kapak layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · pkk’nın siyasi kolu bdp’nin kutlu doğum hafta-sı...

15
Cumhuriyet Dönemi tiyatromuzun tanığı Prof. Dr. 1 Ağustos 2014 Cuma Yıl: 2 Sayı: 127 Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık 5 Halit PAYZA Konuş sözün mirasçısı: Adnan Binyazar 12 7 Ahmet Ada Her şey sonunda bir kitaba varmak içindir SEVDA ŞENER SEVDA ŞENER Ölü Gömme Törenleri Bir cinayet kışkırtıcısı: Ambiguous Agnes

Upload: others

Post on 22-Sep-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

Cumhuriyet Dönemitiyatromuzun tanığı Prof. Dr.

1 Ağustos 2014 Cuma Yıl: 2 Sayı: 127

AydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlık

5Halit PAYZAKonuş sözün mirasçısı: Adnan Binyazar

127Ahmet AdaHer şey sonunda bir kitaba varmak içindir

SEVDA ŞENERSEVDA ŞENER

Ölü Gömme TörenleriBir cinayet kışkırtıcısı: Ambiguous Agnes

Page 2: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin
Page 3: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

“Kürdistan devleti kurulacaksa, bir dış gü-cün yardımı gerekir.”“Güney Kürdistan’ın merkezi Süley-maniye, Batı Kürdistan’ın merkezi ise Di-

yarbakır olmalıydı.”“Kürdistan İngiliz koruması altında kurulmalıydı.”“Kürtler Türk egemenliğine terk edilseler bile,

bu onlara geniş bir özerklik sağlanarak yapılma-lıydı.”

“İngiltere ve Kürt ‘liderleri’ arasındaki anlaşmada,‘Oluşturulacak Kürt Emirliği’ne, Akdeniz’de çıkışsağlanacaktı.”

Hayır, hayır… Yukarıdaki cümleler yakın bir za-manda sarf edilmiş değil. Kayıtlara geçme tarihi1920’ler. Menşei, İngiliz.

Günümüzde ne kadar benzer ifadelerinin kul-lanıldığına şaşırmayın. İhsan Ş. Kaymaz’ın "ŞeyhSait Ayaklanmasında İngiliz Parmağı” adlı kitabı-nı okursanız sizler de ifadelerin ve yaşananlarıngünümüzle benzerliğine şaşıracaksınız.

Kaynak Yayınları’ndan “Tarihimizin Gerçek veYalanları Dizisi”nin birinci serisi olarak çıkan kitaptaKurtuluş Savaşı öncesi ve sonrası Kürtlerin ör-gütlenmesinde dış güçlerin oynadığı oyunlar an-latılıyor. Şeyh Sait isyanıyla da kitap bitiyor.

Dünün Marksist’i bugünün gericisiHani düne kadar kendilerini Marksist adleden

Abdullah Öcalan ve örgütü PKK’nın “gerici ayak-lanmadır, bastırılması doğrudur” dediği… Bugün-se sahip çıktığı ve heykelini diktiği Şeyh Sait. Öca-lan’ın Nevruzlarda İslam vurgulu sözlerini vePKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım…

H H H

AKP hükümetinin başlattığı “PKK ile açılım”süreci son hız devam ediyor. Gelinen durum or-tada. Liderleri Öcalan parlatılırken, PKK veona yakın örgütler, son günlerde tek bir talep-le karşımıza çıkıyor: Özerklik. AKP’li yetkilileresorsanız, “Yok öyle bir şey”.

Damat Ferit’in ‘özerklik açılımı’“Ülkeyi birleştireceğiz, analar ağlamayacak” id-

diasıyla atılan bunca adımın aynısının Osmanlı’nınişbirlikçi hükümeti tarafından atıldığını söylesek siz-lere… Evet, evet… Kitapta bunun gibi onlarca ör-neği görünce benzerliklerin tesadüf olduğuna inan-mak biraz zorlaşıyor. Ne yapmış Damat Ferit hü-

kümeti? Hükümet tarafından hazırlanan bir ta-sarıya göre, Kürtlere eğer isterlerse Osmanlı yö-netimi altında yerel özerklik verilebilirmiş.

Bugün durum farklı mı? Aktörler dışında deği-şen çok şey yok aslında. O zamanlar İngiltere ikenşimdi baş aktör ABD. O zaman İngilizler bir Kürtlider arayışındayken ve istenilen kişi bulunama-mışken, bugün ise aranan isim bulunmuş. Dün Da-mat Ferit hükümeti, bugün AKP hükümeti. Kısa-cası; politikalar sürüyor fakat aktörler değişiyor.

Kitapta günümüzü aydınlatan çok fazla örnekbulunuyor. Alın sizlere İngilizlerin Kürdistan’ı kur-mak için dile getirdiği bir örnek daha: “İran top-rak bütünlüğünü bozmadan tüm Kürt nüfusunuiçerecek biçimde bir Kürdistan devletinin kurul-masına olanak yoktu.”

Kürt koridoru 100 yıl önce de varPeki size bugün defalarca dillendirilen “Kürt

koridorunun” 1920’lerde de İngilizler tarafındandüşünüldüğünü söylesek… Bakın Kaymaz’ın ki-tabında yer alan, İngilizlerle Kürtler arasında ya-pılan anlaşmanın ilgili maddesi: “İngiltere ve Kürt‘liderleri’ arasındaki anlaşmada, ‘OluşturulacakKürt Emirliği’ne, Akdeniz’de çıkış sağlanacak.”

Bugün bölgede yaşananlar gelecekte temel-den sarsılacağımız acılara fısıldıyor gibi… Bu ta-rifini yapamadığımız acıları engellemek için de ken-dilerini ahtapot gibi sarmış emperyalizmin ve onunhempalarının oynadığı oyunlara Kürtlerimizin

dâhil olmaması… Emperyalist güçler bugünKürtleri Ortadoğu’da bir asker gibi kullanılmaya ha-zırlanıyor. Gelişmeler bunu gösteriyor. Bu hem böl-ge ülkeleri hem de Türkiye için oldukça tehlikeli.Bu tehlikeyi de ortadan kaldıracak güç de Türk-leri kucaklayan Kürtlerle, Kürtleri kucaklayanTürklerin oluşturduğu birlik olacaktır. Emperya-lizmin ağlarından kurtulmuş, ağalık sisteminiyıkmış bir Türkiye’de her kış bahar olur.

Yazıyı kitapta yer alan ve bizlere bugün için debir gerçeği hatırlatan Mustafa Kemal Paşa’nın 24Eylül 1919’da İngiliz General Harbord’a hitaben yaz-dığı mektubun can alıcı cümlesiyle bitirelim:

“İngilizler Kürtleri kendi himayelerinde bağımsızbir Kürdistan kurma planı doğrultusunda kışkırtıyorlar.Türklerle Kürtler arasında kardeş savaşına yol aç-maya çalışıyorlar. Bu kabul edilemez.”

Türkiye’nin ‘Kürdistan’ deja vü’sü

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul

Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. Tic. A.ŞOruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Celal Demirel

Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel

Sorumlu Müdür Murat Şimşek Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş

Reklam Müdürü Kamile Karakadılar [email protected]

Reklam Gurup Başkanı Saynur Okuroğlu [email protected]

[email protected]

Reklam Servisi

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukç[email protected]

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Sayfa Sekreteri Hakan UğurluayKatkı sunanlar İrem Halıç, Elif Korkut, Deniz Toprak

Görsel Tasarım Hakan Uğurluay, Şener Soysal

AydınlıkAydınlıkAydınlık

ERDEM ATAY31 Ağustos 2014 CumaAydınlık

Şeyh SaitAyaklanmasında

İngiliz Parmağıİhsan Şerif Kaymaz

Kaynak Yayınları 192 s.

Emperyalist güçlerbugün KürtleriOrtadoğu’da bir askergibi kullanılmayahazırlanıyor. Gelişmelerbunu gösteriyor. Buhem bölge ülkeleri hemde Türkiye için oldukçatehlikeli. Bu tehlikeyi deortadan kaldıracak güçde Türkleri kucaklayanKürtlerle, Kürtlerikucaklayan Türklerinoluşturduğu birlikolacaktır

Page 4: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

1990 yılında oyuncu olarak girdiği Şehir Ti-yatroları'nda bugün hem oyuncu hem yö-netmen olarak çalışmalarını sürdüren Hül-ya Karakaş, 1995'te kurduğu Grup Kafka ile

kadın temalı oyunlar sahnelemektedir. Oktay Ri-fat'ın "Yağmur Sıkıntısı" (2005), Jean Paul Sart-re'ın "Saygılı Yosma" (2006), Schimmelpfennig'in"Geçmişten Gelen Kadın" (2009) gibi oyunlar-da ve "Ağır Roman" (1997), "Çıplak" (1992), "Yara"(1998) gibi sinema filmlerinde rol alan oyuncu,edebiyata da uzak değildir. Varlık ve Adam Sa-nat gibi dergilerde öyküleri yayımlanır. Nezihe Me-riç ve Hatice Meryem'in eserlerini tiyatroyauyarlamıştır. 2010 yılında yönetmenliğini yaptı-

ğı "İstanbul'un Kadınları Sahnelerin Sultanları" adlıbelgeselde yer alan, 40 kadın oyuncuyla yapı-lan söyleşiler, 2014 yılının Mart ayında Yitik ÜlkeYayınları tarafından yayımlanır.

Ezberlerin sorgulanmadığı, ahlak ve namuskavramlarının genellikle kadınlar üzerinden ya-pıldığı toplumlarda bir kadının oyunculuk gibi gözönünde olan bir mesleği seçmesi gerçek bir baş-kaldırıdır. Geleneksel Türk tiyatrosunda Bedia Mu-vahhit'lere, Afife Jale'lere gelmeden önce gay-rimüslim kadınlar sahneye çıkmış; tabular ise1923'te kırılmaya başlamıştır. Atatürk'ün deteşvikiyle Bedia Muvahhit, 1923 senesinde ilk kez,"Ceza Kanunu" adlı oyunla sahneye çıkar. Ara-dan geçen 90 yılda bugün bir kadın oyuncununtoplumun bir kesimine farklı bir görüş açıklamasıdurumunda bile rol aldığı oyun ya da filmlerde-ki sahneler üzerinden tahkir edildiği göz önünealındığında, özellikle 1938 sonrasındaki Türkiye'desahneye çıkan kadınların çok daha büyük bir ce-saret gösterdiklerini görmek mümkün.

Söyleşi zenginliğiHülya Karakaş'ın kitabında söyleşileri yer alan

oyuncular, bu gözü kara kadınlardan bazıları. Sözkonusu oyuncuların sorulara verdikleri yanıtlardasadece kendi sanat yaşamlarına değil, geç-mişten günümüze Türk tiyatrosuna emek ve-ren birçok kadın oyuncunun yaşadıklarına da ta-nık oluyoruz. Lale Oraloğlu'nun, müstehcenliknedeniyle sahneden kaldırılan "Lysistrata" adlıoyunu için 16 gün açlık grevi yaptığını ve so-nunda mücadelesini kazandığını kızı Alev Ora-loğlu anlatıyor. Söyleşilerde bugünkü kadınoyuncular için kapıyı ilk açan Kınar Hanım, Be-diha Muvahhit, Afife Jale gibi isimler de sıklık-la anılmaktadır.

Oyuncular tiyatroda kadın olarak var olma-nın mücadelesini anlatırken en büyük sorunlarınbaşında, erkek egemen bir toplumda sanatta bilekadınların geri planda kalması gelir. Çokluk, er-kek merkezli ve yine erkekler tarafından kale-me alınan tiyatro eserleri hem kadın oyuncu-lara ikinci, üçüncü derecede roller sunmaktahem de kadınların öykülerini göz ardı etmek-tedir. Ayşen Gruda ve Derya Alabora'nın ortakdeğerlendirmesine göre, sinema ve televizyo-na karşı tiyatroda daha çeşitli rollerde oynamaolanağı bulan oyuncular, özellikle 40 yaşının ar-dından başroldeki genç kız veya erkeğin an-nesi/teyzesi gibi rollerle arka plana itilmekte-dir. Oysa aynı yaştaki erkek oyuncular için du-rum tam tersidir ve onların genç bir kızla yaşadığıaşk, eserin belkemiğini oluşturabilir. Öte yandanyine Gruda'nın yarı şaka yarı ciddi bir şekilde dilegetirdiği, kendisine yöneltilen "Siz hala çalışıyormusunuz?" ve benzeri sorular, aslında genç ol-manın içi boş bir şekilde kutsallaştırılarak yan-lış bir algı yaratılmasıyla da ilişkili bir sorun ola-rak karşımıza çıkar.

Edebiyattan tiyatroya kadın Kadın oyunculara yazılan rollerin tek boyut-

luluğu konusunda önerilen çözümlerden biriBennu Yıldırımlar'dan gelir. Yıldırımlar, mes-lektaşlarının ya dünya edebiyatını iyi bilmeleriya da kendi öykülerini kendilerinin kaleme al-

maları gerektiğini söyler. Başka bir yol ise, TiyatroBoyalı Kuş'un yaptığı gibi klasikleri feminist birdramatürjiyle yorumlamaktır. Hülya Karakaş'ın,Türk yazınının önemli öykücülerinden NeziheMeriç'ten yaptığı uyarlamalar örneğinde gö-rüldüğü gibi kadın yazarlarımızın öykü veya ro-manlarından yapılacak tiyatro uyarlamaları dabu boşluğun doldurulmasına katkı sağlar. Bu-nunla beraber neredeyse tüm oyuncuların or-tak görüşü, Türk tiyatrosunda oyun yazarlığı ko-nusunda ciddi bir eksikliğin olmasıdır. HaldunTaner'lerin, Necati Cumalı'ların, Aziz Nesin'lerinardından onların oyunları tekrar tekrar sahne-lenmektedir; ancak hem sahneleyenler hem deizleyenler için yeni metinlere gereksinim vardır.

"İstanbul'un Kadınları Sahnelerin Sultanla-rı"nda 1860'lardan bu yana sahneye çıkan ka-dınların yaşadıkları anlatılır. Alexander DumasFils'in "Kamelyalı Kadın"ındaki Marguerite Gau-tier'i en iyi canlandıran oyunculardan Mari Nı-vart'ın sonu, bilmeyenler için, oldukça can acı-tır. Mari Nıvart'ın ölümünü anlatan Bercuhi Ber-beryan'ın Türk ve Ermeni toplumlarının oyun-culuk mesleğine bakışıyla ilgili yaptığı karşılaş-tırmadan yola çıkarak gelişmemiş toplumlardasanatın her dalının genellikle eğlence aracıolarak görüldüğü ve bu mesleği seçenlerin dehafife alındığı gerçeğiyle bir kez daha yüz yüzegeliriz. Nitekim, söyleşilerde hem Hülya Karakaş'ınhem de diğer oyuncuların dile getirdiği gibi ül-kemizde de yaşanan irili ufaklı herhangi bir prob-lem, önce sanatın fişini çeker. Güzin Özyağcılar'ıntiyatronun zirvede olduğu 60'lı ve 70'li yılları an-lattığı bölümü imrenerek okurken 80 darbe-sinden tiyatronun ve tiyatrocuların da nasibini al-dığını görürüz ve böylece halkın sanatı yoğun birilgiyle takip ettiği o dönem, 12 Eylül'le birlikte sonaerer. Söyleşilerde o dönemle ilgili çok doğru birtespit yapar Nesrin Kazankaya:

1980 darbesiyle bu ülkenin tiyatrosu son-landırıldı. Fevkalade çiçekler açan ülkemde1980 yılında, zaten bilinçli, çok önceden plan-lanmış, sosyal gelişimi engelleyen bu darbe birmalzeme olarak saptandı. 1980 darbesi, haniAmerikalıların "Bizim adamlar başardı," dediği,planlı programlı yapılmıştır. Bir kuşağı yok et-mek, kültür-sanat alanını sağcılaştırıp aşırı din-ci bir alana kaydırmak ve apolitik bir kuşak ye-tiştirmek istenmiştir. Bunu başardılar da! (s. 233)

Sanatla, diğer bir deyişle soru sormayla, sor-gulamayla, ilişkisi kesilen nesiller zinciri bugü-ne kadar gelirken yıllardır çözülemeyen pek çoksorunu da kar topu gibi beraberinde getirir.

Sonuç olarak, "İstanbul'un Kadınları Sahne-lerin Sultanları"nda pek çoğumuzun tanıdığıoyuncuların sanat yaşamlarının bir özetini bul-manın yanı sıra ilk kez adlarını veya hikâyele-rini duyduğumuz Mari Nıvart, Kınar Hanım gibioyuncularla da tanışmak mümkün. Tiyatro iz-leyicilerine hem tiyatronun sorunlarına hem me-tinlerine farklı bir gözle bakma olanağı veren ça-lışma, bir yandan da dilerim ki yeni yazarları iyioyunlar ve sık karşılaştığımız karton karakter-lerin dışında, bir derdi olan kadın karakterler yaz-ma konusunda teşvik eder.

Bu yazı, hem bu değerli çalışması için Hül-ya Karakaş'a hem de kitapta yer alan 40 kadı-nın nezdinde tüm kadın oyunculara bir saygı du-ruşudur.

Tiyatroda kadın duruşu

İstanbul'un KadınlarıSahnelerin Sultanları,

Hülya Karakaş Yitik Ülke Yayınları,

343 s

4BARAN BARIŞ

Aydınlık1 Ağustos 2014 Cuma

Page 5: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

Eğin dedikleri küçük bir şehirAna ben cahilem çekemem kahirYediğim içtiğim ağuyla zehir

Adnan Binyazar, 7 Mart 1934’te Diyar-bakır’da yoksul bir ailenin çocuğu ola-rak doğdu. Elazığ-Eğin’lidir. Yoksulluknedeniyle on dört yaşında ilkokula

başlayabildi, üç sınıf birden atladı, aynı gerek-çeyle farklı illerde ilköğretimini tamamladı.Sekiz yaşında hamallık, aşçı yamaklığı, çıraklıkyaptı. Binyazar, yoksulluk içinde geçen çocuk-luk ve ilk gençlik dönemini “Masalını YitirenDev”de ayrıntılarıyla ve roman tadında anlatır.Ezilmiş bir cüce olarak değil, masalını yitirmişbir dev olarak yaşayacaktır çocukluğu; “Elazığ’da,dedem evden ayrılmış, bir başka evin bodrumkatında, kendini dine vererek yalnız başına ya-şamaya başlamıştı. O ayrılıp gidince masalınıyitiren deve dönmüştüm. Çocukluk bir dev ma-salıdır. Masalı bozulmuş çocuk ne ise, masalı-nı yitiren dev de odur. İkisi de şaşkın, güçsüz veumarsızdır. Birbirlerini yitirdiklerinde, çocuklukdevin, dev çocukluğun büyüsünü bozar. Büyü bo-zulunca, çocuk, yaşamı boyunca, masalını ara-yan bir dev gibi çırpınır durur.”

Binyazar’ın, Ağın’da başlayan yaşamı Di-yarbakır, Elazığ ve İstanbul’da aynı yokluk, yok-sulluk ve acımasız çalışma koşullarıyla devameder. Üç-dört yaşından altı yaşına değin yaşa-dıklarını, ‘insanın dayanma gücünü aşan, oradanoraya savrulan bir yaşam’ olarak adlandırır. 16yaşında Dicle Köy Enstitüsü’ne girer, eğitim ya-şamı Gazi Eğitim Enstitüsü ile devam eder. Öğ-retmen Okulları’nda, Hacettepe Üniversite-si’nde, Gazi eğitim Enstitüsü, Devlet Konserva-tuarı, Basın Yayın Yüksek Okulu gibi eğitim ku-rumlarında, Türk Tarih Kurumu, Kültür Bakan-lığı, Türk Dil Kurumu’nda görev yapar. 1978’deKültür Bakanlığı Tanıtma ve Yayımlar DairesiBaşkanlığı, 1981’de Berlin Eğitim Senatosu’nunçağırısı üzerine Berlin’de öğretmen yetiştirmeprojelerinde görev alır, halk kültürüne ilişkin araş-tırmalarda bulunur, deneme ve roman yazar.

Aç milyonlar için yazmak12. Ankara Uluslararası Öykü Günleri Pane-

li’nde; ‘yazarın aç milyonlar için yazmaması du-rumunda yazar olamayacağı’nı söyler. Binyazar’agöre yazar toplumun sözcüsü olmak, toplum so-rumluluğunu duymayı kendine iş edinmek zo-rundadır. Bir yazar, toplum içinde birey olmanında ötesinde, toplumun kendisi gibi davranmakzorundadır. Yazar ‘toplumun özeti’ olmalıdır. Fu-entes’e gönderme yapar ve onun, “Eğer bir şa-irle yazdığı dili kullanan toplum arasında bir duy-gu akışı olmuyorsa şairde bir sorun var demektir’sözünü, yazara da yükler. Binyazar’a göre, yazaryazdıklarıyla, yazdıklarını okuyanlar arasında ger-çekçi bir duygu akışı uyandırmıyorsa o yazar arı-zalıdır. “Maddeyi belirleyen düşünce değil, dü-şünceyi belirleyen madde…” ise yazarın yaz-dıklarını belirleyen de onu oluşturan nesnel top-lumsal koşullardır. Yazar bunun karşıtını yap-maya çalışıyorsa o zaman okurlarına yanlış bi-linç taşıyor, toplumla arasındaki ilişkiyi yanlışoluşturuyordur. Binyazar’ın yazmaya başlama-sı da böyle bir sorumluluk üzerinedir.

1960’ın son aylarında Çorum İlköğretmenOkulu’nda öğretmenlik yaparken, aynı okuldaokuyan Selahattin Şimşek Zap Suyu’nda boğulur.Selahattin Şimşek’i, Gazi Eğitim Enstitüsü’ndentanır. Aynı enstitünün, farklı bölümlerinde aynıdönemde okumuşlardır. Mezun olduktan son-ra yolları ayrılmıştır. İki yıl sonra bir gazetede; ba-har yağmurlarının getirdiği sularla kabaran veŞemsi Belli’nin “Anayasso” şiirine konu, geçit ver-mez Zap Suyu’nda boğulmuştur Şimşek. Dönemarkadaşının zamansız ölümü içini yakar. “Şim-şekli Anılar”ını yazmaya koyulur. Dönemin çokokunan yazın dergisi Varlık'a yollar. “ŞimşekliAnılar” Varlık’ta yayımlanır. Ölümün acısına, ya-zısının yayımlanmış olmasının sevinci eklenir.Bir acıdan, o acı anlatılarak, toplumsal yüküm-lülüğü yerine getirilmiş olmasının sevinci doğar.

Binyazar’ın çeşitli etkinliklerde bir anekdot ola-rak anlattığı, Aziz Nesin’li bir anısı vardır. YazarlarBirliği’ne üye olmak için gittiğinde, Aziz Nesinüyelik formunu onaylarken, soyadıyla ilgili ken-dine yaraşır gülmece algısı ile “Şimdiye kadarüye sayımız iki yüz yirmi dokuz idi, Adnan’ı kay-dettik üç yüz yazar olduk: Binyazar daha, oldukbin üç yüz yazar” diyecektir. Bu anıyı unutmazBinyazar, yaşamı boyunca anlatır.

Yüz sene uyuyan prensesAdnan Binyazar, 1950’lerin sonlarında ede-

biyat öğretmeni olarak Çorum Öğretmen Oku-lu’na atandığında, aynı okulun öğrencilerindenolan Filiz Laçin’i ilk gördüğü an sever, içinde fır-tınalar kopmaya başlar. Öğretmen ile öğrenci-si arasında büyük bir aşk başlar. 196l’de Filiz La-çin Okulu bitirir öğretmen olarak göreve baş-lar, evlenirler. Bu büyük aşkın önüne, Filiz’in onul-maz hastalığının gölgesi düşer. Filiz Binyazar, 5Ekim 1990’da Berlin’de ölüme yenik düşer.

Filiz Binyazar’ı yitirişinin ardından sözün tü-kendiğini düşünür. Sevgilinin sözü, tükenmiş-tir, gülüşü yitirilmiştir, geriye yalnızca anılar ka-lıyordur; “Ölümün ardından söz tükeniyordu.Sözü söze ekleyen dilim, ağzıma kurşun dö-külmüş gibi katılaşmıştı. O anda, dişsiz ağzın-da ağıtlar geveleyen bin yaşında bir kadın ka-dar kocamıştım” diye yazar.

Binyazar, “Ölümün Gölgesi Yok”ta eşi Filiz Bin-yazar’ın yokluğuyla içinde oluşan boşluğu an-latır; “Onu yokluğun kucağına bırakıp hastaneodasından ayrıldığımda, çıplak ağaçlardan biride bendim; ‘diri’ görünümünde bir çöküntü! Ölü-mün kara duygusu, dipsiz kuyulara atmıştıbeni. Bağırıyordum; sesimi kuyunun kof taşla-rı yutuyordu.” Aynı romanda bir başka yerde şun-ları da yazar; “Dolaba sinmiş kokusunu içimeçektim; mantolarını, bluzlarını okşadım. Koku-nun çağrışımlarıyla uzun süre dolabın kapağı-nı açık tuttum. İnsan olsun, hayvan olsun, be-denler arasındaki yakınlaşmayı ‘koku’ sağlıyor.Koku yatıştırmıştı beni.”

Adnan Binyazar, eşine olan sevdasını hüzünleanlattığı “Ölümün Gölgesi Yok”la 1995 OrhanKemal Roman Armağanı’nı kazandı. Aynı kitaplaEbubekir Hazım Tepeyran Roman Ödülü’nü dealdı.

Binyazar ölümden sonra da unutmaz sev-diğini. Ölümü bir unutuş olarak düşünmez.Her yıl Çorum’a gelir, Filiz Binyazar’ı -yüz sene

uyuyan prensesi- sonsuz uykusunda ziyareteder.

“Kızıl Saçlı Kontes”te, Binyazar’ın “KöpeğinÖlümü”, “İso”, “Gecenin Gün Işığı”, “Eğinli Yen-ge”, ve kitaba adını veren “Kızıl Saçlı Kontes” öy-küleri yer alıyor. Hermann Broch’un dediği gibi“Kökünü hatıralarda bulmayan hiçbir şey, ger-çekliğin olgunluğuna erişemez.” Adnan Binya-zar da “Kızıl Saçlı Kontes”te kökü anılarında bu-lunan yaşanmışlıkları, gerçeğin olgunluğuna eriş-tirmek için öyküleştirir. Öykülerini farklı coğ-rafyalara serpiştirir. Yaşanmışlıklarının haritasınıçizer.

Hermann Broch, “Vergilius’un Ölümü”nde“Ses kör olmuştu” diye yazar, William Shakes-peare de XXIII. Sone’de “Aşkın sırrına edenler bi-lir gözleriyle duymayı” diyecektir.

İşte tam da öyle; Adnan Binyazar, ses kör olsada gözleriyle duymasını bilenlerdendir.

Hermann Broch,‘Vergilius’un Ölümü’nde“Ses kör olmuştu” diyeyazar, WilliamShakespeare de XXIII.Sone’de “Aşkın sırrınaedenler bilir gözleriyleduymayı’ diyecektir. İştetam da öyle; AdnanBinyazar, ses kör olsada gözleriyle duymasınıbilenlerdendir.

Kızıl Saçlı Kontes

Adnan Binyazar Can Yayınları,

130 s.

Konuş sözün mirasçısı HALİT PAYZA

51 Ağustos 2014 CumaAydınlık

Page 6: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

Epey zamandır, mağara resimleriyle uğraşı-yorum. Sanıyorum ilkokuma yazma öğre-timiyle uğraşırken, dünyadaki belli başlı al-fabeleri kitabıma örnek olarak alıyordum. İlk

alfabenin, dahası yazının mağara resimleri olduğunusöyledim. Baktım benden önce de bunu söyleyenlervarmış. Belki de ben onlardan okuyarak, onların gö-rüşlerini tekrar ettim. Doğanın ve Ormanın Kayıp Şar-kıları çalışmasını yaparken, sahaflarda, kitaplarda bil-yesini yitirmiş çocuklar gibi ya da sevinmek için ren-gini bilmediğim bilyeler arıyordum. Kitapevlerinin bi-rinde, Can Yayınları'ndan çıkan “İnsanlığın En EskiMuamması” adlı kitaba rastladım. Evirdim çevirdim,“Evet alınması gereken bir kitap olarak karar ver-dim.”

Kitap ressam Bertrant David’in sorularıyla baş-lıyor, bilim insanı(tıpçı) Jean-Jeaques Lefre’in katı-lımı ve yanıtlarıyla sürüyor. Tıpkı mağara resimle-rinin keşfindeki gibi kılı kırk yaran bir çalışma…. Ki-tap artık benim olmuştu, su içer gibi okumaya vesatır çizmeye ve notlar düşmeye başlamıştım.Üstelik “Mağa Okulu” gibi bir çalışma yıllar önce içi-me düşmüş, düşüncemi yönetim bilimci Prof Dr. Ay-taç Açıkalın’la paylaşmıştım. Hatta çalışmaya baş-ladım, internet ortamında resimleri indirdim. Bu se-fer önüme, iki mağara çıktı. Chauvetn ve LascouxMağaralarının resimleri. Karain, Altamira mağara-larını biliyordum. Karain Mağarasını bir grup arka-daşla Antalya’ya inerken gezmiştim. İki mağaranınresmin karakterleri birbirinden farklı, aralarında onsekiz bin yıllık bir zaman farkı vardı. Hayda! Evet, buolmayacak ben bu mağaraları görmeliydim. Bura-ları görmeden, o atmosferi yaşamadan Mağara Oku-lu çalışmasını sürdürmemeliydim. Evet, haklıydı içim-deki ses ve beni durdurdu. Şimdi, Fransa’ya gitmek

için uygun zaman kolluyorum. Ressam Davit:Her zaman desen tutkunu oldum. Altı yedi

yaşlarındayken, tüm ‘boş zamanlarımı’, keçeli ka-lemle özenle renklendirdiğim Red Kit’inkilerden birhayli esinlenen uzun öyküler uydurmakla geçirirdim.Bu öykülerde kareli gömlekli bir western kahramanı-kahramana pek benzemese de- bir Kızılderili böl-gesine saldırmak isteyen kötü adamları kovalardı.

Ressamın ‘boş zamanlarımda’ desen yapıyorum,düşüncesine daha doğrusu söylemine katılmıyorum,hani bizde de ‘Boş zamanlarda ne yaparsınız?’ so-rusuna, (içimden ölünün körü! Diyorum) “Efendim,kitap okurum.” Bu yanıtı ‘okumuyorum, okuma ke-leğinin biriyim!’ diye anlıyorum.

Okumayı sürdürüyorum:Otuz yıldan fazladır resim yapıyorum. Rennes Gü-

zel sanatlar Fakültesindeki bir eğitimden on yıl gra-fik tasarımcısı olarak çalıştıktan sonra, kariyerimi yarıprofesyonel bir ressam ve çizer olarak sürdürdüm.“Boş zamanlarımın” büyük bir bölümünü ‘Resim veDesen tarihini’ incelemeye ayırıyorum. Arkeolojiy-le bağlantılı hayal ürünü çizgi romanlar yaptığım için,çeşitli konularda bilgi toplamaya çok zaman ayırı-yorum.

Ressam, senaryo için fikir ararken, LascauxMağarası’nda ya da Altamira Mağarası’nda görü-lebilecek duvar resimlerine, tarihöncesi duvar re-simlerinin gizemi konusuna döndüğünü söylüyor.Meraklı bir adam olan İspanyol Marcalino Sanz deSaoıutola 1879 yılında Santiliana del Mar’da keş-fedilmiş mağarayı araştırırken, yanındaki küçük kızıMaria: “Papa, mira, Toros pintatos(Baba, bak, ren-kli boğalar!” diye bağırıyor. Tarihöncesi hödüklerininbu kadar güzel resimleri, mağaranın duvarlarına na-sıl çizdikleri anlaşılamıyordu! Uzun bir süre bunla-rın düzmece, sonradan yapıldığı tartışması yapıldı.Kitabı okurken, sekseninci sayfaya şu notu düşü-yorum:

Mağara resimlerinin yansıtma tekniğiyle çizilmişolacağını hiç düşünmüyordum. Düşünmüyordumne demek, ‘nasıl çizildiği’ konusunu düşünme-dim(Yöntemi bulmak için, çizim amaçlarını, konu-yu, yeri, kim ve jeolojik zamanı ve buzul dönemi ik-limlerini irdeleyebilir miydim?). Koca mağarada -okaçık ressamların-ayaklarının altına ne koyup çiz-diler? M.Ö. 30.000’lerde ateş var mıydı? Yağ lam-baları geliştirmiş olabilirler miydi?

Sorular Oysa, Avrupa’da Paleolitik çağa ait 250’ye ma-

ğara bulundu. Mağara resimlerine ilişkin sorulan so-rular şunlardı:

Bu resimlerin yaratıcıları resim yapmayı nasıl öğ-rendiler?

Neden hayvan resimlerini sürekli profilden yap-mayı tercih ediyorlardı?

Desenler neden sıklıkla üst üsteydi?Neden başarısız bir resim yokken, yarıda bıra-

kılmış resimler vardı?Neden bu hayvanların birçoğu birbirine benzi-

yordu?Bu eserlerin yaratıcıları nasıl oluyordu da duva-

rın engebelerinden rahatsız olmadan resimleri çi-zebiliyorlardı?

Bu resimler ne amaçla yapılıyordu?

Duvarlarda çizilen soyut işaretler bir alfabemiydi?

Bu işaretlerle inancın ilkeleri mi açıklanıyordu? Gizli bir dinin ayın merkezi, ibadet yeri miydi bu

mağaralar?Eğer bir ayin merkeziyse buralar kimden, kim-

lerden korkuyorlardı?Bu dönemi ele alırken, o dönemin yaşam ko-

şullarını, üretim ve tüketim biçiminin şöyle böyle bi-linerek yorum yapılabilir. Bu resimler sanatın doğuşuolarak selamlanabilir mi? Yoksa bunlar bir av sih-ri uygulamaları mıydı? Öyle ise, “sanat sihir yap-maktan mı doğuyor?” sorusunu da beraberinde ge-tiriyordu. Mağaranın killi zemininde bulunan küçükçocuk izleri buranın bir okul, dahası bir “büyü” ve “avokulu” muydu? Sorusunu sorduruyordu. Jean Clot-tes, bu konuda Şamanizm kuramını savunuyor:

“Ona göre tarih öncesi insanları hayvan ruhla-rıyla temas kurmaya çalışmış olmalıydılar: Bu bi-zonlar, bu atlar, ya da bu geyikler hayali bir evreneait, cadıların transa geçtiklerinde algıladıkları halü-sinasyon ürünü imgeler olmalıydılar.”

Resimlerdeki hareketlilik, birinin önde birinin ar-kada, birinin yukarıdan aşağıya iner gibi olması avhalinin fotoğrafı gibi olmalıydı. Paleolitik çağda gök-sel imgelerin kullanılması mümkün müydü? Me-tafizik bir kozmogoniye geçiş yapabilecek kadar so-yutlama gücü var mıydı?

Hiçbirimiz böyle resim yapamayız! Poelolitik sanatın, iki önemli verileri olan, Lascaouk

MÖ 14.000’lerde, Chauvent Mağarasının resimle-ri carbon 14’e MÖ: 32.000’lerde tarihleniyordu. Ara-da 18.000 yıllık bir zaman farkı vardı. İki resim ga-lerisindeki resimler birbirine çok benzemekle bir-likte Chauvent mağarasının resimleri bütün ve dahadüzenliydiler. Bu aklı karıştırıyordu. Eninde sonun-da sanat bir soyutlamaydı, desen de bu soyutlamanınbir ifadesiydi. Bu soyutlamayı yapabilecek bir zihinselalt yapı, dahası kavramlar dizgesi üretilmiş olma-lıydı. Bu kavramlara, sözcüklere, o dönemin ko-nuşmalarına ulaşmak mümkün olmadığı için, ya-pılacak yorumların isabetliliği de elbette sorgulanabilir.Üst Paleolitik ve Paleolitik dönemde yeryüzünde nekadar insan vardı? Bu insanların yaşama süreleri kı-saydı ve üretebildikleri araç gereçleri de azdı. Bu dö-nemde, ot, ağaç, bitki, su, gökyüzü, güneş ve insa-na hiç yer verilmemiş! Bu durum tarıma geçilme-miş olmasının nedenleri arasında sayılabilir mi? Pi-casso’nun “Hiçbirimiz böyle resim yapamayız!” sö-zünü söylediği rivayet edilir. Hiçbir sanat öğreticisidüz olmayan yüzeylerde nasıl desen çalışması ya-pılacağını programına almamıştır. Oysa bu mağa-ralarda yüzeyler oldukça bozuk ve tümseklerdenoluşmaktadır.

Bertrant David, tıpkı suyun kaldırma kuvvetini bu-lan Arşimet gibi ani kavramayla, çocuğunun oda-sına yansıyan dinozor heykelciklerinin görüntüsüylemağara resimleri arasında ilişki kuruyor ve galiba“buldum buldum!” diyor. Sonra bunu araştırma de-nencesi haline getiriyor ve değişik zamanlarda, de-ğişik mekânlarda çalışmalar yapıyor ve bu çalış-malarını bir jürinin önünde sunarak, iddiasını des-tekleyen geçerli kanıtlar elde ediyor. Mağara resimleriküçük heykelciklerin, ışığın önüne konarak duvarayansıtılıyor ve yansımaların üzerinden bir başkasıçizgileri çekiyor ve böylece mağara resimleri çizil-miş oluyor, diyor.

İnsanlığın en eski muamması: Mağara resimleri

6HASAN GÜLERYÜZ

1 Ağustos 2014 Cuma Aydınlık

Bertrant David, tıpkı suyunkaldırma kuvvetini bulan

Arşimet gibi anikavramayla, çocuğunun

odasına yansıyan dinozorheykelciklerinin

görüntüsüyle mağararesimleri arasında ilişki

kuruyor ve galiba “buldumbuldum!” diyor. Sonra

bunu araştırma denencesihaline getiriyor ve değişik

zamanlarda, değişikmekânlarda çalışmalar

yapıyor ve buçalışmalarını bir jürinin

önünde sunarak, iddiasınıdestekleyen geçerlikanıtlar elde ediyor.

İnsanlığın En EskiMuamması

Bertrand Davit ve Jean-Jacques Lefrére,

Can Yayınları, Çev: İnci Malak Uysal 120 s.

Page 7: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

Şöyle çekici, tek bir cümleyle özetlenebilenbir roman, her yayımcının hayali olmuştur. Ko-lay pazarlanabilirlik ise, kusursuzluğun güveni-lir bir ölçüsü değildir her zaman. Örneğin Vir-ginia Woolf’un “Deniz Feneri” (1927) adlı romanı...Konusunun, “Oğluyla birlikte ziyaret etmek is-tediği deniz fenerine gidemeden ölen bir anneninöyküsü... Sonra başka bir kadın da elindeki res-mi bitirir.” şeklinde çok kabaca özetlenebiliyorolması, bu romanın klasikleşmesini engelle-memiştir. Woolf’un dehası bir yana, HannahKent’in ilk romanının yayın haklarını satın almakiçin 2012 yılında uluslararası ölçekte savaşlaryaşanmasına yol açacak kadar etkileyici olan,“Ölü Gömme Törenleri, İzlanda’da kafası uçu-rularak idam edilen son kadının öyküsü...” de, iştebu tür cümlelerden biriydi. Bu tanıtımın Kent’eciddi anlamda avantaj sağladığı gelen haberlerarasındaydı.

Hannah Kent’in romanı anında cezbediyor in-sanı. Kafa uçurmaların korkutucu çekiciliği biryana kitap, tarihsel romanlara duyulan yaygınisteğe de hizmet ediyor. Gerçek bir öyküye da-yanan bu kitaptaki kişiler, gerçekten yaşama-mış olsalardı, mantıkdışı bile bulunabilirlerdi: Ag-nes Magnúsdóttir (1795-1830), ThomasHardy’nin Tess’i gibi yaşamı sürekli mücadeleylegeçen hizmetçi bir kadın; Natan Ketilsson(1792-1828), Agnes’in bir süre sevgilisi de olanişvereni, Rasputin’i çağrıştıran bir çiftçi, aynı za-manda bir aktar; Rósa Gudmundsdóttir (1795-1855), Natan’ın öteki sevgilisi, üstelik İzlanda’dadönemin en ünlü ozanlarından biri...

İnfazAgnes’in idamının ardında çifte cinayetle so-

nuçlanan karmaşık bir aşk üçgeni yatıyor. Ag-nes, 1828 yılının bir ilkbahar gecesinde Illu-gastaðir çiftliğinin yandığını haber vermek içinkomşularını uyandırır. Dediğine göre Natan ilearkadaşı Pétur içeride kapalı kalmışlardır. An-cak Agnes’in talihsizliği, yangın kısa sürede sön-dürülür, içerideki iki adamın daha önce bıçak-lanmış olduğu anlaşılır. Agnes’le birlikte, açgözlübir ırgat olan Fridrik ve onun on altı yaşındakisevgilisi Sigga da tutuklanır. Bu genç kız son-radan Kopenhag’da suçluların dokuma işleri yap-tığı bir cezaevine gönderilir. Agnes ile Fridrik, 12Ocak 1830’da Húnavatnssýsla’daki küçük bir te-pede kafaları uçurularak idam edilir. İnfazı ya-pan Natan’ın kardeşidir.

Hannah Kent anlatısını cinayetlerle ilgili az sa-yıda tarihsel belge üzerine kurmuş: Natan’dankalan değerli mallar için (bir inek, birkaç at, bir-kaç koyun, bir eyer, bir yular, tabak çanak...) dü-zenlenen bir açık artırma duyurusu, Agnes’in kimiöteberilerinin listesi (birtakım ıvır zıvırın dışın-da “bir adet mavi yünden düz örgü, kırmızı ya-kalı ve sekiz gümüş düğmeli kadın yeleğiyle ta-kım olan eskimiş bir eteklik”), 1829’da YüksekMahkeme’de görülen davadan bölümler, kimi ta-nıklarla çeşitli kişilerin ifadeleri...

Kitapta ayrıca bir İzlanda Ölü Gömme İla-hisi’nin dışında, Laxdæla Masalı’nın baş kahra-manı Guðrún’un ağıtından bir bölüm de yer alı-yor: “En sevdiğimdi en çok hırpaladığım.” Ro-manda özellikle Agnes ile Ozan-Rósa’nın ara-sındaki çekişme güçlü bir biçimde işleniyor. Evli

ve kocasıyla birlikte yaşıyor olmasına karşınRósa, Natan’a büyük bir tutkuyla âşıktır, üsteliksöylenenlere bakılırsa iki de çocuk doğurmuş-tur ondan. Cinayetlerden sonra, 1828 Hazira-nında Rósa kalp kırıklığını, Agnes’e yönelikkindar bir şiirle şöyle dile getirir:

Gözlerimdeki keder seni şaşırtmasınya da hissettiğim ıstırabın sancıları:Bana hayatın anlamını verenOnu, fesadınla çaldığın için benden,Şeytan eline alacak önüne savrulan hayatı-

nı.

Kendisi de eğitimli biri olan Agnes de şiirlekarşılık verir:

Öfke ve acıyla kuşatılmışbenim senden tek dileğim:Kaşıma yaralarımı kanamış,tamamen inançsızlık içindeyim.

Agnes’in yaşadığı sarsıntı çok açık olmakla

birlikte, bütün bu olaylar karşısındaki şaşkınlı-ğının nedeni tam olarak belli değildir. Çok sev-diği adamın ölümünden kaynaklanan büyüküzüntü mü, yoksa işlemediği bir cinayetle suç-lanması mı, yoksa kendisine yaklaşmakta olanölümün korkusu mu? Bu, yazarın vereceği birkarar olacaktır.

Agnes ile Fridrik’in Hıristiyan geleneklerinegöre gömülmelerine izin verilmez: kesik başlarıibret olsun diye kazıkların tepesine oturtulur, ölübedenleriyse hiçbir işaret konulmadan idam edil-dikleri yere gömülür. Günümüzde Agnes, ara-dan geçen yaklaşık iki yüzyıldan sonra, Tjörn ki-lisesinin bahçesindeki gösterişsiz bir mezarlı-ğı Fridrik’le paylaşmaktadır. Mezarı taşınırken Ag-nes’in kemiklerinin yanında, son saatlerinde üze-rinde olan en güzel elbisesinden kalan parça-lar da bulunmuştur. Bunlar, idamlar için Dani-marka’dan özel olarak gönderilen baltayla bir-likte İzlanda ulusal müzesinde sergilenmekte-dir. Balta yalnızca iki kez kullanılmıştır.

Hollywood kitabı kaptı“Ölü Gömme Törenleri”nin gösterişli tarafı

Kent’in öyküye olan içgüdüsel yaklaşımındankaynaklanıyor. Bu cinayetler yıllar boyunca İz-landa’da birçok tartışmaya yol açmış. Konuylailgili çok sayıda kitap yazılmış, 1995 yılında daEgill Eðvarðsson’ın yönetmenliğinde “Agnes”adıyla bir film yapılmış. Kuşkusuz bu durumHollywood’un bu İskandinav filmini yeniden çek-mesini engellemiyor.

Hannah Kent’in, cinayetleri ve idamlarıkaçınılmaz sona doğru taşırken beceriyle kul-landığı çift anlatıcılı öyküleme yöntemi, onun ge-leceği parlak bir yazar olduğunu gösteriyor. “ÖlüGömme Törenleri”, kurgu türünün bilindik özel-liklerine yoğun biçimde dayanan okuması ko-lay bir roman. Ama bir yandan da, kimilerinegöre “acımasız bir cadı, bir cinayet kışkırtıcısı”olan Agnes’i bize sevdirebilmeyi başaran bir ki-tap. Hannah Kent, kitabının sonunda yer alan ya-zarın notu bölümünde bu romanı, “söz konusukadının biraz daha yoruma açık bir portresini çiz-mek amacıyla” yazdığını belirtiyor. Ama “ÖlüGömme Törenleri” bundan daha fazlasını içe-riyor: karşısına çıkan her türlü güçlüğe göğüs ge-rerek yaşayan ve âşık olan bir kadın için yazıl-mış bir aşk şarkısı.

* Bronywn Lea: (Australian Poetry Journal adlıderginin editörü, Queensland Üniversitesi’ndeçağdaş edebiyat öğretmeni, yazar.)

Hannah Kent’in,cinayetleri ve idamlarıkaçınılmaz sona doğrutaşırken beceriylekullandığı çift anlatıcılıöyküleme yöntemi,onun geleceği parlak biryazar olduğunugösteriyor. “Ölü GömmeTörenleri”, kurgutürünün bilindiközelliklerine yoğunbiçimde dayananokuması kolay birroman. Ama bir yandanda, kimilerine göre“acımasız bir cadı, bircinayet kışkırtıcısı” olanAgnes’i bizesevdirebilmeyi başaranbir kitap.

Ölü GömmeTörenleri

Hannah KentYapı Kredi Yayınları

Çev: Ziya Celayiroğlu 344 s.

Bir cinayet kışkırtıcısı: Ambiguous Agnes BRONYWN LEA *

71 Ağustos 2014 CumaAydınlık

Page 8: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

T. Murat DEMİRBAŞ: Sayın hocam, tiyatroyaolan tutkunuz nasıl başladı? Akademik çalış-malarınızın dışında tiyatronun başka alanların-da da çalışmayı hiç düşündünüz mü?

Prof. Dr. Sevda ŞENER: Tutku de meyelim desevgi diyelim. Ben İstanbullu bir ailenin çocu-ğuyum. Annem de babam da tiyatroyu seven,tiyatroya, operaya konsere giden insanlardı. Ba-bam Darülbedayi'de Halit Fahri Ozansoy'un'Baykuş" adlı oyununu seyretmek için nasılokuldan kaçtığını, annem Raşit Rıza'dan, Muh-sin Ertuğrul'dan gördüğü oyunları, Cemal Sahir'eduyduğu hayranlğı anlatırdı. Cahide Sonku, Ta-lat Artamel gibi Darülbedayi'nin eski ustalarınınrol al dığı Dostoyevski'nin romanından sahne yeuyarlanmış olan ‘Budala’ adlı oyununu çok kü-çük yaşta seyrettiğimi hatıırlıyorum.

Babamın işi dolayısıyla Anadolu il ve ilçe le-rinde bulunduğumuz sıralarda o yöre lere gelenturne topluluklarının oyunlarını izlerdik. Örneğin.Sadi Tek'in Hamlet'ini Eskişehir Halkevi sah-nesinde seyretmiş tim. Ankara'ya yerleştiktensonra ailece Devlet Tıyatrosu'nun oyunlarını ka-çır maz olduk. 40'lı yıllarda sahnelenen Ah metKudsi Tecer'in 'Köşebaşı' adlı oyu nundan baş-layarak Devlet Tıyatrosu'nun bütün oyunlarını iz-ledim diyebilirim. İrfan Şahinbaş hocam 1958'deDil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi'nde açlan TiyatroEnstitüsüne asistan olmamı benim bu alış-kanlığımı bildiği için istedi sanırım. İl kokulda da,ortaokulda da okul temsillerinde rol almıştım, fa-kat oyuncu olmayı, ya da oyun yazmayı dene-medim.

T. Murat DEMİRBAŞ: Yıllarca pek çok öğrenciyetiştirdiniz. Sizce tiyatro eğitiminde en başta so- runumuz nedir ve ne yapılmalı?

Prof. Dr. Sevda ŞENER: Yalnız tiyatro eğiti-minde değil, tüm eğitim sis teminde en büyük so-runun öğrenciye hazır bilgi kalıplarının ezbede-tilmesi ol duğunu düşünüyorum. Galiba artık her- kes bunun farkında. Öğrenci kendi aklına gü-venmez oluyor. Giderek ezberlemek öğren-mekten, öğrendikleri üzerinde dü şünce üret-mekten daha kolay gelmeye başlıyor. Hoca ola-rak en büyük sıkıntım öğrencinin benim onun öz-gün düşünce sini değerlendireceğimden kuşkuduyma sı olmuştur. Kitapta yazılmış olanı oldu-ğu gibi aktarırsa daha güvencede olacağına ina-nan öğrenci hazır bilgiyi, üstelik de ya lan yanlışaktarır. Öğrenciyle ilişkim ancak onun bana gü-venmeye, kendi düşüncesi ne değer verdiğimi an-lamaya başlamasıy la rahatlamış ve gerçek biröğretim eğitim ilişkisi aşamasına ulaşılmış olurBu söylediklerim yalnız kuramsal eğitim alanı içindeğil, oyunculuk eğitimi gibi uygulamalı eğitimalanları için de geçerlidir.

T. Murat DEMİRBAŞ: Geçmiş yıllardaki öğ-

rencilerinizle bugünküleri karşılaştırdığınızdanasıl bir fark görüyorsunuz?

Prof. Dr. Sevda ŞENER: Gene bilineni tekrar-layacağım. Altmışlı, yetmişli yılların öğrencile-rinde baskın bir toplumsal sorumluluk duygu-su vardı Toplumun yö netimindeki yanlışları dü-zeltmeye gönüllüydüler. Bu uğurda konuşuyor,eğliyor ve hırpalanmayı tutuklanmayı göze alı-yorlardı. Onları korumak, esirgemek için çok uğ-raşmışımdır. Onlar da bize çocuksu bir güven-le bağlıydılar. Aramızda bir gönül birliği vardı. Bugönül birliği dersleri de ısıtıyordu. Onlar da bende o geçmiş yılları sevgiyle hatırlıyoruz. Toplumsalkoşulların değiştiği sonraki yılların öğrencileri bi-reysel başarıyı ön planda tutmaya başladılar.Gene de bugünkü tiyatro öğrencilerinin iyi işleryapmaya meraklı, özgüveni olan ciddi gençlerolduklarını görüyorum. Kendilerini geliştirmeyeçalışıyorlar.

T. Murat DEMİRBAŞ: Biz öğrencileriniz bilirizki, siz ne zaman tiyatro kuramları dersi verecekolsanız konuyla ilgisi olmayan konularla ilişki-lendirerek anlatırsınız. Öğrencileriniz aradaki builiş kiyi çözdüklerinde ancak yüksek not alırlar. Ör-neğin ben ilk der sinize girdiğimde torununuzdanve fındıktan bahsetmiştiniz. Ko nuların diyalek-tik bir bağlantıyla işlendiğini sonradan anlamıştık,bu yöntemin başarısını gözlemle diniz mi?

Prof. Dr. Sevda ŞENER: Ben bunu, bilgiyi ya-şamla kaynaştırmak için yaparım Hayatla ku-caklaşmayan bilgi iş levsiz kalır. Kurumsal bil-ginin günlük yaşamda kullanabilirliğini göster-mek için kendi yaşantımdan kendi bilgilerimdenörnek veririm. Nedense, kuramsal bilgi yüksek-lerde bir yerde havada asılı bırakılagelmiştir. San-ki günlük yaşamdaki ilişkisi değerini düşürmüşgibi. Bilgiyi o soylu, korunaklı uzaklığından koparıpyeryüzüne indirmeye çalışırım. Bu yöntem ba-zen kimi düşünsel inceliklerin gözden kaçma-sına neden oluyor. O incelikleri de sırası geldikçeşakacı değinmelerle açıklamaya çalışırım. Yer-yüzüne indirebilecek kadar özümleyemediğimdüşünceyi ezberden aktarmaya gönül indirmemzaten.

T. Murat DEMİRBAŞ: Türk Tiyatrosu’nu ku-ramsal anlamda besleyen çok önemli kitaplaryaz dınız. Sizce tiyatromuz batılı an lamda tiyat-royu yeterince benim sedi mi? Bu kaynağı uy-gulamada yeterince başarılı oldu mu?

Prof. Dr. Sevda ŞENER: Batı Tiyatrosununİsa’dan yüzyıllar önce ne kadar gerilere giden birgeçmişi, bu uzun süreçte belirlenmiş sağlam biraltyapısı var. Usta yazarlarını, yönetmenlerini, ta-sarımcılarını, oyuncularını, büyük düşünürleriniyetiştirmiş. Ürününü vermiş, üstelik bu ürününyetiştiği sanat ve kültür ortamı bizimkilerden fark-lı. Bu kaynağı bir batılı kadar değerlendirmemiz

beklenemez.T. Murat DEMİRBAŞ: Ulusal tiyatromuzun ya-

ratılması noktasında geleneksel tiyatrodan fay-dalanarak yaratılmak istenen sentez hakkındane düşünüyorsunuz? Sizce bu ne oranda yapı-labilir?

Prof. Dr. Sevda ŞENER: Bugün geleneksel se-yirlik oyunlarımıın kimi özelliklerinden yararla-nılıyor zaten. Özellikle eklemli kurgusu günlükgerçekler yanında fantaziye yer veren mizahi in-

Postmoderngenellemesi altında

yapılan ve henüz tamtanımını bulamamış

olan çalışmalar için deaynı şey geçerlidir.

Örneğin postmodernolarak adlandırdığımız

oyun yazarıküreselleşen dünyanın

dili oldukları kadar onunirdeleyici tartışmacısı,eleştiricisi olmuşlardır

8T. MURAT DEMİRBAŞ

1 Ağustos 2014 Cuma Aydı

HOCALARIN HOCASI TÜRK TİYATROSUNUN BİLGE KADINI

Sevda ŞENERProf. Dr.

Page 9: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

celikler taşıyan yapısı oyunculuğu vurgu-layan göstermeci oyunculuk anlayışıyla veseyirciye sıcak yaklaşımıyla zorlama birsentez yapma çabasından çok halk kültü-rüne ve populer sanat anlayışına dayananbir alt yapının organik bütünlük sağlayacakbiçimde kullanımından söz edilebilir.

T. Murat DEMİRBAŞ: Postmodernizmi;politik yaklaşımı ve sahne uygulamaları açı-sından nasıl değerlendiriyorsunuz? Kü re-

selleşen dünyanın dili olmayı hak ediyormu?

Prof. Dr. Sevda ŞENER: Sanatçının po-litik görüşlere yaklaşımıyla, poli tikacınınkiarasında fark vardır. Sanatçı temelde aynıpolitik görüşü paylaşsa da tartışmayaaçıktır. Malzemesini çok yönlü değerlendirir.Uygulamaya uzak açıdan bakar. Geçerliğini,politik bakışın temelindeki felsefenin mi-henginde sınar. Özeleştiri hakkını saklı tu-

tar. Postmodern genellemesi altında ya-pılan ve henüz tam tanımını bulamamışolan çalışmalar için de aynı şey geçerlidir.Örneğin postmodern olarak adlandırdığı-mız oyun yazarı küreselleşen dünyanın dilioldukları kadar onun irdeleyici tartışmacı-sı, eleştiricisi olmuşlardır.

T. Murat DEMİRBAŞ: Bir ta raftan ders ve-riyorsunuz, bir taraftan yazılar yazıyorsunuzve neredeyse hiçbir oyunu kaçırmı yorsunuz.

Bu yaşam enerjinizi ve coşkunuzu neyeborçlusunuz?

Prof. Dr. Sevda ŞENER: Ben her zamançalışmayı sevenlerden, ça lışmadan zevkalanlardan oldum. İnsan sevdiği işi yapmalüksüne sahipse kolay yorulmaz. Mesele,zamanı iyi kullan maya bağlı.

Şimdiden çok teşekkür ediyor kolaylık- lar diliyorum.

9ınlık

Page 10: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

Yaklaşık altı yedi yıl önce bir yakınımızıncenazesini gömütlüğe götürdüğümüz-de yanımızdan geçen iki kişinin arala-rında şöyle konuştuklarını işitmiştik:

“Kaçırdık, bundan önceki cenaze zengin ce-nazesiydi.”

Sonradan bunların imam olduğunu öğren-miştik.

Üretimin hiçbir aşamasında bulunmayan, yal-nızca Arapça yarım yamalak dualar okuyaraktoplumun inançlarını paraya çevirmekten baş-ka bir şey düşünmeyen bu insanların tarihte deörnekleri çoktur.

O örneklere geçmeden gerçekten yurtsevernice hocanın da hakkını teslim tmeliyiz. Özel-likle Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’edestek olan Börekçizade Rıfat Efendi ile günü-müzde gerçek anlamıyla dini içselleştirip dininher şeyden önce insan olmak, içten olmak, dü-rüst olmak, gerçekçi olmak demek olduğununkitaplarını yazan Turan Dursun’u, Yaşar Nuri Öz-türk’ü, Zekeriya Beyaz’ı, yalan söylemediği içincamisinden kovulan müezzinle, imamı … bu asa-laklardan ayırmak gerekir. Elbette daha nice-leri var…

Bugün dini, kimselere bırakmayan iktidar sa-hipleriyle onların eteğine yapışan hoca takımı-nın, bütün dinlerin önerdiği, istediği dürüstlük-ten uzak bir yaklaşımla yalandan, maldanmülkten, ahret için kendi dünyalıklarından baş-ka bir şeye bakmadıklarını gördükçe midemizbulanıyor. Önüne geleni suçlayan, kendi gibi dü-şünmeyenleri bırakın, yarattıkları ormanın yokedilmesine karşı çıkan ODTÜ’lü öğrencileri,kendine soru soranı azarlayan başbakanınateistlikle suçladığı bir dönemde insanın aklı-na tarihteki entrikalarıyla pek çok insanın kat-line fetva veren hocalar, şeyhülislamlar geliyor.

Ahmet Refik’in “Osmanlı’da Hoca Nüfuzu”adlı kitabı okurken günümüzle geçmiş arasın-daki bağı kuruyor insan ister istemez.

1880’de İstanbul’da doğan, Harbiye’yi 1898’deon sekiz yaşında birincilikle bitiren Ahmet Re-fik’in en önemli özelliği, tarihi halkın anlayaca-ğı bir dille halka yeni yeni tarihsel gerçekleri an-latmasıdır. 1937’de öldüğünde ardından yazılanpek çok yazıda çalışkanlığı, neşeliliği, bilgisi, ta-rihin mimarı oluşu dile getirilmiştir.

Bir yığın kitabından yalnızca biridir Osman-lı’da Hoca Nüfuzu. Toplumsal Dönüşüm Ya-yınları’ndan 1997’de çıkmış.

Kitaptaki ilginç öykülerden birinde ŞeyhŞüccâ’nın III. Murat zamanındaki yükselişi an-latılır. Bu adam Manisa’da bahçıvanlık yapan bir

kimsedir. III. Murat, Manisa’daki şehzadeliği sı-rasında bir rüya görür. Rüyasını Raziye Kalfa’yaanlatır. Aslında Raziye Kalfa, Şeyh Şücca’nın rüyayorumladığını duyar, merak edermiş. ŞehzadeMurat’ın rüyasını da Şüccâ’ya yorumlatır. Bu yo-rumda Şehzade Murat’ın padişah olacağı muş-tulanmıştır. Bir süre sonra II. Selim gerçektenölür, III. Murat tahta çıkar. Bunun üzerine Şeyh,sevincinden ne yapacağını şaşırır. Raziye Kal-fa aracılığıyla padişahın huzuruna çıkar. ŞeyhŞüccâ, oldukça kurnazdır. III: Murat’ın saf, temizbir insan olduğunu anlayınca onun güvenini ka-zanır; padişah da onu İstanbul’a getirir. Saray-da rüya yorumlarıyla ün kazanır. Böylece Padi-şah Şeyhi adıyla anılmaya başlar. Az zamandabahçeler, mahzenler, kayıkhaneler, meyhaneleraçar. Şeyhin bu durumunu görenler padişahabaşvururlar. Ancak şeyhe çok güvenen III. Mu-rat söylenenlere aldırmaz.

III. Murat dönemi, ulemanın bozulmayabaşladığı dönemdir. Önceden yüksek ma-kamlara çıkmak için tek ölçü ‘ilim’ken, bu dö-nemde ulemanın rüşvet almaları başlar.

Şeyhülislam “Hoca Sadettin’den sonra ho-calar arpalık kavgalarıyla Osmanlı Devleti’ni yağ-malamaya, memleketi ihtilaller ve isyanlarla altüst etmeye başlarlar.”

Hoca Sadettin Efendi’nin devlete tek önem-li katkısı, Eğri Seferi’nde cepheden kaçmayaçalışan III. Mehmet’in atını tutarak, kendisini sa-vaşmaya ikna etmesidir. Bu tutumu, saray en-trikalarındaki rolünü bir dereceye kadar bağış-latabilir ama çocuklarını, yakınlarını devletin bel-li başlı yerlerine yerleştirmesi, yetkilerini, etki-sini hep kendinden yana kullanması onun hır-sını, rüşvetçiliğini, haksız mal mülk edinmesinibağışlatmaz. Onun döneminde çıkar hırsı, ar-palık sevdası hemen her hocanın kalbindebüyük bir yer tutar. Artık Osmanoğulları’nı şid-detten, adaletsizlikten vazgeçirmeye çalışan mü-cadeleci bilginlerin soyu kesilmiş; iki yüzlülük,el etek öpme, rüşvet, yiyicilik, müzevirlik hoca-ların başlıca yükselme yöntemleri olmuştur.

“IV. Murat’ın ölümünden sonra ulema büyükbir belaya çattı. Cinci Hoca ortaya çıktı. Duasıyla,nefesiyle sultanları yetiştiren Cinci Hoca, sara-yın en sözü geçer adamıydı.

Cinci Hoca,Safranbolu’luydu. İstanbul’a gel-diğinde yoksuldu. Nefesinin keskinliğiyle ün ka-zandı. Bu sayede saraya girdi.”

Hocanın saraya sokulması, gücüne güç ka-tar. Sultan İbrahim, bütün varlığıyla HocaEfendi’ye teslim olmuştur. Medrese köşelerin-de sürünürken doğrudan Haliç Müderrisi ata-nır. Şeyhülislam Yahya, onun müderrisliğiniyasaya aykırı bulup reddedince Sultan İbrahim,ferman çıkarır; Cinci Hoca’ya Sahın Medrese-si verilir, konaklar, saraylar bağışlanır. Onun za-manı, erdemli din adamları, bilginler için fela-ket zamanıdır artık.

Cinci Hoca’nın da türlü marifetlerini sergile-diği, Sultan İbrahim’in bütün uçarılıklarına yar-dım ettiği görülür. Ancak yeniçerilerin isyanın-da kayınpederi tarafından kurtarılır.

Ahmet Refik’in günümüze de ışık tutan bu ya-pıtında özellikle IV. Ahmet döneminde hocala-rın dalavereleri ayyuka çıkar. Şeyhülislamlar ka-dılıkları rüşvetle satarlar. İşler öylesine çirkin-leşir ki örneğin Şeyh Abdürrahim’in Şeyhülis-lamlığı sırasında Galata Kadılığında bulunan oğlu,makamının satılacağını anlayınca babasının ma-kamını basar.

“Bu makamı sen mi verdin ki alırsın. Eğer baş-kasına verirsen döverim, tepelerim” diye hay-kırır babasına.

Osmanlılığa özenmeleri boşuna değil ikti-dardakilerin. Bütün devlet yetkilerini arpalık gö-ren bir anlayışın torunları olarak elbette belgebırakmamak için öğütme makineleri alırlar,rüşvet havuzları yaratırlar, çaldıklarını ayakka-bı kutularına saklarlar. İşbirliği yaptıkları ulus-lar arası ajanların önüne de yatarlar. Onur,ülke sevgisi, insan sevgisi onlara vız gelir, tırıs gi-der.

Osmanlı döneminde “Rezil olmak hürmetsayılırken halk da kadılarla alay eder.”

Gerçek bilginlerin, din adamlarının sesi işi-tilmez, kendileri bir kıyıya atılır.

Bugün gerçek bir Osmanlı olabilmek için iyirüşvet almak, bunun da kılıfına uydurmak ge-rekir elbette. Rezil olmak, onlar için onurlu birdüşüştür!

Öyle görünüyor ki günümüzün Osmanlılarıbunu çok iyi beceriyor. Yalnız o dönemlerde bilehalkın isyanı, bazılarının rahatını kaçırmıştı.Devletten soyduğunu helal bilen soysuzlarınsonu da yine halkın oyuyla gelecektir. Bu ‘he-lal rüşvet’ devri Osmanlı’yı çürüttü, bunları daçürütüyor. Osmanlı’daki kadar da uzun sürme-yecektir.

Helal rüşvet devri

Osmanlı'da Hoca Nüfuzu

Ahmed RefikToplumsal Dönüşüm

Yayınları174 s.

10HİDAYET KARAKUŞ

1 Ağustos 2014 Cuma Aydınlık

Page 11: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

UMUT ERDOĞAN [email protected]

11

Zamanla dünyanın şekli değişiyor. Coğrafi ko-şulların değişmesinden, havanın suyun de-ğişmesinden tutun da insanların ve top-lumların davranışlarına dek her şey değişi-

yor. Alışılagelen düzenler, gelişen teknoloji ile beraberyerini kimi zaman anlamanın zor olduğu yenilikle-re bırakıyor, kimi zaman felaketleri, kimi zaman mu-cizeleri yaratıyor.

Toplumların değişen alışkanlıkları ve kazandık-ları yeni özellikler, elbette her bir bireyin yaşamınıve fikirlerin şekillenmesini, yöntemlerin ve hare-ketlerin yenilenmesini de içinde barındırıyor. Gittikçeküçülen ve gittikçe dünyanın daha fazlasını ekran-larından insanlara sunan, bilginin en küçük ve kul-lanışlı kaynakları internet vasıtasıyla akıllı telefon-lara ulaşıyor, bireyin elinin altında koca bir alemi ta-şımasını sağlıyor.

Gelişen teknoloji yarattığı fırsatları hayatın her ala-nına taşıdığından, artık siyasi fikirlerin yayılması, bü-yümesi ya da yok olması, toplumsal hareketlerin or-ganize edilmesi, gerçekleştirilmesi de sanal dünyadavücut bulabiliyor. Twitter, Facebook gibi sosyalmedya platformlarının özellikle son yıllarda dünyadaolduğu gibi ülkemizde de kitleleri harekete geçirmehızını ve etkisini bizzat yaşadık. En basitinden Ha-ziran 2013 itibariyle sosyal ağların, her ne kadar bil-gi kirliliği yarattıkları zamanlar da olsa insanların anaakım medyaya yansımayan haberleri nasıl öğren-melerine vesile olduğunu hatırlayalım. Ya da ifadeedilemeyen, günlük hayatta ve gerçek (ki aslında sos-yal medya da gerçeğin bir parçasıdır) hayatta ifa-de edilmesi toplum baskısı yüzünden mümkün gö-rünmeyen gerçeklerin sosyal medyada nasıl rahatifade edilebildiğinde, saklanan ya da açık edilen kim-likler ağzından düşüncelerin nasıl paylaşılabildiği-ni bizzat yaşadık, yaşıyoruz.

Sanal dünyanın gücü açık. Bilgisayar başında eldeedilemeyecek bilgi neredeyse yok gibi. Aynı şekil-de sanal dünyayı kullanarak yapılabileceklerin sı-nırı da neredeyse yok. Bir kitabı okumak da müm-kün, saklanan bir sırrı ortaya çıkarmak da. Yeni birsistemin temelleri atmak da mümkün, bir ideolo-jiyi insanlara aşılamak ve taraftar toplamak da müm-kün.

Özetle, çağımızı teknoloji çağı olarak düşünür-sek, dünyada teknolojiye sahip olanın, gücü elin-de barındırdığını da hesaba katarsak, sanal gücünaslında gerçek hayattaki güce eşdeğer bir konumdaolabileceğini de kabul edebiliriz diye düşünmekte-yim.

Elif'in yolculuğu2013 World Fantasy Ödülü sahibi "Elif", G. Wil-

low Wilson'ın kaleminden çıkan, Monokl Edebiyatsayesinde, Gökhan Sarı'nın çevirisi ile dilimize ka-zandırılan bir roman. Orta Doğu'da, bilinmeyen birşehirde geçen "Elif"de karşımıza genç bilgisayar uz-manı, hacker Elif çıkıyor. Gerçek adını romanın so-nuna dek öğrenemeyeceğimiz 23 yaşındaki bu gençadamın bilgisayar başında geçen hayatı, yaşadığı biraşk macerası ile değişiyor. Sevdiği kadını kaybe-deceğinin farkına varan Elif, aşk acısıyla bir bilgisayarprogramı yazmaya başlıyor fakat kurduğu sistemikendisi bile anlamasa da işler yavaş yavaş çığrın-dan çıkmaya başlıyor. Sevdiği kadın tarafından ken-disine ulaştırılan bir kitap ise, Devlet'i Elif'in peşinetakıyor. Neden, sorusuna cevap bulamayan Elif ken-disini anlam veremediği bir kovalamacanın içinde,

yanında Elf Yevm adlı cinlerin yazdığı söylenen, oefsanevi kitap ve içinde sakladığı sırlarla beraber ken-disini Şehir'in bir ucundan bir ucuna kaçarken bu-luyor.

Bilinmeyen diyarlara yolculuk sırasında aksiyo-nun bir an bile eksik olmadığı romanda bolca alı-şılmadık varlıklar, cinler, gölgeler, rüyalardan gelenmesajlar okuyucunun dikkatini sürekli ayık tutuyorve merak duygusunu gittikçe arttırıyor. Kitabın gi-zemi ve Şehir içinde değişen dengeler, devrimin ayaksesleri olarak okuyucuya yansıtılıyor. Sanal dünya-da gücü ele geçirecek planların kol gezdiği mace-ra sırasında yaşanan boyutlar arası gezintiler, gizemlibir şehrin yarattığı mistik ortam içinde yaratıcı ve il-ginç detaylar şeklinde karşımıza çıkıyor. Orta Do-ğu'da yaşama ışık tutan göndermeleri, kadınıntoplumdaki konumunu anlatan detayları ile "Elif", dinidetaylarla bezenmiş, farklı bir fantastik romanolma özelliği taşıyor.

Çağımızı teknoloji çağıolarak düşünürsek,dünyada teknolojiye sahipolanın, gücü elindebarındırdığını da hesabakatarsak, sanal gücünaslında gerçek hayattakigüce eşdeğer birkonumda olabileceğini dekabul edebiliriz. "Elif",sanal dünyada gücü elegeçirecek planların kolgezdiği bir macera.

Görünmeyenlerin devrim adımları

ElifG. Willow Wilson Monokl

Çeviri : Gökhan Sarı368 s.

1 Ağustos 2014 CumaAydınlık

Page 12: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

Türkçeye, Rainer Maria Rilke’nin “DuinoAğıtları”nı çevirmişti Can Alkor. (1993, İyiŞeyler Yayıncılık) Dikkatli ve özenliTürkçesiyle daha sonra başka çeviriler

de yaptı; Rimbaud, Valery, Nietzshe’den. Can Alkor “yüzlerce yıllık geleneksel şiir di-

lini, yapısını, söylemini ve imge düzenini kökten”değiştiren Arthur Rimbaud’nun “Illumınatıons”adlı düzyazı şiirlerini çevirerek Rimbaud’nun şiirevrenine girmemizi sağladı. (Özdemir İnce’ninçevirisi “Cehennende Bir Mevsim / Illumınatı-ons” 1991’de yayımlanmıştı.) Daha sonra CanAlkor’dan “Bulunmuş Çeviriler”i (Norgunk, 2012)okuma olanağı buldum. W.H.Auden, Gottfrıed,Benn, Eugenio Montale, St. John Perse, EzraPoud, Georg Trakl, Amanda Aizpuriete, GunnarEkelöf, Fernando Pessoa, Gonzalo Rojas, OlgaSedakova gibi şairlerden çevirdiği şiirleri topladı“Bulunmuş Çeviriler”de. Yine özenli Türkçe,yine şiir diline işlerlik kazandıran bir çalışma. Ril-ke’nin Yalnızlık başlıklı şiirini Behçet Necatigil’inTürkçesiyle okumuş, Can Alkol’un Türkçesindenaldığım tadı onda da bulmuştum: “Yalnızlık biryağmura benzer / Yükselir akşamlara deniz-lerden / Uzak, ıssız ovadan eser, / Ağar gidergöklere, her zaman göklerdedir / Ve kentin üs-tüne göklerden düşer.” Necatigil’in Rilke çeviri-

si ile Alkor’un Rilke çevirisi (Duino Ağıtları) birdenkliği işaret eder.

Bir biçim ustasının şiirleri“Tout, au monde, existe pour aboutir a un liv-

re.” Duino Ağıtları’nın açılışındaki Mallarme’yeait bu sözlerin Türkçesi: “Her şey sonunda birkitaba varmak içindir.” Can Alkor’un sabırlı şa-irliği de tam öyle. 2007’de “Güneşdil”i, yayım-lar. 2014 Martında da “Canto CXVIII” (Kanto 118)adlı kitabını Norgunk Yayıncılık özel bir baskıy-la 118 adet yayımladı. Can Alkor (1936) kırk yıl-dır şiir yazan, yazdıklarını ender yayımlayan birşair, çevirmen.

Alkor’un şiiri şöyle tanımlanmış: “Can Alkorşiiri, insan olma serüvenimizi, acıları ve coşku-larıyla yüklenen, bizi bize gösteren bir deniz fe-neri…”

“Güneşdil”de sıkı bir okuma sonunda şunlargörülür: Mitoloji, tarih, gündelik hayat Can Al-kor şiirinin çevrenine girer. Dörtlükler, uzun veuyaklı dizelerle şiirsel çatıyı kurar. İmge temelkoyucudur. Tarih, mitoloji, dinsel motiflerle vb.kültürün içinden epistemik bir şiir üretir. Olan-ca gücüyle liriktir, ama yapış yapış bir lirizm de-ğildir onunki. “Güneşdil”de yer alan ‘Yolculuk’ baş-lıklı beş bölümlük şiirinde sıkı düzen çalışır, şiirişçiliğine önem verir. Lirik ben’in ustalığı: “baş-dayın yokluk bilimine: Yalvarıyorum,- / biraz dahaçok yanıldımsa yolları ararken, / biraz daha çoköldümse anlatılmaz olanda.” Bu dizelerden in-sanın yeryüzünde yol arayışını, varlık-yokluk so-runsalına el atışını okuruz. Pek çok yabancı söz-cük ve sözceye rastlarız şiirleri kuran, anlamöbekleri oluşturan. Deniz, sahil, motel, insanınhayatını etkileyen nesneler Can Alkor’un şiiri-nin olmazsa olmazlarıdır. Mekân duygusu (Ay-valık, Kazdağları ve başka yerler) şiirlerine gi-rer ve okuru sarıp sarmalar. Bir biçim ustasıdırşair. Bazen ölçülü-biçili, uyaklı dizelerle kurar ya-pıyı; bazen de serbest koşuğun uzun dizeleriy-le. Dizeler arası bağlamları gözetir. Anlam kur-ma, anlamlandırma esastır. “Yedinci Mühür” şii-rinde, Hollywood ve sinema çevresinde dolananizlekle büyük şiirin kapısın aralar. “Potente” şii-rinde, yeryüzü topraklarında, denizde insanın izi-ni sürer, dünyasal bir evren kurar: “deniz de unu-tur ona ırmakların söylediğini”. Ve bir kitaba var-mak için “Beş Ağıt”tan bölümünü yazar. Uçu-şan nesnelerin bağlantıları pek aranmaz. Nes-neler, bazen de çağrışım güçleriyle yer alırlar.Haydarpaşa Garı’nda inenlerin fallarında çıkan,“Evlilik, Yol, Devlet Kuşu (başka nedir ki talih?)“gibi şeylerdir.

Parlayıp sönen sözcükler Nedir ki şiir? Salt estetiksel bir işlev midir?

İnsanoğlunun varoluşuna tanıklık eden, dünyanınkriz ânlarını insan imgesi üzerinden sorgulayan,bir kitaba varan şiirsel yapı mıdır? Ya da, CanAlkor’un şiiri bağlamında, şiirin estetiksel işlevininyanında başka işlevi de var mıdır? İnsan olma,şair olma varolma serüveninin acılarını, se-vinçlerini estetiksel işlevle birlikte, estetiksel işl-evin içinden göstermek değil midir? Tam da Can

Alkor şiirinin yaptığı budur. Sözcük parlayıp sö-ner, öteki sözcükle ilişkiye girer bir çağrışım ağı,bir anlam öbeği oluşturur. Böylece, şiirin yatayve dikey ekseni arasındaki denklik, diyalektik iş-leyiş yapıyı kurar. İstanbul’u, Bizans’ı, Osmanlı’yı,sarayı benzetmelerle verir: “Dev salyangoz gibikabuğuna çekilip / uyurdu saray”. Sonra, “Or-taköy” şiiri, sözcük nesne bakışımı, ayrıntı zen-ginliği, şiir diline taşınan betimlemeler: “SaatliMaarif Takvimi’nde şaşmamış. / Nisan diriltiyorölü toprağımızı, / Temmuz yeni kıyılar, flörtleröneriyor. / Sonra Eylül, eteklerinde bir yığın / ya-kılmış yaprak, süt rengi duman, / Eylül, en kısamutluluğumuz; / saatini kolluyor lüfer kavmiy-le, fener alaylarıyla Ekim”

Can Alkor, “Güneşdil”den yedi yıl sonra“Canto CXVIII” adlı yapıtını yayımlıyor. Enis Ba-tur’a ithafla başlayan bu uzun şiir çeşitli alıntı-lar ve göndermelerle ilerliyor. Dizelerle değil, şiirtümceleriyle kuruluyor yapısı. Bildiklerini şiir di-liyle bir suflör gibi okurun kulağına fısıldıyor. Yol-culuk izleğini insanın varoluşunu ve yeryüzü se-rüvenini vermek için seçiyor Can Alkor.

Dünya kültürünün mozaiği bu çağdaş des-tan. Kısa, kısalığına karşın dolu dolu şiir tüm-celeriyle oluşan bir kitap Canto CXVIII. Alıntı-ları ve göndermeleriyle geniş çözümlemeleri ge-reksinen kısa bir destan. Âdem’den Uccelo’nunresimlerine, Apollon’dan Marco Polo’ya; sonrafarklı zamanlara (zamansızlığa belki), farklımekânlara açılan ve her şeyin iç içe anlam-landırıldığı karmaşık ama yalın bir metin. Tamanlamıyla karnaval bir biçem. Biçim içeriğiylebuluşmuş modern şiirin biçimi. Sözcükleri, özeladları, mekân adlarını, fırçanın ucundaki boya-nın darbe vuruşlarıyla oluşturuyor, üstümüze ba-şımıza bulaştırıyor sanki. Gölgeler, boşluklar, bir-biriyle ilintisiz tarihsel ve simgesel şeyler bir ara-da yer alabiliyor. Faşizm, Avrupa, anlatıcı ben’inşiirsel söylemiyle dile geliyor: “Yeldeğirmenle-riyle savaşıyordum. / Duce gerçekleştirecek san-dım Güneş Kenti’ni, / dirilecek Eleusis gamalıhaç gölgesinde; / Karakış inmişti Avrupa üstü-ne oysa…Auschwitz’in bacaları tütüyordu…”

Anlam öbeklerinin ardındanBir hayalet gemiyle, bir gondolla yolculuğa çı-

kıyorsunuz. Zamanda bir yolculuk oluyor bu. Ta-rihe, mitolojiye, Dante’ye uğruyorsunuz. Sözcüklerbir senfoninin notaları gibi. Şiirin müziğine,müziğin şiiri baskın geliyor. Onca anlam öbe-ğinin ardından müziği duyuyorsunuz.

“Tek yaşamıma nasıl sığdırabilmişim buncaruhçözümünü” diyor şiirin öznesi. Arkasında, bü-tün-parça ilişkisini kuran çok kültürlü şair olun-ca evrensel insan portresi de ortaya çıkıyor. Şiirbiçim-biçem, “genişleyen izlekler, bütünlük,imge düzeni” açılarından has bir şiir. Her katmanıçözümlemeyi gereksiniyor. Salt biçimsel öğe-lere indirgeyerek açımlanacak bir metin değil,yoğun, karmaşık, iç içe ve anlamdan anlama sıç-rayan bir metin.

“Canto CXVIII” çağdaş Türk şiirimiz içindeönemli bir yapıt. Önemli kılan bir özellik de dün-ya şiirine ilmekler atması. Bir başka özelliği dezamanın eridiği bir şiir olmasıdır.

CAN ALKOR’UN ŞİİRİ ÜZERİNE (CANTO CXVII)

Her şey sonunda bir kitaba varmak içindir

Canto CXVIII

Can AlkorNorgunk Yayıncılık

12AHMET ADA

1 Ağustos 2014 Cuma Aydınlık

Page 13: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

Canım DostumlaBirlikte

Şefika GüneyBüyülü Fener Yayınları

130 s.

[email protected]

Kırmızı Bavul'um, bundan tam altı sene önce saklandığıdolaptan sinematografik bir biçimde fırlayarak konuşmayabaşladı ve müthiş bir öneriyle beni yoldan çıkardı. Bavu-luma göre, yaşamda kendime biçilen role isyan etmeli, ha-yatımın senaryosunu baştan yazmalıydım. Öyle iknaedici konuştu ki, ona inanmaktan başka çarem yoktu. De-diğini yapıp tüm eşyalarımı ihtiyacı olanlara bağışladım veİstanbul'dan, evimden ayrıldım. Bir bavula sığdırdığım yü-kümle dünyanın farklı coğrafyalarında, kaderin cilveleri-ne kucak açtım.

13

Deniz kenarındaki çay bahçesindeoturmuş, deniz kokusu avlıyor-dum. Önümde, kitaplardan not-lar aldığım, şarkı şiir sözlerini ve

arkasına kişisel düşünce yazılarımı yaz-dığım defterim, bir iki mizah ve edebiyatdergisi, gözüme çarpıp aldığım fanzinler,bir şiir kitabı ve diğer okuduğum kitap, vekahvem vardı. Kulağımdaki müzikte CemKaraca, seçtiği şiirleri -başka kimsenin böy-le okuyamayacağını düşündüğüm biçim-de- nidaları eşliğinde okuyordu. Deniz, gök-le uyumlu uyumsuz renkler ve biçimler de-ğiştirerek gününü oynuyordu. Kaldırıp ba-şımı her ona baktığımda bana başka birsahne göstererek güzelliğini onamak is-ter gibiydi.

Çay bahçesinde benden başka, akşamgezintisine çıkmış bir iki aile, çiftler, arka-daş grupları vardı. Ancak bahçe, denizintam yanındaydı, oraya giden herkes denizsahnesini izlemek için sandalyelerini onadoğru döndürmüştü. Sohbetlere denizde dahildi, bakışlara da...

Denizin hemen önünde oturan ben,yanımdaki ve arkamdaki insanları gör-müyordum. Kitaplarım defterlerim, kah-vem ve deniz vardı. Bir ses yaklaştıbana, kulak hizamdan. Bir çocuk... Elin-de mendil... Sadece uzatıyor bana doğ-ru ve bakıyor dümdüz. Müziği susturu-yorum. Sonra bir an kimliğinden sıyrılıpönümdeki deftere doğru uzanıyor ba-kışları, biraz daha masaya doğru yakla-şarak. Mizah dergilerinin çizimleri verenkleri de dikkatini çekiyor. İlgisi genel-de şimdiye kadar insanlar tarafından“serserilik” olarak nitelendirildiği içinbana karşı çekingenliğinde bir hırçınlık davar. Daha tek kelime etmedik. “Gel.” di-yorum sadece, içinde önyargı yahut acı-ma olmayan tonda; o da biraz rahatlayıpdaha dikkatli bakma hakkını bulduğunudüşünüyor. Defterimdeki yazıya elinigezdiriyor, el yazısından büyülenmiş gibi.“Ne güzel yazı...” diyor. Okumayı biliyor mubilmiyorum ve çocuğun sessizliğini boz-mak istemiyorum; sadece bakmak ve dü-şüncelerini söylemek özgürlüğünü ya-

şatmak istiyorum. Bir iki çocuk daha yaklaşmak üzere be-

nim masama doğru gelirken, kitap veyadefter o an ilgisini çekmediği için uzakla-şıyor, diğer masalara doğru gidiyorlar.

“Burada ne yazıyor?” diyor kara par-maklarıyla bir cümleyi göstererek, oku-yorum. Duyduğu hoşuna gidiyor. Bunu bir-kaç defa tekrarlıyoruz. Bir kalemi eline alı-yor ve bu sefer kalemle göstermeye baş-lıyor güzel bulup seçtiği kelimeleri. Bir süresonra, “Sen de yazmak ister misin?” di-yorum defrerimden bir sayfa açarak. Bufikir ona çok tanıdık ve sıradan gelmiş gibihemen deftere uzanıyor eli.

Çocuğun arkasından hızlı bir el yak-laşıyor birden. Mekanda çalışanlardanbirinin eli... “Haydi rahatsız etme insanla-rı!” diyerek onu ittiriyor. “Rahatsız olmu-yorum, durabilir burada...” Ben sözümü bi-tirmeden çocuk gitmiş oluyor, garsona ba-kıyorum sinirle, omuz silkiyor. Defterin boşsayfasının üzerinde kalem uzanmış yatı-yor. Çocuk bir nokta koyabilmiş sadece,başlangıç ve bitiş noktası... Denize bakı-yorum , bir başka sahneyi gösteriyor.

Şefika Güney, “Türkiye'nin en genç ya-zarı” ünvanına sahip bir orta okul öğren-cisi. Yüzlerce kitap okumayı 13 yıla sığ-dırmış bir çocuk. Medyanın ve kitap fu-arlarının ilgisini çekmiş. “Canım Dostum-la Birlikte” den önce “Melis” isimli bir ro-man yazmış.

Kişisel web sayfasında yayınlananOkuduğu Kitaplar bölümüne göz attı-ğımda Dünya Klasikleri'ni ve birçok ta-nınmış yazarı, çocuk kitaplarının berabe-rinde görüyorum. Onu bu kadar okuma-ya iten şeyin ne olduğunu merak ediyo-rum. Kitabında çok kitap okumanın ge-tirdiği hayal gücü kabiliyeti seziliyor. Kısahikayelerden oluşan “Canım Dostumla Bir-likte” bir çocuğun günlük hayatında ya-şayabileceği olayları ve düşünsel duru-munu, bize yine bir çocuğun gözünden,okumakla eğilmiş diliyle anlatılıyor.

Şefika'nın masasının yanına gidip hır-sız gözlerle kitaplarına ve defterlerinebakmak istiyorum.

1 Ağustos 2014 CumaAydınlık

Daha Tek KelimeEtmedik

Çocuk / GençELİF KORKUT

Fadik ve Kırmızı BavulFadik Sevin Atasoy, Artemis Yayınları, 264 s.

Yeni ev arkadaşları çılgınlığı, gençliği ve sarmal bir aşkı sa-hiplenen dört üniversite öğrencisinden oluşursa, işler nekadar ilginç hale gelebilir? Yeni hayatlarında Kléber ile Ba-sit'i pek çok sürpriz bekliyor. Basit'in omuzlarına bindirdiğiağır yükün hediyesi olan türlü maceranın yanında Kléber,aklını çelen iki kız arasında da seçim yapmak zorunda. Çarpıcı konusu ve güçlü karakterleriyle kardeşliği, dost-luğu ve aşkı anlatan “Sıradışı Basit”, farklılıkların kabulü-nü yücelten, en az ismi ve hikâyesinin kahramanları ka-dar sıradışı bir roman.

Sıradışı BasitMarie-Aude Murail, Çev: Sibil Çekmen, Tudem Yayınları, 208 s.

Yedikule Hisarı'ndan Çin Seddi'ne ve daha birçok mekâ-na ve zamana uzanan roman, kentlerin geçmişini bugün-de buluşturuyor. Usta bir dedektif ve ona yaz aylarında çı-raklık yapan Mustafa'nın akıl almaz maceraları eksenindegenişleyen dizinin bu kitabında, Yenikapı arkeoloji kazılarıve ağaç katliamı gibi güncel konular da bir çocuğun me-rakını uyandıracak biçimde olay örgüsünde yerini alıyor. Mu-zip dili ve gerçekliğin içinde yarattığı fantastik tadıyla ço-cuk okurun heyecanla okuduğu dizi, yetişkinleri de çocuk-larla birlikte kentlerin geleceğini düşünmeye davet ediyor.

Çalınan KentGülsevin Kıral, Günışığı Kitaplığı, 168 s.

Harflerimizin gizli bir dünyası olduğunu biliyor muydunuz?Pelin de uçan dairesi ile gitmeseydi bu dünyayı hiç öğre-nemeyecekti. Küçük yumuşak g ile arkadaş oluncaya ka-dar harflerden dostları olabileceğini aklının ucundan bilegeçirmemişti çünkü. Yumuşak'ın ailesiyle siz de tanışmakistemez misiniz? Ya harfler dünyasının yöneticileriyle? YaB Bey nasıl biriymiş? Yoksul harflerin temsilcisi C'yi me-rak etmiyor musunuz? Harflerimizin gizli dünyasını bu ki-tabın içinde bulacaksınız ve bundan sonra açtığınız her ki-tapta karşılaşacağınız her harf size tanıdık gelecek.

Harflerimizin Gizli DünyasıFeyza Hepçilingirler, Res: Serap Deliorman, Kırmızı Kedi Çocuk, 160 s.

Page 14: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin

14 1 Ağustos 2014 Cuma Aydınlık

Önce ŞairleriYaktılarAhmet Cemal, CanYayınları, 280 s.Önce Şairleri Yaktılar'daonun son dönem deneme-lerini bulacaksınız. Kimi za-man bir günlük parçasına,kimi zaman okuruyla birdertleşmeye, kimi zamanülkemizin can alıcı politik ge-rilimine değinen Ahmet Ce-mal başlıkta ne diyor: ÖnceŞairleri Yaktılar. Sonra sa-natın tüm alanlarını aşağı-ladılar; heykelleri yıktılar, ti-yatroları kapattılar; ders ki-taplarında şiirleri sansürle-diler... Ama susturamadılar.Susmayan bir edebiyat ada-mının kaleminden çıktı işte...

Kedi SahibininEl KitabıDavid Brunner, SamStall, Çev: Rana Alpöz,NTV Yayınları, 224 s.

Koltuğunuzdaki tırmık izleri,kapınızın önünde duranölü fare, kıyafetlerinize ya-pışan tüy yumakları... Adımadım talimatlar ve grafik-lerle hazırlanan Kedi Sahi-binin El Kitabı sıkça sorulansorular hakkında açık veanlaşılır cevaplar sunuyor.Köpeklerle en rahat anla-şabilen kedi hangi ırktan?Kedinin dış bakımını en iyinasıl sağlanır? Kedinin tu-valetten su içme davranı-şı nasıl önlenir?

Prens

Machiavelli, RemziKitabevi, 128 s. 

Kimilerince devlet yönetimin-de zafere giden her yolun mu-bah olduğunu savunduğu içineleştirilen, kimilerince de siya-sal bir başyapıt olarak sayılanPrens, devlet yönetme sanatıve siyaset etiği üzerine yazılmışen etkili eserlerdendir.Prens'inkaleme alındığı dönem İtalyanRönesansı'na denk gelmekte-dir. Prens, bu döneme ilişkindevlet yönetme sanatına yenibir bakış getiren çalışma ola-rak tanındı. Machiavelli'nin buyapıtı, siyaset felsefesinin temelmetinlerinden biri olarak kabuledilmektedir.

Çıplak CesetCelil Oker, AltınKitaplar, 144 s. 

Vahşi HukukCormac Cullinan,Çev: MeralGüneşdoğmuş, AyrıntıYayınları, 304 s.

Çakalların YurduAdrian McKinty,Çev: Ömer Mülazım,Martı Yayınları, 448 s.

Zengin Hollywood yıldızlarınınuğrak yeri olan Fairview ka-sabasında araba çarpmasısonucu bir kişi ölür. Bu kişi ka-çak bir göçmendir. Ölümününsorumlularıyla ilgili hiçbir ya-sal işlem yapılmadığı gibi ce-nazenin ardından olayın üstüörtülür. Fakat bu olayı unut-mayan biri vardır: ölen adamınkızı, Dedektif Mercado. Gençkadın yasadışı göçmen olaraksınırı geçer ve babasının ölü-münü araştırmak için Fairvi-ew'da hizmetçi rolüne bürü-nür. Ancak Mercado'nun faz-la vakti yoktur.

Naklen HayatGürkan Tellioğlu,Mikado Yayınları, 105 s.Hiçbir mahsur görmeyizduyduğumuz şehir efsa-nelerini fısıltı gazetesiyleyaymakta. Bu kitap aslın-da bilmediğiniz bir dünya-ya dair kafanızda bulunanyanlış kanaatlerin ne kadarbüyük etkiler yaratabile-ceğini gösteriyor. Teknikterimlerle hastalıkların an-latılmasına ihtiyacımız ol-madığını düşünüyorum.Asıl ihtiyaç insan olma hal-lerinin anlaşılabilmesi,umursanması.  Tehlikeyegirdiği anda en yalın haliy-le kalıveriyor ya hayat, ge-lin, bunu sağlığımız yerin-deyken fark edelim.

Ali Ulvi KurucuHatıralar Seti M. Ertuğrul Düzdağ,Kaynak Yayınları, 1615 s. 

Üstad Ali Ulvi Kurucu, Tür-kiyemizde ve Müslümanülkelerde milyonların tanı-dığı bir zat... Sevimli çehre-si, Muhammedî güzel ahlâkı,ruhlara hitap eden millî, dinîşiirleri ve insanı manevîâlemlere alıp götüren gönülsohbetleri ile bir illim ve ir-fan önderi... Hayatının ilkyıllarını Konya'da geçirdik-ten sonra, Kahire'de El Ez-her Üniversitesi'nde eğitimgören ve ömrünün geri ka-lanını Medine-i Münevvi-re'de geçiren Kurucu, 2002yılında orada vefat etti.

Sat Komandolarıve AnılarımAli Türkşen, KırmızıKedi Yayınevi, 324 s. 

SAT'ların Türkiye ile iç içegeçmiş tarihine ilişkin eli-mize ulaşanlar ne yazık kiçok sınırlı. Deniz KurmayAlbay Ali Türkşen tarafın-dan yazılan 1963'ten Gü-nümüze SAT Komandola-rı ve Anılarım'ın önemi deburada. Türkşen, HasdalAskeri Ceza ve Tutuk-evi'nde tamamladığı kita-bında SAT'ların hangi aşa-malardan geçerek bugün-lere ulaştığını ve farklı bah-riyelerin benzer birimleriy-le ilişkilerini detaylı bir şe-kilde ortaya koyuyor.

Kuzey Kıbrıs'taTürkiyeliGöçmenlerHatice Kurtuluş, SemraPurkıs, İş Bankası KültürYayınları, 354 s.Onlar, Türkiye'nin en yoksul,eğitime ve bilgiye erişimi ensınırlı, modern yaşamla ta-nışmamış köylerinde ayaktakalmaya uğraşan emekçi-lerdi. Çoğu dağ veya ormanköylüsüydü. Köylerinde geçimkoşulları kalmadığını görün-ce kendilerine yer gösteril-mesini talep etmişlerdi. Birgün kapıları çalındı, onlaratoprak ve gelecek vaat edil-di. Kuzey Kıbrıs'ta iskân edi-lecekler, evleri, toprakları ola-caktı.

Johan Thoms'unFelaketlerle DoluMuhteşem HikayesiIan Thornton,Çev: Tuğçe Ayteş, Tekin Yayınevi, 328 s.Johan Thoms, Bosna'nın Argo-na kasabasında dünyaya gelen,zeki ve terbiyeli bir genç. Bir in-sanın hayatında olmasını iste-yebileceği her şeye sahip: Onuçok seven bir aile, samimi dost-lar, nüfuzlu tanıdıklar, iyi bir eği-tim; daha üniversite öğrencisiy-ken başladığı o döneme göreyüksek maaşlı bir iş. Ama bu iş,hem onun hem de milyonlarınhayatını değiştirecektir. 20. yüz-yıl tarihinin gidişatını değiştirecekve tek gerçek aşkı Lorelei'dan ayrıkalacaktır.

Çizgilerle LeninRius, Çev: Çiçek Öztek,Yordam Kitap, 168 s.İnsanlık tarihinin enönemli önderlerindenbiri... Kökleri nerelere da-yanıyor, filizleri nerelereulaştı? Tanınmış Meksi-kalı çizer Rius'un çizgiler-le çarpıcı ve eğlenceli kıl-dığı bu kitap, Vladimir İl-yiç Ulyanov'u çok farklıyönleriyle anlatıyor. Enbaşta da hayatı ve dü-şüncesinin yarattığı etki-nin neden bu kadar kalı-cı olduğunu gösteren birniteliğini: cesaret dolu gü-cünü. böyle bir önderinyetişmesindeki etkisiniokumak oldukça aydın-latıcı bir deneyim.

Yeni çıkanlar

Boğaziçi Üniversitesi'nde oku-yan ve kayıplara karışan ye-ğenini bulması için bir kumaştüccarı tarafından tutulan De-dektif Remzi Ünal için işlerdaha en başından sarpa sar-mıştır. Bir işi aldıktan sonrapişman olmak belki onunkarakterine pek uygun değil-dir ama içten içe karanlık biralışverişte piyon olarak kul-lanıldığını düşünmektedir. Za-ten ne tüccar tüccara benze-mektedir ne de yeğen Boğa-ziçili bir öğrenciye. Ancak neolursa olsun onun adı Rem-zi Ünal'dır ve aldığı her işi mu-hakkak bitireceğinden kim-senin şüphesi yoktur.

ormac Cullinan'a göre, doğaltopluluklar ve ekosistemleryasal hakları olan tüzel kişi-lerdir. Biz insanlar iklim de-ğişikliği gibi büyük krizlerlebaş etmek istiyorsak, soru-nun kaynağına inmeliyiz;kim olduğumuzu yenidendüşünmeli, doğal dünyaylakopan bağlarımızı yenidenkurmalıyız. “Vahşi Hukuk”,politika, hukuk teorisi, kuan-tum fiziği ve yerli halkların ka-dim bilgeliğini bir araya ge-tirerek ilginç ve kolaylıklaokunup anlaşılabilecek biröneriler dizisi ortaya koyuyor.

Page 15: KAPAK Layout 1 - aydinlikgazete.com€¦ · PKK’nın siyasi kolu BDP’nin Kutlu Doğum Hafta-sı etkinliklerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım… H H H AKP hükümetinin