“Sincan İstasyonu”nda “Yazının kumaşı kâğıt”diyor editör, kapak yazısında. Muzaffer İlhan Er-

dost, Cemalettin Aykın’ınölümü üstüne anılarını yazmış.Ahmet Ada, “Minör şair, majörşair” yazısında, “majör şairler,izleksel genişliği, yaşantı ve bi-linç içeriklerinin bileşimiyle sağ-lamışlardır” diyerek, günümüzşairlerinin bu bileşimden ve ta-zelikten yoksun olduklarını be-lirtiyor. “Çok Yaşa şiir!”bölümünde Altay Ömer Erdo-ğan, Hüseyin Peker, Hasan Efe,Halil İbrahim Özbay, Fergun

Özelli, Seçil Özcan “2011 yılında şiir”i tartışıyor.Özbay, yıllık tartışmalarının bitirilmesini istiyor;Efe, dergilerde niteliğin giderek yükseldiğini sap-tıyor; Özcan, kimsenin birbirini okumayışına de-ğiniyor; Erdoğan, “Hepimiz İkinci Yeni’yiz!”sözünü yineliyor... Nedret Gürcan, Âşık Veysel’in1956’da Dinar’a konser için gelişini anlatırken,sahne arkasına kurdukları çilingir sofrasından bu-güne izler taşıyor... Tuncer Uçarol, “Şiirde ustaçırak ilişkisi” araştırmasının ilk bölümünü veri-yor... Seyhan Kurt, kendi kitabı Seyyah’ı anlatır-ken, ayna yerine suya bakmanın taşıdığı anlamışiirde bulduğunu söylüyor... Geçen hafta RefikDurbaş’tan “ayın en güzel şiiri” olarak birlikteokuduğumuz “Makine”nin yanı sıra, AhmetTelli, Gülseli İnal, Ramazan Teknikel, İlkizKucur, Mine Ömer’in şiirleri öne çıkıyor dergide.Abdülkadir Budak’ın Sincan İstasyonu şiirininson dörtlüğünü birlikte okuyalım: “Eve ekmekgötürürken derse girmek gibiydi / Gelen tren dü-düğüydü teneffüs zilim / Yoksulların şiirini yazankalmadı / Kendimi yazmışsam özür dilerim!”

“���R V�CDAN� B�R ÇA�RIDIR”“Şiirsaati”nde okuru fotoğraf ve mektubuyla

kapaktan karşılıyor Ahmet Telli: “İkinci DünyaSavaşı sonrasına kadar, bir gençlik olgusundansöz etmek zor gözüküyor.” Ama bu yaklaşım;Tevfik Fikret’in Promete şiiriyle seslenerek 1908Devrimi’ne ve çağdaşlığa yönelttiği kuşağa hak-sızlık olmuyor mu?... Haydar Ergülen, “...mektupyoluyla da olsa edebi bir tahakküm kurmak iste-mem” diyerek, yazdığı için, “mektup değildir”başlığını kullanmış... İsmail Mert Başat, yazı-sında, “Yabancılaşmanın şiirdeki izleri nelerdir?”sorusunu tartışıyor... Tuğrul Ediz, Betül Tarıman,Tozan Alkan, Gülümser Çankaya, Ogün Kay-mak’ın şiirlerinin yer aldığı dergide HüseyinPeker, “Yalnızlık başlamıştır çoğu şairde. Çünküdevrini tamamladı çoğu” savını getiriyor... HalukCengiz’se, “Yeniden lirik şiire yönelme zamanıgelmiştir” diyor yazısında... Asuman Susam, şii-rin vicdani bir çağrı olduğunu anımsatarak, şiireyeni okur kazanmak için gerekli kopuş yeteneğive girişim gücünün önemine değiniyor...

(ARAKABLO’da değinilmesini istediğiniz yayın-ları (Cağaloğlu, Ankara Cd., Pamir Han, 22/14, Sir-

keci-İST.) adresine gönderebilirsiniz. Bu arada, 14-22Nisan günleri arasında, TÜYAP İzmir Kitap Fua-rı’nda, Sis Çanı-Broy Yayınevi standında şiirsever-

lerle her gün söyleşi olanağımızın bulunduğunuanımsatmak isterim.)

“Yeniden lirik şiireyönelmenin zamanıdır”

SEYY�T NEZ�R

[email protected]

Ahmet Telli’ye göre: “İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar, bir gençlik olgusundansöz etmek zor...” Ama bu yaklaşım, Tevfik Fikret’in Promete şiiriyle seslenerek

1908 Devrimi’ne ve çağdaşlığa yönelttiği kuşağa haksızlık olmuyor mu?

ARAKABLO

Page 15: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra
Page 16: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

Aydınlık KİTAP

MEHMET ULUSOYBugün Türkiye’de vatanseverlik veulusalcılık/milliyetçilik, yani ulusalbağımsızlığı ve ulusun birliğini savun-mak, sosyalist olmanın temel bir ko-şulu haline geldi. Bazı sosyalistler busaptamamızı tuhaf karşılamakta, an-layamamakta. Bazıları da, kendilerin-den çok emin, ulusalcı (millici)olmayı, ulusal devleti savunmayı, sos-yalizmi terk etmek, şovenizme, ırkçı-lığa sapmak olarakdeğerlendirmekteler. Ne var ki, böyledüşünenler, Türk Devrimi’nin, Tür-kiye sosyalist hareketinin köklerine,doğuş koşullarına biraz dikkatlicebaksalar, gerçeğin hiç de öyle, düşün-dükleri gibi olmadığını göreceklerdir.Hele 1970’lerden günümüze, son kırkyılın gerek sol, gerekse sağdaki fikrikaynaklarına ve söylemlerine baktığı-mızda, sosyalizmin de milliyetçiliğinde ulusal ve tarihsel köklerinden ko-partıldığını, kendi ulusal, özgün içe-riklerinin çarpıtılıp saptırıldığınırahatlıkla görebiliyoruz.

Son yıllarda, Türkçülük/milliyetçi-likle devrimcilik arasına emperyalizmve gericilik tarafından örülen duvar-lar hızla yıkılıyor. Aynı zamanda,Atatürkçü devrimci milliyetçilikleırkçı milliyetçilik arasında karşıtlık danetleşiyor. Böylece, halkçı Türkçülü-ğün doğuşundaki devrimcilik aydın-landıkça, sosyalizm ile Türkçülük,sosyalizm ile İttihatçılık ve Kemalizmarasındaki ortak devrimci temel degiderek berraklaşmakta.

SO�UK SAVA� DÖNEM�TÜRKÇÜLÜK-HALKÇILIKBÖLÜNMES�

Bugüne kadar Türkçülük ile sosya-lizm/devrimcilik arasındaki ilişkiyiparça parça, bölük pörçük, ipucu dü-zeyinde veren çalışmalar yapıldı.Ancak bunlar, Türk okurunun ve ay-dınının kafasındaki soruları yanıtlaya-cak, kuşkuları giderecek düzeydekapsamlı ve doyurucu çalışmalar de-ğildi. Dahası, bu çalışmalara, milliyet-çilik ile halkçılık ve devrimcilikarasındaki Kemalist Devrimle kuru-lan bütünsel bağın tamamen birbirin-

den kopartıldığı 1945’lerden sonrakiSoğuk Savaş kamplaşması damgasınıvurdu. Yakın dönem Osmanlı tarihi,ya ırkçı/gerici milliyetçiliğe bir tarih-sel geçmiş aramak için, ya da milliyet-çilikten ve ulusal devrimdenkopartılmış bir sosyalizm tarihi yazmaamacına yönelik incelendi.

Bu alanda, beklenen nitelikleresahip ve gündemdeki bir çok soruyadoyurucu yanıtlar verebilecek içeriktebir çalışma var artık elimizde. Dr.Arda Odabaşı’nın Kaynak Yayınla-rı’ndan Ekim 2011’de çıkan “Osman-lı’da Sosyalizm, Türkçülük veİttihatçılık –Rasim Haşmet Bey” adlıkitabından söz ediyoruz. 1900’lerden1920’lere yaklaşık 20 yıllık İkinciMeşrutiyet dönemi diyebileceğimizbir tarih dilimini inceleyen Odaba-şı’nın 360 sayfalık kitabının önemiüzerine söylenecek çok şey var. Amagenel bir çerçeve çizmek için ilk baştaşunları vurgulayabiliriz: Bugünekadar özellikle sosyalizm ve Türkçü-lük konusunda yapılan çalışmalarıngünümüz perspektifinden hem birtoplu değerlendirmesi, hem de on-larda yer almayan çok daha geniş vetitiz bir kaynak taramasıyla gerçeğiçok daha bütünsel kavrayan, yansıtanve büyük ölçüde onları aşan bir ça-lışma olmasıdır.

Özetle Odabaşı, ancak bilim insa-nına özgü bir tutku, zahmet ve sa-bırla, sanki iğneyle kuyu kazarcasınaayrıntılarda gizlenen gerçeğin peşinedüşmüş. Konu ile ilgili en birikimli-mizin bile kafalarımızdaki bilgi ko-pukluklarını –bazen çok fazlaayrıntıya düşme pahasına- gidermeyeodaklanmış ve bunu başarmış.

SELAN�K: M�LL�YETÇ�L�K,HALKÇILIK VESOSYAL�ZM�NHARMANLANIPBÜTÜNLE�T��� MEKAN

Ve Selanik!.. Bugün Türkiye’nindışında kalmış bir kent… Atatürk’ün,Şefik Hüsnü’nün, dahası Türk Devri-minin ve sosyalizmin bütün önemliönder ve düşünürünün, sanatçısının,1912 Balkan Savaşı yenilgisi ve “el-veda Rumeli” yılları öncesi yetiştiği,

Türkçülük ve sosyalizmin

Jöntürklerdeki ortak kökleri

Son yıllarda, Türkçülük/milliyetçilikledevrimcilik arasına emperyalizm ve gericilik

tarafından örülen duvarlar hızla yıkılıyor.Aynı zamanda, Atatürkçü devrimci

milliyetçilikle ırkçı milliyetçilik arasındakarşıtlık da netleşiyor

Page 17: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

Aydınlık KİTAPmayalandığı, bize özgü özelliklerinive bileşimlerini kazandığı coğrafya.Atatürk’ün sosyalizmle ilişkisini deaçıklayan toplumsal, siyasi, tarihi birzemin… Bu, bizim aydınlanma/çağ-daşlaşma ve devrimler tarihimiz açı-sından çok önemli bir gerçeğimiz.Odabaşı’nın, kitabında, bütün bu sü-recin ortak özelliklerini, zaaflarını veüstünlüklerini kendinde somutlaştı-ran bir şahsiyeti, tipik Selanikli sos-yalist ve Türkçü/İttihatçı RasimHaşmetBey’i, kitabı-nın merke-zine koymasıda, inceleme-nin başarısınısağlayan, onadaha bir so-mutluk, can-lılıkkazandıranönemli birfaktör.

İstersenizsorularla ki-tapta şöylebir gezintiyapalım. Se-lanik Sosya-list İşçiFederasyonuile RasimHaşmetBey’in so-rumlulu-ğunda çıkanFederas-yon’ınTürkçe yayın organı “Amele Gaze-tesi”ni destekleyen İttihatçılarınortak temeli neydi? İttihatçıların1908-1910’larda Selanik’te çıkanyayın organlarında savundukları“devlet sosyalizmi”nin kaynağı nedir,daha sonra bunun pratiğe, siyaseteyansımaları nasıl oldu? Halkçı-Türkçü akımın öncüleri ve Selanik’teçıkan “Yeni Hayat”çı Genç Kalem-ler’in yazarları, Ömer Seyfettin, ZiyaGökalp, Aka Gündüz, Ali Canip,Rasim Haşmet, Mustafa Nermi,neden aynı zamanda sosyalisttiler;nasıl bir sosyalizmi savunuyorlardı?Sosyalist Türkçüler, 1912 Balkan ye-nilgisi ve İtalya’nın Libya’yı işgalin-den sonra neden İkinciEnternasyonal’e karşı tavır aldılar?Türkçü/halkçı sosyalizmin gelişme-sinde, Fransız (Jean Jaures) sosyaliz-minin ve Rus halkçılığının(Narodnizmin) etkisi nedir, hangisidaha baskındır? Sorular çoğaltılabi-lir. Hepsine de kitapta doyurucu ya-nıtlar var.

�TT�HATÇILARIN HALKÇIM�LL�YETÇ�L�K Ç�ZG�DEEMPERYAL�ZME VE II.ENTERNASYONAL’E TAVRI

II. Meşrutiyet Meclislerine İttihat-çıların da desteğiyle seçilen II. Enter-nasyonal’e bağlı Bulgar, Rum, Ermenisosyalistleri ve İştirakçi Hilmi çevresiile İttihatçılar arasındaki bağları ko-paran temel görüş ayrılığı emperya-lizme karşı tavırda kendini gösteriyor.Bilindiği gibi, II. Enternasyonal parti-leri Birinci Dünya Savaşı’nda kendiemperyalist devletlerinin savaş siya-setlerini, Osmanlının paylaşılmasınıve Anadolu’nun İngiliz/Yunan kuv-

vetlerince işgalini desteklemişlerdir.İttihatçılar ise, bütün hatalarına kar-şın emperyalist paylaşıma karşı vatansavunması yaptılar. II. Enternasyo-nalle İttihatçılar arasındaki Selanik’temayalanan birliğin kırılma noktası,1912’de İtalyanların Trablusgarb’ı iş-gali ve Batılı devletlerin kışkırttığıBalkan Savaşı yenilgisidir. II. Enter-nasyonal, bu olaylarda emperyalizminyanında yer aldı.

“Meclisi Mebusan’daki II. Enter-nasyonal’ebağlı bu me-busların Os-manlıDevletininKapitülasyongibi hayatisorunları içinönerebile-cekleri pekbir şey yok-tur. (…) Sos-yalistmebuslar ül-kede yabancıyatırımlarınartmasınınen yararlı yololacağını önesürmüşlerdir.Mesela SİF(Sosyalistİşçi Federas-yonu) önder-lerindenVlahov, ya-bancı serma-yeyi teşvik

etmek ve daha çoğunu imparatorluğaçekmek için bir açık kapı siyasetini sa-vunurken, İttihatçılar kapının Kapitü-lasyonlar sayesinde zaten ardınakadar açık olduğunu kendi amaçların-dan birinin de mali özerklik ve siyasalegemenliği yeniden kazanmak için ka-pıyı kapamak olduğunu vurgulamış-lardır” (s.321).

TÜRK�YE DEVR�M�N�NÖZGÜNLÜ�ÜNÜN��FRELER� 1900-1920DÖNEM�TARTI�MALARINDA

“Osmanlı solunun İştirakçiHilmi’nin temsil ettiği kolu ise, (ŞefikHüsnü’nün, “İngiliz ve Fransız em-peryalizminin adamları” dediği) Hür-riyet ve İtilaf fayına yerleştiği vehiçbir zaman emperyalizm-vatan sa-vunması gibi bir derdi olmadığı içintükenecek, 1918’den sonra ‘enternas-yonalimi’ İngiliz kuvvetlerinden paraalmaya vardıracaktır”(s.321).

Görüldüğü gibi, 20. yüzyılda dagünümüzde de Tanzimatçı-Batıcısosyalistliğin ve Türkiye’ye özgü dev-rimciliğin/sosyalistliğin şifreleri, kök-leri, hala 1900-1920 dönemindekifikri-siyasi oluşumlarda, tartışma-larda ve emperyalizme karşı tavrınbelirlediği saflaşmalarda gizlidir.Arda Odabaşı’nın bu başarılı çalış-ması, bağımsız, başı dik, onurlu birulusun sosyalisti olarak devrim yap-mayı ve dünyayı değiştirmeyi dertedinenler için tartışmasız bir başucukitabıdır.

(Mehmet Ulusoy, Osmanlı’da Sosyalizm, Türkçülük ve

İttihatçılık, Arda Odabaşı, Kaynak Yayınları, 360 s.)

Page 18: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP

Yılların gazetecisi, arşivlik televizyonprogramlarına, 100 binlerce satan kitaplaraimza atan, Türkiye’nin en çok izlenenhaber-yorum sitesi Odatv’nin kurucusuSoner Yalçın, medyaya çıkmaması ve “rö-portaj vermemesiyle” tanınır. Yalçın, buprensibinden Aydınlık Kitap için vazgeçtive sorularımızı yanıtladı. Öncelikle kendi-sine teşekkür ediyoruz.

Kitabın adı neden “Samizdat”?“Samizdat” bir terim; gizlice yazılan, ba-

sılan, dağıtılan; kaçak yayınları tanımlıyor.Kökeni aslında 17. yüzyıl Fransa’sına kadargidiyor. Ama “Samizdat” etimolojik olarakRusçadır. Kitabı yazmaya başladığımdaadı; “Sicil No: Terör” idi; cezaevinde veri-len kimliğimde suç bölümü karşısında buyazıyordu. Sonra, cezaevinde kitabın yazılışsüresi ve dışarıya çıkarılmasında yaşanangüçlükler; ayrıca yayınevine yapılan baskısonucu yeni yayınevine geçmek zorundakalmam, kitabın adının değişmesine sebepoldu.

Sanıyorum, “Samizdat” adı bu dönemi

anlatması bakımından da iyi oldu; basılma-mış kitabı bile toplamadı mı bu despotlar...

Düşünüyorum da; hep zorluklar, zor dö-nemler bana kitap yazdırdı. Binbaşı Erse-ver’i öldürüp, anlattıklarınıyazmamam için nüfus cüzdanınıbana göndererek ölümle teh-dit ettiler. Kaçtım, saklan-dım ve yazdım. Aynısüreci; daha Susurlukkazası olmadan, “Beh-çet Cantürk’ün Anı-ları” kitabımda dayaşadım. Korka korka,saklanarak SusurlukÇetesi’nin cinayetini/cinayetlerini yazdım.

Bunları niye söylüyo-rum; eğer gazeteci isenizve sürekli olağanüstü bir haliçindeki bir ülkede yaşıyorsanızbunlar kaçınılmazdır. Tüm gazete-cilerin önüne bu tür haberler geliyor ve ga-zeteciler bir ikilemle karşılaşıyor; bilginizi,

birikiminizi, zekanızı kim için kullanacak-sınız; yazacak mısınız, gözününüzü kapatıpkurulu düzene mi uyacaksınız? Soruya ya-nıtı, kişiliğiniz veriyor. Bu sebeple artık ül-

kemizde doğruyu bulmak -yazmak; zeka ve bilgi mesele-

sinden çok, kişilik ve ahlaksorunudur.

Sonuçta mesleğiniziya yaparsınız ya dakaleminizi kırıp yap-mazsınız. “Mış” gibiyapmak, yaşamakbenim karakterimeuygun değil. Şunainandım, hakikat

için geçerli olan mut-luluk için de geçerli-

dir: Kişi ona sahipolmaz, onun içinde olur.

Eğer siz gerçeğe aşkla bağlıiseniz başka bir hayat yaşaya-

mazsınız; Adorno’nun sözünü tersineçevirirsem; doğru hayat yanlış yaşanamaz!

Soyut iyiliğin hiçbir anlamı yoktur; insanlarşeytani bir hilekarlıkla zindanlara sokulu-yor; ve siz buna gözünüzü kapatırsanız, se-sinizi çıkarmazsanız iyi olamazsanız, iyikalamazsınız. Gandi’nin sözüdür; kin,utanç ya da korkunun olduğu yerde Allahortaya çıkmazmış! İşte böyle zor anlarda iyiinsan ortaya çıkmalıdır. Gandi’nin, Neh-ru’nun iyiliği kendilerini ortaya koymaları-dır; bugün sonsuzluğa ulaşmalarının, hâlâyaşıyor olmalarının sebebi budur.

Niye “Samizdat”ı yazdığıma umarımyanıt verebilmişmişimdir. Ben iyi gazetece-likte ısrar ediyorum; çünkü iyilik eylemleortaya çıkar...

Gazetecilik mesleğinin kimilerince ala-bildiğine alçaltıldığı bir dönemde, safınızçok net belli yani...

Afrika atasözüdür; “Aslanlar kendi ta-rihçilerine kavuşuncaya kadar tarihler av-cıları övecektir.”

Ben “aslanların” tarihçisi - gazetecisi ol-maya çalışıyorum. Gazetecinin tarafı, olgu-nun tarafıdır. Gazeteci gerçeğe bağlıdır.

“Satın alınamayınca, hedef oldum”SONER YALÇIN’IN YILLAR SONRA VERD��� �LK RÖPORTAJ AYDINLIK K�TAP’TA

Afrikaatasözüdür;

“Aslanlar kenditarihçilerine

kavu�uncaya kadartarihler avc�lar�

övecektir.”Ben “aslanlar�n”

tarihçisi - gazetecisiolmaya

çal���yorum

“Hep zorluklar, zor dönemler bana kitap yazdırdı. Binbaşı Ersever’i öldürüp, anlattıklarınıyazmamam için nüfus cüzdanını bana göndererek ölümle tehdit ettiler. Kaçtım, saklandım ve

yazdım. Aynı süreci; daha Susurluk kazası olmadan, “Behçet Cantürk’ün Anıları” kitabımda dayaşadım. Korka korka, saklanarak Susurluk Çetesi’nin cinayetini/ cinayetlerini yazdım.”

KAPAK

Page 19: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAP

Lenin’in dediği gibi, en büyük devrimci, ol-gudur. İş gerçeğe dayanırsa babamı bile ta-nımam, yazarım. Habere hiç kişiselyaklaşmam; ne yazık ki medyaya göre, in-sanların suçlu - suçsuz olmaları; tanıdıkolup olmamalarından geçiyor. Kavram-larla düşünmeyen gelişmemişbir toplum olmamızın sonu-cudur bu.

Merkez medyada,Hürriyet gazetesindeyazarlık, CNNTürk’te programyapan, kitapları100 binlerce satanbir gazeteciydiniz;tutuklanacağınızaklınıza gelmişmiydi?

“Samizdat”ın ilkcümlesi, “Kırmızı Pazar-tesi”dir. Marquez’in ünlü ro-manının adı... Romanda herkeskahramanın öldürüleceğini bilir ama hiçkimse bir şey yapmaz. Sorunun yanıtını“Samizdat”ta ayrıntılarıyla anlattım. Ce-maat ayağımın altına kırmızı halı serdi,neler vaat ettiler. Ama ben bukalemun ça-ğına uyum sağlamak istemedim. Yaramazçocuklukta ısrar ettim. Sevdiklerim, “sanamı kaldı; tek başına ne yapabilirsin ki;yazma artık - odatv’yi kapat” dediler. Evet,bunları yapmak beni kurtarırdı; peki yasonra? Sonra yaşamımı nasıl sürdürecek-tim; bu kaçış insana daha büyük yük getirir,taşımak zordur; ya alkolik olursunuz ya dakanser! Halbuki mücadele gençleştirir, ha-yatı güzelleştirir.

Sonuçta parayla - şöhretle satın alama-yınca, hedefe konuldum. Biliyorsunuz önceyandaş medya sizi hedef haline getiriyor;sonra operasyon başlıyor; ayrıntılarını “Sa-mizdat”ta yazdım.

Kitabınızda “anlı şanlı” köşeyazarla-rına sert eleştiriler yöneltiyorsunuz...

İnsan yaptığı şeydir. 25 yıllık gazeteci-yim. Çeyrek asırlık tecrübemde gördüm ki;geri döndürülemez olanla uzlaşılmaz.Bunu şu nedenle söylüyorum; sandım kibazı “ismi büyükler” süreci analiz edemi-yorlar, yanlış bilgilere sahipler, doğruyugösterirsem anlarlar! Benim kafamda, an-layışımda; gerçek gazeteci yanlışlığı gördü-ğünde bunu yalnızca doğruyu istemek içinyazar, söyler; başka bir niyeti olmaz. Be-nimki çocukluk hastalığı! Diğer yandaCengiz Çandar’ı, Oral Çalışlar’ı vb. gaze-teci olarak görmüyorum. Gerçek gazetecikimsenin hizmetine girmez, düşünsel ba-ğımsızlığını korur, satın alınamamanın yü-celiğini taşır. Bunlar öyle mi; iradelerinizorba bir gücün emrine vermişler. Kendiyalanlarını dinleye dinleye artık uyuşturucubağımlısı gibi olmuşlar; hiçbir gerçeği ayırtedemiyorlar. “Samizdat”ta nasıl satın alın-dıklarını ayrıntılarıyla yazdım; kuşkusuz sa-dece ikisini değil... Nazlı Ilıcak ve onun“paltosundan” çıkan sığ kızlar da var; da-yanışma içindeler. Bayağılık zayıf insanla-rın dayanağı değil midir; nasıl buldularbirbirlerini!... Evet, hepsini yazdım; tarihenot düştüm.

Ortalıkta pek görünmeyen, televizyon-lara çıkmayan birisiniz. Sizi yalnızca ça-lışmalarınızla, kitaplarınızla tanırdık.“Samizdat”ta ise özel hayatınızı da derin-liğiyle dile getirmişsiniz... Bunun bir ne-deni olmalı.

Ergenekon süreci öyle bir noktaya geldiki, yabancılaşma başladı. Gazetelerde, televizyonlarda iddianameler üzerinde (ne-dense beş yıl oldu hâlâ iddianame üzerin-den konuşuluyor, kimse savunmayı dilegetirmiyor) duruluyor. İyi de zindanda

yatan; insan. O insan tek başına değil, tümsevdikleriyle yani hayatıyla mahpusluk ya-şıyor. Kimse bunun farkında değil. TıpkıABD’nin Irak’ı bombalamasının canlı ya-yınlanması gibi. O bombaların kimlerin ka-

fasına yağdığının farkında değilditelevizyon seyircisi.

Zindandaki insanın bu sü-reci nasıl yaşadığını yazdım.

Gazeteci olduğum için,Silivri’de karşılaştığımtutukluları da kendipenceremden anlat-tım; onlara da nasıltezgah kurulduğunubelgeleriyle yazdım.Sorularımın peşindenkoşarken, neler düşün-

düğümü, neler hissetti-ğimi, neler yaşadığımı da

derinliğiyle anlattım.“Keşke edebiyatçı olsaydım”

diye içimden çok geçirdim. Tu-tukluların ruh dünyalarını kaleme

almak isterdim ama benimkisi sadece ga-zetecilik çalışması oldu. Gerçi biraz edebi-yata da kaymışım galiba!..

Silivri cezaevinde sizi en çok etkileyenne oldu?

Doğu Ağabey’in elleri... Cezaevi rutu-betinden, romatizmadan eğilmişti. Yetmişyaşında; ömrünü daha güzel bir hayataadamış bir düşün adamını, siyasal bir lideriher olağanüstü dönemde zindana atmayakimse utanmıyor. Bu ceberrut devlet 13 yılDoğu Perinçek’i hapiste tuttu ve hâlâ dautanmadan buna devam ediyor. Türkiye’debırakın şucusunu - bucusunu insan olanherkes buna isyan etmelidir. Oysa, DoğuPerinçek’in adını ağızlarına almıyor, köşe-lerinde yazmıyorlar. Aynı şey Yalçın Küçükiçin de geçerli; Batı’da olsa el üstünde tu-tulacak sıradışı zekaya sahip bir aydına, ku-ramcıya yaptığımıza bakın; o da kaç yılcezaevinde yattı. Bakınız düşünce öğretil-diği gibi utanma da öğretilir; biz insanları-mıza utanmayı öğretmemişiz ne yazıkki.Prof. Hilmioğlu, Prof. Haberal hangisinisöyleyeyim; acı çekiyorum. Bizim ülke-mizde düşünen insanın korunağı yok maa-lesef.

Cezaevinde yeni bir çalışmanız var mışu an?

Aman aman tehlikeli bir soru bu! SilivriCezaevi’nde kitap yazanların başına nelergetirildiğini biliyorsunuz. Ülkemizde hâlâyazıdan korkuluyor. Düşünce hayatın düş-manı, kötülüğün simgesi olarak görülüyor.

Elle yazmaktan sağ orta parmağımdaacı veren iki nasır oluştu; onların iyileşme-sini bekliyorum; bu sıralar bol bol okuyo-rum.

Son olarak neler söylemek istersiniz...“Samizdat” sessizliğe ve unutuşa mah-

kum edilmeye çalışılıyor, aynıyazarına yapıldığı gibi. Vefakat bu sefalet medyada;alçalmayarak “Samiz-dat” hakkında yazıyazan meslektaşla-rıma sizin aracılığı-nızla teşekkürederim.

Umarım moralbozucu bir röpor-taj olmamıştır.Kimse unutmasın,umutsuz ölen kişiömrünü boşuna ya-şamıştır...

Herkese selam,“Samizdat”a sahip çıkı-nız...

Cemaataya��m�n

alt�na k�rm�z� hal�serdi, neler vaatettiler. Ama ben

bukalemun ça��nauyum sa�lamak

istemedim. Yaramazçocuklukta �srar

ettim

Buceberrut

devlet 13 y�l Do�uPerinçek’i hapiste tuttuve hâlâ da utanmadanbuna devam ediyor.

Türkiye’de b�rak�n �ucusunu- bucusunu insan olan herkesbuna isyan etmelidir. Oysa,

Do�u Perinçek’in ad�n�a��zlar�na alm�yor,

kö�elerinde yazm�yorlar.Ayn� �ey Yalç�nKüçük için de

geçerli

“Silivri’de kar��la�t���m tutuklular� dakendi penceremden anlatt�m; onlara

da nas�l tezgah kuruldu�unu belgeleriyle yazd�m.”

KAPAK

Page 20: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP

HİKMET ÇİÇEKKeyfi yerinde olduğu zamanlar biz mu-habirlere takılmayı severdi, Hasan Yal-çın. O anlarda Hasan Yalçın değil desanki “Selim Uslu’’ oluverirdi!

“Akira Kurosawa’nın ‘Yedi Samu-ray’ını bilirsiniz. Hani yoksul köyü ko-rumak için birer birer toplanansamuraylar. İşte ben de sizleri öylebirer birer topladım’’ derdi.

“İşte bu’’ diye beni gösterir, “Kahveişletiyordu, orada buldum, gazeteciyaptım.’’ Sonra da Soner’e dönerek“Bunu Çorum’dan buldum, getirdim’’derdi. Sonra Selami’ye (İnce) döner“Nereden bulduğunu’’ anlatır sonraGüner’i (Tokgöz)...

Aslında biri birini bulduysa, SonerYalçın, Hasan Yalçın’ı bulmuştur.“2000’e Doğru” dergisinin NecatibeyCaddesi’ndeki Ankara bürosuna gelip“Ben de bu dergide çalışmak istiyorumdiyerek!’’

Derginin Ankara temsilcisi HasanYalçın’ın sade döşenmiş odasındaki engörkemli eşya, masasının yanındaki de-vasa iki maroken siyah koltuktur. Büroaçılırken kimbilir hangi yurttaş bağış-lamıştır. El konacak yerleri erimiş, as-tarı görülmüştür. Hasan Yalçın, “Şukoltuğu görüyor musunuz? Soner, be-nimle ilk görüşmeye geldiğinde çok he-yecanlıydı, koltuğu tırnaklarıyla buhale Soner getirdi!” diye takılırdı!

Doğrusunu söylemek gerekirse, biz-lere gazetecilikten önce Türkçeyi öğ-reten ustamız, hocamız, ağabeyimizHasan Yalçın oldu. Masalarımızın ar-kasındaki panoda ki’lerin, de’lerin,da’ların ne zaman ayrı, ne zaman biti-şik yazılacağını gösteren notlar asılıdır.Daktilolarımızın yanında da TDK’nınyazım kılavuzları olacaktır. Hasan Yal-çın’ın talimatı böyledir.

GERÇEK A�KINereden nereye? Soner Yalçın’ın

gazeteciliğinden ve Silivri’de yazdığı ilkkitabı “Samizdat’’tan söz edecektik, 25yıl geriye döndük! Fakat Soner’in ga-zeteciliğinin sırrı da işte o 25 yıl önce-sindedir.

“2000’e Doğru” dergisinin bir slo-ganı, ilkeleri vardı ve bugün için de ge-çerlidir: ‘’Haberde sınırın ötesi.’’ Busınırı hem Türk devleti, hem de “büyükağabey’’ ABD çizmektedir. Bu hattıniçinde kalmak koşuluyla eğer “gazete-cilik’’ denirse yaptığınız işte “özgürsü-nüz.’’

Fakat gazetecilik tam da bu sınırınötesinde başlar. Soner Yalçın da böy-ledir, bu sınırı aşacak bilince, iradeyeyani gerçeği arama aşkına sahiptir. VeSoner’de bu aşk, 25 yıl boyunca hiçsönmemiştir.

“Samizdat’’, Soner Yalçın’ın ve ar-

kadaşlarının akıldışı bir tertiple nasıltutuklandıklarını, Soner’in cezaevi ko-ridorlarında karşılaştığı Ergenekon,Balyoz vs. sanıklarının öykülerini anla-tıyor. Fakat “Samizdat’’ bununla sınırlıdeğil bir hesaplaşma, hesap sorma ki-tabıdır.

YALANIN SALTANATIKimlerden mi?Bugün Türkiye medyasının yüzde

90’ı yandaşıyla, merkeziyle “mütarekebasını’’dır. Habercilik alanında esasolarak yalanın saltanatı egemendir. Şuyaşanan tertipler gösterdi ki, yandaşmedyada artık en güçlü servis “yalanservisi’’dir. İşte “Samizdat’’ gazete-lerde, TV’lerde sıkça gördüğümüz buyalancıları teşhir ediyor. Tayyarlar, Ba-ransular, Mercanlar, Alçılar, Altanlarvb... Yalanın saltanatı kurulunca vicdanda kalmadı. “Samizdat’’ bu vicdansız-larla hesaplaşmanın kitabıdır.

Soner Yalçın için ise gazetecilikhaber demektir. Canlı, çarpıcı, kalitelihaberi esas alarak tarafını belli eder.“Pembe haberciliğe’’ hiçbir zaman iti-bar etmedi. Kamu yararına, halkın çı-karlarına bağlı kaldı ve gazeteciliğinhalkı aydınlatma mesleği olduğunu hiçunutmadı ve mesleğini yaparken de tu-tuklandı. Muhalif bir gazeteci olmanınbedelini ödedi. “Samizdat’’ bu serüve-nin öyküsüdür.

“Samizdat’’ın bir de çıkış öyküsüvar, kitaptan öğreniyoruz. Soner, göz-altına alındığı 14 Şubat 2011’den 14Mart 2011’e kadar bir aylık süreci yaz-mayı, kendisine ve Oda Tv’ye yönelikkara propagandaya bu kitapla yanıtvermeyi düşünmüş. Kitabı, daha ön-ceki tüm kitaplarını çıkaran Doğan Ki-tap’a göndermiş. Kitap çok beğenilmiş,ancak kitabı “12 Haziran seçimlerisonrasında çıkaralım’’ demişler, sonra“hele şu iddianame çıksın’’ daha sonrada “hele şu ilk duruşma yapılsın’’...Türkiye’de kitapları en çok satan gaze-tecinin kitabını, Doğan Kitap basmak-tan korkuyordu. 11 yıldır bünyesindeçalıştığı üç yıldır da yazarlığını yaptığıDoğan Grubu korkuya boyun eğmişti!

Kitap şöyle bitiyor:“Biz kazanacağız. Bu baskıcı, kabus

günler bir gün sona erecek, gerçeklermutlaka gün yüzüne çıkacak. Yeter kikendimize, mesleğimize, hayata ya-bancılaşmayın, alçalmayın. İnsan kal-makta inat ediniz, kazanan hep insanolmuştur çünkü...’’

Son sözü gene Soner’e bırakayım.Henüz kitap çıkmamıştı. Avukat görüşyerinde karşılaşmıştık. “Biliyormusun?’’ dedi, “Hasan Yalçın’ın öğ-rencileri arasında hiç dönek çıkmadı!’’

(Samizdat, Soner Yalçın, KırmızıKedi Yayınevi, 550 s.)

BARIŞ PEHLİVANLinç edilmişiz. Sürekli bunu düşündüm“Samizdat”ı okurken. İnsan üzerindenaylar geçtikten sonra tekrar o günleredönünce, yaşadıklarından ürperiyor.

Nasıl dayanmışız onca yalana, üzeri-mizde tepinmelerine, manevi işkence-lere. Nasıl bitmeyen bir kinmiş ne

kadar insanlıktan uzak ne kadar vahşi-lermiş.

Aylarca her gün haberlerde, prog-ramlarda, köşelerde biz vardık ve öylebir bizden bahsediyorlardı ki, insankendisinden korkuyordu. Her günmanşetlerle, canlı yayınlarla izliyordukadam asmaca oyunlarına kurban edili-şimizi.

Ve en çok da Soner Yalçın... En çokda onu gömmek istediler bu dört duvararasına. Fırsat bu fırsattı, ellerindekiher çamuru attılar. İstediler ki sussun;istediler ki artık yazmasın, istediler kiuslansın.

Soner Yalçın’la bir yıl boyuncakoğuş arkadaşlığı yaptım. Cezaevininen onur verici yanıydı. Çırağıydımçünkü, onun yanında öğrenmiştim ga-zeteciliği ve şimdi ustamla birlikte ga-zeteciliğimizin bedelini ödüyorduk.

Yakından tanıyanlar bilir; SonerYalçın tam bir kitap aşığıydı. Hücre-

sinde, avluda, hatta tuvalette bile ayrıayrı okuduğu kitaplar vardı. Zweig,Marquez ve Zola onunla birlikte F-2koğuşunu geziyorlardı. Benim de hiçboş durmamı istemedi. Öğleden sonrahücreme çekildiğimde avludan sesle-nirdi:

-Oğlum okuyor musun, uyuyormusun?

-(Uykulu bir sesle) Okuyorum!Bilirdi ki; cezaevinin en bulaşıcı ve

tehlikeli hastalığı uyumaktı. O yüzdenbeni sürekli spor yapmaya davet eder,ben de “hele bir yaz gelsin, başlayaca-ğım spora’’ diye bahaneler uydurur-dum. İnanmadığını biliyorum.

Soner Yalçın bugüne kadar kendi-sinden bahsedilmesini hiç istemedi.Ünün sanal ve doymak bilmez açlı-ğına kendini kaptırmaktan hep uzakdurdu. İstedi ki; sadece yazdıklarıylavar olsun hatta yüzü bile bilinmesin.Ama işte gözü dönmüş bir kasırga ya-rattı ona bunu. Zalimce bir linç kam-panyası boyunca ben koğuştaöfkeden dört dönerken, o sakindi. Enazından içindekilerini bana yansıtmı-yordu. Hep tarihin akışına güveni-yordu, aydınlanmanın kazanacağınainanıyordu.

Her yeriyle vasat ve komik olan id-dianameye karşı savunma da yapma-yacaktı. Zül geliyordu. Benim deiçinde bulunduğum bir avuç insanınzorlamasıyla tarihe not düşmek içiniddianameyi paramparça etti. Bili-yordu bunun özgürlüğün anahtarı ol-madığını ve haklı çıktı. Hâlâ tutuklu.

Hâlâ tutukluyuz.Dedim ya; Soner Yalçın’ı buraya

atanlar onun susması için ellerindengelen her şeyi yaptılar. Ama hesap ede-medikleri bir şey vardı. O zaten hepböyle zamanlarda gazetecilik yapmıştı.“Binbaşı Ersever’in İtirafları”nı ya da“Behçet Cantürk’ün Anıları”nı oku-yanlar ne demek istediğimi bilirler. İşte“Samizdat” da aynı zor dönemlerin, 25yıllık gazetecilik birikiminin, bugünündeğil yarının kitabı. Bundan senelersonra bugünleri anlamak isteyenlerinbaşucu eseri olacağını biliyorum. Oku-yunca göreceksiniz ki; bunlar size anla-tılmamış, kandırılmışsınız.

Şimdi başka bir koğuşta masamda“Samizdat”la yazdım bu satırları. Siliv-ri’de yağmur yağıyor.

Hele bir yaz gelsin, başlayacağımspora!

Silivri 1 No’lu L Tipi Cezaevi/F-11Koğuşu

Soner Yalçıngazeteciliği ve

“Samizdat’’

Koğuşarkadaşım

Soner Yalçın“Nasıl dayanmışız onca yalana, üzerimizdetepinmelerine, manevi işkencelere. Nasılbitmeyen bir kinmiş ne kadar insanlıktan

uzak ne kadar vahşilermiş”

Soner Yalç�n ve Bar�� Pehlivan Silivri hücresinde.

KAPAK

Page 21: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAP

MEHMET HALİT GÖKALPSoner Yalçın’ın son kitabı “Samizdat /Hakikatlere Dayanacak Gücünüz VarMı?” geçtiğimiz günlerde raflardaki ye-rini aldı. “Samizdat” Rusça bir terim.Rusça “sam” (kendi) ve “izdat” (yayım)kelimelerinden türemiş olan “Samizdat”cezaevlerinde elle yazılan ve sansürdenkorunmak için el altından dağıtılan ya-yınlara verilen isim. Yalçın, yeni kita-bında bu konuda şunları yazıyor:“Binbaşı Ersever’in İtirafları” kitabımıdaktiloda; “Behçet Cantürk’ün Anı-ları”nı bilgisayarda yazmıştım. Samizdat’ıelimle kaleme aldım! Bu süreç bile, Tür-kiye yakın tarihi konusunda neler yaşan-dığını gözler önüne sermiyor mu?”. Evet,“ileri demokrasi” tarihin çarkını geriyedoğru çevirmeye çalışıyor; yayımlanma-dan kitapların toplatıldığı, kitabın bomba

kadar tehlikeli ilan edildiği yeni dönemdeyayıncılık böyle oluyor.

Soner Yalçın çalışmasını gözaltına alı-nışından sonraki bir ayın etrafında kur-muş. Kitabın sonundaysa bir yıllık sürecindeğerlendirilmesine yer verilmiş. Kitaptainsana dair her şey var: Özgürlük tut-kusu, arkadaşlık, evlat sevgisi, gerçeğeduyulan bağlılık ve zorbalığa direnmeinadı. Ama bütün bunlara rağmen “Sa-mizdat” için bir hapishane kitabı demekyanlış olur. Yalçın’ın kitabını daha çok birtür Ergenekon Ansiklopedisi olarak elealmak gerekiyor.

HAP�SHANE KO�ULLARINDAT�T�Z ÇALI�MA

Gerçekten de Yalçın “Samizdat”ı ya-zarken sadece yaşadıklarıyla yetinmemiş.Ergenekon, Poyrazköy, Kafes, Balyoz da-

valarının iddianamelerini bütün ay-rıntılarıyla incelemiş. Duruşma za-bıtlarını, sanıkların savunmalarınıdidik didik etmiş. Yalçın, hapishanekoşullarında yaptığı bu titiz çalış-mayla bütün bu malzemeden yola çı-karak büyük bir resme ulaşmış.“Samizdat”ta anlatılan yüzlerce olayaslında Türkiye’de hukuksuzluğungeldiği noktayı gözler önüne seriyor.Okuyucuyla paylaşılan bu büyükresim iktidarın ve yandaş basının çizmeyeçalıştığı pespembe tablodan çok farklı.Bu yüzden Yalçın’ın kitabın başında sor-duğu “Hakikatlere dayanacak gücünüzvar mı?” sorusu çok anlamlı.

DO�AN VE ÖLEN CD’LER“Samizda” Soner Yalçın’ın evinin aran-

masıyla başlıyor. Ama Yalçın bununla ye-

tinmiyor; evinin aranmasını anlatırkenbirden Ergenekon, Balyoz ve diğer ope-rasyonlarda yapılan ev aramalarına geçi-yor. Söz konusu aramalar esnasındasıklıkla karşılaşılan uygulamalardan, “es-rarengiz” ihbarlardan, “sehven” yapılanhatalardan, birden bire “bulunuveren”krokilerden ve CD’lerden bahsediyor.Operasyonları yürütenlerin yeteneklerisadece CD’leri “elleriyle koymuş” gibi

“SAM�ZDAT”: ZORBALI�A D�RENME �NADI

Hapishane kitabı değil,Ergenekon AnsiklopedisiHapishane kitabı değil,

Ergenekon AnsiklopedisiHapishane kitabı değil,

Ergenekon AnsiklopedisiHapishane kitabı değil,

Ergenekon AnsiklopedisiHapishane kitabı değil,

Ergenekon AnsiklopedisiHapishane kitabı değil,

Ergenekon AnsiklopedisiSoner Yalçın çalışmasını gözaltına alınışından sonraki bir

ayın etrafında kurmuş. Kitabın sonundaysa bir yıllık sürecindeğerlendirilmesine yer verilmiş. Kitapta insana dair

her şey var: Özgürlük tutkusu, arkadaşlık, evlat sevgisi,gerçeğe duyulan bağlılık ve zorbalığa direnme inadı.

Ama bütün bunlara rağmen “Samizdat” için bir hapishane kitabı demek yanlış olur

Gözaltına alındığım 14 Şubat 2011’den, 14 Mart2011’e kadar bir aylık süreci yazmayı planlamıştım.

Yoğun bir itibarsızlaştırma kampanyasının merkezihaline getirilmiştim; bu kitapla yanıt vermek iste-

dim. İçimi yazıya dökmesem boğulurdum. Yazdımve daha önceki kitaplarımı çıkaran yayınevine gön-

derdim. Çok beğenildi, hemen dizgiye verildi,kapak ve arka kapak yazılarını belirleyip, sonsözü

yazdım. Sonra...Yayınevi, “kitabı 12 Haziran seçim sonrası çıka-

ralım” dedi. Seçim bitti. “İddianame çıksın”, “Yazmevsimi geçsin,” dendi. Sonbahar geldi. Bu kez “ilkduruşma yapılsın” gibi sebepler ileri sürülünce, ni-hayet anladım.

Söyleyemiyorlardı. Kitabı yayınlamaya korku-

yorlardı... Türkiye’nin kitapları en çok satan bir ga-zetecisinin kitabını bir yayınevi basmayaçekiniyordu... “Ne yayıncımı ne okuyucumu zor du-

ruma sokamam” diye düşündüm. …Beklemeye karar verdim... Yayınevimin bağlı olduğu yayın grubunun aynı

zamanda yazarıydım. Yazdım; artık yazı istemedik-

lerini söylemişlerdi. Fakat bir süre sonra, hiç habervermeden maaşımı da kesiverdiler. Evet hiç habervermeden, “Çoluğun çocuğun var, hapistesin, ihti-yacın var mı?” diye sorma ihtiyacı duymadan.Demek dışarıda bu derece zalim bir atmosfer vardı.

Herkes birbirinin “cesedinin” üzerine basarakayakta kalmaya çabalıyordu. Belki çoğu insanı inan-dıramam ama sadece bana haber vermeden bunuyapmalarına kırıldım. Daha doğrusu onlar adınautandım. Demek 11 yıldır bünyesinde çalıştığım, 3yıldır da yazarlığını yaptığım yayın grubu korkuyabu derece boyun eğmişti. Haber verip yapsalardı nediyebilirdim ki; bir zorba gücün onları da nasıl“esir” aldığını bilmeyen biri miyim?

…Tamam, Hürriyet yazarı olduğumdan bahsetme-

yin; tamam, haberlerde adımı bile geçirmeyin;tamam, beni yok sayın; tamam, haber bile verme-

yen bir hoyratlıkla maaşımı kesin, işsiz bırakın,sahip çıkmayın, hepsi kabul. Ama işte, insan bir ne-zaket bekliyor. “Soner Yalçın bizi anlar” demelerini

bekledim. Hayır yok, umursamıyorlar bile. Demekki zamanla birlikte yaşayan bir ölü olmayı seçtiler;daha yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkmayıbeceremiyorlar. Ne diyebilirim ki...

Ve fakat:

Tüm bu tavır, cemaatçi çevrenin beni “vebalı”göstermesine katkı sağlıyordu. Öyle ya, demek kibir “mikropluk” vardı bende! Gazetesinin, yayın-

evinin sahip çıkmadığı biriyim ben.…Binbaşı Ersever’in İtirafları kitabımı daktiloda;

Behçet Cantürk’ün Anıları’nı bilgisayarda yazmış-

tım. Samizdat’ı elimle kaleme aldım! Bu süreç bile,Türkiye yakın tarihi konusunda neler yaşandığınıgözler önüne sermiyor mu?

Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun Sızıntı adlıkitabı çıkınca, Silivri’de bir gece gelip Barış Pehli-van’ı yanımdan alıp başka koğuşa koydular! Kitapyazmanın cezasıydı bu. Samizdat yayımlanınca Si-livri zindanında başıma ne gelecek hiç bilmiyorum.Bildiğim, cezaevi insanı hep test eder; ama insanınruhundaki soyluluk düşmesini önler, insan halinegelmek için felaketlerle didik didik edilmek gere-kir. “Kim acısının üstüne çıkarsa, o yükselecektir,”

der Hyperion...Gelelim kitabın adına, “Samizdat”a..Olağanüstü dönemlerde, baskıdan-sansürden ka-

çabilmek için kitaplar, tüm tehlikeler göze alınarakgizlice yazılıp, gizlice basılıp, gizlice dağıtılır. Ruslar

bu tür kitaplara “Samizdat” adını koydu ve bu isimevrensel hale geldi.

Ayrıntılarını bugün yazamayacağım, elinizdeki

“Samizdat” zor koşullarda “doğdu.”Kırmızı Kedi; basılmamış kitapların toplatıldığı,

kitap yazdığı için gazetecilerin cezaevlerine atıldığıböyle bir despotik dönemde, düşüncenin ve gerçe-ğin özgürleşmesini sağladı. “Samizdat”ın bası-

mında, dağıtımında engeller-güçlükler çıkarılacakmı bilemiyorum. Bildiğim “Samizdat” adının bu ya-şadığımız döneme çok uygun olduğudur.

Kitaptan

KAPAK

Page 22: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP KAPAK

bulmakla sınırlı değil. Söz konusu CD’ler,Nasreddin Hoca’nın kazanı gibi, doğura-biliyor. Örneğin Emekli OrgeneralHurşit Tolon’un evdeyken 28tane olan CD’leri, Emniyet’te40 oluyor. Aklınıza yatmadımı? O halde “ölen”CD’lere hiç inanmazsı-nız! Bazı CD’ler ise yokoluyor, adli emanettekırılıyorlar. Ama sözdeiçerikleri yüzünden in-sanlar içeride tutuklukalmaya devam ediyor-lar.

“Samizdat” 550 say-falık bir kitap. İlk bakıştaokuyucuya biraz kalın gele-bilir. Ama okurken Yalçın’ınbaşka bir çaresi olmadığı anlaşı-lacaktır. Yalçın kitabında başına gelen-leri anlatırken kendisine yapılanlarabenzer diğer hukuksuzluklara da deği-niyor. Bu hukuksuzlukların aktarılmasıbile yüzlerce sayfa tutuyor. Fakat budurum okuyucunun gözünü korkutma-malı. Yalçın’ın akıcı üslubu sayesindebazen trajik bazen de komik bir hâl alanbütün bu süreç bir çırpıda okunuyor.

Yalçın “Samizdat”ta Silivri Ceza-evi’nde karşılaştığı Ergenekon, Balyoz,Kafes, Poyrazköy davalarının Doğu Pe-rinçek, Oktay Yıldırım, Muzaffer Tekin,Levent Bektaş, Mehmet Fikri Karadağ,Ergin Geldikaya gibi ünlü simalarıylakarşılaşmalarını, sohbetlerini ve anıla-rını aktarıyor. Örneğin Silivri’de ilk ola-rak Oktay Yıldırım’la kalıyor.Samizdat’ın bu bölümü Oktay Yıldı-rım’ın başına gelenlere ve ÜmraniyeBombaları’nın dünya hukuk tarihinegeçmesi gereken ilginç hikâyesine ayrıl-mış. Ergenekon tertibinin temelini oluş-turan Ümraniye Bombaları’nın evlere

şenlik bulunuşu hakkında daha öncebirçok şey yazıldı, çizildi. Ama bu öy-

küyü bir de Soner Yalçın’ın ka-leminden okumak

gerekiyor. Samizdat’tabunların dışında da

sayısız bilgi ve ol-guya yer veriliyor.Liste oldukça ka-barık. Yalçın ki-tapta MehmetFikri Karadağ’ınbaşına gelenler-den, İbrahim

Şahin ile FatmaCengiz’in telefon-

laşmalarına, ErginGeldikaya’nın ceza-

evinde ney çalmayı öğ-renmesinden Savcı

Zekeriya Öz’ün sorgu esnasındaaniden ortaya çıkan Vahdettin sevgisinekadar birçok ilginç olay anlatıyor. “Sa-mizdat”ın her sayfasını çevirişte Erge-nekon tertibinin iç yüzü daha daanlaşılır hale geliyor.

L�NÇ KAMPANYASINA SERT YANIT

Soner Yalçın “Samizdat”tayandaş medyaya da genişbir yer ayırıyor. Hatırla-nacağı üzere Soner Yal-çın tutuklandığındabüyük bir karalama velinç kampanyası baş-latılmıştı. O dönemdedoğal olarak Yalçın’ınbu kampanyaya cevapverebilmesi mümkündeğildi. Samizdat’ı buiğrenç kampanyaya karşıbir yanıt olarak değerlen-

dirmek de mümkün. Soner Yalçın kitapboyunca ne insan ne de gazeteci olmayıbeceremeyenlerle hesaplaşıyor.

Kimler yok ki Yalçın’ın he-saplaştıkları arasında…Cengiz Çandar’dan OralÇalışlar’a, EmreAköz’den Fatih Al-taylı’ya, Yiğit Bu-lut’tan İsmailK ü ç ü k k a y a ’ y a ,Emre Uslu’danMahmut Övür’e,Mehmet Baran-su’dan YaseminÇongar’a, NagehanAlçı’dan Sevilay Yük-selir’e kadar bir yığınisim… Soner Yalçın bütünbu isimlere hak ettikleri sert-likte yanıtlar veriyor. Sadece bukadar da değil. Yalçın tutuklanmadanönce kendisiyle program hazırlamak iste-yen Faruk Mercan ile Odatv’de yazmakiçin defalarca ricalarda bulunan ÖnderAytaç’ın operasyon sonrasında nasıl saldı-rıya geçtiklerini ayrıntılarıyla anlatıyor.

Yalçın’ın başına gelenler sadece “linç”değil. İlk bir ay boyunca ceza-

evinde sürekli Hürriyet’tekiyazılarını düşünüyor. Bu

yazılar onun nefes bo-rusu durumunda.

Günün birinde bunefes borusu insaf-sızca kesiliveriyor.Son olarak Özde-mir İnce ve LatifDemirci’nin işineson verdiren “ileridemokrasi” kendi-

sine itiraz edenlerleher türlü bel altı yön-

temi kullanarak müca-

dele edeceğini ilan ediyor. Herkes du-rumdan, kendi kumaşının kalitesine

göre, bir vazife çıkarıyor. Dünekadar dost olanlar araya me-

safe koymayı tercih ediyor-lar. Yayınevi yazdıklarını

yayımlamaktan imtinaediyor. Yalçın, tıpkı Si-livri Cezaevi’ndeki di-ğerleri gibi, sessizliğegömülmeye çalışılı-yor.

“Samizdat”ta bumide bulandırıcı bil-

gilerin dışında umutda var. Baskı ve zorba-

lık bazı insanları böcek-leştirirken, kahramanların

ortaya çıkmasını da sağlıyor.Yalçın, kitabında operasyon

başladığı andan itibaren hukuku vebasın özgürlüğünü savunanlardan, gaze-teciliğin ve yayıncılığın ne olduğunuunutmayarak “ileri demokrasi”nin teh-ditlerine pabuç bırakmayanlardan dabahsetmeyi ihmal etmiyor. Basın ahla-kına sahip gazetecilerin hakkını teslimediyor. Bu haliyle Samizdat ileride ileti-şim fakültelerinde ders olarak okutul-mayı hak ediyor.

“Samizdat” hukukun ayaklar altınaalındığı zorlu bir dönemde ve hapis-hane koşullarında kaleme alınmış birkitap. Ama bu zorluklar kitabın değe-rini azaltmak bir yana artırmış. Gaze-tecilik yaptığı için hapse atılan SonerYalçın Silivri’de de gazeteciliği bırak-mamış. Ortaya Türkiye’nin son yılla-rına damgasını vuran tertiplerin içyüzünü gözler önüne seren cesur vesözünü sakınmayan bir kitap çıkmış.“Samizdat”, önümüzdeki günlerdebirçok tartışmanın merkezinde ola-cağa benziyor.

“Samizdat”tayanda� medyaya

da geni� yer ayr�l�yor.Soner Yalç�n

tutukland���nda büyük bir

karalama ve linç kampanyas�

ba�lat�lm��t�. O dönemdedo�al olarak Yalç�n’�n bu

kampanyaya cevapverebilmesi mümkün

de�ildi

Kitaptamide

buland�r�c�bilgilerin d���nda

umut da var. Bask� vezorbal�k baz� insanlar�

böcekle�tirirken,kahramanlar�n

ortaya ç�kmas�n� da

sa�l�yor

Yalç�n,kitab�nda

operasyon ba�lad���andan itibaren hukukuve bas�n özgürlü�ünü

savunanlardan,gazetecili�in ve yay�nc�l���nne oldu�unu unutmayarak

“ileri demokrasi”nintehditlerine pabuç

b�rakmayanlardan dabahsetmeyi ihmal

etmiyor

Soner Yalç�n’�n hücre duvar�nda o�lunun yapt��� tablo as�l�

Page 23: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA 23Aydınlık KİTAPKAPAK

BARIŞ TERKOĞLUSoner Yalçın’la tanışmamız dört yılönce, Odatv’nin henüz emeklediği gün-lerde oldu.

Heyecanlıydı. Türk medyasının sıkış-tığı, yazılamayanların yazılanlardan çokolduğu günlerde yeni bir kapı açacaktı.

Gerçeğin sözünün dünyayı değiştire-cek en güçlü eylem olduğuna inanı-yordu. Arşimet’in sopası gibi Odatv’ninsatırları Türkiye’yi yerinden oynatacaktı.

Öyle de oldu.Odatv, kiminin sevdiği kiminin nefret

ettiği ama kesinlikle etkili bir yayınadönüştü. Güncel olanla entelektüel olanOdatv’de birbirini tamamladı. Bizanskurumlarının Osmanlı’ya etkisi deOdatv’de tartışıldı, Ergenekon Davasıda.

Bu haliyle Odatv, güncele dudakbüken aydınlarımızı güne bağladı. Gün-lük bakanlara ise teorik bir kapı açtı.

YEN� YAZAR KU�A�I Soner Yalçın, Türk medyasının ka-

ranlık bir döneme girdiğini erken görmüştü. Siyasi iktidar medyayı kendikabıyla şekillendirecekti. Sansür, oto-sansür, işsizlik ve nihayetinde hapis, ku-rallara uymayan yeni gazeteci kuşağınınseçeneklerinden birkaçı olacaktı.

Bu kuşak için gerçeği anlatmak, ka-lemden fazlasını gerektiriyordu. Birahlak, bir duruş, bir bakış meselesiydi.Doğaldır ki aydın emeğinin ürünüydü.

Soner Yalçın, Odatv’nin bu yeni ku-şağın filizlendiği bir toprak olmasını isti-yordu. Genç yazarlar hem Odatv’yibüyütecek hem de Odatv’yle büyüye-cekti.

GAZETEC�L�K Ö�RETMEN�Bu haliyle Soner Yalçın, benim gaze-

tecilik öğretmenlerimden biri, birincisi-dir diyebilirim,

O, bilim adamının ve sanatçının sahipolduğu sezgilerin, gazetecinin de yaratı-cılığının kaynağı olduğuna inanıyordu.Sezgiler gazeteciye karanlıkta yolunubuldurandı. Soner Yalçın; benim gibipek çok genç yazarın algılarını açtı. Ger-çeğin kulakları sağır eden bir sesi oldu-ğunu keşfettik.

Gazeteciliğin en basit sorusu her-halde “haber nedir” olmalı. Soner Yal-çın, haberin kağıtta değil önce akıldavarolduğuna, orada tamamlandığınainanıyordu. Bir aydın olarak gazeteci,gözüyle değil aklıyla dünyaya bakandı.Birlikte bakmayı öğrendik.

Peki olguların akılla dengesi nasıl sağ-lanacaktı? Hakikati anlatmayı iş edinenher faaliyetin en doğal sorusu buydu.

Marks’ın “Kapital”inde “meta”nın tümiktisadın açıklayanı, tüm ekonomiyi so-yutlama nesnesi, bütün ilişkileri kendi-sinde toplayan en küçük hücre olmasıgibi. Bir aydın olarak gazeteci için deolay, en büyük resmi içinde taşıyan çe-kirdekti. Resmin bütününü görmekancak olayı soyutlamakla mümkündü. Oda ancak bütün içinde görülebilir halegeliyordu. Beraber gördük.

Kuşkusuz duruşu olmayan gazeteci-nin ışığı yitip gitmeye mahkumdu. Biraydın olarak gazeteci, katma değer üret-mekle toplumsal değer üretmek arasın-daki gerilimin her zaman ortasındaydı.Gerçeğin peşinden gitmek, onu herkesegöstermek önce ahlaki bir seçimdi. Top-lumculuğun, toplumcu gazeteciliğin kay-nağı da bu tercihten doğuyordu. Herzaman mutluluk getirmese de yazarı, ga-zeteciyi kalıcı kılan kendini kısmen tem-silcisi saydığına ilişkin bir tavırdı. Butavır, kalemini satmak yerine gerekti-ğinde kırmayı gerektiriyordu. Halkı kan-dırmadan, onu yanıltmadan herfırtınada, her dalgada ayakta kalmak is-keletin duruşuyla ilgiliydi. Toplumcu ga-zetecilik, kaleme ve gerçeklere pahabiçilmez bir değer yüklüyordu. Dört yılönce başlayan yolculuğumuzun bizi be-raberce hapishaneye taşıması, bu değeriüretmekteki ısrarımızın sonucuydu. Du-

varların ardındayız ama özgürüz. “Sı-zıntı”dan sonra “Samizdat” özgürlüğü-müzü, inadımızı büyüttü. 20’liyaşlarındaki çocuklar gerçeğin peşindeaşkla koşarken hücrelerinin kapılarınıkendi arkalarından kendileri kapatıyor-larsa bu duruşun, bu inadın ve bu özgür-lüğün payı büyük.

Ö�RENEN Ö�RETMENLER Evet, Soner Yalçın biz genç yazarlara

bir kapı açtı. Yaklaşan fırtınada akıntıyakarşı kürek çekecek gemiyi beraber bü-yüttük.

İyi öğretmenler, öğrencilerinden öğ-renenlerdir.

İnanıyorum ki o da bizden çok şey öğ-rendi. Beraber ürettiklerimiz onun eser-lerindeki niteliği, niceliği artırdı.

“Samizdat”ta Soner Yalçın’ın kale-minden Ergenekon, Balyoz gibi davala-rın yüzeysellikten arındırılmış hikayesivar. “Sizin yalanınız sizin olsun” diye ba-ğıran hakikatın başkaldırısı var. “Ne do-kunurum ne de yanarım” diyenlerin aslagösteremeyeceği bir cesaret ve onunürettiği gerçekler var.

Soner Yalçın’ın “Samizdat”ında öğ-retmenlikle başlayan hapishanede kar-deşlikle süren hikayemiz var.

Biz varız, hepimiz...

Öğretmen Soner Yalçın

Page 24: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA YENİ ÇIKANLAR24 Aydınlık KİTAP

“Biri, sizi cinayet işlemekle suçladı-ğında deliller bulur, tanıklar göste-rir, bunun bir iftira olduğunukanıtlamaya çalışırsınız, ama siziitham eden kişi bizzat kendinizseniz,ne yaparsınız?” “Sultanı Öldürmek”bu satırlarla başlıyor. Yıllardır aynıkadını bekleyen bir tarihçinin hikâ-yesi bu. Şahane bir aşk için harcan-mış bir ömrün hikâyesi...Serhazinlerin son temsilcisi MüştakSerhazin’in başından geçen dörtgünlük tuhaf bir serüven. SapındaFatih Sultan Mehmed’in tuğrası bu-lunan mektup açacağıyla öldürül-müş bir tarih profesörü... Bir aşkcinayeti mi? Yoksa kökleri “UluHakan”ın şüpheli ölümüne uzananbir entrika mı? Osmanlı devletininbir imparatorluğa dönüştüğü o za-ferler ve ihanetlerle dolu günlere ya-pılan sıradışı bir yolculuk. Ve buyolculuk boyunca kulaklardan eksikolmayan o kadim soru: Tarih, geç-mişte yaşananlar mıdır, yoksa tarih-çilerin anlattıkları mı?

Sultanı Öldürmek

Hammurabi (saltanatı M.Ö.1792-1750), birbiriyle sürekli çe-kişen irili ufaklı onlarca Mezo-potamya şehir devletinden biriolan Babil’in kralı olduktansonra uzun bir süre kendisi debu iktidar savaşı içinde yer al-mıştır. Fakat onu bugünlere taşı-yan asıl başarısı savaşçılığı değil,yaklaşık 300 yasadan oluşan vekendisinden önce kanun derle-meleri yapan hükümdarlardanfarklı olarak ülkesinin çeşitli yer-lerine diktirdiği dikilitaşlarla ka-muya ilan ettiği HammurabiKanunları’dır. Kanunlarınıntemel mantığı çoktandır terkedilmiş olan “göze göz, dişe diş”yaklaşımıdır. Gerek bu açıdan,gerekse eldeki bilgi ve malzemeaçısından Hammurabi, yazarınsözleriyle, belki de biyografisiyazılabilecek ilk insanoğludur.

Hammurabi

Selman, benim ailemdendir...(Hz. Muhammed) Selman, mis-tik bir derviş gibi tanıtıldı. Dindışı gelenekleri meşrulaştırmakiçin kullanıldı. Kimine göre birmolla, kimine göre sufi bir der-viş, kimine göre büyük bir dev-rimci... Selman-ı Farisi, bütüntarikatların, tasavvuf gruplarınınortak benimsediği bir isimdir.Lakin Türkiye’de hakkında yazı-lıp çizilmemiş ender sahabeler-dendir. Selman-ı Farisi’yiinsanlık âlemine tanıtma gayesiile kalemi eline alan Ali Şeria-ti’nin eseri, İran Şahı tarafındanyaktırılmıştır. Ve maalesef bugünbir kopyası dahi yoktur. Bu kitap,Hz. Muhammed’in en seçkin sa-habelerinden Selman-ı Farisi’ninsıra dışı öyküsünü ve “Gerçekİslam Tarihini” gözleri önünesermektedir.

Selman-ı Pak

Zonguldaklı şair Rüştü Onurbir mektubunda “Ben ölecekadam değilim,” dese de, arka-sında kitaplaşmamış şiir, mek-tup, hikâye ve denemelerbırakarak 22 yaşında yaşamaveda etti. Salâh Birsel, çokönemsediği dostunun anısına şi-irlerinin tamamına yakınını,mektuplarını, bazı hikâyeleri ileölümünden sonra onun için ya-zılanları bir araya getirerek busaygı kitabını hazırlamıştı. Mek-tuplara yansıyan dostluklarlaedebiyat tarihimizin bir kesitinide yansıtan bu önemli kaynakaynı zamanda umutlarla dolu,“yerel”den “merkez”e uzan-maya çalışan, şiire vakfolunmuşbir yaşamın hazin hikâyesini deanlatmaktadır.

Rüştü Onur

20. yüzyılın en önemli entelektüel fi-gürlerinden biri olan Albert Camus(1913-1960) felsefi duruşunu yaşa-mına ve kişiliğine yansıtmasıyla daözel bir yere sahiptir. Camus’nün dü-şünsel ve sanatsal üretimini bir aradainceleyen S.E. Bronner, bir “ahlakçı”olarak nitelediği yazarın eserleriniyaşam öyküsüyle birlikte ele alarakbu önemli noktayı yakalıyor.Camus’nün yokluk içinde geçen ço-cukluğunu, varoluşsal kaygılarını,anti-faşist direnişteki rolünü ve yaşa-dığı ihtilafları aydınlatan kitap, bu sı-radışı figürün günümüz dünyasıylaolan ilişkisini de ortaya koyuyor.Bronner, Camus’nün bireysel sorum-luluk, sahicilik, absürd deneyim, ya-şanmışlık gibi kavramlarını ve bununyanında hoşgörü, dürüstlük gibi kişi-sel özelliklerini işleyerek derinliklibir portre çalışmasına imza atıyor.

Camus - BirAhlakçının Portresi

Murat Gülsoy okurları bilir:Âlemler Süreklidir. Zamanda kay-bolan Tanpınar, oyunda kaybolanOğuz Atay, rüyada kaybolan Bor-ges, şehvette kaybolan Nabokov,davasında kaybolan Kafka, kendihikâyelerinden kaçıp gelen Olric,Gollum, Doktor Ramiz ve dahapek çok yaratıcı ruh, “Baba, Oğulve Kutsal Roman”ın labirentindebirbirlerini arıyorlar. Murat Gül-soy bu romanında kurduğu eğlen-celi ve kendine özgü âlemde, hembüyü yapmaya hem büyü bozmayadavet ediyor okurlarını. Karanlı-ğın aynasına koyu bir ironiyle,acımasız bir yalınlıkla güle oynayagiriyor, kırıp parçalarına ayırdığıbir hayatı gözlerimizin önüne seri-yor. “Baba, Oğul ve KutsalRoman”, edebiyatın başkalarınınhayatlarına kaçıp saklanmanındeğil kendi dehlizlerinde dolaş-manın bir yolu olduğuna inanan-lar için...

Baba, Oğul veKutsal Roman

Türk HukukununKökenleri ve Türk

Hukuk Devrimi

Connie, zihinsel yetenekleri çok geliş-miş, hayat dolu bir kadındır. Ama buözellikleri “düzen”e sürekli yenik düş-mesini engelleyememiştir. Sevdiği in-sanlar devlet ya da ölüm tarafındanelinden alınmış; bütün bunların yanısıra, şiddet eğilimleri göstermeye baş-ladığı için tımarhaneye kapatılmıştır.Bu kez de doktorlar, üzerinde deneyyapmak isterler. Karşı koyar ve zihingücüyle ilişkiye geçtiği bir ütopya hal-kının yardımıyla mücadeleye girişir.Ütopyada çekirdek aile, devlet, hapis-hane, hastane, okul ve çocukluk gibikurumların hiçbiri yoktur; üretimkadar doğanın dengesini gözetmek deönemlidir... Romanın en önemli özel-liği ise gelecek özleminin gerçekleş-mesi için aktif bir mücadele veyaratıcılık faaliyeti içinde olmanınönemine işaret etmesidir. Piercy, bu“siyasi bilim-kurgu” romanında, ede-biyatı feminizme, feminizmi edebiyatakurban etmeden, kışkırtıcılığın doru-ğuna çıkmış.

ZamanınKıyısındaki Kadın

Marge Piercy, Ayr�nt� Yay�nlar�,

çev. Füsun Tülek, 416 s.

Salah Birsel, Sel Yay�nc�l�k, 128 s.

Marc Van de Mieroop,�� Bankas� Kültür Yay�nlar�,

çev. Bülent Ö. Do�an, 172 s.

Cahit Can, Kaynak Yay�nlar�, 216 s.

Stephen Eric Bronner, �leti�im yay�nlar�,

çev. Tu�ba Sa�lam, 189 s.

Prof. Dr. Cahit Can’ın kitabı,Cumhuriyet Devrimi’nin karakte-rini, onun yarattığı hukukun bes-lenme kaynaklarından biri olan“resepsiyon” (dıştan alma) üze-rinden incelemektedir. Kitap bubakımdan, hem Türk hukuk tarihiçalışmaları içinde önemli bir yeresahiptir hem de Cumhuriyet Dev-rimi’nin siyasi ve toplumsal ka-rakterini, beslendiği ve kenditoplumsal koşulları ile birleştire-rek içselleştirdiği hukuk üzerin-den inceleyen yönüyle, siyasi vetoplumsal devrim tarihçiliğimizalanında özgün bir çalışmadır.“Türk Hukukunun Kökenleri veTürk Hukuk Devrimi” kitabı aynızamanda bir karşıdevrim tarihi...Bir yandan da “Cumhuriyet dev-riminin öngörülmeyen bugünü”ne gelişi irdeleyen bu kitap,neden öngörülemediğini açıkla-maya çalışıyor.

Murat Gülsoy, Can Yay�nlar�, 256 s.

Eren Erdem, Destek Yay�nlar�, 232 s.

Ahmet Ümit, Everest Yay�nlar�, 528 s.

Page 25: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

Aydınlık KİTAP

MEHMET M. KAYNAKFutbol, pek çok ülkede olduğu gibiTürkiye’de de çoktandır adeta biryaşam biçimi ve “hayat memat me-selesi” haline dönüşmüş durumda.Futbolla yatıp futbolla kalkan mil-yonlar söz konusu ve özellikle busezon işin tadının çokça kaçmış ol-ması bile tribündeki insanın ruh du-rumunu ve fanatizmini peketkilemiyor. Buna karşılık futboladair kitapların az sattığı, futbola ba-kışlar atan filmlerin pek seyirci top-lamadığı da bir gerçek. Sanki şöylebir durum söz konusu: Tribündekiinsan, takımı ile kendisinin arasınapek bir şeyin girmesini istemiyor,“kendisinin kendisine” yazarlar vesinemacılar tarafından anlatılmasınıtercih etmiyor.

1968 doğumlu, yaklaşık 12 yaşın-dan beri başta Ali Sami Yen Stadıolmak üzere Galatasaray tribünle-rinde kendisine ayrı bir yaşam kuraniş adamı Orhan Ölçen’in hazırladığı“Aslan Yürekliler / Galatasaray Tri-bün Tarihi” adlı kitap ise tribünlerinbaştan sona bir “tribün adamı” tara-fından anlatıldığı ilk kitap. “AslanYürekliler” söz önceliğinin futbol-culara, teknik direktörlere, futbolyorumcularına değil, taraftarlara,amigolara, futbol sevdalılarına ta-nındığı bir çalışma… Kısacası bu ki-tapta, “Tribündekiler” konuşuyor.

Galatasaray futbol kulübünün ta-rihine, maçlara, deplasmanlara vebüyük zaferlere tribünlerden birbakış gerçekleştiren, çok samimi,alabildiğine gerçekçi, çok özel bir ça-lışma var karşımızda.

“Tribün insanı” kimdir? Takım,forma ve renk aşkı insana neler yap-tırabilir?

Kuruluş tarihi 1905’ten itibarenGalatasaray’ı sahada ve tribünlerde

kimler temsil etti… Tribün lideriolmak nedir, nasıl olunur…

Sarı-Kırmızı renkler uğruna herşeyi bir kenara iten, en uzak deplas-manlarda bile takımlarını yalnız bı-rakmayan bu insanların başındanneler geçti, neleri göze aldılar…

Unutulmaz maçlar hangileriydi,tribünlerde neler yaşandı…

Kadıköylü Aslanlar’dan ultrAs-lan’a açılan yelpazede, Galatasa-ray’ın taraftar grupları…

Tribün bestelerini kim yapıyor, te-zahüratlar nasıl yaygınlaşıyor… gibisorulara yanıt arayan çalışmanın ya-zarı da yıllarını tribüne vermiş, 12yaşından beri Ali Sami Yen Stadı’nındeğişmez simalarından, Galatasaraysevgisiyle binlerce kilometre yolalmış Orhan Ölçen, yazdığı tribünbesteleri nedeniyle nam-ı diğer“Bestekâr Orhan.

“Aslan Yürekliler”de Karıncaez-mez Şevki’den Amigo Orhan’a, Fla-macı Uğur’dan James Burak’a,Pronto Arif’ten Fil Ali’ye, OptikTurgut’tan Laylay Metin’e, Çar-li’den İngiliz Metin’e, Gazo Rama-zan’dan İkizler’e kadar, futbolu,Galatasaray’ı, tribünleri yaşayanlaranlatıyor. “İki günün yorgunluğu biryana, bir de yenilmiş olmak yok mu?İnsanı en sinir eden şey de pazartesigünü okulda Fenerli ve Beşiktaşlı-lara dalga geçecekleri fırsatı vermişolmaktı” diyen yazar, önsözü FatihTerim tarafından yazılan kitapta yal-nızca Galatasaraylıların değil, Fe-nerbahçelisi, Beşiktaşlısı,Trabzonsporlusuyla tüm futbol tut-kunlarının severek okuyacakları,kendilerini de bulacakları uzun biröykü anlatmış.

(Aslan Yürekliler, Orhan Ölçen,Doğan Kitap, büyük boy, 415 s.)

“ASLAN YÜREKL�LER /GALATASARAY TR�BÜN TAR�H�”

Söz sarı-kırmızılıtaraftarın…

Page 26: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra
Page 27: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA 27Aydınlık KİTAP

OSMAN BAYRAMGeçmiş, zamanı yutarak yükünü şişirir.Bazen gözümün önüne gelen eşya, ku-lağımıza çalınan aheste bir parça, bur-numuza taşınan koku, geçmişintopladıkları arasından bir parçayı çı-kartır, önümüze koyar, vücudumuz bi-yolojik işlevini sürdürürken zihnimizbaşka alemlere göç eder. Bazen de biz,anın umutsuzluğu ve ya zorluğuyla gö-rüntülere dalarız, yaşanmışlıklar ararız,andan kurtulmak, sorgulamak, mutluolmak gayemizdir.

Erendiz Atasü’nün “Dullara Yas Ya-kışır” hikâyeleri geçmişin izlerinde yü-rüyerek bugünü bulma çabasıdır.Hikâyelerde yer alan karakter geçmişinyollarını elimizden tutarak yürütür, çık-mazlarını, toplum ve kendisiyle ters dü-şüşlerini gösterir

MAZ�DE ARAYI�LARAkıp giden anın değerini ve değer-

sizliğini geçmiş ile kıyaslanmasında bu-luruz. Değer, karşısına koyup kıyaslamayapacağımız kıstas var ise ortaya çıkar.Atasü’nün geçmişe yönelişi böyledir.

Kitaba adını veren “Dullara Yas Ya-kışır” hikâyesi, 1960’lı yıllarda devrimcimücadelenin içine atılan üç kadının iliş-kilerini çiziyor.

Hikâye Fikriye Abla’nın ölümüylebaşlar. “Unutmak istiyordum, geçmişikurcalayan sorulardan vazgeçmek,dinlenmek…” diye devam ederekgeçmişi yaratan olaylara dalar.Fakat geçmiş öyle yaralıdırki, anlatıcı üçü arasındacereyan eden ne varsaunutmak ister. “Yal-nızca o geceyi hatır-lamalıydım. FikriyeAbla’nın bahçe-sinde üçümüzünyaşamının özünüve incir çekirdeğinidoldurmayan ayrın-tılardan kopup rakıiçtiğimiz gün batı-mını. Nermin’e ceza-evindeki kocasını, banayalnızlığımı, Fikriye Ab-la’ya hastalığını unutturan kay-naşmayı.” Çünkü mazideki arayışlarızifiri karanlıkta kayboluşlara dönüşm-üştür sürekli. İyiyi göremiyor, altlarıçizgilerle dolan gözleri hüznü, yalnızcahüznü seçebiliyordur. Yıllar payınadeğerli miras bırakmamıştır.

Fikriye Abla ayaklarını toprağa köksalmış gibi yere basarak başını her şeyerağmen dik tutarak durmaktadır. Fik-riye Abla’nın terk edilmeye, yalnızlığahatta ölüme karşı “korkusuz hatta kor-kunç” duruşu anlatıcıyı etkilemektedir.Mutlu mudur, mutsuz mu? Atasü, hi-kayenin genel akışı içerisinde FikriyeAbla’nın mutsuzluğunu hissettiriyor.Nermin ve anlatıcı zaten mutsuzdur.

Diğer hikayelerinde de rastladığımızgibi mutsuzluk Atasü’nün kelimelerinesinmiştir. Maziye dalarak hatanın kök-leri araştırılmış, hatanın büyümesine

sebep olan etmenler ortayakonmuştur. Bir başka hi-

kayede “Sanki geçmi-şinde yaşanmaya

değen, yalnızcaadamla paylaşılmışzamandı. Sanki ge-leceğin en ışıltılıvaadi, gene o gün-lere dönmek ola-caktı.” Hikâyeler

aynı zamanda konu-nun geçtiği dönem,

oluştuğu kültür ve sos-yal grubun analizini ak-

tarıyor. Kadının çıkmazını,çevrenin tutumuyla beraber or-

taya koyuyor.

MADAM BUTTERFLY’IN�SYANI

Madam Butterfly’ın söylencesi, 19. yüz-yılın başlarında Amerikanemperyalizminin sarmala-dığı Japonya’da yaşanan biraşktan doğmuştur. TeğmenPikerton Amerikan donan-masında teğmendir, karayaçıktığında Çoi Çoi San adlıgeyşaya aşık olur. Geyşa aile-sini, kültürünü, adını Piker-ton için bırakarak MadamButterfly olur. Fakat Piker-ton görev süresi bittiğindeAmerika’ya karısının yanınageri döner, geride adındanbaşka bir şeyi kalmamış

Madam Butterfly’ı karnında ço-cuğuyla bırakır. Ve eski geyşayeni Madam Butterfly ufkabakarak gemileri gözleye-rek yaşamaya başlar. Söy-lencenin sonunda daharakiri yaparak yaşa-mına son verir. Ata-sü’nün “Yorgun Kadın”ıbu anda devreye girer,söylencede değişikliğe gi-dilir: “Yeter! dedi. Buncazamandır bu söylencede rolaldığım. Artık oyundan çıkı-yorum.” der, Madam Butterfly.İsyan eder “Bıktım artık… Ölürkenölümün bir işe yarayacağını sanmıştım.”Hikâyenin sonunda Madam Butterflykadın olarak ortaya çıkar. “Yalnız küçükbir sorununuz var, dedi Madam Pikerton.Söylencenizde ufak değişik yapmak zo-rundasınız. Aşkımı yitirdiğimden kıymıyo-

rum canıma; o seksen yılöncede kaldı. Dünya 30.yüzyıldan 21. Yüzyıla dö-nerken ağır ağır, başkabir nedenle harakiri ya-pacağım. Kendimi yitir-diğim için öleceğim”diyerek intihar eder.Madam Butterfly tavrınıortaya koymuştur. Sah-nesini ve rolünü terketmek istemektedir. Ata-sü’nün çizdiği “YorgunKadın”nın geleceğe yö-nelik ümidi yoktur. Saat

sabit kalmış, an durmuştur, iyisiyle kötü-süyle gelecekte ne olacağını göremeyiz.Madam Butterfly da yorgundur, isyanıölümdür, “kendisini yitirdiği için ölümüseçer”

YORGUN KADINLARAtasü’nün kitaplarında kadın vardır.

Süs ya da destekleyici unsur değil, hi-kâyenin üzerine kurulduğu gövdedir;aşkıyla, yalnızlığıyla, mücadelesiyle, yit-işleriyle, mutsuzluğuyla, amacıyla, hayalkırıklarıyla…

Bir zamanlar ümidi ve hedefleri olankadınlardır. Zaman içerisinde her şey de-ğişir. Toplumdaki konumları önceden be-lirlenmiştir çünkü onların. Yaşamınsırtına yükledikleriyle belleri bükülmüş,geleceğe dair umutları silinmiştir.

Kitabın arka kapağına taşınan “Ya-zarın Notu” kısmında kurguladığı kadı-nın konumlanışını anlatmaktadırAtasü: “… Ve kadınlar oyunlarını ken-dileri yazmazlar, onlar için önceden ya-zılmış rolleri sürdürürler. Birer ‘oyunkişisi’ olup çıkarlar. Bu yapıntı kişiliğingerisinde gerçek kimlikleri büyüyüp ge-lişmez, belki de ölüp gider. Oyuncu bileyok olur, geriye kostümlü bir yapıntıkalır. Kadınların yaşamı budur işte.”

Hikayelerine, notunda belirttiğidüzlemden bakar. Oradan görünenkadınlar yorgundur. Zaman ve içindebulundukları yaşam onları yormuştur.Bu yüzden geçmişe dalar, tozlu sayfa-

larda, parlaklığını yitirme-miş fotoğrafları

bulurlar ve ya yırtıpatılması gerekenle-

rin üzerini birdaha karalarlar.Huzuru geç-mişe dalıp bu-labileceklerinizannetmeleri,bu yanılgıya

mahkum oluş-ları, ümidin sonu

anlamına gelmek-tedir. Kurgulanan

kişide takat kalmamış-tır bu yüzden. Yorgundur,

benliğine yüklenen anılar, ileriyedoğru bir adım daha atmasına engelolmaktadır.

İlk basımı 1988 yılında yapılan “Dul-lara Yas Yakışır”ın 6. baskısı EverestYayınları’nca yapıldı. Kitap dört anabaşlıkta (“Aşka Dair”, “YalnızlığaDair”, “Ve Kadınlara Dair”, “Çocuk-luğumu İstiyorum Çocukluğumu VerinBana”), 14 hikâyeden oluşuyor. Başlık-ların altında yer alan hikayeler, başlık-ları irdeleyerek farklı açılardandeğerlendirmemizi sağlıyor.

Cümlelerin kaygan geçişleri, sayfa-ları peş peşe ilerletiyor. Kalem, satırla-rın altını çizerken farkına varmadanarka kapağa ulaşıyorsunuz.

(Dullara Yas Yakışır, ErendizAtasü, Everest Yayınları, 202 s.)

Hikâyenin ana gövdesi kadınlarEREND�Z ATASÜ VE “DULLARA YAS YAKI�IR”IN 6. BASIMI

“DullaraYas Yak���r”�n 6.bask�s� Everest

Yay�nlar�’nca yap�ld�. Kitapdört ana ba�l�kta (“A�ka

Dair”, “Yaln�zl��a Dair”, “VeKad�nlara Dair”,

“Çocuklu�umu �stiyorumÇocuklu�umu Verin Bana”), 14 hikâyeden

olu�uyor

Vekad�nlar

oyunlar�n� kendileriyazmazlar, onlar için

önceden yaz�lm�� rollerisürdürürler. Birer ‘oyunki�isi’ olup ç�karlar. Bu

yap�nt� ki�ili�ingerisinde gerçek

kimlikleri büyüyüpgeli�mez

Erendiz Atasü

Page 28: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA28 Aydınlık KİTAP

DAĞHAN DÖNMEZTrenin vahşi ıslıkları, ayak seslerinincılız mırıltısını boğuyordu. Gecenin bu-caksız karanlığında, kapı aralığındansızan ışık gibi parlıyordu ay. İnsanlaryürüyordu göğün altında. Sefil, aç veişsiz insanlar. 1893 Amerika mali buh-ranının hemen erte-siydi. Ülkegenelinde sekiz binişyeri iflas etmiş, sü-rüyle insan işindenolmuş ve hayatiönem arz edenler dı-şında bütün iş saha-ları kapanmıştı.Coxey adında biri, iş-sizleri örgütleyerekWashington üzerinebir gösteri yürüyüşüdüzenlemişti. Baş-kentte toplanmış olanKongre’den, beş mil-yon dolarlık bir bankakredisi sağlanması is-tenecek, bu paraylabir yandan ülkeninyolları yapılırken, biryandan da işsizlere is-tihdam yaratılmış olu-nacaktı. Talepleri reddedilecek olanumutlu kalabalığın içinde biri vardı ki;diğerlerine hiç benzemiyordu. Zehirlisarışınlığını rüzgarın gözüne sokan,henüz on sekizinde gözü pek bir deli-kanlı… Jack London! Nam-ı diğer; ser-seriler kralı!

İşsizler Ordusu’nun yürüyüş tertibi,aynı zamanda Sanayi Devrimi’ningiderek tesirini hissettirdiğidöneme tesadüf eder. Dev-rim ile birlikte bilhassaBirleşik Amerika’da, iş-çileri yalnızca makine-lerin birer devamıolarak gören anlayış,pratik hayatta işçile-rin; günde ortalama14-15 saat, hatta bazızamanlarda 18 saatçalışmaları şeklindecereyan etmekteydi. Bi-limsel yönetim teknikleriile makineden farksız görü-len insandan daha çok verimli-liğin sağlanabilmesi için bazıdenemeler yapılıyordu. 19. yüzyılınsonlarında, bu deneylerin en marufismi ise Frederick Taylor olacaktı.Bethlehem Çelik Şirketi’nde çalışmayabaşlayan bilimsel yönetici Taylor, işçi-lerden birini seçti ve ona takma isimolarak Schmidt adını verdi. İşçiyi ya-kından izlemeye alan Taylor, kısa sü-

rede; günde 12,5 ton demir külçesi yük-leyen işçinin bu ağırlığı 47 tona kadarartırdığını kanıtlamış oldu. İnsanın me-talaştığı, üzerine deneyler yapılan birkobaya dönüştüğü çağda, Jack Lon-don’un serseriliği ne bir avarelik, ne debir serkeşlik olabilirdi. Bu olsa olsa

okumaya meraklı, se-rüvenci gencin birbaşkaldırısıydı!

Türkçeye “Yol”adıyla çevrilen kita-bında Jack London,kestirmeden bunusöyleyecektir. 5 ya-şında çalışmaya baş-layan, 9 yaşındanitibaren ağır bedenişçiliği yaparak aile-sinin geçimini sağ-layan, cebinde kaçcent olursa olsunbunu olduğu gibiannesine teslimeden genç adam,bunca ezaya karşınaç kalıyorsa; birkez olsun serseri-lik yapsa da bun-dan kötü

olamazdı. Anton Çehov o veciz sö-zünde, “Hayat sizi yeterince güldürmü-yorsa, espriyi anlamamışsınızdır”demişti. Genç London, espriyi anlamışve aynı espriyle hayata mukabele edi-yordu.

Gel gelelim, yola düşüşün yegane se-bebi bu değildi. Serseriler kralının ru-

hunu dalgalandıran serüventutkusu, yine onu anaforuna

çekmişti. Henüz bir yılönce, 17 yaşındayken;

fok avına çıkan üçdirekli bir usku-naya tayfa yazılıp,Japonya açıkla-rına avlanmayagiden de o değilmiydi? Sonralarıbu soluksuz yolcu-

luk, kalemindençıkan lirik bir me-

tinle hikayeleşecekti.İnsan ömrü için orta-

lama bir hayattan, on-larca roman çıkaran yazarlar

vardır. Jack London’sa 40 yıllık yaşa-mından, hem onlarca roman çıkarmış;hem de bu yaşama onlarca roman sığ-dırmış bir yazardır. Hatta bizatihi birroman karakteri! Şu sözler, yazarınkendi ağzından dökülecektir: “ …Oui-da’nın Signa’sını okuyun. Ben onu 8 ya-şımda okudum. Öykü şöyle başlar;

sadece küçük bir delikan-lıydı. Küçük delikanlı,İtalyan bir dağ köylüsü-dür. Bütün İtalya’datanınan bir sanatçıhaline gelir. Bunuokuduğumda, yok-sul bir Californiaçiftliğindekiküçük bir köylüy-düm. Okuduğumöykü, dar uf-kumu genişletti.Cüret ettiğim tak-tirde dünyadakiher şey mümkünolacaktı. Cüretettim!”

London’ın içindeyaşadığı yıllar, Almaniktisatçı ve düşünür MaxWeber’in “Protestan Ah-lakı” kavramının önce kıta Av-rupasını, sonra tüm düşün aleminisarstığı yıllardı. Bu teoriye göre, bur-juva ile kol kola giren kilise, Katolikle-rin dünya hayatını ikinci plana atan,kendilerini yalnızca ibadete veren,münzevi yaşama biçimlerinin aksine;çalışmanın da ibadet sayılabileceği, busayede en çok çalışanın cenneti hakedeceği savını zihinlere yayıyordu. Bu,kapitalizmin bir nevi meşruiyetini ila-nıydı! London, 1907 yılında kaleme al-dığı “Demir Ökçe” kitabında,kapitalizmi demirden bir ökçeye benze-terek, onu halkı ve işçi sınıfını ezmekleitham ediyordu. İlk gençlik yıllarındakiher şeye razı bireyciliğindenkurtulup; ufkuna enginokyanus suyundanbulaştıran bir sos-yaliste dönüşm-üştü! DemirÖkçe’de yarat-tığı Ernst ka-rakteri, yazarındehasını gözlerönüne koyan;100 yıl sonrasıöngörerek bu-günlere ışık tutanbir karakterdir.Ernst, halkı sömüre-rek semiren kapitalizmin,bu şişkinliğini sanatı fonlayarakattığını, bu sayede hem halka şirin gö-züktüğünü hem de kendi aleyhine ola-bilecek aydın zümresini avucundatuttuğunu söylemektedir. Manidar!

London, Martin Eden isimli kendiotobiyografisi kabul edilen muazzameserinde ise, bir başka ahlaktan söz et-mektedir. Burjuva ahlakı! Toplumsal

kurallar üzerine konuşupduran, sahte nezaketleri

gösterişten ibaret olan,bakımlı ve hoş ha-

nımların temeldemaddeci ve bencilolan davranışla-rından dem vuru-yordu. Hattabunu “kral çıp-lak” dercesinehaykırıyordu.Sevdiği kadınMabel, roman-daki ismiyle

Ruth da, burjuvaahlakı içinde yetiş-

miş genç bir kızdı.16 Ocak 1899’da

Posta İdaresi’nin me-muriyetliğine kabul edi-

len London, bunu kabuletmiş olsa; tasvip edilen hayatı

yaşayabilecek, balolarda boy gösterebi-lecek ve hepsinden önemlisi aristokratbir aileden olan sevgilisi ile izdivacınabir engel kalmayacaktı. Ama o idealleri-nin kan kokan yolundan asla döne-mezdi! Büyük bir yazar olmalıydı.Kapitalizmin ezdiği kenar mahallerinin,gürültülü sesi olan bir yazar!

Irving Stone, Van Gogh, Freud, Mic-helangelo ve Darwin gibi başka önemliisimlerin hayatını da biyografik birroman şeklinde yazarak ün kazanmışbir yazardır. Van Gogh’un hayatını yaz-dığı eseri, sinemaya da uyarlananStone, Türk edebiyatında biyografik

roman alanındaki bakirlik düşünül-düğünde, kanaatimce daha da

önem kazanacaktır.Stone’nun, “Doludizgin

Bir Denizci – Jack Lon-don” adıyla dilimize çev-rilen ve DestekYayınevinden çıkan ki-tabı, böylesine tumtu-raklı ve serüven dolubir hayatı; okuyucununbelleğine çok akıcı bir

üslup ve dille sunuyor.364 sayfalık eser, kolay-

lıkla okunabilecek nite-likte…

Ancak sıkı Jack London oku-yucusunun kulağına kaçırılması gere-ken kar suyu şu: London’un hayatınıanlatan bu biyografik roman, ne denliokunaklı olursa olsun; asla bir JackLondon romanının lezzetini taşımıyor!

(Doludizgin Bir Denizci Jack London, Destek Yayınevi, Çev: Burak Sazlı, 364 sy.)

Anton Çehov o veciz sözünde, “Hayat sizi yeterince güldürmüyorsa, espriyi anlamamışsınızdır” demişti. Genç London, espriyi anlamış ve aynı espriyle hayata mukabele ediyordu. Gel gelelim, yola düşüşün yegane sebebi bu değildi. Serseriler kralının ruhunu dalgalandıran

serüven tutkusu, yine onu anaforuna çekmişti

Taleplerireddedilecekolan umutlu

kalabal���n içinde birivard� ki; di�erlerine hiçbenzemiyordu. Zehirlisar���nl���n� rüzgar�n

gözüne sokan, henüz onsekizinde gözü pek bir

delikanl�… JackLondon!

Oideallerininkan kokan

yolundan asladönemezdi!

Büyük bir yazarolmal�yd�. Kapitalizmin

ezdi�i kenarmahallerinin,gürültülü sesi olan bir yazar!

Çılgın bir hayatın, çılgın yolcusu!

Jack London

Page 29: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA 29Aydınlık KİTAP

Wilfried McNeilly yaz-mış, Emine Aras çevirmişve Balamur Yayınları 1971yılında “övünçle” sunmuş“Kaç Korkak Kaç”ı…Rastlanabilecek en sempa-tik kitap adlarından biri…

İkinci Dünya Savaşı’ndaordularından firar etmiş üçkahramanı var romanın.Biri Alman, biri Amerikalı,biri İngiliz. Devletleri ölü-müne bir kavgaya tutuşmuşama kader onları arkadaşkılmış. “Hiç şansım yoktur.Hayat boyu hep mat edildim”diye düşünen, amansız tepeleri aşmak zorundakalan adamları ve hepsinin rüyalarına eşituzaklıktaki bir kadını anlatıyor roman. “Bar-men radyoyu açtı. Savaş haberleri… Her şeynormal gidiyordu. İtalya’da ilerleme olmuş.Burma’da çarpışmalar… Ayrıca denizde birgemi batmıştı. Kızıl Ordu Rusya’da ismi kolaytelaffuz edilemeyen bir şehri geri almıştı.Memlekette ise tereyağı ihracatında yükselmeihtimali vardı.”

İşte bu tür savaş haberlerinin, her biri için

ayrı anlamlar taşıdığı amavarılacak hedef açısından daortak bir yol taşıdığı üç askerkaçağının öyküsünü anlatı-yor bu 41 yıllık kitap. “GarpCephesinde Yeni Bir ŞeyYok”tan “Çıplak ve Ölü”yekadar dünya edebiyatındaçok zengin bir aile konu-mundaki savaş romanlarının,sessiz sedasız üvey evlatla-rından birisi “Kaç KorkakKaç”. Sahafların tozlu rafla-rındaki kitap yığınlarınınarasında rastlarsanız kaçır-

mayın. ***

1976 yılında Milliyet Yayınları’nın mizah se-risinden Osman Canberk’in çevirisiyle çıkmışFransız gezgin-yazar Andre Dahl’ın “GittimGezdim Gördüm” adlı üç bölümden oluşan181 sayfalık kitabı. İlk bölümde Amerika gezi-sinin notları var. Dahl, New York, Chicago,Texas, Los Angeles ve uçsuz bucaksız, fıkırfıkır plajlardan edindiği izlenimlerini aktarı-yor. İkinci bölüm İtalya’nın, son bölüm ise üçayrı kentin; Moskova, Londra ve Normandiya

kıyısındaki Deauville’in anlatımlarını barındı-rıyor.

Özgürlük Heykeli’nin sırtını neden Ameri-ka’ya çevirdiğinden, turistlerin eşyalarına;gümrük kapılarındaki küçük işlemlerden yeditepeli Roma’nın neden ezeli bir şehir oldu-ğuna ve her yolun nasıl olup da Roma’ya çıktı-ğına kadar kolay okunan bir kitap. Dahl’ınyumurtanın (katı pişmiş olanının) yararlarınıhalka anlatmak için bir reklam şirketi kurdu-ğunu ve örneğin Londra’ya bu amaçla “işicabı” gitmiş olduğunu da belirtelim.

ANADOLU’DAN KİTABEVİ

SAHAF

Bir öğrenci kenti olan Eskişehir ülke-mizde okur-yazarlık oranının en yüksekolduğu kentlerimizden biri. Buna paralelolarak kentte son yıllarda açılan kültürmekanları ve kitabevlerinin sayısındadagözle görülür bir artış var. Adımlar Kitab-evi de 21 Ocak 2006 Eskişehir’de hizmeteaçıldı. Haziran 2010 yılından bu yana iseilk katı kitabevi, ikinci katı okuma salonu,üçüncü katı kafe ve dördüncü katında cepsinemasıyla kültür merkezi olma özelli-ğini kazandı. Ayrıca Doktorlar ve Ada-lar’da iki şubesi bulunuyor.

Kültüre ve sanata verilen önemin veçabanın artması için, açılışından 2008 yı-lına kadar ‘’Adımizi’‘ diye bir yerel dergitecrübesi de var Adımlar’ın.

Geniş bir kitap yelpazesine sahip olankitabevinde yeni çıkmış olan bütün kitap-ları raflarda görmek mümkün. Çizgi ro-mandan tiyatroya, siyasete, sosyolojiye,şiire kadar bir çok türe seslenen kitapka-fede, rüzgarla birlikte Porsuk çayınıneşsiz güzelliğini izlemek de seçeneklerarasında.

Eski�ehir-Ad�mlar Kitabevi

Firariler ve gezginler

Çok işlevli kültür mekânı

Page 30: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra

13 N�SAN 2012 CUMA30 Aydınlık KİTAP

Soldan sağa1. Resimdeki yazar�m�z - Bir a��rl�k ölçüsü birimi2. Kalça kemi�i - Plastik ya da tahta ta�larla ve �stakalarla

oynanan bir oyun - Geni� - Kiloamper (k�sa)3. Belli bir anlam� olan iz, i�aret - S�n�r ni�an� - �ikar - Küçük

görülen, hafife al�nan bir kimse veya bir �ey içinkullan�lan bir sözcük

4. Uzun süreden beri - At e�itimi - Samaryum’un simgesi5. Kal�p izlerini önce kauçu�a oradan da ka��da geçirmeye

dayanan çift kopyal� bask� yöntemi - Yüz yaprakl�k alt�nvarak paketi - Seryum’un simgesi

6. Rütbesiz asker - Bir haber ajans� - Eski bir Hindu tap�na��tipi - Rus imparatoru

7. Favori - Tantal’�n simgesi - Düzgün konu�an

8. Yunan mitolojisinde güzelli�iyle me�hur delikanl� -Tutturgaç

9. Kuma�ta süs k�vr�m� - �nce urgan - Kay�nbirader10. Çal�m, caka - Sodyum’un simgesi - Antiseptik ve

dezenfektan özellikleri olan bir element11. Herhangi bir �eyi resmi olarak kaydetme, kütü�e

geçirme - Lümen (k�sa) - Bir yüzölçümü birimi -Pi�irilerek haz�rlanm�� yemek

12. Bir cetvel türü - Üçgenlerle ilgili baz� teoremleriyletan�nan Yunanl� gökbilimci, filozof ve matematikçi - “...Ayhan” (�air)

13. Milattan önce (k�sa) - Medeni Kanun (k�sa) -Arnavutluk’un plakas� - Bozk�r

14. Dervi� selam� - Parlak, saydam k�rm�z� renkte de�erli bir

ta� - ��di� etmek15. Resimdeki yazar�m�z bir roman� - Ek çizgisi

Yukarıdan aşağıya1. Kad�n dansç�lar�n dans ayakkab�lar�n�n ucuna yerle�tirilen ve

aya��n yere en dar yüzeyiyle basmas�na olanak veren, ustal�kal��t�rmalar� yapmay� sa�layan destek - Afrika yerlilerinin çal�ç�rp�dan yapt�klar� çardak gibi bar�nak

2. Halk dilinde amca - K�yamet gününde çal�naca��nainan�lan surun ikinci üfleni�i - Öksürme sesi

3. Bir hayret ünlemi - Kobalt’�n simgesi - Solo okuyan veyasolo çalan kimse - ��e yatk�n, becerikli

4. Avrupa Futbol Birli�i (orijinal-k�sa) - Bir soru sözü -Toplama, bir araya getirme

5. �nci Aral’�n “Orhan Kemal Roman Ödülü”ne lay�kgörülmü� kitab� - Dul kalan kad�n�n sadakatini göstermeküzere kendini kurban etmesi �eklinde bir Hindu gelene�i- Nikel’in simgesi - Güre�te bir oyun

6. Yerine kullanma - Bir yol kaplama malzemesi - Beyaz7. Tavlada “üç” say�s� - Cet - Yünden dokunmu� yer yayg�s�8. Belli, aç�k - Parlak, saydam k�rm�z� renkte de�erli bir ta�9. Bilgi anlam�na gelen Sanskritçe bir sözcük - Mililitre (k�sa)

- Yabanc�10. Bir kan grubu - Sinema filmlerinin ba��ndaki tan�tma

yaz�s� - Bir i�in yap�ld��� an11. Toparlak kemik ucu - Gelece�i ö�renmek, �ans ve k�smetini

anlamak amac�yla oyun ka��d�, kahve telvesi, avuç içi, vb.’yebakarak anlam ç�kartma, bak� - �laçl� yara band�

12. Pastac�l�k ve �ekercilikte kullan�lan çok ince ö�ütülmü��eker - Bir dilek �art eki - Ordu (k�sa) - �laç, merhem

13. Türk Mal� (k�sa) - ��lemeli, büyük boyutlu mendil -Oldukça, hayli

14. “... Gündüz Kutbay” (ney üstad�) - Sevgili (kad�n) -Aktinyum’un simgesi - �lgi eki

15. Resimdeki yazar�m�z bir roman� - Resimdeki yazar�m�zbir roman�

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

Onlar gibi olması gerektiğini sanki biliyordu.Başını eğip duruyor, büyük masanın başında-kilerin nasıl konuştuğuna bakıyordu. Gözle-rini birine, sonra bir başkasına dikiyordu vebaktığı kişi bu ısrarlı bakışın ayırdına vararaksusuyor ya da çocuğu görmemek için sırtınıdönüyor, başını çeviriyordu. Salt varlığı bilebir oda dolusu insanı susturmaya, hatta dağıt-maya yetiyordu.

Çölün ortasında, her şeyiyle son derece düzenlibir otel işletiyorsun -en ufak işlerin bile bir tali-matnamesi var, sen de çölün ortasında tek ba-şına duran bir oteli aksilik çıkmadanyönetebilmek için yapılması gereken tüm işleridüşünmüşsün. Otelinin iki kapısı var elbette –biri gelişler, diğeri de yalnızca gidişler için; buikisi asla birbirine karıştırılmıyor.

Herkesin düşündüğünün aksine, mutlakgüç mutlak kölelik anlamına geliyordu. Okadar ileri gittiğinde, hiçbir şeyi fedaetmek istemiyorsun. Her zaman, tırmanı-lacak yeni bir dağ çıkıyor. İkna edilecek yada kafası ezilecek bir rakip mutlaka bulu-nuyor.

1 2 3

Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(e) 3-(c)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

a) Paul Bowles / Çölde Çay

b) J. L. Borges / Yolları Çatallanan Bahçe

c) Tekerleksiz Bisikletler / Cem Akaş

d) Saul Bellow / Boşlukta Sallanan Adam

e) Nilüfer Açıkalın / Çıldırtan Öyküler

a) Paulo Coelho / Kazanan Yalnızdır

b) Paul Auster / Yükseklik Korkusu

c) Henry Miller / Oğlak Dönencesi

d) Cortazar / Mırıldandığım Öyküler

e) Muriel Spark / Sempozyum

a) Doris Lessing / Beşinci Çocuk

b) H.G. Konsalik / Korkunç Yüzlüler Koğuşu

c) P. D. James / Kadınlara Göre Değil

d) Nermin Yıldırım / Rüyalar Anlatılmaz

e) John Steinbeck / Ay Battı

Page 31: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra
Page 32: KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · Paris’te doğdu. Çocukluğu Reims’de son derece dindar Katolik bir ailenin içinde geçti. Felsefe ve teoloji eğitimi aldıktan sonra