türk–rus İlişkilerinin değerlendirilmesi: güvenlik ... · pdf fileöte...

64
‘İki ülke ilişkilerini daha da geliştirmek için Türk-Rus evliliklerinin sayısını artırmak önemli… Rus aile kültürü Türk aile kültürüne çok yakın...’ 1 Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu Giriş Beş yüzyılı aşan Türk-Rus ilişkilerinin tarihçesine baktığımızda, ba- rış ve iş birliğine dayanan dönemlerinin istisnai aşamalar olduğunu görürüz. Rus ve Türk halkları arasındaki ilişkilerde birçok savaş, dip- lomatik mücadeleler ve siyasal sorunlar dikkati çekmektedir. Birçok tarihçi ve siyaset bilimi araştırmacıları yaptıkları çalışmalarda, Türk- Rus ilişkilerini daha çok siyasal sorunlar ve güvenlik kaygıları çerçe- vesinde ele almayı tercih etmiş ve bu ilişkilerin iktisadi, kültürel ve toplumsal boyutlarını pek irdelememiştir. 1980’li yıllardan günümü- ze değin ikili ilişkiler, daha işlevselci-yapısalcı ve daha pragmatik bir yaklaşımla farklı bir boyuta geçmiştir. Bunun gerekçelerinden biri, Türk ve Rus dış politikasındaki karar alıcıların, dış dünyaya açılmak amacıyla ekonomik araçların önemini farklı açılardan kavramış olma- larıdır. Öte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ğişkenleri, ikili ilişkilerde olduğu kadar bölgesel politikalarda da farklı açılımlar ve alternatifler sunmuştur. 1 Dışişleri Bakanı’nın 28 Ocak 2012 Moskova ziyareti sırasında verdiği demeçten. Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş Erhan BÜYÜKAKINCI

Upload: lethu

Post on 07-Feb-2018

229 views

Category:

Documents


5 download

TRANSCRIPT

Page 1: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

‘İki ülke ilişkilerini daha da geliştirmek için Türk-Rus evliliklerinin sayısını artırmak önemli… Rus aile kültürü Türk aile kültürüne çok yakın...’1

Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu

GirişBeş yüzyılı aşan Türk-Rus ilişkilerinin tarihçesine baktığımızda, ba-rış ve iş birliğine dayanan dönemlerinin istisnai aşamalar olduğunu görürüz. Rus ve Türk halkları arasındaki ilişkilerde birçok savaş, dip-lomatik mücadeleler ve siyasal sorunlar dikkati çekmektedir. Birçok tarihçi ve siyaset bilimi araştırmacıları yaptıkları çalışmalarda, Türk-Rus ilişkilerini daha çok siyasal sorunlar ve güvenlik kaygıları çerçe-vesinde ele almayı tercih etmiş ve bu ilişkilerin iktisadi, kültürel ve toplumsal boyutlarını pek irdelememiştir. 1980’li yıllardan günümü-ze değin ikili ilişkiler, daha işlevselci-yapısalcı ve daha pragmatik bir yaklaşımla farklı bir boyuta geçmiştir. Bunun gerekçelerinden biri, Türk ve Rus dış politikasındaki karar alıcıların, dış dünyaya açılmak amacıyla ekonomik araçların önemini farklı açılardan kavramış olma-larıdır. Öte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de-ğişkenleri, ikili ilişkilerde olduğu kadar bölgesel politikalarda da farklı açılımlar ve alternatifler sunmuştur.

1 Dışişleri Bakanı’nın 28 Ocak 2012 Moskova ziyareti sırasında verdiği demeçten.

Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu

Derinliğe Geçiş

Erhan BÜYÜKAKINCI

Page 2: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

780 Erhan BÜYÜKAKINCI

SSCB’nin dağılmasıyla uluslararası siyaset sahnesine çıkan yeni cumhuriyetler, Türk kamuoyunun dikkatini yakından çektiler; hatta dönemin Türk hükümeti, Kafkaslar ve Orta Asya’daki Türk dilli cum-huriyetleri tanımak ve bu yeni devletlerle diplomatik ilişkiler kur-mak yolunda hızlı girişimlerde bulundular. Bu süreç, aynı zamanda, Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal ettiği, ancak kültürel anlamda kendisine yakın olan toplumları yeniden keşfetme, tanıma olanağını da yaratmaktaydı. Öte yandan, 1980’li yıllardan itibaren belirli bir li-beralleşme sürecinin ürünü olan Türk özel sektörünün dinamik mü-teşebbisleri, Batı ile olan ilişkilere belirli alternatifler yaratmak bağla-mında, bu yeniden keşfedilen coğrafyalardaki girişimcilikleriyle belirli başarılar sergileme şansını edindiler ve birçoğu da ilgili ülkelerde ken-di alanlarında kısmen de olsa lobicilik etkinliklerinde de bulundular

Rusya cephesine baktığımızda, 2000’li yıllardan itibaren dış politi-ka, ulusal güvenlik ve ekonomik yaklaşımları açısından seçeneklerini netleştirmiş bir ülke görmemiz söz konusu. Bu yönelimler hiç kuşku-suz Türk dış politikasının girdilerini ve karar alıcılarını dolaylı ve doğ-rudan etkilemektedir. 1990’lı yıllarda jeopolitik ve jeoekonomik bir-çok konu, her iki taraf açısından farklı biçimlerde algılanmaktaydı ve bu farklılıklar, ikili ilişkiler düzeyinde, daha çok siyasal anlaşmazlıklar yaratmakta ya da var olan uzlaşmazlık konularının derinleşmesine yol açmaktaydı. 2000’li yıllarda ise, uluslararası sistemin ikili ilişkiler üzerindeki etkisi yumuşamış ve yeni bir iş birliği ve stratejik ortaklık modeli başlamıştır.

1980’li yılların başlarından itibaren gelişen yeni bir süreçte dış po-litikanın ekonomik araçlarının ikili ilişkiler düzeyinde ön plana çıka-rılması, daha çok siyasal alanlarda yoğunlaşan sorunların şiddetinin azalmasına katkıda bulunmuştur. Uluslararası ilişkiler kuramların-dan, D. Mitrany’nin en önemli temsilcisi olduğu işlevselci (fonksiyo-nalist) okulun önerdiği gibi, siyasal ve tarihsel sorunların yoğunlaştı-ğı ve kemikleştiği ilişkiler çerçevesinde işlevsel (örneğin, ekonomik, kültürel) araçlarla iş birliği potansiyelinin araştırılması ve geliştiril-mesi, her an krize dönüşebilecek olası gerginliklerin aşılabilmesini ve üzerinde uzlaşılabilecek ya da ortak kazanımlar elde edilebilecek alanların ön plana çıkarılmasını olanaklı kılar (Viotti vd., 1993: 241).

Page 3: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 781

Nitekim bu hipotezlerin Türk-Rus ilişkilerinde de belirli kazanımları ortaya çıkardığını gözlemlemekteyiz. Günümüzde, Türk-Rus ilişkileri çok farklı bir yapıya kavuşmuştur ve Rusya, Türkiye için en önemli dış ticaret partnerlerinin başında yer almaktadır.

Her iki ülkedeki iç politika dengelerine egemen olan söylemlerin dönem dönem farklı sapmalarda bulunmaları, karşılıklı bazı gerilim-lerin yaşanmasına neden olmuştur, ancak bunların ötesinde güçlenen ekonomik ilişkiler bu süreçte dengeleyici bir unsur olarak ortaya çık-maktadır. Ekonomik ilişkilerin karşılıklı olarak gelişmesi ve kemikleş-mesi ve bu yeni yapının kültürel ve toplumsal araçlarla desteklenmesi, aynı zamanda her iki ülkenin karşılıklı kamuoyu algılamalarının da pozitifleşmesini sağlamıştır. Aynı zamanda, ekonomik alandaki bu fırsatlar her iki ülke için dünya pazarlarındaki rekabetleri açısından kazanımlar sağlamaktadır.

Her ne kadar 1990’lı yıllarda Türk ekonomisi, müteşebbisleri ile resmî ve gayriresmî araçlarla gelişen dış ticaret yoluyla Rusya’dan be-lirli kazançlar elde etmiş olsa da bunlar 2000’li yıllarda daha farklı bir yapıya geçmiştir ve bu yüzden bölgesel ve çok-taraflı iş birliğine daya-nan yeni arayışlar, uzun vadeli bir süreç için gerekli olmuştur. Gerek ikili gerekse çok-taraflı platformlarda Rusya ile geliştirilmiş ekonomik ilişkiler, Türk ekonomisine orta ve uzun vadeli katkılarda bulunmuş ve Türk sanayiindeki üretimi çeşitlendirmiştir (Aydın vd., 1997).

Yukarıda vurguladığımız gibi, işlevselci okulun önermeleri bağla-mında ekonomik bağların güçlenmesi, hem jeostratejik kaygılardan kaynaklanan siyasal sorunlara dayalı bir dış politika söyleminin uzlaş-mazlık eğilimini azaltacaktır hem de ikili ilişkilerin bölgesel bir açılım içerisinde de geliştirilmesine olanak sağlayacaktır. İkinci bağlamda baktığımızda, Türk-Rus ilişkileri, Türkiye’nin kendi yakın çevresinde-ki bölgelere olan bakış açılarını da etkilemektedir; ancak bu etkileşim hâlen siyasal sorunların gölgesinde kalmaktadır.

İkili ilişkilerin Soğuk Savaş’ın son döneminde ve sonrasında aldığı yeni boyutlar ve ortaya çıkan yeni dinamikler, hem siyasal hem eko-nomik alanlarda farklılıklar arz etmektedir. Çalışmamızda bunların birbirlerinden ayrıştırılmasındaki hedef, her ne kadar birbirlerini et-

Page 4: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

782 Erhan BÜYÜKAKINCI

kilediklerinden kuşku duymasak da siyaset-ekonomi ilişkisini daha yoğun bir biçimde ortaya koymaktır, çünkü söz konusu ilişkilerdeki belirli dinamikler, zamanla kabuk değiştirmekte ve farklı farklı görü-nümlerde yeniden etkinleşmektedirler. Bu çerçevede çalışmamızın ana sorunsalı, uzun bir tarih döneminden Soğuk Savaş’ın hemen er-tesine değin güvenlik eksenli karşılıklı güvensizliğe ve rekabete daya-nan Türk-Rus ilişkilerinin 2000’li yıllardan itibaren nasıl bir değişim sürecine girdiğini tartışmak ekseninde kurgulanmıştır.

‘Süregelen Rekabetler’ Yaklaşımı ve Ampirik Model Olarak Türk-Rus ÇekişmesiBeş yüzyıla yaklaşan Türk-Rus ilişkileri sürecinin etüdü, devletler arası rekabetlerin kavramsallaştırılması çalışmaları kapsamında ele alınan en önemli ampirik modellerden birisidir. Bu çerçevede ele aldığımız ‘süre-gelen rekabetler’ yaklaşımı, savaş temasının bilimsel etüdü bağlamın-da, coğrafi yakınlık (İng. territorial contiguity) çerçevesinde ve uzun bir tarih diliminde çıkarları karşılıklı olarak belirli sıklıklarda çatışan ulus-ların arasındaki ilişkilerin yapısını açıklamaya çalışır. Davranışsalcıların savaş etüdüne kattığı kavramlardan olan ‘süregelen rekabetler’ ya da ‘çatışma eğilimli ikili (İng. dyadic) ilişkiler’,2 devletlerarası bir sistemde meşrulaştırılan ya da örgütlü şiddet eylemlerinin büyük bir bölümüne açıklama olanağını da getirmektedir (Goertz vd., 2000). Birçok farklı değişkene dayalı ‘süregelen rekabetler’ için geliştirilen çalışmalar, veri tabanlarının hazırlanması için de fırsatlar yaratmıştır.3

2 Goertz ve Diehl’in ele aldıkları iki bilimsel çalışmada, uzun süreli iki taraflı rekabetlerin neredeyse yarısının, 19. ve 20. yüzyıllarda yaşanmış savaşlara, şiddetli toprak çatışmalarına ve askerî anlaşmazlıklara dayandığı saptanmıştır (Goertz vd., 1992: 151-163; Goertz vd., 1993: 145-171).

3 Örneğin Wayman ‘süregelen rekabeti’, on yıllık bir dönem içinde askerî düzeyde oluşmuş ikiden çok anlaşmazlık noktalarını iki taraflı güç ilişkisi bağlamında tanımlar; öte yandan Diehl ve Kingston, bu kavramı on beş yıllık bir dönem içine yayılmış ikiden fazla askerî anlaşmazlık konuları olarak ele alırlar. Öte yandan söz konusu çalışmalarda dikkati çeken bir başka husus ise, ilk ve son çatışma/anlaşmazlık arasındaki dönemde çatışmacı davranışların birbirini izleme frekansını saptamak çabası da ön plana çıkmaktadır (Gellner vd., 1997: 152).

Page 5: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 783

Tarihsel ve coğrafi etkenlerin hiç kuşkusuz her iki ülkenin dış politi-ka çıktıları üzerinde çok büyük etkileri olmuştur;4 M. Midlarsky, J. D. Singer ve M. Small’un çalışmalarında tarihe ve coğrafi yakınlığa (top-raksal yakınlık) dayalı açıklamalara bir analiz modeli olarak sıkça rast-lamak olasıdır (Midlarsky, 1975; Singer vd.; 1966: 1-32). Bu yazarlara göre Türkiye birçok kriter göz önüne alındığında ‘merkezî sistemde yer alan devlet’ (Avrupa eksenli dünyanın parçası olma) statüsünde tanımlanmalıdır.5 Nitekim Dışişleri Bakanı Prof. Dr. A. Davutoğlu da, ‘Stratejik Derinlik’ başlıklı akademik çalışmasında Türkiye’nin Avrupa merkezli diplomatik kültür içerisinde yer almasına ya da böyle değer-lendirilmesine eleştiri getirmektedir; Davutoğlu’nun yaklaşımlarını ilerleyen aşamalarda ele alacağız.

Nicel yöntemler ışığında, tarihsel ‘rekabetler’in (çatışmalar) ve ‘ittifaklar’ın sürekliliğini inceleyen Small ve Singer, bu iki olgunun uzun vadeli olma durumunu kanıtlamışlardır. Onlara göre, üç ya da üçten fazla çatışmanın olduğu vakalarda üç önemli örnek söz konu-sudur ve bu bağlamda yer alan ünlü ikili çatışma modelleri, Rusya-Türkiye, Çin-Japonya ve Fransa-Almanya üzerinde yoğunlaşmaktadır (Small vd., 1970: 154-155). Benzer saptamaları Gochman ve Maoz’un çalışmalarında da görmek olasıdır (Gochman vd., 1990: 193-222); bu yazarlar da Rusya/SSCB ile Türkiye arasındaki süregelen rekabete devletler arası anlaşmazlıklar açısından yaklaşırlar ve anlaşmazlıkla-rın frekansını ölçmeye çalışırlar.6

4 Davranışsalcı J. Vazquez’in The War Puzzle adlı yapıtında ileri sürdüğü gibi çatışmacı eğilimlerin ortaya çıkış nedenleri üç kaynaktan olabilir: Topraksal yakınlık, iç dinamikler ve uluslararası sistemdeki değişimlerden ileri gelen etkileşimler. Bu bağlamda bakıldığında Türkiye-Rusya, üç açıdan da incelenebilir: Aynı coğrafyayı paylaşmaları, karşılıklı kamuoyu etkileşimleriyle iç dinamikler ve uluslararası sistem içerisindeki güç politikalarının iç politikaları etkilemesi. Detaylı tartışma için bk. (Vasquez, 1998).

5 İlgili yazarlar, 1815-1945 arasındaki uluslararası sistemin genel yapısı ve aktörlerinin statüsü nicel çalışmalar bağlamında ele alındığında, ‘genel/bütünsel sistemler’ (İng. total systems) ve ‘merkezî sistemler’ (İng. central systems) ayrımına giderler. Genel sistemler, uluslararası sistem içerisindeki bütün bağımsız birimlerin etkinliklerini göz önüne alırken, merkezî sistemler ise yalnızca Avrupa eksenli diplomatik ilişkiler sürecinin parçasıdır. Bu nicel çalışmaların amacı, devletlerin dış politika davranışlarının belirli ittifak politikaları kapsamında sınıflandırılmalarına olanak tanımak ve uzun vadede söz konusu davranış biçimlerinden yola çıkarak öngörülerde bulunmaktır.

6 Gochman ve Maoz’un nicel çalışmalarına göre, 1816-1976 arası dönem için Rusya-Türkiye ilişkisine dayalı modeldeki şiddet, 21 uyuşmazlık noktasında 0.130 olarak hesaplanmıştır (Gochman vd., 1990: 218).

Page 6: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

784 Erhan BÜYÜKAKINCI

Bu kuramsal açılım çerçevesinde baktığımızda, ‘barış’ ve ‘ iş birli-ği’ dönemleri, Rus-Türk ilişkilerinin beş yüzyıllık tarihinde istisnaları oluşturmaktadır. 1665-1917 yılları arasında, Çarlık Rusyası ile Os-manlı İmparatorluğu sekiz büyük barış antlaşmasına imza atmışlar ve aynı süre zarfında her otuz yılda bir savaşır durumda olmuşlardır (Sander, 1998: 77-88). 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte temelleri atılan SSCB ve Kurtuluş Savaşı’yla birlikte kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk bağımsızlık dönemleri, ikili ilişkilerde yeni bir aşamanın başlama-sına olanak tanımış, ancak her ne kadar kısa vadeli bir iş birliği zemini oluşmuş olsa da eskiden gelen tarihsel rekabet konuları, 20. yüzyıl içerisinde farklı boyutlar ve içeriklerde yeniden kendilerini göstermiş-tir. 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla birlikte söz konusu rekabetin yeri-ni farklı bir iş birliği yapısının aldığını gözlemliyoruz; 1991-2000 arası bu yeni dönemde sistemin kaotik yapısı bağlamında tarihsel anlamda kemikleşmiş sorunların farklı içeriklerde yeniden ortaya çıktıklarını ve her iki aktörün siyasal çıkarlarını farklı biçimlerde ve konjonktür-lerde tanımladıklarını saptıyoruz. 2000’lerden itibaren ise, iç siyasal yapıların yeni dinamiklerle tanımlanması ve yeni mantık çerçeveleri-nin her iki ülkede de gelişip uluslararası sistemin etkisinden bağışık olgunlaşması, ikili ilişkilerde çok boyutlu stratejik bir ortaklık döne-minin başladığını müjdeliyor bizlere.

Türk-Rus İlişkilerinin Tarihsel Boyutu Osmanlı-Rus ilişkileri, 16. yüzyıldan 20. yüzyılın başına kadar savaş-lar ve güç mücadeleleri tarihi olarak gelişmiştir. Bu çatışmacı sürecin ana nedenleri arasında, Rusya’nın güneye doğru yayılma arayışının Osmanlı İmparatorluğu’nun çıkarlarını sürekli tehdit etmesi yer al-maktadır. Öte yandan, birçok bölgedeki nüfuz rekabeti de bu iki gücün sürekli çatışmasına neden olmaktaydı. 1. Dünya Savaşı sonrasında her iki ülkede de ortaya çıkan yönetim değişiklikleri, iki ulus arasın-daki yakınlaşma ve iş birliği sürecinin de başlangıcı olmuştur (Gürün, 1991). Tarihsel açıdan baktığımızda, Osmanlı İmparatorluğu ile Çar-lık Rusyası hiçbir zaman aynı ittifak içerisinde yer almamışlardır; tam aksine Osmanlı döneminde Rus tehditleri farklı açılardan dengelen-meye çalışılmış, bu bağlamlarda öteki güçlerle bağlaşıklık politikaları

Page 7: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 785

gündeme gelmiştir. 1. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Türk-Sovyet yakınlaşması, o dönemin konjonktürü içerisinde ele alınmalıdır. Sov-yet Rus yönetimi, Osmanlı hükümeti İstanbul’da görev başında iken bile, Haziran 1920’de Ankara’daki TBMM hükümetinin meşruiyetini tanımakta tereddüt etmemiştir. 1921 yılında imzalanmış Moskova ve Kars Antlaşmaları, Türk-Sovyet sınırının ana hatlarını belirlemektey-di. Bu antlaşmaların hemen ardından gündeme gelen Moskova’nın ba-ğımsızlık savaşımındaki TBMM ordularına yönelik maddi yardımları, bu yakınlaşma sürecinin kilometre taşlarını oluşturur. Tabii ki bu yar-dımlar, uluslararası arenada kendisini yalnız duyumsamak istemeyen Moskova yönetimi için bir stratejik adımdı (Büyükakıncı, 2008: 120-128). Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ardından, Aralık 1925’te Paris’te imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması bu sürecin deva-mı için çok önemli bir girişimdi;7 nitekim bu girişimi Mart 1927’de im-zalanacak olan Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması izleyecektir.

1928-1929 yıllarından itibaren uluslararası sistemdeki rekabe-tin yayılmaya başlamasıyla Türk-Rus ilişkilerinde belirli değişim rüzgârları esmeye başlamıştı. 1930’lu yıllarda Lozan Antlaşması’yla belirlenmiş Türk Boğazlarının hukuki statüsü konusu ikili ilişkiler bağlamında yeniden tartışılmaya başlamıştı. 1936 Temmuzunda Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla birlikte söz konu-su sorun o dönemin hukuksal çerçevesinde çözümlenmiş oldu; yapı-lan çok taraflı müzakereler aşamasında Türk ve Sovyet tarafları bir-çok açılardan farklı görüşler ileri sürmekteydi ve Büyük Britanya’nın elindeki kartları Ankara’dan yana kullanması Türk tarafına belirli avantajlar sağlamaktaydı. Sonuçta, Ankara ve Moskova hükümetleri, Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerinin Boğazlardan serbest geçişlerinin sınırlandırılması konusunda hemfikir olmuşlardı.

1936 yılından itibaren geliştirilmeye çalışılan Türk-İngiliz yakın-laşmasının ardında yatan nedenlerden birisi de, her an Moskova’dan

7 Bu anlaşmaya göre, her iki taraf, her birinin bir saldırıya uğraması hâlinde tarafsız kalmayı taahhüt ediyor ve birbirlerinin çıkarlarının çakıştığı noktalarda başka devletlerle bağlaşıklık politikalarının izlenmeyeceğini kabul ediyordu. Bu hususlar, 1945 yılına kadar küçük değişikliklerle geçerliliklerini sürdürdüler (Oran, 2001a: 315-316).

Page 8: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

786 Erhan BÜYÜKAKINCI

gelebilecek istemlere karşı İngiliz kartını elde tutabilme çabasıydı. Nitekim Nazi Almanyası’yla Stalin yönetimi arasındaki Saldırmazlık Antlaşması’nın imzalanması, hem Ankara için beklenmedik bir geliş-meydi hem de İngiliz-Türk yakınlaşmasının gerçekçiliğini vurguluyor-du. İnönü dönemi Türk dış politikasının ana tartışma konularından olan Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’na girmemesi ve tarafsız kalması, hem Moskova’nın ağır eleştirilerine maruz kalmıştı hem de Doğu cephelerini çeşitlendirme arayışındaki Batılı müttefikleri rahatsız et-mişti. Bu bağlamda, Türk-Sovyet ilişkilerinin bu dönemde belirli bir bozulma eğilimine girdiği gözlemlenmektedir (Gürün, 1991).

2. Dünya Savaşı sonrasındaki yeni dünya düzeninin oluşumun-da kendine göre belirli paydalar edinme arayışındaki Stalin yöne-timi, Balkanlar ve Doğu Avrupa’ya yönelik yayılmacı politikalarını ön plana çıkarırken, Mart 1945’te 1925 tarihli Türk-SSCB Dostluk Antlaşması’nı artık uzatmayacağını duyurmuş ve Doğu Anadolu top-rakları ile Boğazlarını Türk hükümetinden isteyecek kadar ileri git-mişti. Öte yandan, Montreux Sözleşmesi’nin yeniden gözden geçi-rilmesi de, Moskova’nın talepleri arasında yer alıyordu. Bu dönemde Büyük Britanya’nın yerini alan ABD’yi yanına almayı başaran Türkiye, bu bağlamda Truman Doktrini’nin açılımlarından yararlanma aşa-masına gelmişti. 1947’den itibaren Amerika’nın bölgesel ağırlığının artmaya başlamasıyla Sovyet liderlerinin saldırgan tavırları belirli bir gerileme sürecine girmiştir. Türk-Amerikan yakınlaşması, bu bağlam-da Moskova’ya karşı Ankara’nın belirli ittifak politikalarını geliştirme çabaları açısından çok önemlidir.

Stalin’in ölümünden sonra Türk-Sovyet ilişkilerinde belirli bir iyi-leşme sürecini gözlemlemek olasıdır; Hruşçev’in SBKP’nin başına se-çilmesiyle birlikte ‘barış içinde bir arada yaşama’ ilkesinin SSCB dış politikasına yansıması, yayılmacı politikaların ve siyasal nüfuz söyle-minin kısmen etkilerini yitirmesine yol açmıştı.8 Her ne kadar Sovyet

8 1953 Mayısında, Sovyet hükümeti, Doğu Anadolu toprakları ile Boğazlar üzerindeki taleplerine son vermiş ve Montreux Sözleşmesi’nin gözden geçirilmesi konusundaki ısrarlarını geri çekmiştir (Oran, 2001a: 501-514).

Page 9: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 787

yönetimi, Mayıs 1953’te verdiği nota ile güney komşusuna yönelik is-temlerinden vazgeçse de, Türk hükümetleri dış politika davranışların-da belirgin bir değişiklik izleme politikasına yönelmemişti. Demokrat Parti iktidarı döneminde Moskova’ya karşı genel bir güvensizlik dav-ranışı süregelmiş ve Sovyet yönetimi ile mesafeli ilişkiler geliştirme eğilimi ABD ile ittifak politikalarının güçlendirilmesi sonucunu do-ğurmuştur.

Her ne kadar 1960’lı yıllarda ikili ilişkilerin siyasal boyutundaki mesafelilik eğilimi sürmüşse de ekonomik alanlardaki iş birliği süreci giderek canlanıyordu. 1970’lere gelindiğinde, Türk liderleri ve asker-lerinin Sovyet tehdidinin öneminin azalmaya başladığı sonucuna var-malarıyla birlikte çok boyutlu bir dış politika söylemi üretme çabası başlamış ve Moskova’ya yönelik ılımlı girişimler yeniden hız kazan-mıştır.

1974 Temmuzundaki Kıbrıs Barış Harekâtı’yla Türk hükümetleri-nin Batılı ülkelerin yaptırımlarına karşı koyabilmek için aradığı alter-natiflerden biri de Moskova’yla yakınlaşmaydı. Ancak, ikili ilişkilerde-ki bu iyileşme sürecinde birtakım engeller söz konusuydu: 1979 yılı sonunda Sovyetler’in Afganistan’ı işgali ve Türkiye ile ABD arasında ambargo sonrasında imzalanan askerî yardıma ilişkin Savunma İşbir-liği Anlaşması.

12 Eylül askerî darbesinin ardından, görev başındaki askerî hükü-met ülkenin dış politika seçeneklerini çeşitlendirmeyi amaçlayarak Moskova ile Washington arasında belirli bir denge politikası izlemeyi kararlaştırmıştı. Aslında 1980’li yılların başından itibaren, özellikle de askerî hükümet döneminden beri, ikili ilişkilerde gözlenen hare-ketlilik, 1984 yılında imzalanan Doğal Gaz Anlaşması ile farklı bir ivme kazanmıştır. Bununla birlikte cumhuriyet tarihinde eşine en-der rastlanan bu iş birliği hamlesi, ikili ilişkilerin özellikle ekonomik boyutunu ön plana çıkarmıştı; bu olumlu süreç, 1991 Aralık ayında SSCB’nin dağılmasına kadar devam etmişti. 1986 yılında Başbakan T. Özal’ın Moskova ziyareti sırasında Türk müteahhitlerin SSCB’de takas karşılığında inşaat projelerine katılımına ilişkin anlaşmanın yanı sıra Türkiye’nin Sovyet pazarına yönelik tüketim malları üretimi

Page 10: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

788 Erhan BÜYÜKAKINCI

için sanayi girişimlerini destekleyecek Sovyet doğal gazının 1987’den itibaren ülkemize nakli konusunda ortak bildiriler imzalanmıştır. SSCB’nin dağılmasından önce Türkiye’den üst düzeydeki en son gezi, Cumhurbaşkanı Özal tarafından 1991 Martında gerçekleşmişti. Söz konusu ziyaret sırasında, her iki devletin cumhurbaşkanları, ikili iş birliği alanlarının geliştirilmesi ve Karadeniz çevresindeki ülkeleri bütünleştirecek bir sürecin başlatılması üzerinde mutabık kalmışlar-dı.

Ancak ortaya çıkan yeni cumhuriyetlerin farklı yönetimlerle kendi bağımsız devlet yapılarını biçimlendirmeye çalışmaları, Sovyet döne-mi sonrasında yabancı ülkelerle ilişkilerinin niteliğini ve kapsamını gözden geçirmeleri gerekliliğini de beraberinde getirmişti. Nitekim bu yeni süreçte hem sistem değişkenleri temelinde hem de toplum ve hükümet dinamikleri açısından konjonktür her iki cephede (Rusya ve Türkiye) de farklıydı. Aslında bu yeni dönemin olumsuz yanlarının ağır bastığı gibi bir saptama yapmak hatalı olur; bu aşamada önemli olan, her iki taraf için de belirli bir esnekliğin dış politika söylemlerine yansıyabilmesi için birbirlerini daha iyi tanıyabilmeleri ve eldeki ola-nakları ve son dönemde elde edilen olumlu gelişmeleri iyi değerlendi-rebilmeleriydi.

1990'lı Yıllarda Türkiye ve Rusya’da İç Politikada İstikrarsızlık-lar ve Yeni ArayışlarSoğuk Savaş dönemi, Türkiye’deki karar alıcılar için Batılı devletler ile bağlaşıklık politikaları bakımından ayrıcalıkların geliştirilebildiği bir aşamaydı ve bu bağlamda özellikle ülkenin jeostratejik konumu bu ayrıcalıkların kaynağını oluşturmaktaydı. Soğuk Savaş döneminin sona ermesi, birçok açıdan Türkiye’nin Doğu-Batı ilişkileri bağlamın-da öneminin azaldığına dair varsayımlarını ön plana çıkarmıştı. Aynı zamanda iki kutuplu sistemin bitişi, hem yeni aktörlerin ortaya çık-masına yol açıyor hem de yeni belirsizlikleri birlikte getiriyordu. Türk dış politikası, yeni komşular ve yakın çevresinde yer alan bölgelerdeki etkin kökenli çatışmacı eğilimlerin tekrar tırmanışa geçmesinden et-kilenmekteydi. Bu bağlamda, Türk karar alıcıları daha esnek bir dış

Page 11: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 789

politika söylemiyle Soğuk Savaş sonrasına geçişi en az zarar ile atlat-ma çabasındaydılar, çünkü ülkenin azalan jeostratejik önemini yeni-den tanımlama çabasında ön plana çıkan söylemler, Türkiye’nin ateş çemberi ortasında bir huzur adası olduğu argümanı ile ‘Türk modeli’ yaklaşımını geliştirmekteydi.

Aslında Soğuk Savaş, uluslararası sistem içinde yer alan aktörlere oyunun belirli kurallarını kolaylıkla benimsettirmekteydi; dostlar ve düşmanlar baştan belliydi. Kutuplaşmış bir sistem içerisindeki dev-letlerin davranış seçenekleri, müttefikler ya da düşmanlar arasında sıkışmaktaydı ya da tarafsızlık politikaları da mümkündü. Soğuk Sa-vaş sonrası dönemdeki devletlerarası ilişkilerin belirsizlikler yumağı-na dönüşmesiyle sistem içindeki çatışmacı eğilimler daha belirginleş-mişti. Soğuk Savaş sırasında izlenilen bağlaşıklık politikaları yerlerini geçici iş birliği-ittifak modellerine bırakmıştı ve devletlerin kendi ara-larındaki en ufak bir uzlaşmazlık, hemen çatışmacı eğilimleri körükle-yebiliyordu. Çok taraflı kurumsal ittifak modelleri de ad hoc oluşumla-ra yerlerini bıraktığından, ancak belirli çıkar noktalarında ortaklıklar söz konusuydu (Sander, 1994: 23-30).

Atatürk döneminden beri izlenilen dış politika ilkeleri, bu geçiş dönemindeki karar alıcılar açısından sistem değişkenleri karşısında yetersiz kalmakla eleştirilmişti (Kalaycıoğlu, 1998: 639-640). Özal dönemi dış politikası, dış gelişmeler karşısında artık etkisiz kalmak-la eleştirilen bu ilkeleri farklı yönlerde geliştirmeyi amaçlamaktaydı. İşte bu noktada lider değişkenlerinin dış politika söylemini doğrudan etkilemeye çalıştığı görülmektedir. 1991 yılı, Türk dış politikasının dönüm noktalarından biridir: Körfez Savaşı, SSCB’nin dağılması, eski Yugoslavya’daki savaşın başlaması ve Yukarı Karabağ’daki kıvılcım-ların yeniden ortaya çıkması karşısında, Türk karar alıcıları, ülkenin askerî doktrinini gözden geçirmek ve ulusal güvenliği ve tehdit kay-naklarını yeniden tanımlamak çabasına girişmişlerdir. Nitekim bu yeni çabalar çerçevesinde güvenlik sorunsalının en geniş anlamda al-gılanması gibi bir sonuç ortaya çıkmıştır.

Öte yandan, Ankara, güvenlik sorunsalı ile girdileri sınırlandırılmış karar alma sürecinden kurtulma çabasıyla daha etkin bir dış politika

Page 12: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

790 Erhan BÜYÜKAKINCI

arayışına girişmiştir. Bu bağlamda Türkiye, ‘model devlet’ olma ar-zusuyla Orta Asya ve Kafkaslar’daki nüfusun çoğunluğu Müslüman olan ve Türkiye ile ortak kültürel geçmişe sahip yeni bağımsız dev-letlere yönelik özel bir dış politika söylemi izleme eğilimine girmişti. ‘Türk modeli’, hem laik hem demokratik hem de serbest piyasa an-layışını benimsemiş, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir ülke seçeneği olarak sunulmaktaydı (Olcott, 1996: 25-26). Orta Asya ve Kafkaslar’daki Türk dilli söz konusu cumhuriyetler, uluslararası are-nada kendi devlet meşruluklarını uluslararası sisteme kabul ettirme çabasında olduklarından, Türk karar alıcıların dikkatlerini çekmek-teydi. Nitekim Türkiye, Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olmuştu ve Orta Asya cumhuriyetlerini tanıyan ve buralarda büyükel-çilik açan ilk ülkelerden biriydi.9

Bu bağlamda, kültürel bağların varlığı çok önemli bir etkendi. Dö-nemin başbakanı S. Demirel’in “Balkanlar’dan Çin Seddi’ne dek bü-yük Türk Dünyası” sloganı her ne kadar geçerliliğini hemen yitirdiy-se de, ondan sonra iktidara gelen Türk politikacıları da bu bölgelere yönelik daha akılcı söylemler benimsemeleri gerektiğini anlamakta gecikmediler. Aynı zamanda yükselişe geçen aşırı ulusçu akımlar, 12 Eylül rejimi sonrasındaki ideolojik zemin kaybıyla birlikte siyasal is-tikrarsızlıkların yaygınlaşmasından faydalanarak dış politika söylem-leri üzerinde etkilerini göstermeye başladı. Ancak sürekli ekonomik krizlerle boğuşan Türkiye’nin sınırlı mali olanaklarıyla bu ülkelere sonsuz fırsatlar tanıması mümkün değildi. Ayrıca, söz konusu yeni cumhuriyetler de yönlendirilmekten çok, sıcak para arayışındaydılar. Bütün bu olumsuzluklara ve mali olanaksızlıklarına rağmen, Türkiye, Türk dilli cumhuriyetlere önemli miktarda destekte bulunan ülkeler arasında yer almaktadır.

1980’li yılların getirdiği ekonomideki liberalleşme eğilimleri, küre-selleşmeye uyum sağlama çabaları ve ekonomik bütünleşme grupları

9 Türkiye’nin Türk dilli eski Sovyet cumhuriyetlerine yönelik dış politikasındaki öncelikler, daha çok kültürel iş birliğinin geliştirilmesi, söz konusu ülkelerin ekonomik yapılanmaları ile dış dünyada girişecekleri ilişkilere destek olunması, ilgili bölgelerdeki enerji kaynaklarının işletilmesi ve dünya pazarlarına nakli aşamasında etkin bir rolün üstlenilmesi noktalarında yoğunlaşmaktaydı (Turan vd., 1998: 403-425).

Page 13: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 791

içinde yer alma arzusu, Türkiye’nin yeni pazarlara açılmasını ve dış dünya ile bütünleşmesini zorunlu kılmaktaydı. İşte bu bağlamda, dö-nemin liderlerince ekonominin siyasetin önünde değerlendirilmesi daha çok siyasal bir tercih olarak ifade ediliyordu. Bu açıdan bakıldı-ğında, ECO ( Ekonomik İşbirliği Örgütü) ve KEİB (Karadeniz Ekono-mik İşbirliği Örgütü), yeni coğrafyalardaki ekonomik iş birliği potan-siyellerini geliştirmeye yönelik çabalardı. 1980’li yıllarda gözlemlenen öteki Müslüman ülkelerle gecikmiş olan diyaloğu sağlamak ve çok bo-yutlu bir dış politika söylemini yerleştirmek amacıyla İslam Konferan-sı Örgütü ile ilişkileri geliştirme çabası, önemli bir politikaydı. Bütün bu çabaların ortak paydasına baktığımızda, 1980’lerden 1990’lara ge-çerken, uzlaşmacı eğilimlerin ekonomik araçlarla eşgüdümlü olarak geliştiğini gözlemlemekteyiz.

1980’lerin ortasından itibaren gelişen ve 1990’lı yıllarda Türkiye gündeminin tamamına hâkim olan Kürt sorunu, hem iç politikadaki istikrarsızlıkların ana kaynaklarından biridir hem de art arda patlak veren ekonomik krizlerin de ortaya çıkmasını sağlayan ana nedenler-dendir. Ekonomik krizlerin Türk dış politikasında yarattığı bağımlılık mekanizması ve iç politika içinde yol açtığı çok partili istikrarsız koalis-yon oluşumları, aslında uluslararası sistem içindeki kaotik yapıyı belir-leyen büyük güçler arasındaki mücadelelerden de etkilenmekteydi. Bu süreçte, Türk karar alıcıları dış politika seçeneklerini belirlemekte pek de rahat bir konumda değillerdi. Aslında tehdit ve istikrarsızlık kay-naklarının çoğalması ve karmaşıklaşması, eldeki askerî kapasitelerin iyileştirilmesini ve geliştirilmesini (modernizasyonunu) ivedilikle şart koşuyordu. Nitekim bu aşamada, ordunun bazen bürokratik nitelik-lerinden sıyrılıp hükümet değişkenlerinin yerine geçerek dış politika-da aktif bir karar alıcı konumunda hareket ettiğini gözlemlemekteyiz (Özcan, 2004: 829-895); 1990-2001 arasında on bir hükümet deği-şikliği olmuş ve bu dönemde yedi farklı parti hükümet oluşumlarında yer almıştır. Nitekim bu çok partili koalisyonlar döneminde bürokratik değişkenler Türk siyasetini etkilemeyi sürdürmüşlerdir.

Rusya açısından baktığımızda ise, 1990’lı yıllar aslında Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasındaki bir travma atlatma dönemi olarak

Page 14: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

792 Erhan BÜYÜKAKINCI

değerlendirilebilir. Gorbaçov’un perestroyka ve glasnost programla-rıyla devlet-parti ilişkisini yeniden yapılandırma stratejisi, SSCB’nin hem ekonomik anlamda çökmesini hem de federe birimler ile etnik yapılar arasındaki gerginliklerin doruk noktasına çıkmasını sağlamış ve sonun başlangıcını ilan etmişti. SSCB dağıldığında Türkiye, sınırla-rında üç yeni komşu ülkeyle yüz yüze gelmiştir.

Rusya, 1991 Aralık ayından itibaren birçok siyaset bilimci için be-lirsizliklerle dolu bir örnek olarak görülmekteydi ve çoğu çalışmalarda sorulan soru hep aynıydı: Rusya nereye gidiyor? Z. Brzezinski 1994 tarihli bir makalesinde şöyle yazmaktadır: “Rusya ya bir imparator-luk olabilir, ya da bir demokrasi; ama ikisini birden olması olanaksız. İmparatorluğu zorlamacı araçlarla yeniden yaratmak ve sürdürmek Rusya’yı yalnızca bir diktatörlüğe değil, sefalete sürükler.” (1994: 62-82).

SSCB’nin dağılmasından sonra, Rusya dış politika alanında yeni bir kurumsal yapılanma arayışındaydı ve bu arayış özellikle dış politika söylemlerine yansıyordu, ancak devlet kadrolarına hâkim olan gele-neksel değerler etkinliklerini pek kolay yitireceklermiş gibi görünmü-yorlardı. Dolayısıyla yeni dönem, eski siyasal kadrolar ile yeni oluşum-lar arasındaki savaşıma da sahne olmaktaydı. Bu yeniden yapılanma sürecinde, Rus devletinin dış politika davranışları, iç politikadaki ge-lişmelerden de doğrudan etkilenmekteydi. Öte yandan, yeni siyasal oluşumlar, kendilerini demokrasinin temsilcileri olarak görerek, Rus dış politika söylemlerini etkileme çabasındaydılar (Remington, 1997: 69-129).

Avrasyacılık ile Atlantikçi bakış açıları arasındaki rekabet (Bü-yükakıncı, 2004: 137-164) farklı yapılardan ve siyasal akımlardan destek bulurken, Rus dış politikası için kısa ve orta vadede etkin olabilecek seçeneklerin belirginleşmesine de katkıda bulunuyordu. Bu bağlamda eski SSCB alanı içinde yer alan yeni bağımsız devlet-lerle olan ilişkiler, Moskova’daki karar alıcılar için, farklı bir duyar-lılık alanı oluşturmaktaydı. Söylemler arasındaki rekabetin artması üzerine, Yeltsin ve dışişleri bakanı Kozırev, 1993 yılından itibaren Komünist muhaliflerin görüşlerini de benimsemek zorunda kaldılar

Page 15: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 793

ve Rusya’nın ‘dünya politikasında ve yakın coğrafyasında çıkarlarını gözetmek durumunda olan bir büyük güç’ olduğunun altını çizerek Batı ve Doğu ile iyi geçinen bir dünya devleti statüsünü geliştirmek yolunu seçtiler. Ancak dış politika önceliklerini dünya konjonktü-ründe tanımlayan Rusya’nın ulusal çıkarları, aynı zamanda Komü-nizm sonrası geçişin yarattığı belirsizliklerle daha karmaşık bir gö-rünüm aldı.

Rusya’nın dış politika söylemi hiç kuşkusuz jeopolitik etkenleri göz önünde bulundurmaktadır. Dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip bir ülkenin bölgesel anlamda birçok kanada açılması ve dolayısıyla da komşularıyla farklı ilişkiler içine girmesi anlayışla karşılanmalıdır. SSCB’nin dağılması sonrasında, onun en başta gelen ardılı olarak, hem dünya çapında, hem de BDT alanında yeni davranış biçimleri oluştur-ması gerekmiştir. Rus dış politikasında ‘Yakın Çevre’ olarak adlandırı-lan eski Sovyet cumhuriyetlerine yönelik öncelikler, aslında ‘egemen devlet olma süreci’ ile ‘geleneksel bağımlılık sendromu’ arasında gidip gelen açmazlarla doludur. Rusya’nın bu coğrafyada ortaya çıkmış yeni bağımsız devletlerle olan bağları çok boyutludur; hem toplumsal hem ekonomik hem de siyasal sorunları birlikteliğinde getirmektedir. Do-layısıyla Rusya’nın SSCB rüyasından birdenbire kopması çok kolay ol-mayacaktı. Rus dış politikasındaki seçeneklerin belirsizliği, hiç kuşku-suz Komünizm sonrası ekonomik ve toplumsal geçişin yarattığı derin yapısal sorunlarla da ilişkilidir. Rusya’nın demokratikleşmesi sorun-salı, söz konusu seçenekler arasında çatışmalar da yaratabilmektedir ve bu aşamada karar alıcıların ve devlet dışında etkin olan aktörlerin kendi bekalarını ön plana çıkartarak saldırgan ya da katı politikalara yöneldikleri birçok dış politika analizcisinin saptadığı bir gerçekliktir. Nitekim Çeçen savaşlarının gelişme koşullarını da bu bağlamda de-ğerlendirmek gerekir.

1990’lı yılların sonlarında, Rus iç politikasına egemen olmaya baş-layan ve ekonomik gücü daha çok elinde tutan yeni aktörlerin (örne-ğin, Gazprom, petrol firmaları, maden ihraç eden şirketler, bankerler, oligarklar), devletin dış politika çıktılarını doğrudan etkileyebilecek gruplar olarak etkin bir rol üstlendikleri görülmüştür. Bu yeni aktörle-

Page 16: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

794 Erhan BÜYÜKAKINCI

rin çıkarları, Rusya’nın Batılı kurumlarla olan ilişkilerini ve BDT üye-si ülkelerle olan bağlarını yönlendirmeye başlamıştır (Danks, 2001: 3-26).

Birçok siyaset bilimcinin geleneksel emperyalizmin yeniden ortaya çıkması olarak nitelendirdiği bu yeni süreç, Rusya’nın yeni komşula-rına yönelik etkin ve zorlamacı davranışları çözümlemek çabasında-dır. Birçoklarına göre, bu ‘yeni emperyalizm’ biçimi, Batılı devletlerin dikkatini çeken bir olgu olmuştur, ancak Batı, bu bağlamda Rusya’yı engellemek yerine fazla tepki vermemeyi tercih etmiştir.

1990'lı Yıllarda Türk-Rus İlişkilerinin Siyasal Yönleri: Eski ve Yeni Sorunlar Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Türkiye ve Rusya siyasal sorunlar ile güvenlik konularında iyi bir diyalog arayışına girişmişler, ekonomik ilişkilerin farklı açılardan geliştirilmesine özen göstermiş-lerdir. Ancak 1993 yılından itibaren Rus dış politikasında görülen söylem değişikliği ile ikili ilişkiler daha karmaşık ve gergin bir görü-nüm almıştır.

SSCB’nin dağılmasından hemen önce, 1990 ve 1991 yıllarında, Moskova ve Ankara, dostluk, iyi komşuluk ve iş birliği anlaşmaları imzalamışlardı; 1991 yılında Cumhurbaşkanı T. Özal’ın SSCB’ye yap-tığı resmî ziyaret ve bu çerçevede Azerbaycan’a da gitmesi önemli bir gelişmeydi. Öte yandan, SSCB’nin dağılma sürecinde, Türk hükümeti Türk dili konuşan cumhuriyetleri ilk tanıyacak kadar cesaretli adım-lar atmıştı. Ancak Türkiye ile RF arasındaki ilk resmî ilişkiler, 1992 yılı başındaki KEİB Projesi çerçevesindeki görüşmeler bağlamında oluşmuştu. RF Başkanı B. Yeltsin, İstanbul Zirvesi’ne katılmak üzere 1992 Haziranında Türkiye’ye gelmiş ve bu teşkilatın kuruluş bildirisi-ne imza atmıştı.

1992 yılı boyunca, her iki devlet aralarındaki ilişkilerin resmî dü-zeylerde gelişebilmesi için bir dizi anlaşma imzalamıştır. Nitekim iki devlet arasındaki ilişkilerin kurucu belgesi, 25 Mayıs 1992 tarihinde dönemin başbakanı Demirel’in Moskova ziyareti sırasında imzalanan ve 19 Temmuz 1994’te yürürlüğe giren Türkiye-Rusya arasındaki ilişkilerin esasları hakkında antlaşma olmuştur. Söz konusu antlaş-

Page 17: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 795

ma, 1991 yılında Cumhurbaşkanı Özal’ın Moskova ziyareti sırasında Gorbaçov’la imzaladığı dostluk, iyi komşuluk ve iş birliği antlaşması-nın bir devamıdır (Oran 2005-II: 546-547). 1993 yılı, iyimser ivme-nin biraz yavaşladığı bir dönüm noktası özelliğini taşımaktadır. Bu tarihten sonra Rus iç politikasındaki değerlendirmelerde Türkiye’nin dış politika adımları nedeniyle ‘rakip ülke’ olarak tanımlandığını, Bal-kanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’da kendi etki alanını yaratma çabası içerisinde olduğu için eleştirildiği görülmektedir. Nitekim 1993 yılın-dan itibaren ‘Yakın Çevre’ söylemini Avrasyacı bir içerikle besleyen Yeltsin-Çernomırdin yönetimi, yapısal ve siyasal nedenlerden ötürü BDT’ye dönüşü kaçınılmaz olarak değerlendirerek, eski Sovyet alanı ile diplomatik ve ekonomik bağlarını güçlendirmek isteyen dış ülkele-re karşı mesafeli yaklaşmaktaydı.

1993-2000 yılları arasında, yeni ya da eski birçok sorun, ikili ilişki-ler bağlamında ortaya çıkmıştı. Bazılarının varoluş gerekçesi tarihsel nedenlere dayanmaktadır ve yenileri ise konjonktürel çıkar çatışmala-rından kaynaklanmaktadır. Ancak 1990’lı yılların en önemli özelliği, bütün siyasal sorunların bir biçimde ikili ilişkilerin ekonomik boyu-tunu etkilememesi olarak özetlenebilir. Ekonomik boyut, tamamen siyasal sorunlardan farklı ele alınmalıdır ve gelişim mantığı çok fark-lıdır. Bu bağlamda aktör tanımlamalarında farklılaşmalar söz konusu-dur. Devlet içi ve dışı aktörler, ekonomik ilişkiler bağlamında önemli roller üstlenmişler ve hâlâ da üstlenmektedirler.

Çalışmamızın bu bölümünde ele alacağımız siyasal nitelikli sorunlar daha çok güvenlik kaygısına dayanmaktadır. AKKA gibi Türkiye’nin yakın çevresindeki güç dengelerinin yeni uluslararası düzenin istik-rar öncelikli politikalarına göre şekillenmesinde önceliği olan bir ko-nudan başlamak istiyoruz. Gerek jeostratejik anlamda gerekse jeoe-konomik değerlendirme perspektifinde Boğazlar konusu, Türk-Rus tarihinin değişmez temalarındandır. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte BDT alanı üzerindeki etkisini yitirmek istemeyen Rus dış politikası ile kültürel bağları nedeniyle Kafkaslar ve Orta Asya’ya yönelik özel politikalar arayışındaki Türk bakış açısı arasında yeni siyasal sorunlar ortaya çıkmıştır ve bunları takiben gündeme gelen Çeçen ve Kürt so-

Page 18: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

796 Erhan BÜYÜKAKINCI

runlarının karşılıklı olarak içişlerine yönelik eleştirilerde araç olarak kullanılması, ilişkilerde yeni bir sorunlu sayfanın açılmasına neden olmuştur.

Varşova Paktı’nın dağılması ve SSCB’nin dünya sahnesinden silin-mesi, 1990’ların başından itibaren Türk dış politikası üzerinde etki-lerini doğrudan göstermişti. İki kutuplu sistemin getirdiği belirli bir istikrar ortamının ortadan kalkmasıyla birlikte, Türk karar alıcıları, devletin kendi önceliklerini ve tehdit kaynaklarını yeniden tanımla-mak zorunluluğuyla karşı karşıya kaldılar. Bu bağlamda, Türkiye’nin yakın çevresindeki her bir bölgedeki çatışmacı unsurların, gerek etnik gerek dinsel gerekçelerle yeniden canlanması söz konusuydu ve bu gelişmelerin Türkiye’nin iç politikasına yansıması kaçınılmazdı. Ni-tekim söz konusu bölgelerdeki güç mücadeleleri, Soğuk Savaş sonrası gerçekliğin en uç örnekleriyle gündeme gelmekteydi (Transdniester, Abhazya ve Yukarı Karabağ sorunları, Yugoslavya’nın dağılması, Çe-çen Savaşları, vs.).

1990 Kasım ayında Paris Şartı ile birlikte imzalanan ve 1992 yılın-da yürürlüğe giren Avrupa’da Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması, Avrupa’nın güney kanadında konuşlandırılmış silahların ve askerle-rin sayısının belirli kotalara indirilmesini öngörmekteydi.10 Ancak, bu antlaşma yürürlüğe girdiğinde, Varşova Paktı lağvedilmiş, SSCB henüz dağılmış ve bundan on beş yeni cumhuriyet ortaya çıkmıştı. Hiç kuşkusuz bu yeni gelişmeler, söz konusu antlaşmanın yürürlüğe konulma şartlarını etkilemekteydi.

Kafkaslar’daki etnik çatışmaları ve İran etkenini bahane ederek Rusya, söz konusu bölgenin AKKA kapsamından çıkarılmasını talep etmişti. Öte yandan, Moskova’nın Kafkas devletleriyle ikili düzeyler-de askerî iş birliği ve üs bulundurma anlaşmaları imzaladığı bilinmek-tedir. Özellikle Ermenistan ve Gürcistan 1993-1994 yıllarından itiba-ren topraklarında Rus askerî üslerinin bulunmasını kabul etmişlerdir ve hâlen Ermenistan-Türkiye sınırı Rus askerleri tarafından korun-maktadır (Ayman vd., 1998: 441-446).

10 AKKA’nın güney kanadı şu ülkeleri kapsamaktadır: Yunanistan, Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Moldova, Ukrayna, RF’nin güney bölgeleri ve Transkafkasya ülkeleri.

Page 19: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 797

Bu sorunun bir başka boyutu ise, Rusya’nın söz konusu bölgeye yönelik askerî politikalarıydı. Moskova yönetimi, Kuzey Kafkasya’da AKKA limitlerini aşarak çok sayıda silah yığmış ve 1995 Haziran ayında özellikle Birinci Çeçen Savaşı’nı gerekçe olarak göstererek 58. Ordu’yu Kuzey Kafkaslar’a kaydırması Türk hükümetinin tepkilerini çekmişti (Oran 2011-I: 207-208). Türkiye’nin bu konudaki duyarlılığı, daha çok Transkafkasya’daki dengelerin bozulması ve burada bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş ülkelerin egemenlik süreçlerinin etkilenmesi üzerinde yoğunlaşmaktaydı. Türkiye’nin bu coğrafyadaki Gürcistan ve Azerbay-can ile özel ilişkiler kurması, Rusya’yı rahatsız etmekteydi. Öte yandan, Kafkaslar’daki Ermeni faktörü, Türk dış politikasında birçok sorunu beraberinde getirmekteydi. Yukarı Karabağ sorunu her ne kadar Azer-baycan-Ermenistan ilişkileri bağlamında değerlendirilmek istense de, konu bölge istikrarının genelini ilgilendirdiğinden Türkiye tavrını Bakü yönetiminden yana koymaktaydı. 1995 yılına kadar Ermenistan’a yö-nelik bütün ulaşım yollarını kapatarak ambargo uygulayan Ankara’nın, 1998 yılı sonunda L. Ter-Petrosyan’ın politik manevralarla devrilmesi ve R. Koçaryan’ın başkanlık koltuğuna seçilmesiyle başlayan, ulusçu söylemin ön plana çıktığı yeni sürece yönelik kaygıları bulunmaktay-dı. Nitekim doğrudan diplomatik ilişkiler olmadığından, Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan gerginliği bağlamında doğrudan aracı rolü üstlenmesi olanaklı değildir.

Ermeni sorununun bir başka boyutu ise, 1. Dünya Savaşı sırasında sözde Ermeni soykırımının Batı devletlerinde yaşayan Ermeni dias-poraları ve lobilerinin etkinlikleri sonucuyla bir siyasal hak arayışına dönüştürülmesiydi. Uzun vadede Batılı ülkelerin vatandaşları olmuş Ermeni diasporası üyelerinin oluşturdukları lobilerin, sözde soykı-rımın meşruluğunu ilgili ülkelerin ulusal meclislerine kabul ettirme kampanyaları sonucunda Türk hükümetinden geçmişe yönelik tazmi-nat talebinde bulunma girişimleri vardır.11

11 Ermeni diasporasının hem Türkiye’ye hem de Azerbaycan’a yönelik tazminat taleplerine ilişkin ayrıntıları Amerikan Godimas Enstitüsünün çıkardığı The Armenian Forum dergisindeki makalelerde bulmak mümkündür.

Page 20: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

798 Erhan BÜYÜKAKINCI

Öte yandan, Ankara hükümeti 1997 yılında Güney Kıbrıs Rum Yö-netiminin (GKRY) Moskova’dan S-300 füzeleri satın alma kararına sert tepki göstermişti. Nitekim bu tepkinin asıl hedefi Rusya değil, Yunanistan ve GKRY idi. Türk hükümeti, söz konusu füzelerin Bo-ğazlardan geçişini önlemek amacıyla her türlü önlemi alacağını duyu-rarak, aslında her iki cepheye (Rusya ve GKRY) belirli mesajlar verme çabasındaydı. Aynı zamanda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin söz konusu rekabet sürecinde her an Türkiye’ye katılması olasılığının bu-lunduğunun duyurulması, bir yerde Güney Kıbrıs yönetimi için bir caydırıcılık unsuru olmuştur. 1998 yılı sonunda, GKRY adaya konuş-landırılması kararını geri çekmiştir (Sönmezoğlu, 2004: 576).

İkinci bir sorun olarak ‘Türk Boğazları konusu’, Çarlık rejiminden beri Rus dış politikasının Karadeniz boyutunu ilgilendiren ana baş-lıkların başında gelir. Avrupa ile Asya arasında sıkışmış, Batı Avrupa ile olan ilişkilerinde coğrafi engelleri aşmayı arzulayan ve her çağda bir dünya devleti olma arayışındaki Rusya’nın uluslararası taşıma yol-larıyla bağlantılarını geliştirmek açısından tarih içerisinde Türk Bo-ğazlarına olan ilgisi zamanla kemikleşen bir sorunsala dönüşmüştür. Günümüzde, RF deniz yoluyla yaptığı dış ticaretin üçte ikisini Türk Boğazları kanalıyla gerçekleştirmektedir. Bu rakam hiç kuşkusuz Boğazlar’ın Rusya için jeostratejik ve jeoekonomik önemini anlatmak için çok yeterli bir nedendir.

1990’lı yıllarda Boğazlar konusunda Rusya’nın Türkiye’ye yönelik geliştirdiği tepkici politikaların temel gerekçeleri iki ana sorunda dü-ğümlenmekteydi: Boğazlardan gemi geçişlerini düzenleyen yeni tü-züklerin kabulü ve Hazar petrollerinin tankerler yoluyla dünya pazar-larına taşınması. 1993 Ağustos ayında, Türk hükümeti, hem İstanbul kentinin güvenliğini sağlamak üzere hem de İstanbul ve Çanakkale boğazlarından gemi geçişlerinin düzenlenmesi amacıyla serbest ge-çiş hakkının yeniden tanımlanmasına yönelik bir tüzük tasarısını be-nimsemişti. Söz konusu Boğazlar ve Marmara Denizi Tüzüğü 1994 Temmuz ayında yürürlüğe girdi.12 Moskova’nın tepkileri aslında Ni-

12 Bakanlar Kurulu’nun 23 Kasım 1993 tarihli kararıyla kabul edilen ve 11 Ocak 1994 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanmış tüzüğün, 1 Temmuz 1994’te yürürlüğe girmesi ön

Page 21: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 799

san 1994’ten itibaren resmî kanallarla Ankara’ya iletilmişti. Rus hü-kümeti, Montreux Sözleşmesi’nde düzenlenmiş serbest geçiş hakkına ilişkin ihlaller olduğu gerekçesiyle söz konusu yeni tüzüğün geri çe-kilmesini talep etmekteydi. Buna karşın, Türk hükümeti söz konusu Boğazların kendi ulusal egemenlik alanı sınırları içerisinde bulundu-ğundan bu istemleri geri çevirme hakkını kullanıyordu. Her ne kadar Rusya bu yeni tüzükten doğan zararlarının olduğunu ileri sürse de, ilgili metin 1998 yılına kadar geçerliliğini korudu.13

Rusya Başbakanı V. Çernomırdin’in 1997 yılındaki resmî ziyare-tinden sonra gündeme gelen ve Rusya’nın eleştirilerine maruz kalan 1994 Tüzüğü’nün yumuşatılması ve gözden geçirilmesi konusu, 6 Ka-sım 1998 tarihinden itibaren yürürlüğe giren Türk Boğazları Deniz Trafiği Düzeni Tüzüğü’nün14 kabulüyle sonuçlanmıştır. Birçok siya-set bilimcinin ve gazetecilerin eleştirisine uğrayan bu ikinci tüzüğün hazırlanmasında Mavi Akım Projesi pazarlıklarının etkili olduğunun altı çizilmekteydi. Söz konusu tüzüğün, ilkine göre geçiş haklarının belirlenmesinde daha esnek ve daha pratik bir yapıda olduğu saptan-maktaydı; nitekim Rusya’nın tepkileri bu yeni tüzükten sonra orta-dan kalkmıştır (Akgün vd., 1999: 54-55).

Hazar petrollerinin dünya pazarlarına taşınmasını sağlayacak boru hatlarının güzergâhı konusunda Moskova birçok açıdan Türkiye’den daha avantajlı bir konumdaydı. Gerek Sovyet döneminde inşa edil-miş hâli hazırdaki boru hatlarıyla gerek rafinelerin büyük bölümünün

görülmüştü. İstanbul Boğazı’ndaki tanker ve şileplerin çarpışması, Boğazlardan geçen gemi trafiğinin günden güne artış göstermesi, su yolları üzerindeki kentlerin (özellikle de İstanbul’un) güvenliği ve ekolojik kaygılar, resmî düzeyde yeni düzenlemelerin gerçekleştirilmesini zorunlu kılmıştı. 1994 Tüzüğü’ne göre, tehlikeli mal ya da nükleer madde taşıyan gemilerin ilgili bakanlıklardan önceden izin almaları gerekirken, büyük gemilerin taşıdıkları malların bildirimini yapmaları zorunlu kılınmaktadır (Akgün, 1998: 389-402).

13 1994 Tüzüğü’nün düzenlenmesindeki ana amaç, Boğazlardan geçecek olan gemi (ya da daha doğru bir deyişle petrol tankeri) trafiğini azaltmaktı. Ancak bu bağlamda, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin yeniden gözden geçirilmesi düşüncesi Türk politikacıların seçenekleri arasında yer almaktaydı, ama Soğuk Savaş sonrası yeni konjonktürde böyle bir revizyon çalışması pek de kolay görülmemekteydi (Akgün, 1998: 389-402).

14 T.C. Resmî Gazete – 6 Kasım 1998. Mükerrer sayı: 23515.

Page 22: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

800 Erhan BÜYÜKAKINCI

kendi topraklarında bulunması nedeniyle gerekse petrol üretiminin gerçekleştiği havzalara yakınlık anlamında, Rusya’nın lojistik ve coğ-rafi üstünlükleri bulunmaktadır. Karadeniz kıyısındaki Novorossiysk Limanı’nı Hazar petrollerinin dünya piyasalarına dağıtıldığı merkez yapma arayışları, 1990’lı yıllarda ön plana çıkan bir politikaydı. Pet-rolün dünya piyasalarına dağılması tekelini elinde tutmak istemesin-deki ana nedenlerin başında, söz konusu enerji ürünlerinin fiyatlarını belirleyebilmek istemesi, Rus petrollerinin ihracı konusundaki olum-suz etkilerin asgari düzeye indirilmesi ve bu bağlamda kazançların azami düzeyde tutulması çabası bulunmaktaydı. Bu süreç, tabii ki petrol üreticisi Orta Asya ve Kafkas ülkelerinin lojistik anlamda orta ve uzun vadede Rusya’ya bağımlılığını güçlendirecekti.

Rusya’nın tekelci eğilimleri, 1990’lı yıllarda, Hazar petrollerini dün-ya pazarlarına taşıyacak boru hatlarının güzergâhına ilişkin görüşme-ler sırasında apaçık ortaya çıkmıştı. Hâlen de etkin bir rol üstlenme çabası sürmektedir. Azerbaycanlı ve Orta Asyalı liderler, bu bağlamda Rusya’nın istemlerini sınırlandırabilmek amacıyla belirli tavizkâr po-litikaların izlenmesi anlayışında mutabık kalmışlar ve bu petrollerin işletilmesinden sorumlu konsorsiyumlarda Rusya lehine kendi pay-larından imtiyaz hakkı vermeyi kabul etmişlerdi. Öte yandan, Rus faktörünü dengeleyebilmek için Batılı petrol şirketleriyle girişilen sıkı ilişkilerle de kendi egemenlik alanlarının tanınması savaşımını sür-dürmekteydiler. Bu bağlamda çok tartışmalı olan Hazar denizinin hukuki statüsü konusu, aslında Boğazlar konusu ile iç içe geçmiş bir olguydu.

Öte yandan, Türkiye’ye baktığımızda, Boğazlar konusu, Batılı yatı-rımcıları ülkeye çekmek için bir araç konumundaydı. Ülkenin jeostra-tejik önemini geliştirmek arzusundaki Türk hükümeti, hem boru hat-tının geçmesi planlanan güzergâh üzerindeki bölgelerdeki iç istikrarın sağlanabilmesi hem söz konusu bölgelerin ekonomik kalkınmalarının desteklenmesi hem de Kafkas ülkeleri arasındaki çatışma sürecinde Ermeni faktörünün dışlanması amacıyla, Bakü-Ceyhan Projesi’nin rantabilitesini pazarlamaya çalışmaktaydı. Bu bağlamda, çok değiş-kenli bir denklem kendisini göstermekteydi. Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru

Page 23: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 801

Hattı Projesi, özellikle Gürcistan’daki iç politik istikrarın varlığına da bağlıdır. Öte yandan, söz konusu projenin gerçekleşmesi sadece dev-letler arası bir karara bağlı değildi ve konsorsiyumda yer alan çok ulus-lu petrol şirketlerinin de ikna edilmeleri gerekmekteydi. İnşaat proje-sinin maliyeti arttıkça ve güzergâh üzerindeki bölgelerin istikrarsızlık riski sürdükçe, petrol işletmecisi firmaların çekinceler ileri sürmeleri çok büyük olasılıktı. Bu açıdan bakıldığında, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı Projesi, Azerbaycan ve Kazak (Tengiz) petrollerini işletecek ko-misyonlar açısından birçok avantaj olduğu kadar, birçok kaygı nokta-sını da beraberinde getirmekteydi (Gökırmak, 1996: 153-185). Öte yandan, yabancı firmalar, Rus faktörünün önemini hem ekonomik hem lojistik hem de siyasal anlamda değerlendirmeyi tercih ettiler; dolayısıyla duruma egemen bir Rusya’nın varlığı, belirsizliklerle dolu birçok devletin varlığına tercih edilebilir duruma gelmekteydi.

Soğuk Savaş’ın bitişi ve SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Türkiye’nin kendi jeopolitik önceliklerini tanımlaması ihtiyacı görev başındaki bütün hükümetleri meşgul etmiştir. Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya ile çevrili bir ortamda Türkiye’nin farklı bir söylem içine girmesi gerekliydi. Ancak 1993 yılının ikinci yarısından itibaren Rus iç politikasına hâkim olmaya başlayan muhafazakâr söylemler, Türk ka-rar alıcıları üzerinde olumsuz etkilerde bulunmaktaydı. Öte yandan, Türkiye’nin hem diplomatik hem ekonomik düzlemlerde Türki cum-huriyetlerle kurduğu sıkı ilişkiler Moskova’nın dikkatini ve tepkisini çekmekteydi. Pantürkçü söylemlerin Türk iç politikasındaki etkileri-nin günden güne artmasına karşın Türk hükümetleri daha ılımlı ve sağduyulu bir politika izleme yolunu seçmişlerdi; 1993-1997 arasında aşırı ulusçu ve dinsel etkenler, gerek hükümet içi gerekse bürokratik düzeylerde ağırlıklarını göstererek Türk dilli cumhuriyetlere yönelik kültür diplomasisi içerikli politikalara yönelmiş olsalar da, Orta Asyalı birçok liderden tepkiler almakta gecikmemişlerdir.

Kendi açılarından, Orta Asya ve Azerbaycan liderleri Rusya’nın tep-kisini önemsemekteydiler. Türkiye’yi yeni bir ‘Büyük Ağabey’ konu-munda görmek istemediklerini açık açık dile getirmekteydiler ve bu bağlamda belirli çekincelerinin olduğunu da vurgulamaktan çekinmi-yorlardı. Nitekim 1994 yılında, Bakü’de toplanması gereken II. Türk

Page 24: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

802 Erhan BÜYÜKAKINCI

Zirvesi toplantısı, Rusya’nın tepkilerinden dolayı gerçekleştirilemedi. Türkiye’nin, Türki cumhuriyetlerle olan ikili ilişkileri 1993’ten sonra belirli açılardan daha rasyonel bir plana otururken, Rusya’nın tepkile-ri de kademeli olarak yumuşamıştır.

Türk dilli eski Sovyet devletlerine yönelik kültür diplomasisi girişim-leri SSCB’nin dağılmasının ertesinde hemen yürürlüğe sokulmuştu. TRT Avrasya adında bir televizyon kanalı yayına girmiş, 1992’de Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) ve 1993’te Türk Kültür ve Sanatla-rı Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) kurulmuştur. Bu girişimler hem Türk kamuoyunu yeni cumhuriyetler konusunda bilinçlendirmek hem de Orta Asya ve Azerbaycan’da ‘Türk modeli’nin kültür imajını takdim etmek amacını güdüyordu. Bu aşamada Türkiye Türkçesinin bir dün-ya dili olarak tanıtılması da amaçlar arasındaydı. Bu devlet destekli girişimlerin yanı sıra, 1990’lı yıllarda Türk ‘özel müteşebbisleri’nin girişimleriyle eski Sovyet coğrafyasında eğitim faaliyetlerine ağırlık verildiğine ve Türkçenin de okutulduğu birçok okulun açıldığına tanık oluyoruz. Nitekim bu okulların etkinlikleri doğrudan olmasa da do-laylı olarak Türkiye’nin Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerinde kısa süreli de olsa sorun yaşanmasına neden olmuştur.

Rusya ile Türkiye arasında görüş ayrılığı yaratan başka bir konu ise, Yukarı Karabağ’daki Ermenistan-Azerbaycan çatışmalarıydı. Tür-kiye ve Rusya, 1992 yılından itibaren AGİK bağlamında oluşturulan Minsk Grubu’nun çalışmaları içerisinde yer almaktadır, ancak Tür-kiye başından itibaren Azerbaycan hükümetini desteklediğini açık bir dille ilan etmiş ve bu ülkenin toprak bütünlüğünü savunmuştu. 1993-1995 arasında Türkiye, Ermenistan’a yönelik uçuş koridorlarını kapatarak bir çeşit ambargo uygulamak yoluna gitmiş, bunun resmî gerekçesini de Yukarı Karabağ’da çatışan Ermeni ayrılıkçıların Erivan hükümetinden aldıkları lojistik ve mühimmat yardımı olarak açıkla-mıştı. Öte yandan, Ermenistan topraklarındaki Rus askerî varlığı ile üsleri de, Ankara’yı düşündüren etkenlerin başında gelmekteydi. Eri-van hükümetinin ülke topraklarına S-300 füzeleri yerleştirilmesine yönelik kararı, hem Rusya ile askerî bağların güçlendirilmesi hem de kendi savunma mekanizmalarını oluşturma amacına dayanmaktaydı.

Page 25: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 803

Son olarak da Çeçen ve Kürt sorunları, 1990’lı yıllarda ikili iliş-kileri tıkayan başka bir konuydu. 1994 Aralık ayında Rusya’nın Çeçenistan’da başlattığı askerî müdahale, Türk-Rus ilişkilerinde ger-ginliği tırmandıran yeni sorunlardan biri olarak ortaya çıkmıştı. Her ne kadar Moskova yönetimi Çeçenistan’daki ayrılıkçı girişimleri bas-tırabilmek amacıyla askerî gücün kullanılmasını içişleri kapsamında değerlendirse de, Türkiye ve dünya kamuoyu belirli tepkiler vermekte gecikmediler. Türkiye’de etkin olan Çeçen diasporası, aşırı ulusçu ve İslami söylemleri benimsemiş politikacılar ile basın, Ankara’nın bu süreçte daha etkili olması gerektiğini savunuyorlardı.

İç politikadaki baskıların tersine, Türk hükümeti Çeçen sorununu daima Rusya’nın içişleri kapsamında bir konu olarak değerlendir-miş ve Batılı ülkelerle ortak bir söylem benimseme yoluna gitmiştir. 1991’den itibaren Türk dış politikasının ilgi alanına giren Çeçenistan konusu, Dudayev’in Türkiye ziyaretleri ve başbakanlık düzeyinde ka-bul edilmesi ve savaşlar sırasında Türkiye ve öteki Müslüman ülkeler-den destek istemesiyle daha siyasal bir içerik kazanmıştır (Yıldırım, 1996: 187-220). Ocak 1996’daki siyasal bir skandala dönüşen Avras-ya feribotunun kaçırılması ile birlikte Türk iç politikasındaki söylem-ler karmaşası yerini daha rasyonel bir aşamaya bırakmıştır.15 Hatta İkinci Çeçen Savaşı ile birlikte Putin’in iktidara gelmesi sonrasında Ankara’nın tepkisizliğe yönelmesi, politik bir tercih olarak yorumla-nabilir. Bu tepkisizliğin ardında, Çeçenistan’daki tarikat ve aşiret mü-cadeleleri ile köktendinci akımların ön plana çıkması ve Moskova’nın her an Kürt sorununu bir koz olarak kullanma riski yatmaktaydı. Türkiye’deki İslamcı, ülkücü ve ılımlı sağ partilerdeki Rus ‘yeni em-peryalizm’ine karşı tepkiler ve gösteriler yaygınlaşırken, Rus basını ve önde gelen politikacıları Türkiye’yi hem Çeçenistan’a asker ve mühim-mat göndermekle suçlamaktaydılar hem de bölgeyi istikrarsız kılmak amacıyla eleştirmekteydiler.

15 Söz konusu skandal, aynı zamanda bir hukuki açmazı da birlikte getiriyordu; hüküm giyen korsanların cezaevinden kaçmaları, daha sonra 2000 yılındaki Swissôtel baskınına karışmaları, söz konusu olayların hem iç politika uzantılarını hem de emniyetteki karmaşıklığı göstermeleri açısından dikkat çekicidir (Oran, 2001b: 545).

Page 26: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

804 Erhan BÜYÜKAKINCI

RF’nin çeşitli bölgelerinde, özellikle de Kuzey Kafkaslar’da yaşayan Kürtlerin sayısı, 1989 Sovyet nüfus sayımına göre her ne kadar 500 bin civarında olsa da, Sovyetler zamanında etkin bir örgütlenme içe-risinde olmamışlardı. Ancak birçok siyasal bilim araştırmacısına göre, Çeçenistan sorununa yönelik politikalarından ötürü Türkiye’ye kar-şı bir tavır olarak, Rus Devlet Dumasının Şubat 1994’te Moskova’da Kürdistan tarihi konulu bir konferansın gerçekleşmesine öncülük et-mesi söz konusuydu. Ardından, Ocak 1995’te Yaroslavl kentinde Kürt Evi’nin açılması, Ankara’nın tepkilerini çekmişti (Oran, 2001b: 546; de Tinguy, 1995: 51-64).

1995 Şubatında Ankara’ya gelen Rus dışişleri yetkilileri, Türkiye’nin Çeçenistan’a yönelik ‘yardımlar’ını geri çekmesini ve Kafkas-Çeçen da-yanışma derneklerinin kapatılmasını talep etmişlerdi. Türkiye’nin bu isteklere yönelik aktif bir politikası ortaya çıkmayınca, Kasım 1995’te yine Rus Devlet Dumasının öncülüğünde ‘Sürgündeki Kürt Parlamen-tosu’ üçüncü toplantısını Moskova’da gerçekleştirmiş ve bu toplantıyı 1997 yılındaki iki konferans daha izlemişti. Türkiye’nin sert tepkisini çeken bu gelişmelerde Avrasyacı ve muhafazakâr söylemlerin devlet üzerinde etkileri olduğunu belirtmeliyiz.

Kürt sorununa ilişkin ikili ilişkilerdeki gerginlikler zincirinin son halkasını PKK lideri A. Öcalan’ın Suriye’den ayrılmak zorunda kal-masıyla Rusya’ya gelmesi oluşturmuştur. 1998 Ekim ayı sonlarında Öcalan’ın Rusya’dan sığınma isteminde bulunması ve Dumanın 4 Ka-sım 1998 tarihinde bunu olumlu karşılayan bir kararla desteklemesi, Ankara’nın sert tepkilerine yol açmış ve Yeltsin’e yönelik sağduyuya davet çağrılarıyla bu kararın yaşama geçirilmesi önlenmişti. Nitekim 12 Kasım’da Rusya’dan ayrılıp İtalya’ya giden, oradan sonra Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirilen Öcalan konusunun bu şekilde kapan-mış olması, Türk-Rus ilişkilerindeki büyümesi olası gerginliklerin de önüne geçmiş oldu (Oran, 2001b: 546).

1990'lı Yıllarda İkili İlişkilerin İktisadi ve Ticari BoyutuTürkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler tarihine bakıldığında, ekonomik boyutun öneminin Soğuk Savaş döneminin sonuna kadar çok uzun bir dönem ihmal edildiği görülmektedir. Bu sonucun ana nedenlerini,

Page 27: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 805

siyasal nitelikteki sorunlar ile her iki tarafın da kendi içinde biçimlen-dirdikleri güvenlik kaygılarında bulmak olasıdır; siyasal sorunlardan dolayı oluşan gergin ilişkiler, genellikle iktisadi iş birliği olanaklarını kısıtlamaktadır. İşlevselci okulun ikili ilişkiler bağlamında ekonomik iş birliği olanaklarının geliştirilmesinin, dış politikadaki siyasal so-runların çözümünü kolaylaştırdığı hipotezi açısından bakarsak, So-ğuk Savaş’ın son döneminden itibaren Türk-Rus/Sovyet ilişkilerinde olumlu gelişmelerin ortaya çıktığını söylememiz gerekiyor. Her ne ka-dar kuramsal açıdan, ekonomik araçların ön plana çıkarılması, siyasal sorunların önemini ve etkisini doğrudan azaltmasa da, taraflara kısa ve orta vadede iş birliği alanlarının neler olduğunu göstererek siyasal sorunların kronikleşme derecesini azaltmak ya da uzlaşı noktalarının daha çok diplomatik araçlarla araştırılmasını sağlamak gibi barışçıl olanakların tanımlanmasına yardımcı olacaktır.

12 Eylül askerî yönetimi ile başlayan ve uluslararası planda ekonomik iş birliğine ağırlık veren yeni bakış açısı, Türk dış politikasındaki bağ-laşıklık seçeneklerini artırmaya yönelikti. Bu dönemde başlayan ortak iş birliği olanaklarının araştırılması ve özellikle müteahhitlik ve ener-ji ürünlerine yönelik alanlarda projelerin değerlendirilmesiyle, Türk-Sovyet ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığını vurgulamalıyız. Bunun ilk kilometre taşı, 1984 yılında imzalanan Doğal Gaz Anlaşması’ydı. Anlaşmayla Türkiye’nin SSCB’den 1987 yılından itibaren doğal gaz alı-mına ilişkin hususları düzenlemesinin yanı sıra, bunun gerçekleşme şartlarında Türk müteahhitlerinin ve ihracatçılarının Sovyet pazarına girmelerinin kolaylaştırılması gibi maddeler eklenmişti.16

16 17 Eylül 1984 tarihinde Türk ve Sovyet devlet kuruluşları BOTAŞ ve VVO Soyuzgazeksport arasında imzalanan Doğal Gaz Anlaşması, ilk vadede 25 yıllık bir dönemi kapsamaktaydı. SSCB’nin ekonomik sıkıntılar içerisinde olduğu bir dönemde doğal gaz karşılığında Türk ithal malları ve hizmetleri ile takas edilmesi konusunda Moskova ve Ankara karşılıklı olarak uzlaşmaya varmışlardı. Söz konusu anlaşma, Türkiye’den Sovyetler Birliği’ne ilk kez müteahhitlik hizmetlerinin verilmesine olanak tanırken, yarattığı döviz teşvikiyle Sovyet pazarlarının Türk mallarına yönelmesini ve Sovyet-Türk ortak yatırım alanlarının ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Söz konusu anlaşma, Türkiye’nin doğal gaz bedelinin % 30’unu Sovyetlerdeki Türk müteahhitlerce taahhüt edilen inşaat projeleri, % 70’ini ise Sovyetlere sattığı ürünlerle ödemesine olanak tanıyordu (Aydın vd., 1997: 64-66).

Page 28: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

806 Erhan BÜYÜKAKINCI

Doğal Gaz Anlaşması17 ile başlayan ekonomik iş birliği süreci, Türk müteahhitlerinin Doğu Almanya’dan ülkelerine geri dönen Sovyet askerlerine verilmek üzere projelendirilen ve Alman hükümeti tara-fından finanse edilen konutların inşaat ihalelerini kazanmalarıyla ivme kazanmıştır.18 1986-1995 yılları arasında, önde gelen otuz Türk inşaat firması 215 inşaat projesini üstlenmiş ve 5,7 milyar dolarlık bir kazanç elde etmişlerdir.19 Türk şirketlerinin yarattıkları işgücü olanakları hem Rus hükümeti tarafından desteklenmiş hem de Türk işçilerine yönelik istihdam fırsatlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Orta vadede bu şirketlerin bir bölümü de Rusya’daki siyasal ve yerel liderler düzeyinde lobicilik etkinliklerine de girişebilmeyi başarmış-lardır.20 Türk Müteahhitler Birliği’nin verilerine göre, inşaat projeleri, 1990’lı yılların sonlarına doğru Rusya’daki fon kısıtlamaları nedeniyle ödeme hacmi azaldığından düşüşe geçmiştir. Birlik üyelerinin 2000 yılı Temmuz ayı itibarıyla Rusya’da aldıkları inşaat projelerinin tutarı 9,830 milyar doları bulmaktadır (DEİK / Türk-Rus İş Konseyi, 2001).

Söz konusu doğal gaz ve taahhüt işlerindeki ilerlemelerin yanı sıra, gerek sınır ve ticaret alanlarında geliştirilen iş birliği olanakları gerek-se SSCB/Rusya’da kurulan ortak işletmeler (ve bankalar) ve girişilen

17 Doğal Gaz Anlaşması’nda SSCB’nin Türkiye’den satın alacağı malların listesi de belirlenmişti; bu bağlamda, gıda ve temizlik-ecza ürünleri, giyim eşyaları ile demir-çelik ve alüminyum ürünleri söz konusuydu. Anlaşmanın tam metni için bk. T.C. Resmî Gazete – 07.12.1984.

18 1986 yılındaki Özal’in Moskova gezisi sırasında imzalanan anlaşmalarda taahhüt hizmetlerinin genelleştirilmesi ve Doğal Gaz Anlaşması kapsamına dâhil edilmesi hususları ele alınmıştır. Döviz sıkıntısı içerisindeki SSCB’nin taahhüt işlerinde barter yöntemini benimsemesi, zaten dünya piyasasında yer edinme arayışındaki Türk inşaat sektörü için büyük bir avantaj oluşturmuştur. Nitekim Türk müteahhitlerinin Sovyet piyasalarına girişleri 1987 sonrasında hızlanmıştır.

19 1995 yılı verilerine göre, bu tutarın 3 milyar dolarlık bölümü, Doğu Almanya’dan dönen Sovyet askerleri için konut inşaatına aittir. RF’deki Türk inşaat firmalarının yatırımları, tüm BDT alanı içerisindeki yatırımlarının % 74’lük bölümünü oluşturmaktadır; bu pay aynı zamanda Türk inşaatçılarının tüm dünyadaki yatırımlarının sadece % 25’lik bir bölümüne denk düşmekteydi. UMB, Uluslararası Müteahhitler Birliği Raporu, Ankara, 1995.

20 Bu dönemde Ali Şen, Şarık Tara gibi isimlerin ağırlığı söz konusuydu.

Page 29: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 807

yatırımlar,21 ekonomik ilişkilerin çeşitlenmesine olanak tanımıştır. Öte yandan, 1987 yılında kurulmuş olan Türk Eximbank’ın 1989’dan itibaren SSCB’ye ihracat, yurt dışı müteahhitlik hizmetleri ve yatırım-larını desteklemek amacıyla açtığı alıcı kredilerden dağılma sürecine kadar 555 milyon dolarlık bir bölüm Moskova tarafından kullanılmış-tır. Rusya Federasyonu’na 2000 yılına kadar açılmış olan Türk Exim-bank kredileri 1,1 milyar dolar tutarındaydı ve Rusya’daki turizm, eğitim, sağlık ve imalat sektörlerine yönelik projelere tahsis edilmişti.

Sovyetler Birliği döneminde temelleri atılmış olan ekonomik ve ti-cari iş birliğinin bağımsız Rusya ile Türkiye arasında da süregeldiği-ni, ancak her iki ülkenin kendi iç yapılarında geçirdikleri krizlerden ötürü farklı sapmalar içerisine girdiklerini gözlemliyoruz. 1993-1997 arasında düzenli artış gösteren Türk-Rus dış ticaret ilişkilerinin, Rus-ya’daki 1998 kriziyle birlikte keskin bir düşüşe geçtiği görülmektedir. Aslında bu düşüşten etkilenen tarafın Rusya değil, Türkiye olduğu dikkat çekici bir saptamadır; çünkü alım ve ödeme gücü kısıtlanan Rus piyasaların dış ticarete yönelik girişimlerini kısmaları nedeniyle, Türkiye’den yaptıkları dış alım da doğrudan düşme eğilimine girmişti (Beat, 2001: 123-124).

2000-2001 rakamlarına göre, Rusya Federasyonu, Türkiye’nin dış alımı içerisinde en önemli üçüncü ülke, dış satımında ise sekizinci ülke konumundaydı. Ocak 1996’dan itibaren Türkiye-AB arasında iş-lemeye başlayan gümrük birliği süreci, Türk-Rus ilişkilerinde belirli olumsuz etkilerde bulunmuştur. Bu bağlamda Rusya’nın belirli güm-rük ayrıcalıklarından faydalanamaması söz konusu olmuştur (DEİK/ Türk-Rus İş Konseyi, 2001).

Türkiye ve Rusya arasındaki enerji alanındaki iş birliği, ülkelerin uzun vadeli perspektiflerinden dolayı tartışmasız bir önem taşımak-taydı. Doğal Gaz Anlaşması’yla başlayan bu süreç, 1990’lı yıllarda ivme

21 T.C. Moskova Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği’nin verilerine göre 1999 yılı sonu itibarıyla Türk firmalarının Rusya’daki yatırımları 500 milyon doları aşmış durumdaydı. En önemlileri arasında, Koç ve Enka gruplarının ortak yatırımı olan Ramstore alışveriş merkezleri, Anadolu Grubu’nun meşrubat ve bira üretimine yönelik yatırımları, telekomünikasyon ve otelcilik alanlarında yoğunlaşmış Türk firmalarını saymalıyız.

Page 30: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

808 Erhan BÜYÜKAKINCI

kazanarak, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin çimentosunu oluş-turmuştu. Ancak SSCB’nin dağılmasından sonra Rus hükümetinin 1984 Anlaşması’ndaki doğal gaza karşılık takas olarak Türk malları ile ödeme kolaylığı sağlanması yaklaşımını benimsemediğini görüyoruz. Moskova, doğal gaz sevkiyatının devam edebilmesi için ödemenin yeni ticari koşullarda gerçekleştirilmesine yönelik anlaşmaya ek deği-şiklik önerileri getirmişti. Bu yeni yaklaşımın belirlenmesinde Rus do-ğal gaz devi Gazprom’un politikalarının Rus hükümeti üzerinde etkili olduğunu belirtmek gerekiyor; çünkü kendi gelir kaynaklarını yeni-den tanımlamak ve artırmak arayışına girişen Gazprom, hükümetten bağımsız hareket etme eğilimine girmiş ve dolayısıyla Türkiye’ye mal karşılığı ödeme kolaylığının sağlanması politikasına karşı çıkmıştı (Ulçenko, 2001: 143-144).

Türkiye ve SSCB arasındaki enerji ürünleri alanındaki iş birliği as-lında 1986 yılında 45 milyon dolarlık ilk petrol dış alımıyla başlamıştı. Türkiye’nin 1980’li yıllardaki Rus petrolüne bağımlılığı o kadar önem-li boyutta değildir. Körfez Savaşı sırasında, Sovyet petrolü Türkiye’nin enerji ürünü toplam dış alımlarının % 10,4’üne denk düşmekteydi; bu oran 1990’lı yıllarda iki kez % 6’nın üzerine çıkmış, ama genelde sabit bir gelişme eğilimi izlemeksizin % 2 ila % 4 bir orana sahip olmuştur (Akgün vd., 1999: 133).

Ancak doğal gaz konusu, hem Türkiye hem de Rusya için önemli bir ticaret aracıydı ve ekonomik iş birliği olanaklarının da temelini oluş-turmaktaydı. 1994 yılı rakamlarına göre, Rus doğal gazı, tek başına Türkiye’nin enerji ürünleri toplam dış alımlarının % 12’sini oluştur-maktaydı. Türk sanayiinde gün geçtikçe artan doğal gaz talebi, Türk hükümetini kaynak ülke arayışına sevketmişti ve bu bağlamda Rusya ilk seçeneklerden birisiydi. Nitekim Aralık 1997’de Ankara’ya resmî bir ziyaret gerçekleştiren V. Çernomırdin’in, Gazprom’un önerileri doğrultusunda sunduğu Karadeniz üzerinden Türkiye’ye doğal gaz sevk etme önerisi, bu arayışlara ciddi yanıt veren seçeneklerden biri-siydi (Mavi Akım Projesi). Bu gezinin somut meyvesi olarak 15 Aralık 1997 tarihinde ‘Enerji İşbirliği Genel Çerçeve Anlaşması’ imzalanmış-tır. Buna paralel olarak ‘Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması’ ile ‘Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşma’nın

Page 31: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 809

bu gezi sırasında imzalanması, Türk hükümetinin Rusya’dan 1992 yılından beri talep ettiği doğal gazın karşılığının mal-hizmet olarak ödenmesi isteğini kısmen dahi olsa gerçekleştirmiş oldu. Bu resmî gezi bağlamında, Rus tarafı müzakere koşulları çerçevesinde 1994 Boğazlar Tüzüğü’nün yumuşatılması taleplerinde ısrarlı olduğunu bildirmiş ve bunun sonucunda M. Yılmaz hükümetinin girişimleri doğrultusunda yeni tüzük hazırlanmıştır (Ulçenko, 2001: 145-146).

1997 yılı rakamlarına göre Rusya’dan ithal edilen doğal gazın mik-tarı 6 milyar m3 civarındaydı ve bu rakam, Türkiye’nin doğal gaz dış alımının % 60’ına denk düşmekteydi. Bu açıdan bakıldığında, Türki-ye, Finlandiya’dan sonra Avrupa’da Rus doğal gazına en bağımlı ülke konumundaydı. Ancak Türk hükümetlerinin Rusya’ya olan bağımlı-lıklarını azaltmak girişiminde çok da çelişkili davranışlarda bulunduk-larını ve yeni partner arama çabasında daha çok siyasal tercihlerin ön plana çıktığı görülmekteydi. Nitekim bu bağlamda Gazprom’un öne-risi olarak gelişen ve Çernomırdin’in Ankara ziyaretiyle somutlaşma yoluna giren Mavi Akım Projesi, 1998-1999 yılları arasında Türkiye-Türkmenistan ilişkilerini de dolaylı olarak etkilemiştir; jeopolitik ve ekonomik nedenlerden ötürü Türkmen gazını ithal etme konusunda çekingen görünen Ankara, Mavi Akım Projesi’ne yeşil ışığı, Başbakan B. Ecevit’in Moskova gezisi sonrası Aralık 1999’da ilgili protokole imza atmasıyla vermiş oldu. 2010 yılına kadar ülkenin doğal gaz ge-reksiniminin 55-60 milyar m3 olacağı ve Ukrayna ve Romanya üzerin-den gelen doğal gaz sevkiyatında boru hatlarıyla ilgili basınç düşmesi vs. sorunlarının yaşandığı göz önüne alınarak Mavi Akım Projesi’ne Türk hükümetinin onay vermesi birçok siyasal tartışmayı da birlik-teliğinde getirmiştir.22 Ekim 2000’de Ankara’yı ziyaret eden Rusya

22 Türkiye’nin Rusya’dan 25 yıl süreyle yılda 16 milyar m3 doğal gaz almasını öngören Çernomırdin-Yılmaz Anlaşması’na göre 1213 km’lik bir boru hattı döşenerek (bunun 396 km’si Karadeniz’in 2150 metre altından olacak) Yamalo-Nenets bölgesinden gelecek doğal gaz Samsun’a ulaştırılacak ve 2002 yılında bitirilmesi planlanan projeden sonra Türkiye, Almanya’dan sonra Rusya’nın en önemli ikinci müşterisi konumuna gelecekti. İnşa edilecek boru hatlarının Rusya’daki ve Karadeniz altından geçecek olan bölümlerinin toplam finansmanını Gazprom üstlenirken, Türkiye’deki 444 km’lik bölümünün finansmanını BOTAŞ sağlamıştır (Oran, 2001b: 548).

Page 32: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

810 Erhan BÜYÜKAKINCI

Başbakanı M. Kasyanov, gezisi sırasında Türkiye için Rusya’dan başka ciddi bir doğal gaz alternatifinin olmadığını vurgulama fırsatı bulmuş ve kendilerine güvenilmesi gerektiğini söylemiştir (Kınıklıoğlu, 2001: 155-164).

Aslında Türkiye’nin doğal gaza göre petrol dış alımındaki ticari part-nerlerini çeşitlendirebilme şansı daha yüksektir. Rusya Federasyonu, 1995 rakamlarına göre Türkiye’nin petrol ithal ettiği en önemli beşin-ci partner konumundaydı. Petrol dış alımında Türkiye’nin konumu çok farklı öncelikleri sunmaktadır. Türkiye’nin bu konuda Orta Asya ve Kafkaslar’a yönelmesi ve boru hatları projeleriyle nakil şebekeleri-ni kendi toprakları üzerine çekmeye çalışması, Rusya’nın dikkatinden kaçmamaktaydı. Türk firmaları da özellikle Azerbaycan’daki petrol alanındaki yatırımlarda etkili olmaya çalışmaktaydılar. Türkiye’nin petrol tüketiminin artması ile birlikte TPAO’nun Azerbaycan ve Ka-zakistan’daki iş birliği arayışları ile Türk müteşebbislerin ortaklık ça-lışmaları önemli hamleler olarak ele alınabilir.

Hazar petrolünün Batı’ya taşınması ve Batılı petrol şirketlerince iş-lenmesi konusu, her zaman Ankara’nın gündemini meşgul etmiştir. Azeri petrolünün Batı’ya taşınması konusu, Kazak Tengiz petrolüne göre daha farklı bir önem arz etmekteydi. Hazar petrollerinin dünya piyasalarına taşınması tartışmalarının odağında Türk Boğazlarının kullanılması sorunsalı yatmaktaydı. Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında kendi jeostratejik önemini yeniden tanımlamak ve Batılı devletlerle olan politikalarında daha cazip hale getirebilmek amacıyla Bakü-Cey-han boru hattına çok farklı bir önem atfetmiştir. Ancak Rusya’nın Yakın Çevre yaklaşımı, Türkiye’nin siyasal içerikli çıkışını kendi etki alanı içerisine bir müdahale olarak algılamaktaydı.

İkili ilişkilerin yanı sıra bölgeselcilik arayışlarına baktığımızda KEİB girişiminin Soğuk Savaş’ın hemen ardından Türkiye tarafından lan-se edilmesine tanık oluyoruz. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi (KEİB) girişimi, dünya politikasında küreselleşme ve bütünleşme rüzgârlarının estiği yeni bir aşamada, Özal dönemi Türk dış politika-sının bölgesel iş birliği yaratma çabalarından en önemlisiydi. 325 mil-yonluk bir nüfusa sahip, doğal kaynaklar ve çeşitli ticaret zenginlikle-riyle seçkinleşen bu coğrafyada birbirinden farklı siyasal ve ekonomik

Page 33: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 811

yapılar arasında böylesine zor bir bütünleşme çabasına girişmek her ne kadar bir kumar gibi görünse de, Soğuk Savaş sonrası konjonktür-de Türkiye’nin jeostratejik konumunu yeniden tanımlamak ve bunu bir an önce dünyaya anlatmak önceliği de vardı. Ancak Türkiye’nin dışında bu coğrafyada yer alan ülkeler arasında da, Komünist blokun düşmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni rekabet biçimleri de söz konu-suydu. Bu açıdan bakıldığında, KEİB girişimi, geçmişlerinde çatışmacı ilişkilere mahkûm olmuş devletlerin arasında belirli bir siyasal ve eko-nomik müzakere ortamının sağlanabilmesi ve dolayısıyla bölgesel iş birliği olanaklarının geliştirilebilmesi fırsatlarını da beraberinde geti-riyordu. Bu olanakların ötesinde, çatışma kaynaklarının farklı boyut-lar kazanması, ekonomik ilişkilerin geliştirilebilirlik zeminine biraz olsun gölge düşürmekteydi.

Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün ana kuruluş amacı, böl-ge devletleri arasındaki ekonomik ilişkilerin çeşitlendirilmesi ve ge-liştirilmesine katkıda bulunmak ve söz konusu ülkelerin coğrafi ya-kınlıkları ve ekonomik yapılarının birbirlerini tamamlayıcılıkları göz önünde tutularak örgütsel bir yapılanmayı oluşturmaktı. İstanbul Antlaşması’na imza atan taraflar, uzun vadede kişilerin, hizmetle-rin, malların ve sermayenin serbest dolaşımına dayalı esnek bir örgüt yapısı oluşturmayı hedef olarak belirlemişlerdi (Elekdağ, 1994: 203-215). Ancak zamanla örgüt üyesi ülkeler arasındaki altyapı ve üretim anlayışı farklılıkları ile ticaret rejimleri ve hukuki zemin uyumsuzluk-ları birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Her ne kadar başlangıç aşamasında çok optimist değerlendirmelerle yola çıkılmış olsa da Ka-radeniz İşbirliği girişimi, 1995’ten itibaren belirli yapısal sorunlarla karşılaşmış, uzun vadeli bir gümrük birliği ya da serbest ticaret böl-gesi yaratma çabasından uzaklaşmış, taraf devletler arasındaki güm-rük hukukları uyuşmazlıklarına yönelik tartışmaların yoğunlaştığı bir platform olma sürecine girmiştir.

Bölgesel iş birliği alanlarının daha çok dış ticaret, enerji ürünleri ve taşımacılıkta yoğunlaştığı saptanmaktaydı. 1995 yılında, Türkiye’nin genel dış ticaret hacmi içerisinde KEİB üyesi ülkelere yönelen pay % 9 civarında iken, bu oran Rus dış ticaret hacminde % 10’luk bir yere sahipti. Öte yandan o dönemde Rus dış ticaretinin yaklaşık % 50’si,

Page 34: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

812 Erhan BÜYÜKAKINCI

BDT ve KEİB ülkelerine yönelmekteydi (Aydın vd., 1997). Ancak gü-nümüze gelindiğinde, Karadeniz bölgesindeki ülkelerin ikili ilişkiler bağlamında ekonomik iş birliği olanaklarına kaydıkları ve bölgesel uyum politikalarından uzaklaştıkları gözlemlenmektedir. KEİB’deki kısmi kan kaybının ana gerekçeleri arasında, teşkilatın ana direkleri olan Türkiye ve Rusya’daki ekonomik krizlerle birlikte farklı gümrük rejimlerine yönelik yükümlülüklere girmeleri sayılabilir. Öte yandan Rusya’nın 1998 sonrasında hızlanan ithal ikameci politikaları ve Putin’in iktidara gelişiyle hızlanan ekonomideki toparlanma ve ka-bul edilen merkezîleşme/devletleştirme yaklaşımları dışa karşı ulusal ekonomik yapılanmayı daha hassas kılmıştır.

Her ne kadar birçok olumsuz yönü olsa da, piyasaya yönelik belirli öncelikler nedeniyle dış ticaretin kayıt içi boyutunun dışında bırakıl-mış ve ‘bavul ticareti’ olarak adlandırılan gayriresmî yollarla mal tica-retinin 1990’lı yıllardaki Türk-Rus ilişkilerinde özel bir konumu bu-lunmaktadır. Söz konusu bavul ticaretinden faydalanan Türk müte-şebbisleri ve bunların gerek Türkiye’de gerekse Rusya’daki yatırımları, 1992 yılından itibaren çok önemli bir boyuta erişmiştir. Öte yandan, her iki ülkenin hükümetleri de, söz konusu kayıt dışı ticaretin caydı-rılmaması yönünde esnek adımlar atmışlar, belirli bir ticaret serbest-liğinin oluşmasına yardımcı olmak istemişlerdir.

Aslında 1980’lerin ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmış ve geliş-meye başlamış olan bavul ticareti, Türkiye’de özellikle İstanbul (Laleli) başta olmak üzere sınır kentlerinde ve bölgelerinde belirli bir piyasa canlanmasına katkıda bulunmuştur. Daha çok giyim sanayii alanın-da gelişen bu ticaret biçimi, sadece Rusya’dan gelenlere özgü değildi; eski SSCB’den ortaya çıkmış yeni bağımsız devletlerin birçoğundan (başta Moldova, Ukrayna, Gürcistan olmak üzere) ve Doğu Avrupa ülkelerinden (özellikle de Romanya) insanlar, Türkiye’den çeşitli mal-lar almak ve kendi piyasalarında pazarlamak üzere bu ticareti tercih etmekteydiler.23

23 1996 yılında 8,8 milyar dolarlık bir hacme ulaşmışken, 2000’lerin başlarına gelindiğinde bu bavul ticaretinin toplam hacminin yıllık 3 ila 4 milyar dolara düştüğü saptanmıştır. İstatistiksel olarak kayıt dışı olan bir ekonomik aracın verilerini ayrıntılı olarak elde

Page 35: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 813

Rus hükümeti tek taraflı olarak 1995 Temmuzunda yabancı ülkeler-den yapılan bavul ticaretine belirli sınırlamalar koyma kararı almıştı. Moskova’nın bu kısıtlayıcı önlemlerinde ileri sürdüğü gerekçe, ulusal mali rejimin yerleştirilmesine yönelik öncelikler olarak sunulmaktay-dı. Bu yeni uygulamaya rağmen, Rus vergi mevzuatındaki karmaşık-lık, bavul ticaretini bu ülke vatandaşları için cazip kılmaktadır. 1995 sonrasında Rus gümrük kapılarında uygulanan sıkı denetimlerin ar-dından ve Türk mallarında belirli kalite sorunlarının yaşanmasıyla birlikte, Türkiye-Rusya arasındaki bavul ticareti hacminde belirgin bir azalma görülmüştür. 1999 yılından itibaren, 1998 krizi ile Rus hükü-metlerinin izlediği ithal ikameci politikaların sonucu olarak Rusya’nın bavul ticareti yoluyla dışalımında24 önemli bir düşüş meydana gelmiş-tir (Aydın vd., 1997).

2000'li Yılların Yeni Konjonktürü ve Değişen Dengeler: Türk Dış Politikasında Yeni Söylem ve DönüşümSoğuk Savaş sonrası düzende 2000’li yıllardan itibaren belirli kırılma noktaları yaşanmıştır. Başta Avrupa coğrafyasında yaşanmış bir olgu olarak Kosova Savaşı (1999), insancıl müdahale, self-determinasyon ve egemenlik/bağımsızlaşma gibi kavramlara yeni yapısal bakış açıları katarken, 11 Eylül 2001 olayları da uluslararası güvenlik ve terörizm, düzenin ‘sözde’ ya da ‘görece’ istikrarını tehdit eden haydut ya da par-ya devletler, nükleer silahlar gibi, devletlerin ve toplumların kendi ‘gü-venlik alanları’nı karşılıklı etkileyen tartışmaları doğurmuştur. Bunu takiben yirmi birinci yüzyılın ilk yıllarında ortaya çıkan Renkli Dev-rimler (2003-2005), Huntington’ın demokratikleşme dalgaları yakla-şımının bir uzantısı olarak eski uluslararası düzenden yadigâr otoriter rejimlere karşı bir başkaldırı hareketi gibi algılansa da bu girişimlerin

etmek pek olanaklı olmadığından, T.C. Merkez Bankası ile Rusya Federasyonu Devlet İstatistik Kurumunun ilgili ticaret için verdiği rakamlarla yetiniyoruz. Ancak bu konuda kapsamlı araştırmaların bulunmaması nesnel değerlendirmelerin yapılabilmesini olanaklı kılamıyor (Akgün vd., 1999: 123; DEİK/ Türk-Rus İş Konseyi; Selçuk, 2005: 58-62).

24 1990’lı yıllara bakıldığında, Rusya’nın bavul ticareti yoluyla farklı ülkelerden yaptığı dış alım hacmi 18 ile 10 milyar dolar arasında değişen bir rakama sahipti. 1998’den itibaren bu rakam azalarak önemini yitirmiştir (Selçuk, 2005: 58-62).

Page 36: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

814 Erhan BÜYÜKAKINCI

kısa sürede tersine döndüğü görülmüştür. Nitekim bunlara en önemli tepkilerden bir tanesi de 2008 Ağustosunda cereyan eden Gürcistan/Güney Osetya Savaşı olmuştur. Bu revizyonist hareketlerle gelen de-mokrasi-güvenlik (Renkli devrimler-NATO ilişkisi) ilişkilendirmesine yanıt olarak, Rusya’nın asitmetrik güç gösterisiyle tepki vermesi Pu-tin-Medvedev yönetimlerinde ‘sert’ ve ‘yumuşak güç’ söylemlerinin iç içe değerlendirilmesi sonucunu doğurmuştur. Son olarak da 2011 başından itibaren farklı dalga hareketleriyle gelişen Arap baharı sü-recinde yaşananlar, bu kuramsal yaklaşımların daha da karmaşık bir alaşım hâline geldiğini ve tüm devlet aktörlerinin yeri geldiğinde ola-bildiğince pragmatik bir zihniyetle farklı görüşler arasında icrai giri-şimlerde bulunabileceklerini göstermiştir. Bir gün demokratikleşme ve diplomasiden konuşan liderlerin ertesi gün askerî müdahaleye söy-lem olarak kolayca geçebildikleri gözlemlenmektedir.

21. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Türk dış politikası çok farklı bir aktivizm içerisine girmiştir. Bu ‘girişkenlik olgusu’, 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle farklı yönlerde çeşitlenmiştir. AKP’nin ik-tidara gelişinin ilk aşamasında ‘Avrupacılık’ söyleminin ağır bastığını ve AB’ye üyelik müzakerelerinin etkisiyle demokratik reform paket-lerinin yasal yollardan benimsendiğini görmekteyiz. Ancak 2002’den itibaren AKP’nin iktidar sürecinde dış politika davranışları açısından homojen bir söylemin olduğunu söyleyemeyiz, çünkü bu ‘yeni’ yöne-timin siyasal seçkinleri ‘çok vektörlü bir davranış biçimi’nin zeminle-rini katman katman hazırlamaktaydılar.

Birçok siyasal yorumcuya göre, iktidarın ilk yıllarına nazaran fark-lılaşan bu yeni dış politika bakış açısı, AKP’nin ilk iktidar döneminin (2002-2007) ortalarından itibaren olgunlaşmaya başlamış ve ‘derin Avrupacılık’tan ‘gevşek Avrupacılık’ çizgisine doğru kayarken, ‘yu-muşak Avrasyacılık’ döneminin başladığı yorumları yapılmaya baş-lanmıştı (Öniş vd., 2009: 7-8). Bu açılardan baktığımızda Avrupacılık düşüncesi kurumsal demokrasi değerleri (başta insan haklarının ku-rumsallaşması olmak üzere) ile laik siyasal kültür arasında bir denge kurma arayışındayken, Avrasyacılık söylemi daha çok kimliksel, kül-türel, tarihsel ve jeopolitik etkenleri içermektedir. 2002 yılından AB

Page 37: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 815

ile resmî müzakerelerin başladığı 2005 Ekim ayına değin Türk dış po-litikasında ön plana çıkan Avrupacı söylem, ekonominin iyileşmesi ve IMF endeksli mali reformların yerleştirilmesi politikaları gibi etmen-ler, AKP hükümeti için hem ulusal kamuoyunda hem de uluslararası düzeyde belirli güven ortamını geliştirmişti.

‘Gevşek Avrasyacılık’ çerçevesinde AKP’nin dış politika söyleminin ‘yumuşak güç’ yaklaşımı ile ‘iyi komşuculuk’ bakış açısını birleştir-meye başladığını görüyoruz. En son T. Özal’ın başbakanlığı (1983-1989) döneminde karşımıza çıkan bu işlevselci (fonksiyonalist) dış politika anlayışı, resmî politik çizginin yanı sıra ekonomik araçlar ile toplumsal aktörlerin etkinliğine de önem vermektedir. Özellikle AKP’nin 2007’den itibaren başlayan ikinci iktidar döneminde geliş-tirdiği ‘komşularla sıfır sorun politikası’, Türkiye’nin o güne kadar belirli diplomatik ilkeler üzerinde sabitleşmiş dış politika çizgilerine göre belirli farklılıklar sunmaktaydı. Her ne kadar günümüz Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yorumlarıyla ‘Komşularla Sıfır Sorun Politikası’ Atatürk’ün uzlaşmacı (idealist) dış politika çizgisinin (Yurt-ta Barış Dünyada Barış) doğrudan bir uzantısı olarak değerlendirilse de, 2. Dünya Savaşı döneminden beri gelişen “sonuna kadar Batı’yla ittifak” çerçevesinden belirli bir sapma izlenimini vermektedir; çünkü komşularla olan ilişkilerin Batı’yla ittifaktan kaynaklanan kurumsal düzeyde bağlayıcı kurallardan farklı bir anlayışla geliştirilmek isten-mesi o güne değin alışılageldik bir dış politika çizgisinden sapmak an-lamına geliyordu.25

Davutoğlu’nun dış politikaya bakışını daha iyi algılayabilmek için ‘Stratejik Derinlik’ başlıklı çalışması bizlere çok iyi bir tartışma çer-çevesi sunmaktadır. Bu eserinde Davutoğlu, güç kavramını yeniden tanımlamaya çalışırken, sabit ve potansiyel verilerden hareket etmek-tedir. Coğrafya, tarih, nüfus ve kültürden (kimlik) oluşan sabit veriler ile ekonomik, teknolojik ve askerî kapasiteleri değerlendiren potansi-

25 Kuzey Irak federe yönetimiyle ilişkiler, Kıbrıs sorununa bakış açısı, Suriye ve Gürcistan ile yakınlaşma stratejileri ve İran’la farklı bir diyalog çerçevesinin oluşması AKP’nin ikinci döneminde ağırlıkla gördüğümüz politik uygulamalar olmuştur.

Page 38: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

816 Erhan BÜYÜKAKINCI

yel verileri birleştirerek jeopolitik çerçeveli bir ‘Yakın Çevre’ anlayışı ile ekonomik altyapılı bir ‘dünya ile entegrasyon’ perspektifi sunmak-tadır (Davutoğlu, 2001: 17-28). Davutoğlu, jeopolitik kuramlara bakış açısında ‘tarihsel ve kimliksel bir derinlik’ boyutu eklemektedir. Ona göre, jeopolitik konum, sadece bir ülkenin içinde bulunduğu coğrafya ve topoğrafya koşullarıyla değil, aynı zamanda iç, bölgesel ve küresel çerçevelerde söz konusu devletin ve halkının (ulusunun) tarih içinde gelişen kimliğiyle de bağıntılı olmalıdır. Dolayısıyla jeokültür, jeoeko-nomi ve jeopolitika iç içe geçen süreçlerdir ve bu açıdan ‘tarihsel de-rinlik’, söz konusu ülkenin dış politika algılamasını iyi etüt edebilmek için gerekli bir araştırma boyutudur (Davutoğlu, 2008: 77-96).

Öte yandan Davutoğlu’na göre dış politika, sadece devletin kendi-sini ifade etme biçimi değil, aynı zamanda kendi meşruluk kaynağı olan toplumun kimliksel özelliklerini yansıtan bir işlevselleştirmeyi de gerekli kılmalıdır (Murinson, 2006: 945-964). Kimlik dediğimizde, Davutoğlu’nun daha geniş anlamlı bir tanım çerçevesi benimsediğini, sadece etnik ya da dilsel kimlikle sınırlı kalmadığını görmekteyiz; top-lumların kültürel değerlerini bir toplam olarak görürken, kimlik ele-mentlerinin farklı derinlikler içerdiğini de vurgulamaktadır. Dolayı-sıyla kültüre dayalı bir toplum yaratma düşüncesi, sadece ulus-devlet-lerin kendi içlerindeki bir üretim değil, kimliksel akrabalık (soydaşlık) ya da dinsel dayanışma içerebilecek bir uluslararası diplomasi dilinin de amacı olmalıdır.26

26 Dışişleri bakanı olduktan sonra birçok basın demecinde de belirttiği üzere, Davutoğlu’nun dış politikada uygulamaya yönelik altı ilkeden oluşan bir bakış açısı çerçevesi olduğunu söylemek gerekiyor. Birinci ilke olarak (bireysel/toplumsal) özgürlükler ile güvenlik politikaları arasında devlet aktörünün denge gözetmesi gerekliliğinden söz ederken, ikinci olarak ‘komşularla sıfır sorun’ hedefini ortaya koymaktadır. Üçüncü olarak komşulardan hareketle bölgesel ve bölgeler arası etkili bir diplomasinin şart olduğu ve bunu ortaya koyarken de ‘siyasal diyalog’, ‘ekonomik karşılıklı bağımlılık’ ve ‘karşılıklı saygı ve uyum’ gibi çok boyutlu koşulların gerçekleşmesine vurgu yapılırken, dünya politikasına da entegrasyon hedefi dördüncü ilke olarak belirtilmektedir. Beşincisi de uluslararası ve bölgesel örgütlerde Türkiye’nin etkinliğini artırmak olarak tanımlanırken, son olarak da altıncı ilkeyle yeni bir Türkiye vizyonu (merkez ülke söylemi) oluşturma çabası karşımıza çıkmaktadır. İşte bu ilkelerden hareketle, Davutoğlu’nun Türkiye’ye kendi toplumu ve dünyadaki gelişen süreçlerle uyumlu; daha etkin, daha katılımcı ve daha kurumsal bir diplomatik bakış açısı kazandırmak istediğini görüyoruz (Zengin, 2010: 84-92).

Page 39: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 817

Uygulamada Davutoğlu’nun dış politika çizgisini çok boyutlu olarak değerlendirmek mümkündür. Söz konusu çok boyutluluk söylemi, dev-letin ‘yumuşak güç’ daha doğrusu ‘akıllı güç’ olması gerçekliğinden ha-reketle toplumsal dinamikler (sivil toplum, ekonomi, vb.) ile resmî dış politika çizgisi arasında işlevsellik bağları kurarken, komşularla uzlaşı zemininden hareketle uluslararası sistemde çok taraflı diplomasi araç-larının kullanılmasını içermektedir. Hâlbuki Türk dış politikası, genel ilkeleriyle toprak bütünlüğü ve güvenlik sorunsallarıyla Atlantikçi ku-rumlara körü körüne bağlı bir çizgiyi 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden beri takip etmiş ve sınır komşularıyla olan ilişkilerini bu ‘Batılılaşma kaygıları’ çerçevesiyle sınırlandırmış ya da sorunsallaştırmıştır diyebili-riz. Bunun ötesinde de Türk hükümetleri, Batılı demokrasi ve güvenlik kurumlarının dışında çoğulcu bir diplomasi çizgisine pek girememişti.

AKP dönemi Türk dış politikasının çok boyutlu çizgisinde önceliğin komşularla ilişkilere verilerek, içinde bulunulan kavşak niteliğindeki coğrafya nedeniyle üç kıtaya (Avrupa, Asya/Orta Doğu ve Afrika) da belirli ölçüde yöneldiğini görüyoruz. Bu yeni stratejik tanımlama çaba-sı, Davutoğlu’nun Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada ‘merkezî ülke’ konumunu tartışmasından ileri gelmektedir. Bu çerçevede, Av-rasya ile Afrika arasında bulunan Türkiye, eski bir imparatorluk geç-mişi ve deneyimiyle uluslararası nitelikteki birçok çatışma sorunla-rında uzlaştırıcı bir rol üstlenmeli ve dolayısıyla çok taraflı diplomasi yoluyla bölgesel bir aktör konumuna gelmelidir. Nitekim, Türkiye’nin İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) içindeki etkinlikleri (ve örgüt sekre-terliğini üstlenmesi), BM Güvenlik Konseyi’ndeki geçici üyeliği, Afga-nistan’daki NATO misyonundaki siyasal ve askerî sorumlulukları, BM çatısı altında ve dönemin Genel Sekreteri Kofi Annan’ın destekleriyle 2005’ten beri İspanya ile birlikte gerçekleştirilen ‘Medeniyetler İttifa-kı Girişimi’ bölgesel aktör olma yolunda bu çok taraflı diplomasinin örnekleri arasında gösterilebilir.

Çok taraflı diplomasi çerçevesindeki örgütsel etkinliklerin yanı sıra, Türk dışişlerinin mekik ve dolaylı diplomasi tekniklerini de kullan-dığını görmekteyiz; 2008 Gürcistan Savaşı ertesinde Başbakan R. T. Erdoğan’ın ‘Kafkas İstikrar Platformu’ başlıklı çatışma sürecini sakin-leştirme girişimleriyle bölge ülkelerini ziyaret etmesi, İsrail-Filistin ilişkilerinde Hamas’la kurulan Gazze sorunu ve askerî esirler merkez-

Page 40: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

818 Erhan BÜYÜKAKINCI

li diplomatik temaslar, İran’ın nükleer araştırmalar konusu ile Suri-ye’deki iç istikrarsızlıkların giderilmesi konuları bunlara örnek olarak verilebilir. Tüm bu diplomatik etkinlikler, uygulamada hiç kuşkusuz Türkiye’nin merkez ülke konumunu daha da güçlendiren gelişmeler olmuştur. Davutoğlu’nun perspektifleri açısından, Türkiye’nin, kom-şusu olan farklı bölgelerdeki siyasal yapılara ve sorunlara uyumlandı-rılabilir bir kimlik çoğulculuğunun olması çok önemli bir avantajdır ve nitekim bu durum, merkez ülke konumunu güçlendiren bir faktördür.

AKP yönetimiyle gelen dış politika çizgisini daha iyi anlayabilmek için Avrasyacılığa bakışını öncelikle ele almamız gerekiyor. Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ yaklaşımından hareket edersek, Avrasya bölgesinin daha çok jeopolitik çerçevede değerlendirildiğini görmekteyiz. 1990’lı yıllarda ‘Türk dünyası’ ya da ‘Türk kimliği’ merkezli, geniş çerçeveli, daha çok etnik ya da dilsel kimliğe dayanan bir söylem Türk dış politi-kasına egemen olmuştu; ancak 2000’li yıllara geldiğimizde Avrasya ala-nı dendiğinde Türkiye tarihinin kimliksel statüleri daha çok coğrafya-tarih-insan/ekonomi üçgeninden hareket ederek yorumlanmaktaydı. Davutoğlu, Avrasya’yı Türkiye’nin çıkarlarının tanımlandığı bir ‘yakın çevre’ olarak değerlendirmektedir ve dolayısıyla Avrasya jeopolitiğinde yer alan ülkeler ile ikili ve çok taraflı ilişkiler jeoekonomik, jeostratejik ve jeokültürel çerçevelere göre belirlenmelidir.

Türkiye’nin edindiği yeni bakış açısı olan ‘gevşek Avrasyacılık’ çer-çevesi aslında Mackinder’in ‘Heartland kuramı’nın ‘iç ve dış hilal’ler yaklaşımına da uymaktadır. Avrasya’yı sadece eski Sovyet alanı olarak görmek değil de, bununla birlikte Orta Doğu bölgesini eko-nomi-kültür-strateji üçgeninde değerlendirerek bu çerçeveye dâhil etmek arayışı söz konusudur.27 Hazar havzasından Basra körfezi-ne uzanan bir ‘enerji elipsi’ tanımlaması28 ya da ‘üç deniz stratejisi’

27 Davutoğlu’na göre, ‘Kafkaslar-Doğu Anadolu ve Körfez-Doğu Akdeniz hattını kapsayan Kuzey Orta Doğu, jeopolitik olarak; Azeri petrolü, Kuzey Irak petrolleri ve Doğu Anadolu su kaynakları, jeoekonomik bir bütünlük arz etmektedir.’ Türkiye’nin bu hat üzerinde bir politika geliştirmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur; aksi takdirde bir güç hâline gelmesi mümkün olmayacaktır (Davutoğlu, 2001: 128).

28 Dünya petrol rezervlerinin üçte ikisini, doğal gaz rezervlerinin de yüzde kırkını içeren bu iki bölge (Hazar havzası ve Basra Körfezi), dünyadaki jeostratejik dengelerin de merkezi konumundadır.

Page 41: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 819

perspektifi,29 coğrafi anlamda birbirine yakın bölgeler arasında hem bir tamamlayıcılık hem bunları birbirlerine stratejik anlamda alter-natif kılma hem de farklı enerji politikaları merkezlerinde aynı anda varlık gösterebilme düşüncelerine hizmet edecektir.

Nitekim Türkiye, söz konusu bölgeler arasındaki stratejik köprü konumunu bu açılardan değerlendirmek istemektedir. Bu açıdan ba-kıldığında Davutoğlu’nun dış politika çizgisinde Avrasya bölgesinin en önemli iki gücü, her ne kadar Osmanlı Devleti’nin eski rakipleri olsalar da, Rusya ve İran’dır ve enerji elipsi çerçevesinin en tamamla-yıcı aktörleridir. Dolayısıyla Türkiye, bu iki ülkeyle Batılı güvenlik ku-rumlarının çıkarlarının dışında daha bağımsız bir dış politika süreci üretmeli ve yapısal bir iş birliği zemini yaratabilmelidir.

Türkiye’nin Avrasya’ya yönelik daha farklı bir stratejik düşünce çer-çevesine girmesinde hiç kuşkusuz AB’ye üyelik sürecinin soğutulması-nın da etkisi vardır. 11 Eylül sonrasında demokratikleşmeden güven-likleştirmeye geçilen bir süreçte, AB ile ilişkiler sadece üyelik müza-kerelerine bağlı kurumsal reformların benimsenmesi ile sınırlı kalma-mıştır ve bu açıdan bakıldığında, artık Türkiye Avrupa kıtasının dünya politikası çerçevesindeki dış politika çıkarlarını destekleyebilecek farklı çizgiler de sunabilmektedir. Bu bakış açısı, özellikle 2004 yılındaki AB genişlemesi süreciyle kesinlik kazanmıştır. Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği sonrasında izlediği daha muhafazakâr dış politika çizgisi ile A. Merkel ve N. Sarkozy’nin Almanya ve Fransa’da iktidara gelerek geliştirdikleri yeni söylemler, Doğu Akdeniz ve Yakın Doğu havzalarında Türkiye’nin ikili ilişkiler kanalıyla çıktılarını çeşitlendirmesi zorunluluğunu doğur-muştur. Ancak AKP dış politikası açısından baktığımızda, AB’yle ilişki-ler ile Avrasya’yla ilişkiler arasında bir denge oyunu ya da etki-tepki sü-recinin olduğunu söylemek yanlış olur; çünkü 2002’den beri AKP hü-kümetlerinin sergilediği dış politika çizgileri, Türkiye’den söz konusu bölgelere bakış ya da onlardan gelecek algılamalara göre davranmaktan

29 Hazar, Akdeniz ve Karadeniz’i enerji nakil hatları, ticari ilişkiler ve güvenlik politikaları ekseninde bir arada ele almak amacındaki bu söylem, özellikle son dönem Sanayi ve Ticaret Bakanı Z. Çağlayan’ın konuşmalarında görülmektedir. Nitekim bu söylem ‘yumuşak Avrasyacılık’ konseptinin jeopolitik ve jeoekonomik kombinasyonuna da uygun görünmektedir. www.deik.org.tr/3950/ARAMIZDAK% C4% B0_T% C4% B0CARET_HACM% C4% B0_% C4% B0Y% C4% B0_AMA_YETMEZ.html – 27 Mayıs 2012.

Page 42: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

820 Erhan BÜYÜKAKINCI

çok ülkenin ulusal çıkarlarına hizmet edebilecek girdileri artırmak he-define dayanmaktadır; dolayısıyla dış politika girdilerini çeşitlendir-mek ve daha çok aktörle farklı boyutlarda ilişkiler geliştirmek, ülkenin uluslararası sistem içerisindeki statüsünü prestij politikaları çizgisinde sabitleştirmek amacına hizmet edecektir.

AKP hükümetlerinin Türk dış politikasında topyekûn Batı’yla birlik-te davranma ilkesini bir kenara bırakması 2004 yılından itibaren netlik kazanmıştır. AKP’nin ikinci hükümet dönemi olan 2007-2011 arasın-da ivme kazanan ‘komşularla sıfır sorun politikası’ dâhilinde, AB ile daha önce imzalanmış anlaşmalara rağmen Suriye, Rusya gibi ülkelerle karşılıklı vizelerin kaldırılması, İran ile enerji konusunda ticaretin ge-liştirilmesi gibi daha serbest davranışların sergilendiğini görmekteyiz.

Eskiden ‘Türk dünyası söylemi’nin hâkim olduğu alan olan ve eski Doğu Bloku’nda yer alan Türk dilli eski Sovyet devletlerine ve Osman-lı Devleti’yle aynı geçmiş kültür mirasını paylaşan Balkan devletlerine yönelik Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bakış açısı yine coğrafya-kültür-ekonomi/insan üçgeninde gelişmektedir. Göreve geldiği dönemde, Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (TDİK - Türk Konseyi) 3 Ekim 2009’da, Nahçıvan’da imzalanan anlaşmayla kurulmuş ve üye devletler arasında kültürel iş birliğinin önemi vurgulanmıştır.30 AKP’nin Türk dil-li devletler ve topluluklara olan yaklaşımı Pantürkist açılardan ve etnik tonlardan çok farklı olarak gelişmiştir. Bir öncü devlet rolü üstlenmek-ten çok diplomatik dili ön plana çıkaran, jeoekonomik ve jeokültürel altyapıları geliştirmek isteyen bir söylem sunmaktadır.

Nitekim, 5 Ekim 2011 tarihinde Türk cumhuriyetlerinin bağım-sızlıklarının yirminci yıl dönümü münasebetiyle gerçekleştirilen bir uluslararası toplantıda yaptığı konuşmasında (Davutoğlu, 2011), Dı-şişleri Bakanı A. Davutoğlu küresel jeopolitiğin kalbinin Orta Asya coğrafyası olduğunu söylerken bölge ülkelerinin kimlik-ekonomi-in-

30 Türk Konseyi, 1992 yılından beri toplanan ‘Türkçe Konuşan Devletler Devlet Başkanları Zirvesi’ sonucunda ortaya çıkan ortak siyasal irade üzerine kurulmuştur. Kurucu üyeler, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’dir. Bu çerçevede, üye ülkeler arasında ortak tarih, kültür, kimlik ve Türk dili konuşan halkların dil birliğine dayalı özel bir dayanışma platformunun oluşturulması arzulanmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bk. www.turkkon.org

Page 43: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 821

san üçgeninde uzlaşı ve iş birliğine gitmelerini vurgulamıştır. Bu çer-çevede “Saraybosna’dan Kırgızistan’a” diye adlandırdığı bu coğrafyada Türkiye’nin kültür diplomasi aracı olarak TÜRKSOY’un rolü vurgu-lanırken, uluslararası diplomasi kanallarında ortak hareket edilmesi çağrısında bulunmuştur. Davutoğlu’na göre Avrasya bölgesini, geliş-mekte olan küresel kültüre katkı yapacak bir kültürel ve ekonomik havzaya dönüştürebilmek için çok taraflı diplomasi kültürünün yay-gınlaştırılması zorunludur.

Yeni Avrasyacı bakış açısı çerçevesinde jeoekonominin konumu hiç kuşkusuz en önemli çıktılardan birisidir. Bu çerçevede enerji güvenliği konusu, söz konusu coğrafyadaki ülkeler arasında ikili ticari ilişkilerin bölge dışı aktörlerin etkisi dışında geliştirilebilmesi ve Türk müteşebbis-lerinin dış yatırımcı olarak rollerinin artmasının sağlanması en önemli tartışma konularındandır. Jeoekonomik altyapının kurulmasıyla birlik-te jeokültürel yakınlaşma daha kolay ve sağlam ortaya çıkacaktır.

Türkiye’nin Avrasya coğrafyasıyla jeoekonomik bağlantısını sağla-yan en önemli enerji koridoru BTC (Bakü-Tiflis-Ceyhan) boru hattı-dır. 1994’teki Azerbaycan Uluslararası Petrol Komisyonu AIOC’nun girişimleriyle başlayan ve 1997’de fikir olarak kabul edilen, 1999 Kasımındaki AGİT’in İstanbul Zirvesi sırasında Azerbaycan, Gürcis-tan ve Türkiye arasında imzalanan ve ABD tarafından desteklenen anlaşmayla Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının inşasına karar veril-miştir. Azerbaycan’ın Hazar denizinden çıkarılan ham petrolünü Doğu Akdeniz’e nakleden 1,767 km uzunluğundaki bu hattın inşa-sına 2002’de başlanmış ve inşaat 2006’da tamamlanmıştır. 2006 yılı itibarıyla yıllık 50 milyon ton sevkiyatla işlemeye başlamıştır. Buna mukabil Rusya’nın desteklediği ‘Hazar Boru Hattı Komisyonu’nun31 öncülüğündeki Tengiz-Novorossiysk petrol boru hattı da 2003 yılı iti-barıyla 22 milyon ton ham petrol nakliyat kapasitesiyle işlemeye baş-lamış ve 2007 itibarıyla 67 milyon tonluk bir kapasiteye ulaşmıştır. Hazar kaynaklı bu iki petrol boru hattının yanı sıra, Kazakistan’ın Ka-şagan’daki off-shore petrol alanının işletilmesi için 2007 yılında İtal-yan enerji devi ENI’nin öncülüğünde (KazakMunaiGaz, ExxonMobil,

31 Detaylı bilgi için bk. www.cpc.ru

Page 44: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

822 Erhan BÜYÜKAKINCI

Shell ve Total’in de yer aldıkları) bir uluslararası komisyon kurulmuş ve söz konusu petrolün nakli için alternatif güzergâh arayışına girişil-miştir. 2007’de Rusya, Bulgaristan ve Yunanistan arasında imzalan-mış olan Trans-Balkan Boru hattıyla, Rusya’dan çıkarak Karadeniz’in deniz yatağından boru hattıyla Bulgaristan’ın Burgaz limanına uzatı-lacak ve oradan da Yunanistan’ın Dedeağaç mevkine bağlanacak bir petrol sevkiyatı projesi söz konusudur. Bunların yanı sıra Türkiye, Samsun-Ceyhan arasında petrol boru hattı inşası projesiyle Karade-niz havzasından hâlihazırdaki Doğu Akdeniz çıkışlı ve 2 milyon ton ham petrol stoklama kapasitesine sahip Ceyhan limanına uzatılacak bir alternatif güzergâh düşüncesindedir (Kara, 2009: 134-136).

Avrasya genelini ilgilendiren bir başka enerji koridoru projesi ola-rak da, 2007 Temmuz ayında kurulan Şahdeniz Boru Hattı (Nabuc-co) Projesi Komisyonundan söz edebiliriz. Azerbaycan ve Türkmen menşeli doğal gazın Türkiye-Yunanistan üzerinden Orta Avrupa ve İtalya’ya nakledilmesi arzulanmaktadır. Söz konusu komisyon, AB üyesi birçok devleti de içeren çok taraflı bir yapıda gelişirken, Rusya bu sürece tepki göstermiş ve Gazprom’u komisyonun içine sokmaya çalışmıştır. Hâlen Nabucco Projesi, AB’nin içinde bulunduğu mali kriz ve ilgili tarafların isteksizlikleri nedeniyle rafa kaldırılmış görünmek-tedir (Tekin vd., 2009: 347-348).

Jeoekonomik açıdan baktığımızda Türkiye’nin enerji nakil hatları-nın merkezinde yer alması ve merkezî ülke olması arzusu, Özal-De-mirel döneminden beri devam eden bir politikadır. 2000’li yıllarda AB’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmek ve belirli ülkelere yapısal bağımlılığı azaltmak çabasına paralel olarak, AKP hükümetleri dö-neminde enerji koridorlarının çoğaltılması arayışları söz konusudur. Yatay olarak BTC, K. Irak-Ceyhan petrol boru hattı ile bunlara eklene-bilecek Nabucco hattı; dikey olarak Mavi Akım doğal gaz boru hattıyla projelendirilmesinden söz edilen Samsun-Ceyhan petrol boru hattı, Türkiye’yi farklı yönlerden kesen ve dolayısıyla da jeoekonomi ile je-ostratejinin bütünleştiği bir enerji güvenlik alanı çerçevesini yarat-maktadır. Rus ve Hazar denizi kaynaklı enerji ürünlerinin Avrupa’ya ve Doğu Akdeniz’e sevkiyatıyla Türkiye ekonomi diplomasisinin de merkez alanlarından biri olacaktır (Tekin vd., 2009: 337-356).

Page 45: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 823

Yeni Dönemde Türk-Rus İlişkilerinin Seyri: Siyasal Diyalogta Değişim ve DevamlılıkAKP hükümetleri dönemine baktığımızda, Rusya ve SSCB ardılı diğer devletler ile ilişkilerde farklılaşmanın olduğu bir süreci görmekteyiz. Putin ve Erdoğan arasındaki diyalog süreci, Türk-Rus ilişkilerini jeo-politikten jeoekonomiye uzanan farklı alanlarda pragmatik açılardan çeşitlendirmiştir. Bu çerçevede, 21. yüzyılın ilk on yılındaki Türk-Rus yakınlaşmasının en önemli etkenlerinden birinin lider faktörü oldu-ğunu söylemek gerekiyor. İktidara geldikleri günden itibaren kendi ülkelerinde de ekonomik yapılanma stratejilerini ön plana çıkaran Pu-tin ve Erdoğan’ın iki ülke arasındaki siyasal sorunları bir kenara bıra-kıp özellikle iktisadi iş birliği ve stratejik ortaklık düşüncelerine ağırlık vermeleri, 1990’lı yıllara göre daha rekabetçi yapıdaki ikili ilişkilerin artık rahatlamasına yardımcı olmuştur. Bu gelişmeyi destekleyen en önemli unsurlardan biri uluslararası sistem içerisindeki dengelerin değişmesi ve G. W. Bush yönetimindeki ABD dış politikasının kendi çıkarları doğrultusunda rekabetçiliği ve askerî müdahaleciliği ön pla-na çıkarmasıdır; nitekim Rusya ve Türkiye bu değişim karşısında fark-lı araçlarla benzer tepkiler vermiştir (Hill vd., 2006: 84-98).

Tayyip Erdoğan, Vladimir Putin (Fotoğraf: www.rusya.ru)

Page 46: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

824 Erhan BÜYÜKAKINCI

Öte yandan, 2000 yılında Putin’in yürürlüğe koyduğu yeni dış poli-tika konseptiyle birlikte Rus devleti uluslararası sistemin çok kutuplu yapısına önem vermeye başlamış ve askerî gücün yanı sıra, ekonomik, siyasal, demografik, bilimsel ve teknolojik güç kapasitelerini de geliş-tirmesi gerekliliğini anlamıştır. Bunun yanı sıra, Rusya’nın Batılı ülke-lerle olan ilişkisinin doğası da farklılaşmıştır. Her ne kadar ABD’nin dünya politikasındaki öncülüğünü üstü kapalı olarak tanımış olsa da, Batı dünyasının Rusya’nın kendi bölgesinde bir bölgesel güç ya-pılanmasına saygı duyması gerekliliğini savunmuştur (Trenin, 2006: 4). Nitekim bu süreç 11 Eylül 2001 sonrasında ABD’nin Afganistan’a askerî müdahalesi çerçevesinde Rusya’dan lojistik ve siyasal destek almasıyla olumlu bir aşamaya gelirken, Irak Savaşı’nda farklı seyre geçmiştir. ABD ve Birleşik Krallık’tan oluşan askerî koalisyonun Irak’a müdahalesi, ABD-Türkiye ilişkilerinin de gerginleştiği bir süreci baş-latmıştır (Hill vd., 2006: 84-98). Buna ek olarak 2003 yılı itibarıyla başlayan ‘Renkli Devrimler’ özellikle Gürcistan ve Ukrayna’daki Rusya aleyhtarı yönetimlerin iktidara gelmelerini sağlarken, bu ülkelerin dış politikalarında 2006’dan itibaren NATO üyeliği perspektifinin dile ge-tirilmesi Moskova yönetimini oldukça rahatsız etmiştir.

Türk-Rus ilişkilerinde jeopolitik açıdan çok taraflı kurumsal gi-rişimlerin en önemli ilk açılımı Karadeniz havzasıyla başlamıştır diyebiliriz. 1992 yılında Türkiye’nin önderliğinde kurulan KEİB, Karadeniz’e kıyısı olan ve bu deniz yoluyla doğrudan ulusal ekonomi-lerine ticari destek vermek isteyen ülkeler arasında serbest ticareti ko-laylaştırmak ve düzenlemek amacıyla ortaya çıkmıştı, ancak Türkiye haricinde Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin tamamının merkezîleşmiş bir ekonomi anlayışından gelmeleri ve kademeli bir dönüşüm süreci yaşamaları, KEİB’in kurumsal ve işlevsel gelişimini sınırlandırmıştı. Sınırlı başarısına rağmen, KEİB hâlen belirli bir jeopolitik çerçevede jeoekonomik araçların değerlendirilmesine yönelik bir ilk adımdır (Önder, 2008: 101).

KEİB’i takiben yine Karadeniz havzasında bu sefer jeostratejik çer-çevede çok taraflı diplomasinin askerî araçlara yansıdığını görmek-teyiz. 2001 Nisan ayında Rusya ve Türkiye, Karadeniz’e sahili olan

Page 47: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 825

ülkelerle birlikte BLACKSEAFOR’u oluşturarak ‘insancıl yardım, kur-tarma faaliyetleri, çevreyi koruma ve karşılıklı iyi niyet oluşumları’nı sağlamak amaçlı bir temas grubu çalışmasını başlatmıştır (Çiftçi, 2005: 165-184). Karadeniz havzasındaki bölge ve deniz güvenliğinin sağlanmasında NATO’dan ayrı olarak BLACKSEAFOR’un işlevselleş-tirilmesi Türk-Rus askerî iş birliğinin de çekirdeğini oluşturur. Nite-kim ABD’nin bu iş birliği sürecini etkilemeye yönelik girişimlerine özellikle Rusya’nın tepki gösterdiğini belirtmek gerekir (Yanık, 2007: 357-358; Özbay, 2011: 62-67).

Karadeniz havzasına ilintili olarak çok taraflı diplomasinin işlerlik kazandığı bir başka sorunsal ise, Ağustos 2008’de Rusya’nın Güney Osetya ve Gürcistan’a askerî müdahalesi ertesinde gelişen süreçtir. Türk diplomasisi, Rusya ve Gürcistan arasında vuku bulan çatışma sürecinin sona erdirilmesi ve sorunun çözümlenmesine yönelik ara-buluculuk girişimleriyle aktif bir deneyim yaşamıştır. Gürcistan Savaşı sonrasında gördüğümüz Başbakan Erdoğan’ın ‘Kafkas İstikrar Platfor-mu’ yaratma girişimlerine bakıldığında, Türkiye’nin çatışan taraflara olan yönelimlerinde yumuşak güç ve çok taraflı diplomasi bileşimi noktasından hareket ettiğini söylemek mümkündür. Her ne kadar o dönemde, A. Davutoğlu henüz dışişleri bakanı değilse de, ‘başbakanlık başdanışmanı’ pozisyonuyla devletin dış politika çizgilerini yönlendiri-yordu. Türkiye’nin Güney Osetya Savaşı’yla ilgili kaygıları sadece kom-şu bir ülkede yaşanan askerî bir krizin çözümlenmesi çabası değildi ve Gürcistan’daki Türk yatırımlarının güvence altına alınması ve bu ülke üzerinden geçen Rusya’ya ihraç ürünlerinin nakliyatına32 dair devamlı-lığı sağlamak arzusu da vardı. Bu çerçeveden bakıldığında, siyasal iliş-kilerle ekonomik çıkarların iç içe geçtiğini görmekteyiz.

1990’lı yıllarda ikili ilişkilerin gerginleşmesinde etkili olan ‘Çeçen-Kürt kartları’nın artık 2000’li yıllarda açılmadığına tanık olduk. 1999

32 Çeçen Savaşları dolayısıyla Rusya-Azerbaycan arasındaki kara yolu taşımacılığı sınırlı gerçekleştiğinden, 2008’e kadar tüm Transkafkasya’ya Rusya bağlantılı kara yolu taşımacılığı Gürcistan üzerinden yapılmaktaydı. Nitekim savaş sırasında Gürcistan-Ermenistan bağlantısı da zarar gördüğünden bölgede belirli bir ticari tıkanıklık süreci de yaşanmıştır.

Page 48: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

826 Erhan BÜYÜKAKINCI

yılı başında Öcalan’ın yakalanması, Türk-Rus ilişkilerini rahatlatan bir unsur olmuştu. Öte yandan 11 Eylül 2001 olayları da uluslararası terörizm tanımını farklı çerçevelere sokmuştur. Bu yeni süreç Türki-ye ve Rusya’nın etnik terörizme dair uluslararası destek almalarına yardımcı olmuştur. 1990’lı yıllarda Ankara ve Moskova arasındaki ilişkileri gerginleştiren karşılıklı Kürt ve Çeçen sorunlarına yönelik manipülatif bakış açıları, zaten AKP’nin iktidara geldiği dönemde etkisini yitirmişti. Dolayısıyla AKP hükümetlerinin ilk döneminden beri Avrasya bölgesindeki etnik çatışmalara ya da etnik grupların self-determinasyon arayışlarına yönelik sorunlarda Ankara her zaman devletler arası ikili ilişkiler çerçevesine özen göstermeye çalışmış ve diğer devletlerde iç politika malzemesi olan konulara girmemiştir. Bu titizliği özellikle 2008 Gürcistan (Beş Gün) Savaşı sürecinde de göz-lemlemekteyiz. Türk hükümeti, Gürcistan devletinin toprak bütün-lüğü söylemine arka çıkmış ve Güney Osetler ile Abhazların bağım-sızlık tartışmalarına özel bir tepki vermemiştir. Benzer bir şekilde, Çeçenistan’da Putin’in destekleriyle iktidara getirilen Kadirov’un uy-guladığı baskıcı politikalara karşı tepkisel bir resmî söylem geliştirme-meyi tercih etmiştir.

AKP hükümetleri öncesinde Türkiye ve Rusya arasındaki siyasal diyaloğu kurumsallaştırmak için atılan ilk adım, 2001 yılında imza-lanmış olan Avrasya Eylem Planı’dır. Dönemin iki ülke dışişleri bakan-ları olan İsmail Cem ile İgor İvanov tarafından imzalanan bu planda, ticaret, turizm, kültür gibi ‘yumuşak alanlar’da diyaloğun karşılıklı olarak artırılması ve sorunlu olan konularda sürekli siyasal görüş te-atisinde bulunulması ilkeleri kabul edilmiştir. Bunu takiben başlayan AKP’nin birinci hükümet döneminde, 1 Mart 2003 tezkeresinin red-dedilmesi Rus kamuoyunda çok olumlu bir gelişme olarak değerlen-dirilmiş ve Putin yönetimin Türkiye ile daha önce imzalanmış olan bu eylem planını karşılıklı istişarelerle geliştirmek kararı almıştır. Aralık 2004’te dönemin RF Cumhurbaşkanı V. Putin otuz iki yıldan beri ilk kez Türkiye’yi en üst düzeyde ziyaret eden lider olmuş ve bu-nun sonucunda ‘Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu Arasın-da Dostluğun ve Çok Boyutlu Ortaklığın Derinleştirilmesine İlişkin Ortak Bildiri’yle birlikte enerji, finans ve güvenlik alanlarında altı iş birliği anlaşması imzalanmıştır. 2005 yılında T. C. Cumhurbaşkanı

Page 49: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 827

A. N. Sezer’in iade-i ziyarette bulunması ve Putin-Erdoğan karşılık-lı görüşmelerinin sıklaştırılması, ‘stratejik ortaklık’ kavramının ikili ilişkilerde artık kullanılmasına yol açmıştır. En son olarak da 2009 Şubat ayında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Rusya’ya yaptığı resmî ziyaret sırasında Medvedev’in iki ülke arasındaki ilişkileri ‘çok boyut-lu ortaklık ve çok-yönlü iş birliği’ne dayalı olarak tanımlaması dikkat çekicidir. Gül’ün bu ziyaret sırasında Tataristan’a gitmesi ve Türkiye ile bu bölge arasında ekonomik ilişkilerin önemine değinmesi artık eskisi gibi Rusların tepkisini çekmemiştir (Weitz, 2010: 63-64).

Ankara, Çankaya Köşkü: Gül ve Medvedev Aileleri (Fotoğraf: http://www.tccb.gov.tr)

Öte yandan, Türkiye, Rusya’nın belirli uluslararası kurumlarla bü-tünleşmesine açıkça destek vermiştir. Bu kurumların ekonomik ve jeokültürel nitelikli olmaları dikkat çekicidir. Rusya’nın Dünya Tica-ret Örgütü’ne (DTÖ) üyelik başvurusuna Türk tarafı sonuna kadar destek çıkarken, Moskova’nın İKÖ’ye gözlemci üye sıfatıyla başvuru-su cesaretlendirilmiştir. 2006 yılında Rusya-İslam Dünyası Stratejik Vizyon Grubu oluşturulmasında Türkiye öncülük yaparken, grubun Şubat 2007’deki ilk toplantısı İstanbul’da düzenlenmiştir (Kınıklıoğlu vd., 2007: 537).

Page 50: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

828 Erhan BÜYÜKAKINCI

Stratejik Ortaklıktan Jeoekonomik Çıktılara2002-2012 arası on yıllık döneme baktığımızda Türkiye-Rusya ara-sındaki ikili ilişkilerin seyrini şu ana başlıklarla tartışmak olanaklıdır:

1. Doğal gaz ve Mavi Akım’a bağlı enerji alanındaki ikili süreç, 2. Karşılıklı ticari ilişkilerin güçlendirilmesi ve buna bağlı gümrük

sorunlarının en aza indirilmesi,3. 2008 Gürcistan Savaşı ile dile getirilen ‘Kafkas İstikrar Platfor-

mu’ girişimi,4. 2010 Mersin Akkuyu nükleer santral inşaat anlaşması ve ÜDİK’in

kurulması,5. Turizm ve karşılıklı vizelerin kaldırılması (2011). Öncelikle enerji ve karşılıklı ticaret konuları, Türk-Rus ilişkilerinin

çekirdeğini oluşturmaktadır. Türkiye’nin 1990’lı yıllardan beri sü-regelen Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı politikası her ne kadar Moskova’nın bölgesel çıkarlarıyla çelişen bir perspektif içerse de, do-ğal gaz alanındaki iş birliği süreci 1984’te imzalanmış olan Doğal Gaz Anlaşması ile farklı bir seyir izlemektedir. Türkiye’nin, hiç kuşku yok ki, Rus doğal gazına olan bağımlılığı çok önemli bir tartışma konusu-dur.

Rusya’dan Kafkaslar’a, oradan da Basra Körfezi’ne uzanan enerji havzasının jeopolitik ve jeoekonomik konumu, Türk dış politikası-nın ‘komşularla sıfır sorun’ yaklaşımının en önemli durak noktala-rından birini oluşturmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında, her ne kadar Rusya ile ortak bir toprak sınırı bulunmasa da, Türk Dışişleri Moskova’yı bir komşu gözüyle değerlendirmekte ve gerçek sınır kom-şuları (özellikle de Gürcistan) ile ilişkileri Rusya’ya doğru giden transit güzergâhlar ve gümrük düzenlemeleri açısından da önemsemektedir. Türk-Rus ilişkilerinin jeoekonomik araçlarla geliştirilmesi, aynı za-manda Rus lideri V. Putin’in de önem verdiği bir açılımdır. Geniş çer-çevede tanımlanmış bir Karadeniz havzası bu açıdan hem deniz hem de kara yoluyla jeoekonomik avantajlar sunmaktadır (Winrow, 2007: 222-223).

Rusya’nın doğal gaz ve petrol kaynakları açısından zenginliği, hâlihazırdaki yaygın boru hatları ve Avrupa enerji yapılarındaki ko-

Page 51: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 829

numu, Türkiye için kaçınılmaz gerçekliklerdir ve bunların yanı sıra, Moskova’nın komşu bölgelerdeki Azerbaycan ve İran ile olan siyasal ve jeoekonomik ilişkileri, Davutoğlu’nun ‘yumuşak güç’ söylemine ka-tılabilecek önemli çıkış noktalarıdır. Her ne kadar Ankara, doğu-batı enerji koridoru şebekesindeki konumunu sabitleştirmeye çalışsa da, bu girişimlerini Rusya’yı dışlayarak yapamayacağını bilmektedir. Ni-tekim 1997’de imzalanan, 2002’de tamamlanan ve 2003’te çalışmaya başlayan Mavi Akım Projesi, Türk hükümetlerinin doğu-batı enerji hattına, kuzey-güney çizgisini de eklemek istediğini göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye tam bir enerji hatları kavşağı konumuyla jeoeko-nomik bir merkezî aktör konumuna gelecektir. Bu yaklaşım, Özal-Demirel-Yılmaz hükümetlerinin dış politika çizgisiyle 1984 (Doğal Gaz Anlaşması) -1994 (BTC Anlaşması)-1997 (Mavi Akım) dönem-leri arasında şekillenmiş bir politikaydı. AKP hükümetleri dönemin-de tartışılan, ancak henüz hayata geçirilememiş ‘Nabucco’ Projesi bu politikaların devamı olarak değerlendirilebilir. Ocak 2010’da Başba-kan Erdoğan’ın Moskova ziyareti sırasında Samsun-Ceyhan (Trans-Anadolu) arasında petrol boru hattı inşaatına dair bir mutabakata varılmış ve Boğazlardan tanker trafiğinin azaltılması amaçlanmıştır.33

Türk-Rus ticari ilişkileri 1990’lı yıllardan itibaren istikrarlı bir bü-yüme trendi sergilemiş ve Rusya, Türkiye’nin Almanya’dan sonraki en önemli ikinci ticari ortağı konumuna gelmiştir; ancak bu büyüyen ticaret hacminin en önemli iki özelliği, Rusya’nın doğal gaz ihracının neredeyse ikili ticarete egemen olması ve Türkiye’nin ticaret hacmi genelinde Rusya’ya bağımlılığıdır. 2006 yılı itibarıyla 20 milyar metre-küp doğal gaz Türkiye’ye Mavi Akım34 ile Marmara Ereğlisi’ne uzanan

33 Çalık (Enerji) Holding ile İtalyan ENI firmasının ortaklaşa inşa edecekleri 500 km’lik bu boru hattıyla 1.5 milyon baril Rus ve Kazak ham petrolünün Samsun’dan Ceyhan’a nakledilmesi amaçlanmaktadır. Bu sözleşmeye daha sonra hissedar olarak Rosneft ve Transneft firmaları da katılmıştır (Weitz 2010: 68).

34 1997 yılında ön anlaşması imzalanan, 2002 yılında inşasına başlayıp 2006 yılında doğal gaz sevkiyatına başlanan Mavi Akım boru hattı, Rus Gazprom, İtalyan ENI ve Türk BOTAŞ ortaklığıyla işletilmektedir. ENI’nin destekleriyle Novorossiysk’ten Samsun’a kadar uzanan 1,213 km uzunluğundaki boru hattının inşasına Gazprom 4 milyar dolar harcamıştır (Stern, 2009: 24-25).

Page 52: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

830 Erhan BÜYÜKAKINCI

(Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan’dan geçerek ülkemize gelen) batı doğal gaz hatlarıyla gelmektedir. 1987’de başlayan ilk doğal gaz alımı rakamlarına göre neredeyse 50 katlık bir hacme ulaşılmış durumda-dır. Günümüz rakamlarıyla Türkiye’nin iç tüketim hacimlerinde Rus doğal gazına bağımlılığı % 65’ler civarındadır. Doğal gazın yanı sıra, Türkiye Rusya’dan 4-6 milyon ton ham petrol ithal etmektedir ki, bu rakam Türkiye’nin petrol dış alımının % 15-20’sini kapsamaktadır. 2007 rakamlarıyla Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı enerji ürünle-rinin faturası 12 milyar doları bulmaktaydı. Aynı yıl itibarıyla toplam dış ticaret hacminin 25 milyar dolar civarında olduğu görülmektedir. Rakamlara baktığımızda, Türkiye’nin Rusya’ya dış satımı 4 milyar do-lar civarındayken, Rusya’nın Türkiye’ye ihracatı ise 20 milyar doları geçmektedir. Türk-Rus ticaret hacmi 2000’lerin sonlarında 37 milyar doların üstüne çıktıysa da, 2010 itibarıyla tekrar 30 milyar doların altına düşmüş durumdadır.35 Rus ihracat kalemleri içinde doğal gazın neredeyse monopol konumuna gelmesi, ikili ilişkiler açısından da ya-pısal bir sorun yaratmaktadır.

Buna mukabil, AKP hükümetleri Türkiye’nin Rusya’ya yönelik ih-racatını çeşitlendirme hedefli birçok politika gütmektedir.36 Türk mallarına yönelik Rus gümrüklerinde uygulanan kontroller ve kısıt-lamalara ilişkin Başbakan Erdoğan ve ilgili bakanlar, Rus hükümeti nezdinde yakın temaslarla müdahalelerde bulunmuşlardır. Özellikle Gürcistan krizinden sonra Eylül 2008’de yaşanan Türk tırlarının Rus gümrük kapılarında engellenmesi olayından sonra gümrük işlemle-rinin sadeleştirilmesi amaçlı ikili resmî görüşmeler başlatılmış ve teknik anlaşma imzalanmıştır. Ancak dönem dönem Türk mallarına karşı Rus gümrüklerinde belirli teknik sorunlar yaşanmaktadır. İkili ticari ilişkilerde Türk lirası ile Rus rublesinin doğrudan kullanılması hedeflenirken, Ocak 2010’daki resmî ziyareti sırasında Başbakan Er-

35 Dış ticaret verileri için bk. T.C. Ekonomi Bakanlığı İhracat Bilgi Platformu sitesi (www.ibp.gov.tr) ve Dış Ticaret Müsteşarlığı (www.dtm.gov.tr).

36 2009 verilerine göre, Türkiye’nin Rusya’ya yönelik ihracatının % 30’unu araba ve otomotiv sanayi ürünleri; % 20 tekstil ürünleri; % 15 gıda ürünleri ve % 10 kimyasal ürünler oluşturmaktadır (Weitz, 2010: 72).

Page 53: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 831

doğan, Medvedev ve Putin ile yaptığı görüşmelerde vizelerin karşılıklı kaldırılması konusunda ısrarcı olmuş ve yapılan ikili teknik görüşme-ler sonucunda 2011 yılı itibarıyla kademeli olarak vizelerin kaldırıl-ması kararlaştırılmıştır.

Öte yandan Türkiye’nin Rus doğal gazına hem endüstriyel hem de fiyat şartlarıyla bağımlı oluşu Türk ekonomisini etkilemektedir. 2005 yılı sonunda Ukrayna-Rusya arasında yaşanan siyasal kriz nedeniyle doğal gaz akışının kesilmesi, Mavi Akım hattının daha da önem ka-zanmasına yol açarken, Gürcistan Savaşı sonrasında gündeme gelen sürekli fiyat değişiklikleri Türk enerji piyasalarını da olumsuz etkile-miştir. Novorossiisk-Samsun hattıyla gelen Mavi Akım doğal gazının ülke içinde yaygınlaştırılması için Türk hükümetleri birçok altyapı ya-tırımlarını yürürlüğe sokmuşlardır. Samsun-Ankara, Ankara-Kocaeli, Erzurum, Ankara-Konya hatlarının inşasıyla ülke sathında boru hat-ları şebekesinin yaygınlaştırılması amaçlanmıştır. Ancak Türkiye’nin ithal ettiği doğal gazın büyük bir kısmı endüstriyel amaçlarla değil, elektrik santrallerinin işletiminde tüketilmekte ve dolayısıyla elektrik fiyatları uluslararası doğal gaz fiyatlarına doğrudan endekslenmekte-dir.37

Enerji ürünlerinde dışa bağımlılığın bilincinde olan Türk hükü-metleri, ülkenin şartlarına uygun alternatif enerji kaynaklarının ara-yışına girmişlerdir. Su, rüzgâr ve güneş kaynaklarına dayanan enerji üretim araçlarının artırılmasının yanı sıra, 2000’lerin ikinci yarısın-dan itibaren Türkiye’de nükleer santrallerin kurulması da tartışılma-ya başlamıştır. Bu çerçevede Erdoğan hükümeti Mersin Akkuyu ile Sinop’a nükleer santrallerin kurulmasını kararlaştırmıştır.38 Açılan ihaleler sonucunda alınan kararla, Mersin Akkuyu Santrali’nin inşası için Rusya ile anlaşılmış ve söz konusu resmî anlaşma Mayıs 2010’da Medvedev’in Ankara ziyareti sırasında imzalanmıştır. Sinop Sant-rali için ise ihale ve anlaşma aşaması başka taraflarla sürmektedir.

37 2000’li yılların ortasına gelindiğinde Türkiye’deki elektrik üretiminin yarısı doğal gaz destekli üretilmekteydi (Yılmaz vd., 2007: 258-264).

38 Nükleer santral inşaat tartışmalarıyla ilgili teknik ayrıntılar için bk. (Akçay, 2009: 347-355; Uslu, 2010: 155-164).

Page 54: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

832 Erhan BÜYÜKAKINCI

20 milyar dolara mal olması düşünülen Mersin Akkuyu santralinin Ruslar tarafından inşa edilecek ve işletilecek olması,39 birçok açıdan enerji ürünlerinde Türkiye’nin dış çevrelere maddi ve teknolojik ola-rak bağımlı olması riskini doğuracağına dair eleştirileri de beraberin-de getirmektedir. Nükleer santral inşaatı anlaşmasına paralel olarak Türkiye, Rusya’nın Karadeniz üzerinden Ukrayna’yı bertaraf ederek Balkanlara doğru uzanacak Güney Akımı boru hattının kurulmasına izin vermiştir. Bu boru hattı güzergâhının kabul edilmesinin bir başka nedeni de Rusya’nın Nabucco’ya olan karşıt tutumunu dengelemektir (Larrabee, 2010: 172).

Tayyip Erdoğan ve Dmitri Medvedev

Karadeniz ekonomik havzası içinde 1990’lı yıllarda ön plana çıkan bavul ticaretinin Rusya’da yaşanan 1998 mali krizinin ardından benim-senen yeni gümrük vergilendirme düzenlemeleriyle sekteye uğraması ve Rus alıcıların daha ucuz mal sağlayan ülkelere (Çin, Polonya gibi) doğru kaymaları sonrasında kayıt dışı ticaret, Türk-Rus ilişkilerinde

39 Nükleer santral anlaşması çerçevesinde altı yüz Türk öğrencinin nükleer araştırmalar alanında Rusya’da eğitim almaları kararlaştırılmıştır.

Page 55: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 833

önemli bir kalem olma niteliğini kaybetmiştir. Nitekim Türkiye’deki bavul ticareti piyasası 2000’li yıllardan itibaren Rumen, Moldovalı, Ukraynalı ve Gürcü müşterilerle desteklenmiştir. Bavul ticareti, KEİB içerisinde de tartışılan bir konudur (Selçuk, 2005: 58-62). Bölge ülke-leri arasında sınır ticareti ve gümrük düzenlemelerinin kolaylaştırıl-ması çabası söz konusudur, ancak Romanya ve Bulgaristan’ın 2007’de AB’ye üye olmaları ve 2008’deki Güney Osetya Savaşı’ndan sonra da Gürcistan üzerinden transit geçişin sekteye uğraması, kara yolu taşı-macılığına endeksli bavul ticaretini tamamen sınırlandırmıştır.

Ekonomik araçlar kapsamında iki ülke arasındaki en önemli ak-törlerden birisi de Türk müteahhitlik firmalarının Rusya’da giriştik-leri yatırımlardır. 1982’den beri Rusya’daki inşaat sektöründe çalı-şan Türk firmaları, tüm ülke çapında yüzlerce başarılı projeye imza atmışlardır. SSCB ile imzalanan 1984 Doğal Gaz Anlaşması’na da konu olan, doğal gaz alımının % 70’i bedeli karşılığında mal ve hizmet (yatırım) takasıyla birlikte başlayan bu özel nitelikli ilişkiler 2000’li yıllardan itibaren hızlı bir ivme kazanmıştır. Müteahhitlik yatırımları 1983-1992 arasında 2 milyar dolar civarında bir toplam hacme ulaş-mışken, 2000’lerin sonu itibarıyla bu rakam toplam 20 milyar dolar civarındadır (Weitz, 2010: 63-71). Özellikle altyapı yatırımları ve ko-nut inşaatı alanındaki ihtiyaçlarıyla Doğu Avrupalı ve Çinli rakiple-riyle güreşen Türk inşaat firmaları, yıllık ortalama 2,5 milyar dolarlık bir kazanım hacmine sahiptir. 2000’li yılların ortalarında RF’de aktif Türk inşaat firması sayısı 150’nin üzerindeydi (Kara, 2009: 130; Sel-çuk, 2005: 66-68). Başta ENKA olmak üzere Türk firmaları, kârlarını Rusya dışına çıkarma güçlüğü yaşadıkları için bu ülkede yatırım ban-kacılığı (Bank Credit Europe gibi), (yap-işlet-devret modeliyle) otel ve AVM işletmeciliği gibi alanlarda varlıklarını genişletmişler ve bu mekânlarda da Türk işçi ve personel istihdamına gitmişlerdir. Öte yandan Türkiye’de yatırım yapan Rus şirketleri de bulunmaktadır. Cep telefonu operatörlüğü, petrol dağıtım, turizm ve otel işletmeciliği gibi alanlarda 2009 yılı itibarıyla toplam 4 milyar dolarlık bir Rus ya-tırımı söz konusudur (İmanov, 2010: 732).

Özellikle 2000’li yıllarda yaşanan Rus ekonomisindeki değişim-le birlikte turizm, ikili ilişkilerde önemli kalemlerden biri olmuştur.

Page 56: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

834 Erhan BÜYÜKAKINCI

1996 rakamlarıyla 600 binlerle ifade edilen Rus turist sayısı (ki bunla-rın büyük bir bölümü o dönemde bavul ticareti amaçlı Türkiye’ye gel-mekteydi), 2007 rakamlarıyla 2 milyon kişiyi bulmuştur. Bavul tica-reti akımının bitmesiyle birlikte Rusların yöneldikleri temel güzergâh daha çok Akdeniz kıyıları, özellikle de Antalya ve civarı olmuştur. Ucuz charter uçuşlarının olması, Türk turizm işletmecilerinin ‘her şey içinde’ paket fiyat uygulamaları, ‘yeni zengin’ Ruslara avantajlı gel-mekte ve dolayısıyla tüketim harcaması kanalıyla fazla bir döviz bı-rakmadıkları bilinmektedir. 2007 rakamlarıyla 2 milyon Rus turistin yaptıkları harcama tutarı 1,4 milyar dolar civarındadır (Kara, 2009: 130). 2011’den itibaren iki ülke arasında vizelerin karşılıklı ve kade-meli olarak kaldırılmasıyla birlikte Türkiye’ye gelen Rus turist sayısı 3,5 milyonla rekor kırmış40 ve Alman turistlerden sonra en kalabalık turist grubunu oluşturmuştur.

İkili ilişkiler çerçevesinde çok boyutluluğun derinleşmesi gerçekle-şirken devletler arası mekanizmaların da kaynaşması perspektifinden hareketle dönemin RF Cumhurbaşkanı Medvedev’in 12 Mayıs 2010 tarihindeki Ankara ziyareti41 sırasında kurulan Üst Düzey İşbirliği Konseyi ÜDİK’in, ortak bakanlar kurulu gibi bir mekanizma olarak çalışması kararlaştırılmış ve her sene en üst düzeyde toplanması ge-leneği başlatılmıştır. Öte yandan dışişleri bakanları arasında oluştu-rulan ‘Ortak Stratejik Planlama Grubu’, iki ülke arasında dünyadaki ve çevre bölgelerdeki siyasal gelişmelere karşı ortak bir tavır ve uzlaşı ortamı yaratabilmek için toplanmaktadır.42

Rusya ile Türkiye arasında ortak çıkış noktası olan konular arasında İran’la ilişkiler gelmektedir. Her ne kadar ABD’nin Tahran yönetimi-ne yönelik ekonomik ambargo politikası uluslararası arenada belirli bir etki gösterse de, Ankara ve Moskova yönetimleri İran’la çok özel

40 http://haberrus.com/politics/2012/01/29/rusya-ve-turkiye-iliskilerinde-stratejik-paradigma-degisimi.html

41 Bu ziyaret sırasında on yedi ayrı anlaşma imzalanmış olup nükleer santrallerden ticarete, turizmden denizcilik alanına kadar birçok konuda yeni düzenlemeler benimsenmiştir.

42 http://haberrus.com/politics/2012/01/29/rusya-ve-turkiye-iliskilerinde-stratejik-paradigma-degisimi.html

Page 57: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 835

ekonomik ve siyasal ilişkiler içerisinde olmuşlardır (Torbakov, 2005: 121). Rusya, İran’a askerî teknolojinin yanı sıra sivil kullanım amaçlı nükleer bilgi ve mühimmat transferi yaparken, Türkiye de 2007’den itibaren İran doğal gazını dünyaya pazarlayabilme girişimlerinde bu-lunmaktadır.43 Öte yandan, Türkiye ve Rusya, İsrail ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin İran’ın nükleer araştırmalarına yönelik getirmek istedikleri sınırlayıcı önlemler karşısında diplomatik diyalog merkezli ortak bir strateji sergilemiştir. Türkiye, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu IAE ile İran arasındaki müzakerelere birçok kez ev-sahipliği yapmış ve Rus yönetimi de bu müzakerelerde etkin bir rol üstlenmiştir.

AKP dönemi dış politikasında Rusya’yla siyasal konulardaki karşı-lıklı uzlaşının tam olduğunu söyleyemeyiz. Özellikle Nisan 2004’teki Kıbrıs’a dair Annan Planı referandumu öncesinde Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde GKRY’nin güvenlik çıkarlarını korumak adı-na ilgili kararı veto etmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin farklılaştığı noktalardan birini oluşturuyor. Kimi araştırmacılara göre Ortodoks dünyası dayanışması çizgisindeki Rusya’nın Güney Kıbrıs’ın yanında yer alması, Moskova’nın Türkiye karşısında denge politikası izlemesi olarak yorumlanmaktadır (Kınıklıoğlu vd., 2007: 547). Öte yandan 2005 Nisan ayında Rus Devlet Dumasında kabul edilen ‘Ermeni soy-kırımı’ tasarısı, Türk kamuoyunda epey tepkiyle karşılanmış ve T. C. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ‘1915 yılında vuku bulanların en iyi tanığı olan bir ülke parlamentosunca böyle bir kararın alınması bir ironidir’ yorumunda bulunmuştur.44 Karşılıklı siyasal diyalogun sürdüğü an-cak tam bir uzlaşının olamadığı konulardan bir tanesi de Suriye’deki Esad rejimin geleceğinin ne olacağıdır. Suriye iç politikasında yaşanan gerilimler karşısında uluslararası toplumun Esad yönetimi üzerinde baskı politikası izlemesi konusunda iki taraf arasında tam bir muta-bakat kurulamamıştır.

43 Türkiye’nin Nabucco projesine İran doğal gazını dâhil etme çabasının yanında Ağustos 2007’de Güney Fars doğal gaz alanlarının işletilmesine yönelik uluslararası girişimlerde bulunduğunu görmekteyiz.

44 T.C. Dışişleri Bakanlığı Basın bülteni, ‘22 Nisan 2005 tarihinde Rusya Federal Meclisi’nce ‘Sözde Ermeni Soykırımı’nın tanınması kararına dair’, No. 67, 26 Nisan 2005.

Page 58: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

836 Erhan BÜYÜKAKINCI

2000’li yılların ikinci yarısından itibaren Rusya’nın Avrasyacılığa bakışında da belirli farklılaşmalar olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle Putin’in 2007 yılındaki Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşma bu farklılaşmayı vurgulamaktadır. Kimi yazarlara göre, ‘yeni Avrasyacılık’ kavramından söz edilmelidir. ABD’nin dünya-da artan rolüne karşılık Atlantikçiliğe karşı Avrasya blokunun güçlen-dirilmesi ve dolayısıyla Batı dünyasının başlıca değerlerinin (demok-rasi, insan hakları, serbest piyasa kültürü, vb.) Rusya’nın iç politikası ve ‘yakın çevresi’ üzerindeki etkilerinin azaltılması gerekmektedir (Dugin, 2008: 56-60; İşeri, 2010: 178-179).

Nitekim 2008 Gürcistan (Güney Osetya) Savaşı, ‘Medvedev Dokt-rini’ olarak adlandırdığımız Rusya’nın en son dış politika çizgisini en güzel uygulama anlamında doğrulayan örnek olaydır. Avrasya’nın ABD’nin savunma araçlarıyla çevrelenmesi ve özellikle de Savunma Kalkanı Projesi’nin tüm genişlemiş NATO üyelerine yaygınlaştırılma-sı, Medvedev’in 2008-2012 arasındaki cumhurbaşkanlığı döneminin iç siyasetteki en önemli tartışma konularından birisini oluşturmuş-tur. Bu çerçevede, Rusya hem BDT içerisinde savunma ve ekonomik iş birliği alanlarında örgütlenmesine hız vermekte hem de Avrasya coğrafyasında ABD’yle tam uyuşamayan ya da Amerikan etkisine kar-şı ulusal kamuoyunda tepkiciliğin olduğu devletlerle yakın, pragma-tik zeminli, stratejik bir yakınlaşma politikasına girmektedir. Her ne kadar Obama’nın ABD başkanlığına seçilmesi Rusya’da olumlu kar-şılanmış olsa da yeni ABD yönetiminin dünya politikasındaki askerî ittifaklarında özel bir değişime gitmemesi, hatta İran’ı bahane ede-rek Füze Kalkanı Projesi üzerinde ısrar etmesi Rusların beklentilerini düşürmüş ve karşıt bir hazırlığa girişilmesi sürecini başlatmıştır. Bu aşamada Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü'nün (KGAÖ) bölge-sel bir savunma paktına dönüşmesi ve Şanghay İş Birliği Örgütü ile birlikte Çin ile askerî ilişkilerin sıkılaştırılması dikkatleri çeken geliş-melerdir. Bu açıdan baktığımızda, Soğuk Savaş sonrası dünyamızda tekrar güvenlik sorunsalının önem kazandığına tanık olmaktayız. Ancak bu yeni güvenlikçi bakış açısı sadece devletler arası güç politi-kalarını değil, artık toplumları da ilgilendiren bir boyut kazanmıştır.

Page 59: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 837

Daha karmaşık bir düzlemde jeostrateji ve ekonomi artık iç içe geçmiş durumdadır.

Rusya’nın ‘Yeni Avrasyacılık’ düşüncesi birçok açıdan Türk dış po-litikasının ‘gevşek Avrasyacı bakışı’yla da örtüşmektedir. Orta Doğu coğrafyasını Avrasya’nın bir uzantısı olarak görürken bunu bir ta-mamlayıcılık olarak değerlendirmektedir ve enerji nakil şebekelerinin doğrudan Orta Doğu-Avrasya bağlantısının olması, enerji güvenliği ağının merkezinin Orta Doğu’dan biraz da olsa kuzeye doğru kay-masını sağlayacaktır. Öte yandan jeopolitik bütünleşmenin yanı sıra jeoekonomik kapasitelerin değerlendirilmesi de önemli bir etkendir. Rusya açısından bu değerlendirmenin en önemli kalemi enerji ürün-leridir ve bunu ‘dış Rusların ekonomik mevcudiyetinin garanti edil-mesi’ ilkesi takip etmektedir.

Örtüşen yanlar açısından baktığımızda, ekonominin yanı sıra insan ve tarih/kültür faktörü, her iki ülkede de Batılı demokrasi modelinden daha fazla ön plana çıkmaktadır. Tarih bilinciyle yüklenmiş bir kimlik yapısının inşası devlet içinde ön plana çıkarken, bu etkenlerin komşu ülkelere uzanan yelpazesinde diplomasinin ve ekonomik girişimcili-ğin yaygınlaştırıldığı yeni bir ‘dünya gücü’, ‘bölgesel güç’ ya da ‘merkez ülke’ açılımları dış politika hedefi hâline gelmektedir. Bu sebepten ötü-rü Rusya; Çin, İran gibi hem ‘Batılı olmayan’ hem de ‘Avrasyalı olma-yan’ ülkelerle olan bire bir ilişkilerini ABD’yi dengelemek adına farklı yönlerde ve daha çok küresel düzlemde geliştirirken Türkiye, Yunanis-tan gibi NATO üyesi ülkelerle de enerji ve ticarete dayalı, bölgeselci stratejiler kurgulamaktadır. Rusya’nın Çin’le olan ilişkilerinde ‘enerji alanı’ ve Afganistan merkezli ‘sınır güvenliği’ gibi daha makro strateji-ler tartışılırken, Türkiye gibi ülkelerle ise ekonomik ilişki temelli daha mikro stratejilere yönelmesinin temel nedeni, bu ülkelerin ABD’yle organik bağlarının olmasıdır. Dolayısıyla bu tip ülkelerle ilişkiler daha çok işlevselci (uzmanlık) konularla sınırlı kalmaktadır. Bu aşamada Rusların Türkiye ile ilişkileri, stratejik ve çok katmanlı olduğu kadar karşılıklı pragmatizm içeren bir anlayışla sürecek gibi görünmektedir.

Türkiye’nin ise, hem Avrasya’ya hem de Rusya’ya yönelik ‘yeni poli-tik bakışı’nda başarılı olabilmesi, iç ve dış politika dengelerini (özgür-

Page 60: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

838 Erhan BÜYÜKAKINCI

lükler-güvenlik ilkeleri çerçevesinde) iyi ayarlayabilmesi ve jeoekono-mik girdilerden faydalanarak kendi ekonomik altyapısını sağlamlaştı-rabilme kapasitesine bağlı olacaktır. İşte bu aşamalardan sonra kendi kimliksel değerlerini çok boyutlu bir yaşam kültürüyle bağdaştırarak merkez ülke konumuna gelebilir ve uluslararası sisteme kendisini bir prestij aktörü olarak kabul ettirebilir. Dolayısıyla Rusya’yla belirli bir rekabet içerisinde değil, çok katmanlı bir yapıda iş birliğine dayanan ve (ÜDİK gibi) diplomatik kültürün kurumsallaştığı bir ilişki strate-jisi geliştirebildiği ölçüde merkez ülke konumunu sağlamlaştırması mümkün olacaktır.

KaynaklarAkçay, B. (2009). “The Case of Nuclear Energy in Turkey: from Chernobyl to

Akkuyu Nuclear Power Plant”. Energy Sources. C. 4. Part B, s. 347-355.Akgün, M. (1998). “Türk Dış Politikasında Jeopolitik Etken Olarak Boğaz-

lar”. (Der.) F. Sönmezoğlu. Türk Dış Politikasinin Analizi. II. Baskı. İs-tanbul: Der Yayınları, s. 389-402.

Akgün, M. ve Aydın, T. (1999). Türkiye-Rusya İlişkilerindeki Yapısal Sorunlar ve Çözüm Önerileri. İstanbul: TÜSİAD Yayınları.

Aydın, T. ve Bekar, O. (1997). Türk-Rus İlişkileri. İstanbul: TESEV.Ayman, G. and Ateşoğlu Güney, N. (1998). “Degisen Uluslararası Koşullarda

Strateji. Türkiye ve Komşuları”. (Der.) F. Sönmezoğlu. Türk Dış Politi-kasının Analizi. II. Baskı. İstanbul: Der Yayınları, s. 431-446.

Beat, M. (2001). “Türk Rus İlişkileri – 1991-2001”. Stratejik Analiz 19, s. 123-124.

Brzezinski, Z. (1994). “The Premature Partnership”. Foreign Affairs 73/2, s. 62-82.

Büyükakıncı, E. (2004). “Vladimir Putin dönemi Rusya’sının Dış Politika Söylemleri”. (Der.) E. Büyükakıncı. Değişen Dünyada Rusya ve Ukray-na. Ankara: Phoenix Yayınevi, s. 137-164.

Büyükakıncı, E. (2008). “Kurtuluş Savaşı dönemi Sovyetler Birliği ile ilişkiler (1919-1922)”. (Der.) H. Çakmak. Türk Dış Politikası. Ankara: Platin Yayınları, s. 120-128.

Çiftçi, K. (2005). “Karadeniz’in değişen stratejik konumu ve Türkiye”. (Der.) O. M. Öztürk ve Y. Sarıkaya. Uluslararası Mücadelenin Yeni Odağı: Ka-radeniz. Ankara: Barış Kitap, s. 165-184.

Page 61: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 839

Danks, C. (2001). Russian Politics and Society. Harlow: Longman.Davutoğlu, A. (2011). “Bağımsızlıklarının 20. Yılında Türk Cumhuriyetleri:

Azerbaycan. Kazakistan. Kırgızistan. Özbekistan ve Türkmenistan”. Uluslararası toplantı. 5 Ekim 2011. Ankara.

Davutoğlu, A. (2001). Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu. Is-tanbul: Küre Yayınları.

Davutoğlu, A. (2008). “Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assessment of 2007”. Insight Turkey 10/1. s. 77-96.

de Tinguy, A. (1995). “La Russie et la Turquie sont-elles condamnées à la rivalité ?”. (Der.) D. Billion. Le Rôle Stratégique de la Turquie. Paris: Har-mattan, s. 51-64.

DEIK/ Türk-Rus İş Konseyi (2001). 2001 Yılında Türkiye-Rusya İlişkileri. DEIK Yayınları. Istanbul. Mayıs.

Dugin, A. (2008). “Pax Russica: For a Eurasian Alliance Against America”. New Perspectives Quarterly 25/4, s. 53-69.

Elekdağ, Ş. (1994). “Karadeniz Ekonomik İşbirliği”. (Der.) S. Şen. Yeni Dünva Düzeni ve Türkiye. İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 203-215.

Gellner, D. S. ve Singer, J. D. (1997). Nations in War. Cambridge: Cambridge University Press.

Gochman, C. S. ve Maoz, Z. (1990). “Militarized Interstate Disputes. 1816-1976”. (Der.) J. D. Singer ve Diehl. P. F. Measuring the Correlates of War. Ann Arbor: The Univ. of Michigan Press, s. 193-222.

Goertz, G. ve Diehl, P. F. (2000). “Enduring Rivalries”. (Der.) M. Midlarsky. Handbook of War Studies – Tome II. Ann Arbor: Michigan Univ. Press.

Goertz, G. ve Diehl, P. F. (1993). “Enduring Rivalries: Theoretical Constructs and Empirical Patterns”. International Studies Quarterly 37, s. 145-171.

Goertz, G. ve Diehl, P. F. (1992). “The Empirical Importance of Enduring Rivalries”. International Interactions 18, s. 151-163.

Gökırmak, M. (1996). “Türkiye-Rusya İlişkileri ve Petrol Taşımacılığı Soru-nu: Jeopolitik bir değerlendirme”. (Der.) F. Sönmezoğlu. Değişen Dün-ya ve Türkiye. İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 153-185.

Gürün, K. (1991). Türk-Sovyet İlişkileri. Ankara: TTK.Hill, F. ve Taşpınar, O. (2006). “Turkey and Russia: axis of the excluded”.

Survival 48/1, s. 84-98.İmanov, V. (2010). “Türk-Rus İlişkilerinde Yakınlaşma Dönemleri”. (Der.) C.

Yenigün ve E. Efegil. Türkiye’nin Değişen Dış Politikası. Ankara: Nobel Yayınları.

Page 62: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

840 Erhan BÜYÜKAKINCI

İşeri, E. (2010). “Eurasian geopolitics and financial crisis: transforming Rus-sian-Turkish relations from geopolitical rivalry to strategic cooperati-on”. Journal of Balkan and Near Eastern Studies 12/2, s. 160-185.

Kalaycıoğlu, E. (1998). “Yeni Dünya Düzeni ve Türk Dış Politikası”. (Der.) F. Sönmezoglu. Türk Dış PoIitikasının Analizi. II. Baskı. İstanbul: Der Yayınları, s. 619-640.

Kara, G. (2009). “Will energy fuel the future of the Turco-Russian relations-hip?”. Journal of Balkan and Near Eastern Studies 11/2, s.114-139.

Kınıklıoğlu, S. (2001). “Türk-Rus ilişkileri: Kasyanov’un ziyaretinin anato-misi”. Avrasya Dosyası 6/4, s. 155-164.

Kınıklıoğlu, S. ve Morkva, V. (2007). “An Anatomy of Turkish-Russian Rela-tions”. Southeast and Black Sea Studies 7/4, s. 520-547.

Larrabee, S. (2010). “Turkey’s New Geopolitics”. Survival 52/2, s. 150-172.Midlarsky, M. (1975). On War: Political Violence in the International System.

N. Y.: Free Press. Murinson, A. (2006). “The Strategic Depth Doctrine in Turkish Foreign Po-

licy”. Middle Eastern Studies 42/6, s. 945-964.Olcott, M. B. (1996). Central Asia’s New States: Independence. Foreign Policy

and Regional Security. Washington D. C.: US Institute of Peace Press: 1996.

Oran, B. (2001a). Türk Dış Politikası – Cilt I. İstanbul: İletişim Yayınları.Oran B. (2001b). Türk Dış Politikası – Cilt II. İstanbul: İletişim Yayınları.Önder, N. (2008). “The Turkish Project of Globalization and New Regiona-

lism”. Alternatives 7/2-3, s. 90-121.Öniş, Z. ve Yılmaz, Ş. (2009). “Between Europeanization and Euro-Asia-

nism: Foreign Policy Activism in Turkey during the AKP era”. Turkish Studies 10/1, s. 3-25.

Özbay, F. (2011). “21. yüzyılın başında Karadeniz’in artan jeopolitik önemi ve Türkiye-Rusya ilişkilerine etkileri”. (Der.) Hasret Çomak. Dünya Je-opolitiğinde Türkiye. İstanbul: Hiperlink Yayınları, s. 52-77.

Özcan, G. (2004). “Türkiye Dış Politikasında Oluşum Süreci”. (Der.) F. Sön-mezoğlu. Türk Dış Politikasının Analizi- I1I. Baskı. İstanbul: Der Yayın-ları, s. 829-895.

Özcan, G. (1998). “Türkiye’de Siyasal Rejim ve Dış Politika”. (Der.) F. Sönme-zoğlu. Türk Dış Politikasının Analizi- I1. Baskı. İstanbul: Der Yayınları, s. 511-534.

Page 63: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

Türk-Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Derinliğe Geçiş 841

Remington, T. F. (1997). “Democratization and the new political order in Russia”. (Der.) K. Dawisha ve B. Parrott. Democratic Changes and Aut-horitarian Reactions in Russia. Ukraine. Belarus. and Moldova. Cambrid-ge: Cambridge Univ. Press, s. 69-129.

Sander, O. (1998). Türkiye’nin Dış Politikası. Ankara: İmge Yayınları.Sander, O. (1994). “Değişen dünya dengelerinde Türkiye”. (Der.) S. Şen. Yeni

Dünya Düzeni ve Türkiye. İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 23-39.Selçuk, H. (2005). Türkiye-Rusya Ekonomik İlişkileri. İstanbul: TASAM Yayınları.Singer, J. D. ve Small, M. (1966). “Formal Alliances. 1315-1919: A quantita-

tive description”. Journal of Peace Research 3, s. 1-32.Small, M. ve Singer, J. D. (1970). “Patterns of International Warfare, 1816-

1965”. Annals of the American Academy of Political and Social Science 391, s. 145-165.

Sönmezoğlu, F. (2004). “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Kıbrıs Sorunu”. (Der.) F. Sönmezoğlu. Türk Dış Politikasının Analizi- I1I. Baskı. İstan-bul: Der Yayınları, s. 563-583.

Stern, J. P. (2009). The future of Russian Gas and Gazprom. New York: Oxford Univ. Press.

T. C. Resmî Gazete – 6 Kasım 1998. Mükerrer sayı: 23515.Tekin, A. ve Williams, P.A. (2009). “Turkey and EU Energy Security: The

Pipeline Connection”. East European Quarterly XLII/4, s. 419-434. Torbakov, M. (2005). “Turkey and Post-Soviet Eurasia seeking a regional

power status”. Insight Turkey 7/2, s. 100-121.Trenin, D. (2006). “Russia leaves the West”. Foreign Affairs 85/4, s. 2-20.Turan, G. ve Turan. İ. (1998). “Türkiye’nin diğer Türk cumhuriyetleriyle iliş-

kileri”. (Der.) F. Sönmezoğlu. Türk Dış Politikasının Analizi. II. Baskı. İstanbul: Der Yayınları, s.403-425.

Ulçenko, N. (2001). “Rusya ve Türkiye’nin stratejik güvenliğinde enerji ihra-cat ve ithatatının önemi”. Avrasya Dosyası 6/4, s. 123-144.

UMB (1995). Uluslararası Müteahhitler Birliği Raporu. Ankara.Uslu, T. (2010). “The Necessity of Nuclear-based energy production for Tur-

key”. Energy Sources 5. Part B, s. 155-164.Vasquez, J. (1998). The War Puzzle. Cambridge: Cambridge University Press.Viotti, P. R. ve Kauppi, M. V. (1993). International Relations Theory. N. Y.:

Macmillan.Weitz, R. (2010). “Russian-Turkish Relations: Steadfast and Changing”. Me-

diterranean Quarterly 21/3, s. 53-74.

Page 64: Türk–Rus İlişkilerinin Değerlendirilmesi: Güvenlik ... · PDF fileÖte yandan, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem de- ... Türkiye’nin uzun yıllardan beri ihmal

842 Erhan BÜYÜKAKINCI

Winrow, G. (2007). “Geopolitics and energy security in the wider Black Sea region”. Southeast European and Black Sea Studies 7/2, s. 202-229.

Yanık, L. A. (2007). “Allies or Partners? An Appraisal of Turkey’s ties to Rus-sia. 1991-2007”. East European Quarterly XLI/3, s. 337-361.

Yıldırım, T. (1996). “Çe çenistan Sorunu ve Türkiye”. (Der). F. Sönmezoğlu. Değişen Dünya ve Türkiye. İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 187-220.

Yılmaz, A. ve Uslu, T. (2007). “Energy policies of Turkey during the period 1923-2003”. Energy Policy 35, s. 258-264.

Zengin, G. (2010). Hoca: Türk Dış Politikasında Davutoğlu etkisi. İstanbul: İnkılâp Yayınları.

İnternet Kaynaklarıhttp://www.rusya.ru/Content/17827-Erdo%C4%9Fan_Putin+d%C3%

B6nemi+T%C3%BCrkiye_Rusya+ili%C5%9Fkileri)