kitap aydınlıkaydınlık bu sayida 32 kİtap tanitiliyor 7 aralık 2012 cuma / yıl: 1 / sayı: 41...

24
Aydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 1355 Uçmak ömre bedeldir* Talat ve Fitnat’ın Aşkı… Pier Paolo Pasolini Üstüne Bir Kronoloji Denemesi Mutluluğu Arayan Adam: Spinoza “Üç Kulak Osman”ın serüveni Araştırmacı-yazar Özlem Kumrular ile ‘İslam korkusu’nun temelleri üzerine

Upload: others

Post on 14-Sep-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

AydınlıkBU SAYIDA

32KİTAP

TANITILIYOR

7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 1355

Uçmak ömre bedeldir*

Talat ve Fitnat’ınAşkı…

Pier Paolo PasoliniÜstüne Bir Kronoloji

Denemesi

Mutluluğu ArayanAdam: Spinoza

“Üç Kulak Osman”ınserüveni

Araştırmacı-yazar Özlem Kumrular ile

‘İslamkorkusu’nun

temelleriüzerine

Page 2: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre
Page 3: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

aaa

Ayayayayayaayayayayayayaayayayay

İÇİNDEKİLER SUNU

Haftanın Portresi: Oğuz Atay s. 4

Uçmak ömre bedeldir* s. 5

Talat ve Fitnat’ın aşkı… s. 6

s. 7

Rekabetten arındırılmış dünya s. 8

s. 9

Mutluluğu arayan adam: Spinoza s. 10

“Üç Kulak Osman”ın serüveni s. 11

s. 12

Ölüme götüren yazılar antolojisi s. 14

s. 15

Yolun yarısındaki veda: Ali Rıza Ertan s. 16

s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

s. 20

s. 21

Alıntı Test-Bulmaca s. 22

7 ARALIK 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç

Editör: Pınar Akkoç

Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı

Pier Paolo Pasolini Üstüne Bir Kronoloji Denemesi

Kent girdabında ilişkileri kalıplarahapseden erkek ve kadınlar

Kapak: Özlem Kumrular’la son kitabı“İslam Korkusu” üzerine röportaj

Tanpınar: “Hakiki realizm,teferruat saymak değildir”

“Yazın hayatım Atatürk devrimlerinibudayanlara karşı mücadeleyle geçti”

Çocuk-Genç: Mektup “mail” oldu,çocuk aynı çocuk

Sahaf: Basiretsiz bir komutanındüştüğü hal!

Page 4: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

Everest Yayınları, Ahmet Ümit edi-

törlüğünde çıkardığı polisiye kitaplara Das-

hiell Hammett serisiyle devam ediyor.

Daha evvel Raymond Chandler serisini ye-

niden kazandıran yayınevi Kara Roman akı-

mının ustası Dashiell Hammett ile klasik-

leri kazandırmaya devam ediyor. Serinin son

kitabı, Hammett’ın filme de çekilmiş, en

meşhur romanı “Malta Şahini”.

Daha evvel Raymond Chandler’ın “Göl-

deki Kadın” isimli polisiye romanını tanıt-

mıştım ve yazımda “Kara Roman” akımın-

dan da bahsetmişti. Bu akım ABD için İn-

giliz polisiyelerinden kopmak anlamına ge-

liyordu ve dedektiflerin değişimini simgeli-

yordu. Hammett ve yarattığı dedektif tiple-

mesi “Sam Spade” ise akı-

mın kuşkusuz önde gelen

ismi. Zira Hammett’ın ya-

rattığı bu dedektif tiple-

mesi Chandler’a da ilham

olacak ve polisiyenin deği-

şimi sağlamlaşacaktır. “Mal-

ta Şahini” kitabından yola

çıkacak olursak dedektif

kanlı canlı, bizden biri. Son-

rasında Chandler’da da gö-

receğimiz gibi içkici, uya-

nık, zaman zaman yoldan çı-

kıyormuş hissi verse de dai-

ma adalete sadık.

Kitabın konusu ise kıy-

metli bir heykelin kaybol-

ması ile ilgili, yani konu tamamen para. Gü-

zel, para peşinde, ihtiraslı kadınlar roma-

nın tamamında var, gerek ana karakter ge-

rekse yan karakterler olarak. Zengin ve maf-

yatik iş adamları, kumarbazlar ve dolandı-

rıcılarla dolu bir roman “Malta Şahini”. An-

cak dedektifimiz de pek “iyi” bir adam ol-

masa da her şeye rağmen adaletin peşinde.

Romana geçersek, polisiyelerin o bili-

nen yoğun temposunu ve sürükleyiciliğini

kitaptan beklerken anında o havaya gire-

miyorsunuz. Kitap esasında sürükleyici,

ancak zamanla açıldığı kanısındayım. Ön-

celeri dağınık anlatımla karşı karşıya ol-

duğunuzu hissederken konu ilerleyip olay-

lar ve karakterler iç içe geçtikçe dağınıklık

kayboluyor ve beklediğiniz sürükleyicilik ge-

liyor. Romanı bitirdikten sonra ise dağı-

nıklığın sebebinin olayları gizemli bırakıp

okuyucuyu düşünmeye sevk ederken ara-

da kopukluklar olmasına bağladım. Hatta

Chandler’ın kitabının bu romana kıyasla çok

daha düzgün ilerlediğini ve okuyucuyu an-

latımda kopukluklar yapmadan şaşırtabil-

diğini fark ettim. Hammett yeni bir yol açtı

kuşkusuz. Polisiyeyi yeryüzüne indirdi. An-

cak Chandler ayaklarının daha da sağlam

basmasını sağladı kanımca.

Ancak kitapta ana karakter Spade’in an-

lattığı bir olay yazarın sadece polisiyeyle il-

gilenen biri olmadığını, sadece maceralar

yaratma derdine olmadığını anlamanızı

sağlıyor. Olaya göre her şeye ve iyi bir ai-

leye sahip emlak zengini bir adam aniden,

yanına hiç para almaksızın kaybolur. Karı-

sı adamın yaşadığına dair duyumlar alıp de-

dektifimizi tutar. Ve dedektif, adamın yü-

rürken hemen yanına inşaat iskelesi düşmesi

üzerine ölümden döndüğü-

nü ve hayatının değiştiğini

öğrenir. Adam, esasında

hayatın her an tehlikelerle

dolu olduğunu anlar ve ha-

yatını sorgular. Gerçek

mutluluğun iyi bir aileye

veya paraya sahip olma ile

özdeş olmasının kendisine

dayatıldığını, esasen mut-

lu olmadığını fark eder.

Ailesine kendilerine ye-

tecek kadar para bıraktı-

ğını düşünerek gider, bir-

kaç yıl sonra başka biriy-

le evlenir. Bu kısacık olay-

da bir insanın ölümle bu-

run buruna gelmesi nede-

niyle hayatının tamamen değişmesini ve öz-

gürlük ile mutluluk kavramlarını tekrar dü-

şünmesini anlatıyor. Yazarın fikrine katılıp

katılmamak önemli değil bence burada.

Zira önemli olan, yazarın bakış açısının ol-

ması, düşündüğü birtakım şeylerin olması

ve polisiyeye bu anlamda katkı sağlaması.

Kitabın belki de önemsiz bir kısmından bah-

sediyorum. Ama yazarın getirmeye çalıştı-

ğı yeniliği anlamak ve sadece maceralar

üretme derdinde olmadığını, aksine hayatla

da ölüm aracılığıyla derdi olan bir yazarla

karşı karşıya olduğunuzu belirtmek istiyo-

rum.

Sonuç olarak klasik olmasının yanı sıra

nitelikli bir polisiye olması sebebiyle oku-

manızı tavsiye ederim. Neticede kendisi de

eski dedektif olan bir yazarın, yarattığı

olaylar da yaşadıkları ve ölüme yakınlığıy-

la harmanlanınca daha gerçekçi ve keyifli

romanlar çıkıyor.

(Malta Şahini, Dashiell Hammett,Everest Yayınları, Çev: Sinan Fişek, 260 s.)

Hammett’�n yaratt��� budedektif tiplemesi kanl�canl�, bizden biri.Sonras�nda Chandler’dada görece�imiz gibi içkici,uyan�k, zaman zamanyoldan ç�k�yormu� hissiverse de daima adalete sad�k

Şahinin peşinde7 ARALIK 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

DENİZ ANTEPOĞ[email protected] Dashiell Hammett

HAFTANIN PORTRES�

Oğuz Atay (12 EKİM 1934 - 13 ARALIK 1977)

Eserlerinde “küçük burjuva” insan�n� seçer, insan�nkendine ve hayata yabanc�la�mas�n� irdeler.

Karakterlerini intihar ettirir, öldürür veya kaybettirir.Ancak Atay, kaybolmu�lar� anlat�rken ve onlar� yok

ederken bu duruma esasen isyan etmektedir

Edebiyatımızda eserleriyle çığır açan

Oğuz Atay, 1934 yılında Kastamonu’da

doğdu. Ankara Koleji’ni bitirdikten son-

ra, 1957’de İTÜ İnşaat Fakültesi’nden

mezun oldu. 1975 yılında doçent olan

Atay, ilk romanını yayınlayana kadar çe-

şitli dergi ve gazetelerde makaleleri ve

söyleşileri yayımlandı. İlk romanı “Tu-

tunamayanlar”ı 1970 yılında tamamla-

dı ve aynı yıl TRT Roman Ödülü’nü ka-

zandı. “Tutunamayanlar”, edebiyat çev-

resinde büyük bir tartışmayı da berabe-

rinde getirdi. Roman, ilk postmodern ro-

man sayıldı ve edebiyata farklı tarzıyla

büyük yenilikler getirdi. Eleştirmen Ber-

na Moran, romanı “hem söyledikleri

hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldı-

rı” olarak nitelendirilmiştir. Moran’a

göre “Tutunamayanlar”daki edebi yet-

kinlik, Türk romanını çağdaş roman

anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona

çok şey kazandırmıştır.

Ardından 1973’te yayımladığı ikinci

romanı “Tehlikeli Oyunlar” ile getirdi-

ği yenilikçi çizgiyi korumuş ve edebi-

yattaki yerini sağlamlaştırmıştır. Öykü-

lerini “Korkuyu Beklerken” isimli kita-

bında toplamıştır. 1973 yılında yayımla-

nan “Oyunlarla Yaşayanlar” adlı oyunu

Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenmiştir.

1911-1967 yılları arasında yaşamış Prof.

Mustafa İnan’ın hayatını anlatan “Bir Bi-

lim Adamının Romanı”nı 1975 yılında

yayımlamıştır.

Eserlerinde “küçük burjuva” insanını

seçer, insanın kendine ve hayata yaban-

cılaşmasını irdeler. Karakterlerini intihar

ettirir, öldürür veya kaybettirir. Ancak

Atay, kaybolmuşları anlatırken ve onla-

rı yok ederken bu duruma esasen isyan

etmektedir. Hem de oldukça erken bir

dönemde. Çünkü 1980’li yıllarla beraber

gelen apolitikleşme ve yalnızlaşma

Atay’ın eserlerinde çoktan hissedilme-

ye başlanmıştır. Önceden görmüştür,

yaşamıştır ve yazmıştır.

Atay, beyninde çıkan tümör nede-

niyle büyük projesi “Türkiye’nin

Ruhu”nu yazamadan 13 Aralık 1977’de,

İstanbul’da hayatını kaybetmiştir. Vefa-

tının ardından, 1987’de “Günlük”,

1998’de ise “Eylembilim” adlı kitapla-

rı yayımlanmıştır. Yaşamında kitapları

ikinci baskısını dahi yapmamışken ve-

fatının ardından kitapları büyük ilgi

görmüş ve defalarca basılmıştır.

Page 5: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

68 kuşağı yazarlarından ve bu kuşağın

önde gelen temsilcilerinden Uwe Timm, Can

Yayınları tarafından dilimize çevrilen “Yarı-

gölge”de bizi 1930’ların Almanyasına I. Dün-

ya Savaşı’ndan çıkmış, savaş borçlarından, is-

tikrarsız politikalardan ve muhtemel savaş teh-

ditleri ile henüz gölgeye tam girmese de tüm

bu sıkıntıların sorumlusunun Yahudilik ve de-

mokrasi olduğunu ilan eden aşırı bir lideri ma-

kul bulabilecek, onun gölgesinde kaybolabi-

lecek kadar güvensiz/kafası karışık bir toplum

haline gelen Almanya’ya götürüyor.

Roman Berlin’in en büyük mezarlıkları-

nın birinde başlıyor. Orijinal adıyla İnvali-

defriedhof, 1748 yılında Prusya Kralı II. Fri-

edrich tarafından askeri personel için kurul-

muş, yıllar içinde Almanya’nın savaşlarına ve

devrimlerine ilişkin bir anıt ha-

line gelmiş. 1848 devriminin

kahramanları, I. Dünya Sava-

şı’nın kırmızı baronu Manfred

von Richthofen, Nazi üst düzey

yöneticileri, savaş tutsakları, pek

çok Yahudi ve sivilin de yattığı bu

mezarlıkta ölüler dile gelse anla-

tırlardı trajik Alman tarihini..

Nitekim bu romanda yine bu

mezarlıkta yatmakta olan Al-

manya’nın ilk kadın pilotlarından

Marga von Etzdorf dile geliyor ve

hikâyesini anlatıyor, halihazırda

dinleyici bulmuşken hikâyesini anlatmak is-

teyen diğer ölülerden fırsat buldukça.

JAPONYA’DA HAYAL� A�K Marga Von Etzdorf Berlin’den Japonya’ya

Sibirya üzerinden uçarak geçmiş ilk kadın pi-

lot. Yazar, Marga’nın evrak üstünde kalmış ya-

şantısını hayal gücüyle beziyor ve Japon-

ya’da karşısına Christian von Dahlem ismin-

de bir subayı çıkarıyor. Dahlem’in kendi oda-

sını bir perde ile bölerek paylaşma teklifiyle

başlayan bir aşkın etrafında gelişen romanda

ışık ve gölge oyunları salt dönem itibariyle “ya-

rıgölge”ye girmiş Almanya için değil, Etz-

dorf’un Japonya’daki ilk gecesinde Japon

gölge sanatına atfedercesine bütün gece ha-

yallerini bir perdenin arkasından Dahlem’in

gölgesine anlatmasında da, anlatım tekniğinde

de görülüyor. Öyle ki roman anlatıcısının kim-

liği belirsiz, Dante’nin “İlahi Komedya”sındaki

rehberi Virgil’i anımsatan Gri ismini taktığı hır-

pani Prusya kıyafetleriyle mezarlıkta gezen an-

latıcıya yol gösteriyor, kimi zaman ölülere ter-

cüman oluyor, kimi zaman onların hikayele-

rini birbirine bağlıyor, kendisi hiçbir hikâye-

ye taraf olmadan.

“Birinci olmayı istiyordu. Hiç kimsenin ol-

madığı bir yerde olmak istiyordu. Bir şeylerin

keşfedileceği, yüzlerce kez üzerine yazılıp çi-

zilmemiş bir şey. İnsanın kendi-

siyle ilgili bir başka tecrübede bu-

lunabileceği o yeni şey. Kendisi-

ni keşfedeceği, tehlikede ve za-

rurette, hiç olmadığı kadar ken-

dini bulabileceği, o dehşet yü-

zünden tam, o bütünüyle ya-

bancı olan şey yüzünden. Bu ka-

dında diyor Gri, takdir ettiğim

şey bu işte.”

Etzdorf’un kendi özel uça-

ğını bir kazada kaybetmesinden

sonra Nasyonel Sosyalist Al-

manya için yaptığı Suriye uçu-

şunda inişte yaşadığı kazadan sonra kendi el-

leriyle hayatına yirmi beş yaşında son ver-

mesinin üstündeki gizem perdesi aralanıyor,

sorgulanıyor. Etzdorf üçüncü kez kaza yapmış

olmayı mı kaldıramadı, Nasyonel Sosyalizm

misyonuna bir şekilde hizmet etmeyi mi,

yoksa “biz izobarlarız” dediği Dahlem’in

onunla eş hava basıncına sahip olmamasını

mı? Buna okuru karar verecek, her okur ken-

di sebebinin anlatıcısı olacak nihayetinde.

*Marga Von Etzdorfun mezar taşında ya-

zılı kendi sözü

(Yarıgölge, Uwe Timm, Can Yayınları,Çev: Melike Öztürk, 232 s.)

DİLAN ÖZTÜ[email protected]

5Aydınlık KİTAP

Uçmak ömre bedeldir*

Uçmak ömre bedeldir*

Uçmak ömre bedeldir*

Uçmak ömre bedeldir*

Uçmak ömre bedeldir*

Uçmak ömre bedeldir*

Uçmak ömre bedeldir*

K�TAPTAN“Kızılordu. Askerler, toprak kahverengisi üniformalar. En baştakileri gördüğümde,

onlara doğru yürümeye başladım. Nihayet diye düşündüm, herşey tuzla buz olmuş. İyi

böyle, herşey yerin dibini boylamalı, un ufak olmalı, ancak böyle yeni bir şey gelebilir. Yep-

yeni bir şey. Yerin dibine geçmeli, tezahürat yapanların tümü, ufak bayraklarıyla hepsi,

başüstüne diyenler, hazır ola geç, Heil diye haykır, gelirken onları herkes görsün. Kur-

tuluş tamam ama asla mağlubiyetten dem vurma. Zaferdi. Kızıl Orduculara diyor ma-

kinist, karşı yürüdüm. Ve haykırdım da yoldaşlar, diye. Druşba diye haykırdım.”

Romanda ���k ve gölge oyunlar� salt dönem itibariyle“yar�gölge”ye girmi� Almanya için de�il, Etzdorf’unJaponya’daki ilk gecesinde Japon gölge sanat�naatfedercesine hayallerini bir perdenin arkas�ndanDahlem’in gölgesine anlatmas�nda da görülüyor

Uwe Timm

Page 6: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpâre, geniş bir ânın Parçalanmaz akışında.

A.Hamdi Tanpınar

“… Ekmek verdiğimiz evlerin

hepsinde de bu hasırları çok temiz

tutarlar, sanki cilalanmış gibi parla-

tırlardı. Zaten hiç kimse sokak ayak-

kabısıyla içeriye giremezdi. Ayak-

kabıyı çıkartıp, terlik ya da çorapla

içeriye girmek bir Doğu ve Asya ge-

leneğidir. Evlerdeki bir başka gele-

nek, namahrem kuralıydı. Her kadın

haremdi ve namahrem kurallarına

tabiydi. Kendi kocası dışında, akra-

bası olmayan erkeklerle görüşemez,

onlara görünemezdi. Acaba, ha-

remlerin kafesli pencerelerinin ar-

dında ne yaparlardı?”

Dönemin gündelik hayatının

esintilerini taşıyan bu satırlar, bir Os-

manlı Ermenisi olan Hagop Mint-

zuri’ye ait… Tarih Vakfı Yurt Ya-

yınları tarafından “İstanbul Anıları

1897-1940” adıyla yayımlanan kitap,

Tanzimat’la başlayıp devam eden

köklü bir toplumsal değişiminin fo-

toğrafını çekmemize olanak sağlıyor.

Yegane hakkı nefes almak olan,

sosyal hayattan soyutlanmış, “erk” in

erkekler elinde toplandığı bir dü-

zende yaşayan kadının, çok değil

bundan 100-150 yıl önceki halini yan-

sıtır; Mintzuri’nin İstanbul’u…

Zaman zaman, Beyoğlu’nun o

büyülü taş binaları arasında dola-

şırken veya kendimi Galata’nın gri

yokuşundan, Karaköy’ün ıslak gen-

zine bırakırken; yanımdan eski İs-

tanbul insanlarının geçtiğini hayal

ederim. Zihnimin sığ kıyılarından,

kayıklarla gelirler. İçlerinde kadın-

lar tek tüktür; efendiler ise fesleri-

nin altında dalgın!

İşte bu gezintilerin birinde, İlber

Ortaylı’nın o tespiti kafamda çın-

ladı:

“Doğu-Batı kültürü kutuplaş-

ması bizim toplumumuzda da mo-

dernleşme ile başladı. Bizim toplu-

mumuzda da diyorum, çünkü Tür-

kiye, modernleşmenin getirdiği bu

gibi sorunlarla karşılaşan tek ülke ol-

madığı gibi, çatışmanın temelinde ya-

tan asıl neden İslamlık-Hristiyanlık

ayrılığı da değildir. Pekala Hristiyan

Rusya’nın ve Budist Asya’nın da aynı

şiddetle bu problemi yaşadığını gö-

rüyoruz.” (İlber Ortaylı, Gelenekten

Geleceğe, sy:15, Timaş Yayınları)

Günümüzde de devam eden ça-

tışmanın odağına “din olgusu” kon-

sa dahi, gerçeğin bu olmadığını gös-

teren delillerden biridir; Ortaylı’nın

tespiti… Zira Dostoyevski, ünlü

“Puşkin Konuşması”nda da aynı

dertten muzdarip ola-

rak, Batıcılarla Slavcı-

ları, halka aydınları, Rus-

ya’yla Avrupa’yı uzlaş-

tırmaya çalışır. ( Kaynak

eser; Dostoyevski, Puşkin

Konuşması, Çev: Tektaş

Ağaoğlu, İletişim Yayın-

ları ) Modernizmin girdi-

ği her toplumda yaşanan

bu kutuplaşma, özellikle

Türk toplumu gibi; göçe-

be genetiğine sahip olma-

sı nedeniyle, yerleşik kül-

türün derhal etkisi altına

giren ve her daim geçiş

toplumu olma özelliği gös-

termiş bir kitlede daha da derin ay-

rışmalara yer açmaktadır.

Peki, “kadını” mihenk alarak

açtığımız bahiste, sürtüşmenin te-

meline neyi koymak gerekir? Niya-

zi Berkes’in, “200 Yıldır Neden Bo-

calıyoruz?” adlı eserinde yer verdi-

ği şu görüşleri belki yolu-

muza fener tutabilir:

“Aslında Babıali’nin bir

amacı, nerede ise İstan-

bul’a dayanmak üzere olan

Mehmet Ali’ye karşı İngil-

tere’den askeri yardım sağ-

lamaktı. Türk ordusunun

İngiliz subaylarının emrine

verilmesini isteyen Pal-

merston’un teklifini Mah-

mut reddedince ( 2.Mah-

mud ) İngiltere askeri yar-

dım fikrinden vazgeçti; bu-

nun yerine bir Ticaret Ant-

laşması teklif etti. Bu ant-

laşma ile İngiltere, Osmanlı

İmparatorluğu’nu yüzyıldan beri

yeni Avrupa ekonomisine karşı çe-

peçevre koruyan birçok geri usulle-

rin kaldırılmasını istiyordu. İstan-

bul’da ve Londra’da Türk devlet

adamlarının etrafını saran dış yardım

ve Türkiye uzmanları “Türkiye bu

muahedeyi uygulamakla Batı uy-

garlığına girecek” diyorlardı.

(Cumhuriyet Yayınları, sy:33)

Sebep buydu belki de… Şifahi

toplum oluşumuz… Sosyal hayatı-

mızı tamamen –zan- lar üzerine

bina edişimiz… Devrimle, öykün-

meyi ayırt edemeyişimiz…Tanzi-

mat’la birlikte, sarığın yerine fes

getirilişini sokaklara dökülerek pro-

testo eden güya dindarların, iki yüz-

yıl sonra fesin yerine şapka getirili-

şini protesto ettiğini yine bu köşede

yazmamış mıydık? İslamiyet namı-

na Arap yaşam tarzının, ilericilik na-

mına Batı hayatının

tesiri altında kal-

mak, yerleşik kül-

türün hegemonya-

sına boyun eğme

eğilimi gösteren

göçebe kültürün

bir sonucu muy-

du? Oysa aynı gö-

çebe kültür, ka-

dın ve erkeği fark-

lı görmeyen bir

algıya dayanıyor-

du. Geçtiğimiz

günlerde, Atlas

dergisinde ya-

yımlanan “Kayıp Türkler” bel-

geselinde yazar; Dukha Türkleri

için şunları yazacaktı:

“Dukhalarda kadınlar ve erkek-

ler oldukça eşitlikçi ilkelere sahip. Bir

şefleri yok, rengeyikleriyle, ortak-

laşmacı, hiyerarşisiz bir toplumu

yüzyıllardır sürdürüyorlar.” Tıpkı

Anadolu kültürü gibi…

Böyle bir sürüncemenin en alev-

li yerinde yazılmıştı; “Taaşşuk-ı Ta-

lat ve Fitnat”… Bir başka deyişle, Ta-

lat ve Fitnat’ın aşkı… 1872 yılında

Hadika gazetesinde tefrika edilme-

ye başlayan roman, 1875 yılında ki-

tap olarak basılmıştır. Tanzimat’ın et-

kilerinin görülmeye başlandığı top-

lumsal hayatta, edebiyat alanında da

önemli değişimler baş göstermiş ve

bunların neticesinde Türk edebiya-

tındaki ilk roman olarak kabul edi-

len “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat”la baş-

layarak; roman türünde üst üste

eserler verilmeye başlanmıştı.

Roman bir aşk romanı olmakla

birlikte, günün içtimai hayatına, bil-

hassa kadın ve erkek ilişkilerine ayna

tutması bakımından oldukça önem ta-

şır. Kapı Yayınları’ndan basılan ki-

tapta, birbirini seven iki gencin sonu

ölümle biten acıklı hikâyesi, bugün

dahi okurun fazla zorlanmadan oku-

yabileceği sade bir dille yazılmıştır.

Dönemin kültürel atmosferine para-

lel olarak, Fransız Edebiyatının ger-

çekçilik modasının etkisindeki Şem-

settin Sami’nin kitabı, doğal olarak

gerçek bir olaydan hareketle kaleme

alınmıştır. Kitabın bu özelliğinin yanı

sıra, kadının toplumsal hayattaki ye-

rini ve en azından eşini kendi seçe-

bilme hakkının bulunmayışını alttan

alta eleştirmesi de bir diğer unsur ola-

rak karşımıza çıkıyor.

Roman tekniği ve hikâye örgüsü

açısından bir hayli zayıf olan eser,

Türk edebiyatı ve Türk sosyal haya-

tı açısından bir belgesel olarak kabul

edilebilir. Kapı Yayınları’ndan,

“Ölümsüz Klasikler” başlığı ile çı-

kartılan dörtlemenin diğer kitapları;

Recaizade Mahmut Ekrem’in “Ara-

ba Sevdası”, Namık Kemal’in “İnti-

bah”ı ve Nabizade Nazım’ın “Zeh-

ra”sıdır. Bu yekpare geniş anın, par-

çalanmaz akışına tanıklık etmek is-

teyenlere tavsiye olunur; sevgili okur!

Okuyucuya Not: Saygıdeğer

okur, kağıdın kulağına üç defa üfle-

dim ve Karanlığa Mektuplar de-

dim köşenin adına… Bundan böyle,

iki haftada bir tanıtacağım her kitap;

karanlığa gönderilmiş bir mektup

olacak…Çünkü kelimedir, mumu

tutuşturan…

(Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat,Şemsettin Sami,

Kapı Yayınları, 153 s.)

Talat ve Fitnat’ın aşkı“Taa��uk-� Talat ve Fitnat” kad�n�n toplumsal hayattaki yerinive en az�ndan e�ini kendi seçebilme hakk�n�n bulunmay���n�

alttan alta ele�tiriyorDAĞHAN DÖ[email protected]

Roman bir aşkromanı

olmaklabirlikte, günün

içtimaihayatına,

bilhassa kadınve erkek

ilişkilerineayna tutmasıbakımından

oldukça önemtaşır. Kapı

Yayınları’ndanbasılan kitapta,birbirini seveniki gencin sonu

ölümle bitenacıklı hikâyesi,

bugün dahiokurun fazla

zorlanmadanokuyabileceğisade bir dille

yazılmıştır

�emsettin Sami

7 ARALIK 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP KARANLIĞA MEKTUPLAR. 1

Page 7: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

Pier Paolo Pasoliniüstüne bir kronoloji

denemesiKronolojik olarak ilerleyenkitab�n ilk bölümleriPasolini’nin pekbilinmeyen ama asl�ndaçok önemli bir kimli�ine;“�air Pasolini”ye ayr�lm��.Büyük �talyan �iirantolojisine göre yirminciyüzy�l� ba�latan �talyan �airPasolini’nin �airli�i enineboyuna incelenmi�

Pier Paolo Pasolini, “Salo ya da So-

dom’un 120 Günü”nü ya da kısaca “Salo”yu

(“Salò o le 120 giornate di Sodoma”, 1975)

çektiği yıl, sevgilisi olduğu iddia edilen on yedi

yaşındaki genç bir erkek tarafından dövüle-

rek öldürüldüğünde henüz ellili yaşlarının ba-

şındaydı. Ve yönetmenliğinin yanında tiyat-

rocu, eleştirmen, ressam ve romancı gibi kim-

likleriyle de dikkat çekiyordu. Biyografi ya-

zarı Enzo Siciliano, yönetmenin ölümünden

sonra yaptığı araştırmalar sırasında özel ev-

rakları arasında “Who is me? Poeta delle ce-

neri” adlı bir uzun düzyazı şiiri bulmuş, yaz-

dığı Pasolini biyografisinde de büyük ölçüde

bu şiirden yararlanmıştı.

İşte Selahattin Yıldırım,

Agora Kitaplığı’ndan çıkan

“Pier Paolo Pasolini”yi, Pa-

solini’nin kendi kaleme al-

dığı “Pasolini’nin Hayatı ve

Eseri Üstüne Kısa Bir Kro-

noloji Denemesi”ni, Enzo

Siciliano ve N. Naldini imza-

lı Pasolini biyografilerini baz

alarak hazırlamış.

Aslında Yıldırım, uzun

süredir bir başka büyük İtal-

yan eylemci ve düşünür An-

tonio Gramsci hakkında ça-

lışmalar yapıyormuş. Fakat Pasolini’nin de,

tıpkı Yıldırım gibi büyük bir “Gramsci düş-

künü” olması, ikili arasında bir duygudaşlık

yaratmış anlaşılan, sonuçta da böylesi “cid-

di ve derinlikli bir çalışma” meydana gelmiş.

Kronolojik olarak ilerleyen kitabın ilk bö-

lümleri Pasolini’nin pek bilinmeyen ama as-

lında çok önemli bir kimliğine; “şair Paso-

lini”ye ayrılmış. İlk şiirini yedi yaşında yazan,

Büyük İtalyan şiir antolojisine göre yirmin-

ci yüzyılı başlatan İtalyan şair Pasolini’nin şa-

irliği enine boyuna incelenmiş. Bununla da

yetinilmemiş, “Ben Kimim? Küllerin Şairi”

ve “Gramsci’nin Külleri” adlı şiirlerinden çe-

viri parçalara yer verilmiş. Kendi deyişiyle

“direnişçi şair”, “sivil şair”, “davaların şai-

ri”nin şiirleri daha önce dilimize çevrilmiş-

ti, ama şairliği hakkında bu kadar etraflıca

bilgiye sahip değildik açıkçası.

“Pasolini estetiği” dediğimiz şeyi bir bir

öğelerine ayırmış Selahattin Yıldırım;

Gramsci ve Karl Marx gibi isimlerin düşün

dünyasını nasıl etkilediğini, Roma başta

olmak üzere şehirlerin eserlerine sızışlarını,

dine karşı takındığı tavrı, Fellini ve diğer si-

nemacı arkadaşlarıyla, kişisel hayatında yer

etmiş dostlarıyla ilişkilerini, kılı kırk yaran bir

özenle tasniflemiş elimizdeki çalışmada.

PASOLINI S�NEMASIPasolini’nin fragmenter düşünse yapısına

uygun olarak hazırlandığı hissedilen çalış-

manın en büyük kısmı sinemacı

kimliğine ayrılmış tabii olarak.

Denemelerinde “şiir sinema-

sı”yaptığını ifade eden yönetme-

nin filmografisi, filmlerine karşı

yapılan eleştiriler ve çeşitli gaze-

telere verdiği demeçlerle des-

teklenmek suretiyle kapsamlı

bir şekilde sunulmuş okuyucuya.

Deleuze tarafından, “anla-

tım düzeni”ne, yani simgesel dil

sistemlerinin egemenliğine kar-

şı direnen, “özgürleştirici”, sim-

gesel sistemin öncesine “geri-

dönüşçü”, anlamı önceleyen,

ilk anlama geri götüren bir si-

nema olarak tanımlanan Pasolini sineması,

bu özelliği ile tam manasıyla “halkçı” bir

perspektife sahiptir. Pasolini’nin kendisi de,

sinemasını Gramsciyen etkinin altında na-

zional-popolare (ulusal-halksal) olarak ni-

telemiş, anlatımının nesnelliğini, epik akışını

ve elite (seçkinlere yönelik) olmayan ka-

rakterlerini bununla açıklamış zaten, ki-

taptan öğrendiğimize göre.

Kısaca, Agora Kitaplığı’nın yönetmenler

dizisine kattığı, Selahattin Yıldırım’ın elin-

den çıkma “Pier Paolo Pasolini”; Susan

Sontag’ın da dediği gibi İkinci Dünya Sa-

vaşı’ndan bu yana İtalyan sanat ve edebiyat

dünyasında ortaya çıkmış (bu) önemli figü-

rü, İtalyan Marksist düşün insanı Pasolini’yi

tanımak için çok iyi bir fırsat.

(Pier Paolo Pasolini, SelahattinYıldırım, Agora Kitaplığı, 256 s.)

ERCAN DALKILIÇ [email protected] Pier Paolo Pasolini

7Aydınlık KİTAP

Page 8: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

7 ARALIK 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP

Rekabettenarındırılmış dünya

“Umut Yolu”, uygarl���m�z�ngetirdi�i ve yayg�nla�t�rd���

sorunlar�n ve olumsuzluklar�nçok fazla olmas�, en önemlikazan�mlar�m�z�n üstündekitehlikelerin giderek artmas�

ve Direni� hareketiningetirdi�i de�erlerin

önemsenmemesi, hattayönetimler taraf�ndan ayaklar

alt�na al�nmas� gibitespitlerden hareketle yola

ç�k�yor

2011 yılında Stephane Hessel tarafın-

dan yazılan küçücük bir risale olan “Öf-

kelenin” yayınlandığında yer yerinden oy-

nadı. Bir çeşit 21. yüzyıl manifestosu sa-

yılabilecek bu otuz sayfalık kitapçıkta

Hessel, II. Dünya Savaşı’nda Nazi Al-

manyası’nın işgaline kahramanca karşı

koyan direnişçilerin sahip olduğu değerleri

hatırlatıyor ve yeniden benimsenmesini is-

tiyordu. İnsanları, akıl almaz boyutlara ula-

şan eşitsizliğe, adaletsizliğe, yoksulluk,

şiddet ve ölümlere yol açan anlayışa kar-

şı öfkelenmeye çağırıyordu. Kitap sadece

Fransa’da iki milyon sattı. Hemen hemen

bütün dünya dillerine çevrildi, milyonlar-

ca kopyası dağıtıldı.

İşte aynı Hessel, yanına kendisi gibi ih-

tiyar delikanlı bir arkadaşını, Edgar Mo-

rin’i alarak bir kez daha sesleniyor insan-

lığa. Geçtiğimiz günlerde Say Yayınları ta-

rafından yayımlanan ve İsmail Yerguz

gibi yetkin bir çevirmen tarafından dilimize

kazandırılan yeni manifesto “Umut Yolu”

adını taşıyor.

D�REN���N DE�ERLER�N�UNUTMAK

“Umut Yolu”, uygarlığımızın getirdiği

ve yaygınlaştırdığı sorunların ve olumsuz-

lukların çok fazla olması, en önemli kaza-

nımlarımızın üstündeki tehlikelerin giderek

artması ve Direniş hareketinin getirdiği de-

ğerlerin önemsenmemesi, hatta yönetimler

tarafından ayaklar altına alınması gibi tes-

pitlerden hareketle yola çıkıyor. Nedir bu

sorunlar? Kâr ve çıkar hırsının artması, so-

mut dayanışmanın azalması, kamusal alan-

da ve özel sektörde bürokrasinin aşırı art-

ması, rekabetin azgınlaşması, baskısı ve yoz-

laşması, niceliğin niteliğe egemen olması,

sahte ürünlerin alınmasını teşvik eden tü-

ketim zehirlenmesi, endüstriyel tarım ve be-

sicilik alanından gelen gıda maddelerinin

bozulması, tüketicilerin, küçük ve orta öl-

çekli üreticilerin, koşullanmış ve bölünüp

yalnızlaşmış vatandaşların çaresizliği, bilgiler

arasında kopukluk yaratan ve dolayısıyla bi-

reylerin ve yurttaşların yaşamlarındaki te-

mel ve bütüncül sorunları kucaklama ola-

sılığını engelleyen bir eğitim sisteminin

yetersizliğinin git gide açık seçik hale gel-

mesi, tüm siyasal sorunları pazar sorununa

indirgeyen ve hiçbir önemli amaç açıkla-

mayan iktisatçı bir budalalığa teslim olmuş

kör bir siyasal düşüncenin bunalımı.

“�Y� YA�AMA S�YASET�”Maddi refahın kültürel ve manevi bir

refahı getirmediği açıkça ortada olduğu-

na göre ne yapmalıyız? İlerleyen bölüm-

lerde Hessel ve Morin, “iyi yaşama siyaseti”

olarak tanımladıkları çözüm önerilerini sı-

ralıyorlar. İyi yaşamın refahla karıştırıl-

mamasını, bugünün uygarlıklarında refah

kavramının yalnızca maddi anlamına in-

dirgendiğini, oysa iyi yaşamın bunlarla il-

gisi olmadığını belirtiyorlar. Onlara göre

iyi yaşama bir yaşam kalitesidir ve sahip

olunan malların çokluğu ya da azlığıyla il-

gisi yoktur. Öncelikle duygusal, ruhsal ve

ahlaksal bakımdan iyi olmayı kapsar. Gü-

nümüzde uygulanan politikalar günlük

yaşamımızı baskı altına almakta ve mut-

suzluğa, umutsuzluğa yol açmaktadır. O

halde yoksullukla mücadele edilecek bir si-

yaset izlenmeli, örneğin rekabetten arın-

mış bir çalışma dünyası yaratılmalı, kent,

köy, tarım, üretim ve tüketim politikaları

yeniden tanımlanmalıdır.

Dayanışmanın canlandırılması ama-

cıyla “arkadaşlık evleri” adı verilebilecek

sosyal merkezler açılmalı, iyi bir gençlik si-

yaseti izlenmeli, ahlak yüceltilmeli, çok

yönlü bir ekonomi uygulanmalı, eşitsiz-

liklerin ortadan kaldırılması için sosyal bir

konsey oluşturulmalı gibi pek çok somut

öneriyi sıralıyorlar.

Dünyanın gidişatına bakılırsa acilen al-

ternatif yaşam biçimleri üzerinde düşün-

memiz, zaman geçirmeden uygulamaya

koymamız şart gibi görünüyor. Hessel ve

Morin’e kulak vermeliyiz.

(Umut Yolu, S. Hessel- E. Morin,Say Yayınları, Çev: İsmail Yerguz, 88 s.)

IRAZ MAYA

Mustafa Balbay’amektuplar

BARIŞ DOSTER

Gurbette mektup almak, hapiste

mektup almak, askerde mektup almak

umutlandırır, heyecanlandırır, sevindi-

rir insanı. O mektuplarda samimiyet, coş-

ku, özlem vardır. Güç verir, direnç aşı-

lar, yaşama sevinci katar insana. O mek-

tuplar birer güvercin gibidir adeta, öz-

gürlüğe kanat çırpar. Sadece yakın dost-

lardan, akrabalardan değil, daha az ta-

nışıp, nadiren görüşüp, çok samimi ol-

madığımız insanlardan gelen mektuplar

da önemlidir. Özenle açılır, heyecanla

okunurlar. Üstünde “Görülmüştür”

damgası yazanlar bile, daha önce başka

gözler tarafından okunanlar bile sıcak-

tır, sıcacıktır, sımsıcaktır.

Ülkemizin yüz akı aydınlarından,

seçkin gazetecilerinden olan ve bu va-

sıflarına, şartların da zorlamasıyla siyasetçi

kimliğini de ekleyen Mustafa Balbay da

böyle bakmış kendisine yazılan mek-

tuplara. Kıyamamış onlara ve biriktirmiş,

derlemiş onları. “O Mektubu Yazan

Bendim” adıyla da kitaplaştırmış. Siliv-

ri’yi, Hasdal’ı birer üniversiteye, kütüp-

haneye çeviren kahramanlardan, yurt-

severlerden, aydınlardan biri olarak, va-

tan nöbetini tutarken, mesleğini de ihmal

etmemiş. Silivri’yi Türkiye’ye

anlatan kitaplarından son-

ra bu kez Türkiye’yi an-

latmış Silivri’den. Türki-

ye’nin umudunu, biriki-

mini, donanımını, öfkesi-

ni, hüznünü yansıtmış

kendisine yazılanlar üze-

rinden.

CANDAN, �ÇTEN,UMUTLU,KAYGILI…

4 yılda 30 bini aşkın

mektup alan Balbay’a yazı-

lanlar, onun sadece bir gazeteci, faşizmin

mağduru bir yurtsever, seçkin bir Cum-

huriyet aydını, üretken ve çok yönlü bir

yazar ve çiçeği burnunda bir milletveki-

li olarak görülmediğini, başka özellikle-

rinin de olduğunu kanıtlıyor. Çünkü

Balbay aynı zamanda ülkemizin namus-

lu ailelerinin bir evladı, ailenin gurbetteki

büyük oğlu sanki. Küçüklerin Mustafa

amcası. Biraz daha büyümüş olanların

abisi. Genç gazeteci adaylarının hocası.

Nitekim mektuplar da bu yönlerini yan-

sıtıyor onun. “Mustafa Ağabey” diye

başlayan da var, “Dostum” diye seslenen

de. “Mustafa Bey” diye hitap eden de var,

“Hocam” diye söze girişen de. “Saygı-

değer vekilim” diye satır başı yapan da var,

“Can kardeşim” diye selamlayan da…

Sık sık, düzenli, sürekli, devamlı ya-

zan da var, ara sıra, tek tük, seyrek yazan

da. Yurt içinden yazan da var, gurbetten

yazan da. Ortaokul öğrencisi gençler de

var, Köy Enstitüsü mezunu Cumhuriyet

gençleri de. İletişim öğrencileri de var, tıb-

biye talebeleri de. “Dayan yiğidim” diye

yazan büyükler de var, “Keşke avukat ol-

saydım, gelir seni savunurdum”, “Mus-

tafa Amca yanaklarından öperim” diyen

çocuklar…

Mektuplar candan, içten, umutlu,

kaygılı. İfadeler öfkeli, isyankâr ve kor-

kusuz. Anlatımlar yürekli ve mert. “Yal-

nız değilsin” diyorlar hepsi Balbay’a.

O’nun yolundan gideceğine söz veriyor

gençler. “Fişlenmekten korkmuyorum”

diye meydan okuyor öğrenciler. Bazıla-

rı, “Gerekirse yanına gelirim” diye kafa

tutuyor. “Bütün çocuklar seni seviyor” di-

yerek selam yolluyor. “Özgürlüğümden

utanıyorum” diye yakınıyor kimileri. “Bu

ilk mektubum, yaşadığım sürece devamı

gelecek” diye söz verenleri, “Kimi zin-

cirler içinde hürdür, kimi esir olmaktan

bahtiyar” diyenler takip ediyor.

BÜTÜN MEKTUPTA�LARABULUTLAR DOLUSU SELAM

Balbay’ın seçtiği, tasnif ettiği, sırala-

dığı ve kitaplaştırdığı mektuplarda her şey

var. Bir kader mahkûmu şöyle sesleniyor

mesela: “Nişanlıma laf attılar,

kavgaya tutuştum. Vurdu-

ğum kişi öldü, 36 yıl verdi-

ler… Nişanlım terk etti. Ne

arayıp ne de soruyorlar. Ha-

kan çok ceza aldı bir daha çı-

kamaz dediler abi. Buralar-

da her şeyi öğrendim, arka-

daşlıkları, dostlukları, bir tek

bana burada ailem sahip çık-

tı”.

Balbay, gençlerden ge-

lenleri, öteki cezaevlerinden

gelenleri, sanatçılardan ge-

lenleri ayrı ayrı bölümlerde

toplamış. Mektupları yazanların isimle-

rini de, kendisine saklamış. Bunu “Zaten

bu mektuplar hepimize ait” diye açıklı-

yor. Bu mektuplara, yani hepimize ver-

diği yanıt ise kitabının sonunda yer alıyor.

Şöyle diyor teşekkür mektubunda:

“Bu mektupların her biri karanlığa ve

korkuya karşı yakılan birer ışıktı. Ben öyle

hissettim. Kitapta yer verdiğim mektup-

ların en karamsar olanı bile içinde umut

barındırıyordu. Böylesi ortamlarda yazı-

lan her mektup, mahpusla toplum ara-

sında bir kılcal damarın doğmasıdır. Her

doğum da tazelenmektir, büyümektir,

canlılıktır, heyecandır. Beni bu ölçüde et-

kileyen mektuplardan bir seçki yapıp top-

lumla paylaşmak görev ve sorumluluktu.

Her mektup için teşekkür ediyorum…

Özgürlükte görüşmek, kucaklaşmak üze-

re… Bütün mektuptaşlarıma bulutlar do-

lusu selam”.

(O Mektubu Yazan Bendim,Mustafa Balbay,

Cumhuriyet Kitapları, 362 s.)

Page 9: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

7 ARALIK 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAP

Reklam ve medya dünyasından gelen

genç bir yazar Can Papuççuoğlu. “Komşu-

nuz Mehmet Yatak Odasından Bildiriyor”

adlı bu ilk kitabının kapak tasarımında ve

adındaki şekliyle ele alınmasından dem vu-

rup muhalif bir yayında derdine derman bul-

mak istediğini belirttiğinde şaşırdığımızı iti-

raf edelim. Ancak kitabın “meraklı okurla-

ra” hitabı, aslında bir okur olarak “önyargı-

lı” olduğumuzu yüzümüze çarpmadı desek

yalan olur. Pek çok Aydınlık Kitap okurunun

sayfamızda gördüğünde garipseyebileceği bu

kitabı yazarıyla konuşmadan edemedik. Bel-

li bir refah düzeyine erişmiş ve kültürlü kent

insanının kalıplarla yaşamasını, bunda met-

ropolün etkisini, kadını ve erkeğiyle modern

insanı yazar Papuççuoğlu'yla konuştuk.

Böyle bir kitap yazmaya nasıl kararverdiniz?

Başlangıçta “Komşunuz Mehmet” olarak

hiç tasarlamamıştım. 2008’de gündeme ge-

len “Kriz teğet geçti.” lafına çok sinirlenerek

bir yazı yazdım. Krizin komşunuz olan sıra-

dan adamı, Ahmet’i ya da Mehmet'i nasıl et-

kilediğini anlattım. Sonra baktım ki hakim

olduğu bir alan değil, ekonomi bilmem ben.

Fakat “Komşunuz Mehmet” fikri hoşuma git-

ti. Sonra onu ikili ilişkiler hakkında bir ka-

raktere dönüştürdüm. Ayrı ayrı öyküler;

bir diğer komşuyla bütünlenerek insanları eğ-

lendiren ama aynı zamanda 30’lu yaşlarda İs-

tanbul'da yaşayan insanları mizahi bir dille

eleştiren bir kitap haline geldi.

Çıkış noktanız böyleyken neden “ya-tak odası”nı hem imgeselolarak hem de kapakta mer-kez haline getirdiniz?

İnsanlar bir şeyin dış gö-

rünüşüne bakarak “Aaaa seks-

ten bahsediyor. Çok satar”

diye düşünüyorlar; ben de de-

dim ki “Alsınlar ama ondan

sonra bunun böyle olmadığını

görsünler.” Bu tamamen bunun

içindi. Okurun “Kalıplara göre

yaşıyoruz ve olayın biraz da

içine bakmak gerek.” mesajını

almasını istedim. Ama kendi

kazdığım kuyuya düştüm. “Biz

bu adamın değişimini kitapta

gördük ve kendi hayatımızdaki değişimlere

ciddi anlamda örnekler çıkardık.” diyenler

oldu ama bu 100 kişiden 2’sidir.

Seçimlerinizi gerçekten siz mi yapıyor-sunuz?

Komşunuz Mehmet karakteri, İstan-bul’da belli bir refah düzeyinde yaşayan, kül-türlü genç bir erkek. Onun “Biricik Kom-şusu” da öyle. Aslında kendi seçimlerini ya-

şayabilecek bu insanlarla ilgili bir dönüt al-dınız mı okurdan?

Enterasandır, evet aldım. Bu kitabın en

büyük tezlerinden biri, bilinçli olarak yaptı-

ğımız seçimlerin o kadar da bilinçli olmadı-

ğı. İstanbul’da 20 milyonda 1.5 milyon insan

belli bir refahla ama reklamlarda görüp

özendirildiğimiz gibi yaşıyor. “Ben iyi para

kazanacağım, iyi profesyonelim. Yalapşap

kültüre de bulaşırım.” diyen erkekler, “Ka-

riyerimi çocuğumla beraber yaparım” diyen

kadınlar... Bunun iyi bir çözüm olduğunu dü-

şünüyorlar. Ama bu bir şablon ve hayat hiç

öyle değil. Bu kez bocalama başlıyor. Bu sı-

rada diğer insanlara bakıyor, kötü; ortam,

Türkiye, iş, seks kötü. Sonradan anlıyor ki,

aslında bu mutsuzluğun temeli kendi. Niye?

Çünkü bilinçli olarak yaptığınızı sandığınız

seçimi gerçekte siz yapmadınız ama sonuç-

larını siz çekiyorsunuz.

Ne yapıyor peki şu an Komşumuz Mehmet?Şu anda girdiği bunalımdan kurtulmaya

çalışıyor, hala bunalımda çünkü evlenerek

kurtulduğunu zannediyor (gülüyor). Fakat

orada da kalıplara bağlı olduğu için gene bir

bocalama yaşıyor.

Kurtuluş o kadar kolay değil mi? Kolay değil, hayır.

Çözüm ya siyah ya beyazda mı?Yazarına soralım madem, kurtuluş nasıl olacak?Bir kere işin kolayına kaçmayı bırakma-

lı. Sonra yaşamaktan kork-

mayacak; yaşayacak, yine

hata yapacak. Eğer İstan-

bul'da yaşıyor ve “Hem

daha iyi bir hayat için ça-

balayım diğer yandan rek-

lamcılığa devam edeyim,

sosyal şeylerden de mah-

rum kalmayayım” derseniz

öyle bir kurtuluşunuz söz

konusu değil. Ya tama-

men bırakacaksınız o işle-

ri ya da daha uzun bir sü-

reçte günün sonunda

“Evet, İstanbul ya da X

şehrinde yaşıyorum gö-

rünürde ama günün so-

nunda mutluyum” diyebileceğiniz bir safhaya

geleceksiniz.

Kent insanının durumu o kadar siyah be-yaz mı gerçekten? Yoksa sadece İstanbul gibimetropoller için mi geçerli?

Aslında benim bahsettiğim gri çünkü bu

işin siyah beyazı olsa her işi bırakıp sadece

mutluluğunuza konsantre olabilirsiniz.Ya-

pabiliyor musunuz pratikte? Hayır. Siyah be-

yaz olması gerekirken mecburiyetten dola-

yı fiiliyatta griyi yaşıyoruz. Ayrıca X şehrin-

deki insana da İstanbul pompalanıyor. İs-

tanbul pompalandıkça, dayanamıyor özeni-

yor, imreniyor, istiyor. Bu, ister istemez ona

mutsuzluk veriyor.

Peki bu konuda kadın ve erkek arasın-da bir fark var mı size göre?

Bireysel olarak baktığımızda yok ama ta-

bii ki toplumsal olarak çok farklı. Biricik

Komşu'nun Komşunuz Mehmet'e yaptıkla-

rı, aslında Komşunuz Mehmet tarafından ha-

lihazırda gerçek hayatta yapılmış şeyler. Er-

kek yaptığı zaman "Oooo ne güzel!", kadın

yaptığı zaman "Tu kaka!". Öyle bir dünyanın

olmadığını insanların artık anlaması lazım.

70'lerdeki cinsel devrim, Türkiye'de belki

daha yeni yeni oturuyor.

KENT ERKE�� VE KADINININ�K�LEMLER�

Kadınlar bu değişimi yeterince haz-metti mi size göre?

Kadınlar şu anda bu hediyeyi almış ama

o hediyenin değerini bilmiyor. Ellerindeki öz-

gürlüğü ya çok abartıyor ya da nasıl kulla-

nacaklarının farkında değiller. Kendilerine

göre bir sürü yanlış seçim yapıyor ve daha

mutsuz oluyorlar. Bu kez "Aaa demek ki çö-

züm evlilikteymiş" deyip başlangıca dönü-

yorlar. Evlendikten 2 yıl sonra da ayrılıyor-

lar. Dolayısıyla onlar da bir bocalama dö-

neminde. Kadınların bu özgürlüğü hazmet-

mesindeki en büyük kolaylık da, tabii ki er-

keklerin onlara nasıl davrandığı.

Peki erkek yeterince hazmetti mi bu de-

ğişimi?Erkek kadından daha beter. Kadınlar

doğru bildikleri yolda ilerlemeye devam

ederlerse, erkekler de buna seve seve ayak

uydurmak zorunda. Öbür türlü hayatların-

daki “ideal kadın” zaten ortadan kalkmış du-

rumda ve aslında öyle bir kadın yok. Kadınlar

bir adım önde bu değişimde ve kadınların er-

kekler üzerindeki gücü kadınların zannetti-

ğinden fazla. Bunu bir erkek olarak kabul et-

tiğiniz zaman, problemlerinizin %50’si çö-

zülüyor.

Komşunuz Mehmet çok kritik bir den-ge buluyor sanki, değil mi?

Evet, çünkü o da anlıyor ki; “çok iyi oy-

narım” dediği o oyunun kural koyucusu fi-

lan değil. Komşunuz Mehmet, kuralları bir

şekilde koyulmuş bir oyunda oynayan bir tip.

Mutlu olmak için belki kendi inançlarını veya

kendi ideallerini çöpe atabilen bir adam. Bu

anlamda cesur. Dolayısıyla Komşunuz Meh-

met’in yaşadığı ikilem, metropol erkeğinin bi-

rebir yaşadığı bir ikilem.

Bunda ilişkilere dair beklentilerin payıvar mı?

Kadın ve erkek ilişkilere aynı şekilde ba-

kamıyor. Yapı itibariyle bakmıyorlar. Bir-

birleriyle empatiye girmemeleri ise en büyük

sıkıntı. Ayrıca o Amerikanvari “Erkeğinizi

elde tutmanın 10 yolu”, “Kadını tavlamanın

68 yolu” gibi şablonlar var. Önce kendi

beklentilerimizin karşı cinse göre farklı ol-

duğunu kabullenip sonra toplumun yarattı-

ğı kalıplardan kendimizi ayırmalıyız.

(Komşunuz Mehmet Yatak Odasın-dan Bildiriyor, Can Papuççuoğlu, Destek

Yayınları, 264 s.)

Kent girdabında ilişkileri kalıplarahapseden erkek ve kadınlar

Metropolde ya��yorsunuz, belli bir refah düzeyinde, kendinize göre “iyi bir ya�am” sürüyorsunuz. Ama“Mutsuzum” mu diyorsunuz? Peki seçimlerinizi gerçekten kendinizin yapt���ndan emin misiniz? YazarCan Papuççuo�lu’nun Destek Yay�nlar�’ndan Temmuz ay�nda ç�kan roman� “Kom�unuz Mehmet Yatak

Odas�ndan Bildiriyor” modern insan�n ili�kilerine dair bir sorgulama ya�atabilirSEZA ÖZDEMİR [email protected]

Seza ÖzdemirCan Papuççuo�lu

ile birlikte...

Page 10: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

Tarikatçı ve mistik düşüncelerin kol

gezdiği bir ortamda, bunların dışında bir yol

tutan Moris Fransez adlı yurttaşımız “Spi-

noza’nın Tao’su Akıllı İnançtan İnançlı

Akla” başlıklı çalışmasıyla 2012’nin Eylül

ayında felsefe okurlarının önüne çıktı.

FELSEFEC�LER VEF�LOZOFLAR

Eserin belki de en önemli yanı felsefeci

ve filozof arasında yaptığı ayrımdır. Bu ay-

rımda ikinci konuma düşmeyi yeğleyen ya-

zar, yaptığı ayrımı şöyle özetlemektedir:

“1. Felsefeciler: Bunlar, felsefe mesle-

ğinin profesyonel – bazen de amatör – er-

babıdır. Zahmete katlanıp, her türlü felsefi

akımı öğrenirler, öğretirler. Bu öğretilerin

kendi yaşamlarının bir parçası olması ge-

rekmez ve genelde, öğrettikleri başka, ken-

di yaşadıkları başkadır.

2. Filozoflar: Bunların ilgi odağı ise fel-sefe değil yaşam’dır. Sürekli olarak, hem bi-

reysel hem de toplum içindeki yaşamı dahaiyi yaşamanın yolunu bulmaya ve sırası ge-

lince de, başkalarına göstermeye çalışırlar.

Öğrettikleri gibi yaşamaları – en azından

bunu istemeleri – beklenir.” (s. 113)

MUTLULUK ARAYI�IOLARAK FELSEFE

Yazar bu ayrıma göre Spinoza’yı ve

kendisini ikinci gruba dahil etmektedir. Bir

bakıma haklıdır da. Felsefe, özellikle So-

krates döneminde, mutlu yaşamanın, haya-

tın anlamının ve bilgece yaşamın izlerini

sürmüştür. Bu izi sürmeye sadık kalmaya ça-

lışan yazar, bir filozof olarak Spinoza’nın

amacını şu sözlerle dile getiriyor: “... Genelde

filozofları “felsefe yapmaya” iten güdü Bil-gi arayışı iken, Spinoza’yı güdenin Mutlulukarayışı olduğu söylenebilir.” (s. 79)

Alıntıda görülen mutluluk ile bilgi ara-

yışları arasındaki ayrım, ikisinin arasındaki

ilişkinin ne türden bir ilişki olduğu sorusu-

nu gündeme getirebilir. Mutluluk, Spino-

za’nın söyleminde belirgin bir biçimde ortaya

çıkar. J. S. Mill’in ortaya koyduğu bir “haz”

ilkesi değildir söz konusu olan. Mutluluktan

kasıt insanın sebat etme ilkesine (conatus)uygun bir yaşama erişmesidir. Bu açıdan mut-

luluğu aramak ve mutluluk için gerekli ko-

şulları bilmeye çalışmak bir ve aynı sürecin

farklı görünümleridir. Benzer bir şekilde,

Fransez, “anlamak” başlığı altında şunları

söylüyor:

“Aslında doğamı tanımak, bir yerde,

onu değiştirmek anlamına da gelir. Çünkü

doğam hakkında elde edeceğim bilgi, benim

dışımda, ölü bir fikir olmayacak, beni de-

ğiştiren bir fikir olacaktır. ...Zihnim fikirle-

rimin bir kabı değildir, fikirlerimin ta ken-

disidir. Dolayısı ile doğamın özünü tanımak,

benim için, doğamın, özündeki saflığa ulaş-

masını sağlamak, yani doğamı iyileştirmek

anlamına gelecektir.” (s.100)

B�L��SEL TERAP� VE SP�NOZABilişsel terapi, bilindiği gibi, zihinde

oluşan imgelerin ve düşünce kalıplarından

hareketle onları değiştirmek şeklinde iş gö-

ren bir terapi yöntemidir. Zihinde yerleşmiş

düşünce ve imgelerin yol açtığı eylemlerin or-

tadan kaldırılması ve/veya değiştirilmesi

için bu düşünce ve imgelerin değiştirilmesi

gerektiği düşünülür. İnsanların eylemleri ve

tutumları zihinlerinde

yerleşmiş düşüncele-

rin ve dışsal koşulların

baskısı altında (ya da

bunların etkin olması

sonucu) vuku bulur. Bu

açıdan bakıldığında, iyi-

kötü, doğru-yanlış yok-

tur. İyi ve kötü, bir şey

hakkında yargıda bulu-

nan kişilerin bakış açı-

sından doğmaktadır.

Benzer şekilde doğru ve

yanlış da belirli ölçütler

altında olgu ve olayların

değerlendirilmesi sonucu

bu olgu ve olaylara yük-

lenen sıfatlardır. Spinoza’da da bilişsel te-

rapinin benimsediği düşünce kipinin bir

benzerini görüyoruz.

SP�NOZA’DA ÖZGÜRLÜK VEZORUNLULUK �L��K�S�

Spinoza iyi ve kötü üzerine geliştirdiği dü-

şüncesinde bunların tek başına bir anlamı-

nın bulunmadığını düşünmektedir. Yazar bu

konuda şunları söylemektedir:

“Spinoza’ya göre bir şeye ancak belli bir

açıdan iyi ya da kötü denebilir. İyilik ve kö-

tülük görelidir ve bir ve aynı şeye, değişik

açılardan, hem iyi hem de kötü denilebilir.”

(s. 97)

İyi ya da kötü olan üzerine genel geçer

yargılar bildirmektense, esas mesele, in-

sanların eylemlerini neden yaptığını ve ken-

di varlıklarını sürdürmeleri için (sebat etme

ilkesi gereği, conatus gereği) neler yapabi-

leceklerini anlamaktır. Spinoza’ya göre in-

sanlar özgür istençleri olduklarını düşü-

nürler. Oysa bu bir yanılsamadır. İnsanlar ey-

lemlerinin nedenlerini bilmediklerinden ey-

lemlerini kendi istençlerinin özgürce belir-

lediğine inanırlar. Spinoza’ya göre işin aslı,

insanların dışsal koşullar

sonucu oluşturdukları

imgelerle ve bu koşulla-

rın sonucu olarak ey-

lemde bulunurlar. Spinoza’nın bu konuda gö-

rüşlerini, yazar, şu sözlerle özetlemektedir:

“İnsanın, tutkularına tutsak olması zo-

runludur ama kaderi değildir. İnsanın do-

ğasında, tutkulara düşmesini zorunlu kılan

özellikleri bulunduğu gibi, onu bu tutsak-

lıktan özgür kılacak olanaklar da mevcuttur.

Belirli koşullarda özgürlüğe kavuşması da

aynı zorunlulukla gerçekleşecektir. Zaten

dünyada gerçekleşen her şey zorunluluk al-

tında gerçekleşir ve özgürlük, “zorunluluk-

tan kurtulmak” değil, “zorunluluk kullanı-

larak” istenen değişimin elde

edilmesi anlamına gelir.” (s.

250).

Bu alıntıda, Spinoza’nın yu-

karıda sözü edilen sahte öz-

gürlüğe karşı ne tür bir özgür-

lüğü savunduğu açıktır. Ona

göre özgürlük, insanın kendi

doğasına (conatus ‘a) uyması-

dır. Burada kullanılan “insan

doğası”, 18. yüzyıl siyaset fel-

sefecilerinin kullandığı an-

lamda belirtik bir insan doğa-

sı değildir. İnsanın şu veya bu

özellikleri insan doğası altın-

da düşünülmez. İnsan doğa-

sından kasıt insanın bedeni ve

zihni arasında Spinoza’nın olduğunu dü-

şündüğü ilişki ve insanın sebat etme ilkesi-

dir (conatus’tur).

DE����M, MUTLULUKVE B�LG�

Spinoza’nın özgürlükle zorunluluk ara-

sında kurduğu ilişki çerçevesinde yukarıda

sözü edilen mutluluk arayışı birleştirildiğinde

bilginin oturduğu konum daha kolay anla-

şılacaktır. Bilgi, insanın eylemlerinin ardın-

daki nedenlerin anlaşılması ve bu sayede in-

sanın kendi doğasına uygun hareket ede-

bilmesi için gerekli koşulların yaratılması sü-

recinde önem kazanır. Bilgi, bu konumuy-

la, bir anlamda eylemdir de. Kişinin koşul-

larını değiştirmesi, mevcut durumunu de-

ğiştirmek için kendini anlaması ve kendini

anlayarak değiştirmesi bilgiye ulaşma süre-

ciyle bir ve aynı süreçtir.

DO�RU VE YANLI�Bilgilenme sürecinde yanlış fikrin yeri ve

bu fikrin nasıl ele alınacağı doğru fikre, bil-

giye ulaşmak açısından çok önemlidir. Yazar,

bu konuda ilginç bir yorumda bulunuyor:

“Spinozacılık, yanlışın ne eksik, ne de gü-

nah olarak görülmediği ve bir kuramının ka-

leme alındığı tek felsefedir. Spinozacı dü-

şüncede, doğru bilgi ile sonuçlanan süreçten

değişik bir süreçle üretildiği için, yanlış,

doğrunun tersi değildir.” (s. 183).

SP�NOZA’NIN NEDENLER�VE ETK�S�

Dolayısıyla, Spinoza felsefesinde yanlı-

şın kendisi de bilginin konusudur. Bu tutum,

yanlıştan doğruya ilerleyişi diyalektik bir bi-

çimde serimleyen “Tinin Görüngübilim”inin

yazarı Hegel’de de kolaylıkla görülebilir. Za-

ten, Fransez de, Spinoza’nın etkilerini ele al-

dığı son bölümde, filozofun Freud, Marx,

Einstein ve Hegel gibi diğer düşünürlerle ara-

sındaki ilişkiye yer vermektedir. Bunca ünlü

kişinin arasında, Türkiye’de benzer bir şöh-

rete kavuşamamış Spinoza’nın etkisini gör-

mek Türk okur için şaşırtıcı olacaktır.

Tarihe ve gerçekliğe katı bir nedensellikle

bakan Spinoza’nın kendisi de bu nedensel-

liğe tabidir. Fransez bu olgudan hareketle

Spinoza’yı hazırlayan koşulları, ilginç anek-

dotlarla birlikte, ele almış. Kitabın ilk bölü-

münü oluşturan bu tarihsel arkaplanı, Spi-

noza’nın temel eseri olarak görülen “Etik”in

Spinoza’nın diğer eserlerinden de faydala-

narak yorumlanması izlemektedir. Son bö-

lümde de, Spinoza’nın etkileri özlü bir bi-

çimde ele alınmaktadır.

K�TAP ÜZER�NE SON NOTFelsefe bilgisini geliştirmek, özellikle

de Spinoza gibi çetin ceviz bir filozofu an-

lamak ve yaşamını bilgelikle donatıp de-

ğiştirmek isteyen okuyucunun muhakkak

okuması gereken bu kitaba ilişkin eleştirimizi

sunmayı yazarına bir borç biliyoruz. Bu

kısa yazıda eserinin birçok bölümüne deği-

nemediğimizden bizi affetsin. Ancak, ese-

rinde, özellikle son bölümde dindarlıkla

(ya da yazarın deyişiyle “ilahi takdir”le)

Marx, Freud ya da Einstein gibi adların bir-

likte anılması biraz talihsiz olmuş. Esasında,

yazar, bu hamlesini temelsiz bırakmıyor.

Ama, bunun yerine, kendisinin de kullandığı

“içkin yasa”, “yasalılık”, “ussallık” gibi te-

rimleri kullanmakla yetinmiş olsa yazarın baş-

vurduğu alıntılara getirdiği yoruma itiraz edil-

mesi çok daha zorlaşırdı. Bu eseri okuyucuyla

buluşturduğu için Kabalcı Yayınevi’ne te-

şekkür ederiz.

(Spinoza’nın Tao’su, Moris Fransez,Kabalcı Yayınevi, 368 s.)

“Genelde filozoflar� ‘felsefe yapmaya’ iten güdü Bilgi aray���iken, Spinoza’y� güdenin Mutluluk aray��� oldu�u söylenebilir.”CENK ÖZDAĞ[email protected]

7 ARALIK 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP

Mutluluğu arayan adam: SpinozaMutluluğu arayan adam: SpinozaMutluluğu arayan adam: SpinozaMutluluğu arayan adam: SpinozaMutluluğu arayan adam: SpinozaMutluluğu arayan adam: SpinozaMutluluğu arayan adam: SpinozaMutluluğu arayan adam: Spinoza

Spinoza

Page 11: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

“Üç KulakOsman”ın serüveni

Ercüment Cengiz, bu ilk roman�nda bamba�ka bir temay�i�lemi�. Kitab�n en çok dikkat çeken yan� kurgusu. �lginç

mekânlar�, beklenmedik sonu, k�vrak anlat�m�yla “G�rnatac�”insan� bir yandan 19. yüzy�l sonlar� �stanbul’una, bir yandan

da 1950’lerin caz kulüplerine götürüyor

“Defin töreninden sonra komşuların ge-

tirdiği, yoğurt çorbasının, patlıcanlı pilavın,

üzüm hoşafının buruk lezzetiyle bir köşede

olanları anlamaya çalışırken, babasının kadim

dostlarından biri, şivesi bozuk bir amca, onu

bir kenara çekip bir süre teselli etmişti. Son-

ra da, uzun tahta bir kutudan şimdiye kadar

gördüklerine hiç benzemeyen, siyah kaplamalı,

kocaman bir klarnet çıkarıp uzatmıştı: ‘Al ba-

kalım, bu senin bundan böyle…”

Sadece kulağı için değil, duyduğu sesleri

hafızasında iyi sakladığı için adına “Üç

Kulak Osman” da denen gırnatacı Os-

man’ın 1890’larda başlayan ve 1950’lilerin

ortalarına dek süren, İs-

tanbul’dan Chicago’ya

uzanan serüvenini anlatı-

yor “Gırnatacı”.

Everest Yayınları’nın bu

yıl yedincisini düzenlediği

“İlk Roman Ödülü”nü ka-

zanan Ercüment Cengiz’in

romanı. Kitapta yer alan

kısa biyografisine baktığı-

mızda Cengiz’in bir tıp dok-

toru olduğunu okuyoruz. Bü-

tününe bakıldığında ise ken-

di biyografisinin de romana

dâhil olduğunu gördüğümüz

yazarın, doktorluğunun yanı

sıra müziğe, özellikle de caza ilgisi dikkatler-

den kaçmıyor.

KÜPLÜ MEYHANE’DENAMER�KA’YA

“Gırnatacı” alışılmışın ötesinde bir temaya

sahip. Bugünden Osmanlı’ya yolculuk yaptı-

rıyor. Galata’da Küplü Meyhane’de gırnata ça-

lan “Üç Kulak Osman”ın Abdülhamit’in

emriyle 1893’te Chicago Jackson Park’ta açı-

lan bir sergiye gönderilen musiki heyeti içe-

risinde yer alması ve sonrasında değişen ha-

yatı anlatılıyor. Her anına müziğin eşlik etti-

ği ve yirmi beş bölümden oluşan roman, ilk

olarak “Blues”la başlıyor ve okuyucuyu

1950’ler New York’unda bir caz kulübüne gö-

türüyor.

Natalie adındaki genç bir kadının hayat hi-

kâyesini dinlemeye başlıyorsunuz ilkin, din-

lerken sanki sahnedeki yaşlı gırnatacının mu-

sikisi kulaklarınızda çalınıyor.

Natalie, kocası Barkev’in ilgisizliğinden ya-

kınmaktadır, Barkev ise sorunlu bir iş yaşa-

mı olan, politikayla ilgili bir Ermeni milli-

yetçisidir.

Barkev, günlerden bir gün eski eşyaların

içerisinde 1890’lara ait bir fotoğrafa rastlar. De-

desinin de içerisinde yer aldığı bu fotoğrafta,

iki kişi daha yer almaktadır.

İşte bu kare bizi günümüzden Osmanlı’ya

doğru yolculuğa çıkarır.

Eşi benzeri bulunmaz İstanbul şehrinde,

tarih içerisinde bir seyahatte 1893 yılındayız-

dır ve artık anlatılan Osman’ın hikâyesidir.

Barkev’in dedesinin de yer aldığı fotoğraf

karesindeki iki gençten birisidir “Gırnatacı Os-

man”.

İstanbul’da oldukça ünlüdür.

Ermeni bir kıza, Meline’ye aşıktır.

O sıralar henüz on yedi yaşındadır.

B�R MEKTUPLADE���EN HAYAT

Ve günün birinde Saray’dan

gelen bir mektupla hayatı değişir.

1893’te Chicago Jackson Park’ta

açılan bir sergiye gönderilen mu-

siki heyeti içerisinde yer alır.

Scott Joplin’in keşfedeceği

Osman, artık caz grupları ara-

sında yer almaya başlar.

Amerika’da yeni aşklara yel-

ken açar ve aşkı Meline’yi unutur. Unuttuğu

sadece aşkı değildir, memleketini de unutur.

Amerika’da kalmaya karar verir.

Aradan hayli bir zaman geçmiş ve Osman

Lincoln’s Garden’ın devamlı müzisyenlerin-

den biri olmuştur. Bir gün Gırnatacı Osman

ile Barkev tesadüfen rastlaşırlar. Osman sah-

neden inip Natalie ve kocası Berklev’in yanı-

na gider. Bu andan Barkev Osman’la sohbe-

te başlayacak ve zaman tünelinde bir yolcu-

luğa çıkacaktır. Sonunda da dedesiyle ilgili bağ-

ları yakalayacaktır.

Ercüment Cengiz, bu ilk romanında bam-

başka bir temayı işlemiş.

Kitabın en çok dikkat çeken yanı kurgu-

su. İlginç mekânları, beklenmedik sonu, kıv-

rak anlatımıyla “Gırnatacı” insanı bir yandan

19. yüzyıl sonları İstanbuluna, bir yandan da

1950’lerin caz kulüplerine götürüyor…

(Gırnatacı, Ercüment Cengiz,Everest Yayınları, 335 s.)

ŞENOL Ç[email protected]

11Aydınlık KİTAP

K�TAPTAN“(…) Belki de bu yüzden, sanat eserleri, hayatın bizatihi kendisinden daha ger-

çekçi ve samimi olabilirler, biliyor musunuz? İşte, ben de ülkeleri, şehirleri, dünya-

yı dolaşıp, görmediğim tabloların, heykellerin, hasılı tam da hayatın peşinden ko-

şuyorum. Beni hayalperest bulanlar, hayatın sırrının aslında yaşadıklarımızda değil,

hayallerimizde saklı olduğunu bilmiyorlar. Simyacılar, hayatın gerçeğinin labora-

tuvarlarında, bense dünyanın her köşesinde arıyorum bir bakıma…”

Page 12: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

Yıllardır süregelen Doğu ve Batı

arasındaki bilinmeyen ve tanımla-

namayan şeyler korku ve “önyargı”

oluşumuna da neden oldu. İlişkile-

rin önyargılar ve korkular etkisinde

kurulduğunun çeşitli yansımalarını

günümüzde görüyoruz. “Şer ekseni”

gibi kavramlar, siyasi, ekonomik ve

dini olarak karşıtlıkların isimleri

haline geliyor. Din ise bu karşıtlık-

ların en hareketli elemanlarından. İs-

lam'ın terörle ilişkilendirildiği gü-

nümüzde bu odaklanmanın tarihsel

de bir altyapısının

olduğu konusu ise

gerçeklik arayışında

önem kazanıyor. İs-

lam gerçekten kor-

kulacak bir kavram

mı yoksa düşmanlık-

ların devam ettiril-

mesi için bu kavrama

karşı bir “önyargı” mı

kurulmalıydı Batıda?

Bunu geniş bir araş-

tırma mecrasına yaya-

rak, tarihsel önyargıla-

rın toplumsal deyişler-

de, edebiyatta, ağıtlar-

da karşılığının mutlaka

olacağından yola çıkarak güçlü bir

araştırma örneği sunan Özlem Kum-

rular'la son kitabı “İslam Korkusu-

Kökenleri ve Türklerin Rolü” üze-

rine bir söyleşi gerçekleştirdik.

“İslam Korkusu” kitabınız“Türk Korkusu”adlı ilgi gören ki-tabınızın ardından aynı titizlikle, 8ayrı dildeki kaynaklardan yarar-lanılarak, ülkemizde ve dünyadadeğerli tarihçilerin de katkıların-dan beslenerek oluşturduğunuzçalışmanız. Böyle bir konuda eservermedeki amacınız neydi?

Avrupa’da uzun

süredir İslam korku-

sundan bahsediliyor.

Aynı şekilde Türki-

ye’de sıkça adı ge-

çen bir konu bu, la-

kin hakkında nere-

deyse ciddi anlamda

hiç araştırma yapıl-

mamış durumda.

Yapılan çalışmalar

da son yüzyılı, hatta

son yirmi yılı konu

alıyor. Ben hiç kim-

senin yapmadığı bir

şeyi yapmak ve ko-

nuyu tarihsel süreç

içinde hiç kullanıl-

mayan kaynaklarla incelemek iste-

dim. Yıllar önce doktora için İs-

panya’ya gittiğimde Kanuni döne-

mine ait farklı arşivlerden toplam

50.000 sayfa belge getir-

miştim. Bu eserde de

işime yaradılar.

2008’de çıkan

“Türk Korkusu”

kitabım bittiğin-

de söyleyecek

sözüm bitme-

mişti. Bu kitap-

la da bitmedi

galiba. O kadar

çok belge ve eser

var ki bu konuda,

şimdiye kadar kimse

görmemiş.

İslam korkusunu bü-yük akımlar üzerinden değil de, in-sanların hayatları ve ara ara ede-biyat öğelerini kullanarak anlatı-yorsunuz. Bu tercihin sebebi nedir?

Ben tarihi sıradan insanların

hayatları üzerinden çözümlemeyi

seviyorum. İslam korkusu gibi bir

konunun siyasi tarih üzerinden in-

celenmesi çok sıradan olurdu, Av-

rupa’da çok yazılıp çizildi. Bütün

sürtüşme sosyal farklılıklardan çık-

tığı için öncelikle “isimsiz” insan-

ların hikâyeleriyle bu tarihi yeniden

yazmayı tercih ettim. Romanslar,

romanlar, şövalye romansları, ağıt-

lar, şarkılar, türküler, operalar,

türlü türlü nesir ve na-

zım eserde Müslü-

manlar olabildi-

ğince negatif bir

şekilde ölüm-

süzleştirilmiş-

tir Avrupa’da.

Bunları tek

tek buldum,

daha ziyade

onlar beni

buldu en umul-

madık yerlerde.

Bir şehre, bir ül-

keye gidince onca te-

laş arasında uğradığım

dört yer oluyor: kitapçı, sahaf, kü-

tüphane ve arşiv. Tarih alanında her

dilde yeni çıkanları takip etmeye ça-

lışıyorum ve az çok nerede ne ara-

yacağımı biliyorum. Sadece Os-

manlı arşivine kapanarak tarih ya-

zamazsınız. Yazsanız da o sadece

“sizin” tarihiniz olur. Ben olaylara

dört farklı yönden bakmaya çalışı-

yorum.

“İslam Korkusu” nu hazırlar-ken, “Büyük bir kısmı beni de şaş-kına çeviren sürpriz bilgileri hepdünyanın öbür ucunda buldum.”

DAMLA [email protected]

Memleketimizde muhafazakâr

bir tarihanlayışı söz

konusu.ÖzellikleOsmanlı

tarihçilerisadece

Osmanlıcabelgelerle bir

Osmanlı tarihiyazılabileceğini,dışarıdan gelen

her türlübelgenin

“güvenilmez”olduğunu

düşünüyorlar

Özlem Kumrular

7 ARALIK 2012 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK

Benhiç kimsenin

yapmad��� bir �eyiyapmak ve konuyu

tarihsel süreç içinde hiçkullan�lmayan kaynaklarla

incelemek istedim. O kadar çok belge ve eser var ki bu konuda,

�imdiye kadar kimse

görmemi�

ÖZLEM KUMRULAR’LA SON KİTABI “İSLAM KORKUSU” ÜZERİNE...

Sadece Osmanlıarşivinekapanarak tarihyazamazsınız

Sadece Osmanlıarşivinekapanarak tarihyazamazsınız

Sadece Osmanlıarşivinekapanarak tarihyazamazsınız

Sadece Osmanlıarşivinekapanarak tarihyazamazsınız

Sadece Osmanlıarşivinekapanarak tarihyazamazsınız

Sadece Osmanlıarşivinekapanarak tarihyazamazsınız

Sadece Osmanlıarşivinekapanarak tarihyazamazsınız

Sadece Osmanlıarşivinekapanarak tarihyazamazsınız

Page 13: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

diyorsunuz. Toplumlar işin içinde ken-dilerine dokunan yanlar varsa tarihi çar-pıtabiliyorlar mı? Gerçeğe ulaşmak içindünyanın öbür uçlarına ihtiyaç duyma-mızın nedeni nedir?

Toplumlar ve herkesten önce tarihçi-

ler bunu yapıyor. Çarpıtmak, işine geldi-

ği gibi yazma tarihte her dönemde, her si-

yasi gücün yaptığı bir şey. Türkiye’deki esas

sorun bu değil bence. Memleketimizde

muhafazakâr bir tarih anlayışı söz konu-

su. Özellikle Osmanlı tarihçileri sadece Os-

manlıca belgelerle bir Osmanlı tarihi ya-

zılabileceğini, dışarıdan gelen her türlü bel-

genin “güvenilmez” olduğunu düşünü-

yorlar. Klasik dönem tarihçilerimizden

biri birkaç makalemi kullanmış ve dip-

notların hepsine “İhtiyatla bakılmalıdır.”

yazmış. İspanyol arşivlerinden bulduğum

belgeleri sorguluyor. Koskoca kitapta bu

ibareyi sadece benim için kullanmış. Ka-

dınsanız ve pek çok dilde tarihe farklı kay-

naklar getiriyorsanız Türkiye’de imkânsı-

zın peşindesinizdir demek. Tarihimizin en

güvenilir kaynaklarının büyük bir kısmı dı-

şarıda. Bunu reddetmek saçma.

Müslüman toplumlar dışarıdan nasılgörünüyorlar,incelemelerinizden edindi-ğiniz sonuç ne oldu? İslam modern dün-yada nasıl algılanıyor?

İslam Avrupa’da her türlü negatif dü-

şüncenin karşılığı diyebiliriz. Bu Müslü-

manların çok sayıda olmadığı Kuzey Av-

rupa ülkelerinde de, parmakla sayılacak

kadar az olduğu Kuzey Akdeniz ülkele-

rinde de, Cezayir başta olmak üzere pek

çok Arap ülkesinden gelen Müslümanın ve

Türkün olduğu Fransa’da, Almanya’da,

Balkanlar’da da böyle. Geçmişte bunu her

şeyden önce bir askeri istila ile açık-

layabiliriz. Oysa bugün bu daha

ziyade sosyal yaşamın fark-

lılıklarından rahatsız olan

Avrupa’nın dert yan-

ması olarak çıkıyor

karşımıza. Kadının

toplum içindeki yeri,

kıyafet, sokağa taşan

ibadet, erkek egemen

bir toplum, sofra

adetleri ve Avrupa

halkını rahatsız eden

pek çok unsur var. Ka-

palı duvarlar ardında iba-

detlerini yapan Hıristiyanlar,

Müslümanların bunu alenen yap-

masından rahatsız oluyor. Özellikle Hac

mevsiminde kalabalık kafilelerin seferi ol-

dukları halde toplu olarak dış mekânlar-

da namaz kılmaları Avrupalıları rahatsız

ediyor.

Kardeşlik, hoşgörü, iyilik gibi savu-nuları olan İslam’ın süreç içerisindeolumsuz pek çok kavramla yan yana anıl-masının nedenleri nelerdir?

Bütün dinler bu kavramlar üzerine ku-

rulmuştur zaten. Temelinde kardeşlik, hoş-

görü, iyilik olmayan din yoktur. Avrupa da-

yak yediği zaman diğer yanağını gösteren

İsa’nın karşısına, kılıçla dinini yayan Mu-

hammed’i koyarak bundan bir söylem çı-

karmış ve bunu kullanmıştır. İslam’ın baş-

ta daha ziyade cihat yoluyla yayılmış olması

da bu korkunun temelini oluşturuyor tabii.

Ortaçağ’dan bu yana Müslümanların iko-

nografik olarak hep elinde silahla göste-

rilmesinin esas sebebi bu. Bu da dolayısıy-

la toplu bellekte yüzyıllarca saklanıyor ve

agresifliğin eşanlamlısı oluyor

Avrupalının zihninde.

Cezayir asıllı yazarYassir Benmiloud’un“İslam insanın Tanrıtarafından sömürül-mesidir, İslamcılık datam tersi.” sözündekikeskin söylemden yolaçıkarak, “İslam” ve

“İslamcılık” konusunasizin bakışınız nedir?

Bu kitap bence Türk-

çeye de çevrilmesi gereken

bir kitap: “Allah Süperstar”.

Cezayir asıllı bir Fransız’ın Fransa’da ya-

şadıklarını tatlı-sert bir getto diliyle anla-

tıyor. Bu söz de kendisine ait. İslam’ın ve

İslamcılığın birbirinden uzak olduğu kesin.

İslamcılığın iki türünü modern bir ülke için

çok tehlikeli görüyorum: Siyasi olanını ve

toplum tarafından sokağa taşınanını. Sa-

dece İslam için geçerli, değil bu. En ya-

kından tanıdığım İspanya’da Franco’nun

ölümüne kadar kiliseye gitmek zorunluy-

du. Devletin dini bu çeşit platformlarda zo-

runlu hale getirmesi sonradan toplumlarda

ciddi patlamalara yol açıyor. Bugün İs-

panyollar yıllar yılı bastırılmış olmanın acı-

sını çıkarıp, hayatı hezeyan halinde yaşı-

yorlar. Din sadece iki kişi içindir, Tanrı ve

kul arasında yaşanır. Üçüncü kişi işin içi-

ne girince bence o din olmaktan çıkar ve

siyasi bir arenaya dönüşür bu aslında iki

kişilik ritüel.

Batı’da İslamiyet’in savaş ve terörleranıldığı şu günlerde insanlık bir kültür-ler savaşına doğru mu gidiyor?

-Kesinlikle evet. Bu da Medeniyetler İt-

tifakı’nın aslında hiçbir yere gitmeyen bir

el sıkışma olduğunu gösteriyor. Kitabın

önsözünde kullandığım, Salamanca Üni-

versitesi İslam tarih profesörü Felipe Ma-

illo Salgado’nun aktardığı vaka gerçekten

bunu gösteriyor: 2010 Nisanında bir grup

Müslüman eskiden cami olan Córdoba Ka-

tedrali’nde paskalyanın göbeğinde toplu

olarak dini bir ayin yapmaya kalkışmıştır.

Yarım milenyum önce kiliseye çevrilen bir

caminin hıncını almaya çalışmak neden?

Müslümanlar İslam’la ilgili en küçük bir

meselede çok çabuk provoke oluyor ve he-

men karşılık verme ihtiyacı duyuyorlar. Bu

da toplumlar arasında çatlak yaratıyor.

Yüzyıllar sonra alınmaya çalışan bir inti-

kama bir örnek daha: Bologna’da San Pet-

ronio Bazilikası’nın bir şapelini süsleyen

Maometto all’inferno (Muhammed Ce-

hennem’de) adlı fresk 11 Eylül’den sonra

sorun oluyor ve El- Kaide tarafından ba-

zilika bombalanma tehdidi altında kalıyor.

Hatta iki terörist kilisede yakalanıyor. 15.

yüzyılda yapılan bir freski 600 yüzyıl son-

ra yok etmeye yeltenmek neden? Bolog-

na’da halkla yapılan röportajları izledim.

Avrupa’nın ilk üniversitesinin bulunduğu

bu “akademik” ve dini gelenekten kısmen

uzak şehirde bile halkın kilisesi söz konusu

olduğunda zaman din çevresinde toplan-

dığı gördüm.

Batı toplumlarının bir İslam fobisin-den bahsetmek mümkün mü? Bu fobininne kadarı çeşitli siyasi ve ekonomik çıkarçevrelerinin bir manivelası olarak kur-gulanmaktadır?

Terörle birlikte tüm Müslümanlar sal-

dırgan insanlar damgası yediler. Bu da yüz-

yıllardır yerleşmiş olan olumsuz imgeyi ci-

lalamış oldu. Şiddet devam ediyor. Daha

birkaç gün önce Afganistan’da dans etti-

ği için Taliban tarafından öldürülen 17 si-

vilin haberi yayıldı. Bu medeniyet dışı gö-

rüntüyü kullanan güçler kendilerine sal-

dırı hakkı yaratıyorlar. Bu da kısır döngüyü

besliyor.

7 ARALIK 2012 CUMA 13Aydınlık KİTAPKAPAK

Romanslar, romanlar, �övalye romanslar�,a��tlar, �ark�lar, türküler, operalar, türlü

türlü nesir ve naz�m eserde Müslümanlarolabildi�ince negatif bir �ekildeölümsüzle�tirilmi�tir Avrupa’da.

�slamAvrupa’da hertürlü negatif

dü�üncenin kar��l���diyebiliriz. Bu

Müslümanlar�n çok say�daolmad��� Kuzey Avrupaülkelerinde de böyle,

Müslüman�n ve Türkünoldu�u Fransa,

Almanya, Balkanlar’dada böyle

Damla Yaz�c� Özlem Kumrular ile birlikte...

Page 14: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

Ölüme götürenyazılar antolojisi

Sabahattin Ali, Abdi �pekçi, �lhanDarendelio�lu, Sami Ba�aran,Kamil Ba�aran, Çetin Emeç,Turan Dursun, Musa Anter, U�urMumcu, Ahmet Taner K��lal�,Hrant Dink cinayetlerinebüyütecini tutan Nuri Kay��, ad�geçen gazeteci-yazarlar�n hangiyaz�lar� ve kitaplar� nedeniylehedef seçildi�ini belirlemeyeçal���yor, deyim yerindeyseyaz�lar ve kitaplar üzerindeotopsi yap�yor

Günlük yaşıyor, siyasi aktörlerin ortaya

attığı eften püften konuları ciddi ülke so-

runlarıymış gibi günlerce tartışıyoruz.

Toplumsal hafızamız adeta alzheime-

ra yakalanmış gibi. Yakın geçmişte yaşa-

nanlar bile çok çabuk unutuluyor.

İşte böyle bir ortamda eski RTÜK

Başkanı Nuri Kayış’ın Tanyeri Yayınları

arasında çıkan “Ölüme Götüren Yazı-

lar” kitabı büyük önem taşıyor, bizi hiç

unutmamamız gereken olaylarla, suikast-

lerle yüzleştiriyor.

Sabahattin Ali, Abdi İpekçi, İlhan Da-

rendelioğlu, Sami Başaran, Kamil Başaran,

Çetin Emeç, Turan Dursun, Musa Anter,

Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant

Dink cinayetlerine büyütecini tutan Nuri

Kayış, adı geçen gazeteci-yazarların hangi

yazıları ve kitapları nedeniyle hedef seçil-

diğini belirlemeye çalışıyor, deyim yerin-

deyse yazılar ve kitaplar üzerinde otopsi ya-

pıyor. Kitabı “Ölüme Götüren Yazılar An-

tolojisi” diye nitelendirmek de mümkün.

ÖLÜM GEL�RKENKitapta yeralan bilgilere göre, Saba-

hattin Ali, Markopaşa ve Malumpaşa gibi

mizah gazetelerine yazdığı yazıların ikti-

darı rahatsız etmesi yüzünden hedef seçildi.

Cinayetin ardında “derin” güçler vardı.

Abdi İpekçi, Milliyet gazetesinin Ge-

nel Yayın Müdürü ve başyazarıydı. Ülke

sorunlarına sağduyuyla yaklaşıyor, siyasi

liderlerin anarşi ve ekonomik sorunlar kar-

şısında uzlaşmasını öneriyordu.

İlhan Darendelioğlu, kitapları ve gazete

yazılarıyla ülkücü diye tanımlanan sağ

görüşlü gençleri derinden etkilemişti. Ko-

münizmin Türkiye için büyük tehlike ol-

duğunu savunuyordu. 12 Eylül askeri dar-

besi öncesinde faili meçhul bir cinayete

kurban gitti.

“Gazete” isimli gazetenin muhabiri

Sami Başaran, hakkında yayımlanan ma-

gazin haberlerine kızan bir aşiret reisinin

hedefi oldu.

Yine aynı gazetenin yazarı Kamil Ba-

şaran, zabıta denetimiyle ilgili bir haber-

de adı geçen bir restoran sahibinin ta-

bancasından çıkan kurşunlarla yaşama

veda etti.

Çetin Emeç, Atatürkçü ve laik çizgide

sert yazılar kaleme alıyordu. Öldürülme-

sinde bu kimliğinin yanı sıra ülkeyi karış-

tırmak isteyen “derin” güçlerin arzuları rol

oynadı.

Turan Dursun, dini eğitim aldı, yıllar-

ca müftü ve müftü yardımcısı olarak çalıştı.

Daha sonra ateist bir anlayışa yöneldi, dini

inançları sorgulayan yazılar kaleme aldı.

Cinayete kurban gitmesi Tahran Radyo-

su’nca “Türkiye’nin Salman Rüşdi’si öl-

dürüldü” diye duyuruldu.

Musa Anter, Kürt kökenli bir gazete-

ci-yazardı. Kürt milliyetçiliğinin fikir ba-

balarından biri olarak kabul ediliyordu. Ya-

zılarında Kürt sorununu çeşitli boyutlarıyla

inceliyor, devletin Kürt politikasını sert bir

üslupla eleştiriyordu.

Uğur Mumcu, yolsuzlukların üstüne

korkusuzca gidiyor, bu arada, silah ve

uyuşturucu kaçakçılığının terörle bağlan-

tısı, radikal dinci örgütlerin faaliyetleri gibi

konulara eğiliyordu. Son yazılarından bi-

rinde, Kürt milliyetçileriyle istihbarat

ajanları arasındaki bağa ışık tutacak bel-

geler açıklayacağını belirtmişti.

Ahmet Taner Kışlalı da Atatürkçü ve

laik kimliğiyle tanınıyor, yazıları ve kitap-

larının yanı sıra verdiği dersler ve konfe-

ranslarla da geniş kitlelere ulaşıyordu.

Türbanla ilgili bir yazısının ardından ra-

dikal dinci bir gazetede eleştirilmiş, fo-

toğrafının üstüne çarpı işareti atılmıştı.

Hrant Dink, Ermeni kökenliydi. Er-

meni cemaatine hitap eden Agos gazete-

sinin yönetici ve yazarlarından biriydi.

Agos’ta yer alan “Sabiha Hatun’un Sırrı”

haberi ile, yine aynı gazetede yayımlanan

yazı dizisinde geçen bir cümlenin yanlış an-

laşılması yüzünden bazı çevrelerce hedef

seçildi ve gazetesinin önünde vuruldu.

(Nuri Kayış, Ölüme GötürenYazılar, Tanyeri Yayınları, 272 s.)

EMEL TELCİ

14 Aydınlık KİTAP

Page 15: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

7 ARALIK 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP

Malatya’da çıkardığı Sebat adlı gazetey-

le yazarlık hayatına “merhaba” diyen ve ya-

zarlıkta ellinci yılı geride bırakan Lütfi Kale-

li’nin bugüne dek Aydınlık ve Cumhuriyet baş-

ta olmak üzere birçok yerde yayınlanmış

makaleleri “Yazarlıkta 50. Yıl” adıyla ve

Berfin Yayınları etiketiyle kitaplaştırıldı. 2

Temmuz 1993’de Madımak Oteli’nin yakıl-

ması sırasında Aziz Nesin’i itfaiye merdive-

ninden indirerek kurtaran yazar olarak da bi-

linen Lütfi Kaleli’yle başta yazın hayatı olmak

üzere, geçmişe ve günümüze dair olayları ko-

nuştuk.

Yazarlık hayatınızda ellinci yılınız ve buaynı zamanda yeni kitabınızın da adı. Alışı-lagelmiş bir soruyla sohbetimize başlayacakolursak bu elli yıllık süreci bize biraz anla-tabilir misiniz?

1961 yılında Malatya’da Sebat adlı küçük

bir matbaa açtım ve 9 Nisan 1962 tarihinde Se-

bat adlı günlük gazete çıkararak yazmaya baş-

ladım. Bu süreçte Köy Enstitüsü çıkışlı öğ-

retmenlerle tanıştım ve onlardan çok şey öğ-

rendim. Hatta hiç unutmam Türkiye Öğret-

menler Sendikası (TÖS) 4 günlük iş bırakma

eylemi düzenlemiş ben de onlara yazılarım-

la destek olmuştum. Bu duruşumdan sonra

benim hayat okulu öğretmenlerim: “Kalemin

hiç eğilip bükülmesin, her zaman dik dursun!”

diyerek bana bir kalemi ödül olarak verdiler.

Aldığım bu ilk ödülle büyük onur ve gurur

duydum. Tabi bu duruşun bir bedeli oldu ve

yazılarımdan dolayı birçok sorgulama, so-

ruşturma yaşadım, gözaltına alındım ama asla

geri adım atmadım.

Mayıs 1971 sabahı gözaltına alınıp Di-

yarbakır Sıkıyönetim emrine gönderildim. Suç-

suzduk, çünkü devrimci gençler İstanbul’da

İsrail Başkonsolosu Elmor’u kaçırıp öldür-

müşler, bizleri de onların suç ortağı yapmış-

lardı. Sonrasında suçsuz olduğum anlaşılın-

ca serbest bırakıldım. Sonra İstanbul’a geldim.

Diyarbakır sıkıyönetim tarafından serbest

bırakıldım ama hakkımda soruşturmalar de-

vam ediyordu. Tekrar tutuklanmamak için İs-

tanbul’daki yeğenimin yanına geldim. Sonra

ortamın geriliminin soğumuş olduğunu dü-

şünerek “ev hapsinden” çıktım. Cağaloğ-

lu’nda tanıdığım bir matbaa yedek parçası sa-

tıcısı vardı. Bana, “Kaleli burada iki Ermeni

ortak sahip olduğu matbaayı satılığa çıkart-

tı, gel bir görüş” dedi ve ben de hemen yanı-

na gittim. Paranın bir kısmını peşin bir kısmını

taksite bağlayıp aldım ve böylece matbaacı-

lık işlerim başlamış oldu. İstanbul bilmediğim

bir şehir, yaşam koşulları ev kirası geçim der-

di… Satın aldığım matbaa kuş uçmaz kervan

geçmez bir yerdi. Cağaloğlu’nda işin ehli bir

tanıdık bana “İhaleleri takip edeceksin anca

böyle ayakta kalırsın” dedi. Ben de çok düşük

kârla girdiğim ihaleleri kazanıp ayakta kala-

bildim.

Hakkımda devam eden soruşturmalar

İstanbul’a kadar dayanmış, 8 yıldır sahibi ol-

duğum sarı basın kartımı Malatya’da değilim

diye elimden almıştılar. Bir nevi cezalandır-

maydı yani.

“ZAL�ME BOYUN E�ENLERDENOLMADIK”

Yazdığınız siyasi yazılardan dolayı bas-kı gördünüz, tehditler aldınız. Kitabınızda-ki yazılarda da bunların birçok örneğine rast-lıyoruz.

Şu an Alevilerce kutsal sayılan Muharrem

ayını geride bıraktık. 1960’lı yıllarda Muhar-

rem ayına ilişkin bir yazı yazmıştım. Yazıda Hz.

Muhammed’in sevgili torunu Hz. Hüseyin’i

Kerbela’da şehit eden Yezid’e lanet oku-

muştum. Hemen akabinde “Allahsız Lüto”

diye bir bildiri yayınlandı. Ölüm tehditleri al-

dım. Neyse ki o dönemin valisi beni korumaya

aldı ve istenmeyen bir durum yaşanmadı. Tabi

mesele can ve mal korkusu değil. Biz Hz. Hü-

seyin gibi,

Pir Sultan Abdal gibi zalime boyun eğenler-

den olmadık. Her zaman “dönen dönsün ben

dönmezem yolumdan” dedik ve boyun eğip

sinmedik.

28 Şubat 2002 günü Avukat Cemal Yü-

cel’in yönettiği Anadolu’nun Sesi Radyo-

su’ndaki “Hukuka Bakış” programında yap-

tığım konuşmamda, Aleviliğin resmen ta-

nınmasını istememden dolayı RTÜK “Bölü-

cülük yaptığım gerekçesiyle hakkımda dava

açtı ve radyoya 180 gün kapatma cezası ver-

di. İtiraz ettik ve Ankara 4. İdari Mahkeme-

si’nin oy birliğiyle vermiş olduğu kararla ak-

landık ve radyo yayınını sürdürdü.

Son bir örnek verecek olursam; “Din

Tacirleri” adlı romanımda da Fethullah Gü-

len’i eleştirdim diye yargılanmıştım. Ro-

manda Gülen’in bir sözünü aynen yazdım.

Sözü söyleyene bir şey yok ama kullanınca bö-

lücü oluyorsun. Bunlar sadece birkaç örnek.

Kitaptaki yazılarımda daha ne durumlar ya-

şadığımı göreceksiniz.

“AYDINLIK BEN�M �Ç�N HAYATOKULU G�B�YD�”

Öte yandan toplumun belleğine Sivas kat-liamında Aziz Nesin’i kurtaran yazar olarakgeçtiniz. Biraz da buna değinir misiniz?

Evet, bana ders olan bir olay var. Ben Si-

vas katliamında Aziz Nesin’i kurtaran yazar

olarak tarihteki yere geçtim. O zamanlar Aziz

Nesin Aydınlık’ta başyazardı ve bana da

“Aydınlık’ta yazar mısın?” dedi. Bu vesiley-

le Aydınlık’ta yazdım ve yazılarım her hafta

yayımlandı. Birkaç kez de gazete binasına git-

tim. Normalde yazıları yazar faksla gönde-

rirdim. Gazete binasında Doğu Perinçek ile

tanıştım. Hatta bir gün unutmam öğle ye-

meğinde Doğu Perinçek, Aziz Nesin gibi tep-

sisini aldı sıraya girdi. Önde onca genç mu-

habir varken Perinçek’e öncelik tanınmadı. Bu

durum çok hoşuma gitti. Bu nefsini körelt-

mektir; “Ben de sizde biriyim, ben de emek-

çiyim, farkımız yok” demektir. Ben de bun-

dan çok etkilendim. Bu basit görünen ama çok

büyük olan davranışı gittiğim her yerde uy-

guluyorum. Aydınlık gazetesi benim için ha-

yat okulu gibiydi.

“SADECE YAZARLIK HAYATIMISUNMADIM, ÜLKEN�N ÖZET�N�ÇIKARDIM”

Beş bin dolayında makaleniz yayımladı,fakat kitapta hepsine yer vermediniz. Kitapiçin derlediğiniz makaleleri neye göre eleyipbu kitabı oluşturdunuz?

Malatya’dayken siyasi yazılar yazıyor-

dum. İstanbul’a gelince öykü, roman ve araş-

tırma kitapları yazmaya başladım. 5 bin do-

layında makalem ve 35 kitabım yayınlandı. Elli

yıl içinde yayınlanan yazılarımı gözden geçi-

rince gördüm ki, bunların büyük bölümünü

Atatürk’ün başlattığı “Aydınlanma Devrimi”ni

budayan ve Türkiye’yi yeniden emperyalist

güçlere teslim etmeye yeltenen yerli işbirlik-

çilere karşı eleştirilerime ayırmışım. Kitaba dö-

necek olursak, kitabı geçmiş makalelerimden

derleyerek oluştururken bir ölçütüm vardı; her

dönemden birkaç makaleyi alıp dün ile bu-

günü iyi mukayese etmek. “Geçmişte bunlar

olmuştu ama şimdi benzerleri de oluyor” di-

yebilmek için. Bu kitapla sadece 50 yıllık ya-

zarlık hayatımı sunmadım, ülkenin özetini çı-

kardım.

“ATATÜRK’ÜN PART�S�ATATÜRK �LKELER�NESAH�P ÇIKMALI!”

Yazın hayatınızda birçok siyasi olaylaratanıklık ettiniz. Peki, günümüzün siyasi or-tamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Günümüz siyasi koşulları; basını sustur-

mak, orduyu susturmak, devlet içindeki kad-

roların elvermesiyle üniversiteleri ele geçir-

mek… Çok ilginçtir ki CHP en son İzmir’de

çarşaflı bir kadına rozet takıp “toplumu ku-

caklıyoruz” diye gövde gösterisi yaptı. Aynı-

sını İstanbul’da da yapmışlardı. Sonrasında

çarşaflı kadın rozeti kaldırdı attı. Siz Ata-

türk’ün kurduğu bir partide Atatürk ilkeleriyle

alakası olmayan kişileri oy için partiye çekmeye

çalışırsanız her şeyden önce ilkenizi kaybe-

dersiniz. Aynı durum Dersim olayında da Şeyh

Sait isyanında da geçerli… Atatürk’ün kur-

duğu parti Atatürk’e karşı saldırıları bertaraf

edemiyor çünkü ilkeli davranmıyor. Ana mu-

halefetin durumu bu, ya iktidarın durumu? O

da “Muaviye siyaseti” yapıyor.

Son olarak neler söylemek istersiniz?Kitabı oluşturup geriye yaslanmak yok

tabi. Gelecek sene için de yeni bir kitap pro-

jem var. Adı “Cennette Yaşamak” olacak. Ro-

man türünde ve ağalık-şeyhliğin yanı sıra on-

lara oy almak için yanaşan siyasetçilerin kişi-

liklerini de yansıtan bir kitap olacak. Aç ka-

lan, cahil bırakılan insanların dini duyguları-

nın nasıl sömürüldüğünü anlatacak.

Son olarak Türkiye’nin aydın genç be-

yinlere, yüreklere ihtiyacı var. Ben tüm genç-

lerden özür diliyorum. Ülkenin bu hale gel-

mesini önleyemedim, fakat bir yazar olarak

hep yazdım, üstüme düşen görevleri yaptım.

Günümüz gençliği bizim beceremediğimizi be-

cerip ülkeyi aydınlık yarınlara taşıyacaklar ve

bizi utandıracaklardır. Buna tüm yüreğimle

inanıyorum.

(Lütfi Kaleli, Yazarlıkta 50. Yıl,Berfin Yayınları, 293 s.)

“Elli y�l içinde yay�mlanan yaz�lar�m�, Atatürk’ün ba�latt��� “Ayd�nlanmaDevrimi”ni budayan ve Türkiye’yi yeniden emperyalist güçlere teslim

etmeye yeltenen yerli i�birlikçilere kar�� ele�tirilerime ay�rd�m.”

“Yazın hayatım Atatürkdevrimlerini budayanlara karşı mücadeleyle geçti”

DENİZ [email protected]

Lütfi Kaleli

Page 16: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

7 ARALIK 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP

Kendi şiirini çözümleme cesa-

retini göstermiş şairlerdendir o.

Herkesin kendisini Nazım, Neruda,

Eluard zannettiği bir dönem için de-

miyorum, bütün dönemler için de

onun kendi şiirine yaklaşımı ve çö-

zümlemeleri estetik bir uyarı nite-

liğine sahiptir.

“Şiirimizin bir gün varacağı du-

rakta bulurum kendimi; imgeci-

toplumcu durakta. İmgeci ama ka-

palı-çağrışımcı değil; toplumcu ama

şematik-slogancı değil.

Az yazmanın getirdiği az ya-

yımlama, yayımlama yolunun kısıt-

lı olmasıyla da kitleyle bağ kurma

güçlüklerini taşır şiirim.”

1976 yılında söyledikleriyle şii-

rimizin imge yoğunluklu bugünkü

yapısını öngörebildiğini söyleyebili-

riz Ali Rıza Ertan’ın. Ayrıca “ya-

yımlama yolunun kısıtlılığına” işaret

etmesi bugünün bütün şairlerimizin

yegâne meselesi değil midir ?

MARJ�NALL�KTENTOPLUMSALCILI�A

Yüksek sesli şiirlerin söylendi-

ği 1970’li yılların uğultulu atmos-

ferinde, bir kıyıda, bir başka şiirin

peşine düştüğünü, genel eğilimin dı-

şında kendi kozasını örme çabası

içinde olduğunu anlıyoruz sözle-

rinden. Hedefini belirlemiş bir şa-

irdir o ve ulaşmak istediği şiir durağı

da bellidir.

Kitleyle bağ kurma güçlükleri

çeken bir şiirden yana olmasını sa-

nat derecesi yüksek bir şiir kurma

isteği olarak anlıyorum. Bu neden-

le olmalı az yazmıştır ve 1979 yılın-

da otuz beş yaşında öldüğünde ba-

sılmış dört kitabı bulunmaktadır. So-

nuç olarak az yazmanın, titizlikle

yazmanın damıtılmışlıklarıdır ondan

bize kalanlar.

Sözcükleri iyice içine sindirdik-

ten, onlarla güçlü bir sevgi ilişkisi ya-

şadıktan sonra şiirine dâhil ettiğini

ilk şiirinden son şiirine dek kesintisiz

süren özenli ve ölçülü anlatımından

çıkarabiliyoruz. Bu özenli anlatım,

minik ironilerle, mizahi kıpırda-

nışlarla nefeslendirilip renklendi-

riliyor. Tam da burada bir ayraç aç-

mak isterim: Şairimiz büyük bir iç-

tenlikle ilk şiirlerini değerlendirme

lütfunda bulunmuştur: “ ‘Tadı’ adlı

ilk betiğimde deformasyon, ironi ve

kara mizaha yaslanık yarı toplum-

cu yarı bireyci şiirler verdiğimi sa-

nıyorum.”

Tam da burada şunu söylemek

isterim: Ben Ali Rıza’da kara mi-

zaha hiç rastlamadım. Şairimiz bu

belirlemeyi ya kendisini yüceltmek

için yapıyor ya da gelebilecek ola-

sı eleştirileri baştan göğüslemek

istiyor ve tabii ki bunlar değilse şii-

rinin öyle olmasını istediği için şii-

rine böylesi bir vasıf yüklüyor.

Ali Rıza Ertan’ın 1971’de ya-

yımlanan “Tadı”nın bir arayış ürü-

nü olduğunu biliyoruz, bunun ken-

disi de farkındadır. Genel anlamda

toplumsal bir yönelişle çerçevelen-

miş olsa da “Tadı”, aykırı söyleyiş-

lerin yoğunluğu, mantıksal çelişki-

lerin hoyratça sunulması, imge adı-

na üretilmiş marjinalliklere yaslan-

ması bakımından toplumcu şiir fel-

sefesinden hayli uzaktır. Bir örnek:

“bay mandan hoş geldinizviskiyle mi yıkadınız ellerinizişimdi bir şapka giyinvarsın ılısın telefonbu ne şam ne paspas ne filistinoturun oturduğuz yerdetütünleri eskitintanrı zeus’u kızdırmayın taş olursunuz biraz kireçsıktı beni bu noktalar virgüllerhepsi everest tepesindesiyatikten hiç anlamam pardesüyse akşam gazetesine” (Çarliston)

İkinci Yeni’nin oldukça basma-

kalıp ve o oranda uç örneklerini

anımsatan bu tarz şiirlerin çokça bu-

lunduğu “Tadı”dan sonra “EskiYeni

(1972)”de Ali Rıza Ertan’ın dilinin

gündelik dile daha bir yaklaştığını

görüyoruz. Konuştuğumuz Türkçeyi

onda bulmaya başlıyoruz. Mantık

silsilesi de yerli yerine oturuyor. Şai-

rimiz, sözcüklerin dizim sırasını

bozarak, aykırı bağdaştırmalara

başvurarak şiir yazma anlayışını

geride bırakmış görünüyor. Belir-

lemelerimize “Ayrılık Zamanı” adlı

şiiri güzel bir örnek teşkil etmek-

tedir:

“Birkaç gün öncedenÇöker içimize acısı, Bavullar geceden hazırlanır,Yollukları hiç sevmem

Yola gitmeyi ansıtırlar diyeOysa daha hora geçerHareketten birkaç dakika önce verilenBir hediye.Kimi gözyaşı döker,Kimi buruk bir tebessüm asar iki dudağınaAlbümlere de sığmayan bir anı dırAyrılık Zamanı.”

“Eski Yeni”de görüldüğü gibi

Ali Rıza Ertan’ın dilinin gündelik

dile daha bir yaklaştığı aşikârdır. An-

lam alanındaki belirginleşmenin

de altını çizebiliriz. En önemli ge-

lişme ise mantık düzlemindeki asl’a

dönüştür. İmgelerin okur tarafından

da karşılığı kavranabilir bir algı

üzerinden üretilmiş olması Ali Rıza

Ertan’ın toplumcu gerçekçi şiirin

değişmez değerlerine yaklaşması

bakımından çok önemli ve kat edil-

miş bir mesafedir.

“HALK DEN�Z�”NE VARAN �A�RBütün bu atılımların, ileri gidiş-

lerin, yönelişlerin ve çabanın ve sa-

mimiyetin sonuçlarını ise 1976 yı-

lında alıyoruz. 1976 yılında yayım-

lanan ve adı “Gülle Büyüyordu Adı”

olan kitabında şairimiz bütün ruhu

ve bedeniyle, birikimi ve içtenliğiy-

le artık “halk denizi”ndedir.

Halk denizinde olmak her şair

gibi onu da kendine getirmiştir. Ar-

tık işleyen bir vicdanı ve bu vicdanın

olmazsa olmaz sorumlulukları var-

dır. Sesini, oradan doğru yükseltir.

Sesi gerçekten yükseltilmesi gereken

yerden yükselen bir sestir ve aynı za-

manda tam yerindedir. Olabildiğin-

ce de güzeldir:

“Acıyı karşıla, göğü konuşParklarda dolaşma, sabırlı olSakalların uzasın varsınKavgada yerin var senin, hoşnut olGülü hazırla, dikeni kovVe direncin kardeşi olKonuş dikili ağaç üstüneKavgada yerin var senin, hoşnut olÜzüntün boşuna dememiş miydiler sanaGezginci dostların, kır çiçekleriUnutma sözünü, ününü toplaSesin var senin kavgada.”

Ali Rıza Ertan’ın

bu yapıtının hem içerik

kurgusu hem biçimsel

düzenleme açısından

toplumcu gerçekçi

şiir birikimine çok

önemli bir katkı ol-

duğuna ben dai-

ma inanmışımdır.

Ayrıca onun

otuz beşini aşan

bir şair olabil-

seydi eğer bize

yepyeni zen-

ginlikler su-

nacağına, en

azından sunma çabasını sürdüre-

ceğine de aynı içtenlikle inanıyo-

rum.

Hayatın adil olmadığını biliyo-

ruz. Fakat talihsizlik de mi buna dâ-

hildir?

“KU�KU G�RD� ARAMIZA”“Halsizlik, baş dönmesi, ağız

kuruluğu, yutma güçlüğü” şikâye-

tiyle hastaneye yatıyor Ali Rıza

Ertan. Bütün tetkikleri iyiyken iki

günün sonunda grafikler hayattan

yana sonuçlar iletmekte çekinir

hâle geliyor. Hastamız fenalaşıyor

ve solunum güçlüğü sonucu ölüm

gerçekleşiyor.

Sadece iki gün içinde, Ali Rıza

Ertan, ev yapımı bir konservenin

kurbanı oluyor.

Doktorlar “botilismus” teşhisi

koyuyor. Bizim anladığımız dilde bu

“gıda zehirlenmesi “ anlamına ge-

liyor.

Ölümüyle ilgili bir kuşkumuz

yok. Belki de ender kuşkusuz hâl-

lerimizdendir bu.

Oysa o, 1978 yılında yayımlan-

mış yapıtında “Kuşku Girdi Ara-

mıza” diyor.

Bu yapıttaki şiirlerinin yoru-

munu tabii ki okurlarına bırakıyo-

rum.

Ama eserin adı benim için gün-

cel bir metafora denk düşüyor.

Bu metafor işçi sınıfı ile burju-

vaziyi, ulusal güçlerle karşı güçler,

devrimcilerle karşıdevrimcileri ifa-

de ediyor.

Türkiye’nin gerçek siyasal manz-

arasını gözlerimiz önüne seriyor.

Böylesi bir anımsanmanın tabii ki

her şaire nasip olmasını isterim.

“Gülle Büyüyordu Ad�” kitab�nda �airimiz bütün ruhu ve bedeniyle, birikimi ve içtenli�iyle art�k“halk denizi”ndedir. Halk denizinde olmak her �air gibi onu da kendine getirmi�tir. Art�k

i�leyen bir vicdan� ve bu vicdan�n olmazsa olmaz sorumluluklar� vard�r

Yolun yarısındaki veda:Ali Rıza Ertan

CAFER YILDIRIM [email protected]

“Kuşku GirdiAramıza” eserinin

adı benim içingüncel bir

metafora denkdüşüyor. Bu

metafor işçi sınıfıile burjuvaziyi,ulusal güçlerle

karşı güçler,devrimcilerle

karşıdevrimcileriifade ediyor.

Türkiye’nin gerçeksiyasal

manzarasınıgözlerimiz önüne

seriyor

Page 17: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

7 ARALIK 2012 CUMA 17Aydınlık KİTAPARAKABLO

Ahmet Oktay, –daha sonra hangi

kitabında yer aldığını şu an bilemedi-

ğim– “Cumhuriyet Dönemi Üzerine

Bir Deneme” yazısını (Yeni Dergi, S:

78, Mart 1971), Marx’ın “Dante’den

andığı” şu sözlerle bitiriyordu: “Segui

il tuo corso, e lascia dir le genti / Yo-

lundan şaşma, onlar ne derlerse de-

sinler.” O sıralar, Doğu - Batı ça-

tışması temelinde Osmanlı’yı ve

Cumhuriyet’i köklü biçimde yeni-

den tartışan Kemal Tahir, “ulusal

devrimci kültür” tartışmalarına da

ivme katmıştı. Nitekim Oktay, bu-

gün de önemini koruyan ve 3-4 for-

malık kitap oylumundaki bu in-

celemesinde bir yandan Osman-

lı’dan günümüze “edebiyatı bi-

çimlendiren temel”i sergiliyor,

bir yandan da bu temel üzerinde

yükselen edebiyatın ve “geçmişin

değerleri”nin –deyim yerindeyse–

alüvyonlarında ulusal devrimci

kültürün ortaya çıkma koşulları-

nı Marx, Lenin ve Mao’ya gönder-

melerle belirlemeye çalışıyordu:

“Bir edebiyat geçmişin değerleri-

ne dönmek, onları diriltmekle ulusal ol-

maz. ... geçmişin değerlerini ulusallık

adına benimsemek, bize doğru bir tu-

tum gibi gelmiyor. ... [bu] değerler

de, ulusallık da ancak sınıfsal açıdan

ortaya konabilir. ... Ulusal devrim-

ci kültür, sömürünün iktisadi içeri-

ğine olduğu kadar felsefi ve artis-

tik içeriğine de kesinlikle karşıdır.”

Sonra sözü, MDD (Millî –

ulusal– Demokratik Devrim) çiz-

gisinin kurucu önderi Mihri Bel-

li’ye bırakıyordu: “Ulusal dev-

rimci kültür, Türkiye toplumunun

geçmişinde sağlam ne varsa, ulu-

sal ve devrimci ne varsa onun mi-

rasçısıdır. Bu kültür, aynı za-

manda yabancı kültürlerde sağ-

lam ve devrimci olandan yarar-

lanır. Ve yabancı kültürlerden aldığı-

nı kendi ulusal özünde eritir. ... aynı za-

manda... Bu kültür, çağımızın gerçeğini

en başarılı biçimde ifade eden artistik

biçimi aramak ve bulmakla yükümlü-

dür.” ( Ayrıca, bkz: Mihri Belli, Yazı-

lar, s. 340, Sol Y., Haziran 1970)

Fatih Eğitim Entitüsü’nde (Trab-

zon) siyasal eylemlerden fırsat bul-

dukça bu konuları birçok arkadaşı-

mızla ama en çok da –öykü ve eleşti-

ri kitaplarıyla tanınan– Fahrettin De-

mir’le tartışırken, De Y. ve Payel’in es-

tetik üstüne kitaplarının yanı sıra

Nâzım’ın “Kemal Tahir’e Mahpusa-

neden Mektuplar”ını (Bilgi Y. 1968)

ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ede-

biyat Üzerine Makaleler” (MEB Y.,

Mayıs 1968) kitabını pirinç ayıkla-

macasına didikliyorduk. Tanpınar’ın

özellikle, “Şark ile Garp Arasında Gö-

rülen Esaslı Farklar” (s. 132 - 135 /

Cumhuriyet, 6 Eylül 1960) yazısı, o

günlerdeki felsefi ve politik yöne-

limleri çözümlemeye de ışık tutan, son

derece özlü bir denemeydi –bildiri

dense yeri!

BÜTÜNSEL B�ROLU�UMUN E����NDE

50’li yıllarda ve yaşlarda (d. 1901),

arkadaşlarının çaba ve desteğiyle Fran-

sa’ya gitme olanağı bulan Tanpınar’ın

ikinci gidişi, onun kişiliğinde, ideolo-

jik ve sanatsal ölçütlerinde yeni bir evre

başlatır. Bu son derece sağlam ve ce-

sur değerlendirmelerle yüklü yazısın-

da yazar, handiyse Yahya Kemal’le bir-

likte ördüğü kendi geçmişini de tar-

tışmaya açmış, ülkeye ve kendisine yeni

bir tarihsel görüngeden yaklaşmanın

ilkelerini sağlamıştır. Tanpınar, yere

göğe koyamadığı Osmanlı düşünüş ve

sanatından, Süleymaniye ve Itri ile

Dede Efendi dışında, Batı’nın karşısına

çıkarılacak güçte sanatsal ve düşünsel

yapıt yaratılamadığı gerçeğini keyifli bir

acıyla günlüklerinde öne sürüşüne bu

yazıda zemin hazırlamıştır. Dahası,

ağırlıklarından kurtulurken, 40 yıldır

her şeyiyle yüklendiği Yahya Kemal’i

de sırtından indirivermiştir: “Hakiki

realizm, teferruat saymak değil, hayatın

bütününü görmek ve üzerinde dü-

şünmektir.” (s. 382 / Varlık, 15 Tem-

muz 1961)

Hegel ve Marx’ı belki de hiç oku-

mamış olmakla birlikte, Tanpınar’ın

başka düşünürler ve eğilimlerle girdi-

ği ilişkilerin genel bağlamında bile olsa,

Batı düşüncesinin evrensel yapısına

dalgalarını ve ses tonlarını belirgin bi-

çimde akıtmış olan bu iki düşünürün

dünyayı algılama biçimine bulaştığını

burada apaçık görüyoruz. Nitekim

dönüş sonrası tüm günlük ve yazıla-

rında onu düşüncesindeki aydınlan-

macı ve yurtsever çizgilerin daha da ko-

yulaştığı bir yazar kimliğiyle buluyoruz.

Çevresinde kimi arkadaşları karşı ve

mutazarrır olduğu halde, onun çok

açık biçimde 27 Mayıs Devrimi’ne

yandaş bir tavır izlemesi, politik olduğu

kadar, tarihsel ve toplumsal yönden

son derece derin saptamalar getirmesi,

Cumhuriyet saflarındaki konumunu

kuşkuya yer bırakmayacak bir kesin-

likle pekiştirmiştir.

Tanpınar’ı, sanatsal ve düşünsel ge-

nişleme atılımını politik belirginlikle ta-

mamlayarak ideolojik sıçramanın eşi-

ğine geldiği bir aşamada yitirdik. Öm-

rünün bu son yıllarında üstünde çok

çalıştığı “Eşik” şiiri de sanki kendindeki

bütünsel yeniden oluşmayı ima eder:

“Hakikat çok uzak, karanlık, derin / Bir

dille konuşur, büyük köklerin / Top-

rakla ezelden karışmış dili!”

Ne ki Tanpınar’ı yadsımasa da

benimsemesi, Selahattin Hilav’ın ça-

balarına karşın, sol için hep müşkül-

lerle dolu bir edim olarak kaldı. Bir

kere zor bir yazardı Tanpınar; gerek şi-

irleri ve romanları, gerekse deneme ve

edebiyat tarihi yazıları Doğu ve Batı

kültürü üstüne birikimli okur istiyor-

du. Üstelik eşyanın tabiatına ve tarihe

dair, mistisizmle materyalizmin ara-

kesitindeki bıçak sırtı konuları işli-

yordu. Kaldı ki ülkemizde Batı’nın yüz-

yıllardır süregelen yok edici baskısını

köklü biçimde duyan sol, varoluş kav-

gasını hep ivedi yönelişlerle sürdürmek

zorunda kalıyor, derinlikli ve kuşatıcı

birikim oluşturmaya girişemeden pra-

tik çözümler deniyor, siyasal girişim-

lere sıkışıyor, Tanpınar’la ilişkisini iç-

selleştirecek güç ve zamanı enine bo-

yuna yaratamıyordu.

�NSAN: DÜ�ÜNEN SAZSovyetlerin çöktüğü günlerde, mu-

halif Kagarlitski, “Düşünen Sazlık”

(Metis Y., Mart 1991) kitabının tanı-

tımı için İstanbul’a gelmiş, Kuruçeş-

me’de verdiği konferans sonrasında

okurlarının sorularını yanıtlamış, ay-

rıca “1917’den günümüze Sovyet dev-

leti ve entelektüeller” konulu bu yapıtı

imzalamıştı. Yazar, kitabının adını,

Pascal’ın “Düşünceler” (1670) adlı

yapıtındaki şu düşünceden esinlenerek

koymuştu:

“Düşünen saz. Ben değerimi me-

kânda değil, düşüncelerimin düze-

ninde aramalıyım. ... İnsan bir saz gi-

bidir, doğadaki en güçsüz şey; ama dü-

şünen bir saz.”

Nurullah Ataç, bir denemesinde,

insanın evrendeki konumu üstüne

Pascal’ın buradaki düşüncesini tartı-

şırken bu “saz” benzetmesini atlar.

Oysa yıllarca önce Tanpınar, “İnsan ve

Cemiyet” başlıklı yazısında (Ülkü, 16

Mart 1944), söze, “Diyalektik, insanı

tarife çalıştı” diye girdikten sonra,

“insan bir tezatlar mecmuasıdır” cüm-

lesinin ardından, bizi bu benzetmeye

gönderir: “Pascal’ın insan hakkında

verdiği ‘düşünen saz’ tarifi, şiirin diliyle

söylendiği için bu cinsten tecritlerin en

güzeli, belki en mânalısıdır. İnsanoğ-

lunun en kudretli ve gerçekten yara-

tıcı olduğu tarafıyla en zayıf noktası-

nı, kader karşısındaki aczini birleştirir.”

Buradaki “kader”i tarihsel zorunluluk

olarak da okuyabilirsiniz. Ama asıl üs-

tünde durulmak gereken nokta, Tan-

pınar’ın 50 yıl önce bu benzetmenin

çağdaş diyalektik derinliğini kavramış

olduğunu fark etmek için bizim Ka-

garlitski’yi beklemek zorunda kalışı-

mızdır. Gerçekten de, görmek istedi-

ğimiz dışındaki şey elimizin altında bile

olsa göremiyoruz (mu ne?).

TÜYAP’ta yazar arkadaşlar ara-

sında konu açıldığında, Tekin Sön-

mez’in 5 yıldır süren küskünlüğümü-

ze aldırmayarak, “Tanpınar için büyük

bir kurtarma savaşı başlattın. Israrla

sürdür, acele etmeden, yığınakta yan-

lış yapmadan, verileri toparla, yanın-

dayız” demesi elbette cesaret verici...

Yıllardır masamın üstünden kaldır-

mayıp sık sık başvurduğum “1908

Devriminin Halk Dinamiği” (Kay-

nak Y.) kitabının yazarı H. Zafer

Kars’ın mektubu da öyle: “Aydınlık Ki-

tap’taki yazılarınızı zevkle okuyorum.

Son yazılarınızda Ahmet Hamdi Tan-

pınar hakkında verdiğiniz bilgiler, on-

dan yaptığınız alıntılar kendisi hak-

kında ne büyük bir yanılgı yaşandığı-

nı / yaşadığımı göstermesi nedeniyle

özellikle övgüye değer. Yazılarınızın

Tanpınar’ı tartışmaya yer bırakmaya-

cak biçimde gerçek yerine, Cumhuri-

yet’in ve Atatürk’ün safına oturtan bir

kitapla sonuçlanmasını dilerim.” Ama

daha anlamlı olanı, uyarıp düzeltme-

si (Övgülerdense düzeltmeler elbette

çok daha yapıcı):

“Bu vesileyle 30 Kasım tarihli ya-

zınızdaki bir anlam kaymasına dikka-

tinizi çekmek istiyorum. ‘Tabiye ıstı-

lahı’, köşeli parantez içinde “doğallık

terimi” olarak açıklanmış. ‘Osmanlı-

ca-Türkçe Sözlük’te (http://www.os-

manlicaturkce.com) ‘tabiye’ sözcüğü-

nün karşılıkları ise şöyle: 1. Askerleri

bir arazide düşmana karşı tam tedbir

ve nizam üzere yerleştirme, 2. Muha-

rebe toplarının yeri, istihkâm parçası,

3. Muvaffakiyet için kullanılan vâsı-

talar. Tümcenin başındaki ‘ricat’ (ge-

rileme) sözcüğüne bakıldığında bu

karşılıklardan birincisinin daha uy-

gun olduğu sonucuna varılabilir.”

Ferit Devellioğlu’nun sözlüğüne

yeniden baktığımda, uyarısının yerin-

de olduğunu gördüm; Kars’a teşek-

kürü borç biliyorum. Bu arada Tan-

pınar’ın Dergâh’taki kitaplarına alın-

mayan ve Cumhuriyet’te çıkan bir

yazısını 68’liler Birliği Başkanı Sönmez

Targan’ın, Ulus’taki bir başka yazısı-

nı ise Osman Erbil’in Ankara’dan

göndereceği haberini paylaşırım.

Ülkemizde Bat�’n�n yüzy�llard�r süregelen yok edici bask�s�n� köklü biçimde duyan sol,varolu� kavgas�n� hep ivedi yöneli�lerle sürdürmek zorunda kal�yor, derinlikli ve

ku�at�c� birikim olu�turmaya giri�emeden siyasal giri�imlere s�k���yor

Tanpınar: “Hakiki realizm,teferruat saymak değildir”

[email protected]

SEYY�T NEZ�R

Ahmet Oktay

Yahya Kemal

Page 18: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

7 ARALIK 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Son Bak��ta Sanat

Polisiye-gerilim edebiyatının usta

ismi Ruth Rendell’dan, insan ruhunun

karanlık köşelerine dair bir başyapıt.

Batı Londra’nın antika dükkânları, sa-

haflar ve bitpazarlarıyla ünlü sokağı Por-

tobello’yu mekân tutan roman, bir sa-

nat galerisi sahibi, bir şizofren ve bir hır-

sızın öyküleri etrafında şekilleniyor.

Ruth Rendell, çok iyi bildiği ve mü-

kemmel tasvir ettiği bir atmosferde, ka-

rakterlerini her türlü sınıfsal ilişki ve çe-

lişki içinde resmederken, okuru da

çok hareketli, eksantrik bir “çarşı”nın

içine çekiyor. “Portobello Sokağı”, kü-

çük bir sürprizin ve günlük yaşamdaki

sıradışı bir davranışın nasıl gerilimli bir

hâl alabileceğini gösteren; tuhaf bir “ba-

ğımlılık” şekli ve aşk üzerine de dikkat

çekici vurgularda bulunan, birinci sınıf

bir Ruth Rendell romanı.

Portobello Soka��

“Babam, ben daha yedi yaşındayken

şark hizmetini yapmak üzere Ağrı Di-

yadine gönderilmişti. Orada kaldığımız

süre içerisinde Kürtlerle olan arka-

daşlığım bende unutulmaz anılar bı-

raktı. Küçük bir çocuk gözüyle dahi olsa

onları yakından tanımak ve yaşantıla-

rını görme fırsatım olmuştu. Ta ki

1947’de bir tatbikat sonrası babamın ve-

fatına kadar... Bir asker kızı olarak uzun

yıllardır devam eden Türkiyedeki terör

olayları, bunun yanı sıra ülkemizde ve

dünyada son on yıldır daha da hızla-

narak artan siyaset ve sosyal hayattaki

kirlenme, beni bir süredir içten içe çok

rahatsız ediyordu. Çocukluk ve genç

kızlık dönemime ait anılarımla har-

manladığım 1962’ye kadar geçen süreç

içerisinde kâh iyi, kâh sancılı kısa hi-

kâyemi bulacaksınız bu kitapta.”

Kürtler Arkada��md�

“Goto’nun çılgın ve karanlık dün-

yasında bir yolculuğa çıkmaya hazır

olun... Sevgi dolu ama ihmalkâr bir an-

nenin tek kızı olan Melanie Tamaki çev-

rede pek rağbet görmeyen bir çocuk-

tur. Fakat bir gün okuldan eve dönüp

annesinin ortadan kaybolduğunu fark

etmesiyle tüm hayatı değişir: Bay Tut-

kal adlı pespaye bir yaratık onu Yarım

Dünya’ya götürmüştür. Böylece Me-

lanie annesini kurtarmak üzere Yarım

Dünya’ya doğru zorlu ve karanlık bir

yolculuğa çıkar. Ödüllü yazar Hiromi

Goto’dan macera dolu, çarpıcı bir ro-

man... Hayao Miyazaki’nin Neil Gai-

man’ın Coraline’nini filme çektiğini ha-

yal edin... Goto’nun çılgın ve karanlık

dünyasında bir yolculuğa çıkmaya ha-

zır olun... Sıradışı ve unutulmaz bir

eser.” -Neil Gaiman-

Yar�m Dünya

Osmanlı hâkimiyeti altında dört

asır (1516-1918) kalan Suriye’nin, ha-

reketliliğin en hızlı olduğu 19. yüzyıldaki

edebi ve kültürel hayatını inceleyen bu

çalışmada; Batılılaşma sancısının bu

coğrafyada nasıl yaşandığı, edebi ve kül-

türel hayata tesir eden amiller, eğitim

kurumları, edebi ve kültürel yayınlar ile

bu yayınlarda Osmanlılara ve Türkle-

re bakış, ayrıca İstanbul’daki edebi ve

kültürel hayatın Suriye’ye yansımaları

ele alınmış ve o dönemin karanlıkta ka-

lan bazı yanlış anlamalarına ışık tutul-

ması amaçlanmıştır. Batılı oryantalist-

lerin etkisiyle kimi Arap ülkelerinde dil-

lendirilen, Osmanlı döneminde Arap

dil, kültür ve edebiyatının durakladığı

ve hiçbir aşama kaydetmediği fikrinin

arka planı araştırılarak objektif bir şe-

kilde tahlil edilmiştir.

Suriye Tarihi

Can Göknil, son derece yalın bir

dille, akıllardan hiç çıkmayacak bir ses

tonuyla sevginin, barışın, dostluğun de-

ğerini fısıldıyor. Yaşamımız, asla gör-

mezden gelinmeyecek güzelliklerle

dolu; kavganın, kişisel çıkarların, gü-

rültünün yerini, doğanın dinginliği

alabilir. Yeter ki nereye bakacağımı-

zı, nasıl bakacağımızı bilelim. “Deniz

Kokusu”, adıyla bile bu yalın erdemin

adresini açıklayan bir öykü kitabı.

Kuşkusuz yalnızca okunacak değil,

görülecek, duyulacak ve içine çekile-

cek öyküler bunlar... “O gün denizin

ruhuyla buluştuk gibi gelmişti bana. Bi-

liyordum zaten eninde sonunda yolu-

muza çıkacağını, düşündüğüm gibi

de oldu. Onu karşımda görünce içim-

deki sevgi öylesine büyüdü ki, taşıya-

madım, denize aktı. Hani bazen yü-

reğinize çok sevgi dolarsa içinize sığ-

mayıp taşar ya, işte öyle.”

Deniz Kokusu

“Çarşıdan geçerken her yerde yal-

nız olduğunu düşündün. Her yerde.

Işıkların gözlerini artık ne kadar ağ-

rıttığını, o kırık gözlüğü yaptırman ge-

rektiğini; nefes alıp verişlerini kontrol

etmen, konuşurken boğuluyormuş gibi

davranmaman, heyecandan tıkanma-

man, soğuk havada ağzından çıkan

dumanların arasında kaybolmaman,

birine inanman, bir başkası tarafından

okşanmış saçın, aynı bedendeki eller ta-

rafından taranmışı hakir göreceğine...

Eşyanın fikrine inanman gerekir. Aşk

inanmaktır. Söylemiştim.”

Onur Caymaz, “Gökyüzü Sinema-

sı”ndaki iki uzun öyküsünde birbirine

değen, çarpışan hayatları ve hayattan

vazgeçmemek için direnen insanları an-

latıyor. Caymaz’dan tek biletle iki no-

vella...

Gökyüzü Sinemas�

“Demokratikleşme” ya da “tota-

literleşme” tek siyasal gündem olun-

ca, muhalefet kadar iktidarlar da ey-

lemlerini kendinden menkul bir “de-

mokrasi ilkesi” ile açıklıyorlar. Gilles

Dauvé ve Karl Nesic ise, demokrasi-

nin yöneten-yönetilen ayrımına ya da

tahakküm ilişkilerine karşı çıkmakla,

özgürleşmeyle aynı şey olmadığını,

dahası siyasal özgürlüğün bu şekilde

kutsanmasının, hayrı ve şerri bütünüyle

siyasetten bilmenin, aslında insanı

yurttaş ve birey olarak ikiye bölen ka-

pitalizmle uzlaşmak ve siyasal iktida-

rı mutlaklaştırmak olduğunu sergili-

yorlar. Böylece, toplumu mevcut ha-

liyle kabullenen solun demokrasi kav-

ramına dört elle sarılmasının ve “de-

mokrat” kimliğinin açmazlarını orta-

ya koyuyorlar.

Demokrasinin Ötesinde

Can Göknil, Can Yay�nlar�, 88 s. Taylan Altu�,Yap� Kredi Yay�nlar�, 320 s.

Doğadan kopan insana akıl şekil ver-

meye başladıkça duyular köreliyor. Akıl

her şeyi belirler olduğunda bilgi, bilim

de uzmanlaşarak bütünselliğini yitiriyor.

Uzmanlaşan insan da bütünsel bakış ge-

liştirmekten uzaklaşıyor. Dolayısıyla

çoğumuz için biçim içerikten daha

önemli bir hale geliyor. Taylan Altuğ, ki-

tabın adına “Son Bakışta Sanat” demiş.

Buradaki “Son Bakış”, kendi ifadesiy-

le ilk elde, felsefi estetiğin sanata ve sa-

nat eserlerine bakışını ima ediyor. Ya-

zar, felsefi estetiğin sonda gelen, son-

radan gelen bir son-görü olarak, sanat-

la olan zorunlu bağına, etkileşimine ve

karşılıklı bağımlılığına bir telmihte bu-

lunuyor; bir umut arayışının, felsefi es-

tetik çerçevesinde, sanatın bir şeyi ifa-

de ederken aynı zamanda onu gizleyen

özelliğinin peşine düşüyor.

Edip Kamran Kuranel Gökkaya,Logos Yay�nlar�, 112 s.

Gilles Dauve, Sel Yay�nc�l�k,Çev: �hya Kahraman, 168 s.

Ruth Rendell, Do�an Kitap,Çev: Lale Akal�n, 260 s.

Hiromi Goto, �thaki Yay�nlar�,Çev: Bülent O. Do�an, 216 s.

Ömer �shako�lu,Kabalc� Yay�nevi, 422 s.

Onur Caymaz,�leti�im Yay�nevi, 243 s.

Page 19: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

7 ARALIK 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Gerçekçilik, Yeniden!

Bu kitapta; fotoğrafa başlarken en

önemli konu olan doğru fotoğraf mal-

zemesi seçiminden, fotoğraf çekerken

dikkat edilmesi gereken temel pren-

siplere kadar birçok konu irdelenmiştir.

Bu konular arasında; fotoğraf makine-

sinin temel ayarlarını doğru yapma,

yatay ya da dikey kadrajın kararını ver-

me, alan derinliğini kontrol etme, net-

liği doğru yere yapma, konuya göre doğ-

ru örtücü hızı seçme, objektiflerin pers-

pektife olan etkisini kullanma, flaşı et-

kili kullanma, mimaride düşeyleri kont-

rol etme, konu fon ilişkisi oluşturma, al-

tın oranı kontrol etme, ufuk çizgisinin

yerini iyi seçme, makro çekimler yapma,

kontrastı vurgulama, ritmi yakalama,

ters ışık ile etki yaratma ve renk armo-

nisini düzenleme bulunmaktadır.

Foto�raf�n TemelPrensipleri

Yazar Ayşe Siret Akduman “İnan-

cın Mucizesi” adlı kitabını böbreğini

bağışlayarak onu hayata bağlayan kar-

deşine hitaben yazmış. “Angina Pec-

toris bu hasta kalbime konan teşhisti.

‘Hah, bir bu eksikti’ dedim kendi

kendime. Bu bir isyan değil, daha çok

‘neden hep ben?’ sorusunun cevabını

aramaktı. Bir kez daha yeni bir has-

talıkla uğraşmak zorunda kalacağım

gerçeğiyle karşılaşmıştım. Kendimi

yorgun hissediyordum. Zaten hayatım

boyunca hep sınanmıştım.” Böbrek

yetmezliği nedeniyle yorgun düşen

yazara kardeşi yeniden can veriyor. Bir

mucize sonucu bir böbreği diğerinden

küçük olduğu tespit edilen kardeş, uy-

gun olan böbreğini ablasına armağan

ediyor. Kitabın geliri Çocuk Böbrek

Vakfı’na bağışlanacaktır.

�nanc�n Mucizesi

“Edebiyatımızda Terimler”in be-

şinci baskısında; İslâmiyet Öncesi Türk

Edebiyatı, İslâmî Türk Edebiyatı, Divan

Edebiyatı, Tekke Edebiyatı, Tanzimat

Dönemi Edebiyatı, Servet-i Fünûn

Edebiyatı, Millî Edebiyat, Millî Müca-

dele Dönemi Edebiyatı, Cumhuriyet

Dönemi Edebiyatı ve bu edebiyatlar

içinde yer alan akımlar, terimler, kav-

ramlar tek tek anlatılmıştır. Yine dö-

nemleri ve edebiyatın temeli olmuş

eserleri de “terimler” içinde değerlen-

dirilmiştir. Dr. Tekin, “terimler”in bu-

rada genel bir ifade olduğunu, dönem-

lerden ve eserlerden bahsetmenin, ede-

biyat tarihinin akışından bahsetmek

olduğunu belirtmektedir. Yazarın, “Ede-

biyatımızda İsimler” adlı kitabı da bu

eserin tamamlayıcısı niteliğindedir.

Edebiyat�m�zdaTerimler

Yirminci yüzyılın en etkili düşü-

nürlerinden olan psikanalist Jacques La-

can, güncelliğini korumaya ve tartışıl-

maya devam ediyor. Düşüncelerinin

özgürlükçülerden ziyade baskıcıların

amaçlarına hizmet ettiğini iddia eden-

ler olduğu gibi, şahsı hakkında da olum-

lu ve olumsuz birçok mit ortaya atılıyor.

Psikanalist ve tarihçi Elisabeth Roudi-

nesco temelsiz iddiaları çürütmek ve bu

önemli şahsiyeti gerek insan olarak ge-

rek düşünceleriyle daha iyi tanımamı-

zı sağlamak için söz alıyor. Lacan’ın psi-

kanalizi ve felsefesi hakkında yayımla-

nacak bir dizi kitabın ilki olan Her

Şeye ve Herkese Karşı Lacan, tanımak

isteyenler için olduğu kadar tanıdığını

düşünenler için de iyi bir kaynak: Can-

lı bir portre ve buna paralel bir analiz.

“Yakamoz Avına Çıkmak”, Neca-

ti Tosuner’in yaşamın sanki düşleri an-

dıran ve üstünden zaman geçtikten

sonra düş gibi hatırlanan anlarını an-

lattığı öykülerden oluşuyor. Yazar

umudu ve umutsuzluğu anılarla düş-

ler arasındaki gelgite yerleştirirken,

öykü türünün sınırlarını genişleten

başarılı bir biçim çalışmasını da ger-

çekleştiriyor.

“Ve bunca yıl sonra... Hep aradığı o

umudu hiç de bulamayacağını bilen,

bunu çoktan öğrenmek zorunda kalmış

olan bir adam gelecekti bu kıyıya.

Umutlanmanın boşa umutlanmakla

sonuçlanacağını bilen, yine de umut-

lanmayı, yeniden.. yeniden umutlanmayı

kendine hiç yasaklamamış olan; oysa,

umutlara kolayca kapılma yaşını da

iyice geride bırakmış olan, bir adam...”

Yakamoz Av�na �kmak

1968 senesi. Cape Wilde kasaba-

sındaki bir erkekler okuluna, müdü-

rünün bütün itirazlarına rağmen bir ka-

yıt hatası nedeniyle ilk kez bir kız öğ-

renci kabul edilir: Carol Faust on beş

yaşında, siyah, parlak, dik başlı bir kız-

dır. Peki erkekler okulunda ilk kız ol-

mak nasıl bir şeydir? Carolyn Cooke,

genç kızların ve kadınların yaşamları,

babası olmayan kızların yaşadığı dip-

siz çaresizlik, radikal bir toplumsal

değişimin zirvesindeki seçkin bir New

England kasabasındaki paternalist ik-

tidarın yarattığı erozyon hakkında son

derece zeki ve duygulara hitap eden bir

roman yazmış. “Devrimin Kızları”,

tarihin önemli anlarını simgeleyen ka-

rakterlerle kurulmuş başarılı olay ör-

güsüyle dramatik bir toplumsal roman.

Devrimin K�zlar�

Azgelişmiş ve yarı sömürge duru-

muna getirilmiş bir İslam ülkesinde;

dünya tarihinde eşine bir daha rastla-

namayacak şekilde çağdaşlaşma ve de-

mokratikleşmenin önünü Türk Hu-

kuk Devrimi açmıştır. Laik Türkiye

Cumhuriyeti’nin çökmesi ve param-

parça olmasıyla sonuçlanacağı, aklı

başında olan vatandaşlarımızca giderek

daha iyi anlaşılan emperyalizm gü-

dümlü “Karşı Devrim”e dur diyebil-

mek; Kemalizm’in ve Türk Hukuk

Devrimi’nin geniş kitlelere daha iyi an-

latılabilmesi ve benimsetilmesiyle müm-

kündür. Bu kitap, bu amaca katkıda bu-

lunmak için yazılmıştır. Hukuk konu-

sundaki tartışılmaz bilgi ve bilgeliği,

araştırma konusunda sınır tanımaz

sabrı ile tanınan Onursal C. Başsavcı-

sı Savaş’ın son kitabı.

Devrimci Hukuk

Necati Tosuner, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, 96 s.

Y�lmaz Onay,Yordam Kitap, 304 s.

“Gerçekçilik” tartışmalarına yeni

bir boyut ve canlılık kazandıracak olan

bu kitap, “Brechtyen estetik”in ülke-

mizdeki ilk ve en önemli temsilcilerin-

den Yılmaz Onay’ın kapsamlı bir ince-

lemesi ve manifestosu. “Gerçekçilik”in,

bir sanatsal “akım” ya da 19. yüzyıla ait

sanatsal bir “biçim” olarak görülmesi-

ne itiraz eden Onay, bu dar kavrama

zengin bir içerik kazandırıyor. Yalnızca

kendine özgürlükçü bir azınlığın de-

magoji ve yalanlarla yönettiği günümüz

dünyasında “gerçekçilik”, sanatla yaşamı

birleştiren bir üst-kavram, ezilen kitle-

lerin elinde güçlü bir silah olarak beli-

riyor. Kitabın güçlü tezleri, H. Pinter, J.

Baudrillard, B. Brecht, A. Seghers,

G.N. Pospelov, Özdemir İnce ve Nâzım

Hikmet gibi yazar ve kuramcılardan ge-

niş alıntılarla destekleniyor

Ay�e Siret Akduman, �kinciAdam Yay�nlar�, 140 s.

Vural Sava�,Bilgi Yay�nevi, 480 s.

Özer Kanburo�lu,Say Yay�nlar�, 360 s.

Arslan Tekin,Bo�aziçi Yay�nlar�, 391 s.

Elisabeth Roudinesco, MetisYay�nlar�, Çeviri : Nami Ba�er, 128 s.

Carolyn Cooke,Ayr�nt� Yay�nlar�,

Çev: Gizem �akar, 192 s.

Her �eye ve HerkeseKar�� Lacan

Page 20: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

Bu hafta elime Zehra İprişoğlu’nun,

Aziz Nesin’in unutulmaz romanı “Şimdiki

Çocuklar Harika”dan esinlenerek yazdığı

“Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika” adlı kitabı

geçti. Bu bahaneyle önce Aziz Nesin’in ki-

tabını aldım ve bilmem kaçıncı kez yeniden

okudum. Elbette her okuduğumda aynı coş-

kuyu yaşamıyorum, ilkokulda okuduğumda

katıla katıla güldüğümü hatırlıyorum. Artık

o kadar güldürmese de -ki bu kitabın değil,

okuyucunun kabahati- aynı sıcaklığı, sami-

miyeti hissetmek, çocukluğumu, ilkokul ar-

kadaşlarımı, öğretmenlerimi anımsamak ve

her okuduğumda yeni bir ayrıntıyı fark etmek

hoşuma gidiyor. Adam Yayınları'ndan çıkan

kitabın kapak resmine hala bakar dururum.

Zehra İprişoğlu’nun kitabı ise aslında

2006 yılında Toroslu Yayınları tarafından ba-

sılmış ilk olarak. Çağdaş Yaşa-

mı Destekleme Derneği’nin,

öğrencilere okumayı sevdir-

mek, onları edebiyatın değişik

türleriyle tanıştırmak, edebi-

yatla resim sanatını birleştir-

mek, kitapla çocuk arasında

farklı bağlar kurmak ve kuru-

lan bağları kitap okuma eyle-

minden sonrasına taşımak

amacıyla oluşturduğu “Yara-

tıcı Okuma” dizisinin kitapla-

rından biriymiş. Dizideki diğer

kitaplar Sevim Ak’ın “Gökte

Biri Var”, Seza Kutlar Ak-

soy’un “Şişko Patates”, Mavisel Yener’in “Şiir

Saldım Gökyüzüne” ve Nazan İprişoğlu’nun

“Resimlerle Konuşalım” isimli kitapları.

FARKLI ÇOCUKLAR AYNISORUNLAR

Can Yayınları tarafından yeniden çocuk ve

gençlerle buluşturulan bu kitabın çocuk kah-

ramanları Deniz ve Doğan, iki samimi arka-

daşlar. Tıpkı Aziz Nesin’in Zeynep ile Ahmet’i

gibi. Doğan başka şehre taşınınca birbirle-

rinden kopmamak için düzenli olarak elek-

tronik posta yoluyla haberleşme kararı alı-

yorlar. Elbette e-postadaki düzen, Ahmet’le

Zeynep’in haftalık mektuplarından farklı

olarak günübirlik. Deniz ve Doğan’ın yazış-

maları aslında İstanbul ve Fethiye sakinleri-

nin topluca yazışmaları. Akdeniz’in sevimli

kenti Fethiye’de yaşayan Doğan’ın ailesi ka-

saba insanının tipik özelliklerini taşıyor. İs-

tanbul’un batı yakasında yaşayan Deniz ise ka-

labalığın ve gürültünün tam ortasında. Dola-

yısıyla bu yazışmalar aslında mekanların, ya-

şam biçimlerinin, farklılıkların ve farklı so-

runların ipuçlarını veriyor. Çocuklar zaman za-

man geleneksel aile yapısıyla modern aile ya-

pısının çekişmelerinin içinde buluyorlar ken-

dilerini. Sonuçta çocuklar da sözü edilen ai-

lelerin bir parçası, yaşadıkları ortama kuşba-

kışı bakmıyorlar, olayların tam içindeler.

Aziz Nesin’in 1967 yılında yazdığı “Şim-

diki Çocuklar Harika”, basıldığı dönemde

tüm dikkatleri üzerine çekmiş. Çocukları ye-

tişkinlerden üstün tutup, çocukların gözün-

den ebeveynlerin ve öğretmenlerin hatalarına

parmak bastığı için süregelen kurguların

dışına çıkmış, üstelik kimi roman yarışma-

larında öğretmenleri küçük

düşüren ifadeler barındırdığı

gerekçesiyle çok önemli ya-

zarlardan oluşan jüriler tara-

fından elenmiş ya da yasak-

lanmış. Kitap, dönemin aksa-

yan eğitim sisteminin adeta

kaynakçası olduğu için sakın-

calı bulunmuş.

Zehra İprişoğlu kendi res-

mi sitesinde kitabı üzerine yaz-

dığı yazıda şöyle diyor: “Aziz

Nesin’in altmışlı yıllarda yazdı-

ğı ‘Şimdiki Çocuklar Harika’dan

bu yana ne değişti, ne değişmedi? Bu soru

beni ‘Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika’ adlı mail

romanı yazmaya yönlendirdi. Aradan geçen

neredeyse yarım yüzyıllık süre içinde bazı şey-

ler sürekliğini koruyor, çocuğa pek söz hak-

kı tanımayan baskıcı okul sistemi ya da ata-

erkil aile yapılanması ya da kız erkek ay-

rımcılığı gibi. Teknolojik alanda çok şey de-

ğişti ama beyinler değişmedi. Tersine otori-

ter sistem giderek çığırından çıktı. Bugün şid-

det kültürünün içinde yaşıyoruz. Çocukları-

mız da bundan paylarını alıyor. Nesin Vak-

fı’nı karalama olayı bunun en son örneği.

Ama şu da var ki, ‘Şimdiki Çocuklar Hâlâ Ha-

rika’nın çocukları gözlemleyici ve sorgulayıcı

gizilgüçleriyle Aziz Nesin’in çocukları. Bu da

karanlık bir dönemde tek umut, tek ışık bel-

ki de. Tıpkı Nesin Vakfı’nda yetişen onca ço-

cuğun saçtığı ışık gibi.”

İyi okumalar diliyoruz.

(Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika,Zehra İprişoğlu, Can Yayınları, 152 s.)

7 ARALIK 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

İREM HALIÇ[email protected]

Hödük, Güdük, Bir De B�d�k, Rap Rap Rap!

Sokak hayvanlarının hayatta kalma mü-

cadelesi, unutulmaz bir dayanışma örne-

ği! “Hızlı Tosbi”, “Muhteşem İkili” ve “Şaş-

kın Cengâver” gibi sevilen çocuk kitaplarının

yanı sıra eski Anadolu uygarlıklarını canlan-

dırdığı benzersiz romanlarıyla da tanınan İs-

met Bertan, yeni romanında çocukların dik-

katini hayvan haklarına çekiyor. Bertan, bel-

geselci gözlem gücü ve sinematografik diliy-

le insanları, sokaktaki hayvanların gerçek

dünyasına götürüyor. Anlık heveslerle eve alı-

nıp, eskimiş bir süs eşyası gibi sokağa atılan

hayvanların yaşam mücadelesini onların gö-

zünden aktaran roman, okurunu sokak hay-

vanlarının zor koşullarına tanık ediyor. Gö-

rünüşleri gibi karakterleri de, sorunları da fark-

lı olan üç hayvanın arkadaşlığını işleyen kitap,

ülkemizde endişe uyandıran yasa tasarısının gündeme taşıdığı hayvan haklarının

görmezden gelinmesi konusunu ustaca ele alırken, sevgi ve dayanışma üzeri-

ne etkileyici bir öykü anlatıyor. Yavru bir köpekken bir ailenin yanına taşınan

Hödük'ün ev hayatı uzun sürmez. Sahiplerinin hevesinin kaçmasıyla kendini so-

kakta bulur. Birçok tehlikeyle dolu sokaklarda başıboş dolaşırken, fino cinsi bir

köpek olan Güdük ve yavru kedi Bıdık ile tanışır. Evden atıldığını bir türlü ka-

bul edemeyen Güdük'le, ezildiğini bilmediği annesini arayıp duran Bıdık, Hö-

dük'ün dostluğuna sığınırlar. Ancak, sokağın çetin koşullarında pati patiye ve-

ren üçlünün peşine Kara Köpek Çetesi düşmüştür...

La Fontaine’den Masallar

17. yüzyılın en tanınmış Fransız şairi La Fon-

taine’in bazı insan karakterlerini hicvetmek ama-

cıyla, kahramanları hayvanlar aracılığıyla kurgu-

layıp manzum olarak kaleme aldığı mesel fabl’lar

Hindistan'dan İran, Anadolu ve Avrupa’ya yayıl-

mış, bütün dünyaca ünlenmiştir.

“La Fontaine’den Masallar”, edebiyatı masalla

başlatan dünya şairi Nazım Hikmet’in cezaevin-

deyken Ahmet Oğuz Saruhan takma adıyla ve ken-

di ifadesiyle “Okunduğunda hece vezniyle yazıl-

dığı intibaı uyandıracak (...) hece veznine stilize

edilmiş serbest vezinle” yaptığı çevirinin söyleyiş biçimindeki yalınlık ve Türk-

çe lezzetiyle okundukça renklenen, hiç eskimeyecek, evrensel bir kitap.

Bir Anne Dile!

Her gün şikâyet ettiğiniz anneniz, bir gün ani-

den her istediğinizi tam istediğiniz gibi yapan bi-

risine dönüşebilir mi? Bruno boks yapmak isti-

yor. Ama annesi onun dünyanın en büyük pi-

yanisti olacağına inanmış. Sofia biraz dikkat çek-

mek istiyor. Ama annesinin işi başından aşkın ve

gözü de kardeşi Niklas’tan başkasını görmüyor.

Emily ise annesinin bitmez tükenmez sakarlık-

larından yorulmuş; onun arkasını toplamak ye-

rine biraz kendi çocukluğunu yaşamak istiyor. Bir

gün, bu üç çocuk okudukları dergide dünyanın

en korkunç annesi yarışmasını görünce, bu ya-

rışmaya başvuruyorlar. Sonra ne mi oluyor? Bir-

kaç gün sonra kapı çalıyor ve her birinin kapı-

sında, Anna Teyze diye biri beliriveriyor. Ve aynı

gün, kendi anneleri ortadan kayboluyor. Annelerin yerine geçen Anna Tey-

zelerin her ne kadar tuhaf davranışları olsa da, çocuklar ne istiyorsa, onu en

mükemmel şekilde yapıyorlar. Adeta programlanmış birer robot gibi! Peki an-

nelere ne oluyor? Onlar bir adada. Yarışmaya katılan başka çocukların an-

neleriyle birlikte, gözden uzak bir yerde, özel bir okulda buluyorlar kendile-

rini. Ve macera başlıyor!..

�smet Bertan, Gün�����Kitapl���, 120 s.

Sabine Ludwig,�leti�im Yay�nevi,

Çev: Tuvana Gülcan,259 s.

Naz�m Hikmet Ran,Yap� Kredi Yay�nlar�,

200 s.

“�imdiki Çocuklar Hala Harika’n�nçocuklar� gözlemleyici vesorgulay�c� gizilgüçleriyle AzizNesin’in çocuklar�. Bu da karanl�kbir dönemde tek umut, tek ���k belkide. T�pk� Nesin Vakf�’nda yeti�enonca çocu�un saçt��� ���k gibi.”

Mektup “mail” oldu,çocuk aynı çocuk

Aziz Nesin

Page 21: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

“…görünmez bir mezarlıktır zamanşairler dolaşır saf saftenhalarında şiir söyleyerekkim duysa / korkudan ölür-tahrip gücü yüksek-saatli bir bombadır patlaran gelirAttilâ İlhan ölür…”

Ve an gelir, Attilâ İlhan yoktur artık. Şiirleri,

eserleri, fikirleri ile zenginliğimiz olan Attilâ İl-

han’ın büyük edebiyatçı kimliğidir geriye kalan.

Yazar 60 yıllık yazı hayatında, edebiyatın her tü-

ründe eser verdi. 1948’de “Duvar” adlı şiir kita-

bıyla edebiyat serüvenine ilk adımını atan, ar-

dından “Sisler Bulvarı”, “Yağmur Kaçağı”, “Ben

Sana Mecburum”, “Belâ Çiçeği”, “Yasak Seviş-

mek”, “Tutuklunun Günlüğü”, “Böyle Bir Sev-

mek”, “Elde Var Hüzün”, “Korkunun Krallığı”,

“Ayrılık Sevdaya Dahil” gibi bir çok kitaba imza

atan, hatta pek çoğumuzun ezberinde mutlaka bir

şiirinin bulunduğu bir ustadır Attila İlhan…

Attilâ İlhan “Askıda Yaşamak” diyor kendi-

si gibi yaşayanlara ve bunu bir röportajında “Be-

nim kitaplarımdan bir bölümünün adı ‘Askıda Ya-

şamak’tır. Askıda yaşamak işte budur, bir dakika

sonranın ne olacağı belli değildir” diye açıklıyor.

“Kaptan” olarak hafızalarımızda yerini ko-

ruyan Attilâ İlhan şarkılarda da bizlerle birlikte.

Etkileyici sözleri ve bir beste gibi akan şiirleri mü-

zisyenlerin bu güç üzerinden şarkılar yazmasına

da sebep oldu.

Ahmet Kaya herhalde şairin şiirlerini en çok

besteleyen sanatçıdır. “Böyle Bir Sevmek”, “Yan-

gın Gecesi”, “Cinayet Saati”, “Jilet Yiyen Kız”

gibi pek çok eseri Attilâ İlhan şiirinden bestele-

miştir.

Ahmet Kaya’nın 1986 tarihinde piyasaya çı-

kardığı “An Gelir” albümü hem adını bir Attilâ

İlhan şiirinden alır, hem de içerisinde üç tane At-

tila İlhan şiirinden bestelediği şarkıyı barındırır:

“An Gelir”, “Lili Marlen Türküsü”, “Sen İnsan-

sın”.

Ahmet Kaya’nın gene bir Attilâ İlhan şiirini

bestelemesi sonucu ortaya çıkan “Mahur Bes-

te”nin hikayesi ise Can Dündar’ın yazısında biz-

lere ulaşıyor. Ahmet Kaya besteyi “Kaptan”a din-

letmeye gider ve “Kaptan”dan şiirin yazılış hi-

kayesini dinler: “12 Mart sonrasının kahır gün-

leriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: De-

niz’lere kıymışlardı. Karşıyaka’dan İzmir’e geçmek

için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, al-

çalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı...

Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk

mısra... Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek ses-

le tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıh-

tım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürü-

düm.”

Bunun üzerine Ahmet Kaya ve eşi Gülten Ka-

ya’nın gözleri yaşarır. “Müjganla ben ağlaşırız” di-

zesindeki “müjgan”ın hep bir kadın olduğu dü-

şünülür, oysa eski dilde “kirpik” anlamına gelen

bu sözcük Deniz Gezmiş’lerin idamına ithaf

edilerek yazılan bu şiirde anlamına kavuşmuştur.

şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnızo mahur beste çalar müjgan’la ben ağlaşırızgitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hızyalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasızo mahur beste çalar müjgan’la ben ağlaşırız

bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardıgüneşten ışık yontarlardı sert adamlardıhoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardıgittiler akşam olmadan ortalık karardı

bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonrasonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlarasimsiyah bir teselli olur belki kalanlarageceler uzar hazırlık sonbahara

Bununların dışında Attillâ İlhan’ın muhteşem

şiiri “Ayrılık da Sevdaya Dair”, Vedat Sakman ta-

rafından bestelenip Zuhal Olcay’ın “İhanet” al-

bümünde yer almıştır.

Yaşar’ın 12 Mayıs 2005 tarihinde çıkan beşinci

albümü “Hatırla”da, bir Attilâ İlhan şiiri olan

“Ağustos Çıkmazı”, “Beni Koyup Gitme” adıy-

la şarkı olarak yer almaktadır.

Yaşar, bu şarkıya çektiği klibin sonunda

“Dünya biraz daha yalnız Attilâ İlhan’sız...” sö-

züyle Kaptan’a olan vefasını da göstermiştir.

SES - SÖZ

7 ARALIK 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF

DAMLA YAZICI

Basiretsiz bir komutanın düştüğü hal!Yazarımız Özdemir İnce’nin Taksim

projesi vesilesiyle gündeme getirdiği “31

Mart İsyanı” konusuna katkısı olması

amacıyla bir kitabı gündeme getirmek is-

tiyorum. İsyan sırasında Üsküdar bölgesi

komutanı olan ve Selimiye Kışlası’ndaki is-

yanı da yöneten Süleyman Şefik Paşa’nın

hatıraları derslerle dolu. En önemli ders ise;

devrimci olmayan ve gelişmeleri anlaya-

mayan bir komutanın düştüğü acı durum!

Bunu da en hafifiyle “basiretsizlik” olarak

değerlendirmek gerekir.

TAR�H�N DI�INDA KALINCA“Hatıratım, Başıma Gelenler ve Gör-

düklerim, 31 Mart Vak’ası” ismini taşı-

yan kitap, 2004 yılında Arma Yayınları ta-

rafından yayımlandı. Yeni yazıya ise Hü-

meyra Zerdeci aktarmış. 235 sayfalık ki-

tap ilk kez yayımlanmış. Mütareke dö-

neminde Harbiye Nazırı olan Süleyman

Şefik Paşa, Cumhuriyet döneminde yü-

zellilikler listesinde yer aldı ve uzun yıl-

lar yurt dışında sürgün hayatı yaşadı. Ba-

bası, dönemin ünlü valilerinden Ali Ke-

mâli Paşa’dır. Babasının ölümünden son-

ra Paris’e kaçmış ve burada Jöntürkler-

le birlikte olmuştur. Ancak bir süre son-

ra onlardan ayrılır ve yurda döner. Ab-

dülhamit’e yapılan suikast sırasında,

olay yerinde olması nedeniyle tutuklanır.

Suçsuzluğu anlaşılmasına rağmen Ha-

lep’e sürgün edilir. Üç yıl ka-

lır. Meşruti Devrimle yurda

döner, ancak daha sonra

amansız da İttihatçı karşıtı

olur...

�SYANCILARIN EL�NDEOYUNCAK OLMAK

“31 Mart” 13 Nisan 1909

İsyanı sırasında Üsküdar Ci-

heti Komutanı iken yaşadıkları

ayrı bir değerde. Tarihi gelişi-

mi anlayamayınca, olaylara karşı tutumu

da yanlış olur. İsyan sırasında kararlı ve

basiretli olsa Selimiye Kışlası’nda belki

de isyan anında bastırılacak. Kararlılık ye-

rini basiretsizlik alınca, emrindeki erle-

re “aman yavuralarım yapmayın” tarzı

davranarak onların peşinden sürüklenir.

Öyle ki sözde onları sakinleştirme adına

makamında çay kahve ikram etmek zo-

runda kalır! Bu basiretsizliğinin de be-

delini görevden alınmayla

öder. Bunu da şöyle açıklar:

“Beni azletmek değil, tatif-

ten daha büyük vazifeye

tayin etmesi lazımdı.”

(s.202)

MUSTAFA KEMALB�R �EY YAPAMAZ

Süleyman Şefik Paşa’ya

göre, isyancıların “şeriat

istiyoruz” naraları; “adelet

istiyoruz” manasındaymış. İddiasına göre

askeri sakinleştirmiş. Onlara eğlence

bile düzenlemiş. 14 gün süren isyan sı-

rasında Hareket Ordusu ile kendi kışla-

sında bulunan altı bin askerler arasında

çatışma çıkmasını önlemiş. İsyanı ise

Ankaralı Hamdi Çavuş başlatmış! Ha-

reket Ordusu şehre girince onu yakala-

mış ve asmış. Ve şu saptamayı yapıyor: “O

tarihte İstanbul’da benim ile Nazım Paşa

elinde idi. İstanbul’da ise çeşitli sınıflar-

dan otuz bine yakın muallim asker var-

dı. Eğer bizim kötü niyetimiz olsa idi Ha-

reket Ordusu’nu perişan eder, İttihat hü-

kümetini lağveder, memlekete hakim

olurduk. 31 Mart bir irtica ayaklanması

değildi. (...) İstanbul’a giren Hareket

Ordusu’na birşey yapılamaz idi. (...)

Mustafa Kemal’in birşey yapamayacağı-

na kani idim. Mustafa Kemal şansı yahut

benden daha iyi istikbali görüşü muvaf-

fakiyeti temin etti.”

ERCAN DOLAPÇI

“Kaptan”ın şarkılardaki esintisi

Attilâ �lhan

Ahmet Kaya

Page 22: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar - Bir filme, bir gösteriye eklenen

beklenmedik güldürücü ayr�nt�, gülüt2. Beyaz - Galyum’un simgesi - Bir soru sözü - Kuyruk

sokumu kemi�i - Milattan önce (k�sa)3. �ç organlar�n iç yüzeyini örten ince tabaka - “... Güler”

(foto�rafç�) - Daha çok radyo için haz�rlanm��, genelliklegüldürü niteli�inde k�sa oyun

4. Bir tür yumu�ak peynir - Bir nota - Arapça’da “ben” - Bir�ngiliz biras�

5. Bir resim desen ya da alçak kabartmada, baz� nesne vefigür boyutlar�n�n, perspektifin etkisiyle k�salmas� - S�k

gözlü bir bal�k a�� türü6. Motor güç birimi - Sahip - San Marino’nun plakas� - Ba�ka

yere dikmek için haz�rlanm�� olan sebze veya körpe çiçek7. �laç, merhem - Çok s�k dokulu ve sert bir seramik hamuru

türü - Baya��, s�radan8. Ya�l� ve verimsiz kimse - H�rvatistan'da bir liman kenti9. Gerçekle�tirilmesi zamana ba�l� istek - Bir yüzölçümü

birimi - Eski Çin felsefesinde, evrenin birli�ini sa�layandüzen ilkesi

10. Ba�lang�çta yer alan - Bir nota - Parlak, saydam k�rm�z�renkte de�erli bir ta� - �ridyum’un simgesi

11. Nikel'in simgesi - Lantan’�n simgesi - Su yolu, kanal - Bir

seslenme sözü12. Bir nesnenin özelliklerinden veya özellikleri aras�ndaki

ili�kilerden herhangi birini tek ba��na ele alan zihni i�lem -“Yücel” (�air)

13. Sinir - Fas’ta bir �rmak - Berilyum’un simgesi - Bir renk14. Ate� - Plutonyum’un simgesi - K�l, tüy - Jüpiter’in bir

uydusu - Ak�l15. Gezegenimizin uydusu - Resimdeki yazar�n bir eseri

YUKARIDAN A�A�IYA1. S�rça - Resimdeki yazar�n bir eseri2. Obur - Japonya’da buda rahibesi - Lityum’un simgesi - Bir

atadan gelen kimselerin olu�turdu�u topluluk, sülale3. Tenis oynanan alan - Biricik, e�i olmayan - U�ur4. Klasik Yunan’da bir sitenin halk meydan� - Yönetmek için

at�n a�z�na tak�lan demir alet - Beynin parçalar�, bölümleri5. Güney Kafkasyal� bir halk - Yerle�im alanlar� d���nda kalan

yerler - Bir tür cila - Peru’nun plakas�6. Ye�il ya da hareli sedefle bezeli her tür ah�ap kakma e�ya

- Organ, üye7. �öhret - Rütbesiz asker - Cet8. Satürn gezegeninin be�inci uydusu - Stronsiyum’un simgesi

- Lübnan’�n plakas� - Fas’�n plakas�9. Küçük tekne kaptan� - Karabasan10. Çin’in para birimi - Di�i geyik - Kuzu sesi11. Aktinyum’un simgesi - M�s�r’�n plakas� - Köy evlerinin

odalar�ndaki duvara biti�ik peyke, sedir - Alamet, ni�an12. Favori - ��yeri, büro - Lavrensiyum’un simgesi - Geni�13. Okur - Bir binek hayvan� - “... Ayhan” (�air)14. Bilerek yap�lan i� ve fiil - Bir nota - E�ek sesi - Ah�ap,

mermer ya da ta� levhalar� kafes biçiminde oyarak bezeme15. Resimdeki yazar�n bir eseri - Buzulta� - Bir nota

7 ARALIK 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP

Bulunduğumuz oda sanki altüst olmuş ve du-varları, tavanı, zemini bir anda sayısız tünelin ağ-zına dönüşmüştü; zamanın içinde her yöneuzanan tüneller. İşte o anda geçmişten bugünezamanın her saniyesinde, tüm gezgin ademo-ğullarının, tün gezgin havvakızlarının ve onlarıntüm gezgin çocuklarının birliğini gösteren Bo-kononcu vizyon belirdi gözümün önünde.

1 “Satranç hayat gibidir David,” demişti babası.Her parçanın kendi işlevi vardır. Bazıları zayıf-tır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başındaişe yarar, bazılarıysa sonunda. Ama kazanmakiçin hepsini kullanmak zorundasın. Aynen ha-yatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz.On parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsinoyunu.

Bihruz Bey bu dakikada pek mutsuzdu. KeşfiBey'in öyle haykırması, hanımların öyle gü-lüşmesi, sorusunun cevapsız kalması, araba-cının, o teresin de landonun açmakta,hanımları alıp gitmekteki aceleciliği, nihayetsarışın hanımın arabadan bakıp da bir adi-yö'cük bile demeksizin çıkıp gitmesi zavallıbeyi pek etkilemişti.

3

a) Kurt Vonnegut – Kedi Beşiği

b) Oya Baydar – Kedi Mektupları

c) Edgar Allan Poe – Kara Kedi

d) Deniz Kavukçuoğlu – Kedi Gülüşü

e) Jeffrey Archer – Dokuz Kuyruklu Kedi

a) Luke Rhinehart – Zar Adam

b) John Verdon – Gözlerini Sımsıkı Kapat

c) Heather McElhatton – Şahane Hatalar

d) Adam Fawer – Olasılıksız

e) Debbie Macomber – Küçük Mucizeler Dükkanı

a) Namık Kemal – İntibah

b) Nabizade Nazım – Zehra

c) Samipaşazade Sezai – Sergüzeşt

d) Recaizade Mahmut Ekrem – Araba Sevdası

e) Ahmet Mithat Efendi – Felatun Bey ve Rakım Efendi

2

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(a) 2-(d) 3-(d)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Page 23: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre
Page 24: KITAP AydınlıkAydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 41 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP. Toplam: 1355 Uçmak ömre