ihramcizade ismail hakkı toprak 3 bolum

210
800 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî cüh etmelidir. Ġnsanlardan uzak kalmalı ve konuĢmaktan dilini çekmelidir. Kalbine daima hâkim olmalı, havâtırı kalbinden çıkarmaya ve dünya iĢlerini terk etmeye çalıĢmalıdır. 1378 Bu mesele üzerinde bu yolun büyükleri buyuruyorlar ki; ―Kırk sene kalbimin kapısında bekçilik yaptım, onu Allah Teâlâ‘dan başkasına açmadım. Kalbim o hâle geldi ki, Allah‘tan başkasını tanımaz oldum.ġeyh Ebû Bekr‘il-Kettânî Ben kalbimi on gece bekledim, muhafaza ettim, kalbim de beni yirmi sene muhafaza etti.Bir büyük söylemiĢtir. ―Mürid, bir veya iki saat, hatta mümkün olduğu takdirde daha fazla zaman içinde kendisini ―havâtır‖ dan korumalıdır.‖ Mevlana Sadeddin KaĢgâri kuddise sırruhu‘l-azîz Nigah-ı Daşt o dereceye erişmelidir ki, güneşin doğuşundan batışına kadar müridin gönlüne hiç bir yabancı şey uğramamalıdır. Öyle ki, insanda hayal kuvveti kendi kendini azletmiş hale gelmelidir.‖ Mevlana Kasım kuddise sırruhu‘l-azîz 11YÂD-I DAġT: Yâd: Allah Teâlâ, Allah Teâlâ‘nın zikri DaĢt: Korumak. Aslı DaĢten‘ dir. Kolay okunsun diye sonundaki nun harfi düĢürülmüĢtür. Her an ve mekânda, vicdan ve zevk yoluyla Allah Teâlâ‘dan haberli ol- mak halidir. Ehâdiyet vücudunun devam üzere murakabesinden ibarettir. Bu konuda Ģöyle meĢgul olmalıdır: Bütün bağları kalbinden söküp atmalı, kuvvetleri ve hisleri tatil etmeli, bütün varlıkları asıl durumları olan yokluk ile düĢünmeli; noksanlıktan, Ģe- kilden cihet ve mekândan münezzeh bir emr -i nûrânî ve bir vücûdu Hakanî mülâhaza etmeli ve bu faaliyette bezginlik duymadan devam göstermelidir. Ta ki, Allah Teâlâ‘yı, her yerde ve her Ģeyde müĢahede edebilsin. Ġhvân ‗Nefy ü Ġsbât‘ zikrini yaparken habs-i nefes yaparak kalbini mezkûr ile huzura vardırmalıdır. Ġhvan her ne halde olursa olsun, kalbi her an Allah Teâlâ ile huzur halinde bulunmadır. Bu bakımdan Yâd DâĢt ıstılahı murakabe ile aynı manaya gelir. Bunun bir baĢka manası kalbi, Zat tecellisi- ni müĢahedeye her an uyanık tutmaktır. Zikirden hâsıl olan huzur, murakabe, sohbet ve râbıta, Yâd DâĢt ıstıla- hıyla aynı manaya gelir. Buradan hareket ederek diyebiliriz ki, huzur, zât-ı ehadiyyetin nurlarını müĢahede etmektir. Bunun için keyfiyeti muhteliftir, çeĢitli durumlarda zuhur eder, onu havastan baĢkası bilmez. Bu mesele üzerinde bu yolun büyükleri buyuruyorlar ki; 1378 Nasrullah Efendi, a.g.e. s. 167168

Upload: ismail-hakki-altuntas

Post on 21-Jul-2016

371 views

Category:

Documents


9 download

DESCRIPTION

tasavvuf

TRANSCRIPT

800 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

cüh etmelidir. Ġnsanlardan uzak kalmalı ve konuĢmaktan dilini çekmelidir.

Kalbine daima hâkim olmalı, havâtırı kalbinden çıkarmaya ve dünya iĢlerini

terk etmeye çalıĢmalıdır.1378

Bu mesele üzerinde bu yolun büyükleri buyuruyorlar ki;

―Kırk sene kalbimin kapısında bekçilik yaptım, onu Allah Teâlâ‘dan

başkasına açmadım. Kalbim o hâle geldi ki, Allah‘tan başkasını tanımaz

oldum.‖ ġeyh Ebû Bekr‘il-Kettânî

―Ben kalbimi on gece bekledim, muhafaza ettim, kalbim de beni yirmi

sene muhafaza etti.‖ Bir büyük söylemiĢtir.

―Mürid, bir veya iki saat, hatta mümkün olduğu takdirde daha fazla

zaman içinde kendisini ―havâtır‖ dan korumalıdır.‖ Mevlana Sadeddin KaĢgâri kuddise sırruhu‘l-azîz

―Nigah-ı Daşt o dereceye erişmelidir ki, güneşin doğuşundan batışına

kadar müridin gönlüne hiç bir yabancı şey uğramamalıdır. Öyle ki, insanda

hayal kuvveti kendi kendini azletmiş hale gelmelidir.‖ Mevlana Kasım kuddise sırruhu‘l-azîz

11— YÂD-I DAġT:

Yâd: Allah Teâlâ, Allah Teâlâ‘nın zikri

DaĢt: Korumak. Aslı DaĢten‘ dir. Kolay okunsun diye sonundaki nun

harfi düĢürülmüĢtür.

Her an ve mekânda, vicdan ve zevk yoluyla Allah Teâlâ‘dan haberli ol-

mak halidir. Ehâdiyet vücudunun devam üzere murakabesinden ibarettir. Bu

konuda Ģöyle meĢgul olmalıdır:

Bütün bağları kalbinden söküp atmalı, kuvvetleri ve hisleri tatil etmeli,

bütün varlıkları asıl durumları olan yokluk ile düĢünmeli; noksanlıktan, Ģe-

kilden cihet ve mekândan münezzeh bir emr-i nûrânî ve bir vücûdu Hakanî

mülâhaza etmeli ve bu faaliyette bezginlik duymadan devam göstermelidir.

Ta ki, Allah Teâlâ‘yı, her yerde ve her Ģeyde müĢahede edebilsin.

Ġhvân ‗Nefy ü Ġsbât‘ zikrini yaparken habs-i nefes yaparak kalbini

mezkûr ile huzura vardırmalıdır. Ġhvan her ne halde olursa olsun, kalbi her

an Allah Teâlâ ile huzur halinde bulunmadır. Bu bakımdan Yâd DâĢt ıstılahı

murakabe ile aynı manaya gelir. Bunun bir baĢka manası kalbi, Zat tecellisi-

ni müĢahedeye her an uyanık tutmaktır.

Zikirden hâsıl olan huzur, murakabe, sohbet ve râbıta, Yâd DâĢt ıstıla-

hıyla aynı manaya gelir. Buradan hareket ederek diyebiliriz ki, huzur, zât-ı

ehadiyyetin nurlarını müĢahede etmektir. Bunun için keyfiyeti muhteliftir,

çeĢitli durumlarda zuhur eder, onu havastan baĢkası bilmez.

Bu mesele üzerinde bu yolun büyükleri buyuruyorlar ki;

1378

Nasrullah Efendi, a.g.e. s. 167–168

NakĢi Ġstılahları 801

—Yâd-Kerd, zikirde tekellüf, mübalağayla ısrardan ibarettir.

—Baz-Geşt Allah Teâlâ‘ya dönüş ve adını her anışta Allah Teâlâ‘yı

murad ediniştir.

—Nigah-Daşt, dille söylemeksizin Allah Teâlâ‘ya dönüş halini mu-

hafaza etmektir.

—Yâd-Daşt ise, Nigah-Daşt halini derinleştirmekten ve bilgiyle kul-

lanmaktan ibarettir. Hâce Ubeydullah kuddise sırruhu‘l-azîz

―Yâd-ı daşt en yüksek mertebedir. Ondan sonra mertebe yoktur.‖ Ġmâm Rabbânî kuddise sırruhu‘l-azîz

B-ÖNEMLĠ BĠR MEVZU VESVESE

Ġnsan hayatının bir kısmında azda olsa her kiĢinin baĢına gelen olaylardan birisi

olması hasebiyle vesvese üzerine yapılmıĢ bir araĢtırmayı kitaba almak yerinde ve

uygun görülmüĢtür. Çünkü vesvese inanç hayatında Ģeytanın kullandığı silahlardan

biridir. Bunu yenme yoları ise, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından

müslümanlara öğretilmiĢtir.

Birçok insan üzerinde gördüğümüz kadarı ile vesveseler inanca öyle tesir etmiĢ-

tir ki, takva sadedinde yaptığı ameller aslında onun vesveselerinin neticesi olmuĢtur.

Onun için Efendi Hazretleri ―Cahilin sofusu Ģeytanın maskarasıdır‖ deyimini çok

kullanmıĢtır. Bu konu toplum içerisinde bir hastalık gibi çok olmasına rağmen, kiĢi-

ler tarafından dile getirilmekte zorlanılan bir husus olmasından dolayı rahatsız olan

ihvan kardeĢlerimizi de uyarmak ve bilgilendirmek için konu hakkında bir bölüm

ayırmak uygun görüldü. 1379

I-Temizlik ve Ġbadetteki Vesveseler

1- Abdest Almakla Ġlgili Vesveseler

Bazı kiĢiler, abdest alırken uzuvlarının ıslanıp ıslanmadığı konusunda tereddüde

düĢerek ―Yıkamadığım yer kaldı mı? Kalmadı mı? Azalarımı iki defa mı yıkadım, üç

defa mı?‖ Ģeklinde düĢünmeye baĢlarlar. Suyun ıslatıp ıslatmadığını veya uzuvlarını

kaç defa yıkadıkları hususunda tereddüt ederler. Üç defa yıkaması gereken uzvu, beĢ

defa yıkarlar ya da ―su ulaşmadı‖ diye haddinden fazla su kullanırlar. Bir litre kul-

lanması gerekirken, on litre su sarf ederler. Böylece su israfı ve zaman isrâfı ile

birlikte, Ģeytanın vesvesesine düĢerek onun maskarası olurlar. Bu hâl ilerleyince de

kiĢide psikolojik rahatsızlık ortaya çıkar.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bazı insanların bu konuda vesveseye dü-

Ģebileceklerini haber vermiĢ ve ―Abdest (alırken vesvese vermek) için ‗Velehân‘

1379

DÖLEK, Âdem, Yrd. Doç.Dr. Atatürk Ünv. Erzincan Ġlahiyat M.Y.O. Hadis

ABD. Öğrt. Üyesi, Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi IV (2004) Hadîsler

IĢığında Temizlik ve Ġbâdet Konularındaki Vesveseler ve Tedâvî Yolları Makalesi, Sayı: 4, s.48–69 ―Bu kısım ad geçen makaleden faydalanarak yazılmıĢtır.‖

802 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

denilen bir Ģeytan vardır. Suyun vesvesesinden sakının.‖1380

Hadîste geçen ve ―veleh‖ kelimesinden türetilmiĢ olan ―Velehân‖; hevâ ile ak-

lın gitmesi, hayrete düĢme mânâsına gelmektedir. 1381

Abdest alırken kiĢiye vesvese

vererek haddinden fazla su kullandırması sebebiyle bu Ģeytana ―Velehan‖ denilmiĢ-

tir1382

. KiĢi, abdest alırken bu Ģeytanın vesvesesine kapılır ve Ģeytan da bu kiĢi ile

oynamaya baĢlar. Dolayısıyla Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, böyle bir Ģey-

tanın, abdest alırken vesvese verdiğini haber vermek suretiyle kiĢiyi aĢırılığa düĢ-

mekten sakındırmıĢtır.

Bu konu ile ilgili Ģu hadîs de dikkati çekmektedir:

―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme bir a‘râbî gelir ve abdest hakkında soru

sorar. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde abdest azalarını üçer kere yıkayarak

abdestin alınıĢını ona gösterir, sonra da ―ĠĢte abdest budur, kim üçten fazla yıkarsa

kötü etmiĢ veya haddi aĢmıĢ veya zulmetmiĢ olur‖1383

buyurur.

Hadîs kitaplarında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin abdestte kullandığı

su miktarı anlatılırken, günümüz ölçü birimiyle yaklaĢık bir litreye yakın miktardaki

(bir müdd) su ile abdest aldığı bildirilmektedir.1384

Bu da bize abdest alma konu-

sunda su israfı yapmadan kifayet edecek derecede su kullanılmasının gerekliliğine

iĢaret etmektedir.1385

Abdestin Bozulması ile Ġlgili Vesveseler

Dinimizde abdesti bozan Ģeyler bellidir. KiĢi abdestli iken küçük ve büyük ab-

dest mahallinden çıkan necasetler veya yellenme, vücudun her hangi bir yerinden

çıkan kan, iltihap vs. Ģeyler abdesti bozar. Ancak bazı zaman, kiĢinin makadında bir

hareketlenme meydana gelir ve ―Acaba yellenme mi oldu?‖ diye tereddüt eder,

1380

Tirmizî, Tahâret, 43; Ġbn Mâce, Tahâret, 49; Ahmed b. Hanbel, V, 136; Ayrıca

bkz, Tebrîzî, Muhammed b. Abdillah el-Hatîb, MiĢkâtu‘l-Mesâbih, Beyrut, 1979, I,

131.

Hz. Ömer radiyallâhü anh buyurdu ki;

Ġblis‘in zürriyyeti dokuzdur: Zelitün, sokaklarda gezer, bayrağını sokağa dikmiĢtir;

Vesin, musibetlerle beraberdir;

Evan, Sultan Ġle beraberdir; Hefaf, Ģarap Ġle beraberdir;

Mürre, üflemekle ses çıkaran çalgı aletlerinin yanındadır;

Leküs, ateĢe tapanlarla beraberdir;

Müsevet, ağızlarda dolaĢan yalan haberlerdedir;

Dasim, evlerde bulunur. Bir kimse evine girdiği zaman, Allah Teâlâ‘nın selâmını

vermez ise, aile fertleri arasında geçimsizlik olur.

Velehân, abdestde, namaz ve ibâdetlerde vesvese verir. (BURGAY, Hasan, Hazreti

Muhammed (s.a.v.)‘in Varisleri, Ankara, 1994, s.53) 1381

Ebûlbekâ, Eyyub b. Musa, Külliyyât Lüğaviyye, Beyrut, 1993, s. 398. 1382

Ebûlbekâ, s. 946. 1383

Ġbn Mâce, Tahâret, 48. 1384

Buhârî, Vudû‘, 47; Ġbn Kuteybe, Garib, I, 8; Ġbnu‘l-Kayyım, ġemsuddin Mu-

hammed b. Ebî Bekr, ġeytanın Tuzakları (Terc: Ömer Temizel), Konya, 1993, I,

442–443; GeniĢ bilgi için bkz.Bâbânzâde, Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı

Tecrid-i Sarih Tercemesi ve ġerhi, Ankara, 1979, I, 166. 1385

Bkz. Serahasî, ġemsuddin, el-Mebsut, Ġst. 1982, I, 45.

NakĢi Ġstılahları 803

abdesti konusunda Ģüpheye düĢer, namaz kılmakta ise, namazı bırakır gider. Aslında

o hareketlenme, bir yellenme değildir. Nitekim aĢağıda zikredeceğimiz hadîslerde de

görüleceği gibi, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem böyle bir hareketlenmeyi

Ģeytanın vesvesesi olarak nitelendirmiĢ ve böyle bir durumla karĢılaĢan kiĢiye Ģu

tavsiyeyi yapmıĢtır: ―Ses ve koku olmadıkça abdest almaya gerek yoktur.‖ 1386

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme, namazda iken ‗hayaline abdesti bozuldu

gibi‘ gelen bir adamdan bahsedilmiĢti. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ―Sesi

iĢitip kokuyu duymadıkça namazı sakın terk etmesin.‖1387

BuyurmuĢtur. Ġbnu

Huzeyme (v.311/923)‘nin rivayetinde

―Birinize Ģeytan gelip de ‗Abdestini bozdun‘ dediği zaman, o da (içinden) ‗ya-

lan söyledin‘ desin. Ancak burnu ile koku hisseder ve kulağı ile de sesi duyarsa o

hariç.‖1388

Buyrulmaktadır.1389

.

Yine birçok rivayette bu mevzu hakkında hadisi Ģerifler Ģöyledir.

―Biriniz namazda iken ona Ģeytan gelir ve dübüründen bir kıl alır, onu uzatır.

O kiĢi de abdestinin bozulduğunu sanır. Böyle bir durumda ses duymadıkça veya

koku hissetmedikçe namazdan ayrılmasın.‖1390

―Biriniz mescidde iken, karnında (dübüründe) bir hareket hissetse ve abdes-

tinin bozulup bozulmadığı hususunda tereddüde düĢse bir ses iĢitmedikçe veya bir

koku duymadıkça (abdest almak için) mescidi terk etmesin.‖1391

―Biriniz namazda iken Ģeytan ona gelir ve bir adamın hayvanını yumuĢakça

zapt ettiği gibi, o kimseyi ele geçirir, ona hâkim olunca o kiĢinin kalçalarının

arasından, onu namazdan vazgeçirmek için, yellenme gibi, bir Ģey yapar. Biriniz

böyle bir durumla karĢılaĢırsa, Ģüphe bırakmayacak Ģekilde kesin olarak bir ses

duymadıkça ya da koku hissetmedikçe namazını bozmasın.‖1392

2-Gusül Abdesti ile Ġlgili Vesveseler

Bazı kiĢilerde görülen bir vesvese Ģekli de banyoda haddinden fazla kalarak

banyo yapmakla meĢgul olmasıdır. Gusül abdestinin alınıĢı ile ilgili farklı rivayetleri

değerlendirdiğimizde ve Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin gusül abdesti

almasına baktığımızda Ģunu görürüz: Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem önce

ellerini, sonra vücudundaki necasetleri yıkar, sonra da namaz abdesti gibi, abdest

alırdı; parmaklarını suya batırarak kuru yer kalmaması için saçlarının diplerini hilâl-

lardı; sonra baĢına su döker, sonra sağ omuzuna ve daha sonra da sol omuzuna üçer

kere su döker, vücudunda kuru yer bırakmadan bütün bedenini yıkardı1393

. Ancak

yıkanılan yerde su birikmesi durumunda ayakların yıkanmasının en sona bırakıldı-

1386

Buhârî, Vudû‘, 4; Tirmizî, Tahâret, 56. 1387

Buhârî, Vudû, 4; Müslim, Hayız, 98. 1388

Ġbn Huzeyme, Muhammed b. Ġshak, Sahih, Beyrut, 1992, I, 19; Hâkim, Mu-

hammed b. Abdillah, el-Müstedrek ala‘s-Sahihayn, Beyrut, 1990, I, 227. 1389

Ġbn Huzeyme, I, 19. 1390

Ahmed b. Hanbel, III, 96. 1391

Müslim, Hayz, 99; Ebû Dâvud, Tahâret, 68 (177); Tirmizî, Tahâret, 56; Ġbnu

Huzeyme, Sahih, I, 19. 1392

Ahmed b. Hanbel, II, 330. 1393

Buhârî, Vudû, 1,

804 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

ğı1394

görülmektedir. Namaz abdesti gibi, abdest almadan da gusül abdesti alınabilir,

bunun için gusülde esas olan vücudta kuru yerin kalmamasıdır.

Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin gusül abdestinde kullandığı su mik-

tarı anlatılırken, konu ile ilgili farklı rivayetler değerlendirildiğinde, günümüz ölçü

birimiyle yaklaĢık 2,5 litreden 5 litreye kadar varan miktarlarda (bir sâ‘) su kullan-

dığı açıkça anlatılmaktadır.1395

Yine erkeklerde özellikle de bazı gençlerde vesveseye sebep olan bir durum da-

ha vardır ki, o da meni ile mezinin birbirinden farklı Ģeyler olduğunun bilinmemesi-

dir. Zira kiĢi, kendisinden mezi geldiğinde, meni geldi zannı ile her mezi geldiğinde

banyo yapmakta, bu kadar fazla banyo yapmakla da baĢ edemeyince sıkıntıya düĢ-

mektedir.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin her erkeğin mezi ifraz edebileceğini ha-

ber vermiĢ ve böyle bir durumla karĢılaĢan kiĢinin erkeklik uzvunu ve husyelerini

yıkayarak namaz abdesti almanın yeterli olacağını bildirmiĢtir.1396

Bir baĢka örnek olarak Ģu hadîsi zikredebiliriz: Sehl Ġbnu Hüneyf anlatıyor:

―Ben mezi akıntısından epey bir sıkıntı çekiyordum. Bu yüzden de sık sık gusül

abdesti alıyordum. Sonunda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme bu durumu

sordum. Bana:

‗Meziden dolayı sana abdest kafidir.‘ buyurdu. Ben de:

‗Ey Allah‘ın Rasûlü! Elbiseye değen meziyi ne yapmalıyım?‘ dedim. Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellem de:

‗Bir avuç su alıp, bunu mezinin değdiğini gördüğün yerlere serpmen yeterli-

dir.‘ buyurdu.‖1397

3- Ġstibra ile Ġlgili Vesvese

Ġstibra; küçük abdest bozduktan sonra idrar akıntısının kalmaması için bekle-

mektir1398

. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

―Biriniz bevlettiğinde erkeklik uzvunu üç kere sıyırsın.‖1399

Buyurarak istib-

rayı tavsiye etmiĢtir1400

. Taharetlendikten sonra kiĢi, idrar yolunda idrarın çıkma

ihtimalinden iyice emin olması bakımından da baĢkalarının dikkatini çekmeyecek

Ģekilde, biraz yürümek, hafifçe öksürmek, ayakları hareket ettirmek,1401

kımıldamak

1394

Buhârî, Vudû, 2, 6. 1395

Buhârî, Vudû‘, 3, 47; Bu konuda geniĢ bil için bkz. Bâbânzâde, I, 164–165;

Canan, X, 542–543. 1396

Ebû Dâvud, Tahâret, 83 (211). 1397

Ebû Dâvud, Tahâret, 83 (210); Tirmizî, Tahâret, 84; Ġbn Mâce, Tahâret, 70. 1398

Ġbn Manzur, I, 33; GeniĢ bilgi için bkz. Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Ġslâm

Ġlmihali, Ġst. 1992, s. 70; ĠSAM (heyet), Ġlmihal, Ġst. ts. I, 193–194; Sofuoğlu,

s.199. 1399

Heysemî, Ali b. Ebî Bekir, Mecmeu‘z-Zevâid ve Menbeu‘l-Fevâid, Beyrut,

1982, I,207. 1400

Erkekler, küçük abdestini bozduktan sonra, sol elinin iĢaret parmağı altta, baĢ-

parmağı da üstte olmak üzere tenasül uzvunu dipten uca doğru hafifçe birkaç kere

sıyırmak suretiyle idrar akıntısının yolda kalmamasını sağlarlar, sonra da taharetle-

nirler. 1401

Pamuk ile tıkama metodu vesveseli kiĢiler için en güzel ve pratik yoldur. (Ya-

NakĢi Ġstılahları 805

gibi, bazı metotlardan birisini yapabilir. ġayet akıntı gelecek olursa tekrar taharetle-

nir (istinca yapar) ve abdestini alır. Ġstibranın yapılıĢı, genellikle insandan insana

değiĢir: Kimi, hafifçe bir sıyırmakla; kimi, öksürmekle yapabilir; kimi de bunların

hiç birine ihtiyaç duymadan biraz bekleyerek bunu sağlayabilir. ġâyet, küçük abdesti

bozduktan sonra, istibra yapmadan, hemen abdest alınırsa bu sakıncalı olabilir. Çün-

kü idrar yolundaki kalıntılar, abdest aldıktan sonra çıkarsa abdest bozulur,1402

na-

maz da olmaz. Bununla birlikte elbise kirlenir ve idrar, el ayasından fazla miktarda

olduğunda yine namaza engel olur. Bu bakımdan istibra yapmanın büyük önemi

vardır. Ġdrar akıntısının kesilmesi kiĢiden kiĢiye değiĢebilir: Bazı kiĢilerde çabuk,

bazı kiĢilerde de biraz gecikmeli olabilir. Fakat bazı kiĢiler, istibra yaparken, normal

Ģartlarda yukarıda söz konusu edilen ve kendisine en uygun olan metotlardan birini

yapması yeterli olmasına rağmen, aĢırılığa kaçarak idrarının kesilmediği vesvesesine

kapılır ve abdestini bozduktan sonra istibra yapmak maksadıyla tuvalette ya da dıĢa-

rıda uzun süre beklerler, yürürler, hatta bu yüzden de cemaatle namaz kılmayı kaçı-

rırlar. Böyle kiĢilerde Ģâyet anormal (patolojik) bir rahatsızlık varsa idrar tahlili

yaptırması ve tıbbî bir rahatsızlık tespit edildiğinde tedâvî görmeleri lazımdır.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem istibradaki vesvese için;

―Cebrâil (bana) geldi ve: ‗Ey Muhammed! Abdest aldığında (avucuna biraz)

su alıp (avret mahalline) serp.‘ dedi.‖ 1403

Ġbnu Mâce‘nin rivayetinde de ―Cebrâil bana abdesti öğretti ve abdest aldıktan

sonraki çıkacak idrar (Ģüphesin)den dolayı elbisemin altına su serpmemi emret-

ti.‖1404

Buyrulmaktadır. Bu Ģekilde su serpmenin sebebi, vesveseyi gidermek için-

dir1405

ki, elbisesinde yaĢlık hisseden kiĢi, (yaĢlığın idrardan olmadığında yakîn

sahibi olmak Ģartıyla) bu hissin su serpintisinden geldiğine hamlederek vesveseden

kurtulmuĢ olur.1406

4-Diğer Temizlikler ile Ġlgili Vesveseler

Yukarıda da bahsedildiği gibi, temizliksiz sağlıklı bir hayatın olması düĢünüle-

mediği gibi, temizlik olmadan ibadetler de makbul olmaz. Ancak psikiyatristlerin

tespitlerine göre bazı kiĢilerin özellikle de bazı bayanların, temizlik yapma hususun-

da aĢırılığa vardırdıkları görülmektedir. Bu konuda psikiyatristlerin tespitlerinden

bazıları Ģunlardır: Bazı kimselerin;

—Ellerini, mikropların çıkmadığı kaygısıyla uzun süre yıkamaları,

—Ellerinin derisi soyulmaya varıncaya kadar sabunlayarak yıkamaları,

—Evlerini her gün yıkamaları,

—Elleri bir Ģeye dokunduğunda hemen sabunlamaları,

—Çorapla yere basınca o çorapla namaz kılmamaları,

—Bir eĢyayı haddinden fazla defalarca yıkamaları,

—Kirlenme düĢüncesiyle çocuğunu kucağına almamaları ve bebeklere dokun-

mamaları,

zan) 1402

Zihnî, Mehmed, Nimetü‘l-Ġslâm, Ġst. 1398/1977, 57; Canan, XIV, 566. 1403

Tirmizî, Tahâret, 38. 1404

Ġbn Mâce, Tahâret, 58; Ahmed b. Hanbel, V, 203. 1405

Ġbnu‘l-Esîr, Mecduddin, en-Nihâye fî Ğarîbi‘l-Hadîs ve‘l-Eser, Beyrut, ts. V,

69; Fıkhî açıklamalar için bkz. Serahsî, I, 86. 1406

Zihnî, 57.

806 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

—Eve her hangi bir misafir geldiğinde evin kirlendiği vesvesesiyle misafir gider

gitmez misâfirin bulunduğu yerleri tekrar tekrar silmeye baĢlamaları gibi, birçok

durumlar.1407

Vesveselerin çok olma sebepleri olarak Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

Ģöyle buyurmuĢtur:

―Hiç biriniz yıkandığı yere asla bevl etmesin, sonra orada gusül abdesti alır,

zira vesvesenin çoğu bundan hâsıl olur.‖1408

II- Ġbâdetler Ġle Ġlgili Vesveseler

1-Namazla Ġlgili Vesveseler

Namazla ilgili hadîsler incelendiğinde Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sel-

lemin, namaz kılarken Ģeytanın kiĢiye verdiği bir kısım vesveseleri ve bu vesvesele-

re karĢı alınacak tedbirleri beyan ettikleri görülmektedir. Hatta Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellem:

―Kim, Benim Ģu abdestim gibi, abdest alır sonra da vesveseye düĢmeden iki

rekat namaz kılarsa Allah onun geçmiĢ günahlarını bağıĢlar‖1409

buyurarak,

insanın namaz kılarken vesveseden kurtulmasının âdetâ imkânsız olduğuna iĢaret

etmekte ve namazda mümkün olduğu kadar dünyevî meĢgalelerden uzak durmak

suretiyle namaz kılındığında küçük günahların affedileceğini beyan etmektedir1410

.

Namazla ilgili olarak Ģeytanın ilka ettiği vesveseleri; namazda ĢaĢırma, nafile

nevinden çok namaz kılma ve ibadet etme, namazın kabul olup olmamasını ya da

doğru yapılıp yapılmamasını düĢünme gibi, birkaç kısımda değerlendirmek müm-

kündür.

ġeytanın Namazdaki Vesvesesi Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Ģeytanın insanın aklına birçok Ģeyleri

hatırlatmak suretiyle ĢaĢırttığını bildirerek Ģöyle buyurur: ―Namaza nidâ edildiğinde

(ezan veya ikamet okunduğunda) Ģeytan geri döner, ezanı duyamayıncaya kadar

yellenerek kaçar, uzaklaĢır. Ġkamet bitince döner, kiĢi ile nefsi arasına vesvese

atarak Ģöyle der: ‗ġunu hatırla, Ģunu hatırla, bunu hatırla ... Ta kaç rekat kıldığı-

nı hatırlayamayıncaya kadar devam eder.‘ KiĢi de kaç rekat kıldığını hatırlayama-

yacak kadar ĢaĢırır.‖1411

Görüldüğü üzere hadîste, Ģeytan vesvese vermek suretiyle bir takım düĢünceleri

hatırlatarak insanların zihinlerini meĢgul ettiği ve namazda ĢaĢırttığı bildirilmekte-

dir.

1407

Bu konularda Ģikâyetçi olanlara örnek olarak bkz. Saygılı, Sefa, Strese Son,

Ġst.2001, s. 41; Emmelkap, Paul M. G. (heyet), (Terc: Birsen Ceyhun, Nursen Oral),

Anksiyete Bozuklukları, Ankara, 1994, s. 126, 127; Karaçay, Yusuf, Bir Psikiyat-

ristle Sohbetler, Ġst. 2001, s. 24–25; Goleman, Daniel, Duygusal Zeka (Çev: Banu

Seçkin Yüksel), Ġst. 2003, s. 89. 1408

Ebû Dâvûd, Tahâret, 15; Tirmizî, Tahâret, 17; Nesâî, Ebû Abdirrahman b. ġu-

ayb,Sünen, Ġst. 1992, Tahâret, 22. 1409

Buhârî, Vudû‘, 28; Ebû Dâvud, Tahâret, 51; Nesâî, Tahâret, 68. 1410

Bkz. Sindî, Nuruddin. b. Abdilhâdî, Ta‘lîkun alâ Sünen-i Nesâî, Ġst. 1992, I,

64. 1411

Buhârî, Ezan, 4; Müslim, Salat, 16,18, 19; Ebû Dâvud, Salat, 30 (516).

NakĢi Ġstılahları 807

Namazda Ģeytanın vesvesesine maruz kalan insanların alacağı tedbirleri de

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, Ģu Ģekilde beyan etmektedir:

―ġüphesiz Ģeytan âdemoğlu ile kalbi arasına girer ve kiĢi kaç rekât kıldığını

bilemez. Bu hal adamın baĢına geldiği zaman (tahiyyata) oturduğunda iki secde

etsin.‖1412

―Herhangi biriniz namaz kılmaya baĢladığında Ģeytan ona gelir ve namazını

kaç rekât kıldığını bilmemesi için ĢaĢırtır. Biriniz böyle bir duruma maruz kalınca

iki secde yapsın.‖1413

―Biriniz namazın rekâtında Ģüpheye düĢtüğünde Ģüpheyi atsın ve Ģüphesiz

bildiği rekâtı üzerine hareket etsin. Eğer namazı tamam ise, fazla kılınan rekât

nafile olur. Eğer noksan kılmıĢ ise, o rekât, namazı tamamlamak için olmuĢ olur.

Namazın sonunda yaptığı iki secde de Ģeytanın burnunun toprağa sürünmesi için

olmuĢ olur.‖1414

ġeytanın namazda vesvese vermesiyle kaç rekât kıldığını ĢaĢıran kiĢinin baĢvu-

racağı çözümü Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem beyan ederek, kiĢinin emin

olduğu rekât sayısına göre -eksik ise, rekâtları tamamlamak suretiyle- selamdan

önce veya sonra iki secde (sehiv secdesi) yaparak namazı bitirmesini belirtmektedir.

Sehiv secdesi ile namazın eksikliği giderilmekle birlikte Ģeytanın burnu da yere

sürtülmüĢ olmaktadır. Çünkü Ģeytan secde etmekten imtina ettiği için secdenin ya-

pılması ona çok ağır gelmektedir. Bu bakımdan Ģeytana, Allah Teâlâ için secde

yapılmasından daha ağır gelen bir Ģey yoktur.1415

Namazda yanılmak sadece sıradan kiĢilere mahsus değildir. Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve sellem de namaz kıldırdığında O‘nun da namazda yanıldığı vuku

bulmuĢ, O da sehiv secdesi yaparak namazı tamamlamıĢtır. Böylece namazda unut-

ma vuku bulan ümmetine nasıl yapması gerektiği hususunda da örnek olmuĢtur.

Mesela, Abdullâh b. Mes‘ûd radiyallahü anhden rivâyet ediliyor:

―(Bir keresinde) Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem öğle namazını beş rekat

kılmıştı da kendisine: ‗Namâza ziyâde mi kılındı?‘ diye soruldu. Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve sellem de:

‗Bu nasıl suâldir?‘ buyurdu. Sonra bir sahâbînin:

‗Namazı beş rekat kıldınız.‘ demesi üzerine Rasûlüllah, selâm verdikten sonra

(sehiv için) iki defa secde yaptı.‖1416

Abdullâh b. Mes‘ûd radiyallahü anhden rivâyet ettiğine göre: (Bir defasında)

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem namaz kıldırdı. Ġbnu Mes‘ûd radiyallahü anh-

den rivâyet eden Alkame b. Kays-i Nehal‘den rivâyeten, Ġbrâhîm b. Yezîd-i Nehal:

―Amma (namazı) fazla mı, eksik mi kıldırdı bilemiyorum.‖ Dedikten sonra Ġbnu

Mes‘ûd‘un lâfzını rivayete dönerek der ki; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

selâm verince biri ona: ―Yâ Rasûlâllâh, namaz hakkında yeniden bir şey (vahy) mi

geldi?‖ diye sordu. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ―Neden sordun?‖ de-

1412

Ġbn Mâce, Ġkamet, 135. 1413

Buhârî, Sehiv, 7. Mâlik , Sehiv, 1. 1414

Müslim, Mesâcid, 88,89; Ebû Dâvud, Salat, 190; Nesâî, Sehiv, 24; Ġbn Mâce,

Ġkâmet,132. 1415

Zürkânî, Muhammed b. Abdilbaki, ġerhu‘z-Zurkânî alâ Muvattâ-ı li Ġmam

Mâlik, Beyrut, 1990, I, 293. 1416

Buhârî, Sehiv, 2.

808 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

yince:

―Yâ Rasûlâllâh, şöyle böyle kıldırdın da ondan.‖dediler. Bunun üzerine

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, teĢehhüd vaziyetini almak üzere iki bacağını

büktü ve kıbleye karĢı yöneldi, iki secde etti, sonra da selâm verdi. Yüzünü bize

dönünce:

‗Namaz hakkında yeni bir Ģey gelmiĢ olsaydı, size (önceden) haber verirdim.

Fakat ben de sizin gibi beĢerim. Sizin unuttuğunuz gibi, Ben de unuturum 1417

.

(Bir Ģeyi) unuttuğum zaman (tesbîh ve sâire ile) bana hatırlatınız. Ġçinizden biri

namazda Ģüphe edecek olursa doğru olanı araĢtırıp (doğrusu budur diye verdiği

karâra binâen) namazını tamamlasın. Sonra selâm verip ondan sonra da iki kere

secde etsin.‘ buyurdu.‖ 1418

Osman b. Ebi‘l-Âs radiyallâhü anh namazda kendisine Ģeytanın vesvese verdi-

ğini Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme haber verir ve Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellemin bu konudaki tavsiyelerini Ģöyle anlatır: ―Şeytan, benim ile nama-

zım arasına giriyor ve kıraatimi karıştırıyor (beni şüpheye düşürüyor) der. Rasûlül-

lah sallallâhü aleyhi ve sellemde: ―Bu, Hınzıb denilen bir Ģeytandır. Onu hissetti-

ğin zaman ondan hemen Allah‘a sığın ve (namazdan sonra) sol tarafına üç kere

üfür.‖ Buyurur. Osman: ‗Bu tavsiyeyi yaptım ve Allah Teâlâ o şeytanı benden gi-

derdi‘ 1419

der. Hadîste de görüldüğü gibi, Osman b. Ebi‘l-Âs radiyallâhü anh na-

mazda kendisine vesvese veren durumdan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi

haberdâr eder ve Rasûlüllah ona bu vesvesenin, namazda insana vesvese veren hın-

zıp adındaki Ģeytanın olduğunu ve bu Ģeytanın vesvesesinden kurtulmanın çaresinin

de Allah Teâlâ‘ya sığınmak olduğunu bildirir. Osman da Rasûlüllah sallallâhü aleyhi

ve sellemin kendisine yaptığı tavsiyeyi yerine getirdiğini ve o Ģeytanın vesvesesin-

den kurtulduğunu söylemektedir. Namaz kılan her insanın da, Osman b. Ebi‘l-Âs

radiyallahü anh gibi, aynı Ģekilde vesveseye düĢtüğünü ve bu durumdan Ģikâyette

bulunduğunu duyuyoruz. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem iĢte böyle bir

vesvesenin çaresini göstermektedir. Böyle rahatsızlığın tedavisi de, o vesvesenin

Ģeytandan olduğunu bilmek, o vesvese ile meĢgul olmamak ve Ģeytanın Ģerrinden

Allah‘a sığınmaktır. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem namazda Ģeytanın

vesvesesine mâruz kalanlara onun Ģerrinden Allah‘a sığınmayı tavsiye ettiği gibi,

kendiside mescide girdiği zaman

―Eûzü billâhi‘l-Azîm ve bivechihi‘l-Kerîm ve sultânihi‘l-Kadîm mine‘Ģ-

Ģeytanirracîm.‖ ġeklinde duâ etmiĢ‖1420

ve ümmetine bu konuda da örnek olmuĢ-

1417

Buradaki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ―Ben de unuturum‖ ifadesi,

ahkâmın tebliğinde değildir. Ancak tebliğ dıĢındaki fiillerinde ise, âlimlerin çoğun-

luğu, vahiy ya da ilham yolu ile kendisine malum olması Ģartıyla yanılma vuku bu-

labileceği görüĢündedirler. Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden de

birkaç defa vaki olan sehiv ve unutma, ―Benim unutmam‖ veya ―unutturulmam,

ancak kâide takriri için olur.‖ Ġfadesi gereğince ümmetine sehiv ve unutma arız

olduğunda ne yapmaları gerektiğini fiilen göstermesi ve öğretmesi hikmetine müste-

nittir. (Bâbânzâde, II, 344). 1418

Buhârî, Salat, 31. 1419

Müslim, Selâm, 68; Ahmed b. Hanbel, IV, 216; Ġbnu‘l-Kayyım, ġeytanın Tu-

zakları, I, 441. 1420

Ebû Dâvud, Salat, 18 (466).

NakĢi Ġstılahları 809

tur. Yine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ―Her derdin bir devâsı vardır.

Derdin devasına denk gelindiği zaman Allah Teâlâ‘nın izni ile o dert iyi olur.‖1421

BuyurmuĢtur.

2- Daha Ġyi Ġbâdet Etme DüĢüncesi ile Ġlgili Vesvese

ġeytanın vesvesesinden biri de kiĢiye, daha iyi ibadet etmesi Ģeklinde verdiği

vesvesedir. Bazı kiĢiler, ―en güzel şekilde ibadet edeyim‖ düĢüncesiyle ibadetlerini

son derece güzel yapmaya çalıĢır ve‖ âdaplarını tam olarak yaptım mı? Güzel oldu

mu?‖ Ģeklinde vesveseye kapılır, ―En iyiyi yapayım‖ derken, âdablarındaki küçük

bir noksanlıktan ve kendince en iyi Ģekilde olamayıĢından dolayı tekrar tekrar meĢ-

gul olduğu ibâdeti yapmaya çalıĢır. Bu tür bir hareket en iyi Ģekilde yapma vesvese-

sinden kaynaklanmaktadır. ―Acaba benim yaptığım ibadetler tam oldu mu?‖ düĢün-

cesine kapılan insan, böyle bir düĢünce yerine ―Acaba makbul oldu mu?‖ Ģeklinde

düĢünmekle ibadetteki noksanlığından olayı istiğfar etmelidir.

Bu hususların yanında önemli olan diğer bir husus daha bilinmeli ki, o da; ―En

iyi şekilde yaptım.‖ ġeklindeki bir düĢünceyle kibre ve ucba, ameline güvenmeye

sebep olan bir ibâdetten, noksanlığı ve layıkıyla yapılamadığı bilinen ve bundan

dolayı da Allah‘a yönelip ilticâda ve istiğfarda bulunulan bir ibâdet, daha üstün ve

daha iyidir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ―Ġstikametli olun, (ne kadar

istikametli olmaya çalıĢsanız da) güç yetirmezsiniz ..‖ 1422

Buyurmaktadır.

3- Daha Çok Ġbadet Etme DüĢüncesi ile Ġlgili Vesvese

KiĢiyi vesveseye düĢüren Ģeytanın diğer bir vesvesesi de nafile nevinden ibadet

etmek, yani ― ‗Daha çok ibadet edeyim‘, ‗Sabahlara kadar namaz kılayım‘, ‗Tesbih

ve zikir çekeyim‘, ‗Dua okuyayım‘ gibi nafile ibadetlerle geceleri ihya edeyim‖

düĢüncesidir. Bu hususta Ģu bilinmeli ki; Ģeytan insanı fazla nafile ibadetlerle meĢ-

gul ederek farz ibadetlerinden alıkoyar ya da farz ibadetlerini vaktinin sonuna bırak-

tırır veya unutturarak farz ibadetlerinin vaktini geçirttirir. Meselâ, gecelerini fazla

nafile ibadetlerle ihya eden kiĢi, ―Biraz istirahat edeyim.‖ derken uykuya dalar ve

birçok kere farz olan sabah namazını kaçırır.1423

Ya da nafile olan ―Evrad ve

ezkârımı okuyayım.‖ ―Virdimi bitireyim.‖ derken farz olan ibadetleri vaktin sonuna

kadar tehir eder. Ya da evrâd ve ezkârını okuyamadığı zaman öyle telaĢlanır ki,

farzlarındaki ihmalinden o kadar endiĢe duymaz.

Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ―en iyiye yakın olanı yapın, az da

olsa devamlı olanın daha sevaplı olması ile sevinin, kolaylaĢtırın ve sabah akĢam

seferinde ve gece yolculuğunda (tevfik vermesi için) Allah Teâlâ‘dan yardım iste-

yin‖ buyurmuĢtur. Allah Teâlâ Kur‘an-ı Kerim de ―Allah Teâlâ, dinde size bir zor-

luk kılmadı‖ 1424

Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de: ―Ey insanlar! Din-

de aĢırılıktan sakının, çünkü sizden öncekileri dindeki aĢırılıkları helâk etti.‖ 1425

Buyrulması dini hayattaki itidâlin zirve nokta olduğunu göstermektedir.

1421

Müslim, Selâm, 69. 1422

Ġbn Mâce, Tahâret, 4; Dârimî, Vudû‘, 2; Mâlik, Tahâret, 6 (36); Ahmed b. Han-

bel, V, 282. 1423

bkz. Suyutî, Ta‘lîk, VIII, 122. 1424

Hacc, 22/78. 1425

Ġbn Mâce, Menâsik, 63; Ayrıca bkz. Nesâî, Menâsik, 217; Ahmed b. Hanbel, I,

215, 347.

810 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

C) NAKġÎ-HÂKÎ TEMEL PRENSĠPLERĠ

ĠBADET ADABI

Namaz Ġbadeti

Ġhramcızâde Hacı Ġsmail Hakkı Efendi Hazretleri ibadetlerin yapılmasın-

da azimet sahibi olmayı tavsiye etmekle birlikte, aĢırı gidilip insanları inci-

tecek bir hâl alınmasına razı olmazdı.

―Tasavvuf incitmemek ve incinmemektir, yalnız incitmemeye değil asıl

incinmemeye alıĢmak gerek.

DerviĢlik, sadece namaz kılmak, oruç tutmak, sabahlara kadar ibadet et-

mek, hayratta bulunmak demek değildir. Çünkü bunlar bendelik icaplarıdır.

Asıl derviĢlik, incitmemektir. ĠĢte bu mertebeye vasıl olan kimse derviĢ olur.

Yani fakr sahibi olur.

Efendi Hazretlerinin son sözlerinin ―namazınızı kılın‖ olması, O‘nun na-

maza verdiği önemi göstermesi açısından önemlidir.1426

Kendisi devamlı abdestli durur, dört mezhebinin abdest hükümlerini uy-

gulardı. Ġhvanlarına da abdestin âdabına riayeti ve mümkün olduğunca ab-

destli olmayı tavsiye ederdi. Misvak sünnetini hiçbir zaman terk etmemiĢtir.

Son zamanlarda abdestte istibraya dikkatin azaldığından imama uyduğu

vakitlerde kıyamda fıkhî duruma göre Fatiha Suresini okurlardı.

Her gün teheccüd vaktinde uyanır ve güne teheccüd namazı ile baĢlardı.

Sabah namazının sünnetini evde kılar camiye giderdi. Sabah namazını daima

cemaatle evinin yakınında bulunan Sofu Yusuf Camii‘nde edâ ederdi. Na-

mazdan sonra camide iĢrak vaktine kadar hiç kımıldamadan oturarak günlük

zikrini yapar ve iĢrak ve istihare namazlarını camide kılıp oradan eve geçer-

lerdi. 1427

BeĢ vakit namazını daima cemaatle edâ ederdi. Özellikle öğle ve ikindi

namazlarını Ulu Cami‘de kılardı. Ulu Cami‘de namazı minberin sol yanın-

daki direğin sol tarafında kılardı. Namaz vakitlerinden mutlaka yarım saat

önce camiye gelir, ezanı beklerdi. Kendisinin bazı vakitlerde Ulu Cami‘de

1426

―Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terk ettiler, heva ve

heveslerine uydular; onlar bu taĢkınlıklarının karĢılığını mutlaka göreceklerdir.

Cehennemdeki «Gayya» vadisini boylayacaklardır.‖ (Meryem, 59)

―Her nefis, kazandığına karĢılık bir rehindir. Ancak, (hesap defteri) sağ yanından

verilenler baĢka: Onlar cennetler içindedir. Günahkârlara, ‗sizi Ģu yakıcı ateĢe

sokan nedir?‘ diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar Ģöyle cevap verirler: Biz, namaz

kılanlardan değildik...‖ (Müddessir, 38–43)

―Biz namazdan baĢka amellerden herhangi bir Ģeyin terkini küfür saymazdık.‖

(Tirmizi) ―Namazın terki Ģirktir.‖ (Deylemi) 1427

―Kim sabah namazını cemaatle birlikte kılar sonra da güneĢ doğuncaya kadar

oturup Allah Teâlâ‘yı anar daha sonra da iki rekât namaz kılarsa bu onun için

tam ve eksiksiz olarak bir hac ve umre ecri gibi olur.‖ (Tirmizi)

NakĢi Hâki Dersleri 811

imamlık yaptığı olurdu.

Evde veya vekâlede cemaatle namaz kılınacağı zaman kendileri imam

olurlardı.

Namazlarda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sünnet kıraatlarını

takip ederdi. Mesela; Sabah namazının farzında genellikle birinci rekâtta

Fatiha‘dan sonra; ―Âl‘a‖ sûresini, ikinci rekâtta zammı sure olarak ―ġems‖

sûresini okurlardı.

Efendi Hazretleri ihvanına teheccüd namazı için ruhsat verdiği halde di-

ğer nafileler üzere sabit kadem olmalarını isterdi.

Namaz konusunda beĢ vakit namazlardaki sabah namazı sünneti hariç iki

rekâtlı sünnetleri dört kılardı.

Kıldığı nafile namazları:

ĠĢrak Namazı (2 Rekât) GüneĢ doğup bir mızrak veya iki mızrak yükse-

lince yani kerahet vakti çıktıktan sonra üçer ihlâs suresi ile kılmayı tercih

ederdi.

Ġstihare Namazı (2 Rekât) GüneĢ doğup kerahet çıktıktan sonra ve ayrıca

bir iĢe niyetlenince kılınır. Gece yatmadan önce kılınacak istihare namazını

Efendi Hazretleri Ģu Ģekilde kılardı.

Ġki rekât kılınan bu namazın birinci rekâtında Kafirûn Suresi, ikinci

rekâtında Ġhlâs Suresi okunur. Namaz bitince on bir adet salâvat-ı Ģerife,

yetmiĢ adet istiğfar ve yüz adet kelime-i tevhit getirilerek uykuya yatardı.

Duha-KuĢluk Namazı (4–8 Rekât) GüneĢin toprağı ısıtmaya baĢladığı va-

kit. Evvel vakti güneĢin toprağı ısıttığı vakit ile baĢlar. Faziletli olan vakti

ise, günün dörtte bir vakti olan saattir.

Evvâbin Namazı (6–12 Rekât) AkĢam namazının sünnetinden sonra kılı-

nır. Bu namazda Buruc, Tarik, Leyl ve Kadir Surelerini okumada tercih

ederdi.

Bu namazlardan baĢka nafileler kılabilir. Abdest namazı, Tahiyye-i Mes-

cid Namazı, Tesbih Namazı vb.

Kabir Nur Namazı (2 Rekât) Yatmadan önce

Ġhram Namazı (2 Rekât) Yatmadan önce kılınır.

Teheccüd Namazını KılıĢ ġekli

Ġhramcızâde Hacı Ġsmail Hakkı Efendi Hazretleri Teheccüd namazını 11

rekât kılar, Ģu usulü ekseri tatbik ederdi. ĠkiĢer rekâtlı olarak;

Birinci rekâtta Bakara Suresinin 1–5 ayetlerini, هم واولئك هم المفلحون ..…{ ذلك الكتإب لإر يب فيه ۱الم } اولئك على هدى من ر بـ

Ġkinci rekâtta Bakara Suresinin 285 -286 ayetlerini okur

ا ت مولينإ فإصرإ على القوم ..……ا من الرسول بمإ ا زل اليه من ر به والمؤمنون

812 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

الكإفرين

Selamdan sonra;

كلمإته وبحمده عدد خلقه ، و رضى فسه، وزة عرشه ، ومداد ٱلله سبحإن Duasını 3 defa okurdu.

1428

Ġkinci iki rekâtta;

Üçüncü rekatta Yasin Suresinin 1–12 ayetlerini;

{۱٢وكل شىء احصـينإه فى امإم مبين } .……{٢{ والقران الحكيم }۱ي س } Dördüncü rekâtta Yasin Suresinin 37–40 ayetlerini okurdu.

{٠٤وكل فى فلك يسبحون}.………و ا ية لهم اليل سلخ منه النـهإر فإذا هم مظلمون Selamdan sonra üç defa aĢağıdaki virdi tekrar ederdi.

1429

وأتوب إليه، ٱلله ر العظيم وبحمده، أستغف ٱلله وبحمده، سـبحإن ٱلله سـبحإن Üçüncü iki rekâtta;

BeĢinci rekatta ve altıncı rekâtta üçer kere ihlâs suresini okur selam verir

Selamdan sonra üç defa yukarıdaki virdi tekrar ederdi.

Sonra Vitr namazını kılar.1430

Birinci rekâtta ―A‘la Suresi‖ ikinci ekâtta

―Kafirûn Suresi,‖ üçüncü rekâtta ―Ġhlâs Suresi‖ ni okur sonra 3 defa aĢağı-

daki virdi okur ve terk etmezdi. 1431

إن وس و رب الم الـمـلـك ســبح لئكة والروح ٱلـقد 3 defa

إى أعوذ برضإك من سخطك ، و بمـعإفإتك من عقوبتـك ،اللهم

وأعوذ بك منك، لإ أحصى ثنإء علــيك أت كمإ أثنيت على فسك Sonra oturarak iki rekât kılardı.

1432

1428

―Allah Teâlâ‘yı mahlûkatı sayısınca, nefsinin rızasınca, arĢının ağırlığınca,

kelimelerinin adedince tesbih (noksanlıklardan tenzih) ederim.‖ 1429

―Allah Teâlâ‘yı hamdederek tenzih ederim, yüce Allah noksan sıfatlardan mü-

nezzehtir. Allah Teâlâ‘m seni hamdinle tesbih ederim, mağfiretini diler, günahlarıma

tevbe ederim.‖

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur:

―Söylemesi dile kolay gelen, buna karĢılık (kıyamet günü) terazinin sevap kefesin-

de ağır basan ve Rahmân (olan Allah Teâlâ)‘ya çok sevimli gelen iki söz vardır ki,

(bu) ‗Subhânallâhi ve bihamdihi‘ (Allah Teâlâ‘m! Sana hamd ederek, seni bütün

noksanlıklardan tenzih ederim) sözüdür.‖ (Buhari, Müslim)

―Her kim, günde yüz defa ‗Subhânallahi ve bihamdihi‘ derse, denizköpüğü kadar

bile (çok) olsa, onun günahları bağıĢlanır.‖ (Müslim) 1430

Yatsı namazından sonra vitri kıldıysa bu vitri kaza niyeti ile kılardı. 1431

―Mahlûkatın sahibi ve mevcudata benzemekten münezzeh olan meleklerin ve

ruhun rabbi olan Allah Teâlâ‘yı tenzih ve tesbih ederim.

Ey Allah Teâlâ‘m Senin rızanı Ģefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum. Affını

Ģefaatçi yaparak cezandan sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum. Sana

layık olduğun senâyı yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin‖ 1432

Ümmü Selleme radıyallahu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

sellem vitir namazından sonra oturduğu yerden iki hafif rekât daha kılardı.‖ (Kü-

NakĢi Hâki Dersleri 813

Birinci rekâtta Ġhlâs ve Felâk Surelerini, ikinci rekâtta Nas suresini okurdu.

Sonra aĢağıdaki duayı 3 defa okur, bitiĢ duasını ederdi. 1433

ـر لى و اللـهم إي أسأ لـك فـعل الخـيـرات و تـرك الـمـنكرات و حـب الـمسإكين و ان تـغـف عبإدك فتنة فإقبضنى إلـيك غير مفتون تـرحـمنـي، وإذا أردت ب اللهم إى أسألك حبك وحب

إلى من يحبك، والعمل الذي يـبلغنى حبك. اللهم اجعل حبك أحب إلى من فسى وأهلى وم ومن المإء البإرد

Teheccüd namazını kıldıktan sonra kıbleye karĢı teveccüh ve murakabe

ile meĢgul olur veya zikrini yapar. Eğer uyku galebe çalarsa uyur ve sabah

namazı vaktinde uyanır. Abdest alır sabah namazı sünnetini evde kılar ve

istiğfarla meĢgul olur.1434

Sonra mescide gider. Cemaatle namaz kılar ve

yerinden kalkmaz ve günlük dersi ile meĢgul olur. Eğer mescid kapanırsa

evine döner evde dersini ikmal ederdi.

Oruç Ġbadeti:

Efendi kuddise sırruhu‘l aziz Hazretleri Ramazan orucu dıĢında nafile

oruçlardan eyyam-ı beyz, pazartesi ve PerĢembe oruçlarını tutmaya gayret

ederdi. Ramazan ayında itikâfa girerlerdi. Son zamanlarda ihvanların ve

misafirlerin çokça gelmesi yüzünden nafile oruçları ve itikâf ve yapamadık-

larından biraz yakınırlardı.

Günlük Evrâd

―Evrâd‖ sözlükte; ―gelmek, çeĢmeye varmak, suya gelen topluluk, akan

su ve dere‖ anlamlarını taĢıyan ―vird‖ kelimesinin çoğuludur. Vird; Kur‘an-ı

Kerim‘den ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve selefi sâlihînden

nakledilen meĢhur duâları ve meĢhur virdleri lâyık olduğu Ģekilde öğrenip,

yapmaktır.

Virdler Allah Teâlâ‘ya yakınlık kazanmak için okunur. Vird, vecdin

meydana gelmesine ve vâridelere yani kalbe doğan mânalara vesiledir. Bu

tüb-ü Sitte) 1433

―Allah Teâlâ‘m, senden hayırları yapmamı, kötü Ģeyleri de terk etmemi ve

fakirleri sevmemi talep ediyorum! Kullarına bir fitne arzu edersen, beni fitneye

düĢmeden, yanına al!‖ (Tirmizî, Tefsir, Sad, (3231, 3232).

―Allah Teâlâ‘m! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni

ulaĢtıracak ameli talep ediyorum. Allah‘ım! Senin sevgini nefsimden, ailemden,

malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl.‖ (Tirmizî) 1434

Cenâb-ı Gavs-ı A‘zam Efendimiz bir de Ģunu emir buyurdular ki,

―Ġstiğfâr-ı Ģerîfe devam olunsun. Çünkü istiğfar, aynı cünüp adamlar nasıl ki,

hamamda tas ile su döküp pak olur ise, Ģeksiz ve Ģüphesiz istiğfar iĢte öyle insanı

pak eder‖ (AĢçı c. I, s.527)

814 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

yüzden ―virdi olmayanın vâridi olmaz‖ denilmiĢtir.

Evrâd ve ezkâr, imanı kuvvetlendirir. Ġmandaki sağlamlık Allah

Teâlâ‘nın o kul üzerindeki lütfunu çoğaltır; zühd, takva, ihlâs, vera‘ gibi,

makamların kazanılmasına sebep olur. Manasını bilip bunlar üzerinde düĢü-

nerek dua etmek imanı artırır, duanın amacına ulaĢmasını temin eder.

Her tarîkatın hususî bir virdi bulunur.

Efendi Hazretleri günlük üzerine vazife kıldığı zikrini yapar, sabah ve

ikindiden sonra Evrâd-ı Bahaiyye‘yi ve Delâil-i Hayrât‘a devam ederdi.

Günlük olarak da 41 defa Salât-ı Nâriye (Tefriciye)1435

إ للـهم صل صـلا ا ـإ تـإم م سـلام دعلى سيدإ ة كـإمـلة و سـلـ ٱلذي تـنحـل بـه الـعـقد و محـمغـإئــب و حـسـن الـخــوات ـم و تـنفـرج بـه الـكـرب و تـقـضـى بـه الـحوائــج و تـنـإل بـه الـر

ـإم بوجهـه الـكـريـم و عـلى ا لـه وصـحـــبه في كـل لـمحة و فس بعدد يسـت ـسقـى الـغـم كـل معلوم لك

21 defa Salât-ı Fâtih‘i 1436

د ـق و الـفـإتــح لـمـإ اغــلق و الــخـإت اللـهم صل على محـم ـإ سـبـبـق ـإصـر الـحـق بـإلـح ـم لـم العـظيـم ه و مـقدار ه حـق قـدر ا لـه و علىالـهـإدي الى صـراطك المـستقـيم

ve Kur‘an-ı Kerim‘i okur,1437

ihvanlarına da okumalarını tavsiye ederdi.

1435

Mağrib Halkı Salât-ı Nariye ile yağmur isterler. (ġeyh Yusuf Topçu, Tuhfe‘tü-z

Zakirîn, Ġst, 2000)

―Allah Teâlâ‘m kendisiyle düğümlerin çözüldüğü, sıkıntıların açılıp zail olduğu,

ihtiyaçların yerine getirildiği, arzu, isteklere ve güzel neticelere ulaşıldığı, kerim

yüzü suyu hürmetine yağmur istendiği Efendimiz Muhammed sallallâhü aleyhi ve

selleme O‘nun âl ve ashabına her göz açıp kapama, her nefes alıp verme, Sana

ma‘lum her şey sayısınca kâmil salât ve eksiksiz selâm et.‖ 1436

Küçük Allame Ġbn-ül Münyar Hazretleri buyurdu ki; ―Bu salavât-ı okuyan

kimse ―Delâil-ül Hayrat‖ı dört kere okumuĢ gibi sevap alır.‖ Bu salâvat için âlimler altıyüzbin salâvata bedeldir demiĢlerdir. (ġeyh Yusuf Top-

çu, Tuhfe‘tü-z Zakirîn, Ġst, 2000, s. 314) OkuyuĢ usulü farz namazlardan sonra veya

namazların bitiminde, sabah beĢ adet, diğer vakit namazlarından sonra dörder adet

okunur. ―Allah Teâlâ‘m kendisiyle kapalı kapıların açılan, işlerin bitmesi ancak O‘nunla

olan, Hakk ile gerçek yardımın sahibi, doğru yola hidayet edene ve Âline kıymeti ve

büyüklüğü miktarı ile salât et.‖ 1437

Kur‘an Kerim Okuma Edebi

NakĢibendî Tarikinde büyükler Kur‘an-ı Kerim okumada tercih ettikleri usulleri

genellikle;

Vazifelerde gündüz: Fatiha Suresi, Kafirûn Suresi, Ġhlâs Suresi, Muavvezeteyn Su-

resi, HâĢır Suresi sonu, Bakara Suresi Sonu ve ilaveten istiğfar okunmasını gerekli

görmüĢlerdir.

Gece: Yasin Suresini okumak uygun görülmüĢtür. Ali Ramitâni kuddise sırruhu‘l-

azîz buyurdu ki;

NakĢi Hâki Dersleri 815

Ayrıca ihvanlara aĢağıdaki tesbihâtı yapmalarını tavsiye ederdi.

71 adet 1438

بإلله الـعلي الـعـظيم ة الإ لإ حـول و لإ قــو51 adet (evden çıkmadan önce)

ن الرحيم بســـم الله الرحم

101adet واتوب الـيه استـغــفـر ٱلله 101 adet

العظيم ٱلله وبحمده، سبحإن ٱلله سبحإن 1439

ى القــيوم حيم الــح ن ٱلر هو ٱلرحم استـغــفـر ٱلله ٱلذى لإ الـه الإ

ـير ربى اغفر لى ٱلذى ـخ ـده الــ لإ يموت بي

25 adet

21 adet (gece yatarken) ن الرحيم بســـم الله الرحم

AkĢam ve sabahın farz namazından sonra yedi kere;1440

ـهم اجري من النإر الـلــ

Her farz namazından sonra 11 adet salâvat-ı Ģerife 1441

ـهم صل د عل ى الـلــ د وصـحـــبهو عل ى ا ل محم وسلم محم

―Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ Âl-i Muhammedin ve

sahbihî ve sellim‖ ve üç istiğfar okunur.

Sabah ve ikindinin farz namazından sonra yedi adet Tevbe suresinin son

iki ayeti diğer vakitlerde bir adet okumak.

‗Üç kalp yâni Kur‘an-ı Kerim‘in kalbi, gecenin kalbi, müminin kalbi. Bir yerde

birleĢirse mümin muvaffak olur.

Kur‘an-ı Kerim‘in kalbi, Yasin Suresi. Gecenin kalbi; teheccüd vakti.‖ 1438

―Evden çıkarken ―Bismillahi, tevekkeltü alallahi, lâ havle ve lâ kuvvete illâ

billâh‖ diyen, tehlikelerden korunur ve şeytan ondan uzaklaşır.‖ (Tirmizî)

―Lâ havle...‖ okumak, doksan dokuz derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdan

kurtulmaktır.‖ (Ebû Nuaym)

Ġmam-ı Rabbanî kuddise sırruhu Hazretleri, din ve dünya zararlarından kurtulmak

için her gün 500 defa ―Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh‖ okurdu. Okumaya baĢlar-

ken ve okuyunca yüzer defa Salâvat getirirdi. (Tefsir-i Mazherî) 1439

―Bir kimse, sabah-akşam yüz defa ―Sübhânallahi ve bihamdihi‖ derse, o gün ve

o gece hiç kimse onun kadar sevap kazanamaz.‖ (Deylemî) 1440

Sabah-akĢam 7 defa ―Allahümme ecirnî minennâr‖ diyen cehennemden kurtu-

lur. (Ebu Davud) 1441

―Meclislerinizi süsleyin. Zikir ve salât-ü selamlar, ziynettir. Her toplantınız

onlarla donansın. Ekseri evliyalar, salâvatı Ģerifi onbir taneden az söylemez-

ler.‖ (AYTANÇ, Gönül, Sözce, Ġst. 2005, s.12)

816 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

إءكم رسول من افسكم عزيز علـيه مإ عنـتـم لـق حريص علـيكم بإلـمؤمنيـن رؤف رحيم د ج ـلـت وهـو رب العـرش ال هـو علــيه تــوكـ وا فقل حسبى ٱلله لإ الـه الإ ــيم عـظ فإن تولـ

10 adet حــي يإ قــيـوم يإ

د و علـيك و على ا ل ـهم صل وســلم و ب إرك عل ى ســـيد إ محم واصـحإبك و ك الـلــيـإتك و اهـل بـيـتك يإ ســيد إ رسـول الله في كـل لـمحة و فس عدد مإ ازواجك و زر

سواى عـلم الله ب دوام مـلـك الله و بـقـإء الله

Borçlu ve rızk geniĢli için kırk defa; ل ن سواك اللهم اكفـنى بح ك عن حرامك وأغنــنى بفضلك عم

Her farz namazdan sonra okunacak dua

يـإتـهـم و هم ا ل و على المرسليـن و عل ى جـمـيع الإبـيإء و واصـحإبهـم و ازواجـهـم و زرـإ النبـي ورحمة الله و بركإتـه اهـل بـيـتهـم اجـمعـين ه ـــلام علــيك ايــ و الحمد لله رب الس

لـك مـيـن الـعـإل مـثــل ذ Mülk (Tebâreke) Suresi gece okunur.

SOHBET ADABI

Sohbetin Hikmeti Sohbet Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından tesis edilmiĢ

terbiye usûlüdür. Sahabe-i Güzin radiyallâhü anhüm bu Ģekilde terbiye gör-

müĢtür. Tarîkatlar hepsinde bu usûl esas alınmakla birlikte NakĢibendî yo-

lunda temel Ģartlar arasındadır.

ġâh-ı NakĢibendi kuddise sırruhu‘l-azîz buyuruyor ki;

―Ġki davar sağacak kadar zaman olsa da sohbet ediniz.‖

―Bizim yolumuz sohbet yoludur, toplulukta da rahmet vardır.‖ Kalpleri

bir olan yani kalpleri birbirine uygun olan kimselerin topluluğu Allah eâlâ ve

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme sevgilidir. Allah Teâlâ ve Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellemin sevdiği bir topluluk dünyada da ahirette de sevilir. 1442

Sohbetin ilk baĢladığı yer olarak Mohaçkaleli ġeyh Abdulvahid Da-

ğıstânî Efendi Hazretleri buyurur ki; 1443

1442

ġeyh Muhammed Nâzım Âdil El-Kıbrısî, Hakdost Sohbetleri, Kitapkent

2004 1443

ġeyh Muhammed Nâzım Âdil El-Kıbrısî‘nin halifelerinden, kendisi ile gö-

NakĢi Hâki Dersleri 817

―Bu sohbetimiz Miraçta Allah Teâlâ ile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi

ve sellem arasında yapılmıĢ sohbetin sırrı üzere baĢlamıĢ, Ebûbekir radi-

yallâhü anh ile devam etmiĢ ve daha sonra silsile yolu ile hala günümüze

kadar devam eden bir yoldur.‖

Molla Câmî‘nin tabiriyle ―Ez sohbet-i dervîĢân bûy-i Muhammed âmed‖dir.

(DerviĢlerin sohbetinden Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin kokusu ge-

lir.)1444

Eğer sen hidâyet istersen Ehl‘u-llâh meclisine devam et!.. Erenlerin sohbeti-

ni dinle!. Ta ki,...senin gönlüne de hidâyet gelsin..1445

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;

―Hayırlı bir sohbet, mümin için ikibin kere iki bin (4 Milyon) sohbete kefa-

ret olur.‖1446

Sözlerden de anlaĢılacağı üzere sohbet Allah Teâlâ‘nın ve Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellemin sünnetidir. ―Sohbet müessirdir, sohbet ve ülfet, insanoğlunun iç bünyesine, karakter

yapısına siner, tesir eyler; debbağhâneye gittiğin vakit üstüne pis koku,

gülhâneye gittiğin vakit ise, gül kokusu sindiği gibi...

Dünya ehlinin dedikodudan ibaret meclislerinde bulunmak yahut mânevî ve

ruhanî meclislerin yükseltici, olgunlaĢtırıcı havası içinde sohbet eylemek de in-

san üzerinde aynı müspet veya menfî tesîri yapar.‖ 1447

Sohbetin gerekliliği hakkında Nasreddin Hoca‘nın Ģu sözü çok manidar-

dır.

―Kâbili hitap bir adam bulamazsam, merkebimle sohbet ederim, sohbe-

ti terk etmem.‖

Sohbetin Amacı

Allah Teâlâ‘nın rızası ve terbiye için gereklidir.

Efendi Hazretleri buyurur ki;

―GardaĢlarım! Ġki ihvanımız bir araya geldiklerinde üçüncüsü

pirândır‖ 1448

rüĢtüğümüzdeki açıklamadır.

1444 ĠNANÇER, Ömer Tuğrul, Sohbetler, Ġst, 2006, s.62

1445 Selim Divane, Sadıkların MüĢkillerinin Anahtarı, a.g.e., s.84

1446 ġeyh Yusuf Topçu, Tuhfe‘tü-z Zakirîn, Ġst, 2000, s.363

1447 Ken‘an Rifâî, a.g.e. s. 68

1448 Nuri Atasoy isimli ihvandan dinledim.

―1962 yılları idi. Genç ihvanım. TaĢköprü‘de Gizlice Köyü Caminde imamlık

yapıyorum. Ġhvanlığı yaĢarken heyecan ve coĢkum son derece fazla olduğundan

818 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

―Sohbette edebinize muhabbetinize sahip olun.1449

Her sohbette vuslat

vardır. Hiç vuslatsız sohbet olmaz. Hiçbir Ģöhret afatsız olmaz. Öyleyse

Ģöhretten kaçının‖

Sohbette ne zuhur ederse, ona kanaat edilmesi tavsiye olunur. Sohbet,

tecrübeli kimse ile yapıldıkta ihvana yardımcı olur.

Efendi Hazretleri sohbetine ―GardaĢlarım‖ diyerek baĢlardı. Önemli bir

kelâmı üç defa tekrar ederdi,

Sohbetlerden sonra (son senelerinde) ―Anlayana sivrisinek saz, anla-

mayana davul zurna az.‖ Atasözünü hatırlatırlardı.

Efendi Hazretleri sohbette oturur iken çaylar gelir. Bir süre rabıta eder.

Sonra baĢını kaldırır.

―GardaĢlarım! Bu dünya bir âlem. Allah Teâlâ‘dan geldik. Allah

Teâlâ‘ya gideceğiz.‖ Sonra biraz murakabe eder, sonra ―GardaĢlarım, çay

içerken, kulağımız bir ses ister‖ der, güzel okuyuĢlu bir ihvan ilahi okutur-

du.

sohbetlerden kendimi alamıyordum. Her fırsatta bir ihvan kardeĢimizi buldum mu,

semaveri kurup sohbet yapmak istiyordum. Yine bir gün yatsı namazını kıldım.

Evime giderken yolda nalbant arkadaĢımı gördüm. Çok yorgun olduğu halinden

belli oluyordu. Fakat ‗gel sohbet edelim‘ ısrarımı kıramadı ve onu eve götürdüm.

Sohbet uzadıkça uzadı. Feyzimin muhabbetimizin coĢkunluğu her yanımızı sarmıĢtı.

Her zaman sohbet mekânında Efendi Hazretleri için bir makam hazırlardım. Yine bu

sohbette köĢe minderi hazırlamıĢtım. Bu minderin önüne nasıl kendimize çay barda-

ğı hazırlıyorsak Efendi Hazretleri içinde bir bardak çay hazırlayıp bıraktım. Bir

yandan çay içiyoruz, ilâhiler söylüyoruz. Birden gözüm Efendi Hazretleri için hazır-

ladığım bardağa takıldı. Çayın yarısı içilmiĢti. Birden her Ģey suspus oldu. Kendim-

de konuĢacak, ilâhî söyleyecek takat kalmadı. Sonra Efendi Hazretlerinin

―Ġki ihvan bir araya geldiklerinde üçüncüsü biz oluruz‖ kelâmı Ģerifleri kalbi-

me âyan olup, yolumuzun bir hakikatini müĢahede eylediğimi anladım.‖ 1449

Edep, ancak kendisine yol gösterecek, kusurlarını, düĢük yönlerini, ayak

sürçmelerini kendisine anlatacak bir mürĢidin önderliğiyle öğrenilir. Çünkü nefsini

mücahede de öldüren, vakitlerini zühd içinde yok eden kimse, nefsinin yanında olur.

O haline kibr eder, ondaki kusurunu bilemez. Mutlaka makamları yürüyüp geçmiĢ,

halleri yaĢamıĢ mürĢidlerinden kendisine kutluluklar hâsıl olmuĢ, onlardaki Ģefkat

nurlarına ermiĢ birinin kendisine yol göstermesi lâzımdır. Bu zat, müride yolunu

gösterir; ona vakitlerinin düzgün ve bozuk olanlarını açıklar; hayrını, Ģerrini bildirir;

böylece mürid, eğer nasibi varsa rüĢd yoluna ulaĢır. Eğer bu salik, yaĢadığı makam-

larda ve hallerde yanılırsa ilmiyle amel eden, dünyadan yüz çeviren öğüt verici bir

bilgine müracaat eder, ona halini söyler, onun öğüdünü ve iĢaretini kabul eder, bu

suretle doğru yolunu kaybetmez. Eğer müridin iradesi doğru olursa Allah Teâlâ ona,

ileri gitmiĢ bir salik, ya da öğüt veren bir bilgin nasib eder. Zira tamamen Allah

Teâlâ‘ya yönelen kimsenin, Allah Teâlâ bütün muradını kendi üzerine alır ve hiçbir

zaman onu ihmal etmez. Eğer öğüt veren bir âlim ve yolu yürümüĢ bir velî bula-

mazsa tamamen Rabbine müracaat eder. Ona yüz tutar ki, Allah bu kulundan sağlam

irade ve karar gördüğü takdirde onun terbiye ve öğretimini bizzat kendisi yapsın.

(Ebu Abdurrahman Sülemî, Risâleler, trc. Süleyman ATEġ, Ankara, 1981, s. 75)

NakĢi Hâki Dersleri 819

Erenlerin sohbeti ele giresi değil

Ġkrâr ile gelenler mahrum kalası değil

Ġkrâr gerek bir ere göz açıb dîdâr göre

Sarraf gerek gevhere nâdân bilesi değil

Bir pınarın baĢına bir destiyi koysalar

Kırk yıl anda durursa kendi dolası değil

Ümmî Sinan yol ayan oluptur belli beyân

DerviĢlik yolu hemân tac ü hırkası değil Hz. Pir Ümmî Sinân-ı Halveti kuddise sırruhu‘l-azîz

Ġlâhi Okuma

Bazı çevreler ilâhi okunması konusunda tepkili davranırlar. Fakat evliya-

ların dilinden dökülen ilâhî nameler okunursa feyz zuhur eder. Çünkü bu

ilâhilerin yazılıĢları doğuĢ denen bir usül ile olur. Yani yazan eline kalemi

alır. Ġçine doğan cümleleri peĢi peĢine kafiye ve diğer Ģiir usüllerini düĢün-

meden bitmeden yazar. Neticede Ģiir doğar. ġairlerin yazdıkları bu türlü de-

ğildir. Onun için ruhun ilâhî âlemden aldığı nâmeler ruhu dinlendirir. Bazen

öyle bir durum zuhur eder ki, Kur‘an-ı Kerim‘in okunmasından fazla tesir

eder. Bunun nedeni ise, ilâhî kelâma nüfuz etmek insana zordur. Fakat beĢer

kelamı olan ilâhîye ise, ünsiyet kolay olmaktadır. Aslında Kur‘an-ı Ke-

rim‘deki olan mânevî durum ilâhiden çok fazladır. Fakat fark edilmesi zor-

dur. Ebu‘l Harkânî kuddise sırruhu‘l aziz demiĢtir ki;

―Eğer bir kimse bir ilâhi okuyup bununla Hakk‘ı dilese, Kur‘an-ı Ke-

rim‘i okuyup Hakk‘ı dilememesinden iyidir.‖ (Nefâhatü‘l Üns, a.g.e. 444)

Ayrıca bazıları da ilâhiyi sazla okumuĢtur. Bu konu hakkında en güzel

cevap belki Ģu açıklama olacaktır.

ġeyhu‘l-Ġslâm Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfü‘1-Akli ve‘l-Ġlm adlı eserin-

de Ģöyle bir kıssa anlatmaktadır:

―Ben, Anadolu vilâyetlerinden büyük bir vilâyet olan Kayseri‘de talebe

iken, iĢittiğime göre Hocam Divrikli Mehmed Emin Efendi ki, Kayserili Hacı

Torun Efendi‘nin damadı diye meĢhurdur. -Allah her ikisine de rahmet etsin-.

ġeyh Damad Halil Efendi adında meĢhur ilim adamlarından biri kalabalık ilmî

bir cemaat içinde

―Onu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir varlık yoktur. Ama siz onların tes-

bihlerini anlayamazsınız‖ (Ġsra, 44) ayetinde çalgı âletleri âyetin manası içine

nasıl girebilirler?‖ diye bir soru sormuĢtur. Damad Emin Efendi‘nin mantıkta

büyük bilgisi vardı, Ģöyle cevap vermiĢtir:

―Ayetteki kazıyye (önerme) umûmîdir. Her varlık ki, var oluĢu sebe-

biyle Allah Teâlâ‘yı tesbih eder ve böylece bu ayetin hükmüne oyun âletleri

de girer. Zira bunlar da mevcut varlık olmaları sebebiyle Allah Teâlâ‘yı

820 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

tesbih ederler. Oyun âletlerinin insanları Allah Teâlâ‘nın zikirden alıkoy-

maları ve Ģeriatın onu yasaklaması sebebiyle asıl maddelerinin Allah

Teâlâ‘yı zikirden yoksun olmaları lâzım gelmez.‖

Mantık bilgisi sebebiyle hüküm çıkaran bu hikâyeyi Mısır‘da kalabalık

ilmî bir topluluk içinde anlattım. Gereken ilgi ve alaka gösterilmedi. Ġhtimal ki,

bu ilgisizlik mantık ilminin Mısır‘da gerektiği gibi, takdir edilmeyiĢinden ve

gaflette olanların bu ilim aleyhinde bulunmasındandır. 1450

Sohbetin YapılıĢ ġekli

Efendi Hazretleri için mânevi bir makam hazırlanır. Pirânın manevi ma-

kama teĢrif edecekleri bir hakikât olduğuna itikat edilir.

Sohbette oturuĢ namaz oturuĢu gibi, rahatsızsa rahat edeceği Ģekilde

yerde oturulur.

Ken‘an Rifâî kuddise sırruhu‘l-azîz baĢından geçen Ģu hadise bu konuyu

çok güzel anlatıyor.

Bir gün Harem-i ġerifte diz çökmüĢ oturuyordum ve dizlerim uyuĢtukça da

ara sıra vaziyetimi değiĢtiriyordum. Yanıma bir zat geldi: Ya Efendi, huzurunu

bozma da bağdaĢ kur otur, rahat et, zararı yok! dedi.

Öyle ya huzursuz diz çöküp oturmaktansa, huzur ile bağdaĢ kurarak otur-

mak elbet daha iyi... Edep sâde zahirî hareketler ve görünüĢler ile değildir. Sen

kalpte huzurunu muhafazaya dikkat et. Çünkü Allah Teâlâ kalbe ve niyete nazar

eder. Elverir ki, sen onunla olasın.‖ 1451

Sohbette çay içmek sohbetin ana özelliklerindendir.

Çay için semaver kurulur. Sohbette içilmiĢ çayın tortusu tuvalet gibi,

mekanlara dökülmez.1452

1450

KARABULUT, Ali Rıza, Kayseri‘de MeĢhur Mutasavvıflar, Kayseri, 1984,

s. 245 1451

Ken‘an Rifâî, a.g.e. s. 188 1452

ġen Mehmet isimli ihvan Efendimizden evine gittiğim bizzat gözlerimle gö-

rüp ve ĢaĢırıp sorunca, kalan içilmiĢ çay tortularını ayrı bir kapta toplayıp toprağa

defin ettiğini söylemiĢtir. (Yazan)

Aslında temiz olan veya bu yolda kullanılan bütün eĢya hürmete layık olduğu gi-

bi, eĢyanın hakikî mânevîsi pisiliğin zilletini çekmeye müsait değildir.

―ġeyh Ebü‘l-Abbas bir gün yanında arkadaĢları olduğu halde giderken, icâbında

çocuğuna abdest bozdurmak için bir ĢiĢe satın almıĢ. Fakat yolda su ve Ģerbet içmek

isteyenler olunca yanlarında baĢka kap olmadığı için onu kullanmak mecburiyetinde

kalmıĢ. O zaman ĢiĢe, hal veya kal lisânı ile sizin gibi

―Allah Teâlâ‘nın sevgililerine hizmet ettikten sonra ben idrar kabı olamam,‖

demiĢ ve çatlamıĢ.

Ebü‘l-Abbas, hâdiseyi Hazret-i Muhyiddin kuddise sırruhu‘l azize anlatmıĢ.

Hazret de buyurmuĢ ki;

NakĢi Hâki Dersleri 821

Çayı sâki adı verilen kiĢi hazırlar ve çayları dağıtmada yardımcı kiĢiler

bulunur. Çaylar kıtlama usulü ile içilir. Bu usulün tercihi ortanın kaĢık ses-

leri huzuru bozmaması içindir. Çay içilirken sesiz fokurdatmadan, bardak

tabağına korkan sessiz bir Ģekilde konulmasına dikkat edilir. Eğer Efendi

Hazretleri veya her hangi bir büyük varken o içmeden çaya baĢlanılmaz.

Ġhvanlar sair zamanlarda sigara içmek men edildiği gibi, sohbet

mekânında ihvan olmayanın içmesi hoĢ karĢılanmaz.

Sohbet halkasında ayrılmak sessizce olur, giderken, ―ben gidiyorum‖

gibi kelamlar söylenmez. Ayrıca saate bakmak gibi bıkkınlık ifade eden

hareketlerden kaçınılır.1453

Sohbette edebe çok önem verilir. Cezbeli hali

olanlar uyarılır veya büyükler o halden geçmesi için gerekli manevi terbiye-

nin usulleri ile ihvandaki bu hali terk ettirir. Çünkü bağırmak ve nara atmak

yol baĢında görülen zayıf hallerdendir.

―Hasan Basri radiyallâhü anhın bir müridi vardı, Kur‘an-ı Kerim‘den oku-

nan bir ayeti iĢitince kendini yerden yere vurur ve feryat ederdi. Hasan Basri ra-

diyallâhü anh ona, dedi ki;

―Eğer yapmakta olduğun şu hareketi yapmamaya kadir olduğun halde ya-

parsan, bütün muamele ve taatını yokluk ateşine vurmuş olursun. Eğer yapma-

maya kadir değilsen, beni kendinden on menzil geride bırakmış olursun. Sonra:

―Nara ġeytandandır,‖ bir kimse nara atarsa, hakikâtte o narayı atan ancak

şeytandır,‖ dedi. Burada hüküm, gâlib ve Ģayi olana göre verilmiĢtir. Zira her

yerde vaziyet böyle değildir. Nara atmamaya muktedir olduğu halde kendisin-

den sayha çıkan bir kimse Ģeytandır, diyerek Hasan Basri radiyallâhü anh sözü-

nü bizzat kendisi Ģerh etmiĢtir.‖ 1454

Devrekli Ġsmail b. Ali Ģöyle anlatıyor: ―ġam‘da iken bir gün Mevlânâ Hâlid

kuddise sırruhu‘l-azîzin evine gittim. Ġltifatlarına nail olunca cezbe hali gelip bir

nevi zorlama ile cezbe izhar etmeye çalıĢtım. Gözlerimi açınca ġeyh hazretleri

yanındaki Ģahsa

―Ġsmail‘e söyle, hal ile cezbe ortaya çıktığında onu tutmak gerekir. Neden

zorlayarak izhar eder de cezbesini tutmaz? Tekellüfle cezbe göstermek riyadır.

Oysa riya zinadan daha büyük günahtır. Haline tevbe etsin.‖1455

Burada en önemli husus eğer cezbe haline ihvan sahip olamıyorsa, der-

―O, öyle demek istememiĢ. Demek istemiĢ ki; Ġçine Cenâb-ı Hakk‘ın marifeti

dolan bir kalbe artık ondan gayri bir Ģey giremez ve o kalp Allah Teâlâ‘nın yasak-

ladığı Ģeyleri taĢıyamaz. Kırılmasıyla de, Cenâb-ı Hakk‘ın heybeti huzurunda

insanın böyle acizden kırılması lâzım geldiğini göstermek istemiĢ,‖ buyurmuĢ.‖

(Ken‘an Rifâî, a.g.e. s. 340) 1453

Efendi Hazretleri bir sohbetinde bir zaman sonra, ilim sahibi bir ihvanın ce-

binden saatini çıkarıp baktığını görence,

―Sohbette saate bakmak edep haricidir, kuĢlar kaçtı‖ diyerek sohbeti orada ke-

sip, kalkmıĢtır. 1454

Tezkiretü‘l-Evliya s. 74 1455

YILMAZ, Hülya, a.g.e., s.31

822 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

sinin veya halinin mürĢidi tarafından yükseltilmesi gerekir.

Sohbetin Usulü

Ġhvanlar ister sohbette olsun, ister baĢka bir yerde olsun kendinden ön-

ce bu yola sülûk edene karĢı saygı göstermesi gerekir.

Sohbet yerinde sülûk görmüĢler, görmeyenlerden, ihtiyarlar gençler-

den, dersi önceden alanlar sonra alanlardan daha üst köĢeye, konuĢmada

önceliğe, sohbetin idaresine hak sahibidir.

Efendi Hazretleri dahi bulunduğu sohbetlerde dahi kendinden önce ih-

van olmuĢ kiĢiler gelince yerinden kalkar onlara kendi yerlerine buyur eder-

di. Mesela PeĢkircioğlu Nuri Efendi kendisinden önce ders aldığı için içeri

girince yerinden kalkardı.

Ġhvanın büyükleri söz söylerken dikkatle dinlenir. Büyüklerin yüzlerine

cebhî bakıĢ kerih görülür.

Eğer ilahi okunuyorsa dıĢardan gelen kiĢi, ilahi bitiminde mekâna dâhil

olur. Söz söyleyecek ise, izin isteyerek söze baĢlar.

ġeyh ġerâfeddin kuddise sırruhu‘l-azîz (d:h. 1292–m.1875 h.y.t:

h.1355–m. 1936) ―Sohbet için mutlaka dokuz Ģart lazımdır.‖ BuyurmuĢtur.

1—Bir yerde toplantı ve sohbet için davet olunulduğunda o mecliste asla

Ģeriata aykırı bir Ģey olmamalıdır. Her ne kadar davete icabet sünnet ise, de,

eğer bir toplantıda yemek-içmekten baĢka bir maksat yok ise, o meclisten hiç-

bir fayda hâsıl olmayacağından o davete icabet etmemelidir

2—Yemek sırasında adâba ve sünnet-i seniyyeye riayet edilmelidir.

3—Bir mecliste konuĢuluyorsa münkirattan, inkârdan ve malâyâniden, boĢ

sözlerden içtinab etmek, kaçınmak lazımdır. Eğer bir yerde yalan, gıybet vs. var

ise, imanı olanları bundan men etmeli, uyarmak için nasihatte bulunulmalıdır.

4—Sohbetin bir yöneticisi olmalıdır. Sohbet yerinde kargaĢa olmamalı,

herkes sakin Ģekilde oturmalı, bir nizam ve intizam üzere olunmalıdır.

5—Sohbet meclisine sirayet edecek derecede gam ve kasavet sahibi olan

bir kimse mecliste oturmamalıdır. Kalbinde bir dert ve sıkıntısı olanlar, sohbete

gitmemelidir.

6—Manevi sohbet meclisinde dünya iĢleri ve geçimle ilgili Ģeylerden

bahsedilmemelidir. Zira bunun yeri, tasavvuf sohbeti değildir.

7—Davet sahibinin o davetten muradı ne ise, onu iyi anlayıp mükemmel

surette ihtimama ve muradına cevap vermeye gayret sarf etmelidir. Ancak yine

davet sahibinin arzusundan ziyade diğer kimselerin arzusuna bakılmamalıdır.

8—Sohbet meclisini üç ya da beĢ saatten ziyade uzatmamalıdır. Zira ziya-

de olursa söze malayani ve takvaya muhalif unsurlar karıĢır.

9—Sohbet sonunda, o mecliste sâdır olan ahkâma aykırı söz ve davranıĢ-

lar için, yirmi beĢ kez istiğfar edilmelidir. Sohbetten sonra birkaç ayet okun-

malı ve bağıĢlanmalıdır. 1456

1456

http://tasavvuf.sufiler.googlepages.com/serafeddin

NakĢi Hâki Dersleri 823

Türkelili Mevlâna Küçük Hüseyin Efendiden dinledim.

1966 yılı haccında Efendi Hazretleri ile bulundum. Hacdan sonra

vekâleye, Efendi Hazretlerini ziyarete gittiğimde Hacı Bekir Efendi yüksek

sesiyle,

Cânân ilinin güllerinin bağı göründü

Dost ikliminin lâlesinin dağı göründü

Envâr-ı Muhammed doğuben tuttu cihanı

ġakku‘l kamerin mu‘cize parmağı göründü

Kaygu gecesi gitti kamu kalmadı korku

Eyyûb‘a dahi sıhhatinin çağı göründü

Dil hastasının derdine dermanı eriĢti

ġemsî‘ye bu gün dostunun otağı göründü

Söylüyor ve ağlıyordu. ġeyhimiz Efendimiz Hazretleri buyurdu ki;

―GardaĢlarım! mahĢerde böylece toplanacağız. Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellemin Havz-ı Kevseri‘nin baĢında bütün tevhit ehli ehlullah

cem olacağız cemâle tevhid sesleriyle gideceğiz. Tevhit ehli Ehlu‘llâh‘a,

Nâci Fırkası‘na yakınlığa vesile tayin olunduk.

―GardaĢlarım! Tevhîd ehlisiniz. Nâci Fırkası sıratı görmeyecek. He-

sapta sorulmayacak. MahĢere gidiĢ yokuĢtur.‖ dedi elinde tesbihi dik tuttu

33 sübhâna‘llâh‘ı tarif etti.

―Sırat düzdür.‖ dedi 33 elhamdüli‘llâh‘ı düz tutarak tarif etti.

―Cenneti cemâle gidiĢimiz iniĢtir‖ dedi 33 Allah-u Ekber‘ı aĢağı tutarak

tesbihini tarif etti.

―Her namazın sonunda tefekkürle okuruz‖ buyurdu. Biraz sükûttan

sonra baĢını kaldırdı, buyurdu ki;

―GardaĢlarım! Ölümü, berzâhı mahĢeri tefekkür edin. Namaz kılarken

Beytu‘llâhı, salavât-ı Ģerife okurken de Ravza-ı Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellemi tefekkür edin ve hatırlayın. Gayri zamanda bizi hatırla-

yın. Yolunuz düĢerse Mekke‘ye Medine‘ye gidin. Fakat bizi unutmayın.

Bizi Sivas‘ta bulursunuz.

GardaĢlarım! Ġhvanımız bizi unutmaz. Bizde ihvanımızı almadan cen-

nete gidersek, cennet bize haram olsun‖ deyince ihvan gözyaĢıyla ayağa

kalktı ġeyhimizde ayağa kalktı elini öpen her ihvana ―Fî-emâni‘llâh‖ 1457

dedi. En son eline uzandım. ―Fî-emâni‘llâh‖ dedi ve ilâve olarak;

―Allah Teâlâ‘dan temiz geldik, emaneti ehline temiz teslim edelim‖ buyurdu. ġeyhimden duyduğum son söz oldu.

1457

‖Allah Teâlâ‘ya emânet olun‖ manasında yapılan dua.

824 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

HATM-Ġ HÂCEGÂN ADABI

Hatm-i Hâcegân

Bu hatmeye Büyük Hatim adı verilir. OkuyuĢ usulünün Hasan Basrî radi-

yallâhü anhdan geldiği rivayet edilir. Hâcegân bu usûl üzere tertip etmiĢler-

dir.

Sadece ders almıĢ erkekler toplanıp Hatm-i Hâcegân yaparlar.

―Hanımlara Hatm-i Hâce yoktur bunu bil. Çünkü geçmiĢ büyükler kadın-

larla Hatm-i Hâce yapmadılar sen de değiĢtirme.‖1458

Sultân-ı Ulemâ-billâh Fehmi Efendi kuddise sırruhu‘l-azîz buyurmuĢlar-

dır ki, ―Ehl-i sülûkün helâli olan haremiyle bile içtimaında mânevî olan ka-

natları kırılır, terakki edip uçamaz, yeryüzünde kalır.‖ 1459

Bu nedenle, ehl-i tarikin erkekleri kadınlar konusunda Ģeriatın çizgisini

sağlam tutmalıdır.

Büyük hatmi okumak isteyen kardeĢimiz, sülûkü bitirmiĢ olmalı altı se-

neden beri dersli olmalı veya bu dersleri okumuĢ ve en az üç kiĢi olmalıdır.

Lüzumunda tek baĢına bir kiĢide de okuyabilir.

Eski dönemlerde sülûk görmeyen hatmeye dâhil edilmediği halde, bu

usûl zamanın icabı terk edildiği gibi, camilerde okutulan hatmelerde ise,

gösteri halini almasının önüne geçilemediği görülmektedir.

Zamanı

Pazar ve PerĢembe ikindiden sonra veya akĢamı okunur. Ramazan ayında

ise, her gün akĢam okunur. Duruma göre bölgede yaĢayan insanların durum-

ları göz önünde alınarak, tespit edilen bir saatte okunur.

Hatim Memurları

Hatim Hocası

Hatim hocalarının seçimi bizzat Ģeyh tarafından yapılır. Hatm-i Hâcegân-

ı okutmakla yetkilidir. Bazılarında yeni intisap eden kiĢilere ders tarif etme

1458

Mustafa Ġsmet Garibullah, Risale-i Kudsiyye,. c.1, s.291

Hatm-i Hâcegân zaman kaydı olan ibadettir. Bazı kollarda kadın vekilin hasta oldu-

ğu zaman bu ibadeti yaptırdığı rivayetleri vardır. Bu bir hatadır. Eğer bir türlü kadın

cemiyeti teĢekkülü varsa onların kelime-i tevhid hatimi okumaları uygundur. Çünkü

hasta olan kadın ihvan Kur‘an-ı Kerimi okuyamaz. Fakat zikir yapabilir. 1459

AĢçı Ġbrahim Dede, a.g.e. c. III, s.1188

NakĢi Hâki Dersleri 825

yetkisi de vardır.

Hatim ÇavuĢu

Hatim esnasında taĢ dağıtımı ve ihvanın hal ve hareketini düzenleyen ki-

Ģidir.

Hatm-i Hâcegân‘ı OkuyuĢ Usûlü

Hatmenin loĢ bir ortamda okunması tercih edilir. Buhur yakılabilir.

Hatim Hocası ve çavuĢ haricinde herkes gözlerini kapatır.

Cemaat sessiz ve gözü kapalı oturur ve zikir emirlerini bekler. Sözle veya

hareketle müdahale yasaktır. Okunacak salâvat, dua ve sureler içten ve sessiz

okunmalıdır. Kendisine taĢ yetmeyen kiĢiler, gözleri kapalı bir vaziyette

okumadan bekler.

Hatmenin baĢlaması taĢ dağıtımı ile baĢlar. Böylece eline taĢ gelenin gö-

zünü hatme bitene kadar açmaması gerekir. Hatim Hocasının taĢı yere sertçe

bırakmasına kadar gözler kapalı tutulur. TaĢın düĢme sesiyle Silsile-i Ģerif

okunmaya baĢlanır.

Silsile-i Ģerif okunup bitene kadar, gözler kapalı tutulması uygundur, fa-

kat mecbur değildir.

Hatm-i Hâcegân‘ın Zikri

7 Adet Fatiha Suresi

100 Adet Salâvat-ı ġerife

79 Adet ĠnĢirah Suresi (Besmele ile beraber)

1001 Adet Ġhlâs Suresi (Besmele ile beraber)1460

7 Adet Fatiha Suresi (Besmele ile beraber)

100 Adet Salâvat-ı ġerife (adetlerde fazlalık ve eksiklik yapılmamaya ça-

lıĢılmalıdır. Çünkü NakĢî usulünde ―adet‖ üzerinde vukuf esaslardandır.)

Hatm-i Hâcegân‘ın YapılıĢ ġekli

Hatim ÇavuĢu arkadaĢları daire Ģeklinde namazda oturur gibi, dizer. Ha-

tim çavuĢu tarafından toplam 100 adet küçük 11 adet büyük taĢ alınır.

11 büyük taĢtan bir tanesi Hatim Hocasının önüne, 6 adedi sağ tarafa, 4

adedi de sol tarafa ayrılır.

100 adet küçük taĢtan 79 adedi hatim hocasının sağ tarafından itibaren,

1460

Aded 1001‘e hatim hocası tarafından ilave edilir. 1001 sayısı Sefine-i Evliya

kitabında (c. II, s. 41) de zikredilmektedir. Mevlevilikte de 1001 sayısı esastır.

826 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

çavuĢ tarafından ihvana dağıtılır. 21 adet küçük taĢ Hatim Hocasının elinde

kalır.

Hatim Hocası Hatme Duasını okur.

Daha sonra Hatim Hocası hatm-i Hâceganı okutmaya baĢlar. Hatim hoca-

sı sesli, diğerleri de içinden 5 defa ―Estağfirullah‖ dedikten sonra, orada bulunan herkes içinden son

Estağfirullah‘ı

إر تــغـفـر اللهاس حيم الــحى القــيوم و غـف وب الـعـظيم الـكريم الر يإ واتوب اليه الذ ربى اغفر لى

―el-azim, el-kerim, er-rahim, el-hayy-ul kayyum ve gaffara‘z-zunûbe ve

etûbu ileyhe, ya rabbiğ firlî‖ birlikte denir.

Sonra Hatim Hocası da dâhil olarak sağ taraftan itibaren 7 kiĢi içlerinden

besmele ile birlikte Fatiha suresini okurlar. Sonra hatim hocası

ات شريفة صـلــو

―Salâvat-ı ġerifeh‖

Der, herkes kendi elindeki taĢ adedince içinden salâvat-ı Ģerifeyi (Allahümme salli ve sellim ala Seyyidinâ Muhammedin ve ala âli Seyyi-

dinâ Muhammedin bi adedi ilmik) okur.

د و ـهم صل وســلم و ب إرك على ســـيد إ محم د بعدد عـلـمك الـلــ على ا ل ســيد إ محم

Hatim Hocası da elindeki 21 adet küçük taĢa salâvat-ı Ģerife okuyunca

salâvat-ı Ģerife 100 adede tamamlanmıĢ olur. Bu arada ihvan râbıta halini

alır. Daha sonra Hatim Hocası ―Elem NeĢrahleke-i ġerîf‖ der, orada bulu-

nanlar içlerinden besmele ile beraber ellerindeki taĢ adedince ―ĠnĢirah Sure-

sini‖ okurlar. Bu da 79 adet olmuĢ olur. Daha sonra Hatim Hocası elindeki 21 adet küçük taĢtan bir kaç tanesini

kendine bırakıp, geri kalanını çavuĢa verir. O da hatim Hocasının, sol tara-

fından itibaren o taĢları ihvana dağıtır.

Daha sonra Hatim Hocası sesli olarak ―Ġhlâs-ı ġerif‖ der ve herkes için-

den besmele ile beraber elindeki taĢ adedince ―Ġhlâs Suresini‖ okur.

Her bir seferinde hatim memuru da 10 Adet büyük taĢtan 1 tanesini diğer

tarafa koyar, bu iĢlem 10 defa tekrarlanır. Her bir büyük taĢa 100 adet Ġhlâs

Suresi okunduğu için 1000 adet Ġhlâs Suresi okunmuĢ olur. Hatim Hocası 1

adet Ġhlâs Suresi ilave eder. Daha sonra Hatim Hocası dâhil sol taraftaki 7

kiĢi içinden besmele ile beraber ―Fatiha Suresini‖ okur.

Daha sonra Hatim Hocası ―Salâvat-i ġerifeh‖ der, herkes içinden elindeki

taĢ adedince yani toplam 100 adet ―Salâvat-ı Ģerife‖ okur.

Daha sonra kıraati düzgün bir kiĢi tarafından

ـإ ربنـ ـنإ وهب لنإ من لدك رحمة تزغ ق لإ ــتـ إب } لوبنإ بعد اذ هدي {٨اك اـت الوهAl-i Ġmran Suresi, 7. ayeti okunur. Sonra taĢlar, çavuĢ tarafından sol ta-

NakĢi Hâki Dersleri 827

raftan itibaren toplanmaya baĢlar, bu arada da Hatim Hocası kendi içinden,

okunan ayet-i kerime ve salâvat-ı Ģerife ve hatm-i Hâcegândan hâsıl olan

sevabı belli bir düzenle hediye eder ve torbaya toplanmıĢ taĢları ses verecek

Ģekilde yere bırakır. Dileyen gözünü açar. Böylelikle hatm-i hâcegân bitmiĢ

olur.

Sonra Silsile-i Ģerif okunur.

Ebû Said Muhammed el-Hâdimi Ģöyle der:

―Kim Hacegân hatmesinden sonra Ģeyhlerin silsilesini okursa kendi-

sinde keĢif ve yücelmeler hâsıl olur. (Bilhassa vird ve zikir sahibi kimse-

ler, kendilerine ruhani bir hâl galip çaldığında mutlaka bu silsileyi oku-

malıdırlar.)1461

Hatimden sonra tatlı bir Ģeyin ikramı Ģerbet, lokum, helva vb. uygundur.

Hatm-i Hâcegân‘ın Fazileti

Hatm-i Hâcegân hakkında birçok faziletler olduğu rivayet edilir.

1-O memleket afattan emin olur YetmiĢ bin melâike hazır olur.

2-Pirânların ruhaniyeti okuyanlardan razı olur.

3-Pirânın manevi sofrasıdır.

1461

EĢ-ġeyh Muhammed Emin El-Erbîlî, Kalblerin Nuru Tasavvuf, Konya, 1994, s.

219

828 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

SEYR-U SÜLÛK

Tasavvuf ve tarîkatlardaki eğitim ve terbiye iĢine verilen genel ad seyr u

sülûktur.

Seyr-u Sülûk: Ġki sözcükten oluĢan Arapça bileĢik bir terimdir.

Sözlükte: Seyr, Yürümek; Sülûk ise, gitmek ve yola girmek demektir.

Ġkisi de ilmin, bilginin ilerlemesidir. Madde hareketi değildir.

Tasavvuf ise mistik usullerle özel bir eğitimden geçmek demektir. Yani

cehaletten ilme, kötü huylardan güzel ahlaka, kulun fanî varlığından Allah

Teâlâ‘nın varlığına yönelmesidir.

Sülûk, tasavvuf yoluna giren insanların Allah Teâlâ‘ya olan vuslata hazır-

layan ahlakî bir eğitimdir. Bir baĢka ifadeyle seyr u sülûk, tarîkata giren

kimsenin manevi makamlarını tamamlayıncaya kadar geçeceği hal ve ma-

kamlara verilen addır.

―Sülûkten amaç güzel ahlakı elde etmektir. Yoksa keĢf-ü keramet değil-

dir.‖

Seyrin baĢı sülûk; yani yola girmek, sonu da vusul; yani Allah Teâlâ‘ya

kavuĢmaktır. Allah Teâlâ‘ya vuslat Allah Teâlâ‘yı görüyormuĢçasına kulluk

(ihsan) Ģuûruna ermek, daima Allah Teâlâ ile beraber olma halini yakala-

mak, O‘na teslim olup O‘ndan razı olmaktır. Her iĢ ve fiilin gerçek failinin

Allah Teâlâ olduğunu kavramak ve varlık iddiasından kurtulup gerçek tevhi-

de ermektir.

Ġmâm-ı Rabbânî ; ―Seyr ve sülûkten maksat, nefsi kötü huylardan ve çir-

kin sıfatlardan temizlemektir‖demiĢ, bu çirkin sıfatların baĢında da nefse

düĢkün olmak ve onun arzularına, isteklerine tutulmak geldiğini ifâde etmiĢ-

tir.

Tasavvufî terbiye içinde seyr u sülûkte süreklilik ve devamlılık esastır.

Tarîkata girmekle iĢ bitmediği gibi, kulluk görevleri gereği gibi, yerine geti-

rilmesi gerekmektedir. Bâyezîd Bestâmî müridlerine buyurur ki;

―Bâyezid‘in derisine girseniz, onun ahlakıyla ahlaklanmadıkça bir iĢe ya-

ramaz?‖

Unutulmayacak önemli husus tarîkata intisap dünyevi ve uhrevi kurtulu-

Ģun tek çaresi değildir. Çünkü manevi kurtuluĢ, son nefese bağlıdır. Son

nefeste iman selameti elde etmenin yolu, bu dünyada istikamet üzere yaĢa-

maktır. Takvaya ermek, ibadet ve muamelatta ihsan ve ihlâsta devamlılık

esastır.

NakĢi Hâki Dersleri 829

MEVLÂNA HALĠD BAĞDÂDĠ KADDESE‘LLÂHÜ SIRRAHU‘L

AZÎZĠN 32. MEKTUBU

Allah Teâlâ kabrini münevver ve kokulu kılsın. Mevtana Hâlid kad-

dese‘llâhü sırrahu‘l azîz bu mektubu, müridler için zikrin adabı hak-

kında yazmıĢtır. Sadât-ı Kiram nezdinde itimat edilen de bu adablardır.

Rahman ve Rahim olan Allah Teâlâ‘nın adıyla.

Yardımı, yalnız ondan talep ederiz. Hamd Allah Teâlâ‘ya mahsustur. O

bize kâfidir. (Selam Allah Teâlâ‘nın seçtiği kullar üzerine olsun.)

Bu mektup faydası olacağı umularak önderlerimiz yüce NakĢibendî Sa-

dat-ı Kiramı kaddese‘llâhü sırrahumü‘l azîzân nezdinde zikrin ve diğer bazı

edeplerin neler olduğu hakkında yazıldı.

Bilesin ki, birinci zikrin yani kalb ile yapılan ism-i zât zikrinin edepleri

Ģunlardır:

Zikri yapan kiĢi namazdaki teverruk oturuĢunun tersine oturacaktır. Ab-

destli ve önü kıbleye gelecek Ģekilde sağ ayağını sol bacağının altından çıka-

rıp sağ kalçasının üzerine dayanarak oturacaktır. Dil ile beĢ, onbeĢ veya

yirmibeĢ sefer 'estağfirullah' diyecektir. Gözlerini kapatacak, üst diĢleri alt

diĢlerinin üstüne gelecek, dudaklarını bitiĢtirecek, dilini ağzın üst tavanına,

damağına yerleĢtirecektir.

Bütün duyguları ile kalbe yönelerek hayali ile zikrin kalbe geçmesine

dikkat edecektir. Nefesi kendi halinde gidip gelecektir. Kalbiyle günahkâr ve

kusurlu olduğunu, hiçbir Ģeye kabiliyeti olmadığını, bütün salih amellerinin

boĢ olduğunu ' düĢünecektir. Yaptığı amelden ümidini kesip, Allah Teâlâ‘ya

itimat edecek, O‘nun faziletine güvenecektir.

Sonra, ölümü, ölümün hallerini, kabri, kabir korkularını ve ölümün Ģu

anda kendisine geldiğini ve bu nefesinin dünyada aldığı son nefes olduğunu

tefekkür edecektir.

Daha sonra bir Fatiha ve üç ihlâs-ı Ģerifeyi dil ile okuyarak sevabını ta-

rikatın imamı, yaratılanların gavsı, akan feyiz ve yayılan nur sahibi Hz. Hâce

Bahauddin NakĢibend eĢ Ģeyh Muhammedü'l-Üveysiyy'ül Buhari kaddese

‘llâhü sırrahu‘l azîze hediye edecektir. Kalbiyle de istimdat isteyecektir.

Bundan sonra, ġeyh'inin suretini iki kaĢları arasında sabit kılacaktır. Onu

alnında tasavvur edecektir. Kendi alnıyla ġeyhinin alnına dikkatlice bakarak

kalben ondan istimdat isteyecektir. ġeyhinin suretini alnında tutarak, istim-

dat istemeye RABITA denir.

O sureti hayaliyle kalbinin ortasına atar, öylece orada bırakır. Bütün duy-

gularını kalbiyle birleĢtirir. Kalbini her Ģeyden boĢaltarak lafza-i celâli ve

manasını, eĢi ve benzeri olmayan zatı kalbinde tasavvur eder. Zaten ism-i

akdesten anlaĢılan da odur. Lafza-i celalin delalet ettiği mana ile kalbini

dolduracaktır. Kalbini bu düĢünceyle doldurmasına vukuf-i kalbi denir.

Vukuf-i kalbiye gerek vird çekerken gerekse virdin haricinde mümkün

830 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

olduğu kadar riâyet etmek gerekir. Zikrin en kâmil Ģartı ve faydalı olanı bu-

dur. Sonra vukuf-i kalbiyle birlikte kalb diliyle, "Allahümme ente maksudi

ve ridake matlubî" denilmelidir.

Sonra kalbiyle zikre baĢlamalıdır. Fakat mümkün olduğu kadar vukuf-u

kalbiye ve kalbin Allah Teâlâ‘dan baĢkasından boĢ olmasına dikkat edilmeli-

dir.

Her yüz çekildiğinde veya daha az miktarda: "Allahümme ente maksudi

ve ridake matlubi" cümlesi tekrarlanmalıdır.

Vird esnasında zikir yapan kiĢide kendinden geçme ve bütün dünyadan

gafil olma gibi bir hal peyda olup, nefsinde ve Ģuurunda az bir Ģey kaldığın-

da hemen zikri terk edip vukuf-i kalbiye dalmalı, onun keyfiyetine tabi ol-

malıdır.

Virdden dolayı gelecek varidatı bekler. Kalbini feyzin iniĢine hazır tutar.

Zira kendisi idrak edemese bile az bir müddet içinde birçok feyizler üzerine

yağabilir. Sonra isterse bu varidatla gözlerini açabilir. Ġkindiden sonra kendi-

si için bir saat veya daha az bir müddet ayarlar ki o saatte zikir yapmadan

rabıta ve vukuf-u kalbiyle meĢgul olur.

Müridin kalbi, istese de baĢka Ģeyleri düĢünemeyecek ve Allah Teâlâ‘nın

zikrinden gayrisinin giremediği bir duruma geldiğinde Ruh latifesine geçilir.

Ruh latif bir cisim olup sağ memenin altındadır. Sonra'da SIR'ra geçilir.

Sır, sol memenin üstünde, kalbin yukarısındadır. Sonra HAFÎ'ya geçilir.

Hafî sağ memenin üstünde Ruh'un yukarısındadır. Sonra AHFÂ'ya geçilir.

Ahfâ, göğsün ortasındadır.

Bu beĢ letâif emr âlemindendir. Hiçbir madde yaratılmadan önce Cenâb-ı

Allah bunları Ol (kün) emriyle yaratmıĢtır. Cenâb-ı Mevla bunları yattıktan

sonra Âlem-i halktaki letâiflerle birleĢtirmiĢtir. Âlem-i halk letâifleri Cenâb-ı

Allah Teâlâ‘nın maddeden yarattığı nefs-i natıka ve anasır-ı erbaadır. (Top-

rak, su, hava, ateĢ) Daha sonra zikir nefs-i natıkaya geçirilir. Bu nefsin yeri dimağdır. Diğer

dört unsur nefse dâhildir.

Yukarıda saydığımız yerler sırasıyla zikir yerleridir. Kalbten sonra letâif-

lerdeki zikrin sağlamlaĢması ve sabitleĢmesi yine ifade edilen tertibledir.

Nefis letâifinde zikir sağlamlaĢıp yerleĢtiğinde zikr-i sultanî hâsıl olur.

Zikr-i sultanî demek; zikrin insanın bütün vücuduna yayılması, hatta her

Ģeyde zikrin görülmesi demektir.

Ġkinci zikir nefy-ü isbat zikridir. La ilâhe illallah kelimesi ile yapılan zi-

kirdir. Letâiften sonra bu zikir telkin edilir. Adabı ve keyfiyeti Ģöyledir:

Birinci zikirde olduğu gibi dilini üst damağına yapıĢtırır. Nefesini göbe-

ğinin altında tutar. Sonra göbekte LA'yı düĢünür. Göbekten dimağa kadar bir

çizgi Ģeklinde çeker. Oradan 'ĠLAHE' lafzını sağ omuza çeker. Sağ omuzdan

'ĠLLALLAH' lafzını çam Ģeklindeki kalbe indirir. Kalb bir et parçası olup sol

yandadır. Kaburga kemiklerinin en küçüğünün altındadır. Lafza-i Celali

kalbe kuvvetlice vurdurarak en derin köĢesine indirmelidir.

O kadar kuvvetli vurmaladır ki hararetiyle bütün vücud etkilensin. Nefy

NakĢi Hâki Dersleri 831

tarafı olan 'La ilahe' lafzıyla tüm sonradan yaratılan Ģeylerin varlığını nefy

edecektir. Onlara yok gözüyle bakacaktır. Ġspat tarafı olan 'ĠLLALLAH'

lafzıyla da Hak Teâlâ'yı ispat edecektir. Ona 'Beka' gözüyle bakacaktır. Ke-

lime-i Tevhid bütün letâiflerin yerlerini kuĢatacaktır. Ġntikallerde hâsıl olan

çizgileri ve kelime-i tevhidin manasını mülahaza etmelidir. Kelime-i tayyi-

benin manası bütün ibadet edilen Ģeyleri nefyetmektir. Zira mabud olan Ģey

maksud olur. Bu kelimenin sonunda ―Muhammedurrasullullah‖ demelidir.

Bunu söylemekle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize ittiba

etmeye bağlı kalacağını irade eder.

Zikr-i Sultanî: Zikri-i sultani bir insana galip olursa artık o her Ģeyden

zikir iĢitir. Allah Teâlâ'yı teĢbih etmeyen hiçbir Ģey yoktur. Zikr-i sultani

sahibi bu ilahi sırra mazhar olur.

Kelime-i tevhidi nefesinin kuvvetine göre tekrarlamalıdır. Nefesinin an-

cak kelime-i tevhidin tek olduğu vakit bırakmalıdır. Buna ―vukuf-i adedi‖

denir. Her nefesini bırakmadan evvel kalbiyle: "Ġlahi ente maksudi ve ri-

dake matlubi" demelidir. Nefesini bıraktıktan sonra biraz istirahat etmeli-

dir. Sonra tekrar aynı minval üzere ikinci nefese baĢlanır. Yalnız her iki ne-

fes arasın da gafil olmamaya dikkat edilmelidir.

Bir nefesle yirmi bir sefer 'la ilahe illallah' söyleyebilecek seviyeye ge-

lindiğinde kendisinden gafil olma ve zikirde kayb olma hali hâsıl olur. Buna

zikrin neticesi de denir. Eğer sayı yirmi bire ulaĢtığı halde zikrin neticesi

hâsıl olmazsa muhakkak edeplerde eksiklik ve kusur bulunmasından dola-

yıdır. Bu durumda salikin baĢtan baĢlaması gerekir. Salikin fiili ve kavli,

ameli ve itikadının zikirin manasına uygun olması gerekir. Zira bu nefy-ü

isbat virdini çeken kimse zikrin dıĢında Allah Teâlâ‘dan baĢkasını kendisine

maksad olarak görmeye devam ediyorsa veya herhangi bir iĢinde Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellemin sünnetine muhalif hareket ediyorsa o kimse

yalancıdır. Zikrinde doğru değildir.

Nefy-ü isbat zikrinde nefeslerin adedini herhangi bir Ģarta bağlamak yok-

tur. Önce cezbeye kabiliyeti olanlara birinci zikir, önce sülukun hâsıl olması

kabiliyeti olanlara ikinci zikir iyidir. Her ikisi de kalbi zikirdir.

Salik zikirde çok çalıĢıp hakkıyla gayret gösterirse, menfi olanları yok

edip müsbet olanda sabit durursa ve nitece de hâsıl olursa kendisi için mu-

rakebe gerekir.

Zikrin haricindeki adap Ģunlardır. Devamlı abdestli bulunmak, abdest

sünnetlerini, iĢrak sünnetlerini, istihare sünnetlerini, kuĢluk sünnetlerini,

evvabın sünnetlerini kılmak. Teheccüt namazına cemaate ve namazın gerek-

tirdiklerine devam etmek. Bunun yanında yapabilirse ikindiden sonra rabıta

ve zikirle meĢgul olursa daha kâmil ve efdâl olur. Bütün bu vakitlerdeki

amel çok mühimdir.

Müride lazım olan, kitaba ve sünnete tabii olmak ve bidatlari terk et-

mektir. Herhangi bir iĢ ve çalıĢmayla meĢgul olan müridin virdi gece ve

gündüz beĢbinden aĢağı olmamalıdır. Daha fazla çekerse güzel ve kâmil bir

iĢ yapmıĢ olur. ÇalıĢmayan kimse beĢbinden fazla çekmeli mümkün olduğu

832 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

kadar vaktini zikirle geçirmelidir.

Mürid tarikatı kabul etmeyen kimselerden ne kadar uzak durursa o kadar

iyi olur. Zira münkirlerle karıĢıp görüĢtüğü iliĢkide bulunduğu ölçüde, batın

ehlinde kalb kasveti ve gaflet meydana gelir.

Yemek hakkında riâyet edilmesi gereken edepler Ģunlardır: Yemek-

lerin en güzellerini aramamalıdır. Yemek, namaz kılmayan tarikatın münkiri

veya cünüb olan kimsenin eliyle hazırlanmıĢ olmamalı. Temiz abdestli ve

namaz kılan kimselerin eliyle hazırlanmıĢ olmalı. Yemek hususundaki bu

edepler yapılması güzel olan edeplerdir. Vacip değildir.

Mürid ibadetlerinde, adetlerinde Ģeriate riâyet etmelidir. Herkes kendi

güç ve takatine göre dört fıkhî mezhebten birine uymalıdır. Sünnet-i seniy-

ye'ye ittiba etmelidir. Nefsini devamlı zillet içinde düĢünmeli, Allah

Teâlâ‘ya yalvarıp O'na dönmelidir.

Nerde olursa olsun kalbini Ģeyhinin kalbine bağlamalı Ģeyhinin huzurun-

da ve uzağında karĢısındaymıĢ gibi edep ve terbiyesini korumalıdır. Tevfik

veren Allah Teâlâ'dır. Tevfikin sahibi O'dur. Allah Teâlâ‘nın bol salât ve

selamı Efendimiz Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin âlinin ve ashabı-

nın üzerine olsun.

Sübhane Rabbike Rabbil izzeti amma yesifun ve selamun alel mürselin

vel-Hamdü-lillahi Rabbil-âlemin.

AÇIKLAMA:

Ġsm-i Zatın zikri kalb ile yapılan zikirdir. Havas olanlar nezdinde ha-

kiki zikir zikir edileni bulmak ve onu kalbi ile hatırlamaktır. Yoksa gafil

kalble, dil ile yapılan zikir değildir. Bu Ģekildeki zikir havasın yanında mu-

teber değildir. Cenâb-ı Allah "Unuttuğun zaman Rabbını hatırla" 1462

âyet-i celilesinde iĢaret ettiği gibi zikrin ilk derecesi Allah Teâlâ‘dan gayri-

sini unutmaktır. Âyet-i celiledeki 'unuttuğun' sözünden. Allah Teâlâ‘dan

gayriyi 'unuttuğun vakit' manası kastedilmiĢtir. Zira sen Allah Teâlâ‘dan

baĢkasını unutmadığın takdirde hakiki tevhide ulaĢamamıĢsın demektir. Her

Ģeyi unuttuktan sonra kendi nefsini de unutmalısın. Zira senin varlığın Allah

Teâlâ‘dan baĢkasının varlığını gerektirir. Hâlbuki zikrin tam manasıyla ger-

çekleĢmesi Allah Teâlâ'dan baĢka her Ģeyin yok olmasına bağlıdır.

Sen bu mertebeye ulaĢtığın vakit senin zikrin onun zikri olur. Zira sen

nefsinden kaybolmuĢsun. Kendi zikrini O'nun zikrinde unutmuĢsun. Bu hal

devamla sende kökleĢince, sen O'nun kendi zatını zikrettiğini göreceksin. O

zaman O'nun zikrinde bütün zikirleri ve zikir edeni unutacaksın. KiĢinin

dünyadaki saadeti ve ahiretteki kurtuluĢu Allah Teâlâ‘nın zikrine devam

edip, üzerine düĢmekle gerçekleĢir. Göz açıp kapayıncaya kadar Allah

Teâlâ‘nın zikrinden gafil olmak caiz değildir. Bunun için âlimlerimiz "Nak-

Ģibendî sadatı yanında zikr-i kalbiye devam etmek, baĢlangıçta maksadı

kolaylıkla ele geçirir. Nihâyetin bidâyette hâsıl olmasını sağlar. Bunun

1462

Kehf, 24

NakĢi Hâki Dersleri 833

içinde zikr-i kalbiyi uygun bulmuĢlar ve tercih etmiĢlerdir." demiĢlerdir.

Söylediklerimizi doğrulamak için Allame Mustafa Bekir Sıddıkî'nin ―Suyu-

fü'l-Hidad‖ kitabında zikrettiklerini aĢağıya alıyoruz.

"Molla Abdurrahman Hindi Ģöyle buyurdu:' Bazı kitaplarda Ģöyle nakle-

dilmiĢtir. Sıddık-i Ekber NakĢibendî usulünce kalbi zikre devam ediyordu.

Tam bir cemiyyetin hâsıl olması ve zat-ı âliyenin feyz ve cemalinin müĢahe-

desine rağbetinden nefesini kesiyordu. Zat-ı Barinin tecellisi çok tatlı ve hoĢ

olduğundan ancak sabaha karĢı bir kere nefesini bırakıyordu. Bunun üzerine

komĢuları onun evinden piĢirilmiĢ et kokusu geldiğini zannettiler. Hz. Ebu

Bekir'in her gün et piĢirdiğini kendilerine hiç vermediğini Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve selleme Ģikâyet ettiler. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sel-

lem kendilerine:

'Sizin aldığınız koku et kokusu değildir. Onun ciğerinin kokusu-

dur.'buyurdular.

Bu tarikatı âliye zikr-i kalbi sayesinde Ģerefin fazlasına nail olmuĢ ve her

zaman bütün tarikatlardan daha üstün bir makam kazanmıĢtır. Zira bu Nak-

Ģibendi tarikatı Hazreti Ebu Bekir Sıddık radiyallâhü anha mensup olup zikir

sayesinde O'nun göğsüne emanet edilen manevi sırra varis oldukları için bu

tarikata ―Tarikat-ı Sıddıkiye‖ denilmiĢtir. Zira Rasûlüllah sallallâhü aleyhi

ve sellem "Ebu Bekir'in sizden efdal olması çok namaz kılmakla ve oruç

tutmakla değil, onun kalbinde sabit olan ilimledir." 1463

Diğer bir hadis-i

Ģerifte Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem "Allahü Teâlâ'nın benim

göğsüme indirdiği hiçbir Ģeyi bırakmadım ki Ebu Bekir'in kalbine

akıtmamıĢ olayım." 1464

buyurmuĢtur.

Ey âĢık olan talib.

Bu durumda her taraftan yüzünü çevir. Tamamıyla tarikatı âliyenin bü-

yüklerine yönel. Bu tarikat sahabeyi kiramın ve tabiinin yolunun aynıdır.

Onların batınlarından himmet iste. Onlar öyle kiĢilerdir ki hadis-i Ģerifte

belirtildiği gibi onların sohbetlerinde oturan Ģaki olmaz.

Mevlana Halid kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz mektubunda söylediği gibi ta-

rikata yeni giren kimse tarif edildiği üzere zikir yapmalıdır. Tevfik veren

Allah'tır. Doğru yola hidâyet eden de odur.

Zikirden maksat; kalbin temizlenmesi lekelerden tasfiye edilmesidir.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin "Ġnsan cesedinde bir

parça vardır. O parça iyileĢtiği zaman bütün cesed iyi olur. Bozulduğu

zaman bütün cesed bozulur. Biliniz ki o parça kalbtir" 1465

hadis-i Ģerifi

buna iĢarettir.

Hakiki kalbin yuvası olan zahiri kalbe tamamen yönelip Lafza-i Celâl'i

üzerinden gezdirmek lazımdır. Uzuvları kıpırdatmadan bütün bedenle ―çam

1463

KeĢf-ül Hafa, II, Hadis no: 2228

Buhari, Ġman, 37 1464

Fevaidül Mecmua, Hadis no: 1055 1465

Buhari, Ġman, 39

834 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

kozalağı‖ Ģeklindeki kalbe yönelmektir. Zahiri kalbin suretine yönelmek

değildir. Lafza-i Celâl ile birlikte medlul ve manası olan fakat keyfiyet ve

Ģekilden münezzeh misli ve benzeri olmayanı tasavvur edeceksin. Onunla

birlikte hiç bir sıfatı düĢünme. Yanımda hazır veya bana bakıyor gibi Ģeyleri

de aklına getirme. Bunları düĢünürsen yüce makamın mülahazasından uzak-

laĢıp, makamını daha aĢağılara düĢürmüĢ olursun.

Vahdeti çoklukta görme arzusuna düĢme. ġekilsizlikle müptela olma. ġe-

kil dairesinde Ģekilsizliği görmekle teselli bulma. Zira Ġmam-ı Müceddid'in

buyurduğu gibi, keyfiyetin aynasında zahir olan ne olursa olsun keyfiyetsiz

olamaz. Çoklukta zahir olan ne olursa olsun hakiki vahid olamaz. Ancak

keyfiyetsizliği keyfiyet dairesinin dıĢında, vahid-i hakikiyi de çokluğun

dıĢında talep etmek lazımdır. Allah Teâlâ herkesten daha iyi bilir.

Lafızlarla manalar arasında alaka olduğu gibi, sağlam aklın delalet ettiği

üzere ruhlar ile cisimler arasında kuvvetli bir ilgi vardır. Etkinin ve etkilen-

menin iki taraf arasındaki ortak hissetme ile meydana geldiği sabittir. Ruh

veya cisimden herhangi birine üzüntü veya ferah gibi bir hal olursa öteki de

ondan müteessir olur. Mana ile lafızlar arasında etki ve etkilenme iliĢkisi

yoktur. Ruh ve ceset arasındaki aĢırı bağlılık; aĢkın çokluğu, muhabbetin

fazlalığı ve ezeldeki birbirleriyle tanıĢmalarından hasıl oluyor. Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellemin:

"Ruhlar donatılmıĢ bir ordudur. Allah Teâlâ için birbirini tanıyan-

lar kaynaĢır. Tanılayanlar ise ihtilaf eder." hadis-i Ģerifi ile 'Ruhların

sahipleri birbirlerini görmedikleri halde müminlerin ruhları bir günlük

mesafeden buluĢurlar."1466

hadis-i Ģerifi söylediklerimize delildir.

Bu iki hadis-i Ģerifin manalarından ruhlar ve cisimler arasındaki ünsiyet

ne kadar kuvvetli olursa manevî tesir, himmet ve yüce Allah Teâlâ‘nın nurla-

rının kalbe akması da o kadar çok olacağı anlaĢılır.

Bundan dolayı da bu özelliklere sahip kimselerin cisimleri ve suretleri

düĢünüldüğünde himmet ve manevi tesir olur. Söylediklerim ehli nezdinde

müĢahede edilmiĢtir. Bu yolda hareket eden de bunu tadarak anlayabilir.

Allame Molla Aliyyul-Kari ―ġerh-i ġemail‖de Ģöyle der;

"Din ehli olan büyük zatların suretlerini onları görmeyen kimselere

tebliğ etmek gerekir. Zira onlardan buluĢmakla istifade edildiği gibi,

suretlerini düĢünmekle de bereketlenilir. Büyük zatların suretlerini

hayalde muhafaza etmek Ģer‘an faydalıdır. Zira sahabe-i kiram da aynı

Ģeyi yapmıĢtır."

Bu gerçeği cahil ve mutaassıp hak ve hakikatten uzak olanlardan baĢkası

inkâr etmez.

Bilinmesi gereken konulardan biri de bahsedilen rabıtayla meĢgul olmaya

ancak tarikata yeni girmiĢ mübtedilerin ihtiyacı vardır. Mubtedi: Allah

Teâlâ'ı tefekkür ve zikir sırasında kalbini huzuruna mani olacak vesveselerin

ve havatırların esaretinden kurtaramayan kimsedir.

1466

Buhari, Enbiya, 2; Ahmed, II, 175,220

NakĢi Hâki Dersleri 835

ġeyhinde fani olmuĢ oradan fena fir-resul makamına ulaĢmıĢ, ni-

hâyete varanların her ne surette olursa olsun, rabıtayı düĢünmeye ihti-

yaçları yoktur. Fena fi'r-resul makamı, hakikatte ve nefs-ul emirde Hak

Teâlâ'nın aynasının görünen ıĢığıdır. Zati tecelliyatın Ģuhuduna geçmek

için bir köprüdür. Bu durumda olan bir kimsenin yerde ve gökte benze-

ri olmayan Allah Teâlâ‘nın Ģuhudunda yok olması ve O'nun fenasında

kaybolmanın huzurunu elde etmesi için rabıtaya ihtiyacı yoktur. BaĢlangıçta kâmil Ģeyhin suretini düĢünmek, fenâfillah makamına ulaĢ-

maya sebebtir. BaĢka türlü iddialarda bulunanlar hedefe varmadan hataya

düĢmüĢler, hadlerini aĢmıĢlar, bilmediği Ģeylerle hükmettiklerinden zulüme

girmiĢlerdir.

Allah Teâlâ zalimleri sevmez.

Ġmam-ı Rabbani kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz Ģöyle der:

"En yüksek maksat Cenâb-ı Bari Teâlâya vasıl olmaktır. Allah Teâlâ

tenzih ve takdis kemalatında olduğundan talip ve Ma'tlub arasındaki

iliĢkiyi sağlayacak, Allah Teâlâ‘nın izzet makamına yaklaĢtıracak seyr-ü

süluku bilen kâmil bir mürĢid lazımdır. Talibin Matlub'a vasıl olabil-

mesi için mürĢid-i kâmilin iki taraf arasındaki münasebeti düzenlemesi

lazımdır. Talib olan kimse matlubu ile münasebeti nasıl kuracağını öğ-

rendikten sonra mürĢid-i kâmil ortadan çıkar. O zaman mürĢid'in ta-

vassutuna ihtiyacı kalmaz."

Bu yolun baĢlangıcında ve ortasında mürĢid-i kamilin aynası olma-

dan taleb edileni görmenin mümkün olmadığı anlaĢılıyor. Sonunda ise

mürĢid'in vasıtası olmadan, Mahbubu Hakiki'nin cemali tecelli eder.

Kalb gözü açılır. Gayb görünmeye baĢlar. Ehl-i irfanın makamının ni-

hâyeti olan açık bir vuslat hâsıl olur; Allah Teâlâ herkesten daha iyi

bilir ve gayb'a O hüküm verir."

Cenâb-ı Allah'ın kendisine kuvvetli bir akıl sağlam bir kalb verdiği kim-

se, insanın on cüzden mürekkep oluduğunu bilir. Bunların beĢ tanesi âlem-i

halktandır. Ölçü ve takdirle bilinebilen cisimlerden olan Ģeylere halk âlemi

diyoruz. Bunlar, nefs-i natıka ve dört unsur olarak bilinen, toprak, su, hava

ve ateĢtir.

BeĢ tanesi âlem-i emirdendir. His, hayal, yön ve mekânla sınırlanmayan,

mesafe ve maddesi olmayan, Allah Teâlâ‘nın 'Ol' emriyle iradesinin tecellisi

etmesiyle yaratılan Ģeylere ―emir âlemi‖ denir.

Cenâb-ı Allah kâmil olan kudretiyle bu âlem-i emirin beĢ letâifiyle, âlem-

i halkın beĢ letâifini aĢk yoluyla birleĢtirmiĢtir. Öyle ki bunlar birbirinden

ayrılmak istemezler. AĢktan dolayı âlem-i halkın letâifleri, âlem-i emirin

letâiflerini hükmü altını almıĢtır.

Âlem-i emirin letâifleri Ģunlardır:

Kalb latifesi, ruh latifesi, sır latifesi, hafa latifesi ve ahfâ latifesidir. Bunların zahiri âlem-i halktan sayılır. Batınları âlem-i emirdendir. Allah

836 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Teâlâ "Biliniz ki; Halk ve emir hepsi 0'nundur."1467

âyet-i celilesiyle bun-

lara iĢaret etmiĢtir.

NakĢibendî tarikatının büyükleri fena ve beka mertebelerine ulaĢmak için

seyr-ü sulukun baĢlangıcını âlem-i emire uygun görmüĢlerdir. Zira yükselme

ancak aĢağıdan yukarıya doğru olur. Yukarıdan aĢağıya terakki olmaz. Diğer

yüce tarikatların meĢayihi izamı letâifin suretlerine baktıklarından NakĢi-

bendî Sadatı'nın tersine âlem-i halkı aĢağıda görmüĢlerdir. Bundan dolayı

sureten aĢağıda olandan sureten yukarıda olana ilerlemiĢlerdir. Hakikatin o

Ģekilde olmadığını bilememiĢlerdir.

Zahirde aĢağıda olan hakikatde yüksektedir. Zahirde yüksek olan da ha-

kikatte aĢağıdadır. Çünkü son nokta olan halk âlemi yükseliĢ ve vuslatın

merdiveni olan birinci noktaya daha yakındır. Zahir'in düzelmesi ve batının

temizlenmesinde yardım olmadığından bu yakınlık birinci noktadan baĢka

hiçbir noktaya müyesser olmamıĢtır.

Sadat-ı Kiram'ın nezdinden önce zahiri temizlemek sonra da batını temiz-

lemek gerekir. Çünkü bu tezkiye ve temizleme en mühim vaciplerdendir.

Bunun vacip olması Kur'an-ı Kerim ve hadis-i Nebevilerde sabittir. Zahiri

ve batını temizleme ve tasfiye etme bir daha ayrılmamak Ģartıyla Kitab-ı

Azize ve sünnet-i Resul'e sımsıkı yapıĢmakla mümkündür. Fakat bu zahiri

ve cüz'i bir çözümdür. Tezkiye ve tahliyenin hakikati kalbini ve letâifini

Allah Teâlâ‘nın aĢkıyla süslemek, güzel ahlak üzere bulunmak, hakikat ilmin

nurlarında yürümek ve mükâĢefe ilmi diye tabir edilen batın ilminin okyanu-

suna dalmakla hâsıl olur.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem "Kim bildiği Ģeylerle amel ederse

Allah Teâlâ Ona bilmediği Ģeyleri de ihsan eder." 1468

buyurmuĢlardır. Bu

durumda zahiri ve batını ilim birbirleriyle ruh ve ceset gibidir. Aksi durumda

batınî ilim bedensiz ruh gibidir. Allah Teâlâ yolundaki makamları kat etmek-

te bu ikisi iki kanat gibidir.

Bu yüce tarikatta, seyr-ü suluk eden kimseye önce kâmil ve teveccühü

kuvvetli bir mürĢid lazımdır. Ta ki onun yanında sülük edip terbiyesiyle

hidâyet bulsun. MürĢid-i kâmilin teveccühünün bereketiyle salikin vücudu-

nun hiç bir kısmı zikirden, nisbetten ve zatî huzurdan boĢ kalmasın. Zikr-i

hafinin meyvesini elde etsin. Âlem-i emirden olan beĢ letâif hakiki makam-

larına dönsün.

Bu konuyu daha geniĢ bir Ģekilde ―Büluğü'l-Eman‖ kitabımızda açıkla-

dık. Hidâyet eden Allah Teâlâ‘dır. Bütün iĢlerde dayanağımız O'dur.

Amcam Mevlana Halid kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz Hazretleri, mü-

ridin, ilahi yardımı ve rabbani feyzi elde edebilmesi için. Mutlak olarak,

Ģeriatın tüm adabına riâyet etmesini ve kâmil bir Ģekilde yerine ge-

tirmesini tembih etti. Bunlar devamlı abdestli bulunmak, abdestin sün-

netlerini ve hadislerde yapılması teĢvik edilen Ģeyleri yerine getirmektir.

1467

Araf, 54 1468

KeĢf-ül Hafa, II, Hadis no: 347

NakĢi Hâki Dersleri 837

Bunları yaparken de niyeti; sevaba nail olmak, Allah Teâlâ‘nın nezdin-

de derecesini yükseltmek olmalıdır. Emredilen edepleri yerine getirmesi,

müridi rızk ve maiĢetini temin etmesi için çalıĢmasına engel olmamalı-

dır. Zira o da ibadettir. Mürid hem kendi iĢini yapıp hem de emredildiği

Ģekilde hareket ederse her iki fazileti de tahsil etmiĢ olur.

Muhyiddin-i Arabî kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz, Yusufiye ġerhinde Ģöyle

der:

"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ümmetinden birisi halkı Al-

lah Teâlâ yoluna davet etme makamında olduğunu iddia ediyor; ama

Ģeriat edebinden birini yerine getirmeyip; -bu benim Ģahsımla ilgili bir

meseledir- diyorsa. Onun akılları hayrette bırakacak zahiri hallerine

itibar edilmez. O kimse Ģeyh de değildir. Çünkü Ģeriatın adabını muha-

faza edemeyen kimseye, Allah Teâlâ sırrını emanet etmez. Sekr halinde

olan kimse mesul değildir. Yukarıdaki söylediklerimiz aklı baĢında olan

kimseler içindir."

Hulasa-i kelam, Cenâb-ı Allah Teâlâ sırlarını ve nurlarını, güzel ahlak sa-

hibi, Hz.Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin edebiyle edeblenmiĢ kim-

selere nasib eder. Mü'mine hürmetten uzak, Ģeriatın adabını terk etmiĢ kim-

seye, velilik verilmesi, Bari Teâlâ'nın hikmetine uygun değildir. Allah

Teâlâ‘nın hikmetinin gereği öyle kimselere sevab yerine azab versin, medh ü

sena değil af ve mağfiret etsin. Yeri geldiği için Ģu kıssayı da zikredelim:

Beyazıd-ı Bestami kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz arkadaĢlarına;

"Falan yerdeki velilikle Ģöhret bulmuĢ zatı ziyaret edelim " dedi. Be-

yazıd-ı Bestami Hazretlerinin kastettiği kimse zühd-ü takvasıyla nam almıĢtı.

Beraberindekilerle evine yaklaĢırken o adamın evinden çıkıp, camiye yönel-

diği sırada, kıble tarafına tükürdüğünü gördüler. Beyazıd-i Bestami kendisi-

ne selam bile vermeden geri döndü ve Ģöyle buyurdu:

"Bu adama Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bir edebini ko-

ruma anlayıĢı bile emanet edilmemiĢ; velilik nasıl emanet edilebilir? Bir

adama ne kadar keramet verilirse verilsin. hatta havada bağdaĢ kura-

rak oturduğunu görseniz; itibar etmeyin. O kimsenin Ģeriatın edeblerine

emir ve yasaklarına riâyet ettiğini görmeden aldanmayın."

Mevlana Halid kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz müridlere hasseten yemekte

uyulması müekked olan sünnetleri tembih etti ki bu Ģekilde mürid bütün

hareketlerinde sünnete tabi olsun. Hatta mubah iĢlerde bile Ģeriate göre hare-

ket etsin. Zira kiĢi niyetini halis tutup, helal olan Ģeylere yönelirse, adet olan

iĢleri bile kendisine taat ve ibadet sayılır.

Cenâb-ı Hakk bizleri hak sözü iĢitip en güzel Ģekilde ona uyanlardan ey-

lesin. Gaflete düĢmüĢ, hidâyet yolunun güzelliklerinden ve rızasından mah-

rum olun kimselerden etmesin. 1469

ESAD SAHĠB

1469

Esad Sahib, t. D.-K. (Mayıs-2008). Mektubat-ı Mevlâna Halid. Ġstanbul: :

Semerkand, s.181-190

838 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

NAKġÎ HÂLĠDÎ HÂKÎ TARĠKAT VAZĠFESĠ VE DERS ADABI

1-DERSLER

Tarîkat dersleri konusunda bir gizlilik olmasına rağmen zamanımızda in-

sanların bazı konulara ulaĢması zor olduğundan bu konuları açarak zikir

adab-ı üzerinde tafsilatlı duracağız. Çünkü zamanımız da bu konu hakkında

noksanlıklar vücuda gelmiĢtir. MürĢid geçinen çok kiĢi dahi dersler hakkında

yeterli bilgi ve tecrübeye sahip değildir.

Zikir dersinden önce ihvanın yapacağı üç bölüm vardır.

a—HEDĠYE BÖLÜMÜ:

5 adet Ġstiğfar

3 adet Salâvat-ı ġerife

1 adet ―Rabbena Atina Min Ledünke RAhmeden ve Heyyi‘lena min em-

rina raĢedâ‖

لــنإ من ام مةنإ آتنإ من لدك رح رب رإ رشدا وهــ

1 adet Fatiha-ı ġerif

1 adet Âyet-el Kürsi

1 adet ElemneĢrahleke Suresi

3 adet Ġhlâs-ı ġerif

3 adet Felâk suresi

3 adet Nas Suresi

3 adet Salâvat-ı ġerife

Bu sureler ve dualar okunduktan sonra, hediye yapılır.

Ġlahi Ya Rabbi!

Bu okuduklarımdan hâsıl olan sevabı iki cihanın sultanı Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve sellemin ruhaniyetine hediye eyledim.

Andan hâsıl olan sevabı Âdem aleyhisselâmın ruhaniyetine hediye eyle-

dim.

Andan hâsıl olan sevabı Efendimiz ile Âdem aleyhisselâm arasında geçen

nebilerin ruhaniyetine hediye eyledim.

Andan hâsıl olan sevabı Ebubekir Sıddıkı- Azam Efendimizin ruhaniyeti-

ne hediye eyledim.

Andan hâsıl olan sevabı Ehli Beytin ruhaniyetlerine hediye eyledim.

Andan hâsıl olan sevabı Sahabe-i Güzin Efendilerimiz, Tabiin, tebautta-

biîn Efendilerimiz‘in ruhaniyetlerine hediye eyledim.

Andan hâsıl olan sevabı silsile-i NakĢibendiyeye ve hassaten ġah

Bahâeddîn NakĢbend kuddise sırruhu‘l-azîz Efendimizin ruhaniyetlerine

hediye eyledim.

Andan hâsıl olan sevabı Ġmam-ı Rabbani kuddise sırruhu‘l-azîz Efendi-

mizin, Mevlana-i Halid kuddise sırruhu‘l-azîz Efendimizin ruhaniyetlerine

NakĢi Hâki Dersleri 839

hediye eyledim.

Andan hâsıl olan sevabı ġeyhim ……….Efendimin ruhaniyetine hediye

eyledim.

Andan hâsıl olan sevabı ihvan kardeĢlerimin ruhaniyetine, müslüman ve

müminlerin ruhaniyetine, hayatta bulunanların defteri amallerine hediye

eyledim. Kendi gelmiĢ ve geçmiĢlerimin ruhaniyetine hayatta bulunanların

defterlerine hassaten anne ve babamın ruhaniyetlerine hediye eyledim.

b—FEYZ TALEB BÖLÜMÜ:1470

Her dersin baĢında duruma göre değiĢtirilerek yapılır.

―Ġlâhi Ya Rabbî Hazine-i gaybi ilâhiyyenden Füyüzat-ı RAhmedi

Ġlahiyyeni Fahr-i Kâinat Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme Efen-

dimiz Hazretlerinin ruhaniyeti ġerifelerine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Âdem aleyhisselam ruhaniyetine,……1471

Sıddîk-ı Azam

Efendimizin ruhaniyetine ve andan Ģeyhim ……. kuddise sırruhu‘l-azîz

Efendimin kalbine………, andan benim kalbime…… inzal ve irsal eyle

Yâ Rabbî‖ denir ve râbıtaya geçilir.

c—RÂBITA BÖLÜMÜ

Derslerin evvelinde yapılır.

Râbıtada gereken fiziksel durumlar Ģunlardır.

— Abdestli olmak:

—Günde bir veya iki defa uygulamak. Râbıta günde bir defa yapılıyorsa

ikindiden sonra veya sabahtan sonra yapılmalıdır.

—En az yirmi dakika kadar olması gerekir.

— Fiziksel ve zihinsel rahatlık. Gerekirse gusül abdesti almak

—Râbıta yapabileceğiniz, ortam dikkati dağıtabilecek Ģeylerden yeteri

kadar uzak bir yer olmalıdır.

—Yemekten en az iki saat sonra yapılmalıdır. Yemeğin hemen ardından

yapılan râbıta rahat olmaz.

—Gözleri kapayarak mürĢidin huzurunda O‘na yönelmektir.

—Dikkat iki gözün arasına toplanarak hareket edilmelidir.

—Ufak rahatsızlıklar varsa râbıtanın huzurunu bozabilir. Bu gibi durum-

larda kısa tutulmalıdır.

—Sakalın göğse dayanması ve rahat bir oturma Ģekli ile oturmak gerekir.

Mesela; ters teverruk oturuĢu1472

ile veya rahat edebileceği Ģekilde oturmak:

1470

Makamına göre ihvanın hangi makam ve nebinin tahtı kademinde (kontro-

lünde) ise, oradan feyiz talebinde bulunur. 15 veya 20 dakika kadardır. Feyz

talebini Ģeyhe râbıta ile yapar 1471

Makama göre ileriki derslerde Hz. Ġsa aleyhisselam, Hz. Musa aleyhisselam, Hz.

Nuh aleyhisselam, Hz. Ġbrahim aleyhisselam 1472

Sol ayak dik tutulur; (yâni topuk yukarıda, parmak uçları ise, yerdedir.) sağ

ayağın parmak uçları da köprü gibi duran sol bacağın altından biraz dıĢarı çıkarılır.

Eller namazda olduğu gibi yine dizler üzerinde bulundurulur.

840 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

—Râbıta süresince dilin ucu damağa değmeli, diğerlerine göre üst diĢle-

rin arkasına veya alt diĢlerin arkasına değmeli ve dil ağızda düz yatmalıdır.

Dilin ucunun alt diĢlerin arkasına dayanması en doğal Ģekil gibi görünüyorsa

da dil en uygun gelen Ģekilde tutmak gerekir.

—Sessiz, yavaĢ, yumuĢak ve düzenli bir solunum yapılmalıdır. Solunum

sayısı azaltılır. Eğer burun tıkalı değilse, ağız kapatıp burnundan solunmalı-

dır.

Normal Ģekildeki solunum düzensiz ve endiĢelidir. KiĢi havayı akciğer-

lerdeki tam devrini tamamlamaya bırakmak yeteneğine sahip olmadığından

havanın bir kısmı tam dıĢarı verilemeden akciğerlerde kalır. Ġradeli olmadan

çok zorunlu olarak solunum yapar. Râbıta yapanların kalb atıĢı, ortalama,

dakikada üç atıĢ azalır. Vücudun oksijen tüketimi yüzde yirmi kadar azalır-

ken, yüksek olan tansiyonda düĢer.

MürĢidi Râbıta ÇeĢitleri

Râbıta mürĢide değil, Allah Teâlâ‘yadır. Hakikâtte mürĢidler insanları

kendilerine bağlayıp ve bey‘at ettirmezler. Allah Teâlâ‘ya bağlarlar ve

bey‘at ettirirler.

Kendisine rabıta olunacak mürĢidin tavır ve ahlâkı Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellemin ahlâkına tâbi olmadıkça rabıtadan beklenen feyzin zuhuru

imkânsızdır. Rabıta eden sâlikin ise, Ģeyhinin Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

sellemin ahlâkı ile ahlâklandığını, Ģeriat sünnet ve tarîkat ölçüleriyle tahkik

eylemesi de mürid üzerine vâcibtir. Yoksa rabıta eden de ettiren de periĢan

olurlar.1473

Buna göre;

1- Ġhvanın kâmil Ģeyhin suretini karĢısında tasavvur edip hayal yoluyla

iki kaĢı arasına bakmak ve suretteki ruhaniyete yönelmek. Kendinden geçme

(Gaybet) ve kaybolma hali baĢlayıncaya kadar râbıtayı sürdürmek.

—Gaybet iki türlüdür.

a-Bu teveccühte gaybet hâsıl olana kadar veya cezbe açığa çıkana kadar.

b-MürĢidin suretinin etrafını kaplaması ile gaybet ve cezbe hâsıl olana

kadar.

Bu hallerden biri hâsıl olduktan sonra râbıtayı keser.

2- Ġhvanın kendini mürĢid kıyafet ve heyetinde görmesidir. Bu râbıta Ģek-

line telebbüs (giyim) râbıtası ismi verilir.

3- MürĢidin suretini karĢısında görüp, onu kalbinin ortasına indirmek,

kalbini uzun ve geniĢ bir dehliz farz ederek mürĢidi o dehlizde yürüyor ve

kendisine doğru geliyor hayal eylemek.

Râbıta Adabı

1473

Muhammed Hikmet Efendi, Marifet-i Ġlahiyye Tarîkat-ı Aliyye, Ġst, s. 57

NakĢi Hâki Dersleri 841

MürĢidini her yerde hazır görmesidir. MürĢidin kemâlatını ve ruhaniyeti-

ni fark edememesi, öyle ki mekânla kayıtlayamamasıdır. MürĢidin tasarrufu-

nu Allah Teâlâ‘nın tasarrufundan görmesidir. Eğer mürĢidin muhabbetini

muhafaza eder ve nisbetini kaybetmezse bütün vakitlerde râbıtaya devam

eder ve fark edemez olur.

Mürid Allah Teâlâ‘dan gelecek feyze vasıtasız ulaĢabilecek kudretine

ulaĢıncaya kadar râbıtaya devam eder.

Yukarıda anlatılan durumda dahi râbıtaya devam eder. Râbıta meĢguliyeti

terakki makamlarını çıkıncaya ve müĢahedeye eriĢinceye kadar perdeleri

aralamak için gereklidir. Fakat mürĢide muhabbetini terk etmez. Çünkü nis-

pet ve muhabbeti muhafaza müĢahedeyi artırır. Ġhvan râbıtayla ünsiyet ya-

kınlık kazanır.

—ZĠKĠR

Zikirde dikkat edilecek hususlar

Temiz bir mekânda abdestli olarak kıbleye karĢı oturarak, elleri (göğüs

üzerinde)1474

gözler yumuk derisi üzerinde zikir darbelerinin titreĢimi olma-

dan bütün gücünü toplayarak zikretmelidir. ―Allah‖ ismi Ģerifini zikrederken

Arapça ses uyumuna dikkat etmelidir. Gelen düĢüncelere itibar etmeyecektir.

ġiddetli cezbe veya gaflet hali olursa kendini koy vermeyerek onun gitmesi-

ni bekleyecektir. Zikir anında göğüste Ģiddetli vuruĢlar olduğu zamanda

gitmesini bekleyecektir. Fakat kalbin atıĢıyla uyumlu bir hal zuhur ederse o

zaman uyum içinde zikre devam edilmeli ve kesilmemelidir.

Bütün olan halleri mürĢidine haber vermelidir. Müride gereken halini ha-

ber vermesidir. DüĢünceler ve zevkler haber edilirse Ģeyh onu terbiye eder.

Eğer bedende zikir halinde sarsılmalar, terlemeler, kalbte hafakanlar (sıkıntı-

çarpıntı) olursa yazın soğuk ile kıĢın sıcak su ile gusül abdesti almalıdır.

Bütün gücü ile bu haller gidip zikir kalbte sakin olup yerleĢinceye kadar

çalıĢmalıdır.

Zikirde havâtır ve düĢünce çoğalırsa abdest almalı ve ‗Ya Kadîr‘ veya

‗Ya Feğğâl‘ esmasını veya istiğfar çekmelidir. Bunlar netice vermez ise,

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salâvat getirmeli veya mürĢidini râbı-

ta etmelidir.

Zikrin ve letâiflerin nurlarını keĢfeder ise, baĢka nurlara itibar etmemeli-

dir. Yinede nurlara itibar etmekten kendini koruması müride uygundur. Çün-

kü Allah Teâlâ zatına layık olmayan her Ģeyden uzaktır.

Bir sebepten dolayı zikri bırakmak gerekirse kalbini zikrin manası üze-

rinde sabit bırakmalıdır. Masivâyı zikre dönene kadar, kalbe yakın kılmama-

lıdır. Zikre baĢlayacağı zaman Allah Teâlâ‘ya dua etmeli sığınmalıdır. Allah

1474

Ġhvan mahviyette olması gerekli olduğu için tesbihini dıĢarıdan kimsenin gör-

meyeceği Ģekilde saklı tutması için en uygun olanı dizleri arasında bir elide üstünde

kapalı olması daha uygundur. Efendi kuddise sırruhu‘l-azîz Hazretlerinin ihvanı bu

yolu tercih etmiĢtir.

842 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Teâlâ, dua edilirse zakirin kalbini muhafaza eder, masivânın zararını ondan

uzaklaĢtırır. Zikir usulüne uygun yapıldığı zaman bir eseri meydana gelir. 1475

Ġlahi ente maksudî ve rızaike matlubî her yüzüncüde kalben söylenmeli-

dir. Bu kalpteki havatırı yok eder. Gaybet hali olunca zikri terk eder. Bu hal

bitince zikre döner. Zikir bitince hemen yerinden kalkmaz. Kalbine nazar

eder. Bu bekleme 15 dakika ve bir saat arasında olabilir. Bu beklemede gay-

bet hali, varidat beklemesi olur. Her latîfe bir öncekinden daha latiftir. Ġnsa-

na hoĢ gelir kavuĢtum diye kendini kaptırmamalıdır. Kalb makamı ile baĢla-

yan ihvan o latîfenin halleri hâsıl olunca bir üst latîfeye geçer. Ġkindi sehe-

rinde ders yerine râbıta tercih edilir.

LETÂĠFLERDE ZĠKĠR

Zikir dersleri ilk önce latifeler üzerinde uygulanır. Letâif kelimesi latife-

nin çoğuludur. Ġnsanın maddî kalbiyle alakası bulunan, ruh ve nefs gibi ma-

nevi varlığının özellikleri için kullanılır.

―Lâtif‖ Allah Teâlâ‘nın esma-i hüsnasındandır. Lütufkâr anlamına geldi-

ği gibi, ince, cismi olmayan, gözle görülmeyen anlamına da gelir. Nitekim:

―Gözler O‘nu idrak edemez. O gözleri idrak eder. Latif‘dir. Habîr‘dir.‖1476

Âyetindeki ―Latif‘ bu anlama, yani gözle görülmeyen ama her Ģeyden haber-

dar olan anlamındadır. ―Latîfe‖ de aynı kökten olup gözle görülmeyen anla-

mı taĢır.

Letâiflerin Yerleri

Letâifler Âlem-i sagîr ve Âlem-i Kebir olmak üzere iki yerdedir.

—Âlem-i sağîr yani küçük âlem insana denir.

—Âlem-i Kebir insandan baĢka her Ģeydir.

Âlem-i sagîr, on parçadan meydana gelmiĢtir. Bu da ikiye ayrılır.

1-Âlem-i halk beĢ letâiftir. Nefs, hava, toprak, su ve ateĢ.1477

Asılları da

Âlem-i kebirdedir. Yerin dibinden arĢa kadar, âlemi halkdır. Onun üstü

âlem-i emirdir.

ArĢın içindeki mahlûklar maddeden yapılmıĢtır. Zamanlı ve hacimlidirler.

Onun için Âlem-i halk‘a ölçü âlemi de denir. Mahlûklar, âdemle (yokluk)

vücudun (varlık) birleĢmesinden meydâna gelmiĢtir. Âdemle vücudun bir-

leĢmesi, beĢ aslın sonuna kadardır.

2-Âlem-i emir beĢ letâiftir. Kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâ‘dır. Asılları, arĢın

dıĢında görülür. Âlem-i emir, maddesiz, hacimsizdir. Bunun için, Âlem-i

emre Lâ-mekânî de denilmektedir.

1475

Hacı Osman Üsküdarî NakĢibendî Efendi, Tarîkat Risalesi trc, Ġsmail Hakkı

AltuntaĢ 1476

En‘am, 103 1477

Bedeni saymayanlarda vardır. Fakat zikr-i sultan beden ile yapıldığı için bedenin

de letâiften sayılması uygundur.

NakĢi Hâki Dersleri 843

Letâifler

Kalb latîfesinin yeri, sol memenin iki parmak altıdır.

Ruh latîfesi sağ memenin iki parmak altındadır.

Sır latîfesi sol memenin iki parmak üstü ve göğsün ortasına yakındır.

Hafî latîfesi sağ memenin iki parmak üstü göğsün ortasına yakındır.

Ahfâ latîfesi göğsün ortasındadır.

Nefs latîfesinin yeri alındır.

Beden (ateĢ, hava, su ve topraktan) meydana gelmektedir. Bu unsurları

ayrı ayrı sayarsak, latîfeler on olur. Onun için bunlara letâif-i aĢere (on

latîfe) denilmiĢtir.

MAKAMI YERĠ NEBĠ‘SĠ

NURUNUN

RENGĠ ve UN-

SURU

KALP

Sol meme-

nin iki par-

mak altı

ÂDEM aleyhis-

selâm

SARI-YEġĠL

Toprak

RUH

Sağ meme-

nin iki par-

mak altı

NUH aleyhisselâm

ĠBRAHĠM aleyhis-

selâm

KIRMIZI

Hava

SIR

Sol meme-

nin iki par-

mak üstü

MUSA aleyhis-

selâm

SU RENGĠ

Su

HAFÎ

Sağ meme-

nin iki par-

mak üstü

ĠSA aleyhisselâm SĠYAH

AteĢ

AHFÂ Göğsün or-

tası

MUHAMMED

sallallâhü aleyhi ve

sellem

YEġĠL

Toprak

NEFS-Ġ

NATIKA

Ġki kaĢın

arasıdır VÜCÜD-Ü KÜL

HER RENK

VAR

(Yani renksiz)

―ALLAH‖ ZĠKRĠN YAPILIġ ġEKLĠ

En güzel ders vakti sabah namazından sonra iĢrâk vaktinde olandır, de-

nilmiĢtir. Kısa bir özet olarak letâif merhaleleri Ģu Ģekildedir.

―Zikredecek kimse taharet eder, abdest alır. Temiz bir yerde iki rekât

namaz kılar, dizüstüne oturur, sonra dudaklarını birbirine yapıĢtırır. Dilini

dahi damağına tespit eder, gözlerini yumar, azasını hareketten men eder.

Bütün kuvvetlerini ve hasselerini ta‘til eder ve mürĢidin ruhaniyetine gönlü-

844 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

nü çevirip ondan yardım umar, sonra sol memesinin altında kalbine ism-i

celâli, nuranî harflerle ve tasavvur kalemi ile nakĢeder. (―Allah‖ الله ismi

Ģerifini yeĢilli sarılı nur ile yazılı görür gibi düĢünür.) O mübarek lâfzın ma-

nası olan Allah Teâlâ‘ya teveccüh eder. Bu teveccüh ile öyle meĢgul olur ki,

kendini unutur, dünya kaygısı ve iĢlerini bir yana atar.

―Euzü billahi mineĢ Ģeytanirracim bismillahirrahmanirrahim. Ġlâhi ente

maksudi verizâike matlubî, efdaluzzikri fağfirlena ya ―Allah‖ ―Allah‖ ―Al-

lah‖ diye bin defa ―Allah‖ denir Her yüz defa ―Allah‖ deyince yüz baĢında.

―Lailâhe illa‘llâh Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

ilâhî ente maksudî ve rızâike matlubî, ―Allah‖ ―Allah‖ diye devam eder.

ĠĢte zikir bu suretle zikre devam kalbini arındıra arındıra asıl çevirip ol-

gunlaĢtıra olgunlaĢtıra yolunu bulur. Bundan sonra mürid, kalbini zikirden

çekip çevireyim dese bile muvaffak olamaz. Bu hâlin zuhurunda mürĢidin

izni ile zikri, ruha nakleder ve ruh ile dahi sağ memenin altında zikirle meĢ-

gul olur. Ruhta olgunlaĢma ve asıl niteliğine dönüp istenilen menzile eriĢme

kudreti hâsıl olur. Mürid yine mürĢidin izni ile zikri, ruhtan sırra nakleder ve

sır ile sadrın sol tarafında meĢgul olur. Bundan sonra yine mürĢidin izni ile

zikri hafiye nakleder. Hafi göğsün sağ tarafındadır. Bu merhalede de muvaf-

fak olan mürid, mürĢidin izni ile zikri ahfâya nakleder. Bundan sonra mürĢid

izin vererek müridin zikri, nefs-i natıkaya intikal eder. Bundan sonra zikir,

vücudun her zerresine sirâyet eder. Tabiatın zulmeti, anasırın kudreti,

cismâniyetin kesafeti tamamıyla yanıp periĢan olur. Bedenin cüzlerinden

zikir o derece zuhur eder ki, mürid vücudunda her zerrenin Allah Teâlâ‘yı

zikrettiğini duyar ve hangi azası ile zikredeyim dese muvaffak olur. Daha

sonra hariçteki varlıkların da Allah Teâlâ‘yı zikrettiğini duyar.

Bu ahvalin zuhurunda mürĢid, ihvâna kelime-i tevhidi habs-i nefes sure-

tiyle telkin eder ve mürid habs-i nefes ile kelime-i tevhid ile meĢgul olur.

Mürid her mertebede, o mertebenin nurunu müĢahede eder.

―Mürid, ism-i celâli zikir ile letâifte müĢahede ettiği nurları Allah

Teâlâ‘nın nurları zannedip, onlar ile meĢgul olmamalıdır. Zira müĢahede

ettiği nurlar, ilâhî nurların hicaplarındandır. Ġlahî nurlar, müĢahede ettiği

nurların ötesindedir. Letaifte müĢahede edilen nurlarla meĢgul olup kalmak

müridi Allah Teâlâ‘nın tecellisinden mahrum eder.

Bir de Ģunu bilmelidir ki, letâif nurlarının her müride zuhur etmesi lâzım

gelmez. Bazı mürid, iĢin baĢlangıcında beĢerî vücudu mahvedip, siyah nur

müĢahede edebilir, ondan baĢkası zuhur etmez. O siyah nurdan geçerse Al-

lah Teâlâ‘nın nurunu müĢahede eder. Bu letâif nurlarının zuhuru ve aslî saf-

fetlerinin husulü bu Ģart iledir ki, eğer mürid zikrini huzur ile îfa ve kalbini

her türlü kayıttan soyarak farzları ve sünneti kemâli ile edâ eder ve bütün

vaktini zikre hasrederse, zuhurat olur. Yoksa olur olmaz zikir ile bu hassalar

zuhur edivermez. Eğer zikri nakle bir veçhile izin mümkün olmazsa, batında

mürĢidin ruhaniyetinden izin alıp, bir sonraki letaife öyle nakleder.‖

NakĢi Hâki Dersleri 845

1.DERS:

Kalb 1478

Kul bu kalb ile Allah Teâlâ‘yı hakkıyla zikredebilirse, kendi kalbiyle,

küllî kalb arasındaki perdeler kalkar. O zaman kalbiyle Allah Teâlâ‘yı zik-

reden kul, bütün varlıklarla da Allah Teâlâ‘yı zikretmeye baĢlar.

Eğer rûh bu sırra erememiĢse muhakkak kalb âleminde iĢlenen günah ve

isyanlar sebebiyle paslanmalar ve kirlenmeler olmuĢ, kalbin üzeri günah

tabakalarıyla örtülmüĢ bazı kalbler ise demirden bir parça gibi sertleĢmiĢtir.

Bu sebeple evvelâ kalbi zikre çok devam edilerek kalb ile zikir irtibatını

tesis ve temin ettikten sonra ruhî zikre geçilir.

KiĢi lâtife-i kalb ile Allah Teâlâ‘yı zikretmeye baĢlamadan önce hediye

yapılır. Bundan sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hz. Âdem aleyhisselâmın kalbi saadetine andan da meĢayih-i

î‘zâm hazretlerinin kalbi saadetine ulaĢtırdığın gibi Ģeyhimin kalbi saa-

detine ve bu âciz kulunun da kalbine ulaĢtır‖ diye duâ ve niyaz eder ve

kalb tarafına baĢın eğerek oturur ve kalbi ile bin defa zikre baĢlar.

Kalbe teveccüh ve zikir lâfzını doğru söyleyerek, ―Allahümme (Ġlâhi)

ente maksudi ve ridake matlubi‖ ―senin zât-ı pâkinden baĢka hiç maksut

yoktur‖ manâsını mülâhaza etmek ve gönlü baĢka düĢüncelerden korumak

manâsı taĢıyan Vukûf-i kalbî ye 1479

devâm edilir.

Durumuna göre eğer ihvânda sarı-yeĢil nur 1480

omuzları hizasında çıkıp

yükselirse veya kendisini ızdırap veya depreĢme kaplarsa ruh latifesiyle

telkinde bulunulur.

1478

Bu kısımdan sonraki yerlerde (RAHMĠ Serin, Veliler Ve Tarîkatlerde Ûsul, Ġst.

S.285-298; YAġAR, Ahmed, Çam Kozalağındaki Sır, Ġst.1999, s.329-367) faydala-

nılarak yazılmıĢtır. 1479

Kalbe yönelerek ve Allah Teâlâ‘nın yüce zatına teveccüh ederek ve hatırına bir

Ģey getirmeyerek ve doğru telaffuzla zikrin manasını düĢünmek, zikr ve bâz-geĢt

(senin zât-ı pâkinden baĢka hiç maksûdum yoktur) manâsını veyâ ―Ey Allah‘ım!

Benim maksudum sensin ve senin rızandır‖ manasını düĢünmelidir. Bu esnada kendi

yokluğunu Allah Teâlâ‘nın zâti pâki ile düĢünmelidir. 1480

Bu nurların renklerinde ihtilaf vardır. Mesela ―kalbin nuru kırmızı, ruhun nuru

sarı, sırrın nuru beyaz, hafinin nuru yeĢil, ahfânın nuru siyah ve bazen beyaz, ümmi

dimağda zuhur eden sultan-ı zikir, nefs-i natıkanın nuru mavi olur.‖ Bu da gösteriyor

ki, insanın meĢreplerine göre sınıflandırılma ve değiĢim vardır.

Adetler izafidir. Her mürĢidin usülünde sayılar değiĢir artar veya azalabilir. Bazı

büyükler bu sayılarda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sünneti takip etmek

daha uygundur, demiĢlerdir.

846 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

2.DERS:

Rûh

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hz. Nûh ve Hz. Ġbrahim aleyhisselâmın ruhu saadetlerine,

andan da meĢâyıhı ızâm hazretlerinin ruhu saadetleri vasıtası ile Ģeyhi-

min ruhu saadetlerine ve bu âciz kulunun da ruhuna vâsıl eyle,‖ der

Sonra kiĢi kalb dersinde oturduğunun aksi yönde oturur boynunu ruha

doğru büker; ―Allah‖ lafzını üçbin defa ruh ile zikretmeye devam eder.

Kulun ruhuna tecellî eden feyzin rengi kırmızıdır. Ruhuna akan bu feyz

akınları devam ederken kul, kalbindeki feyiz akınlarından da gafil olmamaya

gayret eder.

Kul rûh ile Allah Teâlâ‘yı zikretmeye baĢlayınca, damarlarındaki kan ve

vücudundaki hücrelerde zikrin zevkini alır. Muhâbbet-i ilâhi kalbimizde

dirildiği gibi bütün hücrelerimizde dirilir ve ―Allah‖ ―Allah‖demeye baĢlar.

ĠĢte buna ―zikr-i can‖, ―zikr-i rûh‖ denilir.

3.DERS:

Sır

Bundan sonra kula sır dersi tarif edilir. Sır, sol göğsün iki parmak üstün-

dedir

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hz. Musa‘nın aleyhisselâmın sırr-ı saadetine ulaĢtırdığın gibi,

meĢâyıh-ı kiram hazretlerinin sırr-ı saadetleri vasıtasıyla, Ģeyhimin sırr-

ı saadetlerine ve bu âciz kulunun da sırrına vâsıl eyle‖ der, gözlerini ka-

patır, sır makamı olan sol göğsün iki parmak üstünden Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellemin sırrından, Hz. Musa aleyhisselâmın ve andan da diğer

meĢâyıhlardan sır makamlarından feyzin, beyaz bir nûr gibi sır makamından

kalbine doğru indiğini, aktığını düĢünerek:

―...O‘nun zâtından baĢka her Ģey helak olacaktır...‖ 1481

âyet-i celîlesinin

manâsını on, on beĢ dakika kadar tefekkür ve rabıta ederken kalb ile dört-

bin adet zikreder. (Bazıları sır ile desede bu makamlar birbirine yakın oldu-

ğu için sır ile zikretmek için kendini zorlamamalıdır. Vukuf kalbe yapıldı-

ğından sırrın zikri kalbin zikrinden ayrı olmayacağı kesindir.)

Bu makam Hz. Mûsâ‘aleyhisselâmın kâdem-i Ģeriflerinin1482

altındadır.

1481

(Kasas, 88) 1482

Burada geçen (kâdem-i Ģerif) ayaklardan maksat sünnet ve tarikattır.

NakĢi Hâki Dersleri 847

Yani bu makam Hz. Musa aleyhisselâmın adım attığı bir makamdır.

4.DERS:

Hâfî

Hâfî makamı sağ göğsün iki parmak üstündedir. Hâfî dersi hediyeden

sonra ihvân ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat ve rah-

meti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni Fahri

âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniyetine

inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hz. Ġsa aleyhisselâmın hafî-i saadetine, andan da meĢâyıh-ı

kiram hazretlerinin hafî-i saadetlerini ulaĢtırdığın gibi, Ģeyhimin hafî-

sine ve bu âciz kulunun da hafî-sine inzal ve irsal eyle‖ der ve gözlerini

kapar. Ġhvân feyz nurunun Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimi-

zin hafi-i saadetinden, Hz. Ġsa aleyhisselâmın hafi-i saadetine, andan da

meĢâyıh-ı îzâm vasıtasıyla kendi hafî makamına aktığını düĢünerek:

―...O‘nun benzeri hiçbir Ģey yoktur. O iĢitendir, görendir.‘‘ 1483

âyet-i

celîlesinin manâsını tefekkür ederek on, on beĢ dakika kadar bu düĢünce ile

o hâli yaĢar.

Allah ismi sağ göğsün üstünde düĢünerek ruh ile beraber beĢbin adet zi-

kir eder. Bu arada kalbde zikir ve vukufta vardır.

5.DERS:

Ahfâ

Ahfâ göğsün ortasındaki makamdır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sel-

lem makamı olan bu makam ―mahbubiyet makamıdır.‖

Bu makamda hediyeden sonra: ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahi-

yenden füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı

rahmeti ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

efendimizin ruhaniyetinin ahfâsına inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin ahfâsına ve andan benim ahfâma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Cenâb-ı Hak‘tan feyz nurunun bizatihi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

sellem ahfâsına tecellî edip andan da ihvânın ahfâsına yeĢil bir nûr Ģeklinde

tecellî edînce ihvân:

―Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.‖ 1484

âyet-i celîlesinin manâsı-

nı on on beĢ dakika tefekkür ettikten sonra feyz nûrunun kalbe akıĢını hisse-

1483

(ġura,11) 1484

(Kalem, 4)

848 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

dince kalb ile beĢbin defa Allah‘ı zikreder.

6.DERS:

Nefs-i Natıka

Nefs-i natıka makamı iki kaĢın arasındadır. Bu makamda hediyeden son-

ra: ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat ve rahmeti ilahi-

yeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni Fahri âlem

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniyetine inzal ve

irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der. Rabıta yapar.

Hediyeden sonra, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Sidre-

i Müntehâ‘ya, andan da imkân dâiresinin üstüne yükseldiği gibi, ihvânın

ruhunun basîret gözü alnından sonsuzluğa doğru yükselir, imkân âleminin

üstünden Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin Sidre-i Mün-

tehâdan bakıĢı gibi kâinata bakar.

ĠĢte o zaman sonsuz feyz deryasından, sağ kaĢının üstünden; feyz ve

letâif makamları denilen ahfâ, hafi, sır, rûh ve kalbe doğru beĢerî bünyenin

kaldıramayacağı kadar feyz akmağa baslar. Ġhvân bu feyzin zevkleri içeri-

sinde sağ kaĢından sola doğru sür‘atle yankılanan ―Allah‖ ―Allah‖ sedasını

duyar gibi olur ve bu sedayı kalb ve basireti ile birleĢtirerek beĢbin defa

Allah‘ı zikreder.

Ġhvân bu makamda her Ģeyinden ayrılmıĢ, çekilmiĢ varlıkla yokluğun bir-

leĢtiği bir ânı yaĢar. Artık bu makama kadar seyretmiĢ, ilmiyle tesbit etmiĢ

olduğu ArĢ‘tan, yerin altına doğru bütün varlıklar bir anda zerrecikler hâline,

yok hâline gelir. Cenâb-ı Hakk‘ın gerçek varlığı karĢısında aklın alamayaca-

ğı kadar büyük varlıklar ve kendisi güneĢin yüzünde yüzen bir zerrecik hâli-

ne gelir. Bu makama ulaĢan bazı ihvâna ―nefs-i cüz‖ dersi verilir.

(Ġlave ders)

Nefs-i Cüz Dersi

Hediyeden sonra kâinatın Allah Teâlâ‘nın varlığı içerisinde bir zerre ol-

duğunu, biz de o zerrelerin zerresi hâlinde olduğumuzu düĢünerek bütün

letâiflerle beraber feyz kaynaklarına olan bağlılığımızı düĢünüp bu hâlimizi

muhafaza ederek kalble Allah‘ı beĢbin defa zikrederiz.

Ġhvân bu haliyle Allah Teâlâ‘yı zikrederken, zerre hâlindeki kâinatın da

bütün zerreleri ile Allah Teâlâ‘yı zikrettiğini tefekkür edip, hissederek Al-

lah‘ı zikre devam eder.

Bu hâlde iken yapılan zikir, ihvânı ve bütün kâinatı ihata eder, kucaklar:

zikreden ihvân kendi varlığını ve Allah Teâlâ‘dan baĢka bütün varlık ve

NakĢi Hâki Dersleri 849

düĢünceleri unutarak Allah‘ı zikretmeğe baĢlayınca ona ―Zikr-i kül‖ dersi

verilir.

7.DERS:

Zikr-i Kül (Zikr-i Sultan)

Bu makamda hediyeden sonra: ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahi-

yenden füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı

rahmeti ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

efendimizin ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der. Rabıta yapar.

―Allah‖ ―Allah‖ sedasını bütün yaratıklardan duyar gibi olur ve bu

sedayı kalb ve bütün azalar letâifler ile beraber beĢbin defa Allah‘ı zik-

rederek onların sultanı olur. Mânevî mihrab olan kalbte en büyük isim olan Lafza-i Celâl belirdiğinde

Allah Teâlâ‘nın mânevî huzurunda öylece durulur. Bu zikir bazı Allah Teâlâ

yolcuları için letâif (dersin)i tamamladıktan sonra ortaya çıkar. Bu Ģekilde

letaiflerin zikri bittikten sonra Zikr-i Sultan‘a gelmiĢ olur ve bütün cüzler ile

zikir yapılır.

8.DERS:

Tevhîd-Ġ Hakiki (Haps-i Nefes Ġle Nefy-u Ġsbat)

Sâdât-ı NakĢibendiye büyüklerinden gelen ikinci bir zikir Ģekli nefy u is-

bât ile yapılmasıdır. Mürid, kelime-i tevhid ile cezbe kıvamının aslını tahsil

eder ve murakabeye istidat kazanır.

Nefy u isbât ―Lâ-ilâhe Ġlla‘llâh‖ tan ibaret olan kelime-i tayyibe ile meĢ-

gul olmaktır. Bu durumda hapsi nefes (nefesi tutma) ve Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellemden geldiği Ģekilde zikretmek, tek sayıda durmaya riâyet ve

bilinen sekiz Ģarta uyularak yapmaktır. (Bu derste nefesi tutup, kalb diliyle

tevhîd okurken Allah Teâlâ‘dan baĢka her Ģeyi atıp Allah Teâlâ‘nın zâtını

düĢünmektir.

Haps-i nefes hakkında Urvetü‘l-vüskâ Muhammed Ma‘sûm kuddise sır-

ruhu‘l-azîzden suâl edilmiĢtir ki;

―Haps-i nefes ile amel bid‘at midir, değil midir? Eğer bid‘at ise, hasene

midir? Müceddidîn indinde bid‘atte hasen yoktur. ġu halde bid‘atten kurtu-

luĢa çâre nedir? Zikir ise, hadd-i zâtında hasendir ve mesnundur!‖ denilmiĢ-

tir. Cevaben;

―Zikirde habs-i nefes, sadr-i evvelde sabit olmamıĢ ise, de, sonra, haps-i

850 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

nefes ile zikri, Hızır aleyhisselâm, Hoca Abdülhâlik Gucdüvnânî kuddise

sırruhu‘l-azîze ta‘lim ettiler ki, Hızır aleyhisselâmın ameline bid‘at ile hükm

olunamaz.‖

YapılıĢ ġekli

Hediyeden sonra: ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der. Rabıta yapar.

Nefy ü isbât ―Lâ Ġlâhe Ġlla‘llâh‖ kelime-i Tevhîdi ile yapılır. Tesbihin

21 adedi sayılır. Nefes tutmada hedef 21 Kelime-i Tevhide ulaĢmak hedeftir.

Gücü yetemeyenler 3,5,7,9. . . . da karar kılabilirler. Hastalığı varsa bu zikir

yaptırılmaz.

Yukarıda açıklandığı Ģekildeki gibi, dil damağa yapıĢtırılır, göbeğin al-

tında nefes hapsedilir, sonra hayal edilerek dimağın sonuna kadar ―Lâ‖ yı

çeker, andan ―Ġlâhe‖ sağ omzuna; ―Ġlla‘llâh‖ da kalb-e devredilir. Kalb, Ģek-

lini ve yerini bildiğimiz, sol taraftaki en kısa kaburga kemiğinin altındaki

kalbdir. ―Ġlla‘llâh‖ lafzı bütün kuvvetiyle kalbin en derinliklerine iĢleyecek,

harareti bütün vücudu saracak derecede kalbe devrolur.

―Lâ Ġlâhe‖ derken bütün mâsivâyı, Allah Teâlâ‘dan gayrı ne varsa sonra-

dan olmuĢ ne ki, mevcut ise, hepsini nefyeder, her birinin fânî olduğunu

tefekkür eder ve onlara o gözle bakar.

―Ġlla‘llâh‖ söylerken de, Allah Teâlâ‘nın zâtına, bekânın ancak O olduğu-

nu kalbine nakĢeder. Bunu bütün letâifiyle yapar, yani bu iĢe bütün letâifi

iĢtirak eder. ―Lâilâhe Ġlla‘llâh‖ ın yazısının Ģeklini düĢünür. Manasını tefek-

kür eder ki, Allah Teâlâ‘nın zâtından baĢka maksûdumuz yoktur, demektir.

―O‘ndan baĢka maksûdunun olmadığını‖ söylemek, ―O‘ndan baĢka

ma‘bûdumuz olmadığını‖ söylemekten daha geniĢ manalıdır.1485

Çünkü her

ma‘bûd aynı zamanda maksûddur. Aksi olamaz. Bunun sonunda kalbiyle:

―Muhammedün Resûlullâh‖

Der. Bunu söylerken, Hazret-i Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme it-

1485

Zira tarîkat ehli, kelime-i tevhide üç mana verdiler: Acemi için ―Lâ mabude

illa‘llah,‖ orta halli için: ―Lâ maksûde illa‘llah‖ ve geliĢmiĢler için: ―Lâ mevcude

illa‘llah‖dır. Bu makama, lâ maksûde illa‘llah manası münasip olup, zikirde bu ma-

nayı mülâhaza etmek lâzımdır ve mülâhazaya ziyade ihtimam etmelidir. Zira ih-

vânda mülâhaza olmazsa fayda yoktur. Belki zarar vardır. Zira ekseri zâkirlerin

periĢan olup, maksûda vâsıl olmadıkları, zikri, gaflet üzere etmelerindendir.

NakĢi Hâki Dersleri 851

tibâ‘ etmeye kendini Ģartlandırır. Bunu böyle tamamladıktan sonra, nefesinin

kuvvet derecesine göre bunu tekrar eder. Bunu tek sayıda bırakır. Buna

―Vukûf-i kalbî‖ denir.

―Her an ihvânın içinde nefsini tazyik ettiğinde, tellerden bir tel üzere vak-

fedip ―Muhammedün Rasûlüllah‖ ı dahi mülâhaza etmelidir. Ve ondan sonra

nefesini serbest bırakarak zikre devam etmelidir. Nefesini bırakırken, ―ilâhî

ente maksûdî ve ridâke matlûbî‖ cümlesini düĢünmelidir. Ve ―Muhamme-

dün Resûlullah‖ı Allah Teâlâ‘ya vesîle kabul edip kendisinin kontrol altına

olduğunu kastetmelidir. Bu cümleyi mülâhazanın faydası, iki nefesin arasını

muhafaza edip, kalbini havatırdan kurtarmaktır. Eğer bu minval üzere ih-

vânın tavırda duruĢ 21 adet zikir sayısına ulaĢırsa, zikrin neticesi hâsıl olur

ve zikrin neticesi nefy tarafında beĢeriyet vücudunu nefyi hâsıl ederek kalbe

indirir, nefesini Allah Teâlâ sevgisi ile kalbe vurup bu tasavvurunu isbat

tarafından meydana çıkararak cezbe ile ezeli ve ebedî halini hisseder olmak-

tır.

Eğer 21 adede ulaĢılıp zikir neticesi hâsıl olmamıĢsa muhakkak ki, ihvan,

zikrin adabında kusur etmiĢtir. Zikre baĢtan baĢlaması lâzımdır.

Ġhvân, zikrini huzur içinde yapmak manasını düĢünmekte titizlik göster-

melidir. Bütün mâsivayı gönülden çıkarmalı ve bütün ilim ve amilleri nefy

tarafından mülâhaza etmelidir. Ve fânî Ģeyleri nefye ziyadesi ile çalıĢmalıdır.

Hayır, Ģer ne gibi havâtır varsa kalbinden söküp atmalıdır. Ġsbat tarafında

Allah Teâlâ‘nın birliğini mülâhaza edip, nefsini bu mülâhazada fâni kılmalı

ve tevhid ile aynı zamanda akla nazar eylememelidir.

Farz ve sünnet namazlarını vaktinde tam bir huzur ile kılmalıdır. Bundan

sonra halktan uzlet edip, bütün vakitlerini kelime-i tevhidin zikrine harcama-

lıdır.

Eğer buna hakkiyle çalıĢır, nefyedilecek olanı nefyeder, isbât edilecek

olanı isbât ederse neticesi zahir olur. Murakabeye baĢlayacak hâle gelmiĢte

olacaktır.

Bu derse günlük yarım saat, on veya duruma göre onbeĢ gün çalıĢılır

ve bitirilir.

Tevhîd-i hakiki (Nefy ü isbât) dersinin dokuz Ģartı vardır.

1- Vukuf-u kalbi: Yani kalbde hatıra gelen bütün Ģeyleri tamamıyla bo-

Ģaltıp kalbi hazır bir vaziyete getirip; Allah Teâlâ‘nın huzurunda, kontrolde

olduğunu düĢünmek.

2- Nefesini çekip hapsederek Allah Teâlâ‘nın dıĢındaki bütün var-

lıklardan ve düĢüncelerden kurtularak bir an nefes tuttuktan sonra vermek.

3- Kelime-i tevhîdin yazısını vücudunda mülâhaza etmek: Bu düĢünceyi

göbeğin altından baĢlayarak beyninden dolaĢtırıp kalbe inmesini mülâhaza

etmek. Yani ―Lâ ilâhe‖ derken ―lâ‖ nın telaffuzunu göbeğin altından baĢlatıp

sağ kulağının hizasından beyin kubbesini dolaĢtırıp ―ilâhe‖ yi sağ omuzuna

852 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

getirip ―Ġlla‘llâh‖ diyerek kalbde ―lâ Ġlahe Ġlla‘llâh‖ı hem yazısını hemde

nurunu düĢünerek kalbde zikri tamamlayıp devam etmesi.

4-Kelime-i tevhîdin göğüsteki nakıĢ Ģeklini mülâhaza etmek, zikrin tesi-

rini duymak içindir.

5- ―Lâ ilâhe Ġlla‘llâh‖ kelimesinin sonsuz, manalarını tefekkür etmek.

6- ―Lâ ilâhe Ġlla‘llâh‖ kelimesinin manasını kalbe kararlı bir Ģekilde yer-

leĢtirerek; mâsivâyı, evhamı ve hayâlâtı kalbden çıkarmak.

7- ―Lâ ilâhe‖ kelimesini bu Ģekliyle göbekten beyine, beyinden sağ omu-

za getirerek tamamlayıp ―Ġlla‘llâh‖ ı da kalbe vurarak nefes almadan 3, 5, 7,

9, 11. ... 21 e kadar tekrarlamaya gayret eder. Tek sayılarda sağ göğsün al-

tındaki rûh makamında ―Muhammed‘ün Rasülüllah‖ diyerek zikrini tamam-

lar.

8- Yapılan zikrin sayılarını mülâhaza ederek, düĢünerek tek sayılarda

durmaya alıĢkanlık kazanmak

9- Nefesini alınca ―ilâhi ente maksûdî ve rızake matlûbî.‖ Allahûmme

atini muhâbbetüke ve rızake ve mağrufeteke‖ (Allah‘ım, gayem sensin, ara-

dığım da rızandır. Allah‘ım, bana sevgini, rızânı ve seni tanımayı lütfet.)

deyip nefesini aynı Ģekilde göbeğin altından alarak aynı düĢüncelerle zikrine

devam ederek bin adet ―Lâ ilâhe Ġlla‘llah‖ diyerek nefiy ile isbât dersine

devam eder.

―La ilâhe illa‘llah‖ın sonsuz manâlarını düĢünerek Allah Teâlâ‘dan baĢka

gerçek manâda sevilecek sayılacak, korkulacak ve yardımına sığınılacak bir

varlığın olmadığını düĢünerek kalbindeki Allah Teâlâ‘dan baĢka varlık ve

düĢünceleri çıkarmak üzere mücâdele yapmaya ve dersine devam eder. Ġh-

vân bu dersler sayesinde zikru‘llâhın asıl gayesi olan ―kelime-i tevhîdîn‖

gerçek manalarını kalbine yerleĢtirerek mağrifet-i ilâhiye kavuĢmaya gayret

eder.

Zikrin bu Ģeklini ġeyh Abdûlhâlîk Gucdüvânî kuddise sırruhu‘l-azîz,

Hazreti Hızır aleyhisselâmdan almıĢtır. Ona suya dalmasını emrederek bu

Ģekil zikri öğretmiĢtir. Suya dalmasını emretmesinin sebebi nefesini tutmak

içindir. Çünkü baĢlangıçta en ihtiyatlı yol budur.

Mi‘râcu‘s-Saâde kitabında demiĢtir ki, : .

―ġeyhimiz bize zikrin bu Ģeklini yapmamıza izin verdiği zaman ―Ġl-

la‘llâh‖ı omuzdan çıkarıp kalbine verirken bu hayalî vuruĢ esnasında baĢı

biraz hareket ettirmemizi söyledi. Bu, bunun tesirini meydana çıkarır.‖

Yine ondan iĢittik ki;

NakĢi Hâki Dersleri 853

Bu zikri, sâlik ilk defa yaparken yirmi bir yahut yirmi üç adedine baliğ

oluncaya kadar mânâyı tasavvur etmeden yapar. Bunu yapmağa yalnız bir

nefeste muktedir olabilir. Bu dereceye geldiği zaman ona (yukarıda anlattı-

ğımız) manayı tasavvur etmeyi ve zikri birinci yol üzere devam ettirmesini

emreder. Bir nefes hapsinde sayılı adede vasıl oluncaya kadar böyle devam

eder, Bundan sonra bu zikre devam ederse cidden güzel olur ve neticesi gö-

rülür. Ancak bunu emredilen miktar yapmakla gereğini yerine getirmiĢtir.

Bundan sonra Allah Teâlâ‘ya tahsis-i nazar eyler.‖

Yine ġeyh Ġsmail el-Hâlidî kuddise sırruhu‘l-azîz Hazretlerinden iĢittik

ki;

―Adede riâyet hafıza ile yapılacaktır. Parmakla veya tesbihle değil.‖ bu-

yurdu.

Yine buyurdu ki;

―Zikir çokluğa bağlı olarak habs-i nefesden aciz kalır ve yapamazsa ne

yapmak lâzımdır? Sorusuna buyurulur ki;

―Nefesini bırakıp yukarıda anlatılan zikre habs-i nefes yapmadan devam

eder, bu da aynı Ģekilde faydalıdır.‖ 1486

9-DERS:

SÜLÛK1487

Ġhvanın bir üst seviyeye geçtiği çalıĢma

Eğer ihvanın durumu müsait ise, Sülûk adı verilen bir inzivaya geçiri-

lir.1488

Bu inziva duruma göre Hâlidî Hakî‘de en fazla 10 gündür.1489

Gavs‘ül

1486

Muhammed b. Abdullah Hani, Âdâb, trc. Ali Hüsrevoğlu, Ġstanbul, 1980, s.245–

247 1487

Ġhvan arasında inziva ve halvete girmenin adı olarak kullanılan bir terim olması

açısından bu Ģekilde anlatmak zorunda kalındı. Çünkü terbiye yolunun hepsine bir-

den Seyr-i sülûk denir. 1488

ġeyh ġerâfeddin kuddise sırruhu‘l-azîz Hazretleri buyurdu ki; ―hayatında bir

defa olsun erbâin yapmayan kimse ben Nakşibendiyim demeye utansın‖ demiĢti.

ġeyhliği bırak derviĢ olacak adamın hiç olmazsa ömründe bir defa erbâin (kırk gün

süren husûsi ibâdet) çıkarması lâzımdır. Erbain ikidir;

1 Recep ayının baĢından Ģaban aynın onuna kadar gadâbı nefsâniyi mahkûm etmek

içindir.

2 Zilkâde ayının baĢından Zilhicce ayının onuna kadardır ki, Ģehvâni kuvveti kontrol

edecek kuvveti eline alabilmek içindir. (ġeyh Nazım Kıbrısî, Hakdost Sohbetleri,

2004) 1489

Hâce Bahâeddîn NakĢbend kaddese‘llâhü sırrahu‘l-aziz nafile oruç tutan mürîdi

Ya‘kûb Çerhî‘ye de orucunu bozup yemesini tavsiye etmiĢ ve: ―Nefsin arzularına

hâkim olma konusunda yemek, oruç tutmaktan daha iyidir, biz bunu tecrübe

ettik‖ demiĢti. Çünkü o, riyâzat ve perhiz sonucu oluĢan hallere îtimâd etmiyordu.

(TOSUN, Necdet; Bahâeddîn NakĢbend / Hayatı, GörüĢleri, Tarikatı, Ġst. 2002,

854 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Efendi Hazretlerinden önceki pirler

yani Çorumlu Mustafa Rumî kuddise sırruhu‘l aziz 30 veya 40 gün, Tokatlı

Mustafa Hakî kuddise sırruhu‘l aziz 20 gün sülûk çıkarırlardı. Zamanla bu

gün sayısında azaltılma olmuĢtur. 1490

Duyduğumuza göre bazı iĢte çalıĢan ihvanlar iĢleri ile beraber bu sülûkü

yapmıĢlardır.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yapılır. Nefy ü isbât ―Lâ Ġlâhe Ġlla‘llâh‖ ke-

lime-i Tevhîd ağzı kapatmadan hem ağız hem dil ile gizli sesle (namazda

Kur'ân-ı Kerim'i okur gibi) mülahaza-i nakıĢ ile kendi vücudundaki yazılı

olan ―lailâhe illa‘llah‖ kelimesini okur.

Günde on bin en geç yedi günde bitmiĢ olacak Ģekilde okunacak. Bu gün-

lerde oruç tutulacak bitiminde ruhaniyate hediye edilecek

Bu Ģekilde sülûk günlerinde 70 000 kelime-i tevhit kâmilen bitmiĢ olur.

Gerekirse fazlalaĢtırılır veya azaltılma yapılabilir. Burada dikkat edilecek

husustan biri kabiliyetin Ģeyh veya vekili tarafından tayini gerekir ki, bu çok

önemlidir. Sülûkten çıkarılan ihvan kardeĢlerine yemek ziyafeti verir bu

onun vilâyet yolundaki en güzel hatırasıdır.

MÜLAHAZA-Ġ NAKIġ

.bütün letâifleri dolaĢarak içine alarak nefsi natıkada birleĢir ال deyince ال

diyince ه diyince göğüs istikametinde ال ruh ile hafinin yanındadır tekrar ل

ta ahfayı içine alırki, هو ismi Ģerifi göğüsden çıkar. اال diyince kalbin yanın-

dadır sır ile kalbi arasındadır. للها diyince kalbin içinde yeĢil sarı nur ile yazı-

lıdır- Böyle kendi vücudundeki Rabbin denilen kısım olan nefy u isbatın

yapıldığı kısımdır.

KELĠME-Ġ TEVHĠD HATĠMĠ

700 fasulye veya taĢ hazırlar. Sonra eûzü ve Besmele‘yi çeker ve فإعلم اه ٱلله لإ الـه الإ

s.113) 1490

ġeyh Hasan-ı Basrî radiyallâhü anh der ki; ġeyh Bâyezîd-ı Bestâmî kuddise

sırruhu‘l azize kadar tüm Ģeyhler altmıĢ günde bir lokma yemek yerler, bu altmıĢ

gece gündüz de uyumazlardı. Allah Teâlâ‘yı zikredip, göz açıp kapanıncaya kadar

bile olsa zikirden ayrı kalmazlar, sonra gönül âlemleri açılırdı. ġeyh Bâyezid-ı

Bestâmî radiyallâhü anh Hâce Ahmed Yesevî kuddise sırruhu‘l azize kadar diğer

Ģeyhler kırk günde bir lokma yemek yediler ve kırk gece gündüz uyumadılar. Uyu-

yup zikirden uzak kalmadılar. Sonra gönül âlemleri açıldı. Hakîm Süleyman kuddise

sırruhu‘l aziz kırk gün böyle yaptı. Mahmûd Hâce radiyallâhü anh yirmi dokuz gün

ve Zengi Ata radiyallâhü anh on dokuz gün böyle yaptılar. (Yesevilik Bilgisi,

a.g.e.s.439, Mir‘âtü‘l-Kulûb,‖ s. 41–85)

NakĢi Hâki Dersleri 855

Okunarak zikre baĢlar. Ele alınan tesbihin her bir tanesi için ―Lâ Ġlâhe Ġl-

la‘llâh‖ ٱلله denir ve her tesbih yüze tamamlandıktan sonra لإ ال ه الإ

―Lâ Ġlâhe Ġlla‘llâh Muhammed-ür Rasûlüllah‖

د رسول ٱلله لإ الـه الإ الله محم

Denir. Her fasulye için 100 Kelime-i Tevhit okunur.

Neticede 70.000 adet söylenmiĢ olur.

70 BĠN KELĠME-Ġ TEVHĠDĠN FAZĠLETĠ

―Bir kimse, kendisi veya baĢkası için yetmiĢ bin adet kelime-i tevhîd

(kelime-i tayyibe) okursa, günahları afv olur.‖ 1491

―Hatm-i tehlîl yapıp, sevabını ölülerin ruhlarına hediye etmek çok

faydalıdır.‖ 1492

Mazhâr-ı Cân-ı Cânân Hazretleri, bir kadının kabri yanına oturmuĢtu.

Kabre yüzünü dönüp, hatırına baĢka bir Ģey getirmeyip; yalnız onu düĢündü.

―Bu mezarda Cehennem ateĢi var. Kadının imanlı olmasından Ģüphe

ediyorum. Ruhuna, hatm-i tehlîl sevabı bağıĢlayacağım. Ġmanı varsa,

afv olur‖ buyurdu. Hatm-i tehlil‘in sevabını bağıĢladıktan sonra; ―Elham-

dülillah imanı varmıĢ, kelime-i tayyibe tesirini gösterip azabtan kurtul-

du‖ buyurdu.

FAĠDELĠ BĠLGĠ

ÜVEYSĠ OLANLAR ĠÇĠN LATĠFELERDEKĠ LAFZÂ-Ġ CELÂL

ZĠKRĠ SÜLÛK ÇIKARMADAKĠ USÛL

Bu zikirlere zaman tayin etmek yanlıĢ uygulama olur. Çünkü her kiĢinin

kabiliyeti ve istidâtı farklı olduğu gibi mânevî durumuda ayrıcalık gösterir.

Büyükler içerisinde bir anda sülûk derslerini ikmal etmiĢ kiĢiler, Lafzâ-i

Celâl Zikr-i yapmadan kelime-i tevhid zikrine geçenler çok olmuĢtur. Dersi-

ni aldığı saatin akabinde hemen bir üst derse geçen olduğu gibi senelerce

aynı derste müdâvim olanlar da bulunmaktadır. Bu konuda önemli olan insan

olabilmektir.

Mehmet ġen Veli kaddese‘llâhü sırrahu‘l-aziz Efendinin yazdığı Evrad-ı

Bahaiye açıklamasındaki kitapta zaman ile kayıtlı zikir adetleri vardır. Bu

konuyuda almayı uygun gördük. Çünkü bazı ihvan eğer bu türlü kitaplar ile

zikir talim ederse usül konusunda bî-haber olmasın. Çünkü zamanımızın

iptilaları arttığı gibi hileside kuvvetlenmiĢtir.

Kabiliyyet kazanana kadar kalbte bin defa ―Allah‖ de. (Çünkü diğer

letaiflerin nazarları (bakıĢ) yerleri makamları olduğu halde ruhun dıĢın-

dakileri zikirleri kalpdedir.)

1491

(Hadîs-i ġerîf-Makâmât-ı Mazhariyye) 1492

Ġmam Rabbânî Ahmed Farukî kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz

856 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

En az 2 ay kalbde 2 bin defa ―Allah‖ denir.

En az 3 ay sonra kalbten ruha nazar et. Ruh da 3 bin defa ―Allah‖

denir.

En az 4 ay sonra sırra nazar et. 4 bin defa kalbde ―Allah‖ denir.

En az 5 ay sonra hâfiye nazar et. 5 bin defa kalbde ―Allah‖ denir.

En az 6 ay sonra ahfâya nazar et 6 bin defa kalbde ―Allah‖ denir.

En az 7 ay sonra nefsi natıkaya nazar et, 7 bin defa ―Allah‖ de 40

gün böyle çalıĢ.

40 gün sonra nefesini topla nefsi natıkaya nazar et. 7 bin defa ―Al-

lah‖ de

40 gün nefesini topla ruha nazar et. 3 bin defa ―Allah‖ de.

4 ay sonra nefesini topla hafîye nazar et. 4 bin defa ―Allah‖ de.

5 ay sonra nefesini topla ahfâya nazaret 5 bin defa Allah de.

(MürĢid kabiliyetli ihvana bir derste bu letâifleri fasılalarla ta-

rif ederek ve uygulatarak da geçirtebilir.)

40 gün nefesini topla olduğu halde bir nefeste 21 defa ―lailâhe il-

la‘llah‖ de. Sayısız yirmi birer defa çok çok gece gündüz vakit buldukça

de.

21 günde böyle devam et.

Bu yirmi 21 günden sonra tenha bir evde selamet yerde yetmiĢ bin

defa ―lailâhe illa‘llah‖ de.

Bundan sonra mülahaza-i nakıĢ ki kendi vücudundaki yazılı olan

―lailâhe illa‘llah‖ kelimesini nefy u isbat dersindeki tarif üzere oku.

On günde böyle devam et sayısız fasılasız oku.(Sülûk çıkarma)

On gün sonra bol yemek yap ihvanı yarana ziyafet ver dostlarına komĢu-

larına düğün gibi sürurlu semaver yak muhabbetli hayatta en mukaddes bir

günün olduğuna sevin bütün hayatın bedeli bir günün olduğuna inan ve bil

ona göre Rabbine Ģükret ve hamdü senada ol...1493

10.DERS:

MURAKABE-i EHÂDĠYYET

(Birinci kat semanın üstünde bin defa kelime-i tevhid okunması ve

ondan sonra aynı yerde murakabe yapılması)

Hediye, feyz talep edilerek ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden

füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti

ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin

ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

1493

ġen, Mehmet Veli, Evrâd-ı Bahaiye, Sivas, 1976, s. 15

NakĢi Hâki Dersleri 857

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efendi-

mizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde kal-

binden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç, nefsi

natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi bir

kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Birinci kat semanın bütün ma-

kamlarında kelime-i tevhidi yazılı olarak gör. Burada bin defa lisanen ve

kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada

―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diye-

rek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir ve yeryüzüne inilir.

Ehâdiyyet Murakabesi

Zikir bitince

―Ya Rabbi nefsimi ve on sekiz bin âlemi ġah-ı NakĢibend Efendimi-

zin ruhaniyetinde fani bildim. ġah Efendimizin ruhaniyetini Ebûbekir

radiyallâhü anh Sıddîk‘ul Azam radiyallâhü anh Efendimizin ruhaniye-

tinde fani bildim. Siddîk‘ul Âzam radiyallâhü anh Efendimizin ruhani-

yetini Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhaniyetinde fani bildim.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin ruhaniyetini Ehadiy-

yet-i Ġlâhiyyende fani bildim, Ya Rabbi!‖ duasını eder ve murakabe yapar.

احد ٱلله وهو 1494

âyet-i kerîmesini düĢünür.

Murakabe, bir yokluğa düĢmek kendini Ġrade-i Ġlahiyyede yok etmek

demektir. Kâinatın hal ve hareketlerini Allah Teâlâ‘dan bilmek ve tefekkür

ve düĢüncelerinle O‘nu bulmak ve bilmektir. Ġhvan mürĢit vasıtasıyla Allah

Teâlâ‘ya teveccüh ederek; ihsan ve lütuf denizinden feyz talebiyle sanki

Allah Teâlâ huzurunda, Allah Teâlâ‘ya yönelmesidir.

11. DERS:

SEYRĠ MÜSTETĠR

(Yedinci kat gökte üstünde bin defa kelime-i tevhid okunması ve on-

dan sonra aynı yerde murakabe yapılması)

Hediye, feyz talep edilerek ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden

füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti

ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin

ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;

1494

―O Allah bir tektir.‖ (Ġhlâs, 1)

858 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat semanın bütün

makamlarında kelime-i tevhidi yazılı olarak gör. Burada bin defa lisanen ve

kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada

―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diye-

rek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir ve yeryüzüne inilir.

Seyr-i Müstetir Murakabesi

Yedinci kat sema‘nın bütün makamlarda Kelime-i Tevhidi yazılı olarak

düĢünüp ruhun ileriki tevhid makamlarında yükselme iĢtiyakı ve kabiliyetini

artırarak Allah Teâlâ‘nın yarattığı kâinatın büyüklüğünü ve gizli örtülmüĢ

sırları müĢahede etmektir. (MüĢahede ettiğini düĢünmektir)

12. DERS:

SEYRĠ MÜSTEDĠL

Hediye, feyz talep edilerek ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden

füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti

ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin

ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema üzerinde-

ki fezâ-i tevhid meydanına gir her ―lailâhe illa‘llah‖ kelimesinde dönerek

ve yükselerek bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zik-

reder. . Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muhammedün

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra murakabesi

NakĢi Hâki Dersleri 859

îfa edilir ve yeryüzüne inilir.

Seyri Müstedil Murakabesi

Fezâ-i tevhid meydanında dönerek, yükselerek ve bütün makamlarda Ke-

lime-i Tevhidi bütün makamlarında yazılı olarak düĢünüp makamlarında

Allah Teâlâ‘nın yarattığı kâinatın büyüklüğünü ve gizli örtülmüĢ sırları mü-

Ģahede etmektir. (MüĢahede ettiğini düĢünmektir)

VĠLÂYETĠ SUĞRA ( Küçük Velâyet)

Velâyeti suğrâ (küçük velilik) dairesi Allah Teâlâ‘nın isim ve sıfatının

gölgesindeki mânevî yolculuğa denir.

Velâyeti suğrâ‘nın alâmeti, melekût âlemine yöneliĢin yok olma ve o

âlemi altı yön (doğu, batı, kuzey, güney, alt ve üst) ile kuĢatıp, kalbi, velâye-

ti suğra dairesine kavuĢmaktır. Temsili bir düĢünce ile beĢeri vücudun ve

bütün varlığın Allah Teâlâ‘nın varlığı ile beraberliğini görmek de esma ve

sıfatın gölgesinde seyr‘in iĢaretidir.

Esma ve sıfat‘ın gölgelerinin dairesi, nebiler ve veliler hariç, bütün varlı-

ğın var oluĢlarının baĢlangıç noktasıdır. Allah-ü Teâlâ‘nın, yarattığı bütün

varlığa varlık tecellisi, esmâ ve sıfatının gölgelerinin tecellilerinden ulaĢır. O

gölge tecelliler, kendi zatî varlığı ile bütün yarattıkları arasında bir vasıtadır.

O‘nun esma ve sıfatının tecellilerinin gölgesi olmasa varlık meydana gel-

mez, O‘ndan baĢka her Ģey daha önceden olduğu gibi âdem (yok) olurdu.

Kemâl sıfatlar sahibi Allah Teâlâ, yarattıklarından hiç bir Ģeye muhtaç

değildir. Kâinatı var ediĢi de ona muhtaç oluĢundan dolayı değildir. Kur‘an-ı

Kerim‘de de ifade buyurduğu gibi:

―Allah Teâlâ, yarattıklarından hiç bir Ģeye muhtaç değildir‖ 1495

Her Ģahsa Allah Teâlâ‘nın feyiz ve kemâlâtı, o Ģahsın yaratılıĢındaki Ģah-

sına ait hakikâti vasıtasıyla gelir. Tasavvufî terbiyede Necmeddin Kübra

kuddise sırruhu‘l-azîzin ―Allah Teâlâ‘ya giden yollar, mahlûkatın alıp verdi-

ği nefeslerin adedi kadar çoktur‖ 1496

sözü, esma ve sıfat‘ın tecellilerine ait

gölgelere iĢarettir.

Buradaki ―mahlûkatın nefesleri kadar‖ tabiri, yolların çokluğundan kina-

ye olarak kullanılmaktadır. Dolayısı ile esma ve sıfatın gölgelerinin tecellile-

rindeki çokluğu da ifade etmektedir.

Bir lâtife, velâyeti suğra dairesine dâhil olduğu zaman, aslının aslında ve

hakikâtinde fena bulur. (Yani: esma ve sıfatın tecellilerinin gölgeleri, bu

tecellilerin bizzat kendilerinde fena bulur (yokluğa erer) demektir). ĠĢte o

zaman hakikâtinde yok olmakla bekaya ulaĢmıĢ olur.

1495

(Ankebût,6) 1496

Hazinî, Cevahiru‘l Ebrâr min Emvâc-ı Bihâr, Yesevî Menâkıpnâmesi, Cihan

Okuyucu, Kayseri, 1995, s.56

860 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

13. DERS:

TECELLĠ-Ġ SIFAT-I EF‘ÂL DAĠRESĠ

Âdem aleyhisselâmın tahtında ve Kalb‗in arĢ-ı âlâ‘daki aslı ve karĢılığı-

dır.

Hediye, feyz talep edilerek ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden

füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti

ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin

ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘da kalbin karĢılığına gelen makamda bin

defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz ba-

Ģında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aley-

hi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir ve yeryüzüne

inilir.

Tecell-i Sıfat-ı Ef‘âlin Murakabesi

خلقكم ومإ تعملون ٱلله و ―Allâh sizi ve amelinizi yarattı.‖ (Saffat, 96) âyet-i

celîlesinin manâsını murâkebesinde tefekkür eder.

Allah Teâlâ fiillerinde birdir. Görünen ve görünmeyen mülkünde O‘ndan

baĢka fail yoktur ve her Ģey ilâhî takdiri üzerine yürümektedir. Bu makamı

zevk edenler neticede tevekkül sahibi olur, halka karĢı ihtirası olmaz. Kendi

nefislerine fark, âleme ise, cem‘ nazarı ile bakarlar.

Fiillerin birliği anlamına geldiğinden Ģeriat ve tarîkat gerekleri yerine ge-

tirilir. Bu mertebeye gelebilmek için ihvan, her Ģeyden önce dıĢ ve iç temiz-

liğini sağlaması gerekir. DıĢ temizliğini su ile yaparken (abdest, gusül gibi),

iç temizliğini de devamlı zikir ile gerçekleĢtirir.

Bundan sonra hakikât bilgilerinin elde edilip uygulanması gelmektedir.

Fiillerin hepsini yani bize nisbetle iyisini de kötüsünü de Hakk‘a nisbet et-

mek esastır. Çünkü onların iyiliği ve kötülüğü bize göredir. Yoksa Hakk‘a

nisbet edildiğinde hepsi hayırdır ve isimlendirilmemiĢtir. Fiillerin iyiliği ve

NakĢi Hâki Dersleri 861

fenalığı, kula nisbet edildiğinde belirlenir ve bu zamanda, iyi ve kötü diye

adlandırılır.

Ehlullâh, fiilleri Hakk‘a nisbet eder. Meselâ; Allah zina etti demez. Zîra

zîna ismini ortaya çıkaran bu fiilin kula nisbet edilmesidir. Eğer bu fiil kula

nisbet edilmeseydi, o fiilin adı belli olmaz, iyilik ve kötülükten biriyle hük-

molunmazdı.

Fiillerin Allah Teâlâ‘ya ait olduğunu Ģu âyet-i kerimelerden anlaĢılır.

Ġhvanın bu zevki devamlı müĢahede edebilmesi için, kendisine telkin edi-

len Tevhid zikrinde bir rabıta verilir. Bu mertebenin rabıtası Lâ Fâile il-

lallâh‘tır. (Gerçekte bütün iĢleri yapan, ancak Allah Teâlâ‘dır) Eğer ihvan,

nefisle olup fiilleri Allah Teâlâ‘ya nisbet etmeyip kendisinde görürse, o za-

man ayrılıkta yani ikilikte kalır.

Ef‘al derslerinde aĢkın halleri vardır. Hakiki iman, tevhidi ef‘al maka-

mından baĢlar.

14. DERS:

TECELLĠ-Ġ SIFAT-I SUBÛTĠYYE DAĠRESĠ

Ġbrahim aleyhisselam ve Nuh aleyhisselam tahtında ve Ruh‘un arĢ-ı

âlâ‘daki aslı ve karĢılığıdır.

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘da ruhun karĢılığına gelen makamda bin

defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz ba-

Ģında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aley-

hi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir ve yeryüzüne

inilir.

862 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Tecell-i Sıfat-ı Subûtiyyenin Murakabesi Kalb âleminde kulun iĢleri, ef‘al-i ilâhi karĢısında yok olduğu gibi, rûh

âlemimizde de iĢitme, görme, duyma, ilim ve benzeri sıfatlarımız, Allah

Teâlâ‘nın sıfatları içerisinde mahvoluncaya kadar murakabesine devam eder

Sıfat, gayba aittir ve meydana gelmeden öncedir. Meydana gelince, dün-

ya âleminde isimlenir. Ruh latifesinin fenâsı, Allah Teâlâ‘ya mahsus bulunan

Sıfatı Sübûtiyyenin tecellilerinde olur.

Hayat, ilim, irade, kudret, semi‘, basar ve kelâm Hakk‘ındır. Yani; diri

olan, iĢiten, gören, söyleyen, irade eden ve yegâne kudret sahibi Allah

Teâlâ‘dır. Burada ihvan, zevken bu sıfatlar ile mevsuf olanın ancak Allah

Teâlâ olduğunu bilecektir.

Böylelikle kul iĢitme, görme, gibi bütün sıfatların gerçekte, mutlak

mânâları ile Allah Teâlâ‘ya âit olduğunu kabul eder.

Artık insan ruhu ―fenâfîs-sıfât‖ (Allah Teâlâ‘nın sıfat makamlarında yok

olma) denen makama doğru yükselmeğe baĢlar.

Ruh yükselirken, Allah Teâlâ‘nın velilerinin rûh makamlarından. Hz.

Ġbrâhîm ile Hz. Nuh aleyhisselâmın rûh makamına doğru yükselir. O zaman

inancı kemâle erer ve kul Hz. Ġbrahim aleyhisselâmın ateĢe atılırken yardı-

mına koĢan Cebrâil aleyhisselâma ―Çekil, Rabbimle benim arama girme.

Beni benden iyi bilen, senden de daha çok güzel yardım edendir‖ makamına

adımını atar. Böylelikle o makamdaki nebi aleyhimüsselâm ve diğer varlık-

ların rûhanıyetiyle birlikte Allah Teâlâ‘yı zikretme Ģerefine nail olur.

Bu ruh makamındaki kul Allah Teâlâ‘yı hakkıyla zikredince Allah

Teâlâ‘ya olan muhabbeti damarındaki kana ve vücudundaki zerrelere intikal

eder ve sahip olduğu muhabbet duygusu, içine sığmaz hale gelir ve Ġçindeki

arayıĢ yeniden tazelenir.

Kul sevdiğini en güzel sıfatlarıyla öğrenip tanıyınca: ―âh sesini duysam,

zâtını görsem, eserlerinde onu müĢahede edebilsem!‖ diye arayıĢa geçer.

Mutlak sevgiliye onu götürecek delilleri ve elinden tutup yol gösterecek

olanları arar.

Tıpkı Hz. Mûsâ aleyhisselâmın Fir‘avun‘un Ģerrinden kaçıp Medyen‘de

Hz. ġuayb aleyhisselâma sığındıktan sonra, kıĢın karlı ve soğuk günlerinde

geri dönerken çölde yolunu kaybetmiĢ. Nasıl kurtulacağını düĢünürken ken-

disine uzaktan bir ıĢık görünmüĢ ve onu ateĢ zannetmiĢ. Aile efradına ―Otu-

run bana bir kıvılcım parıltısı gibi bir ıĢık göründü. Gideyim, ya ıĢığın ya-

nında yolu bilen birini bulurum ya da bir miktar ateĢ alır gelirim, yakıp ısını-

rız.‖ gibi.

Tıpkı Hz. Mûsâ aleyhisselâmın gördüğü ıĢığın yanına giderken ıĢık da bir

ağacın içine doğru girer. Hz. Mûsâ aleyhisselâm ağaçtan gelen ―ĠĢte ben Al-

lah‘ım‖ sedasını duyduğu an rûh âleminin derinliklerinde müĢahedeler te-

cellî eder, gibi.

Rabb‘ini duymanın, O‘na kavuĢmanın ve O‘nu görmenin muhabbeti, ku-

lun ruhuna hâkim olunca Hz. Musa‘nın aleyhisselâm sır makamına adım

atma fırsatını Allah Teâlâ‘nın lütfü ile elde etmiĢ olur ve ihvân ruhunda Al-

NakĢi Hâki Dersleri 863

lah Teâlâ‘dan tecellî eden ilim ıĢığına doğru azimle yaklaĢmaya gayret eder.

Ġhvan, varlığa ait bulunan bütün bu sıfatların Allah Teâlâ‘ya ait sıfatlar

olduğunu müĢahede eder. Varlığın aslı bütün sıfatların da aslıdır. Ġhvan,

zikrederken sıfat-ı subûtiyyenin Allah Teâlâ‘nın olduğunu tefekkür ederek

kemal sıfatları Allah Teâlâ‘ya nisbet eder ve iç âleminde istikrar sağlar.

Bu makam Tufan (karıĢıklık) ve narî (yakıcı) dır. Durum böyle olunca,

ihvan bu makamda hem kendi varlığını, hem de Allah Teâlâ‘dan baĢka var-

lığı iddia edilen her Ģeyin varlığını reddeder.

Bu makamdan ihvâna da, Ġbrahimî meĢrep (Ġbrahim aleyhisselâm meĢre-

binde) denilir.

15. DERS:

TECELLĠ-Ġ ġUÛNÂT-I ZÂTĠYYE1497

DAĠRESĠ

Musa aleyhisselam tahtında ve Sır‘ın arĢ-ı âlâ‘daki aslı ve karĢılığıdır.

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

1497

―Hakk‘ın zatı, bütün bağlılıklardan, itibardan tecerrüdü, kendisinin hiçbir Ģeye,

hiçbir Ģeyin de kendisine münasebeti olmadığı mertebe hakkında hiçbir Ģey söyle-

nemez. Hakk‘ın halka, halkın da Hakk‘a bağlı bulunduğu mertebede ise, Allah

Teâlâ‘nın zatına haller ve sıfatlar nisbet edilir. Çünkü halk, Hakk‘ın görünme ve

meydana çıkma yerleridir. Rıza, gazap, icabet, sevinç vb. gibi Ģeyler ki, bunlara

Ģuun denmiĢtir. Her müessirde birtakım sıfatlar vardır ki, bunlar, O‘ndaki ülûhiyyet

mertebesidir. Bu mertebenin kabz, bast, yaĢatma, öldürme, kahr vs. gibi Ģeylere

mahsus halleri vardır. Bunlar mertebenin hükümleridir. Bu genel mukaddimeyi bil

ki, Allah Teâlâ‘nın izniyle yararlanasın.‖ (Sadrettin Konevi‘nin Fatiha Tefsirinden)

(Ġrfan sofraları, 19. sofra, Niyazi Mısri, Süleyman ATEġ, 1971, s.53)

864 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘da sırrın karĢılığına gelen makamda bin

defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz ba-

Ģında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aley-

hi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir ve yeryüzüne

inilir.

Tecell-i ġuûnât-ı Zâtiyyenin Murakabesi ―...O‘nun zâtından baĢka her Ģey helak olacaktır...‖

1498 âyet-i celîle-

sinin manâsını murâkebesinde tefekkür eder.

Bu makam Hz. Mûsâ aleyhisselâmın aleyhisselâmın kâdem-i Ģerifleri-

nin1499

altındadır. Yani bu makam Hz. Musa‘nın aleyhisselâmın adım attığı

bir makamdır. Cenâb-ı Allah Kur‘ân-ı Kerîm‘de:

―Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte (Tur‘a) gelip de Rabb‘i onunla konuĢunca

―Rabb‘im! Bana (kendini) göster; seni göreyim!‖ dedi. (Rabb‘i): ―Sen beni

asla göremezsin. Fakat Ģu dağa bak. Eğer o yerinde durabilirse sen de beni

göreceksin!‖ buyurdu. Rabb‘i o dağa tecellî edince onu paramparça etti,

Mûsâ da baygın düĢtü. Ayılınca dedi ki. Seni noksan sıfatlardan tenzih ede-

rim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.‖ 1500

Buyurmaktadır.

Nasıl ki Hz. Mûsâ aleyhisselâm âyet-i kerimede beyân edildiği üzere ―Ya

Rab! zâtını bana göster, seni göreyim‖ deyince Allah Teâlâ ―Beni fâni göz-

lerinle göremezsin; dağa bak, dağı görürsen, beni de görürsün.‖ der. Hz.

Mûsâ aleyhisselâm dağa bakınca, nazarından her Ģey kayboldu. Çünkü te-

cellî-i ilâhinin karĢısında bütün âlemler bir zerre kadar olmadığı için, tecellî-

i irâde zuhur edînce, bütün varlıklar kendi küçüklüğünü idrâk ederler.

Kul, bu büyüklük karĢısında zerre misâli olan kâinatında idrâk edileme-

yecek zerreler, parçacıklar hâline geldiğini anlayınca, her ġey ona yok hâlin-

de görülür. Yıldızlar geceleyin görülür, ama güneĢ doğunca görünmez hâle

geldikleri gibi, bu makama yükselen insanlarda tecellî-i ilâhî nuru altında

iken var olanlar, yok hâline gelirler ve ―fenâfillâh‖ denilen makam zuhur

eder.

Ġhvân, bu makamda bütün zerrelerle Allah Teâlâ‘yı zikretmeğe baĢlar ve

her Ģeyin sıfât-ı ilâhî içerisinde mahvolduğunu idrâk eder.

Artık ihvân, büyük bir hayranlık içerisinde seyrettiği zerrelerin zikir

zevklerinin idrâkıyla Allah Teâlâ‘yı zikreder. Bu zevk sarhoĢluğundan ayı-

lınca Hz. Musa aleyhisselâmın kendine geldiğinde yaptığı gibi, Cenâb-ı

Hakkı müĢahede ederek, Allah Teâlâ‘nın zât-ı ilâhîsinin sonsuz ve sınırsız

olduğunu gerçek manada idrâk edip; Hz. Musa‘nın aleyhisselâmın:

―Ya Rab, ben tevbe ettim, senin varlığının hakikatini gözler ihata ede-

1498

(Kasas, 88) 1499

Burada geçen (kâdem-i Ģerif) ayaklardan maksat sünnet ve tarikattır. Bu latife-

lerden biriyle kendisinde bir terakki hâsıl olup adı geçen hal ve durumlardan biri

zuhur ederse aynı latifeyi ayağı altında bulunduran nebînin meĢrebi üzerinde sayılır. 1500

( A‘raf, 143)

NakĢi Hâki Dersleri 865

mez, görmenin sınırı içine alamaz olduğuna ben iman ettim.‖ dediği gibi kul

da Allah Teâlâ‘nın zât ve sıfatlarının sınırsız olduğunu idrâk etmeğe baĢlar.

Sonsuz bir zikir ile Allah Teâlâ‘yı zikreden kul, hayranlıklar içerisinde

kalır. Kul bu makamda; Hz Musa‘nın aleyhisselâmın Medyen‘den gelirken

çölde yolunu kaybedip soğuk bir havuda kurtuluĢu için bir yol veya yol gös-

terecek olan birisini ararken, uzaktan kendisine bir ıĢık görüldüğü gibi zikir

ehli olan sâlikde de lutf-u ilâhi olarak, ilâhi tecellîler zuhur etmeye baĢlaya-

bilir. Bu tecellîyâtın nereden, nasıl olacağını tesbit etmek mümkün olmaz.

Hz. Mûsâ aleyhisselâm etrafa bakarken ailesine, ―Bana bir ıĢık görünü-

yor, ben oradan ya biraz ateĢ alıp buraya gelirim, ateĢ yakar sizi ısıtırım veya

yol gösteren birisini bulurum.‖ deyip ıĢığa doğru giderken; ıĢık da ondan

uzaklaĢıyordu. Nihâyet ıĢık bir ağaçtan ona görünür ve kendisine ―ben senin

Rabb‘ınım‖ der. Bu hitapla Hz. Mûsâ aleyhisselâm ilâhi kelâmın tecellîsine

mazhar olduğu gibi, bu makamdaki ihvân de manevî zevkin muhabbet cez-

belerinin hayranlıkları içerisindeyken, Allah Teâlâ hakikatlerin yüzünden

perdeleri kaldırır ve hakkı hak olarak, bâtılı da bâtıl olarak görmeyi ona na-

sip eder.

Hz. Musa aleyhisselâmnın Rabb‘ıyla yaptığı bu konuĢmanın ardından

Fır‘avun‘a davetçi olarak gönderildiği gibi, ihvân de hakikatleri nefsine teb-

liğ etmek üzere bir mücadeleye bir davete baĢlamıĢ olur.

Bu mücadelede insan ruhu Ģahit olduğu hayranlıklar içerisinde mücadele-

sini sürdürürken ay ve güneĢi bulutların kapattığı gibi hakikatlerin üzerini de

dalâlet ve ĢaĢkınlık bulutları gelir kaplar.

Bu durumdaki kulun keĢf-i hakikiye geçmesi için mevlâsını çok zikret-

meye ihtiyacı vardır. Kul Cenâb-ı Hak‘kın sıfât-ı selbiyelerinin tecellîsine

mazhar olamayınca hakikatin yüzündeki cehalet bulutlarının uzaklaĢması

mümkün değildir. Bu bulutların dağılması bir sonraki derste olur.

16. DERS:

TECELLĠ-Ġ ġUÛNÂTI SIFAT-I SELBĠYYE DAĠRESĠ

Ġsa aleyhisselâmın tahtında ve Hafî‘nin arĢ-ı âlâ‘daki aslı ve karĢılığıdır.

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat ve

rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni Fahri

âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniyetine inzal

ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖

866 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘da hafî‘nin karĢılığına gelen makamda

bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz

baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir ve yeryüzü-

ne inilir.

Tecell-i Sıfat-ı Selbiyye Murakabesi ―...O‘nun benzeri hiçbir Ģey yoktur. O iĢitendir, görendir.‘‘

1501 âyet-i

celîlesinin manâsını murâkebesinde tefekkür eder.

Ġhvân bu makamda ĢaĢkınlıklar ve hayretler içerisinde, Allah Teâlâ‘nın

sıfatlarıyla diğer varlıkların sıfatlan arasında hiç benzerlik olmadığını, ger-

çek manâda idrâk eder.

Ġnsan görür, Allah Teâlâ‘nın da görme sıfatı vardır. Ama bunlar birbirle-

rine hiç benzemezler; Ġnsan bir tarafa bakarken meĢgul olduğu için, diğer

yönleri göremez. Allah Teâlâ‘nın görmesi ise, böyle değildir. O her Ģeyi bir

anda ve birbirine karıĢtırmadan görür.

Allah Teâlâ‘nın iĢitmesi de bizim gibi değildir. Bizi, dinlediğimiz her-

hangi bir ses meĢgul eder, diğerini duymaya veya idrâk etmeye gücümüz

yetmez. Allah Teâlâ‘nın duyması ise böyle değildir. O, bütün sedaları birbi-

rine karıĢtırmadan, bir anda dinler. Allah Teâlâ‘nın bütün sıfatları bu misâl-

lerde belirtildiği gibi Ģümullüdür.

Ġhvân, bu makamda, bu düĢünce ile Allah Teâlâ‘yı tefekkür edînce, Allah

Teâlâ‘nın sıfatlarıyla, kendi arasındaki cehalet bulutları yavaĢ yavaĢ dağıl-

maya baĢlayarak Allah Teâlâ‘nın zâtında benzeri olmadığı gibi, sıfatlarında

da benzeri olmadığının hakikati, kalbinde yerleĢir.

Bu makamda zuhur eden nûr siyah bir renktedir. Çünkü kul yaĢadığı ka-

ranlıklar ve hayranlıklar içerisinden kurtulması için yine zikrullaha muhtaç-

tır.

Bu makam Hz. Ġsa aleyhisselâmın kâdem-i Ģerifi altındadır. Yani bu ma-

kamda hakkıyla Allah Teâlâ‘yı zikreden Hz. Ġsa aleyhisselâmdır. Hz. Ġsâ

aleyhisselâmın bu makamda mazhar olduğu haller, bu makama yükselen in-

sanlarda da zuhur edebilir.

Ġhvân bu makamlardan yükselirken mevlâsını sıfatlarıyla tanıyıp hakkıyla

zikretmeye baĢlar. Mevlâsını hakkıyla zikredince, Rabbi de onu sever, o da

mevlasının muhabbet cezbelerine kapılır. Çünkü Allah Teâlâ kulunu sevince

kul da o muhabbet cezbeleri ile Allah Teâlâ‘ya doğru yaklaĢır. Kafesteki

1501

(ġura,11)

NakĢi Hâki Dersleri 867

bülbüller gibi, Allah Teâlâ‘nın varlığını azamet ve kudretini tefekkür ederek

zikretmeğe baĢlayınca, ihvânın ruhu mânevi zevklerin merkezi hâline gelir.

Kul (zakir) kalbine yerleĢtirdiği ve sığındığı diğer ilâhları terk ederek

gerçek Mevlâsına teveccüh eder. Dünyanın süslenmiĢ, yaldızlanmıĢ malı,

mülkü, makamı, mevki‘si ve aile yuvası Rabbi‘yle arasına girerek onu

Rabb‘inden ayıramaz. Artık kulun mi‘râç gecesi yaklaĢır. Rûh mi‘râç etmek,

mevlâsına kavuĢmak için bütün gücünü kullanmaya azim ve gayret sarf et-

meye karar verir.

Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz mi‘râç gecesinde

muhabbet cezbeleri ile yanıp kavrulmuĢ olarak Beytullahın karĢısında hâzin

hâzin beklediği gibi; kul da Rabb‘ul Ġzzetin muhabbet kapısında kalbi

muhâbbetullahla piĢmiĢ, kebap olmuĢ bir Ģekilde, imkânsızlıklar içerisinde

beklemeğe baĢlar.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem sabırsızlık ve imkânsızlıklar içeri-

sinde beklerken Cebrail aleyhisselâm geldi. Burağı getirdi ve:

―Sevdiğin, gerçek manâda dostun olan Allah Teâlâ seni davet ediyor.

Kalk Burağ‘a bin,‖ dediği an Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendi-

miz yola çıktığı gibi, etrafındakileri görmek için sağa sola baĢını çevirmeyip

Kâbe-i Muazzama‘dan Mescidi Aksâ‘ya doğru giderken sağına ve soluna

değiĢik varlıklar geldi canlandı, ağladılar, güldüler, süslendiler ve: ―Ne olur

lütfet ve bize bak,‖ dediler. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ise baĢını

hiç bir tarafa çevirmeden maksuduna ulaĢmak için yoluna devam ettiği gibi;

ihvâna da Allah Teâlâ‘nın yardımı yetiĢir ve Mevlâsı ona bir dostunu, mür-

Ģid olarak gönderir. O mürĢid Cebrail aleyhisselâm gibi, ihvâna hizmetçi

olur ve ihvâna kendisini Hakk‘a ulaĢtıracak en kısa yolu gösterir. Ġhvân;

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Mescidi Aksa‘da bütün enbiyâların

ervâhlarıyla buluĢtuğu gibi, bu makamdaki ihvânda enbiyâların ve evliyâul-

lahın ervâhıyla buluĢur.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Mekke‘den Mescidi Aksâ‘ya kadar

Burak üzerinde, Mescidi Aksâ‘dan Sidre-i Müntehâ‘ya kadar değiĢik vasıta-

larla giderken Cebrail aleyhisselâmın ona rehberlik ettiği gibi; ihvânın da bu

yolculuğu tamamlayabilmesi için bir yol göstericiye, mürĢide ihtiyacı vardır.

Ġhvân; hâfî makamında beden vasıtasını bırakır, mürĢidin yerini de mu-

habbeti ilâhi alır. Sevgililer sevgilisi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

rûh yolculuğu yapma kemâlâtına erince ihvâna bir sonraki verilir.

17. DERS:

TECELLĠ-Ġ ġAN-I CAMĠ-Ġ ĠLMĠ ĠLAHĠ DAĠRESĠ

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin tahtında ahfâ‘nın arĢ-ı âlâ‘daki

aslı ve karĢılığıdır.

868 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘da ahfâ‘nın karĢılığına gelen makamda

bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz

baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir ve yeryüzü-

ne inilir.

Tecelli-i ġan-ı Cami-i Ġlmi Ġlâhî‘nin Murakabesi

Murakabesinde Cenâb-ı Hak‘tan feyz nurunun bizatihi Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve sellem ahfâsına tecellî edip oradan da ihvânın ahfâsına yeĢil

bir nûr Ģeklinde tecellî ettiğini ve ―Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.‖ 1502

âyet-i celîlesinin manâsını düĢünür.

Bu makamda kul gerçek rûhâni mi‘râç makamına yükselmiĢ olur.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Cenâb-ı Hak ―Sen‖ diye seslendiği

gibi, ihvân da Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin karĢısında

―Sen‖ hitabına muhâtap olarak oturmuĢ olur.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem nuru. Cenâb-ı Hak‘kın sıfatlarının

bir tecellî aynası olduğu için ihvân, burada feyzi vasıtasız olarak Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellemden alır.

Ġhvân, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme tam olarak ittiba etmenin

yollarını bütün imkânlarıyla araĢtırır. Çünkü bu makam, hakikat makamı

olup burada ilim Hakk‘a intikal eder, îmân; taklitten tahkike doğru yönelir.

Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem mi‘raç gecesinde, bütün

âlemleri cennet ve cehennemleri görerek ilm-i yakînden, aynel yakîn maka-

mına geçmiĢti. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ―ayn‘el-yakîn‖ maka-

mından bakarak; Allah Teâlâ‘nın, kâinatın yaratılıĢı için; ―ol‖ dediği sedayı

duymuĢ, kâinatın yaratılıĢını ve yok oluĢunu, ―hakk‘el-yakîn‖ olarak müĢa-

hede etmiĢtir.

1502

(Kalem, 4)

NakĢi Hâki Dersleri 869

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme gerçek manâda ittiba‘ edip ahfâ

makamına çıkan, bu makamda muhabbet cezbeleri ile Allah Teâlâ‘yı zikre-

den ihvân da ―rûh-î cüz‘den rûh-î kül‘e‖ doğru sefer yapmıĢ olur.

―Rûh-î kül,‖ Rûh-î Muhammed‘dir (sallallâhü aleyhi ve sellem) ArĢ,

Kürs, Levh, Kalem, zerre ve kürre o ruhtan yaratılmıĢtır. Ġhvân artık yıldızla-

rın güneĢin ıĢığında kaybolduğu gibi rûh-i küllün içerisinde yok olup

muhâbbetullah ve muhâbbet-i Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem içeri-

sinde fânî olmayı arzuladığı bir makama gelmiĢ olur. Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellem, Cebrail aleyhisselâm ile sidre-i müntehâya vardıkları za-

man, Cebrail aleyhisselâm Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendi-

miz‘e;

―Ya Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ben buradan Öteye geçemem.

Buradan ileri geçmek istersem mahvolurum.‖ der. Bunun üzerine Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellem

―Ey Cebrail aleyhisselâm, buraya kadar beni sen mi götürdün ki? Beni

buraya muhabbet cezbeleri götürdü. Sen olmasan dahî benim baĢka bir tarafa

gitme kudret ve imkânım yoktu‖ der. Bu noktada rehber olarak gelen Cebrail

aleyhisselâm, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden ayrılır.

Bu makama yükselen kemalât sahibi zikir ehlini mürĢidler muhâbbetulla-

ha teslim ederler. Yûnus Emre‘yi, Ģeyhinin dergâhtan uzaklaĢtırması gibi.

Çünkü muhabbette de ihvân Allah Teâlâ‘yı hakkıyla tevhîd etmeye mecbur-

dur. Ne yazık ki rehberler ve mürĢitler çok sevilince; ihvân. muhabbette

Allah Teâlâ‘yı hakkıyla tevhîd etmeyi unutur ve gönlüne insanların muhab-

beti yerleĢir. Yûnus‘un Ģeyhi, Yûnus‘da bu hâli keĢfedince müridânına

―Yûnus‘u dergâhtan kovun, dıĢarıya atın‖demiĢtir.

Tarihlerde kaydolduğu gibi Yûnus kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz dergâhtan

Ģeyhi tarafından kovulmuĢ ve uzaklaĢtırılmıĢtır. Yûnus, yeryüzünde gezip

dolaĢırken gerçek mahbûbun, gerçek dostun yalnız Allah Teâlâ Hazretleri

olduğunu bütün hakikati ile kavrayarak kemâlâtını tamamladı. Ġhvân bu dü-

Ģünceye varınca muhabbetin gerçek manâda yalnız Allah Teâlâ‘ya ait oldu-

ğunu kavrar ve tevhîd inancının gerçek manâsını idrâk ederek hakikat yo-

lunda adımlarını atmaya baĢlar.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Cebrail‘den aleyhisselâm ayrılınca

yalnız baĢına, değiĢik vasıtalarla mahbubuna doğru yaklaĢmaya baĢladığı

gibi; mürĢidler de ihvâna arĢta karĢılığı bulunan ―nefs-i natıka‖ dersini verir-

ler. Çünkü ―nefs-i natıka‖ karar veren gerçek bir güç, gerçek bir kuvvet ve

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz gibi mahbûbun muhabbet

cezbelerine kapılmıĢ, vuslat isteyen gerçek bir varlıktır.

870 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

18. DERS:

MERTEBE-Ġ ZĠLÂL-Ġ ESMA-Ġ SIFAT DAĠRESĠ:

Nefsi Nâtıka‘nın arĢ-ı âlâ‘daki aslı ve karĢılığıdır.

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘da Nefsi Nâtıka‘nın karĢılığına gelen

makamda bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikre-

der. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir

ve yeryüzüne inilir.

Mertebe-i Zilâl-i1503

Esma-i Sıfat Dairesinin Murakabesi

Nefs-i natıkanın bedendeki makamı iki kaĢın arasındadır. Ancak ihvan

çalıĢtığında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Sidre-i Mün-

tehâ‘ya, oradan da imkân dâiresinin üstüne yükseldiği gibi, ihvânın ruhunun

basîret gözü alnından sonsuzluğa doğru yükselir, imkân âleminin üstünden

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin Sidre-i Müntehâdan bakı-

Ģı gibi kâinata bakar.

ĠĢte o zaman sonsuz feyz deryasından, sağ kaĢının üstünden; feyz ve

letâif makamları denilen ahfâ, hafi, sır, rûh ve kalbe doğru beĢerî bünyenin

kaldıramayacağı kadar feyz akmağa baĢlar.

1503

Gölge. Perde. Zıll; dünyada görünen varlıklardır. Bu varlıklar bir gölgedir.

Zatın isimleri ve sıfatlarının gölgelerinin tecellilerini seyr ederek Allah Teâlâ‘yı

gördüğünü zan ederek bir yokluğa düĢer.

NakĢi Hâki Dersleri 871

19. DERS:

MURAKABE-Ġ MA‘ĠYYET VE HÜVĠYET DERSĠ

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘da zamansız ve mekânsız bir halde Mu-

rakabe-i Ma‘iyyet dersini yapar. Daha sonra hali zuhur edince zamansız ve

mekânsız halde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı

zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muhammedün

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Murakabe-i

Ma‘iyyet bir süre kalır ve yeryüzüne inilir.

MURAKABE-Ġ MA‘ĠYYET VE HÜVĠYYET

Murakabede معنإ ٱلله ان 1504

âyet-i kerimesini ve Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellem Mekke‘den hicret ederken sığındıkları Hira Mağarasında

Ebû Bekir-i Sıddîk radiyallâhü anh Hazretlerine:

―Ya Ebû Bekir, mahzun olma Allah Teâlâ bizimledir‖ buyurduğu ha-

dis-i Ģerifini düĢünerek Allah Teâlâ‘nın her an bizimle beraber oluĢunun

tecellî sırlarına mazhar olmak Ġçin ma‘iyyet dersi olan tevhidin sırrına er-

mektir.

Bu dersin gayesi varlığın Allah Teâlâ ile oluĢudur. Allah Teâlâ‘dan baĢka

varlıklar müstakil bir varlık değildir. Yalnız müstakil varlık vâcîbul vücûd

olan Allah Teâlâ‘nın varlığıdır.

Çünkü kâinat yokken Allah Teâlâ var idi. O yokken bir zerrenin varlığını

dahi düĢünmek mümkün değildir. Bu varlık yok olacak olsaydı O‘nun varlı-

ğı hüviyeti asla değiĢmez olduğunu bilmektir. Bu sır ve perdelerinin kalkma-

1504

―Allah Teâlâ bizimledir‖ (Tevbe, 40)

872 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

sı için mai‘yyet ve hüviyet murakabe dersi olur.

MEVLÂNA HALĠD BAĞDÂDĠ KADDESE‘LLÂHÜ SIRRAHU‘L

AZÎZĠN 33. MEKTUBU

Allah Teâlâ bizleri kendi edebiyle ahlaklanan ve doğru yolu üzerinde

sabit olanlardan kılsın. Bu mektup müceddidiye meĢrebine göre mura-

kabe ve murakabeden doğan kudsî hakikatleri beyan eder.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

Hamd Allah Teâlâ‘ya mahsustur. Salât ü selam Allah Teâlâ‘nın Rasûlül-

lah sallallâhü aleyhi ve sellem üzerine olsun.

BilmiĢ ol ki maiyyet murakabesinden sonra, akrabiyyet murakabesi gelir.

Cenab-ı Hak Sübhanehü:

(Biz ona Ģah damarından daha yakınız) 1505

âyet-i celilesiyle bu mura-

kabeye iĢaret eder.

Akrabiyet murakabesi velâyet-i kübra dairelerinin birinci dairesidir.

Velâyet-i kübranın üç tam bir de yarım dairesi vardır. Bu yarım daireye

GAVS denir, ikinci, üçüncü ve GAVS dairelerinde muhabbet murakabesine

geçilir. Bu murakabeyi tasdik eden âyet-i celile "Allah onları sever, onlar

Allah'ı sever."1506

âyet-i kerimesidir.

Velâyet-i kübrada doğru bir idrake sahip olanlar için ilk gördüğü halden

baĢka haller görünür. Bu velâyet Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin

velâyetidir, Daha sonra toprak unsurunun dıĢındaki üç unsurdan BATĠN

isminin musemmasının rabıtası yapılır. Buna 'velâyet-i ulya' denilir.

Sonra toprak unsurundan, nübüvvet kemallerinin murakebesi vardır.

Sonra risalet kemalinin murakebesi vardır.

Sonra da Ulul-Azm'in kemalinin murakabesi vardır,

Ondan sonra da heyet-i vahdaniye'nin murakabesi gelir. Heyeti vahdaniye

letâif-i aĢere birleĢmesinden meydana gelir. BeĢi âlem-i emirden kalb, Ruh,

Sır, Hafa, ahfâ‘dır. BeĢ tanesi de halk âlemindendir. Nefs ve ana-r-ı erbaa

denilen Toprak, Hava, Su ve ateĢtir. Hepsi kemale erince bir latife i olur. O

vakit kalb Allah (c.c)'in feyizlerinin indiği yer olur.

Sonra Hz. Ġbrahim aleyhisselâmın dostluk makamının murakabesi gelir.

Ġbrahim aleyhisselâmın dostluk makamı ve hakikatinin kaynağı Allah

Teâlâ zat-ı Akdesini bizzat murakabesidir.

Sonra muhabbet-i zatiyenin dairesi gelir. Bu daireye, muhabbeti zatiye ve

hakikat-ı Museviyye'ye kaynak olması itibarıyla 'Makam-ı Musevi' ve 'Mu-

rakabe-i Zat'da denir.

Sonra hakikati Muhâmmediyye'ye kaynak olması itabarıyla murakabe-i

zat ve muhbubiyyeti zatiyye ile iç içe bulunan muhibbiyeti zatiyenin dairesi

1505

Kaf, 16 1506

Maide,54

NakĢi Hâki Dersleri 873

gelir. Sonra hakikat-ı Ahmediyye'ye menĢe olma kaynak olması itibarıyla zat

murakabesi ve halis hubb-i zat dairesi gelir. I

Sonra la tayn (tayinsiz), mutlak Hazret-i Zat mertebesi vardır.

Sonra güzel Kâbe‘nin hakikati gelir. Bu hakikat Allah Teâlâ‘nın azamet

ve kibriyasının zuhurundan ibarettir. Burada bütün mümkinatın, Allah

Teâlâ'ya secde ettiği itibarıyla zat'ın murakabesi vardır.

Bunların akabinde Hakikat-ı Kur'aniyye mevcuddur. Bu, zat-ı Aliyye'nin

benzeri olmamak ve hakikat-ı Kur'aniyyeye menĢe'e olduğu mulahazasıyla

vüs'at'in mebdei (geniĢliğin baĢlangıcı)nden ibarettir.

Bunu takiben oruç ve namazın hakikati gelir. Bunlar oruç ve namaz haki-

katine kaynak olduğu itibarıyla zat-ı Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin misli

olmamasının kemal-i vusa'tından (mutlak büyüklük) ibarettir.

Ġki yerde vus'at kelimesini kullanmamız, bu manaları izah etmekde, ifade

sahalarının dar olmasından ileri gelmektedir. Bu hakikatlerin yaĢanması

esnasında Kur'an-ı Mecid'in okunması ilerlemeye ve yükselmeye vesile ola-

cağından faidelidir.

Sonra sırf ma'budiyyet bakımından halis mabudiyyet ve seyr-i nazarinin

hâsıl olma dairesi gelir. (Nazar ve görüĢ seyr-i sülük manasında kulla-

nılmıĢtır). Bu seyr, kademi değildir. Çünkü kademi seyr abdiyyet makamla-

rındandır.

Bütün bunlar tarikat-ı aliyye-i NakĢibendiyye'deki murakabe ve ma-

kamların isimleridir. Bu hususta Müceddidiye Mektubatında (Ġmam-i Rab-

bani'nin mektubatı) geniĢ açıklamalar mevcuttur.

Bu gibi makamlarda murakabe ile meĢgul olanlar anlatılanlardan payını

alacaktır. MürĢid olan Ģeyhin teveccühü ile de ilerleme ve yükselmeler hâsıl

olacaktır. Muvaffak kılan Allah Teâlâ‘ dır.1507

AÇIKLAMA

Yukarıdaki mektubda murakabe muamelelerinin kısımları anlatılmakta-

dır.

Cenab-ı Allah: ―Allah herĢeyin gözeticisidir‖1508

diğer bir âyet-i celilede

―Sen gözet.‖ 1509

buyurmuĢtur.

Bazı büyükler; "Kim kendi ile Allah arasındaki mukarabeyi sağlam-

laĢtırmazsa keĢif ve müĢahadeye ulaĢamaz." buyurmuĢlardır.

Büyüklerden birisi de: "Murakabe; kulun bütün hallerinde Allah

Teâlâ‘nın kendisine vakıf olduğunu devamlı olarak düĢünmesidir." buyurmuĢtur.

Bir diğer büyük de "Kim düĢünceleri ile Allah'ı murakebe ederse; Al-

lah da onun uzuvlarını günaha girmekten muhafaza eder." buyurmuĢtur.

1507

Esad Sahib, t. D.-K. (Mayıs-2008). Mektubat-ı Mevlâna Halid. Ġstanbul:

Semerkand, s.190-191 1508

Ahzab,52 1509

Duhan,59

874 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

ġeyh MurtaiĢ kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz "Murakebe; bütün bakıĢ ve

konuĢmalarında, Allah'ı düĢünmek için sırrını korumaktır." derken:

ġeyh'ül Ġslam Abdullah Herevi kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz:

"Murakebe devamlı olarak maksadı mülahaza etmektir." demiĢtir.

BaĢka birisi de:

"Murakebe; sırrına Allah'tan baĢkasının girmesini engellemek, hata

ve günah iĢlemekten utanmaktır." demiĢtir. Yine bir baĢkası da:

"Murakabe; sıfatları mülahaza ederek, vakitleri muhafaza etmek-

tir." demiĢtir. Bir Allah Teâlâ dostu da:

"Murakabe: kalbe gelen hatıralara kontrol altına almak ve sırrı mu-

hafaza etmektir." buyurmuĢtur.

Murakebe birkaç mertebedir. Birinci derece, kâinatı seyredip devamlı

Hak Teâlâ'ya seyr-ü suluk edenlerin mertebesidir. Ġkinci mertebe Allah

Teâlâ'ya itiraz ve ona ters düĢmekten sakınmak, Allah Teâlâ'nın devamlı seni

gözettiğini düĢünmek suretiyle yapılan murakabedir. Bunun derecesi birinci-

den daha yüksektir.

BĠRĠNCĠ MERTEBE kalbin Allah Teâlâ ile hazır olmasıdır.

ĠKĠNCĠ MERTEBE Allah Teâlâ'nın devamlı sana baktığını düĢünmen-

dir. Bu durumda sen kendi fiilinle onun fiiline kendi iradenle onun iradesine

ters düĢmezsin. Sonra da senin fiilin O'nun fiilinde ve senin iraden O'nun

iradesinde fani olacaktır. Bu fenaya hazırlık manasında olan Ģuhudî mu-

rakabe; ancak Bari Teâlâ'nın tecellisinin nuru ile olur.

ÜÇÜNCÜ MERTEBE ise Tevhid ilmine yönelmek için ileriye bakan

gözünün mütalasıyla fezeli murakabe etmektir. Ezel manasını hazır bulun-

durmak; Hakk Teâlâ'nın herĢeyden önce olduğunu mütalaa etmektir. Ezelin

ezeliyetini kıdem-i zati ile müĢahade ederek bu Ģuhudla birlikte tevhid-i zati

ilmine yönelip Allah Teâlâ'nın herĢeyden önce olduğunu bilmektir. Öyle ki

gerek zamanın içinde, gerek evvelinde, gerekse sonrasında; her Ģeyin Zat-ı

Bari Teâlâ'dan sonra olduğunu bilir.

Ezeli olan her mananın ebedi vakitlerden bir vakit zahir olacağını göre-

cektir. Ezelin uhudunu ebed ile birleĢtirecektir. Kendi Ģahsını da Allah

Teâlâ'nın ezelde tecilli ettiği manalardan bir mana olarak görecektir. O'nu

görmekle de nefsini yok edecektir. Çünkü Ģuhud; Hakk‘ın Hakk için Hakk

ile görülmesidir. Bu durumda kul murakabe bağından kurtulur. Zira muraka-

be demek; kendini Allah-u Teâlâya bağlamak demektir. Bu durumda zaten

kendi sureti fena bulup bütünüyle Hakk'a bağlanır.

Bunu bilince ortaya çıktı ki; murakebe; ihsanın gereğidir. Ġhsan makamı-

nın kemalatı NakĢî Tarikatı'yla elde edilir. Cibril aleyhisselâm hadis-i Ģeri-

finde bu murakebeye iĢaret edilmiĢtir, ġöyle ki;

Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Cibril-i Emin'in ihsanın ne

olduğunu sorduğu zaman O: Allah Teâlâya Onu görüyormuĢ gibi ibadet

etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsanda, Onun seni gördüğünü

NakĢi Hâki Dersleri 875

düĢünmendir.1510

diye murakabeyi tarif ederek cevap vermiĢtir.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu hadis-i Ģeriflerinde; Allah

Teâlâ'nın murakebesinin ve yüceliğin tasavvurunun iki kısımdan olduğuna

iĢaret etmiĢtir.

Birinci Kısım: Hakk'ın müĢahadesinin galip gelmesidir.

Ġkinci Kısım: Hakk'ın kendisini daima kontrol ettiğini müĢahade etmek-

tir. Çünkü Cenâb-ı Hakk, her iki halde de kulun yaptığından haberdardır.

Allah Teâlâ her nefsin yaptığını ve bütün mahlûkatın hareket ve sükûnet-

lerini görendir. Kul birinci halde ibadetlerinde kusur yapmaya yaklaĢmadığı

gibi ikinci halde de, kusur yapmaya yaklaĢmaz. Allah Teâlâ'nın ona vakıf

olmasını, kendini gördüğünü, kemal-i azametini ve açık Celalini bilmesi, her

iki durumda da aynıdır.

Murakebe her hayrın aslı ve Hakk'tan kopan için Allah Teâlâ'ya bağlan-

ma vesilesidir.

NakĢibendî Sadatı'na göre murakabe bir kaç mertebe ve bir kaç de-

rece üzerindedir.

Birinci derece: Allah Teâlâ'nın marifetinde seyrü sülük sırasında devam-

lı Hakk Teâlâ'yı gözetmektir. Bu Ģekildeki murakebeye ―Ehadiyet Mura-

kebe'si‖ denir. Âlem-i emirdeki beĢ latifenin makamlarını geçip, kalbin

teveccühü yükseldikten sonra bu murakebe ile meĢgul olurlar. Âlem-i halk-

tan olan beĢ latife artık nefs-i natıkanın seyrine girmiĢlerdir. Bu Ģuhudda

âlem-i halktan olan latifeler nefs-i natıkanın ta kendisidir.

Ġkinci derece ―akrabiyet murakabesidir.‖ Allah Teâlâ‘nın nefsinden

daha fazla sana yakın olduğunu bilmen ve düĢünmendir. Bu murakebenin

delili, "Biz insana Ģah damarından daha yakınız."1511

âyet-i celilesidir.

Cenab-ı Hakk‘ın bütün haretek ve sekenatında takdiriyle sana baktığını dü-

Ģünmekle birlikte nefsinden daha fazla sana yakın olduğunu biimendir. Bu-

nun delili:

"Gözler O'nu idrak etmezler. O gözleri idrak eder.‖1512

âyet-i celilesi-

dir.

MURAKEBENĠN DÖRDÜNCÜ MERTEBESĠ ―ilmiye murakebesi‖

dır. Bu murakebede Allah Teâlâ‘nın her an kalbe geleni bildiğini düĢünmen

ve bu Ģekilde kalbini bütün kötü ve çirkin hatıralardan muhafaza etmendir.

Bunun delili "Allah kaiblerin içindekini hakkıyla bilir."1513

âyeti celilesi-

dir. Daha sonra

BEġĠNCĠ MERTEBESĠ olarak ―failiyet murakabesi‖ gelir. Zatının ve

fiillerinin Allah Teâlâ‘nın fiillerinden olduğunu murakebe etmendir. Bunu

düĢünmekle, zorlukta ve bollukta Allah Teâlâ‘nın bütün fiillerine rıza gös-

termen mümkün olur. Bunun delili; "Muhakkak senin Rabbin dilediğini

1510

Buhari, Ġman,37; Müslim, Ġman, 57 1511

Kâf, 16 1512

En'am, 103 1513

ÂI-i Ġmran, 154

876 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

yapandır." 1514

âyet-i celilesidir.

Sonra ALTINCI MERTEBE gelir. Bu mertebede 'mülkiyet murakabe-

si' yapılır. Zatının ve sahip olduğun herĢeyin Allah Teâlâ‘nın mülklerinden

bir mülk olduğunu düĢünerek mülkünde ona karĢı gelmeyeceksin. Bütün

iĢlerini kendisine bırakacaksın. Her halinde ona tevekkül edeceksin. Bu mu-

rakabeye delil:

"Hak onun dediğidir. Mülk de onundur." 1515

âyeti celilesidir.

YEDĠNCĠ MURAKEBE MERTEBESĠ ―Hayatiyyet murakebesidir.‖

Ebedi hayat âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ tarafından ihata edilmiĢtir.

Böylece kendi sıfatını O'nun sıfatında zatını O'nun zatında fena etmiĢ olur-

sun. Nefsinin varlığı yok olmuĢ olur. Bütün iĢlerini Hayy ve Kayyum olan

Allah Teâlâ‘ya bırakırsın. Bunun delili: " Ebedi hayat sahibi O'dur,

O'ndan baĢka hiçbir ilah yoktur." 1516

mealindeki âyettir.

SEKĠZĠNCĠ MURAKEBE MERTEBESĠ ―Mahbubiyyet Murakabe-

si‖ dır. Nafile ibadetlerle çok fazla meĢgul olmakla Allah Teâlâ'ya yaklaĢa-

rak, onun muhabbetinin sana hasıl olmasıdır. Bu durumda Allah Teâlâ‘nın

hadis-i kudside: "Kulum nafile ibadetlere devam ede ede bana yaklaĢır

ve ben de onu severim..." buyurduğu hakikat gerçekleĢir. Kulun nafile iba-

detlerle Allah Teâlâ‘ya yaklaĢması Allah Teâlâ‘nın kulu sevmesine sebeb

olmuĢtur. Mükâfat amelin cinsine göredir. Bu murakebenin delili;

"Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever." 1517

âyeti kerimesidir.

DOKUZUNCU MERTEBE 'tevhid-i Ģuhudi'nin murakabesi‖ dır. Bu

ne tarafa yönetirsen yönel basiret gözüyle Allah Teâlâ'yı önünde görmendir.

Ebu Bekir Sıddık radiyallâhü anh "Ne gördüysem, Allah'ı o gördüğümün

evvelinde gördüm" buyurmuĢtur. Bu hale delil de:

"Siz ne tarafa yönelirseniz, orası Allah Teâlâ‘ya ibadet yönüdür." 1518

âyeti kerimesidir.

Salik mücahede ile bu murakabelerle meĢgul olmaya devam ederse, mü-

Ģahade mertebesine yükselir. O zaman bütün hallerinde seyr-i enfusi baĢlan-

gıcı olan murakebe-i maiyyet ile meĢgul olması vacip olur. Seyr-i enfusi

arĢın üstünde olup Allah Teâlâ‘nın 'Zahir' isminin baĢlangıcıdır. Burada

telkin edilen maiyyet murakabesi Allah Teâlâ‘nın zatına yönelmektir. Bu

mertebede Allah Teâlâ‘nın:

"Siz nerede olursanız olun Allah (ilmiyle kudretiyle) sizlerledir." 1519

âyetinin hakikatına vakıf olunur. Artık nimet ve ihsan sahibi Allah'dan feyiz

bekleyecektir. Buradaki feyzin kaynağı, nefisten baĢka yalnız diğer dört

latifenin zikirleridir.

1514

Hud, 107 1515

En‘am,73 1516

Müminun, 65 1517

Maide, 54 1518

Bakara, 115 1519

Hadid, 4

NakĢi Hâki Dersleri 877

Bu makamda önce fena fi'Ģ-ġeyh makamıyla müĢerref olunur. Bu maka-

mın birçok faydaları vardır. Ancak tadanlar bilir. Sonra hakikatta ve nefsü'l-

emirde kevn âleminden Hakk Teâlâ'nın aynası fena fi'r-resul makamıyla

müĢerref olur. Sonra da fena fülah ve Beka billâh makamlarıyla Ģereflenir.

Varlık âlemindeki eĢyaların nasıl Allah Teâlâ ile birlikte olduğu hakikati

kendisine lütfedilir. Yalnız bu beraberlik mahlûkların birbirleriyle olan bera-

berliği gibi değildir. BaĢka Ģeylerin biribirine girmesine benzemez. Bu bera-

berlik velâyet-i suğra ile ĢereflenmiĢ hal sahibi ile Allah Teâlâ arasındaki

Rabbani sırdır.

GüneĢin gündüz zahir olmasından daha fazla bu hal salik için zahir olur.

Dünya ve içindekiler, gökler, arĢ, cennet, cehennem, hâsılı bütün mevcudat,

salikin basireti yanında güneĢin ıĢığında görülen bir zerre hükmündedir. Bu

makamda Ģu tehlikeden korkulur. Salik kendini terbiye eden mürĢidini unu-

tup kendini de kâmil görebilir. Zira nefsini bütün mülkün maliki ve bütün

tasarrufların kendi emir ve iradesine göre olduğunu görür. Hâlbuki nefs bü-

tün fiillerin kemalatıyla ve zahiri isimlerle müzeyyen olmuĢtur. Riyaset ile

kaim ve enaniyet ile daimdir. Bu durumda yapılması gereken, kendisini ta-

mamlayan mürĢidi ile ruhani irtibatını kuvvetlendirmektir. Böyle yaparsa

mürĢid-i kâmil onu bu hallerden kurtarır.

O kimse hâlâ daha nefsin berzahına bağlı, dildeki zikr-i tehlilin kafesine

mahbustur. Bu makam, zikrinde ve tehlilinde 'la mevcude illallah'a' doğru

terakki etmeye kuvvetli bir sebebtir. O zaman kendisine tevhid-i Ģuhudi

zahir olur. Ġnâyet-i ilahi cezbe ve sülük ile kendisine refakat eder. Nefs fena

bulup enaniyeti yok olur. Daha sonra konumuzun baĢında zikrettiğimiz üç

mertebenin üçünde de zahir olan murakabelere göre enaniyyet ve nefisten bir

Ģey bırakmamak üzere kalbin Allah Teâlâ‘nın zikriyle sükûn bulması hâsıl

olursa, o mertebelerdeki zahiri isimlerin hakikati batını isimlerin baĢlangıcı

olan noktaya yetiĢmekle enbiya-ı izamın velâyeti ki bu velâyet-i kübrâdır-

kendisine hoĢ geldin der.

Allah Teâlâ‘nın ihsan kaynağından kendisine refref-i vücud hediye edi-

lir. Salikin varlığından yok olma ve onunla birleĢme meydana geldikten son-

ra ortak nübüvvet kemalatının seyrine baĢlamaya hak kazanır. Bu makam

salikin içine yansımak suretiyle kendisine devamlı tecelii-i zât hâsıl olur.

Bu makam, kemalat-ı nübüvvet île tabir edilir. Bu aziz makamda salikin

terakkisi, farzları eda etmek, Allah Teâlâ‘nın kadim kelamını okumak, bütün

âleme rahmet olarak gönderilen Fahr-i Alem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

selleme mutabaat ve sıfatların kaydından sıyrılıp Allah Teâlâ‘nın zat mu-

rakebesiyle mümkün olur.

Bu makam avamda toprak unsuru ile olur. Bu makamdaki bütün varlıklar

ve renkler gözlenir. Keyfiyyet ve misliyyet diye bir Ģey kalmadığından tam

bir hayret ve ĢaĢkınlığa düĢer. Böylece Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selle-

min "Ey Rabbim benim sendeki hayretimi artır." 1520

mealindeki hadis-i

1520

Tâhâ, 114

878 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Ģerifine mazhar olunur.

Burada nefsin hiç alakası kalmaz. Delil gerektiren konular kendisi için

açık olur. Zanni olan Ģeyler yakîne dönüĢür. Kurân-ı Kerim'deki mukatta

harflerin sırlarının manası bu makamda insan için açılır. Bundan dolayı

Mevlana Halid kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîzin iĢaret ettiği gibi mukaddes

hakikatların sırlarının manaları kendisine zahir olur.

Bu Allah Teâlâ‘nın fazl u ihsanıdır. Allah dilediği kiĢiye verir. Allah

Teâlâ büyük fazilet sahibidir.1521

ESAD SAHĠB

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ( Büyük Velâyet)

Velâyeti Kübrâ, Allah Teâlâ‘nın Esma, Sıfat ve Zat‘ına mahsus olan dai-

rede seyirden ibarettir.

Ne zaman ihvan Tevhîd-i Vücûdî ve Allah Teâlâ ile beraberlik sırrına

(maiyyet murakabesi) ererse, o zaman nefsinde ArĢı Mecid‘den, hatta

ArĢ‘tan daha yüce bir makamdan zeminin altına kadar uzanan âlemlerde,

zerreler de dâhil olmak üzere, her Ģeyi kuĢatmıĢ olarak yayılan bir nur görür.

Bu nurun renkle ilgisi bulunmamakla beraber, semavî ve koyu bir görünüĢte

olduğu söylenebilir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir hadîsi kutside

―Allah Teâlâ Âmâ‘da idi.‖1522

buyurmaktadır.

Allah Teâlâ ile beraberlik sırrına eren ve Tevhîd-i Vücûdî‘nin Ģereflisi

olan kimse o nur‘u, güneĢin doğuĢ anındaki netliği gibi, görür. O zamana

kadar bir benzerini görmediği bu nur‘a karĢı

―Acaba bu gördüğüm Allah Teâlâ mıdır?‖ diye Ģüpheye düĢecek kadar

bu tecellinin tesiri altında kalır. Nihâyet bu nur da ihvanın murakabesinden

çekilir ve eseri bile kalmaz. Bu nur ile yok olan imkân âlemi, bu nurun yok

olması ile tekrar meydana gelir. Bir nur tecellisi ile diğer bir âlemin yok

olması, birinin diğerini yok ettiği için değil, tıpkı güneĢin doğması ile aslında

var olan yıldızların gündüz görülemediği gibi, bir Ģeydir. Fakat kalbe ait

seyirdeki görüĢ, maddî gözle olan görüĢ gibi, sınırlı olmadığı için, bu maka-

mın yolculuğunda olan zat, yolculuk esnasında gördüğü varlığın, varlığı

vâcib olanın (Allah Teâlâ‘nın) tecellisi midir, yoksa mümkün olan bir varlık

belirtisi midir, onu ayırt edebilir.

Varlığı vacib olan Allah Teâlâ‘nın tecellisini görme haline ―O‘nunla

olma‖ hali denilir. Allah Teâlâ‘nın lütuf ve kereminin eseri olan, ihvanda bu

görme hali, Velâyeti Kübra‘da seyreden velilere mahsus bir iltifatıdır ki; Bu

makamın velâyeti peygamberlere mahsus bir velâyettir.

Ġhvan, mânevî sarhoĢluktan ayılma ve uyanma makamında varlığı oldu-

ğu gibi, yerli yerinde görür. Fakat gördüğü Ģeylerin, Allah Teâlâ‘nın varlığı-

1521

Esad Sahib, t. D.-K. (Mayıs-2008). Mektubat-ı Mevlâna Halid. Ġstanbul: :

Semerkand, s.192-196 1522

―Her Ģey yokluk halinde iken ve kâinatta hiç bir Ģey var olmadığı zamanda

Allah Teâlâ, varlığı kendi Zatı ile idi.‖

NakĢi Hâki Dersleri 879

nı gösteren Ģeylerden ve O‘nun varlığının gölgesinden baĢka bir Ģey olmayan

Ģeyler olduğunu anlar. Yine bu makamın sırlarına eren zat görür ve anlar ki;

Varlığın görünüĢü Allah Teâlâ‘nın sıfatıdır ve katiyyen aslı değildir. Tevhîd-

i ġühûdînin manası iĢte budur. Öyle bir tevhîd-i ġuhûdî ki, nefis latifesinden

müĢahede edilir. Allah Teâlâ‘nın kuluna olan yakınlığının manası bu ma-

kamda anlaĢılır.

―O‘nunla beraber olmak ve O‘na yakın olmak‖ arasındaki fark‘a ge-

lince: Beraber olmanın sonu ―Bir‖ olmaya ve sonunda ikiliği kaldırmaya

gider. Her ne kadar mümkün olanın varlığı ayrıca müĢahede edilirse de, var-

lığı kendi zatından değil, Allah Teâlâ‘nın varlığındandır. Yine mümkünün

sıfatının varlığı da O‘nun sıfatının varlığındandır.

Beraberliğin ve birliğin hakikâti yokluktur. YaratılmıĢ olanın Allah

Teâlâ‘da yok olmasıdır. Bu hususu bundan daha fazla açmak mümkün de-

ğildir. Buraya kadar yapılan izahattan anlaĢılmıĢtır ki;

Varlıkta asil olan gölge değil, bizzat varlığın aslıdır. Zaten gölgenin

varlığı da onu salan bir asıldan gelir. Varlığın sıfatında da durum aynen

böyledir. Gölge olan sıfatın varlığı, asıl olan sıfatın varlığının eseridir. Asıl

olanın gölgeye yakınlığına karĢılık, nasıl olur da gölgenin asıl olana yakınlı-

ğından bahsedilebilir? Gölgenin varlığı gölgeyi düĢüren asıldan gelmektedir.

Ekrabiyyet ―Allah-ü Teâlâ‘nın kuluna her Ģeyden yakın oluĢ‖ hâlini satır-

lara intikal ettirmek mümkün değildir.

Aklın gücü de bu makamı anlamak ve anlatmak için çok noksan ve

kifâyetsizdir. Allah Teâlâ‘nın kuluna olan yakınlığının, kulun kendi kendine

olan yakınlığından daha yakın olduğunu kavramak hususunda, idrâk susmuĢ

ve akıl acze düĢmüĢtür. Bu mesele aklın ötesindedir. Bu sırrı meydana koy-

ma yetkisi sınırlı tutulmuĢtur.

Velâyet-i Kübrâ dairesi, Gavs‘ı da içine alan üç daireden meydana gelir.

Velâyet-i Kübrâ‘ya mahsus bulunan bu üç daireden âlemi emirden olan beĢ

letâifeye (kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ) mahsus bulunan dairelere kadar uzanır.

Bu dairede yükselme yeri ve feyiz kaynağı beĢ lâtife ile birlikte, nefis lâtife-

sidir. Bu dairede murakabe Allah Teâlâ sevgisi (muhabbet) murakabesidir.

Bu murakabeyi Allah Teâlâ Kur‘an-ı Kerim‘de Ģöyle ifade buyurur.

―Allah Teâlâ onları sever, onlar da Allah Teâlâ‘yı‖ 1523

Muhabbet mu-

rakabesinde feyiz kaynağı, nefis lâtifesidir.

Bu dairelerin her birisinde murakabe yolu, ihvanın kendi varlığını, içinde

bulunduğu daireden silkip atmaktır. Bundan sonra da muhabbetullah (Allah

Teâlâ sevgisi) feyzinin, esma ve sıfatın aslı dairesinden, nefis latifesi olan

(ene-ben) latifesine sevk edildiği düĢünülmelidir. Gerçekte muhabbetullah

feyzi aslın aslı dairesinden (enâniyyet-benlik) latifesine sevk olunmaktadır.

Gavs‘a ait dairede de, muhabbetullah feyzi enâniyyet latifesine gönderil-

mektedir.

Buradan da aslın aslı dairesine yükselir. Ġhvanın yükseldiği aslın aslı da-

1523

Mâide, 54

880 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

iresi gavs‘ın bulunduğu dairededir. Bu dairenin sırrına eren gavs‘tır. ĠĢte bu

iki daire (asıl dairesi ile aslın- aslı kül dairesi) ile bahsi gecen ve mahalli

yüce olan yarım dairede bulunan kimselerde, gerçekten Ruh-i küll‘e yakın-

laĢma meydana gelmektedir. Sonuncu dairenin yarısında Ekrabiyyet ve

Tevhîd-i ġuhûdî‘nin sırrı meydana gelmektedir. Bu dairede Ekrabiyyet

(yakınlık) Murakabesi (Allah-ü Teâlâ‘nın kuluna her Ģeyden yakın olma

sırrı) hayalî olarak hissedilir. Bu hususa dair Kur‘ân-ı Kerim‘de Allah Teâlâ

Ģöyle buyurur:

―And olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin kendisine fısıldadıklarını

bile biliriz. Biz ona Ģahdamarından daha yakınız.‖1524

Ekrabiyyet makamından daha yücelere seyretme imkânı hâsıl olunca, bu

defa seyir asıl (Zât) dairesinde meydana gelir.

Velâyeti Suğra‘da meydana gelen yok olma hali yine bu dairelerdedir.

Ancak, Velâyeti Suğrada meydana gelen bu hal, yok oluĢun aslı değil sure-

tidir.

Bu dairelerde Allah Teâlâ‘nın birliğinin, manası düĢünülerek lisan ile ya-

pılan tahlillerle ifade edilir.

Bazı dairelerin kesilmesi ve bazılarının tamam olması meselesine gelin-

ce: Bu dairelerden her biri ihvana güneĢ kadar açık ve net olarak görünür.

Eğer dairede zayıflama ve kopma ihtimali belirmiĢse aslında güneĢ gibi par-

lak görünen o dairenin tecellisi, ihvana biraz sönük, daire kopma durumuna

gelmiĢse tutulma esnasındaki güneĢin nurunun sönüklük hali gibi, görünür.

Velâyeti Kübra dairelerinin alâmetleri:

Bu alâmetler, iç âlemine ait feyiz muamelelerinden baĢka bir Ģey değildir.

Bu ise, insanda dimağ ve göğüs ile ilgilidir. ĠĢte dimağdan göğse açılan bu

yolla ihvanda ġerh-i Sadır (Göğüs açılması) meydana gelmekte, bundan da

izahına imkân olmayan göğüs geniĢliği hâsıl olmaktadır.

Her ne kadar kalb latifesinin, seyrinde meydana gelen, Ģerh-i sadr‘ın iza-

hı mümkün değil ise, de, bu durumdaki ihvan, kalbinde nice semavî yücelik-

ler görür. O semavî yücelikler de, nice kalblere Ģahit olur. Bu geniĢleme aynı

zamanda beĢ lâtife içerisinde kalbe ait bir geniĢleme olup, diğer latifelerle

bir ilgisi yoktur.

Velâyeti Kübrâ‘da hâsıl olan Ģerh-i‘sadır‘a gelince; Bu geniĢlemenin hali

göğüsün tamamını kaplar. ġerhi sadır halinin meydana geldiği yer, Velâyeti

Kübra‘da ahfâ latifesidir. ġerhi sadr‘ın iĢareti gönül yolu ile meydana gelir

ki, bu da kaza (kader) hükümlerine karĢı îtirazda bulunmamaktır. Ġhvanın

mutmain olduğu (Allah Teâlâ ile birlik oluĢun zevkine erdiği) makam, bu

makamdır. Ġhvan buradan da rıza makamına yükselir. Kulun Allah‘tan gelen

her Ģeye rıza gösterdiği makam da bu makamdır.

1524

Kaf,16

NakĢi Hâki Dersleri 881

20. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MURAKABE-Ġ ÂDEMĠYYET

Velâyet-i Kübrâ dairesi, Gavs‘ı da içine alan üç daireden meydana gelir.

Velâyet-i Kübrâ‘ya mahsus bulunan bu üç daireden âlemi emirden olan beĢ

letâifeye (kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ) mahsus bulunan dairelere kadar uzanır.

Bu dairede yükselme yeri ve feyiz kaynağı beĢ lâtife ile birlikte, nefis lâtife-

sidir.

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde Velâyet-i Kübrâ Dairesinde

kalbin karĢılığı olan yerde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe

illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muham-

medün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Mu-

rakabe-i Ademiyyet‘de bir süre karar edilir ve yeryüzüne inilir.

MURAKÂBE-Ġ ÂDEMĠYET

Allah Teâlâ'nın güzel isimleri (Esmâu'l- Hüsna) zatları itibariyle âlemin

varlığını gerektirirler. Bundan dolayı yüce Allah Teâlâ bu âlemi normal,

düzgün bir beden olarak yarattı ve Âdem aleyhisselâmı da bu bedenin ruhu

olmasını öngördü.

Âdem derken insanî âlemin varlığı kast edilir.

"Allah Teâlâ Âdem‘e bütün isimleri öğretti." 1525

Çünkü bedeni yöne-

tip yönlendiren, sahip olduğu güçler itibariyle ruhtur. Nitekim isimler Ġnsan-ı

kâmil için güçler konumundadır. Bu yüzden "âlem büyük insandır" deni-

1525

Bakara, 31

882 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

lir. Ancak âlem, içinde insanın var olmasıyla bu niteliği kazanır. Ġnsan, ilâhî

huzurun bir özetinden ibarettir. Allah Teâlâ'nın özel olarak ona suret verme-

sinin nedeni de budur.

Hadiste " Allah Teâlâ Âdem‘i kendi suretinde yarattı.", bir rivayette

"rahman'ın suretinde" denilmiĢtir. Allah Teâlâ onu âlemin gayesi olan

öz/aynı kendisi kılmıĢtır. Tıpkı nefs-ı natıkanın (konuĢan nefis) insan Ģahsı-

nın varlığının maksadı olması gibi. Bu nedenle kâmil insanın yok olmasıyla

dünya harap olur ve insan ahirete taĢındığı için de ümran/bayındır hayat

ahiret yurduna intikal eder. Dolayısıyla insan maksat itibariyle ilk (evvel),

varoluĢ itibariyle son (ahir), suret itibariyle açık (zahir) ve menzil itibariyle

gizli (batın)dir.

Ġnsan Allah Teâlâ'nın kulu, âleminse rabbi (idarecisi)dir. Bu yüzden onu

(Âdem‘i/insanı) halife, soyunu da halifeler kılmıĢtır. Nitekim âlemde insan-

dan baĢka hiçbir varlık rablık iddiasında bulunmamıĢtır. Ġnsanın bu iddiada

bulunmasının nedeni de içinde bulunan bazı güçlerdir. Yine âlemde insandan

baĢka hiçbir varlık kulluk vasfını nefsinde bu kadar sağlam bir yere oturt-

mamıĢtır. Varlıkların en düĢük menzilinde bulunan taĢlara, ağaçlara dahi

kulluk etmiĢtir. Yani rabblığı itibariyle insandan daha aziz, kulluğu itibariyle

insandan daha zelil bir varlık yoktur. Ġnsanın varlığıyla kast edilen husus

budur. 1526

21. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MURAKABE-Ġ NUH VE ĠBRA-

HĠMĠYYE

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

1526

Bu murakabelerdeki ilâhî hikmetler için bkz: (Ġsmail Ankaravî. (1981).

Muhyiddin-i Arabî- Nakş El- Fusus. Ġstanbul: trc:Ġlhan KUTLUER .)

NakĢi Hâki Dersleri 883

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde Velâyet-i Kübrâ Dairesinde

ruhun karĢılığı olan yerde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe

illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muham-

medün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Mu-

rakabe-i Nuh ve Ġbrahimiyye‘de bir süre karar edilir ve yeryüzüne inilir.

Murâkabe-i Nuh

Tenzih edenin tenzihi tenzih edilen için bir sınırlandırmadır. Çünkü onu

tenzih kabul etmeyen Ģeyden temyiz etmiĢ olabilir. ġu halde bu vasıfla nite-

lenmesi gereken için bu vasfı kullanmak kayıtlandırmadır. ġu halde mutlak

olarak kayıtlanan yüce varlıktan baĢka bir Ģey söz konusu değildir.

Kullarından kendisini tanımalarını isteyen Allah Teâlâ, indirilen Ģeriatla-

rın lisanıyla vasıfları açıklanan zattır. ġeriatlar indirilmeden önce akıl mari-

fetin bu düzeyine ulaĢamamıĢtı. Dolayısıyla Onu bilmek, hadis (sonradan

olma) özelliklerden Onu tenzih etmek demektir. Buna göre arif, Allah Teâlâ

hakkında iki marifete sahip kimse demektir. Biri Ģeriatların indiriliĢinden

önceki marifet, biri de Ģeriatlardan edinilen marifet. Ama bunun Ģartı getiri-

len ilmin Allah Teâlâ'a döndürülmesidir. Eğer bu yolla bir ilim keĢfedilirse,

iĢte bu, ilâhî bağıĢların zatî olanları kapsamına girer.

Murâkabe-i Ġbrahimiyyet

Kulun aynını (gerçekliğini) ispat etmek gereklidir. Ancak o zaman Hak-

kın onun kulağı, gözü, dili, eli ve ayağı olması sahih olabilir. Hakk Ģanına

yaraĢır Ģekilde hüviyetiyle onun bütün güçlerini ve organlarını kapsar. Bu

nafile ibadetler kulluk sevgisinin bir sonucudur. Farz ibadetlerin sevgisinde

ise, Hakkın seninle iĢitmesi ve seninle görmesi söz konusu olur. Nafileler

neticesinde ise sen Onunla iĢitir ve Onunla görürsün. Senin nafile ibadetler-

deki derecen, mahallin kapasitesinin derecesine göre belirginleĢir. Farzlar

aracılığıyla idrâk edilen her Ģeyi kapsar.

22. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MURAKABE-Ġ MUSÂVĠYYE

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

884 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde Velâyet-i Kübrâ Dairesinde

sırrın karĢılığı olan yerde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe

illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muham-

medün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Mu-

rakabe-i Musâviyye‘de bir süre karar edilir ve yeryüzüne inilir.

Murâkabe-i Musâviyye

Firavun'un Musâ aleyhisselâmı öldürmek niyetiyle katlettiği çocukların

hayatı Hz. Musâ'ya geçmiĢti..

Musâ aleyhisselâmın korkup kaçması, öldürülenlerin hayatlarını kurtar-

maya yönelikti. Bir bakıma baĢkaları hakkında atılmıĢ bir adımdır. Bunun

üzerine Allah Teâlâ ona risâlet, kelâm (aracısız Allah Teâlâ ile konuĢma) ve

hükmetme yetkisi olan imamlık görevini verdi. Ġhtiyacı olmadığı halde Allah

Teâlâ içindeki kederini gidermesi için onunla doğrudan konuĢtu. Bu Ģekilde

öğrendik ki topluluk etkili olur ve toplu davranıĢ himmetle hareket etmektir.

Böyle bir Ģeyi bilenlerin bu bilgisini öğrenince, baĢkası kendisiyle yolunu

bulurken o yolunu yitirdi. Bunun üzerine Allah onu bir darb-i meselde oldu-

ğu gibi Kur'ân-ı Kerim'de buyurdu. " Allah onunla birçok kimseyi saptı-

rır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Allah bununla ancak fasıkları

saptırır."1527

Fasıklar onda bulunan hidayet yolundan çıkan kimselerdir.

23. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MURAKABE-Ġ ÎSEVĠYYE

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

1527

Bakara, 26

NakĢi Hâki Dersleri 885

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde Velâyet-i Kübrâ Dairesinde

hafînin karĢılığı olan yerde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe

illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muham-

medün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Mu-

rakabe-i Îseviyye‘de bir süre karar edilir ve yeryüzüne inilir.

Murâkabe-i Îseviyye

Ruhun bir özelliği nereden geçerse orayı canlandırmasıdır. Ancak bir Ģey

canlandığında artık tasarruf kendi mizacına ve yeteneğine göre olur, ruha

göre değil. Çünkü ruh kutsidir. Görülür ki, Ģekil verilmiĢ, düzgün cisimlere

üflenen ilâhî nefhanın, münezzehliğine ve huzurunun yüceliğine rağmen,

tasarrufu üflenilen Ģeyin yeteneği oranında belirginleĢir. Samiri'nin ruhların

etkisini öğrendikten sonra nasıl ruhun geçtiği yerden bir avuç toprak aldığını

ve bunun etkisiyle buzağı heykelini nasıl böğürttürmüĢtür. ĠĢte mizaçların

yeteneği budur.

24. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MURAKABE-Ġ MUHAMME-

DĠYYE

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde Velâyet-i Kübrâ Dairesinde

ahfânın karĢılığı olan yerde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe

illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muham-

medün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Mu-

rakabe-i Muhammediyye‘de bir süre karar edilir ve yeryüzüne inilir.

886 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

MURÂKABE-Ġ MUHAMMEDĠYYE

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mucizesi Kur'ân-ı Kerim'dir.

Kur'ân-ı Kerim, her Ģeyiyle cemiyetiyle tek baĢına bir icâzdır. Bu cemiyet

değiĢik hakikatleriyle de bir insandır. Nitekim Kur'an da mutlak olarak Allah

Teâlâ'nın kelamı olması hasebiyle farklı ayetlerden meydana gelmektedir.

Kur'ân-ı Kerim, Allah Teâlâ'nın kelamı ve anlatmasıdır. Mutlak olarak Allah

Teâlâ'nın kelamı olması hasebiyle mucizedir ve cemiyettir. Bu itibarla da

himmetin cemiyetidir.

"ArkadaĢınız mecnun değildir." 1528

"Ondan hiçbir Ģey gizlenmiĢ değildir, "cimri değildir..." Size ait bir Ģeyi

de sizden esirgemez. Allah'tan aldığı ve sizin için olan bir Ģeyde cimrilik

etmekle suçlanmaz, demektir.

O sizin sapmanızdan endiĢe duyar.

"ArkadaĢınız sapmadı ve batıla inanmadı." 1529

Hayret içinde iken

korkmadı. Çünkü hakkın son noktasının hayret olduğunu bilenlerdendir. Ona

doğru yol gösterilmiĢtir. O hayreti ispat bakımından hidayet ve beyan sahi-

bidir.

25. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MURAKABE-Ġ AKRABĠYYET

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde Velâyet-i Kübra Dairesinin

Akrabiyye Mertebesinde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe

1528

Tekvir, 22 1529

Necm, 2

NakĢi Hâki Dersleri 887

illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muham-

medün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Mu-

rakabe-i Akrabiyyet‘i yapar ve yeryüzüne inilir.

MURAKABE-Ġ AKRABĠYYET

Allah Teâlâ‘ya ilmî yakınlık elde etmek ve zuhuratlardan istifâde sağla-

mak içindir.

اقرب الينإ ٱلله وهو ―VEHUVALLAHU EKRABÜ ĠLEYNA‖

―...Çünkü biz ona Ģah damarından daha yakınız‖ (Kaf, 16) Bu âyet-i

kerimenin manâsını tefekkür etmeğe baĢlar.

Biz âlemi, maddî âlemi idrâk edebildiğimiz halde maddenin içindeki

manâ âlemini idrâk etmekten âciz kalmaktayız.

Eğer biz maddenin içerisindeki manâ tecellîlerini idrâk edebilseydik, o

vakit maddeyi tozlar dumanlar hâlinde görür ve madde ile manânın birbirle-

rinden yerle gök arası kadar uzak olduğunu idrâk ettiğimiz gibi, mananın

insana maddeden daha yakın olduğunu da idrâk edebilirdik.

Çünkü ihvân Allah Teâlâ‘nın sıfatlarının kula; kulun sahip olduğu sıfat-

lardan daha yakın olduğunu idrâk etmenin tecellîlerine mazhar olur. Kul,

anlar ki benim yapacağım iĢlerden evvel, Allah Teâlâ istediklerini yapar.

Çünkü Allah Teâlâ bir Ģeyi yapmayı murat edince o Ģey ―ol‖ demeden mey-

dana gelir. Onun için Allah Teâlâ bize, bizden daha yakındır. Allah Teâlâ

dilerse senin ve bütün beĢerin irâdesinden evvel, kendi irâdesi tecellî eder.

BeĢer kâinata zarar vermek istese ―O‖nun izni olmadan, hiç bir zarar vere-

mez. Bir iyilik yapmak isteseler, ―O‖ müsaade etmezse, bir Ģey yapamazlar.

Bu düĢünceyi gerçek manâda idrâk edip kalbe yerleĢtirmek için ―lâ ilâhe

illa‘llâh‖ ı ―Bize Allah‘dan daha yakın hiçbir varlığın olmadığı,‖ manasıyla

düĢünmek lazımdır.

Kul bize bizden daha yakın olan Allah Teâlâ Hazretlerinin sıfatları ile be-

Ģerî sıfatların yakınlıkları arasındaki sonsuz farkları idrâk ederken; her ihsa-

nın önünde Allah Teâlâ‘nın ihsan elini, her güç ve kudretin önünde Allah

Teâlâ‘nın güç ve kudret elinin bulunduğunu anlar.

Allah Teâlâ‘nın ihsanının bir kâse suyu içmek için kaldırdığının elinin

önünde oluĢu, ağaçların dallarındaki meyvelerin, topraktan yetiĢen hububat,

sebze, karpuz ve benzeri ni‘metlerin beĢerin eli değmeden kudret eliyle ha-

zırlanıp bizlere ihsan eliyle uzatılması, bizleri muhabbeti ilâhiye ye getiren

en büyük yol olduğu için ihvâna ―mahbûbiyet dersi‖ verilir.

888 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

26. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MERTEBE-Ġ ESMÂ-Ġ SIFAT-

MURAKABE-Ġ GAVS-Ġ MUHABBET

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde Velâyet-i Kübra Dairesinin

Esmâ ve Sıfat Mertebesinde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe

illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muham-

medün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Mu-

rakabe-i Gavs-i Muhabbet‘de bir süre karar edilir ve yeryüzüne inilir.

MURAKABE-Ġ GAVS-Ġ MUHABBET

(Gavs‘a ait Muhabbet Dairesindeki Murakabe)

Bu murakabe Allah Teâlâ sevgisi (muhabbet) murakabesidir. Bu mura-

kabeyi Allah Teâlâ Kur‘an-ı Kerim‘de Ģöyle ifade buyurur.

―Allah Teâlâ onları sever, onlar da Allah Teâlâ‘yı‖ 1530

Muhabbet mu-

rakabesinde feyiz kaynağı, nefis lâtifesidir.

Onun için mahlûk ve eĢyanın sevgisinden daha çok sevilmeye lâyık olan

Zat-ı ecel ve âlâ olan Allah Teâlâ‘yı sevmek ve kalbde ―O‖nun muhabbetini

artırmak için mahbûbiyet dersi olan zikir dersine devam edilir.

بقوم يحبهم ويحبوه

― Allah Teâlâ onları sever onlar da Allah Teâlâ‘yı sever...‖ (Maide,

54) âyet-i kerimesini tefekkür eder.

ġunu bilmeliyiz ki, bizim Allah Teâlâ‘yı sevebilmemiz için, evvelâ Allah

1530

Mâide, 54

NakĢi Hâki Dersleri 889

Teâlâ‘nın bizi sevmesi lazımdır. O bizi sevmeden bizim onu sevmemiz ezelî

ve ebedî olmayan bir taklitçilik ve geçici bir sevgi gösterisi olur. Bu sebeple

Allah Teâlâ‘yı zikretmeyi çok sevip bu zikre devam etme mecburiyetinde-

yiz.

Allah Teâlâ zâtında, fiillerinde ve sıfatlarında hiçbir suretle eĢ ve ortak

kabul etmediği için, herhangi bir sıfatında kendisine baĢkalarını ortak kabul

etmeyi Ģirk, Ģirki de bir pislik kabul ettiği için kul bu makamda, ―lâ ilahe

illa‘llâh‖ derken kalb ile ―Senden baĢka her varlığın muhabbetini reddediyo-

rum, ancak Senin muhabbetini kabul ediyorum,‖ Ģuur ve idrâki içerisindedir.

Ġhvân ―muhabbette tevhîd‖ yarıĢmasını kazanmak için beĢerî güç ve

irâdesini kullanınca kürre-i arzdan, ArĢ kubbesine benzeyen göğüs âlemine

geçer. Göğüs âleminde ne kadar fiil, sıfat, makam, mevki‘ hevesleri varsa

hepsinden çok Allah Teâlâ‘yı sevdiğini düĢüne düĢüne tevhîd-î muhabbete

yükselir.

O vakit kul mahlûka muhabbetin esaretinden kurtularak hürriyetine kavu-

Ģur. Bülbül gibi kafeslerde değil de tevhîd-i muhabbet bahçesinin mübarek,

güzel gül kokulan arasında ―lâ ilahe illa‘llâh‖ der.

Ġhvân artık bahçelerdeki gül ve kokusunun değil gülü ve kokuları yarata-

nın dostu olmak için gayret etmektedir ve bilmektedir ki güller ve güzel

kokular Rabb‘ine giden yolda birer perdedir. Artık muhabbetin gül misâli

kokuları vücudundan yayılmağa ve muhabbetten hâsıl olan güzel ahlâklar

kendisinden seyredilmeğe baĢlar. Bütün mal, mülk, evlât, makam, mev-

ki‘lerden oluĢan esaret zincirlerini birer birer kırıp hakîki dostuna kavuĢmayı

can-ı gönülden arzulamağa baĢlar.

27. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MERTEBE-Ġ ASLĠYYE- MU-

RAKABE-Ġ GAVS-Ġ MUHABBET

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der. Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh

efendimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha, sırra hafiye, ahfâ‘ya, nefsi natıkaya, sonra soldan sağa doğru

dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuĢ uçar misali semaya doğru çık.

Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde

890 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Velâyet-i Kübra Dairesinin Asliyye Mertebesinde bin defa lisanen ve kal-

ben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La

ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek

zikir yapar. Sonra Murakabe-i Gavs-i Muhabbet‘de bir süre karar edilir ve

yeryüzüne inilir.

MERTEBE-Ġ ASLĠYYE

Bu âlem bir gölgedir. Bu sûretler, birer hayâl (aslî vücûd olmayan birer

gölge)den ibarettir. Onun için görünen bu sûret Ģekillerden zâtını bulmak

gerekir.

Sûretler, dünya; hayâller de misâl (berzah) âlemine aittir. Her iki âlem

de gayb (zât) âlemine engel ve perdedir. Bütün bu âlemler ise, sıfatlar âlemi-

dir.

Sıfatlar, (görüntüler, renkler, desenler, Ģekiller) âleminden geçip zata yö-

nelmelidir. Gerçekte, her sûret bir geçittir, geçilmesi gerekir. Asliyye Merte-

besinde eĢyanın hakikatini bulmak ile bir sonraki mertebede asl-ın aslı olan

Allah Teâlâ‘yı müĢahede etmek kolay olur.

28. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MERTEBE-Ġ ASL-I ASL- MU-

RAKABE-Ġ GAVS-Ġ MUHABBET

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der. Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh

efendimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha, sırra hafiye, ahfâ‘ya, nefsi natıkaya, sonra soldan sağa doğru

dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuĢ uçar misali semaya doğru çık.

Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde

Velâyet-i Kübra Dairesinin Asl-ı Asliyye Mertebesinde bin defa lisanen ve

kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada

―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diye-

rek zikir yapar. Sonra Murakabe-i Gavs-i Muhabbet‘de bir süre karar edilir

ve yeryüzüne inilir.

NakĢi Hâki Dersleri 891

MERTEBE-Ġ ASL-I ASL

Varlıkta asil olan gölge değil, bizzat varlığın aslıdır. Zaten gölgenin var-

lığı da, onu salan bir asıldan gelir. Varlığın sıfatında da durum aynen böy-

ledir. Gölge olan sıfatın varlığı, asıl olan sıfatın varlığının eseridir. Asıl ola-

nın gölgeye yakınlığına karĢılık, nasıl olur da gölgenin asıl olana yakınlığın-

dan bahsedilebilir? Gölgenin varlığı gölgeyi düĢüren asıldan gelmektedir.

Ġbn‘ül Arabî kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz Hakk ve kâinat iliĢkisini açık-

larken ―Hakk‘ın dıĢında, kâinat denilen Ģey O‘nun gölgesi gibidir, iĢte bu

gölge mümkün varlıkların özünü oluĢturur. Öyleyse, esasen insanın idrak

ettiği sadece Hakk‘ın vücudundan, bu âlemler olarak yayılan Ģeyden, yani

O‘nun zatından ibarettir. Zira ondan baĢka varlık yoktur.‖

Bu mertebenin bir önceki mertebe ile olan farkı Meselâ, bir adamın gü-

neĢin nûrundan gölgesi yere yansır. ĠĢte o yere düĢen gölgeden adamın

nasıl bir kimse olduğu anlaĢılır.

Bu adamın gölgesi asli mertebesi, yansımasını sağlayan güneĢ ise aslı as-

liyesi yani irâde-i külün kendisidir.

Burada gölgenin sıfatlanması aslı, varlığı ise asl-ı aslı olan zâttır. Sonuç-

ta bu âlem de Hakk‘ın vücûdunun gölgesidir ve müstakil olarak vücûdları

yoktur.

29. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MERTEBE-Ġ ASL-I KÜL - MU-

RAKABE-Ġ GAVS-Ġ MUHABBET

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der. Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh

efendimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha, sırra hafiye, ahfâ‘ya, nefsi natıkaya, sonra soldan sağa doğru

dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuĢ uçar misali semaya doğru çık.

Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde

Velâyet-i Kübra Dairesinin Asl-ı Kül Mertebesinde bin defa lisanen ve

kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada

892 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diye-

rek zikir yapar. Sonra Murakabe-i Gavs-i Muhabbet‘de bir süre karar edilir

ve yeryüzüne inilir.

MERTEBE-Ġ ASL-I KÜLL

Sıfatlardaki hakikatin Allah Teâlâ‘da olan karĢılığıdır. Hakk ehli olan zat-

lar kendi hakikatlerini Allah Teâlâ‘nın sıfatlarına mazhar ve ayna olduklarını

müĢahede etmeleridir. Allah Teâlâ‘nın sifât-ı zâhiriyyeleri ve bâtinelerini

fark ederek kendinde bulmalarıdır.

30. DERS:

VELÂYET-Ġ KÜBRÂ DAĠRESĠNDE MERTEBE-Ġ RÛH-Ġ KÜL ZÂT-I

BAHT - MURAKABE-Ġ GAVS-Ġ MUHABBET

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını geçerek arĢ-ı âlâ‘nın üstünde Velâyet-i Kübra Dairesinin

Ruh-i Kül1531

Mertebesinde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe

illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muham-

medün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Mu-

rakabe-i Gavs-i Muhabbet‘de bir süre karar edilir ve yeryüzüne inilir.

Murakabenin muhabbet üzere yapılması ile mahlûkatın Allah Teâlâ

ile olan iliĢkisinde yani kül‘ün (her Ģeyin) özünde ve cevherinde bulunu-

Ģu ve bu hakikate ulaĢmada sevginin esas olmasıdır.

1531

Büyükler, ruh külli olduğu vakit yetmiĢbin surette zahir olabilir demiĢlerdir. Bu

dünyada böyledir, berzah âleminde ise suretlere girmesi daha kolaydır. Zira berzah

âleminde ruh cesetten ayrıldığı için daha kuvvetli ve müstakil olur. (Mektubatı Mev-

lanâ-i Halid, 4 Mektup)

NakĢi Hâki Dersleri 893

Mertebe-i Ruh-u Küll Zât-ı Baht

Hakk ehli olan zatlar kendi hakikatlerinin Allah Teâlâ‘nın zât-ı ile ayrıl-

maz bir bütün olarak müĢahede ederek tevhid ve vahdet etmeleridir. Yani

kulun ayrılıktan kurtulmasıdır.

VĠLÂYET-Ġ ULYÂ (Velâyetin en yüce mertebesi)

Kısaca makamları tekrar hatırlamak gerekirse;

Velâyeti suğrâ: Büyük nebiler ve meleklerin dıĢında kalan velilere mah-

sus olarak görülen haller, Allah Teâlâ‘nın isim ve sıfatlarının gölgeleridir.

Allah Teâlâ‘nın isim ve sıfatlarının görünüĢünün gölgeleri olan bu mertebe-

nin seyridir.

Velâyeti Kübrâ: Büyük nebîlere mahsus olarak görülen haller de Allah

Teâlâ‘nın esma ve sıfatları ile yine O‘nun maksadına ait bir takım iradelerin

görünüĢüdür.

Velâyeti Ulyâ; Melâike-i Kiram‘a ait olarak görülen hallere ki, bu haller

taayyünâtın1532

parçalarıdır. Bu makamlara Unsurların Seyri adı verilmekte-

dir. Toprağa bağlı unsurlar bu unsurlara dâhil değildir.

MürĢid-i Kâmil, ihvana himmet ve merhamet murat edince, ona Velâyeti

Kübra dairesi içerisinde yöneliĢte bulunur ve her daireye ait halleri ihvanın

latifelerine himmetiyle doldurur.

Yine MürĢid-i Kâmil ihvanda ġerhi Sadr meydana gelmesi için yöneliĢte

bulunur, ihvan bu himmet eseri yöneliĢle beyin faaliyetinin göğüsle yakın

ilgisini görür. Bu himmetin eseri olarak göğsünde geniĢleme hali bulur. Bu-

nun neticesi olarak da toprak, su, hava ve ateĢ gibi unsurları için ilâhî cez-

beler (kendinden geçme) idrak eder. ĠĢte bu cezbelerden de yücelme ve yük-

selmeler meydana gelir. Bu arada ihvana renkle ilgili güzel haller gelmeye

devam eder. Batına müsemma olan zat‘ında ihvanın fanî olması böylece

kolaylaĢır. Varlığı yok olur. Yüce makama eren ihvanın baka mertebesine

ermesi kolaylaĢır ye artık melâike-i kiram ile münasebetler meydana gelir.

Velâyeti Kübrâ‘nın seyri Allah Teâlâ‘nın ―Zahir‖ ism-i Ģerifinde,

Velâyeti Ulyâ‘nın seyri ise, ―Batın‖ ism-i Ģerifindedir.

Zahir ism-i Ģerifin seyrinde, Zat‘a ait olan düĢüncenin dıĢında, yalnız sı-

fat‘a ait tecelliler vardır. Batın ismi Ģerifinin seyrinde ise, her ne kadar esma

ve sıfatlara ait tecelliler meydana geliyorsa da, bazen de Zat‘ının tecellisine

Ģahit olunmaktadır.

Bazen temsili olarak ve evvelki tecellilere ilâveten ihvan bir suret keĢfe-

der ve keĢfettiği bu sureti dıĢtan görür. Fakat ihvanın gördüğü bu sureti,

Allah Teâlâ‘nın esma ve sıfatları kaplar. Bu kaplayıĢ, güneĢin ıĢınları ile bir

Ģeyi kaplayıĢı gibidir. Ġhvan bazen gördüğü bu sureti tecellî çizgisi olmadan

görür. Böyle bir görüĢte dahi, gördüğü suretin renkleri yine mükemmeldir.

Suret üzerinde meydana gelen tecelli hatları böyle bir görüĢte bilahare gizli-

1532

Görünmek. Belirmek. AnlaĢılma. Zâhir ve aĢikâr olma. Meydana çıkmalar. Belli

olmalar.

894 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

liğe döner.

Velâyeti Ulyâ öz, Velâyet-i Kübrâ bu öz‘ün kabuğu gibidir. Buna göre bir

üstteki bir derecelerin bir alttaki derecelere nisbetle durumu da yine böyledir.

Bir üstteki öz, bir alttaki, o özün kabuğu durumundadır.

Nübüvvet kemâlâtı için durum böyle değildir. Velâyet makamlarına nis-

betle, nübüvvet makamları arasındaki münasebetler nebilerden baĢkası için

tasavvuru bile mümkün olmayan Ģeylerdir. Onlar, Bâtın ism-i Ģerifi ile isim-

lenmiĢ Zât‘ın murakabesini bu makamdan yaparlar.

Nübüvvet Velâyetinde feyzin kaynağı, toprak unsuru dıĢında kalan üç

unsurdur. (su, hava ve ateĢ) Bu makamda lisanen yapılan zikir ve uzun kı-

yamlarla edâ edilen nafile namazlar yükselme vesilesidir. Yine bu makamda

Ģerîatın ruhsat olarak saydığı Ģeylerle amel etmek doğru değildir. Belki,

faydalı olabilecek amel, Ģeriatta azimet olarak kabul edilen amellerdir. Bu

husustaki inceliğe gelince: Ruhsatla amel etmek insanı insanlığın gereği

olan nefsaniyyet yönüne çeker. Azimet olan Ģeylerin amel olarak yapılması

ise, meleklik, hasleti ile bezenmesi ve melekliğe yaklaĢmayı ortaya koyar.

Ne zaman insanda melekliğe ait hizmetler fazlalaĢırsa bu velâyet mertebe-

sinden süratle daha yüce mertebelere yükselme kolaylaĢır. Bu velâyette

(Nübüvvet Velâyeti) meydana gelen sır, Tevhîd-i Vücûdî ve Tevhîd-i

ġuhûdî sırları gibi, değildir. Tevhîd-i Vücûdî ve Tevhîdi ġûhûdî‘nin sırlarını

anlamak ve anlatmak bir dereceye kadar mümkündür. Hâlbuki velâyetin

(Nübüvvet Velâyetinin - Velâyeti Ülyâ‘nın) sırları gizlenmeye daha lâyık

olup, söz ve yazı ile ifadesi mümkün değildir.

31. DERS:

VELÂYET-Ġ ULYÂDA DERECE-Ġ HAVASS-I MELÂĠKE

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

NakĢi Hâki Dersleri 895

tevhid meydanını, arĢ-ı âlâ‘yı geçerek Velâyet-i Ulya Havass-ı Melâike Mer-

tebesinde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikre-

der. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Murakabe-i Havass-ı

Melâike‘yi yapar ve dersten çıkar.

Havass-ı Melâike

Melâike-i Kiram‘a ait olarak görülen haller anasıra ve letaiflere iniĢi mü-

lahaza olunur ve münasebetler meydana gelir.

32. DERS:

VELÂYET-Ġ ULYÂDA MERTEBE-Ġ KEMÂLÂT-I HAVASS-I NÜ-

BÜVVET

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını, arĢ-ı âlâ‘yı geçerek Velâyet-i Ulyânın Nübüvvet Mertebe-

sinde zamansız ve mekânsız olarak bin defa lisanen ve kalben gizli sesle

―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah

Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar.

Sonra Murakabe-i Zatiyye‘yi nübüvvet kemaliyle yapar ve dersten çıkar.

Mertebe-i Kemâlât-ı Havas-ı Nübüvvet

MürĢid-i Kâmil, ihvana merhamet edip, onun fazilet ve derecesini yük-

seltmek istediği zaman, ondaki toprak unsuruna teveccüh buyurur ve ihvana

latifesine yapılan bu yöneliĢ ile Nübüvvet Velâyetinden feyiz gelir. Bu öyle

bir kemaldir ki, bu kemal, Zat‘î ve daimî tecelliden ibarettir. Bu makamın

bilgisi bütün bilgileri yitirmektir. Yine bu makamda zaman, keyfiyet ve

renkler —gizli olan haller dâhil— bir iĢe yaramaz hale gelirler. Bu makamda

itikat ve imana taallûk eden Ģeylerin kuvveti meydana çıkar. Allah Teâlâ‘yı

896 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

bulmak için delil araĢtırmak yerine, akıl ve muhakeme delil yerine kaim

olur. Bu makamın bilgisi, bütün nebilerin Ģeriatlarıdır. Bu makamda ihvanın

gizli hallerinde geniĢleme meydana gelir.

Ġster Velâyeti Suğra, ister Kübrâ, isterse Ulyâ olsun, bu velâyet makamla-

rında derece derece ihvanda Ģerhi sâdır meydana gelir. Gizli hallere nisbetin

yanında, göğüs darlığı ve ona benzer bir hal asla bulunmaz. Velâyetin her

basamağında, bir basamağın diğer basamakla gerek surette gerekse hakikâtte

bir alakası vardır. Yine bu makamda ihvanda kusuru kendinde görebilme,

ümitsizliğe yakın bir halde kusurlarından dolayı kendi kendine darılma, ma-

nen fazilet olan hallerin kendisinde kalmadığını sanma veya hizmetlerinden

bir fayda temin edememiĢ olmanın üzüntüsü içine dalma halleri meydana

gelmeye baĢlar. Ġhvan bu hususlarda o duruma gelir ki; Kendisini manen

bomboĢ ve hiç bir iĢe yaramaz halde zanneder. Hatta zamanla kendisini bir

kâfirden bile aĢağı görür.

Ġhvanın bu halleri, daha önceleri kendisine ait bulunduğuna inandığı ve

fazilet dolu sandığı hallerinin, (Susuz kimsenin, serabı su zannedip, yaklaĢ-

tıkça hiçliğini anladıkça, düĢtüğü ümitsizlik ve periĢanlık haline benzer).

Benimdir diye inandığı ve güvendiği ve varlıklarını kabul ettiği Ģeylerin

hepsi bu makamda ihvana birer hayal olur.

Ne zaman ki, mürĢid-i kâmilin yöneliĢi ile bu makam ihvana keĢfolur. Bu

arada görme haline benzer bir hal de yine ihvan için kolaylaĢır. Bu görme

hali her ne kadar Allah Teâlâ‘yı âhirette görme haline benzemezse de —biz

âhirette meydana gelecek bu görme haline Ģimdiden inandık— bu görüĢ

velâyet mertebelerindeki gözetleme hallerine nisbetle daha rahat, daha engin

ve daha kolay bir görüĢtür.

Âhirete mahsus bulunan görüĢ, âlemi halk‘a mahsus olan görüĢlerdendir.

Orada yapılan iĢler de yine âlemi halktan nasibi bulunan iĢlerdir. Nitekim

âlemi emr‘in latifeleri bu makamda âdeta (lâ-Ģey) dir. (Yani hiç bir Ģey de-

ğildir.) Nefis latifesinde ve unsurlara ait bulunan latifelerde de durum yine

böyledir. (Yani bunlara ait latifeler de (lâ-Ģey=yok) durumundadır.)

Bu muameleler toprak unsuru ile ilgili latifeye mahsustur. Her ne kadar

diğer unsurların da toprak unsuru ile alâka ve bağlantıları dolayısı ile bu

muamelelerden nasipleri varsa da ehemmiyeti yoktur.

Bu makam, Ģeriat hükümleri ile Allah Teâlâ‘nın varlığından ve sıfatların-

dan haberler, kabir, haĢir, cennet, cehennem ve bunlara benzer ne varsa en

doğru haberci olan Allah Teâlâ‘nın Rasûlünün haber verdiği Ģeyler olup,

hepsi de gözle görülen akıl ve mantığın kabul ettiği Ģeylerin makamıdır.

Bu makamda Hakk‘ın kendi varlığı eĢyaya ayna durumundadır. O‘ndan

baĢka ne kadar varlık varsa, hepsi de o aynada görülen suretler gibidir. Ay-

nadaki suretin yarlığı gerçek varlık değil, gerçek varlığa nisbetle bir hayal-

dir. Fakat hayal de olsa (yok) değildir. Gerçek varlığın gölgesi olarak vardır.

Suret gösteren bir aynada, ilk görülen Ģey ayna değil, resimdir.

Ayna, kendisine bakanın dikkatini üzerine çeker. Fakat bu makamdaki

durum bu kaidenin tamamen aksinedir. Bu makamda aynanın varlığı ilk

NakĢi Hâki Dersleri 897

bakıĢta görülür. EĢyanın varlığı ise, tetkik neticesinde görülebilir, iĢte bunun

içindir ki, Allah Teâlâ‘nın varlığı bedihîdir.1533

O‘nun varlığına nisbetle eĢ-

yanın varlığı nazarîdir. Bu makam yüceliği, yaygınlığı ve ortaya koyduğu

meseleleri itibarîyle çok acâip bir makamdır. Bu manadaki acâibliklerin

meydana gelmesi, yine bu makama bakıĢın karĢılığıdır. Bundan daha acâibi

ise, sofiye tarafından yapılan zikirlerin bu makamda yalınız baĢına bir Ģey

ifade edemeyiĢidir. Tilâvet esaslarına uyularak okunan Kur‘ân-ı Kerim, edep

ve erkânına dikkat gösterilerek eda edilen namaz, hadîsi Ģeriflerle sıhhati

tespit edilen duâ ve niyazların hepsi bir arada bulunmak suretiyle bu ma-

kamda yükselmeye vesile olurlar.

Hadis ilmi ile meĢgul olmak, sünnet-i Ģeriiyye‘ye hakkiyle bağlılık gös-

termek, bu makamı hem nurlandırır, hem de kuvvetlendirir. Böylece ihvana

―Kâbe kavseyni ev edna sırrı‖ (iki yay arası ve daha yakın olma) keĢfettiri-

lir.

Bu mertebede murakabe Zat‘a yapılır. Zat‘a yapılan murakabe nübüvve-

tin kemalinin kaynağıdır. Zâtın tecellîsinin dereceleri vardır. Ġlki nübüvvet

kemâlâtıdır. Burada itibârları da araya katmadan zâtın murâkabesi yapılır.

Burada feyzin geldiği yer, toprak unsuru latîfesidir. Kur‘ân-ı Kerim okumak

terakki hâsıl eder. Bâtın hâllerinin belirsizliği, anlatılamayan ve nasıl olduğu

bilinemeyen hâller ele geçer. Devamlı olarak niyyet ve akideler kuvvetlenir.

Ġstidlâli olan Ģeyler bedîhî olur. Kur‘ân-ı Kerim‘deki mukattaa harflerine ait

sırlar, bu derecelere kavuĢanlarda hâsıl olur.

Murakabe-i Zatiyye Allah Teâlâ‘nın ef‘âl, sıfat ve zâtını kendisine layık olan Ģekilde düĢün-

mektir. Diğer murakabelerin hepsini cem eder. Allah Teâlâ‘ya hayran ve

idraksizlik içinde bulunup, kulluğunun farkına varmaktır.

33. DERS:

VELÂYET-Ġ ULYÂDA MERTEBE-Ġ KEMÂLÂT-I HAVASS-I

RĠSÂLET

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

1533

Aklın ve mantığın kabul edeceği bir gerçektir

898 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını, arĢ-ı âlâ‘yı geçerek Velâyet-i Ulyânın Risâlet Mertebesin-

de zamansız ve mekânsız olarak bin defa lisanen ve kalben gizli sesle

―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah

Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar.

Sonra Murakabe-i Zatiyye‘yi risalet kemaliyle yapar ve dersten çıkar.

Mertebe-i Kemâlât-ı Havas-ı Risâlet

Bu mertebede de murakabe yine Zata yapılır. Zat‘a yapılan murakabe ri-

saletteki kemalinde kaynağıdır. Bu makamın feyiz ye bereketi, ihvanda

meydana gelen birlik heyeti üzerine gönderilir.

34. DERS:

VELÂYET-Ġ ULYÂDA MERTEBE-Ġ KEMÂLÂT-I ULÜ‘L AZÎM

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ‘ya geç, nefsi natıkaya geç,

nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi

bir kuĢ uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i

tevhid meydanını, arĢ-ı âlâ‘yı geçerek Velâyet-i Ulyânın Kemalat-ı Ulü‘l

Azîm Mertebesinde zamansız ve mekânsız olarak bin defa lisanen ve kal-

ben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La

ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek

zikir yapar. Sonra Murakabe-i Zatiyye‘yi Kemalat-ı Ulü‘l Azîm ile yapar

ve dersten çıkar.

NakĢi Hâki Dersleri 899

KEMALAT-I ULÜ‘L AZÎM

Bu makamın feyzi, ilmin bu mertebede kemale ermiĢ olması ve yine bu

mertebedeki nurların diğer mertebelere nisbetle daha çok tecelli ile bes-

lenmiĢ bulunması dolayısı ile Vahdaniyyet heyeti üzerine varid olur:

Bu makamda Kur‘ân-ı Kerim‘deki Huruf-u Mukattaa diye bilinen harf-

lerle, müteĢâbih olan âyetlerin sırları anlaĢılır hâle gelir. Bu makama ulaĢan

kimseler, sır sahibi kılınarak, sevenle sevilen, arasındaki, yalnız faziletten

nasip olan bu muhabbeti, Allah Teâlâ‘nın Rasûlünün yoluna uymak suretiy-

le dağıtırlar. Risâlet kemalâtından, Vahdâniyyet heyeti üzerine gizliye ait

muamele olduğu zaman, o gizlinin yükseliĢi sade Allah Teâlâ‘nın kendi fazlı

kereminden olur. Bütün ilerlemeler amelle değildir. O‘nun fazlı keremi ola-

rak, meydana gelmiĢlerse de ihvanın Ülü‘l Azim makamının velâyetine

ulaĢması, bilhassa Allah-ü Teâlâ‘nın fazlı ve ihsanıdır. Meydana gelen te-

rakkinin kazanılmasının asla akıl ve amelle bir ilgisi yoktur. Ameller bu

hususta ancak birer yükseliĢ sebebi olabilirler.

Ülü‘l Azim makamının velâyetine nail olmada sebepten bahsetmekte

abestir.

35. DERS:

VELÂYET-Ġ ULYÂDA MERTEBE-Ġ HEYET-Ġ VAHDÂNĠYYE

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha, sırra hafiye, ahfâ‘ya, nefsi natıkaya, sonra soldan sağa doğru

dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuĢ uçar misali semaya doğru çık.

Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını, arĢ-ı âlâ‘yı geçerek Velâyet-i

Heyet-i Vahdâniyye Mertebesinde zamansız ve mekânsız olarak bin defa

lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında

bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

sellem diyerek zikir yapar. Sonra Murakabe-i Zatiyye‘yi Heyet-i

Vahdâniyye ile yapar ve dersten çıkar.

900 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Heyet-i Vahdâniyye; Âlemi emir (Kalb, Ruh, Sır, Hafî, Ahfâ) ve âlemi

halk‘ın (Nefis, Toprak, Su, Hava, AteĢ) hepsine birden verilen bir isimdir.

Gerek âlemi emir ve gerekse âlemi halktan olan tecellilerin bir araya gelme-

lerinden ve gerekli temizlik ve ayıklamadan sonra diğer bir heyet daha mey-

dana gelir.

Meselâ: Bir kimse muhtelif cins ilaçları bir araya getirmek suretiyle bir

tek ilâç meydana getirmek isterse, her ilacın belli bir ölçüde olması ve hep-

sinin birbirine iyice karıĢtırılması icap eder. Böyle imal edilirse ilaçtan bek-

lenen fayda sağlanır. Birçok ilacın bir arada birbirine iyi karıĢtırılmasıyla da

yeni bir ilaç ismi meydana gelmiĢ olur.

Letâifi aĢere denilen o lâtife de aynen böyledir. Bu latifelerden her birisi

için de birer heyet hâsıl olur. Yine bu makamda bu on lâtife için nice yücel-

me ve yükselmeler meydana gelir. Bu latifelere olan tecellilerin sonundaki

yükselme, nurlanma geniĢleme ve renklenme daha evvel bahsi geçen ma-

kamlardakilere nisbetle çok daha fazladır. Bahsi geçen makamların hepsinin

bu makama nisbeti kabuğun öz‘e nisbeti gibidir.

36. DERS:

MERTEBE-Ġ UMUM KEMÂLATI CÂM-Ġ ZAT-I MUHABBET-Ġ

ULUHĠYYET

Hediyeden sonra ―Ġlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat

ve rahmeti ilahiyeni ve Ģanı ilmi cami‘ olan Ģuunatı rahmeti ilahiyyeni

Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniye-

tine inzal ve irsal buyurmanı;

Andan Hazreti Ġsa, Musa, Ġbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın

ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, an-

dan cümle Ģeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan Ģimdiki Ģeyh efendimi-

zin letâif, nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif,

nefsi natıka, cem‘i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî‖ der.

Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra Ģeyh efen-

dimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde

kalbinden ruha, sırra hafiye, ahfâ‘ya, nefsi natıkaya, sonra soldan sağa doğru

dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuĢ uçar misali semaya doğru çık.

Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını, arĢ-ı âlâ‘yı geçerek Velâyet-i

Ulyânın Umum Kemalat-ı Cami Zât-ı Muhabbeti Uluhiyyet Mertebesinde

zamansız ve mekânsız olarak bin defa lisanen ve kalben gizli sesle ―lâilahe

illa‘llah‖ı zikreder. Her yüz baĢında bir defada ―La ilâhe illa‘llah Muham-

medün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra

Murakabe-i Zatiyye‘yi Muhabbetiyeyi yapar ve dersten çıkar.

NakĢi Hâki Dersleri 901

UMUM KEMALAT-I CAMĠ ZÂT-I MUHABBETĠ ULUHĠYYET

Müridin gayretleri ile beraber kavuĢacağı Ülûl Azim velayetinin

kemâlâtından sonra, sâlikin sülûkü iki tarafa vuku bulur. Bu da mürĢidin

ihtiyarına bağlıdır. MürĢid ne tarafa isterse sâliki o tarafa sülük ettirir.

Bu iki taraftan birisi: Hakaiki Ġlâhiyye tarafıdır ki; bu taraf Kâbe‘nin,

Kur'ân-ı Kerim'in ve namazın hakikatinden ibarettir.

Ġkinci taraf da: Hakâiki Enbiyalarından ibarettir.

MürĢid, sâlike Kâbenin hakikatinde yönelince, bu makamda Cenâb-ı

Hakk'ın azamet ve büyüklüğüne Ģahid olunur. Onun heybeti Bâtın üzerini

kuĢatır. Bu makamda sülük edenler zat' murakabesini yerine getirirler.

Kendisine murakabede bulunulan zat, bütün varlığın secde kıldığı Halik-i

kâinattır. Nice kimselere bu kudsî makamda yokluk ve ebedîlik hali ikram

edilir de, sâlik nefsini bu ikrama ulaĢmıĢ ve sahib olmuĢ olarak bulur.

Kâinatta var olan her Ģeyin yöneliĢi O'nun tarafınadır. Bu teveccüh her ne

kadar kemâlâtta (olgunlukta) hâsıl olan bir yöneliĢ olup renkle ilgisi olan bir

teveccüh ise de burada bahsedildiği kadardan ibaret değildir. Batınî nisbetin

yüceliği ve geniĢliği bu makamlarda daha fazladır, (ziyade üstüne ziyadedir)

Nebilere âit hakîkatlarda görüntüler renksiz meydana gelip, bu tecellîlerin

yücelik ve geniĢliklerine rağmen, ilâhî hakîkatlerdeki tecellîye nîsbetle te-

cellîleri daha azdır.

Bu halin sırrına gelince: Sâlike zat mertebesinde fena ve baka hali ikram

edilir. O da, bu mertebenin ahlâkı ile ahlâklanınca, idraki kuvvet kazanır ve

üstte olup âlemi emirden bulunan nisbeti idrak eder. Yani, eriĢtiği yüceliğin

idraki kendisine bildirilir. Yine böylece sâlik erdiği bu makamlardaki renk-

ten soyulmuĢluğu kendi idraki ile bulamaz. Zîra bilir ki; kemâlâtın, âlemi

emirden olan yüceliklere göre nisbeti, ikisinin de letafetleri itibariyledir ve

her ikisinde de letafet cinsleri aynıdır. Ġsterse bu benzeyiĢleri gösteriĢten

ibaret olsun. Kemâlât nisbetinde renksizliğin ayırımı sebebine gelince: Mu-

hakkak ki sâlik sıfat ve Ģüûnat (haller) mertebesinden, fenafillâh ve bakabil-

lâh sebebiyle nail olduğu velayetlerde, kendisine ikram edilen tecellî kadar

idrak kuvvetine sahiptir. Bunun için de Zat mertebesindeki hallerin idraki

güçtür. Muhakkak ki, velâyete âit kemâlât diğer bir velayet mertebesinden

meydana gelmektedir. Nübüvvetin kemalâtı daha baĢka bir kapıdan girer.

Velayetin kemalâtı ile nübüvvetin kemalâtı arasında —suretin bile olsa— hiç

bir benzerlik yoktur.

Bazı tasavvuf ehli diyorlar ki: ―Evliyalık makamı, nüvüvvet makamı-

nın gölgesidir diyenler hata ediyorlar. Gerçek olan böyle değildir. Her

iki kemalâtın birbiri ile katiyyen bir ilgisi yoktur.‖ Kemalât mertebesi hususunda, yukarıdan beri ifade edilenlerin dıĢında,

daha nice münasebetleri vardır. Velilerden bazılarının ifade ettiklerine göre;

kemalâta nisbet edilen hakikatlar, denizlerin dalgaları durumundadırlar. Bu

demektir ki, kemalât ne zaman fevkani (âlemi emre mahsus tecellîlerden

meydana getirse) olursa, o kemalâtın tecelli kaynağı, tecellînin daimî olduğu

902 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

zatın makamıdır. Bundan: anlaĢılmaktadır ki, hangi tecellî fevkani (âlemi

emirden gelen bir tecellî) ise, o tecellî Zat mertebesinin dıĢına çıkamaz.

Çünkü tecellî kaynağı, o mertebenin dıĢında değildir. Böyle bir duruma, (de-

nizin dalgaları) tâbirini kullanmak isabetlidir. Bu hal eĢyayı hakikatine nis-

bet etmede meydana gelmektedir. Yoksa kemalâta nisbetle değil. Meselâ,

Kâbe-i Muazzamanın hakikatinde azâmet, kibriya ve mümkünat için secde

edilen yer meydana gelmektedir. Buradaki sırrın inceliğini kavramaktan akıl

acze düĢmüĢtür. Hattâ bir mürĢidin teveccühü olmadan bu mertebelere eriĢ-

mek ve anlamak mümkün değildir.

SEYR ÇEġĠTLERĠ

36 Ders bittikten sonra seyrler baĢlar.

Sulûk eden ihvanda seyr iki kısımdır:

Cezbe ve sülûk.

(Sülûk), uğraĢarak ilerlemektir.

(Cezbe) çekilip götürülmektir.

Seyr-i âfâkî‘ye ―sülûk,‖ seyr-i enfüsî‘ye ―cezbe‖ adı verilir.1534

Bunlara tasfiye ve tezkiye de denir. Sülûktan önce olan cezbenin, yani

tezkiyeden önce olan tasfiyenin kıymeti yoktur. Sülûk tamamlandıktan sonra

olan cezbe yani tezkiyeden sonra olan tasfiye lâzımdır ve seyr-i fi‘llah da

hâsıl olur.

Önce olan cezbe ve tasfiye, sülûkü kolaylaĢtırmağa yarar. Sülûk olmadan,

maksada kavuĢulamaz. Yol tamam gidilmedikçe, cemâl-i ilâhî görünmez.

Önceki cezbe, sonra olan cezbenin suretinin numunesi gibidir. Hakikâtte,

birbirinden baĢkadırlar. Büyüklerimizin, ―Sonda olan Ģeyler, baĢlangıçta

yerleĢtirilmiĢtir‖ sözünden maksat, ―Sonda kavuĢulacak suretin görünü-

Ģü yerleĢtirilmiĢtir‖ demektir.

Seyr ve sülûkten maksat ve cezbe ve tasfiyeden beklenilen Ģey, nefsi kötü

huylardan ve çirkin sıfatlardan temizlemektir. Bu çirkin sıfatların baĢı, nefse

düĢkün olmak ve onun arzularına, isteklerine tutulmaktır. O hâlde, Seyr-i

enfüsî lâzımdır. Kötü sıfatlardan güzel sıfatlara dönmek lâzımdır. Seyr-i

âfâkî lüzûmlu değildir. Maksat ve gaye bu seyre bağlı değildir. Çünkü zahirî

Ģeylere düĢkünlük, nefse düĢkün olmaktan ileri gelir. Ġnsan, her Ģeyi, kendini

sevdiği için sever. Çocuğunu, malını sevmek, onlardan istifade edeceği için-

dir. Seyr-i enfüsîde, insanı, Allah Teâlâ‘nın sevgisi kaplayarak, insan, kendi-

ni sevmekten kurtulduğu için evlat ve mal sevgisi de, bununla beraber yok

olur. O hâlde, seyr-i enfüsî muhakkak lâzımdır. Seyr-i âfâkî, buna bağlı ola-

rak, maksadı müyesser olur. Nebilerin ―aleyhimüssalevâtü ve-t‘teslîmât‖

seyrleri, yalnız seyr-i enfüsî idi. Seyr-i âfâkî, bununla berâber yapılıyordu.

Sülûk konaklarını ve cezbe makamlarını geçtikten sonra, anlaĢıldı ki, seyr

1534

PAKALIN, Mehmed Zeki, Tarih Deyimleri Ve Terimleri Sözlüğü, Ġstan-

bul,1972, c.3, s.198

NakĢi Hâki Dersleri 903

ve sülûktan maksat, yani tasavvuf yolculuğundan maksat, ihlâs makamına

varmaktır. Ġhlâs makamına kavuĢabilmek için, enfüsî ve âfâkî mabutlara

tapınmaktan kurtulmak lâzımdır.

Seyr-i enfüsî, bu yolun nihâyetinde ele geçer. Behâüddîn-i NakĢibend

Hazretleri buyurdu ki, ―Ehl‘u-llâh, Fenâ ve Bekâ makâmına kavuĢtuktan

sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. Her tanıdıklarını kendilerinde

tanırlar. Bunların hayretleri, anlayamamaları kendilerinde olur. ―Kendiniz-

dedir, görmüyor musunuz?‖ 1535

Buyruldu.

Seyr-i enfüsîden önce olan seyrlerin yani ilerlemelerin hepsi, (Seyr-i

âfâkî) idi. Seyr-i âfâkîde ele geçen Ģeyler hiçtir. Yani, aranılana göre hiç

sayılır. Ancak Ģuhûd-i enfüsîye kavuĢmak için, önce seyr-i âfâkî lâzımdır.

Seyr-i âfâkîde, sanki kötülüklerden temizlenmek ve seyr-i enfüsîde, iyi ahlâk

ile ahlâklanmak vardır. Çünkü kötülüklerden ayrılmak, Fenâ makâmına uy-

gundur. Ġyiliklere kavuĢmak, Bekâ makâmına uygun olur. Bu seyr-i en-

füsînin nihâyeti yok demiĢlerdir. Ġnsanın ömrü sonsuz olsa, bu seyr bitmez

denilmiĢtir. Çünkü mahlûkun sıfatlarının nihâyeti yok demiĢlerdir. Yani

Allah Teâlâ‘nın sonsuz sıfatları, sâlikin latîfeleri aynasında tecellî etmekte,

O‘nun kemâlâtından bir kemâl görünmektedir. O hâlde, bu seyr bitmez ve

sonu gelmez.

Bu konuda büyükler buyuyurdular ki;

Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr kuddise sırruhu‘l-azîz;

―Allah Teâlâ‘ya kavuĢmakta, zulmet perdelerinin kalkması için

mahlûkların hepsini aĢmak, yani seyr-i âfâkîyi ve seyr-i enfüsîyi tamamla-

mak lâzımdır. Nûrdan perdelerin aradan kalkması için de seyr-i fi‘llah gere-

kir‖demiĢtir.

Ebû Saîd-i Harrâz kuddise sırruhu‘l-aziz;

―Seyr-i âfâkî (kendinin dıĢında ilerleme), insanı, matlûbdan (Allah

Teâlâ‘dan) uzaklaĢtırır, seyr-i enfüsî ise, insanı, matlûba kavuĢturur‖ demiĢ-

tir. Seyr-i enfüsî, tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kendinde ilerlemesi,

kötü huylardan temizlenen nefsin, iyi huylarla bezenmesi, süslenmesidir.‖

Abdülkâdir Geylânî kuddise sırruhu‘l-azîz,

―Seyr-i enfüsîde, insanı, Allah Teâlâ‘nın sevgisi kaplayarak, insan, ken-

dini sevmekten kurtulduğu için, evlâd ve mal sevgisi de bununla berâber yok

olur. O halde, seyr-i enfüsî muhakkak lâzımdır‖

Efendi Hazretleri buyurdu ki;

―GardaĢım! Sülûk görmeyen ihvan listesine kayıt olmaz. Her amelin ede-

bi var. Tarikatın edebi de sülûkünü tekmil etmektir.‖

1535

Zariyat,21

904 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

SEYR MERTEBELERĠ

Hakîkat erbabına göre sefer, müridin Allah Teâlâ‘ya yönelmesi sırasında

kalbin geçirmiĢ olduğu seyirlerde takip edilen Seyr-u Sülûkün dört makamı

vardır.1536

―Seyr-i Ġlâ‘llah‖; ―Seyr-i Fi‘llâh ,‖ ― Seyr-i Ani‘llâh Billâh‖ ―Seyr-i

Fil- EĢya.‖

1-SEYR ĠL‘LLAH 1537

Hediyeler, Rabıta ve murakabesi 36. Dersteki gibi yapılır.

Seyrin birincisi mertebesi hakkında kullanılan bir tabirdir. Buna ―sefer-i

evvel‖ de denir. (Seyr-i ilâ‘llah) demek, aĢağı bilgilerden, yüksek bilgilere

ilerlemek, ilimde durmadan yükselmektir. Bu Ģekilde mahlûklara ait bilgiler

bilindikten sonra, Allah Teâlâ‘nın ilmine kadar varılır. Bu bilgiler baĢlayın-

ca, mahlûklara ait bilgilerin hepsi unutulur. Bu hâle (Fenâ) denir.

Allah Teâlâ‘nın, lütfu ve ihsanı ile mâsivânın hepsi, kalb gözünden sili-

nince, isimleri bile unutulunca, (Fenâ) hâsıl oldu denir. (Seyr-i ilâ‘llah) ta-

mam olur.

Sâlik, yaradılıĢında Muhammedî ise, Âlem-i emrin beĢ latîfesini, sıraları

ile geçtikten sonra, bunların Âlem-i kebîrdeki asıllarında seyr eder. Yani

ilerler. Allah Teâlâ‘nın lütfu ile bu beĢ aslın her birini inceden inceye geçe-

rek sonuna gelir. Böylece, imkân dairesini (Seyr-i ila‘llah) ile bitirmiĢ olur.

(Fenâ) hâsıl oldu denir. (Vilâyet-i suğrâ) makamına baĢlamıĢ olur.

Hakikî Fenâ ise, sıfât-i ilâhînin ve isimlerinin ve hiçbir bağlılığın, ayrı bir

görünüĢün de, tamamen görülmediği zaman hâsıl olur. Zât-ı ilâhîden baĢka

hiçbir Ģey görülmez ve düĢünülmez. Seyr-i ila‘llah Allah yolculuğu, iĢte

burada sona erer.

2-SEYR FĠ‘LLÂH Hediyeler, Rabıta ve murakabesi 36. Dersteki gibi yapılır.

Seyrin ikinci mertebesi hakkında kullanılan bir tabirdir. Buna ―sefer-i

sani‖ (cem) de denir.

Allah Teâlâ‘nın isimlerinde ve sıfatlarında ilerleme, Allah Teâlâ‘nın be-

ğendiği ve râzı olduğu Ģeylerde fâni olma (yani O‘nun sevdiklerini sevmek

ve O‘nun sevdikleri kendine sevgili olmak) seyr-i fi‘llah diye isimlendirilir.

Böylece anlatılamayan, iĢaretle bildirilemeyen ve isim verilemeyen, bir Ģeye

benzetilemeyen, kimsenin bilemediği, anlayamadığı mertebeye varılır. Bu

seyre (Bekâ) denir.

Bu makamda, sülûkten sonra, cezbe hâsıl olur. Bu seyre, seyr-i fi‘llah da

denmesine sebep, ihvan bu seyrde, Allah Teâlâ‘nın sıfatları ile sıfatlanır. Bir

1536

Bu sınıflandırmalar değiĢikte olabilir. Neticede hepsi aynı neticeye varmaktadır. 1537

Bu seyirler ile dersler kırk sayısına ulaĢır.

NakĢi Hâki Dersleri 905

sıfattan bir sıfata geçer. Çünkü aynadaki suretlerin sıfatlarının bazısından

aynanın da nasibi olur. Bundan dolayı, sanki Allah Teâlâ‘nın isimlerinde

seyr etmiĢ gibidir.

(Seyr-i fi‘llah) hâsıl olmadıkça, tam ihlâs elde edilemez. (Seyr-i fi‘llah)

denilen (Ġsbât) makamına kavuĢmak için çalıĢılır. Bu makamda, kalb yalnız

Allah Teâlâ‘yı hatırlamaktadır. Bu makama (Bekâ) makâmı ve (Hakîkat)

denir. Vilâyetin sonu, bekâ makâmıdır. Birincisinde fenâ makâmına ve ha-

kikâtte bekâ makâmına kavuĢan ihvan, vilâyete kavuĢmuĢ, Velî olmuĢtur.

Nefs-i emmâresi, nefs-i mutmainne olmuĢ, küfürden, inkârdan kurtulup,

yaratılıĢında bulunan kötülük, azgınlık yok olmuĢ ve Rabbinden razı Rabbi

de ondan razıdır.

Abdülhakîm bin Mustafa Arvâsî kuddise sırruhu‘l-azîz; ―Seyr-i ila‘llah

ve seyr-i fi‘llah yani Allah Teâlâ‘nın beğendiği Ģeylerde fânî olma hâsıl ol-

madıkça, tam ihlâs (her iĢini yalnız Allah Teâlâ‘nın rızâsı için yapma) elde

edilemez. Muhlislerin (ihlâs sahiplerinin) olgunluğuna kavuĢulamaz‖ demiĢ-

tir.

Fenâ fi‘llah makamı zahir olunca, dil ile her gün beĢbin kere tehlil de ya-

ni ‗LâĠlâhe Ġlla‘llâh‘ zikrinde bulunduktan sonra, Allah Teâlâ‘yı murakabede

olmak gereklidir ki, Allah Teâlâ‘ya karĢı fena-i küllî (tümüyle kendinden

geçme hali) elde edilsin.

3-SEYR ANĠLLÂH-BĠLLÂH Hediyeler, Rabıta ve murakabesi 36. Dersteki gibi yapılır.

Üçüncü seyre, (Seyr-i ani‘llah-i billâh) denir. Bu da, ilmin hareketidir.

Yüksek bilgilerden aĢağı bilgilere inilir. Böylece, mahlûkları bilmeğe kadar

inilir. Bütün vücûd mertebelerinin bilgisi unutulur.

Üçüncü ve gelecek olan dördüncü seyrler, davet makamını elde etmek

içindir. Allah Teâlâ‘nın kullarına yardımı gelip fetih müyesser olunca

(Nasr,1) vahdet kapısı açılır. Mutlak fenâ ve istiğrakla ―‗ayn-ı cem‘‖de zâtî

Ģühud ve birlik nûru Allah Teâlâ‘nın yardımı ile verilince irĢat seccadesi

helâl olur. Bu da Ģeyh hazretlerinden icazet ve ―hazret-i ‗izzet‖ ten iĢaret ile

olur.

Aynü‘l-cem Allah Teâlâ‘nın birliğini (Ahadiyyetini) zahirî ve bâtını olan

iki zıtta bağlı kılmamaktır. Ahadiyyet makamı, ―Kâbe kavseyn‖1538

maka-

mıdır. Ġkilik artık kalmaz. Bu makam geçilince de ―Ev Ednâ‖ makamına

ulaĢılır ki, bu makam velâyetin son makamıdır.

Seyr-i bi‘llah‘a kadar her makamda, en kâmil Allah Teâlâ dostlarının

hepsine göre zikirde sayıyla meĢgul olunmalıdır. Lakin beĢbin sayısıyla ka-

yıtlanmak seyr-i ila‘llah‘ın tamamlanmasına ve ondan az sonrasına kadar

gereklidir ki, maksat ve meram bulunabilsin.

1538

Necm, 9

906 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

4-SEYR-Ġ EġYÂ Hediyeler, Rabıta ve murakabesi 36. Dersteki gibi yapılır.

Bunlardan sonra, dördüncü seyr baĢlar. Buna (Seyr-i eĢyâ) denir. Birinci

seyrde unutulmuĢ olan, eĢyanın bütün bilgileri, Ģimdi yavaĢ yavaĢ ele geçer.

Bu dördüncü seyr, birinci seyrin tersidir. Üçüncü seyr de, ikinci seyrin karĢı-

lığıdır.

―Bu makam da Hakk‘tan halka dönme makamıdır. Bu ise, cem‘ ve fark

birliği demektir. Hakk‘ın halka dâhil olması ve onda yok olmasıdır ki, kes-

rette vahdet, vahdette de kesret görülebilsin. Bu da Allah Teâlâ‘dan Allah

Teâlâ‘ya dönmedir. Bu makam, fenadan sonra beka, cem‘den sonra fark

makamıdır.‖ 1539

Tasavvufta nihâyete kavuĢan bir velînin geri döndükten sonra, daha önce

unutmuĢ olduğu eĢyânın bütün bilgilerine yeniden sahip olması, Seyr-i fil-

eĢyâ diye isimlendirilir. Muhammed Bakî-billâh kuddise sırruhu‘l-azîz bu-

yurmuĢtur ki;

―Seyr-i fil-eĢyâ, davet makamını elde etmek içindir. Davet makamı,

nebilere mahsustur.‖

SEYR U SÜLÛK HALLERĠ Sayılan bu dört seyirdeki ikidir:

Urûc [yükselmek], Hakk‘a dönmeye derler. Nüzûl [iniĢ], halka teveccühe

[dönmeye] derler.

1— Urücî (Yükselme): ―Sâlikin Allah Teâlâ‘ya mağlup (yok) olmak için

seyridir. Bu; cüz‘ün külle seyridir. Buna seyr-i Ģuurî de denilir. Bu seyr;

insan mertebesinden Allah Teâlâ‘ya kadardır. Bu seyrde mebde‘den1540

ne

kadar uzaklaĢtırılırsa damlaların denize düĢmesi gibi, daha ziyade mücer-

red1541

olur.‖1542

Seyr-i ila‘llah ve seyr-i fi‘llah, urûc ederken olur.

2—Nüzulî (Ġnme): Sâlikin vücudunun zuhuru için mutlak vücudun (Al-

lah Teâlâ‘nın) seyridir. Vacibin imkân mertebesine, mutlakın mukayyede,

küllün cüz‘e nüzulü de seyr-i inbisatî1543

ve zuhûri de derler. Bu seyr; akl-ı

1539

Sefine-i Evliya, c.II, s.177 deki Dip not. 1540

BaĢ taraf. BaĢlangıç. BaĢlama. Kaynak. Kök. Temel. Esas. 1541

Hâlis, saf, katıĢıksız, karıĢık olmayan. Tek baĢına MüĢahhas olmayan. Vücuda

gelmiĢ eĢya ve ef‘âlin Ģekil ve suretlerinden ayrı olarak düĢünülen her keyfiyet ve

mefhuma veya nisbet mefhumuna denir. Bunun zıddı müĢahhasıdır ki, eĢyanın bütün

vasıfları ile zihinde husulüdür. 1542

ERGĠN, a.g.e. s: 31 1543

Yayılma, geniĢleme

NakĢi Hâki Dersleri 907

külden1544

insan mertebesine kadardır. Bu seyrde asıldan ne kadar uzak düĢü-

lürse denizin sahile seyri gibi, daha zahir ve cami‘ olur.

Seyr-i ani‘llahı bi‘llah ve seyri eĢya billah, nüzûl yaparken olur.1545

Mutlak fetih denen ―es-seyrü bi‘llahi ani‘llah‖ta vahdet kapısı açılmayın-

ca kimse Ģeyhlik makamına yetiĢmez. Feth-i karîb denen es-seyrü ilallah‘ta

apaçık ufka ulaĢıp feth meydana gelmeyince, yani nefis makamından yükse-

lip ―Allah Teâlâ‘nın yardımı‖ verilmeyince pek çok ganimetler ve yakın

bilgisi meydana gelmeyince, kudsî gerçek keĢifler gerçekleĢmeyince, yüce

ufuklara ulaĢmak kesinleĢmeyince; ―es-seyrü fi‘llahi‖de gönül fethi olan ruh

nurlarının ortaya çıkmasıyla oluĢan feth-i mübîn karanlıklardan, nurlardan ve

kazançlardan muhakkak olmayınca kimse hilâfete lâyık olmaz. Ancak bura-

da büyük bir tehlike vardır; çünkü kalb sırrın kontrolüne yükselince nefs,

kalb makamına yükselir. Önceki sıfatları kalbî nurlarla örtülür. Bil ki, nuranî

görünüĢlerden, renklerle ortaya çıktığından kalb makamı tamam ve kâmil

olmaz; ancak ruh makamına yükseldikten sonra olur.Tasavvuf büyüklerin-

den Ġbrahim bin ġeybân-i Kazvînî buyurdu ki;

―Fenâ ve Bekâ bilgileri, Allah Teâlâ‘nın bir olduğuna hâlis inanan-

larda ve ibâdetlerini doğru yapanlarda bulunur. BaĢkalarının Fenâ ve

Bekâ olarak söyledikleri, hep yalandır ve zındıklıktır.‖

1544

Akl-ı Kül: Kâinatta görülen umumi ahenk. Her Ģeyi kavrayan akıl. 1545

Nüzûl, urûctan (inmek, çıkmakdan) fazla vâki‘ olması için ―Lâ ilâhe illallah‖

kelime-i tehlîlini çok söylemek ve Yüz defa ―Lâ ilâhe illallah‖ dedikten sonra,

―Muhammedün Resûlullah‖ söylemekle olur. Urûcu fazla olan ihvan, dil ile kelime-

i tehlîli söylerken her defasında ―Muhammedün Resûlullah‖ diye de ilâve ederse,

nüzûl ziyâde olur. Urûcu ve nüzûlü müsâvî olan, on veyâ on beĢ defa ―Lâ ilâhe illal-

lah‖ dedikten sonra, ―Muhammedün Resûlullah‖ der. Bu usûl, urûc ve nüzûlün hâsıl

olması için çok fâydalıdır.

908 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

―Bir müride bütün ömründe

bir teveccüh yeter.‖

TEVECCÜH Mevlana Halid kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz Hazretleri halifesini tevec-

cüh'e itina göstermeyi, cuma ve salı günleri Ģeyhin ruhaniyetine yönelip kal-

bine gelecek feyizleri ve mürĢidinin de değerli nazarlarını beklemeyi tavsiye

etmiĢtir.

Teveccüh ise beĢ çeĢittir:

1-) Sadık olan mürid hayal gözüyle mürĢidinin ruhani ve manevi nisbeti-

ne yönelerek mürĢidi isterse vefat etmiĢ olsun, mürĢidini hazır bilerek kalbi-

ne gelen feyizleri beklemesidir.

2-) Mürid hazır olmayan Ģeyhini kalbinde hayal edip mürĢidini kendisi ile

Allah Teâlâ arasında vasıta etmesidir.

3-) Mürid hayalinin bulunduğu yer olan kafasına yönelerek mürĢidini

orada tasavvur etmesidir. Bu tür kötü düĢünce ve hayallerin defi için fayda-

lıdır. Cezbenin tahsili için de çok tesirlidir.

4-)Mürid nefsini ortadan çıkararak mürĢidini kendisinin yerine koymadı-

dır. Bu türlü teveccüh belaların defi için daha etkilidir.

5-) Mürid kalbini silsiledeki Ģeyhlerinin kalblerinin tasarrufuna tutar.

ġeyhinden baĢalayarak Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize

kadar teker teker hepsinin tasarrufu altına koyar. Kendisi ile Allah Teâlâ

arasına vasıta yapar.

BeĢ duyusunu tek duyu haline getirir. Zira bu duyular kalbin dağılmasına

sebeb olur. Hepsini âlem-i emirden olan birleĢtirici hakikate yöneltir. Haki-

katin yuvası olan kalbine derinliğine bütün hissiyatıyla yönelir. Mürid bu

Ģekildeki teveccühe devam ederse gaybet, Ģuhud ve ağyarın kalbten çıkması

mümkün olur. O zaman Hak Teâlâ‘nın cezbeleri kendisine akar. Zati tecelli-

ler kalbini kaplar. Vesveseler ve bütün batıl düĢünceler kalbinden sıyrılıp

gider Bari Teâlâ kendisine zatıyla tasarruf eder.

Bu makamda hakiki zikir ve ism-i azam olan lafza-i celalin manası kendi-

sine tecelli eder: Hakikat ve vakıada bütün âlemin kendisi de ortadan yok

olur.

Artık tevhid denizinde istiğrak hâsıl olur. Suya dalan bir kimsenin sudan

baĢka bir Ģey göremediği gibi tevhid denizine gark olan salikte Allah

Teâlâ'dan baĢka hiç bir Ģey göremez.

Bayezid-i Bestami kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîzden ism-i âzamın ne oldu-

ğunu sormuĢlar. ġöyle buyurmuĢ;

"Ġsm-i azam'ın belirli bir sınırı yoktur. Yalnız sen kalbini her Ģeyden

boĢaltarak vahdaniyet temin et. Sonra dilediğin isimle onu zikret." Bayezid-i Bestaminin bu sözünden Ģu anlaĢılır. Allah Teâlâ'dan gayrısın-

dan gaybet hasıl olduktan sonra, Allah Teâlâ'nın hangi ismiyle olursa olsun,

kiĢinin yaptığı zikir ism-i âzamdır.

Ey kardeĢim sen de çok çalıĢ ve çabala. Kalbini masivadan boĢalt. Ġsm-i

NakĢi Hâki Dersleri 909

âzamı bulursun. Ġsm-i âzam; çağırdığında Allah'ın sana icabet ettiği isimdir.

NakĢî tarikatının imamlarından Muhaddis ġah Abdülaziz b.ġah Ahmed

Veliyullah Dehlevi "Kavlu'l-Cemil" risalesinin açıklamasında der ki;

NakĢibendîlerin kendi aralarında teveccühte kullandığı bazı haller ve ayrı

keyfiyetleri vardır. Onları kendi aralarında kullanırlar.

NakĢibendîlerin nezdinde teveccühün hikmeti, Kadirilerin zikir vu-

ruĢuna riayetiyi aynı derecededir. NakĢibendîlerin teveccühlerde çok aca-

yip tasarrufları vardır. Himmetin toplanarak arzu edilen Ģeyin ele geçirilme-

si, hastalardan hastalığı defetmek, günahkâr kimseyi tevbeye getirmek, in-

sanların kalbine girmek, sevimli olmak kalbde yaĢanan büyük hadiseler,

kalblere tasarruf etmek, hayattaki veya vefat eden ehlullahın nisbetine vakıf

olmak, insanların düĢündüklerini bilmek, gelecek olayları keĢfetmek, belala-

rı defetmek ve bunlardan baĢka birçok tasarrufları vardır.

Fena ve beka makamına sahip olmayanlara, teveccüh ile tesir Ģöyle

olur. ġeyh önce sadık olan müridin nefsine teveccüh eder. Nefsindeki vesvese-

lerle, tam bir himmetle mücadele eder. Sonra kendi kalbindeki cemiyyete

gark olur. MürĢidde eğer tarikat ehlinin nisbeti bulunuyorsa ve nisbette sabit,

köklü bir melekesi varsa ondaki nisbet talibin kabiliyetine göre ona akseder.

Bazıları mürĢidin yapacağı teveccühle talibin kalbine vurmasını birlikte ya-

pıyorlar. Talib hazır ise teveccühü bu Ģekildedir. Eğer hazır değil de gaib ise

Ģeyhler talibin suretini tasavvur ederek teveccüh ederler.

Himmet, düĢünceyi toplamak, arzu ve temenni ettiği Ģeyi azim ve istekle

taleb etmektir. SusamıĢ kimsenin maksadının su olması gibi. Bir Ģeyi elde

etmek isteyen kimsenin kalbinde de talebinden baĢka bir Ģey bulunmayacak-

tır. Güvendiğim bazı kimselerden Ģunu duydum; MürĢid teveccüh yaparken

nefy-ü isbat zikrini çekerek; ilahi rehmeti celbeder ve Ģöyle düĢünürler: Al-

lah Teâlâ her iĢinde ve fiilinde tektir. Her iĢ onun izin ve yardımıyla olmak-

tadır. Biz birer vesile ve vasıtayız. ġu müridi ıslah eden de aslında Allah'dır.

ġeyhin müridine gelen hastalığı def etmesi Ģöyle Olur: ġeyh kendini

hasta olan kimse gibi kabul eder. Hastalığın aynısını kendisinde düĢünür.

Kalbine bu fikirden baĢka bir fikir gelmemesi için himmeti toplar. Bu Ģekil-

de hastalık müridden Ģeyhe geçer.

Günahkâr olan kimseyi tevbeye yöneltmek için yapılan teveccüh Ģu

Ģekildedir. ġeyh günahkâr adamın nefsini ve suretini tasavvur eder. Nefsinin

kendisinden ayrılarak günahkârın nefsiyle birleĢtiğini kabul eder. O gü-

nahkâr nefis için piĢman olur istiğfar eder. Bu teveccühle günahkâr kimse de

kısa zamanda piĢman olur ve tevbe eder.

Ehlullahın nisbetini çekmek Ģöyle olur: Nisbetine yönelenlerin önüne

diz çökülür vefat etmiĢse kabrinin önüne oturulur. Bütün hayal ve düĢünce-

lerden sıyrılınır. Ruh nisbeti elde edilmek istenen ehlullahın ruhuna yönelir.

Ehlullahın ruhuyla birleĢme hâsıl olur. Sonra kendi nefsine döner. Bulacağı

nisbet o yöneldiği zatın nisbetidir.

Kalblere muttali olmak Ģöyle olur: Nefsini bütün hayal ve hatıralardan

910 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

boĢaltarak, nefsini kalbindekileri öğrenmek istediği kimsenin nefsiyle birleĢ-

tirir. Bu arada kalbe bir söz veya hayal meydana gelirse o adamın hayali ve

düĢüncesidir. O kimseden kalbine yansımıĢtır.

Gelecekteki bir hadiseye keĢif yoluyla vakıf olmak isteyen kimse:

Nefsini bütün hayal ve düĢüncelerden boĢaltıp bütün gücüyle öğrenilmek

istenilen hadiseyle ilgili bilgiyi bekler. Bütün hayal ve vesveselerden uzakla-

Ģarak susamıĢ kimsenin suya olan talebi gibi hadiseyi öğrenmeyi ister. Kendi

kabiliyeti ve istidadına göre nefsini, melaikelerin veya yerdeki velilerin ce-

maatine gönderir. Onlarla birlikte her Ģeyden mücerret olur. Bu Ģekilde de-

vam ederken rüya âleminde veya manevi vakıada bir durumda veya tanıma-

dığı bir kimse tarafından hafiften gelen bir sesle hadiseyi keĢfetmek müm-

kün olacaktır.

Belaların defedilmesindeki teveccüh Ģekli ise Ģöyledir:

Belayı misal Ģekliyle düĢünür, kendisinin belayı Ģiddetle kovduğunu ve

onunla çarpıĢtığını tasavvur eder. Bütün himmetini belanın kovulmasına

harcar. Kabiliyetine göre zaman zaman nefsini yukarıdaki melaikelerin ve

aĢağıdaki velilerin cemaatine gönderir. Kendisinden sıyrılarak onlara katılır.

Allah Teâlâ'nın kudret ve iradesiyle, bela uzaklaĢıncaya kadar bu Ģekilde

devam eder. Allah Teâlâ her Ģeyin hakikatini herkesten daha iyi bilir.

Bu tasarrufların ve onların yerine geçebilecek diğer tasarrufların Ģartı, et-

kileyen kimsenin nefsinin, etkilenen kimsenin nefsiyle birleĢebilmesidir.

Varlık perdelerinden kurtulan kimseler bu birleĢmenin nasıl olacağını bilirler

ve buna güçleri yeter.

ġimdiye kadar söylediğim teveccüh seçtiğim yollardır. Pederim Mahmut

Sahib kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz bu değiĢik yolları mektûbatında zikretmiĢ-

tir. Oraya da müracaat edilebilir.

Allah dilediği kimseyi hidayete erdirir.1546

ESAD SAHĠB

MÜRġĠDĠN TEVECCÜHLERĠ

(KUR'ÂN-I KERĠM'ĠN HAKĠKATLERĠNDE TEVECCÜH)

Allah Teâlâ‘yı Esma-i Hüsnâsı ile zikretmek, kalpteki tecellilere mâni

olabilecek her türlü fazlalığı ve yaramazlığı atmaya ve onun nurlanmasına

vesiledir. Fakat zikrullâhın kalbte meydana getirdiği bu huyların görünüĢü

sonunda, mutlaka Ģu veya bu makam verilir veya Ģu dereceye eriĢilir diye-

bilmek mümkün değildir. Meselâ, bir kimse Zat‘ının ismi olan Allah ismi

Ģerîfi ile zikretmeye devam etse veya nefy ü Ġsbat olan kelime-i tevhid (Lâ

1546

Esad Sahib, t. D.-K. (Mayıs-2008). Mektubat-ı Mevlâna Halid. Ġstanbul: :

Semerkand, s.284-285

NakĢi Hâki Dersleri 911

ilâhe illallah) ile zikir faaliyetini devam ettirse, bu yapılan zikirler, zikre-

denin Allah Teâlâ yolunda bulunduğunu ifade etmekle beraber, mutlaka

yukarı makam ve derecelere yükseleceğini göstermez. Fakat kelime-i tevhid

olan (Lâ ilâhe illallah) kelimesini (Muhammed ün Rasûlüllah) ilâvesi ile

zenginleĢtirir. Allah Ġsmi Ģerifini Allah Teâlâ‘nın Rasûlüne salâvat-ı Ģerife

ile takviye ederse, daha yüce mertebelere yükselmek için, ihvan durumunu

daha çok kuvvetlendirmiĢ olur. Zikir esnasında tarif edilen aralıklarla keli-

me-i tevhide (Lâ-ilâhe illallah kelamına) (Muhammed ün Rasûlüllah) lafzını

ilâve etmek, göğüs kafesinin geniĢlemesine de vesile olur. Bu ifadenin ilâve-

si ile meydana gelen mânevî tesir, Allah ismi ile zikirden sonra yapılacak

salâvat-ı Ģerife ile takviyeden daha fazladır. Yukarıdan beri ifade edilen ma-

kamların hepsinde, tilâvet kaidelerine uygun olarak okunan Kur‘an-ı Kerim

yükseliĢe vesiledir. Ġhvanın ulaĢtığı bütün makam ve mertebeler Kur‘an-ı

Kerim vasıtasıyladır.

Bir mürĢid, sâlike ne zaman Kur'ân-ı Kerim'in hakikatinde teveccühte bu-

lunursa, Allah Teâlâ‘nın azamet ve kibriyasının çadırı altında, o teveccüh

bereketiyle bir takım sırlar meydana çıkar. Kendisine teveccühte bulunulan

sâlik, misal âleminde, Kâbe‘nin hakîkatini ve keyfiyyetini görür de tâ ki

gördüğü bu hakikatten, Kur'ân-ı Kerim'in hakikatine erer. MürĢidin teveccü-

hü neticesinde, sâlikte meydana gelen bu hal her Ģeyi muhit olan (kuĢatan)

Zat-ı Kibriya'nın sâliki kuĢatmasının baĢlangıcıdır. Bu makâmda, sâlik üze-

rinde. Allah Teâlâ'nın her Ģeyi kuĢatmasına benzer bir kuĢatma meydana

getir. Burada (Allah Teâlâ'nın kuĢatması) sözünün kullanılmasından maksat,

O'nun saltanatına nisbetle kulun sahasının darlığından kinayedir.

ĠĢte bu makâmda sâlik Kurân-ı Kerîm'in Batınını, (içyüzünü- sırlarını) an-

lamaya baĢlar. Yine bu makâmda sâlik, Onun bir harfinin mânâsını bile de-

nizler kadar coĢkun ye engin bulur Ondaki bir harfin sırrının, insanı maksa-

dının kâbesine kavuĢturacak, kadar zengin olduğunu görür.

Burada acâib bir nükte vardır. Bu nükte de: Kur'ân-ı Kerim'deki muhtelif

kıssalar, birbirine benzemeyen muhtelif emirler ve yine birbirine zıt görü-

nüĢte birtakım nehiyler; birtakım eĢyanın sırlarının ve inceliklerinin bulunu-

Ģu, maddî ve manevî mânâda nur ve zulmetin gösterilmesi... Allah Teâlâ'nın

hikmet ve kudretini sergileyen hitaplardır.

ÇeĢitli kıssalar ve enbiya (aleyhimûsselâm) ait hayat hikâyeleri; cahil ta-

bakanın bilgi ve görgüsünü artırmak ve insanların hidayetine vesile olacak,

Ģerîat hükümleri ile irĢad'da bulunmak içindir. Bununla beraber Kur'ân-ı

Kerîm'in ibaresini meydana getiren harflerin gizliliğinden acâib keyfiyetler,

garip muameleler meydana gelmektedir. Ġnsan, Kur'ân-ı Kerim'i bu

makâmda okudukça- hayretten hayrete düĢer, her harfinde ayrı ayrı hikmet-

parıltıları görür. O'nu okumaya devam edenlerin kalbi, O'nda mevcut olan

kudsî sırlar sebebiyle kuvvet bulur.

Kur'ân-ı Kerim'i okuyan kimsenin lisanı tıpkı meyve ağacı gibidir: Hatta

bunu hakkıyla okuyan kimsenin bütün azaları lisan kesilir. Burada ilimler

Kur'ân-ı Kerim'e nisbet edilmektedir. Bu nisbet her olgunluğun yüceliğe

912 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

nisbetine benzer. Nitekim. Kâbe-i Muazzamanın hakikatinin, azamete nisbeti

de-böyledir.

Allah Teâlâ'nın büyüklüğü, O büyüklüğün altında bulunanların varlığına

delâlet eder., Kur'ân-ı Kerim'in hakîkati mertebesinde Kur'ân-ı Kerim'e ait

geniĢliğin ancak ufak bir parçası murakabe ve müĢahede edilebilir. Allah

Teâlâ'nın Zât'ının kelâmı olan Kur'ân-ı AzimüĢĢan-ı hakkıyla murakabe

mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerim'in hakikatleri makâmının feyiz kaynağı ve

Vahdâniyyet heyetidir.

MÜRġĠDĠN NAMAZ HAKĠKATĠ DAĠRESĠNDEN TEVECCÜHÜ

Kur'ân-ı Kerim'in hakikati dairesinde teveccühten sonra, mürĢid-i Kâmil

olan zât sâlike namazın hakîkati dairesinde teveccühte bulunur. Bu teveccüh

buyrulan makâmda sâlik Ģerhi sadır'ın (göğüs geniĢliğinin) olgunluğunu

seyreder ve yaĢar. Bu madamdan her Ģeyi müĢahede etmek mümkün olmakla

beraber; ancak Allah Teâlâ'nın Zât'ının görülmesi mümkün olamaz. Zira

Zât'ının, sırrını yine Zât'ı bilir.

Bu makâmda Allah Teâlâ'nın sonsuz iltifatına boğulmaktan ve O'nun ka-

tında yüceliklere ermekten daha açık bir iltifat olur mu ki, bu iltifatlar

Kur'ân-ı Kerim'in hakikatlarından gelen nice iltifatlardan ancak bir tanesidir.

Kâbe‘nin hakîkatlerindeki iltifatlar da aynen böyledir.

Bu makâmda seyreden, kimseler Cenâb-ı Hakk'ın Zât'ını değil, iltifatının

çokluğunu ve tecellî sahasının geniĢliğini murakabe ederler. Sâlik, namazla gelen tecellî hakikatlarından zevk almaya baĢlayınca edâ

ettiği namazları hep bu zevk içinde yerine getirir, namaz içerisinde dünya

zevk ve düĢüncelerinden tamamiyle kurtulur. Ġçini âhiret neĢ'esi kaplar. San-

ki âhiret zevklerini görür ve yaĢarcasına manevî hazla dolu bir hâlin içine

girer. Kemdisinde bu durum hâsıl olan sâlik, iftitah tekbiri için ellerini ku-

laklarına doğru kaldırırken, iki cihana (dünya ye âhirete] ait her Ģeyden elle-

rini yıkamıĢ olarak kaldırır. Allah Teâlâ‘dan, baĢka her Ģeyi elinin arkası ile

arka tarafa atar. Melik ve Celil olan Allah Teâlâ'nın huzuruna (Allahü Ekber)

diyerek durur. Bu duruĢ esnasında huzuruna durduğu Yüceler Yücesi Allah

Teâlâ'ya karĢı hiçliğini, acizliğini, fakirliğini ye hakîrliğini gözünün önüne

getirir. Nesi varsa o anda gerçek sevgili olan, huzurunda durduğu Allah

Teâlâ'ya fedâ eder. Kur'an-ı Kerîm'i okumaya baĢlayınca, sanki Cenab-ı Hak

yânında imiĢ de O'nunla konuĢuyormuĢcasına kendine dikkat eder. Okuyu-

Ģunu ve duruĢunu bana göre tanzim eder. O esnada Kur'ân-ı Kerim'i okuyan

dili, sanki Tûr-u Sina'da Allah Teâlâ ile mükâlemede bulunan Hazret-i.Musa

aleyhisselâmın dilidir. Kur'ân-ı Kerim'i bu dikkat ve hassasiyet özerinde

okumaya çalıĢır. Kur'ân-ı Kerim'i okuyan kimsenin dilinin, bir nevî, Turu

Sina'da Allah Teâlâ ile doğrudan mükâlemede bulunan Hazretti Musa aley-

hisselâmın diline benzer

Sâlik kıraatten sonra rüküa eğildiği vakıtte huĢûnun içine dalar. Bu nok-

tada Allah Teâlâ‘ya olan yakınlığın artması ile O'ndan baĢka her Ģeye veda

NakĢi Hâki Dersleri 913

eder, ayrılır, tesbîh dualarını (Sübhâne Rabbiyelâzîm) okumaya baĢlayınca,

daha baĢka demlerle karĢılaĢır ve daha baĢka zevklerin içine dalar. Daha

sonra nâil olduğu bunca iltifat karĢısında, Allah Teâlâ‘ya hamd ve sena et-

mekten kendisini alamaz ve (Semiallâhü limen hamideh) diyerek basını

yukarıya kaldırarak doğrulur. Yine Allah Teâlâ'nın huzurunda saygıyla du-

rur. Rükûdan sonraki doğrulmanın sırrı ve hikmeti ise, sâlik namaz esnasın-

da kıyamdan secdeye giderken Allah Teâlâ'nın azameti karĢısında nefsini

yerlere atarak, küçülme ve tevâzuun ve boynu büküklüğün zirvesine ulaĢmıĢ

olmasıdır.

Kul, secde esnasında aldığı zevki baĢka hangi ibadetinden alabilir? Akıl,

secdenin yüceliğini ve kutsallığını idrakten âcizdir. Denilebilir ki: Secde

namazın özü ye hülâsasıdır., Bu hususa Kur'ân-ı Kerim'den Ģu âyet-i kerîme

ile ĠĢaret olunmuĢtur; ―Ey doğru yolda olan! Sakın ona (Ebû Cehil‘e) uyma. Sen secde et

ve Rabbine yaklaĢ,‖1547

Bu hususta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de bir hadîsi Ģeriflerin-

de Ģöyle buyuruyor:

―Secde eden kimse, yaptığı secdeyi (sanki) AllahTeâlâ‘nın ayaklarına

yapar.‖ 1548

Sâlik, secdesinde maksadına ermenin zevki içinde bulunur. Bundan sonra

da (Allah'ü Ekber) diyerek baĢını secdeden kaldırır. Burada okunan (Allah'ü

Ekber) lafzı, ibâdete lây'ık O‘ndan büyük ilâh bulunmadığının ifadesidir.

O'na hakkıyla ibâdet etmek mümkün değildir. O kuluna, kulunun O'na ve

bizzat kendisine olan yakınlığından daha yakındır. Ġki secde arasındaki otu-

ruĢta, sâlikin O'ndan bağıĢlanmasını dilemesi, O'na hakkıyla kulluk edeme-

menin ve gereği gibi yakın olamamanın eziklik ve eksikliğinden dolayıdır.

Bundan, sonra yakınlığını dileyerek kul ikinci secdeye varır. Burada da teĢ-

bihlerini ve temennilerini tamamladıktan sonra, tahiyyat için oturur. Kendi-

sine, namaz gibi yakınlığına vesile olan bir iltifatı layık gördüğü için, O'na

ve ikramına Ģükür ve teahiyyeleri okur. Arkasından da kendisine ve habîbine

olan imânına karĢı iki Ģehâdet getirir. Böyle bir iltifata nâiliyyet ve yakınlı-

ğının devletine lâyık görülmek, tevhîd ve Ģehâdet kelimeleri ile tasdik etme-

den huzurundan ayrılmamayı icab ettirmektedir. Habibi Muhammed sal-

lallâhü aleyhi ve sellem üzerine salât ve selâm okumaya gelince: Bütün bu

nimet ve iltifatlara kul, Habîbinin vasıtasıyla sahib olduğu Ġçindir. (Rasûlül-

lah sallallâhü aleyhi ve selleme bağlı olmayan kimsenin Allah Teâlâ'ya bağ-

lanabilmesi, Habibine uyamayan kimsenin Allah Teâlâ'ya uyması mümkün

değildir. Allah Teâlâ'ya giden kulluk yolu Efendimize ümmetlîk yolundan

1547

Alak, 19 1548

Burada, secde mahallinin Allah Teâlâ'nın ayaklarının üzerine yapılması temsilî

bir teĢbihtir. Secdedeki kul kendisini böyle bilmelidir demektir. Yoksa Kâinatın

yaratıcısı ve sahibi bulunan Allah Teâlâ'ya mekân isnad edilemez

914 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

geçer.)

Allah Teâlâ namazı Ġbrahimiyyet makâmı olarak seçtiği için, Rasûlüne

getirilen salât ve selâm da Haliline (Hz. Ġbrahim aleyhisselâma) de salât ve

selâm getirilmektedir. Zira namazda gerçek sevgili olan Allah Teâlâ ile hal-

vet olma hali vardır. Ayrıca Halîlinin saltanat makâmı olan namazda Allah

Teâlâ'ya niyaz vardır, O'nunla baĢbaĢa sohbet vardır, kaynaĢma ve sevgi

vardır. Habibine de ayrıca salât ve selâm okurken, Halili ile kendi arasındaki

dostluktan nasib istenir. Öyle dostluğa lâyık olma temenni ve niyaz edilir.

Hami gibi gözde olmak için yalvarılır. Gerçekten de namazı dosdoğru kılan

kimse Allah'ın gözdesi olur.

Ey sâlik ,

BilmiĢ ol ki: Sâlik namazını sünnet ve edeplerine riâyet ederek eda eder.

Hakkıyla eda edilen namazda, namazı kılan kimse kıyamda iken secde ede-

ceği yere, rükü'da ayaklarının üzerine, secdede burnunun iki yan taraflarına,

oturuĢ halinde kucağına ve uyluklarının üzerine bakar. Diğer edep ve rükün-

lerin hepsine de böylece riâyet eder.

Namaza âit ne kadar hakikat varsa, hepsini de açıklamak lâzımdır. Huzu-

ru te'min ve dikkatleri bir araya toplamak için, teveccühle birlikte gözleri de

yummak zikir; rabıta ve murakabe esnasında gerekli olduğu halde, na-

maz kılarken gözlerin yumulması caiz değildir. Latifelerin huzura kavuĢ-

ması için icap edeni yapmak lâzımdır. Fakat rûhânî bir tecellî, için göz ka-

pamaya da mutlak ihtiyaç bulunduğu söylenemez. Namazda yalnız latifeler

değil, bütün azaların huzur ve sükûna kavuĢması lâzımdır: Öyleyse azaların

huzuru, gözü yummakla değil, namaz içerisindeki edep ve sünnetlere riâyet

etmekle temin edilir. Tasavvuf ehlinden bazıları (huzuru temin ve dikkat-

leri toplamak için —namazda bile bile— gözün kapanması faydalıdır

demiĢlerse de bu doğru değildir. Hülâsa namaz içerisinde gözleri yummak bid'âttir. Kur'ân-ı Kerîmi namaz

içerisinde dinlerken de durum böyledir. Eğer O'nu güzel sesli bir okuyucu-

dan dinlerseniz velayete mahsus huzur, tecellî ve cezbe halleri meydana

gelir. Eğer tecvid kaidelerine hakkıyla uyarak okuyan ve fakat sesi güzel

olmayan bir okuyucudan dinlerseniz yine Kur'ân-ı Kerim'e âit olan manevî

hakikatler ortaya çıkar. Hakkıyla, eda edilen bir namazın ise kalp ile ilgisi

olduğu kadar, velayete mahsus bulunan hallerle de ilgisi vardır,

Kur'ân-ı Kerim, harflerin çıkıĢ yerlerine riâyet edilerek ve tecvid kaidelerine

uygun bir biçimdede okunursa (isterse okuyucunun sesi yeterince güzel ol-

masın) okuyan ve dinleyen kimselerin birtakım hakîkatilara mazhar olmala-

rına vesîledir.

MÜRġĠDĠN SIRF MUKADDES MA‘BUDĠYET

DAĠRESĠNDEN TEVECCÜHÜ

MürĢidi Kâmilin (Sâlike) namaz dairesinde teveccühünden sonra, bu se-

fer de teveccühünü Sırf Mukaddes Ma‘budiyet mertebesine çevirir. Bu

makâm öyle yüce bir makâmdır ki burada Sâlikin ayaklarının bağı çözülür;

NakĢi Hâki Dersleri 915

Makâmın zirvesinde aczin doruğuna çıkar."Yine bu makâmda sâlikin seyri

(manevî yolculuğu) sona erer. Sâlik burada kulluk makâmlarını bir bir dola-

Ģır. Bu makâmın yolculuğu görerek meydana gelir. Ne zaman mürid bu

mâkamda Sâlike yöneliĢte bulunursa; bu yöneliĢle sâlik kendi nefsini görür.

Sâlikin nefsini gördüğü yer çok yüce, çok nurlu bir makâmdır. Ne zaman

nefsinin bulunduğu o yüce ve nurlu makâma seyretmek (gitmek) Ġstese, bir

türlü gidemez: Neticede anlar ki bu makâm gidebilmesi mümkün olmayan

Sırf Mukaddes Ma‘budiyet (kulluk) makâmıdır, Bu makâmda yolculuk an-

cak nazarla (bakmakla) yapılabilmektedir, O nazaar ki sâlik onunla seyrine

açık olan istediği yere bakar. Bu makâmda (Lâmâ'bûde illallah) mübarek

kelimesinin sırrı ortaya çıkar. Bundan anlaĢılmaktadır ki, Allah Teâlâ‘dan

baĢka kulluk yapmaya lâyık ve müstahak bir ilâh mevcut değildir. Nasıl olur

da mahlûk, Hâlik yerine geçebilir? Bu makâmda seyreden kimsede Ģirkten

eser kalmaz. Kulluk ile Ġlâhlık, bu makâmda birbirinden ayrılır da kulluk ve

ibadete yegâne lâyık olan Allah Teâlâ'ya, sırf ibadete lâyık ve müstahak ilâh

olduğu için yapılır.

HAKAĠKĠ ENBĠYAĠYYE

(Nebilerin hepsine dair müĢterek hakikatler)

Bütün nebilere âit hakikatler Hz. Ġbrahim, Hz. Musâ, Hz. Muhammed ve

Hz. Ahmed aleyhisselâm 1549

ile ilgili hakîkatlardan ibarettir.

Ġlâhî hakîkatlarda yükselebilme, sâlikin faziletinin derecesine bağlıdır.

Nebilere âit hakikatlarda yükselebilme ise sâlikin muhabbetinin derecesine

göredir.

Ne zaman mürĢid sâlike Ġbrâhimî hakikat dairesinden teveccühte bulu-

nursa, sâlik bu dairede zatî olan murakabeyi yapmalıdır. Zira zatî olan mura-

kabe Ġbrahimî hakîkatların kaynağıdır. Bu dairede yapılan mürakabede, mür-

Ģidin teveccühünün bereketi ile sâlike büyük sırlar ve mühim gerçekler ik-

ram edilir. Bundan sonra da Allah Teâlâ'nın dostluğundan ibaret olan bu

makâmın tecellîler sâliki nura boğar. Yine bu makâmda Allah Teâlâ ile kul

orasında husûsî surette bir dostluk ve yine O'nun dostluğu ile beraber, husûsî

halvetler meydana gelir. Bu makâmda meydana gelen tecellî tezahürleri ve

daha bir takım hususiyetler, baĢka makâmlarda görülmemekte ve kazanılan

lütuflar da baĢka makâmlarda kazanılmamaktadır. Yine bu makâmda sıfat'a

âit mahbûbiyyet meydana gelmekle, Hakîkatı Muhammediyye ve Hakikati

Ahmediyye makâmında ise zatî olan sevgililik ortaya çıkmaktadır. (Allah

Teâlâ Hazretleri Zâtına mahsus olan tecellîlerini sevdiği gibi sıfatına âit

olan tecellîleri de sever) demektir.

Birinci kısma Hakikati Muhammediyye ve Hakikati Ahmediyye denilir.

Ġkinci kısım ise, her ne kadar Hakikati ibrahimiyye kısmına girerse de,

Haliliyyet (dostluk) Ġsmi bu kısımdan meydana gelmiĢtir. Bu makâmda sâli-

ke Allah Teâlâ'nın Zâtı ile beraberlik ünsiyyeti ve muhabbeti hâsıl olur.

1549

Muhammediyet ve Ahmediyyet sırları ayrı olduğu için iki defa zikredildi.

916 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

O'nun Zât-ı ile ünsiyyet ve muhabbete nail olan kimse, yine onun Zât'ından

baĢkasına yönelmez. Salikin O'nun sıfatından esmâsından veya mürĢidi

kâmilin himmetinden beklediği tecellî ziyaretleri bile Olsa...

Yine o kimse için O'ndan (Allah Teâlâ‘dan) baĢkasından yardım istemek,

O'ndan baĢkasına sığınmak ve O'ndan baĢkasından bir Ģeyler beklemek doğ-

ru olmaz. Ġsterse bu isteyeceği Ģeyler birtakım mukaddes varlıkların ruhları

ve hatta melâikeler olsun. Bu makâmda sâlikin ilerlemesi için en müsâit olan

Ģey Ġbrahimiyyete mahsûs bulunan salâvatı Ģerifeleri çok çok okumakladır.

KÂMĠL MÜRġĠDĠN SIRF ZATÎ MAHBUBĠYYET DAĠRESĠNDE TE-

VECCÜHÜ

Kâmil mürĢidin sırf mukaddes mâbüdiyyet mertebesi dairesinde teveccü-

hünden ve neticelerinin izahından sonra, yine kâmil olan mürĢid Sırf Zâti

olan sevgi dairesinde teveccühte bulunur da, bu dairede seyreden sâlike, zatî

olan murakabe emir ve tavsiye edilir.

Bu daire, Mûsâviyyat hakikatinin kaynağıdır. Ayrıca: Zatî olan, Zâtına

mahsus sevginin kaynağı bulunmaktadır. Bu makâmın keyfiyeti tam bir

kuvvet ve iktidara birlikte; sâlike ikram edilmiĢ bulunmasıdır. Hakk

Teâlâ‘nın Zât'ının ecrine itaat ve icâbeti bu makâmda ortaya çıkar, Hakikat-ı

Mûsâvîyye iĢte bu dostluktan ibarettir.

Musâ aleyhisselâma olan dostluğun isbatından bahseden bazı tasavvuf

büyüklerine gelince: Onlar diyorlar ki; Eğer sâlikin muhabbetten maksadı

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme olan muhabbet ise, bu kimsenin mu-

habbeti, O'nun dostluğundan meydana gelmektedir.

Gerek nübüvvet, gerek risâlet, gerekse ülûl Azîm velayetleri mertebeleri

dostluk olmadan kazanılmaz. Büyük nebilerin hepsi, Allah Teâlâ'ya dost

olmuĢ ye sevilmiĢ kimselerdir. Onların yolları dostluk yolu olup, bu tâbir

maksadımıza uymayan bir ifâde değildir. Muhakkak ki, Hakîkati Mu-

sâviyyenin de hakîkati Hakikati Ahmediyye makâmında, Zât'ı Ulûhiyyetine

mahsus bulunan mahbûbiyyetten ibarettir.

Bu husus üzerinde durulmalı Ve düĢünülmelidir.. Bu makâmda husûsî bir

durum ortaya çıkmakladır. Kendi ihtiyarı ve dilemesi olmadan Musâ aley-

hisselâmın dilinden Ģu ibâre aynen ifade edilmektedir:

―Ey benim Rabbim! Kendîn göster de Sana (doya doya) ba-

kayım.‖1550

Buradaki dostluğun hususiliği mahbûbiyyet makâmında cereyan etmiĢ

olmasından dolayıdır. Yine burada hayret edilecek diğer bir hususta Zât'ı

Uluhiyyetine mahsus olan muhabbetin bu makâmda meydana gelmesiyle,

varlığı zât'ı Ulûhiyyetinden olan muhabbet için kimseye muhtaç bulunma-

masıdır. Bu durum ise iki zıddın bir araya gelmesi gibi bir Ģeydir. Zira Allah

Teâlâ hem yarattıklarından hiç bir Ģeye ve hiç bir kimseye muhtaç değildir.

1550

‘raf, 143

NakĢi Hâki Dersleri 917

Hem de kaynağı Zât'ı ülûhiyyeti olan muhabbeti, enbiya ve kullarından mu-

habbetin aldığı kimseler ile karĢılıklı olarak alıĢ veriĢ halindedir.

Bazı yerde Musâ aleyhisselâmdan sadir olan ve Zât'ı ülûhiyyeti ile Musâ

aleyhisselâm arasındaki muhabbete delâlet eden ifadelerin, sırrı, böylece

bilinir ve anlaĢılır hale gelmektedir. Meselâ bu hususta Kur'ân-ı

Kerîm' de:

―Bu ancak Sen'in bir imtihanındır‖ 1551

buyurulmakta ve yine Kur'âm

Kerîm'de:

―.. beni öldürmelerinde korkuyorum‖1552

buyrularak, Musâ aleyhis-

selâmın dostuna sığınıĢı dile getirilmektedir. ġu, salâvatı Ģerîfe, bu makâmda

bir yükselme vesîlesidir.

(Allahümme sali alâ Muhammedin ve alâ âlîhı ve eshabihî ve âla cé-

mîlenbiya-i velmûrselîn)

MÜRġĠDĠN HAKĠKATLER HAKĠKATĠ OLAN

HAKĠKATĠ MUHAMMEDĠYE DAĠRESĠNDE

TEVECCÜHÜ

Cenab-ı Hakk'ın Zatî dostlusunun görünmesinden sonra, kâmil mürĢid

olan zat hakikatlerin hakikati dairesinde teveccühte bulunur. Bu daire, Haki-

kati Muhammediyye dairesidir. Bu makâmda Zatî murakabe ile emr'e gelin-

ce; Habîbinin zatî varlığı, kendi Zatî varlığının sevgilisi olup, o'nu kendisine

dost kabul etmesinden dolayıdır.

Hakikati Muhammediyyenin kaynağına gelince: Dostlukla beraber, o

dostluğa uyumluluğun sâlikte meydana gelmiĢ bulunmasıdır. ġu makâmda

iki ayrı hâlin bir arada meydana geliĢi, hakikati Muhammediyye için husûsî

bir durumdur. Bu meseleyi yazı ile isabetli bir Ģekilde anlatabilmek mümkün

değildir. Bu makâmın tecellîsinin Ģereflisi olan zât için, mukaddes bir derece

olan bu makâmda gerek fena ve gerekse baka hali hâsıl olur ve husûsî olarak

bu makâmda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile beraber olması ve

birleĢmesi kolay hâle gelir. Yine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme tabî

olmakla, sâlik bu mertebeye; (Hakikati Muhammediyye mertebesine) vâsıl

olur. Muhabbetin dıĢa taĢan sırlarından fitneye sebep olacak lâfızların sırları

bü makâmın teveccühüne eren kimseye keĢfolur. Yine bu makâmda bazı

tasavvuf büyüklerinin muhabbetle ilgili halleri dikkati çeker. O dikkati çeken

hâlin, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile beraberliğe ve neticenin tek

sevgiliye âit ye dönüĢü bulunduğuna yine neticede Ģâhid olunur. Muhabbet

(sevgi) lerin hepsi, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin muhabbeti (sev-

gisi) ile meydana gelir. Bütün muhabbetlerin kaynağı Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellemin hakikatidir. Bütün bu anlatılanlardan sonra, tarikatın

imâmı ikinci bin yılın yenileyecisi, Ahmed Farûkî-ı Serdendi kaddese‘llâhü

sırrahu‘l azîzin Ģu sözü daha Ġyi anlaĢılabilmekledir.

1551

‘raf, 155 1552

Kasas, 33

918 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

―Ben Allah Teâlâ'yı Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin Rabbi ol-

duğu için çok seviyorum.‖ Bu ifâdelerde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

selleme benzemenin ve O'na mensup olmanın isabeti iĢaret edilmektedir.

Gerçekten de (az olsun, çok olsun; dünyaya âit otsun, âhirete mahsus olun-

sun), bütün iĢlerde, bilhassa Kitap ve Sünnet ile emel hususunda, her ikisin-

den de kuvvet bulmak için, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme hakkıyla

uymak ve bağlanmak lâzımdır.

Ey sâlik, bu hususta gözünü iyice açmalısın.

MÜRġĠD-Ġ KÂMĠLĠN AHMEDĠYYE DAĠRESĠNDE SÂLĠKE TE-

VECCÜHÜ

MürĢid-i kâmil, hakikati Muhammediyye dairesinden sonra, hakîkat-i

Ahmediyye dairesinde teveccühte bulunur da, yine zatî olan murakabe ile

emreder. Çünkü o zât, O'nun Zât'ının ve menĢeinin mahbûbudur. Bu dairede

bir takım nurların parıltıları ile beraber yüce bir nisbet hâsıl olur. Bu nisbet

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir. Bu dairenin içerisinde de bir takım

sırlar vardır. Bu makâmda, sâlikte zatî olan mahbûbiyyet geliĢir. Nitekim

sıfata mahsus olan mahbûbiyyetin inkiĢafının dostlukta olduğu gibi

Zât'a; mahsus bulunan mahbûbiyyetin manasına gelince: Mahcubun sıfa-

tındaki güzelliğe rağmen, onun manevî Ģahsiyyeti olan Zât'ına âit mahbûbiy-

yettir. Bu durumun hali, haz ve dostluktan meydana gelen neĢ'e gibi Ģeyler-

den ibarettir. Gerek neĢ'e, gerekse haz muhabbet icabı meydana gelen haller-

dir.

AĢkın icâbından olan bir Ģey, muhabbetin de îcâbındandır. Bu makama

münasip olan salâvatı Ģerîfenin okunması sâlikin terakki (yükselme) sine

vesile olur:

―Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihli ve eshabi-

hi efzalü salâvatüke adede, malûmatîke ve bârik veselllim.‖

SIRF (CENAB-I HAKKIN) ZÂT'(IN)A MAHSUS OLAN MUHABBET

Kâmil mürĢidin, sâlik (mürid)e Hakikati Âhmediyye dairesinde teveccü-

hünden sonra, sırf zâtî olan muhabbet dâhilinde teveccüh eder, Bu makâmda,

sırf zatî olan sevginin murakabesini emreder. Yine bu makâmda nisbeti bâti-

hiyye (gizli), maddî renklerden ayrılıĢ ve filce yüce kemâlât sırlarının görü-

nüĢleri meydana çıkar. Bu mertebe, aynî olmayan Mutlak Hazret'e daha ya-

kındır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme âit olan makâmlardan bazıları

ile diğer enbiya-i izâma (Aleyhimüsselâm) âit olan hakikatler bu makâmlar-

da tesbit ve zapt edilememiĢtir.

Ġmâmn Rabbanî'ye göre, mânânın, evvelî aynî olmayan Mutlak Hazrete katı-

lan mânâdır ki, o da muhabbetin teayyünüdür. Mücedidid bu birinci

teayyûnü, hakîkatî Muhammediyye (sallallâhü aleyhi ve sellem) içinde ifâde

NakĢi Hâki Dersleri 919

etmiĢtir.

KÂMĠL MÜRġĠDĠN SÂLĠKE LATEAYYÜN

MERTEBESĠ DAĠRESĠNDE TEVECCÜHÜ

MürĢid-i kâmilin sâlike sırf zâti olan dostluğa yöneliĢinden sonra, bu defa

da Lâteayyün mertebesi dâhilinde teveccühte bulunur. Bu makâm da, yine

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin makâmlarından birisidir. Bu

makâmın seyri, devamlı yolculuk değil, seyr-i nazarîdir. Fakat bu makâmın

yokluğunda nazar ne tarafa olur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme

mahsus olan bu nazarı (olan manevî yolculuğun) yön ve hedefini yine kendi-

sinden baĢka kim bilebilir.

MÜRġĠD-Ġ KÂMĠLĠN SALĠK (MÜRÎD)E SEYFĠ KAT‘Ġ DAĠRESĠN-

DE TEVECCÜHÜ

Kâmil, mürĢidinin sâlike, Lâteayyün makâmında gözükmesinden sonra,

bu sefer de Seyfi katı makâmı dairesinde yönetiĢte bulunur.

Ey sâlik!

BilmiĢ ol ki: Bu seyfî kâtı makâmı, velayeti kubra makâmının hizasında

bulunmaktadır. Bu makâma Seyfi Kâtî denilmesinin sebebine gelince Sâlik

ayağını bu makâma basınca, keskin bir kılıçla keser gibi varlığını keserek,

manasından ayırır ve vücudunun manasından arta kalan kısmını yok eder.

Yalnız vücuda âit olan isim ile eser kalır, iĢte bunun içindir ki bu makâma

Seyf-i Kat‘i makâmı denilmiĢtir.

MÜRġĠD-I KÂMĠLĠN SALĠK (MÜRĠD) E KAYYUMÎYYEÎ

MAKÂMINDA TEVECCÜHÜ

Kâmil mürĢidin sâlike Seyfi Kat‘ı mertebesi dairesinde teveccühünden

sonra, bu defa da Kayyûmiyyet makâmında yöneliĢte bulunur. Kayyûmiyyet

makâmı ise, Ülûl Azim (Enbiyanın) kemâlâtı dairesinde meydâna gelmekte-

dir. Bu makâmın sırrına gelince:

Kayyûmiyyet makâmı; Ülül Azim derecesinde bulunan nebilere âit bir

saltanat mertebesidir, Allah Teâlâ bu saltanatın mirasını, bu ümmet içerisin-

de yalnız, ikinci bin yılının yenileyicisi, Ahmed Farûkî-ı Serhendi kadde-

se‘llâhü sırrahu‘l azîz Hazretlerine. O'nun mânevi evlât ve halifelerine,

husûsî surette vermiĢ bulunmaktadır. Nitekim büyük MürĢid Abdullah Deh-

levî kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz Hazretleri bu makâma eriĢmiĢ kimselerden-

di. Zamanının manevî hizmetçisi ve kutbu idi. Her kime ki, Allah Teâlâ bu

kayyûmiyyet saltanatının makâmını ikram ederse, o kimseye bir mürĢidin

teveccühünün vasıta olmasına ihtiyaç katmaz, kayyûmiyyet makâmına âit

bulunan sırlar ve haller, Allah Teâlâ ile bu makâma eriĢen zât arasında vası-

tasız olarak alınır ve verilir. Bu makâmın hallerini ve sırlarını dil ile anlat-

maya kalkıĢmak doğru olmaz,

Bu yüce daireden husûsî surette feyiz alma Ģerefine nail olan zât'ın derecesi-

920 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

nin yüceliğini anlatabilme hususunda akıl yeterli olamamaktadır.

MÜRġĠD-Ġ KÂMĠLĠN SÂLĠKE ORUCUN HAKĠKATĠ MAKÂMINDA

TEVECCÜHÜ

Kâmil mürĢidin sâlike Kayyumiyyet dairesinde görünmesinden sonra, bu

sefer de orucun hakikati dairesinde teveccühte bulunur. O oruç hakikati ki,

manevî mertebesi, Kur'ân-ı Kerim mertebesi hizasındadır. Kâmil mürĢid

sâlike merhamet ve himmet ederek, oruç makâmından teveccühte bulununca,

ölçü ile ifâde edilemeyecek kadar küçük, zerre misâli, merhamet ve himmet

sâlik için kifayet eder.

Bu yüce hakikatin eserleri, nurları, acaib görünüĢleri ve halleri aklın sı-

nırlarını aĢmaktadır. Bu makâma eren sâlikte hususi bir yokluk meydana

gelir ve husûsî bir samediyyet makâmı zahir olur. Gene bu makâmda sâlikte

eriĢilmesi çok güç olan manevî zevkler meydana gelmiĢ, bu makâmın sey-

rinde olanlar, dibi bulunamaz derinlikte denize dalmıĢlar, açıklanabilmesi ve

anlatılması mümkün olmayan sırların sahibi olmalarıdır.

ĠĢte bu anlatılanlar, yüce tarikat makâmlarındaki manevî yolculuğa dâir

izahlardır. Allah Teâlâ Hazretleri nihayetsiz lütuf ve keremi île bu yolda

sadakat gösterenleri, bahsi edilen derece ve makâmlarla Ģereflendirsin. Bir

kimse ömrünün tamamını böyle bir lütuf ve ihsana nail olduğundan, dolayı

Ģükretmekle tüketse ve nefsinin tamamını bu yolda harcasa varlığını, Ģan ve

Ģerefini, toprak gibi hor hakîr kılarak ayaklar altına verse, yine de bu lütfün

Ģükrünü hakkıyla edâ etmiĢ olamaz. Ancak binlerce insandan birisidir ki,

lütuf ve kerem sahibi olan Allah Teâlâ'nın yardımı ile Ģükrünü edaya muvaf-

fak olur. Yoksa insanoğlunun vücudundaki her kıtın ayrı ayrı dili olsa da,

hepsi birden kendisine ikram edilen lütufların Ģükrünü edaya çalıĢsa, belki

Allah Teâlâ'nın sonsuz nimet ve iltifatından ancak birisinin Ģükrünü edaya

muvaffak olabilir. Gerçek olan bundan baĢkası değildir.

El eman, el eman, el eman... (Allah Teâlâ‘m. Her hususta Sana güveniyor

ve sana sığınıyorum.)

Senden hakikî iman ve hakkiyle iman etme gücü istiyorum.

Ey Aziz, Lâtif ve çok acıyan Yüceler Yücesi Rabbim! Rahman ismi Ģeri-

finle isimlenen Rahman sûresi hürmetine (dualarımızı kabul eyle.)

Sonsuz RAhmedin ve sayısız nimetinden dolayı Ģükür ve minnetin ta-

mamı ve devamı sana'dır. Gerek gizli, gerekse açıktan ve lâyık surette yapı-

lan bilcümle salât ve selâm yaratılmıĢların en değerlisi Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve selleme olsun.

Amîn, Yâ Muin, bi hurmeti Seyyidil mürselin...1553

1553

GümüĢhanevî, A. Z., & trc: RahmiSERĠN. Camiu'l Usul Veliler ve Tarikatlarde

Usul. Ġstanbul, 301-315

NakĢi Hâki Dersleri 921

NĠSBET-Ġ HIFZIN KEYFĠYETĠ

Nisbetin hıfzı, NakĢibendîlikte büyük Ģart olmasının sebebi Ģudur:

Nisbetin manası, mürĢidin müritten aldığı ahid ve tâlim eylediği zikr ve

ubûdiyyetten ibarettir. Bu manaca nisbet, tarîkatın aynîsidir. Ġhvan bu nisbeti

hızf etmezse, tarîkatı hıfz etmemiĢ olur. Tarîkatı hıfz etmeyen ise, tard olu-

nur. Bu veçhile Allah Teâlâ‘ya yakın olamaz.

―Fikrini zikre, zikrini kalbe, kalbini de mürĢide ayna yapıp, Hakka

rapt edesin ki, bu Ģekilde varlığını verip, intisap sahibi olasın‖ Mürid, mürĢid ile yaptığı ahd ü misakın ve öğrendiği zikir ve ibadet âda-

bının icaplarını yerine getirmekte sebat edecek ve bu âdâb ve ibadetlere ta-

mamen alıĢıp, mânevi haz duymuĢ olacaktır. Ġhvan vazifesinden en küçük

bir hususu terk etmeyecek ve mürĢid tarafından kendisine verilen derse hiç

bir Ģeyi ziyade kılmayacak ve mürĢidi her hâl u kârda kendisine kılavuz bile-

cek, aynı zamanda her türlü feyz ve fütuhatın mürĢid vasıtasıyla olabileceği-

ne inanacaktır. Eğer ihvan, mürĢidden aldığı bir emri terk ederse ahdini

bozmuĢ, sözünden dönmüĢ ve dalâlete düĢmüĢ olur. O takdirde mürid, mür-

Ģide karĢı özür dileyecek ve yeniden ahd ü misak edecek ve nisbeti yenileye-

cektir.

―Sâlik baĢlangıçta inancını tam teslimiyetle bir pîre teslim edip her emri-

ne itaat ve hizmet ve ihtimam ile çalıĢırsa yolu Hakk‘a gider. Lâkin otuz,

kırk günde pîrim himmetiyle irĢâd olurum deyip azm ile zikri ve fikir ile

çalıĢır ve gönlü acele ile Hakk‘tan tecellî-i cemâl ümit eder. Lâkin istediği

gibi, nefsin muradı hâsıl olmayıp zamanla zikr ve fikrini terk eder, sonra

Ģeyhine gücenip birkaç gün bu hâle sabır edemeyip Ģeyhin mahremlerine ve

hadimlerine Ģeyhten Ģikâyet ettikte, o -azîze onun Ģikâyetinden haber ver-

diklerinde tebessüm edip cevap vermez. Sonra bir zaman geçtikten sonra

Ģeyhinden yüz döndürüp ahbaplarına, akrabasına ve akranına söyler ki,

―Bizim şeyhimizi ben tasarruf sahibi bir mürşid-i kâmil zannederdim.

Lâkin zannım gibi değil imiş. Bende bu ilim, fazilet ve ciddi çalışma, amel ve

kabiliyet var iken, beni terbiye edip insân-ı kâmil edemedi. Şimdi bildim ve

anladım ki, onlar dahi benim gibi âciz ve zayıf imiş. Abes yere zAhmed verip

gönlümüze ağırlık verdiler‖ dedikte, onun küstahlığına nazar etmeyip yine

onun ıslâhına hüsn-i teveccüh olurlar. Bu esnada o mürit, Ģeyhi ziyaretine

vardıkta, onun bu makama uğradığını bildiğinden dolayı lutf ile muamele

edip nasihat ile rıza makamına delil olup Hakk yoluna rağbet ettirip ve bazı

hizmet teklif edip onu imtihan eder. Ama o sâlik kulağına girmeyip nasihati

kabul etmez ve hizmetini görüp rızasında bulunmaz. Huzurunda ve arkasın-

dan küstahlık edip Ģeyhe itiraz ve atma tutma yapıp aklî deliller ve naklî ile -

azîzi töhmet altında bırakmaya çalıĢır. O, onun hâlini ilhâm-ı rabbaniyle

bildikte, Hakk‘ın izni ile onun terbiyesinden fariğ olup gönlünden çıkarıp

nefret eder. O sâlik meclisten gidip evvelki fitne ve fesadına koĢarak nefsine

tâbi olup gider.

―Saadet sahibi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ortaya çıkıĢında,

Ashâb-ı Kiram Hazretleri radiyallahü anhüm birlikleri tam ve noksansız idi.

922 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Ama nübüvvet kemâl buldukça hepsinde kalplere kabiliyetler geldi. Birbiri-

ne rekabet lâzım geldi. Aralarında neler neler oldu. Siyer kitaplarında bunlar

yazılıdır. Okuyanlar durumu bilirler. Üç ve belki de dörtte biri aynî mümin.

Diğerleri münafıklığa düĢtüler. Benzetme olmasın da, bizim de bugünkü

hâlimiz böyle. Her gün fukara (derviĢler) arasında uydurma, düzme ve yalan

sözler zuhur etmektedir ki, iĢiten hayrette kalır. Hâlâ içimde gizli olan, tek-

kede olanların hepsini def edip, dıĢarıdan görevle bir imam ve müezzin teda-

rik ederek ve avam Ģeklinde bir hizmetkâr bulmak. Hakkı arayanlar da, rüya-

sı ve derdi olduğunda gelsin; haberini alsın; gitsin. BaĢka çaresini bulama-

dım. Kime gönül bağlıyayım?‖

―Ne hâldir bilinmez. Zamane müridleri kendi hâllerini ve gayretlerini

bilmeyip, mürid iken mürĢid gibi davranırlar, batınî ve mânevî zevkimiz yok

derler. Subhânallah! Hastasın; hastalık sıfatı, illetle meydana gelir. Hastalık

olmasa, hasta olma hâli nasıl belirirdi? Behey deli! Akıllıyım dersin, mürĢi-

din iĢlerine tarizde, itirazlarda bulunursun. Ya Hazret-i Allah Teâlâ‘dan uta-

nıp, evliyâullahtan hayâ etmez misin? Halife-i zatî, iĢinde kimseye bağlı

değildir. Doğru yanlıĢ sorulmaz. O‘nun iĢi zâtını ilgilendirir. Soru ve cevap

kendisinden kendinedir. Çünkü mürîd oldun. Ġhtiyarî ölüm tahsil et. Bu su-

retle nefsini bilip, sıddık sıfatıyla nitelenmiĢ ol. Yoksa mecâzî hayatta ne

yola çıkarsın, behey gafil. Adın Ahmed, Mehmed; Mustafa diye onurlanır-

sın. ĠĢin ise, gafil iĢi. Utanmaz mısın? Gaflet sahiplerinin yanında ne söyler-

sin? Onlar hayrı Ģerri bilmezler, ihtiyarî ölüm (Ölmeden evvel ölünüz hadis-i

Ģerifine iĢaret ediyor.) sahibi olup, bu mecâzî varlıktan kurtulup, gafletten

uyanmamıĢlardır. Uykuda konuĢan, sayıklar. Onun sözüne itibar olunur mu?

Uyanık (kalıp gözü açık) olanlar, saçma sapan sözler söyleyenlere gülerler.

Uyanıklık kılığına bürünmüĢsün. Hakikâten uyanık olanlara merhamet etmez

misin? Bu halini ârif-i billâh olanlar görüp: ―TaĢ atan bizden, attıran biz-

den değil‖ demiĢler.‖

RĠSÂLE-Ġ ĠSMAĠLĠYYE

حمن الرحيم بســـم الله الر[Bu kitaba ek olarak Seyyid Muhammed Nûr kaddese‘llâhü sırrahu‘l

azîzin NakĢibendî-Melâmî Tarikatındaki Seyr-u Sülûk hakkında yazmıĢ

olduğu Risalet el-Ġsmailiyye ve'l-atiyet ed-durriye fi tarik en-NakĢiye

ve'l-Melâmiye 1554

yi Osmanlıcadan Türkçe‘ye çevirerek kardeĢlerimize

faydalı olmayı düĢündük.]

Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah Teâlâ‘yadır.

Salât, bütün yaratılmıĢların en hayırlısı Muhammed‘e (sallallâhü aleyhi

ve sellem), âline, arkadaĢlarına ve tâbilerine kıyamete kadar devam etsin.

Bu risâle NakĢibendî ve Melâmiyye büyüklerinin diyarı TikveĢli ve Ka-

vadar‘ın içinde gösterdikleri seyr-u sülûk hakkında tasnif edildi. Ġsmini de

Er-risâletü‘l Ġsmâiliyye ve‘l atiyyetü‘d-düriyyetü fî tarikâti‘n nakĢiyyeti

ve‘l melâmiyyeti (NakĢibend ve Melâmi tarikati için hediye edilmiĢ inciler-

den Risâle-i Ġsmailiyye) verdim.

Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ bu risâleyi bize faydalı kılsın. Kitap On iki

bölümdür.

1-MürĢid-i Kâmil

2-Rabıta

3-Teveccüh

4-Zikir Telkini

5-Altı Letâif

6-Nefy-ü Ġsbat

7-Ġntikalat-ı Zikir

8-Ġlme-l Yakîn

9-Ayn‘el Yakîn

10-Hakk‘el Yakîn

11-Vilâyet-i Vahdiyyet ve Kurbet

12-Ubbad, Ubûdiyyet, Ubûdet (Ġbadet Edenler, Kulluk Edenler, Kul

Olanlar)

1-MÜRġĠD-Ġ KÂMĠL

Bilinmelidir ki, kemâl mertebeler sonsuz ve görünemeyecek kadar çok-

tur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve sevdiği nurların ıĢığı Hz. Ali

kerreme‘llâhü veche mevcûdâtın sırrı ve yaratılmıĢların en mükemmeli iken

haklarında

وقل رب زدى علمإ

1554

297.7 - Osman Ergin Yazmaları - 000542/07 Atatürk Kütüphanesi-Ġstanbul

924 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

―Rabbim, benim ilmimi artır‖ de. 1555

varid oldu. Yani علمإ burada

―Ben‖ demektir. Zira Allah Teâlâ‘nın noksan sıfatlardan münezzeh Zâtının

ve rablık sıfatları sonsuzdur. Bu nedenle Allah Teâlâ yolunda seyr ü sülûk

edenler sürekli terakkide yükselmede olurlar. Bu yükselme cesedin ölümü ile

de kesilmez. Nitekim ġeyh-ül Ekber Muhyiddin Ġbnü‘l Arâbî radiyallâhü anh hazretle-

ri dünyayı değiĢtirdikten sonra nurlu ruhları ile buluĢan Zinnûn- i Mısrî kad-

dese‘llâhü sırrahu‘l azîzle görüĢtüklerinde;

-Ey kardeĢim Zinnûn! Allah Teâlâ, yarattıklarına benzemez, baĢka-

dır, sözünü hatırladın mı? Zinnûn-i Mısrî;

-Evet, dedi. (Sonra keĢfi açılınca bayıldı sonra uyandı. Gür bir sesle)

Hazreti ġeyh-ül Ekber ona;

―Her Ģey Allah Teâlâ kâim iken, yaratılmıĢ olanların varlığı nasıl

olurda O‘ndan ayrı olur.‖1556

Bu cevaptan sonra Zinnûn- i Mısrî kaddese‘llâhü sırrahu‘l azîz tevhîd

meselesini anlayıp terakki etti.1557

Hülâsa, ilâhî marifetlerin sonu olmadığından bütün âlem sâlik sayılır.

Lakin irĢad terbiyesindeki zâtta olması gereken bazı âlametleri açıklamak

gerekir. Tâki bu sebeple herkes, sadık mürĢid ve sadık olmayan fark ederek,

irĢad davasında olanlara meyletmesinler.

MürĢid-i Kâmil, çok ibadet, az uyku, az yemek, az konuĢmak, çokça zi-

kir, baĢkaları gibi Ģeriatın emirlerine uymakla muhakkak olarak bilinmez.

Zira mürĢid olmayan abidlerin hali de bu Ģekildedir.

Bil ki; MürĢid-i Kâmil ve Vâris-i Muhammedî (sallallâhü aleyhi ve sel-

lem) alameti Ģudur.

ġeriatın emirlerine sıkıca bağlanmakla beraber, meclisinde onu ziya-

ret eden avam insanlar kalbinde bulunan dünyevî düĢüncelerini meĢgu-

liyetini giderir veya azalır.

Havas olan insanlarda ise istiğrâk 1558

artar.

Bahsedilen bu durumlar karĢısında ona tabi olmak gerekir.

Yalancı dava ile irĢada çıkanlardan ve yalanlarından kaçınmak gerekir.

Ey Allah Teâlâ‘m! Yalancılardan, dellâlların-dan,1559

ve arkadaĢlarından

Sana sığınırım.

Ancak Allah Teâlâ, doğru hidayet eder.

1555

Tâhâ, 114 1556

(Bu mevcûdatın müstakil vücûdları yoktur, onların hepsi Allah Teâlâ vücûduyla

mevcutturlar, yani Allah Teâlâ‘dan baĢka mevcûd yoktur.) 1557

(Berzah âleminde Zinnûn-i Mısrî‘yi Hazreti ġeyh-ül Ekber terakkî ettirdi. Zirâ

Zinnûn hazretleri bu dünya âlemde iken bu tevhîd meselesine vâkıf değildi. ) 1558

Ġstiğrâk: ilâhî aĢka dalıp coĢarak kendinden geçme, esrime. 1559

Dellal: Ġlân edici. Yüksek sesle bildiren. * MüĢterileri çeken. Davet eden.

Risâle-i Ġsmâiliyye 925

2-RABITA

Sülûk eden müridin kalbinde havatır 1560

düĢünceler artıp engel olamazsa

yüz defa Ġstiğfar eder.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;

"Bazen kalbimi bir perde bürür, bu perdeyi kaldırmak. için günde

yetmiĢ/yüz defa istiğfar ederim "1561

Eğer düĢüncelerine yine engel olamazsa; Ģeyhinin meclisine gidip karĢı-

sına oturmalı veya Ģeyhinin kalbine teveccüh edip düĢüncelerin gitmesini

beklemelidir.

ġeyhine gitmek mümkün değilse iki kaĢı arasında onu teĢekkül ettirecek

Ģekilde düĢünmelidir. Bu sebeple Delâil-ül Hayrat sahibi Muhammed el

Cezûlî,1562

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ģeklini teĢkil 1563

eyledi-

ler. Daha sonra bu kitabı Ģerh edenler bu Ģekil hakkında buyurdular ki;

―Delâil-ül Hayrat kitabını okuyan kimselerin Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellemi rabıta etmeyince vuslat hâsıl olmaz.‖ Açıklamasında ise; ―Eğer Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin nurlu

Ģeklini mânevi halde görürse, o Ģekli rabıtasına alıp yakazada1564

o zaman

içinde zahir oluncaya kadar devam eder.

Eğer göremedi ise hacca gidip Ravza-i Mutahhara‘daki ġebeke-i Rasûlül-

lahı 1565

rabıta ile Ruh-u Nebeviyi1566

manevi halde görünceye kadar devam

edip ve Ģekli rabıtasına alıp yakazada o zaman içinde zahir oluncaya kadar

devam eder.

Eğer yine göremedi ise Delâil-ül Hayrat kitabındaki resme rabıta ile Ruh-

u Nebeviyi manevi halde görünceye kadar devam edip ve Ģekli rabıtasına

alıp yakazada o zaman içinde zahir oluncaya kadar devam eder.

Hülâsa; salavâtın rabıtası Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin nur-

lu Ģekli olduğu gibi Allah Teâlâ‘nın zikrinin rabıtası her ne kadar zikredilmiĢ

ve maĢûk (âĢıkların müĢahedesi) ise de herkes buna kavuĢamadığından ve

baĢlangıçtaki olan saliklerin düĢüncelerinin düzelmesi için Ģeyhe rabıta et-

melidir. Bu sırrı ancak sahipleri bilir. Bu söylediklerimiz NakĢibendî büyük-

1560

Havatır: Hâtıralar. Fikirler. DüĢünceler. 1561

Müslim. Zikir, 51: Ebu Davud. 26

Ġlk sûfîlerin değiĢik tasavvufî haller için kullandıkları bu hadise KuĢeyri (465/1072)

tecellî konusunda yer vererek Ģöyle der: "Bu hadis ile sanki Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellem hakikatin hamlelerine karĢı kalbinin setr halinde olmasını istemiĢtir.

Çünkü Hakkın vücudu ile beraber halk için beka mümkün değildir." 1562

13.yüzyıl sufilerinden olup derlediği ve pek çok salavât- Ģerife‘yi bir araya geti-

ren ―Delâil-ül Hayrat‖ adlı risalesinin de yazarıdır. 1563

TeĢkil: 1 . OluĢturma, ortaya çıkarma, meydana getirme:2 . OluĢum. 3 . Ör-

gütleme. 1564

Yakazâ: uyanık, Ģuurlu ve dikkatli bir vaziyette. 1565

Kitabın yazıldığı zamanda fotoğraf fazla olmadığı için zamanımızda çekilmiĢ

resimlerden birine de bu uygulama yapılabilir. 1566

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin nurlu Ģeklini

926 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

lerinden rivayet edilmiĢtir. Bu müĢkül ve acayip gelebilecek sözlere itiraz-

dan Allah Teâlâ‘ya sığınırım.

3-TEVECCÜH

NakĢibendî mürĢidlerinin müride teveccüh ederek yönelmelerinin büyük

faydası vardır. Bu ise;

ġeyhin, müridin kalbinde olan düĢüncesine vakıf olması;

ġeyhin kalbinde olan halleri sâri (aktarması- geçiĢine sebep) olmalarıyla

zikir ve cezbeyi müridin kalbine bırakarak ve baĢka Ģeyleri çıkarmasıdır.

Ancak Ģeyh, müridin kalbî zikir ile meĢgul olması için dersi ne ise öyle te-

veccüh eylemelidir.

Ey Allah Teâlâ‘m! Kalbimizin yüzünü cemâline çevirmeni, vuslattan

mahrum etmemeni diliyorum. Âmin

4-ZĠKĠR TELKĠNĠ

Allah Teâlâ‘nın sevgilisi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Hazretleri

zikir telkin ettikleri vakit isteyene diz dize birleĢtirir ellerini uylukları üzeri-

ne kor ve zikri telkin ederlerdi. Bunun en bariz örneği; Ömer radiyallâhü

anhın rivayetiyle imanın tarifi hakkında gelen hadisi Ģerifte Cebrail aleyhis-

selâm dizlerini Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin dizlerine birleĢtirerek

Ġslâm, Ġman, Ġhsan, kıyamet saatini sormalarıdır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi

ve sellemde sorduğu sorulara cevap vererek bu suretle telkini zikir yaptı-

lar.1567

MürĢidlerin ve Ģeyhlerin telkin ettikleri zikirde bu Ģekildedir.

1567

Ebu Hureyre radiyallâhü anh Ģöyle anlatıyor:

Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir gün insanların arasında oturuyordu.O

sırada ona bir zat geldi ve:

"Ey Allah'ın Resulü! Ġman nedir?" dedi.

"Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Allah'a kavuĢmaya, rasüllerine inanman ve

yine son dirilmeye iman etmendir" buyurdu.

―Ġslâm nedir? dedi.

"Ġslâm, Allah'a kulluk etmen ve ona hiç bir Ģeyi ortak yapmaman, Farz namazı

dosdoğru kılman, farz kılınmıĢ olan zekâtı vermen ve Ramazanda oruç tut-

mandır" buyurdu.

―Ey Allah'ın Resulü! Ġhsan nedir?‖ dedi.

"Allah'a onu görürcesine ibadet etmendir. Her ne kadar onu görmüyorsan da o

seni muhakkak görür" buyurdu.

―Ey Allah'ın Resulü, Kıyamet ne zamandır?‖ dedi.

(Cevaben Efendimiz) Buyurdu ki:

"Bu konuda sorulan sorandan daha çok bilgiye sahip değildir. Fakat onun

alâmetlerini sana haber vereceğim: Cariyenin efendisini doğurması, onun

alâmetlerindendir. Yalınayak ve çıplak kimseler, insanların idarecileri oldukla-

rı zaman, iĢte bu da onun alâmetlerindendir. Koyun çobanları yüksek bina

kurmakta birbirleriyle yarıĢa baĢladıkları zaman, iĢte bu da onun alâmetlerin-

dendir. (Kıyametin vakti) Allah'tan baĢka kimsenin bilemeyeceği beĢ Ģeye

dâhildir."

Risâle-i Ġsmâiliyye 927

Ey Allah Teâlâ‘m, bize irfan yolunu hidayet kılmanı, bozgunculuktan ve

isyan etmekten yaratılmıĢların en hayırlısı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

sellemin makamına sığınırız.

5-ALTI LETÂĠF

Müride telkini zikir etmeden önce Ehli Sünnet vel cemaat itikadının ilm-i

hal1568

bilgilerini ibadet edecek kadar bilmesi gereklidir.

MürĢid, daha sonra kalp (sol meme altında) Ġsm-i Zât-ı (Allah) nefessiz

(gizlice kalp üzerinde) Allah Allah Allah lafzını dudakları kapatmıĢ olduğu

halde zikri telkin eder. Mürid diğer zamanlarda zikrine de bu Ģekilde devam

eder. Öyle ki kalbi sonuçta zaruri olarak gayri ihtiyari zikir etme haline ka-

vuĢur. Bu hal baĢlayınca ruh ta (sağ meme altında) zikir kalpteki gibi tarif

edilir. Zaruri ve gayri ihtiyari ile zikir etme hali baĢlayınca (sol ve sağ meme

üstünde) latife-i sırr‘a geçer. Yine zaruri ve gayri ihtiyari ile zikir etme hali

baĢlayınca (sol meme üstünde) latife-i hafî‘ye geçer. Sonra (sağ meme üs-

tünde) latife-i ahfâ‘ya telkin eder. Sonra Sultan-ı Zikre geçip ism-i zâtı iki,

kaĢı arasında telkin eder.1569

Ey Allah Teâlâ‘m Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin hürmetine zik-

rinde ve sana Ģükretmede beni muvaffak kılmanı istiyorum.

6-NEFY-Ü ĠSBAT

Altı letâif üzerinde devran edip hapsi nefes ile Lâ ilâhe illa‘llah diye zik-

reder. YapılıĢı Ģu Ģekildedir.

―Ġlâhî ente maksûdî ve ridâke matlûbî‖ der ve dizleri üzerine oturur.

Sonra nefesi içeri çekerek Allah Allah Allah zikrini letâifleri üzerine bıraka.

―Ġlâhî ente maksûdî ve ridâke matlûbî‖ deyip LÂ kelimesini kalbinden

Sır üzerinden uzatarak Sultân-ı Zikre (iki kaĢı arasına), ĠLÂHE kelimesini

Sultân-ı Zikirden ahfâya indirerek, ĠLLA‘LLAH kelimesini ahfâdan hafî

üzerinden geçerek kalbe vurarak bırakır.

Bu suretle letâifler üzerinde nefy-ü isbat ile zikir ederken nefesi zorlanın-

ca tek sayıda bırakarak ―MUHAMMEDÜN RESÛLULLÂH‖ı düĢünerek

Bundan sonra Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:

―Kıyamet vakti hakkındaki bilgi ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdı-

rır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez, yine hiç

kimse nerede öleceğini bilemez, Ģüphesiz Allah her Ģeyi bilendir, her Ģeyden

haberdardır‖ ayetlerini okudu. Ebu Hureyre radiyallâhü anh der ki:

Sonra o Ģahıs dönüp gitti. Arkasından Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:

"O adamı bana geri getiriniz" diye emretti. Bunun üzerine sahabeler onu geri

getirmek için aramaya baĢladılar, fakat bir Ģey göremediler. Bunun üzerine Rasûlül-

lah sallallâhü aleyhi ve sellem:

"ĠĢte o, Cebrail'dir. Ġnsanlara dinlerini öğretmek için gelmiĢtir" buyur-

du.(Sahih-i Müslim,10) 1568

Ġbadet usullerini, din kaidelerini bildiren kitap 1569

Burarda bahsedilen letâiflerin yerleri bazı meĢayıhca farklılık göstermektedir.

928 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

nefesini hafif hafif ala. ―Allah‖ ismini letâif üzere bırakırken birden bırak-

mamalıdır. ―Ġlâhî ente maksûdî ve ridâke matlûbî‖ demelidir. Bu suretle

bir defada 3, 5, 7, 9, 11, 13, 15, 17, 19, 21 defa hapsi nefes etmelidir. 21 e

ulaĢınca hapsi nefes zikri tamam olur.

Ey merhametlilerin en merhametlisi Allah Teâlâ‘m, emirlerine kemaliyle

uymayı, huzurundan bizi kovmamanı istiyorum.

7-ĠNTĠKÂLAT-ZĠKĠR

Nefy-ü Ġsbat 21 de kemal bulunca letâiflerin her biri üzerinde üzerinde üç

defa zikreder. Ġntikâlat budur. Ġntikâlat üzerinde iken muhasebe ve murakabe

olunur.

Murakabe sabahları (beni) Allah Teâlâ ne iĢlerde kullanır diye bekleyiĢte

olmaktır.

Muhasebe de akĢamları (beni) Allah Teâlâ ne iĢlerde kullandı diye hesap

etmektir.

NakĢibendî sadâtının sülûklerinin nihayeti budur.

8-ĠLME-L YAKÎN

Tevhid ehlinin zât-ı (kendini) ve eĢyanın zâtını Allah Teâlâ‘ya ve sıfatla-

rına delil kılmasıdır. Bunun iki yönü vardır.

1-Ġstidlâl1570

bi‘lmisliyye: (BenzeyiĢ delilleri getirmek)

Allah Teâlâ‘nın hallerine, sıfatlarına gerek vücud ve sıfat-ı subûtiyeleri-

ne; cüziyyatını, kendinde ve âlemde müĢâhedesiyle Allah Teâlâ‘yı ve kadîm 1571

ve müessir sıfatlarını ispat etmektir. Mesela; kendindeki vücud, kudret,

irade, ilim, hayat, görmeyi, iĢitmeyi ve konuĢmayı müĢahede ile ispat edip

Allah Teâlâ‘nın yaratıcılığının benzeri tıpkı benim varlığımda da vücud,

kudret, iradeler, ilim, hayat, görmek, iĢitmek ve konuĢmak vardır, diye iman

etmektir. Bunun açıklaması ise ―Allah Teâlâ Âdemi kendi suretinde ya-

rattı.‖ 1572

hadisi Ģerifte gelmiĢtir. Yanı tıpkı isimleri sıfatları gibi bende

vardır demektir.

1570

Kelâm terimi olarak istidlâl, ‗‘bir hüküm veya kavramın doğruluk yahut yanlıĢ-

lığını kanıtlamak için zihnin yaptığı akıl yürütme eylemi'‘ diye tarif edilebilir.

Kur‘ânı Kerîm‘de istidlâl kelimesi geçmemekle birlikte bunun mâzi kalıbındaki

kökünü oluĢturan ‗‘delle'‘ akıl yürütme eyleminin söz konusu edildiği bir yerde

kullanılmıĢtır (Sebe,14).

Ġstidlâl ile aynı mânada veya yakın anlamdaki tezekkür, tedebbür, taakkul, tefekkür,

i‗tibar, nazar gibi kelimeler sık sık kullanılmıĢ, özellikle Ġslâm‘ın getirdiği mesajlar

konusunda düĢünüp isabetli sonuçlara varılması istenmiĢtir. Kur'ân-ı Kerim'de ayrı-

ca ilim, sultan, âyet, beyyine, burhan, hüccet gibi değiĢik adlarla yer verilen delile

büyük önem atfedilerek inanç ve düĢüncenin mutlaka delile dayandırılması doğruya

ulaĢmanın vazgeçilmez Ģartı olarak görülmüĢtür 1571

Kadim:BaĢlangıcı olmayan, eski, ezelî. 1572

Buhârî.. Ġsti‘zan. 1: Müslim. Birr. 110. Cennet. 28;.Ġbn. Hanbel. II/244. 251.

315. 323. 434. 463. 519

Risâle-i Ġsmâiliyye 929

2-Ġstidlâl bi‘z zarûrî: (Mecburî delil getirmek)

Yani kul acziyetini tefekkür edip yaratıcısının kudretini ispat ve iman et-

mesidir. Allah Teâlâ‘nın birliğini düĢünür ve kadimliğine (önceliğine) iman

eder. Bu Ģekilde kendi fenâsını (yokluğunu) tefekkürle Allah Teâlâ‘nın

bekâsına (varlığına) iman etmiĢ olur. Bunun bir baĢka beyanı ise ―O‘nun

benzeri hiçbir Ģey yoktur. O iĢiten ve görendir.‖ 1573

Ġlme‘l Yakîn tarikat

ehli ve Ģeriat ehlinin büyüklerinin tevhididir.

Allah Teâlâ, hakkı söyler ve doğru yola iletir.

9-AYN‘EL YAKÎN

Hakk ehli olan zatlar kendi hakikatlerini Allah Teâlâ‘nın sıfatlarına maz-

har ve ayna olduklarını müĢahede etmeleridir. Ayne‘l yakîn marifettir. An-

cak bu zuhur eden sıfatı subûtiyyeden gayb anahtarları denilen dört sıfatları,

zahirleri ve kalpleriyle müĢahede etmeleridir.

Sıfât-ı zâhir: Dörttür, göz ile müĢahede edilir. Kudret, iĢitmek, görmek

ve konuĢmak

Sıfât-ı Bâtıne: Dörttür. Kalp gözü ile müĢahede edilir. Ġrade, ilim, ha-

yat ve tekvin (yaratma)

Hulâsa: zahirlerine teveccüh ettiklerinde Allah Teâlâ‘nın zahir sıfatlarını,

batına tevecüh ettiklerinde batınî sıfatlarını müĢahede etmektir.

Bu kiĢilere sıfâtı subutiyye tâifesi ve marifet ehli derler. Tarikat ehlinden

yüksek mertebededirler.

Ey Allah Teâlâ‘m, bu müĢahedeyi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selle-

min ve Ehl-i beytinin hürmetine kolay kılmanı niyaz ediyorum.

10-HAKK‘EL YAKÎN

Hakikat ehlin hepsi ve melâmiyyenin tevhididir. Bu kiĢiler bütün tâifeler-

den üstündür. Bütün nebiler Hz. Ebubekir Hz. Ömer radiyallâhü anhüma

melâmiyyedendir. Bu tâife ve kiĢileri tevhid, ittihat ve vahdettedir.

Tevhid üç makamdadır.

Makâm-ı ruh, cem‘ ve kurb-u ferâiz1574

dir.

Vahdet üç makamdır.

Makâm-ı Hazret, cem‘ül cem ve vahidiyyetü‘l cem ‗dir.

Bu kiĢilerin avamdan farkları yoktur. Allah Teâlâ‘nın emrettiği farzları

yerine getirirler. Ġlâhî emirleri hiçbir zaman bırakmazlar. Halleri daima Allah

Teâlâ iledir. Bu kiĢilerle buluĢmak görüĢmek ve halleri ile hâllenmek en

büyük saadeti bulmak ve Allah Teâlâ‘ya kavuĢmaktır.

Ey Allah Teâlâ‘m beni onlardan ve onlarla beraber olmayı Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve sellemin yüzü suyu hürmetine istiyorum. Ayrıca diğer mü-

1573

ġura, 11 1574

Farzlarla olan kurb: Kulun, nefsi de dahil olmak üzere, her Ģeyin Ģuurundan

tamamen fâni olmasıdır. Artık onun nazarında, Hakk'ın vücûdundan gayri, hiçbirĢey

kalmaz. Bu, farzların semeresi olarak ortaya çıkan fena halidir.

930 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

min kardeĢlerimde bu hallerimden nasiplensin.

11-VĠLÂYET-Ġ VAHĠDĠYYET VE KURBET

Hakiki imanın sonunda eriĢilen ehadiyyetü‘l cem Makam-ı Mahmud sal-

lallâhü aleyhi ve selleme istiğrak edemeyip1575

ancak o âlem-i nura girip

bazen Allah Teâlâ ile bazen halk ile olmasıdır. Âlem-i halkla olduğu vakit

perdelenmesi, âlem-i nur ile olduğunda perdelerin kalktığı velâyet mertebe-

sidir.

Âlem-i nura girip bir olduğunda eğer yaratılmıĢları halkı görmüyorsa

sıddıkıyyet mertebesindedir, demektir.

Âlem-i nura girince halk asla hicap olmayıp kaybolmuyorsa yani gerek

âlem-i nurda gerek halk âlemi ile iken fark (ayrılık) olmaması, yani bir ba-

kıĢla bakarken halk ona hicap olmuyorsa kurbet (yakınlık) mertebesindedir

demektir.

Bu mertebeden yukarısı ise Nübüvvettir. Mukarreb ona vasıl olamadığı

gibi nebilerden baĢkası da bu nübüvveti vasf edemezler. Eğer vasf edip söy-

lerlerse yalan söylüyorlar demektir.

Ey Allah Teâlâ‘m bizi mukarreblerden kılmanı cemâline kavuĢma lezze-

tinden mahrum etmemeni istiyoruz.

12- UBBAD, UBÛDĠYYET, UBÛDET (ĠBADET EDENLER, KULLUK

EDENLER, KUL OLANLAR)

Ġbadet avâmın amellerindendir. Ameli kendilerinden görüp cennete ka-

vuĢmak hırsı ile veya cehennem korkusuyla iĢlerler.

Ubûdiyyet (Kulluk edenler) ise, havasın amelidir. Amellerini kendilerin-

den görüp Allah Teâlâ rızası için iĢleyenlerdir.

Ubûdet (Kul olanlar-âĢık olanlar) havas-ül havasın amelleridir. Amelle-

rini Allah Teâlâ‘nın iĢlediğini görürler ve onunla iĢlerler. Bu kiĢler nefisleri

için bir varlık görmedikleri için mâ‘bud ile âbid bir bakıĢla görürler.

اللهم صلي على سيدإ محمد في جميع المظإهر الذي هو هيولإهإ و اجزاهإ واقإهإ واطبنهإ وارقإهإ وعلى اله صحبه و سلم اجمعين

Ey Allah Teâlâ‘m salât ve selamını zuhur edenlerin heyülası (gerçeği

özü), onları cüzlere (sınıflara metebelere ayıranı), nikası (birbirine bağ-

layanı), sırlayanı (gizleyeni) merhametlisi Efendimiz Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve selleme, âline ve arkadaĢlarının hepsi üzerine olsun. Allah Teâlâ‘nın yardımı ile bu risale bitti.

1575

Bu makam Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin özel makamıdır. Hiçbir nebi

ve evliyaya nasip olmamıĢtır.

Mürid MürĢid Münasbetleri 931

D)MÜRġĠD-MÜRÎD MÜNASEBETLERĠ MürĢid; rehber, kılavuz ve yol gösteren demektir. Tasavvufta Ģeyh ile

aynı anlamdadır.

MürĢid-i kâmil doğru yolu gösteren, dalaletten hidayete sevk eden kiĢi-

dir. Tarîkatta seyr u sülûkünü tamamlayıp irĢada ehliyetli olan kiĢiler için

kullanılır bir tabirdir.

Ġlmî ledün sahibi olan mürĢidler, kalpte sabit olan ilmin sahipleri, nebi-

lerin vârisleridir.1576

ġeyh Ebû Râfi radiyallâhü anh rivâyetiyle ġerh-i Tarîkat‘ isimli kitapta

gelen hadisi Ģerifte buyruldu ki; ―Bir kavmin Ģeyhi, ümmetin nebisi gibi-

dir.‖

RASÛLÜLLAH SALLALLÂHÜ ALEYHĠ VE SELLEMĠN

SIRTINDAKĠ MÜHÜR HAKKINDA

Hâtem-i Nübüvvet Hakkındadır

Celaleddin es-Suyuti , Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin Mucize-

leri ve Büyük Özelliklerinden bahsederken buyurdular ki; 1577

Buhari ve Müslim, Sâib bin Zeyd'den rivayet ederler. O Ģöyle demiĢtir:

"Ben, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz'in tam arka-

sına dikilip O'nun iki omzu arasındaki Nübüvvet Mührü denilen kısma

dikkatle baktım; gördüğüm, keklik yumurtası büyüklüğünde idi."

Müslim ve Beyhakî'nin Câbir bin Semura'dan rivayeti ise Ģöyledir:

"Ben Resûlüllâh Efendimiz'in iki omzu arasındaki nübüvvet müh-

rünü, tıpkı bir güvercin yumurtası Ģeklinde gördüm. Rengi de, kendi

cesedinin rengine yakındı." Ġmâm Tirmizî ise bunu:

"Güvercin yumurtası büyüklüğünde ve kırmızımtırak bir bez idi" ifadesiyle vermiĢtir."

1578

Müslim, Abdullah bin Cercls'in Ģöyle dediğini rivayet eder:

"Ben, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin iki omzu arasındaki

nübüvvet mührüne baktığım zaman onu; sol omuz kemiğinin çıkıntısı

1576

Bu ilmi iki türlü yolla elde etmiĢlerdir

Kalpte sabit olan batın, ledün veya maneviyat ilmidir ki, Allah Teâlâ bu ilmi diledi-

ğine verir, çalıĢmakla kazanılmaz. Bu ilmin sahipleri Allah Teâlâ‘nın hücceti,

halkın mürĢidleridir.

Lisan ilmi olup okuyup çalıĢmakla elde edilir. Kitap ve sünnet

bu ilmin iki kaynağıdır. Arifler bu iki ilmi de elde edip hazmetmiĢtirler. Bunlara

uyan da Hakk‘a vasıl olmuĢtur. 1577

Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: üçüncü

bölüm 1578

Ġmam, aynı zamanda: "Bu hadis, hasendir, sahihtir" demiĢtir. Bakınız, hadis no"

3644

932 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

yanında ve üzerinde siyahımsı benler bulunan bir yumru hâlinde gör-

düm."

Ġmam Ahmed ve Beyhakî de Kurre'nin Ģöyle dediğini nakleder:

"Ben dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, omzunuzdaki mührü bana gös-

terir misiniz?" Peygamberimiz buyurdu ki: "Elini uzat!" Elimi uzattım

baktım, omuzu ucunda, yumurta büyüklüğünde bir Ģeydi."

Yine Ġmam Ahmed, Beyhakî ve Ġbn-i Sa'd, çeĢitli tarikler ile Ebû Ram-

se'den Ģöyle rivayet ederler:

"Ben babamla birlikte Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme git-

miĢtim. O'nun iki omzu arasındaki mühre baktığımda onu, (güvercin

yumurtası büyüklüğünde) bir ur Ģeklinde gördüm."

Ġmam-ı Buhârî'nin Tarih'inde, Beyhaki‘nin Sünen'inde Ebû Saîd'den ri-

vayetlerine göre, o Ģöyle demiĢtir:

"Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin iki omuzları arasındaki

mühür, bir et çıkıntısı idi" Tirmizi de:

"Arkasında, yumru hâlinde bir et parçası idi" Ģeklinde rivayet eder.

Yukarıda geçen bir bahiste görüldüğü veçhile ve Beyhakî'nin rivayeti

ile Selmân-ı Fârisî de bu hususta Ģunları söylemektedir:

"Ben Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme gittiğim zaman, ridâsı-

nı omuzundan biraz sarkıtıp:

"Ey Selmân, sana söylenen mührü görmek istersen bak!" buyurdu-

lar. Baktığımda, iki omuzu arasında, güvercin yumurtası büyüklüğün-

deki mührü gördüm."

Ahmed, Tirmizî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Ebû Ya'lâ ve Taberânî Ul-

ba bin Ahmed'den o da Ebû Zeyd'den Ģöyle rivayet ederler:

"Resûlüllâh Efendimiz bana dediler ki: "Ey Ebû Zeyd, bana yaklaĢ ve

elinle arkamı meshet!" YaklaĢtım ve elimle arkasını meshedip parmakla-

rımı mühür üzerine koydum."

-Yanındakiler Ebû Zeyd'e: "Mühür nedir?" diye sordular. O da:

"Omuzundaki toplu olarak bitmiĢ olan kıllardır" cevabını verdi."

Taberanı ile Ġbn-i Asâkîr ise Ebû Zeyd bin Ahtab'dan Ģöyle rivayet edi-

yor:

"Ben Peygamber Efendimizin iki omzu arasındaki mührü; kan al-

ma ĢiĢesinin vurulduğu yer kadar büyüklükte, bir et çıkıntısı olduğunu

gördüm."

Ġbn-i Asâkîr ve Târih-i Nisabur adlı eserinde Hâkim, Ġbn-i Ömer'den

Ģöyle rivayet ederler: Hâtem-i Nübüvvet, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve

sellemin arkasında fındık büyüklüğünde bir et parçası olup üzerinde "Mu-

hammedün Resûlüllâh" yazısını andırır bir Ģekil vardı."

Ebû Nuaym ise, Selman'dan Ģöyle rivayet etmektedir:

"Bu nübüvvet mührünün bâtınında: "Allah birdir, O'nun ortağı yok-

tur, Muhammed ise Allah'ın Resulüdür! " diye yazılı idi. Zahirinde ise

"Nereye isterse oraya teveccüh et! Bil ki sen, mansûr ve muzaffersin!"

Mürid MürĢid Münasbetleri 933

diye yazılıdır1579

المنصور الله وحده لإ شريك له، محمد رسول الله، فؤك منصور، توجه حيث شئت فؤك Taberâni ve Ebû Nuaym El-Ma'rife adlı eserinde Abbâd bin Ömer'den

Ģöyle rivayet ederler:

"O'nun iki omzu arasındaki nübüvvet mührü, küçük bir oğlağın

diz kapağındaki mühür gibiydi ve Resûlüllâh bu mührün görülmesin-

den pek hoĢlanmazdı."

Ġbnü Ebî Hayseme tarihe dâir yazdığı eserinde, Hz. AiĢe radiyallâhü

anhadan naklen der ki:

"Nübüvvet mührü, siyah bir ben idi, biraz sarıyı andırıyordu... Be-

nin etrafında, at yelesi gibi sık kıllar vardı..."

Açıklama:

Alimlerimiz dediler ki; Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin iki

omuzu arasında bulunduğu rivayet edilen nübüvvet mührü hakkındaki söz-

ler; birbiriyle farklı bulunmaktadır. Fakat aslında bu, mühim bir ihtilaf sa-

yılmamalıdır. Zira bu râvîlerden her biri, bir benzetme yoluyla rivayet et-

mekte ve rivayetleri arasında önemli bir fark bulunmaktadır. Râvîlerden biri:

"Bir keklik yumurtası büyüklüğünde idi" derken biri: "Güvercin yu-

murtası kadardı" demekte; bir diğeri de: "Bir keçi yavrusunun dizindeki

mühür kadardı" demektedir. Biri: "Bir et yumrusu idi" derken, biri: "Bir

et çıkıntısı idi" demekte; biri "Siyah bir bendi" derken bir diğeri: "ġiĢenin

kan almak için vurulduğu yerde bıraktığı iz gibiydi." demektedir. Yâni,

bunların hepsi birbirine yakın Ģeylerdir. Ve gerçekten o, bir et parçasından

ibaret idi. ĠĢte, âlimlerimiz böyle izah etmektedirler. Bunlar arasından Ġmam-

ı Kurtubî ise Ģöyle demektedir:

"Sabit ve sahih olan hadisler delâlet eder ki, Rasûlullâh sallallâhü

aleyhi ve sellemin iki omuzu arasındaki mühür; sol omuz yanında kır-

mızımtırak renkte ve çıkıntı halinde bir Ģey idi. Küçülüp azaldığı zaman

güvercin yumurtası Ģeklinde oluyor, büyüyüp ĢiĢtiği zaman da yumruk

kadar oluyordu... (Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin vefatı zama-

nında ise, ĢiĢkinlik kaybolmuĢtu...) Süheylî de demiĢtir ki:

"Nübüvvet mührü, sol omuz kemiğinin çıkıntısı yanında idi. Çünkü

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Ģeytanın vesvesesinden masum

bulunuyordu. Mührün bulunduğu yer de; kalbin karĢısında olup Ģeyta-

nın vesvese vermesine engeldi..." Alimler,

"Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin iki omuzu arasındaki mührün

doğuĢtan mı, yoksa doğduktan sonra mı vurulduğu üzerinde ihtilaf ettiler.

Ġkinci Ģıkkı tercih edenler, yukarıda geçen ve O'nun süt emmesi ile ilgili

bulunan ġeddâd bin Evs hadisini, delil tutarlar. Az önce iĢaret ettiğimiz gibi,

1579

(Mevahib ve ġerhi Zerkani, 1156).

934 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

bu mühür, Resûlüllâh'm vefatından sonra da kaybolmuĢtu... Bunu, ayrıca

O'nun vefatı bölümünde anlatacağız... Bu konuda, Hâkim'in Müstedrek'inde,

Vehb bin Münebbih'ten Ģu rivayeti vardır:

"Cenâb-ı Hakk'ın gönderdiği bütün peygamberlerin sağ elleri için-

de bir peygamberlik niĢanı vardı. Ancak, bizim peygamberimiz müstes-

na. Zira O'nun peygamberlik niĢanı, iki omuzu arasında idi1580

Ġbn-i Sa'd ve Ġbn-i Asâkir Mûsâ bin Yâkâb el-Zemeî tarikiyle Gusey-

me'nin âzadlısı Sehl'den rivayet ederler, Sehl, Murays kabilesine mensub bir

nasrânî idi ve amcası evinde büyüyen bir yetimdi... O demiĢtir ki:

"Bir gün ben, Ġncil‘i elinden aklım ve okumaya baĢladım... Derken

birbirine yapıĢık iki yaprak vardı. Onları ayırarak okumaya baĢladım

ve orada Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin sıfatlarını gördüm.

O'nun boyundan, renginden, oturuĢ Ģeklinden, iki omuzu arasındaki

mühürden, sadaka kabul etmemesinden, hilim ve tevâzuundan haberler

vardı... Orada, kendisinin Ġsmâil aleyhisselâmın soyundan olduğu ve

isminin Ahmed olduğu da yazılı idi... Ben, bu kısımları okumakla idim

ki, bu sırada amcam geldi ve bana: "Niçin o yapıĢık olan kısmı açıp

okuyorsun? Sen kim oluyorsun ki bunları okuyasın?" diye Ģiddetle çı-

kıĢtı ve beni dövdü... Ben dedim ki: "Ey amcacığım, bak bu kısımlarda

Ahmed adındaki peygamberle ilgili haberler var!" Amcam bana, yine

öfkeyle: "O peygamber henüz gelmedi!" diye bağırdı..."1581

1580

Hafız, Allâme eĢ-ġâmî bu rivayet hakkında tevakkuf gösterip; "Ben, bu rivaye-

tin sahih olabileceğini zannetmiyorum! Lütfen senedine nazar kılınsın... Bu rivayet

Vâkidî tankından gelmektedir. Vâkidî ise metruktür Hattâ hadîs ilmi âlimlerinden

bir topluluk; onun yalancı olduğunu söylemiĢlerdir" demektedir. (Bakınız, ġerhu'z-

Zerkânî Alel-Mevâhibı'l-Le-dünniye, 1/156).

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal

Kitabevi: 1/115-117. 1581

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal

Kitabevi: 1/26-40.

Yukarıda adı geçen kaynakların bu tespitine göre, Selmân-ı Fârisî hazretleri,

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Kubâ'dan ayrıldıktan sonra müslümanlığı

kabul etmiĢ oluyor...

Selmân'a gelince: O dâima Ġslâm'a hizmet etmiĢ, hakkın hak olarak bilinip yaĢanma-

sına, bâtılın bâtıl olarak bilinip ondan kaçılmasına yardımcı olmuĢ; Ebüd-Derdâ gibi

bir sahâbîye yazdığı mektubunda bile: "Bak kardeĢim, eğer sen gerçekten hekim

isen dikkatli ve açık konuĢ; zira senin sözün (vehim ve vesveselere) Ģifâ olacak-

tır..." diye yazmıĢtır (Kûtül-Kulûb, 1/147).

Ashâb-ı Kiram arasındaki lakabı ise hep "Selmanü‘l-Hayr" olmuĢtur. (Üsdü'l-Gâbe,

2/328). Gerçekten ashabın en büyük ve en hayırlılarından olan Selmân-ı Fârisî haz-

retleri, hayrı çok sever ve çok sadaka verirdi. Hazîneden kendisine tahsis edilen

yıllık maaĢının tamâmını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kendisi ise, el emeği ile

kazandığından geçinirdi. (Hurma liflerinden hasır örüp satardı).

"Nesebin nedir, kimin oğlusun?" diye soranlara, "Ben, Ġslâm oğlu Selmân'ım"

diye karĢılık veren ve gerçekten de "Müslümanlığın Çocuğu" olan bu büyük

Mürid MürĢid Münasbetleri 935

Nihayet yine bir pazar günü halkın huzuruna geldik. O aynı Ģekilde bir

konuĢma yaptı ve dedi ki: "...Biliniz ki ben artık iyice ihtiyarladım, ölü-

müm yakındır. Ben yıllardır Kudüs'e gitmek hasretiyle yanmaktayım ve

mutlaka gitmeliyim." Böyle dedi ve yola çıktı. Ben de kendisinden ayrıla-

mayacağımı söyleyerek onunla birlikte çıktım. Nihayet Beyt-i Makdis'e gel-

dik. O, mescid'e girip ibâdet etmeğe baĢladı. O bana demiĢti ki:

"Ey Selmân, Allah yakında bir peygamber gönderecek, adı Ahmed

olacak, Mekke'den çıkacak... O, hediyeyi kabul edecek, sadakayı kabul

etmeyecek... Ġki omuzunun biraz sol tarafında mühür bulunacak, iĢte Ģu

içinde bulunduğumuz zaman, onun gelmesinin yaklaĢtığı zamandır...

Bana gelince, sanmıyorum ki ben ona yetiĢeyim! Zira iyice ihtiyarladım.

Eğer sen ona yetiĢecek olursan, ona inan ve tabî ol!" Ben kendisine de-

dim ki: "Efendim, eğer o peygamber, bana sizden öğrendiğim ve Ģimdi

üzerinde bulunduğum dinimi terketmemi emrederse, yine ona tabî ola-

yım mı?" Cevabında:

"Evet, benden öğrendiğin dînin terkedilmesini istese dahî, ona uy!" dedi... Sonra Beytü'l-Makdis'ten çıktı. Onun kapısı Önünde bir adam oturu-

yordu. Onun elinden tutarak: "Kum bismillah Allah'ın adıyla kalk!" dedi

ve o kötürümü ayağa kaldırdı. O da bir Ģeyi yokmuĢ gibi kalktı... Sonra üs-

tad, kimseye bakmadan çekip gitti. Ben de hemen arkasından koĢturmak

istedim, fakat oradaki adam bana:

'Yardım et de eĢyamı sırtıma alayım, ben de yoluma gideyim" dedi.

Ben de kendisine yardım ettim. Sonra üstadın peĢinden koĢtum... Fakat bir

türlü kendisine yetiĢemedim. Kime rastlasam onu soruyordum. Aldığım

cevaplarda hep "Ġleride, ileride!" oluyordu... (Ahmed b. Hanbel, V, 442-

443 ve Beyhaki‘nin diğer tarîkten rivayetlerinde böyle tasrîh edilmiĢtir.)

Yine Ebû Nuaym'ın Ebû Seleme bin Abdurrahman'dan nakline göre,

sahâbî; Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemın müjdelediği "Cennetin iĢtiyakla

kendilerini beklediği üç bahtiyardan..." da biri olmak Ģerefine m az har bulunu-

yordu... Bu üç bahtiyar: Hz. Ali, Ammâr ve Selmân idiler... (Ġbnü'l-Kayyim, El-

Fevâid, 38-Beyrut, 1393).

Çok abid ve zâhid olan bu mübarek zât hakkında Hz. Ali kerremallâhü veche demiĢ-

tir ki:

"O, öncekilerin de, sonrakilerin de ilmine vâris olmuĢtur. O, dibi bulunamaz

bir deniz idi..." Aynı zamanda, Ehl-i Beytin bir üyesi de sayılan Selmân-ı Fârisi

hazretleri-, uzun ömürlü olmakla tanınır ise de en sahih kavle göre seksen sene ya-

ĢamıĢ olup hicretin 35-36 yıllarında Hakk‘a yürümüĢtür. (ġerhû'l-Mevâhib ül-

Zerkânî, 3/309). Ve ondan bize, bir büyük nasihat:

"Ey müslümanlar, ilmi ilerletiniz, öldürmeyiniz!

Biliniz ki, Ġnsanlar kendileri ölmeden önce sahibi bulundukları bilgileri yeni

nesillere aktardıkları müddetçe, hayır ve hidâyet üzere bulunurlar... Aksi tak-

dirde hepsi hayır ve hidâyetten uzaklaĢıp helak olurlar..." (Sünenü'd-Darimî, 79-

lst. 1401)

936 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Hz. Selmân radiyallâhü anhın önceki üstadlarından birinin kendisine Ģöyle

dediği anlatılmaktadır:

- "...Ey delikanlı, Meryem oğlu Ġsa'nın kim olduğunu biliyor mu-

sun?" Ben:

- "Hayır, bunu iĢitmedim" dedim. O dedi ki:

- "Ġsâ, Allah'ın Resulüdür. Kim Ġsa'nın ve ondan sonra gelecek olan

Ahmed adındaki zatın peygamberliğine inanırsa, Allah o kimseyi dün-

yanın gamından âhiretin ferahlığına ve nimetine eriĢtirir..."

Ben bu üstadın çok iyi bir insan olduğuna Ģahit olmuĢtum. Onun bana

ilk öğrettiği Ģey Ģu idi: "Allah'tan baĢka ilâh yoktur, Meryem oğlu Ġsa

Allah'ın resulüdür. Ondan sonra gelecek olan Muhammed de Allah'ın

resulüdür. Öldükten sonra dirilmek de haktır." O bana, namaz kılmayı

da öğretmiĢti ve demiĢti ki:

"Namaz kılacağın zaman kıbleye dön! AteĢ sana ürperti verse dahi

ona iltifat etme. Sen farz olan namazı kılarken, anan veya baban sana

çağırsa bile, namazını kesme! Ancak bir peygamber çağırırsa kesersin.

Çünkü Allah'ın Resulü, ancak Allah'ın vahyi ile seni çağırır, kendiliğin-

den değil... Eğer sen, Tihama dağlarından (Mekke'den) çıkacak olan

Muhammed bin Abdullah'ın zamanına yetiĢecek olursan, muhakkak

ona imân et ve kendisine benim selâmımı söyle." Ben de kendisine dedim

ki:

- "Efendim bana Muhammed'in sıfatını anlatır mısın?" O dedi ki:

- "O, âlemlere rahmet olarak gönderildiğinden kendisine "Nebiy-

yü'r-Rahme" yâni rahmet peygamberi denilecektir, babasının adı Ab-

dullah olacaktır... Tihama dağlarından çıkacaktır... Son derece müteva-

zı olup deveye, merkebe, ata ve katıra da binecek; hür olanla köle olan

yanında eĢit olacaktır... Rahmet, O'nun hem kalbinde hem de uzuvla-

rında dopdolu olacaktır... Ġki omuzu arasında güvercin yumurtası bü-

yüklüğünde bir mühür bulunacaktır. Bunun zahirinde: "Her nereye

teveccüh etsen, Allah'ın yardımı seninle olacaktır" mealinde bir yazı;

bâtınında ise: "Allah birdir, O'nun hiçbir ortağı yoktur! Muhammed de

O'nun resulüdür!" diye yazılmıĢ olacak... O, hediye olandan yiyecek,

sadaka olandan yemeyecek... Ne bir muâhide, ne de bir müslümana, asla

zulüm etmiyecek..."

(Nübüvvet mührünün, zahirdeki ve bâtındaki yazılarından söz eden bu

rivayet, münker sayılmıĢtır.) 1582

Hafız Ebâ Zekeriyyâ Yahya bin Aiz, Resûlüllâh'ın doğumuyla ilgili ola-

rak yazdığı "Mevlid" kitabında, Ġbn-i Abbâs'ın Ģöyle dediğini-kaydeder:

"Amine, doğum yaptığı güne dâir konuĢur ve Ģöyle derdi:

"Ben büyük bir hayranlık içinde iken, ansızın üç kiĢi geldi; sanki güneĢ

onların yüzünden doğmuĢtu... Birinin elinde gümüĢ bir ibrik vardı, içinde

misk gibi bir koku bulunmakta idi. Ġkincinin elinde dört köĢeli ve yeĢil züm-

1582

I. Bölüm

Mürid MürĢid Münasbetleri 937

rütten bir tepsi vardı ve her köĢesinde beyaz inciler bulunmakta idi. Biri

ansızın Ģöyle diyordu:

"ĠĢte dünyâ! Bütün denizleri ve karası, doğusu ve batısı ile! Ey Al-

lah resulü, ne tarafını almak istiyorsan al." Ben bu sıra, Rasulullah'ın

hangi tarafım tutacağını görmek için baktım ve gördüm ki O, tepsinin orta-

sından kavrayıp aldı. Biri Ģöyle, nida etti: "Hiç Ģüphesiz Muhammed Ka-

be'yi ve onun iĢaret ettiği mânayı almıĢtır! Sımsıkı Tevhîd'e tutunmuĢ-

tur. ġüphesiz Allah Kabe'yi O'na kıble olarak vermiĢ ve O'na müba-

rek bir makam kılmıĢtır!,.." O gelen güneĢ yüzlü zatlardan üçüncüsünün

elinde ise, iyice durulmuĢ beyaz bir ipek vardı. Onu açtı ve içinden bir mü-

hür çıkardı. Mühür, görenleri hayretler içinde bırakacak güzellik ve par-

laklıkta idi. Sonra o zât, bana doğru yaklaĢtı ve elindeki mührü, elinde tepsi

tutmakta olan zâta verdi. Bu sırada elinde gümüĢ ibrik tutmakta olan zât

ibriği dökerek mührü yedi defa yıkadılar. Sonra Rasûlullâh sallallâhü

aleyhi ve sellemin iki omuzu arasını mühürlediler. Tekrar mührü beyaz

ipek parçasına iyice sardılar. Sonra Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin

omuzun u mühürleyen zât, O'nu kanatlan arasınaa alarak bir müddet tuttu...

Sonra O'nun kulağına birĢey söyledi, fakat ben ne söylediğini anlayama-

dım... Sonra O'na hitaben dedi ki:

"Sana müjdeler olsun yâ Muhammed! Senden önceki peygamberle-

re verilmiĢ bulunan bütün ilimler de sana verilmiĢtir! Peygamberler

içinde ilmi en çok olan, Ģecaat ve kahramanlıkta da en ileri bulunan

sensin! îlâhî nusretin ve zaferlerin anahtarı seninledir! Senin adını du-

yan her bir asker veya kumandanın, mutlaka kalbine bir korku ve saygı

dolacaktır. Senden korkacaktır, ey Allah'ın halîfesi!....

(Hadis bilginlerinden ibn Dıhye bu rivayet hakkında et-Tenvir adlı kita-

bında: "Bu garib bir rivayettir" demiĢtir. Suyûtî.) 1583

Kaynak:

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,

Uysal Kitabevi: 1/248-250.

*****************

Muhammed Hamidullah, Ġslâm Peygamberi isimli eserindeki açık-

lamalarında Ģöyle söylemektedir.

1583

Hadîs Ġlimleri ıstılahında Garîb rivayetten maksat; Bir Ģahsın, sevkettiği rivaye-

tinde teferrüd etmesi, yâni yalnız kalmasıdır ki, böyle olan rivayetin, diğer rivayet-

lerde benzerine rastlanmadığı yahut diğer rivayetler ona muhalif olduğu için, o bu

adı almıĢtır. Garîb haberlerin, sahîh, hasen ve zaîf gibi nevileri bulunmakla beraber

pekçoğu zayıf olduğundan, ihtiyatlı davranmak yerinde olur. Nitekim baĢlıca hadîs

Ġmamlarının tavsiyeleri; hu merkezde olmuĢtur. (Bakınız: Tecrîd Tercemesi, 1/111.

Nuhbetü'l-Fiker, 13. Ulûmü'l-Hadîs, 93, Kemâleddin Taî, Bağdad, 1391).

938 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Ġlk asrın müslüman tarihçilerine göre, Muhammed sallallâhü aleyhi ve

sellemin sırtında, biyografisinde müteaddit defalar bahsedilen bir çeĢit ―ur‖

(veya ―ben‖) vardı. (Ġbn HiĢâm, s. 141) Selmân Farisi radiyallâhü anhın ve

Heraklius‘un elçisinin bunu arayıp sorması (lbn Hanbel, IV, 74–75) Yine bir

Arap tabip bununla alâkadar olmuĢtu (Ġbn Sa‘d, l/II, s. 132–3)

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Hakk‘a yürüyüĢünden sonra,

kendisini son defa yıkayanlar, bu ―ur‖u bulamadılar. Bunun Risâlet Mührü

olduğuna inanılmıĢtır; ölümüyle nübüvvet son bulduğundan bu mühür geri

alınmıĢtır. (Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Ġslâm Peygamberi, Ġst, 2003,

c. II, s. 1102)

*****************

Kettani, Hz.Peygamber‘in Yönetimi, Et-teratibu‘l-idariyye, Ġz Yayıncı-

lık: 2/211-219.

Ġbn Ebî Usaybia Tabakâtu'I-etibbâ'da bir bâb baĢlığı açarak Ģöyle der:

"Ġslâm'ın zuhurunun ilk zamanlarındaki Arap ve diğer tabiplerin taba-katına

dair yedinci bâb."1584

Burada Haris b. Kelede,1585

oğlu Nadrb. Haris 1586

ve

Ġbn Ebî Rimse et-Temîmî'nin biyografilerini verir ve bu sonuncusu ile ilgili

olarak Ģöyle der: Resulullah (sav) zamanında tabipti, cerrahlık yapıyordu.

Nuaym, Ġbn Ebî Uyeyne'den, o Ġbn Ebcer'den, o Ziyâd'dan, o Lakît'ten, o da

Ġbn Ebî Rimse'den Ģöyle dediğini rivayet eder:

Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme geldim, iki omuzu arasında

mühürü gördüm.

"Ben tabibim, bırak onu tedavi edeyim" dedim, Ģöyle buyurdu:

"Sen mahir ve latif bir kimsesin, tabip ise Allah'tır," Süleyman b.

Hassan Ģöyle dedi:

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem onun el maharet ve hafifliğine

sahip (iyi bir cerrah) olduğunu fakat ilimde üstün olmadığını bilmiĢ olup bu

da onun "tabip Allah'tır" sözünden anlaĢılmaktadır.1587

*******************

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin sırtında bulunan mühr-ü

Ģerif hakkında geniĢ bir inceleme yapmıĢ olan Yrd. Doç. Dr. Erdinç

AHATLI açıklayıcı bilgiler sunmuĢtur. Özet olarak;

Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin iki kürek kemiği arasında

bulunan ve herhangi bir insandaki normal bir benden daha büyükçe olan

"ben", ilgili kaynaklarda genellikle O‘nun nübüvvet alâmetlerinden birisi

olarak değerlendirilmiĢ ve "nübüvvet/ peygamberlik mührü" anlamına

gelen "hâtemü‘n-nübüvve" diye isimlendirilmiĢtir. Bu nedenle nübüvvet

1584

Uyûnul-enbâ, s. 161. Usaybia kelimesi metinde Udaybia Ģeklinde geçmiĢtir. 1585

age, 161-167. 1586

age, 167-170. 1587

age, 170-171. Metindeki hata ve düĢükler aslından düzeltilerek tercüme edilmiĢ-

tir.

Mürid MürĢid Münasbetleri 939

mührü, Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin nübüvvetini konu alan

ilim dallarından Ģemâil, delâil ve hasâis türü eserlerin mutlaka yer verdikleri

temel konulardan birisi olmuĢtur.

Kaynaklarda güvercin veya keklik yumurtası/gerdek çadırının düğme-

si, yumruk halinde veya insan bedeninde çıkan siğile ve daha baĢka Ģeylere

benzetilerek yapılan bu tasvirlerin ortak noktası, Rasûlullâh sallallâhü aley-

hi ve sellemin sırtında iki kürek kemiği arasında, sol kürek kemiğine yakın

irice bir et parçasının bulunduğudur. Bu çalıĢmanın hedefi, Rasûlullâh sal-

lallâhü aleyhi ve sellemin kürek kemikleri arasında bulunan bu benin hadis

kitaplarında ve ilgili diğer eserlerde nasıl tasvir edildiğinin dökümünü yap-

mak değildir. Nitekim nübüvvet mührü bahis konusu olduğunda verilen bil-

gilerin neredeyse tamamının, mezkur benin ilgili kaynaklarda yapılan tasvir-

leri etrafında odaklaĢtığı müĢâhede edilmektedir. Bu çalınmanın asıl amacı,

sözkonusu ―ben‖in hangi özelliği sebebiyle "nübüvvet mührü‖ ismini aldı-

ğı ve bunun tarihî süreçte nasıl algılandığı ve anlamlandırıldığı sorularına

cevap aramaktır. Bir baĢka ifadeyle nübüvvet mührü, Rasûlullâh sallallâhü

aleyhi ve sellemin peygamberliğini ne yönüyle kanıtlayan bir delildir?

Bu soruya ilgili rivayetler ve yapılan değerlendirmeler ıĢığında iki tür

cevap verilebilir.

Birincisi, kadîm semavî kitaplarda ileride gelecek son peygamber Hz.

Muhammed‘in tanınmasını sağlayacak alâmetlerden birisi olarak, onun fizik

süretini resmeden bilgiler sadedinde iki kürek kemiği arasında irice bir benin

bulunduğundan bahse dilmesidir. Ġkincisi ise, birinci cevabı dıĢlamamakla

birlikte anılan bu benin normal bir insanda bulunandan ayrı ve mucizevî bir

özellik arz ettiğidir.

Birinci cevabın tahlilini çalıĢmanın son kısmına bırakarak Ġkincisinden

baĢlamak ve konunun boyutlarını bu merkezde ele almaya çalıĢmak daha

isabetli olacaktır. Meseleye bu açıdan bakıldığında karĢımıza yine bir soru

çıkmaktadır:

Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin kürek kemikleri ara-

sındaki bu benin olağanüstülük yönü nedir?

Bu ben hangi ayırıcı vasıflarıyla peygamber olmayan diğer insan-

larda da bulunabilecek benlerden ayrılmaktadır?

Konuyla ilgilenen Ġslâm âlimlerinin ki bu yönüyle konu üzerinde az du-

rulmuĢtur- bu soruya verdikleri cevap nübüvvet mührüne yükledikleri an-

lamda kendisini belli etmektedir. Buna göre, Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi

ve sellemin iki kürek kemiği arasındaki bu et parçası doğuĢtan meydana

gelmiĢ tabiî bir ben değil, melekler tarafından onun peygamberliğinin delili

olmak üzere sonradan, âdeta bir mühür gibi mühürlenmek suretiyle oluĢmuĢ

mucizevî bir bendir. Bu nedenle anılan benin doğuĢtan olduğunu bildiren

haberler hep zayıf kabul edilmiĢ ve itimâda Ģâyan bulunmamıĢtır.

Bu benin doğurtan olmayıp sonradan melekler tarafından gerçekleĢtiri-

len bir ameliye ile meydana geldiği Ġleri sürüldüğünde de problem tam ola-

rak çözüme kavuĢmamakta ve "ne zaman‖ sorusu gündeme gelmektedir. ĠĢte

940 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

burada konu "Ģakku‘l sadr" veya "Ģerhu‘s-sadr‖ ismi verilen, Hz.

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin göğsünün yarılıp kalbinin çıkarılma-

sı ve temizlendikten sonra tekrar yerine konması ile ilgili rivâyetlerle direkt

olarak irtibatlı hale gelmektedir. Ne var ki Ģerhu‘s-sadr olayını anlatan ri-

vâyetler Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin hayatında bu hadisenin dört

ayrı zamanda gerçekleĢtiğini bildirmektedir. Bunlar; sütannesi Hz.

Halîme‘nin yanındayken dört beĢ yaĢlarında, on küsur yaĢlarında, ilk vahiy

inmezden önce ve Mîrâc‘a çıkmadan önce olmak üzere zikredilen rivâyetler-

dir. Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin kürek kemikleri arasına

nübüvvet mührünün vurulmasını Ģerhu‘s-sadr rivayetlerindeki bilgilerle

açıklamaya çalıĢan âlimler, anılan rivâyetlerin bizzat kendilerinden kaynak-

lanan farklı malumat dolayısıyla konuyu izah etmeye gayret etmiĢlerdir.

Öyle anlaĢılıyor ki, zaman içerisinde bu bene mucizevî bazı anlamlar

yüklenmiĢ ve Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin nübüvvetini ispat

eden kamtiar arasında, bu yönü ağır basan bir manada sayılmıĢtır. Dolayısıy-

la sözkonusu olağanüstülük anlayıĢının bir uzantısı olarak, bu benin doğuĢ-

tan olmadığı ve Mat genellikle Ģerhu‘s sadr rivâyederiyle irtıbatlandırılarak

sonraki bir dönemde melek tarafından âdeta bir mühür Ģeklinde vurulduğu

kabul edilmiĢtir. Halbuki bu iddiaya delil olarak getirilen rivâyetler tahlil

edildiğinde, bunların hem sened hem de metin açısından pek çok zaaflarının

bulunduğu ve itimâda Ģayan olmadıkları görülmektedir. Aynı Ģekilde bu

benin doğuĢtan olduğunu gösteren rivayetler de sahih olarak nitelendirile-

mez. Ancak konuyla ilgili bütün sahih rivâyetlerde, bu benin olağanüstülü-

ğünü gösteren Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin ağzından bir ifa-

denin bulunmaması, mezkur benin doğuĢtan gelen tabii bir fizyonomik du-

rum olduğu kanaatini haklı çıkarmaktadır. Nitekim bu konuya dair sahîh

rivâyetler, sadece nübüvvet mührünün çeĢitli tasvirlerini içermektedir. Ayrı-

ca Ebû Rimse et-Temîmî hadisi de bunun tabiî bir ben Ģeklinde algılandığım

destekler mahiyettedir.

Tüm bu anlatılanların ıĢığında bu çalıĢmada varılan sonuçlar hakkında

Ģunlar söylenebilir: Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin iki kürek

kemiği arasında, görgü Ģahitlerinin algılama ve anlatma kapasitesine göre

değiĢik Ģekillerde tasvir ettikleri bir et parçası veya irice bir benin olduğu

Ģüphe götürmez bir gerçektir. Bu ben, kaynaklarda genellikle nübüvvet müh-

rü anlamına gelen "hâtemü‘n-nübüvve" diye isimlendirilmiĢtir. Bu tabirin

ne ifade ettiği hususu beraberinde farklı anlamaları ve anlamlandırmaları

tevlîd etmiĢtir. Selmân-ı Fârisî‘nin hayat hikâyesinden bâriz bir Ģekilde orta-

ya çıkağı üzere, önceki kitap ehlinin Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sel-

lemin sırtındaki bu benden haberdâr oldukları anlaĢılmaktadır. Selmân-ı

Fârisî radiyallâhü anhın, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Medine‘ye

hicret eder etmez, hemen onun yanına gelip müslüman olmasından hareketle,

nübüvvet mührüne iliĢkin bilginin Medine döneminin baĢından itibaren yay-

gınlaĢtığı söylenebilir.

Öyle anlaĢılıyor ki, zaman içerisinde bu bene mucizevî bazı anlamlar

Mürid MürĢid Münasbetleri 941

yüklenmiĢ ve Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin nübüvvetini ispat

eden delilller arasında, bu yönü ağır basan bir manada sayılmıĢtır. Dolayısıy-

la sözkonusu olağanüstülük anlayıĢının bir uzantısı olarak, bu benin doğuĢ-

tan olmadığı ve fakat genellikle Ģerhu‘s sadr rivâyetleriyle irtibatlandırılarak

sonraki bir dönemde melek tarafından âdeta bir mühür Ģeklinde vurulduğu

kabul edilmiĢtir. Hâlbuki bu iddiaya delil olarak getirilen rivâyetler tahlil

edildiğinde, bunların hem sened hem de metin açısından pek çok zaaflarının

bulunduğu ve itimâda Ģayan olmadıkları görülmektedir. Aynı Ģekilde bu

benin doğuĢtan olduğunu gösteren rivayetler de sahih olarak nitelendirile-

mez. Ancak konuyla ilgili bütün sahih rivâyetlerde, bu benin olağanüstülü-

ğünü gösteren Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin ağzından bir ifa-

denin bulunmaması, mezkur benin doğuĢtan gelen tabii bir fizyonomik du-

rum olduğu kanaatini haklı çıkarmaktadır. Nitekim bu konuya dair sahîh

rivâyetler, sadece nübüvvet mührünün çeĢitli tasvirlerini içermektedir. Ayrı-

ca Ebû Rimse et-Temîmî hadisi de bunun tabiî bir ben Ģeklinde algılandığım

destekler mahiyettedir.

Diğer taraftan, Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin sırtındaki

bu ben, bir yönüyle onun peygamberliğini ispat eden delillerden sayıla-

bilir. Bu cihet, kitap ehlinin söz konusu ben hakkında bilgisinin olması yö-

nüdür. Onlara, ileride gönderilecek son peygamberin fizîki suretinden bah-

sedilirken, onu tanımaya yarayacak ayırıcı bir özellik olarak, iki kürek kemi-

ği arasında irice bir benin olacağı bildirilmiĢtir. Zira bu tür bir ben insan-

lar arasında çok sık görülmez. Dolayısıyla bu benin, Hz. Peygamber hak-

kında mümeyyiz bir vasıf olduğu söylenebilir. Diğer bir ifadeyle, sırtında bu

ben bulunmayan birisi, asla geleceği bildirilen son peygamber değildir. An-

cak çok nadir de olsa, sıradan herhangi bir insanda Hz. Rasûlullâh sallallâhü

aleyhi ve sellemde bulunan bu bene benzer bir ben bulunabilir. Fakat sadece

bu ben, o insanın peygamberliği için yeterli bir delil değildir. Netice itibariy-

le, "nübüvvet mührü" kavramının içinin, yukarıda uzunca değerlendirilmeye

çalıĢılan olağanüstülük anlayıĢıyla izah edilen rivayetlerle değil; önceki kitap

ehline geleceği bildirilen son rasülün, fizik süretinde tanınmasını sağlayacak

tabiî bir ben Ģeklinde doldurulmasının daha doğru bir yaklaĢım olacağı söy-

lenebilir.

[Daha geniĢ bilgi için bkz: Sakarya Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi

Hadis Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Yrd. Doç. Dr. Erdinç AHATLI,

NÜBÜVVET MÜHRÜ, (Târihî süreçteki algılanması ve anlamlandı-

rılması) Sakarya Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi 3/2001]

MÜHR-Ü ġERĠFĠN ÜZERĠNDE KUDRET ELĠYLE YAZILAN

METĠN HAKKINDA

Arapça kaynaklarda hatem ile ilgili rivayetler zayıf kabul edilse de

942 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

الله وحده لإ شريك له، محمد رسول الله، فؤك منصور، توجه حيث شئت فؤك ―-Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin sırtında iki omuzları arasın ”المنصور

daki bende Ģu ibarenin yazılı olduğu konusunda genel bir kanaat vardır.

مكإن ، بين كتفيه كبيضة الحمإمة عليهإ مكتوب لو قسمت بين الديإ كلهإ لم يكن لهإ بإطنهإ

: الله وحده لإ شريك له ، محمد رسول الله ، وظإهرهإ : توجه حيث شئت فؤك المنصور "Bu nübüvvet mührünün bâtınında: "Allah birdir, O'nun ortağı yok-

tur, Muhammed ise Allah'ın Resulüdür! " diye yazılı idi. Zahirinde ise

"Nereye isterse oraya teveccüh et! Bil ki sen, mansûr ve muzaffersin!"

diye yazılıdır1588

1588

Bunu, bu Ģekilde Hakîm-i Tirmizî dahi rivayet etmiĢtir. Fakat tahkîk ehli âlimle-

rimizden Ġmam Kastalânî El-Mevâhibü'l- Ledünniye adlı kitabında, ġeyhu'l-Ġslâm

Ġbn-i Hacer el-Askalâni'den naklen derki:

"Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin omuzundaki mühür; kan alma ĢiĢesi-

nin izi gibiydi, siyah bir bendi, yeĢil bir bendi, üzerinde Muhammed Allah'ın

Resulüdür diye yazılı idi." gibi rivayetlerden hiç biri, sabit değildir!

Bilakis bunların bâzısı büsbütün batıl, bâzısı da zayıf rivayetlerdir. Bu gibi rivayetle-

ri sükûtla geçiĢtirmek, doğru değildir. Hafız Ġbn Hibban‘ın Sahih‘inde bu gibi riva-

yetlerin bulunduğuna bakarak sakın aldanma! Çünkü o, bu rivayetleri sahih saymak-

la fahiĢ bir hataya düĢmüĢtür. Ayrıca, Hafız Nureddin el-Heytemi‘nin de bu konuda

―Bazı raviler, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin iki omuzu arasındaki

mühür ile yazı ve mektuplarını mühürlediği mührü, birbirine karıĢtırmıĢlar-

dır‖ dediğini bildirmektedir. (Mevahib ve ġerhi Zerkani, 1156).

Faydalı olur diye bu alıntılara bakmanızı dilerim.

فصلي داؤد علي محمد فخإطبة الطير وسبحت معه الجبإل. وجإء وصفه في التوراة محمد عبدي ورسولي ليس بفظ ولإ غليظ آهب له كل خلق كريم وأجعل السكينة حيإته

شعإره والصدق طبيعته والعفو والمعروف خلقه والعدل سيرته والحق شريعته والؤسلام والبر ملته وآمته خير آمة اخرجت للنإس ؤمن بمإ آمن به الرسول من ربه لإ فرق بين أحد من رسله وكتبه ودعإة الطإغوت وآهل الكتإب يسبون حبيب الله وآ إسلامإه يإكرار وآ إسلامإه يإ

امإه يإ مغداد مإذا يقول أعداء الله وعندهم وصف خإتم النبوءة بين كتفيه خطإب وآ إسل، مإذا يقول أعداء الله في جيح حيصور توجه حيث مإ شئت فؤك منصورمكتوبإ عندهم

أكمل خلق الله والقول فينإ والنقص فينإ إذ لم عتصم بحبل الله وإحيإء سنة رسول اللهhttp://www.arabgb.com/gb.php?a=show&id=3117&page=10

*********************

وقإل في النهإية: معنإه اللهم لإ ينصرون ويريد به الخير لإ الدعإء. وقيل إن السور التي رهإ لشرف منزلتهإ ممإ يستظهر بهإ على استنزال النصر أولهإ حم سور لهإ شأن فنبه أن ذك

Mürid MürĢid Münasbetleri 943

***************

Yakın dönem Türk kaynaklarında ise, توجه حيث شئت فإنك المنصور ibaresi-

ne muttasıl olarak

ilavesi bulunmaktadır. Bazı kaynaklarda değiĢik veya تبحبح انت هيصور

hatalı sanılan okunuĢ ve yazılı bulunan mühürler yanında doğruya en yakın

olan üç nüshadan biri, Ahmed Ziyâüddîn GümüĢhânevî kaddesellâhü sırra-

hu‘l azizin talebelerinden olan Mustafa Fevzi Efendi 1589

tarif ettiği Ģekildir.

من الله. وقوله لإ ينصرون كلام كأه حين قإل قولوا حم قيل مإذا يكون إذا قلنإهإ فقإل لإ ينصرون. كذا في مرقإة الصعود. قإل المنذري: وأخرجه الترمذي والنسإئي، وذكر الترمذي

أهـ. وسلم مرسلا.أه روى عن المهلب عن النبي صلى الله عليه

"تنجنج حيصور توجه حيث شئت فؤك منصور" الرفإعيفعند سيدي أحمد

،"تنجنج حيصور جيح" وعند سيدي عبد القإدر الجيلاي

"طهور بدعق محببه صوره محببة سقفإطيس سقإطيم وعند سيدي أحمد البدوي ،صيلاصيم"

محببه صوره محببه سقفإطيس سقإطيم "طهور بدعق وعند سيدي أبي الحسن الشإذلي آدون حم هإء آمين"

، وسيدي إبراهيم الدسوقي "ومإ وجده الؤمإم الشإذلي"

http://www.rayat-alizz.com/current/page3.htm

NECĠH: Galip ve muzaffer. Sabırlı. Sağlam rey. 1589

Babası Nûmân Efendidir. 1871 (H.1288) târihinde Eğin`de doğdu. 1924 (H.1343)

târihinde Ġstanbul`da Fâtih-ÇarĢamba`da Hakk‘a yürüdü. Edirnekapı`dan Eyüb`e

giden yol üzerinde Mustafa PaĢa Dergâhı civârına defnedildi. Kabri, torunlarından

Nûmân Efendi tarafından Edirnekapı ġehidliğinde Recep Peker Caddesine nakledil-

di.

944 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Mustafa Fevzi Efendi, Ģeyhi Ahmed Ziyâüddîn GümüĢhânevî hazretle-

rinin iĢaretiyle hazırladığını söylediği mühür-ü Ģerifi bir eserinde1590

Ģu Ģe-

kilde tarif eder.

Mührün sağ cihette ―Lâ ilahe illallah‖ sol cihette ―Muhammedürre-

sulullah‖ Ortada ―Tebahbah

1591 Ente Heysûrun‖

1592

Altta ise ―Tevecceh haysu Ģi‘te inneke Mensurun‖

Yazarak tarif etmiĢtir.

Meâlen:

―(Ya Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem!) Rahat ol! Yücelikler

bağıĢlanmıĢ biri olarak Senin eriĢtiğin mertebeye kimse eriĢemedi.

Nereye yönelsen ve yapsan Allah Teâlâ‘nın yardımıyla galipsin.‖

1590

ġümusü‘s-safa fi evsafi‘l-Mustafa. / Mustafa Fevzi bin Numan. -- Dersaâdet :

Tevsi-i Tıbaat Matbaası, 1331. 80 s. ; 18 cm. Rahat hisseden, rahatlamıĢ hisseden: تبحبح 1591

الرجل تبحبح :adam girip yerleĢti

ار evin ortasına vardı , ortasında durdu : تبحبح الد

girip yerleĢmek , bir hane veya mekanın ortasına kadar varmak : تبحبح : تبحبحإ

veya ortasında bulunmak 1592

Mustafa Fevzi Efendi eserinde هيصور el hattı ile هيسور yazmıĢken matbu

olan nüshada هيصور olarak kayda geçmiĢtir. Bu nedenle bu kelime üzerinde lugat-

larda daha geniĢ bir arama yapılmalıdır.

Mürid MürĢid Münasbetleri 945

Mühr-ü Ģerifin diğer bir terkibi ise aĢağıdaki Ģekilde yazılmıĢ olarak

bulunmaktadır.

Mührü Ģerifin Orta yazısı:

―Lâ ilahe illallah Muhammedürresulullah‖ Üst yazısı:

―Tevecceh haysu Ģi‘te feinneke Mensurun‖ Alt yazısı:

―Tebahbah Ya Muhammed Ente Heysûrun‖ Meâlen anlamı Ģöyledir:

―Rahat ol! Ya Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) Yücelikler

bağıĢlanmıĢ biri olarak Senin eriĢtiğin mertebeye kimse eriĢemedi.

Nereye yönelsen ve yapsan Allah Teâlâ‘nın yardımıyla galipsin.‖

**********

DeğiĢik bir okumada Ģu Ģekilde yapılmıĢtır.

946 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Mührü Ģerifin Orta yazısı:

―Lâ ilahe illallah Muhammedürresulullah‖

―Tebahce Ya Muhammed Ente Heysûrun‖ ―Tevecceh haysu Ģi‘te

feinneke Mensurun‖ Meâlen anlamı Ģöyledir:

―Gurur duyup sevinebilirsin Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sel-

lem) Sen nebîlerin en cesurusun. Hiç bir kimse senin eriĢtiğin mertebeye

eriĢmedi.

Nusret anahtarları sana verildi. Nereye yönelsen Allah Teâlâ‘nın

yardımıyla galipsin.‖

Gurur duyup sevinebilirsin : تبحج

Mühr-ü Ģerifin istimali hakkında bazı rivayetlerde bulunmaktadır. Tir-

mizî radiyallâhü anh Hazretleri rivayet eder ki:

―Bu Mühr-ü Ģerifin faydalarından biri, her kim abdestli olarak sa-

bahtan Mühr-ü Ģerife baksa akĢama kadar, ayın evvelinde baksa ayın so-

nuna kadar, yılın evvelinde baksa yılsonuna kadar, yola çıkarken baksa

gittiği yerden dönünceye kadar geçen zamanlar, kendisi için hayırlı ve

mübarek olur. Mühr-ü Ģerife baktığı sene içinde ölürse, imân ile âhirete

göçer.‖

(BURGAY, Hasan; Hazreti Muhammed (s.a.v.)‘in Varisleri, Ankara,

1994, s.18)

―Kim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin nübüvvet mührünü ya-

zıp Ramazan ayının yarısı gelince onun suyu ile iftar ederse Hakk‘a yürü-

yeceği zaman can acısını görmez.‖ (Ġslam Tarihi, Erzurumlu Mustafa Darir, Ġst. 1952, c.6, s.741)

MürĢid-i kâmil o kimsedir ki, sözü özüne uygun olur. Kuvvet ve doğru-

luk sahibidir. Nitekim Allah Teâlâ ―Emrolunduğun gibi, dosdoğru ol.‖ 1593

buyurmuĢtur. Bast ve kabz sahibi olup gerektiği zaman derviĢin sülûkunu

bast eder (açıp geniĢletir) ve gerektiği zaman kabz eder (daraltıp kapatır).

Ġddia sahibi olmaz. Çünkü tasavvuf, davayı terk edip ilâhî sırlan söyleme-

mektir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ―Tasavvuf davayı terk edip

mânâları gizlemektir.‖ buyurmuĢtur. MürĢid-i kâmil çalıĢkan ve gayret sahi-

bi olur. ġehvet, Ģöhret ve tabiat esiri olmaz. Zühd ve takva ile süslenir. Dün-

ya ve âhiret muhabbeti yoktur. Sözün kısası Allah yolunda olur ve baĢka bir

Ģey hedefleyip istemez. ġeriat elbisesini sırtına giyip eline muhasebe asasını

1593

Hud, 112

Mürid MürĢid Münasbetleri 947

alır. Allah‘ın tecellîsi ile fenâ fi‘llahta tamamen mahvolur ve bekâbillaha

ulaĢıp cemden farka gelir. Dinin emir ve yasağını gereği gibi, yerine getirir.

Dört kapısı (Ģeriat, tarîkat, marifet ve hakikât) mâmur olur. Bunlardan birisi

eksik olsa mürĢit olamaz, kimseyi irĢat edemez.

ġimdi ey benim canım, mürĢid-i kâmil bulmak son derece güçtür. Bir

âĢık, mürĢid-i kâmil bulduğu zaman onun iĢi tamamdır. Ġnsan-ı kâmil, isterse

bir âĢığı göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir sürede irĢat edip Hakk‘a ulaĢ-

tırır.1594

―Kelime-i Tevhidi kalbiyle tasdik ve diliyle ikrar eden her mümine gere-

ken; inanç ve ihlâsla, kapıcısı olduğu Allah Teâlâ‘nın hazinesi olan kalbe hevâ

ve Ģeytanı koymamağa, kâmil bir mürĢid bulup elini tutarak tevbe etmeğe gayret

etmelidir. Zira delilsiz yola çıkılmaz.

Kâmil mürĢid o yoldan gidip gelmiĢtir. Tehlikeli olan yerlerini bilir.

Delâlet ederse müridini de kolaylıkla geçirir.

Yalınız, ―şimdi böyle kâmil mürşid nerede?‖ denilirse, bu söz yerindedir;

amma yine bunda nefsin hilesi vardır. Eksiklik sendedir. Hemen araĢtırmaya

bak. Bir kul ki, ihlâsla rızâ yolunu isterse, sebepleri yaratan Allah Teâlâ onu

mahrum etmez. Belki sen onu ararken o senin elinden tutar.

MürĢidi Kâmil olduğunu nasıl bileyim? Dersen, alâmeti pek çoktur fakat

Ģu üç husus sana yeter:

Birincisi: Huzuruna girince bütün üzüntün gider, içinde bir ferahlık ve

sevgi duyarsın.

Ġkincisi: Meclisinden ayrılmayı istemezsin. Sözlerinden içinin Ģevk ve

muhabbeti artar.

Üçüncüsü: Ziyaretine gelen büyük küçük herkes elini öpme zorunluluğu

duyar, hayır duasını ister.

Bütün hareketleri, davranıĢı hali Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir.

ĠĢte üç alâmet ki, riyadan, gösteriĢten uzak, bunları kimde görürsen hiç durma,

git kendisine tam bir teslimiyetle teslim ol.1595

Usûle göre Ģeyhler Üç kısımdır: Ta‘lim Ģeyhi, sohbet Ģeyhi ve tarîkat Ģeyhi.

Ta‘lim Ģeyhi: Tasavvufi konularda bilgi veren öğretmen konumundaki

ihvandır.

Sohbet Ģeyhi: Sohbetine herkesin katılıp sözlerini dinlediği hal ve hare-

ketleriyle örnek olan kiĢidir. Bunlardan ilki sadece öğretici, ikincisi ise, ha-

liyle etkileyicidir.

Tarîkat Ģeyhi: Ġhvanını bir annenin yavrusunu terbiye etmesi titizliği ile

yetiĢtirmeye çalıĢan Ģeyhtir. Buna terbiye, irĢad ve sülûk Ģeyhi de denir.

Böyle bir terbiye Ģeyhi, mürid ve müntesiplerinin beden ve ruhları üzerinde

mutlak söz sahibidir. Mürid ne diliyle, ne de kalbiyle böyle bir Ģeyhe itiraz

1594

Selim Divane, Ariflerin Delili MüĢkillerinin Anahtarı, Mustafa TATCI-Halil

ÇELTĠK, Ankara, 2004, s. 28 1595

KUYUMCU, Fehmi, Evliyanın Dilinden, , Nur Yayınları,1978, s.33–34

948 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

etmemeli, aksine gassal önünde meyyit gibi, teslim olmalıdır. Böyle bir

Ģeyh, Allah Teâlâ ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin vekili, Allah

Teâlâ‘nın yeryüzünde halifesidir.

Sen demedin mi ki, ―Körü, yolda tutup götüren Allah Teâlâ‘dan yüzlerce ecir

alır, yüzlerce sevaba girer!

Kim bir körü kırk adım götürürse günahları bağıĢlanır, doğru yolu bulur!‖ 1596

Hakikâtine göre Ģeyhler,

Hal, kâl, yol veya yal Ģeyhi olmak üzere de üçe ayrılır.

Hâl Ģeyhi gerçek anlamda tarîkat ve tasavvufu yaĢayıp yaĢatan Allah

Teâlâ dostu.

Allah Teâlâ dostları o kiĢileridir ki, insanlar dünyanın görünüĢüne baktıkla-

rı zaman onlar, dünyânın içyüzünü görürler. Ġnsanlar hemen-elde edilecek dün-

ya iĢleriyle uğraĢırlarken onlar, bir müddet sonra gelecek âhireti elde etmek

kavgasına düĢerler. Ahiret iĢlerine koyulurlar. Kendilerini öldürecek zevklerden

geçerler, o zevkleri öldürürler. Terk edecekleri Ģeyleri bilirler de daha önce terk

ederler. Bilirler ki, baĢkanının dünyâdan elde ettikleri çok Ģey pek azdır. Onla-

rın dünyayı elde etmeleri ellerinden yitirmelerinden baĢka bir Ģey değildir.

Allah Teâlâ dostları insanların uzlaĢtıkları Ģeylere düĢmandırlar. Onların

düĢman oldukları Ģeylere dostturlar. Onlarla Kitabın hükümleri bilinir; onlardır

Allah Teâlâ‘nın kitabıyla bilenler. Onlarla Kitabın hükümleri yürütür; onlardır

Kitabın hükmüyle yürüyenler. Umdukları Ģeyin üstünde umulacak bir Ģey gör-

mezler onlar. Korktuklarının üstünde korkulacak bir varlık tanımaz onlar.1597

Kâl Ģeyhi sözde Ģeyh, iĢin sözlü tarafını bilen;

Yol veya yal Ģeyhi ise, menfaatçi Ģeyh; mensuplarını bir takım çıkarlar

için çevresinde tutan sahtekâr. Sakınılması gereken kiĢidir.1598

1596

Mesnevi, c.IV, b. 1468–1469 1597

Hz. Ali kerremallâhü veche, Nehc‘ül-Belaga, hzl: Abdülbaki Gölpınarlı, Ġst. h.

1390, s. 395 1598

―Necmü Dâye kuddise sırruhu der ki; ġayet Ģifa dağıtan doktor hasta olsa kendi

kendini tedavi edemez. Çünkü hastalıktan dolayı artık eski doktor değildir. Ona

sağlıklı, iyi görüĢlü bir doktor gerek. ġayet bulunmazsa hasta doktorun tedavisi pek

fayda vermez. Müride bir yardım ulaĢmaz.

Seni bilen uyumakta sen uyumaktasın

Uyuyan uyuyanı nasıl uyandırsın

Artık hata ile nefse ve Ģeytana aldanmamak, kendi ilmine ve aklına güvenmemek

gerektiği iyice anlaĢılmıĢ olmalı. Ġstek tohumu gönüle düĢünce, gaybın hizmetçileri-

ne saygı göstermeli, onları bir ganimet olarak görmelidir. MeĢâyih bu konuda, kendi

tasarrufunda olmaktansa bir kedinin tasarrufunda olmak daha iyidir, ―Nefsimizle bir

an baş başa bırakma‖ demiĢlerdir. Ayrıca demiĢlerdir ki, Kaf dan Kaf‘a uçmaktansa

bir sivrisineğin kanadı altında olmak daha iyidir. Bu sözlerin hepsi Ģöhret afetinden

kaçınmak gerektiğine iĢaret etmektedir.‖ (ÇAVUġOĞLU, a.g.e. s.137)

Mürid MürĢid Münasbetleri 949

ġeyhülislâm KemalpaĢazade kuddise sırruhu‘l-azîz (d.1468-h.y.t. 15 Ni-

san 1534) göre Ģeyhlerin vasıflarını Müniretü‘l-Islam1599

adlı kitabındaki

açıklamaları bu durumu çok güzel ortaya koymuĢtur. Özet olarak;

ġeyhin dört alameti vardır:

1) Müridinin dinî ve dünyevî Ģüphelerini giderecek kadar âlim olma-

sı,

2) Hübbü‘d-dünya (dünya sevgisinden) uzak durması ve kendisini

heva ve arzulardan uzak tutması,

3) Diğer insanların ve müridlerinin elinde bulunan imkânlara tamah

etmemesi,

4) Bütün fiil ve sözlerinin Ģeriata muvafık olması.

Eğer bu dört vasıf bir kiĢide yoksa ve o kiĢi de Ģeyhlik davasında bu-

lunuyorsa o yalancıdır. Yalancı ise, sadıklara Ģeyh olamaz. ġeyh ve mü-

ridin ilk vazifesi Ģeriatı bilmektir. ġeriat ise, Allah Teâlâ ve Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellemin emir ve yasaklarıdır.

―Kendisini Ģeyh ilan eden kiĢi için iki durum söz konusudur. Eğer o

kiĢi ilim ve hilm sahibi, dünya sevgisinden yüz çevirmiĢ, Ģüpheli Ģeyler-

den uzak duran, söz ve fiilen Ģeriatın muktezasına uygun, talimi ve nasi-

hati delil ile olan birisi ise, iĢte o kiĢi Allah Teâlâ‘nın ve Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve sellemin gerçek halifesidir. Ama o kiĢide bu hususiyet-

ler yok ise, o zaman o kiĢi Ģeytanın halifesidir. ġeytanın halifesi ise, Ģe-

riatın hükmüne göre hem sapmıĢ hem de doğru yoldan insanları sap-

tırmıĢ biri kiĢidir. Zira meĢru olanı inkâr etmiĢ ve onun yerine batıl delil-

ler koymuĢ demektir. Kadı, müftü ve diğer din âlimlerine düĢen bu kiĢi-

nin Ģerr ve fesadını ehl-i Ġslâm‘ın yolundan kaldırmalarıdır....‖

―Devlet idarecileri ve dünya ehli zamanımızın Ģeyhlerini severler.

Zira onlar rablerine onların sahip oldukları mansıb ve devletlerinin art-

ması için dua ederler. Hâlbuki dünya mansıbları onları Allah Teâlâ‘dan

uzaklaĢtırmaktadır. Zamanımızın Ģeyhleri de idarecileri ve ehl-i dünyayı

sever, onların gönüllerini celb etmek, mallarını almak için önlerinde kü-

çüklük gösterirler... Eski zamanın Ģeyhleri kendilerini sevenlerin Allah

Teâlâ‘ya yakınlaĢması ve onun katındaki derecelerinin yükselmesi için

dua ederler ve insanların ellerindeki mal mülkten yüz çevirirlerdi. Gü-

nümüzün Ģeyhleri ise, (sanki) kendilerini sevenlerin Allah Teâlâ‘dan

uzaklaĢmaları ve helak olmaları için dua ediyor, insanların mallarını al-

mak istiyorlar...‖ 1600

Mürid; lügatte irade sahibi ve dileyen anlamınadır.

1599

Müniretü‘l-Ġslâm, Süleymaniye Ktp. Bsad Efendi, nr. 1188, vr. 29b. vd.- SA-

RAÇ, M. Ali Yekta, Şeyhülislâm Kemalpaşazâde, 1999, s.26–28 1600

Süleymaniye Ktp. Esad Efendi, nr. 1188, vr. 33b.vd.- SARAÇ, M. Ali Yekta,

Şeyhülislâm Kemalpaşazâde, 1999, s. 28

950 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Tasavvufta ise, iradesini Allah Teâlâ‘nın ve mürĢidin iradesine teslim

etmiĢ, iradesi olmayan kimse demektir. Bu anlamda Ģeyh ile mürid arasında-

ki iliĢki çok yüksek düzeyde; bir sevgi ve teslimiyet iliĢkisidir.

Kamil bir mürĢide bağlanmak gerekli midir?

Ġnsanın manevi yolculuğa çıkmadan önce bir mürĢid araması gerekir.

Sâlik, tasavvuf imamlarından, nasihati kendisini etkileyeceği, sohbetinde

yetiĢeceği bir mürĢid arar. Bu arayıĢında nefsinin ve halkın tüm arzularım bir

kenara bırakır, yalnız arayıp tabi olduğu Ģahsın hükmünce gitmeği amaçlar. O

arayıp bulduğu hekim (imam, mürĢid‘i kâmil), buna nazar ederek hastalığının

sebebini bilir devasını da ona gösterir. Böylece derdine derman bulur, yüce Al-

lah Teâlâ‘nın izniyle iyileĢir. ġayet mürĢide, (dünya) sebeplerinden bir Ģey için

gitmiĢ ise, boĢ yere vaktini zayi etmiĢtir, ona hekimin sözü tesit etmez. Ebu Ye-

zid-i Bestamî kuddise sırruhu‘l-azîz Ģöyle demiĢ:

―Sen hiçbir Ģeysiz ol ki, her Ģey senin için olsun.‖ 1601

MaraĢi Ahmed Tahir kuddise sırruhu‘l-azîz Hazretleri buyurdu ki;

―Her müridin bir mürĢidi vardır. MürĢitsiz mürid olmaz. Her mürid dün-

yaya iki defa doğar. Birinci doğuĢ ana rahminden gelmekte, ikinci doğuĢ

mürĢide mülâki olmaktır.‖ 1602

NakĢibendiyye tarîkatında Abdûlhâlîk Gucdevânî kaddese‘llâhü sırra-

hu‘l azîz tarafından konulan on bir prensipten biri olan ―Sefer der-vatan‖ ın

bir anlamı da mürĢid aramak için yolculuğa çıkmak demektir. Bu konuda üç

türlü hal vardır.

—Bir mürĢide bağlanmadan nefsinin Ģerrinden kurtulamayacak ve ha-

rama düĢecek kimseler için, farz;

—Manevi derecesinin yükselmesine yardımcı olacak kimseler için müs-

tehab; —Ġntisap kendilerine bir Ģey kazandırmayacak olanlar için mubahtır.

Her terbiyede olduğu gibi, mürĢide bağlanmadan tasavvufi bir hayatın

gerçekleĢmesi mümkün olmaz. Tasavvufi hayata giren kimse de, bu yoldan

geçmiĢ ve sonuç almıĢ olan kimseden, elinde kitaplar, eserler ve bilgiler

bulunan kimseye nazaran, daha çok istifade eder. Çünkü tasavvuf nazari bir

ilim değil, tatbiki bir ilimdir. MürĢide bağlanmayan kiĢi, böyle bir yolda

önemli bir rehberden mahrum olarak yola çıkmıĢ demektir.

Ebu Bekir ġiblî kuddise sırruhu‘l-azîz buyur ki;

―Vasıtasız olarak Allah Teâlâ ile oturmak güçtür.‖ 1603

Mesela; bir kiĢi geceleyin bir Ģehre girmek isterse, yolu bilmezse, yol

üzerinde haydutlar olduğu bildirilse veya bilse, iki Ģeye muhtaç olur.

Biri fener, ikincisi rehber‘dir.1604

1601

Ebu Abdurrahman Sülemî, Risâleler, trc. Süleyman ATEġ, Ankara, 1981, s. 7 1602

KÜÇÜK, a.g.e., s. 57 1603

Tezkiretü‘l-Evliya s. 666

Mürid MürĢid Münasbetleri 951

Buna göre nefis yolunda; fener esaslar, yol usul, rehber yol gösteren dir.

Terbiyede gideceği Ģehirde hakikât şehri yani insan olmanın sırrına kavuĢ-

maktır.

Eğer feneri olsa, rehberi olmazsa isteğine kavuĢamaz. Fenersiz gidecek

olursa bu sefer de yolunu kaybedip telef olur. Rehberi olsa feneri bulunmaz-

sa, rehberini göremez yolu kaybeder.

MürĢidin nefes ateĢinden, telkin çakmağı ile talibin kalbin kavına bir kıvıl-

cım yetiĢmezse veya büyüklerin billur nazarına talip kendini tam teslim ile gel-

mezse emeği hebadır. Her ne kadar çalıĢsa da boĢtur. Ol ateĢi bulup ciğerini pi-

Ģiremez. Nitekim yönün ocağa dönmeyen her ne kadar üfürse ocağı yakamaz ve

yemek piĢirmez.1605

Eğer bu yola giren hakikî üstada yolu uğramazsa, o zamanda hak olana

ulaĢması da mümkün değildir.1606

Çünkü Ģeytanın ve nefsin hak yolundan

görünüp azdırmaları çok olmaktadır.1607

Ġnsan terbiye edilmeden önce Ģeyta-

1604

Rehber konusunda beyinin çalıĢması hakkında Ģu olayın unutulmaması gerekir.

―Beynimiz sadece mümkün olduğuna inandığımızı gösterecek Ģekilde çalıĢır. Örnek-

leri daha önce içimizde var olanlarla Ģartlanma yollu eĢleĢtiririz. Doğru olduğuna

inandığım harika bir hikâyeye göre Kızılderililer Karayip Adalarındaki yerli Ameri-

kan Kızılderiler Columbus‘un gemilerinin yanaĢtığını gördükleri zaman onları hiçbir

Ģekilde görememiĢ. Çünkü daha önce gördükleri hiçbir Ģeye benzemiyormuĢ göre-

memiĢler. Columbus‘un donanması Karayiplere vardığı zaman hiçbir yerli gemileri

göremedi ufukta var olmalarına rağmen. Gemileri göremeyiĢlerinin nedeni beyinle-

rinde yelkenlilerin var olduğuna dair bir bilgi ya da deneyim bulunmamasıydı. Bu

yüzden bakan, okyanusta dalgalanmalar olduğunu fark eder. Fakat hiç gemi görmez.

Sonuca ne sebep oluyor diye merak etmeye baĢlar. Böylece her gün çıkıp bakar

bakar ve bakar. Ve belli bir zaman sonra gemileri görebilir. Ve bir kez gemileri

gördüğü zaman gemilerin orada var olduğunu herkese anlatır. Çünkü herkes ona

inanmıĢtır ve güvenmiĢtir onlar da görürler.‖ (Kuantum Fizik Belgeseli)

Onun için bilgiyi verenin bulunması ile gerçek hakkındaki doğruya tam olarak ula-

Ģabiliriz. Rasüllerin gelmesi bunu en güzel Ģekilde açıklar. 1605

Arif, Hüseyin, Yunus Emre, Ġstanbul, 1977 s.52 1606

Onun için terbiye yolunda önderlere ihtiyaç vardır. Ġhtiyacın sırrını bilmeyenler,

―Allah Teâlâ insanı kimseye muhtaç etmesin‖ diye dua ederler. Hâlbuki bu âlemde

ihtiyaçsız kimse bulunmaz. Büyük bir ayet olan insan dahi ana ve babaya muhtaç

olarak yaratılmıĢtır. Bu nedenle öğrenci öğretmene, öğretmen öğrenciye, Efendi

hizmetkâra, hizmetkâr Efendiye muhtaçtır. Öğrenci olmasa öğretmen kimi irĢat

edebilir. YaratılmıĢ Ģeyler için ne gerekli ise, onu Allah Teâlâ yaratmıĢtır. 1607

―Uzlete çekilmiĢ bir kimse, dıĢarıda davullar ile asker çağrıldığını iĢitmiĢ. Nefsi

ona: ―Kalk, ne duruyorsun? Din uğrunda harbe git... Ya gazi olursun ya şehit!‖

demiĢ. Nefsinin bu teĢvikine karĢı bu zat:

―Ey nefsim, hayır için beni teşvik etmezsin. Bu işten maksadın nedir?‖ diye sorunca,

nefsi:

―Eğer muharebede ölürsen, ölüm bir keredir, kurtulurum. Çünkü sen beni her an

952 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

nın ve nefsin yönlendirmelerine karĢı istekli olduğundan hataya düĢme ihti-

malleri çok olmaktadır. Çünkü dıĢ âlemdeki kötülüklerin bir benzeri insanın

içinde de bulunmaktadır.

[Cenâb-ı Allah Teâlâ buyurur: ―Rabbinize yönelin‖1608

yani Rabbinize

bey‘at edin demektir. ―Ve O‘na ulaĢmaya yol arayın.‖1609

Yani Hakk‘a ulaĢtı-

rıcı isteyin demektir. Hakk‘a ulaĢtırıcı olan mürĢidi kâmildir. Yani mürĢidi

kâmile bey‘at ediniz, ona bağlanınız, o sizi Hakk‘a ulaĢtırır, demektir.

―Ve doğrusu Allah dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola

eriĢtirir. Onlar inanmıĢlar, kalpleri Allah Teâlâ‘yı anmakla huzura kavuĢ-

muĢtur. Dikkat edin, kalpler ancak Allah Teâlâ‘yı anmakla huzura kavuĢur.‖ 1610

Allah Teâlâ murat ettiği kimseyi dalâlette bırakır ve kendine bağlanan yani

bey‘at edenlere hidayet eder. O hidayet bulanlar bey‘at ehli olup imana gelen ve

Allah Teâlâ‘nın zikri ile kalpleri huzura kavuĢan âĢıklardır. Batın manası de-

mektir ki; ―Bey‘at edip zikir ehli olan âĢıklara Allah Teâlâ hidayet eder. Hida-

yetten murat Hakk‘ın cezbesidir yani bir kimse bey‘at edip zikir ehli olursa Al-

lah Teâlâ onun gönlüne kendi tarafından bir cezbe bırakır, o cezbe ile Hakk‘a

ulaĢır. Kalbi huzur bulur. Çünkü Hakk‘a ulaĢmadıkça kalp huzur bulmaz. Nite-

kim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

―Allah‘a ulaĢmadıkça müminler için huzur yoktur‖ 1611

buyurdu.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Ģöyle dedi:

―Kur‘ân‘ın bazı âyetleri, bazı âyetlerini tefsir eder.‖ Yani Kur‘ân‘ın bazı

yerleri, diğer yerlerini tefsir eder. ―Ey Muhammed, Ģüphesiz sana baĢ eğerek

ellerini verenler, Allah Teâlâ‘ya baĢ eğip el vermiĢ sayılırlar. Allah‘ın eli on-

ların ellerinin üstündedir.‖ 1612

Ve ―Ey Muhammed, Allah müminlerden,

ağaç altında sana baĢ eğerek el verirken yemin olsun ki, hoĢnut olmuĢtur.‖ 1613

Yani, ey Muhammed, Ģu kimseler ki, sana bey‘at ettiler, onların elleri üze-

rindeki el, Allah Teâlâ‘nın elidir, kudretidir ve yine ey Muhammed, Allah Teâlâ

inananlardan razı oldu. Çünkü onlar sana bey‘at ettiler, diye rızasının bey‘atta

olduğunu bildirdi. Ve kadınlar hakkında

―Ey nebi, inanmıĢ kadınlar, Allah Teâlâ‘ya hiç bir ortak koĢmamak Ģar-

tıyla sana bey‘at etmek üzere geldikleri zaman, onları kabul et, onlara Allah

Teâlâ‘dan bağıĢlanma dile.‖ 1614

Buyurdu. Yani ey Muhammed, kadınlar sana

bey‘at etmeye geldikleri zaman, onlara bey‘at verip tevbe ettir ki, Allah

Teâlâ‘ya ortak koĢmasınlar, buyurdu.

ġimdi bu ayetlerden anlaĢıldı ki, Allah Teâlâ‘nın rızası bey‘atta imiĢ.

Bey‘at etmeyip Ģeriat makamında kendiliğinden bin yıl ibadet etsen, olgunluğa

yerden yere vurmakla durmadan öldürüyorsun!‖ demiĢ.‖(Ken‘an Rifâî, a.g.e. s. 23) 1608

Zümer, 54 1609

Mâide, 35 1610

Ra‘d, 27–28 1611

KeĢfü‘l Hafâ, C. I, s. 362 1612

Fetih, 10 1613

Fetih, 18 1614

Mümtahine, 12

Mürid MürĢid Münasbetleri 953

ulaĢamayıp tarîkat, marifet ve hakikât sırlarından mahrum kalıp nefsini ve Rab-

bini bilemezsin. ]1615

1615

Selim Divane, Ariflerin Delili MüĢkillerinin Anahtarı, M. TATCI-H.ÇELTĠK,

Ank, 2004, s.33

954 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

MÜRĠDĠN (ĠHVÂNIN) DURUMU

* Mürid ben oldum olgunlaĢtım dememeli, yokluk içinde olmalıdır.

―En büyük sermaye, sermayesizliktir. En büyük bilgi, bilgisizliktir. Keza,

en büyük âlet, âletsizliktir.

(Henüz bir yaĢında olan küçük torununu göstererek:) Bak görüyorsun bu

çocukta ne sermaye var? Fakat herkes ona sermaye yetiĢtiriyor. Bir Ģeye kadir

olmadığı için ona bakıyor, yediriyor, giydiriyor, istirâhatını düĢünüyor. Âleti

yok, fakat âletler içinde...

Ne mutlu o kimseye ki, acz ve hayret, kuvvet ve gıdasıdır. O, iki dünyada

da dostun gölgesinde uyur.

Acz ve hayret gibi sermâye mi olur? deme. Hazret-i Musa aleyhisselâm,

Cenâb-ı Hakk‘a:

―Yâ Rabbî bu zamanda benim gibi, bir kulun var mı?‖ Deyince Cenâb-ı

Hak da Musa‘ya:

―Git Hızır‘a... Sana göstersin...‖ dedi. Musa gitti ve bakınca elinde yüz bin

asa ile yüz bin Musa gördü. ĠĢte o zaman: Rabbi zidnî fîke tehayyüren

―Yâ Rabbî, senin hakkında hayretimi ziyâde et,‖ dedi.‖1616

Hakk‘ı anlamak kolaydır. Yaramaz huyları iyi huylara değiĢmek güçtür.

Onun için geçmiĢteki âĢıklar kırkar, elliĢer yıl sülûk eylediler. Bir âĢık hayvan

huyunu terk edip insan huyu ile huylanmazsa her ne kadar ledün ilmi bilse, ha-

kikâte ulaĢmıĢ değildir, yalancıdır. Çünkü ben insanım der; ama sîreti hayvan-

dır. Hayvan iken insanlık davası etmek, göz göre göre yalan söylemektir.1617

―Tecellî, herkesin istidat ve kabiliyetine, yani kabına göredir. Bu kaplardan

meselâ bir fincanın, bir bardağın üstünden deryayı da geçirsen, istiabı kadar alır

ve dolunca da, hal diliyle; doldum, diyerek geri kalan akıp gider. Keza bir ka-

zan, bir havuz ve ilh... için de aynı kânun hâkimdir. Tâ deryaya varıncaya ka-

dar...

Gerçi her kabın dolunca, doldum, demesi tabiîdir. Fakat bir fincanın bir ka-

zana nisbetle doldum diyip övünmesi ne kadar gülünçtür.

ĠĢte, bu alıĢ ve istidat sebebiyle, herkese kabiliyetine göre tecellî vâki‘ olur.

Fakat azamet-i ilâhiyyeye nihayet yoktur. Öyle olmamıĢ olsa, Hazret-i Resûl-i

Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem:

―Yâ Rabbî senin marifetini hakkıyla bilemedik‖ buyurur muydu?‖1618

ġunu da bilmelidir ki, müridler bazen pirleri hakkında bir tevehümme kapı-

lıp, pirlerin makamına kavuĢtuklarını, onunla beraber ve eĢit olduklarını düĢü-

nürler. ĠĢin hakikâti anlattığımız gibidir. Onunla eĢit görmesi, ancak o makamla-

1616

Ken‘an Rifâî, a.g.e. s.286 1617

Selim Divane, Ariflerin Delili MüĢkillerinin Anahtarı, Mustafa TATCI-Halil

ÇELTĠK, Ankara, 2004,s. 76 1618

Ken‘an Rifâî, a.g.e. s. 17

Ġhvânın Durumu 955

ra kavuĢması halindedir, o makamların hâsıl olmasında değildir. Zira hâsıl olan,

tufeyli olmakla hâsıl olmuĢtur. Buradan, müridin mürĢidi derecesine çıkamaya-

cağı, onunla aynı seviyeye gelemeyeceği de anlaĢılmasın. Öyle değildir. Aynı

seviyeye gelmek mümkün ve caizdir. Hatta vaki‘dir. Lakin fark, o makamın

hâsıl olması ile o makama vasıl olmakta olup, çok incedir. Her mürid bunu an-

layacak dereceye ve hale kavuĢamaz. Bu farkı anlayabilmekte sahih keĢf ve sa-

rih ilham Ģarttır. Allah Teâlâ en doğrusunu ilham edicidir. Hidayet üzere olanla-

ra selam olsun. (14. Bölüm) 1619

Sadreddîn-i Konevî kaddese‘llâhü sırrahu‘l-aziz hazretlerinin mürîdlerinden

birisi izinsiz halvete girer. Bu nedenle bir kaç gün ortadan kaybolur. Hz. ġeyh

onun nerede olduğunu arkadaĢlarından sorar. Halvette bulunduğunu haber verir-

ler. Cenâb-ı Ģeyh onun halvet-hânesine gider. Birçok yazılar yazmakla meĢgul

bulur.

―Bu yazdığın nedir?‖ diye sorar. Mürid cevaben der ki:

―Şeyhim, vaktaki halvete girdim, önümde birisi zahir olup Hz. Cibril oldu-

ğunu söyledi ve sana ledünnî ilimleri öğreteceğim dedi, ve ağzıma tükürdü. Bu

hâlin peşinden bende bir çok mânalar kalbime doğdu. Şimdi kaybolmaması için

o ilimleri tespit ve yazmakla meşgûlüm.‖ Hz. ġeyh tebessüm edip buyurdular ki:

―Sen Cibril‘in gelmesinden önce ne ile meĢgüldün?‖ Mürîd:

―Zikrullâh ile meşgul idim‖ dedi. Hz. ġeyh irĢâden buyurdular ki:

―Hiç Hz. Cibrîl, Hakk‘a teveccüh edip zikrullâh ile meĢğûl olan bir kim-

senin kalbini ayırmak ister mi? Zuhur eden Cibrîl değil, seni Hakk‘tan ayır-

mak isteyen Ģeytân-ı laîn idi. Sen benim iznim olmaksızın halvete girdiğin için

bu fitneye mübtelâ oldun. ġimdi halvetten çık, ve bu Ģeytânî ilhâmları dahi

imha et!‖ 1620

*Mürid beni efendim yetiĢtirmedi dememelidir.

Mustafa Özeren kuddise sırruhu‘l-azîz insanın mânevî durumunu, hâlini,

nereye kadar terakki etmiĢ olduğunu bilememesi gibi, müĢkil meselelerinde

Ģöyle buyurdular ki;

―Bazı kimseler gidecekleri yere perdeler ile kapatılmıĢ arabalarda gider-

ler. Onları kimse görmez, kendileri de nereye gittiklerini bilmezler. Varacak-

ları yere vâsıl olunca, kapıcılar koĢar, perdeleri açar, onları karĢılarlar‖ ve

sonra da Ģunları ilâve etmiĢlerdi: ―Acele etmemeli. Aksi halde insan ya benli-

ğine kapılır veya meczûb olur.‖1621

Unutulmamalıdır ki, ―halka eğride olsa kapıdadır.‖ Bu yola talip olan

kendini kapıya bend ederse, hedefine varmıĢ demektir. Çünkü kapı kulpu

büyük ve küçükler tarafından kabul edilmiĢ demektir.

1619

Ġmam-ı Rabbani, Mebde‘ ve Me‘ad, Ġst. 2000, s. 35 1620

― KONUK, Ahmed Avni ,"et-Tedbîrâtü'l-Ġlâhiyye fi Islâhı Memleketi'l-

Ġnsâniyye" Tercüme ve ġerhi, hzl: Mustafa TAHRALI, Ġst. 1992, s. 273 1621

GÜNEREN, a.g.e., s. 36

956 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

*Mürid vaktini iyi geçirmeli, itiraz etmemelidir.

Allah Teâlâ dedi ki; Çocuk, anası kendisine kızsa bile yine anasına sarılır!

Ondan baĢka birisinin varlığını bile bilmez... Ondan mahmurdur, ondan sarhoĢ.

Anası ona bir sille indirse yine anasına gelir, ona sokulur. Ondan baĢka kimse-

den yardım istemez... Bütün Ģerri de odur, bütün hayrı da o.

Senin hatırında da hayırdan, Ģerden bizden baĢka kimse yok... BaĢka yerle-

re dönüp bakmıyorsun bile! Benden baĢka ne varsa sence taĢtan, kerpiçten iba-

ret... Ġster çocuk olsun, ister genç, ister ihtiyar, hiç kimseye aldırıĢ ettiğin yok.

Namazda ―Ġyyake na‘büdü- yalnız sana taparız‖ ve bela vakitlerinde ―Sen-

sen baĢkasından yardım istemeyiz‖ demek de buna benzer. Bu ―Ġyyake

na‘büdü‖ sözlükte hasrdır ve ancak ziyanı gidermeye münhasırdır.

―Ġyyake nestain‖ de hasr içindir ve yardım istemeyi yalnız Allah Teâlâ‘ya

hasreder. Yani bu ayetin manası Ģudur: Ancak sana ibadet ederiz ve ancak sen-

den yardım isteriz. 1622

* Mürid Ģeyhten bir iĢaret gelmeyince herhangi bir iĢe baĢlamamalıdır.

Nuri Atasoy isimli ihvandan dinledim.

―Efendi Hazretlerini ziyaret için TaĢköprü‘den babam, ben ve ihvanlar

on iki kiĢilik minibüs ile Sivas‘a gittik. Bu arada sahra sohbetlerine Efendi

Hazretlerini de götürüp getiriyordum. Babam tarîkata biraz muarızdı. Artık

canı sıkılınca gitmemiz için izin istemek mecburiyeti hâsıl olmuĢtu. Bu arada

ġarkıĢla Höyük Köyü‘nde bulunan Hasan Hüseyin ġahin adlı asker arkada-

Ģımı da ziyaret etmek istiyordum. Efendi Hazretlerine izin için müracaat

ettik. Fakat ―GardaĢım! TaĢköprülüler bugünde kalsınlar, yarın giderler‖

dediyse de ısrarımız karĢısında, bizi yola vurmak için minibüsün yanına

geldi Ģöylece her tarafına, altına, üstüne dahi baktı. Sonra arabanın sol farını

eliyle sıvazladı. Sonra ―Haydi, GardaĢım Allah‘a emanet olun‖ diyerek bizi

uğurladı. Biz yola düĢtük ama ciğerimizde bir yangın bir üzüntü peyda oldu.

Yol artık bizim için sıkıntıdan baĢka bir Ģey vermiyordu. Efendi Hazretleri-

nin sözünü tutmamak ağır gelmiĢti. Bu düĢüncelerle köyü fark edemeyip üç

kilometre geçmiĢ ġarkıĢla‘ya vasıl olmuĢuz. Geri dönmek içinde babam razı

olmuyordu. ArkadaĢımı da ziyaret edemeden Kayseri yoluna revan olduk.

Yolda aniden önümüze bir at çıkmasın mı? Attan minibüsü kurtardık, meğer

tayı da varmıĢ. Minibüsün sol farına çarptı ve yolun kenarına savruldu. Bu

hal üzere bir sarsıntı geçirdik ama, Allah Teâlâ‘ya çok Ģükür Efendi Hazret-

lerinin nazarının ve sıvazlamasının sırrı açığa çıktı. Bizlere bir Ģey olmadı.

Ancak bu hadise ihvan kardeĢlerimiz ve bize ders oldu.‖

Ali EriĢ isimli ihvandan dinledim.

Korgan‘dan iki kiĢi ile Efendi Hazretlerini ziyaret ettiğimizde yanımızda

Kiraz Hoca vardı. Kiraz Hoca, Efendi Hazretlerine ―Beni vekil hacca gön-

1622

Mesnevi c.IV, b.2923–2933

Ġhvânın Durumu 957

dermek istiyorlar, ne buyurursunuz‖ dedi. Efendi Hazretleri;

―Ben bu iĢte yokum, taĢ atsan bana değmez.‖ Buyurdu.

Daha sonra Efendi Hazretlerinin yanından ayrıldıktan sonra Kiraz Hoca-

ya dedim ki;

―Hem adamdan parasını aldın, şimdide izin istiyorsun. Hemen parayı

iade et‖ dedim. Fakat iade olmadığı gibi, hacca da gitti. Bu iĢten Efendi

Hazretleri razı olmamıĢtı.

*Huzurda ve gaybette onun iĢaretiyle gitmeli gelmelidir.

Tokatlı Kuzum Dede anlatmıĢtır.

Efendi Hazretleri Ulu Camii‘ye yardım toplamak için Tokat‘a birkaç

defa geldiğinde hizmet ettiğini, atının yularından tuttuğunu köy köy dolaĢ-

tıklarını anlatırken,

―Bir gün Efendi Hazretlerinin atının yularını tutuyordum. Fakat yerdeki

taşların üzerinde Lâ ilâhe illallah yazılarını görmeye başladım ve tedirgin

oldum, yürüyemedim.‖ Efendi Hazretleri

―GardaĢım! Ne oldu?‖ bende durumu anlattım. Efendi Hazretleri

―GardaĢım! Dersini değiĢtirelim‖ dersimi değiĢtirdi ve bendeki hal

kayboldu.

ġeyh Süleyman-ı Dârâni kuddise sırruhu‘l-azîzin bir sadık müridi vardı,

aynı zamanda ekmekçisi idi. Her ne iĢ görse, Ģeyhe danıĢmadan iĢlemezdi. Bir

gün Ģeyhe gelip: —Hamur yoğurayım mı? Diye sordu. Hazret-i Ģeyh:

—Yoğur, buyurdu. Biraz sonra, tekrar geldi:

—Fırın yakayım mı? Diye sordu. Hazret-i Ģeyh:

—Yak, buyurdu. Gitti, hamuru yoğurdu, fırını yaktı ve tekrar geldi:

—Şeyhim, dedi. Hamur yoğuruldu, fırın yandı, şimdi ne yapayım? ġeyh kendisine kızdı ve: —Git, içine gir, buyurdu.

DerviĢ gitti, yanan fırının içine girdi ve bağdaĢ kurup oturdu. Zikrullah ile meĢ-

gul olmağa baĢladı.

Bir müddet sonra, Ģeyhin aklına geldi. Fırının bulunduğu yere gidip baktı

ki, derviĢ kızgın fırının içinde zikrediyor. Mübarek elini uzattı: —Ey derviĢ, gel dıĢarı çık.. Sıdkın seninle beraberdir. AteĢ bile sana gü-

listan olmuĢ, buyurarak onu dıĢarı çıkardı, arkasını sıvadı ve himmet etti derviĢ

muradına erdi ve o teslimiyyeti yüzünden büyük bir Ģeyh oldu.1623

*Mürid kendinde oluĢan mânevî olgunluk keĢf keramet vb. Ģeyleri mür-

Ģidinin ikramı olarak görmeli, kendinden bilmemelidir.

―MükâĢefe, bir kâmil mürĢide el veren derviĢin, iptidaî hâlinde olur ki,

1623

EĢrefoğlu Rumî, Müzekkin Nüfus, Ġst, s. 485

958 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

mürĢidin kalbi feyzinden, sâlikinin kalbine ilham olunan feyzdir. Hatta Zaman-ı

Saadet‘te Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin vahiy kitabetine ka-

dar çıkmıĢ Abdullah ibni ġerh ismindeki adam, gelen vahyi yazarken bilmedi ki,

kendi kalbine akseden Efendimizin nuru idi. Fakat bunu bilmedi ve dergâh-ı

ilâhîden kovuldu, ölünceye kadar da tövbe nasip olmadı. Öyle ki, Efendimiz Ġbni

Serh‘e Âdem‘in teĢekkülünü izah eden ayeti söyleyip sükût buyurdukları sırada

Ġbni ġerh: Fetebârek‘Allâhü ahsenü‘l-hâlikîn ( Müminûn 14) ―Yaratanların en

güzeli Allah, ne yücedir!‖ dedi. Efendimiz de ―ayettir, yaz!‖ Buyurunca vahiy

kâtibi bu feyzin Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden kendisine aksetmiĢ ol-

duğunu bilmeyerek: Bana da vahy oluyor, dedi ve iĢte bu suretle tardedildi.1624

―Kâmil, Allah Teâlâ doktorları, uzaktan adını duydular mı varlığının ta derin-

lerine kadar girerler! Hattâ sen doğmadan yıllarca evvelki hallerini bile görür-

ler‖ 1625

* Ġçinin süslenmesi için acele etmemelidir. Çünkü mürĢid terbiye etmek

için niyet edince bir daha vazgeçmez.

Ahmed ÂmiĢ kuddise sırruhu‘l-azîz Hazretleri buyurdu ki;

― Biz bir binayı tamir ederken, kiremitlerini bile sallamayız.‖ 1626

* Mürid mürĢidine karĢı tereddüt içinde, ĢaĢkınlık içinde olmamalı, ken-

di meĢrebini bilmelidir.

Mürit, önden giden, kılavuz olan Ģeyhi sınamaya kalkıĢırsa eĢektir. Din yo-

lunda onu sınamaya kalkıĢtın mı hakikâtten haberi olmayan, sen sınanmıĢ olur-

sun... Senin cüretin, senin bilgisizliğin çırçıplak olur, âleme yayılır... Yoksa o,

bu araĢtırmayla nereden anlaĢılır; nasıl meydana çıkar?

A yiğidim, bir zerre, kalkar da dağı tartmağa giriĢirse terazisi parçalanır gi-

der! Onlarda kendi akıllarınca bir terazi düzenler de Allah Teâlâ erini o teraziyle

tartmağa kalkarlar! Hâlbuki o, akıl terazisine bile sığmaz... Akıl terazisini bile

kırar, parçalar! Onu sınamak, ona emrine göre hükmetmek gibidir... Öyle bir

padiĢaha buyruk buyurmaya kalkıĢma sakın! 1627

Zamanın kutbunun sözüne karĢı nakli ilim, bil ki, su varken teyemmüm et-

meye benzer! Kendini aptal yerine koy, ona uy da yürü...ancak bu aptallıkla

kurtulabilirsin!

Babam, insanların padiĢahı, bunun için ―cennetliklerin çoğu aptaldır‖ de-

di. Akıl ve zeka sana kibir ve gurur verir... aptal ol da gönlün doğru kalsın! Ap-

tallık dediğim halka iki kat maskara olan adamın ahmaklığı değildir... bu aptal-

lık, ona hayran olan adamın aptallığıdır!

Kendilerini unutup Yusuf‘un yüzünü görenler, o güzelliğe dalıp kalanlar...

bu yüzden ellerini doğrayanlar yok mu iĢte onlar aptaldır! Aklı, dost aĢkında

1624

Ken‘an Rifâî, a.g.e. s. 538 1625

Mesnevi, c.4, b:1800 1626

GÜNEREN, a.g.e., s. 84 1627

Mesnevi c.IV, b.374–380

Ġhvânın Durumu 959

kurban et...akılların hepside o taraftandır, odur! Akıllılar akıllarını o tarafa gön-

dermiĢlerdir. Yalnız sevgili olmayan ahmak, bu tarafta kalmıĢtır!

Hayretle Ģu baĢtan aklın gitti mi baĢındaki her saç, bir baĢ, bir akıl kesilir!

O tarafta akla, beyne düĢünce zAhmedi yoktur... Çünkü orada her ova, her bah-

çe akıl ve beyin bitirir! Bu ovadan geçer, o taraftaki ovaya gelirsen nükteler du-

yarsın... Oradaki bağlara, bahçelere gelirsen hurma fidanın sulanır, yeĢerir!

Bu yoldaki köĢkü, sayvanı, Ģöhreti Ģanı terk et... Kılavuzun hareket etme-

dikçe hareket etme! BaĢsız hareket eden, kuyruk olur... Böyle adamın hareketi

akrebin hareketine benzer! Eğri gider, geceleri görmez, çirkindir, zehirlidir... ĠĢi

gücü, temiz bedenleri dalamak, sokmaktır!

BaĢını ez onun... Huyu hep budur, ahlakı hep bu... Bu huyundan vazgeçmez

o! Onun için en iyi Ģey, baĢının ezilmesidir... Çünkü bu suretle can kırıntısı da o

kötü tenden kurtulmuĢ olur! Delinin elinden silahı al da adalet ve sulh, senden

razı olsun! Fakat elinde silahı olur, aklı da bulunmazsa bağla elini... Yoksa yüz-

lerce zarar yapar.1628

* Mürid mürĢidinin haliyle zahir ve batında amel etmelidir.

Ġbrahim Düsûkî kuddise sırruhu‘l-azîz Ģöyle buyurdu:

―ġeyhine bağlılık hususunda cehd-ü gayret göstermeyen kimse nihâye-

tinde mürid olup felaha eremez. O mürĢid ki, kendisi uyur talebesi de uyur.

Kendisi kalkar, talebesi de kalkardı.‖

* Mürid sırrını Ģeyhin iĢareti olmadan söylememelidir.

Gözlüler önünde haberden bahsetmek hatadır... Çünkü bu bahis bizim gafil

olduğumuza noksanlığımıza delalet eder. Gözlünün önünde susmak, sana fayda

verir. ―Kuran okunurken susun, dinleyin‖ emri, bu yüzden gelmiĢtir. Can gözü

açık olan kâmil, sana söyle derse güzelce, edeplice söyle, sözü uzatma! Uzat di-

ye emrederse yine emre uy, utanarak söyle! 1629

*Mürid Allah Teâlâ‘nın rızasına aykırı hiçbir düĢünceye gönlünde yer

vermemelidir. ġayet olursa defetmeye çalıĢmalı muhaliflerin sohbetinden de

kaçmalıdır.

―Tecellî, vaktîdir devamı olmaz. Aniden gelir geçer. Tecellîye gönül vere-

rek zuhurat için ―Bu da geçer ya hû‖ diyerek basiret üzere olmalı. Zuhurata gö-

nül bağlayanlar, akıl karıĢıklığından kurtulamazlar. Böylece zuhurat vakte bağ-

lıdır ve tecellîlerin olma zamanıdır. Vaktin kıymetini bilip, ―Bu niçin böyledir‖

demeyip rıza kapısında sabit durmalıdır.‖1630

*Mürid batın huzuru ile müĢahede lezzetinden baĢka bir Ģeyle meĢgul

olmamalıdır.

1628

Mesnevi c.IV, b.1418–1435 1629

Mesnevi c.IV, b.2071–2074 1630

YARAR, a.g.e. s.136, 136. mektup

960 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

―Fîhimâfîh‘te der ki; Zamanın güzellerini bir yere topladılar ve Mecnun‘a

―Bak, Allah Teâlâ kudretiyle neler yapmıştır‖dediler. Mecnun baĢını kaldı-

rıp bakmadı. Bakması için ısrar ettiler. O zaman dedi ki; Leylâ‘nın sevgisi ba-

Ģımın üzerinde keskin bir kılıç tutmaktadır; baĢımı kaldırdığımda boynumu

vurmasından korkarım. Mürid Ģeyhin cemalinin vilayetine âĢık olup siyaset vi-

layetinin saltanatı gönlüne iz bırakmayınca mânevî ilgi ortaya çıkmaz ve Ģeyhin

batınından müride bir yardım ulaĢmaz.‖1631

*Mürid manevi kazancını toplamalı ve mürĢidine götürmeli, onun hesa-

bıyla meĢgul olmamalıdır. Çünkü topladıklarını toplayacaklarını kendisi

bilemez ve onun izni olmadan kullanamaz. Neyin ne olacağı ve olduğunu

bilmek ancak Allah Teâlâ‘nın ikrâmıdır. Zahirin Ģekliyle batının rengini

bulmak yok gibidir.

* Mürid iĢine bakmalı, iĢin hesabını yapmamalı; ibadetle meĢgul olmalı,

göze getirmemelidir.

―Mürid mürĢidine dost olana dost, düĢman olana düĢman olmalıdır. Dostlu-

ğun belirtisi olarak dostun dostunu dost, düĢmanını düĢman tutmaktır. Çünkü

iman, Allah Teâlâ‘nın düĢmanlarına olan sevgi ile bir arada olmaz. Kim bir

kimseyi sevmezse onun düĢmanını da sevmesi Ģu iki yönden yasaklanmıĢtır:

Kalbte Allah Teâlâ‘nın düĢmanına karĢı sevgi varsa kiĢi ya münafık olur ya da

büyük bir günah iĢlemiĢ olur. Sahih iman ve halis tevhide ulaĢanlar mübtedîler-

le bir arada oturmaz, yiyip içmezler, denilir.1632

Mürid Allah Teâlâ‘nın rızasına aykırı hiçbir düĢünceye gönlünde yer ver-

memelidir. ġayet olursa defetmeye çalıĢmalı muhaliflerin sohbetinden de kaç-

malıdır.1633

*Mürid ―gel senin için ders alalım, ihvan ol‖ dememelidir. Eğer teklif

ile birisi ihvan olursa büyüklerin ifadesi ile ―bir hava ile gelen, baĢka bir

hava ile gider‖ hükmüne uygun düĢmüĢtür.

ġeyhin biri, söz arasında dâima: ―Pır ile gelen zır ile gider‖ dermiĢ. Bunun

sebebini kendisinden sormuĢlar. Benim DerviĢ Mehmet isminde bir derviĢim

vardır. Her zaman:

―Efendim, bakın herkesin etrafında yüzlerce müridi bulunuyor. Sizin ise,

benden başka dervişiniz yok‖. Diye üzülür dururdu. Bir gün KaracaAhmed‘ten

geçerken, iki çocuğun kavga ettiklerini gördüm. Birinin elinde bir kuĢ baĢı, di-

ğerinin elinde bu kuĢun gövdesi vardı. Çocukların kavgasına netîce vermek üze-

re birinden baĢı, diğerinden gövdeyi alıp, Allah‘ın izniyle baĢı vücûda yapıĢtıra-

rak uçurdum. KuĢ pır diye gidince kavga da kesildi ve bu hâdise de bütün mem-

1631

ÇAVUġOĞLU, a.g.e. s.137–138 1632

a.g.e. s.137 1633

a.g.e. s.139

Ġhvânın Durumu 961

lekete yayılarak pek çok keramet düĢkünü gelip bize mürit oldu.

Bir gün DerviĢ Mehmet‘e: ―Cuma namazını bütün ihvanla beraber kırda kı-

lalım, dedim. Fakat kimseye hissettirmeden uzunca bir bağırsak parçasına su

doldurup düğümleyerek belime sardım ve yine bir tavuk kursağını da ĢiĢirerek

yanına bağladım. Böylece imamete geçerek namaza durduk. Fakat az sonra su

dolu bağırsağın ucundaki düğümü çözdüm, aynı zamanda kursağı da ses çıkara-

cak surette oynattım. Bu suretle namazda abdest bozacak iki hatanın zahir oldu-

ğu hissini verdim.

Bu halden sonra namaza devam etmekte oluĢuma ĢaĢıran ihvan, birer ikiĢer

cemaatten ayrılarak kaçtılar. Sade DerviĢ Mehmet kaldı. Nihayet ona: Herkes

gitti, sen neden buradasın? Benden zuhur eden halleri görüp iĢitmedin mi? de-

dim. Gördüm ve duydum Efendim. Fakat senin her yaptığında bir hikmet oldu-

ğunu bilirim. Bunu öğrenmiĢ olduğum için susmayı uygun buldum, dedi. ĠĢte,

dedim, bir pır ile gelenler zır ile böyle gider.‖ 1634

* Müridin manevi hayatını ilgilendiren her konuyu mürĢidiyle istiĢare

etmelidir. Bunun ölçüsü tarîkatlara ve mürĢidlerin usûllerine göre değiĢebi-

lir.

Mesela bazı tarîkatlarda seyr u sülûkta manevi yükseliĢ rüya yoluyla

olur. Bu tür tarîkatlarda sâlikin gördüğü rüyaları mürĢidine anlatması gere-

kir. NakĢibendiyye tarîkatı ve Efendi Hazretlerinin kurduğu Hâki yolunda

ise, rüya fazla bir önem taĢımaz. 1635

Fakat birçok NakĢî meĢâyihinin rüyaya

önem verdiği bilinmektedir.

Rüyada esas olan Ġslâm‘ı güzel Ģekilde yaĢamak ile özdeĢtirip salihlerin

rüyasına itibar etmek gerekir. Çünkü Ġhramcızâde Hacı Ġsmail Hakkı Efendi

Hazretleri kendi rüyalarına da itibar etmemiĢtir. Belki bir baĢka mana isti-

kametin rüya dümenine bırakılmamasıdır. Yine buradaki mana rüya görmek

değil, rüyayı yoranın yanlıĢ yönlendirmesine mânî olmak olsa gerektir.1636

1634

Ken‘an Rifâî, a.g.e. s. 508 1635

―Rüyaların kıymeti olsaydı, rüyada görülenlere güvenilseydi, müridlerin reh-

berlere hiç ihtiyaçları olmazdı. Allah Teâlâ‘nın marifetlerine kavuĢmak için, tarîkat-

lardan birine bağlanmak lazım olmazdı. Çünkü her mürid, rüyada gördüğüne göre,

iĢini yoluna kordu. YaĢayıĢını, rüyalarına göre düzenlerdi. Rüyaları, rehberin yoluna

uygun olsun, olmasın, rehberi beğensin beğenmesin, onlara uyardı. Böyle olunca,

rehberlik müridlik zinciri kopar, her cahil, her ahmak, kendi görüĢüne göre hareket

ederdi. Sadık olan bir mürid, rehberi varken, binlerce rüyaya on paralık değer ver-

mez. Akıllı, uyanık olan bir talib, pir nimetine kavuĢmuĢ iken, rüyaları hayal sayar,

hiçbirini hatırına bile getirmez. Mel‘ûn Ģeytan, güçlü bir düĢmandır. Sona varanlar

bile, onun aldatmasından korkusuz değildirler. Onun yalanlarından korkmakta, tit-

remektedirler. Sondakiler böyle olunca, yolun baĢlangıcında ve ortasında olanları

artık anlamalı. Hâlbuki Allah Teâlâ, sondakileri korumaktadır. ġeytan bunları alda-

tamaz. BaĢlangıçtakiler ve yoldakiler ise, böyle değildir. ĠĢte bunun için, onların

rüyalarına güvenilmez. DüĢmanın aldatmasından korunmuĢ değildirler.‖ (Ġmam

Rabbanî, Mektubat, trc, H.Hilmi IĢık, Ġstanbul, 1977, s.449- (273. Mektub) 1636

Genç Osman namıyla meĢhur II. Osman Avusturya mağlubiyetinden sonra ken-

962 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ashabı ile sabahları sohbetleri-

ne baĢlarken ―içinizde rüya gören var mı?‖ ile baĢlamıĢtır. Buna göre;

Rüya Cihetiyle Ġnsanlar Üç Kısımdır

Ġslâm âlimleri, bu mevzuda vârid olan hadisleri değerlendirerek insanları üç

gruba ayırırlar:

1- Nebiler: Bunların rüyalarının hepsi doğrudur. Bazen da tâbir gerektiren Ģey-

ler görebilirler.

2- Sâlihler: Bunların rüyaları çoğunluk itibarıyla doğrudur. Bunlar da bazen

tâbire muhtaç olmayacak açıklıkta görürler.

3- Diğer insanlar: Bunlar, doğru ve doğru olmayan her ikisini de görürler. Bun-

lar üç kısımdır.

a) Mestur (hali kapalı) olanlar: Bunların rüyaları halleriyle muvazi gider.

b) Fâsıklar: ―Bunların rüyası çoğunlukla edğâs (karıĢık, mânasız)dır. Doğru

kısmı pek azdır.

c) Kâfirler: Bunların rüyasında sıdk iyice azdır. Bu duruma: ―Rüyaca en

doğruları, sözce en doğrularıdır‖ hadisi iĢaret eder.

RÜYA ÜÇ KISIMDIR

Bazılarınca mevkuf, bazılarınca merfu olarak rivâyet edilen bir kısım ha-

dislere göre rüyalar üç kısımdır:

1-Hak rüya: Bu, hadislerde ―rüyayı sâliha,‖ ―rüyayı sâdıka,‖ ―rüyayı hase-

disini kızlar ağası ile hocası Ömer Efendi hacca teĢvik ediyor. Hacca gitmesini,

orada tevbe istiğfar etmesini söylüyorlar. Kendisinin de gönlünde var, ancak mağlu-

biyetin akabinde hac tarafına ve özellikle Suriye-Arabistan tarafına gidilesi ordu

cenahından padiĢahın o bölgeden yeni bir asker devĢireceği ve yeniçeri ocağını lağv

edeceği Ģeklinde yorumlanıyor. Bu haber Ġstanbul‘da çalkalanmaya baĢlıyor. Azîz

Mahmud Hüdâyî kuddise sırruhu‘l-azîz Hazretleri baĢta olmak üzere bazı zevat II.

Osman‘a nasihat ediyorlar:

―Sultanım! Sizin mülkün bekası açısından burayı bırakıp hacca gitmeniz iktizâ

etmez. Siz devletin baĢında olun, halkın baĢında olun, askerin baĢında olun. Azîz

Mahmud Hüdâyî kuddise sırruhu‘l-azîzin bu telkinleri ve diğer bazı hocaların da

telkini üzerine II. Osman bir ara bu sevdadan vazgeçiyor. Ama gelin görün ki, kade-

rin cilvesi, mukadder olan değiĢmiyor. PadiĢah bir rüya görüyor. Rüyasında elinde

Kur‘ân-ı Kerîm var, Kur‘an okuyor. Kur‘an okurken bir an Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellem zahir oluyor. Elinden mushafı çekip kayboluyor. Sultan dehĢetle

uyanıyor ve hocası Ömer Efendi‘ye rüyayı anlatıyor. Ömer Efendi zaten hacca git-

mesini istediği için:

―Efendim! Rüya açık, siz evvelden hacca gitmek için niyet ettiniz, sonra bundan

vazgeçtiniz. Elinizden mushafın Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz

tarafından alınması sizin Ģer‘î bir konuda, dinî bir mevzuda verdiğiniz karardan

vazgeçmiĢ olmanıza iĢarettir. Dolayıyla siz yeniden hacca gitmek üzere kararınızı

tashih etmelisiniz‖ deyince bu sefer II. Osman tekrar hacca gitme sevdasına kapılı-

yor ve kararından vazgeçmiyor. Tabiî bu arada Halil PaĢa ve benzeri bazı paĢalar

güvenliği sağlamak üzere kaptan-ı derya sıfatıyla Suriye ve Kızıldeniz taraflarına

görevlendiriliyor. Ancak askerler, yeniçeri ocağı yapılanın kendilerine komplo oldu-

ğunu düĢünerek isyan ediyorlar.( Azız Mahmud Hüdâyi Uluslararası Sempozyum

Bildiriler, Ġst-Üsküdar Beld. 2006, c. I, s. 21–22)

Ġhvânın Durumu 963

ne‖ gibi, farklı kelimelerle ifade edilmiĢtir. Bu isimlerle zikredilen rüyalar, ed-

ğâs‘tan uzak ve halistirler. Bu, kiĢinin mazhar olacağı yakın bir hayrın haberci-

sidir. Bu sebeple Allah‘tan büĢra (müjde) kabul edilmiĢtir.

2-KiĢinin nefsine konuĢtuğu rüya: Bu kiĢinin uyanık halde zihninden geçen

vehimlerin tesiriyle gördüğü rüyadır.

3-ġeytanın üzüntü verdiği rüya: HoĢa gitmeyen, can sıkıcı rüyalar buraya

girer.

Bu üç kısma, Ġbn-u Hâcer dört kısım daha ekleyerek 7‘ye çıkarır. Mamafih

bunları da yukarıdakilerden birine dâhil ederek üçü asıl kabul etmek mümkün-

dür.

4-Hadisu‘n nefs: Nefsin konuĢması, yani arzuların te‘siriyle görülen rüya.

5-ġeytanın eğlenmesi: Hadiste, ―ġeytan birinizle rüyada eğlenirse bunu

baĢkasına anlatmayın‖ denmiĢtir.

6-Uyanıkken yapmaya alıĢtığını rüyada görmek. Belli saatlerde yemeyi iti-

yad edinen o saatte uyursa, kendini yemek yer görmesi gibi.

7-Edğâs: (KarıĢık, yalancı rüyalar). 1637

Rüya ve rüya ta‘biri hakkında bu kısa açıklamadan sonra konu ile ilgili

Ġmam-ı Rabbani kuddise sırruhu‘l-azîzin 273. Mektubu buraya koymak uy-

gun oldu.

―Sual: Rüyada, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem görülürse, o rüya

doğrudur. ġeytanın aldatmasından korunmuĢtur. Çünkü Ģeytan, onun Ģekline gi-

remez. Böyle bildirildi. Onun için, kardeĢlerimizin rüyalarının doğru olması la-

zımdır. ġeytanın aldatması olmaz değil mi?

Cevap: (Fütûhat-i Mekkiyye) kitabının sahibi, yani Muhyiddîn-i Arabî

kuddise sırruhu‘l-azîz Hazretleri, Ģeytan, Medîne-i Münevvere‘de metfun bulu-

nan Muhammed aleyhisselamın kendi Ģekline giremez diyor. BaĢka suretlerde

de, Rasûlüllah olarak görünemez diyenleri kabul etmiyor. Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellem kendi Ģeklini ve hele rüyada tanıyabilmek çok güç olacağı

meydandadır. Bunun için, rüyalara nasıl güvenilebilir? Âlimlerin çoğunun dedi-

ğine uyarak ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yüksek Ģanına yakıĢacak

üzere, Ģeytanın hiçbir Ģekilde o Serverin ismi ile görünemeyeceğini söylersek, o

Ģekilden emirler almak ve onun beğenip beğenmediğini anlamak kolay değildir.

Mel‘ûn Ģeytan düĢmanlığını burada da gösterebilir. Araya karıĢarak, olmayan

Ģeyi olmuĢ gibi gösterebilir. Rüya göreni ĢaĢırtır. Kendi sözlerini ve iĢaretlerini,

o Ģeklin Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sözleri ve iĢaretleri imiĢ gibi

gösterir.

Çoğumuzun bildiği gibi, bir gün Seyyid-ül-beĢer ―aleyhi ve ala alihi ve es-

habissalatü vesselam‖ Ashabı ile oturuyordu. KureyĢ‘in ileri gelenleri ve kafir-

lerin Ģefleri orada idiler. Seyyid-ül-beĢer ―aleyhi ve ala âlihissalatü vesselam‖

onlara (Ven-necmi) sûresini okudu. Onların putlarını anlatan ayet-i kerimeye

gelince, mel‘ûn Ģeytan putları öven birkaç sözü, o Server‘in ―aleyhi ve ala ali-

hissalatü vesselam‖ sözüne ekledi. Dinleyenler, bunları da o Server‘in sözü san-

dılar. ġeytanın sözlerini ayet-i kerimeden ayıramadılar. Orada bulunan kâfirler

bağırmaya baĢlayarak, Muhammed ―aleyhissalatü vesselam‖ bizimle sulh yaptı,

1637

Canan Ġbrahim, Kütüb-ü Sitte, Ġstanbul, 1995, s.407–411

964 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

putlarımızı övdü dediler. Orada bulunan müslümanlar da, okunan sözlere ĢaĢa-

kaldılar. O Server ―aleyhissalatü vesselam‖ Ģeytanın sözlerini anlamadı. (Ne

oluyorsunuz?) diye sordu. Ashab-ı kiram, siz okurken bu sözler de araya karıĢtı

dediler. O Server ―aleyhi ve ala alihissalatü vesselam‖ düĢünceye daldı ve çok

üzüldü. Hemen Cebraîl-i emîn ―ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam‖ vahy

getirdi. O sözleri Ģeytanın karıĢtırdığı, bütün Nebilerin sözlerine de karıĢtırmıĢ

olduğunu bildirdi. Allah Teâlâ, o sözleri ayet-i kerîme arasından çıkardı. Kendi

kelamını sapsağlam yaptı.

Görülüyor ki, o Server ―aleyhi ve ala alihissalatü vesselam‖ hayatta iken ve

uyanık iken ve Ashab-ı kiram arasında, Ģeytan-ı laîn o Server‘in ―aleyhi ve ala

alihissalatü vesselam‖ sözüne kendi bozuk Ģeylerini karıĢtırıyor ve hiç kimse

bunu ayıramıyor. O Server ―aleyhi ve ala alihissalatü vesselam‖ vefat ettikten

sonra bir kimse uykuda hisleri çalıĢmaz iken ve yalnız iken, nasıl olur da, rüya-

nın Ģeytanın karıĢmasından korunduğunu ve onun değiĢtirmediğini anlayabilir?

ġunu da söyleyelim ki, mevlid okuyanların ve dinleyenlerin zihinlerinde

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bu iĢten razı olduğu yerleĢmiĢ bulun-

maktadır. Çünkü övülen kimseler, övenleri beğenir. Bu düĢünce, hayallerinde

yerleĢerek, hayallerindeki Ģekli, sûreti rüyada görebilirler. Bu rüya doğru olma-

dığı gibi, Ģeytan da karıĢmıĢ değildir.

ġunu da bildirelim ki, rüyalar doğru olsa bile, arasıra göründüğü gibi çıkar.

Mesela, rüyada birisi görülürse, o kimsenin kendisi anlaĢılır. Doğru olan rüya-

lar, çok olur ki, görüldüğü gibi çıkmaz. Bundan baĢka bir Ģey anlamak, yani ta-

bir etmek lazım gelir. Mesela, rüyada Ahmed görülür. Ahmed ile Mehmed ara-

sında sıkı bağlantı olduğundan, bu rüyadan Mehmed anlaĢılır. Bu bildirdikleri-

miz gösteriyor ki, oradaki sevdiklerimizin gördükleri rüyalara Ģeytan karıĢma-

mıĢ olsa bile, bu rüyaların, görüldüğü gibi, olduğu nereden anlaĢılır? Bunları ta-

bir etmek lazım olmadığı ve baĢka Ģeyleri göstermedikleri nasıl söylenebilir?

Demek ki, rüyalara kıymet vermemelidir. Her Ģey, insan uyanık iken vardır.

Bunları uyanık iken görmeğe çalıĢmalıdır. Uyanık iken görülen, bulunan Ģeylere

güvenilir. Bunlar, tabir etmek istemez. Rüyada ve hayalde görülen Ģeyler de,

rüya ve hayaldir. 1638

*Mürid, edebini tarîkat usûlünü muhafaza etmelidir. Büyükler bu konu-

da ―Usûlü zayi eden vusûlü kaybeder‖ buyurdular.

*Bir kusur iĢleyince veya mürĢidin tazirinin sebebini kendinden bilmeli-

dir. Âdem aleyhisselâm, kabahati nefsinde gördü ve:

―Yâ Rabbî nefsime zulmettim‖ 1639

dedi. Cenâb-ı Hak:

―Yâ Âdem, bu hal benim kaza ve kaderim îcâbı olduğunu bildiğin halde

niçin kendini suçlu tutuyorsun?‖ buyurunca:

―Biliyorum Yâ Rabbî... Fakat sendendir demeye edebim bırakmadı,‖ diye

cevap verdi. ĠĢte Âdem aleyhisselâmın bu kendisini hor hakir edip aczini bilme-

si, onu tekrar kendine, âlâ mevkiine yükseltti.

1638

Ġmam Rabbanî, Mektubat, trc, H.Hilmi IĢık, Ġstanbul, 1977, s.450–452 1639

Araf, 23

Ġhvânın Durumu 965

ġeytana gelince, Cenâb-ı Hakk‘a:

―Bana dalâleti sen verdin!‖ demek suretiyle Hakk‘ın dergâhından kovul-

du.

Allah Teâlâ, iki cihanda da edebi tevfık etsin. Çünkü edepsiz kimse, iki

dünyada da hüsrandadır.‖1640

Ebu Osman el-Hîrî de Ģöyle dedi:

―Kim nefsini terbiye ederse herkes ondan terbiye öğrenir; edeb ehline

aykırı hareket eden yasakları çiğner ve kendisine uyanlar yoldan çıkarlar.‖

Yusuf ibn el-Hüseyn Ģöyle dedi:

―Her amel edenin değeri, edebidir. Edebin bir kısmını terk edenin değeri

yoktur.‖ Muhammed ibn el-Fadl da Ģöyle dedi:

―Kim zahirin âdabını kullanırsa zahir arkadaĢları, onun âdâbıyla edep-

lenirler, kim bâtının âdabım kullanırsa halkın kalblerine onun heybeti dü-

Ģer.‖ 1641

*MürĢidinin her Ģeyini canına minnet, bütün âsarını ve alakadar nesneleri

mübarek, nefsi için feyz, huzur ve sıhhat bilmeli gaflet etmemelidir.

* MürĢidinin mekânında izinsiz oturmamalı ve elbisesini giymemelidir.

Onun huzurunda kölenin efendisi huzurundaki oturuĢu gibi oturmalıdır.

* MürĢidin bir Ģey yapmayı emrettiğinde, emr ettiği Ģeyi bilmek için,

hemen acele etmemeli ki, emrettiği Ģeyi anlamayarak hata yapmamalıdır.

* MürĢidin emrettiği Ģeyin sebebini sormamalı ona bir iĢ hakkında söz

söylediğin vakit, ondan o söze cevap istememelidir.

*Onun düĢmanını bildiğin vakit, o düĢmanı Allah Teâlâ yolunda terk et-

meli ve onunla beraber oturmamalıdır. Onu seven ve ona sena eden kimseyi

gördüğün vakit onu sev ve yardım etmelidir.

* MürĢidinin boĢadığı hanımını almamalı, yatak odasına girmekten sa-

kınmalı ve onun evinde onunla beraber yatmamaya çalıĢmamalı, mecbur

kalırsan ayık olarak bulunmalıdır.

*Dünya iĢini onunla müĢavere etmekten kaçınmalıdır. Çünkü iĢi mürĢide

sormadan ve onun murâdını bilmeden yaparsan mazur olunur. Eğer yaptığın

Ģekilden baĢkasını mürĢidin bir Ģey beyân ederse, belki yapamazsın. Onun

için müĢavere sakıncalı olabilir.

*Yapacağın bir iĢ hakkında sana bir fikir gelir ve mürĢidin sana bir yol

gösterir ise, onu kabul etmeli ve onu beğenmezlik etmemelidir.

1640

Ken‘an Rifâî, a.g.e. s. 321 1641

Ebu Abdurrahman Sülemî, Risâleler, trc. Süleyman ATEġ, Ankara, 1981, s. 41

966 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

*MürĢidinin senin üzerine takdim ettiği her bir kimseye hizmet etmelidir.

Yolda gecenin dıĢında onun önünde yürümemelidir. (Gece yol aydınlık olur

ve yolda bir mania olmadığı görülürse müridin yine Ģeyhinin önünde yürü-

mesi caiz değildir.) devamlı ona bakmamalı ve meclisinde çok oturmamalı-

dır.

* MürĢidinin mekrinden hazer etmelidir. Zira onlar talibe bazı vakitlerde

mekr ederler.

*Eğer mürĢidin sefere gider ve seni mekânında terk ederse, sen her gün

oraya gittiğin vakitlerde, oradaymıĢ gibi, onun oturmakta olduğu mevzi‘e,

ona selâm vererek devam etmeli ve onun gaybetinde, huzurundaki riâyet ile

hürmetine mürâî olmalıdır.

* MürĢidinin hazır olduğu vakit arkan ona isabet eden bir mevzi‘de na-

maz kılmamalıdır.

*…….

Ġhvânın Psikolojik Durumu 967

KADIN ĠHVANIN DURUMLARI

Tasavvuf kitaplarında âdablar yazılırken genellikle erkekler üzerinde

daha çok durulmuĢtur. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz konu ka-

dının terakki etmesinin sırlarını beyan etmektir.

*Kadın ihvan, mürĢidini kocasından zahiren üstün tutmayacaktır.1642

MürĢidin üstünlüğü mânen mevcut olduğu muhakkaktır. Fakat Ģeriatın koy-

duğu hükme göre ise koca kadın üzerinde bir derece üstündür. Bu nedenle

kocasını da maddi ve manevî konularda kendine tercih etmelidir.1643

Çünkü

1642

Hz. Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

buyurdular ki; ―ġayet ben bir insanın baĢka bir insana secde etmesini emredecek

olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim.‖ (Tirmizi, Rada‘ 10, 1159)

Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

buyurdular ki; ―Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete

girer.‖ (Tirmizi, Radâ 10, 1161) 1643

Ümmü Süleym radiyallâhü anhayı kadınlarımız örnek almalıdır.

―Ebû Talhâ radiyallâhü anhın bir oğlu vardı, hastaydı. Ebû Talhâ sokağa çıktığı bir

sırada çocuk ölmüĢtü. Ebû Talhâ, eve dönünce:

―Oğlum nasıl?‖ diye sordu. Çocuğun annesi Ümmü Süleym radiyallâhü anha;

―O, olduğundan da daha rahat,‖ dedi ve kendisine akĢam yemeği getirdi. Ebû

Talhâ yemeği yedi, sonra eĢine yaklaĢtı. ĠĢini bitirince Ümmü Süleym:

―Ebû Talhâ, ortada bir emânet var, bazıları bu emâneti ariyet olarak alıyorlar.

Emanet Allah Teâlâ‘nın dilediği bir süre yanlarında kalıyor. Derken emaneti

verenler adam gönderip emanetlerini geri alıyorlar. Bu durumda kendilerine

emanet verilen kimselerin sızlanmaları doğru olur mu?

―Hayır, doğru değildir.‖

Bu cevap üzerine Ümmü Süleym:

―Oğlun dünyadan ayrıldı öldü,‖ dedi.

―Nerede?‖

―ĠĢte Ģurada, küçük odada.‖

Ebû Talhâ içeri girdi, çocuğun yüzünü açtı: ―înnâ lillâhi ve in-nâ ileyhi râciun‖

(Biz Allah‘ınız, O‘na döneceğiz,) diyerek kadere rıza gösterdi.

―Haydi çocuğu defnediniz,‖ dedi. Daha sonra sabah olunca Ebû Talhâ radiyallâhü

anh Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yanına vardı, olup bitenleri anlattı.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:

―Gece gerdeğe girdiniz mi?‖ diye sordu.

―Evet,‖ dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem;

―Allah‘ım, geceyi haklarında mübarek kıl,‖ diye dua etti. Daha sonra;

―Beni hak dîn ile gönderen Allah Teâlâ‘ya yemin ederim ki o, çocuğunun ölümüne

sabrettiği için Allah Teâlâ onun rahmine bir erkek çocuğu ilka eylemiĢtir,‖ buyur-

du. O geceki münasebetten Ümmü Süleym bir oğlan çocuğu doğurdu. (Kandehlevî,

M.Yusuf, Hayatü‘s Sahabe, trc. Sıtkı Gülle, c.3, s.141–142)

Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu-

yurdular ki; ―Üç kiĢi vardır ki, onların namazları kulaklarından öteye geçmez:

1- Dönünceye kadar, kaçan köle.

968 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

manevi yolda ilerlerken perdelenmek vardır. Cemal perdeleri dahi terakkisi-

ne mani olur. Kadında celal perdesi ile perdelenmek yoktur. Eğer celal sıfatı

onlarda zahir olsa idi yaratıcılık sıfatı olan anneliği taĢıyamayacağı gibi, bir

erkek ona bağlanamazdı. Erkek ise, celal ve cemalin sıfatlarına haizdir. Ka-

dının racul (erlik) sıfatını bulması ise, izafi olup, birçok kadında zuhur et-

mez. Bu nedenle celal sıfatının özellilerini kocasından aldığında istikamet

üzere olur.

*Kadın ihvan eğer kocası baĢka bir Ģeyhe veya cemaate bağlı ise, koca-

sının tarafındaki mürĢidi veya üstadı tercih etmelidir. Eğer tercih edemiyorsa

tartıĢtıkları ve anlaĢamadıkları konularda Ģeriatın koyduğu esasları baz alma-

lıdır. Çünkü Ģeriatın esasları tarîkatten önce gelir.

*Kadın ihvan kocasına karĢı olan görevlerini ihmal edip ibadetlerinde

aĢırıya gitmemelidir. 1644

2- Geceyi, kocası kendisine dargın olarak geçiren kadın. 3- Kavminin nefret ettiği imam.‖ (Tirmizî, Salât 266, 360)

Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu-

yurdular ki; ―Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl‘e yemin ederim, bir erkek

hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan râzı

oluncaya kadar semada olan melekler ona gadab ederler.‘‘ Bir baĢka rivâyette Ģöyle denmiĢtir: ―Erkek, kadınını yatağına çağırır, kadın da

gelmeye yanaĢmaz, erkek öfkelenmiĢ olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar -

bir rivayette yatağa gelinceye kadar- kadına lânet okurlar.‘‘ Bir baĢka rivâyette: ―Kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabah-

larsa, melekler onu lânetler‖ denmiĢtir. (Buhari, Nikâh 85, Bed‘ü‘l-Halk 6; Müs-

lim, Nikâh 120 - 122 1436; Ebu Dâvud, Nikâh 41, 2141) 1644

Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

sellem buyurdular ki; ―Kadın, kocası varken izin almadan nafile oruç tutmasın.‖

(Buhari, Nikâh 84; 86; Müslim, Zekât 84, 1026; Ebu Davud, Savm 74, 2485; Tirmi-

zi, Savm 65, 782)

Ebu Sa‘id radıyallahu anh anlatıyor: ―Safvân Ġbnu Muattâl radıyallahu anhın hanımı,

yanında Safvân da bulunduğu bir anda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme gele-

rek:

―Ey Allah‘ın Rasülü, namaz kıldığım zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttuğum

zaman da orucumu bozduruyor, güneş doğuncaya kadar da sabah namazı kılmı-

yor!‖ dedi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, hanımının bu söyledikleri hak-

kında Safvân‘a sordu. Safvân:

―Ey Allah‘ın Rasülü! ―Namaz kıldığım zaman dövüyor‖ sözüne gelince, o zaman

bir rekatte uzun iki süre okuyor. Hâlbuki ben bunu yasakladım‖ dedi. Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellem kadına:

―Ġnsanlara tek surenin okunması yeterlidir‖ buyurdu. Safvân devam etti:

―Oruç tuttuğum zaman bozduruyor‖ sözüne gelince, ―Hanımım oruç tutup duru-

yor. Ben gencim, hep sabredemiyorum.‖ dedi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sel-

lem;

―Bir kadın kocasının izni olmadan nafile oruç tutamaz!‖ buyurdular. Safvân de-

vamla:

Ġhvânın Psikolojik Durumu 969

*Kadın ihvan, kocasına isyan etmemelidir.1645

Ġnsan kötü huyun oluĢma sebebini bilirse yanlıĢ yapmaktan kendini ko-

rur. Mesela; Aliyyü‘l-Havvas kuddise sırruhu‘l-azîz buyurdular ki;

―Karı ve kocanın ahlakını inceleyince kadınının ahlak ve davranıĢı er-

keğinki gibidir. Çünkü kadın ondan yaratılmıĢtır. Bir kimse kendi huyun-

dan habersiz ise, kendi eĢinin huy ve ahlakına bakmalıdır. O zaman kendi

huy ve ahlakını aynada görmüĢ gibi, kendisine göz kırpıp baktığını görür.‖ Hadîs-i Ģerîfte de: ―Allah Teâlâ´nın dilediği oldu, dilemediği de olmadı‖

denilmiĢtir.

Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem´e biri gelip saliha bir kadınla

evlenmek için dua talebinde bulundu. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem

―melekler arasında dua etsem onlar âmin deseler bile kaderin değişmez‖

buyurdular. Bu hadisler gösteriyor ki, sabır en güzel iĢarettir.

*Önce ihvan olan kadının kocası sonradan bu tasavvuf yoluna gireceği

muhakkaktır. Çünkü ayeti kerimede Allah Teâlâ buyurur ki;

―Er olanlar kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kerre Allah

Teâlâ birini diğerinden üstün yaratmıĢtır‖ 1646

Bu sebepten dolayı kocasının bu yola girmesi için ikna yoluna gitmeye

zorlamamalıdır. Çünkü mümin ve ahlaklı kadın, aile hayatının gerçek ilacı-

dır.

Ebu Ümame radıyallahu anh‘ın rivayetine göre: ―Rasûlüllah sallallâhü

―GüneĢ doğuncaya kadar sabah namazı kılmadığım sözüne gelince, biz gece çalı-

şan bir aileyiz, bunu herkes biliyor. Sabaha yakın yatınca güneş doğuncaya kadar

uyanamıyoruz‘‘ diye açıklama yaptı. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem;

―Ey Safvân, uyanınca namazını kıl!‖ buyurdular.‖ (Ebu Dâvud, Savm 74, 2459)

Râbiatu‘l-Adeviyye kuddise sırruhu‘l-azize her gece abdest alır, kokular sürünür ve

kocasına: ―Benimle olmak istiyor musun?‖ diye sorarmıĢ. ―Hayır‖ cevabını alması

üzerine sabaha kadar ibadet edermiĢ. Gecenin ilk bölümünde:

―Allah‘ım! Gözler uyudu, yıldızlar söndü, dünya hükümdarları kapılarını kapattı,

ama senin kapın kapanmaz, beni bağıĢla‖ diye yakarırmıĢ. Ardından namaz için

divan durarak:

―Ġzzet ve celâline andolsun ki, yaĢadığım sürece huzurundaki durumum sabaha

değin böyle olacak‖ dermiĢ. (Ġmam ġarani, Tenbîhu‘l Muğterrîn, trc. Selefin Ġhlâs

ve Takvası, Sıtkı Gülle, Ġstanbul,1997, s.136) 1645

Sevbân radıyallâhu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyur-

dular ki;

―Ciddi bir sebep olmadan, kocasından hul‘ yoluyla boĢanan kadın, cennetin ko-

kusunu alamaz.‖ (Tirmizî, Talâk 11, 1186,1187; Ebû Dâvud, Talâk 18 2226; Nesâî,

Talâk 34, 6,168)

Ebû Dâvud‘un bir rivayetinde Ģöyle denmiĢtir: ―Hangi kadın zevcesinden boĢanma

taleb ederse...‖ Ebû Hüreyre‘nin Nesâî‘de gelen bir rivayetinde: ―Kocasından hul‘

suretiyle boĢanan kadınlar günahça münâfıklar gibidir‖ buyurulmuĢtur. 1646

Nisa, 34

970 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢlardır:

―Mü‘min, Allah Teâlâ‘ya takvadan sonra en ziyade saliha bir zevceden

hayır görür. Böylesi bir kadına emretse itaat eder. Ona baksa sürur duyar, bir

Ģeyi yapıp yapmaması hususunda yemin etse, kadın bunu yerine getirerek onu

yeminden kurtarır, kadınından ayrılıp uzak bir yere gitse, kadın hem kendi

namusu ve hem de adamın malı hususunda hayırhah ve dürüst olur.‖

Abdullah, Ġbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellem buyurdular ki;

―Güzellikleri sebebiyle kadınlarla evlenmeyin. Çünkü güzelliklerinin on-

ları kibir ve gurur sebebiyle alçaltacağından korkulur.

Onlarla mal ve mülkleri sebebiyle de evlenmeyin, zira mal ve mülkün on-

ları azdıracağından korkulur.

Fakat onlarla diyaneti esas alarak evlenin. Yemin olsun, burnu kesik, ku-

lağı delik siyahi dindar bir köle dindar olmayan hür kadınlardan efdaldir.‖

*Kadınlar derslerini tamamlarken eksiklikleri Efendi Hazretleri tarafın-

dan tamamlanacağı için ailesinin isteklerini ön planda tutmalı eĢine ve ço-

cuklarına karĢı Ģefkatli olmalıdır. Bu arada aile bireyleri olumsuz bir tutum

sergiliyorlarsa sabır da göstermelidir. Çünkü maneviyatta haklı olan kadının

istekleri en az ret edilen hallerdendir. Çünkü yaratılıĢlarındaki latif sıfatının

zayi olmaması için Allah Teâlâ manevi yardımını çabuk gönderir.

*Kadın ihvanların sohbetleri feyz yönünden kuvvetli olsa da terakki yö-

nünden zayıf kaldığı için kocasının terakki etmesini dileyerek onun sohbetle-

re gitmesine mani olmayacaktır. Kocasının kazandığı manevi hali kadın evi-

nin içerisinde ondan alır ve kazancına ortak olur. Bu Ģekilde de kendisinin

yol almasına kolaylıklar ihsan olur.

Kadın ve erkek karıĢık yapılan sohbetlerden, kadın ve erkek ihvan sa-

kınmalıdır.1647

Çünkü bu tür sohbetlerin fuyuzatı fazla olması yanında tehli-

kesini bertaraf edecek manevi kudret her zaman bulunmadığı için dikkatli

olunmalıdır. Bu türlü karıĢık sohbetleri büyükler tercih etmemiĢlerdir.

*MürĢidinin ziyaretine muhakkak kocası ile beraber gitmelidir.1648

Ko-

cası ihvan değilse mürĢidini gönül ziyaretleri ile ziyaret kılmalı ve onu üz-

1647

Ġbnu Abbas radıyallâhu anhümâ anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sel-

lem Ģöyle buyurdular: ―Bir erkek, yanında mahremi bulunmayan yabancı bir ka-

dınla yalnız kalmasın!‖ Bunun üzerine bir adam kalkarak:

―Ey Allah‘ın Resülü, kadınım hacc için yola çıktı, ben ise, falan falan gazvelere

yazıldım!‖ dedi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ―Öyleyse git hanımına yetiĢ,

onunla hacc yap!‖ diye emretti.‖ (Buhâri, Cezâu‘s-Sayd 26, Cihâd 140, 181, Nikâh

111; Müslim, Hacc 424, 1341) 1648

Ebü Hüreyre radıyallâhu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

buyurdular ki; ―Allah Teâlâ‘ya ve ahiret gününe inanan bir kadına, bir gece ve

gündüz devam edecek bir mesafeye, yanında bir mahremi olmadıkça gitmesi helâl

değildir.‖ (Buhârî, Taksîru‘s-Salât 4; Müslim, Hacc 419, 422, 1339; Muvatta, Ġs-

ti‘zân 37, 2, 979; Ebü Dâvud, Menâsik 2, 1723–1725; Tirmizî, Radâ 15, 1170)

Ġhvânın Psikolojik Durumu 971

memelidir.1649

Eğer yalnız baĢına veya bir kadın cemaatle ziyaret turlarına

iĢtirak ederse, bilmelidir ki, bu ziyaretlerin neticesinde fazla bir terakki bu-

lamaz.1650

Yalnız zevk ve feyz alır. Bu istenen hedef değildir. Çünkü tasav-

vuf nefsi terbiye içindir.

*‖Kendini yetiĢtirmek isteyen kadın ihvan yalnız kaldığı zamanlarda

onun terbiyesi ile kim nasıl meĢgul olacaktır? ―

Bu soru için verilecek cevap Ģudur. Tarîkat Ģeriatın dıĢında değildir. Ta-

savvufun inceliklerine kavuĢmak içinde kitaplar okumalı ve izinsiz derslerini

değiĢtirmemelidir. Senelerce yalnız baĢlangıç dersini çekmiĢ (yirmi yıl geç-

miĢ hiç kimse ile görüĢmemiĢ) bir ihavana Efendi Hazretleri ona sülûku

(yüksek dersleri) geçmiĢ ihvanın dersini vermiĢtir. Bu Ģu demek oluyor. Ders

vasıta. Önemli olan yola sadâkat ve devam etmektir.

*Kadın ihvanın kendi aralarında yaptıkları sohbetlerde genellikle sükût

üzere, biri tarafından Kur‘ân-ı Kerim, ilâhi ve ilmihal, menâkıp kitapları

okumaları uygun olacaktır.

*Kadın ihvan gördüğü rüyaları birbirlerine anlatmamalıdır. Yalnız koca-

sına anlatmalıdır. Çünkü kadınların birbirlerine anlattıkları rüyalar sonuçta

kadın ihvanlar için sorun teĢkil etmektedir.

*Kadın ihvanda bazı zaman mürĢidine karĢı sevgisinde aĢırıya gittiğini

hissederek yanlıĢ bir halim vardır, Ģeklinde üzüntü olur. Unutulmamalıdır ki;

mürĢidin kadın müridi ile izdivacı tarîkat Ģeriatında men edilmiĢ hususlar-

dandır. 1651

Kadın bu hali yenmek için, üzülmek yerine kocasına karĢı hiz-

1649

Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ―Ey Allah‘ın Resulü hangi kadın daha

hayırlıdır?‖ dendi,

―Kocası bakınca onu sürura gark eden, emredince itaat eden nefis ve malında,

kocasının hoĢuna gitmeyen Ģeyle ona muhalefet etmeyen kadın!‖ diye cevap ver-

di.‖ (Nesâi, Nikâh 14 6,68.) 1650

Ebu Üseyd radıyallahu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

mescidden çıkıyordu. Yolda kadınlarla erkeklerin karıĢmıĢ vaziyette olduklarını

görünce, kadınlara:

―Sizler geride kalın. Yolun ortasından gitmeyin, kenarlarından gidin!‖ ferman

buyurdu. Bundan sonra, kadınlar nerdeyse duvara değecek Ģekilde yürürdü. Bazen

bu değmeler sebebiyle, elbisesinin duvara takıldığı olurdu.‖ (Ebu Dâvud, Edeb 180,

5272)

Ġbnu Mes‘ud radıyallahu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu-

yurdular ki; ―Kadın avrettir, dıĢarı çıktı mı Ģeytan ona muttali olur.‖ (Tirmizi,

Rada 18, 1173) 1651

―Tarîkatın Ģeriatı vardır. ġeriatın tarîkatı vardır. Hakikatin marifeti vardır. Mari-

fetin Ģeriatı vardır. Meselâ evlenme yasağının kimlerle olacağı bellidir. Usûl, fürü,

kardeĢ, teyze, hala, dayı, amca bir de sütkardeĢ ana, baba. Bunun dıĢındakilerle ev-

lenme serbestiyetiyeti vardır. Fakat bir Ģeyh derviĢesi (kadın derviĢ) ile evlenemez.

Bu da tarîkatın Ģeriatıdır. Nereden bileceksin?

Doğuda bunun uygulamaları var ama...

O ġeyh değildir. Sahtekârdır. Bak gayet açık söylüyorum. Ayrıca, kötü misal, misâl

972 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

metini artırmalıdır. Çünkü bu vesvese Ģeytandır. Evli insanlardaki üzüntüle-

rin hepsi Ģeytandır. Bu erkek ve kadın içinde aynıdır. Çünkü kadın ve erkek

evlenince vahdet sıfatı ile Allah Teâlâ rahim sıfatından tecelli eder. Bu rahim

sıfatıylada nesiller devam etmektedir.

*Kadındaki velâyet sonucunda mürĢitlik sıfatına kavuĢan çok nadirdir.

Bu zamanda ise, pek mümkünde görülmemektedir. Onun için Ģeytan bazıla-

rına çok yüksek makamlara erdin gibi aldatmaları olursa dikkat ederek bu

hali terk etmeye çalıĢmalıdır. Kadınlarda halife, vekil, hatim hocası ve ders

tarifi yapmak vazifesi olmaz.

*Kadın ihvanın örtü konusunda dikkatli olması en önemli hususlardan-

dır.1652

ÇalıĢması zaruri olanlar için ise, Allah Teâlâ‘ya dua ederek bu hal-

den kısa zamanda kurtulup maiĢetini giderecek rızık için kocasına dua etme-

lidir. Rızkının kocasının tarafıyla temini yoluna gitmelidir. Ancak bu konuda

en önemli husus aile bireylerinin birbirlerini anlamaya çalıĢmaları huzursuz

bir ortam içine de düĢmemeleridir. Eğer geçim sıkıntısı nedeniyle boĢanma-

lar olursa bunun manevi hiçbir tedavisi yoktur. Maddiyat insana ancak üzün-

tü verir.

*Kadın ihvanın mescidi, sohbet yeri, vb her Ģeyi evidir. Ġhtiyacını dıĢarı-

da aramaya çalıĢmamalıdır. Eğer evinde huzur bulursa kocası onun emrinde

olacağı muhakkaktır.1653

Çünkü Allah Teâlâ karı-koca mücadelesinde kadın

teĢkil etmez. Yâni, kötü örnekten örnek alınmaz.

Kadının boşanmasını sağlıyor, sonra kendisi evleniyor.

Kendi Ģeyhse ve onun derviĢesiyse olmaz. BaĢkasının derviĢesiyle olur.

Sen bir Ģeyhsin. Sana Ġntisab etmiĢ bir derviĢen var. Onunla ömür boyu evlenemez-

sin. Bu genel bir kaidedir. Ancak muhabbet bahsi bazen kaideleri aĢar. Nefs değil,

muhabbet. Bu nerede yazıyor? Demeyin.‖ (ĠNANÇER, Ö. Tuğrul, Gönül Sohbetleri,

Ġst, 2005, s. 59)

MürĢidler tarîkat edebinde baba makamında olduklarından çocukları mesabesinde

olan müridleri ile izdivaç etmesi terbiye okuluna en büyük zararı verir. 1652

Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: ―Cenab-ı Hakk‘ın Ģu mealdeki kavl-i

Ģerifleri indiği zaman, ―Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü‘minlerin

hanımlarına söyle. Evlerinden çıktıklarında dıĢ örtülerini üzerlerine alsınlar..‖ (Ahzâb 59) Ensâr kadınları baĢlarında siyah örtüden kargalar taĢıyor gibi oldukları

halde dıĢarı çıkarlardı.‖ (Ebu Dâvud, Libas 32, 4101)

Hz. AiĢe radıyallahu anhâ anlatıyor: ―Esmâ bint-i Ebi Bekr radıyallahu anhümâ,

üzerinde ince bir elbise olduğu halde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin huzu-

runa girmiĢti. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem ondan yönünü ters istikamete

çevirdi ve:

―Ey Esmâ! Kadın hayız yaĢına girdi mi ondan sadece Ģunun ve Ģunun dıĢında

hiçbir yerinin görünmesi câiz değildir!‖ dedi ve yüzü ile ellerine iĢaret etti.‖ (Ebu

Dâvud, Libâs 34, 4104)

Ġbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: ―Ümmü Seleme radıyallahu anha, evin-

de iken de cilbâbesini baĢörtüsünü fazilet ümidiyle üzerinden hiç çıkarmazdı.‖ Rezîn tahric etti. 1653

Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

Ġhvânın Psikolojik Durumu 973

tarafına yardım eder. Ancak kadın isteklerinde nefsânî ve dünyevî Ģeyler için

kendini zorlamamalıdır.

*Kadın için itaatın sınırlarını belirlerken unutulmamalıdır ki, Allah

Teâlâ‘nın yasaklarını aĢan kocası için itaat etme mecburiyetide yoktur. Çün-

kü kadının kocaya itaati Allah Teâlâ‘ya itaat gibi olduğundan Allah Teâlâ

kötü Ģeyleri emretmez. Allah Teâlâ zulüm sıfatı ile tecelli etmez. Zulüm

sıfatı Ģeytanî sıfatlardan olup mümin kadından Ģeytana itaatte beklenilmez. Gah su döker, gah tuz eker. Gah tandıra yayar, ateĢle onu mihenge vurur.

Ġstekli ve istenen, bu çeĢit dürülüp bükülür, Alt olan ve üst gelen, bu oyundadır

iĢte. Bu oyun yalnız kocayla karı arasında olmaz. Her âĢıkla her sevgili de bu

oyunu oynar. Evveli olmayanla sonradan olanın, varlıkla var olup suret kabul

edenin Vise ve Ramin gibi, bükülüp ezilmesi farzdır. Fakat her birinin oyunu

baĢka bir çeĢittir. Her birinin ezilip büzülmesi baĢka bir hünerdendir. Kocaya

karısı için ―ey koca karını kötü tutma, hoş tut‖ demek için misal olarak söyle-

dim. Gerdek gecesi yengesi onun elini tutup hoĢ bir emanet olarak senin eline

vermedi mi? Ey güvenilir kiĢi sen iyi kötü ne yaparsan Allah Teâlâ‘da sana onu

yapar. 1654

*Kadının kavuĢacağı en yüksek makam aĢk makamı olan Hz. Hatice ra-

diyallâhü anhanın makamıdır. Bu makam çok ibadet ile elde edilmeyip kadı-

nın itaat ile önce kocasına sonra mürĢidine fedayı can ve hizmet etmesidir.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kadınlar arasında en çok değer ver-

diği de Hz. Hatice radiyallâhü anhadır.

Hz. Fatıma, Hz. AiĢe radiyallâhü anhümanın makamları daha sonra ge-

lir. Bu nedenle kocasına aĢık olmayan kadının mürĢidinden alacağı hiçbir

Ģey yoktur. Kocasının çilesine katlanmak bin yıllık riyazattan faziletlidir.

buyurdular ki; ―Kadınlara hayırhâh olun, zira kadın bir eyeği kemiğinden yaratıl-

mıĢtır. Eyeği kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan

kırarsın. Kendi haline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayırhah

olun.‖ (Buhari, Nikâh 79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Rada 65, 1468;

Tirmizi, Talak 12, 1188)

Amr Ġbnu‘I-Ahvas radıyalĠahu anh anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

buyurdular ki; ―Kadınlara karĢı hayırhâh olun. Çünkü onlar sizin yanınızda esir-

ler gibidirler. Onlara iyi davranmaktan baĢka bir hakkınız yok, yeter ki, onlar açık

bir çirkinlik iĢlemesinler. Eğer iĢlerlerse yatakta yalnız bırakın ve Ģiddetli olmaya-

cak Ģekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarında aĢırı gitmeye bahane aramayın.

Bilesiniz, kadınlarınız üzerinde hakkınız var, kadınlarınızın da sizin üzerinizde

hakkı var. Onlar üzerindeki hakkınız, yatağınızı istemediklerinize çiğnetmemele-

ridir. Ġstemediklerinizi evlerinize almamalarıdır. Bilesiniz onların sizin üzeriniz-

deki hakları, onlara giyecek ve yiyeceklerinde iyi davranmanızdır.‖

Hz. AiĢe radıyallahu anha anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyur-

dular ki; ―Eğer bir kimsenin bir baĢkasına secde etmesini emretseydim, kadına,

kocasına secde etmesini emrederdim ve eğer bir erkek karısına kırmızı bir dağdan

siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taĢ taĢımayı emretseydi, uygun

olan, kadının bu emri yerine getirmesidir.‖ 1654

Mesnevi, c.VI, b. 3949–3957

974 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

1655

KADIN NĠÇĠN ―ÖRTÜN EMRĠNE‖ MUHATAP KILINDI?

Ġnsan kutsîdir. Erkek ve kadın bu kutsîliğin bireyleri olarak bir bütündür.

Allah Teâlâ yaratılıĢı latif olan bir cüz‘ü yani kadını muhafaza için örtülü

tutmak istedi. Çünkü bütün içerisinde çıplaklık ile kadının ezilen taraf olarak

kalmasını istemedi. Ancak kadınların büyük bir kısmı kendine verilen güzel-

liği etrafı ile paylaĢmak arzusuna düĢmüĢtür. Bu nedenle çeĢitli sebepler

bularak gizli defineyi açığa çıkartmak istediler. Her kadın eĢi olan kocasının

bir kısmını oluĢturduğunu bilmelidir. Bu Ģu demek olur. YaratılıĢındaki bazı

zayıf noktaları ancak eĢi ile tamamlayacaktır. Her insan gibi, kadında hayatı

boyunca bu eksikliği tamamlamak için gayret göstermektedir. Bunu bulma-

yınca kendince çareler arayarak dıĢa açılır. Sonuçta bulmak istediği Ģeyi de

bulamaz. Erkek ise, bu türlü bir zorlama içerisinde değildir. Çünkü hakim

sıfatı ile bu noksanlığı hiçbir Ģekilde hissetmez.

Allah Teâlâ kadına cazibe vermiĢtir. Fakat kapatmayı da yanında em-

retmiĢtir. Örtüdeki sınırı tek parça 1656

elbise ile emretmiĢtir. Tek parça vah-

detin (birliğin) temsili olduğundan ruhâni yükseliĢin emâresidir. Örtü aslında

bir olan Allah Teâlâ‘nın kadında görülen zuhurâtının ifnâsını sağlayan mü-

him bir eĢyadır. Bu muhafazadaki sınırı Hz. AiĢe radiyallâhü anha Ģu Ģekilde

tesbit etmiĢtir.

1655

Abdullah Ġbnu Ebi Evfa radıyallahu anh anlatıyor: ―Hz. Muaz ġam‘dan dönünce

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem secde etmiĢti. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve

sellem hayretle:

―Ey Muaz! Bu da ne?‖ dedi. O açıkladı:

―Şam‘a gitmiştim, onların reislerine ve patriklerine secde ettiklerine rastladım.

İçimden, aynı şeyi size yapmak arzusu geçti.‖ Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

bunun üzerine:

―Bunu yapmayın! Zira Ģayet ben, bir kimseye, Allah Teâlâ‘dan baĢkasına secde

etmeyi emretseydim, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Muhammed‘in

nefsi elinde olan Zat-ı Zülcelal‘e yemin ederim ki, bir kadın, kocasının hakkını

eda etmedikçe Rabbinin hakkını da eda edemez. Kadın deve sırtındaki semere

binmiĢ iken kocası nefsini talep edecek olsa, kadın bu isteğe mani olamaz.‖ 1656

―Mümin kadınlara söyle baĢörtülerini (çarĢaflarını) yakalarının üzerine sar-

kıtsınlar.‖ (Nur, 31)

Ebussuud Efendi‘nin tefsirinde ―Cilbâb‖ dan maksat çok geniĢ ve uzun bir örtüdür.

Kadın bununla baĢını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar

salar.

Celaleyn tefsirinde cilbab ise, kadının bütün vücudunu kapatan örtüdür. Ġbni Abbas

radiyallâhü anh, ―Hür olduklarının bilinmesi ve iffetlerinin korunması için

mü‘min kadınlara bir gözleri hariç, baĢ ve yüzlerini tamamıyla örtmeleri em-

redilmiĢtir.‖

Ġhvânın Psikolojik Durumu 975

Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ―her nebi vefat ettiği me-

kanda defnedilmiĢtir‖ buyurduğu için kendisi de Hakk‘a yürüdüğünde kabir

olarak Hazreti AiĢe radiyallâhü anhanın hücresinde yattığı döĢeğin serili olduğu

yerde sırlanmıĢtır. Hazreti Ebu Bekir radiyallâhü anh Hakk‘a yürüdüğünde Haz-

reti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yanında sırlanmıĢtır. Hazreti AiĢe

radiyallâhü anha buyurdu ki;

―Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve babamın sırlandıkları 1657

evime girerdim. Efendim ve babam der, dıĢ elbisemi çıkarırdım.‖

Hazreti Ömer radiyallâhü anh Hakk‘a yürüyüp babasının yanına sırlanınca

AiĢe radiyallâhü anha cilbabını giyinmeye baĢladı ona: ―Annemiz size ne olu-

yor? Neden cilbabınızı giyiyorsunuz denildiğinde‖ Ģöyle buyurdu:

―ġu efendim, Ģu da babamdı Hazreti Ömer radiyallâhü anhdan hayâ

ederek giyindim.‖

Ġmamı Malik radiyallâhü anh Ģöyle söylemiĢtir: Hazreti AiĢe radiyallâhü anhanın evi iki kısma ayrılıp bir duvarla bölün-

müĢtü. Bu iki bölümden birinde kabir vardır. Bir kısmın da Hazreti AiĢe radi-

yallâhü anha bulunuyordu. Arada sırada kabir tarafına geçerdi. Hazreti Ömer

radiyallâhü anhden sonra da geçerdi. Fakat bu defa üzerine bir örtü alıp ona bü-

rünerek girerdi.

Yine Hazreti Fatıma radiyallâhü anha tesettüre son derece ehemmiyet ve-

rirdi. Vefat ettiği zaman yıkanmasında iki kiĢinin bulunmasını (Esma binti

Umeys ve Hazreti Ali Kerremallâhü veche) ve küçük bir çadır içinde yıkanma-

sını, cenazesinin kimse tarafından görülmemesi için geceleyin sırlanmasını va-

siyet etmiĢ ve öyle yapılmıĢtır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem onun bu

hassasiyetine uygun olarak ―kıyamet günü olunca perde gerisinden bir münadi

Ģöyle seslenecek:

―Ey mahĢer halkı gözlerinizi kapayın Fatıma bint-i Muhammed sal-

lallâhü aleyhi ve sellem geçecek.‖

Mıknatıs demiri çeker. Bu nedenle örtüsü, kadını koruması yanında ca-

zibe kuvvetini de artırdığı gibi, kontrol altında tutmaktadır. Ġnsan bilmediği

Ģeyin peĢine gitmekten heyecan duyar. Açık olan Ģeyde sır düĢünülemez.

Çünkü tedbiri yanındadır. Çok kiĢi aĢık olduğu kiĢide gördüğü, belki hayali-

dir. Vuslat olunca da hayalini bulamayınca üzülür. Fakat çaresini de kay-

betmiĢtir. 1658

Hâsılı insan, vuslata erdi mi vasıta olan kadın, adamın gözüne soğuk gö-

rünmeye baĢlar.1659

Eğer kadın, murad verecek bir vasfa eriĢmiĢ olup bir erkeği kendine bağ-

1657

Sırlamak. Defnedilmek manasına kullanılmaktadır. Ġnsan için hakiki ölüm olma-

dığı gibi, büyüklerimizin dünyayı terk etmelerinde saygı ifadesi için bu lafzı kul-

lanmak edeben üzerimize vacibtir. 1658

ÜLKÜ, Kübra, Ġslâm‘da Tesettür ve Evlilik, Ġst, 2006, s.6–7, 35 1659

Mesnevi, c.III, b: 1400

976 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

lamıĢsa, bu sefer baĢkasını da aynı etkiye almaması için kendini koruma

altına alması lazımdır. Çünkü vuslata kavuĢmuĢ olanın soğukluğu zamanla

artar iken, diğerlerinin ateĢi harlanmaktadır. Buna ancak kadın engel olacak-

tır. ―Kadın tencere gibidir‖ denilmiĢtir.

Züyyine linnâs,1660

hükmünce Allah Teâlâ‘nın insanlar için bezediği Ģey-

lerden halk, nasıl kurtulabilir?

Allah Teâlâ; kadını erkeklere munis olmak üzere yarattı. Âdem nasıl olurda

Havva‘dan ayrılabilir?

KiĢi yiğitlikte Zâloğlu Rüstem bile olsa Hamza‘dan bile ileri geçse yine

hükmetme hususunda karısının esiridir.

Âdemî sözlerinden âlemin sarhoĢ olduğu Muhammed sallallâhü aleyhi ve

sellem bile ―Kelliminî yâ Humeyrâ‖ (Benimle konuĢ) derdi.

Gerçi zâhiren su, ateĢten üstündür; fakat bir kaba konunca ateĢ, onu fıkır fı-

kır kaynatır.

Ġkisinin arasında bir tencere, bir çömlek oldu mu ateĢ, o suyu yok eder, ha-

va haline getirir.

GörünüĢte su nasıl ateĢten üstünse, sen de kadından üstünsün; fakat ha-

kikâtte ona mağlûpsun, sen onu istemektesin.

Böyle bir hassa ancak Âdemoğlundadır. Çünkü insanda muhabbet vardır.

Hayvanın muhabbeti azdır ve bu da onun nâkıs olmasından ileri gelmiĢtir.

Kadınlar, akıllı kiĢiye galebe ederler, fakat cahil kiĢi onlara galip olur

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem dedi ki; ―Kadınlar; akıllı kiĢilere eh-

li dil olanlara fazlasıyla galip olurlar. Fakat cahiller, kadına galebe ederler.‖

Çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar. Onlarda acıma, lütfetme, sevme

azdır. Çünkü tabiatlarında, yaradılıĢlarında hayvanlık üstündür.

Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve Ģehvetse... hayvanlık vasfıdır.

Kadın, Hakk nurudur, sevgili değil... Sanki yaratıcıdır, yaratılmıĢ değil-

dir! 1661

Erkek kadındaki ilâhî sırrı kendinde bulamadığı için kadına olan isteğini

dizginleyemez. Bu nedenle ―Bakmak zinadır‖ desende gözünü kadından

ayıramaz. Onun için örtünmesini isteyen Allah Teâlâ‘dır. Çünkü erkekte ve

kadında karĢı cinse meyil vardır.

Bir kadının kocasını yahut bir kocanın karısını alıp bir yere götürsen eĢi de

koĢa koĢa mutlaka onun yanına gelir.1662

Bu birlikte âlem bekâ bulsun diye Allah Teâlâ erkekle kadına da birbirleri-

ne karĢı bir meyil verdi. Her cüz‘e de, diğer bir cüz‘e meyil verdi… Ġkisinin bir-

1660

―Ġnsanlara, kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüĢ yığınları, cins atlar,

davarlar, ekinler gibi zevklerin sevgisi, çekici hale getirildi. Fakat bunlar, dünya

hayatının geçici nimetleridir. Oysa Allah, akıbet güzelliği, O‘nun yanındadır.‖

(Âl-i Ġmran, 14) 1661

Mesnevi, c.I, b: 2425–2436 1662

Mesnevi, c.III, b: 2873

Ġhvânın Psikolojik Durumu 977

leĢmesinden bir Ģey doğar, bir Ģey vücud bulur.1663

Allah Teâlâ zahirî ve batınî örtünmeyi beraber istemiĢtir. Yani örtünme

yalnız vücudun da örtünmesi değildir. Ruhun örtünmesi de gereklidir.

Nice namuslu, örtülü kadın vardır ki, ferciyle, boğazının Ģomluğundan rüs-

vay olmuĢtur.1664

Kadının bakıĢı fitnedir. Fakat bu fitne, sesi de duyuldu mu bir katken yüz

kat olur. Sesini yüceltmesine imkân bulunmazsa kadının bakıĢı, yalnız baĢına

fayda etmez.1665

Bu nedenle kadın örtüsüyle sırrını korur. Bu sırrı ise, erkeğinin aynası-

dır. Ayna eğer açıkta olursa gelen giden bakmak ister. Erkek ise, bir zaman

sonra gelenin gidenin bakarken nefesi ile islediği aynayı temizlemek yerine,

ya kırarsa? Aynanın islenmemesi için evde örtü örtersin. Bu örtü sürekli

aynanı temiz tutar. Erkek bakmak için açtığında çirkin yüzünü dahi güzel

görür. Bunun için hususî güzellik umumîleĢtiğinde değersizleĢir. Talibi bile

olmaz. Allah Teâlâ hususî güzelliklerin paylaĢılmasını bazı yerlerde yasak-

lamıĢtır. Bu güzelliklerin baĢında kadının güzelliği vardır.

Kadın kendinde olanın saklamaya alıĢırsa onu erkekten daha fazla ko-

rumaktadır. Açarsa Allah Teâlâ‘ya dahi isyan edebilecek gücü kendinde

bulur. Çünkü kadın yaratma sıfatının tecelligâhıdır. Bu nedenle örtünen ka-

dına açılmayı, açık olan kadına örtünmesi istenirken zorlama yolu ile değil

ikna yolu ile teklif etmelidir. Zayıf denilen kadının çok güçlü olduğu bilinen

bir gerçektir. 1666

1663

Mesnevi, c.III, b: 4415 1664

Mesnevi, c.III, b.1696 1665

Mesnevi, c.VI, b.4557 1666

Ġbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sel-

lem (bir bayram namazında kadınlar tarafına geçerek):

―Ey kadınlar cemaati! (Allah Teâlâ yolunda) sadakada bulunun, istiğfarı çok

yapın. Zira ben siz kadınların cehennemde çoğunluğu teĢkil ettiğini gördüm‖ buyurdular. Dinleyenlerden cesaretli bir kadın:

―Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teĢkil ediyor, neyimiz var?‖ diye sordu.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:

―Ağzınızdan kötü söz çok çıkıyor ve kocalarınıza karĢı nankörlük ediyorsunuz.

Aklı ve dini eksik olanlar arasında akıl sahibi erkeklere galebe çalan sizden baĢ-

kasını görmedim!‖ dedi. O kadın tekrar:

―Ey Allah‘ın resulü! Aklı ve dini eksik ne demek?‖ diye sorunca Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve sellem açıkladı:

―Aklı noksan tabiri, iki kadının Ģahitliğinin bir erkeğin Ģahitliğine denk olmasını

ifade eder. Dinlerinin eksik olması tâbiri de onların (hayız dönemlerinde) günlerce

namaz kılmamalarını, Ramazan ayında oruç tutmamalarını ifade eder.‖

978 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Hülâsâ kadın örtüsüyle cazibe gücünü kontrol altına almaktadır. Çünkü

kadın karĢısında galip olan erkek yok gibidir.

―Bu iĢ, siz kadınların tuzağındandır. Gerçekten de sizin tuzağınız çok

büyüktür.‖1667

Çünkü kadının isteği karĢısında erkek aciz kalmıĢtır. Aciz kalan erkekte

kadının safiyetini bozup kadına zarar vermekten kendini kurtaramamıĢtır.

Onun için erkekteki acziyeti kadının açığa çıkartmaması gerekir. Çünkü

erkeğin tabiatı buna müsaade etmez. Bu nedenle çok zaman huzur bozulmuĢ-

tur. Huzurun olmadığı ortamda iyilik ve kötülük vasfı kaybolur. Ġyiliğin ve

kötülüğün değersizleĢtiği toplum ilâhî gazabı celp eder.

E- ĠHVÂNIN PSĠKOLOJĠK DURUMLARI Kitabın içerisinde dolaylı olarak bu konunun izahları geçse de ihvâna

faydalı olacağı düĢüncesiyle bir baĢlık altında incelemek ihtiyacı hâsıl ol-

muĢtur. Genellikle dikkat edilecek hususlar Ģunlar olabilir.

*Asıl hedefin ahiret hayatı olduğu dünyada göreceği ve kazanacağı Ģey-

lerin geçiciliğini unutmayıp, gerekirse terk etmede kararlı olmalıdır.

Eğer bir deniz yolculuğunda bindiğin gemi bir limana uğrar da seni kıyıya

su almak için yollarlarsa, yolda midye kabuğu veya mantar bulursan bunları

toplayabilirsin. Fakat aklın daima gemide olmalıdır. Sık sık baĢını gemiye çevi-

rerek kaptanın seni çağırıp çağırmadığını araĢtırmalısın. Eğer kaptan çağırırsa

seni eli ayağı bağlı bir hayvan gibi, gemiye atmalarına meydan vermemek için

elindekilerinin hepsini atıp hızla geriye dönmelisin. Hayat yolculuğunda da du-

rum aynıdır. Bir midye kabuğu veya bir mantar yerine bir kadın veya bir çocuk

nasibin olursa, bunları benimsersin. Fakat kaptan seni çağırınca arkana bakma-

dan her Ģeyi bırakıp gitmen lâzımdır. Eğer yaĢlı isen yetiĢememek korkusuyla,

gemiden pek uzaklaĢmamalısın. 1668

*Ġsteklerini dizginlemeyi bilmelidir.

Bir çocuk; ağzı dar, içinde fındık incir bulunan bir kaba elini sokar, avucu-

nu alabildiği kadar doldurur ve bu kadar, ĢiĢince, elini dıĢarıya çıkaramayarak

ağlamağa baĢlar. Yavrum onun yarısını bırak. Elini yine oldukça dolu dıĢarıya

çıkarabilirsin. Sen iĢte bu çocuksun. Çok istiyorsun ve hepsini elde edemiyor-

sun. Daha az iste, o zaman istediğin senin olur. 1669

Buhârî, Hayz 6, Zekât 44, Ġman 21, Küsüf 9, Nikâh 88; Müslim, Küsüf 17, (907),

Ġman 132, (79); Nesâî, Küsuf 17, (3, 147); Muvatta, Küsuf 2, (1, 187). 1667

Yusuf, 28 1668

EPĠKTETOS, DüĢünceler ve Sohbetler, trc. Burhan TOPRAK, Ġst, 1962, düĢün-

celer. 13 1669

a.e., 3 kitap, sohbet. 16

Ġhvânın Psikolojik Durumu 979

*Her Ģeyden önce yalnızlık denen korkulardan kendini kurtarmalı pay-

laĢmayı öğrenmelidir. Tasavvuf terbiyesi aslında insanı yalnızlıktan kurtar-

maktır. NakĢî usûlündeki rabıta uygulaması bu nedenledir. Kendini yalnız

hisseden kiĢi duygularını ve fikirlerini olgulaĢtırmada yeterli olamayacağı

muhakkaktır. ―Yalnızlık Allah Teâlâ‘ya mahsustur‖ denir. Allah Teâlâ

yeterlilik ve hiç bir Ģeye muhtaç olmamak açısından yalnızlıkla vasıflıdır.

―Ben, cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.‖ 1670

Ayette geçen ―li-ya‘büdûn‖(kulluk) için ―li-ya‘rifûn‖ (bilinmek) manası

verilmiĢtir. Çünkü bilinmeyene ve bilmeyenin kulluk etmesi mümkün değil-

dir. Allah Teâlâ mahlukâta kendini rasüller vasıtasıyla tanıtmıĢtır. Bu neden-

le Allah Teâlâ yalnızlığı kendi nefsi içinde istememektedir. 1671

Yaratıcının

yaratılmıĢlar ile bir iliĢkisi olduğuna göre ihvân her halükârda hayatını bir

kimse ile paylaĢacaktır.

*Güven duygusunu ileri seviyede tutmak gerekir.

Seni sürgüne gönderecekler!

— Dünyanın ötesinde beni gönderecekleri bir ülke var mı? Gittiğim her

yerde gökleri, güneĢi, ayı, yıldızları bulamayacak mıyım? Rüyalarım ve bir tali-

him olmayacak mı? Allah Teâlâ ile sohbete imkân bulamayacak mıyım? 1672

*Kitapta da geçtiği gibi, zamanını değerlendirirken olgunlaĢma sürecinin

herkes için aynı olamayacağını da unutmamalıdır.

*Hiçbir Ģekilde insanüstü özellikleri (kerâmet) hedef tayin etmemeli ve

kerâmet gibi Ģeyleri hedefleyen kiĢilerden uzak durmalıdır. Çünkü bu kiĢiler

genellikle sorunlu kiĢilerdir. Onlar hayâli Ģeyler ile hayatın gerçeklerinden

uzaklaĢmıĢlardır.

Sık sık düĢüp kalktığımız kimselerin üzerimizdeki tesiri az değildir. Bitevi-

ye bir sefih ile düĢüp kalkarsan, çok kuvvetli bir Ģahsiyetin yoksa senin onu yo-

la getireceğini ümit etmekten çok onun seni bozmasından korkmalıdır. Mâdem-

ki kültürsüzlerle temasta bu kadar tehlike vardır, onlarla ancak büyük bir ihtiyat

ve anlayıĢla düĢüp kalkmalıdır. 1673

*MürĢidini insanlık vasfından dıĢarı çıkarmamalıdır. Eğer bu Ģekilde dü-

Ģüncelere kendini yönlendirirse ileriye dönük karĢılaĢacağı sorunları çöze-

mediği zaman bunalıma düĢeceğine kesin gözle bakılır. ―Niçin böyle olu-

1670

Zâriyât, 56 1671

Tevfik Ceylan Dede bu konuda buyurdu ki; ―Allah Teâlâ yalnızlık sıkıntısından

bu âlemleri yarattı.‖ (Orhan Baba‘dan iĢittim) 1672

a.e., 3 kitap, sohbet. 44 1673

a.e., 3 kitap, sohbet.31

980 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

yor? Benim efendim bana niye yardım etmiyor?‖ vb. soruları ile inancında

sarsılmalar olur ki, sonuçları olumsuz olmaktadır.

*Üzülmemelidir.

Dünyada olup biten Ģeylerin bir kısmı elimizdedir. Bir kısmı da elimizde

değildir.

Elimizde olanlar düĢüncelerimiz, yaĢayıĢımız, isteklerimiz, eğilimlerimiz,

iğrenmelerimiz; bir kelimeyle bütün hareketlerimizdir.

Elimizde olmayanlar ise, eĢya, mal, Ģöhret, mevki bir kelime ile hareketle-

rimiz arasında olmayan Ģeylerdir. Elimizde olanlar tabiatları dolayısıyla hürdür-

ler. Hiçbir Ģey onları durduramadığı gibi, onlara engel de olamaz. Elinizde ol-

mayanlar ise, güçsüz, esir, boyunduruk altında, binlerce engel ve terslik içinde

olup bütün bütün bize aykırıdırlar. O halde hatırla ki, tabiatları dolayısıyla esir

olanları hür ve baĢkasına bağlı olan Ģeyleri sana ayrılmıĢ sanıyorsan her adımda

engellere rastlayacak, kırılacak, üzülecek ve Allah Teâlâ‘dan ve insanlardan da

Ģikâyet edeceksin. Buna karĢılık senin olanı benimser ve baĢkasının olanı da

baĢkasının iradesinde sayarsan; o zaman kimse sana istemediğini yaptıramadığı

gibi, istediğini de yapmana engel olamaz. Dolayısıyla kimseden Ģikâyet etmez,

kimseyi suçlandırmaz ve istemeden hiçbir hareketi yapmağa zorlanmazsın.

Kimse sana bir fenalık edemez, düĢmanın olamaz ve baĢına kötü, zararlı bir Ģey

de gelmez.1674

*AĢk cihetiyle zuhur edecek hallerin çabuk geçilmesini tercih ederek bir

sonraki makam olan vuslatın bekâsını bulmak istemelidir. Çünkü aĢk terbi-

yesi elemli ve bu deryâda boğulan çok olduğundan, geçilmesi ile terbiye

edilmek ve mürebbi olmak mümkün olur.

AĢkta delilik halleri insana arızdır. Vuslatta ayıklık ve menfaat vermek

vardır. Mevlâna kuddise sırruhu‘l-aziz Mesnevî ġerifini vuslata erdikten

sonra yazmıĢtır. Eğer bu Ģekilde olmamıĢ olsa idi, okuyana hoĢ gelmezdi.

Bazıları eserlerini seyr halinde yazarlar. Tatlı ve hoĢ görünse de verimli ol-

maz. Çünkü her insanın terbiyesi aynı yoldan olmadığı bilinen gerçektir.

Seyr halinde yazanların eseri ve sözleri o yola muvafık düĢene zevk verir.

Bu nedenle Mesnevî gibi, her kesime hitap eden eserler az olmaktadır.

*Neye ne kadar sahip olduğunu bilmelidir..

Her ne hakkında olursa olsun: ―Onu kaybettim!‖ deme. Fakat ―Onu geri

verdim!‖ de. Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu da geri

verdin. Tarlanı mı elinden aldılar? ĠĢte yine bir geri verme. — Lâkin onu elim-

den alan kötü bir adamdı! — Onu sana verenin falan veya filân yolu ile geri al-

masının ne önemi var? Onu sende bıraktığı sürede, yolcuların otellerden fayda-

landıkları gibi, âdeta sana ait bir Ģey değilmiĢ gibi ondan faydalan. 1675

1674

a.e., düĢünceler.1–4 1675

a.e., düĢünceler. 17

Ġhvânın Psikolojik Durumu 981

Allah Teâlâ hayatın her cephesinde kulunun yanındadır. Ġrâde-i külliyesi

ile takdir ettiklerinden baĢka olarak kullarına Ģerri bile verse rahmetindendir.

Çünkü ilâhtır. Kula düĢen kulluk gerçeğini unutmamasıdır. Acizliğini bilme-

si insan için bir özür beyanıdır ve affa sezâ olur. Allah Teâlâ rabliğini en

güzel Ģekilde îfa kıldığından insan kulluk mecburiyetini unutmamalı sorum-

luluğunu üzerine almalıdır.

* Allah Teâlâ‘nın dünyada kiĢi için takdir ettiğine razı olmalı, gereğini

en güzel Ģekilde icra etmelidir.

Hatırla ki, uzun veya kısa bir piyeste rejisörün sana verdiği rolü oynayacak

bir aktörsün. Eğer senin bir dilenci rolü oynamanı uygun görmüĢse, elinden gel-

diği kadar iyi oynaman lâzımdır. Eğer bir topalın yahut bir prensin veya ayakta-

kımından birinin rolünü oynamanı uygun görürse, yine baĢka türlü hareket

edecek değilsin. Zira verilen rolü iyi oynamak sana düĢer. Lâkin bu rolü seçmek

Allah Teâlâ‘nın elindedir. 1676

*Her Ģeyde tabiatının gereğinden baĢka özellik beklememelidir.

Seni eğlendiren, ihtiyaçlarını doyuran, bir kelimeyle sevdiğin her Ģey karĢı-

sında, kendi kendine, onun ne olduğunu sormayı unutma. Ġlkönce en küçükle-

rinden baĢla. Bir çömleği seviyorsan, topraktan yapılmıĢ bir çömleği sevdiğini

bil. Eğer kırılırsa üzülmezsin. Çocuğunu veya karını seviyorsan kendi kendine

geçici bir varlığı seviyorum de. Eğer ölüverirlerse ıztırap çekmezsin. 1677

*Ġnsanlar ile arasındaki köprüleri yıkmamalı, yanlıĢ hallerde önce kendi-

ni düzeltmeye çalıĢmalıdır.

Hatırla ki, ne sana söven, ne seni döven, ne de sana hakaret eden vardır.

Fakat bu iĢleri yapanların sana hakaret ettiklerine inancın onları sana böyle gös-

termektedir. ġu halde ne zaman biri seni kırar veya kızdırırsa. Bil ki, seni kızdı-

ran o adam değil, senin inancındır. 1678

*Muhakkak her insanın bir güzel tarafı olduğundan, yolun erbâbından is-

tifade etmeye çalıĢmalıdır.

Her Ģeyin iki kulpu vardır: biri onu taĢımağa elveriĢli olan kulp, öteki taĢ-

mağa elveriĢli olmayan kulptur. ġu halde kardeĢin sana bir kötülük ederse, onu

sana kötülük yaptığı yandan alma. Bu onu götürüp gitmeğe elveriĢli olmayan

kulptur. Fakat öbür yandan yani senin kardeĢin olduğu taraftan al. Bu suretle

1676

a.e., düĢünceler. 25 1677

a.e., düĢünceler. 8 1678

a.e., düĢünceler. 29

982 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

onu sana, tahammül edilebilir gösteren sağlam taraftan tutmuĢ olacaksın. 1679

*Ezel taksimatında irâde-i külliyenin taksimine razı olmalı ve sahip ol-

duğu sınırlarının ne olduğunu tespit etmelidir.

Sana senden gelmemiĢ olan özelliklerle asla öğünme. Bir at gururla: ―Ben

güzelim!‖ dese buna tahammül edilebilir. Fakat sen böbürlenerek ―Güzel bir

atım var!‖ dersen bilki güzel bir ata sahip olmakla öğünüyorsun. Bunda cana ait

olan nedir? Muhayyileni kullanman! Bunun için muhayyileni kullanırken tabiatı

kolla. ĠĢte o zaman kendindeki meziyetle öğünebilirsin. 1680

*Kabz (keder) hallerinde Ģükrünü, bast (sevinç-zevk) hallerinde istiğfa-

rını artırmalıdır.

*Hallerin geçiciliği fitnesinden kendisini kurtaramadığında hal kendini

terk ettiğinde üzüntüye düĢeceğini bilmelidir.

Ruh su ile dolu bir havuz gibidir. Onun kanatları bu havuzu aydınlatan

ıĢıktır. Havuzun suyu dalgalandıkça ıĢığında dalgalandığı sanılır. Hâlbuki ıĢık

olduğu gibidir. Ġnsan içinde bu böyledir. O bulanık ve üzüntülü iken, faziletleri

bulanık ve periĢan değildir. Onun özündeki kuvvetler harekete gelmiĢtir. Bu

kuvvetler durgunlaĢınca her Ģey durgunlaĢacaktır. 1681

*‖Kendi kendime asla engel olmayacağım!‖ demelidir. 1682

*Söylenen kötü sözlerden etkilenmeyip sabrını artırmalıdır.

―Bir taĢa küfret, neye yarar? O seni duymaz. Onun için taĢı taklit et ve sa-

na söylenen küfürleri duyma!‖ 1683

*BaĢarısızlıktan korkmamalıdır.

Ne fakirlikten, ne sürgünden, ne zindandan ne de ölümden korkmamalıdır.

Fakat korkudan korkmalıdır. 1684

*Duyguların esiri olmamalıdır.

Küçük ve büyük esirler vardır. Küçükler küçük Ģeyler için, bir yemek, bir

ev, ufak tefek yardımlar için esir olanlardır. Büyükler ise, müdürlük, valilik gi-

1679

a.e., düĢünceler. 69 1680

a.e,, düĢünceler. 12 1681

a.e., 3 kitap, sohbet.5 1682

a.e., sohbet.6 1683

a.e., sohbet. 68 1684

a.e., 2. kitap, sohbet. 39

Ġhvânın Psikolojik Durumu 983

bi Ģeyler için esir olanlardır. Vilâyet makamının sembolü olan baltaların ve ok-

ların kimin önünde taĢındığını görüyorsun, o vali öbür esirlerden daha esirdir.

1685

*ÇalıĢmanın sonucunu beklerken, olayların yönünü ve sonucunu tayin

etmeyi bilmelidir.

SavaĢta Allah Teâlâ‘ya dayanmaktan ne fayda çıkar ki? Bu tavla oynayan

acemilerin Allah Teâlâ‘ya dayanmasına benzer. Donup kalmamıĢ olan keskin

bakıĢlarsa, ileriyi delip gider, perdeleri yırtıp görür. Bu bakıĢa sahip olanlar, on

yıl sonra olacak Ģeyi Ģimdiden, hem de gözleri ile görürler. Böylece herkes ba-

kıĢı ve görüĢü miktarınca gaybı da görür, geleceği de... Hayrı da görür Ģerri de.

Gözün önünde ardında bir engel kalmadı mı bütün dünya dümdüz olur, göz,

gayp levhasını bile okur. Gözünü ardına çevirdi mi varlığın baĢladığı zamandan

itibaren bütün macera ve âlemin yaradılıĢı gözüne görünür! 1686

*Hatalı durumların piĢmanlığı duymaktansa terk makamı olan tevbeyi

nimet bilerek unutmaya çalıĢmalıdır. Tasavvuf ehli unutkanlığı çok olan kiĢi

demektir. Hatasını ve sevabını hep unutur. Gaflet ile geleceğini ve gönülleri

imar eder. Bu gaflet ayıklığın üzerinde olan bir gaflettir.

O anda bu dünya harap olurdu, insanların içlerinde hırs kalmazdı. Ey can,

bu âlemin direği gaflettir. Akıllılık, uyanıklık, bu dünya için âfettir. 1687

*DanıĢtığı Ģeylerde tarif edilene uymalıdır. Sözünü tutmayacaksa sor-

maktan kaçınmalıdır. Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme ashâb-ı

kirâm lüzumsuz soru sormaktan kaçınırlardı.

*Azlığın fitnesi çokluğun fitnesinden hafif olduğundan ibadet veya zikir

olsun her Ģeyde en azıyla yetinmelidir.

Buraya kadar sayılan maddeler çoğaltılabilir. Önemli olan razı olmayı

âdet haline getirip kendini korumakta kolay yolu tercih etmelidir.

1685

a.e., 3 kitap, sohbet. 69 1686

Mesnevi, c.IV, b. 2900-2905 1687

Mesnevi, c.I, b.2065-2066

984 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

F—EHL-Ġ BEYT‘Ġ SEVMEK 1688

Sevgi ve buğz ezeli ve gizlidir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin evla-

dını seven kiĢinin sevgisi, kendisinden sonra çocuklarına, Ehl-i Beyt‘e düĢman-

lık edenin düĢmanlığı da çocuklarına geçmiĢtir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

sellemin evladını sevenlerde bu sevgi meydana çıkmıĢtır. Cenabı Hakk Ģöyle bu-

yurmuĢtur:

―Onlar, ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya

da Rablerinin bir takım alametlerinin gelmesini gözetliyorlar. Rabbinin bazı ala-

metleri geldiği gün, önceden iman etmemiĢ veya imanında bir hayır kazanmamıĢ

bir kimseye o günkü imanı hiçbir yarar sağlamaz. De ki: ―Gözetin! Çünkü biz de

Ģüphesiz gözetiyoruz.‖ 1689

Allah Teâlâ‘nın bazı sözü tıpa tıp Hasan ve Hüseyin‘in sayısına tekabül ediyor.

Ayet, onların iki ayet (mu‘cize) olduklarını gösteriyor. Kim onları inkar ederse,

Allah Teâlâ‘nın ayetini inkar etmiĢ olur. Sevenler ve sevmeyenler hakkında bütün

söylediklerim, Mecâlısü‘z-Zuhri‘den alınmıĢtır. Allah Teâlâ gerçeği söyler, O,

doğru yola iletir. Mecalisü‘z-Zühri‘de Ģöyle deniliyor:

―De ki; ―Bu (tebligatım karĢılığında) sizden bir ücret istemiyorum. Ancak ya-

kınlara muhabbet istiyorum.‖ 1690

sözünde geçen Kurba kelimesi, karabet manası-

na mastardır. Yakınlık taĢıyan kimse murad edilmiĢtir. Yani: ―Ya Muhammed,

ümmetine söyle, size getirdiğim hakikat karĢılığında sizden bir ücret istemiyorum,

sadece yakınlarımı sevmenizi ve onlara eziyet etmemenizi istiyorum.‖ Rivayet ediliyor ki; Bu ayet nazil olduğu zaman: ―Senin yakının kimdir ki, mu-

habbeti bize farz oldu ya Rasûlallah sallallâhü aleyhi ve sellem?‖ dediler. Buyurdu

ki;

―Ali-Fatımatuz-Zehra ve evlatlarıdır.‖ KeĢĢâf‘ta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi

ve sellem Efendimiz Ģöyle buyurmuĢtur, deniliyor:

―Muhammed‘in Ehl-i Beytine muhabbet üzerine ölen, Ģehittir.‖ Uyanık olun,

Âl-i Muhammed‘e sevgi üzerine öleni, önce ölüm meleği, sonra Münker ve Nekir

cennetle müjdeler.

Dikkat edin, Ehl-i Beyt‘e muhabbet üzerine ölen, gelin kocasının evine teslim

edildiği gibi, cennete teslim edilir.

Dikkat edin, Âl-i Muhammed‘e muhabbette sebat üzerine ölen kimse, imanı ga-

rantili bir mümin olarak ölür. Âl-i Muhammed‘e muhabbet üzerine ölen kimsenin

kabrinden cennete iki pencere açılır. Muhakkak Âl-i Muhammed‘e muhabbet üzeri-

ne ölen kimsenin, Allah Teâlâ kabrini rahmet meleklerinin ziyaretgâhı yapar. Mu-

hakkak, Âl-i Muhammed‘e muhabbet üzerine ölen, sünnet ve cemaat üzere ölür, kim

Âl-i Muhammed‘e buğz üzerine ölürse, kıyamet gününde iki gözü arasına ―Allah

Teâlâ‘nın rahmetinden umutsuzdur‖ ibaresi yazılı olarak haĢr olunur. Âl-i Mu-

hammed‘e buğz üzerine ölen, kâfir olarak ölür.

Dikkat edin, Âl-i Muhammed‘e buğz üzerine ölen, cennetin kokusunu kokla-

yamaz.‖ Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur:

―Bizim kapımıza gelenin hakkı, üzerimize vacib olur‖ Bu hadisin söyleniĢine

1688

Niyâzi Mısri, Ġrfan Sofraları, Süleyman AteĢ, 1971, s156, 62. sofra 1689

En‘am, 158 1690

ġura, 23

Ehli Beyt-i Sevmek 985

sebep Ģudur: ―Tarikus-Salat bir adam, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem zama-

nında ölmüĢtü. Ashab, Resul-i Ekrem‘in: ―Namazı kasden terk eden kâfir olur.‖

hadisinin dıĢ manasına dayanarak bu adam üzerine namaz kılmamak ve onu Yahudi

kabristanına gömmek istediler. Ali Kerremallâhü veche geldi,

―Ya Resulallah! Bu adam: ―Ya Ali, Allah‘ın Resulünü ve evladını seviyorum.‖

diyerek beni bu sözüne şahid tuttu.‖ dedi. O zaman Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi

ve sellem yukarıdaki hadisini söyledi. Hz. Ali kerremallâhü veçhe‘de o adamın

namazını kıldırdı‖ ve müslüman kabristanına defnetti.

Hikaye olunur ki; Ali Kerremallâhü veche Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sel-

lem Efendimize geldi ve insanların kendisine çok haset ettiklerinden Ģikayet etti.

Aleyhisselam buyurdu ki;

―Cennete ilk giren dört kiĢinin dördüncüsü olmak istemez misin? Ben, Sen,

Hasan ve Hüseyin, zevcelerimiz sağımızda solumuzda, zürriyetlerimiz zevceleri-

mizin arkasında olduğu halde Cennete gireceğiz.‖

Muhibbu‘d-din at-Tabari Ebu Hureyre radiyallâhü anhın Ģöyle dediğini rivayet

ediyor:

―Ebu Leheb‘in kızı Sebia: ―Ya Rasûlallah sallallâhü aleyhi ve sellem, bana

―Sen Hatabu‘n-Nar: Ateş odununun kızısın.‖ diyorlar diye Ģikayet etti. Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;

―Benim akrabama eziyyet eden bir kavmin hali nice olur? Benim akrabama

eziyet eden, bana eziyet eder. Bana eziyet eden de, Allah Teâlâ‘ya eziyet etmiĢ

olur.‖

ġifa-i ġerifte Ģu hadise kaydedilmiĢtir: ―Muhammed‘in Âli‘ni (evladını) tanı-

mak, cehennemden kurtulmadır. Muhammed evladını sevmek, sırat (köprüsün)

den geçmeye ruhsattır. Âl-i Muhammed‘e dostluk, azaptan emandır.‖ Yine orada

deniliyor ki;

―Ulemanın bir kısmı: Onları tanımak yerlerini ve nebiye yakınlık cihetlerini

bilmek demektir. Bir insan onları bu Ģekilde tanırsa onlar hakkında neler yapılması

gerektiğini bilir ve bu bilgisi sebebiyle onlara hürmet ve muhabbette kusur etmez.‖

Yine orada Ģu söz de vardır:

―Ebu Bekir Sıddik radiyallâhü anh demiĢtir ki; ―Muhammed‘i, Ehl-i Beytinde

gözetleyiniz.‖ ve demiĢtir ki;

―Nefsim, elinde olan Allah Teâlâ‘ya yemin ederim ki, benim için Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve sellemin akrabası, benim kendi akrabamdan daha sevgili ve ileri-

dir.‖

Hayret, hayret ki, insan, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin evladını

sevmez, hatta onu kötüleyerek, haset ederek ona eziyet ederse, Allah Teâlâ

katında nasıl mertebe, makam ve Ģeref talep edebilir? Sadece yememek, içme-

mek, aç kalmak, uyumamak ve ibadet vazifelerini yapmakla bir makam elde edile-

mez. Zavallı bilmiyor ki, göklerle yer arası kadar ibadeti olsa, Allah Teâlâ‘ya kavu-

Ģamaz. Ġblis‘e bak ki, bu kadar ibadeti varken Allah Teâlâ‘nın lanetini uğramıĢtır.

Rivayet ediliyor ki; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin Ģehrinde

kendisine komĢu olup orada elde ettiği sevaplara karĢın, Ġmam Mâlik radiyallâhü

anhı, Cafer ibn-u Süleyman dövmüĢtü. Ġmam Mâlik, dayaktan bayıldı. Ġnsanlar gelip

kendisini ayılttıkları vakit Ģöyle dedi:

―Beni dövene hakkımı helal ettiğime sizi şahit tutarım.‖ Sonra kendisine bunun

sebebi sorulduğunda Ģöyle dedi:

―Öldüğüm zaman Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile karşılaşırsam, be-

986 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

nim yüzümden evlad-ı Resülullah‘tan birinin Cehenneme gitmesinden utanırım.‖

―Kim bir iyilik ederse, onun iyiliğini artırırız.‖ 1691

Süddi‘den rivayet edildiğine göre, bu ayette geçen hasene (iyilik) Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellemin Ehl-i Beytine muhabbettir. Bu ayet, Ebubekir Sıddik

radiyallâhü anhın Ehl-i Beyti çok sevmesi hakkında nazil olmuĢtur. Zahir olan

umum iyiliktir. Hangi iyilik olursa olsun. Ama Ģu var ki, ―Yakınlara sevgiden‖

sonra zikredilmesi, bu sevginin, ayetin iĢaret ettiği iyilik olduğu düĢüncesini kuvvet-

lendirir. Diğer iyilikler de buna tabi‘dir.

―Allah Teâlâ tevbe edeni affeder. Ġtaat edene Ģekur‘dur‖ sevap verir, nimet ve

keremini artırır. Kurtubi ve baĢkaları Süddi‘nin Ģu ayet hakkında Ģöyle dediğini

naklederler: ―Allah bağıĢlayıcıdır, Ģekurdur‖ yani Âl-i Muhammed‘in günahlarını

bağıĢlayıcıdır. Onların iyiliklerine teĢekkür edicidir. Sa‘lebi‘de:

―Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden kötülüğü gidermek ve sizi tertemiz yapmak isti-

yor.‖ 1692

ayetindeki Ehl-i Beyt ile bütün HaĢim oğullarının kast edildiğine kânidir.

Savaiku‘l-Muhrika da bunu zikretmiĢ ve demiĢtir ki,

―İmam Mâlik radiyallâhü anhaya göre, Ehl-i Beyt‘e farz ve nafile sadakanın

haram oluşu da onları temizleme içindir. Çünkü sadaka ve zekât, insanların kirleri-

dir. Alan insanı küçük düşürür. Vereni üstün yapar.‖ ve demiĢtir ki;

―Müfessirlerden bir cemaat ―Selâmün alâ İlyâsin: Selam İlyas‘a‖ ayetinden

maksat, Muhammed evladı olduğuna kail olmuşlardır.‖ Kelbi de böyle demiĢtir.

Yine Kelbi‘den bir kavilde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde evla bi-t‘tarik

ayetin Ģümulüne dahildir. Fahrüd‘din Râzi Ģöyle diyor:

Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selem, Ehli Beyti, beĢ Ģeyde kendisine

müsavidir: Selam da. Çünkü ―Esselamü aleyke eyyühennebiyyü: Selam sana ey

peygamber‖ ve: ―Selamün ala Ġlyâsin: Ġlyas‘a selam olsun.‖ 1693

buyurmuĢtur,

O‘na salâtta ve Ģehadette vardır. Allah Teâlâ buyurmuĢtur:

―Tâ Hâ: yani Ey Tahir‖ ve buyurmuĢtur: ―Yuridullahu li yuzhibe ankumu‘r-

ricse: Allah Teâlâ sizi temizlemek istiyor.‖ Sadakanın hürmetinde ve muhabbette:

―Bana tabi olun ki, Allah Teâlâ sizi sevsin‖ 1694

―Sizden bir ücret beklemiyorum,

ancak yakınlara muhabbet etmenizi istiyorum.‖ ayetleri bunu amirdir. Rasûlüllah

sallallâhü aleyhi ve sellemde:

―Yıldızlar gök ehline emândır. Ehli Beytim, ümmetime emândır.‖ demiĢtir.

Savaik sahibi bu hususta Ģöyle demiĢ:

―Cenabı Hakk dünyayı, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem için yaratmıĢ-

tır. Onun devamını Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin devamına ve Ehl-i

Beytinin devamına bağlı kılmıĢtır. Çünkü onlar, Fahr-i Razi‘nin zikrettiği husus-

larda onunla müsavidirler. Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ―Al-

lah‘ım, onlar benden, ben onlardanım.‖ demiĢtir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

sellemin bir parçası olan Hz. Fatıma radiyallâhü anhadan doğmaları sebebiyle

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bir parçasıdırlar.‖ (Savaik)

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur:

―Aranızda Ehl-i Beytim, Nuh‘un gemisine benzer. Binen kurtulur.‖ (Müs-

1691

ġûra, 23 1692

Ahzab, 33 1693

Saffat, 130 1694

Âl-i Ġmran, 31

Ehli Beyt-i Sevmek 987

lim‘in rivayetinde: geri kalan boğulur) bir rivayette helak olur cümlesi de vardır.

Bu hadisin manası Ģudur: Onları seven, onlara hürmet ve tazim eden, onların âlimle-

rinin gösterdiği yolda giden muhalefet etme karanlığından kurtulur. Bundan geri

kalan, küfür denizinde boğulur, azgınlıkta helak olur. Yine bu hususta Hz. Rasûlül-

lah sallallâhü aleyhi ve sellemin:

―Allah Teâlâ‘nın üç hürmeti vardır: Allah Teâlâ, bunlara riayet edenin dini-

ni, dünyasını korur. Bunlara riayet etmeyen kimsenin Allah Teâlâ ne dünyasını,

ne ahiretini korumaz: Ġslam‘a hürmet, bana hürmet ve benim rahmime (soyuma)

hürmettir.‖

―Ben, tevbe eden, inanan, salih amel iĢleyip hidayete eren kimseyi elbette ba-

ğıĢlayanım.‖ 1695

ayetinde Sabitü‘l-Bennai:

―Yani Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ehl-i Beytinin velâyetine er-

di.‖ demiĢtir. Bu Savaik‘te zikredilmiĢtir. Kurtubi orada Ġbnu Abbas‘tan:

―Rabb‘in sana razı oluncaya kadar verecektir.‖ ayeti üzerinde Ģu tefsiri yap-

mıĢtır:

―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin rızası, Ehl-i Beytinden hiçbirinin

cehenneme girmemesidir.‖ Hakim Ģu hadisi çıkarmıĢ ve sahih görmüĢtür:

―Rabbim, Ehl-i Beytimden Allah Teâlâ‘nın birliğine inanan ve benim nebili-

ğimi kabul edene azab etmeyeceğini bana va‘detti.‖

―Rabbimden, Ehl-i Beytimden hiç kimseyi ateĢe sokmamasını niyaz ettim;

bunu bana verdi.‖ Ahmed, Menâkıbında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin Ģöyle

dediğini kaydediyor:

―Ey HaĢim oğulları, Beni hak rasul olarak gönderen Allah Teâlâ‘ya yemin

ederim ki, Cennet halkasını tutsaydım, önce sizinle baĢlardım.‖ Tabarani Ali Ker-

remallâhü vecheden Ģu sözü derlemiĢtir:

―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizden iĢittim, diyordu ki;

―Havz-ı Kevser‘e ilk gelenler, Ehl-i Beytim ve ümmetimden onları sevenler-

dir.‖

―Ehl-i Beytim ve onları sevenler, Cennette Ģu iki (parmak) gibi (yan yana)

dır.‖

―Biriniz beni kendisinden fazla sevmedikçe, bana kendisinden çok hürmet

etmedikçe, Ehl-i Beytimi kendisinden çok sevmedikçe, onları kendine tercih etme-

dikçe iman etmiĢ olmaz.‖

―Evladınızı üç huy üzerine yetiĢtiriniz: Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selle-

min sevgisi, Ehl-i Beytinin sevgisi ve Kur‘ân-ı Kerim okumaktır.‖

―Benim, Ehl-i Beytimin, Ansar‘ın ve Arabın hakkını itiraf etmeyen ya müna-

fıktır, ya Ģiddet ve sıkıntı içindedir, ya da annesi kendisine cünüp iken hamile

kalmıĢtır.‖

―Ehl-i Beytimi ancak mümin ve müttaki olan kiĢi sever. Onlara ancak müna-

fık ve Ģaki olan buğz eder.‖

―Ehl-i Beytime buğzedeni Allah Teâlâ cehenneme atar.‖

―HaĢimoğullarına ve Ensara buğz küfürdür. Arab‘a buğz ise, nifaktır.‖ Kadı Ġyaz ġifa‘da özetle Ģöyle demiĢtir: ―Bir kimse Hz. Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellemin zürriyetinden birisinin babasına söver ve Hz. Rasûlüllah sal-

lallâhü aleyhi ve sellemi istisna ettiğine bir delil getiremezse o adam katlolunur.‖

1695

Tâhâ, 82

988 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Savaikte Ģöyle diyor:

―Ehl-i Beytim hakkında bana eziyet eden kimseye Allah Teâlâ lanet etsin.

Ehl-i Beytim hakkında bana eziyet edeni Allah Teâlâ incitir. Allah Teâlâ, Ehl-i

Beytime zulmeden yahut onları öldüren, yahut öldürene yardım eden veya onlara

sövene Cenneti haram kılmıĢtır.‖

Bu Hadisi Ģeriflerden, Ehl-i Beyte muhabbetin farz olduğu ve onlara buğzun

haram olduğu anlaĢılmaktadır. Beyhaki, Bağavi, Ehl-i Beyte muhabbetin lüzu-

munu tasrih etmiĢler, ġafii de Ģu sözüyle bunu ifade etmiĢtir:

―Ey Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ehl-i Beyti, sizi sevmek, Allah

Teâlâ‘nın inzal buyurduğu Kur‘ân-ı Kerimde bize farz kılınmıĢtır. Size Ģu bü-

yük Ģeref yeter ki, size salâvat-i Ģerife getirmeyen kimse namaz kılamamıĢ sayılır.

(zira namazın her oturuĢunda Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemle beraber

âline salavat getirilir. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve soyuna rahmet

istenir.) Bundan dolayı Ehl-i Beytten, bir bid‘at ve sair Ģeyi iĢleyip fasık olan kim-

senin zatına değil, fiillerine buğz edilir. Çünkü O, aralarında zaman olsa da yine

Allah Teâlâ‘nın Elçisinin bir parçasıdır. An-Nakiyyu‘l-Makrizi Ģöyle diyor:

―Onlara dil uzatmaktan sakının. Çünkü salih de olsa, facir de olsa, yine

O‘nun evladıdır‖ ġeyh Muhyiddin Arabi kuddise sırruhu‘l-aziz, Fütuhat‘ında Ģöyle

diyor:

―Bana Mekke‘de inanılır bir kimse dedi ki; Ben, Mekke‘de Ģeriflerin halka yap-

tıkları iĢleri kötü görürdüm. Rüyamda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kızı

Hz. Fatımatu‘z-zehra radiyallâhü anhayı gördüm. Benden yüz çevirdi. Selam verip,

yüz çevirmesinin sebebini sordum.

―Sen şeriflere dil uzatıyorsun.‖ dedi.

―Ey Seyyide‘m, dedim, onların insanlara neler yaptıklarını görmüyor musun?‖

―Onlar benim oğullarım değil midir?‖ dedi. ―Bu andan itibaren tevbe ettim.‖

dedim.‖

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuĢlardır: ―Kim bana

kavuĢmak ve kıyamet gününde kendisine Ģefaat elimi uzatmamı isterse, Ehl-i

Beytime salat etsin, onları sevindirsin.‖ (Savaik).

Ġmam-ı ġafii Ģöyle demiĢ: ―Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin evladı,

benim vesilemdir. Onlar benim için Allah Teâlâ‘ya vesiledir. Onlar yüzü hürmeti-

ne kıyamet gününde sahifemin sağ tarafımdan verilmesini umarım.‖ Rivayet

edilir ki; Ġbnu Ömer radiyallâhü anh Zübeyr‘e

―Gidip Hasan Ġbn-i Ali‘yi ziyaret edelim‖ dedi. Zübeyr biraz ağır aldı. Ġbnu

Ömer:

―Bilmiyor musun ki, Haşim oğullarının halini sormak farzdır. Ziyaret nafile-

dir.‖ (Savaik) Hatib, bu konuda merfu‘an Ģu hadisi çıkarmıĢtır:

―Bir adam diğerine kıyam eder (önünden kalkar); ancak Haşim oğulları müs-

tesnadır. Onlar, hiç kimseye kıyam etmezler.‖

Hikaye olunur ki, Kurra‘ (iyi Kur‘ân-ı Kerim okuyanlar) dan biri boĢ kaldıkça

Timurlenk‘in mezarına gider, baĢı ucunda:

―Tutunuz onu, bağlayınız, sonra cehenneme atınız, sonra boyu yetmiĢ arĢın

olan zincirlere vurunuz.‖ 1696

ayetini okurmuĢ. Bu adam demiĢ ki; ―Birden uyu-

muĢum. Bir de baktım ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz oturmuĢ,

Timurlenk de yanında. Kendisini azarladım:

1696

Hakka, 30–32

Ehli Beyt-i Sevmek 989

―Ey Allah‘ın düşmanı, buraya da mı geldin?‖ dedim. Ġstedim ki, elinden tutup

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin yanından kaldırayım. Efendimiz;

―Bırak onu, dedi, çünkü o benim zürriyetimi seviyordu.‖ ağlayarak uyandım.

Artık o ayeti Timur‘un kabrinde okumaktan vazgeçtim. Cemalü‘l-MürĢidi veĢ-

ġihabu‘l-Kuzani haber vermiĢtir ki;

Timur‘un oğullarından biri Ģöyle nakletmiĢ: Timur, ölüm hastalığına yakalandı-

ğı zaman birkaç gün ıztırap çekmiĢ, yüzü simsiyah kesilmiĢ, rengi değiĢmiĢti. Sonra

uyanmıĢ. Kendisine o halini haber vermiĢler. DemiĢ ki;

―Azap melekleri bana gelmiĢlerdi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem gelip

onlara:

―Onu bırakın gidin, çünkü o, benim akrabamı sever ve onlara iyilik ederdi.‖ dedi. Onlar da bırakıp gittiler. Ġbnu Hacer diyor ki;

―Onların hakkına riayet, insanların en zalimi olan, Timurlenk‘e bile fayda verir-

se artık baĢkasına nice olur‖

Hikaye olunur ki;

Yemen salihlerinden biri çoluk çocuğuyla beraber deniz yoluyla Hacca gitmiĢ.

Cidde‘ye kavuĢtukları zaman gümrükçüler, kadının iç çamaĢırlarına varıncaya kadar

hepsini aramıĢlar. O salih adam bu muameleye çok kızmıĢ. Mekke ġerifi es Seyyid

Muhammed ibnu Berekat (Allah ona rahmet etsin) i Allah Teâlâ‘ya Ģikayet etmiĢ.

Rüyasında Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi görmüĢ. Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellem kendisinden yüz çevirmiĢ.

―Niçin ya Rasûlallah? diye sormuĢ. BuyurmuĢ ki;

―Benim Ģu oğlumdan daha zalim hiç kimse görmedin mi?‖ Adam hemen kor-

ku içerisinde uyanmıĢ. ġerif hakkında Allah Teâlâ‘ya tevbe etmiĢ ve artık ne yaparsa

yapsın, hiçbir Ģerife dil uzatmamaya ahdetmiĢ.‖ (al-Ġkdu‘l-Lai)

Ey Allah Teâlâ‘nın Rasulü‘nün Ehl-i Beyti, ey kendilerini methetmek için

Kur‘ân-ı Kerim ayetleri inen kimseler!

Ey Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ehli Beyti, sizi sevmek farzdır.

Siz bütün ümmetlerden üstünsünüz. Ey Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin

Ehli Beyti, sizi Kur‘ân-ı Kerim öğmüĢtür. Artık benim öğmemin, benim sözü-

mün ne kıymeti kalır?

ġiir:

―Nebiler, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi alâmet yaptılar.

Alâmet, meĢhur olmayanın iĢidir.

Nübüvvet nuru, o Ehl-i Beytin güzel yüzlerindedir.

Onlar Tıraz-ı Ahder‘den daha Ģereflidirler.‖

990 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

NETĠCE Hz. Ali kerremallâhü veche yıllar önce Efendi Hazretlerinin vasıflarını

Ģu Ģekilde tarif ediyor. 1697

Yüzünde güleçlik vardır, kalbindeyse hüzün. Gönlü her Ģeyden geniĢ-

tir, nefsi her Ģeyden alçak. Yücelikten nefret eder, düĢmandır, gamı gussası

uzundur, düĢünmesi derin. Susması fazladır; konuĢmaya vakti hiç yoktur.

Çok Ģükreder; çok sabreder. DüĢünceye dalmıĢtır, ihtiyacı olanları görünce

kendi ihtiyacını hatırlamaz bile, güzeldir, geçinmesi hoĢ ve yumuĢaktır. ġe-

ref ve din bakımından serttir, huy bakımından kuldan daha aĢağıdadır.

Yazılan bu kitapta da Ġhramcızâde Hacı Ġsmail Hakkı Toprak kuddise

sırruhu‘l-azîz Hazretleri hakkında verilen bilgiler ile tasavvufî terbiyesinin

ilkesini de tespit etmeye çalıĢtık. Bu tespit bizim görebildiğimiz bir kısımdır.

UlaĢamadığımız bilginin çok olduğunu itiraf etmek durumundayız.

Hacı Hasan Akyol Efendi‘nin Efendi Hazretleri hakkında buyurduğu

sözler çok manidârdır.

―Ben birçok Ģeyh gördüğüm gibi, üç Ģeyhe hizmet ettim. Sırrını ve ha-

lini en saklı tutan O idi. Biz O‘nu anlayamadık, baĢkaları da anlayamadı-

lar.‖ ―Yıl 1949 idi. Efendi Hazretleri 40 kişi Sivas

‘tan, 32 kişi Malatya ve

Kastamonu tarafından olmak üzere 72 kişi ile hacca gitmişlerdi. Medine‘de

şeyhim 40 gün başını yastığa koyup yatmadı. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve

sellemin Ravzasında huzurlu günlerimiz oldu. Cidde‘de uçak beklerken Şey-

him;

―Anadan doğmuĢa döndünüz, kul hakkı hariç‖ dedi. Uçağa bindik.

Şeyhim uçağın arka tarafına döndü, namaz kılıyoruz. 72 kişiye imam oldu.

Nurcu cemaatinin başı Kastamonulu Fevzi Efendi de vardı, dedi ki;

―Efendi ne mutlu. Hiç kimseye nasip olmayan size nasip oldu‖ Şeyhim

dedi ki;

―Sözünüzden taviz vermeyin, imanınızda sadık olun. MahĢerde 72 fır-

ka, 73 cü olan Nâci fırkasının öncüsü tayin olunduk‖ sözünü şeyhimizin,

dilinden duydum.

―Ne mutlu, cihanın kutbu. Şeyhimizi duyan duyurana değil mi? ―Fatsalı

Hamit Hoca Sivas‘a şeyhime ziyarete gelince ―Sivas‘ın her şeyi şeyhim ol-

muş‖ dermiş. Şeyhimin yanına varmadan geri dönermiş. 6 yıl bu şekilde

devam etmiş. Çarşamba‘da araba çarpmış polis Hamit Hoca‘ya sormuş.

―Şeyhime gittim, Şeyhimden de geliyorum, Şeyhime kurban oldum‖ di-

yen Hamit Hoca kabrinde sağlamca durduğu görüldü,

―İşte hay (diri) duran kurbanlık şehit budur‖

Konuya uygunluğu sebebiyle Türkelili Mevlâna Küçük Hüseyin Efendi-

1697

Hz. Ali kerremallâhü veche, Nehc‘ül-Belaga, hzl: Abdülbaki Gölpınarlı, Ġst. h.

1390, s. 393

Netice 991

den dinlediklerimi aktarıyorum.

Hacı Hasan Efendimizin evine gittik. Sabah kahvaltısını yaptık. Buyurdu

ki; ―ġeyhimizi ziyaret ettiniz mi? Öyle ise, bizde Ģeyhimizden haber ederiz.‖

dedi. Çay içerken ilâveten buyurdu ki;

―ġeyhim iki cihanın kutbu idi. ġeyhimle 43 yıl beraber oldum iki tende

bir can idik. Halen de beraberiz. ġüphe edenler bende, bir yara açsınlar

ġeyhimin kabrini de açıp baksınlar. ġeyhim kabrinde hay (diri) duruyor.

Aynı yarayı ġeyhimde görürler.

―En ziyade acıdan yara, dil yarasıdır. Her yaranın tedavisi vardır. Dil

yarası mahĢerde mahcupluktur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

buyurdu ki;

―Sülûk gören azap görmez fakat mahcupluk vardır.‖ MahĢerde mah-

cup olmayacağım. ġeyhimin sözüne söz katmadım, ilaveyi kelam yapma-

dım, duyduklarımı duyurmağa vesile oldum. Hacı GardaĢ! Bu matlupsuz ziyaretlerinle bizi memnun ettin. Bizde si-

ze ġeyhimizi anlattık. Zamanımızın kutbunu tanımaktan büyük bir nimet

olmaz. ġeyhimden duyduğum, yakınlığı ziyade edecek amel, edep, hayâ,

feraseti aĢikâr ettik. Aramızda gizli sır kalmadı. Herkesin sevdiği ile bera-

ber olacağı berzahta, mahĢerde ve Havzı Kevser baĢında cem olup cennette

cemâlu‘llâh‘a tevhid sesleriyle koĢarak gideceğiz ve beraber olacağız.

Aktarılan bu sözler bize Efendi Hazretlerini anlatabilmenin zorluğunu

gösterdi. Aslında büyükler hakkında yazmak eksikliği itiraf etmekten baĢka

bir Ģeyde değildir.

Kitap yazılırken iki bilginin oluĢtuğunu gördük. Biri duyulanlar, diğeri

görülenler. Görülenlerinde ikiye ayrıldıklarını anladık. Gözle görülenler ve

kalple görülenler.

Kalple görenler hep sustu. Diğerleri ise, konuĢtular. Bizde her ne kadar

kalple görmedikse de akıl gözümüzle görmeye çalıĢtık. Akıl gözümüz bize

bir Ģeyi hatırlattı ki; kalple görenler niçin sukutu tercih ettiler.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;

―Biz nebilerin aĢikâre mucizeleri ile Hakk‘taki mertebemizi artar.

Bizden sonra Allah Teâlâ‘nın yeryüzünde veli kulları olur, gizlilikleri ka-

dar yakınlıkları ve mertebesi artar.‖ Hacı Hasan Efendi bu söze ilâveten

―Eğer biz durumumuzu aĢikâr etseydik kapımızda onbeĢ gün bekler

yüzümüzü görmeden giderdiniz, Efendi Hazretlerinin durumu siz düĢü-

nün.‖

Bu nedenle Efendi Hazretleri için ne kadar söylense ve yazılsa hala bir

takım Ģeyler eksik kalmıĢtır. Eksik kalanı tamamlayacak bilgilerin zamanla

halkaya dâhil olacağı düĢüncesiyle özrümüzü beyan ederiz. Tane arayana tane, tuzaktır. Fakat Süleyman arayan hem Süleyman‘ı bulur,

hem taneyi elde eder. Bu ahir zamanda kuĢlara bir an bile birbirlerinden aman

yoktur. Devrimizde de Süleyman var, bizi sulha kavuĢturur, zulmümüzü giderir.

―Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir korkutucu olmasın‖ ayetini oku. Allah

Teâlâ ―Hiçbir ümmet bulunamaz ki, içlerinde bir Allah Teâlâ‘nın halifesi, bir

992 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

himmet sahibi bulunmasın‖ dedi. 1698

Allah Teâlâ sana Hakk korkusunu verdi

mi bunu ―Korkma‖ hitabı say. Sana tabak yolladı mı ekmek de yollayacak de-

mektir.1699

Ġnsanın bugünkü hayâtı, bütün zevkleri ve kederleriyle geçmiĢ ömürlerin

amelleri neticesidir. Bu böyle olduğu gibi, Ģimdiki amellerimiz de gelecek

ömürlerin tohumlarıdır.‖1700

Ya Rabbî!

Temizler hakkı için bizi bulaĢıklıktan uzak tut. Eğer bilmeyerek bir kusur

yaptıksa, bizi mazur gör. Ġbadetten beli iki kat olan, bununla beraber günahtan

utanarak gözleri ayaklarına bakan ihtiyarlar hürmetine gözümü sâadet yüzüne

bakmaktan, dilimi Ģehadet getirmekten menetme.

Yakîn çerağını yoluma tut. Kötülük yapmaktan elimi kısalt. Görülmeğe yara-

mayan Ģeylerden gözümü çevir. Dince makbul olmayan Ģeyleri yapmak için bana

kudret verme.

Ben senin aĢkında durmuĢ bir zerreyim, hakirim; varlığımla yokluğum müsa-

vidir. Senin lûtfun güneĢinden bana bir tel ıĢık elverir; görenler beni o ıĢık içinde

görsünler.

Ya Rabbi! Âsi kullarına bak. Bakılacak, acınacak onlardır. Sen padiĢahsın,

biz gedâyız. Senin bize iltifatın kâfidir.

Ya Rabb! Bana ceza verecek isen adaletine göre ver. Amelime göre verecek

olursan inlerim, ağlarım, vadin böyle değildi diye feryat ederim.

Ya Rabb! Beni hakaretle kapıdan kovma. Çünkü benim baĢka kapım yoktur.

Kapından cehaletle birkaç gün ayrıldımsa, piĢman oldum. ġimdi geldim, yü-

züme kapıyı kapama.

Yaptığım murdarlıktan dolayı acz ile baĢımı eğmekten baĢka bir özrüm yok-

tur.

Allah Teâlâ‘m! Sen zenginsin, ben fakirim. Bana günahımdan dolayı ceza

verme. Âdettir, zenginler fakirlere acırlar.

Zaaf halimden dolayı ağlasam da yeri vardır. Çünkü zayıf isem de, Efendim

kavidir.

Ya Rabbi! Gafletle Elest-ü bezmindeki ahdi unuttum. Ne yapayım böyle oldu.

Gayret eli kazaya ne yapabilir? Bizim tedbirimizin elinden ne gelir? ĠĢte bu nokta

bize kusurumuzdan dolayı özür olarak kâfidir.

Ġlâhî, ben ne yaptımsa Sen yıktın. Efendiye karĢı kulun elinden ne gelir?

Ġlâhî, ben Senin hükmünden baĢ çekmiyorum. Fakat iraden ne ise, o olu-

yor.1701

Âmin.

1698

Mesnevi c.II, b.3705–3709 1699

Mesnevi c.III, b.495 1700

Ken‘an Rifâî, a.g.e., s.306 1701

ġeyh Sâdi-i ġîrazi, Bostan, a.g.e., s. 300

Netice 993

Gönül hûn oldu Ģevkinden boyandım Yâ Resûlallah

Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım Yâ Resûlallah

Ezel bezminde bir dinmez figândım Yâ Resûlallah

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûlallah

Yanan kalbe devâsın sen bulunmaz bir Ģifâsın sen

Muazzam bir sehâsın sen dilersen rehnümâsın sen

Habîb-i Kibriyâ‘sın sen Muhammed Mustafâ‘sın sen

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûlallah

Gül açmaz çağlayan akmaz Ġlâhî nûrun olmazsa

Söner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa

Firâk ağlar visâl ağlar ezel mestûrun olmazsa

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûlallah

Erir canlar o gül-bûy-ı revân-bahĢın hevâsından

GüneĢ titrer yanar dîdârının bak ihtirâsından

PerîĢân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûlallah

Susuz kalsam yanan çöllerde can versem elem duymam

Yanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymam

Alevler yağsa göklerden ve ben mess eylesem duymam

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûlallah

Ne devlettir yumup aĢkınla göz râhında can vermek

Nasîb olmaz mı Sultânım haremgâhında can vermek

Sönerken gözlerim âsân olur âhında can vermek

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûlallah

Boyun büktüm perîĢânım bu derdin sende tedbîri

Leb‘im kavruldu ateĢten döner pâyinde tezkîri

Ne dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle Kıtmîr‘i

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûlallah

Yaman Dede kuddise sırruhu‘l-azîz

994 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

KĠTÂBĠYÂT

A.Ġbrahim Dede, AĢçı Dede‘nin Hatıraları, Mustafa Koç-E. Tanrıverdi, Ġst, 2006,

Abdülaziz Debbağ Trc: Celal Yıldırım Kitab'ül Ġbriz - Ġstanbul : Demir Yayınları,

1979. - Cilt I-II.

Ahmed Açıkgöz, ĠnkiĢaf Dergisi,10 Nisan 2005,

Ahmed Ziyâuddin GümüĢhânevî kuddise sırruhu ―Câmi-ul Ûsul‖ Arapça, Ġstanbul,

Akın Ali Hz. Ebû Tâlib Ve Tarihte Gizli KalmıĢ Gerçekler" - Ġstanbul : Sakaleyn,

Ağustos 2007.

Albayrak, Sadık, Ġrticanın Tarihçesi, Ġst, 1987

AltuntaĢ, Ġsmail Hakkı Kutsi Dua ve Kaside-i Ercuze - Ġstanbul : Gözde Matbaa,

2005.

AltuntaĢ, Ġsmail Hakkı, Muhammedî Dua, Ġstanbul, 2004,

Alvın Toffler, Gelecek Korkusu ġok, Çev. Prof. Selami Turgut, Ġst. 2006

Alvin Toffler-Heidi Toffler, Zenginlik Devrimi, trc. Selim YENĠÇERĠ, Ġst, 2006

Apuhan, Recep ġükrü, Öteki Menderes, Ġst, 1997

Arif, Hüseyin, Yunus Emre, Ġstanbul, 1977

ÂĢık, Nevzat, Ġbadette AĢırılığa KarĢı Hz. Peygamberin Tutumu, Ġzmir, 2003.

AteĢ, Seyyid Osman Hulusi, Divan-ı Hulusi-i Darendevi, Ġstanbul, 1986

AteĢ, Süleyman, Kadiri Yolu Sâliklerinin Zikir Makamları, Ankara,1976,

Aymaz, Abdullah, IĢığın DüĢtüğü Yerler. Ġst, 2005

Aynî, Mehmet Ali, Tasavvuf Tarihi, sadeleĢtiren H.Rahmi Yananlı, Ġst, 2000

Aytanç, Gönül, Sözce, Ġst. 2005

Ayverdi, Sâmiha, Âbide ġahsiyetler, Ġst. 1976,

B. Ahmed Naîm, Sahîh-i Buhârî M Tecrid-i Sarih trc. ve ġerhi, 1979.

Barkçin SavaĢ ġ. Ahmed Avni Konuk - Ġstanbul : Klasik Yay. , 2011.

BaĢtunç, Yüksel, Yangın Adam Neyzen Tevfik, Ġst. 2000

Berksan, Nazım, Tarafsız KonuĢuyor, Ġst, 1960

Beyânü‘l-Hak Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 28, Yıl: 1327

Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Ġslâm Ġlmihali, Ġst., 1992.

Birön Em. BinbaĢı Kazım Sohbetname Ahmed AmmiĢ Efendi - Bilecik : , 1953.

Burgay, Hasan, Hazreti Muhammed (s.a.v.)‘in Varisleri, Ankara, 1994

Burkay Hasan Menâkıb-ı ġerefiyye - Ankara (BeĢ Cilt) : Çınar Yayınları, 1995-

2010 .

Bursevi, Ġsmail Hakkı, Tuhfe-i Atâiyye, Veysel Akkaya, Kâbe Ve Ġnsan, Ġstanbul,

Canan, Ġbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve ġerhi, Ankara,1988.

Carl Vett Trc: Prof.Dr.Ethem Cebecioğlu, Kelâmi Dergâhından Hatıralar( Ġstanbul -

1925) - Ankara : , 1993.

Cebecioğlu Ethem, Tasavvuf Terimleri Ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, 1997

Çantay, Hasan Basri, Kur‘ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, Ġstanbul 1976

ÇavuĢoğlu, Ali,‖Yusuf Hakîkî‘nin Tasavvuf Risâlesi,‖S.B.Ens. D.S.13Yıl: 2002,

Çeçen, Halil, Niyazî-i Mısrî‘nin Hatıraları, Ġst, 2006,

Çetin, Mahmut, ĠliĢkiler, Ġst. 2000

Çınar, Fatih, Hacı Hasan Efendi Hayatı ve Tasavvuf AnlayıĢı - Sivas : , 2005.

Çınar Fatih, M. Takî Efendi, Cum. Ü. Ġlahiyat Fak. Der C. IX/2.12. 2005, Sivas,

ÇoĢkun, Ahmed, Sohbetler, Hatıralar, Ġst, 1982

Çöker, Fahri, Türk Parlâmento Tarihi, Milli Mücadele Ve TBMM I. Dönem (1919–

1923), Ankara 1995, III, 890, (TBMM. Vakfı Yayınları);

Kitabiyat 995

Demirel, Ömer, Osmanlı Dönemi Sivas ġehri, Sivas 2006

DenizkuĢları, Mahmud, Kur‘ân-ı Kerim ve Hadislerde Tıp, Ġst., 1982.

Dilaver Selvi-Enbiya Yıldırım-K. Yıldız -Ö. Yıldız, Rabıta ve Tevessül, Ġst, 1994

Din Eğitimi AraĢtırmaları Dergisi Yıl: 2002 Mevlâna Makalesi, Sayı: 10,

Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi IV (2004) Hadîsler IĢığında Temizlik ve

Ġbâdet Konularındaki Vesveseler ve Tedâvî Yolları Makalesi, Sayı: 4,

Dölek, Adem, Yrd. Doç.Dr. Atatürk Ünv. Erzincan Ġlahiyat M.Y.O. Hadis ABD.

Öğrt. Üyesi, Dinbilimleri A.AraĢtırma Dergisi IV (2004) Hadîsler IĢığında Temizlik

ve Ġbâdet Konularındaki Vesveseler ve Tedâvî Yolları Makalesi, Sayı: 4, s.48–69

Dr. Laura Veccia Vaglieri, Batılı Aydınlar Gözüyle Müslümanlık Ġslâmın Savunma-

sı, Yayınlayan: Kemaleddin ġenocak, Ġst, 2002

E.Darir Mustafa, Kırk Hadis Kırk Hikâye, trc. S. Yıldırım- N. Tılmaz, Ġst., 2004,

Ebu Abdurrahman Sülemî, Risâleler, trc. Süleyman ATEġ, Ankara, 1981

Elmalılı, M. Hamdi Yazır (h.y.t.1942), Hak Dini Kur‘ân Dili, (I-IX), Eser NeĢr. ts.

Epiktetos, DüĢünceler ve Sohbetler, trc. Burhan TOPRAK, Ġst, 1962

Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Tarîkatler, Ġstanbul,1994

Erdem Ahmed Fatih Sertürbedârı Ahmed AmiĢ Efendinin Kelâm-ıAlilerinden Zap-

tedilen Bazıları - Ankara : Ġsbn: 975-7852-85-6, Tarihsiz.

Ergin, O. Nuri; Balıkesirli Abdülazîz Mecdi Tolun Hayatı ve ġahsiyeti, Ġst. 1942,

Ergun Göze, ―Sivas‘a BaĢsağlığı Makalesi‖ Tercüman Gazetesi, 16 Ağustos 1969

EĢref Edib, Kara Kitap, Ġst, 1972

EĢrefoğlu Rumî, Müzekkin Nüfus, Ġst,

Eyüp Sabri PaĢa, Kabe ve Mekke Tarihi, SadeleĢtiren, Osman Erdem, Ġst.

Fatih Camileri ve Diğer Tarihi Eserler, D.Ġ.B, 1991

Fatsa, Mehmet, Tasavvufta Mekkî Kolu, Ġst, 2000

Feridüddin Attar, Tezkiretü-l Evliya, hzl. Süleyman Uludağ, Bursa, 1984,

Fethullah Gülen, Ümit Burcu, Ġstanbul, 2005

Gavs-i Hizani Seyyid Sıbgatullah-el Arvasi, Minah (Vergiler), Ġstanbul, Aralık 1996

Gazzali, Er-Risaletü‘l-Ledünniye, Trc. Yaman Arıkan, Ġstanbul, 1972,

Goleman, Daniel, Duygusal Zeka (Çev: Banu Seçkin Yüksel), Ġst., 2003.

Gölpınarlı, Abdulbaki, Melâmîlik ve Melâmîler, Ġst. 1931

Güneren, M.Fatih, H. ġabâniye Âzizânın Hikmetli Sözleri ve Hatıralarım, Ġst, 2003

Gürlek, Dursun, Ayaklı Kütüphâneler, Ġstanbul, 2005

H. Osman Üsküdarî, NakĢibendî Efendi, Tarîkat Risalesi Trc, Ġ.H. AltuntaĢ, Yazma

Hacı Hasan AKYOL hzl: Kadir MERAL Ġslam ve Ahlâkı - Sivas : , 1987.

Hizmet Gazetesi, 4 Ağustos 1969

Hüsameddin Bursevî, Menâkıb-ı Hazret-i Üftâde, Ġst, 1996

Hüseyin Hilmi IĢık, Tam Ġlmihal Se‘adet-i Ebediyye, Ġstanbul, 2004

Hz. Ali kerremallâhü veche, Nehc‘ül-Belaga, Abdülbaki Gölpınarlı, Ġst. h. 1390,

Hz. Mevlâna Kuddise Sırruhu, Fîhi Mâfîh, Çev. M. Ü. Tarıkâhya, Ġstanbul, 1985,

Hz. Mevlâna Kuddise Sırruhu, Mesnevî, Veled Ġzbudak MEB. Ġstanbul,2001

Hz. Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, trc. A.Avni Konuk, hzl. Selçuk Eraydın,Ġst. 2001

Ġbn-i Haldun, Mukaddime, trc. Halil Kendir, Ġst, 2004

Ġbnu‘l-Kayyım, ġemsuddin Muhammed b. Ebî Bekir, ġeytanın Tuzakları (Trc: Ömer

Temizel), (I-II), Konya, 1993.

Ġlmihal, (heyet), Ġsam, Ġst., ts.

Ġmam Burhanüddin Ez-Zernûcî, Ta‘lim ve Müteallim, trc.Y. Vehbi Yavuz, Ġst, 1993

Ġmam Rabbanî, Mektubat, trc, H.Hilmi IĢık, Ġstanbul, 1977

996 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Ġmam ġarani, Tenbîhu‘l Muğterrîn, trc. Selefin Ġhlâs ve Takvası, Sıtkı Gülle, Ġstan-

bul,1997

Ġmam ġarani, Uhud-ul Kübra, Selahaddin Alpay,Ġstanbul, 1981

Ġmam-ı Rabbani, Mebde‘ ve Me‘ad, Ġst. 2000

Ġnançer, Ö. Tuğrul, Gönül Sohbetleri, Ġst, 2005, s. 13

Ġnançer, Ö. Tuğrul, Vakte KarĢı Sözler, hzl. AyĢe ġasa-Berat Demirci, Ġst.2006

Ġnançer, Ömer Tuğrul, Sohbetler, Ġst, 2006

Ġslâmî AraĢtırmalar Dergisi, C. 17, Sayı: 1, 2004

Ġsmail Hakkı Bursevî, Tuhfe-i Aliyye, Hzl: ġeyda Öztürk, Ġst., 2000

Ġsmail Hakkı Bursevî, Tuhfe-i Vesimiyye, hzl: ġeyda Öztürk, Ġst., 2000,

Ġsmail Hakkı Toprak kuddise sırruhu, Yâre Yadigâr Ġbrahim Yılmaz - Ali Altın

Karaçay, Yusuf, Bir Psikiyatristle Sohbetler, Ġst., 2001

Katip Çelebi, Mizânü‘l Hakk fî Ġhtiyâri‘l Ahakk, hzl. Orhan ġaik Gökyay, Ġst,1980

Kaya, Doğan,‖Seyit Yalçın ile Röportaj,‖ Hayat Ağacı Dergisi, Bahar 2005,

Keklik, Nihat, El-Futuhât El- Mekkiye Kriterleri, Ġst, 1990

Kemikli, Bilal, Sun‘ullah-ı Gaybî, Ankara, 2000

Ken‘an Rifâî, Sohbetler, hzl: Sâmiha Ayverdi, Ġst, 2000

Koç Mustafa ― Bâleybelen, Muhyî-Ġ GülĢenî, Ġlk Yapma Dil, Ġlk Kutsal Dil‖ - Ġs-

tanbul : , 2005-Klasik Yay..

Konuk, Ahmed Avni,‖et-Tedbîrâtü‘l-Ġlâhiyye fi Islâhı Memleketi‘l-Ġnsâniyye‖ Trc.

ve ġerhi, hzl: Mustafa Tahralı, Ġst. 1992

Köksal M. Asım Ġslam Tarihi - Ġstanbul : Köksal Yayınlar.

Kösec Ahmed Dede, Es-Sohbetü‘s Sâfiyye, trc. Ahmed Remzi Dede, hzl. ġeyh Ga-

lib- Prof.Dr. Ali Alparslan Kültür ve Turizm Bak. Yay. No: 964–1988

Kurnaz, Cemal-Mustafa Tatcı, Türk Edebiyatında ġathiyye, Ankara, 2001

Kurnaz, Cemal-Mustafa Tatcı, Yesevilik Bilgisi, Ankara, 2000

Kuyumcu, Fehmi, Evliyanın Dilinden, Nur Yayınları,1978,

Küçük, Hafız Hasan, Risale Tarikât-ı ġabâniye‘de Silsile Evrâd ve Dua, Ġst, 2003

Lâmiî Çelebi, Nefâhatü‘l-Üns Tercümesi A.Camî, hzl., S. Uludağ, M.Kara, 1998,

M. Cemaleddin El-Hulvi, Lemezât-ı Hulviyye, Serhan TayĢi, Ġst, 1992

M. HâĢim KıĢmî, Berekât - Îmâm-ı Rabbani ve Yolundakiler, F. Meyan, Ġst. 1980

Mâlik Binnebi, Kur‘an-ı Kerim Mucizesi, trc. Ergun Göze, Ġst. 2003

Mehmet Zahid Kotku, Tasavvufî Ahlak, Ġst, 1998

MemiĢ, Abdurrahman, Halidî Bağdadî ve Anadolu‘da Halidilik, Ġst, 2000

Mevlana ġeyh Sâfiyuddin Kuddise Sırruhu, ReĢahat, Trc. N. Fazıl Kısakürek, 1999,

Muallim Cevdet Müderris Ahmed Naim - Ġstanbul- Ülkü Matbaası : , 1935.

Muhammed B. Abdullah Hani, Âdâb, Trc. Ali Hüsrevoğlu, Ġstanbul, 1980

Muhammed ibn-i Hüseyin es Sülemi trc:Süleyman ATEġ Sülemi Risaleleri - Anka-

ra : Ankara Üniversitesi Basımevi, 1981.

Mustafa Ġsmet Garibullah, Risale-Ġ Kudsiyye Tercümesi, Ġstanbul, 2003,

Nasrullah Efendi, ġah-ı NakĢibend, Ġstanbul,1979

Necati, M. Osman, Hadis ve Psikoloji (Terc: Mustafa IĢık), Ankara, 2000.

Nicholson, Reynold A, Ġslâm Sûfîleri, Trc. Yücel Belli- Murat Temelli, Ġst, 2004

Niyâzi Mısri, Ġrfan Sofraları, Süleyman AteĢ, 1971

O. Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya, Hzl. Mehmet AkkuĢ-Ali Yılmaz, Ġstanbul, 2006

Ocak, A YaĢar, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Editör: E. Ġhsanoğlu, Ġst, 1999

Oruç, AyĢe, Ġnsan ve Ġslâm olmak, Ġst.2003

Ögke, Ahmed, Ġslâmî AraĢtırmalar Dergisi, c. 17, sayı: 1, 2004,

Kitabiyat 997

Öz, Mehmet Ali, Bütün Yönleriyle Gürün Ġlçesi Tarihi Ve Coğrafyası, Sivas, 2002

Özdamar Mustafa Ahmed AmîĢ Efendi - Ġstanbul : Kırk Kandil, 1997.

Özdemir Türkelili Hüseyin Hicreti Rasülüllah - Ġstanbul : , 2009.

Özdemir Türkelili Hüseyin Ölmeyen Dostluk - Ġstanbul : Gözde Matbaacılık, 2008.

ÖzdeĢ, Talip, Vahiy ve Ġslâm Tebliğinin Kronolojik Cetveli, Sivas, 1994

Özemre Ahmed Yüksel Üsküdar'ın Üç Sırlı‘sı - Ġstanbul : 3. Baskısı Kubbealtı

NeĢriyât, 2007.

Öztürk, YaĢar Nuri, Muhammed Tevfik Bosnevi, Ġstanbul, 1981

Pakalın, Mehmed Zeki, Tarih Deyimleri Ve Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul,1972

Palakoğlu, Ġsmail, Gönüller Sultanı S. Osman Hulusi Efendi, Ankara, 2005

Rahmi Serin, Veliler Ve Tarîkatlerde Ûsul, Ġstanbul, Pamuk Yayınları,

Safer Baba, Tasavvuf Terimleri, Ġst., 1998

Sayar Ahmed Güner A. Süheyl Ünver Hayat, ġahsiyeti Ve Eserleri - Ötüken-

Ġstanbul : , 1994.

Saygılı, Sefa, Strese Son, Ġst., 2001.

Selim Divane, Ariflerin Delili MüĢkillerinin Anahtarı, M, Tatcı-H. Çeltik, 2004

Selim Divane, Sadıkların MüĢkillerinin Anahtarı, Ahmed Sadık Yivlik, Ġst, 1998,

Seydi Ali Reis, Mir‘at-ül Memâlik, hzl. Eyüp Culum, BeĢikdüzü, 2005,

Seyyid Nigârî kuddise sırruhu‘l-azîz Divanı, hzl: Doç. Dr. Azmi Bilgin, Ġst. 2003

Sır, AyĢe Nur; Batmayan GüneĢ Devam Eden Gölgeler, Ġst., 2005

Sofuoğlu, M. Cemal, Ġslâm Dîni Esasları, Ġzmir, 1999.

Somuncu Baba Kültür Edebiyat Ve AraĢtırma Dergisi, Aralık / 2005

Somuncu Baba Kültür Edebiyat Ve AraĢtırma Dergisi, Kasım-Aralık 2000

Somuncu Baba Kültür-Edebiyat Ve AraĢtırma Dergisi, Aralık 1996,

Sufi Muhammed DaniĢmen ―Yesevîliğin Ġlk Dönemine Ait Bir Risale:, Mir‘âtü‘l-

Kulûb,‖ Ġlâm, C 2, s. 2, Temmuz-Aralık 1997, Ġst. 1998

Sunar, Cavit, Ġslâm‘da Felsefe, Ankara, 1972,

Süleyman Ġbrahim, Meveddet Pınarları, trc. Adnan M.Selman, Ġst. 2000

ġen, Mehmet Veli, Evrâd-ı Bahaiye, Sivas, 1976,

ġenocak, Kemaleddin, Müslümanlar Arasında Bir Garib Yolcu, Ġst, 2004,

ġevki Koca- Murat KaçıĢ, Neyzen Tevfik Külliyatı, Ġst. 2000

ġeyh Mustafa Kabûlî er-Rifâî, Kenzü‘l-Esrâr, Ġst., 2001

ġeyh Sâdi-i ġîrazi, Bostan ve Gülistan, trc.,Kilisli Rıfat Bilge, Ġst, 1968

ġeyh Yusuf Topçu, Tuhfe‘tü-z Zakirîn, Ġst, 2000

ġuĢud, Hasan Lûtfi, Ġslâm Tasavvufunda Hâcegân Hânedânı, Ġstanbul, 1958

Tevhid Gemisi Dergisi, Ġst. 2006, Sayı 10,

Topkara, Cevat, Bir Gerçeğin Ġtirafı, Ġstanbul,2005

Toprak, Ġhramcızâde Mehmet Kâzım, Kitab-ı Gül, Sivas

Tosun, Necdet; Bahâeddîn NakĢbend / Hayatı, GörüĢleri, Tarikatı, Ġst. 2002

Toygar Ömer Lutfi Muhabbet Üzerine - Ġstanbul : Seçil Ofset, Ocak-2009.

Toyran, Mehmet, Sultan ġehir Dergisi- Çorapçı Hanı Makalesi, Sivas, 2007, sayı 2

Ülkü, Kübra, Ġslâm‘da Tesettür ve Evlilik, Ġst, 2006

Vassaf Osmanzade Hüseyin ve hzl. Prof.Dr. Mehmet AKKUġ- Prof.Dr. Ali Yılmaz

Sefine-i Evliya - Ġstanbul : , 2006.

Y. Bülent Bakiler ―Ġsmail Efendi‖ (Sivas)Hizmet Gazetesi,4 Ağustos 1969

Yahyâ b. Mûsâ Ez-Zehrânî, Peygamberimizin Ümmeti Üzerindeki Hakkı,. Ġst.

Yarar, Cezair, Mektubât-ı Hasan Sezâî, Ġstanbul, 2001

Yardım, Ali, Peygamberimiz‘in ġemâili, Ġst., 1998, s. 232.

998 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Yardım, M. Nuri, Safiye Erol Kitabı, Ġst, 2003

Yasak, Ġbrahim, Sivas Yatırları, Sivaslılar Vakfı Yayınları, Ġstanbul 2004

YeĢil, ġemseddin, Gavs-ı Azam Abdülkâdir Geylanî Hz. Nutuklarından, Ġst, 1978

Yıldız, Alim, ―Arab ġeyh‘in Bir Mektubu Makalesi‖ Hayat Ağacı Der, Bahar 2005

Yılmaz, Hülya, Dünden Bugüne GümüĢhânevi Mektebi, Ġst, 1997

Zeren, Mehmet,‖Mesnevide Geçen Bütün Hikayeler‖ Ġst. 2004

Zihnî, Mehmed, Nimetü‘l-Ġslâm, Ġst., 1398 h.

Evrâd-ı Kudsiye 1

اوراد قــدســيةن الرحيم ه الرحم بســـم اللـ

ـــيدي ــذ بيــدي يإ سـ جميع حإجإتي ات وسيلـتي قـلت حيلـتي أدركني خــيـطإن ٱلـرجيم ه من ٱلشـ إءكم رسول من افسكم عزيز اعــوذ بإللـ لـقد ج

وا فقل م حريص علـيكم بإلـمـؤمـنيـن رؤف رحيم فإن تولـ علـيه مإ عنـتــلـت وهـو رب العـرش ال ــوكـ ــيه ت هـو عل ه لإ ال ه الإ ــيم حسبي ٱللـ ـــلام عـظ الس

ــيك يإ بـي ٱلـرحمة عل وسلم اجمعــين وصحبه صل وبإرك عـلـيه وعلى ا لـه ـم ه اللـ

ه3صـلــوات شريفة } { استــغـفـر اللـ {1فإتـحـة شـريـفة } {5} لــنإمن امر دك رحمة ربنإ آتنإ من ل {3} إرشداوهـي

{3}اخـلاص شـريف

{3}صـلـوات شـريفـة

Bu okuduklarımdan hâsıl olan ecir ve sevapları önce Rasûlüllah sallallâhü aleyhi

ve sellemin ruhaniyetlerine hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı gelmiĢ bütün

enbiyâ aleyhimüsselâtü vesselâm Efendilerimizin, âl-i ve ehlibeyt ve Ashab-ı Güzin

radiyallâhü anhüm ruhlarına hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı Muhammed

Bahâeddîn NakĢibend kuddise sırruhu‘l-azîz Efendimize hediye eyledim. Sonra

hâsıl olan sevabı gelmiĢ ve geçmiĢ bütün evliyanın ruhaniyetlerine hediye eyledim.

Sonra hâsıl olan sevabı bizlere hakikat ve marifet yolunu bizlere öğreten büyükleri-

mizin ve hâssaten …………………….Efendim Hazretlerinin ruhaniyetlerine hediye

eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı mümin ve müminâtın ruhaniyetlerine, hayatta bu-

lunanların defteri âmallerine hediye eyledim. Sonra Anne ve babamın, akrabamın

ruhaniyetlerine, hayatta bulunanların defteri âmallerine hediye eyledim.

2 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

Sonra ruhen ve kalben

من ٱلل ا مآلي م ـقطــع ا الإ ه ن كل شي[Emellerimi her Ģeyden kesip sadece Allah Teâlâ´ya yöneldim.] cümlesini düĢü-

nürsün.

د الل د بـي ٱلرحمة يإ محـم ـه إلـيك بنبـيـك محم ـوج ـهم إي أسألــك و أتــه بـك الى ربـي في حإجتي لــــتــقـضي الل أ إـي ــعه تـــوج ـهم شـــــف

في...

ن الرحيم ه الرحم بســـم اللـ

هم ا ـ ه الحق المبين ٱلذي لإ القيوم ت الملك الـحي اللـ ا ال ت ربى ت ا الإ

إ ــقتنى وا شر مإ ن ك م على عـهدك و وعدك مإ استطعت اعـوذ ب إعبدك وا خل

عمـتك علـى و ابـوء لـ صنعت ابـو ــبـي ف ك بـن ـ ــفـر ء بــذ ه لإ يغ ٱ غفـرلى ذوبـي فإ ا ا ــوب إلإ ـ ــبحإن الله و الحمد ل لذ ـ ه و لإ له ت س الله و الله ا ال و لإ كـبر إلإ

بإللـه ــظيم ه ى العـل حـول و لإ قـو ة إلإ ل و الإ خر و ٱلظإهر الع و البإطن و هـو و الإوــير و هو على ــخـ ــيم يحيي و يميت و هو حي لإ يموت بيـده اـل عل بكـل شي

ــدير س ء ي كل ش ك يإ قـيوم المكرم قـ ــبحإ ــظم س ــع ــظيــم الـم ك يإ ع ــبحإــبحإ ك يإ بإعث س ــبحإ ك يإ مقـتـدر س ــبحإ ـإدر س ك يإ ق ــبحإ ك يإ وارث س

ك يإ بإعــث من في الجدال ــبحإ ــيإت س ــف ــر و الخ ــ ك يإ عإلم الس ــبحإ و ة ســعـبد جــميـع الخـل ك يإ مست ــبحإ ر ئ آالمسـمـكإت س ــد ــ ــق ك يإ م ــبحإ ق س

ـإت س ــيه الإ فـ ــل ــطـرأ ع ت ك يإ مـن لإ ــبحإ ــوافق س ــوجـد و ٱلــص ك يإ ال ــبحإــول ــيت عمــإ يـق ـ ـإلـ ن الإزمـنة و الأوقإت عـلا قــدرك وتـع ــو ٱلظإلمـ مكـو ــل ا ـون ع

ك يإ كبـيرا س ــبحإ ــبإب س ــبب الأسـ ــ ك يإ مس ــبحإ ك يإ مـعـتـق ٱلرقإب س ــبحإ

Evrâd-ı Kudsiye 3

ك يإ إل هي و ــبحإ ــيوم و لإ يمـوت س ـي يإ ق ـ ه ح نإسوت خـلـقـتـنإ ربـ ال نـإ بيدك ٱـلول و إء ولـك ٱلــطـ ــمـ ــع ــن ــقك فـلـك الحـمد و ٱـل ــير مـن خل ـث ـإ عـلى ك ـلـتن و فـض

ــيك ا ــتوب ال ــرك و غـف ـســت نإ و تعإلـيـت ل فـلا ت ال الإ لآء تبإركت ربــ إو شي يـشـبـهـك و ات قـبلك و ات ال ــي ــر فـلا شـ ظإه بـعـدك و ات ٱـل ــي إ خر فـلا ش

ــر و ات ــير و ات الـقإدر بـلا وزي يراك و ات الـواحـد بـلا كـث ــبإطـن فـلا شـي الــنزع مـدبـر بـلا مشـير ال إء و ت ــهم مإلك الـمـلـك تـؤتــي الـمـلـك مـن تشـ ل ــل ٱـل ق

ــدك الـخــيـر اـك ع إء بي ــذل مـن تـشـ ـإء و ت ــز من تـش ــع إء و ت ــملـك ممن تشـ ـلى الــيل و تـخرج الحـي كـ ــنهإر في ٱل ــج ٱل ــهإر و تولـ ــن ــيل في ٱل ــج ٱل ــدير تول ـل شىء ق

ــير حسـإب ــغ إء ب ــرزق مـن تـشـ مـن الـمـيت و تـخرج المـيت مـن الـحـي و تك ي ــبحإ ك يإ مـن تردى س ــبحإ إ من احتجب في الإؤلى عـن جميع الور ى س

ك يإ مـن تـعـزز بإلـوق ــبحإ ــيآء س إء ســبحإك يإ مإلـك جميــع الإش إر و الكـبريـ ـك يإ م ــقدرة و العـلى ســبحإ ــع و الحـسـن ى و بإل ــب ـواحي ٱلس ـإ في ٱلض ـن يـعـلم م

ك يإ مـن شرف ــبحإ دور و الإحـشآء س ــج في ٱلص ــلـجل يإ مـن يـعـلـم مـإ يـتك يإ مـن يعـ ــبحإ ــر ى س ــدن و الـق ــعروض عـلى الم لم مـإ تـحت الجـبوب و ال

ــيت ك يإ مـن تـعإلى و لـطــف عـن أن يـر ى تـبـإركت ربــنإ و تـعإل ــبحإ ــر ى س ـث الــيـرك و لإ قإهـر سـواك ــهم لإ رب غ ل ـكور و ات المـنعم الـمفضل الـمـقـٱـل يل ٱلشك ات الله ٱلذى لإ ــهد ا ـ ه اش ات ات ربـى و رب كـل ش ال فإطــر ـ الإ

ــم ـوات و الإرض ـ ـم ٱلس ــس ــمتعإل }ط ــبير ال ــهإدة الـعلي الك ــيب و ٱلش عإلـم الـغــيإن{ الله لإ ط ــبغ ي ــهمإ بـرزخ لإ ــين ــن يلـتـقـيإن ب هـو ـــس مـرج البحـري ـ ه الإ ال

ـإ في الإرض مـن ذ ـم ـوات و م ـإ في ٱلس ـوم له م ـإخذه سـنـة و لإ ــيوم لإ ت ا الـحى القـإ خـلـفـهـم و لإ يـحيطون ٱل ـه يـعـلم مإ بـيـن ايـديـهـم و م بإذ ــع عـنـده الإ ــف ذى يش

ــؤ ي ـوات و الإرض و لإ ــم ـ ــع كرســيه ٱلس إء وسـ بمإ شـ ده بشىء من علمه الإ

4 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

ــلي الـعـظــيم ــع ــهـمإ و هـو ال ـم حفـظ ـم ح ـم ح ـم ح ـم ح ـم ح ـم ح ــر و ح حـم الإمـم تـنـزيل الكتإب من ٱلله الـعـزيز الـعليـم غإ ــينإ لإ ينصــرون ح صــر فعل ــنـ إء ٱل فر جـ

ذ هـو اليه الـمصيـر ٱـل ـ ه الإ ــول لإ ال طـ ــوب شـديد الـعـقإب ذى ٱـل ت ــب و قإبل ٱـل ــإزع له إء بـقدرتـه ويــحكم مإ يريد بعـزتـه و لإمـن ه مإ يشـ في جــبـروتـه يـفـعـل ٱللـ

ــكه سبحإن الله شـريك له و لإ إء ٱللـه كإن في مل بإ لله مإ شـ ة الإ ــو و بحمده لإ قـــم ان ٱلل ــل ش و مإ لم يـشـأ لم يكن أعـل ــدير و ان ٱلل ىء ه عـلى ك ه قد احإط ق

ـإ بكـل شىء ــلاتـك و عإفـن تـهلـكنـإ بمث ـإ بغضبك و لإ ــهم لإ تـقـتـلـن عـلـمإ اللــكوت ــل ــلـك و الم ــدوس ســبحإن ذى الم ــلـك الـق ــبـل ذالـك ســبحإن الم ق

ـإم ة ـم ســبحإن ذى العـزة و العـظ ــجــبـروت ســبحإن المـلـك الـحــي ٱلذي لإ ين و الـــهم علمنـإ من ـئكة و ٱلروح الل ــبوح قدوس ربـنـإ و رب الملــ يـموت سـ و لإ

إ ب د ــلـ ـمـنـإ عـنـك و ق ــه هم اجـعـلـنإ لـك شإكـرا و علمك و ف ـصرك اللـ صـمـصإم ــهم اهإ منيبإ الل ــواعإ و لـك مـخـبتإ و الـيـك او لـك ذاكـرا و لـك راهـبإ و لـك مـط

ل تـوبــتـنـإ و اغسـل حـوبــتـنـإ و ـإ و تـقـبـ ـإ و اسـلـل سـخيـمـة صــدور ســدد مـقإولنـعـوذ بـك مـ ــإ هم إ ــلوبـنإ اللـ ران و الإحـنـة مـن ق ذحل و ٱـل دخل و ٱـل ن اذهـب ٱـل

ــوسة و ـأ إءة و مـن حـرق الم ــحـإد و الغـرة و مـن الـجـم و جـداع الفـج مـن الإـلك مإ تـحول بـه ـإ مـن خشـيـت هم اقسم لن ـرات اللـ ــنـت و مـن الأمـور المـطـم الـع

ـإ و بـيـن مـعإصـيـك و مـن طإعـتك مإ تدخـلـ ــن القدس و من نإ بـه الى حـظيرة بـيـنـإ مـع خـيـر ـ ـيإ و الإ خـرة و احشـر د ـإ مصيبإت ٱـل ن بـه عـلـين ــقيـن مإ تـهـو الي

ت ــو ـإ و ق ــصـإر عـنإ بإسـمإعـنإ و اب ـإوذ و مـتـ أحـيـيـتـنإ و اجـعـله الـوارث منـإ ــنإ مإالإشإ و إ و اغـفـر خطإيـإ إ على مـن عإدا ـصر ــلـمـنإ و ا إ على من ظ ـأر و اجعل ث

ر جـؤشوشـنإ و اقـض اوطإر ــو إ و إ و اشف مرضإ إ و ارحــم اكـشـف رزايـإــعـل ــج ـنإ و لإمـبـلـغ علـمـنإ و لإت ــبـر هـم ــعـل العإجلـة اك ــج ــيـنإ و لإت إجل

Evrâd-ı Kudsiye 5

ــوبنإ مـن لإ يرحـمـنإ و ات ـ ــيـنإ بذ ــط عل ــسل ــنـنإ و لإت ارحــم مـصـيبـتـنإ في ديـــم بـهإ ــل ــهدي بهإ روعـنإ و ت ــك رحـمة من عـنـدك ت ــإ سأـل هم ا ميـن اللـ ــرح ٱـلإ و تزكى بـهإ اعمإلـنإ ــمـلـنإ و تـشـفي بـهإ مرضـإ ـثـنإ و تـجمـع بـهإ ش ــغـ ش

تـك و و ــيـ تـك و بـوحـدا ــيـ ــك بـصـمـدا ــإ سأل هم ا إ اللـ ــد ــهـمـنإبـهإ رش ــل تــتـك و بعـزتـك البإهرة و بـرحمـتـك الواسعة ان تـجعل لـنإ ورا في ــي بفردا

اسنإ مـسإمع ــلوبنإ و ورا في حـو نإ و ورا في اعـيـنـنإ و ورا في اجداثـنإ و ورا في قــدينإ هم و ورا في سـمـنإ و ورا من بين اي ـإ اللـ ــمإ و ا تـن إ عـلـمإ و ورا و حـل زد

إ حـسبنإ ـعـمـة ظ ـيإ ه لد نإ حـسـبنإ ٱللـ ه لـديــن ــنـة حـسـبـنإ ٱللـ ـعـمـة بإط إهـرة و ــيـنإ حـسـب ــوي لـمـن بـغى عـل ــم الق ه الـحلي ـنإ حــسـبنإ ٱللـ ه الكريم لمإ اهـم ـإ ٱللـ ن

ــوٱلل إ بس ـإد ــديد لـمـن ك ه ء ـه ٱـلش ـإم حـســبنإ ٱللـ س رحيم عـند ٱـل ه ٱـل حـســبـنإ ٱللـلـطيف عـند المـيـزان حـسـبـنإ ه ٱـل ــة في الـجـدث حـســبـنإ ٱللـ ـأل رؤف عـند المس ٱـل

ه لإ ٱللـه راط}حـسبى ٱللـ ـ ه القدير عـند ٱـلص لت وهو رب ال هو علـيه توكـ الإــرش الـعـظـيــم{ ] يـل الـجـديد 3الـع ـــ ـبإح[ و بإـل إء ]بإلص مرات[ مرحبـإ بإلـمس ــوم الجـديد[ و ــيـد اكـتب لـنإ ]وبإلي ـه ـإفـر و ٱـلش عيد و بإلس بإلؤبـإن و الـفـيـنـة ٱـلس

رفيع الـودود المحيط الـفـعـإل في خـلـقه ــم ٱلله الحـميد الـمجيد ٱـل ـقول بس مإ ـإ لـمإ يـريد و هـو اقرب ا ه مؤمن لـيـه مـن حـبـل الـوريد أمســيـنإ ]أصـبحنإ[ بإللـ

ــوهية جإحدا و ــسوى ٱلله تعإلى في الأـل ـتـه مـعـترفإ ول ــه مصدقإ و بحج إئ ــلـقـ وبـشـهد لا ــوكـ ه مت ــتـه على اللـ ـئك ه و شـهد ملــ ه و ا ٱللـ إـئ ــي ــرشه ب و حـمـلة ع

هـو وحـده ه لإ اله الإ ــه هـو ٱللـ ـأ ه لإ شــريـك لـه ب إ محمدا صـلـى ٱللـ و أن ســيد

ــبده م ع ــه و صحبه و سلـ و أن الـجـنة حــق و أن و رسله تعإلى علـيه و على ا لـإعـة حـق ــف ـ ـإر حـق و أن الـحـوض حـق و أن ٱـلش ــكيـرا حـق و و أن مـنك الـن را و

6 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

ــيـة لإ ريــب فيهإ و أن ـإعـة ا ت ــبور وعـدك حـق و أن ٱـلس ه يـبعـث مـن في الق ٱللــبعـث غدا و ل ــيه ـمـوت و عـل ـحيى و علـيه إء عـلى ذالـك إ رى عذابـإ إن ش

ــلمـنإ ا ــنإ ظ ــهم إ ـإلى الل ه تع مـم ٱللـ إئر وٱللـ ــب إ الك لإ فؤه فسنإ فإغـفـرلـنإ اوزار

ـت ا ــفـرهمإ الإ إ ل يغ ــدي ل أحســن الأخـلاق فؤه و اهـد ــه ـت لإ ي ا أحسـنـهإ الإ

يك و سعديــك والـخـيـر كـله ــهم لـبـ إ الل ــيـك ا مـن ـتوب إل ــفـرك و بـيـدك سـتـغــت ـزل ــهم بمإ ا إ الل ــلأ اوجـهـنإ بـمإ أرسـلت مـن رسـول و ا مـن ــهم ٱم مـن كـتإب الل

إء ــهم اجعلـنإ لـهمومإ و ظلـفإ و 3] {و قلوبنإ منك حبورا} منك حـي مرات[ اللإجإ و داحسإ اللـ ـف ـميـمإ و ـإ ضـنينإ و عـمينإ و ــوذبـك من لإ تجـعـلـن ـهم إإ ع

ــج و ٱ ــفـيـه ــة و ال ــو و الخـطـربــة و الخـيـلول ــعـت ـأو ة و مـن ال ــع و الـهـبرمـة و الج رت ـلـإء و ــنـة ٱلدهـم ــفت إء و ال رم ــع و الـعـتـل و ٱـل رث هم اجـعل ٱـل ـإء اللـ ـنك الـمـعيشــة ٱلض

ــلاحإ و ا خـره ــلنإ ]يومـنإ[ هذا صلاحإ و اوسطه ف ــي ل ل ــه أو ل ــهم اجـعـل أو جإحإ الل

ــكريـمـة ال رحـمـة و اوسطـه ــده زهإدة و ا خـره ت ـإ مـن الـعيش أرغ ــن هم ارزقـ و مـن لـ

ــمر أسـعـده ــع رزق اوسـطـه ال ــيـنإ و مـن اـل ــم عل ــنإ بعـفـوك و ٱحـل هم اعــف ع اللــت إء علـيـك ا ــمدك لإ أحصى ثـنـ ــهم و بح ل ـك ٱـل ــبحإ ــمإ أثـنــيت بفضلـك س كـ

إءك و لإ ي ــز جإرك و جـل ثـنـ ـفســك ع ــف وعـدك و عـلى ــهـزم جـنـدك و لإ يخلك مإ عرفنإك ــبحإ ــبـودس إك حق عـبإدتك يإمـع ك مإ عبد ــبحإ ـ ه غـيـرك س لآ ال

ــرك يإ م إك حق ذكـ ك مإ ذكر ــبحإ ك حق معرفـتك يإ معروف س ــبحإ ـذكـور سـعـمت به علـينإ فؤك ــهم أوزعـنإ شكر مإ أ إك حق شكرك يإ مشكور الل مإ شكر ضـد شـهدك ه ٱلذي ارتـفعت عن صفة الجـبل صفإت قدرتــك و لإ ـت ٱللـ ا

إ عـوذ بك حـي هم إ ـد حجـزك حـين برئـت الحـبإت اللـ ـأروش و لإ ـن فـطـرت المــوادي مـن جحمة لإ تـطـمـع و مـن جـنإن لإ يـفـزع و مـن قـلب لإ يخشــع و من ع

Evrâd-ı Kudsiye 7

هم ــمإعــون اللـ ــمـنإ أسـرارك و ا ال ــه ــنإ مـلابس ا ف ـوارك و أغـمسـنإ في راموز لبســتإر ــوار يإ لـطيف يإ س ـ ــينإ من عوارف المعإرف يإ ور الأ إئـف و أفـض عل الـط

ــك أن تصلي على ـإن سأـل إء و زبرق ــيــ ــر الأول ــي ــبـيآء و ـ ـبـراس الأ د ــحم إ م سيدإ الى فـلـك ــين و أن تـرفـع وجـود ـإء الـخإفق ــين و ضي ــقـل ـث الأصفـيآء و يوحى ٱل

ــبت ش ـث ـإم الؤحسإن يإ الله يإ ور يإ واســع يإ غـفور يإ العـرفإن و ت ــق إ في م ـهودـواهـق بحكـمته مر اء بقـدرته مدحـية و ٱلش ــية و الـغـبر إء بأمـره مـبـن ـم سية و من الس

ــس و الأزهـران ضيئة سأ الـقمران بفضــله م ــن ــه الخ ــرقت من لـك بإسمك ٱلذي تـرقـورا سإدعإ يكإد ســنإبـرقـه يذهـب ــعإ و و تجـلجـلت منـه الـعـنإن حـرزا مإ

ــي ه ٱل ــلب ٱللـ ــصإر يق ــم و بإلأب ــ س ــهإر إن في ذلـك لعبـرة لإؤلى الأبـصـإر طـ ن ـل و ٱـله الـعـظيــم مـن المـعإزف و العـضـة و الـمخطـور و الـمخــظـور عـوذ بإللـ

ــيد الف ــ ــمإر و مـن ك ــصران و مـن شــر والـمـمإحلـة و الغ إر و مـن حـوادث الع ــجي يإ والى يإ علي يإ عإلي يإ من لإ هـو الأجـران يإ حـفيـظ احــفظـنإ يإ و ـل ال ه الإ

هو }يإ الله{] ــعـلم احد كيف هو الإ وم{ }يإحـي [3لإي ــيـ [ }يإ حق يإ 3] يإ قـإر يإ ســلام{ ـإح يإ محيى يإ مميت يإ قـه ــد يإ وهإب يإ فـت ــد يإ صـم واحد يإ اح

من رب رحـيم{ ]7] ـميع 7[ }سلام قولإ ــو ٱلس ه وه [ }فسـيكفيكـهم اللــلام 3ـليـم{ ]الع هو ٱلرحم ن ٱلرحيم الـملك الـقدوس اـلس ـ ه الإ ه ٱلذى لإ ال [ هو ٱللـ

إر الـم ر الـعـف بدئ المؤمن الـمهيمن الـعـزيز الـجبإر المتـكبر الخإلق البإرئ المصـوــز الـم ــع الـمـع ـإدر الـقإبض الـبإسط الخإفض ٱلراف ــق رزاق ال ــر المحصي ٱـل ــب ــيـد ال ـع

إدق الـبإقي ٱلرؤ ر الـمـذل المقيت ٱلص ــدم الـمؤخ ـإر الـمـهـلك الـمق ـ نإفـع ٱـلضـ ف اـلــمـيع الـعليم الـبصير }حسبنإ ٱلال اب ٱلس ــو ــت ــقـم ٱل ــو الـغنـي الـمـغـنى المـنـت ه و ـعـف لـ

ــنصير{ ] ـعـم ٱل ـعـم الـمـوـلى و إئمإ ب 3ـعم الـوكـيل إء و يإ ق ائـمإ بلا فنـ لا [ يإ د ـل عـلـيـنإ و على أبـويـنـإ كـل عسير{ ] ــهم 3زوال و يإ مدبـرا بلا وزيـر }سه [ الل

8 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

اد لـمإ قضيـت و لإ مـبدل لـمإ ــع لـمإ أعـطـعت و لإ مـعطى لـمإ مـنـعت و لإ ر لإ مإــع ذ حــك يـنـف ــت و لإ ــد مـنـك الـجــد }ـم ســبحإن ربـي الـعلي الـعـظيم ا الج

ــبور إمـخ المجـيب الـغـنـي ٱلرشيد ٱلص الحسيب الحكم العدل ٱلرقيب البإذخ ٱلشــع ــع الجـلـيل الـبديـ ـ ــع الـمعـطى الـمإ ــور الـمقسط الـجإم ــن ـ ه { ]بنفس واحد[ لإ ٱل ال

ـهيد لإ ه الـوكـيـل ٱـلش ٱللـ ــين الـمجيد لإ الإ ه الـمـت ٱللـ ه الواحد ال ه الإ ٱللـ ال ه الإـ ه ى لإ الواجـد الـوال ــول لإ ال ــل ه إ لك ه المإجد المـتعإلى اعـدد ٱللـ ه و الإ ٱللـ ال ه الإإءل الحـمد ل لكـل رغس ـكــر لله و لكـل أعجوبة ســبحإن ٱلل ه و لكـل رخ ه و ٱـلشــفـر لكـل لـز ــم استـغ ه و لــكـل إث ه و ن حسبـى ٱللـ إء ٱللـ كـل شجـو مإ ش ه و ـل ٱللـ

ــلـت على ٱلل إء و قدر توك ة لـكل قض ــو ه و لـكـل طإعـة و معـصيـة لإ حـول و لإ قه و بإللـ كل شــجب ل إ ل لكـل مصــيـبـة إ الإ إ ه و ـل ــهم إ ه الل ٱستـعـنت بإللـ

إءك و ـبـي ــلـة عـرشــك و أ ــتك و حـم ــك ئ ـشــهـد ملـ ـشـهـدك و أمسـينإ ]أصبحنإ[ ـت جمـيع خـلـقـك بإ ــك ا ه ٱلذي لإ ـ ات وحــدك لإ شـريـك لك و أن ٱللـ ال ه الإ

م عـبدك و ــه و صحبـه وسـلـ ه تعإلى عـلـيه و عـلى ا ل إ محمدا صلـى ٱللـ د ــيـ سـه بإللـ ة الإ ــو ق حــول و لإ ــلي رســولـك و لإ ــيإ يإ الع د ــن ٱـل ــعـظـيـم يإ رحـم ال

ي نإ و ات خــير الإ خـرة رحـيـم و اعـف عـنإ و اغـفـرلنإ و ارحـمـنإ ات مـوـلــكإفي ه ــم ٱلله ال ه بس ـإفي هـو اللـ ــم ٱلله ٱـلش ــ ــم ٱلله ٱلرحـمين بس ه بسـ ـو ٱللـ

ــع ٱسمه شيء في الأرض و لإ في الـمـعإفي هـو اللـه }بسـم ٱلله ٱلذي لإ يضـر مــلـيـم{] ـميع الـع إء وهـو ٱـلس ــم ه خير حإفظإ وهو ارحم ٱلراحمين 3ٱـلس ـٱللـ { [ }ف

ــوح محـفوظ * 7] ــرا ن مـجــيد في ل ــهـم محيــط بل هـو ق ائ ه من ور [ * و ٱللـين ان كـل فس ـــت ــوسـط ى و قوموا لله قإ ة ال ـلو ــوات و ٱلــص ـل ــظوا عـلى ٱـلص حإف

ــيكم من لـمإ علـيـهإ حإفـظ ـزل عل ـإ * ثم ا ه يإ حفيـظ ٱحفظن ـعم الـحإفظ ٱللـــهم ي فـسـ ــهم ا ــت إئـفة قد اهـم إئـفة مـنكم و ط ى ط ــنون بـعد الـغـم امـنـة عإسإ يـغش ـظ

Evrâd-ı Kudsiye 9

ـٱلله غـير الحـق ظ ــنإ مـن الإمر مـن شىء قـل ان الإمـر ب ــلـية يـقولـون هـل ل ــجإه ـن اله ــلـ ـفسـهم مإ لإ يـبـدون لـك يـقـولـون لـو كـإن لـنإ مـن الإمـر ك ــفـون في ا لله يخ

ــنإ ه ــتب علـيهم الـقـتـل شىء مإ قـتـل ــبرز ٱلذين ك ــهـنإ قل لو كـنتم في بـيوتكم لـص مإ في قـلوبكم و ه مإ في صدوركم و لـيمح الى مضـإجـعـهم و ليـبـتـلى ٱللـ

دور * ٱل ه عليم بذات ٱلص ــوبـنإ و ٱللـ ـ ــنإ ذ ــر ل إ فإغـف نإ ا مــن ـذين يـقـولـون ربـنإ اـــفـ ــغ ـتين و الـمـنـفـقين و الـمست ـإ ـإدقين و الـق ـإبريـن و اـلص نإر اـلص ـإ عذاب ٱـل رين قن

ــحإر شــهد ٱللـه ه بإلإس ــكة و ا لإ ا ـئ ـ هو والـمل إئمإ بإلقـسـط لإ ولوال ه الإ ا الـعلـم ق ه الإسلام * فسـبحإن ٱلله حيـن هو العـزيز الحكيـم ان ٱلدين عند اللـ ال ه الإ

ـم ـوات و الإرض و عـشـيإ و حـيـن و له تـمسـون و حيـن تـصبحون الحـمـد في ٱلست مـن الحــى و يحـيى الإرض ــيـ ت و يخرج الـم ــيـ تـظـهـرون يخـرج الحـى من الم

ــهإ و كـذ لـك تخـرجـون }يإ س ــلـت ]{ ـمـيـع يإ بـصــير بـعـد مـوت [ اى توكـــو ا خــذ بنإصيـتـهإ ان ربــى على صـر ه ابــة الإ اط عـلى ٱلله ربـى و ربــكم مإ مـن د

ل على ٱلله و ـتـوكـ ــقـيم * و مإ لـنإ الإ قد هد يـنإ سـبـلـنإ و لـنصبرن على مإ مست مإ كتب ٱلل ــلـون * قل لن يصـيبـنـإ الإ إ و على ٱلله فـلـيـتـوكل المتـوك ـه ا ذيــتمو

ل الـم ــيـتـوكـ ينإ و عـلى ٱلله فـل ه بضر فلا لـنإ هو مـوـل ـؤمنون * و ان يمسـسك ٱللـإء مـن كإشف له اد لـفضلـه يصيب بـه مـن يـش هـو و ان يـردك بـخـيـر فلا ر الإ

ابـة في الإرض على ٱلل عـبإده و هـو الـغـفور ٱلرحيـم * و مإ من د ــهإ و الإ ه رزقابــة لإ ــل في كـتإب مـبـين * و كأي من د ــودعـهإ ك ــرهإ و مسـت ــق يـعـلم مسـت

ـميع العـليم * مإ يف ــإكم وهو ٱلس ــهإ و اي ــ ه يرزق ــهإ ٱللـ ه للـنإس تحمل رزق ــتح ٱللـمن بعـده و هو العـزيز من رحمة فـلا ممسـك لـهإ و مإ يمسك فلا مرسل له

ه قل ــقولـن ٱللـ ــم ـوات و الإرض لـي ــتـهم من خلق ٱلس ـئن سأـل الحكيم * و ل

10 Gavs-ül Âzam Ġhramcızâde Ġsmail Hakkı Toprak Sivasî

ه بضـر هـل هن كإشــفإت ضـره او افـ ـى ٱللـ ــتـم مإتدعـون من دون ٱلله ان اراد رأيــوكل ه علـيه يـت ـى برحـمة هـل هـن ممـسكإت رحمـته قل حسبى اللـ اراد

لون * و ــوكـ ـئـن قـلوبـكم به و مإ المـت ــر ى لكم و لـتطم بش ه الإ مإ جعله اللـ[ } ــق ــس ــع ـم ـص ح ع ـيــ ــه ـ من عند ٱلله الـعزيـز الـحكـيم}ك ــنصر الإ ــفـنإ و [ٱل إك

ه الـقإدر ا ــوله الحـق ٱرحـمـنإ هـو ٱللـ ظإهر البإطـن الـفإطـر ٱلـطيف الخبير ق لـقإهر ٱـلــهإدة و هـو الحكيم ور عإلم الـغـيب و ٱلش ــخ في ٱـلص ــنـف ــلـك يـوم ي و له الـم

إن يإ مـنـإن{ ـــن ــخبيـر }يإ ح ـم ـوات والأرض يإ حــي يإ } [] ال يإ بديــع ٱـلس

وم ــيـ ــرام{[ }يإ ذ]{ ق ــجـلال و الؤك ــك بعظـم ال [ سأ ] ا ال ــنـقـل ـل ة ان ت ــيـ إهوتـــع ة و أن تـرف ــبـشــريـ ــبإع ال ــتك الـعـلويـة يإ طـبإعـنإ مـن ط ــك ئ مـهجـنإ مـع ملــ

هم و ك اللـ ــبحإ ـإل س ــنإ الى أحـسـن الح ل حإل ــو ل الحـول و الأحـوال حـ مـحــوـت بحمدك أشـهـد أن لإ ا ــفرك و أت ال ه الإ م أسـتـغ ــهم صل وسلـ ــيك الل وب إلإ محمد ــيد ــوره على سـ ـإم ـإبـق الى الأ ــهوره ٱـلس ــعإلمين ظ عـدد مـن رحـمة لل

ــهم و مـن ــقي و مـن سـعد من ة و مـن ب ــبريـ ى مـن ال ــغـرق مض شقي صلاة تسـت أمـد لـهإ و لإ إء لـهإ و لإ ــه ـت إ ــهإ و لإ غإيـة ل ــعـد و تحيط بإلحد صـلاة لإ ال

ــمـة و عـلى ا ائ يت بـهإ علـيه صــلاة د إء لـهإ صلاتـك ٱلتى صلـ ـقـض ــه وصـحــبه ا لــل ذ لـك ـث إ يصــفون وسـلام على س وعترتـه م ة عم ــبحإن ربـك رب العـــز

ـل منإ اك ات مـيـن المرسليـن و الحمد لله رب الـعـإل ربـنإ تـقــبــميـع اب الـرحـيـم الـعليـــم الس ك ات الـتــو ـهم و تــب عـلــيـنإ اـ اللـ

هم صل وســلم و بإرك على أعطنإ كل خـير وأعذإ من كل شـر ] [ اللـد و على ا ل ســيدإ م د في كـل لـمحة و فس بعدد ســـيدإ محم حم

ـيإ حسـنة و في الإ خرة حسنة و [كـل معلوم لك ] ربـنإ ا تـنإ في الد

Evrâd-ı Kudsiye 11

[قـنإ عذاب ٱلـنإر ]

{1} فإتحـــــة شريفة

{3} إخلاص شريف {3} صـلوات شريفة

Bu okuduklarımdan hâsıl olan ecir ve sevapları önce Rasûlüllah sallallâhü

aleyhi ve sellemin ruhaniyetlerine hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı

gelmiĢ bütün enbiyâ aleyhimüsselâtü vesselâm Efendilerimizin, âl-i ve ehli-

beyt ve Ashab-ı Güzin radiyallâhü anhüm ruhlarına hediye eyledim. Sonra

hâsıl olan sevabı Muhammed Bahâeddîn NakĢibend kuddise sırruhu‘l-azîz

Efendimize hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı gelmiĢ ve geçmiĢ bütün

evliyanın ruhaniyetlerine hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı bizlere

hakikat ve marifet yolunu bizlere öğreten büyüklerimizin ve hâssaten

………………Efendim Hazretlerinin ruhaniyetlerine hediye eyledim. Sonra

hâsıl olan sevabı mümin ve müminâtın ruhaniyetlerine, hayatta bulunanların

defteri âmallerine hediye eyledim. Sonra Anne ve babamın, akrabamın ruha-

niyetlerine, hayatta bulunanların defteri âmallerine hediye eyledim.

NOT: Evrâd-ı Kudsiye (Bahaiyye) günde iki defa okumak uygundur. Sabah

kuĢluğa yakın bir zamanda veya ikindi namazından sonra okunur. Okuma-

larda (sabah ve akĢam) birkaç kelimede değiĢiklik yapılır. Bazı yerlerde tarif

edildiği üzere tekrarlar yapılır. Bu ise, duanın feyz ve tesirini artırır.