-------o-------isamveri.org/pdfdrg/d01353/1998_13/1998_13_aydinm.pdfkatlamlması son derece güç...

27
t e z Vadi Derleme Dizisi 13 'Mart 1998 tezkire 13 © Vadi Y Mart, 1998 Yayima Mezher Yüksel Redaksiyon Esendemir Hatem Ete Recep Gürkan Hamza Nuh Dizgi' ESAM Zirve Ofset .ISBN 975-7726-85-0 k r Yeni 4 abone ollnak isteyenlerin 3.000.000 Ercan 104260 Posta Çeki na posta çeki dekontunu V adresine göndermesi gerekmektedir. De- · kontla birlikte lütfen, adresinizi, post!! · kodunuzu belirtiniz -------o------- ·' . içeriginden sorumludur. Gönderi- len iade edilmez. üzere · rilen . Y: kuruiu inc.elenir ve gönderildikten en geç iki ay içerisinde belirtilir: Bu hizlan-. için iki nüsha olarak gönderilme- si,· Macintosh veya : 'Microsoft disketler iÇe- risinde gÖnderilmeleri uygun olur. herhan- gi bir akademik teamüJde kabul referans sis- temine, dikkat edilmelidir. --------,o Adresi YAYlNLARI Cad Il; 60/5 . - ANKARA . Tel: (3,12) 435 64 89 Fax: 425 63 45 Çizgi Kitabevi, Zafer Konya 1 Tel : (332) 353 10 22

Upload: others

Post on 13-Nov-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

t e z Vadi Yayınlan: Derleme Dizisi 13

'Mart 1998

tezkire

Sayı: 13

© Vadi Y ayınlari

ı. Baskı: Mart, 1998

Yayima Hazırlayan

Mezher Yüksel

Redaksiyon Şerif Esendemir

Hatem Ete Recep Gürkan Göktaş

Hamza Taşdelen Nuh Yılmaz

Dizgi' ESAM

Baskı Zirve Ofset

.ISBN 975-7726-85-0

k .ı r Yeni yayın dön~mlnde (Yıllık 4 sayı) tıizkire'ye abone ollnak isteyenlerin 3.000.000 liralık tutarı Ercan Şen'in 104260 numaralı Posta Çeki Hesabı~ na yatırarıik posta çeki dekontunu V ıidi Yayınları'nın yazışma adresine göndermesi gerekmektedir. De- · kontla birlikte lütfen, adınızı, açık adresinizi, post!! · kodunuzu belirtiniz

-------o-------·' .

Yazıların içeriginden yazarları sorumludur. Gönderi-len yazılar iade edilmez. Yayınlanmak üzere gönde~

· rilen ·yazılar . Y: ayın kuruiu tarafından inc.elenir ve gönderildikten sonrıı en geç iki ay içerisinde yayın­lanıp yayınlanmayacagı belirtilir: Bu işlemin hizlan-. dmiması için yazıların iki nüsha olarak gönderilme­si,· müriıkünse Macintosh veya ·ıBM uyumluların'

: 'Microsoft pro~rıırnlarımia kaydedilmiş disketler iÇe­risinde gÖnderilmeleri uygun olur. Yazılarda herhan­gi bir akademik teamüJde kabul edilmiş referans sis­temine, uyıılmasına dikkat edilmelidir.

--------,o .,..-------~

Yazı~ma Adresi

VAI1İ YA YlNLARI Meşrutiyet Cad Bayınaır Il; 60/5

. Kızılay - ANKARA . Tel: (3,12) 435 64 89 Fax: 425 63 45

Kony~ .İrübat Bür~su: Çizgi Kitabevi, Kitapçılar Çarşısı, Zafer Konya

1

Tel : (332) 353 10 22

Page 2: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Giriş: .

KAMUSALlN DÖNÜŞÜMÜNÜN ,

SİYASAL VE DiNSEL SONUÇLARI

MUSTAFA AYDIN*

Kamu, toplum, siyaset, din gibi beşeri olguların analizinde kullanılan önemli kavramlardan birisidir. Topluluklar arası ya ~a toplum için bir "ortak alanı" ifade etmek üzere kullanılan kamu (veya daha çok kullanılan biçi­miyle kamusal) konusu, özellikle 1950'lerden beri tarhşılmaktadır. Konu en somut ifadesini bu yıllarda, Arend'te bulmuş, bu doğrultuda Frankfurt Okulu, başta-Habermas olmak üzere tarhşagelmişlerdir. Ancak görüldüğü

· kadarıyla sosyologlar aşağıda b<;!lirtilecek bazı nedenlerden dolayı bu tarhş­maya fazla ilgi göstermemişler, kamusal ile ilgilenenler ·de daha çok siyaset bilimciler olmuştur. Ne var ki, siyaset bilimciletinin tarhŞmalan da konunun bir yönüyle, belli toplumsal/ siyasal eğilimi ifade eden "kam~oyu" gibi bir· kaç nokta ile sınırlı kalmışbr. ' ·

Halbuki toplumsal analiziİl, beşeri oluşumları ifade etmede kullanılan kavramlar çerçevesiride döndüğünü, kamusalın da böylesi kapsamlı olgu­lardan biri olduğunu düşünürsek bu ko~u üstünde tarhşma~ önemini kav-ramada zorlanmayı..z. . ·

Şüphesiz alan bir hayli geniş~. Bir genellerneden kaçınmak için yazı­mızı sınırlı tutacak ve· Özellikle kamusal'ın değişimi ve bu süreç içinde bazı kurumsal yapıların aldığı şekille ilgileneceğiz. Amacımız geniş bir konuyu, kapsamı hayli dar bir makalenin sınırlan içinde (tabiri caizse) çırpışhrıver-

. rnek değil. Bununla birlikte bu yazı, yine de ulaşabildiği sonuçlan açık bir . . dille ifade eden bir çerçeve çizmeye çalışacakbr.

Bir süreç oluşturan bu tür sosyal konularda, değişimi izlemenin yollann­dan birisi şüphesiz kavramların geçirdiği anlam değişirrimi izlemektir. Bu­rada da yapılan budur: yazının çahsı, kainusal, özel, toplumsal, siyasal kav­ramlannın anlamları, birbirleriyle ilişkileri ve dünden· bugüne pozisyon de­ğişiklikleri ve tüm bu değişimlerden -payını alan başta birey oıiTı.ak üzere aile, din gibi bazı kurumların etkil~nmeleri üzerine· kurulmuştur. Bahda,

· * S.Ü. F~n~Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi.

Page 3: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

tezkir e

Habermas'ın aynnhlı olarak üzerinde durduğu liberal kamusal'ın çöküşüne ilişkin teşhisiyle irtibatlı ölarak demokratik bir düzlemde devlet ve toplu­mun işlevsel olarak örtüştüğü (Habermas, 1997: 36) medyanın, seçimlerin, pa;tilerin bu süreçte aynadıklan -role ilişkin açıklamalcin mümkün oldu­ğUnca özetteyerek daha genel dönüşilin ilkeleri.bulınaya ve özellikle de din ile bağlantısını göstermeye çalışacağıZ.

Bu çerçevede önce, kamusalın mahiyeti, kısaca tarihsel gelj.şimi, özel ha­yat, sosyal ve siyasallıkla ve bazı kuruinsal yapılada ilişkis.i üzerinde duru­lacak; sonra yazının ortaya çıkmasını gerekli kılan, kamu?alın değişim ve dönüşümü ve bunun din üzerinde meydana getirdiği etki ele alınacaktır. Biı . konuda yazan düşünÜrlerin "kamusalın ,çözülüşü" olarak ifade ettikleri bu nokta "özetin kamusallaşmasi" ve "kamunun siyasallaşması" alt başlıklarıyla veritıneye çalıŞılacaktır. · ·

Kamusal Kavramı:

Kamu ve kamusal kavramları günlük dilde farklı anlamlarda kullanılınak~ ta dır lar. Bu durum, diğer pek çok kavrarnda olduğu gibi tarilisel gelişimi· itibariyle geçirdikleri değişimle ilgilidir (Habermas, 1997: 57).

Kamusallığıiı en belirgin özelliği "her~ese açık" olınasıdır. Yani kapalı topluluklarınkinden farklı olarak bir eylem ya da eylem yeri herkese açık ise bu kamusaldır. Kamusatdendiğ~ zaman ilk akla gelen devlet bile bu özelliği ile kamusaldır. Buna göre de basit olarak ifade etmek gerekirse k<ı.mu herkes, kamusal da herkese açık olan demek olur: Kamunun ôzrıesi.de genel olarak halktır. · .

"Kamusal alan" Çoğu kere "özel"e karşıt olarak tanımlanmıştır. Gerçi ka­musal ve özel aynı sosyal dinamiklerin sonucu ortaya çıkmış ama farklı an­lamlarla kendileriJ:P. ifade etı:ri.e imkanlan bulınuşlardır.

Kainu kökünden türetilıniş kamuoyu, kamu otoritesi, vb. gibi kavram­lar, ya da kamu kelimesi geçmediği halde kamusaLsayılan halkla ilişkiler, caddeve sokaklar, basın vb. halk eksenindeki olgular gen~lde .(özel ile siya­sal arasındaki) ortak noktalan ifade etmektedir. Buna "genel" toplumsal bir deneyim ufku" (Nigt, 1991: 72) da d~nilebilir:

Gerçek anlamda kamusal, özel karşıtı bir görüniline sahip alınaşına rağ­. men, birey için önemli bir sığınaktır. İnsanlarm gittikçe· artan toplumsallaş­. ması ile özel hayatlarının daralan biçimleri aras,ındaki çelişki varlığını de­vam ettirdiği sürece kamusal alan aynı zaıllanda temel bir toplumsal ihtiya­cın ifadesi olacaktır. ( Nigt, 1991: 72). Çünkü sırf üretim süreciyle bir arada tutulınak istenen insanlar arasındaki bağ öncelikle kamusal .alandır.

Ç~şı ve temel işlevi itibariyle kainusal alan, bir ortak özgürlük alanıdır.

Page 4: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümünün Siyasal ve Dinsel Sonuçları 107

Ancak kavramın kullanılışındaki bir çelişki nedeniyle "kamucu toplum" de~ yimi, bireysel özgürlüklerin bulunmadığİ toplum anlamında Asya toplum­ları için kullanılagelmiştir. Karl Wittfogel bunun tipik örneğidir (Baker, 1994). Halbuki bu Doğu despotizni.leri (kamucu toplumlarıiı.da), Balı'daki . türden bir kölelik kurumu bile var olmamıştır.

Kamusal alan'ın temelinde genelde "kent" olgusu yatmaktadır. Kent hö.- .. yalı ise yabancılada ~irlikte olriıaya dayanan bir işlemdir. Buradaki yabancı, başka bfr dünyadan, bilinen topluluklardan biri değil, meçhul olan kişidir (Sennet: 1996: 71). Antikçağda gelişen ve siyasal ile eşanlamlı olan kamusal, l:>u yaban6lar arasında ortak yönleri bulmaya dayanır. İlgi çekicidir .ki, ka-· musailiğın yeniden inşa edildiği 17. yüzyıl sonrası şartları, Balı kentlerin­deki hızlı büyümeyle yakından ilgilidir (Senriett, 1996:. 73). Yine 18. yüzyıl ve sorirasında öz~l'in kamu alanına aktarırnıncia bu "yabancı" konumunun

. önemli bir yeri vardır ki, "maskeli bala" bunun tipik bir örneğidir. Kamusal'ın. ·oluşumunda kentiİı. önemini tekrar vurgulamak gerekiyor,

çünkü bu işin zembereği odur. Düşünelim ki, küçük.gruplar, kabileler ha­linde aşayan insan toplulukları, bir yerlere yerleşip kentleşriıeye başlama­dan önceki hayatlarında bir homojenlik ve tekdüzelik vardır. Evsel faaliyet­lerle asayiş işleri bile iç içedir. Ancak bu yeni l,<entli toplumun hayalında biri diğerine indirgenemeyen ve hiçbirinden vazgeçilemeyen iki kesit vaı;dır: Grup hayalı ve kent hayalı. Birincisi kendi içine katlanarak özel'i, diğeri ise organize olarak kamusal'ı ve siyasah oluşturacaktır. Esasen kamusal-özel üzerine yaian1ar da kent olgusundan harektle antikçağ sitelerini çıkış ~ok-ta.sı yapmışlardır. ki, bunların başında Arendt gelmektedir. .

Areıi.dte göre kamusal-özel ayrımının ilk biçimini Antikçağ Yunan toplu­luğunda buluruz. Kent devletinin doğuşuyla birlikte iki alan birbirinden ay­rılmış, oios (ev /hane) ve polis (veya politikos) daha sonraki ifadesiyle ev özel hayalı vardı; genele ait olan (koinon) ve kendine ait olan (idion) (Arendt, 1994: 42). Kamusal hayat (bio~ politikos), çağdaş sosyolojik ifadesiyle "s.osyal" olandan çok siyasal bir içerik taşıyordu. Daha sonra oikos, özelin gelişimi olarak ekonomiye, politikos ise siyasal'a karşılık olarak kullanılacaklır. Ne var ki, günümüzde antik çağdaki politik kelimesi sıkça toplum olarak çev­rilmekte ve· mesela Aristo'nun insan tarunu "zoon politikon" (sosyal.hayvan) olarak anlamlandınlmaktadır. Halbuki o çağlarda politikon hayvanlar için· de geçerli olan bir "doğal" birliktelik değil, iradi bir beraber· oluş biçimi ola­rak algılanmaktadır.

Kamusal-özel ayırımının gerisinde düşünsel olarak, doğal-kültürel felsefi ayırımı vardır. Özel hayat ev ve haneye, mülk ve köleler.e ilişkindi ve do­ğallığa karşılıklı; polis ise kültürel bir durumdu. B'unun için kamusallık dü­şünme ve ko:~ı.uşma ile ilişkilendirilmiş; insanı niteleme bakımından düşü- ·

Page 5: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

108 tezkir e

nen ile siyasal ohın aynı anlama geİecek şekilde kull~lmışhr. (Arend; 1994: 45) Açıklık ve teşhir polisin diğer önemli nitelikleri sayılmıştır. Hanenin ko- -runaklılık özelliğine karşılık, kamusalın açıklığı, eşitlikçi olmasına rağmen

· · herkesin başkalarından farkım gösterme alaıu olarak görülmesinden kay­naklaıuyordu.

Kamusalın en belirgin vasfı tüm vatandaşiara açık olması"dır dedik. Ha­berma;ıa göre ise bu durum, özel sayılan vatandaşların birbirleriyle bir_ kamu orgaıu oluşturdukları her türlü iletişim sayesinde meydana getirilir. (Habermas; 1995:62) _ ·

Kamu, bireylerin birlikteliğinden doğan bir olgudur. Ama Habennas'a göre kamusal alan öylesi bir kalabalık değil, insanların katılımıyla somutla­şan bir kurumdur. İnsanların buradaki davraıuşları özel rollerinden daha farklıdır. Buna göre, devlet adamı, kamusal değil ama devlet adamlığı ka" musal bir roldür.

Arend'e göre kamusal alanıniki temelniteliği vardır:_ a) Kamu alanında sayılan her şey herkes tarafından görülebilir, duyuhı- .

bilir ve mümkün olan en geniş açıklığa sahiptir. b) Kamusal, içinde özel olarak bize ait olandan ayrı hepimiz için ortak

olan bir dürıyayı ifade eder. (Arend, 1994: 74 vd.) Ancak bu dürıya insanla­rın üzerinde h~reket ettikleri sınırlı bir rnekarn ve organik yaşamın genel durumunu oluşturan yeryüzü ya da doğa ile ayıu değildir; daha çok insan eseri bir dürıyadır. Bununla.birlikte nice özel şeyler bir dışavurumla kamu­sallaşabilir. Sanat (mesela bir hikaye anlabmcılığı) bunun en açık örreğidir .. Ancak burada gerçekleşen, özelde oluşanın açılımıdır, özel duyumların akta­nını değil. Buna göre dostluk kaınusaldır, ama aşk özeldir. (Arend, 1994: 76)

Biraraya gelmenlizi sağlayan bir ortak dunya olarak kamu alaıu (tabir caizse) birbirimizin üzerine yıkılmamızı önler. Günümüz kitle toplumunu katlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın onları biraya getirme,· ayırma ve irtibatlandırma

-gücürıü yitirlniş olmasıdır. Bu durum ruh çağırma seansında bir masanın et-rafında toplaıuıuş insanların, aniden bir hokusfokusla masanın sırra kadem basmasından sonra; karşılıklı oturmakta olan kişilerin artık aralannda elle tutulur hiçbir şey bulunmayan tai:naıniyle ilişkisiz kişiler durumuna düşme­lerine benzer.

Kamusal alan içeriğine göre türlere ayrılmıştır: Geleneksel kamusal alan, burjuva kamusal alaıu, proleter kamusal alaİn ve üretim kamusal alanları gibi. Mesela burjuvaya kamusal alaıunın daha değişıniş bir biçiıni olan üre­.tim kamusal alanları, ilgili bilinç, program endüstrileri, reklamcılık şirketleri için ve yönetim teşkilatiarım halkla ilişkileri vb. gibi eğilimleri kapsamakta­dır. (Nigt,1991: 69) Bu kamusal alanların hend de en belirgin vasfı, ilgili bu-

Page 6: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümünün Siyasal ve Dinsel Sonuçları 109

lunmadığı bir alana karşıtlık oluşturmasıdır. Bizi bu yazıda ilgilendiren daha çok modem dönemlerin kamusal alanı­

dır. Ancak bu noktanın daha iyi anlaşılabilmesi için önce kamusal alanın ta­. rilisel gelişimine kısaca bakmak gerekecektir.

Kamusal Alanın Tarihsel Gelişimi

Kamusal'ın aralarında aile ya da başka yakın bağlar bulunmayan insanlar arasındaki birliktelik ve karşılıklı taahhüt bağlarını temsil ettiğini, arakadaş­lık ve aile bağlarından çok bir kitleye, bir halka~ bir politik Jlygulamaya ilişkin bağ olduğunu belirtmiştik.

Kamusal, (karşıtı sayılan· özel'in içsel/psişik temellerine kanşılık) ge­nelde dişsal bir i1.keye dayanmaktadır. İşte bu dayanak ilkeler, .dünden bu­güne değişmiş ve tartışılagelmişti (Sennett, ·19~b. 1 6). Tarihsel gelişirnde bunu açıkca görebiliriz .

.Kamu-özel ayrımının ilk temellend:4"ildiği yer olan Yuna~ kent devletle­rinde kamusal hayat pazar meydanlarında, agoi-a'da {meclis'te) cereyan ederdi. Mahkemeler, savaş kararlan gibi genel eyleme (pr~;(is'e) ilişkin olay­lar kamusalla ilgili olaylardı. Ne var ki bu hayata katılmanın şartı özel hayat alanında özerk olmaktı.

Antik Yunan da· özel hayat eve ilişkindi ve ekonomik bir hakimiyete · dayanırdı. Aile reisi bu özel hayatta bir hayli baskıcı idi. Çünkü egemenli­ğin ölçüsü buydu {Habermas, 1997: 60): Dolayısıyla özel hayat kendi içinde özgürlüğü ifade etmezdi, bu açıdan. kamusal daha özgür bir alandı. Gerçi . Yunan sitelerinin anlayışında da modem dönemlerin toplum· anlayışında oluduğu gibi kamuya katılmamış doğal insan bir hayvandı, eğitilmeye, ka-musal'ın denetimine muhtaçtı. . · .

Roma döneminde (Yunanın Polism karşılık)· Republicus ile karşılanan kamusal ayrı bir öneme sahipti. Bu dönemin dikkat çeken iki özelliği vardı: Birincisi kamusal ile özel'in oldukça paralelleştirilmesi; il<incisi ise Yun~ı.n si­telerlnde' seküler bir içerik taşıyan kamusalın mistik bir nit~lik kazanması­dır. Bununiçin Hristiyanlık daha sonra bu alanı.doldurmada zorluk çekme­miştir.

· Avrupa ortaçağında Roma hukukundan da gelen bir anlayiş~a kamu (publicus) ve özel (privatus) ayınmı, bağlayaCı ve yaygın olmasa da kullaİu- · lag'elmiştir. Hristiyanlık kamu düşüncesinin "ortaklık" yönünü desteklemiş, kamusalın salt siy~sal bir nitelik kazanmasına da engel olmaya çalışmıştır: Ama kamusalın siyasallaşması günümüze kadar süregelmiŞtir. Mesala orta­çağlarda hükümda!lık publicus (kamusal) kavramıyla eş anl?mda kullanıl­mıştır (H~bermas, 1997.: 57).

Page 7: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

no tezkir e

Ortaçağda daha başka bazı gelişmeler de olmuş, egemenliği simgeleyen . şeyler (mesala prens mühürü) kamusal olarak algılanmış, yine fe?dal.temele . dayanan bir kamusallık uzun süre devam etmiştir. Feodal kamusallık,. ortak-. la ş acı üretim cemaatine ilişkin unsurlarla ilgilidir. Buna göre baltalık, çeşm~, __ pazaryeri vb. kamusaldır, yani halka açıktır. Bunun üzerinde de burjuva ka­musal alanı yükselir. Burjuva kamusal alani pazar alani pazar ekonomisiyle gelişir ve devlet karşıtlığını ifade eder.· ' ·

18. yüzyıldan itib~uen, bir liberal kamusal alan meydana gelmiştir. Bur­juva kamusal'ının qaha gelişll1İş biçimi olan bu ortamda, siyasal yapı kendi­sini bir refah devleti olarak göstermiştir. Kamusal da, bu ör-gütlenmiş kitle demokrasilerinde daha ideolojik bir'boyut kazanmıştır. Bunun en açık gö-. rüntüsü ise bireysel alanın çıkarlarının kamusal gösterilmesidir (Habermas, 1995: 65). .

Gerçektende 18. yüzyıl sonlarına gelindiğinde bu sürece bir şey daha ek­. lenir, devletle toplum arasında ilkece bir ayırım yapılır; özel de kamusaldan

çok devletin dışındaki i:ş/hayat olarak anlaşılır. Ama kamusal ile devl~tsel oıan birbirlerine yaklaşmaya başlar, mesela hükümet binaları için "kamu

• binaları" deyimi kullanılır. Bu ·arada kılrumların konumları da değişir. Me­sela din bir ka,mu kurumu olmaktan çıkar ve gittikÇe özel hayata ilişkin bii sistem olur, sanat ise belirgiİı bir biçimde siyaset dışı kalır.

Günümüzde kamusal alanın siyasallaşmasi ve özellikle devlet tarafından doldurulır).asının, siyasalın· doğasına uygıın bir etkinliğinin artması anlaıİı.ina

. gelip gelmediği tartışılmaktadır. AŞağıda genişçe belirtileceği üzere· daha açık gözüken bir şey varsa o da kamusallığın güçlenmediği, hızla çözüldü- . ğüdür. Esasen kamusalın çözülmesinde iki önemli ögenin rolü bulurtmakta­dır: Özel hayat ve sosyal alan. Hem değişen hem değiştiren bu ögeleri ve ilişkilerini şimdi daha yakından göstermeye çalışahın.

Kamusal Alan Ve Özel Hayat

Başlangıçlarda (han~ ve aileye) karşılıklı olan özel hayatın içeriğini, mülki­yet, ev, dolayısıyle kadın ve çocuklar, toprak, köleye ve paraya sahip olma oluşturuyordu. Zaman içerisinde bir ayrışmayla bunların bir kısım kamusa­lın ve siyasaıiD unsuru haline geldiler. Mesela servet, güç eksenli siyaset için bir kaynak oluşturdu. (Sennett, 1996: 89)

Özel'in doğasında, insani bir 1hayat için özsel şey lerden mahrum kalma

vardır. Yani burası kamusal alan gibi sırf akla ve özellikle de eşitlik ilkesine dayaimı.az.· Temelinde .bir mahremiyet vardır ve özel olarak bazı mahrum-' luklara katlanmak gerekir. Bugün bizim özel hayatın bir gereği olarak dü­şündüğümüz özgürlük ne antik:itede ne de Roma'da vardı, o kamus~la ait

Page 8: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümünün Siyasal ve Dinsel Sonuçları lll

olabilirdi. Ancak aşağıda görüleceği üzere mahremiyet modem dönemlerde kamu­

sal alana taşındı ve pek çok şey gibi yeniden üretildi. Denebilir ki mahre­miyet, özelden çok, kamu sorununu kamUsal olanin varlığını yadsıyarak çözme çabasıdır. İlk bakışta cinsellik, doğum, ölüm, düşünme özgürlüğü gibi işler özel'in alanıdır, yani kapalı, herkesin bilı:hediği, ayrınhsıriın da ge­rekmediği bir alandır. (Arend, 1994) Ama bunlar şimdi kamuya taşmışlar-

. dır. Cinsellik büyük oranda aleniyet (açıklık) kazanmıŞ, düşünce özgürlüğü· "kamu adına" siyasalııi sorunu haline gelmiştir. Az veya çok bü~ gelişmiş ülkelerde gördüğümüz düŞünce suçu, özelin_kcimusallaşması ve daha ileride siyasallaşması ile ilgili. bir sori.ındur. Şüphesiz bu sorunlar yalıuzca özelin kamuya ya da siyasala taşmasından kaynaklanmıyor, kamusalın çözÜlüşü, siyasalın en özel sayılan alanlara sokulmasıyla da ilgilidir. · ·

Kamusalın eşitlikçi yapısına karışık özeİ, h~J·"'rarşiye dayanır. Hatta bu­radan hareketle ulaşabileceğimiz bir sonuç da özelin "değersel", kamusal'ın "normatif" bir içeriğe ağırlıklı olarak sahip oldUklarıdır. Esasen kamusal ve özeti birbirinden ayıran en somut öge "yasa"dır,·yani norm·atif bir yapıdır. Böylece 1ayırım ilkesıkamuya ait olmuş oluyor, Yasar..::.İı. da zaman içerisirlde kamusal olmaktan çok siyasalın muhtevasını oluşturdugu düşünülürse, ka­musal kadar özelin çözülılı.e doğrUltusunu anlama imkanını .elde edebiliriz.

Kamusal alanda beşer~ sorunlar işaretierin üretilmesiye çözülürken, özel alaru.n sorunları (mesela ailede çocuğun bakıp büyütüimesi) aşkın ilkelere

·_bağlanarak yürütülmeye çalışılıi-dı (Sennett.1996: ı3ı). Ne var ki kamu-özel ayrımı, tüm gerçekliğine rağmen sınırları sanıldığı kadar net değildir. Bu­nun sebebi ayırımın ekseninin bulunmayışıdır. Sosyolojik bir bakışla bu ek­senin: toplum olması .gerektiği, bu iki alanın da onun iki temel unsuru ol­duğu düşünülebilir. Ama toplum kavramının yeni oluşu, 19. yüzyıla kadar kapsayıo bir toplum kavramının bulunmayışı, söz konusu ettiğimiz olgula­rın bl;l yapı ile bağlanhsını gösterip, sınırlarını çizmede sorunlar doğurmak­tadır. yani sonuç olarak. özel-kamusal:, toplumsalın genelde iki alternatif öge-. sidir, ama sınırları yeterince belirli değildir. Mesela tamamen .özel olan bir şey salt bir kamusal kuruluşun alanında kaldığı veya b~r kamu otoritesinin damgasımtaşıdığı için kamusal sayılır. Söz gelimi.(önceden tamamiyle) özel

· sayılan bir 'çocuk eğitimi bugün kamusal (ve hatta siyasal) bir nitelik taşı-maktadır (Nigt, 1991:72). .

Özel-kamusal ayırımındaJ izlenebilecek en tu'tarlı yollardan birisi şüphe­siz konuya toplum bağlamında ve rol bakımından bakmakhr (Runciman,

'1986: 132). Buna göre mesela babalık özel, öğretmenlik kamusal, seçmenlik siyasal bir roldür. . .

Ancak bunlar y.ine de birbirlerinden pek de rahat ayrıİmamaktadırlar.

Page 9: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

. 112 tezkir e

Mesela yukarıda . kamusal· saydığımız öğretmenlik genel bir. okul· faaliyeti olmasına bağlıdır; hatta bu özel bir partinin eğitim. kurumundaysa siyasal bile sayılabilir. Ama aynı öğretmen bir aileye hizmet ettiği zaman "qzel" bir görev yerine getirmiş olur. Demek ki aynı rolün nerede ve nasıl yerine geti­rildiği ön,em taşımaktadır. Bu bağlamda devletten ücret almadan yürütülen bir dernek faaliyeti ve mesela b!r tarihi eseri koruma girişimi kamusal bir hizmet sayılırken aynı hizmeti meclisten bir yasanın çıkarılması için göste­ruse (bu lobi faaliyeti) siyasal olmuş olur (Runciman, 19S6: 132).

Kamu-özel ilişkisinin bir baŞka yönü aynı olguların toplumsal ve siyasal ile olan ilgileridir .. Şimdi de kaınu-.özel bağlanhsını da tamamlayacak bu noktayı göstermeye çalışalım. ·

Kamusal'ın Sosyal Ve Siyasal Olanla ilişkisi . -

Antikçağ Yunan düşüncesinde toplum vurgulanmamışh. Social (toplum) ke-limesi köken .bakımından Romiılıdır. 'Daha önce de belirtildiği gibi antikçağ . (polis'le) kamusalı (günümüz bakış açısıyla siyasallığı) öncelemişti. Bununla. · birlikte Romalı sosyal'ı siyasaldan arındırmış değildir (Arend, 1994: 41). Yani antik sitelerdek4 polis-hane (kamusal-özel) ayrımında toplumsalın yeri belli değildi. Esasen mevcut "toplumsal" anlayışı modern bir anla)h.şhr ve hatta tam ifadesini ulus/ devlette\bulmuştur. Gerçi ulus adı verilen modern top~ lumsallık içerik olarak)<.e:ı;ı.disine yakın gözüken polis'ten çok (ki politika ke­limesi ondan .türetilmiştir) hanenin gelişmiş biçimidir. Yine Arend'e göre toplum, modern bir tavır olarak kamusal-özel bileşJ.<esinde doğmuş bir "me­lez" dir (Arend, 1994: SS) . .İfadedeki sivriliği bir kenara bırakırsak bu yargı, sösyolojinin özel-kamusal her türlü beşeri birliktelik durumunu kapsayan bir toplum anlayışına bir hayliyakındır. Yalruz Arend tqplumun, kamu alahına mülk ve servet sahiplerinin birikimlerinin korunmasını talep etmesiyle iirip . yerleştiğini (oluştuğunu) (Arend, 1994: 98) ileri sürer ki bu~ Marxın devlet içm düşündüğü şeydir. Şüphesiz toplumun sırf üretim sürecine göre oluşmuş bir birlik olarak anlaşılınasına genel sosyolojinin kayacağı çekinceler vardır.

ToplUIİlasl olan'ın yerini bize en açık göstereri düşiliıürlerden birisi şüp­hesiz Durkheim'dir. O, toplumun diğer beşeri olgulada ilgisini ve sınırlarını da çiZmeye çalışmışhr. Buna göre toplum en kapsamlı olgudur, (özel, kamu­sal, siyasal ~b.) tüm kesitler onun alhnda (içinde) kalır. Bu çerçevede ~esela her siyasal olgu toplumsaldır, ama siradan her toplumasal olgu siyasal de­ğildir. Yine bu açıdan bakıldığında ·açık bi,r devleti ya da siyas'allıgı olmayan topluluklar olabilir (Runciman, 1986: 28). Genel olarak kai:riusalı, "ortak tasa- · rımlar" olarak düşünür ve bunların düzeniyle ilgili bir siyasalin varlığını kabul edersek, her toplumun özelin yanında bir ki:unusal ve siy~sal alanı va- ·

Page 10: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümünün Siyasal ve Dinsel Sonuçları 113

rolmuş olur. Örnek olarak ailesel özel, dostluk kamusal, seçmenlik siyasal olur, ama sonuç itibariyle bunarın hepsi toplumsal bir çerçevenin içinde ka­lırlar.

Bu konuda Durkheim'a yöneltilen en ciddi eleştiri toplumlardan, olduk­ları gibi söz etmek yerine ona büyük harfli bir "T" empoze etmesidir (Runciman, 1986: 28). Bunun pratik ve olumsuz sonucu, devlet, kamu, vb~ gibi tüm olguları toplum içinde bir biçimde izole etme eğilimidir.

Toplumsallık tanımlanırken bireyselliğin karşısına konulmuştur. Özel­likle Durkheim'in, sosyal olan'ı ''bireyselin dışında ve üstünde~' olara,k taium­lamasını, sırf yöntemsel değil, felsefi bir değimle ontolojik bir ayrımdı. Bu­nun asıl sıkıntısı, olguları (sosyoloji-psikoloji gibi) iki uç noktada tartışmak, geçişleri ve ara bölgeleri yok saymaktı. Mesela bu yok sayılan alanlardan bi­risi siyasal (ve kamusal} olandı (Baker, 1994: 62). Bu nedenledir ki Durkheim çizgisini izleyen sosyologlar bir taraftan siyaset sosyolojisine mesefeli davra­nırken; diğer taraftan bireysel yönü ağırlıkta olan kişisel, isyan, protesto, şi-kayet gibi davranışları açıklamada zorlanmışlardır.

* .

İşin gerçeği toplumsal ve siyasal ayırırnma 19. yüzyıla kadar pek başvu­rulmamış, bunlar özdeş kavramlar olarak ele alınagelmişti. Ayırım en somut ifadesini Hegel'in sivil toplum ve devlet (Siyasal toplum) sınıflamasında, bulmuştu. Gerçi o, devleti önceliyor, sivil topl~daki düzensizliklerin onun eliyle düzeltileceğini kabul ediyordu (Runciman, 1986: 24). Bu ayırım ve çe­lişkinin tespiti Hegel açısından bir başarı sayılmaktac4r.

Asıl konumuz açısından bakıldığında buradaki sivil toplum, söz konusu konusal alan'a denk düşüyordu. Ancak daha sonraki gelişme kamusal ile si­yasarı üstüste çakıştırdı. Gerçi kamusarın doğasında hep siyasala bir yakın­lık vardır. Belirtildiği gibi polis (ya da politikos) bugünkü anlamda olmasa bile siyasal bir muhtevaya sahiptir. Ancak antikçağda siyasal toplulukların dışında kendi başına bir özne, biı: güç, topluluk adına olsa bile onu dizayn etme hak ve yetkisine sahip bir erk olarak anlaşıhmyordu. Toplulukların ve onların içkin ögeleıjnden birisinin elinde tu~ğu bir güç değil, harie dışını . düzenleyen ortak bir mekanizma idi~ Halbuki günümüzde siyasallık, içinde bulunduğu topluma dayanma düzeyi (Weberyen bir deyimle meşruiyet te­meli) ne olursa olsun ondan ayrı bir sujedir.

Kamusal-siyasal ilişkisinçle, siyasalın etkinliği tarihsel bir sürece bağlıdır. Gittikçe kamusal, siyasal olarak anlaşılır, mesela kamu binası ile devlet bi­nası aynı anlama gelecek şekilde kullanılır (Habermas, 1997: 58).

Aslında devlet ile kamusarın kesiştiği bir alan yok, bunlar bir bakıma

* Toplumsal, siyasal ayrımı için ayrıca bkz. Bottomore, Tom 1987, Siyaset Sosyolojisi; ·Çev. Erol Mutlu, Teori Yayınları, Ankara, s. 2 vd.

Page 11: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

tezkir e

karşı taraflardır. Yani devlet otoritesi doğrudan bu alanın bir parçası değil­dir. Devleti (siyasalı) kamusal ile ilişkili kılan şey, vatandaşın refahını sağ­lama sorumluluğu ve işlevinden kaynaklanır. Hatta siyaset veya devlet meş­riıiyetini bu kamusal öz' den alır, kamusal da bu bağlanlıyı gösterir, kontrol ve eleştiriye tekabül eder (Habermas, 1995, 62). Bu son önerme açısından bakıldığında da kamusal alan toplumsal ile siyasal alan arasındaki ara böl­gedir. Seçim gibi siyasal işlemler kamusal'm siyasala yansıma araçlandır.

Ne varki burada sorun bu ara bölgenin aldığı konumla ilgilidir ve gü­nümüzde sıkınlılı bir süreç yaşanmaktadır. Modem devlet sivil toplumu ta­hakkum allında tutmakta ve özerk birey yaygın bir idari organizasyonun ağırlığı allında ezilmektedir. Burada kamusal olan devletle (birey değil) top­lum arasında uzlaşma sağlamayı ve kapitalist teşebbüsün gelişebileceği bir güçler dengesi oluşturmayı amaçlamaktadır. Esasen ka:rr\.usal alan kavramı klasik ifadesirıi, temsil, ifade ve toplanma özgürlüğü, kamuoyunun etkinli­ğini emniyet allına almak iseteyen 19. yüzyıl liberal kapitalizminde bulmuş­tur (Swingewood, 1996: 123). Örgütlü kapitalizmin etikinliği ve toplumun ar­tan kitleleşmesiyle kamusal alim, artlamını bütünüyle yitirme eğilimindedir.

Kamusal'ın Millıtevası Ve Din İle·oıan ilişkisi

Buraya kadar kamusal'ı antik çağdan günümüze Balı toplumlannda doğuş ve gelişmesirıi izlemeye çalıŞlık ve genel olarak onun kent hayalıyla bağlan­nh olarak ortaya çıkıp özel ve doğrudan siyasal oln1ayan bir alanı ifade etti­ğini, tarihi gelişimi içinde de diğer unsurlada ilişki ve muhtevasının deği­şime uğradığını söyledik. Ancak burada özel olarak belirtmeliyiz ki kam4sal ya da ona denk düşen olan Balı ve Balı dışı toplumlarda farklılık gösteri­yo,rdu. Balı dışı topluluklarda daha genel bir nitelik taşıyan kamusal alan, siyasala daha uzak ortak bir alandı. Balı kamusal alanının seküler doğasına karşılık aşkip.. nitelikli bir (yüksek) değerler alanıydı; içeriğini de öncelikli

· olarak ahlak, siyasallığı olmayan bir hukuk ve nihayet din oluşturuyordu. Bu iki kamusal farkı zaman ve mekan bakımından örgüHenişle de ilgi­

liydi (Baker, 1994: 81 vd.). Balının dışındaki toplumlarm kamusal alanı, aş­kınla bağlanlılı olarak zamansal bir nitelik taşıyordu, merkezi değildi. Hal- . buki Balı ~usalının başlangıç yeni antisitede mekansal bir nitelik taşıyor, mesela agora (meclis), kamusalın odak noktasını 0luşturuyordu.

Konuya daha genel baklığımızda bir kere insanlığın bir ortak (yüksek) ahlaki değer alanı vardı: Hırsızlığın kötülüğü, hakkaniyetin iyi olduğu vb. evrensel boyutlu bir kanaath. Topluluklar ve hatta dinlerle sriurlı olmayan bu "ortak" değerin kaynağı eski Yunan düşünürlerirıi bir hay1i meşgul et­miş, toplumsal ve siyasal farklarm üstünde bir dayanak aranmış, bunun or-

Page 12: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümltnün Siyasal ve Dinsel Sonuçları 115

tak bir "akıl" olabileceği ileri sürülmüştü. Bizim açımizdan önemli olan kay­. nak değil, kapsamlı bir ortak alan olduğudur.

Gerçekten topluluklar arasındaki bu ahlaki ilkelerin dinlerle de sınırlı olmadığını görüyoruz. Xur'an'da "biz adaleti ihlal edip zulme sapınaclıkça herhangi bir toplumu helak etmedik" (Kehf 1 59) ay eti adalet adlı ortak değer­lerin bir dini sistemle, belli bir insan grubuyla sınırlı olmadığının tipik bir ömeğidir. Yine Hz. Muhammed "ahlakı tamalamak üzere geldiğini!' belirtir. Yani peygamber ilk defa bir ahlak getirmiyor, olanı tamamlayıp geliştiriyor.

Geçmiş yüzyıllarda Batı dışı kamusal'ın en önemli içeriklerinden birisi de (modem anlamda olmasa da) hukuktu. Yine din ve topluluklada sınırlı olmayan, devletçe çıkanlıp denetlenmeyen ortak bir hukuk vardır. Günü­müz Hukuk Sosyolojisinin deyimiyle buna uluslarüstü hukuk da denebilir.

İlkçağların çok sayıdaki ülkede devletler arasındaki sınırları, yada ilgili­lerin milliyetlerini dikkate almadan yayılmış olan bazı geleneksel ·mesleki kuruluşların hukuk anlayışı ve yine ortaçağların din, dil, ırk, devlet farkı gözetmeksizin içtenlikle olan ve uyulan özel ticaret hukuku bunun en açık örneğidir (Levy-Bruhl, 1991: 27-28). Yani ilk çağlardan modem dönemlere kadar kıtalararası yürütülen ticari hayat böylesi bfr hukukla, adaletine inanı­lan hakemierin uyguhıyıolığıyla sürdürülegelmiştir.

Şüphesiz söz konusu ettiğimiz kamusal alanın, önemli içeriklerinden bi­risini din oluşturuyordu. Ancak yine de hatırlatalım, Batıdaki özel-kamusal ayırımında .din daha çok öz~le aitbir şeydir, kamusalın gittikçe öne çıkan özelliği 'de seküler olmasıdır. Modern dönemlerde bu iyice pekişir, dinin mahrem bir alan olarak kişisell~ştiği görülür. Halbuki ikinci tür kamusal da, alanı toplumlarla sınırlı olarak düşüdüğüm~de de din kişiler, gruplar arası ortak, açık bir alandır, herkesin arasında işleyen bir mekanizmadır. Dinler pratikte mensuplarından aleniyetten uzak olmalarını tavsiye etseler de açık ve ortaktırlar. Kaldı ki. işin içine din ve toplum farklan da katılabilir.

Mesela İslam dünyasında din, Batı anlamında ele aldığımız özel-kamu arasındaki geçişliği sağlıyor, iki alanı da ilgilendiriyordu. Buna göre mesela tarikat bu dünyanın bir kamusal alanıydı. Ferdin başkalapyla ·aynı dini . duygu ve eylemleri paylaşma yolu, ortak hayatıydı. Halbuki Mardin'e göre de Batı anlamında _çağdaşlaşma dönemlerinde tarikatlar özel alan olarak c:le- · ğerlendirilmiş ve "kamuya açma" anlamında müdahale edilmiştir. Bir başka deyişle bir tür kamu alanı yıkılıp, çağdaş batı türü bir kamusal alan inşa edilmek istenmiştir (Mardin, 1993: 72).

İşin gerçeği daha eski çağlarda da küçük cemaat ya da geniş kapsamlı imparatorluk gibi siyasal yapıların dışında ortak dini bir alan vardı. Ancak ortaçağlarda bu alan derinleşti. Anderson'un deyimiyle büyük kutsal kültür­ler dev cemaat tasarimlannı barındırdı. Sembol ve sipı.gelerden kurulu ortak

Page 13: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

116 tezkir e

bir dil ile ortak bir dünya inşa edildi. İslam, Hiristiyanlık, Budizm, Konfüç­yanizm, bunun açık örnekleriydi. Mesela Maguindanao'lar Mekke'de dille­rini bilmedikleri, sözlü iletişim kuramadıklan berberilerle karşılaşbklannda yine de birbirlerinin ideograflanm anlayabiliyorlardı. Çünkü ortada bir kut­sal metin vardı ve bu metin seslerle değil, işaretlerle bir cemaat kurmaya hizmet ediyordu (Anderson, 1995: 27). Hatta bu dil, ne kadar kural dışı bir kullanıma sahipse o kadar işlevsel olmaktaydı. Mesela Kur'an'ın başka. dil­lere tam çevrilinezliği tartışması ilk bakışta anlamsız görünse bile böylesi bir alt yapıya sahipti.

Bununla birlikte bu dinlerin ortak konular~, ortak sembolleri de vardı. Cennet-cehennem, kurban olayı, ölüm vb. gibi, Kur'an'daki Hz. Musa ile · yolculuk eden ve onun görmediklerini görebilen bilge (bazı yorumlara göre Hızır), mesela Budizmde de geçmekte, Konfuçyüsün, "Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma" ilkesi Hz. Muhammed tarafından tekrar­larup pekiştirilmektecÜr. Burada· modern dönemlerin otantik· sorununun· (kaynağın ne olduğu, önceliğin kime ait olduğunun) da hiç bir önemi bu­lunmamaktadır.

Modern dönemlerde bu kamusal sekülerleşince alan toplumsal içkin hale geldi, içerik delönemli bir değişime uğradı. Mesela oluşan modern ulusal yapıya uygun olarak ulusal tarih, müze, nüfus cüzdanı, harita, pasaport vb .. birer kamusal öge olarak önem. kazandılar (Anderson, 1995, 182). ·

. ' . Aslında uzunca bir zaman Bah kamusal alanı için de din önemsiz değil-dir· Kamusal'ın ciddi biçin:i.de sarsıldığı dönemlerde din bu boşluğu doldur­maya çalıştı. Bunun ilk ve belirgin örneğini Roma'da kamusal'ın yıkılma­sıyla doğan güv~nsizlik ortamının Hiristiyan kardeşliği ile karşılanmaya ça­lışılması örneğinde görürüz. Daha sonra bazı olumsuz gelişmelerin sebebi sayılsa da uzunca bir zaman bu din, Batı için kapsamlı bir birlik, Arend'in deyimiyle "organik bir durum" (corps) yaratabilmiştir (Arend, 1994: 78) .

. Batı'da da q.in, 18. yüzyıl sonrasında, yeniden inŞa edilen "özel hayaf' anlayışının bir ürünü olarak gittikçe bir kamu unsuru olmaktan çıktı; özel ev, özel oda, özel araba, vb.- gibi kişiye özgü mahrem bir inanç haline geldi. Buna göre din artık bir özel alan işiydi, tarihin hiçbir döneminde görülme-diği biçimiyle bir vicdani kanaat idi. .

Burada bizim konumuz açısından önemli olan bir nokta kamusal'ın aş~ kınlıktari annmış olmasıdır. Artık uluslararası ilişkilerde yüksek değerlerin

. yeri yok, bunlar karşılıklı Çıkar dengelerine dayanır. -Çünkü topluluklar arasında bir ortak alan (var görüniDesine rağmen) ·uhıslararası hukuki dü­zenlemelirin nihai bir dayanağı yok. Adaletin yerini eŞitlik almış ama eşit­leştirki bir mek~madan yoksunuz.

Toplumsal içkin bir kamusal da hızla çözülüyor, ortak gördüğümüz nice

Page 14: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümünün Siyasal ve Dinsel Sonuçları 117

noktalar, geı:çek anlamda ortak olma özelliklerini yitiriyorlar. Arend'in de belirttiği gibi günümüz kitle toplumlannda insanlar (aym ·yerde bulunma­mn öte:sinde çoğu kere) birbirlerinin bir şeyi olmazlar. En yakınlaşhncı kav­ram olan "yurttaşlık" bile siyasal bir sıfattır, nisbeti topluma değil_ yöneti-

. medir. Açıkça denebilirki ortak alan bir aşkınlık üzerine oturur. Bu aşkınlık olmadan ne siyaset, ne ortak dünya ve ne de kamusal mümkün olabilir, Çünkü kamusal için ortak alan, doğduğumuzda bulduğumllZ ölürk'en de başkalanna bırakabildiğimiz bir alandır (Arend, 1994: 81).

Modern. dönemlerde dini kutsallıklan siyasal-kamusal aİanlarda kulla­rulmaktadır. Ne var ki din kendi doğasına uygu.İı. bir işlevselliği yerine ge­tirme şansına sahip değildir: Mesela dinsel kökenli olan· karizmalar bile. se­külerleştikçe daha gizemli ama daha sorunlu hale gelmişlerdir (Sennett,

. 1996, 336). Aşağıdaki üç başlıkta kamusal'ın bu çözülüşünü ve doğurduğu sorunları göstermeye çalışacağız.

Genel Olarak Kamusalın Çözülüşü

Günü,müzde kamusal alan (tabir caizse) olağanüstü bir değişim geçiriyor. Sadece özel-siyasal ve toplumsallık ögeleri arasındaki konumu d_eğişmiyor; bir taraftan siyasala, diğer taraftaiı. özele açılırken, kamusal görülen tüm alanlar, kent, sokak, medya vb. o klasik anlamdaki özellikİerini ve hatta iş­levlerini yitiriyorlar. Kamusal'ıi:ı. bu çözülmesinin sonunda bize göre. iki önemli sonuç doğuyor. Bir -taraftan özel hayat kamusala açılıyor, diğer taraf­tan kamusal bütünüyle siyasallaşıyor. Tabi hepsi bu değişmeden olumlu­olumsuz paylanru. alıyorlar. Foucault'nun da belirttiği gibi bütün kurumlar yeniden şekilleniyor; suç-ceza, delilik vb. gibi en köklü kavramlar, o eski, neredeyse evrensel denebilecek kamusalın tarumından farklı anlamlar kaza-

* . my or. 'Söz konusu değişimi daha iyi anlatabilmek için, Batı kültürünün kamt;ı.­

salı ilgil,endiren özelliğine bakmamız gerekir. Batı kültü.rünün genelde ka­musalci bir nitelik gösterdiği kabul edilir ve bu da iki teme.l özellik taşır. Bunlardan· birisi eşitlik, diğeri libeı:al felsefeye uygun olarak özel yaşamın daha çok gün ışığffia Çıkanlabilmesidir. Bir başka deyişle Batı toplumlannda giderek (aile gibi) kişiyi ilgilendiren özel-mahrem konular kamuya rrialo­makta, görünürlük kazanmaktan da. öteye, aym zamanda Foucault'nun deyi­şiyle (mesela) cinselliğin söyleme geçilmesinin bir kısıtlama sürecine girmesi şöyle drirsun tersine artan bir kıŞkırtma mekanizması içinde yer aldığı gö~

*Geniş bilgi için bkz. Foucault, Michel, 1993, Ders Özetleri, 1970-1982, Çev. Selahattin I-lilav, Yapı Kredi Yayınları İstanbul. ·

Page 15: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

tezkir e

rülmektedir. Foucault'ya göre "itiraf" üzerine kurulu Balı Medeniyeti, söy­lenınesi en zor şeyleri en açık biçimiyle söylemeye çaba göstermekte; adalet, hp, aile ilişkileri, gündelik hayat itiraf alanının içine girmektedir. Buna kar­şılık mesela İslam toplumu mahrem alana ait konuların gizli tutulduğu bir toplumdur ve bu anlamda anti-liberaldir (Göle, 19920 42).

Bunlarla anialılmak istenen şey modern dönemlerde Balı tipi kamusal'ın özel'in içeriğiyle doldurulduğudur; ya da bizim deyimimizle özelin kamu­saliaşmış olduğudur.

Kamusal'ın nereye doğru gittiğini cevaplamadan önce kamusalın nasıl . çözüldüğü_ne bakmamız gerekiyor. Gerçekten de kamusal alanın ögelerinin gözden geçilmesi bize yeterince argüman vermektedir. İşte sokağın, kentin, medyanın ... durumu. ·

Kentler, eski kent özelliklerini kaybediyorlar. Çünkü hemen hemen tüm ortak alanlar arhk bir kitle olgusu içerisinde, gerçek anlamda ortaklık kuru­lan yerler değil süreta ortak yerlerdir. Bu çerçevede (mesela) kamu taşımacı~ lığından bile söz edilmez, ancak toplu taşımacılık vardır.

Bu · dönüşüriı.de kamusalın özünde yatan ortaklığın dayanağı sayılan · "yabanqJ.aşma" önemli bir paya sahiptir. öyle ki bu yabancılık ortamında sosyalleşme ye,terince sağlanamıyor, davranış örüntüleri yerlerini bulmuyor, buna -bağlı olaiak_ da suç oranlarında olabildiğince bir arhş gözleniyor. Yani. şimdi sokak da o eski kamq.sal alan değil, değersiz normsuz, sadace siyasalın yasalarla düzenlediği bir yer, akıp giden bir kalabalıktır. Trafik kurallan bunun tipik örneğidir. Yine toplanılan yerler, bir anlığına birlikte bulunan

. yerlerdir ve yeterince etkileşmeye fırsat vermemektedirler. O gelip geçici birliktelik bile mümkün olduğunca uzak kalma isteğiyle dolu irade dışı bir mekan paylaşımıdır (Sennett, 1996: 246). (Piknik alanımıza yakın oturan biri­lerinden duyduğumuz gizli rahatsızlığı hatırlayalım.) Sonuç olarak sokak bir geçjş mahalli, arabaların park yeridir.

Kamusa~n çözülüşünü gösteren argümanlardan birisi de medyadır. Medya, sıkça ifade edildiği gibi belki bir_kitle iletişim aracıdır. Kamusal de7

ğildir ve kitle olgusunun bizzat kendisi, kamusalın çözülmesi üzerine otur- · muştur.

Özellikle elektronik iletişim, kamusal hayat fikrine son verilmesini sağ­layan araçlardan birisidir.· Medya, toplumsal grupların birbirlerine ilişkin bilgi birikimlerini olağanüstü arttırırken, fiili bağ kurmayı gereksizleştiri­yor. Radyo-televizYon mahrem araçlardır ve çoğu kere evde özel olarak sey­redilir. Kamusal bir araç Özel alanda iş görüyor, bu da kamusal-özel ilişkisi­nin ilginç bir görünümüdür (Serinett, 1996: 352).

Bu taplodaki çelişki.kitlesel medyanın toplumdaki olup-bitenler üzerin­deki insanların sahip olduğu bilgiyi sonsuza kadar arhrmasına karşılık (ki

Page 16: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümünün Siyasal ve Dinsel Sonuçları 119

bunlann bir kıs:ını yanlış da olabilir) onlann bu bilgiyi politik eyleme dönüş­türmelerini de sonsuza dek yasaklamasında gösterir. '"Pelevizyonunuza cevap vefrn.e şansınız yoktur.

Modem çağda kamu alanının yitirilmiş olmasırui1 belki de en açık delili ölüınsüzlüğe duyulan sahici ilginin tümüyle ortadan kalkmış olmasıdır. Ebediyete duyulan metafizik ilginin yitirilmiş olması bu son kaybın bir öl­çüde gölgede kalmasına neden olmuştur (Arend, 1994: 82). Sekülei: yönlerine rağmen Yunanlılar ve Romalılar için kamusal, bireysel.hayahn faniliğine karşılık kalıalığı temsil ediyordu. Bu son durum (sekülerleşıne) kişilik deği­şimi üzerinde büyük etkide bulundu. Kamusalda sekülerlik, sanayi kapita­lizminin çıkadarıyla da pekiştirilerek bir dinden anndırılına işlemi haline geldi. Uzun zamandır arhk insanın bir özlükalanı olan dinin kendisinden değil, onun yansımalarından sözediyoruz. Bun göre de din, doğal olarak bir toplumsal üründür (Sennett-1996: 194). Sonuç olarak da böyle bir dinden in­sanin özüne ilişkin <;özümler getirmesini beklernek anlamsızdır. Sonuç ola­rak denilebilir ki yaklaşık bir yüzyıldan beri, kamunun toplumsal temelleri de sarsılmakta, kamunun çözüldÜğü rahatlıkla görülebilmektedir. Alan ola­rak gittikçe genişlerken, işlev itibariyle gittikçe güçsüzleşınektedir

(Habei'll}.as, 1997: 61). Bütün bu gelişmeleriri arkasında özelin kamusala açılması, ınahreın iliş­

kileri temel alan bakış açısının çekim gücünün arhnası gelecek, özele ait oı::.

gular kamusalın içeriğini doldurmaya yölecektir. Esasen insanlar kendileri tüketirole ispatlamaya çalışmakta, derin bir meta fetişizmi onların ilgileriiii birbirlerine değil eşyaya, -çıkar ilişkilerine yönelhnektedir. Şimdi de bu sü­reci açınaya çalışalım.

Özel Hayatın Kaınusall.aşması

Günüınezde sosyal/kültürel pek çok tarhşmanın, (mesala gelişip çağdaşlaş­manın) arka pilanında açık yada gizli bir kamusal ve özel ayırımı yahnakta­dır. Ne var ki yUkarıda da belirtildiği gibi kamusal çözülmekte, büyük çapta özelin unsur ve niteliklerini taşımaktadır. Literatürde bu durum "mahremi­yet". kavramıyla anlahlmakta, modem toplurnun yeni türden bir mahremi­yet kazandığı ifade edilmektedir. Bunun anlamı kamusal alanda özel'in al­dığı şekil demektir. Bir başka deyişle mahremiyet "kamu sorununu, karnu­sal alaruru varlığını, yadsıyarak çözme çabasıdır" (Sennett, 1996: 45).

Daha ·önce belirtildiği· gibi antıkçağda özel kamusalın karşı h idi, ama "kişisel" olplaktan çok evsel/ ailesel demekti. Şüphesiz bir mahremiyet yönü de vardı. Mahrem kavramın doğasına uyguri olarak bu ev hayalı bazı mah­rumlukları gerektiriyordu, yani burası bir eşitlik ya da özgürlük alanı de-

Page 17: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

120 tezkir e

ğildi. Eşitklik, özgürlük hanenin dışındaki bir dünyaya (kamusala) aitti. Özel, tarihsel gelişim içinde evsel olmaktan çıktı, yeni bir "özel" (ya da kişi­sel) hayat doğdu. Ancak bu kişisel hayat. kendini kamu alanında ispatlı­yordu, dolayısıyle de özel'in doğasında bulunan mahreıniyet bir kamusal durum haline geldi, bir modern mahreıniyet türü belirdi.

Söz ko:p.usu mahreıniyetin (veya özel hayatın) doğuşunda toplumun do­ğuşunun önemli bir payı vardır. Bu iki alanın toplumsallıkta bir dereceye kadar buluştuklan söylenebilir (Arend, ·1994: 63). Gerçekten de toplumun doğuşuyla özel'in kamuya katılımı gerçekleşir. Çünkü toplum,' doğal olarak insanın olgun olmadığı, geliştirip herhangi bir hayvandan farklı kılınması (sosyalleştirilmesi) gerektiği ilkesi üzerine oturur; yani o, ortak yaşayama zo­runluluğundan doğar. Dikkat edilince görülür ki, bu klasik türdeki kamusa­lın kazandığı yeni biçimdir; hem özeli hem siyasalı kapsar, ne var ki, bu SÜ-'

reç içinde hem özel hem siyasal aşınır. Arendt'e göre bu değişimin sonucu şöyle Özetlenebilir:. "Davraİuş eylemjn, bürokrasi kişisel yönetiınin, toplum­sal/ ekonoıni kamusal alanın yerine geçıniştir."

19. yüzyıldan itibaren özelin kamuya taşınmasıyla birlikte, kamusal öze­lin bazı niteliklerini aldı, pek çok şey mahremleşti. Mesela toplumun kendisi bile mahrem bir yapı kazandı, bu hay~li cemaat bir aile gibi düşünülmeye çalışıldı (Sennet~ 1996: f-78). Halbuki bu, ferd,in gerçek ilişkilerde bulunma- · dığı bir birlikteliktir. . · ·

Mahreıniyet genelde bireylerin içsel/psikolojik kaygıl~rına denk düş­meyle yakından ilgilidir. Dolayısıyla mahreıniyet daha çok özel ile ilgilidir, mahremin toplumdaki görüntüsü fertlerin bir bakıma maskeli ~ayatıdır. Gerçi medeniyet genelde ferdin kendini sınırlandırabildiği hay!it olarak dü­şünülür, öyle ki modern mahreıniyet iki yüzlülük derecesinde bir sınırlan­dıncılıktır.

Aslında mahremiyet, kamusalın bir alternatifidir, ama kamusalın qnemli bir kesiti onun tarafından asiınile edilıniştir. İnsanlar, çocuk, ev, ev eşyası, araba ve diğer araçlarla mahremiyetlerini dışa vurmaya çalışmaktadırlar. apı.a bunlar ortak paylaşılan şeyler olmadığı için, şeklen kamusal alan içinde olsalar bile. tam anlamıyla kamusal bir nitelik taşıniıyorlar. Kamusal'a hakim · bu mahreıniyet, özel hayatın unsurlanyla sınırlı kalmıyor, kendini toplum boyutı,ında da gösterebiliyor ve mesela siyasal olabiliyor. Sözgeliini faşist devlet, mahrem bir despotluğun açık bir biçimidir (Sei:ınett, 1996: 334).

İşin gerçeği bu çağdaş mahreıniyet (kamu alanında yansıyan özel hayat) klasik aniarndaki aile mahreıniyetinin yıkılması esasına dayaruyor. özelin mahreıİıiyeti kamusal'ı sıkıntılı hali getirirken, modern kamusalın kendine has ilkelerde özel'i ve onun yegane alaı;u sayılan aileyi tehdit ediyor. Mesela çağımız 'kamusalında sorunun insanıiı kimliğine, klmliğin ise iş ve uzman-

Page 18: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümünün Siyasal ve Dinsel Sonuçları 121

lığa indirgendiği düşünülürse, ailenin kendi başına bir belirleyiciliğinin ol­madığı anlaşılır. Sözgelimi arhk evde de belli denklikler değil, kamusalın ölçüsü olan eşitliğe ihtiyaç vardır. ·

öyle gözüküyor ki, özel hayat, önce kendi içerisine gittikçe katlanmış ve insanın içinde mahsur kaldığı bir hapishaneye dönüşmüş, sonra bu durum, insanın özel hayahnı kamu alanına yansıtma ihtiyacını doğurmuşi.ur. Bilin­diği gibi romantizm, insanın iç dünyasıiun bir açılım yolu olmuştur. Modern edebiyat ve sanatlar bu olgunun ürünleridir. Hatta bunun (kendini açan ba­kımından da ilgilenenler yÖnünden de) bir özgürleşme olduğu, sorimiarın payiaşıldığı düşünülmektedir. Ama bu Sennett'in ifadesiyle "gerçekçi' değil, tam anlamıyla bir fuzaktır" (Sennett, 1996: 18).

Özel/mahrem duygular dünyası, sınırlarını yiilimektedir. Bir dönemle­rin erotizmi bile toplumsaldı, mahrem bir sırra sahipti; onun yerini alan cin­sellik, benliğin bir ifşasıdır, bir teşhiridir. Bir -başka deyişle insanlar cinsel­likle kendilerini aramakta, fiziksel olarak aşk da arhk bitmiş bulunm~ktadır (Eski edebiyahmızı süsleyen Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şi­rin'ler arhk yok). Cinsellik, bir kendini ispatlama yolu olduğundan dolayıdır ki, cinsel sınırlama (baskı), özgürlük karşıh sayılıyor.

Çağdaştaşma modellerinin en belirgin .ö.zelliği de özel hayah kamusala . açmaktır (Göle, 1992: 41). Denklemin bir ucunda genel anlamda kamusalın bir ögesi olan dinin özelleştirilmesi varsa, öbür ucunda özel aile hayahnın kamuya açılması vardır. Medya bu deşifre faaliyetinin önemli bir aracıdır.

Medyanın· da aracılığıyla özelin kainusala yansıhlma tarzında öylesine garip bir durum ortaya çıkmıştır ki~ en acıklı olaylar, göstermelik ve seyirlik hal almış; bir intihar, bir silahlı· dÜello, bir fuhuş olayı vb. bir tiyatro oyunu . kadar bile duygulandırmadan seyredilen olaylar haline gelmişlerdir,

Şüphesiz özel hayat üzerindeki değişimin asıl rnekarn ailedir. Doğası ge­reği mahrem olan bu algının tüm ögeleri kamusal alana açılım yolu olarak gözübnektedir. Ailenin kendisi başta olmak üzere kadin, erkek, çocuklar, ev, eşyalan, giyim ve hatta ·cinsellik bu ögelerin ilk akla gelenleridir.

Gerçekten de ailedeki değişim, kamusalın dönüşümünü de gösteren ar-. gümanlann başında gelmektedir. Ortaya çıkan çekirdek aile yaygın bir ka­naat olan ve geniş ailenin enkazından arta kalan şey olmaktan çok; büyük şehirl~ simgelerten, yapısını kişi dışı bürokrasi, toplumsal hareketlilik ve büyük bir işbölümünün oluşturduğu yeni bir topluma verilen pozitif bir ce­vaphr (Sennett, 1996: 225). Üyelerini daha az bağlayıcı olması bakımından kamusala açıkht. ·

19. yüzyılda ailede özel-kamusal aynşmasında erkek kamusal'a, kadın ise özel/mahrem hayata bırakılmışh, Daha sonra sorun genelde erkeğin özel ile irtibatl~ndırılırtası değil, kadının kamusala taşınması şeklinde gelişti.

Page 19: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

tezkir e

Hatta bu durum tüm modernleşme hareketleri için yegane ölçek alınmış ailenin kamusaliaşması ulusallaşma ile de eş tutulmuştur (Göle, 1992: 46).

Ailenin kamusallaştırılması ile ilgili olarak -ortaya çıkan bu durumdan, unsurların tamamı etkilenmekle biz-likte kadın, ailesel rolü bakımından daha fazla etkilenmiştir. Özellikle "ev kadını" kamusallık ilkesi olan uzmanlık açı- · sırrdan bir anlam taşımadığı için manen ciddi bir sıkınh yaşamaktadır. Çünkü bu role kamusal açısından, çamaşırcılık ya da kreş görevliliği gibi mesleki bir önem bile atfedilmemektedir.

Gerçekten de kadın günümüz kamusalını belirlemede önemli bir araç ve hatta ölçek olmuştur. Kadının sokağa çıkıp iş hayalına ahlması, giyiminde açık olması vb. oranında kamusal olduğu düşünülmekteair. Ancak bütün bu kamusal sayılhlanİı özel/ ailesel karşıh olduğu düşünülürse oluşumunun her haliyle masum olmadığı söylenebilir-' Yani bu gelişmeler, kamusal olmadığı söylenebilir. Yani bu 'gelişmeler, kamusal olduğu kadar modem/ siyasal bir içerik de taşır'.

Bütün bu açıklamalar Osmanlı'da kadının sokağa çıkmasının niçin son dönemlerde sorun oldlJ.ğıİnun ipuçlarını da verir. Önceki dönemlerden farklı olarak sokağa çıkışlar da, onu yasaklayan fermanlar da işaret ettiğimiz bu yeni tavrın i~de yer almaktadırlar. Bu arada aile üyelerinin kamusala açı­lımının hep .bir' özgürlük ve eşitW<J.e irtibatlimdın ldığı gözönünde bulundu­rulmalıdır. Mesela feminist. söylernde özgürlük aramanın hak aramadan ön­celikli olduğu görülmekted.fr:

Özelin kamuya açılım yollarından birisi de giyimdir (Sennett, 1996: 196). Gerçekten de giyim kamusala çıkmanın en kestirme yollarından birisidir. Bunun içindir ki, bütün modemeşmeci girişimler ona önem vermişlerdir. Mesela kadın için açık bir giyim, özel ile özdeşleştirilen kapalılığa nisbetle kamusal b-ir tavır olarak düşünülmüştür. Tabii ki özel olarak aleniyeti ifade etmek üzere k~llanılan dini (sayılan) kılık kıyafetler, mesela başörtüsü, cübbe, sarık. vb.) dini, kamusalcia ifade etme anlamına gelmektedir. Ancak bunun çağdaş ya da irtica olarak nitelenmesi, kamuya ayrıca müdahale eden siyasalın tanım ve tavrıyla ilgilidir. Burada bizim için önemli olan ise bu gi­yiıh tarzlannın aleniyet ve ortaklık anlamı taşıdıkları oranda kamusahı açı­lım sağladıklarıdır.

Ailenin yine kamusala çıkma yollarından birisi de çocuklardır. Onların eğii;iın düzeyi, giydirilmesi vb. çocuk için bir istikbal, bir prestij oı.rn:aktan çok anne-babanin kendilerini dışarda gösterme yoludur, hpkı bir ev, bir araba .gibi. Gerçi çocuklar üstündeki etkinlikle kendini kamuda ispatlamak isteyen yalnız aileler değildir, modem devletler de eğitimi kendilerini bir iade yolu olarak seçmişlerdir. önceki dönemlerde çocuklar (ve kadınlar) giz­lenmeye çalışılyırdı, bu yeni dönemde afişe ediliyor. Sergilenen örneklerden

Page 20: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın DönüşümünUn Siyasal ve Dinsel Sonuçlan 123

de anlaşılacağı üzere modern dönemlerde özel alan daralırken, kamusal alan alabildiğince genişlemiştir (Canatan, 1998: 8). Habermas'ın deyimiyle "ya-şam dünyası", "sistem" tarafından gittikçe sömürgeleştirilmektedir. ·

Bütün bunlardan sonra sonuç olarak denilebilir ki, çağımızda özet bü­yük çapta kamusallaşıp ailenin ögeleri kamu unsurları haline gelmiş ama kamtİnun nitelikleri özele uyarlandığından dolayı da bir çok problem dvğ­muş; kamusal güçlenmemiş,· aksine tam bir çözülüş içine girİniştir. Nihayel buna bir de siyasalın kamusalı işgali eklenmiştir.

Kamusal'ın siyasallaşması !

Günümüzde kamusal, açık bir biçimde çözülüyor. Alan bir taraftan genişler­ken, öbür taraftan işlevi düşüş gösteriyor. Ama öte yandan kamusallık hala siyasal örgütlenmemizin bir ilkesi sayılıyor (Habermas, 1997: 61). Bir başka

·deyişle alan kamusala, içerikve işlev siyasala ait bir sonuç ortaya çıkıyor. İşte kamusalın siyasallaşması derken anlatmak istediğimiz de budur.

Siyaset, eski tarz bir I<amusallığı çözüp yerine, toplumsal olarak nitele­nen yeni türden bir kamusallığı koymaya çalışıyor. Ne var ki, bu yeni (sosyal kültürel) kamusallık bir hayli içkin ve yanlı bir ortaklık alamdır .

. Arendt başta olmak üzere bazı düşünüdere g9re siyasal'ın etkinliği de azalıyor; bunun en önemli delili de bütün alanların ekonomikleşip evselleş­ınesi eğilimidir. Ayın görüşü savunaİılara göre "siyasal alan gittikçe daral­makta" (Baker, 1994: 59) ve hatta "genel politik söylemin içeriği azalmakta­dır" (Sennett, 1996: 357). Yine bu teze göre siyasalın daralmasımn tek sebebi yok, antikçağdan günümüze tarihsel bir gelişmenin'eseridir.

Bize göre bu· görüş siyasalın :riiteli@nin değişmesi anlamında doğru sayı­labilir, bizzat siyasal alanın daraldığı anlamında değil. Bizim benimsediği­miz görüş de siyasallığın, antikçağdan günümüze, gittikçe arthğıdır. Geli­nen noktada modern ulus yapılarımn, sonuç itibariyle birer siyasal oluşum, birer devlet olmaları bu durumun belirgin bir görünümüdür.

Yukarıda sözü edilen ekonominin· etkinliği de siyasalın zayıflaması an­lamına ·gelmiyor; aksine kamusal için bir anlam ifade etmeyen servet, siya­set için bir kaynak oluşturuyor (Arendt, 1994: 89). Modern siyaset anlayışının (W eber'den beri) güç ekseninde tanımlandığı düşünülürse, servetin bir güç olşuturması, ekonominin kendisinden çok siyasal bir araç olduğu anlaşılır. Yani burada sonuç, niteliklerinde çözülmelere neden olsa bile siyasalındır. · · J(apitalist toplumun bir kitle tolumu olduğu üzerinde duran kurarncılar arasmqa vurgu farkları varsa da hepsi kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle birlikte devletin ekonomik yönetimi ve toplumsal/kültürle örgütlenmede dahi:! baskın hale gelerek sivil kurumların gittikçe daha güçsüz düştüğünde

Page 21: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

124 tezkir e

birleşiyorlar (Swingwood, 1996: 117). Bu şartlar altında toplumsal eklem­lenme devlete devrediliyor ve meşruiyet de gittikçe sorunlu hale geliyor.

Gerçi bu düşünürler, devletin tahakkümünü sürdürme araçlan, ordu, po­lis gibi baskıcı devlet organlan ile ideolojiyi yayarak burjuva otoritesini des­-tekleyen. kurumlar, yani ideolojik devlet organlan arasında bir ayının yap-maktadırlar. 1

Gümüzde devletin etkinliği, sıkça halk'a ait bir etkinlik olarak gösteril­. meye çalışılmaktadır (İnsel, 1990: 26). Aralarında derece farkı olmakla bir­likte hemen tüıiı. modern devletlerde etkinlik (halka değil) devlete aittir.

Yine günümüzde yaygın bir tarhşma konusu olan "sivil toplum" siyasal-. lığın etkin ve yaygın hale gel.pı.esiyle ilgilidir. Siyasallığın vurgulanJ:nadığı . bir yerde sivilliğin gündeme gelmesi söz konusu olamaz. Gelişmiş Bah ülke­lerinde de etkin bir siyasallık, bir sivil toplum savunmasını ön plana çıkar­maktadır. Literatürde "sivil itaatsızlık" diye bilinen ve devletin en etkin me­kanizması sayılan hukuk sistemine, tanımlanmış suç ve cezaya açık bir tepki*, gizli bir kamusal alan savunması olduğu kadar, siyasalın etkinliğine bir tepkidir. Çünkü hukuk, modern anlayış devletle özdeşleştirmesine karşı­lık, geniş anlamda kamusalın içeriklerinden birisidir. Söz konusu itaatsızıı­ğın "sivil" say~ası da bireysel değil toplumsal, gizli değil, açıkça yapılma-. sıyla ilgilidir.

Burada dikkat çekmek i~tediğiı:hiz husus ''sivil" kelimesinin gerçek an­lamda (siyasal dışı) kamusaPmanasında kullanılınış olmasıdır. Ne var ki söz

. konusu sivillik, siyasala daha rahat geçit veren kitlesellik tarafından tehdit edilmektedir. Kitle toplumu etkin bir siyasal toplum değildir. Devletin dene­timi altında tutahilrnek için mümkün olduğunca siyasetsizleştirilmiştir (Swingewood, 1996: 139). Yani sırf kamusal alanın ögelerinin siyasal etkinliği artmamış kamusal'ı denetlernek üzere, siyaset tüm bu .alanlan ~şgal etmiştir.

Önceki liberal/kapitalist devlet döneminde kamusal alari (Habermas'~ Burjuva Kam~sal alanı dediği şey) siyasal denei:İ.J+lden uzaktı. Şiindi modern kapitalist devlet döneminde ise (modern) kamusal alan siyasal bir müdaha­lenin baskısı altındadlİ. Üstelik bu ortamda bu totaliter yönetimden kurtula­bilme.k için gerekli olan kültürel kamusal önderliği yapabilecek hiçbir me­kanizma yoktur. (Swingewood, 1996: 139) Bu toplum modeli özerk bir taşı­yıcı olarak ferdin yekpare bir refah devleti (örgütlü yapısı) tarafından göl­gede bırakıldığı bir kitle toplumudur. ·. ·

Tüm liberal söyleme rağmen devletin ekonorrük hayata kahlımı kamusa­lın siyasallaştınlmasının bir ifadesidir. Türkiye'de İktisadi Devlet Teşekkü-

*Geniş bilgi için Bkz.,.Arend, Hannah, 1997, Sivil İtaatsizlik, Çev. (Alın.) Yakup Coşar; Aynnh Yayınları, (ı:Basım), İstanbul. .

Page 22: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümünün Siyasal ve Dinsel Sonuçlan 125

leri ile Kamu İktisadi Teşekküllerinin aynı anlamda kullanılması da bunu göstermektedir. Yani burada kamusal eşittir devlettir (İnsel; 1990: 155). Yine bu kurumların askeri ve sivil bürokrat emeklileriyle donatılması yalnızca bir ödüllendirme (bir arpalık) işi değil, ayiu zamanda siyasalı kamusala egemen kılma yoludur (İnsel, 1990: 160-161).

Nı= varki bu durum ekonomi ~le sınırlı değildir, bütün kamusal alanli:ı.rı kapsar. Hatta siyasal (devlet) kendis.ini, doğrudan kamusal sayılan ikincil iliŞkiler alanına müdahale etmekle sınırlı görmemekte, özel alan kabul edi­len birincil ilişkiler dünyasını (yeme, içme,_ giyim, kuşam gibi davranış örüntülerini) de düzenlemeye girişmektedir.

Yine Türkiye bunun tipik örneklerinden birisidir. Burada devletin birin­cil ilişkilere müdahalesinin amacı da pek çok eylemi kamusallaştırmak ve siyasallığın etkinliği içinde tutma].<tır. Mardin'e göre ülkemizde, tarikatların kaldırılması, kadın haklanyla ilgili girişimler, kılık kı} ... tetin laikleştirilmesi eğitimin bütünüyle devletleştirilmesi, vb. gibi devrimierin ortak paydası da budur. (Mardin, 1993: 72) Yani sorun, geleneksel İslam cemaatını:ri. kollektif yapısı içinde şekillenen bireysel hayatı onun etkisinden çıkanp yeni siyasal içerikli bir kamusala açmaktır .. Günümüz kamusalının siyasal tarafından ge­niş çapta işgal edilmiş olması, kamusalın kendine has büı:Un unsurların siya­salın sınırlan içinde kalmasını sağladı. Genel geçer ahlak ilkeleri başta ol­mak üzere hukuk ve .din siyasalın belirlemesi içinde kaldılar. Ahiakın es­nekliği hukukun siyasallıkla rahat özdeşleştirilebilmesi pek bir sorun olarak gözükmedi, ancak din bir p~oblem haline geldi, görünüşte modem dönem­-lerde din siyasallaşmış oluyordu. Çünkü siyasal ile aynı kamusal alanda yanyana var oluyordu.Alanın meşru scihibi ise devlet idi. .

Bu noktada ortaya çıkan en önemli sorun siyasal'ın mutlaksınırsız meşru­iyetidir. İşin gerçeği modem devletin bu kadar etkinliğini toplum genelinde "itaata layık" saydıracak bir dayanak ·bulmada güçlük çekilmektedir .. Gü­nümüz modern devletleri, kapsayıcı bir meşrulaştının ideolojisi üretme-. mekte, dolayısiyle de etkinlikleri total uygulamalara kalmaktadır. Mesela bizde "çağdaşlaşma" yegane meşruiyet kaynağı olarak görülmekte, devlet mutlak bir çağdaşlaştırma hak ve yetkisine sahip; halk ise bu uygulamaya uymakla yükü.ni.lüdfu. Ancak çağdaşlaştırmanın kendisi meşruluk için ye-. terli olmadığı için "açık veya .gizli" bir halk tepkisini, devletin fiili müdaha­lelerini. yaşayagelmekteyiz.

Siyasalın kamusal alanı işgali ile ortaya çıkan meşruiyet sorununun daha porblemli bir yönü şüphesiz belli kesimlere indekslenme durumuyla art­maktadır. Yani siyasal alan yeterli meşruiyeti üretemediği durumlarda al­ternatif saydığı kesiıriler için bir "gayri meşruluk ideolojisi" belirlemeye çalı-

. şabilir. Bu durum, bir kamusal alanda iki siyasal eğilim anlamına gelir ki bu

Page 23: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

126 tezkir e

bir ülke için gerçekten tehlikelidir." Yine Türkiye de son dönemlerde laik olarak nitelenen çoğu aydın kesimlerle, irticacı olarak damgalanan halk ke­sj.mleri arasında yapılan ayırım, söz konusu olumsuz sürecin açık bir örneği­dir.

Denilebilir ki bütün dünyada kamusal alan hızla çözülmekte, siyasallı­ğın artması oranında sivil toplum zayıflamaktadır (Siwingewood, 1996: 140). Yalıuz burada ·zarar gören sadece sivil toplum değildir.' Bu tabioyu tamam­layan başka hususlar da vardır; bir taraftan özerk birey, diğer taraftan pek çok grupsal-sınıflar yapılar bütün olumlu-olumsuz yönleriyle sistem tarafın­dan yutulmaktadır. Hatta siyasalın devreye, özgürlüklerin garantisi olarak girmesi bile geride bir yığın sorun bırakmaktadır (Habermas, 1995: 66).

Siyasallaşmış Kaniusal'm Din İle Kesişme Noktasındaki Bazı Sorunları

Siyasallaşmış kamu'salın sorunlarının başında şüphesiz din gelmektedir . . Çünkü o, siyasal'ın kamuyu toplum adına dizayn etme girişiminin önünde en önemli engel olarak gözükmektedir/ bunun için de kamu alanına sokul­mak istenmemektedir.

Dinin kamu/alanı için ifade ettiği anlamı (bir başka deyişle tehlikeyi) şu cümleler gayet açık özetlemektedir? "Büyük dinleri!l çoğu, evrenin bütü­nünü kendilerinin potansiyel alanlan olarak görürler, bu da onları dinsel kimlik dağtirmaya ve buna bağlı olarak da egemenlik alanı oluşturmaya ve başkalarına (onların kimliklerine) razı olmayan bir totalliğe götürür. Herke­sin ortak alanı olan bir kamusallığın ortaya çıkması için devletin zorunlu ola­rak devreye girmesi gerekli hale gelir" (Kılıçbay, 1998: 19). Aynı dergide Sali Özel, kamu alanına çıkan dinlerin "siyasallaştığını" belirtiyor ve bunun toleranssızlığı getirdiğine ilişkin örnekler (Özel, 1998: 19) sunuyor.

Aslında bu bir modem paradigmadır, kamusallığın siyasallaşmasının meşruluğunu bir açıklama biçimidir ve iki açıdan eleştirilebilir:

Birincisi,·din önceden hiç ilgili olmadığı bir alana girmeye çalışıyor de­ğildir. Geniş anlamda kamusalın bir ögesi olarak çıkanldığı eski nekariına girmeye çalışmaktadır. Gerçekten din (yukarıda da belirttiğimiz gibi) hiçbir

· zaman bütünüyle özel alanın ögesi olmamıştı. Kurduğu sembolik dünya­sıyla, getirdiği ahlak ilkeleriyle, başka topluluklarla da bir ortaklık alanı oluşturinuştu. Kimlik, otantiklik, gibi sorunlar mo_dern bir tavırdır. Onun için, sanıldığı gibi tarih din savaşlarıyla dolu değildir.· Savaşlar siyasaldır, dini görünümlüler bile. Mesela ünlü Haçlı saldırısı, Hiristiyanlığı doğas~­daıi. çıkmamış, bir siyasal hareket olarak var olmuştur. Günümüzde de cİin-

. lerin genelde birbirleriyle sorunu yak onları dizayn etme tutkusunda olan · siyasallığın sorunu var. .

Page 24: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümünün Siyasal ve Dinsel Sonuçları . 127

Bir örnek olarak,hahrlatmak gerekirs-e, İslam'ın doğduğu çağda, içinde geliştiği toplumun aristokrasisi onu boğmaya çalışırken Hiristiyan ve Yahudi ruhhanları ona sıcak bakmışh. Kur'an da ruhhanlık konusunda "Onlara blınu biz emretmemiştik, Allah'ın rızasını kazanmak için onu kendileri icad etmişlerdi, ama ona gereği gibi de uyamadılar" (Hadid/27) buyurarak, mo­dem tavır gibi onun doğasına yönelik bir eleştiri getirmiyor, kendisi tanım­layıp çerçevelemiyor, aksine uymaları gerektiğini belirtiyor.

Yukardaki açıklamalara yöneltilebilecek ikinci ve asıl eleştiri tüm farklı­lıkla~ın "siyasallık" ile giderilebileceği yargısıdır. İlk bakışta birleştirici bir · güce ihtiyaç vardır ve o da devlettir. İlkece doğru olan bu önermenin asıl so­runu da bu siyasal'ın birleştiricilik kapasitesidir.

İşin gerçeği siyasal'ıİı doğasını (Weberyen bir ifadeyle) güç oluşturmak­tadır. Güç/iktidar,- grupsal içkin oluşumlardır ve hep olumlu dengeli sonuç­lar doğurmaz. Kendisi yüksek değerler üretmedıı:s: gibi, mevcut değerlere uyma yükümlülüğünü ·de her zaman hissetmez. Nesnel toplumsal güç im­kanları belli grup ve zümrelerde topluluk, kamu, siyasal yapı, vb. nin bir­birleriyle ilişkisi sıklıkla bozulur. Yeni yapılanmalar geı:ıellikl~ güç merkele­rine göre şekillenir. Günümüzde salt siyasallığı elinde bulunduran seçkinci­lerin konumu veya üretim sürecini tekelinde tutan dev üretim merkezlerinin kamusal alandaki etkinlikleri gibi, Burada müıİıkünse yapılması gerekli şey, kamu alanının dinden değil siyasallıktan arındırılmasıdır. Tarihsel ınisyonu itibariyle toplumsal dönüşümün bir mekanizması olan din bize daha geniş ve yansız bir ortak alan sunar. Esasen devlet baŞta olmak üzere topluma hiz­met veren kurumlar, zaman içinde kendi çıkarlarını toplumun önüne çıkar­.makta ve varlık amaçlarına aykırı bir yönürgeye girmektedirler ki buna bir paradigma olarak "kamusal yabancılaşma" adı verilmektedir. (Canatim, 1998: 10).

Evet kamusal alan teorik olarak, hiçbir topluluğıın hükümranlığına da- . yanmayan bir ortak yaŞama alanıdır ve bunu hakemlikten başka bir özellik taşımayan, ideolojisiz, yansız bir devlet gerçekleştirir. Ama işte asıl sorun da devletin bu yansıZlaştırılmasında kendini gösterir.-Bilindiği gibi devlet ge­nelde bir seçkinler yönetimidir. Seçkinler ise ya bir zümreye dayanabilir, ya da kendi kurguları olan bir ideolojiyidayatabilirler. Türkiyedeki siyasal seç­kinlerin, halk çoğıınluğıınun. dini olan İslam'ı kamu alanının dışına (özel hayata) sürme çabası, devletin, kamusallığının ne dereceye kadar yansiz ha­kemi olabileceği konusunda ilgi çekici bir örnektir. Halbuki özellikle Tür­kiye gibi bir ülkede din, tam anlamıyla bir kamusal· olaydır. Toplurnuri bundan daha ortak ve açık bir yaşam konusu gösterilemez.

Şüphesiz günümüzde dinin, doğasıyla uyuşmayan ve "siyasallık'~ ile ni­telenebilecek bir yapılanmasından söz edilebilir. Dini.n' bu siyasal görünü-

Page 25: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

tezkir e

münün bir kaç nedeni vardır. Bunların başında, yerinin, siyasallık tarafın- . dan işgal edilmesiyle, böyle bir ortamda kalmasr gelmektedir. Yaygın bir örneğiyle dinin bir ilkesi olan başörtüsü siyasallığın içine dahil edilmemişse dinin siyasal görünmemesi mümkün değildir. Dinin "siyasallığının" bir başl<a nedenini de modern kültürün ona verdiği yerde ve kışkırlıcılıklarında aramak gerekir. Burada bir ideolojileşme vardır ve ideoloji bir dinden de kaynaklansa modern bir tavırdır, dinsel olmaktan çok siyasaldır. Basit bir anlalımla, din kamu alanından uzaklaşhrılmak istenirse, rnüntesiplerinC:e . kamu alanına bir alternatiflik içinde taşınır ki bunun hep olumlu, dinin do-

. ğasına uygun sonuÇlar vermesi beklenernez. Bütün bunlara rağmen d,inin kamusal alanda tüm dünyada etkin hale

gelmekte plduğu söylenebilir ve ABD bunun başını çekrnektedir. ABD bu tutumuyla d4ılerin kamuya dönmesini ve siyasalın tarafsız bir hakem olabi~ leceğini düşünmektedir (Özel, 1998: 20).

Ne var ki bugün kamusal'ın en önemli sorunlarından birisi, arlık siyasal­laşmış kamusalın karşısında bir tür toplumsallığın olmayışıdır. Burjuva top­lumunun yerinde devlet ve ekonomi dışı gözüken bir "sivil toplum" var. Ne var ki Habermas'a göre siyasallık karşısında kendisinden beklentilerimizin bulunduğu siyil toplum, siyasal kumusal'ın bir nevi geri besleme sistemi olarak çalışıyor (Cantek, 1998: 49). Belkide asıl sıkınlımız bu iki alanı birleş­tirecek Durkheim'in anladığı manada kapsayıcı bir "Toplum"un alınadığı (buna rağmen var sayıldığı) dır. O zaman da tüm ortak değerler dünyamız (din, vb.) siyasal, ekonnomik içerikli yeni türden bir kamusallığı emanet edilmiş olmaktadır.

Sonuç

Tarihsel gelişimi içinde konumu değişse bile özel ve siyasal arasında bir ara bölge olaraJ.<. bir kamusal vardır. Bu bölge, insanların "ortak" bir değer ala­nıdır. Özel'in daha bir sorumluluk isteyen konumu ile siyasalın fiziksel yap-. hrımlı sahası arasında rahat hareket etme imkanını, sağlayan tampon bir alandır ve bu bakımdan bir hayli önemlidir.

Bu alan genel anlamdaki toplumsallıkla özdeş değildir. Çünkü toplum, (özel-kamusal-siyasal) bu üç alanıda kapsar. Sosyoloji de bunları genelde top­lum şemsiyesi altında bir yerlere yerleştirerek açıklamaya çalışır. Bu genel yaklaşım içinde kamusalın bağlanhları topluma fazla vurgu nedeniyle yete­rince anlam. bulmamaktadır.

Kamusal'ın temel nitelikleri, insanlar arasında ortak ve açık olmasıdır. içeriğini de bu niteliğe uygun biçimde hiçbiri yegarıe belirleyici olmarnakla birlikte genel ola~ .

Page 26: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

Kamusalın Dönüşümünün Siyasal ve Dinsel Sonuçlan · 129

rak siyaset, yüks~k değerler hukuk ve din oluşturmaktadır. Ancak dünden bugüne .kamusalın içeriği de özel-siyasal~toplumsal gibi diğer ögelerle ilişkisi de değiş­mektedir. Bu çevçevede günümfu~de kamusal alabildiğine çözülmektedir. Bu çözü­lüş bir taraftan özelin kamusallaşması, diğer taraftan kamusalın siyasallaşması şeklinde gelişmektedir. ·

Özel hayabn kamusallaşması, kamusalı zenginleştiriyor görünüyorsa da kamusallık kendine özgülüğü yitirirken, özel hayat da alabildiğine daral-

. . maktadır.

Siyasallık kamusallığı bir başka açıdan tehdit ediyor, tüm alam işgal ediyor. Kamusal özelliğini yitiriyor, fert için bir· ara bölge, bir özgürlük sa­hası olma özelliği kayboluyor. Kitle olgusuyla bu durum daha ileri boyutlara ulaşıyor. Aristo'dan Rousseau'ya uzanan toplum egemenliğini esas alan bir siyasallık, aynşarak çoktan aşılm.ı,ş bulunuyor.

Siyasallığın kamusalliğı işgal etmiş olmasının en açık delili, toplumlar içinde· ve toplumlar arasındaki ilişkilerin büyük çapta güç· ve çıkar temelle­rine dayaniruş olmasıdir. Kamusalın güç ile alıp-vereceği yok, ama siyaset güce dayamr. Gücün günümüzde en belirginlerinden birisi ekonomiktir. Dolayısıyla ekonomi kamusallığa.değil, siyasala hizmet eder ki Habermas'ın deyimiyle teknik ve bilim bile birer ideoloji, birer siyasal araçhrlar.

-Günümüzde (çağdaş) değerlelin bile bir yerlere oturtulamayışı, toplum­lar arası. ilişkilerde hakkaniyet ölçülerine yer kalmayışı, içinde gerçekleşe­ceği ortak bir kamusal alanın kalmayışı ile açıklanabilir.

Geçmiş yüzyıllarda değerler bireysel değil, grupsal ve hatta toplumlar arasi idi. Üniter toplum anlayışı onları toplumsal işkinliğe indirdi. Siyasallığın etkinliği ise

·güce ve çıkara dayalı hale getirdi. Bütün bunlar sekiller bir çeçevede olup bitti ve gittikçe yazılı hale geldi. Denebilir ki günümüzde yazıli hale .gelmek kamusal alana girmek demektir.

. ' Kamusal alanın siyasallaşmasından en çok zarar gören dindir. Ortaya çı-

kan yeni durumda dine gösterilen yer özel alandır. Ne var ki insanın bir öz-.. lük alam olan din böyle bir sınıriandırmaya müsait değildir. O sırf inançsal­

değersel-bilişsel (kognitif) bir yapı değildir ve onun dışiaşmalan her yeri ve her şeyi ilgilendirir. Onun için de kamusaldan çıkanlma çabası, isanlığın ciddi bir gerilim sebebidir. . ·

REFERANSLAR

Ariderson, Benedict, 1995, Hayali Cemaatler, Çev. İskender Savaşır, Metis Yayınları, İstanbul.

· Arendt, Hannah, 1994, İnsanlık Durumu, Çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayıcları, İs-

Page 27: -------o-------isamveri.org/pdfdrg/D01353/1998_13/1998_13_AYDINM.pdfkatlamlması son derece güç bir şey yapan, ihtiva ettiği insan miktarı değil, aralarım kur~n dürıyanın

130 tezkir e

tanbuL Arendt, Hannah, 1997, Sivil İtaatsızlık, Çev. Yakup Coşar, Aynntı Yayınlan (1. Basım),

İstanbul. Baker, Ulus, 1994, Siyasal Alanın Oluşumu Üzerine Bir Deneme, Toplum ve Bilim, Ba­

har, Sayı; 63, İstanbul. Bottomore, Tom,' 1987, Siyaset Sosyolojisi, Çev. Erol Mutlu, Teori Yayınları, Ankara. Foucault, Michel, 1993, Ders Özetleri 1970-1982, Çev. Selahattin Hilav, Yapı Kredi Ya-

yınlan, İstanbul. · Göle, Nilüfer, 1992, Modern Mahrem, Metis Yayınlan, İstanbul. Habermas, Jürgen, 1997, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü Çevirenler: Tanıl Bora, Mithat

Sancar, İletişim Yayınlan, İstanbul. . Habermas, Jürgen, 1995, Kamusal Alan, Ansiklopedik Bir Makale, Çev. Nuran Erol, Biri- ·

kim Dergisi, Şayı; 70, Şubat 1995, Birikim Yayıncılık, İstanbul. Jnsel, Ahmet, 1990, Türkiye Toplumunun Bunalımı, Birikim Yayınları, İstanbul. Levy-Bruhl, Henri, 1991, Hukuk Sosyolojisi, Çev. Hüsnü Dilli, İletişim Yayırilan, İstan­

bul. Mardin, Şerif, 1993, Türkiye'de Din ve Siyaset (Makaleler 3), İletişim Yayınlan, İstan-

bul. · Negt, Oskar/KLuge Alexander, 1991, "Kamusal Alan ve Deneyim", Çev. Ahmet Doğukan,

Defter, Sayı; 16, Nisan-Temmuz. 1991, Runciman, W.G., 1986, Toplumsal Bilim ve Siyaset Kuramı, Çev. Erol Mutlu, Teori Ya-

yınlan, Ankara. ' Sennett, Rkhard, 1996, Kamusal İnsanın Çöküşü, Çev. Serpil Durak~Abdullah Yılmaz,

Aynntı Yayınlan, İstanbul. · Swingewood, Alan, 1996, Kitle Kii,ltiirü Efsanesi, Çev. Aykut Kansu, Bilim ve Sanat Ya-

yınlan, Ankara, ' Canatan, Kadir, 1998, "Bir Paradigma Olarak Kamusal Alan-Özel Alan ikilemi", Söz­

leşme, Sayı; 4, Şubat 1998. Cantek, Levent, "Kamusallığın Dönüşüm Serüveni", Virgül, Sayı; 5, Şubat- 1998,

İstanbul. ' Kılıçbay, Mehmet Ali, "Kamusal Alan ya da Herkesin Herkes Olduğu Yer", Sözleşme,

Sayı; 4, Şubat 1998, Özel, Soli, "Ortak Paylaşım Alanı/Kamusal Alan Mutlakiyetçilikten Uzak Olmalı", Söz­

leşme, Sayı; 4, Şubat 1998, İstanbul.