demir kucukaydin - kivilcim dava savunmasi (duzeltmeler eksik) - v-2
DESCRIPTION
ÂTRANSCRIPT
1
Kıvılcım Dava Savunması
İçindekiler
Yayıncının Notu ............................................................................................................................... 3
Önsöz................................................................................................................................................. 4
Mahkeme İfadesi .............................................................................................................................. 9
Mahkeme Savunması ..................................................................................................................... 20
1) 141-142. MADDELER SINIF MÜCADELESİ BİLİMSEL SOSYALİZM HAKKINDA:
YAYGIN PEŞİN VE YANLIŞ YARGILAR .............................................................................. 20
A) SINIFLAR SAVAŞI VE 141-142 ...................................................................................... 20
B) ÜST SINIFLAR 141-142 (BİNDİĞİ DALI KESİŞ) ......................................................... 21
C) 141-142 'YE İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARININ ANLAMİ .................... 22
2) BİLİRKİŞİRAPORLARINDA YORUM FARKLARI........................................................... 22
A) PROLETARYA PARTİSİ CİNS İSİMDİR ....................................................................... 24
B) DEVRİMCİLİK SUÇ MU? ................................................................................................ 24
C) BİRİNCİ SAYININ BİLİRKİŞİSİNE NEDEN TEKRAR SORULMADI ......................... 25
3) İKTİDARA GELME YOLU VE KIVILCIM GAZETESİ ..................................................... 25
A) KIVILCIMIN ANA TEMASI: "PARTİ NASIL OLMALIDIR, PARTİ NASIL
KURULABİLİR? " ................................................................................................................. 25
B) "KIVILCIM'DA İKTİDAR PROBLEMİNE İLİŞKİN YAZILARIN AZLIĞI" ................. 25
C) İHTİLALCİ SOSYALİST MİSİN DEMOKRATİK SOSYALİST MİSİN? ...................... 26
Ç) VATAN PARTİSİ PROGRAMI, DEMOKRASİ VE DEVRİM ........................................ 26
D) BARIŞÇIL DEVRİM, SAVAŞCIL DEVRİM ................................................................... 26
E) KIVILCIM'DA İKTİDAR MÜCADELESİ YOLU ............................................................ 27
F) SAVAŞ TERİMİ ÜZERİNE AÇIKLAMA ......................................................................... 28
G) SAVCININ İDDİALARI VE GERÇEKLER ..................................................................... 28
4) LEGALİZM PARLAMENTERİZM BURJUVA SOSYALİZMİ VS. ANLAMLARI ......... 29
A) PARLAMENTERİZME BİZ NE DERİZ, SAVCI NE ANLAR ........................................ 29
2
B) "LEGALİZM": BİZ NE DERİZ SAVCI NE ANLAR? ...................................................... 30
C) LEGALİZM PARLAMENTARİZM BURJUVA SOSYALİZMİ VS. DEYİMLERİN
AYNILIĞI ............................................................................................................................... 31
5) SOSYAL SINIFLARI ORTADAN KALDIRMA PROBLEMİ ............................................. 32
6) BİZ SOSYALİSTLER İSTEDİĞİMİZ İÇİN SINIFLAR ORTADAN KALKMAZ .............. 33
7) "PARAVAN" İTHAMI .......................................................................................................... 34
A) "PARAVAN" İTHAMININ KANITSIZLIĞI .................................................................... 34
B) HAREKETLER VE PROGRAM FARKLI OLAMAZ ...................................................... 34
C) ORTADAÖNERDİĞİMİZ PROGRAMLA ÇELİŞEN BİR HAREKET VAR MI? .......... 35
D) SİYASET VE ÇOCUKLUK .............................................................................................. 35
E) SOSYALİSTLER DÜŞÜNCELERİNDEN ŞEREF DUYARLAR .................................... 35
8) ZİNCİRLEME REAKSİYON ZİNCİRLEME MAHKUMİYET ........................................... 36
Ekler .................................................................................................................................... 38
Yeni Aşamada Eski Parola: Proletarya Partisi ............................................................................ 38
Sosyalistlerin Birinci Görevi........................................................................................................ 41
Proletarya Partisi Nedir? .............................................................................................................. 45
İşçi Sınıfının Tarihçil Görevi ....................................................................................................... 49
Neden Eneski Sosyalizm? ............................................................................................................ 52
Hangi Temelde Proletarya Partisi ................................................................................................ 56
Grup, Grupçuluk, Parti ................................................................................................................ 60
Karyerizm – Demagoji - Parti ...................................................................................................... 64
Parti Ancak Kongre’den Doğabilir .............................................................................................. 67
3
Yayıncının Notu
12 Mart Faşist döneminin Sıkıyönetim Mahkemelerinin yerini alan “D.G.M.”nin yeniden
güncelleştiği.
- Anayasa'nın, bu mahkemelerin dayanağı olan yasayı iptal kararma rağmen çalıştırıldığı;
- Yeni “D.G.M.” kanunun meclisten çıkarılmaya çalışıldığı;
- “D.G.M.”nin tutukladığı yüzlerce kişinin hapishanelerde yattığı;
- Pek çok kişinin ve demokratik örgütün bu mahkemelerde yargılandığı;
- Yargı yetkisi “Anayasa Mahkemesi”ne ait olan bir siyasi partinin (“TEP”'in) kanunsuz
olarak bu mahkemelerde yargılandığı günümüzde;
Bu mahkemelerin ilk davası olan “Kıvılcım” gazetesi davasını, yayınlamak kaçınılmaz bir
görev oldu.1
1 Kitabın sonuna davanın daha iyi anlaşılır olmasını sağlamak amacıyla yargılanan gazetenin davaya
konu olan bazı yazıları belge olarak konulmuştur.
4
Önsöz
Kamuoyunda “Kıvılcım davası” adı ile anılan bu İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin
1974/2 Esasında kayıtlı ilk önemli davasının savunmalarının kitap halinde yayınlanması
DGM'nin varlığının yeniden güncel tartışma konusu yapıldığı bu günlerde, konuyu tüm
açıklığı ile gözler önüne sermesi açısından son derece yararlı olmuştur kanısındayız.
Bir aydın ve “Kıvılcım davası” sanıklarının müdafii avukat olarak “Kıvılcım davası”
hakkında söylenecek çok söz olmasına rağmen, pek çarpıcı birkaç noktayı vurgulamakla da
aynı işi özlü olarak yapmış olacağız.
Bilindiği gibi, 12 Mart ara rejimi döneminde Türk aydınlarının, hukukçularının, kamu oyunun
ağır baskılar altında tutulduğu, bilim adamlarının, hukuk profesörlerinin cezaevlerinde tutuklu
bulundukları, yayın organlarının ve TRT'nin sansüre tabi tutulduğu, parlamento dışı baskı
gruplarının susturulduğu bir sırada Anayasa'nın 136. maddesine 1699 sayılı kanunla 7 fıkra
eklenmiş ve bu fıkralardan kaynaklanarak 1773 sayılı DGM'leri Kuruluş ve Yargılama
usulleri hakkındaki kanun meclislerden geçirilerek Devlet Güvenlik Mahkemeleri
örgütlendirilmiştir.
Denilebilir ki, gerek bu Anayasa değişiklikleri ve gerekse 1773 sayılı kanun Türkiye Halkının
ve Türkiye aydınlarının hukuki tabiriyle „müzayaka halinden“ (yani yoğun baskı altında
sindirilmiş halinden) istifade ile gerçekleştirilmekle, tüm sakıncaları bir yana, bu kuruluşlar en
başından anti - demokratik bir nitelik gösterir olmuştur. Gerçek de budur.
1773 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruluş kanunu tam anlamıyla bir baskı rejimi
sırasında meclislerden geçirildiği için şekil itibariyle anti - demokratik ve Anayasa'ya aykırı
olmasının yanında içerdiği hükümler itibariyle de anti -demokratiktir, Anayasa'ya aykırıdır.
Bu güne değin çok konuşulup çok yazılan bu konuyu “Kıvılcım davası” sebebiyle bir kez
daha kısaca izahta yarar görüyoruz:
Demokratik ülkelerde kişi özgürlükleri teminat altına alınabilmek için Devlet gücü üç ayrı
kuvvete bölünmüştür: Yasama kuvveti, Yürütme kuvveti ve Yargı kuvveti. Bu kuvvetlerin
birbirlerine karşı bağımsızlıkları ve eşit etkinliklere sahip olmaları esas kabul edilmiştir. Bu
sistemin adı „Kuvvetler ayrılığı sistemi“dir. Yasama gücü meclisler aracılığıyla, yürütme gücü
hükümet aracılığıyla, yargı gücü ise mahkemeler aracılığıyla kullanılır. Yargı gücünün
bağımsızlığı mahkemelerin bağımsızlığına, hâkim teminatına, tabii hâkim ilkesine ve
savunma hakkına verilen değerle sıkı sıkıya bağlıdır. Bunlardan birisi olmazsa yargının
bağımsızlığından ve dolayısıyla kuvvetler ayrılığı sisteminden ve giderek demokrasinin
varlığından söz edilemez. 1961 Anayasamız iste bu yargı bağımsızlığını kuvvetler ayrılığının
ve demokrasinin bir gereği olarak Anayasalaştırmıştır. DGM kuruluş kanunu ise 1961
Anayasasının öngördüğü bu esaslara, yani mahkemelerin bağımsızlığı ilkesine, hâkim
teminatı ilkesine, tabii hakim ilkesine ve savunma hakkı ilkesine aykırı düşmektedir.
Bu nasıl oluyor, sırasıyla görelim.
5
a) 1773 sayılı DGM kuruluş kanunu mahkemelerin bağımsızlığı esasına aykırıdır. Çünkü aynı
kanunun 6. maddesi aynen şöyledir: „Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanlığı, üyeliği, yedek
üyeliği, Cumhuriyet Savcılığı ve Cumhuriyet Savcı yardımcılığı atamalarında, Bakanlar Ku-
rulunca her beş yer için bir misli aday gösterilir. Bu adaylar arasından Devlet Güvenlik
Mahkemesi hâkimlerinin atanması Yüksek Hâkimler Kurulunca, Cumhuriyet Savcısı ve
yardımcılarının atanmaları Yüksek Savcılar Kurulunca, askeri hâkimlerden üye, yedek üye ve
savcı yardımcılarının atanmaları işe, özel kanunlarında gösterilen usule göre yapılır. Devlet
Güvenlik Mahkemeleri Başkan; üye ve yedek üyeleri ile Cumhuriyet savcı ve yardımcıları üç
yıl için atanırlar, süresi bitenler yeniden atanabilirler.“ Buna göre DGM hâkimlerini
doğrudan doğruya hükümet atamakta, Yüksek hâkimler kurulu bu atamaya alet edilmektedir.
Asker üyeler ise Milli Savunma Bakanı ve Başbakan tarafından müşterek kararname ile
atanmakta, Cumhurbaşkanının onayına sunulmaktadır. Bu atama işlemlerini „yargının
bağımsızlığı“ ile bağdaştırma olanağı yoktur.
b) DGM kuruluş kanunu Anayasamızca öngörülen hâkim teminatı ilkesini de çiğnemektedir.
1773 sayılı kanuna göre DGM hâkim ve savcıları üç yıl için atanmakta, süresi bitenler
yeniden seçilebilmektedir. Bu demektir ki hükümet üç yıllık icraatını beğendiği DGM hâkim
ve savcılarını yeniden seçtirebilecek, icraatını beğenmediklerini ise seçtirmeyebilecektir.
Hâkimi hükümetin beğenisine irtibatlamak bu derece açık ve cüretkâr bir şekilde
gerçekleştirilmiş olmaktadır. Geçtiğimiz 12 Mart döneminde bu tatbikatın acı örnekleri
görülmüş, hükümet beğenmediği sıkıyönetim mahkemesi yargıç ve savcılarını görevlerinden
almış ve hatta bir mahkemeyi tamamen lağvetmiştir.
c) DGM kuruluş kanunu Anayasamızın 32. maddesinde ifadesini bulan tabii hâkim ilkesine de
aykırıdır. DGM'nin „özel ve olağanüstü“ bir mahkeme niteliğinde olduğu şüphe götürmez.
DGM belli suçlan yargılamak üzere kurulmuş ve kuruluşu genel yargıdan ayrılmıştır. Bu
kanunla kişi tabii hâkiminin elinden alınarak hükümetçe teşkil edilen özel ve olağanüstü bir
mercie teslim edilmektedir. Özellikle bu merciin siyasal suçlara bakmakla görevli olması ve
bu derece önemli konuda bu merciin hâkimlerinin siyasal iktidarca atanır olması DGM'ni
birer ihtisas mahkemesi olmaktan çıkarıp birer iktidar mahkemesi hüviyetine sokmaktadır.
Bunun tabii hâkim esası ile bağdaştırılabilecek yanı yoktur.
d) DGM kuruluş kanunu 27. maddesi ile savunma hakkına saygıyı da ortadan kaldırmaktadır.
Maddeye göre, hâkim duruşmanın inzibatını ihlal eden sanık ve müdafiinin dava sonuna kadar
duruşmalara katılmamasına karar verebilmektedir. Böylece savunma hakkı duruşma
inzibatına kurban edilmiş olmaktadır. Duruşma inzibatının hangi hallerde bozulmuş
olacağının tespiti de hükümetçe atanan hakimin takdirine bırakıldığında savunma hakkının ne
derece kısıtlanabileceği zihinlerde canlandırılabilir.
1773 sayılı DGM kuruluş kanunu 11 Ekim 1975 tarihinde şekil yönünden Anayasa
Mahkemesince iptal edilmiştir. Yeni kanun çıkarılması için de Anayasa Mahkemesince
meclislere bir yıllık süre tanınmıştır. Bu bir yıllık süre içinde Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin yargılama yapmaması gerekirken Yargıtay 9. Dairesi yanlış bir yol izleyerek
bunun aksini karar altına almıştır. Bu izahatın ışığında diyebiliriz ki, Devlet Güvenlik
Mahkemeleri sıkıyönetim dışında da sıkıyönetimi sürekli hale getirmek için ihdas edilmiş,
ilericiler, aydınlar ve toplumun demokrat kesimi üzerindeki anti - demokratik baskıları
6
sürdürmek amacıyla yasalaştırılmış olağanüstü mahkemelerdir. Devlet Güvenlik Mahke-
melerinin durumunu böylece saptadıktan sonra “Kıvılcım davası” tatbikatına kısaca bir göz
atalım:
12 Mart sıkıyönetim döneminden Sonra, demokratik siyasal yaşamın gereği olan bir devrimci
sol partiyi kurabilmek amacıyla “Kıvılcım davası” sanıkları bir araya gelmişler ve bu amaçla
KIVILCIM isimli bir haftalık gazete çıkarmaya başlamışlardır. Kurmak istedikleri parti legal
bir parti olacaktır ve kendilerine rehber olarak yıllar önce beraat etmiş bir parti olan Vatan
Partisi’nin tüzük ve programını alacaklardır. Bu amacı açık açık gazetelerinde yazmaktadırlar.
Yazıları ile bütün devrimcileri birleşmeye ve onları kurulacak partinin tüzük ve programını
tespit etmek üzere bir genel toplantıya çağırmaktadırlar. Böylece, yeni kurulacak partinin
daha doğuşunda demokratik bir öze bürünmesini istemişlerdir. Bu girişim yıllar süren bir
sıkıyönetim idaresinden sonraki ilk demokratik çabadır. Yayınlanan gazete de bu çabaya
yönelik ilk gazetedir. Bir bakıma sanıklara bu girişimin cezası verilmiştir. Nitekim simdi
Türkiye'de 5 adet sol parti vardır ve sayısız ilerici gazete yayın hayatına devam etmektedir.
12 Mart sıkıyönetim rejiminin yılgınlığından toplum henüz kendisini kurtaramamış iken
“Kıvılcım davası” nın duruşmalarına İstanbul DGM'nde başlanmıştır. Ancak altı sayı
çıkabilen Kıvılcım gazetesinin sahibi Demir Küçükaydın, sorumlu müdürü Dündar Erenler,
sekreterleri Ali Selim Ergünalp ve Erol Atakan tutuklu olarak yargılanmaktadırlar. DGM'nin
Anayasa'ya aykırı olduğu yolundaki itirazlar, reddi hâkim talepleri, hâkimleri istinkâfa davet
mahkemece reddedilmiş, yargılama sırasında tahkikatım genişletilmesi yolundaki istemler de
nazara alınmamıştır.
Böylece mahkeme sanıkların „bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki tahakkümünü“ sağlayacak
bir gizli örgüt kurduklarını, Kıvılcım gazetesinin bu örgütün propaganda aracı olduğunu ve bu
gazete ile sürekli komünizm propagandası yaptıklarını kabul ederek, yaşlarının bir buçuk katı
tutarında ceza tayin etmiştir. Mahkeme sanıklardan Demir Küçükaydın ile Dündan Erenler'i
gizli örgüt kurmaktan (TCK 141/1) sekizer sene ağır hapis, ikişer sene sekizer ay genel
güvenlik gözetimi altında tutulma ve Kıvılcım gazetesinin 2. sayısında yayımlanan yazılarda
komünizm propagandası yapılmış olması nedeniyle sekizer sene dokuzar ay ağır hapis; ikişer
sene onbirer ay genel güvenlik gözetimi altında tutulma2; 3. sayıda neşrolunan yazılar
sebebiyle yine sekizer sene ağır hapis, ikişer sene onbirer ay genel güvenlik gözetimi altında
tutulma3, 4. sayıda neşrolunan yazı nedeniyle yedişer sene altışar ay ağır hapis, ikişer sene
altışar ay genel güvenlik gözetimi altında tutulma4; 5. sayıdaki yazı nedeniyle yedişer sene
altışar ay ağır hapis, ikişer sene altışar ay genel güvenlik gözetimi altında tutulma cezalarına
mahkûm etmiştir5.
Cezalar birleştirilerek sanıkların otuz sekizer sene otuzar ay ağır hapis ve 6 ay hapis
cezalarına çarptırılmasına karar verilmiş ancak TCK'na göre 36 yıldan fazla ceza veri-
2 2. Sayıda dava konuşu olan yazılar şunlardır: „Proletarya Partisi Nedir?“, „İşçi Sınıfının Tarihçil
Görevi“, „İşçi Çıkarmaları Devam Ediyor“, „İlkenin ilkelliği“, „Parti ve Çadır Üzerine“.
3 3. Sayıda dava konusu olan yazılar şunlardır: „Neden Eneski Sosyalizm“, „Emayetaş'da Grev“.
4 4. Sayıda dava konusu olan yazı şudur: „Hangi Temelde Proletarya Partisi?“
5 5. Sayıda dava konusu olan yazı şudur: „Grup, Grupçuluk ve Parti“.
7
lemeyeceğinden bu cezalar otuz altışar yıl ağır hapis ve onar sene kırk ikişer ay süre ile genel
güvenlik gözetimi altında tutulma cezasına indirilmiştir.
Erol Atakan ile Ali Selim Ergunalp ve Vedat Orakçıoğlu da „gizli örgüte girmek“ (TCK
141/5) suçundan dolayı beşer yıl ağır hapis ve birer yıl sekizer ay genel güvenlik gözetimi
altında tutulma cezalarına çarptırılmışlardır. (19.9.1974).
Yargıtay 9. Ceza Dairesinde 19.12.1974 tarihinde yapılan duruşmalı inceleme sonunda
hükmün gizli örgüte ilişkin kısmı onanarak propagandaya ilişkin kısmı bozulmuştur. Bozma
üzerine İstanbul DGM'inde yeniden yapılan yargılama sonucunda yargıtayın görüşüne
uyularak Kıvılcım gazetesinde yazılan tüm yazıların aynı suç isleme kasdı ile yazıldığı kabul
edilerek sanıklara bu suça isabet eden ceza artırılarak verilmiş ve sonuç olarak sekizer sene
dokuzar ay ağır hapis ve ikişer sene onbirer ay genel güvenlik gözetimi altında tutulma
cezasına mahkûm edilmişlerdir.
Bu hüküm de tarafımızdan temyiz edilmişse de Yargıtay 9. Ceza Dairesince onanarak
4.4.1975 tarihinde kesinleşmiştir. Toplam olarak Demir Küçükaydın ve Dündar Erenlerin
onaltışar sene dokuzar ay ağır hapis, altışar ay hapis ve dörder sene ondokuzar aylık genel
güvenlik gözetimi altında bulundurulma cezalan ile Erol Atakan ve Ali Selm Ergünalp'in
beşer yıl ağır hapis ve birer yil sekizer aylık süre ile genel güvenlik gözetimi altında
bulundurulma cezalan kesinleşmiş olmaktadır. Sanıklar halen Niğde kapalı - cezaevinde
bulunmaktadırlar.
„Kıvılcım“ı çıkaranların yapmak istedikleri, amaçlan açıktı; işçi sınıfımızın ve emekçi
halkımızın kurtuluşu için mücadele. Ve bunu mahkeme boyunca tavizsiz savundular. Bütün
anti - demokratik uygulamalar sonucunda verilen 36'şar seneyi „Yaşasın sosyalizm“ diye
cevapladılar,
A. Gürkan Rîşvanoğlu
17 Haziran 1976
8
9
Mahkeme İfadesi
İSTANBUL DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
(İfademdir)
Mahkemenin amacı, OLAY'ın NEDEN olduğunu, NASIL olduğunu tespit etmektir. Deliller,
sorgular vs. bu amaçla okunur. OLAY bir kere olduğu gibi tespit edildi mi, suç olup
olmadığını anlamak kolaylaşır. Halbuki İddianame'de olaylar, düşünceler olduğu gibi değil,
savcının görmek istediği veya olmasını istediği gibi anlatılmıştır.
İddianame'deki bütün yanlışları burada teker teker sıralamak, güç ve zaman sarfından başka
bir şeye yaramayacağı için, kısaca bu yanlışlara sebep olan METOD'un yanlışlığını birkaç
örnekle göstermek kanımızca daha doğru olacaktır.
Savcı: "Sanıkların kastlarını tespit yönünden faydalı olacağı.." gerekçesiyle: Beş sayfalık kısa
bir "tarihçe" sunuyor. Birtakım olayları ardı ardına dizmek: bir "tarihçe" olamaz. Çünkü:
tarih bilimi, olaylar ve toplum gidişi arasındaki zorunlu bağları, olayların NEDEN ve NASIL
olduğunu, aynılıkları ve ayrılıkları bulup çıkartır. İddianame'de ise sıralanan olaylar birtakım
kişilerin "kötü niyetleri"yle açıklanmaya çalışılmaktadır.
Bir örnek verelim.
İddianame'nin 4. sayfasında: Dr. Hikmet Kıvılcımlı "Pahalılık ve İşsizlikle Mücadele Derneği
vasıtasıyla büyük gösteriler ve boykotlar yapmak ve bu topluluklara pahalılıkla ve işsizlikle
mücadele adı altında kendi görüşlerini yansıtmak olanağını bulmak istemiştir." deniyor.
Bu cümleden "kastımızı tespit yönünden faydalı" ve gerçek bir anlam çıkıyor mu?
Hayır."Kastımızı tespit" için en azından: Türkiye'de işsizlik ve pahalılık olup olmadığı; varsa,
bunların sebeplerinin neler olduğu; ve nihayet Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın işsizlik ve
pahalılıktan kurtulmaya ilişkin görüşlerini bilmek gerekir.
1) Türkiye'de işsizlik ve pahalılık var mı?
Cumhuriyet gazetesinde sadece 1974 ocak ayı içinde "İstanbul geçim indeksinin % 5, 6 artış
gösterdiği" yazıyor. Yani hayat bir ay içinde % 5, 6 pahalanmış, bir liranın değeri bir ay
içinde 94, 4 kuruşa düşmüş. Demek ki olay olarak bir pahallılık var.
Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine, resmi istatistiklerle, bir milyon işsizimiz işgücünü
satmaya gitmiş. En azından bir o kadar açık işsizimiz de içerde var. Bir de gizli işsizler var.
Demek ki bir İŞSİZLİK söz konusu.
2) O halde İŞSİZLİK ve PAHALLIĞIN SEBEBİ nedir?
"Tek sözle geri ve gerici ortamımız"dır.
2) Bu toplumsal kangrenden kurtulmak için Dr. Hikmet Kıvılcımlı ne önermiş?
Kendi dilinden okuyalım.
10
Kıvılcım gazetesinde yayınladığımız Vatan Partisi Program Giriş'inde şöyle deniyor:
"Vatanımızın "Amerika" derecesinde yüksek teknikli medeniyet kurmasından bahsedildi.
Lâkin bir şey unutuluyor. Amerika'yı Amerika yapan hız, Amerikalıların 110 yıl önce köleliği
kaldırmak uğruna vatandaş harbini göze alabilmeleriyle, yani keskin hürriyet kavgasıyla
başlamıştır. Ve şu üç sebep ile gelişmiştir.
1) Devletin kırtasiyeci ve askerci olmayışı (Tam demokrasi)
2) Derebeyi artıklarının yok edilmesi (Toprak reformu)
3) Sanayi sermayesinin ötekilerden üstün olması (Teknik yaratıcılık)".
Demek ki Dr. Hikmet Kıvılcımlı geriliğimizin sebebi olarak ve ilerlemenin yolu olarak
yukarıdaki şıkları önermiş.
Eğer önerilenler doğruysa ki doğrudur, "Büyük gösteriler ve boykotlar yapmak" için İPSD'yi
"PARAVAN" yapmaktan söz edilebilir mi?
Eğer önerilenler ve sebep olarak gösterilenler yanlışsa, o zaman, "büyük toplulukları"
kandırmaktan söz edilebilir. Ama ciddi bir iddianamede de "kastımızı tespit yönünden faydalı"
olacağına göre, yanlış olduğunun kanıtlanması gerekir. Halbuki böyle bir kelime bile yok.
Açıkça görülüyor ki iddianame OLAYLARIN ve GÖRÜŞLERİN ne olduğunu anlatmaktan
uzaktır.
*
İddianamede işe gelmeyen yerde olay değişik anlatılıyor. Söyle ki:
4. sayfada: "Dr. Hikmet Kıvılcımlı Cemiyetler Kanunumu paravan yaparak İPSD isimli illegal
faaliyetlerini sürdürmek üzere bir dernek kurdurmuş" deniyor.
1) İPSD de eğer kanun dışı bir faaliyet olsaydı sıkıyönetim mahkemelerinde dava açılır ve
mahkûm olurdu. Böyle bir dava açılmamıştır. Eğer savcının böyle bir faaliyetten haberi var da
dava açmamışsa görevini yapmamış demektir.
2. Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nm en tabii insanlık ve yurttaşlık hak ve görevlerini yerine getirerek
bir dernekte görev alması, "Cemiyetler Kanunu"nu "paravan" yapmak mıdır? Bu mantık
davayı doğru bir sonuca ulaştırmaz.
İddianame'de işe gelmeyen bir yerde OLAYLAR UNUTULUYOR.
Bir örnek verelim. İddianamenin 4. sayfasında "Dr, Hikmet Kıvılcımlı 1950 yılında çıkan
aftan sonra faaliyetlerine ara vermemiş ve çok partili devrede, 1S54 yılında' "VATAN
PARTİSİ" isimli bir legal parti kurmuştur. " deniyor. İddianamede olmayan gerisini biz
tamamlayalım. Bu Vatan Partisi üç yıl faaliyet gösterdikten sonra, Amerika'dan "yardım"
dilenebilme aşkına, kapatılmış, üyeleri mahkemeye verilmiş ve beraat etmiştir. İddianamenin
her yerinde surda mahkûm oldu, burada mahkûm oldu deniyor da niçin beraatten söz
edilmiyor. Unutulmuş olabilir diyelim. Ama psikoloji unutmanın raslantı olmadığını
göstermiştir. Böylesine bilinç ve bilgi isteyen bir davada olayları unutmak, bilim diliyle
şuuraltına atmak ilerde nevrozlara sebep olur.
İddianamede işe gelmeyen yerde açık taraflılık güdü
11
Bir örnek verelim; 5. sayfada Dr. Hikmet Kıvılcımlı "...hakkında verilen gıyabi tevkif kararı
üzerine, Türk hakimlerinin karşısında yaptığı fiillerin hesabını vermemek için yuri dışına
kaçmış ve burada ölmüştür" deniyor.
Burada açık taraflılık vardır. Çünkü Dr. Hikmet Kıvılcımlı ölmeden önce sıkıyönetim
mahkemelerine yolladığı: telgraf ve ön savunmada: Türkiye'ye döneceğini her ihtimale karşı
yolda ölürse ön savunmasmı şimdiden yolladığını, kendisinin pek çok defalar narkoz altında
yattığım? Türkiye'de tedavi imkânı olmadığını, Avrupa’ya tedavi olmak için çeşitli defalar
pasaport taleplerinde bulunduğunu, fakat taleplerinin hiçbir gerekçe gösterilmeden redde-
dildiğini, son çare olarak kendi inisiyatifiyle tedavi olmanın yollarını aradığını yazmaktadır.
Hastalığının ağırlığının gerçekliğini tedavi için yurtdışına gitmesinin haklılığını bizzat
ölümüyle hayati pahasına ispatlamıştır. Savcı kendisini savunamayacak bir ölünün ardından,
yanlış şeyler söyleyerek, en basit ahlak kaidelerinin bile dışına çıkmaktadır. Dr. Hikmet
Kıvılcımlı ölüm döşeğinden yolladığını: ifadelerle ((hakimlerin karşısında yaptığı fiillerin
hesabını" vermekten kaçınmamıştır.
İddianamede söylenmeyen şeyler söylenmiş gibi gösteriliyor.
Bir örnek verelim. 5. sayfada "Dr. Hikmet Kıvılcımlı halkı tahrik etmenin ön plânda geldiğini
somr ve her, vesile iie taraftarlarına bunu yopmaSarmi önerirdi" deniyor. Dr. Hikmet
Kıvılcımlı nerede, ne zamon, hangi yazısında böyle bir şey söylemiştir? Hiçbir yerde. Ciddi
bir iddia söylenenleri kaynak göstererek, kendi yorumunu içine katmadan anlatmalıdır.
İddianamede böyie olma gayreti bile yok. Bir düşünceyi ve davranışı tahrif etmek,
olduğundan başka göstermek ve en azından ne olduğunu kavramaya çalışmamak, bizzat o
düşünce ve davranışların muarrızlarina bile bir şey kazandırmaz.
İddianamede açıkça şu mantık görülüyor. Kıvılcım gazetesi en eski sosyalist hareketin
mirasçısı olduğunu söylediğine, o zamanki hareketlerde mahkûm olduğuna göre onlar gibi
Kıvılcım da mahkûm edilmelidir.
Bu ele alışta, hukuk bakımından iki sakatlık göze çarpıyor.
1) O düşünce ve davranışların geçmişte mahkûm olmaları bugün de mahkûm olmalarını
gerektirmeyebiür. Çünkü toplum hayatı sürekli olarak değişir. Bir süre önce suç olarak
görülen düşünce ve davranışlar toplumun belli bir gelişme konağında kaçınılmaz olarak suç
olmaktan çıkmış olurlar. Ya kanunlar değişir ya da kanunların yorumu değişir. Halbuki
İddianamede bu iki türlü değişiklik ihtimali hesaba bile katılmıyor. "Acaba bugün de suç
mudur? " diye bir soru sorarak toplumun bugünkü aşamasında suç olduğunu kanıtlama
zahmetine katlanmak bir yana böyle bir soru bile sorulmuyor.
2) Kaldı ki savcı "Kastımızı tespit yönünden faydalı" GÖRDÜĞÜ TARİHİ bağları ararken
bile gerçeği yansıtmaktan uzak. Çünkü Kıvılcım gazetesi 6 sayı çıkmıştır ve 3 sayının
manşeti: Vatan Partisi programıdır. Kıvılcım gazetesi herşeyden önce Vatan partisi
programından hareket etmek gerektiğini avaz avaz bağırır.
Bilindiği gibi Vatan partisi beraat etmiştir. Varsayalım ki: Geçmiştekiler mahkûm edildiği
için bizde mahkûm edilmeliyiz. Ama bizim en başta savunduğumuz yeniden örgütlenmesini
önerdiğimiz Vatan Partisi beraat etmiştir. İddianame kendi mantığı içinde tutarlı olabilseydi o
zaman beraatımızı talep etmesi gerekirdi.
12
Savcı toplum gelişmesini tersine de alabilirdi. Yani "Vatan Partisinin o zaman beraat etmiş
olmasına rağmen toplumumuzun bugünkü konağında mahkûm edilmesi gerektiğini" de iddia
edebilirdi. Ve en azından böyle bir yaklaşım iddianamenin kendi mantığı bakımından daha
tutarlı olabilirdi. Fakat savcı böyle bir soruyu sormaktan bile kaçmıyor. Çünkü böyle bir soru
sorulduğu an: Vatan Partisi programını ister istemez eleştirme durumunda kalacak, o zaman
da etrafımıza yaymak istediği duman perdesi aralanacak, ne. olup ne olmadığımız gün ışığına
çıkacaktır. Savcı bizi suçlu gösterme isteğine, bizzat kendi mantık tutarlığını feda ediyor.
Buraya kadar örneklerle savcının iddianameyi hazırlarken izlediği metodun bilimcil
olmadığını en kaba biçimleriyle kanıtlamaya çalıştık.
Şimdi Kıvılcım gazetesinde kurulması önerilen partinin nasıl bir parti olacağı hakkında
savcının yargılarını ve bu yargıların gerçek anlamlarını göstermeye çalışalım.
İddianamenin 10. sayfasında "Sanıklardan Demir Küçükaydın da savcılığınızca alınan
ifadesinde Parlamentarizmin Demokrasi olmadığı kanaatinde olmadığın" (olduğunu olacak)"
belirtilmekle" deniyor. Burada da '"normal demokratik yollardan" iktidara gelmeyi
amaçladığımız, "İhtilalci bir parti" önerdiğimiz söyleniyor.
Evet parlamentarizm ve demokrasi ayrı ayrı şeylerdir. Ve gerçekten kurulması gereken
partinin "Devrimci" olmasını istedik. Yalnız Demokrasi nedir? Devrimcilik nedir? Sanılanın
aksine devrimcilik ve demokratlık birbiriyle çelişmez. Aynı şeyin değişik veçheleridir. Bunu
açıklamak' için: Biz bu kavramlardan ne anlarız, Savcı ne anlar? Mahkemenin sağlıklı bir
karar verebilmesi bakımından biraz açıklamakta yarar var.
Yeniden kurulmasını önerdiğimiz, Vatan Partisi Programının birinci maddesi demokrasiyi
tanımlamakla işe boşlar ve şöyle der:
1) DEMOKRASİ (iki asır evvel yaşamış Frenk filozofu Concordet'in dediği gibi "En
kalabalık ve en fakir' sınıfın maddi, manevi, ruhi, içtimai bakımdan iyileşmesi olmalıdır. })
İddianamede ise demokrasi parlamentarizmle eş anlamda tutu i makta n, demokrasinin anlamı
kabalaştırılmakta, vulgarize edilmektedir. Esasen savcının demokrasinin ne olduğunu bile
düşünmediği ortadadır. Çünkü kendisi bir askerdir. Ve askerlere politika yasaktır. Politika bir
iddianame hazırlanırken de ister istemez derme çatma ikinci elden bilgi ve görgüye
dayanmaktadır.
Bugün Türkiye'de Parlamentarizm vardır ama, halkın işsizlik ve pahalılıktan yandığı bir
ülkede demokrasiden söz edilmez. Ve biz ancak önerdiğimiz program uygulanırsa ülkemizde
gerçek bir demokrasiden söz edilebileceğini, "en kalabalık ve en fakir sınıfın maddi, manevi,
ruhi, içtimai bakımdan iyileşebileceğini" iddia ediyoruz. Yani demokrasi düşmanı değil
aksine onun en candan taraftarıyız.
Yakın tarihimizden bir örnek vererek savcının demokrasiyi ve parlamentarizmi aynı şey
olarak görmesinin nekadar yanlış olduğunu göstermeye çalışalım.
1959 yılının Haziran ayında Türkiye'de parlamento ve seçimlerle iktidara gelmiş bir parti
vardı. 1960 yılının Haziran ayında ise ne parlamento vardı ne de seçimlerle iktidara gelmiş bir
parti. Aksine ordu süngü gücüyle iktidarı devralmıştı. Savcının mantığına göre 1959 yılının
Haziran ayında demokrasi vardır. 1960 Haziranında yoktur. Halbuki parlamento ve seçimlerle
13
iktidara gelmiş bir parti olmasa da 1960 Haziran ayındaki MBK iktidarı D. P. 'den bin kat
daha demokrattır.
Demek ki biz parlamentarizmin demokrasi olmadığını söylerken bir GERÇEĞİ ifade
etmişizdir. Ve bundan antidemokratik yollarla iktidara gelmeyi önerdiğimiz sonucunun
çıkmayacağı apaçıktır,
"İhtilalci bir parti" önerdiğimiz söyleniyor. Evet, gerçekten devrimci bir parti önerdik. Savcı
"Devrimci" deyince çok yanlış ve yaygın olduğu üzere kan dökücülüğü ve şiddeti göz önüne
getiriyor. Gerçekte ne "Devrim" denen olay ne de Devrimcilik savcının anladığı gibi değildir.
Bu bakımdan anlamlarını biraz açmak gereklidir sanıyorum. Sosyalizm devrimciliği:
Toplumun doğum sancılarını ılımlandırmaktır diye tanımlar. Ne demektir?
Ana rahmindeki cenin belli bir gelişme konağına vardığı zaman, o güne kadar içinde doğup
geliştiği şartlar yeni doğacak canlının gelişmesine engel olmaya baslar. İşte o zaman doğum
sancılan başlar. Ananın biyolojik varlığı çocuğun doğumunu ne derece engelliyorsa doğum o
derece acılı ve kanlı olur. Eğer çocuğun doğumu imkansızsa ana da çocukla birlikte ölür
gider. Fakat çağrımız da bilim eskiden kadınlara ilâhi bir azap olarak verildiği söylenen
doğum sancılarını yok edebilmektedir. Bir benzetmeyle devrimci de topluma sancısız doğum
yaptırmaya çalışan bir doktora benzer. Tabii ki toplumda bu iş çok daha kompleks ve
yüksektir.
"Tabiatı itaat altına alabilmek için önce onun kanunlarına itaat etmek gerekir." Aynı şey
toplum için de doğrudur. Birtakım insanlar istediği için devrim olmaz. Toplum devrim
konağına geldiği zaman, devrim kadar bir gerçeklik olan devrimcilerde var olur. Yani
toplumun gidişini bilince çıkaranlar da var olur. Bunu boğmaya çalışmak tarih boyunca bütün
medeniyetleri yıkmıştır.
Ülkemiz 20. yüzyılda üç devrim geçirmiştir. 1908,, 191923, 1960 devrimleri. Şimdi kim çıkıp
ta devrimcileri kan dökücü olmakla suçlayabilir. Eğer o devrimcilerin müdahalesiyle
devrimler olmasaydı, doğamayan çocuğum anasını da öldürmesi gibi toplumumuz da
yıkılırdı. Bereket insanlık 18. yüzyıldan beri sosyal devrimleri keşfetmiştir.
Sosyalist de toplum gidişine bakar. Ve toplum gidişindeki zorunluluğu bilince çıkarmaya
çalışır. Toplumun; belli bir gelişme aşamasında devrim kaçınılmaz olduğuna göre bu
zorunluluğun bilince çıkması doğum sancılarını en azından Mumlandırmak demektir. Yani
sanıldığı gibi; devrimci olmak kan dökücü şiddetten yana olmak değil, aksine bunun düşmanı
olmak demektir.
İhtilal deyince gözler önüne şiddet kan ve zulüm gelir. Aksine "Fransız İhtilali Tarihi" yazarı
MİCHELET'in dediği gibi:
"İhtilâlin bu son derece barışçı iyi niyetli vasfı, bugün bir tezat gibi gözüküyor. Menşei
bilinmediği nisbette mahiyeti anlaşılamıyor. Bu kadar kısa bir zaman içinde gelenek o
nispeten sönüklenmiş bulunuyor. İhtilalin mahvolmamak için fesatçı dünyaya karşı, sarf
etmeye mecbur olduğu şiddetli müthiş gayretleri, unutkan bir nesil bizzat ihtilal zannetti.
Bu yanlış anlayış neticesinde bu millete vahim, derin tedavisi çok zor bir illet peyda oldu,
Kuvvete tapma. "
14
Son olarak şunu da söyleyelim. Ortaçağ engizisyonu. işkenceyi insanı en zor ve acili şekilde
öldürmenin yollarını keşfetti ve geliştirdi. İhtilal ise insan öldürme zorunda kaldığı zaman büe
en kolay, en acısız metotları keşfetti. Fransız devriminde giyotin gibi.
Aynı yazar şöyle diyor.
"Tarih ihtilalin yırtıcı, amansız devrinde ölümü vahim(eştirmekten çekindiğini işkenceleri
azalttığını insan elini uzaklaştırdığını ıstırabı az sürdürmek için bir makina icat ettiğini
söyleyecektir. "
Ortaçağ kilisesinin ıstırabı çoğaltmak, şiddetli, delici hale getirmek için icatetmediği vasıta
kalmadığını, öldürmeksizin ölümü uzun zaman tattırmak için inceden inceye işkence sanatları
hünerli vasıtaları bulduğunu da söyleyecekti.
Devrimci olmakla itham ediliyoruz. Bize şeref verir.
Demokrasi ve devrimin ne olup ne olmadığını anlatmaya çalışarak iddianamede daha pek çok
olan kavram karışıklıklarına bir örnek vermek istedik.
Şimdi bu açıklamaların ışığında Savcı'nın iddialarına bakalım.
6. sayfada "Proletarya Partisinin kurulması için önder olan ve cemiyetin kurulmasını temin
eden Demir Küçükaydın..." ve aynı sayfada ".. Kıvılcım gazetesini örgütlerinin yayın organı
olarak çıkarmışlardır. Bu gazetede de yayın yoluyla kurulmasına çalıştıkları Proletarya
Partisinin. nasıl olması gerektiğini ve fikri yapısını açıklamışlardır" deniyor.
Bu alıntılardan da görülebildiği gibi: Bir tane kurulmuş örgüt var, diğeri ise teşebbüs halinde.
Yani iddianameye göre iki tane 141/1 ihlâl var. Çünkü savcı iddianamenin 13. sayfasında
şöyle diyor: TCK 141 "Cemiyetlerin kurulması kadar" kurulmasına tevessül edilmesini de
müstakil ve tam suç addetmiş ve faillerin bu şekilde cezalandırılmasını öngörmüştür.
Açıkça "teşebbüs ve tam ve müstakil bir suç" deniyor. Bir de kurulmuş Cemiyetten söz
ediliyor. O zaman iki defa 141/1'i ihlâlden dava açması ve idamımızı istemesi gerekirdi.
Halbuki bir defa 141/1'i ihlâl davası açıyor. Bu kurulmuş örgüt için mi kurulacak örgüt için
mi? Biz söyleyelim, hangisine tutturursa onun için. Tam bulanık suda balık avlamak
deyiminin yeri burası. Bu çelişki nereden kaynak alıyor. Ortada hiçbir şey yokken bir örgüt
kurduğumuzu iddia ediyor, ama anlaşılan bu iddia kendini bile tatmin etmediği için bir tane
141/1 isteyip biri olmazsa diğeri tutar diyor. Kader kısmet oyunu oynuyor.
Örgütün varlığını kanıtladığı iddia edilen notlar, kurulması gereken partiye dair notlardır.
Şöyle ki:
Kıvılcım gazetesinin 6. sayısının manşeti "Parti ancak kongreden doğabilir" der. Yazıda
modern bir partinin bir yuvarın kendi kendini program, tüzük ve tabelaı tespit ederek parti
olarak ilan etmesi ile kurulamayacağı çeşitli sosyalist eğilimlerin, program ve tüzük
önerileriyle ortaklaşa bir kongre veya konferans toplamalara gerektiği, Kıvılcım gazetesinin
de en iyi program olarak V. P. programını önerdiği fakat toplanacak böyle bir konferansla
doğruluğunun ya da yanlışlığının tartışılmasına hazır olduğu konferansın kararlarına uyacağı
söylenmektedir.
Açıkça görülebileceği gibi böyle bir konferans savcının iddiasının aksine açık ve kanunlar
çerçevesinde moda deyimiyle legal bir parti için toplanabilir. Hiçbir parti gökten zembille
inmez. Elbet birtakım girişken kişilerin parti kurmadan önce ön temaslar yapmaları gerekir ki,
15
en azından kanunun gerekli saydığı asgari sayıda kişi bir araya gelebilsin, Kaidı ki Kıvılcımda
önerilen parti kurmaya ilişkin yol pek denenmemiştir. Şöyle:
Şimdiye kadar siyasi partiler nasıl kurulmuşlardır. Siyasi partiler kanunun gerektirdiği asgari
sayıda kişiler birtakım dostluk ahbaplık ilişkileri üzerinde politik bir görüş etrafında birleşir
ve bir tüzük hazırlar, bir de genel merkez tutar, parti kurulmuş olur.
Biz ise nasıl bir yol izlemişiz. Kıvılcımın 3, 4, 5. sayılarında herkese tartışması amacıyla bir
Program önermişiz. Sorarım hangi parti kurulmadan önce programını halkın tartışmasına
sunmuştur, ikinci olarak çeşitli program önerilerinin tartışılması gereken bir kongre önermi-
şiz. Yani doğrunun çeşitli görüşlerin çarpışmasından çıkabileceği inancındayız. Kim, hangi
partiyi kurarken böyle açık yüreklilikle işe başlamıştır. Bize ithaf edilen kanundışı
antidemokratik nitelemelerine görüldüğü gibi davranışımız hiç uymamakta. Bizzat daha
partinin kurulmasında en geniş demokratik imkanlar yaratılmaya çalışılmaktadır.
Gerek savcılıkça gerek emniyetçe üzerinde çok durulan Kıvılcımın dağıtımına da değinmek
isterim.
Eğer zengin kişiler olsaydık bol tirajlı bir günlük veya haftalık gazete çıkarabilir, bütün
Türkiye'ye gazetemiz el değmeden dağıtılırdı. Bu maddi şart. Bir de manevi şart var.
Türkiye'de gazete dağıtımı bir tek şirketin tekelindedir. Eğer fikirleriniz o şirketin veya bazı
[çevrelerin isine gelmiyorsa gazeteniz gene dağıtılmaz. Dağıtılsa bile bayilerde tezgahın altına
atılır. Gazetenizi isteyen okuyucuya "yok" denir.
Biz 2500. TL. 'la bu ise girmişiz ve ancak 5000 basıyoruz. Her şeyden önce teknik nedenlerle
gazetemizi dağıtım şirketine veremeyiz. Çünkü dağıtıcı % 35 kâr alır. İkincisi Türkiye'de en
azından 5000 bayi vardır. Yani bayi başına bir gazete düşer. Bir tek gazete için hiç kimse bu
zahmete katlanmaz. Bizler züğürt işçi ve aydınlarız. Ve maddi imkansızlıklar yüzünden
fikirlerimizi yaymaya çalışmayacak mıyız? Elbette yayacağız. Biz bu imkansızlıklara şöyle
çözüm bulduk. Gazetemizi bayilere elden götürdük. Kimisine postayla yolladık, kimi
okuyucuya da bürodan sattık. Hattâ bazı okuyucular kendi çevrelerinde satmak üzere birden
fazla gazete alırlardı. 'Bu imkansızlıklara aradığımız çözüm yolları bile aleyhimize delil
olarak sunulmaktadır.
Biz gazeteye çıkaran olarak, her şeyden önce bir parti kurmayı önerdiğimize, parti de gökten
zembille inemeyeceği, insanlar arasındaki canlı ilişkilerle ortaya çıkabileceğine göre; elbette
okuyucularımızla ilişki kurmanın yollarını arayacaktık. Bunun için ne yaptık ne yapacaktık?
Gazetenin 1. sayısında bu çağırıyı yayınladık.
Kıvılcım bir propaganda ve haberleşme organı olduğu kadar aynı zamanda örgütlenme
aracıdır.
Bu bakımdan her okuyucumuz, sadece bir "Okuyucu" olmakla kalmamalı, bir yandan da
gazetenin dağıtıcısı ve haber toplayıcısı olmalıdır.
Kıvılcım düşüncesi gereği fakir ve ezilen sınıflara hitap ettiği kendisi de bu gerçeğin bir ürünü
olduğu için ne gazetenin dağıtımında ne de parti kurma yolunda önerdiğimiz metotlar, içinde
bulunduğumuz zorunlulukların zorlukların pratik teorik çözüm yollarından başka bir şey
değildir. Kıvılcım ne teorik nede pratik olarak basın tröstlerinin profesyonel bezirgan
politikacıların yolunu izleyemezdi. Fakat bütün bu imkansızlar bizi insan ve vatandaş olarak,
16
politik faaliyette bulunmak hak ve görevinden alıkoyamazdı. Fakat iddianamede problemlere
bulduğumuz pratik teorik çözüm yollan bile aleyhimize delil olarak sürülüyor. Gazetelerinin
bir örgütlenme aracı olduğunu söylüyorlar bu da 141/1'in ihlalini gösterir deniyor. Peki ne
yapalım, züğürdüz diye parti kurmaya fikirlerimizi yaymaya çalışmayalım mı?
Yine Kıvılcımın 4. sayfasında: "Hangi temelde proletarya partisi" başlıklı yazıda şöyle bir
çağrı yer alıyor.
"Proletarya partisinde kararlı bütün devrimci arkadaşlarla her nerede olursa olsun bağ
kurmanın yollarını arıyoruz. Ve kendileriyle irtibata geçebilmek için çırpınıyoruz. Ancak bu
yeterli olmuyor. " Deniyor, ve su teklifler yapılıyor.
1- Herkes görüşlerini Kıvılcım'a yazsın, bizi eleştirsin, eleştirilere gazetede yer verilecektir.
2- Devrimciler dağınıktır, en az üç kişi bir araya gelinsin, halkın dertleriyle ilgilenilsin,
3- Kıvılcım dağıtım ve basımında maddi imkansızlar içinde kıvranmaktadır. Kıvılcımın
dağıtımına yardımcı1 olun, yardım edin.
Yani halk bizi desteklemezse biz zaten kendimizi yok olmaya mahkum etmişiz. Ve nihayet 6.
sayıda kongre çağrısı yaptık. Ama eğer bu kongre toplanırsa biz ne için, hangi hakla
katılabilirdik? Bunun için gazete kapatıldığından maalesef yayınlama imkanı bulamadığım sır
tezleri düşünüyordum. Önce İstanbul, sonra üç büyük şehir ve nihayet Türkiye çapında
Kıvılcım okurlarının katılacağı 3 konferans tertiplenmeliydi. Her konferansta yeniden
seçilmesi gereken büro işçi vs. komitelerine Kıvılcım gazetesini devretmek, böylece kişilere
değil prensiplere dayanan şekillenme yolunda modern bir parti kuruluşuna giden yolu açmak
istiyorduk. 6. sayıda önerdiğimiz kongreye ancak bu konferanslardan resmi bir şekil; almış
biçimler prensipler katılırsa önerimiz ciddi olurdu. İddianamede ise konferanslardan
çıkmasını düşündüğüm büro, işçi mahalli vs. komiteler var gibi gösterilme
ye çalışılmaktadır. Yoktu ama olacaktı. Ve iddia edildiğinin aksine, herkesin tartışmasına açık
olabilirdi. Gazetenin genel havasından ve notlarımdan anlaşılacağı gibi gizli bir örgütlenme
değil aksine herkesin tartışmasına açık olabilirdi. Mesela mahalli komiteleri ele alalım. Bir
parti kurmayı öneriyoruz. Bu partiye il, ilçe teşkilatları gerekir. Bunlar nereden kimle
kurulacak, birtakım mahalli kurucular gerekir. Bu mahalli komitelerde kurulmadım
önerdiğimiz partiye görüşlerini getirip ilerde oradaki il, ilçe teşkilatlarını vs. kurmalıydı.
Büro işleri vardır. Başlangıçta bunlar arkadaşlık vs. bağlarıyla gidiyor.
Ama mesela İstanbul çapında bir konferanstan sonra bu konferansın büro işleriyle ilgilenecek
kişileri seçmesi gerekir. Ve seçilenlerin az çok şekillenmiş bir büro komitesi şeklinde
çalışmaları da gerekir. Yoksa sadece "birtakım isimlere dayanılarak hiçbir iş yapılamaz.
Görüldüğü gibi kurulmasını önerdiğimiz parti, bugüne kadar hiçbir partiye nasip olmamış
derecede açık ve "demokratik bir kuruluştan geçmeliydi.
Eğer 30 yaşını bitirmiş 1015 kişi bulup bir tüzük, bir tabela ayarlayıp bakanlığa dilekçeyi
vererek bir parti kurulma yoluna gidilseydi herhalde burada yargılanmaz en tabii vatandaşlık
hakkımız engellenmezdi. Aksine kumaşı kesmeden önce 40 defa ölçme yolunu seçtiğimiz için
141/1 den suçlanıyoruz.
Biz tarikat kurmayı değil modern bir parti kurmayı önerdik. Bugün Türkiye'deki bütün partiler
azçok antikadır. Bir şişirilmiş liderin etrafında müritler vardır. Modern toplumda modern bir
17
parti ise her şeyden önce tüzük ve program demektir. Kulca itaate değil yaratıcı girişkenliğe
dayanması gerekir. En geniş şekilde halkın inisiyatifiyle ve kişilere değil programına tüzüğe
ve prensiplere. dayanan bir parti olması için, kongreler, konferanslar, programlar önerdik,
programlar eleştirdik.
Diktatörlük sevdalıları hiçbir zaman böyle açık ve şövalyece dövüşemezler. Bir noktaya daha
değinmek isterim. Savcının iddia ettiğinin aksine, kurulması önerilen, partinin nasıl bir parti
olması gerektiğini Kıvılcım gazetesi değil "toplanması önerilen konferanslar, kongreler tespit
edecektir. Biz yalnız program önerimizi ve görüşlerimizi sunduk.
Bir parti onu meydana getiren kişilerin üstünde, onlardan ayrı bir varlıktır. Bir parti hakkında
hüküm verirken her şeyden önce bunun tüzüğü programı kongre kararları vs. göre hareket
edilir. O partinin taraftarı kişileri inançları ve kanaatlerine göre parti yargılanamaz. Ancak o
inanç ve kanaatler gerekli parti organlarından geçip resmi bir sekil aldıktan sonra bu
yapılabilir. İddianamede ise önerdiğimiz programdan bir tek kelimecikle bile söz
edilmemektedir. O program ki 6 sayı çıkabilen Kıvılcım gazetesinin üç sayısının manşetini
meydana getirir. Program önerimiz' böylesine gözden kaçırmak en azından gerçeği örtmek
değil midir?
Esasen iddianamenin genel metodu: Her şeyi olduğundan başka göstermeye veya olduğu gibi
göstermek için hiçbir gayret sarf etmemeye dayanıyor.
İddianamede gizli "cemiyet" kurduğumuz söyleniyor. Ne biçim gizli örgüt bu?
Dündar Erenler gazetenin sorumlu müdürü, ben sahibiyim. Erol Atakan bizimle aynı evde
kalıyor. Dündar'ın okuldan arkadaşı. Arada sırada gazetenin baskı işlerine yardım etmektedir.
Çünkü ben zaman zaman isler başımdan aştığı yazı yazmam çok vakit aldığı için kendisinden
yardım isterdim.
Selim Ergünalp'e gelince gazeteyi okuyunca gelmiş, okumuş, benimsemiş.
Bir işte çalışıyordu. Öğleden sonraları boştu. Kendisine öğleden sonraları büroda bulunup
bulunamayacağını sordum. Hatta yarı şaka maaş vereceğimi de söyledim. Maaş veremezdim
çünkü para yoktu. Kaldı ki gazete imece yoluyla çıkıyordu denilebilir. Savcı ben ve Dündar
tutuklandıktan sonra 6. sayının çıkmasını gizli örgüt varlığına bağlıyor. Diyelim ki Hürriyet
gazetesinin Müdürü ve sahibi tutuklandı, gazetenin çıkması durur mu? Hayır o gazetenin
çıkışı tamamen ticari menfaat ilişkilerine dayanır. Fakat bizim imkânlarımız sınırlı olduğu,
ücretli memurlar, işçiler tutamadığımız, sadece kişisel fedakârlıklara dayandığı için gizli örgüt
mü kurmuş oluyoruz.
Maddi imkansızlıklarımıza bulduğumuz çözümler aleyhimize delil olarak öne sürülmektedir.
Selim, Erol ve Dündar'a maaş verip, bordro imzalatacak imkanda olsaydım onlarda fedakarlık
değil, menfaat ilişkisi ile gazetede çalışsalar idi herhalde örgüt değil ticari şirket olurduk.
Son olarak şunu belirtmek isterim:
İddianamenin sonunda "Ali Doğan, Faik Bakkalcı, İhsan Yanar, Vedat Orakçıoğlu
haklarındaki tahkikat evrakı yakalanamadıkları için tefrik edilmiştir" deniyor. Bu kasıtlı bir
yanıltmadır. Çünkü: Ali Doğan, Selim Ergünalp ile birlikte gözaltına alınmış daha sonra
savcılıkta ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Faik Bakkalcı ise İstiklâl Caddesinde
18
kitap sergisi sahibidir. Gazeteyi de satardı. % 25 kâr alırdı. Kendisi Cağaloğlu piyasasını iyi
bildiği için Cağaloğlu’ndaki bayilere gazeteyi götürmesini rica etmiştim. O da kabul etmişti.
İhsan Yanar'ın adını polisler gazete idarehanesini bastığında öğrendim. Kendisi orada
polislere ikametgahını falan bildirmişti.
Vedat Orakçıoğlu ise eski bir arkadaşımdır ve gazete işlerine arada sırada yardım ederdi.
Hattâ gazeteye bir de haber yazmıştı.
Bu kişiler hakkında arama yapıldığım sanmıyorum. Bu konu dosyadan tetkik edilmelidir.
"Aranıyor" denerek kaçak intibaı yaratılmak gizli örgüt varlığına deli! gibi gösterilmek
isteniyor. Mahkeme yanıltılmaya çalışılıyor.
Yazılara gelince:
Şehitlerin Anısına’da belirttiğim gibi ölenleri, şehit olarak telakki ediyorum. Çünkü onlar
yanlış veya doğru yapmış olabilirler, ama sadece halkın iyiliği için yaptılar. Bu telakkimden
dolayı ceza verilecekse çekmeye hazırım.
159. maddeyi ihlal ile ilgili iddiaya gelince alanların ve provokatörlerin yaptıkları ayyuka
çıktı. Yazarlar, hukuk profesörleri hatta başbakan bile bu konuda beyanatlar vermiştir.
Bilirkişi raporunda da belirtildiği gibi suç olmadığı kanaatindeyim.
Yazarı olduğum işçi çıkarmaları devam ediyor. İlkenin ilkelliği, Olay ve Aybar, Parti ve Çadır
üzerine, neden en eski sosyalizm, Emayetaşta Grev, Grup, Grupçuluk, Parti Hangi temelde
Proletarya partisi adlı yazıların her. birinden T. C. K. 142/1'i ihlal ettiğim iddia ediliyor.
Bütün iddialar şöyle bağlanıyor.
"Proletarya Partisinin TCK/in 141/1 maddesini ihlal ettiği yukarda belirtmiş bulunduğumdan
bu partinin kurulması için yazılan bu yazı ile propaganda yapılmaktadır. "
"Proletarya Partisi kurulması lehinde propaganda yaptığından dolayı. "
"Böyle bir partinin kurulması lehinde yapılan propaganda ile.. "
"Böyle bir partinin kurulmasını istemek ve bu yönde propaganda yapmak ise. "
"Partinin kurulması konusunda yaptıkları propaganda
ile. "
"Bu partinin kurulması yolunda yapılan propaganda nedeni ile. "
"Böyle bir partinin kurulması yönünden propaganda yapan sanık.. "
"Proletarya partisinin kurulması öne sürülmektedir. Bu da TCK'nm 142/1 maddesinde yer
alan kominizm propagandası yapmak suçudur. "
Görüldüğü gibi gazetede kaç defa parti kurulmalıdır demişsek o kadar TCK'nm 142/1 davası
açılmıştır.
Nasıl bir parti önerdiğimiz savcının ise nasıl bir parti anladığını tahriflerini, unutmalarını,
yanılgılarını ifademizin başında anlatmıştık. Bu bakımdan tekrarlamak gereksizdir.
Önerdiğimiz program ve kuruluş yolu meydanda yazılar bunlardan soyutlanamaz. Yazılarda
çeşitli konulardaki fikirlerden değil proletarya partisi kurulması gerektiğini belirtmekten dava
açılıyor. Peki, nasıl bir parti? Nasıl olduğunu anlatan hiçbir 142 gerekçe yok. Tam manasıyla
gözbağcılığı. Program yok sayılarak nasıl bir parti önerdiğimiz anlaşılamaz?
19
Demir Küçükaydın
20
Mahkeme Savunması
İSTANBUL DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
(Savunmamdır)
Dava boyunca, ihlaliyle suçlandığımız, TCK'nun 141-142 . maddelerinin yorumu hiçbir
açıklık kazanmamıştır. Bu bakımdan 141-142 maddelerinin anlamını kaynağının bilirkişi
raporlarındaki yorum farklılıklarını göstermeye çalışalım. >.
1) 141-142. MADDELER SINIF MÜCADELESİ BİLİMSEL SOSYALİZM
HAKKINDA: YAYGIN PEŞİN VE YANLIŞ YARGILAR
Sanılır ki 141-142 olmasa sosyalist propaganda ve örgütlenme hiç bir takibata
uğramayacaktır. Bu sanı pratik durumu, uygulamayı göstermesi bakımından doğru
sosyalizmin gerçek anlamı ve 141-142 'nin bu gerçek anlama göre durumu bakımından
yanlıştır.
Gerçekçe 141-142 maddeleri uygulamaların dışında içinde var olduğu toplum hayatından,
sınıf münasebetlerinden soyutlayıp incelersek, bu maddelerin sosyalistlere ve işçi sınıfına
karşı değil ama doğrudan doğruya kapitalizmin savunucularına ve işveren sınıfına karşıdır.
Fakat 141-142 'nin varlık şartı olan içinde bulunduğumuz sınıf ilişkilerinde yani pratikte
durum tersine dönmektedir. Ve bu uygulamanın mekanizması, Bilimcil Sosyalizmin
söylemediği şeyleri, söylemiş gibi göstermek, anlamını çarpıtmak, yapılanları anlamamak
veya. anlamaya çalışmamaktır.
Polis ve savcılık sorgularından bugüne gelinceye kadar şu kanı açık olarak görüldü: "Biz
madem ki Bilimcil Sosyalizme inanıyoruz. Bu inancımıza göre 141-142 'yi ihlalle
suçlanmamız ve cezalandırılmamızdan daha tabii bir şey olamaz. "
Decartes'in dediği gibi bütün Bilimcil metotların bilinci kuralı: "ACELEDEN" ve "PEŞİN
YARGIDAN ÖZENLE KAÇINMAK" tır. Bunun için peşin yargıların yanlışlığını göstermeye
çalışalım.
A) SINIFLAR SAVAŞI VE 141-142
Herkesin bildiği gibi 141-142 maddeler "Bir sınıfın diğer sınıf üzerine tahakkümü" diye
başlar. Yani bu madde er toplumda sınıf olduğunu ve sınıflar arasında bir çatışma bir
mücadele olduğu kabul etmeyi önşart sayar.
Sınıfların varlığı ve sınıflar savaşı hakkında çoğu 141-142 uygulayıcılarında bu maddelerin
kabul ettiğinden bile geri olarak sınıfları ve sınıf doğuşunu sosyalistlerin uydurduğu sanki
sosyalistler olmasa sınıflar ve sınıf savaşı olmayacağı her şeyin güllük gülistanlık olacağı
kanısı yaygındır. Bu yanlış düşünceye Kıvılcım'da çıkan "GENEL OLARAK SOSYAL
SINIFLAR" adlı yazıda değinilir. Şöyle denir. Sınıflar doğuşu denen gerçekliği şu veya bu
insanın dileği yahut kaprisi yaratmaz.
21
Mesele böyle konulunca SINIFLAR SAVAŞIMI doğru bulmayanlar, yahut istenmeyenler
varsa o gibi kimseler ne dediklerine biraz dikkat etmelidirler. Eğer onlar zerrece sözlerinin eri
iseler sınıflar doğuşunu yanlış veya kötü sayarken, belki farkına varmayarak her şeyden önce
KAPİTALİZMİ doğru bulmuyorlar ve istemiyorlar demektir. "
"Öyle ise sosyal sınıfların varlığını çelişmelerini bir sosyalist icadı saymak ve sırf
sosyalistlere mal etmek en kalpazanca bir ne dediğini bilmemek olur. Bir yanda kapitalizm
(Özel teşebbüs) savunulurken öte yanda sınıfları ve sınıflar savaşını inkar etmek ne demektir?
Bu inkarı yapan cahil kişi ise ne dediğini bilmiyordur. Ne dediğini bilenler inkâra hatta
yasaklamaya kalkıyorlarsa yaptıkları ikiyüzlüce bir sahtekârlıktır. "
"En basit gerçekçi insan dürüstlüğü kapitalizmin birbirine zıt İŞVERENİŞÇİ sınıflarına
dayandığını bu sınıflar arasındaki çelişkinin ister istemez ardıarası kesilmeyen çatışmalarla
dolu olduğunu görmezlikten gelemez.
Buraya kadar dediklerimizi özetleyecek olursak: Yanlış ve peşin ve çoğu kez kasıtlı yargıların
aksine sınıflar ve sınıf mücadelesi bir sosyalist uydurması değildir. 141-142 maddeler de
sınıfların ve sınıf mücadelesinin bir gerçeklik olduğunu kabul eder.
B) ÜST SINIFLAR 141-142 (BİNDİĞİ DALI KESİŞ)
Fakat aynı zamanda 141-142 . maddelere sınıfların* eşit pozisyonda bulunduğunu birinin üst
birinin alt olmadığını da varsaymaktadır. Bu ikinci husus bugünkü toplum hayatını, gerçeği
yansıtmakta, ona uygun düşmemektedir. Neden?
Çünkü: Bir grup insana sınıf denebilmesi için o grup insanin diğer insanlara göre
DURUMLARININ VE ÇIKARLARININ başka başka olması gerekir.
Somutlayacak olursak işçi ile işverenin çıkarı birbirine zıttır. İşçi daha az zaman çalışıp daha
çok ücret almak ister, işveren deha çok çalıştırıp daha az ücret vererek daha çok kâr, daha
ucuza mal etmek ister.
Öte yandan durumları da başka başkadır. İşveren üst ve yöneten işçi alt ve yönetilen
durumundadır. Siz hiç işçilerin beğenmedikleri için bir işvereni işverenlikten attıklarını,
değiştirdiklerini gördünüz mü? Böyle bir soruyu sormak bile gülünç oluyor. Ama her gün her
saat işverenlerin işçileri beğenmedikleri için işten attıklarını görürsünüz. Bir insanı işten
atmak onu açlığa mahkum etmek demektir. Yani işverenlerin işçileri işten atmaya aç
bırakmaya "hakkı" vardır. Bu "hak" hukuken tanınmıştır. Fakat işçilerin işverenleri
işverenlikten atmaya hakkı yoktur. Böyle bir şeyi yapmaya kalkan kutsal mülkiyet hakkına
tecavüzde bulunuyor diye zindanlarda çürür, ya da deli gömleği giydirilir.
Böyle her gün açık olarak karşılaştığımız, farkına varmadan alıştığımız mantıksızlığını
düşünemediğimiz binlerce olay üzerine biraz kafa yorsak işveren ve işçi sınıflarının eşit
pozisyonda olmadıklarını birinin üst ve güden, diğerinin alt ve güdülen durumlarını görürüz.
İki sınıfın durumlarının bu farklılığı sadece ekonomik hayatta üretim ve tüketimde değil siyasi
ve hukuki vs. bütün hayatındadır.
İşte 141-142 maddelerin paradoksu burada yatar. Bu maddeler gerçeğin aksine sınıfları
DURUMCA birbirine eşit olarak sınıf tahakkümünü engellemek için koyulmuş gibi
görünmesine rağmen bizzat kendileri bu tahakkümün hukuki bir aracı halindedirler.
22
Üst sınıf tahakkümünü sürdürmek için, hiçbir zaman açık açık kendi tahakkümüne karşı
geleni cezalandıracağını yazmaz. Üst olduğunu gizlemek için ki üst durumunu sürdürmesi
ancak bunu gizlemesine bilinçten uzak tutmasına bağlıdır. Sınıfları eşit gibi ele alır ve böylece
statükoya (Hukuken sınıfların eşitliğine gerçekte ise üst sınıfa) karşı her düşünce her davranış
"meşruluk sınırlan dışına itilir. Mahkum edilir. "
Mahkeme doğru bir karar verebilmek için, hukuken sınıfların eşit olarak kabul edilip
edilmemesine değil, gerçekte sınıfların eşit olup olmadığına bakmalıdır.
C) 141-142 'YE İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARININ ANLAMİ
Bilindiği gibi özellikle 186570 yılları arasında 141-142 üzerine basında, kamuoyunda
tartışmalar yapılmış, bu arada bir siyasi parti bu maddelerin anayasaya aykırılığı yolunda
Anayasa mahkemesine dava açmış. Anayasa mahkemesi 1 oy farkla isteği ret etmiş. Fakat
maddelere çok değişik bir yorum getirmiştir.
141-142 maddelerin, sınıfları eşit durumda kabul ederek sınıf tahakkümünü engellemek için
koyulmuş gibi görünmesine rağmen, sınıf tahakkümünün hukuki bir aracı olmaları, bu açıkça
göze batar durum Anayasa Mahkemesinin karar gerekçesine de yeni bir yorum getirilerek
törpülenmeye çalışılmıştır. Getirilen yeni yorum şudur. İktidara Anayasa dışı bir yolla zor
yoluyla gelmek amaçlanmış mı? Dikkat edilirse yorum maddeden çok farklı" bir anlam
taşıyor. Çünkü böylece gerçekte sınıfların durumlarının eşit zımnen olmadığı kabul edilmiş
olmakta durumların değişebileceği de kabul edilmekte fakat bütün bunların zorla değil
Anayasa çerçevesi içinde yapılması mubah görülmektedir. Yani bir sınıf partisi kurulabilir, bu
parti iktidara gelmeye çalışabilir, yalnız zor yoluyla olursa olmaz. Böylece bu kararla alt
sınıflara var olan hukuk çerçevesinde düşünüp, davranarak iktidara gelmeyi denemeleri
hukuken sağlanmış oluyor. Bu davada bizim Kıvılcım gazetesinde Zor yoluyla iktidara
gelmeyi amaçlayan bir partinin kurulmasını önerdiğimiz saptanırsa bugün var olan işleyen
hukuk ilişkileri içinde az çok tutarlı bir karar verilmiş olur. Şimdi buna bakalım.
2) BİLİRKİŞİRAPORLARINDA YORUM FARKLARI
Dosyada bulunan Kıvılcımda çıkan yazılarla ilgili bilirkişi raporlarında dikkate değer
farklılıklar 141-142 'yi farklı değerlendirişler vardır. Bir grup bilirkişi yazılarda 141-142 'y'ı
ihlal ararken "zor" unsuruna yani Anayasa Mahkemesinin yorumuna göre hareket etmekte
diğer bir grup bilirkişi zor unsurunun hesaba katmadığı gibi söylenmemiş şeyleri de
söylenmiş gibi farz ederek çok garip yorumlar getirmektedir. Şimdi bilirkişi raporlarındaki bu
farklılıkları somut örneklerle izleyelim.
25 Mart 1974 tarihli ve 974/5 no. lu İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanlığına
yazılmış Kıvılcım gazetesinin 1. sayısındaki yazılara ilişkin olarak Prof. Dr. Ayhan Önder
Doç. Dr. Kayıhan İçel, Dr. Süheyla Donay'm Verdikleri bilirkişi raporunda Anayasa
Mahkemesi karar gerekçesine uygun olarak şu yorumlar yer almaktadır. "Kim
affedilmeyecek" başlıklı yazı incelenirken şöyle deniyor. Yazıda öncelikle TCK'nın 142.
maddesinin ihlâl edildiği söylenemez. Her ne kadar yazıda kapitalist sınıfın tutumu
eleştirilmekte ise de işçi sınıfının ZOR YOLUYLA İKTİDARI ELE GEÇİRMESİ SÖZ
KONUSU OLMAMAKTADIR.
Yine Yeni aşamada parola: Proletarya Partisi başlıklı yazı ele alınırken şöyle deniyor.
23
Gerçekten de Proletarya Partisi her ne kadar bir sınıf partisi ise de 142. madde ile tecim
OLUNAN PROLETARYANIN İKTİDARA GELİŞ BİÇİMİNİN PROPAGANDASSDIR.
BAŞKA BİR DEYİŞLE ZORLA GELMEK AMACI İLE KURULMUŞ BU YÖNTEMİN
PROPAGANDASI YAPILIRSA 142. madde ihlâl olunur.
Şimdi bir de 22. 4. 1974 tarihli ve 974/24 no. lu Kıvılcımın 3, 4, 5, sayılarındaki yazıları
inceleyen Sulhi Dönmezer, Sahir Erman, Duygun Yarsavut'un bilirkişi raporundan bir örnek
alarak farklılıkları ve peşin yargılan göstermeye çalışalım.
Kıvılcım Gazetesinin 5. sayısında çıkan "Grup, Grupçuluk ve Parti" başlıklı yazı hakkında
şöyle yargı veriliyor.
"Muhtevasını bu biçimde özetlediğimiz yazıda...TCK. 141 tarafından yasaklanmış bulunan
Proletarya Partisinin kurulması yolunda teklifler yapılmaktadır. Bu nedenle yazı 142. maddeyi
ihlal edici niteliktedir. Yazıda açıkça Lenin'in fikirlerine yer verilmekte ve Proletarya
Partisinin kurulmasında da bu yolda davranışta bulunulması telkin edilmektedir. Lenin'in
metodunun ihtilalcı olduğu açık olduğuna göre telkin edilen fikirler de ihtilalcı Marksist
yönde sayılır. Bu nedenle TCK. 142/1 maddesinde yer alan suç unsurları tetkik konusu olan
yazıda bulunmaktadır.
Mantıki gibi görünen bu yargının nasıl cambazlıkla verildiğini görelim. Yazıda açıkça
Lenin'in fikirlerine yer verilmekte ve Proletarya Partisinin kurulmasında, da bu yolda
davranışta bulunulması telkin edilmektedir. "Cümlesi su akıl yürütme ile bağlanıyor. "
Lenin'in fikirleri ihtilalci olduğuna göre telkin edilen fikirlerde ihtilalci marksist yönde sayılır.
Bu cümlelerden sanki bizim yazıda Lenin’den İhtilalci yolla iktidara gelmemize dair alıntılar
yaptığımız anlamı çıkıyor. Halbuki yazıda Lenin'den alman sözler politika ahlakı ile ilgilidir
ve şunlardır:
1. Susuş. "Toyca bir hiledir"
2. Gizli dedikodu yok: Fikir mücadelesine büyük önem verildiği zaman AÇIKÇA HARP
ETMEK gerekir, yoksa saklanmak değil.
3. Alayı "İstihzaya almak işin içinden sıvışıvermenin havadan sıyrılıp çıkıvermenin ucuz
vasıtasıdır. "
Görüldüğü gibi Lenin küçük burjuva politikacığının bezirganca taktikalarmı tanımlıyor. Bu
sözlerde iktidarı almaya dair bir anlam çıkıyor mu? Hayır fakat bilirkişi raporunda sanki
Lenin'den alıntıların zor yoluyla iktidara gelmeyle ilgili olduğu kanısı uyandırılmaya
çalışılıyor. Ve bu öyle ustaca yapılıyor ki cümlenin sonuna "SAYILIR" fiili konularak
itirazlara bir siper de kazanılmış bulunuyor. "Sayılır. " Yani yazıda biz böyle bir şey
dememişiz ama böyle "sayılır" dikkat edilsin. Yazı iktidar problemine hiç değinmemektedir.
Ama yazıda zor yoluyla iktidarı almayı ima dahi eden bir cümle bulunmamasına rağmen
"Lenin zor yoluyla iktidarı almayı düşünür. O halde yazıda Lenin'in sözü fikri geçtiğine göre
142 ihlal edilmiş sayılır" deniyor.
Azıcık ciddiyetten nasibini almış bir bilirkişi raporu böyle mantık hilelerine girmez. Zaten
davanın başından beri ithamların zayıflığı savunmalarımızı da zayıflatmaktadır.
Yine aynı raporda TCK 141 tarafından yasaklanmış bulunan Proletarya Partisi'nin kurulması
yolunda teklifler yapılmaktadır, deniyor. "Demin ele aldığımız birinci bilirkişi raporunda ise"
24
Proletarya partisinin kurulmasının propagandası TCK. 'nm 142. maddesini ihlal etrnez
deniyor. Çelişki son derece açık. Birisi suç diğeri değil diyor. Biri keyfine diğeri hiç olmazsa
Anayasa Mahkemesi yorumuna göre hareket ediyor.
A) PROLETARYA PARTİSİ CİNS İSİMDİR
Bu arada bir şeye dikkati çekmek gerekiyor. Gerek: iddianamede gerek bilirkişi raporlarında
gerek zabıtlar da hep proletarya partisi kurmak deyimi geçiyor. Gerçekte bir proletarya partisi
kurmak doğrusudur. Bu sadece gramer bakımından bir yanlışlığı değil Nasıl bir parti
önerdiğimiz gözden kaçırılmak istenirken bir temel oluyor. Yani Proletarya Partisi ismi bir
öze! isim olarak düşünülüyor. CHP, TİP, VP. gibi bir özel isim zannediliyor. Esasında
gazetedeki yazılardan böyle bir anlam çıkmaz. "Proletarya Partisi bir cins isimdir. Anlamca
karşılığı • Sosyalist parti, işçi sınıfı partisi, modern işçi sınıfı partisi vs. kullanılır. Zaten
gazetenin çeşitli yerlerinde de bu anlamca karşılıklar da kullanılmaktadır. "Cins isimdir" diye-
rek şuna dikkati çekmek istiyoruz. VATAN PARTİSİ DE BİR PROLETARYA PARTİSİ
İDİ" Ve zaten bizim "Proletarya Partisi ile kastımız Vatan Partisi gibi bir parti, hatta gazetede
kullanılan deyimi ile reorganizasyonu, yeniden örgütlenmesidir. " Proletarya Partisi özel bir
isim gh bi ele alınarak sanki bizim Vatan Partisinden farklı yapıda bir parti önerdiğimiz, hatla
giderek Vatan Partisi programını "paravana" olarak ileri sürdüğümüz iddialarına varılıyor.
Sosyalist parti sözü ve proletarya partisi sözü aynı şeyi ifade etmek için kullanılmakla
beraber, pek çok kişi artık "sosyalist" sözüne alıştığı için proletarya partisinin daha keskin
daha başka anlamda kullanıldığı sanılır. Ve sosyalist parti demeyip de Proletarya Partisi
dememiz epeyce alerji yapıyor.
Siyasette belli bir eğilimi diğerlerinden ayıran parolalar, sloganlar, bayraklar, işaretler vardır.
Sosyalist parti sorununu tartışan sadece biz değildik. Pek çok eğilim vardır. Fakat diğer
eğilimlerin düşündükleri Sosyalist partilerin KURULUŞ BİİÇİİMLERİ
PROGRAMLARITÜZÜKLERİ çok başka olduğu için onlarla olan farklılığımızı gösteren bir
nişan bir bayrak olarak "Proletarya Partisi" sözünü seçtik. Aynı zamanda böylece geleneğe de
bağlılığımızı belirtmiş oluyorduk. Çünkü 1970'te çıkan sosyalist gazetesinde de aynı deyim
kullanılırdı,
Bu atniparantez notların ışığında Sulhi Dönmezergillerin bilirkişi raporlarında "Proletarya
Partisi" (yani sosyalist parti) kurulmasının propagandasının yapılması TCK 141 tarafından
yasaklanmıştır, denmiş oluyor. Bu ise tartışılmayacak kadar açık bir yanlış. Çünkü sosyalist
partiler var.
B) DEVRİMCİLİK SUÇ MU?
Bilirkişi raporlarında "ihtilalcı" kelimeleri geçip duruyor. Eminiz ki bilirkişiler şu ihtilal
denen olayın ne olup ne olmadığını bir sosyal bir tarihcil olay olarak ele alıp incelemiş kafa
patlatmış değiller. Şu, derine inmeden basit itirazlarla bile gösterilebilir. İhtilal yeni
Türkçeyle: Devrim, CHP'nin altı okundan biri Devrimcilik. 27 Mayıs ihtilali, 27 Mayıs
Devrimi diyoruz. Bir de adına bayram yapıyoruz. Yani Devrim, ihtilal, devrimcilik bir suç
değil adına bayram yapılacak kadar kutsal bir şey. Devrimin ne olup ne olmadığını
demokratlık ve devrimcilik arasında bir fark olmadığını yazılı olarak sunduğumuz ifademizde
25
kısaca belirtmeye çalışmıştık. Şu açıkça görülüyor ki: Bilirkjşi Sahir Ermangiller kavramları
anlamını düşünmeden rastgele tam vülger bir anlamla kullanıyor.
C) BİRİNCİ SAYININ BİLİRKİŞİSİNE NEDEN TEKRAR SORULMADI
Kıvılcım gazetesinin 1. sayısında da, diğer sayılarda da, önerilen parti hep aynı partidir. Eğer
1. sayıyı inceliyen bilirkişinin öncüleri esas alınırsa, diğer sayılarda hiç suçlu yazı bulunmaz.
Eğer diğer sayıların raporları ölçü alınırsa, birinci sayıda en azından 3 tane daha 142'yi ihlâl
bulunabilirsiniz. Bilirkişilerde itirazımızda hiç olmazsa bu husus dikkate alınabilirdi.
Çelişkiler o zaman daha açık görülürdü. Birinci sayının bilirkişisine diğer sayılarda itibar
edilmemesi kafamızı karıştırırdı. ÇÜNKÜ DİĞER SAYILARIN ISİERESİMDE "bir
Proletarya Partisi kurulmalıdır" demişsek o kadar 142/1'i ihlal bulunmuş.
Kanaatimizce ZOR yoluyla iktidara gelme kıstas alınarak çıkarsamalarla değil açıkça yazıda
geçen sözlerle değerlendirme yapmak gerekir.
3) İKTİDARA GELME YOLU VE KIVILCIM GAZETESİ
İktidara geliş biçimi davanın sonucu bakımından böyle önemli bir noktaya gelince, Kıvılcım
da iktidar problemi nasıl ele aldığımızı da somut örneklerle belirtimek yararlı olacaktır.
A) KIVILCIMIN ANA TEMASI: "PARTİ NASIL OLMALIDIR, PARTİ NASIL KURULABİLİR? "
Kıvılcım gazetesindeki bütün yazılar, birbirini tamamlayan parçalar olarak "Parti" problemini
işler. Şu sorulara cevap arar: a) Proletarya Partisinin programı nasıl olmalıdır? Bu soruya
"Vatan Partisi Programı" cevabı verilmiş ve savunulmuştur. Bununla yetinilmemiş, şimdiye
kadar kurulmuş çeşitli sosyalist partilerin tüzük ve programları incelenmiş, eleştirilmiş
bunlarda "Program Eleştirileri" sütununda yer almıştır. Öte yandan tutuklanırken el koyulmuş
bu nedenle yayınlama olanağı bulamadığımız yazılar da ve yazı taslaklarında, bir programı
yapan özelliklerin neler olduğu, programın önemi, bir partinin programı ve hareketleri
arasındaki ilişkiler, CHP'nin "Akgünlere" adlı programının Vatan Partisi Programı ile
kıyaslamalı eleştirisi hep programın ne olması gerektiği sorusunu cevap arayışlardır. •
b) "Bir Proletarya Partisi yaşadığımız gerçeklik içinde nasıl bir metod yol yordam ile
kurulabilir. " İkinci cevap aradığımız soruydu. BİZZAT Kıvılcım gazetesi bütün varlığı ile bu
soruya cevap ve çözüm bulmaya çalışmıştır. Ve çözüm iki noktada ağırlık kazanıyordu.
Birincisi: Bir program tartışması açılmalıydı. Bunu bizzat Kıvılcım, Vatan Partisi Programıyla
yapmaya çalıştı. İkincisi: Modern bir parti ancak bir kongreden doğabilirdi. Bu çözüm son
sayıda sunulur, fakat gelişme imkanları bulunmadan tutuklandık. Bütün diğer yazılar
gazetenin bu genel stratejisi içinde değerlendirilirse bir anlam kazanır. Bütün yazılarda "Parti
problemi" en can alıcı en yakıcı problem olarak ele alınır.
B) "KIVILCIM'DA İKTİDAR PROBLEMİNE İLİŞKİN YAZILARIN AZLIĞI"
Altı sayı çıkabilmiş olan Kıvılcım gazetesinde parti problemi dışında henüz "iktidar" ve diğer
konulara ilişkin derli toplu görüşleri getiren yazılar çıkmamıştı. Yalnız 1. sayının Başyazııs;
Sosyalistlerin birinci görevi'nde bu konuya ilişkin düşünceler kısaca öz olarak verilir. Kıvıl-
cımda iktidara geliş biçimi, yolu konusunda az yazı olması, görüşümüzün belirsiz olduğu
anlamına gelmez. Dr. Hikmet Kıvılcımİı'nın düşüncesi ve davranışı bizi de bağlar. İktidara
ilişkin düşünceler Krvılcımlı'nm eserlerinden. öğrenilebilir. Şimdi "iktidara gelme yoluna"
ilişkin görüşleri sermeye çalışalım.
26
C) İHTİLALCİ SOSYALİST MİSİN DEMOKRATİK SOSYALİST MİSİN?
Savcılıkta ifadem alınırken "İhtilalci sosyalist misin, demokrat sosyalist misfn? " sorusuna
muhatap olmuştum. Sorunun garabeti karşisında şaşırmıştım. Devrimcilik ve demokrat oimak
sanki birbirine zıt birbirine karşı gibi koyuluyordu. Gerçekte ise devrim ve demokrasi aynı
olayın değişik veçheleridir. Devrim: demokrasinin hayatta gerçekleşmesidir. Demokrasi
ancak devrimde kendini bulur. Yazılı olarak sunduğum ifademde bu konuyu ele almaya
çalışmıstsm. Kısaca ve başka bir acıdan tekrar değinmekte yarar var.
Tanım, tarif, bize olayı oluş halinde, bütün çeiişkiieriyle, yansıtmaktan uzak olmakla beraber,
mahkemede tanımlara fazla itibar edildiği için biz de demokrasinin yaygın olan üç ayrı
tanımını sunalım,
Tarihi bakımdan: Demokrasi: Derebey artıklarının giderilmesi, devlet cihazının kırtasiyeci ve
askercil olmaktan kurtarılmasıdır. (Ucuz devlet) Kanaatimizce Türkiye'• de bu tanıma göre
demokrasi yoktur. Çünkü derebey artıkları giderilmemiştir. Tefeci Bezirganiık resmen büe
taınırnakta, (Teşkilatlanmamış kredi piyasası) adı verilmekte. Devlet cihazı ise son derece
pahallı kırtasiyeci v. s. dir.
Sosyal olarak: Demokrasi: "En kalabalık en fakir sınıfın maddi, manevi, ruhi, içtimai
bakımdan iyileşmesi olmalıdır. " diye tanımlanabilir. Türkiye'de bu anlamda bir demokrasi
yoktur. En kalabalık ve en fakir sınıf işsizlik ve pahalılık ateşinde yanarken ne madden, ne
manen iyileşemez.
Hukuken demokrasi "Azınlığın çoğunlukça alman kararlara uymasıdır" diyebiliriz. Fakat
Türkiyede bu anlamda da bir demokrasi yoktur. Teşkilâtsız ve dağınık çoğunluk, teşkilâtlı ve
birlik azınlığın aldığı kararlara uyar, uydurulur.
Ç) VATAN PARTİSİ PROGRAMI, DEMOKRASİ VE DEVRİM
Vatan Partisi programının anlamı ve amacı: Türkiye’ye demokrasiyi yerleştirmektir. Yani
halk çoğunluğu teşkilatsız ve kafadan gayri müsellah bırakılmayacak, kararlan çoğunluk
alacak, azınlık çoğunluğa uyacak, böylece fakir halkın maddi manevi iyileşmesi sağlanacak.
Bütün bu olgular ise tarihi bakımdan derebey artıklarının giderilmesi ve pahalı devlet
mekanizmasının tasviyesidir.
Bütün bunların sağlanması aynı zamanda bir devrimdir. VP programı bir demokratik devrim
programıdır. Suç değildir. Türkiye’de hukuken suç olan devrim değil, savaşçıi bir devrim mi,
yoksa barışçıl bir devrim mi? Bu soruya verilen cevap 141 142 yi ihlal edip etmediğimizi ".
gösterir.
D) BARIŞÇIL DEVRİM, SAVAŞCIL DEVRİM
Yaygın kanatın aksine sosyalistler savaşçı! devrim heveslileri değildir. Bütün barışçıl yolları
sonuna kadar deneyenler daima sosyalistler olmuştur. Barışçıl yolları ilk /ihlâl edenler, en
kanlı terörlere başvuranlar daima işçi sınıfının düşmanları olmuştur. Proletaryanın hakim
sınıfın ibütün silâhlarını elinden almak için izlediği barışçıl taktiğini Engels "Önce sen vur
mösyö burjuvazi" sözüyle veciz bir şekilde ifade etmiştir.
Sanıların aksine, sosyalistlerin barışçıl yolları sonuna kadar götürme çabalarını somut bir
örnekle daha kanıtlayalım. Lenin "NİSAN TEZLERİ" adlı kitabında, savaşlar ortasında
"Devrimin barışçı yolla gelişmesi" başlığı altında şunları yazıyor:
27
"Bugün Rus demokrasinin önünde Sovyetlerin, Sosyalist devrimci ve Menşevik partilerin
önünde, devrimler tarihinde son derece seyrek rastlanan bir imkan yeniden ertelemelere
kalkışmaksızın, belli bir tarihte Kurucu Meclisi toplantıya çağırmak imkanı, ülkeyi askeri ve
iktisadi bir felaketten korumak imkanı, devrimin barışçı yolla gelişmesini sağlama imkanı
açılmaktadır.
"...Sovyetler şu anda hafâki bu muhtemel son sanstırdevrimin barışçı, barışçıl yolla
gelişmesini, halk vekillerinin barış ve huzur içinde seçilmelerini Sovyetlerin içinde partilerin
barışçs mücadelesini, pratik yoluyla çeşitli partilerin programlarının denenmesini, iktidarın bir
çatışmaya girmeden, bir partiden ötekine geçmesini sağlayabilirlerdi. "
"Eğer Sovyetler devrimin barışçı yollarla gelişmesini sağlamayı deneselerdi, proletarya,
Sovyetleri bütün gücüyle desteklerdi. "
Görülüyor ki bilirkişi raporlarında tanıtılmak istenen Lenin ile gerçeği arasında çok fark var.
Rusyada "Devrimin barışçı yollarla gelişmesini engelleyen Lenin olmamıştır. Siyasi rakipleri
Burjuvazi olmuştur.
Görülüyor ki biz "zor yoluyla" iktidar sevdalıları değiliz. Kanunlar bize siyasi mücadele
hakkını tanırsa, bundan çekinmeyiz. Bizzat bu kanunlar çerçevesinde sabırla, o kanunlara en"
çok uyan gene bizler oluruz. Kanuni olan siyasi mücadele hakkımız elimizden alınır veya
alınmaya kalkılırsa boynumuzu büküp "kader böyle" imiş türküsü söylemeyiz.
E) KIVILCIM'DA İKTİDAR MÜCADELESİ YOLU
Kıvılcım 1. sayısında çıkan "Sosyalistlerin birinci görevi" başlıklı başyazısı, kurulmasını
öngördüğümüz partinin iktidar savaşı problemini şöyle ele alıyor.
Örgüt için doğru olan diyalektik: Meclis ve seçim vb. alanlar için de aynen doğrudur. Daha
yüksek devrimci eylemler birinci plana çıkmadıkça yahut burjuvazinin kendisi meclis
kanunlarını, Anayasaya bile metelik vermeyip çiğneye çiğneye sıfıra indirmedikçe, her türlü
meclisler ve seçimle dövüşlerinden kaçınmak, çeklrnserleşmek oportünizm ve
revizyonizmdir.
Yine aynı yazıda siyasi mücadele için şunlar deniyor.
"Suyun başı parlamentoda kesilmiyor mu? Evet, öyleyse, parlamentoyu, seçimleri ve ilh.
Efendi ağalara mı bırkıp gideceğiz. Hayır, Elbet ülke çapında söyleneni herkesin işletebileceği
en yüksek minare parlamentodur. Orada yalnız finans beyleri ile tefeci ağaların istedikleri
ezanı okumalarını halkın bilgisizliğini ve bilinçsizliğini alabildiklerine sömürmelerine
kaygusuz abdalca bakamayız. Ancak parlamento dışındaki halk yani tüm millet
uyanlmadıkça, meclis kürsülerinde o da bırakılırsa bin yıl çekilecek en parlak söylevlerin
halka maval okumak gibi geleceğini halkın her şeyden önce "oy davarı" olmaktan
kurtarılmasını gerektiğini bir salise, bir an bile unutmaımalıdır. Ve an geçirmeksizin
Proletarya partisini hem 'halk, hem meclisler içinde savaştırmalıdır.
Görüldüğü gibi "zor yoluyla iktidara" GELMEYE dair bir söz bile yoktur. Ve bu yazı 6 sayı
çıkan Kıvılcım'da iktidar problemine değinen tek yazı olup bizzat bilirkişi bile suç
bulmamıştır.
28
F) SAVAŞ TERİMİ ÜZERİNE AÇIKLAMA
Burada ufak bir not gerekiyor. "Proletarya Partisini hem halk, hem meclislerin içinde
savaştırmalıdır. " Cümlesi var. Savcılık ifademi alırken meclisler içinde savaşmayı mesela
sosyalist bir partinin milletvekillerinin tabanca, tüfekle meclise girip savaşması olarak
anlamıştı. Kıvılcım terminolojisinde savaş, doğuş, güreş sözcükleri; Mücadelenin karşılığı
olarak kullanılır. Savaş doğuş derken top, tüfek, tabancayla savaş kastedilmez. Mesela,
"İktidar mücadelesi" diyoruz. Türkçesi "İktidar savaşı", "iktidar doğuşudur" Diyalektik
metoda göre: Zıtları mücadelesi (Savaşı, doğuşu, güreşi) esastır. Savaş en anlamcıl
biçimlerden en maddi biçimlere kadar hayatın her yerinde vardır, Bu bakımdan kullandığımız
bu sözcükler ekseriya askercil anlam taşımazlar.
G) SAVCININ İDDİALARI VE GERÇEKLER
Bilirkişi raporları dikkatlice analiz edilirse, 141 - 142'yi? İhlal ettiğimiz iddia olunan yazılarda
bile zor yoluyla iktidara gelmenin bir propagandası yoktur. Yukarıda bir bilirkişi raporunu
örneğini verdiğimiz gibi söyleyemediklerimizi söylemiş varsayıyorlar. Bilirkişi raporlarında
"142. madde ile TECİM OLUNAN PROLETARYANIN İKTİDARA, GELİŞ BİÇİMİNİN
PROPAGANDASIDIR. BAŞKA BİR DEYİŞLE ZORLA GELMEK AMACI İLE
KURULMUŞ BU YÖNTEMİN PROPAGANDASI YAPILIRSA 142'. madde ihlal olunur. "
dendiğine ve kurulmasını önerdiğimiz partinin "iktidara geliş biçimi" ni bizzat gazeteden
aldığımız örneklerle sunduğumuza göre 141 142'yi ihlalin varit olmadığı ortadadır.
Gazeteden alıntılarımızı okuduk. Şimdi savcının "Esas hakkında mütalaasının" 2. paragrafını
da buraya aktaralım.
"Parlamentoyu ve parlamento için mücadeleyi kabul etmeyen" diye başlıyor. Savcı bir tek büe
mehaz göstermeden nasıl bunları diyebiliyor? Çünkü biraz evvel okuduğumuz yazıda
"Anayasa çiğnene çiğnene sıfıra indirilmedikçe hertürlü meclisler, seçimler dövüşlerinden
kaçınmak, çekimserleşmek oportünizm, revizyonizmdir. " diyoruz. Yine diğer paragrafta
"Parlamentoyu, seçimleri ve iSh. Efendi ağalara mı bırakıp gideceğiz" HAYİR diyoruz.
Görülüyor gazetede yazılanlar savcının iddiasına tam zıt, gerek iddianamede gerek mütalaada
bir tek cümlemiz parantez içine alınarak olduğu gibi nakledilmemiştir. Bu dikkatten
kaçırılamaz. Kendi yorumunu bizim söylemelerimizmiş gibi okuyor ve paragraf devam
ediyor.
Kanunlara uygun olarak sosyalist parti kurmayı legalizm batağına gömülme olarak
niteleyenlerin legal ve kanuni bir parti kurmaya çalıştıkları iddiasının ne denli geçerli
olduğunun takdirini yüksek heyetinize bırakıyorum diyor.
Bu legaüzm meselesine ilende döneceğiz. Yalnız şimdilik sunu diyelim: Açık olarak çıkan bir
gazetenin açık olarak önerdiği bir programla, açık olarak toplanacak bir konferansla
kurulmasını önerdiği bir partiyi savcı ayrı bir anlamda kullanılan "Legalizm bataklığına
gömülme" sözüyle yok sayabiliyor. Şaşmamak elde değil. Devani ediyor iddialara:
Legal görünümde de btr parti kurmanın dahi illegal faaliyetler için bir maskeleme ve ön
hazırlık olduğunu Türkiyede sınıfsal tahakkümün gerek partinin legal hareketleriyle ve
gerekse parti icraatı arkasında saklanmış sair illegal hareketleriyle gerçekleştirilmesine
29
çalışıldığr Kıvılcım gazetesinin 16. nüshalarında yayınlanmış yazıların HEMEN HEPSİNDE
görmek mümkündür.
Bu iddianın gazetedeki yazılarda bir parça delili olsaydı "HEMEN HEPSİNDE dediği
yazıların, "Hiç olmasa birisinde" bir cümle, bir paragraf alarak somutça göstermesi gerekirdi.
Ama bu yapılmıyor. Ezbere "hemen hepsinde" diye vurgulanarak hiç bir somut örnek bile
gösterilmeden kafalar karıştırılmak yanıltılmak isteniyor.
4) LEGALİZM PARLAMENTERİZM BURJUVA SOSYALİZMİ VS. ANLAMLARI
İddianamede ve mütalaada yazılarımızda geçen burjuva sosyalizmi, legalizm, Parlamentarizm
deyimleri üzerine bütün iddialar oturtuluyor. Birisine "parlamentarist mi? " dedik. Vay siz
demek ki parlamenter mücadeleyi kabul etmiyorsunuz deniyor. Gerçekte parlamentarist vb.
kavramları ne anlamda kullandığımızı, parlamenter mücadeleyi reddettiğimizi savcı çok iyi
bilir. Ama işine gelmez. Anlayışsızlığa vurup söylemediklerimizi söylemiş gibi göstermekle
bizi mahkum ettireceğini umar. Biz mahkum olsak bile nihayet mahkemeyi ve kendini
kandırmış olacaktır. Bu iddiamızı kanıtlayalım,
A) PARLAMENTERİZME BİZ NE DERİZ, SAVCI NE ANLAR
Mesela "Olay ve Aybar" başlıklı yazıda eleştirmesini yaptığımız görüşe parlamenterist,
burjuva sosyalisti vs. diyoruz. "Parlamenterist" ithamı parlamenter mücadeleyi reddettiğimiz
anlamına gelmez. Yazıda şöyle deniyor. "Ve yine burjuva sosyalistlerine göre siyasi
mücadele parlamentoda kayıkçı döğüşünden öte bir anlam taşımaz" Bu da parlamentarizm
illetinden başka bir şey değildir.
Hatırlanacaktır biraz evvel "Sosyalistlerin birinci görevi" başlıklı yazıdan yaptığımız alıntıda
"Proletarya partisini hem halk, hem meclisler içinde savaştırmalıdır" deniyordu. Açıklayalım:
Siyasi mücadeleyi burjuva partileri bile sırf parlamentoda yapmazlar. Onlar da sırf laflaki
parlamento söz yeridir, halkı güdemeyeceklerini bilirier. Bunun için sendikalardan,
kooperatiflere, banka idare meclislerinden spor kulüplerine kadar meclis dışında örgüt
güçlerine dayanırlar. Bunun için siyasi iktidar mücadelesi verecek bir proletarya partisi halkın
içinde de örgütlenmeli, sırf lafla değil, işle ona örnek olmalı, güvenini kazanabilmeli ki
iktidara gelebilsin. Mesela sosyalistler sendikalarda çalışmalı, işçiler sosyalistlerin kendilerini
satmadığını, bir lokma bir hırka ülkücülüğü ile çalıştıklarını görmeli, bezirgan partileri tutan,
kaloriferli apartman dairelerinde yaşayan, 5 bin lira maaşlı, harcırahı caba işçi bezirganlarıyla
bizim aramızda bir kıyas yapabilmelidir. Biz de yazıda Burjuva Sosyalistlerinin ssrf
parlamentoda mücadeleyi ele aldıklarını, halk içinde işle savaşını önemsemediklerini gös-
termeye çalışıyor. Ve bu BAKIŞ AÇILARINA DAVRANIŞLARINA Parlamentarizm
diyoruz.
Parlamentarizmi Sosyalistlerin birinci görevi başlıklı yazıda şöyle tanımlıyoruz,
"Parlamentarizm: hanyayı konyayı anlamamış halkın, gözü açılmaksızın, her 4 yılda bir
sandık başına gider gitmez, herşeyi bilerek anlayarak oy verebileceği yalanının
yutturmacısıdır. " Yine aynı yazıda şöyle bir tanım var.
"Parlamentarizm parlamento dışında halkı ve eylemi küçümsemektir" Biz siyasi rakiplerimizi
parlamentaristlikle suçlarken onları parlamenter mücadele yaptıkları için değil, parlamento
30
dışındaki halkı ve eylemi küçümsedikleri için suçluyoruz. Bu küçümsemeye o yazıda da
değinilir, şöyle:
"Her şeyden önce toplumun, rejimin demokrasinin finans kapitalin (bir sosyalist partiye)
sonsuz ihtiyacından önce işçi sınıfımızın iktidar mücadelesi yapacak devrimci' bir partiye
ihtiyacı vardır. Bunun bilincinde olan biz Bilimcil sosyalistler gerekeni yapacağız. "
Dikkat edilsin: Eleştirdiğimiz görüşün sahipleri bir sosyalist partinin varlığına gerekçe olarak:
Parlamentonun, rejimin ihtiyacı öngörülüyor. Biz ise, "parlamentonun rejimin ihtiyacı BİR
PARTİYE GEREKÇE OLAMAZ İŞÇİ SINIFININ, FAKİR HALKIN İHTİYACI GEREKÇE
OLABİLİR DİYORUZ. "
Muvazalı bütün siyasi partiler belli sınıf, zümre insanların çıkarları için kurulurlar. Bu
politikanın alfabesidir. Eğer birtakım kimseler halkm değil derejimin ihtiyacı için bir parti
kurmaya kalkarlarsa ortada bir danışıklı doğuş vardır. Ve yazı bunu göze batırmaya
çalışmaktadır.
Görüldüğü gibi, biz "parlamenterisi, burjuva sosyalist" derken parlamenter mücadeleyi
reddetmiyoruz, siyasi rakiplerimizin probleme yaklaşımlarını reddediyoruz. Bu bütün
yazılarımızda acık seçik bellidir. Ama "Parlamenterist" diyoruz diye "Parlamenter yoüarı
reddediyorlar. " dehirseki iddianamede, bilirkişi raporlarında esas hakkındaki mütaalada böyle
denmektedirne söylediğimiz ya anlaşılmamıştır, yada anlamak kimsenin isine gelmiyordur.
B) "LEGALİZM": BİZ NE DERİZ SAVCI NE ANLAR?
Esas hakkındaki mütalâanın ikinci sayfasında: "Bu günkü demokratik düzenin gösterdiği
sınırlar içinde sosyalizm yapmanın, Legalizm bataklığına gömülmek olacağını, parlamento
içinde yapılacak siyasi mücadelenin parlamentarizm illetinden başka bir şey olmayacağı
hususundaki iddiaları..." deniyor.
Biraz evvel belirttiğimiz gibi biz "Parlamento içinde yapılacak siyasi mücadeleyi" değil,
parlamento dışındaki halkın içinde, işle yapılacak siyasi mücadeleyi küçümsemeyi
parlamentarizm olarak, niteliyoruz. Savcının oyunu acıktır. Öte yandan daha önce de
belirttiğimiz gibi iddianame ve mütaalada görüşlerimizi olduğu gibi tırnak için., de naklederek
deliüendirme yok. Savcı işine geldiği gibi yorumluyor. Bütün Kıvılcımları taradım savcının
legalizm ile ilgili cümlesi gibi bir cümle bulamadım. Sadece "Parti ve Çadır Üzerine
Eleştiriler" başlıklı yazıda Dr. HikmetKivılcımlı'nın "Devrim Zorlaması" adlı kitabından şöyle
bir alıntı var: "Proletarya partisini kurmak için "demokratik ortam beklemek" "legal
marksszm" çukurunda ABA ABACILAR'la buluşmak olur. "
Bu cümleyi açıklıyalım: Bir kere "Demokratik bir ortam" lafı tırnak içinde yazılmış. Bu iki
şeyi gösterir:
(1) Başka birisinin, ekseriye polemik yapılan yazarın bir sözüdür, aynen alınır.
(2) Tırnak içinde yazılarak, o sözün yanlış kullanılışı, eleştirilen yazının problemi ele alışının,
mantığının iç çelişkileri göze batırılmak istenir. Bu ne demek.
Daha önce Türkiyede Demokrasi olmadığını, demokrasiyi ancak bir proleterya partisinin
getirebileceğini gös, termeye çalışmıştır. İnancımıza göre demokrasi ancak Vatan partisi
programının uygulanmasıyla olabilir. Gazetedeki cümle de bu bakımdan mantıksızlık
31
gösterilmeye çalışılıyor. Yani demokrasiyi getirecek bir partiyi kurmak için, Demokrasinin
gelmesini beklemek gibi ortaya çıkan*, garabet göze batırılıyor.
İkinci olarak Demokrasiyi savcı gibi parlamentarizm, olarak anlasak bile, Mesela bir
proletarya partisinin kurulmasına kanunlar izin vermese, "Faşizm'de olduğu gibi" yani sınıf
esasına göre parti kurulması imkânsız olsa, bir sosyalist'e oturup beklemek düşmez...
Sosyalizme legalite hürlüğü sağlamak için, illegal olarak örgütlenmek mücadele etmek düşer.
Yani bir proletarya partisine kanuni varlık tanınma, mışsa: Bu hak gökten zembille
inmeyecektir. Bizzat: kanuni hakları elde etmek için kanunsuz "illegal" örgütlenmek
gerekebilir. Böyle bir örgütlenme elbette kanunlara uymaz. Cezalandırılır. Ama biz açık bir
gazetede açıkça böyle bir şeyi savunmadık, savunmayız. Çünkü:
Birinci olarak Türkiye'de sınıf esasına göre parti kurulabilir. Ve biz örnek olarak Vatan
Partisini aldığımıza, göre gizli bir parti önerdiğimiz iddia edilemez.
İkinci olarak gizli parti kurmayı öneren adam, tutup da açık gazete ile iş görmez. Biz legalizm
derken hemen illegalizmle suçlanırsak bu parlamentarizm suçlaması gibi olur.
Yukarıya aktardığımız paragrafın anlamını anlamak için bir de yazıldığı daha doğrusu
nakledildiği tarihe dikkat etmek gerekir.,
"Parti ve çadır üzerine" eleştiriler başlıklı yazı sıkıyönetimin bittiği, seçimlerin yaklaştığı bir
ara yazılmıştır. Eleştirilen yazıda seçimlerin yapılması, ondan sonra parti kurulması
öneriliyordu. Dikkatinizi çekerim seçimlerle bir hukuk sistemi değişmeyecek, iktidar
değişecektir. Yani eğer sosyalist parti kurmak suçsa önce de sonra da fark etmeyecektir.
Seçimlerden sonra zamanıdır, şimdi zamanı değildir diye problemi koymak ciddi bir gerekçe
olamaz. Bizce her zaman zamanıdır. Zamanını bunlar tayin etmez. Mesela Vatan Partisi 1954
yılında kurulmuştu. O zamanda da bu günkü kanunlar hatta daha ağırlan vardı.. Zamanını
tayin eden sosyalistlerin sübjektif durumudur. Yani bir siyasi programlarının olması, bir parti
için asgari bir birliği sağlamaları vs. bir gerekçe olabilir. Bütün bunlar olursa belki belli bir
politik momenti kollamak haklı görülebilir. Dikkatle okunursa yazıda eleştirilen ve anlatılan
görüşler bunlardır.
Mesela savcı iddianamenin 19. sayfasında "CHP'nin
desteklenmesine gerek olmadığını bunun yapılmasının legal Marksizm çukuruna düşmek
olacağını belirtmek suretiyle öncelikle yapılacak işin proletarya partisinin nasıl kurulacağı
yolunda olması gerektiğini ifade edilmektedir. "
deniyor. Buradan da bizim kanun dışı mücadele yapan, bir parti önerdiğimiz sonucunu
çıkarıyor. CHP şimdi iktidarda, 141-142 kalkmadı, bir sosyalist parti var. Hukuk sisteminde
bir değişme olmadığına göre CHP'nin iktidarından önce de bir parti kurulabileceğini
söylemek, kanun dışı parti önermek mi oluyor? Savcı böyle diyerek farkına varmadan
kanunları özellikle politik davalarda uygulamanın yorumlamanın aktüel politika ile ilgisini
itiraf etmiş, oluyor.
C) LEGALİZM PARLAMENTARİZM BURJUVA SOSYALİZMİ VS. DEYİMLERİN AYNILIĞI
Esas hakkındaki mütalaanın ikinci sayfasında:
"Sanıkların bu yazılarda demokratik yol ve usullerle iktidara gelmiş ve gelmeye çalışan
partileri ve hatta 1915 Rusyasmdaki Bolşevikleri dahi Burjuva Sosyalistleri olarak:
32
nitelediğimiz söyleniyor. Biz KIVILCIM Gazetesinin* HİÇBİR YERİNDE böyle bir şey
söylemedik. Buna hiçbir örnek verilemez. Savcı söylediğimizi iddia ediyor.
Bir noktaya daha değinmek isterim. Legal Marksizm, ekonomizm, legalizm, işveren
sosyalizmi, realpolitikerlik hep aynı olgunun çeşitli adlarıdır. Bunu bizzat Kıvılcımda, çıkan
"İşveren Sosyalizmi, İşçi Sosyalizmi" başlıklı yazıda belirtiriz; şöyle deniyor.
"O yüzden işçi partisi içinde "Ekonomizm" adını alan ve siyasi savaşı önemseyen, sonra
"Legal marksizm" adını alan ve yalnız burjuva sosyalizmini bütün imtiyazlarıyla savunan
akıllılar çıktı" Diğer bir paragrafta burjuva sosyalizminin diğer bir cdı daha geçiyor.
"Ona (Burjuva sosyalizmine) bundan yüz küsur yıl önce Kari Marx "Real Politikerlik" adını
vermiştir. "
. Peki Realpolitikerlik, veya burjuva sosyalizmi veya legalizm veya parlamenterizm ne? O da
şöyle tanımlanıyor: "Merkez "realpolitiker" eyyam efendiliği ile gününü gün ediyor, boyuna
kazanç ve alkış topluyor, burjuva sosyalisti oluyor diyelim. "
"Bir an için herkesin günlük çıkarcı politika beyefendisi kesildiğini kabul edelim. "
Yani biz legalist, parlamenterist vs, derken günlük çı; karcı politikacılığın kazanç ve alkış
politikacılığının belli politik momentlerdeki düşünce ve davranışlarını vurgulamak isteriz.
Terimlerle kelimelerle oyun oynamıyoruz. Kelime oyunları, demogoji skolastik ortaçağ
mantığına uygundur. Skolastiğe göre her olay her nesne bir kelime ile ifade edilir, o halde
gramer bilirsek, kelimelerin dizilişi yoluyla hakikati elde edebilirdik.
Savcı da örneğin "Parlamenterist" kelimesini ele alı1 yor. Yüklediği anlamın opoziti "Zıttı" ile
bizi suçluyor. Fakat bunu bile demagojiye kardırıyor. Kullanılan anlamın ne olduğunu
ciddiyetle incelemiyor. Samimi skolastikçiier hiç olmazsa anlamaya çalışırlar.
5) SOSYAL SINIFLARI ORTADAN KALDIRMA PROBLEMİ
"Proletarya partisi nedir" Başlıklı yazımızda;
"Proletarya partisi yalnız işçi sınıfının çıkarlarını ve dar çerçevesini düşünmek! © kalmaz.
Sosyal sınıflar tabusunu, işçi sınıfı ile birlikte toplum alın yazısından siler. Ortada yalnız insan
varlığını yüceltecek bir toplum ülküsü taşır. En az sınıfçıl olduğu kertede insancıldır. Ham
evrahı çileden çıkaran baş döndürücü diyalektik buradadır. " deniyor.
Sahir Erman'ın 5. 4. 1974 tarihli bilirkişi raporu bu paragrafı nasıl yorumluyor, bakalım:
"Yazıda sözü edilen sosyal sınıfları silmek deyimi, sosyal sınıfı ortadan kaldırmayı ifade
ettiğinden, kurulması tavsiye edilen partinin de bunu başaracağı ileri sürüldüğünden ve bir
sosyal sınıf ancak anayasanın öngördüğü demokratik metotlar dışında kalan bir usulle ortadan
kaldırılabileceğinden" vs. vs. deniyor.
Gazetedeki yazıdan alman paragrafta, "Anayasa dışı metotları" ima eden bir kelime dahi
yoktur. Fakat bilirkişi raporu birtakım akıl yürütmelerle olmayan bir şeyi var gibi gösteriyor.
Şöyle:
Sınıflar ancak anayasa dışı metotlarla ortadan kaldırılabilirmiş. Bir kere salt hukukçu mantığı
ile düşünsek bile bu koskoca bir savsata olur.
İnsanları eşit kılmayı sömürüyü toplum hayatından silmeyi amaçlayan bir parti seçimlerde
450 milletvekilinin mesele 400. nü kazanabilir. Ve bu 400 millet vekili ile anayasayı,
33
anayasaya uygun bir şekilde değiştirip, hatta anayasayı bile değiştirmeden çünkü toprak
reformu anayasa emri mesela 150 dönümden fazla bütün toprakları millileştirilebilir. Ya da
köylünün kredi alabilmesi için ipotek ve teminat şartını ortadan kaldırabilir, bunun yerine
yoksul köylü birliklerinin kefaletini koyabilir. Bu davranış hiç bir şekilde anayasaya aykırı
olamaz. Fakat büyük toprak sahipleri, tefeci, bezirgan sınıfı ortadan kaldırmış olur. Yani
anayasal yollar izlenerek, pekâla sınıflar ortadan kaldırılabilir. Zaten anayasa mahkemesi
"ZOR" unsurunu 141-142 'nin yorumuna katarak buna imkân tanımıştır.
Anayasa çerçevesinde sırf soyut bir imkan meselesi olmaktan ziyade, aynı zamanda sınıfların
ortadan kalkması, bazı sınıfların tasfiyesi olan bir gerçekliktir. Somutlayalım. İşçi sınıfımızın
artış hızı, nüfusumuzun artış hızının 20 mislidir. Bu yirmi mislin bir mislini işçilerin bizzat
kendi doğumlarına bağlasak geriye kalan 19 misli artış nereden geliyor? Hergün gözlerimizin
önünde cereyan eden olay: Köylüler topraklarını kaybediyor, fakirleşiyor, esnaflar iflas ediyor
ve işçileşiyor. Bu ne demektir? İşçi sınıfımızın böyle büyüyüp çoğalması küçük mülk sahibi
köylülerin, esnafların iflasları, mülksüzleşmeleri ile olmakta, yani toplumumuzdaki küçük
üretmenler tabakası hızla tasfiye edilmekte, toplumda silinmektedir. Yani bugünkü anayasa ve
hukuk düzeni içinde bile pekala bazı sınıflar tasfiye edilmektedir. Nedense hiç kimsenin aklı-
na kapitalistleri, küçük mülk sahipleri sınıfını tasfiye. ettiği için 141-142 'den içeri tıkmak
gelmiyor.
6) BİZ SOSYALİSTLER İSTEDİĞİMİZ İÇİN SINIFLAR ORTADAN KALKMAZ
"Sınıfları ortadan kaldırmayı İSTEMEKLE" suçlanıyoruz.
Birincisi: Sosyalistler istediği için sınıflar ortadan kalkmaz Sınıflar ortadan kalkacağı için biz
sınıfsız bir toplum "İSTERİZ" yani toplumun gidişi, gelişimi sınıfsız bir topluma doğrudur.
Sosyal kanunlar sınıfsız bir topluma gidişi gösterdiği için biz sınıfsız bir toplum istiyoruz.
Toplumun hep böyle kalacağı ispat edilsin, biz de böyle bir şey "İSTEMEYİZ". Bizi
"KEYFİMİZCE" istiyormuşuz gibi itham etmek gerçekte o ithamı yapanların ilkel metotlarını
göstermesi bakımından dikkate değerdir.
Bilirsiniz. Orta çağ boyunca simyacılar taşı altın yapmak istedi, yapamadı. Daha sonra kaç
çeşit madde bileşim olduğunu Kimyacılar saydı, bu da taşı altın etmeye yetmedi. "Bugün taşı
da altın edebiliyoruz, ne simyagerlikle ne kimyagerlikle...Olaylar arasındaki gerçek müna-
sebetleri düşünen ve düşünceyi gerçek olaylardan çıkaran bilimle "Nükleer fizikte taş altın
yapılabiliyor. Ne simyagerlikle ne de klâsik kimyagerlikle.
Dikkat edilsin. Bize sınıfsız toplumu ancak zor yoluyla kuracağımız iddiası yapılıyor. Zor
yoluyla nasıl taş altın yapılamazsa, ancak toplum da ancak gelişim kanun, lan bulunarak, o
kanunlara uyularak sınıfsız bir toplum yaratılabilir. Eğer toplum sosyalizme giderek sınıfsız
bir topluma doğru bir gidiş göstermiyorsa Zaloğlu Rüstem olsanız yapamazsınız. Zor'u
toplumu değiştirecek, taşı altın yapacak bir feylesof taşı olarak anladıklarını itiraf ediyorlar.
Toplumun gidiş kanunlarını bilinçten uzak tutarak sosyalistlerin isteği ile sınıfsız bir toplum
kurulacağını söyleyenler farkına varmadan yağmur duası ile yağmur yayacağını kabul eden
orta çağ mantığından ileri gidemediklerini itiraf ediyorlar.
34
7) "PARAVAN" İTHAMI
İddianeme ile mütaaia arasında dikkate değer bir fark var. İddianamede bir tek sözcükle dahi
Vatan Partisi programından sözedilmekte idi. Esas hakkındaki mütaaiaa'a ise Vatan Partisi
programının "Paravan" bir program olduğu iddiası ile söz edilmekte. Konuyu biraz açalım.
A) "PARAVAN" İTHAMININ KANITSIZLIĞI
Mütaalanın üçüncü sayfasında şöyle deniyor:, "Burada bir nokta üzerine dikkatinizi çekmek
isterim. Tüzük ve programın kanunlara uygun olması o cemiyetin kanuni olmasını icap
ettirmez. Mühim olan bu program ve tüzüğe uygun faaliyetlerdir. Program ve tüzük kanuna
uygundur diye cemiyetin bu program ve tüzük dışı kanunsuz faaliyette bulunmasına şüphesiz
müsaade edilemez. Paravan olarak alınan bir program ve tüzük her zaman cemiyetin gerçek
yüzünü göstermemiş olabilir. "
Dikkat edilsin bu genel laflar mütalaa’ya öyle yerleştirilmiştir ki: Sanki biz Vatan Partisi
Tüzüğü ve Programını samimi olarak savunmuyoruz. Kafamızda apayrı bir program var, V. P.
programını adliye cihazını yanıltmak için yayınlıyoruz. Bu iddiayı yapan biraz ciddi ise
bizim; vatan partisi programını samimiyetle savunmadığımızı, düşünce ve davranışlarımızın
bu programla çeliştiğini ispat etmelidir. Ama edemez. Fakat biz samimiyetimizi ispat ederiz.
Çünkü:
(1) Altı sayı çıkan Kıvılcım gazetesinin' 3 sayısında sür manşet, bütün halkımıza, devrimcilere
tartışılması dileği ile Vatan Partisi programını önerir ve savunuruz.
(2) Program eleştirilen sütunumuzda yine diğer parti programlarını eleştirirken Vatan Partisi
programını savunuruz.
(3) Üzerimden çıkan yazı taslaklarında CHP'nin "AKGÜNLERE" programı Vatan Partisi
programı ışığında eleştirilir, yine program şemaları başlıklı çalışmada V. P. programının
kuruluş, örülüş mükemmeliyeti göze batırılmaya çalışılır.
(4) Ve nihayet Dr. Hikmet KIVILCIMLI, Vatan Partisi1 kurucusu ve Başkanıydı. Kitapları
okunursa sürekli olarak, Vatan Partisi tüzük ve programını, davranışlarını önerip savunduğu
görülür. Kıvılcım Gazetesinin, Kıvıcımlı'nın düşünce ve davranışını varı yoğuyla
savunduğundan ise her halde kimsenin şüphesi olamaz.
Şimdi soruyorum savcıya. Vatan Partisi programını,, davranışını bütün içtenliğimizle, bütün
yüreğimizle savunduğumuzun aksini ispatlayacak bir tek kanıt, bir tek ima bulabilsin, o
zaman ne ceza verilirse verilsin razıyız. Çünkü varımızla yoğumuzla savunduğumuz bu
programı paravana olarak, programla çelişen hareketlerimizi gizlemek için önermişsek sizden
önce biz kendimizi cezalandırırız,
B) HAREKETLER VE PROGRAM FARKLI OLAMAZ
AYNI paragrafta hareketlerin tüzük ve programa uymayabileceğinden sözediliyor. Doğru gibi
görünmesine rağmen genel olarak dahi tamamen yanlıştır. Çünkü:
Üzerimden çıkan yazı taslaklarından birinde, bir partinin programı,. 'tüzüğü ve hareketleri
arasındaki ilişki ve çelişkileri incelenir. Eğer savcı o yazıyı bir parça anlamak zahmetine
katlansaydı, herhalde bir partinin tüzük, program ve hareketlerinin istense de birbirinden
ayrılmayacağını görürdü.
35
Gazete adının hemen altında, parolamız: "düşünce ve davranış birbirinden ayrılmaz" der. Ne
demektir bu:
a. Kıvılcım düşündüğünü, söylediğini yapar, yapmaya" çalışır demektir.
b. Daha doğru ve evrensel anlamı, düşünce ve davranışın birbirinden ayrılmaması gerektiği
değil, istense de birbirinden ayrılmayacağını, düşünce ve davranışımızı ne derece
farklılaştırmaya çalışırsak çalışalım, istesek de düşünce ve davranışımızın birbirinden
ayrılmayacağın!, davranışlarımızdaki bir sapıtmanın, bir yanlışın aynen düşüncemize de
yansıyacağını, ya da düşüncemizdeki bir yanlışın aynen davranışlarımızda da yansıyacağın!
gösterir. Bu prensibi iyi kavrayanlar ve uygulayacak bilgi ve tecrübe zenginliğine sahip
olanlar, bir yazıdaki düşüncelere bakarak, davranışlarının nereye varacağını gösterirler. Ne
derece gizlemeye çalışılırsa çalışılsın, düşüncelerin kendi iç ilişki çelişkileri, bağıntıları
kavranabilir. Yeter ki, bunu kavrayabilecek bilgi, görgü ve metoda sahip olalım. Düşünce ve
davranış arasındaki bu diyalektiği; "Şecaat arz ederken mert kipti, sirkatin söyler. " Tiryaki
sözü gayet iyi açıklar.
Üzerimden çıkan yazılarda bu esaslar ışığında, bir partinin programı, tüzüğü ile "yani
düşüncesiyle" hareketleri "yani davranışı" arasında kaçınılmaz bir bağ olduğu, programdaki
her yanlışın hareketlerde yansıyacağını veya hareketlerdeki yanlışların izlerinin programda
bulunacağını göstermeye çalışmışızdır. Biz böylesine bir partinin hareketleri ve programı ara-
sındaki kaçınılmaz bağlan araştırırken, savcının tutup ta hareketlerden ayrı bir "Paravan"
programdan söz etmesi garip oluyor.
C) ORTADAÖNERDİĞİMİZ PROGRAMLA ÇELİŞEN BİR HAREKET VAR MI?
'Mütaaiada hareketlerin programa ge, nel olarak uyfmayabileceğinden söz ederken sanki
bizim hareketlerimiz önerdiğimiz programa uymuyormuş ya da uymayacakmış anlamını
imaya çalışılıyor.
; Hangi hareketimiz önerdiğimiz programla çelişiyor? Lütfen örnek veriniz. Kanıtlansın.
"Birisi bir kuyuya bir taş atmış kırk kişi çıkaramamış" derler. Savcı da, hiç bir ciddi nesnede
dayanmadan ithamlarda bulunuyor. "Paravan" diyor. "Program hareketler birbirine uymuyor"
diyor. Fakqt bir tek kanıt gösterme zahmetine bile katlanmıyor. Ondan sonra biz de uğraşıp
duralım, aksini ispatlayalım. Kim dinler? Bütün ifadelerimiz ve savunmalarımız kuyudaki
taşları çıkarmaya hasredilmiş durumda. Bu kadar güç ve zaman israfına yazık oluyor.
D) SİYASET VE ÇOCUKLUK
Birazcık siyasi görüşü olan kişiler iyi bilirlerki: art niyetiniz, art düşünceniz ne olursa olsun
açıkça söyleyin. davrandığınız neyse ona göre değerlendirilirsiniz. Düşünce ve davranışlarınız
size göre değerlendirilmez. Ancak küçük çocuklar ya da toy kimseler bir takım fikirlerini ni-
yetlerini gizleyerek, olduğundan başka görünerek, yetkili ve etkili bir pozisyona gelince
gizledikleri niyetlerini,, uygulayabileceklerini sanırlar. Politik mücadelede ilk öğ;
renilenierden biri bunun olmayacağıdır. Biz de bu dersi edinmiş küsler olarak düşüncelerimiz
ne ise her yerde samimiyetle onları savunuruz.
E) SOSYALİSTLER DÜŞÜNCELERİNDEN ŞEREF DUYARLAR
Kıvılcımda da denildiği gibi: "Sosyalistler hiç bir zaman düşünce ve kanaatlarmı güzeyecek
kadar alçaimazfar"
36
"Parti ve Çadır üzerine" başlıklı yazımızda da şöyle deriz:
Geçmişin tecrübelerini yok saymak kimseye bir şey kazandırmaz, kaybettirir. Hele mirasa
gizliden sahip çıkıp açıkça savunmamak "siyaset sanaatmda" ileride tamiri güç alışkanlıklara
kapı açar. Siyaset sanatından devrimciler görüşlerini açıkça ve kökleriyle savunmalı
"Cambazlığa" düşmemelidirler.
Kıvılcımın düşüncesi ve davranışı bu söyletenlerden farklı olmamıştır. Kimse Kıvılcımı
düşündüğünden başka davranmakla yani gerçek düşüncesini gizlemekle suçlayamaz.
8) ZİNCİRLEME REAKSİYON ZİNCİRLEME MAHKUMİYET
Kimyadaki zincirleme reaksiyon gibi, bu davada do zincirleme mahkumiyet, zincirleme
beraat davanın mahiyeti icabı ortaya çıkıyor.
(1) Gizli bir örgüt olduğumuz iddiası var. Varsayalım ki gizli bir örgüttür ama her gizli örgüt
141, e ay ki n değildir. Peki 141'e aykırı olduğu nereden anlaşılabilir. Ortada tek delil gazete
ve yazılar. Yani eğer yazılarda "Zor yoluyla iktidara" gelmeyi savunmuşsak otomatikman
141. den, eğer gizli bir örgüt varlığı ispat edilirse hüküm gerek.
(2) Birde kurulması önerilen parti var. Bu partinin de 141. e aykırı olacağı iddia var.
Kurulması önerilen partinin de 141. 'e aykırı olup olmayacağı da ancak yazılardan
anlaşılabilir. Demek ki her iki 141 iddiası yazılarda temellenir. Bunun için savunmamızda
yazarın yorumunda savcı tarafından yapılan belli başlı yanlışları aldık. Bunlar 141-142 'nin
yorumu, iktidara gelme yoluna ilişkin görüşlerimiz, parlamentarizm, sınıfların ortadan
kalkması, paravan ithamı gibi başlıklar astında teker teker gösterildi.
Eğer 142'den mahkum olursak otomatikman 141. iden de mahkûm olmamız icabeder. Çünkü
"Yolgöstermek", de 141. i ihlal deniyor. Bilir kişi raporunda "Hangi temelde proletarya
partisi" başlıklı yazıda, bir proletarya partisi kurulması yolunda yo! gösterdiğimiz için 141.
den cezalandırılmamız isteniyor. Bunu tashih ederiz. Sadece o yazı değil bütün yazılar,
gazetenin kendisi "Proletarya partisi kurulması için yol gösterme" amacıyla çıkmıştır. Bir tek
yazıda yol gösterebilmişsek yazık bize, bütün yazılarda yol gösterdik. Mesela: Parti ancak
kongreden doğabilir diye manşet attık. Ve yol gösterdik. Sosyalistlerin birinci görevi parti
dedik yol gösterdik. Program tartışması açtık, yol gösterdik vb. vb.
Sonra yazılar yol göstermek amacıyla çıktığı için bütün yazılardan, sadece on tanesinden değil
dava açmak
gerekir.
"Yol gösterdiğimiz" partinin 141. e aykırı olduğu saptanırsa, hiç durulmasın yazı sayısı kadar
142. den mahkumiyet verilsin. Eğer "Yol gösterdiğimiz" partinin 141. 'e aykırı olmadığı
saptanırsa bütün 142. lerden beraatımız gerekir. Çünkü hangi yazıda "proletarya partisi
kurulmalıdır" sözü sarf etmişsek o söze dayanarak 142. den dava açılıyor. Parti 141. e aykırı
olmayınca otomatikman "Böyle bir partinin kurulması yolunda propaganda yapmakta" 142,
ye aykırı olmaz.
Yol gösterme ve yazılar arasındaki bağlantı budur.
Şimdi bir de 4 sanığın gizli örgüt iddiası var. Gizli örgüt iddiasını bir an için varsayalım. Eğer
şimdi gösterdiğimiz 141 ve 142'lerden ceza yersek gizli örgütte bir kere daha ayrıca 141. 'den
ceza yemelidir. Ama ceza yenmezse gizli örgüt varolsa bile 141 otomatikman düşer. O zaman
37
cemiyetler kanununa aykırı olarak gizli örgüt kurmaktan davanın bakılması gerekir. O zaman
da bir örgüt file arkadaşlık, yardımlaşma arasındaki farkın ortaya çıkması gerekir. Ne biçim
örgüt. Üç kişi bir kişiyi yönetemiyor. Üç yönetici aynı evde kalıyor. Üçü de gazetede çalı-
şıyor. Yardım ediyor. Üç sosyalist bir araya gelip sinemaya gitse, savcının mantığı ile örgüt
oluyor.
Nereden toplanmışız. Yönetici kim, yönetilen kim, bu nasıl tespit edildi? Hangi gizli kararlan
nerede aldık? Kurucular kimler? Gizli bir örgüt iddiasında bulunabilmek için bütün bu
sorulara cevap vermek gerekir. Eğer bu sorulara cevap vermeden gizli örgüt denirse,
gazetenin çıkışına yardım eden herkes bütün okuyucular bile gizli örgüt olur. Bu iddiayı
tartışmak bile gerekmiyor. Ama savcı "Yol göstermeyi" gizli örgütün faaliyeti içinde mütalâa
ederek, gizli örgüt iddiasının havada oluşunu gözden kaçırmak istiyor.
Eğer "Yol gösterme"yi ağırlık verseydi hiç olmazsa dava bakımından daha tutarlı bir iddiada
bulunmuş olur, du. Çünkü Kıvılcım gazetesi bütünüyle proletarya partisinin kurması için "Yo!
gösterme" gazetede çıkan deyimiyle "DUVARCI SİCİMİ OLMA" iddiasındadır.
Nasıl bir parti önerdik? Savcının iddialarının aksine tüzüğü, programı belli, kanuni, kurucuları
belli bir parti Önerdik. Vatan partisinin "reorgonizasyonunu" önerdi. Aksini ispatlayacak bir
tek satır yoktur.
Son olarak Dündar Erenler'in ayağı yandığında benim gazete sahibi olarak eski bilgilerime
dayanarak sorumlu yazı işleriyle ilgili bildirimi vermememin cezası başkasına çektirilemez.
Kitap ve defterlerime delil diye el koyuldu. Kitaplar her yerde satılmaktadır. Defterlerimde ise
tarihi, felsefi, siyasi notlarım vardır. Bu bakımdan kitap ve defterlerin iadesini talep ediyorum.
Şimdiye kadar tutuklu bırakılarak, siyaset hak ve görevimiz alınmış. Kurulmasını önerdiğimiz
partinin suç olmadığı tartışılmayacak kadar açıktır. Bu bakımdan tahliyemi ve beraatımı talep
ediyorum.
Demir KÜÇÜKAYDIN
38
Ekler
Yeni Aşamada Eski Parola: Proletarya Partisi
Kıvılcım niçin çıkıyor?
Dün olduğu gibi, bugün de önümüzde duran en yakıcı problem: PROLETARYA
PARTİSİNİN ÖRGÜTLENMESİ DİR.
Kıvılcım, Proletarya Partisi'nin örgütlenmesi için; "BİR DUVARCI SİCİMİ" olmaya
çalışacaktır.
Dün "SOSYALİST" gazetesi bu amaçla çıkmıştı. O'-nun sürdürdüğü bu görevi, Kıvılcım
yerine getirmeye kararlıdır.
Bugün, içinde bulunduğumuz durum, tek sözle özet-, ienebiiir: İLKELLİK.
ilkellik nedir? "Bu terim gene! olarak devrimci eylemde dar kapsamla yetinmeyi, bu kadar dar
eyfem temeli üzerinde iyi bir devrimciler örgütünün kurulamayacağını anîsyamamayı ve
nihayet (ki bu en ©nemlisidir) bu dar kapsamlı çalışmayı haklı gösterme ve onu öze! bir
"teori" durumuna yükseltmeyi, yani bu meselede de kendiliğinden - gelmeliğe boyun eğmeyi
ifade eder. "
İlkellikten kurtulmanın ilk şartı: İlkelliği bilince çıkarmak ve proletarya partisini örgütlemek
için bilinçlice hareket etmektir.
Kıvılcım bu bilinçle göreve devam ediyor.
KIVILCIM.
"SOSYALİST" gazetesi yeniden söz alıyor. Konuşacak. Neyi?
1 - Esaslı Nokta: Örgüt Problemi;
Şöyle, hiç derinleştirmeksizin, aklınıza geliveren sorulan önünüzdeki bir kâğıda dökmeye
çalışın. "Kafanız durur". Her sorunun adırtı yazsanız, bir kâğıt söyle dursun, bir defter yetmez.
Öylesine çok problemler kasırgası içine düşersiniz. Hele birde genç'seniz, ateş, duman sisten
gözgözü görmez.
Demek böyle fırtınalı, yangmlı, anacık-babacık gününe gelmişiz. Bir gerçek Devrimcinin,
henüz çocuk yaşındayken, o düşünce ve davranış fırtınalarına gebe sosyal yangınlar ortasında
ne düşünüp, ne yaptığını bilmeyenimiz kaldı mı dersiniz? Der ki:
"Uzun, çetin ve ateşli bîr dövüş yoluna girildi miydi, öyle bir an gelir ki, çekişmeli, merkezî
ve esaslı olan noktalar kendilerini göstermeye başlar. O noktaların çozümü kavganın kesin
çıkaryoSunu beürlendirir. Ve o noktalar, yanında, dövüşün ufak tefek, belli belirsiz ikinci
kerte sorunları gitgide arka plâna düşer. " (VJ. U. L.: "Bir Adım İleri, İki Âdım Geri", 1904
Mayıs).
Bugün Türkiye'de en çok "çekişmeli" olan, en "merkezî ve esaslı" nokta hangisidir? 50 Yıldır
her soiuk alışta tekrarlanmış: ÖRGÜTLENMEK'tir. Kimin örgütlenmesi? Üst sömürücü
(Finans - Kapital ve Tefeci - Bezirgan) sınıfla, yâni Beyler - Ağalar evelezel dişlerinden
tırnaklarına dek örgütlüdürler. Gereken HALK ÖRGÜTLENMESİ'dir.
Ancak Halkın Örgütlenmesi bile artık "Harc'ı âlem" denüen biçimde, her önüne gelenin
ağzında gevelene ge-velene posası çıkmış bir sakıza döndürülüyor.
39
2 - Esaslı Moment: Olaycığı Seçmek;
Güneşimiz ve Yıldızlarımız oluşurlarken, Evren: bir uçsuz bucaksız ışıklı bululmuş. Ona
Fizik bilimi Kaos (mahşer) diyor. Bütün Güneş sistemleri o mahşerden çıkmıştır. İnsanlık,
Uygarlığa (Medeniyete) ulaşırken, Toplum: küçücük kan örgütlü oymakların (Kabile ve Aşi-
retlerin), "Soy" ların, "Boy" larm sonsuz kaynaşması içinde Mahşer gibi kıvranır, dururmuş.
Ona, Sosyal bilim Tarihöncesi diyor. Bütün uygarlık düzenleri o Kaos'tan çıkmıştır.
Türkiye'de bugün, Sosyalizmin karşılaştığı düşünce ve davranışlar, Evrendeki Mahşer'e de,
Toplumdaki Tarihöncesi Kaos'a da benzer. Ancak o mahşerçil Kaos, ne Fizik Kanunlarla
çözümlenebilir, ne de İlkel ve Uygar Toplumların Orman Kanunlarına, Cöngül Kanunlarına
bırakılabilir. Bugün üçte iki insanlık gibi, biz de Tarihön-cesinde değiliz: Sosyalizm
öncesindeyiz. Bilimçil Sosyalizm, insanlığın "Sınıflar savaşı" denilen en son hayvanlık
konağından kurtuluş bilinci ve dövüşüdür.
Sosyalistler, önlerindeki sorunlar Mahşeri ile kaman-mazlar (ambale olmazlar). Çünkü
ellerinde Diyalektik Maddecilik (Metot-Mantık), gibi eşsiz araçları, silâhlan vardır.
Diyalektik; hem, Objektif (nesneçil) ve Somut (konkret) Çelişkileri bir orada izleyiş, kavrayış
kuralıdır. Hem de, Momenti seçmek'te başlıca Sübjektif ve etkin olan İnsana! düşünce-
davranıs kuralıdır.
Mahşeri seçeceğiz. Kaos'ta yöneleceğiz. Bunu söylerken, iki şey yapılacak demektir.
1) Olayların kendi gidişleri içinde hangi zincirleş-menîn, hangi billûrlaşmanın kanunlaştığını
ayırdetmek anlamında, SEÇMEK ve yönelmek;
2) Olaylar zincirini çekip ardından tümü ile sürükleyecek ana halkayı iyice tutup var güciyle
asılmak anlamında, SEÇMEK ve yönelmek.
Mahşer kalabalığında kendini ve dâvayı yitirmemek için. Oiaylar içinden asıl Olayeığı,
Doğrular içinde "püf noktası" olan "Doğrucuğu" seçeceğiz ki, hem doğru hem doğurucu
yönelişe ulaşabilelim.
3 - Korporasyonizm (Loncacılık) - SendikaHzm -Parlemanîarlzm;
Halkın örgütlenmesi deyince, onun püf noktası nerededir? Esnafı: Lonca'ya, İşçiyi:
Sendîka'ya, Halkı: Par-lemento'ya hapsetmernektir. Amaç: Hepsi halkın sömürüden ve eziden
kurtuluşu için bir biçim olan o örgütleri tabu'laştırmak değil, insan yararına kullanmaktır.
Örgüt için örgüt, dövüş için dövüş değil; halk için, işçi ve köylü için örgüt ve dövüştür.
Bir örnek önümüzde. En çok sesi duyurulan bir "Sol" eğilimin en son önerisi de Örgüt oluyor.
Sayın CHP'nin, Sayın Genel Sekreteri B. Ecevit, "Türkiye Esnaf ve Sanatkârları
Konfederasyonu" Genel Kurulunda şöyle diyor.
"Üretmen Hcslk örgütlenmelidir. "
Burada önerilen "Halk Örgütlenmesi" kendiliğinden: anlaşılıyor: Lonca yapılı bir ekonomik
Meslek örgütüdür. Ondan daha önemlisi var: İşçi Sendikaları. Sendika da< bir Sınıfın
ekonomik örgütüdür. Lonca Ortaçağ'sn, Sendika Modern çağın belirli sınsfianm, bütünü ile
içine alıcı niteliktedir. Ne denli kendi sımfmm sırf ekonomik çıkarları ile yetinirse, o denli
kendi içine kapalı, dar görüşlü, Toplum ölçüsünde ülküsüz kalır.
Bu çeşit yığın örgütlerinin varabilecekleri en yüce basamak, Politikayı da kumar gibi oynayan
40
en ünlü uluslararası biçimi ile Trodeunlonisnıe adım alır. Tredünyo-nizmin Sosyal niteliği:
"işçi" adını taşımasına rağmen, hattâ "İşçi Partisi" olduğu zaman dahi, Tüm İşçi Sınıfım değil;
işçisınıfı içinden sivrümiş Aristokrat Amelelerin, ve işçi sınıfı içine sokulmuş KüçüS<
burjuva (ve. Burjuva Derebey) Aydınlarının örgütte ağır basmasıdır. Bu sınıf yozlaşmasının
Politik niteliği; Sendikalizm (Sendikayı, siyasî Partinin üstünde bir devrim aracı gibi tutmak)
ve Parlementarizm (Parîemento dışındaki halkı ve eylemi küçümsemek) olur.
Dikkat edersek, Sendikaüzm ve Parlementarizm arasında bir çelişki var gibi gelir. Sendikanın
rolünü abartmak; Parlementonun rolünü ufaltmak değil midir? Tersine, Parlementonun rolünü
abartmak; Sendikanın rolünü küçültmek değil midir?...Böyle sanmak, görünüşe aldanmaktır.
SendikaSizm: İşçi smıfı içinde işveren sınıfı ajanlarının ağır basması, proletaryanın politika
bilincinin kör-letilmesidir. Parlementarizm: Manyayı Konyayı anlamamış halkın, gözü
açılmaksızm, her dört yılda bir sandık başına gider gitmez, her şeyi bilerek, anlayarak oy
verebileceği yalanını yutturmacadır.
Böylece, Sendikalizm denilen tencere yuvarlanır. Par-lemantarizm adlı kapağını bulur.
Sendikada İşçi sınıfı, Parlementoda tüm Halk: içyüzlerini tanımadığı kimseleri sözde seçer;
sonra, "zahir ben seçmişim" deyip, o kimselerin bütün ettiklerine katlanarak, kaderine küser.
Her iki durumda da, tam: "Dalavere, malavere...Halk Mehmet nöbete" çıkarılır.
4 - Örgüt Anahalkasımn Diyalektiği;
Demek, bugün Türkiye'de Örgüt zincirinin Ana halkası; ne Lonca kalıntısı Dernekçilik, ne
bilinç törpüsü Sendikacılık, ne politika testeresi Parîementoculuk oyunları olamaz. Elbet İşçs-
Köylü-Haik-Aydsn vb. yığınlar, elderB gelirse bîr teki dışarıda kalmamak üzere, en geniş ve
ere güçlü Dernekler ve Sendikalar içinde örgütlenmelidirler. Her Sosyalist, her gün, her saat
başı becermelidir o yığın örgütlenmelerini. Ancak, suyun başını politikanın kestiğini, politik
savaşın ise her şeyden önce sosyal sınıf bilinci ile yöneldiğini, bir saniye bile unutmamalıdır.
Ve saniye yitirmeksizin Proleterya Partisi'ni gerçekleştirmelidir.
Suyun başı Parlamentoda kesilmiyor mu? Evet. Öyleyse, Parlementoyu, Seçimleri ve ilh.
Efendi - Ağalara bırakıp mı gideceğiz? Hayır. Elbet ülke çapında söyleneni herkesin
işitebileceği en yüksek minare Parlamentodur. Orada yalnız Finans Beyleri ile Tefeci
Ağaların istedikleri ezanı okumalarına, birbirleriyle kayıkçı doğuşu yapmalarına seyirci
kalamayız. Seçim kampanyalarında, halkın bilgisizliğini ve bilinçsizliğini alabildiklerine
sömürmelerine kaygısız abdalca bakamayız. Ancak, Parlamento dışındaki Halk, yâni tüm
Millet uyarılmadıkça, Meclis kürsülerinde, -o da bırakırlarsa! - bin yıl çekilecek en parlak
söylevlerin halka maval okumak gibi geleceğini, halkın her şeyden önce "oy davarı" olmaktan
kurtarılması gerektiğini bir sâlise, bir ân bile unutmamalıdır. Ve ân geçirmeksizin, Proletarya
Partisini, hem Halk, hem Meclis'ler için-
41
Sosyalistlerin Birinci Görevi
"SOSYALİST" gazetesi yeniden söz alıyor. Konuşacak. Neyi?
1- Esaslı Nokta: Örgüt Problemi;
Şöyle, hiç derinleştirmeksizin, aklınıza geliveren soruları önünüzdeki bir kâğıda
dökmeye çalışın. "kafanız durur". Her sorunun adını yazsaniz, bir kâğıt şöyle dursun, bir
defter yetmez. Öylesine çok problemler kasırgası içine düşersiniz. Hele bir de gençseniz..
ateş, duman, sisten gözgözü görmez.
Demek böyle fırtınalı, yangınlı, anacık - babacık gününe gelmişiz. Bir gerçek
devrimcinin, henüz çocuk yaşındayken, o düşünce ve davranış fırtınalarına gebe sosyal
yangınlar ortasında ne düşünüp, ne yaptığını bilmeyenimiz kaldı mı dersiniz? Der ki:
"Uzun, çetin ve ateşli bir dövüş yoluna girildi miydi, öyle bir an gelir ki, çekişmeli,
merkezi ve esaslı olan noktalar kendilerıni göstermeye başlar. O noktaların çözümü
kavganın kesin çıkar yolunu belirlendirir. Ve o noktalar yanında, dövüşün ufak tefek,
belli belirsiz ikinci kerte sorunları gitgide arka plâna düşer." (V.İ.U.L.: "Bir adım ileri,
iki adım geri", 1904 Mayıs).
Bugün Türkiye'de en çok "çekişmeli" olan, en "merkezi ve esaslı" nokta hangisidir?
50 yıldır her soluk alışta tekrarlanmış: ÖRGÜTLENMEK'tir. Kimin örgütlenmesi?
Üst sömürücü (Finans - Kapital ve Tefeci - Bezirgân) sınıflar, yâni beyler - ağalar evelezel
dişlerinden tırnaklanna dek örgütlüdürler. Gereken HALK ÖRGÜTLENMESİ'dir.
Ancak Halkın Örgütlenmesi bile artık "harc'ı âlem" denilen biçimde, her önüne
gelenin ağzında gevelene gevelene posası çıkmış bir sakıza döndürülüyor.
2- Esaslı Moment: Olaycığı Seçmek;
Güneşimiz ve yıldızlarımız oluşurlarken, evren; bir uçsuz bucaksız ışıklı bulutmuş.
Ona fizik bilimi kaos (mahşer) diyor. Bütün güneş sistemleri o mahşerden çıkmıştır. İnsanlık,
uygarlığa (medeniyete) ulaşırken, toplum: küçücük kan örgütlü oymakların (kabile ve
aşiretlerin), "soy"ların, "boy"ların sonsuz kaynaşması içinde mahşer gibi kıvranır, dururmuş.
Ona, sosyal bilim tarihöncesidiyor. Bütün uygarlık düzenleri o kaostan çıkmıştır.
Türkiye'de bugün, sosyalizmin karşılaştığı düşünce ve davranışlar, evrendeki mahşere
de, toplumdaki tarihöncesi kaosa da benzer. Ancak o mahşercil kaos, ne fızik
kanunlarla çözümlenebilir, ne de ilkel ve uygar toplumların orman kanunlarına, cöngül
kanunlarına bırakılabilir. Bugün üçte iki insanlık gibi, biz de tarihöncesinde değiliz:
Sosyalizm öncesindeyiz. Bilimcil sosyalizm, insanlığın"sınıflar savaşı" denilen en
son hayvanlık konağından kurtuluş bilinci ve dövüşüdür.
Sosyalistler, önlerindeki sorunlar mahşeri ile kamanmazlar (ambale olmazlar). Çünkü
ellerinde diyalektik maddecilik (metot-mantık) gibi eşsiz araçları, silâhları vardır.
Diyalektik; hem, objektif (nesnecil) ve somut (konkret) çelişkileri bir arada izleyiş, kavrayış
kuralıdır. Hem de, momenti seçmekte başlıca sübjektif ve etkin olan İnsancıl düşünce-
davranış kuralıdır.
Mahşeri seçeceğiz. Kaosta yöneleceğiz. Bunu söylerken, iki şey yapılacak demektir:
1) Olaylann kendi gidişleri içinde hangi zincirleşmenin, hangi
42
billûrlaşmanın kanunlaştığını ayırdetmek anlamında, SEÇMEK ve yönelmek;
2) Olaylar zincirini çekip ardından tümü ile sürükleyecek ana halkayı iyice tutup var
gücüyle asılmak anlamında, SEÇMEK ve yönelmek..
Mahşer kalabalığında kendini ve dâvayı yitiımemek için; olaylar içinden asıl olaycığı,
doğrular içinden "püf noktası" olan "doğrucuğu" seçeceğiz ki, hem doğru,
hem doğurucu yönelişe ulaşabilelim.
3- Korporasyonizm (loncacılık) - Sendikalizm - Parlemantarizm;
Halkın örgütlenmesi deyince, onun püf noktası nerededir? Esnafı: Loncaya,
işçiyi: Sendikaya, halkı: Parlemento'ya hapsetmemektir. Amaç: Hepsi halkın sömürüden ve
eziden kurtuluşu için bir biçim olan o örgütleri tabulaştırmak değil, insan yararına
kullanmaktır. Örgüt için örgüt, dövüş için dövüş değil; halk için, işçi ve köylü için örgüt ve
dövüştür.
Bir örnek önümüzde. En çok sesi duyuıulan bir "sol" eğilimin en son önerisi
de örgüt oluyor. Sayın CHP'nin, Sayın Genel Sekreteri B. Ecevit, "Türkiye Esnaf ve
Sanatkârları Konfederasyonu" genel kurulunda şöyle diyor:
"Üretmen Halk örgütlenmelidir."
Burada önerilen "halk örgütlenmesi" kendiliğinden anlaşılıyor: Lonca yapılı bir
ekonomik meslek örgütüdür. Ondan daha önemlisi var: İşçi sendikaları. Sendika da
bir sınıfın ekonomikörgütüdür. Lonca ortaçağın, sendika modern çağın belirli sınıflarını,
bütünü ile içine alıcı niteliktedir. Ne denli kendi sınıfının sırf ekonomik çıkarları ile yetinirse,
o denli kendi içine kapalı, dar görüşlü, toplum ölçüsünde ülküsüz kalır.
Bu çeşit yığın örgütlerinin varabilecekleri en yüce basamak, Politikayı da kumar gibi
oynayan en ünlü uluslararası biçimi ile Trade-unionisme adını alır.
Tredünyonizmin sosyal niteliği: "işçi" adını taşımasına rağmen, hatta "İşçi Partisi" olduğu
zaman dahi, tüm işçi sınıfını değil; işçi sınıfı içinden sivrilmiş aristokrat amelelerin ve işçi
sınıfı içine sokulmuş küçük burjuva (ve burjuva, derebey)aydınlarının örgütte ağır
basmasıdır. Bu sınıf yozlaşmasının politik niteliği: Sendikalizm (sendikayı, siyasi partinin
üstünde bir devrim aracı gibi tutmak) ve parlemantarizm (parlemento dışındaki halkı ve
eylemi küçümsemek) olur.
Dikkat edersek, sendikalizm ile parlemantarizm arasında bir çelişki var gibi gelir.
Sendikanın rolünü abartmak; parlamentonun rolünü ufaltmak değil midir? Tersine,
parlamentonun rolünü abartmak; sendikanın rolünü küçültmek değil midir?.. Böyle sanmak,
görünüşe aldanmaktır. Sendikalizm: İşçi sınıfı içinde işveren sınıfı ajanlarının ağır basması,
proletaryanın politika bılincinin körletilmesidir.Parlamentarizm: Hanyayı Konyayı
anlamamış halkın, gözü açılmaksızın, her dört yılda bir sandık başına gider gitmez, her şey:
bilerek, anlayarak oy verebileceği yalanını yutturmacadır.
Böylece, sendikalizm denilen tencere yuvarlanır, parlamentarizm adlı kapağını bulur.
Sendikada İşçi sınıfı, parlamentoda tüm halk: İçyüzlerini tanımadığı kimseleri sözde seçer;
sonra, "zâhir ben seçmişim" deyip, o kimselerin bütün ettiklerine katlanarak, kaderine küser.
Her iki durumda da, tam: "Dalavere, malavere.. halk Mehmet nöbete" çıkarılır.
4- Örgüt Ana Halkasının Diyalektiği;
Demek, bugün Türkiye'de örgüt zincirinin ana halkası: Ne lonca kalıntısı dernekçilik,
ne bilinç törpüsü sendikacılık, ne politika testeresi parlamentoculuk oyunları olamaz.
43
Elbet işçi - köylü - halk - aydın vb. yığınlar, elden gelirse bir teki dışarıda kalmamak üzere
en geniş ve en güçlü dernekler ve sendikalar içinde örgütlenmelidirler. Her sosyalist, her gün,
her saat başı becermelidir o yığın örgütlenmelerini. Ancak, suyun başını politikanın kestiğini,
politik savaşın ise her şeyden önce sosyal sınıf bilinci ile yöneldiğini, bir saniye bile
unutmamalıdır. Ve saniye yitirmeksizin proletarya partisini gerçekleştirmelidir.
Suyun başı parlamentoda kesilmiyor mu? Evet. Öyleyse parlamentoyu, seçimleri ve ilh.
efendi - ağalara bırakıp mı gideceğiz? Hayır. Elbet ülke çapında söyleneni herkesin
işitebileceği en yüksek minare parlamentodur. Orada yalnız finans beyleri ile tefeci ağaların
istedikleri ezanı okumalarına, birbirleriyle kayıkçı dövüşü yapmalarına seyirci kalamayız.
Seçim kampanyalarında halkın bilgisizliğini ve bilinçsizliğini alabildiklerine sömürmelerine
kaygısız abdalca bakamayız. Ancak, parlamento dışındaki halk, yani tüm
millet uyarılmadıkça, meclis kürsülerinde, - o da bırakırlarsa! - bin yıl çekilecek en parlak
söylevlerin halka maval okumak gibi geleceğini, halkın herşeyden önce "oy
davarı" olmaktan kurtarılması gerektiğini bir salise, bir an bile unutmamalıdır. Ve ân
geçirmeksizin proleterye partisini, hem halk, hem meclisler içinde savaştırmalıdır.
Görüyoruz; ekonomik eylem (dernek, sendika vb. yığın örgüt ve kampanyaları)
de, politik eylem (meclis, seçim vb. seçkin örgüt ve kampanyaları) de, son derece keskin iki
yüzlü kılıcın en yaman diyalektiği ile işler. Ve oportunizm de, revizyonizm de herşeyden
önce Türkiye toprakları ve insanları için önerilecek bin bir türlü ekonomik ve
politik düşünce ve davranışların mihenk taşına vurularak değerlendirilir. Dünya çapında
ezberlenmiş doğrular ne olursa olsunlar, Türkiye'nin ekonomi ve politika örgütlenme zinciri
üzerinde uygulanıp denenmedikçe, doğru değerlendirilemez.
5 - Oportinist kim '? Revizyonist kim ?
Kim işçi - köylü - aydın - esnaf örgütlenmelerine : "dernek ya sendika da neymiş? Biz
devrimci sosyalistiz!" diye dudak bükerse, o oportunizmin de, revizyonizmin de en iflâh
olmaz katırıdır. Böylesine "devrimci sosyalist" lere verilmiş: "sosyalist -
revolüsyoner" adı, anarşizmin, nihilizmin domuzudur... Kim, işçi sınıfı ile köylülüğümüzün
bilimcil sosyalistçe iktidar savaşı yapacak sıyasi partisi olamaz der veya onu zamanı gelmedi!
gibi altına etmış şıh kerametiyle erteler ve geciktirirse, o oportunizmin de, revizyonizmin de
en iflâh olmaz katırıdır. Böylesine başıbozukça beyinsiz işgüzarlıklar, her yerde, herzaman, en
terörcü gösterişlere de sapıtsa, ileriye kaçan ödlekliğin ve bozgunculuğun domuzudur.
Örgüt için doğru olan diyalektik: Meclis ve seçim vb.
alanlar için de aynen doğrudur. Daha yüksek devrimci eylemler
birinci plâna çıkmadıkça, yahut burjuvazinin kendisi meclis
kanurılarını, anayasaya bile metelik vermeyip, çiğneye çiğneye
sıfıra indirmedikçe, her türlü meclisler ve seçimler
dövüşlerinden kaçınmak, çekimserleşmek oportunizm ve revizyonizmdir.
Ama, işçileri fabrika cehennemi, Patron ve Ajan provokasyonlan ve kıyımları ile
mücadelelerinde sendikalizme teslim emek, köylüleri topraksızlık ve ağır kapitalizm ve
devletçilik yükleriyle mücadelelerinde adaletsizliklere, idare ve kalem efendisi baskılarına ve
jandarma dipçiğine darmadağın çıplak et olarak bırakmak,gençleri, yetmiş yedi buçuk finans-
kapital ve Hacıağa ajanları, casusları tarafından adım başında kurşunlanırlar, resmen gizli
işkencelere uğratılırlarken anarşi ile suçlamak.. ve hepsinin üstüne birer bardak soğuk su
44
içerce, birer parlak parlamento nutku çekmek.. Oportunizmin ve revizyonizmin en onmaz
batağına gömülmektir.
45
Proletarya Partisi Nedir?
16 Şubat 1971
Türkiye'de bir proletarya partisi için ardarda duyurular ve çağırılar yapılıyor. Birçok
arkadaş Proletarya Partisi'nin ne olduğunu veya ne olabileceğini kendi kendilerine ve
herkese, bu ara bize de soruyorlar.
1- PROLETARYA PARTİSİ PROBLEMİ
Bu ve benzeri sorulara sık sık karşılıklar verildi, açıklamalar yapıldı yapılıyor,
yapılacak. Burada, bir yol daha kısa bir prensip aydınlatması yapmaya çahşalım.
Proletarya partisi nedir? Dünyada ve bizde bir veya birçok adıyla sanıyla işçi partileri
oldu, oluyor, olacak. Bunlar proletarya partisi midirler? Değil midirler? Proletarya partisi
iseler, nasıldırlar? Değilseler, neden değildirler? Bu soruların kısaca karşılıkları bulunmalı,
verilmelidir.
Ayrıntılar içinde boğulmamak için alfabetik gerçeklikleri anarak yürüyelim.
2- PROLETARYA SÖZCÜĞÜNÜN ÜÇ ANLAMI
Proletarya partisi deyimi içinde iki sözcük var.
Önce proletarya nedir? Tam karşılığı modern işçi sınıfı demektir. Parti sözcüğünü
sonraya bırakalım. Demek Proletarya sözcüğü içinde üç ayn anlam otunır:
1) İşçi,
2) Modern,
3) Sınıf..
Bu üç anlamı duruca kavramazsak; proletaryanın ne olduğu gölgede kalır.
3- İŞÇİ NE DEĞİLDİR?
İŞÇİ nedir? İşçi sadece başkası hesabına çalışıp sömürülen insan değildir. Böyle
insanlar, uygarlık denilen sınıflı toplum doğdu doğalı vardır. Hatta, tarih öncesinin sınıfsız
toplumu orta barbarlık denilen sürü ekonomili çobanlık çağında bile: Köle adlı, babahan
yanına yanaşmış çalışan insan tipleri belirmiştir.
Ne tarih öncesinin aile çocuğu yerine geçen insancıl kölesi, ne uygarlığın hayvandan
beter şartlar altına soktuğu, bir aygıt, cansız âlet gibi kullandığı, isteyince kırdığı,
öldürdüğü insanlıktan çıkarılmış kölesi: İşçi değildir. Kölenin bütünü (bedeni ve ruhu) hep
birden pazarda alınır, satılır ve ebediyyen sahibinin malı olur.
Ortaçağın lonca ustaları yanında çalıştırılıp sömürülen kalfalar ve çıraklar, köle gibi
parayla alınıp satılmasalar bile ömürleri boyu ustalarının ve loncalarının tüm
yaşantılarıyla yetkisi ve kontrolualtında bulunurlar. İşçi, ne "usta"sına veya "patron"una,
ne herhangi bir loncaya öyle, bir bitkinin köküne bağlı kaldığı gibi yapışık
ve kişiliksiz değildir.
Antika Tefeci - Bezirgân toplumda (gerek "ilkçag", gerek "ortaçağ" adı verilen
ortamlarda) çalışanlar, sömürülenler, kimi "amele" (İşçi) adını taşısalar
bile, "ulûfeli" (ücretli, gündelikçi) olsalar bile, bugünkü "proletarya" deyimi içine
girecek "işçi" sayılamazlar.
4- İŞÇİ NEDİR?
MODERN nedir? İşletilip sömürülen insanı işçi yapan şey: "Modern" oluşudur.
46
Modern ne demektir? Kısacası: Kapitalist demektir. Modern işçi: Kapitalistin işletip artı-
değer sömürdüğü çalışandır. Modern işçi: Ne onu işletenin malı olan ilkçağın kölesidir, ne
işleten kişi veya lonca gibi örgütlerin bitkicil ortaçağ uydusu olan kuldur.
Modern İşçi: Hür (özgür)dür. Hem iş aygıtlarından "hür"dür, yâni kopmuş,
yoksundur, çalışacak aracı yoktur;
hem kapitalistten (veya loncalardan) "hür"dür, yâni kimsenin ve hiç bir
şeyinkölesi değildir. Kulu da, "Kapıkulu" da değildir. Pazarda ne bedenini, ne ruhunu hiç
bir vakit satmaz. Yalnız, belli bir süre için, belirli bir ücret (gündelik) karşılığı olarak
işgücünü satar. Bu bakımdan proletarya partisi; ne ortaçağın kölelerinin, ne ortaçağ kullarının,
ne "kullukta kusur etmeyen"; "ustaların", "kalfaların", "çırakların" partisi olamaz. O çeşit
antika kul-köleliklerin türlü izlerini ruhlarında, hatta kimi bedenlerinde taşıyan: (Esnaf,
köylü, aydın v.b. ) sırf küçükburjuvaların partisi de hiç olamaz.
Türkiye gibi geri ülkelerde bu karakteristik üzerinde ne denli çok durulsa azdır.
Ve pratik parti çalışmalarına girilince yukarıda saydığımız ve sayamadığımız daha
nice "antikalıklar" ile karşılaşılacağı ayrıntılanyla görülecektir. O zaman bu
söylediklerimizin somut anlamları büsbütün ama gittikçe anlaşılacaktır. Örgüt içinde:
(deneme, bilgi, bilinç, karakter, vb. hiyerarşisinin önemi burada gizlidir.
5- İŞÇİ SINIFI NEDİR?
SINIF nedir? Üretimde çıkarları ve durumları bir olan insan kümelerine sınıf denir.
Modern işçiler de modern bir sınıftırlar. Ancak bir siyası partiyi sırf "işçiler" kurdu, yahut
yönetti diye o parti hemen protetarya partisi olamaz.
Her sınıf içinde olduğu gibi, işçi sınfı içinde de bir çok zümreler ve katlar yaratılmıştır.
Hele kapitalizmin en büyük dayanağı modern işçi sınıfı içinde birbiriyle çelişen bin bir ayırt
yaratmaktır. En altta Arapça'dan "ameliye", yahut Rumca "ırgat" denilen toprak işçileri,
sonra köyden yeni gelmiş Frenkçe "manövr" denilen kaba elişçileri, "kara amele"ler, daha
yetişkin işçiler, orta işçiler, okuryazar işçiler, okumaz yazmaz işçiler, uzman işçiler, usta
işçiler, çırak işçiler, kalfa işçiler, ustabaşı işçiler, sendikalı işçiler, sendikacı-işçiler, sendikasız
işçiler, ve ilh., ve. ilh.
İşçi Sınıfı: Bütün o zümrelerin topunu birden içine alır. Proletarya partisi: Bütünü ile
işçi sınıfının en genel, en ileri, en sağlıklı eğilimlerinin teorisini ve pratiğini temsil eden
örgüttür. İşçi zünırelerinden herhangi birinin veya ikisinin kendi özel eğilimlerine göre kurup
güdeceği bir parti, "işçi" adını taşısa bile, işçi sınıfı partisi olamaz. İşçi sınıfı bütününün
teorik ve pratik varlığını, tarihi eğilimini tümüyle temsil edemediği sürece güdük, sapık bir
zünıre, kat partisi olur. Oturaklı ve tutarlı bir proletarya artisi rolünü başaramaz.
Örneğin, Türkiye'de TİP denilen bir "işçi partisi" var. Buna neden proletarya partisi
diyemeyiz? Çünkü, TİP'i kendi özel zümre eğilimlerine göre ilkin kuran ve
güdenler "sendikacılar" adını alan ve bilinen kimselerdi. Sendikacılar, şayet işçi iseler bile,
çok kez işçiden kopmuş, imtiyazlı "aristokrat" işçilerdi. Sonra hepsi
seçme "küçükburjuva", hatta dekadan Aristokrat kalıntısı veya hayranı aydınlar TİP
mekanizması içine yabancı cisim gibi sokuldular.
Bu ikisi birbirinden daha şahbaz zümrelerin melez örgütü, ister istemez: "İşçi sınıfı
içınde burjuvazinin sözcülüğü" rolünü rahat buldular. Onların ilk işleri işçi
sınıfının bütünü ile de, mücadelesiile de tarihi ile de çatışmak oldu ve kopuşmak oldu.
47
Modern işçi sınıfına karşıtlıklarını "sosyalist" sözcükleriyle ne denli süsleyip örtbas etmek
isteseler, içlerinin içlerinde yatan antikalık (Küçükburjuva eğilimi), kapıkulu ruhlannı yer yer
sırıttırdı. Polis komplekslerini, felsefelerinin "Amentü"sü yapmaktan bir türlü yakalarını
kurtaramadılar.
6- PARTİ NEDİR?
PARTİ nedir? Bir sosyal sınıfın da, bir zümrenin de siyasi iktidar savaşı yapacak
örgütüdür. Sınıfın ve zümrenin ne olduğu gözümüz önünde bulunursa, bir partinin parti adını
gerçekten alabilmesi için başka neyin gerektiği daha iyi araştırılabilir. Bir partinin, parti
olabilmesi için yalnız sınıf partisi olması yeter mi? Hayır. Sınıf partisinin, aynı
zamanda siyası iktidar savaşı yapmaya elverişli bir örgütte olması gerekir.
Daha doğrusu, her gerçek parti önce sınıf örgütü, sonra siyaset örgütüdür.
Yahut sınıf örgütü demek, kendiliğinden siyaset örgütü demektir. Olmıyacak bir
varsayımla: Siyaset yapmayı beceremiyen bir örgüt sırf sınıf örgütü olsa ona parti adı
verilemez. Bütün zümreleriyle işçi sınıfını içine almış veya sırf her zümreden işçilerin
kurduklan ve güttükleri bir örgüt hemen proletarya partisiolabilir mi? Hiçbir zaman olamaz
Proletarya Partisi herşeyden önce bir siyaset örgütüdür.
Bunu söyler söylemez siyasetin ne olduğu, proletarya partisinin ne zaman, nasıl siyasi
örgüt sayılabileceği birinci problem olur. Siyasi parti bir sınıfın sınırları ve sınıf bencilliği
içine hapsolmamış bir örgüttür. Kendi sınıfından başkasını görmeyen bir
örgüt, siyasetin dışında kalmış ve parti olmaktan çıkmış olur. Çünkü parti, ne bir zümreyi,
ne bir sınıfı değil, sınıflı toplumda bütünüyle bir ülkeyi ve tüm Dünya'yı içine alacak,
yönetecek, değiştirecek bir örgüttür. Parti bu evrensel görevini yerine getirebilmek için sınıf
körlüğü denilen dar düşünce ve davranıştan kurtulmak, siyaset yapmak zorundadır.
Bu bakımdan proletarya partisi herşeyden önce kendi üyelerini politika alanında
yetiştirmek, onlara siyasi eğitim ve bilinç sağlamakla görevlidir. Sıyasi eğitim, lâfla olmaz:
Sınıflı toplumda var olan bütün sosyal sınıf ve zümreleri kollamakla olur. Sınıf bilgisi ve
bilinci bir tek sınıf içine tek yanlıca kapanıp kalmakla edınilemez. Bütün sosyal sınıf ve
zümrelerin içyüzlerini çokyanlıca kavrayıp işlemek gerekir.
Bunun ise tek pratik ve kaçınılmaz şartı: Bütün sosyal sınıf ve zümreler içinde her
zaman var olan tüm hoşnutsuzları ve tüm devrimcileri kendi içine almaktır. Onun için
proletarya partisi yalnız işçilerin değil, her sınıf ve zümre içinden bütün devrimcilerin
partisi olur. Yeterki başka sınıf ve zümrelerden proletarya partisi içine gelen hoşnutsuzlar:
1- Gerçekten devrimci olsunlar;
2- Gerilerindeki bütün kayıkları batırarak gelmiş olsunlar..
7- PROLETARYA PARTİSİNİN DİYALEKTİĞİ: BİLİMCİL SOSYALİZM
Buraya dek söylediklerimizden anlaşılacağı gibi, proletarya partisi
problemi, olağanüstü diyalektik işleyen bir mekanizmadır.
O mekanizmayı alışılagelmiş skolâstik antika metot ve mantıkla,
yahut metafizik modern burjuva metot ve mantığı ile kavrayabilmek olanaksızdır. O
nedenle proletarya partisi içinde ve dışında boyuna skolâstik ve metafızik kafalar kırılıp
dökülür durur.
Proletarya partisi hem bütün işçi sınıfının içinde olacak, hem de öteki bütün sosyal
sınıfların içinde olacaktır. Proletarya partisi: Hem bütünüyle işçi sınıfının devrimcilerini
48
içine alacak, hem de bütünüyle öteki sınıf, tabaka ve zümrelerin devrimcilerini içine
alacak... Bu apaçık bir çelişki değil midir? Bir çelişkidir.
Ama, akıldan uydurma, sübjektif ve soyut bir ölü çelişki, yâni saçma değildir: Tanı
tersine, yaşantıdan gelme, en objektif ve en somut bir canlı çelişkidir, yâni gerçekliğin tâ
kendisidir.
Proletarya partisinin bütün gücü ve bütün dinamizmi bu gerçeklerin
canlı diyalektiğinden gelir. Proletarya partisi iliklerine dek bir sınıf partisi, işçi sınıfının
partisidir. Ama egoist, kendi sınıf tekkesinin aşılmaz duvarları içinde bunamış sınıf tekelcisi
bir parti değildir. Örneğin İngiliz Trade- union'larının işçi partisi öyle dar sınıfcıl kaldığı için,
herşeyden önce, sendika ağalarının, Finans-Kapital uşaklığına yatkın, işçi sınıfı düşmanı,
emperyalizm dostu örgütüdür.
Proletarya partisi, yalnız işçi sınıfının çıkarlarını ve dar çerçevesini düşünmekle kalmaz.
Sosyal sınıflar tabusunu, işçi sınıfı ile birlikte toplum alın yazısından siler. Ortada
yalnız insan varlığını yüceltecek bir toplum ülküsünü taşır. En az sınıfcıl olduğu
kertede insancıldır. Ham ervahı çileden çıkaran başdöndürücü diyalektik buradadır. Bu
olağanüstü: (sınıf + insan) ülküsünün biricik bilimi ve bilinci, teori ile pratiği işçi sınıfı
açısından proletarya partisinde sentezleştirmiş bulunan bilimcil sosyalizmdir.
49
İşçi Sınıfının Tarihçil Görevi
Sevgili İşçi Kardeşlerimiz;
Hângi Cehennemde nasıl yakıldığımızı, siz herkesten iyi biliyorsunuz : Ne zaman
kanunca ve insanca hak aramıya kalksanız önünüze kimler çıkıyor? Besbelli. Önce Patronun
her zamanki bekçi köpekleri sizi üretmiye çalışıyorlar.
O sökmedi mi, Patron, sizin, bizim içimizden yüzde bir iki zayıf ruhlu, zayıf yürekli,
zayıf vicdanlı toy, câhil biçare işçi arkadaşı kandırıyor. O kandırılmış beş on satılık kul köleyi
silâhlandırıyor : Paralı asker gibi üzerimize sürüyor.
Bu üç beş kuruş bahşiş almak, yahut işinde kayrılmak, işinden atılmamak için kendi öz
kardeşinden yakın olan işçi kardeşleri üzerine tabancalarla, bıçaklarla saldırtılan zavallılar
çoğu hâin oldukları için korkak çıkıyorlar. Sizin silâhsız, kendilerirıin silâhlı olmaları bile
yetmiyor. Elbirliği etmiş yüzlerce, binlerce işçi kardeşimiz önünde, o ciğerlerini beş paraya
Patron alçağına satmışlar bozuluyorlar.
O zaman, İşverenin Karakolda, yahut Müdüriyette peylediği bir iki kanun çiğner, yahut
rüşvetçi Devlet Silâhlı güç âmiri kışkırtılıyor. Gizli yollardan işçiler düşman gösterilerek
çağırılıyor. Onlar, hakkını arıyan çalışan işçi yurttaşa vurmanın suç olduğunu biliyorlar.
Kendilerini cezadan kurtarmak için: o beş on işçi hâinini önlerinden iterek yedeklerine
alıyorlar. Hep birden namuslu çalışkanlara can düşmanı gibi saldırıyorlar.
Nerede fabrika, İşyeri varsa, her gün, her saat işlenen bu cinayetler, büyük şehirlerin
dışındaki ıssız işçi semtlerinde, Kanunun göremiyeceği umdukları sapa kırlarda, vahşi
yerlerde geçiyor. Ama sizin gözleriniz önünde haksız saldırının bir noktası bile gizli kalmıyor.
Her ân kurşunlanan, bıçaklanan biz işçileriz.
Ne işyerinde rahat bir soluk alabiliyoruz, ne evimizde çoluk çocuğumuzla emniyette
yaşıyabiliyoruz. Son zamanlar, artık işçi olmak, dağ başında eşkiya eline esir düşmekten bin
kat beter oldu. Nedir bu başımıza gelenler? İşçi olduysak günaha mı girdik? Ne istiyorlar kan
ter dökerek geceli gündüzlü çalışanlardan?
Boyuna emeğimizle Patrona 10 değer yaratıyoruz. Patron bize 3 değerlik bir gündelik
vermiyor. Üstelik bin hakaret, baskı yetmiyor. Aylıklı askerlerle kurşun, dipçik yağdırılarak,
hürriyetimize, hayatımıza kastediliyor. Neden işçiye dağdaki hayduttan daha kötü gözle
bakılıyor?
Sevgili işçi kardeşlerim. Bu başımıza gelenlere, dünyanın her yerinde "Sosyal Sınıflar
Savaşı" denir. Biz işçiler her yerde, barışçıl yoldan en basit insanlık hakkımızı arıyoruz.
İşverenler, hemen bekçi köpeklerini, külhanbeylerini, aylıklı askerlerini açıktan açığa
silâhlandırıyorlar. Biz işçilere karşı tabancalı, tüfekli, hançerli Sınıflar
Savaşını kışkırtıyorlar.
Demek biz istesek te, istemesek de, İşveren sınıfı işçilere karşı sürekli Sınıflar
Savaşını hiç utanmaksızın sürdürmektedir. Üst katlarını pençesinde tuttuğu Devletin silâhlı
güçlerini de kendi özel köpekleri, aylıklı askerleri ile birleştirmenin hileli yollarını arıyor. Ve
ne yazık ki, sık sık o fırsatı da buluyor.
Bir karısından dayak yemiş komiser, bir âferin budalası çavuş, açlıktan nefesi kokan bir
50
rüşvet delisi temditli seçiyor. Bizim gibi köylü, şehirli işçi olan Mehmetçikler, işsizlikten
kırılmış Polis memurcukları, kimsenin görmediği yerlerde üzerimize ateş etmiye
zorlanıyorlar. Sonra, karşımıza geçen işveren sınıfı, biz işçileri hiç utanmadan Sınıf
Savaşı yapmakla suçluyor. Yavuz hırsız işveren,Evsahibi işçi sınıfını böyle şaşırtıyor.
Böyle oldu bittiler önünde İşçi Sınıfımız ne yapacaktır? Zorla içine itildiği Sınıflar
Savaşını görmezlikten gelmek de, şaşırmak ta haydut Parababalarının ekmeklerine yağ
sürmek olur. Onlar yaptıkları soygunlarını, kanlı haydutluklarını hâince, alçakça maskelemek
için, örtbas edip herkesi aldatmak için: "Sınıflar Savaşı istemiyoruz!" diye ikiyüzlülüğün en
namussuzcasını işliyorlar. Ve ardından gizli açık silâhlı adamlarını İşçilerin üzerine
saldırtıyorlar. Karagöz'deki çıfıt gibi: hem vuruyorlar, hem "Ne vuruyorsun be!" diyorlar.
Bu kahpece oyunda şaşırmamak için istemiyerek başımıza açılmış bulunan Sınıflar
Savaşını: büyük İşçi Sınıfımıza yaraşır bir uyanıklılıkla açıkça görelim, duruca
bilelim, bilincimize çıkaralım. 35 milyon Türkiye halkı içinde sayiları bir kaç bin zibidiyi
geçmiyen bir avuç satılık; vatansız, millet sömürgeni, işçi düşmanı Parababası'nın niçin her
dakika halkımızı Sınıflar Savaşına zorladığını iyice kavradık mıydı, ondan sonrası kolaydı...
Bu, kulağımıza küpe olması gereken Birinci Derstir.
Bir kaç bin kurnaz yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmaz. O bir kaç bin kurnaz,
niçin ve nasıl: çalışanların her günkü bir lokma ekmeğini bile çok görüyor; İşçi ve Köylü
fukaranın çoluğunu çocuğunu, evini barkını darmadağın sokağa atabiliyor; hakkını arıyan
emekle değer yaratıcı insanlarımızın üzerine ikide bir süngü ateş, kurşun.. sıkışınca tank, uçak
yağdırabiliyor? Niçin ve nasıl mı? Çok basitçe: Siyaset İktidarını TEKEL'inde tutarak ve
tutabildiği için... Bu, kulağımıza küpe olması gereken İkinci Derstir.
Çivi çiviyle sökülür. O, ciğeri beş para etmez, memleketin
gümrüklerini "Batılı" dedikleri Parababalarına, "Ortak Pazar" dalaveresine kurban
ederek milleti resmen satan bir kaç bin soyguncu ortada. Bu güruh madem ki, Politikanın su
başlarını keserek, İktidarı tekelinde tutarak türlü canavarlıklarını yapabiliyor. Sonra,
Meclise soktuğu Adamlarıyla kayıkçı dövüşleri çıkararak dikkati o hokkobazlıklara
çekebiliyor. Sonra, ezik, bitik, aç, işsiz yığınlarımıza koleralı zemzem satarak, her çapulun ve
haydutluğun "Din İman, Bin Mintan" adına yapıldığını da rahatça yutturmanın yollarını
parayla, zorla, sürü sürü sözüm yabana "gizli" tarikatlarla arayıp bulabiliyor. Bunun
önüne Siyasi İktidarı ele alma savaşından başka hiç bir şey geçemez. Bu, kulağımıza küpe
olması gereken Üçüncü Derstir.
İktidar lâfla alınmaz. Normal olarak Siyasî İktidar Savaşı yapacak bir Sınıf Partisi ile
alınır. Bir askercil vuruş, bir çete baskını: her hangi şartlı momentten,
veya sürprizden yararlanarak İktidara çıkamaz mı? Belki çıkar. Ama İktidara çıkmak değil,
çıkılan yerde tutunmak iştir. Bugün İktidarda tutunmanın tek şartı: Modern bir Sosyal
Sınıfa gerçekten dayanmış, yedek sosyal güçleri akıllıca kullanabilen bir Öncü Örgüt (Siyasî
Parti) ile olur. Çalışan yığınlarımızın Siyasî İktidarda tutunacak Örgütü, ancak İşçi Sınıfı
Partisi olabilir. Bu, kulağımıza küpe olacak Dördüncü Derstir.
Fabrikaları, Yolları, Çiftlikleri, Sarayları; Şehirleri, Gecekonduları yapan ve işleten İşçi
Sınıfımız, Devrimci Gençlikle elele: İşçi Sınıfı Partisini de yapacaktır. Çünkü İşçi Sınıfı
Partisini yapıp yürütmeyi beceremedikçe, başka her şeyi yapmanın, Dünyaları yeniden
kurmanın, insanca yaşamak için yetmediğini, her günkü gözyaşlı ve kanlı denemeleriyle
51
sınamıştır. Daha da çok sınayacaktır. Yaşamanın ve bin bir günlük dövüşün verdiği bu en
büyük denemeli Ders, öteki aşırıca açık 4 Düşünce ve Davranış dersi ile çelikleşecek,
mızraklaşacak, bir avuç asalak gerici geriletici Vatan hâini Parababasının İktidar
Tekelini ve Sınıf Tahakkümünü yenecektir.
Tarihin yörüngesi, en ufak ikirciliğe yer bırakmıyacak ölçüde, İşçi
Sınıfının yörüngesine girmiştir. Ne denli parlak göktaşı görünmek tutkunluğu içinde
bulunurlarsa bulunsunlar, eğer uzayın sağır boşluklarında yitmek istemiyorlarsa,
bütün Devrimci yıldızlar, Tarihin ve İşçi Sınıfının yörüngesi içine akmalıdırlar. Bu
yörünge Proletarya Partisidir.
52
Neden Eneski Sosyalizm?
1974 yılının şu yaşadığımız günlerinde sosyalistlerin en aci! görevi nedir? En acil görevimiz,
tıpkı dün olduğu gibi bugün de, Proletarya Partisini yeniden örgütlemektir. En yakıcı ve en
canalıcı sorun budur. Her gerçek sosyalist kişi yahut gurup istese de istemese de bu so-
rumluluğu omuzlarında taşımaktadır. Kıvılcım gazetesi bu yolda sorumluluğunu bilerek
çıkıyor. Amacımız havanda su dövercesine kuru lâf kalabalığına boğulmak ya da "devrimci" -
gevezelik yopmak değil. Yazdığımız her yazı, söylediğimiz her söz ve yaptığımız her hareket
ile Proletarya Partisine doğru yönetmek ve yöneltmek azim ve kararındayız.
Daha ilk sayısından itibaren Parti sorununu açıkça ve duruca işlemeye başlayan Kıvılcım,
sağlı, "sollu" baltalamalarla karşılaşmıştır. Ellerinde var olan olanaklarına rağmen Parti
konusunu işlemeyen ya da zoraki olarak uçundan tutan dergiler ve gruplar sosyalist ortamı-
mıza somut öneriler getireceklerine, derlenmenin yolunu ve şeklini göstereceklerine; bu yolda
ilerlemeye çalışanları grupçulukla damgalamaya çabalamaktadırlar. Küçük burjuva
hastalıklara, kariyer düşkünü aydıncıklara, zuhur etme ve devrimci mücadeleyi "kendi" ile
başlatma sevdalılarına şimdilik diyeceğimiz yok. SÖZÜMÜZ, doğrudan ya da dolaylı olarak
onların etkisinde kalan GENÇ'ARKADAŞLARIMIZA ve İŞÇİ SINIFIMIZA'dır.
Mehmet Ali Aybar'dan Oya Baydar'a ve arkadasla-rma ve hatta Behice Boran'lara kadar
hemen herkes "Sosyalist Partiden" dem vuruyor. Ancak, NASIL Parti, NE ŞEKİLDE Parti.
NE ZAMAN Parti? İşte hiç biri bir-türlü buna gelemiyorlar. Bütün kaos, bütün kargaşa bu-
rada patlak veriyor ve kimin ne dediği bir türlü anlaşılamıyor. Yahut, çok iyi anlaşılıyor ve
yazılı olsun sözlü oi-sun önerilen tartışma arenasından kaçıyorlar, yiğitçe eleştirme ve
eleştirilmeyi çoğu göze alamıyor, iş dedikodulara ve fare mızıldanmalarına kardırılıyor.
Proletarya Partisi için SOMUT önerilerimiz ileride olacaktır. Şimdilik hangi plâtformda
olmalıyız? Ya da neden eneski sosyalizmi temel olarak almalıyız, bunu ince-iiyelim:
"İnsanlığın her pratiği gibi teorisi de: Geçmiş -Gelecek kuşaklar arasında kaçınılmaz iiişki -
çelişkilerle gelişir. Geçmişle ilişkiler açıkça veya gizlice kopan-l'tsa çelişkiler ürkekçe veya
iki yüzlüce atlanırsa gelişim eli r u r.
Bu kural herşeyi gibi Sosyalizm için de doğrudur. Toplumun veya kendi kendisinin
gerçeklerini, bir öğrenci içtenliği ve alçak gönüllülüğü ile etüt etmiyen sosyal akım istediği
denli sansasyonel (duygu çatlatıcı) olsun, Tarihçil gelişim pratiği içinde köksüz
davranışlardan. Teorik bilinç aydınlığı yönünde tutarsız düşüncelerden başını alamaz. " (H. K.
Devrim Zorlaması).
Türkiye'de sosyalist mücadele bizlerle (1960 sonrası kuşakla) başlamamıştır. Sosyalist
hareketimiz bu denli köksüz değildir. Örgütlü olarak verilen bilimcil sosyalist mücadelemizin
tarihi 1920 lere kadar uzanır. 50 yılı aşan teorik ve pratik Sosyalizmimiz çeşitli dönemlerde
kopukluğa uğramasına ve tecrit edilmesine rağmen YOK edilememiştir. Nicelik itibariyle ne
denli azalırsa azaisın, Proietaryacı Sosyalizmimiz NİTELİKÇE daima VAR olmuştur. Bu
objektif bir gerçeğimizdir.
İnsanoğlu, gerek düşünce gerekse davranış alanında kendinden önceki yaratılan şeyleri îemel
olarak alır ve onun olumsuz yanlarını olumiulaştırarak ileriye doğru yol kateder. Örneğin,
bizden önceki kuşakların yarattığı tekniği yok sayarsak ve ondan yararlanmazsaz ne oîur
53
Dünyamız? Bir an düşünmek bile böyle bir durumun anlamsızlığını görmemiz için yeterlidir.
Bizden önceki kuşakların teknik varlarını yok kabul etseydik; bugün için,, a'eğil Uzay çağına
ulaşılması, insanlık en ilkel ihtiyaçlarını karşılayabilmeyi başaramazdı. Toplum içinde, daha
bir yasına henüz girerken konuşmaya başlayan çocukluğumuz, eğer toplumun dışında
birakılsa ne hale döner? En basit konuşma sorunu, nesillerce süren bir gelişim sonucu
çözümlenebilmiştir. Toplum dışında yetişecek bir insan yavrusu, kendinden önce kazanılmış
sosyal deneylerden yararlanamazsa bir hayvan yavrusuna dönmez mi?
Bu en basit gerçekler, "Sosyalizm için de geçerlidir. "...hayatın dinamizmini temsil eden yeni
kuşaklar durmuş, yanılmış eski kuşağı yıkmak için yıkmazlar. Yıkılan sakat ve bayağı
eğilimler, derinliğine teorik araştırmalarla doldurulur...Dünya'da eski yanılan kuşağın
değerlendirilmesi sonunda yeni ve daha yüksek teorik sentez yaratılır. Türkiye'de Eskinin
olumluluğu örtbas edilip üzerine oturulduktan sonra, teorik hiçbir yüksek senteze
vardırılamaz...
...kautsky: M. Sosyalist Enternasyonal'in lideri, Ple-
tanof: Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisinin lideri. Her
kişi de Bilimcil Sosyalizmin klâsikleri sırasına girmiş...Onlara karşı Lenin çıktı. Niçin?
"Teoriyi uğrattıkları sakatlama ile mücadele" için. Ne zaman? 1893'ten 1915 yılına dek: tam
22 yıl aynı II. Enternasyonal ve R. S. D. İ. P. içinde çalıştıktan sonra. Her iki örgütte de
çeyrek yüzyıl Kautsky ve Plehanof "öğretmen", Lenin "öğrenci" sayılarak çalıştı.
Nasıl çalıştığını mı merak ediyoruz? Bir saniye bile "beyinsiz işgüzarlık" yapmadan. Attığı
her pratik adımı bir teeorik yorumla geliştirdi. En sıkı örgüt disiplini içinde, en önde başı ile
ve gövdesi ile dövüştü. Gerçek baş Lenin'di ama 22 yıl hattâ 25 yıl Lenin örgüt geleneğini
sayarak "öğrenci" durumunu korudu...
İşte bütün o her adımda kendi toplumunun ekonomik, sosyal, politik, kültürel, orjinal
karakterlerini, sıkı Marksizm derinleştirmesiyle atbaşı birlikte giderek inceleyen bu adam o
büyük doğruyu kavramıştır; "Devrimci düşüncesiz devrimci davranış olmaz" demekle kalma-
mıştır; o prensibi uygulamıştır...Bir de bizim "üstad" ! a-rı düşünün. Hemen hepsi
Sosyalizmimizin "yedek parçalan" halinde ansızın harekete "ithâl edilmişlerdir. "Montaj
Sanayiimiz" gibi kafalarında yabancı makineli, yabancı hammeddeli, uyduruk bir "Montaj
Sosyalizmi" taşırlar., yamlmaz "lider" sayılmazlarsa hastalanırlar. Çünkü öyle nankör emekle
beklemiye tahammülleri yoktur. Ancak "üstâd" hk! arı yeni bir şey değildir. 50 yılın kuşakları
arasında neleri görülmedi? " (H. K. Devrim Zorlaması. )
Yeni genç kuşaklarımızı, bu eski hastalıklara karşı uyarmak için yukarıdaki satırlar dört sene
önce yazılmisti. Ancak görünen o ki, kimileri halâ ders almamış. Sosyalizmimize "İlke - tilke"
kesenler, "Olay" çıkarma* gayretinde olanlar ve benzerleri hâlâ aynı hastalığı sür-
dürmektedirler. Şu ya da bu dergiciğin sayfacığını veya gazeteciğin köşeciğini eline geçiren
baylarımız bayanlarımız "üstâd" kesilme sevdasıyla ahkâm kesmeye başlıyorlar. Her sosyalist
kişi yahut grup, Türkiye'mizin gerçeklerini, dününü - bugününü, ekonomisini, politikasını,
kültürünü v. s. derinliğine ve genişliğine ARAŞTIRMAK zorundadır. Yurdumuzun
gerçeklerini araştırmanın ilk, şartı: Bu yolda bizden önceki yapılan teorik ve pratik değerleri
Gözden geçirmek'tir. İkincisi: bizden önceki teorik ve pratik değerleri OLDUĞU GİBİ ele
almalı, hiçbir tahrifata ve çarpılmaya yöneîmemelidir. Üçüncü şart: İncelediğimiz geçmiş
54
değerlerin olum! u yanlarına KAYNAĞI GÖSTERİLEREK sahip çıkmalı ve olumsuz yanla-
rını kıyasıya araştırmalar ve incelemelerle geliştirip, daha üst sentezler yaratmalıdır.
Bu metodu izlemeyen her kişi yahut grup yahut sosyal eğilim gel-geç başarılar kazansa da
sonunda sapıtmaya mahkûmdur. Bütün bunları döne döne tekrar niye mi yazıyoruz?
Gençliğimizi yanıltan önce TİP ve sonra MDD yöneticilerindeki bu hastalığın geleneğini
şimdi gene kimi "ideolog" baylarımız ve bayanlarımız sürdürüyor.
Bunlar 50 yıllık Sosyalist hareketimizi görmezlikten geliyorlar. Geçmişimizin temel direkleri
olan iki doktoru (Dr. Şefik Hüsnü ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yı) susuş kumkuması ile boğmaya
yelteniyorlar. Özellikle günümüz Türkiye'sinin dahi EKONOMİK - SOSYAL, POLİTİK,
KÜLTÜREL, ORİJİNAL KARAKTERLERİNİ açıklamış bulunan Dr. Hikmet'in görüşlerini
hasıraltı etmiye ve bazılarını sulandırarak, çarpıtarak kendi orijinal buluşları imişçe
"piyasaya" sürüyorlar. En eskî Sosyalizm temeli, dudak bükemlerle burun kıvırmalarla
geçiştirilemîyeçek bir temeldir.
Geçmişten bugüne Türkiyemizin ekonomik gelişimini sınıfların yapılarını bunların politikaya
yansıyış biçimlerini, dinini, dilini kültürünü kısaca bütün gerçeklerimizi hallaç pamuğu gibi
atmış, incelemiş ve sonuçlandırmış-ttr. Bununla da kalmamış, Marks - Engels insanın (O
günkü) arkeolojik verilerin eksikli ve kendilerinde yeterince vakit bulamadıkları ancak
dahiyane bîr şekilde genel gidişini açıkladıkları ANTİKA TARİH Üzerine sentez olan tezler
getirmiştir. Antika ve modern tarihin genel ve özel gidişi üzerine verilen kıyasıya teorik savaş,
bîr an bile örgütlü Partili sınıf savaşından ayrılmıyarak verilmiştir. Bu gerçeği görmemek ve
teorik - pratik verilen savaşı yok sayarak olumlu yanlarından yararlanmamak en iflah olmaz
kariyerizmin içine düşmek, dağınıklığı ve kargaşalığı ebedileştirmektir.
İşçi sınıfımızın Partisinin kurulması için çığlıklar atan Burjuva Sosyalistlerimize soruyoruz:
1 - Nasıl bir parti? Yâni tüzüğü ile programı ile hangi nitelikte bir Parti'dir gönlünüzde yatan.
2 - Ne şekilde Parti? Yâni Parti kurulması için nasıl bir yol (metot) ve nasıl bir biçim
düşünmektesiniz?
3 - Ne zaman Parti? 141 ve 142 nin kalkması, Ak Günlerin çiçek açması mı bekleniyor?
"İçerdekilerin çıkmasından sonra, " somutça Parti atılımına girmek daha iyi olabilir. Ancak
Parti konusunda somut öneriler getirmek, tüzük -program tartışmasını açmak ve kafaların
aydınlanmasını sağlamak başkadır; hemen, gümrükten mal kaçırırcasına Parti kurmak başka.
Kimse ikincisini önermemelidir. Ama biz tartışma ortamının artık yaratılmasını istiyor ve
bunu başlatıyoruz. Diğer bir nokta, içeriden çıkması beklenenler ABA'-cıların "B" si ve "A" sı
yâni Boran'lar - Aren'ler olamaz.
40 mdan sonra "Burjuva Sosyalizm" huyluları, huyundan vaz mı geçecekler? Kimilerinin
beklediği bunlar olsa gerektir. Oysa beklenilen "içerideki" genç arkadaşfaınmrz. enerjik
insanlarımız olmalıdır. Ve bizce sağlıklı unsurlar crıcak bunlar olabilir.
"Grupçuluk" ithamlarına gelince: Proletarya Partisinin olmadığı bir dönemde en sağlıklı
düşünce ve davranış bile olsa, ister istemez o bir eğilim olarak, grup olarak değerlendirilmeye
mahkûmdur. Bundan doğal bir şey olamaz. Ancak doğal olmayan şey, işçi sınıfının Partisinin
kurulması için bir plâtform yaratılmasına çalışan,, kendi görüşlerini açıkça ortaya koyan ve
eğer var ise herkesin açıkça, yiğitçe konuşup düşüncelerini tartışmaya sokmasını isteyen
55
kendisinin eleştirilmesini öneren ve bunları yayınlayacağım söyleyen bir gazetenin sek-
îerlikle, yuvarlıkla itham edilmesidir.
Nasıl ki, "Güneş balçıkla sıvanamaz" ise; hiç bir ıtekkeci eğilim ve hastalıklı davranışlar,
çevrelerim ya-vnıltmada uzun boylu başarılı olamayacaklardır. Sosya-vlizmi yürekten
benimsemiş her namuslu kişi ya da gurup insanlarımız, 50 yıllık sosyalizmimizin ışığında
"Yü-reklerindeki inanç ve kafalarındaki bilinç'le" kavgaya atılmış bir avuç genç arkadaşın
yanında ve safında er geç yerlerini alacaklardır.
"Türkiye'de...50 seneden beri kurulmuş işçi Par-•tileri vardır, Sosyalist Partileri vardır. Bu
partilerin o za-ıman yenilgiye düşmüş olmaları, var olmuş olmalarını ortadan kaldırmamıştır.
...bugün, önümüzdeki aşamada, görevimiz böyle yoktan birşey var etmek değildir...bugün
konu, yeni aşamada: bir elli yıllık tarihçesi bulunan Türkiye'nin sosyalist hareketinin ve
Sosyalist Parti tutumunun Reorga-nizasyonudur. Yeni baştan örgütlenmesidir.
...Parti yapıcılığı konu değildir. Parti geleceğini göreneğinin, tarihini deneylerini ve ilh. mı
göz önünde tutarak, bu günkü aşamada bir Reorganizasyon yapmak lâzımdır. Ve bu
reorganizasyonda hangi PRENSİPLERİ, hangi PAROLALARI hangi DAVRANIŞLARI
koyacağımızı bir kere daha, hep birlikte arkadaşça, kardeşçe koyup çözmemiz lâzımdır. "
Kıvılcım, düşünce ve davranış alanında bunu somutça koymaya çalışmaktadır. Ve bu yolda
gücünün yettiğince devam edecektir.
KIVILCIM
56
Hangi Temelde Proletarya Partisi6
Bugün sosyalist çevrelerimizde Proletarya Partisi olmadan işçi sınıfımız ve halkımızın
kurtuluş mücadelesini yürütmiyeceğimiz anlaşılmış durumda. Bu 12 Mart öncesine göre çok
iyi bir durum. Bildiğimiz gibi 12 Mart >öncesi bütün guruplarımız (bazıları istisna) Proletarya
Partisi Problemini inkâr ederek, ve partisiz siyasî müca-ıdele yapma sevdasına kapıldılar.
Netice malum.
Bugün sosyalist çevrelerimizin Proletarya Partisi somununu, ana problem haline getirmeleri,
meselenin öne-smini kavradığımızı gösteriyor. Ancak bazı sosyalistler, Türkiye'de bir
Proletarya Partisi kurmak dendiği zaman [halâ, "yoktan bir şey var etmek" anlıyorlar.
Proletarya Partisini böyle anlayış ve koyuş harekette tarihcil sürekliliği, tutarlığı göze almayış,
bizi çok olumsuz sonuç-
lora götürür, bir çoklarını götürdüğü gibi. Problem şöyle konulmalıdır: "Türkiye'de işçi
sınıfının...50 seneden beri kurulmuş işçi partileri vardır, sosyalist partileri vardır. Bu partilerin
o zaman yenilgiye düşmüş olmaları, var olmuş olmalarını ortadan kaldırmamıştır. " (H. K. )
Mesele böyle konduğu zaman "proletarya partisi kurulabilir rni - kurulamaz mı", "zamanı mı,
değil mi" "şartları var mı yok mu" "ilk defa biz kuruyoruz" gibisinden daha nice skolastik
sorular ortalıktan kaybolur gider. Ve önümüze şu sorun çıkar; bu gün yeni aşamada: "bir elli
yıllık, tarihçesi bulunan Türkiye'nin sosyalist hareketini ve sosyalist parti tutumunu" nasıl
reorga-nize ederiz, nasıl yeni baştan örgüleyebiliriz? Parti yapıcılığı konu değildir. Parti
geleneğini, göreneğini, tarihini deneylerini ve ilhamını göz önünde tutarak bugünkü aşamada
bir reorganize yapmak lâzımdır. Ve bu reorga-nizasyonda hangi prensipleri, hangi parolaları,
hangi davranışları koyacağımızı bir kere daha, hep birlikte arkadaşça, kardeşçe, koyup
çözmemiz lâzımdır. (H. K. j"
Kısaca, Proletarya Partisinin yeniden örgütlenmesinde hangi tüzük - program ve parolaları
temel olarak almamız gere'kir. Ve bunu yaparken sosyalist parti geleneğini, göreneğini, tarihi
deneylerini göz önünde tutmak ve olumluluklarını benimsememiz şarttır. Hem, sözde değil
özde, "Rus Sosyal Demokratlarının programı söz konusu olduğu zaman, doğal olarak bütün
gözler, Rus Sosyal Demokrasisini kuran ve onun Teorik ve'Pratik gelişimi için çok şeyler
yapan Emeğin Kurulusu Grubunun üyeleri üzerine çevrilir. "
: Lenin böylesine bilimsel bir tavırla hareketin tarihcil sürekliliğine ve geçmişine sahip
çıkıyor/Ancak, geçmişe, eleştirisini yaparak, olumluluklarını alarak, sahip çıkıyor. Bu tutum
bir ülkede sosyalizm savaşının, başarıya ulaşmasında en önemli etkenlerden biridir. r€)ı%ün
için, iş yapmak isteyen, yani Türkiye'de sosyalizm savaşını yapmak isteyen ve onu başarıya
götürmek isteyen sosyalistler işe başından başlamalı ve eleştirerek bugüne gelmelidirler. İşin
başı denincede ister istemez Dr. H. Kıvılcımlı ortaya çıkar.
Biz "Kıvılcım" gazetesi etrafında toplanan arkadaşlar, bu yolu izleyerek yani sosyalist
hareketimizin geçmişini inceleyerek, Dr. H. Kıvılcımlının tahlil ve görüşlerinin doğru
olduğuna kanaat getirdik. Bugün yeniden örgütlemeğe çalıştığımız P. Partisinin programı
içinde, Vatan Partisi Programının temel alınmasını önerdik. Çünkü V. Partisi Programı
kendinden sonra kurulan T. İ. P. Programınca asılması bir yana, TİP programı, V, P.
6 7 sene ağır hapis, 2 sene 6 ay gözetim.
57
Programının çok gerilerinde kalmıştır. Onun için "Kıvılcım" gazetesi bir "İlk asgari program
eleştirisi" bir de "son asgari program" eleştirisi yayınladıktan sonra, kendi program önerisini
yapmıştır. Vatan Partisi Programı, basma kalıp veya tercüme kokan spekülasyon tesbitleri
yerine işsizlik ve pahalılık maddesinden yola çıkar. Başlıca iki bölümdür: Hürriyet ve
Ekonomi, elle tutulur eylem 'karşılıklarıyla konulur. Birinci amddesinden sonuncu maddesine
dek, içinden bir zerre dahi ayrılamazca zincirleme gelişir. En kaba işçi ile en cahil köylünün
kolayca anlayıp hemen uygulamaya geçebileceği pratik ve son teklifleri yapılaş-tırır...
"Türkiye'nin Proletarya Partisi, Minima Programını işler ve Maksima Programına geçerken o
yapıdan ve yapı taşlarından yararlanabilir. (H. K. )"
Yeniden örgütlemeğe çalıştığımız P. Partisine program önermek sosyalist çevrelerimizi, parti
üzerine nutuk çekmekten daha ileri bir noktaya getireceğimize inandık. Günümüzün âcil
sorunu dağınıklığa son vermek -partileşmek olduğuna göre, bu programı zorunlu kılan bir
adtmçkr. Programsız Proletarya Partisi düşünemeyiz.
Onun için sosyalist çevrelerimizi somut program önerimiz üzerinde tartışmaya çağırıyoruz.
Eğer başka program önerileri olanlar varsa mutlaka getirmelidirler. Proletarya Partisi için
yapılan her program teklifi ciddiye alınıp - üzerinde tartışılmalıdır. Tartışmalarımızı program
üzerinde yaparsak görüş ayrılıkları netçe ortaya çıkar. Ve bu görüş ayrılıklarının hangi
konularda köklü olduğu, esaslarda mı, yoksa tâli meselelerde mi olduğu açığa çıkar. Tabiî
buna bağlı olarak görüş ayrılıklarının derecesine göre aynı parti içinde calışılabilip
calışılamıyacağı da anlaşılır. Tartışmalarımız bunların açığa çıkmasını sağhyabilirse faydalı
olur.
Somut program tartışmalarına, parti lafı yapıpda işini yapmıyacak olanlar girmesin. Yani
"parti üzerine her tartışma açan parti kurmak istiyor demek değildir", düşüncesinde olanlar
girmesin. Giripte ortalığı bulandırmasın.
Somut program tartışmalarına, proletarya partisini kurmada kararlı olan devrimciler girsin. Bu
yola baş koyanlar girsin. Hem parti üzerine görüşlerini söyleyen hem parti kurmak için fiilen
çalışanlar girsin.
Program tartışmaları, sosyalist çevrelerin karsı karşıya gelmelerini, birbirini daha yakından
tanıyıp, meseleleri daha ayrıntılı tartışmalarını sağlamalıdır. Teori ve pratikte kendisine
güvenen her sosyalist kişi veya grubunda namusluca yapacağı şey, yüz yüze gelip tenkitlerini,
görüşlerini, ve tekliflerini açıkça mertçe yapmaktır. Bu yapılmadığı sürece bir adım dahi
atılamaz, tersine sosyalist ortamı, provokasyon oltasına yem ederiz.
Her sosyalist çıkışı veya girişimi "Ben içinde yo- kum", "benden izin alındı mı" "bana soruldu
mu" diye, veya "benim gurup değil" diye, her taraftan baltalamak, boğmaya çalışmak,
kimilerinin yaptığı gibi, sosyalist çevrelerden tecrit etmek için çırpınmak giderekten
"kapatın", teklifinden "kapatırız" tehdidine varmak, hangi davaya hizmet etmektir? Proletarya
davasına mı?
Bu türden iptidai - duygu, düşünce ve ruhtan, grupçuluk mantığından ve bencilliğinden
kendimizi kurtar-madıkça, Gerçek Particiler ve Gerçek Proletarya Sosyalistleri olamayız.
"Kıvılcım" gazetesi en eski sosyalizmin SESİDİR. Geçmişte kurulmuş partilerin
programlarının eleştirisini yaparak yola çıkmıştır. Ve yeniden örgütlenecek Proletarya Partisi
58
için Temel olarak Vatan Partisi Programını ve literatürünü önermiştir. Bu somut öneri
üzerinde söylenecek sözü ve eleştirileri bekliyoruz. Gerçek işçi sınıfı devrimcilerinin ve
Proletarya Particilerinin göstereceği tutum, somut önericileri ciddiye alarak, yapıcı - ilerletici
tartışma ve davranış olmalıdır. Bunun dışında "grupçuluk" iddia ve ithamları ile kafaları
bulandırmaya kalkmak ve bu tür suçlamalardan medet ummak, birincr problemimiz olan
Proletarya Partisini kurma girişiminden - çalışmasından yan çizmektedir. (Genç ve iyi niyetli
arkadaşlarımızın uyarıları bir yana). Dünyada her devrimci partinin kuruluş dönemlerinde
veya yeniden örgütlenme dönemlerinde bu türden ve daha binbir türlü bahanelerle yan
çizmeler, mız çıkarmalar olmuştur. Bizim tarihimizde de olmuştur. Bu gün de olmaktadır. İyi
tanımamız ve bilmemiz gereken şudur: Modern Proletarya Partisinin kurlmasmdan korluğu
kadar hiç bir şeyden korkmaz Finans - Kapital (parababaları. ) Son noktaya kadar işçi sınıfının
partisinin kurulmasını önlemek için binbîr bahane ile kundaklamaya - baltalamaya çalışır...O
yolda yürüyen devrimcilerin ayağına çelme takmak ve taktırmaktır, parti yolunda yürüyen
yoldaşları birbirine düşürmek parti yolcularını sosyalistlerden ve yığınlardan tecrit etmek
başlıca taktikleridir, Finans - Kapitalin. Bütün oyunlarına, baltalamalarına rağmen, kurmayı
başarabildiğimiz takdirde partimizi, bu defa Finans-Kapital
taktik değiştirir. Partimizin gelişmesini önleme, partimiz içinde bozgun yaratma, bölme
çabalarına girer. Kısaca-5i, Finan. s-Kapitaî ucsuz-bucaksız araç-gereçieriyle re ajanlarıyla,
binbir çeşit taktikleriyle, partimizi kurdur-lama - kurulduysa yok etmek için yaptığı ve
yapacağı çalışmaları burada sayıp dökmekle bitiremeyiz. Onlar (gericiler) devrildikten sonra
büe Partimizle uğraşmaktan vaz geçmeyeceklerdir, bunu bilelim.
O bakımdan Türkiye'nin namuslu - dürüst - iyi niyetli sosyalistlerine bunları hatırlatmayı
görev bildik.
Onun için dün olduğu gibi bugünde, kimin gerçek partici, kimin sahte iki yüzlü dönek
bozguncu olduğunu olaylara bakarak anlamaya çalışalım. Gerçek parti yolcuları ile
bozguncuları - mız çıkartıcılar - yan çizicileri ayıralım, Farklı düşünce veya eğilimde olupta
gerçekten Proletarya Partisine baş koymuş - gönül vermiş devrimci grup veya arkadaşlarla
mutlaka anlaşabilmenin - bir araya gelebilmenin ve el birliği ile Proletarya Partimizi yeniden
örgütlemenin çalışması - içindeyiz. Proletarya Partisinde kararlı bütün devrimci arkadaşlarla,
her nerede olursa olsunlar bağ kurmanın yollarını arıyoruz. Ve kendileriyle irtibata
geçebilmek için çırpınıyoruz. Ancak bu yeterli olmuyor. Onun için şu ilk çağrıyı yapıyoruz:
1 - "Kıvılcım", gazetesi Proletarya Partisini yeniden örgütlemede yararlanılacak, kollektif bir
örgütlenme aracı olarak düşünülmüştür. Darma-dağınık devrimciler arasında yeniden bağlar
kurabilmek için bir vasıtadır. Elbette "Kıvılcım" ı çıkaran arkadaşların da kendilerine özgü
görüşleri ve tahlilleri vardır. Ama bunları eleştirile-mez tabular yada doğrular otarak
görmüyoruz. Tersine eleştirilmemekten yakınıyoruz. Onun için "Kıvılc! m" m görüşlerini
benimseyen ve benimsemeyen bütün devrimci arkadaşların yapıcı ves ilerletici eleştirilerini
bekliyoruz, Hatta bu eleştiriler ve yazılara "Kıvılcım" da yer verüecektir. Ancak bu şekilde
"Kıvılcım" kollektif bir yayın ve örgütlenme niteliğine daha da kavuşacaktır.
2 - Devrimcilerin dağınıklıktan kurtulmaları en yakıcı problemdir. Onun için Türkiye'nin
neresinde olursak olalım - en az üç kişi bir araya gelir gelmez bir devrimci komite kuralım.
Bir yandan "Kıvılcım" ın merkezi ile irtibata gecelim - diğer yandan halkın içinde halkın
59
somut dertleri ile ilgilenelim - somut dertlerin çözümüne yardımcı olalım.
3 - Her devrimci komite bölgesinin olaylarını, kendi görüş ve tekliflerini "Kıvılcım" a
göndermelidir. Aynı zamanda "Kıvılcım" m dağıtımına yardımcı olmalıdır. Oünkü "Kıvılcım"
Burjuva dağıtımı şebekesinden değil, Devrimcilerin dağıtım ve maddî desteğinden yararlan-
maktadır.
Bütün sosyalistlere; parolamız: Yeni aşamada eski parola:
"PROLETARYA PARTİSİ"
KİVİLCİM
60
Grup, Grupçuluk, Parti7
Proletarya partisi problemini yeniden işlemeye başlayalı beri çeşitli guruplardan bize
gurupçuiuk ithamları gelmektedir. Bu ithamlardan şu ya da bu şekilde etkilenen Sosyalist
arkadaşlarımızı aydınlatmak amacıyla gu-rupculuk nedir, ne değildir? üzerinde durmayı
gerekli gördük.
Bugün için hemen herkes, el ve dil birliği etmişçe işçi sınıfının partisinin olmadığını söylüyor.
Görünen odur ki: Proletarya Partisinin olmadığı bir ortamdayız.
Kendi sübjektif kanaatlerimiz ne olursa olsun hareketimizin bugünkü aşamasında hepimiz
objektif olarak bir yuvar durumdayız.
Esas potansiyeli içinde taşıyan her birisi teşbih tanesi gibi bir tarafa dağılmış bulunan irili
ufaklı birçok gruplar, gurupçuklar vardır.
Çıkardıkları gazetelerinde, dergilerinde eleştirmek yiğitliğini gösteremeyip "Gurupçudurlar"
dedikodusunu yayanlar da; Sosyalistleri oldu bittiye getirerek parti kurmaya çabalayan
"Güleryüzlü Sosyalist" lerimiz de; kendilerine ne isim verirlerse versinler "Parti" olamayan
gençlerimiz de isteseler de, istemeseler de birer gurupturlar.
Problem, Proletarya Partisini bir an önce; yeniden örgütlenmesini sağlamaktır. Ve Sosyalist
ortamımızda var olan gurupların değerlendirilmesi "tek mi, çift mi? " oynarca, gurup mudur
değil midir? gevezeliği, ile yapılamaz. Partinin olmadığı ortamda, herkesin gurup olmak
zorunda olduğunu bilelim ve bu gurupların lafına değil, îşine bakalım. Sağlıklı değerlendirme
ancak böyle yapılabilir,
Gurupçu nedir? içinde bulunduğumuz şartların gereği olan Proletarya Partisi'nin yeniden
örgütlenmesini kendi dar çevresi uğruna gurubunun çıkarları uğruna engelleyen, bu göreve
yan çizen ya da bu sorunu kendi tekeline almafö çalışan her davranış ve düşünce tek-keci
eğilimin, gurupuçluğun, yuvarcılığın ta kendisidir.
Gurupçu ne değildir? Partinin olmadığı ortamda, partinin yokluğunun doğurduğu hastalıkları,
hataları görebilen, kendisinin ve diğerlerinin her çevresinde içine kapalı olarak kaldığı sürece
ilkelikten kurtulamayacağını ve sosyalist hareketimizin derlenmesinin sağlanamayacağını
bilince çıkaran ve bunun ışığında çeteleşmenin (yuvar ve mafil döneminin) ordulaşmaya
(partileşmeye) döndürülmesi için elinden gelen çabayı sarf eden guruplar gurupçu değildir.
Tekrar tekrar belirtelim: GÖREV: Proletarya Partisini yeniden ÖRGÜTLEMEKTİR.
1 - Bu sağlanmadıkça her topluluk gurup olarak kalmaya mahkûmdur.
2 - Bunu engeleyiçi tavır içinde bulunanlar en domuzuna gurupçuluğun, yuvarcılığın,
tekkeciliğin temsilcileridirler.
3 - Bunun sağlanması için; elinden geldiğince çalışan guruçîan gurupçulukla, yuvarcılıkla
itham etmek; İlkelliği ebedileştirmeye çalışmaktır.
Bu çerçeve içinde KIVILCIM'm durumunu inçeliye-lim: Israrla göze batırmaya çalıştığımız
konu, bizden (eriyeni sosyalist kuşaktan) önce bu topraklarda 50 yılı aş-'kın sosyalist
mücadelenin verildiğidir. Bizden önceki bazts kuşakların yaptığı gibi, kendimizi geçmişten
kopartmak; ve zuhur eğilimlerine artık son vermeliyiz. Geçmişteki başarı ve başarısızlıkları
7 7 sene, 6 ay ağır hapis, 2 sene 6 ay gözetim.
61
öğrenmeli, başarısızlıktan başarıya dönüştürmeliyiz.
O zamanın devrimcilerini uyarmak amacıyla 1932 yıllarında kaleme alınmış "YOL" adlı
yazıdan bir parça aktaralım.8
"10 - 15 yıllık tecrübelerle dolu sosyalizm tarihçemiz ve Türkiye'de var olan en eski burjuva
partilerinden daha eski bir teşkilât geleneklerine, geçirilmiş uzun mücadele konaklarına
rağmen, henüz Türkiye sosyalist hareketinin mecmu heyetini (topunu bütünüyle) gözden geçi-
ren tenkidçi analizi, velev taslak kabilinden olsun, yahut derme çatma parçalar halinde
bulunsun: eser var mıdır?
Hayır.
Bu hal, belkide en büyük ideoloji boşluğumuzu teşkil ediyor. Geçmişin döğüşleri, geleceğin
kavşağından kopmuş, gelecekte devam ve inkişaf elemeyen (sürüp gelişmeyen) tozlu arşivler
halinde, şunun bunun kafasında unutulmaya mahkûm kalıyor.
1 - Bu uzun mücadele konaklarında ne oldu, ne fbitti?
Bunu "aklî" (akılca) değil, Kur'an gibi "nakli" (aktarmalı) ye Ortaçağvari ağızdan ağıza
geçerek yeni nesillere taşımak, göreneğe kul olmak değil midir?
2 - Biri kalkıp ta, hatta sayıları bir elin parmaklarında pek öteye geçrniyen tecrübeli eski
yoldaşlarımızdan birisine sorsa:
"Parti tarihçemizde belli başlı yanlışlar ve onlardan çıkan dersler hangileridir? "
dese, acep "efradını cami, ağyarını mâni" sistematik bir cevapla tatmin edilebilir mi?
Öyle bir mucizeye bir an inanmak istiyecek olsak bile, böyle tatmin edici bir cevabın, görgülü
yoldaşlar arasında doğacak ilmî ve kollektif mücadele neticesinde gelişeceği, hiç olmazsa
daha manzumeleşmiş (sistemleşmiş) daha geniş ve tatmin edici olacağı muhakkak değil
midir?
Böyle bir iş ve eser var mıdır? Yoktur. "
Bugün için bunlar vardır. Ancak 40 küsur sene önce -yazılanlar hâlâ geçerliliğini koruyor.
Geçmişe ışık tutan yazılar, çiziler var. Ancak bunlar -basıldığı kadarıyla ol-'sun- genç
kuşağımızca bilinmiyor.
Gerek sosyalist guruplarımıza, gerekse kişilerimize İ>ir daha hatırlatalım: Proletarya
partisinin, gerekliliğini kavramak yetmez; özellikle partinin dayanacağı bir TEO-IRİK
TABAN belirlemek zorundayız.
"Devrimcî düşünce olmadan, devrimci davranış olmaz. " sözüne canlılık kazandırmak için
parti davranışımızı devrimci düşünce ile temellendirmeliyiz. Türkiyemizin ekonomik yapısı
nedir? Sınıfların durumu nedir? Bunların politikaya yansıyışı nasıl olmaktadır? Kültürü,
geleneği göreneği nedir? Bunlara cevap vermeyen, veremeyenlerin parti gevezeliği ciddiye
alınamaz.
Türkiyemizin EKONOMİK, POLİTİK, SOSYAL, KÜLTÜREL, TARİHCİL gerçekleri
sosyalist guruplarımızça bilinmemektedir. Bu konular. Dr. Hikmet Kıvılcımlı tarafından 40
8 Yol (Sosyalizm tarihimizden teorik bir belge): Sosyalist, Sayı: 19., 9. Mart. 1971.
62
yılı aşan kahırlı ve nankör bir çalışma ile sonuçlandırılmış, sentezlestirilmiştir. Bu sentezler
bugün için proletarya partisinin' teorik temellerini oluşturmaktadır. Parti programı
tartışmaları. bu teorik taban üzerinde olmalıdır, olacaktır. Ancak bugün derleme çabasıyla
ortaya atılanlar teorik TABANSIZLIKLARI yüzünden program* önerimizi daha susarak
geçiştirme çabasıyla pratik TABANSIZLIKLARINI da göstermektedirler.
Günümüzün sorunu. ENESKİ SOSYALİST KUŞAK İle ENYENİ SOSYALİST KUŞAĞI
SENTEZLEŞTİRMEKTİR. Eneski sosyalizmin teorik ve pratik temelleri üzerinde ancak, en
yeni sosyalist kuşağımız partileşmeyi sağlayabilir. Bu sentezden kaçışlar eğer provokasyon
değilse en büyük sapıtmalardır.
Sentez nasıl olacaktır? Var olan guruplar artık kendi "Köy" lerinin ötesini görmelidirler.
Türkiye'nin genişliğine ve derinliğine bir teorik araştırması yapılmıştır. Bunları savunmalı ve
sahip çıkmalı, var ise olumsuz yanlarını açıkça eleştirip yerine daha üst sentezler getirmeliyiz.
Eğer eleştiremiyorsak ve "Hata" sini bulamıyorsak onu benimsemeli savunmalıyız. Hele, hele
(Genç arkadaşlarımız bir yana) 50 yıllık teorik ve pratik değerlerimize sahip çıktığımız için
bizi gurupçulukla suçlayanlara gene YOL'dan bir cevap verelim ;
"Şimdiye kadar olan çeşit çeşit özlü Parti meselelerinde gruplaşmak istidadını gösteren
zümrelerin taktikle--ri" "...şu üç tarzda olurdu: "
"1 - Susmak;
2 - Parti disiplin ve legalitesinden gizli kapaklı de-üikodular fısıldaşmak;
3 - Çetrefil ve çetin meseleleri alaya almak. Lenin'in bu üç nokta üzerindeki üç açık kanaatini
tesbit edelim:
1 - SUSUŞ: "Toyca bir hiledir. "
2 - GİZLİ DEDİKODU yok: "Fikir mücadelesine büyük önem verildiği zaman AÇIKÇA
HARP ETMEK gerekir, yoksa saklanmak değil. "
3 - ALAY: "İstihzaya almak, işin içinden sıvışıver-menin, havadan sıyrılıp çıkıvermenîn ucuz
vasıtasıdır. "
Şimdiye kadar sağlı sollu "dessidant" lar (ayrı fikirliler) tarafından yapılan mücadele göreneği
bu idi ve bu olacağa benzer.
O bakımdan sözde kaimayan inkılâpçıların boyunlarının borcu, bu öldürücü (görenek:
durgunluk) sapıtmalarına karşı gelmektedir. Bunun için şu üç şart gözetilmeli-dir:
1) Ciddi davranmak;
2) Toyca susmamak,
3) Kavgada gizli kapaklı kaçanlara Parti meydanını fdeğil, büyük ve küçük burjuvaziye doğru
yol veren sıçan deliklerini ısmarlamak ve Lenin'in öğüdü ile: "Açıkça fharp ilân etmek"
gerekir.
Zaten fikir çarpışmasında açıkça savaş ilân etmek bilimsel sosyalizmin öz geleneklerinden
biridir. Marks ile Engels'in ilk "...bildirisi" hemen şöyle bitiyor:
"Gerçek sosyalistler kanaatlerini ve gayelerini (kanı-rlc'rmı ve amaçlarını) gizfiyecek kadar
alçalmazlar. "
Demek ki bizler eneski sosyalizmimizin olumlu yanlarına sahip çıkar ve savunurken, kimileri
63
dergi ve gazetesinde 50 yıldır var olan hastalıkların, sapıtmaların, geleneğine; '1} Susuş
kumkumasını, 2) Açık eleştiri yerine dedikodu yapmayı, 3) En ciddi öneri ve eleştirileri alaya
almayı, devam ettirerek sahip çıkıyor. İçlerinde iyi niyetli ve dürüst devrimcilerin bulunması
ne yazık ki bu genel karakteri değiştiremiyor.
Dostça, arkadaşça bir kere daha uyarıyoruz.
1 - Devrimci tarihimizin içinden fışkırıp günümüze: ışık tutan değerleri SUSARAK boğmaya
çalışmak;
2 - Açıkça eleştiri yapmayıp DEDİKODU larla soysuzlaşmak;
3 - En ciddi önerileri ALAYA ALMAK sapıtmaları
yetsin artık.
Bu hastalıkları, devrimci tarihimiz içinde bilince çıkarıp bir daha çıkmamacasma gömelim.
Proletarya Partisi mücadelemizi bu hastalıkların cenaze marşı yapalım.
KIVILCIM
64
Karyerizm – Demagoji - Parti
23 Şubat 1971
Sosyalizmde, en hayasızca demagoji, karyerizm (mevki hırsı) için yapılan gösterişli lâf
kalabalığıdır. Örneğin, halkımızın deyimiyle, "daha donunu bağlamayı
bilmeyen" her "çocuk" veya"adam" veya "kadın", sosyalizm üzerine, kimden olursa
olsun, üç beş kitap okur okumaz, hemen "doktrin sahibi oldum" derse bu demagoji olma
eğilimine çanak açmanın başlangıcıdır. Nerede, hangi kriteryum ile kendini ve düşüncelerini
denemiştir? Bir partinin çelik çekirdeği içinde bulunmadığına göre: Havada!
Aynı sosyalizm heveslisi çocuk veya adam veya kadın, dünyanın en iyi dileğiyle de
olsa, bir kendini beğenmiş dangalağın apık sapık "teori" saçmalamalarını bahane ederek
olaylar dururken şöyle de konuşabilir:
"İşte ortalıkta sosyalist geçinenlerin hali budur. Hepsi ya karacahil, ya ne oldum delisi
ukalâ, ya kuşbeyinli manyak, sosyalizm papağanıdır. Öyleyse, ey gençlik, ve ey sosyalizm
sempatizanı işçiler, köylüler ve halk benim ağzıma bakın. Ben falan ülkenin, filân başarılı
sosyalizm üstadı adına konuşuyorum. O kendi ülkesi için ne demiş, ne yapmışsa hepsi, her
zaman, her yer için amel edilecek kuraldır, tek doğrudur. Ben de onun bu topraktaki eşsiz
sözcüsüyüm.
Sakın benden başkasını dinlemeyin. Elmas cevheri maden benim karnımda
yatıyor. İşte ben erdim. Haydi, 'Kalkın ey ehl'i Vatan!' çevremde toplanın. Sosyalizmin
daniskası ben ne dersem odur. Başka kimseyi dinlemeyin. Yoksa, alimallah
sapıttığınız;gündür. Toptan oportünist kesilirsiniz. Revizyonizm cehenneminde
ebediyyen yanarsınız. Benim aktardıklarımdan başka devrimci, ilerici, gerçek
'proletaryacı', bilimsel 'sosyalist' kavram ve eylem yoktur, olamaz. Vardır diyenin
alınını karışlarım.Piriniz, üstadınız benim!"
Kaç yıllar yılıdır, hele sosyalizm suç sayılmıyalı beri, Türkiye'de böyle toyluklardan
geçilmez oldu. Bu söyleyişler ve davranışlar, 50 yıllık bilimcil sosyalizm savaşının
gelenekleri doğmuş, kan kusularak denenmiş, savunulmuş bir ülkede, ikide bir her önüne
gelen ayağa çelme takmaya kalkarsa, ve bildiğinden şaşmazsa, iş büsbütün değişir. Toyluk,
düpedüz, bir insanın, başka hiç bir belge aranmaksızın, sosyalizm dışına atılmasına yeterli bir
suç olan karyerizm külâh kapıcılığının en utanmazcasına dönüşür.
Özellikle 27 Mayıs'tan sonra sahneye çıkmış sosyalistleri, o çeşit görünüşte çok haklı
olduğu ölçüde harekette uçurumlar ve parçalanmalar açan demagojilerden
ve karyerist kabadayılıklardan sakındırmak isteriz. Bu tehlikeli ipin üstünde oynanan
sosyalizm cambazlıklarında çabuk ün yapmak, kendince etkili olmak göğünüşleri kimseyi
aldatmamalıdır. Bir doktrin ve hareketin tarihinde beş on yıl en önemli basamak ta olabilir,
güme gitmiş boşuna pis debelenme de olabilir.
Hele elli yıllık çaba tarihçesi bulunan bir doktrine ve harekete, otuz kırk yıl sonra nasılsa
gelmiş katılmış olup da, eline bir örgütü veya bir organı geçirir geçirmez: "İşte ben zuhur
ettim!" yollu maşrık'ı âzamlaşmak, utanmazlığın, demogojinin, karyerizmin en aşağılık
hayvanlığıdır.
Gelin görün ki, 27 Mayıs önceleri yerin altında azçok sesi kısık geçmiş nice traji komik
65
küçükburjuva soysuzlukları, 27 Mayıs'tan sonra, sokaklarımızı basan geriz suları açıktan
açığa ortalığı kapladı. Düşünce ve davranışları leş kokutuyor.
Sosyalizm herşeyden önce, alabildiğine objektif ve somut momentleri her an tersine
dönüp birbirine giren bir karmaşık sosyal sınıflar savaşının hareket kuralıdır. Bu hareket ve
savaş en modern anlamlı siyasi iktidar savaşı yapacak son kerteye dek bilinçli, son kerteye
dek tecrübeli, son kerteye dek namuslu bir ÖRGÜT içinde olursa olur. Olmazsa, ona ne
sosyalizmliği bir yakıştırma beyinsiz işgüzarlık yahut, mide bulandıracak kadar iğrenç ve
maskara gevezelik kesilir.
ÖRGÜT deyince: Üç aklıevvel kişinin, bir mülkiye âmirine pulsuz dilekçeyi dayaması
ile kuruluveren şey akla gelemez. Proletarya partisi: Bir zümrenin veya bir tabakanın, bir
makamdan esinlenivererek "Ol!" deyince oluveren, gelişi güzel tekerleme formüller alanı
değildir. Kendisinden önce o alanda atılmış bir tek adım bile varsa o, derinliğine ve
genişliğine benimsenip yaşanarak doğacak bir canlı organizmadır.
Darvinizme göre İnsan maymundan gelmiştir. Darvinden önce bunu İbni Haldun
yazmıştır. Bilimde, yâni olayların dilinde bile öyle uzun birikimler gerekir.
Hayatta maymun olmadan insan olmaya kalkışmış bír varlık düşünülebilir mi? Her
ülkede proletarya partisi de, eğer canlı bir varlıksa, o adı gerçekten almaya lâyıksa, bir el
çabukluğu mârifet hokkabazlığı veya provakasyon sahtekârlığı değilse, mutlak kendinden
önceki birikimi lâfla değil, yaşayarak benımsemek zorundadır.
Bizde en az anlaşılan doğru budur. Ve ne çekiyorsak, daha kötüsü Türkiye işçi sınıfına,
Türkiye halkına ne çektiriyorsak, hep o çok basit hakikati anlasak bile bir türlü namusluca,
vicdanlıca, insaflıca uygulamaya katlananamamaktan çekiyoruz ve çektiriyoruz.
Kendimiz çekmekte better olalım, boynumuz altımızda kalsın. Ama, şu Türkiye'nin acıklı
insanlarına çektirmekten ne zaman utanacağız?
Rahmetli Mehmet Akif, Türkiye insanlarını Allaha şikayet ederken şöyle demişti:
"Göster, Allahım, bu millet kurtulur bir mucize
Bir utanmak hissi ver gaaip hazinenden bize!"
Akif, "utanmak hissini" Türkiye burjuvazisinden beklemişti. Allah vermedi öyle bir
şey. Türkiye'yi resmen Amerika'ya üs ve sömürge yapıncaya dek utanmazlıkta devam etti
işveren sınıfımız. İşçı sınıfımız ağırbaşlı olduğu kadar çok alçak gönüllü, çok utangaç
özgücümüzdür. Gerçek sosyalizmde ancak işçi sınıfımızın düşünce-davranışı kural olabilir.
Öyleyse, o sınıf dışı sözde sosyalist utanmazlıklar nereden çıkıyor? İşçi sınıfımız içine
sokulmuş burjuva ve küçükburjuva eğilimlerinden.
Sosyalizmde utanmazlıktan kurtulmanın tek yolu, Türkiye işçi sınıfı denizine bütün
kayıkları batırarak girmektir. Türkiye proletarya partisinin tüm tarihi ve davranışı içinde uzun
çıraklık yıllarını adsız er olarak göğüsleyebilme yiğitliğini hiç kırpmadan göze almaktır.
Yoksa, derme çatma, çalma çırpma sözüm yabana "teori" maymunlukları,
göıülmemiş "ideoloji" ayrılıkları, özenenleri faşızmin balta girmemiş cöngül ormanında
avlanılacak hayvan olmaktan öteye götüremeyecektir.
O tip düşünce ve davranışlar "kişicil" gibi görünürler. Gerçekte, - eğer işveren sınıfının
kurnaz ajanları değilseler- tipik küçükburjuva denilen: Köylü, esnaf, aydın vb. antika çağ
kalıntısı tabaka ve zümrelerin döküntüleridirler. "Döküntüleri" sözcüğü üzerinde basa basa
duralım. Çünkü, işinde, gücünde, namuslu çalışkan köylü ve esnaf gibi aydın da azçok
66
alçakgönüllü ve dürüst olmayı bilir.
Ancak, hangi (sınıf - tabaka - zümre)den olursa olsun: Kökünden ve işinden kopmuş
döküntü insan işçi sınıfı içinde ve yaratıcı üretimde erimedi mi paçavra proleter adaylığından
yakasını kurtaramaz. Artık öylesi için ambisyonun (külah kapma hırsının) sonu yoktur.
Sosyalizm denli en yüce insancıl eşitlik ve sonsuz kardeşlik alanında bile paçavra proleterin
hırsı yanındakini çelmeleyerek veya çiğneyerek artmaktadır. Bunun en küçükburjuvaca geçer
akçası, her ne olursa olsun: (otorite düşmantığı + otorite megolamanlığı)dır.
Aklınca "adam kandırmaktır".
Aman: Bin düşünüp, bin davranıp bir söyliyelim. Karyerizmin ezeli
maskesi demagojidir: Demagoji: Yalan yanlış lâfla, kuru kalabalığı ayartmaktır. Bu iki başlı
canavarın en az kurban bulduğu yer:Modern işçi sınıfı, özellikle "fabrika cehennemi"nin
ateşi içinde yana yana arınmış çalışanlar yığınıdır. Karyerizm ve Demagoji canavarının
başını kesmek için icat edilmiş tek giyotin: Proletarya partisidir. Proletarya partisinde,
kişi boynunu kıldan ince bilmiyen kimsenin sosyalizmi ağzına alması, bir suikast değilse,
affedilmez toyluk olur.
67
Parti Ancak Kongre’den Doğabilir
Kıvılcım. çıktığı günden beri yapılan en yaygın eleştiri: "Gurupçu". "Yuvarcı" olmuştur. Bu
eleştiri, gerçekten, eleştirenlerin gurupçuluktan korkularını, dağınıklığa karşı gösterdikleri
hassasiyetlerini, partileşme arzularını göstermesi bakımından iyi dilekli ve sevindiricidir.
Fakat iyi dilek yetmez. En az anlaşılan konu: "Gu-rup" un ve "Gurupçuluğun" ne olduğudur.
Guruplar, tarihi bakımdan hareketin belli bir aşamasının var oluş biçimidir.
- Gurupçuluk ise, bu ilkel aşamayı ebedileştirmek, ilkelliği teorileştirmek eğilimleridir
denebilir.
Evet, Kıvılcım kendi sübjektif yargıları ne olursa olsun, objektif olarak, bir guruptur. Yalnız
şunu unutmayalım; Bize "gurupçu" diyenler de - fsteselerde, istemese-' lerde - kendi sübjektif
yargıları ne olursa olsun, objektif olarak gurupturlar.
Bu bakımdan, soyut olarak "haklı" gibi görünen "gu-rupçu" eleştirisi, canlı hayatta somut
olarak "gurupçulu-ğu ebedileştirme" yi göstermektedir.
Çünkü: Kıvılcım, daha ilk sayısında, bugünkü ilkellikten kurtulmanın ilk şartı olarak;
"İlkelliği bilince çıkarmak" gerektiğini yazmıştır. Yani bütün guruplara "bir gurup
olduklarını" bilince çıkarmaları gerektiğini göster-. miştir.
Demek ki, Kıvılcım bir "gurup" olmakla birlikte, "gu-rupçu" değildir. Kendini inkâra
yönelmiş, diyalektik zıttı-na atlömaya hazır bir "gurup" tur.
Açıkça görülmektedir ki, Kıvılcım'a gurupcu diyenler, 'henüz kendilerinin gurup olduklarını
bilince çıkarmış ve modern bir parti örgütleme savaşma canla, başla girmiş değillerdir.
Kıvılcım'a şöyle bir eleştiride yöneltilmektedir: "Peki, gurupcu olmadığınızı kabul edelim,
Vatan Partisi programını kabul edip, önererek, yine de kendi gurubunuzun görüşlerini öne
sürmüş, uzlaşmaz bir tutum takınmış ölmüyor musunuz? " Böyle bir soru sorulduğu zaman
tartışma bir üst dereceye yüselir.
İnandığımız görüşleri savunmamız, uzlaşmaz bir tutum için de olduğumuzu göstermez.
Devrimci bir uzlaşma, birlik ne gibi şartlarda olabilir?
Eleştiri, bir silâhtır. Eleştiri silahını toprağa gömerek yapılacak bir "uzlaşmaya", uzlaşma
denemez, ancak teslimiyet denebilir. Uzlaşma, azcok eşit şartlarda, ddnk silahlarla yapılabilir
ise sağlıklı olur. Taraflardan birinin silahını teslim etmesi, öbürüne esir olması demektir. ;
Mertce eleştiri, sağlıklı bir birliğin kaçınılmaz şartıdır. Bir gurubu, bir'eğilimi eleştirmek
onunla ortak noktalar aranmayacağı, uzlaşma, birleşme yapılmayacağı anlatırıma gelmez.
Programımızı bu anlayışla önerdik. Ama yanlış anlamalar oldu. Anlatamadıysak; hata
bizdedir. Program
(önererek, "Biz hemencecik bir parti kuracağız, işte program, gelen gelir, geSmeyen gelmez"
demiyoruz. İnancımız odur ki: Bir Parti Ancak, Sosyalistler Arası Bir Kongreden Doğabilir.
Böyle bir kongreye, (İsim önemli değil, Konferans veya Kurultay da denebilir) Partileşme
gereğini kabul eden, Kongre'nin alacağı kararlara uymayı kabul eden; bütün guruplar,
eğilimler, mahalli devrimciler vs. katılmalıdır.
Program önererek, şimdiden Kongre'ye hazırlık olmak üzere bir program ve tüzük
tartışmasının başlamasını, görüşlerin olgunlaşmasını, belli bir biçim kazanmasını istiyoruz.
68
Elbette inandığımız programı savunacağız, yanlışlarını gördüğümüz programları eleştireceğiz.
Ama, inandığımızı açıkça savunmak, yanlışları mertçe eleştirmek birleşme olmaz anlamına
gelemez. Sağlıklı birleşmenin, en gerekli şartı, bu olabilir. Şu parolayı aynen benimsiyoruz:
"İLKELERDE SAVAŞ - DEVRİMCİ KARDEŞLİK"
Şimdi, böyle bir Kongre nasıl örgütlenebilir? Bu konudaki görüşlerimizi, yine bütün
sosyalistlerin eleştirisine sunuyoruz.
1 - Partileşmeyi ve Parti'nin ancak bir Kongre'-den doğacağını kabul eden eğilimlerin,
yuvarların katılacağı bir "Kongre Hazırlık Komisyonu" kurulmalıdır. İsim önemli değil, Daha
başka bir ad da bulunabilir. Bu "Kongre Hazırlık Komisyonu":
2 - Yuvarlar ve eğilimler arasındaki pratik ilişkileri ve temasları yürütmelidir.
3 - Kongrenin ne gibi ölçülere göre, hangi kontenjanlarla toplanacağını tesbit etmelidir.
4 - Kongre'nin bütün diğer pratik işlerini kotarma-lıdır.
Biçim veya taslak olarak şimdilik bunu öneriyoruz-Yanlışları, eksikleri elbette olacaktır.
Tartışılmalıdır.
Kongre'nin zamanı konusunda ise önemli olarak göze batan iki esas görünüyor.
a) Affın çıkması, böylece içerdeki ve dışardaki arkadaşların da böyle bir Kongreye'
katılmasının sağlanması beklenebilir.
b) Pratik hazırlıkların kotarılması.
Şimdilik akla gelenler bunlar. Yarın değişen şartlarda, yeni biçimler, yeni ölçüler gelebilir.
Şuna inanıyoruz ki: Kongre toparlanmadan, yada alel-usul toparlanacak bir Kongreyle
kurulacak "parti" sosyalist hareketimizin bu ilkelliğine son veremez. Her gurubun kendi
başına kuracağı "parti" lere kapı açmış ve haklılık kazandırmış olur.
KIVILCIM