geÇen hafta en az kitap aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. onları tanımanızda yarar var....

24
Aydınlık BU SAYIDA 34 KİTAP TANITILIYOR 15 Şubat 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 51 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 1693 Osman ahin: Dostu, sinema dehas Ylmaz Güney’i yazd Syf 6-7 Ferit Edgü’den “Giden Bir Kedinin Ardndan” Seza Özdemir yazd Syf 11 Seyyit Nezir: Dou Perinçek’in “Og’dan Our’a” kitab üzerine yazd Syf 21 GEÇEN HAFTA en az 62,589 OKURA ULAŞTIK GEÇEN HAFTA en az 62,589 OKURA ULAŞTIK ‘Masal, öykünün atasıdır’ FARUK DUMAN: FARUK DUMAN: FARUK DUMAN: FARUK DUMAN: FARUK DUMAN: FARUK DUMAN: FARUK DUMAN:

Upload: others

Post on 03-Mar-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

AydınlıkBU SAYIDA

34KİTAP

TANITILIYOR

15 Şubat 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 51

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 1693

Osman �ahin:Dostu, sinema

dehas�Y�lmaz

Güney’i yazd�

Syf 6-7

Ferit Edgü’den“Giden Bir

KedininArd�ndan”

Seza Özdemir yazd�

Syf 11

Seyyit Nezir:

Do�u Perinçek’in“Og’dan O�ur’a”

kitab� üzerineyazd�

Syf 21

GEÇEN HAFTA en az 62,589 OKURA ULAŞTIKGEÇEN HAFTA en az 62,589 OKURA ULAŞTIK

‘Masal, öykününatasıdır’

FARUK DUMAN:FARUK DUMAN:FARUK DUMAN:FARUK DUMAN:FARUK DUMAN:FARUK DUMAN:FARUK DUMAN:

Page 2: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini
Page 3: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

15 �UBAT 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

Kitapçılar kendinize en yakın, en bilgili, fikrine başvuracağınız iki “esnaf” türünden biriydi. Diğeri ec-zacılar. Eczacılar yüksek eğitimli olup, hekimle ve sağlık kurumuyla dolayımda ilk basamağı oluşturur-ken, kitapçılar da bilgi, genel kültür, edebiyat yaşamına dahil olmanın ilk aşamasıydı.

Kitapçının düşünce dünyası vitrinini, tezgahlarını ve müşterisini belirlerdi. Kentlerin büyük ve her kesime hitap eden ışıltılı ve görece lüks kitapçılarının yanında, o yan sokaklar-

da, lise yakınlarında, pasaj içlerindeki alçakgönüllü kitapçıların “dükkanları” kendilerine biçtikleri gö-revin niteliğini yansıtır bir kültür odağı, bir irfan yuvası oluştururlardı. Tabii en çok devrimcilerin aydınlanma ve aydınlatma etkinliği içinde yer alan kitapçılardı onlar ve kuş-

kusuz çok önemli işlevler görmüşlerdir. Genellikle adları devrim, halk, çağdaş, özgür, dost vb. gibi, genel-likle öğretmenlikten emekli yılmaz karakterli, kitaplarla ilişkinin yüklediği bir özellikten midir, hepsi dahailk anda güven verici insanların sahibi olduğu mekanlar...Sonra dini görüşlerin yayın dünyasında yaygınlaşmasıyla açılan akabe, islam, hakikat, nur kitabevleri...

Daha az olmakla birlikte ülkücülerin bozkurt, ülkü,töre gibi adlara sahip kitabevleri... Derken, solun bölünmesine koşut yeniden düzenlenen ve adlar alan solcu kitabevleri...Artık büyük çoğunluğu görülmez oldular. Tutunamadılar. Önce kitabı suç oalarak gösterip, sergileyen

ve yasaklayan darbe yönetimleri, sonra da Yeni Dünya Düzeni sayesinde...Kitapçılar öldü. Öldürülüyor...“Marketing” zincirleri ve e-satış alıyor yerlerini. Avm tarzı “market” mekanlarında kitap okuru-alıcısı değil, kredi kartınızın sunduğu miktar kadar müş-

terisinizdir.Her şey ışıl ışıl, pırıltılı, çekici...

Ama o, kitapların ruhunu, içeriğini bilen, üzerlerinde hararetle tartışan, öne-ren, uğramışken size illa çay ısmarlayan insanlar yok ya da gittikçe yok oluyorlar.

Onların yok olmasıyla birlikte, sahici değerleri oluşturan kitaplar da daha azsatar oluyor.

Dostoyevski’yi, Aziz Nesin’i, Ziya Gökalp’i, Cemil Meriç’i öneren kitapçıla-rın yerini magazin sayfalarının, metro panolarının, tvlerin ve kapkaranlık bir sis-temin önerdiği yazarlar, kitaplar alıyor...

Okumaya dair seçimlerin bunca kötü oluşunun bir nedeni de bu.Yine, “çözüm”ü bulun diye dayatan o soru: Ne yapmalı, o zaman?

� � �Kitap Eki’mizi çok değerli, yetenekli genç editörlerden oluşan bir ekiple çıkarı-

yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Almanya’da tamamladı. Almanya’nın Müns-

ter kentinde bir yıl üniversite (Wilhelmsuniversitaet) okuduktan sonra öğrenimine Türkiye’de devam etme-ye karar verdi. İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Buradan mezun olduktan son-ra yine İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde yüksek lisans programına kaydoldu. Şuanda tez aşamasında. İleri seviyede Almanca ve İngilizce biliyor. Hiç kuşkusuz bir kitap kurdu.

� � �Geçen hafta Aydınlık, dolayısıyla Kitap Eki en az 62 bin 589 okura ulaştı. Aydınlık’ın tirajı abartılmış,

şişirilmiş, bayilerden toptan alım ya da “aboneler” dahil bir tiraj değil. Bayi satışlarından oluşan gerçekbir tiraj. Elbetteki elden satışlarla daha da fazlası var. Ama Kitap Eki’miz ve Aydınlık’ımız için çok dahabüyük hedefler duruyor önümüzde... Ulaşacağız.

� � �52. Sayımızda görüşmek üzere bol kitaplı ve esen kalın.

İÇİNDEKİLER SUNUSUNU

Haftanın Portresi: Tezer Özlü

Doğamızın karanlık tarafına tutulan ayna

‘Hayatın kendisi, yaşananlardan üstündür’

Antik çağı keşfeden hümanistler

Ölümü anlamak üzerine

Bir kedinin ardından tüm insanlara

Kapak:

Metristepe’den Metrestepe’ye

Attila İlhan ve fena halde aşk

Ya zılgıtlar susarsa!

Gezginlerden dört yeni kitap

Yeni Çıkanlar

Çocuk: Merhaba çocuklar,

merhaba cümleten

Devlet ve kavmin oluşmasında

Türkçenin önceliği

Alıntı Test-Bulmaca

s. 4

s. 5

s. 6

s. 8

s. 9

s. 10

s. 11

s. 12-13

s. 14

s. 15

s. 16

s. 17

s. 18-19

s. 20

s. 21

s. 22

Kitabevleri yaşamalı

[email protected]@aydinlikgazete.comBaskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.

Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu

[email protected]

Müşteri TemsilcisiKamile Karakadı[email protected]

Reklam Servisi

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri Ebru Baysan

Editör Pınar Akkoç[email protected]

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu

Yazıişleri İrem Halıç, Deniz AntepoğluCenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Haldun Çubukçu

P�nar Akkoç

Bilimdışılık bilimin

kahramanlarıyla yenilecek

Kapak: Faruk Duman’la kitabı

“Baykuş Virane Sever” üzerine söyleşi

Çocuk: Merhaba çocuklar,

merhaba cümleten

Devlet ve kavmin oluşmasında

Türkçenin önceliği

Page 4: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

4 Aydınlık KİTAP

“Benim hikâyem, bir tek kişiyi bile

adalet aramaya yüreklendirirse, bu kitap

amacına ulaşmış demektir.”

En üstte, genç yaşta intihar eden bir

adamın fotoğrafı -nedeni bilinmiyor- ha-

ber iki satırla geçiştirilmiş. Altta, sobadan

zehirlenen aileyle ilgili komşuların söy-

lediklerine yer verilmiş; onun yanında,

hasta yakınları tarafından öldürülen dok-

torun gülümseyen gençlik fotoğrafı. Sı-

radan insanların sıradan olmayan ama ar-

tık sıradanlaşmış ölümleriyle dolu üçün-

cü sayfa haberleri.

Son yıllarda bu haberlere babası, am-

cası, ağabeyi ya da üst kat komşusu ta-

rafından dövülen, tecavüz edilen, öldü-

rülen küçük çocukların haberleri eklen-

di ve beraberinde korkunç ista-

tistikler: Türkiye’de

her yıl 150 bin çocuk

cinsel istismara uğru-

yor, istismara uğra-

yanların yüzde 70'i 11

yaşın altında ve yüzde

60'ı ise kız çocuğu.

Kuşkusuz bu son

birkaç yılın meselesi

değil, çocuklar ve ka-

dınlar zayıf oldukları;

bırakıldıkları için ta-

rihler boyunca sömü-

rüldü, istismar edildi.

Toplumsal çöküşlerin

yaşandığı dönemler ah-

laki çöküşü beraberinde

getirdi ve istismar ayyu-

ka çıktı. Ne yazıktır, yine

öyle bir dönemden geçiyoruz.

��DDET VE TAC�ZLE GEÇENÇOCUKLUK

Ankara’da “çok seslilik ve çok renk-

lilik” şiarıyla kurulan Trend Yayınevi, ül-

kemizde sıklıkla yaşanan çocuk istisma-

rına dikkat çekmek amacıyla ikinci kita-

bı “Şeytanın Çocuğu”nu yayımladı. Ki-

tapta, henüz üç aylıkken ebeveynleri ta-

rafından Poor Sisters of Nazareth mez-

hebine bağlı Katolik rahibeler tarafından

işletilen bir bakımevine bırakılan Jerry

Coyne’un şiddet ve tacizle geçen çocuk-

luğu anlatılıyor.

Bakımevindeki ilk dört yıl, henüz bir

bebek olan, Jerry için keyifli geçer. “Son-

ra, çocukların yaşadığı bölüme yeni bir ra-

hibe geldi ve her şey değişti.” Sert ve acı-

masız cezalar günlük hayatın birer parçası

haline gelir. “ ‘Ben şeytanın çocuğu-

yum,’ diye fısıldadım. Rahibe Dominic sır-

tıma bir yumruk atıp, ‘Yüksek sesle!’ dedi.

‘Daha yüksek sesle söyle.’ ‘Ben şeytanın

çocuğuyum,’ dedim tekrar. Bu kelimele-

rin ne anlama geldiğini bilmiyordum,

ama gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı sü-

zülürken içim korkuyla doldu, çünkü bir

şekilde, korkunç bir itirafta bulunduğu-

mu biliyordum.”

HUKUK MÜCADELES�NEYÖNEL��

Rahibeler küçük ço-

cuğun “içindeki şeytan”ı

dayakla çıkarmaya çalı-

şırken Jerry korkuyu

yenmek için kötü dav-

ranışlarının arkasına

saklanmaya çalışır. 12

yaşındayken, bu tavır-

ları yüzünden, davra-

nış bozukluğu olan ço-

cukların gittiği bir yatılı

okula yollanır. Burada

Jerry için hayat daha

da zorlaşır. İşkence-

nin ve tacizin bittiği

ilerleyen yıllarda bile

suçluluk duygusuyla

baş edemez ve kendi-

ni asmaya kalkışır. İşte

bu hikâyemizin dönüm noktası olur. Yeni

bir hayata başlamak isteyen Jerry Coyne,

Avukat Mark Keeley ile tanışır ve hukuk

mücadelesi başlar.

Nottingham’da yaşayan bir duvar us-

tası olan Jerry Coyne’un bu muazzam ve

ilham verici hikâyeyi anlatmasına birçok

kişi destek vermiş. En önemlisi ise kita-

bın gölge yazarı olan Jane Smith. (Kitap,

yurt dışında sıklıkla uygulanan gölge ya-

zarlık tekniğiyle kaleme alınmış.)

“Benim hikâyem, bir tek kişiyi bile

adalet aramaya yüreklendirirse, bu kitap

amacına ulaşmış demektir.”

(Şeytanın Çocuğu, Jerry Coyne, TrendKitap, Çev: Asuman Sayıner, 256 s.)

“Benim hikâyem, bir tek ki�iyi bile adalet aramayayüreklendirirse, bu kitap amac�na ula�m�� demektir.”

Şeytan bununneresinde?

MELİS YALÇ[email protected]

HAFTANIN PORTRES�

Tezer Özlü(10 EYLÜL 1943 - 18 ŞUBAT 1986)

Mülkiyet ve aidiyet kavramlar�na kar�� tavr�eserlerinde ön plana ç�kar. Öte yandan romanlar�nda

varolu�çuluk izleri de bulmak mümkündür

Kısa yaşamına az ama önemli kitap-

lar sığdırmış yazar, Kütahya’nın Simav il-

çesinde doğdu. Çocukluğu ana babasının

görevi nedeniyle Simav, Ödemiş ve Ge-

rede’de geçti. On yaşındayken İstan-

bul’a geldi ve Avusturya Kız Lisesi’ne git-

ti. Ancak mezun olamadı.

1961 yılında yurtdışına çıktı ve 1962

ile 1963 yılları arasında otostopla Avru-

pa’yı dolaştı. Tiyatrocu ve yazar Güner

Sümer’le Paris’te tanıştı ve 1964 yılında

evlendi. Ankara’ya taşındılar ve bu dönem

de Tezer Özlü Almanca çevirilerle ilgi-

lendi. Ayrıca Sümer’in yönettiği “Gizli

Oyun” isimli oyununda rol aldı. Daha

sonra Sümer’den ayrılarak İstanbul’a

yerleşti ve psikolojik rahatsızlıkları ne-

deniyle 1967-1972 yılları arasında çeşit-

li kliniklerde tedavi gördü.

Özlü’nün ilk kitabı esasen 1963’ten

beri çeşitli dergilerde yayımlanmış öy-

külerinin derlendiği “Eski Bahçe”dir.

Kitap, 1978 yılında yayımlandı. 1980 yı-

lında ise ilk romanı “Çocukluğun Soğuk

Geceleri” basıldı. Bu romanında çocuk-

luğundan itibaren yaşadığı sorunları ve

klinikte yaşadıklarını irdeledi.

Özlü’yü en çok etkileyen yazarlar

Kafka, Svevo ve Pavese olmuştur. 1983’te

yayımlanan “Auf den Spuren eines

Selbstmords (Bir İntiharın İzinde)” ro-

manında bu üç yazardan izler görmek

mümkündür. Roman, 1983 Marburg

Yazın Ödülü’nü kazandı. Özlü 1984 yı-

lında kitabını “Yaşamın Ucuna Yolculuk”

adıyla Türkçeleştirdi ve bir anlamda ki-

tap yeniden yazıldı.Günlüklerinden ve

anılarından oluşan “Kalanlar” kitabı ise

1990’da yayımlandı. Özlü’nün sağlığında

yayımlanmamış senaryosu “Zaman Dışı

Yaşam” ise 1993 yılında kitaplaştırıldı. Öz-

lü’nün mektupları da “Tezer Özlü’den

Leyla Erbil’e Mektuplar” ismiyle 1995 yı-

lında okuyucuyla buluşmuştur. 2010 yı-

lında ise Ferit Edgü ile mektupları kitap

haline getirilmiştir. 1986 yılında kanser ne-

deniyle vefat etmiştir. Sağlığında yayım-

lanan sadece üç kitabı vardır.

Özlü’nün eserlerinde melankoli dik-

kat çeker. Geçirdiği ruhsal hastalıkların

ve kliniklerdeki tedavilerinin etkisi eser-

lerinde hissedilir. Kitapları özgündür.

Mülkiyet ve aidiyet kavramlarına karşı

tavrı eserlerinde ön plana çıkar. Öte yan-

dan romanlarında varoluşçuluk izleri

de bulmak mümkündür. Edebiyatımız-

da postmodern akıma bağlı yazarlar-

dandır.

15 �UBAT 2013 CUMA

Page 5: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

Altay Öktem’in yayın yönetmenli-

ğinde Marjinal Kitaplar, yeraltı edebiya-

tına yeni ve “yerli” bir soluk katmak için

kolları sıvadı. Yayınevi geçtiğimiz gün-

lerde dört kitaplık ilk yeraltı dalgasını

okurlarla buluşturdu. Bu ilk dalgada il-

ginç kapağıyla “Cinbaz” adlı bir öykü ki-

tabı hayli dikkat çekiyordu. Böylece,

1995’ten beri medyada çeşitli pozisyon-

larda görev yapmış, sinema yazarlığının

yanı sıra spor yazarlığı, koleksiyonerlik

gibi birçok özelliği bulunan, alternatif

pop-kültür blogu tersninja.com’un yayın

editörü Ege Görgün, farklı bir tarafıyla;

fantastik öykücülüğüyle de yazın dünya-

sının karşısına çıkmış oldu.

“Cinbaz”, Görgün’ün yaklaşık on beş

yıllık bir süre içinde yazdığı öykülerin bir

toplamı. Dolayısıyla bazı öykülerin yayım

tarihleri 90’ların başına değin uzanıyor.

Dikkatle okunacak olursa; Görgün’ün dil-

deki ustalaşma aşamalarını da adım adım

takip etmek mümkün. Keşke öykülerin

yazıldığı tarihler de not olarak düşülsey-

miş bir kenara.

ÖYKÜLER�NS�NEMATOGRAF�K TADI

Sinema yazarlığında Agah Özgüç’ün

ardılı olarak tanımlayabileceğimiz Gör-

gün, öykücülük-

teyse günümüzün

en iyi alacakaran-

lık kuşağı yazar-

larından Sadık

Yemni’nin çizgi-

sinde bir üslup be-

nimsemiş kendine. En çok etkilendiği ki-

tap ise Sadık Yemni’nin “Muska” adlı ro-

manı imiş. Bunun yanında Stephan King,

Jules Verne, Edgar Allan Poe gibi isim-

lerden etkilenmiş yazar. Okumaya baş-

ladığınızdaysa ilk duyumsadığınız şey,

öykülerin sinematografik tadı oluyor.

Görgün’ün esin kaynakları arasında si-

nemanın önemli bir yer teşkil ettiği o ka-

dar belli ki.

Görgün, öykünün yürekten süzülüp

gelirkenki kendiliğinden akışına, çoğu öy-

kücü gibi müdahale etmemiş. Mükem-

meliyetçi güdü ile gerçekleşen bir mü-

dahalenin paramparça edebileceği sı-

cakkanlı doku bütün doğallığı ile oku-

yucuya sunulmuş.

GÜNÜMÜZ �NSANINTRAJED�S�

Farklı biçim denemeleri de yok değil

“Cinbaz”da. Özellikle “Küçük Kırmızı

Balık”, yarı-günce, yarı-anlatı biçimiyle

beni oldukça şaşırttı. Daha önce böyle bir

biçimi deneyen oldu mu yazınımızda bil-

miyorum açıkçası. Problemli bir çocuğun

satın aldığı sıra dışı cinsteki balığa yavaş

yavaş bütün ailesini yedirmesini konu alan

dehşetengiz öykü, günümüz insan doğa-

sının çocukluktan itibaren içinde büyü-

meye başlayan karanlık tarafına da tu-

tulan bir ayna niteliğinde.

Bazen toplama kamplarının görün-

mez köşelerine dalan Görgün; bazen de

en esrarlı tetikçilerin dolandığı karanlık

sokaklara sapmış. Karabasandan beter

masal sirklerinden geçip, oradan kapita-

list yabancılaşmanın post-apokaliptik bir

kıyıya götürüp bıraktığı günümüz yara-

tığının trajedisine uzanmış. “Cinbaz”,

şimdiden çokça konuşulmaya başlandı,

gelecekte de fantastik yazınımızda söz

açıldığında adı anılmadan geçilmeyecek

gibi görünüyor.

5Aydınlık KİTAP

Okumaya ba�lad���n�zdaysa ilkduyumsad���n�z �ey, öykülerin

sinematografik tad� oluyor

Doğamızınkaranlık tarafınatutulan ayna

ERCAN DALKILIÇ [email protected]

(Cinbaz, Ege Görgün, Marjinal Kitaplar, 168 s.)

Ege Görgün

Page 6: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

Kırk iki yıl önce. 1971 yılı. Nisan ayı

başında Cumhuriyet gazetesinin sanat

sayfasında, benim o yıl TRT Öykü Büyük

Ödülü’nü kazanan “Kırmızı Yel” ya-

yımlandı. Büyük ilgi gördü. Aynı yıl

ekim ayında, Adana Altın Koza Film Fes-

tivali’nde Yılmaz Güney en iyi film, en iyi

yönetmen, en iyi oyuncu ve en iyi senar-

yo ödüllerini kazandı. Sanatının, ününün

doruğuna çıktı.

İzmit Ticaret Lisesi’nde beden eğiti-

mi öğretmeniyken, Yılmaz Güney’den bir

telgraf aldım: “Güney Film’e gelin, gö-

rüşelim” diye. Ertesi gün, İstiklal Caddesi,

Ağa camii arkasındaki Güney Film’de al-

dım soluğu. Yılmaz Güney’i ilk kez gö-

rüyordum. Yaşım yirmi dokuzdu. Koyu

lacivert kadife saçlı ve yakışıklıydı. Gü-

ney Film’in genel müdürü rahmetli Mah-

mut Tali Öngören de oradaydı.

Telgrafı göstererek tanıttım kendimi.

Yılmaz Güney o kadar içten ve sıcaktı ki,

“Nasılsın babam? Hoş geldin,” diyerek

kucakladı beni. İnsanın içine işleyen bir

sesi vardı. Çayımı içerken Güney ko-

nuşmaya başladı.

“Babam ‘Kırmızı Yel’ adlı kitabını

okudum. Çok etkilendim. Bir romanlık

konuyu üç dört sayfada anlatmışsın. Her

sözcüğün görüntü veriyor. Öykülerin

beş duyuma hitap ediyor. Müthiş detay-

lar, fotoğraflar veriyorsun. Kamerayı eli-

me alıp, öykülerini senaryosuz çekeceğim

geliyor. Sen aslında sinemacısın babam.

İşin güzel yanı da bunun farkında olma-

man. Sakın saflığını bozma, sinemacı

olduğunun farkına varma!” demişti.

Güney’in yanında çenelerinin ucun-

da sakalları olan, “entel” görünümlü iki

üç genç vardı. Londra Kraliyet Akademisi

Edebiyat Bölümü mezunuymuşlar.

İçlerinden biri, “ Stendal’ı okudunuz

mu?” diye sordu.

Okumadığımı söyledim. “Peki Bal-

zac’ı okudunuz mu?”

“Hayır onu da okumadım” deyince,

“Peki ‘Kırmızı Yel’deki öyküleri nasıl yaz-

dınız?” diye sordu.

Ben de görüp yaşadıklarımı yazdım

deyince, Yımaz Güney:

“Aldınız mı cevabınızı lan? Bak adam

gördüğümü yaşadığımı yazdım diyor.

Hayatı kitaplardan öğrenmedim, gördüm,

yaşadım diyor. Unutmayın hayatın ken-

disi yaşananlardan üstündür,” diyerek bir

ders verdi onlara. Sonra bana dönerek

“Kırmızı Yel” ile ilgili tasarılarından söz

etti.

42 YIL ÖNCEDEN GÖRDÜ�ÜTEHL�KE

“Öykünü satın alacağım. Filmi dört

mevsimde çekeceğim. Avrupa’dan ses

mühendisleri getirterek filmi

sesli çekeceğim. Kırkı çık-

mamış oğlum Yılmaz’ı har-

manın ortasında namaz kılıp

kurban edeceğim. Bu filmle,

ülkemizin gelecekte başına

bela olacak dinci – şeriatçı teh-

likeye dikkat çekeceğim,”

dedi. Yımaz Güney bugünle-

ri kırk iki yıl önce görmüştü.

Ne yazık ki Güney, “Kır-

mızı Yel”i çekemedi. “Endişe”

filmini çekerken, Yumurtalık

olayı nedeniyle hapse atıldı.

“Kırmızı Yel”i yıllar sonra Atıf

Yılmaz, “Adak” adıyla çekti.

Değerli oyuncumuz Tarık

Akan filmde büyük başarı gös-

terdi.

Yılmaz Güney hapishane-

lerde de ürün verdi.

Zeki Ökten’in ba-

şarıyla çektiği

“Sürü” filmi ile Şe-

rif Gören’in büyük

filmi “Yol”un se-

naryolarını yazdı.

“Sürü” filmi, Lo-

carno(İsviçre) ,

“Yol” filmi ise

Cannes Film Fes-

tivali’nin en büyük

ödüllerini kazan-

dı.

Ünlü Yunan yönetmen Costa Gavras

ile Yılmaz Güney’in sanatlarını birbir-

lerine benzetirim. Gavras’ın, Çek yazar

Arthur London’un “İtiraf” romanından

uyarladığı “İtiraf” filmi ile, Yunna yazar

Vassili Vasilikos’un “Z” romanından

uyarladığı “Z” filmi, Yılmaz Güney’in

“Yol” filmi ile Fransa’da çektiği “Duvar”

filmlerini, politik sinema filmleri olarak

görürüm.

Yılmaz Güney benim öykülerimin de-

rinliğindeki sinemayı ilk gören, beni si-

OSMAN ŞAHİN

‘Hayatın kendisi,yaşananlardan üstündür’

SİNEMA DEHASI: YILMAZ GÜNEY

Timsah�n di�leri aras�ndaki le� k�r�nt�lar�n� yiyen kürdan ku�u ile timsah aras�ndaki uyumülkemiz medyas�nda y�llardan beri bütün h�z�yla sürmektedir. Beyinleri c�lk olmu� gazeteciler,

ayd�nlar, kürdan ku�lar�na ta� ç�kartan bir beceriyle görevlerini yapmaktad�rlar

6 Aydınlık KİTAP15 �UBAT 2013 CUMA

(İnsan Yılmaz Güney, M. Şehmus Güzel,

Kaynak Yayınları, 312 s.)

Page 7: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

nemaya kazandıran ilk insandır. Çalış-

malarımızda edebiyatın anlatım aracı

sözcüklerle, sinemanın anlatım aracı gö-

rüntü arasındaki farkları, sözcüğün şiiri

ile görüntünün şiiri arasındaki farkları, se-

naryo inceliklerini ilk ondan öğrenmi-

şimdir. Yıllar sonra 1999 yılı, 36. Antal-

ya Altın Portakal Film Festivali’nde, üç

bin kişilik cam piramit salonlarında,

bana, “Yaşam Boyu Altın Portakal Onur

Ödülü” olarak altın heykelcik verilir-

ken, “Beni buralara getiren, sinemamızın

dehası Yılmaz Güney’i saygıyla anıyorum

ve selamlıyorum,” diye ba-

ğırdığımda üç bin seçkin in-

sanın Yılmaz Güney’i ayak-

ta alkışladıklarına tanık ol-

dum. Ve çok mutlu oldum.

KÜRDAN KU�LARI Televizyon belgeselinde

izlemiştim; timsah, dev leşi

yuttuktan sonra nehirden çık-

tı, kumsala uzandı. İnce ba-

caklı, sivri gagalı, martıya

benzeyen, martıdan küçük

bir kuş belirdi timsahın ağzı-

nın önünde. Timsah, kuşu gö-

rünce açtı ağzını. İnce bacak-

lı, sivri gagalı kuş, timsahın ağ-

zına girdi. Timsahın dişleri

arasındaki leş kırıntılarını yemeye başladı.

“Kürdan kuşu” diyorlardı adına. Timsah,

dişlerinin bakımının yapıldığından emin,

zevkle yumdu gözlerini. Kürdan kuşu ile

aralarındaki uyuma diyecek söz yoktu.

Kürdan kuşu ile timsah arasındaki bu

uyum, ülkemiz medyasında yıllardan

beri bütün hızıyla sürmektedir. Beyinle-

ri cılk olmuş gazeteciler, dalgaların önün-

de çıkarları için gide gele yamyassı sahil

taşlarından farksız olmuş kaygan aydın-

lar, kürdan kuşlarına taş çıkartan bir

beceriyle görevlerini yapmaktadırlar.

Görevlerini yapmadıkları an, timsah haz-

retleri, ağzını kapatarak, küçücük lok-

malar halinde onları yutacaktır. Ve on-

lardan arta kalan artıkları da bir başka

kürdan kuşuna temizletecektir.

Yılmaz Güney öldükten yıllar sonra,

Engin Ardıç Star gazetesinde,“Yılmaz

Güney, bedeniyle ve sinemasıyla ölmüş-

tür. Yılmaz Güney birkaç komünist es-

kisinin nostalji muhabbetinden başka

bir şey değildir” derken, yine aynı yıl için-

de Hürriyet’te Fatih Altaylı “Yılmaz

Güney, kadın döven, entelektüel yönü za-

yıf, maço bir adam aslında. Kadın döven

bir katilden bir mit yaratmak için ger-

çekler saptırılıyor. Benim için Yılmaz Gü-

ney Türkiye’nin Avrupa’daki imajını yer-

le bir eden, bunu da kendi menfaatleri

için yapan bir katildir. Bugün hâlâ Av-

rupa’da Yılmaz Güney’in mirasıdır ba-

şımıza bela olan,” diye yazmıştır.

Büyük romancı Dostoyevski “İnsan-

ları işledikleri suçlara, günahlarına ba-

karak yargılamayın. Onun asıl yapmak is-

tediği yüce değerlere, kutsal şeylere ba-

karak yargılayın,” diyor.

Tolstoy’a “Kardeşiniz de roman ya-

zıyor” demişler. Tolstoy “Hayır, o roman

yazamaz. Çünkü acıyı bilmiyor. Acı çek-

meyen sanat yapamaz” diyor.

Tolstoy’un “acı çeken sanatçı” tanı-

mına Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali,

Orhan Kemal gibi pek çok yazarımızın ya-

nında Yılmaz Güney de uyuyor. Bin tür-

lü yoksulluğun, acının içinden çıkarak,

kendi sanatını yaratmıştır. Yılmaz Güney

hapiste iken, 1975 yılında, Cannes Film

Festivali’nde ilk kez filmlerinin toplu gös-

terisi yapıldı. Uluslararası büyük yönet-

menler, sinema yazarları “ Yılmaz Güney

hangi sinema oku-

lundan mezun?”

diye soruyorlar. Bi-

zimkiler “Bizde si-

nema okulu yok,

Yılmaz Güney pa-

muk tarlalarından

geliyor,” dedikle-

rinde şaşkınlıkla-

rından ne diyecek-

lerini bilemiyorlar.

Yılmaz Güney

bir kişiliktir, başka-

sının eyerini kendi

atına vurmayan bir

kişilik... Çok yön-

lüdür. Yönetmen-

dir, senaristtir, çok

iyi bir oyuncudur. Sinemamızda yakın plan

çekimlerinde yüzüyle oyun veren ender sa-

natçılarımızdan biridir. Romancıdır. “Boy-

nu Bükük Öldüler” romanı ile Orhan Ke-

mal Roman Ödülü’nü kazanmıştır.

Yılmaz Güney’in sanatında, acı çe-

kenler, özünde gelişmeye, büyümeye

dair hasretler çeken, eleştiren, başkaldı-

ran insanların maceraları anlatılır. Seyyit

Han, Acı Ağıt, Umut, Umutsuzlar, En-

dişe, Yol, Sürü ve Duvar gibi eserleri ile

gerçekçi sinemamızın baş yapıtlarına

imza atan bir sinema dehasıdır.

Y�lmaz Güney’in filmle�tiremedi�i,Osman �ahin’in “K�rm�z� Yel” adl�öyküsünü y�llar sonra At�f Y�lmaz

“Adak” ad�yla çekti.

7Aydınlık KİTAP

Page 8: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

Bir şiirin, unutulduğu tozlu

raflardan gün yüzüne çıkarıl-

masıyla dünyanın değişmesi

mümkün mü? Kitapların her

zaman, gericilikle savaşması ve

kaybetse de yüzyıllar sonra bir

şekilde yeniden dirilmesi müm-

kün mü? Eğer her ikisinde de ce-

vabınız umuttan yanaysa “Sapma

(Medeniyetin Seyrini Değişti-

ren Keşfin Öyküsü)” sizi kitap-

ların, kitap avcılarının ve dü-

şünmeyi unutan insanların dün-

yasına davet

ediyor. Can Ya-

yınları’ndan çı-

kan kitap, 2012

Pulitzer Ödü-

lü’ne sahip. 2010

yılında “Shakes-

peare Olmak”

isimli kitabıyla ta-

nıdığımız Step-

hen Greenblatt,

son kitabıyla özel-

likle tarihseverle-

rin ilgisini çeke-

ceğe benziyor.

Kitap, Roma

döneminde yaşa-

mış Epikür taraf-

tarı şair Lucretius’un “Evrenin

Yapısı” isimli şiirinin kitap avcı-

sı Poggio Bracciolini tarafından

yeniden keşfedilmesinin öyküsü.

Antikçağ’ı keşfetmeye çalışan

hümanistleri temel alıyor. Pek

çok yazara, düşünüre, bilim ada-

mına kaynaklık edecek ve il-

ham verecek bu şiir Batı mede-

niyetinin kendini yeniden kut-

samasının da öyküsü bir yandan.

Sadece bir şiirin keşfinden

daha fazla şey vaat ediyor “Sap-

ma”: kitaplar, kütüphaneler, fel-

sefe, Yunan ve Roma dönemine

dair derinlemesine bilgi. Tarihi

okumayı basitleştiriyor ve salt ta-

rih okumasına bağlı kılmıyor

okuyucusunu. Roman havası ve-

rilmiş dili sayesinde ders kitabı

niteliğinden çıkıveriyor.

K�TAP AVIYLA GELEN“TEHL�KEL�”DÜ�ÜNCELER

Kitapların kopya edilmesi,

ciltlenmesi, papirüslerden kâğı-

da geçiş hatta kitap kurtları hak-

kında bilgiler

“ S a p m a ” d a

mevcut. Bunla-

rın yanı sıra kü-

tüphaneciliğin

gelişimi, özel-

likle halk kü-

tüphanelerin-

den belli sınıf-

ların tekeline

geçen kütüp-

hanelerin de-

ğişimini yine

kitapta bul-

mak müm-

kün. Felsefi

ve tarihi bil-

gilerin yanı

sıra kitap avcıları ve kitaplar

eserin temel konusu ve bunlara

dair ayrıntılı bilgi edinmeniz de

kitabın diğer olumlu özellikler-

den.

Kitabın titiz bir araştırmanın

ürünü olduğu kesin ve sonundaki

kaynakça okuyucuyu tatmin ede-

cek genişlikte. Yazar sadece ki-

tap avcısını ve keşfini incele-

mekle yetinmiyor. Yorum yap-

maktan da geri durmuyor ve ki-

tabını basitleştirmekten de ka-

çınmıyor. Şiirin keşfinden sonra

maddeler halinde açıklıyor “Ev-

renin Yapısı”nı. Lucretius’un te-

mel felsefesini irdeliyor ve son-

rasında kimlere etki ettiğini yo-

rumlamaya başlıyor.

Lucretius’un temel felsefesi

Epikür’e dayanıyor. Hedonizm

yani hazcılık diye bilinen felsefi

akıma bağlı Lucretius. “Evrenin

Yapısı” ise hazcılığı ele aldığı La-

tince bir şiir. Bracciolini’nin keş-

finin önemi ise kilisenin görü-

şüyle tamamen zıt ve insanlığı

dünyevi hayata, atomlara, tan-

rısızlığa, ölüm sonrası yaşamın

yokluğuna inanmaya davet eden,

Pagan kültürüne dair öğeler içe-

ren şiiri gün yüzüne çıkarması.

Yani kilisenin hâkimiyetini te-

melden sarsabilecek ve insanla-

ra yeniden düşünmeyi hatırlata-

bilecek nitelikte bir eser. Hatta

kısa bir süre sonra matbaanın çı-

kışı ile şiirin yayılması ve günü-

müze kadar ulaşması mümkün

hale gelecek.

Kimlere etki ettiği meselesi-

ne gelince, liste kabarık: Sha-

kespeare, Machiavelli, Thomas

More, Montaigne, Einstein, Fre-

ud, Darwin, Thomas Jefferson,

Leonardo Da Vinci. Yazar, bir

kısmının eserlerinde “Evrenin

Yapısı”nın açıkça hissedildiğini

(Montaigne, Leonardo Da Vin-

ci, More gibi), kimisinde ise

doğrudan şiir nedeniyle olmasa

da temel de şiirin savunduğu

düşünceler doğrultusunda şe-

killendiğini (Darwin, Einstein

gibi) savunuyor. Yani kitap, Batı

medeniyetinin gelişmesinde -

hatta belki de kendini yeniden

bulmasında- özellikle kilise ege-

menliğinin kırılmasında her dö-

neme “Evrenin Yapısı”nın dam-

gasını vurduğunu belirtiyor.

GERÇEKTE NEYEH�ZMET ED�YOR?

Kitabın yetkinliğini ve kali-

tesini bir yana bırakırsak tarihe

dair bir okumadan öte amacını,

daha doğrusu neye hizmet etti-

ğini de düşünmek gerektiği ka-

nısındayım. Kitapta ilk hissedi-

len her dönem gö-

rülen gericiliğe

karşı kitapların

daima savunmasız

kalması ve karan-

lığa gömülmek zo-

runda kalışı. Her

dönem aynı şeyle-

rin yaşandığını

görmek bir yan-

dan üzerken bir

yandan kitap avcı-

larının keşifleri sa-

yesinde umut aşı-

lıyor. Öte yandan

kitap, modern Ba-

tı’nın kuruluşunun

ve yükselişinin An-

tikçağ’daki biriki-

me yeniden kavu-

şulmasıyla sağlan-

dığını ifade ediyor. Yani kökle-

rini Roma’da ve esasında Antik

Yunan’da yeniden buluyor. Ba-

tı’nın kendini yeniden kutsama-

sından, medeniyetin beşiği ola-

rak görmesinden ve her zaman

dayatılan bu düşüncenin pekiş-

tirilmesinden öteye gitmeyen

bir görüşün ürünü olarak da dü-

şünebilirsiniz. Her iki yönüyle de

“Sapma” okuyucusunu bekliyor.

8 Aydınlık KİTAP

Antik çağı keşfeden hümanistlerKitapta ilk hissedilen gericilik

dönemlerinde kitaplar�n daimasavunmas�z kalmas� ve karanl��a

gömülmek zorunda kal���. Herdönem ayn� �eylerin ya�and���n�

görmek bir yandan üzerken biryandan kitap avc�lar�n�n ke�ifleri

sayesinde umut a��l�yor

DENİZ ANTEPOĞ[email protected]

15 �UBAT 2013 CUMA

(Sapma- Medeniyetin SeyriniDeğiştiren Keşfin Öyküsü,

Stephen Greenblatt, Can Yayın-ları, Çev: Suat Ertüzün, 264 s.)

Stephen Greenblatt

Boticelli’nin “Venüs’ünDo�u�u” adl� tablosu

Page 9: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI

“Bir okur, ölmeden önce binlerce ha-yat yaşar,” dedi Jojen, “hiç okumayan in-sansa sadece bir hayat.”

George R. R. MartinA Dance With Dragons

Ülkemizde, okur olarak her ne ka-

dar küçük bir kitlesi bulunsa da esasın-

da oldukça köklü ve gelişmiş bir araş-

tırma, inceleme ve derleme yazını ge-

leneği bulunmaktadır. Elbette ki sayıca

her zaman yetersiz bulunacaklardır,

çünkü araştırmanın bir sınırı olmadığı

gibi bilgiye olan insani açlığı doyurma-

nın da bir yolu yoktur.

Ancak bütün bu köklü

geleneğimize karşın, be-

lirli unsurlar söz konusu

olduğunda, yazılmış pek

fazla esere ulaşmak zi-

yadesiyle güçtür. Belirli

unsurlar diyerek geçiştir-

diğim “şeyler” çok fazla

alana ve türe yayıldığın-

dan, hepsini sayfalar do-

lusu yazmak yerine, ortak

yönünü yazmak, ayrımsa-

mayı daha anlamlı kıla-

caktır. Özetle, kendi araş-

tırma ve inceleme yazını tarihimizde en

fazla açlığını duyduğumuz eserler, in-

celeme için birden fazla disipline ge-

reksinim duyan konularda yazılmış eser-

lerdir. Bu hafta Gülay Er Pasin’in Ayrıntı

Yayınları’ndan çıkan, disiplinlerarası

yaklaşımın güzel bir örneği, “Vampirin

Kültür Tarihi,” kitabını ele alacağız.

MARX’IN VAMP�R METAFORU Vampir, tarih boyunca varlığı çeşit-

li şekillere bürünmüş bir karakterdir. Son

olarak ucuz aşk kurguları içinde pespaye

hale getirilmesinin (Twilight) öncesin-

de de dönemsel olarak başkalaşımlar ge-

çirmiş, kültürler arasında farklılıklarla

ele alınmıştır. Farklılıkları bir yana, ge-

nel özetlemeyle vampir, yaşayan bir

ölüdür. Canlılar gibi hareket eder ancak

içinde ölü, sonsuza kadar yaşamayla la-

netli, yaşaması için de başkalarının ka-

nıyla beslenmek zorunda olan bir ka-

rakterdir (kanın yerini ruhani faktörle-

rin aldığı söylence ve kurgular gibi,

farklı pek çok çeşitlemelere de rastlanır).

Metaforları çeşitlidir; içinde ölü olma-

nın ayrımsamaları içtimai olabileceği

gibi, felsefi ve hayati de olabilir. Çok bi-

linen örnek olarak Marx, emekçinin sö-

mürülmesini vampir metaforuyla açık-

lar; sermaye ve sistem de vampir gibi

özünde ölüdür ve yaşaması için emek-

çiden emdiği artı-değere muhtaçtır.

BENZER�NDEN ÜSTÜN,ZENG�N KAYNAKÇA

Kitap elime ilk ulaştığında, aklımda

bazı ön yargılar vardı: vampirin tarihçesi

hakkında yazılmış pek çok yabancı eser

mevcuttu, bunların pek çoğu Türkçeye

henüz tercüme edilmemişti ve yazarın

konuyla alakalı bize yeni ne sunacağını

merak ediyordum. Vampir mitinin fark-

lı kültürlerde ortaya çıkışını takiben

yarı-kronolojik bir kitapla

karşılaşmayı bekliyorken,

açıkça ifade etmeliyim ki

beklentilerimin çok üs-

tünde, araştırma ve ko-

nuyu ele alma sıralaması

pek çok benzerinden üs-

tün, zengin kaynakçası

(bu kaynakçaya değine-

ceğiz) ile fark yaratan

bir kitapla karşılaştım.

Sonuç olarak da kendi

alanında, oldukça özen-

le hazırlanmış bir kitap

ile karşı karşıyayız. 8

ana başlığa ayırdığı incelemesi boyunca

yazar, vampir mitlerinin ortaya çıktığı ilk

tarihler yerine, vampir mitinin çıkması-

na yol açan bir kültür tarihinin izini sü-

rerek anlatısına başlıyor. İnsanoğlunun,

ölümlülüğüne karşı çaresizce geliştirdi-

ği anlamlandırma ve korunma metot-

larının izinde, meydana getirdiği söy-

lence, mit ve inanışları takip ederek vam-

pir karakterinin nasıl geliştirildiğini ma-

saya yatırıyor. Bu yönden yazarın du-

ruşunun, Paul Barber’ın “Vampires,

Burial and Death” (1988) kitabından bir

hayli izler taşıdığını söylemek mümkün.

Barber özetle kitabında, vampirlere

olan inancın, endüstri devrimi öncesi

toplumlarında, onlar için o an anlaşılmaz

görülen ölüm sürecini açıklama gayret-

leri sonucunda ortaya çıktığını anlatıyor.

Yazar da bu düşünce etrafında her şeyi

başından alıyor.

İlk bölüm “Ölüm Algısı” ile yola çı-

karak farklı kültür, dönem ve toplum-

larda, insanların ölüme bakışlarından ör-

neklerle incelemesine başlıyor (kendi

kültür tarihimizden verileri de kitap

boyunca eklemesi oldukça değerli). Ta-

kip eden bölümlerde “Ölümsüzlüğün

Peşine Düşen İnsan,” “Yeniden Do-

ğum,” “Ölümlü İnsan,” “Ruhun Ölüm-

süzlüğü ve Öte Dünya İnancı,” başlık-

ları altında incelemeyi geliştiriyor. “Kötü

Ruhlar, Dirilen Ölüler” başlığına ge-

lindiğinde farklı kültürlerdeki dirilen ölü-

ler ve vampir söylencelerine ulaşıyor ve

tarihteki gelişimine tanıklık ediyoruz. Ta-

kip eden bölümde modern vampir ka-

rakterinin oluşumunda, esinlenilen ta-

rihi kişiliklere bir bakışın ardından

“Vampirin Sanat Hayatı” başlığı altın-

da, edebiyat ve sinemadaki izdüşümle-

rinde geziniyoruz. Yazar, detaylı ve

özenli incelemesinin haricinde, konuyu

akıcı şekilde taşımaya ve derlemeye

gösterdiği gayreti, bunun yanında söy-

lence, mit ve inanışlara tarafsız ve bi-

limsel bir pencereden bakışıyla da öv-

güyü hak ediyor. Kitabındaki alıntılanan

pasajların, hangi kaynağa denk geldiği-

ne dair dipnotları da eksik etmemesi de-

ğer katıyor.

‘ARTI’ OKUMALARVampirin, kitapta kısmen bulunan

edebiyat tarihçesini biraz dağınık bul-

dum ancak kitabın temel amacı düşü-

nüldüğünde bunun pek bir eksiklik ol-

duğunu söylemek olanaksız. Zira ince-

lemede, kitabın sonunda da bulunan

zengin bir kaynakça bulunuyor (100’den

fazla kitabı, makaleleri, elektronik kay-

nakları ve filmleri içeriyor) ve konu

hakkında başka okumalar yapmak için

de harika bir olanak sağlıyor. Kendi adı-

ma, kaynakçada rastladığım ve kitaplı-

ğımda bulunmayan dört kitabı da edin-

mek için sabırsızlanıyorum. Kaynakça-

daki kitaplara ek olarak, “artı” okuma-

lar için konuya ilişkin önerebileceğim ki-

taplar ise şunlar olacaktır: kaynakçada

başka bir kitabı da bulunan Jan Louis

Perkowski’den “The Darkling, A Trea-

tise on Vampiric Slavisim,” Thomas

Aylesworth’tan “Vampires and Other

Ghosts,” yine bir başka kitabı kaynak-

çada bulunan Bob Curran’dan “Vam-

pires: A Field Guide to the Creatures

that Stalk the Night,” Katherine Ram-

sland’ten “The Science of Vampires,”

Norine Dresser’dan “American Vam-

pires,” J. Gordon Melton’dan “The

Vampire Book: The Encyclopedia of the

Undead” ve son olarak Alan Dun-

des’ten “The Vampire: A Casebook.”

Bu özenli incelemeyi hazırladığı ve

bizlere sunduğu için Gülay Er Pasin’i se-

lamlıyor ve tebrik ediyorum.

Haftaya görüşmek dileğiyle…

(Vampirin Kültür Tarihi, Gülay ErPasin, Ayrıntı Yayınları, 480 s.)

M. SALİH [email protected]

Ölümü anlamak üzerine

15 �UBAT 2013 CUMA

Page 10: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

Üniversitelerimizin yabancı

üniversitelere uyumlu kılınma sü-

recinde Türkçe bilimsel yayınlar ve

biliminsanlarımızın Türkçe popü-

ler yayınları giderek azalmaktadır.

Ülkemizde yayımlanan popüler

bilim kitaplarının

birçoğunun yabancı

yazarların eserleri-

nin çevirileri olduğu

günümüzde, insanın

aklına “bu ülkede

Türkçe yazacak bili-

minsanı yok mudur

acaba” türünden so-

rular takılmaktadır.

Bu olumsuz iklimde,

çeşitli odaklarda kü-

melenen Türk bili-

minsanlarımızın eser-

ler verdiğini de gör-

müyor değiliz. Bu odaklar arasın-

da Bilim ve Ütopya, Bilim ve Ge-

lecek, Düşünbil gibi dergileri sa-

yabiliriz. Ancak ne yazık ki bu ya-

yınlar yeterli değildir.

Ö�RENC�KONGRES�NDEEVR�MSEL B�YOLOJ�

Tüm bu olumsuzluklara karşın

bazı sevindirici gelişmelere de ta-

nıklık edebiliyoruz. Bilim ile bi-

limdışı arasındaki savaşta bilim

cephesi kahramanlar kazanmaya

devam ediyor. Saygın üniversite-

lerimizdeki akademik yayınların

yanı sıra çeşitli konferans ve kong-

reler kamuya açılır. Bu kamuya aç-

manın güzel bir örneğini konu

edineceğiz. Hacettepe Üniversitesi

Biyoloji Bölümü öğrencilerinin

Ergi Deniz Özsoy'un danışmanlı-

ğında 4-5 Mayıs 2011 tarihinde dü-

zenlemiş oldukları Evrimsel Bi-

yoloji Öğrenci

Kongresi için ha-

zırlanmış sunum-

lar “Evrimsel Bi-

yoloji Yazıları”

adlı bir kitapta

Ergi Deniz Öz-

soy tarafından

derlenmiş. Bil-

geSu Yayıncı-

lık’ın 2012 yılın-

da yayımladığı

kitaba katkı su-

nan genç bili-

m i n s a n l a r ı :

Özge Selin Batur, Duygu Akdo-

ğanbulut, Meltem Yorgancı, Ayşe

Cantaş, Pınar Güler, Can Koşuk-

çu, Dilara Şimşek, Duygu Pempe

Öksüz, Başak Şentürk, Burcu Da-

şer, Nazlı Ayhan, Yiğit Şener, Öz-

gül Yahyaoğlu, A. Bengisu Gel-

mez, Ece Köken, Ezgi Köse, Ey-

lül Dizdaroğlu, Pınar Uğurcan,

Egemen Budak.

Kitaba bir önsöz bir de “Ev-

rim'i Kavramanın Önemi ve Ya-

ratılışçılık” başlıklı bir yazıyla kat-

kı sunan Ergi Deniz Özsoy, çeşit-

li ortamlarda (TV, Bilim ve Gele-

cek yazıları, vb.) evrimin anlaşıl-

ması için uğraş veren değerli bir

akademisyendir. Özsoy'un danış-

manlığıyla gerçekleşen öğrenci

kongresi ve kongrenin içeriğin-

den derlenmiş yazılar genç bili-

minsanlarının, bilimin yeni nefer-

lerinin meydana çıkması açısından

önemli bir adım.

B�L�M �LE B�L�MDI�ININMÜCADELES�N�NCEPHELER�

Bilimin bilimdışına karşı sa-

vaşında kahramanlarımız çoğal-

dıkça, ürünler verdikçe zafere

yaklaşıyoruz. Söz konusu zafer, salt

bilimsel üretimle varılabilecek bir

sonuç olmaktan öte bilimsel dü-

şünüş ve üretimin durmaksızın

artması ve nitelikçe gelişmesiyle iz-

lenecek bir süreçtir. Bu süreç fi-

kirler ekseninde gerçekleşmiyor

yalnızca. Bilimin karşısına dikilen

bilimdışı dünya görüşü ve bakış açı-

sı ideolojik – siyasi düzlemde ya-

şayan ve dahası en çok da orada

güç bulan bir düşmandır. Düş-

manı yenebilmek için savaşın do-

ğası gereği bilim cephesindeki

güçleri de birleştirmek, arttırmak

gerekmektedir. Savaşın cepheleri

arasında üniversitelerin yönetsel ve

akademik durumu, halkın bilimle

ilişkisi (bilimin yol göstericiliği ya

da kenara atılması), bilimin odak-

larını ele geçirmeye çalışan sınıf-

lar arası mücadele ve tikel bilim-

sel gelişmeleri genel bir açıdan ele

alabilecek bilim felsefesi alanındaki

mücadele bulunmaktadır.

B�L�M CEPHES�N�NGÜÇLÜ VE ZAYIF YANI

Bu savaşta bilimin zaafı gibi gö-

rülen çeşitli olgularla karşı karşı-

yayız: bilimin anlatılması, sunul-

ması sırasında halkla iletişim so-

runu (bilimsel gerçeklerin halka

ulaştırılmasında karşılaşılan kav-

ramsal ve pedagojik sorunlar);

cephede savaşacak biliminsanla-

rının emek-zaman yönetimi; bili-

min çeşitli alanlarında donanımsal

gereksinimleri elde etme ve bilim

için kullanma sorunu. Tüm bu

eksikliklere karşı bilimin en güçlü

yanından söz etmeden geçmeye-

lim: Bilim gerçeğin ve dolayısıyla

geniş halk yığınlarının safındadır.

İşte bu yan, gereksinimini duydu-

ğumuz biliminsanı malzemesini,

halkla iletişim zeminini sağlama-

nın kaynağıdır. Donanımsal ge-

reksinimlere ve emek-zamanının

yönetimine gelince bunlar için ik-

tidarın ele geçirilmesi gerekmek-

tedir. Bilim, sınıfla buluştuğunda

iktidarın ele geçirilmesi zamansal

bir sorun olacaktır yalnızca. Do-

layısıyla, bilim cephesinin zayıf

yanı, bilimi sınıfla buluşmaya zor-

layan yan olduğu için aslında bili-

min gelişmesinin dayanağıdır.

Daha yakın bir zamanda, ulus ve

milliyet tartışmalarına boğuldu-

ğumuz şu günlerde, önyargılarımızı

aşmamızda, soruna sağlıklı bir şe-

kilde yaklaşmada bilimden başka

dostumuz var mı? İnsanlığın çağın

hastalığı kanserle mücadelesine

desteğin yeni bulunan kanser aşı-

sıyla Küba'dan geldiği günlerde, bi-

limin ve bilimsel gelişmenin kitle-

lerle ilişkisi sorununu görebilmek

çok mu zor?

B�L�M�N �K� YÖNLÜKE�F�: EVR�M

Evrimsiz bir biyoloji bilimi

düşünülemeyeceği artık genel ge-

çer bir kabul olma yönünde

önemli adımlar katetti. Ancak

sistemin çeşitli unsurları, bilerek

veya bilmeyerek, bilimin evrimi

keşfini toplumsal olayları neoli-

beral düzene uydurmada olduk-

ça başarılı. Pozitivizmin ve “bi-

limsel materyalizm”in diyalektik

materyalizm karşısındaki saldırı-

ları buna iyi bir örnek. Yukarıda

sözünü ettiğimiz kitapta, Özsoy,

bu konuda da net bir tutum alıyor

ve kendini diyalektik materya-

lizmin safında konumlandırıyor.

Neoliberal düzenin varsayımları-

nı desteklemek için kullanılan

evrim kuramını yeniden kitlelere

sunarak onu kitlelerin eline bir si-

lah olarak veren ve bu sunuşta ola-

bildiğince açık ve net bir biçeme

başvuran bilimin genç kahra-

manlarını kutluyoruz.

CENK ÖZDAĞ[email protected]

10 Aydınlık KİTAP

Bilimdışılık biliminkahramanlarıyla yenilecek

Bilimin bilimd���na kar�� sava��nda kahramanlar�m�z ço�ald�kça, ürünler verdikçe zafereyakla��yoruz. Söz konusu zafer, salt bilimsel üretimle var�labilecek bir sonuç olmaktan öte

bilimsel dü�ünü� ve üretimin durmaks�z�n artmas� ve nitelikçe geli�mesiyle izlenecek bir süreçtir

Hacettepe Üniversitesi, 56Biyoloji Bölümü ö�rencilerinin düzenlemi�olduklar� Evrimsel Biyoloji Ö�renci Kongresi için haz�rlanm��sunumlar “Evrimsel Biyoloji Yaz�lar�” adl� bir kitapta Ergi DenizÖzsoy taraf�ndan derlenmi�. BilgeSu Yay�nc�l�k’�n 2012 y�l�ndayay�mlad��� kitaba katk� sunan genç biliminsanlar� bilimin bilimd���nakar�� sava��nda kahramanlar�m�zdan bir bölümüdür. Onlarço�ald�kça, ürünler verdikçe zafere yakla��yoruz.

15 �UBAT 2013 CUMA

(Evrimsel Biyoloji Yazıları, Ergi Deniz Özsoy,

BilgeSu Yayıncılık, 146 s.)

Page 11: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

“... her kişinin bir başka yolu, bir baş-

ka yöntemi olmak gerektir.

Denizde de, karada da hep buna

inandım. Ve öyle yaşadım.

Benim burada sana sunduğum hari-

ta ve pusula binlercesinden, yüzbinler-

cesinden biri.”

Ferit Edgü, böyle diyordu “Hakkâ-

ri’de Bir Mevsim”de ve biz O’nun bir

mevsimini okumuştuk. Edgü yine ve hala

insanın türlü ‘hal’lerini ve ‘gerçeklik’le-

rini anlatmaya devam ediyor. Ancak bu

kez ustanın sağlam yapılı öyküleri hü-

zünle sarıyor içinizi. En çok da kitaba adı-

nı veren “Giden Bir Kedinin Ardın-

dan”da söylediği ve söylemek istedikle-

rini ayrı ayrı sorgularsanız...

FAZLALIKLARDANKURTULMANINDAYANILMAZ HAF�FL���

“Çok satan”ların, reklam dünyası-

nın ve romanın hâkimiyetinin arasında

onun öykülerine kavuşmak, kısa süren

ama susuzluğunuzu gideren bir seraba ka-

vuşmak gibi. Notos Kitap’tan çıkan

“Giden Bir Kedinin Ardından” adlı yeni

öykü kitabı, bu anların ne bir eksik ne de

bir fazlası. Usta yazar yine tam tadında

bırakıyor!

Edgü, kitaptaki öykülerini dört bö-

lümde toplamış. Barok Öyküler’i deyim

yerindeyse bir solukta tamamlayıp, son-

ra “olmadı baştan” deyip, ilk öykü “De-

nizde” ile yeniden çıkabilirsiniz o Barok

yolculuğa. Belli bir ritmi ve uyumu ba-

rındıran, birbirine kılcal damarlarla ek-

lemlenen bu küçük anlatılar; yazarın

imge gücünü en kısa, en etkili, en yoğun

kullandığı öyküler. Edgü insan hallerini

ve gerçekliklerini; artık onunla bütünle-

şen minimalist öykü tarzında, fazlalıkla-

rından arınmış kurgu ve anlatımla su-

nuyor.

Ç�FTE GERÇEKL�KTEN�RON�YE

Bu öykülerde yabancılaşma, terk

ediş, iletişimsizlik, pes ediş, toplumdan

uzaklaşma gibi ana izlekler kullanılmış.

Bunlara ölüm-yaşam, düş-gerçek, geç-

miş(hatıra)-bugün, inanmak-inanma-

mak, tekil-çoğul (birey-toplum) gibi kar-

şıtlıklar da eşlik ediyor. Edgü böylece çift

taraflı bir gerçeklik sunuyor okura. “De-

nizde” ile başlayan bu çift bakışa, “Fira-

ri”de evi terk eden oğulla babanın ara-

sındaki son sözler ve “Tartışma”daki

hoca ile öğrencisinin diyalogları örnek ve-

rilebilir. “İn” ve “Çadır” öykülerinde

ise bu kez tekil halleri, biraz da ironiy-

le gözler önüne seriyor. Kendine her tür-

lü yaşamadan, tehditten, kor-

kudan uzakta bir ‘in’ ya da

‘çadır’ yaratanların gerçek-

likleri de belli bir ironi barın-

dırıyor elbette.

GERÇEKLE DÜ� B�RARADA

“Onları Tanıyordum”,

“Garip Hayvan ve İnsan Öy-

küleri”, “Urfalı Mateos’un

Yazgısı” ve kitaba adını veren

“Giden Bir Kedinin Ardın-

dan” adlı bölümlerdeki öykü-

lerde ise bu temel karşıtlıkların

yerini daha çok koşul ve insana

bağlı haller alıyor. Bunlara kimi zaman

“Baba” ve “Dostoyevski’nin Oğlu Os-

man”daki gibi fantestik, düşsel unsurlar

da katılıyor. “Garip Hayvan Öyküleri” ise

yazarın yerleşmiş yargıları nasıl farklı ele

aldığını görmek için birebir. (Edgü; an-

tik hikayeleri ters yüz edip yeniden an-

latma ya da onlardan farklı unsurları öne

çıkarmayı daha önce de yapmıştı.)

G�DEN�N ARDINDAK� �NCE SIZI

Ferit Edgü’nün çoğu öyküsü hallere

ya da olgulara odaklanır. Çoğu kez zaman

ve mekân unsurunu açıktan vermez. Bu

unsurları bazen bir deneyimin dile geti-

rilmesinden (“… Paris işgal altında” /

Ressam Dayı) çıkarırsınız. Kuşkusuz

bunlar, öykü üzerine kafa yormanızı sağ-

lar. Yazar bu tutumunu

burada da sürdürüyor.

Ancak kitabın son öykü-

sü “Giden Kedinin Ar-

dından”da bu unsurlar

daha belirgin. 1980 Ha-

ziran’ının Bodrum’unda

başlayan bir kedi ve yal-

nız bir adam arasındaki

hikâye, darbe sonrası Al-

manya’ya gidişle yoğun-

luk kazanıyor. Bu arada

12 Eylül’ü de, Berlin

Duvarı’nın varlığını da

son derece açık du-

yumsatıyor okura. Ada-

mın kaldığı evde daha

önce Tezer Özlü’nün kaldığı gibi bilgiler

ve bazı kişisel paylaşımlar öyküyü biyo-

grafik kılıyor okurun gözünde. Bu yüzden

de özellikle “Giden Kedinin Ardından”

öyküsüyle Edgü’nün ne anlattığı ve ne an-

latmak istediği ayrı ayrı sorgulanabilir.

Kediyi mi soruyorsunuz? Kedi, bu

“gitmek” eyleminin yarı gerçek yarı düş-

sel tanığı gibi. Her ne kadar öykünün ana

SEZA ÖZDEMİ[email protected]

11Aydınlık KİTAP

Bir kedinin ardındantüm insanlara

Çok satanlar�n, reklam dünyas�n�n ve roman�n hâkimiyetinin aras�nda onun öykülerine kavu�mak,susuzlu�unuzu gideren bir seraba kavu�mak gibi. Ferit Edgü yine tam tad�nda b�rak�yor!

15 �UBAT 2013 CUMA

Ferit Edgükarakteri gibi dursa da, adamın ve hat-

ta yazarın yerine bile geçebilir.

OKURUNU ÇALI�TIRANYAZAR

1950’lerde öykünün dünyasına giren

Ferit Edgü, insanın iç dünyasına dair öy-

külerden sonra Doğu anlatılarına geçti.

Yeni bir dil, yeni bir gerçeklik aradı

hep. “Hakkâri’de Bir Mevsim” (“O”) ya-

zarın en bilinen yapıtı oldu. Okurken dağ

başındaki bir köydeki öğretmen ve ora-

nın insanları arasındaki gerçeklik uçu-

rumundan düşmüştük. (Çince ve Ja-

ponca dâhil çeşitli dillere çevrilen bu ya-

pıt, beyazperdeye de taşınmış ve Berlin

Film Festivali’nde Gümüş Ayı’yı almış-

tı.) Ardından “Doğu Öyküleri” ve di-

ğerleri geldi.. Deneyselliği seven yazarın

denemelerinin tadı da başka. “Yazmak

Eylemi” adlı ünlü çeşitlemesi yazar aday-

ları ve dil öğrencilerinin başucu kitapla-

rından biridir sanıyorum.

Edgü, tıpkı yazımızın başına alıntıla-

dığımız gibi, “…her kişinin bir başka yolu,

bir başka yöntemi olmak gerektir” diye-

rek uyarmıştı okuru hep. Ondan mı oku-

ra bu kadar açık uçlu anlam dizgeleri sun-

ması? Sanki “Siz seçin, siz tamamlayın

asıl öyküyü” demesi bundan.

G�TMEK VE HÜZÜNBüyük usta, yeni öyküleriyle yine

gerçekliğe, varoluşa, insanın hallerine

odaklanıyor. Ancak bu kez “yeni”nin

heyecanını değil, daha çok ustanın “hüz-

nü”nü bırakıyor okura. Ondan mı “Gi-

den Bir Kedinin Ardından”?

Türkçesi, yalın, duru ve çokanlamlı-

lığa kapı açan öykü dünyasına bir de usta

bir “hâl ve gerçeklik anlatıcısı”nı ekleyin,

karşınızda nitelikli edebiyatın yaşayan ka-

lemini bulacaksınız. Daha uzun yıllar bi-

zimle olması dileğiyle…

NOT: İçerik kadar sunuşa da çok

önem verdiğini bildiğimiz, Notos Ki-

tap’ın yaratıcısı Semih Gümüş “Giden Bir

Kedinin Ardından” için acaba neden böy-

le bir kapak tasarımı seçti? Bu bizim için

samimi bir merak. Edgü okurlarından ge-

lebilecek yorumları ya da bizzat Gü-

müş’ün yanıtını duyabilmeyi çok isterdik.

(Giden Bir Kedinin Ardından, Ferit Edgü, Notos Kitap, 110 s.)

Page 12: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

12 KAPAK

Edebiyatta kendine has diliyle, imgesel

dünyasıyla ama gerçeklikten kopmadan

fark yaratmış ve okuyucusunu sağlamlaş-

tırmış bir yazar Faruk Duman. En son

2009’da öykü kitabı yayımlanan Duman, bu

dört yıl içinde roman, deneme gibi türlerle

okurla buluştu. Geçtiğimiz hafta yayımlanan

“Baykuş Virane Sever” kitabı bize yeniden

öykülerinin dünyasına girme fırsatı verdi. Fa-

ruk Duman ile editörlük yaptığı Can Ya-

yınları’ndaki ofisinde bir söyleşi yaptık.

Öykü ile başladınız ama son yıllardadaha çok roman ile okuyucunun karşısınaçıktınız (hatta bir deneme ki-tabı ile de) “Baykuş Virane Se-ver” adlı öykü kitabınız bu haf-ta okuyucuyla buluştu. Öykü-yü terketmediğinizi mi göste-riyor bu kitap?

Dört yıl aslında bir öykü ki-

tabı için fazla değil. Öykü, okun-

ması da yazılması da çok emek

isteyen bir tür. Ben de eski yıllara

göre daha korkarak yazıyorum.

Biraz daha özendiğimi düşünü-

yorum. Kendi yazdıklarıma kar-

şı biraz daha acımasız olduğumu

düşünüyorum. Her yazdığımı

yayınlamak istemiyorum. O yüz-

den de iki yılda bir kitabım olsun gibi bir dü-

şüncem yok, baştan beri de olmadı. Acele-

si olan bir şey değil öykü, yani şimdi son yıl-

larda duyuyoruz, çok öykü yazılıyor, çok öykü

kitabı yayımlanıyor diye ama, benim için her

türde olduğu gibi öyküde de şu önemli: Ni-

telik. Yani yazar kendi öykülerini yayımlamak

konusunda ince eleyip sık dokumuşsa, eleş-

tirel bir bakış açısı ve seçiciliği varsa, o zaman

zaten bu kadar imitasyon olmaz, gerçekten

daha lezzetli kitaplar okuruz.

Üretken bir yazarsınız aslında, hemenhemen her sene deneme, roman ya da öyküçıkardınız.

Ben çok çalışıyorum. Aynı anda birkaç

defter üzerinde çalışıyorum, notlar alıyorum.

Onlar tabii olgunlaşınca kimi zaman peş peşe

denk geliyor yayımlanması. Kimi zaman öy-

küde olduğu gibi araya biraz zaman giriyor.

Ama oturup masada çalışarak yazmayı se-

ven bir insanım, o yüzden verimli olduğum

söylenebilir.

Öykülerinizde kural yıkıcı bir dilkullanımı var. Bu bilinçli bir tercih

midir? Neden böyle bir kullanım?

Bu her yöne çekilebilir aslında. Tabii ki

bilinçli. Ben bir okur olarak da birbirine çok

benzeyen metinleri tekrar tekrar okumak is-

temeyen biriyim. Yazar olarak da okunma-

sı keyifli türden şeyler yazmaktan hoşlanı-

yorum. O yüzden birbirini destekliyor bu.

Okurken bir kitapta ne görmek istiyorsam,

yazarken de ona yöneliyorum. Bir bilimsel

çalışma gibi, teknik çalışma gibi olmuyor ta-

bii. Aslında yazarken kendi sesimi duy-

mak, kendi gitmek istediğim atmosferi ya-

kalamak isteyen, yazının sonunda ortaya ne

çıkacağını düşünmekten ziyade yazarken

bana ne kadar keyif verdiğiyle ilgilenen bir

yazarım. Böyle olunca

da bu türde bir dil or-

taya çıkıyor. Aslında

uzaktan bakınca dili

bozmaya yönelik ka-

sıtlı bir eylem gibi gö-

rünebilir ama öyle

değil. Bu benim iç

sesimin, bana ait üs-

lubun bir yansıması

olabilir ki ben şuna

da inanıyorum, as-

lında kendi sesiyle

yazmaya çabalayan

herkeste bu tür dilsel

özellikler vardır. Za-

ten edebiyatı da bu-

nun için seviyoruz. Herkes kendi diliyle, ken-

di üslubuyla yazsın, söylesin diye. Dolayısıyla

bilinçli bir kullanım. Teknik yönü de var ama,

daha çok ben memur gibi çalışmayı sevme-

diğim için, duygusal, sezinsel yönü daha ağır

galiba bu dilin.

Belki de o yüzden iğreti durmuyor.Çünkü pek çok yazarın yeni bir dil arayışıvar ve bazen çok yapay olduğu o kadar bel-li oluyor ki. Sizde o yok.

Evet çünkü o bahsettiğiniz tehlikeden

uzağım ben. Aman şunu amaçlayayım da,

şunu yazayım diye yazmıyorum. Hem dil ola-

rak hem içerik olarak böyle bir şeye bulaş-

tığınız zaman okur bunu hemen hissediyor

ve okuru itiyor bu tip metinler. Aslında en

doğalı galiba yazarın kendinde bulunan

sesle, dil anlayışıyla yazması ve biraz da ta-

bii sezgilere kulak vermesi, akademik he-

veslere değil de, sezgilerin peşinden gitme-

si onu inandırıcı kılıyor.

ETRAFIMIZI V�RANEYEÇEV�RENLER

Kitabın adı “ Baykuş Virane Sever”.

“Ölüm” var kitapta sıkça. Kitabın adıyla birbağ kurabilir miyiz? Baykuş ölümdür.

Kitabın adı, öykülerden birinde de geçen

Yunus Emre’nin bir şiirinin dizesinden ge-

liyor. Aslında ölümü işlemek değildi amacım,

uzun süredir aklımda olan bir dizeydi bu. Bu

dizede "virane" sözcüğü önemli. Yaşamı-

mızda hep uğradığımız yoksulluklar, ölüm-

ler, etrafımızı viraneye çeviren şeyler, bu ol-

gudan beslenen toplumsal gelişmeler ve ki-

şilerle dolu. Bütün çevremizde, bütün hi-

kayelerimizde aslında bundan içten içe zevk

alan bir dünyamız var. Ben Yunus Emre’nin

de bunu bu algıyla söylediğine inanıyorum.

Zaten baykuş imgesinin de biraz bu top-

lumsal kökenden çıktığını düşünüyorum

açıkçası. Artık deyime dönüşmüş bu özlü sö-

zün de böyle bir kökeni var diye düşünüyo-

rum.

“Öykü roman yazmanın ön hazırlığı”gibi bir görüş var ülkemizde. Burada bir si-tem duyacak mıyız sizden? Neden öyküylebaşlayıp romana geçiş yapıyor yazarlar? Ro-mana bu ilgi neden? Öykü neden terk edi-liyor, satmıyor mu?

Roman ticari. Tabii bu onun sanat yö-

nünü azaltmaz, ama somut olarak öyle.

Fakat öykü ve şiir edebiyatın bana göre te-

mel türleri. Destanı, romanı atası saymıyo-

rum ama, masalları öykünün atası sayıyorum.

Esasında hiçbir zaman edebiyat algısından

da, anlatıp dinleme kültüründen de uzak kal-

mış bir tür değil öykü. Fakat tabii öykünün

romanın ön safhası olduğu görüşü yeni bir

görüş. 1900’lerden sonra, biz yeni yeni mo-

dern öykü yazmaya başladığımız zaman

ortaya atılmış bir bakış açısı. Öykünün kısa

bir olayı anlatan, esasında kısalığa dayanan

bir metin olarak yorumlanmasından kay-

naklanıyor biraz da bu. Oysa öykünün temel

özelliği kısa olması veya bir olayı anlatma-

sı değil. Yani bize edebiyat derslerinde öğ-

retilen şeyler pek doğru değil. Bu yüzden za-

man içinde, yani Türkiye’de olsun, dünya-

da olsun, en az Türkiye’deki kadar çok ya-

zılan Amerika’da olsun, öykünün bu son yüz-

yılda çok karakteristik özellikler kazandığı-

nı görüyoruz. Ne yapıyor mesela, kahra-

manını değiştiriyor, aktarma biçimini de-

ğiştiriyor, daha spontane, daha belirtilere da-

yanan bir metne dayandırıyor. Romandan

alıştığımız klasik anlatım yöntemlerini, öykü

kendi içerisinde şiire yaklaştırıyor. Son elli

senede öykünün biraz daha yoğunlaştığını,

biraz daha sıkı ve imgelere dayalı bir met-

ne dönüştüğünü görüyoruz. Yani kendi içe-

risindeki o gelişimi bile bu algıları çürütüyor.

Sorunuzu göz önüne alırsak, ben tabi öyle

FARUK DUMAN’LA SON KİTABI “BAYKUŞ VİRANE SEVER” ÜZERİNE

Viranelikten içten içezevk alan bir dünyamız var

DAMLA [email protected]

Aydınlık KİTAP15 �UBAT 2013 CUMA

Foto

�raf

lar:

Tu�ç

e Y�

ld�z

Page 13: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

Aydınlık KİTAP 13KAPAK

düşünmüyorum. Öykünün edebiyatın esas

malzemelerinden, esas yordamlarından biri

olduğunu söylemek istiyorum.

Geçen sene öyküdeki gelişmeler çokdikkatimizi çekti. Oldukça fazla öykü kita-bı yayımlandı.

Son yıllarda çok arttı gerçekten. Çok da

iyi kitaplar yazılıyor. Romana göre öyküde

daha başarılı olduğumuzu düşünüyorum

açıkçası.

Simgelerin dilin kullanımıyla oluştur-duğu bütünlük ve giderek yetkinlik özel birkonum kazandırırken size, öte yandan söy-leyeceğini kendi içine gömen metinler ya-ratmıyor musunuz?

Bu konu aslında benim çok üzerinde bir

şey söyleyebileceğim bir durum değil. Aslında

ben yazarın kendi elinden geleni yazması ge-

rektiğine inanıyorum. Ve kendi yazdığı sırada

yakaladığı bir denge vardır, bir metnin bi-

tebilmesi, tamamlanabilmesi için, kendi

içerisinde kurduğu bir dengeden söz ede-

biliriz. Yani bu öyküyü artık yayınlayabilirim

demek için bu dengeye ihtiyacınız var.

Okurlar da eleştirmenler de bizden çok fark-

lı yorumlar yapabilirler, dolayısıyla onlar as-

lında bizim için faydalı yorumlar ama neti-

cede öyküyü biz yazıyoruz. Ben okurlardan

da şunu çok duyuyorum, öyküyle ilgili hiç ak-

lımda olmayan durumlar çıkarıyorlar, bu hoş

bir şey, öyküyü onlarla beraber yazdığımız

anlamına da geliyor. Ama içe kapanma

meselesi şudur, insanlar içe kapanır, metinler

ya kapalı olurlar, onları açmak görevi de oku-

ra kalır, ya da açık olurlar, bu da yazarın ter-

cihidir, söylediğinin daha çok yüzdesinin oku-

ra geçmesini isterler. Ben biraz çalışkan oku-

ru, biraz yorum yapan ve metin dışına çık-

mayı da seven okuru seviyorum galiba.

‘KÜTÜPHANE BÜTÜNHAYATIMA MUSALLAT OLDU’

Kütüphanecilik bölümünden mezunoldunuz. Kütüphanecilik de yaptınız. Ki-tabın ilk öyküsündeki kütüphaneyle tanışançocuk siz olabilir misiniz? O öyküde sizdenizler var mıdır?

Var, çok var. Demiryolu mahalleleri

var, bizim yaşadığımız lojmanlarla ilgili.

Doğa unsurları var, hem çocukluğumda

görüp yaşadığım, hem sevdiğim, o kütüphane

var. Aslında en çok bu kitapta kendi yaşa-

dıklarım var, anısal şeyler var, ama tabii yine

büyük bir bölümü de kurgu. Fakat o öykü-

yü yazarken fark ettim, kütüphane gerçek-

ten de hayatımda çok yer alıyor; ilkokul yıl-

ları, sonrasında kütüphanecilik, yayıncılık, as-

kerde de kütüphane de görev almıştım.

Yani kütüphane bütün hayatıma musallat

oldu diyebilirim. (gülüyor)

Severek isteyerek seçtiniz sanırım bu bö-lümü üniversitede, öyle mi?

Şöyle oldu, ben hiçbir zaman hukuk, tıp

veya gazetecilik ki bunlar yazılırdı tercihlerde

en başa, ben okulu ve ders çalışmayı sev-

mediğim için, üstüne üstlük memuriyeti de

sevmediğim için, şeye karar verdim, o zaman

tabii ailem de hiçbir zaman o yönde baskı

yapmadı ama, bütün çevremiz çocuklarını

bunlara yönlendiriyordu. Ama ben reddet-

tim. Hem sevdiğim işi yapabileceğim, ki-

taplarla buluşabilece-

ğim, kolay okuyabile-

ceğimi düşündüğüm

bir bölüm yazmak is-

tedim. En başa yaz-

dım, hemen girdim,

okudum bitirdim.

Yazma nedeni ne-dir Faruk Duman’ın?

Onu ben de merak

ediyorum. Belki kay-

betmiş olabilirim ama

ilkokul üçüncü sınıfta

yazdığım hikayeler var.

Geri dönüp baktığım

zaman büyük ihtimal

evdeki kitaplara özen-

miş olabilirim. Ama o

özenme nereden geli-

yor, onu bilemiyoruz.

Bu çok evrensel bir

soru. Fakat gerçekten

o kitaplara özenip bir

şeyler yapmış olabili-

rim, çünkü kuklalar

yapmayı, ağaçtan bir

şeyler yontmayı, Ka-

ragöz oynatmayı falan

da seviyordum. Kitabı

da aslında yazı olarak

değil de, bir nesne ola-

rak görüyordum o dö-

nemde. Çünkü kapak-

larını boyuyordum,

sayfalarını dikişle bir

şeyler yapıyordum fa-

lan. Yani bu yöntem-

lerle ulaştığım oyunlarla bir bağlantısı ola-

bileceğini düşünüyorum. Böyle de çok psi-

kolojik oldu ama... (gülüyor) Gerçekten

daha sonra yazma eylemine dönüştü. Yaz-

ma esnasındaki o kağıdın hışırtısı, kalemi tut-

mak filan. Bunlar gerçekten benim için bir

tutkuya dönüştü diyebilirim.

Nerede büyüdünüz? Ankara’da.

Ankara tam yazacak yer, sakin.Bizim zamanımızda yazmaya daha mü-

saitti. Demiryolları lojmanları vardı. Ma-

hallemiz ağaçlık içindeydi. Hepimizin kazı,

tavuğu, horozu vardı. Hepimizin babaları eşit

koşullarda demiryollarında işçiydi. Çok gü-

zel arkadaşlıklar vardı. Yaz geceleri sabaha

kadar birbirimize korku hikayeleri anlatır-

dık. O yüzden tam fantastik bir çocukluk

oldu benimkisi. Böyle ağaç tepelerinde ev

yapmalara kadar varan bir çılgınlıktı yani.

Zaten genelde öykülerinizde hep orta sı-nıf var. Neden zenginler yok bu öykülerde?

E bilmediğimi yazamıyorum tabii ki. (gü-

lüyor)

“KLAS�KLER H�ÇB�R ZAMANDE�ER�N� KAYBETMED�”

Ustalarınız kimlerdir?Şimdiye kadar çok cevapladım bu so-

ruyu. Fakat zamanla şunu gördüm, böyle bir

soru sorulduğunda herkes aynı isimleri

söylüyor. Ama kimin okuduğunu kimin oku-

madığını bilmiyorum. Fakat her zaman kla-

siklerden büyük zevk aldım. Klasikler be-

nim açımdan, edebi olarak da, okuma

keyfi olarak da, hiçbir zaman değerini

kaybetmedi. Şimdi de böyle uygun koşul-

lar bulduğumda, çayımı alıp, okumaya uy-

gun yerlerde, pencerenin karşısına oturup

klasikleri okumaya devam ederim. Hatta ye-

niden yeniden okurum. Herhalde “Kara-

mazov Kardeşler”i dört kere filan okumu-

şumdur. O yüzden onları söyleyeyim. Bizim

edebiyatımızın da çok etkilendiğim, tekrar

tekrar okumak istediğim yazarları var tabii.

Edebiyatçının güncel gelişmelerin büyükçalkantılara dönüştüğü zamanlarda tavırkoyma zorunluluğu var mıdır? Bu konudane düşünüyorsunuz?

Kitapları zaten hiçbir zaman kendimiz

için yazmayız. Daha doğrusu biz istesek bile

böyle olmaz. Çünkü kitap bir nesnedir. Ki-

tap satılır, insanlar okur. Okuyanları de-

ğiştirir, iyi yönde veya kötü yönde. O yüz-

den bizim dışımızdaki bir şey bu. Yazarın

yazmak üzere seçtiği konular, seçtiği çev-

reler, az önce sizin dediğiniz gibi bağlı bu-

lunduğu sınıfla ilgili gözlemleri filan, bun-

lar her şeyi yönlendiriyor, metnin oluşma-

sını sağlayıp, okura metinden giden tüm al-

gıları yönlendiriyor. Fakat o dediğiniz top-

lumsal yaşamla ilgili yazarın tavır alması bi-

raz sanırım kitabın dışında bir şey. Yani ben

kitapla fikir belirtme amacını sevmiyo-

rum, yazarın kendini kitapla mesaj verme

zorunda hissetmesini sevmiyorum. Çünkü

o zaman kitap bir araca dönüşüyor. Ben

açıkçası toplumsal konularda, felsefi ko-

nularda fikrimi kendim söylemeyi tercih

ederim. Çünkü zaten onun amacı söyle-

mektir. Onun amacı romanı kullanarak söy-

lemek değildir. Kaldı ki yazarın belli bir

amacı olmasa bile her kitap mutlaka bir me-

saj verir. Çok kapalı metinler yazan bir ya-

zar beni, okuduğum zaman isyan duygu-

suyla doldurabilir. Belki onun böyle bir ama-

cı yoktur, ama oluşan metin okurda pek çok

şeye yol açar. O nedenle edebiyatçı top-

lumda üzerine düşen görevi yerine getirmeli

ama, yapıt başka bir şey. Yapıtı bu amaçla

yaralamamalı. İyi bir yapıt yazarın içinde-

ki meseleleri zaten okura aktaracaktır.

(Baykuş Virane Sever, Faruk Duman,

Can Yayınları, 112 s.)

15 �UBAT 2013 CUMA

Page 14: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

Üstün Dökmen, Ankara

Üniversitesi Eğitim Bilimleri

Fakültesi profesörlerinden, psi-

kolog, televizyon programcısı,

şair, yazar. Sosyal bilimlere ilgi

duymasına karşın, Hacettepe

Üniversitesi Fizik Bölümünde

okudu, üçüncü sınıfa geldiğinde

yanlış seçim yaptığının bilincine

vardı. Fizik okumak istemiyor-

du. Yaşamını yeniden planladı,

bir kez daha üniversite sınavla-

rına girdi. Hacettepe Üniversi-

tesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdi.

Aynı bölümde Uygulamalı Psi-

koloji –Klinik Psikoloji- yük-

sek lisansını yaptı. 1986’da Psi-

kolojik Danışma ve Rehberlik

alanında doktorasını bitirdi,

1988’de önce doçent, 1995’te

profesörlük derecesini aldı.

TRT’de dört ciltlik “Küçük Şey-

ler” kitabına da adını veren

aynı adı taşıyan bir program

hazırladı, sundu. İlk kitapları

eğitimini aldığı psikoloji ile ilgili

olanlar. Ancak Dökmen, yaşa-

mın her alanında kendini yine-

lemesini değil yenilemesini bil-

di, uzmanlık alanı ile ilgili ki-

taplar dışında şiir, tiyatro, ro-

man, kızı Selcan Dökmen’le

birlikte “İnsanın Korunakla-

rı/Mimari” üzerine kitap da

yazdı. “Küçük Şeyler”le 2008’de

Türkiye Yazarlar Birliği’nin de-

neme ödülünü aldı. “Metreste-

pe”, Üstün Dökmen’in son ro-

manı.

BÖYLE B�RDÖNÜ�ÜM

Metristepe’nin ilk adı Doruk

olarak geçer, köy daha sonra Er-

tuğrul Gazi’nin silah arkadaşı

Kamuran Gazi’nin ismiyle anı-

larak Kamuran Tekke, daha

sonra Doruktekke adını alır.

Köyün bulunduğu tepe, İnönü

muharebelerinin en stratejik

noktası olan Metristepe’dir. Köy

Metristepe adıyla 1997 yılına ka-

dar Söğüt İlçesine bağlıdır, bu

tarihten sonra Bozüyük ilçesine

bağlanır. Mustafa Kemal’in

1921’de İsmet Paşa’ya çektiği

telgrafta yazdı gibi, Metriste-

pe’de yalnız düşman değil, mil-

letin “makûs talihi” de yenil-

miştir.

Kitap, adını Üstün Dök-

men’in mekân olarak seçtiği

Bozüyük yakınlarında, Metris-

tepe’yi gören kurgusal villa kent-

ten alır. Bozüyük ve çevresin-

deki halk sözsüz bir uzlaşıyla bu

villalara Metrestepe Villaları

adını verir. Abdülrezzak Bey

ve ortağı Hilmi

Bey’in yapsatçı-

lığını üstlendik-

leri 80 villa, işlevi

nedeniyle adı de-

ğişecek, Metris-

tepe Villala-

rı’ndan Metreste-

pe villarına evri-

lecektir.

R o m a n ı n ı n

akışı da bu dönü-

şümü iki izlek üze-

rinden gösterir.

Kurgu Metriste-

pe’nin Metrestepe’ye dönüşü-

münü anlatır. Çanakkale’de,

Sarıkamış’ta, Balkanlar’da, Ulu-

sal Bağımsızlık Savaşında; Man-

gal Dağı’nda, Haymana’da,

Dumlupınar’da, Basritepe’de,

Metristepe ve ulusal bağımsız-

lık için verilen direnişin yaşan-

dığı nice cephede direnenler

kadınlarının, çocuklarının, kız-

larının namusu için savaşmışlar,

kanlarını dökmüşlerdir. Met-

restepe’de ise bir zamanlar

onurları ve namusları için dire-

nenlerin aksine başkalarının

kızlarının, kadınlarının, çocuk-

larının onurunu, namusunu hiçe

sayanların villaları

sıralanmaktadır.

Ulusal Bağım-

sızlık Savaşı’nda

yenilen milletin

“makûs talihi” bu

kez yıllar sonra

çarpık kentleşme

ve yabancılara

toprak satışı ile

yengi kazananla-

rın yenilgisi ile

yeni bir aşamaya

girmiş, yeni bir

cephe daha açıl-

mıştır. Metristepe’deki Met-

restepe Villaları aracı firma

olarak Güngerli İnşaat tarafın-

dan satın alınmışsa da, asıl alı-

cılar; Ulusal Bağımsızlık Sava-

şı’nda ulusun karşı karşıya gel-

diği, kanlı bir bağımsızlık sava-

şımı verdikleri uluslararası Yu-

nan ve onları silahla, parayla

destekleyen emperyalist İngiliz

firmalarıdır. Abdülrezzak Bey

her ne kadar Kalvinist ahlak an-

layışıyla küresel sermayenin ye-

nidünya düzeni, İslami/muha-

fazakâr burjuva düşüncesiyle

dinin para kazanmaya engel ol-

madığına inanmış, bu anlayışla

para kazanmak için her yolu

“mubah” görse de gerçeğin bi-

lincindedir. Dedelerinin sava-

şarak bağımsızlıklarını ve “na-

muslarını” koruyarak kazandı-

ğı toprakları, bu onuru, kızları-

nın, eşlerinin namuslarını ko-

rumak için savaştıklarına pa-

rayla satmaktadırlar.

D�NLER ARASIÇARPIK AHLAK

Kalvinist, İslami/muhafaza-

kâr/burjuva düşüncesinin Max

Weber’in “Endüstriyel Kapita-

lizm”iyle hiçbir ilgisi yoktur. We-

ber’e göre endüstriyel kapitalizmin

ana şartları, burjuvazinin ortaya

çıkması ile görülen kentleşme,

endüstriyel teknolojinin gelişme-

si ve rasyonel hukuktur. Endüs-

triyel karakteristik yapıyı Protes-

tan ahlak anlayışı oluşturur. İsla-

mi/ muhafazakâr/burjuva düşün-

cesinde Weber’in olmazsa olmaz

olarak gösterdiği zorunlu koşullar

yoktur. Ancak dinler arası ilişki bi-

çimine benzer bir çarpık ahlak an-

layışından söz edilebilir. Bu da ka-

pitalizmin dinsel referanslarla iç-

selleştirmesi olarak görülür.

“Metrestepe”de; evlilik ve ev-

lilik dışı ilişkiler sorgulanırken, ka-

pitalizmin ahlak anlayışı ile içsel-

leştirilmiş İslami/ muhafaza-

kâr/burjuva ahlak anlayışının sen-

tezi yapılıyor. Weber’in aksine

Protestan ahlak anlayışının, din-

selleştirilerek içselleştirmesi, Ab-

dülrezzak Bey ve “imam nikâhlı”

metresi Nurşen Hanım üzerinden

gösteriliyor.

Dökmen, “Metrestepe”nin

Kurtuluş Savaşı ile ilgili yazılanlar

dışında, kurgu olduğunu, Bozüyük

yakınlarında Metristepe’yi gören

en azından romanın yazıldığı ta-

rihte bir villa kent yapılmamış ol-

duğunu belirtiyor. Doğrudur,

“Metrestepe” kurgudur. İsla-

mi/muhafazakâr Kalvinist ahlak-

la, kapitalizmin ahlaksızlığını ah-

laksal gösteren çarpık algısıyla; ev-

lilik dışı ilişkiler, onu meşrulaştı-

rılma biçimi imam nikâhlı takiye

anlayışı kurgu da olsa gerçektir.

Hayal gerçek, kurgu yaşan-

mışlık olabilir.

(Üstün Dökmen, Metrestepe,

Remzi Kitabevi, 232 s.)

HALİT PAYZA

14 Aydınlık KİTAP

Metristepe’den Metrestepe’ye�slami/muhafazakâr

Kalvinist ahlakla,kapitalizmin

ahlaks�zl���n� ahlaksalgösteren çarp�k

alg�s�yla; evlilik d���ili�kiler, onu

me�rula�t�r�lmabiçimi imam nikâhl�

takiye anlay��� kurguda olsa gerçektir

15 �UBAT 2013 CUMA

Üstün Dökmen

Page 15: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

15Aydınlık KİTAPKARANLIĞA MEKTUPLAR

İhtimal ki çoklarınız, mesaiye uyanılan

sabahın ilk ışıklarında; masanızda kırmızı

güller buldunuz. Kimilerinizin burnunda,

dünden kalma bir şarap kokusu… Bazıla-

rınız yalnızdı. Bazılarınızsa hayat gailesin-

de, umursamazdı! Ne şekilde olursa olsun,

14 Şubat’ı geride bıraktık. Kapitalist tüke-

tim toplumunun ritüelleri, birer birer ha-

yata geçtiler. Sevgililere şiirler yazıldı. Türk

şiirinin büyük ozanlarının dizeleri, sayfa-

larından çıkıp; sevgiliye fısıldanan aşk söz-

cüklerine dönüştüler. Veya çağa uygun

söylersek, iletilere! Buraya şimdilik bir

virgül!

�LK A�KA MEKTUPİzmir Karşıyaka’da, henüz 16 yaşında

gözleri parıltılı bir çocuk, okul gidişlerinde

penceresinin önünden geçtiği komşu kızı-

nı buğulu gözlerle süzer. Günler birbirini ko-

valadıkça, aralarında bakışlar aracılığıyla bir

bağ oluşuverir. Yine Karşıyaka Atatürk

Lisesi’nin yoluna düşülen bir günün saba-

hında, genç adam akşamdan yazdığı mek-

tubu kızın evinin merdivenlerine bırakır. Kız

mektubu eğilip alır ve çantasına koyar.

Aradan üç gün geçmiştir. Delikanlının

umutla, umutsuzluk arasında gidip gelen

duyguları nihayete erer. Cevap yazılmıştır

işte! Hem de aynı yere, yani merdivenlere

bırakılmıştır. Böylece iki genç aşığın mek-

tuplaşmaları başlar. Genç adam, kalem

sallamakta mahirdir. Nice duygu yüklü ke-

limeleri ardı ardına sıralar. Bir de şiir ilişti-

rir mektubuna… Büyük şair Nazım Hik-

met’in şiirini!

“Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günüsımsıkı etini dişlemek sıhhatli,beyaz bir elmanın.Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanındanefes almanınbahtiyarlığına benzer seni sevmek...”

Sonrasında genç adam, bu satırlar se-

bebiyle Karşıyaka Karakolu’na götürülecek,

tahkikata uğrayacak ve iki yıl süreyle oku-

ma hakkını yitirecektir. Nazım’ın şiirini yaz-

mak dahi, fişlenmek için yeterli sebeptir. Bu

gözleri parıltılı çocuğun adı Attila İlhan, ola-

yın tarihi ise 14 Şubat 1941’dir! (Kaynak: Er-

kin Usman, Yeni Asır, Karşıyakalı Attila İl-

han) Tesadüfe bakın ki, Türk Edebiyatı Kül-

liyatında aşk şiirleri dendi mi, belki de akla

ilk gelen Attila İlhan’ın malum tarihle iliş-

kisi bu minval üzeredir. Sizi bilmem ama be-

nim için, yalnız bu sebepten önemlidir 14

Şubat… Virgülün, noktası!

Hangimizin ezberinde değildir o dizeler:

“Ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın ellerini bir tutsam ölsem böyle uzak seslenmeseben bir şehre geldiğim vakito başka bir şehre gitmeseotelleri bomboş bulmasam…”

Attila İlhan, “Sisler Bulvarı” kitabının

“meraklısı için notlar” kısmında “pia” şii-

ri için şunları yazar: “Mecidiyeköy’deki evde

başlanmış, otobüste sürdürülmüş, Tak-

sim’e geldiğimde bitirilmiş bir şiir. Va-

tan’ın Sanat Yaprağı’nda yayımlandığını dü-

şünüyorum. İnanılmaz yaygınlıkta bir şiir-

dir. Pia adı sandallara, dolmuşlara, ağır kam-

yonlara konulmuştur. Şimdi düşünüyorum

da, yıllarca sonra “böyle bir sevmek”te tek-

rar döneceğim, bir türlü elde edilemeyen

hayaldeki sevgili theme’inin, şiiri bu dere-

ce etkili kıldığını daha iyi görüyorum.”

Belleklerle kazınan bu şiirler, gerek ken-

dine has melodisinden gerekse İlhan’ın söy-

lediği gibi; kavuşulamayan, elde edileme-

yen ve neticesinde yüceltilen, bir nevi des-

tansı boyuttaki aşkları vurguluyor oluşun-

dan bu denli etkin olmuştur. Zira Attila İl-

han şiirinde aşk, imkansız olandır. Nam-ı

diğer kaptan, muhatap olduğu “gerçek aşk

nedir?” sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Gerçek

aşk, imkansız olandır. Bunu hep söylüyo-

rum. Çünkü bir aşk, normal sürecini, ge-

lişme aşamalarını yaşarsa bitmeye mah-

kumdur.” (Zeynep Aliye, Mavi Adam At-

tila İlhan’la Söyleşiler, Bilgi Yayınevi,

s:110) Günümüzde aşkın, tıpkı hayatın di-

ğer unsurları gibi; tüketilebilir bir meta ha-

line geldiği, ömrünün biçildiği ve nitelikten

yoksun; yalnızca nicelik olarak varlığını sür-

dürdüğü malumdur. İlhan şiirlerinde ise,

mutlak olan aşkın kendisidir. Doğası gereği,

tükenmeyen, dönüşmeyen… Sevgilinin

değil, sevgiliye duyulan aşkın, özlemin

ana unsur oluşu Divan şiirlerinin çağrışı-

mını yapar.

“Aşk mutlak hale geliyor. (Divan şi-

rinde) Aşk benim için çok iyi, bırak beni

öleyim diyor. Aşk bu kadar büyütülürse,

aşık olunan zirveye çıkmış oluyor. Onu ke-

narda bırakmış gibi görünse de, değil.

Her şeyi tayin edici o. Ona ulaşamıyorsun

bir türlü. Yani senin kafanda o, öyle bir yere

geliyor ki; o kendisi olmaktan da çıkıyor.

Bunu ben, çok usturuplu olarak verdiğimi

zannediyorum. O gelenek sürdü. Bunun

böyle olduğunun, kimse farkında değil.

Çünkü Divan Edebiyatının farkında değil.”

(Aynı eser, s:111)

ENGELLENEMEZ B�R A�IKAşkı, kişinin kendisiyle özdeşleştirir At-

tila İlhan. Sevgilinin uzakta olması dahi,

aşk atmosferinin oluşmasına engel taşı-

maz. “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılırsa

yalnızlık olmaz” diyen Asaf’ın aksine,

“Yalnızlık mutlaka paylaşılacak, suç or-

tağı bir sevgiliyle” der. Birey, ikili bir iliş-

kinin ortasında olsa bile; yalnızlığını yi-

tirmez. Tıpkı ayrılıkların da sevdaya da-

hil olması gibi…

Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgilihiç bir anı tek başına yasayamazlarher an ötekisiyle birlikte her şey onunla ilgili…

Bu lirizm, bu dokunaklı dizeler, esasında

sarsılmaz bir fikirsel bütünlüğün parçala-

rıdır. Attila İlhan’ın, toplumsal hayatın di-

ğer safhalarında olduğu gibi, bireysel iliş-

kilerde de sistematikleştirdiği diyalektik

mantığın ta kendisidir! Zira o, iflah olmaz

bir tutarlıdır! Dizelerinin tersine, kimsenin

unutmayacağı bir metropol ozanı…

cenova’ya indiğim zaman seni katiyengöremezdim aklım başımda değildi küfür gibi huzur-suzdum herkes beni unutmuştu ben kimseyi unut-mamıştım zehra’yı unutmamıştım allahsız gözleriniunutmamıştım sol böğrüme sanki çıplak bir hançer sap-lamışlardı

Kaptan lakabıyla maruf bu büyük sa-

natçının, açık denizlerde seyreden fikir ve

şiir yolculuğunu Bilgi ve İş Bankası Yayın-

ları’ndan çıkan eserlerde bulabilirsiniz;

saygıdeğer okur…

Çünkü kitap, karanlığa gönderilmiş

mektuptur…

Attila �lhan’�n, toplumsal hayat�n di�er safhalar�nda oldu�u gibi, bireysel ili�kilerde desistematikle�tirdi�i diyalektik mant���n ta kendisidir!

Attila İlhan ve fena halde aşk

DAĞHAN DÖ[email protected]

15 �UBAT 2013 CUMA

Page 16: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

Cezayirli yazar Asiye Cebbar

“Kimse başkasının yükünü taşı-

yamaz” diyor. Kuran’ın Yıldız

(Necm) suresinden alıntıladığı

bu ifade; bazı koşul, cinsel kim-

lik ya da sınıftan insanlar için ge-

çerlilik kazanan bir yargı çoğu

zaman. Yazarın Kırmızı Kedi

Yayınevi’nden ocak ayında Ay-

sel Bora çevirisiyle çıkan “Baba

Evinde Bana Yer Yok” adlı ro-

manına taşıdığı bu yargı; aynı za-

manda kendi olabilmek için,

cinsel kimliğindeki örtüden kur-

tulmak zorunda olan bir kadının

itirafı. Bunun için de önce “ken-

di” olarak bildiği kadının ço-

cukluğunu ve genç kızlığını par-

çalara ayırıyor. Zılgıt çeken ka-

dınların cesaretiyle!

“Zılgıt çeken kadınlar” im-

gesi; Batı için uzaktan şaşılası ve

anlam verilemeyen, hatta nere-

deyse bir tür ilkellik gibi görü-

nebilir. Oysa Doğu kültürünün

kadınları için zılgıt, bazen neşe ve

heyecanın, bazen de dayanılmaz

acının hayata salıverilmesi, bir tür

özgürlük hali olagelmiş. Sessiz-

liğin yıkılışı gibi… Cebbar, bu

“zılgıt” imgesini çocukluğunun

geçtiği Şerçel’deki kadınlar ha-

mamında somutlaştırmakla kal-

mıyor, anlatımı ve sesiyle tüm ro-

mana yayıyor. Öyle ki, romanı bi-

tirdiğinizde bunun aslında yaza-

rın kitabı yazarken yaşadığı hal

olduğuna bahse girebilirsiniz.

Peki, Cebbar’ın 71 yaşındayken

(Bugün 77 yaşında) çektiği bu

“zılgıt” ne için?

BABA EV�N�N‘�PEK’TEN ÖRTÜSÜ

Asiye Cebbar (asıl adı Fat-

ma-Zohra Imalayene); Fatma’yı

ve onu yetiştirenleri anlatırken,

Cezayir’in kıyı şeridinde yer

alan Şerçel kasabasındaki ço-

cukluğundan başkentteki genç

kızlığına değin geçen sürede ya-

şadıklarını ve benliğini çözüm-

lüyor. Bunu yaparken de zihni-

ne, algılarına ve hayata bakışına

“ipek”ten bir örtü gibi örtünen

“baba” figürünün bağlarını çö-

züyor. Baba evinden böylece

ayrılabiliyor.

Küçük bir kasabadaki oku-

lun tek “yerli” öğretmeni olan

“baba”, aynı zamanda demokrat

ve Fransız Devrimi’ne inanmış

bir figür. Peki bu yanına karşın

evde derin-

den sevip

saygı duy-

duğu eşine

ve büyük

kızına karşı

gösterdiği

“ h a r e m i n

sahibi” türü

tavır bir çe-

lişki değil

mi? İnandığı

devrimin il-

kelerine ters

bir şekilde,

başka bir ül-

keyi sömürgesi haline getiren

Fransa’dan fazla değil herhal-

de… Ancak küçük kız, bu çeliş-

kiyle sarsılacaktır, hele ki yıllar

boyu belleğinden atamadığı o

“bisiklet binme”yi öğrendiği sı-

rada gördüğü tepki karşında...

Yazar Cebbar’ın bir sömür-

gede büyürken yaşamak zorun-

da kaldığı kimlik sorunları yet-

miyormuş gibi; bir de zihninde

bir tür korku haline gelen “baba

hükmü” peşini bırakmayan bir

hale dönüşür. Öyle ki; gerçek

aşkı sandığı “nişanlı”nın silue-

tinde bile karşısına çıkar. Fatma

işte o an, denize koşmak, bir an

olsun “havalanmak” isteyecek-

tir. Bunu nasıl bir girişimle ya-

pacağını ise okurlara bıraka-

lım.

‘YAZMAK, SES�ÖLDÜRMEKT�R’

Dünyayı kitapları arasında

keşfeden bu küçük kız için

17’sinde yaşadığı o “nedensiz”

taşkınlık anından sonra sıra yaz-

maya gelir. Cebbar, bir şiirinde

“yazmak, sesi öldürmektir” de-

miş. Ancak bu kez yazmak “zıl-

gıt çekmek” demek onun için.

Yazar büyük anlatılar kurmak

yerine, “baba”nın yükünden sıy-

rılıp kendini arama demek olan

o ana ortak ediyor okuru.

Asiye Cebbar, 21 yaşında

yayımlanan ilk romanı “Susuz-

luk”tan bu yana onlarca roman,

öykü, oyun ve deneme yazdı, iki

film çekti. Bir Müslüman ve bir

Cezayirli olarak yaptıkları ülkesi

için pek çok ilki barındırıyor, Ce-

zayir’in kurtuluş savaşında ver-

diği mücadele dahil… Aynı za-

manda Kuzey Afrika ve bütün

dünyada kadın haklarının yılmaz

savunucusu olarak tanınıyor ve

Fransız Akademisi'ne alınan be-

şinci kadın. Cebbar’ın Almanya,

Avusturya, Fas, Fransa ve son

olarak New York’ta yürüttüğü

akademik kariyerinden sonra

bile yırtmak istediği bir sessizlik,

çekmek istediği bir zılgıt olabi-

leceğine inanmıyor musunuz?

Peki ya, o zılgıtlar susarsa ne

olur, düşünebiliyor musunuz?

O KADINLARYANI BA�INIZDALAR

Böylesi kadınlardan çok var.

Onlardan biri; hayatı çocukla-

rıyla tek başına sırtlayan, hani şu

biraz aksi, biraz huysuz ama yü-

zünüze gülüveren çaycı ablanız

da olabilir, bahçesindeki iki ka-

rış toprağa fasulye dikiveren şu

orta yaşlı kadın da… Ya da kı-

rık bir aşkın ardından yarattığı

“kendi” çözümleriyle hayata ye-

niden başlayan şu genç kadın…

Onlara iyi bakın, dünyayı de-

ğiştiren o kadınlar…

Kitabı elimize ilk aldığımız-

da “mor kapaklı, feminist bir ro-

man” okuyacağımızı sandığımız

anın aksine, bittikten sonra ken-

dini arayan kadının dünyayı de-

ğiştirebilecek kadın olduğu ger-

çeği sarsıyor.

“Baba Evinde Bana Yer

Yok”, Cebbar’ın Türkçeye ka-

zandırılan üçüncü kitabı. “Me-

dine’den Uzakta”nın (1992- Cep

Kitaplar) baskısı bugün artık

yok. “Aşk ve Fantazya” (2003-

Can Yayınları) ise yazarın Ce-

zayir dörtlemesinin ilki olsa da,

Can Yayınları çevirilerin deva-

mını getirmemiş; belki Kırmızı

Kedi Yayınevi getirir diye umu-

yoruz.

(Baba Evinde Bana YerYok, Asiye Cebbar,

Kırmızı Kedi Yayınevi,Çev: Aysel Bora, 279 s.)

16 Aydınlık KİTAP

Ya zılgıtlar susarsa!Cezayirli yazar Asiye Cebbar, Cezayir’in kad�nlar�n� ve onlar�n baba evlerini Araf’ta bir

bak��la anlat�yor. Cebbar’�n gözünden görünen, ne sadece ülkesi ne de sadece Fransa…Onunki sürekli kendini arayan bir hal sanki

YASEMİN DEMİR

15 �UBAT 2013 CUMA

Asiye Cebbar

Page 17: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

2013 yılı, gezginlerin notlarının okuyu-

cu ile buluşması açısından iyi bir başlangıç

oldu.

Alter Yayıncılık'tan çıkan, birisi iki cilt-

li, üç kitap bu yazının konusunu oluşturuyor.

Bu kitapların önemli bir özel-

liği tam 132 gezginin kalemin-

den çıkmış olması. Tabi bu

kadar çok kalemden çıkanların

editörlük sürecinin zorluğunu

ayrıca düşünmek ve takdir et-

mek gerekiyor. Bu kitapların

zorlu editörlük sürecini esas

aktörü sevgili Timur Özkan’ı yü-

rekten kutlamak gerekiyor.

Gelin kitaplara bir miktar

yakından bakalım. İlk kitabımız iki cilt ha-

linde yayınlanmış olan “Gezgin Gözüyle Tür-

kiye, I - II”

GEZG�N GÖZÜYLE TÜRK�YE 1

39 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gö-

züyle Türkiye 1”, Türkiye’nin Marmara,

Ege ve Akdeniz bölgelerinden derlenen 59

gezi yazısından oluşuyor. İstanbul, İzmir,

Muğla, Antalya, Bursa, Balıkesir, Çanakkale,

Denizli, Mersin vb. bazı kentlerin öne çıktı-

ğı ve bu üç bölgemizin tüm kentlerinin en az

bir yazıyla anlatıldığı kitapta; bu kentlerin ge-

zilecek görülecek yerlerinin yanı sıra tarihi

ve turistik özelliklerine ve yazarlarının ba-

şından geçen ilginç anı ve göz-

lemlere de yer veriliyor.

Kitapta ayrıca Mavi Yolcu-

luk, Likya Yolu ve Aziz Paul Yolu

gibi tematik rotalar da yer alıyor.

GEZG�N GÖZÜYLE TÜRK�YE 2

44 gezgin yazarın ortak ese-

ri “Gezgin Gözüyle Türkiye 2”,

Türkiye’nin Karadeniz, Orta,

Doğu ve Güneydoğu bölgelerinden derle-

nen 60 gezi yazısından oluşuyor. Eskişehir,

Kastamonu, Çorum, Tokat, Sivas, Erzurum

ve Mardin vb kentlerin öne çıktığı ve bu böl-

gelerimizin hemen hemen tüm kentlerinin

en az bir yazıyla anlatıldığı kitapta; yine

kentlerin gezilip, görülecek yerleri ile tarihi

ve turistik özelliklerine ayrıca da yazarla-

rının anı ve gözlemlerine de yer verilmiş.

Kitapta ayrıca Frig Vadisi ve Kaçkar-

lar gibi popüler tarih ve yürüyüş rotaları

da yer alıyor. Aynı adlı serinin ilk kitabı

ise Marmara, Ege ve Akdeniz bölgeleri-

mizi kapsıyor

GEZG�N GÖZÜYLE ANKARA49 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gö-

züyle Ankara”; geçtiğimiz yıllarda yayımla-

nan “Ankaralı Gezginler 3 - Ankara’dan

Gezi Yazıları” adlı kitaptan sonra Ankara’nın

gezgin gözüyle anlatıldığı ikinci kitap olarak

raflardaki yerini alıyor. Ankara’dan ve ilçe-

lerinden 56 gezi ve kent kültürü ya-

zısından oluşan kitapta; Ankara’nın

tarihinden kesitlerden Ankara adı-

nın kökenine, Ankara’nın sosyal

yaşamından türkülerine ve halk

oyunlarına, mutfağından cadde ve

sokaklarına, meydanlarına ve bu

cadde ve meydanları süsleyen hey-

kellerine kadar çeşitli başlıklar al-

tında başkentin bilinen ve bilin-

meyen tüm özellikleri toplanmış.

Ön sözünü Ankara araştırmacısı ve

uzman sanat tarihçisi Gökçe Günel’in yaz-dığı ve aynı zamanda Ankara’nın merkez veilçelerinde bulunan tarihi, doğal, turistik yer-lerin de anlatıldığı “Gezgin Gözüyle Anka-ra” “Ankara’nın gezilecek görülecek nere-si var ki” şeklindeki yanlış ezberi değiştirmeyeaday.

7 KITADANGezgin Gözüyle serisinin editörlüğünü

de yapan Timur Özkan’ın; “Gezmek Ya-şamaktır”, “Gezgince”, “4 Kıtadan”, “5 Kı-

tadan” ve “6 Kıtadan” adıyla yayımladığı

kişisel gezi kitaplarının sonuncusu olan “7Kıtadan” adından da anlaşılacağı gibidünyanın yedi kıtasından ve bu arada

Türkiye’den ve Ankara’dan da

çeşitli gezi yazılarından oluşuyor.Toplam 65 yazının yer aldığı ki-tapta; Avrupa’dan İzlanda, İs-

kandinav ve Baltık başkentleri ile

Varşova ve Krakov, Afrika’danMadagaskar ve Mauritius, As-ya’dan Abhazya, Erbil, Bah-

reyn, İran, Kabil, Cakarta, Bali

ve Doğu Timor, Okyanusya’danYeni Zelanda, Kuzey Ameri-

ka’dan Los A, San F, Las Vegas, Büyük

Kanyon, Route 66 ve Roue 1, San D ve

Hawaii, Güney Amerika’dan Sao Paula,Ushuaia ve Punta Arenas ile Antarktika ya-zıları okunabilir. “7 Kıtadan”ın Türkiye say-

falarında; Edirne, Balıkesir, Taraklı, Söğüt,

Sivrihisar, Frig Vadisi, Bolu, Akçakoca,Amasra, Niksar, Erzincan, Kırşehir, Niğ-

de ve Kaş ile Büyük Atatürk Yolu (Sam-sun, Amasya, Erzurum, Sivas, Kayseri, Ha-

cıbektaş ve Beynam), Ankara sayfaların-da ise Haymana, Gölbaşı, Keçiören, Ha-

mamönü ve Ulucanlar ile Ankara’nın ya-

kın çevresinden 10 hafta sonu seçeneğiniözetleyen yazılara yer verilmiş.

YENİ ÇIKAN- 17Aydınlık KİTAP

Gezginlerdendört yeni kitap

SERDAR ŞAHİ[email protected]

Page 18: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

Sevgiliye Veda

Chinua Achebe’nin Afrika üçle-mesinin en son kitabı “TanrınınOku”, 1920’lerde İngiliz sömürgesi al-tında olan Nijerya’da geçmektedir.Igbo halkının yaşadığı Umuaro’nunaltı köyünün en yüksek mertebeye sa-hip rahibi Ezeulu’nun hikâyesidir.Geniş bir aileye sahip olan Ezeulu,oğullarından birisini “gözü ve kulağı”olması, beyaz adamın dininde olangelişmelerden haberdar olması içinyerel Hıristiyan kilisesine gönderir.Erdemleriyle beyaz adam dahil olmaküzere herkes tarafından saygı göste-rilen Ezeulu’nun gururu zaman za-man yanlış kararlar almasına, halkınona olan inancını zaman içinde kay-betmesine neden olur.

Tanr�n�n Oku

Eski İstanbul gravürleri dendi-ğinde ilk akla gelen isim olan ThomasAllom’un gravürleri ilk kez aslınasadık bir bütün olarak yayımlandı.1834-38 yılları arasında İstanbul’uve Batı Anadolu’yu resimleyen Tho-mas Allom’un gravürlerinden oluşan;boyutuyla, özel kâğıdıyla, arkası boşbırakılan gravürleriyle ilk baskısını ya-kından takip eden kitap, günümüzokuyucuları için notlandırıldı.

Allom’un gravürleri 175 yıl ön-ceki İstanbul’un sarayları, camileri,çarşı pazarları, sokakları, Boğazi-çi’si ve Adaları’ndan Rumeli’yle BatıAnadolu’ya uzanan kaybolmuş birdünyada benzersiz bir seyahate çık-mak için...

�stanbul Manzaralar�

Slavoj Zizek’le birlikte Slovenpsikanaliz okulunun kurucularındanolan Mladen Dolar son yıllarda, Der-rida’nın “sesmerkezcilik” teorisiylebirlikte felsefenin gündemine taşınantartışmaya psikanaliz cephesindenson derece özgün ve ufuk açıcı bir kat-kıda bulunuyor. Lacan’ın, “ses psi-kanalitik nesnenin (yani objeta’nın) enönde gelen cisimlenişlerinden biridir,”demesine rağmen, aslında psikana-lizde de bakış’a kıyasla hep gölgedekalmış bir meseleyi, ses’i önplanagetiriyor.

Dolar, nesne olarak sesi farklıbirçok düzeyde ele alarak kapsamlıbir ses teorisi geliştiriyor.

Sahibinin Sesi

“Türk Sinema Tarihi” Türk si-nemasına yıllarını vermiş usta bir sa-natçının 50 yıllık belge birikimininsonucunda ortaya çıkmıştır.

Yokluklar içinde doğup büyü-yen, serpilirken aldığı yaraları birtürlü saramayan ama acısıyla tatlı-sıyla geçip giden ve bambaşka birşekle bürünen Yeşilçam’ın öyküsü-nü bu kitapta fazlasıyla bulacaksınız.Yeşilçam’dan bugüne açılan per-denin büyüsünden, sahiciliğindenkendinizi kurtaramayacaksınız. Fik-ret Hakan tanıklarının, kahraman-larının ağzından Yeşilçam’ın acı, tat-lı bazen çalkantılı ve fırtınalı, bazende yaratıcı ve komik ama hep yalnızhikâyesini anlatıyor.

Türk Sinema Tarihi

“Koyun ağılında doğdum. Oğlan ol-duğum için, kartal tüyü ile gözüme karasürme çektiler. Kız olsaydım, sürmeyigüvercin tüyü ile çekeceklerdi gözüme.Kalabalık bir aileydik. On üç kardeştik.Anamla babamı da katınca, üç odalıevde, on beş nüfuslu bir aşirete dönü-şürdük, hayatlarımız birbirine karışır-dı. Göçebeydik. At, eşek sırtları, kıl ça-dır altları yurdum oldu. Yalınayak, ba-şım çıplaktı. Duyduğum korkularınçoğu açlık ve üşümek üzerineydi. Ençok duyduğum ses, çan sesiydi. Or-manda kaybolmayayım diye boynumabir oğlak çanı takmışlardı. (...) Ba-bam, öğretmenle anlaşarak aynı yılıngüzünde ilkokula yazdırdı beni. Yineayağım yalın, başım çıplaktı. Kalemimiiple boynuma bağlamışlardı.”

Öykücülü�ümüzün TorosZirvesi Osman �ahin

Unutulmakta olan klasikleri, bu-günün büyük yazarlarının yardımıyla ço-cuklarla buluşturmak. İşte Hepsi SanaMiras serisinin amacı bu. Ünlü İtalyanyazar Alessandro Baricco’nun dünya-nın dört yanındaki yazar dostlarınıyardıma çağırması ile ortaya çıkmış bir“kurtarma botu”. Umberto Eco’dan Jo-nathan Coeya, Dave Eggerstan Nobelödüllü Mario Vargas Llosaa, günü-müzün önemli yazarları birer klasik se-çip, bunları sanki kendi çocuklarına an-latırmış gibi, etkileyici ama kolay anla-şılır bir dille yeniden hikayelendirdi. Üs-telik zaman zaman kendi hayal güçle-riyle zenginleştirmekten de kaçınma-yarak. Ve yine günümüzün önemli çi-zerleri bu metinleri resimlediler.

G�lgam��

Nesiller boyu süregelen bilin-meyenlerin sır dolu geçitlerinde or-taya çıkan gerçekler, açıklanamayan,açıklanmak istenmeyen efsaneninperdelerini bir kez daha araladı.Atlantis ve Mu... Diğerleri gibi on-lar sadece görünendi... Tarih sayfa-larına sığdırılması gereken hakikat,kimi medeniyetlerce masallara sı-ğındırılmakla yetindi. Oysa gerçekbambaşkaydı. Görünenlerin ötesinegeçmek, bilinmeyenlerin de cevabı-nı birlikte getirdi.

Dünyanın gözleri önünde ger-çekleşen bir diriliş, bilinmeyenlerin ce-vabını da birlikte getirdi. Cevaplaryükseldikçe, Tanrı’nın yüce adale-tiyle birleşti. Adalet hangi medeni-yetlerde yanlış ellere teslim edildi?

Semboller

Francisco Goldman, KolektifKitap, Çev: Sevinç Kay�r, 360 s.

Francisco Goldman, Aura Estra-da’yla evliliklerinin ikinci yılında ge-cikmiş balayılarını kutladıkları sırada,genç eşi sörf yaparken boynunu kırarakhayatını kaybeder. Aura’nın ailesi kız-larının ölümünden Goldman’ı sorum-lu tutar. Suçluluk duygusuna yenik dü-şen yazar da ölmek ister. Ne var ki son-ra büyük aşkını, tarifsiz kaybını, saf aş-kın yerini alan o korkunç kederi anla-tacağı “Sevgiliye Veda”yı yazmaya ka-rar verir ve hayatının aşkını adeta ye-niden hayata döndür. “Kaderinde yazılıolmak... Acaba benim Aura’nın haya-tına girmem de kaderinde yazılı mıydı,yoksa bana ait olmayan bir alana izin-siz girerek onun önceden belirlenmiş yo-lunu mu değiştirmiştim?”

Thomas Allom, �� Bankas� KültürYay., Çev: �eniz Türkömer, 352 s.

F. Zen, Destek Yay�nlar�, 200 s.

Chinua Achebe, �thaki Yay�nlar�,Çev: Nazan Ar�ba� Erbil, 288 s.

Mladen Dolar, Metis Yay�nlar�,Çev: Bar�� Engin Aksoy, 200 s.Fikret Hakan, �nk�lâp Kitabevi, 528 s.

M. �ehmus Güzel, KaynakYay�nlar�, 208 s.

18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR15 �UBAT 2013 CUMA

Yiyun Li, Domingo Yay., Çev: DuyguAk�n, Resimler : Marco Lorenzetti, 96 s.

Page 19: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

Elveda

“Cennet Çıkmazı”, çalkantılarladolu bir dönemde bile düş kurabilen er-demli ve hırs dolu insanların ülke, çağve dünya değişirken nasıl savruldukla-rını hiçbir gündelik ayrıntıdan ödün ver-meden, kahramanının sempatizanlıktanmilitanlığa geçişi öyküsü eşliğinde ak-tarırken, öte yandan da kimsenin bil-mediği bir özel tarihi fısıldıyor kulak-larımıza... Romanın kahramanı SelimKadıoğlu belki de bu yüzden günlük tut-maya başlıyor. Herkesten gizlediği budefterin tam da ölümüne yakın bir za-manda ortaya çıkmasıyla sürüyor hikâyeve kendi kahramanlık tarihini yazma-yı uman birinin yenilgilerinin dökü-münden ibaret günlüğü bazen şaşkınaçeviriyor insanı, bazen hüzünlendiriyor,bazen de gülümsetiyor.

Cennet �kmaz�

Yapay ve mesafeli bir üslupla ya-zılmış giriş kitapları karşısında önem-li bir alternatif oluşturan “Minerva’nınBaykuşu”, siyaset kuramını Platon’unmağarasından çıkarıp ışığa kavuştur-mada kendi payına düşeni fazlasıyla ye-rine getiren bir çalışma olarak sivriliyor.Yazar, Batı siyasi düşünce geleneğinedamgasını vuran filozofları Platon’danJohn Rawls’a uzanan o büyük kanonkapsamında incelerken, güncel ve çağ-daş -kimi zaman eğlenceli- örneklerinde yardımıyla siyasetin aslında top-lumsal evrimi tepeden tırnağa belirle-yen, insan yaşamını her alanda kuşatanve bizi zorlu tercihlerde bulunmaya zor-layan bir olgu olduğunu vurguluyor.

Minerva’n�n Bayku�u

Eski Yunan uygarlığının zenginedebiyat, mitoloji ve arkeoloji mal-zemelerinden yararlanan Kerenyi,mitsel öğenin birleştirici niteliği-nin daima altını çizerek Dionysos di-nini ortaya koyar.

Çalışmanın içinde Attika ve di-ğer bölgelerdeki kadınların gizemkültleri, Delfi’daki mistik ayin ala-nı, Atina’da düzenlenen Büyük Di-onysia şenlikleriyle ilgili bilgiler deyer alır. Önce Atina sonra da tümeski Yunan halkının tragedyayı veonun ayrılmaz parçası Dionysos’ukabul edip benimsemeleri tüm kül-tür tarihinin en büyük mucizesi ola-rak görülür.

Dionysos

Mary Lindemann tıp tarihinibir ilerleme hikâyesi olarak görmeyiyadsıyor; bu yöntemin doğasındakiyanlışlara işaret ediyor. “Tıp veToplum”un özelliklerinden birisitoplumsal ve kültürel tarih üzerin-de kuvvetle durmasıdır. Dolayısıy-la hekimler kadar hastalara da ilgigösteriyor, tıp doktorları kadar “ge-nel” şifa yöntemlerini uygulayandiğer pratisyenlerle de ilgileniyor;sadece üniversite tedrisatına değiltüm tıp eğitimi biçimlerine eğiliyor;din gibi başka sistemlerin öneminive bunların tıp üzerindeki etkisiniihmal etmiyor.

Erken Modern Avrupa’daT�p ve Toplum

Chan, omuzlarını silkti. “Fark et-mez. Parmak izleriyle öbür teknik iş-lemler teoride iyidir ama gerçek hayattao kadar değil. Tecrübelerim bana in-sanoğlu üzerinde derin derin düşün-memi söylüyor. İnsan ihtirasları. Bir ci-nayetin ardında yatan nedir? Nefret, in-tikam, maktulü susturma isteği. Belkide para hırsı. Her zaman insanoğlunuincelemek gerekiyor.”

“Kulağa mantıklı geliyor,” dediJohn Quincy.

“Çoğunlukla öyledir,” dedi Chan,emin bir ifadeyle. “Elimizdeki ipuçla-rını sayıyorum: Bir sayfası eksik konukdefteri, eldiven düğmesi, telgrafla gön-derilmiş bir mesaj...”

Anahtars�z Ev

Nedim Gürsel de edebiyat ve aşkilişkisi üzerinden gitmiş ve ortaya in-sanı kendinden geçiren denemelerdenoluşan “Aşk Kırgınları” çıkmış. Dün-ya edebiyatına damgasına vuran Tho-mas Mann, Louis Aragon, ErnestHemingway, Alfred de Musset, Ge-orge Sanda ve Marcel Proust da bu de-nemelerin baş kahramanları olmuşlar,Venedik’in yanı sıra.

Nedim Gürsel, “Aşk Kırgınla-rı”nda bu edebiyatçılar için kimi za-man aşkın beşiği kimi zaman damezarı olan Venedik’i anlatıyor. Ya-zar, gondol üzerinde çekilen ro-mantik fotoğrafların çok ötesine ta-şıyor şehri, farklı bir Venedik port-resi çiziyor.

A�k K�rg�nlar� K�sa Felsefe Tarihi

�krami Özturan, Bilgi Yay�nevi,520 s.

Bu kitap Balyoz Davası’ndan Has-

dal’da tutuklu bulunan İkrami Özturan

tarafından; yüreği halen vatan, bayrak,

millet sevgisiyle çarpan duyarlı vatan-

daşlara, 11 Şubat 2011 günü topluca tu-

tuklanan, elbirliğiyle vatanında esir

düşürülen askerlere, Hasdal’da, Siliv-

ri’de, Maltepe’de ve Hadımköy’de öz-

gürlük ve onur mücadelesi veren Bal-

yoz Davası tutuklularına, vicdan sahi-

bi ve Allah korkusu olanlara, gölgesin-

den korkanlara, onurları için intihar

eden merhum subaylara, biz hukuk

gazilerine, bizler Hasdal’da iken, ba-

baları tutukluyken buruk evlilikler ya-

pan çocuklarımıza, biz tutukluyken 21.

yüzyıl Türkiye’sine merhaba diyen be-

beklere yazılmıştır...

Jeffrey Abramson, Dipnot Yay�nlar�,Çev: �brahim Y�ld�z, 456 s.

Roger-Pol Droit, Say Yay�nlar�,Çev: �smail Yerguz, 256 s.

Özer Eltugay, Alt�n Kitaplar, 392 s. Carl Kerenyi, Pinhan Yay�nc�l�k,Çev: Bahar Çetiner, 484 s.

Mary Lindemann, Bo�aziçiÜniversitesi Yay�nevi, Çev: Mehmet

Do�an, 360 s.

Nedim Gürsel, Do�an Kitap,144 s.

Earl Derr Biggers, LabirentYay�nlar�, Çev: Özgün Dede, 250 s.

1915 �UBAT 2013 CUMAAydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Hakikat nerede? Bilimde mi,

dinde mi, sanatta mı? İnsan aklın-

da mı, Tanrı kelamında mı? Haki-

kat tek midir yoksa birçok hakikat

mi vardır? Gerçekten hakikat diye

bir şey var mıdır yoksa bir hayal mi-

dir bu? Bir masalsa eğer, hangi ih-

tiyaca cevap veriyor?

Filozoflar sürekli bu soruları sor-

muşlardır. Bu nedenle bu sorular, Pla-

ton’dan günümüze, düşünce yolcu-

luğunun ipuçlarıdır. “Kısa Felsefe

Tarihi”, hakikatin bu maceralarını yir-

mi bölümde, açık seçik ve eğlenceli bir

biçimde anlatıyor... Epikuros, Mac-

hiavelli, Descartes, Spinoza, Voltaire,

Rousseau, Kant, Marx, Nietzsche...

Page 20: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

17. yüzyılın en ünlü Fransız şairi La Fon-

taine’nin meşhur ahlak masalları, hemen

hemen her dilde değişik üsluplarda anlatıla-

gelmiş. İnsanoğlunun bencilliğini, acımasız-

lığını ve daha nice kötü huyunu hicvetmek ve

topluma ahlak dersi vermek için manzum ola-

rak kaleme aldığı fabllar tüm dünyaya yayıl-

mış, Ezop’la başlayan hayvanlar diyarının ma-

salları geleneği La Fontaine’le devam etmiştir.

La Fontaine’i kendi dilinde okumadım,

ama bilinen şu ki; masallarında canlılık, incelik

ve nükte dolu bir anlatımı var. Bilinenler doğ-

ruysa, bugüne kadar yapılmış Türkçe çeviri-

lerinde kullanılan dilin doğru olmadığını

düşünüyordum. Çünkü buram buram nasi-

hat kokan bu masallar

bugüne kadar beni do-

yurmamıştı açıkçası.

Verilmek istenenin

pata küte verildiği ki-

tapları çoğu okur gibi

ben de sevmem. Hele

ki La Fontaine ma-

sallarının, sonu “evet

çocuklar, demek

ki…” diye biten çevi-

rilerine bile maruz kaldım ben. Bir gün,

Tunca Arslan bize “La Fontaine’i bir de Nâ-

zım Hikmet’ten okuyun” demişti. O zaman

henüz Yapı Kredi Yayınları bu kitabı bas-

mamıştı.

Nâzım Hikmet’i Nazım Hikmet yapan

kuşkusuz şiirleridir, fakat biliyoruz ki O, mü-

zikten tiyatroya, sanatın her dalı üzerine

kafa yormuş, üretmiştir. Aynı şekilde çeviri ala-

nında da 1930-1940 yılları arasında edebiya-

ta yeni bir soluk getirmiştir. Hikâyeleri ve ma-

salları Nâzım Hikmet’in daha az bilinen

“güldürü ustası” yönünü ortaya çıkarıyor. Zen-

gin bir anlatı dünyasının hakim olduğu La

Fontaine masalları çevirisi de bu eserlerinden

biri.

1949’da cezaevindeyken Ahmet Oğuz Sa-

ruhan takma adıyla yapmış Nâzım Hikmet bu

çevirileri. Kendi ifadesiyle “okunduğunda

hece vezniyle yazıldığı intibaı uyandıracak,

hece veznine stilize edilmiş serbest vezinle”

tercüme etmiş. Ahmet Halit Kitabevi’nin bas-

tığı bu çeviri yapıt dışında 29 yıl Nâzım Hik-

met’in hiçbir kitabı Türkiye’de basılmamış.

Yine kendi deyimiyle; “Yapıtlarım otuz kırk

dilde basılır, Türkiye’mde Türkçemle ya-

sak…”

Her ne kadar edebiyata stilizasyonu,

yani çeviride asla sadık kalıp, üslup yansıtma

yöntemini kazandırsa da, aslından güzel yaz-

dığına inandığım, şiir gibi akıp giden bu çe-

viri eseri, dünya şairi Nazım Hikmet’in ev-

rensel çocuk kitaplığına kazandırdığı eski-

meyecek kitaplardan biri.

İyi okumalar diliyoruz.

Merhaba, çocuklar. Bir geniş bir büyük «Merhaba» demek, sonra bitirmeden sözümü yüzünüze bakıp gülerek - kurnaz ve bahtiyar - kırpmak gözümü... Biz ne mükemmel dostlarız ki kelimesiz ve yazısız anlaşırız... Merhaba, çocuklar, merhaba cümleten... - Nâzım Hikmet

(La Fontaine’den Masallar, NâzımHikmet, Yapı Kredi Yayınları, 192 s.)

İREM HALIÇ[email protected]

Hikâyeleri ve masallar� Nâz�m Hikmet’in daha az bilinen “güldürü ustas�” yönünü ortaya ç�kar�yor.Zengin bir anlat� dünyas�n�n hakim oldu�u La Fontaine masallar� çevirisi de bu eserlerinden biri

Merhaba çocuklar,merhaba cümleten

Benim Bir Kar���m

Mizah ustası Behiç Ak'ın, meraklı Memo ve ar-

kadaşı Tombiş'in öykülerini anlattığı “Tombiş Ki-

taplar” minik okurlarıyla yeniden buluşuyor! Her ka-

rışta yeni bir cevap, her karışta farklı bir dünya! Her

yaştan kitapseverin zevkle okuduğu “Gülümseten Öy-

küler” dizisinin yaratıcısı, mizah ustası Behiç Ak ya-

zıp resimlediği “Tombiş Kitaplar” dizisinin ilk kita-

bıyla bu kez minik okurlarıyla buluşuyor. Yaşadığı-

mız zamana kendine özgü çizgileri ve öyküleriyle ha-

yat veren sanatçı, meraklı Memo ve arkadaşı Tom-

biş'in bu ilk öyküsünde, bir karışın kaç farklı anlama

gelebildiğini ilgi çekici bir kurguyla anlatıyor. Ço-

cukların kendi sorularını sormaları, kendi öyküleri-

ni yaratmaları için esin kaynağı olan Behiç Ak, ki-

tabında onları fikir ve anlam üretmeye özendirirken,

gelecekteki felsefe okumalarının da yolunu açıyor.

Olga

Sıradan günlere renk katmak Olga’nın işi! Ol-

ga’nın maceraları iki eğlenceli öyküyle başlıyor!

Olga iki çocuklu bir ailenin küçük kızı. Esther

adında bir ablası var. Bir pazar sabahı ailece ev-

deler. Bildiğiniz tatil günü işte. Az didişme, bi-

raz can sıkıntısı, biraz oyun, biraz okul hazırlı-

ğıyla geçecek... zannettiyseniz yanıldınız! Olga

hiç durur mu, aklına gelenleri bir bir uyguluyor,

bu sıradan günü kendince renklendirmeye çalı-

şıyor!

İkinci öyküde Olga’yla ailesi kar tatiline gi-

diyor. Kayak yapacaklar. Ama tatil daha başın-

dan sarpa sarıyor. Eziyetli bir yolculuğun ar-

dından vardıkları kayak merkezinde Olga’yı hiç

ummadığı maceralar bekliyor. Ee, Olga’ya göre

hayat dediğin maceralı, eğlenceli olmalı zaten!

Genevieve Brisac,Hayykitap, Çev: Ece

Nahum, 96 s.

15 �UBAT 2013 CUMA

Behiç Ak, Gün�����Kitapl���, 68 s.

Page 21: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

21Aydınlık KİTAPARAKABLO 15 �UBAT 2013 CUMA

Barış Pîrhasan, “Tarih Kötüdür” şii-

rinde, “Çocukken yazdıklarım beni yü-

reklendiriyor” diyordu. Toplumların ço-

cukluğuna dönüp bakmadıkça bugünü ve

geleceği üstüne içten ve gözü kara giri-

şimlerde bulunma cesaretini göster-

mekte zorlanırız. Bizi geleceğin delta-

sında bugünün korku ve özlemleriyle bı-

rakıverdiğinde, tarihin cesedine dönüp

bakmaksızın ne korkuyu ne de özlemi ta-

nımlayabiliriz. Kimi şarlatan önderler, ce-

setten ürettikleri korkuyu sürekli taze-

leyip pompalayarak kitleleri yitik gele-

ceğin çatal ağzında boş özlemlerle al-

datmayı becerebiliyorsa, bu aldatma-

cada onlara asıl gücü sağlayan olgu,

halkın tarih bilincinin olmayışının yanı

sıra gerçek önderlerinin de “geçmişe

mazi derler” yaklaşımıyla tarihe dudak

bükmesidir.

GÜNCEL�N TAR�HSELBA�LAMI

Doğu Perinçek; ülkemizde emek

güçlerinin mücadelesini üstlenen ön-

derler içinde en uzun soluklusu olarak

halâ savaşı sürdürüyor olmakla kalma-

yıp 12 Eylül zindanlarından çıktıktan son-

ra da otuz yıldır çalışkanlığı ve üretken-

liğiyle olduğu kadar, zamanın bükülme-

leri karşısında omurgasını koruyarak

esnek davranmayı, mücadeleyi içerik

ve biçim yönünden sürekli yenilemeyi,

gençleştirmeyi başarmasıyla, kişiliğinin

entelektüel boyutunu sürekli derinleş-

tirmesiyle öne çıktı. Bunda, ta başından

beri, yeteneğinin bireysel ve örgütsel iş-

leyişini tarihsel bağlamlarından kopar-

maksızın toplumsal mücadelenin bileşeni

olarak algılama ve dönüştürme bilinci-

nin, birikime yaslanma tutumunun payı

başta geliyor.

Doğu Perinçek’in her güncel girişim

ve yöneliminde tarihsel bağlam yalnızca

yakın zamanla ve sıcak mücadele orta-

mıyla sınırlı kalmıyor, kurgusunun kap-

sama alanı çok eskilere, Osmanlıya, Sel-

çukluya ve daha öncelere, Oğuzlara,

Hunlara kadar gidiyor. Bu durum “Os-

manlı Toplum Düzeni”, “Bozkurt Efsa-

neleri ve Gerçek”, “Orta Asya Uygarlı-

ğı” kitaplarında ismiyle müsemmâ ci-

simleşirken, kitaplarının hemen tü-

münde, cümlelerin anlam ve ses doku-

suna sinmiş olarak karşımıza çıkıyor.

“Og’dan Oğur’a: Devletin Oluşması Sü-

recinin Türkçedeki İzleri” adlı son ki-

tabında (Kaynak Y., Kasım 2012) ise bu

kapsama alanı yeni bir tarihsel dalga bo-

yutu kazanıyor.

TÜRKÇEN�N TÜRK’EÖNCEL���

Doğu Perinçek, bu yapıtında, Türk-

lerin bir kavim oluş ve devlet kuruş sü-

recini Türkçe üzerinde araştırarak bu-

güne dair çarpıcı tanımlara ulaşıyor.

Çabasının niteliğini, kitabın Giriş’inde-

ki ilk cümlelerde veriyor: “Bu çalışma-

da bostana girildiği düşünülebilir. Bir ba-

kıma doğru; tarihçilerin ve dilbilimcile-

rin alanına girilmiştir. Ancak çalışmanın

asıl alanı devlet teorisidir.” (s. 9) Gerek

bu tanım, gerekse işin kendisi, Türk’e

özgü tutumun tipik yansıması...

Yazar, devletin oluşum sürecinin

Türkçenin yapısal evrimiyle koşutluğu üs-

tüne çarpıcı saptama ve açıklamalar ge-

tiriyor. Tanrı ve Türk sözcüklerinin “to”

kökünden türeyişine ilişkin kanıtlar,

bana, İsmet Özel’in, “Türklere Tan-

rı’nın yeryüzünde çok özel bir görev

yüklediği” savını çağrıştırdı. Nitekim

Perinçek de, Özel’den farklı yaklaşım açı-

sıyla bile olsa, aynı düzlemde konuşuyor:

“Dünyada Asya ile Ön Asya ve Avrupa

uygarlıkları arasında köprü işlevi gören

başlıca halk, hatta tek halk, denebilir ki

Türklerdir.” (s. 143)

Yazar, Türkçenin Tanrı ve Türk söz-

cüklerinden önce gelişini kanıtladıktan

sonra (s. 135), şu sonuca geliyor: “Türk,

Türkçe konuşandır. Bu tanımı Türklerin

kendisi de yapmıştır. Tarihte Türkler,

kendilerini ırkla değil, dille ve kültürle

tanımlamışlardır. Etnik ölçütü öne çı-

kardığınız zaman Azerî, Türkmen, Kıp-

çak, Kırgız, Kazak, Uygur, Özbek vb. var-

dır. Dili öne çıkardığınız zaman, Türk

kavmi vardır. ... Bu kültür, başka ka-

vimleri özümleme yeteneği yanında

özümlenme seçeneğini de içerir.” (s.

143 - 144)

TÜRKÇEN�N YAPISALBEL�RLEY�C�L���

Doğu Perinçek, “Türk” sözcüğünün

“to” kökünden türeyişini açıklarken,

anlam bağının “töre” kavramıyla mı,

“türe” fiiliyle mi akrabalık kurduğu tar-

tışmasını da sonuçlandırıyor: “Töre” ve

“türe” sözcüklerinin yaşamdaki “ku-

rumlaşma ve üreme” diyalektiğinin sıkı

bağlantısını yansıttığını, ses ve anlamca

aynı kökten geldiğini kanıtlıyor (s. 90).

Yıllarca önce Teori’de Nâzım’la ilgili

bir yazımda Türkçenin toplum kurucu ve

biçimleyici yapısal özelliği üstünde dur-

muş, daha sonra Eski’de “Türkçenin Uç-

ları” başlıklı yazımda konuya tekrar dö-

nerek (Temmuz 2005), olguyu sözcük ve

cümle düzeyinde örneklemiştim:

Kül Tigin Yazıtı’nda, “kişi oglı qop öl-

geli törümüş” (Kişi oğlu hep ölümlü tü-

remiş / yaratılmış) cümlesindeki “törü”

eyleminden “törük>türük>Türk” adı

türetilirken, sözcük töreye uygunluk an-

lamını da yüklenmiştir. Çünkü “törü”,

hem eylem hem ad olarak kullanılan kök-

teş sözcüktür, ayrıca zaten “öd tengri ya-

sar” (Zaman tanrı yasar / sınırlar;

yas/mak eylemi Yunus Emre’de de var-

dır). Türk’ün yürüyen / türeyen kişiliği,

zamanın / öm-

rün yasa ve tö-

releriyle bağ-

lıdır... Perin-

çek’in kitabı

sonrasında,

yazıdaki bu tür belirlemelerin haklılığı-

nı gördüm.

‘�LK KEZ’ M�?Doğu Perinçek’in yapıtı, “devletin

oluşması sürecinin Türkçedeki izleri”ni

vermekle kalmıyor, daha önemlisi, bu sü-

reçte dilin belirleyici oluşunun kanıtla-

rını sunuyor. Yine de, “Türklerde dev-

letin oluşum süreci, bütün bu alanlarda

yapılan çalışmaların verilerine dayanı-

larak, özellikle de dilbilimin verileri öne

çıkarılarak ilk kez incelenmektedir” (s.

10) yargısının bir açıklamaya gereksini-

mi olduğunu düşünüyorum. Ümit Has-

san’ın “Eski Türk Toplumu Üzerine İn-

celemeler” (Alan Y., 2000; I. bs: Kaynak

Y., 1985) kitabında kimi bölümler yer yer

bu meseleyi irdelemektedir. Sencer Di-

vitçioğlu’nun “Kök Türkler” (Ada Y.,

1987) kitabı, en çok da “Devlet ve Ste-

pokrasi” başlıklı bölümüyle (s. 266 -

280) bu konuyu tartışıyor. Çalışmasını ce-

zaevinde hazırladığı için bu kadı kızı ku-

sur yüzünden yazarı eleştirme hakkını

kendimde görmüyorum; ama böylesine

çaplı bir çalışmada, asistan ve editörle-

rinin daha titiz olmaları gerektiğini

anımsatmayı da yazara ve okurlarına kar-

şı bir görev kabul ediyorum.

Yazarın vardığı benzersiz sonuçlarla

yönlendirici bir yapıt oluşturduğunu

ikircimsiz belirliyoruz.

(Og’dan Oğur’a, Doğu Perinçek,Kaynak Yayınları, 184 s.)

Tarihte Türkler, kendilerini �rkla de�il, dille ve kültürle tan�mlam��lard�r.Bu kültür, ba�ka kavimleri özümleme yetene�i yan�nda özümlenme

seçene�ini de içerirSEYİT NEZİ[email protected]

Devlet ve kavmin oluşmasındaTürkçenin önceliği

Page 22: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini

Soldan sa€a1. Resimdeki yazar - Bölüm2. Dul kalan kad›n›n sadaka-

tini göstermek üzere kendini kur-ban etmesi fleklinde bir Hindu ge-lene€i - Bir soru sözü - ‹nceliktenyoksun, terbiyesi, görgüsü k›t, ne-zaketsiz

3. Bir sinir hastal›€› türü, epi-lepsi - Bir tür tatl› çörek - Bir türcila

4. S›n›r niflan› - Otlar - Bir Or-tado€u tanr›s› - Tavlada "iki" say›s›

5. Kurçatovyum'un simgesi -

Küçük ma€ara - ‹nci Aral'›n "Or-han Kemal Roman Ödülü"nelay›k görülmüfl kitab› - Afrika'dabir nehir

6. Burçlar kufla€› - Dervifl se-lam› - Bir Afrika a€ac›

7. S›k gözlü bir bal›k a€› türü- Alt›n'›n simgesi - Bir fleye karfl›l›kolarak al›nan veya verilen fley

8. Bir kan grubu - Üzme,s›k›nt› verme - Efli benzeri olma-yan, mükemmel bir fleyi icat eden

9. ‹nfla - Tavlada "üç" say›s› -Toparlak kemik ucu

10. Hitit - Tak›m (k›sa) -Koflucu devekuflu

11. Çimen - K›zg›n, yak›c› -Y›rt›c› bir kufl türü

12. Bir binek hayvan› - ‹randevletinin resmi dili, Farsça - Vi-layet - Birbirinin ayn› olan, birbi-rini tamamlayan iki fleyden her biri

13. Lefl - Çocu€u olan kad›n -Türk Mal› (k›sa) - Gelecek

14. Geri; pefl - Dikiflte kul-lan›lan pamuk ipli€i - Eflek sesi

15. Aday - Resimdeki yazar›nbir eseri

Yukar›dan afla€›ya1. Resimdeki yazar›n bir ese-

ri2. Ak›l - Rutenyum'un simge-

si - Kimononun üstüne tak›lan, bi-çimi ve boyutu cinsiyete, yafla,mevkiye ve bölgeye göre de€iflen,bir dü€ümle birlefltirilen geniflipek kuflak - Verme, ödeme

3. H›rvatistan'da bir limankenti - Zirkonyum'un simgesi -Rutubet - Suriye'nin baflkenti

4. Cet - Jüpiter'in bir uydusu- Tanzanya'n›n plakas› - "... ç›kar-mak" (satrançta acemi oyuncuyakarfl› vezirsiz oynamak)

5. Hamarat, elinden ifl gelen -Bir haber ajans› - Bir cetvel türü

6. Bir yüzölçümü birimi -Çin'in para birimi - "... Güler"(foto€rafç›)

7. fiöhret - Japonya'da buda ra-hibesi - Dünya zevklerini hoflgö-ren, dünyaya önem vermeyen,kalender

8. Arnavutluk'un para birimi -‹lkel bir silah - Sebep

9. Bulut - ‹lgi eki - Radyum'unsimgesi

10. Eski bir a€›rl›k ölçüsü bi-rimi - Uyku - Tantal'›n simgesi -M›s›r'›n ünlü kentlerinden biri

11. Bir hayret ünlemi - Mezo-potamya panteonunda tümtanr›lar›n babas› ve kral› olan göktanr›s› - 2 kifli aras›nda k›l›çlayap›lan bir spor türü

12. "Hay hay", "olur" an-lam›nda bir sözcük - Fikir, düflün-ce - Türk liras› (k›sa) - Favori

13. Saz›n en kal›n teli ya da ki-rifli - Bir resmi suland›r›lm›fl renk-lerle boyama ya da gölgeleme bi-çimi - Sümerler'de su tanr›s› - Ai-lesinin geçimini sa€layan

14. ‹sim - Kiloamper (k›sa) -Yumurta, peynir, domates, vb. ilehaz›rlanan yemek

15. Resimdeki yazar›n bir ese-ri - Belgi, niflan

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

22 Aydınlık KİTAP

Seni düşünüyorum ve yağmur yağıyor. Odamın

camından dışarı bakıyorum, soğuk hava ve rüzgar,

ağaçları zorluyor. Tam karşımdaki göl de donmuş

sanki... O gölün üzerinde yürümek isterdim senin-

le. Bunu sana söylemiştim bir gün. İşte, düşsel çiz-

giler bırakarak ardımızda, iç içe daireler ve hele-

zonun ortasında incecik bir ışık: Senin gözlerin.

1 Bebekliklerinden itibaren güzel-

liğin bir kadının hayaleti olduğu öğ-

retilen zihin, kendisini bedenine göre

şekillendirip bedenin yaldızlı kafesi

çevresine sarınarak yalnızca hapis-

hanesini süslemeyi düşünür.

Yıllar sonra bunları yeniden düşündükçe, bazen ki-

milerinin kullanmış oldukları sözcükleri ve bizzat o kişileri

yeniden yakalayabilmek mümkün olsa keşke diyesi geliyor

insanın, bize tam olarak ne demek istemiş olduklarını sor-

mak için... Ama giden gitmiştir... Kimse onlar hakkında bir

şey bilmiyor artık. Bu durumda gecenin içindeki yolculu-

nuzu tek başınıza sürdürmekten başka çare kalmıyor.

32

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(a) 2-(b) 3-(a)

GE

ÇE

N H

AFTA

NIN

ÇÖ

GE

ÇE

N H

AFTA

NIN

ÇÖ

15 �UBAT 2013 CUMA

a)

b)

c)

d)

e)

Kadir Aydemir - Aşksız Gölgeler

Neil Jordan - Gölge

Uwe Timm - Yarı Gölge

P. F. Thomese - Gölge Çocuk

John Sandford - Gölge Avı

a)

b)

c)

d)

e)

Muhibbe Darga - Anadolu'da Kadın

Margaret Walters - Feminizm

Peter Handke - Solak Kadın

Jeanne Achterberg - Kadın Şifacılar

Richard Brautigan - Talihsiz Kadın

a)

b)

c)

d)

e)

Louis Ferdinand Celine - Gecenin Sonuna Yolculuk

Michelangelo Antonioni - Gece

Kurt Vonnegut - Gece Ana

E. T. A Hoffmann - Gece Tabloları

Stephen King - Zifiri Karanlık Yıldızsız Gece

Page 23: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini
Page 24: GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık · 2015-02-25 · yoruz. Onları tanımanızda yarar var. “Ekip başı” Pınar Akkoç 1985 Almanya do-ğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini