2-14yedek layout 1...4 3 mayis 2013 cuma aydınlık kİtap “bir kitabı okuyup bitirdiğiniz...

24
Aydınlık 3 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 62 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Cumhuriyet Devrimi’yle nefes alan feminizm Erendiz Atasü’yle ‘Hayat ve Roman’ üzerine Ve nihayet Céline geldi!... Sıradanlığı yüceltenlerin büyük yozlaşması Android ve insan Sol liberalizm ve Taraf İşçilerin kurtarılacak vatanı Geçen hafta 65.070 okura ulaştık

Upload: others

Post on 07-Jun-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

Aydınlık3 Mayıs 2013

Cuma Yıl: 2

Sayı: 62Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP

.

Cumhuriyet Devrimi’yle nefes alan feminizm

Erendiz Atasü’yle ‘Hayat ve Roman’ üzerine

Ve nihayet Célinegeldi!...

Sıradanlığı yüceltenlerin

büyük yozlaşması

Android ve insan

Sol liberalizm veTaraf

İşçilerin kurtarılacak vatanı

Geçen hafta 65.070 okura ulaştık

Page 2: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de
Page 3: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

Geçtiğimiz Cumartesi İzmir Kitap Fuarı’nın başlangıcıydı. Biz de Aydınlık

Kitap olarak fuarda yerimizi aldık. Okurlarımızla standımızda buluşmak, üre-

tilen ürünün karşılığını bulması bakımından oldukça önemliydi bizim için. Fu-

arda pek çok yayıncı ile konuşma ve kitap dünyasının havasını koklama fırsa-

tına eriştik. Çok çabuk yenilenen bir mecra olmasına rağmen “kalıcılık” temelinde

yaşamımıza, ruhumuza, kişiliğimize kökler salan yazarlar, kitaplar sunar bize

bu dünya. Elimize matbaadan yeni çıkan, henüz kokusu üstünden uzaklaşma-

mış, sayfaları ilk defa bizler tarafından açılan kitapları elimizde tutmak elbet-

teki muazzam bir şeydir. Basit ama kendine has bir his. Elimizdeki bu “ürün”

-ki kitabın ürün olmasını tartışmak bize güzel bir alan açmakta- elbetteki eli-

mizde başka zaman tuttuğumuz su şişesi kadar aşamalardan geçiyor ancak el-

bette çok büyük farklarla. Bir insanın yaratımının, duygusunun, düşüncesinin

matbaa makinelerinden geçmesine rağmen, üzerine boyalar kondurmasına rağ-

men hala aynı canlılıkla bize ulaşıyor olması ve daha da ötesi belki de hayatı-

mızı değiştiriyor olması bu “ürün”ü farklı kılıyor diğerlerinden. Yazarı, çevir-

meni, editörü, baskısı, dağıtımı, satımı derken koskoca bir alan da doğmuş olu-

yor haliyle. Okurlar elbette fuarlar da dahil olmak üzere bu dişlinin işleyişin-

den, mekanizmadaki sorunlardan çok da haberdar değil.

Fuarlar maalesef ki yayınevlerinin kitap sunumlarını, gelecek projelerini gös-

terme alanı, güçlü panellerin yapılma alanı olmak yerine daha çok “satış” odak-

lı alanlar haline mi geliyor? Bu soruyu sorduğumuzda yayınevlerinin gider tab-

lolarına bakmadan bir yargıya varmak elbette anlamlı olmaz. Fuar alanlarına

ödenen kiralar, kurulan standlar, personel ve taşınma giderleri gibi pek çok un-

sur yayıncıları satışa odaklıyor. Eğer bir İzmir Fuarı gözlemi sunacaksak insanların

aldığı verim penceresinden bakmak ya da yayınevlerinin giderlerini karşılaya-

bildikleri satış rakamları penceresinden bakmak bizi ayrı noktalara sürüklüyor.

Bütün bu problem silsilesine bakıp İzmir Fuarı’nın lezzetini baltaladığımız dü-

şünülmesin, çünkü şehrin merkezinde insanlara sunulan fuar güzel havanın des-

teğiyle oldukça canlı geçti. Kitap meraklılarının buluştuğu bir ortamın sevilmemesi

tarafımızca reddedilmiştir zaten.

Haftaiçi İzmir Kitap Fuarı devam ederken fuarda görüştüğümüz ülkemiz-

de kadın yazar deyince akla ilk gelen isimlerden Erendiz Atasü’yle yaptığımız

söyleşiyi kapağımıza taşıdık. Ankaralı bir yazarla İzmir’de yapılan hayata, ede-

biyata ve siyasete dair bu dopdolu söyleşiyi sizlere sunar ve tarihe bir not dü-

şeriz.

Haftaya görüşmek dileğiyle...

AYDINLIK KİTAP

İÇİNDEKİLER

Ve nihayet Céline geldi!... s. 4

Baştan çıkarma “oyunu” s. 5

Sıradanlığı yüceltenlerin büyük yozlaşması s. 6-7

Çiçek dürbününden Arap baharı s. 8

Sol Liberalizm ve Taraf s. 9

Android ve insan s. 10-11

s. 12-13

Tezgahımda şiirler s. 14

TSK’yı doğru anlayabilme krizi! s. 15

Yeni çıkanlar s. 18-19

Çocuk-Genç : Doğayı seven çocuklara s. 20

Hicvin üstadı Neyzen Tevfik s. 21

Bulmaca s. 22

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu

[email protected] Müdürü

Kamile Karakadı[email protected]

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın

San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı

Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel

Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi

Metin Aktaş

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri Ebru Baysan

Editör Pınar Akkoç[email protected]

Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu

İzmir’denesen rüzgar...

Reklam Servisi

Bizim neden bir “Germinal”imiz,

“Bitmeyen Kavgamız” yok? s. 16

12 Eylül darbesine giden yolda son kilometre

taşı; “Maraş katliamı” s. 17

Kapak: “Cumhuriyet Devrimi’ne sahip

çıkmadan feminist olunmaz”

Page 4: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP

“Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-

man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-

kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-

de onu telefonla arayıp konuşabilsey-

dim diyorsanız, o kitap bence gerçekten

iyidir,” demişti Holden “Çavdar Tarla-

sında Çocuklar”da. Aklımdan çıkmadı bu

hiç. Kitapları elime aldığımda yeni bir

arakadaşım olacak mı acaba merakıyla

okudum hep. Louis Ferdinand ile tanış-

tığımdaysa hayatımın tam da bu manyak

herife (ki o tam da ona böyle söylememi

isterdi) ihtiyacı olduğu bir yerinde debe-

lenip duruyordum. Çantanın içindeki

bütün kıyafetleri atmak zorundaydım en

dipte beni bekleyen “Gecenin Sonuna

Yolculuk”a ulaşmak için. Benden iyi bi-

lirsiniz; kitaplara başlanır, kitaplar bitirilir,

bitirilmek istenmez, yarıda bırakılır, he-

diye edilir, hediye alınır, sevilir, atılır, sak-

lanır, ezberlenir, sürünür, süründürür,

sürüklenir... Louis Ferdinand Céline’le ta-

nıştığım andan itibaren “Gecenin Sonu-

na Yolculuk” adlı kitap, işte bütün bu sü-

reçleri bir bir geçirdi ve tıpkı yüzü kırış-

mış bir bilge gibi kütüphanemin en üst ra-

fında durmakta.

“Gecenin Sonuna Yolculuk”ta “savaş”

kavramına en doğal yolla yani “insan ol-

makla” büyük bir karşı geliş sergilemişti

Céline. Kitabın kahramanı Bardamu unu-

tulmaz kitap kahramanlarından biri ol-

muştu. Karakterin yazardan önemli par-

çalar taşıması Céline’e olan merakı da art-

tırmıştı. Daha sonraları 2. Dünya Savaşı

sırasında Nazi Almanyası’na verdiği des-

tek yazarın şaşırtıcı bir tutarsızlığıydı.

Céline’in bu büyük kafa karışıklığı onun

faşist damgası yemesine sebep olmuştu.

Ve yıllar sonra Céline “Profesör Y ile Ko-

nuşmalar” adlı kitabı ile ikinci kez Türk-

çede. Yapı Kredi Yayınları’nın Ayberk Er-

kay çevirisiyle dilimize kazandırdığı kitap

Céline’in kendi yazarlığına ve daha pek

çok şeye bakışının kendi kaleminden dö-

külmesi bir bakıma.

KONU�MANIN ÇOSKUNDOKUSU

Fransız danteli gibi örülen, ince, na-

zik, naif ve klasik müzik gibi biraz burju-

va akış sergileyen Fransız edebiyatında bir

gün bir anarşist -ya da bir “faşist”- çıktı ve

bütün bu “klasik” yapıyı alt üst etti. Bu-

gün -yazarın kendi deyişi ile- “konuşma-

nın coşkun dili”ni yazıya dökmenin ya-

ratıcısı Celine; kimi klasik edebiyatçılar-

ca Fransız edebiyatının içine etmiş biri, ki-

milerine göre çağdaş edebiyatın yaratıcısı,

kimilerine göre bir anarşist, kimilerine

göre faşist, kimilerine göre nihilist, ki-

milerine göre bir dil kırıcı, kural yıkıcı...

“Profesör Y ile Konuşmalar”da bütün bu

ithamlar Céline’in kendisince, kendi ya-

rattığı bir Profesör’e, kendi röportajını

vermesinde cevap buluyor. Yazarı kendi

üslubunca kendisine yaptığı bir röportajda

okuyoruz. Céline bu, uslu bir çocuk ol-

mayı başaramamış sanki, edebiyat ve

akademi alanına klişeleşmiş bütün dü-

şüncelere isyan ediyor ve her birine sö-

vüyor. Piyasanın nasıl bir canavar oldu-

ğunu ve eserlerin gerçek değerlerinin

üstünü örtmek için kullanılan “cilanın”

nasıl da edebiyatı ele geçirdiğini, edebi-

yatın paralı yayıncılarının nasıl bu sahte

eserlerin sunumlarının peşinde koştuk-

larını, okurların nasıl da kör kütük bu sah-

te, hiçbir özgün üretim barındırmayan

eserlerle sarhoş edildiklerini bütün acı-

masızlığıyla ve bütün argosuyla yüzümü-

ze vuruyor.

“C�LALANMI�”EDEB�YAT

Elbette argo demiş-

ken altını çizmekte fay-

da var, konuşma dilinin

“coşkun doku”sunun kı-

vamını tutturabilmek sa-

nıldığı kadar kolay de-

ğildir Céline’e göre. Bir

kez daha, bir kez daha ve bir kez daha

okumak gerekir doğru ayarı oturtmak için.

Ama Céline’i tebrik etmek gerekir ki ken-

di yarattığı bu yapının yıllar sonra ayar-

sız ve “cilalanmış” bir biçime dönüşece-

ğini öngörmüştür. Belki de yeraltı edebi-

yatının en önemli temel taşını atmış olan

Céline, bugün her küfredenin büyük ede-

biyatçı konumuna getirilmesinin eleştiri-

sini bu kurgu röportajda yapmakta. Ken-

di ürettiği üslubun da bir gün bu “cila”

edebiyatının kuşatması altında kalacağı ve

cilanın tam da kendisi olacağını söyle-

mekte. Céline kitap boyunca kendisine

yapılan veya yapılacağını öngördüğü pek

çok eleştiriyi soru olarak kendine soruyor

ve her birini yanıtlıyor.

�Y� B�R ZEKA ÖRNE��Céline’in büyük isyanını görüyoruz

aslında kitapta. “...bir zahmet hatırlasın ar-

tık! Yeryüzündeki tek gerçek dehanın

ben olduğumu hatırlasın! Asrın tek ger-

çek yazarı! Kanıt mı lazım, alın size kanıt:

adımı anan yok!” Bu satırlar onun küçük

dağları ben yarattım söyleminden çok, bü-

yük bir sistem eleştirisidir. Kitap boyun-

ca Céline’in alçakgönüllülüğünü alaycılıkla

sunmasının onu ne kadar da okurun gö-

zünde yükseğe çıkardığını göreceksiniz,

eleştirinin gücünü arttırmayı bilen iyi bir

zeka örneğidir Céline. Ve yazarın hay-

ranlarının onu iyi tanıması için edebiya-

tımıza kazandırılan önemli bir kitap “Pro-

fesör Y ile Konuşmalar”. Céline’in ede-

biyat dünyasına bakışını onun çekincesiz

dilinden okuyoruz. Aslına bakılırsa dün-

ya düzeni içerisinde meslek

gruplarının bir de yazar

ayağını ele almak gibi. Bir

fabrikadaki işçinin derdini

dinlemek gibi Celine’i din-

lemek bu kitapta. Büyük

yayıncı Gaston Gallimard,

kitabını basması için Gas-

ton’a giden yolu arayan

Prefesör Y ve edebiyat ca-

miasına veryansın eden Cé-

line. Aslında hepimizin gör-

düğü -ve bazen de göre-

mediği- ama söylemediği

şeyleri Céline’nden duya-

biliyor olmak onun belki

de en güzel özelliği. “...kim-

se ‘ötekinin beni’ni sevmez!...

Çinliler de sevmez, Ulahlar

da sevmez, Saksonlar da sev-

mez, Berberiler de sevmez!...

her yerde aynı bok!... aynı

bok derken bildiğimiz bok!...

yani herkes kendi bokunun kokusuna

katlanabilir ama misal Estelle’in bokunun

kokusu, ki hadi diyelim ölüp bitiyoruz Es-

telle’e, gene de çekilmez!... bağırtır ada-

mı ‘cam açın! cam açın!’ diye...”

Céline’in kitapta sinemaya, edebiya-

ta, yazarlığa, özgünlüğe, yaratıma, ya-

yıncılığa, okurluğa ve edebiyat ödülleri-

ne dair yaptığı yorumlar, sunduğu gö-

rüşler bize, genelde sunulanın aksine

bambaşka bir tablo çiziyor ve birçok

şeyi yeniden yorumlamamıza sebep olu-

yor. Bugün bu görüşlerin birçoğunun is-

patlandığına tanık olmaksa Céline’in

değerini arttırıyor.

Ve nihayet Céline geldi!...Céline’in kitapta sinemaya, edebiyata, yazarl��a, özgünlü�e, yarat�ma, yay�nc�l��a, okurlu�a ve

edebiyat ödüllerine dair yapt��� yorumlar, sundu�u görü�ler bize, genelde sunulan�n aksine bamba�kabir tablo çiziyor ve birçok �eyi yeniden yorumlamam�za sebep oluyor

DAMLA [email protected]

Profesör Y ile Konuşmalar,

Louis Ferdinand Celi-ne, Yapı Kredi Yayınları, Çev: Ayberk Erkay, 104 s.

Page 5: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA 5Aydınlık KİTAP

Ahmet Altan’ın “Son Oyun”u çıktığından

beri hakkında çokça yazılıp çizildi. En çok ko-

nuşulan şey belki de 100 bin basan kitabın pi-

yasaya çıkar çıkmaz tükenmesi oldu. İçeriğe

dair değerlendirmeler yapılıyor. Derin an-

lamlar yükleniyor kitaba. Kitaba ilişkin ger-

çeği yansıtan analizler de yapılmadı değil.

“Son Oyun” nedir, ne değildir, bunun yanı-

tını aramaya çalıştık bu ya-

zıda.

Kitabın daha başlarında

ana karakterin yazar olma-

sı vesilesiyle bir cümle ge-

çiyor. “Edebiyat olaylardan

ziyade insanla ilgili olmalı

diye düşünüyorum.” Ki-

taptaki karakterin bu bakış

açısı elbette kurgunun bir

parçası. Yazarın, yani Ah-

met Altan’ın görüşü oldu-

ğunu iddia edemeyiz. Yine

de anahtar bir cümle. Gelin

görün ki “Son Oyun” bu

cümledeki hassasiyete hiç

ama hiç itibar etmiyor.

Kitap, ana karakterin bir

cinayet işlediği bilgisiyle açı-

lıyor. Tüm 5n1k soruları ya-

nıtsız bırakılarak cinayetten öncesini anlatan

bir hikaye başlıyor. 400 sayfanın sonuna ge-

lindiğinde soruların yanıtını almış oluyoruz.

Böylelikle okur, 400 sayfa boyunca “acaba ne

oldu, nasıl oldu bu cinayet” sorusunun pe-

şinden gitmiş oluyor.

Peki kurmaca türünde merak unsuru ve

olay örgüsünde gizlilikler bu işin bir parça-

sı değil midir zaten? Öyledir elbette ama

bunu çıkardığınızda elde kalan yalnızca sığ

karakterler ve yüzeysel göndermeler ise işte

o zaman “edebiyat nedir” sorusu kaçınılmaz

oluyor. Zira kitaptaki karakterimizin de de-

diği gibi edebiyatın derdi sadece bir olay ör-

güsü kurmak olmamalı.

ANLATMAK MI, GÖSTERMEK M�?

Son dönemde dünya çapında ilgi gören

romanlara baktığımızda dikkat çekici bir tab-

loyla karşılaşıyoruz. Günümüz okuru tartış-

ma götürmeyecek netlikte olaylar, ilişkiler ve

diyaloglar peşinde. Mümkün olduğunca an-

laşılır metinler, açık ve net bir kurgu çok sat-

mayı da beraberinde getiriyor. Tıpkı bir dizi

izleyicisi gibi roman okuru da olayların ta-

mamına hakim olmak hatta karakterlerin his-

lerinden haberdar edilmek istiyor. Boşluksuz,

hayal gücüne pek fazla fırsat tanımayacak bir

anlatım ve soruların sıklıkla yanıtlandığı bir

dil! Ahmet Altan bu “yeni okur”u iyi anla-

mış olacak ki tam da bunu yapıyor roma-

nında. Üşenmiyor, her şeyi en ince ayrıntısına

kadar anlatıyor. Bize de sormak düşüyor:

Edebiyat bu mu?

Geri dönelim “cinayet” meselesine. De-

diğimiz gibi hikaye cinayet işleyen bir yazar

etrafında dönüyor. Daha en başından bu ki-

şinin cinayet işlemesi akıl almaz bir olay ola-

rak yansıtılıyor. Bir yazar, son derece vakur

ve makul, büyüleyici gü-

zellikte bir kasabaya gelir.

Aklı başındadır. Kasaba-

daki diğer insanlardan “üs-

tün”dür. Peki ne olur da ya-

zar cinayet işleyecek hadde

gelir? İşte bu sorunun yanıtı

derin bir “içsel yolculuk”ta

olabilirdi ama gelin görün ki

anlatımda böyle bir serü-

vene tanıklık edemiyoruz.

Karakterin yaşadıklarının

onu cinayet işlemek gibi

travmatik bir olaya sü-

rüklemiş olmasını anla-

mak zor. Karşımızda du-

ran son derece güçlü, so-

ğukkanlı bir erkek; olaylar

karşısında son ana kadar

dengesini kaybetmeyen bir

kişilik. Anlaşılan Ahmet Altan’ın böyle bir ge-

lişime işaret etmemesinin sebebi yine me-

tindeki heyecanı korumak. Fakat bu çaba bir

eseri asıl değerli kılacak olan karakterin ge-

lişimini ve dönüşümünü resmetmeyi ortadan

kaldırarak romanın sığ kalmasının başlıca se-

beplerinden oluyor.

KADINDAN ANLAYAN YAZAR Ahmet Altan bu kitabında da kadınlara

dair “bilgisini” konuşturuyor. Kadınlara

mahsus birtakım klişeler roman boyunca sı-

ralanıyor. Yetmezmiş gibi çok derin analiz-

ler gibi pazarlanıyor. Bir yerde şöyle geçiyor:

“Kadınlara bayılıyorum, birbirlerine ne ka-

dar benzediklerini bilmemelerine”. Böylece

Altan; “Son Oyun”la “kadın ruhundan an-

layan yazar” imajına da yeni bir cila yap-

maktan geri durmuyor. Ancak 2002’de yine

büyük bir sansasyonla piyasaya sürülen “Al-

datmak”ın verdiği “yapmacık” izlenimden

öteye gidemiyor. “Aldatmak”taki Aydan

adlı kadın karakterin sevinçleriyle, kederle-

riyle, hayal kırıklıklarıyla, hırslarıyla ve daha

bir sürü insani özellikle sahici bir yaşamı var

mıydı? Aydan’ın yine kendi gibi tepeden inen

erkek karakterle yaşadığı hazlar bile kaçımıza

gerçekten sahici gelmişti? Ya da “İsyan

Günlerinde Aşk” adlı kitabındaki kadınlar-

dan Dilara’nın, isyan günleri-

nin o kaotik ortamında döne-

minin cinselliğe bakışının katı

süzgecinden geçmeden yaşa-

dıkları ne kadar inandırıcıydı?

GERÇEK M�? Burada yazarın gerçekçi olup

olmadığı değil söz ettiğimiz, ger-

çek bir romancı olup olmadığı!

José Saramago’nun

“Körlük”ünü okurken, tüm dün-

ya beyaz bir körlükten kaça-

mazken vicdanını kaybetmeyen

kadının nasıl görebilen tek insan

olarak kalabildiğine ve karanti-

nadaki kadınların bir parça ek-

mek için kendi bedenlerini top-

luca nasıl sunabildiklerine ina-

nırsınız.

Sa -

rama-

go o dün-

yayı öyle çizer ki, okurunu bu hem gerçek

hem gerçeküstü olguya inandırır. Gabriel

Garcia Marquez; “Kolera Günlerinde Aşk”ta

kadın karakteri Fermina Daza’nın ilk aşkı

Florentino Ariza’ya yıllarca büyük bir aşk bes-

ledikten sonra nasıl bir anda sırt çevirdiğini

öyle gösterir ki; bir daha o kadının o erkeğe

asla aynı şekilde bakmayacağına bahse gi-

rersiniz ve yanılmazsınız da. Çünkü onlar Al-

tan’ın yaptığı gibi “anlatmazlar”, kendi ses-

leriyle okuru etkilemeye çalışmazlar. Gerçek

romancılar kadın ya da erkeklerini “göste-

rirler”; onlara sevinç, hırs, kıskançlık, vur-

dumduymazlık, fedakarlık, yıllar yılı üst üste

biriken keder, duyumsanan mutluluk ve

daha bir sürü sahici duyguyla kuşanmış bir

dünya çizerler. O karakterler o dünyaların-

da yaşarlar ve biz okurlar bu yüzden onlara

inanırız. Onların yaşam tarzlarını hiç tat-

mamış olsak bile, onlarda kendimizden bir

parça bulabiliriz.

Peki Altan; “kadın ruhunu anladığı” ya-

nılsamasını yaratmayı nasıl başarıyor? Sadece

cinsellik ve kadınlara hitap eden kitaplar yaz-

masıyla mı? Bizce bunun tek bir temeli var.

Altan, kadın okuru nasıl baştan çıkaracağını

iyi biliyor. Okuru baştan çıkarma işini, bu kez

tek bir farkla, bir erkek karakter üzerinden

deniyor. Bu yüzden “Son Oyun”daki “yazar”

karakterinin cinselliği de, Altan’ın önceki ro-

manlarından alışık olduğumuz “Bak şimdi ne

oldu, biliyor musunuz?” tarzındaki dediko-

ducu anlatım dilinden öteye gidemiyor. Aca-

ba erkek okurlar, Altan’ın “erkek ruhu”

hakkında anlattıklarına ne diyecek? Ha bir

de merak ediyoruz; acaba Ahmet Altan

gerçek bir yazarın dilinden çok bu “fısır fısır”

sürdürdüğü anlatım dilinden vazgeçip ro-

manlarına gerçek bir cinselliği ne zaman ka-

tacak?

“Son Oyun”a dönmek gerekirse; hikaye

deniz kenarında bir kasabada geçiyor. Okur-

ken kasaba hayatına dair bilgi ediniyor olsak

da Altan’ın mekan seçimindeki sebebinin sos-

yolojik bir olguya dikkat çekmek olmadığı-

nı anlamak zor değil. Tipik bir kasaba hayatı

ve bu hayatın bireyin üzerindeki etkilerini an-

latmaktan çok olay örgüsündeki tesadüfle-

re vesile olacak ortamı ve mekanı yaratmış

Ahmet Altan. Anlatılan hikaye içindeki en-

trikalar ancak bu dar kasaba hayatı içinde

mümkün olabilirdi. “Son Oyun”da geçen

olaylar aslında günümüz dünyasında kasaba

hayatının bireyi ne yönde etkilediği olgusu-

nu irdelemiyor. Ne yalan söyleyelim, irdele-

mese de bir fikir veriyor…

Özetle “Son Oyun” bir edebiyat eserin-

den çok boşluksuz bir anlatım, kusursuz bir

olay örgüsü olarak akıllarda kalıyor. Bu bir

övgü değil!

Baştan çıkarma “oyunu”“Son Oyun” Altan’�n önceki romanlar�ndan al���k oldu�umuz “Bak �imdi ne oldu, biliyor musunuz?” tarz�ndakidedikoducu anlat�m dilinden öteye gidemiyor. Ha bir de merak ediyoruz; acaba Ahmet Altan gerçek bir yazar�n

dilinden çok bu “f�s�r f�s�r” sürdürdü�ü anlat�m dilinden vazgeçip romanlar�na gerçek bir cinselli�i ne zaman katacak?

PINAR AKKOÇ[email protected]

Son Oyun, Ahmet Altan,

Everest Yayınları, 416 s.

Bo�luksuz, hayalgücüne pek fazla f�rsat

tan�mayan bir anlat�m vesorular�n s�kl�kla yan�tland���

bir dil! Ahmet Altan bu

“yeni okur”u iyi anlam�� olacak ki

tam da bunu yap�yor roman�nda.

Bize de sormak dü�üyor:Edebiyat bu mu?

Page 6: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Bazı yazarlar var ki, onlarla ilgili kesin

yargıya varmanız oldukça güçtür. Kendile-

rini kolaylıkla anlamanız için yalnızca yaz-

dıklarıyla değil; eylemleri, düşünceleri,

sözcükleri seçerken çağrıştırdıkları; giderek

o sözcüklerle, kurduğu tümcelere yeni an-

lamlar katarak başka neler anlatmak iste-

diğini de düşünmeniz gerekir. Bir yazarı tek

bir kitapla tanımak olası olduğu kadar, bü-

tün kitapları okunmadan, söyleyip, ettikleri

bilinmeden yargıya varmak olanaksızdır.

Yazdıklarının zor yapıtlar olması gerekmez,

kolaylıkla anlaşılabilecek yapıtlarda da du-

rum, en karmaşık olanlar kadar karmaşık-

tır. Alev Alatlı bu tür yazarlardan.

Alatlı, 1944 İzmir doğumlu, Egeli bir ya-

zar. Eğitim süreci uluslararası.

İlköğrenimini Türkiye’de al-

mış, liseyi Japonya, Tok-

yo’da. Ekonomi ve

istatistik lisansı OD-

TÜ’den. Ekonomi

ve Ekonometri

yüksek lisansını

Fulbright bursu ile

ABD’nin Tennes-

see eyaletinde Van-

derbilt Üniversite-

si’nden. Doktora çalış-

masını New Hampshi-

re’daki Dartmouth College’de

yapmış. Felsefe öğrenmiş, medeniyet tari-

hi okumuş, üstüne üstlük bir de ilahiyat oku-

muş. 1974’te Türkiye’ye döndüğünde İs-

tanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğ-

retim görevlisi, Devlet Planlama Teşkila-

tı’nda kıdemli ekonomist olarak görev al-

mış. California Üniversitesi ile ortak psi-

kodilbilim çalışmaları yapmayı da ihmal et-

memiş. Cumhuriyet gazetesinde “Bizim En-

glish” dergisinin çıkarılmasına katkıda bu-

lunmuş. YAZKO’da başkan yardımcısı

görevini de üstlenmiş. Felsefeden, psiko-

lojiye, dilbilimden ekonomiye, medeniyet-

ler tarihinden ilahiyata kadar farklı onto-

lojik bilimlerde var olmayı başarmış. Filis-

tin davasına ilişkin yaptıklarından ve yaz-

dıklarından, 1986’da Yaser Arafat Tu-

nus’ta sürgündeyken “Özgürlük Madalya-

sı” ile onurlandırılmış.

ÖLÜMÜ KUTSAMAYA �T�RAZAlatlı ile ilgili kesin bir yargıya varabil-

mek için bütün disiplinlerdeki çalışmaları

hakkında yeterli bilgiye sahip ol-

mak, ontolojik yöntemlerle

analojik saptamalarda bu-

lunabilmek o kadar ko-

lay değil. Bir yazar ola-

rak da bütün bu bi-

limlerin bileşimin-

den, yaslandığı ideo-

lojik düşünsel yapıya

kadar karmaşık bir in-

san tipolojisi var önü-

nüzde. Yine de her söy-

lediğinde keramet aranma-

malı, her söylediği ideolojik du-

ruşu nedeniyle övülmemeli ya da eleş-

tirilmemeli. Sezar’ın hakkı Sezar’a, Alev

Alatlı’nın hakkı Alev Alatlı’ya. Alatlı 1992’de,

yukarıdaki disiplinlere yaslanarak yazın-

sallaştırılmış bir dizi nehir roman yayımla-

dı. Bu nehir romanlar “Or’da Kimse Var

Mı?” dizi başlığı ile okura ulaştı. Dizinin ilk

kitabı “Viva La Muerte!” (Yaşasın Ölüm!)

başlığıyla yayımlandı. Adını İspanya İç

Savaşında İspanyol faşistlerinin sloga-

nından alan romanda, Alatlı, sol bir

partiden belediye başkan adayı olan Şa-

fak Özden ve kendini vatansız kabul

eden Günay Rodoplu karakterleri

üzerinden Türk soluna, sosyal de-

mokrasiye, solun siyasal sloganların-

dan biri olan “Devrimciler ölmez”e

ölü sevicilik üzerinden, sloganın çı-

kışını tersine bükerek hesaplaşmaya

başladı. Alatlı, Falanjistlerin Cumhuriyet’i

yıkmak ve devrimi bastırmak için kullan-

dıkları sloganı, sola da uyarladı. Sağ ya da

sol, ölüm üzerinden siyaset yapmanın Türk

aydınlarınca da nasıl kutsandığı temeli üze-

rinde ölümün değil yaşamın sevilmesi ge-

rekliliğinden söz etti. “Bu toplumda ‘biliyor

olmak’ mutlak surette bir haksızlığa maruz

kalmak demektir. Çünkü bilgi borçlandırır,

‘anlamak’ zorunda bırakır. Cahil, acıma

duygusu uyandırır. Yıkıcılığı bağışlanır. Bu,

onların lüksüdür. Oysa aydın, bilgilenmek

gibi bağışlanmaz bir suçtan müebbeden

mahkûm edilmiştir. Bastığı yerde ot bırak-

Sıradanlığıyüceltenlerin büyük

yozlaşması Kitapta AKP’nin yükseli�i, Siyasal �slam’�n, �slam ad� alt�nda nas�l dönü�türülerek, AKP’nin türedi

�slamist dü�ünür ve zenginlerinin nas�l yeni bir karakter olarak ortaya ç�kt���n� anlat�yor. Bu yükseli�gerekçeleri de “Türk Hümanizmi”nin yitirilmesi ile aç�klan�yor

HALİT PAYZA

Alatl�,sa� ya da sol,

ölüm üzerinden siyaset yapman�n Türkayd�nlar�nca da nas�l

kutsand��� temeli üzerinde

ölümün de�il ya�am�nsevilmesi

gereklili�inden söz etti

Alev Alatl�

Page 7: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

mayan cahili vicdanının

demir parmaklıkları

arasından seyreder.”

İkinci kitap “Nuke’

Türkiye”. Nuke, “nük-

leer”den geliyor, atom

bombası olarak da

okunabilir. Kitap adını

İran Rehine Krizi sı-

rasında, sıradan Ame-

rikan vatandaşlarının

protestoları sırasında

kullandıkları slogan-

dan alır.

AYDINÖNYARGISI

“Derler ki Türkiye

ikiye ayrılır; Türkiyeli-

ler, mülkiyeliler; mül-

kiyeliler ikiye ayrılır;

halk çocukları, orospu

çocukları; orospu ço-

cukları ikiye ayrılır;

Robert Kolejliler, Galatasaraylılar...” Alat-

lı, serinin ikinci kitabında; Amerikalı Dia-

na Pavloviç ile Hasidi Yahudisi olan koca-

sı David Pavloviç’in Türkiye’ye araştırma

yapmaya gelmesiyle, Günay Rodoplu ile iliş-

kileri üzerinden önyargılı Türk aydın ile ön-

yargılı Batılı aydının aslında önyargılarında

ortak olduklarına ilişkin eleştirilerini oku-yoruz. Hasidik öğreti dinsel dogmaları ve ri-tüeller yerine Protestan inancını ön planaçıkarır. Dini bir yaşam biçimi olarak kabuleder. Siyonizm’e karşıdır ve Müslümanlar-

la Yahudilerin barışçıl bir biçimde yaşaya-bileceklerini ileri sürer, İsrail devletini ta-nımazlar. Dinlerarası diyalogcuları ne ka-

dar temsil ederler tartışılabilir.

Alatlı benzeri eleştirileri, zaman di-

zimsel bir biçimde farklılaştırarak serinin di-

ğer kitapları olan 1993’te yayımlanan “Val-

la Kurda Yedirdin Beni”, 1994’te yayımla-

nan “O.K. Musti Türkiye Tamamdır” ile sür-

dürdü. Alatlı, “Valla Kurda Yedirdin

Beni”de Şivan karakteri üzerinden bu kez

aynı eleştirel bakışı etnik milliyetçiliğe,

Kürt sorununa çevirir. Kitap adını, Erzurum

yöresinin “Giderim Van’a Doğru” adlı

uzun havadaki son dizesinden alır. “Hu beni

hurda beni / Vallah koydun çukurda beni /

Beni beni havar zalım yar / Oğul sadıklığın

bu muydu / Vallah yedirdin kurda beni.”

“O.K. Musti Türkiye Tamamdır” Türk-

çü Milliyetçilik üzerine. Ülkücü Selahattin’in

aşkı ekseninde anlatılan roman Günay

Rodoplu’nun ölümü ile bitmiş gibidir.

Ancak öyle olmadığı görülüyor. Alatlı,

seriye bir “hâlâ” eklemesi ile bu kez, Günay

Rodoplu’nun ölüm yıldönümü sonrasını an-

lattığı “Beyaz Türkler Küstüler”le devam

ediyor. Serinin son romanı olabilir mi, bu ön-

ceden kestirilemez. Bildiğimiz, Alatlı’nın ilk

dört kitapta sesini duyuramadığı için ora-

da hâlâ kimselerin olup olmadığını sorma-

ya devam ettiği.

ALATLI’NIN GÖZÜNDENBUGÜNLER

Alatlı, beyaz “orijinal” Türkleri, Mus-

tafa Kemal’in ölü-

münden sonra 1940’lı

yıllarda laik/hüma-

nist/çağdaş bir eği-

limle yetişenler olarak

adlandırıyor. Orijinal

olanları yanlış çağ-

daşlaşma ile sakat-

landıkları üzerinden

eleştiriyor. Çağdaş-

laşma adı altında Yu-

nan-Roman kökenli

Batıcılıkla eğitildik-

lerini anlatıyor. Alat-

lı günümüzdeki be-

yaz Türklerin karşısı-

na düzeni temsilen,

kendi deyimi ile “ar-

sız, densiz, ilkesiz,

haddini bilmez, küs-

tah, mürai, tufeyli,

zevzek, müptezel,

basmakalıp, palavra-

cı, korkak, kalleş, ah-

laksız, içtenliksiz, sevgisiz, pespayeve pa-

çoz”ları koyuyor.

Kitapta AKP’nin yükselişi, Siyasal İs-

lam’ın, İslam adı altında nasıl dönüştürü-

lerek, erkin nasıl emperyalizme evrildiği-

ni, AKP’nin türedi İslamist düşünür ve

zenginlerinin nasıl yeni bir karakter ola-

rak ortaya çıktığını anlatıyor. Bu yükseliş

gerekçelerini de “Türk Hümanizmi”nin yi-

tirilmesi ile açıklıyor. Yitirilen değerlerin

günümüzde de yerine konulamadığı için,

çarpık gelişmenin, kendi çarpık siyasal

uzantıları ile nasıl geliştiğini ve devamını

anlatıyor. Alatlı’ya göre AKP iktidarı,

Yeni Dünya Düzeni ve liberalizmin diğer

siyasal sistemlere baskın olduğu bir süre-

ce denk düşüyor. Bu anlayış, sıradanlığı yü-

celtme üzerine kurulu. Şimdi iki anlayış ça-

tışma halinde. Bir yanda toplumsal de-

ğerler; laik hukuk devleti, vatanseverlik, di-

ğer yanda Alatlı’nın paçozlaşma olarak ta-

nımladığı oportünizme varan yozlaşma.

Alatlı, kitapta Mehmet Sedes, Mübeccel

Atıye, İkitelli’nin cam-çelik yığışımlı pla-

zaları, İtalyan mobilyalarla döşeli ofisle-

ri, toplantı salonlu, VIP restoranlı, saunalı,

yüzme havuzlu, Bowling oyunlarının oy-

nandığı Dolce Vita -tatlı hayat, lüks hayat-

bir yoz yaşam sürdüren günümüz insanı-

nı ve bu duruma gelinmesinde yenilen sol-

cuları anlatıyor. Sistemin siyaset, tarikat,

ticaret anlayışı, mücahitlikten müteah-

hitliğe, solculuktan dönekliğe değin bir dizi

kurgu ya da gerçek karakteri romanına ek-

lemliyor. Hem kapitalist hem Müslüman

olunamayacağını, kapitalizmin artı de-

ğeri ile İslam’ın kul hakkının bir arada ola-

mayacağını, çatışmanın kaçınılmazlığını or-

taya koyuyor. Dizi romanlar hem bir bü-

tündür, hem de bütünden ayrı romanlar-

dır. “Beyaz Türkler Küstüler”de Alat-

lı’ya hak verirken, verdiğinizi geri aldığı-

nız düşünceleri de var. Alatlı’yı değerlen-

dirirken hep şu söz usumda: Hocanın

dediğini yap, gittiği yoldan gitme! Galiba

en iyi tanım bu!

7Aydınlık KİTAP

Beyaz Türkler Küstüler, Alev Alatlı,

Everest Yayınları, 460 s.

Page 8: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP

“Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat On-

lara” romanı ile ülkemizde adını duyuran

Mathias Enard, Ortadoğu kültürünü ve

halklarını merak etmekten öte anlamaya

çalışan bir yazar. Esrarların, efsanelerin,

masalların ve oryantalist tanımların göl-

gesinde sosyolojik ve psikolojik bir kur-

guyla yazılmış olan “Hırsızlar Sokağı”

devrimleri ve devrimlerin ortaya çıkardı-

ğı önü alınamaz yanılgıları konu edinmiş.

DEVR�MLER VE ÇEL��K�LERArap baharının içindeki roman kahra-

manı aynı zamanda anlatıcı. Çiçek dürbü-

nünden bakar gibi bazen din renkleniyor,

bazen aşk, bazen isyan, bazen ise sorular.

Fas’ın Tanca kentinin boğaza nazır manz-

arasıyla sakinlik vaat eden tasvirlerden çok

yönlü gerginliklere geçiş yapan okuyucu ki-

tabın sonundan ziyade bir sonraki sayfayı

merak ederken bulabilir kendini.

Demokrasi, özgürlük ve devrim üçge-

ninde kahramanın ve ülkelerin uyanışı

paralel ilerliyor. Kuzey Afrika ve Ortado-

ğu’daki halk ayaklanmalarındaki asıl he-

defin teokrasi düzenine geçiş mi olduğunu

sorgulayan kitap güncelin tam içinde.

“Şeyh Nureddin’in bana anlattığına

göre plan, serbest ve demokratik seçimlerle

mümkün olduğu kadar çok oy kazanıp ik-

tidarı ele geçirmek ve daha sonra içeriden

yasamanın, dışarıdan sokağın birleşen güç-

leriyle kurumları ve yasaları İslam’a uygun

hale getirmekti.”

Alt metindeki bu hareketlilik karak-

terlerin macera tutkusuyla yolculukları

beraberinde getiriyor. İki çocukluk arka-

daşının hayalleri ve bastırılmış duyguları ki-

tabın ateşleyicileri. Aşkın şiirlerle cinselli-

ğin utançla kol kola ilerlediği bölümlerde

soruların artması tesadüf değil. Çünkü

yüzünü batıya dönmüş olan kahramanımız

nereden geldiğini bilemediğimiz “reform”

ışığıyla karşı-

l a ş t ı r m a l a r

yapmaktan çe-

kinmiyor. Gü-

nah ekseninde

geçmişine tu-

tunması, yaşa-

dığı topluma

yabancılaşma-

sı çağdaş ro-

manın gerekli-

likleri gibi kar-

şımızda.

Fas’taki çe-

lişkili hayatın

dini kuralların

hüküm sürdü-

ğü bütün coğ-

rafyalarda aynı

olduğunu anla-

mak zor olmasa

da, gelenin gi-

deni aratacağı-

nı anlamak da

bir o kadar kolay. Yazarın bu konuda uya-

rılarda bulunmadan, ders vermeden sade-

ce kahramanın gözünden olanları anlatma

çabası oradaymışız hissini veriyor. Mem-

leket hakkında kaygılananların bu çelişki-

li “düzen”lerin yansımalarını okurken

daha da tedirgin olacağı aşikâr. “Devrim”

kelimesinin ise tam tersi anlamlarda orta-

ya çıkması “Peki nereye tutunacağız?” so-

rusunu sorduruyor. Öyle ya, devrim umut-

lu ve cesaretli bir kavramken

Arap baharı sürecinde oyun-

ları, hesapları ve köhneliği

çağrıştırır oldu.

ALMANAKÖZELL���

Son iki yıl içindeki gün-

cel olayları barındırması ve

henüz sonuçları belli olma-

yan Arap baharı ile ilgili ilk

roman olması kitabı kay-

nak kitaplar arasına soka-

bilir. Bu konudaki üstün kö-

rülüğü onu ilk yapmaktan

alıkoymuyor.

Sırasıyla gerçekleşen devrimlerin,

süren Suriye karmaşasının, Türki-

ye’nin rolü ile ilgili soru işaretleri-

nin ve Avrupa’daki krizin izleri ro-

man okuyucusunu süreç hakkında

bilgilendirip tatmin edebilir. Yine de

bunun bir roman olduğu unutulmamalı.

DÖNÜ�ÜMİspanya’ya geçişin ardından dertler,

kaygılar, idealler ve kaderler dönüşüyor.

Arada kalmışlık ve macera tutkusu va-

roluşun kollarına salıyor kendini.

Barcelona’nın canlılığı çiçek dürbü-

nünün başka bir sihri gibi karşımıza çık-

tığında coğrafyanın değiştirdiği ve de-

ğiştirmediği sosyolojiyi görme imkânına

sahip oluyoruz. Anlatıcının geri dönüşleri

karşılaştırma yapmamızı kolaylaştırıyor.

Kısa bölümler halinde olayların ve

mekanın değişmesi Enard’ın önceki ki-

tabında da gördüğümüz okunabilirlik

düzeyini arttırıyor. Dönüşümün gerçek-

leştiği bölümlerde geçişin ustalığı insanın

içindeki “küreselleşmiş dünya” algısını

güçlendiriyor.

Radikal İslam’ın parayla ve emper-

yalizmle dirsek teması havada kalmış olsa

da militana dönüşen çocukluk arkadaşı-

nı gözlemleyen kahramanımızın sorduğu

sorular ve alamadığı cevaplar okuyucu-

ya açık kapılar bırakıyor. Ülkemizdeki al-

gının batılı okuyucudan farklı olacağını

hissetmek pek de zor değil.

Paranoyanın pençesinde sona doğru

sürüklenen kitap sürekli umut vaat eden

bir anlatıma sahip aslında. Her an her şey

güzelleşecekmiş gibi ilerleyen sayfalar

melankoliden uzak. En karamsar anla-

tımlarda bile dinin, aşkın, arkadaşlığın

veya sadece salt hayatın her şeyi yoluna

koyacağına dair bir inanç insanı sarıyor.

KURGU VE OKUNAB�L�RL�KKendine has tarzıyla Mathias Enard

kurgunun temellerini derine atıyor. Oku-

nabilirliğin kirişlerini ise ahenkli ve eğ-

lenceli yerlerinden bu temele sabitliyor.

Riskli olan kitaplarındaki bu görünümün

tüketimi kolay “çok satanlar”la benzer-

liği. Bundan dolayı Ortadoğu’yu anlatan

batılı yazarlardan bir adım geride. Belki

de ağır ve yoğun metinlerin değerli ol-

duğu yanılgısı yüzünden böyle düşündü-

rüyor. Belki de okunabilirlik ve derinli-

ğin buluşması mümkün. Mathias

Enard’ın romanlarını kategorize etmemiz

için daha çok romanını okumamız gere-

kebilir belki de. Hem tadı damağımızda

kalan serüven düşüncesinin her geçen ki-

tapta daha da dallanıp budaklanması

ayrı bir doyum sağlıyor.

Çiçek dürbünündenArap baharı

Kuzey Afrika ve Ortado�u’daki halk ayaklanmalar�ndaki as�l hedefin teokrasi düzenine geçi� mioldu�unu sorgulayan kitap, güncelin tam içinde

ERDEM GEZGİNCİ[email protected]

Hırsızlar Sokağı, Mathias Enard, Can Yayınları,

Çev: Aysel Bora, 312 s.

Mathias Enard

Page 9: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

Tarih, yazılmaya devam eden bir ti-

yatro oyunudur. Oyunu yazanlar hep de-

ğişir. İnsanlar bu oyunun hem izleyicileri

hem de yazarlarıdır. Çevreye uyum özel-

liğini (bukalemunlar gibi) son derece

ilerletmiş bazı insanlar, oyunu kim ya-

zarsa yazsın binlerce övgü düzmeye ve

yazılan oyunda yerlerini almaya alış-

mıştır. Onlar için sahneler arası muhte-

şem çelişkiler ya da sahnelerin kötü oy-

nanması hiç önemli değildir, önemli

olan oyun yazarının beğenisini almak ve

bilet paralarından yüzde bir de olsa

pay alabilmektir. İşte içinde bulundu-

ğumuz tarih oyununda da değişen erk-

ler içinde medya, bu değişen in-

sanların başını çektiği bir sek-

tördür. Ülkemizde de ikti-

darı elinde bulunduran

kuvvete yamanma ustalı-

ğı yapan medya araçları

çoktur, bunlardan biri

de Taraf gazetesidir.

Yaptığı haberlerle ege-

menlerin oynadığı oyuna

çanak tutan Taraf gaze-

tesi ilk defa Aras Aladağ

tarafından “Hegemonya Ye-

niden Kurulurken Sol Libe-

ralizm ve Taraf” kitabında etraf-

lıca incelenmiştir. Kitabın girişinde de

belirtildiği gibi Türkiye 2000’li yıllardan

itibaren derin bir dönüşüm sürecine

girmiştir, kapitalizm hem siyasi hem

ekonomik olarak Türkiye’de tekrardan

ve çok güçlü bir şekilde kendini göster-

mektedir, Taraf gazetesi de bu duruma

çanak tutan araçlardan biridir.

İçinde çelişkiler yumağı barındıran,

TKP geçmişinden kapitalist düzende

kapı arayışlarına başlayan, Aydınlık gibi

solun bayrağını taşıyan bir hareketten ay-

rılıp ‘’1 Mayıs ‘77 solcuların eseridir” di-

yebilen yazar kadrolarına sahip olan Ta-

raf gazetesinin fırsatçı değişimleri bu ki-

tapta güzelce anlatılmıştır.

“S�V�L TOPLUM” YEN�DEN D�R�LD�

İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi

ve Uluslararası İlişkiler doktora öğren-

cisi olan Aras Aladağ kitabını dört ana

temelde yazmıştır. İlk bölümde değişim,

vesayet, muhafazakârlık, demokratik-

leşme gibi kavramların birbiriyle ilişki-

sini incelemiş ikinci bölümde ise sol li-

beralizminin tarihsel arka planını an-

latmıştır. Kitapta Taraf’ın kökeni Yeni

Gündem dergisinden ve liberal sol gö-

rüşün ek-

lemlenme

s ü r e c i n e

Şerif Mar-

din’in ve İd-

ris Küçükö-

mer’in katkıla-

rından da ayrı bir

bölümde bahsedil-

miştir. Liberal solun sık sık

kullandığı “sivil toplum” terimini Hegel,

Marx, Gramsci ağzından anlatmıştır.

Bu yöntemle kitabın zeminini sağlam-

laştıran sol liberalizmi tüm ayrıntılarıy-

la incelemiş ve Taraf gazetesinin yaptı-

ğı haberlerle neye hizmet ettiğini ve sol

liberal görüşle ilişkisinin ne olduğunu

göstermiştir. Türkiye’de sol liberalizmi

yaratan sürecin 12 Eylül olduğunu dü-

şünerek, sol liberalizm 12 Eylül süreciyle

birlikte ele alınmıştır.

Kitapta “postmodernizm” sol liberal

ideolojinin gelişmesine uygun bir zemi-

ni tarif ettiği için önemle üstünde du-

rulmuştur.

YE��L ELMA KOAL�SYONUKitap “sol”un kimi savunucularının,

muhafazakâr akıma nasıl eklemlendiğini

gösterdiği gibi, ülkenin ideolojisi olan

Kemalizm’e nasıl savaş açtığını da gös-

teriyor. Bu nedenle önsözde de belirtil-

diği gibi bu kitap sıradan bir gazete in-

celemesi değil bir eklemlenmenin ana-

lizidir. Taraf’ın sosyalist solu liberalleş-

tirme çabasıyla haberler yapması ve ek-

lemlenme çabaları Aras Aladağ’ın da

dikkatini çekiyor. Aras Aladağ AKP

iktidarlığını ve liberal solun ona ek-

lemlenme çabalarını “Yeşil Elma Koa-

lisyonu” olarak nitelendiriyor ve Taraf’ın

bu koalisyonu hâkim kılmak sürecinde

yaptığı işleri gazetenin içeriği ve söyle-

mi üzerinden değerlendiriyor. Taraf’ın

eklemlenme stra-

tejisinin kuramsal

yönü Weberci ta-

rih yorumu, Asya

üretim tarzı tar-

tışması, İdris Kü-

çükömer ve Şerif

Mardin’in katkı-

ları ve en sonunda

da “sivil toplum”

tartışmaları ince-

lenerek açıklanı-

yor. Aladağ; Taraf

gazetesinin tirajı-

nın az olmasına

rağmen ülke gün-

demini değiştire-

bildiğini söylüyor

ve Ergenekon Da-

vası, Balyoz Darbe

Planı, Referandum

Dönemi gibi süreç-

lerde Taraf’ın yap-

tığı haberlerin in-

celemesine önem veriyor. Bu incele-

melerle Aladağ, Taraf gazetesinin 2008-

2012 yılları arasında AKP-Kemalistler

arasındaki mücadelede AKP lehine

önemli işlevler gördüğünü söylüyor.

SAVRULAN YAZARLARKitapta Taraf yazarlarının düşünsel

değişimini de görmek mümkün. Murat

Belge’nin Althussercilikten Sivil Top-

lumculuğa, Halil Berktay’ın Proleter

Devrimci Aydınlıkçılıktan liberal sol

saflarına, Nabi Yağcı’nın TKP’den ka-

pitalizmin makyajlı hallerine geçişini

güzelce anlatmış

Aladağ.

“Hegemonya

Yeniden Kurulur-

ken sol liberalizm

ve Taraf” kitabı Ta-

raf çevresinin ve li-

beral solcuların mu-

hafazakâr akıma

nasıl eklemlendiği-

ni yalın bir dille an-

latan güzel bir ki-

tap. Yayınevinin de

belirttiği gibi kom-

plocu, velveleci bir

kitap bekleyenler

hayal kırıklığına uğ-

rayabilir. Aladağ’ın

söylediği gibi “gaze-

te, AKP’nin tarihsel

düşmanlarını hedef

alan yayınlar yapa-

rak yeni bir hege-

monya kurma süre-

cine eşlik ediyor’’. İşte bu yüzden AKP-

ABD çalışmalarının yayın organı vazifesi

gören Taraf’ı anlamak gereklidir. Söz ko-

nusu kitap Taraf gazetesinin ülke siya-

setini nasıl etkilediğini ve kim oldukla-

rını yalın bir biçimde anlamak isteyen-

lere iyi bir çalışma olarak karşımıza çı-

kıyor.

ŞAHİN YALDIZ

Sol liberalizm ve Taraf3 MAYIS 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAP

Türkiye 2000’li y�llardan itibaren derin bir dönü�me sürecine girmi�tir. Kapitalizm hem siyasi hemekonomik olarak Türkiye’de tekrardan ve çok güçlü bir �ekilde kendini göstermektedir, Taraf gazetesi

de bu duruma çanak tutan araçlardan biridir

Hegemonya Yeniden KurulurkenSol Liberalizm ve Taraf,

Aras Aladağ, Patika Kitap,

296 s.

Kitap “sol”un kimi

savunucular�n�n,

muhafazakâr ak�ma

nas�l eklemlendi�ini

gösterdi�i gibi, ülkenin

ideolojisi olan Kemalizm’e

nas�l sava� açt���n� da

gösteriyor

Page 10: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP

“Bana yeni bir fikir vermek, tıpkı bir gerizekâlıya dolu bir silahı vermek gibi ama yinede teşekkürler, dışın dışın.”

Philip K. Dick’inPatricia Warrick’e mektubundan (1978)

Altıkırkbeş Yayınları, başlattığı bez cilt-

li kitaplar serisine bir yenisi daha ekledi. Ön-

celikle bir okur olarak bu bez ciltli baskı-

lardan ve seri için tercih edilen eserlerden

son derece memnuniyet duyduğumu be-

lirtmem gerekir. Özellikle, tarumar halde,

bir dönem tercümelerin yayıncılığını üst-

lenen yayınevleri kapandığı ve fazla da sa-

tış rakamına ulaşmadığı için, belki yayı-

nevlerinin uzak durduğu veya geniş zama-

na yaydığı, rafta bulursanız zehirli sarma-

şık görmüş lemur gibi kendinizi şanslı sa-

yacağınız ve afiyetle mideye indireceğiniz

Philip K. Dick romanlarının durumuna dik-

kat çekmeliyiz (not: yazıda hiçbir lemura za-

rar verilmemiştir, lemurlar zehirli sarma-

şıklardan zehirlenmezler). Bilim kurgu-

nun ve kurgu içinde insani özü arayışın ol-

mazsa olmazı Philip K. Dick’in dünyasının,

her kitabına raflarda ulaşılamıyor olması,

günümüz yayıncılığının en büyük ayıpla-

rından biridir. Neyse ki hala değerinin far-

kında yayınevleriyle, az da olsa kitapçı raf-

larına tutunabilme şansına sahiptir. Bez cilt-

li kitaplar serisinde de belki de bu yüzden

olmakla beraber, daha çok bencilce bir dür-

tüyle beni en çok memnun eden şey, Phi-

lip Dick’in makalelerinin kitap halinde ya-

yınlanmasıdır. Bilim kurgunun peygam-

beri sayılan bu eşsiz aklın, kurgu dehasının

ve modern feylesofun, bir gün bütün ki-

taplarının tercümesini aynı tarihte, herhangi

bir kitapçıda bir arada bulunabileceğine dair

naif ve nahif bir umudu hala taşıyorum.

P�N Y�N’DENPhilip K. Dick’in makaleleri, yazdığı ro-

manların kurgusuna anlaşılabilir etki yap-

masının yanı sıra, edebi eleştiri ve bilim kur-

gu edebiyatı tarihi bakımından da oldukça

değerlidir. Altıkırkbeş’in daha önce bez cilt-

li olarak yine tercümesini yayınladığı 1965

tarihli “Şizofreni ve Değişimler Kitabı”

makalesine bu köşeden değinmiştik. Dick’in

şizofreni anlayışı göz önüne alındığında (ge-

nel olarak ise birincil anlayışı “We Can Bu-

ild You”, -yazım tarihi 1962 yayınlanma ta-

rihi 1972- romanının temelindedir), ilk kez

şizofreniyi, erken dönem çocukluk çağıyla

ilişkilendirdiği yazısıdır. Şizofreniyi, “gerçek

dünyadan fanteziye doğru bir kaçış” olarak

tanımlar, psikoseksüel olgunluğa erişmede

ve koinos kosmos’a (idios kosmos’un ter-

sidir, “ortak dünya” anlamına gelir) doğuşta

başarısızlıkla ilişkilendirir. Bahis edilen

“Değişimler Kitabı” (asıl adı Çince “I

Ching”, Yi Çing –Pin Yin-) Fu Xi tarafın-

dan yazılan, bilinen en eski Çin metinle-

rinden biridir. 3000 yılı kapsayan sürede Çin

üzerinde etkisini sürdürmüş ve Batı dün-

yasında da takip alanı bulmuştur. Gizemli

yönü yadsınamayan bu metin üzerine in-

celeme ve araştırmalar günümüzde de sür-

mektedir. İnsanın evrende kendini ko-

numlandırması üzerine ilk denemelerden-

dir, Tao’yu anlatan ilk metindir ve en sık kul-

lanım alanı, tüm yaşamı yöneten değişim sü-

recini anlamak üzerinedir. Makalede Pin

Yin üzerine Philip Dick’in yaklaşımı oldukça

çarpıcıydı ve kurguculuğunun sınırları hak-

kında ipuçlarını taşıyordu.

‘ANDRO�D VE �NSAN’AYeni yayınlanan bez ciltli kitabı “An-

droid ve İnsan”da ise Philip Dick’in 1972 ve

1976 tarihli iki makalesi bulunuyor. Her iki

makalede de Dick’in romanlarında sıklık-

la ziyaret ettiği android metaforunun açı-

lımlarına rastlıyoruz. Metaforun ortaya çı-

kışı ve oluşumu sonrasında yükselttiği yeni

felsefi sorunların etrafında bir tur atıyoruz.

LeGuin’in “The Lathe of Heaven” (Rü-

yanın Öte Yakası, Metis Yayınları) roma-

nı etrafında yarattığı dekonstrüktif (yapı-

sökümcü) metot da ilgi çekici. Aynı şekil-

de makalelerde “distopya” yazınına karşı

düştüğü, yazdığı zamanın karanlığına uygun

karamsarlık (-burada kısaca araya girerek

belirtmeliyim ki Dick’in, dönemin distop-

yalarının havada kalan yönlerine yönelik kıs-

mi eleştiri ve karamsarlığını içeren pasajları

okurken, dikkat edilmelidir ki Orwell’in kur-

gusu etrafında, distopyaların gerçekliğe

yakınsaması, yazarın yaşadığı dönemde

gözetleme teknolojilerinin henüz çok pahalı

ve pratikten uzak olmasıyla da ilgilidir ve giz-

li bir alaycılığın izlerini de taşır) ve dönemin

kuşağına karşı oluşturduğu analiz çarpıcı-

dır. Ne kadar sevgiyle kaleme almış alırsa

olsun, karamsar bir tabloya göz atıyormuş

gibi görünür. Fakat gerçeklik, bir başka pa-

sajda belirteceği üzere her zaman kurgudan

daha vahimdir. Günümüzün kuşağının,

android metaforunu anlamak için dahi ör-

neklemeye ve açıklamaya ihtiyaç duyması-

nı görseydi, acaba ne düşünürdü?

ECCE HOMOBenim teorime göre, Philip Dick, “in-

san nedir?” sorusu etrafında, geleceğe

duyduğu merakın yanında özlemle de kul-

landığı android metaforunun farklı versi-

yonlarının da farkındaydı. Aynı sorular, bir

post-modern izleğin içerisinde, bir yazarın

yarattığı karakterin, bir başka yazarın ya-

rattığı karakterle, üçüncü bir yazarın zih-

ninde karşılaşmasını ve gerçek olmadıkla-

rını anlamasıyla da sonuçlanabilirdi. Ancak

üçüncü kişinin kurgusunda, karakterlerin

yeni bir yapıya ve var oluşa dönüşümleri,

farklı katmanlarda daha ilginç olmayan ama

“öz”ü bulandırıcı sorular açığa çıkaraca-

ğından, soruyu temel haliyle tutabileceği en

doğru tercihe yönelmiş olabileceğini dü-

şünüyorum. Henüz tercüme edilmeyen ve

büyük olasılıkla Altıkırkbeş’in programına

dâhil ettiğini umut ettiğim 1978 tarihli

“How to Build a Universe That Doesn’t

Apart Two Days Later” isimli makalesin-

de Dick’in bilim kurguya geçişiyle ilgili oto-

biyografik ve kısmen teorimi onayan ilginç

bir bilgi vardır. Şöyle der Dick: “1951 yılında,

ilk hikâyemi sattığımda, bu tip felsefi so-

runların bilim kurgu alanında takip edildi-

ğine dair hiçbir fikrim yoktu. Onları bil-

meden takip etmeye başladım.” Dick’in yaz-

dığı bu ilk öyküde, bir köpek konu edilir. Kö-

peğin bakış açısına göre, bir evin önünde-

ki metal bir kutuya (çöp kutusu elbette) bir

aile kendileri için çok değerli olan yiye-

cekleri torbalarla saklamakta ve muhafaza

etmektedir. Korkunç görünüşlü bir takım

adamlar (gerçekte çöpçüler) ise her Cuma

günü gelerek, ailenin sakladığı bu değerli

Android ve insanM. SALİH [email protected]

BABİL BALIĞI

Philip K. Dick

Page 11: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

gıdaları çalıp götürmekte, sadece metal ku-

tuyu bırakmaktadır. Köpeğin korkusu, bir

gün bu adamların geleceği ve kutu-

da yiyecek bulamayınca ai-

lenin evini basarak

aileyi yiye-

cekleridir.

Dick’in kü-

çük bir öyküy-

le bize ulaştığı

noktalar çarpıcı-

dır. Köpeğin elin-

deki bilgilere daya-

narak bu gerçekliği

oluşturması ve kor-

kusu, köpeğin açısın-

dan düzgün bir mantık

zincirinin ürünüdür. O

halde, eldeki bilgilere ve

çevreyi algılayış şeklimize

göre gerçeklik, bireyden bireye bu kadar

farklılık gösterebiliyorsa, “gerçeklik ne-

dir?” Belki de şizofrenler, kendi gerçeklik-

lerini bizlere aktarabilecek bir lisana sahip

değillerdir, tıpkı bizim kendi gerçekliğimi-

zi onlara anlatamayışımız gibi. Bu onların

gerçekliğini hatalı veya bizim gerçekliğimizi

daha doğru kılar mı? Şöyle devam eder ma-

kalesinde Dick ve vurucu noktanın altını çi-

zer: “Öyleyse sorun şudur; mademki süb-

jektif dünyalar bu kadar farklı deneyim edi-

lebiliyor, orada bir iletişim bozukluğu da

meydana gelecektir… ve gerçek hastalık da

buradadır.”

VE KE��FLERKısaca örneklediğim bu alıntıların, me-

tafor seçimini biraz daha açtığını ve ilgiyi

üzerine çektiğini umut ediyorum. Dick’in

bütün yazının altında yatan meselelerle il-

gili daha önce de tavsiye ettiğim, Samuel J.

Umland’ın “Philip K. Dick: Contemporary

Critical Interpretations” kitabını da deva-

mını merak eden,

ilgili okura tekrar

tavsiye ederim. Da-

vid Edelstein’ın

söylediği, Dick’i

sadece bir bilim

kurgu yazarı ola-

rak adlandır-

mak yerine,

“onu 20. yüzyı-

lın en cesur

psikoloji kâ-

şiflerinden

biri olarak

ad land ı r -

mak daha doğru ola-

caktır,” cümlesini de hatırlayalım. Aynı

şekilde, ek okumalar için önereceğim ter-

cümesi maalesef bulunmayan diğer kitap-

lar şunlardır: Patricia Warrick’in “Robots,

Androids and Mechanical Oddities” (1986)

ve “Mind in Motion” (1987) kitapları, Kim

Stanley Robinson’dan “The Novels of Phi-

lip K. Dick” (1989) ve Francesca Rispoli’den

“Universi che cadono a pezzi” (2001) kitabı.

Altıkırkbeş Yayınları’na başlattıkları ve

devamını getirdikleri bu değerli seri için te-

şekkürlerimi sunuyorum. Son olarak Mu-

rat Karlıdağ’ın da oldukça iyi bir tercüme-

ye imza attığını, “Şizofreni ve Değişimler Ki-

tabı”nda eleştirdiğimiz baskı ve yazım yan-

lışlıklarının “Android ve İnsan”da tekrar-

lanmadığını (sadece 83. sayfada göz ardı edi-

lebilecek iki küçük yazım hatası mevcut) ve

eklenen çevirmen notlarının oldukça değerli

olduğunu da teşekkürlerimizle belirtelim.

“Android ve İnsan” makalesinden küçük bir

alıntıyla vedalaşalım: “Ad astra; ama per ho-

minem,” yani “yıldızlara doğru ama insa-

noğlu olarak.”

Haftaya görüşmek dileğiyle…

11Aydınlık KİTAP

Page 12: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK

Yılların öykü ve romancısı, ülkemizin

en önemli çağdaş kadın yazarlarından

Erendiz Atasü’yle İzmir Kitap Fuarı’nda

görüştük. “Hayat ve Roman” başlıklı de-

neme kitabı geçtiğimiz günlerde Everest

Yayınları tarafından basıldı. Atasü’yle ya-

zarlığı, ailesi, Ankara ve bugünlerde konuyu

oraya getirmekten kendini alıkoyamadığı

ülke meselelerini konuştuk...

Mesleğiniz eczacılık ama siz yazarlığayöneldiniz. Sizi buna yönelten neydi?

Yazmak aslında doğa vergisi bir şey, yani

dile duyulan müthiş bir ilgi ve yatkınlık.

İkincisi insanlara duyulan bir ilgi. Üçüncüsü

yüzeysellikle tatmin olmayıp, yüzeyselin al-

tında gerçekte ne olduğunu kavramaya yö-

nelik bir ilgi. Bu gibi karakter özellikleri in-

sanı yazmaya itiyor. Beni de bunlar yazmaya

itti diye düşünüyorum. Ayrıca kadın olmak

önemli bir faktör benim yazarlığımda. Ne-

den? Çünkü kadınlık durumu üzerine çok

düşündüm. Çok çelişkili bir durum kadın-

lık. Modernleşen bir ülkede kadın olmak

geleneksel değerlerle çağdaş hayatın ara-

sında sıkışmak demektir. Bu çelişkili bir du-

rum ve çelişkili durumlar her zaman in-

sanları düşünmeye itiyor. Kendi kadınlık

durumum da benim genel olarak kadınlık

üzerinde düşünmeye itti. Bunların sonu-

cunda da bir fışkırma şeklinde yazmaya baş-

ladım. Edebiyat yazarlığı, araştırmacı ya-

zarlık, makale yazmak ya da bilimsel araş-

tırma yapmak gibi bir şey değil. İçinizden,

biraz da bilinçaltınızdan fışkıran bir şey. Bu-

nunla şunu demek istemiyorum elbette;

edebiyat yazarlığının araştırmayla hiç ilgi-

si yoktur, mantıki düşünceyle ilgisi yoktur...

Böyle şeyler demek istemiyorum kesinlik-

le. Ama bilinçaltınızdan gelen etkilerle, bi-

lincinizdeki bilgilerin, düşüncelerin sen-

tezlenmesiyle olan bir şey edebiyat. Böyle

düşünerek yazmaya başladım Aslında yaz-

mak beni seçti diyorum. “Yazmazsam de-

lirecektim” demiş Sait Faik. Galiba yazar-

ların çoğu yazmasalar delirecek oldukla-

rından, yazıp akıl sağlıklarını korumaya ça-

lışan insanlar. Tabii bunlar gerçek yazarlar;

piyasada para kazanmak için ünlenen ya-

zarlar değil. Onların formülleri var. O for-

müllere koyup yazıyorlar. Bu edebiyat de-

ğil ama günümüzde edebiyat zannediliyor.

Kendi söyleminizle “Osmanlı’nın bün-yesindeki neredeyse tüm Müslüman top-lumlardan köken almış” bir yazarsınız.

Evet. Fevkalade Türküm o yüzden.

Bir yandan da Cumhuriyet ülküsünüdaha üst seviyelere taşımak için çabalayanbir nesil tanımlıyorsunuz, anne ve baba-

nızın dönemini anlatırken. Etnik köken-leri farklı insanların aynı amaç için ça-balayacak kadar birleşmesini neye bağlı-yorsunuz?

İşgale, Kurtululuş Savaşı’na ve Cum-

huriyet coşkusuna bağlıyorum. Osmanlı yı-

kıldığı zaman ülkemizi istila eden ordular

etnik köken ayrımı yapmadılar. Onlara göre

Anadolu’da ya da Doğu Trakya’da yaşayan

herkes Türktü ve bütün o insanlar canla-

rını kurtarmak için birlikte Kurtuluş Sa-

vaşı’nı gerçekleştirdiler. Bu müthiş bir bir-

leştirici unsurdu. Ondan sonra Cumhuri-

yetin kurulması için birlikte mücadele et-

tiler. Pek tabii birbirleriyle evlendiler. Yani

Çerkez Kürtle evlenmez, Gürcü Tatarla bir-

leşmez diye bir şey yoktu. Mehzep ayrılı-

ğı belki evliliklerde rol oynardı ama ırksal

köken hiçbir şekilde rol oynamazdı. Bu in-

sanlar birbirleriyle evlendiler ve böylece bir

ulus ortaya çıktı ama bugün görüyoruz ki

bu ulus bilincinde bir takım yarılmalar var.

Bunu da görmek gerek. Demek ki biz Cum-

huriyetin harcı olan - biz derken Türkiye

Cumhuriyeti’nin vatandaşlarını kastedi-

yorum - o birleştirici ruhu geliştiremedik,

koruyamadık, har vurup harman savurduk.

Tıpkı doğamızı har vurup harman savur-

duğumuz gibi.

Başarılı yazarlık hayatınızın dışındayaklaşık 30 sene Ankara Üniversitesi Ec-

zacılık Fakültesi’nde profesörlük de yap-tınız.

Evet, 30 sene çalıştım. Asistan olarak

başladım işe. Profesör olarak 11 yıl kadar

çalıştım.

Edebiyatçı annenizle, sayısal zekasınışiirle besleyen matematikçi babanızın birsentezisiniz adeta. Çok yönlü ve her alan-da söz sahibi bireyler yetiştirilmesinde si-zin ve bir önceki kuşağınızdaki bireylerdeCumhuriyet döneminin rolü nedir?

Cumhuriyet Devriminin rolü yüzde

yüzdür diye düşünüyorum. Sonra dediğim

gibi o Cumhuriyet ruhunu geliştiremedi-

ğimiz için ve har vurup harman savurdu-

ğumuz için ne yazık ki bizler o kadar başarılı

kuşaklar yetiştiremedik. Umarım sizin gibi

örnekler yeni kuşaklar yetiştirmede başa-

rılı ve gerçekten örnek olur. Umarım o ku-

şakları doğru yola çekebilirsiniz.

Son kitabınızda “Tanıklıklar” adlı birbölüm var. Bilhassa Cumhuriyet devri-minin başkenti Ankara’nın değişimineettiğiniz tanıklık var bu bölümde. Çeşitlive kritik dönüm noktalarında Ankara’dabulunmuş bir yazar olarak, her siyasi er-kin farklı bir Ankara’sına tanıksınız ade-ta. Bu değişimleri nasıl değerlendiriyor-sunuz?

Ankara’daki değişimler maalesef son

derece kötüye doğru değişimlerdir. Anka-

ra Cumhuriyetin başkenti olması nedeniyle

bir kültür ve sanat şehriydi. Pek çok şair bu-

radaydı, pek çok yazar buradaydı, müthiş

bir tiyatro aktivitesi vardı... Gerçekten

kültür açısından var olan, yaşayan, etkin bir

şehirdi Ankara. Bu güzelliğini yitirdi. An-

kara’daki bozulmalar sanıyorum çarpık

kentleşme ile Demokrat Parti zamanında

başladı. Nüfus artıyordu, elbette büyüye-

cekti. Fakat o sırada bizim insanlarımız ara-

sında müteahhit olanlar kolay para ka-

zanmayı seçti. Bizler de şehirliler olarak -

kendimize de eleştiri getiriyorum sadece

müteahhitlere değil - onların değirmenine

su taşıdık ve böylece bozuk ve çarpık bir

kentleşme meydana geldi Ankara’da. Ye-

tersiz altyapı, yetersiz kanalizasyon, yeter-

siz su tesisatları, yetersiz yolla beraber ze-

hirli kalorifer dumanları saçan binalar ya-

pıldı. Bir defa şehrin havası zehirlendi. Bu

60’larda başladı ve 80’lere kadar sürdü.

80’lerde polis arabalarının sokaklarda do-

laşarak “Sokağa çıkmayın havadaki kar-

bondioksit, kükürt oranı fazla ve zehirlidir”

anonsları yaptığı dönemleri yaşadık. Ondan

sonra şehrin bu atmosferini fiziksel olarak

temizleyebilmek için niteliksiz kömürden

vazgeçildi. Binalar zorunlu tutularak doğal

gaza geçirildi. Sonra ne oldu? Sonra Me-

lih Gökçek geldi şehrin başına diktatör oldu

ve o zehirli kömürleri şehri çevreleyen ge-

cekondu mahallelerine oy almak için da-

ğıttı. Dolayısıyla şehirliler hem zorunlu ola-

rak doğal gaza geçerek yüksek paralar öde-

meye mecbur oldu hem de şehri çevrele-

yen zehirli kömür gazını solumaya devam

ediyorlar. Koşullar neredeyse 80’lerdeki ka-

dar kötü. Bu belediyenin taşeron sistemi

bizi mahvediyor. Taşeronlaşmayla o şirket,

öbür şirkete, öbür şirket bir diğerine iha-

le ediyor ve hiçbir denetim yok. Dolayısıyla

şehir tam bir inşaat çukuru halinde. Her ta-

rafta çukurlar taşlar, 10 günde bir sökülen

kaldırımlar... Şehir denecek hali yok. Ta-

bii bunlar işin fiziksel tarafı. Kültürel tarafa

gelince; 12 Eylül ile birlikte bütün kültür in-

sanları Ankara’yı birer birer terk etti. Bir-

kaç tane bizim gibi Ankara’dan vazgeçe-

meyen insan kaldı sadece. Bütün kültür in-

sanları gittiler. Gitmelerinin bir nedeni de,

edebiyatın ve sanatın tamamen parasal

odakların dümenine girmesi. İstanbul pa-

ranın merkezi, dolayısıyla edebiyatın ve sa-

natın ticari tarafını yönlendiren de orası.

Ankara’da oturmak bir yazarın ticari ba-

şarısı için hiç iyi bir şey değil ama ben buna

rağmen Ankara’da oturuyorum. Çünkü İs-

tanbul’un sosyal atmosferine tahammül

edemiyorum. Şunu da söyleyeyim; beledi-

yelerin köktendincilerin eline geçmesiyle

“Cumhuriyet Devrimi’ne sahipçıkmadan feminist olunmaz”

ELİF SEDEF ÇELİK

Page 13: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

birlikte belediyelerin kültürel faaliyetlereverdiği destek hemen hemen sona erdi. Herşeyin ticarileştiği bu dönemde belediyedendestek almaksızın kültürel faaliyet yapmakçok zor. Ankara’nın kültürsüzleşmesine buda çok büyük bir nedendir ne yazık ki...

Roman ve öyküleriniz çoğunlukla ka-dın kahramanlar çevresinde şekilleniyor.Ayakları yere basan güçlü kadın profille-riyle karşılaşıyoruz yapıtlarınızda. Ken-dinizi feminist bir yazar olaraktanımlıyor musunuz?

Bu aslında yanlış bir

algı. Bir laf vardır;

“adım çıkmış sekize

inmez dokuza”. Be-

nimki de o misal.

İlk yazdığım hikaye

kitapları için bu de-

diğiniz doğru. Son-

raki öykü ve ro-

manlar tam olarak

öyle değil. Ama böyle

bir algı var. Böyle bir iz-

lenim var demek. Kendimi

feminist olarak tanımlıyorum,evet.

Kendisini feminist olarak nitelendirenve çağdaşınız olan pek çok kadın yazarınCumhuriyet devrimlerinin kadını özgür-leştirmeye yönelik atılımlarını sığ bul-masından dem vurmuşsunuz kitabınızda.Bir sene İngiltere’de öğrenim görmüş ol-manızı göz önünde bulundurarak, “uygar”toplumlar ile bizim toplumumuzun o dö-nemlerde kadına bakış açısı nasıl farklı-lık göstermektedir?

Evet, böyle bir görüş var. Ben katıl-mıyorum bu görüşe tabii. İstersen onauygar toplum demeyelim. Onları uygar-laştırmış olmayalım şimdi bir de... “İleri tek-noloji toplumu”yla daha “geleneksel” olanbizim toplumumuz gibi bir ifade kullana-

lım. Daha doğru olur. Bu durumu çok gü-zel özetleyecek bir cümle var. Bu cümle be-nim değil. Almanya’da yaşayan Türk kö-kenli bir kadın arkadaşımızın. “Türkiye’deüniversite kürsüsünde kadın ve erkek eşit-tir. Almanya’da yüzme havuzunda kadın veerkek eşittir”. Son derece yoğun anlamlı bircümle. Her şeyi ifade ediyor bence. Kadı-nın bedeninin orada dokunulmazlığı var de-mek bu. Bugün geldiğimiz noktada AKP

iktidarı altında üniversite kürsü-sünde kadın ve erkeğin eşit ol-

duğundan artık herhalde

bahsedemeyeceğiz. Üni-

versite kürsüsünde ka-

dın ve erkeğin eşitliği-

ni sağlayan işte tam

da Cumhuriyet Devri-

midir. O yüzden femi-

nist arkadaşların da

buna sahip çıkması ge-

rekir.

Yaşam deneyimlerini-zi de aktardığınız, gerçekçi

eserleriniz aynı zamanda birertoplumsal eleştiri. Özellikle “Dağın

Öteki Yüzü” adlı romanınız, bu nitelikte.Bu kitabı kaleme alma amacınız nedir?

Dediğim gibi edebiyat eseri bir araş-tırma gibi, bir makale gibi belli bir amaç-la yola çıkılarak yapılan, hazırlanan bir şeydeğil. Bu kitabı yazmamdaki en büyük duy-gusal etki herhalde annemi ve aileminbüyüklerini peş peşe kaybetmem oldu.Bir ölüm acısı, o acının ben de yarattığıetki... Belki bir şeyler yazarak hayattan et-kilenmemi biraz olsun telafi etmeye çalış-tım. Beni harekete geçiren dürtü buydu. Ki-tabı yazarken 90’ların ortasıydı, irticacı ha-reketler yükseliyordu, ayrılıkçı milliyetçi ha-reketler yükseliyordu ve Türkiye o zamanda çatırdıyordu. Yazarken oturup memle-ketimin üzerine hem okudum hem dü-

şündüm. Niye biz bu hale geldik diye dü-şündüm. Bu düşünceler, benim karınca ka-rarınca Türkiye üzerine yaptığım tahlillerkitaba yansıdı tabii.

Sahte ürünler dediniz. Bunlara aslın-da neoliberalizmin ürünü de diyebiliriz. Birideoloji olarak düşünecek olursak neoli-beralizm ve yarattığı sistem doğal olarakyazarını, çizerini, sözümona aydınını daoluşturuyor. Bu yazarlar nasıl oluşuyor. İti-ci güç nedir?

Sosyal bilimlerden başlayalımişe. Neoliberalizmin getirdiğiortamda müthiş bir ticari-

leşme var. Devlet destek-

li kültür kurumlarının

çöküşü söz konusu. Bu

sadece bizde değil bü-

tün dünyada böyle.

Üniversitelerden, kül-

türle iligili organizas-

yonlardan devletler des-

teklerini çekiyorlar. Ne-

reye gidiyor bu destek. Bir-

takım insan zenginleşiyor. Üni-versite yoksullaşıyor. Kültür ku-rumları yoksullaşıyor. Yoksullaşınca vedevletten destek alamayınca ne yapacak-lar? O zaman özel sektörden destek ala-caklar. Özel sektör dediğimiz şeyin bir kıs-mı kültürel fonlar halinde. Mesela AvrupaBirliği fonları... İşte özel sektör diyor ki “senfilanca ülkenin mikromilliyetçiliğini araş-tıracaksan al sana bu kadar fon.” E, o sa-hada varlık göstermek isteyen o fona talipoluyor ve onun yönlendirmesiyle aslındaneoliberalizmin amaçlarına hizmet eder du-ruma geliyor. Sosyal bilimler bunu göste-riyor. Böylece kültür hayatı yönlendirilmişoluyor. Şu dönemde çok reklam yapabil-meniz için öncelikle arkanızda sermaye ola-cak. Ya tesadüfen zengin olacaksınız - varöyle yazarlarımız - o ayrı. Yayınevleri de

ayakta kalabilmek için neoliberalizmin et-kisinde kalıyor. Sistemin işine gelecek çe-viriler yapıp basıyorlar.

Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?Şunu söylemek isterim. Sadece bizim ül-

kemiz değil; yaşadığımız dünya teknoloji-ye ve neoliberalizme kul köle oluyor. Budünyada edebiyatın değeri bilinmiyor. Budünyada sahte olan şeyler değerli diyegeçiyor. Gençleri bu gidişe karşı uyanık ol-

maya davet ederim. Edebiyattan

kopmasınlar derim. Sahte

edebiyata meyletmesin-

ler derim. Her gün

reklamlarda gör-

dükleri kitapları

çok fazla ciddiye

almasınlar derim.

Kendileri araştı-

rıp bulsunlar de-

ğerli olanı ve oku-

sunlar. Edebiyat in-

sana ne verir uzun

vadede? Müthiş bir

duygusal olgunlaşma verir.Kendi duygularınız ve başka-

larının duygularını anlayabilmenizisağlar. Ama bunu akşamdan sabaha yap-maz. Sürekli bir edebiyat okuru bu olgun-luğu kazanır. Bu da galiba insan olmakta-ki temel amaçlardan biridir. Kendini tanı-mak ve başkalarını tanımak! Onlarla ileti-şim kurabilmek; kendinle iletişim kurabil-mek. Bizim toplumumzda benim görebil-diğim kadarıyla nedenleri çok çeşitli olanmüthiş bir yabancılaşma var. Ne kendimi-zi tanıyoruz, ne yakınımızı, aile ecdadımı-zı doğru düzgün, ne de ülkemizi tanıyoruz.Böyle bir sıkıntının içindeyiz. İyi bir edebiyatokuru bu hale düşmez. Düşmüşse de buhalden çıkar.

Teşekkür ederiz.

3 MAYIS 2013 CUMA 13KAPAK

Ya�ad���m�zdünya teknolojiye

ve neoliberalizme kulköle oluyor. Bu dünyadaedebiyat�n de�eribilinmiyor. Bu dünyadasahte olan �eyler de�erlidiye geçiyor. Gençler bugidi�e kar�� uyan�kolsunlar

Bütünkültür insanlar�

Ankara’dan gittiler.�stanbul paran�n merkezi.Dolay�s�yla edebiyat�n vesanat�n ticari taraf�n�yönlendiren de oras�.Ankara’da oturmak biryazar�n ticari ba�ar�s�için hiç iyi bir �ey

de�il

Aydınlık KİTAP

Erendiz Atasü ile son kitab� üzerine konu�tuk

Page 14: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP

Çağımızda Türk şiirindeki temel so-

runun, toplumsal hayatın izdüşümü ola-

rak; “farklılaşma” çabası olduğunu dü-

şünürüm. Elbette ki, kendi şiirini kur-

mak, üslup sahibi olmak şairin aşması ge-

reken ilk eşiktir. Gelgelelim, mevzuba-

his farklı olma gayreti başkadır. Nüfus ar-

tışına paralel, daralan imkanların ve

bozulan arz/talep dengesinin nihayetin-

de, kişiler düzen muhalifi olamamakta,

mamafih –moda tabirle- “fark yarat-

mak” suretiyle düzenin pastasından bü-

yük pay alma sevdasına düşmektedir.

Sosyal hayatın bu matematiğinin, şiire de

yansımadığını düşünmek; en hafif de-

yimle safdillik olacaktır. Keza, şiir de ha-

yata doğar.

KAP�TAL�ZM�N ���RDEK��ZLER�

Elbette ki, toplumun her uğraşı gibi

sanat ve şiir bahsinde de gelişimi he-

deflemek, söylenmeyeni söylemeyi iste-

mek doğaldır. Ancak bunu yaparken, an-

lam ve sesin önemini indirgeyerek; işi

“kelime kazıcılığına” dayandırmak, işte

bu farklı olma gayretinin, zevahiri kur-

tarma arzusunun bir sonucudur. Şiirin,

toprağı eşeleyen akarsular gibi dile yeni

mecralar açma hassasiyeti, yanlış bir al-

gıyla; şiire olmadık kelime tertiplerini da-

hil etmek suretiyle fiiliyata dökülmüştür.

Bireyci şiir ile, bireysel şiir birbirine ka-

rıştırılmış ve şiirsel metin yalnızca şairi-

nin anlayabileceği bir hal almıştır. Ka-

pitalist düzenin, hayatlarımıza aşıladığı

bencillik, şaire ve onun şiirine de bulaş-

mıştır.

Ne gam, şiirdeki anlam ve bireycilik

yalnızca bize özgü bir tartışma konusu

değildir. “Şiir Nasıl Okunur?” adıyla

Türkçeye çevrilen, İngiliz Edebiyatı Pro-

fesörü Terry Eagleton’un kitabından

bir alıntı: “…Bazı teorisyenlere göre, şi-

irler bir sayfanın üzerinde anlamsız siyah

işaretlerdir yalnızca, onların içinde an-

lam inşa eden kişi de yalnızca okurun

kendisidir. Bu bir anlamda doğru, bir an-

lamda yanlış bir önermedir. Öncelikle an-

lamsız siyah işaretlerden bahsetmemizin

kendisinin halihazırda anlamla uğraşmak

olduğunu belirtebiliriz. Bütünüyle an-

lamın arkasına geçmek zordur. Bunun se-

bebi de, kendimizi ölü olarak hayal et-

menin imkansızlığıyla aynıdır.” (Şiir Na-

sıl Okunur, Terry Eagleton, Agora Ki-

taplığı, s.172)

GÜÇLÜ ���RLER�N KÖTÜB�RL�KTEL���

Dünya yazınında dahi, şiire dair aynı

meseleler tartışılagelirken; İbrahim Ök-

süz, Kolektif Kitap’tan çıkan “Evvel

Sevda İçinde” adlı şiir kitabıyla, farklı bir

pencere aralıyor okurun belleğine. Kı-

yıdan yazıyor şiirlerini, sessiz sedasız…

Anlamı önceleyerek, yer yer argo diye-

bileceğimiz, sokak diline yakın bıçkın bir

üslupla yazıyor. Okurla, samimi bir iliş-

ki kuruluyor. “Evvel Sevda İçinde” şai-

rin ilk kitabı. Kitapta güçlü şiirler, güç-

lü dizeler bulmak mümkün. On birinci

sayfadaki:

“A canım! Koynundaki yılan içinDenizi yanında taşıyanımHatırla ninenin Her masal sonu illa ki indirdiğiÜç elmadan birini.Suçları ısınmış çocuklardık hatırla.Öfkene elma şekeri ver artık.”

Bunların arasında.

Veya yirmi sekizinci say-

fada:

“Gitmeliyim.adresler insanları pay-

laşacak birazdan.”Yine beni çarpan iki

dize.

Kitabın bütünlüğü

ise, böyle sızısı deriye sonradan nüfuz

eden; güçlü dizeler yazabilen bir şairin

çizgisinin altında gibi geliyor bana. Şiir

için aşınmış kelimelerin sıklıkla seçimi,

zaman zaman popülizme kayan bir ifa-

de tarzı eleştiriye konu olacak cinsten…

Bazı şiirler ise, aceleye getirilmiş izleni-

mi yaratıyor bende. Şairin, yazarken

kağıda sarı bir sıkıntı bıraktığı şiirler…

NE TATLI NE TUZLUSöze başlarken vurguladığım ve “ke-

lime kazıcılığı” olarak nitelediğim, bireyci

ve anlamı kendinden menkul şiirlerin ak-

sine; aşınmış kelimeler ve düzyazıya ya-

kın kolay hazmedilir bir anlamdan iba-

ret şiirler için de; aynı eleştiri yapılabi-

lir. Zannımca şiir, bir “kıvam” işidir. Kı-

vamı tutturabilene aşk olsun!

Şairler, hayal tüccarlarıdır biraz da…

Tezgahları sislidir! Raflara, kelimeleri-

ni dizerler şafak sökerken. Nefesi yelken

misali şişkin, soluğu güçlü şairler vardır.

Kelime satıcıları! Denizaşırıdır bunların

dizeleri…

İbrahim Öksüz, “Evvel Sevda İçinde”

ile güzel bir dükkan açmış. Esnaflığı sı-

cak, çayı demli! Lakin, bir hayli tozu alın-

malı rafların (fikrimce)!

Çünkü kitap, karanlığa gönderilmiş

mektuptur!

Tezgahımda şiirler

DAĞHAN DÖ[email protected]

�brahim Öksüz, Kolektif Kitap’tan ç�kan “Evvel Sevda �çinde” adl� �iir kitab�yla, farkl� bir pencere aral�yorokurun belle�ine. K�y�dan yaz�yor �iirlerini, sessiz sedas�z… Anlam� önceleyerek, yer yer argo

diyebilece�imiz, sokak diline yak�n, b�çk�n bir üslupla yaz�yor

Evvel Sevda İçinde,İbrahim Öksüz,

Kolektif Kitap, 96 s.

Page 15: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP

Uluslararası ilişkiler, çelişkilerin, çatış-

maların, bunalımların, uyuşmazlıkların, it-

tifakların en yoğun incelendiği disiplindir.

Devletlerin ulusal çıkarlarını (ulusal çıkar

kavramı hayli tartışmalı bir kavramdır) aza-

mi kılmak, güvenceye almak, ulusal bağım-

sızlıklarını ve güvenliklerini pekiştirmek

için verdikleri mücadeleleri konu edinir. Kar-

şılıklı etkileşim içinde olan iç ve dış geliş-

melerin doğurduğu krizleri ele alır, bunların

çözüm yollarını araştırır. O nedenle doğası

gereği krizleri işler. Pek çok alanda ulusal so-

runların uluslararası hale gelmesinin, dola-

yısıyla da çözümün iyice zorlaş-

masının, çözümsüzlüğün çözüm

olarak sunulmasının veya öyle al-

gılanmasının nedenleri üzerinde

durur. Dinsel, etnik, mezhepsel

anlaşmazlıklardan kaynaklanan

ve emperyalist güçler tarafın-

dan kaşınıp, kışkırtılıp, kullanılan

krizler, sınır anlaşmazlıkları, top-

rak ihtilafları, terör ihracı, rejim

ihracı, uyuşturucu, insan, silah,

nükleer madde kaçakçılığı, ca-

susluk başta olmak üzere çeşit-

li kriz nedenlerini araştırır.

KR�Z ONLARIN, ORDUB�Z�M!

Ulusal krizlerin, bölgesel ve gi-

derek küresel krizlere dönüştüğü/

dönüştürüldüğü bir dünyada ulu-

sal güç unsurları arasında önem-

li bir konumu olan ordular, tarih

biliminin ve uluslararası ilişkiler disiplininin

en temel inceleme konularından birini oluş-

tururlar. Prof. Dr. Haydar Çakmak’ın yazdığı

ve kısa süre önce okurla buluşan “Kriz Yö-

netimi ve TSK” adlı kitap da böyle bir ça-

lışma. Ülkemizde ilgili külliyatın çok zengin

olmadığı dikkate alındığında, önemi daha da

anlaşılıyor. Kitap, iki bölümden oluşuyor. İlk

bölümde, krizler kuramsal açıdan ele alını-

yor. “Kriz” kelimesinin etimolojisinden baş-

layarak, tanımı, nasıl oluştuğu, çeşitleri,

yöntemleri üzerinde duruluyor. Kriz önce-

si durum, krizin tırmanışı, yumuşaması,

patlaması yalın, akıcı bir ifadeyle anlatılıyor.

Krizin evreleri, nedenleri sıralanıyor. Kriz or-

tamında karar alma koşulları ve süreçleri üze-

rinde duruluyor. Aktörlerin tutumu incele-

niyor. Günümüzde sadece devlet yöneti-

minde, askerlikte,

stratejide değil, iş

dünyası ve yönetim

bilimi başta olmak

üzere hemen her

alanda çok sık kulla-

nılan bir kavram

olan “kriz yönetimi”

üzerinde duruluyor.

Yine bu bölümde

krizler ve Birleşmiş

Milletler (BM) işle-

niyor. BM adına si-

lahlı kuvvet kullanıl-

ması, BM’nin izniyle

silahlı kuvvet kullanıl-

ması, BM Barış Gücü

ele alınıyor. Ayrıca gü-

nümüzde emperyalist müdahale ve işgalle-

rin perdelenmesinde oldukça fazla kullanı-

lan “çatışmaların önlenmesi”, “barış yapma”,

“barışı koruma”, “barışa zorlama”, “barışın

tesisi”, “insani yardım harekâtı”, “insani yar-

dım görevi” gibi kavramlar açıklanıyor.

İkinci bölümde ise TSK’nın görev aldı-

ğı uluslararası krizler anlatılıyor. Uluslararası

krizlerde Türkiye adına görev yapan TSK’nın

kısa tarihi ve kurum hakkında özet bir tanıtım

bilgisi yer alıyor. TSK’nın yapısı, kurumları,

işleyişi, ikili ve çok taraflı ilişkileri inceleni-

yor. Güvenliğe ilişkin olarak Türkiye’nin ta-

raf olduğu antlaşmalar, sözleşmeler ve bel-

geler sıralanıyor. Yurt dışına silahlı kuvvet

gönderilmesine, yabancı silahlı kuvvetlerin

Türkiye’de bulunmasına veya Türkiye’den

geçmesine ilişkin olarak TBMM’nin verdi-

ği kararlar özetleniyor.

Ayrıca Kore Savaşı’ndan

başlayarak en son Lib-

ya’ya yönelik müdahaleye

değin, TSK’nın çeşitli bo-

yutlarda katıldığı uluslar-

arası krizler anımsatılı-

yor.

Çakmak, kitabının so-

nunda Türkiye’nin hiçbir

uluslararası krizin plan-

layıcısı, tetikleyicisi ol-

madığını, hiçbir ülkede

istikrarı bozucu faaliyetlerde bulunmadığı-

nı, katıldığı tüm uluslararası krizlere Batılı

müttefiklerle birlikte katıldığını belirtiyor. Bu

katılımların da NATO üyesi olarak ve BM

misyonları çerçevesinde gerçekleştiğini vur-

gulayarak, sonuç bölümünde çok önemli ve

gerçekçi saptamalar yapıyor. Çakmak şöy-

le diyor: “ABD, tabiri caizse, müdahil olduğu

birçok krize Türkiye’yi de bulaştırmıştır.

ABD ve İngiltere, müdahil oldukları birçok

krizde önemli kazanımlar elde etmiştir; an-

cak, bu iki ülkeyle birlikte Türkiye’nin kazanç

elde etmek bir yana, Körfez Savaşı’nda ol-

duğu gibi, kimi zaman önemli kayıpları ol-

muştur. Bu düşünceyi destekleyecek önem-

li iki örnek olarak, yaşanan son krizleri, Af-

ganistan ve Irak krizlerini göstermek müm-

kündür”. Çakmak, Türkiye’nin sadece Ba-

tılı büyük güçlerle ilişkilerinde değil, Arap-

larla ilişkilerinde de tüm iyi niyetine ve öz-

verisine karşın bir kazanım elde edemediğini

ifade ediyor. Filistin sorunu başta olmak üze-

re Türkiye’nin Arapları desteklediği onca

mesele olmasına karşın, Arapların ne Kıb-

rıs’ta, ne de Dağlık Karabağ’da Türklerin,

Türkiye’nin, Türk dünyasının yanında yer al-

madıklarının altını çiziyor.

“AYDINLANMA OCA�I” VEPS�KOLOJ�K HARP

TSK’nın son yıllarda yaşadıkları, Mülkiye

ve Tıbbiye’yle birlikte ülkemizde çok önem-

li bir aydınlanma ocağı olan Harbiye’nin han-

gi yollarla yıpratıldığı biliniyor. Halkın göz-

bebeği olan, “halk ordusu”, “peygamber oca-

ğı” olarak nitelenen ve her şeye rağmen en

güvenilir kurumlar arasında ilk sıralarda bu-

lunan TSK’nın, kendisine karşı psikolojik

harp yapıldığını en üst düzeydeki komuta-

nının ağzından saptamada hayli gecikmesi,

gerekli önlemleri almadaysa gecikmenin

ötesinde başarısız olması, orduyu gözü gibi

koruyan çevrelerde de eleştiriliyor. Ordunun,

savaşmadan yenilmeyi kabul ettiği, emper-

yalist merkezlerin Türkiye’yi parçalarken, re-

jimini değiştirirken, tasfiye ederken, içini bo-

şaltarak dolaşıma soktukları “hukuk devle-

ti”, “insan hakları”, “özgürlükler”, “sivil

toplum”, “demokrasi” gibi kavramların bü-

yüsüne kapıldığı belirtiliyor. Algı yönetimi-

ne, psikolojik harbe, toplum mühendisliği-

ne, beşinci kol faaliyetine, asimetrik savaş

yöntemlerine, karanlık savaş faaliyetlerine

karşı en üst düzeyde hazırlıklı olmak ge-

rektiğinin acı derslerle ortaya çıktığı görü-

lüyor. O bağlamda Çakmak’ın kitabı, sade-

ce konuyla mesleki açıdan ilgilenenlerin, uz-

man çevrelerin değil, Türkiye’nin bağım-

sızlığı, bütünlüğü, egemenliği ve Cumhuri-

yet Devrimi’nden yana olan tüm yurttaşla-

rın dikkatle okuyacakları bir kitap olarak öne

çıkıyor.

TSK’yı doğruanlayabilme krizi!

Çakmak, kitab�nda Türkiye’nin hiçbir uluslararas� krizin planlay�c�s�, tetikleyicisi olmad���n�, hiçbirülkede istikrar� bozucu faaliyetlerde bulunmad���n�, kat�ld��� tüm uluslararas� krizlere Bat�l�

müttefiklerle birlikte kat�ld���n� belirtiyor

BARIŞ DOSTER

Kriz Yönetimi ve TSK, Haydar Çakmak, Kaynak Yayınları,

288 s.

Page 16: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP GÜLDEN TERAZİ

Söz, “işçi sınıfı edebiyatımızın neresinde”,

dahası “bugün bir işçi edebiyatı var mı, var-

sa ne durumda” sorusundan çıkmıştı. Böy-

le bir soruya doğru yanıt verebilmek için ede-

biyatımızın dünü ve bugünü yanında, ayrıca

Türkiye’de işçi sınıfının ve sendikaların du-

rumuna da bakmak gerekti.

Geçerli ve gerçek bir denkleştirme ya-

pabilmek için bu şarttır. Bir şey, onu oluştu-

ran bileşenler varsa, ancak, o bileşenlerin ni-

telikleri, özellikleri ve durumları ölçüsünde

var olabilirler.

Bu konuda geçen yılın Ekim ayında Ay-

dınlık’ın kültür sanat sayfasında üç yazı yaz-

dım. Daha devam edecektim ki araya başka

konular girdi, söz yarım kaldı.

���LER�N KURTARILACAKVATANI

Özetleme yapmam gerekirse; işçi ede-

biyatı üzerine çalışırken, bugünün işçisinin

gözden ırak tutulması elbette düşünülemez.

50’lerin, 60’ların, 70’lerin, hatta 80’lerin ve

90’ların işçisiyle bugünün işçisi aynı değil çün-

kü. 70’lerde bir ayağıyla köyünde olan, kö-

yünden getirdiği bulgur ve fasulyeyle tence-

re kaynatan işçi bugün yok; o işçi, kendisi gibi

bir emekçi olan bakkaldan veresiye alırdı. Bu-

günkü işçi, büyük alışveriş merkezlerinden

kredi kartıyla borç aldığı yapay gıdalarla bes-

leniyor. O işçi, çocukları ya doktor, ya mü-

hendis olsun isterdi, bu işçi oğlu futbolcu ol-

sun, kızı zengin bir koca bulsun istiyor. O işçi

kendi sorunları yanında ülke sorunlarıyla da

yakından ilgilenirdi, bu işçinin böyle dertle-

ri yok.

O yüzden, emek, işçi sınıfı ve sendikacı-

lık konusunda Türkiye’nin en yetkin birkaç

kaleminden biri olan Yıldırım Koç, 13 Ekim

2012 tarihli Aydınlık’taki “İşçi Sınıfı Gele-

ceğini Yiyor” başlıklı yazısında, işçi sınıfının

hükümet politikaları konusunda açık tavır-

lar alamamasının nedenlerini rakamlarla

ortaya koyarken, çok doğru olarak şu sonu-

ca varıyor:

“Kredi kartı ve tüketici kredisi borcu bi-

riken bir işçi veya memur, işyerinde ücreti-

ni artırma ve çalışma koşullarını düzeltme

mücadelesinde ürkek davranır. Bu durum-

daki kişinin, ‘vatan elden gidiyor’ kaygısı da

pek yoktur; olması da kolay değildir. Onun

‘kurtarılacak vatan’ı, ödenecek borcudur.”

TESL�M�YET�N YOLUNUAÇMAK

Bu konuda çok haklı olarak, susan, işçi

sınıfını uyarıp bilgilendirmeyen sendikaları

da eleştiren Yıldırım Koç’un vardığı somut

sonuç da şu:

“İşçilerin ve memurların çok büyük bö-

lümü günümüzde gelecekteki gelirini yemiş

durumda. Gelecekteki gelirini yemek, gele-

ceğini yemektir; teslimiyetin yolunu açmak-

tır.”

Tüm çalışan sınıflar gibi işçi sınıfının da

geleceği, Türkiye’nin geleceğidir. Türki-

ye’nin geleceği ise, en çok da işçi sınıfının ge-

leceği demektir. Geleceğin sınıfı, kendi ge-

leceğini yiyerek değil kendisi için, kendili-

ğinden de olsa bir sınıf oluşturamaz.

�K� 1 MAYISSiz bu yazıyı okuduğunuzda Türkiye’nin

hemen her yerinde iki ayrı yürüyüş ve mitingle

kutlanan bir 1 Mayıs daha arkasında olaylar

ve tartışmalar bırakarak geçip gitmiş olacak.

Bu 1 Mayıs’la birlikte artık kesin olarak an-

layacağız ki, iki yıldır, ulusal bayramları eş-

başkanlık ve halk olarak iki ayrı törenle kut-

layan Türkiye’de, bu durum, 1 Mayıs gibi

daha uluslar arası ve daha sol ve sınıfsal bir

alanda pekiştirilmiştir.

1 Mayıs Türkiye’de zaman zaman fark-

lı siyasi gruplanmalar çerçevesinde ayrı mi-

tinglerle kutlanmış olsa da, bu, hiçbir zaman

bu yıl ki gibi çok temel bir konuda, ülkenin

hayat memat meselesinde bir ayrılık ortaya

çıkaracak şekilde bir fay, derin bir kırık, bir

yarılma yaratmamıştı. “Eşbaşkanlığın” safı-

na geçen emperyalizm karşıtı ruhunu yitir-

miş, her alanda “yetmez ama evet”çi olmuş

bir AKP-PKK kuyrukçusu “sol” ve işçi sen-

dikalarının marifetiyle bu yıl olan budur ve

rahatlıkla şunu söyleyebiliriz:

Şimdi artık iki Türkiye var!

�K� TÜRK�YEBunlardan biri, bilerek veya bilmeyerek

ABD’nin planlarına uygun olarak parçalan-

madan yana olanların oluşturduğu bağım-

sızlık, devrim ve cumhuriyet karşıtı Türkiye,

ki bugün Türk adından imtina eden, resmi

tabelalardan TC’nin kaldırılmasına sessiz ka-

lan bu kesim pek yakın bir gelecekte Türkiye

adından vazgeçmeyi de kabul edecektir;

diğeri, Türkiye’nin bütünlüğünden yana

olanların oluşturduğu bağımsızlıkçı, devrimci

ve cumhuriyetçi Türkiye…

Türkiye’nin bu hale gelişinde hiç kuş-

kusuz işçi sınıfı ve onun sendikal örgütleri-

nin de çok büyük bir payı var! Hükümetin

ve işverenlerin işçiler üzerindeki somut uy-

gulamalarına, işsizleştirme/taşeronlaştırma-

sendikasızlaştırma karşı aldıkları somut ta-

vırlara bakarak; sendikaların, yöneticilerinin

işçiler üzerinden her türlü geçimi ve zen-

ginleşmesini sağlayan birer şirket, işçilerin

hak ve özgürlük mücadelesinin önündeki en

büyük engel haline geldiğini saptamak zo-

rundayız. Tümü böyle değil kuşkusuz, ancak,

yolsuzluklarının kokusu dünyayı sarmış sen-

dika patronlarının sahip oldukları zengin-

likleri bırakıp üyelerinin haklarının peşine

düşmeyecekleri açıktır. Bunlardan, Türki-

ye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu daha

kapsamlı ve hayati önemdeki ülke sorunla-

rına karşı bir tutum almalarını ummak da ha-

yaldir.

H�KÂYEN�N YATMA YER�Sözün başına dönersek, ülke sorunları bir

yana, özelleştirme-işsizleştirme/taşeronlaş-

tırma-sendikasızlaştırma gibi kendi sınıfsal

sorunlarına sahip çıkamayan, susmuş/sus-

turulmuş, pısmış/pıstırılmış bir işçi sınıfının

kendisine ait bir edebiyata sahip olması bir

yana, bu haliyle edebiyatımızda yer alabile-

ceği bile kuşkuludur.

Nitekim, ancak pek az eserden söz ede-

biliriz. Bugünün edebiyatında yeni bir

“Grev”, yeni bir “Bereketli Topraklar Üze-

rinde”, yeni bir “Ölümün Ağzı”, yeni bir

“Türkiye İşçi sınıfına Selam” yazılamaması,

sinemamızda yeni bir “Karanlıkta Uyanan-

lar”, “Gelin-Düğün-Diyet”, çekilememe-

sinde edebiyatçılarımız ve sinemacılarımızın

işçi ve emekçilere ilgisizliği kadar, işçi ve

emekçilerin kendilerine ilgisizliğinin de payı

var. Bizim neden bir “Germinal”imiz, “Bit-

meyen Kavgamız” olmadığının açıklaması da

burada.

O zaman burası hikâyenin yatma yer ol-

sun; haftaya, dünden bugüne Türkiye’de bir

işçi edebiyatı var mı, ona bakalım.

MECİT Ü[email protected]

Bizim neden bir ‘Germinal’imiz,‘Bitmeyen Kavgamız’ yok?

İŞÇİLERİN KURTARILACAK VATANI

Günümüz edebiyat�nda yeni bir “Grev”, yeni bir “Bereketli Topraklar Üzerinde”, yeni bir “Ölümün A�z�”, yeni bir“Türkiye ��çi s�n�f�na Selam” yaz�lamamas�, sinemam�zda yeni bir “Karanl�kta Uyananlar”, “Gelin-Dü�ün-Diyet”,çekilememesinde edebiyatç�lar�m�z ve sinemac�lar�m�z�n i�çi ve emekçilere ilgisizli�i kadar, i�çi ve emekçilerin

kendilerine ilgisizli�inin de pay� var

Page 17: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAP

60’lı yıllar, birçok açıdan hak ve öz-gürlükler getiren 1961 Anayasasının yü-rürlüğe girmesiyle birlikte işçilerin, köy-

lülerin ve emekçilerin uyanmaya, daha

özgür yaşama koşullarını öğrenmeyebaşladığı yıllar olmuştur. Öte yandan ken-di sömürü ve egemenliklerini sürdürmeye

çalışan güçler, uyanan işçi ve köylüleri

sindirmek, baskı altında tutmak içinyeni yöntemler geliştirmişlerdir. Bu yön-temlerin başında ise 1970’li yıllarda sa-

yılarının binleri bulduğu söylenen CIA

ajanının Türk topraklarına sokulması ge-liyordu. Bazı çıkar odaklarının destek-

leriyle yerleştirilen bu ajanlar Türki-ye’nin yakın tarihini şekillendirmede

rol aldığını söylemek abartı olmaz. Çün-

kü özellikle Kahramanmaraş’ta 1978 yı-lına değin hiç mezhep tartışması, kavgası

olmamıştı. Hatta Türkler, Kürtler, Ale-

vilerle Sünniler Maraş’ın İngiliz ve Fran-

sızlar tarafından işgaline karşı hep birlikte

mücadele etmişlerdi.Araştırmacı-yazar Orhan Tüleylioğ-

lu da Uğur Mumcu Araştırmacı Gaze-

tecilik Vakfı (um:ag) Yayınları’ndan çı-

kan “Kahramanmaraş Katliamı” kita-bıyla 35 yıl önce yaşanan katliamın per-de arkasını aralıyor. Kitapta, katliam ön-

cesinde yaşanan provokasyonlar ve gün-

lerce devam eden vahşetin, tüyler ür-perten ayrıntıları yer alıyor. Güvenlikgüçlerinin adeta seyirci kaldığı, siyasile-

rin üstünü örtmek için yarıştığı katliamı,

görgü tanıklarının anlatımlarıyla irdele-yen Orhan Tüleylioğlu, katliamı tüm

yönleriyle ortaya koyuyor.

ESRARENG�Z ABD’L�O dönem Ankara’daki ABD Büyük-

elçiliği İkinci Kâtibi Alexander Pack’inTürkiye’de gerçekleştirdiği geziler diğer

hiçbir diplomatlardan daha çok ilgi

uyandırıp, tartışma yarat-mamıştı. Pack, ne tesadüftür

ki 19 Aralık 1978’de başla-

yan Katliam öncesi bölgedebir süre kalmıştı. Sonrasın-da Çorum Katliamı öncesi

gene bölgede bulunması,

halkın dini ve siyasi yapısınıincelemesi ve kısa zamandaÇorum’da katliamın başla-

ması “oralarda sadece mez-

hep çatışması yaşandı” di-yenlere bir cevap niteliğinde.

�NSANLIK DI�IOLAYLAR…

Yazar “Kahramanmaraş

Katliamı” kitabında birçokvahşeti de gözler önüne seriyor. Özellikle

Ocak 1979’da Aydınlık’ta yayımladığı

yazı dizilerinden alıntılı aktardığı bilgi-lerle, katliamda ne çocuklara ne hamile

kadınlara ne de yaşlılara acımadan in-

sanların katledildiği, 60 ya-şında kör bir kadının göz-

lerinin tornavidayla oyul-

duğu, erkeklerin ölene ka-dar dövüldüğü bölümleriokurken insanın gözleri do-

luyor, tüyleri diken diken

oluyor.

K�TAPTAN“(…) 23 Aralık günü

Maraşlılar belediye hopar-

löründen ve Ulu Cami mi-narelerinden yapılan anons-

larla uyandılar: ‘Alevi komü-nistler suya zehir kattı’, ‘Al-

eviler Yörükselim’de din kar-

deşlerimizi katlediyor, Al-lah’ını seven Müslümanlar hazır olsunlar’,

‘Bütün milliyetçi Müslüman kardeşleri-miz hat boyuna…’ Maskeli kişilerin yö-

nettiği katliam bu çağrıyla başladı ve üçgün sürdü (…)”

12 Eylül darbesine giden yolda sonkilometre taşı; “Maraş katliamı”

O dönem Ankara’daki ABD Büyükelçili�i �kinci Kâtibi Alexander Pack, ne tesadüftür ki 19 Aral�k 1978’deba�layan Katliam öncesi bölgede bir süre kalm��t�. Çorum Katliam� öncesi gene bölgede bulunmas�,

“oralarda sadece mezhep çat��mas� ya�and�” diyenlere bir cevap niteli�indeDENİZ [email protected]

“Bir iki, Freddy geldiiii…Üç dört, Kapını sıkı ört… Beş altı…” diye

devam eder gider o kabus dizinin, ka-

bus şarkısı. Ama korku seven biri ola-

rak, üstüne aldığın battaniyeye sımsıkı

sarılmış, gözlerini ekrana dikmişsin-

dir. Kabus başladığında, ellerinin ke-

mikli kısımları bembeyaz olmuştur bat-

taniyeyi sıkmaktan. Farkında değilsin-

dir. Ürkünç sahnelerde gözlerini ka-

patmak için ellerin, göz kapakların-

dan daha hızlı davranır. Ve sahnenin bi-

tip bitmediğini parmaklarını araladığın

o kısıklıktan kontrol edersin. Yine de

vazgeçmezsin izlemekten.

Eski bir diziden söz ediyorum. Di-

zinin kahramanı Freddy denen hazret,

önce rüyanda musallat oluyor, ardından

gerçekte karşına çıkıyordu. Benim kar-

şıma hiç çıkmış mıydı? Sanırım hayır.

Fakat çıksa çıkardı. Nitekim parmak-

larındaki sustalı mantığına epey bir

takmışlığım da olmuştu o dönem. Bel-

ki de bilinç düzeyimde fazla tuttuğum

için, bilinçaltına nüfuz edememiştir!

İnsan ömrü ne kadar uzun olursa olsun,

öğrenilecek bilgiler de o

denli uzun. Yoksa bildiği tek

şey, neden hiçbir şey bil-

mediği olsun Sokrates’in?

Sokrates de kabus görmüş

müdür? Görmüş olsa bile, o

kesin Freddy değildir ben-

ce. Olsa olsa gudubet karı-

sı ile ilgilidir. Karısı mı?

Karısına nereden geldik ki?

Şu ikinci paragraftaki,

hafif şizofrenik (ne demek-

se hafifi?) anlatımın ötesin-

de, hakiki şizofrenik bir an-

latımla karşılaştım, “Geri

Gelenler”de. Kahraman, bi-

rinci tekil şahıs. Yani, “ben”

öznesiyle anlatılıyor. Henüz

lise öğrencisi bir gencin ağ-

zından dinliyoruz hikayeyi. Evet evet,

“dinliyoruz” denebilecek kadar sahici

bir anlatımı var. Ve cümleler birbirile-

rini, peşlerinden atlı kovalıyormuş gibi

takip ediyor. Kısa, açık, net ifadeler.

Öyle kulağını göstermek için elini bacak

arasından dolandıran zorlamalar değil

hiçbiri. Sarih.

Bu bir korku/gerilim ro-

manı. S. King ya da D.R

Kontz tarzına benzemiyor.

Gerilim romanlarının usta-

ları olarak bilinen bu iki is-

min eserlerini okurken, siz

olayları seyredersiniz. Oysa

Gemma Malley, doğrudan

sizi de kitabın içine çekiyor.

Kahramanla birlikte kaçı-

yor, peşinizden gelenlerden

tırsıyorsunuz. Tırsmak mı?

Hayır hayır! Ödünüz, bağır-

saklara komşu oluyor. Kısaca,

fena geriyor.

ALTINI ÇİZDİKLE-RİM:”Ama tam da o gece,

lambasını yanıp söndürdüğü-

nü gördüğümde yüreğim hop

etti. Gitmek zorunda olduğumu anla-

dım. Sanki bir şeye çok sert bir şekilde

çarpmak üzereydim de, Claire’in oda-

sı da deniz feneriydi; orada kendimi bu-

labilirsem her şey nihayet yoluna gire-

cekti.”

“Her şeyi yaşamaya değer kılan;

her şey sarpa sarmadan önce, ‘Ahhhh,

demek bunun için uğraşıyormuşum.

Bütün mesele buymuş demek,’ dedir-

tecek bir kısım olmalı hayatta. Yoksa in-

sanlar ne diye bu zahmete girsinler? Ne-

den insanlar bu sıkıntıya girerler?”

“Güç sessizlikte saklıdır.”

“Zihnim makineli bir tüfek gibi,

bir sürü düşünce ve görüntüyle dolu

ama hepsi birbiriyle alakasız, hiç birinin

bir yere vardığı yok. Rastgele beliren, ya-

nıp sönen ışıklar gibi. Belki de olay bu-

dur. Belki her şey rastgeledir.”

GERİYE KALAN: Okudukça, yazarı

merak ediyorsunuz. Acaba kendisi de

şizofren midir, ya da şizofreninin ayak

seslerini olsun duymuş mudur? Bildiği

kesin. Ama yaşayarak, ama gözlemle-

yerek. Ve yazar hakkında bulduğum bil-

gilere göre kendisi gayet halim selim bir

hayat yaşıyor Londra’da. Üstelik iki tane

de kız annesi. Kitabın kahramanı erkek

çocuk. Gerilim seviyor musunuz, siz

onu söyleyin bana? Yanıt, evetse, Gem-

ma Malley bu işi biliyor, benden söyle-

mesi.

Okuru koşturan şizofrenEMİNE SUPÇİ[email protected]

Geri Gelenler, Gemma Malley,

Deli Dolu, Çev: Saliha

Sanem Erdem,240 s.

KahramanmaraşKatliamı,

Orhan Tüleylioğlu, um:ag

Yayınları, 219 s.

Page 18: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP

Eve Dönmenin Yollar�

Alejandro Zambra, Notos Kitap,

Çev: Çi�dem Öztürk, 146 s.

2010 yılında Granta’nın İspanyolca

yazan en iyi yirmi iki romancı arasında

gösterdiği Şilili genç yazar Alejandro

Zambra, üçüncü romanı “Eve Dön-

menin Yolları”nda belleğimizdeki le-

keleri kazırken geçmiş ve şimdiki zaman

arasında bocalayan insana kendine dö-

nüş yolunu gösteriyor.

“Eve Dönmenin Yolları”ndaki yazar

adayı anlatıcı tek başına yaşıyor, bolca si-

gara içiyor, kadınlarla birlikte oluyor, ro-

manını yazmaya çalışıyor. Bu sırada da

geçmişin izini sürüyor. Anlatıcıyla bir-

likte okur da Pinochet diktatörlüğünde

yaşanan zor zamanlara, büyük 1985

depreminin acı kayıplarına, çocukluk aşk-

larına, hayal kırıklıklarına dönüyor.

YENİ ÇIKANLAR

Alevi Olmak

Hasan Harmanc�, Destek Yay�nlar�, 384 s.

Bu çalışmada, Alevi düşüncesine te-

mel olan siyasal ruha ve bunun köke-

nine önem verildi. Bu kapsamda sorun

Aleviliğin mayalanma, kurumsallaşma

ve değişim dönemleri olarak ele alındı.

Aleviliğe dair bilinen yalanları yıkmak,

kayıp hakikatin izini sürmek, Alevilik-

te çelişki diye sunulan talan ile gerçe-

ği ayırmak güç değildir. Aleviliği var

eden ilkeleri ve yarattığı etkilerini ele al-

mak, Aleviliği anlamamızı kolaylaştı-

racaktır. Bu amaçla Aleviliği oluşturan

süreci gözeten veriler kullanıldı. Bu ça-

lışma hazırlanırken Aleviliği kendi di-

liyle anlamak, okumak için Aleviliğin et-

nosantrik yönüyle ortaya konulmasına

önem verildi.

21. Yüzy�l FeminizmineDo�ru

Kolektif, Nota Bene Yay�nlar�, 279 s.

Yaşanan küresel kriz 21. yüzyıla

damga vurmakta. Tüm siyasal ve top-

lumsal hareketler önemli değişimler ge-

çirerek varlıklarını sürdürebiliyorlar.

Feminizm de 21. yüzyılın gerçekleri et-

rafında dinamik bir yenilenme tartış-

ması yaşarken, kadın mücadeleleri bir

çok ülkede önemli bir yer işgal ediyor.

Kitap bu konudaki tartışmalara bir gi-

riş yapma amacını taşıyor. Makalelerin

her biri, kadın hareketinin Kanada’dan

Hindistan’a, Amerika’dan Ortadoğu’ya,

Türkiye’den Latin Amerika’ya uzanan

deneyim çeşitliliğini içerecek biçimde,

neoliberalizmin geçmiş 30 yılında fe-

minizmin yerini sorguluyor.

Atatürk ve Te�kilatç�l�k

Tugay �en, Kaynak Yay�nlar�, 192 s.

Bu kitapta, yakın tarihsel süreç ve

Atatürk’ün bugüne kadar işlenmemiş

teşkilatçılığı / particiliği incelenmiş ve gü-

nümüze ışık tutan sonuçlar çıkarılmıştır.

Atatürk’ün hayatı, teşkilat hayatıdır.

“Hürriyet” için, ilk gizli teşkilatını kur-

du. İstibdata karşı Vatan ve Hürriyet Ce-

miyeti’ni kurdu. Emperyalizme karşı

bağımsızlık savaşını kazanmak için Ana-

dolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Ce-

miyeti’ni kurdu. Devrimi devamlı kılmak,

Cumhuriyet’i korumak için Cumhuriyet

Halk Partisi’ni kurdu ve ölmeden önce

her şeyini partisine bağışladı.

Yeryüzünün Lanetlileri

Frantz Fanon, Versus Kitap Yay�nlar�,

Çev: R. �en Süer, 314 s.

Frantz Fanon’un sömürgeciliğin sö-

mürge halkları üzerindeki psikolojik

sonuçlarını analiz etmeye çalıştığı en

ünlü eseri olan “Yeryüzünün Lanetlileri”

sömürgecilik-karşıtı mücadelenin ve

Üçüncü Dünya’nın özgürlüğünün ma-

nifestosu olarak bilinmektedir. Afri-

ka’daki ulusal kurtuluş hareketlerinin ve

ABD’deki Kara Panterler örgütünün

esin kaynağı olmuştur. Avrupalılar, bu

kitabı açın, içine bakın. Karanlıkta bir-

kaç adım attıktan sonra bir ateş çevre-

sinde toplanmış yabancıları göreceksi-

niz; yaklaşın ve onları dinleyin. Sizin

acentelerinize ve buraları koruyan pa-

ralı askerlere layık gördükleri yazgıyı tar-

tışıyorlar.

Decameron Hikayeleri

Giovanni Boccaccio, MitraYay�nlar�, Çev: Taflan Gürsoy,

416 s.

Boccaccio (1313-1375) nikâhsız

bir birleşmeden sonra dünyaya geldi.

Babası, on üç yaşlarındayken onu

Floransa’ya getirtti. Tüccar olarak

yetiştirmek istiyordu. Fakat genç Boc-

caccio yirmi bir yaşına kadar babası-

nın bu arzusunu gerçekleştiremedi.

Bunun üzerine babası, onun başka bir

meslek seçmesine izin verdi. Ama bu

meslek şiir ve edebiyat olmayacaktı.

İşte bir aşk mahsulü olarak dün-

yaya gelen ve babasının arzu ettiği gibi

para kazanacak işlerde başarı göste-

remeyen Boccaccio sonraları İtalyan

edebiyatının üç büyüklerinden biri

oldu: Dante - Petroka - Boccaccio.

Binbir Gece Polisiyeleri - 2

Robert Louis Stevenson,Labirent Yay�nlar�,

Çev: Feyza Göçer, 238 s.

“Bir adaletsizlik düşmanı olarak

doğdum. En körpe yıllarımdan itibaren

ne zaman hasta birini görsem, Tanrı’ya

karşı deliye dönerdim ve ne zaman yok-

sulların acılarını görsem de, insanlara

karşı. Fakirin kuru ekmeği, leziz ye-

meklerimi yemek için oturduğumda bo-

ğazıma takılırdı ve sakat çocuklar beni

ağlatırdı. Tüm bunlarda soylu olmayan

ne vardı ki? Yine de bakın görün, bu dü-

şünceler beni nasıl çöküşe götürdü! Yıl-

lar geçtikçe, kaybedenlere karşı bu tut-

ku beni daha da sıkıca kuşattı. Krallarda

nasıl bir umut vardı ki? Şimdi para için-

de yüzen o iyice küpünü doldurmuş sı-

nıflarda nasıl bir umut?...”

Na�melerin Öyküleri

Metin Atamer, Yeni �nsanYay�nlar�, 144 s.

Metin Atamer dördüncü kitabında

Türk Sanat Musikisi dünyasına ve onun

çok az bilinen şarkı ve güftelerinin hi-

kâyelerine götürüyor okuyucusunu.

Zeki Müren ve saz arkadaşı Klarnet

ustası Şükrü Tunar’ın aynı kaderi pay-

laşarak sanat hayatlarının sahnede son-

lanmasının hazin hikâyesi...

Nikoğos ağası, bestekâr Giriftsen

Asım Bey’i, Lâvtacı Hristo Ağa’sı, San-

turi Ethem Efendi ve Sanat Musikisi-

nin nice parlak dehası...

Metin Atamer’in o alışıldık dili ile

gönlünüz bir kez daha musiki ile dola-

cak ve hikâyeleri okurken tavsiye etti-

ği şarkıları dinleyerek adeta mest ola-

caksınız.

Page 19: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

Bir’le Bir Olmak

Henry Corbin, PinhanYay�nc�l�k, Çev: Zeynep

Oktay, 320 s.

“Bir’le Bir Olmak” adlı eserinde

Henry Corbin, İbn Arabî’nin vahdet-

i vücut tasavvurunu, aşk ve muhayyi-

le kavramları üzerinden yeniden yo-

rumlar. Bu yorumun başlıca unsurla-

rı; Allah’ın rahmet nefesinin ürünü ola-

rak Rab-kul irtibatı, aşkın bu irtibattaki

rolü ve bu irtibata bağlı vahdet ve ya-

ratılış tanımları, kalbin ve himmetin ya-

ratıcı gücü ve bir tecelli olarak na-

mazdır. Yaratılanı var eden aşkla ben-

liğine ulaşan arif, himmetinin gücüy-

le, muhayyilesinde yarattığı hayali,

hayallerin dünyasından hislerin dün-

yasına indirerek gözle görünür hale ge-

tirebilir.

�çimizdeki Karanl�k Yan

Elisabeth Roudinesco, Say Yay�nlar�,

Çev: Nami Be�er, 232 s.

Yirmi yıl arayla 1890 ve 1914 yılları

arasında Avrupa edebiyatının iki kah-

ramanı, Dorian Gray ve Gregor Sam-

sa, ilki iktidardan çok sanata hizmet et-

meyi tercih eden işsiz güçsüz bir aris-

tokrasinin bağrındaki sapık arzunun

büyüklüğünü zamanın tıbbına karşı bü-

tün parıltısıyla ortaya sunarken; diğe-

ri burjuva normalliğinin bağrındaki iğ-

renç çıplaklığın maskelerini kaldırarak

bu alana kendilerini adamışlardır.

Hayat Bir Macera

Samet A�ao�lu, Yap� KrediYay�nlar�, 184 s.

Samet Ağaoğlu çocukluk ve genç-

lik anılarını anlatıyor. I. Dünya Savaşı

ve Mütareke yıllarında İstanbul... Si-

yasetle iç içe bir babanın başına ge-

lenler... Önce tutuklanış, ardından

Malta adasına sürgün ediliş... Geride bı-

raktığı beş çocuklu ailenin yaşadıkları...

Nihayet sürgünden dönüş ve Ankara...

Yalnızca kişisel anılar değil, baba-

sının geniş çevresinde tanıdığı insanlar

hakkındaki izlenimleri, değerlendir-

meleri, yaşamının sonraki yıllarındaki

karşılaşmaları üstüne yorumları kitabı

daha da zenginleştiriyor, yeni anlamlar

katıyor.

O Asla Geri Gelmeyecek

Hans Koppel, Ayr�nt� Yay�nlar�,

Çev: Nuray Öno�lu, 288 s

Hans Koppel, “O Asla Geri Gel-

meyecek” adlı romanında büyük bir

aile dramına tanık ediyor okuru...

Mike ve Ylva Zetterberg, kızları San-

na’yla birlikte, İsveç’in bir sayfiye ka-

sabasında mutlu mesut yaşamakta-

dır. Arada bir uç veren, Ylva’nın zor

geçmiş çocukluğundan kaynaklandığı

düşünülen kimi sorunlar dışında mut-

luluklarını gölgeleyecek hiçbir şey yok-

tur. Ancak Ylva günün birinde koca-

sına o akşam iş arkadaşlarıyla birlikte

dışarı çıkacağını, iş arkadaşlarına ise

eve gideceğini söyleyerek ortadan kay-

bolur...

Zaman Ak�p Giderken

Chris Freeman, Francisco Louça,�thaki Yay�nlar�,

Çev: Osman S. Binatl�, 552 s.

Devrimci teknolojilerin, ticaret

çevrimi, ekonomi ve toplum üzerindeki

etkisini en iyi hangi şekilde kavraya-

biliriz? İktisat, niçin tarih olmadan, ku-

rumsal ve teknik değişmenin bir idra-

ki olmadan anlamsızdır? “Yeni Eko-

nomi” tarihin sonu mu demektir?

Bunlar, Sanayi Devrimi’nden bu-

güne kadar modern ekonomik büyü-

meyi yetkin bir biçimde analiz eden bu

çalışmada ele alınan sorulardan bazı-

larıdır. Freeman ve Louça, ekonomik

büyümenin analizinde, bilimle tekno-

lojinin yanı sıra, siyasetin, kültürün, ör-

gütsel değişmenin ve girişimciliğin de

hesaba katılması gerektiğini tanıtla-

maktadırlar.

Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan

Demet Alt�nyeleklio�lu, Remzi Kitabevi, 688 s.

Aylarca çok satan listelerinin üst sı-

rasında kalan yazardan bir mübadele

romanı. Anadolu ve Rumeli’de sev-

dalarıyla vatan aşkları arasında sıkı-

şanların büyük dramı. Balkan ve Dün-

ya Savaşı, Türk-Yunan kapışması ve

sonrasında yaşanan sıradan insanların

yazılmamış tarihi. İzmir’de Rum kızı

Eleni ile Türk delikanlısı Enver’in, Se-

lanik’te Fidan ile Mehmet’in düş-

manlıklara, bağnazlığa meydan okuyan

büyük aşkları. Her şeyden habersiz

olan halkların sırtında kurulan kurtlar

sofrasında oynanan oyunlar, entrika-

lar. Dayanılmaz acıların, adsız şehit-

lerin, gazilerin, yiğitlerin ve Ege’nin iki

kıyısındaki gönül erlerinin hikâyesi...

Sava�ç�n�n Kameras�

Stephen Prince, Kabalc� Yay�nevi,

Çev: Ahmet Ergenç, 322 s.

Akira Kurosawa tüm zamanların

en büyük yönetmeni sayılır. Ona Ja-

pon sinemasının kralı demek abart-

ma olmaz.

Uzun yıllar Amerikan sinema-

sındaki şiddet öğeleri üzerinde araş-

tırmalar yapan Stephen Prince bir dö-

nem de Japon sineması ve onun

dünya sineması üzerini etkilerini

araştırdı ve bu konuda Pensilvanya

Üniversitesi, Sinema ve Tiyatro Bö-

lümü’nde dersler verdi. “Savaşçının

Kamerası - Akira Kurosawa”, Prin-

ce’in bu araştırmalarının bir sonucu

olarak basılan ve büyük ilgi toplayan

kitaplarından en önemlisidir.

3 MAYIS 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Genom

Matt Ridley, Bo�aziçi Üniversitesi Yay�nevi,

Çev: Mehmet Do�an, Nivart Ta�ç�,407 s.

İnsan genomu, 23 çift kromozom-

dan oluşan bir pakettir. Matt Ridley bu

paketi açıyor ve ortaya dökülen ama

genetik dilinde yazılmış pek çok sırrı bi-

zim anlayacağımız bir dile tercüme edi-

yor. Genetik mirasımız kaderimiz mi?

Yoksa genetik determinizm bir mitten

mi ibaret? Bir katilin işlediği cinayetin

sorumluluğu ailesindeki genlere yük-

lenebilir mi?

“Genom”da merak ettiğiniz bu ve

benzeri pek çok soruya yanıt bulacak-

sınız. “Genom”u okudukça şempan-

zelerle genetik benzerliğimizin %98 ol-

ması en azından bazılarımızın onuru-

na daha az dokunacak gibi görünüyor.

Page 20: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

Çocukların dünyasını zenginleşti-

recek renkli resimlerle süslenmiş ve

akıcı bir dille yeniden anlatılmış bu ma-

sallar, her aile kütüphanesinin vazge-

çilmezi olacak. Öfkeli padişahın ver-

diği idam kararını ertelemek için Şeh-

razad binbir gece

boyunca ona hikâ-

yeler anlatır. De-

nizci Sinbad’ın ve

Aladdin’in mace-

ralarından, cinle-

rin ve sihirli diyar-

ların hikâyelerine

kadar, anlattıkları

o kadar büyüleyi-

cidir ki, sonunda

padişah Şehra-

zad’ın hayatını ba-

ğışlar.

Anonim, Remzi Kitabevi

Çev: SedaÇ�ngay, 280 s.

3 MAYIS 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

Binbir Gece Masallar�

80’li yıllarda mizah yazınımıza yepyeni

bir tarz getiren birkaç mizah ustasından

biridir Cihan Demirci. Hem yazar hem de

çizer olarak karşımıza komple bir mi-

zahçılıkla çıkan usta kendine özgü bir üs-

lup yaratarak 80’li yıllarda dilimize “Ge-

yik Muhab-

betleri” deyi-

şini bir mizah

tarzı olarak

sokmuş, du-

var yazısı-öz-

deyiş arası

kısa ve vu-

rucu espri-

leriyle özel-

likle genç

o k u r d a n

büyük bir

ilgi görm-

üştü. Ya-

zarın yıl-

l a r d ı r

baskısı ol-

mayan ki-

tabı “Ge-

yik Mu-

habbetle-

ri” 24. basımını tüketeli sanırım 10 yıldan

fazla bir süre oldu. Cihan Demirci’nin

farklı mizahı daha sonra gene kendi

üretimi sözcükler olan “Espirin” ve “La-

forizmalar”la devam etmişti.

1978 yılın-

dan beri yazar-

çizer olarak üre-

timini sürdüren,

2013’te mesleki

anlamda 35 yılı

geride bırakan

Cihan Demirci,

dilimize ve mi-

zahımıza pek

çok deyim, te-

rim, sözcük ka-

zandırmış bir

mizahçı olarak

son yıllarda

özellikle ardı ar-

dına çocuk ki-

tapları yayımlı-

yor ve çocuklara

ayrı bir önem

veriyor. Tabii ço-

cuk kitapların-

da da kendine

özgü mizahçılığını elden bırakmıyor.

2013’ün Şubat ayında Kırmızı Kedi Ya-

yınevi’nden çıkan “Hınzır Can Çevre

Dostu” adlı yeni çocuk kitabı bize onun

yeni bir çocuk kahramanını müjdeliyor.

ÇEVREM�Z� SARANSORUNLAR

Cihan Demirci’nin yeni çocuk kahra-

manı Hınzır Can, annesi Erişim Hanım,

Babası Sözel bey ve ilginç köpeği Zibidi,

yakın arkadaşları; Demohan, Tarçın, Tık-

nefes, Dobracan ve uzatmalı kız arkada-

şı Kuple ile gü-

nümüzün yerin-

de duramayan

bir enerjiye sa-

hip çocukların-

dan biri. Açık-

çası “O bir

Can’lı yayın”…

O bir hazır ce-

vap fabrikası!..

O bir zamane

f ı r l a m a s ı ! . .

“Hınzır Can” bu

kitapla çocukla-

ra ilk kez “mer-

haba” derken,

karşımıza çevre

dostu bir çocuk

olarak çıkıyor.

Çevremizi saran

sorunlara ken-

dince çözümler,

öneriler üreti-

yor, kendince tepkiler veriyor… Hınzır

Can, bu kitapta, ülkemizde bir türlü

oluşmayan çevre bilincine, küçük bir kat-

kı için yakın çevrenizde dolanıp duruyor…

Çevresinde olup bitenlere farklı göz-

lerle bakmaya başlayan Hınzır Can, fık-

ra tadında kolay okunan maceralarında an

geliyor GDO’lu konuşan bir patlıcanla rö-

portaja kalkışıyor, an geliyor korsan kitap

sorununa değiniyor. Küresel ısınmadan,

çölleşmeye, fıstık çamlarına verilen za-

rardan, su sorununa, Kazdağlarının altın

aramayla yok edilmesinden fay kırığına

dek pek çok çevre sorununa kendince dik-

kat çeken Hınzır Can, su tasarrufu için

bize su-per öneriler sunuyor. Ağaçların ya-

kın dostu olan bu hiperaktif çocuk çev-

remizi saran çirkin yapılara, rant aracı

AVM’lere de gıcık mı gıcık doğrusu. Kü-

resel ısınmaya kafa yorarken, çevremizi

saran çirkinlikleri de es geçmiyor. Bir so-

lukta okunan bu keyifli ve duyarlı kitap

Hınzır Can’ın “Dünya Çevre Günü” bil-

dirisiyle sona eriyor.

ÇOCUKLARLA �Ç �ÇE B�RYAZAR-Ç�ZER

Cihan Demirci 20 yılı aşkın bir süredir

söyleşi, atölye çalışması ve imza günleri için

gittiği okullarda “Hınzır Can” benzeri; du-

yarlı, hazır cevap ve hiperaktif güç kaynağı

çocuklarla bir araya geldi. “Hınzır Can” da

zaten yıllar süren bu gözlemlerin sonu-

cunda oluştu. Kitabın iç resimlemelerine

ve kapak resmine de imzasını atan Cihan

Demirci, 35 yılı bulan yazar-çizerlik ma-

cerasında bugüne dek, 310 bini aşan bir

okura ulaşan 42 kitap yayımladı, bu ki-

taplardan 19’u ise çocuk kitabı.

Cihan Demirci, bu keyifli kitapta ince

gözlem gücüne dayalı coşkulu, duyarlı ve

günümüz çocuklarını yakalayan mizah

anlayışıyla bugünün çocuğunun çevre ile

dostluk kurabilme çabalarından renkli, eğ-

lenceli ve düşündüren kesitler sunuyor biz-

lere…

Öğrendiğimize göre Hınzır Can’ın se-

rüvenleri başka kitaplarda da devam ede-

cek.

Doğayı seven çocuklaraDilimize pek çok sözcük, terim ve deyim kazand�rm�� olan mizah ustas� Cihan Demirci, son y�llarda çocuklar içinyazd��� kitaplara a��rl�k vermi� gözüküyor. Hem yazar hem de çizer olarak 35 y�l� geride b�rakan mizah ustas�n�n

son kahraman� H�nz�r Can, ilk kitab�nda çevre dostu olarak kar��m�zda…

DİLEK KESKİ[email protected]

Küçük ejderha Kokosnuss ve ar-

kadaşı Matilda, Kaplumbağa Adası’na

gitmek üzere salları ile yola çıktılar. An-

cak aniden ortaya

çıkan bir korsan ge-

misi onları yakala-

dı ve ünlü Korsan

Reisi Berbat Jim,

Kokosnuss ve Ma-

tilda’yı zincire vur-

durdu. Fakat son-

ra gemideki kor-

sanlar isyan edin-

ce, bu sefer Berbat

Jim, Küçük Ejder-

ha’nın yardımına

muhtaç kaldı...

Ingo SiegnerAbm Yay�neviÇev: Sadettin

F�rat, 72 s.

Küçük Ejderha veZalim Korsanlar Muzaffer İzgü okumayı yeni öğ-

renen çocuklar için beş kitap yazdı.

Okumaya hangisinden başlarsanız

başlayın, diğerleri için sabırsızlana-

caksınız. Üstelik

Serap Deliorman

öyle güzel resim-

ledi ki onları, ki-

taplığınızın en gü-

zel kitapları ola-

cak “Sarı Civciv”,

“Şeker Kız”, “Uy-

kucu Sibel”, “An-

neciğim Acıktım”

ve “Çıplak Ayak-

lı Futbolcu”.Muzaffer �zgüBilgi Yay�nevi

24 s.

�plak Ayakl� Futbolcu

Tuna, Deniz ve Yasemin, her yaz

tatil yaptıkları Güzelçamlı’ya gittik-

lerinde, çevrelerinde garip olaylar

yaşandığını fark

ederler. Eğer bu

gidiş önlenemezse,

dünyayı büyük bir

felaket beklemek-

tedir. Kalkıştıkları

bu zorlu mücade-

lede en büyük yar-

dımcıları da Çev-

reci Dede olacak-

tır. Yardımcı Ça-

lışma dosyası ile

“Çevreci Dede”yi

okumak çok daha

eğlenceli!

Hikmet TemelAkarsu,

Do�an Egmont, 152 s.

Çevreci Dede Yakla�anTehlike

Hınzır Can

Çevre Dostu,

Cihan Demirci,

Kırmızı Kedi Yayınevi, 128 s.

Page 21: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAP

İzmir Kitap Fuarı’nda yazar Seyyit

Nezir ve Mecit Ünal, Neyzen Tevfik üze-

rine bir panel gerçekleştirdiler. Kitap eki-

mizde de yayınladığımız ve oldukça ilgi

gören Neyzen Tevfik yazısının ardından

paneldeki konuşmaları da sizlerle pay-

laşıyoruz.

Seyyit Nezir: Neyzen Tevfik, şiirimi-

zin nev’i şahsına münhasır ustalarından

biri. Gerçekten hem yaşam olarak hem

de şiirle dünyaya bakış olarak son dere-

ce özgün, Batı ile Doğu arasında yaşamı

ve felsefesiyle köprü kurabilmiş bir kişi-

liğimiz. Onda bir bakıyorsunuz Nasred-

din Hoca’nın kendini ve halkı yerden yere

vurabilecek cesarette özeleştirisini bu-

luyorsunuz, bir bakıyorsunuz Batı’daki en

ileri düzeyde biçimlenen felsefi mesele-

leri şiirlerinde yansıttığını görüyorsu-

nuz. Bir bakıyorsunuz Nef’i’den, Kazak

Abdal’dan çok güçlü yergi ve toplumsal

eleştiri duyarlılığı yansıtıyor, bir bakı-

yorsunuz çağdaşı ve üstadı kabul ettiği

Eşref’ten felsefi bakımdan daha derin ve

ileri düşüncelerle karşımıza çıkıyor. Ken-

disini en iyi şu dörtlükte anlatıyor:

Felsefemdir kitab-ı imanımTaparım kendi ruhumun sesineSecde eyler hakikatim her anKalbimin ateş-i mukaddesine

Sansürsüz düşünmenin, özgürlük aş-

kının bu kadar özgün ve cesur ifade edi-

lişini belki sadece Batı düşüncesinde, bir

Hegel’de, bir Schopenhauer’da bulabi-

liriz. Ne yazık ki biz Neyzen’i sadece kü-

fürbaz olarak belledik. Peki, niye öyle bel-

ledik? Çünkü Neyzen, söze hiçbir san-

sürü kabul etmeyen bir kişiliğe sahip...

Ayrıca onun yaşam anlayışına göre kü-

für bir müsekkin, yatıştırıcıdır. “Ben

küfrü böyle kullandığım için kime küfür

etsem güler, küfrettiğim kişi de teskin

olur,” diyor. Çünkü gerçekten o, küfür-

de herhangi bir kimseyi, olayı, durumu,

ruhen ya da fiziksel olarak taciz etmez.

Zaten Kazak Abdal’da, Nef’i’de de öy-

ledir. Ama en başta özgür düşünceye kar-

şı çıkanlar, Neyzen’e haydi haydi karşı çı-

kacaklardı. Neyzen’in en büyük şansı,

güçlü şiirlerini büyük eleştirisini 1908

Devrimi sonrasında ortaya çıkarmasıdır.

1908 Devrimi ve sonrası, sosyal tarihçi-

ler ve o dönemi merakla incelemiş olan

okurlar bilirler ki, Türkiye’de düşünce ve

eylem özgürlüğünün en güçlü olduğu dö-

nemlerden biridir. Belki ona yakın di-

yebileceğimiz dönem 27 Mayıs’tan son-

ra yaşanmıştır. Devrim 24 Temmuz’da ol-

muştu, hemen bir yıla varmadan 13 Ni-

san 1909’da, eski takvime göre 31 Mart

1325’te karşıdevrim, şeriatçı ayaklan-

ma olunca bu kez, o özgürlüklerin kötüye

kullanıldığı yorumlarıyla beraber gelen

birtakım yasalarla, meclis ve İttihat Te-

rakki devrimi güvenceye almak adına bir-

takım sınırlamalar getirmeye başladı.

Fakat o on aylık dönem Türkiye’de daha

önce yaşanmamış tam bir devrimci dal-

galanma dönemidir. İşte o sırada, gerek

Abdülhamit’e, gerek her türlü gericiliğe,

yobazlığa, yolsuzluğa yönelik eleştirisini

de Neyzen özgürce yapabilmiştir. Küf-

retmesi gerektiğinde küfretmiştir, ama

aşağılamak için değil, karşısındakini ya-

tıştırmak için; kötü ve yıkıcı eyleme,

şiddete, saldırganlığa yönelmenin önü-

nü almak için küfre başvurmuştur.

Mecit Ünal: Bir şairi var eden şey

eserleri olduğu kadar, yaşadığı hayattır.

Neyzen Tevfik’in macera dolu bir haya-

tı var. Ama o dönemin birçok aydını son

derece maceralı hayatlar yaşıyorlar. Çün-

kü Türkiye o zaman bir imparatorluk,

Rumeli’de, Afrika’da, Asya’da toprakları

var. Neyzen Tevfik, Bodrum’da doğ-

muş, İzmir’de büyümüş, İstanbul’da ya-

şamış, Mısır’a gitmiş, Kahire’de bulun-

muş…

Neyzen Tevfik doğduğunda Bodrum

çok küçük bir yer. Babası Bodrum Rüş-

tiyesi’nin başöğretmeni... Böyle bir or-

tamda doğuyor. Onu değiştiren etken-

lerden biri de, Bodrum’da Tepecik kah-

vesinde ney dinlemesi. Bir kaval sesi du-

yuyor ama onun ney olduğunu bilmiyor.

Sonra yakalandığı sara hastalığı da onu

neye yönlendiriyor. Şiire başlamasına bir

bakıma sara yol açıyor. Sonra İzmir’e Ur-

la’ya geliyorlar. Burada, şair Eşref’le, İz-

mir’de sürgün bulunan Abdülhalim

Memduh ile tanışıyor. İlk şiirini 19 ya-

şında İzmir’de yayımlıyor. Mehmet Akif

en yakın arkadaşı. Tevfik Fikret’le, Hü-

seyin Cahit Yalçın’la dost. Ney’den do-

layı Mevlevi, mey’den dolayı Bektaşi. Bel-

ki de bu yüzden, dilinin ayarı olmayan

nevi şahsına münhasır bir şair Neyzen

Tevfik... Dinle ilişkisine gelince: Neyzen

Tevfik’in inandığı bir Tanrı var, ama onun

Tanrı’sı Neyzen Tevfik gibi bir tanrı. Şi-

irlerinde bazen ona sığınıyor, bazen öf-

kelenip sitem ediyor. Alkoliklik derece-

sinde içkiye düşkün. Esrar kullanıyor. Ha-

yatının büyük bir kısmı tekkelerde, mevl-

evihanelerde, akıl hastanelerinde geçiyor,

ama öte yandan son derece açık bir di-

mağa sahip.

Neyzen Tevfik bir hayvansever. O

dönemin aydınları hayvanları seviyorlar.

Dağlardayken Resneli Niyazi’nin yanın-

da gezdirdiği bir geyik var. İzmir suikas-

ti suçundan idam edilen Albay Arif Bey’in

yanında hep bir ayı yavrusu olur, onunla

güreş tutuyor. Neyzen Tevfik de yaşamı-

nı uzun süre bir köpekle paylaşıyor. Adı

Mernuş... Öldüğünde şu şiiri yazıyor:

Bu engin ayrılık canıma yetti,Başımdan aşıyor kederim Mernuş,Bu yolda yazılmış fermanı kaza,Bunu da gösterdi kaderim Mernuş.

Bağlanmıştım bütün kalbimle sana,Şu fani cihanı okuttun bana.Sen göçtükten sonra ben yana yanaHicranla gözyaşı dökerim Mernuş.

Bu yolda cahilim, bildiğim kısa,Sen girdin toprağa ben düştüm yasa.Haklı haksız hatırını kırdımsaAffet günahımı beşerim Mernuş.Neyzen’in en çok uğraştığı, diline do-

ladığı meselelerinden biri de yobazlık:Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık ye-

niden,Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.Kara bir kinle taassub pusudan çıktı

yine,Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bü-

rüdü.Sözcükleri keskin ve sivri:Kime sordumsa seni doğru cevap ver-

mediler; Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus de-

diler... Künyeni almak için, partiye ettim te-

lefon: Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus de-

diler!..

Neyzen’in yaşadığı tüm devirler için

geçerli olan bu dörtlüğü bugün için de

söylenmiş kabul edebilirsiniz.

Neyzen Tevfik’in şiiri eski mi yeni mi?

Bilinmesi gereken bu bence. Neyzen

Tevfik’in yaşadığı olaylar, eleştirdiği du-

rumlar bugün de varsa, Neyzen Tevfik

günceldir, yenidir. Neyzen’in güncelliği

ölçüsünde hicvimizin Can Yücel’de kal-

mış olması ise üzücü.

Hicvin üstadı Neyzen TevfikSansürsüz dü�ünmenin, özgürlük a�k�n�n bu kadar özgün ve cesur ifade edili�ini belki sadece

Bat� dü�üncesinde, bir Hegel’de, bir Schopenhauer’da bulabiliriz. Ne yaz�k ki biz Neyzen’i sadece küfürbaz olarak belledik

Page 22: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

3 MAYIS 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP ARAKABLO

Falih Rıfkı Atay, kurucuları arasında

bulunduğu Akşam Gazetesi’nde 4 yıl bo-

yunca yazdığı başyazılarıyla İstiklal Sa-

vaşı’nı ateşli biçimde desteklemiş yurt-

sever yazarlarımızdandır. İttihat ve Te-

rakki’nin yılmaz kalemi Hüseyin Cahit

Yalçın’ın da liseden öğrencisi olan Atay,

Talat Paşa’nın özel kalem müdürü ola-

rak çalıştıktan sonra, I. Dünya Savaşı’nda

yedek subay olarak gittiği Suriye’de Ce-

mal Paşa’nın özel kâtipliğini yaptı. Ya-

zarlığa Tanin Gazetesi’nde başladı

(1913), Suriye ve Filistin’deki savaş anı-

larını Ateş ve Güneş (1918) kitabında

topladı. Aynı yıl, Ali Naci (Karacan),

Necmettin Sadık (Sadak) ve Kazım Şi-

nasi Dersan ile birlikte Akşam Gazete-

si’ni kurdu. Damat Ferit hükümetince va-

tanseverleri yargılamak üzere kurulan ve

halk arasında “Kürt Nemrut Mustafa Di-

vanı” diye anılan mahkemede Ak-

şam’daki yazılarından ötürü idam tale-

biyle yargılandı. II.İnönü Muharebe-

si’nin kazanılması üzerine Divan-ı Harp

tutum değiştirince idamdan kurtuldu. 10

Eylül 1922’de Anadolu’ya geçti.

Demokrat Parti’ye karşı muhalefeti-

ni Bedii Faik’le çıkardığı (1952) Dünya

Gazetesi’nde yürüten Atay, ulusalcı ve

cumhuriyetçi kişiliğini yaşamı boyunca

koruyarak, Osmanlıcılara ve Osmanlı-

cacılara karşı Atatürk devrimini, Türk-

çenin bağımsız bir edebiyat ve bilim

dolu olduğunu ısrarla savundu. Çanka-

ya adlı yapıtında kendisini şöyle tanım-

ladı: “Ben haddini bilen bir yazı adamı-

yım. Cumhuriyet devrine ‘Akşam’ gaze-

tesinin dört sahibinden ve iki başyaza-

rından biri olarak girdim. Cumhuriyet

Halk Partisi’nin iktidar devrinden ‘Ulus’

gazetesinin ‘eski’ başyazarı olarak çıktım.

Otuz yıl yazdım, konuştum, dinledim ve

gördüm. Hepsi bu.”

DÜNYANIN EN BAHTLI�NSANI

Atay, Cumhuriyet’in 10. Yıl’ında, iş-

gali ve Kurtuluş Savaşı acılarını hemen

unutmakta olanları haklı olarak uyar-

mıştı:

“İnkıraz, kurtuluş... Bu kelimeleri

şimdi ne kadar kolay söylüyorsunuz. Bir

milletin bayrağı, o milletin başı gibi dü-

şer.

“İstanbul sokaklarında yedi düşman

marşının birbirine karıştığını duymuş

olanlardanım.

“Beyaz barbar, pabuçlarını kaç sene

‘Ay Yıldız paçavrası’na sildi.

“İstanbul güneşi batarken, zenci da-

vulu Sarayburnu’nda Marseillaise vurdu.

“Galata; Şanghay çarşısına, Divan-

yolu; Fas pazarına, Mısırlı; İstanbul so-

kaklarında İngiliz’e, Cezayirli de Fran-

sız’a döndü.

“Karargâh kapılarında prensler ra-

calık, büyük fikir adamları tebaalık di-

lenir oldular.

“Ben en büyük vatandaş kahraman-

lığının gözyaşlarını kurutmadan evden

çıkmak olduğunu görmüş olanlardanım.

...

“Size dünyanın en bahtlı insanı kim

diye sorarlarsa, göğsünüzü kabartarak,

kendinizi gösteriniz!” (Eski Saat, 1933)

GÂVUR �ZM�R DED�KLER�Kurtuluş Savaşı yıllarının millî mü-

cadele basınında Atay’ın olaylara duy-

gusal olduğu kadar akılcı politik tavır alı-

şıyla beliren öncü kişiliğini hem düşün-

ce hem de dilinde, doğruları kestirme,

apaçık ve etkili yansıtışında yakalıyoruz.

Nitekim İzmir’i hem düşmana hem yo-

bazlara karşı gözü pek bir yurt aşkıyla sa-

vunmuştu:

“İzmir Türklerinin İzmir toprağına

nasıl bastıklarını görmek, İzmir dağla-

rında rüzgârın şuradan buradan koparıp

getirdiği türkülerin ezgilerini duymak, in-

sana hangi milletin vatanında olduğunu

bir anda öğretir. ... Ne suyunda leke, ne

yatağında haraplık, ne sesinde yorgunluk

var. Bursa bile, Konya bile bu kadar Türk

değildir. ... İzmir’in Türklüğü bir rakam

ve şekil, bir istatistik Türklüğü değildir.

Zira istatistikler ve rakamlar, ölü ve bo-

zulmuş, cesetleri ancak adetle sayılma-

ya layık olan milletler içindir. ... Yere bat-

sın istatistik! İzmir Türk’tür. Adet man-

tığı içinden kahraman

planları çıkar mı? İz-

mir’in yiğit ve mert

Türkleri niçin kendi-

lerini rakamla müda-

faa etsinler?” (Büyük

Mecmua, 28 Mayıs

1919)

M�LLÎMERKEZ’ED�VAN-I HARPM�?

Mustafa Kemal’i

serüvenci bir başıbo-

zuk olarak niteleyen

nice kaşarlanmış ve

yalancı şöhrete aldır-

maksızın onun yanın-

da yer alışını yalın ve

saf bir anlatımla dile

getiriyordu: “O iste-

diğini söylediği vakit,

her taraftan şu cevap

geliyordu: ‘Bizim de

istediğimiz budur!’ İs-

tediklerini bilenler

Mustafa Kemal’de bir

başbuğ ve bir arkadaş,

istedikleri şeyi tarif edemeyerek yalnız

onun aksini ve hicranını duyanlar, seda-

sında da bu esrarengiz emelin hakiki ta-

rifini buldular... İnsan sormak istiyor:

‘Hakikaten vücudunuz etten midir, göğ-

sünüz kemikle mi örülmüştür, siz de ce-

set içinde mahpus bir faniden mi iba-

retsiniz?’ Ve hatta ben sormak istiyorum:

Siz bizden biri misiniz?” (Akşam, 22 Ey-

lül 1921)

Önderi bertaraf etme amacındaki

boşuna gayretleri de somut ve alaycı ga-

zeteci söylemiyle sahiplerinin yüzüne

vururken, bugüne de ışık tutuyor, gerici

hükümetlere karşı savaşan Cumhuri-

yetçileri her dönemde bekleyen pusu ve

tehlikeleri, günümüzde Millî Merkez’e

yönelik olası komploları haber veriyor:

“İptida, Kastamonu’daki valiler, Mus-

tafa Kemal Paşa’yı dostlarıyle beraber

baskın usulü şöyle bir tutup zaptiyeler

arasında eli kolu bağlı, alayişle İstanbul’a

gönderecekti. Mustafa Kemal Paşa, Si-

vas’tan geçen bu tevkif telgrafını açtı,

okudu, ertesi sabah İstanbul telgrafha-

nesine, ‘Kastamonu valinize gönderdi-

ğiniz emri açtık, okuduk ve güldük’

dedi. ...

“İstanbul’dakiler tekrar toplandılar,

münakaşa ve istişare ettiler, gece dü-

şündüler, gündüz düşündüler, ‘Anado-

lu’yu içinden patlatmalı!’ kararını ver-

diler. O Gâvur Ali mi, Delibaş mı nedir,

Rum azmanı bir soytarı Konya’yı zap-

tedecek, Yunan ordusunun yolu üstün-

deki dikenleri ayıklayacak, Anadolu’yu

cenuptan şimale doğru ele geçirecekler

ve Ankara hükümetini yed-be-yed İs-

tanbul Divan-ı Harbi’ne teslim edecek-

lerdi. ...

“Türk devletinin bu yeni nüvesini na-

sıl boğmalı idi? Şarkta Ermeni istilası

boşa çıktı, Garp’ta Yunan [Anzavur]

kuvve-i inzibatiye ordusu seferi suya

düştü, merkezde Gâvur ve Deli lakaplı

türedi taslakları ancak sehpaları donat-

SEYYİT NEZİ[email protected]

Falih Rıfkı, İzmir’i hem düşmana hem

yobazlara karşı savunmuştuAtay, �stiklâl Sava�� y�llar�nda yazd�klar�yla, yaln�zca o günlerin gerçeklerini saptamad�;

cumhuriyetçi, ulusalc� ve yurtseverleri her durumda sorumlu ve cesur davranmaya yönlendirdi.

Foto�raf Ara Güler

Page 23: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de

tı. ... Artık eğer kaldı ise, bütün ümitleri

Asurîlerde, Sâsânilerde, biraz da Keldâ-

nîlerde kaldı.” (Akşam, 7 Temmuz 1921)

DEVLET �ST�KLÂLDEMEKT�R

Atay’ın topluma tepeden tırnağa ve en

uzakları göstererek tuttuğu ışıldak, art ni-

yetli, çıkarcı ve işbirlikçi aydın bozuntu-

larını da açığa çıkarır: “Bu sabah işittim

ki bu zat Avrupa’da bir hizmete taliptir ve

Avrupa’da Türklerin millî haklarını, mil-

lî davalarını müdafaa edecekleri bir pos-

tu ele geçirmek için etek etek, eşik eşik

dolaşıyor. Avrupa’ya gitmek ve Türk ol-

maktan kurtulmak ve Türk maaşıyla

emellerine ermek: Bu tahayyül bu genci

gece uyutmuyor, gündüz sersem edi-

yor...” (Akşam, 8 Eylül 1921)

Falih Rıfkı Atay, ülkeyi mandacılara

terk ederek Osmanlı kimliğini yaşatabi-

lecekleri masalıyla avunan ve milleti al-

datma yarışına girişen ham salakları bu-

gün de eliyle koymuşçasına halkın önü-

ne çıkarmaktadır:

“Bir şairimiz, daha evvel millî ordu-

muz için tasarladığı nefis bir şarkıda, bu

gaye-i harbin idealini eski bir Türk sözü

ile tayin ediyordu: Ya devlet başa, ya kuz-

gun leşe! Devlet istiklal demektir. ...

“Eğer Kuvâ-yi Milliye olmasaydı,

Türkiye daha iki seneden beri, şarkında

ta Sivas’ı aşmış bir Ermenistan, cenu-

bunda zorla yaratılmış, tasnî edilmiş bir

Kürdistan olacaktı. Kuvâ-yi Milliye, coğ-

rafyamızın sülüsünü kurtardı.” (Akşam,

24 Temmuz 1921)

METRUK ASKER�NTÜRKÜSÜ

Atay, Türk askerini meçhul asker

kavramından çok daha önce ve yerli bir

kavramla anlatırken, bize bugünleri de bu-

ruk bir gülümsemeyle düşündürtüyor:

“Bu asker, tıpkı Ey Gaziler türküsünü söy-

leyen eski asker gibi... Eski asker!.. Bil-

mem onu hatırlıyor musunuz? Vatanın

her tarafı onun için bir gurbet gibiydi. Zira

ana ocaklarından başka hiçbir tarafta be-

nimsenmeyen bu köylüler, ayrı bir mille-

tin zabitleri gibi, orduya dokunmaktan ik-

rah eden kumandanların idaresi altında

idi. Kışlasında ve çadırında, köyüne dö-

nünceye kadar duyduğu şey hazin bir

iyimserlik hissi idi. Ey Gaziler o devrin,

o metruk askerin türküsüdür.” (Akşam,

19 Kanun-ı Evvel 1921)

Falih Rıfkı Atay, İstiklâl Savaşı yılla-

rında yazdıklarıyla, yalnızca o günlerin

gerçeklerini saptamadı; bütün zamanla-

rın Cumhuriyetçi, ulusalcı ve yurtsever-

lerini güncel durum karşısında sorumlu

ve cesur davranmaya yönlendirdi. Ruşen

Eşref, “Kuvve-i Maneviyemiz” yazısında,

Atay’ın o günlere en gerçekçi ve yürekli

saptamayı getiren şu sözünü anıyor: “Her

zaman düşman bizden çok ve biz düş-

mandan kavîyiz.” (Hâkimiyet-i Milliye, 3

Ağustos 1921)

BULMACA

3 MAYIS 2013 CUMA 23Aydınlık KİTAP

Çankaya,Falih Rıfkı Atay

Soldan sa€a1. Resimdeki yazar - Ut çalan kimse - Al-

lah’tan hay›r dileme

2. Baya€›, s›radan - “O€uz ...” (yazar) - Bir iflin

yap›ld›€› an

3. Kürekle yürütülen küçük deniz teknesi -

Saz›n en kal›n teli ya da kirifli -

Hiyerarflik bir düzende önemli bir görev, ma-

kam

4. Bir iflte yard›mc› olarak çal›flan erkek - Ha-

befl soylusu - Mesafe

5. E€ilimi olan - Uzunlu€u veya boyu az olan

- Bir sebze

6. Eski bir M›s›r tanr›s› - Rutenyum’un sim-

gesi - Kötü, üzücü

7. Bir geçmifl zaman eki - Kimi zaman - Za-

viye - Bir yüzölçümü birimi

8. Bir peygamber ad› - Yunanca’da bir harf

- Arap edebiyat›nda bir fliir türü

9. “... Gündüz Kutbay” (ney üstad›) - Neo-

dim’in simgesi - “… Yücel” (flair)

10. ‹çeri taraf, dahil - Bal yapan böcek - Me-

tal üzerine kaz›da ya da ahflap tornas›nda kul-

lan›lan çelik kalem

11. At›n eflkin yürüyüflü - Letonya’n›n baflken-

ti - Gezegenimizin uydusu - Kalay’›n simgesi

12. Dolayl› anlat›m - Sezyum’un simgesi -

K›s›r, verimsiz - Satürn gezegeninin beflinci uy-

dusu

13. Yapma, meydana getirme - Bilgili, haberli

- Bir meyve

14. Otlak - Bizmut’un simgesi - H›rvatistan’da

bir liman kenti - ‹lkel benlik

15. Resimdeki yazar›n bir eseri - Belde

tafl›nan su kab›

Yukar›dan afla€›ya1. Ç›kar›m - Resimdeki yazar›n bir eseri

2. Evin bir bölümü - Eski M›s›r’da kutsal öküz

- Çimen - Üvey olmayan

3. Bir kömür türü - Bir haber

ajans› - Nijerya’n›n para birimi

4. Bir organ›m›z - Elma, armut

kurusu - Kare biçiminde alt› yüzü

olan geometrik flekil

5. Yemek, yiyecek - ‹çinde ya-

tak, yorgan vs. tafl›nan büyük

torba - Kalsiyum’un simgesi

6. Hayvan otlat›lan yer, mera -

Holmiyum’un simgesi - Kar› ile

kocadan her biri - “... Derek”

(aktris)

7. Bir hayret ünlemi - Yerleflim alanlar›

d›fl›nda kalan yerler - Ailesinin geçimini sa€la-

yan

8. ‹tterbiyum’un simgesi - Bafll›ca içece€imiz

- Bir filme, bir gösteriye eklenen beklenmedik

güldürücü ayr›nt›, gülüt

9. “... Güler” (foto€rafç›) - Gelir sa€layan

mülk

10. Bir damla gözyafl› - Belirli bir co€rafi alan-

da bulunan hayvan türlerinin tümü - Kuruntu-

ya düflürme

11. Duman lekesi - Daha çok radyo için

haz›rlanm›fl, genellikle güldürü niteli€inde k›sa

oyun - Bir tiyatro edebiyat› türü - Bir dilek flart

eki

12. Numara (k›sa) - Haz›r - Disprosyum’un

simgesi - “... King Cole” (Amerikal› caz piya-

nocusu ve flark›c›)

13. Köy evlerinin odalar›ndaki duvara bitiflik

peyke, sedir - Kuyruk sokumu kemi€i - Rad-

yum’un simgesi

14. S›n›r niflan› - Japonya’da buda rahibesi -

Taht

15. Resimdeki yazar›n bir eseri - Rusça’da

“evet”

GE

ÇE

N H

AFTA

NIN

ÇÖ

Page 24: 2-14YEDEK Layout 1...4 3 MAYIS 2013 CUMA Aydınlık KİTAP “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-de