kİtap tanitiliyor - aydınlık · yeni Çıkanlar s. 18-19 Çocuk: yağmur hayvanat bahçesinde s....
TRANSCRIPT
AydınlıkBU SAYIDA
30KİTAP
TANITILIYOR
19 Ekim 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 34
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
KITA P.
Toplam: 1167
Karanlık
Kuyuya atılan ilk taş… Kadro!
Yağmur hayvanat bahçesinde
Hayalgücününşöhreti:
Neil Gaiman
Hayalgücününşöhreti:
Neil Gaiman
Ustanındönüşü
‘UçurumunKenarında
Dış Politika’
‘UçurumunKenarında
Dış Politika’
Bu hafta her zamankinin aksine tek bir kapak konumuz yok. Birkaç farklı dosyay-
la karşınızdayız. Fantastik ve bilim kurgu alanında yazan Salih Kurt arkadaşımız Neil
Gaiman'ın Türkçeye çevrilen son kitabı vesilesiyle geniş bir Gaiman dosyası hazırladı.
Fantastik edebiyatın okur kitlesinin genişlediği bir dönemde bu alanda en sevilen isim-
lerden biri olan Gaiman'ı okurlarımıza tanıtmayı uygun gördük. Bu alanda vurgu kuş-
kusuz hayalgücüne. Fakat unutmayalım ki, bu eserlerde kurgulanan dünyadan yola çı-
karak gerçek hayata dair çıkarsamalar yapmak mümkün. Fantastik diye adlandırılan
türün anlamı da burada başlıyor.
Türkiye'nin deneyimli siyasetçilerinden Onur Öymen'le yaptığımız söyleşide Türk Dış
Politikasının son on yılını masaya yatırdık. Öymen kitabında yakın dönemde yaşanan
gelişmelerden yola çıkarak geleceğe yönelik saptamalarda bulunuyor.
Yaşar Kemal'in son kitabına dair küçük bir değerlendirmeyi iki hafta önce bu kö-
şeden yapmıştık. Bu sayıda ise etraflı bir inceleme yazısı bulabilirsiniz.
* * *
Yazarımız Seyyit Nezir bu hafta köşesinde Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bir makale-
sine yer veriyor. Tanpınar'ın 1960'ta Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Suçüstü” baş-
lıklı yazısı, dönemi anlamak için önemli bir kaynak olduğu gibi içinden geçtiğimiz gün-
lerde yaşananlarla büyük benzerlik gösteren meseleleri işliyor. Seyyit Nezir köşesini, Tan-
pınar'ın aydın sorumluluğuyla kaleme aldığı bu makaleye ayırarak günümüz aydınla-
rına yol gösteriyor!
Haftaya görüşmek dileğiyle...
Fantastik kurgudansiyasete
İÇİNDEKİLER SUNU
Haftanın Portresi: Jack Kerouac s. 4
s. 5
Ustanın dönüşü s. 6
İnancını ismine taşıyanların örgütü… s. 8
Kuyuya atılan ilk taş…Kadro! s. 9
s. 10-11
s. 12-14
s. 15
Bir yalnız adam: Attila İlhan s. 16
s. 17
Yeni Çıkanlar s. 18-19
Çocuk: Yağmur hayvanat bahçesinde s. 20
s. 21
Alıntı Test-Bulmaca s. 22
19 EK�M 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP
Küçük Prens, Antoine de Saint-ExupérySandıkların içindeki koyunları göre-
bilmeyi öğrenmek için.
Uzun Ömürler Şehri, Kıvılcım Vafi Sevinçleri şehir şehir bir dünya do-
ğurmak için.
Dönekler, Hasan YalçınEtraftaki dansözleri görebilmek için.
Struma, Halit KakınçUnutturulmuş bir katliamı hatırlamak için.
Samizdat, Soner YalçınAğlanacak halimize gülmek için.
ÖneriYorum
GÜVENÇDAĞÜSTÜN
1)
2)
3)
4)
5)
Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.
adına sahibi:Mehmet Sabuncu
Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk
Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt
Aydınlık
KITA P.
Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu
Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç
Editör: Pınar Akkoç
Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı
“Demokrat Parti iktidarı10 yıllık cürüm yönetimidir”
Sadakat ve vicdan;nerede olsa gelip yerini bulan iki sözcük
İnsan aklının ve bilimin boşinanca yanıtı:Varlık kendiliğindendir
Sahaf: İstanbul’a isyan edenBakan Tepeyran’ın anıları!
Kapak: Hayalgücünün şöhreti:Neil Gaiman
“Zikzaklı politikalar Türk DışPolitikasının güvenilirliğini zedeledi”
Evliliğin doğasının belki de temeli
olan şiddet ve aşkın kolkola yürüyüşüne şa-
hit oluyoruz “Bay Fıstık”ta. Yazar henüz
ilk satırlarından niyetini gösteriyor ve in-
sanın iç dünyasına ilişkin açık, dürüst ve
böyle olmakla sert bir roman ortaya çıka-
rıyor:
“David Peppin karısını ilk defa öldür-
meyi hayal ettiğinde, bunu kendi işlediği
bir cinayet olarak değil, tesadüfi bir geliş-
me ya da ilahi bir takdir olarak gözünde
canlandırmıştı.”
David ve Alice Peppin on üç yıllık ev-
liliklerinde Alice’in obezite ve depres-
yonları ve başarısız rejim
denemelerini içinde ya-
şarlarken Alice’in birden-
bire değişmesi ve bir daha
almamak üzere verdiği yet-
miş kilo ile evliliklerinin de
değişmesi sürecini anlatı-
yor ta ki Alice birkaç fıstık
ile kocasının eli boğazında
anafilaktik şok geçirip öle-
ne kadar. Peki Alice, Da-
vid’in söylediği gibi intihar
mı etti yoksa David karı-
sına alerjisi olduğunu bil-
diği halde zorla bir paket
Bay Fıstık marka fıstığı kendi mi yedirdi?
İşte bu noktada devreye dedektif Has-
troll ile Sheppard ve tabii ki eşleri Hannah
ve Marilyn giriyor, her ikisinin de evlilik-
leri David ve Alice’inkinden farklı değil.
Dedektiflerin isimlerine de bu noktada dik-
kat çekmek gerekiyor: Ward Hastroll.
Alfred Hitchcock’un “Arka Pencere” isim-
li romanındaki Lars Thorwald karakteri-
nin bir anagramı* olarak ortaya çıkarken,
Sam Sheppard ise 1954 yılında Ohio’da ka-
rısını öldüren bir doktorun ismi ki kitabın
başında ifadesinin bir kısmına yer verilmiş:
“Geriye dönüp merdivenlerden yuka-
rıya çıktım ve karıma baktım, boynuna do-
kunup nabzını kontrol ettim ve öldüğüne
kanaat getirdim. Zihnimin karıştığını, tu-
haf bir rüyanın kurbanı olduğumu, yolu-
nu yitirmiş birine dönüştüğümü düşün-
düm”
Dedektiflerimiz Alice’in ölümü etra-
fındaki sır perdesini aralama çabaları bir
kenara, kendi evliliklerinde Hastroll’ün ka-
rısı Hannah’nın beş ay boyunca yatalak bir
hastaymışçasına yataktan çıkmayışı örne-
ğin ve Dedektif Sheppard’ın gerçek ha-
yattaki Dr. Sheppard’la büyük benzerlik
gösteren hikayesi ile anlıyoruz
bir kez daha; tüm evlilikler bir-
birine benzer, bilhassa en ka-
ranlık taraflarında…
Adam Ross pek çok gaze-
tede çeşitli köşe yazıları yayın-
lanmış New Yorklu bir yazar.
“Bay Fıstık” yazarın ilk roma-
nı. The Newyorker’a göre
2010’un en iyi kitaplarından. Sa-
hiden de ilk roman için biraz
fazla erkek gözünden (kitabın
büyük bir bölümü kocaların
gözünden, onların cümleleriy-
le anlatılıyor) evliliklere şahit ol-
sak da, gerek işlediği konu, gerek iç dün-
yamıza ilişkin düşünüp de dillendireme-
diğimiz pek çok şeyi dürüstçe anlatmasıyla
gayet başarılı bir roman. Ayrıca roman an-
latım şekli, formu ile de bizleri şaşırtıyor,
pek çok noktada gerçek ile kurmaca, rü-
yalar, alternatif sonlar ile içine hızlıca gi-
rip, sürüklenmekten kendinizi alamaya-
cağınız bir eser.
*Edebiyatta bir sözcüğün harflerinin deği-
şik düzenle başka bir sözcüğü oluşturması
(Bay Fıstık, Adam Ross, Yapı KrediYayınları, Çev: Erhun Yücesoy, 468 s.)
HAFTANIN PORTRES�
Bob Dylan’ın yıllar sonra “Herkes
gibi benim de hayatımı değiştirdi” dediği
kitap, “Yolda”nın yazarı Jack Kerouac,
“Beat Kuşağı” akımının kurucusu kabul
edilen ABD’li romancı ve şairdir.
Kerouac ABD’nin fabrika kentle-
rinden Lowell, Massachusetts’te Fransız-
Kanadalı bir göçmen ailenin çocuğu
olarak dünyaya geldi. Evde Fransız-
ca’nın Joules ağzı kullanıldığı için Ke-
rouac İngilizceyi ancak altı yaşında öğ-
renmeye başladı. Dört yaşındayken abi-
sini bir romatizmal hastalık yüzünden
kaybetti. Katolik okullarında eğitim alır-
ken, futboldaki yeteneği sayesinde spor
bursu kazanıp Columbia Üniversite-
si’ne gitti ve takma isimlerle romanla-
rında yer vereceği arkadaşları Allen
Gingsberg, Neal Cassady ve William S.
Burroughs’la bu sıralar tanıştı. Ağır bir
sakatlık ve antrenörüyle sürtüşmeleri so-
nucu üniversiteden ayrılan, şizoid bir ki-
şiliği olduğu gerekçesiyle askerlik yaptığı
Deniz Kuvvetleri’nden uzaklaştırılan,
arkadaşı Lucien Carr’ın işlediği bir ci-
nayete Burroughs’la birlikte adı karışınca
tutuklanan Kerouac, kefaletle serbest bı-
rakıldıktan sonra 1950’de, ilk kitabı
“The Town and the City”yi yayınladı. Ki-
tap, eleştirmenlerden olumlu tepkiler
alsa da çok az sattı.
Ardından 1951’de yazdığı, fakat dö-
nemin toplumsal yapısına aykırı bulun-
duğu için, isimler değiştirilip, bazı dü-
zeltmeler yapıldıktan sonra ancak
1957’de yayımlanabildi. Arkadaşı Neal
Cassady ile Amerika’nın dört bir yanına
ve Meksika’ya yaptığı yolculukları an-
lattığı kitap caz, cinsellik, uyuşturucu, al-
kol gibi temaları işlediği için büyük yan-
kı uyandırdı. Kitapta “Beat nesli” ifa-
desini Moriarty gibi arabayla ülkeyi do-
laşıp tuhaf işler, kızlar ve zevkler peşin-
de koşan adamları betimlemek için kul-
lanan Kerouac, terimin batı yakası sol-
cu grupları tarafından “Beat isyanı”,
“Beat başkaldırısı” gibi saçma anlamlar
yüklenerek kendi politik ve toplumsal
amaçlarına hizmet edecek şekilde kul-
lanıldığını söyledi. Caz ritimlerinin ha-
kim olduğu roman iki yurtsuz adamın öy-
küsünü anlatırken istemeden, Soğuk
Savaş Amerikasının denetim ve sansür
yoluyla oluşturduğu, tektipleştiren de-
ğerlerle bezeli kültürüne karşı bir “kar-
şı - kültür” olarak benimsendi ve isyan-
cı gençliğin el kitabı haline geldi. Ame-
rika’nın büyük kitabevlerinde raflara
değil kasanın arkasına konmasının, İn-
cil’den sonra en çok “araklanan” kitap
olmasından kaynaklandığı söylenir.
Bugün Amerika’nın modernizmi ile
post-modernizmi arasında köprü kuran
“Yolda” için Jack Kerouac Marlon Bran-
do’ya bir mektup yazmış ve ünlü oyun-
cudan kitabın film haklarını alarak beyaz
perdeye taşımasını istemişti. Christie’s ta-
rafından açık arttırmada satılan mektupta
Kerouac şunları yazmıştı: “Benim iste-
diğim Amerikan tiyatro ve sinemasını ye-
niden yaratmak, spontane bir hava kat-
mak, ‘durum’la ilgili var olan önyargıla-
rı ortadan kaldırmak ve insanların gerçek
hayatta yaptıkları gibi abuk subuk ko-
nuşmalarına izin vermek. Bu işten tek
beklentim istediğim her şeyi yazabilecek
kadar özgür olmak, aç kaldıklarında
dostlarımı besleyebilmek ve annem için
endişelenmeme lüksüne sahip olabil-
mektir.” O zaman geri çekilen bu tekli-
fin ardından film bu yıl Walter Salles yö-
netmenliğinde gösterime girecek.
Meksika’ya yaptığı yolculukta Mar-
garita’nın en sevdiği içki olduğunu söy-
leyen Kerouac, 1969’da St. Petersburg,
Florida’da sirozdan kaynaklanan şiddetli
iç kanama nedeniyle kırk yedi yaşında ha-
yata gözlerini yumdu.
Yazarın diğer kitapları “Zen Kaçık-
ları”, “Beat Kuşağı”, “Yeraltı Sakinleri”,
“Yalnız Gezgin”, “Paris’te Satori” ve
“Pic”tir.
Jack Kerouac(12 MART 1922 – 21 EKİM 1969)
“�stedi�im her �eyiyazabilecek kadarözgür olmak, açkald�klar�ndadostlar�m�besleyebilmek veannem içinendi�elenmemelüksüne sahipolabilmekistiyorum”
Dedektif Sheppard’�ngerçek hayattaki Dr.Sheppard’la büyükbenzerlik gösterenhikayesi ile anl�yoruz birkez daha; tüm evliliklerbirbirine benzer, bilhassaen karanl�k taraflar�nda
19 EK�M 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP
DİLAN ÖZTÜ[email protected]
K�TAPTANK�TAPTAN“- o sırada değil ama daha sonra yaşadığı dehşet saatlerinde- cinayette çok
kritik bir orta nokta, sadece disiplin ve kararlılıkla aşılan bir geçiş noktası, bir
boşluk olduğunu ve daha önce denenmemiş herhangi bir işte olduğu gibi (bir
sporu öğrenmek ya da roman yazmak gibi), ayrıntılarının ya da üstesinden gel-
menin gerekliliklerinin ve bunun için gerçekten ihtiyaç duyulan zamanın (saniyeler,
dakikalar ya da yıllar), eylem bizzat tanımlanmadan ve suç işlenmeden açığa çık-
madığını fark etti.”
Karanlık
“Yeryüzünde her şey insanın, insan düşüncesinin yapıtıdır.”
20. yüzyılın sonlarından üçüncü bin-
yılın ilk on yılına değin bilimin ve düşünce
dünyasının üzerinde yepyeni bir iklim his-
sediliyor. Soğuk Savaş sonrasının ilk on
yılında yaşanan tek kutuplu dünyanın ha-
kimi ABD’nin estirmeye çalıştığı köktenci,
bilimdışı ve mistik iklimin karşısında
akıla ve bilime dayanan düşünce akımları
dirayetli bir biçimde bu boş inanç mer-
kezine savaşmaktadır.
TÜRK�YE’DE BO��NANÇKAR�ISINDAK� ÖNCÜLER90’lı yılların Türkiyesinin düşünsel ikli-
minde Aziz Nesinler, Turan Dursunlar,
Abdullah Rıza Ergüvenler, Bahriye Üçok-
lar, İlhan Arseller dinin gündelik yaşamı
düzenleme girişimine ve bu alandaki
hakimiyetine karşı bilimi merkeze alan,
hatta kimi zaman aşırılıklara varan bir
hava estirmişlerdir. Dönemin antide-
mokratik ve bilimdışı görüşlerine karşı bu
çabalar önemli başarılar elde etmiş ve baş-
ta Bilim ve Ütopya dergisi olmak üzere
çeşitli yayınlar Türkiye’nin düşün insan-
larını etkilemiştir.
Neoliberalizmin yükselişinin ve post-
modernizmin küreselleşmenin zemini
üzerinde kazandığı mevzinin sonucu ola-
rak boşinançlar bilimsellik kisvesi altında
tekrar ortaya çıkmış ve yeni bir düşünsel
iklim yaratmıştır. Şimdilerde Türkiye te-
levizyonlarında bilimsellik kisvesi altında
bu yeni düşünsel iklimin ürünleri tanıtıl-
makta Dr. , Doç. , Prof. Dr. ünvanı taşıyan
şarlatanlar tarafından bu ürünler halka da-
yatılmaktadır. Türkiye’de Caner Taslaman,
Ender Saraç gibi uzmanlar tarafından
savunulan yaratılış mitleri, new age dinleri,
tamamlayıcı tıp adı altında ortaya çıkan
modernleştirilmiş koca karı reçeteleri ek-
ranlarda baskın durumdadır. Yine bu
dönemde bir TV kanalında Evrim kar-
şıtları bilim adamlarıyla bilim jargonunu
kullanarak tartışmalar yürütmüş ve halk
bu programları ilgiyle izlemiştir.
KÜRESEL SAVA� TÜRK�YE’DE DECEPHELER�N� GEN��LET�YORTam da bu ortamda Harun Yahya lakaplı
Adnan Oktar gibilerle Richard Dawkins
gibi evrim biyologlarının tartışmaları
yepyeni bir anlam kazanmaktadır. Bilimin
yol göstericiliğine karşı bilimdışının ve do-
layısıyla egemenlerin gündelik hayatı
belirleme çabalarına sahne olan bu sa-
vaşta, evrenin tarihçesi, canlılığın köke-
ni, hayatın anlamı gibi konular yeni cep-
helerin konularını oluşturmaktadır. Tu-
ran Dursunların izinde yürümüş olan Ab-
dullah Rıza Ergüven’in “Evren-Doğa
Varlığın Kendiliğindenliği” (Berfin Ya-
yınları) başlıklı çalışması böyle bir or-
tamda okuyucuyla buluşuyor.
Sözü edilen düşünsel savaşın aydın-
lanmacı cephesinde savaşan Stephen
Hawking, Richard Dawkins, Walter Le-
win, Carl Sagan gibi küresel aktörlerin
yanı sıra Türkiye’den de Abdullah Rıza
Ergüven, A. Celal Şengör, Saffet Murat
Tura gibi aralarında ciddi ayrılıklar bu-
lunan aydınlar karşılarında savaşan bi-
limdışının mücahitlerine karşı önemli
başarılar elde ediyorlar.
EVREN�N KEND�L���NDENL���Abdullah Rıza Ergüven, kitabında, dinsel
söylenin, gelenek ve göreneklerde yaşayan
ilkel inanışların karşısına bilimin ve aklın
öyküsüne yer veriyor. Richard Dawkins,
“Tanrı Yanılgısı” adlı kitabında kutsal
metinlerin Tanrı anlayışına karşı argü-
manlarını sıralarken bu inanışların daya-
naklarını ve kaynaklarını yeterince ele al-
mamış ve dahası bunlara karşı bütüncül bir
bilimsel açıklama ya da anlatı sunmamış-
tır. Zaten böylesi bir boşluğun tek bir ki-
tapla ya da tek bir yazarla doldurulması ol-
dukça güç. Ancak yine de kimi temel nok-
talar Ergüven’in eserinde yer almaktadır.
Dilin ve söylenin kökeninde insanın üre-
tim süreçlerini, çeşitli antropologların ve
dilbilimcilerin eserlerine gönderme ya-
parak; canlılığın kökenine ilişkin bilimin
elde ettiği bulgulardan oluşan bilimsel an-
latıya biyologların ve nörologların eserle-
rine değinerek; evrenin kökenine daha
doğrusu kendiliğindenliğine ve süreklili-
ğine ilişkin saptamalarını fizik ve kimya-
daki bulgu ve kuramlara göndermede
bulunarak okuyucuyla paylaşan Ergü-
ven’in çalışması birçokları için temel bir
başvuru kaynağı niteliğindedir.
BAZI GÜÇLÜKLER VEEKS�KL�KLERİçinde bulunduğumuz düşünsel savaşta
kitabın önemini ve özgünlüğünü inkar et-
mek mümkün değil. Ancak kitabın ek-
sikliklerinin ve yetersizliklerinin böylesi
bir savaşta bir an önce giderilmesi ge-
rekmektedir. Öncelikle, varlığın kendili-
ğindenliğini ortaya koymak için bilimin
sözü edilen sorunlara ilişkin açıklamala-
rını anmak ya da bilimin karşısında en
güçlü konumu elinde bulunduran kutsal
metinlerin açıklamalarının dayanakla-
rını boşa çıkarıp bunların gerçek kö-
kenlerini bilimsel bir açıdan ele almak ye-
terli değildir. Varlığın kendiliğindenliği bi-
limsel değil felsefi bir sorundur. Zira bi-
lim düzleminde kalındığı sürece varlık ya
da daha doğrusu varolanlar hali hazırda
verilidir ve onların ortaya çıkmadığı ya da
var olmadığı bir dönemi kurgulamak
zaten bilimin alanının dışına düşmekte-
dir. Dolayısıyla varlığın kendiliğindenli-
ğini varlığın yaratılışına ya da Büyük
Patlama kuramına karşı savunmak felsefi
bazı soru ve sorunlara yanıt vermeyi ge-
rektirmektedir. Böylesi bir yanıtın da
felsefenin varlıkbilim alanına ve sonra-
sında da bunun bilinebilirliği sorunlu
gözükeceği için bilgi kuramı ve zihin
felsefesi alanlarına eğilmeyi gerektirdiği
açıktır. Kitap bu zorunlu işlerin üstünden
atlamaya çalıştığı ölçüde iddia ettiği tezi
savunmada zorluk çekmektedir.
Kitapla ilgili daha teknik bazı aksak-
lıklardan da söz etmek yerinde olacaktır.
Kitabın dizgesel bir bütün olmayışı ve ko-
nuların dağınık bir biçimde ele alınışı te-
zin ve tezin dayanaklarını anlamada güç-
lük yarattığından yazar hedeflediği sonu-
ca ulaşmada okuyucusunu zor bir du-
rumda bırakmaktadır. Bunların dışında ya-
zarın seçtiği sözcükler gündelik dilin dışına
düşmekte ve bu nedenle de kitabın takip
edilmesinin önünde bir engel teşkil et-
mektedir. Dileriz, kitabın ileriki baskıla-
rında bu sorunlar giderilir. Bütün bu ak-
saklıklara rağmen, Ergüven, eserini ya-
zarken oldukça geniş bir yelpazeden ve çok
farklı alanlardan yararlandığından, boşi-
nanç karşısında mücadele etmek iste-
yenlere faydalı bir bilgiler demeti sun-
maktadır. Kant’ın ünlü “Aydınlanma Ne-
dir?” başlıklı bildiri niteliğindeki yazısın-
da belirttiği gibi bilmek için aklını kul-
lanmaya cesaret edenlerin mücadele bay-
rağını daha da yükseklere çıkartmaya ça-
lışan Abdullah Rıza Ergüven’i, bu vesileyle,
ölümünün 11. yılında minnetle anıyoruz.
(Evren-Doğa VarlığınKendiliğindenliği, Abdullah RızaErgüven, Berfin Yayınları, 180 s.)
Abdullah R�za Ergüven, kitab�nda, dinsel söylenin,gelenek ve göreneklerde ya�ayan ilkel inan��lar�nkar��s�na bilimin ve akl�n öyküsüne yer veriyor
CENK ÖZDA�[email protected]
5Aydınlık KİTAP
İnsan aklının ve biliminboşinanca yanıtı:
Varlık kendiliğindendir
19 EK�M 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP
Efsane sona erdi, on yıl sonra
beklenen kitap okuyucuyla buluştu.
Yaşar Kemal’in yıllardır beklenen ki-
tabı “Bir Ada Hikâyesi” serisinin
dördüncü kitabı “Çıplak Deniz Çıp-
lak Ada” Yapı Kredi Yayınları’ndan
çıktı. Ustanın son kitabı da her kitabı
gibi edebiyat dünyasını yine sarstı.
Toplumcu gerçekçi roman akı-
mının öncülerinden Yaşar Kemal,
“İnce Memed” romanıyla edebiyat
dünyasına atılır. Anadolu'daki halkın
sefaleti, cahil bırakılmışlığı ve ağa-
lık sistemi eleştirilir. Hem de bunu
o kadar mükemmel bir dille yapar ki;
roman yazmaz, efsane anlatır. Ana-
dolu’nun artık sesi vardır. Doğa be-
timlemeleriyle, türküleriyle, efsa-
neleriyle Anadolu konuşuyordur
bizlerle. “İnce Memed”in ardından
“Dağın Öte Yüzü” üçlemesiyle pa-
muk ırgatlarının yoksulluklarıyla ta-
nışırız. Batıl inançlarına, efsanelerin
nasıl doğduğuna ve nasıl çöküğüne
şahit oluruz.
EFSANEN�N DO�U�UAncak sadece Çukurova yoktur Ya-
şar Kemal’in romanlarında. Yeri
gelir efeleri öğrenirsiniz, yeri gelir
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki mü-
badeleye dahil olursunuz. İşte “Bir
Ada Hikayesi” de mübadelenin öy-
küsüdür. Yaşar Kemal yayınevi ara-
cılığıyla verdiği röportajda dörtle-
menin doğuşunu şöyle anlatıyor:
“Bizim köyümüzde okul yoktu.
İlkokulu okumak için Kadirli’de bir
akrabamızın evine gittim. Bir süre
orada kaldım. Ama o evde kalmak
istemediğim için okula kendi kö-
yümden yürüyerek gidip gelmeye
başladım. Yürürken hep bir köyden
geçiyordum. Bu köyle ilgili bazı şey-
ler duymuştum. Bu bölgeye yaban-
cı insanlar gelmiş, yerleşmişler. Sıt-
madan ölmüşler, etraftan çeşitli kö-
tülükler görmüşler. İlkokulun so-
nuna kadar o köyden hep geçtim.
Hep hikayelerini duydum, dinle-
dim. Biraz büyüdüm, ilkokulu bitir-
dim. Köyün önünden tekrar geçtim.
Büyük bir baca gördüm. O bacayı
Ceyhan Irmağı’ndan topladıkları
taşlarla yapmışlar. Kalın yüksek bir
baca... Ortaokula geldiğim zaman
Hemite köyünde babamın akraba-
larından annemin de arkadaşı bir ka-
dın bana o köyde ne olduğunu an-
lattı. Birlikte ormanın içine gezme-
ye gittik. Kadın, ‘Bak oğlum. Bura-
da göçebeler, mübadiller vardı. Bun-
lar Yunanistan’dan gelen Türklerdi.
Böyle üç köy vardı Anavarza’nın ya-
nında. Çok güzel köyler.’ Bu köyü,
hikayesini öğrendim. O köye yer-
leştiklerinde çok güzel evler yap-
mışlar, köyü güzelleştirmişler. Et-
raftaki köylüler bu insanlara zulüm
yapmışlar. Bu insanlar ‘Bir gün gi-
deceğiz’ deyip gitmişler. 15-16 yaşı-
ma geldiğimde bu insanların nere-
ye gittiklerini bulmaya çalıştım. Bu-
lamadım. Bulamadı-
ğıma çok üzüldüm.
Abidin Dino’ya bu Çu-
kurova’daki köyün,
mübadillerin hikayesi-
ni anlattım. ‘Ne duru-
yorsun, en güzel konu
bu. Bunu şimdiye ka-
dar hiç kimse doğru
dürüst yazmadı. Doğru
dürüst diyorum ama
belki de kimse yazmadı’
dedi…
…Ben ‘Bir Ada Hi-
kâyesi’ romanlarımda
mübadeleyi yazdım. Be-
nim için mübadele sadece bu ro-
manlarda anlattığım mübadele de-
mek değil. Benim ailem de müba-
dele yaşamış. Ruslar
Van’a geldiği zaman bi-
zimkiler sürgün olmuş-
lar. Bütün Anadolu’da
gezmişler, Çukurova’da
bu köye yerleşmişler. Bu
mübadele hikayesini bu
hırsla yazdım. Bu dört-
lü belki de roman gibi
roman değildir, acıları-
mı, üzüntülerimi, öfke-
mi, sevinçlerimi, sevgimi
döktüğüm belki başka
bir anlatım çeşididir.”
MÜBADELEN�N ÖYKÜSÜSerinin birinci kitabı “Fırat Suyu Kan
Akıyor Baksana” mübadele sonucu
boşaltılmış Rumların yaşadığı bir
adaya (Karınca Adası), savaşlar so-
nucu yerini yurdunu yitirmiş insan-
ların yerleştirilmesiyle başlar. Kita-
bın ana karakterlerinden Poyraz
Musa, Sarıkamış’ta hayatta kalma-
yı başarmıştır ama savaş sonrası
kanlıları peşine düşer ve Karınca
Adası’na sığınır. Adada tek değildir.
Mübadeleden kaçan Rumlar ve sa-
vaşın evsiz bıraktığı Anadolu’dan her
kökenden insanlar da adaya sığın-
mıştır. Kitap, savaş mağduru bu in-
sanların ortak bir yaşam kurma ça-
balarını anlatır. Ancak bu umut-
suzluğun romanı değildir, her Yaşar
Kemal romanı gibi kötü şeyler ya-
şansa bile her zaman umut vardır.
İkinci kitap “Karıncanın Su İç-
tiği” ise beklemenin ve sabrın ro-
manıdır. Bir yandan savaştan dön-
meyenler beklenir, bir yandan sür-
günler yurtlarını hayal ederler. De-
nizciler balıkları, aşık-
lar kavuşmayı bekler
ve sabreder.
Üçüncü kitap
“Tanyeri Horozla-
rı”nda yeni bir yaşam
kurma çabası, özlem,
umut, sabır ve geç-
mişin acılarının yanı
sıra sevgi vardır. Her
şeye rağmen sevmek,
aşık olmak.Gelelim son ki-
taba… Efsane bu ki-tapla son buluyor.Adaya yeni gelen
çift Kerim ve Peri, Poyraz Musa’nınkanlıları tarafından gönderilmiştir.Kerim’e Poyraz’ı öldürmeden günyüzü yoktur, kanlılar onun da pe-şindendir. Ya Poyraz’ın canını ala-caktır ya da kendi canından olacak-tır. Okuyucuyu bekleyen en önem-li olay kuşkusuz bu. Onun haricindesevdalılar birbirlerine kavuşacak-lar. Ancak Hristo Reis’in başınabeklenmedik bir olay gelecektir. Onyıldır beklenen kitap için daha faz-la şey söylemek haksızlık olur.
HER �EYE RA�MEN UMUTDörtlemeye henüz başlamamış oku-
yucular için serinin tamamına dair
bir şeyler söylemek gerektiği kanı-
sındayım. Yaşar Kemal’in her ro-
manında her serisinde hissedeceği-
niz efsane dinliyormuşsunuz havasını
veren mükemmel dili bu seride de
karşınıza çıkıyor. Betimlemeler, in-
sanın doğayla özdeşleşmesi, doğanın
insanla uyumu yine dikkat çeken
özelliklerden. Yaşar Kemal yine
okuyucuya mesaj vermeden de geç-
miyor. İlk kitabın ismi Yezidilerin uğ-
radığı kıyım sonucu Fırat nehrinin
kırmızıya boyanmasına dikkat çeki-
yor. Mübadelenin insanları, özellikle
de savaşın insanları yok edişini güç-
lü gözlem gücüyle gözler önüne se-
riyor. Bence dörtlemede en çok dik-
kat çeken adada her etnik kökenden
insanın bir arada yaşamayı becere-
bilmesi. Şu günlerde en çok ihtiyaç
duyduğumuz birlik duygusunun Ka-
rınca Adası’nda sağlandığını göre-
bilmek mutlu ediyor insanı. Yaşar
Kemal’in kitaplarda verdiği umut –
her şeye karşın ortak yaşama çaba-
sı- okura da tesir ediyor ve umutla
doluyor, düşünüyorsunuz. Umut ve
birlik hissinden sonra kitapta vur-
gulanan diğer önemli unsur savaş-
ların yarattığı felaket. Savaşın ve vah-
şetin yaşandığı her güne inat Yaşar
Kemal adasıyla bir kez daha hatır-
latıyor bize insan olmayı ve her şeye
rağmen insanı sevebilmeyi.
(Çıplak Deniz Çıplak Ada/BirAda Hikayesi-4 , Yaşar Kemal,
Yapı Kredi Yayınları, 272 s.)
Ustanın dönüşü
DEN�Z ANTEPO�[email protected]
Kitap, savaşmağduru bu
insanların ortakbir yaşam kurma
çabalarınıanlatıyor. Ancak
bu umutsuzluğunromanı değildir,
her Yaşar Kemalromanı gibi kötü
şeyler yaşansa bileher zaman umut
vardır
Ya�ar Kemal
YAŞAR KEMAL’DEN ON YIL SONRA GELEN ESER: “ÇIPLAK DENİZ ÇIPLAK ADA”
Umut ve birlik hissinden sonra kitapta vurgulanan di�er önemli unsur sava�lar�n yaratt���felaket. Sava��n ve vah�etin ya�and��� her güne inat Ya�ar Kemal adas�yla bir kez daha
hat�rlat�yor bize insan olmay� ve her �eye ra�men insan� sevebilmeyi
Umut ve birlik hissinden sonra kitapta vurgulanan di�er önemli unsur sava�lar�n yaratt���felaket. Sava��n ve vah�etin ya�and��� her güne inat Ya�ar Kemal adas�yla bir kez daha
hat�rlat�yor bize insan olmay� ve her �eye ra�men insan� sevebilmeyi
19 EK�M 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP
Ülkemizin önemli tarihçilerin-
den, özellikle de sosyal ve siyasal ta-
rih denildiğinde ilk akla gelen isim-
lerden birisidir Ergun Hiçyılmaz.
Bir süre önce Milli Mücade-
le’nin en önemli gizli örgütü “Ka-
rakol”u anlatan bir kitabı yayınlan-
dı. Bugüne kadar kaleme aldığı yet-
mişi aşkın kitabın içinde özel kuv-
vetler ile gizli servislere de ilgisiz kal-
mayan Hiçyılmaz’ın “Karakol: Türk
Devriminde Bir Gizli Örgüt” eseri
“Teşkilat-ı Mahsusa”nın da bütün-
lüğünü sağlar durumda.
Tanıyanlar bilir; hem derin bir ta-
rih birikimine sahiptir hem de sıkı bir
Fenerbahçelidir Ergun Hiçyılmaz.
Hiçyılmaz’ı arkadaşım Deniz
Toprak’la birlikte 6. Beyoğlu Sahaf
Festivali’ndeki standında ziyaret et-
tik. Aynı zamanda yarım asırlık bir
gazetecilik geçmişine sahip olan ve
Beyoğlu Tokatlıyan Pasajı’nda bir sa-
haf dükkânı bulunan usta tarihçi Er-
gun Hiçyılmaz’la “Karakol: Türk
Devriminde Bir Gizli Örgüt” eseri
üzerine konuştuk. Söyleşimizi keyifle
okuyacağınızı umuyoruz.
Milli Mücadele’de “Mim Mim”, “Teşkilat-ı Mahsusa” gibi bir çokörgütten sıkça bahsedilirken “Ka-rakol” örgütünün adının çok fazladillendirilmediğini görüyoruz. Siz-ce bu durum neden kaynaklan-maktadır?
Bence bu biraz da konuyla ilgi-
lenen insanların tembelliğinden kay-
naklanıyor, açıkça söyleyeyim. Biz-
de araştırmalar ol-
dukça meşakkatli-
dir, çok zaman alır.
Altyapısı da yoksa
eğer zor bir iştir.
Dönelim ister-
seniz Karakol ör-
gütüne; “Kara” ve
“Kol” . Hatta Vasıf
Bey de bunu soyadı
olarak almıştır. Bu
çok ilginç bir şeydir.
Hiçbir İngiliz’in MI5
ya da CIA soyadı al-
dığını göremezsiniz.
Ya da Mossad so-
yadlı birisini göre-
mezsiniz. Ama Türkiye’de “Karakol”
soyadını almış, inancını ismine taşı-
mış insanları görüyorsunuz.
Burada sadece başlangıç kısmı-
nı yaptım. Yakında yayınlanacak
olan kitabımda Karakol örgütünün
talimatnamesini verdim, ancak bu-
rada vermedim.
“Karakol Örgütü” bizde Karakol
örgütüdür ama bazı kumandanlar
“Mim Mim Grubu” ismini de kul-
lanır. Vatansever bir kurum olarak
çeşitli isimler kullanılır. Fakat Ka-
rakol örgütü dediğimiz zaman Teş-
kilat-ı Mahsusa’nın yapısından kay-
naklanan daha doğrusu İttihat ve Te-
rakki’den kaynaklanan bir birimin
ana kollarından birisidir.
Peki, sizce nedir Karakol Örgütü?Bana göre Teşkilat-ı Mahsu-
sa’nın devamı niteliğindedir. Bu ara-
da biz buna Karakol Örgütü derken
Sovyetler ise “Karakol İhtilal Ör-
gütü” der. İşte Sovyetleri cezbeden
de budur. Ankara Hükümeti adına
ilk anlaşmayı da Karakol Örgütü ile
yapmışlardır. Ekim İhtilali’ni ya-
panların Anadolu İhtilalini yapanlar
ile birlikte bir anlaşma yapması son
derece cezbedici gelmiştir. Yani ba-
ğımsızlığı yok eden emperyalist Av-
rupa’ya karşı olmaları onlara çok ca-
zip gelmiştir. Ve o sırada da Karakol
en önde bir kurumdur.
“�TT�HATÇILARLA AYNIYEM�N; FARKLI YÖNTEM”Karakol’u inşa edenler İttihatçıdırdiyorsunuz. Karakol’un yemini İtti-hatçılarla aynı ama yöntem farklı…
Belki de İttihat ve Terakki’nin iç
ve dış politikasını ortaya koyacak bir
savunma sistemi üze-
rine yemin ediyorsu-
nuz.
Ordunun veya ül-
kenin bağımsızlığı
konusunda gerekti-
ği gibi çalışmayanı,
sorumluluk üstlen-
meyeni, kaçanı, iş-
birlikçilik yapanı vu-
rurum diyen bir ye-
min sistemi vardır.
Diğerinde de vardır
ama o daha incedir.
Karakol örgütü bu-
nun şiddet ve cebir
yoluyla yapılmasını ortaya koymuş-
tur. Dolayısıyla Karakol dışında veya
içinde olup da o zamana kadar bu
örgütle fazla bağıntı kurmamış olan
Mustafa Kemal’in yakınlarındaki
bazı kişilerin dikkatini çekmiştir.
Demişlerdir ki; “Bizim Milli Müca-
delemizin kumandanı kimdir?”.
Çünkü, Karakol bunu söyler orada.
Siz misiniz, Mustafa Kemal Paşa mı,
yoksa bir başkası mı? Bu soruyu sor-
makla oradaki ölüm fermanının or-
taya konmasını istemişlerdir. Bu-
nun üzerine Mustafa Kemal orta bir
yol bulunmasını düşünmüştür. Hep-
sini asıp kesmemiştir veya mahke-
meye sevk etmemiştir. Sadece Ka-
rakol örgütünü kapatalım, yeni bir
örgüt bir kuralım demiş, böyle bir
denge istemiştir.
Mesela Sovyetler Birliği’yle an-
laşmayı ilk defa Karakol örgütü
yapmıştır. Ama onlar çok iyi bir ni-
yetle yaptılar bunu. Sovyetler Birli-
ği’ni keşfedip, silah yardımını sağ-
lamak ve Anadolu hükümetine ta-
nıtmak için yaptılar. Yoksa bu an-
laşmayı yapıp da Anadolu hükümeti
temsilcisi olarak çıkmadılar oraya.
“KARAKOL BÜTÜNÖRGÜTLER�N ANASIDIR”Yani bir bakıma durumdan vazife çı-karmışlar diyebilir miyiz?
Yani evet. Sonuçta Karakol ör-
gütü Milli Mücadelenin yapılaşma-
sında, silahlanmasında Teşkilatı
Mahsusa’dan sonra daha derli top-
lu çalışmıştır. Kendinden sonra gel-
miş olan “Mim Mim” veya “Felah
Grubu”na yol açmışlardır. Yoksa
bu örgütler silah kaçırmasını nere-
den bilecekler? Karakol’un adamları
istihbarat anlamında da “Cin” gibi-
ler. Bu istihbaratı da yapmış olma-
ları Milli Mücadelenin kazanılma-
sındaki en büyük unsurdur. Onun
için Karakol örgütünü ben yurtsever
bir örgüt görmek durumunda değil,
zorundayım.
Tam olarak söylemek istediğim
şey Milli Mücadele sırasında kurul-
muş bütün örgütlerin ana yeridir.
Onların hepsi Karakol örgütünden
çıkmıştır. Yani ben isim listelerinden
Felah Örgütü’nden gösteriyorsam,
bu Karakol örgütünden olmadığı an-
lamında değildir. Dolayısıyla Kara-
kol örgütüne hizmet edenler içeri-
sinde Boğazlar kumandanı da vardır,
Cambaz Mehmet de. Bunlar hep
Karakol içerisindedir. Bu hususi-
yetlerle birlikte Karakol devrini ta-
mamlamadan yeni bir devrin açıl-
ması için defteri kapatılmış bir ör-
güttür.
Bu güzel sohbet için size teşek-kür ediyoruz. Son olarak şunu sor-mak istiyorum: Yeni birkitap hazırlığınız var mı?
Evet, “Çerkez Ethem
ve Yeşil Ordu Bolşevik
Taburu” adlı bir kitap
hazırlıyorum. Bu kitapla
Karakol örgütü daha da
ortaya çıkacak. Ben bu-
rada Karakol örgütüne ve
Sovyetlere temas ederken
belli bir yerde çok fazla
açıklama yapmadım. O
ayrıntı Doğu Şurası ko-
nusunda ortaya çıkacak.
Konu kapanmamak üze-
re açılmıştır. (Gülerek)
(Karakol: TürkDevriminde Bir Gizli
Örgüt, ErgunHiçyılmaz, Destek
Yayınevi, 415 s.)
İnancını isminetaşıyanların örgütü…
Milli Mücadele’nin örgütleri olan ve faaliyetinden çok s�n�rl� olarak söz edilen “Karakol”unmeydana geli�i ve kimler taraf�ndan olu�turuldu�u biliniyordu, ancak kadronun ortaya ç�k�� ve
biti� evreleri tam olarak ortaya konulmam��t��ENOL Ç[email protected]
Milli Mücadelesonrasının
Ankara’sında yenibir başlangıca yolaçmıştır Karakolörgütünün sonu.
Tartışmalarİttihat ve
Terakki'den yolaçıkılarak Meclis'e
aksedecek veiktidar ile
muhalefetinmücadelesi olarak
yansıyacaktır
Ergun Hiçy�lmaz �enol Çar�k’�n sorular�n� yan�tl�yor
Foto
�raf
: Den
iz T
opra
k
19 EK�M 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAP
Efendiler,…Dış politikamızca, milletin ya-
rarına gerekli bulunan esasları içinealan tamamen bağımsız ve bağlantı-sız bir politika izleyeceğiz…
(Atatürk’ün 1921Meclis açılış konuşması )
Psikiyatr Engin Geçtan, “İnsan
Olmak” kitabında, “Yirminci yüzyı-
lın ilk yarısında, toplum normlarına
uyma oranının normalliği, bu kural-
lardan sapma oranının ise normal-
dışını belirlediği görüşü egemendi.
Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra, toplumların da bazen hasta
olabileceğinin fark edilmesi üzerine
bu görüş geçerliliğini önemli ölçüde
yitirmiştir. Hasta toplum, bünyesin-
deki normal bir davranışı normaldı-
şı olarak yorumlayabilen toplum-
dur.” der. İçinde yaşadığımız toplu-
mu “hasta” olarak tarif etmek, öl-
çüsüz bir sav olarak değerlendirile-
bilse de; marazlı olduğunu söylemek,
zannımca aynı algıyı yaratmayacak-
tır. Şüphesiz ki her toplum bir çeliş-
ki ve çekişme yumağıdır. Gelin görün
ki, Anadolu coğrafyası hem jeopoli-
tik konumu, hem de üzerinde yaşa-
yan halkın göçebe
genetiği nedeniy-
le, her daim hava-
dan nem kapmaya
müsait; bir mara-
ziyet sathıdır.
Göçebe vurgu-
su şundandır: Koca
bir imparatorluk
haline gelmiş Os-
manlı’da dahi, yer-
leşik hayata geçme-
mek için direnen,
yeri geldiğinde dev-
let ricaline kafa tu-
tan bir halkın torun-
ları, bugünün gide-
rek kentleşen haya-
tında da tam anla-
mıyla kentli olamamakta; kural ve
kaideleri dikkate almak yerine, tıp-
kı bir göçebe gibi anlık hareket et-
mektedir. Tabir-i caizse; gündelik yü-
rüyüş her defasında kaldırımı bırakıp,
ana yola taşmaktadır. Bu yüzdendir
ki Türk insanı, artık mizah prog-
ramlarında espri konusu olabilecek
ölçüde, kuralsızlığın,kolaycılığın ve
pratik zekanın simgesi haline gel-
miştir. Ancak bu kural tanımazlığın,
biraz dikkat edildiğinde örgütlü bir
hal almadığı fark edilecektir. Toplu-
mun genelinde, muhalif ve eylemci
bir meleke oluşmamıştır. Peki bu so-
nucu doğuran tek neden göçebe ge-
netik midir? Elbette ki hayır!
Dini gerçeklerden yola çıkarak de-
ğil de, geleneğin yarattığı din anlayı-
şından ilham alarak toplumsal haya-
tımıza giren bazı klişeler vardır. Bun-
lardan biri de, şeytanın sol omzu-
muzdan bizi izlediği inanışıdır. Bu ba-
sit görülebilecek batıl itikat, esasında
Türk siyasi ve sosyal hayatında “sol
düşünce”nin makus talihini de özet-
ler. Sol her daim, şeytan icadı veya ga-
vur işi olarak görülegelmiştir. Bu se-
beptendir ki Türk siyasi hayatında,
Aziz Nesin’in “Zübük” adlı eserini
doğrularcasına; iktidar hırsı içinde
olanlar muhafazakarlığı şiar edin-
miş ve dini jargonları siyasetin ayrıl-
maz bir parçası haline getirmiştir.
Halbuki uygulamada, tam bir tezat-
lar silsilesi ortaya çıkmaktadır.
DAVOS’UN EKONOM�KBOYUTU“Davos benim için bitmiştir” sözüy-
le maruf Davos Toplantısı'nda, bi-
lindiği üzere İsrail ile ilişkiler geril-
miş ve hatta bu ilişkilerin dondurul-
ması bile gündeme getirilmiştir.
Oysa, 31 Ocak 2012
tarihli Habertürk
gazetesinin ekono-
mi sayfasında, iki
ülke arasındaki iliş-
kinin geldiği nokta
şu şekilde özetlen-
miştir: “Türkiye ve
İsrail arasındaki
ekonomik ilişkiler
siyasi kriz tanımı-
yor. Siyasi gergin-
liğe rağmen İsra-
il'in Türkiye'ye ih-
racatı 2011 yılında
yüzde 42 artarak
1,85 milyar dolara
tırmandı. Aynı şe-
kilde Türkiye'den
ithalatı da yüzde 20 artış
göstererek 2,1 milyar dolar olarak
gerçekleşti.”
Yine halk kitlelerince mütedey-
yin olması ile takdir edilen Başbakan
Erdoğan’ın, kendisini “Büyük Orta-
doğu Projesi'nin Eş Başkanı” olarak
tanımlaması, takriben üç yıl önce; vi-
zeyi dahi kaldırdığımız ve Başba-
kan’ın kardeşim Esad diye hitap et-
tiği Suriye hükümeti ile gelinen bu-
günkü ahval, Amerika ile su sızmaz
ilişki biçimi, büyük tezatın diğer par-
çalarıdır. Türkiye, Müslüman bir ül-
keye savaş açma pahasına, son kon-
jonktürde “Müslüman Dünya”nın li-
derliği konumuna soyunmuştur.
Geçtiğimiz hafta ölüm yıldönü-
münde andığımız Attila İlhan, 2004
yılında Cumhuriyet gazetesindeki
köşe yazısında bakın neler söylüyor:
“…on yıl kadar önce, Türkiye’yi zi-
yaret eden, Graham Fuller adında-
ki zat -ki CIA ile ilişkisi müsellemdir-
demişti ki, ‘Türkiye’de İslamın oto-
matik bir tehlike olarak kabul edil-
mesi yanlıştır. Son elli yılda, yapay
olarak baskı görmesinin bazı meşru
sebepleri olabilir, ama artık Türkiye
kendisiyle barışmalıdır. Geçmişte
Türkiye, Ortadoğu için bir modeldi,
bugün de olmaya devam ediyor.
Hele demokrasi ile İslamı bir arada
yaşatacak bir formül bulunursa,
İran’a ve Arap alemine büyük bir ön-
cülük yapmış olacaktır.’ Bu ne de-
mek? Türkiye’de Müslümanlığın,
Batı’nın demokrasi ve değerlerine
dönüştürülmesi demek! Hem de
ABD ve İngiltere’nin anladığı ma-
nada!...”
Attila İlhan’ın yazısında dem
vurduğu Graham Fuller’in 2008 yı-
lında “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”
adıyla dilimize çevrilen kitabında,
Müslüman Dünya’da Türkiye’nin
konumu, iktidarın ve cemaatin ro-
lüne ilişkin görüşleri, bugün gelinen
noktada neredeyse müneccimlik ola-
rak değerlendirilebilecek bir öngörü
dehasını ifade etmektedir. Köşe ya-
zısında yer verilen görüşler ise, 1990
yılına aittir. Yoksa bu bir dehanın de-
ğil de, başarıya ulaşmış bir stratejinin
mi göstergesidir?
ÖZGÜN B�R AYDINZÜMRES�Hasılı, Türkiye’nin zihinsel belleği
kavram çöplüğü haline gelmiştir.
Sağ, sol, liberallik, muhafazakarlık vb.
kavramlar iç içe geçmiş; yön/iz bu-
lunmaz bir hal almıştır. 1947 yılında
solu ve antiemperyalizmi temsil et-
mesi beklenen CHP’nin de Marshall
Planını tatbiki bir başka manidar va-
kadır. İşte “Kadrocular” böyle bir at-
mosferde ortaya çıkan, iyi ya da
kötü; ister beğenilsin, ister eleştiril-
sin Türk düşünce tarihinde fikri ma-
nada özgün olması bakımından
önem arz eden bir aydın zümresidir.
Teorilerini emperyalist stratejiler-
den değil, bizatihi kendi coğrafya-
sından oluşturan bir harekettir; Kad-
ro… Kadro Hareketi ve içinde bu-
lunduğu siyasi iklimin, birçok karşıt
görüşe gebe olması sebebiyle Merdan
Yanardağ’ın Destek Yayınevi’nden
çıkan “Kadro Hareketi” isimli kita-
bı da meskun saflarda yerini alacaktır.
Kitap, kanaatimce konuyla ilgili di-
ğer çalışmalar gibi yoruma açıktır.
Özellikle kitabın, Kadro’nun üçün-
cü yol arayışı ve Sultan Galiyev ile dü-
şünsel temasını içeren bölümleri
kayda değerdir. “Üçüncü Yol” kav-
ramını, ekonomik açıdan ele alan
Sadi Özdemir’in Yayınevi Yayıncı-
lık’tan çıkan “Atatürk ve 3.Yol” ki-
tabı da meraklısı için tamamlayıcı ve
tavsiye edebileceğim bir başka eser
olacaktır.
Hareketin, 60’lı yıllarda ortaya çı-
kan Yön dergisinin ve yine bugün-
lerde çığ gibi büyümekte olan Ulu-
salcı Kemalist gençlerin fikri daya-
nağı olduğunu söylersek sanırım
mübalağa etmiş olmayız. Kadro me-
selesi, bugünün Türkiye’sini yorum-
lamak manasında; -bu teorik akra-
balığı içermesi sebebiyle de- öneme
haiz bir konudur.
Yazıyı, eser sahibinin yerinde
sözleriyle nihayete erdirelim; saygı-
değer okuyucu: “Sonuç olarak bu ki-
tabın, Türkiye’nin geleceğinin tartı-
şıldığı bir tarihsel dönemeçte hem si-
yaset, hem tarih, hem de siyaset fel-
sefesi tartışmalarında önemli bir
açılım sunacağını düşünüyorum.”
(Kadro Hareketi, MerdanYanardağ, Destek Yayınevi, 224 s.)
Kuyuya atılan ilk taş…Kadro!Sa�, sol, liberallik, muhafazakarl�k vb. kavramlar iç içe geçmi�; yön/iz bulunmaz bir hal alm��t�r.
“Kadrocular” böyle bir atmosferde ortaya ç�kan, Türk dü�ünce tarihinde fikri manada özgünolmas� bak�m�ndan önem arz eden bir ayd�n zümresidir
DAĞHAN DÖ[email protected]
Türk siyasihayatında, Aziz
Nesin’in “Zübük”adlı eserini
doğrularcasına;iktidar hırsı içinde
olanlarmuhafazakarlığı
şiar edinmiş vedini jargonları
siyasetin ayrılmazbir parçası haline
getirmiştir
Merdan Yanarda�
Emekli Büyükelçi ve CHP eski
milletvekili Onur Öymen, millet-
vekili olarak görev yaptığı süreçte
dış politikamızda meydana gelen
önemli gelişmeleri kitaplaştırdı.
Öymen’in 2002-2011 yılları ara-
sındaki dış politikamıza mercek tu-
tan ve Remzi Kitabevi etiketiyle
raflarda yerini alan “Uçurumun
Kenarında Dış Politika” kitabında
1 Mart Tezkeresinden Kofi Annan
Planı’na, terörle mücadelenin dış
boyutundan “Kürt açılımı”na, Er-
menistan’la imzalanan protokol-
lerden daha birçok konuya ilişkin
eleştiri ve uyarıları yer alıyor.
Onur Öymen’le Türkiye’nin
on yıllık dış politikasını tarihe not
düştüğü yeni kitabıyla ilgili ko-
nuştuk.
Uzun yıllar Dışişleri Bakanlı-ğı’nda çalışmış, müsteşarlığa ka-dar yükselmiş deneyimli bir dip-lomatsınız. Yine CHP’de dış poli-tikadan sorumlu bir isimdiniz.Geride kalan bu 10 yıllık dış poli-tikamızı nasıl yorumluyorsunuz?
Dış politikada süreklilik, tu-
tarlılık, güvenirliliği ve istikrar çok
önemlidir. Hükümetler değişse
bile ülkelerin ulusal çıkarları dü-
şünülersek saptanmış olan politi-
kalar sürdürülür. Ne yazık ki AKP
iktidarında bu ilkelere çoğu zaman
uyulmadı ve ülke-
miz defalarca uçu-
rumun kenarına
getirildi. “Uçuru-
mun Kenarında
Dış Politika” isim-
li kitabımda bunun
örnekleri anlatılı-
yor. Örneğin hükü-
met Kıbrıs’ta 30 yıl-
dır yanlış politikalar
izlendi diyerek Tür-
kiye’nin kararlılık-
la sürdürdüğü doğ-
ru politikalardan ay-
rılacağının işaretini
verdi ve çözümsüz-
lüğün sorumlusunun
önceki Türk Hükü-
metleri ve Denktaş olduğu izleni-
mi verdi. Taviz politikası uygula-
yarak bu sorunu çözebileceğini
sandı ve Türkiye’ye baskı uygula-
mak isteyen ülkelere umut verdi.
Annan planını destekleyerek çok
yanlış bir adım attı ve öteden beri
savunduğumuz egemen eşitlik il-
kesinden uzaklaştı. Bereket Rum-
lar bu planı reddetti ve plan uy-
gulanamadı.
2005 yılında hükümetin imza-
ladığı Kıbrıs’la ilgili protokol tek ta-
raflı taviz anlamına geliyor ve
Rumların Kıbrıs’ın tek meşru tem-
silcisi olarak kabulünün yolunu
açıyordu. Halkın ve muhalefetin
tepkisi üzerine bu protokol yedi yıl-
dan beri Meclisin onayına sunula-
madı.
Ermenistan’la şimdiye kadar
savunduğumuz ilkelerden vazge-
çilerek iki protokol imzalandı.
Orada da Azerilerin haklı tepkileri
üzerine bu protokollerin Mecliste
onaylatılmasından vazgeçildi. Bu
zikzaklı politikalar Türk dış poli-
tikasının güvenilirliğini zedeledi ve
ülkemize itibar kaybettirdi.
Ülkemiz için önemli konular-dan birisi olan Kıbrıs konusundahükümetin, daha evvel eleştirmişolmasına rağmen, Rauf Denktaşçizgisinde bir politika izlediği iz-lenimi yaratılıyor. Siz nasıl de-ğerlendiriyorsunuz?
Kıbrıs konusunda başlangıçta
izlenen politikaların yanlışlığının
sonunda hükümet tarafından da
anlaşıldığını, adil ve kalıcı bir ba-
rışa ulaşılmasının
Türk tarafında de-
ğil Rumlarca en-
gellendiğinin gö-
rüldüğünü umu-
yorum. Ama Hü-
kümetin bu konu-
daki yanlış politi-
kaları ve söylem-
leri dış politika-
mız üzerinde ye-
terince tahribat
yaptıktan sonra
arşivlerde yerini
almıştır.
Yine bir dö-nem yürütülenErmeni açılımı-nın ülkemize bir
yararı oldu mu sizce?Ermenistan konusunda Tür-
kiye'nin uzun yıllardan beri izlediği
tutarlı ve isabetli politikalar vardı.
Bunlardan biri, Ermenistan işgal
ettiği Azeri topraklarından geri çe-
kilmedikçe Türkiye’nin sınırı aç-
mayacağı ilkesiydi. Cenevre'de im-
zalanan protokollerde bu ilke bir
tarafa bırakıldı. Türkiye açısın-
dan büyük önem taşıyan Kars Ant-
laşmasına atıfta bile bulunulmadı.
Türkiye’nin Doğusundaki bazı böl-
gelerimizi Batı Ermenistan olarak
gösteren Ermeni Anayasasının de-
ğiştirilmesi sağlanamadı. Ermeni-
lerin Türkiye aleyhindeki soykırım
iddiaları engellenmedi. Buna rağ-
men Protokollerin Ermeniler ta-
rafından istendiği şekilde imza-
lanması kabul edildi. Azerbaycan
Cumhurbaşkanı Aliyev’in tepkisi
ve Mecliste muhalefetin yaptığı
güçlü eleştiriler sonucunda bu
protokoller rafa kaldırıldı.
“ARAP CO�RAFYASINA�ST�KRARSIZLIKHÂK�M”Arap baharıyla birlikte dış politi-kamızda değişiklikler yaşandı.Gerek Libya, gerekse de Suriye.Nasıl yorumluyorsunuz bu deği-şiklikleri, Arap Baharı’nın etkisihangi oranda yansıdı dış politi-kamıza?
Arap baharı bölgedeki bütün
eski ölçüleri ve dengeleri değiştir-
di. Belirli eğilimdeki otoriter re-
jimler birer birer devrildi. Ancak
onların yerine daha demokratik,
çağdaş, laik rejimler gelmedi. Böl-
geye genelde bir istikrarsızlık hâkim
oldu. Müslüman Kardeşler gibi,
evvelce yasaklanmış olan örgütler
meşruluk kazandı, kendi siyasi par-
tilerini kurdular, seçimlere girdiler
ve bu seçimlerde başarılı olarak ül-
kelerinin yönetiminde etkili oldu-
lar. Türk dış politikası da bu du-
rumdan etkilendi. Türkiye başlan-
gıçta bu gelişmelere yön vermeye
çalışan öncü devlet rolünü üstlen-
meye çalışsa da iç dinamiklerin et-
kisiyle bölge ülkeleri kendi yolları-
nı kendileri seçmeyi tercih ettiler.
Türkiye’nin Mısır, Libya ve Tu-
nus’a laik devlet modelini önermesi
sonuç vermedi, bölge ülkeleri ge-
nellikle dine dayalı yönetimler kur-
maya yöneldiler. Tunus’ta olduğu
gibi, bazı yerlerde, daha radikal
eğilimli Selefiler Müslüman Kar-
deşlerin de çizgisini aşan eylemle-
re kalkıştılar. Mısır’da parlamento
feshedildi. İstikrarlı bir yapı kuru-
lamadı. Bu karışık ortamda Türki-
ye Mısır ve Libya gibi ülkelere pa-
rasal yardım yaparak etkinlik ka-
zanma arayışına girdiyse de bu-
nun somut meyveleri henüz görü-
lemedi. Türkiye’nin Orta Doğu
19 EK�M 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP
D�� politikada süreklilik, tutarl�l�k, güvenirlili�i ve istikrar çok önemlidir. Hükümetler de�i�se bileülkelerin ulusal ç�karlar� dü�ünülersek saptanm�� olan politikalar sürdürülür. Ne yaz�k ki AKPiktidar�nda bu ilkelere ço�u zaman uyulmad� ve ülkemiz defalarca uçurumun kenar�na getirildi
�ENOL Ç[email protected]
Türkiye’ninSuriye politikası
bir hatalar zincirihalinde gelişti.İki yıl öncesine
kadar Suriyeyönetimiyle çok
yakın ilişkilerkuran Türkiye bir
anda Suriye’ninneredeyse en
büyük düşmanıhaline geldi
Onur Öymen
“Zikzaklı politikalar Türk DışPolitikasının güvenilirliğini zedeledi”
11Aydınlık KİTAP
politikasını Amerika’nın doğrultusunda
yönlendirdiği izlenimi ortaya çıkmaya
başladı. Bu da Türkiye’nin etkinliğini az-
altıcı bir etki yapmaya başladı.
“SUR�YE POL�T�KAMIZ B�RHATALAR Z�NC�R�”Özellikle son dönemde gündemde olan vesavaşın eşiğine geldiğimiz Suriye mese-lesine değinecek olursak; Türkiye'ninSuriye politikasını nasıl değerlendiri-yorsunuz?
Türkiye’nin Suriye politikası bir ha-
talar zinciri halinde gelişti. İki yıl önce-
sine kadar Suriye yönetimiyle çok yakın
ilişkiler kuran, vize muafiyeti dahil, pek
çok antlaşmaya imza atan Türkiye bir
anda Suriye yönetiminin neredeyse en bü-
yük düşmanı haline geldi. Bu yeni poli-
tikanın ABD’nin etkisiyle yürütüldüğü iz-
lenimi yaygınlaşsa da son zamanlarda
Amerika’nın bile Türkiye’yi silahlı ma-
ceralara atılmaktan vazgeçirmeye çalış-
tığı izlenimi ortaya çıktı. Türkiye’nin A-
levi Beşir Esad yönetiminin devrilip ye-
rine Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir
Sünni devlet kurulmasına yardımcı olma
gayreti içine girdiği izlenimi yaygınlaştı.
Türk hükümetinin Esad görevi bırakırsa
yerine kimin geleceğini tayin etme gibi
gayretlerin içine girdiği görüldü. Türki-
ye’nin beklentilerinin aksine,
NATO’nun Washing-
ton Anlaşmasının 5.
Maddesini işlete-
rek Türkiye’nin
karışabileceği as-
keri çatışmalara
katılmaya istekli
olmadığı görüldü.
Amerika’nın bile Suri-
ye’ye doğrudan askeri müdahaleye
istekli olmadığı anlaşıldı. Türkiye’nin
Suriye konusunda adım adım yalnızlığa
doğru sürüklendiği ve sınırda neredeyse
süreklilik kazanan ateş teatilerinin ve as-
keri müdahaleye yetki veren bir tezke-
renin Mecliste kabulünün dünyada kay-
gıyla karşılandığı görüldü. Türkiye’nin
Suriye’ye yönelik politikasını daha ölçü-
lü ve daha dikkatli bir yaklaşımla sür-
dürmesi gereği yurt içinde ve dışında pay-
laşılan bir görüş oldu.
1 Mart tezkeresi Meclis’ten geçme-mişti. Siz de o esnada Meclis’teydiniz, an-cak Suriye tezkeresi Meclis’ten geçti. Ogünden bu güne ülkede neler değiştisizce?
Suriye’ye müdahaleye olanak tanıyan
tezkereye ret oyu veren ana muhalefet
partisinin Irak’tan kaynaklanan terör
saldırılarını engellemek için bu ülkeye as-
keri harekâta izin veren tezkereyi des-
teklediği görüldü. Hükümetin dikkatinin
daha çok Suriye’ye çevrildiği bir dönem-
de Irak’tan kaynaklanan esas tehdidin bir
ölçüde göz ardı edildiği ve Hükümetin
Irak’a kara kuvvetleriyle müdahale yap-
masını amaçlayan tezkerenin verdiği yet-
kinin uzun bir zamandan beri kullanıl-
madığı ve terör örgütünün bundan ka-
zançlı çıktığı görüldü. Terörle mücade-
leden çok müzakereyi tercih eden bir yak-
laşımın ön plana çıkması ve bunun bazı
iç ve dış çevrelerce desteklenmesi, hatta
ana muhalefet partisinin bile bu müza-
kere sürecine ilke olarak karşı çıkmaması
dikkat çekici oldu.
“FÜZE KALKANI PROJES��L��K�LER� GERD�”
İran’la bile düşman olduk. Türk dışpolitikası gündelik rüzgârlara göre be-lirleniyor eleştirileri yapılıyor. Katılı-yor musunuz?
Türkiye’nin İran’a yönelik politika-
sında da değişiklikler oldu. Yaklaşık bir
yıl öncesine kadar İran’la yakın ilişkiler
sürdürmeye özen gösteren, hatta Birleş-
miş Milletlerdeki bazım oylamalarda
Batı ülkelerinden farklı bir tutum sergi-
leyen Türkiye, daha sonra Füze Kalkanı
projesinin radarlarının Kürecik’e yer-
leştirilmesine izin vererek İran’ın tepki-
sini çeken bir çizgiye geldi. Muhtemel bir
İsrail-İran savaşında önemli rol oynaması
beklenilen bu radarların konuşlandırıl-
ması İran yetkililerinin kuvvetli tepkisi-
ne yol açtı. Böyle bir savaşın Türkiye’yi
çok olumsuz etkileyebileceği açıklıkla
anlaşılıyor.
Çokça tartışılan ve sizin de çeşitliplatformlarda sıkça dile getirdiğiniz“eksen kayması” konusunu biraz dahaaçabilir misiniz?
Eksen kayması sözünden kastımız
Cumhuriyetin kuruluşundan beri benim-
senen temel değerlerden ve dış politika-
da izlenen temel çizgilerden uzaklaşılmış
olmasıdır. Örneğin Atatürk’ün
Yurtta sulh cihanda sulh
ilkesi, 7 Ekim 2003
tarihinde, Irak’a
Amerika’nın ön-
c ü l ü ğ ü n d e k i
Koalisyon Güç-
leriyle birlikte sa-
vaşmak üzere Mec-
listen çıkarılan yetki tez-
keresiyle açık biçimde ihlal edil-
miştir. Daha sonra Amerikalıların talep-
lerini geri almaları nedeniyle uygulana-
gelmiş olsa da Türkiye’nin başkalarının tel-
kinine savaşa girebileceğinin bir göstergesi
olmuştur. Laiklik, hukukun üstünlüğü,
çağdaşlık gibi alanlarda da Cumhuriyetin
temel değerlerinden büyük ölçüde sapıl-
mış ve Atatürk’ün gösterdiği yoldan uzak-
laşılmıştır.
Son olarak neler belirtmek istersiniz.Ülkemizi önümüzdeki süreçte neler bek-liyor?
Önümüzdeki dönemde, bölgedeki
ciddi ve tehlikeleri gelişmeler nedeniyle
Türkiye’nin ciddi sıkıntılarla hatta risk-
lerle karşılaşması ihtimali artmıştır. Bu
durumdan çıkmanın yolu ülkemizin bir
yandan bölgedeki askeri çatışmalardan
kaçınması, diğer yandan da, demokrasi,
özgürlükler ve insan hakları bağlamında
ilkeli bir tutum izlemesidir. Bu politika-
ların tutarlı olması ancak Türkiye’nin öz-
gürlükler, demokrasi ve insan hakları
alanlarında kendi eksiklerini ve yanlışla-
rını giderecek kapsamlı bir yargı reformu
yapmasıyla mümkün olabilir. Ancak böy-
le bir politika Türkiye’yi içine sürüklen-
mekte olduğu yalnızlıktan kurtarabilir ve
yeniden bölgesinde etkili bir devlet hali-
ne gelmesine yardımcı olabilir.
Bu konularla ilgili daha ayrıntılı bil-
giler, “Uçurumun Kenarında Dış Politi-
ka” adlı yeni kitabımda yer almaktadır.
(Uçurumun KenarındaDış Politika, Onur Öymen,
Remzi Kitabevi, 288 s.)
19 EK�M 2012 CUMA12 Aydınlık KİTAP BABİL BALIĞI
MODERN ZAMANLARIN ÖYKÜCÜLERİ VE MASALCILARI
“Ben bir çocukken, yetişkinler banabir şeyler uydurmamamı söyler ve eğeruydurursam neler olabileceği hakkındauyarırlardı. Şimdiye kadar söyleyebilirimki pek çok yurt dışı seyahatine ve sabah-ları çok erken kalkmak zorunda kalma-maya yol açıyor.”
Neil Gaiman, Smoke and Mirrors
Modern zamanların öykücüleri ve
masalcıları denilince akla gelen ilk
isimlerden biri şüphesiz Neil Gai-
man’dır. Popülerliği öyle noktalara
ulaşmıştır ki ona “Edebiyat dünyasının
Rock yıldızı” lakabını getirmiştir. Üste-
lik bütün bu şöhretini ne kimi yazarlar
gibi kazandığı ödüllere -ki Gaiman’ın
kariyeri Hugo, Nebula, Bram Stoker,
Locus ve daha birçok ödüllerle dolu-
dur- ne enteresan skandallara, ne sık-
lıkla kendini televizyon vb. medya or-
ganlarında göstermesine borçludur
(hatta çoğu Gaiman kitabı sessiz, seda-
sız, reklâmsız raflardaki yerini alır). Po-
pülerliğinin tek ama tek nedeni, kendi-
sine ölesiye bağlı, çok az yazarın ulaşa-
bildiği bir okur kitlesine sahip olması-
dır. İlginç olan tercümelerde olağan şe-
kilde yaşanan kayıplardan Gaiman’ın
hep galibiyetle ayrılmasıdır. Hangi dile
tercüme edilirse edilsin Gaiman’ın ça-
lışmaları, etrafında her zaman inanıla-
mayacak derecede bağlı bir hayran kit-
lesi toplamıştır. Eğer politik konuları
tartışmanın zorlu ve çetin olduğunu dü-
şünüyorsanız, herhangi bir Gaiman
hayranıyla, Gaiman’ın edebiyatını tar-
tışmayı ve en ufak bir eleştiri getirmeyi
deneyin. Şimdi biraz daha her şeyin ön-
cesine gideceğiz ve Gaiman’ın yazma
hikâyesi ile birlikte, eserlerine bakaca-
ğız. Bu ünün hak edilmiş olup olmadı-
ğının kararına sizin varmanızı istiyo-
rum.
GA�MAN’IN YAZMASERÜVEN� 1960 yılı, İngiltere doğumlu olan Gai-
man’ın ailesi Polonya’ya ve Doğu Avru-
pa Yahudi kökenlerine dayanıyor. Gai-
man ise Yahudi inanışıyla bir bağının
olmadığını, bunun ailesinin dini inanışı
olduğunu söylüyor. Çocukluğundan iti-
baren okumaya merak salan Gaiman,
en çok kendisini bir çocuk ola-
rak Tolkien’in “Yüzüklerin
Efendisi” serisinin etkilediğini
söylüyor. Onu yazma serüve-
nine hazırlayan bir
başka eser ise,
yedi yaşın-
day-
ken
hediye olarak edindiği C. S. Lewis’in
“Narnia Günlükleri” kitabı. Lewis’in
kitabında parantez içi yorumlarla oku-
yucu ile iletişim kurmasının onu büyü-
lediğini ve o anda gerçek birilerinin
kendisi okusun diye kitaplar yazdığının
farkına vardığını söylüyor. 1956’da Car-
negie Madalyası ile ödüllendirilen
“Narnia Günlükleri” gibi, 2010 yılında
aynı ödülü aldığında ise şu açıklamayı
yapıyor: “Eğer yedi yaşındaki kendinizi
mutlu edebiliyorsanız, iyi iş çıkarıyor-
sunuz demektir – bu tıpkı yedi yaşında-
ki kendinize mektup
yazmaya benziyor.”
Gaiman, yine çocukken
favorilerinden birinin
“Alice Harikalar
Diyarında” olduğu-
nu ve “Batman”
çizgi romanları-
nı okumaktan
keyif aldığı-
nı söylü-
yor. Bu
denli
renkli
ve hayal
gücü
yüksek
eserlerin
bugünkü
Gaiman’ı
şekillen-
dirmesi
de kaçı-
nılmaz bir
sonuç gibi
görünü-
yor. Gai-
man hak-
kında hayran-
lık duyulacak şeylerin ba-
şında sahip olduğu çocuk
ruhunu ve hayal gücünü sü-
rekli (hem de bu dünyada)
koruyabilmiş olması geliyor.
Okurlarıyla da sıkça yakın-
dan ilişki içinde bulunan ve
bunun için modern dünya-
nın araçlarını kullanmaktan
çekinmeyen Gaiman’ın
Twitter hesabında (@neil-
himself) kendisi için şu ifa-
deyi kullandığını görüyoruz:
“Er ya da geç büyüyüp, gerçek bir iş
edinecek. O zamana kadarsa, bir şeyler
uydurmaya ve bu şeyleri yazmaya de-
vam edecek.”
GAZETEC�L�KTEN Ç�ZG�ROMANAGaiman yirmili yaşlarına girdiğinde,
gazeteciliğin izlerini sürmeye de başla-
mıştı. Röportajlar yapıyor, kitap tanı-
tımları yazıyordu. Bunun, yayın dünya-
sını tanımakta ve ileride kitaplarının
yayımlanması için ilişkiler edinmekte
önemli olacağını düşünüyordu. Bu ne
yazık ki pek çok iyi kalemin akıl ede-
mediği veya yeterli tutkuyu göstereme-
diği, fakat yayın dünyasında ilerleyebil-
mek için ise oldukça geçerli bir yön-
temdi. Çoğu zaman işe yaramadığı da
olurdu ancak Gaiman için az da olsa
işe yaramıştı. İlk öyküsünü 1984 yılında
Imagine Magazine’de yayınlatmayı ba-
şarmıştı. Öykü “Tüy Macera” adını ta-
şıyordu. Aynı yıl, onu asıl şöhretine ka-
vuşturan “Sandman” çizgi roman seri-
sine (Sandman, Türkçesi önce Arka
Bahçe Yayıncılık, şimdi ise Laika Ya-
yıncılık tarafından dilimize kazandırılı-
yor) kadar yol açacak olaylar dizisi de
başlamıştı. Victoria istasyonunda tren
beklerken, Alan Moore’un yazdığı “Ba-
taklık Canlısı” adlı çizgi romanın bir
kopyasını gördü. Dikkatle okudu. Alan
Moore’un çizgi romanlara bu yeni ve
yaratıcı yaklaşımı sonrasında hayrete
kapıldı ve Gaiman için bu bir kırılma
noktası oldu. Kendisine çizgi romanla-
rı, diğer öykü anlatma formlarından
neden daha fazla
sevdiği sorulduğun-
da şu cevabı veri-
yordu: “Bu bakire
bir alandı. “Sand-
man” üzerinde ça-
lışırken, kendimi
elime bir pala alıp,
balta girmemiş bir
ormana dalmış
gibi hissediyor-
dum. Roman ya-
zarken acı verici
şekilde kendimi,
insanların ağzı
açık bırakacak
denli işler ortaya
Hayalgücünün şöhreti:Neil Gaiman
Öykülerinde içinizdeki bir �eyi yakal�yor, öyküleri birden fazla �eyi anlat�yor, öykülerinden bircümleyi ne ç�karabiliyor, ne de ekleyebiliyorsunuz. Her �ey bir anlama bürünüyor. Gaiman’� iyi bir
yazar yapan da bu unsurM. SALİH [email protected]
19 EK�M 2012 CUMA 13BABİL BALIĞI Aydınlık KİTAP
koyduğu, 3000 yıllık tarihi
olan bir şeyde vasat bir şey-
ler ortaya koyar gibi görü-
yordum. Ama çizgi roman-
larla ise, hiç kimsenin daha
önce yapmadığı şeyleri ya-
pabilecekmişim gibi hissedi-
yordum. Hiç kimsenin daha
önce düşünmediği şeyleri
yapabilirdim.” Belki de ken-
di yazısına artık yoğunlaş-
mak içindir, tam bilinmez
ama 1987 yılına gelindiğinde
Gaiman, “artık İngiliz gaze-
telerinin istedikleri her şeyi
uydurup, gerçeklikmiş gibi
yayınlamasından,” dolayı ol-
duğunu söyleyerek gazeteci-
lik kariyerini sonlandırır.
Çizgi romanlarının başarı-
sında, net şekilde anlaşılır
bir lisan kullanmasına rağ-
men, derinlemesine ve gön-
dermelerle dolu vurucu
cümlelerinin ve sınır tanı-
mayan hayal gücünün bu-
lunduğunu söylemek doğru
olur. Başarısındaki bir başka
önemli etken, son derece ye-
tenekli çizer ve sanatçılarla
(bkz. Dave McKean, Sam
Kieth, Mike Drigenberg vb.)
çalışmasıdır. Bir başka fak-
tör, öyküleri satmaktan ve
bir pazarlama aracı görmek-
tense, her birini zevkle an-
latmaya duyduğu sevgidir.
Büyük ses getiren ve dünya
çapında büyük bir başarıya
sahip olan “Sandman” serisi
75 sayının ardından sonlan-
dığında bir söyleşide Gai-
man, insanların “Sandman”
serisini neden bitirdiğini
kendisine sorduğunu belirti-
yor ve devam etmesinin zor-
lamaktan başka bir şey ol-
mayacağını ifade ediyor.
“İnsanların yeni sayılara
baktığında ‘ne yazık, ben bu
seriyi eskiden çok severdim’
demesine yol açacak yeni
vasat sayılar üretmektense
bitirmeyi tercih ettim,” di-
yor. Henüz ilk sayısını yazdı-
ğında serinin nasıl biteceğini
bildiğini söylese de son yıl-
larda aklına yeni fikirler gel-
miş olacak ki 2013 yılında
“Sandman”in tekrar döne-
ceğinin ve yeni öykülerini
okuyacağımızın müjdesini
de verelim. Sadece “Sand-
man” değil elbette, diğer
pek çok gerek kurgusu ken-
disine ait gerek temeli ken-
disine ait olmayan çizgi ro-
man serisinin ve tek sayılık
grafik romanların (bkz.
Black Orchid, Books of Ma-
gic, Violent Cases, Midnight
Days, Mr. Punch vb.) yazar-
lığını yapan Gaiman’ın fan-
tezi ve bilim kurgu edebiya-
tında hem çocuklara hem
yetişkinlere verdiği eserler-
den de biraz bahsedelim.
GENÇLER�CEZBED�YOR1988 yılında hayranı oldu-
ğu Douglas Adams’ın
“Otostopçu’nun Galaksi
Rehberi” serisine (Kabalcı
Yayınları) ve yazarına yö-
nelik muazzam bir incele-
me ve yenileme niteliği ta-
şıyan “Paniğe Kapılma”
(Kabalcı Yayınları, 2012)
kitabını yayımlar. Özellikle
“Diskdünya” serisi ile (seri-
yi İthaki Yayınları dilimize
kazandırıyor) ünlü İngiliz
mizahi fantazyasının muaz-
zam kalemi Terry Pratchett
ile 1990 yılında birlikte kale-
me aldıkları “Bir Kıyamet
Komedisi” (2007, Salyangoz
Yayınları ve “Kıyamet Gös-
terisi” 2012, İthaki Yayınla-
rı) ilk Neil Gaiman romanı-
dır. 1996 yılında BBC için
kısa televizyon dizisi olarak
yazdığı “Yokyer”in (İthaki
Yayınları, 2012) roman ver-
siyonu gelir. 1999 yılında
daha sonra sinema uyarla-
ması da yapılan “Yıldız
Tozu”yla (İthaki Yayınları,
2000) fantezi okurunun gön-
lünde taht kurmaya başlar.
Kitabın herkesin anlayabile-
ceği yalın dili, çocuk masal-
larını her açıdan kıskandı-
ran kurgusu sebebi ile okur-
larında aynı zamanda “de-
mek ki böyle de olabiliyor-
muş, ben de böyle yazabilir
miyim ki?” sorusunu sordu-
rarak, yeni kuşağın yazma
hevesine de pek çok yönden
katkısı olur. 2001 yılında ise
fantezi edebiyatına asıl kalı-
cı vuruşunu yapacağı ve
Hugo, Nebula, Locus ödül-
lerini süpüreceği “Amerikan
Tanrıları” (İnkılap Yayınla-
rı, 2002 ve İthaki Yayınları,
2011) kitabını yayımlar. Ki-
tap dünya çapında ses geti-
rir. Antik ve modern mitolo-
jik öğeleri, Tanrıları günü-
müz Amerikasında yeni bir
yaşantıya yerleştirerek du-
rumlarını okuyucuya sayfa-
1. Yaz.
2. Bir kelimenin ar-
dına bir diğerini ekle.
Doğru kelimeyi bul ve
yerleştir.
3. Yazmakta oldu-
ğun şeyi bitir. Bitirmen
için ne gerekiyorsa yap
ve bitir.
4. Bir kenara bırak.
Sanki daha önce okuma-
mışsın gibi oku. Görüşle-
rine saygı duyduğun ve
yazdığın türde şeylerden
hoşlanan arkadaşlarına
göster.
5. Unutma: İnsan-
lar bir şeylerin yanlış ol-
duğunu veya kendilerinde
işe yaramadığını söyle-
diklerinde, neredeyse her
zaman haklıdırlar. Tam
ve kesin olarak neyin yan-
lış olduğunu ve nasıl dü-
zeltilmesi gerektiğini söy-
lediklerinde ise neredey-
se her zaman hatalıdırlar.
6. Düzelt. Unutma
ki er ya da geç, mükem-
melliğe ulaşmadan evvel
yazdığın şeyi bırakmak,
yoluna devam etmek ve
sonraki yeni şeyi yazmaya
başlamak zorundasın.
Mükemmeliyet, ufku ko-
valamak gibidir. Hareket
etmeye devam et.
7. Kendi şakaları-
na gül.
8. Yazmanın temel
kuralı, eğer yeterince ken-
dine güven ve inançla ya-
parsan her şeyi yapabi-
lirsin. (Bu yazmak için ol-
duğu kadar hayat içinde
bir kural olabilir. Ancak
yazmak için kesinlikle
doğrudur.) Bu yüzden öy-
künü yazılması gerektiği
gibi yaz. Dürüstçe yaz ve
yapabileceğin en iyi şe-
kilde anlat. Bir başka, ger-
çekten önemli bir kural
olduğunu sanmıyorum.
NEILGAIMAN’DAN8 İYİ YAZMA
KURALI
Neil Gaiman
Neil Gaiman’ın çocuklara ve gençlere yönelik kaleme aldığı kitaplarıele almak ise biraz zorlu. Gaiman’ın kendine ve taşıdığı ruha haskaleminden dolayı, kitaplarını kesin bir çizgiyle gençlere yönelik
diyerek sınıflandırmak bir hayli güç çünkü her kitabı yetişkinler içinde oldukça cazip ve ilgi uyandırıcı
19 EK�M 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP
larca süren kompleks bir drama yapı-
sıyla aktaran Gaiman, kitaptaki yan ka-
rakterlerden birinin (Mr. Nancy) izini
süren bir yarı-devam kitabı niteliğinde-
ki “Anansi Boys”u da (2005) okuyucu-
suyla buluşturur. 2013 yılında yayınla-
nacağı duyurulan “The Ocean at the
End Of The Lane” (Yolun Sonundaki
Okyanus) romanı ise merakla beklen-
mektedir. Neil Gaiman’ın çocuklara ve
gençlere yönelik kaleme aldığı kitapları
ele almak ise biraz zorlu. Gaiman’ın
kendine ve taşıdığı ruha has kalemin-
den dolayı, kitaplarını kesin bir çizgiyle
gençlere yönelik diyerek sınıflandırmak
bir hayli güç çünkü her kitabı yetişkin-
ler için de oldukça cazip ve ilgi uyandı-
rıcı. Çocuk ve gençler için olduğunu bir
önceki uyarıyla birlikte
söyleyebileceğimiz kitap-
ları arasında başlıca
“Koralin” (2003, ODTÜ
Geliştirme Vakfı ve “Ko-
ralin ve Gizli Dünya”, İt-
haki Yayınları, 2009, ki-
tabın bir de Henry Selick
imzalı film uyarlaması
bulunuyor), “The Wolves
In The Walls”, “Melin-
da”, “Odd and the Frost
Giants”, “M is for Ma-
gic”, “Mezarlık Kitabı”
(2012, İthaki Yayınları) ve
dilimize yeni kazandırılan,
Michael Reeves ile birlik-
te kaleme aldıkları “Ara
Dünya” (2012, İthaki Yayınları) bulu-
nuyor. Özellikle “Ara Dünya” sınıflan-
dırma konusunda bir örnek teşkil edi-
yor. Hem bilim kurgu hem de fantezi
unsurları taşıyan kitabın ana karakteri,
yön duygusundan mahrum, kendi evi-
nin içinde bile kaybolmayı başarabilen
bir lise öğrencisi. Paralel evrenler ara-
sında geçiş yapabildiğini keşfetmesiyle
de macera başlıyor. Kitap, bilimsel öğe-
lerde derine inmiyor, karakterler ara-
sında ciddi bir çatışma yaşanmıyor veya
herhangi yetişkinlere yönelik bir drama
faktörü barındırmıyor. Özellikle genç
okuru cezbedecek türden. Ama (!) ki-
tap bu haliyle dahi yetişkinleri de kıs-
kacına alacak ve kendilerine bir şeyleri
anımsatacak tonlarca unsuru barındırı-
yor.
CANLILAR ÖLÜLERDENDAHA KORKUNÇEleştirmenlerin bir kısmı Gaiman’ın
çocuklara yönelik kitaplarının çok fazla
korku öğesi taşıdığını söylüyor. Örne-
ğin “Mezarlık Kitabı”nda ailesi öldürü-
len ve mezarlıktaki
ölüler tarafından bü-
yütülen bir çocuğun
macerasını okuyoruz.
Özellikle “Koralin”
ve “Mezarlık Kita-
bı”nda doruğa çıkan
bu korku öğelerine
karşı Gaiman’ın ver-
diği cevap çok makul
ve haklı. Gaiman bir
söyleşide şöyle diyor:
“Çocuk edebiyatında
her zaman bir parça
korku unsuru bulun-
muştur. Önemli olan
kitabın ne anlattığı-
dır. “Mezarlık Kita-
bı”, hayat ve hayatın yaşamaya değer
olduğu hakkındadır. Ben burada sade-
ce korku öğesini değiştiriyorum, benim
kitabımda korkunç olan ölüler değil
canlılar. Canlıların, ölülerden daha
korkutucu olduğunu söylüyorum.”
Eğer biraz hafızanızı yoklayıp, kurt ta-
rafından yenilmek üzere olan “Kırmızı
Başlıklı Kızı”, cadı tarafından yenilmek
üzere olan “Hansel ve Gratel”i ve bun-
lar gibi tonlarca örneği anımsarsanız,
aslında korku öğesinin çocuk masalları-
nın neredeyse değişmez bir parçası ol-
duğunu da göreceksiniz. Bütün bu anti-
korku saçmalığı maalesef çağımızın
hastalığı ve çocukların ilgisini en çok
korku faktörünün çektiğinin, bu neden-
le ilk gençlik yaşlarındaki çocukların
korku filmlerine müptela olduklarının,
zararı dokunmayan adrenalin artışının,
genç enerjisini tatmin edebildiğinin ve
üstüne yaratıcılığı olumlu yönde etkile-
diğinin sanırım farkında değiller. Yüz-
lerce yıl önceki masal anlatıcıları dahi
bu gerçeği kavramışken çağımızda bu
tip şeylerin, akıl tutulması yaşanır gibi
tartışılması ne acı…
NE B�R EKS�K NE B�R FAZLA Bütün bu romanlarının, çizgi romanla-
rının yanında Gaiman aynı zamanda
bir senaryo yazarı. Pek çok televizyon
dizisinin ve sinema filminin senaryo
ekibinde de bulunuyor (bkz. Mirror-
Mask, Beowulf, Babylon 5, Doctor
Who vb.). Bir Sandman hayranı olan ve
daha sonra dostlukları da pekişen Tori
Amos’un şarkılarından da Neil sıklıkla
çıkıyor ve el sallıyor. Sevdiğiniz bir ya-
zar hakkında yazmak zor derler ya… O
nedenle Gaiman hakkında en sevdiğim
şeyi en sona sakladım. Şüphesiz kısa
öyküleri! Gaiman’ın farklılığı ve yazım
tarzı en vurucu ve belirgin halini kısa
öykülerinde alıyor. Şahsen iki öykü
toplaması “Smoke and Mirrors” ve
“Fragile Things”in dilimize ne zaman
kazandırılacağını deli gibi merak ediyo-
rum. En ayırt edici faktörlerden biri,
eğer bir ya da iki Gaiman öyküsü oku-
duysanız ve bir yerlerde bir başka Gai-
man öyküsüne rastlarsanız, bunun ta-
mamen ona ait olup olmadığını hemen
söyleyebilmenizdir. Hayalgücü mü?
Evet. Kurgu mu? Evet. Ancak başka
bir şey daha var, öykülerinde içinizdeki
bir şeyi yakalıyor, öyküleri birden fazla
şeyi anlatıyor, öykülerinden bir cümleyi
ne çıkarabiliyor, ne de ekleyebiliyorsu-
nuz. Her şey bir anlama bürünüyor.
Gaiman’ı iyi bir yazar yapan da bu un-
sur. Gaiman’ın çalışmalarının yüksek
derecede ima ve göndermelerle dolu
olduğu biliniyor. Özellikle Viktorya dö-
nemi peri masalları ve kültürüne, Willi-
am Shakespeare, G.K.Chesterton gibi
yazarlara kadar mitolojik öğelerden
fazlasıyla besleniyor. Eleştirmenler ta-
rafından Gaiman’ın kurgusal yapısının,
Joseph Campbell’ın karşılaştırmalı mi-
tolojiye yönelik ve mitolojilerdeki ilktip
kahraman yolculuğu teorisini sergiledi-
ği kapsamlı çalışması “The Hero With
A Thousand Faces” (1949) kitabındaki
mono-mit yapısının bir örneğini teşkil
ettiğini söylüyor. Gaiman ise bu kitabı
okumaya başladığını fakat yarım bıra-
kıp bitirmek istemediğini, bunun nede-
ninin de bunu yapma yolunun nasıl ol-
duğunu öğrenmektense, kazara bu şab-
lona oturmuş bir şey yarattığının söy-
lenmesini tercih edeceğini belirtiyor.
Yaratıcı zekânın, kendi yolunu çözüm-
ledikten sonra çökmesinden veya bu-
nun kendi kurgusundaki bir şeylere za-
rar vereceğinden çekinmiş olmalı. Gai-
man’ın yazını hakkında anlatılacak ve
alıntılanacak daha çok şey var elbette
ancak bu haftalık yerimizin sonuna
yaklaşıyoruz ve Gaiman’dan şu alıntıyla
yazıyı sonlandırmak istiyorum: “Hayat
bir hastalıktır; cinsel yolla taşınır ve her
zaman ölümcüldür.”
( Ara Dünya, Neil Gaiman/Michael Reaves, İthaki Yayınları,
Çev.: Nurcan Başer, 216 s.)
BABİL BALIĞI
19 EK�M 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP
Eskiyle yeni, Doğu’yla Batı arasın-
da, farklı sınıflardan da olsa insanın aynı
yurtta, aynı acı ve umutlarda, aynı uy-
garlıkta birleştiği bir ülke ve toplum
düşü Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mo-
dernleşme anlayışının özünü verir.
Sağcılar kafalarındaki yeniyi eskiye,
Doğu’ya, İslâm’a tâbi kılma niyetlerinin
donanımını ete kemiğe bürünmüş ola-
rak onda bulduklarını sanırken, solcu-
lar onu genellikle zoraki benimseyip
ideolojiden yoksunluk ve kendine ka-
panmakla suçladılar.
Tanpınar’ın Cumhuriyet’te
(14.06.1960) “Müşahedeler” köşesinde
yayınlanıp kitaplarına sokulmayan aşa-
ğıdaki ibret dolu yazısı, yalnızca De-
mokrat Parti’yi sergilemiyor; Kabakçı
Mustafa ve Abdülhamit kırması, Hitler
özentili nice siyasi çete ve elebaşının her
dönemde halkı ve ülkeyi tehdit edebi-
leceğinin tarihsel gelenek ve köklerini
de gösteriyor.
Bir gazete yönetiyor olsaydım,
Tanpınar’ın yarım yüzyıldır özellikle
unutturulmak istenen bu “Suçüstü”
başlıklı yazısını Kılıçdaroğlu’nun
“ezber bozma” haberlerinin ya-
nında manşetten verir, tam sayfa
yayımlardım. Böylece “hafıza-i
beşer nisyan ile malûldür” ezberi
ve tarihin tekerrür ettiği yâvesi
büsbütün boşa çıkardı.
Tanpınar 60 yıl önce sanki id-
dianame yazmıştı. Ben bu ibret dolu met-
ni anımsatmak üzere, bu köşenin elver-
diğince, içinden kimi cümleleri öne çı-
kartıyorum. Nicesinin yanı sıra, tekbir ve
tehlilli cenaze törenleri düzenleyen ba-
kanların kulağı elbet çınlayacaktır. İşte
Tanpınar’ın anımsattığı gerçekler [Kö-
şeli parantezler bana aittir / SN]:
SUÇÜSTÜAHMET HAMD� TANPINARDemokrat idarenin macerası gerçekten
korkunç ve ibret alıcı oldu. Sahte havari
ağızlarıyle geldiler, Kabakçı Musta-
fa’nın bile hayalinden geçmiyecek bir
katliâm teşebbüsünü arkalarında hüc-
cet [tanıt] olarak bırakıp tarihin öbür ka-
pısından geçtiler. Filhakika bu idarenin
insanları parada milyondan aşağısını, iti-
safta [yolsuzluk] binler ve hattâ on
binlerden azını düşünmezlerdi. [...]
KÖTÜLÜ�Ü MEYDANAÇIKARAN I�IK!Üniversiteye, matbuata, orduya ve Har-
biye gençliğine, millî hayatın her saha-
sında kasteden bu teşebbüs, milletimi-
zin on senedir yaşadığı faciaya kendi el-
leriyle tuttukları en sarahatli [apaçık]
ışıktır. On senelik kaatil saltanatlarının
icraatı, paramızı ve millî hayatımızı te-
melinden sarsan suiistimaller, Anaya-
sa dışı hareketler, millî serveti millî iti-
barla beraber yıkan ve bizi milletlerarası
camialarda o kadar değişik bir çehre ile
tanıtan 6/7 eylül faciası, bütün o dar-
madağın, sonuçsuz ve faydasız, oy av-
cısı ve sade israf, sözde kalkınma ve ha-
kikatte içten yıkılma teşebbüsleri, şe-
hirlerimizi ve manzaralarımızı altüst
eden mantıksız, bilgisiz ağaç ve refah
düşmanı –kim bilir hangi kompleks!–
imar çılgınlıkları bütün vuzuhu [açıklık]
ile ancak böyle bir teşebbüsün ışığında
görülebilirdi. Tarih on sene boyunca Bü-
yük Millet Meclisi kürsülerinde ve mi-
ting meydanlarında söylenen nutukla-
rı, bütün o irinli hücumları ve sar'a nö-
beti müdafaaları satır satır bu ışığın al-
tında okuyacak. [...]
HER GÜN YEN� B�RCÜRÜM!Demokrat idaresinin tarihi, cürümden
cürüme her an sürati ve kudreti, savle-
ti [saldırı] demeliydim, artan bir cü-
rümdür. Daha iktidarlarının başında
Meclis reyini hiçe sayarak, hattâ bir
Meclis mevcudiyetini inkâr ederek
Anayasa’ya karşı irtikâp [kötülük] et-
tikleri o affedilmez cürüme çok rastla-
rız. ... Kırşehir rezaletini az kalsın unu-
tacaktım. Bütün bir vilâyet halkına,
“reyinizi bize vermediniz!” diye yapılan
bu şümullü te'dip [herkese boyun eğ-
dirme], Anadolu tarihinde, Moğol or-
dularından sonra eşine pek rastlanmı-
yacak cinayetlerden biridir.
Bu idarenin adamlarını Türk mü-
nevveri ve Türk ordusu tam on sene
kalp bir akçe gibi elinde evirdi, çevirdi,
suçlu psikolojisinden başka bir hükme
varamadı.
[...] bilhassa çalma ve hükmetme
hırsları Demokrat idareyi dünyanın en
zalim, kör ve sağır cihazı haline getir-
di. Son devirleri ise gerçekten kıstırıl-
mış bir yaban domuz sürüsünün sav-
letleriyle geçti. Öyle ki ordu imdadımıza
yetişmeseydi Türk milletinin beli bir
daha doğrulamazdı.
EN BÜYÜK C�NAYETLER�,HARB�YE’Y� �MHA...[...] Harbiye talebesini öldürmek... Da-
mat İbrahim Paşa’dan İkinci Mah-
mut’a kadar Türk devletini idare eden-
lerin kuruluşunu tek ümit gibi bekle-
dikleri bu ilk garplı müessesemizi yık-
mak, Türk milletinin elinden müdafaa
silahını almak, böyle bir şeyi medenî
âlemde hakikaten düşmanımız olanlar
varsa onlar bile tasavvur edemezlerdi.
Fakat sabık [devrik] sayınlar Har-
biye’yi ve bütün gençliği imhayı dü-
şündüler. Zaten hakikatte, yavaş yavaş,
renkten renge girerek, bütün bu on sene
içinde yaptıkları neydi? Tekbirli, tehlilli,
kurbanlı kalabalıklar önünde ağızları
köpüre köpüre verdikleri nutuklarla, fi-
kir hayatımızın şîni [ek] olan birkaç ga-
zetede sahte peygamberlere, yalancı ah-
lâkçılara yazdırdıkları yazılarla hazır-
ladıkları şey bugünün münevver Tür-
kiye’sini bir Ortaçağ memleketi yap-
maktan başka bir şey mi idi?
KURULAN POL�SDEVLET�...Pek az idare, bu kadar korkunç şekilde,
muhafazasını ve ilerlemesini cihan kar-
şısında tekeffül ettiği [kefil olduğu] ce-
maate ihanet etmiştir. İktidarlarının
daha ikinci senesinde, hukuk devleti
Türkiye Cumhuriyeti’ni polis devleti ha-
line getirmişlerdi. [...]
YEN� B�R CELÂL� DEVR�...Hakikatte bu idare, bir devlet idaresi ol-
maktan çoktan çıkmıştı. O Ojyas’ın
[Augias] ahırları idi. Ordumuz uya-
nıklığı ve iyi niyetiyle bu şenaatten
[kötülük], bu taaffünden [çürüme] mil-
letimizi kurtardı. Vatanda esen sevinç
havası beyhude değildir. Bu bayram, en
güzel bayramlarımızdan biridir. Tari-
himizde döviz devri diye anılacak şenî
[ayıplı] bir devir açan bu idareyi Ata-
türk’le başlıyan Cumhuriyet tarihimiz
kolay kolay içine alamıyacaktır. Bura-
da bütün kronolojiler iflas eder. Sâbık
idare ve bu taaffün [çürüme], doğrudan
doğruya Osmanlı tarihinin en kötü ta-
raflarının nüksüdür [geri dönüş]. Onlar
Bektaş Ağa’ların, Muslu’ların, Patrona
ve bilhassa Kabakçı’ların, hülâsa cefa-
keş milletimize bir türlü kendisine lâ-
yık bir seviye yaratmıya imkân vermiyen,
her güzel ve doğru şeyi başından önli-
yen insanların kim bilir hangi atavizm
[atacılık] ile bugüne sıçramış bir deva-
mıydı. [...]
Hükümet ekip işidir. Sâkıt [düşük]
idare korkunun ve suçun birbirine ke-
netlediği bir intifa [çıkar] çetesiydi.
Çete kanunlarıyle yaşadılar ve hüküm
sürdüler. Çalmak, servet yığmak onla-
ra yetmezdi. Fakirin alkışı, duası ve göz-
yaşı da lâzımdı.
[...]Bir idare tasavvur edin ki devlet
reisi ve hükümet başvekili bir numara-
lı âmili [etken] iğtişaş [bozuk] sıfatıyle
ellerinde kin meşalesi vatanın içinde on
sene dolaşsınlar, insan çürütmiye, vic-
dan satın almıya çalışsınlar! Olacak
şey değildir, fakat oldu.
[...] Celâl Bayar - Adnan Menderes
idaresi ise hemen hemen başından iti-
baren maarifi, okuryazarı, fikir hayatı-
nı, üniversiteyi âdeta nişangâh gibi al-
mıştı. Milletimizi behemehal bulun-
duğu seviyede bırakmak, hattâ bu se-
viyeyi biraz aşağıya düşürmek için âde-
ta tabiat kanunlarıyle yarışa girdiler.
TÜRK BASINININMACERALI DESTANIFilhakika bizi eşya halinde görmek ve
öyle kullanmak istiyorlardı. İnsanı sus-
turmıya çalışmak, eşya haline getir-
mektir.
[...]Bu çürütme üstadları, para ile çü-
rütemediklerini hapishane köşesinde
çürütebilmek için adalet mekanizması-
nı karakuşi [mantıkdışı] kanunlarıyle
âdeta felce uğrattılar. Fakat ne hâkimi
korkutabildiler; ne matbuatı sustura-
bildiler. Hak ve hürriyet fikirde, vic-
danlarda sönmedi. Atatürk inkılâpları-
nın tuttuğuna en büyük misali, sivil ve as-
ker Türk münevverinin, Türk halkının bu
idareye gizli açık mücadelesinde ara-
malıdır. Türk basını hapishaneleri dol-
durdukça, üniversitelerimiz karşılarına
hürriyetin hakiki kaleleri gibi dikildi. Hiç-
bir isyan 27 nisanda başlıyan gençliğin
hareketi kadar güzel, temiz ve asil de-
ğildir. Gün geçtikçe en ummadığımız kö-
şelerde ortamektep çocukları bile ağa-
beylerinin hareketine iştirak ettiler. [...]
Kaçmak üzere iken ve suçüstü...
Ağzı köpüklü Adnan Menderes, kin çı-
kını ve Anayasa hırsızı Celâl Bayar, hep-
si öldürmiye, yakıp yıkmıya ve servet ve
sâmanlarıyle [düzen] kaçmıya her an
hazır yaşıyorlarmış. Hayır, biz ordu-
muza sadece tam yerinde ve zamanın-
da bir kurtarmayı değil, bütün bu unu-
tulmıyacak manzaraları da medyunuz
[borçlu].[...]
ARAKABLO
“Demokrat Parti iktidarı10 yıllık cürüm yönetimidir”
SEYY�T NEZ�R
Ahmet HamdiTanp�nar 60 y�lönce sankiiddianame yazm��t�:“Bütün bu kar���kve sefil ruh hali vebilhassa çalma vehükmetme h�rslar�Demokrat idareyidünyan�n en zalim,kör ve sa��r cihaz�haline getirdi.” Ahmet Hamdi Tanp�nar
19 EK�M 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP
Sadece şair değildi, Türk ede-
biyatında en yetkin romanlara da
imzasını attı. Kitleleri ekrana kilit-
leyen senaryolar yazdı. Sahnede, dü-
şünce adamı kimliğiyle de kendini
gösterdi. “Hangi Sol?” dedi, “Han-
gi Batı?”, “Hangi Seks?” dedi. En
temel meselelerde en çarpıcı ve
dönemi içinde en aykırı yorumlar-
da bulunmaktan, tartışmanın önü-
nü açan, yeni açılımlara yol açma
olanağı sağlayan kışkırtıcı fikirleri
ileri sürmekten çekinmedi. Dene-
melerinde, anı yazılarında ön açıcı
tavrını ve üslubunu daima sürdür-
dü. Fakat biz onu en çok şair kim-
liğiyle tanıdık ve sevdik.
1925’te Menemen’de doğmuştu.
Babası kaymakamdı. Bu nedenle
Anadolu’nun birçok bölgesini tanı-
ma fırsatı oldu. Anadolu’nun deği-
şik bölgelerini, bölgelere has kül-
türünü tanıması tabii ki şiirinde
ona beslenebileceği bir damar açtı.
Türkiye üzerine yazdığı güzelleme-
lerin seçkinliği bu durumla ilgilidir.
16 YA�INDAMAHPUS B�R �A�RKüçük yaşlarda şiir yazmaya baş-
ladığını biliyoruz. Ne var ki yaşına
oranla büyük belalar da başına şiir
yüzünden geldi. Henüz on altı
yaşındayken kız arkada-
şına yazdığı bir mek-
tupta geçen Nazım
Hikmet şiiri ne-
deniyle iki ay tu-
tuklu kaldı. O
yaşta öğrenim
hakkı elinden
alındı. Yıl
1941’di. Önde
zeytin ağaçları
yoktu fakat mev-
sim ihtimaldir ki
sonbahardı ve Attilâ
İlhan adlı çocuk demir
parmaklıklar ardındaydı.
Elinden alınan okuma hakkına Da-
nıştay kararıyla ancak üç yıl sonra
kavuşabildi. 1946 yılında yirmi iki
yaşında ve lise son sınıf öğrencisi
iken Nazım Hikmet şiiri yüzünden
onu tutuklayan ve öğrenimden men
eden CHP’nin açtığı şiir yarışma-
sında ikincilik ödülünü aldı. Birin-
cilik o ünlü “Otuz Beş Yaş” şiiriy-
le Cahit Sıtkı Tarancı’nındı.
On altı yaşında başına belalar
açan, suç kaynağı ve delili olan şiir
bu kez onun Türkiye çapında ta-
nınmasını ve itibar kazanmasını
sağlıyordu. Attilâ İlhan lise son sı-
nıfta, yirmi iki yaşında adı bütün
Türkiye’de bilinen bir şairdi artık.
Kız arkadaşına yazdığı mek-
tupta yer alan Nazım Hikmet şii-
rinden iki ay tutuklu kaldığı yıl
aynı zamanda Attilâ İlhan’ın ilk şii-
rinin yayımlandığı yıldır. “Balıkçı
Türküsü” adlı şiiri Yeni Edebiyat
gazetesinde çıkmıştır. Bu şiirin ilk
yayımlanan şiir olmasından daha
önemli özelliği ise seksen yıllık
ömrünün ürünü olan bütün bir
“Attilâ İlhan şiiri”nin ana kodları-
nın bu şiirde bulunmasıdır. On altı
yaşındaki bir çocuk için her haliy-
le özgün olan bu şiir aslında bütün
bir “Attilâ İlhan şiiri”nin genetik şif-
resini taşımaktadır. Dize yapılan-
ması, uyaklardan yararlanma be-
cerisi, imge kurma yeteneği, tema-
tik yaklaşım, kelime seçimi, ses de-
ğeri ve müzikalite bu genetik şifre-
nin ana başlıklarıdır.
“DUVAR”IN ÖYKÜSÜAttilâ İlhan 1941’den 1948’e dek çe-
şitli dergi ve gazetelerde şiirler ya-
yımlar fakat çehresini
bütünlüklü olarak okura ilk kez
1948’de kendi olanaklarıyla ya-
yımladığı “Duvar”la gösterir. Ese-
rin sonuna eklediği ve daha sonra
her şiir kitabının sonunda yer
alacak olan “Meraklısına
Notlar”dan öğrendi-
ğimize göre “Du-
var”da yer ala-
cak şiirlerin se-
çiminde çok
dikkatli dav-
ranmıştır. Bu
konuda bakın
kendisi ne di-
yor: “Duvar’ın
ilk basımı bu-
nun aşağı yukarı
üçte biri kadar, ufa-
cık bir kitaptı. Böyle
olmasının, birkaç nedeni
var. Onu annemin verdiği bin lirayla
çıkarıyordum, boyutlarının bu pa-
ranın gerektirdiği ölçüde kalması
zorunluydu. Bu bir, ilk kitabım ol-
duğu için ortalığa en iyi şiirlerimle
çıkmak isteyişim beni acımasız bir
elemeye sürüklemişti, iki; o sıra-
larda hazırladığım destanı ayrı bir
kitap yapmayı tasarladığımdan bu
kitaba ondan hiç şiir almamıştım,
üç!” Attilâ İlhan’ın unuttuğu fakat
bu söylediklerinden bir sonraki pa-
ragrafta sözünü ettiği bir dördüncü
neden daha vardır: “(Duvar’ın)
ikinci basımı yapılırken boyutları ge-
nişlettim: “Gavur Dağlarından Ri-
vayet”in bazı beğenmediğim bö-
lümlerini de, ilk basıma toplumcu
eleştirmenlerin şerrinden korka-
rak koyamadığım bazı aşk şiirleri-
ni de ekledim…”
Attilâ İlhan’ın gayret, özen, dik-
kat ve titizliğinin ödülünü fazlasıy-
la aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
O sadece şair olarak değil, senarist,
romancı ve düşünce insanı olarak
da her dönem merak odağı olan,
üzerinde söz söylenen, tartışılan,
eleştirilen ya da savunulan ko-
numdaydı. Popülerliğini sürekli kıl-
mayı başaran az sayıdaki toplumsal
figürlerimizden birisi oldu. Popü-
lerliğinin kaynağı kuşkusuz yazınsal
üretimiydi ve bu üretim içinde de
ana gövdeyi şiiri oluşturmaktaydı.
DÜNYA ���R�NDENES�NT�LERAttilâ İlhan’ın halk edebiyatından
olduğu kadar divan edebiyatından
da yararlanma çabası süreklilik arz
eder. Bu çabasının sonucudur ki
hem halk hem divan edebiyatının
estetik unsurlarını modern edebiyat
anlayışıyla yeniden üretebilmiştir.
Türk şiir geleneğine olduğu ka-
dar kapılarını başta Fransız şiiri ol-
mak üzere dünya şiirinin etkilerine
de açık tutmuştur.
Toplumcu gerçekçiliği yeni açı-
lım ve yönelimlere olanak sağlaya-
cak biçimde yeniden yorumlayarak
şiirinin tematik zenginleşme yolla-
rını açmış, dil ve anlatımdaki ala-
nındaki deneysel çabaları için ken-
dine özgürce davranabileceği bir
alan yaratmıştır.
1980’lere kadar etkili olan Öz-
türkçecilik akımının sınırlayıcı tu-
tumundan uzak durmuş, dilin top-
lumsal ikliminin sunduğu olanak-
lardan azami ölçüde yararlanarak
Türk insanının kulağına hitap eden
bir ses değeri oluşturmuştur.
Bütün bu özelliklerin yanında
Attilâ İlhan şiirinin yaygın bir okur
kitlesi kazanmasında imgelerinde-
ki çarpıcılığın da önemli bir rolü var-
dır kuşkusuz.
Bireyi sosyal çevresi ve yaşadı-
ğı mekân içinden toplumsal bir al-
gılayışla yansıtması da onun şiirinin
belirgin çizgilerindendir.
Türk toplumunun ruhunu, Türk
insanının sosyal gerçekliğini ve iç
dünyasını bütünlüklü olarak kav-
radığı, kavrayışını ustaca estetize et-
tiği için insanımız onun şiirlerinde
daima kendinden bir parça, sesin-
de ise kendinden bir avaz buldu.
Böylesi bir iletişimde Attilâ İlhan
duyarlığının geniş bir okur tabanı
kazanmaması mümkün değildi. Fa-
kat Attilâ İlhan bu okur tabanını hiç
yitirmeme maharetini de gösterdi.
YEN�L�KLERLE BULU�MAKBuradaki sırrı ise Metin Celal’in
tahlili bence bütün çıplaklığıyla or-
taya koymaktadır: “Attilâ İlhan şii-
ri bir sürekli yeniliği arar ve sunar-
ken kazandığı değerleri, faydalı
unsurları terk etmez. Hep varolanın
üzerine yeni yeni ekler yapar. Şii-
rinde elli yıldır süren bütünlüğün
nedeni de bu olsa gerek… Onun şii-
rinde tüm kolları aynı anda akan bir
nehri görürüz.”
Attilâ İlhan ölüm sonrasındaki
hayatına inanmadığı dünyaya 2005
yılının sonbaharında göç etti. Kan-
lıca’daki evinde öldüğü günün tam
tarihi 11 Ekim 2005’tir. Bir gün son-
rasının tarihini taşıyan “Cumhuri-
yet” gazetesinde, Fazıl Hüsnü Dağ-
larca’nın onun ölümüyle ilgili ver-
diği demeçte şöyle bir cümle var:
“İlk haberi duyduğum zaman ölü
bulunması olayı beni çok üzmüştür.
Ölümünün acısını bana iki kat du-
yurmuştur.”
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın üzün-
tüsünü tabii ki anlayabiliyoruz. Fa-
kat Attilâ İlhan’ın yalnızlığı seçilmiş
bir yalnızlıktır. Onun üretimindeki
ana dinamo da seçtiği bu yalnızlık
olmuştur.
Bir yalnız adam: Attila İlhanEn temel meselelerde en çarp�c� ve dönemi içinde en ayk�r� yorumlarda bulunmaktan, tart��man�n
önünü açan, yeni aç�l�mlara yol açma olana�� sa�layan k��k�rt�c� fikirleri ileri sürmektençekinmedi. Denemelerinde, an� yaz�lar�nda ön aç�c� tavr�n� ve üslubunu daima sürdürdü
CAFER YILDIRIM [email protected]
Attilâ İlhan’ıngayret, özen, dikkat
ve titizliğininödülünü fazlasıylaaldığını rahatlıkla
söyleyebiliriz. Osadece şair olarak
değil, senarist,romancı ve
düşünce insanıolarak da herdönem merak
odağı olan,üzerinde söz
söylenen,tartışılan,
eleştirilen ya dasavunulan
konumdaydı
Toplumcugerçekçili�i yeni
aç�l�m ve yönelimlere
olanak sa�layacak biçimde
yeniden yorumlayarak �iirinin
tematik zenginle�me yollar�n�
açm��, dil ve anlat�mdaki
alan�ndaki deneysel çabalar�
için kendine özgürce
davranabilece�i biralan yaratm��t�r
Attila �lhan
George Orwell’ın bir ülkenin ve onun hal-
kının diktatörlük altında ne hale gelebilece-
ğini ele alan bilimkurgu romanı “1984”, bu-
gün çok daha iyi anlaşılmakta, romanda an-
latılan distopik dünyada olan biten birçok şey
birer gerçeklik halinde karşımızda durmak-
tadır. Tam da Soğuk Savaş’ın başlamak üze-
re olduğu yıllarda yayımlanan romanın “Av-
rupa’daki Son Adam/The Last Man in Eu-
rope” olan adı satış kaygısıyla değiştirilme-
se belki bu denli çok okunan bir kitap hali-
ne gelmeyecekti. Oluşturduğu kendine özgü
terminoloji içinde “Büyük Birader” ve “Dü-
şünce Polisi” gibi kavramları da gündelik tar-
tışmalara sokan bu kara ütopya romanı,
burjuva ideologlarının iddialarının tam ter-
sine, durmadan bir savaştan ötekine geçen ve
dünyayı iki kez kan gölüne çeviren kapitalizmi
eleştirmektedir. Bunu, bir ara kitabın sosya-
lizm karşıtı olduğu yolundaki
iddialara “Yeni romanımda
sosyalizme ya da İngiliz İşçi
Partisi’ne bir saldırı kastet-
medim,” diyen Orwell de ka-
bul eder. Yazar, hikâyenin
İngiltere’de geçmesi dolayı-
sıyla da, kitabı, “İngilizce ko-
nuşan ırkların doğuştan di-
ğerlerine göre daha üstün ol-
madığını ve baskıcı rejimle-
rin karşı konulmadığı sürece
herhangi bir yerde zafer ka-
zanabileceğini vurgulamak
için” yazdığını belirtir.
ANADOLU’NUNKARANLIK DÖNEM�İlk okuduğumda da, şimdi de kitabın benim
ilgimi çeken yanı, toplumsal hafızanın dur-
madan, her gün, her saat, her an silinerek hal-
kın mazisizleştirilmesiydi. Bugün dost olan
bir ülke yarın düşmandı. Düşman olduğu
anda da bir gün önce dost olduğu bilgisi der-
hal silinmekteydi. Bu silme-oluşturma-
silme düzeninin ne kadar zamandır sürdü-
ğünün de bilinmediği bir dünya da tek tek bi-
reylerin de birer mazisinin olamayacağı
açıktır.
Ekrem Akurgal, “Anadolu’nun Kültür
Tarihi” adlı kitabında Troya savaşlarından
sonra Anadolu’nun, ne olup bittiğinin bi-
linmediği yaklaşık beş yüz yıl süren bir ka-
ranlık dönem yaşandığından söz etmektedir.
Daha çok Tarihçi ve kazıbilimcileri yakından
ilgilendiren böylesi bir durum, ibre günümüze
yaklaştıkça tüm toplumu ilgilendiren bir
önem kazanacaktır. Sözgelimi Türkiye’nin
2000 yılından başlayarak geriye doğru, yüz yı-
lının silindiğini varsayalım, bu tüm toplumun
hafızasının da yüz yıl silinmesi demektir. Ner-
de doğduğumuzu, bulunduğumuz yere ne-
reden geldiğimizi, gerçekte kim olduğumu-
zu bilmediğimiz bir vaziyet… Diktatörlükler,
cebir, şiddet, medya ve çeşitli eğitim ve kül-
tür kurumları aracılığıyla kavramlar ve an-
lamlarla, tarihsel olaylarla, doğrudan ve do-
laylı gerçekliklerle bazen gizli gizli, bazen
açıktan oynayarak bunu yapmaktalar.
MAZ�S�N� S�LEN PART�12 Eylül düzeninin şiddete dayalı depoliti-
zasyon politikasıyla yaptığı da buydu. En ba-
sitinden, köylerin, mahallelerin cadde ve so-
kakların adlarını değiştirerek bile toplu-
mun hafızasıyla oynayabilir, mazisinin o
kısmını silebilirsiniz. 12 Eylül şiddeti bundan
çok daha fazlasını yaptı; toplumumuzun
kendi geçmişine duyduğu say-
gıyı yok etti. 12 Eylül’ün, top-
lumsal bünyemizde oluştur-
duğu en büyük kanser tümö-
rü budur. Bundan her sınıf ve
tabaka, her siyasal düşünce
nasibine düşeni aldı. Ama en
çok ve en çabuk etkilenen de,
düzenin cebir ve şiddeti doğ-
rudan sola yöneldiği için sol
oldu.
Türkiye’de solcular, -sade-
ce “dönenler” değil, “dönme-
yenler” de, hatta partiler bile;
örneğin CHP, sahip olduğu sol
değerlerin tümünü mazisinden
çıkarıp atmıştır,- toplumsal cv’lerini, hayat-
larının bir dönemini –bazen tüm maziyi,- bi-
yografilerinden çıkararak oluşturuyorlar.
Utanıyorlar o dönemlerinden veya korku-
yorlar ya da en iyi kendileri biliyor nedenini!
SIFIR NOKTASINA DO�RUBunu en ilkin, 12 Eylül’ün zoru altında dö-
nenler yaptı. Medyadaki dönek takımının bi-
yografilerinde bir zamanlar solcu olduklarını
gösteren hiçbir iz bulamazsınız. Özenle te-
mizleyip yok etmişlerdir tüm “delil”leri. Bu
işin pîri de, Oral Çalışlar’dır. Çalışlar, şimdi
bulunduğu “sıfır noktası”na, cv’sine en önce,
bir zamanlar Aydınlıkçı olduğunu yazma-
yarak geldi. Sonra giderek bu dönemi biyo-
grafisinden de tümüyle çıkardı. Ancak bu bü-
yük bir yanılsamadır; Çalışlar, insanın ister-
se bir teyp bandının tümünü ya bir kısmını
silebileceğinin ama kendi yaşamının tek bir
anını bile silemeyeceğinin kanıtıdır. Bu şun-
dan da böyle; kendisini şimdiki Oral Çalış-
lar yapan o zamanki şeyler o denli güçlü,
edindiği tüm bilginin yüzde elliden çoğu öy-
lesine o yıllara ait ki, bir örnek vermesi ge-
rektiğinde dahi şimdi inkâr ettiği geçmişine
ait bilgilere başvurması –geçenlerdeki bir ya-
zısında AKP’nin demokrasi ve Kürt meselesi
konusundaki politikasını tanımlamak için Le-
nin’in devrimle ilgili ünlü Nevski Bulvarı ben-
zetmesi, “devrim yolu Nevski Bulvarı gibi düz
değildir” sözünü, onu da “düz ve engebesiz
değildir” yaparak örnek vermişti,- dönekli-
ğin tabiatı gereği.
DO�U KORKUSUGeçmiş deyince aklıma bununla ilgili dar bir
çevrede bilinen bir anekdot geldi. Bana an-
latılanlara göre, aralarında bu Oral Çalışlar
gibi isimlerin de bulunduğu “eski Aydınlık-
çılar” belli aralıklarla bir araya gelip yemek
yiyip, sohbet ediyor bir yandan da çoktan vaz-
geçtikleri o geçmişi anıyorlarmış. Bu top-
lantılardan birinde herkes ye-
meğe ve aralarında koyu bir
sohbete dalmışken muziplik
kimin aklına gelmişse, biri
birden bağırmış:
“Doğu geldi! Doğu geldi!”
Bütün sesler anında kesilmiş.
Havada tüy uçsa duyulacak
bir sessizlik…
Çok doğal! Çünkü
“Doğu”, simgeleşmiş mazi
demek bu kimseler için.
Korktukları, karşılaşınca yol-
larını değiştirdikleri geçmiş!
İnsan geleceksiz de yaşayabilir belki bir
yere kadar, ama geçmişsiz yaşanamayacağı-
nın en büyük kanıtı, hafızalarını yitirmiş olan-
ların ona bir an önce kavuşmak için, kafa-
larını patlatıncaya kadar hatırlamaya çalış-
malarıdır.
Bu bana filme de çekilmiş olan “Köpek”
romanını hatırlatır hep. Konusu Güney
Amerika ülkelerinden birinde geçen ro-
manda, cezaevinden firar eden bir devrim-
ci tüm takipçilerinden kurtulsa da, bu iş için
yetiştirilmiş polis köpeğini bir türlü atlatamaz.
Uzun bir kaçıp kovalamaca boyunca yaşadığı
çelişki ve ikileme de tanık olduğumuz kah-
ramanın artık geçmişinden, düşüncelerinden
vazgeçtiğini anladığımız son sahnede köpek
de kovalamayı bırakacak, kahramanı serbest
bırakacaktır.
Çalışlar ve her kesimden benzerlerinin
geceleri kâbuslarla uyandığına şüphe yok!
SADAKAT VE V�CDANİnsanın kendi hayatının tümünü ya da bir bö-
lümünü unutmak istemesi, silip atması yine
de anlaşılır bir şey. Hayat onun hayatı, ister
hiçbir anını unutmaz, ister her anını silip atar,
sonra da gidip köprü altında yatar… da di-
yebiliriz! Burada itiraz hakkına sahip deği-
liz. Ama iş başkasının hayatına geldi mi du-
rum değişir. Buna itiraz hakkımız doğar. Hele
bir de bu bizim arkadaşımız, dostumuz, yol-
daşımızsa itirazımızın şiddeti misliyle artar.
Konuyu buraya getirmemin nedeni Er-
kan Yücel ve Kağan Güner’e ilişkin yazılan
bazı yazılarda her iki devrimci sanatçıya ya-
pılan haksızlık ve densizlik konusunda 11 Ey-
lül günlü Aydınlık’ta yazdığım “Emanete hı-
yanet diye işte buna derim ben!” başlıklı ya-
zıya aldığım sözlü ve yazılı tepkiler… Bu tep-
kilerden biri de Kağan’ın yakın arkadaşı ve
kuzeni M. Kürşat Bozkurt’a aitti. Bozkurt,
buraya ancak birkaç cümlesini aktarabildi-
ğim mektubunda şunları yazmış:
“Kağan eğer yaşam öyküsünü yazmak ile
Asaf'ı (Güven Aksel) görevlendirmişse ona
yardımcı olmak gerekir. Bu du-
rumda Asaf'ın öncelikle başvuracağı
üç insan vardır: Babası Ercan Gü-
ner, Annesi İmren Güner ve süla-
lesindeki ilk komünist olan ben
kuzeni M. Kürşat Bozkurt.
Bu üç insan ile ayrıntılı görüş-
meler yapmadan Kağan'ın kişiliğini,
sınırsız sevecenliğini, emekçilerin
dünyasına olan müthiş sadakatini, bi-
limsel dünya görüşünün oluşum sü-
recini, kısaca Kağan Güner'i anlamak
ve anlatmak olanaksızdır.”
Bozkurt’un, 16 yaşında devrimciliği seçen
Kağan Güner’i “genç devrimcilere, sanatçı
adaylarına büyük yüreği ve vicdanı ile doğru
aktarmak dileği” ile bitirdiği mektubundaki
iki sözcük dikkatimi çekti: Sadakat ve Vicdan.
Şimdilerde pek az bulunan bu iki nite-
liğin, Kağan’da fazlasıyla var olduğu anla-
şılıyor. Öyle ki, bu iki sözcük, sadakat ve vic-
dan, yaşamı ve kişiliğinden birkaç cümley-
le söz edilebilen bir mektupta bile gelip ye-
rini buluyor.
Sadakat ve vicdan; nerede olsagelip yerini bulan iki sözcük
MAZİ DEYİNCE…
�nsan geleceksiz de ya�ayabilir belki bir yere kadar, ama geçmi�siz ya�anamayaca��n�n enbüyük kan�t�, haf�zalar�n� yitirmi� olanlar�n ona bir an önce kavu�mak için, kafalar�n� patlat�ncaya
kadar hat�rlamaya çal��malar�d�rMECİT Ü[email protected]
19 EK�M 2012 CUMA 17Aydınlık KİTAPGÜLDEN TERAZİ
KK��TTAAPPTTAANNAcı Türkücü, Şiir, Hüseyin Haydar,
Kaynak Yayınları, Temmuz 2012, İstan-
bul; Serüvenci, Toplu Şiirler, Turgay De-
ğirmenci, Gelişim Sanat, Haziran 2012,
Ankara; Sadi Şirazi, Gülistan, çev. Hica-
bi Kırlangıç, Kapı Yayınları, Haziran
2012, İstanbul; Nal Çakan, Öykü, Mustafa
Kırış, Ürün Yayınları, Ankara 2011.
19 EK�M 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR
Çeyiz Sand���
“Çünkü onlar annelerini erken, ba-
balarını ölümlerine yakın seviyor. On-
lar en çok bunu biliyor. Babalarsa se-
vilmeye gelmiyor. Babalar bir kere se-
vildi mi hemen kısalıp ölüyor. Buna önce
yas, sonra yasa deniyor. Böyle oluyor:
Çocuk tüfeği eline alıyor. Namlunun
ucunda: okunaksız bir baba. Sonra
korkunç şeyler oluyor. Ve bir de bak-
mışsın, baba gökte soluk bir amblem.
Tedavülden kalkmış delik para.” Birgül
Oğuz’un kitabı yas üzerine. Ancak yal-
nızca kişisel bir kaybın yasını tutmuyor
Hah. Hafızalardan silindi silinecek “yıl-
bindokuzyüzeylül” devrini şimdiye fır-
latmak arzusunu da duyuyor. Temsil, te-
lafi ve idrak edilemez olanı temsil, te-
lafi ve idrak etmeye çalışıyor. Zamanın
yas’a müdahalesi, halden hale geçen öy-
külerin dilinde buluyor karşılığını.
Hah
“Yazı ilerlemiyor, öyleyse burada
ara vereyim. Hem işe yarayacak, elle
tutulur, somut, pratik, hayırlı bir iş ey-
leyeyim, hem de böylece işbu yazı ha-
yata daha çok değsin diye, sobanın ‘ak-
şamdan kalma’ kovasını boşalttım,
sonra kömürlüğe gittim, az biraz kö-
mür kırdım, kırdığım kömürleri ko-
vaya doldurdum, en üste de odun mil-
letini dizdim, götürüp yerli yerine
yerleştirdim kovayı ve yeniden işbu ya-
zıya döndüm.”
Sina Akyol 1950’de Ankara’da
doğdu. TRT’de program yapımcısı
olarak çalıştı.
Şiirleri “Sanat”, “Dost”, “Varlık”
gibi edebiyat dergilerinde yayımlandı.
Akyol 1997’de “Cemal Süreya Şiir
Ödülü”ne layık görüldü.
Düzyazd�m
Hıristiyanların Kutsal Cuma gü-
nünde, İtalya, İspanya ve İsrail’de Hz.
İsa’ya ait kutsal emanetler eşzamanlı
olarak tahrip edilecektir. Bu komplo-
yu düzenleyenlerin planları bununla da
sınırlı değildir. Topkapı Sarayı’nda
bulunan Hz. Muhammed’e ait Kutsal
Emanetler de hedeflerinin arasındadır.
Böylece İslam ve Hıristiyanlık arasın-
da büyük bir savaş başlayacaktır. En-
gizisyon döneminden günümüze uza-
nan bir zaman aralığına yayılan ve yer-
leşik inanca kafa tutan kahramanların
hikâyesini anlatan “Kayıp Mürit”,
dünyanın farklı yerlerindeki farklı ha-
yatlara dokunuyor. Oksitanya’dan Fi-
listin’e, Nazi Almanyası’ndan İstanbul’a
birçok farklı yer ve zamanda geçen hi-
kâyeleri barındıran Kayıp Mürit, dün-
ya tarihine şahitlik ediyor.
Kay�p Mürit
Halepli bir tüccarın oğluyken, kor-
sanlar tarafından esir alındı. İtalya’da
satılarak vaftiz edildi. Efendisi Giovanni,
ülkenin en usta saatçilerindendi. Us-
tasının gözdesi oldu. Harran şehrine gel-
diğinde 15 yıldır diyar diyar gezmek-
teydi. Hiçbir dini reddedip yok sayma-
dan, tıpkı kendinden önceki yol erba-
bı gibi her inançtan insana kucak açtı.
Ardındaki kitle büyüdükçe onun ufku
da büyüdü. Öyle ki, zamanın en güçlü
hükümdarı Timurlenk’e yöneltti ba-
kışlarını ve lanetini. Doğu’nun ilk saat
kulesini yaptı. Saat çınladıkça fani ha-
yatın ninnisi her yerde yankılansın istedi.
Bu romanda, İtalya’da köle olarak sa-
tılan bir Müslüman çocukken, yıllar son-
ra menkıbesini Doğu’da aramaya baş-
layan Kınalı Peygamber’in ilginç ve
gizemli öyküsünü bulacaksınız.
Saatçi Peygamber
Alman yazar Uwe Timm, ülke-
sinin tarihine farklı bir açıdan ışık tut-
tuğu “Yarıgölge”de, okuru Ber-
lin’deki Gaziler Mezarlığı’na götü-
rüyor. Önemli şahsiyetlerin yattığı
mezarlar dile geliyor, ölüler kendi-
lerini anlatmaya başlıyor. Alman-
ya’nın ilk kadın pilotlarından Marga
von Etzdorf da onlardan biri. 1931’de
Almanya’dan Japonya’ya tek başına
uçan ilk kadın pilot olarak tarihe ge-
çen Etzdorf, büyük yankı uyandıran
bu uçuştan sonra Alman diplomat ve
eski savaş pilotu Christian von Dah-
lem’le tanışır. Marga von Etzdorf’un
sıradışı hayatının izlerini sürerken Al-
manya’nın adım adım İkinci Dünya
Savaşı’na sürüklenişine, karanlığa
gömülmeden önce “Yarıgölge”ye
girişine de tanıklık edecek okur.
Yar�gölge
Savaşın antikomünizm sosuna bu-
lanmış diplomatik ataklarla sürdür-
düğü, nükleer silahlanma politikaları-
nın bir tehdit olarak gündemde tutul-
duğu, tüm dünyayı etkisi altına alacak
“68 ruhunun Vietnam Savaşı”na tep-
ki olarak biriktiği yıllarda; sendikaların
burjuva basınla kolkola girerek yangın
söndürücülük görevi üstlendiği top-
lumsal muhalefetin ve öğrenci hare-
ketlerinin filizlenmeye başladığı bir
dönemi tüm hatlarıyla yansıtan “Pro-
testodan Direnişe” aynı zamanda mec-
lise giremediği için değil, kendini sokağa
ait gördüğü için sokağa çıkan radikal bir
muhalefetin doğuşuna ve aralarında Ul-
rike Meinhof’un da bulunduğu kendi-
si küçük ama etkisi büyük bir azınlığın
yeraltında silahlı mücadeleye atılmasına
da tanıklık ediyor.
Protestodan Direni�e
“Ufuk belli belirsizdi! Havanın
kararmasına epey vakit olmasına
rağmen, kapkara bulutlar yüzünden
ortalık kararmıştı.
Hep böyle olurdu Zonguldak’ta,
aydınlığı ve karanlığı günün uzunlu-
ğu ve kısalığı değil, kara bulutlar be-
lirlerdi.
Ortalık sabahın erken saatlerin-
de ya da öğle üzeri birden kararıve-
rir, ardından aynı günde ikinci bir gün
yaşanırcasına aydınlanırdı.
Bazen de, hava hep kara oldu-
ğundan gün hiç yaşanmazdı. Nasıl ol-
duysa, sanki yeraltındaki kömürün ka-
rası gökyüzüne dolaşmaya çıkmıştı.
Yeraltı, yer ve gök kömür karasıydı.
Buna bir de, yaz kış dinmeyen nem ek-
lendiğinden, insanlar hep ıslaktı. Şe-
hir ise, hem kara hem ıslaktı.”
Göl Da��
Uwe Timm, Can Yay�nlar�,Çev: Melike Öztürk, 232 s.
Ebru Tuay Üzümcü,Remzi Kitabevi, 160 s.
İlişki terapisi alanında uzman
olan Ebru Tuay Üzümcü, ilk kitabı
“Bir İlişki 50 Günde Nasıl Kurtu-
lur?”un ardından bu kez evlilik ön-
cesinde yaşananları ve mutlu bir ev-
liliği kurmak için farkında olunması
gerekenleri öykü tadında mercek
altına alıyor.
Herkes karşısındakine “beni
anla!” dediğinde ikili ilişkiler tıka-
nıyor, geriye “seni anlıyorum” diye-
cek kimse kalmıyor! “Çeyiz Sandı-
ğı”nın kahramanı ise babaannesi-
nin ona öğütlediği gibi, önce karşı-
sındakini anlamayı sonra da kendini
anlatmayı başardığında gerçekten
büyümeye, olgunlaşmaya başlıyor.
Gençlerin ve aile ilişkilerini önem-
seyen ebeveynlerin mutlaka yararla-
nacağı bir anlatı “Çeyiz Sandığı”.
Sina Akyol,K�rm�z� Kedi Yay�nevi, 296 s.
Metin Köse,Do�an Kitap, 284 s.
Birgül O�uz,Metis Yay�nlar�, 88 s.
Julia Navarro, Pegasus Yay�nlar�,Çev: Deniz Torcu, 704 s.
Necati Göksel,Alt�n Kitaplar, 264 s.
Ulrike M. Meinhof, Sel Yay�nc�l�k,Çev: Levent Konca, 184 s.
Antigone
İstanbul’un asude semtlerinden
birinde küçük bir park. İki haftadır her
gün parka gelen, aynı ağacın altında
durup aynı yöne bakarak sigara üstü-
ne sigara yakan beyaz elbiseli bir
adam... Ve ansızın, güpegündüz pat-
layan, beyaz elbiseyi kırmızıya boyayan
silahlar... Ama sonra herkes unutuşa
terk edecek olayı. Cem ile Gencer ha-
riç. Cem bir tünelde geriye doğru ko-
şuyordu o sırada, ayrıntı peşinde. Ben-
zemez bir tünelde avare dolaşan Gen-
cer ise hep unutmaya içiyor. Sadece on-
lar merak ediyor vurulan kişinin hi-
kâyesini. “Beyaz Elbiseli Adam”ın
kim olduğunu keşfetmeye çalışırken bir
uçurumdan aşağı baktıklarını fark
ediyorlar. Ve soru: Hayatta daha avu-
tucu ne vardır dostluktan başka?
Varl�k Tutulmas�:Sartre Tiyatrosunda
Varl�k ve Hiçlik
Bana göre yaratılarının dokusuna
yüreklerin sesini, sıcaklığını sindire-
memiş olanlara gerçek anlamda sanatçı
denemez; diyenler olmuştur; olmuştur
ya, bunların hiçbirinin soluğu, yaşadı-
ğı günlerin ötesine geçmeye yetme-
miştir. Oysa öykülere, romanlara, oyun-
lara, şiirlere, kısaca yazınsal yaratılara
baktığımızda, tümünün ortak bir özel-
liği olduğunu görüyoruz: Bize, bizi
anlatmak; insanoğlunun yüreğinde
oluşan cenneti ya da cehennemi be-
timlemek. Yüreklerden yüreklere giden
ince yollar açmak. Emin Özdemir, bu
denemesel anlatısında, okurluğunu
yazarlığıyla da besleyerek, başka ya-
zarların ısıttığı yolda gördüklerini, göz-
lemlerle, yorumlarla, düşünsel ve düş-
sel üretimlerle aktarıyor bize.
Tarih, geçmişteki olaylara ait ay-
rıntıların keşfi, derlenmesi ve bir ara-
ya getirilmesi; aklın yol göstericiliğinde
yorumlanarak yaşananların nedenini
anlamlandırma çabasıdır. Bu kitapta
gerçeklikten uzaklaşmadan, aklın reh-
berliğindeki tarih bilinciyle yaklaşık
yüz yıl öncesine ait olayların ayrıntı-
larını bulacaksınız. Birbirinden kopuk
gibi görünen olayların ve insanların
birbirleriyle aslında var olan bağları-
nı ve sebep-sonuç ilişkilerini görecek;
insan anlayışının ve davranışlarının gi-
debildiği uç yerlere tanık olacaksınız.
Bekir Bülend Özsoy’un gazete yazı-
larından derlenen bu kitap, farklı
yaklaşımı ve anlatımıyla olayların ya-
şandığı şekliyle anlaşılmasına yar-
dımcı oluyor; getirdiği yeni bakış açı-
sıyla bugüne ve geleceğe ışık tutuyor.
Son �yi Sava�
Bekir Bülend Özsoy,E Yay�nlar�, 328 s.
Jean Anouilh, Agora Kitapl���,Çev: Ya�ar Avunç, 96 s.
20. yüzyılın büyük tiyatro yazarla-
rından Jean Anouilh’in “Antigone” oyu-
nu, Yaşar Avunç’un çevirisiyle yayınla-
nıyor. Klasik mitologyanın vazgeçilmez
eserlerinden birisi olan “Antigone” oyu-
nu, Antigone’nin kardeşinin ölüsünü
gömdürmek için kendini feda ederken,
kendini masum da görse iktidar sahip-
lerinin ve bir kralın, ne kadar pis bir iş
yaptıklarını ve bu rollerini bizzat kendi-
lerinin tercih ettiklerini ortaya koyuyor.
Nazilerin Fransa’yı işgali sırasında, Ano-
uilh açık bir şekilde iki tarafın da yanın-
da yer almadı. O günlerde yayınladı-
ğı “Antigone” en ünlü oyunu kabul edi-
lir. Oyun kinayeli bir şekilde Naziler ile
yapılan işbirliğini eleştiriyor. Anouilh, ço-
ğunlukla politikayla ilgilenmemiş olma-
sına rağmen 1950’lerde Charles de Ga-
ulle’e muhalif olmasıyla tanınır.
Ahmet Bozkurt, Ayr�nt�Yay�nlar�, 160 s.
Emin Özdemir,Bilgi Yay�nevi, 296 s.
�nsan Yüre�ineYolculuk
19Aydınlık KİTAP
Yağmur hayvanatbahçesinde
Yağmur’un maceraları devam ediyor!
Funda Özlem Şeran’ın ilkokul çocuklarına ar-
mağan ettiği “Derslerle Başım Dertte” adın-
da rengarenk serinin ikinci kitabı elimde. Ben
daha bunu okuyup bitirene kadar üçüncü ki-
tap çıkmış bile! Yağmur’un ilk kitabı “Şifreli
Mesajlar Gizli Ajanlar”dan bahsetmiştim size.
Dilinin sade ve anlaşılır, çizimlerinin ve yazı ka-
rakterlerinin rengarenk olmasının dışında her
çocuk kitabı için önemli olan soru: “Bu kitap-
ları neden alalım?”
Funda Özlem Şeran genç bir yazar, 1984’te
İstanbul’da doğmuş. Eğitim, ilgi alanlarının be-
lirlenmesinde önemli bir faktör olduğu için söy-
lüyorum; Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi
ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans ve
yüksek lisans yapmış. Bu ciddi ve zorlu eğiti-
min arasında açıkçası çocuk edebiyatıyla ilgi-
lenmesi beni şaşırtmış ve hoşuma gitmişti, özel-
likle belirtmemin sebebi bu. Eğitimine devam
ettiği sırada fantastik ve bilimkurgu türünde-
ki öyküleri çeşitli yarışmalarda ödüller almış.
Dolayısıyla genç olmasına karşın yazın dün-
yasında tecrübeleri olan bir yazar.
TÜRKÇEY� SEVD�R�YORFunda Özlem Şeran Türkçeyi bilinçli olarak
düzgün ve anlaşılır kullanıyor yazılarında, bu-
nun nedeni kitabı sadece anlaşılır hale getir-
mek değil, çocuk okurların kelime hazneleri-
ne katkıda bulunmak. İlk kitapta özellikle bazı
deyimlere yer vermişti yazar ve bunu eğitici öğ-
retici bir biçimde değil de, öykünün içinde har-
manlayarak,Yağmur’un ağzından günlük ya-
şamda karşılaştığı olaylar karşısında verdiği tep-
kilerde kullanarak yapmış, dolayısıyla çocuk-
ların algılarına daha kolay yer etmesini sağla-
yacak teknikler kullanmıştı. İkinci kitapta da
aynı uygulama devam ediyor. Ayrıca son say-
falarda okurun kitapla olan ilişkisini hemen bi-
tirmemek için, okuduklarını anlama, oku-
duklarıyla kendi hayatını karşılaştırma ve
Türkçenin inceliklerine ilişkin çeşitlikli etkin-
liklere yer veriliyor.
Çizimlerin yanısıra kitapta yer yer renkli bu-
lutlar ve yazı karakterleri kullanılmış. Dolayı-
sıyla çocuğun dikkatini dağıtma sınırına ulaş-
mayacak bir şekilde eğlenceli bir okuma sağ-
lanmış. Çocuk kitabında renklilik, uyumu
bozmadığı sürece önemlidir, kitap okumayı eğ-
lenceli bir oyun haline getirir. Çünkü çoğu ço-
cuğun algısında “kitap okumak” sıkıcı bir ey-
lemdir. Funda Özlem Şeran Yağmur’un ağ-
zından çeşitli öyküler anlatırken, okurun ca-
nının sıkılmasına izin vermiyor. Gereksiz ay-
rıntılar, tasvirler kullanmadan, olayları akışına
bırakıyor. Dolayısıyla çocuk için okuduklarını
zihninde bir macera filmi gibi canlandırması zor
değil.
GERÇEKÇ� B�R KARAKTERElbette Yağmur’un bir Türk çocuğu olması da
önemli. Türk eğitim sistemi, Türkçe deyimler
ve espriler, isimler, anne-babalar ve öğret-
menler, hepsi çocuğunuzun aşina olduğu bir
dünyanın parçası. Bu kitaplarda aslında en sev-
diğim şey de gerçekçi olmaları. Çocukları
“sevgi dolu bir dünya”ya ikna etmeye çalışan
çıtır pıtır kitaplardan değil en azından. Zaman
zaman anne babası Yağmur’u azarlıyor, abisiyle
pek iyi geçinemiyor, işleri her zaman yolunda
gitmiyor, dersleri de harikulade değil. Tipik bir
öğrenci Yağmur. Okurken çocuğunuza arka-
daşlık edebilecek bir öğrenci.
Kısacası ilk okuma dönemi için eğlenceli
bir karakter yaratmış Funda Özlem Şeran. De-
vam etmesi için yeterli malzemesi de var ya-
zarımızın, yeter ki çocuklarınız okusun. Elim-
deki bu ikinci kitapta Yağmur’un sınıfı hayva-
nat bahçesine bir gezi düzenliyor. Her gezide
bir öğrenci kaybolur ya, bu sınıfta da kaybol-
sa kaybolsa Yağmur kaybolur.
Eğlenceli okumalar diliyoruz.
(Derslerle Başım Dertte 2 – HayvanatBahçesinde Neler Oluyor?, Funda Özlem
Şeran, Final Kültür Sanat Yayınları, 72 s.)
19 EK�M 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUKLAR İÇİN
İREM HALIÇ[email protected]
Bilgeba� Masal�
Ayla Çınaroğlu, geleneksel masal
öğelerini modern mesajlarla birleştirdiği
“Bilgebaş Masalı”nda; bilginin, düşün-
menin önemi, boş inançlar ve cinsiyet ay-
rımcılığı gibi pek çok önemli konuyu
ele alıyor. Zamanlardan bir zaman, bir
adam yaşarmış. Üç kızı olan bu adam-
cağızın tek derdi bir oğlan çocuk sahibi
olmakmış. Bu uğurda mumlar dikmiş,
adaklar adamış. Gün gelmiş, adamcağı-
zın dileği gerçeğe dönüşmüş. Dört göz-
le yolunu gözlediği oğlunu kucağına al-
dığı gün tüm derdi tasası uçup gitmiş.
Her şey güzelmiş, hoşmuş da oğlunun
kafası azıcık büyükçeymiş. Mutluluktan
gözü hiçbir şey görmeyen adam bunu da
iyiye yormuş. Oğlum akıllı olacak, büyük
adam olacak; diye düşünmüş ve böyle-
likle çocuğuna Bilgebaş adını vermiş. Bilgebaş büyüdükçe başı daha da bir
büyüyormuş. Aklıysa kafasına göre birazcık kısa kalmış. Günlerden bir gün,
Bilgebaş yine yaramazlık peşindeyken ayağı takılıp yere düşünce bir de ba-
şına ne gelsin? Koca kafası tencere kapağı gibi ortadan ikiye ayrılıvermiş.
Telaşa kapılan ev ahalisi şaşkınmış: Yaramaz Bilgebaş’ın kafasının içi zü-
ğürt çanağı gibi bomboş çıkmış! Uzun zamanadır canı sıkılan Akıl Perisi
de fırsat bu fırsat diyerek uzaklara kaçmasın mı? Acaba Bilgebaş şimdi ne
yapacak? Boyu uzun aklı kısa kalakaldı oracıkta... Ödüllü yazar Ayla Çı-
naroğlu, geleneksel masal öğeleri ile bezediği bu etkileyici eserinde, bilgi-
nin ve düşünmenin önemini vurguluyor; batıl inançlar ve cinsiyet ayrımcı-
lığı gibi önemli sosyal konulara eleştirel bir dille değinerek günümüz ya-
şamına ayna tutuyor. ALMA’ya aday gösterilen ilk Türk illüstratör Mus-
tafa Delioğlu’nun birbirinden güzel resimleriyle renk kattığı bu etkileyici
masal, usta yazar Ayla Çınaroğlu’nun şiirsel anlatımı ile her yaştan çocu-
ğun kalbini fethedecek bir çalışma olarak okurlarını selamlıyor.
Ye�il Saha K�rm�z� Perde
Özgür’ün en büyük isteği, yeşil saha-
larda okulun gözdesi bir futbolcu olmak-
tır. Bu yüzden, her gün kan ter içinde koş-
turur okulun arkasındaki futbol sahasın-
da. Ama işler umduğu gibi gitmez ve
kendini okulun tiyatro kursunda bulur Öz-
gür. Bu kursa, neredeyse bilgisayara gö-
mülmüş olarak yaşayan kuzeni Deniz de
katılır gönülsüzce. Onlarla aynı apart-
manda oturan, kardeş gibi beraber bü-
yüdükleri Özge ise, zaten okulun tiyatro
kursundadır. Bu arada mahallenin sıra dışı
tipi Aşıkolucu, evine garip giysili hırsız-
ların dadandığını söyleyerek girer olay-
ların akışına. Mahalledekilerin inanma-
dığı Aşıkolucu’ya özellikle Özgür inanır.
Deniz ve Özge de Özgür’le birlikte hırsızların peşine düşer. Böylece baş-
layan kırmızı perdeli tiyatro serüveni, iki soruyla devam eder: Hırsızlar
gerçek midir ve okullararası tiyatro yarışmasında sonuç ne olacaktır?
“Kendinizi hikayenin ta içinde hissettiren kanlı canlı sözcükler... He-
yecan, macera, içten bir gülüş! Kalbinize dokunan sıcak bir el! Ne hoş:
'Kışın leğenle yokuş aşağı kaymak.’ Mutlu bir çocukluk böylesi güzel anı-
lar olmadan anlatılabilir mi? Gerçek güzelliklere gözümüzü kapattığımız
şu evrende “Aşıkolucu” tüm doğruları bize ters yüz ettirmiyor mu? İste-
diklerimizi elde edemiyorsak, yola devam etmek için her zaman ‘B’ pla-
nımız olmalı, siz ne dersiniz?” (Dönüş Uçar – Türkçe Öğretmeni)
Ayla �naro�lu, Tudem Yay�nlar�, 32 s.
Renan Özdemir, Kelime Yay�nlar�, 144 s.
Ya�mur’uns�n�f� hayvanatbahçesine bir
gezidüzenliyor
Her gezide birö�renci kaybolurya, bu s�n�fta dakaybolsakaybolsa Ya�murkaybolur
Herman Hesse’nin en sevilen
romanlarından “Bozkırkurdu” mü-
zikle harmanlanmış bir kitap. Kla-
sik müzik ve caz kitabın pek çok ye-
rinde karşımıza çıkıyor. Harry ka-
rakterinin saksafoncu Pablo ile
müzik üzerine söyleşmesi yazarın
müzik üzerine söyleyecek çok sö-
zünün olduğunun kanıtıdır. Kitap
boyu kahramanımız Harry’nin iç
çatışmasını, bu çatışmadaki kar-
maşayı bir müzik eşliğinde oku-
yormuşsunuz hissi bile bu kitabı
müzikle bağlamaya yetiyor.
Mozart’ın “Menekşe” ve “Sihirli
Flüt”, Schubert’in “Kırları Ovaları
Dolduruyorsun Yeniden” ve Bach’ın
“Matthäus Passion” ezgilerini ki-
tapta duymak mümkün. Özellikle
yazarın Mozart ve Goethe üzerine
yazdığı kısımlar Harry karakterin-
de kendisini ele vermekte.
Herman Hesse’nin “Bozkır-
kurdu”ndaki son cümlesi belki de
kitabın içindeki müziğin gücünü
bize ispatlıyor. “Bir gün gelecek,
gülmesini öğrenecektim. Pablo
beni bekliyor, Mozart beni bekli-
yordu.”
Hermann Hesse’nin 21 yaşın-
da yayımlanan ilk şiir kitabı “Ro-
mantik Şarkılar” ismini taşır. Şair,
yaşamı boyunca, daha çok roman-
larıyla tanınsa da şarkılar ve şiirler
yazmayı sürdürmüştür.*
Küçük yaşta keman çalmaya
başlayan Hesse için müzik, insanın
içinde bulunduğu çelişkileri aşma-
sına yarayabilecek, onu uyumlu
kılabilecek bir güçtür. Yazar bu
gücü kullanmaya teşebbüs eden bir-
çok grup ve müzisyeni etkilemeye
devam etmektedir.
60’lar Hesse’nin yükseliş dö-
nemiydi. Bu dönemde üniversite-
lerde öğrenci örgütlenmeleri baş-
lamış, ABD’nin Vietnam’a girme-
si beklenenin tersine hem içeride
hem de dışarıda olumsuz tepkile-
re yol açmıştı. Psychedelic müzik
büyük bir yükselişe geçmişti. Hip-
pi dönemi barış istemleriyle kon-
serlerde ve ayinlerde çığlıklar atı-
yordu. Askere çağrı kağıtları genç-
ler tarafından yırtılıyordu.
“Hoşgörü” Hesse’nin yapıtı-
nın anahtar sözcüğüydü ve barışı
benimsemiş insanlar için Hesse
önemli bir yazar konumuna yük-
selmişti.
Bu dönemde Hesse gençlik
hareketinin muhalefetine önderlik
etmeye başladı. İsmini “Bozkır-
kurdu” romanından alan Step-
penwolf (romanın Almanca ismi)
adındaki müzik topluluğunun ün
kazanması, kıtada yazarın ismini iyi-
ce duyurmuştu.
Progressive Rock’ın özellikle
70’li yıllarda ses getiren grupların-
dan Yes,1972 tarihli albümü “Clo-
se to the Edge”de Hesse’ye sevgi-
sini belli ediyordu. Bir başka prog-
ressive rock grubu Marillion’ın
çok okuyan solisti Fish de Hes-
se’den çok etkilendiğini defalarca
söylemiştir. İngiliz indie rock gru-
bu James ise “Crash” isimli şarkı-
sında şöyle der: “Hermann’ı Hes-
se’den ayırın!...” James’den pek
de uzak olmayan brit pop grubu
Blur’ün bir şarkısı da ismini bütü-
nüyle Hesse’nin bir kitabından
alır: “Strange News from Another
Star” (Başka Bir Gezegenden Tu-
haf Haberler). Ayrıca Siddharta
isimli bir Türk, bir de Sloven rock
grubu kurulmuştu.*
* Şarkılardaki Şiir, Hilmi Tezgör, İletişim Yay.
SES - SÖZ
Mütareke yıllarında Ali Rıza Paşa kabine-
sinde İçişleri Bakanı olan Ebubekir Hazım Te-
peyran’ın anıları bugün ayrı bir anlam taşıyor.
Türkiye’nin tekrar o günlere benzeyen duruma
düşmesi, o günleri öğrenme ve bugün de ona
göre tedbir alma ve mücadele etme açısından
önemli olsa gerek! Mülkiye mezunu olan Te-
peyran kaymakamlık ve valiliklerden sonra Da-
hiliye Nazırı da olur. “Herkese nasip olmaz” de-
nilir ya, bu kısmet ona işgal günlerinde gelmiş!
Pek de yaramamış. Bakanlıktan cezaevine giden
bir süreci yaşar. Sonra da Ankara’nın yolunu tu-
tar. Mücadele Anadolu’sunda valilikler de ya-
par. Tarihi olaylara tanık olur. Kirli değil, ak say-
falara ismi yazılır...
OKTAY AKBAL’IN DEDES�“Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları” ismini ta-
şıyan 160 sayfalık kitap, Çağdaş Yayınları tara-
fından 1982 yılında basılmış. Yazar Oktay Ak-
bal’ın dedesi olan Tepeyran, 1947 yılında İs-
tanbul’da hayatını kaybedene kadar 50 yıl kamu
görevinde bulunur. Dürüst ve haksızlığa isyan
eden bir ruha sahip olması ona ayrı bir değer ka-
tıyor. Anılarda, Dahiliye Nazırlığı öyküsü, işgal
günleri olayları, Mustafa Kemal’le temas, Biga
olayı, Padişah Vahdettin’e söyledikleri, Mütte-
fiklerin Millî kuvvetlere karşı faaliyetleri, Ankara
yolculuğu, Koçkiri hadisesi; bu olayda Nurettin
Paşa’nın tutumu, Sivas ve Trabzon valiliği gün-
leri ile tarihimizde hep tartışılan Kayıkçı Kâh-
yası Yahya olayı yeralıyor. Yahya ve Koçgiri ola-
yında görevi, olayların sonlanmasını bekleme-
den bitmiş. İnsan, “keşke görevinden ayrılma-
saymış da sonucu ne olduğunu öğrenseydik” diye
merak ediyor. Yine de önemli bilgiler içeriyor.
DEVR�MC� VAL�Tepeyran ismi size Ermeni soyisimlerini çağ-
rıştırmasın. Niğde Tepeviran’dan geliyormuş.
Halk “Tepeyran” diye andığı için onu tercih et-
miş. Tepeyran, üretken bir insan. Yaşadıklarını
yazmış. Bundan başka kitapları da var. Kitabı ha-
zırlayan Sadi Borak, onun için şunları yazıyor:
“Sebat, inat, ısrar ve takip fikri onun bellibaşlı
vasıflarındandı. Bilgisini daima aklın, mantığın
emrinde ve delâletinde kullandı. Bununla be-
raber alçakgönüllü bir insandı. İdare hayatında
hiçbir zaman masa adamı olmamış, halk içinde
devamlı bir hareket ve faaliyet altında bulun-
muş.” Zaten böyle olduğu için İstanbul’un kir-
li havasından kaçıp devrimci Ankara’ya atar ken-
dini. İdare-i maslahatçılardan olmamış. O gün-
lerde Ankara’ya giderek devrimciliğe terfi etmiş!
VAHDETT�N �HBAR ETT�TUTUKLANDITepeyran o günler için şunları yazar: “Halbu-
ki ben, düştüğü tehlikeli uçurumdan memleketi
çıkarmak mucizesini ancak Kuvayı Milliye teş-
kilatının başaracağına ve bundan başka hiçbir
çaresi bulunmadığına inanıyorum.” Kabine’nin
istifasından 20 gün sonra tutuklanır. Tıpkı bu-
gün Ergenekon tertibine benzer bir tertiple içe-
ri atılır ve hakkında idam kararı verilir. Bunun
sebebini de yukarıdaki ifadelerine bağlar. Ana-
dolu’da Millî kuvvetlere dayanmanın tek çare
olduğunu Padişah Vahdettin’e bile açıklar.
Vahdettin “Ben de böyle düşünüyordum zaten”
der. Vahdettin’e ayrıca Damat Ferit’in tutumunu
da eliştirir. Vahdettin daha sonra da konuşu-
lanları bir güzel Ferit’e anlatır. Bir anlamda ih-
bar eder. Bundan sonraki süreçte de Ankara’nın
yolunu tutar... Böyle insanları tanıyınca, Mus-
tafa Kemal’in yanındaki insanları ve o dönemi
daha iyi anlıyorsunuz. Ne zengin insan malze-
memiz varmış meğer... Saygıyla anıyoruz...
19 EK�M 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF
Bozkırkurdu’nun Melodisi
ERCAN DOLAPÇI
İstanbul’a isyan eden BakanTepeyran’ın anıları!
İstanbul’a isyan eden BakanTepeyran’ın anıları!
Herman Hesse
Mozart
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
SOLDAN SA�A1. ( MEMDUH ... ... ) Resimdeki yazar2. Bir kimsenin veya ailenin içinde ya�ad��� yer, konut, hane -
Kulak iltihab� - Bir haber ajans� - Hz.Muhammed’i övmekamac�yla yaz�lan kaside
3. Dokumac�lar�n kulland��� kam�� - Jüpiter’in bir uydusu - Ata -Vilayet
4. Radyum’un simgesi - Sodyum’un simgesi - Din ile devlet veyönetim i�lerini birbirinden ayr� tutan, dini kurulu�lar�nyetkisi d���nda kalan - Kekli�in boynundaki siyah halka
5. Germanyum’un simgesi - Bizans Devletinde vali vederebeylerin unvan� - Düzgün konu�an
6. Medeni Kanun (k�sa) - Resimdeki yazar�n bir eseri - Bir binekhayvan�
7. Bir nota - Galyum’un simgesi - �eytan8. Mayalanm�� �ekerli s�v�lar�n dam�t�lmas�yla elde edilen uçucu
ve yan�c� s�v� - Kuzu sesi - Ulusal bir parayla yabanc� birpara birimi aras�ndaki de�i�im oran�
9. K�r ko�usu - Allah’tan hay�r dileme10. Japonya’da buda rahibesi - Ayak - Dökme demir - Platin’in
simgesi11. Dan��ma kurulu - Saz�n en kal�n teli ya da kiri�i - Ah�ap,
mermer ya da ta� levhalar� kafes biçiminde oyarak bezeme12. Tesir - M�s�r’�n plakas� - Do�um i�ini yapt�ran kad�n13. �srail’in plakas� - Alt�n’�n simgesi - Müzik aletlerinde ses
ayar� - Hayvanlarda semizlik14. Motor güç birimi - Bir meyve - Cam, kristal - Bir soru sözü15. Esnek - Çin porseleni
YUKARIDAN A�A�IYA1. Sevinçli, ne�eli - Gadolinyum’un simgesi - (... ... K�RACILARI)
Resimdeki yazar�n bir eseri2. Üç-dört ya��na kadar olan di�i manda - Lübnan’�n plakas� -
K�l, tüy - Dilsiz3. Bir hayret ünlemi - Kiralanm�� yük hayvan� - Tantal'�n
simgesi4. Dam�zl�k erkek koyun - Tak�m (k�sa) - Ordu (k�sa) - Cet5. Plesanta, me�ime - Lamba karpuzu - “Rikkat ...” (bir tezhip
sanatç�m�z)6. Boru sesi - Kars yöresinin bir halk oyunu - Dul kalan kad�n�n
sadakatini göstermek üzere kendini kurban etmesi �eklindebir Hindu gelene�i - E�ek sesi
7. Hitit - Çok eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatan bir söz - Suyolu, kanal
8. “Peki” anlam�nda bir sözcük - Savunucu9. Sümerler’de su tanr�s� - “... Güler” (foto�rafç�) - Birkaç türü
birle�ti�inde çe�itli kimyasal birle�ikleri yani molekülleri, birtek türü ise bir kimyasal ö�eyi olu�turan parçac�k
10. Kurtulmu�, esenli�e ermi� - ��lemelerde kullan�lan, gümü�görünümünde parlak s�rma ya da metal tel iplik -Prometyum’un simgesi - Fas’ta bir da�
11. Ya�� küçük oldu�u halde sözleri ve davran��lar� büyükmü�gibi olan çocuk - E�i benzeri olmayan, mükemmel bir �eyiicat eden - �talya’da bir yanarda�
12. Kutsal say�lan bir �ey üzerine kutsal say�lan bir varl�k tan�kgösterilerek verilen söz, edilen yemin - Parlak, saydamk�rm�z� renkte de�erli bir ta� - Kartal tak�my�ld�z�n�n eskidildeki ad� - Tel, sicim veya iplikten kafes �eklinde yap�lm��örgü
13. Lantan’�n simgesi - Üstübeç sabun ve alk�m kar���m� askeritemizlik malzemesi - Tepkili uçak
14. En küçük sosyolojik birim; familya - Ba�l�ca içece�imiz -Plutonyum’un simgesi - Mezopotamya panteonunda tümtanr�lar�n babas� ve kral� olan gök tanr�s�
15. Sütun görevi yapan erkek heykeli - �ngiliz av köpe�i
19 EK�M 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP
Sonradan görme insanlar maymunlarabenzerler. Onlarda bir maymun bece-rikliliği vardır. Bakarsınız yukarılaratırmanıyorlar, tırmanma sırasındaki çe-vikliklerine hayran olursunuz, ama te-peye ulaştıkları zaman artık yalnız ayıpyerleri görünmeye başlar.
1 Doğrular, her zaman insanların ayaklarınıaçıkta bırakan bir battaniye gibidir. Yayarsın,çekiştirirsin, ama hiçbirimizi tamamen örte-mez. Tekmelersin, yerden yere vurursun, amayetmez. Ağlayarak doğduğumuz andan itiba-ren, öleceğimiz ana kadar, ağlarken, bağırır-ken ve çığlık atarken yalnızca başımızı örter.
“Ve eğer özgür iradeniz olduğuna gerçekten inanı-yorsan Tanrının bizi aslında kontrol edemeyeceğinide bilirsin” diyor Seth. Seth ellerini direksiyondankaldırarak derdini anlatmak için havada sallayıp du-ruyor. “Madem Tanrı bizi kontrol edemiyor” diyor,“o halde, tek yaptığı bizi izlemek ve sıkılınca da ka-nalı değiştirmek.”
3
a) Lev Nikolayeviç Tolstoy - Savaş ve Barış
b) John Steinbeck - Fareler ve İnsanlar
c) Aleksandr Sergeyeviç Puşkin - Yüzbaşının Kızı
d) Jack London - Martin Eden
e) Honoré de Balzac - Vadideki Zambak
a) J.K. Rowling - Ozan Beedle’ın Hikâyeleri
b) N. H. Kleinbaum - Ölü Ozanlar Derneği
c) Stella M. Trevez - Ölü Oyuncaklar
d) Jean-Christophe Grange - Ölü Ruhlar Ormanı
e) Dostoyevski - Ölü Bir Evden Hatıralar
a) Chuck Palahniuk - Görünmez Canavarlar
b) Philip K. Dick – Ubik
c) Nick Cave - Ve Eşek Meleği Gördü
d) Hubert Selby Jr. - Bir Düş için Ağıt
e) Andrea G. Pinketts - Lazzaro, Dışarı Çık
2
Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(e) 2-(b) 3-(a)
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ