sayı 50, eylül/ ekim/kasımisamveri.org/pdfdrg/d01353/2014_50/2014_50_ozturky.pdf ·...
TRANSCRIPT
Düşün ce - Siyaset - Sosyal Bilim
sayı 50, Eylül/ Ekim/Kasım
tezkire oeıaaco - Sirmı - Sosr•l Bilim
üç ayda bir yayınlanır
Yedipınar Basım Yayın Da~nm Reklamcılık ve Dış Tıc. Ltd. Şti adına sahibi
Mustafa Karagüllüoğlu
Editör Öner Buçukcu
Yan İşleri Müdürü Adem Demir
Yayın Kurulu Ahmet Uysal, Asım Öz, Aydın Aktay,
~irol Akgün, Bobby S. Sayyid, Cemalettin Haşimi, Ercan Şen, Fahrettin Altun, Hatem
Ete, Murat Güzel, Necdet Subaşı, Şinasi Gündüz, Yasin Aktay, Öner Buçukcu
Yayın Asistanlan Ebuzer Demirci, Yunus Badem
Redaksiyon Burhan Koç
Kapak Tasanın Enes Malik Kılıç
Sayfa Tasanın Çelebi Şenel
Baskı-Cilt Şenyıldız Yay. Matbaacılık Ltd.Şti.
(Sertifika No: 11964)
Basla. Tarihi: 2014 Fiyau: 15 tl
50. Sayı 1500 Adet Basılmışur.
Yönetim Yeri Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokak No:52 K1 Cagaloğlu/Fatih!İSTANBUL
Tel: 0212 528 90 80 Fax: 0212 528 90 81 e-posta: [email protected]
web adresi: www;tezkiredergisi.com
tezkire, Yedipınar Basım Yayın Dagınm Reklamcılık ve Dış Tic. Ltd. Şti. Şirketi tarafından Düşünce, Siyaset ve Sosyal Bilim alanında yayınlanan üç aylık hakernli bir dergidir. Sosyal bilimler, beşeri bilimler ve siyaset bilimi alanında derginin gündemine aldı~ konuların yanı sıra, bu alanlardaki genel konulardaki araştırma, inceleme ve eleştirel yazılara yer verilir. Yanların içeriginden yazarlan sorumludur. Gönderilen yazılar iade edilmez. Yayın Kurulu gönderilen yazılann yayınlanıp yayınlanmaması konusunda serbesttir. Gönderilen yazıların başka bir yerde yayınlamamış olması veya· aynı anda başka bir yerde yayınlamak üzere degerlendirme aşamasında bulunmaması gereklidir. Yayınlanmak üzere gönderilen yazılar Yayın ve Hakem Kurulu tarafından incelenir ve gönderildikten sonra en geç bir ay içersinde yayınlarup yayınlanmayacağı bildirilir. Bu işlemin hızlandmiması için yazılann iki nüsha olarak gönderilmesi, mümkünse Misrosoft Word dosyası olarak kaydedilmiş disketle veya bilgi®tezkiredergisi com adresine elektronik posta aracılığıyla gönderilmesi uygun olur. Yazılarda sosyal bilimlerde kullamlan APA referans sistemine uyulmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. Makalelerin 200-250 kelimelik Türkçe ve İngilizce Özetlerinin yanı sıra, yazılann etrafında döndüğU üç anahtar kelimenin tespit edilerek ilave edilmesi gerekmektedir.
ISSN 1302-7875
------~~~~~------------
Sol-politik Romancıların Müslüman Tasavvurları
Yakup Öztürk~
O zet
2000 sonrası yazılan Türkçe romanlardan Orhan Pamuk'un Kar, Murathan Mun
gan'ın Çador, Nediıİı Gürsel'in A!lalı'm Kızlan, Latife Tekin'in Mııiııar, Melunet Eroglu'nun Enıiııe ve A~let Ağaoğlu'nun Dert Dinleme Uzmanı romanlan kendi
lerini farklı mecralarda sol düşünce çizgisinde gösteren romancilann Müslüman . kimlik üzerinden islain'a ve Türkiye'de islam'ın meseielerine bakoklan eserleridir. Bu makalede, bu romanlar tek tek ele alınarak Müslüman kimliğinin de
ğerlendirilme biçimlerine bakılacaknr. Bilindiği üzere 2000 sonrası Türkiye deme!~, 2002'de iktidara tek başına gelen AK Parti'nin tarihi demektir. Bu dönem içerisinde yazılan sol romanlardaki Müslüman meselelerini ele alırken bu siyası
hareketi göz ardı etmek mümkün değildir. Ele alınan romanlarda da üsrü kapalı bir biçimde AK Parti'nin faaliyetlerine ve 12 yıldır kesintisiz Türkiye Cumhu
riyeti'nin Başbakarn olan Recep Tayyip Erdoğan'a göndermeler bulunmaktadır. Bunun yanında inşa edilen Müslüman kimliklerinin hiçbirinde islam'ın gerçek
özellikleri bulunmamaktadır.
Anahtar kelimeler: Türk romanı , 2000'ler, Müslüman kimliği
Giriş
2000 sonrası Türkiye'de yazılan sol romanlarm sımnru bu romanlar çizmemektedir, ancak ele alınan romancılarm hemen tamamı edebi kimliklerinin yanında sol düşüneeye yakın durmaktadır. Bu durum tespit edilirken
Arş. Gör., Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi
tezki.re, düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı SO, Evlill-Kasım 2014, s. 142-175.
Sol-politih Romanalamı Mılslümaıı Tasawıırlan 1 Yahııp Ozrurh 143
romancılarm Türkiye'nin siyasi meseleleri hakkında görüşlerini ileri sürerken açık veya üstü örtük biçimde siyaseten konumlanmalan dikkate alınmışor. Bu açıdan bakıldığında yazdıklannın sadece edebiyat malzemesi olarak kalması mümkün olmayan bu isimlerin, romarılannda inşa ettikleri Müslüman karakterler ve İslam'a bakışlan önem kazanmaktadır. Orhan Pamuk'un, Nobel Edebiyat Ödülü öncesinde 1915 Ermeni Olaylan sırasında Osmanlı askert güçlerinin Ermenileri katlettigine dair görüşleri, Nedim Gürsel'in Boğazhesen romanında Fatih Sultan Mehmet'i eşcinsel bir Osmarılı padişahı olarak resmetmesi, Latife Tekirı'irı başörtülü kadınlar haklanda verdigi beyanatlar, yapogı söyleşiler, o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdogan'ın Çözüm Süreci'nde Dalınabahçe'de aydınlada yapoğı kahvaluya kanlan Adalet Agaoglu'nun Erdoğan'a yazdığı mektupta üstü kapalı bir biçimde "diktatör" demesi bu makalede ele alınan romancılarm çok yörılü bir biçimde edip olmaktan öte zaman içerisinde politik bir figüre dönüştüklerini göstermektedir. Romanc~lar hakkındaki bu malumat, edebiyatın kendi tabiannda da halkın meseleleri, gündem, siyaset vs. yapılarm olduğunu göstermektedir. Buna rağmen, _politigin girdiği edebi metin, edebiyat gücünü ve estetiğini terk etmeyi baştan kabul etmiş metindir. Nitekim, Sevgili Arsız Ölüm gibi hem yazıldıgı dönemde taşlan yerinden oynatan hem de kendisinden sonra yazılan gerçeküstü
· akım romanlara yol açacak güce sahip bir romanı kaleme alan Latife Tekirı; Ölmeye Yabnalı, Yühseh Geıilim gibi önerrıli roman ve lıikayeler kaleme alan Adalet Agaoğlu; Benim Adım Kırmızı, Cevdet Bey ve Oğullan'nı yazan Orhan Pamuk'un burada irıcelenen eserleri edebiligi degil, siyasi mesaj vurgusunu önceleyen, vasat romanlandır.
Adı geçen romarılarm bir diger ve önemli özelliği ise, Müslümanlıgı ve İslam'ı arılatma, orılara eleştiriler getirme çabası taşımalanna rağmen, muhatap aldıklan olgulan yeterince tanımamalan, hatta Emine romanında oldugu gibi kulaktan dolma malumada değerlendirmeye almalandır. Bu romarılar, başta başörtüsü ve kadın meseleleri olmak üzere, insani ilişkilerden başlayarak, İslam'ın doğuşu ve şekillenişine, İslam'ın siyasal alana yansırnalanna ve siyasal alandaki ternsillerine, Müslümarılarm sermaye ve siyasete bakışına, medya ve islamcılık ilişkisine kadar pek çok alanda söz söylerneye çalışmaktadır. Romancılann hemen tamamı Türk romanı dendiğirıde isimleri ön sıralara alınacak olsa da, bu isimlerin Müslüman kimliği ve İslam dinirıin akaidi, ayrılmaz parçası olarak değerlendirebileceğimiz pratikleri, İslam fıkhınınldininirı güncel meselelerle karşılaşmalahnda ürettiği/oluşturduğu tepki konuIanna yeterince vakıf olmadıklan basit düzeyde dahi bilgi olrnadıklannı göstermektedir. Bu da, bir asn aşkın bii: süredir yaşanagelen aydın-toplumsal deger çanşmasının günümüzde de devam ettiğini göstermektedir. Diğer bir . .
144 tezkire
ifadeyle bu romaiıcılaruruz toplumu aniatma iddiasındayken toplumun de
gerlerine dair temel bilgilerden çlahi habersiz gözülanektedir. Bu meselelere dair en küçük bir hadiseyi genelleştirmeyi kasıtlı olarak yapmışlar, Türk toplumunun, bahsedilen mesele her ne olursa olsun, tamamında görülmesi imkansız durumlan sayfalarca anlatarak bir karalama vurgusu içerisinde olmuşlar, belirli kesimlerde İslam dinine ve bu dirıe mensup olan kimselere karşı algı inşa etmeye çalışmışlardır. 2000'li yıllardaki durumun nasıl bir tarihsel
arka plandan bestendiğini anlayabilmek için Türk romanının hemen başlanna kadar giderek Tanzimat'tan Cumhuriyet'e, Cumhuriyet'ten köy roman
lannın yanldığı 1950'lere kadar soi!Kemalist çizgiye mensup aydınlarca yazılan roman, tiyatro metinleri, hikayelerde Türk toplumunun dirıdadığının
eleştiri, hatta eglence ve ahlaksızlık unsuru olarak degerlendirildigini haurlamamız gerekmektedir.
Türkiye'de Köy Enstitüleri'nden yetişen romancılar başta olmak üzere, sol-kemalist çizgiye sahip kalemlerin hiçbirinde İslam ve Müslüman portresinde müspet bir karakterle karşılaşmamız mümkün degildir. Mahmut Ma
kal, Fakir Baykurt gibi şöhrederini Cumhuriyet'in ideolojisine hizmet eden bir !<aleme sahip olmalanndan alan ve yıkmak üzerine romanlar kurgulama amacıyla yola çıkan romancılar karşısında estetil<ten yoksun, basit karakter
lerle oldukça kaba semboller üzerinden canlandırılan duygusal bir tepkisellik ortaya çıkmıştİr. Burada ele alacağımız Mehmet Eroglu'nun Emine romarn
da ancak bu romantarla yanşabilecek güce sahiptir.
Kar'da Siyasalın Sembolizasyonu: Vatan yahut Türban
lll< baskısı 2002 yılında yapılan Kar, Orhan Pamuk'un siyasi meseleleri kurgunun merkezine aldığı en dikkate deger romarndır. 28 Şubat sürecinde yaşananlann bir panoraması olan Kar romam, hayali bir darbeye giden ancak hayali oldugu kadar içerisinde Türkiye'nin siyasi partilerini, aktörlerini doğ
rudan anınası bakımından belgesel roman olma özelligi de taşımaktadır. Romanda ön~ çıkan meseleler, başörtüsünün idari ve askeri kadrolar tarafından yasaklanması, buna mukabil ataerkil aile yapılannda, İslam'ın yanlış uygulanması dognıltusunda kızlarm aileleri ve yakınlan tarafından baskı görmeleridir.
Şeyh efendilerin baskın oldugu taşra toplumu, yurtdışındaki Müslüman demeklerinin faaliyederi, kızlarm başlanın açmalan için Ankara'dan gelen
lerce organize edilen ikna odalan, kemalizmin kadına sundugu sözde özgürlükler, Cumhuriyet'in mirasçısı ve bekçisi silahlı kuvveder, İslami cihad örgüderinin faaliyederi, darbeler Kar romanının arka planında öne çıkan me
selelerdendir. Kar romarn üzerine pek çok akademil< metin ve değini kaleme
Sol-politih Roıııaııcılanıı Mıisliiınaıı Tasawıırlan 1 Yalıup Oztiirh 145 . .
alınmışnr. Biz, burada Kar'ın Müslüman kimligini nasıl yansıtogını gösterebilecek bazı örneklere yer verecegiz.
Romanda dikkat çeken unsurlardan birisi şeyhlerin işieniş biçimidir. Devlet yanlısı bir. şeyh efendinin, yalnız bu özelliğinden dolayı şeyh oldugu
ve islami bir kfuılige sahip oldugu unutulmaktadır. Romanın önemli karakterlerinden İpek'in şair Ka'ya söylediği "Derhal Şeyh Efendi'ye git. Burada çoh önemli bir hişidir o, senin sandığından önemli bir hişidir o, senin sandığından önemli: Şehirde peh çoh hişi gider ona, lailıler de. Ttimen lwınutaıunııı~ valinin lıansınm da ona gittiği söyleniyoı; zeııginlenieıı, aslıerlerdeıı gideııler de vaı: devlet yanlısıdıı: Oniversiteli ve tesettıirlıi hıziann derslerde başlannı açınalan gerehtiğiııi söyleyince Refah Paıtililer ona ses çıharamadılaı:" sözleri, 2000 öncesi bir Anadolu şehrinde dini bir makamı işgali eden devlet yanlısı bir şeyh efendinin varlığını haber vermektedir. Orhan Pamuk hayali bir darbeye giden bir süreci aniatmasına ragmen (Kars'ta Türkiye tarihinde hiç gerçeldeş
memiş bir darbenin tesiri anlaulmaktadır) Refah Partisi adını vererek gerçek-kurmaca içiçeligini göstermektedir. Asker ailelerinin dahi sözüne itibar
ettikleri bu şeyh efendi, son yıllara kadar Türkiye'nin felaketlerinden biri olan örtülü kıziann eğitim hakkının olmamasını, taviz vererek çözme taraftan bir figür biçiminde aktanlmaktadır. Kaı·, başörtülü ögtencilerin okumak
için verdilderi mücadeleyi ele alırken, bu mücadelede illegal İslamcı gruplarm varlıldanm da yansıtmaktadır. Tabiauyla, Kar'ı, başörtüsüne destek veren
bir tezli roman olarak okumak dogru değildir. Zaten, diger yanıyla Orhan Pamuk, önceki romanlannda da görülen cinselliği bu romanında hayat tarzı ve inancı ne olursa olsun Kaı·'daki kahramarılanna da yaşatmaktadır. Zaafiye-
, tin bütün insarılık için olduğunu gösteren romancı, "türbancı kızlarm lideri"
Hicran'a, başörtüsü mücadelesinde bulunan diger kızlarm hayranlık duyrnalannı da buna iliştirmektedir.
Hicran, bir ajansın şampuan reldaİnı çekimleri için Kars'a gelmiş, başlangıçta ateist olan, televizyona çıkıp "kıçını, bacaklanru" gösteren bir manken
dir. Bugün ise "türbancı kızlarm lideri." Başörtüsü mücadelesinin başlannda, iki kız onun ilk yılianna gizliden bir hayranlık duyrnaktadırlar. Başörtüsü mücadelesinde olan kişilerin, gençliklerinin heveslerine engel olamadıklarmı gösteren bu gizli hayrarılık Kar romanının Müslüman kinıliidi karakter
lerinin, özellilde kadın karakterlerinin duygu ve düşünce dünyasına haltim görünmektedir.
Kaı·, aile baskısı dolayısıyla intihara meyleden hatta intihar eden kızlarm hikayesine de yer vermektedir. Bunlardan biri de Teslime' dir. Teslime dini
için, Allah için mücadele eden "en imanlı" kızlardan biridir:
146 tezkire
.. Teslime aramızda dini için, Allah'ın sözü için mücadele eden en imanlı la.zdı. Onun için başörtüsü Y.alruz Allah sevgisi değil, kendi imam ve onuru da demekti. Kimsenin aklına gelmezdi onun intihar edecegi. Okulda hocalan, evde babası ona b~ açsın diye baskı yapıyorlardı ama Teslime· direniyordu. Üç yıldır okudugu ve bitirmek üzere oldugu okuldan anlmak üzereydi. Bir gün emniyetten adamlar bakkal babasını sıluşorrnışlar ve 'Kızın başını açıp okula gelmezse dükkanını kapatunr, seni de Kars'tan kovanz' demişler." (Pamuk, 2002; 121).
Aileden erkeklerin kızlara örtülerinden dolayı baskı yapmalan argümanı bu türden romanlarm konuşmayı önceledikleri meselelerdendir. Türhan meselesini merkeze alan Muinar romanında sıklıkla, Çador'da hikaye boyunca, Deıt Dinleme Uv.nanı romanında birkaç yerde buna deginilmektedir. Kar'da "Vatan yahut Türban" adlı bir oyunun sahneleurnesi sırasında kadının türhandan kurtulmasının hem bir özgürlük işareti olduğu hem de ailesinden gör-: düğü baskı anlaolmaktadır. Bu baskıdan kadını kurtaraniarsa Cumhuriyet'in bekçileri askerlerimizdir ... "Vatan yahut Türban" adlı oyunda çarşaflı bir kadırıın özgürleşrnek adına çarşafından kurtulması, buna tepki olarak kadının ailesinin, yakınlannın ve sakallı Müslüman erkeklerin kadına cebren çarşafını giydirmek istemeleri, kadırun da çarşafını yakması sonrasında "çember sakallı erkeklerin kadını saçlannı sürüdükten sonra tam öldürecekleri sırada Cumhuriyet'in genç askerlerince kurtarılması anlanlmaktadır. Oyunu izleyenler arasında İmam-Hatipli ögtenciler de vardır. İzleyicilerden birinin "Ahlalısız din dıi.şmanlan!" diye bağırmasının ardından salon birbirine girecektir.
28 Şubat'ta üniversiteli ögtencilerin başlannı açarak ögtenciliklerine devam etmeleri için kurulan ikna odalannın bir benzerihe Kar romanında da yer verilmektedir. Ankara'dan gönderilen bir "kadın" sadece ikna için orada bulunmamakta, 28 Şubat'ta Müslüman gençlerin muhatap olduklan mesnetsiz sorulan Kars'taki kızlara da yöneltmektedir:
"Örtülü kızlarm sayısı arnnca bizi başımızı açmaya ikna etsin diye Allkara'dan bir kadın ·yollamışlardı. Bu 'iknacı kadın' bir odada hepimizle tek tek saatlerce görüşmüştü. Bize 'baban anneni döver miydi? Kaç kardeşsiniz? (. .. ) Türhandan önce başka ne giydin? Atatürk'ü seviyor musun? Evinin duvarlannda ne resimler asılı? Ayda kaç kere sinemaya gidiyorsun? Sence kadınla erkek eşit midir? Allah mı büyüktür, devlet mi?" (Pamuk, 2002; 124).
·Ro manda, 28 Şubat'a tarih verilerek bir gönderme yoktur ancak yaşananlarm tamamı Türkiye'de, Necmettin Erbakan'ın Başbakanlıgına yönelik gerçekleştirilen 28 Şubat darbesinin öncesinde ve sonrasında yaşananlada büyük
Sol-politih Roı~ıaııaianıı Mfısliinuııı Tasavvıırlan 1 Yahııl' Oztıirh 14 7
benzerlikler göstermektedir. ilaıa odalannın, 28 Şubat'la birlikte siyasi literatüre girdigi bilinmektedir.
Kar, Türkiye'nin son yirmi yıllık politik atmosferini yansıtan önemli bir romandır. Romanın, birazdan ele alacagımız diğer romanlarda da görülecegi üzere, kurgularran Müslüman kimlikli karakterleri, sorgusuzca inanan, akletmeyen, ifti.raya meyilli karakterlerdir. Mesela, roman kahramanlanndan Necip'in nazannda, Ka'nın "İstanbullu bir sosyetik" olması, onun hiçbir zaman Allah'a inanmayacağı anl~unına gelmektedir. İstanbullu sosyeti.kler, "Avrupalılann inandığı şeylere inarldıklan için kendilerini milletten üstün görürler." (Pamuk, 2002; 106).
Seküle~ Faşizmin Murathan Mungan Hali: Çador
Murathan Mungan'ın 2004 yılında yayımladığı romanı Çador, kadının örtünınesi meselesi,ne varoluş penceresinden yaklaşarak, adı belli olmayan bir coğrafyadia "İslamın Askerleri" tarafından örtünıneye zorlanan kadınlann hikayesirıi, Aklıbar adlı sürgün bir gencin ülkesine döndükten sonra annesini ve kızkardeşirıi aramasını anlatmaktadır. Çador, İran'da kadın örı:ülerinden biri olarak adlandırılır. 1979'daki İran islam Devrimi ve Devrim Muhafızlan'nın varlığı, romandaki "İslam Askerleri", romanın İran'ı anlatuğını, burada bir şehirde geçtigini düşündüılnektedir.
Romanda dönülen ülkenin dini riı:üelleri, kadınların savaş sonrasındaki yalnızlıklan ve çektikleri acılar, rejim muhalifl~rinin sürgün edilmeleri arılaohrken romanın ağırlık noktasını çador giyen kadıniann benliklerini yitirmeleri oluşturmaktadır. Akhbar, romanda rejime muhalifliğinden dolayı sürgün edilip, sonralan ülkesine dönen bir gençtir. Şehrinin sqkaklarında dolaşırken sahipleri hacca gittniş bir evin önünden geçmektedir. Evin kapısı yeşile boyalıdır. Bu renk bir işarettir: "Ev sahibinin Hacta gittiğinin işareti bıı. Yoldan geçenlere, ma1ıalleye, şe1nin ahalisine ve dıinyaya şımıı söylıiyoı: lslamm beş şaıtmdan biıiııi yeıine getinniş hutlu bilil Çocuhluğımdan beıi. biliyordıı, yeşil çevreleıuniş bir 1wpmm mahalleı1iıı anıını oldtığımıı." (Mungan, 2004; 16). Akhbar, haccın bir yolculuk olduğunu, şehre gelerek kendi haccından dönmüş olduğunu düşünmektedir.
Romanın basunlmıŞ kadın karakterleriyle ilk olarak, Aklıbar'ın ailesini sormak üzere çaldığı bir kapının ardında karşılaşırız. Bu anı "Aralaııaıı hapıımı ağzında, göz bölgesini halııı ibıişimle örülü bir lwfesin hapattığı bıırlwsı içinde, belli belirsiz ışığını taz.eleıneye çalışan bir çift gözün varlığım hissetti." (Mungan, 2004; 17). diyerek anlatan anlaucı, kadının sorularıa verilen cevabı olmamasının dışında "Beıt fazla bir şey bilıneın zateıı" demesi romanın kadınlan hakl<ında bize oldukça geniş bir mal u mat sunmaktadır. Kapının ardındaki
148 tezkire
kadın, evin erkeğinin evde olmadığını, Aklıbar'la böyle kapı önlerinde konuş
masırun doğru olmayacağını söylemektedir.
Yıflar sonra doğup büyüdüğü şehre gelen Aklıbar'ın ailesini, annesi, ablası, kız ve erkek kardeşini aramasının hikayesi anlanlmaktadır Çadoı,da. Ablasıyla eniştesinin nerede olduklan bilinmiyordur. Oğullan, rejim değişikliğinden sonra "İslamın Askerleri"nce ölaürülmüştür. Bunun neden yapıldığını ise bilen yoktur. Mantıklı bir açıklaması da ... Çok küçük yaşlarda bir çocuğun rejim muhafızlarınca neden öldürülmüş olabileceğini açıklayabilecek tek kişi çılanamıştır. Döndüğü şehrin her yanında "yas havası hakim"dir. Anla
tıcı, bunu savaşlar ve rejim değişikliği sırasında her evden ölü çılaıuş olabileceğiyle irtibatlandırmakta ama bunun te~ başına yeterli olmadığını söylemektedir. Ona göre bu yas havası "dalıa genel, daha hayatın bıitı1mine ait bir şeyin yitiıi1mesiııe ilişkin bir yas 1ıavası".d.ır. (Mungan, 2004; 42). Öyle ki şehir,
dünyanın döndüğünü farkettirmeyecek kadar tansızdır: "Ahhbaı; daha il1ı gıin hep aynı yerde dönı1p. durduğunıt lıissetmişti." (Mungan, 2004; 43).
Şehir artıl<, her köşe başını "sinsice kollayan" kolluk kuvvetlerinin elinde
dir. Sesi yüksek çıkan bir kadın, namaz vaktinde hala sokakta olan bir erkek, hakkında şikayet bulunan bir satıcı, her kim "uygunsuz" bir harekette bulu
nuyarsa kolluk güçlerinin elindeki uzun sopalarla dövülmektedir. Yeni rejim suret yasa~ da daha geniş kurallarla genişlemıekte, yüzü peçeli peygamber suretlerine dahi tahammül edememektedir. Üzerlerinde minyatürlerden alınmış insan figürleri bulunan kalem kutulan yasaklanmıştır. Anlatıcı bunu "Tek gösterenin yaradan olduğu düşüncesiyle, insaniann gösterdilderini görmek istemiyorlardı" diye açıklamaktadır. (Mungan, 2004; 49). Ancak, hangi İslam toplumunda peçeli de olsa peygamber sureti çizildiğini yazmamaktadır.
Kadırtların görünmez olduğu bir 'yer haline gelmiştir şehir. Sokaklarda, çarşılarda kadınlara rastgelirımemektedir. Yanlannda erkek olmadan sokağa çıkamamaktadırlar. Giyimleri de değişmiştir. Artık çador giymeleri dahi yet
memektedir:
"Eskiden, örtünen kadınlara uzun, geniş şallar,. eşarplar ya da çador yeterken, şimdi yalnızca i.pliksi parmaklıldarla gözleri kafeslenmiş olarak kumaştan bir çadıra döndürülmüşlerdi.
Gövdelerinin hiçbir kıvnmı, karanlık bir in gibi. içinde banndıklan o kumaş tepelerini aşıp insana, onlaını kadın olduklanna dair bir şey söylemiyordu. Kımıldayan, hareket eden, yürüyen kumaştan çadırlar yalnızca ...
· Tek varlıklan yürürken çıkarttıklan kumaşlarm hışılnsı... Gövdelerini bunlar fısıldıyor." (Mungan, 2004; 50).
Sol-politih Roi1Ul11alanıı Mılslllmaıı Tasavvurlan 1 Yalwp Oztürll 149 . .
Bu kadınlar kendilerini sokaklardan hemen silinmesi gereken lekeler gibi görmektedirler anlaucıya göre .. Bu yüzden hızlı adımlarla geçip giunektedirler. "Varlıklan bir görüntüye, görüntüleri bir ağırlığa dönüşsün istemiyorlardı." diyen anlaucı, görülmek için yüzyıllardır süslenip durmuş kadınlann, bu şehirde varlıklannı havanın boşluğundan silmeye çalıştıklannı söylemektedir.
"Varlıklannı duyurmaktan, kendileri hakkında bir hayal uyandırmaktan çok, benliklerini örten, kimliklerini saklayan, solgun renklerle, gösterişsiz kumaşlarm alunda kendi imgelerinden sürgün edilmiş olarak soluk alıyor, hareket ediyor ama yaşamıyorlardı. Yüksek duvarlı evlerin arkasında, yaşamaktan çok gizlenmeye benzeyen bezgin, ölgün bl.r hayatı sürdürüyorlardı." (Mungan, 2004; 78).
Anlatıcı, kadının kimlik savaşını bu şe~de anlattıktan sonra, Emine ve diğer romanlarda da zaman zaman değindiğimiz klasik kültür bakışını yerleştirmeye çalışuğı görülmektedir. Akhbar, haftalardır bir kadın yüzü görmemiş, bir kadın yüzünün nasıl olduğunu unuunaya başlamıştır. Lati.fe Tekin'in, tür
. banla yoğun mayalanamayacağından balısennesi gibi, anne, eş, kardeş, sev-gili olan kadının sokaktan ve hayattan çekildiğini söylemektedir.
Bu şehrin insarılarınırı fotoğrafla~ gurbette kalmıştır. Zira, fotoğraf günahtır. Suretin tekrarlanması günahtır. Bu yaradam taklit eunek anlamına gelmektedir. Akhbar, şehri dolaşırken cami avlusundaki ihtiyarlan görecek ve onlann yüzlerindeki ifadelerde Allah'a inanmanın huzuru ve güvenirıi bulamadığım söyleyecektir. İslam adına yapılan rejim degişikliğinde Allah'ın evine giden insaniann yüzlerinde dahi inanmanın verdiği esenlik görülememektedir. "Hayatlan çoktan bittiği halde ömürleıi bitmemiş iıısaıılar"dır onlar. (Mungan, 2004; 53).
Çador'da, kadınlann, giydikleri kıyafetlerden dolayı ranınamamasının Aklıbar'da gittikçe büyük bir yalnızlığa sebep olduğu görülmektedir. Ailesini, kadınlan arayan Aklıbar'da kıyafet=dirı=yalnızlık haline gelmektedir. Aklıbar romanın ilerleyen kısımlannda erkek kardeşinin "İslamın Askerleri"ne katıldığını ve ilk savaşta can verdiğini öğrenecektir. Kız kardeşi ve annesinin de "başlanrıda" bir erkek olmadan "kadın başlanna" yaşamalan imkansızdır. Bu sebepten, kız kardeşinin evlendiğini düşünmektedir. Aklıbar da rejimin isteklerini yerine getirmeye başlamıştır. Herkes gibi sakal bırakmıştır. YüZü ehsilmeye, yavaş yavaş diğer erheldeıin miııyatür solgımu yüZleıiııe benzeıııeye başlamıştır. Şehirde herkes birbirine benzemektedir. Birey ortadan ka:ıkrnış, herkes aynı istikamete bakan cemaate katılmıştır. Rejimin baskırılığı açıkça görülebilmektedir. Eskiden, homurtuyla çalışan, yavaş fakat kadınlarm ve erkelderin birlikte binebildiideri otobüsler bulunmaktayken, bugün yeni model
ıso tezkire
otobüslerle seyahat etmektedir insanlar. Kadın ve erkek otobüsleri artık ayndır ... (Mungan, 2004; 66).
Ele alınan romanlarda geçen iktidara gelenin zenginligi meselesi burada da söz konusu edilmektedir. Rejim sonrası yönetimde, savaş yardımı sandığında toplanan paraların birçok asker ve kolluk görevlisini zengin ettigi söylenmektedir. Fakirierin çocuklanysa şehit olmuştur.
Çador, kadınlarm varoluş mücadelesini de ta_roşan, onlarm, kendiliklerinin ihlali üzerine kurulan iktidar mekanizmaianna karşı ne hissettiklerinin okunınaya çalışıldığı bir romandır. Akhbar'm, kendi ülkesinden sürgün oluşunu, kadınlarm daha kolaylıkla anlayabileceğini düşünmesi bundandır. Yurtdışmda tanışoğı, siyasi sürgün olan bir kadınla konuştuklannı hatırlayan Akhbar, onun "Burkaya giden yolu çador açar" sözünü aklından çıkaramayacaktır. Çadoru, kafalardaki köprü olarak alan bu kadın, örtünmenin bir ahlak haline geririlmesi durumunda ardının kesilmeyeceğini, kadınlarm kefene kadar örtünrnek zorunda kalacaklannı söylemektedir. (Mungan, 2004; 77) . Çador, erkek dünyasırun, İslam'ın Kur'an-ı Kerim'de çizdigi sımrlan aşarak, kendisini ilahlaştırmasıyla .kadına hükmeonesini anlatmaktadır ~ncak islam'da örtünmenin nezaketi ve hassasiyeti üzerinde durmayı tercih etmemektedir. Burka ya da çador giyilen_ ülkelerde islam'ın hangi farzı, kaidesi hakkıyla yaşarunaktadır ki kadının temsil gücü, hak ve özgürlükleri tabiauna uygun bir biçimde olsun ...
Aklıbar'ın annesini ve kız kardeşini bulmak için "ümit kapısı" olan mezarlıklarda da halkın hurafelerle ölülerini yad etmeleri anlaolrnaktadır. Savaşlarda ogullanru, kocalannı, kardeşlerini kaybeden kadınlarm her salı öğleden
sonra mezarhga gelmeleri ağladıldan, ağıt yakoklan, adak için gerirdikleri tatlılan, meyveleri elden ele dolaşurarak dağıtoklan anlatılmaktadır. (Mungan, 2004; 86).
Çador'da, "başlannda erkek olmayan kadınlara" mecburi evlilikler yaptınldığıru da görmekteyiz. Bu kadınlar suç ve günah kaynağı olarak görülmektedir. Şehir yönetimi bu kadınlan izlemekte, uygun gördükleri kişilerle eşleşriri p ·ev lendirmektedir.
Romanda, romanın değerini artıran bir diyaloga yer verilmektedir. Aklıbar'ın konakladığı bir dağ manasonnda, rn?nastırın duvarlanndaki ikonlan incelerken papazla girdiği diyalog aktanlmaktadır. Papaz, islam'ın gözlerinin zayıf oldugunu, bu yüzden de İslam'da kalbeli, kalbgözü, kalbgücünün önem taşıdığıru söylemektedir. islam'da bundan dolayı görmenin seraba ulaşoğına dair eleştirisine "İslam gözleri unutmak ister" diye son vermektedir. Bu diyalogun roman açısından önemi, burka ya da çadorda kadınlarm gözlerini
Sol-politilı Romanalann Mıislüman Tasawıırlan 1 Yalıııp Oztürh ı 5 ı . .
saklamasından gelmektedir. Akbhar, görünmeyene inandıktan sonra gözlerin ne önemi var diyerek papazı cevaplayacaknr. (Mungan~ 2004; 101). Bu, zekice kurgulanmış diyalogda, Allah'ın görünmez olduğu, islam'ın bizatihi kendisinin kac!.ınlara zulmettiği gibi bir eleştiri hatta inkar ortaya çıkmaktadır.
Adaletsiz Ruhun Türban Fantezileri
ilk baskısı 2006 yılında yapılan Muiııar, Latife Tekin'in üslubu ve Türkçesiyle önceki romanlarından ççık uzağa düşmeyen ancak ideolojik bunalımın edebi metni öldürdüğü gerçeğinin hakkını veren bir romandır. Roman, gerçeküstü edebiyanrıın imkanlarını kullanarak kaleme alınınışnr. Muinar, hakkı yenmiş kadınların hikayelerini anlatan bir ruhtur. Somut bir gerçekliği olmayan Muirıar, kadınların dertlerini anlatan, bunu yaparken de türhan üzerinden baskıya uğrayan kadınlara değinmektedir. Roman, bir haksızlıklar metni olmasına rağmen, başörtüsü takuklan için mağdur edilenleri aniatmayı tercih etmez bilakis kadınlara başörtüsü taktınlarak onların mağdur edildiğini düşünmektedir. Roman, bu yönüyle diğerlerinde de karşımıza çıknğı gibi anlamayı ve Müslüman toplum gerçekliğini görmeyi bilmez.
Muinaı~ın türban hakkındaki sanrlanna geçmeden önce, romanın son on yıllık Türkiye siyasetine dair yapuğı göndermelere yer vermemiz, çalışmamızın sahası açısından önemlidir. Burada ele alacağımız rom~nların bazılarında 2003-2014 arası dönemde kesintisiz. Başbakanlık görevini sürdüren Recep Tayyip Erdoğan'a isim verilmeden göndermelerde bulunulduğu görülmektedir. Muinaı~da da birkaç yerde başbakan, cumhur~aşkanı olmak gibi ifadeler kullanılmaktadır. Romanın yazıldığı yıllarda başbakan olan Erdoğan'ın İstanbul'un bir semti olan Kasımpaşalı olması, bir "mahalle" çocukluğundan başbakanlığa yükselmesi Mııinar romanında kinayeli bir biçimde geçmektedir. Daha sonra bir başka yerde bu "çocuğun" cumhuİbaşkanı olacağının söylenmesi, 2006'da yazılan ve 2014 yılında· gerçekleşen dikkate değer bir öngörüdür. "Mahalle çocuğu başbakan olacak, duygu fışkınyor gözünden, sıfat delikanlı, yerin göğün carılısı selama dururdu ... " (Tekin, 2013; 21).
Büyük oğlan Türkiye'nin başbakanı olmuştur. Başbakan olmakla kalmamış, kardeşlerini kayırarak onların hepsini geliri büyük işlerin başına getirmiştir. Türkiye'de siyasilere yöneltilen en ucuz tabirler burada da karşımıza . çıkmaktadır. Siyasetten sonra zenginlik, akrabaların zengirıleştirilmesi, medyayı tahakküm aluna alma vs. Mııinar'ı güçsüz kılan ideolojik saplanuya bun.: lar birer örnek olarak alınabilir . .
"Büyük oğlun Türkiye'nin başbakanı olmuş, kurtarmış kardeşlerini, hepsi büyük tüccar, bankacı, reklamcı, performansçı, madenci... Küçük kızın
ısı · tezkire
iki gazete saun aldı, büyük kızın banka patronuyla evlendi, kat kat örtüler alunda badem çiçeği, herkesin nzkını onlar dağıoyor, süzülüyor ki
görme Hatica,' dedim, 'gidiyor mu, geliyor mu belli değil sizin oralann. topragı cana gelmiş, çay bahçeleri İstanbul'a, Ankara'ya yürüyüp çocuklarının ayaklarınınalona seriliyor, kesilip biçilmiş olarak.' Ben susmam,
dilim sustu ... 'O daha Cumhurbaşkanı olac,ak. .. " (Tekin, 2013; 75).
Recep Tayyip Erdoğan'ın yanısıra adı verilmeden ima edilen diğer bir şah-siyet ise Fetbullah Gülen'dir. "Ağlayan Hoca Efendi" tabiri, Fethullah Gülen'in
sohbetleri sırasında yaşadıklarına bir göndermedir. Onun, aynı zamanda Ame
rika'da hayauru sürdürmesi de bizim Fetbullah Gülen çıkanınında bulunmaIIllZl sağlamaktadır. Latife Tekin, Fetbullah Gülen gıyabında uzun uzun mülahazalarda bulunduktan soma onun bankalan ve şirketlerinin varlıgından da
bahsetınektedir. Son olarak ağiaya ağiaya göz pınarlannı kuruttugıı, gözünden · akan damlaların "nudu" oldugıı söylenmektedir. "Ameıi1ıaya gitmişhen Ağla
yan Hoca Efendi'nin verdiği demalırasi dersleıine hatılıyonmı, ölümsüz hoca1ıanysan gözıiııhulağııı heryerde olacah, inmişsin dünyaya. .. " (Tekin, 2013; 113). · ifadeleri Muinar'ın varlığı hakkında bize bilgi de vermektedir. Bölümün iler
leyen kısımlannda Muinar'ın "Hoca Efendi"yi daha yakından tarudıgına dair işaretler bulunmaktadır: " ... 'Histeıill denecelı lıadar duygu.salım' dediğini oJmdum bir yeıde, ağzından işitmek istedim bunıı, doğruymıış, çağlayaıııınsı pmltılar oynaşıyor yı1Zı1nde, gözleıi yaıısımalara bahıyor dersin, öyle boymı bıihü1ı, mahzım, ııefesi derste11 derse solup inceliyoı; aglaya ağiaya göz pmarlamıı Jmnttınıış, ınırlu damlalar olsun!.." (Tekin, 2013; 113). Fethullah Gülen Cemaati'ne ait şirketlerin ve hankalann "batmak" kelimesiyle kullanılması da Muinar'ın 2006 yılı için erken kullandıgı, ancak elimizdeki meirlin bir kurmaca
unsuru oldugıı gerçeğinden hareketle, göz ardı ediİebileceği bir durumdur: ''Batar bankası, şirketleri" (Tekin, 2013; 115). ifadesini kullamyor Latife Tekin.
Mu inar sadece isimler üzerinden değil, dünya siyasetinde her yıl gündeme gelen şehirlerle de türhan meselesirıi değerlendirrnektedir. Her yıl Dünya Ekonomik Foromu'nun yapıldığı ~avos ve Barış Görüşmeleri'nin gerçekleştirildiği
He1sinki, yine Erdoğan'ın başbakanlıl< yıllannda çokça gündeme geldiği için ku!llarulıyor izlenimi vermektedir. "Davos türbamını getir, Helsinki türbamını kuru temizlerneye gönder." cümlesi bunu üstü kapalı bir biçimde yansıtmak
tadır. Latife Tekin bir söyleşisinde Süleyman DemireL Bülent Ecevit gibi siyasetçilerin kasketleri ve şapkalanyla bir sembol taşıdıkları, Erdoğan'ın da görünürde olmasa da türbam bir simge olarak başına yerleştirdiğini söylemesi.
bu romanda türbana dair verilen bütün yorumların doğrudan Türkiye'nin son 10-12 yıllıl< siyasi hayao içerisinde değerlendirilmesini mümkün kılmaktadır:
Sol-politih Romanalann Mı1slıiman Tasavvıırlan 1 Yahup Oztiırh 153
"Atatürk'ün kalpağı, Demirel'in fötr şapkası, Ecevit'in kasketi, Özal'ın kovboy şapkas~nı da unuonamamız lazım. Tayyip Bey'in görünürde bir şeyi yok am~ aslında var. Şapka cinsiyet ve biçim değiştirdi diyorum ben, Tayyip_ Bey'in şapkası bugün Emine Hanım'ın başında. Tanrısal anlamı bir yana; türbaru, iktidardakilerin kendilerini diğerlerinden ayırma~ için kullandıklan bir simge olarak değerlendiriyoruro ben. "1
Türbanın, kadınların sağlıklarına zarar verdiği, başlanyla türhanlarm arasına karton koyduldan gibi çokça avarni görüşlerin Muinar romanında da karşımıza çılanası romanın estetik değerini bir kez daha düşürmektedir. "rürban, işin özüne irıilemeyen, derinleşilemeyen, yanlış gibi ifadelerle birlikte arulmaktaclır. Karton üretildiği için ağaçlann kesilmesi de bir başka tutarsız yorumdur. Türhan içerisine karton konulmasıyla kanadına bez bağlayan kuş mukayesesi yapan anlatıa "Kanadıııa bez dolayaıı 1mş var mı, · sinirlendinne
beni, iıısaııııı boh yemesi bıııılaı; başmıza Tavanaıma hesildi, sesiniz solıığtmuz çıhımyoı:" (Tekin, 2013; 25). demektedir. Bunlann her birini sembolil< bir değer olarak okumak mümkünse de, türbana ya da türhan takanlara yöneltilen bu eleştirllerin toplumda seslendirildiği bilinmektedir ve öncelik olarak bunun alınması tabüdir. Şu samlar, hem Latife Tekin'in üslubuna daha yakından bakmamız hem de bu: kısımda ele aldığımız iladelerin romana nasıl yansıdığını görmemiz balamından seçici olacaktır:
"Kadınlar Ülkesi'nin okçu kızlan, yekinip kalkın, oka tutun şu meclisi! Hamlıyor musun Elime, ne olmuştu, şu gözlüklüyü ilk haberlere çıkarmışlardı hani, tepesine yanlış ışık filan mı açtılar, ne yapqlarsa, görüş bildirirken saçı ağardı birden, bekliyorum derinleşmiyar tartışma, işin özüne inen yok, un eleyeceksen örtersin başını, türhan dediğin nedir ki, karton var içinde, söyletecekler beni, kafalan güneş görmüyor, aklı dolaşsm serbestçe, kartonu kim üretiyor, fazladan kaç ağaç kesiliyor bu türhanlar için?
Rüzgann mı söndü, ey dünya, dağıt şu gölgeyi, Boynu Buldeli tahttan · indi, şapkasının gölgesi cinsiyet değiştirip üstünüzde koyulaşu, tövqeler olsun aldığı biçime, deniz üstünüze kabarsın, ıslanın iliğinize kadar, bilinmez gecenin ayı vurmuş yüzlerine, o hikaye ... Elbiseleriniz şişsin, bir daha geçeceğim sırat köprüsünden, yakmacaklar bana hakkımı, yirmiyi aşmış aldığım ceza, dünya yaşanum sönecek bunların yüzünden, türhanının kartonu çarpılsın, zirve toplantısında baş konuşmacı, lafını yazıp tutuşturmuşlar eline, su içine çeksin sizi, kol kola dibi boylayın ... " (TeItin, 2013; 24).
AR.MAN, Ayşe, "Söyle bakalım türbanla yoğurt mayalayabilir misin?~ Hürriyet, 13 Ocak 2008.
154 tezkire
Yukanda yer yer değindiğimiz, türbamndan dolayı şiddet gören kadınlara
burada, fakirlik de eklenmiştir. Latife Tekin'in bütün romanlannda görebilece
gimiz fakiriere karşı hassasiyet vurgusu, burada zorlama bir ifadeyle başındim
türbam uçan bir kıZın kemiklerinin zayıfl.ıgından türbaruru tutamaması olarak
yansımaktadır. Bu kadınlar ya da genç kızlar, fakirliklerine ve zayıfl.ıklanna
bakmadan önce türbana sahip çıkmaktadırlar ya da onlardan, önce bu ist~n
mektedir vurgusu öne çıkmaktadır. Ondördünde yoksul bir kızın hikayesi:
"İstanbul mu desem yaşadıklan yere, on dördüne yeni basmış, yoksul
bit kıt varmış, başına takıyonnuş türbanı, bir kasırga kopuyormuş uğul
ugul, rüzgar uçurup götürüyormuş türbaruru bir derenirı çukuruna, ko
şup yuvarlanıyormuş kız peşinden, tozunu çırpıp toka, firkete sağlam
lıyormuş başında, durmuyormuş ki dursun, daha da şiddetieniyormuş
rüzgar, çalıyı çırpıyı döndürüp yürüyormuş kızın üstüne, bir çarpış~ sa:.
vurup auyormuş türbaruru yere ... " (Tekin, 2013; 41).
Bu fakir kızın hikayesi romanın ilerleyen kısımlannda da devam etmek
tedir. Latife Tekin, ustalıkla, zengin Müslümanlarm da arok evlerine hizmetçi
aldıgım, bunlann bir eşyadan fazlasım evlerinde bulunduklanru türhan üze
rinden anlatmaktadır. Fakir kıza türbanı, annesinin temizliğe gittiği evin kızı
mn dogum gününde hediye edilmiştir. Babası zengin, tüccar, Müslüman, an
nesi, vergi rekortmeni. Bu hikayenirı aslında, hizmetçi kıza hediye değil para
verilmektedir. Büyük güçlere sahip, hatta kendisine tanrısallık atfeden Mui
nar, bu hikayeyi değiştirerek hizmetçi kıza hediye verdirmektedir:
"Türbam, annesinin ternizliğe gittiği evin kızı hediye etmiş ona, doğum
gününü kutlayacakrruş kız, evin çalışarılannı da ayırınayıp davetiye ver
miş onlara, iyi yürekli bir kızmış, babası tüccar, zengin Müslüman, annesi
vergi rekortmerıi, bir oda dolusu raf raf sıralanmış türbam varmış. Suda
yüzer, havada süzülür gibi yürüyüp dolanması temizlikçi kadının hoşuna
gidermiş, yanına kaup götürmüş kızım. Yemekli bir parti düzenleniyor
muş, 'Ortalığa saçılan bardaklan, tabaklan toplar, eğlenir o arada, içi açı
lır, gözü hayat görür. (. .. ) Yoksul kız, girmiş zengin kızın türhan odasına,
çıkamamış ki çıksın, pastalanru yemiş ler, saklambaş oynuyorlarmış ... 'Al
istediğini hediyem olsun.' Üstüne de bir avuç toka." (Tekin, 2013; 64).
Türb.anın, yine yazıldığı dönemi göz önüne getirerek söylememiz gere-
kir ki bir zenginleşme unsuru olduğu gösterilmektedir. Türbam başına takan,
ihale, ticaret Türkçesini de bir anda çözmektedir:
Sol-politih Romaııcılanıı Miislumaıı Tasavvıırlan 1 Yahııp Oztıirh 155 . .
"O geceden sonra Türbanlı kadın heyetinin falcısı olup çıkmış büyük elti, talanış başına türbanı, ihale, ticaret Türkçesini sökrnüş, 'Gelişmelerden büyük pay alıyorsun ...
Bolluk gelmiş evlerine, küçük eltinin gözü kalıyormuş alıp giy~ginde, yediklerinde ... 'Abla ben de türhan takmak istiyorum, sen bilirsin, elimden tut,' deyip yanaşmış bir fısıltıyla ... " (Tekin, 2013; 85).
Mııiııar romamy la ilgili olarak son söyleyeceklerimiz, diğer romanlarda da karşımıza çıkaca~ üzere Müslüman kadınların kadere razı olmalan, İslam'ın bir ernriymişçesine şiddet görseler de eşierine karşı itaatkar olmalan üzerinedir. Romancı, bilinçli bir biçimde türban, yoksulluk ve dayak kavramlannı bir arada kullanmaktadır. Türbanlı bir kadından bahsedilmesinin hemen ardından, meselenin bütününe zarar vermeyecek olsa da o türbanlı kadının yoksul ve kocasından dayak yediği söylenilmeden geçilmemektedir. Kadının ne zaman istenilirse erkeği tatmin etmek mecburiyeti olduğu,2 bunun Tann'nın bir emri olduğu, "doğuştan kanadı kınk" olduklan için erkeğe karşı elinirı kallcm~yacağı yazılmaktadır. Böylesine müşkil bir hale düşen kadının hali sorulması üzerine, Allah'a şükrettirilmesi bir saıniıniyetin karşılı~ değil kastidir. Şiddet gören, bunu baştan kabul eden Müslüman kadınlar portresi çizen Latife Tekin onlan buna rağmen Allah'a şükrettirerek islam ve kadına şiddeti aynı hiza üzerinde ele aldı~nı göstermektedir. "Elim 1ıal1ıınaz, doğuştan kanadım lunh benim ... Öyle teınbihledi analığım. (. .. ) Allah'ın gıiniine şıihiir olsun, ona bir diyecet!ın yoh ... " (Tekin, 20 l3; l 44).
Nedim Gürsel'in Çift Zamanlı Romanı: Allah 'ın Kızlafi
İlk baskısı 2008 yılında yapılan Allah'ııı Kızlan romanı, Nedim Gürsel'in diğer romanlannda da denediği sansasyonelliği öne. çıkaran kitaplanndan biridir. Roman adından başlayarak, anlatu~ ve tartıştığı meselelerle ve Kur'an-ı Kerim' e getirdiği yorurrılarla da Müslüman kimliğinin yansımasının okunaca~ önerrili metinlerdendir. Çift zamanlı ilerleyen roman, yazann biyografisinden izler taşıdığı günümüze ve Asr-ı Saadet yıllarına gitmekte, zaman zaman peygamberler ve dinler tarihirıden, kutsal kitaplardan istifade ederek söz açmaktadır. "Yasak meyvenin yenilrnesi" sonucunda Cennet'ten çıkarılan insan, Allah'ın yaratma kudreti, romana adını veren Kabe'deki üç put, levh-i mahfuz, ilk vahiy, İslam'ın yayılış yıllan vs. kavrarnlar ve olaylar romanın arka pla
nını oluşturmaktadır. Modem zamanlara bakan yüzü ise, anlatıcının dedesi
2 "Kız sen benime koynuma gireceksin, her kadının tepesinde bir ışık puştu, Tanrı öyle emrediyor, gönlümü hoş tutmak için yaratıldın, ört başını başka göz değinesin saçına, ışık kuduzu olmuş erkek cinsi, .kadın cinsini katlediyor, görevini alesatırsan boşsun .. :·
ıs6 tezkire
Rahmi Bey'in Yemen müdafaasına kanlması, Atatürk, laik Türkiye, din eğitimi gibi meseleler etrafındadır. Romanın ilk devri Kabe'ye yapılan Lat, Manat ve Uzza adlı pudarın ağzından anlanlmaktadır. Allah'ın kızlan adlandırması da bu üç puttan gelmektedir.
Nedim Gürsel, romanı kaleme almadan önce bir çalışma disiplini içerisine girdiğini yer yer okura hissettirse de burada ele aldığımız romancıların tamamında gördüldüğü üzere İslam'a ve Müslüman kimliğine uzak olduğunu bazen maddi hatalar yaparak ele vermektedir. Romanın aynnusına girmeden bunu ifade edebiliriz. Mesela, Arapça "Ol" manasma gelen Yasin Suresi'nde
de geçen "Kıin". emri, Gürsel'in söylediği gibi Arap harllerinden kaf ve nun ile değil, kef ve nun ile yazılmaktadır. Fakat romancı Mekke şehrini tarif ederken "Tann 'Kün!' diye buyurduğunda, kaf nunadeğer değmez ilk olan, sonra çevresindeki dağlada mıhlamp sağlarnlaştınlan ece kenttir." (Gürsel, 2008; 16). dem~ktedir. Roman kurgusunda dine ve dinsel metinlere ilişl<in maddi · hatalar da elikkat çekmektedir, sonral<i baskılarda da düzeltilrnerniştir. Bu bağlamda Alak Suresi'nin meali hakkında bilgi verilirken ilk ayetin manası başka şekilde verilmiştir. Surenin ilk ayetinin anlamı Oku'dur. İnsarun pıhtılaşmış kandan yaranlması sonraki ayette geçmektedir. (Gürsel, 2008; 93).
Romanda öne çıkan kahramanlar arasında anlaucının dedesi ve büyükannesi vardır. Anianeıyı yetiŞtiren, onun hayata, dünyaya ve dine bala.şlfU belirleyen insanlar bunlardır. Dede, Rahmi Bey, Hicaz cephesinden gazi olarak dönmüş, bu sıfau yeterli bulmayarak kendisine hacı denmesini arzulamıştır. Soyadı kanunu çıkınca Müslüman soyadını almak istemiş aricak "laik Türkiye Cumhuriyeti'nde bunun pek uygun kaçmayacağını" düşünerek "Ram" adında karar kılmıştır. Ram, boyun eğen anlamına gelmektedir. Zaten kendisi de bu adla Müslüman adının aynı anlama geldiğini düşünmektedir. Bunlara rağmen Rahmi Bey, Medine'den döndükten sonra İstanbul'da hovardalık yapmaktan geri durmamaktadır:
"Dedenin hacdan olmasa da Medine'den döndükten sonra İstanbul'da Rum :ve Ermeni kadırılanyla yaşadı~ hovardalık gürılerini ... (. .. ) İnançlıydı bell<i, ama namaz çıla.şı Tatavla'da içl<i alemlerine kaulmaktan, hatta ,kavau bol Galata'da kahpelerle düşüp kalkmaktan da geri kalmıyordu. * (Gürsel, 2008; 41).
Büyükanne de, Rahmi Bey de dindardırlar. Büyükannenin daha dinclıir olduğunu söyleyen arılaucı bunu şöyle açıklamaktadır: "Bel1li deden lwdm· tallsilli olmadığı için, belili ailesinde Belltaşi dervişler ile şehitleı; seyitle1; veliler olduğıı için. Ya da, tlç hız doğurdtığıı halde-dedene bir eı·lıeh çocıılı veremediğinden hendini diııe venn.işti." (Gılrsel, 2008; 39). Varanın herşeyden önce ezan
Sol-politih Romanalann Müslıimaıı Tasavvıırlan 1 Ya1mp Öztıir1l 157 . .
sesi olduğunu söyleyecek kadar İslam ve vatan kursalına inanan ancak öte taraftan Peygambere inen vahiyden yüzlerce yıl sonra şeriat hükümlerinin Allah kelamına göre uygulanmasını her zaman doğru bulmamaktadır. Rahmi
·Bey, böylesine tezat düşüncelere sahip olabilecek düşünce yapısında biri midir yoksa yazar kendi iç dünyasını göstermek için Rahmi Bey'i yansıncı kahraman olarak mı kullanmıştır?
Müslümanlık teamüllerinin yaşandıg-L bir evden çıkıp laik Türkiye Cumhuriyeti'nin okullanna b~şladıgında ögtendi@ ilk kelimenin "Atatürk" olduğunu, bu okullarda Allah'ın ve Peygamberinin adlarının .geçmedi@ni söylemektedir. Evde dualarla; tespihlerle geçen hayat okulda andarla, marşlada geçmektedir. Burada laik-dini olan mukayesesi yaparken İstihlal Marşı'nı da anan romancı, milli: marşın dini söylemlerle örülü olduğunu ve yetişti@ evin özelinde Müslüman aile yapılannda İstihlal Marşı'nın laik bir imge olmadığım ıskalamaktadır. Küçük çocuk, bu çatışma ortamında giderek dedeli, büyükanneli, Müslüman dünyasından kopmaktadır:
"Deden sayesinde okula gitmeden sökeceğin alfabenin orannlı, simetrik, her sesin karşılığını bulduğu harfleri vardı. Allah ve Peygamber'in adlan geçmiyordu, söktüğün ilk sözcük KIA idi, sonra bir de TÜRK eklenecekti bu sözcüğe, ATATÜRK. Ve okula başladığında yeni bir dünyayı keşfedecek, evdeki dualar, tespihler, dedenle büyükannenin birlikte kıldıklan namazlar ile okuldaki İstihlal Marşlan, ant içmeler ve Atatürk şiirleri arasında bir süre bocalayacak, giderek dedenle büyükannenin dünyasından kopacaknn." (Gürsel, 2008; 39).
Zaman içerisinde Türkiye'de muhtelif inanç gruplarının olduğunu da öğrenecektir anlancı. Dedesi, tasavvuftan pek hazzetmediğinden ona, Ulucami'ye namaza götürürken hemen yakınlanndaki Yolageldi Baba'dan bahsetmek isteğinde olmarnışor hiç. Pazar kurulduğt,ı günlerde yatırın yanındaki boş arsaya gelip bağlama çalan ozan, anlancıya Yolageldi Baba'nın hikayesini anlatacaktır. O ozan da Tahtacı köylerinden gelen yörüklerdendir. (Gürsel, 2008; 78).
Allalı'ın Kızlan'nın arılancısının bir çocuk olması, bilinçalunın şekillenmesi yıllanna tamldık etmek bakımından önemli görülmektedir. Türkiye'de din eğitimi dendiğinde yaldaşnrmaktan çok uzaldaştırmaya, sevdirmekten çok korkuya dönüştürülen, bunlann bir neticesi olarak da din ve nefret ilişkisinin ortaya çıknğı görülmektedir. Anianeının büyükanneden dinledi@ kıssalar, camide imamlardan duyduklan3 dinden uzaklaşmasına sebep olmakta
dır. Bu, Türkiye'de dini bir hayan tercih etmeyenlerin ellerinde tuttuklan ve
3 "İmam her cuma inatla önce kıyamet alametlerinden söz ediyor, sonra o gün gelip çattığında neler olacağını anlatıyordu:' Deccal, Yecüc Mecüc de burada sürekli anılmaktadır.
ıss tezkire
suistimale kolayca yerleştirebildikleri bir durumdur. Anlaucının meseleye nereden ve nasıl yaldaşmak istedigiyleaçıldanabilir ancak. Burada da, çocukluk gürılerinde din bilinçalunda nasıl yer etmiş, göstermesi bakımından Cehennem tavsiri öne çıkanlmaktadır. Zebaniler, derisi yüzülüp tuzlanarılar, sonsuz işkenceyle tasvir edilen Cehennem:
"Orada ateş dünyadakinden yetmiş kez daha yakıcı, daha har lı, çok daha kızıl, kıpkızıldı. İbrahim Efendi'nin fınnı hiç kalırdı yanında. Zebaniler cehennemde her türlü azabı tattıracaklardı sana. Kara kara kazanlarda kaynayan katranı hoca edeceklerdi üzerine, sen topraktaki solucan gibi
kıvnlıp debelerıirken ağzından içeriye hurıiyle zehir boşaltacaklar, de- . rini yüzüp tuzlayacaklar, yirıe de öldürmeyeceklerdi. Çünkü ölüm yoktu cehennemde, sonsuz acı, sonsuz işkence, sonsuz. azap vardı." ( Gürsel, 2008; 95).
Cennet kimsenin aklına gelmemektedir. Romanın bir başka yerinde ölüm ve kabir hayau hakkında "Ölüp ah hefene sanldı1uan, sanlıp gömüldühteıı hırh gün sonra bumım dıişüyoı: Sonra da başha uzuvlann. Seıı toprağın altında upuzwı yatarlıeıı zebaııiler dilıiliyoı· başma. Ce1ıeımeınde yapaca1ılanm te1ıeı· teller anlatmaya başlıyorlaı:" (Gürsel, 2008; 98). derıilmektedir. Çocuğun zihni süreldi ölüm ve ahiretle ilgili _korku unsurlanyla doldurulmuş durumdadır. Cehennem ve yanmak .üzerine inşa edilen zihin, İslam'ın tek cephesinin olduğunu gösteren haksız bir yorumdur. MevZid-i Şeıif gibi Hz. Muhammec\'in hayaunı arılatan, edebiyaumızın büyük bir. eseri dinienirken dahi ölüm öne çıkanlmaktadır.
Romanda Hz. Muhammed'in Miraç Mucizesi de söz konusu edilmektedir. Müslümarılık için büyük hadiselerden biri olan bu gecede Hz. Muhammed, Allah'ın makamma yü~elmiştir. İslamiyet'in direği kabul edilen namaz bu gece de farz kılınmıştır. Bakara Suresi'rıin son iki ayeti bu gecede Müslümanlara bir hediye olarak indirilmiştir. Mirac'ın daha pek çok hadisesi bulunmaktadır. İslamiyet'te böylesine manevi değeri olan Mirac'ta Hz. Muhammed'in sadece Cehennem'i görmesi ve Cehennem'in korkunçluğu üzerinde durulması romanın sorgulanması gereken tarafıdır.
~'Cennet ve cehennemi de görmüştü Muhammed, boş arsada çevirdiğiniz topaçlar gibi günahkarlann ağızlanndan hızla girip kıçlanndan çıkan ateşten toplara, bağırsaklannı yutan yaşlı cadılara, zina yapmış kadın ve erkeklerin auldığı kaynar kazarılara seyir bakmışu. Kan ve irin içindeydi her yer. Zebaniler, günah işledikleri uzuvlanndan tutup ateşe auyorlardı erkek ve kadırılan. Galiba en çok da kadırılan. Giydikleri alev, yedikleri leşti. Ve azaplanna son yoktu. Çünkü zebanileri, azap çekerılelin
·Sol-politih Romanalann Miıslumaıı Tasavvıırlan 1 Yahııp Öztiirh 159
yalvarmalarını ve yakınmalarını duymasınlar diye, sağır ve dilsiz yaratmışn Allah." (Gürsel, 2008~ 120).
Mirac Mucizesi'nden Cehennem zebanilerini . almayı tercih eden anla-, . ncı, sokakta sıcağın alnın.da çalışan işçilere baknğı zaman da zebanileri gö-rebilmektedir:
"Asfalt döken işçilerin düğmeleri kopmuş yırnk mintanlarından kollan, yamalı pantolonlarından bacaklan görünmüyordu yalnızca, güneşte yanıp
, kavrulınuş bağırlarında göğüs kıllanna yapışrnış zift lekeleri de belli oluyordu. Gürültü panrnyı duyunca oyunu yanda bırakıp seyir bakmaya gelmiştiniz. İşçiler: kazma kürekleri, kaynar kazarılarm başında nöbet bekler gibi duruşlan, kapka:ra yüzleriyle zebanileri andınyorlardı. Cehennemde günahkarlara katrandan gömlek giydirileceğini, derileri kavrulup yüzüldükçe Allah'ın onlara yeni deriler vereceğini, azap böyle sürüp giderken gayya kuyus~nda fokur fokur kaynayan katrana sokup çıkarılacağını İsmail mi söylemişti sana, yoksa cuma vaazında imamdan mı duymuştun, şimdi pek iyi anırnsamıyorsun. Deden söylemi$ olamazdı, çünkü torununun yüreğine korku salmaktan kaçırıırdı her zaman." (Gürsel, 2008; 160).
Nedim Gürsel romanında maddi hatalar yapmasının yanında itikadi, fıkhi açıdan kesinliği olmayan, müfessirlerin ortak bir noktada buluşamadıklan, ihtilaflı bir biçimde tefsir edilen ayet yorurnlanna, yine kendi penceresinden bakmaktadır. Yazar, Hz. Muhammed'i Allah'ın resulü olarak değil, kimi zaman bir roman kahramanı çizgisine indirmek istediğinde bunu yapmaktadır. İslam alimlerince reddedilen, uydurma rivayetlere dayandırılan,. Hz. Muhammed'in La~, Manat ve Uzza'nın şefaat edebilecekle~ güya söylediği, Allah'ın Kızlan'nda da söz konusu edilmektedir:
"Ve Muhammed'in en umutsuz, en çaresiz kaldıgı bir anda Allah'a eş koşan o ayetler çıkıverdi ağzında:n. Ve yairuzca Kureyş'i değil Kabe'deki Allah'ın kızlarını da mutlu eden şu sözleri söyledi:
'Gerçekten o rabbinin en ulu işaretlerini gördü. Sizse Lat ve Uzza'yı, o üçüncüsü Manat'ı mı görüyorsunuz? Gerçi onlar da yüce ilaheler, yüksekten uçan tuma kuşlandır." (Gürsel, 2008; 155).
İslam'a bir inanç olarak balanayan, onu kültürün bir ögesi olarak gören ya da eli İslam'ın emirlerine varmayan insanların iyi insan olmak, ahlakilik · vs. hasletlerin ardına sığındıklan üll<emizde çokça görülmektedir. islam'ın mükafatlandıncısı olan mekanlardan Cennet de böyledir. Arılancı, (burada arnk yazarın bizzat kendisinin konuştuğunu söylememiz mümkün) kendi Cennet'ini inşa etmekten bahsetmektedir. Arnk hep hepine Allah'ın yaratıcı
ı6o tezkire
sıfaoru kendisinde banndırdıgım göstermek istercesine "Bir Jıadın cenneti yaratmaya çalıştın çevrende. Bıınıı yapmail için de ne hwilere gereh vardı ne Tanrı'nın lütfuna." diyecek daha sonra Manisa'da çocukluğunun geçtiği yıllan ve
mekanlan Cennet' e benzetecektir. ifadenin son kısmında da Allah ve İslam'ın
korku üzerinde ancak yan yana geleceklerini iddia edercesine birtakım, islam
adına öznel kabul edilemeyecek yorumlarda bulunulmaktadır: "Işte böyle, mii
minlere ahrette vaat edilen cennet çoaıhlıığımıııı Maııisası'nda yeıyüzılııe inmiş,
bütün nimetle1iyle hıışatımştı çevreni, cehemıemse, oywm bırahıp seyıiııe geldiğin lwtran lıazaıılan gibi fohurdayıp dunıyordu Jıafanın içinde, uylmlanııı bölıiyoı; gece diışleıine giıiyoıi!u. Gerçehte sana şa1ıdamanndaıı da yahm olan ceheınwndi, ceımet değil. Allalı hiç değil." (Gürsel, 2008; 162). Şah darnannın
Cehennem'e benzetilmesi ifadelerimizi desteklemektedir.
Çalışmanın başında da söylediğimiz gibi, ele aldı€;ımız romanlar İslam'la
ilgili herhangi bir mesele karşısında tartışmanın bir tarafını okura yarısıt
makta diğer ve tamamlayıcı olan kısım hakkında malumat vermemektedir. Romanda geçen "Mııhammed şairlere lanet olmmııştıı." (Gürsel, 2008; 176).
ifadesi eksil< bir ifadedir. Hz. Muhammed şairlere lanet etmemiş bilal<is onlan teşvik etmiştir. İslam güzel söz söylemeyi teşvik eden bir dindir. Hz. Mu
hamrned'in şairleri diye bir zümre bulunmaktadır. Peygamberirı, şair Hassan
bin Sabit için "Onun sözleıi (beyitleıi) düşmana oh darbesiııdeıı diı.lıa tesirlidir" dediği aktanlmaktadır.
Romanın son kısımlanna doğru anlatıcı "Dogm ya da yanlış, bileıııeın, beııdeıı lıilıayesi" (Gürsel, 2008; 169). diyerek modem-postmodem romanın
kurgusuna sığınmayı tercih etmiştir. Böyle yapıldığında yazılanlarm tamamına meşruiyet kazandınldığım iddia eden modem met;inler, kendilerirıe yaklaşılırken gerçeklik fikrinin öldürülmesini de istemektedirler. Böyle olmadığı takdirde asıl yazılan bu türden metinlerin bir klymet-i harbiyesi olmayacaktır. Son olarak, Allalı'ın Kızları başlıklı bölümün başında söylediğimiz gibi Ne
dim Gürsel, aykırılığı ve iddialı olmayı sevmektedir. Burada da, islam inancını
sorgulamayı denerniş, . güya İslam'ın tutarsızlıklannı akstettimıek istemiştir.
"Bir gün bu satırlan yazacağım hayal bile edemezdin. Yazdığın nice mu-
. halif sözcükler, aykın cümleler gibi. Oysa bu satırlar nft kıyamet günü
nün habercisi ne isyana çağn. Ne de çocuklugunda Peygamber'in dün
yasına doğru çıkuğın yolculuğun izlenimleri. Belki geçmişe yaptığın bir
yolculuk bu, ama paylaşılması mümkün olup da anlaşılması pek mümkün
olmayan bir şeyi, inancı, kurcalıyorsun. Onun için de sanki elin varmı
yar Kuran'ı eleştirmeye. Levhi Mahfuz'da yazılı olan orada kalmalı. Allah
kelamıysa, senin için olmasa bile, inanç sahibi herkes için, Manisa'daki
Sol-politih Romanalann MıislLiman Tasawıırlan 1 Yalzup Oztıirlı 161
o meraklı, dedesiyle namaz lalan, cehennemden korkup tövbe eden çocuk için de kutsallığıru kor:umalı." (Gürsel, 2008; 169).
Emine
Mehmet Eroğlu'nun kaleme aldığı "Fay Kınğı" serisinin ikinci romarn olan Emiııe'de, (Birinci baskı, 2011) 2000 sonrasında Müslüman zenginlerin, iktidar ve İslam'la yaşadıklan ilişki, islam'a bakışlanndaki çarpıklık anlatılmaktadır. Bu sonuncusunda tamamıyla romancının İslam'ı anlamak ve algılamak istedigi biçimde aktarmasımn payı büyüktür. Daha romana geçmeden Dostoyevski'den alınan bir epigrafta "Sadaha vennelıteıı dııyıılanJıa.z mağnıı; ahlahsız bir lıazdıı:.. Sadal~a. vereııi de alanı da bozaı: Üstelih amacıııa da varama.z, çiinhü yolısıılluğu höhleşti1ir yalııızca ... " denilmektedir. Henüz romana başlamadan sadaka gibi İslam toplumlarının temel taşlanndan biri için böylesine bir ifadenin kullanılması, romancının ne İslam'la ne de islam olan coğrafyalardaki kültürle, sadakanın meydana getirdiği sosyal ilişkilerle bir bağının olmadığını göstermektedir.
Emine, bu çalışmada ele alınan romaniann teknik ve üslup bakımından en yetersizidir. Romancı, aniannaya çalıştığı kidenin duygu dünyasını, insani ilişkilerini, hayata ve dine bakışlanru yeterince anlayabilmiş degildir. Diğer romancılarda karşılaştığımız üzere İslam'ı kendince kurgulamakta, suçlayıcı bir üslup benimsemektedir. Bu duium diyaloglardaki düşüklükte de görülmektedir. Konu ve karakterler karikatürleştirilıniştir. Her bir karakter kartona dönüştürülmüştür. Mehmet Eroğlu, okur kidesirıin İslam'la ortak bir bağı olamayacağını düşündügünden olmalı, romanın kendi dünyasından uzaklaşarak, öğreten bir yazar portresi çizmektedir. Mehmet'le Emine'nin diyaloglanndan birinde Emine, ikindi namazının kırk beş dakika önce olduğunu, son pişmanlıkla yine kazaya kaldığım söylemesi, okura, İslam'da namazı kırk beş dakika geç kılarsan, kazaya kalmak anlamına gelen bir durumun içerisine düşüyormuşsun dedirnnek içindir. Romamn estetik ölçüsünü bunun gibi pek çok söyleyiş bozmaktadıi. (Eroğlu, 2013; 106). Emine, Mehmet'ten lioŞlanmadığı bir söz duyduğunda "Tövbe tövbe" diyerek, sözlerirıi Mehmet'in duymadığı bir dua okumaktadır. Mehmet, onun için "Şeytanı hovııyor olmalıydı" ifadesirıi kullanmaktadır. Kötü bir taklit karakteri olarak çizilmektedir Emine. Romanın diğer Müslüman karakterleri gibi Fanna da (İleride Fanna hakkında daha aynnnlı malumat verilecektir) Mehınet'in, kocası hakkında söylediklerine tepki verirken ağzından çıkan ilk söz "Esteizıı billaJı ... " (Bunda da dipnot kullanılmış ve "Allah'a sığırunm" manasma geldiği söylenmiştir.) olmuştur. (Eroğlu, 2013; 119). Bir Müslüman'ın bunca imaj hastalığına kapılması, onun Müslümanlığına terkedilemez. Mehmet Eroğlu, bunu kastl olarak yapmaktadır. ·
162 tezkire
Evhlik öncesinde Emine ve Mehmet arasında geçen meselelerden biri de mehirdir. Eroğlu, yi.rie okurlanru düşünerek mehir hakkında bir dipnot düşmüştür. Bu dipnotta, mehirin, İslam'ın bir emri olduğunu belirtme ihtiyacı hissetmemiştir. (Eroğlu, 2013; 144). İslam'ın kadının hakkını korumak adına koyduğu bir nizarn olan mehirin, İslam adı anılmadan verilmesi ilgi çekicidir.
Eroğlu, Emine'nin üzerinden Müslümanların kendileri gibi düşünmeyenIere bakışını gösteren bir diyalog inşa ederek, Müslümanın insana bakareti meşru kıldığını göstermeye çalışması dikkat çekmektedir. Mehmet ve Emine'nin konuşmalan sırasında Emine, Hasan Hoca (İleride ayrınuh ele alırıa
caknr) için komünist ifadesini kullanmışnr. (Eroğlu, 2013; 126). Mehmet, Emine'ye bu söz üzerine tepki vermiştir oysa Emine'ye göre, bir Müslüman için, komünist sayılan birisine kızmak, beddua ve küfür etmek olağan oldu
ğundan, nişanlısı Mehmet'in öfkelenmesinin sebebi anlaşılamamaktadır. Bir insana, dini, düşüncesi, ırkı, milleti ne olursa olsun hakaret ve küfür edilerneyeceği İslam'ın en temel insanı emirlerindendir. İnsan, eşref-i mahluktur. Bir insana, komünist olduğu için küfür edilebilmesi hangi islam'da yazmaktadır?
Romanda Kayserili zengin bir iş adamı olan Abdullah Bey'in ailesi anlaulınaktadır. Oğullan, kızlan ve kızlarından Emine' ile Mehmet adlı ateist4
bir gencin evlilikleri anlaglmaktadır. Romanın omurgasını dindar Emine ile
Mehmet'in hikayesi oluşturmaktadır. Bu evliliğin etrafında zengin Müslüman bir ailenin İslam'ın hasletlerinden habersizcesine ahlaksızlıklan, iktidarla kurduklan çıkar ilişkileri, medya patronluğu, ·paraya iman etmeleri anlaulınaktadır. İslamcı sosyalizm tartışmalan da Eıniııe romariının diğer bir cephesidir.
Dindar bir tüccar olan Abdullah Kadıoğullan, kızını Mehmet'le bir pazarlık üzerine evlendirecek kadar şahsiye~ problemi yaşamaktadır. Onun için bu evhlik bir "iş"tir. (Eroğlu, 2013; 12). Zaten Abdullah Bey, kızının düğünü hakkında sadece gelenlerin kimler olduklan ve ne takı taknklan ile ilgilenmektedir. Abdullah Bey'in Füsun adında imam rıikahlı bir başka karısı vardır.
Ona, kendi villasına yakın bir yerde bir villa aldığı da söylenmektedir. Abdullah Bey, kızı Fatrna'nın kendi miras payından vazgeçtiği için, hayat anlayışına, lslam'a bakışına daima karşı çıkuğı Hasan Hoca'yla evlenmesine olur vermesi, Müslümanların en hayati meseleler karşısında dahi, paraya itibar ettiklerini göstermek üzere romanda kurgulanmaktadır. Aynı zamanda, bütün muhafazakar zenginler gibi siyasi maceranın içerisine girmeyi planlamaktadır.
4 Romanda Mehmet'in kullandığı kullandığı ifadeler ya da iç sesi bize birtakım ipuçları . vermektedir: "Mehmet ( ... ) Tanrı'nın şakacılığı üstünde diye düşündü." (s. 21) Romanın
bir başka yerinde Me.hmet, eski arkadaşlarından Sirnin'le konuşurken Sirnin'in şu sözleri aktarılmak-tadır: "Müslüman erkekler nedense başı açık, genç kadınlara bayılıyorlar. Tabü senden söı etmiyorum. Sen türbarılı bir kac4n seçtin, ancak sen Müslüman değilsin:' (s. 82)
Sol-politih Romanalann Mü.slıimaıı .Tasawurlan 1 Yahııp Oztıırh 163
Zira, "dostu" devletin en üst makamına aday olmuş, o da buna destek verir görürunüştür. Milletvekilliğille aday olmasının da zamanı.gelmiştir. (Eroğlu, 2013; 477).
Romarun ·hemen başında taassup ve saplanu derecesinde bir konuşma geçmektedir. Emiİle ve Mehmet'in. düğünü ayın 13'ünde yapılacaktır. Bu tarih, perşembe gününe denk gelmektedir. Çünkü, pazartesi ve perşembe günleri arnelierin semaya çıknğı günlerdir. Bu, 500 sayfayı aşan romanda nasıl bir mizahla karşılaşacağımızı cla göstermektedir. Romanın ilerleyen kısımlarındaki şu ifade de bunu göstermektedir: "Düğıimin Perşembe günıi olması şaııslanm aıttınyonl'!ıış." (Eroğlu, 2013; 133). Bugün, kaç Müslüman aile düğün günlerini bunun üzerine kurmaktadırlar? Bu anlayış, İslam'ın mecburi tuttuğu bir durum mudur? Romancı, kalemine la.stırdığı Müslüman bir aile üzerinden roman boyunca genellernelere gitrnekten geri durınayacakur.
Emine, romana da adını veren, kınlgan, hassas bir ?ünyeye ve mizaca sahip, İslam'ın akidelerini yaşamaya çalışan bir genç kadındır. Üniversite yıllarında peruhla okuyabilmiş kuşaktandır. (Eroğlu, 2013; 133). Romanda, İslami bir aileye mensup olduğu için basurılmış duygulara sahip bir karakter olarak resmedilmektedir. Evliliğin hemen 9ncesinde balayı için gitrnek istediği yerleri ifade eden Emine için romancı "Emine'nin neşeli bir pmardan fişInran suya benzeyen bu gezme isteği, -lıölıstizlüğıinden olmadığına göre- o güne lwdar bastınlmış özgürlüh isteğinin bir dışa vıuııımı muydu? Bel hi qe öyleydi." (Eroğlu, 2013; 129). demektedir. Diğer romanlarda da karşılaşılan Müslüman ailelerde kişiliklerin basurılmasına vurgu yapılmaktadır. Dindar bir kişiliğe sahip olmasına rağmen Mehmet'in evlenmeden önce kendisiyle yapuğı birtakım konuşmalara tepkisiz kalabilmektedir. Emine, başörtülü, İslam'ı kendisine ilke edinmiş bir karakterdir ancak romanda cinselliği uyandıran bir obje olarak da karşımıza çıkabilınektedir.' M~hmet'in "Çoh ıızıııı zamandır bir lıadıııa sanlaralı uywnadım ... " sözüne Emine tepkisiz ve sessiz kalabilmektedir. Mehmet'in resmi ya da dini nikah kıydiğına dair romanda bir bilgi bulunmamaktadır. Emine'den önce gayrimeşru ilişkiler kurduğunu handatan bu cümleyi, Müslüman olduğu ve dirıini yaşamayı derin bir çizgiye çekmiş Emine'nin kolaylıkla hazınetmesi romancının dikkat eksikliğinden kaynaklandığıru söylememiz mümkün değildir. Yıne romanın bir başka yerinde Mehmet, karşısında örtülü bir kadın olduğu halde, oturduklan mekanda kendisine bira ısmarladığı görülmektedir. Emine'nin tepkisi "O ağızla bana yalılaşamazsm." sözüyle sınırlı kalmaktadır. (Eroğlu, 2013; 133).
S "[Emine] sanki türbanım çıkannca, o türbanın altından başka -modern ve tutkulu- bir kadın ortaya çıkıyordu:· (Eroğlu, 2013; 163).
164 tezkire
Emine romanının olay örgüsünü oluşturan önemli unsurlardan biri de Emine'nin birkaç defa çocuk düşürmesidir. Zaman zaman bir trajediye dö
nüşen bu hadise karşısında Emine, Mehmet'in namaz kılmamasının bir neti.cesi olarak Allah'ın kendilerine çocuk vermedigine inanmasına sebep olmaktadır. Namaz kılmadığı için Mehmet eve huzursuzluk getirmektedir. (Eroğlu, 2013; 133). Emine, bebeğini dünyaya getiremediginde "Vannış, bu evde uğuı-suzluh vannış" ifadesini kullanması romanın diğer ).asımlannda çizilen Emine
.karakterine ~ykındır. Bundan da ötede bir Müslümarun, takdir karşısındaki ifadesini bu derece sığ bir zemine çekmesi romancının yetersizliğine işaret
tir. (Eroğlu, 2013; 303). Allah'ın sıfatlan arasında ralıman verahim olması vardır. O, bu dünyada kendisine kulluk edenlere değil, herkese nimetlerini
sunmaktadır. Kişinin, itikadi manada zayıf olması, onun dünyada ·zenginliğe, başanya kavuşmasına engel değildir. Emine'nin Allah'ın kendilerine çocuk nasip ennemesinl, eşinin namazı terketmesine dayandırması okuru ha
talı bir düşüneeye sevketmektedir.
Emine ve ailesi, her fırsatta Müslüman olduklannın gösterilmesine zemin hazırlayacak sahnelerde karşımıza çıkmaktadır. Makale boyunca verdiğimiz örneklerde de görüleceği üzere, İslam'ın yanlış okunmasından kaynaklanan
bir dünyaya sahip olan Emine, yerel bir kimliğe sahip olduğuna dair bir işa
ret vermemektedir. Eroğlu, bunu bilinçli bir şekilde yapma~nadır. Müslüman olan Emine, düğününde altın, beşi bir yerde vs. takılar yapılmasım "Çoh Kayselili işi" (Eroğlu, 2013; 136). olarak görmektedir. Emine, evlenetikten sonra da evlerinin düzenine sıra geldiğinde duvarlara tablo asılmasına karşı olma
yacağını söylemiş ancak bu tablolarm natürmort ya da manzara olmasını tercih ettiğini dile getirmiştir. Evlerinde yerleri süsleyen halılarm ise Plevlenilerden kalma İran halılarının olduğu da bilhassa gösterilmektedir. (Eroğlu, 2013; 146). Emine'nin, bu topraklada kültürel bir bağı dahi yoktur.
Romanda çok eşlilik meselesi de İslam'da dört evliliğe kadar hak verilmesi üzerinden anlatılmaktadır. Emine, Mehmet' e, "Biliyoı· musıııı, bizim tamfııı zengin erhelzleıinin çoğıoıım ihiııci lwnsı vaıınış ... " (Eroğlu, 2013; 328). dediği ve bu bilgiyi de "İslami kadın sitelerinden" aldığı aktanlmaktadır. Orada,
ikinci eşierin çoğunun örtünmediğini de ögtenmiştir. Emine, cehaletin tim
sali olarak romanın sonuna yaklaştınlmaktadır.
Emine ve Mehmet'in arasında iki eşlilik de zaman zaman konuşulmaktadır. Mehmet, kansının ikinci eşe karşı çıkması durumunda "Demeh, dinin Im
milanna uy ama verdiği Jıahlardaıı yararlamnal Böyle mi diyorsun?" (Eroğlu, 2013; 401). cümlesini kullanmaktadır. Romancı, burada, islam'da çok evliliğin bir din kuralı .olmadığı, bunun gerçekleşebilmesi için birtakım şartlarm
Sol-politih Romanalann Miıslıinıaıı Tasawurlan 1 Yahup Oztürll 165
yerine getirilmesi, tavsiye edilenin ne oldugu üzerinde durma ihtiyacı his~ setmemektedir.
Emine'nin erkek kardeşlerinden Muti, dilinde Müslümanlıgını göstere~ cek her türlü söz oldugu halde, buna bütün imajıyla karşı duran bir kimlige sahiptir. Eniştesi Mehrnet'in, şirketteki odasına "Selamünaleyküm" nidasıyla giren Muti, yanında "Elinden tuttugu, çocukluktan yeni kurtulmuş bir kız vardı"r: "Dar yırtık pantolon giymiş" bu kızı kolundan tutarak öne çekerek Mehrnet'e göstermektedir. Esin, yani Muti'rıin yanındaki kız, medayla ya~ kından ilgili, üstelik mankenlik yapmayı planlamaktadır. (Eroglu, 2013; 70). Esin'i ·henüz ondört yaşındayken hamile bırakan (Eroğlu, 2013; 274). Muti, namaz da kılmaktadır. Bütün ahl,aksızlıkların timsali olan Muti'nin namaz kıldığı, bir cümle arasına sıkıştırılan iki kelimeyle gösterilmektedir. (Eroğlu, 2013; 120). Muti, Esin hakkında "kan" ifadesirıi sıklıkla kullanacak kadar da nezaketsiz bir Müslüman'dır. (Eroğlu, 2013; 122).
Romanın önemli karakterlerinden biri de Emine'nin ablası. Fatma'dır.
Dini taassubun somutlaştınldığı karakter olan Fatma'nırı ilk evliliği bir "mü~ cahitle" olmuştur. (Romanda, mücahit kelimesine dipnot düşülerek "Din için savaşan kişi." ifadesi kullanılmaktadır.) Afganistan'da ve Bosna'da savaştıgıru söyleyen bir "mücahit." (Eroğlu, 2013; 57). Fatma'nın karikatürleştirilen ta~ asubuna bir örnek olması bakımından kardeşi Emine'yle yaptığı kısa telefon görüşmelerinde (Eroglu, 2013; 136). dahi, ona, sanki namaz kılmaya yeni baş~ larnış birirün takibi yapılıyormuşçasına, namazını kılıp kılmadıgını sormak~ ·
tadır. Bu, Kadıogullan ailesinin nazarında Müslümarılann, birbirlerinin hafi~ yesi olduklannı, hayatlanrıı namaz ve ibadetler arasına sıkıştıran, hayata dair bir tasavvurlan ve heyecanlan olmayan yığın haline geldikle~ gösterme art niyeti taşıyan bir diyalogtur. Fatma, hayatta herşeye politik bakan bir mizaca sahiptii. Sözgelimi babasını, Milli Görüş'te~ uzaklaştığı içirı begenmemekte~ dir. "Herşeye daha politik bak"maktac:J.:ır. (Eroglu, 2013; 290).
Emine'nin kardeşlerinden biri de ağır hasta olan Yakup'tur. Yakup da up kı Fatma gibi tedaviyi kabul etmeyip "kader" diyecek kadar taassup sahibi, aklın melekelerirıi yok sayan bir Müslüman olarak anlatılmaktadır. Yakup, askerde silah altındayken mayına basmış ve ayağını kaybetmiştir. Onun, bu hadiseden sonra Allah'a olan yakınlığı bir isyana dönüşmüştür zira Allah, Yakup'u mayın tarlasında terketmiştir. O, içi imanla dolu birisiyken Allah onu cezalandırmış, o sırada yanında olan, Allah'a küfretmekten çekinmeyen Altan adında bir arkeologu kurtarrnıştır. Mehmet, Yakup'un tedricen intihara sürüklendi
ğiili söyledikten sonra onun ruh dünyasının ardırıda bu hadisenin oldugunu ifade etmektedir. Oysa, Allah'ın Ralıman ve Rahim oldugunu, kimisine dün~ yada kimisine ise ahirette verecegini söylememektedir. Romanın o bölümünde,
166 tezkire
metnin arka plam, Allah'a inanmanın, dünyada mutluluk getirmeyeceği anlayışını kumazca aşılanıası dikkat çekicidir. Oysa, Müslüman bir bilinç, kader, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğini bilmektedir. Kadıoğullan'na ki onlar Müslümanlıklanyla var olan bir aile olarak tasvir edilmektedir, ilginçtir ki İs- · lam'ın bu cephesini bilmeyen, sakat Müslümanlarla, Müslümanlıl< temsil ettirilmektedir ... (Eroğlu, 2013; 101). Oysa, Mehmet, inançsızdır ama medeni insana örnektir ... Bilhassa eşi Emine'nin kararianna saygılı olan, kendi karanru kendisinin alması için her türlü anlayışı ortaya koyan kişi Mehrnet'tir ...
Romanda islam ve sosyalizm kavramlannın bir arada kullamldığı aktüel, popüler tartışma Hasan Hoca karakteri üzerinden aktanlmaktadır. Hasan Hoca, islami sosyalizm dalgasının savunuculanndandır. Bir tarafın nazannda komünist, diğerleri tarafından Allah'ın emir ve yasaklanın topluma aktarmayı kendisine il_ke edirımiş bir şahsiyettir. Onun, İslamcılık hareketlerinin bir siyasi parti şemsiyesi altında gerçekleştirilmesinin mümkün olup olmayacağına dair mülahazalanna şu şeldlde yer verilmektedir:
"İslamcı hareket için ·parti kavramı oldukça yeni sayılır. Biz 1980'lerde hala bu iş partiyle olur mu, diye soruyorduk birbirimize. islam, parti de- . ğil devrimci bir halk hareketi olarak var olma eğilimindeydi. Birkaç kişiyi bir kenara bırakırsak, İslamcılığın siyasi önderi yok sayılırdı. Hareket, gündelik siyasete uzaku. Daha çok muhalif bir karaktere sahipti. Ama o zamanlar dürüsttük Neden?"
Yazar, Hasan Hoca'nın ağzından İslamcılarm siyasete bulaşuklannda· dü
rüstlülderini kaybettiklerini söylemesi oldukça kolaycı bir yaklaşımdır. Hasan Hoca, "Çıinlıü politih bir hesabm yohsa, her lzonııda düriıst ve tutarlı olabilirsin ... Bugıln İslamalar başlaııgıçtahi o dürüstlühleıini, o sağlamlıhlann~, o direııçleıini yitirdiler mi? Cevaplanması gereheıı sual budw:" (Eroğlu, 20q; 85). diye sözlerini tamamlamaktadır. islamcılarm başlangıçta dürüst oldukl~rını kabul eunek, ~endilerince ehven-i şer arasında bir tercih yapma ?Orunluluğundan gel.me}.<tedir. islamcılann, 1970'lerden bu yana amiyane bir söyleyişle iktidar olduklan fakat muktedir olamadıklan gerçeği, İslamcılığa cephe alanlarca kabul edilebilir bir durumdur. Her ne zaman ki, AK Parti iktidanyla, Müslümaniann kendilerini ve kendilerinden olmayanlan aynı vatan altında toplaması, siyasi gücü ellerinde bulundurması zuhur etti, o zaman geriye dönerek fakir bir sahada meselelerini yaşatmaya çalışan ama daima küçük görülen İslami hareketler dürüst ilan edilmeye başlanmışur.
Hasan Hoca, Fatih'teki evinde (seçilen semt de rnanidar durmaktadır) toplananlara İslam ve sosyalizmi nasıl yanyana getirdiğine dair uzun uzun açıklamalar yapmaktadır. Bunlardan birinde, evde bulunan bir misafir, Hoca'ya
Sol-politilı Romanalann Mıislumaıı Tasavvıırlan· 1 Yahup Oztiırh 167
anlatuldannın komünistlik oldugunu, bunlann İslam'la bir alakasının olmadığını söylemesi üzerine Hoca,. "Var!" diye söze başlayıp dünyada kurulacak evrensel adalet ve. barış yurdunun ki buna romanda Darus-sela~ denilmekte olduğunu söyleyerek bitiriliği cümlesinde şöyle der:
"Peygamberimizin Medine Komünü ya da cemaati uygulamasına bakngımızda ne görürüz? Açıklayayım: Fransızca Commune'nün Com'u ile Cemaat'in Cem'i aynı kökten .gelir ve toplumculugu, iştirakçiliği, onaklaşacılığı ifade eder. Medine cemaat uygulamasının cahiliye döneminin, vahşi kapitalizmine tepki olarak doğruğu görülür. Sosyalizmin modern kapitalizme itirazı aynı şeydir. Bu açıdan İslam'ın sosyal adalet ilkeleri ile sosyalist idealler örtüşür demek yanlış olmaz. islam, insanlan kavmiyet, milliyet ve mülkiyetin üstünlük ve ayncalıklannın olmadığı bir cennete çağınr. n
Hoca'ya göre Cennet, :ı<ur'an'ın dünyevi ütopyasıdır. "Bu yüzden dünyada da smıf farlıı olınaınalıdu:" (Eroğlu, 2013; 88). Kur'an-ı Kerim bütün dünyaya nazil olmuş olsa da, onu tanıyan Müslüman toplumlar bellidir. Müslüman toplumlarda da sınıf farla yoktur. Bu "olmalıdır" denilerek bir teklif sunmak, İslam'ın aktanınında önemli hatalar meydana getirmektedir, Bu kıyas, İslam'ın gücünü, insan ve topluma yakışan bir sistem olduğunu kabul etmek anlamına gelmektedir aslında. Fakat, komünizme yaklaşnnlan islam anlayışı, bu doğru yolun adım unutturmak fakat hasletlerini başka bir sisteme naklet-· rnek manasını taşımaktadır.
Hasan Hoca'nın meclisinde konuşulanlar aslında; islam'a ve Müslümanlara yöneltilen ve ne yazık ki sokak ve kahve konuşmalanndan farksız tarnşmalardan oluşmaktadır. İkibinli yıllar romanında hala Orhan Kemal, Fakir Baykurt vs. romancılarm taşrada kalmış, taşra zihnine hapsolmuş karakterler gibi konuşturulması ortaya bir devrin ~espitlerini koymak arnacından ziyade karalama ama,cı taşındığını düşündürmektedir. Cemaatlerirı ve şeyhlerirı neden hepsinin .zengin oldugu, Müslüman politikacıların neden bir tanesinin dahi fakir olmadığı vs. sorulan yöneltimekte, Hasan Hoca da, Müslümanlanu liderlerin hepsinin zengin, siyaset yapnklan devirde daha da zenginleştiklerini tasdik etmektedir. (Eroğlu, 2013; 89).
Bu tarnşmalann hemen ardından Hasan Hoca, kendi islam anlayışının özünü şu sözleriyle açıklamaktadır: "Komşım açhen tok yatıyorsan, i11Sanlar açlık sımnndaylleıı villet ı1stı1ne villa alıyorsan, soJıahlaı; dileııci, öksüz, yohsul, ga~ ıip çaresiz, lıi111Sesizlerle doluylleıı bu viillllarda sabahlara deh yünlü seccacleleı·le namaz Jıılıyorsaıı, vay haline! Mazlwnwı a1ıı arş-ı alaya yü1ıselirheıı, yo1ısuluıı açlığı yeıi deleı-hen, ö1m1.zün ağlaması yeıi çatlatırheıı. sadece hıldığııı namaza
ı 68 tezkire
güvenere h ruz-i nıalışere .gitıneyi düşı1mlyorsan vay haline!" Hasan Hoca, Tekasür ve Maun surderininin "Kapitalizmi ve abdestli kapitalizmi zirru zeber"
. ettigini de söylememiz gerekmektedir. (Eroğlu, 2013; 91).
Hasan Hoca'nın asıl hezeyanlan islam ve kadın ilişkisi konuşulduğunda ortaya çıkmaktadır. İslamiyet'te kadının durumunu türhan talanak, zina edeni recmle cezalandırmak, mirası pay ederken erkeğe iki, kadına bir pay vermek, dört kadınla evlenmek şeklinde değerlendirmenin dinin evrensel değerleri olmadığını söylemesi Hasan Hoca'nın İslam'la olan ilişkisinin vardığı sakat nok- · tayı göstermektedir. islam, evrensel bir dindir. Sadece farklı kültürlerde muhtelif degişikliklerin var olabileceği bilinmektedir. Yukanda sayılan maddelerin her biri, Kur'an-ı Kerim'de geçmektedir. Bu emirler, sadece Arap toplumuna değil bütün insanlığa gelmiştir. Müslüman olanlar için İslam'ın bütün kaideleri gibi oyuatılamaz noktalandır. İslam adına konuşan kimse, bunlan reddedemez. ~asan Hoca, dinin tehdit değil teklif olduğunu söylemektedir. Bunlar tehdit değil emirdir. Emir de. Müslümanlık dairesine girmeyi kabul etmiş her Müslüman'ın baş tacı edeceği meselelerdendir.
Hasan Hoca'nın yorumlan yukanda söz konusu ettiğimiz üzere Yakup'un isyanına "çare" olurken de-karşımıza çılanaktadır. Yakup'un, Allah'ın neden Altan dururken kendisini "cezalandırdığına" dair isyanına· cevabı Hasan Hoca vermektedir. Hasan Hoca, Allah'ın insanlar için bir şeyler yapanı, kul hakkını koruyanı, kendisine beş vakit ibadet edenden daha çpk koruduğıınu söylemesi zavallıca bir yorumdan öteye geçmemektedir. (Eroğlu, 2013; 252). Bu yorum, ne yazık ki, "Benim babaannem de baş ı örtiilıl bir hadmdı." tiradının daha acemice söylenmiş halidir. İbadeti, dinin direği olan namazı terkedip, akla geldikçe insanlara yardımda bulunmakla ahiret hayannın kurtanlacağının sanılması köhnemiş bir hümanizm anlayışından başka bir arılayış değildir!
Hasan Hoca, sevmeyenlerinden biri tarafından bıçaklı saldınya uğrayacağı sırada "Allah gönderdiği meleklerle" meczubun eline vurmuştur. (Eroğlu, 2013; 369). Allah'ın, ele vurması eylemi romancının bilinçsizce kullandığı bir ifade değildir. Burada, Allah'ın yüceliği ötelenmekte, kişilerin Allah'ı ulviyetten yoksun bir biçimde kendi nazarianna indirme düşüncesinde olduklannı göstermektedir.
Kadıoğullan'nın politikacılarla ilişkisi ilk olarak düğün için Başbakan ya da Cumhurbaşkanı'nın şahitlik yapacağının söylemnesiyle romana girmektedir. Kayserili olan ailenin, romanın yazıldığı yıllarda CumhurbaŞkanı olan Abdullah Gül'le tanışıyar olduğıı isim verilmeden aktanlmaktadır. Romanın siyasete balaşını da şu ifade göstermektedir: "Bugün başımızda dünyalıgıııı yapan bir ihtidar ve yandaşlan vaı: .. " (Eroğlu, 2013; 450). romanın reel zamarn Türkiye'de AK Parti'nin iktidar olduğu günlere denk gelmektedir.
Sol-politih Romancı/ann Miislümaıı Tasavvıırlan 1 Yalıtıp Oztürlz 169
Emine'de türhan meselesi de söz konusu edilmektedir. Romana adını veren Emine'nin örtülü olması, eşi Mehmet tarafından bazen kendi kendine konuşmasına sepep olacak derecede önemli olabilmektedir. Mehmet, Emine'nin türbam hakkında zaman zaman iç konuşmalar gerçekleştirmekte, Emine'nin türbamnın kendisi için ne anlam ifade ettigini düşünrne~tedir. "Emine'nin bekareti onu sadece kadınlıgından ayınyordu; türbamysa Mehmet' e ait olan dünyadan" (Eroğlu, 2013; 145). diyen romancı Eroglu, bekaret ve türhan kelimelerini aynı cümle içerisinde romana yerleştirerek yukanda bahsettiğimiz öc alma adımlanndan birini de gerçekleştirmiş oluyordu. Türbamn birleştirici değil ayrıştıncı bir unsur olduğu, kan-koca arasına dahi mesafe koyan bir güç sahibi olduğunun gösterilmesi masumane bir tespit olarak durmamaktadır. Mehmet'in kansı hakkındaki düşüncelerini göstermesi bakımından şu kısım da önemlidir:
"Eğer karısının zekası varsa, bu zeka, dünyevi ve pratik olmaktan daha çok düşseldi; belki bu yüzden belirtilerini her an görmek mümkün değildi. (. .. ) Daha önce söz etmedikleri bir konu hakkında konuşmaya başladığındaysa bir iki cümlenin ardından sesi zayıflıyor, zinbindeki bir düşüncey keşfetmek ister gibi dalgınlaşıyordu. (. .. ) Emine ne zaman -dürüst karakterini ele veren o geniş alnının ardında onu kararsızlığı.ndan, yalnızlığından kurtaracak bir düşünce yaratacaktı? Aslında duşünceleri yok değildi; hem de güçlü ve şiddetli düşÜncelerdi bunlar. Ama onlara biçim verecek, yarancılığa ulaşuracak ya da çözüme dönüştürecek iradesi yoktu. Kısmetse; Allah razı gelirse; Allah'ın izniyle ... Tıkanelığını hissettiğinde,.hemen inancına sığı.nıyordu." (Eroğlu, 2013; 270).
Türkiye'de kızlarm kendi istekleriyle, İslam'ın bir emri olduğu için ör-tündükleri kimsenin aklına gelmemektedir. Ya da. bu akıllanndan hiç çıkmamaktadır zira, kendi iradesiyle kapanan bir genç, türbana muhalefet edenler için daha "tehlikeli" bir kimlik inşa ·edecektir. Emine romanında da, Mehmet, Emine'ye kapanmasının sebepleri arasında ailesinden erkeklerin baskı uygulayıp uygulamadıklannı sorması bu tamşmanın ardının kolay gelmeyeceğini göstermektedir. (Eroğlu, 2013; 160).
Eınine'de, tıpkı Muinar'da olduğu gibi fakat bu sefer daha açık ifadelerle Fetbullah Gülen Cemaati'ne göndermeler de bulunulmaktadır. Bir iftar yemeği dolayısıyla yemeğe katılanlarm sınıfla:n hakkında malumat verilirken Türkiye'deki dini cemaatler ve burılann siyasetle olan ilişkilerinden de söz edilmektedir. Bu cemaatlerden biri için " ... İktidar partisinin yönetim kadrosunu oluşturan cemaat ise öncekinden tamamen farklıydı . . Genellikle eğitimiiierin rağbet ettiği bu cemaat, yeni iktidann en önemli ortaklanndandı.
110 tezkire
Parayı seviyor ve bunu sergiliyorlardı." denilmektedir. Bir diğer cemaat ise, "Taş radan göç eden ve varoşlu bir kimlik taşıyan cemaat" biçiminde tarif edil
mekte, bunlann önceki cemaate göre "daha az etkili" olduğu söylenmektedir. Fetbullah Gülen Cemaati ise, "Hangisine mensup 9lduhlan hestirelemeyen, gı1cı1m1n bı1yiıh olduğu hemen anlaşılan, Uluslar arası itibar gören ve ilişlıileıi olan (...) Ameıilza'da yaşayan ndıani önderleıinin adıyla" anılan cemaat olarak anlatılmaktadır. (Eroğlu, 2013; 268).
Emine, Kadıoğullan'nın Kayser!h bir aile olması dolayısıyla Yeşil Sermaye olarak adlandınlan, Anadolu'dan çıkan Müslüman işadamlannın ticarede,
sanayi ile meşgul olmalan dolayısıyla Kayseri şehrini ve Kayserilileri de ele almaktadır. Klasik, Müslümaniann tiearede uğraşmatan ve mal, mülk edinınesi ve Anadolu'da bazı şehirlerin Müslüman işadarnlannın elinde ihya olması tartışmalan bu romannda da aksak bir görüntü sunmaktadır. Romana göre, Kayseri'de Müslümanlığın yanında bir din daha vardır, o da ticarettir. Kayserililer, bunu "Peygambeıimiz de tiıccardı..." sözüyle pekiştirmektedirler. (Eroğlu, 2013; 223). Romanda Kayserililerin, içkiyi Kayseri sınırlan dışında içtikleri, onlann Müslümanlığının riya üzerine kurulu olduğu iddia edilmektedir. Aynca Kayseri, "sanatsız" bir şehirdir. Cahildir. Onca para kaza
nırlar ancak irisanın en tabii ihtiyacı olan sanata yannın yapmazlar, bunun eksikliğini dahi hissetmezler. Sözgelimi, Devlet Sahneleri'nin Türkiye'nin onbeş şehrinde sahne açmasına karşılık, Kayseri'de sahneleri yoktur. Oysa, Kayseri, bu şehirlerin çoğundan daha büyüktür. (Eroğlu, 2013; 225). Anadolu Kaplanlan, Müslüman sermaye gibi kavramlar, Kayseri ticareti üzerinden romanda söz konusu edilmektedir. Oysa, sıradan bir Cumhuriyetçilik nostaljisiyle ikibinlerde yazılan bir romanın hala fabrika kurmak tabiriyle, modem ticaret akışının kıyaslanınası yetersiz kalmaktadır. Güya Cumhuriyeti sevmeyen Anadolu Kaplanlan'nın ardında Cumhuriyet'in kurduğu te
sisler vardır. Burada tek tek devrirı fabrikalan sayılmaktadır. Günümüzde de CHP'nin seçim vaatleri arasında fabrika kurulmasının olduğunu hatırda tu
tarsak bir romancının ~u eskimiş dünyayı romanına almasına şaşırmamak gerekmektedir. (Eroğlu, 2013; 226).
Kayseri, AK Parti adayı Recep Tayyip Erdoğan'a yüzde 67'ye yakın des
tek vermiştir. Yerel ve genel seçimlerde de AK Parti Kayseri'den Türkiye or
talamasının çok üzerinde oranlarda oy alabilmiştir. Romancının, Kayseri'ye
odaklanmasının ardında bu gerçek de yatmaktadır.
Romanda, Müslümanlarm aile hayatı , ekonomik güçleri, siyasilerle ilişki
leri üzerinde durolduktan sonra ellerinde medya gücü bulundurmak isteme
leri de arılaulmaktadır. Kadıoğullan Holding bir gazete almayı planlama ktadır:
Sol-politih Romaneıla mı Miıslümaıı Tasawıırlan 1 Yahııp öztıırh ı 7 ı
"Malum, elinde gazete varsa herhes sana daha dihhatli davranıyor." (Eroğlu,
2013; 172). Abdullah Bey, işlerinin daha düzenli yürümesi için kendilerU.:ıe bir "ceyo" gerektiğini söylemektedir. Mehmet, ceyo kelimesini CEO biçi
minde düzeltmektedir. Abdullah Bey, parası olan ancak işlennin yenilikleri hakkıında malumat sahibi alamayacak, CEO'ya ceyo diyecek kadar ~ahil bir
işadamıclır. Romanda, med~ru, disiplinli, gün görmüş bir Müslümanla karşılaşmak mümkün değildir ... Kadıoğullan, medya alanında da faaliyet göstermek isterken kendilerine, basının Yahudilerin elinde olduğunu haurlatmak
tadırlar: "Basııı, gizli Yahudiler ve onlarla ortah çalışan işbirlihçi sennayeniıı
elindeydi." (Eroğlu, 2013; 278).
Muhafazakarlann gazete ~rarken içinde bulunduklan düşünceler haklanda da romanda binalam görüşler ileri sürülmektedir. Sözgelimi bir "gaze
tenin tutması için" sağ eğilimli ve dindar okura bel bağlanması doğru değildir. "Ortada"kilerin de gazeteyi okumalan sağlanmalıdır. Bunun için "Sağcılığı tescilli ild yazar, · ili de milliyetçi olursa iyi olurdu. Tabü birkaç kadın; biri
mutlaka tesettürlü olmalı ve -her ne kadar bu aralar üll{e nefretine tutulmuş olsalar da- bol sayıda liberal akademisyen ... " (Eroğlu, 2013; 305).
Hidayet romanlannın karşısına konabilecek Emine romanında, Hrant Dİnl{
cinayeti, Danıştay saldırısı, Taraf gazetesiniri üstü kapalı bir biçimde varlığı da söz konusu edilmektedir.
Dert Dinleme Uzmam
Çalışmamızda ele alacağımiz son roman, Türk edebiyanna birbirinden_laymetli edebi eserler armağan etmiş Adalet Ağaoğlu'nun bu yıl yayımlanan romarıı Dert Dinleme Uzmanı olacaknr. Roman, Ağaoğlu'nun sonsekiz yıl aradan sorıra yazdığı ilk romamdır ancak önceld romanlannda bulduğumuz edebiyat zevk ve estetiğini yakalayamadığımız çalışmasıdır. Bunda Ağaoğlu'nun· gündelik siyasi tarnşmalara açık biçimde yer vermeSiniri payı büyüktür. Malumdur ld edebi metin, .gündeliğin geçiciliğine yüz verdiği nispette nitelikten uzaklaşmaktadır. Söz gelimi Emek Sineması'nın yılalmasını, emek kelimesi üzerinden dillat çeldci hale getirmek, Adalet Ağaoğlu gibi büyük aniatılar ortaya koymuş bir romancının üslubuna gölge düşürmektedir.
Dert Dinleme Uzmaııı, 12 yıldır Türldye Cumhuriyeti'nde iktidar olan AK Parti'nin bir eleştirisidir. Romanda, ileride de değineceğimiz üzere, bu dönemi çağrıştıran açıklıkta iladelere yer verilmektedir. Bunda, Ağaoğlu'nun dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Çözüm Süreci çalışmalannda . Dalmabahçe'de bulunan Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde verdiği meşhur kahvalnlara
ın tezkire
katılmasının payı vardır. Romanda, bu kahvalular çağnşnran ifadelere de yer verilmektedir.
Dert Dinleme Uzmanı, intihar eden bir editör-çevirmenin elyazması defterinirı aktarımıdır. Adırıı bilmediğimiz editör, boşanmayla sonuçlanan bir evlilik gerçekleştirmiş tir. Eşi ve kayınvalidesinin varlıklan romanda sürekli hissedilmektedir. Boşanmanın ardından da özellikle kayınvalidesiyle görüşmelere devam edilmiştir. Romanın pek çok kilit noktası kayınvalidenin iş dünyasındaki pozisyonu dolayısıyla aktanlmaktadır. Modernist, bireyci fakat başörtüsü ve din özgürlügü konusunda mücadele eden bir kadırıdır.
Burada ele alınan romanlamı her birinde başörtüsü meselesine dair bölümler bulunmaktadır. Dert Dinleme Uzmanı'nda da milletvekili bazı kadınIann ba~ı örtülü kadınlann devlet dairelerine girip çıkmalannın engellenmesi için çok gaJı-et sarfenneleri gerektiğini söylediği yazılmaktadır. Kayınvalidenin ağzından aktarılan şu kısımda da başörtüsüne muhalefet edenlere karşı alınan tavır anlanlmal<tadır:
"Zaten sözleşmenin uyulması gereken yüzlerce maddesi mevcut ama Millet Meclisimizde iki kadırı milletvekili var ki, işte özellilde onlann gözüne gözüne sokmak için asum onu oraya, çünlru ikide bir buraya d_amlaya-. rak başımı şişirip duqnaktalar. Örtülü mörtülü kadınlarımız var ya, işte onlar buraya, bütün devlet dairelerine girip çıkmasınlar diye çoook gayret göstenneliyrnişiz. Farkındasındır değerli damadım, belki gözden kaçınlıyor ya da görmezden geliniyor, ama bunlardan biri alenen mahalle noterine girmek üzereyken eşikte onu gögüsleyip: 'Soyun soyun hadi, göreyim boyunu bosunu lanet olasıcaaa!" diye tartaklama ya, üstündekileri yırtıp çıkarmaya kalkışmışnr; ben bunu gözlerimle görmüşümçlür inan!.. Kişisel haklanmızmış, sevsirıler. Bunların yanında kadırı erkek, eşitlik-meşitlik hokkabazlıklan solda sıfır kalır!.." (Ağaoğlu, 2014; 37).
Romanın günümüz Türkiyesi'ni anlattığl siyasi hadiselere atıf yapması- .
nın yanında hızlı trenin kullanıma girmesi gibi gerçek durumlardan da bahsettiği görÇılmektedir. (Romanda hızlı trenden söz edilirken cep telefonun varlık göstennernesi, henüz o günlere gelinmemiş izieniminin verilmesi ilginç bir noktadır.)
Tasavvufun neredeyse son yirmi yıldır popüler kültürün tüketim malzemesine dönüştürülmesi de romanda değerlendirilmektedir. Her köşe başında açılan "yazarlık okullan" da romanın kurgusuna ilave edilmiştir: "Birden te1ı-1ıeleıi, mehheleıi, romanlan falan filanlanyla heşfedilmiş bulunan tasavvuf felsefesinin adalar doğumlu felsefecileıimizin Konjı1çyıi.s peşine düşmelerine de beıızemez sizdeizi 'Mesnevi aşlııyla yazar olmayı öğrenme' deı·sleıi veı·en alıadeınileıinde
Sol-politih Romanalann Mii.slıimaıı Ta.savvurlan 1 Yalwp Oztürh 173
olup bitişler; Kamtaşa. Kaos." (Agaoğlu, 2014; 68). Romanda editör "Uzman" sıfatıyla anılmaktad.ır. Eski eşine yazd.ıgt bir mektupta uzman, rock müzik ile tasavvufun bir arada alındığı, solistlerinin de "rock'çu imam" olduğu gruptan bahseunektedir. Türkiye'de sanann hemen hiçbir sahasında faaliyet gösteremeyen ya da dini gerçekleri gözönünde bulundurduğu için göstermeyen Müslüman bir kitlenin olduğu muhakkaknr. Ancak, son zama~arda cahillik psikolojisinin verdiği çaresizlikle ressam imam, gitar çalan imam, yüzme hocası imam, rockçu imam gibi haberler medyada yer almaktadır. Bu ezilmişliğin, raşralılığın tarnşmasız bir neticesidir. Bir imarnın rock müzik grubunun solisti olmasına sevinmek modem dönemlerde İslam toplumlannda popüler olana yenilmenirı, şahsiyetsizleşmenin bir neticesidir. Adalet Agaoğlu da bu değişmi yakalayarak buna romanında yer verrnekten uzak durmamışnr. Mektupta şunlar yazmaktad.ır:
"Herşeyin değerli danışınam aziz dostum, uzun zaman sorıra acilen yazıyorum sana: Bu sırada bizim buralarda rock ile tasavvuf felsefesini harmaulayan bir müzik grubu kurulmuş olup, bunu kurduğu grupla birlikte seslendiren de bir rock'çu imamd.ır. Hatta işte bakın şu tarihte ilk büyük konserleri var: Merak içindeyim. Siz de hemen koşup gelin: bu mevlanalı rock karması beste hakkındaki filainiz benim için çok önemli."
(Agaoğlu, 20 14; 96).
Tasavvufun popülerleştirilmesinin bir başka boyutu ve İslam olmayanlarm gündelik hayat içerisinde masuınlaşunlması da Deıt Dinleme Uzınam'nda dikkati çekmektedir. Nitekim anlancımn dedesi, Mevlana'mn "İncitirsen de incione" sözünü torununa sıkça tekrarlarmış ancak yukanda da görüldüğü üzere, Mevlana dini bir şahsiyet olarak değil, kültürel bir motif olarak akşamüstü içkilerinirı "ortalığa neşeler" saçnğı bir zamanda karşımıza çıkmaktadır. (Agaoğlu, 2014; llO).
. . Türkiye'de Müslümarılık eleştirisinin on yıllardır bitmeyen mukayesesi
cami ve okullar arasında yapılmaktadır. imamların, öğretmenierin sayılan, ald.ıklan maaşlar vs. Yerlerine cami yapılmak için yıkılan binalardan, cami yapılsın diye tahsis edilen arsalara kadar heme~ her dönem günlük matbuatta ve edebiyat eserlerinde eleştiriler bulunmaktadır. Deıt Dinleme Uzmanı'nda da
. bir kır lokantasının yılalıp yerine cami yapılacagt ifade edilmektedir. Bu türden bakışlarda yıkılan lokantalann, çocuk parklannın yerine apartman, mesire alam yapıld.ıgt görülmemektedir. Ya cami yapılacaknr ya da idari yöneticilerden biri oğluna bu yılunonın olduğu arsayı peşkeş çekecektir...
Deıt Dinleıne Uzıııam'nda "Oruç tutmaz, camiye 'inmez'ken, 'idmarı'dır diye diye yaptığı sabah namazlanndan heveslenir, yambaşında eğilip kalkarçlım."
174 tezkire
diyen dedenin, akşamüstleri gelini ve oğluyla "şarap tokuşturduğu", çocuklara kan yapar diye usulca şarap verdiği de anlaulmaktadır.
Diğer romanlarda da bahsettiğimiz üzere Ağaoğlu'nun bu romarnnda din-gelenek-kültür çatışmasına yer verilmektedir. islam'ın hasletlerinden olan durumlar karşısında din söz konusu edilrnernekte, kültürün ve örfün yüceliği öne çtkanlrnaktadır. Her ne kadar "cennetin yolu kendilerine açtktır" denilse de öncelik noktast din değildir. "Başka bölgelerde nasıldır pek bilemiyorum ama, bizim buralarda büyüklerine yaşlılıklannda ölene kadar evlerinde balanak, sarıp sarmalamak adettendir; bu cennetin yolu kendilerine açtktır
demeye gelmektedir, gerisi günahlarm en büyüğü ... " (Ağaoğlu, 2014; 126). Anlauct, dini bir emirden önce adet ve kültürü önceteyerek hadiselere yaklaşmaktadır. Huzurevi yaptınrken de, yanlannda yaşlanan ebeveynine bakarken de İslam'ın referarıs gösterildiği görülmemektedir. Gelenek ve din çatışmast gizli bir biçimde romanda sürdürülrnektedir.
Sol-politih Romanalamı Mıi.slüman Tasawıırlan 1 Yakup Ozteırh 175
Kaynaklar
Agaoğlu, Adalet; Deıt Dinleıne Uzmaııı, Agora Kitaplıgı, İstanbul, 2014.
Arman, Ayşe; "Soy le bakalun türbanla yağurt mayalayabilir misin?", Hürriyet, l3
Ocak 2008.
Eroğlu, Mehmet; Emine, Agora Kitaplıgı, İstanbul, 2013.
Gürsel, Nedim; Allalım Kızlan, Dogan Kitap, İstanbul, 2008.
Mungan, Muralhan; Çador, Metis, İstanbul, 2004.
Pamuk, Orhan; Kar, İletişim, İstanbul, 2002.
Tekin, Latife; Muiııar, Everest, İstanbul, 2013.