isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d01353/2002_27-28/2002_27-28_metinak.pdfali k. metin 1 ortodohs...

11
. -, .,. . . . ORTODOKS MARKSlZMlN UFl}K AÇICI ENTELEKTÜELl: . lDRlS KüÇÜKÖMER · . . ' Ali .K. ldris Kuçükömer'i okumak, temel itibariyle siyasal iktidar iRti - sadi yönelik bir çözumleme demektir- Küçükömer MarksiSt bir yorumunu tarihsel · bütünlük içerisinde ortaya entelektl1el bir çizer.'Aynca onda, si -' .-. _ · yasetle sosyolojinin, bilimle ideolojinin birbirine daha de-· · bir peruesini buluruz. 'Türkiye'nin meselesi Küçükömer sadece bir retorik per- . formansim belirleyen bir ve sorumluluk hali olarak !<endini göste- rir. üslup ve politik gündemi yakin- ·. dan takip da bunun bir sonucu kabul edilebilir. Ancak - mer'in en dikkin çekici onu -nispeten popüler hale olan ay- oldugu belirtilmelidir. ile bil- hassa resmi ideoloji olur: toplum ri ile resmi ideoloji veya mesafe ideolojiye yönelik. sorgulamalan cazip hale getirebilmektedir. .resmi ideolojinin kontrolüne ve tabi · buradaki ve .kanaatJer resmi" ideolojiyi söylemek mümkün. okumak; bunun ·· için resmi tarihin ve önemli bir eder. uç beylerinden Ece resmi tarihi ve iktidan te k i re, siyasd, sosyal bilim dngisi, ll, 27-28,temmuz l c. him f6J.JD · . i ·-

Upload: others

Post on 18-Feb-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

. -,

.,. .

. . ORTODOKS MARKSlZMlN UFl}K AÇICI

BİR ENTELEKTÜELl: . lDRlS KüÇÜKÖMER

· .

. ' Ali .K. Metiİı

ldris Kuçükömer'i okumak, temel itibariyle siyasal iktidar çatışmalarının iRti-sadi arkaplanına yönelik bir çözumleme çabasına - ~nıklık e~ek demektir­Küçükömer Osma'nlı-Türk modernleşmesinin MarksiSt bir yorumunu tarihsel · bütünlük içerisinde ortaya koymuş entelektl1el bir kişilik çizer. 'Aynca onda, si-' .-. _ · yasetle sosyolojinin, bilimle ideolojinin birbirine ekleml~ndi~i ; daha do~ru de-· · yişle kenetlendi~i bir tavır adamı peruesini buluruz. 'Türkiye'nin kurtuluşu' meselesi Küçükömer içirı sadece entelektıiei bir retorik olmayıp, düş\}nsel per-. formansim belirleyen bir duyarlılık ve sorumluluk hali olarak !<endini göste-rir. ·Yazı larındaki eleştirel üslup ve tekrarların yanı sıra,' politik gündemi yakin- ·. dan takip eoniş olması da bunun bir sonucu kabul edilebilir. Ancak Küçük~- -mer'in en dikkin çekici tarafının , onu-nispeten popüler hale getirmiş olan ay­kınlıgı oldugu belirtilmelidir. Popülerleşme ile aykınhk arasındaki ilişkiyi bil­hassa resmi ideoloji bağlamında kurmamız do~ru olur: Çeşitli toplum ke.Simle-~: ri ile resmi ideoloji arasındaki sogtıkluk veya mesafe 'r~ini ideolojiye yönelik. sorgulamalan cazip hale getirebilmektedir. B~nunla bera~çr yerleşik görüşl!!r.:·~ ı : .resmi ideolojinin kontrolüne ve dahası buyruğuna tabi kılınhuş durumdadır. · Dolayısıyla, buradaki aykırılığın y~rleşik görüş ve .kanaatJer dolayıİİı.ında. resmi" ideolojiyi karşlSına aldığinı söylemek mümkün. KüçükÖ'ıner'i okumak; bunun ·· için resmi tarihin ve ideolojirıin sorgulanmasında önemli bir ba5amağı teşkil eder. Şiirim~in uç beylerinden Ece A~han'ın resmi tarihi ve iktidan sorunsal~

t e ı k i re, d~nct, siyasd, sosyal bilim dngisi, yıl ll, sayı 27-28,temmuzl c.him ıooı.'s.' f6J.JD · . i

·-

164 tezkir e

laşltran tavn neyse; Küçükömer'in sosyolojik yaklaşımı da buna mürekabil bir yerde durmaktadır. Ece Ayhan'ın Küçükömer'i 'sıkı' ve 'marjda bir düşünür' (Ayhan, 1993: 68) olarak tanımlaması da böyle bir mütekabiliyetle ilgili görü­lebilir.

ldris Küçükömer'in yerleşik-resmi görüşleri tersine çeviren tezleri dolayı­sıyla marjda durduguna şüphe yok. Ancak 'sıkı' bir düşönür oldugu konusun­da bazı çekinceler konabilir. Şayet ideolojik anlamda bir 'sıkı'lıktan söz edecek olursak bu Küçükömer için tam yerine oturan bir niteleme olacakur. Entelek­tüel ufkunun genişliği, sorunları derinlemesine ve güçlü bir muhakemeyle ir­deleyişi de buna destek olabilir. Fakat metodolajik anlamda onun 'sıkı' bir sos­yal bilimci olup olmadığı taruşılır. Ideolojik söylemin bilimsel yaklaşıma içsel­leşmesinden kaynaklanan vulgar bir düşünsellik, Küçükömer'in tezlerine k~­rakteristiğtni veren temel faktör olmuştur. Bir yandan doyumsuz ve derinlikli bir araştırma çabası gösterdiği halde, öbür yandan ideolojik öncüilere dogma­tizm derecesinde bağlı kalmış olması bilimsel disiplin ve nesnellik kriterleri açısından güvenilirlik sorununu fazlasıyla hissettirmiştir. Ancak, Nuray Mert'in ifadesiyle "Küçükömer'in neye niçin karşı çıkuğını bizzat kendisinin kavramsal açıdan temellendirememiş" (Mert, 2000) olduğunu söylemek büyük bir haksızlık olacaktır şanıyorum. Sorun temellendirememe değil, ideolojik kavramlarm bilimsel araştırmaya hoca edilmesiyle yapılan bir temellendirme biçiminin disiplinsizliğiyle ilgilidir. N~ var Ki buradaki disiplinsizliği bir 'kafa karışıklığı' gibi algılamamak, konuyu 'esas itibariyle epistemolojik açıdan de­ğerlendirmek gerekir. Zira sosyal bilimlerdeki nesnellik sorunsalı, ideolojileri n etki alanını hem genişleten hem de yer yer meşrulaşurabilen bağlamlar içer­mektedir. Daha açıkçası ideoloji, Marksizmin 'bilimsel sosyalizm' olarak adlan­dırılmasmda olduğu gibi kendi bilimsellik nosyonunu oluşturabilmektedir. Bu durumda bilimselliğin ni rengi noktasım yaklaşımdaki metodolajik tutum oluş­turmaktadır diyebiliriz. Marksist/ideolojik öncüilere tümel bir doğruluk değe­ri verilerek araştırmanın bu bağlamda tümdengelirnci bir metodolojiyle yürü­tülm:esi, onun bilimselliğini ortadan kaldıracak ölçüde ciddi ve haklı kuşkular doğurabilmektedir. Kelamın felsefe olarak kabul edilmeyişiyle bilirnin ideolo­jik söyleme indirgenişi arasındaki yakın benzerlikler burada bir kavrayış kolay­lığı olsun diye dikkate alınabilir. Ideoloji ile bilimin içerdiği tekabüliyeder ise ayrı bir husus olup, söylediklerimiz Marksizm'in bilimsellikten tamamen uzak . olduğu anlamına getirilmemelidir. Bilimsellik açısından aslolan metodolajik tutumdur. Marksizm'in bilimsel bir çabanın ürünü oluşu başka; metodolajik çerçevede bilimdışı sayılması gereken ve bugün 'ortodoks' olarak ifade edil­mekte olan Marksist dogmatizm başka bir şeydir. Küçükömer'in bu anlamda ortodoks-Marksist kategori içinde değerlendirilmesi mümkün olabilmektedir.

Ortodoks Marksizm'in en önemli ayırt edici özelliği bilindiği gibi ekonomi­nin tek temel-belirleyici kabul edilmesidir. Ekonominin yanında üstyapı ku-

Ali K. Metin 1 Ortodohs Marltsivııiıı Ufıılı Açıcı Bir Eııtelelıtüeli 165

rumlannın belli bir özerkliğe sahip olduğunuiolabileceğini ileri süren ve Alt­husser geleneği diye anılan birtakım yaklaşımlar ise ortodoks Marksizm'in dı ­şında yer almakta. Althusserci yaklaşım, siyasal-toplumsal gerçekliği açıklama­da yalnız ekonominin değil ideoloji gibi pratikleri n de belirleyici faktör olarak alınabileceğini ileri sürmüş, bunun bilhassa modernleşme sürecinde ortaya çı­kan karmaşık ilişkilerin çözümlenmesindeki zorunluluğunu vurgulamışur. Or­todoks Marksizm'den 'tarihi determinizm' odağında önemli bir sapma gösteren bu geleneği, esasen Marksizm'in bilimselleştirmesi ihtiyacının motive ettiği söylenebilir. Allthusserciliğin sadece altyapı-tlstyapı ilişkisiyle sınırlı kalmadı­ğı; bizatihi insanın kendisinin ekonomik beklentilere indirgenemeyecek bir varlık olarak ele alınabileceği söylemi onun ortodoks Marksizm'den en ciddi sapması olarak ifade edilmelidir. Bu çerçevede ldris Küçükômer'i 'maddeci' yaklaşımı itibariyle ortodoks Marksist kategoriye dahil etmek mümkün; üst­yapı kurumlarına yaklaşımı açısından ise bunun ikircikli olduğu ve Allhusser­ci geleneği izlediği düşünülebilir. Fakat ATÜT'çü yaklaşım sebebiyle -aşağıda açıklanacağı üzere- öyle olmadığı gayet açıkur.

Düzenin Yabancılaşması kitabını (Küçükömer'in temel yaklaşım ve tezleri­ni bütünlüklü bir çerçeve içinde sunmuş olması bakımından) temel alarak baknğımızda, materyalist kavramiaştırmanın Kılçükömer'in sosyolojik yaklaşı­rnma tam anlamıyla hakim olduğunu görüyoruz. Toplumsal ve siyasal öznele­rin tutumları hemen hemen tamamen ekonomik dürtıllerle açıklanı r. Yer yer ekonomiyle ilişkisi kurulmayan durum veya fenomenlerin nedensel mahiyeti ise 'belirsiz' şekilde bırakılmaktadır. Küçukömer sosyolojik çözümlemelerini 'ekonomik çıkar' nosyonuyla temellendirirken 'gerçeklik' bağlamını hiç dikka­te almaması veya böyle bir sorunsallaştırma ihtiyacını ifade etmemesi dolayı­sıyla Marksist tümdengelimciliği metodolejik bir tavır haline getirmektedir. Bu ise Sartre'ın "gerçeklik Marksisttir" önermesini apriori bir konuma getiren, böylece gerçekliği ideolojik söylemle sınırlandıran yahut özdeşleştiren dogma­tik aklın bir tezahurü olmaktadır. Ideolojik öncullerin araştırınayı yapılandır­ması bilimsel sosyalizm gibi dogmatikçi retoriklerle dahi olsa bilimsel açıdan kabul edilemezdir. Daha açıkçası bilimsel öneıliler her halukarda ampirik araş­urmalara açık nitelikte olmak zorunluluğu taşır. Gerçeklik ne tek bir anlam düzeyine indirgenebilir ne de (altyapı-üstyapı tılründen) belli bir duzeyler hi­yerarşisine sabitlenerek çözurnlenebilir. Küçükömer'in ortodoksiuğu da tam bu şekilde Marksizm'in dunya görüşunu bilimsel nesnelliğin (olguların) yeri­ne koymasından kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan altyapı-üstyapı ilişkileri açısından bakİldığında Küçükömer'in tezleri, ilk etapta Althusserci yaklaşımı izliyor gibi görünür. Bilindiği gibi, Kuçukömer'in Türk modernleşmesine yö­nelik eleştirilerinin odağında siyasal gücün ekonomik yapı üzerinde oluşturdu­ğu hegemonya vardır. Üretici güçlerin siyasal süreç üzerinde belirle.yici duru­ma gelememeleri, başka deyişle siyasal gücün ılretici güçlerden görece bir

166' t e :i k i.r e

özerklige sahip olmiışf Türkiye'deki çarpık modernleşmenin bir göstergesidir . . 'Ancak Küçükömer siyasal yapının belirleyiciliğinl Doğulu _toplumlarla sınırla­

· mış olduğundan dolayi Althusserci gelenekl.en ayrılır: Batı~, yani diyale~tik te­me~lere sahip toplum yapısı tamamen ekonomik altyapının belirleyiciliğiyle açıklanm.ak.d).lrumurida~ır. Olması gereken de budur. Üretim ilişkilerinin sınıf çalişmasını ona ya ·çika'racak ölçüde gelişemediği yerlerde her tü'rlü modernleŞ­me biçimi son kertede iktidıır güçlerinin çıkarları dpğrultu,sunda belirlenmek­tedir. Siyas~l .güçler üretim ilişkilerini kendi lehine devam euirmektedirler. Böyle bir yapı', ister istemez devlet-merkezli bir sosyolojik temelle~dirmeyi be­raberinde getirecektir.

Bau-Merkezli ~ir :npoloji Olarak ATOT

ldris Küçüköm.er siyas;ı.l kurumların ekonomi üzerindeki belirl~yiciligini or,ta­ya ·koymuş olsa bile, bu ortodoks Marksizm'den bir sapma anlamına gelme­mekteair. Zira b.urada; Batılı olmayan toplumlarda üretici güçlerin belirleyici' hale gelernemiŞ olmalarını sorunsaliaştıran fiatı-merkezli bir bakış açısı ege-

' men konumdadır .. tJarksizm'in 'tarihi determinizm' modeline uygunluk göster­meyen Doğulu toph.ım yapılarının, başka deyişle Doğu'nun Batı'dan farklılığı­

'nın kavranabiİmesi için, üretim ilişkilerindeki tıkanmaların nesnel şanlar iti­bariyle bir çözümlemesini yapm~k gerekmektedir. Küçükömer, bu minval üze­rin~e Marx'ın ATÇJT.kavramını hiçbir eleştirel değerlendirmeye tabi tutmadan alıp Osmanlı toplumuna aktarmış olması nedeniyle ortodoks Lf~nımlamasını yeterince ha~ etmektedir. ATÜT'ün Marksizm yoluyla yüklendiği esas anlam, hiç ·kuşkusuz Batılı toplum yapLSının merkez ve model alınması olmaktadır. Bu itibarta ATÜ'I: kavramı,, Doğu-~au ayrıroma içkin bir oryantalizmin bir nevi ta-

' şıyıcılıgını yapmakta~ır .. Konuyla <;iddi şekilde ilgilenen Kemal Tahir) n de "As­ya Tipi Orhim T~rzı l<avrami ç~rçevesinde Türk toplumunu niteleme deneme­lerini. bir tür. ocyantalizm olarak" (Kayalı, 2000). gördüğümi biliyoruz: Küçü­kömer'in oryanta~i, Batı'yı evrenselleştiren ve.'onu tarihi akışın merkezi ha­Line getiren-bir söylemsellik olara~ ortaya çıkar. Bunu aynı zamanda, moder­nizm! tebarüz ~tliren bir tarih ve toplum paradigması olarak okuyabiliriz. 'Sa­ulaşma' kavramı Kü~ükömer'in söyerninde modernizmin oryantalist bir uyar­lam~ı haline gelmektedir. Nitekim Bau-merkezcQik oryantalizm ve moderniz­min ortak paY.Öası'nı teşkil eden bir üst-ideoloji iŞlevi görmektedir. Ancak .Kü­çükömer'in Bau-mı;rkezciliğini 'tarihi determinizm' çerçevesinde degerlendir­m'ek_; katı~ız bir baucılığın onun adına söz konuşu edilemeyeceğini belirtmek g~rekiycir. ~BatılaŞma:-' tümüyle tarihi-nesnel bir zorunluluktur. Toplumsal V!! kültürel kirrıJik d.olayıirunda bir batılılaşma fikrine Küçükömer'in uzak durdu: ğ4 bir g~rçek:-';'Bau'lı Ölmak istemekle. olmaz; ayrı lojik tarihi kategorileri bi'r- ·

·.Öirine indirgeyı;meyiz .. Batı'ya ait kurumlarıİı indirgenebileceği or.tak unsurlar

Ali K. Metin 1 Ortodoks Marksizmin Ufuh Açıcı Bir Entelehtüeli 16~

bulsak dahi diğer bir kültürü reddedip o~ indirg~mek ne kadar gerçekçidir. Birinden diğerine geçiş gibi konuŞamayız~ (Küçükömer, 1994a: 57). Mesefe Bau'ya benzemek değil, Baô'}'l 'ileri' kılari l<oşulların gerçekleştirilebiJmesi me­selesidir. Ayrıca bu, Doğu-Bau ça~ışmasın'dan soyutlanamayacak bir tarihsel gerçeklik meselesidir. , · .

. Küçükömer'in te.zlerine bir bütÜn olarak bııkıldığında. onun modernleşme sürecinin getirdiği binakım oluinsuzluklan sorunsaliaşııran bir çerçeveye 'sa­hip olduğu görülur. Modernleşme sqreci poğu-Bao farklılığını merkez-çevre ilişkisine döndüren tarihsel bir gerçeklik ol~turmuştur. Bu bağlamda Küçükö­mer, Doğulu/Asyatik toplumları tarihSel bir ·han'dikaba sokan nesnel yapı}'l Marksist perspektiften çözümleme çabası içinde olmuştur diyebiliriz.. Doğulu toplumlar politik toplumun tahakk,ürnü alt).nda şekillenmekten kurtulap:ıamış­ur. Politik toplumun başat olduğu İurkiye ~ibi ülkelerde "sivil toplum kurum­ları gelişemez" (Küçükömer, l994p: 51) .. Ekonomi .ve üretim ilişkileri toplu­mun itici gücü haline gelemez.. Politik ıopliımun hegemonyası alunda yaşanan modernleşme biçimleri politik topl.umla diğetleri 'arasındaki çelişkileri giderek büyüterek 'dü:z.enin yabancılaşması'nı olgusallaşıırır. Bunu: devletin yalnı:z.ca topluma değil, modernizmin zorunlulukları~a da b~r yabancılaşması olarak düşünmek yanlış olmaz sanıyorum. Kapit~lisL olmadan modern olmak genel­de Doğu toplumlannın ve özelde Türkiye'~ siyasal-toplumsal yap~sını belir­leyen bir olgu, hatta bir açp:ıaz haline gelmiştir. Açma:z.dır, çünkü politik top- ·· luf!Jun tahakkümü alundaki bir mpderııJeş~e ür~tici güçlerin gelişimini engel­lemekte, ülkeyi iktisad!·ve siyasi açıdan kapitalizmin egemenlik alanına sok­f!13ktadır. Politik toplum kendi çıkarlan doğrulı)Jsunda uluslararası kapitaliz-min önılnü açabilmekıedir. · ' .

' ldri~ Küçükömer konuya, Marksist düşünce~in de icabı olarak tarihsel bir bütünlük içerisinde yaklaşır. Baulı toplum yJlpısinı temel alarak modernleşme sürecinin üzerinde oluştuğu tarihsel koşullan Marksist bir doğrultucıa ıemel­lendirmeye çalışır. Buna göre, Türkiye'ruri yaşadığı taribi 'sürünceme'pin ne­denlerini iktisadi yapıda aramak gerekmektedir. Marksi:z.m, tarihi determinizm çerçevesinde feodaliıedıtn kapitalizme geçişi. bir ~orunluluk olarıık öngörmüş­tür. Ba.tı'nın toplumsal yapısı, bu geçişi'.:z.orunlu kılacak dinamiklere ve koşul­lara sahip bulunuyordu. Burjuva smıfının do~u feodal koşullarm bir ürÜnıly­dü. "Avrupa'da f~odal üre.tim ilişkileri, m.erkeziyetçi olmaya elvermeyecekti" (Küçükömer, 1989: 18). Buna .bağlı olarak KOçüköm~r "Qsmanlı'da kapitalisı düzene neden geçilemediJ" sorusul)u Doğu-Batı farkıiu tayin edici bir düzlem­de ele alır. Sorunun cevabı gerek Osma.nlı!nın ve gerekse Türkiye'nin gerçek anlamda 'baulaşama~asının ned~nlerini de,g<}stermiş olacakur. Aynı zamanda Türk modernleşmesi iÇinde temel ve· tali ·düzeydeki· kırılmaların gerçek'doğa­sına ve/veya anlamına ilişkin ~üŞı'inceler içerecektir. Modernleşme sürecinin göri'ınen ( üstyapısal ve. nisbete.n ba~ılıl.aşmış) ·y~züyle görünrİleyen (sınıflaşma

168 tez kir e

yeterliligi gösteremeyen iktisadi yapı) yılıü arasındaki çelişki ve çatışma. bu baglarnda Küçükömer'in Türk modemleşmesiyle ilgili değerlendirmelerinin odak noktasını oluşturur.

Küçükömer'e göre "Türkiye kapi talist olmadan Baulılaşamaz" (Küçılkö­mer, 1989: 12). Osmanlı'nın kapitalist düzene geçernemesinde çeşitli maddi ve toplumsal koşulların yanı sıra, 'Asyatik despotluk' başat etken olmuştur. Parli­şahın mutlak-tam hakimiyetiyle tanımlanan merkeziyetçi yapı , ATÜT'te (Asya Tipi Üretim Tarzı) iktisadi dayanagını bulmuş, bütün bir modernleşme sureci bu yapının çözülmesi, daha dogrusu tam anlamıyla çözülememesi biçiminde kendini göstermiştir. Tanzimat modernleşmesinin üstyapıda meydana getirdi­gl degişim padişahın mutlak hakimiyetinde somuılaşan Asyatik despotlugu bir olçılde kırmış, fakat bu sınırsal-toplumsal zorlamaya dayanan bir gelişme ol­madıgından dolayı kapitalizmin gelişimi için gereken koşullar orlaya çıkma­mışur. Büyuk ölçüde dış dinamiklerin (Batı modernleşmesi ve emperyalizmi) etkisiyle gerçekleşen modernleşme süreci daha çok üscyapı kurumlarıyla sınır­lı ka lm ış, toplumsal ve iktisadi yap ıdaki değişiklikle r belirleyici dılzeye gele­memiştir. Iktidar tipolojisinde meşrutiyet ve cumhuriyet rejimleriyle somutla­şan degişmelere rağmen, iktidardaki belli guçler özerk ve elit bir zümre o lma özelliğini sılrdürmuşle~dir.

Padişah otoritesinin bölunmesinden itibaren devletin hakim ve belirleyici unsuru ağırlıklı olarak bürokrasi aygıtı olmuş, Türk modernleşme sürecine bü­rokrasinin yaklaşım ve egemenlik dürtüleri vaziyet etmiştir. Dolayısıyla Türk modernleşmesi iktisadi yapının degiştirilmesine yönelik bir dogrultu izleme­miş, aksine bu yapıdan beslenen hem iç hem de dış odakların etkisi altında şe­killenmiştir. Asyatik despotluk az çok kırılgan bir tarzda da olsa bürokrasinin iradesinde varlığını sürdürmüştılr.

Bürokras i ve Ekonomi-Politik

Burokrasi, Osmanlı'daki merkeziyetçi yapının görece modemleşmiş bir biçimi­ni temsil etmektedir. Kuçükömer bürokrasiyi 'banlılaşma'nın Onundeki en Onemli engel olarak değerlendirirken, bürokrasinin zCımresel çıkarlarının As­yatik yapıya muhtaçlıgına dikkat çeker. Burokrasinin elit bir zümre olarak kal­maya devam edebilmesi iktisadi guçlerin yükselişiyle çelişmektedir. Iktisadi gılçlerin iktidar uzerinde baskın konuma gelmemesi için uretim ilişkilerinin sı­nıfsal bir yapılanınayı gerçekleştirecek boyudar kazanmaması gerekmektedir. Zira bürokrasi siyasal güctınden başka dayanağı ve iktisadi kaynağı olmayan bir zılmredir. Bu itibarla burakrasinin iktisadi çıkada rıyla dizginlenmiş bir modern leşmenin, gerçek anlamıyla bir 'baulılaşma' surecine dönüşmesi bekle­nemez. Tanzimat modernleşmesinin arkaplanında, nasıl ki "hegemonya para­doksu"nun aşılması ve böylece padişahın iktisadi çı karlarını koruma ihtiyacı

Ali K. Metin 1 Ortodoks Marhsizmiıı Ufulı Açıcı Bir Eııtelekıaeli 169

vardıysa, bürokrasi de egemenlik gücünü kendi iktisadi çelişkileriyle belirlen­miş bir dogrultuda kullanagel miştir. Artı- üründeki payını arurmak bürokrasi­nin belli başlı iüci gücünü oluşturmuştur. Böyle olunca, bürokrasi'nin Türki­ye'yi gerçek anlamda baulılaşurma arzusuna sahip aydın bir kesim olarak nite­lenmesi, iktisadi yapı üzerindeki rolünün dikkate alınmamasından kaynakla­nan bir yanılsama olmaktadır. Bürokrasi gerçek bir 'baulılaşma'yı kendisi adı­na tehlikeli görmekte, izlediği politik tutumlarla sürekli bunun yolunu kesme­yi istemektedir.

Küçükömer'in bürokrasiye yaklaşım tarzı ortodoks Marksisttavrı tüm açık­lığıyla ortaya koyar niteliktedir. Modernleşme sürecine yön veren zihinsel ve kültürel dinamikleri tamamen dikkat dışı tutarak bürokrasinin yönsemelerini sadece 'am-değer' faktörüyle tanımlamak başka türlü ifade edilemez. Iktisadi arkaplan bürokrasi olgusunun bir boyutu olmaktan öte, belirleyici yani bütü­nü açıklamaya yönelik bir konuma getirilir. Buysa, -ortodoks niteliği bir tara­fa- nihayetinde tek boyutlulukla malul bir çözümlemeyle sonuçlanmaktadır. Bu sebepten onun bürokrasiye yönelik eleştirileri de yer yer kendi ortodoks ve oryantalist zaafiyelleriyle bellrginleşmiştir. Sözgelimi, "Bürokratlar (Tanzimat­çılar olsun Jön Türkler olsun) banda bulundukları uzun süre içinde oradaki sı­nıfsal bareketlerin ... batı demokrasiterindeki yerini sanki hiç görmemişler, böyle bir şey yokmuş gibi davranmışlardırn (Küçükömer, 1989: 21 7) derken aslında hem ideolojik öngörülerle konuşmakta hem de Ban-merkezciliği siya­sal anlamda dayatmaktadır. Ortodoks Marksizmin oryantalizmi burada örtük şekilde de olsa farkedilebilmektedir.

Ne ki Küçükömer'in tezlerindeki teorik çerçevenin eksik ve kusurları içer­diği tespitierin yanlış olduğu anlamına gelmemeli. Burada söylemeye çalıştığı­mız gerek modernleşmenin gerekse bürokrasi olgusunun salt iktisadi boyutuy­la açıldanamayacağıdır. ·Ancak bilhassa resmi ideolojinin empoze ettiği mo­dernleşme ve bılrokrasi 'mit'lerini dikkate alacak olursak, Küçükömer'in tezle­rinin bu mitlerin çözülmesi ve daha nesnel bir kavrayışazemin hazırlaması yö­nündeki bilimsel ve toplumsal işlevi anlaşılır olacaktır. Nu ray Mert'in Küçükö­mer'in tezleri için "anlaşılır gibi değildir" (Mert, 2000) şeklindeki yargısına karşı en azından böyle bir anlaşılırlık olanağından söz edebiliriz. Iktisadi in­dirgeyicilik bir yönüyle söz konusu mitsel yapının dünyevileştirilmesini sağla­mıştır. Bunun için Küçükömer'in tezlerini makro planda değerlendirmek, mik­ro planda o.rtaya çıkan tutarsızlıklan ise göz ardı edebilmek gerekiyor. Daha açık söylemek gerekirse, Marksist söylem bürokrasinin çıkar örüntülerinin dı­şında olmadığını ve sömürıl düzeninin oluşturulmasındaki rolünü görmek açı­sından önemsenmeli, fakat bürokrasinin yekpare, kusursuz işleyen aygıt gibi düşünülmesinin naifliği de gözden uzak tutulmamalıdır. Esasen bürokrasinin modernleşme sürecindeki işlevselliği ile, kurumsallaşmış oylumdaki birtakım çıkar örüntüleri yoluyla politik sürece müdahil olması arasında bir zıt lık oldu-

. --. .. ·. •.

170 tezk_ i~e

, gu söylenemez. Bunu bürokrasinin. tutarsızlığı değil kompleks bir gerçekli~ olarak algılamak daha doğru olur. Buna göre 'iktisadi çıkar' unsuru, gerek top­lum-devlet ilişkileri, gerekse devletin diger iktisadi ve politik ilişkileri uzerin- -deki belirlenimleri sayesin~e bürokrasinin 'am31ç ve· beklentileri'ne dair anJam- · lı sonuçlar verebilir. Küçükömer'in yaptıgı dıi, temelde, bu tıir belirlenimlerden hareketle tarihsel sürekliligi olan bir iktisadi arkaplan ortaxa koymak ol~uş­tur. Modernleşme olg~1;1nun dış faktOrlerle açıklanması da iktisadi indirgeme­ciligin bir sonucudur daha çok. Bununla beraber, "Bau muesseselerini alma prensibi, içerden bir sınıf tqrafındaıı getirilıııelıteıı çoh, açıkça dışardan kapitaliz­min zorlamalan ile getirilecekti" (Küçükömer, 1989: 56) (italik vurgu bize ait) ifadesinde görüldüğü gibi, söyleminde birtakım · belirsizliklere yer verme ge­rekli ligini hissetmiş, fakat belli ki bunlan belirleyici özellikte görmemişti~. Ku­çükOmer'in bakış açısından sorun, aslında, Asyalik yapinın kınlamamış olma­sı sorunudur. Bu yapını~ devam etmesinden en çok ka.zançlı çıkan ke;;im ise bürokrasi olmakt_adır. Küçükömer Atatürk'ün ~asiyetnaıiıesindeki servetin bü­yllklugüne değinirken, siyasal-bürokratik iktidarın sağladığı ranta bir gönder­me yapmakta, sistemin iktisadi temellerine işaret etmekfedir: Bahsedilen mal­varlığı sisteme ilişkin bir göstergedir gerçekten. Nitekim~ dönemin devletçilik politikası da gerçek dinamikleri ne olursa olsun sonuçta "devletin el koydı.ıgu anık-üründen özel kişilere servett.ransferi" (Küçükö~er, 1989: llO) saglaiiıa­nın yolunu oluşturmuştur. "Yeni bir iç yagma ya da t~lanla bu olmuştur. Ser­veller bir iki işlemle adeta kapılmışnr" (Kuçükömı;r, 1989: 99). Merkeziyetçi yapı içinde başka tıirlü zaten ola,maz, ''Burokrat kendine. de akan serveti n akıŞ biçimi karşısına çıkamazdı" (KüçükOmer, 1989: 99). Küçükömer'in burokra­siyle ilgili tesbi.lleri bilhassa emperyaliZmle ilişkiler. bağlamında hayli çarpıcı, . 'iddia~ı· V~ belki acımasız sayılabilecek nok.talara varır. "Kapitalizm, 19. Yuzyıl­da, Osmanlılarda asıl çıkarlarını baucı-la~k kapıkulu ya· da bürokrallar eliyle · sağladı" (Küçükömer, 1989: 154). Burokrasi emperyallzinle işbirliği yapacak kertede kendi iktisadi çıkarlarına bağlanmış, "emperyalizm içi~ gerekli ortamı

.. yaratan hareketleriyle ve işbirliği yaptıkları iddia edil~n çevrelerle .. imparator­luğun dagılmasında gerçekten çok talihsiz tarihi .bir rol oynamışlardır. Bunlar emperyalizmin üsmanlı üreli m guçlerini tasfiye yolu iÇ~nde büyük ölçude hal­kın, lsl§mcılann ve. padişahın, daha dogrusu Abdülhaniid'in karşısına düşmü.ş­lerdir" (Küçukömer, 1989: 21~). Abdülhamit tam bir yabancı düşmanı oldu­ğuı;ıdan dolayı "Tarızimat döneminin batıcı bürokrat grubu ile padişah beraber­ligi de bozuluyordu" (Kuç.ukömer, 1989: 74). Imparatorluğun yıkılmasın'daki rolüyle tam da uluslararası kapitaliz~in çıkarları .doğrul~sunda hareket etmiş olan bjirokçasi, Cumhuriyet tarihi boyunca yine, .aynı şekil,de· kapitalizmin ha­kim urısurlarıyla uyuşarak iktisadi çıkarlar1nı temin etme:politikası izlemişt,ir, BOylelikle TOrkiye'deki -politik degişmeleri ve hatta· darbeleri bürokrasi ve em­peryalizm .işbirliginin bir sonucu, ~ani 'komplqsu' addetmek mümkun ola bil-

Ali K. Metin 1 Ortodoks Marhs~~nin Ufuk Açıcı Bir Entelektüeli 171

.mektedir. U. Dünya.Savaşından sonraki ABD yardımlan bu komploı:ıun bir p,ar­çası olarak devreye girer: "ekonomik-militer tulumbayı kurmalı, tulumbaya ilk suyu a~ıtmalı (yardım, kredi) .so9ra sağmak ya da sö mürrnek üzere tulumbayı

• · · çalışurmalıydı .. Marshall 'Planı," ikili anlaşmalar, NATO .. " (Kuçüköm~r. 1989: "116) VS. ; ' bunların hepsi tekelci emperyalizmin sömilrıl öruntuleridir .. Ancak 1950;li yıllarda ,girişi,mci sermaye k;ınadındaki gelişme, ,toplumla beraber bÜ­rokrat kesimde de bir fakirleşmeye·yol açar. Bu durum bürokr~inin işine gel­ınediği gibi ulusal kapitalizmin güç kazanması sebebiyle tı:kelci k~pilalizmin de işine gelmeyecektir. ':Tekelci kap_italizmin egemen o!duğu bir dünyada onun koşulları içinde DP iktidarının uzun sureli bir şansı yoktu." [;)P'nin.iktidardan

· düşmesi "B~şlangıcı CHP iktidarında au lan yolda gelişen. iç üreti~ güçlerine ·dayanarak ve onların .daha da gelişmesi için izleneıı ve kaçınılmaz.gözı;tken po­litikadan olmuştur. Fiilen ise, burokratik baulaşni~ akımının şartlanc4ı'Clığı, bu­rokratlann-subay kanadında bir grup tarafından dıiŞünülmuştür" (Küçükömer, 1989: 226). DP'nin izlediği, daha doğrusu önu~ü açtığı 'sınınaşma' siyaseti ne bürokrasinin ne d~ tekeJci kapit~izmin ç*arlarıyla bağd~şır. Topumun. y~rarı bürokrasi ve emperyalizmin beklentileriY.Ie çelişir. Tekelci kapitalizm azgeliş­miş/gelişmekte olan ülkelerdeki istikrarsızlığı sürekli kılma ve her zamari on­dan yararlanma çabası içinde olmuştur. Uluslararası kapitalizmin düşmanı, kendine rakip olabilecek kapitalist güçl,erdir yine. Küçükömer'in 1960 4arbe­sinin arkaplanına ilişkin değerlendirmesi, solun çok b\iyük.bir kesimini 'kızdı­niçak ölçÖde aykırı ve sert bir söylem içennektedi{. Küçu'komer aÇısından bu

·aynı zama nd~ marjda bir entelektüel oluşun da göstergesi kabul edile~ilir. Hiç değil.se bili~sel etiğin bir ifadesi saymak mumkündüı:;

· Çatışma Olgusu ve Siyasal Roman~

Küçükömer, tarihsel bir ayrışmaya tekabül eden lsl[mcılık- laiklik çatışmasına . yine aynı tarihsel çerçeve içinde yaklaşmış, bu· çatışmanın ideolojik temelleri­.nfbı:ısb~tıln göz ardı etmiştir. Bu çatışma bılrokrıitlann aru-ürune kartması o,:e emperyalizmin ülkeyi yan sömürge haline gelirebilmesine elverişli siyasal ze­mini sağlayacak, yapay ·bir çatışma ortamı içensinde gerçek probl~rİı ve çeliş­kilerin Üzeri ôrtülecektir. "Bürol<r:ıt (sivil, subay) laik, güya Herici'sayılacak, emperyalist kıskacı içinde bürok.rat oyunlarıyla iÇine- kapanan lsllirnq:doğu.cü kamp ise, gerici sayılacaku !" (Küçükömer, 1989: 82).' Kılçukömer açısından tarihiiı akışının' (kapitalistleŞmenin) engellenmesi ve/veya gecikliril~e5i bağla~ ~ind~ ideol,ajik farklar ancak t~li bir öneme sahiptir: Temel çelişkiniri çözumıl ge'ciktirildiği sürece bundan bürokrasi ve emperyalizm yara.r~ı çıkmaktadı'r. UTürKiye'nin kurtuluşu için üretim ilişkile.rinde esaslı değişiklik düşünülmedi­ği için mı1.cadele, laikler ve lslamcılann· yılzeyöeki Türkiye!yi bölücü 111ı1cade­les~ne dönüyor. ~u mücadde emperyalizmin tam istediğidir" (Küçükömer,

... ' ... · , .....

172 tezk i re

1989: 231). Burada Küçükömer'in söz konusu çatışmaya yaklaşımını bilimsel­lik vasfından öte eleştirel mahiyetiyle dikkate almakta yarar var. Çauşmayı ide­olojik içeriğinden boşalunakla çözümlemelerinin belki bilimsel anlamda değer kaybettiği söylenebilir, ancak çıkar odaklarınca oluşturulan iktisadi döngünün kınlahilmesi açısından söz konusu çatışmaya 'öncelikler hiyerarşisi' bağlamın­da yaklaşıldığında Küçükömer'in söylemi toplumsal ve siyasal bir aciliyeti ifa­de etmektedir. En azından, ideolojik içeriğinden soyutlamaya gerek duymaksı­zın çatışmanın iktisadi boyutu üzerine yoğunlaşma olanağını kullanmak duru­mundayız. Öte yandan ideolojik çatışmanın gizleyici işlevi tabü ki yadsınamaz. Ancak bu işievin daha mikro düzeyde ve ampirik yöntemlerle belirlenmesi ge­reği vardır. Ideolojik çatışmayı sadece gizleyici işleviyl~ almak ise tek boyurlu ve büyük ölçüde Marksist önyargılara bağımlı bir yaklaşım olacaktır. Ideolojik çalişmanın ekonomik çelişkileri şiddetlendirmesi ihtimalini de dikkate alan, ideolojik önyargılara karşı temkinli bir perspektiften Çatışmanın temel unsuru­nun maddi çıkarlar mı yoksa bilinç farklılıkları vb. faktörler mi olduğunu me­todolojik anlamda daha bilimsel bir titizlikle sınayan yaklaşımlar Küçükö­mer'in tezlerini değerlendirmede belirleyici olacaktır. Küçükömer modernleş­me sürecinin iktisadi 1boyutuna ilişkin bütünsel ve görece nesnel bir resim oluşturmalda beraber, indirgeyici tutumu tezlerine karşı sürekli bir güvensiz­lik etkisi oluşturmuştur. Dahası lsla~cılık-laiklik eksenindeki 150 yıllık bir ça­tışma olgusunu, çok temel siyasal-id'eolojik argümanlara rağmen salt iktisadi nedenlere bağlamak, bilimsel anlamda bir sığlığın göstergesi olmaya da başla­maktadır.·

Küçükömer'in ideolojik çatışmayı tali bir sorun olarak değerlendirmesinde anti-emperyalist tavnn belirleyici olduğu görülüyor. Siyasal güç odaklarına yaklaşımı ve sağ-sol kavramlaştırması da anti-emperyalist bir duyarlıktan kay­naklanmış, aynı zamanda siyasal söylem tarihi-sosyolojik tezlerdeki determi­nist perspektifi nesnel bir dayanak anlamında öncelemiş tir. DP ve AP iktidar­lannın önünü açtıği iktisat politikasına olumlu bakışında emperyalizme karşı verilecek mücadelenin koşullarının oluşturulması başat etkendir. Bu bakış ay­nı zamanda kendi söylemiyle olan tutarlılığının bir göstergesidir. Ancak Küçü­kömer'in anti-emperyalist söyleminin ortodoks Marksist içeriğini dikkate al­maksızın bu tutarlılığın farkına varamayız. Şöyle ki, bu iktidarlar anti-emper­yalist bir gelişmeye zemin hazırlamanın yanında, kapitalistleşme sürecine hız vererek tarihin akışına yardımcı olmaktaydı. Toplumun sosyalizme doğru yol alabilmesi için iktisadi sırufların teşekkül etmesi ve sınıfsal çatışmanın olgun­luk aşamasına gelebilmesi gerekmektedir. "DP gibi AP de üretim güçlerini da­ha suratle geliştirebilmektedir; ve emekçileri bilinçlendirecek objektif koşulla­rın yaratılmasını daha süratle sağlamaktadır" (Kuçükömer, 1994b: 71). Dola­yısıyla mezkur iktidarlar merkeziyetçi yapının kırılması ve altyapının değişi­minde iler(let)ici unsurlar olarak görev yapmıştır. Buna göre Türkiye'de sol

Ali K. Metin 1 Ortodoks Marksizmin Ufuk Açıcı Bir Entelektıleli 173

partilerin işlevini sa~ partiler yapmaktadır. Kılçukömer buradan hareketle, Türkiye'de sa~ partilerin (DP, AP) sol, solun( CHP) da sağ olarak tanımlanabi­leceğini belirtir. Böylelikle, altyapısal de~işime koşut olarak halkın yararını esas alan yeni, ayrıksı bir siyasi jargon üretir: Halkın menfaatleri dogrultusun­daki siyasetler solda olmanın, aleyhine olaniarsa sa~ın belirleyici özelli~ini

oluşturur. Küçükömer'in sa~-sol ayrımı gayet somut ve kendi nesnelli~i içinde görece

tutarlılık göstermekle beraber, bunun her şeye rağmen eleştirel bir amaçla ya­pıldığını söyle_me olasılığı vardır. Aksi halde böyle bir ayrım kafa karışıklığı meydana gelirmekten öteye gitmeyecektir. Fikri ve bilimsel kriterler açısından de~erlendirilirse, ortodoks Marksist yaklaşımdan kaynaklanan indirgemecili­~in burada da tüm naifliğiyle kendini gösterdiği ve orijinal görüntüsüne rağ­men söz konusu jargonun 'iğreti' bir yapı sergilediği açıktır. Dünya görüşünden ve söylemsel unsurlardan bagımsız bir sağ-sol tanımının ne kavramsal ne de si­yasal geçerliliği vardır. Belki bunun siyaset sosyolojisine daha çok romamik bir çeşni kattığından söz edilebilir. Ama sahip olduğu entelektüel harcın önemini azalımayan bir çeşni... Ufuk açıcı bir entelektüelin sosyolojik ve siyasal düşün­eeye bir tür muzipliği. Ece Ayhan'daki 'uç beyi' tavrının bilimsel alandaki bir izdOşümü belki de.

Tekrarlayacak olursak, Kıiçıikömer'in yaklaşımlarında onaya çıkan temel problem, ideolojik dilleldıişılnceyle bilimsel dilinldıişıincenin birbirine karış­tırılması olmuştur. Böyle bir karışmayla tebarüz eden söylemsel yapılar epis­temolojik bir sorunsalı bünyesinde ister istemez taşıyacaktır. Bu sorunsal, Kü­çıikömer'in tezlerinin yadsınması değil daha bilimsel bir düzeyde temeliendi­rilmesi ihtiyacını duyuruyor. Ortodoks ve modernisı önyargılaı:a karşı daha ko­ru nakl ı, bilimsel aklın daha ağır bastığı, daha anlamaya dönük çözümlemeler­le, belki daha az aykırı, ama daha sağlam ve etkin söylemlerin inşa edileceği zeminierin oluşturulması gerekiyor.

REFERANSlAR

Ayhan, Ece (1993) Şiirin Bir Altın Çagı, Istanbul: Yapı Kredi Yayınlan Kayalı, Kurtuluş (2000) "Kemal Tahir Gibi Yerli Bir Entellektüeli Dogru Anlamanın Yolu

Düşünsel Konumunun Farkltlıgını Kavramaktan Geçer", Dogıı-Batı, sayı: ll Kt1çükömer, ldris (19943) Hallı Dmıohrasi Istiyor Mu?, Istanbul: Baglam Küçükömer, ldrjs (1994b) Sivil Toplum Yımlan, Istanbul: Baglam Küçükômer, ldris (1989) Diizaıin Yabancılaşması, Istanbul: Alan Mert, Nuray (2000) "ldris Küçükömer ve 'Diizenin Yabancılaşması' ", Dogıı Baıı, sayı: ll