soĞuk savaŞ dÖnemİ avrupa gÜvenlİk …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/1269/1865.pdf · 3.1....
TRANSCRIPT
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER
ANABİLİM DALI
SOĞUK SAVAŞ SONRASI AVRUPA GÜVENLİK YAPILANMASI VE TÜRKİYE
Yüksek Lisans Tezi
Şenol Sevim
Ankara-2006
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER
ANABİLİM DALI
SOĞUK SAVAŞ SONRASI AVRUPA GÜVENLİK YAPILANMASI VE TÜRKİYE
Yüksek Lisans Tezi
Şenol Sevim
Tez Danışmanı
Prof.Dr. Mustafa Aydın
Ankara-2006
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER
ANABİLİM DALI
SOĞUK SAVAŞ SONRASI AVRUPA GÜVENLİK YAPILANMASI VE TÜRKİYE
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı: Prof.Dr. Mustafa Aydın
Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası
……………………………………………. ………………………
……………………………………………. ………………………
……………………………………………. ………………………
……………………………………………. ………………………
……………………………………………. ………………………
……………………………………………. ………………………
Tez Sınavı Tarihi …………………………..
GİRİŞ ............................................................................................................ 1
Soğuk Savaşın Anlamı ....................................................................................... 1
Soğuk Savaşın Kaynakları ................................................................................. 1
Soğuk Savaşın Kökenleri ................................................................................... 3
1. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ AVRUPA GÜVENLİĞİ............................... 8
1.1. Soğuk Savaşın Başlaması ................................................................. 8
1.2. İki Kutuplu Dünya Düzeninin Kurulması ........................................ 10
1.2.1. Truman Doktrini ............................................................................... 10
1.2.2. Marshall Planı (Avrupa Kalkınma Programı).................................. 11
1.2.3. Avrupa’nın Bölünmesi ..................................................................... 17
1.2.3.1. Brüksel Paktı .................................................................................... 17
1.2.3.2. Almanya’nın Bölünmesi .................................................................. 21
1.3. Soğuk Savaş Süresince Avrupa Güvenlik Yapılanması ............... 23
1.3.1. Avrupa Merkezli Oluşumlar............................................................. 25
1.3.1.1. Schuman Planı ................................................................................. 25
1.3.1.2. Pleven Planı ve Avrupa Savunma Topluluğu (AST) ...................... 28
1.3.1.3. Batı Avrupa Birliği (BAB)................................................................. 30
1.3.2. Atlantik Savunma İşbirliği ve NATO ............................................... 32
2. SOĞUK SAVAŞ SONRASI AVRUPA GÜVENLİK YAPILANMASI ..35
2.1. Soğuk Savaşın Sona Ermesi........................................................... 36
2.1.1. Soğuk Savaş Ne Zaman Sona Erdi?............................................... 36
2.1.2. Soğuk Savaşı Kim Kazandı? ........................................................... 37
2.2. Yeni Dünya Düzeni........................................................................... 38
2.2.1. Bush Doktrini ve ABD’nin Dış Politikası ........................................ 39
2.2.2. Atlantikötesi İlişki............................................................................. 43
2.3. NATO’nun Dönüşümü...................................................................... 50
2.4. Avrupa Merkezli Oluşumlar............................................................. 56
2.4.1. BAB ve ODGP................................................................................... 57
2.4.2. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)........................... 60
2.4.2.1. St.Malo Anlaşması ........................................................................... 61
2.4.2.2. Köln Zirvesi ...................................................................................... 64
2.4.2.3. Helsinki Zirvesi................................................................................. 65
2.4.2.4. Nice Zirvesi...................................................................................... 66
2.4.2.5. Laeken Zirvesi .................................................................................. 67
2.4.3. AGSP Bağlamında AB-NATO İlişkileri............................................ 67
2.4.3.1. Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) .............................. 72
2.4.3.2. Berlin Plus Düzenlemeleri ............................................................... 73
2.4.4. Avrupa Güvenlik Stratejisi .............................................................. 77
2.4.5. Avrupa Birliğince Gerçekleştirilen Görevler.................................. 81
3. TÜRKİYE VE AVRUPA GÜVENLİĞİ................................................. 84
3.1. Türkiye’nin AGSP Sürecinden Dışlanması .................................... 84
3.2. Ankara Mutabakatı ........................................................................... 89
SONUÇ .......................................................................................................... 95
KAYNAKÇA ....................................................................................................... 98
ÖZET ........................................................................................................ 107
SUMMARY ....................................................................................................... 108
GİRİŞ
2. Dünya Savaşından sonra neredeyse yarım yüzyıl Dünya’daki uluslararası
ilişkileri şekillendiren sistemi kamu önünde ilk kez “Soğuk Savaş” olarak
adlandıran kişi Amerikalı maliye uzmanı Bernard Baruch’tur. Baruch, 1947
yılında, Türkiye ve Yunanistan’a yapılacak yardımla gündeme gelen Truman
Doktrinine ilişkin bir tartışmada bu terimi dile getirdi. Birkaç hafta sonra da
Amerikalı gazeteci Walter Lippmann, aynı terimi yazdığı makalelerde ve
kitabında kullandı.1
Soğuk Savaşın Anlamı
Uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından Soğuk Savaşla ilgili çeşitli tanımlar
yapılmış olsa da, bu tanımlar temel olarak birbirlerine benzerler. Bir tanıma göre
Soğuk Savaş, 2. Dünya Savaşı’ndan galip çıkmış iki büyük devlet ve bu
devletlerin çevresinde kümelenmiş küçük devletler arasında doğrudan silah
kullanmaksızın devam eden anlaşmazlık ve çatışma dönemidir.2 Bir başka
tanıma göre ise Soğuk Savaş, iki güç arasında yaşanan ve total silahlı
çatışmaya dönme tehlikesi taşıyan kısa istikrarsızlık dönemleri ile bezenmiş
uzun süreli bir düşmanlık durumudur.3
Soğuk Savaşın Kaynakları
Soğuk Savaşın tanımlanmasında görülen uzlaşıdan, içeriğinin ne olduğu, bir
başka deyişle Soğuk Savaş süresince kutuplar arasındaki düşmanlığı besleyen
kaynakların ne olduğu konusunda söz etmek güçtür.
1 Andre Fontaine, History of the Cold War: From the October Revolution to the Korean War, 1917–1950, çev. D.D.Paige, New York, Pantheon Books, 1968, s. 4. 2 Oral Sander, Siyasi Tarih: 1918-1994, 4.B., Ankara, İmge Kitabevi, 1994, s. 191. 3 Bernard A.Weisberger, Cold War Cold Peace: The United States and Russia Since 1945, New York, American Heritage, 1985, s. 89.
1
Mueller, ‘3. Dünya Savaşı’ olarak nitelediği Soğuk Savaşın, esasen ideolojik bir
içerik taşıdığını ve SSCB’nin komünizm ideolojisini terk etmesiyle birlikte Soğuk
Savaşın sona erdiğini belirtir.4 Gaddis ve Schlesinger de hemen hemen aynı
çizgidedir. Gaddis, ideolojinin oynadığı rolü vurgulayarak Soğuk Savaşın
gerçekte otokrasinin dayatılması ve özgürlüklerin inkârı hakkında olduğunu ve
bunları yapmanın imkânsızlaşması ile birlikte sona erdiğini ifade eder.5
Schlesinger ise, ABD ve SSCB arasında eskiden beri süregelen jeopolitik
çekişmenin Soğuk Savaşa dönüşmesinin ideolojik nedenli olduğunu ve iki ülke
arasındaki temel farklılığın insan hakları, bireysel ve kültürel özgürlükler ve sivil
toplumun rolü konularında olduğunu belirtir.6
Öte yandan Steel, ideolojinin, Sovyet dış politikasına nazaran Amerikan Dış
politikasında çok daha ağırlıklı bir rol oynadığını düşünmektedir. Steel’e göre
ABD, Soğuk Savaşı küreselleştirmek üzere çevreleme stratejisi ve anti-
komünizm olgusundan yararlanmış, “komünist tehdit” söylemi Sovyetler
Birliği’nde olup bitenlerin anlaşılmasını zorlaştırmıştır.7 Garthoff benzer bir
analizle, Batı’nın komünist ideolojiye yüklediği “tüm dünyayı hükmetmeye dönük
genişlemeci” anlamın abartılı olduğunu ve iki güç arasında yaşanan Soğuk
Savaşın ideolojik bir çerçevede geleneksel güç dengesi politikalarıyla
yürütülmüş jeopolitik bir çatışma olduğunu belirtir.8
Filitov Soğuk Savaşın ideolojik bir mücadele ile ilgisinin bulunmadığını, 4 John Mueller, “Quiet Cataclysm: Some Afterthoughts on World War III,” Michael J. Hogan (der.), The End of the Cold War: Its Meanings and Implications, New York, Cambridge University Press, 1992, s. 40–42. 5 John Lewis Gaddis, “The Long War, the Long Peace, and the Future,” Hogan (der.), The End of the Cold War, s. 24. 6 Arthur Schlesinger,Jr.,“Some Lessons from the Cold War,”Hogan (der.), The End of the Cold War,s. 54. 7 Ronald Steel, “The End and the Beginning,” Hogan (der.), The End of the Cold War, s. 105–106. 8 Raymond L. Garthoff, “Why Did the Cold War Arise, and Why Did It End ?,” Hogan (der.), The End of the Cold War, s. 127-128.
2
süper güçler arasında yaşanan askeri ve jeopolitik bir çatışma olduğunu ifade
ederken,9 Artaud, ideolojik boyutu yok saymaksızın, Soğuk Savaşı Avrupa
üzerinde süregiden çıkar çatışmasının bir parçası olduğunu ve Sovyetler
Birliğinin dağılmasından sonra da bu çatışmanın sürebileceğini belirtir.10
Ortodoks bir yaklaşımla sorumluluğu SSCB’ne yükleyen Halle ise Soğuk
Savaşta kutuplaşmanın gerçekleşmesinde ideolojinin -komünizmin- ikincil rol
oynadığını düşünür. Halle’ye göre Çarlık Rusyası ya da komünist Rusya fark
etmezdi, nasılsa ikisi de aynı biçimde davranacaktı.11
Soğuk Savaşın Kökenleri
Soğuk Savaşın kökenleri konusunda temel olarak iki yaygın görüşten söz etmek
olasıdır. Bunlardan biri, Soğuk Savaşın kökenlerinin 2. Dünya Savaşı sonrası
koşullarda yattığını; diğeri ise, Soğuk Savaşın kökenlerinin 2.Dünya Savaşından
çok daha geriye uzandığını savunur. Schlesinger, Soğuk Savaşın kökenlerinin
2. Dünya Savaşı sonrasında dünya güç dengesinde meydana gelen büyük
boşlukların (mihver devletlerinin ezilmeleri, Batı Avrupalı bağlaşıkların güçlerini
tüketmeleri ve sömürge imparatorluklarının çözülme sürecine girmeleri sonucu)
doldurulmasına yönelik gayretlere dayandığını belirtir. Schlesinger’e göre bu
boşlukları doldurabilecek askeri güce, ideolojik olgunluğa ve siyasal iradeye
sahip sadece iki ülke vardı: Sovyetler Birliği ve ABD.12 Gaddis, 2. Dünya Savaşı
sonrası Avrupa’da beliren koşulların komünizmin genişlemesi için uygun
9 Alexei Filitov, “Victory in the Postwar Era: Despite the Cold War or Because of It?,” Hogan (der.), The End of the Cold War, s. 79–83. 10 Denise Artaud, “The End of the Cold War: A Skeptical View,” Hogan (der.), The End of the Cold War, s. 185–193. 11 Louis Joseph Halle, The Cold War as History, New York, Harper&Row, 1967, s. 11. 12 Schlesinger, Jr., “Some Lessons,” s. 54.
3
olduğuna değinir.13 Halle ise, Soğuk Savaşın temelinin Ocak 1943’te
müttefiklerin Almanya, İtalya ve Japonya’nın kayıtsız şartsız teslim olmaları
yolunda karar aldıkları zaman atıldığını öne sürer. Bu karar, Avrupa’da
doldurulması olanaksız bir güç boşluğu yaratmıştır.14
Öte yandan LaFeber, Rusya ve Batılı ülkeler arasında ideolojik ve ulusal
güvenlik ile ilgili konulardaki düşmanlığın 1890’lara dek uzandığını ifade eder.15
Leffler, ABD’de anti-komünizm olgusunun Bolşevik Devriminden itibaren var
olduğunu ancak, ideolojik karşıtlığın, savaş sonunda ortaya çıkan Sovyet
korkusu ile birleşmesi sonucu Soğuk Savaşın ortaya çıktığını belirtir.16 Fontaine
ise, iki ülke arasındaki çekişme ve düşmanlığın köklerinin, ABD’nin savaşa
girdiği ve Rusya’da devrimin olduğu 1917’ye kadar geri gittiğini belirtir.17
Soğuk Savaşın kökenlerini yorumlamayan yaklaşımlar genel olarak dört
başlıkta toplanabilir: ortodoks, revizyonist, post-revizyonist ve “güvenlik”çi
yaklaşımlar.
Ortodoks yaklaşım, savaştan sonra “Büyük Koalisyonun” dağılmasının esas
sorumluluğunu Sovyetler Birliğine yükleme eğilimindedir. Yorumlarını bu
yaklaşım çerçevesinde yapan uzmanlara göre, Stalin’in Yalta hükümlerine
uymayı reddetmesi ve komünizmi yaymaya çalışması, Büyük Koalisyon’un
yıkılmasını kaçınılmaz kılmıştır. Bu durum karşısında, Truman ve ekibinin
Sovyet yayılmacılığını engellemeye çalışmaktan başka çaresi kalmamıştır.18
13 John Lewis Gaddis, “The Long War,” s. 26–27. 14 Halle, The Cold War as History, s. 32. 15 Walter LaFeber, “An End to Which Cold War?,” Hogan (der.), The End of the Cold War, s. 18. 16 Melvyn P. Leffler, The Specter of Communism: The United States and the Origins of the Cold War, 1917–1953, New York, Hill and Wang, 1994, s. vii. 17 Fontaine, History of the Cold War, s. 11. 18 Ronald E. Powaski, The Cold War: The United States and the Soviet Union, 1917–1991, Oxford, Oxford University Press, 1998, s. 92.
4
Öte yandan, Revizyonist yaklaşıma göre, yayılmacı politika izleyen ülke
ABD’dir. Sovyetler Birliği ise daha dikkatli bir dış politika çizgisinde hareket
etmiştir.19 Ataöv, revizyonist bir yaklaşımla, Soğuk Savaşın sorumluluğunu
ABD’ne yükleyerek yayılmacı devletin Sovyetler Birliği değil ABD olduğunu ve
değişime karşı olan ABD’nin 1890’lardan beri dünyayı bütünüyle kendi yararına
düzenleme peşinde olduğunu ifade etmiştir.20 Ataöv’e göre, savaş sonrasında
zaten harap hale gelmiş olan Sovyetler Birliği’nin Batı için herhangi bir tehdit
oluşturması mümkün değildir. ABD, sahip olduğu atom silahı tekelinin de verdiği
güvenle kendi isteklerini dayatmaya yönelmiştir.21
Revizyonist yaklaşım dört temel önermeye dayanır:22 1) Savaş sonrası
Amerikan dış politikası, klasik Leninist emperyalizm modelini uygulamaya
koymuştur; 2) Amerika’nın iç politika kaynaklı “imparatorluk” olma süreci,
Sovyetler Birliği’nin makul güvenlik endişelerini gidermeye yönelik girişimlerini
engellemiş, böylece savaş zamanı dayanışması yıkılmıştır; 3) ABD genellikle,
bir imparatorluk olarak diğer ülkelere gücünü askeri paktlar, ekonomik
bağımlılık, rüşvet, gizli servis faaliyetleri gibi yollarla dayatmıştır; 4) Tüm bu
olaylar ABD halkının iradesi dışında gerçekleşmiştir. Halkın desteği, bir takım
aldatıcı teknikler kullanılarak komünizmin ülke güvenliği için bir tehdit olduğu
temasının işlenmesi yoluyla sağlanmıştır.
Bir başka yaklaşım olan post-revizyonist yaklaşım hem ortodoks hem de 19 David S. Painter ve Melvyn P. Leffler, “Introduction: The International System and the Origins of the Cold War,” Melvyn P. Leffler ve David S. Painter (der.), Origins of the Cold War: An International History, London, Routledge, 1994, s. 2. 20 Türkkaya Ataöv, “Marshall Planından NATO’nun Kurulmasına kadar ‘Soğuk Harb’,” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, cilt: XXIII, no: 3 (Eylül 1968), s. 309. 21 Türkkaya Ataöv, “’Soğuk Harb’in Doğuşu: San Francisco’dan Mihver Barış Toplantılarına,” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, cilt: XXIII, no: 1 ( Mart 1968), s. 309-358. 22 John Lewis Gaddis, “The Emerging Post-Revisionist Synthesis on the Origins of the Cold War,” Diplomatic History, vol.7, no.3 (Yaz 1983), s. 172–173.
5
revizyonist önermelerden esinlenerek ortaya yeni bir sentez koymuştur.
Revizyonist önermelerden yola çıkılarak bu sentezin ana öğeleri şu şekilde
ortaya konabilir:23
1) Savaş sonrası kapitalizmin bir durgunluk dönemine girmesine ilişkin
endişeler olmasına rağmen, bu durum daha büyük bir endişenin alt parçası
sayılabilir. Savaş sonrası gelişmelere şekil veren esas önemli unsur “ulusal
güvenlik”tir.
2) İç politikayı yönlendirenler arasında sıkı bir işbirliği olmamıştır. ABD’nin
izlediği imparatorluk siyaseti sonucu Sovyetlerin ulusal güvenlikleri için hareket
alanlarının kısıtlandığı tezi bir araştırma bulgusu olmaktan ziyade bir inançtır.
Ağırlık olarak Sovyet kaynaklarından yararlanarak yazdığı kitabında Mastny,
Stalin’in, ülkesinin güvenlik gereksinimlerine ait sınırları, Batı tarafından kabul
edilebilecek şekilde belirlemekte son derece gönülsüz davrandığını
vurgulamaktadır.24
3) Revizyonist modelde kabul edildiği gibi, ABD, Ödünç Verme ve Kiralama,
Marshall Planı vb. ekonomik yöntemleri belirli politik hedefleri gerçekleştirmek
üzere kullanmıştır. Ama buradan yola çıkarak bunun Leninist emperyalist
modelin bir gereği olduğunu söylemek doğru olmaz. Ayrıca, ABD’nin diğer
ülkelere zorlamalar suretiyle nüfuz ettiği de yapılan araştırmalar sonucu
yanlışlanmış, bunun daha çok Sovyetler Birliğini tehdit olarak algılayan ülkelerin
daveti sonucu olduğu ortaya konmuştur.
4) Post-revizyonistler iç etkenler ile dış politika arasındaki etkileşimi ayrıntılı
23 ibid, s. 173-180. 24 Vojtech Mastny, Russia’s Road to the Cold War: Diplomacy, Warfare, and the Politics of Communism, 1941–1945, New York, Columbia University Press, 1979, s. 224.
6
incelememiş olsalar da, genellikle, Sovyetlerin izlediği politikaların diğer ülkeleri
yeterince alarma geçirmiş olmasından ötürü, hükümetlerin bu konuda fazla bir
şey yapmalarına gerek olmadığı görüşündedirler.
Post-revizyonist okula meydan okuyan bir başka yaklaşım da Soğuk
Savaş’ın kökenlerini “ulusal güvenlik” arayışlarına bağlayan yaklaşımdır.
Güvenlik yönelimli yaklaşımın başını çeken Leffler’e göre, henüz 2. Dünya
Savaşı bitmeden önce, 1943–1944 yıllarında, ABD, “ulusal güvenlik anlayışı”
gereği küresel bir savunma sistemi kurmak üzere tek taraflı inisiyatif
kullanmıştır. Bu girişimi şekillendiren etkenler arasında Sovyetlerin davranışları
çok düşük bir öncelik derecesindedir.25
Leffler, Amerikalı uzmanları, 2. Dünya Savaşından edindikleri derslerin
ışığında, ulusal güvenlik anlayışlarını net olarak belirlediklerini iddia etmektedir.
Fakat ortaya konan bu ulusal güvenlik yaklaşımı Sovyetler Birliği’nin stratejik
çıkarları ile çelişmekteydi. Leffler, savaş sonrası Amerikalıların Sovyetlerin
niyetleri ve yeteneklerine ilişkin algılamalarını inceledikten sonra şu yargıya
varmıştır: ABD’nin ulusal güvenlik anlayışı gereği uluslararası bir düzen kurmak
amacıyla başlattığı girişimleri tetikleyen etkenler, Kremlin’in davranışlarından
çok sosyo-ekonomik çöküntü, İngiltere’nin zayıflaması ve Avrasya’da beliren
güç boşluğudur. Buradan hareketle Soğuk Savaşı da, bir ülkenin kendi ulusal
güvenliğini sağlamlaştırmak üzere aldığı önlemlerin karşı tarafı ulusal güvenliği
açısından endişelendirdiği bir güvenlik açmazı olarak tanımlar.26
25 Anders Stephanson, “The United States,” David Reynolds (der.), The Origins of the Cold War in Europe: International Perspectives, New Haven, Yale University Press, 1994, s. 45. 26 Melvyn P. Leffler, “National Security and US Foreign Policy,” Leffler ve Painter (der.), Origins of the Cold War, s. 16.
7
1. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ AVRUPA GÜVENLİĞİ
Avrupa güvenlik kompleksi,27 son beş yüzyılın büyük bir bölümünde uluslararası
ilişkiler tarihinin esasını oluşturmuştur. 1945’e değin bu kompleksi, dostluk,
düşmanlık ve güç dengesi öğelerine dayalı, sıkı bir iç ilişkiler yumağı şeklinde
tanımlamak olasıdır. 1945–1989 arasındaki dönemde, Avrupa güvenlik
kompleksi, kendi iç dinamiklerince belirlenen bir varlık olmaktan fiilen çıkmış ve
Soğuk Savaş’ın iki başat gücü arasında yaşana gelen küresel rekabetin bir
unsuru haline dönüşmüştür.28
Bunun doğal bir sonucu olarak, Soğuk Savaş süresince Avrupa Güvenlik
İşbirliği, dış dinamiklerden kaynaklanan gelişmelere yanıt vermek üzere bir araç
olarak gelişmiştir.29 Başka bir deyişle iki kutuplu dünya düzeninde Avrupa kıtası,
ABD ve SSCB’nin ileri savunma sahaları haline dönüşmüş ve Doğu-Batı
çekişmesi, iki blok haline dönüşmüş eski kıtada Avrupa güvenlik meselelerinin
zeminini oluşturmuştur.30
1.1. Soğuk Savaşın Başlaması
2. Dünya Savaşı sonrasının en belirgin görünümü, Almanya’nın kesin yenilgisi
sonucu, Orta Avrupa’da yer alan ülkelerin politik ve askeri açıdan önemli bir güç
haline gelmelerini sağlayacak olanaklardan yoksun kalmış olmalarıydı. Fakat
Savaş sadece Almanya tehdidini yok etmekle kalmayarak Orta Avrupa’da derin
27 Buzan güvenlik kompleksinin tanımını şu şekilde yapmıştır: Temel güvenlik algılamaları ve çıkarları içiçe girmiş ve bu nedenle ulusal güvenlik sorunlarının tek tek incelenmesinin yeterince anlamlı olmayacağı devletler topluluğudur. Barry Buzan, et.al., The European Security Order Recast: Scenarios for the Post-Cold War Era, London, Pinter Publishers, 1990, s. 13. 28 Ibid, s. 31. 29 Gülnur Aybet, The Dynamics of European Security Cooperation, 1945-1991, London ve New York, MacMillan Pres Ltd. ve St.Martin’s Pres Inc., 1997, s. 1. 30 Buzan, The European Security Order s. 57.
8
bir güç boşluğu da yaratmıştır. Bu boşluk, Elbe nehrinde birleşen iki ülkenin
güçlü askeri varlıkları ile doldurulmuştur. Böylece, bağımsızlığa kavuşan
Avrupa’nın, süper güçler arasında etki alanlarına bölünmesi, daha Almanya’nın
çökmesi anında oluşan askeri durum tarafından şekillendirilmeye başlanmıştır.31
Churchill’in 10 Şubat 1946 tarihinde, Sovyet tehdidine karşı uyarılarda
bulunmak amacıyla Beyaz Saray’ı ziyaret etmesinden bir gün önce Stalin,
gelişmelerindeki dengesizliklerden ötürü kapitalist ülkeler arasında savaşın
kaçınılmaz olduğunu iddia eden bir seçim konuşması yapmıştır. Churchill ise, 5
Mart’ta Fulton-Missouri’de yaptığı tarihî konuşmasında, Baltık’ta Stettin’den
Adriyatik’te Trieste’ye kadar kıtanın ortasından bir demir perde indiğini ileri
sürmüştür. ‘Demir perde’ nitelemesi ile ün kazanan bu konuşmanın esas önemi,
Anglo-Amerikanların, Avrupa’da hiç bir ülkenin dışarıda bırakılmayacağı bir
birlik oluşturma yönünde getirdiği öneride yatmaktadır. LaFeber, Stalin ve
Churchill’in bu konuşmalarını Soğuk Savaş ilanı olarak tanımlar.32
1946 sonbaharında, ABD’de Soğuk Savaş uzlaşısı sağlanmıştı.
Kamuoyunda egemen düşünce, Sovyetler Birliğinin ideolojik düşman olduğu ve
yönetimin bu yönde izlediği politikaların yerinde olduğuydu. Soğuk Savaş artık
başlamıştı.33
31 William R. Keylor, The Twentieth Century World: An International History, 2.baskı, New York, Oxford University Press, 1992, s. 262. 32 Walter LaFeber, America, Russia, and the Cold War 1945-1996, New York, McGraw-Hill, 1997, s. 39. 33 Melvyn P. Leffler, A Preponderance of Power: National Security, the Truman Administration, and the Cold War, Stanford, Stanford University Press, 1992, s. 138–140.
9
1.2. İki Kutuplu Dünya Düzeninin Kurulması
1.2.1. Truman Doktrini
Leffler, dışarıda ve içeride baş edilmesi zor problemler ile karşı karşıya kalan
ABD’li yöneticilerin, Sovyetler Birliğini düşman olarak tanımlamaya
başladıklarını ifade eder. Leffler’e göre, bu düşünce tarzını benimsemiş
Truman, tehdidi basitleştirmek, dünya olaylarına iki kutuplu bir pencereden
bakmak ve Sovyetler Birliğini ideolojik düşman ilan etmek yoluyla uluslararası
sistemdeki belirsizlikleri çözmenin ve Amerikan ulusal güvenlik çıkarları için
gerekli önlemleri almanın daha kolay olacağını düşünmüştür.34
ABD Başkanı Truman, 12 Mart 1947 günü Kongre huzurunda yaptığı
konuşma ile Amerikan halkını komünizme karşı topyekûn bir mücadeleye
çağırmıştır. LaFeber bu konuşmayı, Stalin ve Churchill’den sonra Truman’ın
Soğuk Savaş ilanı olarak değerlendirir. 35
Truman’ın kurmayları, Truman’ın Kongre’de yapacağı konuşma üzerinde
günlerce çalıştılar. Truman, hayli dramatize edilmiş konuşmasında, ABD ile
SSCB arasındaki çatışmanın iki uzlaşmaz ideoloji arasındaki savaş olduğunu ve
ulus olarak iki alternatif yaşam tarzından birini seçmek zorunda olduklarını
vurgulayan sözleriyle kamuoyunu derinden etkilemiş ve izlenecek daha sert
politikalar için gereken desteği elde etmiştir.36
Truman Doktrininin kabul edilmesi ile ABD’nin Sovyetler Birliğini çevreleme
politikası başlatılmıştır.37 Sander, bu politikayı, Sovyet askeri tehdidi altında
34 ibid, s. 100. 35 LaFeber, America, Russia, s. 49. 36 Leffler, A Preponderance of Power, s. 145–146 ve John Lewis Gaddis, The United States and the Origins of the Cold War, 1941–1947, New York, Columbia University Press, 1972, s. 317. 37 John Spanier ve Steven W. Hook, American Foreign Policy since World War II, 14.baskı, Washington, Congressional Quarterly Inc., 1998, s. 46.
10
bulunan ya da komünist bir devlet tarafından desteklenen iç savaşların hüküm
sürdüğü tüm devletlere yardım yapmak biçiminde özetler. Sander’e göre, bu
tutumun ilk belirtisi Türkiye ve Yunanistan’a yapılan yardımlardır.38
LaFeber, “Amerikalılar, Truman Doktrininde açıklanan anlaşılabilir nedenler
ile anlayamadıkları gerçek nedenlerden ötürü Soğuk Savaş’a girişmişlerdir”
şeklinde bir değerlendirme yaptıktan sonra, Truman ve Acheson’un amaçları
doğrultusunda bu doktrinin, ABD’nin, hem Batının politik-ekonomik sistemini
yeniden inşa etmek hem de radikal sol hareketlerden korumak üzere gerekli
faaliyetleri yürütecekleri bir ideolojik kalkan görevi gördüğünü ifade eder.
Böylece 1947’den sonra, Batı sistemine yönelen herhangi bir tehdidin sistemin
içerisindeki problemler ile bağlantılı olduğunu söylemektense, kolaylıkla
komünistlerden kaynaklandığını ileri sürmek mümkün kılınmıştır. LaFeber’e
göre, Truman Doktrininin en kalıcı ve trajik sonucu budur.39
1.2.2. Marshall Planı (Avrupa Kalkınma Programı)
Gaddis’in saptamasıyla, Avrupa Kalkınma Programının dayanağını oluşturan
varsayım, Sovyetler Birliği’nin etki alanını genişletmek amacıyla savaşı göze
alamayacağı; ancak, asıl tehlikenin bunu başarması için, savaşın yol açtığı
büyük maddi yıkımın oluşturduğu ruh halinden istifade etmesinin yeterli
olabileceği idi.40
Amerikan yetkililer, Marshall Planı ile Amerikan ekonomisine katkı
sağlamanın yanı sıra Avrupa’da güç dengesi kurmayı ve Amerikan ulusal
38 Sander, Siyasi Tarih, s. 219. 39 LaFeber, America, Russia, s. 57–58. 40 John Lewis Gaddis, The Long Peace: Inquiries Into the History of the Cold War, New York, Oxford University Press, 1987, s. 56.
11
güvenlik çıkarlarını korumayı umuyorlardı. Yetkililer için ABD’nin temel stratejik
çıkarı, Avrupa’daki askeri-ekonomik potansiyelin ABD aleyhine saldırgan
niyetlerle harekete geçirilmesinin engellenmesi idi. Bu bakış açısıyla, Marshall
Planı ile sağlanmak istenen ana jeopolitik hedefler, Batı Almanya’yı kazanmak,
Batı Avrupa’da istikrarı tesis etmek ve bu ikisi kadar önemli olmamakla birlikte,
bunlarla ilintili olarak Doğu Avrupa’daki Sovyet etkisini sulandırmaktı.41
Sovyet Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleri görünürde Marshall Planı dışında
tutulmadılar.42 Fakat gerçekte Amerikalı yetkililer bunu istemiyordu. Sovyetlerin
programa katılmaları Programın maliyetini birkaç kat arttırabilir ve komünizm43
ile mücadele edilmesi gerektiğine inanan Cumhuriyetçilerin ağırlıkta olduğu
Kongre’den tasarının geçme olasılığını neredeyse sıfırlayabilirdi. Zaten,
programa katılacak ülkelerin ekonomik kayıtlarını incelemeye açmalarının talep
edilmesiyle, Sovyetlerin programa katılması neredeyse olanaksız kılınmıştı. 5
Haziran 1947’de Harvard üniversitesinde yaptığı bir konuşma ile Marshall, kendi
adıyla anılan planı, resmi adıyla Avrupa Kalkınma Programını açıklamıştır.44
Batı Avrupa’nın karşısındaki asıl tehdidin giderek kötüleşen ekonomik
durum olduğuna inanan İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin için bu konuşma
yaşamsal önemdeydi. Gecikmeksizin harekete geçen Bevin, Fransa Dışişleri
Bakanı Georges Bidault ile birlikte, Batı Avrupa’nın söz konusu öneriye vereceği
41 Melvyn P. Leffler, “The United States and the Strategic Dimensions of the Marshall Plan,” Diplomatic History, vol.12, no.3 (Yaz 1988), s. 277, 283. 42 Gaddis’e göre bu ülkelere öneri götürülmesinin nedenlerinden biri geleneksel etki alanı politikasından uzak durma eğilimidir. Başka bir neden, Avrupa’nın bölünmesinin sorumluluğunu öneriyi reddedecek Sovyetler Birliğine yükleme isteğidir. Bir diğeri ise, Doğu Avrupa ülkelerini Kremlin’in kontrolünden uzaklaştırma arzusudur. Gaddis, The Long Peace, s. 56 ve 60. 43 Reynolds da bu girişimin ideolojik yönü ile ilgili olarak, Avrupa Kalkınma Programı yasa tasarısının kabul edilmesini mümkün kılan politik gücün gerçek ya da abartılı “komünizm korkusu” tarafından sağlandığını vurgular. David Reynolds, “The European Response,” Foreign Affairs, vol.76, no.3 (Mayıs/Haziran 97), s. 7. 44 LaFeber, America, Russia, s. 59.
12
cevabın hazırlanmasında başrolü oynamıştır.45
Marshall’ın genel ifadelerle kaleme alınan ve bu yüzden yorumlanması
kolay olmayan konuşmasına karşı ihtiyatlı ama reddedici olmayan bir tutum
benimseyen Sovyetler Birliği46, yapılan daveti ne ölçüde ciddiye aldığını
gösterircesine, Haziran 1947 sonunda Paris’te gerçekleşen görüşmelere
Molotov’un liderliğinde kalabalık bir ekip gönderdi. Molotov, görüşmelerde iki
hassas konuyu gündeme getirdi. Birincisi, Marshall Planının katılımcı ülkelerin
ulusal egemenliklerini zedeleyebileceği uyarısında bulunarak Avrupa ülkelerinin
kendi gereksinimlerini ayrı ayrı hesaplamasını ve sonra bunların topluca ABD’ye
verilmesi önerisidir.47 İkincisi ise, Planın Almanya’nın endüstriyel durumu ve
tazminat ödemelerini nasıl etkileyeceğinin incelenmesi konusudur. Sovyetler
Birliği bu konuda Almanya üzerinde yeni kontroller uygulanmasını önerdi.
Fransız ve İngilizler, Sovyet yaklaşımlarına sıcak bakmadılar. Molotov,
Batılıların tek yanlı girişiminin Avrupa’nın iyileştirilmesi bir yana, bölünmesine
yol açacağını dile getirerek konferansı terk etti. ABD ve İngiliz yetkililerine göre
Molotov, Marshall Planını sabote etmek istemişti.48 Amerikalı yetkililere göre
Sovyetlerin tepkisi doğalarında var olan saldırganlığın bir belirtisiydi ve Marshall
Planı Sovyetlerin Batı Avrupa’ya yayılmalarını önlemek üzere atılmış savunma
amaçlı ve zorunlu bir adımdır.49
45 John Baylis, “Britain, the Brussels Pact and the continental commitment,” International Affairs, vol.60, no.4 (Güz 1984), s. 618–619. 46 Scott Parrish, “Soviet Reaction to the Marshall Plan: Opportunity or Threat,” Problems of Post-Communism, vol.42, no.5 (Eylül/Ekim 95), s. 18-24. 47 Parrish, Sovyet liderlerin yardım programının çok uluslu bir komite marifetiyle yapılmasından endişelenmelerini iki nedene bağlar: a) Sovyet karşıtı bir ittifak oluşumu için bir çerçeve oluşturabilir. b) Doğu Avrupa ülkelerinin endüstriyel gelişimlerini sekteye uğratabilir. ibid, s. 4 48 Leffler, A Preponderance of Power, s. 184–185 49 Scott D. Parrish ve Mikhail M. Narinsky, New Evidence on the Soviet Rejection of the Marshall Plan, 1947: Two Reports, CWIHP, Working Paper No. 9, Washington, Mart 1994, s. 1-2.
13
Soğuk Savaşın kökenleri ile ilgili bölümde değinilen bakış açıları Avrupa
Kalkınma Programının yorumlanmasında da geçerlidir. İlkin ortaya çıkan ve
ortodoks bakış açısıyla konuya yaklaşan yazarlar, yukarıda belirtilen görüşleri
paylaşırlar. Daha sonra beliren revizyonist açıklamalar, bu girişimlerin arkasında
yatan ve savunma amacını aşan güdülere işaret ederler.50
İngiltere ve Fransa’nın istediği haliyle yürürlüğe konacak yardım
programının Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomilerine bir müdahale olacağını
düşünen Sovyet liderler için Marshall Planı, Sovyet etki alanını zayıflatmaya
dönük bir girişimdi. Marshall Planı, hedef kitle olarak -görünürde de olsa- Doğu
Avrupa ülkelerini içermeyip sadece Batı Avrupa ülkeleri ile sınırlı kalsaydı,
Sovyetler Birliği için daha az tehdit edici sayılabilirdi.51
Sovyetlerin Marshall Planı ile ilgili olarak uyguladığı politikaların daha
savunma amaçlı olduğunu Soğuk Savaş sona ermeden önce dile getiren
incelemeler de söz konusudur. Örneğin Leffler, Sovyetlerin Marshall Planına
tepkisinin sert ama ölçülü olduğu düşüncesindedir. Batıda yeni kazançlar elde
etmektense kendi etki alanında Sovyet gücünü takviye etmek amacını güden
Stalin savunma amaçlı tepki vermiştir.52
Soğuk Savaşın bitmesinin ardından açılan eski Sovyetler Birliği arşivleri,
1947 yılındaki Sovyet politikasının daha ziyade savunma amaçlı ve tepkisel
olduğuna ilişkin görüşleri desteklemektedir. Bununla birlikte, büyük olasılıkla ne
ABD Marshall Planını hayata geçirirken ne de Sovyetler Birliği bu planı
reddederken saldırgan bir amaç güdüyorlardı. Savaşın ardından yaşanan politik
50 ibid, s. 2. 51 Parrish, “Soviet Reaction,” s. 6. 52 Leffler, A Preponderance of Power, s. 186.
14
çalkantılar ve ekonomik darboğazlardan ileri gelen kaygıları gidermek amacıyla
bir tarafın attığı adım, belki de diğer taraf ile çatışmayı kaçınılmaz kılıyordu.53
Sovyetler Birliğinin Marshall Planını reddetmesi, Soğuk Savaşın gelişiminde
bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Ulam’ın belirttiği gibi, “Soğuk Savaş,
Marshall Planının uygulamaya konulması ile birlikte konumsal savaş niteliğine
bürünmüştür.”
Marshall Planını savaş sonrası güç dengesini şekillendirmek üzere atılmış
dev bir adım olarak değerlendiren Leffler bu girişimin, uzun vadeli stratejik ve
jeopolitik yansımaları olan bir dizi reaksiyonu tetiklediğinden söz eder. Bunlar
arasında, Batı Birliği (Western Union) ve Kuzey Atlantik Antlaşmasının
gerçekleşmesi, kapsamlı bir Amerikan askeri yardım programının başlatılması,
Almanya Federal Cumhuriyetinin kurulması ve dönüştürülmüş NATO’ya dâhil
edilmesi vardır. Leffler, özetle Marshall Planının Almanya ve Avrupa’nın nihai
bölünmesinin gerçekleşmesinde ve Eski Kıta’da istikrarlı bir güç dengesinin
kurumsallaşmasında hızlandırıcı unsur olduğunu belirtir.54 Reynolds ise,
Marshall Planının Avrupalıları tutacakları tarafı belirlemeye zorladığını ifade
ettikten sonra, Paris, Londra ve Moskova’da Plana verilecek tepkilerin
kararlaştırılması ile Marshall Planının ve bir anlamda Soğuk Savaşın coğrafi
sınırlarının çizildiğine dikkati çeker.55
Bir yandan Avrupa’nın bölünmesine giden süreci hızlandıran Marshall
Planının öte yandan etki ettiği süreçlerden birisi de ironik bir şekilde [Batı]
Avrupa’nın bütünleşmesi sürecidir. Mart-Nisan 1947’de Moskova’da yapılan
53 Parrish ve Narinsky, New Evidence on the Soviet Rejection, s. 3–4. 54 Leffler, “The United States and the Strategic Dimensions,” s. 278. 55 Reynolds, “The European Response,” s. 9.
15
Dışişleri Bakanları görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından
Avrupa’nın kalkındırılmasına dönük çabaların aynı anlayışla sürmesi halinde
başarıya ulaşacağından umudunu kesen ABD’li yetkililerin gözünde Avrupa’nın
bütünleşmesi en azından ekonomik bütünleşmesi, Avrupa’nın toparlanması,
Alman sorununun çözülmesi, komünizmin yayılmasının durdurulması ve çok
yanlılığın özendirilmesi yolunda bir yöntem olarak görülmeye başlandı. Ülke
temelinde yapılacak yardımların boşa gideceğine ikna olan ve ekonomik
bütünleşmeyi Avrupa ekonomisini canlandırmanın ve Almanya’nın ayağa
kaldırılmasını Fransızlara kabul ettirmenin tek yolu olarak gören ABD’li
yetkililerin Avrupa’nın ekonomik bütünleşmesine dönük fikirleri, bu ortam
içerisinde kaleme alınan Avrupa Kalkınma Programına haliyle yansımıştır.56
Genelde soyut bir dille ifade edilen Plana iliştirilen tek resmi koşul yardım
alacak ülkelerin, Plandan azami yarar elde etmek üzere ekonomik faaliyetlerini
koordine etmeleri gereğiydi.57 Gaddis’in yorumuyla, Avrupalı devletler,
aralarında süregelen çekişmeleri bir yana bırakacaklar ve Almanya’nın da içinde
olacağı politik ve ekonomik bir bütünleşme sürecine yöneleceklerdi.58 Fakat bu
olgudan yola çıkarak, Marshall Planının iki büyük hedefinden birisi Avrupa’nın
bütünleşmesiydi demek (diğeri ekonomik kalkınma) yanıltıcı olabilir.59 Çünkü
burada söz konusu olan “Avrupa bütünleşmesi” ideali değil, Planın başarılı
olması için Avrupalıların en azından işbirliği yapmalarının gerekliliğidir.
56 Michael J. Hogan, “The Search for a ‘Creative Peace’: The United States, European Unity, and the Origins of the Marshall Plan,” Diplomatic History, vol.6, no.3 (Yaz 1982), s. 267-285. 57 Derek W. Urwin, A Political History of Western Europe Since 1945, 5.baskı, London and New York, Longman, 1997, s. 33. 58 John Lewis Gaddis, We Now Know: Rethinking Cold War History, New York, Oxford University Press, 1997, s. 50. 59 Örneğin, Reynolds, “The European Response,” s. 10.
16
Savaş sonrası kurulmakta olan düzende Sovyetler Birliği ile farklı saflarda
yer aldığını düşünen ABD, ulusal güvenlik çıkarları açısından Batı Avrupa’nın
ekonomik ve endüstriyel potansiyelinin Sovyetler Birliği’nin denetimine
geçmesini engellemek ve ekonomik olarak yeniden kalkındırılmış Batı
Avrupa’nın (Batı Almanya dâhil) kendi yanında yer almasını sağlamak üzere
Avrupa Kalkınma Projesini hayata geçirmiştir.60
Batı Avrupa’nın iktisaden toparlanmasına ve belki de daha önemlisi Soğuk
Savaşa giden yolda politik safların belirlenmesine yaptığı katkı göz önüne
alındığında, Marshall Planının, ana hedefleri açısından girişimin sahibi ABD
nezdinde başarıya ulaşmış bir proje olduğu söylenebilir. Sovyetler Birliğinin
Doğu Avrupa’daki etkisini azaltma konusunda ise istenin aksine Sovyetlerin sert
tepkiler vermesine zemin hazırlayarak Avrupa’nın bölünmesini pekiştirmiştir.
1.2.3. Avrupa’nın Bölünmesi
1.2.3.1. Brüksel Paktı
1948 yılı başında İngiliz yetkililer, Avrupalıların bir şekilde, bir araya gelmeleri
gerektiğini düşünüyordu. Bu fikirler ABD’de memnuniyet uyandırsa da,
Benelüks devletleri ile Almanya’ya yönelik ikili antlaşmalar imzalamanın daha
doğudan gelecek asıl tehdidin göz ardı edilmesine neden olabileceği ve Batı
Avrupa devletleri arasında çok taraflı bir savunma paktı oluşturulmasının daha
uygun olacağı konusunda telkinler gelmiştir. Ek olarak, ABD’nin bu tip
oluşumlara katkı sağlaması için Avrupa ülkelerinin kendi ayakları üzerinde
durma konusunda kararlılık göstermeleri gerektiği vurgulanmıştır. Benelüks
60 Leffler, “The United States and the Strategic Dimensions,” s. 281.
17
ülkeleri, savaş çıkması halinde ABD ve İngiltere’nin yardıma gelmeleri
konusundaki ısrarlarının yanı sıra, Dunkirk61 modeline dayalı ikili anlaşmalar
yerine bölgesel bir Batı Avrupa organizasyonunu tercih etmişlerdir.62
Gelen iki yanlı baskı İngilizlerin bu fikre yakınlaşmalarını sağlamıştır. Yine
de, Fransa’nın tutumu nedeniyle İngilizlerin bölgesel pakt planını kabul etmesi
zor görünüyordu. Fransa, Dunkirk modelini benimsiyordu ve Almanya
konusunda çok hassastı. İleride yeniden silahlanmış bir Almanya olasılığını
dikkate almaksızın doğrudan Sovyetler Birliğine yöneltilmiş bölgesel bir pakt
fikrini kabul edilir bulmuyordu. Fransa ile İngiltere arasında yapılan fikir alışverişi
sonucu, Benelüks ülkeleri ile yapılacak görüşmelerde Dunkirk modelinin
savunulması benimsenmesine karşın, İngiltere için Amerika’nın yalnızcılık
politikasına dönmesini engellemek için çok taraflı bir antlaşma daha tercih edilir
bir seçenek olarak görünüyordu. Ayrıca, 22 Şubat 1948’de gerçekleşen Çek
darbesi, Fransa’nın daha esnek bir tutum almasına yol açmıştır.63
Bu gelişmeler sonucu, hem İngilizlerin hem de Fransızların çok taraflı pakt
fikrine sıcak bakmaya başladıkları bir atmosferde 4 Mart günü başlayan 5’li
(Fransa, İngiltere, Benelüks ülkeleri) görüşmeler sonucu 17 Mart 1948’de
antlaşma imzalandı.64
Truman’ın aynı gün Kongre’de yaptığı konuşmada Avrupa’daki gelişmelerin
ABD’nin tam desteğini hak ettiğine ilişkin değerlendirmesi ve Avrupalı özgür
ulusların kendilerini koruma yönünde gösterdikleri kararlılığın, ABD’nin onlara
vereceği destek söz konusu olduğunda karşılığını bulacağına olan inancı ifade
61 Dunkirk Antlaşması, Fransa ile İngiltere arasında Almanya’ya karşı Mart 1947’de imzalanmıştır. 62 Baylis, “Britain, the Brussels Pact,” s. 620–625. 63 ibid, s. 625–626. 64 Bu organizasyon Batı Birliği olarak da adlandırılır. Halle, The Cold War as History, s. 156.
18
etmesi, bir savaş patladığında Amerikalıların orada olmasını sağlama peşindeki
İngilizlerin içine su serpmiştir.65
Truman, Avrupa’da barış güvence altına alınmadıkça Almanya’daki
Amerikan askeri varlığının süreceğini dile getirdiği konuşmasında, Avrupa
Kalkınma Programı, Evrensel Askeri Eğitim ve Zorunlu Askerlik yasa
tasarılarının kabul edilmesini ve Brüksel Paktının desteklenmesini talep etmiştir.
Bu konuşma, sadece Marshall Planı ve Zorunlu Askerlik yasasının Kongre’den
geçmesini hızlandırmakla kalmamış, Amerikan dış politika çizgisinde ciddi bir
sapmanın da habercisi olmuştur. Yeni politikanın etkisi en çok yönetimin, hem
askeri oluşumları destekleyecek, hem de Batı dünyasını yeni politik
düzenlemeleri kabul etmeye zorlayacak sistemler yaratmada gösterdiği
kararlılıkta görülmüştür. Bu yöndeki önemli gelişme NATO girişimi olmuştur.66
Brüksel Antlaşması imzalandıktan sonra ABD’nin Batı Avrupa güvenliğine
doğrudan katılıp katılmayacağı konusundaki belirsizlik bir süre daha sürdü.
Bununla birlikte Pakt, Amerikan bakış açısından Atlantik sistemi için
önkoşullardan birini sağlıyordu: Batı Avrupa devletlerinin Amerikan yardımı
geleceği şüpheliyken bile, kendi savunmaları için sorumluluk almaya istekli
olmaları.67 Birçok tarihçi de benzer bir yaklaşımla, Brüksel Paktı’nın NATO’nun
hayata geçirilmesinde hayatî önemi olduğu görüşündedir.68
Esasen Almanya’ya karşı imzalanan Brüksel Paktı’nın temelini oluşturduğu
süreçlerden birisi de ileride değinilecek olan Batı Avrupa Birliği sürecidir.69
65 Baylis, “Britain, the Brussels Pact,” s. 626-627. 66 LaFeber, America, Russia, s. 73. 67 Baylis, “Britain, the Brussels Pact,” s. 627. 68 Örneğin Fontaine, History of the Cold War, s. 357; Urwin, A Political History, s. 58. 69 Rob de Wijk, NATO on the Brink of the New Millennium, London/Washington, Brassey’s, 1997, s. 6.
19
LaFeber, Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra açığa çıkan belgelere
dayandırarak yaptığı değerlendirmesinde, Truman’ın yukarıda değinilen
konuşmasının konusu olan 1948 buhranının büyük kısmının gerçek olmaktan
ziyade kurmaca olduğunu, yetkililerin ciddi bir askeri yapılanmaya Kongre’de
destek sağlamak ve yansızlık eğilimindeki Avrupalıları ABD liderliğindeki askeri
ittifakın korumasını arzular hale getirmek amaçlarıyla bilinçli olarak bir savaş
korkusu yarattıklarını ve bu taktiğin Evrensel Askeri Eğitim yasasının geçirilmesi
dışındaki konularda işe yaradığını iddia eder.70
Öte yandan Keylor’a göre, Çek darbesinden kısa bir sonra, 17 Mart 1948
tarihinde, Atlantik’in iki kıyısında, Batılı ulusların, yeni belirmekte olan
atlantikötesi ekonomik işbirliğini kolektif bir savunma anlayışı ile destekleme
konusunda ne denli kararlı olduklarını gösteren iki olay olmuştur. Bunlardan biri
İngiltere, Fransa ve Benelüks devletleri arasında imzalanan Brüksel Paktıdır.
Diğeri ise Truman’ın yukarıda değinilen konuşmasıdır.71
Keylor, bu iki olayın ilişkisiz olmadığını ve Batı Avrupa uluslarının [aslında
burada İngiltere denmesi daha doğru olabilirdi], oluşturdukları Brüksel Paktı ile
kendi savunmalarında üzerlerine düşeni yapmaya ne kadar istekli olduğunu
göstererek, ABD’nin bu savunma faaliyetlerine katılmasını kolaylaştırmak
amacını güttüğünü ifade eder.72
Sorumluluğu ABD’ne yükleme eğilimindeki LaFeber ile Sovyetler Birliği’ne
yükleme eğilimindeki Keylor’un yorumları birbirleri ile çelişir gözükmesine
rağmen aslında çelişmemektedir. Her iki değerlendirmede yer alan hususlar
70 LaFeber, America, Russia, s. 73. 71 Keylor, The Twentieth Century World, s. 278–279. 72 Ibid, s. 279.
20
eksik olmakla birlikte doğru sayılabilir. Yorumların çelişir gözükmesinin nedeni
kanımca Keylor’un yorumundan o dönemde ABD’de hiç yalnızcılık yanlısı
çevrenin olmadığı gibi bir izlenim çıkarken, LaFeber’in yorumundan bunun tam
tersi bir izlenimin elde edilebilir olmasıdır.
1.2.3.2. Almanya’nın Bölünmesi
ABD için Alman endüstrisinin canlandırılması, Batı Avrupa’da istikrarın
sağlanması ve Amerikan ekonomisinin iyileştirilmesi açısından Almanya’nın
birleştirilmesi ve tazminat konularından çok daha önemliydi. Doğu Alman
endüstrisini denetimi altına almış Kremlin’in tazminat almasına ya da Ruhr’un
yönetimine katılmasına onay vermek, Sovyet etkisinin Almanya’nın endüstriyel
kalbine kadar ilerlemesi demek olurdu. Oysa bunlar, Sovyetler Birliği için de
ödün verilmesi olanaksız olan konulardı.73
Başlangıçta Almanya’nın lehine her türlü girişime karşı olan Fransa’nın,
Anglo-Amerikan baskılarına dayanamayarak Almanya’nın kalkındırılması ve
Batı ile bütünleştirilmesine ilişkin konularda yumuşaması sonucu Batı
Almanya’da ekonomik ve politik bir varlık oluşturma girişimleri hızlanmıştır.74
Sovyetler Birliği, Batı Almanya’da ekonomik ve politik bir varlık kurmaya
dönük bu girişimlere yanıt olarak Batı’nın zayıf karnı Berlin’den baskı yapmaya
karar vermiştir. 24 Haziran 1948’de, Sovyetler Birliği, Berlin’in Batı kontrolündeki
bölgelerle bağlantısını sağlayan ulaşım yollarını trafiğe kapattı. Stalin, bu
şekilde Batılıları Berlin’den çıkarmayı amaçlamaktaydı.75 Ancak, Berlin ablukası
73 Leffler, A Preponderance of Power, s. 151–154. 74 ‘Trizonia’ oluşturulması ve ‘deutche mark’ uygulamasına geçilmesi gibi. Ibid, s. 201–202, 213–217. 75 Keylor, The Twentieth Century World, s. 282.
21
12 Mayıs 1949’da başarısızlıkla bitmiştir. Moskova’nın ablukaya son vermesinin
nedeni, durdurmak istediği, Batı’nın kendi bölgelerini bir devlet çatısı altında
birleştirmeleri sürecinin tam aksine hızlandığını görmesidir.76
Keylor, bu abluka sonucunda, Truman Doktrini ve çevreleme politikasının
kabul edilmesiyle retorik olarak başlatılmış bulunan ABD’nin Avrupa
Savunmasına etkin olarak katılması sürecinin hızlandığını ifade eder. Keylor’a
göre, Berlin ablukasının önemli bir sonucu, NATO’nun kurulmasına ve
Almanya’nın resmen bölünmesine ivme kazandırmasıdır.77 Gaddis de benzer
bir değerlendirmeyle, Berlin ablukasının Sovyetler Birliği açısından olumsuz
nitelikte iki önemli sonucu olduğunu belirtir: Batı Birliğinin NATO’ya dönüşmesi
için itici gücü sağlaması ve Almanya sorununun Sovyetler Birliği ile anlaşılarak
çözülebileceğine ilişkin umutları yok etmesi.78
Ablukanın son haftası yaşanırken, Mayıs 1949’da üç Batılı devlet Almanya
Federal Cumhuriyetinin kurulmasına izin verdi. Sovyetler Birliğinin kontrolündeki
bölgede ise, Ekim 1949’da Alman Demokratik Cumhuriyeti kuruldu. Böylece,
Hitler’in tüm Avrupa’yı Almanya önderliğinde birleştirmek amacıyla uygulamaya
koyduğu politikalar, Avrupa’nın, Almanya’nın ve ordularını komuta ettiği kent
olan Berlin’in bölünmesiyle sonuçlanmış oldu.79 Almanya’nın ve Avrupa’nın
bölünmesi ile iki karşıt süper gücün etki alanları açık bir şekilde ayrılmıştır.80
76 Powaski, The Cold War, s. 75. 77 Keylor, The Twentieth Century World, s. 282-283, 285. 78 John Lewis Gaddis, Russia, the Soviet Union and the United States: An Interpretive History, 2.baskı, New York, McGraw-Hill, 1990, s. 193. 79 Keylor, The Twentieth Century World, s. 285-286. 80 Powaski, The Cold War, s. 75.
22
Artık Moskova ve Washington, etki alanlarının sınırlarını ve bu sınırları ihlal
etmenin tehlikelerini açıkça bilmekteydiler.81
Spanier ve Hook, Almanya’nın bölünmesinin her iki tarafın da amaçlarına
hizmet ettiğini ve yirminci yüzyılda Avrupa’nın yaşadığı en uzun barış döneminin
temelini oluşturduğunu savunur.82
1.3. Soğuk Savaş Süresince Avrupa Güvenlik Yapılanması
Amerikalılar, 2. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’daki güç dengesini pek
önemsememişlerdi. Ancak, 1940’ların başında cereyan eden olaylar, eski kıtada
olanların ABD güvenliğini olumsuz etkilemeyeceğine dair yalnızcı argümanların
geçerliliğini yitirmesine neden olmuştur. Bunun sonucunda uyanan genel kanı,
ABD’nin savaştan sonra ana çıkarının, Avrupa’da tek devletin başat bir güç
haline gelmesinin engellenmesi olduğu yolundadır. Savaş bitime yaklaşırken,
Avrupa’da potansiyel olarak sadece Sovyetler Birliği tarafından doldurulabilecek
olan bir güç boşluğu oluşacağının farkında olmakla birlikte, ABD’li yetkililer
denge sağlamak üzere izlenecek politikalar konusunda henüz bir fikir birliğine
varamamışlardı. İngiltere’nin aksine ABD Avrupa’daki askeri varlığını arttırmak
ve kıtanın etki alanlarına bölünmesini istemiyordu. Washington’un Avrupa’da
“etki alanı” oluşturma politikasına başlangıçta soğuk kalmasının belli başlı
nedenleri, ABD kamuoyunda yeniden canlanan yalnızcılık ve Sovyetler
Birliği’nin etki alanı arayışlarının ardındaki motivasyonuna ilişkin var olan
belirsizliktir. Savaş boyunca egemen olan düşünce, bu arayışların savunma
amaçlı olduğu yönündedir. Dolayısıyla, Batı’nın barışçıl olduğuna dair Moskova 81 Spanier ve Hook, American Foreign Policy s. 67. 82 Ibid, s. 67.
23
ikna edilirse, etki alanları araması için ortada bir neden de kalmayacaktır.83
Roosevelt’in ölümü ve Almanya’nın geleceği ile ilgili görüş ayrılıklarından
dolayı azalan işbirliği olasılığı tamamen ortadan kalkmış; bunun yerini meydan
okuma almıştır. ABD, Avrupa’da sürekli bir Amerikan askeri varlığı bulundurmak
yerine aynı sorumluluğu Batı Avrupalıların bir birlik olarak yüklenebilmesi için
çaba göstermiştir. Bu yolda atılan ilk önemli adım Marshall Planıdır. Gaddis,
ABD’nin etki alanı anlayışının Sovyetlerin etki alanı anlayışından farklı olduğunu
dile getirmiş ve Washington’un tercihinin, eski kıtada dengeyi koruyabilecek ve
kendi ayakları üstünde durabilen bağımsız bir güç merkezi oluşturmaya
çalışmak olduğunu belirtmiştir.84
Burada sözü edilen üçüncü güç (Batı Avrupa bütünleşmesi) kavramı de
Gaulle’in ve bazı diğer Avrupalıların anladığından doğal olarak farklıdır. Burada
sözü edilen üçüncü güç, ABD bakış açısını anlatmakta olup ‘birlikten güç doğar’
ilkesini gerçekleştirmeye dönüktür ve ABD’nin Soğuk Savaş kutuplaşmasında
Avrupa’daki yükünü politik etkisini eksiltmeksizin azaltmayı amaçlar.85
Gaddis, ABD’nin Avrupa bütünleşmesin sağlamaya yönelik çabalarının
gerekçelerini şöyle sıralar: Bunlardan biri, ABD yönetiminin, dünyada
üstleneceği süper güç rolünün gereği olarak ihtiyaç duyacağı kaynak ve halk
desteğinden yoksun olmasıdır. Diğer bir neden Almanya’nın Batı savunma
sistemine dâhil edilmesinin sağlanmasıdır. Batı Almanya’ya mutlak ihtiyaç
vardır. Ancak Fransa Batı Almanya’nın tekrar güçlenmesine şiddetle karşı
çıkmaktadır. Bu iki ülkenin karşılıklı bağımlı kılınmasının en iyi yoludur Avrupa
83 Gaddis, The Long Peace, s. 49–51. 84 Ibid, s. 57. 85 Soğuk Savaş boyunca üçüncü güç oluşturmaya dönük farklı girişimler hakkında ayrıntılı bilgi için bknz. Aybet, The Dynamics of European Security, s. 57–68.
24
bütünleşmesi. Bir diğer neden ise, ABD’nin Avrupa’daki bölünmenin ilelebet
sürmeyeceğini düşünerek Doğu Avrupa ülkelerini Kremlin’in kontrolünden
çözmek için Avrupa bütünleşmesini bir cazibe merkezi olarak görmesidir.86
2. Dünya Savaşının ardından yaşanan kısa süreli belirsizlik döneminden
sonra Soğuk Savaş saflarının iyice belirlenmesiyle birlikte kurumsallaşan iki
kutuplu dünya düzeninin dinamikleri doğrultusunda, Avrupa güvenliği
oluşumlarının daha ziyade atlantikötesi bir eksende şekillendiği söylenebilir.
Gaddis, 2. Dünya Savaşı sonrasında tesadüfen ve yapay olarak etki alanlarına
bölünen dünyanın, sözgelimi 1. Dünya Savaşı kılı kırk yararak kurulan
uluslararası sistem ile kıyaslandığında çok daha uzun bir süre büyük bir savaş
ile yüz yüze gelmediğine dikkat çeker.87
1.3.1. Avrupa Merkezli Oluşumlar
1.3.1.1. Schuman Planı
9 Mayıs 1950’de Fransa Dışişleri Bakanı, Robert Schuman, Dışişleri
Bakanlığında yaptığı basın toplantısıyla, Avrupa ülkelerinin kömür ve çelik
kaynaklarını bir havuzda toplayarak aralarında savaşmayı sadece düşünülemez
değil, fiziksel olarak da imkânsız kılmayı önerdi.88
Schuman Planı 1951’de altı ülke (Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg,
İtalya ve Batı Almanya) arasında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun
kurulmasına yol açtı ve AET’nin kurucu belgesi olan Roma Anlaşmasının
çerçevesini çizdi. Aynı zamanda ABD’nin savaş sonrası ana amaçlarından
86 Gaddis, The Long Peace, s. 58-60. 87 Ibid, s. 24. 88 William I. Hitchcock, “France, the Western Alliance, and the Origins of the Schuman Plan, 1948-1950,” Diplomatic History, vol.21, no.4 (Güz 1997), s. 603.
25
biriyle de uyum içerisindeydi: Bir ekonomik ve politik çerçeve içerisinde Fransa
ve Almanya’nın yakınlaşması. Fransa, kömür-çelik havuzu ile üretim üzerinde
ulusal haklarından vazgeçerek Almanya’ya bir zeytin dalı uzatırken Almanya’nın
zengin doğal kaynaklarına sürekli müdahil olmayı garanti ediyordu.89
Almanya’yı Avrupa kurumlarına bağlamak beklentisiyle, ABD ve İngiltere’ye
ters düşmemeyi tercih ederek egemenlik konularında Almanya’ya ödün
vermekten kaçınmayan Schuman’ın 1948’de göreve gelmesinden 1950
baharına kadar geçen süre içerisinde izlediği bu ‘uyumlu’ politikaların fazla
başarıya ulaştığı söylenemez. Üstelik, ABD-Sovyetler birliği ilişkilerinin iyiden
iyiye bozulması sonucu Amerikalıların ve İngilizlerin önceliği, Avrupa’nın
ekonomik kalkınmasından Avrupa’nın (Almanya dâhil) silahlandırılmasına
kaymıştı. Fransa’ya rağmen Almanya’nın silahlandırılması an meselesiydi. 1950
yılına gelinceye değin Almanya’nın birleşmesine yönelik Sovyet hamlelerini
püskürtmeyi ve Almanya konusunda aralarındaki temel görüş ayrılıklarını
gidermeyi başaran üç ülke 1950 Mayısında Almanya ve Avrupa Savunması
dâhil bir dizi konuyu ele almak üzere bir konferans düzenlemişlerdir. İngiltere ve
ABD’nin Almanya’nın silahlandırılması konusunda birlikte hareket edeceğini
sezen Fransa hamle üstünlüğünü yitirmemenin bir yolunu arıyordu. Bu koşullar
altında gerek Schuman dış politikasını kurtaracak gerekse Fransa’nın
Avrupa’da azalan etkisini artıracak can simidi Monnet’ten gelmiştir: Fransa ve
Almanya’nın kömür ve çelik endüstrilerini uluslararası ortak bir rejim altına
almak. Böylece, Fransa diplomatik üstünlüğü alabilir ve Almanya ile karşılıklılık
89 Ibid, s. 603.
26
esasında pazarlık yapabilirdi: Güç dengesi karşılığı eşit haklar.90
Schuman Planı olarak adlandırılan bu plan ABD’den övgü almıştır. Çünkü
ABD’nin birincil amacına yani Fransa ve Almanya’nın bir Avrupa girişimi ile
siyasi yakınlaşmasına hizmet ediyordu.91
ABD için nihai hedef Alman silahlı kuvvetlerinin Avrupa savunmasına
katılmalarını sağlamaktı. Fakat henüz Almanya’nın silahlandırılmasından söz
etmek için erkendi. Avrupa bütünleşmesi çabaları, silahlanmış bir Almanya’yı
dizginleyecek kadar ilerlememiş ve Almanlar ise henüz güvenilir bir ortak
olduklarını kanıtlamamıştı. Almanya’nın batıyla olan bağları henüz değişen
şartlara ya da zekice yapılmış bir Sovyet hamlesine cevaben Doğu ile
anlaşmamalarını temin edecek denli güçlenmemişti. Bu arada Almanya’yı
Batıya daha sıkı bağlayacak adımlar atılabilirdi. Schuman Planı bunlardan
biriydi. Bu tip girişimler başarıyla sonuçlanırsa Fransızlar Almanya’nın askeri
statüsünü değiştirmeye sıcak bakabilirlerdi. Üstelik Avrupa’ya ilave ABD
güçlerinin gönderilmesi de Fransa’nın endişelerini azaltacaktı.92
Bu hamle 1958’de Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi
Kurumunun kurulması ile daha da ileri götürülmüştür. Avrupa Toplulukları
ilerleyen yıllarda birleştirilerek etki alanı genişletilmiştir. Fakat birleşik bir Avrupa
yaratma sürecinde politik anlaşmazlıklar da yaşanmıştır. Anlaşmazlık yaratan
tipik konulardan birisi Fransa’nın Almanya’nın ABD’ye gereğinden fazla bağımlı
olduğuna ilişkin kuşkusudur. Atlantikötesi uyuşmazlıkların iki baş aktörü Fransa
ve ABD, temel değişken ise Batı Almanya olmuştur. Bu durum Avrupa
90 Ibid, s. 605–606, 616–628. 91 Ibid, s. 628–629. 92 Leffler, A Preponderance of Power, s. 351.
27
Topluluklarının dışındaki işbirliği girişimlerinde de önemli çatışmalara yol
açmıştır. Bunların en belirgin olanı 1950–54 yılları arasında yaşanan Avrupa
Savunma Topluluğu (AST) girişiminde görülmüştür.93
1.3.1.2. Pleven Planı ve Avrupa Savunma Topluluğu (AST)
1950 yazına gelindiğinde Avrupa savunmasının zayıflığı ve Almanya’nın Batıya
sadakati gibi konularda endişe duyan ABD, iç içe geçmiş bu sorunları aşmak
üzere NATO’yu güçlendirmeye ve Almanya’yı üye yapmaya çalışıyordu.
Ulusüstü nitelikte olmayan NATO’ya alınması halinde Batı Almanya ordusunun
denetim dışı bir şekilde güçleneceğinden çekinen Fransa Ekim ayında buna
seçenek olarak bir AST oluşturmaya dönük Pleven Planını gündeme getirmiştir.
Bu plan, 100.000 kişilik bir Avrupa ordusunun teşkilini öngörüyordu. Almanya
dahil tüm katılımcı ülkeler bu güce katkı yapacaklardı. Yalnız Alman birlikleri
Schuman Planı üzerindeki görüşmeler tamamlanmadan teşkil edilmeyecekti.94
ABD’li yetkililer Pleven Planını (kamuoyu önünde belirtmeseler de)
kesinlikle kabul edilemez buldular. Plan, Almanya’nın silahlandırılmasını bir dizi
yeni Avrupa kurumunun kurulması şartına bağlıyordu. Planda öngörülen ortak
bütçe, Avrupa Meclisi gibi federatif oluşumların gerçekleşmesi (eğer
gerçekleşecekse) yıllar sürebilirdi. Plan, NATO’yu işlevsiz kılıyor, Amerika’nın
Avrupa savunma gücüne katılmasını öngörmüyor ve Almanya’nın
silahlanmasını belirsiz bir şekilde geciktiriyordu. Pleven Planının Avrupa’da
sürdürdüğü ön alma gayretlerini sekteye uğratmasından ve bundan Sovyetler
Birliğinin yarar elde etmesinden çekinen ABD ikili bir yaklaşım izlemiştir. Bir 93 Buzan, The European Security Order, s. 145–146. 94 Ayrıntılı bilgi için bknz. Leffler, A Preponderance of Power, s. 383–389.
28
yandan Fransa, Avrupa ordusu ve bir dizi yeni politik kurumun olurluğunu
araştırırken, diğer yandan ABD, NATO’nun en kısa zamanda güçlendirilmesine
ve Alman birliklerinin oluşturulması ve eğitimine dönük girişimleri
yönlendirecekti. İlk şıkta ne gelişme olursa olsun, er geç Almanya’nın da dâhil
olacağı bütünleşik bir NATO savunma gücü oluşturulması sürecine zarar
verilmesine izin verilmeyecekti.95
Batı Avrupa güvenlik işbirliğini organize etme amacıyla başlatılan Avrupa
Savunma Topluluğu girişiminin başlangıçta Fransa’dan başka destekçisi yoktu.
Diğer tüm ülkeler Batı Almanya’nın Batı savunmasına iliştirilmesi konusunda
NATO seçeneğini tercih ediyorlardı. Fakat Fransa’nın Batı Almanya’nın
NATO’ya üyeliğini kabul etmemekte izlediği inatçı tutum nedeniyle ABD dâhil
diğer ülkeler zaman kaybetmemek düşüncesiyle tavır değiştirdiler ve 27 Mayıs
1952’de Fransa, Belçika, Almanya, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda arasında
AST antlaşması imzalandı.96
AST antlaşmasının onaylanması aşamasında sorunlar yaşanmış ve süreci
bitiren ülke, başlatan ile aynı olmuştur. Fransa parlamentosu, iç siyasal ortam
ve İngiltere’nin antlaşmayı imzalamaması gibi nedenlerle Ağustos 1954’de
antlaşmayı onaylamayı reddetmiştir.97 Ayrıca, ABD’nin Avrupa’daki askeri
varlığı ve kıtanın savunulmasına uzun erimli katkı sağlama taahhüdü de
girişimin başlatılmasına neden olan güvenlik gereksiniminin ortadan kalkmasına
yol açmak suretiyle AST’nin reddedilme sürecinde etkili olmuştur.98
95 Leffler, A Preponderance of Power, s. 389–390. 96 Aybet, The Dynamics of European Security, s. 71–76. 97 Ibid, s. 78–82. 98 Seth G. Jones, “The European Union and The Security Dilemma,” Security Studies, vol.12, no.3 (Bahar 2003), s. 126.
29
ABD için Avrupalıların kendi savunmalarına etkin katılımı açısından son
derece önem taşıyan AST’nin onaylanması o kadar öncelikliydi ki ABD Dışişleri
Bakanı Foster Dulles Paris’te yapılan Kuzey Atlantik Komitesi kapalı
oturumunda Avrupa Savunma Topluluğu projesi hayata geçirilmezse ABD’nin
Avrupa savunmasına bağlılığının gözen geçirileceği tehdidinde bulunmuştur.99
AST yaratma girişiminin başarısızlıkla bitmesi, hedeflenenin aksine Batı
Almanya’nın önce Brüksel Paktına sonra 1955 yılında NATO’ya girme sürecini
hızlandırmış ve böylece Atlantik işbirliğinin güçlenmesine katkı sağlamıştır.100
1.3.1.3. Batı Avrupa Birliği (BAB)
Batı Avrupa ülkeleri arasındaki güvenlik işbirliğini geliştirmeye yönelik diğer bir
girişim olan Batı Avrupa Birliğinin çekirdeğini Brüksel Paktı oluşturur. AST
girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, daha AST resmen
reddedilmeden önce seçenekler aramaya başlayan İngiltere’nin çabalarıyla
1954 yılında Batı Almanya ve İtalya Batı Birliğine dâhil edilmiş ve revize edilen
Brüksel Antlaşmasına imza koyan yedi ülke arasında BAB kurulmuştur.101 Bu
oluşumun amacı Batı Almanya’nın NATO’ya girmesinin önünü açmaktır. İşlevini
yerine getiren BAB, 1980’lerde yeniden canlanana kadar etkisiz kalmıştır.
1980’lerde yeniden gündeme geldiğinde artık atlantikötesi işbirliğinden ziyade
Avrupa güvenlik işbirliği arayışlarında önemli bir platformdur.102
BAB’ın etkisiz kaldığı uzun yıllar boyunca tamamen sahneden çekilmesini
99 Bu olay literatüre “sancılı gözden geçirme” adıyla geçmiştir. Ayrıntılı bilgi için bknz. Kevin Ruane, “Agonizing Reappraisal: Anthony Eden, John Foster Dulles and the Crisis of European Defence, 1953-54,” Diplomacy & Statecraft, vol.13, no.4 (Aralık 2002). 100 Buzan, The European Security Order, s. 137, 146. 101 Aybet, The Dynamics of European Security, s. 83–85. 102 Buzan, The European Security Order, s. 145.
30
engelleyen etken, Fransa’nın BAB’ı Avrupa savunmasının gelecekteki
oluşumları için bir seçenek olarak muhafaza etmekte gösterdiği kararlılıktır.103
Kuruluşunun ardından NATO BAB’ın askeri işlevini üstlenmiştir. Böylece
işlevsiz kalan BAB anlamını yitirmiştir. 1980’li yıllarda Avrupa Topluluğu (AT)
üyesi devletlerin yürüttüğü bütünleşme faaliyetleri sonucu ortak dış ve güvenlik
politikasının yeniden ele alınması yüzünden BAB uzun uykusundan uyanmıştır.
Bu politikanın savunma yönünü yükleme görevi ise BAB’a verilmiştir.104
Ekim 1984’de BAB Dışişleri ve Savunma Bakanları Roma toplantısında
BAB’ın canlandırılması kararı alınmıştır. Ancak yapılan birkaç toplantıdan sonra
BAB’ın NATO’yla ilişkisi hususunda tıkanma yaşanmıştır. Fransa’nın aksine
çoğu ülke BAB’ın NATO ile yarışacak değil onu destekleyecek ve güçlendirecek
bir nitelik taşıması gerektiğini savunmuştur. Bu görüş ayrılıkları nedeniyle BAB,
Soğuk Savaş sona erene kadar somut kurumsal gelişme gösterememiştir.105
AST ve BAB girişimlerine ek olarak 1960’lı yıllarda de Gaulle’in, ABD ve
Sovyetler Birliği ile aynı statüde birleşik bir Avrupa oluşturmayı hedefleyen ve
her iki devletin askeri varlıklarını ve politik etkilerini Avrupa’dan uzaklaştırmak
amacını güden politikaları ve Avrupa Siyasi İşbirliği kapsamında güvenlik
politikalarının tartışılmaya başlanması, Batı Avrupa güvenlik işbirliğini
geliştirmeye dönük girişimler arasında sayılabilir. Ancak tüm bu girişimler askeri
alanda Atlantik egemenliğine ciddi bir alternatif oluşturmakta başarısız
kalmıştır.106 Öte yandan, Brüksel Paktı gibi BAB’ın de Almanya’nın NATO’ya
103 Stanley R. Sloan, NATO’s Future: toward a New Transatlantic Bargain, Washington, National Defense University Press, 1985, s. 174. 104 de Wijk, NATO on the Brink, s. 6. 105 Buzan, The European Security Order, s. 149. 106 Buzan, The European Security Order, s. 137–138.
31
üye olmasını ve Anglo-Amerikan askeri birliklerinin Avrupa’da sürekli
konuşlanmasını sağlaması bakımından esasen atlantikötesi ilişkinin
gelişmesine yönelik atılmış bir adım olduğunu söylemek de mümkündür.107
1.3.2. Atlantik Savunma İşbirliği ve NATO
İlgili bölümde değinildiği gibi ABD’nin Marshall Planını tasarlaması ve
uygulamaya koyması için kendi ulusal çıkarları açısından birçok nedeni
olduğunu unutmamakla birlikte, Marshall Planı çerçevesinde Avrupalı devletlerin
sıkıntılarını aşmak amacı ile işbirliği yapmaları ve üzerlerine düşen
sorumlulukları yerine getirme doğrultusunda irade sergilemeleri, ABD’de bu
programın uygulanmasına karşı kendini gösteren dirençlerin kırılmasında belirli
bir rol oymanıştır. Aynı şekilde, Brüksel Paktının kurulmasının da, Avrupalıların
kıtalarının savunmasında üzerlerine düşeni yapmaya ne kadar istekli olduklarını
göstererek, atlantikötesi ilişkinin NATO aracılığı ile kurumsallaşmasında önemli
bir rol oynadığına ilişkin görüşler mevcuttur.108
ABD’nin bir anlamda Brüksel Antlaşmasına verdiği yanıt ise yalnızcılık
politikasını terk ettiğini gösteren Vandenberg kararı olmuştur.109 Senatör Arthur
Vandenberg tarafından, Atlantik Paktına giden yolda Brüksel Paktı ülkeleri ile
görüşmeler yapma olanağı yaratılması amacıyla hazırlanan yasa tasarısı 11
Haziran 1948’de 4’e karşı 64 oyla kabul edilmiştir.110
Batı Birliğinin oluşturulmasından sonra Batılı devletlerin bir Kuzey Atlantik
İttifakı şekillendirmeye yönelik çalışmalarına Sovyetler Birliğinin tepkisi, ABD ve
107 Sloan, NATO’s Future, s. 29. 108 Keylor, The Twentieth Century World, s. 279. 109 Sloan, NATO’s Future, s. 4. 110 Leffler, A Preponderance of Power, s. 211-212 ve LaFeber, s.74..
32
İngiltere’yi dünyaya egemen olma amacı güden saldırgan bir siyaset
sürdürmekle suçlamak ve Birleşmiş Milletlerin geriye itilerek küçümsendiğini
iddia etmek olmuştur.111
Kuzey Atlantik Antlaşması, Brüksel Paktı ülkelerine ek olarak Danimarka,
İzlanda, İtalya, Norveç, Portekiz, Kanada ve ABD arasında 4 Nisan 1949’da
Washington’da imzalanmıştır. Türkiye ve Yunanistan ise 18 Şubat 1952’de
İttifaka üye olmuştur.
Keylor’a göre Atlantik ittifakının ortaya çıkaran temel unsur, ortak inançlara
duyulan kolektif bağlılık değil, Avrupalıların Sovyetler Birliği tehdidi karşısında
duydukları korku ve Amerika’nın sağlayacağı güvence ile bu tehdide karşı
koymak konusunda gösterdikleri kararlılıktır.112
De Wijk’e göre ise, Avrupalı liderler kalkınma, güvenlik ve istikrar için
Amerika ile işbirliğini bir önkoşul olarak görmüşlerdir. Amerikan ekonomik
yardımı zayıf düşmüş Batı Avrupa’nın toparlanması için elzemdi. Her ne kadar,
ABD’nin o dönemde Batı Avrupa’nın serbest Pazar ekonomisini benimseyerek
kalkınmasında hayati çıkarı olsa da, ABD’nin savaş öncesi yalnızcılık
politikasına dönebileceğine ilişkin korkular da rol oynamıştır. Ayrıca, ABD
nüfusunun çoğunluğunun Avrupalı köklerden gelmesi nedeniyle Avrupa ve ABD
arasında mevcut kültürel bağların da gözden kaçırılmaması gerekir.113
Atlantik İttifakının ortaya çıkış gerekçesinin esas olarak Avrupalıların
Sovyetler Birliği tehdidi karşısında duydukları korku ve bu tehdide karşı
kendilerini savunma gayreti olduğuna vurgu yapan yorumlar olsa dahi, genelde
111 Ataöv, “Marshall Planından,” s. 300. 112 Keylor, The Twentieth Century World, s. 285. 113 de Wijk, NATO on the Brink, s. 6.
33
uzlaşıldığı üzere Antlaşmaya imza koyan devletlerin amaçlarını üç başlık altında
toplamak mümkündür: Batı Avrupa’ya yönelik olası bir Sovyet tehdidine karşı bir
kolektif savunma organizasyonu olarak işlev görmek, askeri açıdan Almanya’yı
dizginlemek ve ABD’nin Avrupa güvenliğine sürekli taahhüdünü temin etmek.
Ya da NATO’nun ilk Genel Sekreteri olan Lord Ismay’a atfedilen veciz deyişle
“Sovyetleri dışarıda, Almanları aşağıda ve Amerikalıları içeride tutmak”.114
Bu düşüncenin Amerikan bakış açısıyla ifadesi şöyle olsa gerektir: “Kırk yılı
aşkın bir süreyle Atlantik İttifakı, üç sorunun eşzamanlı olarak çözülmesini
sağlamıştır: SSCB’nin çevrelenmesi, Almanya’nın Batı dünyasına eklemlenmesi
ve ABD’nin Avrupa’da liderliğini sürdürmesi".115
Esasen bir kolektif savunma örgütü olarak kurulmuş olan NATO şemsiyesi
altında gerçekleştirilen işbirliğinin en önemli özelliği Kuzey Atlantik
Antlaşmasının 5nci maddesinde dile getirilmiştir: Müttefiklerden birine karşı
girişilecek bir saldırı üyelerin tamamına yapılmış sayılacaktır.
114 Mustafa Aydın, “Amerika Dünyadan Ne İstiyor? ABD'nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Dış Politikası,” Stradigma.com, Aylık Strateji Analiz E-dergisi, Sayı 4, Mayıs 2003. http://www.stradigma.com 115 John W. Holmes, The United States and Europe after the Cold War: A New Alliance?, Columbia, University of South Carolina Press, 1997, s. 1.
34
2. SOĞUK SAVAŞ SONRASI AVRUPA GÜVENLİK YAPILANMASI
Güvenlik fikri, 17nci yüzyılda yaşanan buhranlardan bu yana, Avrupa siyasal
düşüncesinin kalbinde yer alır. Taşıdığı anlam ve siyasal önem ise zaman
içerisinde farklılıklar göstermiştir. 1990’larda genişletilmiş güvenlik yanlıları
tarafından yeniden gündeme getirilen çoğulcu güvenlik anlayışı, devletlerin yanı
sıra bireylerin ve toplulukların kovaladığı bir amaç olarak, genel anlamda 17nci
yüzyılın ortalarından Fransız devrimine değin süren dönemin bir özelliği
olmuştur. Devrim zamanı ve Napolyon savaşları sırasında güvenliğin askeri
boyutu ağırlık kazanmıştır. 1815 Viyana Kongresini izleyen dönemde büyük
güçler arasındaki karşılıklı ilişkiler ve krallıkların güvenliği asıl ilgi alanını
oluşturmuştur.116 İki dünya savaşı arasındaki dönemde ise “savaştan kaçınma”
temel amacına ulaşılmaya çalışılmıştır. Ardından yaşanan Soğuk Savaş
döneminde güvenlik fikri istikrarın korunması formatına bürünmüştür. Büyük
güçler arasında doğrudan bir savaşın yaşanmadığı Soğuk Savaşın arkasından
terörizm ve kitle imha silahlarının yayılması gibi küresel tehditlerin öne çıktığı bir
döneme girilmiş ve yumuşak güvenlik unsurları uluslararası ilişkilerde gündemin
önemli bölümünü kaplamaya başlamıştır.
Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte, Almanya’nın birleşmesi, Sovyetler
Birliğinin ve Varşova Paktının dağılması gibi gelişmeler nedeniyle uluslararası
sistemde köklü değişiklikler yaşanmıştır. Soğuk Savaşın cereyan ettiği asıl
cephe olan Avrupa doğal olarak bu değişimden en çok etkilenen bölge
olmuştur. Soğuk Savaş sırasında iki süper gücün etrafında kurumsal bir yapıya
116 Emma Rothchild, “What is Security? (The Quest for World Order),” Daedalus, vol.124, no.3 (Yaz 1995), s. 53.
35
bürünen Avrupa Güvenlik mimarisi Soğuk Savaş dengelerinin alt üst olmasının
ardından kaçınılmaz olarak yıllar süren bir belirsizlik dönemine girmiştir.
Uluslararası kurumlar, bu belirsizlik döneminde yoğunlaşan arayışlar
sırasında önemli bir yer tutmuştur. Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Konferansı (AGİK), ve BAB gibi uluslararası kurumların aralarındaki
ilişkileri düzenlemek üzere ‘iç içe geçmiş kurumlar’ kavramı ortaya atılmıştır.
Kavramın amacı, yetki veren kuruluşlarla (BM ve AGİK) icracı kuruluşları
(NATO, BAB) birbirinden ayırmaktır. Böylece adı geçen kuruluşların açıkça
tanımlanmış işlevlerinin olması ve birbirlerini tamamlayacak şekilde faaliyet
göstermeleri öngörülmüştür.117
Yeni güvenlik mimarisindeki taşların yerine oturmasının ardından iç içe
girecek sayıda etkin kurum ortada kalmadığından adı geçen kavram
kendiliğinden gündemden uzaklaşmıştır.
2.1. Soğuk Savaşın Sona Ermesi
2.1.1. Soğuk Savaş Ne Zaman Sona Erdi?
Kamuoyundaki genel kanının aksine Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Soğuk
Savaşın sona ermesi, yakından ilintili olmalarına rağmen ayrı olgulardır.118
Soğuk Savaşın tam olarak hangi gün bittiği belirsizdir. Belki de birden fazla
günde sona ermiştir demek daha doğru olabilir. Kimine göre resmen sona erdiği
tarih Sovyetler Birliğinin kendi varlığına son verdiği 25 Aralık 1991’dir. Kimine
göre, Gorbaçov’un Aralık 1988’de BM’de yaptığı ünlü konuşma ideolojik olarak
117 de Wijk, NATO on the Brink, s. 52. 118 Geir Lundestad, “’Imperial Overstretch’, Mikhail Gorbachev and the End of the Cold War,” Cold War History, vol.1, no.1 (Ağustos 2000), s. 2
36
teslim olduklarının bir ifadesidir. Kimi için ise Soğuk Savaşın sonunu en iyi
sembolleştiren olay 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarının yıkılmasıdır. 119
Dolayısıyla, Soğuk Savaşın bitmesi ne kadar ani gerçekleşmiş olursa olsun
bir zaman dilimi içinde meydana gelmiştir. Yukarıda sayılanlara ek olarak Aralık
1989’da Malta’da yapılan Sovyetler Birliği-ABD zirvesi, 1989’da Doğu Avrupa
ülkelerinde yaşanan rejim değişiklikleri, 3 Ekim 1989’da Almanya’nın birleşmesi,
Kasım 1990’da Paris’te imzalanan Paris Şartı ve Avrupa Konvansiyonel Kuvvet
Antlaşması gibi olaylar bu sürecin kilometre taşları olarak düşünülmelidir.
2.1.2. Soğuk Savaşı Kim Kazandı?
Büyük güçler arasında sıcak bir savaş yaşanmamış da olsa, Soğuk Savaşın
bitimiyle kimin diğerine üstünlük sağladığı sorusunun akıllara gelmesi doğaldır.
Bu konuda yazarlar arasındaki genel kanı, kendine özgü kuralları olan bu
savaşın, ABD’nin zaferi ve Sovyetler Birliğinin yenilgisiyle bittiğidir.120 Öte
yandan Filitov, iki süper gücün mevcut durumlarının Soğuk Savaştan önceki
durumları ile kıyaslandığında Soğuk Savaşın bir galibi olmadığını savunur.121
Soğuk Savaşı kimin kazandığı konusunda görülen genel uzlaşıdan, Soğuk
Savaşın nasıl kazanıldığı konusunda söz etmek güçtür. Soğuk Savaşın sona
ermesini esasen Batının askeri üstünlüğüne bağlayan görüşler olduğu gibi
Sovyet lider kadrosunun yeni düşünme tarzına bağlayanlarda vardır. Sözgelimi
Brzezinski 40’ı aşkın yıldır süren siyasi nitelikli de olsa bir savaştan söz
119 Spanier ve Hook, American Foreign Policy, s. 247. 120 Örneğin, Robert Jervis, “A Usable Past for the Future,” Diplomatic History, vol.16, no.1 (Kış 1992); Zbigniew Brzezinski, “The Cold War and Its Aftermath,” Foreign Affairs, vol.71, no.4 (Güz 1992); Arthur Schlesinger, Jr., “Some Lessons from the Cold War,” Diplomatic History, vol.16, no.1 (Kış 1992). 121 Alexei Filitov, “Victory in the Postwar Era: Despite the Cold War or Because of It?,” Diplomatic History, vol.16, no.1 (Kış 1992), s. 54.
37
edildiğine göre doğal olarak savaşın bir galibi (ABD) ve bir mağlubu (Sovyetler
Birliği) olduğunu vurgularken122, Garthoff, Batı’nın ‘zafer’inin, jeopolitik
çevreleme ya da askeri caydırıcılık yoluyla kazanılmadığını, izledikleri
politikanın işe yaramadığını kavrayan yeni nesil Sovyet liderlerinin varlığı ile
geldiğini öne sürer.123 Howard da benzer bir yaklaşımla, galip taraf olan Batının
askeri üstünlüğünün yengiye ortam hazırlamakla birlikte, esas sebebin
Sovyetler Birliğinin uygulamaya çalıştığı ekonomik ve politik sisteminin
işlememesi olduğunu belirtir.124 Sonuç olarak, söz konusu Soğuk Savaş
döneminin en ayırt edici niteliklerinden birisi, Soğuk Savaşa eşlik eden iki
kutuplu dünya düzeni olduğuna göre, tarafların birbirlerini etkilemiş olmaları son
derece doğal olsa gerektir.125
2.2. Yeni Dünya Düzeni
Soğuk Savaşın sona ermesinin hemen ardından iki kutuplu düzenin ömrünü
doldurduğu konusunda fikir birliği oluşmuş ve daha ziyade güç dağılımı ve
uluslararası politikanın alacağı şeklin ne olacağı sorusu üzerine kafa
yorulmuştur. Bu soruya, “sadece eski düzenin başka bir şekli”nden, “tamamen
yeni bir düzen”e kadar geniş bir yelpaze içinde yanıt vermenin mümkün olduğu
o dönem içerisinde konuyla ilgili birçok çalışma yapılmış ve değişik senaryolar
üzerinde durulmuştur.126 Bununla birlikte, özellikle askeri güç açısından rakipsiz
122 Brzezinski, “The Cold War,” s. 31. 123 Raymond Garthoff, The Great Transition, American-Soviet Relations and the End of the Cold War, Washington DC., Brookings, 1994, s. 753. 124 Michael Howard, “Lessons of the Cold War,” Survival, vol.36, no.4 (Kış 1994/1995), s. 162-163. 125 Lundestad, “’Imperial Overstretch’, Mikhail Gorbachev,” s. 12. 126 Örneğin, Joseph S. Nye, Jr., “What New World Order ?,” Foreign Affairs, vol.71, no.2 (Bahar 1992); Robert E. Harkavy, “Images of the Coming International System,” Orbis, vol.41, no.4 (Güz, 1997) ve Christopher Layne, “The Unipolar Illusion,” International Security, vol.17, no.4 (Bahar 1993).
38
kalan ABD’nin uluslararası alanda bir hegemonya oluşturmasıyla bu konudaki
arayışlar sona ermiştir.
Bu nedenle, bu çalışmada yeni dünya düzeni ile ilgili olarak 1990’lı yılların
başlarında yoğun olarak yapılan tartışmalar üzerinde durulmamış; onun yerine
kendilğinden oluşan tek kutuplu dünya düzeninin motoru konumunda olan
ABD’nin davranışlarını yönlendiren etmenlerin neler olduğu ve bu etmenlerin
ışığında Avrupa güvenlik yapılanmasına doğrudan etki eden atlantikötesi
ilişkinin durumuna daha ayrıntılı biçimde değinilmiştir.
2.2.1. Bush Doktrini ve ABD’nin Dış Politikası
Bush doktrini kısaca, güvenlik açısından tehdit olarak algılanan odakları, ön
alarak ve karşı taraf harekete geçmeden önce (gerekirse) tek başına veya
geçici ve gönüllü koalisyonlar vasıtasıyla bertaraf etme niyetine dayanır.127
Bush’un 11 Eylül sonrasında izlediği Amerikan dış politikasının çerçevesi
2002 Eylülünde açıklanan Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) ile çizilmiştir. Strateji
belgesinde yer alan bazı dikkat çekici ifadeler aşağıdadır:
“ABD, dünyada eşi görülmemiş – ve eşidi olmayan – bir güç ve etkiye
sahiptir... Bu ulusun büyük gücü, özgürlüğü savunan bir güç dengesini geliştirmek
üzere kullanılmalıdır.”128
“ABD, ... teröristlere karşı bir savaş yürütmektedir... Önceliğimiz küresel
erişimli terörist kuruluşları yok etmek ve lider kadrosuna; komuta, kontrol ve
muhaberesine; malzeme ikmaline; ve mali kaynaklarına saldırmak olacaktır...
Terörist organizasyonları şu şekilde yok edeceğiz:
• ulusal ve uluslararası gücü kullanarak doğrudan ve sürekli eylem ile,
127 John Peterson, “America as a European power: the end of empire by integration?,” International Affairs, vol.80, no.4 (2004), s. 621. 128 “The National Security Strategy of the United States of America,”The White House,17 Eylül 2002, s.1 http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.pdf
39
• tehdit sınırlarımıza varmadan önce onu tespit edip yok etmek
suretiyle… ABD, uluslararası toplumun desteğini almak üzere durmaksızın çaba
gösterecek olmaka birlikte, gerekirse, bu tür teröristlere karşı, halkımıza ve
ülkemize zarar vermelerini önlemek için ön alıcı bir şekilde hareket etmek üzere
...tek başına eyleme geçmekte duraksamayacaktır...”129
“Hareketlerimizin sonuçlarını tartarak her zaman dikkatli bir şekilde
ilerleyeceğiz. Ön alıcı seçenekleri desteklemek üzere:
• ...daha iyi, daha tümleşik istihbarat yetenekleri tesis edeceğiz;
• ...bağlaşık ülkelerle yakın eşgüdüm gerçekleştireceğiz;
• belirleyici neticeler elde etmek için ... askeri güçlerimizi
yenileştirmeye devam edeceğiz.”130
“...Savunmamızı meydan okunamayacak bir şekilde inşa ve muhafaza
etmeliyiz. Ordumuzun en yüksek önceliği Birleşik Devletleri savunmaktır. Bunu
etkin biçimde yapabilmek için, silahlı kuvvetlerimiz:
• Dost ve müttefiklere güvence vermeli;
• Gelecekteki askeri rekabeti azaltmalı;
• ABD’nin çıkarlarına... ve müttefiklerine dönük tehditleri caydırmalı ve
• Caydırıcılık başarısız olursa düşmanı kesin olarak yenmelidir.”131
Başkan Bush’un izlediği dış politikanın ayırt edici olguları ön alma, tek
yanlılık ve askeri üstünlüktür. Bush doktrinine ilişkin eleştiriler de zaten bu
olgular üzerinde yoğunlaşmaktadır.
George W.Bush’un 11 Eylül sonrası izlediği dış politika, ilgili çevrelerde
epey tartışma yaratmıştır. Hem olumlu hem de olumsuz eleştirilerin ana
temaları genellikle söz konusu politikanın ‘özgün’ niteliği üzerine inşa edilmiştir.
Politikanın savunucuları, daha öncekilere hiç benzemeyen tehditlere karşı cesur
ve yaratıcı bir tavır takınıldığını savunurken, karşıtları maceraperest ve tahrik
129 Ibid., s. 5-6. 130 Ibid., s. 16. 131 Ibid., s. 29.
40
edici bir yol izlendiğini ileri sürmektedirler.132
Bununla birlikte, Bush doktrini ile uygulamaya konulan dış politikanın
geleneksel dış politika çizgisinden ani ve keskin bir sapmaya işaret ettiğini
savunanlar olduğu gibi, bu görüşe katılmayıp söz konusu politikanın ana
çizgisinin geçmiş ile süreklilik gösterdiğini ileri sürenler de vardır.
Hoffmann, Soğuk Savaş dönemindeki dünya düzeninin önceden
görülemeyen iki etmenden ötürü dönüşüme uğradığını savunur. Bunlardan ilki,
devletlerin egemenliklerini zayıflatan küreselleşmedir. Diğeri ise Washington’un
1945’den bu yana başarıyla yürüttüğü işbirliği ve çok yanlılık odaklı rolü bir
kenara bırakmasıdır.133
Öte yandan Leffler, Bush yönetiminin politikalarına değişimden daha çok
sürekliliğin egemen olduğunu ileri sürer. Bush’un gerek söylemleri gerekse
davranışlarının kökleri Amerikan dış politikasının geçmişine dek uzanır. Askeri
üstünlük, tek yanlılık ve ön alma olgularının hiçbiri yeni değildir. Soğuk Savaş
boyunca önemli ittifaklar kurulmuş olsa da tek yanlı davranma hakkı her zaman
saklı tutulmuştur. Soğuk Savaşın sona ermesi elbette tek yanlı davranma
eğiliminin –bağlaşıkları kızdırma pahasına da olsa- katlanarak büyümesine
neden olmuştur.134
Soğuk Savaş sonrası izlenen Amerikan dış politikasının geçmişten ani bir
sapma içermediğini belirten Aydın’a göre ABD’nin 2. Dünya Savaşından bu
yana izlediği politikaların ana çizgisini belirleyen eğilim şudur: Kendi
132 Melvyn, P. Leffler, “9/11 and American Foreign Policy,” Diplomatic History, vol.29, no.3 (Haziran 2005), s. 395. 133 Stanley Hoffmann, Force, Legitimacy, and Order, U.S.-Europe Analysis Series, The Brookings Institution, 2005. http://www.brookings.org/fp/cuse/analysis/hoffmann20050201.pdf 134 Leffler, “9/11 and American,” s. 395, 405.
41
üstünlüğüne kafa tutması olası büyük güçlerin önünü tıkamak. Ancak, Soğuk
Savaştan sonra bir adım daha ileri giderek uluslararası alanda kurduğu
hegemonyanın ötesine geçerek mutlak egemenliğini kabul ettirmeye
çalışmaktadır.135
Soğuk Savaştan sonra izlenen dış politikanın devamlılık arz ettiğini ileri
süren yazarlar da özellikle 11 Eylül olaylarından sonra Amerikan dış
politikasında tek yanlılık öğesinin baskın niteliğinin bariz biçimde arttığını
saptarlar.
Geçtiğimiz yıllarda İklim Değişikliği ile ilgili Kyoto protokolünü, Kara Mayını
Yasaklama antlaşmasını, Kapsamlı Nükleer Denemelerin Yasaklanmasına
ilişkin antlaşmayı vs. imzalamayı reddetmesi ve daha da önemlisi açık bir BM
kararı ve önde gelen bağlaşıklarının desteği olmaksızın Irak’a karşı başlattığı
savaş ABD’nin tek yanlı tutumlarının açık göstergeleridir.136
Sözgelimi Skidmore’a göre, ABD dış politikasında giderek artan tek yanlılık
eğilimi, Soğuk Savaşın bitişine ve Sovyetler Birliğinden yönelen büyük tehdidin
ortadan kalkmasına bağlı yapısal etkenlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle,
ABD başkanının değişmesinin Amerikan dış politikasının çok yanlı bir istikamete
çevrilmesi için yeterli olduğunu düşünenlerin yanılmaları kuvvetle
muhtemeldir.137
Aydın ise, tek yanlılık eğiliminin artmasında 11 Eylül saldırılarının etkisine
dikkat çeker. Bu sayede belki de bir grup strateji uzmanının uzun zamandır
135 Aydın, “Amerika Dünyadan”. 136 David Skidmore, “Understanding the Unilateralist Turn in U.S. Foreign Policy,” Foreign Policy Analysis, vol.2 (2005), s. 207. 137 Ibid, s. 208.
42
beklediği fırsat doğmuş ve 15 Eylül 2002’de açıklanan ABD yeni güvenlik
stratejisi gereği ‘mutlak egemenlik’ yaklaşımı benimsenmiştir.138
Çok yanlı bir dış politika katılımcı ülkelere iki konuda yükümlülük getirir:
Eşgüdümü kolaylaştıracak uluslararası kurumların oluşturulmasına çalışmak ve
bu kurumların ortaya koyduğu kural, ilke ve izleklere (prosedürlere) uymak.139
Günümüzdeki tek yanlılığı eleştirenler genellikle 2. Dünya Savaşı sonrası,
başarıyla yapılan çok yanlı uygulamalara dikkati çekerler. Fakat bu konu
abartılmamalıdır. Çünkü o dönem görülen çok yanlı uygulamalar aslında sözü
edilen iki yükümlülükten ikincisini karşılamamaktadır. Bu haliyle bu uygulamalar
tipik birer çok yanlılık örneği olarak değerlendirilmemelidirler. Başka bir deyişle,
ABD’nin önderliğinde kurulan kurumsal düzen diğer devletlerin davranışlarını
yönlendirmek üzere tasarlanmıştır; ABD’nin davranışlarını değil. Bu yüzden, bu
oluşumu çok yanlılık yerine hegemonluk kavramı ile tanımlamak daha
uygundur. Buradan şu sonuca varılabilir ki, ABD’nin çok yanlı geleneğe doğru
bir ‘dönüş’ yapma olasılığı hakkında iyimser olmak için elde fazla kanıt yoktur.140
2.2.2. Atlantikötesi İlişki
Soğuk Savaş döneminde atlantikötesi ilişkinin bilinçli adımlarla geliştirilen bir
ilişki olduğunu söylemektense, tarafların güvenlik endişelerinin diğer alanlardaki
anlaşmazlıkları bastırmasına neden olan de fakto bir anlayışın ürünü olduğunu
söylemek mümkündür.141
138 Aydın, “Amerika Dünyadan”. 139 Skidmore, “Understanding the Unilateralist,” s. 208–209. 140 ibid, s. 209. 141 François Heisbourg, “The European-US alliance: valedictory reflections on continental drift in the post-Cold War era,” International Affairs, vol. 68, no.4 (1992), s. 670.
43
Atlantikötesi ilişkide yaşanan sorunların en az NATO kadar eski olduğunu
belirten Boniface ana temayı şöyle özetler: Amerikalılar gücü paylaşmayı
istemezler ama yükü paylaşmayı umarlar. Avrupalılar daha fazla sorumluluk
isterler ama savunma harcamalarını yükseltmede ayak sürürler.142
Atlantikötesi ilişkide Soğuk Savaşın bitiminden bu yana giderek
belirginleşen ve Irak savaşı ile doruğa çıkan ve muhtemelen şimdiye kadar
yaşanan gerginliklerin en ciddisi yaşanmaktadır. Bundan ötürü, bu konu
araştırmacılar için bir çekim merkezi oluşturmuş ve yapılan çok sayıda
çalışmada atlantikötesi ilişkide gerginlik yaratan hususlar ele alınmış ve ilişkinin
geleceği hakkında öngörülerde bulunulmuştur.
2001 yılından sonra Avrupalılarca tenkit edilen hususlardan birisi ABD’nin
Bush doktriniyle uygulamaya koyduğu ‘tek yanlı’ uygulamalar olmuştur.
Washington’da “ABD’nin çıkarına olan bir durum dünyanın da çıkarınadır” gibi
bir inanış söz konusudur. Bu da doğal olarak ‘tek yanlılık’ olgusunu
pekiştirmektedir. Kamuoyu yoklamalarının gösterdiği gibi, ABD’nin sergilemekte
olduğu tek yanlı uygulamalardan ötürü tüm dünyada anti-Amerikancılık eğilimi
yükselmektedir.143 Avrupa uluslarında ABD hakkındaki olumlu izlenimlerin tüm
zamanların en düşük seviyelerine gerilemesinin önde gelen nedenlerinden birisi
de Başkan Bush’un kendisidir. Sözgelimi, yapılan bir kamuoyu yoklamasında
Fransız ve Almanların %74’ü problemin esasen Başkan Bush’un kendisi
olduğunu düşündüklerini ifade etmişlerdir.144
142 Pascal Boniface, “European Security and Transatlanticism in the Twenty-first Century,” Alexander Moens, Lenard J. Cohen ve Allen G. Sens (der.), NATO and European Security: alliance politics from the end of the Cold War to the age of terrorism, Westport, Praeger Publishers, 2003, s. 56. 143 Ibid, s. 62–63. 144 Jolyon Howorth, “Transatlantic Perspectives on European Security in the Coming Decade,” Yale Journal of International Affairs, vol. 1, no.1 (Güz 2005), s. 11-12.
44
Dikkat çeken diğer önemli bir nokta da ABD’nin hemen her sorunu askeri
vasıtalar kullanarak halledebileceğine inanmasıdır.145 Bu ise, sorunların daha
demokratik yaklaşımlarla ve ‘bataklığı kurutma’ ilkesi doğrultusunda
çözülmesinden yana olan Avrupa ile ilişkilerde başka bir problem alanı
yaratmaktadır.
Peterson, 2.Dünya Savaşından sonra gelenekselleşen ABD-Avrupa
dayanışmasının George W.Bush’un başkan seçilmesi, 11 Eylül saldırıları ve
Irak savaşından sonra ciddi biçimde yara aldığını ve ABD’nin 11 Eylül’den
sonraki davranışlarının, Avrupa’daki gücünü ve etkisini gerekirse ‘böl ve yönet’
yaklaşımı ile korumaya kararlı olduğunu gösterdiğini düşünmektedir.146
Bununla birlikte, Atlantikötesi ilişkiye verdiği zarar açısından Peterson’a
göre Soğuk Savaşın sona ermesinin Irak Savaşına nazaran daha etkili
olduğunu belirtir. Soğuk Savaştan sonra çeşitli girişimlere karşın ortak bir
atlantikötesi gündem yaratılamamıştır.147
Bunda önemli etkenlerden birisi, Soğuk Savaştan sonra ABD’nin, Avrupa
Birliği gelişim sürecinin desteklenmesine kıyasla NATO’nun Avrupa güvenliği
konularındaki belirleyici konumunun korunmasını daha öncelikli bir hedef olarak
saptamasıdır. Zaten ABD’nin 2.Dünya Savaşından sonra Avrupa’nın
bütünleşmesi ya da daha anlaşılır bir deyim olan ‘birlikten kuvvet doğar” ilkesi
çerçevesinde Avrupalıların bir araya gelmesi sürecine ilişkin Marshall Planı,
Clinton’un ‘Yeni Transatlantik Gündemi’ gibi sergilediği ‘olumlu’ davranışlara
bakıldığında, doğal olarak hemen hepsinde Avrupa’nın bütünleşmesine verilen
145 Angela Stent ve Lilia Shevtsova, “America, Russia and Europe: A Realignment?,” Survival, vol. 44, no.4 (Kış 2002/03), s. 121-122. 146 Peterson, “America as a European power,” s. 614. 147 Ibid, s. 618.
45
desteğin esasen ABD’nin ulusal çıkarlarının gerçekleştirilmesine dönük bir katkı
elde etme beklentisinden kaynaklandığı görülebilir.148
Ayrıca Avrupa bütünleşmesinin desteklendiği Soğuk Savaş dönemlerinde
bu oluşumun ABD’ye meydan okuması gibi bir olasılığın bulunmadığını da
unutmamak gerekir. Soğuk Savaştan sonra birlik olma sürecine ivme
kazandıran Avrupa Birliği AGSP oluşturma faaliyetlerini de hızlandırarak bir
anlamda politik açıdan rüştünü ispatlama gayretine girmiştir. Bu durumda Bush
doktrini ile tek yanlı politikaları tercih eden ABD’nin, Avrupa bütünleşmesi
konusunda son yarım yüzyılda izlediği ana yaklaşımdan ayrılmamasını
beklemek gerçekçi olmayabilir.
Yeni atlantikötesi ilişkinin hangi eksende şekillendiği incelenirken şu
unutulmamalıdır: ABD artık Avrupa ile ilgili olduğundan daha çok terörizm,
kitlesel silahların yayılması gibi küresel sorunlarla yapacağı mücadelelerde
kullanmak üzere Avrupa’nın kendisine sağlayabileceği askeri ve askeri olmayan
olanak ve yeteneklerle ilgilidir. Soğuk Savaş dönemindeki ile sonrasındaki
uluslararası düzenler arasında gözlenen belirgin bir fark ABD’nin dikkatinin
Avrupa’dan Orta Doğu’ya kaymış olmasıdır.149
Dassù ve Menotti, atlantikötesi ilişki açısından Irak krizinden doğru dersler
çıkarılabilirse yeni bir uzlaşının söz konusu olabileceği görüşünü taşımaktadır.
Bu yeni uzlaşı için gerekli önkoşullar Avrupalı bir bakış açısından şu iki yapısal
önerme üzerinde oluşturulabilir. İlki, 2003’te Irak konusunda yaşanan gerginlik
1989’dan bu yana var olan ama yeterince su yüzüne çıkmamış olan bir noktayı
ortaya çıkarmıştır: Geleneksel Atlantikçilik olgusunu yeşerten uluslararası 148 Ibid, s. 615–616. 149 Ibid, s. 622.
46
şartlar artık mevcut değildir. İkinci önerme ise Avrupa’nın yüzyıllardır ilk kez
dünya siyasetindeki merkezi konumunu ve ABD’nin dış politika ilgi alanındaki
önceliğini yitirmiş olmasıdır.150
Avrupa içi tartışmanın odağında Atlantikçi-Avrupacı yandaşları arasında
yaşanan fikir ayrılıkları bulunmaktadır. Her iki grup da AB’nin daha güçlü bir rol
üstlenmesini savunmakla beraber ABD’ye karşı Avrupa’nın konumu konusunda
birbirinden ayrılmaktadırlar. Atlantikçilere göre ABD ile ortaklık ilişkisini daha da
anlamlandırmak üzere AB güçlendirilmeliyken, Avrupacılara göre bundan
güdülen amaç ABD’yi dengelemek olmalıdır. İlk yaklaşımda takviye edilen tek
kutuplu sistemde çok yanlılık ön plana çıkarılırken, diğerinde tek kutupluluktan
çok kutupluluğa geçiş öngörülmektedir.151
Atlantikötesi ilişkinin geleceğinde belirleyici olacak etkenlerden birisi AB’nin
geleceğidir. Dassù ve Menotti bu konuda üç senaryodan söz eder. İlki,
‘başarısız AB, yalnız ABD’dir. Düşük olasılıklı bu senaryonun olması halinde
anlamlı bir atlantikötesi ilişkiden söz etmektense, ABD’nin tek yanlı politikalar ile
‘seçmece’ müttefik belirleme yaklaşımının pekiştirilmesi söz konusu olacaktır.
İkincisi, ‘işlevsel işbölümü’dür. AB’nin askeri boyutla ilgilenmemesi ve sivil bir
güç olmayı tercih etmesi halinde söz konusu olabilir. Bu durumda, AB’nin temel
güvenlik politikası genişlemeye vurgu yapmak olacaktır. Bunun sonucunda
yumuşak ve sert güvenlik konuları atlantikötesi ilişkide işbölümünün asli
unsurları olacaktır. Üçüncü senaryo ise küresel etkiye sahip bölgesel güç olarak
Avrupa’dır. Bazı çevrelerce en istenilir seçenek budur. AB, Avrupa ve
150 Marta Dessù ve Roberto Menotti, “Europe and America in the Age of Bush,” Survival, vol. 47, no.1 (Bahar 2005), s. 105–106. 151 Ibid, s. 107.
47
çevresindeki güvenlikten sorumlu olacak, gerekirse askeri güç kullanarak
güvenliği sağlayacaktır. Böylece ABD dünyanın ‘geri kalanı’ ile daha çok
ilgilenebilecektir. AB ve çevresi arasındaki bağ, yeni üye kabulleriyle, özellikle
de Türkiye tam üye kabul edildiği takdirde daha da sıkılaşacaktır. 152
ABD ile İttifakın diğer üyeleri arasındaki askeri kapasiteleri arasındaki
uçurumun giderek artması, atlantikötesi ilişkiyi yıpratan önemli bir unsur olarak
kendini göstermektedir. Böyle bir fark Soğuk Savaş döneminde de var olmuş ve
klasik yük paylaşımı tartışmalarının bir parçasını teşkil edegelmiştir. Fakat
günümüzde bu fark giderek açılmakta ve ABD’nin savunma harcamaları
artarken diğer bağlaşıkların savunma harcamaları azalmaktadır.153 Söz konusu
uçurumun giderilememesi halinde bağlaşıkların birlikte operasyon icra etme
olasılığı azalmaktadır.154
Öte yandan Peterson, atlantikötesi ortaklığının karşısındaki en büyük
engelin Avrupa ve ABD askeri güçleri arasındaki farkın açılması değil, AB’nin
politik bir aktör olarak ne kadar zayıf veya güçlü olacağı konusu olduğunu
belirtir.155
AB-ABD arasında belki de şimdiye kadar yaşanan en ciddi krizin
yaşanmakta olduğunu belirten Jones ise konuya daha iyimser yaklaşmakta ve
ciddi biçimde teste tabi tutulacağı bu sürecin sonunda atlantikötesi ilişkinin, ilke
152 Ibid, s. 112–115. 153 SIPRI Askeri Harcamalar Veritabanına göre, ABD’nin Soğuk Savaştan sonra 1999 yılına değin azalma eğilimi gösteren askeri harcamaları bu yıldan başlayarak tekrar artma eğilimine girmiştir. Öte yandan, 1990 yılında Almanya’nın 35 milyar avro, Fransa’nın 35,3 milyar avro ve İngiltere’nin (Kuzey İrlanda dahil) 22 milyar pound dolaylarında seyreden askeri harcama miktarları 2000’li yıllara dek aynı seviyede seyretmiştir. Ancak, aynı dönem için söz konusu harcamaların gayri safi milli hasılaya oranları düzenli olarak düşmüştür. 2000’li yıllardan itibaren adı geçen ülkelerin askeri harcamaları yükselmeye başlamıştır. http://www.sipri.org/contents/milap/milex/mex_database1.html 154 Allen G. Sens, “The Widening Atlantic, Part II: Transatlanticism, the ‘New’ NATO, and Canada ,” Moens, Cohen ve Sens (der.) NATO and European Security, s. 26–27. 155 Peterson, “America as a European power,” s. 618.
48
değil irade eksikliğinden kaynaklanan sorunların daha esnek ve çok yanlı
işbirliği çerçevesinde çözülmesiyle daha da olgunlaşacağını düşünmektedir.
Jones’a göre atlantikötesi ilişkide şimdiye kadar yaşananların en büyüğü olan
bu buhran ‘gerçek’ olmaktan ziyade retoriktir. Bu bağlamda hatırlanması
gereken en önemli söylemlerden birisi AB Savunma Bakanının dile getirdiği
‘görev koalisyonu belirler’ savıdır. Bu görüş zamanla Amerikan tek yanlılığının
özünü temsil eder hale gelmiştir.156
Bush’un dış politika çizgisinin sürekliliği konusundaki yaklaşım farklılığı
tabiatı ile 11 Eylül olaylarından sonra hayli gergin bir tonda seyretmeye
başlayan atlantikötesi ilişkideki kötüleşmenin nasıl giderileceği konusuna da
yansımıştır. Bush yönetimi ile birlikte geleneksel dış politika çizgisinde ani bir
sapma olduğunu düşünenler çok yanlılığa dönüşün de bir yönetim değişikliği ile
mümkün olacağına inanmaktadırlar. Öte yandan, Bush dönemi dış politikasının
geçmişte izlenen dış politikalarla aynı ruhu taşıdığını düşünenler, Soğuk Savaş
sonrası oluşan yapısal değişikliklerle pekiştirilen Amerikan tek yanlılığının
süreceğini ve bunun da atlantikötesi ilişki için sıkıntı yaratmaya devam
edeceğini öngörmektedirler.
Öte yandan, 2005 yılında eski kıta ile yeni dünya’nın atlantikötesi ilişkilerde
en azından bir ölçüde yere daha sağlam basmasına neden olacak gelişmeler
yaşanmıştır. Yine de Irak’ta yaşanan sorunların Amerikalılara tek yanlılığın
sınırlarını ne kadar gösterdiği ve Fransa ile Hollanda’nın Avrupa anayasasını
156 Erik Jones, “Debating the transatlantic relationship: rhetoric and reality,” International Affairs, vol. 80, no.4 (2004), s. 595-598.
49
reddetmelerinin çok kutupluluk peşinde olanların heveslerini ne kadar etkilediği
konusunda tahminde bulunmak kolay değildir.157
2.3. NATO’nun Dönüşümü
Soğuk Savaşın bitimiyle anlam ve amacını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya
kalan NATO, yeni koşullara ayak uydurarak varlığını sürdürmeye yönelik
çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bu kapsamda öncelikle Avrupa kıtasındaki
görevlerini genişletmiş, üye ülkelerin tüm NATO etkinliklerine katılması kuralı
yumuşatılmış ve Avrupa güvenliği ile ilgili bazı durumlarda kendisi yerine AB’nin
söz sahibi olmasına imkân tanımıştır.158
NATO, askeri ve politik olarak yapısal dönüşüm çalışmalarına 1990’ların
hemen başında girişmiştir. Kasım 1991’deki Roma Zirvesinde yayımlanan yeni
stratejik konseptin belirlenmesi amacıyla yapılan çalışmalar uzun görüşmelere
sahne olmuştur. Avrupa güvenlik kimliği, NATO’nun geleceği ve alan dışı
harekât gibi konularda Avrupacı-Atlantikçi yaklaşım farklılığından beslenen çetin
tartışmalar yaşanmıştır.159
Roma Zirvesinden sonra İttifakın ne yöne gideceği konusunda belirsizlik
yaşanmıştır. Paris’in tutumu bu süreçteki belirleyici unsurlardan birisi olmuştur.
Fransa, NATO ve BAB’ın işlevlerinin ayrışmasını savunan başlangıçtaki
tutumunu, İttifakın eski Yugoslavya’daki savaşa müdahil olması ve BAB’ın
umulan ölçüde bir seçenek olmayacağının anlaşılması üzerine değiştirerek
157 James Dobbins, “Friends Again?” Marcin Zaborowski (der.) Friends Again? EU-US relations after the crisis, European Union Institute for Security Studies, Paris, 2006, s. 21, 27. 158 Ronald D. Asmus, Robert D. Blackwill ve F. Stephen Larrabee, “Can NATO Survive?,” The Washington Quarterly, vol.19, no.2 (Bahar 1996), s. 86. 159 Ayrıntılı bilgi için bakınız, de Wijk, NATO on the Brink, s. 23–31.
50
NATO içerisinde bir ‘Avrupa Savunma Kimliği’ şekillendirme seçeneğine ağırlık
vermiştir.160
10–11 Ocak 1994 tarihlerinde yapılan Brüksel Zirvesinde alınan kararlar bir
önceki Roma Zirvesine nazaran çok daha geniş bir yelpazeye yayılmıştır.
Herşeyden önce, NATO içinde Avrupa sütunu oluşturmak üzere Maastricht
Antlaşması ile kararlaştırılan AGSK’ya ve NATO’nun Avrupa sütununu temsil
eden BAB’a etkin destek verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca, NATO
imkânlarının ODGP çerçevesinde Avrupalı müttefiklerce gerçekleştirilecek BAB
harekâtında kullanılabileceği ifade edilmiştir. De Wijk’e göre Brüksel Zirvesi son
20–30 yılın en önemli zirvesidir. Zirvede doğacak bir başarısızlık NATO’nun
etkin bir organ olarak varlığını sürdürmesini olanaksız kılabilirdi. Fakat Soğuk
Savaş sonrası hızla değişen uluslararası ortamın gerektirdiği dönüşüme taze bir
soluk vermiştir.161
1999 Washington Zirvesinde ele alınan temel konular Kosova’daki askeri
operasyon, üç yeni üyenin (Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti) kabulü ve
Savunma Yetenekleri girişimi olmuştur. Bu girişim ile kolektif güvenlik
operasyonlarına yönelik olarak NATO’nun mevcut askeri yeteneklerinin gözden
geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca, AB’nin Avrupa
güvenliği konularında BAB’ın yerini aldığının ve müstakil bir yeteneğe sahip
olması gerektiği kabul edilmiştir.162
160 Ibid, s. 72, 83. 161 Ibid, s. 80–81. 162 Gülnur Aybet, NATO’s Developing Role in Collective Security, SAM Papers No 4/99, Ankara, Ministry of Foreign Affairs Center for Strategic Research, 1999, s. 43.
51
2002 Prag Zirvesi ile biraz daha ileri gidilerek NATO’nun askeri olarak
içinde bulunmadığı operasyonlarda AB’nin NATO olanak ve yeteneklerinden
yararlanması benimsenmiştir.163
Yeni koşullara göre kademe kademe başarılı bir dönüşüm geçiren NATO
öncelikle varlık nedenini kolektif savunmadan çatışma önleme ve alan dışı kriz
yönetimi olarak değiştirmiş ve eski Varşova Paktı ülkeleriyle yakın ilişkiler
geliştirmiştir. Ayrıca, askeri yapısında yıllar süren yeniden yapılanma
sonucunda Soğuk Savaş sonrasına özgü (5nci madde ortak savunma ve 5nci
madde dışı kriz yönetimi vb.) tüm görevleri icra edecek noktaya ulaşmıştır.164
Aybet, NATO’nun kolektif güvenlik görevlerinde giderek artan bir rol
üstlendiği 2000’li yılların başında vardığı noktaya taşınmasında dört önemli
adım olduğunu belirtir. Bunlardan ilki sahip olduğu bütünleşik askeri yapıdır.
1991 Körfez savaşında gayri resmi olarak yararlanılan NATO tümleşik askeri
yapısı Bosna Hersek’te resmen devreye girmiştir. İkinci adım NATO’nun 1999
Kosova krizindeki konumu olmuştur. NATO’nun olağanlaşan benzer kolektif
güvenlik görevleri ile Kosova görevi arasında önemli bir fark vardır. NATO bu
kez güç kullanma yetkisi tanıyan açık bir BM Güvenlik Konseyi kararı
olmaksızın harekete geçmiştir. Üçüncü adım, NATO’nun askeri açıdan kendisini
bu tip görevleri ifa edebilecek bir yapıya dönüştürmesidir. Yeni kuvvet yapısı
esneklik, hareketlilik ve çokulusluluk üzerine inşa edilmiştir. Dördüncü adım ise
Nisan 1999’da ilan edilen güncelleştirilmiş Stratejik Konsept olmuştur. Yeni
Stratejik Konsept NATO’nun kolektif güvenlik operasyonlara ilişkin rolünü, eski
163 Richard G. Whitman, “NATO, the EU and ESDP: An Emerging Division of Labour?,” Contemporary Security Policy, vol.25, no.3 (Aralık 2004), s. 441. 164 de Wijk, NATO on the Brink, s. 116–117 ve Paul Cornish, “European security: the end of architecture and the new NATO,” International Affairs, vol.72, no.4 (1996), s. 768-769.
52
Doğu Bloğu devletler ile ilişkileri, üç yeni üyenin kabulünü ve NATO’nun gelişen
AGSK’ya katkısını dikkate almıştır.165
Uygulama açısından dramatik bir dönüşüm geçiren NATO, hâlâ 5nci
maddede yazılı kolektif savunma ilkesine dayalı bir kuruluş olmayı sürdürse de,
zamanının ve enerjisinin büyük bir bölümünü, Bosna’daki SFOR ve Kosova’daki
KFOR gibi, 5nci madde dışı etkinliklere ayırmaktadır.166
Yarım asırdan fazla bir süredir atlantikötesi ilişki ile özdeşleşen NATO,
Soğuk Savaştan sonra iki kutuplu düzeninin sona ermesinden kaynaklanan
yapısal gerekçelerden ötürü varlığını sürdüremeyeceğine ilişkin genel kanının
aksine, yeni koşullara ayak uydurarak hayatta kalmayı başarmıştır. Bu haliyle
atlantikötesi ilişkide önemli bir rol oynamaya devam etmektedir.
Öte yandan şu da bir gerçektir ki Sovyetler Birliğinin dağılması sonucu
temel görevini yitirmiş olan NATO, ABD ile Avrupa ülkeleri arasında ulusal
güvenlik ve politik öncelikler konusunda giderek büyüyen görüş farklılıkları
nedeniyle yıpranmıştır. Bunun nedeni ABD’nin uluslararası güvenlik konularıyla
küresel bir yaklaşımla ilgilenmesi, Avrupalı bağlaşıklarının ise daha çok
kıtalarının istikrarsızlıklardan arındırılmasına önem vermesidir.167
11 Eylül’den sonra birlik ve dayanışmanın bir göstergesi olarak NATO
tarihinde ilk kez 5nci maddenin çalıştırılmasına rağmen ABD’nin terörizme karşı
ilan ettiği savaş NATO’nun güç kaybetmesine neden olacak eğilimleri
besleyebilir. Terörizme ile savaşta sağlanan siyasal birliktelik, NATO’ya mutlaka
destek verilmesi anlamına gelmemektedir. Üye devletler tehdit algılamalarına
165 Aybet, NATO’s Developing Role, s. 6–9. 166 Sens, “The Widening Atlantic,” s. 23. 167 Asmus, Blackwill ve Larrabee, “Can NATO,” s. 79.
53
uygun yükümlülüklere gireceklerdir. ABD’nin küresel girişimleri Avrupa’da sahip
olduğu siyasi desteği de azaltabilecektir.168
11 Eylül olayları, atlantikötesi ilişkiyi olduğu kadar bu ilişkinin lokomotif
kurumu olan NATO’yu da önemli ölçüde etkilemiştir. Soğuk Savaşın bitimiyle
asıl varlık nedenini yitiren ama yeni koşullar gereğince kendini yenilemeyi
başarmış olan NATO, 11 Eylül olayları ile adeta bir yol ayrımına gelmiştir.
Soğuk Savaşın ardından dikkati zaten Avrupa’dan uzaklaşan hegemon güç
ABD’nin önceliği uğradığı saldırılardan sonra başlattığı terörizme karşı savaşa
kaymıştır. Bu bağlamda da hegemon güç ABD, ‘Soğuk Savaş’ döneminin
anahtar kurumu olan NATO’nun ‘terörizme karşı savaş’ döneminde de bu
niteliğini sürdürmesine çalışmıştır.
Öte yandan Avrupalı bağlaşıkları, hegemon gücün terörizme karşı başlattığı
savaşta siyasi olarak yanında olduklarını 11 Eylül olaylarından hemen sonra
NATO Antlaşmasının 5nci maddesini devreye sokarak göstermekle birlikte,
terörizme karşı savaş yöntemlerinde yaşanan görüş farklılıkları nedeniyle
sağladıkları askeri desteğin boyutu sınırlı kalmıştır. Fakat ABD, uygulamaya
koyduğu Bush Doktrini gereği eski bağlaşıklarının rızasını almak için uzun
uzadıya uğraşmaktansa tek yanlı uygulamalarını destekleyen gönüllü ve geçici
ortakların yardımıyla küresel politikalarını yürütmeyi tercih eder gözükmektedir.
Yine de Avrupalıların küresel güvenlik konularında Amerikalıların genellikle
kabul ettiğinden daha fazla destek verdiğini söylemek mümkündür. 2002 yılı
itibariyle Afganistan’daki görev kuvvetinde fiilen çalışan Avrupalı asker sayısı
Amerikalı asker sayısına denktir. Hatta daha fazlasını vermeleri de
168 Sens, “The Widening Atlantic,” s. 26–30.
54
Amerikalıların kendileri tarafından – karar süreçlerinde tıkanmalara yol
açabileceği düşüncesiyle – engellenmiştir. Bu yüzden Afganistan savaşının ilk
aşaması bir NATO harekâtı olmaktansa ABD önderliğinde oluşturulan bir
koalisyon eliyle yürütülmüştür.169
Erhan, Soğuk Savaşın ardından küreselleşen dünyada tehditlerin de artık
küreselleştiğini belirttikten sonra bunlarla en iyi baş edecek kurumun NATO
olduğunu ileri sürmektedir. NATO’nun gerek sahip olduğu kurumsal birikim
gerekse Birleşmiş Milletlerin güvenlik konularında etkin roller üstlenememiş
olmasından dolayı küresel güvenlik örgütü olmaya en uygun kurum olduğunu
savunur.170
Ayrıca, AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politika geliştirme konusunda başarılı
olması halinde bir süre sonra NATO’nun varlığını yitirebileceğini öngören Erhan,
uzak bir ihtimal olmasına karşın NATO’nun küresel bir güvenlik örgütü haline
dönüşmeyi başarması durumunda kendi varlığına ilişkin olası tehditlere karşı ön
alacağını ileri sürmektedir.171
NATO’nun en azından daha küresel bir rol üstlenmesine ilişkin benzer
yorumlar Bosna’da sağlanan başarının ardından ABD’li yetkililerce de dile
getirilmiştir. Fakat NATO’nun küresel müdahale aracı olmasın yönelik bu ima
Avrupa başkentlerinde kabul görmedi. Avrupalı üyelerin gözünde İttifakın ana
amacı Avrupa’yı ABD’nin küresel yükümlülüklerine bağlamak değil, ABD’ni
Avrupa güvenliğine bağlamak olduğundan NATO’nun bu anlamda rolünün
169 Christina M. Schweiss, “Sharing Hegemony: The Future of Transatlantic Security,” Cooperation and Conflict, vol.38, no.3 (2003), s. 213. 170 Çağrı Erhan, “NATO Niçin Küresel bir Örgüt Haline Gelmelidir?,” Stradigma.com, Aylık Strateji Analiz E-dergisi, Sayı 12, Ocak 2004. <http://www.stradigma.com> 171 Ibid. Yazara göre NATO’nun küresel bir güvenlik örgütü olmasını şunlar engelleyebilir: BM’nin yeniden yapılanması, NATO’ya başka kıtalardan üye alınması, mali sorunlar ve küreselleşme karşıtları.
55
genişlemesine ilgi göstermediler. Atlantikötesi çıkarlardaki bu uzaklaşma
bundan sonra da süreceğe benzer. Ayrıca, NATO için biçilecek bir küresel rol,
küresel bir NATO’ya katılmalarının karşılığında ABD’nin İttifak liderliğini
Avrupalılarla paylaşması söz konusu olabilir ki bu ABD için kabul edilemez
gözükmektedir. Bu nedenle, alan dışı müdahalelerin gönüllü koalisyonlar eliyle
yürütülmesi kuvvetle muhtemeldir.172
Soğuk Savaşın bitiminden bu yana gelinen nokta dikkate alındığında
NATO’nun, geniş tabanlı Avrupa ve atlantikötesi güvenlik mimarisinde asıl
kurum olarak öne çıktığını söylemek mümkündür. Whitman’ın deyimiyle NATO
günümüzün AGİT’i durumundadır. Atlantik’ten Vladivostok’a kadar geniş bir
alanda farklı ilişki biçimleriyle birçok ülkeyi kucaklamış ve askeri güvenlik
konularında geniş tabanlı bir diyalog zemini oluşturmuştur.173
2.4. Avrupa Merkezli Oluşumlar
Soğuk Savaşın sona ermesiyle baş gösteren yapısal değişiklikler Avrupa
güvenliğinde etkisini hissettirmiştir. Soğuk Savaş boyunca Avrupa’daki
Amerikan askeri varlığı Almanya’nın potansiyel bir hegemon olmasına ilişkin
kaygıları bastırmıştır. Seth G.Jones bu durumun Soğuk Savaşın ardından iki
neden ötürü değiştiğini öne sürer: 1) Almanya 1990’da birleşmiştir. 2) Sovyetler
Birliğinin dağılması sonucunda hem ABD’nin Avrupa’da bulundurduğu
kuvvetlerin sayısında önemli azalma olmuş; hem de Amerika’nın kıtaya uzun
dönemli bağlılığı hakkında kuşkular belirmiştir. Jones, bununla bağlantılı olarak
172 Sens, “The Widening Atlantic,” s. 26–28-29. 173 Whitman, “NATO, the EU,” s. 440.
56
AB bünyesinde bir güvenlik kanadı oluşturmaya dönük çalışmaların hız
kazandığını dile getirir.174
2.4.1. BAB ve ODGP
Kurulduğundan beri NATO’nun gölgesinde kalan BAB 1984 Roma Bildirgesi ile
yeniden sahne alarak Soğuk Savaş sonrası güvenlik tartışmalarında yerini
almıştır. Bu bildirgeyle, Avrupa Toplulukları ve NATO’ya üye devletler arasında
güvenlik alanında işbirliği yapılarak ortak bir AGSK oluşturulması ve NATO’nun
Avrupa kanadının güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Ancak, Avrupa Toplulukları
üyeleri arasındaki görüş ayrılıkları yüzünden bu konularda Maastricht
Antlaşmasına kadar ciddi bir gelişme sağlanamamıştır.175
Politik birlik konusunda çalışmalar yapmak üzere 1990 Aralığında
hükümetler arası bir konferans toplanmasına karar verilmiştir. AB’nin kurucu
antlaşması olan Maastricht Antlaşması ile sonuçlanacak olan Politik Birlik
görüşmelerinden önce Avrupa Topluluğu üyesi ülkelerin Avrupa güvenlik yapısı
ile ilgili fikirleri netleşmeye başlamıştır. Fransa, BAB’ın savunma ve güvenlik
amaçlı olarak içine girdiği bir Avrupa Topluluğunu 90’lı yıllarda Avrupa güvenlik
ortamının baş aktörü olarak görmek istiyordu. İngiltere, NATO’nun Avrupa
güvenlik ve savunması için esas forum olmasını, BAB’ın ise onun Avrupa
ayağını oluşturmasını istiyordu. Almanya ise, NATO ve ABD’nin Avrupa’da
varlığını sürdürmesi, AT’nin savunma ve güvenlik boyutunun güçlendirilmesi ve
nihai hedef olarak AGİK etrafında tamamen Avrupalı bir güvenlik yapısının tesis
174 Seth G. Jones, “The European Union,” s. 115, 139-142. 175 Barış Özdal ve Mehmet Genç, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının Türkiye-AB İlişkilerine Etkileri, Aktüel Yayınları, İstanbul, 2005, s. 126.
57
edilmesinden yanaydı. Bu farklılıkların sonucu olarak görüşmelerde en hararetli
tartışmalar AGSK’nın niteliği ve BAB’ın geleceği hakkında yaşanmıştır.176
Avrupa güvenlik mimarisinin Soğuk Savaşın ardından yeniden
yapılandırılması sürecinde etkin rol oynayan Avrupa Birliğinin günümüzdeki
örgüt yapısı 1991 Maastricht Antlaşması ile üç sütun üzerine inşa edilmiştir.
Birinci sütun ‘Avrupa Toplulukları’177, ikinci sütun ‘Ortak Dışişleri ve Güvenlik
Politikası (ODGP)’, sonuncu sütun ise ‘Adalet ve İçişlerinde İşbirliği’dir.
Avrupa Siyasi İşbirliği ile somutlaşmaya başlayan, 1986’da imzalanan Tek
Avrupa Senedi ile kurumsal bir kimlik kazanan Avrupa ‘siyasi’ serüveni, 1991
Maastricht Antlaşması gereği ‘Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası’ adıyla
AB’nin temel sütunlarından birisi olarak yeni bir evreye geçmiştir.
ODGP’nin üzerine kurulu olduğu zemin Avrupa Siyasi İşbirliği (ASİ)
oluşumudur. Avrupa Siyasi İşbirliği, 1969 yılında yapılan Avrupa Ekonomik
Topluluğu (AET) Lahey Zirvesi ile başlatılmıştır. AET bu girişim ile ekonomik
konuların ötesinde siyasi meselelerle de ilgilendiklerini dünya kamuoyuna
göstermek istemiştir. Düzenli toplantılar yoluyla fikir alışverişini öngören bu
girişimin ilgi alanı dış politika ile sınırlı tutulmuş; atlantikötesi ilişkilerin
zedelenmesi konusunda hassas ülkeleri incitmemek için savunma konuları
kapsam dışında bırakılmıştır.178
ODGP de ASİ gibi hükümetler arası işbirliği temelinde düzenlenmiştir.
Maastricht Antlaşmasının getirdiği temel yenilikler ise Avrupa Toplulukları için
176 Aybet, The Dynamics of European Security, s. 172–174. 177 Avrupa Toplulukları ile 1951 Paris Ant. ile kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, 1957 Roma Ant. ile kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu kastedilmektedir. 178 Simon Duke, The Elusive Quest for European Security: from EDC to CFSP, Palgrave Macmillan, 2000, s. 56–57.
58
yaşamsal öneme sahip konularda ortak eylem mekanizmasının oluşturulması
ve BAB’ın canlandırılmasının öngörülmesidir. Özellikle BAB’ın faal kılınmasına
yönelik getirilen düzenlemeler önemlidir. Zira Avrupa Toplulukları içinde
Almanya ve Fransa’nın başını çektiği Avrupacılar ile İngiltere’nin başını çektiği
Atlantikçilerin mücadelesi şeklinde geçen görüşmelerden sonra kabul edilen
Avrupa Birliği Kurucu Antlaşmasında BAB’ın AB’nin ayrılmaz bir parçası olduğu
vurgulanmıştır.179
BAB’ın geleceği ve AB ile ilişkisi Maastricht Antlaşmasında da
netleştirilememiştir. Bununla birlikte BAB’a ODGP’nin NATO ilkelerine uygun
olarak ve NATO üyeleriyle yakın işbirliği içerisinde hayata geçirilmesi görevi
verilmiştir. Bu arada tüm AB ülkelerine BAB’a üye olma hakkı verilmiştir.180
Haziran 1992’de BAB Bakanlar Konseyi toplantısında Petersberg görevleri
ismiyle bilinen güvenlik ve savunma görevlerini tanımlanmıştır. Bunlar, insani ve
kurtarma görevleri, barışı koruma görevleri gibi 5nci madde dışı görevlerden
ibarettir. Petersberg Bildirgesinin imzalanmasıyla bir anlamda AB’nin 1990’lı
yıllar boyunca dışişleri politikası bakımından gündemi de belirlenmiştir.
Petersberg görevleri Amsterdam Antlaşması (1997) içerisine dâhil edilmiştir.
Böylece AB dış politikası üye ülkelerin diplomasilerine eşgüdüm sağlamaktan
öte geçerek kriz yönetimi görevlerini benimsemiştir.181
Cornish’e göre, BAB’ın 1990’lardaki asıl rolü, Avrupa güvenliğinde söz
sahibi büyük oyuncular arasında bir uzlaşı vesilesi olmak olmuştur. BAB her ne
kadar bir Avrupa güvenlik kurumu gibi görünse de üyeleri ve rolleri farklı olduğu
179 Özdal ve Genç, Avrupa Güvenlik ve Savunma, s. 126–128. 180 Aybet, NATO’s Developing Role, s. 47. 181 Rory Keane, “European Security and Defence Policy: From Cologne to Sarajevo,” Global Society, vol.19, no.1 (Ocak 2005), s.91.
59
sürece NATO ve AB arasındaki sürtünmeyi azaltmıştır.182
BAB’ın Avrupa güvenlik tartışmalarında yoğun biçimde yer aldığı Maastricht
Antlaşması ile başlayan bu süreç çok uzun sürmemiş ve 2000 Nice Zirvesi ile
BAB’ın savunma ve güvenlik ile ilgili görevleri AB tarafından devralınmıştır. Bu
gelişme, AB üyesi olmayan NATO üyelerince hoş karşılanmamıştır.
2.4.2. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, ODGP’nin temel ögelerinden biridir.
AGSP, Petersberg görevleri bağlamında gelişmeye hazır bir ODGP çerçevesi
belirleyen Amsterdam Antlaşmasının ilgili hükümleri ile başlatılmıştır.183
Etkili bir ODGP ve AGSP’nin geliştirilmesinin önündeki en büyük engel
Fransa ve İngiltere’nin temel unsurlar üzerinde bir uzlaşıya varamamalarından
kaynaklanmıştır. Bu sorun Dunkirk (1947) ve Brüksel (1948) antlaşmalarına dek
uzanır. Paris ve Londra arasında yaşanan temel fikir ayrılıklarından birisi
AGSP’nin Washington’da yaratacağı etkiyle ilintilidir. Paris, güçlü bir AGSP’nin
daha dengeli ve daha kuvvetli bir Atlantik İttifakına yol açacağını savunurken,
İngiltere tam tersi bir yaklaşımla Avrupa’nın savunma imkânlarının ciddi biçimde
ilerlemesi halinde Washington’un yalnızcılık politikasına geri dönebileceğine ve
bu yüzden NATO’nun dağılabileceğine ilişkin korkularını dile getirmiştir. 1998
yılı sonunda her iki tarafın geleneksel yaklaşımlarında tarihi olarak
nitelendirilebilecek dönüşümler yaşanmıştır. Bunu sağlayan önemli etmenlerden
birisi Kosova krizinde yaşananlardır. Avrupa Birliğinin yetersiz kalması ve
182 Cornish, “European security,” s. 767–768. 183 European Communities, Treaty of Amsterdam Amending the Treaty on European Union, the Treaties Establishing the European Communities and Certain Related Acts, Amsterdam, 2 Ekim 1997, Başlık V http://www.unizar.es/euroconstitucion/Treaties/Treaty_Amst.htm
60
ABD’nin kriz ile gerektiği gibi ilgilenmekte ayak sürümesi, İngiltere’nin Avrupa
savunmasına dönük projelere ilişkin uzun zamandır koruduğu ‘ihtiyat’
politikasını değiştirmesine yol açmıştır.184
Kosova krizi Avrupa’nın askeri sınırlılıklarını ve ABD’nin uluslararası
konumundaki çelişkileri gözler önüne sermiştir. Avrupa’nın askeri yeteneklerini
artırmadıkça ABD’nin uygulayacağı stratejiler üzerine yapacağı etkinin son
derece kısıtlı kalacağını ve Amerika ile yan yana savaşmanın giderek
zorlaştığını düşünen Haine’ye göre Avrupa’nın özerkliği İttifaktan kopma
anlamına değil İttifak içerisinde Avrupa’nın hareket imkanlarının geliştirilmesi
anlamına gelmektedir ve Fransa ile İngiltere arasındaki St.Malo görüşmesinin
temelini bu düşünce oluşturmuştur.185
Avrupa güvenlik yapılanması bakımından 1998’dan sonraki birkaç yılda
yapılanlar yarım yüzyıldır yapılanlardan daha fazladır. AB kriz yönetiminde
doğrudan sorumluluk sahibi bir kurum haline dönüşmüştür. Askeri bir komitesi
ve askeri personeli vardır. Askeri operasyon yürütebilmektedir. Terörist bir
saldırıya karşı dayanışma içinde olacağını beyan etmiştir. Ayrıca, ortaya
koyduğu Avrupa Güvenlik Stratejisi bağlamında, tehditlere ve bunlara nasıl
karşılık verileceğine ilişkin ortak bir görüş söz konusudur.186
2.4.2.1. St.Malo Anlaşması
Avrupa’nın ayrı bir savunma kimliği edinmesinde hızlı gelişmelere sahne olacak
süreç, AGSP’nin kurucu antlaşması sayılabilecek St.Malo anlaşmasıyla 184 Jolyon Howorth, “Britain, France and the European Defence Initiative,” Survival, vol.42, no.2 (Yaz 2000), s. 33. 185 Jean-Yves Haine, “An Historical Perspective,” Nicole Gnesotto (der.) EU Security and Defence Policy: The First Five Years (1999-2004), Paris, Institute for Security Studies, 2004, s. 41-42. 186 Javier Solana, “Preface,” Nicole Gnesotto (der.) EU Security and Defence Policy: The First Five Years (1999-2004), Paris, Institute for Security Studies, 2004, s. 5.
61
başlamıştır. Fransa ile İngiltere arasında 4 Aralık 1998’de St.Malo’da yapılan
görüşmeler sonucunda yayımlanan bildirge ile AB’nin uluslararası alanda
ağırlıklı bir rol oynamasını sağlamak üzere Amsterdam Antlaşmasının hayata
geçirilmesi ve adı geçen antlaşmanın ODGP’ye ilişkin hükümlerinin süratle ve
tam olarak uygulanmasının önemi vurgulanmıştır.187
Bu çerçevede ayrıca şu hususlara değinilmiştir: 188
“Bu amaca yönelik olarak, güvenilir askeri güçlerle, bu güçleri
kullanmaya karar verecek unsurlarla ve bunu yapmak için gerekli hazırlık derecesi
ile desteklenmiş AB, uluslar arası buhranlara karşılık verebilmek üzere özerk
hareket etme yeteneğine sahip olmalıdır… Avrupa’nın dünyadaki olaylarda sesini
duyurabilmesi için AB üye devletleri arasındaki dayanışmayı güçlendirmek üzere,
NATO içindeki yükümlülüklerimize de uygun hareket ederek, üyelerinin ortaklaşa
savunmasının temeli olan modernleşmiş bir Atlantik İttifakının hayatiyetine katkı
sağlamaktayız.”
Burada üzerinde durulması gereken noktalardan biri “özerk” sözcüğüdür.
Avrupa güvenliği ilgili bir belgeye ilk kez özerklikle ilgili bir ifade konmuştur.
Özerklikten nihai olarak hangi hedefin gözetildiği doğal olarak merak
uyandırmıştır. Sözcüğün salt anlamı düşünüldüğünde ABD ile siyasi olarak
hemfikir olunmadığı durumlarda ABD imkânlarına başvurmaksızın
askeri/güvenlik görevleri icra etme gibi bir nihai amacın söz konusu olması akla
yatkın gibi görünmekle beraber özerklik kavramından genel olarak bu anlam
anlaşılmamaktadır. En Avrupa yanlısı kişiler dahi AB’nin ABD tarafından
kınanan bir görevi üstlenmesini mümkün görmemektedirler. Avrupa Birliğinden
çoğunlukla beklenen ya NATO’yu tamamlayıcı biçimde ya da ABD’nin onay
187 France-UK Summit, Joint Decleration on European Defence, Saint-Malo,4 Aralık 1998, Md. 1. http://www.bits.de/CESD-PA/8e-f.html, http://www.ambafrance-us.org/news/statmnts/1998/stmalo.asp188 Ibid, Md. 2.
62
verdiği ama içinde yer almak istemediği bir eylemi gerçekleştirecek şekilde
sorumluluklar yüklenmesidir. Tüm bunlara karşın, Washington’un baskısı
sonucu İngiltere eliyle yürütülen politikalar sonucunda Helsinki sonuç
bildirgesinde özerklik sözcüğünün yanına “NATO’nun bir bütün olarak içinde
bulunmadığı” durumların kastedildiği eklenerek sözcüğün anlamı daraltılmaya
çalışılmıştır.189
St.Malo anlaşması iki gelişmenin buluşma noktası niteliğindedir. Bunların
biri Bosna deneyiminin ardından Fransa’nın NATO’ya karşı takındığı tavırda
görülen yumuşama; diğeri ise İngiltere’nin yeni bakış açısıdır. İngiltere, 1994
Ocağında ileri sürülen AGSK yaklaşımı gibi Atlantik İttifakını dengeleme
çabalarının –bu tip girişimlerin ABD tarafından sadece Avrupa savunmasında
üstlendiği yükü azaltmak için bir araç olarak görüldüğü sürece– istenen sonucu
vermeyeceğinin farkına varmıştır.190
Boniface’ye göre, St.Malo Fransa-İngiltere görüşmeleriyle her şeyden önce
iki ülke arasında güven tazelenmiştir. Fransa İngiltere’yi ABD’nin Avrupa
içindeki Truva atı olarak görmekten vazgeçmiş; İngiltere de Fransız
diplomasisinin nihai amacının ABD’yi Avrupa’dan kovmak olmadığını
anlamıştır.191
Bu noktada AB’nin “en Atlantikçi” üyesi konumundaki İngiltere’nin savunma
işbirliği konusundaki tutumunda yaşanan bu çarpıcı değişme sürpriz sayılabilir.
Biscop, bu tutum değişikliğini yararcı bir gerekçeye dayandırmaktadır: AB, kendi
savunmasına yönelik gayretlerini artırmaz ise, Avrupa savunmasının ağırlıklı
189 Howorth, “Britain, France,” s. 43–44. 190 Haine, “An Historical,” s. 42–43. 191 Boniface, “European Security and Transatlanticism,” s. 58–59.
63
yükünü çeken ABD’nin fikir değiştirebileceği korkusu.192 Heisbourg da benzer bir
yaklaşımla, Atlantik çerçevesinden dışarı çıkılmadığı sürece, NATO’nun
Avrupalı üyelerinin Avrupa savunmasında daha çok söz sahibi olmasının
Avrupa-Amerika arasında daha dengeli bir yük paylaşımı ile sonuçlanabileceğini
dile getirmektedir.193
Öte yandan Özdal ve Genç, adı geçen iki ülkenin geleneksel tezlerinde
görülen bu yakınlaşmanın önde gelen nedeninin ABD’nin tavrı olduğuna dikkati
çekmektedir. Soğuk Savaş sonrasında savunma harcamalarını kısan194 ABD,
Avrupalı bağlaşıklarının AGSP benzeri bir oluşumla kendi savunmalarında daha
fazla sorumluluk yüklenmelerini desteklemiştir.195
2.4.2.2. Köln Zirvesi
St.Malo ikili anlaşmasının Avrupa’da geniş bir zemine yayılmasına yönelik
çalışmalar sonucunda Haziran 1999’da Köln’de yapılan AB zirvesinde üye
ülkeler, AB’nin uluslararası olaylarda güvenlik ve savunma konularında ortak bir
Avrupa politikası geliştirerek daha etkili bir rol oynayabilmesi için gereken
araçları ve yetenekleri edinmeye dönük niyet beyanında bulunmuşlardır. Bunun
yanı sıra, Petersberg görevleri ile ilintili yeni yükümlülüklerini yerine getirmek
için gereksinim duyulacak olan BAB’ın işlevlerinin 2000 yılı sonuna kadar AB
bünyesine taşınması öngörülmüştür. Bu bağlamda adı geçen tarih itibariyle
192 Sven Biscop, “In Search of a Strategic Concept for the ESDP,” European Foreign Affairs Review, vol.7 (2002), s. 474-475. 193 François Heisbourg, “American Hegemony? Perceptions of the US Abroad,” Survival, vol.41, no.4 (Kış 1999-2000), s. 4. 194 SIPRI Askeri Harcamalar Veritabanına göre, ABD’nin 1988 yılında 456 milyar dolar civarında olan askeri harcama tutarı, 1998 ve 1999 yıllarında yaklaşık 310 milyar dolar ile en düşük seviyeyi gördükten sonra tekrar yükselmeye başlayarak 2005 yılında 478 milyar doları bulmuştur. http://www.sipri.org/contents/milap/milex/mex_database1.html 195 Özdal ve Genç, Avrupa Güvenlik ve Savunma, s. 185–186.
64
BAB’ın görevini tamamlamış olacağı, ama ortaklaşa güvenlik güvenceleri
bakımından üye ülkelerin sahip olduğu farklı statülerin bundan etkilenmeyeceği
belirtilmiştir.196
Ayrıca, AB önderliğinde düzenlenecek operasyonların icra edilmesi
sırasında, AB tarafından durumun özelliğine bağlı olarak NATO olanaklarından
yararlanılıp yararlanılmayacağının belirlenmesi kararlaştırılmıştır. NATO olanak
ve yeteneklerinden yararlanılması halinde NATO Washington zirvesinde ortaya
konan düzenlemeler doğrultusunda AB’nin NATO planlama yeteneklerine
kendiliğinden erişim ve önceden belirlenmiş NATO imkân ve araçlarının AB’nin
kullanımı için hazır kılınması konularındaki beklenti dile getirilmiştir.197
İstenen hedeflere ulaşmak üzere, Javier Solana’nın ODGP Yüksek
Temsilcilik görevine getirilmesi, haftada iki kez Brüksel’de toplanan üye ülkelere
mensup büyükelçilerden oluşan Politika ve Güvenlik Komitesinin kurulması ve
bir AB Askeri Komitesi oluşturulması gibi bir dizi kurumsal değişiklik
yapılmıştır.198
2.4.2.3. Helsinki Zirvesi
Avrupa Birliği, Köln’de beyan edilen irade gereği elde edilmesi gereken somut
yeteneklerin altının çizildiği Helsinki zirvesinde NATO’nun bir bütün olarak
müdahil olmadığı durumlarda uluslararası buhranlara yönelik askeri
operasyonlar icra etme konusundaki kararlılığın dile getirmiştir. Köln zirvesinde
ortaya konan ilkeler çerçevesinde, AB önderliğindeki operasyonlara gönüllülük
196 European Council, Presidency Conclusions, Köln, 3-4 Haziran 1999, Ek III. http://ue.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/kolnen.htm, http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/kolnen.htm. 197 Ibid. 198 Haine, “An Historical,” s. 44.
65
esasına göre katılacak üye ülkelerin 2003 yılı sonuna kadar, Petersberg
görevlerinin tamamını yerine getirme yeteneğine sahip, 50–60 bin kişiden
oluşan ve 60 gün içerisinde istenilen yerde konuşlanabilecek ve bir yıl süreyle
görevini idame ettirebilecek askeri güçler tertiplendirmeleri konusunda
uzlaşılmıştır.199
Köln zirvesinde Petersberg görevlerinin çatışma önleme ve kriz yönetimi ile
ilgili görevlere ait tüm yelpazeyi kapsadığı dile getirilmiştir. Helsinki’de ise bu
görevleri yerine getirecek olan araçlara odaklanılmıştır.200
2.4.2.4. Nice Zirvesi
Zirve sonuç bildirgesinde Köln, Helsinki ve Feira zirvelerinde AGSP sürecine
ilişkin sarf edilen çabaların amacının, uluslararası alanda ağırlıklı rol
oynayabilmesi için Avrupa Birliğinin gerekli araçlarla donatılması olduğu
vurgulanmış ve AB’nin Petersberg görevlerini icra etmeye dönük özerk
yeteneklere sahip olmasının bir Avrupa ordusu kurmak anlamına gelmediği,
aksine atlantikötesi bağı güçlendireceği yinelenmiştir. Nice Zirvesinde alınan
önemli kararlardan biri de Avrupa Birliğinin BAB’ın kriz yönetimine yönelik
işlevlerini devralmasıdır.201
Böylece BAB’ın AGSP’de rolü kalmamış ve bu vesileyle NATO ile kurmuş
olduğu ilişki sona ermiştir. Bu gelişmenin diğer bir sonucu da AB üyesi olmayan
fakat BAB üyesi olan NATO ülkelerinin bu konumlarından ötürü bir parçası
oldukları AGSP sürecinden dışlanmaları tehlikesi ile karşı karşıya kalmalarıdır.
199 European Council, Presidency Conclusions, Helsinki, 10-11 Aralık 1999, II.bölüm, Madde 1 ve 2. http://presidency.finland.fi/doc/liite/conen.rtf 200 Haine, “An Historical,” s. 44–45. 201 European Council, Presidency Conclusions, Nice, 07–09 Aralık 2000, Ek VI. http://europa.eu/european_council/conclusions/index_en.htm
66
2.4.2.5. Laeken Zirvesi
14–15 Aralık 2001 tarihlerinde gerçekleştirilen Laeken Zirvesinde, AGSP’nin
operasyonel olduğu ilan edilmiştir. AGSP’nin ara verilmeksizin geliştirilmesi,
gerek askeri gerekse sivil yeteneklerinin güçlendirilmesi ve ihtiyaç duyulan
kurumsal yapıların oluşturulması sonucu AB’nin bazı kriz yönetimi
operasyonlarını yürütebilecek durumda olduğu saptandıktan sonra sahip olduğu
olanak ve yetenekler geliştikçe daha zorlu operasyonlar üstlenecek bir konuma
geleceği vurgulanmıştır.202
2.4.3. AGSP Bağlamında AB-NATO İlişkileri
Avrupa devletleri Maastricht Antlaşması ile 1992’de Avrupa Birliğini kurarlarken
Birliği üzerine inşa ettikleri üç sütundan birisi olarak ‘Ortak Dışişleri ve Güvenlik
Politikası’nı belirlemişlerdir. AB üyesi ülkelerin dışişleri ve savunma konularına
atfettikleri önemin işareti olan bu tutumun sonucunda daha somut ve kurumsal
bir yapı oluşturma yönünde ilgili bölümlerde açıklanan gelişmeler kaydedilmiştir.
AGSP, başlangıcından bu yana atlantikötesi ilişki üzerine çok önemli
yansımaları olan bir konudur. ABD ve Avrupa arasındaki ilişkilerin [daha da]
kötüleşmesine mi yol açacağı yoksa sorumlulukların taraflar arasında daha eşit
dağıldığı yeni bir tür ortaklık mı yaratacağı merak edilmektedir. Konuyla ilgili
yapılan bir çalışmada söz konusu olasılıklar bir tablo aracılığıyla
özetlenmiştir.203
202 European Council, Presidency Conclusions, Laeken, 14–15 Aralık 2001, Madde 6 ve Ek II. http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/68827.pdf 203 Anthony Forster, Gunilla Herolf ve ark., “The ESDP in the transatlantic context – between alienation and new partnership,” 2001. http://www.politik.uni-koeln.de/wessels/DE/PROJEKTE/ESVP/ESDP.HTM
67
Tablo 1 – AGSP bakımından atlantikötesi ilişkiye dair senaryolar.
ABD politikasının yönü
AGSP’nin gelişimi
ABD Politikası Tek yanlılık eğilimi
AGSP’ye karşı tutum: ilgisizlik ile ret arası
ABD Politikası Çok yanlılık eğilimi
AGSP’ye karşı tutum: kuşku ile şartlı destek arası
Zayıf AGSP Stratejik dengesizlikten kaynaklanan soğuma
1
Süren ABD hegemonyası altında (gevşek) ortaklık
3
Güçlü AGSP Özerk AGSP’den
kaynaklanan soğuma 2
Yeni avro-atlantik güvenlik ortaklığı
4
Tablo’da dört senaryo söz konusudur. Seçenekler, tarafların tutumlarındaki
olası farklılıklardan türetilmiştir. AB açısından temel soru AGSP’nin ne denli
güçlü olacağıdır. Burada söz konusu olan yelpazenin bir ucunda AGSP’nin üye
devletlerin tamamının katılımıyla kurumsallaşmış bir zemin üzerinde etkili ve
güçlü bir yapıya dönüşmesi, öbür ucunda işlevsel ve kurumsal bir yapıya
kavuşamaması ve üye devletler arasındaki ciddi görüş ayrılıklarından ötürü
göreli zayıf bir unsur olarak kalması öngörülmüştür.
ABD açısından ise yeni [ikinci kez] işbaşına geçen Bush yönetiminin
izleyeceği savunma ve güvenlik politikasının belirleyici olacağı
değerlendirilmiştir. Burada temel seçenekler, Avrupalılarla eşgüdüme çok az
önemin verildiği tek yanlı bir yaklaşım ile ana konuların karşılıklı danışılarak ele
alındığı çok yanlı bir yaklaşımdır.
Tablo incelendiğinde, zayıf bir AGSP ile tek yanlılığı benimsemiş bir
ABD’nin buluşması, atlantikötesi ilişkilerde soğumaya işaret etmektedir (senaryo
1). Burada, sorumluluk paylaşımı açısından Avrupa’nın ABD’nin beklentilerine
cevap verememesi sonucu stratejik bir dengesizlik söz konusudur. Bundan
68
ötürü de Amerikalılar Avrupalı bağlaşıklarına yeterince güvenememekte ve
kendi işlerini kendileri yapmak durumundadırlar.
Göreceli olarak daha güçlü ve özerk bir AGSP, Amerikalıların gözünde
doğurabileceği sakıncalar yüzünden NATO’ya seçenek olarak algılanacaktır
(senaryo 2). Bu şık Washington’da AGSP’ye ilişkin duyulan korku ve endişelerle
örtüşmekte ve dolayısıyla bu çevrelerde oluşan direncin temel yapı taşını
oluşturmaktadır.
Amerikalılar için sözü edilen sakıncalar veya kısaca 3D olarak adlandırılan
ve kaçınılması gereken olası sorun sahaları şunlardır: ABD’yi Avrupa’dan
koparmak (de-coupling), NATO alt yapı ve yeteneklerinin yinelenmesi
(duplication) ve AB üyesi olmayan bağlaşıkları -özellikle kastedilen Türkiye’dir-
dışlamak (discrimination). Avrupalılar, AGSP geliştirme sürecinde özellikle
Avrupa’yı Amerika’dan koparmak gibi bir anlaşılmaya meydan vermemek için
çok dikkatli davranmaktadırlar. Bu nedenle tüm resmi AB belgelerinde
NATO’nun önemi vurgulanmakta ve AGSP’nin Atlantik İttifakının Avrupa
sütununu güçlendirmeyi amaçladığı belirtilmektedir.204
Öte yandan nispeten zayıf bir AGSP, ABD’nin NATO içerisindeki başat
konumunu pekiştirebilir (senaryo 3). ABD’nin Avrupa’ya ilişkin taahhüdünün
sürdüğü bu seçenekte Amerika’nın liderliği ile boy ölçüşebilecek siyasi irade ve
askeri yeteneklerden yoksun bir AGSP’nin gelişiminin daha ziyade NATO
içerisinde bir ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK)’ çizgisinde
gerçekleşmesi olasıdır. Kendisinden liderlik etmesi beklenen ABD, bunun
verdiği rahatlıkla ‘çok yanlı’ denebilecek bir tutum benimseyebilir. 204 Esra Çayhan, “Towards a European Security and Defense Policy: With or Without Turkey?,” Turkish Studies, vol.4, no.1 (Spring 2003), s. 43–44.
69
İdeal senaryo, Amerika’nın taahhüdüne ilişkin tereddüt doğurmak bir yana,
NATO içinde yeniden bir iş dağılımı tanımlayan ve aktörler arasında işbirliğine
dayalı bir düzene yol veren güçlü bir AGSP’nin varlığı olabilir (senaryo 4). Bu
seçenekte AGSP’nin güçlendirdiği Avrupa olanak ve yetenekleri, İttifak
tarafından sağlamlaştırılmış atlantikötesi bir yapının oluşturduğu daha geniş bir
çerçeve içerisinde konumlandırılmıştır.
Daha önce değinildiği üzere, AB’nin uluslararası buhranlarda etkin bir rol
oynayacak konuma gelmesine ait Avrupalılarda başlıca iki yaklaşım görülür.
Bunlardan biri güçlü bir AGSP’nin NATO’yu tamamlayacağı ve böylece
uluslararası güvenliği pekiştireceği, diğeri ise NATO’ya seçenek konumuna
gelerek NATO’nun varlık nedenini zayıflatacağı ve atlantikötesi ilişkiyi
yıpratacağıdır. Günümüzde, her iki yaklaşımın savunucuları genellikle,
atlantikötesi ilişkiyi güçlendirmek veya ABD ile rekabet edebilmek gibi farklı
amaçlarla da olsa güçlü bir AGSP’den yanadır.
Günümüzde güçlü bir AGSP’ye ilişkin görülen uzlaşı geçmişte sık görülen
bir olgu değildir. Howorth, konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşarak yaptığı
saptamasında, 2.Dünya savaşından bu yana atlantikötesi ilişkinin belirleyici
niteliklerinden birisinin Avro-Atlantik güvenlik açmazı olduğunu belirtir. İngiltere
ve Fransa’nın başını çektiği iki temel yaklaşım arasındaki ciddi uyuşmazlık
nedeniyle AB güvenlik politikası üzerinde uzlaşmakta sorunlar yaşanmıştır.
Orijinal açmaz, Amerika’nın Avrupa güvenliğine ilişkin sorumluluk üstlenmesini
sağlamanın en etkili yolunu bulmakta yaşanmıştır. Fransa, güçlü bir ‘Avrupa
sütunu’nun ABD tarafından memnuniyetle karşılanacağını öne sürerken,
İngiltere böyle bir gelişmenin NATO’nun konumunu sarsacağını ve ABD’nin
70
Avrupa’ya olan ilgisinin azalmasına neden olacağından endişe duymuştur.
1947’den 1997’ye kadar bu açmaz sürmüştür. ABD’nin Avrupa’nın askeri
açıdan güçlenmesine ilişkin talepleri 1990’lı yıllar boyunca yoğunlaşmıştır. 1998
sonunda Fransa ve İngiltere arasında yapılan St.Malo görüşmelerinde söz
konusu yerleşik tavırlarda köklü değişimler ortaya konarak AGSP süreci
başlatılmıştır.205
AGSP şekillendikçe orijinal güvenlik açmazı nitelik değiştirmiştir. Howorth’a
göre, 2002 Kasımında Prag’da yapılan NATO zirvesinde, Amerika’nın Avrupa
güvenliğine bağlanması İttifakın can alıcı konusu olmaktan çıkmış, onun yerini
Avrupa’nın Amerika’nın küresel stratejilerine bağlanması konusu almıştır.
Bunun sonucunda oluşan yeni Avro-Atlantik güvenlik açmazı, artık Avrupa
Birliğini dağıtmaksızın Amerikan küresel stratejisi ile ilişki kurma hakkındadır.
Irak’ta bu ilk kez sınanmış ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır.206
Öte yandan, Amerikalılarda da iki yaklaşım söz konusudur ve bunlar
Avrupalıların yaklaşımlarıyla genel anlamda örtüşmektedir. Birincisi, güçlü bir
AGSP’nin, Avrupa Birliğinin Avrupa’daki sorunlarla ABD’ye gerek duymaksızın
baş etmesine olanak sağlaması ve böylece ABD’nin asıl enerjisini Orta Doğu ve
Uzak Doğuya kaydırmasını kolaylaştıracak olması nedeniyle ‘iyi’ olduğunu
belirtir. İkincisi ise, AB’nin bağımsız bir şekilde askeri açıdan da güçlenmesinin
kısa dönemde olmasa dahi ileride yol açabileceği – ABD’nin rakipsiz başat güç
olarak sahip olduğu konumu tehdit etme olasılığı gibi – sakıncalardan ötürü söz
konusu gidişatın ‘kötü’ olduğuna işaret eder. Amerikalılar, genel olarak
205 Howorth, “Transatlantic Perspectives,” s. 8-9. 206 Ibid., s. 9.
71
AGSP’nin güçlenmesini desteklemişler ama bunu yaparken AGSP’nin gelişimini
NATO aracılığıyla -kısmen de olsa- denetlemeye gayret etmişlerdir.
2.4.3.1. Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK)
BAB’ın çeşitli güvenlik operasyonlarını icra etme yeteneğindeki gelişmeye
NATO, bünyesinde bir AGSK oluşturmak ile komuta-kontrol yapısını ve askeri
planlarını günün koşullarına uyarlamak suretiyle karşılık vermiştir. 207
1994’te Brüksel’de yapılan NATO zirvesinde NATO içerisinde bir AGSK
geliştirme kararı alınmıştır. Buna bağlı olarak 1996 ve 1997 yıllarında, BAB’ın
icra edeceği askeri operasyonların İttifak tarafından desteklenmesini mümkün
kılacak pratik düzenlemeler ortaya konmuştur. Bu düzenlemeler arasında, İttifak
imkânlarının BAB kullanımına sunulması ve Birleşik Müşterek Görev Kuvveti
konsepti gibi konular vardır ki bu konseptin amacı İttifakın yeni görevlerinin
gerektirdiği esneklik ve hareketliliğe sahip birlikler ve BAB tarafından
yararlanılabilecek ‘ayrılabilir ama ayrı olmayan’ karargâhlar oluşturmaktı.208
1994 NATO Brüksel zirvesinden itibaren gündeme gelen ‘Barış için
Ortaklık’, ‘ayrılabilir ama ayrı olmayan’ (seperable but not seperate) ve ‘Birleşik
Müşterek Görev Kuvveti (Combined Joint Task Forces-CJTF) gibi kavramlarla
Avrupa’daki buhranlarda NATO’nun etkinliğini artırmak için alan dışı harekâtın
gerektirdiği komuta ve kuvvet yapılanmasını gerçekleştirmek hedefleniyordu. Bu
kavramın hayata geçirilmesi ile üye ülkelere ek olarak ortak (partner) ülkelerin
207 Alexander Moens, Lenard J.Cohen ve Allen G.Sens, “Introduction: NATO in Transition,” NATO and European Security: alliance politics from the end of the Cold War to the age of terrorism, Alexander Moens, Lenard J.Cohen ve Allen G.Sens (der.), Westport, Praeger Publishers, 2003, s. xx. 208 NATO Handbook, Brüksel, 2006, s. 245.
72
de barışı destekleme operasyonlarına katılmaları ve NATO kuvvetleri BAB
şemsiyesi altında görev yapabilmeleri mümkün kılınmaya çalışılmıştır.209
1996’da Berlin’de yapılan NATO Bakanlar toplantısında AGSK oluşumuna
tam destek verilmiştir. Toplantıda NATO içerisinde Avrupalı bağlaşıkların daha
fazla sorumluluk almalarını sağlayabilecekleri bir AGSK oluşturulması
vurgulanmış ve CJTF konseptinin kazandırdığı esneklikten yararlanarak NATO
olanak ve yeteneklerinin BAB önderliğinde yürütülecek operasyonlarda
kullanılabilir kılınması üzerinde anlaşılmıştır.210
2.4.3.2. Berlin Plus Düzenlemeleri
Berlin Plus düzenlemeleri, NATO’nun 1999 Washington Zirvesi, 2000 AB Nice
Zirvesi ve 16 Aralık 2002’de açıklanan AB-NATO ortak bildirgesinde yer alan
hususlar üzerine inşa edilmiştir. Adı geçen düzenlemeler operasyonlarla
doğrudan ilintili ve birbirleriyle yakından ilgili olduğu için birleştirilebilir üç ana
ögeyi kapsar: AB’nin NATO’nun planlama olanaklarına erişimi, NATO Avrupalı
komuta seçenekleri ve NATO olanak ve yeteneklerinin kullanılması. İlk olarak
NATO, AB’nin NATO planlama olanaklarına erişimini garanti eder. İkincisi, AB,
NATO’dan AB önderliğindeki bir harekât için bir NATO Avrupalı komuta
seçeneğinin mümkün kılınmasını talep edebilir. Bu durumda, Müttefik Kuvvetler
Avrupa Komutan Yardımcısı (DSACEUR), AB harekâtının komutanlığı için ilk
adaydır. Üçüncüsü ise, AB NATO olanak ve yeteneklerini kullanmayı talep
edebilir.211
209 Rob de Wijk, NATO on the Brink , s.74-75, 127. 210 Ministerial Meeting of the North Atlantic Council, Final Communiqué, Berlin, 3 Haziran 1996 http://www.nato.int/docu/pr/1996/p96-063e.htm 211 EU-NATO: The Framework for Permanent Relations and Berlin Plus http://ue.eu.int/uedocs/
73
Adının işaret ettiği gibi Berlin Plus düzenlemelerinin kökeni 1996’da
Berlin’de yapılan NATO Bakanlar toplantısına dek uzanır. BAB önderliğindeki
operasyonlarda NATO olanak ve yeteneklerinin ‘ayrılabilir ama ayrı olmayan’
ilkesi gereği kullanılması dâhil 1996 Berlin’de alınan kararlar 1999 NATO
Zirvesinde ayrıntılandırılmıştır. Zirvede, St.Malo toplantısının ardından
ivmelenen, güvenlik ve savunma konularında ortak bir Avrupa politikası
oluşturma sürecinin İttifak açısından yansımaları olduğu belirtilerek daha güçlü
bir Avrupa’nın İttifakın hayatiyetine katkı sağlayacağı ifade edilmiş ve aşağıdaki
hususlar saptanmıştır:212
“a. İttifakın bir bütün olarak dışında kaldığı durumlarda, kararlar almak
ve askeri harekâta olur vermek üzere Avrupa Birliğinin özerk hareket edebilme
yeteneğine sahip olma kararlılığını not ederiz.
b. Bu süreç ilerledikçe, NATO ve AB, NATO ile BAB arasında mevcut
mekanizmalar temelinde etkin karşılıklı görüş alışverişi, işbirliği ve şeffaflığın
gelişimini sağlamalıdır.
c. AB üye devletlerinin … savunma yeteneklerini güçlendirmek
amacıyla gerekli önlemleri almaya dönük iradelerini övgüyle karşılarız…
d. BAB içerisindeki mevcut görüş alışverişi düzenlemeleri temelinde,
AB üyesi olmayan Avrupalı bağlaşıkların AB önderliğindeki krize müdahale
operasyonlarına mümkün olan en üst düzeyde katılımının sağlanmasına son
derece önem veririz…
e. 1996’da Berlin’de alınan kararların … daha da ileriye götürülmesi
konusunda kararlıyız.”
Ayrıca, yukarıda yazılı ilkeler ve Berlin kararları ışığında, Konsey Daimi
Oturumunda görüşülmek üzere aşağıdaki hususlar tespit edilmiştir:213
- AB’nin NATO planlama yeteneklerine garanti edilmiş erişimi,
212 North Atlantic Council, Washington Summit Communiqué, Washington, 24 Nisan 1999, Md. 9 http://www.nato.int/docu/pr/1999/p99-064e.htm 213 Ibid., Md. 10.
74
- Önceden belirlenmiş NATO olanak ve yeteneklerinin AB önderliğindeki
operasyonlarda AB’nin kullanımına hazır bulundurulması,
- AB önderliğindeki operasyonlar için Avrupalı komuta seçeneklerinin
belirlenmesi,
- NATO’nun savunma planlama sisteminin, askeri güçlerin AB
önderliğindeki operasyonlarda kullanılmasını daha etraflıca kapsayacak şekilde
uyarlanması.
Bu hususların aynı zamanda Berlin Plus düzenlemelerinin özünü
oluşturduğunu söylemek mümkündür. Bunların yanı sıra Berlin Plus
düzenlemelerini oluşturan ana unsurlara şunlar eklenebilir:214
- Gizli bilgilerin değişimin ilişkin bir NATO-AB anlaşması
- NATO olanak ve yeteneklerinin verilmesi, izlenmesi, geri alınmasına
ilişkin prosedürler,
- NATO olanak ve yeteneklerinin kullanıldığı AB önderliğindeki bir
operasyonda NATO-AB arasında görüş alışverişine ait düzenlemeler.
Avrupa Birliği, Köln, Helsinki ve Nice zirvelerinde alınan kararlar ile askeri
operasyonlar için gereken siyasi çerçeveyi ve yapısal düzenlemeleri yapmıştır.
2000 yılı sonunda BAB’ın savunma ve güvenlik yükümlülükleri AB’ye
devredilmesiyle birlikte AB-NATO ilişkileri yeni bir evreye girmiştir. İki kurum
arasında 2000 yılı Ekim ayında başlayan görüşmeler Ocak 2001’te kurum
başkanlarının, krizlere en etkili müdahale biçimlerinin belirlenmesi amacıyla
yapılacak danışma ve işbirliğinin şartlarını ve kapsamını belirlenmesi
214 NATO Handbook, s. 249.
75
konularının ele alındığı mektup değişimi ile sonuçlanmıştır.215
Bununla birlikte, bu konuda asıl gelişme, 16 Aralık 2002’de imzalanan
‘AGSP’ye dair NATO-AB Bildirgesi’ ve bununla bağlantılı olarak 17 Mart 2003’te
kabul edilen ‘Berlin Plus’ düzenlemeleri ile sağlanmıştır.
1999 ile 2002 Aralığı arasındaki dönemde bu uzlaşının resmiyet kazanması
Türkiye ve Yunanistan’ın engellemeleri nedeniyle mümkün olmamıştır. 2002
Kasım ayında yapılan AB Brüksel zirvesine kısa bir zaman kala uzlaşılması
sonucu yukarıda değinilen ‘AGSP’ye dair AB-NATO Bildirgesi” üzerinde
mutabakata varılmasına olanak tanımıştır.216 Adı geçen bildirge, AB’nin
düzenleyeceği askeri operasyonlarda NATO’nun planlama yeteneklerine
erişimini dile getirmekle kalmamış, stratejik ortaklığa ilişkin aşağıdaki siyasi
ilkeleri de teyit etmiştir:217
- Ortaklık: AB ve NATO’nun iki farklı doğada kurum olduğunu
unutmaksızın her iki kurumun kriz yönetimi etkinliklerinin karşılıklı destekleyici
olmasının sağlanması,
- Karşılıklı danışma, diyalog, işbirliği ve şeffaflık,
- Eşitlik ve AB ve NATO’nun karar verme özerkliklerine saygı,
- AB ve NATO üye devletlerinin çıkarlarına saygı,
- BM Şartının ilkelerine saygı,
- Her iki kurumun ortak ihtiyaç duyduğu askeri yeteneklerin tutarlı, şeffaf
ve karşılıklı destek sağlayacak şekilde geliştirilmesi.
215 NATO Handbook, s. 247–248. 216 Gerrard Quille, “What does the EU agreement on Operational Planning mean for NATO,” isis europe – NATO Notes, vol. 5, no. 8 (Aralık 2003), s. 7. 217 EU-NATO declaration on ESDP, 16 Aralık 2002, Brüksel http://www.europa-eu-un.org/articles/en/article_1871_en.htm http://www.nato.int/docu/pr/2002/p02-142e.htm
76
17 Mart 2003’de kabul edilen Berlin Plus düzenlemeleri ile Avrupa Birliğinin,
NATO’nun bütünüyle müdahil olmadığı durumlarda NATO olanak ve
yeteneklerinden yararlanması mümkün kılınarak, kriz hallerinde
gerçekleştirilecek NATO-AB işbirliğinin temeli belirlenmiştir.218
2.4.4. Avrupa Güvenlik Stratejisi
Avrupa Birliğince Aralık 2003 Brüksel zirvesinde onaylanan Avrupa
Güvenlik Stratejisi (ESS) belgesi üç ana bölümden oluşur. İlk bölümde kitle
imha silahları, terörizm, bölgesel çatışmalar, başarısız devletler ve organize
suç, küresel güvenlik tehditleri olarak sıralanmıştır. İkinci bölümde, AB’nin
güvenliğini sağlamak üzere belirlediği stratejik hedefleri yer almaktadır. Bu
hedefler şunlardır: Güvenliğe yönelik tehditleri bertaraf etmek, AB’nin yakın
çevresinde güvenlik sağlamak ve çok yanlılığa dayalı uluslararası bir düzen
kurmak. Üçüncü bölümde, kriz yönetimi ve dış politika konularında
değerlendirmelere yer verilmiştir. 219
11 Eylül olaylarına tutarlı ve tek vücut bir tepki veren AB, ABD’nin terörizme
savaş açması ve Irak savaşında bunu başaramamıştır. Bir yanda ABD’nin
önderliğinde oluşturulan koalisyona gönüllü olarak katılan İspanya, İngiltere ve
Polonya’nın başını çektiği grup, öbür yanda BM’den yetki alınmadan ve diğer
tüm seçeneklerin tüketilmesini beklemeden güç kullanımına karşı çıkan Belçika,
Fransa ve Almanya’nın başını çektiği grup AB’nin tutarlı bir dış politika
218 NATO-EU: A Strategic Partnership http://www.nato.int/issues/nato-eu/policy.html 219 Javier Solana, “A Secure Europe in a better world: European Security Strategy,” Brussels, 12 December 2003, s. 2–14. http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf
77
sergilemesini engellemiştir. Bu olayda bariz olarak ortaya çıkan bu sıkıntının net
bir stratejinin varlığı ile aşılabileceğine ilişkin beklentiler nedeniyle Mayıs
2003’de Javier Solana taslak bir strateji belgesi hazırlamakla
görevlendirilmiştir.220
Avrupa Güvenlik Stratejisinin amacı AB içerisinde var olan farklı stratejik
gelenekleri kapsayacak kadar geniş, fakat uluslararası müdahalelerin motorunu
oluşturacak; diğer belli başlı uluslararası aktörlerin –özellikle ABD’nin– gözünde
itibarını koruyacak ve Birliğin mevcut kimliğini zedelemeksizin yeni tehditlere
karşılık verecek kadar belirgin bir anlaşma zemini yaratmaktır. Burada yazılı son
hedef kapsamında AB’nin, uluslararası hukuka ters düşmeksizin, geleneksel
‘yumuşak’ güç yaklaşımını bazı yeni ‘sert’ güç unsurlarıyla dengelemeye dönük
bir dönüşüm ortaya koyduğu söylenebilir.221
ESS ile NSS yapısal özellikleri açısından kıyaslandığında üç husus öne
çıkar: ESS daha kısa (NSS’nin yaklaşık yarısı kadar), daha analitik ve daha
geneldir. Giriş bölümü dâhil üçte biri günümüzde tehdit olabilecek hususların
çözümlenmesine ayrılmıştır. Bunun nedeni, Avrupa’nın genel olarak
başkalarınca paylaşılan bir tehdit değerlendirmesi yapmayı amaçlamasıdır.
ESS’de öne sürülen siyasi reçeteler tamamen genel (generic) bir tabiattadırlar.
Öte yandan NSS tam tersi bir yaklaşımla, değiştirilmesi gereken hususları ve
taktik düzeyde izlenecek hareket tarzlarını açık bir dille ortaya koymuştur.222
ESS, ABD tarafından belinlenmiş olan ‘yeni tehditlere’ ait gündemi önemli
220 Sven Biscop, “The European Security Strategy: Implementing a Distinctive Approach to Security,” Royal Institute for International Relations (IRRI-KIIB), Brüksel, Mart 2004, s. 6-8. www.irri.kiib.be 221 “European Defence,” EU Institute for Security Studies, Report of an independent Task Force, Paris, Mayıs 2004, s. 26. www.iss-eu.org 222 Alyson J. K. Bailes, “The European Security Strategy: An Evolutionary History,” SIPRI Policy Paper No.10, İsveç, Şubat 2005, s. 14.
78
ölçüde kabul etmekle birlikte, taşıdığı karakter itibari ile önemli farklılıklar arz
etmektedir. En dış halkada ABD ile benzer amaçların (demokrasi, serbest pazar
vs.) paylaşıldığını teyit etmiştir. Geleneksel devlet merkezli güvenlik
politikalarının ve kurumlarının yetersizlikleri konusunda ABD ile kısmen hemfikir
olmakla birlikte, özellikle kurumların bir kenara bırakılmasından değil tam tersi
geliştirilmesinden yana tavır koymaktadır. Bunun dışında, güç kullanımı ve tek
yanlılığa dayalı Amerikan yöntemlerini açıkça reddetmektedir.223
ESS’den yer alan aşağıdaki sözler, kendisinden yaklaşık bir yıl önce
yayımlanan Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinin tamamına egemen
olan tek yanlı yaklaşıma genel bir yanıt niteliğindedir:224
“Birleşik Devletler, özellikle NATO aracılığıyla, Avrupa bütünleşmesine ve
Avrupa güvenliğinde kritik bir rol oynamıştır. Soğuk Savaşın sona ermesi, Birleşik
Devletleri askeri aktör olarak başat bir konumda bırakmıştır. Bununla birlikte,
bugünün karmaşık sorunlarını hiçbir ülke tek başına alt edemez.”
NSS belgesinin zeminini oluşturan varsayım, Amerika’nın dünyadaki
tartışılmaz hegemonyasına vurgu yapmaktadır. Bu konum, diğer ulusları
ABD’nin gücüne meydan okumaktan alıkoymak üzere muhafaza edilmesi
gereken bir gerçektir. NSS’nin ortaya koyduğu amaç, diğer devletlerin ABD’nin
gücüne yetişmesini engellemek üzere Amerika’nın mutlak askeri üstünlüğünü
sürdürmesidir. Fakat bu hegemonyaya paradoksal bir şekilde eşi görülmemiş ve
istismar edilmiş bir hassasiyet eşlik etmektedir. Karşı karşıya olunan tehditler
terörizm, tiranlık ve teknolojinin karışımından oluşur. Bush doktrinin temelini şu
223 Ibid, s. 18. 224 Solana, A Secure Europe, s. 1.
79
olguların bileşimi oluşturur: Rakipsiz kalması gereken mutlak üstünlük ve yeni
[küresel] tehditlere dair algılamalar.225
Bu nedenle, Amerikan ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi’ belgesine savaş halinde
olan bir tarafın öznel dili egemendir. Bir yanda özgürlük, adalet vb. yüce
değerlerin temsilcisi ABD, öte yanda kötülüklerin temsilcisi teröristler, amansız
bir savaşa tutuşmuşlardır. NSS, zaten uygulanmakta olan taktiğe uygun bir
stratejinin ortaya konmaya çalışıldığı bir belge izlenimi uyandırmaktadır. Belki
de bundan ötürü odağı sınırlı/belirli, işbirliğine kapalı ve ‘askeri’ bir niteliktedir.
Oysa ESS’de egemen olan bakış açısı daha geniş, daha nesnel, daha ‘sivil’ ve
daha işbirliği yönelimlidir. Bu yaklaşım farklılığını belki de en iyi yansıtan olgu,
NSS’de düşman sözcüğü 7 kez, düşmanlar sözcüğü 19 kez geçerken, aynı
sözcüklerin ESS’de bir kez bile kullanılmamış olmasıdır.
Yaklaşım farklılığına bir başka örnek de terörizmi ele alış biçimleridir.
Amerika Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinde konuyla ilgili “Amerika Birleşik
Devletleri, küresel erişimli teröristlere karşı savaşmaktadır. Düşman tek bir
siyasi rejim veya kişi veya din veya ideoloji değildir. Düşman – masumlara
yönelik önceden planlanmış, siyaseten desteklenen şiddet – terörizmdir”226
ifadeleri yer alırken Avrupa Güvenlik Stratejisi belgesinde terörizmin daha genel
bir tanımı verildikten sonra Avrupa için tehdit olduğu saptanmıştır. Paragrafın
devamında terörizmin karmaşık nedenleri arasında “modernleşmenin baskıları,
kültürel, sosyal ve siyasi buhranlar ve yabancı toplumlarda yaşayan genç
nüfusun dışlanması” sayılmıştır.227
225 “European Defence,” s. 30. 226 “The National Security Strategy,” s. 5. 227 Solana, A Secure Europe, s. 3.
80
2.4.5. Avrupa Birliğince Gerçekleştirilen Görevler
AB’nin 2003 yılından itibaren uygulamaya konulan AGSP kapsamında yürüttüğü
askeri operasyonlara ilişkin özet bilgi aşağıdaki tabloya çıkarılmıştır.
Tablo 2 – AGSP askeri görevleri
Adı Yeri Tipi Yılı
Concordia Makedonya Kriz yönetimi – askeri (Berlin Plus uygulanmıştır). 2003
Artemis Kongo Kriz yönetimi – askeri (Berlin Plus uygulanmamıştır). 2003
Althea Bosna-Hersek Kriz yönetimi – askeri (Berlin Plus uygulanmıştır). 2004
AB-NATO ilişkisinde yaşanan ve Türkiye’nin bir parçası olduğu sorunlar
aşıldıktan sonra AGSP çerçevesinde gerçekleştirilen ilk iki operasyon olarak
NATO’dan Ocak 2003’te Bosna-Hersek’teki uluslararası polis görevi (EUPM) ve
Nisan 2003’te Makedonya’daki Operation Concordia görevi devralınmıştır.228
Haziran 2004’de yapılan NATO İstanbul Zirvesinde Bosna’daki SFOR görevi de
AB’ye devredilmiştir. Whitman bu gelişmeleri NATO ve AB arasında, AB’nin
bölgesel ABD’nin küresel sorumluluklar üstlenmesiyle açıklanabilecek
işbölümünün bir ifadesi olarak değerlendirmektedir.229
Artemis operasyonu, Haziran 2003’te Kongo Demokratik Cumhuriyetinde
başlatılmıştır. Fransa’nın liderliğinde yaklaşık 2000 kişilik bir kuvvetle
yürütülmüştür. Hem NATO’dan yardım alınmadan yapılan ilk operasyon, hem
de Avrupa kıtası dışında gerçekleştirilen ilk operasyon olma özelliklerini taşır.230
228 Frank Umbach, The Future of the ESDP, Reports & Analyses 20/03, Center for International Relations, s. 2-3. www.dgap.org 229 Whitman, “NATO, the EU,” s. 442. 230 Gustav Lindstrom, “On the ground: ESDP operations,” Nicole Gnesotto (der.) EU Security and Defence Policy: The First Five Years (1999-2004), Paris, Institute for Security Studies, 2004, s. 119.
81
Berlin Plus düzenlemeleri, Concordia operasyonunda komuta zincirinde
yaşanan bazı aksaklıklar dışında genel anlamda başarıyla iş görmüştür.
Burada elde edilen deneyimlerden Althea operasyonunda yararlanılmıştır.
Bosna’daki operasyonun önemi, NATO’nun Bosnalı yetkililerin talebi üzerine
görevi AB’ye devretmesinden sonra bir karargâh bırakmış olmalında yatar. Bu
durum, her iki kurumun birlikte çalışmaları açısından deneyim kazanmalarını
sağlamıştır.231
AB ve NATO arasında birlikte çalışma alışkanlığı açısından önemli bir
gelişme NATO’nun Bosna Hersek’teki SFOR görevini sonlandırması; onun
yerini 2 Aralık 2004’te AB’nin önderlik ettiği Operation Althea’nın almasıdır. Bu
operasyon, Berlin Plus anlaşmaları gereği NATO olanak ve yeteneklerinden
yararlanılarak yapılan ikinci operasyondur – ilki Makedonya’da icra edilen
Operation Concordia’dır.
Üç askeri görevin dışında sivil nitelikte icra edilen görevlerden bazıları
şunlardır:
- 2003’te Makedonya’da Proxima polisiye görevi,
- 2004’te Gürcistan’da ve 2005’te Irak’ta ‘Hukukun Üstünlüğü’ görevleri
- 2005’te Endonezya Aceh’te ‘İzleme’ görevi
Benzer görevleri icra etmeye devam edecek görünen AB halen, 10 Nisan
2006’da oluşturulan AB Planlama Timi aracılığıyla Kosova’da yürüteceği
muhtemel bir kriz yönetim görevine hazırlıklar yapmaktadır.
231 Annalisa Monaco, “NATO-EU Relations State of Play as the EU Takes Over in Bosnia: Organisations face a crucial window of opportunity,” BASIC’s NATO E-Mail Series, British American Security Information Council, 7 Aralık 2004. http://www.basicint.org/update/NATO041207-PF.htm
82
AGSP’nin uygulamaya konulmasına ilişkin özetlenen olumlu gelişmelere
karşın AGSP sürecini yavaşlatabilecek bir takım engellerin olduğu da bir
gerçektir. Konuyla ilgili karar alma izleğinin hükümetler arası oybirliği
yaklaşımına dayalı olması bunlardan birisidir. AB bünyesinde diğer birçok
alandaki karar alma izleklerinde sağlanan ilerlemenin savunma ve güvenlik
alanında sağlanamamış olmasında, üye devletlerin bu konulara bakışında
görülen ‘egemenlik’ kaygılarının önemli bir etkisi olsa gerektir.
Bunun yanı sıra, Irak’ta ‘birlik ve beraberlik’ adına kötü bir sınav vermiş olan
Avrupa Birliğinin, geliştirdiği güvenlik stratejisi ile ileride karşılaşılacak
uluslararası krizlerde bu tip engelleri aşacak somut ve herkesçe kabul görecek
politikalar geliştirmesi AGSP’nin varlığını sürdürebilmesi için son derece
önemlidir.
AGSP’nin başarası açısından en az bu kadar önemli başka bir nokta da,
AGSP’ye aktarılacak mali destektir. Savunma bütçelerinde yapılacak kısıntılar
AGSP’nin etkin gelişimini engelleyecektir.232 Özellikle AB üyesi büyük
devletlerin AGSP’ye yeterli yatırım yapmamaları bir zafiyet doğurmaktadır.233
232 Ibid, s. 447. 233 Peterson, “America as a European power,” s. 623.
83
3. TÜRKİYE VE AVRUPA GÜVENLİĞİ
Soğuk Savaşın bitiminden sonra hızlı bir değişim sürecine giren uluslararası
genel durum içerisinde Türkiye’nin güvenliğini yakından ilgilendiren gelişmeler
yaşanmıştır. İstikrarsızlıkların sıkça görüldüğü bir bölgede yer alan Türkiye,
gerek uluslararası örgütlerde yaşanan yapısal ve işlevsel dönüşümlere müdahil
olmak, gerekse uluslararası sistemin başat oyuncuları arasında gelişen yeni
ilişki türlerinin dışında kalmamak gibi zorlu bir durumla karşı karşıya kalmıştır.
Türkiye, Avrupa Güvenlik mimarisinin yeniden şekillendiği bu ortamda özellikle
AB bünyesinde konuyla ilgili yaşanan gelişmelerin içinde etkin olarak
bulunmaya gayret etmiştir.
3.1. Türkiye’nin AGSP Sürecinden Dışlanması
Söz konusu gayretler, 1999–2001 yıllarında büyük bir süratle gelişen AGSP
sürecinin tamamen dışında kalmama yönünde yoğunlaşmıştır. Ciddi sorunların
yaşandığı bu zaman diliminde yapılan AB zirve toplantıları sonuç bildirgelerinde
AGSP’ye ilişkin ifadeler, Türkiye’nin yaşadığı sorunlarla yakından ilgili
olduğundan aşağıya çıkartılmıştır:
— Köln zirvesi:234
• AB önderliğinde icra edilecek kriz yönetim operasyonlarında
NATO olanak ve yeteneklerinden yararlanma konusuyla ilgili olarak AB,
operasyonun etkili biçimde uygulanması bakımından NATO olanak ve
yeteneklerinden yararlanıp yararlanmayacağını belirleyecektir. NATO
olanaklarından yararlanmaksızın yürütülen operasyonlarda AB, üye devletlerce
234 European Council, Presidency Conclusions, Köln.
84
daha önceden saptanmış ulusal ya da çok uluslu araçlarından
faydalanabilecektir.
• NATO olanaklarından yararlanılarak yapılan operasyonlarda
aşağıdaki hususlar üzerine odaklanılacaktır:
o 1996 Berlin ve 1999 Washington zirve kararlarına dayalı
düzenlemelerin uygulanması
o Washington zirvesinde belirlenen ilave düzenlemeler
özellikle şu konulara seslenmelidir: 1) AB’nin NATO planlama yeteneklerine
garanti edilmiş erişimi, 2) Önceden belirlenmiş NATO olanaklarının AB’nin
kullanımına hazır olduğunun kabul edilmesi.
• Ayrıca, AGSP’nin başarılı bir yörüngeye oturtulması için özellikle
yapılması gereken hususlardan Türkiye’yi ilgilendirenler şunlardır:
o AB üyesi olmayan Avrupalı NATO ülkelerinin, BAB
içerisinde var olan fikir alışverişi usulleri temelinde, söz konusu operasyonlara
mümkün mertebe katılımlarının sağlanmasına dönük doyurucu düzenlemeler,
o AB’nin karar verme özerkliğini etkilemeksizin, tüm
katılımcıların operasyonun icrası açısından eşit haklara sahip olması,
o NATO ve AB arasında etkin bir karşılıklı danışma, işbirliği
ve şeffaflık geliştirilme gereksinimi.
— Helsinki zirvesi:235 Helsinki’de de AGSP ile ilgili Köln zirvesindekine
benzer ifadeler yer almış, AB’nin karar verme özerkliği saklı olmak koşulu ile
NATO üyesi ama AB üyesi olmayan devletler ile gerekli fikir alışverişi ve
işbirliğinin yapılacağı vurgulanmıştır. Ayrıca, Konseyin NATO olanak ve
yeteneklerinden istifade ile bir operasyon başlatma kararı almasından sonra,
arzu ettikleri takdirde AB üyesi olmayan NATO üyelerinin operasyona
katılabileceği; NATO olanak ve yeteneklerinden yararlanılmadığı durumlarda ise
235 European Council, Presidency Conclusions, Helsinki.
85
adı geçen ülkelerin katılmalarının Konseyin daveti ile olabileceği belirtilmiştir.
— Nice zirvesi:236 Nice Zirvesinde de AGSP yaklaşımı açısından önceki
zirvelerden farklı bir yaklaşım sergilenmemiştir. AB üyesi olmayan NATO
üyelerinin katkılarından yararlanmak isteği belirtilirken yine karar verme
özerkliğine vurgu yapılmıştır. Bunun yanı sıra, vurgulanan başka bir konu da
AB’nin gerektiğinde NATO’nun planlama imkanlarına garantili erişimi ve
Washington Zirvesinde belirtildiği gibi NATO olanaklarının kullanıma hazır
kılınmasının kabulü konularının önemi olmuştur.
— Laeken zirvesi:237 AGSP’nin operasyonel olduğunun açıklandığı
Laeken’de ise, daha önceki zirvelerde üzerinde durulan NATO planlama
yeteneklerine garantili erişim ve önceden belirlenmiş NATO olanaklarının
kullanıma hazır kılınmasının kabulü konularına ilişkin düzenlemelerin
bitirilmesine dair niyet belirtilmiştir.
Söz konusu AB zirve toplantılarında AGSP ve özellikle AB’nin NATO
olanaklarından yararlanması konularına ilişkin ifadeler irdelendiğinde şu
noktalar dikkat çekmektedir:
— Avrupa Birliğinin karar verme özerkliğinin korunması. Burada, ülkelerin
BAB üyeliklerinden kaynaklanan hakları BAB’ın varlığını yitirmesinden sonra
ileriye yürütülmemiştir.
— AB’nin NATO olanak ve yeteneklerinden yararlanması. AB, NATO’nun
gerek planlama gerek icra imkânlarından yararlanma konusunda sınırları
önceden belirlenmiş ve garanti edilmiş haklar elde etmeye çalışmıştır. Türkiye,
236 European Council, Presidency Conclusions, Nice. 237 European Council, Presidency Conclusions, Laeken.
86
BAB ortak üyeliğinden doğan hakları ortadan kalkınca Berlin Plus olarak bilinen
süreci, NATO’da sahip olduğu veto kartını kullanarak geciktirmiş; fakat daha
sonra uğradığı baskılar sonucu, sınırlı bazı kazanımlar karşılığında AGSP
operasyonları kapsamında AB karar mekanizmasının dışında bırakılmaya rıza
göstermek zorunda kalmıştır.
— NATO ile işbirliğine önem verildiği çeşitli kereler vurgulanırken, İttifak
içerisinde bir AGSK geliştirilmesi konusuna hiç değinilmemiştir.
— AB üyesi olmayan ama NATO üyesi olan devletlerle sıkı bir diyalog
öngörüldüğü belirtilmiş ama bu ülkelerin BAB’tan kaynaklanan haklarına binaen
karar mekanizmalarına katılması konusunda Washington zirvesinde belirtilen
temenni doğrultusunda herhangi bir niyet belirtilmemiştir.
Bu noktalar hepsi Türkiye’nin arzu ettiği istikametin tersi bir gidişin
göstergesidir. Aslında, Türkiye Washington zirvesinde de sıkıntılı dakikalar
geçirmiştir. Diğer ülkeler NATO’nun AB önderliğinde yürütülecek harekât
çerçevesinde otomatik olarak devreye sokulabilmesini uygun görürken,
Türkiye’nin son dakika ısrarlarıyla NATO imkânlarının ancak NATO’nun bir
bütün olarak müdahil olmadığı durumlarda AB operasyonlarında
kullanılabileceği sonuç metnine koyulmuştur. Washington’da günü kurtardığına
inanan Türkiye, müteakip AB zirvelerinde elde ettiği sonucu alamamıştır.238
Türkiye, başından beri NATO bünyesinde bir AGSK geliştirilmesinden yana
tavır koymuş ve NATO’nun Avrupa güvenliği dâhil ortaklaşa güvenlik
konusunda temel kurum olması gerektiğini savunmuştur. Fakat AGSK sürecinin
238 Bill Park, “Turkey, Europe, and ESDI: Inclusion or Exclusion,” Defense Analysis, vol. 16, no.3 (2000), s. 319-320.
87
St.Malo görüşmelerinden sonra yerini AGSP sürecine bırakması ile birlikte karar
mekanizmalarının dışında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkiye için
sıkıntılı bir dönem başlamıştır.
Bu süreçte AB üyesi olmayan NATO üyesi ülkelerin AGSP sürecine
katılımlarının nasıl olacağı konusunda net bir karar alınamamış; bu ülkeler ile
yalnızca yüksek düzeyde yoğun bir danışma süreci öngörülmüştür. Söz konusu
ülkeler Norveç, İzlanda, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Türkiye’dir.
Fakat yukarıda değinilen gelişmelerden en olumsuz etkilenen ülke Türkiye
olmuştur. Çünkü, Norveç ve İzlanda ulusal tercihleri sonucu AB sürecinin
dışında kalmışlar; Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya ise [1999 yılı
itibariyle] AB’ye aday ülkeler kuyruğunda Türkiye’nin önünde yerlerini zaten
almıştır.239
Türkiye, NATO imkânlarının kullanıldığı bir AB harekâtı ile fiilen kuvvet
vererek katıldığı bir AB harekâtının karar mekanizmalarında yer almayı talep
etmiştir. Bu konuda bir uzlaşma olmadığı takdirde NATO’nun imkân ve
kabiliyetlerine sınırsız erişim yaklaşımına karşı çakmış, her operasyonun ayrı
ayrı ele alınması gerektiğini savunmuştur.240
Helsinki zirvesinde 2000 yılı sonundan itibaren BAB’ın Petersberg Görevleri
ile ilgili işlevlerinin AB bünyesine taşınması kararlaştırılmıştır. Oluşturulan bu
yeni kurumsal yapı, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu BAB’da ortak üyelik
statüsüne sahip devletler açısından sorun yaratmıştır. Bu durumdan en çok
etkilenmesi olası Türkiye için daha da ilginç olan AB’ye tam üyelik için adaylık
239 Ibid., s. 323-324. 240 Hasret Çomak, “Yeni Güvenlik Anlayışı Çerçevesinde AGSP’de Meydana Gelen Gelişmeler ve Türkiye’nin Uyumu,” Stradigma.com, Aylık Strateji Analiz E-dergisi, Sayı 4, Mayıs 2003. http://www.stradigma.com
88
bağının resmen kurulduğu Helsinki Zirvesinde aynı zamanda BAB üzerinden
AGSP ile kurduğu ‘ortaklık’ bağının kesilmesi olmuştur.
Türkiye’nin ASGP dışında kalmaya ilişkin ana endişelerinden biri,
Yunanistan’ın, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ikili anlaşmazlıklara AB’yi
müdahil etme olasılığından kaynaklanır. Bu nedenle Türkiye, yakın çevresinde
meydana gelen veya yaşamsal çıkarlarını ilgilendiren NATO olanaklarından
yararlanılmaksızın yürütülecek bir AB operasyonun tüm aşamalarında yer
almayı istemiştir.
3.2. Ankara Mutabakatı
AGSP konusunda Türkiye-AB arasında Köln zirvesi ile başlayan sıkıntılı
dönem Helsinki, Feira ve Nice zirvelerinde de sürmüştür. Adı geçen zirvelerde
Türkiye’nin beklentileri karşılanmamış ve AB üyesi olmayan NATO üyeleri için
sadece bir danışma-görüşme ilişkisi öngörülmüştür. Sorunun uzamasından
rahatsızlık duyan ABD 2001 yılında meselenin çözülmesi için baskısını
artırmıştır. ABD’nin sorundan duyduğu rahatsızlık iki yönlüdür. ABD, hem AB
üyesi olmayan NATO üyelerinin AGSP’den dışlanmasın istememiş; hem de 11
Eylül olaylarından sonra enerjisini daha küresel konulara yoğunlaştırabilmek için
AGSP’nin bir an önce gerçekleştirilmesinden yana tavır almıştır.
Sorunlara neden olan AGSP’nin karar alma mekanizmasına ilişkin konular
2001 yılının son döneminde İngiltere, ABD ve Türkiye arasında gündeme
gelmiştir. Üç devlet arasında yapılan toplantılar sonunda 21 Kasım 2001
89
tarihinde Ankara’da bir mutabakata varılmıştır. “Ankara Mutabakatı” olarak
anılan bu mutabakatın ana başlıkları şu şekilde özetlenebilir:241
- NATO’nun olanak ve yetenekleri stratejik ve stratejik olmayan
şeklinde ikiye ayrılmıştır. AB’nin stratejik olmayan askeri operasyonlar için
NATO’dan onay alma zorunluluğu kaldırılmıştır.
- Bir AB operasyonunun Türkiye’nin çıkarlarını doğrudan ilgilendirmesi
halinde Ankara’nın görüşü alındıktan sonra AB tarafından nihai karar
verilecektir.
- Türkiye AB operasyonlarına belirli bir miktardan fazla askeri güç ile
katılırsa, eşit şekilde karar mekanizmalarında yer alacaktır.
- AB ordusu bir AB üyesi ile AB üyesi olmayan bir NATO müttefikinin
taraf olduğu bir çatışmaya müdahale edemeyecektir. Başka bir deyişle Avrupa
ordusu, Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs, Ege vs. konulardan doğacak bir
anlaşmazlıkta Türkiye’ye karşı kullanılamayacaktır. Özellikle önemli olan bu
nokta ile AB’nin NATO planlama imkânlarına erişebilmesi için Türkiye’ye bir
güvenlik garantisi verilmiştir.
- Bu gücün sadece kendi olanaklarını kullanacağı operasyonlarda
Türkiye gibi NATO üyesi olup da AB üyesi olmayan ülkelerin katılımında Avrupa
Birliği Konseyinin daveti esas alınacaktır.
Ankara Mutabakatına ilişkin değerlendirmeler birbirinden hayli farklıdır.
Çomak, Ankara Mutabakatı ile Türkiye’nin ulusal çıkarlarında ödün vermez bir
tutum takınarak önemli bir başarı elde ettiğini ve bunun sonucunda Yunanistan
241 Çomak, “Yeni Güvenlik Anlayışı” ve Gülden Ayman, “Yunanistan’ın Stratejik Çıkmazı ve AGSP”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, sayı 1, Şubat 2003, s. 71.
90
ile diğer AB devletlerinin karşı karşıya bırakıldığını belirtirken,242 Gözen, AB
operasyonlarına katılımın AB davetine bağlandığı Nice formülünün esasen
korunduğu ama Türkiye’ye bazı ilave hakların verildiği Ankara Mutabakatının
minimal bir çözüm olduğu kanaatindedir. Türkiye, AB’ye tam üye oluncaya dek
çıkarlarını güvence altına almıştır. Fakat bu hal tarzı, kurumsal
düzenlemelerden ziyade siyasi bir ara yol olduğundan nihai bir çözüm olarak
düşünülmemelidir. Çünkü Türkiye’nin AGSP karar alma süreçlerinde yer alma
arzusuna yeterince yanıt vermemektedir.243
Öte yandan Özdal ve Genç, Türkiye-AB ilişkilerini yaklaşık üç yıl kadar
olumsuz etkileyen sorunların, Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda çözülmüş
olduğu yorumunu yapmanın mümkün olmakla birlikte, daha geniş çerçeveden
bakıldığında durumun çok olumlu olmadığını öne sürer. Çünkü Ankara
Mutabakatı ile Türkiye, uzun zaman önce başlayan AB tam üyelik sürecine çok
önemli etkisi olabilecek NATO üyeliğinden doğan veto kartını rafa kaldırarak
pazarlık gücünü zayıflatmıştır. Oysa bu kartı daha etkin kullanması halinde
Türkiye’nin AB’nin ilk genişleme süreci içine alınması çok güçlü bir olasılıktı.244
Ankara Mutabakatı Yunanistan hariç diğer AB üyelerince kabul edilmiştir.
Yunanistan’ın güvenlik garantisi içeren maddeye karşı çıkan tutumu sonucu
anlaşma resmiyet kazanamamış ve AGSP’nin uygulanması gecikmiştir.
Bu durum 24–25 Ekim 2002’de yapılan AB Brüksel Zirvesine kadar
sürmüştür. Burada varılan uzlaşmaya göre “…[üye ülkelerin] AB askeri kriz
yönetimi çerçevesinde sorumluluk üstlendikleri eylem ve kararlar, her zaman
242 Çomak, “Yeni Güvenlik Anlayışı” 243 Ramazan Gözen, Turkey’s Delicate Position Between NATO and the ESDP, Ankara, SAM Papers 1/2003, 2003, s. 119–129. 244 Özdal ve Genç, Avrupa Güvenlik ve Savunma, s. 207–208.
91
NATO müttefikleri olarak Antlaşmadan doğan yükümlülükleri ile uyum içerisinde
olacaktır. Bu aynı zamanda şu anlama gelir ki hiçbir koşul altında ve hiçbir kriz
esnasında AGSP bir Müttefike karşı kullanılmayacaktır...” Bu noktada ifade
edilen başka bir husus da karşılıklılık ilkesinden hareketle NATO’nun da AB
veya üye devletlerine karşı kriz yönetimi kapsamında herhangi bir eyleme
girişmeyecektir.245
Brüksel zirvesinde ayrıca şunlar belirtilmiştir:246
— NATO olanaklarından yararlanılmayan AB operasyonlarına AB üyesi
olmayan Avrupalı Müttefik ülkelerin Konseyin daveti ile katılacağı,
— Katılım konusunda karar alırken Konseyin söz konusu ülkelerin güvenlik
değerlendirmelerini dikkate alacağı,
— Söz konusu ülkelerin, coğrafi olarak yakın çevresinde düzenlenecek
özerk bir AB operasyonunun ulusal güvenlik çıkarlarını etkileyebileceğine ilişkin
endişe taşıdıklarını dile getirmeleri halinde, Konsey ilgili Müttefik ülkeyle
görüşecek, bu görüşmelerin sonuçlarını dikkate alacak ve yukarıda verilen 2nci
maddede ifade şartları göz ardı etmeksizin operasyona katılması hakkında
karar verecektir.
12–13 Aralık 2002 tarihlerinde yapılan AB Kopenhag Zirvesinde ise AB ile
NATO arasında, bir önceki Brüksel zirvesinde belirtilen ilkeler ve Nice
zirvesinde alınan kararlar uyarınca [NATO imkân ve yeteneklerinin kullanılması
konusunda] kapsamlı bir mutabakata varılmasındaki gayretlerinden ötürü
245 European Council, Presidency Conclusions, Brüksel, 24–25 Ekim 2002, Ek II, Madde 2. http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/72968.pdf 246 Ibid., Ek II, Madde 12.
92
Solana tebrik edilmiştir. Ayrıca, Kıbrıs [Rum Kesimi] ve Malta AGSP dışında
tutulmuştur.247
AB ile NATO arasındaki kurumsal ilişkide yaşanan ve AGSP’nin etkin olarak
hayata geçirilmesini uzun süre geciktiren bu sorun bir şekilde giderildikten sonra
AB’nin Petersberg tipi görevler üstlenmesi mümkün olmuştur.
AB ülkelerinde yaşayan çok sayıda insan, Türkiye’nin AB’ye kabul
edilmemesi gerektiğine ilişkin çok sayıda gerekçe ileri sürmektedir. Bu
gerekçeler, Türkiye’nin Avrupa değerlerini benimsemiş demokratik bir ülke
sayılamayacağından kalabalık bir nüfusa sahip olduğuna, konumu itibariyle açık
olduğu ciddi tehditler nedeniyle güvenli olmadığından ekonomisinin zayıflığına
başka bir kültüre ait olduğuna kadar geniş bir yelpazede yer almaktadır. Üstelik
AB macerasında Türkiye’yi, Gümrük Birliği gibi ‘özgün’ bir konuma mahkûm
etmeyi fazla zorlanmadan başarmış AB, benzer yaklaşımlarını, değişik
ortamlarda öne sürdüğü imtiyazlı ortaklık vb. kavramlarla katılım
görüşmelerinde de sürdürmektedir.
AB, Türkiye’ye demokratikleşme, yasaların uygulanması, sivil-asker işbirliği,
tarihle hesaplaşma vs. konularda henüz istenen düzeyden epey uzakta
olduğunu söylemekle kalmamakta, Türkiye’nin hazmedilmesinin ne kadar zor bir
lokma olduğu değişik ifadelerle dile getirmekten çekinmemektedirler. Bu
göstergeler, Avrupalılarda Türkiye’yi hemen hiçbir koşulda eşit haklarla AB’ye
kabul etmeyeceklerine ilişkin yaygın bir kanının varlığına işaret etmektedir. Bu
göstergeler AB’nin AGSP sürecinde BAB ortak üyeliğinden doğan haklarını hiç
dikkate almayarak Türkiye’ye karşı sergilediği ‘olumsuz’ tutumu da eklemek 247 European Council, Presidency Conclusions, Kopenhag, 12–13 Aralık 2002, Md. 27 ve Ek II Md. 3. http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/73842.pdf
93
mümkündür.
Tüm bunlara karşın, Türkiye-AB arasında 3 Ekim 2005 tarihinde katılım
müzakerelerinin başlamasında yine de AB’nin AGSP sürecini önemsemesinin
belirleyici etkisi olsa gerektir. Çünkü sahip olduğu jeopolitik konum ile
Türkiye’nin AGSP açısından önemi ve sağlayabileceği katkılar ortadadır.
94
SONUÇ
Soğuk Savaşın ve dolayısıyla iki kutuplu düzenin sona ermesi tüm dünyada
köklü değişikliklere yol açmıştır. Yumuşak güvenlik öğeleri önem kazanmış,
güvenlik tehditleri nitelik değiştirmiş, uluslararası kurumlar yeniden yapılanmış
ve devletlerin savunma mekanizmaları farklılaşmaya başlamıştır. Bu köklü
değişikliklerin etkisi en çok Soğuk Savaşın asıl cephesi olan Avrupa’da
hissedilmiştir.
Soğuk Savaşın bitimiyle köklü bir değişim geçiren uluslararası güvenlik
yapılanması 11 Eylül olaylarının ertesinde bir başkalaşım sürecine daha
girmiştir. ABD’nin terörizme tek yanlı bir savaş açtığı ve gönüllü koalisyonlar
vasıtasıyla tehdit algıladığı bölgelerde yürüttüğü savaşlar uluslararası istikrarı
olumsuz etkilemektedir.
Ne NATO ne atlantikötesi ilişki ne de Avrupa güvenlik yapısı eskisi gibidir.
Atlantikötesi ilişki şimdiye kadar görülmedik derecede sıkıntılı günler
geçirmektedir. Bu ilişkinin önemli unsuru NATO, alan dışı harekât ve ortaklaşa
güvenlik konularına yönelerek değişen koşullara ayak uydurmayı başarmıştır.
İlgi alanını ve görev sahasını tüm küreye yayan NATO, bu anlayışa uygun
olarak üye sayısını da artırmıştır.
Yaşanan Irak savaşı sadece atlantikötesi anlaşmazlığı tüm çıplaklığı ile
gözler önüne sermekle kalmamış, AB içindeki dağınıklığı da tüm yönleriyle
açığa çıkarmıştır. 1950’li yıllarda 6 üye ile yola çıkan AB, halen 25 üyeli
kocaman bir birlikti ve 2007 yılında Bulgaristan ve Romanya’nın katılımıyla daha
da büyüyecektir. Bu durumda gelecekte belirecek uluslararası krizlerde AB’nin
nasıl bir bütünlük sağlayacağı da merak konusudur.
95
Dış politika ve güvenlik konularında henüz tam anlamıyla birlik olmayı
başaramamış da olsa Avrupa Birliğinin AGSP hamlesi ile çok ciddi bir mesafe
kaydettiği aşikârdır.
50 yıldan fazla bir süredir Avrupalılar savunma yeteneklerini örgütleme ve
geliştirmeden söz edegelmişler; Amerikalılar ise Avrupalılardan savunma
yeteneklerini artırmasını ve kolektif savunmada daha adil bir yük paylaşımına
yanaşmasını talep ededurmuşlardır. Son 4–5 yıldır AGSP konusundaki
gelişmeleri gören bir kimsenin son yarım yüzyıldır konuşulanların ışığı altında
“evet, sonunda hemen herkesin istediği oluyor” diye düşünmesinden doğal bir
şey olmaması gerekir. Oysa şu an insanların merak ettiği konu AGSP’nin
NATO’yu ne kadar güçlendireceği değil ne kadar zayıflatacağı olmaktadır.248
Soğuk Savaşın bitmesi ve kuzey komşusu olan SSCB’nden algıladığı
tehdidin göreli azalması Türkiye’yi askeri açıdan rahatlatmasına rağmen,
güvenlik açısından daha istikrarsız bir ortam oluşmuştur. Bu karmaşık yapı
içinde, etnik milliyetçilik, terörizm, enerji güvenliği ve artan örgütlü suçlar ile göç,
bulaşıcı hastalıklar, çevre kirliliği gibi farklı ve ilk bakışta çok önemli
gözükmeyecek pek çok sorun Türkiye’nin tehdit algılamalarında ön sıralara
yükselmiştir. Bu yeni sorun alanlarının dışında, özellikle istikrarsızlıkların
egemen olduğu yakın çevresinde yaşanan önemli gelişmelerden de yeni
tehditler algılayan Türkiye, Soğuk Savaş dönemine göre güvenlik ve savunma
açısından çok daha hassas bir yapıyla karşı karşıya kalmıştır.
1950’lerin başından beri Türkiye’nin güvenlik ve savunma politikasının
belkemiğini oluşturan NATO, Türkiye için hâlâ vazgeçilmez olma özelliğini
248 Boniface, “European Security and Transatlanticism,” s. 55.
96
sürdürmekle birlikte artık farklı bir örgüttür. Terörizm, kitle imha silahları gibi yeni
güvenlik tehditleri Soğuk Savaş dönemi tehditlerine kıyasla daha küresel ve
daha belirsizdirler. Farklılaşan NATO’nun farklılaşan güvenlik tehditleri için
kesin çare olmasını beklememek gerekir.
Türkiye’nin mevcut dünya düzeninde tek süper güç olarak kalan ABD ile
olan ilişkileri de güvenlik ve savunması açısından son derece belirleyicidir.
Soğuk Savaş süresince uyguladığı çevreleme politikası bakımından ABD’nin
güvenilir müttefiki olmuş Türkiye artık eskisi kadar ‘seçeneksiz’ bir ülke değildir.
Soğuk Savaştan sonra ana temasını yitirmiş Türkiye-ABD ilişkileri hâlâ yönünü
belirleme aşamasındadır.
Türkiye’nin AB ile ilişkisi de ABD ile olduğu gibi inişli çıkışlı bir seyir
izlemektedir. AB ile üyelik görüşmelerine rağmen ‘hazmedilmesi’ güç bir ülke
olan Türkiye’nin ne zaman ve nasıl üye olacağı belirsizliğini korumaktadır.
Türkiye geçtiğimiz yıllarda yoğun çaba harcayarak Avrupa ordusunun kendisine
karşı kullanılmış olmasını engellemek ile birlikte AGSP sürecinden fiilen
dışlanmış durumdadır.
Şu kabul edilmelidir ki Türkiye’nin halen karşı karşıya kaldığı tehditler Soğuk
Savaş dönemindekilere nazaran daha belirsiz, öngörülemez ve yönetilemez bir
nitelik taşımaktadır. Bu koşullar altında, Türkiye ulusal çıkarları doğrultusunda
ABD ile ilişkisini yeni bir düzleme oturtmalı ve kendine özgü Avrupa Birliği üyelik
sürecini her açıdan en avantajlı şekilde sonuçlandırmak üzere müzakerelere
ağırlığını koymalıdır. Bunları yaparken bulunduğu konum itibariyle Avrasya dâhil
farklı işbirliği seçeneklerini de göz ardı etmemelidir.
97
KAYNAKÇA
Artaud, Denise, “The End of the Cold War: A Skeptical View,” Michael J. Hogan
(der.), The End of the Cold War: Its Meanings and Implications, New York,
Cambridge University Press, 1992.
Asmus, Ronald D., Blackwill, Robert D. ve Larrabee, F. Stephen, “Can NATO
Survive?,” The Washington Quarterly, vol.19, no.2 (Bahar 1996).
Ataöv, Türkkaya, “’Soğuk Harb’in Doğuşu: San Francisco’dan Mihver Barış
Toplantılarına,” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, cilt: XXIII,
no:1 (Mart 1968).
Ataöv, Türkkaya, “Marshall Planından NATO’nun Kurulmasına kadar ‘Soğuk
Harb’,” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, cilt: XXIII, no: 3
(Eylül 1968).
Aybet, Gülnur, The Dynamics of European Security Cooperation, 1945-1991,
London ve New York, MacMillan Pres Ltd. ve St.Martin’s Pres Inc., 1997.
Aybet, Gülnur, NATO’s Developing Role in Collective Security, SAM Papers No
4/99, Ankara, Ministry of Foreign Affairs Center for Strategic Research, 1999.
Aydın, Mustafa, “Amerika Dünyadan Ne İstiyor? ABD'nin Yeni Ulusal Güvenlik
Stratejisi ve Dış Politikası,” Stradigma.com, Aylık Strateji Analiz E-dergisi, Sayı
4 (Mayıs 2003).
Ayman, Gülden, “Yunanistan’ın Stratejik Çıkmazı ve AGSP”, Stratejik
Araştırmalar Dergisi, sayı 1, Şubat 2003.
Bailes, J. K., Alyson, “The European Security Strategy: An Evolutionary
History,” SIPRI Policy Paper No.10, Şubat 2005.
Baylis, John, “Britain, the Brussels Pact and the continental commitment,”
International Affairs, vol.60, no.4 (Autumn 1984).
Biscop, Sven, “In Search of a Strategic Concept for the ESDP,” European
Foreign Affairs Review, vol.7 (2002).
Sven Biscop, “The European Security Strategy: Implementing a Distinctive
Approach to Security,” IRRI-KIIB, Brüksel, Mart 2004. www.irri.kiib.be
98
Boniface, Pascal, “European Security and Transatlanticism in the Twenty-first
Century,” Alexander Moens, Lenard J. Cohen ve Allen G. Sens (der.), NATO
and European Security: alliance politics from the end of the Cold War to the age
of terrorism, Westport, Praeger Publishers, 2003.
Brzezinski, Zbigniew, “The Cold War and Its Aftermath,” Foreign Affairs, vol.71,
no.4 (Güz 1992).
Buzan, Barry, et.al., The European Security Order Recast: Scenarios for the
Post-Cold War Era, London, Pinter Publishers, 1990.
Cornish, Paul, “European security: the end of architecture and the new NATO,”
International Affairs, vol.72, no.4 (1996).
Çayhan, Esra, “Towards a European Security and Defense Policy: With or
Without Turkey?,” Turkish Studies, vol.4, no.1 (Spring 2003).
Çomak, Hasret, “Yeni Güvenlik Anlayışı Çerçevesinde AGSP’de Meydana
Gelen Gelişmeler ve Türkiye’nin Uyumu,” Stradigma.com, Aylık Strateji Analiz
E-dergisi, Sayı 4, Mayıs 2003.
de Wijk, Rob, NATO on the Brink of the New Millennium, London/Washington,
Brassey’s, 1997.
Dessù, Marta ve Menotti, Roberto, “Europe and America in the Age of Bush,”
Survival, vol. 47, no.1 (Bahar 2005).
Dobbins, James, “Friends Again?” Marcin Zaborowski (der.) Friends Again?
EU-US relations after the crisis, European Union Institute for Security Studies,
Paris, 2006.
Duke, Simon, The Elusive Quest for European Security: from EDC to CFSP,
Palgrave Macmillan, 2000.
Erhan, Çağrı, “NATO Niçin Küresel bir Örgüt Haline Gelmelidir?,” Stradigma.com, Aylık Strateji Analiz E-dergisi, Sayı 12, Ocak 2004.
EU-NATO declaration on ESDP, Brüksel, 16 Aralık 2002.
99
European Communities, Treaty of Amsterdam Amending the Treaty on
European Union, the Treaties Establishing the European Communities and
Certain Related Acts, Amsterdam, 2 Ekim 1997.
European Council, Presidency Conclusions, Brüksel, 24–25 Ekim 2002.
European Council, Presidency Conclusions, Helsinki, 10-11 Aralık 1999.
European Council, Presidency Conclusions, Kopenhag, 12–13 Aralık 2002.
European Council, Presidency Conclusions, Köln, 3-4 Haziran 1999.
European Council, Presidency Conclusions, Laeken, 14–15 Aralık 2001.
European Council, Presidency Conclusions, Nice, 07–09 Aralık 2000.
Filitov, Alexei, “Victory in the Postwar Era: Despite the Cold War or Because of
It?,” Diplomatic History, vol.16, no.1 (Kış 1992).
Filitov, Alexei, “Victory in the Postwar Era: Despite the Cold War or Because of
It?,” Michael J. Hogan (der.), The End of the Cold War: Its Meanings and
Implications, New York, Cambridge University Press, 1992.
Fontaine, Andre, History of the Cold War: From the October Revolution to the
Korean War, 1917–1950, çev. D.D.Paige, New York, Pantheon Books, 1968.
Forster, Anthony, Herolf, Gunilla ve ark., “The ESDP in the transatlantic context
– between alienation and new partnership,” 2001. http://www.politik.uni-
koeln.de/wessels/DE/PROJEKTE/ESVP/ESDP.HTM
France-UK Summit, Joint Decleration on European Defence, Saint-Malo, 4
Aralık 1998.
Gaddis, John Lewis, The United States and the Origins of the Cold War, 1941–
1947, New York, Columbia University Press, 1972.
Gaddis, John Lewis, “The Emerging Post-Revisionist Synthesis on the Origins
of the Cold War,” Diplomatic History, vol.7, no.3 (Summer 1983).
Gaddis, John Lewis, The Long Peace: Inquiries Into the History of the Cold
War, New York, Oxford University Press, 1987.
100
Gaddis, John Lewis, Russia, the Soviet Union and the United States: An
Interpretive History, 2.baskı, New York, McGraw-Hill, 1990.
Gaddis, John Lewis, “The Long War, the Long Peace, and the Future,” Michael
J. Hogan (der.), The End of the Cold War: Its Meanings and Implications, New
York, Cambridge University Press, 1992.
Gaddis, John Lewis, We Now Know: Rethinking Cold War History, New York,
Oxford University Press, 1997.
Garthoff, Raymond L., “Why Did the Cold War Arise, and Why Did It End ?,”
Michael J. Hogan (der.), The End of the Cold War: Its Meanings and
Implications, New York, Cambridge University Press, 1992.
Garthoff, Raymond, The Great Transition, American-Soviet Relations and the
End of the Cold War, Washington DC., Brookings, 1994.
Gözen, Ramazan, Turkey’s Delicate Position Between NATO and the ESDP,
Ankara, SAM Papers 1/2003.
Haine, Jean-Yves, “An Historical Perspective,” Nicole Gnesotto (der.) EU
Security and Defence Policy: The First Five Years (1999-2004), Paris, Institute
for Security Studies, 2004.
Halle, Louis Joseph, The Cold War as History, New York, Harper & Row, 1967.
Harkavy, Robert E., “Images of the Coming International System,” Orbis, vol.41,
no.4 (Güz, 1997).
Heisbourg, François, “The European-US alliance: valedictory reflections on
continental drift in the post-Cold War era,” International Affairs, vol. 68, no.4
(1992).
Heisbourg, François, “American Hegemony? Perceptions of the US Abroad,”
Survival, vol.41, no.4 (Kış 1999-2000)
Hitchcock, William I., “France, the Western Alliance, and the Origins of the
Schuman Plan, 1948-1950,” Diplomatic History, vol.21, no.4 (Güz 1997).
Hoffmann, Stanley, Force, Legitimacy, and Order, U.S.-Europe Analysis Series,
The Brookings Institution, 2005.
101
Hogan, Michael J., “The Search for a ‘Creative Peace’: The United States,
European Unity, and the Origins of the Marshall Plan,” Diplomatic History, vol.6,
no.3 (Yaz 1982).
Holmes, John W., The United States and Europe after the Cold War: A New
Alliance?, Columbia, University of South Carolina Press, 1997.
Howard, Michael, “Lessons of the Cold War,” Survival, vol.36, no.4 (Kış
1994/1995).
Howorth, Jolyon, “Britain, France and the European Defence Initiative,”
Survival, vol.42, no.2 (Yaz 2000).
Howorth, Jolyon, “Transatlantic Perspectives on European Security in the
Coming Decade,” Yale Journal of International Affairs, vol.1, no.1 (Güz 2005).
Jervis, Robert, “A Usable Past for the Future,” Diplomatic History, vol.16, no.1
(Kış 1992).
Jones, Erik, “Debating the transatlantic relationship: rhetoric and reality,”
International Affairs, vol. 80, no.4 (2004).
Jones, Seth G., “The European and The Security Dilemma,” Security Studies,
vol.12, no.3 (Bahar, 2003).
Keane, Rory, “European Security and Defence Policy: From Cologne to
Sarajevo,” Global Society, vol.19, no.1 (Ocak 2005).
Keylor, William R., The Twentieth Century World: An International History,
2.baskı, New York, Oxford University Press, 1992.
LaFeber, Walter, “An End to Which Cold War?,” Michael J. Hogan (der.), The
End of the Cold War: Its Meanings and Implications, New York, Cambridge
University Press, 1992.
LaFeber, Walter, America, Russia, and the Cold War 1945-1996, New York,
McGraw-Hill, 1997.
Layne, Christopher, “The Unipolar Illusion,” International Security, vol.17, no.4
(Bahar 1993).
102
Leffler, Melvyn P., “The United States and the Strategic Dimensions of the
Marshall Plan,” Diplomatic History, vol.12, no.3 (Summer 1988).
Leffler, Melvyn P., A Preponderance of Power: National Security, the Truman
Administration, and the Cold War, Stanford, Stanford University Press, 1992.
Leffler, Melvyn P., The Specter of Communism: The United States and the
Origins of the Cold War, 1917–1953, New York, Hill and Wang, 1994.
Leffler, Melvyn P., “National Security and US Foreign Policy,” Melvyn P. Leffler
ve David S. Painter (der.), Origins of the Cold War: An International History,
London, Routledge, 1994.
Leffler, Melvyn, P., “9/11 and American Foreign Policy,” Diplomatic History,
vol.29, no.3 (Haziran 2005).
Lindstrom, Gustav, “On the ground: ESDP operations,” Nicole Gnesotto (der.)
EU Security and Defence Policy: The First Five Years (1999-2004), Paris,
Institute for Security Studies, 2004.
Lundestad, Geir, “’Imperial Overstretch’, Mikhail Gorbachev and the End of the
Cold War,” Cold War History, vol.1, no.1 (Ağustos 2000).
Mastny, Vojtech, Russia’s Road to the Cold War: Diplomacy, Warfare, and the
Politics of Communism, 1941–1945, New York, Columbia University Press,
1979.
Ministerial Meeting of the North Atlantic Council, Final Communiqué, Berlin, 3
Haziran 1996 http://www.nato.int/docu/pr/1996/p96-063e.htm
Monaco, Annalisa, “NATO-EU Relations State of Play as the EU Takes Over in
Bosnia: Organisations face a crucial window of opportunity,” BASIC’s NATO E-
Mail Series, British American Security Information Council, 7 Aralık 2004.
http://www.basicint.org/update/NATO041207-PF.htm
Mueller, John Mueller, “Quiet Cataclysm: Some Afterthoughts on World War III,”
Michael J. Hogan (der.), The End of the Cold War: Its Meanings and
Implications, New York, Cambridge University Press, 1992.
NATO Handbook, Brüksel, 2006.
103
Nye, Joseph S., Jr., “What New World Order?,” Foreign Affairs, vol.71, no.2
(Bahar 1992).
Özdal, Barış ve Genç, Mehmet, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının
Türkiye-AB İlişkilerine Etkileri, Aktüel Yayınları, İstanbul, 2005.
Painter, David S. ve Leffler, Melvyn P., “Introduction: The International System
and the Origins of the Cold War,” Melvyn P. Leffler ve David S. Painter (der.),
Origins of the Cold War: An International History, London, Routledge, 1994.
Park, Bill, “Turkey, Europe, and ESDI: Inclusion or Exclusion,” Defense
Analysis, vol. 16, no.3 (2000).
Parrish, Scott D. ve Narinsky, Mikhail M., New Evidence on the Soviet Rejection
of the Marshall Plan, 1947: Two Reports, Cold War International History Project,
Working Paper no.9, Washington D.C., 1994.
Parrish, Scott, “Soviet Reaction to the Marshall Plan: Opportunity or Threat,”
Problems of Post-Communism, vol.42, no.5 (Eylül/Ekim 95).
Peterson, John, “America as a European power: the end of empire by
integration?,” International Affairs, vol.80, no.4 (2004).
Powaski, Ronald E., The Cold War: The United States and the Soviet Union,
1917–1991, Oxford, Oxford University Press, 1998.
Quille, Gerrard, “What does the EU agreement on Operational Planning mean
for NATO,” isis europe – NATO Notes, vol. 5, no. 8 (Aralık 2003).
Reynolds, David, “The European Response,” Foreign Affairs, vol.76, no.3
(May/June 97).
Rothchild, Emma, “What is Security? (The Quest for World Order),” Daedalus,
vol.124, no.3 (Yaz 1995).
Ruane, Kevin, “Agonizing Reappraisals: Anthony Eden, John Foster Dulles and
the Crisis of European Defence, 1953-54,” Diplomacy & Statecraft, vol.13, no.4
(Aralık 2002).
Sander, Oral, Siyasi Tarih: 1918-1994, 4.baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 1994.
104
Schlesinger, Arthur, Jr., “Some Lessons from the Cold War,” Diplomatic History,
vol.16, no.1 (Kış 1992).
Schlesinger, Arthur Jr., “Some Lessons from the Cold War,” Michael J. Hogan
(der.), The End of the Cold War: Its Meanings and Implications, New York,
Cambridge University Press, 1992.
Schweiss, Christina M., “Sharing Hegemony: The Future of Transatlantic
Security,” Cooperation and Conflict, vol.38, no.3 (2003).
Sens, Allen G., “The Widening Atlantic, Part II: Transatlanticism, the ‘New’
NATO, and Canada,” Alexander Moens, Lenard J. Cohen ve Allen G. Sens
(der.), NATO and European Security: alliance politics from the end of the Cold
War to the age of terrorism, Westport, Praeger Publishers, 2003.
Skidmore, David, “Understanding the Unilateralist Turn in U.S. Foreign Policy,”
Foreign Policy Analysis, vol.2 (2005).
Sloan, Stanley R., NATO’s Future: toward a New Transatlantic Bargain,
Washington, National Defense University Press, 1985.
Solana, Javier, “Preface,” Nicole Gnesotto (der.) EU Security and Defence
Policy: The First Five Years (1999-2004), Paris, Institute for Security Studies,
2004.
Solana, Javier, “A Secure Europe in a better world: European Security
Strategy,” Brussels, 12 December 2003. http://www.consilium.europa.eu/
uedocs/cmsUpload/78367.pdf
Spanier, John ve Hook, Steven W., American Foreign Policy since World War II,
14.baskı, Washington, Congressional Quarterly Inc., 1998.
Steel, Ronald, “The End and the Beginning,” Michael J. Hogan (der.), The End
of the Cold War: Its Meanings and Implications, New York, Cambridge
University Press, 1992.
Stent, Angela ve Shevtsova, Lilia, “America, Russia and Europe: A
Realignment?,” Survival, vol. 44, no.4 (Kış 2002/03).
105
Stephanson, Anders, “The United States,” David Reynolds (der.), The Origins of
the Cold War in Europe: International Perspectives, New Haven, Yale University
Press, 1994.
“The National Security Strategy of the United States of America,” The White
House, 17 Eylül 2002. http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.pdf
Umbach, Frank, The Future of the ESDP, Reports & Analyses 20/03, Center for
International Relations, 2003.
Urwin, Derek W., A Political History of Western Europe Since 1945, 5.baskı,
London and New York, Longman, 1997.
Weisberger, Bernard A., Cold War Cold Peace: The United States and Russia
Since 1945, New York, American Heritage, 1985.
Whitman, Richard G., “NATO, the EU and ESDP: An Emerging Division of
Labour?,” Contemporary Security Policy, vol.25, no.3 (Aralık 2004).
106
ÖZET
Bu çalışmanın ana amacı Soğuk Savaşın ardından değişen temel koşullar
ışığında yeniden şekillenmekte olan Avrupa güvenlik mimarisini incelemektir.
Soğuk Savaş sonrasını daha iyi anlayabilmek için öncelikle Soğuk Savaşın ne
olduğu ve iki kutuplu düzenin nasıl oluştuğu ele alınmıştır.
2. Dünya Savaşından sonra iki süper güç arasında yaşanan güvenlik açmazının
kaçınılmaz bir sonucu olarak dünya iki kutup etrafında bölünmüştür. Berlin
duvarının inşası ile de iki kutuplu düzen adeta kurumsallaştırılmıştır.
Uzun barış olarak da adlandırılan Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından hızla
değişen şartlardan tabiatı ile en çok etkilenen bölge Avrupa olmuştur. Tezin
ikinci kısmında Avrupa güvenlik yapısının yeniden inşa edilme sürecini etkileyen
belli başlı değişkenler üzerinde durulmuştur. Bu kapsamda ele alınan temel
değişkenler yeni dünya düzeni, Bush doktrini, atlantikötesi ilişki, NATO, 11 Eylül
olayları, BAB, Avrupa güvenlik stratejisi ve AGSP’dir.
İlan edildiğinden bu yana önemli bir aşama kaydeden AGSP’nin gelecekte
varacağı nokta ve ABD’nin küresel politikalarını yerine getirirken izleyeceği
yöntem ve yaklaşımlar, tarihinin en sıkıntılı dönemini geçirmekte olan
atlantikötesi ilişkinin geleceğini belirleyecektir.
Tezin son bölümünde ise yeni gelişmelerden en çok etkilenen ülkelerden birisi
olan Türkiye’nin NATO ve AGSP çerçevesinde yürüttüğü faaliyetler analiz
edilmiştir.
107
SUMMARY
The main purpose of the study is to investigate the ongoing process of
rebuilding the European security architecture according to the new conditions.
First of all, the definition of the Cold War and the dynamics of the world order
which has accompanied the Cold War were reviewed to be able to grasp better
its aftermath.
As an unavoidable consequence of the security dilemma experienced between
two super powers following the World War II, the world has been divided into
two camps. The virtual division between the two camps has been
institutionalized with the construction of Berlin Wall.
Europe has been the primary continent involved in the implications of sudden
and radical changes caused by the end of the Cold War, which is also called
‘the long peace’ by some historians. In the second part of thesis main variables
affecting the process of building European security structure are examined.
These variables are new world order, the Bush doctrine, transatlantic link,
NATO, 9/11 events, WEU, European security strategy and ESDP.
The future of the transatlantic solidarity which is now probably going through
one of the most problematic periods will be determined by the future direction of
ESDP which has already made a considerable progress since its inception, and
the US approaches and methods which will be preferred during the execution of
its global policies.
Türkiye’s defence and security policies regarding NATO and ESDP are
analyzed at the end of the study.
108