soĞuk savaŞ ve sonrasi dÖnemde kİtle İmha sİlahlari …tez.sdu.edu.tr/tezler/ts00520.pdf ·...

181
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI SOĞUK SAVAŞ VE SONRASI DÖNEMDE KİTLE İMHA SİLAHLARI VE SİLAHSIZLANMA ÇABALARI YÜKSEK LİSANS TEZİ Salih ÖZGÜR TEZ DANIŞMANI Doç.Dr.Erol KURUBAŞ ISPARTA , 2006

Upload: others

Post on 09-May-2020

20 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

SOĞUK SAVAŞ VE SONRASI DÖNEMDE KİTLE İMHA SİLAHLARI VE SİLAHSIZLANMA ÇABALARI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Salih ÖZGÜR

TEZ DANIŞMANI

Doç.Dr.Erol KURUBAŞ

ISPARTA , 2006

ii

T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEZLİ YÜKSEK LİSANS

TEZ SAVUNMASI VE SÖZLÜ SINAV TUTANAĞI

İLGİ : Enstitü Yönetim Kurulu’nun ….. / ….. / 2006 Tarih ve ….. / ….. / 2006

Sayılı Kararı.

Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında ders dönemine ait Eğitim – Öğretim

Programını Başarı ile tamamlayan 0330220225 numaralı Salih ÖZGÜR’ün

hazırladığı Soğuk Savaş ve Sonrası Dönemde Kitle İmha Silahları ve

Silahsızlanma Çabaları başlıklı TEZLİ YÜKSEK LİSANS TEZİ ile ilgili TEZ

SAVUNMASI ve SÖZLÜ SINAVI Lisansüstü Öğretim Yönetmeliği’nin 24’ncü

maddesi uyarınca 09/ 06 / 2006 günü saat 10 ; 30’da yapılmış ; sorulan

sorular ve alınan cevaplar sonunda adayın tez savunmasının KABULÜNE /

REDDİNE / DÜZELTME SÜRESİ VERİLMESİNE , OYBİRLİĞİ İLE /

OYÇOKLUĞUYLA karar verilmiştir.

SINAV JÜRİSİ

BAŞKAN ÜYE ÜYE Erol KURUBAŞ Timuçin KODAMAN Muharrem GÜRKAYNAK Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr.

iii

ÖZET

20 yüzyıl,içerisinde yaşanan iki dünya savaşı ve bu savaşların

yıkıcılığı nedeni ile tarih sahnesinin insanlık adına yaşanan en acımasız

yüzyılı olma özelliğini taşımaktadır.İnsanları öldürmenin maliyeti,silah

teknolojisinde yaşanan gelişmeler ile birlikte bu yüzyıl içerisinde sürekli bir

artış eğilimi göstermiştir.Bireylere yönelen basit çalışma prensipli silahlardan,

kitleleri imha etmeyi amaçlayan ileri teknoloji ürünü ve yüksek maliyetli

silahlara doğru kısa zamanda uzun sayılabilecek bir yol kat edilmiş ve

günümüz itibariyle de geri dönülemez bir noktaya

gelinmiştir.Çalışmamızda,bu noktadan hareketle,kitle imha silahları kavramı

ve buna bağlı olarak gelişen silahsızlanma süreci incelenmiş ve bu bağlamda

gelecekte belirebilecek tehditler ortaya konmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler : Kitle İmha Silahları , Silahsızlanma , Nükleer Silahlar ,

Kimyasal Silahlar , Biyolojik Silahlar.

iv

ABSTRACT

20th Century , in which occured two world wars , is the most merciless

century of human history because of their’s devastating destruction.Financial

cost of the rivalvality of wars has showed an increasing manner during this

century due to develeopment in weapons’ (war) technologies.A long way has

been paced from basic İndividual weapons to hi-tech mass destruction

weapons and reached to irreversible point today.İn this study , it had been

searched the term of weapons of mass destruction and the process of non-

proliferarion studies that evolving according to this.Finally we tried to present

the risks that will be faced with in the future.

Key Words : Weapons of Mass Destruction , Non-Proliferation , Nuclear

Weapons , Chemical Weapons , Biological Weapons .

v

İÇİNDEKİLER İçindekiler v Kısaltmalar ix Giriş 1

BİRİNCİ BÖLÜM KİTLE İMHA SİLAHLARI

1.1.Kavramın İçeriği ve Niteliği 3

1.2.Nükleer Silahlar 5

1.2.1.Nükleer Silahların Ortaya Çıkışı 5

1.2.2.Nükleer Silah Sahibi Olmanın Yolları 8

1.2.3.Ülkelerin Nükleer Gücünün Çeşitliliği 11 1.2.4.Nükleer Silahlarla Sağlanan Gücün Niteliği 12

1.2.5.Nükleer Silahların Etkileri 15

1.3.Kimyasal Silahlar 19

1.3.1.Kimyasal Silah ve Maddelerinin Tanımı 19

1.3.2.Kimyasal Silahların Tarihi Gelişimi 20 1.3.3.Kimyasal ve Nükleer Silah İlişkisi 26

1.3.4.Bir Başka Sorun : Kimyasal Silahların Elde Bulundurulması ve

İmhası 27

1.4.Biyolojik Silahlar 29

1.4.1.Biyolojik Silahların Tanımı 29

1.4.2.Biyolojik Silahların Tarihsel Gelişimi 31

1.4.3.Biyolojik Silahların Tercih Edilme Sebepleri 32

1.4.4.Günümüzde Biyolojik Silahlar 34

İKİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI POLİTİKA AÇISINDAN KİTLE İMHA SİLAHLARININ

ÖNEMİ VE ETKİLERİ 2.1.Kitle İmha Silahlarına Sahip Olma Açısından Öne Çıkan Devletler ve

Uluslararası Konumlarına Etkileri 37

2.1.1.Süper Güçler 47

2.1.1.1.ABD 47

2.1.1.2.Rusya 53

2.1.2.Büyük Güçler 55

vi

2.1.2.1.Çin 55

2.1.2.2.Fransa 58

2.1.2.3.İngiltere 61

2.1.3.Nükleer Güç Olma Yolunda İlerleyen Devletler 62

2.1.3.1.Hindistan 62

2.1.3.2.Pakistan 63

2.1.3.3.İsrail 64

2.1.4.Nükleer Güç Olmak İsteyen Devletler 67

2.1.4.1.İran 67

2.1.4.2.Kuzey Kore 69

2.1.4.3.Libya 70

2.2.Uluslararası Terörizmin Geleceğinde Kitle İmha Silahlarının Kullanılma

Tehdidi 72

2.2.1. Kitle İmhasına Yönelen Terörizm 72

2.2.2. Uluslararası Terörizmin Olası Yeni Türleri 75

2.2.2.1. Nükleer Terör 75

2.2.2.2. Kimyasal Terör 82

2.2.2.2. Biyolojik Terör 86

2.3.Kitle İmha Silahları ile Doğal Kaynaklar ve Çevreye Yönelebilecek

Tehditler 88

2.3.1.Kitle İmha Silahları ile Doğal Kaynaklar ve Çevreye Yönelik

Olarak Yapılabilecek “Terör Saldırıları Tehdidi” 88

2.3.2.Nükleer Altyapıya Sahip Olan Devletlerdeki “Atık ve Kaza

Tehdidi” 91

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KİTLE İMHA SİLAHLARI REKABETİNİN BAŞLANGICINDAN GÜNÜMÜZE KADAR GELİŞTİRİLEN STRATEJİLER

3.1.Soğuk Savaş Dönemi Başlangıcında Kitle İmha Silahlarının ve Bunlara

Dayalı Stratejilerin Geliştirilmesini Zorunlu Kılan Uluslararası Ortam ve

Yapısı 98

vii

3.2.Kitle İmha Silahları Rekabetinin Tehlikeli Dönemeçleri 103

3.2.1.Kore Savaşı 103

3.2.2.Küba Füze Krizi 105

3.2.3.Avrupa Füzeler Krizinin Sonucu : INF Antlaşması 107

3.2.4.Stratejik Savunma Girişimi ya da Yıldız Savaşları 109

3.3.Kitle İmha Silahlarına Dayalı Olarak Geliştirilen Stratejiler 110

3.3.1.Genel Stratejiler 111

3.3.1.1.Nükleer Savaşları Engelleme Stratejisi : Tırmanma 111

3.3.1.2.Caydırıcılık 112

3.3.2.NATO “veya ABD” Stratejileri 114

3.3.2.1.Sınırlı Savaş 114

3.3.2.2.Kitlesel Mukabele 116

3.3.2.3.Esnek Mukabele 118

3.4.Bir Dış Politika Aracı Olarak “Silahsızlandırma” Stratejisi ve Kitle İmha

Silahları 120

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KİTLE İMHA SİLAHLARI KONUSUNDA SİLAHSIZLANMA / DENETİM

ÇABALARI 4.1. Kitle İmha Silahlarının Denetimi Konusunda Faaliyet Gösteren

Kuruluşlar 122

4.1.1.Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Departmanı (DDA-Department

for Disarmament Affairs) 123

4.1.2.Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA-International Atomic

Energy Agency) 125

4.1.3.Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW –

Organization for the Prohibition of Chemical Weapons) 127

4.2.Kitle İmha Silahları ve İlgili Malzeme ve Teknolojiler ile Bunların Fırlatma

Vasıtalarının Yayılmasının Önlenmesine Yönelik İhracat Kontrol Rejimleri

4.2.1.Wassenaar Düzenlemesi 129

4.2.2.Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi 130

4.2.3.Avustralya Grubu 132

4.2.4.Nükleer Tedarikçiler Grubu 134

viii

4.2.5.Zangger Komitesi 135

4.3.Günümüze Kadar Olan Süreçte Kitle İmha Silahları Konusunda Yapılan

Önemli Antlaşmalar

4.3.1. Çok Taraflı Anlaşmalar 136

4.3.1.1.Antarktika Antlaşması 136

4.3.1.2.Ay ve Gök Cisimleri Dahil Dış Uzayın Araştırılması ve

Kullanımında Devletlerin Çalışmalarını Yönlendirmeye

İlişkin Antlaşma 137

4.3.1.3.Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi

Antlaşması (Nuclear Nonproliferation Treaty-NPT) 137

4.3.1.4.Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması

Anlaşması

139

4.3.1.5.Kimyasal Silahlar Konvansiyonu ( The Chemical

Weapons Convention ) 141

4.3.1.6.Biyolojik ve Zehirli Silahlar Konvansiyonu (The

Biological and Toxin Weapons Convention ) 144

4.3.2. İki Taraflı Anlaşmalar 147

4.3.2.1.Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Atında Nükleer

Denemeleri Yasaklayan Antlaşma 147

4.3.2.2.Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri

(Strategic Arms Limitation Talks – SALT I, SALT II ) 149

4.3.2.3.Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Görüşmeleri

(Strategic Arms Reduction – START I , START II) 152

SONUÇ 155

KAYNAKÇA 158

EKLER 167 EK-1 167 ÖZGEÇMİŞ 169

ix

KISALTMALAR a.g.e. : adı geçen eser

a.g.m. : adı geçen makale

a.g.r. : adı geçen rapor

a.g.t. : adı geçen tez

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

ABM : Füzesavar Füze Sistemi

AG : Avustralya Grubu

BM : Birleşmiş Milletler Örgütü

DDA : Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Departmanı

DIA : Amerikan Savunma İstihbarat Ajansı

GLCM : Karadan Atılan Cruise Füzeleri

IAEA : Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu

ICBM : Kıtalar Arası Balistik Füze

INF : Orta Menzilli Nükleer Füzeler

OPCW : Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü

MIRV : Bağımsız Olarak Hedefe Yöneltilebilen Çok Başlıklı Füze

MTCR : Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi

NATO : Kuzey Atlantik Paktı

NDYA : Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması

NPT : Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması

NSC : Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi

NSG : Nükleer Tedarikçiler Grubu

SALT : Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri

SDI : Stratejik Savunma Girişimi

SLBM : Denizaltılardan Atılan Balistik Füzeler

SSBN : Nükleer Güçlü Denizaltılar

SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

START : Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Görüşmeleri

WHO : Dünya Sağlık Örgütü

WCO : Dünya Gümrük Organizasyonu

ZAC : Zangger Komitesi

1

GİRİŞ

20 yüzyıl,içerisinde yaşanan iki dünya savaşı ve bu savaşların

yıkıcılığı nedeni ile tarih sahnesinin insanlık adına yaşanan en acımasız

yüzyılı olma özelliğini taşımaktadır.İnsanları öldürmenin maliyeti,silah

teknolojisinde yaşanan gelişmeler ile birlikte bu yüzyıl içerisinde sürekli bir

artış eğilimi göstermiştir.Bireylere yönelen basit çalışma prensipli silahlardan,

kitleleri imha etmeyi amaçlayan ileri teknoloji ürünü ve yüksek maliyetli

silahlara doğru kısa zamanda uzun sayılabilecek bir yol kat edilmiş ve

günümüz itibariyle de geri dönülemez bir noktaya gelinmiştir.

Tarih boyunca dünya egemenliğine ya da en azından başatlığına

yönelen devletlerin,bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için güçlerini sürekli

şekilde arttırma ve diğerleri üzerinde caydırıcı hale getirme çabasında

bulundukları bilinmektedir.Bilinen bir başka şey ise,bunu sağlamanın en kısa

yolunun devletlerin silahlanmasından geçtiğidir.Ancak günümüz itibariyle

gelinen noktada,silahlanmanın aşırı boyutlarda gerçekleştiğini

söyleyebiliriz.Öyle ki sahip olunan silahların birçoğunun kullanım alanı

kalmamıştır.Çünkü kullanıldıkları takdirde sadece yok edilmek istenen

düşmanı değil,tüm dünyayı etkileyebileceklerdir.Bu bağlamda kastettiğimiz

silah kavramı,nükleer,biyolojik ve kimyasal olanları içermektedir.Genelde

kullanılan adıyla “kitle imha silahları”.

Kitle imha silahları,“uzun süren savaşları kısaltmak için”,teknolojinin de

yardımıyla insanların geliştirdiği ve sadece yıkıcı değil aynı zamanda tümden

yok etme özelliğine sahip silahlardır.İcat edildiklerinden bu yana isimleri bile

korkuyla anılır olmuştur.Kitle imha silahları,uluslararası alanda prestij

sağlama,gücünü perçinleme ve caydırıcı olabilme adına her geçen gün daha

öldürücü bir seviyeye getirilmeye çalışılmıştır.Dünya barışı adına kitle imha

silahları konusundaki silahsızlanma çabaları kendi kısır döngüleri içinde

devam etmektedir.Ancak bu tür silahları içtenlikle ve inanarak üreten

devletler,söz konusu olan silahların sınırlandırılması,kontrolü veya yok

edilmesi olunca aynı içtenliği gösterememektedirler.Çünkü

silahsızlanma,daha az tehlikeli bir dünyaya doğru giden süreci temsil

ederken,devletler için de,varolan güçlerinin azalması ve kendilerini daha az

2

güvende hissetmeleri anlamına gelmektedir.Konuyla ilgili algılamanın bu

yönde olması kimilerince doğal,kimilerince de anlamsız olarak

karşılanmaktadır.Ancak düşünüş ne olursa olsun kitle imha silahlarının

üretimi gizli ya da açık şekilde günümüzde devam etmekte ve gelecekte de

devam edecektir.Tabi devletlerin güvenliği adına yapılan silahlanmanın

elbette bazı güvensiz durumları da ortaya çıkaracağı bir

gerçektir.Uluslararası terörizmin değişen yapısını göz önünde

bulundurduğumuzda bunu daha emin bir şekilde söyleyebiliyoruz.

Bu çalışmanın tezi : silahlanma yarışının en maliyetli ancak bir o kadar

da cazip yönünü oluşturan kitle imha silahlarının uluslararası politika alanında

devletler ve hatta ittifaklar için yadsınamaz bir önem teşkil ettiği,bu düşünce

ışığında silahsızlanma çabalarının asla “gerçek” anlamda bir silahsızlanmaya

hizmet etmediği,buna bağlı olarak da kitle imha silahlarına “ulaşılabilirlik”

durumunun günümüzde söz konusu olması ve bunun da tüm dünya için yeni

tehditlerin belirmesi anlamına geleceğidir.

Tezimizi destekler nitelikte olması açısından çalışmamızın birinci

bölümünde,kitle imha silahlarının 3 türü olan nükleer ,kimyasal ve biyolojik

silahların tarihsel gelişimleri,etkileri ve devletlerin gücüne sağladıkları

katkı,ikinci bölümde,kitle imha silahlarına sahip olan ve olmak isteyen

devletlerin bu konudaki girişimleri,kitle imha silahlarının teröristler için de

cazip olmaya başlaması,kitle imha silahları ve onların üretimi için kurulan

endüstri altyapılarının doğal kaynaklar ve çevre için tehdit

oluşturması,üçüncü bölümde,Soğuk Savaş sürecinin başlangıcını teşkil eden

zaman dilimindeki uluslararası ortamın devletleri özellikle nükleer silah

üretimine zorlaması,kitle imha silahlarına dayalı olarak geliştirilen stratejilerin

neler olduğu ve stratejilerin gelişim süreçleri,Soğuk Savaş dönemi boyunca

kitle imha silahları bağlamında yaşanmış olan önemli olaylar,dördüncü

bölümde ise kitle imha silahlarının sınırlandırılması konusunda faaliyet

gösteren önemli kuruluşlar ve ihracat kontrol rejimleri ile bu konuda yapılan

önemli uluslararası antlaşmalar incelenmeye çalışılmıştır.Ancak bu bölümde

konumuzla ilgili olmadığı için konvansiyonel silahlarla ilgili silahsızlanma

çabalarına değinilmemiştir.

3

BİRİNCİ BÖLÜM

KİTLE İMHA SİLAHLARI

1.1. Kavramın İçeriği ve Niteliği Kitle İmha Silahları ile ilgili açıklamalardan önce,kavramın ifade ettiği

anlamı irdelemeye çalışmak yerinde olacaktır.Kitle İmha Silahları,

konvansiyonel silahların defalarca kullanılması sonucunda ortaya çıkabilen

insan zayiatını sadece bir kez kullanılmaları sonucunda meydana

getirebilen,bununla beraber konvansiyonel silahların oluşturamadığı saldırı

sonrası olumsuz etkileri de bulunan silahlar olarak tanımlanabilirler.II nci

Dünya Savaşında müttefiklerin iki gün süren 1400 bombardıman uçağı sortisi

sonunda 130.000 ila 200.000 kişiye zayiat verdirilmiştir.1 Buna karşılık,

Hiroşima'ya atılan tek bir atom bombası 68.000 kişiyi öldürmüş, 76.000 kişiyi

ise yaralamıştır.2 İstanbul üzerinde patlatılacak 1 megatonluk bir hidrojen

bombasının yaklaşık 470.000 kişiyi öldürebileceği ve 630.000'den fazla kişiyi

de yaralayabileceği söylenebilir. 3

Yukarıdaki referanslar birbiri ile mukayese edildiğinde, bir tek kitle

imha silahının yüzlerce,hatta binlerce,yüksek patlama gücüne sahip

konvansiyonel mühimmattan daha fazla tahrip gücüne sahip olduğu gerçeği

ortaya çıkmaktadır.4 Bu haliyle Kitle imha silahları,konvansiyonel mühimmatla

mukayese edildiğinde muazzam tahrip ve zayiat verdirme gücüne sahip nük-

leer, biyolojik ve kimyasal silahlardır.

Amerika Birleşik Devletleri tarafından Aralık 1997’de yapılan

"Transforming Defense, National Security in the 21th Century" konulu panele

ait raporun sözlük kısmında ise kitle imha silahları şu şekilde tarif

edilmektedir ; "Kitle imha Silahları, genellikle kimyasal, biyolojik, nükleer

1 A.Serdar Erdurmaz , Orta Doğu’daki Kitle İmha Silahları ,Silahların Kontrolü ve Türkiye , Ümit Yayıncılık , Ankara 2003 , s.27. 2 Samuel Glasstone , Philip Dolan ,The Effects On Nuclear Weapons , US Defence and US Department of Energy Press , Washington DC 1977 , s.1. , Kitaba elektronik ortamda ulaşmak için bkz. , <http://www.cddc.vt.edu/host/atomic/nukeffct/#EONW77> , (05.03.06)

3 US Congress , Proliferation of Weapons of Mass Destruction ; Assessing the Risks , US Government Printing Office , Washington DC 1993 , s.57. 4 Erdurmaz , a.g.e. , s.27.

4

silahlar ve bunları taşıma kabiliyeti olan füzeleri ifade eder. Bazı durumlarda

radyolojik silahlar da dahil edilir".5 ABD eski Başkanı William B. Clinton

tarafından kitle imha silahlarının imhasına ilişkin 1994 yılında vermiş olduğu

12938 sayılı direktifle ilgili yayımlanan bir basın bildirisinde " .... Nükleer,

biyolojik ve kimyasal silahların (kitle imha silahları) ve bu silahları atma

vasıtalarının yayılması... " şeklindeki ifade yer almış ve kitle imha silahlarının

hangi tür silahları kapsadığı açıkça belirtilmiştir . ABD Silahlı Kuvvetleri

Kimya Okulu tarafından yayımlanan,‘’FM 3-100 Kimya Birliklerine Ait

Talimname’’ de, "Kitle imha silahları kullanımı veya kullanma tehdidi sonunda

büyük ölçüde zayiata , kirlenmeye sebep olabilecek, harekatın hedeflerini,

safhasını ve harekat istikametini değiştirmeye neden olacak silahlardır"

şeklinde tanımlanmaktadır.6

Bu tanımlar ışığında kitle imha silahlarını 3 gruba ayırabiliriz ; (i)

Nükleer Silahlar,(ii) Biyolojik Silahlar,(iii) Kimyasal Silahlar.

Bu sınıflandırmaya Radyolojik Silahlar da dahil edilebilirdi ancak bu

silahlar,nükleer olanların,sadece radyasyon etkisi ile insanlara zayiat

verdirmesi hedeflenen bir türü olduğu için,nükleer silah kategorisinde

değerlendirilmektedirler. Her ne kadar Körfez Savaşı öncesi Irak'ın radyolojik

silah elde etmek için çalıştığına dair deliller olduğunu iddia eden raporlar

mevcutsa da,halen radyolojik silahların mevcut olmadığı düşünülmektedir.7

Dünya devletlerinin aynı anda , kitle imha silahlarının üç türüne de

sahip olması oldukça zordur.Ancak Soğuk Savaşın bir getirisi olarak,bazı

devletler bu imkana kavuşmuşlardır.Hal böyle olunca uluslararası alanda iki

rakip kutup kendiliğinden belirmektedir : Kitle imha silahlarına sahip olanlar

ve olmayanlar.Sahip olmayanlar da kendi içlerinde ikiye ayrılabilir : Sahip

olmaya çalışanlar ve bu tür bir girişimde bulunmayanlar.Devletlerin bu

öldürücü gücü yüksek silahlara sahip olma nedeni genelde güvenlik

endişelerine dayandırılmaktadır.Ancak bu derece önemli bir güç,güvenlik

endişelerini gidermek bir yana,var olanlara yenileri eklemektedir.

5 Erdurmaz , a.g.e. , s.28. 6 US Army Chemical School , FM 3-100/MCWP 3-3.7.1 Chemical Operations Principles and Fundamentals , Washington DC , May 1996 , Preface , Kitaba elektronik ortamda ulaşmak için bkz. <http://www.globalsecurity.org/wmd/library/policy/army/fm/3-100/index.html > , (16.01.06) 7 Erdurmaz , a.g.e. , s.28.

5

Kullanıldıklarında etkilerinin ne olabileceğini anlayabilmek açısından,BM’nin

yaptığı bir çalışmanın sonuçlarına değinmek önem arz etmektedir.Stratejik bir

bombardıman uçağı ile atılan nükleer,kimyasal ve biyolojik silahların nispi

etkileri şöyle değerlendirmiştir :

"Bir megatonluk bir nükleer bomba 300 kilometrelik bir alan içinde

korunmasız halkın yüzde doksanını öldürür.15 tonluk bir kimyasal silah 60

km'lik bir alandaki halkın yüzde ellisini öldürebilir. 10 tonluk bir biyolojik silah

100.000 km'lik bir alandaki halkın yüzde yirmi beşini öldürür ve yüzde ellisini

hastalandırır." 8

Genel bir fikir vermesi açısından yapılan değerlendirmelerden sonra,

uluslararası politika için önem arz eden kitle imha silahlarının türlerinin

incelenmesine geçilebilir.

1.2. Nükleer Silahlar 1.2.1. Nükleer Silahların Ortaya Çıkışı 1933 yılında Almanya’da iktidara gelen III ncü Reich hükümeti,Versay

Antlaşmasını geçersiz saymış,Alman ordusunun itibarını iade ederek ülke

içinde bozulmuş olan nizamı düzeltmiş ve milli birliği sarsılmaz bir güce

eriştirmiştir.9 Almanya’da bu gelişmeler yaşanırken,I nci Dünya Savaşı’nın

galibi olan devletlerin bu gelişmeleri ciddi anlamda önemsedikleri

söylenemeyeceği gibi uzun yıllar daha Almanya’nın uluslararası politika

alanında bir “taraf” olarak boy göstermesinin mümkün olmadığı konusunda

da hemfikir olmuşlardır.Ancak Almanya,bir ulusun güçlü olma adına ihtiyacı

olan her türlü gereği,1938 yılı itibarı ile tamamlamış bulunmaktaydı.

Almanya’nın ve doğal olarak da bütün dünyanın savaşa hazırlandığı

bu zaman diliminde,fizik ve kimya Profesörü Otto Hahn,Kayzer Wilhelm

Enstitüsü’nde yaptığı deneyler esnasında uranyum atomunu,nötronlarla

8 Erdurmaz , a.g.e. , s.29. 9“1935 yılından itibaren ise , politika alanındaki cüretli ve kesin atılımlarla dost,düşman bütün devletlerin dikkatlerini Almanya üzerine çekebilmiş ve nihayet 1938 yılında Almanya , siyasi başarılarının doruğuna ulaşmıştı.Lakin her şeye rağmen Almanya’nın , sonu dehşet verici korkunç bir harbe hızla yaklaşmakta bulunduğu da , aynı derecede dikkatleri çekmekteydi…” , Levon Panos Dabağyan , Pearl Harbor’dan Hiroşima’ya (1941-1945) , Kum Saati Yayıncılık , İstanbul 2004 , s.291. , Versay Antlaşmasının getirdikleri , II nci Dünya Savaşının nedenleri , Hitler’in saldırganlığı ve Almanya’nın yayılmacı emelleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. , Mustafa Aydın , “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye” , Türk Dış Politikası , Kurtuluş Savaşından Bugüne , Olgular , Belgeler, Yorumlar , Editör : Baskı Oran , İletişim Yayınları , İstanbul 2001 , s.399-409.

6

bombalayarak parçalamayı başarmıştır.Günümüzde “atomun babası” olarak

da bilinen Hahn,elde ettiği buluşun savaş alanlarında bir silah olarak

kullanılabileceğini değerlendirerek,çalışmalarını gizli tutmaya çalıştığı

bilinmektedir.10 Ancak mesai arkadaşlarının sayesinde,bu buluşun gizli

tutulması gerçekleşmemiştir.Albert Einstein’a kadar uzanan buluşun sırları,

Amerikan Başkanı Roosevelt’e,yine Einstein tarafından yazılan bir mektupla

bildirilmiş ve bu konuda ilgili bilim adamlarının çalışmaları için mali yardım

istenmiştir.Mektupta yazılan bazı cümleler şunlardır11 :

“ Sayın Başkan,Enrico Fermi ve Leo Szilard’ın çalışmaları uranyumun

yakın gelecekte önemli bir enerji kaynağı olabileceğine beni inandırmıştır.Bu

buluş çok kudretli bombaların yapımına yol açabilir.Nazilerin bu konuda

çalışmaları olduğu hakkında elimde bilgiler var.Amerika onlardan önce

davranmak zorundadır.Aksi halde medeniyet yok olacaktır.”

Mektupta belirtildiği gibi Nazilerin böyle bir çalışmadan asla haberdar

olmadığı bilinmektedir.Bu girişimi,ihtiyaç duyulan mali desteği sağlamak

adına atılmış bir adım olarak değerlendiriyoruz.Çünkü bu yöndeki çabalar

sonuçsuz kalmamış ve Başkan Roosevelt,talepte bulunulan mali yardım

konusunda özel bir fon oluşturulması emrini vermiştir.Ancak üretilen silahların

ilk ikisinin kullanım onayı,kendisinin ölümünden sonra başkan seçilen

Truman tarafından verilmiştir.

Nükleer silahlar ilk defa,II nci Dünya Savaşı sırasında , yukarıda

anlatılan gelişmelerin akabininde,Amerika Birleşik Devletlerinde Manhattan

Projesi adı ile bilinen bir program çerçevesinde,iki türde üretilmiştir12 ;

(i) Bunların birincisi plütonyumlu atom bombasıdır ve ilk kez 16

Temmuz 1945 yılında Alamogordo/Amerika’da denenmiştir.

10 “… Hahn , atak ve gözü kara bir karaktere sahip olan Hitler’den buluşunu gizlemek için ant içti.Profesör Hahn , diğer meslektaşlarından da bu hususta söz aldı. “Şayet , Führer buluşum hakkında bilgi sahibi olursa kendimi öldürürüm” diyordu. Ancak Yahudi asıllı mesai arkadaşı ve fizik profesörü olan Lise Meitner onunla aynı fikirde değildi.Meitner , zaman kaybetmeden bu buluşun sırlarını , Amerika’daki Kolombiya Üniversitesinde görevli bir başka Yahudi asıllı fizik profesörü olan Leo Szilard ’a ulaştırmayı başardı.Buluş üzerinde çalışmaya başlayan Szilard , İtalyan bilim adamı Enrico Fermi’ nin de yardımıyla , oluşturulabilecek yeni bir silah türü keşfettiklerinin de farkına varmıştı.”, Dabağyan , a.g.e. , s.292. 11 Mektubun İngilizce orijinal metni için bkz. , Yılmaz Dikbaş , İsrail’in Nükleer Silah Cephaneliği , Asya Şafak Yayınları , İstanbul 2006 , s.211-212. 12 Faruk Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler Sözlüğü , Der Yayınları , İstanbul 2000 , s.65.

7

(ii) İkincisi uranyumlu atom bombasıdır ve denemesi bile

yapılmadan 6 Ağustos 1945 yılında Hiroşima/Japonya’ya karşı

kullanılmıştır.Atılan uranyumlu atom bombası şehrin büyük bir bölümünü

yerle bir ederken ilk anda yaklaşık 68 000 , kısa bir süre sonrasında da 200

000 civarında insanın ölümüne sebep olmuştur.Bu tarihten üç gün sonra yani

9 Ağustos 1945 ‘de,denemesi yapılmış olan plütonyumlu atom bombası

Nagazaki/Japonya’ya karşı kullanılmış ve Hiroşima’dakine benzer bir yıkım

daha gerçekleşmiştir.

Amerikan nükleer teknolojisi,bu tecrübelerinin ardından tereddüt

etmeden,daha karmaşık ancak daha hafif,daha güçlü ve daha etkili silahların

dizaynına başlamıştır.Başkan Truman’ın onayı ile,“ilkel” Fat Man ve Little

Boy 13,geliştirilmeye başlanmış ve sonuç itibari ile termonükleer silahlar icat

edilmiştir.Bir fizyon aletinin,termonükleer reaksiyon oluşturabilmek adına tüm

koşulları sağlayabildiği tespit edilmişti .14 Yine başkan onaylı,Ivy Operasyonu

ile ‘’Myke’’ yani hidrojen bombasının ilk ve iki basamaklı çalışma prensibine

sahip versiyonu 1 Kasım 1952’de denenmiştir.15 Daha sonra hidrojen

bombası olarak isimlendirilecek olan bu silahın tek basamaklı çalışma

prensibine sahip versiyonu 31 Ekim 1952’de Amerika tarafından

denenmiştir.16

Beklenenden daha da erken olarak,1949 yılında Sovyetler Birliği ilk

nükleer denemesini gerçekleştirmiştir.Üç yıl sonra,1952’de İngiltere nükleer

testlere başlamış,1960 yılında Fransa,1964 yılında Çin nükleer silaha sahip

olmuştur.17 Böylece,tüm dünyaya etki edecek olan nükleer silahlar,belki de

bir daha yok olmamak üzere,uluslararası ilişkiler sahnesindeki yerini almıştır.

BM Güvenlik Konseyi’nin de daimi üyeleri olan 5 ülke,‘’Yasal Olarak Nükleer

Silaha Sahip Ülkeler’’18 olarak kabul edilmektedir.Bunların dışında nükleer

13 II nci Dünya Savaşında kullanılan atom bombalarının isimleri. 14 “Nuclear Weapon Design” , s.1. , www.fas.org./nuke/intro/nuke/design.htm , (28.01.06) 15 a.g.m. , s.1. 16 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … , s.350. 17 Faruk Sönmezoğlu , Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi , Filiz Kitabevi , İstanbul 2000 , s.450. 18 BM nezdinde kabul edilen beş nükleer devlet vardır.Bunlar ABD,Rusya,İngiltere,Fransa ve Çin’dir.Sadece bu beş devletin yasal olarak nükleer statüde kabul edilmesi Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasına dayandırılmaktadır.İmzalayan devletlerin tamamı bu durumu kabul etmiş sayılmaktadır.Anlaşma başka hiçbir devlete nükleer silah geliştirme izni vermemektedir. ,

8

silah programı yürüten tüm ülkelerin çalışmaları uluslararası alanda yasal

olarak kabul edilmemektedir.Ancak bu durum,söz konusu silahlara olan ilgiyi

diğer devletler için beklenenin aksine azaltmamış daha da arttırmıştır.

Nükleer silahların geliştirilmesi,silahların ateş gücünde ve tahrip

yeteneğinde önemli bir devrim yaratmıştır.Ancak ilk atom bombaları ile

kıyaslandıklarında,daha önemli bir devrimi hidrojen bombalarının

gerçekleştirdiği söylenebilir. 1945 yılında kullanılan ilk iki atom bombası 15 -

20 kilo tonluk tahrip gücünde ( 15 000 - 20 000 ton T.N.T.) olup,her biri beş

ton civarında ağır idiler.19 Bugün oldukça küçümsenen bu patlama gücünün,

75 mm.lik 4 milyon topun salvosuna eşit olduğunu hatırlamak,II nci Dünya

Savaşı’nın başı ile sonu ve savaştan sonraki teknolojik sıçramaları anlatmak

bakımından önem arz etmektedir.20 Nükleer bombaların tahrip gücü 1945

yılından bu yana baş döndürücü bir hızla artmıştır.O kadar ki,kullanılan ilk iki

atom bombası artık “konvansiyonel”21 silah sınıfına dahil

edilebilmektedir.Çünkü 1970 yılına gelindiğinde,ilk atom bombalarının 1000

katı gücünde ve onlarla aynı ağırlıkta olan,günümüzde ise 6500 katı gücünde

ve daha hafif olan nükleer silahlar yapılmıştır.22

1.2.2.Nükleer Silah Sahibi Olmanın Yolları Genel bir kural olarak,nükleer silahlarla ilgili fizyon malzemeleri ve

teknolojileri daha kolay bulundukça,nükleer silaha sahip olmanın da

kolaylaştığı söylenebilir. Nükleer silah sahibi olmak isteyen devletler,belirli

koşullar altında nükleer silahları satın alabilir,üretimi için gerekli bilgiyi

“Nuclear Weapons : Who Has Nuclear Weapons” , s.1. , www.comeclean.org.uk/articles.php?articleID=22 , (05.03.06) 19 Mehmet Gönlübol ,Uluslararası Politika , İlkeler-Kavramlar-Kurumlar , Siyasal Kitabevi , Ankara 2000 , s.175. 20 a.g.e. , s.175. 21“Konvansiyon , üzerinde anlaşmaya varılmış demektir , bu silahların ise silah olup olmadıkları konusunda askeri literatürde ve genel ahlak kavramları çerçevesinde bir anlaşma yoktur.Yani bir nükleer silahın veya kimyasal bir silahın gerçekten silah olup olmadığı hakkında bir anlaşma sağlanamadığı için bunlar konvansiyonel olmayan silahlar olarak anılmaktadır.Anlaşma olmamasının sebebi savaşın da kendine göre bir hukukunun , ahlaki ve etik değerlerinin olmasıdır.Örneğin bir hastaneye ateş edilmez,bombalanmaz,sivillere kasıtlı bir şekilde ateş edildiğinin ortaya çıkması durumunda savaş suçları olarak tabir edilen suçlar oluşur.Oysa nükleer , kimyasal ve biyolojik silahlar kullanıldığı zaman ;hastane,sivil,genç,çocuk,kadın,yaşlı,canlı,cansız hiçbirini ayırt etmeden ve hepsi aynı etkiyle vurulmaktadır.Dolayısıyla bu silahların üzerinde “silah mıdır,değil midir?” diye süren ayrı bir tartışma vardır ve bu yüzden bunlar ayrı bir kategoridedir.” , Yavuz Cankara , Yeni Oyun, İran’ın Nükleer Politikası , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul 2005 , s.23. 22 a.g.e. , s.20.

9

çalabilir veya kendi nükleer silahlarını üretmek için gerekli adımları da atabilir.

Nükleer silahların temel maddesi konumundaki plütonyumu elde etmek zor

ve pahalı bir işlevdir. Ancak günden güne,bu ürünün yanlış ellere geçmeye

başladığı da bilinmektedir.23

Devletler kendi nükleer silahlarını yapmak için gizliliği ya da açıklığı

tercih edebilmektedirler.Ancak gizlice yapılan bir yerli nükleer silah yapım

programının açıkça yapılanlara göre daha pahalıya mal olacağı bilinmesine

rağmen,uluslar arası incelemeye tabi tutulabileceğinden,açıkça bu silahlara

sahip olma girişimleri fazla tercih edilmemektedir.Sahip olma yollarından

hangisi seçilirse seçilsin,başarılı bir nükleer programın önünde bir kaç tane

teknik engel vardır 24 ;

(i) Her nükleer silahtaki zincirleme reaksiyonu oluşturacak süper

kritik kütle için gerekli,yeteri kadar füzyon malzemesi bulunması,

(ii) Bu kütleyi saniyeden çok az bir zamanda patlatacak

mekanizma/mekanizmaları bir araya getirecek silah tasarımı,

(iii) Seçilecek ulaştırma yöntemine göre (Örneğin; füze, savaş uçağı

gibi) uygun boyut ve aerodinamik yapıda bir cihaz inşa edilmesi.

Bu teknik engelleri aşabileceğine inanan devletler veya başka güç

odakları,aşağıda belirtilen hususları sırasıyla yerine getirebilirlerse,nükleer

silaha ve kullanma yetisine sahip olabilmektedirler.25 Öncelikle nükleer silah

malzemesinin elde edilmesi gerekmektedir ki bu da;uranyum cevherinin

madenden çıkarılması ve sarı un ya da diğer uranetler biçiminde konsantre

uranyum öğütülmesi işlemlerini kapsamaktadır.Uranyum – 234 tabanlı

silahların malzeme edinimi için gerekli işlem basamakları;uranyumun yüksek

uranyum – 235 seviyesinde zenginleştirilmesi,zenginleştirilmiş uranyum

ürününün uranyum metaline dönüştürülmesidir.Plütonyum tabanlı silahların

23“ABD Adalet Bakanı ve Başsavcısı J.Ashcroft , 8 Mayıs 2002 tarihinde Pakistan’dan gelip Chicago havalimanında tutuklanan Hose Padilla adıyla bilinen Abdulla El Macahir’in El Kaide’nin talimatı ile radyoaktif kirletici bir bombayı patlatmaya hazırlanmakta olduğunu bildirdi.Saldırının hedefi Washington olacaktı… El Kaide’nin radyolojik bomba imal etme girişimlerinde bulunduğunu Bin Ladin’in Afganistan’da esir alınan komutanlarından Abu Zubeyd’in sorgusunda elde edilen bilgiler ışığında ABD Savunma Bakanı D.Rumsfeld daha 2002 Nisanında açıklamıştı…” , Yevgeniy Primakov, 11 Eylül ve Irak’a Müdahale Sonrası Dünya , Doğan Ofset Yayıncılık ve Matbaacılık A.Ş. , İstanbul 2004 , s.25. 24 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://nuclearweaponarchive.org , (05.03.06) 25 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.cddc.vt.edu/host/atomic/nuketech/smyth02.html , (05.03.06)

10

malzeme edinimi için söz konusu olan işlem basamakları ise;metal ya da

oksit şeklinde plütonyum yakıtının üretilmesi,reaktör yapımı ve

işletilmesi,plütonyum metali elde etmek için kullanılmış yakıtı yeniden

işlenmesi,plütonyum ürününü plütonyum metaline dönüştürülmesinden

ibarettir.

Gerekli malzemeler elde edildikten sonra silah üretim aşamasına

geçilebilmektedir ki bu aşamada yapılması gerekenler şunlardır : fizyon

nüvesinin tasarımı ve üretimi,nükleer olmayan kısımların tasarımı ve üretimi

(kimyasal patlayıcılar,parlatıcılar,ateşleme sistemi,nötron başlatıcısı,reflektör,

vs.),silahın bir bütün olarak monte edilmesi,silahın denenmesi ve

kullanılması,fizik testleri,ulaştırma sisteminin kullanılması ve savaş başlığı ile

uyumlu hale getirilmesi,silahların nakliyesi ve depolanması,kullanım için

gerekli doktrinlerin geliştirilmesi ve eğitimin verilmesi.

Dünyada nükleer reaktörler tarafından yakıt olarak kullanılan az

zenginleştirilmiş uranyum,çok zenginleştirilmiş uranyum elde etme işlemini

hızlandırmak için kullanılabilir.26 Sivil nükleer reaktörler de,işlemlerinin normal

bir parçası olarak uranyum yakıtlarının bir kısmını plütonyuma

çevirmektedirler.27 Kullanılmayan uranyum yakıtını ve radyoaktif yan

ürünlerini tekrar işleme yoluyla elde edilen plütonyum da reaktörlerde

yeniden kullanılmasının yanı sıra nükleer silah yapmak için de kullanılabilir.28

Bu,IAEA’nın29 (International Atomic Energy Agency - Uluslararası Atom

Enerjisi Kurumu) yeniden katı bir nükleer güvenlik politikası izlemesinin esas

nedenidir.30

Yeniden işleme yoluyla elde edilen plütonyumun silah yapım

programlarında kullanılmasını,uranyum veya plütonyum silahları için yeteri

kadar malzeme elde ettikten sonra ikinci adım olan silah imali,fizyon nüvesi

ile nükleer olmayan kısımların (Kimyasal patlayıcılar, patlatıcılar, ateşleme,

26 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.taek.gov.tr/ogrenci/bolum1.html , (05.03.06) 27 Vural Altın , “Nükleer Silah Nasıl Yapılır” , Bilim ve Teknik Dergisi , sayı 423 , Şubat 2003 , s.46. 28 a.g.m. , s.47. 29 IAEA : 1957 yılında BM’nin alt kurumlarından biri olarak kuruldu.Viyana’da konuşludur.132 üye ülkesi mevcuttur.Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması için faaliyet göstermektedir.Nükleer enerji kullanımıyla ilgili her türlü denetim yetkisine sahiptir. Ayrıntılı bilgi için bkz. <www.iaea.org.>, (08.05.06) 30 “Nuclear Security” , <http://www-ns.iaea.org/security/> , (05.03.06)

11

nötron başlatıcısı, reflektör, vs) tasarım, üretim ve silahın monte edilmesi

izler. 31

Nükleer bombaların temel kavramları ile ilgili gerekli teknolojik bilgiler

1940’lardan beri vardır.Günümüzde bir bomba yapmak için gerekli fizik

bilgisini gizli ve açık kaynaklardan rahatça elde etmek mümkündür.Çünkü

gelişen teknoloji ile birlikte ‘’bir şeyi’’ gizlemek neredeyse imkansız hale

gelmiştir.Daha doğru olarak ifade etmek gerekirse , gizlenildiği sanılan

hemen hemen her bilginin artık ulaşılmaz olmadığı söylenebilir.Başarılı bir

nükleer patlayıcı cihaz ya da silah tasarımı , metalürji, kimya, fizik, elektronik

ve patlayıcılar alanlarında deneyimli elemanlar gerektirmektedir.Ancak bu

elemanların yetiştirilmesi de artık zor değildir.Nükleer silah sırlarını

saklamaya çalışan devletlerde bile,yukarıda bahsedilen alanlarda personel

yetiştirmek mümkündür.İran,bugün nükleer silah yapmanın eşiğine gelmiş bir

devlet ise ( çoktan yapmış olabileceği de değerlendirilmektedir ),bunda en

büyük pay kuşkusuz Amerika’da eğitim almış bilim adamlarınındır.Ya da

Amerika’da eğitim alan bilim adamlarının ülkelerine getiremediği bazı bilgileri,

Rusya’dan,Çin’den veya Kuzey Kore’den satın almayı başaran devlet

yetkililerinindir.32

1.2.3. Ülkelerin Nükleer Gücünün Çeşitliliği Resmi olarak nükleer güç sahibi olan 5 ülke (ABD, Rusya, Çin,

Fransa, İngiltere) dışında Pakistan ve Hindistan gayri resmi nükleer güç

olarak kabul edilmekte ve bunların dışında bu yarışa dahil edilen ülkeler 3

grupta toplanmaktadır33 :

(i) Şüpheli Ülkeler : Günümüz itibari ile nükleer güce sahip olan

ancak bunu resmi olarak kabul etmeyen ülkelerdir.Örneğin ; İsrail,Kuzey

Kore.

(ii) Nükleer Güç Elde Etme Çabası İçinde Bulunmuş Ülkeler :

Başarı oranları tartışmaya açık olmakla birlikte , daha önce nükleer güç olma

adına ciddi adımlar atmış ve fakat yapılan anlaşmalarla artık nükleer silah

31 “Nuclear Security” , <http://www-ns.iaea.org/security/> , (05.03.06) 32 Cankara , a.g.e. , s.78. 33 Bu sınıflandırmanın içinde yer alan devletlerin tamamının isimleri ve nükleer güç olma adına harcadıkları çabaları görmek için bkz. <http://nuclearweaponarchive.org/Nwfaq/Nfaq7.html> , (05.03.06.)

12

üretmeyeceklerini beyan etmiş ülkelerdir.Örneğin ; Arjantin,Brezilya,Güney

Afrika,Cezayir,Tayvan,Güney Kore,Libya.

(iii) Diğer Nükleer Kapasite Sahibi Ülkeler : Nükleer silah üretimi

için değil ancak nükleer enerji elde etme adına geniş bir nükleer bilgi birikimi

sahibi ülkelerdir.İstedikleri takdirde,sahip oldukları bilgi birikimi ve altyapı

tesisleri sayesinde kolayca nükleer silah üretimine geçebilecekleri

değerlendirilmektedir.Örneğin ; Japonya,Avustralya,Kanada,Almanya.

1.2.4. Nükleer Silahlarla Sağlanan Gücün Niteliği Soğuk Savaşın başlangıcından bu yana uluslararası ilişkiler

gündeminden hiç düşmeyen,belki de bilinçli olarak düşürülmeyen nükleer

silahların,sahip olan veya sahip olmak isteyen devletler tarafından arzu

edilen bazı beklentilere tam olarak cevap verdikleri söylenemez.Başlangıçta,

bu silahlara sahip olmayan devletlerin gözünde,sahip olanlar çok güçlü bir

konumdayken zamanla,kendi özel koşullarında oluşan bir gerçek ortaya

çıkmıştır.Soğuk Savaş esnasında dahi,bloklar arasındaki güç dengesi daha

çok coğrafi konum,nüfus,teknolojik gelişmişlik,ekonomik güç ve

konvansiyonel askeri kuvvetler ile bunları istenilen yere ulaştırabilme

yeteneği gibi geleneksel güç unsurlarına dayanmış ve nükleer silahlar

sadece karşı tarafın nükleer veya konvansiyonel gücünü dengelemek için

elde tutulan bir vasıta görünümüne bürünmüştür.34 Bunun başlıca sebebi;

nükleer silahların ulaştığı gücün,yaşanmaya devam edilmek istenen bir

dünyada,kullanım alanının kalmamış olmasıdır.Konvansiyonel anlam ifade

eden güçler için kullanım alanı bu süreçte daralmamış,aksine genişlemiştir.35

İlginç sayılabilecek bu durumun somut örnekleri mevcuttur ve en

anlamlısı da eski Sovyetler Birliği,yeni Rusya’dır.Soğuk Savaşın sonunda

Sovyetler Birliği nükleer gücünü muhafaza ettiği halde,yukarıda sayılan

geleneksel güç unsurlarındaki üstünlüğünü yitirmesi sebebiyle ‘’Süper Güç’’36

olarak anılmaktan vazgeçilmiştir .

34 Nazım Altıntaş , “Nükleer Silahlanma ve Türkiye” , Silahlı Kuvvetler Dergisi , Ankara 2000 , s.9. 35 a.g.m. , s.10. 36 “Süper Güç terimini ilk kez 1944 tarihinde W.T.R.Fox “The Super – Powers : The United States Britain and the Soviet Union – Their Responsibility for the Peace” adlı kitabında kullanmıştır.Fox’a göre süper güç,büyük güç ve o gücü yürütecek yüksek hareket kabiliyetine sahip olmaktır.Yazar eserinde , ABD, Birleşik Krallık ve Sovyetler Birliğini süper güçler olarak tanımlamaktadır.” , Barış

13

Buna rağmen,Soğuk Savaşın,iki süper gücünü doğrudan karşı karşıya

getiren sıcak bir çatışmaya yol açmadan sona ermesinin arkasında,nükleer

silahların ulaştığı tahrip gücünün bulunduğunu söylemek yanlış

olmayacaktır.Bu silahlar,bahsedilen caydırıcı tahrip güçlerine ulaşmamış

olsaydı,politik açıdan çözülemeyen bazı sorunlarda her iki tarafın da askeri

güç kullanımına daha kolay başvurabileceği söylenebilirdi.

Dünya siyaseti üzerinde,var olduklarından bu yana söz sahibi olmuş iki

ülke olan Fransa ve İngiltere için de buna benzer bir durum söz

konusudur.Bu iki ülkenin nükleer güce kavuştuklarından itibaren,dünya

üzerindeki etkilerinin dikkate değer şekilde arttığını iddia etmek zordur.

Fransa ve İngiltere’nin,nükleer güce sahip olmadan önceki dünya siyasetini

etkileme unsurları,nükleer güce kavuştuktan sonra önemini yitirmemiştir,

aksine her zaman kullanılabilme potansiyelleri olması sebebi ile,önemlerinin

arttığı dahi düşünülmektedir.37 Yaşanmak istenen bir dünyada kullanım alanı

kalmadığı düşünülen nükleer silahlar,en azından bu iki ülke için,beklentilerin

çok daha aşağısında anlam kazanabilmiştir.

İsrail için de durum,Fransa ve İngiltere’ninkinden çok farklı bir görüntü

arz etmemektedir. İsrail’in Arap komşularına karşı üstünlüğü,daha çok,onun

idari ve teşkilatlanmadaki etkinliği,sosyal dayanışması ve sahip olduğu diğer

konvansiyonel güç unsurlarının etkinliğinden kaynaklanmaktadır.38

Keza,Hindistan ve Pakistan devletleri ilk nükleer denemelerini

gerçekleştirdikten sonra,uluslararası aktörler tarafından,gerçekten haklı

oldukları söylenilebilecek alanlarda bile yalnız bırakıldıkları olmuştur.39

Yukarıdaki örneklerden sonra,nükleer güce sahip olmayan iki devlet

olan Almanya ve Japonya’nın,Soğuk Savaş sonrası gelişim süreçleri

incelendiğinde ilginç sayılabilecek bir tablo ortaya çıkmaktadır.Savaşın

müsebbibi ve aynı zamanda mağlubu olmaları sebebi ile,özellikle askeri Gürsoy , Soğuk Savaştan Günümüze Asimetrik Tehdit , IQ Kültür Sanat Yayınları , İstanbul 2005 , s.15. 37 Altıntaş , a.g.m. , s.11. 38 Hikmet Erdoğdu , Büyük İsrail Stratejisi , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul 2005 , s.23. 39 “11 Eylül sürecine kadar ABD’nin de dahil olduğu birçok devletin , Pakistan ile çeşitli alanlarda işbirliği yaptığı bilinmektedir . Ancak 11 Eylül saldırıları , Pakistan’ın nükleer gücünün , uluslararası politika alanında yalnız bırakılmaması için ya da bazı şeylere zorlanmaması için , yeterli olmadığını göstermiştir.” , Lutz Kleveman , Yeni Büyük Oyun , Orta Asya’da Kan ve Petrol , Everest Yayınları, İstanbul 2004 , s.275.

14

alanda önemli kısıtlamalara tabi bırakılmışlardır. Ancak bu durum günümüz

itibari ile,iki devletin de dünya siyaseti üzerinde etkili olmalarını

engelleyememiştir.Nükleer güce sahip olmanın pahalı bedelini Almanya ve

Japonya zaten bu konularda yasaklı oldukları için,farklı güç unsurlarına sahip

olma uğruna ödemişlerdir.40 BM Güvenlik Konseyine daimi üye adaylarının

en güçlü iki tanesi yine bu iki devlettir.Ancak gözden kaçırılmaması gereken

bir konu varsa , iki devletin de şu an itibari ile sahip oldukları teknoloji düzeyi

ve zenginliği sayesinde,istemeleri halinde nükleer güce kolayca ulaşma

yeteneklerinin olduğudur.

Nihayetinde denebilir ki,nükleer güçten ziyade uluslararası politikaya

etki edebilecek en önemli unsurlardan biri,“halen daha” ileri teknoloji

kullanmak sureti ile var olan askeri gücü süratle ve etkili bir şekilde istenilen

yere,istenilen zamanda nakledebilme yeteneğidir.Bu konuda günümüz itibarı

ile ABD’nin en önemli güç olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.I nci körfez

savaşında,General Schwarzkopf’un en büyük başarısı,savaşmaktan aciz Irak

ordusunu teslim alması olmamıştır.Kendisinin de ifade ettiği gibi,esas zaferi

çok kısa bir zamanda,dünyanın dört bir yanına dağılmış olarak bulunan farklı

Amerikan kuvvetlerini istenilen yer ve zamanda hazır edebilmesi olmuştur.41

Nükleer gücün niteliği ile ilgili bir başka garip durum ise,bu gücün

bölgesel güç dengelerine etkileri ile,global dengelere etkilerinin birbirinden

farklılık arz etmesidir.Soğuk Savaş döneminde oluşturulmuş stratejilerden biri

olan ‘’caydırıcılık’’,küresel dengeler söz konusu olduğunda varsayıldığı gibi

işlevini yürütmüştür.Ancak bazı bölgesel güç dengelerinde işlevsiz kaldığı

söylenebilir.Nükleer güce sahip olan İsrail devleti,bu gücüne rağmen 1973 ve

1991 yılında iki defa saldırıya uğramıştır ki,özellikle 1973 yılında saldırıda

bulunan devletlerin nükleer gücünün olmadığı bilinmektedir.42 (O yıllarda

İsrail,çoktan nükleer gücüne kavuşmuştu.)43

Körfez Savaşı’nda Irak’ın füze saldırısı ise,en azından iki nükleer güce

sahip devletin birbirine karşı olan husumetinin bir ifadesiydi. Avrupa kıtasında

40 Altıntaş , a.g.m. , s.13. 41 Ayrıntılı bilgi için bkz. Norman Schwarzkopf , Kahraman Olmak Gerekmez , General Norman Schwarzkopf Askerlik Yılları , Milliyet Yayınları , İstanbul 1993 , s.81. 42 Erdoğdu , a.g.e. , s.24. 43 Ayrıntılı bilgi için bkz. , Dikbaş , a.g.e. , s.40-51.

15

her zaman işlevini yapan caydırıcılığın,Orta Doğuda işlevsiz kaldığı

söylenebilir.Aynı şekilde,1960’ların sonunda Rusya ile Çin arasında sınır

anlaşmazlığı yüzünden yaşanan gerginlik,Pakistan-Hindistan arasındaki

çatışmalar,nükleer silahlarla sağlanacak caydırıcılığın her zaman geçerli

olmadığına örnek olarak gösterilebilir.44

İlginçtir ki,nükleer güce sahip olma adına yatırım yapan tüm devletler,

aynı zamanda konvansiyonel güçleri için de,büyük harcamalarda

bulunmuşlardır.Bu ifadenin sonucunda,nükleer gücün aslında hiçbir zaman

önemli olmadığı sonucu çıkarılmamalıdır ancak nükleer güçle,politik ve askeri

alanda büyük bir üstünlük sağlandığı ya da sağlanabileceği gibi görüşlerin,

yeniden analiz edilmelerinde fayda olacağı değerlendirilmektedir.Nükleer

gücün kendisine sahip olma çabaları zaten silahlanma yarışının ta kendisidir .

Ancak bununla beraber,konvansiyonel gücün artırımı için de,aynı ve belki de

daha büyük oranda bir yarışın olması dikkate değerdir .

Nükleer gücün niteliğine ilişkin söylenebilecek son şey,

bulundurulduğu devletler ve bu devletlerin içinde bulunduğu bölgelerin,

toplam güç unsurları değerinden,nükleer güç düşüldüğünde,bir anda çok

zayıf bir görünüm elde ediliyorsa,o devlete ve bölgeye dışarıdan

müdahalenin kaçınılmaz hale gelebildiğidir. Özellikle,emsallerine nazaran

daha büyük olan güçlerin,yaşamsal çıkarlarının olduğu bir bölge veya

bölgelerden bahsediliyorsa,ki Orta Doğu bölgesi ve Körfez Savaşı ‘’ikilisi’’

buna iyi bir örnektir,müdahale er ya da geç kaçınılmaz olmaktadır.45

1.2.5.Nükleer Silahların Etkileri46 Bir nükleer patlamada,ilk önce silahın gücüyle orantılı olarak yarıçapı

değişen bir ateş topu oluşmaktadır.Ateş topunun merkezindeki ısı, güneşteki

ısıdan 2-3 kat daha fazladır.Nükleer bir patlamadan sonra ortaya çıkan bütün

etkiler bu ateş topundan yayılmaktadır.Nükleer silahların etkilerini uzmanlar

genellikle “Ani Etkiler” ve “Kalıntı Etkiler” olmak üzere 2 başlık altında

incelemektedirler.47

44 Altıntaş , a.g.m. , s.14. 45 Altıntaş , a.g.m. , s.15. 46 Konu ile ilgili teknik detay ve bilgiler için bkz. , Glasstone , Dolan , a.g.e. , s.26-42. 47 <http://www.ssgm.gov.tr/nukleer_silah.html> , (20.03.06) , Nükleer bir patlamanın etkilerini sınıflandırma konusunda kaynaklarda çeşitlilik mevcuttur.Bu çeşitliliğin üç değişik örneğini görmek

16

Ani Etkiler : Nükleer patlamadan sonraki ilk 1 dakika içerisinde

meydana gelen etkilerdir.Bunlardan birincisi “ışıktır”;nükleer şimşek olarak da

isimlendirilen bu ışık güneşten birkaç defa daha parlak olduğu için açık ve

güneşli bir günde bile bir nükleer patlamayı rahatça haber verebilecek

niteliktedir.Ancak,muayyen mesafeler için çıplak göze direk ulaştığı takdirde

15 ila 45 dakika arasında sürebilen geçici körlüğe sebep olmaktadır.Nükleer

şimşekten korunmak için saydam olmayan her çeşit ekrandan istifade

edilebilmektedir.Bu ekran,ince bir kağıt bile olabilir.Ani etkilerin ikincisi

“ısıdır”;nükleer ısı radyasyonları,nükleer şimşeğin beraberinde gelmektedir.

Bu sebeple belirli bir uzaklıkta ve açıkta bulunan şahıslar için çok tehlikeli

olabilmektedirler.Isı radyasyonlarının en önemli özellikleri şunlardır:devamlı

bir etkiye sahiptirler,çok süratlidirler,çevre ısısını ani olarak

yükseltebildiklerinden geniş çapta yangınlara sebep olmaktadırlar ve patlama

noktasından uzaklaştıkça azalmaktadırlar yani mesafe ile ters orantılı etkileri

mevcuttur.48 Üçüncü ani etki türü “nükleer radyasyondur”;öldürme kudretinde

olan bir etkidir.Bu etkiden söz edilince hemen akla gelen en önemli tehlikeler;

alfa ve beta partikülleri ile nötronlar ve gama ışınlarıdır.49 Ani etkilerin

dördüncüsü “basınçtır”;ateş topundan yayılan yoğun ısının genişleyerek

havayı itmesi sureti ile meydana gelen basınç etkisi,infilak yerindeki boşluğu

dışarıdan soğuk havanın hücum etmesi yüzünden iki yönlü olarak görülür . İlk

tesir sırasında tamamen yıkılmayan binaların,emme safhası da denilen ikinci

için bkz. Dikbaş , a.g.e. , s.23-27. , Sönmezoğlu , Uluslararası Politika …. , s.405. , Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler … , s.176. , Ayrıca,bu etkilerin ortaya çıkardığı Hiroşima ve Nagazaki yıkımlarının fotoğraflarını görmek için bkz. <http://www.animatedsoftware.com/hotwords/index.htm> , (23.03.06) 48 Bu özelliklere göre ısı radyasyonları incelenirse görülür ki , ışık hızındadırlar ve silahın kudreti ile orantılı olarak değişen bir devamlılıkları vardır.Ancak infilak yerinden uzaklaştıkça şiddetini kaybetmekte ve saydam olmayan bir ekran tarafından , ekranın tutuşma ve yanma kabiliyeti ile ters orantılı olarak durdurulabilmekte veya şiddeti azaltılabilmektedir. , <http://www.cddc.vt.edu/host/atomic/nukeffct/enw77b1.html> , (20.03.06) 49 “a) Alfa Zerreleri ; 2 nötron , 2 protonu olan pozitif elektrik yüklü partiküllerdir. Menzilleri birkaç santimetre içinde olup nüfuz hassasları yoktur. b) Beta Zerreleri ; Negatif elektrik yüklü ve çok küçük kütlesi olan bir iyondur. Menzili 4-5 metre kadar olup nüfuz kabiliyeti bulunmamaktadır. c) Nötronlar ; Elektrik yükü olmayan fakat atom çekirdeklerinden fırladıklarında radyoaktif olmaya müsait cisimlerin atomlarını parçalayıp onları suni olarak radyoaktif hale getiren zerrelerdir. Büyük tehlike yaratacak kabiliyettedirler fakat menzilleri 100 metreden biraz fazladır. d) Gama Işınları ; Yüksek frekanslı elektromanyetik dalgalar halinde intişar eden bu etkinin hem uzun menzilli ve kütlesiz oluşu , hem de engel tanımayan bir nüfuz kabiliyetinin bulunması , tehlikeyi çoğaltmaktadır. Bu sebeple Ani Nükleer Radyasyon denince ilk önce "Gama Işınları" akla gelir.” <http://www.ssgm.gov.tr/nukleer_silah.html> , (21.03.06)

17

safhada yıkılmaları bu sebeptendir.Ani etkilerin beşinci ve aynı zamanda

sonuncusu “elektromanyetik palstır”;bu etki, elektronik devreler kullanan

modern cihazları bozmak ve istenmeyen sinyal çıkarmasına neden olmak

suretiyle malzeme hasarına neden olur.

Kalıntı Etkiler (Radyoaktif Serpinti) :50 Gelecekteki savaşların

tehlikelerinden belki en büyüğü olan nükleer silahların,kesinlikle önlem

alınması gereken etkisi patlamadan sonra meydana gelen tehlikedir.Bu

tehlike "Kalıntı Etkileri" veya "Radyoaktif Serpinti" diye de adlandırılmaktadır.

Bu tehlikenin meydana gelebilmesi için nükleer bombanın yerde veya yere

yakın bir irtifada patlaması şarttır.Örneğin;İkinci Dünya Savaşı sırasında

Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki şehirleri üzerine atılan 20'şer kilotonluk

atom bombaları 305 metre (1000 feet) yükseklikte patladıkları için havada

patlamış oldukları varsayılır. Zira 20 kilotonluk bomba için serpinti hasıl

edebilecek en fazla yükseklik 180 metredir.51

Kalıntı tehlike,“yersıfır” noktası ve dolayları için elbette yalnız

radyoaktif serpintiden ibaret değildir.Patlama yerinde meydana gelen çukur

(krater) ve çukurun etrafında radyoaktif hale gelmiş,fakat ağırlıkları ya da

yerden kopmamaları yüzünden yükselememiş o kadar çok şey vardır ki,

sadece bunların varlığı bile o bölgeyi yaşanmaz durumda saymak için kafidir.

Yükselenlerin de en ağır olanları yine yersıfır dolaylarına serpilecek,üstelik

burada alfa ve beta tehlikesi ile fisyona iştirak etmeyen ya da fisyon artığı

sayılabilecek kritik maddelerin tehlikesi de en yüksek düzeyde 50 Nükleer bir patlamadan sonra ortaya radyoaktif serpinti etkisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. <http://www.atomicarchive.com/Effects/index.shtml> , (23.03.06) 51 “Verilen örnekten çıkarılan sonuç şudur; Nükleer silahlar kudretlerine (ateş topu yarıçaplarına) göre değişen belirli bir yüksekliğin üzerinde infilak ederse radyoaktif serpinti tehlikesi meydana getirmezler. İşte her silah için başka olan bu yüksekliğe "Kritik Yükseklik" denir. Bu yükseklikten başlamak üzere daha aşağıya inildikçe serpinti tehlikesi artacak ve satıhtaki infilakta en çok olacaktır. Bunun sebebi satıh infilaklarında arz sathında bulunan taş, toprak, sıva, tuğla gibi maddelerle kalay, nikel, demir, bakır, alüminyum ve daha akla gelebilecek her çeşit maddelerin veya toprak içindeki filizlerin en fazla parçalanabilmesi ve en fazla nötron etkisine maruz kalarak en fazla radyoaktif hale gelebilmesidir. Radyoaktif hale gelen bu parça ve zerreler kısmen ateş topu içinde eriyerek hatta buharlaşarak atomik bulutu teşkil edecekler ve atmosfer dahilinde (mümkün olursa troposferin bittiği yere yani 30000 metreye kadar) yükseleceklerdir. İşte ateş topu ile birlikte yükselen bu parça ve zerrelerin yerçekimine uyarak yeniden arz sathına dökülmesi olayına "Radyoaktif Serpinti=Fall Out" diyoruz.” , <http://www.ssgm.gov.tr/nukleer_silah.html> , (21.03.06)

18

bulunacaktır.Daha hafif olan radyoaktif toz ve zerreler,atomik bulutun

çıkabildiği yükseklikte rüzgarların şiddeti ve yönüne göre bir taraftan

sürüklenecek,bir taraftan da dökülmeye devam edeceklerdir.Bu sürükleniş ve

dökülüş sebebiyle yeryüzünde oluşacak serpinti sathının şekli yaklaşık

olarak,kenarları çok girintili çıkıntılı basık bir elipse veya puro sigarasına

benzeyecektir.Bu sahanın 10 megatonluk bir hidrojen bombasına göre teorik

eni,boyu hakkında fikir edinmek gerekirse,yüksekte esen rüzgarların müsait

olması halinde eni 80,boyu 1600 kilometreye,müsait olmaması halinde eni

160 ve boyu 800 kilometreye ulaşacaktır denebilir.

Radyoaktif serpintinin özelliklerini kısaca açıklamak gerekirse

bunlardan ilki “kalıcı” olmasıdır.Ani tesirlerde "devamlıdır" anlatımı kullanıldığı

ve süre verilebildiği halde serpinti tehlikesi için uzmanlar "kalıcıdır" terimini

kullanmaktadır.Bunun sebebi radyoaktif serpinti tozlarının düştükleri yerden

uzaklaştırılmaları bazı şartlarda mümkün olabildiği halde,yok edilmeleri ya da

çürüme hızını artırma olanağının bulunmamasıdır.Serpinti tozlarını yakmak

dahi yok etmek için yeterli olamamaktadır.Serpintinin ikinci özelliği “gidiş

yönünün belirsiz” olmasıdır.Seferberlik ve savaş ilanından sonra bile hangi

hedef bölgelerinin,hangi gün ve saatte,hangi güçte bir nükleer silahla

taarruza uğrayacağı elbette bilinemez.Bütün bunlardan başka 20000 - 30000

metre yüksekte esen rüzgarın şiddet ve yönünü tespiti de nükleer saldırıdan

hemen sonra yapılırsa faydalı olabilmektedir.O halde bir hassas bölgede ve

muhtemelen yersıfırda,önceden tahmin edilen bir silahın,tahmin edilen

yükseklikte patlatıldığını kabul etsek bile,yalnızca rüzgar sebebiyle,tehlikenin

(serpintinin) ne tarafa yöneleceğini ve nereleri etki altına alacağını bilmek

veya tahmin etmek imkansızdır.Üçüncü özelliği “geniş sahaları

kapsamasıdır”.Ani tesirlerin etki alanlarından söz edilirken yersıfırları merkez

kabul edilen ve belirli yarıçapları bulunan etki alanlarından bahsedebilmek

mümkün iken,serpinti tesiri için durum tamamen farklıdır.Bu etki yalnız

yersıfır ve dolaylarını değil,infilak yeri ile hiç ilgisi olmayacak kadar geniş ve

uzak mesafeleri de rüzgar sayesinde tehdit edebilmektedir.Dördüncü özelliği “duyu organları ile varlığının hissedilememesidir”.Yersıfır civarında başka ve

daha uzak yerlere dökülen radyoaktif partiküllerin kütleleri öyle küçüktür ki,

19

bunların gözle görülmesi,bir çoğunun bir araya gelmesi halinde bile mümkün

değildir.Bu kadar küçük kütlelerin yere düştüğünde ses çıkaramayacağı da

açıktır.Kokusu ve özel bir lezzeti de olmadığına göre "duyu organları ile

hissedilmez" deyiminin kullanılmasının yerinde olacağını iddia edebiliriz.

Tehlikenin bu özelliği yüzünden varlığını anlamak,derecesini ölçmek için

radyak aletleri52 kullanılır.Beşinci özelliği “öldürücü” olmasıdır.Canlı

hücrelerinin iyonize53 olmasına sebep olarak kati suretle ölümcül etkiler

meydana getirir.Altıncı özelliği “serpintinin patlamadan 30 – 60 dakika sonra

başlamasıdır”.Nükleer patlama anında radyoaktivite diye bir problem yoktur.

Sadece yersıfır ve dolaylarında kalıntı tesirleri vardır ki buralarda zaten ani

tesirler en yüksek düzeydedir.Serpintinin atomik bulut halinde yükselen

radyoaktif haldeki parça ve zerrelerin yeryüzüne dökülmesi anlamına gelmesi

ve bu çıkış ve iniş için zamana ihtiyaç duyması sebebi ile,nükleer silahın

kudretine ve patlatıldığı yüksekliğe bağlı olarak,patlamadan en az 25 - 30 en

çok 60 dakika sonra oluşmaya başlamaktadır.

1.3. Kimyasal Silahlar 1.3.1. Kimyasal Silah ve Maddelerinin Tanımı Birleşmiş Milletler 1969 yılında yayımlamış olduğu bir raporda,

kimyasal silah maddelerini;" ... insanlar,hayvanlar ve bitkiler üzerine

doğrudan toksik etkileri nedeniyle kullanılan her türlü katı,sıvı ve gaz

halindeki kimyasal madde" olarak tarif etmektedir.54 Bu maddelerden üretilen

kimyasal silahlar ise,13 Ocak 1993 tarihli “Kimyasal Silahlar Antlaşmasında”,

yalnız toksik kimyasallar değil,bunları atmada kullanılan her türlü mühimmat

ve teçhizat olarak tarif edilmektedir.55 Bilim dünyasında toksik kimyasallar;

kimyasal etkileri nedeniyle insanlar ve hayvanlar üzerinde ölüme,geçici

performans kaybına ve daimi yaralara sebep olan her türlü kimyasal olarak

ifade edilmektedir ve bitkiler bu bağlam içine girmemektedir.56

52 Bir çeşidinin ayrıntılı özellikleri için bkz. <http://www.yteas.com/Docs/HighTech/Education/rad_t.html> , (23.03.06) 53 “Herhangi bir nedenden dolayı atomdan bir elektron kopartılması veya atoma bir elektron bağlanması sonucunda atomun yük dengesi bozulur . Bu olaylara iyonizasyon denir.” <http://www.taek.gov.tr/bilgi/elkitabi_brosur/radyasyonvebiz/r04.htm > , (23.03.06) 54 Erdurmaz , a.g.e. , s.49. 55 Antlaşmanın Türkçe tam metni için bkz. Resmi Gazete , Sayı : 22960 , (10 Nisan 1997). 56 Erdurmaz , a.g.e. , s.50.

20

Kimyasal silahlar,kimyasal maddelerin toksik özelliklerini kullanarak

düşman üzerinde fiziki ve fizyolojik etkiler oluşturmaktadırlar.Bunlara benzer

biçimde tasarlanmış olan silahlar tarihin başlangıcından itibaren var olmuştur

ancak bugün bilinen haliyle kimyasal silahlar,ilk kez I nci Dünya Savaşı

sırasında ortaya çıkarılmış ve kullanılmıştır.57 Savaş sırasında kimyasal silah

özelliği taşıyan gazlar,birçok kez muharebenin sonuçlarını lehlerine çevirmek

için,ilgili taraflarca etkin bir şekilde kullanılmış ve dikkate değer zayiat ve-

rilmesine neden olmuştur.Gazların kullanımı sonucunda ortaya çıkan ve

insanlık adına vahşi olarak nitelendirilen tablonun bir daha yaşanmaması için

1925 yılında savaşlarda kimyasal silah maddelerinin kullanılmasını

yasaklayan “Cenevre Protokolü”58 imzalanmıştır. Ancak,kimyasal silahların

savaş alanında sağlayabileceği üstünlükten olsa gerek,başta ABD olmak

üzere birçok ülke sadece ilk kullanan ülke olmayacaklarını ve ancak

kendilerine karşı kimyasal silah kullanılırsa aynı türden misilleme yapma

hakkını saklı tutacaklarını beyan ederek,bu anlaşmayı çekinceleri ile birlikte

imzalamışlardır (ABD 1975 yılına kadar protokolü onaylamamıştır).Cenevre

Protokolünde imzası olan İtalya Etiyopya'da,Japonya ise Mançurya ve

Çin'de kimyasal silahları kullanmaktan çekinmemişlerdir.59 II nci Dünya

Savaşı esnasında,müttefik ve mihver kuvvetlerinin stoklarında muazzam

miktarlarda kimyasal silah bulunmasına rağmen iki tarafça da bu silahlar

kullanılmamıştır.Var olduklarından itibaren tartışmalı bir konum ihtiva eden bu

silahlar,II nci Dünya Savaşı gibi topyekün bir savaşta kullanılmamasına

rağmen,yerel bir savaş olarak kabul edilen İran-Irak Savaşı’nın 1982-1988

yılları arasında yaşanan diliminde kullanım alanına sahip olabilmişlerdir.60

1.3.2. Kimyasal Silahların Tarihi Gelişimi Kimyasal silah maddelerinin veya benzerlerinin kullanılmaya

başlaması insanlık tarihi kadar eskidir.Ancak kimyasal reaksiyonlar sonucu 57 “Chemical Weapons – Introduction”, s.1. , < http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm > , (29.01.06) 58 Protokolün Türkçe orijinal metnini görmek için bkz. , <http://www.msb.gov.tr/asad/AskeriMevzuat/Uluslararası%20Antlaşmalar/Silahlı%20Çatışma%20Hukuku/SCH1.htm> , (30.05.06) 59 “Chemical Weapons : History of Chemical Weapons” , s.1. , <www.comeclean.org.uk/articles.php?articleID=11> , ( 07.02.06) 60 “Technical Aspects Of Chemical Weapon Proliferation”, s.15. , < http://dino.wiz.uni-kassel.de/dain/ddb/x704.html > , (29.01.06)

21

olumsuz etkiler üretebilen kimyasal silahların,yayılma ve geliştirilme süreci I

nci Dünya Savaşında başlatılmıştır.61 İttifak devletlerinin Almanya’nın

muazzam kimyasal silah stokunu keşfetmeleri sonucunda,Almanlara nazaran

daha az gelişmiş olan kimyasal endüstrilerini geliştirmek maksadıyla,kendi

aralarında başlattıkları bilgi alışverişi ve dayanışma süreci neticesinde,bir

daha engellenmemek üzere bu silahların geliştirilmesi başlatılmıştır.Fransa

ve İngiltere bu gelişim sürecinin öncüsü olmuş,işgal altında bulunan ve

bulunmayan ittifak devletlerine bol miktarda kimyasal silah bağışlamışlardır.62

I nci Dünya Savaşı'nda kimyasal silahların gelişmesi,temelde standart

mühimmatın kimyasal maddelerin doldurulması yoluyla olmuştur.63 Kullanılan

kimyasal maddeler ise gününün,sıradan ticari unsurlarıdır ve birçoğunun

özellikleri gayet iyi bilinir seviyeye gelmişti. Almanlar basit olarak, klorin dolu

kutuları esen rüzgara doğru açmak suretiyle,( rüzgarın estiği tarafta düşman

unsurları mevcuttur),yayılmasını sağlayarak basit bir kimyasal silah kullanma

yolu keşfetmişlerdir.64 Bundan kısa bir süre sonra,Fransızlar fosgeni

mermilerin içine koymayı başarmışlar ve bu yöntem kimyasal silahların temel

atma vasıtası haline dönüşmüştür.65 1917 Temmuz'unda Almanlar,sinsi bir

şekilde deriden ve kumaştan geçerek,ıstıraplı yanıklara sebep olabilen,aynı

anda koruyucu maskeyi etkisiz hale getirebilen ve kusmaya neden olan

hardal gazını kullanmayı başarabilmiştir.66 Bu iki olay,devletleri kimyasal

teknolojilerini geliştirmeye zorlamıştır.Bazı güçlü devletler,savunma ve saldırı

konseptlerine büyük katkı sağlayabileceğini düşündükleri kimyasal silahları

geliştirmekle kalmamış,dönemin bir gereği olarak ittifak içinde bulunulan

küçük devletlere satma yoluna giderek,hızlı bir şekilde yayılmalarına da

sebep olmuştur.Gün geçtikçe kimyasalların toksik özellikleri güçlendirilmiş ve

61 “Historical Overwiew of CW Proliferation : 1914 – 1945” , s.1. ,< www.cbw.sipri.se./index2.html > (28.01.06) 62 “Historical Overwiew of CW Proliferation : 1914 – 1945” , s.2. ,<www.cbw.sipri.se./index2.html>, (28.01.06) 63 “Chemical Weapons – Introduction” , s.2. , < http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm> , (29.01.06) 64 “Chemical Weapons : History of Chemical Weapons” , s.2. , <www.comeclean.org.uk/articles.php?articleID=11> , ( 07.02.06) 65 “Chemical Weapons – Introduction” , s.3. , < http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm> , (29.01.06) 66 “Technical Aspects Of Chemical Weapon Proliferation”, s.16. , < http://dino.wiz.uni-kassel.de/dain/ddb/x704.html > , (29.01.06)

22

bu zaman dilimine göre,oldukça güçlü sayılabilecek kimyasal silahların

üretilmesi için her türlü koşul sağlanmıştır.

I nci Dünya Savaşı esnasında keşfedilmiş ve yürütülmüş olan kimyasal

savaşın birinci konsepti,vücuda deri yoluyla etki etmek (tercihen elbise ve

hatta koruyucu elbiseden nüfuz ederek bu etkiye ulaşmak ),ikinci konsepti ise

deriye ulaşmayla birlikte koruyucu maskeye nüfuz ederek veya onu etkisiz

hale getirerek,solunum sistemini korumasız duruma düşürmek olmuştur.67

Ancak,kullanılan kimyasal maddenin yayılması için etkin yöntemlerin

bulunması çok önemli hale gelmiş,bu nedenle devletler atma vasıtalarını

geliştirmek için gayretlerini birleştirmişlerdir.

Kimyasal silahların günümüze ulaşan gelişim süreci sonunda denebilir

ki,II nci Dünya Savaşından önce kullanılan kimyasallar ‘’klasik’’ kimyasal

silahlardır.Nispeten basit,endüstriyel kimyasal maddeler veya onların

türevleridir.Örneğin fosgen,gözleri tahriş eden ve solunum sistemini etkileyen

bir maddedir,hidrojen siyanid ise,hücrelere oksijen transferini önleyen bir

maddedir ancak,şimdi bu maddeler,bütün dünyada iplik sanayii için akrilik

polimer imalatında kullanılmaktadır.68

I ve II nci Dünya Savaşlarında,‘’klasik kimyasal maddelerin,askeri

alanda istenilen etkiyi yaratabilmesi için büyük miktarlarda kullanılması

gerekmekteydi;bu da lojistik sisteminin karmaşık hale gelmesine sebep

olmaktaydı.69 Bunların içinde yakıcı maddeler sınırlı kullanımı ile bir istisna

teşkil etmişlerdir.Bu maddeler nispeten düşük öldürme yeteneğine sahip

olsalar bile,düşük dozlarla dahi oluşturdukları ıstıraplı yanıklar konusunda,

tıbbi müdahaleyi mutlak suretle gerekli hale getirmişlerdir.Klasik hardal,

yapımının basit olması sebebi ile en hızlı yayılan kimyasal madde özelliğine

ulaşmıştır.70 Hardal,ucuz,kolay yapılabilir olması ve öldürmekten daha çok

etkisiz hale getirme özelliği sayesinde askeri alanda en çok tercih edilen

kimyasal madde olmuş ve tüm kimyasalların ‘’babası’’ veya ‘’kralı’’ olarak

67 “Chemical Weapons – Introduction” , s.4. , < http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm >, (29.01.06) 68 Erdurmaz , a.g.e. , s.51. 69 “Chemical Weapons – Introduction” , s.5. , <http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm >, (29.01.06) 70 Erdurmaz , a.g.e. , s.52.

23

nitelendirilmiştir.71 Sinsi bir yapıya sahiptir ve bu yapısı hem avantaj,hem de

dezavantaj olarak değerlendirilmiştir.Hardal,maruz kalındıktan birkaç saat

sonrasına kadar deride herhangi bir hassasiyete veya semptoma sebep

olmamaktadır.72 Yani ilk maruz kalındığında kolayca fark

edilememektedir.Avantaj ve dezavantaj ikileminin oluşması da bu özelliği ile

yakından ilgilidir.Düşman üzerinde,beklenmeyen bir baskı ve psikolojik

rahatsızlıkları oluşturabilmesi kullanana avantaj sağlarken,yeterli önlemler

alınıp kontrol edilemezse,yine aynı kullanıcıya düşman üzerinde oluşması

beklenen tüm olumsuz etkileri sağlayabilmesi önemli bir dezavantajdır.

Tam olarak etkisiz hale getirme süresi 12 saat kadardır.Normal etkilerinin

aksine,İran-Irak Savaşı'nda İranlı askerlerin hardal taarruzunu algılamayıp

hardal emmiş elbiseleri giymeye devam etmeleri ve uzun süre buharını

solumaları nedeniyle korkunç ölümler meydana gelmiştir.73

Kimyasallar sayesinde ani etki sağlayabilmek maksadı ile,ABD

tarafından "levisit" olarak adlandırılan,arsenik türevi yakıcı bir kimyasal silah

maddesi üretilmiştir ve eski Sovyetler Birliği'nin stoklarının çoğu da hardal

sülfür ve levisit karışımı yakıcı ajanlardan oluşmaktaydı.74 İki dünya savaşı

arasında geçen zaman diliminde kimyasal silahlardaki gelişmeler ‘’güçlü’’

hardal gazının,askeri perspektiften bakıldığında,savaşta zayiat verdirme hızı

yeterli bulunmadığı için uçak bombaları ile atılabilme ve hardaldan daha

acımasız olan levisitin kullanımı konusundaki çalışmalar da yoğunlaşmıştır.75

II nci Dünya Savaşı boyunca İtalyanlar,Macarlar,Japonlar,Fransızlar,

İngilizler,Ruslar ve Amerikalılar ile Almanlar hardal,fosgen ve benzer ajanları

mükemmelleştirmeye çalışmışlar,ancak bu kimyasal ajanlar hiçbir zaman bir

çatışmada kullanılmamıştır.Çok sayıda ülkenin,bu tehlikeli silahlara sahip

olması,günümüz itibariyle pratikte çözülmesi imkansız bir başka sorunu da

gündeme getirmiştir ki,bu da üretilen kimyasal silahların yok edilememesidir. 71 “Chemical Weapons – Introduction” , s.5. , <http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm >, (29.01.06) 72 “Chemical Weapons : Effects Of Chemical Weapons” , s.2. , www.comeclean.org.uk/articles.php?articleID=13> , ( 07.02.06) 73 a.g.m. , s.3. 74 “Chemical Weapons – Introduction” , s.6 , <http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm >, (29.01.06) 75 “Chemical Weapons – Introduction” , s.6 , <http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm >, (29.01.06)

24

Dünyamızın içinde bulunduğu zaman diliminde, kimyasal silahları veya

maddeleri yok etmenin en güzel yolu,onları eski ve kullanılmaz gemilere

yükleyip,okyanusun dibini boylamalarını sağlamak veya kazalara göz

yummak olmuştur.76

Bir diğer kimyasal silah maddesi olan “sinir gazları”77,dünyaya

hükmetme arzusunda olan Almanlar tarafından 1930’lu yıllarda bulunup,II nci

Dünya Savaşı sırasında geliştirilmiştir.1936'da Alman kimyacı Gerhard

Schrader mevcut haşere öldürücüleri inceleyerek,tabun veya GA denilen

maddeyi bulmuş,iki yıl sonrasında ise daha da toksik olan sarin veya GB'yi

elde etmiştir.İçerdikleri toksik maddenin gücü,kullanım konseptini de

etkilemiştir.Almanlar bu kimyasallardan muazzam miktarlarda stok yapmış

olmalarına rağmen,dünya için şans sayılabilecek bir şekilde bu silahları

kullanmamışlardır.Ancak,II nci Dünya Savaşı'ndan sonra galip devletler,

dikkate değer bir şekilde ‘’yetenekli’’ olan sinir gazının potansiyellerini

kullanmak için onu geliştirme çabasına girişmişlerdir.78

76 Sadece Amerika Birleşik Devletlerindeki Kimyasal Madde Kazalarının sayısı bile 100 den fazladır.Ayrıntılı bilgi için bkz. <http://www.actionpa.org/fluoride/chemicals/accidents-us.html> , <http://www.ehw.org/Chemical_Accidents/CHEM_home.htm> , (08.02.06) 77 “Sivil Savunma Genel Müdürlüğünün , Kimyasal Savaş ve Korunma isimli broşürde , kimyasal maddelerin en tehlikelisi olan sinir gazları hakkında şu kısa bilgiler verilmiştir : Sıvı, gaz veya buhar halinde bulunurlar. Renksiz ve tatsızdırlar. Sıvı halinde ise kahverengidirler. Sinir gazları solunum ve cilt yoluyla vücuda girer. Kişinin sinir sistemini etkiler, kasları felce uğratarak solunum ve dolaşım sistemlerini durdurup ölüme neden olur. Sinir gazları Tabun GA, Sarın GB, Soman GD, VX Grubu, gazlardır. G Grubu gazları solunum yoluyla vücuda girer. Yeterli miktarda alındığı takdirde 1-2 dakika içerisinde ölüme sebebiyet veren gazlardır. Öldürücü dozu 1 Miligram kadardır. VX Grubu sinir gazları son zamanlarda geliştirilmiştir. G Grubundan daha öldürücüdür. Buhar ile solunum sistemlerinden veya sıvı ise deriden nüfuz edebilir. Atıldıkları yerlerde uzun müddet kalabilirler. Öldürücü dozu 0,4 Miligramdır.” , “Kimyasal Savaş ve Korunma” , www.ssgm.gov.tr , (28.02.2006) 78 Bu çabaların kısa bir özeti , Amerikan Bilim Adamları Federasyonu (Federation of American Scientists) tarafından şöyle ifade edilmiştir : “İngilizler, özellikle küçük bir sarin (GB) stokuna el koymuşlar ve yeteneklerini incelemeye başlamışlardır. Sovyetler, Almanya’daki GB üretim tesislerini söküp ülkelerine götürmüştür. GB , belki de kolaylıkla buharlaşabilen ve genişletilebilen toksik etkisiyle en iyi solunan madde olmuştur. ABD, GB'nin özelliklerinden istifade için havada patlayarak küçük bombacıklar halinde dağılan bombalarını dizayn etmiştir. Topçu mühimmatları ,kimyasal bomba , füze ve sprey tankları şeklinde üretilmiştir.Bunların çoğunun tasarımı temelde yüksek patlayıcı silahların tekniğini kullanmalarına rağmen bu teknik, GB'nin yüklenmesine göre değiştirilmiştir. Sprey tanklarının kullanımı durumunda, maddenin polimerlerle kalınlaştırılması gere-kir, çünkü sıvı , toprağa ulaşmadan evvel buharlaşmayacak şekilde yeterli büyüklükte damlalara sahip olmalıdır. Fransızlar, İngilizler ve Kanadalıların hepsi GB testleri için üretim maksatlı küçük çaplı tesisler yapmışlardır. ABD , tam kapasiteli bir üretim ile soman isimli maddeyi de (GD) yapmışlardır ve kısa bir süre sonra , Sovyetler de bu yeteneğe ulaşmasını bilmiştir. Ancak, ABD'li bilim adamları bir süre sonra GD’in tehlikeli yeteneklerinin kontrol edilemez olduğuna karar vermiş ve üretiminden vazgeçmişlerdir 1950'lerin sonlarına doğru İngiliz bilim adamları diğer bir kategori olan V - maddelerini keşfetmişlerdir. Ardından İngiltere ve ABD farklı üretim yöntemleri ile , V – maddelerinin bir türevi olan VX maddelerini üretmişlerdir. 1960'lar, toplumsal olay kontrol maddeleri ile öldürücü

25

Günümüze kadar uzanan süreç içerisinde,kimyasal maddeler ve bu

maddelerden yapılan silahların üretimi konusu,aslında çok da doğru bir

biçimde incelenememiştir.Bunun sebebi ise doğal olarak,devletlerin bu

konuda oldukça ketum davranmalarıdır.Nükleer silahların sahip olduğu

caydırıcılık etkisine benzeyen bir etkiye sahip kimyasal silahlar,nükleer

olanlar gibi dünya üzerinde alenen geliştirilmemişlerdir.Çünkü,gerekli olan alt

yapı ilaç üretimi için kullanıldığı iddia edilen bir laboratuar bile

olabilmektedir.Durum böyle olunca devletler,bu konudaki faaliyetlerini

zorlanmadan gizli olarak yürütebilmişlerdir.Ancak,ilk nükleer silahların akıbeti

gibi,kimyasal silahlar da,I ve II nci Dünya Savaşlarında stratejik olarak

değerlendirilirken artık taktik değerde oldukları düşünülmektedir.Bu durumun

gerçekliğine işaret etmesi açısından şu iki örnek önemlidir :birincisi, İran –

Irak savaşında bu silahların umarsızca kullanılması,ikincisi ise Japonya’daki

bir metroya,kimyasal maddeli bir saldırının gerçekleşmiş olmasıdır.

Terör örgütlerinin bile ulaşabildiği maddeler haline gelmiş olan

kimyasallar ile ilgili günümüzün en önemli sorusu ve sorunu da,Sovyetler

Birliği’nin dağılmasının ardından,muazzam silah stokunun akıbetidir.Bu konu

ile ilgili ayrıntılı bilgi,ilerleyen bölümlerde verilmeye çalışılacaktır.

Kimyasal silah üretiminin,nükleer silahlara oranla nispeten basit

olduğu gerçeği,günümüzde yanlış ellere geçebileceğinin de bir ifadesi

olmuştur.Sadece “niyet” ve “eylem” gibi iki kavramın,herhangi bir zaman

diliminde bir araya gelmesi bunun için yeterlidir.Kimyasal silahların üretimleri

ile ilgili basitlik gerçeğinin,sürekli gelişen teknoloji sayesinde daha da

vurgulanır olması,özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde beliren güvenlik

tehditlerine bir yenisini daha eklemektedir.

olmayan maddelerin devamlı gelişmesine sahne olmuştur. Bu maddelerden biri olan CS , çok yüksek güvenlikli olarak canlı vücudundaki makus membranlarında yüksek tahriş yaratabilen bir maddedir.CS toplumsal olayların kontrolünde kullanılan katı tozun sınıflandırılması için kullanılan kod harflerdir (o-chlorobenzylmalonitrile) . CS ve benzeri maddelerin kullanımından maksat, kalıcı bir zarar vermeden geçici olarak insanların kapasitesini düşürmektir . CS ilk olarak İngiltere'de geliş-tirilmiş ve kullanılmış olmakla beraber , kısa zamanda ABD'de ve birçok ülkede hemen benimsenmiş, üretilmiş ve kullanılmıştır. 1960’lı yıllardan sonraki çabalar ise bu maddeleri , etkili ve hızlı bir şekilde yayma tekniklerini aramaya odaklanmıştır.” , “Chemical Weapons – Introduction” , s.6-7. , <http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm> , (29.01.06)

26

Bu silahların icadından önce,“savaş sanatı’’79 ile ilgili eserler yazmış

olan düşünürler günümüzdeki durumu görebilseydi,büyük olasılıkla

yapabilecekleri tek bir yorum olurdu : Bu silahları tutan hiçbir el,zaten ‘’doğru’’

olamaz !

1.3.3. Kimyasal ve Nükleer Silah İlişkisi Kimyasal silahların,aşağıda belirtilen hususları sağlayan birer araç

olarak,nükleer silahların etkilerini genişleten bazı özelliklere sahip oldukları

söylenebilir :

(i) Nükleer silahların muazzam sayılabilecek tahrip gücü olmasına

karşın, kimyasal silahların böyle bir tahrip gücü yoktur.80 Silahların arasında

bir kıyaslamaya gidildiğinde,ilk bakışta kimyasal silahlar adına zafiyet olarak

değerlendirilebilecek bu durumun varlığı,aslında pek de gerçekçi olmayan bir

yaklaşımın ürünü olacaktır.Çünkü kimyasal silahlar,nükleer olanlara bir rakip

olarak düşünülmemelidir.Aksine,nükleer silahlardan çok önceleri kullanım

alanına sahip olmuşlardır.Askeri konseptlerde,bu silahların etkileri daima

birbirini tamamlayacak şekilde düşünülmektedir.81 Nükleer bir silahın tahribat

etkisinin bitiminden hemen sonra,sağ kalanların kaçış istikametlerinde

kimyasal silahların kullanılması,savaşta kesin sonuç için izlenebilecek en

kısa zamanlı strateji olarak değerlendirilebilir.

(ii) Savaşlarda boyut olarak küçük ancak değer olarak kritik sayılan

hedefler82 daima olmuştur ve olmaya da devam edecektir.İşte bu tür

hedeflere,nükleer güç ile saldırıda bulunmak özellikle maliyet açısından pek

anlamlı olmayacaktır.Çünkü bahsedilen hedef türünden yüzlerce veya

79 “Savaş , devamı olmayan , ani bir tek darbeden ibaret değildir.” , Carl Von Clausewitz , Savaş Üzerine , çev. ; Fahri Çeliker , Özne Yayınları , İstanbul 1999 , s.25. , . Bu prensip doğrultusunda olaya yorum katmak gerekirse , denebilir ki , kimyasal silahların kullanılabileceği herhangi bir savaş sürecin sonu sadece savaşanları değil , yakın çevredekileri de büyük olasılıkla ciddi bir biçimde etkileyecektir.Kimyasal Silah sahibi olunmasa bile , misilleme amaçlı üretim için gereken gün sayısının sadece 1 veya 2 olması , gelecekte nasıl bir hal alacağı öngörülmeye çalışılan savaş sanatını , kanımızca tam bir belirsizlik ortamına yöneltmektedir. 80 “Chemical Weapons : Effects Of Chemical Weapons” , s.1. , www.comeclean.org.uk/articles.php?articleID=13> , ( 07.02.06) 81 Ayrıntılı bilgi için bkz. , < http://www.globalsecurity.org/wmd/library/policy/army/fm/3-100/index.html > , (08.02.06) 82 Bir savaşta hangi hedeflerin kritik sayılacağı , tamamıyla savaşın sonunda ulaşılmak istenen amaçla doğru orantılıdır.Örneğin amaç işgal ise gelişmiş sanayi bölgeleri muhtemelen hedef olmayacaktır ancak amaç imha olarak belirlenmiş ise bu tür hayati öneme haiz tesisler kritik hedef olarak nitelendirilebilir.

27

binlercesi bulunabilir.Bu durumda nükleer silahların yerini,kimyasal olanlar

almaktadır.Küçük ancak önemli hedefler,kimyasal silahlarla imha edilemese

bile,istenilen süre kadar işlevsiz hale getirilebilir.

(iii) Nükleer silahların etkileri uzun yıllar sürebilir ancak korunmanın

yolları da vardır.83 Toprağın metrelerce altı,halihazırdaki en iyi korunma

alanıdır.Ancak bu gerçeği,nükleer silah sahipleri de bilmektedir ve eğer amaç

mutlak imha ise,yine ardıl etki olarak kimyasal silahlar düşünülebilir.Toprak

altında çok iyi sığınaklar dahi yapılmış olsa,belli bir zaman sonra gün yüzüne

çıkmak icap eder ki,kimyasal silahlarla kirletilmiş bir dış yüzey kesin ölüm

anlamına gelecektir.

Bahsedilen bu durumların ilk bakışta hayal ürünü veya oldukça

acımasız gibi görünmelerine karşın,nükleer ve kimyasal güce sahip olan

devletlerin (veya başka güç odaklarının) kullanım konseptlerinde,bu iki güç

unsurunun çeşitli kombinasyonlarının mutlaka değerlendirildiği

düşünülmektedir.

1.3.4. Bir Başka Sorun : Kimyasal Silahların Elde Bulundurulması ve İmhası Kimyasal silahların üretici devletlerin elinde bulunması,nihayetinde

başlı başına bir sorundur.Ancak üretilme sebeplerinden olan “gereklilik” ilkesi,

bu riski devletler için kabul edilebilir kılmaktadır.Üretimlerini müteakip elde

tutulması ve gizlenmesi gereken kimyasal silahlar “emniyetli”84 bir şekilde

depolanmaktadırlar.Depolanma işlemi esnasında,kimyasal silahların

özelliklerine göre dört gruba ayrıldıkları bilinmektedir85 ;

(i) Yakıcı ve sinir gazları,

(ii) Boğucu,kan zehirleyici,uyuşturucu ve kargaşalığı kontrol etme

gazları,

(iii) Beyaz fosfor,plastize edilmiş beyaz fosfor,

83 Nükleer bir saldırıdan korunmanın yolları için bkz. , <http://www.ssgm.gov.tr/nukleer_silah.html> , (08.02.06) 84 Doğaları gereği bu silahların asla emniyetli olmadıkları söylenebilir.Meydana gelen kaza ve tehlikeli durumlar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. , <http://www.ehw.org/Chemical_Accidents/CHEM_home.htm> , (08.02.06) 85 Ayrıntılı bilgi için bkz. < http://www.globalsecurity.org/wmd/library/policy/army/fm/3-100/index.html > , (08.02.06)

28

(iv) Emprenye maddeleri,basınçlı endüstriyel gazlar ve çürütücü

sıvılar.

Depolama işlemi ayrıntılı bir süreç olup mevzubahis devletlerin askeri

harcamalarına ilave gider olarak eklenmektedir.Genel itibarı ile depolama

esnasında şu hususlar önem arz etmektedir 86 :

(i) Her türlü koşulda depolama merkezine ulaşım

yapılabilmelidir.Kimyasal silahların üretimi yasak olması sebebi ile gizli olarak

depolanmaları şarttır.Ancak silah depolarına acil durumlarda ulaşma zaruri

olduğundan gizlilik ilkesine riayet de zordur.İletişim teknolojisindeki

gelişmelerin,artık dünya üzerinde gizli bir yerin kalmamasına sebep

olabileceği düşünüldüğünde,üretici devletlerin sadece üretimde değil

depolama esnasında da işleri oldukça zorlaşmaktadır.

(ii) Gelişen,savaş havacılık teknolojisi ile birlikte yukarıda bahsedilen

silahların gizli kalamayacağı gerçeği birleştiğinde,üretici devletler için ortaya

kaçınılmaz bir tehlike çıkmaktadır;“kendi ürettikleri silahlarla,kendi evlerinde

vurulmak”.

(iii) Kimyasal silahların tehlikeli olmaları sebebi ile gizlenmeleri için

sayısı ve maliyeti göz ardı edilemeyecek kadar çok teknik altyapı

gerektirmektedir.

(iv) Kimyasal silahlar depolandıkları yerlerde de,devamlı olarak

gözlem altında bulundurulmak zorundadır.Sızıntı ihtimali bu silahların her

türlüsü için mevcuttur.Gözlem altında bulundurulmaları,yine yukarıda

bahsedildiği gibi,gizli kalmaları için birer tehdit arz etmektedir.

Kimyasal silahların herhangi bir sebeple imhası gerektiğinde,doğal

çevreye inanılmaz boyutta zararlar vermek söz konusu olabilmektedir.

Denize atma,yeryüzünde gömme,yakma,kimyasal olarak nötr hale getirme

kimyasal silah maddelerinin imha etme biçimleridir.87 Ancak bu yöntemlerden

hiçbiri gerçek anlamda kimyasal maddeleri yok edemez.Denize atılan

kimyasal silah maddeleri deniz dibini kullanılmaz hale getirebilecektir.

Yeryüzünde gömülenler yer altı su kaynakları için ciddi tehdit

86 Ayrıntılı bilgi için bkz. < http://www.globalsecurity.org/wmd/library/policy/army/fm/3-100/index.html > , (08.02.06) 87 Ayrıntılı bilgi için bkz. , <http://www.opcw.org/html/glance/destruct_glance.html> , (08.02.06)

29

oluşturacaktır.Yakılanlar havaya zehirli gazlar saçacaktır.Kimyasal

nötrleştirme işlemi ise çok pahalı olduğu için,üretici devletler tarafından pek

tercih edilen bir yöntem olamayacaktır.

Açıkça görüldüğü üzere,kimyasal silahların üretimi için gereken

maddelerin,herhangi bir şekilde meydana getirilmesi ile başlayan süreç,silah

olarak kullanılmasa bile,yine insanların kullandığı doğal çevreye yönelen birer

tehdit olarak varlığını sürdürmektedir.Üreten yada başka yollarla bu silahlara

sahip olan devletlerin sayısında ise her geçen gün artma eğilimi

mevcuttur.Kendilerince haklı sayılabilecek mazeretler öne süren bu devletler,

önemli bir gerçeği göz ardı edebilmektedirler:Kimyasal silah sahibi olan

devletlere karşı,diğer devletler bir şekilde korunma yolu bulabilmektedirler

ancak üreticilerin kendilerini,kendi silahlarından korumaları için işletilmesi

gereken pahalı ve uzun prosedürler,silahların gücüyle orantılı olarak,günden

güne zorlaşmaktadır.

1.4. Biyolojik Silahlar 1.4.1. Biyolojik Silahların Tanımı Biyolojik silahlar,yöneldiği hedefte bıraktıkları etkiler açısından,

hastalığa neden olan mikroorganizmaların ve virüslerin enfekte etkisine

sahip,nükleik asitler gibi kendilerini kopyalayarak çoğalabilen biyolojik

yapıların,bulaşıcılık ve hastalık yapma yeteneklerine bağlı olan silahlar

şeklinde tanımlanabilir.Günümüz itibariyle BM,Dünya Sağlık Örgütü

(WHO),NATO gibi bazı uluslararası kuruluşlar ve Biyolojik Silahlar

Konvansiyonunun belirlemelerine göre 43 mikroorganizma (15 bakteri,24

virüs,2 mantar ve 2 parazit) insanlara karşı biyolojik silah haline getirilebilme

özelliğine sahiptir.88 Bu tür silahlarla yürütülebilecek olan biyolojik savaş ise,

‘’insan, evcil hayvan ve faydalanılan bitkilerde ölüm veya zarar meydana

getirmek , malzemeyi hasara uğratmak amacıyla mikroorganizmaların veya

bunların toksinlerinin (zehirlerinin) kasten kullanılması olarak’’89

tanımlanmıştır.Bakteriler,riketsialar,virüsler,funguslar,protozoalar gibi

mikroorganizmalar biyolojik savaş maddesi (ajanı) olarak

88 Erdurmaz , a.g.e. , s.41. 89 “Biyolojik Savaş ve Korunma” ,< http://www.ssgm.gov.tr/biyolojik.html> , (27.01.06)

30

kullanılabilmektedir.90 Nükleer ve kimyasal silahlar gibi biyolojik silahlar da

kitle imha silahları sınıfında yer alırlar,ancak biyolojik silahların,kolay ve

ucuza elde edilmeleri,etkilerinin kalıcı olması,kullanım kolaylıkları ve

kullanıldıklarının geç farkına varılması gibi özellikleri nedeniyle,diğer kitle

imha silahlarından kesin bir şekilde ayrılmaktadırlar.

Biyolojik maddeler kokusuz,tatsız ve aerosol bulutu halinde atıldığı

zaman 1 ila 5 mikrometre veya mikron boyutunda son derece küçük

partiküllerden oluştuğundan insan gözüyle görülemez.91 Askeri harekatta

ciddi bir etki yaratmak adına yüz binlerce ton kimyasal ajanın kullanılması

gerekirken,aynı derecedeki olumsuz etkiyi yaratabilmek için birkaç kilogram

biyolojik madde yeterli olabilmektedir.Biyolojik silahlar için gerekli maddeler,

uluslararası kurallara uygun olarak biyomedikal araştırmalarla,enfekte olmuş

hayvan,insan veya topraktan elde edilerek üretilebilmektedirler.Bunun da

ötesinde,biyolojik savaş ile ilişkili birçok enfekte hastalık,biyolojik savaş

yeteneğini geliştirdiğinden endişe edilen ülkelere özgü,yalnız o çevrede

görülen niteliktedir.92

Biyolojik silahları,diğer kitle imha silahlarından ayıran en önemli

özellik,kolay elde edilebilir ve ucuz olmasıdır.Temel ilaç endüstrisinde

kullanılan laboratuarların tamamı aynı zamanda birer biyolojik silah üretim

tesisi olarak da kullanılabilme özelliğine sahiptir.Dolayısıyla nükleer veya

kimyasal silahları üretmek için gereken uzun ve masraflı süreç,biyolojik

silahların üretimi için gerekli olmamaktadır.Bu özelliklerinden dolayı Amerikalı

bir subay olan Tery Mayer,bu silahlar için ‘’ fakir ülkelerin kitle imha silahı’’93

olduklarına dair bir nitelendirmede bulunmuştur.

90 Y.Serdar Demirtaş , “Kimyasal ve Biyolojik Savaş” , Silahlı Kuvvetler Dergisi , Sayı 382 , (Ekim 2004) , s.103. 91 Erdurmaz , a.g.e. , s.42. 92 Erdurmaz , a.g.e. , s.42. 93 Terim ilk kez , Amerikan ordusunda yarbay rütbesine sahip Terry N. Mayer tarafından “The Biological Weapon : A Poor Nation’s Weapon of Mass Destruction” isimli makalenin başlığında kullanılmıştır. Makalenin İngilizce orijinal metnine ulaşmak için bkz. Terry N. Mayer , “The Biological Weapon : A Poor Nation’s Weapon of Mass Destruction” , Battlefield of the Future,21st Century Warfare Issues , no 3 , (1995), <http://www.airpower.maxwell.af.mil/airchronicles/battle/chp8.html> , (29.05.06)

31

1.4.2. Biyolojik Silahların Tarihi Gelişimi Başkalarına zarar vermeye yönelik bulaşıcı bakteriyel veya viral

(virüslerle ilgili) maddeler olarak bilinen biyolojik silahların kullanımı çok eski

tarihlere dayanmaktadır ki sözü edilen eski tarihler bundan 25 000 yıl

öncesidir.94 İlk çağ insanlarının,insan ve bitkilerden elde edilen biyolojik

toksinlere bulaştırılmış okları kullandıkları ve düşmanlarını,dışkılardan elde

ettikleri zararlı toksik maddeleri su kaynaklarına bulaştırarak öldürdükleri

bilinmektedir.95 Bilinen ilk örneklerden biri ise Tatar savaşçıların,vebalı

cesetleri mancınıklarla Kaffa ( bugünkü Ukrayna’da ismi Feodossia ) şehrine

atmalarıdır.96 16 ncı yüzyılın sonlarına doğru Avrupalılar,özellikle de

İspanyollar,Amerikan yerlilerinden kurtulmak için,yine biyolojik silah olarak

tanımlanabilecek çiçek ve kızamık virüslerinin bulaştırılmış olduğu

battaniyeleri ‘’iyi niyet gösterisi’’ olarak dağıtmışlardır.Bu yöntemi,Amerikan

yerlilerine karşı kullanma modasını,1763 yılındaki Pontiac Ayaklanması

esnasında İngilizler de benimsemiştir.97 19 ncu yüzyılın ortalarına kadar da,

Amerikan yerli nüfusunu azaltmanın en masrafsız yolu bu olmuştur.

Japonya 1918'de biyolojik silahlar üretimi ve araştırmalarına kendini

adamış özel bir askeri ünite olan ‘’Ünite 731’’ ile ilk saldırgan biyolojik silah

programını başlatmıştır.1931 yılında bu ünite,Çinli insanlar üzerinde deneyler

yapılan bir yer olan Çin'deki Mançurya'ya taşınmıştır.Gerçekte de,bu ünitenin

1942 yılına kadar,değişik şehirlere saldırılarda bulunduğu bilinmektedir ve en

az 260 000 Çinli’nin bu deneyler sırasında öldüğü tahmin edilmektedir.98

Japonya’nın bu programı başlattığı istihbaratını elde eden Amerika,

1942 yılında kendi biyolojik silah programını başlatmıştır ve 1969 yılına

gelindiğinde,Amerika artık anthrax,botulism,tularemia,brucellosis,venezuela

ve Q humması gibi ciddi hastalıklara ve ölümlere sebep olan maddelerle ilgili

silahlanmasını tamamlamıştır.Aynı yıl içerisinde Amerika,Vietnamlı gerillalara

94 M.Ö. 6 ncı yüzyılda Asurların düşman kuyularını çavdar mahmuzuyla , Atinalı Solon’un da kuşattığı Krissa kentinin su kaynaklarını kokarca lahanasıyla zehirledikleri biliniyor.Beyazıt Çırakoğlu , “Biyolojik Silahlar ve Biyoterörizm” , Yeni Ufuklara , Genetik 2 , Bilim Teknik Dergisi Ücretsiz Eki , Mayıs 2002 , s.13. 95 “Biological Weapons” , <www.fas.org/nuke/intro/bw/intro.htm >, (30.01.06) 96 Ferda Balancar , “Silah Deyince…” , s.2. , <www.turkishtime.org/15/78_tr.asp > , (05.01.06) 97 Balancar , a.g.m. , s.3. 98 Çırakoğlu , a.g.m. , s.13.

32

karşı bu silahları gerçek anlamda test etme imkanı da bulmuştur.Hemen

arkasından ise başkan Nixon,şartsız olarak biyolojik silahların her türlü

yöntemle kullanılmasından vazgeçtikleri açıklamasında bulunmuştur.99

Tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte,Amerika’nın hemen ardından,

Sovyetler Birliğinin de biyolojik silah programını başlattığı yönündeki

tahminler,geçen zaman içinde doğrulanmıştır.1980 yılında Sovyetler Birliği,

biyolojik silahlarıyla ilgili açıklamalarda bulunmuştur.60 000 çalışanı ile

Sverdlovsk üretim merkezi,dünyada en fazla sayıdaki biyolojik silah

araştırmacısı ve bilim adamını barındırmaktaydı.

Yakın tarihlere bakıldığında;1981 yılında Vietnam ve müttefiklerinin,

Laos ve Kamboçya’da,“sarı yağmur” (yellow rain) denilen mikotoksinleri

kullandıkları görülmektedir.2001 yılında ve 11 Eylül saldırılarının hemen

sonrasında Amerika’da,mektupla gönderilen şarbon virüsü nedeniyle 23 kişi

hastalanmış ve 5 kişi de ölmüştür.

Son olarak verilen örnek,biyolojik bir maddeyi silah olarak kullananın,dünya

devletlerinden birinin olmaması,bunun yerine terörist güçlerin olması

nedeniyle farklı anlamlar ifade etmektedir.

1.4.3. Biyolojik Silahların Tercih Edilme Sebepleri Biyolojik silahlar kimyasal silahlara göre daha az tercih ediliyor olsa

da,nükleer silahlara oranla daha gözde silahlardır.Bunun temel nedeni

biyolojik silahların yapımının ve kullanımının ucuz olmasıdır. Ayrıca biyolojik

silahla yapılan bir saldırının tanımlanabilmesi çok güçtür ve yaratabileceği

etkiler de oldukça zararlıdır.1940’lı yıllarda İskoçya yakınlarındaki Gruniard

adası,birçok biyolojik silah denemesine sahne olmuştur.Araştırmacılar,bu

denemelerin gerçekleştirilmesinden kırk yıl sonra bile adanın Anthrax

sporlarıyla kirlenmiş olduğunu ortaya çıkarmışlardır.100 Uluslararası alanda

biyolojik silahların tercih edilme nedenleri aşağıda açıklanmaya

çalışılmıştır:101

99 Kery Boyd , “Briefing Paper on the Status of Biological Weapons Nonproliferation” , <www.armscontrol.org/factsheets/bwissuebrief.asp > , (30.01.06) 100 Demirtaş , a.g.m. , s.109. 101 Çırakoğlu , a.g.m. , s.13.

33

(i) Biyolojik silahları oluşturan maddeler çok az miktarda

mikroorganizmalardan üretilebilirler.Bir veya iki gramlık mikroorganizma

miktarından istifade ile bir hafta gibi kısa bir sürede tonlarca biyolojik silah

maddesi üretilebilir.

(ii) Biyolojik silahlar diğer kitle imha silahlarına göre daha geniş

alanlara nüfuz edebilmektedirler.Devletler veya artık terör örgütleri için bunun

anlamı ise;az maliyetle daha fazla zararlı ve yıkıcı etki demektir.

(iii) Saklanmaları,küçük hacimleri sayesinde çok kolaydır.

(iv) İstenen yıkıcı etkiyi sağlamak adına,eldeki olanaklara göre

biyolojik silah maddelerinin birbirilerinin yerine kullanılma imkanı mevcuttur.

50 kilometrekarelik bir alanda %50 oranında öldürücülük sağlamak için

yaklaşık 4 ton Risin toksini gerekirken , aynı etki için 0.5 kg. Antrax toksini

yeterli olmaktadır.Sadece 8 gr "A" tipi olarak bilinen botalinyum toksin (bilinen

en ölümcül madde) dünya üzerinde hiç canlı bırakmayacak kadar bir etkiye

sahip olabilir.1 gr Anthrax 100 milyon ölümcül doz içerir ve birkaç kilosu

Hiroşima'da ölen insan sayısı kadar ölümlere sebep olabilir. Genel olarak

düşünüldüğünde,birkaç kilo biyolojik madde,bir kaç ton nükleer gazın

yapabileceği etkiyi yapabilir. Biyolojik silahların çok etkili olmalarının diğer bir

sebebi de aşırı toksik olmalarıyla beraber hızlı çoğalan ve hedef noktalara

ulaşabilen canlı organizmalardan oluşmalarıdır.

(v) Biyolojik silah yapımında kullanılan maddelerin rüzgar altı tehlike

mesafeleri,üretimi ve elde tutulması pahalı olan kimyasal maddelere oranla

çok daha fazladır.Sabit bir noktadan havaya serbestçe bırakılan bir biyolojik

silah maddesinin uygun rüzgar eşliğinde 500 kilometreye kadar etkili

olabileceği bilinmektedir.

(vi) Biyolojik silah maddelerinin kullanıldıkları bölgelerde,istenen

yıkıcı veya zararlı etkinin zamanlamasını ayarlama imkanı mevcuttur.

Mikroorganizmalar öncelikle canlı vücuda yerleşir ve sonra çoğalır.Kuluçka

dönemi olarak adlandırılan bu zaman diliminin kısa veya uzun olması

üreticilerin elinde olan bir olgudur.

(vii) Biyolojik silah maddelerinin,yayılma alanlarının genişliğine daha

önce değinilmişti.“Genişlik” kavramının yanında ‘’ulaşabilirlik’’ niteliği ise

34

sadece biyolojik silah maddelerine özgüdür.İnsanların korunmasına hizmet

edebilecek her türlü sığınak,nükleer ve kimyasal silahlara karşı belirli bir

oranda güvenlik imkanı sağlarken,bu husus biyolojik silah maddeleri için

geçerli değildir.

(viii) Biyolojik silah maddeleri sadece canlı varlıklarda hastalık ve ölüm

meydana getirmektedirler.Diğer kitle imha silahları gibi tahribat yapma etkileri

yoktur.İlk bakışta,bu bir zafiyet olarak algılansa da,kullanana açığa çıkmama

imkanı sağlamaktadır ki devletlerin ve gelecekte terör örgütlerinin en gözde

tercih sebebi de aslında budur. (ix) Biyolojik silah maddeleri,insanların sahip olduğu beş duyu ile

farkına varılamazlar.Diğer kitle imha silahlarına yönelik tespit sensörleri

mevcut olmasına rağmen biyosensörler halen geliştirilme aşamasındadır.

Örneğin aerosol patojen biyolojik ajanlar,canlılarca,solunum yoluyla vücuda

alınırlar ve bu süreçte ‘’canlı’’ acı bile çekmez.Ancak belli bir süre sonra

hastalık ve buna bağlı olarak ölüm meydana gelir.İnsanların en savunmasız

oldukları silahlar bu sebepten dolayı biyolojik olanlardır.

(x) Üretimi en ucuz ve kolay kitle imha silahları biyolojik silahlardır.

Genel olarak denebilir ki,ilaç ve aşı sanayisine sahip her ülke arzu ederse

biyolojik silah üretebilir.

(xi) Biyolojik silah maddeleri vücuda,solunum,sindirim,deri ve üreme

organları vasıtası ile girebildikleri için,kullanıcısına,karşı taraf üzerinde,geniş

bir yelpaze içerisinde zararlı etki yaratma şansı sağlamaktadır.

1.4.4. Günümüzde Biyolojik Silahlar Yüzyılımızda moleküler biyoteknoloji ve gen mühendisliği alanında

meydana gelen gelişmeler,hastalık yapıcı (patojen) bakterilerin ve toksinlerin,

biyolojik silah olarak kullanılma adına,daha da öldürücü biçimlere

sokulabileceğinin habercisi olmuştur.Hatta insanların genetik özelliklerine

göre tasarlanmış ve bu genler üzerinde istenen zararlı etkileri meydan

getirebilecek biyolojik silahların yapımı bugün bile çok zor görünmemektedir.

Gen mühendisliği alanında yaşanan gelişmeler özel virüslerin,genlerin doğal

bir parçası haline getirilmesini sağlayabilmektedir ki bu şekilde tasarlanan

35

genler,normal toksin ve patojenlerin 100 katı kadar daha güçlü etkilere sahip

olanlarını kendi içerisinde üretebilmektedir.102

Son 20 yıl içerisinde,biyolojik silahların askeri ve sivil topluluklar

üzerinde oluşturabilecekleri etkiler,yukarıda belirtilen teknolojik gelişmeler

ışığında,inanılmaz derecede tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.103 Günümüzdeki

biyolojik silah üretiminin en önemli prensibi,‘’nanogramlarla milyonlara‘’

olmuştur.Yani bu silahlar için,artık miligram seviyesindeki ağırlıkları bile hafif

olarak değerlendirilmeyecektir.Nanogramlarla ifade edilen ağırlıktaki biyolojik

maddeler milyonlarca insanı etkisiz hale getirebilecektir.

Kimyasal silahlardan ayrılan en önemli özelliğinin,vücut içerisine

alındıktan sonra kendi kendine çoğalabilmeleri ve istenilen zaman kadar

sonra esas etkilerini gösterebilmeleri olduğunu vurgulayarak,bunu kontrol

etme ve yönetme yetisine sahip olan devletlerin veya terör örgütlerinin,içinde

bulunduğumuz yüzyılın silahını ellerinde tuttuklarını söyleyebiliriz .

Biyolojik silah üretim alanında bütün bu gelişmeler yaşanmasına

rağmen,dünya için arz ettikleri en önemli tehlike,elde edilmelerinin halen

daha nükleer ve kimyasal silahlardan pahalı olamamasıdır.Özellikle az

gelişmiş ülkeler için uluslararası alanda güçlü devletlerle eşit koşularda

muhatap olabilmelerinin en ucuz yolu biyolojik silah üretmek haline

gelmektedir.Bu nedenle 21 nci yüzyılda nükleer yayılmadan daha çok

gündemde olması beklenen konu biyolojik silahların üretimi ve

yaygınlaşmasıdır.Biyolojik silah maddelerinin tamamen yasaklanması

mümkün değildir çünkü barışçıl amaçlara hizmet eden kullanım alanları

oldukça fazladır.104 Bundan sonra meydana gelen her salgın hastalığın

102 “Biological Weapons” , s.3. , < www.fas.org/nuke/intro/bw/intro.htm >, (30.01.06) 103 “Genleri iyiye kullanmanın tedavi metotları bulma çabası bazen ilginç ve tehlikeli neticeler de doğurabiliyor.Avustralyalı genetik mühendisleri , bir kaza sonucu , bağışıklık sistemlerini tamamen imha ederek farelerin kökünü kazıyan bir virüs ortaya çıkardılar.”Kıyamet Böceği” ismini verdikleri öldürücü virüs , teröristlerin elinde , ideal katliam makinesi olma potansiyeli taşıyor… Araştırma ekibinde yer alan başkent Canberra’daki CSIRO Enstitüsü uzmanı Ron Jackson ortaya çıkan virüsün “dehşet verici bir şey” olduğunu söyledi ve benzer bir olayın insanlarda görülen çiçek hastalığının virüsünün değiştirilmeye çalışması sırasında yaşanabileceğinin altını çiziyor.Aynı araştırmacı , “bir aptalın çiçek virüsüne IL-4 geni aşılaması sonucu ölümlerin inanılmaz derecede artacağını söylemek yanlış olmaz” diye belirtirken , Amerikalı bir uzman da virüsün davranışlarını “inanılmaz derecede kötü” diye nitelendirmiştir”.Abdullah Doğan , Genler Nereye Koşuyor , Focus Kitapları , Ankara 2001 , s.262. 104 “Biological Weapons” , s.5. , < www.fas.org/nuke/intro/bw/intro.htm >, (30.01.06)

36

arkasında,bilerek ve planlı olarak hazırlanmış düşmanca hareketler

olabileceği ihtimali artık göz ardı edilemeyecektir .

Bu durumda ‘’suçlunun’’ bulunması,özellikle de devlet bazında,basitçe

denebilir ki mümkün olmayacaktır.Devletlerin gelecekte bu silahları

kullanması kadar kritik durumlar oluşturabilecek bir başka olası durum da

terörist eylemlerin biyolojik silahlarla bütünleştirilebilmesi ihtimalidir ki,

konuyla ilgili ayrıntılı ve uluslararası alandaki aktörlerin tamamını ilgilendiren

analizlerin yapılmasının tam vakti olduğunu iddia edebiliriz.

37

İKİNCİ BÖLÜM

ULUSLARARASI POLİTİKA AÇISINDAN KİTLE İMHA SİLAHLARININ ÖNEMİ VE ETKİLERİ

2.1.Kitle İmha Silahlarına Sahip Olma Açısından Öne Çıkan

Devletler ve Uluslararası Konumlarına Etkileri Silahlanma çabaları tarih boyunca her toplumda görülmüş ve

günümüzde de yoğun bir şekilde sürdürülmektedir.Buna bağlı olarak,

uluslararası ilişkilerde hiç eksik olmayan savaşların ortaya çıkardığı

toplumsal felaket ve kötü sonuçların telafi edilmesi çok uzun yıllar

gerektirmiştir.Sadece II nci Dünya Savaşında,savaşan devletlerin silahlı

kuvvetlerine ilişkin personel zayiatının 16 milyon civarında olduğu ve yine bu

savaşta asker-sivil,toplam insan kaybının 55 milyona ulaştığı bilinmektedir.II

nci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru,ilk nükleer silahın kullanılması,o

zamana kadar,emsali tarihte görülmemiş bir gelişme olmuştur.Bu olay, son

derece “hızlı ancak masraflı” bir süreç olarak addedilen nükleer silahlanma

yarışını da başlatmış ve günümüze kadar olan süreçte de dünyayı etkisi

altına almıştır.Gönlübol’un belirttiği gibi “daha önceleri büyük devletlerle

küçükleri,ülkelerin büyüklüğü,nüfusları , endüstriyel kapasiteleri vb. öğeler

ayırırken nükleer silahların yayılmaya başlamasından sonra devletler,

klasik sınıflandırma yanında,nükleer olan ve olmayan devletler olarak da

tasnif edilmeye başlamışlardır.”105 Günümüzde,uluslararası sistemde dengelerin ve ilişkilerin oluşumuna

dolaylı ya da doğrudan etki edebilecek yüzlerce etken sayılabilmektedir.

Ancak sonuç itibarı ile varılan değişmez nokta,askeri gücün niteliği

olmaktadır.Devletler,çıkarları doğrultusunda uluslararası alanda kendilerinin

seçtiği veya başka devletler tarafından kendilerine uygun görülen rollerini

oynamaktadırlar.Diplomasiden savaşa kadar uzanan yelpaze içerisinde

105 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.173.

38

ilişkiler sürdürülmektedir.Belirleyici etken ise,“hayati çıkarlar”106 olarak

karşımıza çıkmaktadır.

Uluslararası ortamda hiçbir devlet kendisini mutlak güvende

hissedememektedir.Bu sebeple olsa gerek tüm devletler belirli amaçları

kendilerine rehber olarak edinmektedirler ki,bunların en hayati olanları

güvenlikleri ile ilgili olanlarıdır.Ancak hal böyle olunca,doğal olarak bir

devletin belirlediği amaçlar veya çıkarlar diğer bir devletinkiyle

örtüşemeyebilmektedir.Anlaşmazlıkların temel olarak nedeni de bu

olagelmiştir.Yani çıkarlar ve amaçların,devletler tarafından ortak olarak

belirlenememesidir.

Uluslararası ilişkiler,yukarıda anlatılan veriler ışığında,ya statükocu ya

da yayılmacı emeller adına belirlenmektedir.Devletlerin emelleri ne olursa

olsun,güvenlikleri mevzubahis olduğunda askeri güç gündeme

gelmektedir.Tarih süreci içerisinde meydana gelen teknolojik gelişmeler

sebebiyle askeri güç ve barındırdığı unsurlar dönülmez bir yola sokulmuştur.

Artık milyonlarca asker ile ifade edilen ordular değil,hareket yeteneği yüksek,

askeri personeli profesyonel niteliğe büründürülmüş ve uzaktan vuruş gücü

muazzam seviyede olan ordular tasarlanır olmuştur.Bunun sebebi,yaşanan

savaşlarda günümüzde kabul edilemez olarak algılanan insan

kayıplarıdır.Ancak önemli bir ikilem de burada başlamaktadır.Dünya

ordularındaki asker sayısını azaltmak daha az savaşan insan anlamına

gelebilir.Fakat öldürücülük oranı daha yüksek ve uzaktan kumanda edilebilen

silahların sürekli olarak geliştirilmesi,olası bir savaş durumunda daha az

insan kaybının olacağı anlamına gelmemektedir.Bu durum karşısında,

devletleri bu tür bir yöntemi izlemeye zorlayan motivasyon araçlarının neler

olduğu elbette tartışılabilir.Günümüzde bu tartışmalar sürmektedir ancak

ulaşılan sonuçların,insanlığın geleceği için iç açıcı olduğu söylenemez.Çünkü 106 “Zaman zaman güvenlik kavramı ile iç içe geçmiş bir şekilde alınan bir kavram da hayati çıkarlardır.Kavramın klasik kullanımına göre bunlar , uğrunda savaşılmaya hazır olunan türden dış politika çıkarlarına dayalı amaçlardır.Gerçekten de , bir ülkenin uğrunda savaşı göze alacağı çıkarların neler olduğu , söz konusu ülkenin karar alıcılarının ülke çıkarlarından bazılarının bu nitelikte olduklarına karar vermeleriyle belirlenmektedir.Bu konuya ilişkin bir örnek olarak , ABD’nin Orta Doğu petrollerine ilişkin tutumu ele alınabilir.ABD’nin kendi petrol üretimi ve rezervleri dikkate alındığında , sorunun doğrudan bu ülke topraklarının güvenliği ile ilgili olmadığı söylenebilir.Fakat bölgedeki ABD çıkarları , ülke yöneticileri tarafından yüne de çok önemsenmekte ve hayati nitelikte görülmektedirler” . Sönmezoğlu , Uluslararası Politika …., s.258-259.

39

klasik savaşlarda genel kabul olarak görülen şey,ulusları temsil eden

orduların mağlup olması durumunda ulusların da mağlup

olduğudur.Günümüz nirengi noktası olarak alınırsa,gelecekteki savaşların

sadece ulusları değil tüm dünyayı yok edebilmesi söz konusudur.İcat edilen

silahların gücü bunu defalarca kez sağlayabilecek niteliğe ulaşmıştır.Kitle

imha silahları olarak bilinen bu tür silahlar,sadece kitleleri değil,dünya

üzerindeki tüm canlı hayatı ve hatta dünyanın kendisini yok edebilecek

silahlardır.İcatlarından bu yana,uluslararası politikanın da vazgeçilmez konu

başlıklarından birini oluşturan kitle imha silahlarının,yukarıda ifade edilen

gerçeği temsil etmeleri sebebiyle önemlerinin iyi etüt edilmesi

gerekmektedir.107

Dünya tarihinin 1945 yılından sonraki bölümünde kurulmuş olan güç

dengelerinin devamlı olabilmesi adına veya bahsedilen bu dengelerin de

dengelenmesi adına,silahlanma unsuru vazgeçilmez bir öğe haline

gelmiştir.108 ABD’nin dünyaya kazandırdığı en güçlü kitle imha silahı olan

nükleer silahlar,silahlanma yarışının en çok konuşulan ve üzerinde durulan

sembolü haline getirilirken,bu yarışta yer alan tüm devletlerin öngöremediği

bazı önemli tehditler,bir önceki bölümde anlatıldığı gibi,Soğuk Savaşın

hemen ardından teker teker belirmeye başlamıştır. Dünyayı Soğuk Savaş

müddetince iki kutuplu bir görünüme sokan ve süper güç olarak addedilen

devletlerin bunu yaparken güvendikleri en önemli şey,sahip oldukları kitle

imha silahları olmuştur.Kolayca anlaşılabileceği üzere iki kutupluluk,özellikle

askeri alanda daha belirgin hale gelmiştir. II nci Dünya Savaşının ardından

yaşanan süreçte , ABD ve SSCB haricinde hiçbir devletin,silahlanma yarışına

girme takatinin olmadığını biliyoruz.Bu iki devlet,nükleer silahlara sahip

olduktan sonra,olası rakiplerini çok geride bırakmış ve Avrupa devletleri

107 İcat edilen ilk iki nükleer silahın kullanılması ve sonuçları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz., Dabağyan , a.g.e. , s.291-324. 108 “Diğer bir dengeleme yöntemi de “silahlanma” dır.Silahlanma , rekabet halindeki iki devletten her birini dengeyi korumak için kendi olanakları ile yapacakları en doğal girişimlerden biridir.Fakat böyle bir durumun silahlanma yarışına yol açacağı da açıktır.Silahlanma yarışının zorunlu sonucu , askeri hazırlıkların gerektirdiği giderlerin durmadan artması ; bunların ulusal bütçede giderek daha fazla yer tutması ve sonunda gitgide daha büyük ve derin korkular , kuşkular ve güvensizlik durumlarıyla karşılaşılmasıdır…” , Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.430.

40

bilinen yakın tarihte,ilk kez uluslararası ilişkiler adına baş aktör olma rolünü

kaybetmişlerdir.

1960 yılların başına gelindiğinde,ABD ve SSCB’nin sahip olduğu silah

stokları “fazlasıyla öldürme” (overkill) kapasitesine ulaşmış ve bunun üzerine

İngiliz lider Winston Churchill geleneksel “güç dengesi” ya da “dinginlik”

deyimlerinin artık bu durumu açıklamakta yeterli olmayacağını düşünerek,

yeni güç yapısını tarif etmek için “dehşet dengesi” (balance of terror) deyimini

kullanmıştır.109 Nükleer silahların ortaya çıkardığı karşılıklı yılgı durumunun,

aslında bu araçların etkin bir siyasal güç olarak kullanılma olasılığını büyük

ölçüde azalttığı söylenebilir.Zira 1962 yılında yaşanan Küba Krizi,iki tarafa da

ateşle oynadıklarını göstermesi bakımından uyarıcı olmuştur.

Bu aşamada,dehşet dengesinin oluşmasına sebep olan kitle imha

silahları ile konvansiyonel güç dengesinin110 üzerinde durmak yerinde

olacaktır.Kimyasal ve biyolojik silahlarla beraber,kitle imha silahlarının

üçüncü ve başat türünü teşkil eden nükleer silahlara sahip olunduğunda,

konvansiyonel güçlerin öneminin azalacağı beklentileri tamamen yanlış

çıkmıştır.Çünkü kitle imha silahlarının kullanılması ile başlayacak bir savaşta,

hedef ülkenin ele geçirilmesi veya aynı ülkenin karşı saldırısının

engellenmesi için konvansiyonel güçlere ihtiyaç duyulacaktı.Bu gerçek

ışığında denebilir ki,güçlü kitle imha silahlarına sahip olmak,konvansiyonel

güçlerin önemini azaltmamış,aksine bu alandaki büyümeyi ve gelişimi

zorunlu hale bile getirmiştir.Yani Soğuk Savaş müddetince bazen sert bazen

de daha yumuşak olarak yaşandığını söyleyebileceğimiz dehşet dengesinin,

güçlü bir “tarafı” olmak,aslında sonsuza dek uzanan bir süreci temsil

etmemiştir.111

109 “Bu dengenin iki yanında bulunan devletleri birbirine kenetleyen görünürdeki öğe , bunların evrenselci ideolojilere olan bağlılıkları idi.Böylesine ideolojik bir kutuplaşma din savaşları sırasında Katolik ve Protestan hükümdarların Avrupa’yı kontrol için giriştikleri çatışmalardan beri görülmemiştir”. Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.443. 110 “Geleneksel güç dengesi kuramında söz konusu “güç” her ülkeyi savunmak veya ele geçirmek için gerekli fiziksel yeteneği ifade ediyordu.Tarafların askeri yetenekleri ve savaş potansiyeli yaklaşık olarak aynı olduğu zaman dinginliğe varıldığı , böylece hiçbir tarafın ötekini bir savaş halinde yenilgiye uğratabilecek ,dolayısıyla ülkesel statükoyu değiştirebilecek kapasiteye sahip olmadığı kabul ediliyordu…” , Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.447. 111 “Mesela ellili , altmışlı ve yetmişli yıllardaki güç dağılımını gösteren bütün statik resimlerde SSCB çift kutuplu sistemin süper güç odaklarından biri olarak görülüyordu.Afganistan işgalinin gerçekleştiği seksenli yılların başlarında da , Yıldız Savaşları senaryolarının gündeme geldiği seksenli

41

Büyük güçlerin veya bu konuma aday devletler için,kitle imha

silahlarına sahip olma nedenlerini incelemeden önce bu nedenlerin

oluşumunda önemli roller oynayan bazı unsurları iyi kavramak

gerekmektedir.112 Bunlardan birincisi,“korku unsurudur”.Bundan

kasıt,devletlerin,kitle imha silahlarına ya da gerçekçi bir konvansiyonel askeri

üstünlüğe sahip bölgesel düşmanla karşı karşıya gelebilme ihtimalinin yüksek

olması durumunda,nükleer,kimyasal ve biyolojik silah gücüne sahip

olunmasının,duyulan korkuyu azaltma adına önem taşımasıdır.İkincisi

“kapsam unsurudur”.Yakın veya uzak gelecekte,askeri üstünlüğe sahip ve

potansiyel düşman olma ihtimali olan devletlerin,nükleer silahların

sağlayabildiği gibi bir tahrip etkisinden korunamayacağının kabul edilmesi

durumunu ifade etmektedir.Üçüncüsü “zafer unsurudur”.Saldırgan kültüre

sahip olan devletlerin,nükleer gücü (yardımcı unsur olarak da kimyasal ve

biyolojik gücü) kullanarak veya kullanabileceği konusunda tehdit ederek,

mutlak zafere çok hızlı şekilde ulaşma arzusunu ifade etmektedir.

Dördüncüsü “olağanüstü önlem alma unsurudur”.Topyekün bir savaşta,tam

olarak mağlup ola ihtimalinin belirmesi anında,nükleer gücü kullanarak,karşı

tarafa da telafi edilemez zararlar verdirmenin amaçlanmasını ifade eder.

Büyük güçlerin veya bu konuma aday devletlerin,kitle imha

silahlarına,özellikle de nükleer olanlarına,sahip olma nedenlerini oluşturan

unsurların görülmesinden sonra,haklı veya haksız olmaları bir yana,genel

olarak kabul gören bazı nedenleri incelemek yerinde olacaktır. (i)Saygınlık113:

kavramın ifade ettiği anlam,güçlü devletlerin nazarında bir yer edinme

çabasıdır.Fransa’nın bir zamanlar izlemiş olduğu yaklaşıma fazlasıyla

benzeyen bu akıl yürütme,bir teknolojik statü sergilemeye ve buradan

kalkarak bölgesel önder rolüne soyunmaya olanak vermektedir.Gerçekten

de,statü hesaplarını,herkesçe kabul gören uluslar arası bir rol oynama, yılların ortalarında da çekilen tek tek stratejik resimler aynı tabloyu ortaya koyuyordu.Buna karşılık doksanlı yılların başlarında çekilen stratejik ve ekonomi politik resimler , SSCB’yi ve onun varisi olan Rusya’yı birçok açıdan bu güç hiyerarşisinin çok daha alt sıralarına yerleştirmeye başladı.”,Ahmet Davutoğlu,Stratejik Derinlik,Türkiye’nin Uluslar arası Konumu,Küre Yayınları,İstanbul 2001, s.4. 112 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Murat Akpek , “Nuclear Weapon at the Edge of 21st Century” , Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi ,Marmara Üniversitesi , İstanbul 2001 , s. 34-52. 113 Marisol Touraine , Alt Üst Olan Dünya , Çev. : Turhan Ilgaz , Ümit Yayıncılık , Ankara 1997 , s.333.

42

kendini bir muhatap olarak dayatma isteğinden ayrıştırmak mümkün

değildir.Nitekim 1968’de,Fransa da doğu–batı çifte kutupluluğunu kutsayıcı

saydığı Nükleer Yayılmayı Önleme Antlaşmasını imzalamayı

reddetmiştir.(ii)Askeri ve stratejik çıkar114: muhtemel saldırganları caydırmak

ve aynı zamanda da,bir çatışma durumunda,kazanmak için gerekli

olanaklara sahip olmak söz konusudur.(iii)Batılıların bir kenara bırakılması115:

bu gerekçe siyasal niteliktedir.Batılı güçlerin neredeyse tekellerinde tuttukları

bir araçtan yoksun bırakılmalarıyla,aynı zamanda onların bölgesel

anlaşmazlıklara kendi çıkarları doğrultusunda müdahalede bulunmaları da

engellenebilecektir.Çin bu zarar verme yeğinliklerinin gelişimini desteklemek

suretiyle,bu bağlamda etkin bir rol oynamaktadır.Bu üçüncü güdü,belirleyici

görünmektedir;nükleer yayılma,bölgesel dengeleri bir dünya düzenine ikame

ederek uluslararası düzeni parçalanmaya götürecek en emin

yoldur.(iv)Güvenlik endişeleri:her devletin,bulunduğu coğrafya gereği,diğer

devletlerce haklı görülen veya görülmeyen güvenlik endişeleri mutlak suretle

olmuştur ve olmaya da devam edecektir.Güvenlik endişelerini en aza indirme

çabası yine her devlet tarafından fazlasıyla gösterilmiştir.Dünya üzerinde

inisiyatif sahibi olarak hareket etme özgürlüğü bu durumla doğrudan

bağlantılıdır . Bu sebeple kitle imha silahlarına sahip olma girişimleri daima

mevcut olmuştur.Uluslararası alanda,güvenliği ile ilgili sıkıntılarını dile

getirmiş olan devletlerin,kitle imha silahları konusunda,ortak bir söylemi de

kendiliğinden oluşmuştur;‘’potansiyel düşmana karşı en son çare olarak,

bahsedilen silahları kullanmak.’’Buna örnek olarak,Hindistan’ın Çin’e,

Pakistan’ın Hindistan’a,İsrail’in Arap dünyasına,Irak’ın ise İran’a karşı sahip

oldukları kitle imha silahlarını,son çare olarak kullanacaklarını açıklamış

olmaları verilebilir.116 (v)Önemli bir çarpan,güç unsuru:dünya üzerinde

yayılmacı emelleri olan devletlerin kitle imha silahlarına sahip olma

nedenlerinin en önemlisidir.ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki mücadelenin

en sert şekilde yürütüldüğü alan,kitle imha silahlarına sahip olma konusu

olmuştur.Dünya egemenliğini hayal eden Hitler Almanya’sının da,nükleer

114 Touraine , a.g.e. , s.333. 115 Touraine , a.g.e. , s.333. 116 “Motivations for Proliferation” , <www.cbw.sipri.se/cbw/102020200.html#1> , (25.01.06)

43

olanları olmasa bile,kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğu ve kullandığı

bilinmektedir.Silahlanmanın ucuzlaması vesilesi ile hız kazanması ve buna

bağlı olarak dikkate değer bir caydırıcılık sağlamaya başlamasından beri,

olası bir tehdit değerlendirmesi yapan her ülke bu süreçteki yerini almıştır.117

Caydırıcılığın mantığında silahlanma yarışının olması kaçınılmazdır.118 Önce

olası bir tehdit değerlendirmesi yapılır ki,bu faaliyet,aslında silahlanmanın

gereği olan ’’düşmanı’’ belirlemekten başka bir anlam ifade etmez.119 Örneğin

İsrail için silahlanmanın en önemli nedeni,bulunduğu coğrafyadaki hemen

hemen tüm devletleri kendisine düşman olarak kabul etmesi

olmuştur.(vi)Daha az maliyetle daha caydırıcı olabilme isteği:bu konuda

ABD’de yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre nükleer silahlara sarf edilen

1 dolar ile elde edilen etkiyi yaratabilmek için konvansiyonel silahlarda 5

dolarlık harcama yapmak gerekmektedir.Başka bir ifade ile nükleer silahlar

diğerlerine göre 1’e 5 daha maliyet etkindir.120 Örneğin,1990 - 1991 yılı

İngiltere savunma bütçesinde stratejik silahlar için ayrılan kaynak 1480 milyar

sterlin iken,İngiltere’ye ait ve Almanya’da konuşlu bir kolordunun yıllık gideri

2319 milyar sterlin,toplam bütçe ise 21.223 milyar sterlin olarak belirlenmiştir,

Buna göre stratejik silahlara yapılan harcamaların toplam bütçe içindeki payı

%7 oranındadır ancak sadece bir kolordunun yıllık maliyeti ise tüm stratejik

silahlara yapılan harcamaların 1.5 katından daha fazladır.121(vii)Jeopolitik

olarak gereklilik:bölgesel ve akabininde de küresel güç olma isteği taşıyan

ülkeleri,bu fikre sürükleyen unsur öncelikle jeopolitik konumlarıdır.Jeopolitik

konumları gereği ülkeler,silahlanmanın ilk aşaması olan,‘’gerekli bilgi ve

altyapıyı temin için’’ çaba gösterebilmektedirler.Bunun da nihai uzanımı kitle

imha silahlarına sahip olmaktır.Bundan sonra,bulundukları bölgede önemli bir

güç olarak ortaya çıkarlar ve yine aynı bölgedeki politik ve ekonomik

117 Ivan C. Oelrich , Sizing Post – Cold War Nuclear Forces , Institute For Defence Analyses Press , Washington 2001 , s.2. 118 Ayrıntılı bilgi için bkz.Tayyar Arı , Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika , Alfa Yayınları , İstanbul 2004 , s.285-287. 119 “Motivations for Proliferation” ,< www.cbw.sipri.se/cbw/102020200.html#1 >, (25.01.06) 120 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Kibaroğlu , “The Nuclear Non – Proliferation Regime at the Crossroads – Strengthening or Uncertainty ” , Basılmamış Doktora Tezi , Bilkent Üniversitesi,Ankara 1996, s.20-27. 121 <www.sipri.org> , (01.02.06)

44

ilişkilerin dengeleyicisi olurlar122.İsrail örneğini bu hususla birlikte tekrar

hatırlatmak yerinde olacaktır. (viii)Yerel politikalar:devletler askeri doktrinleri

gereği,hem stratejik hem de taktik alanda kullanılmak üzere kitle imha

silahları üretmektedirler.Ancak taktik kullanım alanı,kitle imha silahlarının

sadece uluslararası alanda gerektiğinde kullanılma anlamının çok ötesinde,

ülke içinde istenmeyen gerilla kuvvetlerine karşı da kullanılabilmeyi

kapsayabilmektedir.123Bu silahlara sahip olan ülkeler için uluslararası

alandaki sağlanan prestijle birlikte,ülke içerisindeki prestij de oldukça

önemlidir.Bu tür silahları geliştirebilme gücüne sahip olmak,ulusal gururun

yükseltilebilmesi için de bir araçtır.(ix)Ekonomik gelişmeler:dünyadaki

ülkelerin neredeyse tamamı,barışçıl amaçlarla olduğu sürece,nükleer,

kimyasal ve biyolojik alanda her türlü araştırmayı yapabileceklerine

inanmaktadırlar.Ancak ülkelerin ekonomi alanındaki güçleri arttıkça bu

‘’barışçıl amaçlar’’,ikili kullanım alanı olan teknolojileri (nükleer,

kimyasal,biyolojik) silah yapımına yönlendirmektedir.(x)Yeni dünya

düzeninde bazı ülkelerin daha bağımsız ve milliyetçi politikalar izleme

istekleri:Soğuk Savaş ardından eski süper güçlerin,kendi bloklarındaki

ülkeleri kontrol etme yeteneğinin ortadan kalkması üzerine ortaya çıkan güç

boşluğunda,bazı ülkelerin güvenliklerini sağlamak veya yayılmacı emellerini

gerçekleştirmek için kitle imha silahlarına sahip olma gayretlerinin yayılma

riskini artırdığı öne sürülmektedir.124 Gerçekte dünya,bu silahlardan

kaynaklanan tehditle 50 yıldan beri yaşamakta olmasına rağmen bu silahların

yayılması ile ilgili tartışmalar son yıllarda artmış ve yayılmayı önleme

gayretleri de yoğunlaşmıştır.Bugün çeşitli ülkeler tarafından yürütülmekte

olan nükleer programların başlangıcı soğuk savaş dönemine kadar

uzanmaktadır ve 1980’lerin ortalarından sonra günümüze kadar nükleer

silaha sahip olmak için çalışma başlatan yeni bir ülkeden bahsetmek

güçtür.125 Ancak teknolojik gelişmelerin bu silahların yapımını daha da

kolaylaştırması ve bunların atma vasıtaları olan balistik füzelerde sağlanan

122 “Motivations for Proliferation” ,< www.cbw.sipri.se/cbw/102020200.html#1 >, (25.01.06) 123 “Motivations for Proliferation” ,< www.cbw.sipri.se/cbw/102020200.html#1 >, (25.01.06) 124 Oelrich , a.g.e. , s.3. 125 Oelrich , a.g.e. , s.4.

45

gelişmeler endişe kaynağı olmaktadır.(xi)Nükleer maddelerin ihracatında

uygulanan kurallar ve uyum sorunları:son yıllarda ortaya çıkan diğer bir

tehlike de,nükleer maddelere sahip olan eski Sovyetler Birliği ülkelerinin

henüz bu maddelerin ihracı ile ilgili kontrol sistemlerini tesis edememiş

olmalarıdır. Bu alanda geliştirilmiş ve Sovyetler Birliği zamanında uygulanan

merkezi otorite ile daha kolay sağlanabilen ihraç kontrol ve güvenlik kriterleri

ve buna ilişkin kültüre,söz konusu ülkeler alışkın değillerdir.Uzun yıllar bu

maddeleri üretmiş olan ülkelerde artık devlet tekeli de garanti değildir.Durum

böyle olunca , sadece nükleer olanlar için değil,kimyasal ve biyolojik silahlar

için de kontrolsüz yayılma sorunu mevcut olmaktadır.Eski Sovyetler Birliği

ülkelerinden kaç tanesinde,hangi tür kitle imha silahının var olduğunu

belirlemek neredeyse imkansızdır.Böyle bir gerçeğin var olmasının uzantısı

ise,niyetine girmiş olan devletlerin,kitle imha silahına sahip olma adına

yürümeleri gereken yolun kısalmış olmasıdır ve bu bir kitle imha silahına

sahip olma nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır.126 (xii)Güç boşluğunu

doldurma gayretleri:Soğuk Savaş sonunda ortaya çıkan güç boşluğunun,

devletleri kitle imha silahlarına sahip olmaya sevk ettiği yönünde görüşler

ortaya atılmıştır.Avrupa’daki nükleer güvenlik şemsiyesi hala geçerlidir.

NATO’nun genişlemesi ile yeni ülkeler de bu şemsiye altına girmişlerdir.

Buna karşılık nükleer güce sahip olma ihtiyacını yaratan konvansiyonel

Sovyet tehdidi Batı Avrupa için büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.Bu nedenle

Avrupa devletlerinin ilave nükleer silaha sahip olma isteğini haklı gösterecek

bir gerekçe yoktur.Sadece iki Almanya’nın birleşmesinden sonra prestij ve

saygınlık için Federal Almanya’nın böyle bir yeteneğe sahip olma yönünde

görüşleri ortaya atılmış olmasına rağmen henüz bu yönde bir çalışması

gözlenmemiştir.127 En kötü senaryoya göre,Avrupa ile Amerika arasındaki

transatlantik bağın zayıflaması ve Rusya’nın tekrar bir tehdit olması

durumunda,Avrupa ülkelerinin aralarındaki dayanışmayı artırarak mevcut

nükleer güçlerini geliştirme ihtiyacı doğabileceği değerlendirilmektedir ama

böyle bir senaryonun gerçekleşme ihtimali oldukça düşük

126 Ayrıntılı bilgi için bkz. Robin Ranger , The Devil’s Brews 1 : Chemical and Biological Weapons and Delivery Sistem , Published by CDISS , Washington 1996. s.26-30. 127 Ranger , a.g.e. , s.32.

46

görülmektedir.128(xiii)Teknolojik alanda sağlanan gelişmelerin nükleer

silahlara sahip olmayı kolaylaştırması:son yıllarda teknolojik alanda sağlanan

gelişmelerin nükleer silah yapımını kolaylaştırdığı,bu nedenle bazı ülkelerin

bu silaha sahip olma isteğinin arttığı öne sürülmektedir.Enerji,tıp vb. kullanım

alanlarının genişlemesine paralel olarak birçok ülkenin değişik maksatlarla da

olsa kitle imha silahı teknolojilerini kazanması,nükleer silaha sahip olmayı

kolaylaştıran bir faktördür.

Sayıları 40 ile 50 arasında değişen ülkelerin,5 -10 yılda amaçlarına

ulaşabilecek şekilde bir nükleer silahlanma programını yürütebilecek

yeteneğe sahip olduğu değerlendirilmektedir.Bu ülkelerde nükleer enerji

reaktörü veya araştırma reaktörleri bulunmaktadır.Söz konusu ülkeler uzun

yıllardan beri bu imkan ve kabiliyetlere sahiptir fakat son yıllarda bunların

arasında yeni bir nükleer proje başlatan veya teknolojisinin nükleer silahlara

sahip olmayı kolaylaştırmasından yararlanma yoluna giden ülkeye

rastlanmamıştır.Ancak bu noktada niyet ile imkan ve kabiliyetler arasındaki

ayrıma dikkat edilmesi gerekmektedir.Bir ülke hem dış dünyadan gelecek

tepkileri önlemek hem de ihtiyacı olduğunda nükleer silah üretim yeteneğine

kavuşmak için örtülü faaliyetler yürütebilir.Bu durumda söz konusu ülke,

işbirliği yaptığı ülkelerden de destek alarak zenginleştirme ve tekrar işleme

de dahil olmak üzere sivil amaçlı bir nükleer program başlatabilir.Bunun için

hükümet düzeyinde açıklanmış bir politikaya ve diğer ülkelerin

bilgilendirilmesine de gerek olmayabilir.

Kitle imha silahlarının yukarıda sayılan nedenlerden dolayı yayılma

riskine karşılık,son yıllarda bu konuda olumlu bazı gelişmelerin olduğunu da

belirtmek yerinde olacaktır.Örneğin Güney Afrika nükleer programını iptal

etmiş,Brezilya ve Arjantin ülkelerindeki nükleer maddelerin,IAEA tarafından

denetlenmesini kabul etmişler,Şili ve Arjantin Nükleer Silahların Yayılmasını

Önleme Antlaşması’nı imzalamışlar,Sovyetler Birliği döneminden kalma

nükleer silahlara sahip Ukrayna,Beyaz Rusya ve Kazakistan bu silahları imha

etmeyi kabul etmişlerdir.Irak’ın yürüttüğü programlar,Körfez Savaşı’ndan

sonra büyük ölçüde denetim altına alınmıştır.Ancak verilen sözlerin ne

128 Ranger , a.g.e. , s.40.

47

kadarının tutulacağı,henüz daha belirsizliğini korumaktadır.Bu gelişmelere

rağmen adı geçen silahların yayılma ihtimali henüz tam olarak önlenebilmiş

değildir.Orta Doğu, Uzak Doğu,Güney Asya, Basra Körfezi ve Kuzey Afrika

hala tehdit riski yüksek olan bölgelerdir.

Yukarıda belirtilen açıklamalardan sonra,uluslararası alanda kitle imha

silahlarına sahip olan devletler ve bu alanda izledikleri politikalara değinmek

yerinde olacaktır.Aşağıdaki sınıflandırma yapılırken “nükleer güç”

kavramı,ABD seviyesinde olması bile en azından ABD’nin dikkate alacağı

kadar güçlü olmayı ifade etmek için kullanılmıştır.

2.1.1. Süper Güçler 2.1.1.1. ABD Nükleer Silahları ilk üreten ve günümüze kadar geçen süreçte,ilk ve

son kez bu silahları bir savaşta kullanan devlet ABD’dir.Aynı zamanda,

Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması nazarında da,resmi

olarak nükleer silaha sahip olan 5 ülkeden biridir.Şu an itibariyle yer

yüzündeki,sayısal olarak en fazla,nitelik olarak da en güçlü nükleer silah

stoku ABD’ye aittir.Soğuk Savaşın başlangıcı itibari ile SSCB ile girdiği

nükleer yarış,bugünkü duruma gelinmesinde yegane sebeptir.ABD nükleer

silah stokunda sayısı 10 000’den129 biraz daha fazla olan savaş başlığı

mevcuttur ki bunun 6 000 tanesi operasyonel olarak kullanıma hazır durumda

tutulmaktadır.130

ABD’nin benimsemiş olduğu nükleer güce ilişkin politikaları,Soğuk

Savaştan bu yana 3 zaman evresine bölebilmek mümkündür;

(i) 1945-1990 Yılları Arası:ABD 1945 yılında ilk nükleer silahları

üretmiş ve bunlardan iki tanesi Japonya üzerinde saldırı amaçlı olarak

kullanmıştır.II nci Dünya Savaşının ardından belirmeye başlayan iki kutuplu

denge sisteminde,kutbun doğu tarafını temsil eden SSCB,ABD’nin nükleer

güce kavuşmasından sadece 4 yıl sonra,kendi nükleer gücüne sahip 129 ABD’nin sahip olduğu nükleer silahların ayrıntılı özellikleri için bkz. , <http://www.cdi.org/issues/nukef&f/database/usnukes.html#sources> , (01.04.06) 130 Kullanıma hazır olarak bulundurulan 6000 nükleer savaş başlığının , 1700 tanesi karada konuşlu füze sistemleriyle , 1100 tanesi bombardıman savaş uçaklarıyla , 3200 tanesi de nükleer denizatlılarıyla kullanılmak üzere bekletilmektedir.Geriye kalan yaklaşık 4000 tane nükleer savaş başlığı , depolanmış olarak muhafaza edilmektedir. , “United States Profile”, <http://www.nti.org/e_research/profiles/USA/index.html> , (01.04.06)

48

olmuştur.Bu andan sonra,1990 yılına kadar sürdüğünü iddia edebileceğimiz

Soğuk Savaşın,iki taraf için de esas rekabet alanlarından biri nükleer gücü

geliştirmek olmuştur.ABD,45 yıllık zaman diliminde,SSCB’nin kendisinden

sonra sahip olduğu ancak hızla miktarını arttırdığı nükleer silahların,sayısını

dengeleme politikası izlemiştir.Bire bir kıyaslama yapıldığında,bu konuda

tam olarak başarılı olduğu söylenemez ancak özellikle NATO bünyesinde

stratejik ortaklık kurduğu devletlerin nükleer silah stokunu da kendi saflarında

kabul eden ABD,nükleer başlık sayısının SSCB’ninkilerden daha az olduğu

gerçeğini bu şekilde eritebilmiştir.

(ii) 1990-2001 Yılları Arası:Soğuk Savaşın ardından,ABD’nin nükleer

güç politikası keskin bir dönüş yapmak zorunda kalmıştır.Artık caydırılmak

zorunda olunan küresel bir rakip olmadığına göre,nükleer silahlarla ilgili yeni

bazı uğraşlar bulmak gerekmişti.Bağımsızlığını kazanan ve SSCB’nin nükleer

silah stokunun dikkate alınması gereken bir kısmını ve nükleer silah üretim

tesislerini topraklarında barındıran Kazakistan,Beyaz Rusya ve Ukrayna gibi

ülkelerin süratle “ıslah” edilmesi,ABD’nin öncelikli hedefini

oluşturmuştur.Rusya’nın da konuya ilişkin tutumunun aynı olması ABD’nin bu

hedefini kolayca gerçekleştirmesine yardımcı olmuştur.Zira Rusya,Beyaz

Rusya,Ukrayna ve Kazakistan arasında nükleer silahlara ilişkin bir “Ortak

Önlemler Antlaşması” imzalanmış ve bu antlaşmanın gereği olarak,nükleer

silahların tek komuta merkezi altında 1994 yılına kadar ve Rusya

topraklarında toplanması işleminin ABD’li bilim adamları nezaretinde

gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır.131Ancak Kazakistan ve Ukrayna

topraklarında bulunan nükleer silahların varlığını bir dış politika aracı olarak

kullanmayı da ihmal etmemiştir.Şöyle ki,söz konusu silahların sökülüp

Rusya’ya taşınması,iki ülke tarafından fazlasıyla masraflı bir süreç olarak

addedilmiş ve değişik öneriler dile getirilmiştir.Ukrayna,topraklarındaki

nükleer varlıkların “özelleştirilmesi” yönünde bir beyanda bulunmuştur ki,nasıl

bir niyetle bu fikri öne sürdüğü halen açıkça anlaşılamamıştır.Kazakistan da

nükleer silahların topraklarında kalmasını ancak ortak idaresini talep etmiş,

fakat silahların sökülmemesi için öne sürdüğü mazeret olan maddi zorluklar 131 Fırat Purtaş , Rusya Federasyonu Ekseninde Bağımsız Devletler Topluluğu , Platin Yayıncılık , Ankara 2005 , s.66.

49

konusunda ABD 1.2 milyar dolarlık fon ayırınca bu fikrinden

vazgeçmiştir.ABD’nin maddi yardımının yanında,1994 yılında ABD,İngiltere

ve Rusya devletleri Ukrayna,Kazakistan ve Beyaz Rusya’nın güvenliklerini

garanti altına alan bir antlaşma imzalamışlar,antlaşmadan sonraki bir yıl

içerisinde de Rusya dışında kalan bütün nükleer silahlar,ABD ve Rusya’nın

öngördüğü gibi,Rusya topraklarına dahil edilmiştir.132 Böylece nükleer güce

sahip devletlerin sayısında bir artmanın olması engellenmiştir.

Bu zaman diliminde ABD güvenlik stratejisinin önceliklerinde de

birtakım yeni açılımlar meydana gelmiş ve bunlar Başkan Bush tarafından üç

başlık altında dile getirilmiştir.Birincisi,ABD’yi çok yönlü füze tehdidinden

koruyacak,lazer teknoloji özellikli,birbirileriyle bağlantılı,müttefik ülkeleri de

kapsayacak bir coğrafyada (Avrasya),kara,deniz ve uzay istasyonlarına

konuşlandırılacak “küresel füze savunma sistemi”nin kurulması,ikincisi

nükleer silahların azaltılması,üçüncüsü de artık “düşman” sıfatının

geçersizliği göz önüne alınarak Rusya ile stratejik işbirliği yapılmasıdır.133

11 Eylül öncesi ABD güvenlik yaklaşımını,bu üç başlıkla sınırlandırıldığı için

olsa gerek,nispeten sade olarak değerlendiriyoruz.Ancak 11 Eylülden sonra

daha karmaşık hale gelmesi kaçınılmaz olmuştur.

(iii) 2001 ve Sonrası:11 Eylül saldırıları,ABD’nin güvenlik ile ilgili

politikalarında köklü değişimler yaratmıştır.Yukarıda üç başlık altında

değindiğimiz güvenlik stratejileri 11 Eylülden sonra yön değiştirmiş ve

genelde dört başlık altında incelenir olmuştur.Bunlardan birincisi,Orta Asya

ülkelerinin zengin,doğal ve enerji kaynaklarının dünya pazarlarına batılı

şirketler öncülüğünde çıkarılmasına uygun ortamın hazırlanması,ikincisi,İran

gibi nükleer güç olma yolunda çabalar sarf eden,balistik füze denemeleri

yapan ve 11 Eylül sonrası süreçte Bush tarafından isimlendirilen “şer ekseni”

tehdidi ülkeler içinde yer alan bir ülkenin kontrol altına alınmasının

sağlanması,üçüncüsü,Hindistan ve Pakistan gibi nükleer güç sahibi,yüz

ölçümleri geniş,nüfusları kalabalık,denge unsuru ülkelere yakın olan,

dolayısıyla ABD’ye Güney Asya ile ilgili çıkarlarına bağlı olarak söz konusu

132 Purtaş , a.g.e. , s.67. 133 İhsan Tuncer Dabanlı , “ABD’nin Yeni Küresel Stratejisi , Muhtemel Sonuçları ve Türkiye” , Stratejik Araştırmalar Dergisi , Yıl 1 , Sayı 1 , (Şubat 2003) , s.101.

50

ülkelerin her türlü sorununa doğrudan müdahil olabilme fırsatı veren bir

konum elde edilmesinin sağlanması,dördüncü ve son olarak da Çin ile

ilişkilerin güçlendirilmesi,Avrupa’da sağlanan istikrarın bir benzerinin

Pasifik’te inşa edilmesi ve böylece ABD’nin küresel gücünün Avrasya

ekseninde pekiştirilmesinin sağlanmasıdır.134

11 Eylül süreci,ABD güvenlik politikalarının yanında,nükleer güce

ilişkin yaklaşımında da değişikliklere yol açmıştır.Saldırılardan önce nükleer

güce ilişkin tüm değerlendirmeler devletler bazında yapılırken,saldırılardan

sonra bu değerlendirmeler,uluslararası terörü de kapsayacak şekilde

genişletilmiştir.Bu noktadan hareketle,ABD’nin yeni nükleer güç yaklaşımını,

stratejik çıkarları doğrultusunda şekillendirdiğini iddia edebiliriz.Terör

örgütlerinin nükleer silahlara ulaşıp ulaşamayacağı ayrı bir tartışma konusu

iken,ulaştıkları takdirde,bu örgütlerin kesin olarak nükleer silahları ABD

aleyhine kullanabilecekleri değerlendirmelerinin bizzat ABD tarafından

yapılması kanaatimizce çok ilginçtir.Hele ki bu silahların peşinde koşan terör

örgütlerinden,sadece El Kaide üzerinde durulması ve bunun sürekli bir

şekilde vurgulanması,11 Eylül’ün getirilerinden biri olarak düşünülse bile

gerçekçi olmaktan ziyade,belirli bir amacın alt altyapısını tesis etme

yaklaşımı olduğunu değerlendirebiliriz.135

11 Eylül saldırılarından hemen sonra ABD Başkanı Bush’un,21 nci

yüzyılda ABD nükleer stratejisinin tespit edilmesi talimatını vermesi ilginçtir.

Bu talimat üzerine “gizli” olarak hazırlanan,“Nükleer Stratejinin Gözden

Geçirilmesi” başlıklı ve 31 Aralık 2001 tarihli 55 sayfalık rapor,8 Ocak 2002

tarihinde Savunma Bakanı Donald Rumsfeld tarafından Kongreye sunulmuş

ancak raporun “The New York Times” ve “Los Angeles Times” gazetelerine

sızdırılması,“Şahinler” ekibinde büyük öfkeye yol açmıştır.136 Söz konusu

rapor yeni nükleer politika için üç unsurlu bir konsepti yürürlüğe sokmuştur137:

(i) Soğuk Savaş dönemi boyunca geçerli ve karşılıklı imha garantisine

dayalı “Nükleer Caydırıcılık” konsepti yürürlükten kaldırılmıştır.

134 Dabanlı , a.g.m. , s.102. 135 Ayrıntılı bilgi için bkz. , Kemal İnat , ABD’nin Haydut Devletleri , Değişim Yayınları , İstanbul 2004 , s.13-61. 136 Erol Bilbilik , Amerikan Kuşatması , Otopsi Yayınları , İstanbul 2003 , s.30. 137 Bilbilik , a.g.e. , s.30-31.

51

(ii) ABD’ye tek taraflı olarak,nükleer güce sahip olan veya olmayan

ülkelere karşı nükleer saldırılarda bulunma imkanı sağlamıştır.

(iii) Nükleer silahların kullanılması,nükleer,biyolojik ve kimyasal

saldırılar,nükleer olmayan saldırılar ve sürpriz saldırılar karşısında mümkün

kılınmıştır.

Üç unsurdan oluşan yeni nükleer politikanın dayanakları ise,Kuzey

Kore,Irak,İran ve Libya’nın ABD ve müttefiklerine karşı her an sürpriz nükleer

saldırılarda bulunmasının ihtimal dahilinde olduğu düşünülmesi,Irak’ın,İsrail

ve komşularına,Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye sürpriz saldırılarda

bulunacağı ve Tayvan sorunu nedeniyle Çin’le nükleer bir çatışmanın sürpriz

bir şekilde gerçekleşebileceğinin öngörülmesi,Çin’in nükleer ve nükleer

olmayan stratejilerini modernize etmeye devam ettiği tespit edilmekle beraber

Çin’in sürprize açık potansiyel bir nükleer tehdit oluşturduğunun kabul

edilmesi,Rusya’nın AB’den sonra dünyada en büyük nükleer güce sahip

devlet olması ve Rusya ile iyi ilişkilerin bozulması halinde ABD’nin nükleer

gücünü ve pozisyonunu yeniden gözden geçirmek durumunda kalacak

olması,başıbozuk devletlerin yanı sıra uluslararası teröre destek verdiği

belirlenen devletlerin de nükleer saldırı hedefi içinde olduğu düşünülmesi

olmuştur.138

Bahsedilen rapor,ABD tarafından hakikaten uygulamaya dönüşecek

şekilde benimsenmişse,kanaatimizce yakın gelecekte,dünyanın daha önce

hiç karşılaşmadığı gerilimlere şahit olacağız.ABD,zamanı,mekanı ve boyutu

ne olursa olsun,kendisine yönelik tehditleri uluslararası terörizm kategorisine

sokarak nükleer silahları hiçbir kayıtla sınırlamadan tek taraflı kararla

kullanılmasını öngörmektedir.Böylece nükleer silahların kullanılmasını kendi

kararları doğrultusunda kullanılması koşuluyla küreselleştirmiş

olmaktadır.Bunun uzantısı,diğer devletleri de nükleer silahlanma konusunda,

istemsiz de olsa,zorlamak olabilecektir.

ABD,nükleer gücüne kavuşmadan çok önce,1918 yılının haziran

ayında Kimyasal Savaş Servisini kurmuş ve kimyasal silah üretimine

başlamıştır.II nci Dünya Savaşına kadar olan süreçte,dünyanın en geniş

138 Bilbilik , a.g.e. , s.32.

52

kimyasal silah stokuna sahip olmuş ve 1969 yılındaki tarihi kararla,tüm

kimyasal silah üretimini durdurmuş ve bir daha üretmeyeceğini dünyaya

duyurmuştur.Gerçi Reagan döneminde,ABD yine kimyasal silah üretmiş

ancak 1990 yılı itibari ile aktif kimyasal silah programını sona

erdirmiştir.Günümüz itibari ile ABD dünyanın en geniş ikinci kimyasal silah

stokuna sahip devlettir.139 ABD,Kimyasal Silahlar Anlaşmasını 25 Nisan

1997’de onaylamış ve anlaşmanın gereği olarak Aralık 2004 tarihine kadar

tüm kimyasal silah stokunu yok etmeyi taahhüt etmiştir.Ancak vaat ettiği

tarihe kadar stokunun sadece % 33’ünü imha edebilmiştir.Yapılan resmi

açıklamalara göre Nisan 2007 itibari ile tüm kimyasal silahlarını yok etmesi

beklenmektedir.

ABD,1943 yılında,nükleer silah programı ile hemen hemen aynı

zamanda,saldırı amaçlı biyolojik silah programını başlatmıştır.Bilinen tüm

biyolojik silah türlerini üretmiş ve 1969 ve 1970 yılları içinde kendi kararı ile

biyolojik silah stokunu yok etmiştir.Bu tarihten itibaren de saldırı amaçlı bir

biyolojik silahlanma programı yürütmemiştir.Biyolojik Silahlar Anlaşmasını 26

Mart 1975 yılında onaylamıştır.Bu tarihten itibaren,sadece ciddi bir biyolojik

savunma programı yürütmüştür.140

ABD’nin kitle imha silahlarına ilişkin politikaları konusunda

söylenebilecek son şey,pek de tutarlı olmadıklarıdır.”Haydut Devletler”141

yaklaşımını öne süren ABD,bu tavrı ile ilgili olarak kendince haklı sebepleri

elbette vardır.Ancak bu sıfatın oluşumunu sağlayan tüm hususların İsrail,

Hindistan ve Pakistan gibi devletler için de geçerli olmasına rağmen,bu üç

devlet ABD nezdinde “haydut” olarak anılmamaktadır.Başlı başına bir

araştırma konusu olabilecek bu yaklaşımın ayrıntılarına girmek,konumuz ile

çok yakından ilgili değildir.Son olarak,yukarıda bahsedilen tutarsız durumun,

ABD’nin çıkarları doğrultusunda oluşturulduğunu söyleyebiliriz.

139 Sarin , soman , levisit , hardal ve VX gazı ile doldurulmuş bombalar , füzeler ve topçu mühimmatları , bahsedilen stoku oluşturmaktadır. , “United States Profile” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/USA/index.html> , (01.04.06) 140ABD Başkanı Bush tarafından imzalı “Biodefense for the 21st Century” adlı biyolojik savunma programı için bkz. , <http://www.whitehouse.gov/homeland/20040430.html> , (01.04.06) 141 ABD’nin öne sürdüğü “Haydut Devletler” yaklaşımı ; Sudan , Küba , Suriye , Libya , İran ve Kuzey Kore’yi kapsamaktadır. , Bu devletlerin tek tek analizleri için bkz. , İnat , a.g.e. , s.64-321.

53

2.1.1.2.Rusya ABD’nin hemen ardından dünyadaki ikinci nükleer güç olan SSCB,

kısa zamanda bu alandaki üstünlüğü ele geçirmiş,1994 yılına kadar da bu

üstünlüğü muhafaza etmiştir.Sahip olduğu nükleer savaş başlıklarının sayısı

daima bir muamma olarak kalmıştır.Belirsizlik arz eden bu durum günümüzde

de devam etmektedir.Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması

nazarında resmi olarak nükleer güce sahip ikinci devlet SSCB’nin ardılı olan

Rusya’dır.1986 yılı itibari ile nükleer savaş başlıklarının sayısı 45 000 idi,ki bu

sayı %100 doğrulukla istihbarat elde ettiğini iddia eden CIA’nin bilgisinden 12

000 adet daha fazladır.Start I ve Start II anlaşmaları ile,stratejik nükleer

başlıklarının sayısını 3000-3500 arasında tutacağının sözünü veren Rusya,

stratejik saldırı silahlarının indirimini öngören ve ABD ile imzalanan Moskova

anlaşması ile de bu sayıyı 2012 yılının sonuna kadar 1700-2200 arasına

indireceğini taahhüt etmiştir.142

Günümüz itibari ile Rusya’nın,etkin bir nükleer güç yaklaşımının

olmadığını söyleyebiliriz.İki kutuplu dünya düzeninde belirlenmiş olan,eski

SSCB’nin yeni Rusya’nın stratejik çıkarları,Rusya adına artık nükleer güç

düzleminde tartışılmamaktadır.ABD ve IAEA,yoğun bir şekilde eski SSCB

nükleer stoklarının kontrolsüz kaldığını vurgulamakta ve adeta Rusya’ya

nükleer güce dayalı beklentiler oluşturmaması için baskı uygulamaktadır.

Ciddi ekonomik darboğazlarla uğraşan Rusya’nın da bu konuda nispeten

itaatkar davrandığını söyleyebiliriz.Gelecekte,“milliyetçi” ve “yayılmacı” bir

Rusya doğal olarak eski hazinesine sahip çıkabilir ancak kısa ve orta vadede

bunun ABD ve güdümündeki uluslar arası kuruluşlar tarafından

engelleneceğini değerlendiriyoruz.

Nükleer tesis ve fabrikaların güvenliği halen Rusya’daki en önemli

sorunlardan birisidir.Bazı tesislerde,nükleer maddelerin güvenliğindeki

gevşeklik,ekonomik koşullar ve organize suçların artan gücünün hırsızlık ve

bu tür maddelerin kaçakçılığına potansiyel teşkil etmesi açısından endişe

142 Şu an itibari ile , Rusya’nın 5000 adet stratejik 3400 adet de taktik nükleer savaş başlığına sahip olduğu tahmin edilmektedir.Rusya’nın sahip olduğu nükleer silahların özellikleri için bkz. , “Russian Nuclear Arsenal” , <http://www.cdi.org/issues/nukef&f/database/nukearsenals.cfm#Russia > , (01.04.06)

54

konusu olmaya devam edecektir.Rus nükleer bilirkişi raporlarına ve nükleer

altyapılara daha geniş çapta erişim imkanının doğması,nükleer gelişim

konusunda yardıma ihtiyacı olan devletlere yeni ufuklar arz etmektedir ki,

resmi olarak da Rusya’nın İran’a bu alanda yardım ettiği bilinmektedir.Rus

Savunma Sanayisi,Çin ile çoklu savaş başlığı,yüksek enerjili ileri teknoloji ve

zengin uranyum kapasitesinin geliştirilmesi gibi balistik know-how

mübadeleleri içeren yakın ilişkileri halen yürütmektedir.

SSCB,Soğuk Savaşın başlangıcı ile birlikte kimyasal silah programını

başlatmış ve dünyanın en güçlü stokunu inşa etmiştir.143 Bu durum günümüz

itibari ile de geçerliliğini korumaktadır.Kimyasal maddelerle doldurulmuş olan

bomba,füze ve topçu mühimmatlarının yanında Rusya,“dördüncü nesil”

olarak addedilen kimyasalları da üretmeyi başarmıştır ki,bunlar en zehirli VX

maddesinden bile 5 ila 10 kat daha zehirlidir.144 Kimyasal Silahlar

Anlaşmasını 5 Kasım 1997 yılında onaylamış olan Rusya,tüm kimyasal silah

stokunu 2002 yılına kadar yok etmeyi kabul etmiş,ancak ekonomik yetersizlik

ve yok etme sürecinin zorlukları bunu henüz daha gerçekleştirmesine olanak

vermemiştir.Tabii ki bu yaklaşım iyimser bir beklentiler tablosunu temsil

etmektedir.Rusya’nın anlaşmayı imzalamış ve onaylamış olmasına rağmen

bu konuda ne kadar gönüllü olduğu elbette tartışmaya açık bir

konudur.Rusya’daki nükleer silah ve maddeler için geçerli olan güvenlik

zafiyeti,kimyasal silahlar için de aynı oranda geçerlidir.

SSCB,10 Nisan 1972’de Biyolojik Silahlar Anlaşmasını imzalamış ve

26 Mart 1975’de de onaylamıştır.Ancak anlaşmanın gereklerine uyduğunu

söylemek mümkün değildir.Kimyasal silah stoku kadar geniş olmasa da,

hatırı sayılır bir biyolojik silah stokuna ve bu alana ilişkin bilgi birikimine sahip

olmuştur.145 Bilinen tüm biyolojik maddeler ile silah ürettiği bilinmesine

rağmen SSCB’den Rusya’ya miras kalan silahların türü ve sayısı hakkında

açıklanmış veya elde edilmiş kesin bilgiler mevcut değildir.Aslında

günümüzde Rusya adına bu durumdan ziyade,endişe kaynağı olan başka

143 SSCB’nin ardılı olan Rusya bu stoku 40 000 ton olarak bildirmiştir. , “Russia Profile” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Russia/index.html> , (01.04.06) 144 “Russia Profile,Chemical”,<http://www.nti.org/e_research/profiles/Russia/index.html> , (01.04.06) 145 Ayrıntılı bilgi için bkz. , “Russia Profile , Biological” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Russia/index.html> , (01.04.06)

55

gerçekler mevcuttur.Biyoteknoloji konusunda Rus bilim adamlarının önemli

bir kaynak olması,biyolojik silah üretmek için gerekli bilgiler peşinde koşan

devletlere yeni açılımlar sunmaktadır.Rusya’daki ekonomik sıkıntılar

nedeniyle,iyi yetişmiş ve alanlarının uzmanı olan bilim adamları da,doğal

olarak,büyük olasılıkla diğer devletlerin cazip davetlerine icabet

etmektedirler.146

2.1.2. Büyük Güçler 2.1.2.1. Çin “Yanı başımda nükleer bir güç varken,rahat uyuyamam” prensibi ile

nükleer araştırmalarına 1955 yılında başlayan Çin,1964 yılına gelindiğinde ilk

başarılı testini gerçekleştirmiş ve günümüze kadar uzanan süreçte,

termonükleer silahları da kapsayan 45 başarılı test daha yaparak,yaklaşık

400 adet nükleer savaş başlığına sahip olmuş ve dünyanın üçüncü nükleer

gücü olma ünvanını elde etmiştir.147 Bu ünvanı ve BM Güvenlik

Konseyindeki veto gücünün bileşkesi,Çin adına önemli bir itici potansiyel

teşkil etmiştir.148 Küresel güç mücadelesinde,Rusya’ya daha yakın ve

mümkün olduğunca ABD karşıtı bir politika izleyen Çin’in,nükleer politikası da

aynı seyirde başlamış,geliştirilerek devam ettirilmiş ve halen de ısrarla bu

yönde sürdürülmektedir.

Nükleer güç olma adına atılması gereken adımların çok pahalı olduğu

gerçeğini iyi kavrayan Çin,özellikle 1980’li yılların başından 1990’lı yılların

ortalarına kadar,birçok devlete kendi ürettiği nükleer maddeleri,konu ile ilgili

bilgileri ve altyapıyı satarak “sağlayıcı” devlet konumu elde etmiştir.Bu

durumun varlığı doğal olarak,ABD’yi Çin adına rahatsız eden en önemli

konulardan biri olmuştur.149 Dünya devletlerine nükleer yayılma konusunda

146 Örneğin İran’ın resmi olarak , Rusya’dan biyolojik silah uzmanı kiralama talebinde bulunduğu bilinmektedir. , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Russia/index.html> , (01.04.06) 147 Çin’in sahip olduğu nükleer başlıkların cinsi ve özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. , Robert S. Norris , William M. Arkin , “Chinese Nuclear Forces , 2000” , Bulletin of the Atomic Scientists , vol. 56 , no. 06 , (November/December 2000) , s.78-79. 148 “Çin Halk Cumhuriyeti , gerek büyük nüfusu , geniş yüzölçümü , gerekse devamlı yükselen ekonomik gücü ve potansiyeli ile uluslararası ilişkilerde her zaman dikkatlice değerlendirilmesi gereken bir büyük güçtür.” R.Kutay Karaca , Dünyadaki Yeni Güç Çin , Tek Kutuptan Çift Kutuba, IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul 2004 , s.121. 149 Çin’in “sağlayıcı” devlet olarak , İran , Pakistan , Suriye , Libya ve diğer bazı devletlerle olan nükleer ticareti için bkz. , Frank J. Gaffney , “China Arms the Rogues” , <http://www.meforum.org/aricle/360>, (03.03.2006)

56

tehditkar davranan ABD’nin,söz konusu devlet Çin olunca tehditkar tavrını

temkinli olacak şekilde belirlediği söylenebilir.Örneğin Çin’in uzay

araştırmalarına bütün yoğunluğu ile devam ettiği bilinmektedir.Uzayın Çin

tarafından sivil amaçlı kullanımı söz konusu olduğu gibi,askeri amaçlı

kullanımı da gündemdedir.Bu durumun tehlikeli sayılabilecek bir uzantısı ise;

nükleer silahlara,uzay tabanlı projeler sayesinde yeni kullanım alanlarının

sağlanabilecek olmasıdır.Kanaatimizce bu durumu ABD de yakından takip

etmektedir.Söz konusu devlet Çin değil de İran olsaydı,uluslararası alanda

bugüne kadar çoktan yeni bir krizin gündeme gelmiş olacağını

söyleyebilirdik.Ancak Çin-ABD ilişkisinin özel bir düzlemde sürmesi sebebiyle

tehlikeli uzantıları olabilecek uzay araştırmaları konusunda henüz daha

ABD‘nin bir tepkisi olmamıştır.150

Avrasya’da etkinliğini sürdürmek isteyen ABD,bölgede Rusya–Çin işbirliğini

asla tercih etmediğinden nükleer yayılma dahil hiçbir konuda Çin ile sert

sayılabilecek bir mücadele içine girmemiştir.Çin ile birebir mücadeleden

ziyade Rusya’yı kendi safında tutmaya çalışarak dolaylı olarak Çin’e etki

etmeyi tercih etmiştir.Bu durumun da farkında olan Çin ise,ABD’nin

uluslararası ilişkilerde bazen “yumuşak karnı” olabilen İsrail ile silahlanma

konusunda yakınlaşma içine girerek durumu dengeleme yoluna gitmiştir.151

Ayrıca Tayvan meselesinde inisiyatifini kaybetmek istemeyen Çin,ABD

Başkanı Bush’un hem Amerika hem de Doğu Asya’daki müttefikleri için

düşündüğü füze savunma sistemine karşılık olarak,Aralık 2002’de orta

150 Çin’in sivil ve askeri amaçlı uzay çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. , David J. Thompson,William R. Morris , China in Space , Civilian and Military Developments , Air War College Press,Maxwell Air Force Base , Alabama 2001 . s.9-14. , Lyle J. Goldstain,Andrew S. Erickson,China’s Nuclear Force Modernization,Naval War College Press, Rhode İsland 2005,s.7-8. 151 “Çin’in 1978 yılında başlattığı modernizasyon programı için İsrail , Çin’e tarım alanında yardım ve tavsiyelerde bulunmuştur.Bununla beraber Çin İsrail işbirliğinde en karlı bakış açısı Çin’in askeri modernizasyonu olmuştur…Çin Orta Doğu barış sürecinde daha etkili olabilmek için Mayıs 1994’te Şanghay’da dört gün süren Arap-İsrail barış görüşmeleri ile ilgili olarak bir konferans düzenlemiştir…İsrail bu tarihlerde Çin’in , barış sürecinde gerçek bir rol oynamaya başladığını belirterek , Kuzey Kore ile arasındaki silah satışı ile ilgili Çin’in arabuluculuğuna itiraz etmemiştir…Böyle bir etkinliğin Çin’in , “sorumlu” büyük güç olma imajını güçlendirmesinde yardım ettiği bir gerçektir.Barış sürecinin Çin için ekonomik değerinin kanıtı Çin-İsrail ekonomik ilişkilerinin hızla artması olmuştur… Çin özellikle 1991 Körfez Savaşına kadar İsrail’den yüksek teknoloji ürünü silah alımını arttırmıştır.Bu silah satışlarının söylentileri ve özellikle ABD’nin İsrail’i Amerikan Patriot teknolojisini Çin’e satmakla suçlaması ,o tarihlerde ABD-İsrail ilişkilerinin gerilmesine sebep olmuştur.” , Karaca , a.g.e. , s.149-151.

57

menzilli ve çok başlıklı füze sistemlerini modernize etmeyi başarmış ve ilk

denemelerini başarıyla tamamlamıştır.152

Çin,1984 yılında IAEA’ya üye olmuş ve ancak bundan 8 yıl sonra,

1992 yılında “resmi” olarak dünyadaki nükleer güce sahip beş devletten biri

olarak BM nezdinde kabul görmüştür.153 Bu yıldan itibaren Çin nükleer

politikasında ilginç sayılabilecek bir durum ortaya çıkmıştır.Kitle imha silahları

ve ilgili malzeme ve teknolojiler ile bunların fırlatma vasıtalarının yayılmasının

önlenmesine yönelik olarak oluşturulmuş ihracat kontrol rejimlerinin bir

benzerini Çin,kendisi için yapılandırmış ve uygulamaya başlamıştır.Bu

çabasının nedeni ise kanaatimizce,Soğuk Savaş sonrası süreçte,tek süper

güç olarak kalan ABD karşısında temkinli bir nükleer politika izleme

ihtiyacıdır.

Özellikle Orta Doğu devletlerine bol miktarda silah satan Çin,bu

durumu,2000’li yıllara kadar barışı tesis etme ve istikrar sağlama

çabalarından biri olarak addetmiştir.Birçok devlete nükleer silah ve malzeme

de sattığı bilinen Çin’in,2002 yılında,nükleer denetimlerle ilgili olarak sert

tedbirler ve denetim yetkileri veren Nükleer Silahların Yayılma Anlaşmasının

Ek Protokolünü diğer resmi dört nükleer devletten önce imzalaması,barış ve

istikrar tesis etme amaçlı silah satma politikasının göreceli olarak değiştiğini

göstermektedir.154

Çin,25 Nisan 1997 yılında , daha önce ürettiği Hardal Gazı ve Levisit

gibi iki kimyasal maddeyi deklare ederek,Kimyasal Silahlar Anlaşmasını

onaylamıştır ve bu güne kadar da bu anlaşmanın bir gereği olarak 14 kez

Kimyasal Silahların Yasaklanması Organizasyonu (Organization for the

Prohibition of Chemical Weapons) tarafından denetlenmiştir.Yapılan

denetlemelerde olumsuz bir sonuç olmamasına rağmen ABD ısrarla,Çin’in

152 Yomiuri Shimbun , “China Successfully Tests Multi-Warhead Missiles” , <http://taiwansecurity.org/News/2003/YS-020803.htm> , (04.04.06) 153 “China Profile” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/China/index_5506.html > , (03.04.06) 154 Nükleer Silahların Yayılması Anlaşmasının Ek Protokolü’nün oluşum süreci , imzalayan , onaylayan ve yürürlüğe sokan devletler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. , “Strengthened Safeguards System” : Status of Additional Protokols” , <http://www.iaea.org/OurWork/SV/Safeguards/sg_protocol.html> , (03.04.06)

58

saldırı amaçlı bir kimyasal silahlanma programı olduğunu ima etmektedir.155

II nci Dünya Savaşında,Japonya tarafından kimyasal saldırılara maruz kalan

Çin,tarihten aldığı derse istinaden Japonya ile bu konuda ikili bir anlaşma

imzalamıştır.Gerekçe olarak,kimyasal silahları savaşın ruhuna aykırı

bulduğunu beyan eden Çin’in,bir yandan da “sadece” Uygur bölgesinde

nükleer denemelerine devam etmesi,savaşın ruhu ve dolayısıyla da insan

hakları ile ilgili olarak bu tür beyanlarda bulunması elbette tutarsız bir tablo

ortaya koymaktadır.ABD’nin kendi adına yürüttüğü tek taraflı nükleer

politikaları haklı bulmasak bile,Çin adına ima ettiği , saldırı amaçlı kimyasal

silah programının varlığına,(konuyu yukarıda anlatılan tezat ışığında ele

alırsak),tam anlamıyla olmasa da inanılabileceği kanaatindeyiz.

Çin,15 Kasım 1984 tarihinde Biyolojik Silahlar Anlaşmasını da

imzalamış ve anlaşmanın her türlü gereğini yerine getireceğini

duyurmuştur.Ancak ABD tarafından,saldırı amaçlı bir biyolojik silah

programını yürüttüğü konusunda suçlanmış,dahası İran gibi yoğun silah

alışverişinde bulunduğu bazı ülkelere bu türden silahları da sattığı iddia

edilmiştir.Çin,Avustralya Grubu olarak adlandırılan ve gönüllülük esasına

göre kurulan,kitle imha silahları ihracat kontrol rejimine üye değildir.Ancak

bunun yerine,yukarıda bahsedilen kendi ihracat kontrol rejimini oluşturmuş ve

hali hazırda Avustralya Grubunun faaliyetlerine benzer şekilde bu rejimini

işletmektedir.

Çoğu dünya devletine nazaran henüz daha “kapalı” bir devlet

görüntüsü ortaya koyan Çin’in,kitle imha silahlarına ilişkin politikasının

gelecekte nasıl şekilleneceği,kanaatimizce ABD ile olan rekabetinin

açılımlarına bağlı olacaktır.

2.1.2.2. Fransa II nci Dünya Savaşının galipleri tarafında yer alan Fransa,savaş sona

erdiğinde,ABD ve hemen ardından SSCB’nin nükleer güç olmaları itibari ile,

orta büyüklükteki devletler safında kendini bulmuştur.Bu gerçeği Fransa,

155 “China Profile-Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/China/index_5506.html> , (03.04.06)

59

“bağımsız”156 bir politikanın ürünü ve aynı zamanda aracı olacak olan nükleer

güce kavuşarak lehine değiştirmeye çalışmış ve bunda da başarılı

olmuştur.Nükleer güce kavuşması,BM Güvenlik Konseyinin beş daimi

üyesinden biri olarak “büyükler” kulübünde yer almasına ve ABD’nin nükleer

şemsiyesi karşısında göreceli olarak mesafeli bir konum sergilemesine

olanak vermiştir.

Fransa 1960 yılında başladığı nükleer denemelerine,26 Ocak 1996’da

son vermiş ve bu süreç içerisinde 200 nükleer test gerçekleştirmiş olup 350

adet de nükleer savaş başlığı imal etmiştir.1996 yılındaki son nükleer

testlerinden sonra,aynı yıl Başbakanlık görevini sürdüren Jacques Chirac,

Soğuk Savaşın sona erdiği gerçeği ile hareket ederek,Fransız silahlı

kuvvetlerinin yapısının (özellikle nükleer güç yapılanmasının) değiştirilmesi ile

ilgili bir çalışma başlatmıştır.157Ancak nükleer gücü konusunda daima temkinli

davranan Fransa,bu çalışmanın yapılması esnasında da temkinli olmaya

özen göstererek,nükleer gücünü dikkate değer bir oranda azaltmaktan

kaçınmıştır.ABD ve Rusya arasında yapılan,stratejik silahların indirimi gibi

konularla ilgili görüşmelerin henüz daha Fransa için erken olduğu

beyanatlarında bulunan Chirac,bir bakıma Avrupa sınırları içerisinde söz

konusu olabilecek olan bir nükleer silahsızlanma sürecinin önünü tıkamıştır.

Avrupa güvenliğinin sağlanması ve NATO’nun askeri kuvvet

yapılanması ile ilgili kendine has fikirleri olan ve özellikle ABD ile “şiddetli

olmayan” bir fikir ayrılığına sahip olan Fransa gerçeği günümüzde halen

156 “Bağımsızlık , Soğuk Savaşın olanak verdiği manevra alanlarından yararlanarak Doğu Avrupa ve Rusya karşısında , Güney ve özellikle de Afrika ülkeleri karşısında sürdürülen diplomasiye verdiği isimdir.Bu yaklaşım yıllar içinde nöbetleşe Amerikan karşıtlığı ile Sovyet karşıtlığının , ideolojik tavırlar olmaktan çok Fransa’nın uluslararası rolünü daha iyi sürdürebilmesine olanak vermek üzere yapılmış tercihler olmasına götürmektedir.1980’li yılların başında büyüyen Sovyet gücü , Fransa’yı açıkça Amerika’nın yanında yer almaya itmiştir.Tıpkı Küba bunalımı sırasında (1962) olduğu gibi , François Mitterrand da , Alman Parlamentosunda 20 Ocak 1983’te verdiği dikkate değer bir söylevde , Avrupa füzelerinin konuşlandırılmasına destek vermiştir.Buna karşılık Gorbaçov’un iktidara gelişi ve Soğuk Savaşın ABD’nin uluslararası ağırlığını güçlendirerek sona ermesinden sonra Fransız diplomasisi , Avrupa’daki dengeyi olabildiğince sürdürebilmek amacıyla Moskova’yla yakınlaşmaya başlamıştır.Bu denge Paris için hem kendi rolünün hem de potansiyel rakip Almanya’nın “çembere alınmasının” güvencesi olmuştur.” Touraine , a.g.e. , s.295.-296. 157 1995 yılında , 11 ay sürecek olan nükleer test programını başlattığını ilan eden Chirac , Avrupa devletlerinin şiddetli itirazlarına rağmen bu süreci başlatmış ancak aynı sürecin 5 nci ayında gerekli testleri tamamlayan Fransa , nükleer testlerine o günden itibaren son vermiştir. Stanley R. Sloan , “French Defence Policy : Gaullism Meets the Post Cold War World” , <http://www.armscontrol.org/act/1997_04/sloan.asp> , (30.01.06)

60

mevcuttur.Özellikle NATO’nun Soğuk Savaş sonrası askeri entegrasyon

sürecinde,Fransa’nın göze alamadığı yegane husus nükleer gücünü NATO

emrine sunmak,yani kendince bir anlamda ABD’nin hizmetine sunmak,

olacaktır.Fransa’nın uluslararası teröre ilişkin yaklaşımı ABD’ninki ile paralel

bir görünüm arz etse de158,kanaatimizce bu durum asla Fransa’nın ABD

“alerjisi”ni tedavi etmesine yetmeyecektir.Dolayısıyla da yakın gelecekte

Fransa’nın nükleer güce sahip olduğu ilk günden beri izlemiş olduğu

“bağımsız” nükleer politika,belki sadece Avrupa güvenliği çerçevesinde

oluşabilecek yumuşak kırılmalarla devam edecektir.

I nci Dünya Savaşında Almanya’nın Fransa’ya karşı kimyasal silah

kullanması üzerine,Fransa da misillemede bulunmuş ve sadece bu silahlar

yüzünden 100 000 civarında asker ölmüştür.159 II nci Dünya Savaşının

başına kadar Fransa,kimyasal silah stokunu işlevsel halde tutmuş ve savaşın

hemen ardından da yok etmiştir.1601988 yılında Mitterrand,Fransa’nın

kimyasal silahı olmadığını ve gelecekte de asla üretmeyeceğini beyan

etmiştir.2 Mart 1995 yılında Kimyasal Silahlar Anlaşmasını onaylayan

Fransa’nın,anlaşma gereklerine uygun olarak,saldırı amaçlı kimyasal silah

programı olmadığı ve yakın gelecekte de olmayacağı değerlendirilmektedir.

Fransa 1921-1926 ve 1935-1940 yılları arasında olmak üzere iki

biyolojik silah programı yürütmüştür.Ancak,kimyasal silah stoku ile beraber

biyolojik silahlarını da imha ettiği tahmin edilmektedir.27 Eylül 1984 yılında

Biyolojik Silahlar Anlaşmasını onaylayan Fransa’nın,yakın gelecekte saldırı

amaçlı biyolojik silah (veya kimyasal silah) programına başlama ihtimalini,

“ezeli düşmanı” Almanya’nın bu türden silahlara ilişkin çalışmalara başlaması

ile doğru orantılı olarak değerlendirebiliriz.

158 Fransa Cumhurbaşkanı Chirac , Ocak 2006’da , ülkenin kuzeybatısında bulunan L’ile-Longue nükleer denizaltı üssünde incelemelerde bulunmuş , burada sorulan bir soruyu yanıtlarken de , 11 Eylül sonrası süreçte genelde ABD söylemlerinden duymaya alışık olduğumuz şekilde , Fransa’nın teröre karşı , sadece konvansiyonel değil “başka” silahlar da kullanabileceğini söylemiştir.”Başka” silahlardan kastı , soruyu cevapladığı yer itibari ile de kolayca anlaşılabileceği gibi nükleer olanlardır., <http://www.bbc.co.uk/turkish/europa/story/2006/01/printable/060119_france_nuke.sht...>,(12.02.06) 159 <http://www.fas.org/nuke/guide/france/cbw/> , (04.04.06) 160 “France Profile-Chemical”,<http://www.nti.org/e_research/profiles/France/index.html>,(04.04.06)

61

2.1.2.3. İngiltere İngiltere de aynı Fransa gibi,en azından askeri güç olarak,ABD’nin çok

gerisinde kalmamak için,1945 yılında nükleer silah yapmaya niyetlenmiş

ancak ilk başarılı denemesini ABD’nin yardımıyla 1952’de yapabilmiştir.1998

yılına kadar geçen zamanda 200 adet stratejik,148 adet de taktik nükleer

savaş başlığı üretmiştir.BM nezdinde resmi beş nükleer devletten birisi olan

İngiltere,Soğuk Savaşın sürdürüldüğü zaman diliminin gereklerine uygun

olarak silahlanmaya önem vermiş,Soğuk Savaş ertesinde,özellikle nükleer

alanda silahsızlanma girişimleri konusunda istekli bir tavır

sergilemiştir.Silahsızlanmadan kasıt, elbette tüm nükleer silah stokunu yok

etmek değildir.Temmuz 1998’de,Stratejik Savunma yaklaşımını yeniden

belirleyen İngiltere,nükleer güç olarak,içinde 48 adetten fazla nükleer savaş

başlığı olmayacak şekilde sadece tek bir denizatlıyı işlevsel halde tutmanın

yeterli olacağını kabul etmiştir.Buna istinaden,belirli bir zamana bağlı

kalmaksızın,stratejik savaş başlıklarının neredeyse tamamı ve taktik savaş

başlıklarının da büyük bölümü sökülme işlemine tabi tutulacaktır.Nükleer

Silahların Yayılması Anlaşmasının Ek Protokolünü de kabul eden İngiltere’nin

bu tavrıyla diğer devletlere örnek olduğu bile söylenebilir.

1957 yılında kimyasal silah stokunun içeriğini açıklayan İngiltere,bu

açıklamanın ardından bu stokunu imha etmiştir.İngiltere 13 Mayıs 1996

yılında,Kimyasal Silahlar Anlaşmasını onaylamıştır.Yakın gelecekte,bu

türden silahlara sahip olma çabası içine girmesi ihtimalinin düşük olduğu

söylenebilir.İngiltere,Rusya’ya,sahip olduğu kimyasal silah stokunu imha

edebilmesi için parasal yardımda bulunmaya devam etmektedir.161

1936-1956 yılları ararsında İngiltere,saldırı amaçlı biyolojik silah

programı yürütmüştür.1956 yılından bu güne kadar da bir daha böyle bir

girişimde bulunmamıştır.İngiltere,26 Mart 1975 tarihinde Biyolojik Silahlar

Anlaşmasını onaylamıştır.Anlaşmanın gereklerine karşı olan desteğini

belirtmek için de,ABD ve Rusya ile birlikte,28 Mart 2005 tarihinde anlaşmayı

savunduklarını beyan bir deklarasyon yayınlamıştır.Saldırı amaçlı biyolojik

silah programı yürütmeyen İngiltere aynı zamanda,olası biyolojik silah

161 “U.K. Profile–Chemical”,<http://www.nti.org/e_research/profiles/UK/index.html> , (04.04.06)

62

saldırısına karşı savunma araç,gereç,giysi ve ekipmanları geliştirme ve

üretme konusunda dünyadaki önemli devletlerden biridir.162 2.1.3.Nükleer Güç Olma Yolunda İlerleyen Devletler 2.1.3.1. Hindistan Hindistan nükleer alandaki çalışmalarına 1930’larda başlamış,

akabininde (1945 yılında) ilk temel Nükleer Fizik Araştırma Enstitüsünü

kurmuş ve 1948 yılında da kendi Atom Enerjisi Komisyonunu kurup işletmeye

başlamıştır.1958 yılına kadar nükleer enerji konusuna yoğunlaşan Hindistan,

1966 yılı itibari ile nükleer silah teknolojisi üzerine eğilmeye başlamış ve takip

eden 18 ay içerisinde nükleer silah üretebileceğini açıklamıştır.163 Nükleer

güce ulaşmada açıkladığı zaman sürecine uyamamasına rağmen,6.5 yıllık bir

gecikmeyle 1974’te,Hindistan ilk nükleer denemesine “barış amaçlı nükleer

patlama” adını vermiş ve 15 kilotonluk bir atom bombası patlatarak bu

denemeyi başarıyla gerçekleştirmiştir.1998 yılında yaptığı 6 nükleer

denemesine kadar geçen zamanda,kaç adet nükleer silaha sahip olduğu tam

olarak bilinmemektedir.Ancak bu 6 denemeden sonra kendisini nükleer

devlet olarak tüm dünyaya açıklaması iki türlü yorumlanabilir;ya sahip olduğu

gücün küçümsenemeyecek oranda büyük olduğu ya da Pakistan ile olan güç

mücadelesine istinaden caydırma amaçlı bir açıklama olduğudur.

Nükleer Silahların Yayılması Anlaşmasına taraf olmayan Hindistan,

1998 yılı denemeleri ile ABD’yi oldukça fazla oranda şaşırtmıştır.164 Bu

girişimi,silahsızlanma adına yapılan çabaların,dünya için aslında çok da

anlamlı olmadığını göstermesi açısından önemlidir.ABD,silahlanma eğilimi

içinde olan devletlere “haydut” sıfatını uygun görürken,Hindistan konusunda

bu kadar sert davranmamıştır.Asya coğrafyasında Rusya ve Çin ile

girişilebilecek ve ABD yi devre dışı bırakacak her türlü işbirliği,Hindistan için

olası bir durum iken,ABD’nin böyle bir riski almasının söz konusu dahi

olmadığını söyleyebiliriz.Nükleer enerji konusunda 1950’li yıllardan beri ABD-

Hindistan işbirliği mevcuttur.Ancak,Hindistan’ın bu alandan nükleer silah 162 “U.K. Profile–Biological”,<http://www.nti.org/e_research/profiles/UK/index.html> , (04.04.06) 163 “Nuclear Testing Cronology” , <http://www.atomicarchive.com/Reports/India/index.shtml> , (08.04.06) 164 Christopher E. Paine , “India’s Nuclear Explosions , Where do They Lead” , <http://www.nrdc.org/nuclear/aindia.asp> , (02.04.06)

63

denemelerine doğru kayması,ABD istihbarat birimlerince bile olası

görülmemiştir.Tüm dünya için sürpriz bir nükleer devlet niteliği teşkil eden

Hindistan’ın,bulunduğu coğrafya ve önemine binaen uluslararası alanda

özellikle de ABD baskısı ile karşılaşmaması,diğer devletler için bu konuda

mutlak surette özendirici bir rol oynayacaktır ki,bu durumun mantıksal

çıkarımı,ABD tarafından “haydut devlet” olarak nitelendirilmemiş her ülke,

gizli şekilde nükleer güce kavuşursa,uluslararası alanda fazla problemle

karşılaşmayacağı şeklinde olabilecektir.

Nükleer gücüne sessiz adımlarla kavuşan Hindistan,kimyasal silahlar

konusunda da aynı tavrı sergilediğini söyleyebiliriz.1993 yılında imzaladığı

ancak 09 Mart 1996’da onayladığı Kimyasal Silahlar Sözleşmesinin

gereklerine rağmen,1997 yılına kadar kimyasal silahlarının varlığını

reddetmiştir.Çinli uzmanların tahminlerine göre,1000 tondan az olmamak

üzere hardal gazı üretmiş olan Hindistan,2007 yılına kadar sahip olduğu her

türlü kimyasalı yok etmeyi taahhüt etmiştir.165

Hindistan,15 Temmuz 1974 yılında Biyolojik Silahlar Sözleşmesini

onaylamış ve bugüne kadar da anlaşmanın gereklerine uygun olarak hareket

etmediğini gösterecek herhangi bir faaliyette bulunmamıştır.

2.1.3.2. Pakistan 1970’li yılların başında uranyum zenginleştirme faaliyetine başlayan

Pakistan,Amerikan istihbarat birimlerinin verilerine göre,1990 yılı itibari ile

birinci nesil nükleer silahları üretebilme kapasitesine ulaşmıştır.166 Pakistan,

Hindistan’ın nükleer stratejisi ile aynı doğrultuda hareket etmiştir ve 1998 yılı

Hint nükleer denemelerinin hemen ardından kendi denemelerini başarıyla

geçekleştirmiş,bu denemelerinin ardından da nükleer devlet olduğunu

dünyaya açıklamıştır.Hindistan gibi,Pakistan da Nükleer Silahların Yayılması

Anlaşmasına taraf değildir.Nükleer gücüne ulaşmada Çin’in ciddi yardımları

olduğu bilinmektedir.ABD’nin “haydut” olarak nitelendirmediği 3 devletten biri

olan Pakistan,11 Eylül sonrası süreçte terörle mücadele kapsamında ABD

165 “India Profile – Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/India/index_1757.html> , (09.04.06) 166 “Pakistan Profile – Nuclear”, <http://www.nti.org/e_research/profiles/Pakistan/index.html> , (09.04.06)

64

ile işbirliğinde bulunmuş,“terörist devlet” olarak anılmanın sınırlarını zorlayan

bir devletken,artık stratejik ortak olarak anılmaya başlamıştır.Elinde

bulundurduğu nükleer güç kapasitesi belirsizliğini sürdürmekle beraber,

Hindistan ile kıyas edildiğinde daha hızlı gelişme gösterdiği bilinmektedir.

Genel olarak nükleer güce sahip olma,dünya çapında güçlü olma

adına yapılan bir girişim olarak düşünülürken,Pakistan ve Hindistan’ın bu

konudaki girişimlerinin,bahsedilen güce ulaşmaktan ziyade,kendi aralarında

oynadıkları ve uzun yıllar daha oynayacakları düşünülen,diplomatik güç

gösterisi oyununa benzediğini söyleyebiliriz.

Pakistan,13 Ocak 1993’te Kimyasal Silahlar Anlaşmasını imzalamış ve

28 Ekim 1997’de onaylamıştır.Bugüne kadar,kayda değer bir kimyasal silah

üretim bilgisi mevcut değildir.16710 Nisan 1972 tarihinde imzaladığı ve 25

Eylül 1974’te onayladığı Biyolojik Silahlar Anlaşmasını da keza bugüne kadar

ihlal etmediği değerlendirilmektedir.Ancak Pakistan gelişmiş laboratuarlara

sahiptir ve bu da istenildiği takdirde kısa zamanda saldırı amaçlı biyolojik

silah üretebileceği anlamına gelmektedir.168

Pakistan’ın yakın ve uzak gelecekteki,kitle imha silahlarına yönelik

politikalarının,tamamıyla Hindistan’ınkiyle aynı doğrultuda gelişeceğini iddia

edebiliriz.Ancak uluslararası alanda da gündem konusu olarak geniş yer

tutmuş olan Keşmir sorununun çözümünün,iki devletin de nükleer

silahlanmasıyla ilişkili olabileceğini düşünmüyoruz.Aksine çözümsüzlüğe yani

bir bakıma savaşa her gün daha yaklaşıldığı kanaatindeyiz.

2.1.3.3. İsrail Orta Doğu coğrafyasında bulunan ve bu coğrafyadaki hemen hemen

tüm devletlerin düşmanı olan İsrail,bu gerçeği kurulduğu ilk zamanlarda dahi

iyi analiz etmiş ve güvenliğini sağlamak açısından başvurulabilecek en doğal

yol olan silahlanma konusuna her zaman önem vermiştir.Silahlanmanın etkili

bir caydırıcı güç olabilmesi adına da,kitle imha silahlarının üretimine 1950’li

167 “Pakistan Profile – Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Pakistan/index.html> , (09.04.06) 168 “Pakistan Profile – Biological” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Pakistan/index.html> , (09.04.06)

65

yılların sonlarına doğru başlamıştır.Dimona169 isimli araştırma merkezini

kurmuş ve günümüze kadar da faal olarak bu merkezde nükleer silah

üretimine devam etmiştir.Bu konuda Fransa’nın İsrail' e büyük yardımlarda

bulunduğu bilinmektedir.1955 yılının Ocak ayında Guy Mollet'in

başkanlığında kurulan Fransız Hükümeti,Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nı

destekleyen Nasır ve benzeri Arap liderlerine karşı daha sert politikalar

izleme kararı alırken,İsrail'le de ilişkilerini geliştirmiştir.Fransa İsrail'e

öncelikle yüksek performanslı bombardıman uçakları satmış,Şimon Perez

tarafından organize edilen kapsamlı silah ticareti sayesinde de Fransa'dan

İsrail'e silah akmıştır.170 Buna karşılık İsrail,Orta Doğu,ABD ve Avrupa

hakkındaki istihbaratını Fransızlarla paylaşmayı kabul etmiştir.171 Bu süreçte

İsrail,Fransa'dan nükleer çalışmaları için yardım istemiş ve Süveyş Kanalı

Savaşı'nda silahların patlamasından kısa bir süre sonra da istediği yardımı

almıştır.İsrail nükleer reaktörünün yapımı için gerekli izinleri veren Fransız

Hükümeti'nin kararı 1957 yılının Eylül ayı sonunda imzalanmış ve İsrail Orta

Doğu Coğrafyasındaki tek nükleer devlet olma yolunda önemli adımları

böylece atmıştır.

Nükleer Silahların Yayılması Anlaşmasına taraf olmayan İsrail,ürettiği

silahları ilk kullanan olmayacağı yönünde beyanlarda bulunmuş ve bu

silahlara sahip olmasına rağmen Arap devletleriyle yaptığı savaşlarda da

kullanmamıştır.İsrail’in nükleer silah üretimine başlaması,özellikle Orta 169 Dimona nükleer tesisinin yapımı ile ilgili Erdoğdu şunları yazmıştır ; “İsrail'in stratejik amacı, termonükleer silahlan, füzeleri, gelişmiş uçak sistemleriyle Sovyetler Birliği'ndeki hedefleri vurabi-lecek vurucu güce sahip olmaktı. Bu muazzam projenin maliyeti, Dimona'daki tesislerin çoğunun yeraltında inşa edilmesi sebebiyle daha da yükselmiş , İsrail'in harcamaları milyarlarca dolara ulaşmıştı.Ben Gurion Dimona'nın bitirilmesi işinin İsrail bütçesi dışındaki kaynaklardan finanse edilmesi gerekliliğini kavradığında hemen harekete geçti. 1960 yılında Şimon Perez, İsrail kaynaklarına göre daha sonra Otuzlar Komitesi adıyla anılacak olan, seçkin ve güvenilir bağışçılardan müteşekkil bir komite kurmaya karar verdi. Paris'ten Baron Edmond de Rotschild ve New York'lu Abraham Feinberg gibi zengin Yahudilerden, Perez'in "özel silah" adını verdiği program için para vermeleri istendi. Bu Yahudi zenginler oldukça yüklü bağışlar yaptılar. Daha sonra, Dimona tamamlanınca bağışta bulunanlara Dimona'daki tesisler gezdirildi.Nükleer bomba edinilmesi amacıyla her yıl yüz milyonlarca dolarlık kaynağın yanı sıra ülkedeki tüm birikim kullanıldı. Bilim adamı kadroları Dimona için harekete geçirildi. Burada çalışan İsrailli bilim adamı sayısının 1500'e ulaştığı zamanlar oldu.” Erdoğdu , a.g.e. , s.239. 170 Erdoğdu , Büyük İsrail … , s.237. 171 “İsrail'in özellikle Kuzey Afrika'da üçlü bir haber alma ağı bulunuyordu. Zira Yahudiler, tüccar ve iş adamı olarak Arap mahallelerinde yaşıyorlardı. Cezayir'de 100.000'den fazla Yahudi vardı. İsrail hükümeti bunları hem Ulusal Kurtuluş Hareketi ile ilgili istihbarat işlerinde kullanıyor, hem de Fransa ile işbirliği yapmalarını teşvik ediyordu.” Erdoğdu , Büyük İsrail … , s.237-238.

66

Doğu’da,dünyada silahsızlanma ile ilgili tüm çabalara darbe vurulması

anlamını taşımıştır.IAEA’nın hiçbir denetimini kabul etmeyen İsrail,aynı

kurumun başkanı olan Muhammed El Baradei’nin Temmuz 2004’teki

ziyaretini kabul etmiş ancak silahsızlanma veya denetim ile hususlarda,

uluslararası alandaki işbirliğini Orta Doğu’da kalıcı bir barışın

sağlanmasından sonra değerlendirebileceğini açıklamıştır.172 1990’lı yılların

başı ile İsrail’in sahip olduğu nükleer silah sayısının 100-200,günümüz itibari

ile de 400 adet olduğu tahmin edilmektedir.173

İsrail’in resmi bir beyanatı olmamasına rağmen,güçlü olduğu

değerlendirilen saldırı amaçlı kimyasal bir silah programı olduğu

düşünülmektedir.Nes Ziona da konuşlu Biyolojik Araştırma Merkezinin bu

amaçla kullanıldığı,1992 yılında bu merkezden Amsterdam’a gönderilen

dimetil metilfosfonat maddesi olduğuna dair bilgilere istinaden,özellikle

komşu Arap devletleri tarafından iddia edilmektedir.Adı geçen maddenin sinir

gazı üretiminde kullanılabileceği bilinmektedir.Bu duruma açıklama getirmeye

çalışan İsrail yetkilileri,gaz maskesi denemeleri maksadıyla bu maddeyi

ürettiklerini söylemişlerdir.174 Ancak İsrail’in 13 Ocak 1993 tarihinde,

Kimyasal Silahlar Anlaşmasını imzalaması ve fakat onaylamaması,saldırı

amaçlı kimyasal silah programına ilişkin iddiaları gündemde tutmaktadır.

Biyolojik silahlar konusuna gelince,1948 yılında Hayfa yakınlarında

bulunan Acra’nın sularını,özel bir İsrail askeri birliğinin,tifo ve dizanteri

bakterileri ile kirlettiğine dair emareler mevcuttur.İsrail’in komşu devletleri

tarafından,saldırı amaçlı biyolojik silah programı yürüttüğü iddia

edilmektedir.Biyolojik Araştırma Merkezinde,silah üretme yönünde

çalışmalarına devam ettiği düşünülen İsrail,bu iddiaları kabul etmemekte

ancak merkezin konuşlu olduğu bölgede meydana gelen ilginç ve ani ölümleri

172 “Israel Profile – Nuclear” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Israel/index_3552.html> , (10.04.06) 173 “Israel Nuclear Weapons” , <http://www.fas.org/nuke/guide/israel/nuke/index.html> , (10.04.06) 174 “Israel Profile – Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Israel/index_3552.html> , (10.04.06)

67

de açıklayamamaktadır.175 Biyolojik Silahlar Sözleşmesini imzalamaması da

bu yöndeki fikirleri desteklemektedir.

Bulunduğu coğrafyanın kendisine sağladığı tüm olumsuzlukları,askeri

gücünü üstün tutarak önlemeye çalışan İsrail’in,bu tutumunu yakın gelecekte

de sürdüreceğini ve askeri gücünün de vazgeçilmez unsuru olan kitle imha

silahlarını üretmeye de devam edeceğini söyleyebiliriz.

2.1.4. Nükleer Güç Olmak İsteyen Devletler 2.1.4.1. İran 1959 yılında ABD’den satın aldığı bir reaktör ile nükleer enerji üretimi

faaliyetlerine başlayan İran yaklaşık 50 yıldır,bazı zaman dilimlerinde

kesintiler olsa da176 ,bu faaliyetine devam etmektedir.177 Nükleer programı

esas itibariyle 1991 yılından hızlandırılmış ve bundan sonra uluslararası

alanda dikkat çekmeye başlamıştır.İran’ın Çin,Pakistan,Rusya,Almanya,

İngiltere ve Güney Afrika gibi ülkelerle bu alanda çeşitli zamanlarda işbirliği

gayreti içerisinde bulunduğu bilinmektedir.178 Bu güne kadar nükleer silaha

sahip olduğu konusunda kesin bir delil olmamakla beraber,IAEA’nın yaptığı

denetimlerde İran’ın bazı nükleer altyapı geliştirme ve nükleer silah üretimi

için gereken maddeleri elde etmesi gibi önemli konuları rapor etmediği

belirlenmiştir.179 Bu durum,Afganistan ve Irak müdahalelerinin hemen

sonrasında İran üzerine yoğunlaşması beklenen ABD için bir fırsat teşkil

etmiştir.Afganistan müdahalesine beklenenin aksine fazla tepki vermeyen ve

hatta müdahale esnasında bazı alanlarda ABD’ye yardım bile eden İran,

1983 yılında Beyrut’ta bulunan Amerikan Deniz Kuvvetleri kışlalarına yapılan 175 İsrail Dış İşleri Bakanlığı , Biyolojik Silahlar Anlaşmasının imzalanmasına ilişkin politikasını tekrar gözden geçireceğini bildirmiş ancak günümüze kadar konuya ilişkin daha önceki yaklaşımında bir değişim olmamıştır. , “Israel Profile – Biological” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Israel/index_3552.html> , (10.04.06) , Kendini asla güvende hissetmeyeceğini değerlendirdiğimiz İsrail’in , bu yöndeki politikasının , Orta Doğu barış süreci tamamlansa bile asla değiştirmeyeceğini değerlendiriyoruz. 176 Kesintilerden kasıt , Şah rejimi döneminde başlatılan nükleer yapılanmanın Humeyni hükümeti tarafından 1978-1980 yılları arasında durdurulmasıdır.Cankara , a.g.e. , s.108. 177 A.Serdar Erdurmaz , “İran ve Nükleer Programı” , Stratejik Araştırmalar Dergisi , Yıl 3 , Sayı 6, (Aralık 2005) , s.73. 178 İran’ın adı geçen devletlerle nükleer alandaki işbirliği çabalarını ve bu çabaların sonuçları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Cankara , a.g.e. , s.117-139. , Erdurmaz , a.g.m. ,s.73-80. , Erdurmaz , a.g.e. , s.173-175. 179 “İran Profile – Nuclear” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Iran/index.html> , (09.05.06) , Michael Rubin , “The Radioactive Rebuplic of İran” , Wall Street Journal , (16 January 2006) , Makaleye elektronik ortamda ulaşmak için bkz. , <http://www.meforum.org/article/699> , (18.03.06)

68

saldırıları desteklediği gerekçesi ile Ocak 1984’te ABD tarafından “şer

ekseni” ülkeleri içinde anılmış180 ve bugüne kadar da öyle kalmıştır.Bu

bağlamda düşündüğümüzde İran’a ait resmi bir nükleer silah elde etme

stratejisinin olup olmadığı tartışmalı bir hal almaktadır.Tek başına ABD’nin bu

iddiada bulunması kanaatimizce yeterli görünmemektedir.Fakat Pakistan

örneğinden sonra İran’ın da bu alanda cesaretlenmesi ve İran tarafından

ezeli düşman olarak kabul edilen İsrail’in nükleer silahlara sahip olması gibi

iki göz ardı edilemez gerçek durumun varlığı karşısında yapılabilecek basit

bir akıl yürütmesiyle,Eisenstadt’ın da üzerinde durduğu gibi özellikle sınırları

belirlendiğinden bu yana barış içinde olduğu Türkiye gibi komşularını rahatsız

etme pahasına181,İran’ın nükleer silaha sahip olmak isteyeceğini

düşünebiliriz.Bunların yanında Rusya desteğini de ele aldığımızda bu olgu

daha da güçlenmektedir.182

İran’ın Nükleer Silahların Yayılması Antlaşmasına taraf devletlerden

biri olmasının yanında aynı antlaşmanın ek protokolünü de imzalamış olması,

IAEA tarafından yapılmak istenen tam yetkili denetimlere karşı direnmesini

bir bakıma anlamsız hale getirmektedir.Dahası Büyük Orta Doğu Projesini

gerçekleştirmek için çaba sarf eden ABD’nin işini de bu vesileyle

kolaylaştırmaktadır.

İran,Irak ile yürüttüğü savaş boyunca kimyasal silah saldırısına maruz

kalmış ve bu gerçeğe istinaden 1982-1988 yılları arasında kendisi de saldırı

amaçlı bir kimyasal silah programı başlatmıştır.Ancak 1997 yılında onayladığı

Kimyasal Silahlar Antlaşmasının gereği olarak bütün kimyasal silahlarını yok

ettiğini ve bu alandaki programını tamamen durdurduğunu beyan etmiştir.183

180 ABD’nin İran’ı “şer ekseni” devletlerden biri olarak ilan etmesinin sebepleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. İnat , a.g.e. , 260-265. 181 Michael Eisenstadt , “Iran’s Nuclear Ambitions & U.S. Options” , s.1. , <http://www.meforum.org/article/699> , (18.03.06) 182 Tabi burada Rusya’nın önünde bulunan büyük bir ikilemin varlığından da bahsedebiliriz.Bir yanda Orta Doğu coğrafyasındaki stratejik üstünlüğün ABD’ye kaptırılmaması , diğer yanda Rusya tarafından İran’a desteğin devam etmesi halinde ABD’nin özellikle ekonomik alanda Rusya’ya yaptığı yardımların sona ermesi.Rusya’yı mutlaka bir tercihe zorlayacağını düşündüğümüz bu ikilemin sonucu kısa vadede Orta Doğu coğrafyası üzerindeki güç mücadelesinin de sonucunu belirleyecektir.Robert O.Freedman , “Putin,Iran and the Nuclear Weapons Issue” , Problems Of Post Communism , vol.53 , no.2 , pp.39-48. 183 “Iran Profile-Chemical”,<http://www.nti.org/e_research/profiles/Iran/Chemical/index.html>, (09.05.06)

69

Ancak ABD İran’ın halen sarin,hardal ve fosgen gibi kimyasalları ürettiği

konusunda iddialarda bulunmaktadır.1973 yılında Biyolojik Silahlar

Antlaşmasını da onaylamış olan İran’ın184 biyolojik silah ürettiğine dair bir veri

asla bulunamamıştır.Her ne kadar ABD İran’ın 1980’li yılların başından

itibaren biyolojik silah ürettiğini iddia etse de,uluslararası toplumda İran’a

karşı böyle bir yargının olmadığını düşünüyoruz.

2.1.4.2. Kuzey Kore

Kuzey Kore nükleer enerji alt yapısını tesis etmeye 1964 yılında

başlamış ve 1965 yılında da SSCB’den bir nükleer reaktör satın alarak,

nükleer enerji üretebilir hale gelmiştir.185 Güney Kore ile olan anlaşmazlığı ve

ABD’nin de iflah olmaz hasmane tutumunu bahane ederek nükleer enerji

üretiminden nükleer silah üretimine geçme emellerini her zaman açıkça dile

getiren Kuzey Kore’nin günümüz itibariyle elinde nükleer silah bulunup

bulunmadığı kesin olarak bilinememektedir.Ancak Amerikan istihbarat

örgütlerinin yaptığı tahminlere göre 1 ila 3 arasında nükleer başlık sahibi

olabileceği değerlendirilmektedir.Kuzey Kore Nükleer Silahların Yayılması

Antlaşmasını 1985 yılında imzalamış ancak 1992 yılına kadar toprakları

üzerinde antlaşmanın gereği olan herhangi bir uluslararası denetime izin

vermemiştir.1992 yılında IAEA tarafından yapılan denetimde Kuzey Kore’nin

2 nükleer başlık üretebilecek kapasiteye eriştiği bildirilmiştir.186

Kuruluşundan bu yana ABD’nin Asya coğrafyasındaki baş düşmanı

olan Kuzey Kore,ABD tarafından “şer ekseni” devletlerinden biri olarak ilan

edilmiştir187.Ancak bu durumun varlığı,Kuzey Kore’yi uluslararası toplumdan

bağımsız bir nükleer politika izlemekten alıkoyamamıştır.O kadar ki,10 Ocak

2003 tarihinde,daha önce imzalamış olduğu Nükleer Silahların Yayılması

Antlaşmasını kendi adına feshettiğini açıklamıştır.188 Gerçi ekonomik gücünün zayıf olması nükleer güç olma adına sarf ettiği çabaları mutlaka 184 “Iran Profile-Biological”, <http://www.nti.org/e_research/profiles/Iran/Biological/2299.html> , (09.05.06) 185 “North Korea Profile-Nuclear” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/NK/index.html> , (09.05.06) 186 “North Korea Profile-Nuclear” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/NK/index.html> , (09.05.06) 187 Elisa D.Harris , “Threat Reduction and North Korea’s CBW Programs” , The Nonproliferation Review , (Fall/Winter 2004) , p.86. 188 İnat , a.g.e. , s.296.

70

olumsuz yönde etkileyecektir.Ancak burada “düşmanımın düşmanı

dostumdur” prensibinin Çin tarafından devreye sokulması ihtimalinin yüksek

olduğunu da unutmamak gerekmektedir.

Başlangıç zamanı tam olarak bilinmemesine rağmen,Kuzey Kore’nin

aktif ve saldırı amaçlı bir kimyasal silah programını yürüttüğü bilinmektedir.

Silah olarak kullanmak maksadıyla yılda 4500 ton kimyasal madde

üretebilmektedir.189 Kuzey Kore,nükleer politikasında olduğu gibi kimyasal

silah üretme politikasında da uluslararası toplumdan bağımsız hareket etme

isteğinde olduğu için Kimyasal Silahlar Antlaşmasını imzalamamıştır.Biyolojik

Silahlar Antlaşmasını 1987 yılında imzalayan Kuzey Kore’nin 1980’li yılların

başından beri saldırı amaçlı biyolojik silah programı yürüttüğü konusunda

ciddi endişeler mevcuttur.190

2.1.4.3. Libya Libya’nın nükleer güç olma tutkusu 1969 yılına kadar uzanmaktadır.191

Bu tarihten itibaren Orta Doğu coğrafyasında İsrail’e karşı etkili bir güç

olabilmek için Libya yoğun bir gayret içerisine girmiştir.Nükleer alanda

SSCB,Mısır,Pakistan ve Çin ile işbirliğinde bulunma çabası göstermiştir.Bu

konuda ne kadar başarılı olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber,nükleer

güç olma tutkusunu 2003 yılına kadar sürdürebilmiştir.Uzun yıllar teröre

verdiği destek ve nükleer silah elde etme çabası birleşince hem BM hem de

güçlü devletlerin gözünde şer ekseninin vazgeçilmez bir öğesi haline gelmiş

olması ve maruz kaldığı ambargolarla uluslararası sistemden kopmanın

eşiğine yaklaşması,Libya’yı nükleer silah elde etme çabasından

vazgeçirmiştir.19 Kasım 2003 tarihinde Kaddafi,Libya’nın artık nükleer güç

peşinde koşmayacağını tüm dünyaya duyurmuş ve 1975 yılında onayladıkları

ancak gereklerini yerine getirmedikleri Nükleer Silahların Yayılması

189 “North Korea Profile-Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/NK/index.html> , (09.05.06) 190 “North Korea Profile-Biological” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/NK/index.html> , (09.05.06) 191 Aynı yıl içerisinde , orduda albay rütbesine sahip olan Kaddafi , Kral İdris’e nükleer güç olmanın gerekliliği konusunda telkinlerde bulunmaktaydı.İsrail tehdidine karşı caydırıcı bir güç olacağı fikri Kral İdris’te de hasıl olunca nükleer altyapıyı oluşturma çabaları başlamıştır.Yana Feldman,Charles Mahaffey , “Country Profile – Libya” , <http://www.sipri.org/contents/expcon/ense1lya.html> , (03.03.06)

71

Antlaşmasının tüm şartlarını da yerine getireceklerini bildirmiştir.192 Bu

konudaki samimiyetin bir ispatı olarak da IAEA’yı denetim yapmak üzere

ülkesine davet etmiştir.

Libya 1987 yılında komşu devleti olan Çad’a karşı İran menşeli

kimyasal silahlar kullanmaktan çekinmemiştir.Ancak Kaddafi nükleer silahlar

için söylediği her şeyin kimyasal silahlar için de geçerli olduğunu belirtmiş ve

en geç on yıl içerisinde ellerinde bulunan bütün kimyasal silah stokunu yok

ederek Kimyasal Silahlar Antlaşmasını da koşulsuz olarak onaylayacaklarını

beyan etmiştir.193

Kaddafi’nin 2003 tarihli beyanından önce,Güney Afrikalı bilim

adamlarını yardımı ile biyolojik silah programı başlattığı bilinmektedir.194

Biyolojik Silahlar Sözleşmesini 1987 yılında onaylamış olan Libya,bu

antlaşmanın da tüm gereklerini,10 Kasım 2003 tarihli beyanından sonra

yerine getirmesi beklenmektedir.

Uluslararası sistem ile tekrar bütünleşme fırsatı yakalayan Libya’nın,

bu konudaki en önemli destekçileri İngiltere ve ABD’dir.Bu desteğin bir ifadesi

olarak İngiltere Başbakanı Tony Blair Libya’yı ziyaret etmiş ve Libya’ya ayak

basan ilk İngiliz Başbakan ünvanını da kazanmıştır.195ABD Başkanı Bush da

Libya’nın attığı olumlu adımları överken,“kitle imha silahlarını bırakan ülkeler

bizimle daha iyi ilişkilere sahip olacaktır” ifadesini kullanmıştır.196

192 John Hart,Shannon N. Kile , “Libya’s Renunciation of Nuclear,Biological and Chemical Weapons and Ballistic Missiles” , <http://yearbook2005.sipri.org/ch14/ch14> , (21.04.06) , “Libya Profile-Nuclear” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Libya/index.html> , (09.05.06) 193 “Libya Profile-Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Libya/index.html> , (09.05.06) 194 “Libya Profile-Biological” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Libya/index.html> , (09.05.06) 195 “Blair bu ziyareti sırasında Libya liderinin sadece Batı dünyasını değil Arap dünyasını da tehdit eden terörizm ve El Kaide’ye karşı savaşı kendileriyle beraber ortak bir dava olarak tanıdığını açıklamıştır.Ayrıca Trablus’ta İngiliz ve Hollanda sermayeli Shell Petrol Şirketi,Libya Ulusal Petrol Şirketi ile ilk aşamada 200 milyon dolarlık olan ancak ileride 1 milyar doları bulacak bir petrol ve doğalgaz anlaşması imzalamıştır.Böylelikle bir zamanların “haydut devleti” Libya , Blair’in ziyareti ile kötü geçmişinin izlerinin silinmesinde önemli bir yol almıştır.” İnat , a.g.e. , s.244-245. 196 İnat , a.g.e. , s.244.

72

2.2. Uluslararası Terörizmin Geleceğinde Kitle İmha Silahlarının Kullanılma Tehdidi 2.2.1. Kitle İmhasına Yönelen Terörizm Uluslararası terörizmin evrimi incelendiğinde çok önemli bir kırılma

noktası göze çarpmaktadır ki bu da küreselleşmenin hızla yayılması ile

yakından ilgilidir.1990’lara kadar uluslararası terörizme damgalarını vuran

kişilerin cani bir topluluğun temsilcileri olduğu söylenebilir.197 Ancak

uzmanlar,küreselleşme etkeninin bu canilerin elini de güçlendirdiği gerçeğine

dayanarak,söz konusu kitlenin önümüzdeki yıllarda binaları havaya

uçurmakla yetinmeyeceklerini,kitle imha silahlarını kullanarak bütün bir

kenti,hatta bütün bir ülkeyi tehdit etmek girişiminde bulunabilecekleri

uyarısında bulunmaya başlamışlardır.Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki

gelişme ile mal,hizmet,insan,bilgi ve finansın serbestçe ve hızlı bir şekilde yer

değiştirmeye başlaması,ulusal sınırların birer engel olmaktan çıkması sadece

kar amaçlı şirketlerin değil,terör örgütlerinin de yapısını değiştirdiğini

söyleyebiliriz.Çok uluslu şirketlerin ortaya çıktığı gibi çok uluslu terör örgütleri

de ortaya çıkmış ve buna bağlı olarak terörizm de küreselleşmiştir.198 Bu

gelişmeler ışığında güvenlik stratejilerinde de büyük değişimler kaçınılmaz

olmuştur.Gelinen noktada uluslararası terörizmin değişen yapısı,sadece

coğrafi sınırlara dayalı olmayan güvenlik stratejilerinin gündeme gelmesini

zorunlu kılmaktadır.Terör mantığında bulunan “zayıflık” olgusu geçerliliğini

yitirmemiş olmasına rağmen,küreselleşmenin nimetleri sayesinde terör

örgütleri sahip oldukları “zayıflıklarla” bile büyük yıkımlar gerçekleştirme

olanağına sahip olmuşlardır ki,11 Eylül saldırıları bu gerçeğe işaret eden

önemli bir örneği teşkil etmektedir.Bu durumun adı da uluslararası alanda

“asimetrik tehdit” olarak belirlenmiştir.199 1990’lı yıllar devletlerin güvenlik

197 “Bu kişiler plastik ve el yapımı patlayıcılar kullanarak , binaları , alışveriş merkezlerini , uçakları , kamyonları havaya uçurmuşlar , binlerce masum insanı öldürmüşler , binlercesini de sakat bırakmışlardı.Ama istihbarat analistlerine göre de , bu kişiler geleceğin teröristlerinin ilk habercileriydiler.” Simon Reeve , Yeni Çakallar , Remzi Yusuf , Usame Bin Ladin ve Terörizmin Geleceği , Çev. : Gürol Koca , Everest Yayınları , İstanbul 2001 , s.354. 198 “Dünya küreselleştikçe , önceleri belli devletlerin içindeki egemenlik ilişkilerine yönelen terör eylemleri,şimdi dünyanın egemenlik ilişkilerini hedef almaktadır.” Faruk Örgün , Küresel Terör , Okumuş Adam Yayıncılık ve Eğitim Hizmetleri , İstanbul 2001 , s.99. 199 “11 Eylül saldırılarının yarattığı korkunç gerçekler ve panik havası tüm dünyada ve öncelikle ABD’de hem devlet kurumlarının hem de bilim çevreleri tarafından bir takım kavramların gözden

73

sorunlarını,tehdit algılamalarını ve savunma doktrinlerini,elbette saldırı

doktrinlerini göz ardı etmeden,yeniden analiz ettikleri bir dönem olma özelliği

taşımıştır.Bu analizler yapılırken de küreselleşmenin etkileri göz önünde

bulundurulmuş ancak genelde sadece olumlu olanlarına vurgu

yapılabilmiştir.Asimetrik tehdidin hızlı şekilde gelişmesiyle küreselleşme

yanlılarının bile bazı tezleri gözden geçirmek zorunda kaldıklarını

söyleyebiliriz.Uluslararası terörü besleyen ve dolayısıyla asimetrik tehdidin de

büyümesini sağlayan unsurları,bir yandan terör örgütlerinin mali gücünün

artması bir yandan da devlet destekli terörizmin küçük ve sistem muhalifi

devletler açısından tercih edilen bir mücadele stratejisi haline gelmesi ve kimi

merkezi devlet otoritelerinin siyasal ve sosyal krizler nedeniyle kendi

kontrollerinde olması gereken stratejik silahlar üzerindeki denetimlerini

kaybetmesi olarak sayabiliriz.200 Özellikle eski SSCB yeni Rusya toprakları

üzerinde bulunan ve stratejik değere sahip silah ve maddelerin günümüz

itibari ile kontrolsüz kaldığını ve bu durumun da Rus organize suç örgütleri ve

terör örgütlerini ortak bir paydada buluşturabileceğini

değerlendiriyoruz.Bunun yanında ekonomik sıkıntıları nedeniyle,kitle imha

silahları üretim sektöründeki tecrübeli bilim adamlarını artık istihdam

edemeyen farklı bir Rusya gerçeğini göz ardı etmeden diyebiliriz ki,sözü

edilen bilim adamları bu teknoloji peşinde koşan devletlerin davetlerine icabet

etmiş veya mutlaka edeceklerdir.

Politikacıların ve güvenlik görevlilerinin klasik argümanı olan,“terörü

kontrol altında tutabiliyoruz” cümlesi artık üzerinde düşünülmeden telaffuz

edilemez hale gelmiştir.Bugün üst düzey politikacılar bile,elinde tehlikeli

kimyasal silahlar,bulaşıcı hastalık taşıyan bakteriler veya on binlerce insanın

ölümüne yol açabilecek etkiye sahip nükleer bomba bulunan çılgınlarla ilgili

geçirilmesine sebep oldu.Çünkü yaşanan saldırıların boyutu , etkisi , yöntemi ve sonuçları daha önceki benzerlerinden bazı noktalarda ayrılmaktaydı.Söz konusu olan basit ve klasik anlamda ne bir konvansiyonel savaş ne de sıradan bir terörist faaliyet değildi.1990’lı yılların ortalarından itibaren bazı önemli ABD ulusal güvenlik belgelerinde yer alan ve birkaç bilimsel çalışmada rastlanan bir kavram söz konusu saldırıların ardından oldukça popüler bir terim haline geldi.Bu “asimetrik tehdit” kavramı ve bu tehditle yapılacak mücadelenin adı olan “asimetrik savaş” idi”. , Gürsoy , a.g.e. , s.147. 200 Deniz Ülke Arıboğan , “Uluslararası Terörizmin Yeni Yüzü” , (Der.Faruk Sönmezoğlu) , Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar , Der Yayınları , İstanbul 1998 , s.454.

74

senaryoların hiç de uzak bir ihtimal olmadığını kabul etmektedir.201 “Gelişmiş

bir teknoloji ve eskisine oranla sınırları kolayca aşılabilen küçük bir dünya

sayesinde,kitlesel hastalık , ölüm ve yıkım kabiliyeti bugün büyük boyutlara

ulaşmış durumdadır” diyen Cohen,sorunun günden güne ciddi bir hal aldığını

ve de büyüdüğünü değerlendirmektedir.Ona göre de,silah yapımında

kullanılabilen plütonyumla uranyum,muhtemelen Rus nükleer tesislerinden

“dağıtılmakta” ve kısa bir zaman içinde teröristlerin eline geçme ihtimali söz

konusudur.Yani,artık kitle imha silahlarına ulaşılabilirlik durumunun

gerçekleşme ihtimali vardır demek,Cohen’in düşüncesinin bir başka ifade

biçimi olmaktadır ve de doğruluğu tartışılmayacak kadar da ortadadır.

Ancak kitle imhasına yönelik terörün sadece,kitle imha silahları ile

olmayacağını da vurgulamakta yarar görüyoruz.Etkili şekilde ve doğru yerde

kullanılan konvansiyonel patlayıcılar da aynı işlevi görebilir.202 Örneğin Dünya

Ticaret Merkezine yapılan saldırıdaki patlayıcılar,binanın daha kritik yerlerine

yerleştirilmiş olsaydı,ölü sayısı yüzlerle yaralı sayısı da binlerle ifade

edilebilirdi.11 Eylül sürecinin terörizmin yapısını kökten değiştirdiği bir

gerçektir ancak bunu kitle imha silahları ile değil,sadece alışılagelmedik bir

yöntemle yaptığını söyleyebiliriz.Bu noktadan hareketle,neden kitle imha

silahları terör konusuyla birlikte gündeme gelmektedir sorusu

sorulabilir.Cevabın,eldeki somut verilerden ziyade,dünyaya hakim olan

gelecekle ilgili kötümser anlayışın içinde olduğunu söyleyebiliriz.Kitle imha

silahlarına ulaşma zorluğu,teröristler açısından bakıldığında,özellikle

kimyasal ve biyolojik silahlar konusunda,artık aşılmaz bir engel teşkil

etmemektedir.Kimyasal ve biyolojik silahların dışında,nükleer maddelerin

kullanımının da terörist örgütlerin gelecekteki eylem stratejilerinin içerisinde

yer alması ihtimali,uygar yaşam için gelecekteki en ciddi tehditlerden birisi

olarak gözükmektedir.

Uluslararası terörizm yerel bir düzensizlik ve anarşi problemi olmaktan

çıkarak uluslararası bir güvenlik sorunu olarak gündemdeki yerini almış ve

201 Örneğin ABD Savunma Bakanı Yardımcısı William S. Cohen , “Bu kişiler gerçek ; şimdi ve burada” diyebilmektedir. , Reeve , a.g.e. , s.355. 202 Anthony H. Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare and Chemical Weapons , Center for Strategic and International Studies Press , Washington 2001 , s.3.

75

buna bağlı olarak farklı içeriğe sahip terörizm tipleri

türemiştir.Bunlar,narkoterörizm,medyatik terörizm,etno-dinsel terörizm,

örgütsüz terörizm ve kitle imhasına yönelik terörizm olarak sayılabilir.203

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız kitle imhasına yönelik terörizm

türüydü.Şimdi ise bunun bir alt başlığı olarak kitle imha silahlarının adıyla

anılan veya anılacak olan terör biçimlerini incelemeye geçebiliriz.

2.2.2. Uluslararası Terörizmin Olası Yeni Türleri 2.2.2.1. Nükleer Terör Bu kavram,Soğuk Savaşın sona ermesinden önce pek

kullanılmamıştı.Ancak Sovyetler Birliğinin dağılması ile beraber,tüm dikkatler,

kontrolsüz kalan muazzam nükleer silah stokları üzerine yoğunlaşmıştır.

Ciddi ekonomik krizlerle boğuşan Rusya,‘’nükleer şehirlerini’’ birer birer

kapatma yoluna gitmiştir.204 Bu faaliyeti yaparken,binlerce bilim adamını da

işsiz bırakmıştır.Nükleer alanda derin bir bilgi hazinesine sahip Rus bilim

adamlarının para kazanabilmek için nükleer silah üreten veya üretmek üzere

olan ülkelerin davetlerine icabet ettikleri bilinmektedir.Nükleer terörizm bir

gün gerçek olursa,ki yakın zamanda El Kaide örgütü tarafından böyle bir

eylem beklenmektedir,dağılan Sovyetlerin dünyaya bıraktığı en kötü miras bu

olacaktır.Dünyanın dört bir yanına dağılan Rus bilim adamları sadece

bilgilerini değil,bir veya iki nükleer silah yapımı için yeterli olabilecek kadar

uranyum ve plütonyumu da ülke dışına çıkarmayı başarmışlardır.205 Geride

kalan ve sayısı bile belli olmayan nükleer başlıklar ile miktarı tam olarak

bilinmeyen nükleer silah yapımı için gerekli maddelerin,mafyanın kontrolünde

uluslararası karaborsada satılmaya başlandığı bilinmektedir.Baş alıcılar ise,

203 Arıboğan , a.g.e. , s.455. 204 The Committee on Nuclear Policy , “Jump – Start Report” , s.1. , 1999 , www.armscontrol.org/act/1999_01-02/jsjf99.asp 205 “Hiroşima’ya atılan benzer nitelikteki bir atom bombası yapmak için teröristlerin sadece 8 kg.lık yüzde 94’lük plütonyum 239’a veya 25 kg.lık uranyuma ihtiyaçları vardır.Plütonyumdan atom bombası yapmak daha güç çünkü 8 kg.lık maddeyi ateşlemek için 363 kg. konvansiyonel patlayıcının plütonyumun etrafına sarılması ve yüksek enerji seviyesine sahip kapasitörlerle saniyesi saniyesine , kusursuz bir biçimde ateşlenmesi gerekiyor... Teröristlerin plütonyum yerine zengin uranyum elde etmeye yönelmeleri daha muhtemel görünüyor.Bu maddenin ateşlenmesi daha kolay , çünkü dikkatle biçim verilmiş uranyum külçelerinden biri ateşlendiğinde diğerlerini de kolayca ateşleyebiliyor.Buradaki temel sorun , zengin uranyum temin etmenin çok zor olması.Daha doğrusu , bugüne kadar öyleydi.” , Reeve , a.g.e. , s.356.

76

bir kilogram plütonyuma bile 1 200 000 dolar ödeyebilme gücüne sahip Orta

Doğu kökenli dinsel gruplardır.206

Rusya’nın ekonomik sıkıntılar nedeni ile kontrol edemediği nükleer

gücünün , hangi devlete veya terör örgütüne ne oranda transfer olduğu kesin

olarak bilinmemektedir.Bu gücü satın alan devletlerin veya terör örgütlerinin

de amaçlarının ne olduğu da henüz daha tam olarak bilinememekle beraber,

nükleer gücün günümüzde kontrol edilmesinin ne kadar zaruri olduğunu ve

edilmezse ciddi sorunlara yol açabileceğinin ispatlanması açısından şu

örnekler üzerinde daha detaylı düşünmek gerekmektedir.207 (i) Eylül 1998’de,

Amerikalı uzman bir grup tarafından Rus nükleer tesislerine bir ziyaret

gerçekleştirilmiştir.Herhangi bir güvenlik görevlisine aylık 200 dolar tutarında

maaş ödenemediği için,tesisin tamamen korunmasız olarak faaliyetine

devam ettiği gözlenmiştir.Tesiste yaklaşık 100 kilogram zenginleştirilmiş

uranyum bulunmasına rağmen hiçbir önlemin alınmamış olması,ziyaretçi

grup tarafından düşündürücü olarak değerlendirilmiştir.(ii) Günümüzde,Rus

nükleer tesislerinin güvenliğini sağlamakla görevli personelin aynı zamanda

başka işlerde çalıştığı,bu personelin kışlık elbiseleri olmadığı için kış

mevsiminde görevlerini tam olarak yapmadığı bilinmektedir.Daha da kötüsü,

sadece 10 yıl kullanım ömrü olan ve bu 10 yıldan sonra ciddi tehlikeler

oluşturabilen ICBM’lerin hemen hemen hepsinin 20 yıldan daha önce

üretildiği bir gerçektir.Bu silahların güvenliğini bile sağlayamayan Rusya’nın,

silahsızlanma çerçevesinde,elinde bulunan silahları yok etmesi ihtimali yok

denecek kadar azdır.Verilen örneklerden de anlaşılabileceği gibi,nükleer

güce ulaşılmak eskiye nazaran zor bir duruma işaret etmemektedir.

Rusya’nın bu kritik durumunun farkında olan tek ülkenin Amerika

olmadığını değerlendiriyoruz.Terör örgütleri de bu fırsatlar dünyasından

istifade etmenin yolarını aramaya başlamışlardır.İşte bu alanda,Rus organize

suç örgütleri ile dünya terör örgütlerinin ortak bir paydada buluşabilecekleri

değerlendirilmektedir.

206 Arıboğan , a.g.e. , s.455. 207 The Committee on Nuclear Policy , “Jump – Start Report” , s.2. , 1999 , www.armscontrol.org/act/1999_01-02/jsjf99.asp

77

Uluslararası alanda bu tür bir tehdidin belirmesinden yana IAEA,BM

Genel Kurulu ile koordineli olarak yoğun çalışmalara başlamıştır ve sonuç

itibarı ile 2005 yılı başlarında,uluslararası nükleer terörizmi önlemek için bir

antlaşma metni oluşturabilmişlerdir.208 BM Genel Kurulu,Uluslararası Nükleer

Terörizm Antlaşmasını oybirliğiyle kabul etmiştir.Antlaşma nükleer terörizme

tanım getirirken,nükleer terörizmle mücadele için uluslararası hukuki

çerçeveyi de güçlendirmektedir.14 Eylül 2005 tarihinde de antlaşma ülkelerin

imzalarına açılmıştır.Ancak antlaşmanın 24 ncü maddesinde belirtildiği

üzere,imza süreci 31 Aralık 2006 tarihinde sona erecektir ancak olası nükleer

terör saldırılarını önlemede belki de önemli roller üstlenebilecek uluslararası

bir antiterör antlaşmasının devletlerce imzalanması konusunda zaman

tahdidinin konulmasını “yersiz” olarak nitelendiriyoruz.

Antlaşmanın amacı,ciddi problemler ortaya çıkmadan nükleer silah ve

silah yapımında kullanılan maddelerin,terör örgütlerin eline geçmesini

engellemek olarak belirlenmiştir.209 SSCB`nin dağılmasından sonra nükleer

maddelerin karaborsaya düştüğü yönündeki raporlar üzerine ilk olarak 1998

yılında Rusya tarafından önerilen konvansiyon,yedi yıl süren görüşmeler

neticesinde tamamlanmıştır.Genel Kurul’da oylamaya açılan antlaşma,11

Eylül saldırılarından bu yana Genel Kurul’da kabul edilen teröre karşı ilk

antlaşma olma özelliğini de taşımaktadır.Antlaşma,insanları ve çevreyi

nükleer maddelerle tehdit edenleri cezalandırma konusunda imzacı devletleri

yükümlü tutuyor.Antlaşmanın 22 ülke tarafından imzalandıktan sonra

yürürlüğe girmesi kabul edilmiştir.

Antlaşma metninin oluşumu esasında,Rusya’nın 1998 yılındaki

teklifine dayanmaktadır. BM Genel Sekreteri Kofi Annan antlaşmayı,nükleer

terörizmin “daha meydana gelmeden” önlenmesi adına,bugüne kadar atılmış

en önemli adım olarak nitelendirmiştir ve devletler arasındaki işbirliğinin

208 “New Convention Against Nuclear Terrorism Bolsters Global Framework” , Staff Report , s.1. , 2005 , <www.iaea.or.at/NewsCenter/News/2005/conv_nuclterror.html> , (13.02.06) 209 Antlaşmanın İngilizce tam metni için bkz. , <www.untreaty.un.org/English/Terrorism/English_18_15.pdf> , (09.05.06)

78

önemine tekrar tekrar vurgu yaparak,bilgi alışverişinde ketum

davranılmamasını tavsiye etmiştir.210

Bugüne kadar herhangi bir nükleer saldırı gerçekleşmemiş olmasına

rağmen,terör uzmanları bu konudaki endişelerini sürekli olarak

yinelemektedirler.IAEA Başkanı Muhammed El Baradey,2005 yılı içerisinde

Londra’da yapılan uluslararası güvenlik konferansında,bugüne kadar nükleer

bir terör saldırısına rastlanmamış olmasına rağmen,nükleer tehditte herhangi

bir azalmanın söz konusu olmadığını beyan etmiştir.211 Baradey,uluslararası

işbirliğinin önemi konusunda Annan’a katılırken,sadece nükleer madde

kaçakçılığının tespiti ve önlenmesinin terör tehdidi adına yeterli

olmayacağını,bunun yanında nükleer enerji santrallerinin,nükleer araştırma

merkezlerinin ve resmi nükleer madde depolarının güvenliğinin sağlanması

konusunun da birinci öncelikle üzerinde durulmasının gerekliliğini

vurgulamıştır.212İhtimal dahilinde bulunan nükleer terörün tespiti ve

önlenmesi için IAEA,26 devletin bağışları ile oluşturulan 35 milyon dolarlık

bütçesi ile213,nükleer güvenlik konusunda 2001 yılından itibaren yaklaşık 125

adet çalışma yapmış ve elde edilen bulguları ilgili devletlere sunmuştur.

IAEA’nin verilerine göre,1993 yılından bu yana 650 teyit edilmiş nükleer veya

radyoaktif madde kaçakçılığı olayı mevcuttur ve bunların 100 tanesi 2004

yılında meydana gelmiştir.Bu duruma paralel olarak değişen uluslararası

güvenlik anlayışı konusunda yeni yaklaşımlarda bulunmak zorunlu hale

gelmiştir.IAEA Başkanı Baradey’in “Nuclear Terrorism:Identifying and

Combating the Risks” isimli makalesinde de belirttiği gibi 214,“güvenlik

stratejileri birçok yüzyıl boyunca,devletlerin sınırları,önemli şehirlerin stratejik

konumları,devletleri koruyabilen doğal sınırları,kale duvarları,tahkimatlı

mevziler,donanmalar,düşmanı yıpratan etnik,dinsel ve kültürel ayrılıklar

üzerine kurulmuştur.20 yüzyılda uçakların,denizaltıların ve anti balistik 210 “New Convention Against Nuclear Terrorism Bolsters Global Framework” , Staff Report , s.1. , 2005 , <www.iaea.or.at/NewsCenter/News/2005/conv_nuclterror.html> , (13.02.06) 211 “New Reality – Shaping Nuclear Security’s Global Directions” , Staff Report , s.1. , 2005 , <www.iaea.or.at/NewsCenter/News/2005/securityconf.html > , (13.02.06) 212 a.g.r. , s.2. 213 Ülkelerin bağışladıkları para miktarının ayrıntıları için bkz. <www.iaea.org/NewsCenter/Features/Nuclear_Terrorism/indexs.html > , (01.02.06) 214 Muhammed El Baradey , “Nuclear Terrorism:Identifying and Combating the Risks”,London 2005, <www.iaea.or.at/NewsCenter/Statements/2005/ebsp2005n2003.html> , (01.02.06)

79

füzelerin icadı ile yukarıda sayılan temeller üzerine inşa edilen güvenlik

stratejileri anlamsız ve yetersiz olmaya başlamıştır”. Bu ifadenin devamı

olarak,stratejilerdeki esas yetersizliğin küreselleşme ile birlikte gerçekleştiğini

söyleyebiliriz.Küreselleşme kavramı bağlamında denebilir ki,uluslararası

toplum fikirleri ve hayatları konusunda daha özgür hareket eder hale

gelmiş,iletişim ve ticaret gibi unsurlar dünya üzerinde hızla gelişmiştir.Bu

hususlar küreselleşmenin herkesçe kabul gören getirilerini oluştururken,

terörizm de uluslararası alanda süratle gelişmiş ve yine küreselleşmenin yan

ürünü olarak dünya sahnesindeki yerini almıştır.Bu yeni şekillenen

uluslararası ortam,toplumları güvenlik stratejileri konusunda daha duyarlı

olmaya zorlamaktadır ve birlikte hareket etmeyi kaçınılmaz

kılmaktadır.Nükleer ve radyoaktif madde güvenliği bu aşamada üzerinde

önemle durulması gereken bir konu olarak algılanmalıdır.IAEA’nın yıllardır

bahsedilen konu üzerinde zaten çalıştığı bilinmektedir..Ancak 11 Eylül

saldırılarının,terörizm tehdidinin en acımasız yönünü ortaya koyması

açısından önem teşkil etmesi bir yana,kanaatimizce daha önemli bir yanı

IAEA nezdinde yapılan çalışmaları sonuçlandırmanın aciliyetine de vurgu

yapmasıdır.11 Eylül sonrası süreçte büyük şehirler,endüstri

merkezleri,limanlar,petrol rafinerileri,hava ve demiryolu taşımacılığı ile

nükleer ve radyoaktif maddeler artık güvensizlik kaynağı haline

gelmiştir.Çünkü sayılan öğelerin tamamı potansiyel birer terör

hedefidir.Ancak nükleer madde güvenliğinin bu bağlamda daha fazla önem

kazandığını düşünüyoruz.Yine,Baradey’in belirttiği gibi “bu konu üzerinde

düşünmek ve çalışmak IAEA’nın öncelikli görevleri arasındadır ve önlem

almak için uluslararası alanda yankı bulacak bir terör saldırısının

gerçekleşmesi beklenmemelidir.”

IAEA,nükleer ve radyoaktif güvenlik ile ilgili olarak dört potansiyel

tehlike tanımlamıştır215;nükleer silahların çalınması,nükleer maddelerin

nükleer silah üretme amacıyla yayılması,radyoaktif maddelerin insan öldürme

amaçlı kullanılması,nükleer veya radyoaktif maddelerin bulunduğu tesislere,

215 Baradey , a.g.m. , s.4.

80

taşıma araçlarına veya herhangi bir yere yapılacak olan sabotaj ve saldırı

girişimleri.

Bu riskler uzmanlara göre güncel ve gerçektir.Ve yine uzmanların

görüşüne göre,gelişmiş bir Batı şehrine sadece nükleer değil,kimyasal ve

biyolojik silahlarla yapılacak bir saldırı an meselesidir.Özellikle var olan her

türlü nükleer tesisin korunması hayati öneme haizdir.İnsanların yararına işler

yapılmaya çalışan bu tesisler için yeterli güvenlik önlemleri alınmazsa,

sağladıkları fayda değil sebep oldukları felaket konuşulmaya başlanır ki,

birçoğunun bu yüzden kapatılması söz konusu olabilir.Ancak bundan sonrası

daha da karmaşıktır,çünkü bu tür tesislerin içindekilerle birlikte güvenli bir

şekilde imha edilmesi başlı başına bir sorundur.Ticari gemilerle yapılan bir

nükleer madde nakliyatı pekala,Büyük Okyanusun bile önemli büyüklükteki

bölümünü kullanılmaz hale getirebilir.

Nükleer terörün önlenmesi için üç basamaklı bir eylem planı

düşünülmüştür.216 Bunlar önleme,tespit etme ve yaygın sorumluluktur.Bu

eylem basamaklarını gerçekleştirmek için,ilgili devletlere ilgili bilgiler

verilmeye başlanmış ve aynı zamanda,Interpol,Europol,AB,WCO (Dünya

Gümrük Organizasyonu) gibi kuruluşlarla da işbirliği süreci

düşünülmektedir.Yani yeni bir güvenlik kültürünün oluşturulması söz

konusudur.217

Yeni güvenlik kültürünün mücadele etmek zorunda olduğu en önemli

şey,amaçlarına ulaşmak için hayatlarını gönüllü olarak sona erdirebilen

teröristler olacaktır.218 Nükleer veya radyoaktif maddelerle yapılacak bir

saldırı,sadece saldırının yapıldığı ülkeyi değil,sınırları kolayca aşarak komşu

ülkeleri de etkileyebilecektir.Çernobil faciası hatırlanırsa bu tehlikenin gerçek

olduğu da anlaşılabilir.Nükleer maddeler ile birlikte,bunların işlenmesi ve

geliştirilmesinde kullanılan ekipman,araç ve gereçlerin güvenliği de,ülkeler

için önemli olmaya başlayacaktır.Konu ile ilgili olarak milyonlarca dolar 216 Lynn E. Davis , Tom La Tourrette , David E. Mosher , Lois M. Davis , David R. Howel , İndividual Preparedness and Response to Chemical Radiological , Nuclear , and Biological Terrorist Attacks , A Quick Guide , Rand Press , Santa Monica California 2003 , s.12. 217 Bahsedilen güvenlik kültürünün oluşumu için yapılan konferansların tam listesi ve içeriği için bkz. <www-ns.iaea.org./Security/prevention.htm> , (02.02.06) 218 “Calculating the New Global Nuclear Terrorism Threat” , 2001 , s.2. , <www.iaea.org/NewsCenter/PressReleases/2001/nt_pressreleases.html > , (01.02.06)

81

harcandığı bilinmektedir ancak bu tür giderler milyar dolarla ifade edilmek

zorunda kalacaktır. IAEA verilerine göre,hiçbir endüstri dalında olmadığı

kadar güvenlik görevlisi,nükleer endüstri alanında çalışmaktadır.219 Özellikle

askeri birliklerin sorumlu olduğu nükleer alanların çok iyi korunduğu

söylenebilir.Ancak bunun Rusya gibi bir istisnası vardır ki,aslında diğer

devletlerin (ABD hariç) nükleer stoklardan daha fazla miktardaki nükleer silah

ve madde stokunun güvende olmadığı anlamına gelir.Daha önce bu tür silah

ve maddelerin Rusya sınırları içerisinde çok da iyi korunamadıklarını ifade

etmiştik.Özellikle El Kaide terör örgütünün bu stokla ilgilendiği çeşitli raporlar

sayesinde anlaşılabilmektedir.220

Yukarıdaki bilgiler ışığında makul bir tahminde bulunulacaksa;henüz

daha nükleer terör saldırısı örneği yaşanmamış iken,uluslararası alanın batı

tarafında ciddi olarak tartışılıyor ve bekleniyor olması,Rusya’nın resmi olarak

itiraf etmediği ancak çeşitli istihbarat örgütlerinin raporlarının satır aralarında

okunan,önemli nükleer silahların birkaçının kayıp olduğu doğru olarak kabul

edilebilir.

Uzmanların dikkatlice değerlendirdiği bir başka tehdit de radyoaktif

maddelerle ilgili olanıdır.Dünyada çeşitli amaçlarla kullanılan radyoaktif

madde sayısı sonsuz denecek kadar çoktur.Sadece radyoterapi işlemi için

bile on binlerce çeşit radyoaktif madde şu an itibarı ile kullanımdadır.Sanayi

alanında da binlerce türlüsü kullanılmaktadır.Örneğin binaların veya çeşitli

maksatlı boruların sağlamlığını kontrol ederken bile yüzlerce radyoaktif

madde çeşidi kullanılabilmektedir ve bu tür maddelerle yapılan silahlara ‘’kirli

bomba’’lar denilmektedir.221 Nükleer silahlara göre ilk etki bakımından daha

az öldürücü oldukları söylenebilir ancak uzun vadede,kullanıldıkları alan

içindeki her türlü yaşamsal fonksiyonu felç etme özelliğine sahip oldukları da

unutulmamalıdır.Bunun uzantısı olabilecek psikolojik baskı ve ekonomik

zarar da cabası.Gerçekte bir terör saldırısı radyoaktif maddeyle yapılacak

olsa,müteakibinde oluşabilecek etkileri uzmanlar 1987 yılında Brezilya’da

219 a.g.m. , s.4. 220 “Prevention of Nuclear Terrorism” , s.1. , < www-ns.iaea.org/security/prevention.htm > , (01.02.06) 221 a.g.m. , s.3.

82

bizzat görmüşlerdir.Eylül 1987’de Brezilyanın en büyük şehirlerinden biri olan

Golania’da terkedilmiş bir radyoloji kliniğini soyan hırsızlar,radyoaktif

maddelerin içinde bulunduğu birkaç cam tüpü çalmışlardı.Meraktan olsa

gerek,hırsızlardan biri 20 gramlık cam tüpü kırmış ve kısa zamanda,kendisi,

arkadaşları,ailesi ve civarda yaşayan birçok insan rahatsızlanmıştır.Sonuç

itibarı ile radyoaktif maddenin ilk etkileri sayesinde 4 kişi ölmüş,14 kişi felç

olmuş,249 kişi de ‘’kirlenmiştir’’.222 Olayın devamında,110 000 insan sağlık

taramasından geçirilmiş,olayın meydana geldiği yerdeki evlerin içinde

bulunan tüm mobilya ve elbiseler imha edilmiş ve 85 ev de yıkılmak zorunda

kalmıştır.Dikkat edilirse tüm bu zararlı etkileri meydan getiren 20 gramlık bir

çeşit radyoaktif maddedir.11 Eylül verilerinden sonra,herhangi bir terör

örgütünün,gelişmiş bir şehirde,daha fazla miktardaki radyoaktif maddeyi

kullanarak terör saldırısı düzenlemeyeceğini hiç kimse ve hiçbir kurum

garanti edemez.Ancak bu konu üzerinde,uluslararası alanda genelde (belki

de sadece) Batı devletlerinin,özel ilgisinin bulunması dikkate değerdir.

2.2.2.2. Kimyasal Terör Kitle imha silahları ile yapılabilecek terör türlerinden birisi de kimyasal

silah veya maddelerin kullanımı ile ortaya çıkabilecek terördür.Kimyasal terör

saldırılarının öldürücülüğünü ve terör adına olabilecek başarılarını

engellemenin bir yolu henüz daha bulunamamış olsa da,dünya üzerinde bu

tür silahları kullanarak yapılabilecek saldırılar,halen düşük risk seviyesinde

kabul edilmektedir.11 Eylül olgusu,terörün varabileceği boyutları gözler

önüne sermekle beraber,bu risk seviyesi üzerinde muhtemelen tekrar

düşünmeyi de gerektirecektir.Dünya üzerinde,bilindiği kadarıyla,25 devlet

kimyasal silah veya kimyasal silah üretme programına sahiptir.Çin,

Hindistan,İran,Irak,Libya,Kuzey Kore,Pakistan,Suriye,Sudan,Rusya ve

Amerika bunlardan bazılarıdır.223 Kimyasal silahlarla yapılabilecek bir terör saldırısı,klasik olanlardan

daha fazla ölümcül olup olmayacağı tamamen bu silah veya maddelerin

kullanım koşullarına bağlıdır ancak yaratabileceği psikolojik etkiler tartışılmaz

şekilde kötü olacaktır.Muhtemel terör saldırılarında kullanılabilecek 222 a.g.m. , s.5. 223 Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare … , s.22.

83

kimyasalların yelpazesi,ağır endüstri kimyasallarından bilinen kimyasal

silahlara kadar uzanabilir.224 Sözü edilen kimyasalların birçoğu,sıradan

vatandaşların bile ulaşabileceği şekilde,serbest piyasada satılmaktadır.Ve

küçük çaplı terör saldırılarını tespit edip engellemek bu sebeple olası

gözükmemektedir.225

Dünyada yapılan araştırmalarda,kimyasal maddelerle yapılacak

saldırılar sonundaki muhtemel ölüm oranlarında dikkate değer ciddi

farklılıklar mevcuttur.Örneğin sinir gazlarının,nükleer silahların

yaratabileceğine yakın ölümcül olma tehlikesinin var olduğu iddia edilmekle

birlikte,karşı tarafta oluşabilecek ölüm oranının nükleer bir silahınkinden çok

daha az olacağını düşündüklerini söyleyenler de mevcuttur.226 Bilimsel

alandaki denemelerin hayvanlar üzerinde ve laboratuar koşullarında

yapılması,yani ısının,havanın ve çevrenin etkilerini göz ününde

bulundurmaması sebebi ile bu tür ikilemler oluşabilmektedir.Aslında ilginç

olan,tartışmaların odak noktasının,nedense ölümcül olma oranına doğru

kaymış olmasıdır.Yani kimyasal bir terör saldırı sonrasında,az veya çok

insanın ölmesi ne anlam ifade eder ki? Sonuçta ,klasik terör yöntemlerinden

çok farklı olarak,insanların ölümle beraber müthiş bir psikolojik baskı altına

alınabilmesi durumu söz konusudur.Gerçek böyle olunca,ölüm oranı doğru

tahmin etmekten ziyade,ki bu yaklaşımın neye hizmet ettiği meçhuldür,bu tür

saldırıları engellemenin yollarını aramak daha makul bir yaklaşım tarzı

olabilecektir.

1984 yılında,Hindistan’ın kimyasal endüstri merkezlerinden birinde, bir

depo infilak etmiştir.Olaydan dört ay sonra,patlamanın etkisi ile yayılan

kimyasal bileşiklerle dolu gazlar yüzünden,ilk etapta 1430 insan hayatını

224 Ali S. Khan , Alexandra M. Levitt , Michael J. Sage , Biological and Chemical Terrorism ; Strategic Plan for Preparedness and Response , US Government Print Office , Washington 2000 , s.6. , Kitaba internet üzerinden erişim için bkz. , <http://www.cdc.gov/mmwr/preview/mmwrhtml/rr4904a1.htm > , (01.02.06) 225 “Günümüzde , insanların yaklaşık 70 000 civarında kimyasal maddeye maruz kaldığı bilinmektedir.Bu sayının 4000’i tedavide kullanılan ilaç aktif maddeleri , 3000’i kozmetik ürünlerin yapısına giren kimyasallar , 2600’ü gıda katkı maddeleri , 1500’ü tarım ilacı ve 48 000’i ise endüstride kullanılan kimyasal bileşiklerdir.Bu sayıya her yıl ortalama 1000 yeni kimyasal bileşik katılmaktadır.” , Sema Burgaz , “Kimyasal Bileşikler ve Risk Değerlendirmesi” , Bilim ve Teknik Dergisi , Mart 2002 , sayı 412 , s.46. , Bu bilimsel veriler ışığında , küçük veya büyük çaplı terör eylemlerinde kullanılabilme potansiyeli olan kimyasal madde sayısının çokluğu dikkat çekicidir. 226 Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare … , s.4.

84

kaybetmiştir ve bu sayı yedi yıl içerisinde de 3800’e ulaşmıştır.Yaralılar dahil

olumsuz etkilere maruz kalan toplam insan sayısı ise 11 000’dir.227 Olayın

kaza mı yoksa terörist bir saldırı mı olduğu ile ilgili araştırmalar bir yana,

kimyasal maddeler ile ilgili gerçek tüm çıplaklığı ile ortadadır.Üstelik bu

olayda,kayıplara sebep olan kimyasal bileşenli gazlar,etkileri bilinen ve

tanınan türdendi.Günümüz teknolojisi sayesinde,Kimyasal Silahlar

Sözleşmesinde tanımlanmamış ve adı bulunmayan yeni nesil kimyasal silah

ve maddeler çok kolay olmasa da üretilebilir.Soğuk Savaş zamanında

SSCB’nin ‘’dördüncü nesil’’ olarak tanımlanan kimyasalları icat edip,seri

üretim aşamasına getirdiği bilinmektedir.228 Birinci nesilleri bile lanetlenecek

kadar insafsız ölümlere sebebiyet verebilen kimyasalların,dördüncü neslinin

nasıl bir amaçla icat edilip üretildiği,her insanın aklına gelebilecek bir

sorudur.Cevap Soğuk Savaşın güvenlik ile ilgili yapılanmasında bulunabilir

ancak bulunan veya verilen cevapların makul olma oranı oldukça düşük

olacaktır. Daha önce de belirtildiği üzere,Soğuk Savaşın bitimiyle beraber,

Rusya toprakları üzerinde bulunan bu tür silah stokları kontrolsüz olarak

kalmış ve ilgili bilim adamları da dünyanın dört bir yanına dağılıp ‘’ekmek

parası’’ peşine düşmüşlerdir.Terör örgütlerinin bu silahların peşinde olduğunu

bilmek ve söylemek,Soğuk Savaşın nirengi noktası olan devletlerin istihbarat

örgütleri için şimdilerde oldukça popüler bir eylem haline gelmiştir.

Fazlasıyla iyimser olduğunu düşündüğümüz Amerikan yaklaşımına

göre , “ciddi bir terör eylemi için gerekli kimyasal madde miktarları teröristlerin

kolayca elde edemeyeceği kadar büyüktür ve aynı yaklaşıma göre elde

edilse bile , bu maddeleri saldırı için gerekli formlara sokmak zordur”.229

Ancak bu aşamada,göz önünde bulundurulmayan bir hususun olduğu

kanaatindeyiz.Tüm varsayımların,ani ve büyük bir saldırı üzerine kurulmuş

olması gibi bir hatanın olduğunu iddia etmek durumundayız.11 Eylül gerçeği,

özellikle Amerikan toplumunu ve yöneticilerini buna yönlendirmiş olabilir

ancak bunun eksik bir tehdit belirleme mekanizması olduğunu

söyleyebiliriz.Milyonlarca insanın yaşadığı bir şehirde,aynı anda onlarca veya

227 Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare … , s.5. 228 a.g.e. , s.6. 229 a.g.e. , s.7.

85

yüzlerce küçük çaplı kimyasal madde saldırısı düzenlenmesi ihtimali üzerinde

hiç durulmamaktadır.Bu tür bir saldırı,ani ve büyük olmaktan ziyade,yavaş ve

muazzam olarak değerlendirilecektir ve bu da terör eylemleri konusunda 11

Eylülden sonraki bir başka milat olarak tarihteki yerini alacaktır.Uçak kaçırıp,

binalara çarpabilecek kadar ‘’gönüllü’’ olabilen teröristlerin , bu tür bir saldırı

içinde yer almalarını engelleyebilecek her hangi bir motivasyon aracının

olmadığını düşünmekteyiz.1999 tarihli Amerikan yaklaşımını vurgulayan bir

rapor,10 kilogramlık sarin gazının,şehir içinde açık havaya bırakılması

durumunda kilometrekare başına 5000 insanın bulunacağı varsayımıyla en

50 kişinin ölebileceğini iddia etmiştir.230 Sarin gazının miktarı arttıkça,ölüm

oranı da artabilecektir.Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi,bu varsayımlar

sadece tek bir saldırı ihtimali için düşünülmüştür.Tabi olarak,raporun

yayımlandığı yılın 1999 olması,yani 11 Eylül 2001’den önce olması,

böylesine iyimser bit tahminin yürütülmesinde önemli olmuştur.Oysa ki,Aum

Shinrikyo isimli Japon tarikatı,kimyasal silah ve maddelere sahip bir terör

örgütünün neler yapabileceğinin küçük bazı provalarını 1993,1994 ve 1995

yıllarında tüm dünyaya izletmişti. 231

Uluslararası terörizm yapılanmasının ve eylem türlerinin,kitleleri

sindirmek ve korkutmak adına gelişmekte olduğunu daha önce

vurgulamıştık.Hal böyleyken , kitle imha silahlarından biri olan kimyasalların,

gelecek içerisinde,muhtemel terör saldırılarında kullanılma ihtimalinin,tüm

iyimser tahminlerin aksine yüksek olarak görüyoruz . ”Armis bella non veneris

geri” yani “Savaşlar zehirle değil,silahla yapılır” diyen Romalılar232 ,kimyasal

230 Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare … , s.9. 231 Aum Shinrikyo’nun ilk kimyasal madde saldırısı 1993’te , rakip olarak gördüğü bir başka dini lidere karşı olmuştur. İkincisi , iki tane yargıca karşı olmuştur ki bu olayda 7 kişi hayatını kaybetmiş ve 144 kişi de yaralanmıştır. Üçüncüsü ise Mart 1995’te , tüm dünyada yankı bulan Tokyo metrosuna yapılan Sarin gazı saldırısı olmuştur.Saldırıda sadece 12 insan ölmesine rağmen 5000 civarında insan da olumsuz etkilere maruz kalmıştır. Kimyasal silah üretme konusunda sağlam bir alt yapı oluşturduğu sonradan tespit edilen bu dini liderin , metro saldırısında , muhtemelen insafından dolayı , elinde bulunan yüksek kaliteli sarin gazını da kullanmadığı açıklanmıştır. Ölü sayısının sadece 12 olması bu sebepledir. , Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare …, s.13. 232 “İlk Çağlardan günümüze kadar uzanan savaş olgusu içerisinde hiçbir savaş yöntemi bu kadar lanetlenmemiştir.Biyolojik ve kimyasal savaşın yasaklanmasına ilişkin belki de en eski Romalılara aittir : “Armis bella non veneris geri” – “Savaşlar zehirle değil , silahlarla yapılır”. Demirtaş , a.g.m. , s.97.

86

maddelerin silah olarak kabul edilip umarsızca kullanılabileceğini çok

önceden tahmin etmişlerdi galiba.

2.2.2.3. Biyolojik Terör Kitle imha silahları ile gerçekleştirilebilecek en basit terör eylemleri,

‘’yoksulların nükleeri’’ olarak nitelendirilen,biyolojik silahlar veya maddelerle

yapılabilir.Basit olmasının yanında biyolojik maddelerin kullanım alanlarının

genişliği terör örgütlerine yeni ufuklar açabilmektedir.Çünkü biyolojik

maddeler yalnızca insanlara zarar vermek amacıyla üretilmezler.233 Bir

ülkeye zarar vermenin yöntemlerinden biri de,ekonomisine ve besin

kaynaklarına zarar vermektir ve biyolojik maddeler bu hedefleri de gözeterek

üretilebilirler.İnsanlar haricinde hayvanlara,bitkilere karşı ve malzemeleri

kullanılmaz hale getirmek için kullanılan biyolojik maddeler de mevcuttur.234

İnsanlara karşı kullanılan biyolojik maddelere “anti personel” biyolojik madde

adı verilmektedir.Biyolojik maddeler detaylı şekilde analiz edildiğinde 100’den

fazla hastalık oluşturan mikroorganizma ve düzinelerce biyolojik orijinli

zehirden bahsetmek mümkün olmaktadır.İnsanlarda hastalık oluşturarak

ölümlerine ya da kalıcı veya geçici olabilen rahatsızlıklar nedeniyle belli bir

süre için tedaviye ihtiyaç duymalarına neden olabilirler ve bazı maddeler

bulaşıcılık özelliğine de sahiptir.

Bu veriler ışığında,terör eylemi gerçekleştirmek için,10 000 dolarlık bir

para birikimi ve 4.5 metreye 4.5 metre boyutlarında küçük bir laboratuardan

istenilen miktarda ve türde biyolojik madde ve silah üretilebilir.İhtiyaç duyulan

temel maddeler,bira mayası,protein bazlı kültür,plastik giysiler ve gaz

maskesinden ibarettir.Şarbon mikrobu içeren 85 kiloluk bir silah uçaktan

atılsa,Washington’da 3 milyon insanın ölebileceğini ABD Savunma Bakanlığı

yetkilileri açıklamışlardır.235 Bahsedilen küçük laboratuarda 85 kilo Şarbon

elde etmek ne kadar zamana mal olabilir ki?

1984 yılında,ABD Oregon’da 4 restoranda yemek yiyen 750 kişi

zehirlenmiştir.Bu olaydan,o bölgede bulunan ve Oregon’un yerlileri ile

çatışma içinde olan bir örgütün sorumlu olduğu ortaya çıkarılmıştır.Örgüt

233 “Tehlikeli Maddeler ve Kitle İmha Silahları” , < www.akut.org.tr > , (10.01.06) 234 Demirtaş , a.g.m. , s.99. 235 Balancar , a.g.m. , s.4.

87

üyeleri çiftliklerinde ürettikleri Salmonella bakterilerini bölgedeki 4 restoranın

salata barlarına yaymışlardır.236

Aynı yıl içerisinde Fransız polisi Alman Kızıl Ordu örgütüne yönelik

olarak yaptığı operasyonlarda çeşitli hücre evlerinde biyolojik silah üretimi ile

ilgili bol miktarda doküman ele geçirmiştir.Aynı hücre evlerinin banyo

küvetlerinde de kullanılmak üzere hazır bekleyen çeşitli biyolojik madde ve

silahlara da el konmuştur.237

Yukarıda verilen gerçek örneklerden de anlaşılacağı üzere,biyolojik

maddelerle herhangi bir saldırı düzenlemek veya saldırı hazırlığında

bulunmak çok kolay olabilmektedir.Bu tür maddelere ne kadar kolay

ulaşılabileceğini göstermek açısından şu örnek de önemlidir;1995 yılında,

ABD vatandaşı olan Larry Harris,laboratuar teknisyeni kimliğine bürünerek bir

biyomedikal şirketine vebaya sebep olan Yersinia Pestis isimli bakteri ile ilgili

sipariş vermiştir.Teslimatın geç kalması üzerine şirketi arayan Harris’in,

laboratuarına ilişkin soruları çelişkili olarak cevaplaması üzerine ihbar edilmiş

ve polis tarafından tutuklanmıştır.Yapılan araştırmada,bu şahsın beyaz ırkın

üstünlüğüne inanan bir örgütün üyesi olduğu ortaya çıkarılmıştır.238

Kaza ihtimali,nükleer maddeler konusunda olduğu gibi,biyolojik

maddeler için de ayrı bir tehdittir.Zira,1979 yılında miktarı belirlenemeyen

Şarbon virüsü,SSCB’de yanlışlıkla serbest bırakılmıştır ve olayda 66 kişi

hayatını kaybetmiştir.239 1997 yılında da Küba,ABD’yi,tarım alanlarına

“kazayla” biyolojik maddeler püskürtmekle suçlamıştır.240

Yukarıda anlatılanlara rağmen,geniş çaplı bir biyolojik saldırının henüz

gerçekleşmemiş olması,tüm dünya için bir şans olarak kabul edilebilir.II nci

Dünya Savaşı esnasında,Japonya’nın 12 tane Çin şehrine düzenlediği

saldırılar bilinmektedir.241 Ancak geniş çaplı kabul edilmemesinin sebebi

‘’sadece’’ 10 000 civarında insanın ölmüş olmasıdır.Savaş boyunca meydana 236 İbrahim Semizoğlu , “Siber Terörizm ve Biyolojik Silahlar” , s.2. , <www.kpl.gov.tr/tr/siberteror.htm > , (05.02.06) 237 Terry N. Mayer , “The Biological Weapon : A Poor Nation’s Weapon of Mass Destruction” , s.2. , <www.airpower.maxwell.af.mil/airchronicles/battle/chp8.html > , (06.01.06) 238 Semizoğlu , a.g.m. , s.3. 239 Balancar , a.g.m. , s.3. 240 Mayer , a.g.m. , s.4. 241 Anthony H. Cordesman , Asymmetric and Terrorist Attacks With Biological Weapons , Center for Strategic and International Studies Press , Washington 2001 , s.15.

88

gelen ölüm sayısının yanında ‘’sadece’’ 10 000 kişi bazı akademisyenlere

anlamlı gelmemiş olacak ki,Japonların bu biyolojik saldırıları geniş çaplı

olarak nitelendirilememiştir.Japonların kullandığı biyolojik silahlar elbette

günümüzde çok ilkel bir tür olarak kabul edilmektedir.Çünkü eski SSCB’nin

biyolojik silah üretim uzmanlarından biri olan Ken Alibek’e göre,dünya

üzerinde,nükleer silahların yarattığı ölümcül etkilerden kat kat daha güçlü

biyolojik silahlar üretilmiş durumdadır.242 Ve büyük ihtimalle bu

silahlar,Rusya ve eskiden bünyesinde bulundurduğu cumhuriyetlerin

sınırlarını çoktan belirsiz istikametlere doğru aşmıştır.Dolayısı ile günün

birinde,böcek türleri,su,hava,çeşitli spreyler veya insani temaslar vasıtasıyla,

anılan silah veya maddelerin hayatımıza,teröristler tarafından,hiç

beklemediğimiz anlarda sokulabilmeleri muhtemeldir.

2.3. Kitle İmha Silahları ile Doğal Kaynaklar ve Çevreye Yönelebilecek Tehditler 2.3.1. Kitle İmha Silahları ile Doğal Kaynaklar ve Çevreye Yönelik Olarak Yapılabilecek “Terör Saldırıları Tehdidi” Doğal kaynaklar üzerindeki baskı ve rekabet devletler arasındaki

anlaşmazlıkların bir nedeni olagelmiştir ve kaynaklarla ilgili anlaşmazlıklar ve

çatışmalar eski zamanlara dek uzanmaktadır.243 Devletler sahip oldukları

doğal kaynakları dış amaçlarına bağlı olarak kullanmışlardır ve kullanmaya

da devam edeceklerdir.Doğal kaynak ve çevrenin uluslararası politikada

yerinin ne olduğu konusunda elbette farklı yaklaşımlar mevcuttur.Günümüze

kadar olan süreç içerisinde devletler arasındaki ilişkilerin temelinde çıkar ve

güç olguları benimsenmişken,bu iki olguya ilave olarak,yakın gelecekte doğal

kaynaklar ve çevre faktörlerinin mutlak surette ilave edileceğini düşünüyoruz.

Çünkü yeryüzünde eşit olarak dağılmayan kaynakların giderek azalması ve

242 Cordesman , Asymmetric and Terrorist Attacks … , s.23. 243 “Bazı uzmanlar eski zamanların en meşhur savaşlarından biri olan Truva savaşının asıl nedeninin güzel Helen değil , teneke üzerindeki rekabet olduğuna inanmaktadır.Kaynaklar üzerindeki çekişmeler elbette sadece eski zamanlarla sınırlı kalmamıştır.Orta Çağda krallar ve şövalyeler , zamanın anahtar kaynağı toprak için savaşıp , altın için mücadele etmişlerdir. Baharat ve ticareti mümkün mallar 16 ve 17 nci yüzyıllarda , kömür ve petrol ise erken sanayi çağında muhtemel çatışma nedeni haline geldiler.Bugün ise artan dünya nüfusu ve hızlı sanayileşme hem yenilenebilir hem de yenilenemeyen kaynakları baskı altına almaktadır.”Rana İzci , “Uluslararası Güvenlik ve Çevre” , Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar , Der.:Faruk Sönmezoğlu , Der Yayınları , İstanbul 1998 , s.413.

89

çevre üzerinde yapılan tahribat,uluslararası alanda güvenlik endişelerini de

beraberinde getirmektedir.244

Kitle imhasına yönelik terörizm bölümünde,güvenlik stratejilerinde

meydana gelen değişimler üzerinde durulmuş ve uluslararası terörizmin bu

stratejileri derinden etkilediği belirtilmişti.En kötü terör senaryolarında artık

hayatlarını gönüllü olarak inandıklara dava uğruna adayabilen teröristlerin

büyük şehirlerde kitleleri etkisiz hakle getirecek şekilde nükleer,kimyasal

veya biyolojik silahlar kullanabileceği öngörülmektedir.En az bu senaryolar

kadar dehşet verici ve insafsız olanını da,çalışmamızda kendi öngörümüz

olarak belirtmek yerinde olacaktır.Doğal kaynaklar ve çevrenin uluslararası

alandaki önemine tekrar vurgu yaparak terör örgütlerinin,bahsedilen doğal

kaynaklar ve çevreye kitle imha silahları ile saldırıda bulunup

bulunamayacağının üzerinde düşünme zamanının geldiğine

inanıyoruz.Motivasyon unsurları ne olursa olsun şu bir gerçek ki,bu yöntem

bir terör örgütü için en zahmetsiz yoldur.Tespit edilme riskinin çok düşük

olması kanaatimizce gelecekte bu yöntemi daha da cazip

kılabilecektir.Örneğin içme suyu sağlayan bir barajın suyunun,herhangi bir

kitle imha silahının maddesi ile kirletildiğini düşündüğümüzde ortaya

çıkabilecek insanlık felaketinin boyutlarını tahmin etmek bile neredeyse

imkansızdır.Terör saldırılarında,alışılageldiği üzere bir patlama olmadan

yapılabilecek bu tür eylemlerin hayal dünyasının birer ürünü olmadığını

düşünüyoruz.Ve hatta gerçekçi olmak gerekirse,bundan sonra kesinlikle

ihtimal dahilindedir.

244 “Şüphesiz , insanoğlunun çevresinde yaptığı tahribat ve bundan kaynaklanan ıstıraplar yeni şeyler değildir.Avrupa’nın modernleştiği ilk zamanlarda , kalabalık şehirlerde – hatta Asya’nın bunlardan daha da kalabalık şehirlerinde – çöpler sokağa atılır,nehirlerden pislik akar ve hastalıktan ölenlerin sayısı durmadan artardı.Koskoca ormanlar , yakacak için odun veya bina,gemi, yapmak için kereste sağlamak üzere kesilir , öyle ki hem bütün bir yörenin ekolojisi hem de o yöredeki insanların yaşaması için gerekli her şey durmadan değişime uğrardı.Özellikle sanayinin ilk dönemlerinde kömür ve linyit yakılması dolaysıyla atmosfer kirleniyor ve insan sağlığı bozuluyordu ; 1873 yılının Aralık ayında , bir hafta içinde Londra’nın büyük “sis”lerinden biri solunum yolları rahatsızlığı çeken yaklaşık yedi yüz kişinin ölümüne sebep olmuştu.En eski çağlardan beri , insanlar barajlar inşa etmiş,bataklıklar kurutmuş,nehirlerin yatağını değiştirmiş ve meralarda aşırı ve bilinçsizce otlatmaya göz yummuştur.Şimdi önümüzde bulunan çevre buhranı evvelce vuku bulmuş buhranlardan hem nicelik hem de nitelik olarak farklıdır,çünkü şimdiki yüzyılda dünyanın ekosistemini tahrip eden insan sayısı o kadar çoktur ki , sistem sadece çeşitli, kısımları itibari ile değil,bütünüyle tehlikeye maruz kalabilecektir.” , Paul Kennedy , Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken , Çev. : Fikret Üçcan , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , Ankara 1995 , s.122-123.

90

Anlatılan terör eylem türünün gerçekleşmesi durumunda,sadece

insanlar ölmesi veya olumsuz bir şekilde etkilenmesi konuşulmayacaktır.

Doğal çevrenin görebileceği zararların yanında,uzun vadede çevrenin

insanlara verebileceği zararlar da gündeme gelecektir.245 Klasik terör

saldırılarında acımasızlık ve bu konudaki kararlılık asıl unsur iken,bahsedilen

terör eylem türünde insafsızlık da söz konusu olacaktır.İşte bu bağlamda 11

Eylül saldırılarının en etkili uzantısı terör örgütlerine ‘’stratejik cesaret’’ vermiş

olmasının yanında,“her alanda her şeyi başarmanın mümkün olduğunu

göstermesidir.”

Devletlerin ulusal güçlerinin faktörlerinden biri olan doğal kaynaklar

sadece miktarlarına göre değerlendirmeye tabi tutulmazlar.Doğal kaynaklar,

miktarı,kalitesi,hareket yeteneği ve vurulabilirlik özellikleri ile birlikte analiz

edildiklerinde ulusal gücün uygun birer belirleyicisi olup olmadığına karar

verilir.246 İşte bu aşamada terör eylemlerinin yapısındaki sürekli gelişimi kabul

edersek kaynakların kalitesine yönelebilecek eylemlerden de

bahsedebiliriz.Örneğin tarım ürünlerinin satışı konusundaki uluslararası

rekabete pekala bir devletin lehine sonuçlanacak terör eylem türü

geliştirilebilir ki devlet destekli terörün olmadığını veya olamayacağını değil

iddia etmek düşünmek gibi bir durum bile söz konusu olamaz çünkü olduğu

ve daima olacağı kabul gören bir olgudur.247 Kaynakların vurulabilirliği

konusu ise başlı başına bir potansiyel tehdit ihtiva etmektedir.Yer yüzünde

var olan tüm kaynaklar,istenildiğinde vurulabilirlik özelliğine

kavuşturulabilir.Milyonluk düzenli ordular bile bu tür kaynakları korumakta

aciz kalabilirler.İzci’nin dikkat çektiği gibi “… yanlış kaynak yönetimi ve

245 Hızlı kentleşmenin çevreye etkisi , dünyanın ısınmasının tehlikeleri , yok olan ormanlar , azalan su kaynakları , yükselen denizler , zehirli atıklar , gibi konular artık duymaya çokça alıştığımız konu başlıklarını oluşturmaktadır.Bu konular ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. , Onur Öymen , Geleceği Yakalamak , Türkiye’de ve Dünyada Küreselleşme ve Devlet Reformu , Remzi Kitabevi , İstanbul 2000 , s.112-128. , Kennedy , a.g.e. , s.121-156. , Klasik çevresel tehditler olarak nitelendirebileceğimiz bu tehdit türleri , zamana yayılmış şekilde gelişirken , yukarıda belirtilen felaket senaryoları dahilinde denebilir ki , kısa bir zaman sürecinde tüm insanlığın olumsuz olarak etkilenmesi söz konusudur. 246 “Kaynakların kullanımı hükümetler tarafından formüle edilen dış amaçlara bağlıdır.Bununla birlikte,devletlerin kullanabileceği dış politika araçları bir bakıma sahip oldukları yeteneklerin nicelik ve niteliklerinin bir fonksiyonudur.Doğru kaynak değerlendirmesi devletlerin daha akılcı bir şekilde ulusal çıkarlar ve önceliklere karar vermesini sağlayacaktır.” İzci , a.g.e. , s.414-415. 247 Paul Wilkinson , “The Strategic Implications of Terrorism” , Terrorism&Political Violence.A Source Book , (Edited by Prof.M.L.Sondhi) , Har-anand Publications , India 2000 , p.19-49.

91

kaynakların yanlış değerlendirilmesinin de devletlerin ekonomik ve sosyal do-

kusunu olduğu kadar devletlerarası ilişkileri de baltalaması olasıdır”.Terör

mantığının bu fikre de nüfuz edebileceği gözden kaçırılmamalıdır.Bu

bağlamda terör eylemlerinin yapılma nedenleri arasına devletleri birbirileriyle

savaşa sürüklemek gibi bir neden daha eklenebilir.

Doğal kaynaklardan sonra çevreye ve onun unsurlarına yönelik bazı

tehditlerin belirmesi olasıdır.Bilindiği gibi insanların,hayvanların ve bitkilerin

yapısal genleri ile arzu edilen şekilde (günümüz teknolojisi sayesinde)

oynanabilmektedir.Bu tür faaliyetleri savunanların yanında , genelde dinsel

motif içerisinde,karşı çıkanlar da mevcuttur ancak bu alandaki gelişimin

durmayacağını düşünüyoruz.Tıp dünyasındaki bu tür gelişmelerin fayda veya

zararları bir yana,ilginç olan şu ki;(biyolojik silahlar bölümünde değinildiği

gibi) bu tür faaliyetler teröristlerin dimağlarına birer saldırı türü daha

ekleyebilecektir.Kitle imha silahlarının baz maddelerinin de,tıp dünyasının

birer ürünü oldukları düşünüldüğünde canlı türlerine karşı yapılabilecek

olumsuz etki amaçlı saldırıların yelpazesi bir kanat daha genişlemiş

olmaktadır.Bahsedilen canlı türlerinin,çevrenin vazgeçilmez unsurları ve de

dengenin sağlayıcıları olduğu gerçeği ile hareket edildiğinde artık dikkatli ve

geleceğe yatırım niteliği taşıyan analizlerin yapılmasının vaktinin geldiğini

söyleyebiliriz.

2.3.2. Nükleer Altyapıya Sahip Olan Devletlerdeki “Atık ve Kaza Tehdidi” Şimdiye kadar sadece kitle imha silahlarının baz maddeleriyle

yapılabilecek terör eylemlerinin,doğal kaynak ve çevreye yöneltebileceği

olası ve yeni sayılan ve küresel olarak addedebileceğimiz bir tehditten

bahsettik.Bunun yanında insanoğlunun kendi günlük yaşamının içeriği ile ilgili

olan tehditler de söz konusudur.Bu aşamada öncelikle nükleer enerji

konusuna değinmek istiyoruz.Uluslararası alanda bu tür enerjinin kullanımı ile

ilgili birçok karşıt ve alternatif görüş mevcuttur.248 Ancak özellikle çevre

248 “Burada önemli olduğuna inandığımız bir saptamaya yer vermek istiyoruz. “Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO)’nın 1958’deki bir teknik raporu içerisindeki bölümlerden birinin başlığı “Bir Nükleer Kaza Durumunda Strateji”.Bu bölümün sonu aynen şu dilekle bitiyor :Ruh sağlığı açısından , barışçıl atom enerjisinin ileride kullanılabilmesinin en uygun koşulu bu konuyla ilgili bilgisizliğe ve muğlaklığa adapte olmayı öğrenmiş yeni neslin ortaya çıkmasıdır.Yani tehlikeler konusunda cahil ve

92

kuruluşlarının şiddetli tepkisini çektiği bilinmektedir.249Ancak konunun teknik

detaylarının fazla olması sebebi ile burada doğruluğu veya yanlışlığından

bahsetmekten ziyade mümkün olduğunca tarafsız bir şekilde,dünyada

meydan gelmiş birkaç olay üzerinde konu ile ilgili değerlendirmenin

yapılmasının daha uygun olacağını düşünüyoruz.

Kitle imha silahlarının en güçlüsü olan nükleer silahlara ulaşmak için

devletlerin izledikleri yola bakılırsa,bu yolun öncelikle tüm dünyada halen

tartışmalı olan nükleer enerji üretiminden geçtiği görülecektir.Doğal kaynak

ve çevreye yönelebilecek,en önemli zararlı etkileri oluşturabilme

potansiyeline sahip olması nedeniyle,her nükleer enerji tesisini,biraz iddialı

olarak görünse de,aslında bir nükleer silah (kitle imha silahı) olarak da

değerlendirebiliriz.Çernobil kazasının etkilerini canlı olarak gören veya

hisseden insanların tamamı da bu kanaate katılmakta tereddüt

etmeyeceklerdir.

Nükleer enerji ile ilgili en büyük sorun,nükleer atıkların meydana

gelmesi ve bunların da,henüz daha geri dönüştürülebilir özelliğinin

olmamasıdır.250 Örneğin sadece Fransa’daki nükleer santraller yılda 16 500

metreküp atık üretmektedir.251 Öymen’in de vurguladığı gibi “Bu atıkların 200

metreküpünün radyasyon oranı çok yüksek,1300 metreküpünün de orta

dereceli yüksek.Geçmiş yıllarda üretilenlerle birlikte bugün Fransa’da 1600

metreküp yüksek radyoaktiviteli atık bulunuyor”.Nükleer santrallerin ürettiği

atıkların “güvenilir” bir şekilde yok edilmesi için dünya çapında bulunmuş ve

etkili sayılabilecek tek bir yöntem bile yoktur.İnsanlar “doğaları gereği” elbette

bazı yöntemler bulmuştur ancak güvenilir olmalarına dikkat ettikleri pek

umursamaz bir nesil ortaya çıkarsa , bu nükleer enerji işi çok rahat başarılabilir denmek istiyor…” , Latif Tufan Erdoğan , Kıyametin Gözyaşları,Petrol ve Nükleer Enerji , Elips Kitap , Ankara 2006 , s.184. 249 Greenpeace örgütünün konuyla ilgili yaklaşımı ve faaliyetleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. “End the Nuclear Threat” , <http://www.greenpeace.org/international/campaigns/nuclear> , (10.05.06) 250Nükleer santraller uranyumu işlerken , uranyum , çekirdek parçalanması yoluyla yüksek radyoaktivite taşıyan nükleer atıklar haline dönüşmektedir.Nükleer atıklar yaydıkları yüksek dozdaki radyoaktif ışınlar nedeniyle insanlar hayati tehlike taşımaktadırlar.Bu nedenle nükleer atıkların yüz binlerce yıl boyunca insanlara , tüm canlılara ve bitkilere ulaşamayacak şekilde saklanmaları gerekmektedir.Nükleer santraller yaklaşık 50 yıldır kullanılmaktadır ancak henüz daha hiç kimse nükleer atıkların nasıl ve nerede nihai olarak saklanabileceğini bilmiyor. , <www.facts-on-nuclear-energy.info/facts_on_nuclear_energy.php > , (14.02.06) 251 Öymen , a.g.e. , s.127.

93

söylenemez.Özellikle Rusya eski nükleer teknolojisi ile nükleer atıkları

konusunda ciddi sıkıntılar çekmektedir daha doğrusu yaratmakta olduğunu

söyleyebiliriz.1993 yılında imzalanan Londra Sözleşmesiyle atıkların

denizlere boşaltılması,1998 yılındaki düzenlemelerle de üçüncü dünya

ülkelerine ihracatı yasaklanmıştır.252Ancak bu düzenlemelerden önce Atlantik

ve Pasifik Okyanuslarına ve Barents Denizine tonlarca nükleer atığın

boşaltıldığı bilinmektedir.

Nükleer atık gibi ciddi bir sorunu yaratıyor olmasının yanında,nükleer

enerji ile ilgili çeşitli belirsizlikler de mevcuttur.İddia o ki;nükleer enerji,sonu

olmayan bir yoldur çünkü enerji üretimi için gerekli hammadde olan uranyum

doğada zor bulunan bir maddedir.253 Bu problemi çözmek için ortaya atılan

nükleer atıklardan tekrar hammadde kazanmayı öngören teknolojik projeler

ise,teknik ve ekonomik nedenlerden dolayı uygulanır duruma

getirilmemektedir.Birkaç on yıl içerisinde atom enerjisinin yakıtının

tükeneceği değerlendirilmektedir.Belli bir süre sonra uranyumla beraber

petrol ve doğalgaz da tükeneceği için insanlık enerji ihtiyacını uzun vadede

ancak yenilenebilir enerjilerle ve enerji kullanımında gereksiz kayıpları

önleyerek karşılayabilecektir.

DIA (Defence Intelligence Agency)‘nin 2003 yılındaki raporlarında

belirtilen aşağıdaki gelişmeleri dikkatle incelemekte yarar görüyoruz ;

(i) Eylül 2003’te nükleer enerji ile çalışan bir Rus denizatlısı,

Barents Denizinde batmıştır. Rus donanması,bu denizin kıyısı boyunca

yaklaşık 500 milyon curie254 radyasyon yayan 14 000 metreküp sıvı,26 000

metreküp katı nükleer atığa sahiptir.Bu radyasyon,1986 Çernobil kazasından

sonra atmosfere yayılan radyasyonun yaklaşık iki katıdır.

(ii) Eski Sovyetler Birliği tarafından inşa edilen ve nükleer enerji

ile çalışan 250 adet denizatlıdan,200 tanesi yedeğe alınmış durumdadır.

252 Öymen , a.g.e. , s.127. 253 Henrik Paulitz , “Facts on Nuclear Energy – Backround Information” , Berlin 2004 , <www.ippnw.de> , (12.02.06) 254 curie : radyasyon ölçü birimi.

94

(iii) 1990’lı yılların başından beri Rusya,kullanılmış yakıtını,

kullanılmayan kıyılarında depolamaktadır ve her sene kazalar meydana

gelmektedir.

(iv) Kazalara ilaveten,Sovyetler Birliği 1965 – 1991 yılları

arasında, radyoaktif atıklarını Barents Denizi ile Karadeniz’e boşaltmıştır.Ve

bu süre boyunca en az 17 adet Kuzey Filo Gemisi ve çeşitli radyoaktif atıklar

taşıyan mavna,Barents ve Karadeniz’de batmıştır.Bilinen en son atık

boşaltımı 1991 yılında gerçekleşmiştir.Rus donanması,Japon Denizine,

Pasifik Okyanusuna ve Baltık Denizine de atık boşaltımı yapmıştır.

(v) SSCB ( ve Rusya ),6 tanesi kullanılmış yakıt içeren,13 adet

nükleer reaktörü de denize atmıştır.Özellikle SSCB zamanında kullanılan

boşaltım bölgelerinin sayısını ve tam yerlerini bilmek bugün itibarı ile

neredeyse imkansızdır.

Eski SSCB veya şimdiki Rusya’nın doğal çevreye bilerek zarar verme

pahasına yaptıkları bu nükleer atığı yok etme işleminin tabi ki kabul edilebilir

bir tarafı yoktur.Ancak nükleer atıklar ve enerji konusunda,kasıtlı olarak

oluşturulmayan başka tehditler de söz konusu olabilmektedir ki bundan

kastımız kazalardır.1986 yılındaki Çernobil kazası,günümüz penceresinden

değerlendirildiğinde Sovyet teknolojisinin yetersiz veya eski olmasına

bağlanabilir.Ancak verilen örneklerin daha anlamlı olması açısından,teknoloji

üstünlüğü ile her zaman övünen ve dünyada da bu üstünlüğü kabul gören

Japonya’ya dikkat çekmek yerinde olacaktır.Japonya’da meydana gelen

nükleer kazalar şunlardır255 :

(i) Aralık 1995 ;Tsuruga’da soğutma sisteminden kaynaklanan

sızıntı yüzünden,santral bir yıl kapatılmak zorunda kalmıştır.

(ii) Mart 1997;Tsuruga’da çalışan 35 işçi radyasyona maruz

kalmıştır.

(iii) Ağustos 1997;Tokaimura santralinde,2000 çelik varil içinde

bekletilen atıklarda sızıntı meydana gelmiştir.

(iv) Temmuz 1997;Tokyo elektrik firmasına ait bir başka

reaktörde yine sızıntı meydana gelmiştir.

255 “Japonya’da Nükleer Kaza” , < www.ekoses.com > , (10.02.06)

95

(v) Kasım 1997;Tokyo yakınlarındaki uranyum zenginleştirme

laboratuarında yangın çıkmıştır.

(vi) Temmuz 1999;Tsuruga santralinde,normal radyasyon

düzeylerinin,11 500 katına ulaşan radyasyon sızıntısı meydana gelmiştir.

(vii) Eylül 1999;Tokaimura santralinde,Japonya santralleri

arasında,bugüne kadar yaşanmış en ciddi sızıntı meydan gelmiştir.Normal

değerlerin 15 000 katı kadar radyasyon oluşmuş,400’den fazla insan bu

radyasyona maruz kalmıştır.

Örneklerden de anlaşılacağı üzere,nükleer enerji maksatlı santrallerin

başına çeşitli kazalar gelebilmektedir.Üstün Japon teknolojisi bile bu kazaları

engelleyemiyorsa konu üzerinde daha detaylı düşünerek gelecekle ilgili

tercihleri yapmak isabetli olacaktır.Keza dikkat çekmek istediğimiz bir başka

konu ise 1950 yılından bu yana nükleer silahların konuşlandırma,ateşleme ve

imha işlemlerine ilişkin kayıtlı kaza sayısının 32 olduğudur.Bunun yanında

her an,kullanma denemesi veya taşıma işlemi sırasında bir kazaya sebep

olabilecek olan,çalınmış 6 adet nükleer silah da halen bulunamamıştır.256

Resmi Alman Nükleer Enerji Santralleri Risk Araştırması – Aşama

B’ye göre,40 yıldır faaliyet gösteren bir Alman nükleer santralinde reaktör

patlaması riski oranı %0,1’dir.Avrupa Birliği ülkelerinde, toplam 150’yi aşkın

nükleer enerji santrali faaliyet göstermekte ve dolayısıyla Avrupa’da bir

reaktör patlama riski % 16’yı bulmaktadır.Bu ihtimal,zarla ilk atışta 6 atma

ihtimaline eşittir.Dünya genelinde 440 adet nükleer santral faaliyet

göstermektedir,bu da 40 yıllık bir süre içinde reaktör patlaması riskinin %

40’a çıkması anlamına gelmektedir.257 Çernobil faciasındaki reaktör

patlamasının gösterdiği gibi,böyle bir kaza neticesinde on binlerce insanın

ölebileceğini hesaplamak gerekmektedir.

Uluslararası alanda,nükleer santrallerin denetimlerini yapan

kuruluşlardan biri IAEA’dır.Ancak yapılan denetimlerin sonucu her ne olursa

256 “Broken Arrows – Nuclear Weapons Accidents”, <http://www.atomicarchive.com/Almanac/Brokenarrows.shtml>,(11.04.06) , Ayrıca 1992 yılından bu yana meydana gelen nükleer madde kaçakçılığı olaylarının ayrıntıları hakkında bkz. , <http://www.atomicarchive.com/Almanac/Smuggling.shtml> (11.04.06) 257 Henrik Paulitz , “Facts on Nuclear Energy – Backround Information” , Berlin 2004 , <www.ippnw.de> , (12.02.06)

96

olsun yaptırım gücü olmadığı için,nükleer santrallerin kaderi yine onları

işleten devletlerin ellerine bırakılmaktadır.Konuya ilişkin bir örnek olarak

Ermenistan’da faaliyet gösteren Metsamor santralinden bahsetmek yerinde

olacaktır.IAEA ve AB verilerine göre Metsamor dünyanın en tehlikeli nükleer

santrali olarak kabul edilmiş ve 1999 yılında Ermenistan ve AB arasında

santralin 2004 yılına kadar kapatılması için bir anlaşma imzalanmıştır.258

Ermenistan 2001 yılında Avrupa Konseyine üye olurken bu taahhüdünü

yenilemesine rağmen enerji sıkıntısını bahane ederek santrali henüz daha

kapatmamıştır.AB’nin konuya ilişkin olarak 100 milyon Euro ayırmış olması

ve bu konudaki ısrarları Ermenistan için caydırıcı nitelik taşımamıştır.Aksine,

santrali kapatmak yerine,santralin çalıştırılması için gerekli olan

zenginleştirilmiş uranyum satın alma konusunda Rusya ile görüşmelerine

devam etmiştir.İhtiyaç duyduğu uranyumu Rusya’dan nakletme şekli ise başlı

başına benzersiz bir örnektir.Uçaklarla uranyumu ülkesine getiren

Ermenistan,bu uçakları da sivil hava alanlarına indirmekte sakınca

görmemektedir.Bu arada,zenginleştirilmiş uranyum elde etme denince

aklımıza bu girişimde bulunan İran’a karşı uluslararası kamuoyunun tepkisi

gelmekte ancak bu girişimin Ermenistan tarafından da yapılmış ve yapılıyor

olmasına rağmen uluslararası alanda ciddi bir tepkinin olmaması dikkatimizi

çekmektedir.Çernobil santralinden bile daha eski bir teknoloji ile yapılmış

olan Metsamor santralinin denetimleri esnasında IAEA tarafından tasarım ve

işletim ile ilgili yaklaşık 100 adet problem bulunmuştur ki bunların 60 tanesi

derhal giderilmesi gereken kategoridedir.259 Kuruluşundan bu yana 5 büyük

ve 150 den fazla küçük kazanın yaşanmış olmasının yanında,5 ve 5’ten daha

büyük şiddetteki deprem olasılığı olan bölgelerde nükleer santral işletmek

IAEA standartlarına aykırı olması ve Metsamor’un da deprem kuşağında

bulunması gibi gerçekler Ermenistan’ın fikrini değiştirmemektedir.Daha da

ilginci,santrali kapatmak için iki tane birbirinden “komik” şart öne

sürmektedir.Bunlardan birincisi,İran ile arasında inşa edilen doğalgaz boru

hattının yapımı için AB’nin mali desteği,ikincisi ise,Azerbaycan ve Türkiye’nin

258 Sinan Ogan , “AB’nin Metsamor Nükleer Santrali’nin Kapatılmasına Yönelik Politikaları” , Avrasya Dosyası , Fasikül 24 , Cilt 10 , Sayı 2 , (Yaz 2004) , s.262. 259 Ogan , a.g.m. , s.268-269.

97

kendisine uyguladıkları ambargoyu kaldırmaları ve sınırlarını açmalarıdır.260

Görüldüğü üzere bölgenin tamamı için tehlike arz eden nükleer

santral,Ermenistan tarafından bir şantaj malzemesi olarak

kullanılabilmektedir.Örnekten yola çıkarak,nükleer enerji seçeneğinin fayda

ve mahzurlarının bir kez daha uluslararası alanda objektif olarak

incelenmesinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.Teknoloji,günümüz koşulları

itibariyle hızlı gelişen ancak bir o kadar da hızlı eskiyen bir yapıya sahip

olmuştur.Nükleer altyapının varlığı bile başlı başına bir tehdit unsuru

oluşturabiliyorken,buna bir de günden güne eskimesi gibi bir gerçek

eklenince,kaza ihtimali de sürekli olarak artmaktadır.Ancak yukarıda da

vurgulamak istediğimiz gibi devletlerin çıkarlarının,olası kazaların

yaratabileceği yıkımlardan daha ön plana çıktığını unutmamak

gerekmektedir.

260 Ogan , a.g.m. , s.264.

98

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KİTLE İMHA SİLAHLARI REKABETİ VE GELİŞTİRİLEN STRATEJİLER

3.1. Soğuk Savaş Dönemi Başlangıcında Kitle İmha Silahlarının ve Bunlara Dayalı Stratejilerin Geliştirilmesini Zorunlu Kılan Uluslararası Ortam ve Yapısı II nci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ortam çok büyük

değişikliklere sahne olmuştur.Bu değişikliklerin siyasi,askeri ve ekonomik

olmak üzere 3 farklı,ancak birbirini doğrudan etkileyen,alanda olduğunu

söyleyebiliriz.261 Savaşın hemen sonunda ABD ve SSCB birbirlerine karşı

askeri üstünlük sağlama çabasına girerken,savaştan önemli dersler almış

olan Avrupa devletleri öncelikle ekonomik ve sosyal yönden yeniden

yapılanmaya başlamışlardır.262 Hal böyle olunca,Avrupa bir güç merkezi

olarak uluslararası politika alanından çekilmiş ve dünya yaklaşık yirmi yıl

boyunca,keskin çizgilerle ABD ve SSCB etrafında iki kutuplu bir görünüme

kavuşmuştur.263 Farklı siyasal görüş ve inanışlarına rağmen,II nci Dünya

Savaşı ABD ve SSCB’nin ortak düşmanlarına karşı birlikte mücadele

etmesini sağlamış ancak savaşın kazanılacağı kesinleşince siyasal düşünce

ve çıkar farklılığı iki devlet etrafında oluşan bu kutuplaşmayı kaçınılmaz hale

getirmiştir.264 Bundan sonra da iki rakip devlet olarak ABD ve

SSCB,toplumsal sistem (kapitalizm ve komünizm) arasındaki çelişki,nükleer

silah yarışı,farklı coğrafyalarda dolaylı ya da doğrudan askeri ve siyasi

rekabet,gizli servisler ve diğer yer altı örgütler vasıtasıyla gerçekleşen

mücadeleler,hatta kültür ve spor alanlarındaki büyük prestij savaşı ile

261 “Siyasal;o zamana kadarki uluslararası örgütlerin en evrenseli olanı BM kuruldu…Askeri;Avrupa’da Nazi ve faşistleri yenen Avrupa değil,ABD ve SSCB olmuştu.Doğal olarak,bu ikisi etrafında bir kümelenme gerçekleşti…Ekonomik;ABD’nin istediği Bretton-Woods sistemi kabul edildi.Bu sistem dahilinde kurulan IMF ve Dünya Bankası,uluslararası ekonomiyi büyük kapitalist ülkelerin denetiminde yürütme işlevini yükümlendi…” , Atay Akdevelioğlu,Ömer Kürkçüoğlu , “1945-1960 Batı Bloku Ekseninde Türkiye-1” , Türk Dış Politikası , Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler , Yorumlar , Cilt 1:1919-1980 , Baskın Oran , İletişim Yayınları , İstanbul 2001, s.480. 262 Hikmet Erdoğdu , Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve NATO İttifakı , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul 2004 , s.21. 263 Oral Sander , Siyasi Tarih 1918-1994 , İmge Kitabevi , 11 nci Baskı , Ankara 2003 , s.201. 264 Muharrem Gürkaynak , Avrupa’da Savunma ve Güvenlik , Asil Yayın Dağıtım LTD.ŞTİ. , Isparta 2004 , s.15.

99

uluslararası sistemin işeyişini ve bir bakıma dünyanın düzenini

biçimlendirmiştir.265 Oluşan bu iki kutuplu sistemin yapısal özelliklerini

Sönmezoğlu “Avrupa merkezli olmasından ziyade küresel bir niteliğe

bürünmesi,sürekli nitelikteki çıkarlara dayalı ve ideolojik uzantıları olan

blokların kurulması,uluslararası aktörlerin genelde sadece bloklar içerisinde

yer alan ve almayan devletlerle blok örgütleri ve BM olarak anılması ve yine

bu aktörlerin birbirlerine olan karşılıklı bağımlılıklarının,aralarındaki siyasal

ilişkileri belirleyebilecek ölçüde artmış olması olarak” belirtmiştir.266

Savaşın ertesinde oluşturulan iki kutuplu dünya düzeninin baş

aktörleri olan ABD ve SSCB’yi bu konuma getiren,öncelikle sahip oldukları

askeri güç olmuştur.Ancak mücadelenin ilk zamanlarında ABD’nin de

SSCB’ye karşı belirgin olduğunu değerlendirdiğimiz askeri üstünlüğü

mevcuttur.Bu fikrimizin dayanağı doğal olarak,dünyada ilk ve son kez ABD

tarafından saldırı amaçlı kullanılan ve sağladığı stratejik askeri üstünlükleri

ispatlanmış olan nükleer silahların sadece ABD’nin elinde var

olmasıdır.Soğuk Savaş olarak adlandırılan ve kimilerine göre 20,kimilerine

göre de yaklaşık 50 yıl sürmüş olan dönemin en dikkat çekici yanının,iki

güçlü devlet tarafından nükleer alandaki üstünlüğü elde çabalarının olduğunu

söyleyebiliriz.

Bu bölümde üzerine yorum katmak istediğimiz konu da Soğuk Savaşın

başlangıcında kitle imha silahlarının,daha spesifik olarak nükleer silahların,

ve bunlara dayalı askeri stratejilerin geliştirilmesini zorunlu kıldığına

inandığımız uluslararası ortamdır.Nükleer rekabetin neden uzun yıllarca

sürdürdüğünü bu vesileyle daha kolay anlatabileceğimizi düşünüyoruz.II nci

Dünya Savaşının galipleri ABD ve SSCB’yi nükleer rekabete götüren süreci

anlayabilmek için öncelikle bu iki devletin Soğuk Savaş başlangıcındaki

kendilerine has amaçlarına değinmek istiyoruz.

SSCB 30 yıl içinde 2 kez Almanya tarafından Doğu Avrupa istikameti

kullanılarak işgal edilmiştir.Dahası 1917’deki iç savaşında Batılıların,askeri

kuvvet yollayarak kendisine müdahale edebildiklerini ve II nci Dünya

Savaşında da ikinci cepheyi geciktirerek kendisini yıprattıklarına şahit 265 Gürsoy , a.g.e. , s.55-56. 266 Sönmezoğlu , a.g.e. , s.675-676.

100

olmuştur.267 Bu gerçeklere ilaveten SSCB II nci Dünya Savaşında 20 milyon

insanını kaybetmiş ve birçoğu da sakat kalmıştır ki,bunun anlamı ekonomik

kalkınması için gerekli olan işgücü konusunda SSCB tarafından ciddi

sıkıntıların çekilmesi olmuştur.268 Savaş zamanında toprakları işgal edilen her

devlet gibi SSCB’nin de önemli sanayi kuruluşları,ulaşım merkezleri,sağlık

tesisleri,tarımsal ve enerji kaynakları önemli zararlar görmüştür.Bu güvenlik

endişelerine istinaden,özellikle Batı Avrupa ile arasına bir tampon koymak

isteyen SSCB,Doğu Avrupa’yı hedef olarak seçmiş ve bu amacına da

ulaşmıştır269 Yani Churchill’in Truman’a yazdığı ünlü mektupta ifade bulan

haliyle,SSCB kendi önüne “demir perdeyi” çekmeyi başarmıştır.270 Bu veriler

ışığında Gürkaynağın da vurguladığı gibi SSCB’nin “kısa vadede Avrupa’yı

tehdit edecek durumda olmadığını söylemek abartı olmayacaktır.” Ancak iki

rakip devlet arasında bulunan ideolojik farklılık,söz konusu zaman diliminde

SSCB’nin durumuna ilişkin (ve aslında yapılmasının zor olmadığına

inandığımız) bu isabetli analizin yapılmasını imkansız kılmış ve SSCB,önce

ABD sonra da Batılı devletlerden tarafından potansiyel düşman olarak

anılmaya başlanmıştır.Gerçi Berlin Bunalımını271 göz önüne aldığımızda

SSCB’nin yayılmacı bir politika izleyebileceğini düşünen devletlere hak

vermiyor değiliz ancak bu olayın tek başına SSCB’nin yayılmacı bir politika

izleyeceği anlamına gelmesi için yeterli olmayacağını düşünüyoruz.Ancak

SSCB’nin kendi güvenliğini sağlamakla ilgili girişimleri Batı Devletleri

tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır.Soğuk Savaşın başlangıcında SSCB

tarafındaki durum yukarıda anlatılmıştır.Şimdi ise ABD önderliğindeki Batı

devletlerinin durumuna ve güvenlik ile ilgili algılamalarına değinmek istiyoruz.

ABD,daha savaş bitmeden bazı ekonomik girişimler ve savaşın

ertesinde de kurduğu askeri paktlarla Batı dünyasının önderliğini

üstlenmiştir.Batı Bloku’nun lideri olarak ABD,askeri bakımdan

NATO’yla,ekonomik bakımdan da 1947’den itibaren başlayan dış yardım

267 Akdevelioğlu , Kürkçüoğlu , a.g.e. , s.482. 268 Gürkaynak , a.g.e. , s.30. 269 Neden Doğu Avrupa’nın SSCB’nin ilk tercihi olduğu konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. , Akdevelioğlu , Kürkçüoğlu , a.g.e. , s.482-483. 270 Erdoğdu , a.g.e. , s.29. 271 Ayrıntılı bilgi için bkz. Sander , a.g.e. , s.214-216 , Gürkaynak , a.g.e. , s.26-27.

101

programlarıyla etkisini bütün dünyaya yaymaya başlamış,doğal olarak da

ABD ve müttefiklerinin yayıldığı her ileri karakol SSCB’nin yukarıda

vurgulanan kronikleşmiş güvenlik endişesini de arttırmıştır.272 İşte,güvenlik

tehditlerinin tanımlandığı böyle bir ortamda nükleer rekabetin neden

başladığını daha kolay analiz edebiliriz.Sander’in de belirttiği gibi “resmi

olmayan düzenleyiciler olarak iki blok,birbirlerini denetlerler,karşı tarafın

gücünü güçle dengelemeye çalışırlar… Bloklardan biri güçlenir ya da etki

alanını genişletirse,bunun kime karşı olduğu konusunda herhangi bir

duraksama yoktur.” Soğuk Savaşın başında nükleer silahlar konusunda

zaten bir adım geride bulunan SSCB’nin,ifade etmeye çalıştığımız güvenlik

endişeleri ve rakibinin gücünü dengeleme kaygıları yüzünden nükleer silah

elde etme konusunda çalışmalara başlaması,iki kutuplu sistemin yapısal

özellikleri içinde doğal olarak karşılanmalıdır.Ancak SSCB’nin nükleer

silahlardan tüm dünyayı kurtarmakla ilgili bir teklifinin olduğunu da burada

eklemek gerekecektir.Şöyle ki;II nci Dünya Savaşının hemen sonrasında

yapılan önemli bir görüşmeler dizisi mevcuttur.Görüşmelerin konusu

nükleer silahların yarattığı dehşetin gelecekte ortaya çıkmasını

engellemek olmuştur.Mart 1946’da,konuya ilişkin olarak ABD kendi

projesini sunmuştur. Acheson-Lilienthal Önerisi adını alan proje,atom

silahının uluslararası denetimi için bir dizi anlaşma getirmekteydi ancak

SSCB’nin de görüşmelerde ısrarla vurguladığı gibi,sunulan proje

ABD’nin atom tekelini sona erdirmek yerine baki kılmaktaydı.ABD

projesine karşılık olarak SSCB bazı önerilerde bulunmuştur.Bunlar tüm

atom silahlarının yok edilmesi ve üretimlerinden vazgeçilmesi,dünyanın

bütün devletlerinin bu tür silahları kullanmayacakları konusunda bir

anlaşma imzalaması ve ancak bunlar yapıldıktan sonra denetim

konusunda görüşmelerin başlamasıdır.273 Ancak konu ile ilgili eklenmesi

gereken önemli bir ayrıntı da SSCB’nin bu teklifleri yaparken,gizlice

nükleer silahları üretebilmenin eşiğine gelmiş olduğudur.

1949 yılında SSCB’nin ilk nükleer testini başarıyla

gerçekleştirmesi üzerine,fiili anlamda SSCB dağılana kadar devam 272 Akdevelioğlu , Kürkçüoğlu , a.g.e. , s.483. 273 Bu sürecin gelişimi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Sander , a.g.e. , s.218-220

102

edecek olan nükleer rekabet de başlamış oluyordu.Batı dünyası ve

özellikle ABD için,bu gelişmenin baskın niteliğinde bir sürpriz özelliği

taşıdığını düşünüyoruz.Uluslararası alanda ABD’nin nükleer tekeli

kırılmış ve SSCB’ye karşı 1947 yılında uygulamaya başladığı askeri

stratejilerin ilki olan “çevreleme” stratejisi de tek başına bir anlam ifade

etmez hale gelmiştir.274 SSCB’nin nükleer güce kavuşmasının ardından

ABD,ayrıntılarına ileride değineceğimiz askeri stratejilerini bu gerçeği

göz önünde bulundurarak şekillendirmeye başlamıştır.

SSCB’nin nükleer güce kavuşmasının ardında,ABD 1952 yılında

nükleer silahlardan daha güçlü olan Hidrojen bombasını

patlatmıştır.Buna karşılık olarak 1953 yılında da SSCB aynı teknolojiyi

geliştirmiş ve bir kez daha ABD nükleer gücünü dengelemeyi

başarmıştır.275 Bundan sonraki rekabet üretilen nükleer silahların en

uzağa fırlatılabilmesi konusunda olmuştur.ICBM (Intercontinental

Ballistic Missile-Kıtalararası Balistik Füze)’ler bu ihtiyaca binaen

düşünülmüş ve tasarlanmıştır.Nükleer rekabette SSCB’nin öne geçtiği

ilk zaman dilimi ABD’den önce ve de daha fazla sayıda ICBM’leri ürettiği

zaman dilimidir.276 1960’lı yıllara gelindiğinde kıtalararası balistik füzelerin

sayısının binlerle ifade ediliyor olması,karşı tarafı caydırmak için gerekli

olanın çok üstünde bir öldürme kapasitesi(overkill) meydana getirmiştir.277

Kitle imha silahlarının en güçlüsü olan nükleer silahlarla ilgili

rekabetin hangi koşullarda başladığını,daha doğru bir ifadeyle,iki kutuplu

olmaya yüz tutan uluslararası ortam koşullarının nükleer silahların

geliştirilmesini nasıl zorunlu kıldığını ifade etmeye çalıştık.Burada son

bir hususa değinmenin yerinde olacağını düşünüyoruz.

Tanımı ve anlamı oldukça esnek olan ‘’ Yaşamsal Çıkarlar ‘’ kavramını

toplumların kendileri ya da toplum adına liderleri belirlemekte ve bu çıkarlar

söz konusu olduğunda hiçbir devlet savaşa kadar uzanan yolda yürümekten

çekinmemektedir.II nci Dünya Savaşını müteakip kurulan yeni güç

274 Çevreleme Stratejisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gürkaynak , a.g.e. , s.68-71. 275 Sönmezoğlu , a.g.e. , s.674. 276 Gürsoy , a.g.e. , s.75. 277 Gürsoy , a.g.e. , s.15.

103

dengesinde tüm devletler söz konusu ‘’yaşamsal çıkarlarını’’ tekrar belirleme

ihtiyacı duymuşlardır.Yaşanan gelişmeler gereği bunun kaçınılmaz olduğu

gerçeği herkes tarafından kabul edilen bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ancak bu tanımlamaların sonucunda yeni bir soru gündemdeki yerini almıştır.

‘’Yaşamsal Çıkarlar’’ diğerlerine hangi yollarla kabul

ettirileceklerdi?Cevap,yukarıda anlatılan ABD ve SSCB’nin güvenlik

algılamalarında yaşanan gelişmeler sonucu kısa zamanda bulunmuştur.II nci

Dünya Savaşında ilk kez kullanılan bir yöntem yegane çözüm olarak

belirmiştir ki bu da kitle imha silahlarından en güçlü olanına yani nükleer

silahlara sahip olmaktır.Gözle görülebilen zararlı etkileri yanında,diplomatik

pazarlıkların en önemli unsuru olmaya aday olan nükleer silahlar,bu tarihten

itibaren uluslararası alanda adından sıkça bahsedilen,belki de

bahsedilmekten korkulan bir kavram haline gelmiştir.

3.2.Kitle İmha Silahları Rekabetinin Tehlikeli Dönemeçleri 3.2.1.Kore Savaşı Kore II nci dünya savaşının sonuna kadar Japonya’nın egemenliği

altında kalmıştır.Japonya’nın savaşta mağlup olması sonucunda SSCB ve

ABD Kore üzerinde kendilerine bağımlı iki yerli hükümet kurmuşlar ve askeri

güçlerini bölgeden çekmişlerdir.278 Dolayısıyla Kore coğrafyasında,birbirine

düşman iki ideolojinin ürünü olan hükümetlerin baş başa kaldığını

söyleyebiliriz.Zira kısa bir süre sonra bu iki hükümetten birisi olan komünist

Kuzey Kore,25 Haziran 1950 tarihinde Güneye karşı saldırıya geçmiştir.279

Dikkat edilirse aynı zaman diliminin ABD ve SSCB arasındaki güç

mücadelesinin sertleşmeye başladığı bir zaman dilimi özelliği taşıdığı

görülecektir.Ancak bu yıllardaki yoğunlaşma genelde Avrupa coğrafyasında

olmuştur.Çekoslovakya 1948 yılında Doğu Bloku içine dahil edilmiş ve 1949

yılında da NATO kurulmuştur.Bu iki gelişmenin ardından SSCB,Avrupa

coğrafyasında elde edebileceklerini sağlamış olarak yüzünü Uzak Doğu’ya

çevirmiş ve ABD ile giriştiği güç mücadelesine artık burada devam etmiştir.Bu

bölgedeki güç mücadelesinin ilk deneme tahtası da Kore Savaşı

278 Sander , a.g.e. , s.275. , 279 Çağrı Erhan , “Kore Savaşı” , Türk Dış Politikası , Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler , Yorumlar , Cilt 1:1919-1980 , Baskın Oran,İletişim Yayınları , İstanbul 2001, s.547.

104

olmuştur.Bu vesile ile ABD tarafından hür dünyaya yönelen bir tehdit olarak

tanımlana komünizme karşı ilk sıcak savaş,yine ABD ve onun çağrısı üzerine

diğer BM devletleri tarafından başlatılmıştır.280

Burada Kore Savaşının gelişimini anlatmaktan ziyade,nükleer silah

mücadelesinde bir dönüm noktası olduğunu iddia ederek sonuçları üzerinde

durmak istiyoruz.Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki Kore Savaşı, ABD’nin öne

sürmüş olduğu “çevreleme stratejisinin” Asya coğrafyasına taşınması için

önemli bir fırsat teşkil etmiştir.281 Tam anlamıyla olmasa da ABD’nin bu

konuda başarılı olduğunu söyleyebiliriz.Tam anlamıyla SSCB’yi

çevreleyememiş olmasının nedenini,ABD’nin bu savaştan galip olarak

çıkmamasını değerlendiriyoruz.Ancak burada,ABD adına bir mağlubiyetin de

söz konusu olmadığını hatırlatmak istiyoruz.

Kore Savaşının konumuzla ilgili olan en önemli sonucunun,Soğuk

Savaşın başlangıcında büyük güçler olarak anılan ABD ve SSCB arasındaki

silahlanma yarışını hızlandırması olduğunu söyleyebiliriz.ABD’nin nükleer

silahları sahip olması sebebiyle varsaymış olduğu,”kendi gözetimi altındaki

bölgelerde bölgesel bir savaşın çıkmayacağı olgusu”282,Kore Savaşı ile bir

kez daha sorgulanmak zorunda kalınmıştır.Zira,SSCB’nin Uzak Doğu’da

bölgesel bir savaşı başlatma cesaretinin bulunması,bu cesareti Avrupa

coğrafyası üzerinde de gösterebileceğinin bir işareti olarak düşünülmüştür.283

İlk önlem ise,SSCB tarafından saldırıya açık konumda bulunan

Yugoslavya’ya,Batı tarafından özellikle askeri yardımın yapılmaya

başlanması olmuştur.284

ABD ordusunun Kore Savaşında yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya

kaldığı ve bunun büyük ölçüde Türk birlikleri sayesinde önlendiği

bilinmektedir.285 Bu durumun,”kullanılma niyeti olmadığında” nükleer

280 Andrew J.Birtle , “The Korean War-Years of Stalemate” , U.S.Army Center of Military History Brochure , Washinton 2003 , p.2. 281 Gürkaynak , a.g.e. , s.74. 282 Gürkaynak , a.g.e. , s.74. 283 Nurşin Ateşoğlu Güney , “Avrupa Nükleer Caydırıcılığı ve Orta Menzilli Füze Antlaşması”, Yayımlanmamış Doktora Tezi , İstanbul Üniversitesi , İstanbul 1992 , s.25. 284 Sander , a.g.e. , s.282. 285 Erdoğdu , a.g.e. , s.62. , Ayrıca , ABD ordusunun Kore Savaşındaki muharebeleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Stephen L.Y. Gammos , “The Korean War-The UN Offensive” , U.S.Army Center of Military History Brochure , Washinton 2003 , p.1-29.

105

silahlara sahip olmanın her zaman galip gelmek için yeterli olmayacağına

işaret ettiğini düşünüyoruz.Zira Kore Savaşından sonra konvansiyonel

güçlerin geliştirilmesi,öncelikle ABD sonra da tüm Batı devletlerinin en önemli

uğraşı olmuştur.Yani savaşın sonucu olduğunu söylediğimiz silahlanma

yarışı öncelikle konvansiyonel anlamda başlamıştır.

Silahlanma yarışının SSCB tarafındaki yansımalarının ise sadece

konvansiyonel anlamda olmadığını düşünüyoruz.Zira SSCB’nin Kore

Savaşında şahit olduğu dikkat çekici bir gelişme olmuştur.Bu gelişme,Kore

topraklarındaki çatışmanın başlamasından sadece 2 gün sonra Amerikan

birliklerinin bölgeye ulaşmış olmasıdır.Bu güven duygusunun nereden

kaynaklandığını elbette SSCB de bilmektedir.1950 yılında henüz daha

nükleer silahlara sahip olmayan SSCB’nin,Kore Savaşından kendisine

çıkardığı en önemli sonucun,acil olarak bu silahlara sahip olması gerektiği

olduğunu düşünüyoruz.Nitekim bundan sadece 2 yıl sonra SSCB de nükleer

gücüne kavuşmuştur.Söylenenler ışığında,kitle imha silahları rekabetinde ilk

tehlikeli “dönemecin” genelde bilinenin aksine Küba Krizinin değil Kore

Savaşını olduğunu düşünüyoruz.Zira,savaşın sonunda taraflar kendilerince

dersler çıkarmışlardır.En önemli ders ise SSCB tarafından,ABD nükleer

tekelinin kırılması gerektiği inancı olmuştur.

3.2.2.Küba Füze Krizi Soğuk Savaş döneminde Küba,SSCB nüfuz alanındaki devletlerden

birisi konumunda bulunmuştur.ABD’ye yakınlığı nedeniyle Küba’nın SSCB

için anlamlı ve önemli bir ortak olması kanaatimizce doğal olarak

karşılanması gereken bir olgudur.1960 yılında bir devrimle iktidarı ele geçiren

Castro olası bir ABD saldırısından çekinmekte olduğundan SSCB’den yardım

talebinde bulunmuştur.286 Sovyetler adına bunun kaçırılmayacak bir fırsat

teşkil ettiğini düşünüyoruz,zira ABD ile arasında bulunan ve o yıllarda ABD

lehine gözüken stratejik denge böylelikle SSCB tarafına doğru

kaydırılabilirdi.Sovyet lideri de bu durumu değerlendirerek Küba’ya balistik

286 Onur Öymen , Silahsız Savaş , Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi , Remzi Kitabevi , İstanbul 2002 , s.116.

106

füzeler yerleştirmeye karar vermiştir.287 Füzelerin,ABD’yi ve ABD’nin Latin

Amerika’daki önemli askeri üslerini vurabilecek şekilde konuşlandırılması

düşünülmüştür.288 Beklendiği gibi ABD bu karara sert tepki vermiş ve Soğuk

Savaş dönemi boyunca ilk ve son kez olmak üzere iki önemli nükleer güç

doğrudan karşı karşıya gelmiştir.289 Kore Savaşı başlığı altında söylediğimiz

gibi Küba Krizinin de gelişim sürecinden ziyade,nükleer silahlar rekabetinin

en tehlikeli dönemeci olması vesilesiyle,konumuzla da ilgili olarak sadece

sonuçları üzerinde durmanın yeterli olacağını düşünüyoruz.

13 gün süren Küba Krizi dünyanın bir nükleer savaş ve hatta yok

olmanın eşiğine geldiği bir kriz olmuştur.290 Krizin sonrasında önemli

sonuçların doğması da kaçınılmaz olmuştur.Bunlardan en ilgincinin, Soğuk

Savaşın doruk noktasında iken krizin hemen sonrasında bir “yumuşama”

ortamının oluşması olduğunu düşünüyoruz.Kriz sonrası beklenen sürecin

içeriğinde,aslında konvansiyonel anlamda bir savaşın söz konusu olabilmesi

düşünülebilecekken süreç buna yönelmemiştir.Aksine olası bir nükleer

savaşın eşiğinden dönülmesinin verdiği rahatlıkla ABD ve SSCB’nin diyalog

kurmaya başladığını görüyoruz ki bunun ispatı olarak ileride değinilecek olan

SALT-I ve Nükleer Silah Denemelerinin Kısmi Yasaklanması Anlaşmalarının

imzalanmasını ve “kırmızı hattın” tesis edilmesini gösterebiliriz.Krizin bir diğer

sonucunun,ABD ve SSCB’nin birbirine karşı duyduğu içten düşmanlığa

rağmen nükleer bir savaşı göze alamadıkları olduğunu söyleyebiliriz.Bu

durumda da konvansiyonel askeri gücün öneminin büyük oranda arttığı

ortaya çıkmaktadır.291 Yani konvansiyonel anlamdaki silahlanmanın artması

kriz sonrasında kaçınılmaz olmuştur.Küba Krizi’nin en önemli sonucunun ise

Bloklardan yaşanan kopuşların olduğunu düşünüyoruz.ABD’nin kriz boyunca

müttefiklerine danışmadan krizi idare etmeye çalışması,özellikle Fransa’yı

“bağımsız” bir nükleer güç olma konusunda düşünmeye sevk etmiş ve bu 287 Björn Franke , “The Cuban Missile Crisis” , Bremen Oberstufe Institute Free Presantion Paper, Bremen 2001 , p.3. , Ayrıca Küba Krizinin gelişim sürecinin ayrıntılı bir incelemesi için bkz. , <http://www.learningcurve.gov.uk/heroesvillains/g2/cs1/default.htm> , (16.05.06) 288 Gürsoy , a.g.e. , s.78. , Franke , a.g.r. , s.9-10. 289 Daha önce Berlin Bunalımı sırasında da bu iki devlet karşı karşıya gelmiştir.Ancak o zaman SSCB’nin henüz daha nükleer gücünün olmadığını hatırlatmak istiyoruz. 290 Ryan Gauthier , “The Cuban Missile Crisis and the U.S. War in Iraq : Psychological Problems With the Coercive Diplomacy” , Polity Carleton , Summer 2005 , p.2. 291 Sander , a.g.e. , s.328.

107

konudaki çalışmalarını hızlandırmasına sebep olmuştur.292 Bunun yanında

Çin SSCB’yi “devrimci davaya ihanetle” suçlamış ve iki devlet arasındaki

anlaşmazlık da gözle görünür hale gelmiştir.293 Muhtemelen Fransa gibi

Çin’in de,bağımsız bir nükleer güç olma fikrini bu zaman diliminde edindiğini

düşünüyoruz.Yani sonuç itibariyle,ABD ve SSCB arasında nükleer silahların

konumu diyaloğa açılırken,kendi bloklarında yer alan bazı devletler nükleer

güç olmanın gerekliliği konusunda kararlar almaya başlamıştır.Bu durumda

krizin nihayetinde görülen şeyin,nükleer ve konvansiyonel silahlanmanın

artması olduğunu söyleyebiliriz. 3.2.3. Avrupa Füzeler Krizinin Sonucu : INF Antlaşması 1977 yılına gelindiğinde Batı Avrupa’nın güvenliği SLBM’ler

(Submarine Launched Ballistic Missiles – Denizaltılardan Atılan Balistik

Füzeler) ile sağlanmaktaydı.294 SSCB aynı yıl içerisinde SS-4 ve SS-5

füzelerini SS-20’lerle değiştirme çabası içine girmiştir.(SS-20 füzeleri hem

hareketli hem de MIRV ((Multiple Independently Targetable Re-Entry

Vehicle-Bağımsız Olarak Hedefe Yöneltilebilen Çok Başlıklı Füze)) başlığı

taşıyabilen ve 5000 km. menzili olan füzelerdir)295 Böylelikle orta menzilli

füzeler konusunda SSCB NATO’nun caydırıcılığını tehdit etmeye

başlamıştır.296 Durum böyle olunca da NATO üyeleri doğal olarak kendi

bünyelerinde bulunan orta menzilli füzeleri “çift aşamalı” bir modernleştirme

kararı ile geliştirme çabası içine girmişlerdir.297 Çift aşamanın ne olduğunu

Güney şöyle açıklamıştır298;“bu aşamalardan birincisi,Sovyet SS-20

füzelerinin kaldırılması için SSCB ile görüşmelere başlanması,ikincisi ise bu

görüşmelerden sonuç alınamaması halinde 1983 yılı sonlarında GLCM

(Ground Launched Cruise Missiles-Karadan Atılan Cruise Füzeleri) ve

Pershing II füzelerinin Avrupa topraklarında yerleştirilmeye başlanmasıdır.” 292 Gürkaynak , a.g.e. , s.95-97. , Ayrıca “kopuşun” farklı bir değerlendirmesi için bkz.Thomas Fischer, “The ICRC and the 1962 Cuban Missiles Crisis” , International Review Of the Red Cross , June 2001 , p.287-309. 293 Sander , a.g.e. , s.328. 294 Nurşin Ateşoğlu Güney , “NATO Nükleer Caydırıcılığı ve INF Antlaşması” , Dünü ve Bugünü ile Toplum ve Ekonomi Dergisi , (Eylül 1993) , s.63. 295 Sönmezoğlu , a.g.e. , s.451. 296 Güney , a.g.t. , s.68-73. 297 Mesut Hakkı Çaşin , “Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri ve Silahsızlanma” , Basılmamış Doktora Tezi , İstanbul Üniversitesi , İstanbul 1993 , s.228. 298 Güney , a.g.t. , s.74.

108

Bu zaman dilimine baktığımızda SALT görüşmelerinin devam ettiğini,

SSCB’nin Afganistan’a müdahale ettiğini ve nihayetinde de 1980 yılında

Doğu Avrupa topraklarına SS-20 füzelerini yerleştirdiğini görebiliriz.Bütün bu

gelişmelerin tek başına bile Soğuk Savaş mantığında birer kriz sebebi

olduğunu düşünüyoruz.Özellikle füze rekabetinin yarattığı krizi sonu olmayan

bir mücadeleye benzetebiliriz.Kriz 1987 yılına kadar devam etmiştir.

Reagan’ın ABD ve Gorbaçov’un da SSCB başkanı olduğu 1985 yılında

INF’lerin (Intermediate Nuclear Forces - Orta Menzilli Nükleer Füzelerin)

tamamen kaldırılması konusu gündeme gelebilmiş ve 1987 yılında imzalanan

anlaşma ile Avrupa’nın tamamını bu füzelerden arındırmak mümkün

olmuştur.299 Bu antlaşmanın gerçekleştirilmesinin önemi,nükleer anlamda

Batı ve Doğu arasında varılan ilk somut antlaşma olmasından ileri

gelmektedir.Bir başka göz ardı edilmemesi gereken husus ise,her iki tarafın

birbirlerinin topraklarında orta menzilli füzelerin imhası ve tekrar

geliştirilmemesi ile ilgili olarak daimi denetçilerin bulunacak olmasıdır.300

Yerinde denetim olarak adlandırılan ve daimi denetçilerin icra edeceği bu

sürecin 5 şekilde yapılması karara bağlanmıştır.301 Bunlar başlangıç

denetimi,kapanan üsler denetimi,imha denetimi,habersiz denetim ve sürekli

gözetim.Bu haliyle denetim sisteminin uzun vadeli,kapsamlı ve silahlar

konusunda sadece sınırlandırmayı değil aynı zamanda imhayı da ele alan

özellikler taşıdığını söyleyebiliriz.INF,imha edilecek silah sayısı konusunda

konusuna asimetrik özellikler taşımaktadır.Sebebi ise ABD’nin 400 nükleer

başlığına karşılık 1700 SSCB başlığının imhasını öngörmüş olmasıdır.302

Bu yönleri ile INF antlaşması,ABD ve SSCB arasında ortaya çıkan

yumuşamanın gelişmesine katkıda bulunmuş ve ileride değineceğimiz

START görüşmelerinin olumlu şekilde sonuçlanabileceği konusunda umut

vaat etmiştir.303

299 Erdoğdu , a.g.e. , s.76. , Ayrıca Bu süreçte çift aşamalı modernleştirme kararının savunulması ve eleştirileri hakkında ve NATO üyesi devletlerle ABD arasında yaşanan INF krizi için de bkz., Güney , a.g.t. , s.75-83. 300 Sönmezoğlu , a.g.e. , s.452. 301 Denetimlerin içeriği hakkında özet bilgiler için bkz , Caşin , a.g.t. , s.232. , Cihangir Dumanlı , “INF Antlaşması” , Silahlı Kuvvetler Dergisi , sayı 320 , (Mart 1989) , s.28-29. 302 Caşin , a.g.t. , s.233. 303 Sander , a.g.e. , s.473.

109

3.2.4. Stratejik Savunma Girişimi ya da Yıldız Savaşları SSCB'nin kıtalararası balistik füzelerinin uçuşlarının çeşitli

aşamalarında yok etmeye yönelik olarak tasarlanmış olan SDI (Strategic

Defence Initiative – Stratejik Savunma Girişimi) projesi 1983 yılında ABD

tarafında dünyaya duyurulmuştur.304 Aslında uzayın askeri amaçlarla

kullanılması daha önce başlamış,hem ABD hem de SSCB tarafından bu

amaçla uzaya çok sayıda uydu gönderilmiştir.305 Ancak SDI projesi ile birlikte

silahlanma yarışının uzaya taşınmasının büyük oranda hızlandığını

söyleyebiliriz.

Sistemin esası,uzaya ve yeryüzüne konuşlandırılmış lazer savaş

istasyonlarının yok edici ışınlarını çeşitli yöntemlerle hareketli Sovyet

hedeflerine yöneltmesine dayanmaktadır.306 Sistemin bir başka önemli

öğesi,havadan ve yerden fırlatılan füzelere nükleer olmayan öldürücü

mekanizmalar ekleyerek,ABD'ye ait kıtalararası balistik füze siloları gibi ana

hedefler çevresinde yoğunlaştırılmış bir geri savunma kademesinin

oluşturulmasıdır.Ayrıca Sovyet saldırılarını ortaya çıkarmak için yeryüzüne,

gökyüzüne ve uzaya yerleştirilecek alıcılarda radar,optik araçlar ve kızılötesi

ışın gibi tehdit algılayıcı sistemler kullanılması öngörülmüştür.307

ABD uzayda kuracağı sistemle Sovyet balistik füzelerini havada etkisiz

hale getirmeyi amaçlamış,böylelikle caydırıcılığın artacağını ileri sürmüş ve

1980'lerin ortalarında konuyla ilgili çalışmalar için Kongre gerekli fonu

onaylamış ancak programın doğurabileceği askeri ve siyasal sonuçlar ve

teknik uygulanabilirlik açısından silah uzmanları ve devlet görevlileri arasında

tartışmaya yol açmıştır.308 SDI'yi savunanların etkili bir savunma sisteminin

olası bir Sovyet saldırısını caydıracağını öne sürdüklerini

belirtmiştik.Programı eleştirenler ise bu sistemin ABD'yi tümüyle bir nükleer

304 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler … ,s.496. , <http://tr.wikipedia.org/wiki/Stratejik_Savunma_Giri%C5%9Fimi> , (16.05.06) 305 Yavuz Gökalp Yıldız , “Dünden Bugüne Silahsızlanma” , Basılmamış Yüksek Lisans Tezi , İstanbul Üniversitesi , İstanbul 1988 , s.55. 306 Frank Conahan , “Strategy Defence Initiative Program-Better Management Direction and Controls Needed” , United States General Accounting Office Report , Washington 1987 , p.2-4. , <http://www.turkcebilgi.com/Stratejik%20Savunma%20Giri%C5%9Fimi> , (16.05.06) 307 Conahan , a.g.r. , s.2-4. , <http://www.turkcebilgi.com/Stratejik%20Savunma%20Giri%C5%9Fimi> , (16.05.06) 308 <http://tr.wikipedia.org/wiki/Stratejik_Savunma_Giri%C5%9Fimi> , (16.05.06)

110

saldırıdan koruyamayacağını,programın her iki süper gücü hem savunma

hem saldırı alanında çok pahalı bir yarışmaya sürükleyeceğini,programın iki

süper gücü de birden fazla anti balistik füze üssünü yasaklayan 1972 tarihli

Antibalistik Füze Antlaşması'na ait 1974 Protokolü'nü tehlikeye düşüreceğini

ve genelde silahların sınırlandırılmasına yönelik anlaşmaların gerçekleşme

olasılığını zayıflatacağı yönünde fikir beyan etmişlerdir.309Bu bağlamda

geçmişte yapılabilecek bir eleştiri de,ikinci vuruş kapasitelerinin baş öğe

olduğu dehşet dengesinin,bu vuruş kapasitelerinin geçerliliğini yitirmesiyle

bozulabileceği yönünde olabilirdi.

SDI kimilerince silahlanma yarışının bir aşaması olarak görülmüş de

olsa,SDI’nın 1980'lerde ekonomik zorluklarla boğuşan SSCB'yi benzer bir

girişime zorlayarak dağılmasını hızlandırmak amacını da taşıdığını

söyleyebiliriz.Zira projenin ilanından yaklaşık 7 yıl sonra SSCB’nin

dağıldığını biliyoruz.Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra ise SDI

gündemden düşmüş ancak ABD Başkanı Bush’un 2000 yılında ortaya attığı

“Ulusal Füze Savunma Sistemi” ile yeniden isim bulmuştur.

3.3. Kitle İmha Silahlarına Dayalı Olarak Geliştirilen Stratejiler Nükleer silahların gelişimi ile birlikte,silahların icadından bu yana

alışıla geldiği gibi,silahlara dayandırılan stratejiler de üretilmiştir.Soğuk Savaş

sürecinde devletlerin yaşamsal çıkarlarının diğerlerine kabul ettirilmesi

konusunda nükleer silahların önemli rol oynadığını daha önce belirtmiştik.Bu

gerçeğe dayanarak,Soğuk Savaşın silahlanma yarışının esas itibariyle

nükleer alanda olduğunu söyleyebiliriz.Konvansiyonel silahların tamamının

kullanılması taktik anlamda hem saldırı hem de savunma amaçlı olarak

düşünülürken,nükleer silahlar için aynı şeyin geçerli olmadığını

düşünüyoruz.Çünkü yıkıcı etkileri II nci Dünya Savaşında açıkça görülmüştür

ve bu yüzden taktik anlamda kullanımdan ziyade stratejik değere sahip

olmuşlardır.Bu değerlerine istinaden de nükleer silahlar konusunda farklı

stratejiler geliştirilmiştir.Konvansiyonel silahların artırımı konusunda yapılan

silahlanma yarışı genelde bir çatışmanın sebebi olurken,nükleer anlamdaki

silahlanma günümüze kadar olan süreçte çatışmaları engelleme görevi

309 <http://www.turkcebilgi.com/Stratejik%20Savunma%20Giri%C5%9Fimi> , (16.05.06)

111

görmüştür.Dolayısıyla bu silahlara dayanan stratejilerin farklılığı buradan

kaynaklanmaktadır.

3.3.1.Genel Stratejiler 3.3.1.1.Nükleer Savaşı Engelleme Stratejisi : Tırmanma

Nükleer güce sahip devletlerin ellerindeki tüm tahrip gücünü olası bir

savaşın daha ilk anlarında kullanması,savaşın sebebi ne olursa

olsun,mantıklı bir girişim olmayacaktır.Zira her savaşın doğasında var

olduğuna inandığımız bir olgu olan şiddet unsuru taraflarca bir anda ortaya

çıkarılmamaktadır.Bunu tetikleyecek bazı önemli sebeplerin varlığı taraflarca

mutlak suretle aranmaktadır.Çatışmanın gelişmesine ve gereklerine göre

kullanılacak silahların saptanması önemli bir gerçeğe işaret eder.Yani

çatışmanın az şiddetli olanından çok şiddetli olanına kadar taraflar farklı

güçleri ortaya koyan silahlar kullanmaktadırlar.Bu bağlamda çatışmaların

öncesinde ve de kendi yapısında bir “tırmanma” olgusunun olduğunu

söyleyebiliriz.Sönmezoğlu’nun ifadesiyle tırmanma “herhangi bir krizden

topyekün bir nükleer savaşa kadar uzanan yolda,karşılıklı risk kabullenme

esasına dayalı ilerlemedir”.310 Gönlübol ise tırmanmayı “savaşın ölçüsünün ,

basit bir çatışmadan,topyekün bir çatışmaya sürüklenmesidir” şeklinde

tanımlamıştır.311

Yapılan tanımlara katılmakla birlikte,tırmanma kavramının “sadece”

çatışma basamaklarının ilerlemesini temsil eden bir süreç olduğunu

düşünmüyoruz.Aynı zamanda nükleer savaşları engelleme adına

kullanılabilecek bir strateji olduğunu iddia ediyoruz.Devletler güçlü olma

adına nükleer silaha sahip olmuş veya olmayı istemektedirler.Ancak bu

devletlerin,savaşlarda “karşılıklı olarak” nükleer silahların kullanılmasını asla

göze alamayacaklarını düşünüyoruz.Çünkü bunun uzantısı tam anlamıyla bir

yok oluşun hikayesi olacaktır.Bu kabulümüzden hareketle tırmanma

kavramının,devletler için nükleer silahların tetiklerinin basılmasına kadar olan

bir süreci temsil edebileceğini söyleyebiliriz.Literatürde,tırmanmanın nükleer

savaşa giden bir yol olarak kabul edilmesine rağmen biz devletleri nükleer

savaşa asla yaklaştırmayan bir yol olduğunu düşünüyoruz.Nükleer güç sahibi 310 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika … , s. 442. 311 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.180.

112

devletler herhangi bir gerginlik durumunda bu gücü kullanabileceklerini beyan

edebilirler ancak nihayetinde bu gerginlik bir çatışmaya dönüşse bile

kullanılacak olan güç,düzenli orduların temsil ettiği konvansiyonel

güçtür.(Burada önemli bir konuyu da hatırlatmak istiyoruz;nükleer güce sahip

devletler aynı zamanda güçlü düzenli ordulara da sahiptirler.) Zira siyasi ve

ekonomik kazanımları olmayan bir savaşın (ki nükleer bir savaş tam

anlamıyla bunu ifade etmektedir) herhangi bir devlet veya devletler topluğu

tarafından yürütülmesi kanaatimizce anlamsız olacaktır.

3.3.1.2. Caydırıcılık Nükleer silahlarla girişilecek bir savaşta siyasi ve ekonomik bir

kazanımın olamayacağını yukarıda belirtmiştik.Bu bağlamda,nükleer

silahların neden varolduğunu düşünmek gerekecektir.Göz ardı edilemeyecek

büyüklükteki ekonomik harcamalarla elde edilen ve muazzam tahrip gücüne

sahip olan nükleer silahların ikilemi kanaatimizce burada başlamaktadır.

Çünkü II nci Dünya Savaşından sonra yaşanan en sert mücadele olan Soğuk

Savaş sürecinde bile kullanım alanına sahip olamamışlardır.Bu gerçeğe

dayanarak nükleer silahların varlık sebebini açıklayabilecek farklı bir

yaklaşımın söz konusu olması gerekmektedir ki bu yaklaşım literatürde

caydırıcılık olarak isim bulmuştur.

Genel anlamıyla caydırıcılık,”karşı tarafın,kendisine silahla ve kabul

edemeyeceği ölçüde sert bir şekilde cevap verileceğine inandırılarak,

istenmeyen bir tür davranıştan vazgeçmesini sağlamaktır”.312 Caydırıcılıkta

amaç,karşı tarafı,siyasi veya ekonomik kazanımlar elde etmek için

girişebileceği bir savaşta,bu davranışının sonuçlarının çok ağır olabileceği

konusunda ikna etmektir.Sonuçların ağır olmasını temsil eden olgu nükleer

yok etme tehdidi olduğunda ise nükleer caydırıcılıktan bahsetmiş oluruz.Bu

durumda nükleer caydırıcılığın temel fonksiyonu,Sigal’ın ifade ettiği gibi,

“nükleer yok etme tehdidi ile karşı tarafı kontrol altında tutmaktır”.313

Uluslararası alanda caydırıcılığın etkili olabilmesi, çeşitli koşulların

gerçekleşmesine bağlıdır.Bunlar Gönlübol tarafından,“karşı tarafta rasyonel

bir karar alıcının bulunması ve bunun caydırma girişiminde bulunan tarafça 312 Güney , a.g.t. , s.5. 313 Leon Sigal , Nuclear Forces in Europe , The Brookings Institution , Washington 1989 , p.7.

113

algılanması,yeteri kadar askeri güce sahip olunması,ileri sürülen tehditlerin

karşı taraf için inandırıcı olması,caydırıcılığın kendisinin istikrarlı olması”

olarak belirtilmiştir.314 Caydırıcılığın etkili olabilmesi için sayılan koşullardan

biri,yeteri kadar askeri güce sahip olunması gerektiğidir.Burada “yeteri” kadar

olarak ifade edilen askeri gücün boyutu belirsiz olmasına rağmen,nükleer

silahların icadından önce caydırıcılık sağlayabilen askeri gücün,karşı

tarafınkinden daha üstün olan güç olduğunu biliyoruz.Nükleer silahların

icadıyla bir devletin kendini koruyabilmesi için,yani caydırıcı olabilmesi için,

düşmandan daha çok silaha sahip olması gerektiği inancı ortadan

kalkmıştır.315 Caydırıcılığın istikrarlı olmasından kasıt ise tarafların “ikinci

vuruş kapasitelerine” sahip olmasıdır.316 İkinci vuruş kapasitesi,saldıran

tarafın nükleer silahlar ile yapmış olduğu taarruzlara rağmen yok edemediği

ve düşmanının misilleme gücü olarak kullanabileceği nükleer kapasitesidir.317

Caydırıcılık bu koşullar altında istikrarlı ise nükleer bir dengenin var olduğunu

söyleyebiliriz.Nükleer denge olarak adlandırdığımız bu durumun diğer bir adı

ise ikinci vuruş kapasitelerinin temel öğe haline geldiği “dehşet

dengesi”dir.Bu dengede caydırıcılığın sağlanması,dolayısıyla da askeri

nükleer gücün daima hazır bulundurulması,tek amaç olarak

değerlendirilmektedir.Bu anlayışa göre,bir nükleer güç çarpışma içinde

olduğu rakibine karşı mutlaka kazanma mantığı ile değil,devamlı olarak

caydırma mantığı ile hareket etmek durumundadır.318Çünkü çıkabilecek bir

nükleer savaşın sonuçları sadece taraflar için değil,tüm dünya için kabul

edilemez cinsten olanlardır. Soğuk Savaş süreci de böyle bir dehşet dengesi

mantığı ile sürdürülmüştür.Burada,gerçekleşmiş olan bir değişimi vurgulamak

istiyoruz.Soğuk Savaş boyunca ABD ve SSCB’nin sahip oldukları kinci vuruş

kapasitelerine istinaden bir dehşet dengesinin varlığından bahsedilmiş

olmasına rağmen,aynı vuruş kapasitelerinin bugün de var olması gerçeği

mevcutken dehşet dengesinden bahsedilememektedir.Rusya’nın güncel

314 Sayılan bu koşulların içeriği ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.182-184. 315 Güney , a.g.t. , s.5. 316 Sigal , a.g.e. , s.10. , Güney , a.g.t. , s.6. 317 Sönmezoğlu , Uluslar arası Politika …, s.411-412. 318 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika …, s.412.

114

durumunu ele alırsak,buradan nükleer gücün “yalnız başına”,yani onu

destekleyebilecek konvansiyonel askeri güçler ve ülke içinde siyasi ve

ekonomik istikrar olmadan,bir anlam ifade etmediğini

söyleyebiliriz.Dolayısıyla devletler bazında etkili bir caydırıcılığın sağlanması

için kavramın günümüz koşullarına göre tekrar analiz edilmesi gerektiğini

düşünüyoruz.319

Bütün bunların yanında özellikle iki kutuplu sistemin sona ermesine

doğru , bazı uzmanlar ‘’caydırma’’ kavramını sorgulamaya başlamıştır.ABD

ve SSCB’nin caydırma stratejilerinin yerine,alternatif politikalar geliştirmesi

gerektiği vurgulanmaktadır.Dayanak olarak ise; ‘’caydırma’’ isimli oyunun,

tüm kurallarının herkesçe öğrenildiği ve bu oyunun oynanmasının artık çok

da zevkli olmadığı vurgulanmaktadır.Bu konu ile ilgili araştırma ve

incelemelerin bir başka boyuta doğru kayacağı da düşünülmektedir.Devletler

arasındaki ‘’caydırıcılık oyunu’’nun çok ciddi olmadığı günümüz itibari ile

anlaşılmıştır.Ancak nükleer silah sahibi olmuş terör örgütleri ve devletler

arasında bu oyun oynanmaya başlanırsa,insanlar ve devletler için hoş

olmayan sonuçlar doğuracağı açıktır.

3.3.2.NATO “veya ABD” Stratejileri İlgili stratejileri anlatmadan önce başlık ile ilgili bir vurgu yapmak

istiyoruz.Temelde,NATO’nun özellikle Soğuk Savaş boyunca uygulamış

olduğu stratejilerin büyük bölümünün ABD tarafından tasarlandığını

düşünüyoruz.Dolayısıyla NATO’nun uygulamış olduğu stratejilerde öncelikle

ABD’nin ulusal çıkarları söz konusu olmuştur.Duruma istinaden ilk başta

“Nato Stratejileri” olarak düşündüğümüz başlığımıza “veya ABD” kelimelerini

de eklemekte sakınca görmedik.

3.3.2.1.Sınırlı Savaş Kore savaşının başlaması ABD’nin öngörmediği bölgesel savaşların

çıkabileceğini göstermiştir.Bu tecrübenin ardından Gürkaynağın belirttiği gibi

“Kore Savaşının başlamasıyla birlikte ABD Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC-

319 Örneğin ABD bu yöndeki araştırmalara başlamıştır.Örnek iki tanesi için bkz.Robert G.Joseph , John F.Reichart , “Deterrence and Defense in a Nuclear Biological and Chemical Environment”, Comparative Strategy , (January-March 1996) , p.31-37. , Leon Sloss , “Deterrence,Defense,Nuclear Weapons and Arms Control” , Comparative Strategy , (December 2001) , p.435-443.

115

National Security Council ) Washington ile Moskova arasında yaşanan

gerilimin niteliğini araştırmak üzere bir komisyon kurmuş …”320 , (ki bu 7

Ocak 1950 tarihli Başkanlık emridir),kurulan bu komisyon gerekli çalışmaları

tamamladıktan sonra 14 Nisan 1950 tarihinde “NSC-68” isimli raporu ABD

Başkanına sunmuştur.321 Bu rapor “sınırlı savaş” olarak bilinen ABD askeri

stratejisinin temelini teşkil etmiştir.Dokuz ana başlık ve sonuç bölümünden

oluşan raporda,ABD’nin kurmak istediği özgür dünyaya yönelen yegane

tehdidin SSCB olduğu vurgulanmıştır.Ayrıca SSCB’nin 4 yıllık bir süre içinde

nükleer silahlara sahip olabileceği,bunun gerçekleşmesi durumunda da

ABD’ye olası bir nükleer saldırı ihtimalinin oldukça yükseleceği de ısrarla

belirtilmiştir.Raporda,bu tehdit için önlem alınmasının zaruri olduğu ve bu

önlemin yolunun da konvansiyonel gücün arttırılmasından geçtiği

yazılıdır.Konvansiyonel güç artarsa,ABD’nin karşı koyma gücü daha caydırıcı

bir etkiye kavuşturulabilecektir.Nükleer silahlara sahip olan tek devlet olması

vesilesi ile de ABD’nin onaylamadığı bir dünya savaşı asla

gerçekleşemeyecektir.ABD’ye yapılabilecek saldırılar da “sınırlı” seviyede

tutulabilecektir.Olası Sovyet saldırıları konvansiyonel güçle engellenemezse

bile,kullanılacak nükleer güç sınırlı olacaktır.Bu anlamıyla ”Sınırlı Savaş”

stratejisi bir bakıma nükleer topyekün savaşla konvansiyonel savaşın

bağdaştırıcısı konumundadır.322

Şubat 1952’de NATO Bakanlar Konseyinin Lizbon’da yaptığı

toplantıda “NSC-68” raporu,NATO’nun ilk resmi askeri stratejisi olarak kabul

edilmiştir.323 Burada,literatürde olan bir anlaşmazlık konusuna değinmek

istiyoruz.NATO’nun ilk stratejisinin ne olduğu konusunda bazı farklı

yaklaşımlar vardır.Örneğin Sönmezoğlu ve Gürkaynak,“sınırlı savaş”

stratejisinin NATO’nun ilk stratejisi olduğunu iddia ederken,Erdoğdu “kitlesel

mukabele stratejisinin” uygulanma yıllarının 1952-1967 olduğunu söylemekte

ve dolaylı olarak bu stratejiyi ilk NATO stratejisi olarak kabul etmiş

olmaktadır.Ancak NATO’nun “NSC-68”i (yani “sınırlı savaşın” temel direğini)

320 Gürkaynak , a.g.e. , s.75. 321 NSC-68 adlı raporun orijinal haline ulaşmak için bkz. , <www.fas.org/irp/offdocs/nschst/nsc68.htm> , (16.05.06) 322 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika …. , s.432. 323 Gürkaynak , a.g.e. , s.75.

116

resmi olarak 1952’de kabul etmiş olması yüzünden,Erdoğdu’nun sahip

olduğu yaklaşımın “daha az doğru” olabileceğini düşünüyoruz.

“Sınırlı Savaş” stratejisinin NATO tarafından benimsenmesinin en

önemli nedeninin,Orta Avrupa’da Sovyet ordusunun önünde bulunan boşluğu

doldurabilecek olmasından ileri geldiğini söyleyebiliriz.Boşluğun doldurulması

elbette nükleer silahlarla sağlanabilecekti.Ancak bu stratejide bir ikilemin

olduğunu düşünüyoruz.Konvansiyonel gücün mağlup olması durumunda

taktik anlamda da olsa nükleer gücün kullanılması düşünülmektedir.Aynı yıl

içinde SSCB’nin de nükleer güce kavuştuğunu bildiğimize göre savaşın

“sınırlı” olacağının hiçbir garantisinin olmadığını iddia edebiliriz.Bu durumda

“sınırlı savaş” stratejisinin bitiş tarihini kanaatimizce,kitlesel mukabele

stratejisinin kabul edildiği 1954 yılı olarak değil,SSCB’nin nükleer silahına

kavuştuğu gün olarak değiştirmek gerekmektedir.

3.3.2.2. Kitlesel Mukabele “Sınırlı Savaş” stratejisinin temelini “NSC-68” teşkil etmişken,”kitlesel

mukabele stratejisinin temelini de 30 Ekim 1953 tarihli ve yine bir başka ABD

Ulusal Güvenlik Konseyi Raporu olan “NSC-162” teşkil etmiştir.Bu rapor da

NATO tarafından Aralık 1954’de resmi olarak kabul edilmiş ve dolaysısıyla

NATO’nun yeni askeri stratejisi de belirlenmiştir.324 “NSC-162” raporunun 34

ve 39 ncu maddeleri arasında kalan bölümü,SSCB’ye karşı nasıl savunma

yapılacağını anlatmaktadır.325Aynı maddeler içerisinde çok güçlü

konvansiyonel kuvvetlerin varlığının ve muazzam nükleer silah sayısının

gerekliliği vurgulanmıştır.

Strateji,esas itibari ile,coğrafya alanı ve amacı bakımlarından kısıtlı

çapta olan ve sürüncemede kalan,bu nedenlerle de kazanılması güç

savaşların çıkmasını önleme hedefini kapsamaktadır.Kitle Mukabele

stratejisine göre,SSCB’den gelebilecek en küçük bir saldırıya bile,bu

saldırının konvansiyonel veya nükleer olduğuna bakılmaksızın,nükleer bir

324 Gürkaynak ,a.g.e. , s.77. 325 NSC-162’nin orijinaline ulaşmak için bkz., <http://academic.brooklyn.cuny.edu/history/johnson/nsc162.htm> , (16.05.06)

117

cevap verilecektir.326 Bu stratejiyi öngören ABD’nin en büyük korkusu SSCB

ile Çin’in güçlerini birleştirmesidir.Zira strateji kabul edildiğinde SSCB nükleer

güce sahip olmuştu bile.Olası bir Çin-SSCB ittifakı,2 tane büyük

konvansiyonel ordu ile SSCB’nin sınırlı da olsa nükleer gücünün toplamı

anlamına gelmektedir ki bu gerçek ABD’nin,ileride paronayaklık olarak

değerlendirilecek olan,”kitlesel mukabele stratejisini” kabul etmesini

sağlamıştır.

Bu strateji çerçevesinde ABD’nin nükleer şemsiyesi altına giren Batı

Avrupa devletleri,elindeki tüm imkanlarını ekonomik gelişmeye ayıracak bir

zemin bulmuşlardır.Buna karşılık,muhtemel bir nükleer savaşta ABD

topraklarının doğrudan savaş alanı olmayacak olması,bu devletin nükleer

silahlarını,belki de Batı Avrupa devletlerini pek ilgilendirmeyen bir ABD-SSCB

çatışmasında,kolaylıkla kullanılabilmesi ihtimalini ortaya çıkarması Batı

devletlerini endişelendirmekteydi.Çünkü böyle bir çatışmada doğrudan savaş

alanı olacak olan bölge büyük olasılıkla Batı Avrupa toprakları olacaktı.327

Strateji ilk benimsendiği zamanlarda,ABD’nin nükleer gücü

SSCB’ninkinden çok üstün bir durumdaydı.Ancak 1959 yılına gelindiğinde,

bu güçler dengelenmiş ve bu yeni dengeye “dehşet dengesi” adı

verilmiştir.Bir yandan nükleer güçlerin dengeye yaklaşması,diğer yandan iki

devletin de ikinci vuruş kapasitesine ulaşması “dehşet dengesi”nin zeminini

oluşturmaktaydı ve bu durum da Kitle Mukabele Stratejisinin pratikte

uygulanmasını imkansız hale getiriyordu.Aslında bu stratejiyi ilk ortaya

atıldığı zamanlarda bile ciddiye almayan görüşler ortaya atılmıştır.1949

yılının baharında,çok ağır şekilde ortaya çıkan Berlin Bunalımı sırasında dahi

Amerika,bu stratejinin temelinde yatan nükleer silah kullanımı ile ilgili olarak

yumuşatıcı işaretler vermiş ve o yola başvurmayacağını bir bakıma belli

326 Erdoğdu , a.g.e. , s.80. , Kullanılacak nükleer silahlar hem stratejik hem de taktik amaçlara hizmet edebileceklerdi.Stratejik silahlar SSCB’nin şehirlerine ve sanayi merkezlerine , taktik silahlar da bu ülkenin Batı Avrupa’ya yönelik kara ordularına karşı kullanılacaktı. , Sönmezoğlu , a.g.e. , s.429. 327 Gürkaynak , a.g.e. , s.81. , Sönmezoğlu , Uluslar arası Politika …, s.430. , “Sovyet Rusya tarafından stratejik nükleer silahların geliştirilmesi, artık Amerikan kıtasını da tehdide açmakta , Amerika’nın müttefiklerine karşı üstlendiği savunma yükümlülüğünü belki de göze alınamayacak kadar pahalılaştırmış ; Amerika’nın Kitle Mukabele Stratejisine ağır gölge düşürmüştür. Demek ki Kitle Mukabele Stratejisi , yürürlüğe konulmasıyla beraber kısa sürede işbirliğinin ciddi şekilde sakatlandığı görülmektedir.” ,Tuncer Topur , Milli Güvenlik ve Türkiye , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul 2005 , s.189.

118

etmiştir.Durumun işaret ettiği gerçek,bir gün mutlaka bu stratejiden

vazgeçilecek olmasıdır ki 1967 yılına gelindiğinde yeni bir strateji ihtiyacı

çoktan doğmuştu.

Kitlesel Mukabele Stratejisinden vazgeçilmesinin sebeplerini

Gürkaynak,Sander’den şöyle aktarmıştır : (i) Bu strateji ABD’nin siyasal

çıkarlarının sürdürülmesindeki hareket serbestisini sınırlamaya başlaması ,

(ii) SSCB’nin termonükleer başlıklı ICBM’leri edinmesi,(iii) Küçük kalibreli

nükleer silahların gelişerek yayılması sonucu,ABD toprakları dışında

başlayacak bir çatışmanın genel bir çatışmaya dönüşmesinin engellenmesi,

(iv) ABD’nin de kendi ICBM’lerini geliştirmesi ve yerleri kolaylıkla

belirlenemeyen Polaris denizatlılarından fırlatılan balistik füzelere sahip

olması.328

3.3.2.3.Esnek Mukabele Sovyet Rusya’nın nükleer alanda kaydettiği hızlı teknolojik gelişmeler

Amerika’yı kendi kıtasında giderek daha fazla ve doğrudan doğruya nükleer

tehdide açmış,bu da Amerikan yönetimini,nükleer silahların “farklı koşullarda

farklı şekillerde kullanılabilme” stratejilerine yöneltmiştir.Yani çok önemli

durumlarda güvenliğini nükleer silahlarla,ancak diğer durumların tamamında

da konvansiyonel silahlarla sağlamak ihtiyacı belirmiştir.İşte bu gerekler ve

düşünceler ışığında “Esnek Mukabele Stratejisi” doğmuştur.Söz konusu

stratejide esas alınan nokta,savaşın nasıl ve hangi silahlarla yürütüleceğinin

belirlenmesidir.329 Kitle Mukabele Stratejisinden ayrılan en önemli özelliği,

konvansiyonel kuvvetlere verdiği ağırlıktır.Avrupa’ya yönelik bir saldırının

büyük ihtimalle Sovyetlerin üstün olduğu konvansiyonel kuvvetlerle

başlayacağı,savunmanın da yine konvansiyonel güçlerle yapılacağı ve fakat

nükleer alanda ulaşmış bulunulan dehşet dengesi nedeniyle bu güce erken

olarak başvurulması beklenmediğinden,Amerika erken tırmanmaya engel 328 Gürkaynak , a.g.e. , s.92. 329 “Ancak savaşın nasıl ve hangi silahlarla yürütüleceğinin belirlenmesi için, hasmın da belirlenen savaş şekline ayak uydurması ve nükleer silahların her iki blok içinde bir merkezden , Moskova ve Vaşington’dan kontrol edilmesi gerekmektedir.O nedenle Amerika , Fransa ya da İngiltere gibi müttefiklerin nükleer silah sahibi olmasını yersiz ve gereksiz bulmuştur.Fakat aynı nedenlerle , yani değerlendirmenin ve mutlak kararın Vaşington’a bırakılması istenmediğinden , caydırıcı olamamıştır.Amerika bu defa da onlara tüm nükleer güçlerin merkezileştirilmesinde ısrar etmiştir.Avrupa ise böyle bir düzenin Amerika’ya kabul edilemeyecek geniş imkanlar vereceği kuşkusu ile yanaşmamıştır”. , Topur , a.g.e. , s.192.

119

olunması için Avrupalı müttefiklerinin konvansiyonel yeteneklerinin

geliştirmesi üzerinde önemle durmuştur.

Esnek Mukabele stratejisinde Amerika’nın,Avrupa’da büyük bir savaşı

sürdürürken daha küçük çaptaki diğer bir savaşı da taşıyabilmesi

öngörülmüştür.ABD,Vietnam bozgununa kadar “İki Buçuk Harp” , yani hem

Avrupa hem de Asya’da iki büyük savaşı aynı anda sürdürebilmesi ve başka

bir yerde daha küçük bir harbi de taşıyabilmesi,prensibi ile hareket etmiş

ancak Carter idaresi zamanında bu prensip “Bir Buçuk Harp” olarak

değiştirilmiştir.330

Stratejinin kabul edildiği yıllarda ve daha sonrasında iki nokta eleştiri

konusu olmuştur.Birincisi "sınırlı savaş" anlayışı bazı NATO üyesi devletleri

savaş alanı dışına çıkarırken bazılarını olası bir savaşın merkezi haline

getiriyordu. Örneğin Kanada böyle bir tehdide ne kadar uzaksa,Türkiye o

kadar yakındı.331 İkincisi çatışmanın başlaması halinde iki süper devletin

çıkarları,onları savaşı sınırlandırmaya sevk edebilecektir.Böylece bazı

bölgelerin bu iki devlet arasında gizli pazarlık konusu olma durumu ortaya

çıkar.332

Bu strateji ara bir aşama olan "ileri savunma" anlayışını da

beraberinde getirmiştir.333 Anılan anlayışa göre küçük çapta bir nükleer

saldırıya karşı hemen nükleer silahlara başvurulmayacak,araya bir pazarlık

süreci konulacaktır.Tabi bu arada konvansiyonel güçlerin SSCB saldırısını

belirli bir noktada tutabilmeleri gerekmekteydi.Bu da doğal olarak NATO'nun

konvansiyonel güçlerinde bir artışın olması anlamına geliyordu.Artıştan

kastımız 30 tümendir.Bu tümenler ileri savunma anlayışıyla Doğu Batı

sınırına yakın yerlerde bulunacak ve olası bir saldırıyı karşılayacaktı.334

330 Topur , a.g.e. , s.194. 331 “Zira Türkiye topraklarında büyük güçler arasındaki küçük çatışmalar oldu-bitti'ye getirilebilir, ve Sovyetlerin işgal edeceği topraklar dünya barışının bozulmaması uğruna feda edilebilirdi. Şimdi çok uzak bir ihtimal gibi görünen bu olasılık Soğuk Savaş ortamında üst düzeyde bir güvenlik bunalımına sebep olabilirdi. Zaten, Türkiye "Esnek Karşılık" stratejisine bu sebeplerden dolayı uzun süre direnmiş ve durumu en son kabul eden ülkelerden biri olmuştur.”Mehmet Gönlübol , Olaylarla Türk Dış Politikası 1919 – 1995 , Siyasal Kitabevi , 9 ncu baskı , Ankara 1996 , s.516-517. , Erdoğdu , a.g.e. , s.85. 332 Gönlübol , Uluslararası Politika … , s.516-517. 333 Erdoğdu , a.g.e. , s.84. 334 Gürkaynak , a.g.e. , s.102.

120

Sönmezoğlu’nun belirttiği gibi,“Esnek Mukabele Stratejisi,kabul

edilişinden bugüne kadar NATO’nun resmi stratejisi oldu.Gerek uluslararası

alandaki gerekse örgüt üyeleri tarafından ortaya konan bazı talepler

çerçevesinde,örgütün askeri stratejisinde bazı değişiklikler görülmekle

beraber,bu görüş genel olarak geçerliliğini muhafaza etmiştir”.335 Varşova

Paktı ve SSCB’nin dağılmasıyla da esas anlamını yitirmiştir.

3.4.Bir Dış Politika Aracı Olarak “Silahsızlandırma Stratejisi” ve Kitle İmha Silahları Devletlerin silahlanma olgusunu bir dış politika aracı olarak

kullanmaları sık görülen bir durum iken,özellikle Soğuk Savaş döneminde

şahit olunduğu gibi,silahsızlanma olgusu da dış politika aracı olarak

kullanılabilmektedir.Tabi silahsızlanmanın bu bağlamdaki anlamından kasıt

“karşı tarafı daha fazla silahsızlandırmaktır.” Devletler,güvenliklerini

arttırmak,mevcut durumda var olan avantajlarını korumak,kaynak tasarrufu

sağlamak veya doğrudan insanlığı korumak adına,silahsızlanma

girişimlerinde bulunabilirler.336 Sayılan bu unsurların birkaçı veya hepsi

birden de silahsızlanma girişimlerini başlatabilir.Ancak söz konusu olan kitle

imha silahları olunca silahsızlanma sebepleri değişiklik

gösterebilmektedir.Örneğin nükleer silahların elde edilmeleri ve aktif olarak

kullanıma hazır tutulmaları çok pahalı bir süreci temsil etmektedir.Tüm

maliyetine rağmen bu güce kavuşan devletler sebep ne olursa olsun bu

güçlerinden vazgeçmemektedirler.Caydırıcılığın önemli bir rol oynadığı

Soğuk Savaş döneminde ABD ve SSCB’de bu iddiamıza uygun olarak

davranmışlardır.Yapılan hiçbir anlaşmada silahsızlanma tam anlamıyla

gerçekleşmemiştir.INF bu konuda sadece “sınırlı” bir istisnadır.(Bu

anlaşmayla tamamıyla yok edilen orta menzilli füzelerin sadece karada

konuşlu olanlar olduğunu hatırlamak gerekecektir) Silahsızlanma anlaşması

gibi duran INF aslında ABD’nin SSCB’ye oynadığı güzel bir oyundur

sadece.Çünkü SSCB orta menzilli füzelerinde asimetrik bir indirim

yapmıştır.859 ABD füzesine karşılık 1800 Sovyet füzesi imha edilmiştir.Bu

durum karşısında silahsızlanmanın ABD tarafından bir dış politika aracı 335 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika … , s.432. 336 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika …, s.446.

121

olarak kullanılarak,Avrupa’ya yönelen Sovyet tehdidinin ortadan kaldırıldığını

söyleyebiliriz.Yani diğer taraf daha hazla silahsızlandırılmıştır.

Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra silahsızlanma,yerini silahların

kontrolüne bırakmıştır.Zira savaş pahasına bile olsa hiçbir devlet

silahlarından vazgeçememektedir.ABD özellikle nükleer alanda yayılmayı

engellerken silahsızlanma adına hareket ettiğini iddia etmektedir.Ancak

tepkisinin yöneldiği devletler grubuna baktığımızda,ki ABD tarafından Haydut

olarak anılmaktadırlar,uluslararası alanda nispeten zayıf olduklarını

görürüz.Ancak silahsızlanma sürecinde olduğu iddia edilen bir dünyada

nükleer güce gizlice kavuşan İsrail,Pakistan ve Hindistan’ın ciddi tepkilerle

karşılaşmadığını söyleyebiliriz.Güvenlik söz konusu olduğunda devletler her

konuda kararlı davranabilmektedirler.

122

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SOĞUK SAVAŞTAN GÜNÜMÜZE KİTLE İMHA SİLAHLARI KONUSUNDA

SİLAHSIZLANMA / DENETİM ÇABALARI

“Süper Güç” olarak anılan ABD ve SSCB’nin,bu ünvanlarını,

öncelikle sahip oldukları nükleer güç sayesinde elde ettiklerini

söyleyebiliriz.İki kutuplu dünya düzeninin de yaratıcısı olan bu iki devlet,

Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında nükleer kapasitelerini arttırmakla uğraşırken,

nükleer güce ilişkin bilgilerin diğer devletlerce de elde edilmesi üzerine,

özellikle 1963 yılı sonrasında,anılan silahların üretiminin sınırlandırılması

konusunda yoğun çalışmalar içine girmişlerdir.Dünyadaki nükleer

silahların yayılması,iki kutuplu düzenini yumuşatma gibi bir işlevi de

olmuştur.”Nükleer Kulüp”ün büyümesini önlemeye çalışan ABD ve

SSCB’nin,bu konuda başarılı oldukları söylenemez.Bunun yerine,yeni

nükleer devletleri kontrolleri altında bulundurmanın daha zahmetsiz bir

yol olacağını düşünerek,etki alanları içine almaya çalışmışlardır.

Söz konusu olan nükleer güç olunca,tam doğrulukla olmasa da,

devletlerin bu güce ne oranda sahip olduğu hakkında yapılan

araştırmaların çokluğu sayesinde bir fikir edinebiliyoruz.Ancak kimyasal

ve biyolojik silahlar için durum bu kadar basit olmamaktadır.Sıradan bir

ilaç sanayisine sahip olan her devletin,kimyasal ve biyolojik silah

üretebilme potansiyelinin bulunması ve bu tür faaliyetlerin gizliliğinin

sağlanmasının da çok kolay olması sebebiyle,devletlerin nükleer güç

gelişimi hakkında sınırlı da olsa bilgi edinilebilirken,kitle imha silahlarının

diğer iki türü hakkında bilgi edinmek çok da kolay

olmamaktadır.Uluslararası alanda tüm dikkatlerin nükleer güç üzerine

yoğunlaşması,bir kısım devletlerin biyolojik ve kimyasal silah geliştirip

üretmesine,muhtemelen dolaylı da olsa,bir katkıda bulunmuştur.

Dünyadaki silahlanma çabalarına ilişkin yorumlar,Soğuk Savaş

boyunca,konvansiyonel silahlardan ziyade kitle imha silahları konusunda

yoğunlaşmıştır.Tarihin çeşitli evrelerinde ise,silahlanmaya zıt bir mantık

içerse de,silahsızlanma ve silahların denetimi gibi konular da gündeme

123

gelebilmiştir.Tabi,özellikle kitle imha silahlarının denetimi veya

sınırlandırılması hususunda,devletlerin çok da samimi girişimler

sergilemediklerini vurgulamak gerekmektedir.Ancak yine de Soğuk Savaş

döneninin getirdiği aşın silahlanma yarışı,son yıllarda meydana gelen hızlı ve

köklü değişikliklerle önce “durdurulmuş”337 ,daha sonra da bu silahlardan

kurtularak ülkeler ve kıtalar arası güvenliğin diyalog ve işbirliğine

dayandırıldığı yeni güvenlik sistemlerinin yaratılmasına yönelik arayışlara

girilmiştir.Çalışmamızda,kitle imha silahlarının sınırlandırılması konusunda

faaliyet gösteren kuruluşlarla ihracat kontrol rejimleri ve anlaşmalar

hakkında kısa sayılabilecek bilgiler vermenin yerinde olacağını

düşünerek , bu süreç incelenmeye çalışılmıştır.Kitle imha silahlarına

ilişkin yapılan antlaşma ve protokollerin sayısı 100 den fazladır.Belli başlı

antlaşmaların isimleri EK-1’de sunulmuş olup çalışmamızda da nispeten

daha önemli olanlar incelenmiştir. 4.1.Kitle İmha Silahlarının Denetimi Konusunda Faaliyet Gösteren

Kuruluşlar 4.1.1.Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Departmanı (DDA-

Department for Disarmament Affairs) BM’nin kuruluş amaçları,”uluslararası dostça ilişkiler geliştirmek,

ekonomik,sosyal ve kültürel alanlarda uluslararası işbirliğini sağlamak ve

üyelerin dış politikalarını uyumlaştıran bir merkez olmaktır” şeklinde antlaşma

metninde tanımlanmıştır338 ve bu bağlamdaki faaliyetlerini başlıca 6 organı ile

yürütmektedir.339 Bu organların en önemlisi olan Genel Kurul’un amaçları ve

prensipleri ise yine BM Antlaşmasının içerisinde ayrıntılı olarak

belirtilmiştir.Bu amaçlardan birincisi ve konumuzla da ilgili olanı, “uluslararası

güvenlik ve barışın korunması ile silahsızlanma konularında işbirliğini artırıcı

337 1998 yılındaki Hindistan ve Pakistan nükleer denemelerinin elbette , silahlanma yarışının tam olarak durdurulamadığının ve durdurulamayacağının bir işareti olduğunu da gözden kaçırmamak gerekecektir. 338 Sadık Rıdvan Karluk , Uluslararası Ekonomik,Mali ve Siyasal Kuruluşlar , Turhan Kitabevi , Ankara 1998 , s.110. 339 Bu organların işlevleri ve yapıları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. , Ö.Rengin Gün , “Birleşmiş Milletler Örgütünün Örgütlenme İlkeleri ve Örgüt Yönetimi Açısından İncelenmesi” , Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , cilt 2 , sayı 2 , İzmir 2000 , s.2-6. , Karluk , a.g.e. , s.111-130. , Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.517-524.

124

tavsiyelerde bulunmaktır”.340 Anılan bu prensibe dayanarak,özellikle

dünyadaki nükleer silahlanma eğiliminin artması konusunda olası tehditleri

belirlemek ve gereken önlemleri almak adına Ocak 1998 tarihinde Genel

Kurula bağlı olarak çalışacak olan DDA kurulmuştur.Aslında departmanının

kuruluş çalışmalarının,Genel Kurul’un 1982 yılında yaptığı ikinci özel

silahsızlanma oturumundaki tavsiye kararlarına dayandığını söyleyebiliriz.Bu

oturumun akabininde 1992 yılına kadar bağımsız bir bölüm olarak

faaliyetlerine devam etmiş,1992 - 1997 yılları arasında Politik İlişkiler

Departmanını bir alt merkezi olarak varlığını sürdürmüş ve nihayetinde 1998

yılında Genel Kurula doğrudan bağlı bir bölüm haline getirilmiştir.341 DDA bir

yandan uluslararası alandaki silahsızlanma faaliyetlerinin amaçlarını ve

ilkelerini belirlerken,diğer yandan da yapılacak silahsızlanma anlaşmalarına

ilişkin gerekli olan her türlü veriyi sağlamaktadır.342 Bu konulara ilişkin olarak

Genel Kurul’un birinci ana komitesi olan “Silahsızlanma ve Uluslararası Barış

Komitesiyle” işbirliğinde bulunmaktadır ve ayrıca silahsızlanma ile ilgili her

türlü bilgiyi BM’nin ilgili çalışmalarında Genel Sekretere sunmak gibi önemli

bir de yükümlülüğü mevcuttur.343

DDA’nın altında 5 adet alt bölüm oluşturulmuştur.Bunlar,

sekretarya,kitle imha silahları,konvansiyonel silahlar,bölgesel

silahsızlanma,veritabanı ve bilgi bölümleridir.Bölgesel silahsızlanma bölümü

de Afrika,Asya-Pasifik ve Latin Amerika alt bölgeleri olacak şekilde 3 alt

bölümden oluşturulmuştur.344 Konumuzla ilgili olarak burada kitle imha

silahları bölümünün faaliyetlerine kısaca değinmek istiyoruz.BM’nin kitle imha

silahları ve bunların terör örgütleri tarafından kullanılması tehdidi ile ilgili

olarak yaptığı her çalışma için bilgi kaynağı görevini görür.345 Yukarıda da

değinildiği üzere DDA’nın tamamı için olduğu gibi kitle imha silahları 340 Gün , a.g.m. , s.3. 341 “Department for Disarmament Affairs” , <http://disarmament.un.org/dda.htm> , (11.05.06) 342 “DDA Activities”, <http://disarmament.un.org/dda-activities.htm> , (11.05.06) 343 Gloria Levitas , Peace and Disarmament Education , Town Crier Printing , New York 2004, p.114. , DDA silahsızlanmanın gerekliliği ile ilgili farklı konulara da değinmektedir.Silahsızlanma (buna bağlı olarak askeri harcamaların azalması) ve bunun devamında devletlerin daha hızlı gelişeceği yaklaşımı buna örnek olarak verilebilir.Ayrıntılı bilgi için bkz. “The Relationship Between Disarmament and Development in the Current International Context” , DDA Report of the Secretary General , United Nations Publications , New York 2004 , p.17-76. 344 “DDA Structure” , <http://disarmament.un.org/dda.htm> , (11.05.06) 345 Levitas , a.g.e. , s.114.

125

bölümünün de Genel Sekreteri konuyla ilgili olarak tam bilgi sahibi yapmak

önemli yükümlülüklerinden birisidir.Ancak bu sadece Genel Sekreterle de

sınırlı kalmamaktadır.Talepte bulunan devletlere veya genel olarak

uluslararası kamuoyuna bilgi sağlamak durumundadır.BM çatısı altında

faaliyetlerine devam eden DDA,IAEA ve OPWC (Organization for the

Prohibition Chemical Weapons) ile yoğun şekilde işbirliği içerisinde

bulunmakta ve uluslararası alandaki silahsızlanma girişimlerinin devamı için

çalışmaya devam etmektedir.346

4.1.2. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA-International Atomic Energy Agency) IAEA,BM çatısı altında 1957 yılında kurulmuş ve faaliyetlerine

başlamıştır.347 BM’nin uzman kuruluşlardan biri olmayıp,sistem içerisinde yer

alan bağımsız ve hükümetlerarası bir kuruluştur.348 Başlıca 3 organı

vardır.Bunlar,Genel Konferans,Guvernörler Kurulu ve Genel Direktörlüktür.349

Aynı DDA gibi IAEA da Genel Kurula karşı sorumludur.Kuruluş amacı,nükleer

enerjinin dünya barışının korunması ve refahın artması için kullanılmasını

sağlamaktır.350 139 üye devleti vardır.351 IAEA,dünyada barışçıl amaçlarla

kullanılan nükleer enerji araştırmalarını teşvik etmekte ve bu konuda

devletlere teçhizat ve materyal sağlamaktadır.Nükleer enerjinin üretimi ve

kullanımı ile ilgili güvenlik standartlarının belirlenmesi IAEA’nın önemli

faaliyet alanlarından biridir zira yeryüzünde bulunan yaklaşık 900 adet

nükleer tesis IAEA’nın kontrolü ve gözetimi altındadır.352 Özellikle Çernobil

kazasından sonra IAEA’nın belirlemiş olduğu standartlar önem kazanmış ve

üye devletler bunları millileştirmede daha hızlı davranmaya

başlamışlardır.IAEA’nın içeriğini belirlemiş olduğu güvenlik programı

kapsamında ; nükleer enerji alanında personel yetiştirilmesi,üye devletlerin

nükleer tesislerindeki emniyet sistemlerinin denetimlerinin yapılması,nükleer

346 “Weapons of Mass Destruction Branch” , <http://disarmament.un.org/wmd/> , (11.05.06 347 “History of the IAEA” , <http://www.iaea.org/About/history.html> , (11.05.06) 348 David Fischer , History of the International Atomic Energy Agency,The First Forty Years , Printed by the IAEA in Austria , Austria 1997 , p.471. 349 Karluk , a.g.e. , s.138. , Fischer , a.g.e. , s.472. 350 “Statute of the IAEA” , <http://www.iaea.org/About/statute_text.html#A1.3> , (11.05.06) 351 “IAEA by the Numbers” , <http://www.iaea.org/About/by_the_numbers.html> , (11.05.06) 352 Karluk , a.g.e. , s.138.

126

kazalar ile ilgili işbirliği ve acil yardımlaşmanın sağlanması ve nükleer

denemelerin bildirilmesi gibi faaliyetler yürütülmektedir.353Bunlara

ilaveten,Soğuk Savaşın sona ermesi ile birlikte beliren olası nükleer terörizmi

önleme çalışmalarına da başlamıştır.354

IAEA’nın nükleer enerji ile ilgili sorumluluğu dışındaki önemli

faaliyetlerinden biri,nükleer alana ilişkin bazı anlaşmaların uygulanmasını

sağlamaktır.IAEA,27 Ekim 1986 tarihli “Nükleer Kazaların Erken Haber

Verilmesi Sözleşmesi” ile 26 Şubat 1987 tarihli “Nükleer Kaza veya

Radyoaktif Tehlikeli Durumlarda Yardımlaşma Sözleşmesinin”

hazırlanmasında önemli bir rol üstlenmiştir.355 Ancak anlaşmalarla ilgili olarak

en önemli sorumluluğu,uluslararası alanda “Nükleer Silahların Yayılması

Antlaşmasının” uygulanmasını sağlamaktır.356 Bu önemli antlaşma yürürlükte

kaldığı sürece NPT’yi imzalamış olan her devlet IAEA’nin nükleer alandaki

denetim talebine olumlu cevap zorundadır.357 Örnek olarak,yakın geçmişte

Irak ve İran’ın IAEA’nın denetimine tabi tutulmasını gösterebiliriz.

Tüm çabalarına rağmen IAEA’nın uluslararası anlamda nükleer refahı

sağlaması mevcut yapılanması ile zor görünmektedir.Nükleer alanda her

türlü denetimi yapabiliyor olması olumlu bir durumu ortaya koyarken,

doğrudan bir yaptırım gücünün olmaması ve denetimlerini üye devletlerin

iznine tabi olarak yapabilmesi zafiyet teşkil etmektedir.Bu zafiyeti giderme

adına IAEA’nın çalışma prensiplerinin belirtildiği tüzüğe bir ek protokol

ekleme çabaları başlamıştır.358

Buna ilave olarak İran örneğinde de görüldüğü üzere,uluslararası

politik baskılara maruz kaldığını düşünüyoruz.Şöyle ki,İran’a yapılan

denetimler sonucunda nükleer silah yapımına ilişkin bir delil bulunamadığını

353 “Statute of the IAEA” , <http://www.iaea.org/About/statute_text.html#A1.3> , (11.05.06) 354 “History of the IAEA” , <http://www.iaea.org/About/history.html> , (11.05.06) 355 Bethold Moser , “The IAEA Conventions on Early Notification of a Nuclear Accident and on Assistance in the Case of a Nuclear Accident or Radiological Emergency” , International Nuclear Law in the Post-Chernobyl Period , A Joint Report by the OECD Nuclear Energy Agency and IAEA , Paris 2006 , p.119-129. , Karluk , a.g.e. , s.138. 356 Fischer , a.g.e. , s.131. 357 Cankara , a.g.e. , s.154. 358 Ek protokol hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.,Theodore Hirsch,“The IAEA Additional Protocol , What It Is and Why it Matters” , The Nonproliferation Review , (Fall-Winter 2004) , p.140-166. , Susan F. Burk , “U.S.-IAEA Additional Protocol” , <http://www.state.gov/t/np/rls/rm/29249pf.htm> , (01.05.06)

127

kurumun başkanı olan Baradei’nin belirtmesine rağmen359,özellikle ABD ve

AB devletleri bu konuda ısrarlı davranarak IAEA’yı bir bakıma etkisiz hale

getirmektedir.Bu tür zor durumlar sayesinde de,İran’ın hemen yanı başında

bulunan ve İran’ın yapmak istediği nükleer girişimlerinin aynısını yapan

Ermenistan gibi devletlerin durumları ve acil çözüm bekleyen nükleer enerji

sorunları IAEA tarafından gündeme getirilememektedir.

4.1.3. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW – Organization for the Prohibition of Chemical Weapons) İleride değinecek olduğumuz Kimyasal Silahlar Antlaşması’nın 8 nci

maddesiyle,antlaşmanın etkili şekilde yürütülmesi için OPCW kurulmuştur.360

Organizasyon BM Genel Sekreteri gözetiminde Hague/Hollanda’da

faaliyetlerine devam etmektedir.361 Kimyasal Silahlar Antlaşmasının

Yürürlüğe girdiği 29 Nisan 1997 tarihinde antlaşmayı imzalamış olan 87

devlet aynı zamanda OPCW’nin de kurucusu olmuş ve 3 Mayıs 2006 tarihi

itibari ile organizasyona üye devlet sayısı 178’e yükselmiştir.362 OPCW,üç

ana ve üç de yardımcı organa sahip olup bu organlar vasıtası ile

faaliyetlerine devam etmektedir.Birincisi,“katılımcı devletler

konferansıdır”.Yılda en az bir kere üye devletler bir araya gelir ve oluşturulan

gündem maddelerini bu konferansta görüşürler.İkincisi,katılımcı devletler

tarafından 2 yıl süre için seçilen ve 41 devlet temsilciden oluşan “yönetim

kuruludur”.OPCW’nin izleyeceği politikaları belirleyen esas organ yönetim

kuruludur.Yılda 5 defadan az olmamak üzere toplanmakta ve OPCW’nin

“yürüyeceği yolu” belirlemektedir.Üçüncü organı “teknik sekretaryadır”.Teknik

sekretarya,özellikle denetimlerle ilgili olarak,denetçilere teknik anlamda

olabilecek her türlü yardımı sağlamaktan ve üye devletlerde Kimyasal

Silahlar Antlaşmasının ulusal standartlarla yürütülmesinde yardımcı olmaktan

sorumludur.363 Bu üç ana organı yanında,bilimsel danışmanlar kurulu,

359 İran’ın nükleer denetimleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Cankara , a.g.e. , s.153-162. 360 “Organization for the Prohibition of the Chemical Weapons” , <http://www.opcw.org/basic_facts/index.html> , (30.05.06) 361 Erdurmaz , a.g.e. , s.117. 362 “Membership of the OPCW” , <http://www.opcw.org> , (30.05.06) 363 OPCW’nin ana ve yardımcı organlarının işlevi ve faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. “OPCW Organs” , <http://www.opcw.org> , (30.05.06)

128

yönetim ve finans konularına ilişkin danışmanlar kurulu ve gizlilik komisyonu

isimli üç de yardımcı organı mevcuttur.

OPCW’ye üye 178 devlet dünya nüfusunun %95’ini oluşturmaktadır.Bu

açıdan bakılınca özellikle kimyasal silahsızlanma adına sevindirici bir tablo

ortaya çıkmaktadır.En azından dünya nüfusunun %95’ini temsil eden devlet

temsilcilerinin bu konuda önemli faaliyetler gösteren bir organizasyona üye

olmaları bile önemli bir olgudur.Organizasyona devletler tarafından deklare

edilen barışçıl amaçlı olmayan kimyasal faaliyetlerin tamamı şu an itibari ile

durdurulmuş durumdadır.364 Özellikle kimyasal silah programlarını bildirmiş

olan 12 devletin,toplam 64 kimyasal faaliyetinin 54’ü sona erdirilmiş ve

üretilmiş olan kimyasal silahları yok edilmiştir.Devletleri bu konuda daha

cesaretli olmaları yönünde teşvik etmek için organizasyon tarafından

kimyasal silahlara ve maddelere ilişkin bilgilendirici kurslar verilmektedir.365

Yine devletlerce organizasyona deklare edilmiş olan 8.6 milyon kimyasal

mühimmatın %30’u,70 000 metreküp kimyasal ajanın da %18’i imha

edilmiştir.366 Nisan 1997’den bu yana organizasyon,53 devletten seçilen 181

denetçisi ile yaklaşık 2500 adet denetim gerçekleştirmiş ve bu denetimlerin

önemli bir kısmı 200 adet silah üretim merkezi,diğer kısmı ise kimyasal

endüstri alanlarıyla ilgili olmuştur.367

Tüm bu gelişmeler organizasyonun görevini başarıyla yerine getirdiğini

göstermektedir.Tabi bunda en büyük etken,katılımcı devletlerin de

antlaşmanın gerekleri ile ilgili her konuda örnek bir uluslararası işbirliği

sergileme eğilimine sahip olmasıdır.Nükleer silahlar konusunda tam olarak

olmasa da,en azından kimyasal silahlar konusunda uluslararası bir işbirliği

anlayışının gelişmesinin,genel anlamda silahsızlanma adına umut verici bir

duruma işaret ettiğini düşünüyoruz.

364 “The OPCW Success Story” , <http://www.opcw.org> , (30.05.06) 365 Bu kursların Paris’te açılan birincisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. “Basic Course for OPCW National Authorities” , Chemical Disarmament , vol 3 , no 3 , (September 2005) , p.18. 366 “The OPCW Success Story” , <http://www.opcw.org> , (30.05.06) 367 “The OPCW Success Story” , <http://www.opcw.org> , (30.05.06)

129

4.2.Kitle İmha Silahları ve İlgili Malzeme ve Teknolojiler ile Bunların Fırlatma Vasıtalarının Yayılmasının Önlenmesine Yönelik İhracat Kontrol Rejimleri

4.2.1. Wassenaar Düzenlemesi 1996 yılında faaliyetlerine başlamış olan Wassenaar Düzenlemesi

isimli hükümetlerarası gönüllü katılımı esas alan yapılanma,konvansiyonel

silahların ve ikili kullanım alanına sahip olan madde ve teknoloji ihracatlarını

kitle imha silahlarının üretimi ve bunları atma vasıtalarının elde edilmemesi

ve yine bu transferlerin bölgesel ve uluslararası güvenliği olumsuz yönde

etkilememesi için çaba sarf etmektedir.368 40 adet katılımcı devleti

mevcuttur.369 Katılımcı devletler sözü edilen ihracatlar hakkında teknik detay

ve bilgiler içeren iki tür kontrol listesi düzenlemekte ve bu listelerde belirtilen

kıstaslar dahilinde silah madde ve teknoloji ihracatı yapmaktadırlar.Listelerin

birincisinde kitle imha silahları yapımında kullanılabilecek mühimmat

türleri,ikincisinde ise yine aynı amaca hizmet edebilecek ikili kullanım alanına

sahip madde ve teknolojiler ayrıntılı şekilde belirtilmekte ve her yıl bir uzman

grubu tarafından sürekli gelişen teknoloji bağlamında bu listeler

güncelleştirilmektedir.370 Ancak 2003 yılında aldığı kararda,sadece bu

listelerde belirtilmiş olan madde,silah ve teknolojilerin transferinde dikkatli

olmanın bazen yeterli olmayabileceğini,buna istinaden BM’nin devletlere

karşı uygulamış olduğu silah ambargolarında transferini durdurmuş olduğu

askeri kullanım maksatlı her türlü vasıtanın,silahın v.b. şeylerin de

Wassenaar Düzenlemesinin katılımcıları tarafından dikkate alınacağını

bildirmiştir.

11 Eylül saldırılarının uluslararası terörizmin boyutlarını da

değiştirdiğini savunan düzenlemenin katılımcı devletleri371,kitle imha

368 Sune Danielson , “Basic Information on the Wassenaar Arrangement” , Wassenaar Arrangement, Export Control and its Role in Strengthening International Security , Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna 2005 , p.8. , “Introduction-Wassenaar Arrangement” , <http://www.wassenaar.org/introduction/index.html> , (11.05.06) 369 Katılımcı devletlerin isimleri ve bu düzenleme ile faaliyetlerini görmek için bkz. , “Participating States” , <http://www.wassenaar.org/participants/index.html> , (11.05.06) 370 Danielson , a.g.e. , s.11. 371 Michael Witter,Matthias Heinz , “The Wassenaar Arrangement in the International Fight Against Terrorism” , Wassenaar Arrangement, Export Control and its Role in Strengthening International Security, Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna 2005 , p.23.

130

silahlarının yayılmasını engellemek adına silah,madde ve teknoloji

ihracatlarında dikkatli olmanın gereğini vurgulamakla

beraber,küreselleşmenin getirileri sayesinde bunun zor olacağının farkında

olduklarını dile getirmektedirler.372 Bu zorluğu gidermek için ise ,devletler

arasındaki güncel bilgi değişiminin hızlı olarak yapılması,standartlığın

sağlanması açısından ortak bir veri tabanının oluşturulması ve devletlerin

bünyesinde bulunan endüstri kuruluşları ile koordinasyonunun sağlanmasının

zaruri olduğunu düşünüyoruz.Çünkü Wassenaar Düzenlemesi gibi gönüllülük

esasına dayanan yapılanmaların, uluslararası terörizmin büyümesini

engellemek adına önemli roller üstlenebileceğine inanıyoruz.

4.2.2. Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi (MTCR – Misilse Technology Control Regyme) Rejim,1987 yılında Kanada,Almanya,ABD,İngiltere,Japonya,Fransa ve

İtalya tarafından gönüllü katılım esasına göre kurulmuş,o tarihten bu yana da

üye sayısı 34’e çıkmıştır.373 Kitle imha silahları füze teknolojisinin

yayılmasının önlenmesi alanında faaliyet göstermektedir ve bu alanda

faaliyet gösteren yegane ihracat kontrol rejimidir.Kurulma amacı,kitle imha

silahı yapımında kullanılabilecek füze teknolojisinin ihracatını belirli kıstaslar

koyarak sınırlamaktır.374 Rejime üye devletler,ulusal füze teknolojileri

hakkında ihracat lisansları düzenlemekte ve bu lisansların içeriği ile ilgili

bilgileri diğer üye devletlerle paylaşmaktadırlar.Bu işbirliği sayesinde yapılan

füze teknolojisi ihracatları takip edilebilmekte ve kitle imha silahı üretme

niyetinde olan kişi,kurum veya devletlere söz konusu teknolojinin ihracatı

engellenebilmektedir.Ancak söz konusu lisanslar sınırlama yasağı anlamı

taşımaktan ziyade birer prensip olarak değer görmektedir.

Füze teknolojileri ihracatında göz önünde bulundurulmak üzere MTCR

tarafından bir kontrol listesi hazırlanmıştır.375 Kategori I ve kategori II olarak

iki bölüme ayrılan ve 20 kalemden oluşan Füze Kontrol Rejimi listesinin

372 Bent Lindhardt Andersen,Dorthe Host Sarup , “Towards Simple,Transparent and Harmonised Export Controls” , Wassenaar Arrangement, Export Control and its Role in Strengthening International Security , Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna 2005 , p.17. 373 “The Misile Technology Control Regime” ,<http://www.mtcr.info./english/index.html>,(12.05.06) 374 “Objectives of the MTCR” , < http://www.mtcr.info./english/objectives.html>,(12.05.06) 375 Söz konusu listeye ulaşmak için bkz., <http://www.mtcr.info./english/objectives.html> , (12.05.06)

131

kategori 1 kısmı,çok hassas olarak nitelendirilen ve 300 km menzil/500 kg.

harp başlığı taşıma kapasitesine haiz fırlatma vasıtalarını içermektedir.376

Kategori 1’in bu şekilde belirlenmesinin nedeni rejimin , kitle imha silahlarının

yayılmasına yol açabileceği düşünülen 300 km.den daha fazla menzile ve

500 kg.dan daha ağır harp başlığına sahip olan füzelere ve fırlatma

sistemlerine ait teknolojilerin,rejime üye devletlerin dışındaki devletlere

transferinin kontrol altına alınmasını öngörmesidir.377 Listelerin kategori 2

bölümü ise, kategori 1’deki sistemlerin üretiminde kullanılan alt sistemler ile

bunlara ilişkin malzeme ve teknolojileri kapsamaktadır.378

Rejime üye devletler kendi aralarındaki teknoloji ihracatlarında bu

listedeki esaslar dahilinde hareket etmekte,rejime üye olmayan devletlerle

olan ilişkilerde de söz konusu kontrol listesi mutlaka göz önünde

bulundurulmaktadır.Rejime üye olmayan devletlere füze teknolojisi ihracatı

yapılırken,ihracatı yapan devlet veya devletler bu teknolojinin kitle imha

silahları yapımında kullanılmayacağı ve yine bu niyetle bir başka devlet adına

aracılık yapılmayacağı hakkında yazılı bir taahhüt talep edebilmektedir.379

MTCR’ye üye devletlerin de hemfikir olduğu gibi,bu rejim füze

teknolojisinin gelişmemesi için çaba sarf etmek anlamına gelmemektedir.Zira

bu konuda bilgi,teçhizat,personel ve ekipman değişimi üye devletler arasında

yapılabilmektedir.Rejime üye devletler 11 Eylül sürecinden sonra,füze

teknolojilerinin ihracatı konusunda dikkatli olunması gerektiğini

vurgularken,üye olamayan devletlerin de MTCR rejiminin prensipleriyle

hareket etmesinin uluslararası güvenlik adına olumlu gelişmeler

sağlayabileceğine inandıklarını belirtmişlerdir.

MTCR ile ilgili belirtilmesi gereken bir husus daha vardır ki, o da bu

rejimin bir antlaşma olmadığıdır.Yani,söz konusu rejime üye olmakla, rejimin

kontrole tabi kıldığı malzeme ve teknolojinin, MTCR üyeleri arasında transferi

otomatik bir yükümlülük haline gelmemekte,bu işlem teknolojiye sahip

ülkelerin tercihlerine bağlı kalmaya devam etmektedir.

376 Özden , a.g.t. , s.83. 377 Özden , a.g.t. , s.83. 378 Özden , a.g.t. , s.84. 379 “MTCR and Trade” , <http://www.mtcr.info./english/trade.html>,(12.05.06)

132

MTCR’nin 2001 Eylül ayında Ottawa'da yapılan Genel Kurul

toplantısında,FTKR bünyesinde "Balistik Füze Yayılmasına Karşı Uluslar

arası Davranış İlkeleri Rehberi" (DİR) taslağı kabul edilmiştir. Bu taslağın

MTCR'ye taraf olmayan ülkelere tanıtılması amacıyla da 7-8 Şubat 2002’de

Paris'te uluslararası bir konferans daha düzenlenmiştir.Fransa'nın yönettiği

konferansa katılan toplam 78 ülke arasında MTCR üyesi olmayan,ancak

balistik füzelerin yayılması bakımdan önem taşıyan Çin,İran,Pakistan,

Hindistan ve Libya da yer almıştır.380

4.2.3. Avustralya Grubu 1984 yılı başlarında,BM araştırma komisyonlarından birinin Irak’ın

İran’a karşı kimyasal silah kullandığını tespit etmesi,uluslararası kamuoyunda

önemli tepkilere sebep olmuştur.381 Bu tepkilerden bazıları kınama şeklinde

olurken,bir kısım devletler de ihraç ettikleri kimyasallar üzerinde sıkı

kontroller uygulamaya başlayarak daha anlamlı bir tepki vermiştir.Ancak bu

tür önlemlerin uluslararası işbirliği çerçevesinde alınması gerekliliğini

vurgulayan Avustralya,konuya ilişkin olarak bir toplantı davetinde

bulunmuştur.1985 yılı Haziranında Brüksel’de yapılan toplantıya 15 devlet ve

Avrupa Topluluğu382 temsilcileri katılmış ve grubun temelinin

oluşturmuşlardır.Günümüz itibariyle üye devlet sayısı 39’dur.383 Kurucu

antlaşması bulunmayan bir organizasyon olan AG,Kimyasal Silahlar

Antlaşması ile Biyolojik Silahlar Antlaşmasını takviye edici bir nitelik

taşımakta ve amacı,biyolojik ve kimyasal silahların yapımında

kullanılabilecek maddelerin ihracatı konusunda önlemler almaktır.384 Yılda bir

kez toplanan grup alınabilecek önlemleri tartışmakta ve buna ilişkin olarak

kararlar almaktadır.Ancak kararların hukuki bağlayıcılığı yoktur.Gönüllülük

380 Özden , a.g.t. , s.84. 381 Peter Shannon , 20 Years of Australia Group Cooperation , Made by Romania National Agency for Export Controls , Romania 2005 , Foreword , p.2. 382 Avrupa Topluluğu,oluşturulan rejime teşkilat olarak katılmış ve halen aktif roller üstlenmektedir . Saffet Akbulut,Süleyman Ertekin , Dünyadaki Silahsızlanma Çalışmaları ve Türkiye , Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları , İstanbul 1995 , s.19. 383 “The Origins of Australia Group” , <http://www.australiagroup.net/en/origins.htm> , (12.05.06) 384 “Objectives of the Group” , <http://www.australiagroup.net/en/agobj.htm> , (12.05.06)

133

esasına göre oluşturulan bir yapılanma olduğu için,üye devletler kararları

birer prensip olarak benimsemekte ve icraata geçirmektedirler.385

AG,63 adet kimyasal maddenin ihracatı hakkında gerekli lisans

çalışmalarını tamamlamış bunun yanında,ikili kullanım alanına sahip

kimyasal madde,ekipman ve ilgili teknoloji,bitki ve hayvan patojenleri,biyolojik

maddeler ve yine ikili kullanım alanına sahip biyolojik ekipman ve teknoloji

hakkında da aynı faaliyetlerini sürdürmektedir.386 Üye devletler,sahip

oldukları endüstrilerin kimyasal ve biyolojik silah yapımına hizmet etmemesi

gerektiği konusunda ortak iradelerini ortaya koymuşlar ve üye olmayan

devletlerle olan ihracatlarında da bu hususu göz önünde bulundurmaları

konusunda hemfikir olmuşlardır.

AG’nin üye devletlerinin tamamı Kimyasal Silahlar Antlaşması ile

Biyolojik Silahlar Antlaşmasını imzalamıştır.Antlaşmaların gereklerinin

uygulanması konusunda da yoğun gayretlerde bulunmaktadırlar.Zira grubun

kuruluş amaçları ile söz konusu antlaşmaların gerekleri birebir

örtüşmektedir.AG bir bütün olarak Biyolojik Silahlar Antlaşmasının gözden

geçirme konferanslarına da iştirak etmektedir.387

2003 Haziranında yapılan yıllık toplantısında,AG kitle imha silahları

bağlamında gelişebilecek uluslararası terörizme de dikkat çekmiş ve özellikle

Asya-Pasifik bölgesinde bulunan devletlerle bu konudaki işbirliğinin

arttırılması gerektiği hususunu karara bağlamıştır.388 Gelecekle ilgili olarak

da, üye devlet sayısının arttırılması ve devletlerden nispeten bağımsız

hareket edebilen endüstri kuruluşlarının grubun amaçları doğrultusunda

faaliyet yürütmeleri için işbirliği olanaklarının genişletilmesi konuları AG’nin

gündemindedir.

385 Romania National Agency for Export Controls , “Introduction of Australia Group” , a.g.e. , s.3. 386 “Activities” , <http://www.australiagroup.net/en/agact.htm> , (12.05.06) 387 Romania National Agency for Export Controls , a.g.e. , s.9-10 , “Relationship with the Biological Weapons Convention” , <http://www.australiagroup.net/en/agbwc.htm> , (12.05.06) 388 Romania National Agency for Export Controls , “Strengthening Measures to Prevent the Spread of WMD” , a.g.e. , s.65-66.

134

4.2.4. Nükleer Tedarikçiler Grubu (NSG–Nuclear Suppliers Group) NTG,nükleer silah ve teknolojiye sahip olan ve olmayan 34 devlet

tarafından,nükleer teknolojide kullanılan maddelerin ve ikili kullanım alanına

sahip ürünlerin ihracatını belirli denetim ilkelerine bağlamak üzere 1975

yılında devletlerin gönüllülük esasına dayalı olarak kurulan ihracat kontrol

rejimidir.389 Rejim,nükleer malzeme ve teknolojileri içeren bazı kontrol listeleri

hazırlayarak,bu malzemelerin transferini kontrol altında bulundurmayı

amaçlamaktadır.390

1974 yılında Hindistan’ın yaptığı nükleer deneme testi,özellikle Batı

devletlerini ürkütmüş,bunun üzerine başlıca nükleer tedarikçi konumunda

bulunan bazı devletler NPT’nin nükleer madde ve teknololojinin yayılmasını

engelleyebilmesi üzerindeki yeterliliğini sorgulamaya başlamışlardır.391

Nükleer Tedarikçiler Grubu esasen bu endişeler üzerine kurulmuştur.Grup ,

21 Eylül 1977 tarihinde Londra’da çoğunluğu nükleer tesis ve maddelere

ilişkin olan bir ilkeler rehberi kabul etmiş ve bu konuda IAEA ile irtibata

geçerek anılan ilkeler rehberinin IAEA’nin resmi bir dökümanı olarak

yayımlanmasını sağlamıştır.392

Grubun kabul ettiği ilkeler rehberinde belirtilen ihracat kontrol tedbirleri

NPT’de tanımlanmış olanlardan daha sert olarak adlandırılmaktadır.393

Çünkü gruba üye devletler,özellikle ağır su teknolojisi ve fisyon maddelerinin

ihracatı konusunda bireysel olarak kısıtlayıcı tedbirlere başvurabilmeyi

benimsemişler,dahası ithalatı gerçekleştiren devletlerden de söz konusu

maddeler ve teknolojinin sadece barışçıl amaçlarla kullanılacağı konusunda

garanti isteyebilecekleri konusunda anlaşmaya varmışlardır.

389 Özden , a.g.t. , s.42. 390 Bülent Karaatlı , “Globalleşme Sürecinde Uluslararası Güvenlik Antlaşmalarının Yönü ve Türkiye’nin Geleceği” , Basılmamış Yüksek Lisans Tezi , Süleyman Demirel Üniversitesi , Isparta 2002 , s.74. 391 Kibaroğlu , a.g.t. , s.214. 392 Özden , a.g.t. , s.42. 393 Kibaroğlu , a.g.t. , s.214.

135

4.2.5. Zangger Komitesi (ZAC-Zangger Committee) 1971 ve 1974 yılları arasında,15 nükleer teknoloji tedarikçisi (ve bu

niyette olan ) devletin temsilcileri İsviçreli Profesör Claude Zangger’in

çabaları ile bir araya gelmiş ve aşağıda belirtilen konularda anlaşmaya

vararak özellikle NPT’nin 3 ncü maddesinin uygulanması adına çalışacak

olan,günümüzde ise “NPT ihracatçıları”394 olarak da bilinen bir grup

oluşturmuşlardır.395

(i) Nükleer ürün (silah,reaktör v.b.) yapımında kullanılan veya bu

amaçla tasarlanmış olan ekipman ve materyallerin neler olduğu konusunda

komite üyeleri mutabakat sağlamışlardır.(NPT’de bu yönde ayrıntılı bir

açıklamanın mevcut olmaması uygulamada bazı zafiyetler

oluşturmaktaydı.Komitenin ilk çabası bu zafiyeti gidermek adına olmuştur.)

(ii) Nükleer madde ve buna ilişkin teknolojinin,nükleer olmayan

devletlere barışçıl amaçlarla kullanımı adına ihracatı söz konusu olduğunda

haksız rekabetin yaratılmaması gerektiği hususu,komite tarafından dile

getirilen ve üzerinde anlaşmaya varılan ikinci maddedir.

Bu genel kabullerden sonra Komite amaç olarak,NPT’nin 3 ncü

maddesinde belirilmiş olan nükleer madde ve teknolojilerinin ihracatı

konusunda mutlaka bazı güvenlik tedbirlerinin oluşturulmasını

benimsemiştir.396 İlk toplantı sonrasında komite,üyelerinin yılda iki kez

toplanma konusunda mutabakata varmalarının yanında,komite

toplantılarında alınan kararların hukuki bağlayıcılıktan yoksun olacağını ve

sadece birer “rehber ilke” özelliği taşıyacağını karara bağlamıştır.397

1972 yılında Komite,yukarıda belirtilen genel kabullerin ışığında iki ayrı

davranış ilkeleri rehberi üzerinde anlaşmaya varmış ve bugün de bu iki

davranış ilkeleri rehberi komitenin çalışma alanlarını temsil

etmektedir.Birincisi,özel fisyon maddelerinin kaynağı,ikincisi ise bahsedilen

fisyon maddelerinin üretimi veya geliştirilmesi için tasarlanmış olan ekipman

ve teçhizat ile ilgilidir.NPT’nin 3 ncü maddesinde belirtildiği gibi özel fisyon

394 Karaatlı , a.g.t. , s.73. 395 Fritz W. Schmidt , “The Zangger Committee:Its History and Future Role” , The Nonproliferation Review , (Fall 1994) , p.38. 396 Kibaroğlu , a.g.t. , s.214. 397 “History” ,< http://www.zanggercommittee.org/Zangger/History/default.htm> , (13.05.06)

136

maddeleri sadece barışçıl amaçlarla,belirlenen güvenlik önlemleri

çerçevesinde üretilebilecekti.Zangger komitesi,üzerinde anlaşmaya vardığı iki

davranış ilkeleri rehberi kendi çalışma alanını teşkil edeceğini ve anılan

maddelerin ihracatında yeni bir kontrol rejimi oluşturabileceklerini,

antlaşmanın uygulanmasından sorumlu IAEA’nın başkanına bilgilendirme

amaçlı olarak bir mektupla bildirmiş ve bu kararlarını da tüm üye devletlere

açıklamasını istemişlerdir.398

4.3. Günümüze Kadar Olan Süreçte Kitle İmha Silahları Konusunda Yapılan Önemli Antlaşmalar

4.3.1. Çok Taraflı Anlaşmalar 4.3.1.1. Antarktika Antlaşması 1 Aralık 1959'da nükleer silahlara ilişkin olarak , on iki ülke tarafından

(Arjantin,Avustralya,Belçika,İngiltere,Şili,Fransa,Japonya,Yeni Zelanda,

Norveç,Güney Afrika,Sovyetler Birliği ve ABD) Washington’da imzalanıp 23

Haziran 1961 tarihinde yürürlüğe giren antlaşma,Antarktika Kıtası'nın askeri

amaçlarla kullanılmaması ve Soğuk Savaş'ın etkilerinden uzak tutulmasını

amaçlamış,bunun yanında antlaşmanın ilgili maddeleri nükleer silahları

tanımlamış bu silahların Antarktika üzerinde denenmesini ve yine bu silahlara

ilişkin askeri manevraların yapılmasını yasaklamıştır.399 Anlaşma ile bölgede nükleer denemeler ve nükleer atıkların bulundurulması yasaklanırken,kıta üzerindeki bilimsel çalışmalarda işbirliği yapılması gibi konular da karara

bağlanmıştır.Antarktika antlaşmasının nükleer silahların azaltılması yönünde

etkili bir adım olduğunu iddia edememekle birlikte,bu alanda atılan ilk

adımlardan biri olması ve “nükleer antlaşmalar” kültürüne bir katkı sağlamış

olması vesilesi ile tüm zayıflıklarına rağmen önemli bir antlaşma olduğunu

söyleyebiliriz.

398 Fritz W. Schmidt , “NPT Export Controls and the Zangger Committee” , The Nonproliferation Review , (Fall-Winter 2000) , p.137. 399 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … , s.37.

137

4.3.1.2. Ay ve Gök Cisimleri Dahil Dış Uzayın Araştırılması ve Kullanımında Devletlerin Çalışmalarını Yönlendirmeye İlişkin Antlaşma İki büyük güç arasında nükleer silahların sınırlandırılması için

çalışmalar sürerken , BM çerçevesinde de bu konuda yeni tedbirlerin

alınması için çaba sarf edilmekteydi ve bu çabalar sonucunda 13 Aralık 1963

tarihinde BM genel kurulunda 1962 sayılı karar alınmıştır.Bu karar “Uzayın

Araştırılması ve Kullanılması Konusunda Devletlerin Çalışmalarını

Düzenleyen Hukuki İlkeler Bildirisi” başlığını taşıyordu ve bu bildirinin

öngördüğü ilkelerin pek çoğu,sonradan,27 Ocak 1967 tarihinde yapılan “Ay

ve Gök Cisimleri Dahil,Uzayın Araştırılması ve Kullanılmasında Devletlerin

Çalışmalarını Yönlendirmeye İlişkin Anlaşma” da yer alıyordu.400

Dünya yörüngesine silahların yerleştirilmesini Ay ve gezegenlerde

silahların konuşlandırılmasını,denemelerin yapılmasını,üslerin kurulmasını

yasaklayan ve BM Genel Kurulu’nun 1966’da onayladığı anlaşma Ekim

1967’de 84 imzacı devletin katılımıyla yürürlüğe girmiş,antlaşmanın

silahsızlanma ile ilgili 4 ncü maddesi ile dünya yörüngesine ve Ay’a nükleer

veya diğer kitlesel imha silahlarının yerleştirilmesi yasaklanmış ve ayrıca

Ay’da ve diğer gezegenlerde askeri üs ve manevralar engellenirken,Ay ve

öteki gezegenlerin ancak barışçıl amaçlar için kullanılması öngörülmüştür.401

4.3.1.3.Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (Nuclear Nonproliferation Treaty-NPT) 1960'ların sonlarında nükleer silahlara sahip olma çabaları ABD ve

SSCB dışındaki devletlerde de görülmüş ve Hindistan, İtalya,Japonya,İsveç,

Brezilya,Federal Almanya,Pakistan,İsrail,Güney Kore,Libya ve İran gibi

ülkeler bu konuda çalışmalarına başlamışlardır.Bu türden bir gelişmeler hem

nükleer gücün çatışmalarda bir silah olarak kullanılması olasılığını artıracak

hem de bu silahlara sahip ülkeler,özellikle de iki süper gücün diğer devletler

üzerindeki etkilerini azaltabilecekti.402 Bu dönemde Bağlantısızlar grubu

nükleer silah sayısının atmasına karşı çıkmış ve bu konudaki amaçlarını

400 Gönlübol Uluslararası Politika , İlkeler …, s.469. 401 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler …, s.109. 402 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … , s.547.

138

gerçekleştirmek için BM nezdinde geniş kapsamlı tedbirler üzerinde

durarak,nükleer yayılmanın tümden yasaklanması konusu üzerinde ısrar

etmişlerdir.403 Daha çok ABD ve SSCB’nin dayatmasıyla ile hazırlanan

antlaşma404,devletleri nükleer silahlara resmi olarak sahip olanlar ve

olmayanlar olmak üzere iki gruba ayırma özelliği taşımaktadır.Antlaşma,

Washington,Londra ve Moskova’da,1 Temmuz 1968’de imzaya açılmış ve 5

Mart 1970 tarihinde de yürürlüğe girmiştir.405 Antlaşmanın birinci maddesi

nükleer gücü olan devletleri ilgilendirmektedir ve antlaşmaya taraf nükleer

silah sahibi her devlet,nükleer silahları veya diğer patlayıcı nükleer araçları

ya da bu gibi silahların veya diğer patlayıcı araçların kontrolünü doğrudan

veya dolaylı olarak hiçbir devlete devretmemeyi ve nükleer silah sahibi

olmayan herhangi bir devlete nükleer silahları veya diğer nükleer patlayıcı

araçların kontrolünü elde etmesi için herhangi bir şekilde yardımda

bulunmamayı üstlenmiştir.İkinci maddesi ise nükleer güce sahip olmayan

devletler için hazırlanmış ve hiçbir şekilde nükleer güç veya onu elde etmek

için kullanılabilecek herhangi bir maddeyi devralamayacakları hususu

belirtilmiştir.Ancak antlaşmanın en önemli maddesi ise esasen üçüncü

maddedir.Çünkü bu maddede IAEA’ya,nükleer enerji tesislerinin silah

yapımında kullanılmaması için,denetim yetkisi verilmektedir.Antlaşmayı

imzalayan her devletin IAEA ile de ayrı bir güvenlik denetim protokolü

imzalayarak bu denetimlerin nasıl yapılacağının ayrıntılı şekilde belirtilmesine

karar verilmiştir.Antlaşmanın onuncu maddesinde belirtildiği üzere,

antlaşmanın yürürlüğe girmesinden 25 yıl sonra bir konferansın

toplanıp,antlaşmanın ne kadar uzatılacağının belirlenmesine karar

verilmiştir.Yürürlüğe girdiği 1970 yılından itibaren her beş yılda bir gözden

geçirme konferansları ile güçlendirilmeye çalışılan antlaşmanın 1995 yılındaki

gözden geçirme ve uzatma konferansında süresiz ve koşulsuz olarak

403 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.470 404 Antlaşmanın Türkçe tam metni için bkz. , <http://www.taek.gov.tr/uluslararasi/anlasmalar/npt_and.html> , (16.05.06) , İngilizce tam metni için bkz , <http://disarmament.un.org/wmd/npt/npttext.html> , (16.05.06) 405 “Treaty on Non – Proliferation of Nuclear Weapons” ,< www.armsconrol.org/documents/npt.asp >, (23.01.06) ,

139

uzatılması kabul edilmiştir.406 Antlaşmaya taraf olan devletler istedikleri

takdirde antlaşmadan çekilebilmektedir.Nitekim Kuzey Kore bu yönde bir

açıklama yapmıştır.

Antlaşma,nükleer silah sahibi olan devletleri koruduğu konusunda,

özellikle nükleer altyapıya sahip ve silah yapmanın eşiğinde olan devletler

tarafından eleştirilmiştir.Çin,Hindistan ve Brezilya bu devletlerden bazılarına

örnek olarak verilebilir.407 Çin ve Brezilya devletleri antlaşmayı

imzalamışlardır.Hindistan ise eleştirel tutumunu halen sürdürmekte ve

antlaşmaya taraf olmamaktadır.Fransa da ilk başta çekimser oy kullanmış

ancak sözleşmenin ruhuna aykırı hareket etmeyeceğini beyan etmiştir.408

Günümüzde nükleer silahsızlanma adına en önemli basamak olarak

kabul edilen antlaşmanın aslında silahsızlanmadan ziyade,ABD ve SSCB’nin

nükleer gücüne potansiyel rakipler çıkmasını engellediğini

söyleyebiliriz.Bunun yanında nükleer güç olma konusunda kararlı olan

devletlerin mutlaka bu güce kavuşabileceklerini Hindistan,Pakistan ve İsrail

örnekleri ile görmüş bulunuyoruz.

4.3.1.4. Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Anlaşması Nükleer silahsızlanma alanında son yıllarda meydana gelen gelişmeler

paralelinde,nükleer denemelerin tamamen yasaklanması da gündeme

gelmiştir.409 Bu gelişmeler doğrultusunda BM Silahsızlanma Konferansı,

bünyesindeki Nükleer Denemelerin Yasaklanması Komitesini,Aralık 1993 ayı

içinde Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması'nı (NDYA)

hazırlamakla görevlendirmiştir.410

Bu çerçevede hazırlanan NDYA’ nın müzakereleri,1994 yılından itibaren

Cenevre'deki BM Silahsızlanma Konferansı'nda sürdürülmüştür.Çalışmalar

neticesinde ortaya çıkan taslak metin 10 Eylül 1996 tarihinde New York'taki

BM Genel Kurulu'nda onaylanmış ve 24 Eylül 1996 tarihinde imzaya

açılmıştır.Antlaşmanın BM Silahsızlanma Konferansı yerine, BM Genel 406 “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması” , <www.mfa.gov.tr> , (06.01.06) 407 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.470. 408 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.270. 409 Lawrence Sheinman , “Comprehensive Test Ban Treaty” , Washington 2003 , s.1. <http://www.nti.org./e_research/e3_9a.html> , (16.01.06) 410 Antlaşmanın orijinal metni için bkz. “Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması” , <www.msb.gov.tr/asad/askerimevzuat/uluslararasiçatismahukuku.htm> , (16.01.06)

140

Kurulu'nda kabul edilmesi,Hindistan'ın konferansta oy birliğine katılmaması

ve kararı engellemesi nedeniyle ortaya çıkacak engeli aşmak için

başvurulmuş istisnai bir yöntem olmuştur.Antlaşma 158 olumlu oya karşılık,3

olumsuz oyla (Hindistan, Bütan, Libya) kabul edilmiş,5 ülke de (Küba,Suriye,

Lübnan,Mauritius,Tanzanya) çekimser oy kullanmıştır.411 Antlaşmaya taraf

olan her devlet 412 ;

(i) ‘’ Yetki alanı veya kontrolü altındaki herhangi bir yerde,

her türlü nükleer silah deneme patlamasını veya diğer nükleer patlamaları,

yapmamayı yasaklamayı ve önlemeyi taahhüt eder.’’

(ii) ‘’ Her türlü nükleer silah deneme veya diğer nükleer

patlamalara sebep olmaktan,teşvik etmekten veya bunların uygulanmasına

herhangi biçimde bizzat katılmaktan kaçınmayı da taahhüt eder.’’

Kapsam olarak tüm nükleer denemelere mutlak yasak getiren NDYA;

1970 yılından beri yürürlükte bulunan Nükleer Silahların Yayılmasının

Önlenmesi Antlaşması'nı tamamlayıcı bir nitelik taşımaktadır.Zira bu

antlaşmanın yürürlüğe girmesi NPT Gözden Geçirme Konferansı Sonuç

Belgesinde karara bağlanan 13 pratik önlemden birincisi idi,ancak bu husus

halen NPT gündeminde sonuçlanmamış bir konudur.

Antlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için NDYA Antlaşması'nın 2

numaralı ekinde isimleri verilen 44 ülkenin onayı gerekmektedir.Ek 2 için,13

ülkenin onayı hala gelmemiştir.Bunların arasında hala Antlaşmayı

imzalamaları beklenen Hindistan,Pakistan ve Kuzey Kore de bulunmaktadır.

Fransa ve İngiltere,antlaşmayı 1998'de onaylamış ancak ABD Antlaşmayı

imzaladığı halde henüz onaylamamıştır.Bununla birlikte NATO üyesi diğer

tüm ülkeler antlaşmayı imzalamış ve onaylamışlardır.

Hindistan NDYA'yı imzalamayacağını açıklamış,Pakistan da

Hindistan'ın imzalamadığı bu antlaşmaya katılmayacağını belirtmiştir.413

NDYA’ nın yürürlüğe girmesi için onayları gerekli devletler içinde yer alan

Hindistan ve Pakistan'ın NDYA’ ya karşı olan tutumlarının,antlaşmanın

411 Sheinman , a.g.m. , s.2. 412 “Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması” , <www.msb.gov.tr/asad/askerimevzuat/uluslararasiçatismahukuku.htm> , (16.01.06) 413 Sheinman , a.g.m. , s.3.

141

yürürlüğe giriş sürecini olumsuz yönde etkileyebileceği değerlendirilmektedir.

Ancak,her iki devletin son olarak gerçekleştirdiği nükleer denemeler

sonrasında artan uluslar arası hassasiyet neticesinde,Pakistan'ın NDYA' ya

katılım için sürdürmekte olduğu Hindistan'a endeksli politikasında bazı

değişikliklerin olabileceği yönünde emareler bulunmaktadır.Son olarak ABD

Senatosu'nun da NDYA'yı onaylamamış olmasının,atılabilecek olumlu

adımları olumsuz yönde etkileyebileceği değerlendirilmektedir.414

4.3.1.5. Kimyasal Silahlar Konvansiyonu ( The Chemical Weapons Convention ) 1925 yılında imzalanan Cenevre Protokolü sadece kimyasal silahların

kullanım kurallarını düzenlemiştir.Dolayısıyla uluslararası alandaki kimyasal

silahların tehlikeli bir şekilde yayılmasını önlemekten çok uzaktı.Bu zafiyeti

gidermek adına 1980 yılında,BM silahsızlanma konferansında,kimyasal

silahların yayılmasını kontrol edebilecek bir rejim üzerine tartışmalar

başlatılmıştır.3 Eylül 1992’de bu kez Cenova’da toplanan silahsızlanma

konferansında,on iki yıldan beri süregelen,zorluklarla dolu müzakereler

sonunda kimyasal silahların geliştirilmesi,üretilmesi,depolanması,

kullanılmasının yasaklanması ve imha edilmesi ile ilgili konvansiyon metni

kabul edilmiştir.415 Konvansiyon metni 13 Ocak 1993 yılında Paris’te imzaya

açılmış ve 29 Nisan 1997’de de yürürlüğe girmiştir.416 Kitle imha silahlarına

ait anlaşmalar içerisinde en anlaşılabilir ve ciddi denetim rejimine sahip417 ,

uluslar arası kontrolün uygulanabildiği ilk silahsızlanma anlaşması olması

itibarı ile önem arz etmektedir.Kimyasal Silahlar Konvansiyonu,Birleşmiş

Milletler,Genel Sekreteri Gözetiminde,Hague/Hollanda’da bulunan ve 500

çalışanı ile faaliyet gösteren418 Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu

(OPCW-Organization for the Prohibition of Chemical Weapons) tarafından

uygulanır.419 Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu,imzacı

414 Sheinman , a.g.m. , s.4. 415 Erdurmaz , a.g.e. , s.117. 416 “The Chemical Weapons Convention at a Glance” , s.1 <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp > , (24.01.06) 417 “What is Non-Proliferation?” , <www.cbw.sipri.se./index2.html > , (24.01.06) 418 “The Chemical Weapons Convention at a Glance” , s.1. <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp > , (24.01.06) 419 Erdurmaz , a.g.e. , s.117.

142

devletlerden,kimyasal silah aktiviteleri ve bununla ilişkili olabilecek

endüstriyel gelişmeler hakkında,düzenli olarak raporlar almaktadır.

Raporların alınmasını müteakip,ilgili ülkelerde,beyan edilen faaliyetlerle ilgili

denetlemelerde bulunmaktadır.

Konvansiyonu,26 Haziran 2001 itibari ile,174 ülke onaylamıştır. Dünya

devletlerini,hemen olmasa bile,tamamının imzalayabilmesi ve kimyasal

silahların yaygınlaşma sürecinin etkin şekilde kontrol edilebilmesi için,

konvansiyon metninin,‘’süresiz’’ olarak yürürlükte kalması kabul

edilmiştir.Ancak konvansiyon halen daha on iki ülke tarafından imzalanmak

bir yana,incelemeye bile tabi tutulmamıştır.Bu devletlerden iki tanesi olan

Kuzey Kore ve Suriye ise kimyasal silahları olduğu bilinmesine rağmen,

konvansiyondan uzak durmaktadırlar.420

Konvansiyonun yasakladığı faaliyetler aşağıda sıralanmıştır421 :

(i)Kimyasal Silahların,geliştirilmesi,üretimi,depolanması,satın alınması,

(ii) Dolaylı ve dolaysız kimyasal silah transferlerinin yapılması ,

(iii) Kimyasal silahların her ne sebeple olursa olsun kullanılması ve

kullanılması için askeri alanda herhangi bir hazırlığın yapılması ,

(iv) Konvansiyonu henüz imzalamamış devletleri,katılımcı olmamaları

konusunda,herhangi bir devlet tarafından,herhangi bir stratejinin izlenmesi,

(v)Kalabalıları dağıtılması ve kontrol edilmesi için kullanılan çeşitli

gazların birer savaş aracı olarak kullanılması.

Konvansiyonun imzacı devletlere getirdiği bazı yükümlülükler

mevcuttur;Konvansiyon metnini imzalayan her devlet bunu takip eden 30 gün

içerisinde,varsa kimyasal silah türleri ve stokunu,kimyasal silah üretiminde

kullanılabilecek endüstriyel kuruluşlarını,kimyasal silah üretim faaliyetlerini ve

diğer devletlerle olan bu konudaki her türlü ilişkisini yazılı olarak Kimyasal

Silahları Yasaklama Organizasyonu’na sunmak zorundadır.422 Silah stoku

bildirilirken üç kategoride bildirilmesi istenir;

420 Ayrıntılı bilgi için bkz. Konvansiyon metnini imzalayan , onaylayan ve imzalamayan devletlerin tam listesi için <www.armscontrol.org./factsheets/cwcsig.asp > , (24.01.06) 421 “The Chemical Weapons Convention at a Glance” , s.1. <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp> , (24.01.06) 422 “The Chemical Weapons Convention at a Glance” s.2. <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp > , (24.01.06)

143

(i) Yüksek risk içerenler - VX ve Sarin içeren kimyasal silahlar,

(ii) Dikkate değer risk içerenler - VX ve Sarinin türevleri olan

kimyasal maddelerden imal edilmiş kimyasal silahlar,örneğin fosgen,

(iii) Konvansiyon tarafından açıkça yasaklanmamış ancak risk

oluşturabilecek durumlar - henüz daha doldurulmamış ve kimyasal silah

haline getirilmemiş ekipmanlar ve istifade edilecek kimyasal maddelerle,

uluslar arası alanda ismi bilinmeyen ve sınıflandırılması yapılmamış

kimyasal maddeler.423

Yukarıda belirtilen hususlarda gerekli olan bildirimler yapıldıktan sonra

konvansiyonun gereği olan diğer aşama ise kimyasal silah stoklarının yok

edilmesidir.Kimyasal silahların imhası konusunda konvansiyon,üye

ülkelerden sahip olduğu ve başka ülke topraklarında kontrolü altında

bulundurduğu kimyasal silahları güvenli ve çevre ile dost bir şekilde

imhalarını talep etmektedir.Kimyasal silahların artıklarının açık olarak,karada

yakılmasını ve herhangi bir su kütlesine atılmasını yasaklamaktadır.Bu

silahların güvenli bir şekilde imhası için gereken tesisler son derece karışık

bir yapıya sahiptir ve buna bağlı olarak da çok pahalıdırlar.Helen dünyada

çalışan en büyük tesis,Pasifik Okyanusu’nun derinliklerindeki Johnston Atoll’ü

üzerinde konuşlandırılmıştır.424 ABD ve Rusya,üzerinde sekizer adet daha

tesisin yapılması planlanmış ve bir kısmının da inşasına başlanmıştır.

Devletlerin raporlarında birinci kategoride yer alan silahlar,

konvansiyonun yürürlüğe girmesinden iki yıl sonra yok edilmeye

başlanacaktı.Konvansiyonun yürürlüğe girmesinin üçüncü yılında bu

silahların %1’inin,beşinci yılında %20’sinin,yedinci yılında %45’inin ve

onuncu yılında ise %100’ünün yok edilmesi istenmiştir.Olağan üstü

durumlarda bu sürelere uyulmayabileceği ancak 29 Nisan 2012 yılı itibari ile

imzacı devletlerin tüm stoklarını yok etmiş olmasının gerektiği konvansiyon

metninde açıkça belirtilmiştir.İkinci ve üçüncü kategoride rapor edilen

kimyasal silah ve maddelerin yok edilmesine ise,konvansiyonun yürürlüğe

423 “The Chemical Weapons Convention at a Glance” s.2. <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp > , (24.01.06) 424 Erdurmaz , a.g.e. , s.118.

144

girmesinin birinci yılında başlanacak ve 29 Nisan 2002 yılı itibari ile

bitirilecekti.425

Konvansiyon,imzacı olan ve olmayan devletler arasında,sert

sayılabilecek bazı kurallar içermektedir.Konvansiyonu imzalayan devletlerin,

imzalamayan devletlerle,kimyasal silahlarla ve maddeleri ile ilgili bir ticaretin

veya işbirliğinin yapılması kesinlikle yasaklanmıştır.Herhangi bir üye devlet

tarafından,konvansiyonun bu zorunluluklarına uyulmaması ve ciddi yıkımlara

sebep olan girişimlerde bulunulması neticesinde,Kimyasal Silahları

Yasaklama Organizasyonu tarafından,diğer devletlere,topluca bir

cezalandırılmada bulunulması yönünde tavsiyelerde bulunulabilecektir.

Ancak bu tür durumların öncelikle BM Güvenlik Konseyinde görüşülmesi ve

karara bağlanması gerekmektedir.

Bunun haricinde üye devletlerin tamamı,konvansiyonun getirdiği

zorunluluklara uymak için,her türlü tedbiri almak zorundadırlar ki,bu tedbirleri

almayan devletler,konvansiyonca bazı yaptırımlara uğrayabileceklerdir.

4.3.1.6. Biyolojik ve Zehirli Silahlar Konvansiyonu (The Biological and Toxin Weapons Convention ) Biyolojik ve Zehirli Silahlar Konvansiyonu,10 Nisan 1972’de,aynı anda

Washington,Moskova ve Londra’da imzaya açılmış ve 26 Mart 1975'te

yürürlüğe girmiştir.426 Konvansiyon,biyolojik silahların geliştirilmesinin,

üretiminin,transferinin ve depolanmasının önlenmesini amaçlamıştır.2000 yılı

nisan ayı itibari ile 144 olan imzacı devlet sayısı,günümüz itibari ile 159

olmuştur ancak bu devletlerden 141’i konvansiyonu onaylamıştır.427

Konvansiyon ilk dünyadaki ilk silahsızlanma anlaşması olarak

nitelendirilmektedir ki,öncelikli amacı olan biyolojik silah stoklarının yok

edilmesi ve yayılmasının önlenmesi buna en büyük etken olmuştur.428 1925

yılında imzalanan Cenevre Protokolü,kimyasal silahlar ile birlikte biyolojik

silahların kullanılması da yasaklamıştır.Ancak üretimleri ve yayılması

konusunda yeterince etkili olamaması uluslar arası kamuoyunu daha güncel

425“The Chemical Weapons Convention at a Glance” s.3. <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp > , (24.01.06). 426 “The Biological and Toxin Weapons Convention” , <www.btwc.sipri.se/index2.html> , (24.01.06) 427 Erdurmaz , a.g.e. , s.119. 428 “The Biological and Toxin Weapons Convention” , <www.btwc.sipri.se/index2.html> , (24.01.06)

145

bir konvansiyonu hazırlamaya yöneltmiştir.Konvansiyonun 1 nci maddesine

göre imzacı devletler;

(i) Menşei ve üretim yöntemi ve çeşitleri ne olursa olsun,her türlü

mikroplu etkenler veya toksinlerin veya diğer biyolojik elemanların önleyici,

koruyucu ve diğer barışçı gayeler için gerekli olmayan miktarlarda,

(ii) Bu çeşit etken ve toksinlerin dostça olmayan amaçlarla veya

silahlı çatışmalarda kullanılmasına yarayan silah teçhizat ve atış araçlarını,

asla ve hiçbir surette geliştirmemeyi,yapmamayı,stoklamamayı,veya su veya

bu şekilde ele geçirmemeyi veya elde bulundurmamayı yükümlenir.429

Konvansiyonun 2 nci maddesinde ise,her türlü biyolojik silah,madde

ve bunları atma vasıtalarının,konvansiyonun yürürlüğe girmesinden dokuz ay

sonra,imha edilmeye başlaması gerekmektedir.İmha işlemleri sırasında da

toplumun ve çevrenin korunması için gerekli bütün önlemlerin alınması,

devletlerin sorumluluğundadır.

Konvansiyonun önemli getirilerinden biri de;biyolojik silah,madde ve

atma vasıtalarının,devletler veya uluslararası kuruluşlar arasında el

değiştirmesini engellemesi olmuştur.Ancak konvansiyonun etkili bir denetim

mekanizmasının olmaması bu tür girişimlerin önünü tam olarak

kesmemektedir.Konvansiyonun 6 ncı maddesinde,imzacı her hangi bir

devlet,diğer bir devletin,biyolojik silah üretimi,satışı,depolaması vs. gibi

konvansiyona aykırı faaliyetleri konusunda BM Güvenlik Konseyine şikayette

bulunabilmektedir.Fakat yine aynı maddede belirtilmiş olan bir başka husus,

sözü edilen şikayet sürecini ilginç bir hale getirmektedir.Şöyle ki;şikayette

bulunan devletten somut deliller istenmektedir.İkili kullanım alanı olan

biyolojik maddelerin,silahlanma faaliyetinde kullanıldığını ispatlamak zaten

zor bir durum iken,şikayette bulunan devletin ise istenen somut delillere

ulaşması neredeyse imkansızdır.

Konvansiyonda kabul edilmiş hususlarının uygulanıp

uygulanmadığının kontrolü için,bugüne kadar 5 adet ‘’Gözden Geçirme

Konferansı’’ toplanmıştır.Bu konferanslarda,aynı zamanda,konvansiyonla

429 Ayrıntılı bilgi için bkz. “Bakteriyolojik(Biyolojik) ve Zehirleyici Silahların Geliştirilmesi ,Yapımı ve Stoklanmasının Yasaklanması ve Bunların İmhasına İlişkin Sözleşme ”sinin orijinal metni , <http://www.msb.gov.tr/asad/main_silahlicatismahukuku.php> , (15.01.06)

146

ilişkili olmayan ve ortaya çıkmış olan problemlerin çözümü ile de

uğraşılmıştır.Belirli malzeme ve teçhizatın,ikili kullanım alanının olması,yani

hem barışçıl amaçlarla kullanılabilmesi hem de biyolojik silah yapımına

hizmet etmesi en önemli tartışma konusu olmuştur.Kimyasal Silah

Konvansiyonunda olduğu gibi,Biyolojik Silah Konvansiyonunun bir denetim

mekanizmasının olamamasının nedeni bu durumun varlığına bağlanmıştır.

Bu nedenle birçok ülke,konvansiyona uyumlu faaliyet gösterildiğini teyit

etmek için,ülkelerin konvansiyon kapsamına giren tesis ve faaliyetleri açıklık

politikası gereği deklare etmelerinin ve denetim istemelerinin uygun bir

çözüm olacağına inanmaktadır.Uluslar arası ilişkilerde bu kadar iyi niyetli bir

yaklaşımın kaç tane devlete hitap edebileceği tartışmalı bir konudur ancak

birçok Orta Doğu devletinin böyle bir girişimde asla bulunmayacağı

değerlendirilmektedir.

İkinci ve üçüncü Gözden Geçirme Konferanslarında,konvansiyon

ile ilgili güvenlik arttırıcı önlemler üzerinde durulmuş ve birincisi iki alt

bölümden oluşan,toplamda 7 adet önlem devletler tarafından kabul

edilmiştir 430;

(i,a) Ulusal veya Uluslar arası sıkı standartlara sahip,laboratuar

veya araştırma merkezlerine ait bilgilerin deklare edilmesi,

(i,b) Ulusal savunma adına yapılan biyolojik araştırmaların deklare

edilmesi,

(ii) Biyolojik araştırmaların normal seyri esnasında meydana

gelmiş olan kaza ve bunların etkileri konusundaki bilgilerin deklare

edilmesi,

(iii) Biyolojik araştırmaların,barışçıl alanlardaki kullanımı ile ilgili

geliştirilen yeni bilgilerin konvansiyonun bilgi birikimine katkı sağlayacak

şekilde deklare edilmesi,

(iv) Konvansiyonun gelişimine katkı sağlayabilecek bilim adamları

ve uzmanların aynı platformlarda buluşmasının sağlanması,

(v) Biyolojik maddelerin ihracatı ve ithalatı ile ilgili ulusal kuralların

deklare edilmesi, 430 “BTWC : Confidence – Building Measures” , <http://cbw.sipri.se/cbw/103030140.html> , (01.02.06)

147

(vi) 1946 yılından itibaren yürütülen savunma veya saldırı amaçlı

biyolojik programların deklare edilmesi,

(vii) İnsanları hastalıklardan koruma adına,devletlerin yürüttüğü

ve biyolojik araştırmaları da içeren sağlık programlarının deklare

edilmesi.

Güvenlik Arttırıcı Önlemler incelendiğinde,biyolojik silahların

yayılmasını engelleyebilecekleri açıkça görülebilmektedirler.Ancak

tartışmaların odak noktası aynı konu olmaktadır;o da konvansiyon

tarafından etkili bir denetim mekanizmasının henüz daha kurulamamış

olmasıdır. 4.3.2. İki Taraflı Anlaşmalar 4.3.2.1. Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Antlaşma Amerika Birleşik Devletleri'nde Başkan Kennedy yönetiminin 1961

yılının mayıs ayında,Küba'daki Castro rejimini devirmek için,C.I.A. aracılığı ile

giriştiği Domuzlar Körfezi çıkarması deneyiminin,Sovyet önderleri üzerinde

çok etkili olduğu bilinmektedir.Başarısızlıkla suçlanan bu deneyimden kısa bir

süre sonra,31 Ağustos'ta Kruşçev,atmosferdeki denemelere yeniden

başlandığını açıklamıştır.Bunun üzerine, Amerika Birleşik Devletleri füze

yapımını hızlandırmış ve karadan atılan füze sayısını 1054'e yükseltmiştir.431

Küba bunalımı,İkinci Dünya Savaşından sonra ilk kez,iki "Süper

Devleti" nükleer bir savaşın eşiğine getirmiştir.Bu olayın yarattığı tehlike ve

atmosferdeki atom deneylerinin yeniden başlaması üzerine,radyoaktif

serpintilerden giderek daha fazla endişe duymaya başlayan dünya

kamuoyunun etkisi ile,Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği nükleer

denemelerin kısmen yasaklanması konusuna öncelik vermeye başla-

mışlardır.432 1950'lerin ortalarından beri süregelen görüşmeler,Sovyetlerin

"yerinde denetimi" kabul etmeyeceklerini gösterdiği gibi,uydulardan yapılan

"tek taraflı denetim" de bunu büyük ölçüde gereksiz kılmıştı.Bunun üzerine,

Amerika Birleşik Devletleri,yerinde denetimi zorunlu kılan yer altı

denemelerini dışarıda bırakarak,uzay,atmosfer ve su altı denemelerini 431 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.466. 432 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.467.

148

kapsayan bir anlaşma olanakları üzerinde durmaya başlamıştır.Bu

çalışmalar,her şeyden önce,kaza sonucunda çıkabilecek bir atom savaşının

önlenmesinin ve bunalım sırasında derhal görüşme olanağı sağlamak için

Moskova ile Washington arasında doğrudan bir "kırmızı telefon" hattının

çekilmesini gerektirmiştir.Bu durumun yarattığı uygun ortamın da yardımı ile

Amerika Birleşik Devletleri,Sovyetler Birliği ve İngiltere temsilcilerinin 15

Temmuz - 5 Ağustos 1963 tarihleri arasında Moskova'da yaptıkları

görüşmeler, üç devlet arasında "Nükleer Denemelerin Kısmen Yasaklanması

Anlaşması"nın (Test Ban Treaty) imzalanması ile sonuçlanmıştır.Sovyetler

Birliği'nin bu anlaşmayı imzalamasında,Çin ile ilişkilerinin giderek ve açık bir

biçimde bozulmuş olmasının önemli katkısı olmuştur.Beş maddeden oluşan 5

Ağustos 1963 tarihli Moskova Anlaşmasının birinci maddesinde taraflar su

altında,atmosferde ve uzayda nükleer deneme yapmamayı ve bu tür

denemelerin yapılmasına yardım etmemeyi üstlenmişlerdir.Yer altı

denemelerinde ortaya çıkan radyoaktif kalıntıların, patlamanın yapıldığı

ülkenin sınırları dışına çıkabilme ihtimali mevcut olduğundan,bu denemelerin

yapılmaması kararlaştırılmıştır. Anlaşmanın dördüncü maddesinde,ulusal

çıkarların tehlikeye düşmesi halinde,taraflara anlaşmadan çekilme olanağı

verilmiştir.433 Moskova Anlaşmasına dünya devletlerinin büyük çoğunluğu

olumlu tepki göstermişler ve anlaşma ile bağlı olmayı kabul etmişlerdir.

Ancak,Çin,Fransa,Arnavutluk,Kamboçya,Kongo,Küba,Gine,Kuzey Vietnam,

Kuzey Kore ve Suudi Arabistan bu antlaşmayı kabul etmediklerini

bildirmişlerdir.Bu sırada Fransa ilk nükleer denemesini yapmış (1960),Çin ise

ilk denemesini yapabilmek için çalışıyordu ve nitekim Çin de bundan bir yıl

kadar sonra,1964 yılında ilk nükleer bombasını patlatmıştır.Öte yandan,

İngiltere 1952 yılından beri nükleer güce sahip bulunuyordu.

Fransa'nın Moskova Anlaşmasına katılmamasının nedeni şöyle açık-

lanmıştır434 :Bu anlaşma, Anglo-Saksonlar ile Sovyetler Birliği'nin nükleer

üstünlüklerini sürdürmek için düşündükleri bir yöntemdir.Tüm nükleer

devletler,bu tür silahlarını ortadan kaldırmadıkça,Fransa kendi nükleer

caydırıcı gücüne sahip olmaya devam edecektir.Çin Halk Cumhuriyeti ise,bu 433 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler …, s.64. 434 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.468.

149

anlaşmanın üç devletin nükleer tekelini sürdürmek için yaptıkları bir girişim

olduğunu ileri sürmüştür ve bu açıklama,Çin ile Sovyetler Birliği arasındaki

sürtüşmeyi daha fazla arttırmıştır.

Nükleer denemelerin kısmen durdurulması kendi başına bir

‘’silahsızlanma önlemi’’ değildir.Bu nedenle,Moskova Anlaşması,nükleer

tehdidi ortadan kaldırmaktan veya azaltmaktan çok,iki blok arasındaki

gerginliğin yumuşamasına kısmen yardım etmiş olması bakımından

önemlidir.Nitekim,Moskova Anlaşmasından sonra,yer altı denemeleri giderek

artan bir biçimde sürmüş,anlaşma iki "dev" arasındaki yarışı azaltmamıştır.

Doğaldır ki,asıl önemli olan "laboratuardaki yarış’’tır;Moskova Anlaşması

bunu hiçbir biçimde etkilemediği gibi,belki de bunun artmasına neden

olmuştur.Buna karşılık,Moskova Anlaşması radyoaktif serpintiler tehlikesini

azaltmış olmakla birlikte,bunu da tamamen ortadan kaldırmamıştır.

Anlaşmaya katılmayan devletlerin atmosferde denemelerini sürdürmeleri,

radyoaktif serpintilerin,az da olsa,atmosferden de yayılmasına neden

olmuştur.Kaldı ki,yer altı denemeleri de radyoaktif serpintiler bakımından

tamamen zararsız değillerdir çünkü,bu tür denemelerde bir miktar sızıntı

meydana gelebilmektedir.Bu serpintiler,denemelerin yapıldığı ülkelerin

sınırları ötesine de yayıldıklarından,Moskova Anlaşmasına aykırı olmaktadır.

Bütün bunlara rağmen,Moskova Anlaşmasının imzalanması,iki "Süper

Devlet" arasında varılan ilk önemli nükleer anlaşma olması bakımından önem

taşımaktadır;bu anlaşma detant politikasının temel taşlarından biri

olmuştur.435

4.3.2.2. Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (Strategic Arms Limitation Talks – SALT I, SALT II )

Soğuk Savaş sürecinde,nükleer silahsızlanmanın önemli dönüm

noktalarından biri sayılabilecek olan,Stratejik Silahların Sınırlandırılması

Görüşmeleri’ne uzanan yolu,kanaatimizce iyi analiz etmek

gerekmektedir.Stratejik Nükleer Silahların Sınırlandırılması önerisini ilk kez

ABD 1964 yılında yapmış,SSCB 1966 yılında ABM (Antiballistic Missile-

Füzesavar Füze) sistemi kurmaya başladığında da bu önerisini

435 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.468.

150

yinelemiştir.SALT süreci fiilen 17 Kasım 1969 tarihinde Helsinki’de

başlamış436 ve iki buçuk yılın sonunda 26 Mayıs 1972 tarihinde Moskova’da

ABD Başkanı Nixon ile SSCB Devlet Başkanı Leonid Brejnev arasında

imzalanan 3 protokolle sonuçlandırılmıştır.437 Bu protokoller;

(i) Füzesavar Füze Sistemlerinin Sınırlandırılmasına İlişkin Anlaşma,

(ii) Stratejik Saldırı Silahlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Bazı

Tedbirler Hakkında Geçici Anlaşma,

(iii) Geçici anlaşmada söz konusu nükleer denizatlılarda

bulundurulacak füze sayısını belirleyen protokoldür.

SALT I’de kabul edilen iki anlaşma ve bir protokolden başka,bir “Kaza

Tedbirleri Anlaşması”,bir de “Kırmızı Telefon Anlaşması” imzalanmıştır.438

İmzalanan anlaşmaya göre,her iki taraf Kıtalararası Balistik Füzeler (ICBM)

ve Denizaltılardan Atılan Balistik Füzeler (SLBM) ile Nükleer Güçlü

Denizaltılar (SSBN) bakımından aşağıda belirtilen sınırlamaları kabul

etmişlerdir 439 ;Bunlardan,ICBM miktarında indirim yapmak koşulu ile SLBM

ve Nükleer Denizaltı Miktarlarında artırım yapılabileceği,ancak bunun ABD

için 44 nükleer denizaltı ile 170 SLBM’yi,SSCB için ise 62 nükleer denizaltı ile

950 SLBM’yi geçmeyeceği kabul edilmiştir.Taraflar sadece başkentler ile

kıtalararası balistik füze mevzilerini savunabileceklerdir.Füzesavar tesisleri

başkentler ve ICBM füze üsleri merkez olmak üzere 150 km. çapında bir

bölge içinde olacak,en fazla 100 füze ile 100 füze rampası

bulunacaktır.Taraflar karada üslenmiş sabit ICBM fırlatıcısı (mevcutlar

haricinde) inşa etmeyeceklerdir.

Yaklaşık dört yıl süren yoğun diplomatik ve askeri çalışmalar sonunda

Moskova’da,Mayıs 1972’de SALT I adı ile anılan stratejik silahların aynı

düzeyde dondurulmasını öngören Anti Balistik Füzeler (ABM) Anlaşması,

ABD ve SSCB Başkanları tarafından imzalanmıştır.440 SALT I Anlaşmasının,

nükleer silah yarışını belirli bir ölçüde durdurmak ve genel savaş tehlikesini 436 Veli Yılmaz , Siyasi Tarih , Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları , İstanbul 1998 , s.282. , <http://tr.wikipedia.org/wiki/SALT_I_Anla%C5%9Fmas%C4%B1> , (23.05.06) 437 Caşin , a.g.t. , s.199. 438 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.476. 439 Yılmaz , a.g.e. , s.282. , Caşin , a.g.t. , s.199. , Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.476. 440 Caşin , a.g.t. , s.200. , Sönmezoğlu , Uluslararası Politika … , s.448-449.

151

azaltması bakımından yararlı olduğunu söyleyebiliriz.ABD ve SSCB’yi bu

antlaşmayı imzalamaya iten en önemli neden,güvenliklerini arttıracaklarına

dair olan inançlarıydı.Nükleer alandaki hızlı teknolojik gelişmeler,aslında hem

ABD hem de SSCB için korku unsuru olma özelliği taşımaktaydı.Karşı tarafın

ulaştığı gücün sınırlarını bilememek gibi önemli bir belirsizlik durumu,bu

korkunun önemli yaratıcısı konumuna gelmiştir.SALT I antlaşması ile nükleer

dengeye istikrar kazandırma yani bir bakıma güvenliği tesis etme çabası

gündeme gelebildiği için,ABD ve SSCB bu antlaşmayı imzalamışlardır.441

Özellikle Çin ile gergin bir dönem yaşayan SSCB’nin en azından Batıdan

gelen baskıyı azaltmak için bu antlaşmayı bir fırsat olarak gördüğünü

düşünüyoruz.SALT I’in belki de en cazip yanının silahlanma yarışını

yavaşlatarak iki devleti de önemli bir maddi külfetten kurtarması olduğunu da

burada belirtmek gerekecektir.Zira ABM sistemlerinin maliyetlerinin iki devlet

için de yabana atılmayacak kadar fazla olduğu bilinmektedir.

İki "Süper Devlet" 21 Kasım 1972 de Cenevre'de SALT-II

görüşmelerine başlamışlar442,zorlu ve çetin geçen 7 yıllık bir sürecin ardından

18 Haziran 1979’da Viyana’da Jimmy Carter ve Leonid Brejnev arasında

antlaşma imzalanmıştır.443 SALT II,1922 Washington ve 1930 Londra Deniz

Silahsızlanmaları antlaşmalarından beri,son 50 yıl içinde gerçekleştirilmiş ilk

silahsızlanma antlaşması özelliğini taşıyabilecekken ABD kongresi tarafından

onaylanmadığı için yürürlüğe girmemiştir.Bundaki temel sebep,stratejik

üstünlüğün SSCB’ye kaptırıldığı yönündeki eleştiriler olmuştur.Bunun

yanında Aralık 1979’da SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesi,antlaşmanın

Kongre tarafından onaylanmaması için ayrı ve belki de en önemli sebebi

teşkil etmiştir.444 İşgal olayı üzerine,ABD tereddütsüz olarak SALT-II

Antlaşmasını onaylamaktan vazgeçmiştir.Çünkü Afganistan'ın SSCB

tarafından işgali,Orta Doğu'da,en az stratejik silahlar anlaşması kadar önemli

bir stratejik değişiklik yapabilirdi.Kaldı ki,SSCB’nin Afganistan'ı işgali ABD

kamu oyunda,detant ve silahsızlanma konusunda SSCB’nin samimi olmadığı

441 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika … , s.449. 442 <http://www.armscontrol.org/documents/salt2.asp > , (23.05.06) 443 Yılmaz , a.g.e. , s.283. 444 <http://tr.wikipedia.org/wiki/SALT_II_Anla%C5%9Fmas%C4%B1> , (23.05.06)

152

ve yumuşamayı kendi yayılma ve genişleme tasarıları için müsait bir fırsat

olarak gördüğü şeklinde değerlendirilmiştir.Netice olarak,SALT-II doğmadan

değil,ama doğduktan biraz sonra,çok kısa bir ömürle sona ermiş oldu.445

4.3.2.3.Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Görüşmeleri ( Strategic Arms Reduction – START I , START II) Start Müzakerelerinin başlatılmasının esas amacının,SALT II'nin

onayını geciktiren sebepleri ortadan kaldırmak,stratejik silahların sayısını

sadece sınırlamak değil aynı zamanda azaltmak olduğu

söylenebilir.Taraflar,Soğuk Savaş başlangıcındakilere benzeyen üç yılın

ardından 30 Haziran 1982'de Cenevre’de yeniden bir araya gelerek kısaca

START (Strategic Arms Reduction Talks) diye adlandırılan Stratejik Silahların

Azaltılması görüşmelerine başlamışlardır.446 Bu görüşmelerin ana fikrine göre

ABD’nin sunduğu teklife göre her iki taraf da,(her biri için) nükleer

başlıklarının sayısını yaklaşık 7.000'den 5.000'e,ICBM'lerin sayısını ise

850'ye indirecek ve savaş başlıklarının da yalnızca 2500'ü karada üslenmiş

füzelere yerleştirilebilecekti.447 Bu teklifi,SSCB tek taraflı bulduğunu ilan

ederek aslında SALT II antlaşması konusunda görüşmelere devam etmek

istediğini bildirmiştir.Ancak 1983 tarihli Avrupa’daki INF krizi nedeni ile

görüşmelerden tamamen çekilmiştir.448 Gorbaçov’un SSCB dış politikasına

getirdiği canlılık sayesinde görüşmeler 1985 yılında tekrar başlamış ve

1991’in Temmuzunda START I isimli antlaşma imzalanmıştır.Antlaşma ile iki

ülke de ellerinde bulunan stratejik nükleer silahlarda ortalama % 30'luk bir

indirimi kabul etmişlerdir.Yine antlaşmaya göre,1999 yılına kadar ABD'nin

elinde bulunan nükleer füze ve bombaların sayısının 12 binden 9 bine,

SSCB'ninkilerinin de 11 binden 7 bine düşürülmesi karara bağlanmıştır.449

Nükleer savaş başlığı taşıyabilecek nitelikteki füze ve denizaltılar için 1600

445 Yılmaz , a.g.e. , s.283. 446 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.495. 447 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.495. , “START I” , <http://www.fas.org/nuke/control> , (16.01.06) 448 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika … , s.453. 449 David Anderson , The Achievements of the Strategic Reduction Treaty and Future Possibilities for Strategic Arms Reduction , Published by the Department of the Parliamentary Library , Australia 1991 , p.1-16.

153

tavanını öngören antlaşma,on beş yıl süre ile yürürlükte kalacak ve süre

bitimlerinde beşer yıllık uzatmalara gidilebilecek biçimde düzenlenmiştir.450

START Antlaşması'ndan sonra her iki ülke lideri,nükleer silahlarda

köklü indirimi öngören planlar ileri sürmüşlerdir. ABD Başkanı G.Bush'un 28

Eylül 1991 tarihinde yaptığı önerinin temel maddeleri şunlardır 451 :

(i) Yurt dışında bulunan ve karadan fırlatılan kısa menzilli füzelere

ait tüm nükleer savaş başlıklarının imha edilmesi,

(ii) Savaş gemileri ile denizaltıların tüm kısa menzilli nükleer

silahlardan arındırılması,

(iii) Stratejik bombardıman uçaklarının günlük alarm durumundan

çıkartılması,

(iv) On savaş başlığı taşıyan MX füzesinin raylı arabalara

yerleştirilmesi planından vazgeçilmesi,

(v) Kısa menzilli nükleer saldırı füzelerinin yok edilmesi,

(vi) ABD ve SSCB'nin ellerinde bulunan tüm çok başlıklı Kı-

talararası Balistik Füzeler için anlaşmaya varmaları,

(vii) ABD'ye ait tüm stratejik ve nükleer güçlerin kumanda ve deneti-

mini geliştirmek için yeni bir stratejik kumanda sisteminin kurulması,

(viii) Tek savaş başlığı taşıyan "Midgetman" füzesi için gezici bir

fırlatıcı geliştirilmesine ilişkin plandan vazgeçilmesi.

Bu planın açıklanmasından sonra SSCB lideri Gorbaçov'un 5 Ekim

1991 tarihinde açıkladığı indirim planı ise şu biçimdedir 452 :

(i) Tüm kısa menzilli nükleer füzeler ve nükleer top mermilerinin yok

edilmesi,

(ii) Nükleer bombardıman uçakları ile beş yüz kadar uzun menzilli

füzenin alarm durumundan çıkarılması,

(iii) Stratejik silahlarda START Antlaşması'nda kabul edilenden daha

fazla indirim yapılması ve buna göre Sovyet füze ve ordu mevcudunun

azaltılması,

450 Sönmezoğlu,Uluslararası İlişkiler …,s.638. , “START I” , <http://www.fas.org/nuke/control>, (16.01.06) 451 Anderson , a.g.e. , s.14-16. , Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … ,s.638-639. 452 Anderson , a.g.e. , s.14-16. ,Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … ,s.639.

154

(iv) Nükleer denemelere bir yıllık moratoryum konulması,

(v) Kıtalararası Balistik Füzelerin geliştirilmesine son verilmesi ve

eldekilerin sabit depolarda konuşlandırılması,SSCB'nin Yıldız Savaşları diye

bilinen projeye katılması.

Yapılan tüm bu açıklamalar dünyada olumlu karşılanırken,bir yandan

da nükleer silahların yaygınlaşması nedeniyle SDl projesinin önem

kazanmasına yol açmıştır.Bu çerçevede sürdürülen görüşmeler Sovyetler

Birliği'nin dağılmasından sonra ABD ile Rusya arasında gerçekleşmiştir.17

Haziran 1992 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin ile ABD Başkanı

George Bush,uzun menzilli nükleer silahlar ve imha edilen silahların imhaları

sırasındaki gözlemcilik konularında tam uzlaşma sağlayamasalar da,nükleer

silah indirimi ön anlaşmasını kabul etmişlerdir.453 Buna göre ABD'nin 3.500,

Rusya Federasyonu'nun da 3000 nükleer başlık indirimi yapacakları karara

bağlanmıştır.454 18 Haziran 1992 tarihinde de iki lider arasında (5+2) formülü

ile tanınan ve START-II olarak bilinen antlaşma imzalanmıştır.Antlaşmada "5"

ile ifade edilen beş indirim konusu;bombardıman uçakları,nükleer

silahlar,nükleer başlıklar,konvansiyonel silahlar,uzayda ortak çalışma olarak

saptanmıştır.Antlaşmada "2" ile ifade edilen konu ise ABD ile Rusya

Federasyonu arasında,ekonomik ve mali işbirliğinin geliştirilmesi olarak

karara bağlanmıştır.455

START I ve START II anlaşmalarının uzantısı olarak ise,31 Aralık

2007 tarihinde START III görüşmelerine başlanması planlanmıştır.

Görüşmelerde,var olan tüm stratejik silah ve başlıklarının % 30 ila % 45

arasındaki oranlarda imha edilmesi konuşulması planlanmaktadır.456 START

III anlaşmasının arzu edilen şekilde sonuçlanmasını müteakip ise,bu sefer

sadece Rusya ve ABD değil,nükleer güce sahip olan bütün devletlerin

katılacağı START IV görüşmelerine başlanması planlanmaktadır.457

453 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … ,s.639. 454 Anderson , a.g.e. , s.16-17. , “START I” , <http://www.fas.org/nuke/control> , (16.01.06) 455 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler …, s.640. 456 “START III” , <http://www.fas.org/nuke/control/start3/index.html >, (16.01.06) 457 “START IV” , <http://www.fas.org/nuke/control/start4/index.html >, (16.01.06)

155

SONUÇ

I nci Dünya Savaşından gerekli dersler devletler tarafından alınmadığı

için II nci Dünya Savaşının yaşanması kaçınılmaz olmuştur.Sonrasında ise

uluslararası ortam iki kutuplu bir yapılamaya itilmiş ve buna bağlı olarak o

güne kadar görülen en sert ideolojik ve askeri rekabet yaşanmaya

başlamıştır.Savaşın iki galibi ABD ve SSCB kutupların başat devletleri olmuş

ve yaşanan rekabette de başrolü üstlenmişlerdir.Anılan dönem Soğuk Savaş

olarak adlandırılmasının sebebi de bu iki devletin karşılıklı olarak sıcak bir

çatışmaya girmemesi olmuştur.Ancak yine bu iki devlet 1990’lara kadar

yaşanan sıcak çatışmaları bizzat desteklemekten de geri kalmamışlardır.

ABD ve SSCB arasında yaşanan rekabet en bariz olarak askeri alanda

görülmüştür.1940’lı yıllardan beri nükleer silah sahibi olan ABD’yi kendisine

düşman eden veya edinen SSCB’nin doğal olarak kurması gereken ilk denge

askeri denge olmuştur.Bu da aynı ABD gibi nükleer silahlara sahip olmak

anlamına geldiği için,SSCB bu konudaki çabalarını arttırmış ve 1952 yılından

itibaren ilk nükleer silahına sahip olmuştur.Bu andan itibaren devletlerin

gücünü simgeleyen asli unsurlardan biri olarak nükleer silahlara daha fazla

sahip olma yarışı başlamıştır.10 yıl gibi kısa bir süre içinde de ABD ve

SSCB’nin sahip olduğu nükleer silah sayısı tüm dünyayı yok edebilecek

niteliğe ulaşmıştır.

Stratejik anlamda askeri üstünlük sağlayan nükleer silahlar konusunda

yaşanan rekabet,bu silahların,sahip olan devlete bağımsız ve korkusuz

politikalar izleme imkanı verdiği görülünce,sadece ABD ve SSCB ile sınırlı

kalmamıştır.İngiltere,Fransa ve Çin gibi güçlü ülkeler bulundukları zaman

dilimine uygun olarak güvenlik politikalarını belirlemişler ve nükleer silahlara

sahip olmanın gerekliliğine inanarak,nükleer kulübe katılmışlardır.Bu

gelişmeler üzerine,başat rolüne tahditler konulabileceğini fark eden ABD’nin

çabaları nükleer silahların yayılmasını engelleme yönüne doğru

kaymıştır.Ancak nükleer teknolojinin enerji üretimi gibi barışçıl amaçlara da

hizmet etmesi,dünya üzerindeki birçok devlete nükleer bilgi kapılarını

açmış,dolayısıyla ABD’nin bu alandaki girişimleri yetersiz kalmıştır.ABD kendi

156

blokundaki devletlere,SSCB tehdidine karşı güvenliği sahip olduğu nükleer

silahlarla sağlayabileceğini garanti etmiş fakat özellikle Küba Krizinden sonra

bunun gerçek olup olmadığı müttefiklerince sorgulanmaya başlamıştır.Durum

böyle olunca da nükleer silahların yayılması kaçınılmaz olmuştur.

Silahsızlanma,Soğuk Savaş sürecinde farklı anlamlar kazanmış ve

politik manevra unsuru olarak özellikle ABD tarafından SSCB’ye karşı ustaca

kullanılmıştır.INF bu durumun en güzel örneğini teşkil etmektedir.Bunun

yanında BM de silahsızlanma çabalarında bulunmuş,kimyasal ve biyolojik

silahların sınırlandırılması konusunda nispeten başarılı olmuş ancak 1998

yılına gelindiğinde,Hindistan ve Pakistan’ın da birer gayri resmi nükleer güç

olması ile,nükleer alanda yeterince başarılı olamadığı anlaşılmıştır.

Dünyanın içinde bulunduğu bazı zaman dilimleri silahsızlanmayı

gündem konusu olarak ele almayı gerektirmemiştir.Ancak 11 Eylül ve

sonrasında yaşanan süreç bu konuda farklı boyutların açılmasına sebep

olmuştur.Teorik olarak silahlardan arınmış bir dünyanın mümkün olmadığı

uluslararası alanda kabul gören bir olgu olsa da,11 Eylül sürecinden sonra en

azından silahların kontrol altında tutulmasının zorunlu olduğu kabul edilmeye

başlanmıştır.SSCB’nin dağılmasıyla birlikte,çekilen ekonomik sıkıntılar

nedeniyle kontrolsüz kaldığına inanılan,muazzam seviyede bir kitle imha

silah stokunun var olduğu anlaşılmıştır.Uluslararası güvenlik adına

oluşabilecek tehlike de burada başlamaktadır.Terör ve kitle imha silahlarının

bir arada bulunma ihtimali bundan sonra vardır ve gerçeklik oranı da oldukça

yüksektir. Uluslararası terörizmin değişen yapısı da bu ihtimalin

gerçekleşmesini sağlayabilecek niteliğe ulaşmıştır.Bu bağlamda,kitle imha

silahlarının yayılması konusunun fazlasıyla önem kazandığını

söyleyebiliriz.Ancak , ABD’nin 1960’lı yıllar sonrasındaki çabalarına benzer

şekilde,günümüzdeki silahsızlanma çabaları da , kitle imha silahlarına sahip

olan devletlerin bu silahları yok etmesi üzerinde yoğunlaşmamaktadır.Bunun

yerine,kitle imha silahlarına sahip olmayan devletlerin bu silahlara sahip

olması engellenmeye çalışılmakta bunun adına da silahsızlanma

denmektedir.İşte bu mantıkla hareket edildiği sürece kitle imha silahlarının

varlığı dünya için tehdit olmaya devam edecektir.

157

Devletlerin güvenliklerini sağlamaları yönünde sergiledikleri düşmanca

olmayan çabalar doğal karşılanmalıdır. Ancak kitle imha silahları ile,

düşmanca niyetler beslenmese bile,sağlanmaya çalışılan güvenlik ve

caydırıcılık kendi içinde büyük bir ikilem yaratmaktadır:Çünkü bu silahlar

devletler tarafından kullanılmasa bile,kaza,sabotaj ve terör tehlikeleri

yüzünden,devletleri günümüzde kendi evlerinde vurulma tehdidi ile karşı

karşıya bırakmaktadır.Zira gelişen teknoloji ile birlikte herhangi bir şeyin

gizlenmesi oldukça zorlaşmıştır.

Kitle imha silahları devletler tarafından üretilmeye veya elde edilmeye

devam edecektir.Kitle imha silahlarını elde etme çabaları devam ettikçe ve bu

konuda başarılı olundukça da tek kutuplu görünüme sahip dünya düzeni

birden çok ancak keskin kutuplara sahip olabilecektir.II nci Dünya

Savaşından sonra deneme maksatları haricinde kitle imha silahlarının

kullanılmamış olması,gelecekte çıkabilecek çok küçük çatışma veya kriz

anlarında bile kullanılmayacağının bir işareti olamaz.Küçük çatışmalar bir

yana,dünya savaşına benzeyen bir çatışma biçiminde ise bu silahların

kesinlikle kullanılabileceğini söyleyebiliriz.

Kitle imha silahlarına ilişkin söylenen her şeyde,mutlaka bu konuda

dünyanın en önemli gücüne sahip ABD’den bahsetmek durumundayız.Ancak

gelecekte daha güvenli bir dünya olacaksa bunun yolunun ABD,uluslararası

terör ve kitle imha silahları gibi üç kritik öneme sahip kavramın bir araya

gelmemesinden geçtiğini söylemek de yerinde olacaktır.

158

KAYNAKÇA KİTAPLAR AKBULUT , Saffet ; ERTEKİN , Süleyman , Dünyadaki Silahsızlanma Çalışmaları ve Türkiye , Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları , İstanbul , 1995. AKDEVELİOĞLU , Atay ; KÜRKÇÜOĞLU , Ömer , “1945-1960 Batı Bloku Ekseninde Türkiye-1” , Türk Dış Politikası , Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler , Yorumlar , Cilt 1:1919-1980 , Baskın Oran , İletişim Yayınları , İstanbul , 2001. ANDERSEN , Bent Lindhart ; SARUP , Dorthe Host , “Towards Simple,Transparent and Harmonised Export Controls” , Wassenaar Arrangement,Export Control and its Role in Strengthening International Security , Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna , 2005. ANDERSON , David , The Achievements of the Strategic Reduction Treaty and Future Possibilities for Strategic Arms Reduction , Published by the Department of the Parliamentary Library , Australia , 1991. ARI , Tayyar , Uluslar arası İlişkiler ve Dış Politika , Alfa Yayınevi ,İstanbul, 2004. AYDIN , Mustafa , “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye” , Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular , Belgeler , Yorumlar , Editör : Baskı Oran , İletişim Yayınları , İstanbul , 2001. BİLBİLİK , Erol , Amerikan Kuşatması , Otopsi Yayınları , İstanbul , 2003. CANKARA , Yavuz , Yeni Oyun, İran’ın Nükleer Politikası , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul , 2005. CLAUSEWİTZ , Carl Von , Savaş Üzerine , çev. ;Fahri Çeliker , Özne Yayınları , İstanbul , 1999. CORDESMAN , Anthony H. , Asymmetric and Terrorist Attacks With Biological Weapons , Center for Strategic and International Studies Press, Washington , 2001. CORDESMAN , Anthony H. , Terrorism , Asymmetric Warfare and Chemical Weapons , Center for Strategic and International Studies Press, Washington , 2001. DABAĞYAN , Levos Panos , Pearl Harbor’dan Hiroşima’ya (1941-1945), Kum Saati Yayıncılık , İstanbul , 2004.

159

DANİELSON , Sune , “Basic Information on the Wassenaar Arrangement”, Wassenaar Arrangement, Export Control and its Role in Strengthening International Security , Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna , 2005. DAVİS , Lynn E. ; TOURRETTE , Tom La ; MOSHER , David E. ; DAVİS, Lois M. ; HOWEL , David R. , İndividual Preparedness and Response to Chemical Radiological , Nuclear , and Biological Terrorist Attacks , A Quick Guide , Rand Press , Santa Monica California , 2003. DAVUTOĞLU , Ahmet , Stratejik Derinlik,Türkiye’nin Uluslararası Konumu , Küre Yayınları , İstanbul , 2001. DİKBAŞ , Yılmaz , İsrail’in Nükleer Silah Cephaneliği , Asya Şafak Yayınları , İstanbul , 2006. DOĞAN , Abdullah , Genler Nereye Koşuyor ,Focus Kitapları,Ankara, 2001. ERDOĞAN , Latif Tufan , Kıyametin Gözyaşları,Petrol ve Nükleer Enerji, Elips Kitap , Ankara , 2006. ERDOĞDU , Hikmet , Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve NATO İttifakı , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul , 2004. ERDOĞDU , Hikmet , Büyük İsrail Stratejisi , IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2005. ERDURMAZ , A. Serdar , Orta Doğu’daki Kitle İmha Silahları ,Silahların Kontrolü ve Türkiye , Ümit Yayıncılık , Ankara , 2003.

ERHAN , Çağrı , “Kore Savaşı” , Türk Dış Politikası , Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar , Cilt 1:1919-1980 , Editör Baskın Oran , İletişim Yayınları , İstanbul , 2001. FİSCHER , David , History of the International Atomic Energy Agency,The First Forty Years,Printed by the IAEA in Austria,Austria, 1997. GLASSTONE , Samuel ; DOLAN , Philip , The Effects On Nuclear Weapons,US Defence and US Department of Energy Press,Washington DC, 1977. GOLDSTAİN , Lyle J. ; ERİCKSON , Andrew S. , China’s Nuclear Force Modernization , Naval War College Press, Rhode İsland , 2005. GÖNLÜBOL , Mehmet , Olaylarla Türk Dış Politikası 1919 – 1995 , Siyasal Kitabevi , 9 ncu baskı , Ankara , 1996.

160

GÖNLÜBOL, Mehmet , Uluslararası Politika,İlkeler-Kavramlar-Kurumlar, Siyasal Kitabevi , Ankara, 2000. GÜRKAYNAK , Muharrem , Avrupa’da Savunma ve Güvenlik , Asil Yayın Dağıtım LTD.ŞTİ. , Ankara , 2004. GÜRSOY,Barış, Soğuk Savaştan Günümüze Asimetrik Tehdit , IQ Kültür Sanat Yayınları , İstanbul , 2005. İNAT , Kemal , ABD’nin Haydut Devletleri,Değişim Yayınları,İstanbul, 2004. İZCİ , Rana , “Uluslararası Güvenlik ve Çevre” , Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar , Der.:Faruk Sönmezoğlu , Der Yayınları, İstanbul , 1998. KARACA , R. Kutay,Dünyadaki Yeni Güç Çin,Tek Kutuptan Çift Kutuba, IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul , 2004. KARLUK , Sadık Rıdvan , Uluslararası Ekonomik,Mali ve Siyasal Kuruluşlar , Turhan Kitabevi , Ankara , 1998. KENNEDY , Paul , Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken , Çev.:Fikret Üçcan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , Ankara , 1995. KHAN , Ali S. ; LEVİTT , Alexandra M. ; SAGE , Michael J. , Biological and Chemical Terrorism;Strategic Plan for Preparedness and Response , US Government Print Office , Washington , 2000. KLEVEMAN , Lutz , Yeni Büyük Oyun , Orta Asya’da Kan ve Petrol, Everest Yayınları, İstanbul , 2004. LEVİTAS , Gloria , Peace and Disarmament Education , Town Crier Printing , New York , 2004. OELRICH , Ivan C. , Sizing Post – Cold War Nuclear Forces , Institute For Defence Analyses Press , Washington , 2001. ÖRGÜN , Faruk , Küresel Terör , Okumuş Adam Yayıncılık ve Eğitim Hizmetleri , İstanbul , 2001. ÖYMEN , Onur , Geleceği Yakalamak , Türkiye’de ve Dünyada Küreselleşme ve Devlet Reformu , Remzi Kitabevi , İstanbul , 2000. ÖYMEN , Onur , Silahsız Savaş , Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi, Remzi Kitabevi , İstanbul , 2002. PRİMAKOV , Yevgeniy , 11 Eylül ve Irak’a Müdahale Sonrası Dünya, Doğan Ofset Yayıncılık ve Matbaacılık A.Ş. , İstanbul , 2004.

161

PURTAŞ , Fırat , Rusya Federasyonu Ekseninde Bağımsız Devletler Topluluğu , Platin Yayıncılık , Ankara , 2005. RANGER , Robin , The Devil’s Brews 1 : Chemical and Biological Weapons and Delivery Sistem , Published by CDISS , Washington , 1996. REEVE , Simon , Yeni Çakallar , Remzi Yusuf , Usame Bin Ladin ve Terörizmin Geleceği , Çev.:Gürol Koca , Everest Yayınları , İstanbul , 2001. SANDER , Oral , Siyasi Tarih 1918-1994 , İmge Kitabevi , Ankara , 1994. SCHWARZKOPF , Norman , Kahraman Olmak Gerekmez , General Norman Schwarzkopf Askerlik Yılları , Milliyet Yayınları , İstanbul , 1993. SHANNON , Peter , 20 Years of Australia Group Cooperation , Made by Romania National Agency for Export Controls , Romania , 2005. SİGAL , Leon , Nuclear Forces in Europe , The Brookings Institution, Washington , 1989. SÖNMEZOĞLU , Faruk , Uluslararası İlişkiler Sözlüğü , Der Yayınları, İstanbul , 2000. SÖNMEZOĞLU , Faruk , Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi , Filiz Kitabevi , İstanbul , 2000. THOMPSON , David J. ; MORRİS William R. , China in Space , Civilian and Military Developments , Air War College Press , Maxwell Air Force Base , Alabama , 2001. TOPUR , Tuncer , Milli Güvenlik ve Türkiye , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul , 2005. TOURAİNE , Marisol , Alt Üst Olan Dünya , Çev. : Turhan Ilgaz , Ümit Yayıncılık , Ankara , 1997. US Army Chemical School , FM 3-100/MCWP 3-3.7.1 Chemical Operations Principles and Fundamentals , Washington DC , 1996. US CONGRESS , Proliferation of Weapons of Mass Destruction; Assessing the Risks , US Government Printing Office , Washington DC, 1993. WILKINSON , Paul , “The Strategic Implications of Terrorism”, Terrorism&Political Violence,A Source Book , Edited by Prof.M.L.Sondhi, Har-anand Publications , India , 2000.

162

WITTER , Michael ; HEINZ , Matthias , “The Wassenaar Arrangement in the International Fight Against Terrorism” , Wassenaar Arrangement, Export Control and its Role in Strengthening International Security, Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna , 2005. YILMAZ , Veli, Siyasi Tarih , Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul , 1998. MAKALELER ALTIN,Vural, “Nükleer Silah Nasıl Yapılır” ,Bilim ve Teknik Dergisi,sayı 423, (Şubat 2003) , s.37-46. ALTINTAŞ,Nazım, “Nükleer Silahlanma ve Türkiye” , Silahlı Kuvvetler Dergisi, (Ankara 2000) , s.7-16. ARIBOĞAN , Deniz Ülke , “Uluslararası Terörizmin Yeni Yüzü” , Der.Faruk Sönmezoğlu , Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar , Der Yayınları , İstanbul , 1998. “Basic Course for OPCW National Authorities” , Chemical Disarmament , vol 3 , no 3 , (September 2005) , p.18. BURGAZ , Sema ,“Kimyasal Bileşikler ve Risk Değerlendirmesi” , Bilim ve Teknik Dergisi , sayı 412 , (Mart 2002) , s.46-47. BIRTLE , Andrew J. , “The Korean War-Years of Stalemate” , U.S.Army Center of Military History Brochure , (Washinton 2003) , p.1-39. ÇIRAKOĞLU , Beyazıt , “Biyolojik Silahlar ve Biyoterörizm” , Yeni Ufuklara,Genetik2 , Bilim Teknik Dergisi Ücretsiz Eki , (Mayıs 2002) , s.13. DABANLI , İhsan Tuncer , “ABD’nin Yeni Küresel Stratejisi , Muhtemel Sonuçları ve Türkiye” , Stratejik Araştırmalar Dergisi , Yıl 1 ,Sayı 1 , (Şubat 2003) , s.101-110. DEMİRTAŞ,Y.Serdar, “Kimyasal ve Biyolojik Savaş” , Silahlı Kuvvetler Dergisi , Sayı 382, (Ekim 2004) , s.97-109. DUMANLI , Cihangir , “INF Antlaşması” , Silahlı Kuvvetler Dergisi,sayı 320, (Mart 1989) , s.25-32. ERDURMAZ , A. Serdar ,“İran ve Nükleer Programı” , Stratejik Araştırmalar Dergisi , Yıl 3 , Sayı 6 , (Aralık 2005) , s.70-79. FİSCHER , Thomas , “The ICRC and the 1962 Cuban Missiles Crisis”, International Review Of the Red Cross , (June 2001) , p.287-309.

163

FREEDMAN , Robert O. , “Putin,Iran and the Nuclear Weapons Issue”, Problems Of Post Communism , vol.53 , no.2 , pp.39-48. GAFFNEY , Frank J. , “China Arms the Rogues” , The Middle East Quarterly , vol.4 , no 3 , (September 1997), http://www.meforum.org/aricle/360 GAUTHIER , Ryan , “The Cuban Missile Crisis and the U.S. War in Iraq : Psychological Problems With the Coercive Diplomacy” , Polity Carleton, (Summer 2005) , p.1-17. GOODMAN,Glenn W. , “Technological Innovation , SALT , and Stable Deterrence”,Air University Review,vol.29,no.4,(May-June 1978),p.22-30. GÜN , Ö.Rengin , “Birleşmiş Milletler Örgütünün Örgütlenme İlkeleri ve Örgüt Yönetimi Açısından İncelenmesi” , Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , cilt 2 , sayı 2 , (İzmir 2000) , s.2-6. GÜNEY , Nurşin Ateşoğlu , “NATO Nükleer Caydırıcılığı ve INF Antlaşması”, Dünü ve Bugünü ile Toplum ve Ekonomi Dergisi , (Eylül 1993) , s.60-76. HARRİS , Elisa D. , “Threat Reduction and North Korea’s CBW Programs”, The Nonproliferation Review , (Fall/Winter 2004) , p.86-109. HIRSCH , Theodore , “The IAEA Additional Protocol , What It Is and Why it Matters” , The Nonproliferation Review , (Fall-Winter 2004) , p.140-166. JOSEPH , Robert G. ; REICHART , John F. , “Deterrence and Defense in a Nuclear Biological and Chemical Environment”, Comparative Strategy, (January-March 1996) , p.31-37. MAYER ,Terry N.,“The Biological Weapon : A Poor Nation’s Weapon of Mass Destruction” , Battlefield of the Future,21st Century Warfare Issues , no 3, (1995), www.airpower.maxwell.af.mil/airchronicles/battle/chp8.html NORRİS , Robert S. ; ARKIN , William M. , “Chinese Nuclear Forces , 2000”, Bulletin of the Atomic Scientists , vol. 56 , no. 06 , (November/December 2000) , s.78-79. OGAN , Sinan ,“AB’nin Metsamor Nükleer Santrali’nin Kapatılmasına Yönelik Politikaları”, Avrasya Dosyası,Fasikül 24,Cilt 10,Sayı 2,(Yaz 2004),s.262-282. PAULİTZ , Henrik ,“Facts on Nuclear Energy – Backround Information”, (Berlin 2004) , www.ippnw.de

164

SCHMIDT , Fritz W. , “NPT Export Controls and the Zangger Committee”, The Nonproliferation Review , (Fall-Winter 2000) , p.136-145. SCHMIDT , Fritz W. , “The Zangger Committee:Its History and Future Role”, The Nonproliferation Review , (Fall 1994) , p.38-44. SEMİZOĞLU , İbrahim ,“Siber Terörizm ve Biyolojik Silahlar”, www.kpl.gov.tr/tr/siberteror.htm SHEINMAN , Lawrence , “Comprehensive Test Ban Treaty”,Washington 2003 , http://www.nti.org./e_research/e3_9a.html SLOSS , Leon , “Deterrence,Defense,Nuclear Weapons and Arms Control”, Comparative Strategy , (December 2001) , p.435-443. RAPORLAR CONAHAN , Frank , “Strategy Defence Initiative Program-Better Management Direction and Controls Needed” , United States General Accounting Office Report , Washington , 1987. http://www.turkcebilgi.com/Stratejik%20Savunma%20Giri%C5%9Fimi FRANKE , Björn , “The Cuban Missile Crisis” , Bremen Oberstufe Institute Free Presantion Paper , Bremen , 2001. GAMMOS , Stephen L.Y. , The Korean War-The UN Offensive , U.S.Army Center of Military History Brochure , Washinton , 2003. MOSER , Bethold , “The IAEA Conventions on Early Notification of a Nuclear Accident and on Assistance in the Case of a Nuclear Accident or Radiological Emergency” , International Nuclear Law in the Post-Chernobyl Period , A Joint Report by the OECD Nuclear Energy Agency and IAEA , Paris , 2006. “NSC-68” , www.fas.org/irp/offdocs/nschst/nsc68.htm “New Convention Against Nuclear Terrorism Bolsters Global Framework”, Staff Report , 2005 , www.iaea.or.at/NewsCenter/News/2005/conv_nuclterror.html “New Reality – Shaping Nuclear Security’s Global Directions” , Staff Report , 2005 , www.iaea.or.at/NewsCenter/News/2005/securityconf.html “The Relationship Between Disarmament and Development in the Current International Context” , DDA Report of the Secretary General , United Nations Publications , New York , 2004.

165

TEZLER AKPEK , Mehmet Murat , “Nuclear Weapon at the Edge of 21st Century”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi , Marmara Üniversitesi , İstanbul , 2001. ÇAŞİN , Mesut Hakkı , “Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri ve Silahsızlanma”,Basılmamış Doktora Tezi,İstanbul Üniversitesi,İstanbul, 1993. GÜNEY ,Nurşin Ateşoğlu ,“Avrupa Nükleer Caydırıcılığı ve Orta Menzilli Füze Antlaşması”,Basılmamış Doktora Tezi,İstanbul Üniversitesi , İstanbul , 1992. KARAATLI , Bülent , “Globalleşme Sürecinde Uluslararası Güvenlik Antlaşmalarının Yönü ve Türkiye’nin Geleceği” , Basılmamış Yüksek Lisans Tezi , Süleyman Demirel Üniversitesi , Isparta , 2002. KİBAROĞLU , Mustafa , “The Nuclear Non-Proliferation Regyme At The Crossroads : Strengthening or Uncertainty” , Basılmamış Doktora Tezi, Bilkent Üniversitesi , Ankara , 1996. YILDIZ , Yavuz Gökalp , “Dünden Bugüne Silahsızlanma” , Basılmamış Yüksek Lisans Tezi , İstanbul Üniversitesi , İstanbul , 1988. İNTERNET KAYNAKLARI http://academic.brooklyn.cuny.edu http://cbw.sipri.se http://dino.wiz.unikassel.de http://disarmament.un.org http://dosfan.lib.uic.edu http://nuclearweaponarchive.org http://tr.wikipedia.org http://taiwansecurity.org http://yearbook2005.sipri.org http://www.actionpa.org http://www.akut.org.tr http://www.animatedsoftware.com http://www.armscontrol.org http://www.atomicarchive.com http://www.australiagroup.net http://www.bbc.co.uk http://www.cddc.vt.edu http://www.cdi.org http://www.comeclean.org.uk http://www.ehw.org http://www.ekoses.com http://www.facts-on-nuclear-energy.info

166

http://www.fas.org http://www.greenpeace.org http://www.globalsecurity.org http://www.iaea.org http://www.learningcurve.gov.uk http://www.meforum.org http://www.msb.gov.tr http://www.mtcr.info http://www.nrdc.org http://www-ns.iaea.org http://www.nti.org http://www.opcw.org http://www.sipri.org http://www.ssgm.gov.tr http://www.state.gov http://www.taek.gov.tr http://www.turkcebilgi.com http://www.turkishtime.org http://www.untreaty.un.org http://www.whitehouse.gov http://www.yteas.com

167

EK-1

African Nuclear Weapons Free Zone Treaty (Treaty of Pelindaba)

The 1994 U.S.-North Korean Agreed Framework

Anti-Ballistic Missile (ABM) Treaty

Biological Weapons Convention

Chemical Weapons Convention

Comprehensive Test Ban Treaty (CTBT)

Conventional Armed Forces in Europe (CFE) Treaty

Intermediate-Range Nuclear Forces Treaty

International Code of Conduct against Ballistic Missile Proliferation

Latin America Nuclear Weapons Free Zone Treaty (Treaty of Tlatelolco)

Limited Test Ban Treaty (LTBT)

Missile Technology Control Regime

Nuclear Non-Proliferation Treaty

Open Skies Treaty

Ottawa Landmines Convention

Outer Space Treaty

Peaceful Nuclear Explosions Treaty (PNET)

Physical Protection of Nuclear Material Convention

Seabed Arms Control Treaty

168

South Pacific Nuclear Weapons Free Zone Treaty (Treaty of Rarotonga)

Strategic Arms Limitation Talks (SALT I) (narrative)

Strategic Arms Limitation Talks (SALT II)

Strategic Arms Reduction Treaty (START I)

Strategic Arms Reduction Treaty II (START II)

Strategic Offensive Reductions Treaty

Threshold Test Ban Treaty (TTBT)

169

ÖZGEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler : Adı Soyadı : Salih ÖZGÜR

Doğum Yeri : Kırcaali / Bulgaristan

Doğum Yılı : 1978

Medeni Hali : Evli

Eğitim Durumu : Lise : Kuleli Askeri Lisesi ( 1994 – 1998 )

Lisans : Kara Harp Okulu ( 1998 – 2002 )

Yüksek Lisans : S.D.Ü. , UA İ. A.B.D. ( 2003 – 2006 )

Yabancı Diller ve Düzeyi : 1.İngilizce : İyi

2.Bulgarca : Çok İyi

3.Rusça : Orta

İş Deneyimi : Haziran 2002 – Temmuz 2002 : 28 nci Mknz.P.Tüm. , Lefkoşe / Kıbrıs (Staj)

Eylül 2002 – Kasım 2002 : Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi

Komutanlığı , Eğirdir / Isparta ( Komando Temel Kursu )

Kasım 2002 – Haziran 2003 : Piyade Okulu ve Eğitim Merkezi

Komutanlığı , Tuzla / İstanbul ( Subay Temel Kursu )

Haziran 2003 – Eylül 2003 : Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi

Komutanlığı , Gösteri Tatbikat Birliği , Eğirdir / Isparta ( Takım Komutanı )

Eylül 2003 – Kasım 2003 : NBC Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı

Küçükyalı / İstanbul , ( NBC Savunma Subay Kursu )

Kasım 2003 – Şubat 2004 : Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi

Komutanlığı , Gösteri Tatbikat Birliği , Eğirdir / Isparta ( Takım Komutanı )

Şubat 2004 – Temmuz 2004 : Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi

Komutanlığı , Eğirdir / Isparta ( Komando İhtisas Kursu )

Temmuz 2004 - …………. : Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi

Komutanlığı , Gösteri Tatbikat Birliği , Eğirdir / Isparta ( Takım Komutanı)

11

12