geÇen hafta okura ulaŞtik kitap · 2015-02-25 · 4 22 mart 2013 cuma aydınlık kİtap umberto...

24
Ekmekleri korkuya gizlenmiş kadınlar ve erkeklerin hikayeleri S.12-13 MEHMET FARAÇ’tan: MEHMET FARAÇ’tan: MEHMET FARAÇ’tan: MEHMET FARAÇ’tan: MEHMET FARAÇ’tan: MEHMET FARAÇ’tan: MEHMET FARAÇ’tan: MEHMET FARAÇ’tan: MEHMET FARAÇ’tan: Aydınlık 22 Mart 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 56 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Ateşten hayat yaratan adam: Mahmut Esat Bozkurt Halit Payza yazdı s.14 Sistemin ‘Aykırı’Adamı: Ernest Gellner’den “Dil ve Yalnızlık” Cenk Özdağ yazdı s.10 Polisiye edebiyatımızda çıta yükseliyor: Demir Toros ve son kitabı “Akrep Yuvası” Salih Kurt yazdı s.9 G G E E Ç Ç E E N N H H A A F F T T A A 6 6 5 5 , , 2 2 9 9 2 2 O O K K U U R R A A U U L L A A Ş Ş T T I I K K

Upload: others

Post on 27-Jan-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

Ekmekleri korkuya

gizlenmiş kadınlar ve

erkeklerin hikayeleri

S.12-13

MEHMET FARAÇ’tan:MEHMET FARAÇ’tan:MEHMET FARAÇ’tan:MEHMET FARAÇ’tan:MEHMET FARAÇ’tan:MEHMET FARAÇ’tan:MEHMET FARAÇ’tan:MEHMET FARAÇ’tan:MEHMET FARAÇ’tan:

Aydınlık22 Mart 2013

Cuma Yıl: 2

Sayı: 56Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP

.Ateşten hayatyaratan adam:

Mahmut EsatBozkurt

Halit Payza yazdı s.14

Sistemin‘Aykırı’Adamı:

ErnestGellner’den

“Dil veYalnızlık”

Cenk Özdağ yazdı s.10

Polisiyeedebiyatımızdaçıta yükseliyor:

Demir Torosve son kitabı

“AkrepYuvası”

Salih Kurt yazdı s.9

GGEEÇÇEENN HHAAFFTTAA 6655,,229922 OOKKUURRAA UULLAAŞŞTTIIKK

Page 2: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine
Page 3: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

22 MART 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

Bugün 18 Mart 2013 Cuma. Bizler Kitap Eki'nibugün ve bu gece hazırlar, bitiririz. En son bu oku-duğunuz yazı yazılır.

Bugün 18 Mart 2013 Cuma... Bu köşeye ne ya-zacağız, düşünerken, önerirken, başlamışken...

Haberler...Ergenekon Tertibi'nde savcılar Mehmet Ali

Pekgüzel, Nihat Taşkın ve Murat Dalkuş'un esashakkındaki mütalaası açıklandı. Çanakkale Za-feri'nin 98. yıl dönümünde açıklanan 2271 say-falık mütalada "Ergenekon'un terör örgütü olduğusabittir" ifadesini kullandı.

Esas hakkındaki müta-laada İşçi Partisi Genel Baş-kanı Doğu Peinçek, 26. Ge-nelkurmay Başkanı İlker Baş-buğ ve Yüksek Askeri ŞüraÜyesi Nusret Taşdeler'in dearalarında olduğu 32 kişinin,cebir ve şiddet kullanarak hü-kümeti devirmeye teşebbüssuçlamasıyla ağırlaştırılmışmüebbet hapis cezasına çarp-tırılması talep edildi.

Neden bahsediyoruz?Doğu Perinçek Üniversite-

si için, Yalçın Küçük Üniver-sitesi için, üniversiteyi üniver-site yapmış bilimciler için; Kemal Alemdaroğlu,Fatih Hilmioğlu, Erol Manisalı için, yetmiyor ge-nelkurmay başkanı İlker Başbuğ, sıralanıp uzu-yor, orgenarellerden astsubaylara kadar... Yetmiyorkurmaylar, müselleh savaşçılar, Mustafa Ke-mal'in Askerleri için.... Yani Harp Akademielriiçin... ağırlaştırılmış müebbet isteniyor...

Ve biz kitaplar, ve biz edebiyat, biz yazın, bizkültür hayatı üzerine ek çıkarıp konuşacağızöyle mi?

Konuşuyoruz...Hepimiz adına, hepimiz için bu bapta sözü Ha-

san Hüseyin Korkmazgil'e vererek konuşuyoruz:

ERGENEKON

Üzüm salkım tutar selvi dalındakarakeçi kayalıkta kuzularben yatarım bu damlarda /ıh demembebem benim kahırlarda bilenirbilenir de çelik çakmak uyanıruyanır da direnir

vurma banavurma beniben çoğum!

bu demirden dağı deler demircim

birgün bir kurt gelir düşerönüme

emeğim emek kavgam felsefem öncüm

bebeğim beleğim beşiğim öfkem

güneşi alırım da birgün alnıma

geceleri yorgan yorgan sırtımaağıtları basarım da bağrımabirgün bu demirden dağı aşar

gelirimgelirim de çektiklerim bilirimbilirim de vatan neymiş

görürümasmam seni urganlara ey zorbavurmam seni kurşunlara ey alçakaçar birgün bayrakları ellerimyazar birgün fermanları ellerimbasar birgün mühürleri ellerim...

(Hasan Hüseyin, Kızılkuğu kitabından...)ama şiir burada bitmiyor!

HALDUN ÇUBUKÇU

İÇİNDEKİLER

‘Açar birgün bayrakları ellerim’Sağduyu hep geç kalır s. 4

Bu benim ne işime yarayacak? s. 5

İnsan mı büyük, evren mi? s. 6

Bu öyküler ‘başka’ s. 7

Gurur ve önyargı ikiyüz yaşında s. 8

Çıta yükseliyor s. 9

Sistemin ‘Aykırı’Adamı:

Ernest Gellner s. 10

Yabancı s. 11

Törenin coğrafyası var mı s. 12-13

Ateşten hayat yaratan adam:

Mahmut Esat Bozkurt s. 14

Şezlonglara özgürlük! s. 15

‘İyiler için bir el kitabı’ s. 16

Yeni Çıkanlar s. 18-19

‘Kerbela; Büyük Acı’

kitabının düşündürdükleri s. 17

Çocuk-Genç: Güneşin kıskanmaya

hakkı var mı? s. 20

Kasabanın birinde,

bir deniz feneri çakıyor s. 21

Alıntı Test-Bulmaca s.22

[email protected]@aydinlikgazete.comBaskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.

Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu

[email protected]

Müşteri TemsilcisiKamile Karakadı[email protected]

Reklam Servisi

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibiYalçın Büyükdağlı

Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel

Sorumlu MüdürMehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri Ebru Baysan

Editör Pınar Akkoç[email protected]

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu

Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Hasan Hüseyin

Page 4: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

22 MART 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP

Umberto Eco, “Genç Bir Romancının

İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-

derine ağlayan okurların durumunun olsa

olsa psikologları ilgilendirebileceğinden

dem vurur. Bunu tabii, okuru hafif bir de-

yişle “sorunlu” gördüğünden söylemez.

Tıpkı optik yanılsamalar olduğu gibi duy-

gusal yanılsamaların da var olabileceği var-

sayımıyla söyler bunu: okurun kültürel alış-

kanlıkları, metnin biçimsel, hikâyenin

duygusal baskısı buna pekâlâ yol açabilir!

Soru, yalnızca açık ve şiddetli bir reaksi-

yon üzerinden, “ağlamak” üzerinden so-

rulduğunda söylenecek pek bir şey yok ger-

çekten de. Fakat sanat eseri dediğimiz, ha-

yatımızı birçok yönden etkileyebilir, bir-

çok duygusal ve fiziksel reaksiyonu tetik-

leyebilir. Dahası yalnızca tekil okurun

değil kalabalıkların eylemini bile doğu-

rabilir. Bir karaktere ağlamak kadar söz ge-

limi gülebiliriz de! Karakterden ziyade, du-

rumu komik ya da hüzünlü buluruz. Ka-

rakterin kaderini değil de daha çok onun

kederini paylaşırız –ya da neşesini. Ger-

çekliği de bu şekilde kendimiz kurmuyor

muyuz? Bundan da ibaret değil, söz geli-

mi Raskolnikov’a ağlayacak, ona acıyacak

değiliz. Yine de Dostoyevski’nin bu çılgın

karakteri çoğu okurda toplumun kirleri-

ne karşı tiksintiyi kışkırtmış olmalı, genç

okurlarda içe doğru lanetli bir kaçma ar-

zusunu da tabi. Neden? Bizi, tamamen

kurmaca olduğunu bildiğimiz bir roman

neden bu kadar etkiler? Aslında hiçbir ese-

rin tamamen kurmaca sayılamayacağı

öne sürülebilir mi?

MARLOWE ��TE ÖYLE B�RKARAKTER

Raymond Chandler’in kara polisiyenin

ve hırpani dedektiflerin temellerini attığı

Marlowe romanları muammanın, şüp-

henin ve harikulade zekâ oyunlarının

fink attığı polisiyelere benzemez. Eğer bir

Marlowe macerası okuyorsanız bir Mar-

lowe okuyorsunuz demektir. Öncelikli

beklentiniz karakter olmalıdır. Chandler

bu konuda cömerttir neyse ki, kendini be-

ğenmiş dedektiflere inat gururlu, bükül-

mez ama kendi halinde bir merak elçisi

gibi her şeyiyle okuruna gösterir Marlo-

we’u.

Everest Yayınları “polisiye cepte” se-

risinden benzersiz romanlar yayınladı,

“Playback” de bu serinin son çıkanların-

dan. Daha önce yine Raymond Chand-

ler’ın müthiş “Büyük Uyku”su yayınlan-

mıştı. Okurun, ama yalnızca polisiye oku-

runun değil, kesinlikle ıskalamaması ge-

reken bir romandı “Büyük Uyku”. Philip

Marlowe’u tanımak için harika bir fırsat.

ÖYLE NEFRET ED�YORUM ��TE!

“Playback”, aslına bakılırsa bir cüm-

lede özetlenebilecek bir hikâye anlatıyor:

Bir genç kız, peşine düşen gizemli ya-

bancılardan kaçmaktadır. Bundan ötesi

yine atmosfer, yine loş sokaklar, patlayan

tabancalar ve elbette bütün olup bitenle

inceden eğlenen Marlowe’dur.

Polisiye romanlara yüklenen misyon

kaçma arzusunu tatmin etmeleridir ya,

Playback okura kaçacak yer bırakmıyor.

Okura Amerika’nın tam ortasından ser-

mayenin vahşi bir portresini çıkarıyor.

Çok sevdiğim Agatha Christie’nin hep yap-

tığı gibi, okuru burjuvalarla dolu bir oda-

ya doldurup, oyunlar oynatmıyor. Bir ta-

rafa aç gözlü, hoyrat

sermaye sahiplerini ve

onların işlerine gözü

kapalı koşturan huku-

ki temsilcilerini koyu-

yor, beri tarafa sinmiş,

çareyi kaçmakta bul-

muş masum insanları.

Marlowe alaycı gülü-

şü, gıcık esprileri ve

attığını vuran silahıy-

la güçsüzlerin yanın-

dadır hiç şüphesiz.

Marlowe’da güçsü-

zün yanında olma hali yalnızca sosyal ve

ekonomik yönleriyle anlaşılmamalıdır.

Hatta sıklıkla duygusal yıkım yaşayan ka-

dınların yanında görürüz onu. Kadınlar-

la kurduğu ilişki maço sayılsa da düşma-

nın cinsiyetine bakmaz Marlowe, kadın

dostlarını ise özellikle gözetir.

Chandler romanlarındaki melankolik

kadınlar ayrı bir incelemenin konusudur

belki ama yeri gelmişken söyleyelim, Mar-

lowe dünyasındaki kadınlar kendilerini bu

dünyaya bağlayan şeylerden ölesiye nef-

ret ederler. Dünya nimetlerinin kendile-

rini köleleştirdiğinin farkındadırlar ama

onlarsız da yapamazlar. Boğucu bir kasa-

baya bu yüzden tahammül edebilirler,

onları o kasabaya bağlayan tek taş bir el-

mas yüzükten, mehtaptan ettikleri kadar

nefret ederler. Öyle nefret ederler işte,

Marlowe’un dünyasında kadınlar dur du-

rak bilmez bir selin tam ortasında gibi-

dirler. Canlarından olmak pahasına suyun

tadını çıkarmak isterler.

B�LD���N� OKUYAN ADAMMarlowe’u bir işe itekleyen ilk etken

para olsa da devam etmesini sağlayan ço-

ğunlukla bastırılamaz bir merak ve sarsılan

adalet duygusunun ne pahasına olursa ol-

sun yerine getirilmesi ihtiyacıdır. Ortalama

bir dedektifin geri duracağı durumlarda

Marlowe öne atılır. Nihayet eline tek kuruş

geçmeyecekse bile doğru bildiğinden şaş-

maz. “Playback”in finalinde olduğu gibi, adı-

na çalıştığı müşterisinin tehdit salvoları, ge-

reğini yapmış olmanın verdiği doygunluk-

la ona müzik sesi gibi gelir. Bu bakımdan

mantığın sesi olduğu söylenemez. Zaten

bunu kendisi de itiraf eder:

“Sağduyu der ki, boşver,

evine git, para yok bu işte.

Sağduyu hep geç kalır. Sağ-

duyu, sana bu hafta arabanı

çarpmadan önce geçen hafta

fren balatalarını değiştirsey-

din, diyen heriftir. Sağduyu,

maç bittikten sonra, takıma

alınsaydım galibiyet golünü

atardım, diyendir. Ama ta-

kımda değildir hiç. Tribünlerin

en tepesinde, cep şişesiyle du-

rur. Sağduyu, gri takım elbise-

li, ufak tefek, hesaplarında hiç

yanılmayan adamcağızdır. Ama

hesapladığı hep başkalarının

parasıdır.”

Sağduyudan iz yoktur Mar-

lowe’da. Onu bu yüzden seve-

rim. Bir devle karşılaşsa bir

deve bakar gibi bakmaz ona. Bu

yüzden severim. Hiç kimseyi küçümsemez

fakat belirleyici özelliği kimseyi büyük gör-

memesidir. Anna Karenina için ağlayan-

ları anlıyorum, fakat siz de ciğeri beş

para etmez bir haydudun ensesine indir-

diği yumrukla yere yığılan Marlowe’a

kaygılananları anlayın!

SUAT DUMAN

Sağduyu hep geç kalırKad�nlar kendilerini bu dünyaya ba�layan �eylerden ölesiye nefret ederler. Dünya

nimetlerinin kendilerini kölele�tirdi�inin fark�ndad�rlar ama onlars�z da yapamazlar.Bo�ucu bir kasabaya bu yüzden tahammül edebilirler

Playback,Raymon Chandler,Everest Yayınları,

Çev: Sinan fişek, 198 s.

Raymond Chandler

Page 5: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

Eğitim dünyasında sıkça yankılanan

bir soru vardır: “Bu benim ne işime yara-

yacak?” Soru sormaktan ziyade bir sitem

ifade eden bu soru cümlesi, hakkında ko-

nuşulan dersin öğrenciye ne denli sıkıcı ve

gereksiz geldiğinin kalıplaşmış bir ifadesi-

dir. Bu sıkıcılık ve gereksizlik çoğu zaman

tartışılmadan kabullenilir ve dersler seve

seve değil, söve söve geçilir.

Halbuki az sayıda in-

san fark eder ve takdir

eder ki, o sıkıcı ve gerek-

siz görünen dersler aslın-

da hiç de sanıldıkları gibi

değildir. Sunumda ve ön-

sözde hata vardır sadece.

Öyle ya, bir dersin neyi ne

için anlattığını ve bu ders-

te öğrenilenlerin ne yön-

de zihin açıcı etkilerinin

olabileceğini anlatma zah-

metine katlanmaz çoğu

öğretmen. Halbuki yaşam

boyu karşımıza çıkmaya-

cak olan iki musluklu bir

delikli ve bol problemli

bir havuzu çözmek değil-

dir matematik; yeryüzün-

de neredeyse hiçbir zaman var olmayacak

olan “ideal” koşullarda atılan bir taşın kaç

saniye sonra yere düşeceğini hesaplamak

değildir fizik. Düşünmeyi öğrenmektir,

konuşmayı öğrenmektir matematik; ta-

biatı ve hayatı öğrenmektir fizik.

Sam Kean adında bir adam, genç bir

bilim yazarı, bu durumu fark edenlerden

olsa gerek, diye düşünüyor insan, peri-

yodik tablonun o rengarenk dünyasını an-

lattığı “Kayıp Kaşık”ı okuduğunda. Ko-

lektif Kitap’tan çıkan “Kayıp Kaşık”, bu

genç yayınevinin diğer şirin kitapları gibi

gayet sıcakkanlı bir tasarıma ve hoş bir an-

latıma sahip. Anlatının hoşluğu hem ya-

zar Sam Kean’in tatlı dilinden hem de ki-

tabı çeviren Baha Okar ve Burçin Duan’ın

emeğinden.

Çocukken sıkça hastalanıp yatağa dü-

şen ve ağzına mütemadiyen derece tıkılan

yazar Sam, kendine garip bir eğlence bul-

muş: annesi yanında değilken ağzındaki

dereceyi yere atmak ve kırılan dereceden

çıkıp topak topak olan cıvaya bakmak. An-

nesinin apar topar gelip cıva öbeklerini

kürdan yardımıyla bir araya getirişi ve bir

şişeye dolduruşu o kadar çok kez tekrar-

lanmış ki, şişede bir ceviz büyüklüğünde

cıva birikmiş. Sam biraz büyüyüp okula git-

tiğinde cıvaya olan merakı azalmamış ve

onu apayrı bir dünyaya, elementlerin

dünyasına çekmiş. Bakmış ki, uzandığı her

elementin -tabii hepsi cıva kadar havalı ol-

masa da- hayli ilginç, gülünç, tuhaf ve hat-

ta tüyler ürpertici hikâyeleri

var, başlamış bütün peri-

yodik tabloyu taramaya.

“Bu tablo aynı zamanda

insanlığın en büyük ente-

lektüel başarılarından bi-

riydi. Hem bilimsel bir ba-

şarı hem de bir öykü kitabı

olan periyodik tablodan

yola çıkarak, ben de eliniz-

de tuttuğunuz bu kitabı, hi-

kâyeleri ve başarıları an-

latmak için yazdım. Tıpkı

aynı hikâyeyi değişik kat-

manlar hâlinde anlatan bir

anatomi ders kitabı gibi...”

diyor yazar, türlü dertlere

derman periyodik tabloya

olan bağını anlatırken ve

şöyle devam ediyor: “...pe-

riyodik tablo antropolojik bir harikadır, in-

sanoğlunun ve fiziksel dünyayla nasıl bir iliş-

ki içinde olduğumuzun tüm muhteşem, kur-

nazca ve çirkin yönlerini yansıtan bir insan

eseri, türümüzün yoğun ama küçük ve za-

rif bir alfabeyle yazılmış tarihçesidir.”

Sahiden de öyledir, periyodik tablo sa-

dece laboratuvara ya da kimya dersine ait

bir grafik değildir; görüp bildiğimiz her

şeydir, yediğimiz, içtiğimiz, sevdiğimiz, so-

luduğumuz... Zira biz, hepimiz, o veya bu

şekilde bir araya gelmiş elementler yığı-

nıyız ve periyodik tablo bizim malzeme-

lerimizin yazıldığı tarifimiz. İşte o yüzden

belki de bu kitap şu işe yarayacak; bize as-

lında bir avuç topraktan, bir tutam el-

mastan, bunlar uğruna dövülen kılıçtan

ya da o kılıçtan damlayan “düşman” ka-

nından çok da farkımız olmadığını, he-

pimizin birbirine sarılan atomlardan gel-

diğimizi hatırlatacak. Kim bilir, belki de

o okur bir gün o atomları örnek alacak

sevgili okur.

5Aydınlık KİTAP

Periyodik tablo sadece laboratuvara ya da kimyadersine ait bir grafik de�ildir; görüp bildi�imiz her

�eydir, yedi�imiz, içti�imiz, sevdi�imiz, soludu�umuz...

Bu benim neişime

yarayacak?

MURAT HATUNOĞ[email protected]

Kayıp Kaşık, Sam Kean,

Kolektif Kitap, Çev: Bahar Okar, Burçin Duan,

360 s.

Page 6: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

22 MART 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Carl Sagan “Kozmik Bağlantı” ile ev-

renin ötesine bir bakış sunuyor okuruna.

Ona göre kozmik bağlantı insan ruhunun

genişlemesidir bir bakıma. Çünkü koz-

mosla ilişki içinde olduğunu düşünen,

daha doğrusu bunun farkında olan insanda

dünya dışında var olduğu düşünülen ya-

şama karşı bir merak uyanır.

Uzayı keşfeden insanın düşünce gü-

cünün ne ölçüde değiştiği ve geliştiğini in-

celiyor, insan ile evrenin birbiri ile olan bağ-

lantısını araştırıyor “Kozmik Bağlantı”.

Günümüzde her geçen gün büyüyen bir

hızla gelişme gösteren teknoloji sayesinde

göz yerine çok hassas optik aygıtlar, rad-

yoteleskoplar ve uzay araçlarıyla yapılan

bu keşif faaliyeti insanın kendini ve evre-

ni algılayışını oldukça değiştirdi. Çünkü in-

sanlar artık gezegenleri geceleri gökyü-

zünde gördükleri ışıklar olarak algılamı-

yorlar. Aynı şekilde güvenli, rahat ve dü-

zenli bir şekilde hayatlarını sürdürdükle-

ri ve yaratılış için özellikle seçilmiş oldu-

ğuna inandıkları dünya ile ilgili görüşleri-

ni de büyük ölçüde değiştirdiler. Bu ina-

nışlar yerini gerçeklere bıraktı. Yani ev-

renin küçük bir kaya ve metal yığını olduğu

gerçeğine. Çünkü uzay araçlarından alınan

fotoğraflar aracılığıyla insanlar dünyanın

evren içerisinde küçücük bir nokta şeklinde

olduğunun ayırtına vardılar ve yüzyıllardır

ölümlü yaratıkların doruk noktası olarak

görülen insanın bu evrenin sahibi değil sa-

dece ufak bir parçası olduğu anlaşıldı.

Carl Sagan, “Kozmik Bağlantı”da tüm

bu yanlış fikirlere radikal çözümler getir-

mekle kalmıyor aynı zamanda bilimin in-

sanlara bir canlı türü olarak hayatta kal-

mak için millet, din ve ekonomi gibi fikir-

lerden çok insanlık fikri çatısı altında top-

lanmak gerektiğini söylediğini vurguluyor.

HALK �LE B�L�M ARASINDAK�DUVARI YIKIYOR

Carl Sagan eserinde uzun ve kısa va-

deli olmak üzere iki vizyonu olduğunu ifa-

de ediyor. Bu vizyonunun uzun vadeli

yönü, insanların kozmosun ihtişamının ve

dünya ötesinde hayat olasılığının farkına

varması. Kısa vadeli yönü ise yirminci yüz-

yılın sonlarında uzayda yürütülen faali-

yetler programı. Yazar, vizyonunun iki yö-

nüne de hemen hemen eşit bir şekilde de-

ğiniyor kitabında. Fakat sonuçların fark-

lılık gösterdiği kanısına varıyor. Çünkü in-

sanlar uzayda yürütülen faaliyetler ko-

nusunda beklenen, başarıyı elde edeme-

diler Sagan’a göre fakat kozmosun gör-

kemi ve dünya dışı yaşam konusundaki fi-

kirleri oldukça değişmiş gibi görünüyor.

Dolayısıyla yazar okuyucu kitlesinin de iki

türde olmasını istiyor. Kendisiyle aynı

görüşte olanlar ve olmayanlar. Bu dü-

şüncede olmasının amacı kendi vizyonu-

na inanan insanlarla birlikte şüpheci olan

kesimi ikna edebilmek. Aynı zamanda viz-

yonunun kısa vadeli yönünün de başarı-

sızlığını kabul ediyor çünkü şüphecilerin

bu nedenden dolayı uzun vadeli vizyonu

da reddetmemelerini istiyor. Toplum ve bi-

lim arasında oluşan duvarı yıkılmasıyla bi-

limin yaptıklarının halk tarafından anla-

şılacağını ve yapılan araştırmalara deste-

ğin artacağını düşünüyor.

Sagan, kendi çocukluk hayallerinden

yola çıkarak insanların gezegene ait gö-

rüşlerini ve evren hakkındaki düşünce bi-

çimlerini değiştirmeyi hedefliyor. Haya-

tının büyük bir bölümünü bilimsel süreç

ve iç görülerin aydınlatılması için çalış-

malar yaparak geçiren yazar, yaptığı araş-

tırmalar sayesinde halkın bu konuda fikir

sahibi olmasını amaçladı daima.

“Kozmik Bağlantı”da yazar insan ge-

lişimin yeni bir kavramı olan “özdeşleşme

ufku”nun kapsamını da ayrıntılı bir şekilde

aktarıyor. Bu kavram ile insanlara, ken-

dimize nasıl davranılmasını istiyorsak di-

ğer canlılara da o şekilde davranmalıyız,

düşüncesini benimsetmeye çalışıyor. Böy-

lece canlıları birbirinden ayıran ve doğa-

nın sınırsızlığını insanların görmesini en-

gelleyen duvarın yavaş yavaş ortadan kal-

kacağını düşünüyor. Bu konu ile ilgili

vermiş olduğu örnekler de gösteriyor ki

etik perspektifte yapılan bu değişim bili-

min doğal bir yan ürünüdür.

�NSAN DO�ANIN SAH�B�DE��L

Carl Sagan her ne kadar dini anlatı-

ların önemine saygı duyan bir bilimci

gibi görünse de aslında kendi içinde ra-

dikal bir çelişki barındırıyor. Onun asıl

amacı bu ikilik arasındaki duvarı yıkmak

ve duvar ortadan

kalktığında

o l u ş a c a k

olan manevi

ve etik pers-

pektifin dışa

vurumunu

yansıtmak.

Ona göre,

“Yaradı l ı ş

Kitabı” ile

insanlar ın

beynine işle-

yen doğaya

ve diğer can-

lılara hâkim

olduğu dü-

ş ü n c e s i n i

yöntemli ve

dikkatli bir

şekilde disip-

linli davrana-

rak, değiştirmek mümkün. Böylece insa-

noğlu kendisinin doğaya egemen olma-

dığını fakat onunla iç içe geçmiş bir hal-

de olduğunu anlar. Çünkü kendine göre

büyük ölçüde farklı ve karmaşık bir yapı-

ya sahip olan doğaya hâkim olmak o ka-

dar da kolay değil.

“Kozmik Bağlantı”da insan ve evren

ilişkisi üzerine geliştirilmiş tüm bu fikir-

ler evrenin görünümü, güneş sistemi ve gü-

neş sisteminin ötesi olmak üzere üç ana kı-

sımda toplanıyor. İlk kısımda okura evren

hakkında bilgi vererek onun evrenin bo-

yutu hakkında düşünmesini sağlıyor ve

böylece kişi farklı bir bakış açısı kazanmış

oluyor. İkinci kısımda, başta Dünya, Mars

ve Venüs olmak üzere güneş sisteminde

yer alan gezegenlerin çeşitli yönlerini ele

alıyor. Mariner, Viking, Voyager, Galileo

ve Pioneer gibi uzay sondalarının çalış-

maları hakkında birtakım ayrıntılı bilgiler

sunuyor. Üçüncü kısım ise diğer yıldızla-

rın gezegenlerinde bulunduğu düşünülen

varlıklarla iletişim kurma çalışmalarını içe-

riyor. Ancak bu bölüm, dünya dışı uy-

garlıklarla iletişim kurma çalışmaları he-

nüz başarıya ulaşmış projeler olmadığı için

kurgulara dayanıyor . Bilimsel mantık

çerçevesinde yapılan bu kurgular ile yazar

aslında bu tür araştırmaların hangi bo-

yutlara ulaşabileceğini gösteriyor.

Sagan, insanlara, kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak diğer canlılara da o şekilde davranmalıyız,düşüncesini benimsetmeye çalışıyor. Böylece canlıları birbirinden ayıran ve doğanın sınırsızlığını insanların

görmesini engelleyen duvarın yavaş yavaş ortadan kalkacağını düşünüyor

İnsan mı büyük, evren mi?

SELCAN KARABULUT

Kozmik Bağlantı, Karl Sagan, Say Yayınları, Çev: Maktav Dinçer, 336 s.

Carl Sagan

Page 7: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

“Hikayeler bana hep kendi sihrine sa-

hip küçük mucizeler gibi gelmiştir,” diyor ya-

zar Bahadır İçel, “Başka Öyküler”in giriş ya-

zısında. Kitabı elinize alıp yazarın kaleme

aldığı hikayeleri okuduğunuzda yazara hak

vermemek elde değil.

“Başka Öyküler”, korku ve gerilim ağır-

lıklı bir öykü seçkisi olsa da sizleri bol bol

düşündürmeyi, hülyalara daldırmayı, yer yer

de yüzünüzü gülümsetmeyi başarıyor. Ka-

pağında belirtildiği gibi “tuhaf” kimliklere

sahip bu öyküler sandığınız kadar fantastik

ve başka değiller aslında. “Başka Öyküler”,

klasik fantastik kurgu edebiyatında olduğu

gibi başka dünyalarda geçen öykülerle kar-

şılamıyor bizi. Aksine tüm hikayeler bizim

gerçekliğimizde yaşanıyor fakat hikayelerin

hepsinde gerçeküstü bir öğe, fantastik bir

detay, bir dokunuş mevcut.

Herhangi bir türe özgü olmaktan ziya-

de kendine has bir tarza sahip olan on

öykü bulunuyor “Başka Öykü-

ler”de. Televizyonunun ekranın-

dan başka dünyaları görebilen bir

gece bekçisi, eşsiz bir tür kuşun pe-

şindeki yaşlı bir avcı, hırslı yazar-

lar, dağlarda teröristlerden kaçan

yaralı bir asker, ölmeyi beklerken

çılgın bir deneyin kobayı olan has-

ta bir adam gibi aslında gerçek

dünyadan bir karakteri alıp ger-

çeküstü bir durumun içinde nasıl

tepki verdiğini ölçmek ister gibi bir

tavrı var yazarın.

USTALARI ANDIRAN KARA M�ZAH

Karanlık nitelikteki öykülerin

çoğu Edgar Allen Poe, H. P. Lo-

vecraft, Stephen King gibi korku (gotik) ve

gerilim temalı yazarların öykülerini çağrış-

tırıyor. Yüzünüze ufak bir gülümseme ka-

tan hikayeler ise çoğunluğu karanlık hika-

yelerin arasında biraz hafifmiş gibi kaçsa da

fantastik öğeleri ve kara mizahı ile okuyu-

cuya arada nefes aldırıyor.

İnce bir kitap olmasına rağmen bir

dolu fikir ve sürpriz barındıran “Başka

Öyküler”de , Türk edebiyatında her zaman

biraz kenara itilmiş modern korku, fantas-

tik kurgu ve bilimkurgu öğeleri güzelce har-

manlanmış.Türkiye güncelinden çok da

uzak olmayan ilginç hikayeleri akıcı bir dil-

le anlatmayı başarmış yazar. Örneğin “O

Dağlarda Bir Yerlerde Şeytanlar Dolaşıyor

Olmalı” hikayesi sıcak bir terörist çatışma-

sının hemen sonrasını anlatıyor ve her ne ka-

dar gerçeküstü bir yola giriyor olsa da bizi

çok ciddi bir “orada” ne olup bitiyor sor-

gulamasına itiyor.

Yaşlı bir avcının önderliğinde, kulaktan

dolma hikayelerde anlatılan eşsiz bir kuşun

peşindeki üç Trakyalı avcının hikayesi olan

“Günkuşu Ziyafeti” ise trajikomik bir şe-

kilde hayattan ne istediğimizi ve bunun kar-

şısında nasıl bir bedel ödememiz gerektiğini

irdeliyor.

Okuyucuya olduğu kadar “yazar”a da

yazılmış hikayeler mevcut. “Sahibinden

Kiralık Öyküler” ve “Biricik İlham Perim

ve Onun Tatlı Bekareti” gibi öyküler oku-

maktan çok yazmayı sevenlere hitap eden,

kahramanları yazarlar olan hikayeler. Genç

yazar; şan, şöhret ve başarı peşindeki ya-

zarları öcüleriyle bir araya getiriyor ve

okuması tüylerinizi diken diken ettiği ka-

dar keyifli de olan hikayeler ortaya koyu-

yor.

ÖYKÜLER�N ÖYKÜLER�Yazar, hikayelerin ortaya çıkışına ya da

yazılma sürecine ait olay-

ları da birkaç cümle ile de

olsa kitabın arkasında an-

latmış. Bu pek alışık ol-

madığımız bir yaklaşım.

Sihirbazın birkaç num-

arasını göstermesi ancak

sihrini kendine saklama-

sı gibi. Bu kısacık açıkla-

maları okuyup gerçek

olayların, fikirlerin ya da

gündelik hayattaki psiko-

lojik durumlarımızın na-

sıl bir dönüşümle gerçek

üstü edebiyata yansıdığı-

nı görmek hikayelere

farklı bir derinlik yükle-

miş. Bu da kitaba çok

güçlü olmasa da nasıl gerçek üstü bir öykü

yazılır iddiası katmış gibi. Umuyoruz ki ya-

zar bu iddiayı yeni öyküleri, yeni kitapları

ile sürdürür ve bizlere çok daha fazla “tu-

haf” öykü hediye eder.

“Başka Öyküler”, farklı niteliği ve ken-

dine özgü tarzı ile gelecekte çok daha eş-

siz ve çarpıcı işler ortaya koyma potansi-

yeline sahip bir yazarın sinyallerini veriyor.

Kitabın arkasında yazılan uyarıda olduğu

gibi okurken dikkatli olmak gerekiyor

çünkü siz de sandığınızdan çok daha baş-

ka biri olabilirsiniz.

Okuyucuyu gerçekliğin kırık bir ayna-

dan yansımış ve çarpılmış yüzleriyle baş

başa bırakan bir kitap olan “Başka Öykü-

ler”, sizi Bahadır İçel'in karanlık dünya-

sından sızmaya başlamış hikayelerin tut-

kulusu haline getirebilir.

7Aydınlık KİTAP

“Ba�ka Öyküler”, farkl� niteli�i ve kendine özgütarz� ile gelecekte çok daha e�siz ve çarp�c�i�ler ortaya koyma potansiyeline sahip bir

yazar�n sinyallerini veriyor

Bu öyküler ‘başka’

GÖKÇE KARA

Başka Öyküler, Bahadır İçel,

Altın Bilek Yayınları, 124 s.

Page 8: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

28 Ocak 1813’te basılan Jane

Austen’in “Gurur ve Önyargı”

adlı romanı ikinci yüz yılını dol-

durdu. Şimdiye kadar yirmi mil-

yonun üstünde satıldığı tahmin

ediliyor ve piyasada baskısı hiç tü-

kenmemiş. BBC’nin İngiltere’de

2003 yılında yaptığı bir ankette

Tolkein’in “Yüzüklerin Efendisi”

adlı kitabından sonra Büyük Bri-

tanya’nın ikinci sevilen kitabı se-

çilmiş.(Yayıncı kuruluş ve devlet

yayıncılığı başka neler yapar için

bir örnek). Bir çok kere Ameriken

sineması Hollywood’dan Hin-

distan sineması Bollywood’a ka-

dar filme uyarlanan ve televizyon

dizisi olan kitabın konusu adına

oldukça uygun. İnsan ilişkileri-

ni şekillendiren gurur ve önyargı başta ol-

mak üzere bir çok temayı işliyor, elbette ol-

mazsa olmazı aşk üzerinden.

KADINA YAKI�TIRILMAYAN �� İki yüz yıl önce İngiltere’de kadınların

böyle ulu orta yazması yakışıksız sayıldığı için

Jane Austen kitabını adını gizleyerek ya-

yımlatmıştı. Türkiye’de de birçok baskısı ya-

pılan bu kitabın Türkçe çevirisinin biri

1947’de “Aşk mı Gurur mu” adıyla Güzin

Güral tarafından yapılmış Rafet Zaim Er

Kitapevi tarafından yayınlanmış. Daha

sonra Beria Okan (Özoran) tarafından

“Gurur ve Aşk” adıya çevrilip Milli Eğitim

Bakanlığı, Dünya Edebiyatından Tercü-

meler 58, İngiliz klasikleri dizisinde 1951 yı-

lında yayımlanmış. Daha sonra da Türkiye

İş Bankası Yayınları Hasan Ali Yücel Kla-

sikler dizisinden Hamdi Koç çevirisi ile

“Gurur ve Önyargı” adıyla yayımlanan ki-

tabın Türk diline kazan-

dırılmasını Türkiye’nin ef-

sanevi Milli Eğitim Baka-

nı, Hasan Ali Yücel, dün-

ya klasiklerinin Türkçe-

de yayımlanma hamlesiy-

le sağlamıştı.

1946 “Gurur ve Önyargı”

adlı bir kitabın Hasan Ali

Yücel zamanının yayını

olmasına şaşmamalıyız.

Bu dönemi suçlayanla-

rın okullarımızda okutu-

lan bir çok dünya klasiği-

ne açtığı savaş ortada.

John Steinbeck ve Jose

Mauro de Vascocelos’un

kitaplarına soruşturulma açanlar hiç değilse

bir Jane Austen romanı okusalardı, şu ya-

zılanlar acaba kulaklarına küpe kalıp biraz

daha bilinçli ve duyarlı insanlar olurlar

mıydı?

“Bir beyfendi ya da hanımefendi, iyi bir

roman okumaktan keyif almıyorlarsa, on-

lar çekilmez derecede aptal olmalılar.”

“Sinirli insanlar, bilge olamazlar.”

“Kibir ve gurur değişik şeyler, genelde

aynı anlamda kullanılsalar bile. Kibirli ol-

madan gururlu olunabilir. Gurur kendimiz

hakkında düşündüğümüzle, kibir başkala-

rının bizim hakkımızda düşündükleri ile il-

gilidir.”

“Ne söylediğimiz ve düşündüğümüz

değil ne yaptığımız bizim kim olduğumu-

zu belirler.”

8Aydınlık KİTAP

“Gurur ve Önyarg�” adl� bir kitab�n Hasan Ali Yücelzaman�n�n yay�n� olmas�na �a�mamal�y�z. Bu dönemisuçlayanlar�n okullar�m�zda okutulan bir çok dünya

klasi�ine açt��� sava� ortada

‘Gurur ve Önyargı’ikiyüz yaşında

‘Gurur ve Önyargı’ikiyüz yaşında

MUSTAFA MERSİNOĞLU

Gurur ve Önyargı,Jane Austen,

İş Bankası Kültür Yayınları,Çev: Hamdi Koç, 424 s.

“A�k ve Gurur” filminden bir sahne“A�k ve Gurur” filminden bir sahne

Page 9: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

22 MART 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI

Polisiye türü (crime fiction), ülkemizde

de çok okunan, göz önünde olmayı başara-

bilen bir türdür. Esas olarak pek çok alt türü

barındıran türün, ülkemizdeki incelemele-

rinde, alt tür farkı gözetmeksizin genel geçer

“polisiye” adı ile anılır. Hâlbuki alt türlerinin

birbirinden farklı yazım biçimleri, izlekleri,

kurgu yöntemleri bulunur. Eğer on beş yıl ön-

cesi için yazınımızın incelemeleri söz konu-

su olsaydı, sadece “polisiye” terimini kul-

lanmak, türü incelemek için yeterli görüle-

bilirdi. Ancak son on beş yılda tür üzerinde

yazarlarımızın yükseltmiş olduğu ve gurur du-

yulacak hale gelen çıta, incelemeler anla-

mında da alt türlere bölünmeleri de gerek-

li kılar hale geliyor. Tür ayrımlarına yönelik

konu uzun olacağından, şimdilik bir virgül ko-

yalım.

POL�S�YE YAZINIMIZSon on beş yıl içerisinde polisiye türünde

yazarlarımızın ne kadar başarılı durumlara

geldiğini, ne kadar yetenek-

li yazarların yetiştiğini anla-

mak için, herhangi bir ki-

tapçıda vakit geçirip oku-

run eğilimlerini gözlemle-

meniz yeterli. Artık öyle bir

noktadayız ki üzerinde rek-

lâm bombardımanı bulun-

mayan polisiye yazarlarımı-

za dahi, türün okuru tara-

fından bir eğilim söz konusu.

Artık okur, çoğunlukla poli-

siye söz konusu olunca bir

tercüme eser yerine, Türk ya-

zarlarına yöneliyor. Bu ibre

değişiminin oluşumunda gu-

rur kaynağımız sayabilece-

ğim, polisiye yazarlarımızın

yazdıkları türe ve yazınlarına

bakış açılarının ne kadar etkili olduğunu, el-

bette yetenekleriyle birlikte belirtmemek ol-

maz. Başarılarındaki ve beğenilmelerinde-

ki nedenlerin başında, yazınlarında edebi

züppelikten özellikle uzak durarak bize ait

kurgular, bizleri anlatan öyküler yazmala-

rı geldiğinin altını çizmemiz gerekiyor. Ya-

zın yetenekleri içerisinde de sayabileceğimiz,

türden, okurun ne bekleyebileceğine yönelik

uğraşılarının ve yaratımlarının karşılık bu-

luyor olması da oldukça sevindirici. Özel-

likle türün yazınında en zor süreç kabul edi-

lebilecek, “kendi kahramanlarını oluşturma”

bağlamında da kalıpların ötesine çıktıkla-

rını, okurların aklına kazınabilecek karak-

terler yarattıklarını gözlemliyoruz. Hatta bu

konuda daha zor olan, bir anti-kahraman

ana karakter yaratmayı, okura sevdirmeyi,

gerçeğe uygun kılmayı dahi başardıklarını

görüyoruz. Polisiye yazınımız için şu an bel-

ki küçük bir eleştiri olarak

yazarlarımızın baş düş-

man ve kötü karakter ya-

ratımlarının bir nebze ba-

şarısızlıkla karşı karşıya ol-

duğunu, kötü/şeytani ka-

rakterlerin iç dünyalarına

girmekte, kahramanları

kadar başarılı olmadık-

larını söylememiz müm-

kün. Özellikle polisiyede

kahraman karakterleri-

nin kalıcılığının da karşı-

larındaki düşmanın ne

kadar iyi kurgulanmış ol-

duğuyla yakından ilişkili olduğunu hatırla-

talım.

B�R SER� DAHA OLUR MU?Polisiye yazınımızdaki bütün bu geliş-

meler ve yükselen çıta, bu türde yeni, dikkat

çekici eserleri vermeyi de daha zor hale ge-

tiriyor şüphesiz. Daha önce iki kitabı (“Be-

yoğlu’nda Balıkların Ayak Sesleri” ve “Mu-

habbet Kuşuna Ağıt”) bulunan Demir To-

ros’un dikkat çeken yeni romanı “Akrep Yu-

vası” da yükselen çıtanın üstünden atlama-

yı başarıyor ve birkaç santim de ekleyiveri-

yor. Polisiye türündeki romanın ana karak-

teri Kamuran Teğmen, bir Kıbrıs gazisi. Oğ-

lunu hunharca bir cinayette kaybetmesiyle

başlayan kurgu, tesadüfen karşılaşacağı so-

kak çocuklarıyla, oğluna çok benzettiği bir so-

kak çocuğunun da aynı seri katil tarafından

öldürülmesiyle, katilin izine düşüşüyle ve bek-

lenmedik daha büyük bir entrikanın keşfiy-

le devam ediyor. Öncelikle yazarın, karak-

terlerini özenle, bir yerlerde nefes aldıkları-

na inandırırcasına kurguladığını, etraflarına

ördüğü detayların metnin altına da anlam kat-

tığını söyleyebiliriz. Özellikle yazar, elinizden

tutup sizi sokak çocuklarının dünyasına ge-

tirdiğinde, elinizi bir anda bırakacak ve za-

man zaman üşümenize, şehrin bunaltıcı ka-

ranlığında hata yapmanızı bekleyen, soğuk

dünyaya bakan sıcak ampullerden gözlerini,

üzerinizde hissetmenize neden olacaktır.

Elbette bir yandan sokak çocuklarına yöne-

lik her gün kaybedilmekte olan bir vicdanı ye-

niden alevlendirmeye yönelik olarak da

karşımıza çıkacak olan bu katmanın üzerinde

fazla durmak istemiyor, bunun keşfini oku-

ra bırakıyorum. Malumunuz, özellikle ince-

leme ve tanıtım yazılarında vicdani unsurla-

rın çok açık edilmesi ve tekrarlanması, rek-

lamlarla kirletilen bir kuşağı artık ajitasyon

ve gerçek arasında paranoyak bir hale ge-

tirdiği için, kitaptaki bazı doneleri hak et-

mediği şekilde “dudak bükme” ile karşı

karşıya bırakmak istemem. Demir Toros’un

karakter yaratımında özellikle çarpıcı olan ve-

riler çevresinde romanı okurken sürekli ak-

lımdan geçen şey, Kamuran Teğmen ana ka-

rakterinin romanın sonunda bir başka kita-

ba ve maceraya mahal vermeyecek şekilde

önünün tıkanılmamasına dair dileklerimdi.

Şükür ki bir devamı kısmen ve gizlice işaret

eden bir sonla karşılaşmaktan ötürü mutlu-

yum. Çünkü Kamuran Teğmen, okurun se-

vip bir başka macerasını okumak isteyeceği

denli özenle yaratılmış, “kahraman” karak-

ter için oldukça güzel bir örnek teşkil edi-

yordu. Elbette bir polisiye romandan bek-

leneceği üzere, sizi sayfayı okumaya zorlayan,

bir sonraki sayfayı merakla beklemenize

yol açan bir tempodan, okurun aklını şüphe

ve ihtimallerle meşgul eden bir yazın gele-

neğinden romanda ziyadesiyle bulunduğu-

nu, yazarın Türk dilini kullanmada titiz dav-

randığını, taklit tasvirlerden uzak durmaya

özen gösterdiğini de belirtelim (özellikle “aç-

lık” üzerine bir mecazına vuruldum). Öy-

künün dönem koşulları ve ince detayların

(bkz. özellikle Amerikan hayranlığının baş-

langıcı) romanın içerisine serpiştirilmesinden

de bütünsel bir lezzet açığa çıkıyor. Öykünün

çevresindeki atmosferi yansıtmak için şiddet

tasvirlerinden geri durmadığını, zaman za-

man kitaba ara vermek zorunda bırakan yo-

ğunlukta bulunduğunu da yazınının olumlu

yönlerinden biri olarak belirtelim. Değindi-

ğimiz üzere genel anlamda polisiye yazını-

mızda baş düşman yaratımlarındaki eksik-

liklerin üstesinden ise kısmen geliyor Demir

Toros. Sadece bir canavar yaratmayıp, ca-

navarın içinden bakmamıza da olanak sağ-

lıyor. Ancak bunun kısa tutulması ve cana-

varın başkalaşımındaki psiko-faktörlere de-

tayla değinmek yerine, nedenden doğruca so-

nucuna atlanması bu konudaki eksikliğin üs-

tesinden tamamen kalkılması yönündeki

hevesimizi kursağımızda bırakıyor.

Polisiye yazınımızda kazandığımız bu yeni

soluğu da fark etmeniz ve haftaya görüşmek

dileğiyle…

M. SALİH [email protected]

Çıta yükseliyor

Akrep Yuvası, Demir Toros,

Remzi Kitabevi, 367 s.

Page 10: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

İş bölümünün bu denli yoğunlaştığı ça-

ğımızda, aşırı uzmanlaşmanın ya da Melih

Baş’ın deyimiyle “azmanlaşmanın” böyle-

sine arttığı bir çağda felsefe, sosyal antro-

poloji ve siyaset bilimi alanlarının tümün-

de birden yetkin ürünler veren birisi olsa

olsa bir istisnadır. Bu istisnai figürlerden

olan Ernest Gellner’in, “Milliyetçiliğe Bak-

mak; Müslüman Toplum; Uluslar ve Ulus-

çuluk; Postmodernizm, İslam ve Us” adlı

eserlerinden sonra ölümünden ardından

oğlu David Gellner tarafından derlenen ya-

zılarından oluşan “Dil ve Yalnızlık” adlı ese-

ri de Türkçeye kazandırıldı.

AYKIRILI�IN �K� B�Ç�M�Gellner farklı konulardaki görüşle-

rinden bağımsız olarak çağımızın aykırı

düşünürlerinden biriydi. Egemen yahut

olağan düşüncelere karşıtlık biçimindeki

aykırılıktan bahsetmiyoruz.

Gellner, daha ziyade, bir dü-

şünür tipi olarak çağımıza ay-

kırı düşmektedir yoksa ege-

men düşüncelerle ilişkisi bakı-

mından düpedüz sıradan bir

düşünürdür. Rönesans devri-

nin insanı, homo universalis

(çok yönlü, hemen her alanı ku-

caklayan) ya da çağımızın Ame-

rikan terimleriyle söylersek

polymath, birçok alanda bilgi-

li, olarak düşünüldüğünde ay-

kırılığın en çok yakıştığı düşü-

nürlerden biri Gellner’dir.

Gellner’in yaşamı boyunca

içinde bulunduğu mekanlar

düşünüldüğünde bir homo uni-

versalis olmasının nedenleri

kolayca anlaşılabilecektir. Gellner, her iki

taraftan da seküler, Almanca konuşan Ya-

hudi bir aileden geliyordu, Paris doğum-

luydu fakat Prag’da büyüdü. İkinci Dün-

ya Savaşı’nda Çek askeri birliğine katıldı.

Sonrasında İngiltere’ye göç ederek Oxford

Üniversitesi, Balliol College’da eğitim gör-

dü. Edinburgh’ta felsefe öğretmenliği

yaptı, LSE’de Sosyoloji Bölümü’nde ça-

lıştı, Cambridge Üniversitesi’nin Sosyo-

loji Bölümü’nde felsefe profesörü olarak

görev yaptı. Emekliliğinden sonra Prag’da,

Central European University çalışmaya

başladı. Burada, Milliyetçilik Araştırma-

ları Merkezi’ni kurdu ve yönetti.

Gellner, Oxford Üniversitesi’ndey-

ken Wittgensteincılığın ve genel olarak dil

felsefesinin etkisinde

kaldı. Sonraki yıllar-

da, özellikle de sosyal

antropolojinin kuru-

cularından Mali-

nowski’den etkilen-

mesiyle birlikte Ox-

ford dil felsefesine

olan eleştirilerini

açıkça dile getirmeye

başladı ve “Words

and Things” (Söz-

cükler ve Şeyler) adlı

eseri yayımlandı.

Gelgelelim, Gell-

ner Oxford dil felse-

fesinin etkisi altında

kalması sonucunda

ürünler verdiği alan-

larda felsefeyi etkili bir şekilde kullana-

bilmiştir. Dolayısıyla, Gellner söz konu-

su kitabı yazmasından önceki dönemden

güçlenerek çıkmış ve adını geniş çevrelere

duyurmuştur. “Dil ve Yalnızlık”ta ise

Wittgenstein’ın ikinci dönemindeki dil fel-

sefesiyle çeşitli kültürleri ve kültürel pa-

radigmaları saha çalışmalarıyla (etno-

grafik çalışmaları işin içine katarak) ele

alan Malinowski’nin sosyal antropolojisi

ekseninde yaşamında ele aldığı hemen her

konuya daha genel bir bakış atıyor. Kitap,

oğul Gellner’in bölümlemesiyle beş bö-

lümden oluşuyor: 1- Habsburg İkilemi; 2-

Wittgenstein; 3- Malinowski; 4- Etkiler;

5- Sonuçlar.

“Dil ve Yalnızlık”, esasında Gell-

ner’in felsefi duruşunun bir özetidir.

Gellner’in siyasete bakışı da bu özette giz-

lidir. Gellner’e göre “bilgi ve hatta insan,

toplum ve diğer şeylerle ilgili [iki temel]

görüş vardır” (s. 265). Bu ikilik bir ku-

tupsallık olarak düşünülebilir. Bir renk

skalasının iki aşırı ucu olarak düşünül-

düğünde söz konusu karşıtlığın bir ucun-

da “atomcu bireycilik” diğer ucundaysa

“romantik organikçilik” bulunur. Gell-

ner’in kendi ifadeleriyle birincisini “Cru-

soe Modeli”, ikincisini ise “Romantizm”

olarak adlandırabiliriz. Gellner’in ayrımı

sağduyuya uygun görünse de ortaya koy-

duğu bu karşıtlık üçüncü şıkkın (sosya-

lizmin) olanaksızlığını göstermek için

kurulmuştur. Diğer bir deyişle bireyi sil-

meyen bir toplumsallığa (bize göre sos-

yalizmden komünizme ilerleyen sürecin

hedefi) kapı aralamamak amacıyla yu-

karıdaki iki uç hiçbir zaman tam anlamıyla

gerçekleşemeyen birer karikatür olarak

sunulmuştur. Dolayısıyla, Gellner’in fel-

sefesinde gerçekle hakim ideolojinin inşa

ettiği sözde gerçek; doğru ile yanlış bir-

birine karışmıştır (gerçi her felsefede

böylesi bir karışıklık şu veya bu ölçüde bu-

lunur. Ancak Gellner’deki durumun bu

karışıklığın açıkça bilinçli bir biçimde

yapılmasıdır). Bunu birer örnekle göste-

rip yorumu sizlere bırakalım:

Doğru: [Kültürel göreliliğe dayalı

gerçeklik kavrayışından söz edili-

yor]”Görecelilik saçmalıktır. Tüm bilişsel

tarzların eşit olması söz konusu değildir.

Bunun böyle olmasını arzu edebiliriz ya

da etmeyebiliriz, ama durum öyle değil-

dir. Bir bilişsel tarzın teknolojik üstünlü-

ğü dünyayı ve toplumsal oyunun kural-

larını dönüştürdü. İçinde yaşadığımız

gerçek dünya için bir kılavuz olarak aksi

varsayımı temel alan bir felsefe mantık dı-

şıdır.” (s. 271).

Eğri: “Rakip görüşü, romantik ko-

münalizmi, yani bilginin ve esas itibarıy-

la diğer her şeyin bir takım oyunu oldu-

ğu doktrinini düşününce, yalıtılmış birey

hastalıklı bir soyutlamadan ibarettir...

Gemeinschaft, artık belli bir tür Ge-

sellschaft, yani modern şovenist ulus-

devlet ideolojisiydi... Romantizm; yeni-

lerini edinmiş olsa da tarımsal değerlerin

eski işlevlerini kaybetmiş olduğu tarım

sonrası bağlamlarda tarımsal değerlerin

(saldırganlık, mertlik, sınıf anlayışı, siya-

si ve dini liderliğe sorgusuz sadakat, akıl

yerine teamüllerden ve arzulardan il-

ham alan yönetim) yeniden onaylanma-

sıdır.” (ss. 270-271).

G�ZL� VE AÇIK ANT�-KOMÜN�ZM

Felsefede Popper’ın kimi zaman üstü

örtülü olarak kimi zamansa açık bir bi-

çimde diyalektiği ve Marksist/Bilimsel Sos-

yalist düşünceyi hedef aldığı gibi Popper’a

felsefi açıdan yakın duran Gellner’in de

benzer bir tavrı gösterdiği söylenebilir.

Plough, Sword and Book (1988) (bu ki-

tap Kabalcı Yayınları tarafından Saban,

Kılıç ve Kitap adıyla yayımlanacaktır) adlı

eserinde tarih felsefesi üzerine eğilen

yazar, tarihsel materyalizmin karşısında

durmakta; 1994’te yazdığı “Conditions of

Liberty” adlı eserinde sosyalizmin “çö-

küşü”nü açıklamaktadır. Bu iki kitaptan

çıkarılabilecek komünizm karşıtlığını en-

telektüel bir tutum olarak değerlendire-

biliriz. Ancak 1993’te Prag’a dönüp de So-

ros tarafından fonlanan Milliyetçilik

Araştırmaları Merkezi’ni kurması, Gell-

ner’in tutumunun entelektüelliğin çok öte-

sinde olduğunu göstermektedir. Söz ko-

nusu Merkez küreselleşmenin ateşli bir

destekçisi, ulus-devletlere karşıtlığın ideo-

lojik karargahı olarak işlemeye devam et-

mektedir.

CENK ÖZDAĞ[email protected]

Dil ve Yalnızlık, ErnestGellner, Kabalcı Yayınevi,Çev: G. Aysu Oğuz, 290 s.

22 MART 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP

Sistemin ‘Aykırı’ Adamı:Ernest Gellner

Sistemin ‘Aykırı’ Adamı:Ernest Gellner

Gellner'in felsefesinde gerçekle hakim ideolojinin in�a etti�i sözde gerçek; do�ru ile yanl��birbirine kar��m��t�r. Gerçi her felsefede böylesi bir kar���kl�k �u veya bu ölçüde bulunur. Ancak

Gellner'deki durumun bu kar���kl���n aç�kça bilinçli bir biçimde yap�lmas�d�r

Gellner, daha ziyade, bir dü�ünür tipi olarak ça��m�za ayk�r� dü�mektedir yoksa egemendü�üncelerle ili�kisi bak�m�ndan düpedüz s�radan bir dü�ünürdür

Ernest Gellner

Page 11: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

Herta Müller’in “Tek Bacaklı Yolcu” ki-

tabı Siren Yayınları’ndan çıktı. Ki-

tabın ana karakteri İrene’yi hat-

ta belki kitabı anlamak için Italo

Calvino’nun “Görünmez Kent-

ler” kitabındaki bir paragrafa

bakmak her şeyi kolaylaştırır.

“Ortasında durup bakıldı-

ğında başka bir kent olacak na-

sılsa. Irene uzaktan bakılan, yak-

laşıldığında değişen bir kent adı-

dır. Kent girmeden geçen için baş-

ka, ona yakalanan ve bir daha çı-

kamayan için başkadır; biri ilk kez

geldiğin, diğeri dönmemek üze-

re terk ettiğin kenttir; her birine

farklı bir ad verilmeli; belki Ire-

ne’den başka adlarla söz ettim

daha önce, belki de sadece Ire-

ne’den söz ettim.”

Nobel Edebiyat Ödülü 2009 yılında

Herta Müller’e verildiğinde, günümüzde

çağdaş edebiyatın en önemli yazarlarından

biri sayılan Müller, ülkesi Almanya’da dahi

pek tanınmayan bir yazardı. Politik olarak

hem sağ hem de sol tarafından takdirle kar-

şılanan bu haber kısa bir süre sonra çok sor-

gulandı. Nitekim savaş sürgünü Almanların

yazarı olarak tanımlanan Müller’in Çavu-

şevsku yönetimindeki komünist Roman-

ya’da kalan Alman azınlıkların komünizmin

insanlık dışı yanını anlattığı romanları bir yan-

dan da savaşta ve sonrasında acı çeken sür-

güne gönderilen Almanlar da vardı, deme-

si Müller’e bakışta değişimler yarattı. Gelen

tepkiler Müller’in Hitler faşizmini görmez-

den geldiği ve öfkesini bundan sonra kuru-

lan sosyalist rejime yönelttiği fakat temel çı-

kış noktasını kaçırdığı yönünde oldu. Öyle ki

bu yaşanılan sürgünün, kendisinin de dahil

olduğu Banat Almanları’nın faşizme destek

olması sebebiyle gerçekleştiği durumu var.

Şüphesiz ki burada babasının seçimleri ne-

deniyle cezalandırılması değil söz konusu

olan, çıkış noktasını es geçmesi.

Nobel Edebiyat Ödülü’nün 2009 yılında

neden Herta Müller’e ve-

rildiği sorusuna verilen tüm

bu politik cevaplar ise yine

cümlenin öznesini es geçer

şekilde aslında ‘Edebiyat’!

Nitekim ödül verilirken de

vurgulanan; şiirinin yoğun-

luğu ve düzyazısının içten-

liği; işte bu Herta Müller’in

“Tek Bacaklı Yolcu”sun-

dan bahsederken çıkış nok-

tası olacak, romanı oku-

duktan sonra ise varış.

“Tek Bacaklı Yolcu”

Herta Müller’in Alman-

ya’da kaleme aldığı ilk ro-

man; diğer tüm romanları

gibi otobiyografik öğeler ta-

şıyor, Irene isimli karakterinin “o ülke” de-

diği Romanya’dan ayrılıp, gurbette yalnızlı-

ğı, yabancılığı, öteki olmasını yazar kendine

has üslubuyla anlatıyor. Herta Müller’de bi-

çim soyut, kelime seçimleri çok özenli, kısa

cümlelerinin oluşturduğu dar paragrafları

sade, metin soyut fakat doğrudan ve vurucu.

Herta Müller hikayelerinde, toplum tara-

fından nesnelere yüklenen anlamlar değişti-

rilir ve bu vesileyle her gün yaşanan ve insa-

nı neredeyse robotlaştıran tekdüzeliğe kar-

şı sert bir eleştiri yapılır. Bu romanda da bu

anlam değişimleri ile yazılmış cümleler, pa-

ragraflar ilgi çekici ve özel.

“Franz sana yazarken duraksıyorum.

İnsanı miskinleştiren bir özlem bu. Elim uyu-

şuyor, şu anda, sana yazarken. İrene kağıdı

katladı ve adamı içine yerleştirdi.”

“İrene güldü, ensesini adamın elinden

çekti.”

Yazarın şiirsel dili, doğrudanlığı, sami-

miyeti “Tek Bacaklı Yolcu”yu okuduğu-

nuzda sizi de etkileyecek.

11Aydınlık KİTAP

Herta Müllerhikayelerinde,

toplum taraf�ndannesnelere yüklenenanlamlar de�i�tirilirve bu vesileyle her

gün ya�anan veinsan� neredeyse

robotla�t�rantekdüzeli�e

kar�� sert bir ele�tiri yap�l�r

Herta Müllerhikayelerinde,

toplum taraf�ndannesnelere yüklenenanlamlar de�i�tirilirve bu vesileyle her

gün ya�anan veinsan� neredeyse

robotla�t�rantekdüzeli�e

kar�� sert bir ele�tiri yap�l�r

YabancıYabancı

DİLAN ÖZTÜ[email protected]

Tek Bacaklı Yolcu, Herta Müller,

Siren Yayınları, Çev: Çağlar Tanyeri, 158 s.

Page 12: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

Törenin coğrafyası var mı Daha kaç kad�n kendini ate�e vermeli ya�muru beklerken? Cumhuriyetin anayasas� delikde�ikken törenin hala i�liyor olmas�na hay�flanmakla kalacaksan�z, bu kitab� hiç okumay�n

daha iyi. Zira o kad�nlar�n ac�nmaya de�il, insan� yakan bu ate�i söndürecek ya�murunyarat�lmas�na ihtiyac� var

22 MART 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP

Güneydoğu’yu, en iyi bilen birinin ağ-

zından dinlemek gerekirse, şimdiki za-

manlarda onların en usta adlarından biri,

belki de birincisi olan Mehmet Faraç’a ku-

lak vermek gerekir. Çocukluğu Urfa’nın

“Kötüler Mahallesi”nde geçmiş olan Meh-

met Faraç Fikret Otyam’ın, Yaşar Ke-

mal’in, Bekir Yıldız’ın büyük anlatıcılar ge-

leneğinin sürdürücüsüdür.

O nehre dışından bakarak değil de ıs-

lanarak anlatanlardan. Umudu, umutsuz-

luğu, yaşamı ve “yaşamsızlığı” bazen gül-

dürerek, bazen de hüzünlendirerek anlat-

tığı Güneydoğu hikayeleri aslında, yöreye

dair hikayeler olmanın ötesinde “bizim

gerçeğimizin” İstanbul’da, Tekirdağ’da,

Manisa’da, Ordu’da, Adana’da... bütüncül

bir gerçek olduğuna dair gözlerimizi açıyor.

Gorki “Acı” demektir...

Faraç ne demek pekiyi?

Daha mı az acı, daha mı az öfke, daha

mı az hüzün ve daha mı az umut?

Bunu ancak iç burkan, o sevdalara, öf-

keye, birbirimizi kardeş bilmemizin zo-

runluluğuna tutanak oluşturan iki kitabını

okuduğumuzda anlıyoruz ve adlandırıyo-

ruz...

Mehmet Faraç’ın alabildiğine şaşırtıcı

hikayelerle dolu bu coğrafyayı, alabildiğine

yalınlıkla yazdığı, yani anlattığı iki kitap Kay-

nak Yayınları’ndan çıktı: “Akrep Zamanı”

ve “Yağmur Bekleyen Kadınlar”

“Akrep Zamanı”nda Mehmet Faraç,

çocukluğunun geçtiği Kötüler Mahalle-

si’ni anlatıyor bize önce. Mahalle kaçakçı-

ların kurduğu, kaçakçıları barındıran bir

mahalle. Faraç’ın babası da kaçakçı. Öyle

bir çocukluk ki, Suriye sınırında babasının

edindiği malları satar Faraç. O çocukların

babaları mayın tarlalarında ecel terleri dö-

kerler, o babaların çocukları akrep avcılığı

yaparlar.

Ayrışmanın henüz başlayış düdüğü ça-

lınmamıştır. Daha sonra kaçakçı, terörist ya

da ihbarcı haline gelecek olan bu insanlar

bu seçimleri yapmak zorunda kalacakları-

nı nereden bilebilirlerdi? Teröre ve devle-

te ufak dokundurmaları da Faraç’ın satır

aralarında görebiliyoruz.

Faraç, “Kötüler Mahallesi” nin ironik

yönünü açığa çıkardığında ise bizim de bi-

lincimizde başka bir şey aydınlanıyor. Kö-

tüler Mahallesi’nin tarihi; Mezopotam-

ya’da, söylenceler kenti Urfa da, Neolotik

Çağ’dan kalma binlerce mağaranın orta-

sında, sırtını Edessa Kralı Abgar’ın meza-

rına, Nemrut’un tahtı diye bilinen “Deyr-

Yakup Manastırı”nın kalıntılarına, Hazre-

ti Eyüb’ün “Sabır Mağarası” na, Ehber (Ab-

gar) Dağı’na ve “Çardak Manastırı”na da-

yanmakta. Bu soylu mahallenin uzun zaman

sonra bir “kötülük” teması barındırması bü-

yük ironi, belki de Türkiye’nin ironisi.

Kitapta bireysel yaşam hikayeleri, Urfa

insanının sıcak kanlılığı,cızlavet lastik ayak-

kabının serüvenininin İsveç’e nasıl dayan-

dığı, kullıke kuhıke’nin şifası gibi şeyleri oku-

duğunuz zaman Mezopotamya’nın tarihi-

ne dair oldukça farklı şeyler öğreneceksi-

niz.

Ve gülümsemek pas geçilmiyor kitap-

ta. Kaçakçıların Avrupa’dan Suriye pazarına

gönderdikleri lüks tekstil ürünlerini teslimat

sırasında aşırmaları en büyük faaliyetle-

rinden birini oluşturuyor. Kötüler Mahal-

lesi’nde yoksulluk elbette baki ama mahalle

sakinlerinin hepsi marka kıyafet giyiyor.

Ama gene de onları yansıtan esas şey cız-

lavet oluyor. Cızlavet’in ne olduğuysa kita-

bın içinde okurları bekliyor.

Törenin kurşunu, bıçağı, ipi vs.,

onu yaşatan koşullar yok edilme-

dikçe tükenmek bilmeyecek. Peki

o koşullar nasıl tükenir? “Yağmur

Bekleyen Kadınlar” adlı kitabı

hakkında sorular yönelttiğimiz

yazar Mehmet Faraç, sorunun

çözümü için eğitim ve kadının

bireyselleşmesi gerektiğini ifade

ediyor. Faraç’a göre, batıya göç de

töreyi değiştirmiyor çünkü feo-

dalite de büyük kente gelen denk-

lerle birlikte taşınıyor.

Peki Urfalı gazeteci Faraç’ın

kendisinin töreden canı hiç yanmış

mı? Faraç yanıtında “Doğuda;

feodaliteden, töreden canı yan-

mayan çok az insan vardır. Bir tra-

fik kazasında bile aşiret gücünü

bulabilirsiniz” dedi. Gerisini de

kendisinden dinleyelim.

Kitapta “Bir gün yolun dü-şerse” diye anlattığınız bir Doğuvar. Hemen ardından “alfabesikaos olan bir coğrafya” çiziyor-

sunuz. Yer verdiğiniz bu “çeliş-ki”leri, birkaç yerde “Doğu’nungizemi” diye ifade ediyorsunuz.Böyle bir gizem var mı gerçekten?

Güneydoğu; yoksulluk, geri

kalmışlık cehalet ve feodalite kıs-

kacında zaman zaman kaotik bir

manzara yansıtsa da, aslında tarihi

ve kültürel dokusuna saklanmış gi-

zemi her zaman dikkat çekicidir.

Zaten o coğrafyayı gizemli kılan

da içinde barındırdığı çelişkiler-

dir... Yağmur Bekleyen Kadınlar

kitabının girişindeki Doğu tasviri

de, aslında terörün yarattığı kaos

nedeniyle gizemi bir tarafa atılan

Güneydoğu’nun insana yönelik

kucaklayıcı yanını anlatıyor. Terör,

geri kalmışlık ve feodalitenin ağı-

lık-töre ikilemi etkin olsa da, Gü-

neydoğu insanı kökeni binlerce yıl

öncesine dayanan bir konukse-

verliği halen yaşatmaktadır... Mır-

ra tadındaki bu konukseverliktir

bu... Kırk yıl hatırı olan... Kitabın

girişindeki Doğu tarifiyle şunu

anlatmak istedim ben; bir gün

yolunuz Güneydoğu’ya düşerse

orada rengarenk bir kültürü, in-

sanın sıcaklığını ve kardeşlik ba-

ğını da görürsünüz. Güneydoğu

korkutmasın kimseyi... Çünkü

bölgenin gizemi; insan-tarih ve

kültür-doğa harmanında canlılı-

ğını koruyor.

Töre karşısında kendini ateşeveren ve o ateşin sönmesi için yağ-mura ihtiyacı olan kadın gerçeğiçıkıyor karşımıza. Bu gerçek na-sıl değiştirilebilir?

Ben kitapta “yağmur” ironisi-

ni öne çıkartırken kadının aslında

çığlığını duyurmak da istedim. O

bölgede intihar eden, intihara

zorlanan, öldürülen ve ya da öl-

dürülmek istenen kadınlar, töre-

nin kanlı yüzünü gösterenlere

karşı bir kurtarıcı beklediler hep...

“Yağmur” betimlemesini bu yüz-

den kullandım. Töresel şiddetin

ateşi artık söndürülsün diye... Me-

zopotamya coğrafyasında töre

baskısı yüzünden kendini yakan

kadınlar artık töre ateşini söndü-

recek bir kurtarıcı bekliyorlar

çünkü... Bunun ancak eğitim ve

kadının bireyselleşmesi konusun-

daki çabalarla yaşanabileceğini

DAMLA YAZICI

KAPAK

Akreplerin yelkovanı kovaladığı hikayeler

SEZA ÖZDEMİ[email protected]

Page 13: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

düşünüyorum.

YASALAR VE SI�INMAEVLER�

Töre cinayetlerinin en yoğun yaşan-dığı bölge, Doğu ve Güneydoğu ama onuçözebilecek güç, batıdaki kentlileriniradesinde mi?

Aslında Doğu kadını yalnız... Devlet

göstermelik yasalar ve sığınma evleriy-

le kadının üzerindeki baskıyı ve şiddeti

azaltamaz. On yıl öncesine kadar Batı

kentlerinde de töreye karşı ne yazık ki bir

duyarsızlık hakimdi. Ancak göç eden feo-

dalite, törenin şiddetiyle batı kentlerin-

de de kadını vurmaya başlayınca ka-

muoyu oluştu. Son on yılda İstanbul gibi

kentlerde işlenen kadın cinayetleri, ken-

tli kadını daha duyarlı hale getirdi. Med-

yanın duyarlılığı da kötü törelere karşı bir

sosyal direnç yarattı.

Eskişehir’de öğretmenlik okuyan yada Almanya’da yaşayan kızlar da hika-yeler arasında. Anayasanın bile değiş-tirildiği bir memlekette; sözlü hukukun(geri kalmış hukukun tabii ki) hala ge-çerli olabilmesi ve bu kadar farklı ko-şullara rağmen uygulanabilmesi nasılmümkün oluyor sizce?

Törenin coğrafyası ne yazık ki yok...

Göç eden feodalite kendi kurallarını da

beraberinde götürüyor. İstanbul gibi

metropoller ya da Almanya, Fransa hiç

fark etmiyor. Çünkü töreyi kültür yara-

tıyor. Nereye göç ederse etsin ve Batı kül-

türüne entegre olamayan yaşam biçim-

leri, töre kurallarından soyutlanamıyor.

Unutulmasın ki, Doğu insanı Batı’ya göç

ederken yalnızca yatağını-yorganını, sal-

çasını-tarhanasını götürmüyor; törenin

kara kitaplarını da denklerinin arasında

taşıyor. Koloni yaşamı da töreyi katılaş-

tırıyor ve özellikle kadınlar büyük kent-

lerde yaşarken de feodal çemberin dışı-

na çıkamıyor. Çıktıklarında ise karşıla-

rında törenin yasalarını buluyorlar.

Zor koşullarda büyüdüğünüzü oku-muştuk yazılarınızdan. Peki, töreden hiçcanınız yandı mı?

Evet çocukken kardeşlerimle birlik-

te zor koşullarda büyüdüm... Urfa’nın

Kötüler Mahallesi’nde, geçimini kaçak-

çılık yaparak sürdüren insanlar arasında

hayatın gerçekleriyle tanıştım. Benim ya-

zarlığımda, Urfa’daki yaşamımın derin

gözlemleri de çok etkili olmuştur. Bu yüz-

den Urfa benim kalemime lezzet kattı.

Bu yüzden de çok seviyorum Urfa’yı...

Töreye gelince... Doğuda; feodaliteden,

töreden canı yanmayan çok az insan var-

dır. Siz en küçük tartışmada, basit bir tra-

fik kazasında bile karşınızda aşiret gü-

cünü bulabilirsiniz. İnsanın yalnız olması

zaten feodalitenin karşısında canının

yanmasıdır. Ben bizzat çok önemli bir so-

run yaşamadım ama çocuğa, kadına yö-

nelik feodal baskının şiddetini sıklıkla

gözlemledim.

Hem unutulmasın ki, birçoğu Do-

ğu’daki terörizmi ve “törerizmi” anlatan

kitaplarımdan rahatsız olanlar da, yıl-

lardır zaten can yakmıyorlar mı?

22 MART 2013 CUMA 13Aydınlık KİTAPKAPAK

İnsanoğlu ateşi bulmasıyla bugünün

uygarlığını kurmada ilk adımını atmış sa-

yılır. O günün koşullarından yola çıkan ku-

rallar koymuş; adetler, gelenekler za-

manla töreler, kanunlar yaratmış. Bunların

bazılarını değiştirmiş, bazılarını ise at-

mamış sırtından. Peki zamana uymayan

ateşler, sizi yakan bir şeye dönüştüyse ar-

tık, ne yapmalı? Siz olsanız aranıp tara-

nıp su bulmaya çalışmaz mısınız?

YA�MURU YARATMAK… Bugün hala sırtımızdan atamadığımız

bu ateşleri söndürmek için yağmuru ya-

ratamaz mıyız? Bunun için illa ki bizi mi

yakması gerek o ateşin?

Gazeteci Mehmet Faraç, bugünün

söndürülmemiş insan yakan ateş’leri kar-

şısında ‘kendini yakan kadınlar’ın hikâ-

yelerini kitaplaştırdı. Onlar, töre karşısında

çaresiz bırakılmışlıklarıyla bedenlerini

ve ruhlarını ateşe veriyor, bu ateşin sön-

mesi için ise yağmuru bekliyorlar. Peki ya

siz? Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Yağ-

mur Bekleyen Kadınlar” adlı kitabı oku-

yup, hala sadece ağlıyorsanız; bilin ki o

yağmuru yaratamadığınız için siz de suç-

lusunuz!

DO�U’NUN G�ZEM� M�? Faraç, okurunu Doğu’ya götürmeye

“Bir Gün Yolun Düşerse” diyerek başlı-

yor. Gidenleriniz varsa hüzünlü ama tat-

lı bir gülümsemeyle hatırlar kuşkusuz, git-

meyenleriniz ise ne yazık ki bugünün ön-

yargılarıyla başlayacaktır okumaya. O

yüzden Faraç’ın oranın insanından dem

vurduğu bu kısa Doğu panoraması ön-

yargıları kırmak için iyi bir başlangıç ola-

bilir. Çünkü Doğu’nun bugüne kadar

sistem içinden gösterilen çelişkilerle dolu

“gizemi”nin aslında gizem değil, bir ne-

den-sonuç ilişkisi olduğunu gösterecek ve-

rileri yakalayabilmek için önce bu ön-

yargılardan arınmak gerek bize kalırsa.

Faraç bu bölümü kapatırken şunları

söylüyor:“Hepimizin… Hem de şu kaos

döneminde çok ihtiyacı var buna…” İşte

bu sözleri kulağımıza küpe yapıp okumaya

devam edelim, çünkü hemen ardından ge-

lecek olan “Alfabesi Kaos Olan Coğraf-

ya!” başlıklı bölüm, suratımıza bir tokat

gibi çarpıyor. Bu kez aşiret, ağa, şıh, feo-

dalite, töre, yoksulluk,

zulüm, molotof, Apo,

Hizbullah, PKK, JİTEM,

faili meçhul, açlık, ka-

çakçılık, mayın tarlası,

kalaşnikof, roket, başlık

parası, berdel, kan da-

vası ve mezarsız ölüle-

rin diyarıyla karşı kar-

şıyasınız. Bu sözcük-

leri rastgele sıraladığı-

mızı düşünüyorsanız,

hala Doğu’nun “gi-

zem”inde takılı kal-

dınız demektir.

KAN VE A�K Faraç kadınlarla

ilgili hikâyelere geç-

meden bölgeden somut veriler su-

nuyor okura. Bunlara bir de aşka ilişkin

verileri ekliyor. Çok mu şaşırtıcı? Faraç’ın

kendi bile şaşmış alfabesini yukarıdaki söz-

cüklerle kurduğu bir diyarda hala “aşk”tan

söz eden kitaplar okunabilmesine, “Çok

merak ediyorum, sabah molotof sesiyle

uyanan, gece roket sesiyle yatan bir Hak-

kârili hangi psikolojiyle kendini aşk temalı

kitapların sayfaları arasına bırakabili-

yor?” diyor. Muhtemeldir ki o bile, Ana-

dolu’nun ötesindeki Batı’nın dayattığı

düşünme biçimlerinden alamamış ken-

dini. Oysa o en güzel aşk hikâyelerinin ya-

ratıldığı Mezopotamya değil midir orası?

Rakamlardan bir çıkabilsek daha neler

bulacağız o coğrafyada.

�NSANI YAKAN ATE��NK�TABI

Faraç, yörede görev yapmış bir ko-

mutanın ağzından aktardığı üç kelimeyle

aslında Doğu’nun sancılara nasıl meydan

olduğunu özetliyor: ağa, siyasetçi ve şıh. Ar-

dından sıra “Salname” adlı kitaba geliyor.

Salname, Urfa Valiliği’nin 1927 yılında ya-

yınladığı bir kitap. Bölgedeki aşiret temelli

örf ve adetlerin bir derlemesi, yani

“töre”nin kara kaplı kitabı. “Vay hem de

valilik!” demeyin hemen; Türk edebiya-

tında iz bırakan yazar Bekir Yıldız’ın,

“Yargılayan Zaman İçinde” adıyla kitap-

laşan öykü ve röpor-

tajlarında toprak re-

formu için Urfa’nın pi-

lot bölge seçilmesiyle

ilgili önemli tespitini ge-

tiriverin aklınıza. (Yıldız,

toprak reformunun ba-

şarılı olamaması için ade-

ta bilinçli olarak aşiretle-

rin en güçlü olduğu Har-

ran Ovası’nın pilot bölge

seçildiğini aktarıyordu.)

“Yağmur Bekleyen

Kadınlar”ı okurken Sal-

name’nin kurallarıyla sık

sık karşılaşacaksınız. As-

lında törenin yazılı kitaba

aktarılmış olması ne fark

eder? Cumhuriyetin yazılı

anayasasının uygulanmadığı,

delik deşik edildiği ve hatta yapısının de-

ğiştirilmeye çalışıldığı bugün; törenin hala

işliyor olması acı bir ironi mi? Ne derseniz

deyin; tek bir gerçek var ki “töre” denen bu

ateş, insanları yakmaya devam ediyor!

Kerkük’te evinin avlusunda bir tan

vakti kendini gaza bulayarak yakan Emi-

ne, tek başına söndürebilir miydi bu ate-

şi? Ya da babasının kaçırdığı kıza karşı-

lık berdel verilen Diyarbakırlı Ebru?

Peki ya, geride bırakmak istemediği için

üç çocuğuyla Fırat’ın sularına karışan Ce-

mile… İster Hakkâri’de ya da Almanya’da

yaşıyor olsun isterse Batı’da okuyor ya da

tek bir kişiye ait uçsuz bucaksız toprak-

larda koyun otlatıyor olsun; birçok çocuk,

kadın, genç kız ve de delikanlı o ateşe ye-

nik düşüyor. Sevdiğiyle kaçmak, berdel,

tecavüz, kan davasına dönüşen arazi hu-

sumetlerinin sonunda işlenen cinayetle-

rin maktulü de, tetikçisi de o törenin kur-

banı değil mi? Peki bunu değiştirecek güç

kimde?

ÇARPICI, GERÇEKH�KÂYELER

Faraç’ın kadın hikâyeleri, iyi bir ede-

biyatın öyküleri değil; gerçeğin kendisi.

Urfalı yazar, gazeteciliğiyle yıllardır top-

ladığı insan hikâyelerini Aydınlık gaze-

tesinde Cumartesi Öyküleri adıyla ya-

yınlıyordu. Doğu kadınlarının “kaderi” ha-

line getirilen törenin gerçek hikâyelerini

bu kitapta toplamış oldu. Onları oku-

duktan sonra, ola ki bir gün Doğu’ya gi-

dersiniz; nerede bir taşsız mezar görür-

seniz karşınızdakinin o kadınlardan biri

olabileceği gelecek aklınıza. Yazar ak-

tardığı tüm hikâyelerle bunu kazıyacak

belleğinize, unutmamacasına.

Peki ya sonra? Mardinlisi, Urfalısı,

Müslüman’ı ya da Yezidi’siyle herhangi bir

kadının yağmuru bekleyerek ateşe verdiği

beden ve ruhunu söndürecek bir yağmur

yaratılamaz mı? O gün gelene dek daha

kaç beden kendine kibrit çakmalı?

SEZA ÖZDEMİR

Bu kitabı okuyup sadeceağlayacaksan...

Bu kitabı okuyup sadeceağlayacaksan...

Page 14: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

22 MART 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP

ATEŞTEN HAYAT YARATAN ADAM:

Mahmut Esat BozkurtNail Topal Mahmut Esat Bozkurt’u bütün yönleriyle bir kez daha an�msat�yor, Cumhuriyet’in

ruhunu olu�turmu� bu devrimcilerin en seçkinlerinden birini, bir hem�ehrisi olarak anlat�rkengönül borcumuzu da ödemeye çal���yor

Mora’da Petras Başpiskoposu, Os-

manlı’ya başkaldırdığında tarih 25 Mart

1821’dir. 1822’de Yunanistan Osman-

lı’dan koparak bağımsızlığını ilan eder. Bu

süreç katliamların yoğun olarak yaşandığı

bir döneme denk düşer. Petras Patriği

Germanoss din adamlığı kimliği ile şoven

milliyetçi söylem ve eylemleriyle, kutsal

kitabı ve “Baba, Oğul, Kutsal Ruh”u

amaçlarına alet ederek başkaldırının to-

humlarını eker. Germenoss ektiği to-

humları Osmanlı kanı ile sular. Osman-

lı buna karşılık olarak, isyancı patriğin

uzun sakallı, ince gövdesini üç gün Mo-

ra’nın güney kapısında sallandırarak ya-

nıt verir. Bu adada yaşan pek çok Türk,

isyan sırasında yaşamını yitirir. İsyan

Çarlık Rusyası ve Avrupa devletlerince

gayri resmi bir biçimde desteklenir. Bu

destek daha sonra resmileşecektir. Na-

varin’deki Osmanlı yenilgisi sonrası Rus-

ya 1828’de, müttefik devletlerin de des-

teğini alarak savaşa girer. 1829’da Edir-

ne düşer. 1830’da Londra Konferansı top-

lanır.

O JÖNTÜRKLER K�…Dökülen kan ve çekilen acının içinde

Moralı Hacı Mahmutzade, yükte hafif,

pahada ağır nesi varsa, ata toprakların-

daki düzenini bozarak bir daha geri dön-

memek üzere yola çıkar. Geminin rota-

sı o dönem İzmir’in ilçesi olan Kuşada-

sı’nadır. Hacı Mahmutzade ailesinin ya-

şamı küçük bir liman kasabası olan Ku-

şadası’nda küçük esnaflık üzerine kuru-

lur, aile helvacılık yapar. Hacı Mahmut-

zade aynı kasabada şehremini de seçilir.

Hacı Mahmutzade Hasan İttihatçılığı

benimser. “Zirai İstihsalin Sermaye İm-

kânları” başlıklı raporunu İttihat ve Te-

rakki’nin İzmir Şubesi’nin talebi olarak

hazırlar. Eşi Mekkiye Hanım ona biri kız,

üç çocuk vermiştir: Süreyya, Faruk ve

Esat. Dayıları Ubeydullah Efendi tıp

doktorudur, Jöntürk hareketinin için-

dedir. Haber gazetesini çıkarmış, İz-

mir’de, daha sonra da Paris’te Jöntürk-

lerin çıkardıkları Servet gazetesinde İn-

gilizce, Arapça, Farsça çeviriler yapmış-

tır. Bu nedenle üç aylık mahpusluğu da

vardır. Abdülhamit’in Kanun-i Esasi’yi

ikinci kez yürürlüğe koymak zorunda kal-

dığı II. Meşrutiyet Devrimi’nde (1908)

Taif’deki sürgünden dönecek ve kısa bir

süre için açık kalacak ve sonra İngilizle-

rin dayatması sonucu kapatılacak, mil-

letvekillerinin sürgüne gönderileceği

Meclis-i Mebusan’a, Aydın Milletvekili

olarak girecektir. Mahmut Esat babadan

çok, dayının yolunu izlemiştir. Oğul, da-

yıya çeker derler, Mahmut Esat’la doğ-

rulanmaktadır.

Eğitimine İzmir İdadisinde (Sıbyan

Mektebi) başlar. II. Abdülhamit yöne-

timine karşı mücadele etmiş dayısı Ubey-

dullah Efendi ile birlikte İstanbul’a gider.

Eğitimine orada devam edecektir.

1911’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fa-

kültesi’ni bitirir. Doktorasını yaparak

İsviçre’de Lozan ve Freiburg Üniversi-

telerinde öğrenim görür. Doktora çalış-

masını kapitülasyonlar üzerine yapar.

İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üze-

rine Ulusal Bağımsızlık Savaşı’na katıl-

mak üzere yurda dönmeye karar verir.

Napoli Limanı’ndaki sulardaki gulet

içindeki kaçak yolculuğu bu amaçladır. Bu

yolculuk Kuşadası Kuvayı Milliye kuru-

culuğu ile sonuçlanır. Ege Bölgesi’nde

Kuvayı Milliye içerisinde önemli başarı-

lar gösterir.

B�R SOYADININ ÖYKÜSÜBağımsızlık sonrası önce İktisat, ar-

dından Adalet Bakanlığı ya-

par. Bu sürece, Türk bandı-

ralı Bozkurt Vapuru ile

Fransız bandıralı Lotus Va-

purunun çarpışması sonucu,

Lahey Adalet Divanında,

Lotus olayı olarak görülen

davayı kazanması da dâhil-

dir. Lotus davası ona iki şey

kazandırır: İlki Türk Hu-

kukunun kapitülasyonlar

sürecini geride bırakarak,

insan ve egemenlik hakları-

na doyalı çağdaş hukuk dü-

zeyine yükselmesinin öncü-

lüğü, ikincisi gösterdiği bu

başarıdan ve Türk Huku-

kuna saygınlık kazandırma-

sının ödülü olarak Mustafa

Kemal Atatürk tarafından

verilen adı. Artık Mahmut

Esat Bey değil, Mahmut Esat Bozkurt’tur.

Buna bir de İzmir İktisat Kongresi’nin

toplanmasına yaptığı öncülüğü eklemek

gerekir. Medeni Kanun’un hazırlanma-

sı, yasanın bir o kadar önemli olan genel

gerekçesinin yazılması ona aittir. Anka-

ra Hukuk Fakülte-

si’nde Devletler Hu-

kuku, Siyasal Bilgiler

Fakültesi’nde Ana-

yasa Hukuku profe-

sörlüğü yaparak ya-

şamını sürdürür. Bu

inançlı ve uzak gö-

rüşlü devlet ve hukuk

adamı gazetesindeki

odasında, acı kahve-

sinden bir yudum al-

dıktan sonra geçir-

diği beyin kanaması

ile yaşama veda ede-

cektir.

Cumhuriyet’in kazanımları ve de-

ğerleri günümüzde emperyalizmin ve

onun yerli işbirlikçilerinin saldırısı al-

tındadır. Kimi zaman doğrudan cumhu-

riyetin kurucusuna yapılan saldırılar,

kimi zaman dolaylı olarak yakın çevre-

sine yönelmektedir. Bu saldırıların he-

deflerinden biri de çağdaş Türk Huku-

ku’nun kurucusu Mahmut Esat Boz-

kurt’tur.

Bozkurt üzerine yazılmış çeşitli ça-

lışmalar var. Bu kez Bozkurt’un mem-

leketinden bir yazar, Nail Topal, 2007’de

ateşten hayat yaratan adamlardan biri

olan Mahmut Esat Bozkurt’u yazdı.

Yetmedi geliştirerek bu kez daha oylumlu

biçimde “Ateşten Adam Ya Da Bozkurt”

adıyla yeniden yazdı.

Nail Topal bu dava adamını bütün

yönleriyle bir kez daha anımsatıyor,

Cumhuriyet’in ruhunu oluşturmuş bu

devrimcilerin en seçkinlerinden birini, bir

hemşehrisi olarak anlatırken gönül bor-

cumuzu da ödemeye çalışıyor. Yerel bir

yayın niteliğindeki yapıtın özenli baskı-

sı dikkat çekici ve kitap sonundaki fo-

toğraf albümü, çalışmaya daha da zengin

bir boyut katıyor.

HALİT PAYZA

Ateşten Adam Ya Da Bozkurt,Nail Topal,

Kuşadası Yerel Tarih Yayını,272 s.

Page 15: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

22 MART 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP

2013 Şubat’ında açıklanan OECD ve-

rilerine göre; işçilerin haftalık çalışma

saati listesinde -45 saatlik yasal sınırı aşa-

rak- dünya birincisi, yıllık çalışma saatin-

de ise dünya onuncusu olmak gibi korkunç

bir istatistiği tutturmuş AKP hükümetinin

Bakanı, Tes-İş Sendikası Genel Kuru-

lu’nda işçilere şöyle seslenmekteydi: “Biz-

ler gelişmekte olan Türkiye olarak mutlaka

yeri gelecek 16-18 saat çalışabileceğiz.

Değişimi iyi idare edebilmek adına bunu

mutlaka yapmak lazım. Ben biliyorum ki

benim işçim işini bitirmeden çıktığı di-

rekten inmez. O direkte sorunu 8 saatte çö-

zerse 8 saat, 18 saatte çözerse 18 saat ça-

lışır.” (18 Aralık 2010)

İşçilerin karşısında, üstelik bir sendika

genel kurulunda sarf edilmiş bu sözlerin en

ufak bir gürültü patırtı çıkarmadan sine-

ye çekilerek sendikacılık tarihine bir kara

leke olarak düşmesine verilen iznin utan-

cı bir yana, AKP’li Bakanın çatlayıncaya ka-

dar direkte iş görmesini istediği işçilerin en

önemli mücadele başlıklarından biri ça-

lışma saati süresidir. Sanayi kapitalizmin

yaklaşık iki yüzyıllık serüveni boyunca iş-

çiler ve kapitalizmin siyasal temsilcileri ara-

sındaki ilk esaslı kapışma, çalışma koşul-

larının iyileştirilmesi ve 16-18 saatlik öl-

dürücü çalışma süresinin insani sınırlara çe-

kilmesi talepleri üzerinden verilmekteydi.

��Ç� SINIFI EDEB�YATINDANAvrupa uluslarının hızla ve yığınlar ha-

linde proleterleştiği kapitalizmin ilk dö-

nemlerinde 19. yy. sosyalist edebiyatı, ta-

rih sahnesine henüz çıkan işçi sınıfının ça-

lışma ve yaşam koşullarına eğilir. Sanayi

çarklarının, bir insan olarak işçiyi öğütüp

yok eden dönüşü, sosyalist gazeteci ve ede-

biyat eleştirmeni Paul Lafargue’nin 1883

yılında yazdığı “Tembellik Hakkı” dene-

mesinde de ele alınmakta. “Tembellik

Hakkı”, siyasal bildirge niteliği öne çıka-

rılan fakat edebi yönü genellikle es geçi-

len Komünist Manifesto gibi dünya dille-

rine en çok çevrilen sosyalist eserler ara-

sında yer almakta.

Alakarga Yayınları tarafından Fran-

sızca aslından yeni bir çeviriyle dilimize ka-

zandırılan “Tembellik Hakkı”; coşkulu

ve sert, çözümleyici ve mizahi, estetik ve

güçlü, yalın ve anlam yoğun gibi birbirine

zıt gözüken dil ve anlatım özelliklerini bün-

yesinde başarıyla birleştirmekte.

Yazarın, “tembellik hakkını” zorunlu

çalışmanın karşısına diktiği eseri, bir dog-

ma olarak nitelediği kapitalist çalışmanın

sert bir eleştirisine odaklanmış. Emeğini

satarak yaşamını sürdüren işçi ve kapita-

lizm arasındaki uzlaşmaz çelişmenin gü-

nümüzde de hükmünü sürdürmesi ve hat-

ta bu çelişmenin farklı biçimlerle daha da

derinleşmesi kitabın meselesini 130 yıllık

da olsa hala taze ve canlı tutmakta. Eleş-

tirdiği çalışma rejimi ve toplumsal for-

masyon “sayesinde” 2000’li yıllara da uza-

nıp güncelliğini koruyan “Tembellik Hak-

kı”nın sırrı aslında tam da burada. Modern

zamanların tüketim tapınakları olan alış-

veriş merkezlerindeki tezgâhtarın, hiper-

market kasiyerinin ya da tuvalete bile

kronometreyle giden bir çağrı merkezi ça-

lışanının feryadını dillendirebilmesinde.

“CUR�OS G�B� GÖRÜNÜP,�ARAP TANRISI BACCHUSG�B� YA�IYORLAR”

Lafargue, kapitalist çalışmanın emek-

çiler üzerindeki etkilerini betimlediği tab-

losuna burjuvaziyi katmayı da ihmal et-

miyor. Aşırı üretim ve fazla çalışma saatiyle

katmerlendirdiği emek sömürüsünün bur-

juvazinin cüzdanıyla birlikte göbeğini de şi-

şirdiğini, zevk ve sefa düşkünü bu yeni ya-

şam tarzının; kadınları,

uşakları, şarap çanakla-

rıyla, at ve köpekleriyle

giderek sefilleştiğini de-

taylara yoğunlaşan mi-

zahi bir anlatımla, adeta

bir Luis Bunuel filmi gibi

yerin dibine geçiriyor.

Yazar, siyasal dev-

rimlerle aristokrasiyi tas-

fiye eden burjuvazinin, politikacı ve eko-

nomistleriyle ve tabi ki kiliseyle kurduğu

bu yeni ortaklığın, bir yandan ha bire tü-

ketirken diğer yandan işçilere daha çok ça-

lışmalarını vaaz etmesindeki tezatı, “Cu-

rios gibi görünüp, şarap tanrısı Bacchus gibi

yaşıyorlar” diyerek ifade ediyor. Gözü-

müzün önüne hemen, AKP devrinde şe-

faati rantta bulmuş tarikat burjuvazisinin

pırlantalı halleri ve “18 saat çalışın” vaaz-

ları geliyor…

SOSYAL�ST ÇALI�MA,P�KN�KTE BEBEK NÖBET�NEBENZER

Lafargue, önerdiği “tembellik reji-

miyle”, işçilerin “çalışma tutkusuna” ka-

pılmalarını ve 19. yy. işçi hareketlerinin uğ-

runa büyük bedeller ödediği önemli bir ta-

rihsel kazanım olan “çalışma hakkını” ve

“çalışma bağımlılığını” eleştirmekte. Bu

bağlamda işçilerle ilgili birçok olumsuz ni-

telemeye de sıklıkla başvurmakta.

“Tembellik Hakkı”nın kapitalizm eleş-

tirisinin ekonomi-politiğe dayanmayışı,

kapitalizm yerine yeni bir toplumsal mo-

del önermeyişi, çözümü sadece işçilerin

daha az çalışmasında gören sığ bakışı, tem-

bellik rejimine felsefi bir temel bulmak için

eskiçağın köleci toplum filozoflarına baş-

vurması, burjuva devrimlerini tarihsel

kavramayışı gibi noktalar eserin düşünsel

zaaf ve yanlışları olarak değerlendirilebi-

lir. Tüm bunların temelinde ise işçiyi dev-

rimci bir iktidar felsefesiyle buluşturma-

yan, işçi sınıfının devrimci potansiyelini an-

layamamış, onda sadece sefalet gören

bakış açısı yatmaktadır. Sosyalist teori ve

pratiğin bütün Avrupa’yı kasıp kavurdu-

ğu bir dönemde böylesi ilkel ve hatalı yak-

laşımların “Tembellik Hakkı”nda bulun-

ması Lafargue’nun anarşizm, marksizm ve

reformizm arasındaki zik-

zaklı politik kariyeriyle de

açıklanabilir. Aynı zamanda

Marx’ın kızı Laura’nın da eşi

olan Lafargue, Laura ile ya-

şadığı duygusal ilişki sıra-

sında Marx’tan ikisi arasın-

da sır kalmasını istediği bir

mektup alır. Marx; “Bili-

yorsunuz ki, elimde avu-

cumda ne varsa hepsini dev-

rimci mücadeleye harcadım.

Buna pişman değilim. Ter-

sine, eğer hayata yeniden

başlayacak olsaydım, yine

aynı şekilde hareket eder-

dim. Yalnız, evlenmezdim.

Gücüm yettiğince, kızımı,

annesine hayatı zehir eden zorluklardan

kurtarmak istiyorum. Gözlemlerimden

çıkardığım sonuca göre, işlere heyecanla

başlamanıza ve iyi niyetinize karşın, ça-

lışkan bir mizaca sahip değilsiniz,” de-

mektedir. Marx’ın mektubunu referans al-

dığımızda, Lafargue’nin kitabında sa-

vunduğu tembellik rejiminin, bizzat ken-

di karakterinin bir özlemi olduğunu söy-

leyebiliriz. Zira sosyalizm çalışmanın ken-

disine değil, kapitalist örgütlenmesine

karşıdır. Silivri tutsağı Yalçın Küçük’ün de-

yimiyle, “Sosyalizm, çalışmayı azaltarak

boş zamanı arttırıp, hoşzamana dönüş-

türmeyi amaçlar. Çalışma, ancak piknik-

te bebek nöbetine benzediği ölçüde hoş-

zaman olabilir.” *

* Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşü

KEMAL [email protected]

Şezlonglara özgürlük!TEMBELLİK HAKKI:

“Sosyalizm, çal��may� azaltarak bo� zaman� artt�r�p, ho�zamana dönü�türmeyi amaçlar.Çal��ma, ancak piknikte bebek nöbetine benzedi�i ölçüde ho�zaman olabilir.”*

Tembellik Hakkı,Paul Lafargue,

Alakarga Yayınları, 56 s.

Paul Lafargue

Page 16: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

22 MART 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP

‘İyiler için bir el kitabı’Kitlelerin emperyalizmin etkisiyle sosyalizme hala kar�� olmas� ve ona ayak diremesinin

kökeninde sosyalizmin mant���n� bilememesi kadar, insan tabiat�n�n eski dünyaya ba��ml�olu�unun derin tutsakl�klar� bulunmaktad�r

Cafer Tiryaki’nin son kitabı “Düşünce

ve Davranış (İyilerin Elkitabı)” Berfin

Yayınları’ndan çıktı. Yazarın “İnsan ve Uy-

garlık’’ adlı iddialı ve oylumlu kitabı da ge-

çen yıl aynı yayınevi tarafından piyasaya çı-

karılmıştı.

Cafer Tiryaki’nin yazarlık serüveni

uzun sürmüş birikimsel-devrimci sürecin

etkileşimli bir öyküsü… Bütün olarak

baktığımız zaman, sanatçı kimliği insana

bakış açısının, devrimciliği toplumlara il-

gisinin ve öğrenimi doğa ve kültürler tari-

hinin temellerini oluşturmuş. Yeni kitabı

bağlamında temel yaklaşımlarını konuştuk.

Yapıtlarınızda işlediğiniz temel öner-meleri ve düşünceleri özetler misiniz?

Doğa, toplum ve insan üzerinde çalış-

tığım üç temel alan. Kuramsal olarak ya-

şam sonsuz bir devinimdir. İçinde insan olsa

da, olmasa da uzayda daha çok yıkılışlar,

kuruluşlar olacaktır. Özdeklerin devinime

bağlı yaşamı bu sonsuzluk ırmağında sü-

recektir. Bugün için dahil ya da müdahil ol-

duğumuz olaylar, aslında yarın bizi yöne-

tecek ya da belirleyecek olan yasalardan

başka bir şey değildir. Fizikte her şey bir-

birini etkileyip belirleyen bir sürüklenme

içindedir. Gök cisimleri, uluslar, halklar, in-

sanlar, düşünceler, kültürler, ne varsa her

şey hareket halinde.

Madde uzayda 13, yeryüzünde ise yak-

laşık 4.5 milyar yıldır devinim sürecinde-

dir. Zamanların 3.5 milyar yılı canlıların,

son 16 milyon yılı ise insansıların izlerini

taşır. Söz konusu büyük devinim kimi za-

man karşımıza doğa, kimi zaman bizi be-

lirleyen toplum kimi zaman da en tutku-

lu davranışlarımızın dışa vurumu halinde

“insan” biçiminde çıkmaktadır.

BEYN�M�ZDEK� D�YALEKT�KPUSULA

Özdeksel evrende ilk kez bir canlı, yani

insan doğanın bağrında bilinçli emek sü-

recini başlatarak doğadan kazanılmış za-

naatçılık becerisi üzerinden demir ve çe-

likle beslenen kapitalist bir sisteme ulaş-

mıştır. Maddenin devinim halindeki özel-

liklerinin mekanizmasını ve ilkelerini an-

layabilmek için öncelikle diyalektiğin tek

egemeni olduğu gelişmeler sürecini ve

elbette yine diyalektiğin mantığını öğren-

memiz gerekmektedir. İşte, o zaman bey-

nimizdeki diyalektik pusulasıyla birlikte o

büyük toplumlar tarihinin merkezine doğ-

ru bir anlama seferine çı-

kabiliriz. Kitabım da bu

seferin kayıtlarını barın-

dırıyor.

Evet, son kitabınız“Düşünce ve Davranış”kayıtlarında neler tutana-ğa geçirilmiş durumda?

“Düşünce ve Davra-

nış’’ yine doğa, toplumlar

ve insan üzerine diyalek-

tik bir aydınlanma çalış-

ması. Başka deyişle bili-

nenlerden bilinmeyenle-

re değin uzanan insansal

öznenin gelişimini irde-

leme çabası… Devinim

yasaları altında doğal, top-

lumsal ve insansal zincir

dizgesinin anlaşılması. Zincir dizge, mut-

fakta yemek yaparken aşımızı, Bastil mey-

danında devrim yaparken geleceğimizi, ne-

den ve sonucun bizi biçimlendirişi, en

sonu beynimizde ürettiğimiz bütün dü-

şünceleri belirlemektedir. Doğallıkla bun-

lar hep belirli yasalar ve kurallar üzerinden

işlemektedir. İnsan bu yasalara hem ba-

ğımlı ama hem de bağımsız. Toplumlar da

bu yasalara hem bağımlı hem de bağımsız.

Bugüne kadar, değindiğim olgular ve

olaylara ilişkin çok şeyler düşünülüp üre-

tildi. Ama bunun ilk adımını Marx atmış

ve şöyle demişti: “Düşünürler bugüne de-

ğin dünyanın türlü türlü tanımını yaptılar.

Ama önemli olan dünyayı değiştirmektir.”

ESK� DÜNYADAN KOPU�Ama devrimlerin değiştirdiği dünya,

karşı devrimlerle yeniden değiştirilen birdünya halinde. Buna ne diyeceksiniz?

Karşı devrimci süreç olsa olsa diya-

lektiğin ne denli büyük bir evrensel bir

mantık olduğunu kanıtlar. Tarihi atla-

mak, süreci yok saymak olanaksızdır. İn-

san yaşama değin çok şeyler istemektedir

ama henüz eski dünyadan kesin kopuş an-

lamına gelecek sosyalizmi bile mantığın-

ca bilememektedir. Çünkü kapitalizm, in-

san bilincinde teknolojiyi kutsamış, bilimi

kanıksatıp sıradanlaştırmış, üstelik bu tor-

banın içine gericiliği koyarak insanı onun-

la çok ustaca uzlaştırdıktan sonra bu yol-

dan dini göreceleştirip böylece tanrıyı ya-

banıl ekonomisinin dışına çıkarmayı ba-

şarmış... En sonunda da derecesi ne olur-

sa olsun bundan insan doğasına yanıt ve-

rebilecek süper bir bencilliği, yani egoyu

büyütmeyi başarmıştır.

Bu yüzden Mao’nun

sözünü ettiği ve düşlediği

“İnsanlığın büyük uyum

dünyası” kategorik açıdan

hala geleceğin bir insanlık

sorunudur. Bugün dünya

eski dünyanın emperya-

lizmle hesaplaşmasının bit-

mediği uluslar, halklar, ba-

ğımsızlık ve milli devletler

çağıdır. İnsanlık bu so-

runları çözmeden salt akla

dayanacak sömürüsüz bir

dünyayı evetlemeyecektir.

TOPLUMLARK�M�N ESER�

İnsanlık, bu “insanlıksorununu” nasıl aşacak ve “büyük uyumdünyası”na ulaşacak? Gittikçe daha dazorlaşmıyor mu?

Milli devrimler çağı bitmeden em-

peryalizme ve onun türevlerine karşı in-

sanlığın hesaplaşması bir sonuca ulaş-

madan insanlığın “büyük uyum dünya-

sı”na çıkacak yol her zaman kapalı ka-

lacaktır. Çünkü milli devrimler çağı, in-

sanlığın sosyal devrimler çağının ön ev-

residir. Ve insanlığın kendi özgürlüğüne

sahip çıkabilmesi için bu çağın diyalek-

tik mantığını kavranması zorunluluğu

vardır. Emperyalizm ve gericiliğin ömrü

çok uzun sürmüştür. İnsanlar tarihte sı-

nıflı toplumlara da çok uzun bir süreçten

geçerek varmışlardır. Zaten kırılma an-

lamındaki devrimler tarihte bu işlere

yarar.

Onun için demokratik ve milli dev-

rimlerin önderliğini sosyalistler yapmak-

tadır. Ama bunlar hayal aleminde gezen

değil, bilimsel düşünceyi esas almış, em-

peryalist ve gerici dünya ile mücadeleyi

doğru bir politik çizgi üzerinden kitlelerin

iktidarı hedefiyle birleştirmiş olan sosya-

listlerdir.

Toplumlar öncelikle cephenin en önün-

de savaşan aydınlarının eseridir. Aydınla-

rın ve öncülerin kararlı, sabırlı ve bilgili ay-

dınlanma mücadeleleri zorunludur. İn-

sanlığın bilimsel bilgisini emperyalistlerin

elinden çekip almadan toplumların geri ve

dogmatik düşüncelerinin yerine doğrula-

rı koyabilmemiz zor. Bu yüzden bilimsel

sosyalist aydınlanma, milli devrimler ça-

ğının emperyalistler tarafından bir kıyıya

itilerek unutturulmuş özünü devrimci bir

bakış açısıyla yeniden ele alıp, üstü kasten

örtülmüş sayısız bilinmeyenini bilinir kıl-

ma uğraşıdır.

NEŞE SEYHAN

Düşünce ve Davranış,Cafer Tiryaki,

Berfin Yayınları, 320 s.

BİLİNMEYENİ BİLİNİR KILMA UĞRAŞINDA

Aşkın Kökeni adlı yapıtınız bu kültürel mücadelenin birparçası mıdır?

Evet, kesinlikle öyledir. Ben bu kitabı kaleme aldığım zaman bu-nun devrimcilere “solcular, aşktan başka ne yazarlar ki’’ türündeneleştiri malzemesi yaratacağını biliyordum. Ama gerçek şu ki, or-tada tahtları deviren, iradeyi büken, sınıf farklarını bile elinin ter-siyle iten bir aşk vardı ve onu ele alışınız ona bakışınızla bağlan-tılı bir tutumdu. Bunu sonucunda kitapta buluş anlamında bir öner-mede bulundum. Sonuçta benim açımdan bilinmeyen bir giz bi-linir oldu. Yaşamın en başta gelen itki ve dürtüsü aşktır. Emper-yalist kültürün büyük ekonomik varsıllığını yaratmış, gürül gürülakan bir kar çeşmesi ve söylencesi!.. Bilinmeyen bir olgunun üstükasten örtülmüş… Oysaki aşkın ne olup ne olmadığı günümüzdenbir buçuk milyar yıl önce hücre mekaniğinde olup bitmiş bir olgudur.Aşk ilkel hücresel mekaniğin kendi üzerinden evrim değil ama ge-lişmesinin bir sonucudur. Çünkü yeryüzünde iki milyar yıl önce-sinde evrim filan yoktu ve her şey güllük gülistanlık ortamda ge-lişme anlamında yalnızca değişme vardı. İnsanın doğsında bulu-nan iyilik kavramı da bu zamanların kazanılmış bir özelliğidir. Aşk,bu anlamda karşı eşeyde DNA’nın narsist bir tutkusudur.

Page 17: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

İlahiyatçı yazar Mustafa Cemil Kılıç’ın ilgi

çeken çalışması “Kerbela; Büyük Acı” adlı ki-

tabı 2010 yılında yitirdiğimiz değerli araştırmacı

yazar Cemal Şener’in anısına ve “Kerbela şe-

hitleri için gözyaşı döküp yas tutan tüm canla-

ra” ithaf edilmiş.

Türk yazın yaşamında İslam tarihindeki

Kerbela olayı çokça işlenen konular arasında

yer alıyor. İslam’daki mezhepsel oluşumlar açı-

sından başat önemde tarihsel bir vaka olan Ker-

bela hadisesi, sınıfsal mücadele bağlamında da

tahlil edilmesi gereken bir olaydır. Nitekim Mus-

tafa Cemil Kılıç, kitabının “sunuş” bölümün-

de hadiseye bu perspektiften bakarak kısa bir

çözümleme yapmakta.

KURGUNUN TAR�HSELGERÇEKL���

Sonraki başlıklar ise tümüyle

farklı bir içerikle örülmüş. “Hazreti

Hüseyin’in Söylevi” isimli kurgusal bö-

lüm, teolojik göndermelerle çevrili, ha-

masi ve son derece duygusal bir dil-

le kaleme alınmış. Özellikle müte-

deyyin bir Alevinin bu söylevden et-

kilenmemesi mümkün değil. Hazre-

ti Hüseyin’in doğumu ve çocukluğu ile

birlikte dedesi Hz. Muhammed, ba-

bası Hz. Ali, annesi Hz. Fatıma, ağa-

beyi Hz. Hasan ve diğer aile üyeleriyle

arasında geçen bir kısım olaylar, se-

çilmiş anekdotlarla ve çoğu kez, ha-

dis kitaplarından esinlenilerek oluş-

turulan kurgulara başvurularak ak-

tarılıyor. Bu kurguların büyük bölü-

mü tarihsel gerçekliğin tespit edilemediği

alanlardaki boşlukların hayal gücüyle doldu-

rulduğu hissini uyandırıyor. Yer yer tarihsel ger-

çekliğin dışına da taşarak ama ona özde aykı-

rılık oluşturmayacak kimi anlatılar da kitaba da-

hil edilmiş görünüyor. Kaldı ki top yekûn ta-

rihe ve özellikle de İslam tarihine ilişkin yazı-

lı kaynakların her zaman tartışmalı olduğu dü-

şünüldüğünde, yazın erbabının hayal gücünü

devreye sokarak tarihsel hadiselere öznel

duygu ve düşünceleri doğrultusunda ve ya-

dırgatıcı olmayacak düzeyde istikamet ver-

meleri yadsınır bir tutum değildir. Nitekim Kı-

lıç, bu bağlamda, Kerbela’yı kendince şöyle ta-

rif etmektedir:

“Kerbela bir mekan değildir sadece. Ker-

bela, bir şehadet diyarıdır. Kerbela bir destan-

dır. Kerbela, haksızlık ve adaletsizliğe karşı kı-

yam eden peygamber torunu, şehitler serdarı

Hz. İmam Hüseyin’in bütün insanlık için ken-

dini feda ettiği bir cenk meydanıdır.”

ZULME KAR�I �SYAN GELENE�� Kitapta dikkat çeken en önemli konulardan

biri de Kerbela hadisesindeki Türk mevcudi-

yetidir. “Kerbela’nın Gizli Şehitleri” başlıklı bö-

lümde Hemedan’dan Kufe’ye gelip yerleşen ve

Kerbela olayı yaşanırken Hz. Hüseyin’in safında

yer alıp onunla birlikte yaşamını yitiren 6

Türkmen’den de isimleri anılarak bahsediliyor.

Yazar burada, İbni Kesir’in “el – Bidaye ve’n

– Nihaye” adlı kitabını kaynak göstererek ta-

rihsel gerçekliği yine kurgu diliyle okuyucuya

aktarıyor.

Hz. Hüseyin’in baba bir kardeşi olan Ker-

bela şehidi Hz. Celal Abbas’ın annesinin de bir

Türkmen kızı olduğuna değinilip, Kerbela’daki

Türk mevcudiyeti bağlamında

bu konu da kitaba dahil edilmiş.

Ayrıca yine Kerbela katliamın-

dan önceki son gece Hz. Hüse-

yin yaşadıkları, esrarengiz bir mi-

safirle arasında geçen konuş-

malar, yaptığı son ibadetler,

okuduğu sure ve ayetler de ki-

tapta yer alıyor.

Kerbela denildiğinde Mua-

viye ve Yezit’in tarihsel kişilik-

lerinin kavramsal bir özelliğe bü-

ründüğü bir trajedi de kaste-

dilmektedir. Bilindiği gibi

Muaviye ve Yezit, yüzyıllardır

İslam toplumlarının önemli

bir bölümünün toplumsal bel-

leğinde ve vicdanında zalimliğin ve zulmün sim-

geleri olarak mevcudiyet kazanmışlardır. Kılıç,

kitabında Muaviye ve Yezit’in bu özelliklerine

son derece vurgulu bir biçimde yer verirken şöy-

le demektedir:

“Kuşku yok ki, zalim, zulmün cisimleşmiş

halidir. Ve Yezit, onun en melun lakabı, zihin-

lere kazınan en yakıcı remzidir.”

Emperyalizmin, İslam dünyasındaki mez-

hepsel yapıları istismar ederek Müslüman

toplumları mezhep savaşı yoluyla birbirine kır-

dırmak istediği bir süreci yaşarken, düşürülmeye

çalışıldığımız mezhep tuzağının tarihsel kök-

lerini doğru tespit etmeye yardımcı olacağını

düşündüğüm “Kerbela; Büyük Acı” adlı bu ki-

tabın okunmasında büyük yararlar olduğu

kanısındayım.

17Aydınlık KİTAP

Kitapta dikkat çeken en önemli konulardan biri de Kerbela hadisesindeki Türk mevcudiyetidir. K�l�ç’�n

çal��mas�nda Hz. Hüseyin’in saf�nda yer al�p onunla birlikteya�am�n� yitiren 6 Türkmen de ayd�nl��a ç�kar�l�yor

ERKAN AKSOY

Kerbela,Mustafa Cemil Kılıç,

Kamer Yayınları,200 s.

EN BÜYÜK ZULÜMLERDEN BİRİ

‘Kerbela; Büyük Acı’

Page 18: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

Bir Savc�n�n An�lar�

Bâtınilik, bin yıllık sosyalizan bir

yol izleyerek, Anadolu’da kendini

bulmuş “akıl” ve “insan sevgisi” üs-

tüne kurulmuştur.

Bu nedenle İslâm ve egemen sınıf,

Bâtınîlik ve Alevîlikten hoşlanma-

mıştır; “katli vâciptir!” buyruğu, bin

yıldır gündemdedir. Fanatizm, kendi

görüşünün dışındakileri yok etmek is-

ter. İslâm fanatizmi, bu bakışın uy-

gulayıcısıdır.

Alevîlik, “insan”ı önde tutar. Ka-

dın eşittir, saygındır. Müzik, saz, sanat,

semah, Alevîliğin harcıdır; ırk, renk,

ülke farkı tanımaz; dünya herkesindir.

Anadolu Alevili�i ve�slam Fanatizmi

“İstanbul’dan Ankara’ya giden bir

trenin yemek vagonundayız. Bir tiyatro

ekibi, Çehov’un Martı’sını sahnelemek

üzere yola çıkmış. Kumpanya yemek va-

gonuna geçtiği zaman ekipten biri, köşe-

ye oturuyor ve çevresini gözlemlemeye

başlıyor; yazar, yönetmen, belgesel sine-

macı ve oyuncular... Anlatıcımız, onları

gözlemlerken giderek kendi anılarına,

üniversite yıllarında yaşanmış, acıyla son

bulmuş arkadaşlıklarına uzanıyor...

Tiyatro koca bir farsa dönüştü, dedim

kendi kendime. Bu kumpanya, oynadığı-

mız drama ve yolculuğun kendisi ve bu

ülke kocaman bir farstan başka bir şey de-

ğil. Saçmalıklar ve budalalıklar bütünü. Var

olan her şey budalalık...”

Fars

Farsça, XII. yüzyıldan başlayarak

Anadolu’dan Hindistan’a kadar birçok

halkın ortak kültür dili olmuştur. İran ede-

biyatının Firdevsî’si, Ömer Hayyam’ı,

Sadî’si, Hafız’ı yabancısı olmadığımız

adlardır. Türkçeden Farsçaya, Farsçadan

Türkçeye giren yüzlerce sözcük her iki

kültür arasındaki yakınlığın en önemli ka-

nıtıdır.

Bu çalışmada İran’daki toplumsal

ve kültürel alanlardaki yenileşme hare-

ketiyle eş zamanlı olarak filizlenen mo-

dern İran edebiyatı ele alınmış ve Sadık

Hidayet, Füruğ Ferruhzâd, Sadık Çûbek,

Bozorg Alevî, Celâl Âl-i Ahmed, Samed

Behrengi gibi özgün isimlerin yapıtları ta-

nıtılmıştır.

Ça�da� �ran Edebiyat�n�nDo�u�u ve Geli�mesi

Önemi Almanya hatta Avrupa sı-

nırlarını aşan bir dönemi ve günümüze

kadar uzanan etkilerini anlatan “Hitler

Almanyası”, Nazi ideolojisinin temelle-

rinin nasıl atıldığından savaş sonrasında

nasyonal sosyalizm ve Üçüncü Reich’ın

hafızalarda bıraktığı ize kadar pek çok

önemli konuya değiniyor. Nazi ideoloji-

si, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Parti-

si’nin (NSDAP) yönetimi nasıl ele ge-

çirdiği, toplumun “bizden olanlar” ve

“ötekiler” şeklinde radikal bir ayrımcılık

temelinde nasıl yapılandırıldığı, rejim

ekonomisi, Hitler’in dış politikası neti-

cesinde ortaya çıkan savaşlar, savaş ve soy-

kırımın iç içe geçmiş hali gibi konular tek

kaynaktan okuyucuya sunuluyor.

Hitler Almanyas�

Doksanlı yıllar şiirine ilk kitabı “Per-

vazda” (1991) ile yeni bir soluk getiren

Serdar Koçak, bizi sadece özgün bir şa-

irle tanıştırmadı, gerek düzyazı metinle-

rindeki şaşırtıcı üslûbuyla, gerekse çağ-

daşları arasındaki kesintisiz verimliliğiy-

le bir şair/yazar olarak edebiyat hayatı-

mızdaki yerini her yeni kitabıyla yeniden

tahkim etti. Son 20 yılda yirminin üze-

rinde yapıta imza atan Koçak’ın şiir ve ya-

zılarında, sadece okurların değil kalem er-

bâblarının da hayâlhânesini yıkıp yeniden

inşâ eden, içeriden gelen ve kendi yolu-

nu kendi imkânlarıyla açan güçlü bir çağ-

rışım tazyiği var. Son kitabı “Asimetrik

Bazı Şeyler” ikisi şiir biri düzyazı metni

olmak üzere üç yapıtı barındırıyor.

Asimetrik Baz� �eyler

“Modern kent yaşamında esiri oldu-

ğumuz yalanlar üstüne kurulmuş, engel-

lenemez sona doğru evrilen hikayesiyle

‘Yalandan Kim Ölmez’ kesinlikle çarpıcı.

-Güray Süngü-

“Küçük yalanların büyük yaraları

olur. Akıcı ve kolay okunan üslubuyla Vol-

kan Sönmez bizi hem komik hem trajik

ama kesinlikle sürükleyici bir hikayenin or-

tasına atıyor.”

-Kahraman Tazeoğlu-

Yalandan Kim Ölmez

Osmanlı İmparatorluğu’nda türe-

yen Celâliler ve Eşkıyalar hakkında he-

nüz derli toplu bir eser yazılmamıştır. Fa-

kat muhtelif yerlerde ve zamanlarda

ayaklanan Celâlilere ve Eşkıyalara dair

eserler yayınlanmıştır. Bu yüzyılda türe-

yen Eşkıyaların kendilerine has özellik-

leri vardır. Atçalı Kel Mehmed bunlar-

dan biridir. Evet o da, Ahmet Lütfi

Efendi’nin tarihinde, daha evvelkiler

gibi; eşkıya, hırsız namussuz bir cânî ola-

rak gösterilmiş, bu yüzden fermanlı ilân

edilerek öldürülmüştür.

Ama Kel Mehmed neler yapmıştır da

ölüm cezasına çarptırılmıştır? Asıl cevabı

aranacak soru budur. İşte bu araştırma,

bu sorunun gerçek cevabını veriyor.

Atçal� Kel Mehmed

Nam�k Kemal Behramo�lu, Yitik Ülke Yay�nlar�, 229 s.

“Görevini iyi yapmaya çalışan her-

kesin başından Türkiye’de çoğu kez olum-

suz şeylerin geçmesi sadece bugünün

değil, maalesef tarihimizin de yaygın bir

gerçeğidir. ‘Bir Savcının Anıları’nı yuka-

rıdaki düşüncenin ışığı altında okuyaca-

ğım.” -Oktay Ekşi-

“Ataol Behramoğlu, Namık Kemal

Behramoğlu, Nihat Behram... Üç kardeş,

ilerici aydınlık bir babanın, Haydar Bey’in

oğulları... Bursa Ziraat Müdürü iken bir

konuşmasını izlemiştim. Türkiye’nin so-

runlarıyla o kadar yakından ilgiliydi ki! El-

bet çocukları da genç yaştan bu sorum-

luluğu yüklenmiş oldular... ‘Bir Savcının

Anıları’, okurlara da birçok şey öğreten bir

kitap...” -Oktay Akbal-

Fatih Balk��, Can Yay�nlar�, 112 s.

Ça�atay Uluçay, ÖtükenYay�nlar�, 176 s.

Yusuf Ziya Bahad�nl�,Yaz�lama Yay�nevi, 200 s.

Mehmet Kanar, Say Yay�nlar�,Çev: Mehmet Kanar, 288 s.

Jane Caplan, �nk�lâp Kitabevi,Çev: �dem Erman, 278 s.

Volkan Sönmez, Geoturka Yay�nc�l�k, 164 s.

Serdar Koçak, �karos Yay�nlar�, 208 s.

22 MART 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Page 19: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

Duino A��tlar�

“Boksör Böcek”in yazarından 2012

Man Booker Ödülü adayı bir kitap.

Siz akşamdan kalmayken, tarih yazıl-

dı tarih!

Ned Beauman’dan “içinde olduğu

dönemin farkında olmayan” bir tarihsel ro-

man geliyor. Bu aynı zamanda bir kara ro-

man, ama ışıkları sonuna dek açıyor. Bir

aşk romanı, ama romantik akşam yeme-

ğine sarhoş geliyor. Bir bilimkurgu romanı,

ama “izotop”un ne olduğunu hatırlaya-

mıyor. Cinsellik hakkında, şiddet hakkında,

uzay-zaman hakkında, tarihle başa çık-

manın en güzel yolunun onu görmezden

gelmek olduğu iddiasında, sonunu tahmin

bile edemeyeceğiniz, son derece komik bir

roman.

I��nlanma Kazas�

“Bu seçkidekiler benim en beğendi-

ğim, en güzel, en sevdiğim yapıtlarım mı?

Böyle bir savda bulunamam. Ama bu seç-

kidekiler, en sevdiklerimden ve okurları-

mın da seveceklerini umduklarımdan bir

demettir.

Bu seçkiye kitaplarımdaki yazılarım-

dan beğeneceğinizi umduklarımı derleyip

aldım. Yanılıp yanılmadığıma siz, okur-

larım karar versin.”

(Aziz Nesin’in yazdığı “Önsöz”den)

Sizin Memlekette E�ekYok mu?

Steve Chandler sizleri zaman algı-

nızı değiştirecek yüz bir bölümlük bir

yolculuğa çıkarıyor. Kitapta, erteleme-

lerinizden kurtulabilmeniz için gerek-

li olan tüyolardan çok daha fazlası var.

Chandler’ın pratik uygulamaları saye-

sinde bir Zaman Savaşçısı olmayı öğ-

renebilir ve zamanın kölesi olarak ya-

şamayı geçmişteki nahoş bir anı haline

getirebilirsiniz. Etrafınızdaki kaosu ya-

vaşlatarak düzenleyebilir ve başkaları-

nı memnun etmek, onay beklemek gibi

durum ve gelecek odaklı düşünceleri-

nizden kurtulabilirsiniz. Böylelikle ken-

di dünyanız tarafından sömürülmek

yerine, dünyanıza katkıda bulunur hale

gelebilirsiniz.

Erteleme!

“Byron’ın başbelası Richard Ed-

geworth, telgrafı az kalsın icad ede-

cekti. Duvara tırmanır, tekerleklerin

engellerden rahatça geçebilmesi için

makinalar icat ederdi. Asla gülmeyen

Swift, bir ömür boyu devlerin ara-

sında yaşadıktan sonra cüceleri ca-

zibeli bulmaya başlamıştı. Cassandra

Austen, kız kardeşi Jane fazla ünle-

nince etrafın ilgisinden korkmuş,

ona gelen mektupları yakmıştı. Ulys-

ses, hafızalardan silinmeyecek bir

afetti. Yoğun bir cüret, müthiş bir fe-

laketti,” diyen Virginia Woolf’un bu

değerli eseri edebiyat dünyasına ışık

tutacak.

Bir Okur Olarak

CNN Yönetim Kurulu Başkanı,

Time Dergisi Yazı İşleri Müdürü ve As-

pen Enstitüsü Başkanı gibi önemli po-

zisyonlarda görev alan Kuzey Amerikalı

biyografi yazarı Walter Isaacson tara-

fından kaleme alınan bu değerli kitap,

Albert Einstein’ın tüm eserleri ortaya

çıktıktan sonra yazılan ilk kapsamlı

biyografisi.

Albert Einstein’ın bilinmeyen dün-

yasına ışık tutan bu benzersiz kitap, öncü

fizikçinin insani yönlerini paylaşmayı da

ihmal etmiyor. Büyük dâhinin daha

önce hiçbir yerde yayımlanmamış fo-

toğrafları ile zenginleştirilen “Einstein-

Yaşamı ve Evreni”, her kütüphanede bu-

lunması gereken ilham verici bir kaynak.

Einstein

ABD ve Sovyetler Birliği arasında

İkinci Dünya Savaşı ertesi başlayan So-

ğuk Savaş’ın ilk büyük hukuk davası -ve

gövde gösterisi- bir atom casusluğu et-

rafında kurgulanmıştı. 1951’de başlayan

davada, Ethel ve Julius Rosenberg çif-

ti, dönemin en büyük teknolojik sırrı

olan atom bombasına dair can alıcı bil-

gileri SSCB’ye sızdırdıkları savıyla yar-

gılandılar.

Bu kitap, işte bu mektuplar üzerinden

ve oğullarının anılarıyla dava ve idam sü-

recini anlatıyor... Son on yılda açılan giz-

li arşivlerin davaya ve atom casusluğu suç-

lamalarına ilişkin ortaya çıkardığı bilgiler

ve belgeler, yazarların bu Türkçe baskı için

yazdığı son sözle hikâyeyi tamamlıyor...

Rosenbergler

Barry Fairbrother kırklı yaşlarının

başında beklenmedik bir şekilde hayata

gözlerini yumar. Bu ani ölüm yaşadığı ka-

sabanın halkı için büyük bir şok olacak-

tır. Arnavut kaldırımlı meydanı ve eski ki-

lisesiyle Pagford, sıradan bir İngiliz kırsalı

gibi görünse de bu tatlı görüntüsünün ar-

dında bir savaş sürmektedir. Zenginler fa-

kirlerle, gençler ebeveynleriyle, kadınlar

kocalarıyla, öğretmenler öğrencileriyle

sürekli bir çatışma halindedir. Belediye

Meclisi’nde Barry’den boşalan koltuk,

kasabanın görüp göreceği en büyük sa-

vaşın tetikleyicisi olacaktır. Türlü dü-

zenbazlıklar ve hırsla süren, herkesin bir-

birinin foyasını ortaya çıkaracağı seçim sa-

vaşında zafer kimin olacaktır?

Bo� Koltuk

Rainer Maria Rilke, Notos Kitap,Çev: Nazar Tüysüzo�lu, 90 s.

Rilke, uzun bir psikanaliz sürecine gir-

meyi düşündüğü bir dönemde, Prenses Ma-

ria von Thurn ve Taxis’in davetlisi olarak,

Triest Körfezi’nde, uçurumlar üzerine ku-

rulmuş Duino Şatosu’na gider.

Birinci Dünya Savaşı’nda ağır hasar gö-

ren şatonun anısına eserine sonradan

“Duino Ağıtları” adını verecek olan Rilke,

eserini 1912 kışı ile 1922 Şubatı arasında,

on yıllık sancılı bir dönemde tamamlar. Bu

ilginç süreç pek çok eleştirmen tarafından

Rilke’nin kişisel olgunlaşma süreciyle pa-

ralel görülmüştür. “Duino Ağıtları” ile şair,

dünya yazınının büyük ustaları arasındaki

yerini almıştır. Belirgin bir teolojik ve

ideolojik yapıdan uzak bir dille yazılan ağıt-

lar, insanın varoluşsal kaygılarını ele alır.

Aziz Nesin, Nesin Yay�nlar�, 208 s.

J.K. Rowling, Do�an Kitap, Çev: Dost Körpe, 592 s.

Ned Beauman, Domingo Yay�nevi,Çev: Sabri Gürses, 344 s.

Steve Chandler, Trend Yay�nevi,Çev: Asuman Say�ner, 240 s.

Virginia Woolf, Alakarga Sanat Yay�nlar�, Çev: Selin Beyhan, 320 s.

Michael-Robert Meeropol,�� Bankas� Kültür Yay�nlar�, Çev: �emsa Ye�in, 326 s.

Walter Isaacson, Delidolu Yay�nevi,

Çev: Tufan Göbekçin, 679 s.

22 MART 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Page 20: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

22 MART 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

Tuna Kiremitçi, 2002’den bu yana “Git

Kendini Çok Sevdirmeden”, “Bu İşte Bir

Yalnızlık Var”, “Gönül Meselesi” gibi ro-

manlarıyla edebiyat dünyasında yerini aldı.

Romanları 14 ülkede yayımlanan Kire-

mitçi’nin Kırmızı Kedi’den çıkan “Güneş’i

Kıskandıran Kız” ilk çocuk romanı, tüm ya-

yın dünyası için sürpriz oldu.

Kitap, Yusuf Tansu Özel’in sade çizgi-

leriyle bezenmiş. İnsanın içini ısıtan sıcacık,

sevgi dolu resimler.

İşin tuhaf tarafı resimler sıcacık ama ki-

tapta Güneş yok! Her yer karanlık.

GÜNE�’� UNUTAN KÖYSumru’nun doğduğu Akça-

köy’e yıllardır güneş küsmüştü.

Köy halkı kötü kalpli bir büyü-

cünün onların mutluluğunu kıs-

kanıp Güneş’i bulutların ardına

hapsettiğine inanıyordu. Hatta

büyücünün Nurettin adlı yaşlı

bir adam olduğunu sanıyordu.

Nurettin köylüyü büyücü olma-

dığına inandıramayınca pılısını

pırtısını toplayıp kaçtı ve onu di-

ğerleri izledi. Büyücü oldukları-

na inanılan cüce, sihirbaz, mü-

zisyen ve cambaz! Onlar da git-

ti. Düşünsenize köy ne kadar sı-

kıcı olmuştur! “Köyde cüce, si-

hirbaz, cambaz ne arar?” dediğinizi duyar

gibiyim. Bizim köy böyle bir köy!

Köyün akıllı-fikirli kişileri (!) bu garip-

liğe mantıklı bir çözüm bulmaya karar

verdiler. Günlerce kütüphaneye kapandı-

lar. Ama nafile! Hiçbir çözüm bulunama-

dı. Köy yasa büründü.

En sonunda Sumru ile arkadaşı Emre

bir şeyler yapmaya karar verdiler. Ertesi gün

iki arkadaş, sabaha karşı buluştular ve

köylerinden biraz uzaktaki ırmağa doğru ko-

şarak uzaklaştılar. Güneş’i bulmaya karar

vermişlerdi.

Sumru ile Emre’nin

köyden gitmesiyle köyde

hiç beklenmedik bir şey

oldu. O sabah uyananlar

gözlerine inanamadı. Yıl-

lardır kimsenin görme-

diği güneş gökyüzünde

parlıyordu.

Bu arada Sumru ve

Emre karanlık ormanda

garip bir yolculuğa çıktı-

lar. Köye güneşin geri

döndüğünü bilmiyorlar-

dı. Güneşi aramaya devam ettiler. Karşıla-

rına köyden kaçan Nurettin çıktı ve onla-

ra çok önemli bir şey söyledi:

“Sumru’nun saçları o kadar güzel ki ta

doğudaki şehirlere kadar herkes ondan söz

ediyor. Güneş kıskançtır, kendisinden daha

parlak ve sarı bir şeye katlanamaz.”

Akçaköy’e niçin güneşin girmediği an-

laşılmıştı. Güneş, Sumru’nun omuzlarına

ışık dalgaları halinde, bukle bukle dökülen

sarı saçlarını kıskanmıştı. Kibrinin kurba-

nı olmuştu.

GÜNE� KISKANDI Güneş, gerçekten Sumru’nun saçlarını

kıskanmış mıydı? Sumru’yu saçlarından

dolayı kendisinden üstün mü görmüştü?

Yoksa Güneş’in yeryüzünden elini eteğini

çekmesinin başka bir nedeni mi vardı?

Güneş’in kıskanmaya hakkı var mıydı?

Birini kıskanmak ne işe yarar?

Kıskanmak! İnsana özgü karmaşık bir

duygu. Çeşitli nedenlerle kendini göstere-

bilen, insanın çoğu zaman baş edemediği ev-

rensel bir kavram. Kiremitçi, kitabında

kıskançlığın doğal bir duygu olduğunu fark

ettirerek sonuçlarının beklemediğimiz bo-

yutlara ulaşabileceğini gözler önüne seriyor.

Romanda kıskançlığın dışında, bireysel

ve toplumsal başka konular da anımsatılmış.

Haksızlığa uğramak, dışlanmak, empati, ar-

kadaşlık, özveri, cesaret, zorluklarla mü-

cadele etmek başlıcaları.

Emre ile Sumru’nun serüveni nasıl bi-

tecek? Güneş, yeryüzüne yüzünü tekrar gös-

terecek mi? Bundan sonrasını keşfetmek

size kalıyor.

Güneş üstümüzden hiç eksik olmasın.

İyi okumalar diliyorum.

ECE [email protected]

Çocuk Edebiyat� ve Okuma Kültürü

Türk çocuk ve gençlik edebiyatının gelişimi için haya-

ta geçirdiği özgün çalışmalarla adından sıkça söz ettiren An-

kara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve

Araştırma Merkezi (ÇOGEM) müdürü Prof. Dr. Sedat Se-

ver’den, çocuklara okuma kültürü kazandırma sürecinde,

eğitimcilerin ve anne babanın görevlerini konu alan yapı-

cı bir eser. “Çocuk Edebiyatı ve Okuma Kültürü”, Prof. Dr.

Sedat Sever’in uzun yıllar çeşitli dergi, gazete ve kitapta ço-

cuk edebiyatı ve okuma kültürü ilişkisi üzerine yayımlan-

mış yazılarını bir araya getiren zengin bir içeriğe sahip.

“Çocuk Edebiyatı ve Okuma Kültürü”, çocuklarına oku-

ma alışkanlığı kazandırmak isteyen bilinçli ebeveynler,

Türk dilinin inceliklerini ve edebi zenginliklerini öğrencilerine

aktarmayı ilke edinen öğretmenler ve çocuk edebiyatı alanında uzmanlaşmış aka-

demisyenler için özel olarak hazırlandı. Kaynak niteliği taşıyan bu değerli yapıt,

içinde edebiyat ve çocuk sevgisi olan herkesin başvuru kitabı olmaya aday.

Gölgekapan - Kara Tilki Uyan�yor

Her işi Dax’e yaptıran üvey annesi ve kardeşiyle bir-

likte yaşamak günden güne daha da zorlaşmıştı. Ama

bir gün bu kendi halinde çocuğun hayatı sonsuza dek

değişecekti. Özel yeteneği sayesinde şekil değiştirip Göl-

gekapan’a dönüştüğü gün... Dax, büyük bir tehlikeyle

karşılaştığında, elinde olmadan tilkiye dönüşüyordu!

Ama Dax’in bu özelliği, hükümet ajanları tarafından

da fark edilmişti. Dax, gücünü kontrol edebilmek için

özel bir okula gidecekti ve bunu kimseye anlatmaya-

caktı. Dax, yalnızca “yetenekli” çocukların okuduğu bu

okula gittiğinde kendini nihayet evinde hissetmeye başladı.

Diğer öğrencilerin de nesneleri hareket ettirmek, gizli dün-

yalardan haber almak, görünmez olmak gibi olağanüstü

yetenekleri vardı. Dax âdeta büyülenmişti. Nihayet bir gölgekapan olmanın ta-

dına varıyordu, ta ki genç bir gazeteci kendisini bulana kadar... Dax’in tilki önsezileri

alarm vermeye başlamıştı!

Ali Sparkes, Caretta Çocuk,

272 s.

Sedat Sever,Tudem Yay�nlar�,

256 s.

K�skanmak! �nsana özgü karma��k bir duygu. Kiremitçi,kitab�nda k�skançl���n do�al bir duygu oldu�unu farkettirerek sonuçlar�n�n beklemedi�imiz boyutlaraula�abilece�ini gözler önüne seriyor

Güneşinkıskanmaya hakkı var mı?

Güneşinkıskanmaya hakkı var mı?

Güne�’i K�skand�ran K�zTuna Kiremitçi,

K�rm�z� Kedi Yay�nevi,96 s.

Page 21: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

22 MART 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAP

Kasabanın birinde, bir deniz feneri çakıyor

Kasabanın birinde, bir deniz feneri çakıyor

Özellikle çocuklar�n çok sevdi�i, gizem dolu polisiyelerin yazar� Ye�im Armutak’la,yeni roman� “Bayku� Yemini” üzerine bir söyle�i

Uzaklarda bir yerde... Ya da hemen

yakınlarda, sıradan bir kasaba burası.

Şehrin biraz dışında da olabilir, çok az

içinde de. Kıyısında dalgaları kabaran de-

nizin öyküleri, daha ziyade hangi diyarın

sesini ve yankılarını taşır, çok belli değil,

çok önemli de değil. Mekânın huzuru ve

sessiz gizemi, küçüklüğü ve kendine ye-

terliliği, adsızlığı ve markalardan arın-

mışlığı, öyküsüne bire bir uyan bir tiyatro

dekoru gibi. Çünkü elimizde, olayları, ka-

rakterleri ve mekânlarıyla; 90’ların evde

geçen sıcacık cumartesi sabahlarını vaz-

geçilmez kılan televizyon filmleri kadar

sürükleyici bir polisiye roman duruyor.

Yeşim Armutak’ın epeydir

beklenen kitabı, “Baykuş Ye-

mini”; adı kadar çekici, Sedat

Girgin’in resimlediği kapağa

yaraşır biçimde merak uyan-

dırıcı.

Bu sıradan kasabada, çalı-

nan tarihi bir eser büyük yan-

kı uyandırır. Dedektif hikâye-

lerine ve çizgi romanlara me-

raklı Pi ve Siyam, söz konusu

hırsızlığın sırrını çözmeye ve

deniz fenerinde yaşayan arka-

daşları Jul’ün, -rastlantıdan

mıdır bilinmez- o sırada dik-

katlerini çekmeye başlayan tu-

haf davranışlarına anlam ver-

meye çalışırlar. Yeşim Armu-

tak’la, yeni romanı üzerine

konuştuk.

GER�L�M DOLU B�RPOL�S�YE

Öncelikle yeni kitabınız “BaykuşYemini” hayırlı olsun! Polisiye-macerayazarı olarak tanıyor sizi çocuklar. Ama“Baykuş Yemini” için psikolojik gerilimdozu yüksek bir polisiye diyebilir miyiz?

Teşekkür ederim. Evet, söyleyebiliriz.

Polisiye olaylar, özellikle suç yönünden

incelendiğinde derin bir psikolojik temel

içerirler. Benim çok sevdiğim polisiye ro-

manların çoğu da psikolojik bir hatta sa-

hiptir. Polisiyeye yoğun psikoloji karı-

şınca, sanırım psikolojik gerilime doğru

yaklaşmasına neden oluyor. “Baykuş

Yemini” de bu yolla doğmuş bir bebek

diyebiliriz.

Polisiye düğümü atmak başlı başına

zor bir iş; üstüne bir de psikolojik yönüağır basan bir roman yazmak… Nasıl birhazırlık yaptınız “Baykuş Yemini” için?

“Baykuş Yemini”, benim deniz fe-

nerlerine, serüvenlere ve psikolojiye

düşkünlüğümün birleşmesi sonucu ortaya

çıktı. Kitabın sonunu açık etmemek için

fazla detay veremeyeceğim, ama genel

olarak söylemem gerekirse, özellikle

psikoloji konusunda çok okudum.

Evet, dikkat ediyorum da, romanla-rınızdaki sırlar hep ilgi çekici bir figürdedüğümleniyor. Az önce dediğiniz gibi,“Baykuş Yemini”nde de bir deniz fene-rini kullanmışsınız…

Deniz feneri benim için büyüleyici,

merak uyandırıcı ve

birçok gizi barındır-

dığına inandığım da-

vetkar bir figür. “Bay-

kuş Yemini”ni yaz-

maya başlamadan

önce, aklımda hikâ-

ye değil, sadece ya-

zacaklarımın deniz

fenerinde geçmesini

istediğim vardı. Bel-

ki de benim için baş

kahraman Deniz Fe-

neri’ydi.

Romanın kahra-manları Pi ve Siyam,dedektif hikâyelerinemeraklı iki yakın ar-kadaş. Dostluk dasanki romanınızınlokomotiflerinden

biri, yanılıyor muyum?Tüm romanlarımda dostluk, loko-

motif olarak görülebilir. Bu biraz da be-

nim hayalini kurduğum hayat özlemiyle

ilgili. Birbirini anlayan, yargılamayan, her

şekilde diğerinin yanında durmayı ba-

şarabilen, ortak anıların getirdiği ortak

gülümseyişlere sahip insanlar. İleride

yazacağım kitaplarda da bu gelenek bo-

zulmayacaktır.

ARTIK YET��K�NLER ��N YAZ D�YORLAR!

Polisiye çok okunduğu halde, ne-dense hep edebiyatın üvey evladı mua-melesi görmüştür. Ülkemizde çocuk ede-biyatının da zaman zaman küçümsen-diğini düşünürsek, romancı olarak risk-li bir seçim yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle haklısınız. Tanıdıklarımın

bana hep söylediği bir şey var; “Artık ye-

tişkinler için yazsana!” Sanki çocuk ki-

tabı yazmak bir staj süresiymiş, ben de ge-

rekli süreyi tamamlamışım, artık daha zor

olan yetişkin kitaplarını yazabilirmişim

gibi bir düşünceye sahipler. Beni güldü-

ren, ama bir o kadar da trajik bir bakış

açısı. Çocukları birey olarak görmeyen,

duygularını, düşüncelerini, eylemlerini ve

seçimlerini ciddiye almayan, “çocuktur,

anlamaz,” diye düşünen zihniyetin yan-

sıması bu. Böyle bir bakış açısının, çocuk

kitapları olarak düşündüğü ya da aklın-

da canlandırdığı; çocuğa, “şunu yap iyi,

bunu yapma kötü,” diye parmak sallayan,

edebiyattan yoksun, çocuğun zekâsını kü-

çümseyen kitaplar. Aynı şekilde; polisi-

yeler yakın döneme kadar, alt raf kitabı

olarak görülen ve dışlanan bir türdü.

Neyse ki bu anlayış yavaş yavaş kırılıyor.

Benim her ikisini de seçerek risk aldığım

düşünülebilir. Oysa ben yetişkin olarak

hem gerçek çocuk edebiyatından –ço-

cuğu küçük yaştaki insan değil, okuyucu

olarak gören; edebiyatın benzersiz lez-

zetini çocuğa sunan ve tatmasını sağla-

yan– hem de polisiye edebiyatın beyni-

mizi labirentlerle dolu sokaklarda gez-

dirmesinden vazgeçemiyorum. Seçimim

riskli görülüyorsa, bir de bunlarla tanış-

ma şansı olmamış insanların yaşamındaki

yüzde yüz riske bakın. Çünkü yüzde yüz

mahrumiyet ve yaşam yoksulluğu için-

deler.

Çocukları etkileyen bir polisiye ma-cera yazarı olarak, sizi çocukluğunuzdaen çok etkileyen kitap neydi? Bir polisiyemiydi?

Çocukken en sevdiğim kitap “Peter

Pan”dı. O zamanlar daha çok Peter

Pan’ın kendine olan güveni, hınzırlığı ve

serüvenperestliği beni çekiyordu. Büyü-

mek istememekte direnmesinin neden-

leriniyse, daha ileri yaşlarda anladım ve

onu bir kez daha sevdim.

MEHMET ERKURT

Baykuş Yemini,Yeşim Saygın Armutak,

Günışığı Kitaplığı, 164 s.

Ye�im Sayg�n Armutak

Page 22: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine

Soldan sağa1. Resimdeki yazarın bir eseri

2. Eşek sesi - Bir soru sözü - Rusça’da

“evet” - İlişkin

3. Bin gramlık bir ağırlık ölçüsü bi-

rimi - İşaret olarak kullanılan

küçük bayrak - Nema, ürem

4. İlkel bir silah - Geçmiş zaman - Fi-

kir, düşünce - Yüzyıl (kısa)

5. Bir filme, bir gösteriye eklenen

beklenmedik güldürücü ayrıntı,

gülüt -”... Farrow” (aktris) - Mi-

lattan Sonra (kısa) - Genişlik

6. Uğur - Bir şeyin özünü oluşturan

ana öğe, temel - İş, oluş, hareket

7. Bir yüzölçümü birimi - Başlangıçta

yer alan - İridyum’un simgesi -

Gün, gündüz

8. Hz.Muhammed’i övmek amacıy-

la yazılan kaside - Sodyum’un

simgesi - Boru sesi

9. Parlak, saydam kırmızı renkte

değerli bir taş - İneğin, sütten ke-

sildik ten sonra 1 yaşına kadar

olan yavrusu

10. Seciye, karakter - Magnezyum’un

simgesi - Belli bir anlamı olan iz,

işaret - Divit, yazı hokkası

11. Mühür, damga - Ahşap bıçkıcı-

sı - İlaç, merhem

12. Huysuz, çirkin ve yaşlı kadın -

Tavlada “üç” sayısı - Akıl

13. Bir acı ünlemi - Bir seslenme sözü

- Bağışlama, mazur görme - Bir

hayret ünlemi - İsviçre’de bir ne-

hir

14. Briçte roberi oluşturan iki bö-

lümden her biri - Tümör - Duman

lekesi - Otomobil yarışı

15. Resimdeki yazarın bir eseri -

“Tok” karşıtı

Yukarıdan aşağıya1. Resimdeki yazarın bir eseri

2. Din ile devlet ve yönetim işlerini

birbirinden ayrı tutan, dini kuru-

luşların yetkisi dışında kalan - “...

Güler” (fotoğrafçı) - Radyum’un

simgesi - Holmiyum’un simgesi

3. Ailesinin geçimini sağlayan - Ga-

dolinyum’un simgesi - Eyere alış-

tırılmamış binek hayvanı - Ni-

yobyum’un simgesi

4. Kalça kemiği - Verme, ödeme - “...

Ayhan” (şair)

5. Şöhret - Bedevi Araplar’ın başlı-

ğı olan kefiyeyi tutturmakta kul-

lanılan düğümlü kordon - Lümen

(kısa) - Kaşıntılı bir deri hastalı-

ğı

6. Hastalık anında gelen titreme - Ka-

yak - Ateşli silahlarda namlunun

gerisinde bulunan ve nişan al-

maya yarayan kertik - Rubid-

yum’un simgesi

7. Peru’nun başkenti - Satürn geze-

geninin beşinci uydusu

8. Evin bir bölümü - Sahip - Bir hay-

van

9. Topluluk, zümre - Notada durak-

lama işareti - Bir dilek şart eki

10. İsim - Çok eski ve bilinmeyen bir

tarihi anlatan bir söz - Dik olarak,

dikine

11. Kiloamper (kısa) - Yazılı buyruk

- Bal yapan böcek

12. Doku teli - Bir nota - En kısa za-

man parçası, lahza - Bir işaret sı-

fatı - Beyaz

13. “Oğuz ...” (yazar) - Lavrensi-

yum’un simgesi - Bir haber ajan-

sı - İlkel bir su taşıtı

14. Sahip, malik - Bir çalgı türü -

Kuzu sesi - Kekliğin boynundaki

siyah halka

15. Bir kimsenin cinsel dokunul-

mazlığı - Resimdeki yazar

BULMACA

22 MART 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(c) 3-(d)

ALINTI-TEST

Sonu olan öyle az şey vardır ki: Hayatlarımız sonugelmemiş öykücükler değil de ne?... Tanrı’ya ya dabüyüye ya da hiç değilse bir şeye inanmamızı sağ-layan da bu, sonunu bilme isteği.

a)

b)

c)

d)

e)

Michael Cunningham - Saatler

Truman Capote - Başka Sesler Başka Odalar

Paul Auster - Karanlıktaki Adam

Roald Dahl - Son Perde

Virginia Woolf - Yıllar

a)

b)

c)

d)

e)

Arthur Schopenhauer - Aforizmalar

Niccolo Machiavelli - Hükümdar

Franz Kafka - Aforizmalar

Augustinus - İtiraflar

John Stuart Mill - Özgürlük Üzerine

a)

b)

c)

d)

e)

Amin Maalouf - Doğu’dan Uzakta

Hakan Günday - Azil

Selim İleri - Mel’un

İhsan Oktay Anar - Puslu Kıtalar Atlası

Stefan Zweig - Satranç

1Kargalar, tek bir karganın gökleri yok edebilece-ğini iddia eder. Buna hiç kuşku yok, ama bu yinede göklere ilişkin hiçbir şey ifade etmez, çünkügökyüzü kargaların yokluğu demektir.

2Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadaracı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük ni-metti... Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, budünyanın şahidi olmaktı...

3Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

GE

ÇE

N H

AFTA

NIN

ÇÖ

GE

ÇE

N H

AFTA

NIN

ÇÖ

Page 23: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine
Page 24: GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK KITAP · 2015-02-25 · 4 22 MART 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin ka-derine