imkarn - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d01353/2004_40/2004_40_yazcicekr.pdf · 2015-09-08 ·...
TRANSCRIPT
KURTULUŞ TEOLOJlSl 'Kurtuluş Teolojisi'nden Harekede İslami Bir Kurtuluş Teolojisi'
Imkarn
Ramazan Yazçiçek
Bu yazıda 1960'larda Latin Amerika'da Marksist hareket zemininde gelişen; Hıristiyanların, dinsel kimlikleriyle mücadeleye katılması neticesinde doğmuş bir teoloji denemesi olan 'Kurtuluş Teolojisi, incelenmektedir. Çalışmanın esas amacı Kurtuluş Teolojisi'nclen hareketle 'Islamı Bir Kurtuluş Teolojisi'nin imkanını eleştirel bir elille ele almaktır. Bu amaçla, musraz'af, Hilfu'l-Fudül, masiahat kavramları incelenecektir. Yazıda son olarak 'baskı, zulüm ve haksızlığa başkaldırmanın Islami mantığı tespit edilmeye çalışılacak ve bunun Kurtuluş Teolojisi'nclen farklı bir yerde ve düzeyde aranması gerektiği öne sürülecektir. Anahtar Kavramlar: Marksizm ve Din, Kurtuluş Teolojisi, Teolojik Fayda, Hıristiyan Kurtuluş Teolojisi, Islami Kurtuluş Teolojisi Imkanı, Mus
taz'af, Hilfu'l-Fudül, Maslahat, Cahiliye.
Kurtuluş Teolojisi -Kavramsal ve Tarihsel Analiz-
Kurtuluş Teolojisi (Liberation Theology), 1960'larda Latin Amerika'da fakirlerin, acı ve ızdırap çekenlerin, ezilenlerin, zulüm görenlerin inanç algılanndan yola çıkılarak oluşturulmuş bir teoloji denemesidir. Bu, akademik tartışmalar için ortaya atılmış akademik bir söylem değil, Hıristiyan bir söylemin pratik yaşama aktanlmasım öngören bir kilise teolojisidir (Aydın, 2003: 138). II. Vatikan Konsili (1962-1965)'nden sonra Hıristiyan dünyasındaki modern problemlere çözüm arayışlan çerçevesinde ortaya çıkan Kurtuluş Teolojisi, Marksist argümanları da kabullenip kullanan ve toplumsal kurtuluş hareketine bu yüzüyle katılan farklı bir 'dinsel anlayış'tır.
Kurtuluş Teolojisi'nde din adamlannın ve tealogların tanımladıklan şekliyle değil, kutsal kitaplarda ifade edildiği şekliyle Tanrıya ve ona
tezkir e , düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 40, eylül 1 ekim 2004, s. 68-91
Ramazan Yazçiçek 1 Kurtuluş Teolojisi imkanı 69
iman etmeye vurgu yapılıyordu. Zira onun Hıristiyanİığın nasıl yaşanması gerektiğini ele alan bir teoloji olduğunu (Aydın, 2003; Aydın, 2000) görüyoruz.
Hıristiyanların dinsel kimlikleriyle siyasi bir mücadeleye katılması neticesinde gelişen Kurtuluş Teolojisi, daha çok pratik koşullar tarafından belirlenen 'teolojik bir paradigma'dır. Bu bağlamda Geleneksel Marksizm, devrim için kazanılmış Hıristiyan işçileri, özellikle gerici bir yapının, yani Kilisenin (papazların) karşısına koydu. Bu çizgiyi savunan, aralarında çok sayıda papaz ve tarikat mensubunun da bulunduğu sayısız Hıristiyan, toplumsal mücadeleye girerek Sandinİst devrimine kitlesel katılımda bulundular (Löwy, 2004; Mayer, 2000;.Yel, 1998).
Kurtuluş Teolojisi'nin, Gustavo M. Gutierrez isimli Peru'lu bir Cizvit rahibin 197l'de Teologia de la Liberaci6n ismiyle neşredilen kitabıyla başladığı görüşü oldukça yaygındır. Buna rağmen Kurtuluş Teolojisi'nin esas olarak Kolombiya'nın başkenti Bogot yakınlarındaki Medellin adlı şehirde Latin Amerika'lı piskoposların düzenlediği bir konferansta delegelerin fakirierin içinde bulundukları kötü şartların iyileştirilmesine dair yaptıklan tartışmaların Gutierrez'i etkilernesi sonucu ortaya çıktığını göz önünde bulundunnak gerekiyor. Bu anlamıyla Kurtuluş Teolojisi, Latin Ameıika'nın sosyo-ekonomik ve siyasal şartlannın ürünü olarak ele alınmalıdır (Yel, 1998: 42,49).
Kurtuluş Teolojisi, temelini Tevrat'ın 'Çıkış' bölümünden alır. Çıkış kitabında Hz. Musa'nın doğumu, Firavun ile olan mücadelesi ve daha sonra da İsrailoğullarının 430 yıl Mısır'da kaldıktan sonra Kızıl Deniz yoluyla bu ülkeyi terk etmeleri, Sina dağında Hz. Musa'nın "On Emir"i alması ve bu emirlerle ilgili Yahudi kanununun açıklamaları yer alır (Çıkış, 12: 40-4 1). "Musa İsrailoğullarına bu cümleleri tekrar ettiği halde içinde bulunduklan köleliğin ağır şartları yüzünden onu dinleı~emişlerdi" (Çıkış, 6: 9) ifadesi, Kurtuluş teologlanna ilham kaynağı olmuştur. Gutierrez de Latin Amerika'nın "kurtuluş" ümidini Tevrat'ın bu kitabında görmüştür (Yel, 1998: 43).
Aynı zamanda Kurtuluş Teolojisi'nin teorisyenleri, somut Latin Amerika gerçeğine uyarlamak için İncil'den aldıklan bir örneği; anahtar kelime olarak, "fakirlik" kavramını seçerler (Bkz.: Luka, 4: 18; 9: 58). Ünlü kurtuluş teologlanndan Leonarda Boff da kitlesel fakirliğin kendi kendine ortaya çıkmadığını, ekonomik, politik ve sosyal mekanizmaların bir ürünü olduğunu, sadece etik alanda değil aynı zamanda ahlaki açıdan bir sosyal günah olarak ele alınınası gerektiğini çünkü bu
70 tez kir e
gerçeğin lsa Mesih'in mesajının değiştirilmesine ve yanlış bir Tanrı imajının oluşmasına yol açabileceğini belirtmiştir (Yel, 1998: 44).
Kurtuluş teologlannın "fakirlik" kavramının yanında merkeze aldıkları ikinci önemli kavram "Praxis"tir. Yunanca "yapmak" anlamına gelen bu kelime, Marksist teoride" objektifbilginin düşünmeyle değil, ancak pratik aksiyon sonucu elde edilebileceği" manasında kullanılmaktadır. Nitekim bu ilkeye bağlı Cizvit rahipler habit Crahiplik elbise)'lerini çıkararak Latin Amerikalı Marksist gerillalada birlikte halkın yanında diktatörlere karşı pratik eylem sürecine girmiş, daha açık bir ifadeyle savaşmaya başlamışlardır (Yel, 1998: 48).
Kurtuluş Teolojisi'nin Marksist bir zeminde hayat bulmasının nedenlerini analiz edenler ise bunu, Friedrich Engels'in dinsel olaylara ve onların tarihsel rollerine Karl Marx'tan daha fazla ilgi gösterdiğini söyleyerek temellendirme arayışına girerler. Engels'in, Marksist din incelemesine en önemli katkısı olarak, dinsel tasarım ve sınıf mücadelesi ilişkisinin bir analizini sunması gösterilir. Aynı zamanda, idealizme karşı maddeci felsefeden hareketle, dinselliğin somut toplumsal ifade biçimlerini kavramaya ve açıklamaya çalıştığı vurgulanmıştır. Engels'te din, artık zaman dışı bir "varlık" olarak değil, tersine tarihsel dönüm noktalarına uygun olarak dönüşen bir kültürel biçim olarak ele alınır. Kölelerin dini, Roma İmparatorluğunun devlet dini, feodal hiyerarşiye göre biçimlenmiş bir din ve sonunda burjuva toplumuna uydurulan bir din, karşıt toplumsal güçlerin çatıştığı teoloji, bir sembolik alan olarak görülür. Bu analiz, dinsel hareketler sorununun kullanımıyla sıkıca ilişkili değerlendirmeye eğilim gösterir. Aydınlanma filozoflannın aksine Engels'in, sınıf mücadelesi yöntemi sayesinde, maddecilik ve din arasındaki çatışmanın her zaman devrim ve gericilik arasındaki mücadeleye denk düşmediğini gördüğü; yoksulların, çaresizlerin, ezilen ve baskı görenle_rin dini olarak ilk Hıristiyanlıkla ilgilendiği (ilk Hıristiyanlar halkın en aşağı katmanını oluşturanlardır) ve daha ileri giderek ilk Hıristiyanlıkla Modern Sosyalizm arasında paralellik kurduğu savunulur. Bu ilgiyi ve aradaki farkı da Engels, "ilk Hıristiyanlık, kurtuluşu öteki dünyaya havale ederken, Sosyalizm, onu, bu dünyada beklemektedir" diye izah eder. Engels'ın din ile tarih arasındaki ilişkiye yaklaşımı; hem Aydınlanma Felsefesi hem de Alman yeni Hegelciliğinin yaklaşıımndan farklı yeni bir yol açmıştır (Löwy, 2004; Küçükaydin: 2004).
Aydınlanmanın, dini, sadece akıl dışı ve batıl inanç olarak gören anlayışına karşı Engels, dinin bir sınıf mücadelesi aracı olarak, bir siyasi
Ramazan Yazçiçek 1 KttrtıtlU§ Teolojisi lmkftnı 71
parti ve ideoloji olarak işlevi üzerine de yoğunlaşmıştır. Engels'e göre en akıl-dışı olarak görülen dini, ezen sınıfların bir komplosu olarak tanımlamak, aynı zamanda onun ezilen sınıfların bir silahı ve hareketi olduğunu gösterir. Bu yaklaşıma göre din, sosyolojik olarak bir isyan ve protesto aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Engels'in yazılannın hepsinde din, bir sınıf mücadelesi aracı ve biçimi, ezilenlerin çıkarlarını ifade etmekte kullandıkları bir ideolojidir. Çünkü Engels, dini hep bir ideoloji, bir sosyal hareketin ifadesi olarak ele almaktadır (Küçükaydin: 2004).
Engels'ın dine yaklaşımı kuşkusuz llahl olanı meşru görmesinden; ona olan imanından değildi. Zira onun, Darwin'in, toplumsal gelişme-. nin de
1
evrim ilkelerine uygun bir tarzda olması gerektiği yönündeki imannida tereddüdü yoktu (Cevizci, 2000: Friedrich Engels maddesi.). Ancak\Onun dine farklı yaklaşımının, bir anlamda ideolojisine teolojik fayda elde etmenin imkanı arayışından kaynaklandığı söylenebilir.
Engels'ın, dine farklı ilgisine karşılık Lenin, Troçki ya da Rosa Lüxemburg gibi düşünürler yazılarında, dinin, işçi hareketinin önüne çıkardığı taktik sorunlarla uğraşmışlardır. Dikkatleri, dine karşı ateist mücadelenin, sınıf mücadelesinin .gereklerine bağlı olması gerektiği üzerinde yoğunlaşmıştır (Löwy, 2004). Kapitalizm öncesi tarihle hemen hiç ilgilenmemiş olan Lenin, aslında bugünkü laisizmin dine bakışının adeta teorisyeni gibi durmaktadır. Örneğin l905'de yazdığı 'Sosyalizm ve Din' adlı makalesinde şunları yazar: "Din, kişinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir. Ancak, dinin devletle ilişkisinin olmaması, dinsel kurumların hükümete değin yetkileri bulunmaması gerekir. Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır. Sosyalist proleteryanın modern devlet ve modern kiliseden istediği, kilise ile devletin birbirinden kesinlikle ayrılmasıdır" Burada göni.ldüğü gibi aslında Lenin de dini 'sosyolojik bir olgu olarak tarif etmekte fakat onun özele ait bir olgu oldl!ğu anlayışını savunmaktadır (Küçükaydin, 2004).
Bu önkoşullardan hareketle dindar sosyalist ve devrimin teoloğu olarak Ernst Bloch, kendi kutsal resimlerini zedeleyen yeni ve eski Ahit'ten lncil'in resmi olmayan bir yorumunu geliştirir. Muhataplanndan, Firavunu reddeden ve herkesi "aut Casar aut Christus (ya Kayzer'i ya da İsa'yı)" seçmeye çağıran Biblia Pauperum'u (Yoksulların lncili) ödünç alır. Ernst Bloch'la birlikte din sorunu karşısında Marksist yaklaşım, radikal bir değişim içine girer (Löwy, 2004). Burada Bloch'un şu sözü, harekette pozisyon alışı izah açısından anlamlıdır. Bloch şöyle di-
72
yor: "Sadece bir ateist iyi bir Hıristiyan ya da iyi bir Hıristiyan ateist olabilir" (Bkz.: Löwy, 2004).
Marksist din incelemesinde ilginç ve orijinal bir başka girişim Lucien Goldmann tarafından sunulmuştur. Goldmann, din ve Sosyalizm arasındaki benzerlikleri; "din için tanrı, sosyalizm için insani topluluk inançtır" şeklinde betimler. Benzer bir karşılaştırınayı her ikisinin de bir rizikaya yani boşa çıkma tehlikesi ve başarına umuduna dayandığı ve her ikisinin de sadece olguların ölçülüp biçilmesiyle ispatlanamayacak temel bir inanca dayandığını söyleyerek ortaya koyar. Goldmann, herhangi bir biçimde "Marksizmi Hıristiyanlaştırmak" isteıneksizin, dinsel inanç ile Marksist ateizm arasındaki çelişkili ilişkiye yeni bir yaklaşım tarzı getirıniştir. Dinin rolü konusunda Marksist yaklaşım, Ernst Bloch ve Lucien Goldmann'la birlikte Latin Amerika'da, Filipinler'de ve sınırlı ölçülerde de olsa Avrupa'nın bazı yerleıinde Yahudi-Hıristiyan geleneğin ütopyacı potansiyeli üzerine ortaya koydukları bilgiler analiz edilmeye ve dikkate alınınaya başlandı (Löwy, 2004).
Kendisi de bir Marksist olan Michael Löwy, dinin, "ideolojinin", "fikir üretiminin", "bilincin" pek çok formundan biri olduğunu söyler. Löwy, yeni bir uygarlık tasavvurunun gerekliliğinden söz ederken yeni bir üretme gereğini, yaşama tarzını da din olarak görür. Burada 'din'e yüklenilen anlam ne buıjuvazinin din tanırnma ne de farklı disiplinlerin literal olarak aldıkları din tanırnma uyar. ı
Açılan bu yeni yolda geleneksel Hıristiyan teolojisinin aksine, Özgürlük Teolojisi (Kurtuluş Teolojisi), temelde Hıristiyan inancının doğruluğunu ve mantıklılığını göstermekle, diğer bir ifadeyle ispatla ilgilenmez. Aksine, mevcut yapı ve kurumların bir iç tenkidi mahiyetinde
Zaten bu anlamıyla da bazı Sosyalist yarumcular Sosyalizmi bir elin olarak gösteren ve Sosyalizmin ayn bir uygarlık projesi olabilmesi, yani bir elin, ayrı bir üretim ve yaşama tarzı olabilmesi için, burjuvazinin eline yüklecliği anlamda, elin olmaktan çıkması gerekir derler (Küçükaydin: 2004). Bu yorumcular, eline yükledikleri bu apayn anlamla da aslında amaç için metoelik olduğu kadar anlam kaydırması açısından da tam bir pragmatik davranış ortaya koymaktadırlar. Bunu bambaşka bir üstyapı örgütlenınesi olarak görmekte ve ··yeni bir üretme ve yaşama tarzı", başka bir uygarlığın programlaştırılması, yani özetle buna başka bir elin demektedirler. Pragmatist kaygıyla yapılanın zonınluluğunu da "sosyalizm bir din olmak zorundadır ve bunu başarmak için ele burjuvazinin din kavrayışından kurtulmak zorundadır" söyleyerek ortaya koymaktadırlar (Küçükaydin: 2004).
Ramazaıı Yazçiçek 1 Kurtuluş Tea/ojisi lmkdm 73
olan Özgürlük Teolojisi; ezilenlerle işbirliği içinde temel Hıristiyan kanaatlerinden yola çıkarak dünyanın adaletsiz sosyo-ekonomik yapısını değiştirmeyi gaye edinir. Buna göre, temel problem, modern ve bilimsel dünyamızcia Hıristiyan olarak kalmanın nasıl mümkün olabileceği değil, aksine yoksulluğun, adaletsizliğin ve baskının kol gezdiği dünyada Hıristiyan olmanın ne anlama geldiğidir (Aydıp., 2003: 138).
Latin Amerika Kilisesi'nin hem sıradan dindarları hem de yönetici kesimin dikkate değer bir bölümü, sınıf mücadelesine saf değiştirerek halkın saflarında katılmaktaydı. Roma ve Moskova'nın gözden kaçırdığı da kurtuluşçu bir dinamik içinde mü'min ve mü'min olmayan devrimciler arasında yeni bir kardeşliğin oluşmasıydı. Aslında bütün bunlar kuşkusuz klasik Marksist din kavrayışına; her şeyden önce onun 18. yüzyıl burjuva felsefesinin maddecilik ve anti-klerikalizıniyle sınırlı bayağılaştınlmış okuma tarzına bir meydan okuınaydı aynı zamanda (Löwy, 2004; Küçükaydin, 2004). ·
Kitlesel örgütlenme aracı olarak halk eğitimi de El Salvador'da ilk kez l970'lerde IL Vatikan Konseyi ve Kurtuluş Teolojisi'nden esinlenen kilise hareketlerinin bir parçası olarak başladı. Latin Amerika'lı kilise üyeleri konseyin kilisenin modemleştirilmesi çağrısını, kilisenin yoksulların davasıyla özdeşleşme talebi olarak yoruınladılar. Birçok rahip yoksulların yaşadıklan bölgelere, özelilde de kırsal alanlara ve kentlerdeki gecekondu bölgelerine taşmdılar. Kendilerince kiliseyi deınokratikleştirıne çabasına girdiler. Vaazlan Latince yerine İspanyolca vermeye, popüler melodilerin etkisini taşıyan ilahıler okumaya ve halkı, kilise misyonunun yürütülmesine aktif biçimde katılmaya teşvik ettiler. Düzenli olarak İncil okunup tartışılırken, tanrının tarihsel bir aktör olduğu, tüm insarilann bu hayatta onurlandırılmayı hak ettilderini ve insanların tanrının eşitlik iradesini gerçekleştirmek üzere hareket etmesi
, gerektiğini vaaz ettiler. Dahası eğitim çalışmalannda Kurtuluş Teolojisi'nden esinlenen çağdaş kilise metinlerine odaklanan bir kilise doktrini çalışması yapıhyorken ardından Marksist sömürü analizinden esinlenen "ulusal gerçeklik" tartışılıyor ve daha sonra da popüler örgütlenme eğitimi veriliyordu.2
"Kurtuluş Teolojisi Hareketi temsilcileri, l979'daki büyük metal greviyle oluşan mücadele dalgasınm ürünü olarak; sendikacılar, işçi ?nder-
2 Bkz.: "El Salvador'cla Kitlesel Örgütlenme Aracı Olarak Halk Eğitimi", (1999), Çev.: Latin American Perspectives dergisinelen kısaltılarak çevrildi. lıllp:!lwww.senclika.org.
74 tezkir e
leri, aydınlar, çeşitli görüşlerden sosyalistler ve çeşitli devrimci Marksist gruplarla birlikte Emekçiler Partisi (PT)'ni kurmuş ve "Lula"yı, Brezilya tarihinin en yüksek oyunu alarak (52 milyon, %61) başkan seçmişlerdi. Böylece Kurtuluş Teolojisi Hareketi'nin "taban cemaatleri", yirmi yıldan beri sosyalizm propagandası yapan, neoliberalizm ve "küreselleşme" politikalannın karş~sında yer alan bir partiyi seçerek, Brezilya burjuvazisinin Amerikan emperyalizmi ve !MF ile birlikte yürütmekte olduğu yoksullaştınna politikalarına öfkelerini PT'yi destekleyerek ifade etmiş oluyorlardı. "3 Amerika'da Cumhuriyetçi Parti'nin uzmanlar grubunun 1980 yılında partinin başkanlık adayı olan Ronald Reagan için hazırladıkları "San ta Fe Belgesi" olarak bilinen politik el kitabının 'iç yıkıcılık' bölümünde şöyle denilmektedir: "Birleşik Devletlerin dış politikası daha sonra değil şimdi Kurtuluş Teolojisine karşı mücadele etmekle işe başlamalıdır." (Löwy, 2004). Diğer taraftan kurtuluşçular ise "İncil bütün Hıristiyanlan ve iyi niyetli insanları bu peygamberi akıına katılmaya çağırıyor" söylerken, kendi dengelerini korumayı ise "Marksizme dinsel inancın yaygınlaştırılmasında bir araç olarak başvurulduğu" ifadeleriyle savunmaktaydılar (Löwy, 2004).
Kurtuluş Teolojisi neden sadece Vatikan'ı değil Pentagonu da, neden sadece Kutsal Sandalyenin Kardinalini değil de Reagan'ın danışmanlarını da huzursuz ediyordu? Açık olan şuydu: Ortada olan şey, geleneksel tartışma çerçevesini alabildiğine aşıyordu. Kurulu düzenin kilise ve toplumsal temsilcileri açısından kendi iktidarlarına pratik bir meydan okuma söz konusuydu. Keza, Kasım 1987'de Mar del Playa'da (Uruguay) toplanan Latin Amerika ülkeleri ordu temsilcileri, Kurtuluş Teolojisi'nin analiz edildiği inandırıcı bir belge hazırlanmasını gerekli görüyorlardı (Löwy, 2004).
Aslında Kurtuluş Teolojisi, kendisinden söz edilmeye başlanan teolojik yazılardan önce, 60'ların başında ortaya çıkmış geniş bir toplumsal hareketin ifadesidir. Bu hareket, başında Kolombiyalı Piskopos Alfonso Lopez Trujillo'nun yer aldığı Latin Amerika Kilisesinin hiyerarşik aparatı CELAM tarafından olduğu gibi, Vatikan tarafından da şiddetle lanetlenmiştir. Kurtuluş Teolojisi'nin Vatikan ortodoksluğunu bu kadar rahats,ız etme sebebi ise Roma'nın kurtuluş teologlanna yönelttiği ·gü-
3 Kurtuluş Teolojisi Hareketi'nin içinde yer aldığı gelişmelere dair bkz.: "Latin Amerika'da Bir 'Şer Ekseni' Doğuyor." http:!lwww.iscimucadelesi.net/dergilbes/latino.htm
Ramazan Yazçiçek 1 Kurtuluş Teolo;i'sı' Imkanı 75
nah suçlamalarının en ağın, tehlikelisi ve kaygı vereninin Marksizm günahı olması idi. CELAM başkanı Lopez Trujillo, Marksist analizin "sorgusuz sualsiz kullanılması, kilisenin kendi yapısını karıştırınakta ve altım oymaktadır" diyordu. Ruhhanlar Meclisi'nin (eskiden Kutsal Engizisyon olarak bilinirdi) başkanı Kardinal Ratzinger tarafından imzalanmış ve Kurtuluş Teolojisi'ni kamuoyu önünde ilk kez bir "sapma" olarak mahküm eden bir belge yayınlamıştı (Löwy, 2004; Mayer, 2000).
Kurtuluş Teolojisi'nin doğuş şartlarına dair Vatikan'ın önde gelen teoloğu Kardinal]oseph Ratzinger şunları söylemekteydi: "Altmışlı yıllarda Batı dünyasında apaçık bir manevı boşluk doğdu. Bu durumda neomarksizmin çeşitli biçimleri bir değişiklik geçirdiler ve kendilerini üniversite gençliğine tartışmasız yakın gösterecek ahlaki bir katılığa ve anlamlılığa sahipmiş gibi davrandılar. Ayrıca Avrupa ve Amerika'nın daha önce eşi ve benzeri bilinmeyen bir refaha ulaştıkları bir zamanda, yoksulluğun ve baskının ahlaki meydan okuması artık görmezden gelineıiıiyordu. Bu meydan okuma, o zamana kadar varolan gelenekler içerisinde bulunamayan yeni yanıtları gerektiriyordu. Bu değişik teolojik ve felsefi koşullar, Marksist filozofları sözde bilimsel. olarak temellendirilen umut modellerine boyun eğen bir Hıristiyanlık biçimi içinde yanıtlar aramaya yöneltti." Sonuç, "temelde Marksist seçeneklerden yana karar kılmış" kurtuluş teologlarımn ortaya çıkması oldu (Löwy, 2004).
Yine, Kardinal Ratzinger, Katalik Kilisesi tarafından ihtiyatla karşılanan Kurtuluş Teolojisi hakkında, "Tanrının suretinde yaratılan insanın (Tekvin, 1: 26-27) sosyo-politik ve ırksal baskı altında yaşamasmm onun bu temel özelliğine de aykırı olduğunu fakat bu baskıdan kurtulmanın başka ideolojilerden (marksizm) alınmış tabir ve mücadele yollarıyla mümkün olamayacağını" söylüyordu. Kilisenin Kurtuluş Teolo-
• jisine en çok karşı çıktığı noktalar, bu düşünce tarzmm Marksist analizi kullanması; Hıristiyan düşüncesiyle uyuşmayan ve insanlar arasmda nefret ve düşınanlığa sebep olan sınıf mücadelesi fikri ve Kitabı Mukaddes'in "komşunu seveceksin" emrine rağmen şiddete başvurmasıdır (Yel, 1998: 48,49).
Kurtuluş teologlarının gözünde Marksizm, yoksulluğun nedenlerinin, sistemli, tutarlı ve kapsamlı açıklaması, keşfedilmesinin kalkış noktasıdır ve dolayısıyla onu ortadan kaldırmak için de tek radikal t'tıtum Marksizmdir. Latin Amerika teologları, yoksullarla ilgilenmenin esin kaynağını Hırstiyanlığın doğuşuna kadar uzanan kilise geleneğine dayandırınaktadırlar. Marksizm ve Kurtuluş Teolojisi, yoksullukla etki-
76 tez kir e
li bir biçimde mücadele etmek için onun nedenleri üzerinde de hemfikirdirler. Büyük çoğunluğun yoksulluğu ile ayrıcalıklı azınlığın akıl almaz zenginliği aynı kapitalist ekonomik sisteme dayanmaktadır. Bunun, Latin Amerika'daki çokuluslu tekeller ve emperyalist merkezlere bağlı bir bağımlı kapitalizm olduğu görüşündedirler (Löwy, 2004).
Kurtuluş teologlarının Marksizimele reddettikleri arasında, maddeci felsefe, ateist ideoloji ve dinin "halkın afyonu" olarak nitelemnesi yer almaktadır. Ama kilisenin ve "gerçekte varolan" dinsel pratiklerin Marksist eleştirisini reddetınemektedirler. Zira Latin Amerika'da kapitalist toplum düzeninde faydası olan ve onu savunan toplurı:ısal sınıfın istemleri, kiliseyi sistemin bir parçası haline getirmiş ve Hıristiyanlığın mesajını egemen ideolojinin bir öğesi yapmıştır. Keza Hıristiyanlık her. zaman güçlülerin egemenliğini haklı göstermek üzere kullanılmıştır ve hala da kullanılmaktadır. Latin Amerika'da Hıristiyanlık, sistem içinde işlevsel bir rol oynayan bir dindi. Ayinleri, kilisesi ve faaliyetleri, halkın huzursuzluğunu, mevcut dünyadan tamamen ayrı görülen bir başka dünyaya havale etmeye hizmet etmiştir. Bu nedenle Hıristiyanlık, halkın adaletsiz ve baskıcı sisteme karşı protestosunu engellemiştir (Lövvy, 2004) kanaati, tealogları cari Hıristiyan algısına karşı koymaya yöneltmiştir.
Yeni paradigmanın üzerine oturduğu yeni epistemolojide artık, "ateist Marksizmin, Hıristiyan uygarlığın şeytani düşmanı" olduğu kanaatİ yer alınıyordu. Marksizmin sadece bir bilim olmayıp tersine yaşama dair pratik bir karar verme olduğu da düşünülecek olursa Hıristiyan teolojisinin kendisini buna eklemlemesi yeni ve farklı bir anlamı yüklemeyi beraberinde getiriyordu. Zira Marksizim dünyayı sadece anlamayı değil tersine kendi değerleri ile değiştirmeyi hedeflediği ile kurtuluş teologlarının Marksizme ilgisinin daha çok ve temelde, belli bağlamları açıklamak üzere sadece bazı analitik kavramları üstlenmekten ibaret olduğu (Lövvy, 2004) paradoksu da ortada durmaktadır.
Bu koşulların ardından şu haklı soru da oitada durmaktadır: Epistemik dinamikleri açısından farklı zeminleri paylaşan ve aslı ırahiy olan bir din ile ıısçu yaklaşımın bir arada kalışının neticesi nedir? Burada Kurtuluş tealogları Marksizmden çok şey öğrendiler. Acaba marksistler de onlardan bir şeyler öğrendiler mi? Çünkü düşmanlan gözünde cizvitler, "amaç aracı kutsal kılar" biçimindeki ahlak dışı ilkenin yandaşlanclırlar. Acaba materyalist yaklaşımın pratiğinele bu smır 'neye göre' 'ne kadar' korunmuştur?
Ramazan Yazçiçek 1 Kurtuluş Tea/ojisi Imkilm · 77
Konuyu buraya kadar daha çok analitik bir zeminde ele aldık ve Kurtuluş Teolojisi'nin kavramsal ve tarihsel analizini kısaca yapmaya çalıştık. Bundan sonraki bölümlerde ise konuyu kendi konumumuzu da öne çıkaran bir yaklaşımla değerlendirmeye çalışacağız.
'Kurtuluş Teolojisi'nden 'lslamt Kurtuluş Teolojisi'ne Yol Var mı?
Modem toplumların problemlerine yönelik olarak ortaya çıkan sorunlara çözüm arayışları çoğu kez ya felsefi bir öneri ya da yeni bir tealojik tanımlama şeklinde gelişıniştir. Bu açılımlarda geliştirilen teolojik tarnınlama kuşkusuz içine doğduğu konjonktür göz ardı edilerek değerlendirilemez. Oluşan yaklaşımda/paradigmada kullanılan dinsel argümanların epistemik zemini de iç tutarlılık açısından önemlidir ve çözüm önerilerinin oturduğu zemin açısından asli unsurdur. Ve yine bu açılımları "ideal toplum önerileri"nden hatta cari yönetimlerden de ay~ rı düşünmemek gerekir. Bu, ortaya konulan argümanlarla birliktekastı anlama çabası açısından da gereklidir. Nitekim "teolojik tanunlaına" demek mutlak manada ilahi, vahye dayalı demek değildir. Konu özelinde ise dini argümanların kullanılmış alınası onun beşeri bir üretim olduğu gerçeğini değiştirmez.
Kurtuluş Teolojisi'nin, 'teolojik'bir zemin üzre olmasından hareketle İslami bazı argümanlarla benzeşınesini!çakışmasını dikkate alan bazı araştırmacılar bu te~lojinin İslami izdüşümleri arayışına gitmişlerdir. Özgürlük Teolojisinin temel argüınanlarına bakıldığında, Kur'an ve Hz. Peygamberin sünnetinde 'İslanü Bir Özgürlük Teolojisi' için gereken zeminin hazır olduğu (Aydın, 2003: 140) sanısı, bizce, kıyas kabul etmez bir çabadan ibarettir. Zira ne Kurtuluş Teolojisinin parametreleri, ne episteınik zemini ne de pratikten teoriye giderken oluşan hareket tarzı
• İslami bir özgürlük teolojisine imkan verir. İslam'ın bütüncül yapısının, parçacı, pragmatik ve beşert üretındere şerh düşıneye müsait olmadığını, bilakis buna muhalif olduğunu düşünüyoruz.
tık selef yaklaşımında ve temel İslami disiplinler tarafından salt akılcı olması hasebiyle Kelaın dahi kaygıyla karşılanmıştır. Oysa biliyoruz ki, Kelaının öncelikli hedefi, tslamı, yabancı kültürel ve düşünsel saldırılara veya etkilere karşı savunmak olmuştur. Dolayısıyla teolojik her bir paradigınanın İslam'da izdüşuınlerini aramak düpedüz Kelaının mücadelede ınuarızı olduğu yaklaşımların safında pozisyon almaktır. Bunu, maneviyatçı, ruhçu yaklaşımlarla yapınaya kalkışmak ise literal
78 tez k ir e
olana uçları açık olanı uyarlamak kadar anlamsızdır. Öncelikle şunun tespiti zorunludur; İslam vahyinin metinsel içeriği
nin her türlü tahriften veya müdahaleden korunmuş olduğunda kuşku yoktur. Oysa Hıristiyanlığın bü~ün metinleri tabiatları gereği beşeri müdahalelere maruz kalmış; tarihin bir döneminde, bir toplumsal bağlamda ve bu bağlama son derece bağımlı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla geçmişte veya günümüzde Hıristiyan teolojisi ile temellendirilen paradigmaların ister geniş anlamıyla ister Hz. Peygambere gönderilen
, literal din anlamıyla İslam'da yerini aramak baştan itibaren anlamsız bir çabadır. Zira modem toplumların problemlerine dair çözüm tarzlarında İslam'dan unsurların olması başka bir şeydir, bu unsurları taşıyan paradigmalann 1slfimf' kabul edilmesi ve/veya oradan hareketle 'İslami olanının oluşturulması' ise bambaşka bir şeydir. Nitekim Hıristiyanlığın aslının vahiy olması İslam'la benzer hükümlerinin varlığını mümkün ve de nonnal lulmaktadır. Modem dönemin problemlerine çözüm arayışında, modem zihnin ürünü felsefi yaklaşımların, ancak birer 'dinsel metin' olarak gördüğümüz Hıristiyanlık gibi bilgi kaynaklarında karşılık bulmalan korunmuş olan Kur'an'dan nazireler getirmeyi gerektirmez.
lslam inancı açısından olaya baktığımızda irikada dair değişmezlerin mutlak sahibi Allah'tır. Bu bağlamda beşeri üretmeideğerlendirme yeti ve yetkisinin olabileceği gerçeği yani tecdid esastır. Fakat bu, akideye zarar vermeme sının ile kayıtlıdır. Hıristiyanlık gibi tarihsel ve de beşeri müdahalenin olduğu inançlardan beslenen pragmatik paradigmalann varlığı İslam'da da zemin bulabiieceği anlamına gelmez. Kurtuluş Teolojisi'nin içerik ve yöntemi dikkate alındığında lslam'da kurtuluş teolojisi veya bu türden paradigmalara yol olmadığı ortadadır~
Mustaz'af, Hilfu'l-Fudul ve Masiahat
Hıristiyan Özgürlük Teolojisinde yoksul (poor) kavramı merkezi bir konuma sahiptir. Bu teolojide yoksul (poor) terimiyle ifade edilen anlamın sadece ekonomik olarak fakir ve yoksullan değil, aynı zamanda baskı ve zulme maruz kalan veya en alt tabakada insanlan da içine almaktadır. Bu terimin Kur'an tarafından özellikle mustaz'af terimiyle ifa-
. ue e:dildigi (Aydın, 2003: l 'll) -,-~ı:;~yı:mıyla geliştirilen ilgi ve kurulan bağlantı, İslami Kurtuluş Teolojisizemini arayışı açısından kanaarimizce ilgisiz olduğu gibi oldukça zayıfbir argümandır. Burada poor kelime-
Ramazan Yazçiçek 1 Kurtuluş Teolojisi Imktim 79
sinin mustaz'afı ne kadar karşıladığı gibi etimalajik bir tartışmadan öte mustaz'afkavramının daha çok Hilfu'l-Fudül toplumsallığı içinde yüklendiği anlam çerçevesine değineceğiz.
Kurtuluş teologlarının İncil'den aldıkları "fakirlik" (poor) kavramı (Bkz.: Luka, 4: 18; 9: 58) İslami ıstılahtaki mustaz'af terimini karşılamaktan uzaktır. Mustaz'af, miskin, fakir, yoksuldan öte bazen zengin dahi olsa zulme maruz kalandır. Bunu Hilfu'l-Fudülun ilk icrasında da görüyoruz. Zaafa düşüren, haksızlık eden, büyüklük taslayarak ululanan, başka insanların malları üzerinde hak iddia eden müstekbirdir ki mustaz'af bunun mağdurudur ve anlamını da o zaman kazanır. Yani mustaz'af müstekbirle birlikte değerlendirildiğinde ıstılahi anlamını bulur. lstikbar Allah'a ortak koşmaktan başka bir şey değildir. "Ayetlerimizi yalanlayıp, onların karşısında istikbara kapılanlar, işte onlar, ateş halkıdır" (Kur'an: 7/36). Müstekbir, kendilerine Allah'ın ayetleri hatırlatıldığında "bunlar da neymiş" diye yüz çeviren, büyüklük taslayan suçlu bir topluluk; halkı zayıf düşürüp maliarına ve canlarına kıyan, bu yaptıklarını da bir hak ediş olarak gören topluluktur.
Müstekbir kavramının karşısında anlamını bulan Mustaz'af, za'af durumundan kurtulmak için mücadele etmek zorundadır. Za'fhaline direndiği, istikbara yeltenenlere baş kaldırdığı, onları onaylamayıp reddettiği sürece sorumluluğunu yerine getirmiştir. Aksi taktirde mustaz'af oldukları halde müstekbirlerle birlikte azap halkıdırlar (Ünal, 1990: 411,419). Mustaz'af, fakir gibi bir hal, sıfat değildir. Mustaz'af, İstikbar ehli tarafından mağdur edilen ve düşürüldüğü duruma karşı tavır alandır. Farklı bir ifadeyle fakir olmak kişiyi, topluluğu tek başına mustaz'af kılmaz. istikbarı tanımlayışı ve ona karşı tavır alışı onu mustaz'af kılar. Hatta mustaz'af oluşu da kişinin kurtuluşu için yeter sebep değildir. Onun bu durumdan kurtulma mücadelesi vermesi kurtuluşu için ge:ı;eklidir.
Kuşkusuz İslam, mustaz'afları za'f durumuna itenlerle mücadele eder ve onları içinde bulundukları durumdan kurtarınayanları da mesul kabul eder. Ancak bunun Hilfu'l-Fudül kavramıyla ilişkilendirilmesi bu kavramın doğru okunmasıyla anlam kazanır. Aksi taktirde suistimale açık, isteyenin istemesi halinde kendini mustaz'af acidederek Hilfu'l-Fudüla sığınınası ve dolayısıyla ilgisiz bir hali meşru bir yöntem olarak görmesi kaçınılmaz olur.
Öncelikle şu noktanın tespiti gereklidir: Esas itibariyle Hilfu'l-Fudül'un amacının İslam'da sağlanmış olması itibariyle İslam'dan sonra
80 tezkir e
Hilfu.'l-Fudı11 yoktur. Çünkü İslam, bizatihi fazilettir; yani çözümün özü; tümü itibariyle şerrin her çeşidine alternatiftir. Aslında son dönem İslami hareketleıin gündeminden de düşmeyerek bir yöntem sorunu olarak duran Hilfu'l-Fudı!l, pragmacı bir çözüm, şer'i şerife rağmen sığınılacak fetva değildir
Hil[u'l-Fudı!l'da esas amaç, hak ve adalet için erdemlilerle işbirliğidir. Bunun öncülü, ittifak edilen konuda şer'! şerife muhalif bir durumun olmamasıdır. Bu, amaç için her yolu meşru görmemek açısından amaç-araç uyumunu zorunlu kılar ve öz-tezahür uyumunu da gözetir. Kötünün kötüyü devirmesinden iyi doğınaz. Reddedilen kadar yerine ikame edilen de önemlidir. İslam'dan sonra belki fıkhı oluşmamış günümüz ortaınında bir yöntem olarak görülebilecek ~Hilfu'l-Fudı11, hüınaniter her bir yaklaşımın sığınağı olmadığı gibi yihe varlık gerekçesi zenginliğe karşı olmak da değildir.
Keza Hz. Peygamberin de iştirak ettiği "hilf" (anlaşma) mala, servete, güce karşı koyuş gerekçeli değildir. Amaç, başkasının malına haksızca el koymaya, zaliınin kaba kuvvetle ve zulümle gaspettiği malı hak sahibine iadesini temin etmeye ve zalimin mazlumu ezınesine engel olmaktır. Nitekim malı ilk alınarak iade edilenin Yemen'li bir tüccar olduğu gerçeği vurgumuzu teyid etmektedir (İbn Hişaın, 1985: 1/183; Mevdudi, 1985: 2/255). Hilfu'l-Fudı!lbaşı ve sonu hayır olan bir birlikteliktir. Hilfu'l-Fudı11 ile ilgili önemli nokta zulme karşı Müslüman olınayanlarla ortak bir çabanın içinde olunurken alternatif çözüm noktasında islam'ın tercihi ve tavrını ortaya koyabilmektir. ~üslümanların reddetmekle emrolundukları halde yanlışın meşruiyetine sebep olabilecek birlikteliklerden kaçınınası gerekir; zira, bu ilişki ıstılahi olarak Hilfu'IFudı!lu karşılamaz. Nitekim konuya ınaslahat açısından baktığımızda da kaygımızı karşılayacak yeterince gerekçe vardır:
"Cüınhur-i fukaha, islam hukukunda maslahatın ınuteber olduğunu ittifakla kabul eder. Onlara göre nefsi arzunun mahsulü olmayan ve nass'lara aykırı düşmeyen maslahatla aınel etmek gerekir" (Ebu Zehra, 1990: 242; Zeydan, 1982). Keza maslahatın şer'! bir delile aykırı olmaması, kat'i ve külli (uınüıni) olması da şart koşulmuştur (Köse, 1991). İslam hukukçuları, bilgi elde etmenin ilk yolunun haber-i sadık olduğunu söylemektedirler. Keza Allahü Teala'nın emirleri ınaslahat'ı kavramamızcia ilk yoldur. O'nun nehiyleri de ınefsedet'i gösterir. Gazalt "Maslahattan maksat, şer'f şerifin gayelerini kanımak ve gerçekleştirmektir" der. llahi teklife ınuhatap olan her insan, eınrin en yüksek de-
Ramazmı Yazçiçek 1 Kurtuluş Teolojisi Imkcim sı
recesi olan 'tevhid alddesinf muhafaza etmek, en şiddetli nehiy olan 'tağut'a kulluktan' da kaçınmak durumundadır. Zira küfür, mefsedet hükmündedir. Mefsedetin izalesi imkan olduğunda her Müslümanın üzerine vaciptir. Tağuti güçlerle savaşmak maslahatın en üst derecesidir. Yine İbn-i Abidin: "Dinin muhafazası, maslahatların en üstünüdür" hükmünü zikreder." Maslahat, arzu ve hevesler le belirlenmez. Zira arzu ve hevesiere uyulursa yer gök her şey fesada gider (Erdoğan, 2000: 34). "Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi" (Kur'an 23: 71).
Kadim veya modern paradigmalara-üretimlere bir dinmiş gibi yaklaşınak, dinin uçları açık bir ideoloji gibi görühnesinden, farklı bir ifadeyle üretilmiş değerlerin mutlaklaştırılmasından kaynaklanmaktadır. Oysaki Allah'ın dini, salt fayda-zarar (çıkar) kriterli değildir. O, tamamlannuş emir ve yasaklar manzumesidir. Tecdide dayalı üretmeler ise öze muhalif olmayan; özün, yaşamın gerçekliğine dair yorumdur; şartlar ile kayıtlıdır yani mutlak değildir (Yazçiçek, 2004). Mustaz'af, Hilfu'l-Fudül ve Maslahat kavramlarının kısa analizi de göstermektedir ki Kurtuluş Teolojisi misli bir İslami Kurtuluş Teolojisi'ni bu kavrarnlara dayalı olarak oluşturmak her açıdan ınuhaldir. Keza İslam, kendisi bir bütün olarak kurtuluştur; çağın problemlerine yönelik çözüm önerilerinde başkalarına ekleınlenıneye ihtiyaç duymaclığı gibi başkasını yedeklemeye ele gerek görmez.
Hıristiyanlığı, Emperyalizme destek olmakla suçlayan Kurtuluş teologlarının haklılığı göz önündedir. Cizvitler için söylenen, "amaç, aracı kutsal kılar" biçimindeki ahlak dışı ilkenin yandaşları oldukları ithani.ı da yersiz değildir. Diğer taraftan Roma'nın, Kurtuluş teologlanna yönelttiği suçlamaların en ağirı, tehlikelisi ve kaygı vereni Marksizm günahı idi. Bu hareketin, Marksist analizi sorgulamaksızın kullanması
' nı kilisenin altını oymak olarak nitelemeleri kanımızca Kilise Imanı açı-sından doğruydu ve epistemik bir karşılık bulamayacağı gibi metodik açıdan da isabetli bir eleştiriydi. Bu bağlamda, karşı taraftan bakıldığında İslam'da bu teolojinin izclüşümlerini arayanların argümanları ile İslam esaslan arasında acaba hangi tutarsızlıklar vardır?
Basla, Zulüm ve Haksızlıga Başkaldırmanın İslami Mantıgı
Hz Peygamberin baskı, zulüm ve haksızlığın her nev'ine başkalcluclığı, yoksulluğu gidermeye çalıştığı vakıadır. Bu mücadeleyi üzerinde yaşa-
82 tezkir e
dığı ırki ve kültürel bağı olanlar nezdinde gerçekleştirdiği gibi farklı coğrafyalarda da ırk, dil, kültür ve din farkı gözetmeksizin gerçekleştirmenin imkanlarını aramış ve harekete geçmiştir. "Özgürleştirme Hareketi" diyebileceğimiz İslami dinamizm, öncelikle kaynağını nereden alıyordu ve bu hareketin asıl amacı neydi? Bu soruların cevabının doğru tespiti, bize, Latin Amerika menşeli Kurtuluş Teolojisi'ne İslam'da bir karşılık bulmanın mümkün olup sorusunun da olmadığı cevabını verecektir.
Kur'an'ın ifadesiyle, Allah'ın hükmünün dışında aranan çözümler, "Cahiliye"dir. İslam ise tam bunun karşısında bir kurtuluş hareketidir. Keza o, uygarlığın ta kendisidir. Istılah olarak cahiliye, Allah'ın indirdiği hükümleri ve bilgileri kabul etmeyip bunların yerine insanlar tarafından konulan hükümlere, düşüncelere ve sistemlere iman etmektir Keza cahiliye, İslam'ın zıddıdır. İnsanı insanın kulluğundan kurtarma hedefli olan İslam, cahiliyenin her türünü ortadan kaldırmaya dönüktür. Kur'an'da geçen şekliyle, "Yoksa onlar İslam öncesi cahiliye idaresini mi arıyorlar? Yakin sahibi (Gerçeği görebilen) bir toplum için, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?" (Kur'an: 5/50). Cehalet, ilmin değil daha çok bilmin zıddı olması itibariyle (Aktaş,· 2001) kurtuluşun tam karşısında y~r alır. Keza kurtuluş, baskıdan, sömürüden, ahlaksızlıktan, heva ve hevesin arzularına esaretten, bireysel ve toplumsal olarak Allah'tan başka ilahlık iddiasında bulunanların tasallutundan, ekonomik ve kültürel alanda fıtratı bozucu her tür adaletsizlikten, dil, ırk, coğrafya putçuluğundan kurtulmaktır. İşte tam anlamıyla cahiliyeden İslam'a geçmek de budur. Reddiyenin kaynağı vahy dışında aramlırsa, bir cahiliyeden çıkılırken cahiliyenin başka bir formuna geçilir.
Peygamberlerin hem dindar hem de "inkarcıları haksızlık, baskı ve zulüm'den kurtarmaya çalışması dine rağmen bir durum değil bilakis dinde olan bir çözümdür. Ancak din sadece bu davranışlardan ibaret değildir. İslam insan sevgisini emrederken hümaniter bir mantık oluşturmaz. Bu anlamda İslam, Allah'tan başka; llahların reddi; ancak Allah'ın tek llah olarak kabulü anlamında bir özgürleştirme hareketidir. Dolayısıyla yaşama dair kısmi yanlışlardan kaçmak asıl özgürlük olmadığı gibi ilahlardan bir ilah beğenmedir ki, asıl kurtuluş da bu değildir. Mutlak özgürlüğe, Allah'tan başka her bir ilahlık iddiasının reddiyle ulaşılabilir. İşte İslam'ın daveti evvelemirde bu hakikate dayanır.
Kurtuluş Teolojisi'nin İslami izdüşümlerini mümkün görenlerin iddia ettiklerinin (Aydın, 2003: 150) aksine peygamberlerin misyonu,
Ramazan Yazçiçek 1 Kurtuluş Teolojisi lmktinı 83
içinde bulunduklan toplumların ihlal edilen haklarını o hak talebiyle sınırlı hümaniter bir hak talebine indirgenemez. Tam aksine Peygamberler, bütün haklan aslınarücü ettirecek bir hareket içinde olmuşlardır. Bu pozisyon alınayla öncelikle Allah'tan başka ilahlar reddedilmiş ve kendilerine itaat çağrısıyla toplurnlara gitmişlerdir. Amaç, yanlışın yerine hakkı ikame etmek ve harekete geçirici saik de hep vahy olmuştur.
Islam'ın gösterdiği hedefte, insanoğlunun, bireysel kaderinin ötesinde Allah'ın dünyaya yönelik ilahi hedef ve gayesinin de yerine getirilmesi için mücadele zorunluluğu (Aydın, 2003: 144), aslında Islam'ın özgün karakterini ve Islam düşüncesinin temel özelliğini vurgulamaktadır. Bu, Islam düşüncesinin, ilahi hedefe mebni; gayesi, llahi muradı yakalama ve gerçekleştirme olan bir düşünce sistemidir. Dolayısıyla biz gerek maslahat bağlamında gerekse Hilfu'l-Fudal açısından olsun kadim veya modem problemierin halline dair çözüm önerilerinde bu özellikleri dikkate alarak bütüncül bir yaklaşımla çözüm sunabiliriz. Farklı paradigmalarla ortak noktaların varlığı Islami şerh düşmeleri gerektirmez. Parçacı bir tarzda çözüm önerileri de esas itibariyle İslami olmaz. Olsa olsa içerisinde Islam'dan da doğruların olduğu yeni beşeri icatlar olur.,. Oysa Islami olan ile beşeri olanın bilgi kaynakları farklıdır. Biri, sınırlı aklı, geleneği referans alırken diğeri bilgi kaynağı olarak vahyi kabul eder. Keza vahy, insani gerçekliğe rağmen veya ona karşı bir şeyi emretmez. Vahy fıtratla barışıktır, hatta daha ötesi fıtratı temel alır ve fıtrY olanlan da yaşamı değiştirmek için insanın önüne hedef olarak koyar. ·
Kur'an'da kıssalan geçen Peygamberlerin yaşadıkları toplumların yoksullaştınlmasına, haksızlığa uğramasına, ahlaki çöküntüsüne, haksız gelir elde etmesine, kendilerine adaletsizce muamele edilmesine karşı çıktıkları bilinen bir durumdur (Kur'an 26: 128,129; ll: 62-63; 12: 23-30,89). Onlar, bu mücadeleyi ümmetierine a,ynı zamanda bir sünnet olarak da bırakmışlardır. Bütün sapmaların reddi, reddedilerrlerin yerine Islam'ın özü olan "La llahe 1Ilallah "ın ikame edilmesi ile hedefini bulur. Burada 'La', reddedilmesi gerekerrlerin tümünü ifade ederken 'llahe 111allah'ise ikame edilmesi gerekeni göstermektedir. Zira esas amaç salt yoksulluğun, haksızlık ve baskının reddi olsaydı onca Peygamber o kadar zorlu mücadelenin tarafı olmaz belki daha kolay bir yolu tutarak belli problemierin izalesiyle birlikte rahatı ve iktidarı tercih ederdi. Oysa Kur'anın şahitliği bunun böyle olmadığını gösteriyor. Ay-
84
dın'ın dediğinin tam aksine (2003: 149-152) Peygamberler önce ve sonra insanlan ancak Allah'a itaate çağınnışlardır. Keza Allah'a itaat bütün baskı ve zulme, ahlaksızlık ve sömürüye başkaldın ve sapmalarla mücadeleyi kapsar. Oysa parçacı bir yaklaşımla mücadele Allah'a itaate vardırmaz. Belki ezilenlerin hakkı alınır ancak yeni bir zulüm türetilir. Belki diri ahlaksızlık giderilir ancak yeni ahlaksızlıkların kapısı açılır. Bir kesimin gasp edilen hakları elde edilir ancak yeni haksızlıklar ortaya çıkar. Bir tarafın ırkçılığından kaynaklanan baskı ve zulüm kalkar ancak bu kez diğerlerinin ırkçılığı başlar. Dolayısıyla çözüm, tekil sorunları ortadan kaldırmanın yerine bir bütün olarak bütün sapmalann anası olan cahiliyenin ortadan kaldırılmasındadır. Keza bütün sapmalar cahiliyenin ürettikleridir.
Allah (cc), Kur'an'da, akıl sahipleri için pek çok ibretin olduğu peygamber kıssalarını (Kur'an: 12/3,111) bize bildiriyor. Peygamberlerin çağrılarına baktığımızda, hep aynı mesajla; "Allah'a kulluk, Allah'a ve Peygamberlerine itaat"le (Kur'an: 4/64; 21/25) geldiklerini görürüz. Dolayısıyla Peygamberlerin hareketi hep bu minval üzere gelişmiştir. "Allah'a kulluk, Allah'a ve Peygamberlerine itaat" hakikatine aykırı bir yöneliın, ınaslahat olarak kabul edilerneyeceği gibi oluşturulan paktlar da Hilfu'l-Fudul olmaz.
"Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve tağut'tan sakının" diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gön
derdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkar edenlerin sonu nasıl olmuştur!" (Kur' an: 16/36).
İslam, tarih boyunca yaşama müdahaleyi gözetmiştir ve müdahaleci karakteri de hiç değişmemiştir. İslam, vahye rağmen merkeze alınanlara itibar. etmez. Bireysel ve toplumsal yaşama müdahaleyi hep tevhid; yani "La 1Iahe 1Ilallah" eksenli kılmıştır. Bu, ister kadim dönemlerde olsun isterse modem toplumların problemlerine dayalı olarak gelişen sorunlar karşısında olsun fark etmez. Dolayısıyla İslami anlayışta süreklilik, üretilmiş değerlere karşı netlik ve kararlılığı muhafaza ile sağlanır.
"Kur'an'da, zengin ve güçlü olana karşı ınustaz'afın tercih edilmesi" (Aydın, 2003: 1 45) ise bir yanılma değilse vanlmak istenen sonucu
Ramazan Yazçiçek 1 Kurtuluş Teolojisi lmk!iııı 85
meşrulaştırmak için ileri sürülen son derece sorunlu bir argümandır. Hilfu'l-Fudiilun teşekkül gerekçesi de zengin ve güçlü olana karşı yapılanma değildir. Kur'an, :z;engin olsun fakir olsun, güçlü olsun güçsüz olsun haksıza, zalime, müstekbire karşı koymayı emreder. Keza Hilfu'lFudiilun teşekkül gerekçesi de müstekbirler tarafından za'afa düşürülen mustaz'afi.n yanında yer almak içindir. Nitekim Kur'an ve Hadis kaynakları, nice zengin ve güçlü Müslüman birey ve topluluklardan bahseder. Eşitlik, tarafların mal ve statülerinin denklenınesi demek değildir. Bu Marksizmin sınıf mücadelesinin gerekçesidir. Eşitlik, taraflara karşı adil ve eşit davranmaktır. Birinci anlamda eşitlik talebi, marksizmin talebidir.
Kur'an'ın, Abese Suresi'nin başında "Hz. Peygamberi, zengin ve güçlü insanlara karşı her durumda zayıf ve güçsüz insanları tercih etmeye davet ettiği" iddiası (Aydın, 2003: l 45) da yanlıştır. Hz. Peygamber bir olgu olarak zenginliğe değil haksızlıkla elde edilen zenginliğe karşı olmuş ve istikbar ehlinin mağduru olan zayıf ve güçsüzleri korumuştur. Zira İslam, zenginliğe ve meşru güce karşı tavır almamıştır. Zenginliğini haksız yollardan elde edenlere ve istikbar ehline karşı mücadele etmiştir. Fakirlik veya zenginlik, zayıflık veya güçlü olma esas itibariyle övgü ve yergi sebebi değildir. Bilakis veren elin alan elden üstünlüğü övülerek meşru yollardan kazanca ve güce teşvik vardır. Zira her hal üzere bulunan Peygamberler vardır. Karşımızda Süleyman (a.s), Davud (a.s) örnekleri vardır ki bunlar hem zengin hem de alabildiğine güç sahibidirler.
Kurtuluşun başlangıç noktası da son noktası da La llahe lllallah'tır. Buriun iki temel sebebi olduğu kanaatindeyiz. Birincisi: Muhatap toplum tarafından bu kelimenin manasının çok iyi bilinmesidir. İkincisi: La llahe lllallah kelimesi, iman ve İslam hakikatinin tümünü; kabul ve reCl.lerinin tamamını karşılar içeriktedir, yani öz ve özettir.
Tam da burada hem düşünce birikimi ve üretimi açısından süreklilik kaygısını vurgulama hem de ilmi aÇıdan bir eksiklikten kaçınma amacıyla Seyyid Kutub'un konuya dair karşılık bulan görüşlerine (Bkz.: Kutup, 1985) değinmek gerekiyor. Kutub, şöyle diyor:
"Allah Rasülü'nün (s) tebliğde attığı ilk adımin, insanlan Ui llahe lllallah'a davet oluşu, onları hak olan Rablerini tanımaya, başkasına değil, yalnızca O'na ibadet etmeye çağırması hep Allah'ın hikmeti gereğidir. lşin gerçeği, aciz insan aklının sandığı gibi, Arapların kalbine ulaşmanın
86 tezkire
en kolay yolu bu değildi. Onlar dillerindeki ilah kelimesinin La llahe lllallah'ın ne anlama geldiğini, uluhiyetin yüce bir egemenliği ifade ettiğini gayet iyi biliyorlardı. La llahe lllallah'ın yeryüzündeki egemenliği gaspeden ve bu gasp sonucu oluşan yaşam biçimine karşı gelişen bir kıyamın, Allah'ın izin vermediği fakat, kendilerinin uydurdukları bir şeriatle hükmeden yöneticilere karşı bir başkaldın olduğunun farkındaydılar .
. En bereketli, en zengin topraklar, Allah Rasülünün Islam ile gönderildiği sırada Arapların değil başka ulusların; Bizanslıların, lranlıların elinde bulunurken tamamen verimsiz kupkuru çöller Arapların elindeydi. Doğru sözlülüğü, güvenilirliği hatta hakemliği tartışılmayan; Haşimoğullarının önde gelenlerinden olan Hz. Peygamber, iç çekişmelerin yiyip bitirdiği, iç çatışmaların bölüp parçaladığı Arap kabilelerini birleştirebilir, kuzeyde Bizans, güneyde Iran gibi sömürgeci ve işgalcilere karşı ulusal bir hareket başlatabilirdi. Dolayısıyla bu hareketle yarımadadaki egemen güçlerin baskısıyla karşılaşmaz hatta Arapların tümü bu çağrıyı kabul ederlerdi. Bir başka yol, kendisine liderlik, başkanlık teklif edilen Hz. Peygamberin Arapları önce kendi yönetimine alması, güç ve iktidarı tamamen eline geçirdikten sonra iktidarını, onlara tevhid akidesini aniatmada kullanabilirdi. Hz. Peygamberin (a.s) içinde bulunduğu toplum, servet ve adalet dağılunı açısından bir toplumun içinde bulunabileceği en kötü durumdaydı. Bu durumdan hareketle O (a.s), toplumculuk yapabilir, zenginlerin mallarının fakiriere dağıtıl~cağı, adil olunacağı argümanlarını merkeze alan bir hareket oluştıırabilirdi. Bu durumda fakir, yoksul, ezilmiş ve kendilerine adaletsiz davranılan büyük çoğunluğu arkasına alabilirdi. Ahlaki çöküntü had safhadaydı, değer adına adeta hiçbir şey kalmamıştı. Zulüm, baskı hatta zulme uğramamak için zulm etmek normal bir yaklaşım olarak kabul edilir olmuştıı. Yine Hz. Peygamber (a.s), ahlakı, fazileti, arınmayı ön plana alarak bir ıslah hareketine girişebilir, dolayısıyla onca hakaret ve direnişle karşılaşmazdı Ancak Hz. Peygamber (a.s) saydığımız harekete geçici, doğru-yanlış unsurlardan hiçbirini merkeze alıp mücadeleye girişmedi. Zira Bizans tağutıınun, Iran tağutıınun egemenliğinden kurtulan insan bu kez Arap tağutıınun esiri olacaktı. Oysa tağutun hepsi tağuttur, insanlar ancak Allah'ın kullarıdırlar. Keza La llahe lllallah ile egemenlik ancak Allah'ındır. Yine çıkar yol fıtri farklılıkları yok etmek veya helal yoldan kazanılanları başkalarına vermek değildi. Salt ahlak hareketi esas alınarak di
ğer insani ve toplumsal sapmalar da ertelenmedi (Kutup, 1995).
La llahe tllallah bireysel ve toplumsal hedefleriyle; fıtri bozulmaları düzeltmeyi, dumura uğrayan ahlakı düzeltmeyi, insanlar üzerinde egemenlik iddiasında bulunan her nev'i tağutu reddetmeyi hedefleyen bir yaşam tarzıdır. Bu hedeflere mebni yol, Hz. Peygamberin (a.s) ve yollarını takip ettiği önceki peygamberlerin kurtuluş hareketidir. Çünkü
Ramazan Yazçiçek 1 Kurtuluş Teolojisi Imkanı 87
Peygambere verilen Kitap öncekileri tasdik edicidir. İslam'ın dönüşümde esas aldığı kriterler, yanlışa başkaldınnın mantığı bütün peygamberlerin örnekliğiyle "Allah'a kulluk, Allah'a ve Peygamberlerine itaat" çağrısını mündemiç bir öz, özet olan La llahe 1llallah'ur .. Bu hakikat aşi- . kar olarak ortadayken 'Özgürlük Teolojisi'nin İslami izdüşüm arayışlannın temellendirmeye çalışıldığı argümanlar İslam'ın esas itibariyle asla baş vurmadığı yöntem araçlandır.
SözünÖzü
Günümüz insanı, Modem olana teslimiyet ile geleneksel olanı sürdür. menin kuşatmasındadır. İnsanın, Allah'ı tanımayan ütopyalara teslimiyeti, tükenınesi iken, geçmişin ayıklanmamış geleneğine mahkümiyeti de modern olanın kuşatmasından daha az riskli değildir.
Gelenek ve modern eğilimli değişik siyasal öneriler, ideal yönetim tanımlannda; eşitlik, adalet, özgürlük gibi kavramlan ön plana çıkarmışlardır. Bir de bunların yanında ütopik tasarımlar vardır ve bunlar, ya özendirici ya da korkutucudurlar. Diğer öneri ve uygulamalarla birlikte bunların genel karakteri, vahyi ve insani gerçekliği bir bütün olarak dikkate almamış olmalarıdır. Bu bağlamda değişik ideolojik yönelişleri, modernizm ve gelenekçilik gibi iki üst kimlik altında toplayacak olursak bu yönelimlerin ortak paydasının, İslam vahyinin dışında mutlak değer kriterler; üzerine oturmuş olmalan olduğunu söyleyebiliriz. Geçmişten günümüze vahyi devre dışı bırakan eğilimler geçici olduklan gibi tarih sahnesinden çekilmeleri de kaçınılmaz olmuştur. Bunların çözümsüz oluşlan da burada yatmaktadır. Başanları vardır ancak mevziidir. Keza ortaya koydukları, kalıcı ve faydalı olmanın çok uzağındadır. Zira tarih bir çok farklı üretime ve müdahaleye şahit olduğu gibi bir o kadar da bunların tarih sahnesinden çekildiğine şahitlik etmiştir. Dolayısıyla ne dünün gelenekleri ne de günümüzün modern ideolojileri ebedidir. '· ,
Günümüz insan~lhn.da modernilenin kuşatmasından ve geleneğin gizeminden kurtulma zot~luluğu vardır. Çözüm, tarihin çöplüğüne razı olmanın dışında bir yerde aranmalıdır. Değişim zorunludur ve mümkündür. Ancak yeniden bu potansiyelin keşfine ihtiyaç vardır.
İslam, tarih boyunca yaşama müdahale etmeyi gözetmiştir. Günümüzde yeni bir tehlike, "La tlahe lllallah"ın, profan veya metafizik yönelimlere eklemlenınesindedir. Bizce İslami popülizm(!), sosyolojisi
88 tezkir e
reddedilen diğer paradigmalardan daha az tehlikeli değildir. Bu sebeple adı ne olursa olsun İslim, beşeri paradigmalara eklemlenmeden kendi inanç ve yöntem gerçekliği içerisinde sahiplenilmelidir. İslam, sosyalsiyasal hayata müdahaleyi imanın zorunlu sonucu olarak görür. Bu sebeple İslam, her sapınada vahye rücü edişi telkin eder. Bu ahenk ve bütünlüğü, "İslami bütünefi yaklaşım" (Bkz.: Yazçiçek, 2004) olarak görüyoruz. Bu, İslam'ın sosyal yaşama müdahale talebi yani bütünefi özelliğinin gereğidir.
İslam ötekine merhametten alıkoymadığı gibi hatta bunu canlı-cansız her bir yaratığa da uygulamayı esas alır. Dolayısıyla sorun ötekine merhametle ilgili değildir. Sorun, ötekini bulunduğu hal üzre meşru görmektir ki bu aslında kendini yalanlamaktır. Tüm insanlığa hizmet her şeyden önce fıtratların önü;ndeki engellerin ortadan kaldırılmasından geçer. Hak ile batılın içiçe girdiği, bulanık ve kirli düşünsel ortamlarda doğru pratik geliştirmek imkansız olmasa da düşüncede net olmak çok önemlidir.
Peygamberlerin; fakirlerin, acı ve ızdırap çekenlerin, ezilenlerin, zulüm görenlerin sorunlarıyla ilgilenmeleri bu hedefleri amaç olarak önlerine koyınalarından değil, "Allah'tan başka llah olmadığı" emrinin gereği olarak görmelerindendir. Çünkü bu problemler evvelemirde cahiliyenin ortaya çıkardığı sorunlardır. İslam'ın hedefi, cahili olanın bir bütün olarakbertaraf edilmesidir. Bu hedef sadece ilgili sorunları değil bu sorunlara kaynaklık eden asıl sebepleri de ortadan kaldırmayı amaçlar.
Özgürlük Teolojisi'nin İslam dünyasının mevct.İd ciddi sorunlarına çözüm arayanlara realiteden metne gitme anlamında teolojik model olabileceği savı, insanlık için mutluluğu ancak bir ideoloji penceresinden görebilme kısırlığıyla izah edilebilir. İslam, mesajını, realiteyi göz önünde bulundurarak somutlaştınr, ancak İslam, realitede revizeyi/ıslahatı hedeflemez. O, bir bütün olarak inkılabı hedefler ve muhtemel· gelecekteki mislini, muadilini de karşılayacak prensipler ortaya koyar.
Daha önce Dinsel Çoğulculuk Paradigması'nın analizinde de söylediğimiz gibi bu ve benzeri çabalar, Batı'nın, Kilise odaklı problematik etrafındaki çözüm arayışlan hem yöntem hem de içerik itibariyle İslam kültür zeminine taşınmasından başka bir sonuca yol açmaz. Kuşkusuz İslam kültür zemininde de sorunlar vardır; ne var ki sorunlar, çoğu kez aynı olmadığı gibi çözüme dair yöntem de aynı değildir. Ortaya çıkan modern problemlere Kur'ani çözümler üretmek gereği vardır. Müslü-
Ramazan Yazçiçek 1 Kurtulu; Teolojisi lmk!inı 89
man için esas olan, değişim gerçeğiyle yüzleşirken Kur'ani: çözümler ·üretmektir. Çözüm, tarihsel vakıalara tepkisel tavırlarla yaklaşmak, hakikati, fayda-zarar eksenli kritere endeksiernek gibi seküler, pragrnacı bir yaklaşım değildir (Yazçiçek, 2003).
Tam bu nöktada, kaygılanrnızı teyid eden bir gelişme olarak dinsel çoğulculuk paradigrnası'nm, Paul F Knitter tarafından yeniden biçimlendirilerek ifade edilmesine değinrnek gerekiyor. Knitter, artık bütün din mensuplannın bir araya gelerek "Dinlerin Bir Kurtuluş Teolojisi" adı altmda yeni bir teoloji geliştirmeleri gerektiğini ileri sürmüştür. Geliştirilen bu model ile Kurtuluş Teolojisi'nin temel prensiplerinin çoğulcu bir dinler teolojisi geliştirmeye yardımcı olacağını düşünür .. Kurtuluş Teolojisi savunuculanyla işbirliği yaparak bütün dinleri kapsayan ve ilkelerini dinler arası diyalog sürecinden alan bir model geliştirilmesi gerektiğini savunur. Bunun için dini çoğulculuğu esas alan teologlarla kurtuluş teologlannın işbirliği yapmasım önerir (Aydın, 2000).
Son versiyon olarak önerilen "Dinlerin Bir Kurtuluş Teolojisi" paradigması, Dinsel Çoğulculuk ile Kurtuluş Teolojisi ortak zerninini dayatmacı bir test ediş edası kullanarak ortaya koymaktadır. Bizce bu test edişte samimiyeti, çağımızın, fakiri, mazlumu, baskıya maruz kalanları ve tam anlamıyla kimlikleri özelinde katliama uğrayanlar olarak müslümanlardan yana kurtarıcı olmasıyla göstermesi gerekir. Kanaatimizce çoğulcu tezlerle ortaya konulanlar kadar önemli olan, bunların, hangi siyasi iradeyle eşgüdümlü olduğudur. Bu arkaplan doğru okunmadığı takdirde, çatışmaya dikkat çekerek, mutlak güce teslim olmanın dışında alternatif olmadığı vehmine kapılınacaktır. Ya cehennem ya da küreselleşme, diyalog, çoğulculuk, kurtuluş teolojisi dayatması hu vehmi beslemeye yaramaktadır.
Modem dünya, felsefi önerilerini ellerindeki dinsel metinlerle temell.endirıneye çalışmaktadır. Bizden talepleri ise korunulmuş olan vahyin üretilmiş değer olan dinselmetinlerini tasdiktir. Dinsel çoğulculuk veiveya dinlerarası diyalog, küreselleşme, hoşgörü v.b. kavramlarla ifade edilen süreç Kur'an'ın belirleyiciliğini speküle ederek boşa çıkarmak; hatta farklı duruşları simgeleyen her bir yerel kültürü sıfırlamayı hedefler. Yerine ikame edilmek istenen ise "evrensel dini uyanış", "global din"dir (Bkz.: Yazçiçek, 2003). Varmak istedikleri yeni hedef ise "Dinlerin Bir Kurtuluş Teolojisi"dir.
Modem zihnin ürünü felsefi bir yaklaşım olarak da değerlendirebileceğimiz Özgürlük Teolojisi'ne İslami izdüşüınler aramak hele hele bu
90
teoloji denemesinin amaç itibariyle tüm peygamberlerin yapmak istedikleri amaçla örtüştüğünü düşünmek veya söylemek a'mak-ı hayalin de ötesine geçmeyi gerektirir. Modem toplumların çok karmaşık problemleriyle birlikte çözüm arayışlan da farklı farklıdır. Bunların içerisinde materyalist bir zeminde çözüm arayanlada birlikte dinsel zemine dayalı farklı paradigmalar da doğmaktadır. Hızla sekülarize olan toplum aynı zamanda çözümsüzlüğü de yaşamaktadır. Çözümsüzlükle birlikte yeni sorunlara da sebep olan seküler öneriler karşısında toplum bu kez yeni metafizik alanlarda çözüm arayışma girmektedir.
Geleneksel referansını Hıristiyan teolojisinden alan Kurtuluş Teolojisi, Latin Amerika'da ortaya çıkmış, daha çok Latin Amerika ile sınırlı kalmış, Marksist hareketle baskılanmış dönemsel bir ilahiyat söylemi olarak görülebilir. Kurtuluş Teolojisi, çan kilise imanına başkaldırırken problemlerini kısmen lncil'e atıfla ifade eden; ancak, gerek gördüğünde İncildinamiğinede ters düşmeyerazı olan bir paradigmadır. Dolayısıyla dinsel olmaktan öte daha çok pragmatik, yeni, modem dönemin problemlerine çözüm arayışmda olan ilahiyattan da beslenen bir hareket söylemidir.
Kurtuluş Teolojisi, Emperyalizme başkaldırı ve kendi şartlarının çarpıklıklarmı dinsel içeriğiyle sorgulayıcıdır; dini tercihleri olsa da bunlar yok denecek kadar az olan, bir harekettir. Bunu bir ilahiyat söylemi olarak analize konu edinmemiz de bundandır. Dolayısıyla Kurtuluş Teolojisi, içinde qoğduğu şartlada birlikte değerlendirilmelidir. Keza, ilgili paradigma, toplumsal açılım getirmekle berabeı: paradigmanın oluşmasını daha çok toplumsal realite sağlamıştır. Bu teoloji, akademik teorilerden öte pratikten teoriye gelişen bir hareketidir. Bu yaklaşımın nasıllann niçinleri belirlediği empirik bir olgu olarak tanımlanabileceğini düşünüyorum. Bundan dolayı dinsel mahiyetli tanırnma rağmen sorumluluk alanı itibariyle empirik-etik dışına çıkamadığı kanaatindeyim. Marksizmle, vahyi taban tabana zıt zeminde oldukları halde ilgili teoloji ikisini ortak konumlarda buluşturmaya çalışmaktadır ve bu yazı boyunca iddia edildiği üzere oldukça sorunlu bir pozisyondur.
Araştırmamızda vardığımız bir diğer sonuç, Kurtuluş Teolojisi'nin İslami izdüşümleri arayışı içinde olanların söylediklerinin tam aksine bu teolojinin ne amaç ne de yöntem itibariyle hiçbir peygamberin getirdiği öğretilerle örtüşmediğidir. Zira epistemik zeminleri, amaçları, yöntemleri farklı olan; dinsel metinlerden esinlenen bir beşert doktrinle, korunmuş; tek vahye dayalı din olan İslam'ı amaçlan bakımından ör-
' Ramazan Yazçiçek 1 Kurtuluş Tea/ojisi imkanı 91
. tüşme içerisinde görmek mümkün değildir. İslam, eklemlenmeye ihtiyaç duymaclığı gibi özüne ters unsurları almayı da kabullenmez. Çünkü Müslümanlar için ancak İslam, bir bütün olarak Kurtuluştur.
KAYNAKÇA
Aktaş, Faruk (2001) Kur'an'da Cehalet Kavramı, İstanbul: Ekin Yayınları. Aydın, Mahmut (2003) "Özgürlük Teolojisinin lslami lzdüşümleri", Tezkire, Ankara: s:
31-32, s.l37-156. Aydın, Mahmut (2000) "Bir Hıristiyan Kurtuluş Teolojisinden Dinlerin Bir Kurtuluş Te
olojisine Doğru", Divan, İstanbul: s: 9, s. 133-150. Ceviz ci, Ahmet (2000) Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigı:lı.a Yayınları. Ebu Zehra, M. (1990) Islam Hukuku Metodolojisi, Çev.: Abdulkadir Şener, Ankara:
Fecr Yay., 5. Baskı. Erdoğan, Mehmet (2000) Islam Hukukunda Ahkamın Değişmesi, Istanbul: lFAV. 4.
Baskı.
Köse, Saffet (1991) Şamilislam Ansiklopedisi, "Maslahat" mad., Istanbul: Şamil Yayınevi.
Kutup, Seyyid (1995) Yoldaki Işaretler, Çeviri: Mustafa Özel, !stanbul: Özgün Yayıncılık.
Küçükaydın, Demir (2004) "Marksizm ve Din-Marks Sonrası", Tarihsel Maddecilik ve Sosyalizmin Sorunları Forumu, htm:l/150.parsimonv.netlforum207260/messagesl677.htm
Kitabı Mukaddes (1995) "Eski Alıit/Yeni Ahit", Istanbul: Ohan Matbaacılık. Ünal, Ali (1990) Kur'an'da Temel Kavramlar, Istanbul: Beyan Yayınları. Mayer, jean François (2000) "ll. Vatikan: Konsili'nden Sonra Hıristiyan Dünyasındaki
Yeni Temayüller ve Gelişmeler", Divan,lstanbul: s: 9, s. 75-112. Mevdudi, Ebu'i-Ala (1985) Hz. Peygamberin Hayatı, İstanbul: Pınar Yayınları. Löwy, Michael (2004), "Marksizm ve Din-Kurtuluş Teolojisi Meydan Okuyor-", Tarih
sel Maddecilik ve Sosyalizmin Sorunları Forumu, http://150.parsimonv.net/forum202260/messages/677.htm