kitap aydınlık okura geÇen ulaŞtik bu daha başlangıç · rıda kesilen yaşar nuri Öztürk...

24
Aydınlık 21 Haziran 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 69 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Bu daha başlangıç Hıfzı Topuz Ahmet Cemal Ataol Behramoğlu Behiç Ak Cüneyt Ülsever Feridun Andaç Hakan Günday Hüseyin Haydar İnci Aral Leyla Erbil Mustafa Köz Muzaffer İzgü Öner Ciravoğlu Pınar Kür Tarık Günersel ve Yücel Erten’den Gezi Parkı notları GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK 88.273

Upload: others

Post on 21-Feb-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

Aydınlık21 Haziran2013 Cuma

Yıl: 2 Sayı: 69

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITA P.

Bu daha başlangıçHıfzı Topuz

Ahmet CemalAtaol Behramoğlu

Behiç AkCüneyt ÜlseverFeridun AndaçHakan GündayHüseyin Haydar

İnci Aral Leyla Erbil

Mustafa KözMuzaffer İzgü

Öner CiravoğluPınar Kür

Tarık Günerselve Yücel Erten’denGezi Parkı notları

GEÇEN HAFTA

OKURAULAŞTIK

88.273

Page 2: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan
Page 3: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

İÇİNDEKİLER

Özdemir İnce s. 4

Sadece güç değil, daha fazla hakimiyet! s. 5

s. 6

Yatcaz kalkcaz sevişcez s. 7

s. 8-9

s. 10

s. 11

Bu dünyadan bir Kafka geçmiş! s. 16-17

Yeni çıkanlar s. 18-19

Çocuk-Genç s. 20

Yalnız(ca) s. 21

Düşmeden Koşabilme’nin sırrı s. 22

Sadece karanlığa mektuplar! s. 23

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu

[email protected] Müdürü

Kamile Karakadı[email protected]

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın

San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı

Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel

Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi

Metin Aktaş

Aydınlık

KITA P.

Sayfa Sekreteri Alev Özgenç

Editör Pınar Akkoç[email protected]

Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukç[email protected]

Bu daha başlangıç

Reklam Servisi

KAPAK: Güzel günler görüyoruz

Gökkuşağının hangi rengini

reddetmek elimizde?

Her yer Taksim, tüm Türkiye

tek meydan, istifa et Başbakan

Aydında halk isyanları

ve efe cumhuriyetleri 

MEDYA: Bugünlerde

birinci gücün bir diğer adı

HALDUN ÇUBUKÇU

Türkiye’nin Haziran Ayaklanması’nda zulme

karşı başkaldırmış kitlelerinin her yerde attığı slo-

ganlardan biriydi: “Bu daha başlangıç, müca-

deleye devam...”

Bunu Türkiye’nin aydın birikimi, edebi-

yatçıları da netlikle saptadı. Ulaşabildiğimiz-

den düşüncelerini aldık. Bu hafta ve gelecek

hafta sayfalarımızda okuyacaksınız.

Hepsine gönülden teşekkürlerimizle.

***

Türk basınının ve düşünce yaşamının anıt-

sal adlarından İlhan Selçuk’u 21 Haziran 2010’da

yitirmiştik. Onu 12 Eylül zorbalarına karşı yaz-

dığı 21 Ekim 1982 tarihli Cumhuriyet’teki nefis

bir yazısıyla anıyoruz.

Eskiden Anadolu’nun yoksul kasabalarınailkyazla birlikte gezginci cambazların akını baş-lardı.

O dönemlerde ne sinema yaygındı ne detelevizyon vardı. Gezginci tiyatro kumpanya-ları bile büyükçe kasabaları yeğler; köy azma-nı ilçelere uğramazlardı.

Cambazlar alçak gönüllüydüler; her yerdegösteri yaparlardı. Soğuk kış gecelerini pi-nekleyerek geçiren, güneşsiz günleri saya sayabitiremeyen kasaba halkı için cambaz, yeşerendoğayla birlikte yazın habercisi sayılırdı. Ka-sabaya gelen cambaz kumpanyanm reklâmı-nı yapmak için iki insan boyunda tahta ayak-lar takar, üstüne upuzun bir kırmızı pantolongeçirir, eline bir boru alıp sokak sokak dolaş-maya başlardı. Çocuklar cambazın ardında gü-rültülü çığlıkları ve dinmeyen gülüşmeleriylesevinçli bir kalabalık oluştururlardı.

•Çocukken ben de cambazları çok severdim.Kimsenin yapamadıklarını yapan kişilerdi

onlar.İp üstünde yürümek olağanüstü bir iş de-

ğil miydi? Numaralar yapan cambaza ağzı açıkbakar; çadırların çevresinde dolanırdım. Hiçunutmam, aksaçlı bir cambazdan duyduğumözdeyişi:

— Cambaz gevşek ipte yürüyemez.Kulağıma küpe oldu bu söz.Cambazın sermayesi neydi? İki uzun ka-

zıkla bir gergin ip, bir de kocaman sopa...İp gergin olmalıydı. Kazıklar derine çakıl-

malıydı. Sopa elde bulunacaktı.İple kazık, kazıkla sopa arasında ilginç bir

bağıntı vardı. Kazıklar ne denli derine kakılırsaip o ölçüde gerilebilirdi; ipin gerilimiyle elde-ki sopa cambazda bir güvence duygusu yara-tıyordu.

Ama cambaz olağanüstü numaralarınıtek başına yapmıyordu. Yardakçıları yardım-cıları vardı. Kimi cambaz kumpanyasında bircazbant davulu, bir klarnet bile bulunurdu.Cambaz ip üstünde yürürken coşku vericimüzik izleyicileri etkileyebilirdi.

Herkes cambaza bakarken kimi yankesi-ciler halkın arasında dolaşıp para çarpmaya ça-lışırlar, cambazın yardımcıları da para topla-maya çıkarlardı.

Cambaz, belki on bin kez yaptığı bir nu-marayı ip üstünde yinelerken gerilim yaratmakiçin arada sırada aşağıya düşer gibi tökezler-di. Herkesin yüreği ağzına gelirdi.

•Aradan yıllar geçti. Aksaçlı, şişkin pazılı, be-

yaz atlet fanilalı ip cambazının özdeyişiniunutmadım:

— Cambaz gevşek ipte yürüyemez.İpler, kazıklar, sopalar cambazın sabit ser-

mayesiydiler; gerilim işletme sermayesini oluş-turuyordu. Cambazın numaraları birbirinebenzese de tekdüze olsa da izleyiciler ağzı açıkbakıyorlardı. Kimi zaman halk arasından birisiçıkıp olayın püf noktasını açıklamaya kalkar-sa, yanıt hazırdı:

— Aldırma cambaza bak:Cambaz, ya yüksek ipin üstünde bir ileri bir

geri gidiyordu; ya da tahta ayaklarının üstün-de yükseliyordu; ama ayaklarını toprağa bas-tığı zaman senin benim gibi bir kimse oluve-riyordu.

•Ben cambazları severim, çocukluğumdan

bu yana nice cambaz gördüm; bilirim ki necambaz hep ip üstünde kalabilir; ne de ip hepgergin durabilir; her cambaz eninde sonundaayaklarını toprağa basacaktır.

İLHAN SELÇUK

İp cambazı gevşek ipte yürüyemez...

s. 12-13

s. 14-15

Page 4: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP

Kaçık Bilge’nin Gözlemleri, VIII.Köylüler! Yıldızları saat olarak kullanırlar, yıldızlara bakıp yola çıkarlar.

Ben yıldızlara bakarakhiç zamanında varamadım hiçbir yereyeniyetmeliğimde, güvenemedim kendime,

geç kalmamak için hep erken gittimvarmam gereken menzile.

Tıpkı tren istasyonuna köydenbir gün önce giden Rus köylüler gibiSovyet Devrimi’nden önce.

Tohumu ekip kış uykusuna dalar köylüler,yüksek fırını tarla sanırlar sanayideocağı kömürle doldurup uykuya yatarlar önünde.

Devrim kurşuna dizmiştir bu köylüleribu yüzden, sabotajcı niyetine.

Ama işçi-köylü ne bilsin ki saati…***

Soğuk gözlerle bakar GletkinRoubachof’a bir ünlü romanda2,

“Size ilk saatinizi ne zaman verdiler?” diye sorar,“Sekiz ya da dokuz yaşımda” diye yanıtlar Roubachof,

“Ben bir saatte 60 dakika olduğunuöğrendiğimde 16 yaşındaydım” der Gletkin.Saati öğrenmeden işçi olamaz köylü arkadaş!

Bir saatin 60 dakika olduğunu ben fakiryedi yaşında öğrendim ilkokul birinci sınıftazembereği, akrep ile yelkovanı,

güneş saatini de öğrendim duvarda.

İlk saatimi 27 yaşında taktım kolumaSeul olimpiyatları yılında,Seiko sporsmatic, kendi kendine kurulurdu

kolun hareketiyle, sol kolumda.

Saat ve radyo yoktu bizim evde,saat olarak kullanırdık fabrikanın kampanasını,işçileri uyandırıcılar uyandırırdı

mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı!

Bütün mahalleyi inletirdi komşunun radyosu.

Şimdi kalkmış “Her şeyi ben yaptım!” diyorRTE marka adlı, elmas saatli, nankör Başbakan.

Peki ne yaptı, ne yaptı peki,vardiya saatlerinde köylü-işçileri uyandıran uyandırıcılar?

Köylüden işçiyi Cumhuriyet yarattı!

1- “Uzaktan Daha Uzak Yakından Daha Yakın” adlı yenikitaptan

2- Arthur Koestler, Le Zero el I’nfini (Darkness atNoon) Livre de Peche s. 238

Kaçık Bilge’nin Görüleri, XI.Ölmek kolay, kolay olmasına kolay dabir daha Gürlevik’i3 göremeyeceğimDalda Bir Elması yiyemeyeceğim bizim Efrenk’te.4

Ölmek kolay da hiçbir anlamı yok ölmeninherkes eceliyle ölürken benim yaşımda.

Recep Tayyip Bey de ölecek ama sakın ölmesinölümün kendinde hiçbir anlamı kalmaz o zaman.

Ah! Öteki dünyada da bana rahat yok!

Yannis Ritsos öldü beni bekliyor öteki dünyadaAllen Ginsberg öldü Tahtalı Köy’de beni bekliyoruzun bir sohbetimiz yarım kalmıştı bu yakada.

Denise Levertov’la gene votka içebiliriz uzun uzunöteki dünyanın Moskva Park Hotel’inde Sofya’da,Nâzım’la ilk kez dertleşebilirim.

Büyük dedem Nasreddin Çakır’ı görebilirimHaçlılar zamanının Musul valisisorabilirim kendisine, gerçekten dedem mi?

Ama RTE hiç ölmemeli, gelmesin öteki dünyaya!

3- Mersin Toroslarında, Demirışık Köyü yakınlarında birsu kaynağı.

4- Toroslarda Arslanköy’ün eski adı.

ÖZDEMİR İNCE İSİMSİZ AYİN’DEN İKİ ŞİİR1

Page 5: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

5Aydınlık KİTAP

Sadece güç değil, daha fazla hakimiyet!

Yazar, günümüz dünyas�n�n büyük bir tehlike ile kar��kar��ya oldu�unu belirtirken bu fa�ist dalgan�n önünegeçmenin gereklili�i üzerinde duruyor. Ona göre bunu

ba�arabilmenin tek yolu sorgulayan bir kitle olu�turmak,kendimizi ve ba�kalar�n� do�ru �ekilde e�itmek

Nedir demokrasi? Teorik bir açıklama

yapmak gerekirse; ilk olarak M.Ö. 5. yüz-

yılda tartışılmış, 20. yüzyıl içinde hızla ya-

yılmış, yayılırken de birçok farklı tanımı

beraberinde getirmiş bir düşüncedir. Bu

farklı yorumların içinde Lincoln’un tanımı

geçerliliğini hâlâ koruyor ve bu kavramı

çok net bir şekilde açıklıyor: “Halkın, halk

tarafından, halk için yönetimi”. Bu tanı-

mı biraz açıklayacak olursak, demokra-

tik bir devlette iktidarın kaynağı yöneti-

lenlerde bulunurken yönetilenler yöne-

ticilerini denetleme ve sorumlu tutmaya

yarayacak etkili araçlara sahip olmalıdır,

diye bir sonuca ulaşmak mümkün.

Halkın egemenliği maalesef en “de-

mokratik” ülkelerde bile tam manasıyla

söz konusu olamıyor. İnsanlar kendi ül-

kelerinde fikirlerini rahatça ifade ede-

miyor, özgürlükler kısıtlı, halk sadece ken-

disine dayatılan düşünceleri benimse-

mek, ödevleri yerine getirmek zorunda.

Bir de halkın iradesinin söz konusu bile

olmadığı diktatörlükle yönetilen ülkeler

var. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Batı-

lı güçlerin bu ülkelere de-

mokrasi ihraç etmek için

“onurlu ve saygın” bir

mücadele verdiği söyle-

niyor. Bu yanılgının önü-

ne geçmenin tek yolu ise

emperyalizmin dünya ça-

pında açtığı zararları kav-

ramaktır.

“Emperyalizmin En

Ölümcül Silahı Demok-

rasi Yalanı” bu doğrultu-

da kaleme alınmış bir eser.

William Blum Ameri-

ka’nın dünyaya egemen

olma tutkusunun daha

adil bir dünya, ileri de-

mokrasi düşüncesi ya da

özgürlük, yoksulluk ve şid-

detin son bulması kısacası

gerçekten rahat yaşanabi-

lecek bir dünya için değil ta-

mamen ekonomik ve ideolojik nedenle-

re dayandığını açıklıyor. Amaç sadece

güçlü olmak değil dünyaya daha fazla hâ-

kim olmak.

Amerikan dış politikası konusunda uz-

man olan yazar, çalışmasını genel olarak dün-

yaya karşı ABD politikası, 11 Eylül 2011 sal-

dırılarından sonraki terörizme karşı ABD

politikası, öne çıkan liderler, vatandaşlık hak-

ları ile ilgili düzenlemeler, komplolar,

ABD’nin sürekli ilişki içinde olduğu ülkeler,

WikiLeaks belgeleri, soğuk savaş ve komü-

nizm karşıtlığı, kapitalizmin sorunları, med-

ya, vatanseverlik olgusu, Amerika’daki uyuş-

mazlık ve direniş, dini

düşünceler gibi konular

çerçevesinde oluştur-

muştur. Blum, günümüz

dünyasının büyük bir teh-

like ile karşı karşıya ol-

duğunu belirtirken bu

faşist dalganın önüne

geçmenin gerekliliği üze-

rinde duruyor. Ona göre

bunu başarabilmenin tek

yolu sorgulayan bir kitle

oluşturmak, kendimizi

ve başkalarını doğru şe-

kilde eğitmek.

“Emperyalizmin

En Ölümcül Silahı De-

mokrasi Yalanı” in-

sanların hak ve özgür-

lükler için mücadele

etme gerekliliğine dik-

kat çekiyor. Maalesef

bu, tarih boyunca böyle olagelmiştir. İn-

sanlar kendi iradeleri ile birtakım şeylere

sahip olmayı başarmış, hiçbir şey hazır

sunulmamıştır. Demokrasi “ihraç et-

mek” diye bir şey asla söz konusu ola-

maz. İşte bu “büyük yalan” bu kitapla su

yüzüne çıkıyor.

SELCAN KARABULUT

Emperyalizmin En ÖlümcülSilah� Demokrasi Yalan�,

William Blum, Say Yay�nlar�,Çev: Ekin Duru, 408 s.

Page 6: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Ülkemizde 28 Mayıs’tan bu yana de-

vam eden süreçte, özellikle de 31 Mayıs

ve sonrasında yeniden gücü ve önemi

hissedilen bir şey var; medya!

Hele 31 Mayıs akşamı ve 1 Haziran

günü yaşananları izlemek için televiz-

yon kanallarına, radyolara ve internet

sitelerine yöneldiğimizde bu gerçeği ve

bu gerçeklik içerisinde insanı isyan et-

tiren bir durumu bütün çıplaklığıyla

yaşadık.

Ortaya çıkan adı konmamış “san-

sür” manzarası medyamızın tamamına

yakınına hakimdi.

Bu sansür duvarını ağırlıklı olarak sı-

nırlı imkânlarla yayın yapan Ulusal Ka-

nal ve Halk TV yıktı. Bu kanalları Cem

TV, TV EM, Kanal B, İMC TV, Hayat

TV direnişe verdikleri yerle, izledi.

Hazır değinmişken sosyal medyanın

ne denli önemli olduğunu da vurgula-

yalım. Ve direnişçilerin yine kendi im-

kânlarıyla yayını sürdürdükleri radyo,

Çapul TV, Gezi TV ve günlük yayınla-

dıkları Gezi Postası gazetesinden söz

etmeden geçmeyelim.

Diğer yüzlerce kanalda ise üç may-

mun programından

“bin penguen” dizisine

geçildi.

Ana akım ya da

merkez medya her za-

manki gibi iktidardan

yana tutumunu yine

gösterdi. “Otosansür”

mekanizmasını gerçek-

ten de iyi işletti!

İç meselemizi za-

man zaman dış basın-

dan takip ederken aklı-

mıza şu iki soru takıldı:

“Ya sosyal medya ol-

masaydı. Ya sayısı bir

elin parmağını geçme-

yen özgür medyamız

olmasaydı?”

Ulusal Kanal’a, Halk

TV’ye verilen para ceza-

ları, Cem TV ile TV

EM’e verilen para cezala-

rı, Hayat TV’ye verilen ve sonradan yü-

rütmesi durdurulan yayın durdurma ce-

zası, Karadeniz TV’ye İhsan Eliaçık’ın

program yapmaması için kılıfına uydu-

rularak verilen kapatma cezası...

Bu liste öylesine uzun ki!

Sonra işten çıkarılan gazeteciler,

çektiği görüntüleri yayınlanmayan, ha-

berleri “kontrol”den geçtikten sonra

tersten okunan haberciler, programı ya-

rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi

isimler, TMSF tarafından el konduğu

andan itibaren otomatik olarak yandaş-

laşan Sky Türk ve Show TV... Zorunlu

izne gönderilen Ali Kırca ve ekibi...

Polisin saldırısından nasibini alan

gazeteciler... Plastik

mermi isabet eden eli

kanarken halâ fotoğraf

çekmek için mücadele

veren Soner Bahadır

gibi genç, mesleğine

âşık gazeteciler... Üzer-

lerine TOMA’lardan

kimyasallı su sıkılan,

yaka paça dövülerek

gözaltına alınan, tehdit

edilen gazeteciler...

Görevi başında zaman

zaman aynı radyoya peş

peşe bağlandığımız

Gökhan Biçici’nin darp

edilmesi. Gaz maskesi,

kaskı kırılanlar...

Bütün bunlar hafta-

lardır hepimizin önünde

cereyan etmekte olan

olaylar...

PROPAGANDA VE ALGI…Kamuoyu oluşturma, propaganda,

bilgi kirliliği ve algı... Özellikle de

“algı”! İletişimciler bunun içindir ki;

“algı gerçektir” derler.

Başbakan Erdoğan’ın bütün konuş-

malarında ve mitinglerinde tekrarladığı

“türbanlılara saldırdı-

lar”, “camide içki iç-

tiler” vb. yalanları da

hep bir algıyı yarat-

mak için. Bu söylem-

ler üzerinden “ey-

lemciler dinimize sal-

dırıyor” propaganda-

sını yayarak “din düş-

manları” algısı yarat-

ma çabası bunlar.

İşte dördüncü

kuvvet (bugünlerde

birinci kuvvet desek

herhalde yanılmayız)

medya, bu kamuoyu-

nu yönlendirmede ve

fikirleri kitlelere ince

ince işlemede devreye

giriyor.

Taksim Gezi direnişinin başladığı

günden bu yana Erdoğan’ın sürdürdü-

ğü sistemli çalışma budur. Renk tonu

zaman zaman koyulaşan bu yöntem bi-

lindik bir yöntemdir.

Noam Chomsky, “Medyanın Ka-

muoyu İmalatı: Medyanın Tekelleşme-

si, Kitlelerin Yönlendirilişi ve Zorunlu

İtaat” adlı kitabında ABD’nin I. Dünya

Savaşı’ndaki tutumunu ve propaganda

ile kamuoyunun savaşa bakışının nasıl

değiştiğini ortaya koymaktadır.

BASIN TAR�H�: BASKI VE ZOR TAR�H�

Ülkemizde basın tarihi için çoğun-

lukla baskının ve iktidar gücüyle uygu-

lanan zorun tarihidir diyebiliriz. Kitle

iletişim araçları ve bunun içerisinde çok

önemli bir yer teşkil eden yazılı, görsel,

işitsel basın yani kısacası medya birçok

dönemde denetim altında tutulmaya

çalışılmıştır. Sahipleri çıkarılan kanun-

larla, kapatma ve yayın durdurmayla,

mali baskıyla, kâğıt “sopa”sıyla yola ge-

tirilmek istenmiş, çalışanlar da işten

atma, hapis ve para cezaları, tehdit ve

saldırılarla sindirilmeye çalışılmıştır.

Bu ve buna benzer olaylar günü-

müzde de yaşanmaktadır. Yüze yakın

gazeteci hâlâ cezaevinde bulunmakta-

dır.

RTÜK kafasını kaldırıp yaşananları

söyleme ve yazma gayretindeki medya

kuruluşlarına adeta bir “sopa” gibi in-

mektedir.

Yaşananlar Adnan Menderes’in

Demokrat Parti (DP) dönemini andır-

maktadır. 14 Mayıs

1950’de basının da büyük

desteğiyle iktidara gelen

DP, ikinci kez seçimi kaza-

nığı 1954 yılından itibaren

“balayı” dönemini sona

erdirerek; eleştirilere karşı

tahammülsüz bir hale gel-

miştir. 1954-57 döneminde

başta Hüseyin Cahit Yal-

çın, Metin Toker, Şinasi

Nahit, Bedii Faik olmak

üzere birçok gazeteci ce-

zaevine girmiş ya da hapis

cezasıyla yargılanmıştır.

1960 yılına kadar basın

üzerindeki bu baskılar de-

vam etmiştir.

AKP dönemi tıpkı DP

dönemini andırmaktadır.

2002’de iktidara geldiğin-

de çizilmeye çalışılan “de-

mokrat” ve “özgürlükçü” tablo 2007’de

ikinci kez iktidara geldiğinde tamamen

değişmiş, makyajın altındaki yüz ortaya

çıkmıştır.

İşte böylesi bir ortamda SKY

Türk’teki işinden hükümet baskısıyla

kovulan Serdar Akinan medyanın arka

yüzünü anlattığı kitabını yayımladı.

“Sahi Beni Neden Almadılar? - Medya-

nın Hakikatle İmtihanı” adlı kitabında,

başından geçenleri ve Türkiye’de olup

bitenleri toplayıp işlemiş. Yine RTÜK

eski Başkanı Nuri Kayış’ın derlediği

“İşten Kovduran Yazılar” da bu bağ-

lamda ele alınabilecek bir kitap. Muha-

lif olmanın bedelini ödeyen kalemleri

ve yazılarını inceleyerek dönemin tab-

losunu ortaya koyan bir çalışma olma

özelliğinde...

MEDYA: Bugünlerde birinci gücün bir diğer adı

ŞENOL Ç[email protected]

Sahi Beni Neden Almad�lar?,Serdar Akinan,

K�rm�z� Kedi Yay�nevi, 236 s.

��ten Kovduran Yaz�lar, Nuri Kay��,

Tanyeri Kitap, 272 s.

Page 7: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

7Aydınlık KİTAP

Yatcaz kalkcazsevişcez

Özkök’ün �araba dair damak tad� me�hurdur.Bilirsiniz, y�lland�kça güzelle�ir namussuz. Fakat

y�lland�kça güzelle�ecek �araplar özel olarakkurulurlar. Yani birey olabilmi� kad�n y�lland�kça

“K�rk7” tad� verir.

Medya, “medyatik isimler” doğurur. Do-

ğan isimler, entelektüel birikimlerine göre

ya kalıcı olurlar, ya da sabun köpüğü, siga-

ra dumanı. Her şeyin bir bedeli vardır kli-

şesi elbette doğrudur ve medyatik kalabil-

menin bedeli de sadece bilgi ve birikimle

değildir. Bazen sansasyonel olabilmek,

bazen de dokunulmamış konuların kapa-

ğını açabilmek gerekir. Öyleyse, “Kırk7”

ve Ertuğrul Özkök diyelim.

“Kırk7”nin içeriği, 40’lı yaşlarını ya-

şayan kadının bedensel ve ruhsal farkın-

dalığı. Özkök, entelektüel birikimini ko-

nuşturmuş. Ve daha ilk sayfada anlıyoruz

ki kendisi 66 yaşında.

Nasıl da şeytanın sayısı-

na benziyor. Kitap da

baştan sona şeytan tüyü

zaten. Kışkırtan, düşün-

düren, “Hımmm…” de-

dirten şeytanlık ve hın-

zırlık… Bir çeşit, “Azı-

yorum, azdım, azaca-

ğım,” hali yaratıyor satır-

lar. Partneri olanlar ya-

şadı! Olmayanlar? Erica

Jong yahut da Bukowski

okuyacaklar artık.

Özkök’ün şaraba

dair damak tadı meşhur-

dur. Bilirsiniz, yıllandık-

ça güzelleşir namussuz.

Fakat yıllandıkça güzelle-

şecek şaraplar özel olarak

kurulurlar. Yani birey olabilmiş kadın

yıllandıkça “Kırk7” tadı verir. Sokaktan

tuttuğun herhangi bir kadın değildir o.

Yoksa ha “köpek öldüren,” ha “çalçene”

komşu kadın. İkisi de öldürür maazal-

lah. Asıl “Kırk7” iyi eğitimli, kendine

saygısı olandır. Davranışlara yansıyan bir

değerler bütününe ve baş kaldırabilme

gücüne sahiptir. Akıllıdır. Seçicidir. Öz-

kök’ün “Kırk7”sindeki kadın da odur. O

da bilir, hangi dudakların kendi tadın-

dan anlayacağını.

K�TAP HANG� KADINI NASIL KI�KIRTIR?

Dokunduğumuz her hayatta parmak

izimiz kalır algısı ile ele alarak: Kitap oku-

mayan yüzdelik dilimi bir kenara yığdık-

tan sonra (ki yığınlar halindedirler), oku-

yan kırklı yaşların profiline bakalım. “Ne-

rede akşam orada sabah” tarzı kadınlara

göre bu kitap hafif kalır. Çünkü onlar za-

ten kışkırtılmanın birkaç adım ötesinde

olabilirler. Zira Ertuğrul Özkök, sıra dışı

kadın örnekleri vermiş olsa da toplumsal

değerlere özen gösteriyor. Diğer okurlar-

sa, mahallemizdeki kadınlar. Evli ve eşiy-

le hiçbir sorunu olmayanlar, keyifle oku-

yup gülümseyecekler. Sorunları olanlar,

“Boşarım len bunu! Boşar ve hayatımı ya-

şarım,” demeye cesaret bulacaklar. Olası-

lıkla boşanma nedeniyle bekar olanlar,

yeni bir aşk bulmak için kolları sıvayacak-

lar. Aynen Özkök’ün eşi gibi; karşısında

soyunmaktan haz duya-

cağı, kendisine iyi damı-

tılmış şarap muamelesi

yapacak adamı arayacak-

lar. Ve bu arayış sürecin-

de muhtemelen yaşaya-

cakları tek gecelik yahut

da kısa sürelik ilişkiler-

den ötürü kendilerini asla

suçlamayacaklar.

Hiç evlenmemiş be-

karlar? Hemen söyleye-

yim: Onlara pek bir etkisi

olmaz “Kırk7”nin. Kendi

kendilerine bir iç sesle

geçiştirirler: “Ay kız, mil-

let neler yapmış! Acaba

ben de denesem mi?” O

kadar.

SEV��EL�MGÜZELLE�EL�M

“Kırk7”nin dimağda bıraktığı tadı da

şarapla ifade etmek mümkün. “Tatlı” an-

latım, “dömisek” mizah ve “sek” birikim

var satırlarda. 47 yaş, dünya insanı olan

Ertuğrul Özkök farkıyla görülmeli. Kısaca

sevişelim güzelleşelim. Ah pardon, öyle

değildi o. İçelim güzelleşelim’di. Özkök’e buradan bir sorum var:

“Kırk7”nin kışkırtmasıyla gaza gelip;“Bas bas paraları Osman’a, bir daha mıgelicez dünyaya?” diyen kadın kimle se-vişecek? Bir yanda beden ve ruh farkın-dalığı yüksek, üst üste orgazm olabilmeyeteneğini keşfetmiş kadın, öte yandaortalama 1,5 dakika sevişebilen erkek?Vah vah (!)

EMİNE SUPÇİ[email protected]

K�rk7, Ertu�rul Özkök, Destek Yay�nlar�, 239 s.

Page 8: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP ARAKABLO

Taksim Gezi ayaklanmasının sivil itaatsizlik

olarak belirip maruz kaldığı şiddetle doğru

orantılı biçimde boyun eğmez bir inat ve ıs-

rara, sonra da kararlı bir duruşa yönelmesiyle

birlikte, iktidarın olguyu en kolay ve kestirme

yollarla biçimlendirme ve sonuçlandırma

arayışları her defasında geri tepiyor. İktidar

ve ona bağlı yönetim birimleri, günlerdir art

arda acze düşmenin verdiği yetersizlik duy-

gusuyla her türlü provokasyona başvurarak

şiddeti her gün artırmak zorunda kalışlarını

mazur göstermeye çalışıyor, arada sözüm ona

diyalog ve çözüm arayışlarıyla gerçekte sal-

dırganlığı en gözü kara devlet terörüne baş-

vurarak pekiştirme niyetini artık iyice belli edi-

yor. Ne ki, her türlü yalan ve şarlatanlık, kit-

lelerin isyancı yöneliminin kararlı biçimde bü-

yüyüp yaygınlaşmasından başka sonuç ver-

mezken, şaşkınlık içindeki iktidar şiddetle bes-

lenmeyi tek çıkış olarak görmekte, sürekli

daha fazlasına ihtiyaç duyarak şiddete sarıl-

dıkça kendi iç kanamasını hızlandırmaktadır.

Çare diye başvurduğu şiddet, halkı değil

kendisini sarsınca, şiddete maruz kaldığı

yaygarasını koparmaktadır.

YALANLARIN EFEND�S�Üç beş tavuk işletmesinin çıkarı için kuş

gribi palavrasıyla milyonlarca kuşa açtığı sa-

vaşta çocukların yüreklerini ağızlarına ge-

tiren iktidar, merdivenlerini yalanla döşe-

diği cehennemine yol alırken, o günlerden

beri azgınca başvurduğu daha nice yalanın

er geç gerçeğe de hamile kalarak Yalanla-

rın Efendisi’ne karşı çığ halinde büyüye-

ceğini görmüş olmalıydı. Yalanın binini bir

paraya pazarlayan bir iktidarca sürekli ya-

lanlarla kuşatılmış olan, yalanlarla aşağı-

lanan ve kendi geleceği boğulacak nokta-

ya gelen bir toplumun bir noktada, taşıran

damla örneği, yalanlara isyanından doğal bir

şey yoktur. Kaldı ki çıkarları Efendi’nin ya-

lanlarıyla büyüyenler, yani hempaları bile

yalanla beslenmekten kusma noktasına

gelebilir. Çıldırtıcı yalanlar, sonunda bütün

bir toplumu, itaat ve isyan geriliminde, nes-

nel bir zorlayışla, önce yavaş yavaş, sonra

hızlanarak tahterevallinin bir ucundan

öbür ucuna, artık sürekli itmektedir.

Nedense hiçbir zorba iktidar, gücün şid-

det ışıldaklarının dönüp arkasındaki kişiye,

yani kendisine, kör edici ışıklarla saldırarak

çemberi tamamlayacağını bir türlü göremez.

Nitekim yalan ve gözdağıyla attığı her adım-

da onu gitgide sıradan bir silah olarak kul-

lanmaya başladığında, şiddet, korkutucu

bir yöntem olmaktan çıkmış, Efendi’nin

korkusunu kusan bir araca dönmüştür. Ay-

dınlanma çağının da gösterdiği gibi, bir

yerde, yalanlarını gizleyen en büyük yalan

olarak Allah sözcüğü bile sığınak işlevini gö-

remez; tersine, Pandora’nın kutusu misali,

tüm yalanların dışarı sökün etmesini doğu-

rur. İmamın reddetmesine rağmen, caminin

eylemcilerce baskına uğradığı yalanını her ko-

nuştuğu yerde cani emeller için zırvalama-

sı da bundandır.

Shakespeare’in Macbeth’te bütün bo-

yutlarıyla sergilediği gibi, tarih, her türlü şid-

detin en sonunda efendisini korkudan ölü-

me sürüklediğinin kanıtlarıyla doludur. Bu-

gün alanlardaki Toma ve zehirli gazlar, işte

kendi etini yiyen efendinin bunaltı ve korku

kusmuklarından başka şey değildir. Şiddet,

sürekli büyüyen bir korku olarak dönüp sa-

hibini vuruyor.

ONUR VE S�V�L �TAATS�ZL�K Amerikalı birey hakları felsefecisi Tho-

reau, kitlelerin aldatılması üzerine kurulu si-

yasal iktidarlara karşı itaatsiz davranmayı te-

mel hak ve özgürlük olarak kabul eder. Ya-

şamı boyunca (1817-1862) savunduğu gö-

rüşleriyle Thoreau, liberal demokrasinin salt

seçme ve seçilme hakkına sıkıştırılarak san-

dığa kilitlenmesinin boyun eğilemez bir zor-

balığa varışını daha 170 yıl önce ortaya koy-

du. Ona göre, özgüveni zayıflatılmış kişiler-

den oluşan kitlelerin basit vaatlerle alınan oy-

larıyla seçilmiş baskıcı kişi ve hükümetler, bu

oyların verdiğini varsaydıkları yasal güçle, bi-

reysel onur ve vicdana yönelik her türlü sal-

dırıya kolayca başvurabilir. Thoreau, her

türlü seçim sonucunda, bireysel öznenin

kendi vicdani gerçeğinden koparak hakika-

te uzak düştüğünü, benliğinden yabancılaşıp

kendini olumsuzladığını belirtir; bu nedenle,

seçimleri bir şans oyununa benzetir: “Her tür-

lü oy kullanma eylemi, dama ya da tavla gibi

bir oyun, dahası kumardır. ... Bir azınlık, ço-

ğunluğa boyun eğdiği zaman güçsüz kalır; ar-

tık bir azınlık bile değildir.”

Thoreau, bireyi onurlu ve insan kılan tu-

tumun yasayı ve iktidarı özgürce reddetme

hakkı olduğunu savunur. Karşı çıkış gerekçesi

vicdani doğruluk ve özgürlüğe yaslandığı

sürece, bireyin şiddete baş-

vurmaksızın sivil itaatsizlik

etme hakkı vardır. Devlet ve

iktidar, bu hakkı tanımadığı

takdirde şiddetin temsilcisi

olacak, bireyin vicdani hak

ve özgürlüğünü çiğnemeyi,

bilerek seçecektir:

“Devlet bir insanın dü-

şünsel ya da ahlaki kavra-

yışıyla asla ‘kasten’ karşı

karşıya gelmez, yalnızca

bedenine, duyularına karşı durur. Silahları, [bi-

reyinkinden] daha üstün zekâ veya doğruluk

değil, daha üstün fiziksel güçtür. ... Beni

kendileri gibi olmaya zorluyorlar. İnsanların

kitleler [ve onların güç aygıtı olan devlet ve

iktidar] tarafından şu ya bu biçimde yaşamaya

zorlanmasını kabul etmiyorum.”

VERG�LER VE DEVLETAslında çok sade bir yaşamı olan, öğret-

menlikten emekli, felsefe ve hukuka tutkun,

resim meraklısı, azla yetinen bir insan olarak

Thoreau, topladığı vergileri yurttaşların çı-

karları dışında ve karşısında kullanan devle-

te vergi ödemeyi reddederek sivil itaatsizlik

eyleminde bulunur. Ortada tam bir kara mi-

zah vardır: 100 dolarlık bir vergi borcunu öde-

memekle devlete tek başına hangi zararı ve-

rebilir? Ama yasayı kasten çiğneyerek temel

hak ve özgürlüklere uyulması zorunluluğunu

ilke olarak tüm yurttaşlarına önermesi, özel-

likle kriz dönemlerinde, hükümetler için

köklü bir tehdit oluşturur.

Vergi borcu yüzünden tutuklanıp hapse

atılışını şu sözle karşılar: “Bana yalnızca ki-

lit altına atılacak bir et ve kemik yığınıymışım

gibi muamele eden bu kurumun akılsızlığına

şaşmaktan kendimi alamadım.”

Thoreau’ya göre, kişi, bireysel yetkinliği-

ni gerçekliği edinme süreçlerinde oluşturur.

Köleliği ya da iktidara boyun eğen kitleden

biri olmayı kabullenmenin özgürlüğe aykırı

niteliğini vurgular, topluma uyma adına öz-

gürlüğünden edilmeyi insan için erdem de-

ğil, kendini yıkma girişimi olarak görür. Bu sü-

reçte çetin içsel çatışmalardan geçerek dışa-

rıya karşı yürüttüğü vicdani savaşla doğrulu-

ğu yakalama sırrına erişir: “Hakikati ayırt ede-

bilen kişi, atama belgesini dünya üzerindeki

–yalnızca kanunları ayırt

edebilen– en yüksek yar-

gıçtan bile yüksek bir mer-

tebeden alır.”

Çağdaş birey hukuku-

nun özünü oluşturan görüş-

lerinin vicdani yükümlülük ve

yasal sorumluluk arasında

yarattığı gerilimi açık uçlu

düşünsel belirlemelerle tar-

tışmaya açan Henry David

Thoreau, insanlara şu soruyu

sorar: “Başkaları öyle istiyor

diye, içinizdeki ışığa karşı gel-

meye, kendinizle anlaşmazlı-

ğa düşmeye ne hakkınız var?”

OSMANLI’DAN B�R ÖRNEKFatih Sultan Mehmet, Karamanoğlu’nu

tepeleyip Karadeniz’den Rumeli’ye kadar her

yöne dağıttıktan sonra, yörük ve abdallara ver-

gi ve yükümlülükler getirir. Mesele üç beş ko-

yun ya da asker gönderme meselesi değildir;

Fatih, bu halkı ötekileştirerek yaşam tarzına

müdahale etmek istemiştir. Yörük ve abdal-

ların sözcülüğünü üstlenen Otman Baba, Fa-

tih’in bu tutumundaki haksızlığı yüzüne vur-

mak üzere uç boylarından yola çıkarak İs-

tanbul’a yönelir. Babaeski’de halk onu ve yol-

daşlarını kurbanlar keserek karşılar. Ama İs-

tanbul’da bu asileri topluca idam etmek için

At Meydanı’nda kazıklar ve çengeller hazır-

lanmıştır.

Ulema, bu Kızılbaş isyancısının asılacak

olmasından duyduğu keyifle idamları bek-

lerken, Fatih, yürekli Türkmen kocasını öl-

dürmekle iktidarına bir güç katmak yerine, iş-

leyeceği zulümle kendisine duyulan güveni za-

Gökkuşağının hangi renginireddetmek elimizde?

Ayaklanma ve eylemler, sivil itaatsizli�in felsefi özü gere�i, sürekli kitlesel büyüme ve uluslararas�yay�lma tehdidiyle birlikte, sinir bozucu bir gelgitle zorbaya pes dedirtmeyi amaçl�yor

SEYYİT NEZİ[email protected]

Thoreau

Page 9: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAP

yıflatacağı kaygısına kapılır. Zaten bütün İs-

tanbul çalkalanmaktadır. Fatih, hiçbir şey ol-

mamış gibi, onu ve yoldaşlarını serbest bı-

rakmalarını emreder.

Hiçbir şiddete başvurmaksızın, yalnızca

sultana meydan okumak için gelen bu Türk-

men kocası, ABD’den 400 yıl önce haksız ver-

gilerden ötürü Osmanlı’ya kafa tutmuş ilk si-

vil itaatsizdir. Başbakan azıcık tarihini bilse,

tarihine saygı duysa, yurttaşlarını hain ilan et-

mek yerine onlarla gurur duyardı.

GAND�’YLE VARILAN A�AMASivil itaatsizliği bireysel düzeyde tanım-

layıp çağdaş hukuka ve toplumsal savaşıma

kazandıran Thoreau’yu izleyen Gandi, kav-

rama yeni bir içerik ve kitlesel biçim ka-

zandırır: İktidarın dayandığı dışında, iktidarla

her türlü çoban ve sürü ilişkisini çözüp da-

ğıtıcı “karşıkitle”yi oluşturmak üzere kuru-

lan barışçı direnme hakkı... Siyasal demo-

kratik bir kitlesel faaliyet olarak sivil itaat-

sizlik, Gandi’nin 1913’te başlayıp otuz yıl son-

ra çok güçlü kitlesel kazanımları izleyen bir

devrimle sonuçlanır.

Günümüzde, Alman Yeşiller hareketinin

temel mücadele biçimi olarak gelişen sivil ita-

atsizlik, iletişim teknolojisinin de sağladığı ola-

naklarla, kurucu demokratik siyasal etkinlik ni-

teliğinde bir toplumsal ayaklanma biçimine

yükselmiştir. Toplumbilim ve hukuk felsefesi

uzmanlarının tanımlarına göre, devrime giden

yoldaki sürecin belirleyici yığınsal mücadele

yöntemi olarak sivil itaatsizlik, “yasaların ya da

hükümet politikalarının değiştirilmesi hede-

fine yönelik, kamu önünde açıkça yürütülen,

şiddete dayanmayan, vicdani, ancak yasal ol-

mayan kitlesel eylemler” boyutu kazanmıştır.

Ülkesine ve halkına ihanet içinde bulunan ik-

tidar sahiplerini durdurmak üzere oturma grev-

leri, kitlesel ölüm oruçları, imza toplamalar, ya-

saklanmış gösteri yürüyüşleri, yaşam alanlarını

savunan işgaller, sivil itaatsizliğin etkili araç ve

biçimleri olarak sonuç alıcı olanaklar niteli-

ğindedir; günümüz demokrasilerinde diren-

me hakkının barışçı biçimleri olarak anaya-

salarda yer alır.

90 KU�A�I DE��L,GÖKKU�A�I

Kimi aydınlar ve bilim adamları, çözüm-

leyici çalışmalarla, dördüncü haftasın süren

ayaklanma olgusunun toplumsal psikolojik ne-

denlerini saptamaya girişirken tarihsel biri-

kimden tümüyle habersiz görünüyorlar. Türk

toplumunun günümüze uzanan gelenekleri-

ni, Yeni Osmanlılardan bugüne gelen 150 yıl-

lık birikimi, Jöntürk Devrimi’nin mirasını,

Cumhuriyet’in ve 27 Mayıs sonrasının sava-

şım ve kazanımlarını görmezden gelerek

ayaklanmanın gökten zembille indiğini söy-

lemeye çalışıyorlar. Yanı sıra, isyancıların yay-

gın kitlesine bakarak, doğdukları yıllardan ha-

reketle, yazılı ve görsel basında, 90 Kuşağı te-

rimini yerli yersiz kullanıyorlar. Bu belirle-

medeki dil yanlışı giderilmedikçe, çözümle-

me ve yargılarda doğru sonuçlara ulaşmak

zorlaşacak, tarihsel geleneği göz ardı edecek,

en önemlisi, gerçekliğe saptırılmış yönelim-

lerle el atma çabaları bir devrimci süreklili-

ğin arifesinde yanılgıları büyütme sonucuna

varabilecektir.

Her türlü toplumsal ve sanatsal hareke-

tin özelliklerinin belirleniminde ve adının ve-

rilmesinde, mensupları yaklaşık olarak aynı

yıllarda doğmuş olsa bile, kuşağın yönelimi-

ne ya da ortaya çıktığı yıla göre adlandırma

yapılır. Toplumsal hareket bağlamında, Ata-

türk’ün ölüm acısını yaşayarak ya da yaşa-

yanlardan dinleyerek duyumsamış olan 27

Mayıs Kuşağı, Menderes’in zorbalığını ve

onun 27 Mayıs’ta yıkılışını yaşayan 68 Kuşa-

ğı, ara kuşak olarak 78 Kuşağı toplumsal be-

lirlemelere göre yapılmış adlandırmaları be-

lirtir. Edebiyat hareketi olarak 40 Kuşağı, 70

Kuşağı da, hareketin çıkış ve yayılma süreci-

ne göre adlarının verilmiş olduğunu gösteri-

yor. 68 Kuşağı’nı doğum tarihine göre ad-

landırmak isteyenler, 47’liler demekle gerçeği

sadece bir de öbür yüzünden anlatmış olu-

yordu.

27 Mayıs gecesi polis saldırısıyla uç ve-

rerek Haziran başında bütün ülkeye yayılan

Taksim Gezi İsyanı, tarihsel bir belirlemey-

le anlatılmak istenirse, 90 Kuşağı olarak ad-

landırılamaz. Çünkü kuşağın özelliğini taşı-

yan ilk sivil itaatsizlik eylemi, 1990’larda de-

ğil, 2010’larda belirmiş, en geniş yaşam alan-

larından birinde, Galatasaray Futbol Kulü-

bü’nün yeni stadı TT Arena’nın kutlama tö-

reninde, Başbakan Erdoğan’ın ıslıklanması,

yuhalanmasıyla uç vermiş; sürekli protesto

sonrasında Başbakan, heyeti ve koruma or-

dusuyla stadı terk etmek zorunda kalmıştır.

Daha sonra özellikle 2012’de 19 Mayıs ve 29

Ekim Yürüyüşleriyle patlamış, 27 Mayıs’tan

beri bütün ülkeye yayılarak isyana dönüşm-

üştür. Ama doğum yılları vurgulanarak bu ku-

şağa, halk türküsündeki onbeşliler benzeri,

90’lılar denebilir elbette...

GÖLGES�N� SATAMAYINCAA�ACI KESMEK

Hareketin yurtsever emek karakteri, iş-

gücünü satmak zorunda olanların ortak eyle-

mi olarak teknoloji donanımlı bir gençliği işa-

ret etmektedir. Bununla birlikte, daha önce-

ki devrimci kuşakların birikim ve katkılarıyla,

politik dayanışmasıyla yönünü bulmakta, ken-

dini dışa vururken ivedi yönelimlerden ka-

çınmaktadır. Yine de süreç, omurgasını,

“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz”, “Birleşe

birleşe kazanacağız”, “Faşizme karşı omuz

omuza”, “Tayyip istifa” sloganlarıyla oluştu-

rurken, evrensel özüne uygun biçimde, her tür-

lü gurup yönelişini ya da bireysel zenginliği iç-

selleştirmeye yatkındır. Bunu, “Dünyayı Sar-

san 10 Gün” adlı Aydınlık DİRENİŞ ekinin

sayfalarında zengin örnekleriyle gördük...

Sarı kırmızısı biraz daha fırlayan böylesi bir

gökkuşağının hangi rengini reddetmek eli-

mizde? Devrim, her türlü eleştiri ve özeleşti-

risinin tohumunu ironik bir çağrıda dışa vu-

ruyor: “Revolution Party! Tüm halkımız da-

vetlidir (pilavlı).” Marx’ın adını ve tavrını

ayaklanmanın merkezine oturtabiliyor: “Ka-

pitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser.”

Şu gerçeği görmek zorundayız: Refe-

randum olayından beri, toplumun her kesi-

mi, her yerde tek tek ve birbirinden kopuk di-

renişler gösteriyordu. Dağın zirvesinde, sis-

lerle kaplı bir bölgede, devireceği tahtı arıyor;

bu arada tahtta keyif çatan kişi tehlikeyi gö-

rerek, yaklaşan en küçük karaltıya basıyordu

tekmeyi. Bir küçük ışık ve geçit gerekiyordu.

Taksim Gezi eylemine yapılan saldırı, bir anda

ışığın önünü açarak sisin dağılmasını ve ge-

çidin görülmesini sağladı. Şimdi tahtı üstün-

de taşıyan kayanın yerinden oynatılarak aşa-

ğı yuvarlanacağı günleri yaşıyoruz.

BEDEN�ME DOKUNMA!Yaşama alanlarının öznel ve nesnel bağ-

lamda bireysel merkezi olarak beden, hare-

ketin etkin savaşçı gücü olan genç kuşak için,

yaşamın dokunulmazlığının ilk sınırlarını

oluşturuyor. Fikirlerine ve yaşam tarzlarına

iktidardan gelen yasağın bedenlerde yara açıp

zarar verme saldırısıyla sür-

dürülmesini gerzeklik olarak

görüyor, bağışlamıyorlar. Be-

denlerine ve yaşama alanları-

na yönelik her saldırı, gençler

için insan onurunu yok edici

zorbalıktan başka bir şey de-

ğildir, isyanı büyütmekten ve

ona süreklilik kazandırmaktan

başka sonuç vermez. Bu tutum

gençliğin kör coşkuyla dışa çıkan

saldırgan eğilimlerden uzak du-

rarak, kendisi için gözettiği il-

keleri zorba için de geçerli sayı-

şının göstergesi olarak okun-

malıdır. Bu, sivil itaatsizliğin fel-

sefi boyutunu oluşturuyor. Eylemler, sürek-

li kitlesel büyüme ve uluslararası yayılma teh-

didiyle birlikte, sinir bozucu bir gelgitle zor-

baya pes dedirtmeyi amaçlıyor.

Gençliğin yanı sıra, isyanın her kuşaktan

birey ve gurupları içeriyor oluşu, Fouca-

ult’nun ayaklanmanın koşulu ilkesini anım-

satıyor: Bir insanın itaat etmenin güvenliği-

ne karşı ölüm riskini göze alabilmesi için ta-

rihin akışını ve uzun neden zincirlerini ke-

sintiye uğratacak türde kökünden sökülme-

si gerekir. Gerçekten de, ayaklanma safla-

rında, tarihinden koparılma duygusu ve bilinci,

her sınıf ve kuşaktan bireyin derin kaygısını

yansıtıyor. Yine bu kaygı, pespaye yalanların

saldırısını sarakaya alarak bumeranga dön-

üştüren mizah gerillalarınca cephanelik ola-

rak başarıyla kullanılıyor.

HOUSTON’DAN AB�M GELD�Efendi’nin başta gelen yalanlarından biri

de, isyanın dış kaynaklı oluşu... Kendisi önceABD’den, AB’den, Arabistan’ın petrol zen-ginlerinden on yıldır aldığı dış desteği şimdi

Fas, Tunus, Cezayir’den alamamış olmalı ki,liseli gençlerin Amerika’dan İnternet’le yön-lendirildiği yalanına başvurarak, ailelerini kor-kutarak isyanı bastırmayı umuyor. Ailelerinyaptığıysa hiçbir hesabı tutmayan Başba-

kan’ı büsbütün çıldırtıyor; yürekli, tertemiz ço-cuklarını bağrına basan aileleri, bu ülkenin birtek ağacını kesip sökmemiş, memleketin tek

karışını emperyalizme pazarlayıp satmamışyurtsever halkını ihanetle suçlayacak kadarkendinden geçiyor.

Gençlerin yanıtı ise çok sade: Hous-

ton’dan abim geldi, adı Twitter...

Gandi

Page 10: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP GÜLDEN TERAZİ

Sevgi Soysal, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”

adlı romanında Ankara’da, Kızılay’da “günü

dolmuş”, özsuyunu tümüyle tüketip kurumuş

bir kavak ağacının itfaiye ekiplerince yıkılışı

etrafında toplumdaki değişim, eskinin içinde

yerini almaya başlamış bulunan yeninin, yeni

insan, yeni toplum, yeni ekonomik ilişkilerin

bir eskizini çıkarmaktadır. İtfaiyecilerin yık-

maya çalıştığı kavak ağacı, değişip dönüşmekte

olan toplum yapısında eskiyi temsil eden bir

simgedir.

“Sanki büyük bir gürültüyle devrile-

cekmişçesine sallandı kavak,” der Sevgi Soy-

sal, “O her an oluşan, değişen şeyleri gör-

meyenler sezmediler bunu. Öğlendi. Kızı-

lay semtinin en civcivli, gürültülü, servisi en

çabuk, en ayakaltı yeri olan Piknik’in ora-

ya akıyordu kalabalık”.

Piknik’e akan kalabalık orada bir kavak

ağacının yıkıldığını görmez bile…

ARTIK TÜRK�YE TEK B�R MEYDAN

Romandan başımızı kaldırıp baktığımız

bugünkü gerçek Kızılay, meydanı geçiş yeri ya-

pan o her zamanki şekilsiz kalabalık değil, ne

istediğini bilen halktır.

Ve bu halk, 20 gündür her akşam biber

ve portakal gazına, asitli ve tazyikli suya, plas-

tik ve gerçek mermiye meydan okuya oku-

ya, içlerinden bir evladını da kurban vere-

rek Kızılay Meydanı’na pikniğe değil, Tak-

sim’e, Gezi Parkı’nda kesilmek istenen

asırlık çınar ağaçlarını koruyanlara destek

vermeye gidiyor. Yakın tarihimizdeki halk

hareketlerinin en başında gelen simge mey-

danlarımızdan biri olan Kızılay’ın bir başka

simge meydanımızla Taksim’le birleşerek tek

bir meydan haline gelmesi, tüm Türkiye’yi

de meydanlaştırmıştır. Çağlayan, Abide-i

Hürriyet, Beyazıt, Hürriyet, Sultanahmet,

Gündoğdu, Konak, Orhangazi başta olmak

üzere tüm şehir, kasaba ve köylerimizdeki

meydanlarımız bu büyük meydanın içinde-

dir. Şimdi her yer Taksim ve tüm Türkiye tek

bir meydandır. Yüzlerce meydandan oluşan

tek bir meydan, milyonlarca kalbin tek bir

yürekte attığı nabızdır.

DO�AYI SEVMEYEN �NSANI SEVEMEZ

Ağaç sevgisinin tüm Tür-

kiye’yi birleştirmesi ancak bize,

bizim toplumumuza özgüdür.

Ağacın kutsal olduğuna inanı-

rız çünkü biz. Tüm türeyiş des-

tanlarımızda ağacın ve ağaç

kültünün çok önemli bir yeri

vardır. Anamızdır ağaç, ata-

mızdır. Canı vardır, ruhu var-

dır. Yaş ağaca çivi çakılmaz

canı yanar diye. Yunus’un bos-

tan dolabını anlattığı şiiri kim

bilmez! Atatürk’ün, dalları

çatısına değen çınar ağacını

kestirmemek için altına raylar

döşenerek kaydırılmasını sağ-

ladığı Yalova’daki ahşap köşk

yaygın bir örnek… Pek az bi-

linse de, şehirlerimizin bir

ağacı kesmemek için ona ya-

şayabileceği anlamlı boşluk-

lar bırakılan yapılarla dolu ol-

duğu bir gerçek. Anadolu

yakasındaki banliyö hattı

üzerinde hattın iki yanında-

ki bu türden eski yapıları ise

bilen bilir…

Ardıçın, kayının, söğüdün, kavağın, çı-

narın, göknarın, cevizin, akasyanın, çamın, çe-

şit çeşit meyva ağacının her birinin ayrı bir kül-

tü, ayrı bir miti, ayrı bir anlamı olması top-

lumsal genlerimize yer etmiş, bize doğduğu-

muz andan itibaren verilmeye başlanan doğa

sevgisinin bir sonucu. Doğayı sevmeyen insanı

sevebilir mi?

Bir ay önce kesmek üzere ekipler yolla-

dığı çınarları korumak için direnen parkı, ar-

kasında dördü direnişçi, ikisi polis beş insan,

yüzlerce kedi köpek, kaplumbağa ve kuş

ölüsü, binlerce yaralı (TBB’nin verdiği ra-

kamlara göre 7 binden fazla) insan bıraktık-

tan sonra, polis zoruyla, zulümle boşalttığı par-

ka bir gecede diktirdiği onca ağacın sahi ol-

duğuna kim inanır?

“YA� KESEN BA� KESER”“Yaş kesen baş keser”…

Mezarlıklarımızla gökdelenlerin, avm’le-

rin, tatil sitelerinin yerden pıtırak gibi bittiği

göz alabildiğine geniş topraklar, bu sözü

doğrularcasına kesilen yaş ve başlarla dolu.

Taksim’de çınar ağaçlarını kesmekte inat eden

diktatör zihniyet, uyguladığı zulmü baş kes-

meye kadar götürmüştür. 20 günde dört ölü,

yüzlerce yaralı, onlarca gözaltı, sıkılan binlerce

ton asit katılmış tazyikli su, portakal ve biber

gazı, binlerce plastik mermi, kamu maliye-

sinden karşılanarak mitinglere taşınan yan-

daşların milyonlarca lira tutan yevmiyeleri, bu

zulmün gayri safi milli hasılaya eklenecek ra-

kamlarıdır.

YALANIN D�B�Bu rakamlara eklenecek, sayılarını

saptayabilecek hiçbir hesap makinasının

bulunmadığı üst üste söylenmiş yalanlar var

bir de…

On yılda söylenebilecek kadar çok yala-

nı 20 güne sığdırmak, çok büyük bir dezen-

formasyon başarısıdır. 20 günde yalan lite-

ratürümüze yıllarca unutulmayacak yalanlar

eklendi. Yalan ne kadar büyükse kuyruğu da

o kadar uzun.

Bunlardan biri temizlikle

ilgili olanı. On binlerce insanın

kendi gözleriyle görmeseler

belki de inanabilecekleri bu ya-

lanı oraya hiç gitmemiş Neca-

ti Şaşmaz ile Hasan Kaçan

gibi yandaş zenaat erbabına

söyletmek moda deyimle yala-

nın dibidir!..

Gezi parkında her sabah

6’da uyanıp ellerine geçirdikle-

ri eldivenlerle binlerce ziyaret-

çinin sigara izmaritini toplayan

o sabi sübyana, Gezi’de kurulan

barışcı, eşitlikçi, paranın hük-

münün geçmediği kardeşlik dü-

zenine yapılan bu haksızlığa alet

olmak ancak vicdanı olanın içi-

ni sızlatır. Ağzı kokanın diş te-

mizliğinden söz etmesi ne kadar

abes ise, abesi muktebes yapan-

lardan da bunu beklemek ha-

yaldir kuşkusuz: mizah diye Türk-

çenin içine edenlerin ağzından ya-

landan başka ne çıkabilir?

Temizlikten söz edenlerin na-

sıl bir temizlik anlayışı olduğunu

en iyi gösteren fotoğraf; Erdo-

ğan’ın agresif, hakaretlerle dolu, tehdit ve şid-

det içeren, içine, ne kadar doğa sever ve çev-

reci olduklarına ilişkin gerçek dışı rakamlar da

sıkıştırarak konuşmalar yaptığı meydanların mi-

tinglerden sonraki halidir. Yevmiyelerini kamu

maliyesinin ödediği taşımalı kalabalık çekil-

diğinde o meydanları b.k götürüyor…

DÖNÜLMEZ AK�AMIN UFKU“Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”nde kuru

bir kavağın sökülmesini seyreden roman ki-

şileriyle romandan başımızı kaldırarak bak-

tığımızda gördüğümüz gerçek insanlar ara-

sındaki tavır ve bilinç farkı, bize geldiğimiz

aşamayı da göstermektedir… Bir kafiye tar-

tışmasından modern bir edebiyatın, bir

edebiyat akımının, Edebiyat-ı Cedide’nin

doğduğu Türkiye, ağaçların bile ayağa kalk-

tığı bir ülkedir artık.

Yahya Kemal’in, “Rindlerin Akşamı”

şiirinde dediği gibi “dönülmez akşamın uf-

kundayız”.

İstifa et Başbakan!

“YENİŞEHİR’DE BİR ÖĞLE VAKTİ”NDEN, TAKSİM’DE BİR UFKUN DÖNÜLMEZ AKŞAMINA…

Her yer Taksim, tüm Türkiyetek meydan, istifa et BaşbakanÇa�layan, Abide-i Hürriyet, Beyaz�t, Hürriyet, Sultanahmet, Gündo�du, Konak, Orhangazi ba�ta olmak üzere tüm �ehir,

kasaba ve köylerimizdeki meydanlar�m�z bu büyük meydan�n içindedir. �imdi her yer Taksim ve tüm Türkiye tek birmeydand�r. Yüzlerce meydandan olu�an tek bir meydan, milyonlarca kalbin tek bir yürekte att��� nab�zd�r

MECİT Ü[email protected]

Page 11: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAP

1829’da Aydın’ın Kuyucak ilçesinde,

Atçalı Kel Mehmet Efe önderliğinde

Osmanlı’ya karşı başlatılan ayaklanma

bir halk devrimi niteliğindedir. Ayak-

lanma halkta karşılığını bulmuş, Kü-

tahya, Manisa, Burdur, Denizli’yi de

içine alarak Ege coğrafyasının önemli

bir kesitinde halk tarafından sevilerek

kabul görmüştür. Ayaklanmanın bu

denli onay görmesinin nedenleri ara-

sında Atçalı Kel Mehmet’in, Osman-

lı’nın girdiği savaşlarda, savaş giderle-

rini karşılayabilmek için aldığı resmi

salma vergileri başta olmak üzere,

adalet duygusunun ortadan kalkması

ve soyguncuların türemesi ile birlikte

mültezimlerin, zabitlerin keyfi olarak

halktan aldıkları vergileri kaldırılması

talebi gösterilebilir.

Atçalı Kel Mehmet Efe, halkı so-

yan, tecavüze yeltenen eşkıya tarzı

efeler için yörede kullanılan terimle:

“çalı kakıcı” değil, halkı koruyan, gö-

zeten, bozulan adaleti yeniden kendi

gücü ile gerçekleştirmeye çalışan bir

halk kahramanı efedir. Etem Oruç,

“Atçalı Kel ve Yağdereli Sinanoğlu

Efe” adlı kitabında Atçalı Kel Meh-

met’i masalların “Keloğlan”ına benze-

tir. Masal tekerlemelerindeki gibi “ev-

vel zaman içinde, kalbur zaman için-

de, deve tellal iken, pire berber iken”

elindeki avucundakini ayanlara, beyle-

re, paşalara kaptıran mazlumlar Atça-

lı Kel Mehmet’i, Yağdereli Sinanoğ-

lu’nu, Çakırcalı Mehmet Efe gibi halk

kahramanlarını zalimlere karşı kendi-

lerine siper etmişlerdir. Atçalı Kel

Mehmet’in Keloğlan’la özdeşleştiril-

mesi bu yüzdendir. Atçalı Kel Meh-

met de kendisine inanan halkı yanılt-

mamıştır. Onlar için “vali-i vilayet, ha-

deme-i devlet” olmuştur. Atçalı imza-

ladığı fermanlarda kendisini her ne

kadar vali olarak nitelendirse de, aynı

anda devletin hademesi unvanını layık

görmüştür. Büyüklenmesi, böbürlen-

mesi yoktur Atçalı’nın.

�SYANINTALEPLER�

Osmanlı’dan ticare-

tin güvenilir biçimde ve

özgürlük içerisinde ya-

pılması, köylünün ko-

runması, tarımın gelişti-

rilmesi, yasaların adil ve

eşitlikçi uygulanması,

askerliğin halkın ve

devletin esenliği için

yeni, adil ve herkes için

hakkaniyetli yasalarla

geliştirilmesi istenilmiş-

tir. Yönetimindeki tu-

tarlığı ve halkçılığı Kü-

tahya, Manisa, Burdur,

Denizli gibi geniş bir ege

coğrafyasında yaşayan

halkın da kendiliğinden

Atçalı’ya katılması ile “halk ihtilâli” ni-

teliğini doğrular. Osmanlı’dan daha adil-

dir Atçalı Cumhuriyet’i. İlk kalkışmasın-

da Aydın mütesellimi’nin silahlı adamla-

rı ile girdiği çatışmayı dikkate almazsak,

diğer kasabalardan hiçbirinde Atçalı’ya

silah çevrilmemiş, kurşun atılmamıştır.

Halk kendiliğinde Atçalı’nın safında yer

almıştır. Atçalı da işgalci gibi değil, kur-

tarıcı gibi davranmış, idaresi altına aldığı

yerlerde halkın malına, canına, ırzına

dokunmamış, gezi özgürlüğü başta ol-

mak üzere, onlara geniş özgürlükler ta-

nımıştır. Atçalı’nın gerçekleştirdiği re-

formlar II. Mahmut ve Tanzimat Refor-

mu’nun öncülü sayılabilir.

Antepli Karayılan gibi, çok korkak

bir çocuktan, Osmanlı’nın korktuğu bir

kahramana dönüşümün kişisel diyalek-

tiğini görürüz Atçalı’nın hikayesinde.

Köy kahvesindeki insanların aralarında

yaptıkları konuşmalardan, devlet tara-

fından sömürülüşlerini, çektikleri acıla-

rı dinleyerek çaresizliklerine üzülen At-

çalı, üç güçlü ve iri köpeğin cılız bir kö-

peği sıkıştırıp saldırmalarına tanık olur.

Hasımlarının saldırıları ile yaralanan

cılız köpek çareyi bir çıkmaz sokağa sı-

ğınmakta bulur. Kaçacak yeri olmayan

köpek sırtını duvara verir, yapabileceği

hiçbir şey kalmadığın-

dan, ardından gelen üç

köpeğe can havliyle sal-

dırır ve köpekleri kaçı-

rır. Atçalı bu köpekle

özdeşleştirir kendini ve

köylülerini. Sırtını duva-

ra verip, kendilerine sal-

dıran güce karşı çıkmak-

tan, boyun eğmemek-

ten, baş kaldırmaktan

başka bir kurtuluş yolu

olmadığını o tanıklığın-

da anlar.

Kurduğu ve daha dı-

şarıdan nir adlandırmay-

la “Aydın Cumhuriyeti”

Osmanlı’nın askerlerini,

yerel güç odaklarının

nice tertiplerini bozarak

bir süre yaşar. Ancak,

Osmanlı 1830’da Atçalı’yı pusuya düşü-

rür ve öldürür. Ardından ağıt yakarlar

Atçalı’ya Egeliler:

“Atçalı’nın aman aman zeybekleriefem de oynasın

Atçalı’yı vuran aman gençliğineefem de doymasın

Kör olası aman aman müfrezeciefem de onmasın”

YA�DEREL� S�NANO�LUYağdereli Sinanoğlu Efe’yi, Atça-

lı’nın ardılı gibi düşünmekte sakınca

yoktur. Sinanoğlu Efe de Atçalı gibi

ayaklanmış, Aydın’ı ele geçirmiş ve At-

çalı’nın yapamadığını yaparak beş yıl bo-

yunca yönetmiştir. Sinanoğlu da Atçalı

“Kel”in çıktığı coğrafyadan çıkmıştır, o

da Atça’nın Yağdere köyündendir.

Onun zulme tanıklığı da “kırılma

noktası” olarak başkaldırısını hazırlar.

Yirmi bir yaşındayken, vergi toplama-

ya gelenler, köylülere işkence yapmaya

başlarlar, aralarında Sinanoğlu’nun

babası da vardır. Sinanoğlu dayanamaz

yapılanlara, işkencecileri vurarak dağa

çıkar. Zaman içinde dağlarda sürdür-

düğü direnişi, kendisine katılan kızan-

larının artan sayı ve güçlerini halkın

çağrılarıyla da bütünleştirerek Aydın’ı

ele geçirir. 1850-1854 yılları arasında

Aydın’da hüküm sürer. Sinanoğlu vali

konağının önünde şunları söyler halka:

“Aydınlılar! Biz neden dağa çıktık

biliyor musunuz? Bütün memleketi

beş on derebeyi almış, ırz, namus teh-

likeye düşmüştür. Halkı padişah adına

haraca kesiyorlar. Vergiyi onlar toplu-

yorlar. Fakat ne yaptıklarını kimse bil-

mez. Savaş olur, kimi esnaftır diye,

kimi ulemadır, hocadır diye savaşa git-

mez. Giden hep zavallı ahalidir. Onlar

baklava börek yer, halk kuru ekmek.

Hâkim de kadı da onlara köledir. Ba-

lık baştan kokar anladınız mı? Baştaki-

ler ziftlendikçe halkı soydukça, kendi

adamlarını kayırdıkça, bu memleket

adam olmaz!”

Osmanlı’nın Sinanoğlu’nu ortadan

kaldırmak için gönderdiği kuvvetler

Sinanoğlu’nun önünde dayanamamış,

Sinanoğlu sekiz bin kişilik bir kuvvetle

İzmir’e yürümüş, bu kez Arnavutlar-

dan oluşturulan “Vezir Tahir” komuta-

sındaki birliklere yenilmiştir. Yaralı

olarak Çine-Milas Köyüne çekilmişse

de ele geçirilmiş ve eski Nazilli-Aydın

karayolu üzerindeki Tabanlı Çeşme-

si’nin elli metre doğusunda asılarak

idam edilmiştir. Onun için de yakılan

türkü de şöyledir:

“ Sinanoğlu iner gelir iniştenHer yanları görünmüyor gümüştenSinanoğlu kale yapar taşınanGözlerim doldu efem kanlı yaşınan”Halk, kendisi için canını verenleri

unutmamıştır. Türkülerde yaşatır on-

ları.

Etem Oruç, “Atçalı Kel ve Yağde-

reli Sinanoğlu Efe”de halkın sevgisini

kazanmış, ilginç iktidar deneyimlerinin

kurulmasına önderlik etmiş bu iki ef-

saneyi yeniden güncelleştirerek, bir

kez daha anımsatıyor. Atçalı Kel Meh-

met için filmler çevrilmiş, kitaplar ya-

zılmıştır ancak Yağdereli Sinanoğlu

Efe ile ilgili bilgiler çok azdır. Oruç,

Osmanlı kaynaklarını da inceleyerek

Atçalı Kel Mehmet’i yeniden, çok az

bilinen Yağdereli Sinanoğlu Efe’yi de

ilk kez kitaplaştırıyor.

Aydında halk isyanlarıve efe cumhuriyetleri 

ETEM ORUÇ’TAN ATÇALI KEL MEMET VE YAĞDERELİ SİNANOĞLU EFELER HAKKINDA BİR KİTAP

Biz neden da�a ç�kt�k biliyor musunuz? Bütün memleketi be� on derebeyi alm��, �rz, namustehlikeye dü�mü�tür. Halk� padi�ah ad�na haraca kesiyorlar. Vergiyi onlar topluyorlar. Sava�olur, kimi esnaft�r diye, kimi ulemad�r, hocad�r diye sava�a gitmez. Giden hep zavall� ahalidir.

Onlar baklava börek yer, halk kuru ekmek. Hâkim de kad� da onlara köledir

HALİT PAYZA

Atçal� Kel ve Ya�dereliSinano�lu Efe, Etem Oruç,

Berfin Yay�nlar�, 237 s.

Page 12: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK

GÜZEL GÜNLER GÖRÜYORUZ

Türkiye yak�n tarihine ‘28 May�s Gezi Direni�i’ olarak geçece�ini öngördü�ümüz dönem olaylar�n�nas�l de�erlendiriyorsunuz? Bir ba�ka deyi�le neler oluyor ve bu puslu ortamda yar�nlara ili�kin ne

söyleyebilirsiniz, nas�l görüyorsunuz? Sizin bir ayd�n olarak duru�unuz, söyleminiz ne olacak?

NALÂN ÖZÜ[email protected]

Türkiye’nin dev-rimci ve aydınlıkgençleri 19 gün-den beri dünyadevrim tarihineşanlı bir sayfa ya-zıyor. Böyle birolay şimdiye ka-dar ne dünyadagörüldü ne deTürkiye’de.

Dünyada bu tür direniş ve başkaldı-rı olaylarında gençler genelde ya araba-ları yakar ya vitrinleri parçalar ya ağaçla-rı kesip barikat yaparlar. 1968’deki ParisGençlik Olayları’nda da böyle olmuştu.Ama bizde ne bir araba yakıldı ne bir vit-rin parçalandı. Gençlerimiz, ellerinde nebir molotof kokteyli ne bir silah ne  de birsopa, dünyanın en olgun ve barışçı in-sanları gibi davrandılar. Onlara anlayışlabakmak gerekirdi.

Gençler neden başkaldırdılar? Ata-türkçülüğü, devrimleri, laik düzeni ve eği-timi, özgürlükleri, insan haklarını, Tür-kiye’nin bağımsızlığını ve barışı savunmakiçin... Türkiye’nin onurunu kurtarmak için,adaletin bağımsızlığını korumak için, be-lediyelere yapılan saldırıları önlemekiçin, Silivri’de yıllardan beri adalet bek-

leyen suçsuzların özgürlüğe kavuşmalarıiçin... Özgür bir iletişim düzeni için, sos-yal medyaya yapılan baskıların önlenmesi

için, Devlet Tiyatroları’nın yaşaması için...Benim 90 yaşında bir gazeteci-yazar

olarak içim sızlıyor. Yıllar boyu UNES-CO’da Özgür Haber Dolaşımı bölümü-nü yönetmiş bir kişi olarak ülkemdeki bu

manzarayı görünce sonsuz acılar duyu-yorum. Ama ok yaydan çıktı artık. Yenikuşakların bu başkaldırısını hiçbir güç ön-

leyemez. Kurşun gibi ağır hava dağılacakve elbet sabah olacaktır.

Yaşasın yeni kuşakların devrim giri-şimi! 

Hıfzı Topuz: Dünya Yazarlar Birliği PEN Türkiye Mer-

kezi yıllardır Türkiye’deki süreçleri laiklik

ve demokratikleşme yönünde etkilemeye ça-

lışırken, bir yandan da dünya kamuoyuna

gerçekleri anlatmaya çalışıyor.

Barışçıl çevreci ve demokrasi yanlısı

Gezi Direnişi sürecini baştan beri doğru,

haklı buluyor, içinde yer alıyor ve özellikle

uluslararası kamuoyunun aydınlatılmasına

katkıda bulunuyoruz.

Doktorlar, avukatlar tutuklanıyor, çoluk

çocuk demeden polisin gazlı coplu saldır-

ması emri veriliyor, satılmış medya bütün şe-

refsizliğiyle ya suskun kalıyor ya da tahrif

ederek yayın yapıyor.

Erdoğan’ın yanlış bilgilendirme ve kış-

kırtmaları vahim. Bu cümleleri yazarken şu

haberi aldım: Kandırdığı bazı yandaşları cep-

lerinde taşlarla motosiklete binip gaz mas-

keli kişilere rastlayınca şiddet kullanıyormuş.

İşte bu süreci daha da kritik bir noktaya ta-

şıyor.

Laik demokratik Türkiye Cumhuriye-

ti. Kanımca artan sayıda insan bu amaç çev-

resinde birleşiyor. Pek çok kurumda yer alan

yazarlar, çevirmenler, yayıncılar insan hak-

larına saygının egemen olduğu bir ülkede

yaşayabilmek için bu süreçte katkı sahibi.

Çeşitliliğin demokratik yollardan görüşülüp

insanca adımlar atılması yönünde dene-

yimler hızla çoğalıyor.

Direniş ve diriliş acılara rağmen umut

verici.

Kültür mirasımızda imece geleneği var.

Özgürleşme talebi ile birleşince böyle dün-

ya tarihi için de saygın bir hamleler dizisi baş-

lıyor.

Engelli bir maratonun ilk yüz metresi

şanlı koşuldu. Yolumuz açık olsun. Olma-

dığı noktalarda ise açarız, barışçıl güç bir-

liğiyle. Dünya kamuoyu vicdanı bizimle. Tür-

kiye’de de belirleyici ve sayısal çoğunluk laik

demokratik Türkiye Cumhuriyeti ideali

yanında. Erdoğan’ın yüzde ellisinin yarısı git-

ti bile. AKP bölünürse şaşmam.

Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı Mustafa Köz:

İlk gün Taksim Meydanı’nda iki genç kızı ekip

arabasına yaka paça bindirmeye çalışırlarken

anladım ki “cadı avı” başlayacak. Onları

kurtarmaya gücüm yetmedi. Üç dört sivil, et-

rafımı sardı, beni de gözaltına almaya çalış-

tılar, kurtuldum.

Son gün de öyle oldu. Arada geçen on beş

günü anlatmaya gerek yok. Hepiniz gördü-

nüz. Ne diyordu Lorca öldürdüğünde İs-

panyol şair Antonio Machado:”Cinayet Gra-

nada’da işlendi. Bunu bilsin insanlar-zavallı

Granada’da!-Onun Granadasında.”

Cinayet Taksim’de, Ankara’da, İzmir’de,

Antakya’da, Eskişehir’de… Cinayet tüm ül-

kede işlendi. Zavallı Türkiye’de, bizim Tür-

kiye’mizde. Valisiyle, emniyet müdürleriyle,

belediye başkanlarıyla, başbakanıyla, polisiyle

acımasızdı iktidar.

Şimdi de bu vandallık ve yalan, başba-

kanın dilinden İstanbul valisinin ve medya

maymunlarının dillerine bulaştı. Yalan söy-

lüyorlar. Gezi’yi temizlediler ama vicdanla-

rını asla temizleyemeyecekler. Çünkü genç-

lere yalan söylemek, “vicdan karartması”dır.

Bombalar patlarken, Gezi Parkı sis du-

man içindeyken oradaydım. Gezi’deki Ci-

nayeti gördüm. O toz dumanda babasını ara-

yan o satıcı küçük kızın gözyaşları bu ülkenin

korkusunun tanığıdır. Kimse o küçük kıza ve

gençlere yalanlarından diktikleri giysileri

giydiremeyecek.

On altı gün ülkenin üzerine örtülen kara

şal, bizim giysimiz değildir. Gezi Parkı’nda eşit-

lik, özgürlük isteğiyle kurulan o küçük ülke,

iktidarların da bir gün özeneceği bir yer ola-

na kadar gençliğin direnişi sürecektir. Ney-

le mi? Bilimle, sanatla, kitaplarla ve kalple-

riyle… İktidarın zulmüne karşı silahları bun-

lardır. Kimse taş, molotof, bilye, sapan ara-

masın.

Park temizlenirken bulacakları silahlar,

molotoflar da bu kanlı tezgâhın, yalanın

parçası olacaktır. Park temizlendikten sonra

da oradaydım. Gençlerin kurduğu kütüpha-

ne yerle birdi, kitaplar toplanıp İnönü Sta-

dı’nın yanında bir çöp dağına atılmıştı. Genç-

lerin çadırlarıyla ve anılarıyla… Hitler’in

Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in ku-

lakları çınlasın!

Ne diyordu Kazlıçeşme ve Sincan mi-

tingleri öncesinde AKP: “Oyunu bozacağız!”

En iyi yaptıkları, oyun bozmaktır. Mahalle-

nin acımasız, kaba, kavgacı, ağzı bozuk büyük

ağabeyleri gibi… Çocukların Gezi Par-

kı’ndaki güzel oyunlarını, kurdukları düş ül-

keyi de kanla, gazla, asitli suyla bozdular. Za-

limin bildiği de budur.

Yine ne diyordu Başbakan, Beşar Esad’ı

anarak: “Halkına zulmeden iktidar meşrui-

yetini yitirmiştir.” Bu sözü de Türkçeye siz çe-

virin.

Ya�as�n yeni ku�aklar�ndevrim giri�imi

Ac�lara ra�men umut

Cinayet Türkiye’de i�lendi

Dünya Yazarlar Birliği PEN Türkiye Merkezi Başkanı Tarık Günersel:

Page 13: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA 13KAPAK Aydınlık KİTAP

Gezi Parkı direnişin başından beri için-

de olmak onurunu taşıyorum.

9 Haziran Pazar günü TGB çadı-

rı önünde iki konuşma yaptım.

Söylediklerim özetle şunlardı:

Direniş, günümüz Türkiye baş-

bakanının adıyla özdeşleşen rant ve

yağma ekonomisine ve bu yağmayı giz-

lemeye çalışan baskıya ve despotluğa

karşıdır.

Düşmandan özür dilemesini bek-

lemek boşunadır.

Düşmandan özür beklenmez,

düşman mağlup edilir. Düşmana diz

çöktürülür.

Söz konusu kişi sanki bu konuş-

mayı duymuşçasına, ertesi gün şöyle di-

yordu:

“Ne yani, diz mi çökeceğiz?”

Tayyip Erdoğan, Türkiye Cum-

huriyeti’nin, Türk aydınlanmasının

bütün temel değerlerine düşmandır.

O bir aydınlanma düşmanıdır.

Bu nedenle de Türk aydınlan-

masının önderi Mustafa Kemal Ata-

türk’ten nefret etmektedir.

Gelmiş geçmiş Türk büyüklerini

sayarken Necip Fazıl’ın, Saidi Nursi’nin

adlarını en başta anar. Fakat onun ağ-

zından Namık Kemal’in, Tevfik Fi-

kret’in, Ziya Gökalp’in adlarını işite-

mezsiniz.

Bu kişi Türkiye Cumhuriyetinin

yeminli düşmanıdır.

Yine bir yazımdaki sözlerimle, o

kafatasının içinde Ortaçağ’a ait bir be-

yin taşımaktadır.

Tayyip Erdoğan, Türkiye

siyaset sahnesinden silindi-

ğinde Türkiye geniş bir ne-

fes alacak.

Karanlıkçı dünya görü-

şü, baskıcı kişiliği, ülke in-

sanını birbirine kışkırtıcı sözleri ve uy-

gulamalarıyla Türkiye’yi bir uçurumun

tam kıyısına getirmiştir.

Milyonlarca insan onu artık baş-

bakan olarak görmek istemediği gibi,

kişiliğine ve uygulamalarına duyulan

nefreti alanlarda yüksek sesle dile

getiriyor.

Onurlu bir siyasetçi milyonların bu

nefret söylemi karşısında tası tarağı

toplar ve siyaset sahnesinden çekip gi-

derdi.

Tayyip Erdoğan bunu kendi ira-

desiyle yapmıyorsa ve bunun ne-

denlerinden biri kendisine vehmetti-

ği misyon ise bir öteki korku olsa ge-

rek...

Fakat korkunun ecele faydası yok-

tur. Gezi Parkı’nda bu kişinin keyfi uy-

gulamalarına karşı başlayan çevreci ha-

reket kısa sürede bir çığ gibi büyüye-

rek polis devletinin temellerine yö-

neldi.

Tayyip Erdoğan’ın bu ülkeye ya-

pabileceği en büyük iyilik, bir iç sava-

şa dönüşme yönelimi gösteren olay-

larda kışkırtıcılığa, yalana, ülke insa-

nını birbirine düşürücü akıl almaz

sorumsuzluğuna son vererek başba-

kanlıktan ayrılması, partisinin yöneti-

mini daha sağduyulu ellere bırakma-

sıdır.

Ülke için olduğu gibi, kendi par-

tisi için de hayırlısı budur.

Gezi Parkı direnişi çoğumuzun za-

ten bildiği bu gerçekleri bütün halkın

gözleri önüne seren bir aydınlanma-

nın kıvılcımı oldu.

Bu direniş ve isyan aynı zamanda

aydınlık Türkiye’yi, gerçek Türkiye’yi,

kalbinde ve bilincinde Atatürk ay-

dınlanmasının ışığını ve sevgisini taşı-

yan asıl Türkiye’yi dünyaya tanıttı.

Dünyanın gözünden bir perde

kalktı.

Şimdi uygar dünya, diktatörün

kimliğini de çağdaş Türkiye insanının

ne istediğini de yakından tanıyıp gö-

rüyor...

Tayyip Erdoğan’ın ülke içinde ve

dışında birçok yalan ve yanlış bilgiyle

şişirilmiş karizması yaşanmakta olan

bu direniş ve isyan süreçlerinde yerle

bir olmuş, bir daha asla onarılamaya-

cak biçimde param parça edilmiştir.

Türkiye kendisine çok yakışacak

aydınlık günlerin eşiğindedir.

Ataol Behramoğlu:

Ayd�nl�k günlerin e�i�inde

Gençler Gezi Parkı’na girdikten

sonra her gün onlara destek ver-

dim, kitaplarımı götürdüm, kü-

tüphaneye verdim. Hiç kimse

böyle bir saldırı beklemiyordu.

Gayet sakin oturuyorlar, oku-

yorlar, şarkı söylüyorlardı. Bu sal-

dırı insanlık dışı bir saldırı. Na-

sıl yalanlarla süslüyorlarsa an-

laşılır gibi değil. Vali çıkıyor,

başbakan çıkıyor kalabalıklara,

dünyaya yalanlar söylüyor. Herkesin gözü önünde olup

bitiyor her şey, sizin gibi sayılı Türk TV kanalları, CNN

Int’l., El Cezire televizyon kanalları veriyor. Ayrıca ben

gözümle görüyorum. Divan Oteli’ne gaz sıktıklarını ben

gördüm, benim evimin içine kadar girdi. Ne denilebi-

lir ki bu duruma? Elbette hükümetin ve polisin yap-

tıklarının kabul edilemezliği bir yana dünya çapında ya-

pılan bir felaket olarak nitelendiriyorum. Bunun bir an

önce son bulması lazım. Bir başbakan kendi halkıyla sa-

vaşa giremez. Girdi fakat girmemesi lazım. Bir an önce

bunu birilerinin durdurması gerekir.

Pınar Kür:

Dünyaya yalanlarsöylüyorlarDünyaya yalanlarsöylüyorlarDünyaya yalanlarsöylüyorlarDünyaya yalanlarsöylüyorlarDünyaya yalanlarsöylüyorlarDünyaya yalanlarsöylüyorlar

Şöyle başlayabilir-

dim:

Her ne kadar,

Gezi Parkı eylem-

lerinin mevcut de-

mokratik işleyişe

ilişkin toplumsal

birçok nedeni bu-

lunsa da konunun merkezinde, Anayasa’nın 34.

maddesiyle güvence altına alınmış, “Toplantı ve Göste-

ri Yürüyüşü Düzenleme Hakkına”, aynı madde ve ilgili

kanunlarda getirilmiş olan sınırlamaların, kendisine yö-

nelik eleştiri ve taleplerin yaygınlaşmasını önlemek ama-

cıyla, yürütme tarafından, aşırı devletçi ve dar biçimde yo-

rumlanmasına duyulan tepki yatmaktadır.

Şu şekilde devam edebilirdim:

Tamamen bireyin ifade özgürlüğüne ilişkin olan bu

durum, sadece bir defaya özgü gelişmiş ve çözümlenmesi

gereken, bir “kamusal düzen sorunu” olarak ele alınmakta

ve olayların gerçek kaynağıyla ilgili herhangi bir düzelt-

me yapılmaksızın, salt kolluk gücüyle sonlandırılmak is-

tenmektedir. Oysa çevre duyarlılığıyla yola çıkmış olsa da

polis şiddetine karşı bir protestoya dönüşmüş olan bu ha-

reket, yine polis şiddetiyle bastırılmak istendikçe, daha da

genişlemiştir.

Ve böyle bitirebilirdim:

Dolayısıyla yapılması gerekenler, toplumsal talep ve

şikayetlerin protesto eylemleri yoluyla dile getirilmesi öz-

gürlüğünün, evrensel demokrasi kriterleri çerçevesinde,

protestocuların lehine geliştirilmesi ve kolluk gücünün,

konunun çözümünde bir araç olarak kullanımına derhal

son verilmesidir.

Eğer bir işe yarayacağını bilseydim…

Hakan Günday:

Bu yaz� yok asl�nda

Çok üzgünüm ve heyecanlıyım;

Bir seçimle gelmiş bir hükümet,

halkına bu kadar düşman olabilir

mi, diye üzülüyorum çünkü düş-

man güçlerinin saldırısına uğra-

mış gibi halka karşı duruyorlar.

En ufacık bir şefkat, anlayış, ada-

let duygusu yok bu duruşta. Ta-

mamen kendi çıkarları söz konusu

gibi. Ne olup biteceği konusunda

kaygılıyım ama öte yandan artık

böyle bir yönetimin iş başında ka-

lamayacağını da düşünüyorum.

Bugün yarın bu yönetim gidicidir

ve Türkiye’nin önü daha aydınlık

olacaktır.

Benim en büyük kaygım bu sü-

reçte çok fazla zarar görmek yo-

lunda, bir başka deyişle daha fazla

zarar görmekten korkuyorum. Can

kayıplarının fazla olmasından kor-

kuyorum, telafi edilemeyecek veya

telafisi zor sorunlar

doğmasından korkuyo-

rum. Örneğin sıkıyöne-

tim ilanı bir felaket

olur. Bu kadar ayağa

kalkmış bir halkla po-

lis gücünün baş etmesi

kolay değil. Bir süre

sonra bu yetersiz kala-

caktır, o durumda, sı-

kıyönetim ilanı daha

da kötü bir yerlere götürecektir

bizi. Diliyorum ki uyansınlar ve bir

an önce kendilerini istemeyen bu

halkın arzusuna uyum göstersinler

ve görevi bıraksınlar. Halk kendi

çözümlerini bulacaktır, bu defa

çok kararlı ve topluca artık isteme-

diklerini belli ediyorlar.

Burada tabii ben bu kişilerin

yapıp ettiklerini sayıp dökmek is-

temiyorum bunları herkes biliyor

ama wson zamanda daha da keyfi

bir tutum takınmışlardı ve ‘ben

yaptım oldu’ durumuna girmişti

her eylemleri. Tabii bardağı taşı-

ran birçok damla oldu ama artık

bu noktadan sonra tekrar geri dö-

nüp bu hükümetle Türkiye’nin

devam etmesinin mümkün olama-

yacağını, bu kişilerin gidici olaca-

ğını düşünüyorum.

İnci Aral:

Bu hükümetle devam mümkün de�il

t

Page 14: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP

Neoliberal dönemin çok ilginç bir

özelliği vardı, insanları ulusalcı, islamcı,

futbolcu gibi kutulara koyuyordu.

Kendi yeni kamusal alanını da böyle

oluşturdu. Ekonomik çelişkileri, sınıf

farklarını, çevre sorunlarını, tarımın

şirketleşmesinin doğurduğu etkileri,

büyük şirket medyalarının haber alma

özgürlüğünü kısıtlaması, emekçi so-

runları vb. gibi hakiki tartışmaları

hep bunun dışında tuttu.

Kamusal alanı özelleştirdi.

Şehirde bunun yansıması ise kor-

kunç oldu. Şehirdeki kamu alanları

“torba yasalarla” kamunun, halkın,

“public”in elinden alınarak, özel şir-

ketlere verildi. Hatta 5366 sayılı ya-

sayla “kamu”nun yanında “özel”

alanlar bile özelleştirildi. Yani küçük

mülk sahiplerinin elinden mülklerinin

alınmasının ve büyük şirketlere veril-

mesinin yolu açıldı. Tarlabaşı, Sulukule

gibi anti demokratik projeler bu ya-

saya dayanarak yapıldı.

Liberal aydınların okumadan ka-

bul ettikleri Anayasa da “bir torba ya-

saydı”.

Torba yasalar “toplum yararını sa-

vunan” hukuki kanun maddelerinin

arasına “birtakım çıkar gruplarına

sınırsız olanaklar sağlayan” hukuk

dışı normları barındıran maddelerin

yerleştirilmesiydi.

Bazen tek bir madde için yeni bir

kanun yazılarak işe başlandı. Bu ka-

nunların toplum yararını gözetiyormuş

gibi görünen harika isimleri vardı.

Ormanları imara açan yasanın

isminin, “Tabiatı ve Biyolojik çeşitli-

liği koruma kanunu” olduğu göz

önünde bulundurulursa ne demek is-

tediğim daha iyi anlaşılır.

Kamusal alanın anayasa ve diğer

yasalarla özelleştirilmesi, toplumun ya-

şam alanlarını iyice daralttı.

Şehir topraklarının, meydan, park

ve sokakların arsalaştırılmasında in-

sanlar bunları birebir yaşadı. AKP yö-

netimi bunları yaparken insanlardan

şunu istedi; bu topraklar değer ka-

zanıyor, mutlu olun, şehrimizi mar-

kalaştırıyoruz... Bu, bir mahkumdan

kaldığı hapishane arazisi değerleni-

yor diye sevinmesini istemeye benzi-

yordu.

İlk önce insanlar bunu fark et-

medi. Televizyondaki tartışmalarda

kültürel kimlik tartışmalarına takıla-

rak, “demokrasi keyfini’ yaşamakla ye-

tindiler ama şehirdeki yaşam alanla-

rının iyice daralmaya başladığını his-

settikleri zaman isyan ettiler.

Hapsedildikleri kutulardan çıktı-

lar ve yıkılmaya çalışılan Taksim Gezi

Parkı’na sahip çıktılar ve parkı geri ka-

zandılar.

Çok kısa bir süre için de olsa, 10-

15 gün için bile olsa yeni ve hakiki bir

kamusal alan yarattılar.

Türkiye’nin bu alana ihtiyacı var-

dı. İnsanların da sıkıştırıldıkları ku-

tulardan çıkmaya...

İktidar olayı anlamak yerine şid-

det kullanarak parkı boşalttı. Böyle-

ce çok da hayırlı bir işe vesile oldu. Bu

yeni kamusal alanın “bir muhalefet

bloku” oluşturmasına neden oldu.

Gezi Olayları’yla birlikte Türki-

ye’de artık bir “muhalefet bloku” var

ve bu blok yeni bir kamusal alan

oluşturabileceğinin ilk sinyalini verdi.

Behiç Ak:

Hakiki bir kamusal alan olu�turdularSonsuza doğru baktığımızda ne

kadar gülünç bir gerilikte birbi-

rimize düşürüldüğümüzü fark

ediyorum. Bunun çeşitli ne-

denleri arasında elindeki gücü

bitirmemek için ülkeyi bilerek

karıştıran baş çapulcu var.

Leyla Erbil:

Kar��t�ran ba� çapulcu

Bu bir başlangıçtı.

Biz çocuklarımızı,

gençlerimizi çok se-

veriz ama hiç saygı

göstermeyiz. Bunu

birçok örnekle açık-

layabilirim. 90’dan

sonra yetiştirilen

çocuklar anne babalarından saygı görmeye başladılar.

O anne babalar onları saygıyla, saygıya doğru eğitil-

diler. Şimdi karşılığını istiyorlar, saygı istiyorlar. ‘Be-

nim yediğime, içtiğime, özgürlüğüme, davranışıma, ina-

nışlarıma karışma,’ diyorlar. Böyle başladı ama bir de

baktık her kesimden onlara karşı ilgi duyuldu, des-

teklendi.

Bu aslında iktidarın baskıcı, hukuksuz, dayatma-

cı, tek adam olma fikridir. Plebisitler bile Hitler za-

manında yapılmıştır, ‘ben iktidarsam her şeyi yapa-

bilirim’. Bakınız, görünüz yapamayacaklar. Bir söz var,

cin şişeden çıktı ama ben onu cin olarak kabul etmi-

yorum, o özgürlük, haklarını geri isteme, korkuyu üze-

rinden fırlatıp atma, görünüz bakınız hiçbir zaman bu

direniş bitmeyecek. Yasal, hukuklar çerçevesinde

sonuca ulaşıncaya kadar sürecek.

Muzaffer İzgü:

Bu direni� bitmez

Olan bitenin özeti elbet-

te orantısız güç…

O gücü kullananlar,

onlara emir verenler şunu

iyi bilsinler: Bugünün za-

ferinin kime ait olduğu

çok önemli değil. Asıl

zafer yarınlara ait. O ne-

denle tutuklanmayı, tek-

melenmeyi göze alıyor-

lar.

O çocuklar tasarım-

larıyla, ironileriyle bi-

zim yarınımız.

Bu ders Türkiye’ye yeter…

Beni en çok hüzünlendiren görüntülerden birisi de

uzman bir gönüllü doktorun beyaz eldivenleriyle el-

lerinin arkadan kelepçelenmesi…

Yazıklar olsun!

Öner Ciravoğlu:

As�l zafer yar�nlara ait

Gezi Kalkışması toplumsal bir olaydır.

Oraya yansıyan bir sonuçtur yalnızca.

Bunu oluşturan süreçleri iyi okumak ge-

rekiyor. Salt “kurumsal otoriteye is-

yan” deyip de çıkamayız. Evet, Türki-

ye’de siyasetin yaban dili, ayrıştırma po-

litikaları hatta giderek ötekileştirme

çabaları ve sivil hayatın her alanına

müdahale…1930’ların İspanyası’nda

benzer dili/söylemi kullanan mevcut

iktidarın yaptıklarının gölgesinde Kit-

lelerin Ayaklanması’nı yazan José Or-

tega y Gasset şunları söylüyordu:

“Devletin bireyin, grubun özgürlü-

ğünü ezerek, geleceği hepten tüketme-

sinden korkmayalım de ne yapalım?”

Bu kitlesel eylemin öncüsü gençle-

rin sahneye çıkması bizlere şunu öğret-

ti; bu siyasetin dili tükenmiştir, “yeni Tür-

kiye” başka bir güne doğmaktadır.

Bu bağlamda şunları da söyleyebi-

lirim: Gezi Kalkışması doğaçlama gelişse

de kitlelerin siyasetin yaban diline, yağ-

ma zihniyetine bir tepkidir. Kendilerini

siyasetin vazgeçilmezi kılanların kur-

dukları hegemonya, ülkede çatışma/ay-

rıştırma kültürünü de yarattı. Bir yanda

rövanş zihniyeti, ötede

ise yağma…

Yaratılan kaos or-

tamında siyasal iktida-

rın hiçbir payı olmadı-

ğı düşünülebilir mi?

Bunu komplo teorile-

riyle açıklamak boşu-

na bir çabadır. Türki-

ye artık böyle bir siya-

setin diliyle yönetil-

mek istememektedir.

Hazır kıtaları alanlara çıkararak siyaset

yapma çağı kapanmıştır.

Bu iktidar kendinden olanı seviyor,

kendi inanç/yaşam tarzını da dayatıyor

sürekli. Oysa görmüyor ki, böyle bir söy-

lem mütedeyyin kesimi de rahatsız edi-

yor. Mevcut iktidarın siyasal yönelimi si-

yasal kültürü besleyen, zenginleştiren,

yeni açılımlarla bunu geleceğe taşıyan bir

debi oluşturamadığı gibi, sürekli ye-

ren/aşağılayan yaban bir dili kullan-

maktadır. Varoluşu komplolarla ger-

çekleştiği için, sürekli diken üstünde du-

rup her eylemi/düşünceyi kendisine

karşı duruş olarak alıp hatta yıkıcı gö-

rüp korku imparatorluğu

yaratma çabası bu sonuçla-

rı doğurmuştur.

Kendi seçkinlerini, yan-

daşlarını yaratmak gibi bir

misyonu olduğu kesin bu

iktidarın. Kendisine karşı

yükselen hiçbir sese taham-

mülü de yok. Ama bugün,

küresel dünyada siyaset artık

böyle hamaset edebiyatıyla,

dini siyasete araç kılarak ya-

pılmıyor. Küresel aktörler değişti. Bu-

gün İran bile değişim dedi, reform

dedi… Bu anlamda Türkiye yeni bir dö-

neme giriyor ve siyasetin ibresi/rotası de-

ğişeceği gibi aktörleri de değişecektir.

Mevcut iktidarın bunu görmesi/okuması

mümkün olmadığı gibi; Gezi Kalkış-

ması’nı indirgeyici bir bakışla hafife al-

ması sanırım yozlaşan bir iktidarın güç

sarhoşluğunun bir sonucudur olsa olsa…

Evet, illüzyon sona erdi; yeni Tür-

kiye’nin yeni insanları bunu bize çoktan

gösterdi… Evet evet, cin şişeden çıktı!

Birilerinin uykularının kaçması da bu

yüzden!

Feridun Andaç:

Yeni Türkiye ba�ka bir güne do�makta

Page 15: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP

AKP hükümeti 2002 - 2007 arasında ikti-

dar olma mücadelesi verdi 2007 - 2011’den

sonra artık iktidar olduğuna kendi de ka-

naat getirdi, 2011’den sonra da kendi reji-

mini dayatmaya başladı. Bu rejim kendisi-

ne oy vermeyen yüzde ellinin kendilerine

seçtiği hayat tarzının inkarı üzerine kuru-

luydu ve bunu giderek en ufak detaya ka-

dar indirdi. Sonunda bu iş geldi, örneğin iç-

kiye kadar dayandı. Bu rejim giderek ta-

mamen otokratın kendisinin uygun gördüğü

bir hayat tarzının herkes tarafından ya-

şanmasını dayatmaya dönüştü. Tam biz bu

yüzde elli mağlubiyeti kabul etti artık bu re-

jim geri dönülmez bir yere gelmiştir derken

önümüze Gezi Parkı diye çoğumuzun akıl

bile edemediği bir enerji çıktı ve bu ener-

ji otokrata "Hayır sen bize dayatamazsın,"

diyerek karşı koydu. Gençlerin başını çek-

tiği bu enerji giderek diğer yüzde elliyi de

sarmaya ve onları motive etmeye başladı.

Bugün artık otokrata "Biz senin dayattığın

hayat tarzına itiraz ediyoruz,"diyerek açık

tavır koymaya başladılar. Buna karşı da oto-

krat bunu kendi iktidarına bir darbe olarak

gördü ve batının yeni diktatör diye tarif et-

tiği, otokrasiyle de yetinmeyen bir istibdat

rejimine doğru yönelmeye başladı.

Bu arada otokrat, Ortadoğu’da ittifak

yaptığı batılı güçler karşısında da direten,

kendi dediğini dayatan hale gelmeye

başladı. Şimdi zamanlama olarak iç di-

namikle beraber dış dinamik de belki de

Gezi Parkı’nı da kullanarak otokratın dik-

tatöryasını ilan edip Ortadoğu’nun bur-

nunu sürtmeye çalışıyorlar.

Benim ileriye dönük tahminim; ar-

tık 2014’te Cumhurbaşkanlığına aday bile

olabileceğini düşünmüyorum, bir sene

içinde çok önemli ölçüde bir ‘u dönüş’ yap-

madığı müddetçe artık milletin yarısını

temsil etmeyen, Ortadoğu’da bütün öz-

gürlük önderi imajını yitirmiş bir kişi TC

Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayacaktır

diye düşünüyorum. Recep Tayyip Erdoğan

bence kendi sonunu 31 Mayıs’ta kazmaya

başlamışsa şimdi pekiştiriyor.

Cüneyt Ülsever:

Ak�l bile edemedi�imiz bir enerji ç�kt�

Türkiye sathına yayılan, Taksim Gezi

Parkı odaklı bu eylemler, hiç kuşkusuz

Türk milletinin büyük kurtuluş müca-

delesinin bir parçasıdır. Ancak bu kez

hareket, klasik direniş biçimlerinden

farklılıklar gösteriyor... Bu başkaldırıyı,

bu isyanı ben 21. yüzyılın yeni nesil dev-

rimlerinin ayak sesi olarak görüyorum.

Bugünün teknolojik olanaklarıyla do-

nanmış,sınıfların yeni yapılanmalarıyla

şekillenen yeni nesil devrimler. Bu isyan

hareketi bütün boyutlarıyla incelen-

melidir. Direniş eşiği aşılmıştır artık gi-

derek tırmanan bir taarruzdan söz ede-

biliriz… Bu biçim uluslararası ve ulusal

etkilere sonuna dek açık. En önemlisi

devrim, kendi bayrağını bulmuştur: Ay

yıldızlı albayrak. Devrimin değişme-

yen yüzyıllık özü bu kez kendine özgü

biçimini yaratıyor. Dün milli devrimle-

ri gerçekleştiren milletler nasıl toplam

zekalarını, toplam varlıklarını ortaya

koydularsa, bugün de Türk milleti bü-

tün varlığını ortaya koymaktadır. Türk-

çe bütün varlığıyla, gençlik bütün ze-

kasıyla ve en önemlisi geçmişin biriki-

mini taşıyan öncüler bütün deneyimle-

riyle bu hareketin merkezindedir. Ne ka-

dar, çok cepheli siyasal yapılardan, si-

yaset üstülüklerden söz edilirse edilsin,

giderek birlik, birleşme yaşayacağımız

kesindir. Devrim pratiği konusunda

katılaşmış bilgilerimizi bir kez daha

gözden geçirelim… Anlayışımızı 21.

yüzyılın Yeni Nesil Devrimlerinin sürp-

rizlerine açık tutalım.

Hüseyin Haydar:

Yeni nesil devrimlerinin ayak sesi

Yücel Erten:

Organize olmuş cehalet 10 yılı

aşkın iktidarda. İktidardaki ce-

halet, zafer duygusuyla gitgide

sarhoşladı, torkalıyor. Ne ol-

dum delisi olmuş kendini padi-

şah sanıyor, oraya buraya çar-

pıyor, kırıp döküyor, çalıyor,

çırpıyor. Halkın gözüne, kula-

ğına, burun deliğine parmağı-

nı sokuyor. Sarhoşluk o radde-

de ki, kendi halkına terörist diyor. Yalanla, iftirayla, dindar-

lık kisvesiyle, sarhoş demagojisiyle kendi halkına hakaret edi-

yor. Copla, gazla, kimyasal katılmış tazyikli suyla, kask num-

arası kapatılmış hırpanîlerle, halkına savaş açıyor. Savaşta bile

olmayacak şekilde, insanî ve hukukî çerçeveyi terk etmiş, ilan

edilmemiş bir sıkıyönetim, bir olağanüstü hal uyguluyor. "Ana-

yasa tanımam ‘anayasak’ var," diyor. 

Ama kendi sonunu hızlandırıyor. Çağın ve toplumun de-

mokratik birikimi, bu saldırganlığı barışçı direnişiyle püs-

kürtecektir. 

Bar��ç� direni�kazanacak

Buket Uzuner:

21. yy Türkiye Tarihi’ne ‘Gezi Par-

kı Direnişi’ veya Olayı olarak ge-

çecek sivil hareket, benim içinde ol-

duğum 78 gençlik hareketlerin-

den farklı olarak her sınıftan ve si-

yasi görüşten hatta görüşsüzlükten-

apolitik gençlerin plansız, örgütsüz

inisiyatifi olarak önemli bir halk ha-

reketidir. Türkiye Cumhuriyeti va-

tandaşı olan herkes bu ülkede

halktır ve düşüncelerini beğen-

memek onların halk olduğu ger-

çeğini değiştiremez. Bu bakım-

dan Osmanlı dahil, bizim tarihi-

mizin en sivil ve en demokratik

halk hareketidir.

‘Gezi Parkı Direnişi’ bir ağaç-

çevre bilinciyle başlayan ancak as-

lında bir düşünce ve ifade özgür-

lüğü hareketidir. Soru(n) basittir:

Türkiye, düşündüklerini ifade et-

tiğinde başına geleceklerden çe-

kinerek oto sansürle yaşayanların

mı yoksa şiddet ve hakaret içer-

meyen her fikrin korkmadan ifade

edildiği özgür bir ülke mi olacak-

tır? Bu aslında bir temel ‘olmak ya

da olmamak’ sorunudur ve insan-

lıkla yaşıttır.

Kişisel olarak, bu gençlerin fi-

kirlerini beğenmeyenlerin bile on-

ların, haklarını arayacak kadar ce-

sur, onurlu ve başkalarına saygılı ol-

malarıyla gurur duyacaklarını um-

mak isterim. 90 yıllık- 4 kuşaklık

Cumhuriyet hayatımızın böyle öz-

gürlükten demokrasiye evrensel,

kandilinden türküsüne milli de-

ğerlere sahip gençler yetiştirmeye

vesile olması aslında hepimizin

başarısıdır. Gönül isterdi ki bu ül-

kenin her vatandaşı aynı değerde

eşit kabul edilsin ve gençlerin ta-

lepleri anlayışla karşılansın. Ol-

madı. Şimdi gençlere düşen ‘Gezi

Parkı’nda tabanı bütün Türkiye’yi

kapsadığı anlaşılan bu farklı ol-

manın eşit vatandaşlık özgürlü-

ğüne dayalı bir siyasi oluşum veya

parti kurmak yolunda çalışmaktır.

Bunu başaracak kültür ve bilgi

altyapısına sahipler. Deneyim ve

destek de bulacaklardır. Böylece

gelecekte, şimdi kendilerine karşı

çıkanların çocuk ve torunları da

düşünce ve ifade özgürlüğü mira-

sından yararlanabilecektir.

Tarihimizin en demokratik halk hareketi

Page 16: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP

Franz Kafka adı düşünmeye meyilli

her insanın hayatına bir şekilde gir-

miştir. Varoluşla ilgili düşüncelerin

sonuçlarının hep tekdüze kaldığı ya-

nılgısı yine her insana Kafka’dan ar-

mağandır. Karamsarlık mı? Umut-

suzluk mu? Direniş mi? Yoksa vaz-

geçiş mi? Dik duruş mu, eğilip bü-

külmek mi? Birbiriyle dirsek temas

halindeki bu konular kendine ve

topluma yabancılaşmış insanın ma-

gazinsel bakışından kurtulamamıştır.

Konularla birlikte Kafka’da popüler

kültürün aracı haline gelmekten kur-

tulamamıştır. Kurtulamayıp sıkışan

Kafkaesk düşünce sıkılmış ruhların

içine yerleşmiş, günümüze kadar ev-

rilerek gelmiştir.

Reiner Stach dünyanın sayılı

Kafka uzmanlarından. Yazdığı iki

ciltlik Kafka biyografisi Sel Yayınla-

rı’ndan çıktığında Kafka severler

daha doğrusu Kafka’yı içinde yaşa-

tanlar heyecanlandılar. Akabinde

heyecanları korkuya dönüşmüş ola-

bilir çünkü bende oldu. Nasıl yani,

Kafka’nın o bildik kısa özgeçmişinin

dışında sayfalar dolusu hayatını mı

okuyacaktım? O derin düşüncelerin

sarsılmasından korktum açıkçası. Bu

hacimli kitaplara başlayıp bitirdiğim-

de Kafka’nın aslında doğduğunu, ya-

şadığını ve öldüğünü anladım. Basit

gerçekler nasıl bir bulutun içindeydi

de görmemiştim? Soru sorduran ki-

tap bitmemiştir. Kafka’nın derin tes-

pitleri sarsılmanın tersine daha sağ-

lam bir şekilde içimde yer etti. Sesi-

ne kavuştu. Alıntıların kıyısında ka-

lan metinler yanlış anlaşılmalardan

kurtulup içime süzüldü.

Biyografilerden anekdot ayıkla-

mak adetim değildir. Yine de sevdi-

ğim yazarların hayatlarındaki ilginç

anları bilmek, o anlardan işaretler

toplamak hoşuma gider. Stach’in

araştırıp kaleme aldığı kitaplarda bu

tip işaretler çokça var. Kafka ete ke-

miğe büründükçe romanları flulaşır

diye çekindiğimden biyografiyi okur-

ken onları yanımda bulundurdum.

“Dönüşüm”, “Dava”, “Şato” yanım-

daydı ve yeni Kafka git gide belirgin-

leştikçe eski Kafka’ya dönüp baktım.

Tek bir Kafka, tek bir insan, bütün-

leşen anlam ve ölümsüzlüğün verdiği

eskilikten sıyrılan yepyeni bir yazar:

Kafka. Romanları ve öyküleriyle bir-

leşen Stach’in Kafka biyografisi va-

roluş akımını bir adım yukarı taşıyor.

KAFKA’DAK� MUHAL�F�GÖRMEK

“Düz bir yolda yürüyor olsaydın,tüm ilerleme isteğine rağmen halagerisin geriye gitseydin, o zaman buçaresiz bir durum olurdu; ama sendik, senin de aşağıdan gördüğün gibidik bir yamacı tırmandığına göre,adımlarının geriye doğru kayması,bulunduğun yerin durumundan ilerigelebilir, o zaman da umutsuzluğakapılmana gerek yoktur.”

“Karar Yılları” ve “Kavrama Yıl-

ları” olarak basılan kitapların önü-

müzde açtığı ufuk Kafka’yı metinle-

rinin esaretinden kurtarıyor. Kaf-

ka’nın içe dönük metinleri ilk bakış-

ta veya ilk okuyuşta okuyucuya

umutsuzluk hissi veriyor. Derinleme-

sine çözümleme için günümüz insa-

nının çokça vaktinin olmadığını dü-

şünürsek bu ilk deneyim genel kanı-

ya dönüşmüş durumda. Kemikleşen

umutsuzluk yaftasını Kafka’nın üze-

rinden atmak için biyografisini oku-

mak şart. Öyle ki Kafka ile ilgili

ürünler bile yazarı umutsuz vaka gibi

göstermek üzerine tasarlanmışken

“Dünya zaten böyle berbat bir yer”

demek yerine mücadele etmeyi ter-

cih edebiliriz Kafka sayesinde. Cıvıl

cıvıl bir insan olduğu iddaa edilemez

belki ama “böcek” vurgusundan

uzak bir hayat sürdüğü de kesin Kaf-

ka’nın. Yaratıcı metinlerinde yazdığı

dünyayı Kafka’nın birebir hayatı ola-

rak algılamak her yazarda olduğu

gibi çok yanlış. Bundan muzdarip

olan yazarlar kendilerini açıklamak

için çoğu zaman ayrı birer kitap yazı-

yorlar. Kafka’nın talihsizliği buna

Bu dünyadan bir Kafka geçmiş!

Romanlar�, hikâyeleri ve mektuplar�yla varolu�çu edebiyat�n temellerini atan Kafka asl�ndasa�lam bir muhalif dü�üncenin temellerini atm�� olabilir. Biyografinin içinde ilerledikçe sisteme,

güncel olaylar�n olumsuz etkilerine alttan alta bir kar�� koyu�u gözlemleyebiliriz

ERDEM GEZGİNCİ[email protected]

Page 17: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAP

vaktinin olmamış olması. Ondan sonra

yazılan biyografileri onun kadar ilgi

çekmeyi başaramadığı için Kafka’yı

hep at gözlüğüyle okuduğumuzu söyle-

mek yanlış olmaz. Neyse ki Stach’ın

kapsamlı çalışması konuya yeni bir bo-

yut katacak.

Romanları, hikâyeleri ve mektup-

larıyla varoluşçu edebiyatın temelleri-

ni atan Kafka aslında sağlam bir mu-

halif düşüncenin temellerini atmış ola-

bilir. Biyografinin içinde ilerledikçe

sisteme, güncel olayların olumsuz et-

kilerine alttan alta bir karşı koyuşu

gözlemleyebiliriz. Romanlarında içi-

mize ayna tutmayı tercih etmesinin

nedeni belki de bu isyanı özümseme-

mizi istemesidir. Birçok yoldan bilince

davet edilen insanlar Kafka’nın kendi-

ne has yöntemi günümüzde bile anla-

yabilmiş değil. Felsefe kitaplarında,

bildirilerde gözümüze sokulan parmak

Kafka’nın eserlerinde belli belirsiz

dürtüyor bizi. Edebi açıdan tartışıla-

maz olan Kafka bu yüzden eleştirilere

maruz kalıyor, daha doğrusu kalıyor-

du. İnsanlardan kopuk kendi dünya-

sında bir münzeviden daha fazlası ol-

duğunu Stach’ın kitaplarında görüyo-

ruz.

“Dünyayla arandaki savaşında

dünyanın yanında ol.”

Kafka’yla tanıştığım günden bu ki-

tapları okuduğum güne kadar kafam-

daki Kafka resmi beni eyleme karşı tu-

tan bir bilge şeklindeydi. Evet ben de

düzenin çarkları arasındaydım, evet

ben de ailemden başlayarak toplumun

mekanizmalarıyla sürtüşüyordum, evet

ben de adaletsizliği sorguluyordum…

Bütün bunları Kafka’nın çarpıcı ro-

manlarından okumak içimdeki yalnız-

lık hissine iyi geliyordu. Sıradanlığın

parçası olduğumu, insanların sıradanlı-

ğın parçası olduğunu ve olacağını öğ-

renmek iyi hissettiriyordu. Bu resmin

içindeki Kafka her şeyi yerli yerinde

gören, karanlığın içinden seslenen, sır-

tımızı sıvazlayıp varoluşumuzu besle-

yen bir figürdü. Tanrılaştırılan bu gö-

rüntü onun edebi başarısının eseriydi

ancak her tanrı gibi zamanla bulutların

arkasına saklandığı için garip bir kibir

duygusu da veriyor. Tam da burada

Kafka’nın hayatını bir nebze de olsa

bilmek önemli. Bulutların arasından

inip nefes almaya başlayan yazar duru-

şunu bozmadan bize salt anlamı vere-

bilir. “Karar Yılları” ve “Kavrama Yıl-

ları”nı okuduktan sonra kafamdaki

Kafka resmi hareketlendi. Durağan

umutsuzluğun her halini çizen Kafka

için tek eksik defterin sayfalarını hızlı-

ca serbest bırakmakmış. Art arda ge-

len resimler can bulup eyleme geçtik-

lerinde aslında gerçekten var olurlar.

Kafka’nın bütün kitapları birer resim

onun biyografisi ise o resimleri oyna-

tan sihirli el. Çocukluğumdan kalan

defter kenarı animasyon yöntemi Kaf-

ka’nın biyografisiyle buluşmamı tam

olarak anlatıyor. Eksik kalan eylem bu

kitaplarda. Belki de kitaplar bittiğinde

içinizde peydahlanan yas duygusu Kaf-

ka’yı özgürleştirir.

KEL�MELERLE KAFKA KOLAJI

Biyografi, araştırma, belgesel gibi

nitelemeler okuyucunun bir an durak-

samasına sebep olabilir. Bir şeyleri ka-

nıtlama isteği, belgeleri sunmanın ka-

tılığı ve araştırmayı yapanın edebi ek-

siklikleri metni aksatır. Kurşun gibi

ağırlaşan kitap kitlelere ulaşamadan

tozlu raflara mahkum olur.

Reiner Stach’in araştırmasını film

görselliğinde bizlere ulaştırması bu

açıdan şanslı olduğumuzu gösteriyor.

Ayrıca Sezer Duru’ya da emeği ve dili-

mize kazandırdığı Kafka başyapıtı için

teşekkür etmek isterim.

Aile albümü karıştırıyormuş gibi

Kafka’nın halleri gözümüzde canlan-

dıkça kapaktaki donuk Kafka fotoğra-

fının tabuları yıkılıyor. O artık durgun,

içine kapanık, sorgulayıcı ve sıkılgan

bir aile üyesi, bir bilge ve büyük bir ya-

zar olarak yanıbaşımızda beliriyor.

Cildin arasındaki ipi çok da kullanma-

yacağınız bir anlatımla yazılmış kitap.

Dünyayı etkileyen Kafka’yla henüz

tanışmayanlar için bu iki cilt adeta

çağrı yapıyor.

“Güneş, bu coğrafyanın imzasıdır,

mührüdür”

İstanbul Rehberler Odası Yöne-

tim Kurulu Üyesi ve aynı birliğin

Mardin Çalışma Komisyonu kuru-

cusu ve başkanı Nükhet Everi,

“Mardin” kitabıyla binlerce yıllık

bir geçmişe sahip Mardin’de bizi,

sokak sokak bir yolculuğa çıkarıyor.

Mardin’i yalnızca önemli tarihi

eserleriyle değil, ye-

rel kültürü ve insan-

larıyla da tanıtıp, ye-

mek ve alışveriş

önerileriyle geziye

renk katıyor.

Kitabı elinize

alıp, şöyle bir göz

attığınızda, Mar-

din’in yazar Nükhet

Everi için gerçekten

bir aşk olduğunu gö-

rüyorsunuz, tutkuy-

la yoğunlaşan bir

aşk… Zaten kendisi

de Mardin’e “sevgi-

lim” diyecek kadar

aşık. “Bir şehirle bu

kadar özdeşleşebil-

mek, o şehrin seni

bağrına basması… Evet, bu çok hoş

bir duygu” diyerek özetliyor duygu-

larını Everi ve bu aşkı ölümsüzleş-

tirmek adına da bu kitap fikri doğu-

yor, büyüyor, zenginleşiyor, derinle-

şiyor ve bize ulaşıyor.

Adı neden Güneş Ülkesi? Bunu

da şu satırlarla özetliyor yazar;

“Güneş aslında Mezopotamya’dır.

Güneş bu topraklara can verir, ka-

ranlıktan sonraki ışıktır, iyinin kötü-

ye galibiyetinin simgesidir, yol gös-

terir, renkleri getirir, toprağın bağ-

rını cayır cayır yakarken bereketi de

getirir.”

Nükhet Everi, kitabında önce

Mardin’in tarihi, kültürü, Mardin

isminin nereden geldiği, inançlar,

konuşulan diller ve Mardin mutfağı

hakkında bilgi veriyor. Kitapta önce

Mardin’e dair tüm güzellikler göz-

ler önüne seriliyor; Mardin Ulu Ca-

mii, Şehidiye Camii Medresesi, Ka-

sımiye Medresesi, Gazipaşa İlköğ-

retim Okulu, Zinciriye Medresesi

gibi pek çok görkemli yapının yanı-

sıra, Mardin Metropolitlik Kilisesi

durumundaki Kırklar Kilisesi ve

eski bir tapınağın üzerine kurulmuş

Deyrülzafaran Ma-

nastırı şehrin önemli

yapıları.

Mardin’in yanısı-

ra civarı da son dere-

ce detaylı bir şekilde

tanıtılmış, Midyat,

Savur, Kızıltepe, Nu-

saybin, Dara, Hasan-

keyf…

Everi’ye göre

Midyat’ın taş işçiliği-

ni mutlaka yerinde

görmek gerek, Mid-

yat çarşısı, Devlet

Konuk Evi ve civar

köylerin de mutlaka

görülmesi gerektiği-

nin altını çiziyor ya-

zar.

Kitabın arkasında, belki otelini-

ze döndüğünüzde okuyabileceğiniz,

ilginç olabilecek ve Mardin’de mut-

laka bahsedilmesi gereken birkaç

konuyu okuma parçası şeklinde bu-

lacaksınız; Süryaniler, Yezidiler, Ar-

tuklu Devleti Tarihi, İsa Bey-Ti-

murlenk ve Artuklu Hükümdarlı-

ğı’nın Sonu, Tarih Sahnesinde Mar-

din ve Şahmeran. Bunların dışında

okuyucu için olası yabancı terimleri

içeren bir sözlük de bulacaksınız.

Kadim uygarlıkların beşiği bu

zarif taş şehir sizin tarafınızdan tek-

rar keşfedilmeyi bekliyor, yeniden,

tüm güzellikleriyle…

Kafka - Karar Y�llar� Cilt: 1, Kafka - Kavrama Y�llar� Cilt: 2, Reiner Stach, Sel Yay�nc�l�k, Çev: Sezer Duru, 660 s. 720 s.

Mardin - Güne� Ülkesi, Nükhet Evleri, E Yay�nlar�, 296 s.

MELTEM BOSTANCI

Zarif taş şehir

Page 18: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Cennette Ya�amak

Lütfi Kaleli, Berfin Yay�nlar�, 190 s.

Bir dağ köyünde çobanlık yapan eği-

timsiz Osman ile Ömer, bir gün adla-

rı değiştirerek Haso Ağa ile Şeyh Şe-

rif Efendi’nin cemaatine katılırlar. Bu

cemaatteki Kuran kursunda, ayetlere

dayalı olarak iyi bir mücahit olup din

adına cihat eder, kâfirleri öldürür ve

kendileri de şehit olurlarsa eğer, cen-

nete gidecekleri; orada birbirinden

güzel gencecik hurilerle hiç yaşlanma-

dan sonsuza dek mutlu yaşayacakları

inancıyla beslenirler... Ve gün gelir yaş-

lı genç demeden kendilerine göre ma-

sum insanları bombalayarak öldürür-

ler... O ara güvenlik güçleriyle çıkan ça-

tışmada kendileri de ölerek muratlarına

ermiş olurlar...

Var�� Çizgisi

Paola Zannoner, Alt�n Kitaplar,Çev: Almila Ayd�n, 152 s.

Başlama çizgisinde yerini almadan

önce, Leo’ya yeniden bir bakış attı,

çünkü Viola için en önemli yarış

oydu. Babası tarafından küçüklü-

ğünden beri futbol oynamaya yön-

lendirilen Leo, büyük bir takıma gi-

rebilmesi için yapılacak olan seçme-

lerden sonra bir motosiklet kazası ge-

çirir ve belden aşağısı felç olur. Leo ar-

tık babasının gözünde hiç değeri ol-

madığını, annesinin ise yıkıldığını his-

seder. Antrenörünün ve arkadaşları-

nın gösterdiği yakınlığı reddeder.

Onun yanında olmak için inat eden

tek kişi Viola’dır; engelli koşu şam-

piyonu olmak isteyen sınıf arkadaşı...

İkisi için de hiçbir şey kolay değildir.

Gece Gelen

Ula� I��klar, Geoturka Yay�mc�l�k, 276 s.

Kurbanlar güzelliğe ya da korkuya ve-

rilir. 7 kan tayfı, 7 kadim. Yıl 1648. Ge-

miyle osmanlı topraklarına doğru yola

çıkan “Kayıp Yedinci Kıtanın En Yü-

cesi”, Gece’nin Yıldızı...

Ulaş Işıklar, “Gece Gelen”de, 17.

yüzyılda Balkanlar’da başlayan olayların,

Osmanlı topraklarındaki Smyrna’ya

uzanışını ve oradan da günümüz İz-

mir’inde kendi halinde yaşayan gazete-

ci bir genç kadının hayatını nasıl değiş-

tirdiğini çarpıcı bir dille anlatıyor. Tari-

hi bir dokudan modern şehir hayatına ev-

rilen olaylar zincirinde, kendilerine müj-

delenen kayıp bir kıtayı bulmak için dün-

yadaki tüm kıtalara yayılmış Nokturno

klanlarının mitolojisini inşa ediyor.

Bahtabakan

Sevgi Özel, Cumhuriyet Kitaplar�, 200 s.

Kimi kez kitaplarla filmler, “Burada

anlatılanların gerçek kişi ve kurumlarla

uzak yakın ilgisi yoktur” diye başlar. Bu

romandaki kişi ve kurumların gerçekle

ilgisi var mı, yok mu? Buna okur karar

verecek. Gerçek aydınların kendilerini

sorgulamaları gereken dönemlerde sus-

kun kalması... Suskun kalmayanın başı-

na kirli, kara çoraplar örülmesi... Ka-

dınlarla çocukların aşağılık yalanlarla

kandırılıp kullanılması... Karadüzen da-

vaları için, herkese batabilecek sivri mi

sivri ortaçağ mahkemeleri kurulması...

Koskoca bir ülkeyi, sonu karanlık bir yola

sürüklemek... Edebiyatın işlevlerinden

biri yaşananları duymak, görmek, unut-

turmamaksa, Sevgi Özel’in yaptığı bu...

Gümü� Ku�u

Benjamin Black, K�rm�z� KediYay�nevi, Çev: Levent Göktem, 286 s.

Dublin’in seçkinler dünyasına uzanan

karanlık bir şebekenin üzerindeki ör-

tüyü kaldırmasının üzerinden henüz

kısa bir zaman geçmişken, Patalog Dr.

Quirke kendini genç bir kadının inti-

harını araştırırken bulur.

Bir önceki fırtınanın yol açtığı ha-

sarları atlatmaya çalışırken şantaj,

uyuşturucu bağımlılığı, cinsel tutkularla

örülü bir entrikanın ortasında kalan

Quirke, bu kez ailesini bu işin dışında

tutmayı başarabilecek mi?

Booker Ödüllü İrlandalı yazar John

Banville’in takma adla yazdığı polisi-

ye/gerilim serisinin ikinci kitabı “Gümüş

Kuğu” özellikle dili ve karakter zen-

ginliğiyle göze çarpıyor.

Babam� Beklerken

Burak Bilge, Pelin �nar,Kaynak Yay�nlar�, 224 s.

E. Org. Ergin Saygun kızı Ece’ye yazdı-

ğı duygu dolu mektubunda, “İnsan ha-

yatının en fırtınalı döneminde; gençlik

çağlarında kızım ne yapıyordu acaba?

Arkadaşları kimdi? Aşık oldu mu, oldu

ise nasıl biri idi? Sıkıntılarını, dertlerini

kiminle paylaşıyor?” diye soruyor.

E. Tuğa. Cem Aziz Çakmak,

“Özür diliyorum”Sevgimin büyük bölümünüMesleğimle paylaştığımGecelerimi, gündüzlerimiBahriyeye adadığım, dünyaya geli-

şinizde dahi yanınızda bulunamadı-ğım için Özür diliyorum...” diye sevgi-

li kızı Gülümseyenim’e duygularını di-

zelere döküyor.

Paradan Haber Ver!

Esteve Calzada, NTV Yay�nlar�,Çev: Temel Bal Ekim, 208 s.

“Paradan Haber Ver!” bir kulüp, bir tur-

nuva, bir federasyon hatta bireysel se-

viyede sporcu için futbol üzerinden na-

sıl gelir elde edilebileceğini keşfeden bir

pazarlama kitabı.

FC Barcelona’da pazarlama grup

başkanı olarak geçirdiği yıllardan sonra

spor danışmanlığı firması Prime Time

Sport’un kuruculuğu ve CEO’luğunu üst-

lenen Esteve Calzada, deneyim ve ger-

çek örneklerle dolu, doğrudan ve ol-

dukça öğretici bir üslupla, medyada var

olmayı, taraftar kazanmayı; tesislerin,

sponsorların, televizyon haklarının; spor-

cu imajı ve lisanslı ürünlerin yöneti-

minden nasıl gelir elde edilebileceğini de-

taylı bir şekilde gözler önüne seriyor.

Leyla ile Mecnun

Nizâmîyi Gencevî, Say Yay�nlar�Çev: A. Naci Tokmak 280 s.

İlk defa Nizâmî tarafından müstakil bir

kitap halinde yazıya geçirilmiş olan bu

eser, Nizâmî’den sonra gerek Fars Ede-

biyatında gerekse Türk Edebiyatında bü-

yük ilgi görmüş ve birçok şair tarafından

yeniden kaleme alınmıştır. Fars Edebi-

yatının en önemli klasiklerinden biri olan,

Nizâmîyi Gencevî’nin 1188 yılında ka-

leme aldığı “Leylâ ile Mecnun”, Prof. Dr.

A. Naci Tokmak çevirisiyle Farsça as-

lından çeviri yazısı ile beraber, manzum

olarak edebiyat dünyasında yerini alıyor.

“Bir şeyin peşinden koşar herkes,Kendisi için iyi olanı bilmez herkes.Gayb âleminin ucu, bucağı bilinmez.Kilit bir bakarsın anahtardır, bilin-

mez.”

Page 19: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Kurt Totemi

Jiang Rong, Do�an Kitap,Çev: Avi Pardo, 458 s.

Çin Kültür Devrimi’nin tüm hızıyla

sürdüğü 1960’lı yılların sonlarında

“halktan öğrenmesi” için İç Moğo-

listan’daki göçmen Moğolların ara-

sına gönderilen Çinli öğrencilerden

biri olan Chen Zhen’in öyküsü, uçsuz

bucaksız bozkırı paylaştığı diğer tüm

canlılarla iç içe geçiyor “Kurt Tote-

mi”nde.

Başta kurtlar olmak üzere, atla-

rın, ceylanların, köpeklerin, koyun-

ların ve kuğuların, doğayla uyum

içinde yaşayan bu halk üzerindeki ya-

şamsal etkisini fark eden Chen, Mo-

ğol kültürünü ve kurtlara odaklanan

inanç sistemini yakından tanır.

Dahiler (Kutulu)

Jack Challoner, �� Bankas� KültürYay�nlar�, Çev: Erdal Alova, 63 s.

Bu etkileyici kitap modern dünyayı şe-

killendiren büyük bilginlerin zihinlerine

ve yaşamlarına emsalsiz bir yaklaşımla

ışık tutuyor. Dâhiler kitabı okuyucuları

teknoloji tarihinin en heyecanlı ve çığır

açıcı anlarını paylaşmak üzere zaman

içinde yolculuğa çıkarıyor.

İsimleri tarihe mal olmuş yirmi se-

kiz dehanın yaşam öyküleri, Johannes

Gutenberg’in baskı makinesi, James

Watt’ın buhar makinesi, George East-

man’ın Kodak fotoğraf makinesi ve

Alan Turing’in bilgisayarı gibi icatlar-

la birlikte anlatılmıştır. Baştan sona et-

kileyici görsellerle süslenen kitapta on

adet nadir belgenin tıpkıbasımlarına yer

verilmiştir.

Kavga

Gürkan Zengin, �nk�lâp Kitabevi, 296 s.

Türkiye’nin verdiği kavga kendi coğraf-

yasının kaderine o coğrafyanın insanla-

rıyla birlikte sahip çıkmanın kavgasıdır.

Türkiye’nin Mısır’da Hüsnü Mübarek’e

“halkın taleplerine cevap ver ve yöneti-

mi bırak” çağrısı yapmasının da, Suriye’de

Beşşar Esed’e “bizi kendinle halkın ara-

sında tercihe zorlama, seni değil Suriye

halkını tercih ederiz” demesinin de sebebi

budur. Bu kavga aynı zamanda 1914-1918

arasında kaybedilmiş bir mücadelenin

yüzyıl sonraki hesaplaşmasıdır. Türkiye bu

“kavga”ya girmek zorundaydı ve girmiş-

tir. Eğer büyük hatalar yapılmazsa kuv-

vetle muhtemel bu kavgadan galip de çı-

kacaktır. Zira öyle görünüyor ki, tarihin

akışı bu kavgada Türkiye’nin yanındadır.

Yaz �övalyesi

Jim Butcher, �thaki Yay�nlar�,Çev: Ula� Apak, 456 s.

Kız arkadaşı yeni edindiği kana susa-

mışlıkla baş etmek için Chicago’yu

terk ettiğinden beri Harry Dresden bit-

kin ve çökmüş bir hâldeydi. Kirasını

ödeyemiyordu. Dostlarından uzakla-

şıyordu. Telefon rehberindeki tek pro-

fesyonel büyücü umutsuz bir adama dö-

nüşmüştü. Tam işler bundan daha

kötü gidemezmiş gibi göründüğü sıra-

da Perilerin Kış Kraliçesi çıkageldi.

Harry’nin reddedemeyeceği bir tekli-

fi vardı. Tabii eğer vaftiz Peri Annesi’nin

kendisi üzerindeki doğaüstü bağların-

dan ve kötü talihinden kurtulmak isti-

yorsa... Tek yapması gereken Yaz Kra-

liçesi’nin sağ kolunu, yani Yaz Şöval-

yesi’ni kimin öldürdüğünü bulmaktı.

Yeralt�na Mektuplar

Murat Yalç�n, Yap� Kredi Yay�nlar�, 336 s.

Murat Yalçın’ın hazırladığı “Yeraltına

Mektuplar” kitabına 59 yazar hayatta ol-

mayan yazarlara yazdıkları mektuplarla

katıldı. Yalçın, kitabın sunuşunda şunla-

rı söylüyor: “Sonraki projen Yeraltından

Mektuplar olur herhalde’ diyen muzip

dostlara, ‘Kim bilir!’ demekle yetindim.

Ama şimdi düşünüyorum da, bu mek-

tupları okuyanlar o yazarların yanıtları-

nı da okur gibi olacaklar; her mektubun

böğründe başka mektuplar var...”

“Yeraltına Mektuplar” mektup ya-

zınımıza yepyeni soluklar kazandıran,

yazarların adeta birbirleriyle dertleştik-

leri, hem özel yaşamlarından kesitler

sunan, hem birbirinden ilginç sırlar ba-

rındıran bir ortak yapıt.

Onlar�n SadeceTürküleri Var

I��l Özgentürk, Aya Kitap, 208 s.

Zor bir kitap elinizdeki. Zor çünkü, gör-

mekten çekindiğiniz, yanıbaşından usul-

ca geçtiğiniz tüm hayatlar burada. Ya-

şamın kıyısında kalmış insanların gerçek

hikayeleri: Mapustakiler, Alamancılar,

üniversiteliler, Güneydoğu’da yaşayan-

lar, kadınlar...

Hepsinin yaşamlarına acı dokunmuş.

Hepsinin yaşamlarına sevinç dokunmuş.

Aşk dokunmuş, inanç dokunmuş. Işıl Öz-

gentürk, çarpıcı bir çalışmayla karşınızda.

Yaşanan ama görülmeyen hayatları tek tek

bulup çıkarmış, konuşmuş, onları dinler-

ken boğazı düğümlenmiş; ama, yazar so-

rumluluğunu unutmayıp onları tek tek dil-

lendirmiş, dinlediği, gördüğü, duyduğu

yaşamları yeniden yaratmış.

MetedolojikBireycili�in Ele�tirisi

Vefa Sayg�n Ö�ütle, Ayr�nt� Yay�nlar�, 416 s.

Elinizdeki çalışma öncelikle, bu tar-

tışmanın en önemli kavşak noktala-

rında karşımıza çıkan üç teorisyenin

(Max Weber, Karl Popper ve Jon Els-

ter) metodolojik bireycilik savunula-

rının ayrıntılı bir eleştirel analizini

içeriyor.

Bu analizin neticesinde metodo-

lojik bireycilikten sosyolojiye giden yo-

lun kapalı olduğu metateorik sonu-

cuna varan yazar, metodolojik birey-

ci konumlanmanın sadece metodolo-

jik değil sosyal olanın neliğine dair on-

tolojik içerimler barındırdığını sergi-

liyor ve bunun ardından ayrıntılı ve öz-

gün bir ontoloji ve sosyal ontoloji tar-

tışması sunuyor.

Filozoflardan Seksi �eyler

Emine Supçin, Destek Yay�nlar�, 168 s.

“Elinde keser sapı ile sap gibi ortada kal-

mak istemiyorsan, sevişmenin altın ku-

rallarını bileceksin!”

-Zeus-

“Erkeklerin sevişebilme süresi, or-

talama bir buçuk dakikadır.”

-Afrodit-

“Yıllanmış şarap nasıl damakta lez-

zet, ruhta şehvet uyandırırsa; yıllanmış

sevgili de yatakta şerbet, dudakta lezzet,

ruhta ebediyettir.”

-Ömer Hayyam-

“Bir kadına gidiyorsan, yanına kam-

çını almayı unutma.”

-Nietzsche-

“Cinsel eğilimlerin temeli hazdır.”

-Freud-

Page 20: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

“Üç Küçük Robinson”un yazarın-

dan ilginç bir macera...

Denizci bir aileden gelen

Ralph’ın tek düşü dünyayı dolaş-

mak ve serüvenlere atılmaktı. Bu

serüvenlerin başında da Mercan

Adaları geliyordu.

15 yaşına basar basmaz kahra-

manımız Büyük Okyanus’a açılan

bir gemide iş buldu. Ancak asıl se-

rüven iş bulduğu geminin fırtınada

batmasıyla başladı...

7 yaş üstü çocukları için dünya

çocuk klasiklerinden bir başyapıt

daha...

Robert Michael Ballantyne,Remzi Kitabevi,

Çev: Barlas Çevikus, 184 s.

Mercan Adas�

Kambur bir dayının çocuklu-

ğundan, gençliğinden ve orta yaş-

larından hazine değerindeki, güçlü

anların sislerden arınıp aydınlığa

kavuştuğu öykülerde, kederden

neşeye, çaresizlikten umuda her

renkten duygu can buluyor.

Tosuner’in kelimelerinde, be-

deninin acılarından sıyrılıp özgür-

leşmeye çalışan bir dayının iç sesi-

ni, uçan balonunun ardından ba-

kakalan bir yeğenin hüznünü ve

yaşamın kenarına köşesine sakla-

nan daha birçok sesi duymak

mümkün.

Necati Tosuner, Gün����� Kitapl���,

88 s.

Day�m Balon Olmu�

Mezuniyetine bir hafta kala, köpek

eğitim merkezinden kaçmayı başaran

Biber için hayat yeniden başlıyordur.

Demir tellerin sınırlayamadığı uç-

suz bucaksız özgür bir yaşam tüm

renkleriyle onu çağırıyor.

Arkadaş canlısı olduğu için so-

kaklarda pek yalnız kalacak gibi de

görünmüyor.

Nitekim, Kurtuluş Parkı’nın kü-

peli köpek sakinleri de sanki onu yıl-

lardır tanıyormuş gibi aralarına al-

maktan hiç çekinmediler.

Başlarda her şey yolunda gitse de,

kısa bir süre sonra Biber’in kanı yeni-

den fokurdamaya başlar. 

Miyase Sertbarut, Tudem Yay�nlar�,

104 s.

Kaçak Köpek Biber

Bu harika kitapla, ilginç kaya havuzla-

rını inceleyecek, rengârenk mercan

kayalıklarında dolaşacak ve gizemli

gemi batıklarını keşfedeceksin. Üste-

lik denizlerde ve okyanuslarda yaşa-

yan büyüleyici canlılarla tanışacaksın. 

Rengarenk, çok heyecanlı ve canlı

sahnelerle dolu bu kitap, çocukları se-

vecekleri konulara çekiyor, onlara çok

zengin ve değerli bilgiler sunuyor.

Kolay anlaşılır ve sıcak bir dille yazıl-

mış, büyüleyici gerçeklerle dolu olan

“Kâşifler”, araştırmaya meraklı kü-

çükler için yeni ve eğlenceli bir baş-

vuru kitapları dizisi...

Stephen Savage, TÜB�TAK Yay�nlar�,

Çev: Ali Bahad�r O�uz, 32 s.

Kâ�ifler - Denizlerve Okyanuslar

Page 21: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI

“Rüya gördüğümüz gibi yaşarız - yal-nız…”

Joseph Conrad, Karanlığın Yüreği

Son haftalarda elbette ne kadar müm-

künse o kadar okuyabildiğim kitapların

içerisinden, okur olarak karşıma çıkan

en cana ve kana yakın sürpriz, Filiz Öz-

dem’in yeni romanı “Rüya Bekleyen

Adam” oldu. Daha önce “Yalan Surele-

ri”, “Düş Hırkası”, “Korku Benim Sahi-

bim” romanlarını, şiirlerini ve çevirileri-

ni okuduğumuz yazarın, yeni romanı,

gözden kaçabilecek oldukça ilginç de-

ğerleri barındırıyordu. Bu nedenle kişi-

sel bir okuma macerası olarak anlatmayı

daha uygun buluyorum. Samimiyetle iti-

raf etmem gerekir ki romanın beni çe-

ken ilk ve en büyük özelliği işlediği ana

konuya karşı, okur olarak doyumsuzlu-

ğum oldu; yani “yalnızlık.” Temelde,

“Rüya Bekleyen Adam” bir “yalnızlık,”

daha da çokluk ve bereketle bir “yalnız

adam” öyküsüdür. Öncelikli olarak bu-

rada -sıkça tekrarlanan bir hata oldu-

ğundan ve kavramın tuhaf kullanımları-

nın yaratabileceği farklı algı sebebiyle-

kitleleştirmek üzere ıssızlaştırılan, üre-

tim adamlarla yalnız adamın karıştırıl-

mamasını rica ederim. Yalnızlaşma ve

yalnız olmak içeriden dışarıya doğru açı-

lan bir şeydir, sıkça ve şekilcilikle ucuz

kurguların sığındığı dışarıdan bireyin içi-

ne zorla tıkılmaya çalışılan bir bez par-

çası değildir. Ve yine aynı ucuz kurgular-

da bireysel yolculukların içine hapsedil-

diği haliyle boğazdan, anlatıldığı kadar

da kolay çekilip çıkarılan veya öz-yıkı-

mın fitili görevinden öteye geçemeyen

bir bez parçası da değildir. Hıçkırıktır,

evet, ama kutsanmadır da… Bir arpa

boyu uzaktan bakıldığında, ne kadar an-

latırsan anlat, ne kadar öznelersen ne

kadar zarflarsan zarfla, pulu yapıştıktan

sonra öykünün gerçekte gideceği tek bir

adres vardır; yalnızlık seçim değil yazgı-

dır. “Rüya Bekleyen Adam”ın en sami-

mi yanı da burada başlar. Birinci tekile

sığmakta güçlük çeken kahramanı, ayır-

tına çoğunlukla varamadığı bir yazgının

içinde çırpınmaktadır. Dağınık gitmek-

teyiz, farkındayım.

KAÇIRIR GÖZLER�N�Yalnız adama duyduğum okur açlığı-

nı, kısmi pasajlarıyla en son dizginleyebi-

len roman, Roman Graff’ın “Bay

Blanc”ıydı (Ayrıntı Yayınları, 2012). Şunu

fark etmiştim ki yalnızlık ne kadar evren-

sel bir kavram olsa da özellikle batılı ya-

zarların kalemine yansıyan “yalnız adam”

kavramı, bütüncül veya kısmi pasajlarda

bireyin hem içine hem de dışına yönelik

bir keşfetme yolculuğunu barındırıyordu.

Genelleyici, tepeden inme bir buyruk gibi

işaret etmem imkânsız olacaktır fakat

şahsi görüşüm, özellikle

doğuya özgü “yalnız

adam” figüründe ise bu

şekilde bir yolculuğun

gerçekçi bir karşılığı ne

yazık ki yoktur. Yalnız

adamı bizlerde –tabi o

da olursa- yola düşüren,

arayıştan çok buluştur.

Kaçma ve bakınma değil,

çoktan keşfetmiş olma

halidir. Bu nedenle dışın-

da omurgası düz, içinde

ise kambur yalnız adam

figürü, bizlerin daha sık

gözlemleyebileceği dışın-

da kambur, içinde ise

naif bir öfkeyi taşıyan

yalnız adamımıza esasında

pek de benzememektedir.

Filiz Özdem’in, bu yaraya

ilaç gibi gelen romanında dikkatimi çeken

bir başka unsur, pek de üzerine konuşma-

yı sevmediğim edebi kalemin cinsiyet ren-

gi üzerinedir. Hemcinslerimin, yalnız

adam üzerine edebi doygunluğa ulaşma-

mış kurgularında gezinirken, hiç aklıma

gelmeyen nokta şuydu: yalnız adamın öy-

küsü, en güzel haliyle ancak bir kadının

kaleminden aktarılabilirdi. Nedenlerini

görmek de çok kolaydı üstelik. Yalnız

adam öykülerinde, sıklıkla öykünün taba-

nıyla bağdaştıramadığım “adam sen de”

dercesine, inatla, şairin diş fırçasını şairin

gözüne sürter gibi, ahmakça ve el yetene-

ğinden yoksun şekilde

kayan, kurguya sokulup

bulamaç edilen erk ve er-

kek öfkesinden, bir taşın

altına saklanılmaya çalışı-

lan fil misali sırıtan, yaza-

rın kıskançlık ve hınç

alma dürtülerinden arın-

dırarak, mesele özünde

başka türlü tutulamazdı.

Ricam şudur ki yalnız

adam öykülerini bir kez

daha dikkatle gözden ge-

çiriniz. Pek çok yazarın,

yalnız adamı anlatmak

yerine, bizlere kadınları

anlatma gayretine hap-

solduğunu ve bunu da bi-

lincinin üstüyle değil altıy-

la kustuğunu göreceksi-

niz. Kayıptır çünkü. Ben

varım, ben varım, ben, ben, ben, ben, der

ve fütursuzca ezerek kadınları anlatır yal-

nız adamın üzerinden. Genelleme yaptı-

ğımın da aksini kanıtlayan ender örnekle-

rin de farkındayım, üzülmeyiniz.

RÜYALARAFiliz Özdem’in kaleminde yalnızlı-

ğın bütünleştirici rolü de gözden kaç-

mamaktadır. Bireyleri bir araya getir-

mekte yalnızlığın rolü üzerine ayrımsa-

maların yapılacağı katmanda yazar, ilk

gördüğü imgeye sarılan ucuz şair kıva-

mında hatırlatmalar yapmak yerine,

ihaleyi beylik laflara yıkmayarak, mese-

leyi, içinde kambur bırakılmış yalnız

adamın kaçırdığı gözlerinden okutur.

Bir araya getiren yalnızlığın yokluğun-

da, sanki birleşmek, bir olmak için ara-

da bir neden de kalmayacakmış gibi ku-

caklanması mı? Bireylerin bireyler üze-

rine yalnızlığı dayatması ve nihayet(!)

tükürürcesine yüzüne, zorla yalnızlaştı-

rılması mı? Karar verilir elbette de yal-

nızın haberi olmaz bundan, olamaz…

Ve böylece yedisinden yetmişine rüya-

larının içinde bulacağı huzuru, heyeca-

nı ve kaçışı bekler yalnız adam. Rüyala-

rı gibi, gerçek hayatında uzaklaştığı yal-

nızlığı da anlıktır. Yaz yağmuru. “Yüre-

ğimize ne güzel dokundun,” derken ya-

zara, öyküden bir de Harput türküsü

geçer… Ah, Elazığ… Yalnızlığınla ne

yapmaktasın kim bilir? Birinci tekil su-

sar, kitap kapanır, yalnız yalnızlığına,

çoğul çoğulluğuna karışır, “Rüya Bek-

leyen Adam” üzerine yazmak için otu-

rulur belki ve sessiz bir gecede hatırla-

nır elden ele uzatılan Fransızca bir şar-

kının güç bela hatırlanan nakaratı:

“Ben yalnızlığımla asla yalnız değilim.”

Şifa niyetine…

Haftaya görüşmek dileğiyle…

Yalnız(ca)M. SALİH [email protected]

Rüya Bekleyen Adam, Filiz Özdem,

Yap� Kredi Yay�nlar�, 132 s.

Page 22: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP

BULMACASOLDAN SA�A1. Çabucak gönderme, acele

yollama - Eski, büyük bir davul türü

2. Bir uyar� arac� -

Bir yerle�im birimi3. Ayakkab� kal�b�n�n çap�4. Cinsiyet -

Uygun bulma, tasdik5. Bir kan grubu - Radyum’un

simgesi - At ayakl��� - Bir nota6. Bir ilimiz - Özel gezinti gemisi7. �ikar - Bilgiçlik taslayan,

çokbilmi�8. Bir hayret ünlemi -

Göz - Nefes, ruh9. Bir geyik türü - Cami, mescit,

vb. yerlerde Kur’an’dan, hadikitaplar�ndan örnek vererekdini konu�malar yapan kimse

10. K�zg�n, yak�c� - �tilerek,yedekte çekilerek ya dagemiye yüklenerek götürülen yük ta��mayayönelik genellikle motorsuztekne - �lgi eki

11. Deniz teknelerinin iç yanlar� -Bir Azeri çalg�s�

12. �srail kuzusu da denilentav�an irili�inde bir memelihayvan - Eklembacakl�lardanzehirli bir hayvan

YUKARIDAN A�A�IYA1. “O�uz ...” (yazar) - S�n�r, uç2. Berilyum’un simgesi -

Amerikan pamu�u3. Kiloamper (k�sa) - Çölde

bulunan i�aret ta��4. Resimdeki yazar�n bir eseri -

Baryum’un simgesi5. Boru sesi - �ehir - Resimdeki

yazar�n bir eseri6. �ki yan� a�açl�, do�rusal, geni�

yaya caddesi - “Isodara ...”(Amerikal� dansç�)

7. Hareketli - Metal üzerinekaz�da ya da ah�ap tornas�ndakullan�lan çelik kalem

8. Bulut - Akany�ld�z, a�ma,�ahap - Y�rt�k, yar�k

9. Omza al�nan geni� ve uzun e�arp - Bulgaristan’�npara birimi

10. Sosyolojide “boy” - Kanun - Bir cetvel türü

11. Karaci�erin salg�lad���sindirime yard�mc� bir salg�,safra - Japonya’da budarahibesi - Küp, kesme

12. Resimdeki �air

GE

ÇE

N H

AFTA

NIN

ÇÖ

Bir özürle başlıyorum. Özrün muhatabı

Ahmet Nergiz ne yazık ki aramızda değil ar-

tık, geçenlerde yitirdik. İmzaladığı kitabında

sıcak birkaç satır ve 2011 tarihi yeralıyor.

Bugün yarın derken, aradan iki yıl geçti…

Tek bir kelime etmedi, hiç hatırlatma yap-

madı masamda duran kitap. Nergiz işte…

“Marifetin iltifata tabi olması” ona göre çok

Osmanlı kalıyordu. O “sonsuza esen rüz-

garlara” takılıyordu..

AHMET NERG�Z’�N ÇA�RISIYakın tarihi yazmak hem kolay hem

zordur.

Kolaydır, malzemelerin büyük çoğunlu-

ğu el altındadır. Kolayca ulaşılabilir, Canlı ta-

nıklar hayattadır, yakınlardadır. Kimi zaman

el-kol mesafesindedir.

Zordur, çünkü yaşananlar henüz sıcaktır.

Öfkeler, heyecanlar, hayaller vb… Olaylar du-

rulup oturmamıştır. Hata yapma riski artar.

Ahmet Nergiz riski almış:

“40’lı yıllardan 80’lere kadar yaşanmış-

ları… Yalansız, riyasız, sansürsüz, Dorba

dobra" anlatma vaadiyle başlıyor kitap.

“Gelecek güzel günleri yakalama uğraşında…Koşalım hep beraber türküler söyleyerek, ve Şartlar ne olursa olsun düşmeyerek” çağrısıy-

la sürüp gidiyor.

AHMET NERG�Z’�N TANIKLI�INergiz’in kitabı, kendi deyişiyle bir bi-

yografi. Kitabın sonunu birinci cilt diye bi-

tirdiğine, önsözde “40’lı-80’li yıllar” dan sö-

zettiğine göre ikinci bir kitabı da tasarlamış

olmalı. Birinci cilt, Anadolu’nun çeşitli yö-

relerinden, Gerze’den, Çorum Öğretmen

Okulu’ndan, Ankara Gazi Eğitim’den, 68’li

yıllardan, Mamak Cezaevinden ve genel ola-

rak 70’lı yıllardan, anılarla süslediği kesitler

sunuyor. Pek çok ayrıntı var akılda kalan:

Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın Yoz-

gat’ta düzenlemeye çalıştığı mitingi engel-

lemeye çalışan, halkı “komünistlere” karşı kış-

tırtan kişinin günümüzün “saygın” Meclis baş-

kanı, o zamanın MHP’lisi Cemil Çiçek ol-

duğunu öğreniyoruz.

Kayınpederi Balkan göçmeni kundura-

cı İsmail Hakkı’nın Kocamustafapaşa’daki

dükkanına gelen Ülkücüler müşteri kadına

zorla takvim satmaya çalışıyor. Kızan İsmail

Hakkı usta Ülkücüleri dükkanından kovu-

yor. Birkaç akşam sonra, bir köşede kuru-

lan pusu sonucu öldürülüyor. Hey gidi İsmail

Hakkı usta hey…(Devrimci adamın kayın-

babası da devrimci olurmuş)

Buna benzer pek çok anı…Ankara Yük-

sek Öğretim Derneği’nde (AYÖD)

Öcalan’la görüşmeden ünlü 1 Mayıs mi-

tingine kadar… “Kırmızı-Beyaz Aydınlık” bö-

lünmesinden 9 Martçılara kadar….

Bu satırların yazarı Nergiz’i Mamak’tan

tanıyor, 40 küsur yıl olmuş.

Ağırbaşlı, az konuşan, ilgili, sorumlu,

kararlı, halkın öğrencisi ve öğretmeni dev-

rimci. Böyle birinin tanıklığı altın değerin-

de. Yarın-öbür gün 68’in tarihini yazmaya kal-

kışacaklara önemle duyurulur.

Koşmak ve düşmek

Nergiz, “düşmeden koşabilmek”e tak-

mış. Abartmış, diye geçti aklımdan. Bu

kadarı da bir tür “idealizm” olmalı. “ Düşe

kalka da olsa, koşmak koşmaktır” öyle de-

ğil mi Nergiz?

“Başı dolu başı boş / koş makkkk….” Kitaba önsöz yazan Hüseyin Yalvaç mü-

dahale etti: “Düşmeden koşmak”la yarı yolda

kalanları kastediyor. Öyleyse, Nergiz haklı.

Nergiz başkadır.

Mis gibi kokar, baharı müjdeler. Umut-

ları yeşerten baharı.

CÜNEYT AKALIN

Düşmeden Koşabilme’nin sırrı

Ahmet Nergiz

Page 23: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan

21 HAZ�RAN 2013 CUMA 23Aydınlık KİTAP

Saygıdeğer okur, bugüne değin yazılarımı

hep aynı sesleniş ile bitirdim: “Çünkü ki-

tap karanlığa gönderilmiş mektuptur!”

Bir kitabın saman kağıtları arasından, zih-

nin dehlizlerine fısıldanan her kelime, her

satır; büyük karanlığımıza tutulan fener-

dir diye düşündüğümden… Tıpkı Divan

şairi Necati’nin o beyitindeki gibi:

Görünen yıldız değil yer yer delinmiştir felek Gün yüzünün hasretiyle tir-i ahımdan be-nim. 

Gel gelelim ufkumuzu saran uğursuz-

luğun tonu, gitgide zifirileşiyor. Çağlar

öncesinden büyük alimlerin, edebiyatçıla-

rın, şairlerin sökün eden sözcükleri dahi

önümüzü görmemize yetmiyor. Barikatlar

önünden dizeler okunuyor karanlık

adamlara. Şimdi kulakları sağır eden bir

sessizliğe ihtiyacımız var; dönüp yeniden

kitaplarımıza dalmaya… Kelimeler eşele-

meye… Zira kitaplardan gayrı silahımız

yok!

Kadın, çocuk, haklı, haksız ayırt et-

meksizin; yüreğimizdeki vatan sevdasının,

evlat sevdasının ateşine tazyikli sular sıkı-

lırken, evlerimize, yatak odalarımıza, dört

duvar arasındaki mukaddeslerimize ze-

hirli gazlar sızarken; sizleri de bu sığına-

ğa, kelimelerin ardındaki o mamur, güven

dolu dünyaya çağırıyorum. Çünkü, keli-

meler açığa verir insanı…

Misalen; marjinal kelimesi… Kütüp-

hanemdeki 1992 yılı basımlı Türk Dil Ku-

rumu Sözlüğü’nde yeri ol-

mamakla beraber; dile “aykırı” anlamı ile

postu sermiş bir kelime marjinal… Başka

bir deyişle, genel kabullere uymayan…

Henüz ağzı süt kokan bir çocukken, baba-

annemin ılık sesinden “güzel efendimiz”

diye ruhuma akan bir nidaydı Hz. Mu-

hammed (S.A.V); bana bahse konu keli-

meyi çağrıştıran bir önder. Yaşadığı top-

lumda, kelimenin tam manasıyla marji-

naldi. Etrafını saran cehaleti kırmak için

attığı her adım, alışılagelmiş itikatlara, ko-

kuşmuş safsatalara

uymuyordu.

“Zengin tacir

ve tefecilerin gücü,

onları Kabe’nin

putlarına iyice ya-

pıştırmıştı. Çünkü

bu putlara sarıl-

dıkça servet ve

zenginliklerini ar-

tırıyorlardı. Putlar

onları korudukları

gibi her yıl üç ay

Yarımada Arapla-

rını Hac için kendilerine

çekiyorlardı. Bu hacılar, putlara yani on-

ların sözcüsü Mekkeliler’e çeşitli hediye-

ler, mallar ve nişanlar sunuyorlardı. Zen-

ginlerin, yoksullar, işçiler, köleler ve yolda

kalmışlar üzerindeki zorbalıklarının kay-

nağı da yine bu putlardı. Muham med,

bütün bunlara karşı çıkarak putların, açık

bir sapıklık olduğunu ilan etti. Bunlar hiç-

bir işe yaramayan, kimseye fayda veya za-

rar verme gücü olmayan basit heykelcik-

lerden ibaretti. Oysa gerçekte her şey,

Tek olan İlah’ın elindeydi. Onun nazarın-

da, soyluyla köle, zenginle yoksul, kadınla

erkek insan olarak eşitti.” (Abdurrahman

Şarkavi, Özgürlük Peygamberi Hz. Mu-

hammed, Profil Yayıncılık, Çev: Muhar-

rem Tan, s. 80)

Düşünülesi…

Girizgahı marjinal kelimesiyle yapma-

mızın, son günlerin moda tabiri olmasının

yanı sıra; tanıtacağımız kitapla da ilgisi

var. Zira kitabın yazarı İzzet Yasar da

marjinal bir şair! İzzet Yasar, 1982 yılında

yayımlanan “Ölü Kitap” tan sonra, 15 yıl

şiiri bırakıyor. Bu uzun susuşun ardından,

“Ölü Kitap” 2013 yılında 160.Kilometre

Yayınevi tarafından yeniden basılıyor.

Kitap, iktidarın diline şiirle mukabele

etme gayesi taşıyor. Bu uzun sessizliğin

kitabı, belki de aynı zamanda; güncelliğini

hiç yitirmeyecek bir çığlığın dizelere dö-

külmüş hali oluyor. “Babamızdır kuşu

vardır, sormadan girer” diyen İzzet Yasar;

kendi alanını korumaya çalışan çe-

kingen bir çocuk tasviriyle bir

halkın iktidar karşısındaki du-

rumunu imliyor. “Size yollar

yaptık, viyadükler yaptık daha

ne istiyorsunuz!” diyen bir ik-

tidarın belki de…

İzzet Yasar’ ın kendine has

üslubu ve şiir ikliminden, bir

parmak bal daha:

Şair Tacirtek kalacak son bacağımlaedebiyatı seke seke yazdımben dili bütünruhum ne var ne yokhangimiz kusursuzuz – ama da-yanamadım gittimiçimdeki yırtılan ince zar sesinde

kayıp düştüm

şimdi gel kaymak tabakam dikilen dolu göz uçlarımlaboşanayım ve sana açlığımdan boşalayım

(sayfa:28)

Saygıdeğer okur, her iki haftada bir

sizlere muhtelif kitap önerileri yapıyo-

rum. Ancak şunu da söylemeden geçeme-

yeceğim; sanırım bu coğrafyada okumaya

en fazla iktidar sahiplerinin, siyasilerin ih-

tiyacı var! İzzet Yasar’ın kitabının adı

“Ölü Kitap”…

Çünkü o parkta kitaplar öldü!

Sadece karanlığamektuplar!

“Ölü Kitap”, güncelli�ini hiç yitirmeyecek bir ç��l���n dizelere dökülmü� hali oluyor. “Babam�zd�rku�u vard�r, sormadan girer” diyen �zzet Yasar; kendi alan�n� korumaya çal��an çekingen bir

çocuk tasviriyle bir halk�n iktidar kar��s�ndaki durumunu imliyor

DAĞHAN DÖ[email protected]

Ölü Kitap, �zzet Yasar,160. Kilometre Yay�nlar�, 31 s.

Page 24: KITAP Aydınlık OKURA GEÇEN ULAŞTIK Bu daha başlangıç · rıda kesilen Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler, TMSF tarafından el konduğu andan itibaren otomatik olarak yandaş-laşan