dr. ayşe kutluhan doĞan İstanbul-2006
TRANSCRIPT
1
T.C
Sağlık Bakanlığı
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Eğitim Şefi: Uz. Dr. Oktay İNCEKARA
KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERLİ OLGULARDA RADYOTERAPİNİN SERUM VASKÜLER ENDOTELYAL BÜYÜME FAKTÖRÜ VE PERİFERİK KAN
TROMBOSİT DÜZEYLERİ ÜZERİNE ETKİSİ
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Ayşe KUTLUHAN DOĞAN
İstanbul-2006
2
İÇİNDEKİLER SAYFA ÖNSÖZ ................................................................................................................... 1 GİRİŞ VE AMAÇ................................................................................................... 2 GENEL BİLGİLER................................................................................................ 4 MATERYAL VE METOD..................................................................................... 19 BULGULAR........................................................................................................... 24 TARTIŞMA............................................................................................................. 27 ÖZET....................................................................................................................... 35 SUMMARY............................................................................................................. 37 KAYNAKLAR........................................................................................................ 39
3
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimimi tamamladığım, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Başhekimi Sayın Doç. Dr. Ali İhsan Dokucu’ya saygılarımı sunarım.
Radyasyon Onkolojisi uzmanı olmam noktasındaki motivasyonu, uzmanlık eğitimime
katkıları ve tez çalışmam sırasında ilgi ve desteğini gördüğüm değerli hocam Şişli Etfal
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Sayın Dr. Oktay İncekara’ya saygı ve teşekkürü
borç bilirim.
Uzmanlık eğitimim sırasında daima destek ve yardımlarını gördüğüm Şişli Etfal Eğitim
ve Araştırma Hastanesi Klinik Şef Yardımcısı Sayın Dr. H. Orhan Kızılkaya’ya ve Klinik Şef
Yardımcısı Sayın Dr. Öznur Aksakal’a ve değerli uzmanlarımıza teşekkür ederim.
Asistanlık sürecinde birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum asistan arkadaşlarım ve
tüm klinik çalışanlarına teşekkür ederim.
İlgi ve desteklerini tez çalışmam sırasında daima yanımda hissettiğim Okmeydanı
Eğitim Hastanesi Klinik Biyokimya Şefi Dr. Sembol Türkmen’e, sevgili eşim Dr. Serkan
Doğan’a ve aileme teşekkür ederim.
4
GİRİŞ VE AMAÇ
Akciğer kanseri, halen kansere bağlı ölümlerin başta gelen nedeni olup, prognozu son
derece kötü olan bir hastalıktır. Akciğer kanserlerinin %80’ini küçük hücreli dışı akciğer
kanseri (KHDAK) teşkil etmektedir. Tanı anında hastalığın evresi en önemli prognostik
faktördür. Son yıllarda değişik mekanizmalarla etki gösteren, daha az yan etkisi olan çok
sayıda yeni ajan KHDAK’nin tedavisinde kullanılmıştır. Tedavideki tüm gelişmelere rağmen,
beş yıllık sağkalım %10-15 civarındadır.
Yeni etkin tedavi modalitelerinin geliştirilmesi, kanserli hücrenin davranış ve
biyolojisinin anlaşılması ile ilişkilidir. Bu nedenle, son yıllarda akciğer kanseri moleküler
biyolojisindeki çalışmalara hız verilmiş ve bu konuda önemli bir bilgi birikimi sağlanmıştır
(1-3). Son 20 yıl içinde akciğer kanseri moleküler biyolojisinde ortaya çıkan gelişmeler ile,
uygun hasta gruplarında, konvansiyonel sitotoksik kemoterapinin yanı sıra, yeni geliştirilmiş
spesifik ajanların tedavide kullanımları gündeme gelmiştir.
Yeni damar yapımı (anjiogenez, neovaskülarizasyon) vücutta fizyolojik olarak yara
iyileşmesi; embriyogenez, menstrüel siklus vb. durumlarda söz konusudur. Patolojik
anjiojenez ise başta tümörler olmak üzere kollajen doku hastalıkları (romatoit artrit vb.),
retinopatiler ve psöriasis gibi hastalıklarda mevcuttur (1). Onkolojide; tümör dokusunda
gerçekleşen bu patolojik anjiogenez 1970’lerden itibaren ilgi konusu olmuştur. Günümüz
teknolojisiyle birlikte anjiogenez mekanizmaları anlaşılmaya çalışılmış ve anti-anjiogenik
tedavi yaklaşımları geliştirilmeye başlanmıştır. Açıktır ki; kanserli bir hastaya anti-anjiogenik
tedavi uygulamak suretiyle; yara iyileşmesi, gebelik vb. gibi bir durumun olmadığı ortamda
hastaya hiçbir yan etki olmadan, sadece tümörün etrafındaki damar yapımı bloke edilerek
etkili ve spesifik bir tedavi yaklaşımı yapılmış olacaktır (2,3). Tümör ilişkili anjiogenez;
spesifik büyüme faktörlerine, endotel hücre reseptörlerinin aktivasyonuna ve endotel
hücrelerinin çoğalma kapasiteleri ile buna hizmet eden hücre dışı matriks komponentlerine
bağlıdır. Anjiogenik moleküller içinde en önemlisi ve üzerinde en çok durulanı Vascular
Endotelial Growth Factor (VEGF)’ dür.
Sonuç olarak, son yıllarda kanser tedavisi için yapılan araştırmalarda tümör çoğalması ve
metastazının mekanizmalarının anlaşılması için uğraşılmakta ve bu mekanizmaları hedef alan
5
tedaviler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Anti-anjiogenik tedavi de bu görüşle ortaya atılmış,
gerek tek başlarına gerekse konvansiyonel tedavilere ek olarak kullanılmaya başlanmış ve yan
etkilerinin klasik ilaçlara göre az olmasıyla kanser tedavisinde önemli bir yer bulmuştur.
Tümör biyolojisi ve onkogenez konularındaki hızlı gelişmelere paralel olarak, bir çok başka
tümörlerde olduğu gibi, KHDAK’de de yeni moleküler hedefler bulunmuştur. Bu biyolojik
yolları hedef alan yeni ajanlar KHDAK’nin tedavisinde güncel araştırma konusu olmuşlardır.
Bu çalışmada radyoterapinin tümör dokusuna dolayısı ile en önemli anjiojenik
moleküllerden biri olan VEGF üzerine etkisini göstermek hedeflenmiştir. Bu amaçla değişik
evrelerdeki KHDAK tanısı almış 21 hastada Radyoterapi (RT) uygulaması öncesinde ve
sonrasında serum VEGF düzeyleri çalışılarak RT’nin serum VEGF düzeyi üzerine etkisi
irdelenmiştir. Değişik tedavi modalitelerinin tek tek kullanılmalarından ziyade kombine
kullanımlarının tedavi cevaplılığını artırabileceğini belirlemesi açısından yol gösterici olacağı
düşünülmektedir.
Ayrıca anjiyogenezisin değerlendirilmesinde ilave faktör olarak periferik kan trombosit
düzeylerinde meydana gelen değişikliklerin serum VEGF düzeyi ile korelasyonu
incelenmiştir.
6
GENEL BİLGİLER
AKCİĞER KANSERİ
Bu yüzyılın başında akciğer kanseri nadir bir hastalık iken şu an tüm dünyada en çok
ölüme yol açan kanserdir. Dünyada tüm kanserlerin % 12.8'ini, kanser ölümlerinin % 17.8'ini
akciğer kanseri oluşturur. Tüm dünyada global olarak insidans her yıl % 0,5 artmaktadır (1).
Ülkemizde toplamda ve erkeklerde en sık görülen kanser tipidir. Yıllık insidans erkeklerde:
100.000'de 61.6, kadınlarda; 100.000'de 5.1 dir. Erkeklerde tüm kanserlerin % 38.6'sını,
kadınlarda ise % 5.2'sini oluşturur (2).
Etyolojik Faktörler;
1- Sigara:
2- Endüstriyel ve çevresel maruziyet:
3- Genetik yatkınlık: Tüm sigara içicilerinin sadece % 10-20’ sinde akciğer kanseri gelişimi,
genetik yatkınlığın önemine işaret etmektedir (3,4). Akciğer kanserli hastaların hem sigara
içen hem de içmeyen akrabalarında akciğer kanseri riski 2.4 kat artmıştır. Artmış ailesel
riskin; yaş, cinsiyet, mesleksel maruziyet ve sigara içiciliğinden bağımsız olduğu ve akciğer
kanserine predispozisyon yaratan nadir bir otozomal genin Mendelyen kodominant kalıtımı
ile ilişkili olduğu ileri sürülmüştür (4,5). Son 20 yıl içinde akciğer kanseri moleküler
biyolojisinde ortaya çıkan gelişmeler ile, belirli hasta gruplarında adjuvan tedavi,
konvansiyonel sitotoksik kemoterapi veya yeni gelişmekte olan özel hedeflenmiş ajanların
tedavide kullanımları gündeme gelmiştir. Bu nedenle son yıllarda moleküler biyolojiye
dayanan uzun süreli sağkalımı belirleyebilecek yeni evreleme sistemleri geliştirilmeye
çalışılmaktadır ( 6,8 ).
Karsinogenez çok basamaklı bir süreçte değişik karsinojenlerin (kimyasal, fiziksel ve
viral) etkisiyle oluşan genetik ve epigenetik hasarlanmalarla gerçekleşir. Kanserlerde oluşan
7
genetik değişiklikler, kromozomal düzeyde (kromozom kayıpları) ya da tek bir nükleotid
düzeyinde (tek ya da multipl baz değişiklikleri ya da DNA promotor bölge metilasyonu)
oluşabilir.
Kanser hücresinin büyüme ve çoğalma sürecinde meydana gelen genetik değişiklikler
(onkogenler, tümör süpresör genler), konakçı faktörleri (enzim polimorfizmi) ve tümör
konakçı etkileşimi (anjiogenez, invazyon, metastaz) sonucunda tümöral kitle oluşur (9,10).
Bazı genlerin, özellikle de karsinojen metabolizması ile ilişkili genlerdeki kalıtsal
polimorfizmin çeşitli çevresel maruziyetler ile stümülasyonu sonucu bireyde akciğer kanseri
gelişme olasılığının arttığı gösterilmiştir. Bunun dışında, DNA tamiri, hücre büyümesi, sinyal
iletimi ve hücre siklus kontrolu ile ilişkili genler de akciğer karsinogenezisinin değişik
aşamalarında hasar görebilir. Akciğer kanserlerinde görülen genomik dengesizlik; pek çok
kromozomal (anöploidi) ve yapısal sitogenetik anormallikleri (delesyon, amplifikasyon,
nonresiprokal translokasyonları) içerir. Anöploidi, mitotik check-point (kontrol noktası)
fonksiyonlarındaki kayıp ile ilişkilidir. Günümüzde genomik hibridizasyon, flörosan in-situ
hibridizasyon (FISH) gibi teknikler sayesinde bu genetik ve preneoplastik hücresel
değişiklikler daha ayrıntılı incelemektedir. Klinik olarak akciğer kanseri gelişene kadar 10-20
adet genetik hasarın oluşması gerektiği bilinmektedir (9-13).
Akciğer karsinogenezinde majör genetik olaylar şöyle sıralanabilir(7,10,14);
I. Onkogenlerin mutasyonel aktivasyonu
II. Tümör süpresör genlerin inaktivasyonu
III. Hücre siklus regulasyonunda görev alan genlerde ortaya çıkan değişiklikler
IV. DNA tamirinde görev alan genlerde ortaya çıkan değişiklikler
V. Büyüme faktörleri ve reseptörlerine ilişkin değişiklikler
Mutasyon iki ana gen sınıfını hedef alır. Hücre çoğalmasını uyaran genler (onkogenler)
ve tümör baskılıyacı genler. Epitelyal büyüme faktörü (EGF) reseptörünü kodlayan ERBB1
geni ve RAS protoonkogenleri daha çok KHDAK olgularında izlenen mutasyonlardan
sorumludur. Son yıllarda proto-onkogen olarak adlandırılan normal ve genellikle hücrenin
bölünmesi ile ilgili işlevlerde rol alan genlerin sigara dumanı, radyasyon, kimyasal ajanlar ve
virüsler gibi eksojen etkenlerle onkogen haline geçerek karsinogeneziste birçok gelişmelere
yol açtıkları anlaşılmıştır. Akciğer kanseri ile ilgili aktive onkogenlerin 6 familyası vardır: En
önemlileri ras (H-ras, K-ras, N-ras) ve myc (N-myc, C-myc, L-myc)'dir (15).Baskılayıcı
8
genler içinde en fazla araştırılanı ise p53 geni mutasyonudur. p53, 17p kromozomuna
yerleşmiş nükleer bir fosfoprotein olup özellikle DNA hasarına cevap olarak hücre siklusunu,
DNA sentezi ve onarımını, hücre differansiyasyonunu ve apoptozisi kontrol eden genleri
düzenleyen proteini kodlar. Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) olgularının % 90'ında ve
KHDAK olgularının ise % 50'sinden fazlasında bu kromozom lokalizasyonunda anormal
mutasyonlar izlenebilir.
Akciğer kanseri riski ile ilişkili 2 kalıtsal faktör; Aryl Hydrocarbon Hydroxylase (AHH)
sistemi ve Debrisoquin metabolik fenotipidir. Her ikisi de sitokrom p450 sisteminin
parçalarıdır. AHH enzim sistemleri polisiklik aromatik hidrokarbonları ve arilaminleri güçlü
karsinojenlere aktive edebilir. Ayrıca glutatyon S-transferaz (GST-M 1) ve N asetil tranferaz
(NAT), NNK (CYPZD 6) tütüne spesifik karsinojenler son yıllarda üzerinde durulan önemli
maddelerdir (16).
Anjiyogenez-Tümör İnvazyonu ve Metastaz
Kanser hastalarında tedavinin yetersiz olmasının en büyük nedeni tümör invazyonu ve
metastazdır. Metastaz primer tümörün en erken oluşum evresinden itibaren başlar ve zaman
içinde tümörün büyümesine paralel olarak büyür. Tümörler histolojik tiplerine göre farklı
metastaz gücüne sahiptirler. Pek çok epitel kökenli tümörde tümör hücresinin yayılımı
tümörün damarlanmasından kısa bir süre sonra meydana gelmektedir.Tümör oluşumu pozitif
yönde (aktive onkogenler, büyüme faktörleri, proteazlar, motilite sitokinleri) ve negatif yönde
(tümör baskılayıcı genler, büyüme faktör inhibitörleri, metastaz baskılayıcı genler, proteaz
inhibitörleri) etkili olan elemanların pozitife doğru kaymaları sonucunda meydana gelir (17)
(şekil 1) .
9
.
Şekil 2. Normal doku onarımı ve tümörlerde anjiyogenezi uyaran ortak yollar
YARA TÜMÖR
⇓ ⇓ DOKU HASARI PROGRESSİV BÜYÜME
(+)
HİPOKSİ ⇑
⇓
VEGF, TNF-α, FGT, TGF β ⇑
⇓
HİPERPERMİABİLİTE ⇑
⇓
FİBRİN OLUŞUMU ⇑
⇓ ANJİYOGENEZ VE FİBRİNOLİZ
DOKUNUN YENİDEN ŞEKİLLENMESİ TÜMÖR GELİŞİMİ VE
VE NORMAL DAMARLANMA DİSFONKSİYONEL DAMARLANMA
Metastaz oluşumunda ise tümör hücreleri, önce primer tümör bölgesinde çoğalır,
interstisyel stromaya girer, buradaki kan damarları yoluyla dolaşıma katılırlar. Dolaşıma
10
katılan tümör hücreleri hedef organa ulaşarak, hedef organın prekapiller venüllerinde endotel
bazal membranına penetre olarak metastatik kolonileri başlatırlar (17) (şekil 3).
Anjiogenezis yeni kapiller damar gelişimi olup embriyonik gelişme, yara iyileşmesi ve
organ hipertrofisi gibi fizyolojik olaylar döneminde görülmektedir. Ancak kontrolsüz
anjiogenezis birçok patolojik durumun varlığında; diyabetik retinopati, ateroskleroz, kronik
enflamasyon, tümör büyümesi ve metastazından sorumlu tutulmaktadır. Anjiogenezis
ekstrasellüler matriks, solubl faktör ve hücreler arasındaki etkileşim sonucu; endoteliyal
hücrelerin differansiasyonu, migrasyonu ve proliferasyonu ile seyreden kompleks bir işlemdir
(18).
Anjiogenesis birçok neoplastik ve non-neoplastik hastalığın etiyopatogenezinden ve
ilerlemesinden; özellikle solid tümörlerin büyüme ve metastaz yapmasından sorumlu
tutulmaktadır. Tümörde hipervaskülarizasyonun başlangıçtaki bir enflamatuvar olaya cevap
veya tümörün nekrotik ürünlerine bağlı olabileceği ileri sürülmüştür (19).
Çoğu insan tümörü başlangıçta aylarca, hatta yıllarca vaskülarizasyonsuzdur. Fakat sonra
vaskülarize olur ve hücre alt grupları anjiogenetik fenotipi başlatır. Prevasküler dönemde
tümör iyi perfüze olur, nadiren 2-3 mm3 ten büyük ve milyon veya daha fazla hücre içerir.
Prevasküler dönemde veya mikrometastaz döneminde hücreler hızla çoğalır, genişler,
vaskülarize olur; yeni damar oluşumu yeterli olmazsa hücreler nekroza uğrar (19).
Anjiogenesisi düzenleyen pozitif ve negatif regülatörlerin varlığıdır. Tümör hücreleri bir veya
daha fazla pozitif regülatörle uyarıldığında anjiogenik protein ekstravasküler matrikse geçer
ve anjiogenesisi başlatır. Kanserli hastaların biyopsi örneklerinde anjiogenesisin saptanması
11
metastaz veya rekürens tahminini sağlar. Hematolojik malignensilerde de anjiogenesisin
prognostik rolü vardır. Kemik iliğinin lenfoid dokuya benzediği kabul edilmektedir. Lenf
nodu, karaciğer, dalak ve lenfohematopoetik doku büyümesi ve fonksiyonu intravasküler
yataktaki dolaşıma bağlıdır (20). Tümörler yeni damar yapımını gerçekleştiremedikleri
taktirde etraf damarlardan difüzyonla beslenir ve en fazla 0,5 – 1 cm3’lük hacme kadar
büyüyebilirler. Bu hacimden sonra çoğalmaları ve metastaz yapabilmeleri için anjiogenez
gereklidir (21).
Tümör ilişkili anjiogenez; spesifik büyüme faktörlerine, endotel hücre reseptörlerinin
aktivasyonuna ve endotel hücrelerinin çoğalma kapasiteleri ile buna hizmet eden hücre dışı
matriks komponentlerine bağlıdır.
Anjiojenezde birçok ajan rol alır. Bunlar; tümör hücrelerinden, monosit, fibroblast gibi
ortamdaki diğer hücrelerden ve kollajen matriksin yıkımı sonrasında açığa çıkabilirler (22).
BÜYÜME FAKTÖRLERİ VE RESEPTÖRLERİ
Kanser hücreleri, çeşitli hormonlar üretirler ve bu hormonların hücre yüzeyindeki
reseptörleriyle etkileşimi sonucunda kendi büyümelerini otokrin yollarla stimüle ederler (23).
Neoplastik hücrelerin birçok büyüme faktörünün salınımı ile çoğalma avantajı sağladıkları
bilinmektedir (24). Pek çok büyüme faktörü ve reseptörü akciğerde kanser hücreleri ve
normal hücreler tarafından eksprese edilmektedirler (25).
Eğer bir tümör hücresi, hem bir büyüme faktörü hem de reseptörünü taşıyorsa kendisini
uyaran büyüme halkasına sahip demektir. Buna ‘Otokrin Büyüme Halkası’denir. Otokrin
hücreler normal hücrelerde de bulunur, ancak sadece fizyolojik uyarılara yanıt verirler.
Dengeli büyüme için karşılıklı düzenleyici sistemler birarada bulunur. Kanser hücrelerinde ise
bu dengeler bozulmuştur (26). Ancak tek bir büyüme faktörü kanser gelişimini regüle
edemez.
Pek çok büyüme faktörü ve reseptörü “multiotokrin loop” oluşturarak etki gösterirler.
Metastaz ve invazyonun da bu büyüme faktörleri ve reseptörlerinin etkileşimi sonucunda
ortaya çktığı kabul edilmektedir (25,27). KHDAK’ lerinde karakteristik olarak K-ras ve
EGFR ve ligandları aktive olurken, KHAK’de nöropeptidler ve reseptörleri aktive olur (28).
Kan desteği olmayan kanser kolonileri çap olarak 1 mm’den daha fazla büyümezler. Yeterli
kan desteği olmayan koloniler istirahat halinde değillerdir (yani hücre siklusunun G0
fazındaki gibi değillerdir): bu durumdaki koloniler tipik olarak daha hızlı prolifere olurlar
12
fakat artmış proliferasyon hızına kompensatuar olarak hücre ölümü de artar. Kan akımı
sağlandıkdan sonra, hücre ölüm hızı azalır ve tümör hızla büyür.
Tümörler neovaskülarizasyon olmaksızın ancak 1-2 mm boyuta ulaşabilirler. Tümörün
büyümesi için yeni damar yapıları ile desteklenmesi gerekir (29,30). Mikrodamar dansitesi bu
yeni damarlanmanın morfolojik bir göstergesi olarak saptanmıştır ve metastaz ve sağkalımda
azalma ile ilişkili bulunmuştur. Yeni damarların oluşumu, kompleks bir süreçtir ve endotel
hücre proliferasyonunu ve migrasyonunu stümüle eden faktörler arasındaki dengeye bağlıdır.
Bu olaylar kaskadının tetiklenmesi için tümör hücrelerinden çeşitli enzimler, büyüme
faktörleri ve anjiogenik maddeler salınması gerekir. Vasküler büyüme faktörleri olarak başlıca
PD-ECGF, VEGF ve HGF tanımlanmıştır (29,30,31).
Tablo 1- Önemli Anjiogenik Faktörler ve Etki Mekanizmaları (32).
FAKTÖR ETKİ MEKANİZMASI
VEGF Endotelyal mitojen,
Survival faktör,
Permeabilite indükleyici
Basic Fibroblast Growth Factör
(bFGF / FGF-2)
Endotelyal mitojen,
Anjiogenez indükleyici
Survival faktör
Flk-1 Ekspresyon indükleyici
FGF-1, FGF-3, FGF-4 Endotelyal mitojen
Anjiogenez indükleyici
Transforming Growth Factor - α
(TGF-α)
Endotelyal mitojen
Anjiogenez indükleyici
VEGF ekspresyonu indükleyici
Epidermal Growth Factor (EGF) Zayıf endotelyal mitojen
VEGF ekspresyonu indükleyici
13
Hepotocyte Growth Factor / Scatter
Factor
( HGF/SF )
Endotelyal mitojen, mitojen
Anjiogenez indükleyici
Transforming Growth Factor - β
(TGF-β)
Endotelyal büyüme inhibisyonu
Anjiogenez indükleyici
VEGF ekspresyonu indükleyici
Tumor Necrosis Factor - α (TNF-α) Endotelyal mitojen
Anjiogenez indükleyici
VEGF ekspresyonu indükleyici
Platelet Derived Growth Factor
( PDGF )
Endotelyal mitojen
Endotelyal motilite faktörü
Anjiogenez indükleyici
1. Epidermal Growth Faktör (EGF),
Transforming Growth Faktör-a(TGF-a) ve EGF Reseptörü (EGFR)EGF v e TGF-a , hücre
proliferasyon ve differansiyasyonunu uyaran mitojenik etkileri gösterilmiş olan
peptidlerdir. EGF, yüzey reseptörü aracılığı ile etkilerini gösterir (14,33,34). EGFR,
tirozinkinaz aktivitesine sahip bir transmembran glikoproteindir. Tirozin kinazlar hem
normal hücre büyümesi ile hem de malign transformasyon ile ilişkili proteinlerdir
(23,35,36). Pek çok çalışmada aberran EGFR sinyalizasyonu ve EGFR regülasyon
bozukluğunun tümör gelişimi ile ilişkili olduğu gösterilmiştir (23,35,36). EGFR' nün
apoptozis inhibisyonu, hücre motilitesinde artış, protein sekresyonunda artış, adezyon,
invazyon,hücre yaşam süresinde artış, diferansiyasyon,anjiyogenez ve metastaz gelişimi
gibi pek çok olayda önemli rol aldığı gösterilmiştir (35,37-40). Yüksek düzeyde EGFR
ekspresyonu ileri evre hastalık, metastatik fenotip gelişimi, sağkalımda azalma ve kötü
prognoz ile ilişkili bulunmuştur (24,38-43,44). KHDAK’ lerinin % 13-80’inde EGFR aşırı
ekspresyonu saptanmıştır. Özellikle yassı hücreli akciğer kanserlerinde normal dokunun
2-3 katı EGFR ekspresyonu söz konusudur (24).
14
2. Transforming Growth Faktör-ß1 (TGF-ß1)
Hücre fonksiyonlarının regülasyonunda rol oynayan bir polipeptit olup, normal epitelyal
hücrelerin büyümesini inhibe eder (27,45). TGF-ß peptidleri, hücre büyümesi,
diferansiyasyonu, adezyon, migrasyon,anjiogenez, ekstrasellüler matriks formasyonu ve
immün fonksiyonları etkileyen multifoksiyonel polipeptidlerdir (46). Neoplastik hücreler
inhibitör aktivitelere karşı direnç geliştirirler. Neoplastik hücrelerde TGF-ß1 ekspresyonu
gösterilmiştir. TGF-ß1’in anjiogenezde, stromal formasyonda ve immün fonksiyonlarda
rolü olup, tümör progresyonuna etkisi olduğu gösterilmiştir. TGF-ß1, angiogenezi stümüle
eder, immun fonksiyonları baskılar, adezyon molekül ekspresyonu ve ekstrasellüler
matriks komponentini arttırarak metastatik potansiyeli arttırır (45).
3.Hepatosit Growth Faktör (HGF)
Plazmada bulunan ve trombositlerden sentezlenen HGF, esas olarak karaciğer
rejenerasyonunda rol oynar. Epitel hücre proliferasyonu, migrasyon ve
differansiyasyonunda rol oynar. HGF, normal akciğerde çok düşük düzeyde eksprese
edilir. Yaralanma sırasında HGF ekspresyonu artar. Embriyonal akciğerde tomurcuklanma
ve dallanmayı uyarır. KHAK ve KHDAK’lerinde HGF ekspresyonu artmıştır. Opere
edilebilir KHDAK’lerinde yüksek HGF düzeyi kötü prognozu gösterir (26).
4. Fibroblast Büyüme Faktörü
Mezenkimal, nöronal ve epitelyal hücreler üzerine mitojenik etki gösterir. Tümör
anjiyogenezini uyarır (47).
5. Stem Cell Faktör (SCF/c-kit)
SCF çeşitli sitokinlerin yardımıyla myeloid ve lenfoid öncü hücrelerinin proliferasyonunu
arttırır, ciltteki mast hücreleri ve bazofillerin aktivasyonunu uyarır (26,47).
6. Nikotin ve Opioid Reseptörleri
Akciğer kanseri hücrelerinde nikotin ve opioid reseptör ekspresyonu mevcuttur. Opioidler,
kanser hücresini baskılar ve apoptozisi uyarırlar. Aksine nikotin reseptörleri, opioidlerin
apopitotik etkilerini antagonize ederler (27). Nikotin-opioid etkileşimi, akciğer kanserinin
3/4’ünde gösterilmiştir (12).
15
7. Matriks Metallo Proteinazlar (MMP)
Bronşiyal in-situ karsinomdan invaziv ve metastatik akciğer kanserine progresyon, bazal
membranın yıkımı, çevre dokulara invazyon, lenf ve kan damarlarına intravazasyon, damar
dışına ekstravazasyon ve sekonder bir dokunun invazyonu sonucunda oluşur (48). Tümörün
yayılımı için çeşitli derecelerde doku yıkımı gereklidir. Ekstrasellüler matriksin degradasyonu
ve bazal membrana penetrasyonu tümörün invazyonu ve metastatik yayılımda önem taşır. Bu
yeteneğe sahip olan MMP ailesi, proteolitik enzimlerden oluşup, KHDAK gelişiminde önemli
bir yeri olduğu çeşitli çalşmalarda gösterilmiştir. MMP-2 (Gelatinase A)’ın aşırı ekspresyonu
KHDAK’ lerinde kötü prognozu gösteren bağımsız bir risk faktörüdür (49). Aynı şekilde
MMP-9 bazal membrandaki tip 4 kollajeni parçalayan bir endopeptidazdır ve kötü prognozu
gösteren bağımsız bir risk faktörü olarak bilinmektedir (50).
8. PD-ECGF
Endotelyal hücre proliferasyonu uyaran bir faktördür. Nükleik asit sentezinde kullanılan
timidin fosforilaz enzim aktivitesine benzer etkisi olduğu gösterilmiştir. Özellikle karaciğer,
akciğer, dalak ve lenf nodlarında PD-ECGF ekspresyonu yüksektir. O’ Bryne ve ark. (31) nın
223 opere KHDAK’li hastada yaptıkları immunohistokimyasal çalışmada, VEGF ve PD-
ECGF’nin prognostik değeri olan anjiyogenik büyüme faktörleri olduğu ve mikrodamar
dansitesinin de KHDAK’lerinde prognostik öneme sahip olduğu bildirilmiştir.
9. VEGF
Anjiogenik moleküller içinde en önemlisi ve üzerinde en çok durulanı VEGF’dür. VEGF 46
kilodalton ağırlığında, homodimerik, heparin-binding glikoprotein yapısında bir molekül olup
çeşitli alt grupları tanımlanmıştır. VEGF A, B, C, D, E, ya da aminoasit sayılarına göre VEGF
121, VEGF 165, VEGF 189, VEGF 206 ve VEGF 145 gibi isoformları bulunmaktadır (51).
Fakat bunların dördü de endotel proliferasyonu, in vitro migrasyon ve in vivo permeabilite
açısından benzer fonksiyonlar gösterirler (52).
VEGF, endotelyal hücre büyümesinde rol oynayan anjiyogenik bir faktördür. Damar
permeabilitesini arttırır. Endotele spesifik mitojenik faktör olarak etki gösterir. Ekspresyonu
çeşitli genlere ve proteinlere bağlı olarak değişim gösterir (29). Mutant p53 proteini ve mutant
ras ekspresyonu VEGF ekspresyonunu arttırır (29,53,54).
Yuan ve ark, VEGF 189 isoform ekspresyonunun tümör anjiyogenezi, postoperatif relaps ve
sağkalım ile korelasyonunun diğer isoformlara göre daha yüksek olduğunu ve
KHDAK’lerinde prognostik bir belirleyici olarak kullanılabileceğini bildirmişlerdir (55).
16
VEGF biyolojik aktivitesini temel olarak üç reseptörü ile gerçekleştirir. Tirozin kinaz
yapısında olan bu reseptörleri VEGF-R1 (flt-1), VEGF-R2 (flk-1/KDR) ve VEGF-R3 (flt-4)
olarak sıralanabilir. Bunlardan VEGF-R1 ve R2 endotel hücreleri üzerinde iken VEGF-R3
lenf damarları üzerinde bulunmaktadır (56,57). VEGF reseptörlerinin aktivasyonu; fosfolipaz-
C, fosfoinositol-3 kinaz ve ras GTPaz aktivatör proteinleri gibi bir dizi hücre içi sinyal iletim
proteinlerini fosforile ederek endotel hücrelerinin proliferasyon, migrasyon ve
diferansiyasyonunu sağlar (58). Nitric oxide (NO) ise anjiogenezin VEGF bağımlı bir
mediyatörüdür. VEGF’in NO sentez enzimi üzerindeki uyarıcı etkisi sonucu oluşan NO,
endotel hücre migrasyonunda rol alır (59,60). Başta ras, src ve her-2 onkogenleri olmak üzere
VEGF düzeyi; p53 gen mutasyonu, IL-1β, IL-6, IL-10, IL-13, FGF-4, PDGF, TGF-β, IGF-1,
TNF-α ve NO gibi birçok endojen ajan ile düzenlenmekte ve tümör hücrelerinde VEGF
ekspresyonu artmaktadır (61). Düşük glukoz seviyesi, oksidatif stres ve özellikle hipoksik
ortamda düzeyi hızla artan hypoxia-inducible transcription factor-1 (HIF-1)’de VEGF
salınımında etkili rol oynamaktadır (62). Ayrıca, VEGF muhtemel temel anjiogenik faktör
olma özelliği yanında; VEGF’e maruz kalan damarlarda, endotel hücreleri arasında
fenestrasyon, veziküler organeller ve transselüler gap oluşumuna olanak sağlayarak vasküler
permeabiliteyi artırır (63). Endotel hücreleri için migratuar özelliğininin yanı sıra VEGF;
hücre dışı matriks yıkımından sorumlu olan matriks metalloproteazlar ile ürokinaz ve doku-
tipi plazminojen aktivatörlerinin salınımını da uyarır. Böylelikle invazyon ve metastazı da
kolaylaştırır (64).
VEGF bazı ilginç özelliklere sahiptir. Aşağıda belirtilen bu özellikler kanser tedavisinde
faydalı olmaktadır (65);
a. VEGF, olgunlaşmış ve prolifere olmayan kan damarı endotel hücrelerinde kendi
reseptörlerini indükler. Bu normal, istirahat halindeki endotel hücrelerinin VEGF reseptörü
yoktur ama VEGF’ye maruz kaldıklarında reseptörü üretirler.
b. VEGF, kan damarlarının oluşumuna yol açan diğer birçok büyüme faktörünün üretimini ve
aktivitesini indükler.
c. VEGF, c-ras ve VEGF üretimini daha ileriye götüren diğer onkogen ve büyüme faktörleri
tarafından indüklenir.
d. Normal gelişim için diğer faktörlere de gereksinim duyan normal kan damarlarının aksine,
VEGF tarafından indüklenen kan damarları sızdırma özelliğine sahiptir. Örneğin, fibrinojen
gibi VEGF ile indüklenen plazma proteinleri yeni oluşan damarlardan dışarı sızarlar. Böylece,
17
tümörün etrafında süngerimsi bir jel oluşur. Bu jel VEGF içerir: bu durum anjiogenezi daha
da ilerletir.
e. VEGF’ün, indüklenmiş epitel hücrelerinde apoptozisi baskıladığı görülmektedir.
Non-metastatik paraneoplastik sendromlar tümörün kendisine veya metastazına bağlı
olmaksızın gelişen bir grup bulgu ve semptomu içerir. Ektopik ACTH salgılanmasına bağlı
olarak Cushing sendromu, ADH'ın artmış üretimine bağlı “uygunsuz ADH sendromu” ,
jinekomasti, kemik metastazı olmaksızın ortaya çıkan hiperkalsemi, akantozis veya
hipertrikozis gibi deri lezyoları, lökomoid reaksiyon, trombositopeni veya trombositoz gibi
hematolojik değişiklikler de izlenebilir. Oldukça sık görülen ve ilerlemiş hastalığın bir
bulgusu olan trombositozis ise metastatik kemik iliği tutulumuna, myeloproliferatif
hastalıklara, ilaçlara, akut hemarojik episodlara ve tümörün yaptığı büyüme faktörlerine
bağlıdır. Bu bulgular genellikle primer tümörün tedavisi ile geriler ve nüks durumlarında
tekrarlayabilir (66).
AKCİĞER KANSERİNDE HEDEFE YÖNELİK TEDAVİLER
Akciğer kanserinin tedavisinde yoğun bir şekilde uygulanan KT rejimlerinin etkileri
geliştirilmeye çalışılmıştır. Ancak bu çabalara rağmen bu gruptaki hastaların prognozunda
ilerleme sağlanamamıştır. Son 20 yıldır akciğer kanseri moleküler biyolojisinde ortaya çıkan
gelişmeler ile özel olarak hedeflenmiş ajanların tedavide kullanımları gündeme gelmiştir.
EGF reseptörünün hem kanser biyolojisindeki patogenetik yeri, hem de tümör gelişimindeki
yeri göz önüne alındığında en çok EGFR inhibitörlerinin akciğer kanseri tedavisindeki rolü
araştırılmıştır. EGFR inhibitörü ajanlar KHDAK’de yüksek oranda ekprese edilen EGFR’nin
bloke edilmesi tirozin kinaz aktivitesinin inhibe edilmesi ve sonuçta hücre aktivasyonu ve
proliferasyonunun inhibisyonuna neden olurlar. Gefitinib (ZD1839,İressa) ve Erlotinib (OSİ-
774,Tarceva) daha önce KT ile tedavi edilen hastalarda yoğun olarak kullanılan ve araştırılan
ajanlardır. Bu ajanlar KHDAK’de ümit veren ajanlar olmakla birlikte rolleri tam anlaşılmış
değildir, yapılan faz III çalışmalarda platin temelli kombine KT’lere eklenmeleri ile de sağ
kalım avantajı sağlanamamıştır. Ancak seçilmiş hastalarda daha etkin olabilecekleri
belirtilmektedir. Japon ırkında, sigara içmeyen ve adenokarsinomlu özellikle kadın hastalarda
daha iyi sonuçlar bildirilmiştir. Gefitinib ileri evre KHDAK tedavisinde FDA onayı alarak
3.sıra KT ajanı olmuştur. Ayrıca moleküler hedefe yöneltilmiş tedaviler arasında hücre sinyal
iletim inhibitörleri, matriks metalloproteinaz inhibitörleri, antianjiogenesis tedaviler (VEGF’ü
hedefleyen Bevacizumab), antisens tedaviler, antikor tedaviler ve immünoterapiler yer
almaktadır (67).
18
Tümörler, anjiogenik faktörlerin üretimiyle karakterize dokular olduklarından, bunların
ekspresyonunun ya da etkilerinin inhibisyonu tümör anjiogenezinin baskılanmasında indirek
ancak etkili bir yaklaşımdır. Öncelikli hedefler içinde en çok tercih edilenler VEGF ve VEGF
reseptörleridir (32).
Anti VEGF Stratejileri
VEGF’in endotel hücreleri üzerinde bulunan transmembran tirozin kinaz reseptörlerine
bağlanması ile tetiklenen sinyal yolu, birçok seviyede farklı açılardan inhibe edilerek,
VEGF’in etkinliği önlenebilmektedir (68,69). Bu mekanizmaları 3 grupta toplayabiliriz;
1. VEGF inhibitörleri
2. VEGFR inhibitörleri
3. Monoklonal Antikorlar
VEGF’e yönelik monoklonal antikorlar;
rhuMab VEGF (Bevacizumab, Avastin); anti-anjiojenik ve anti-tümör etkinliği olan
rekombinant insan monoklonal VEGF antikorudur. Faz I çalışmalarında kemoterapi ile
birlikte kullanıldığında serum VEGF seviyelerini ölçülemeyecek seviyelere kadar düşürdüğü
ve farklı tümörlerde büyümeyi inhibe ettiği bulunmuştur. Ayrıca yakın zamanda yapılmış
randomize faz III çalışmasında metastatik kolorektal kanserli hastalarda konvansiyonel
tedaviye kıyasla klasik IFL tedavisiyle kombine edildiğinde hastalarda survinin önemli
derecede arttığı, tümör progresyonunda ciddi azalmanın olduğu ve tromboembolik
komplikasyonda herhangi bir artış olmadığı tespit edilmiştir. (70,71).
VEGF-trap; Faz I çalışmaları devam eden ve monoklonal antikorlara göre VEGF’ e
olan affinitesi çok daha yüksek olan spesifik VEGF antogonistidir. Cilt altı uygulanışı ise bir
diğer önemli avantajıdır (72).
19
VEGF reseptörlerine yönelik tedaviler;
VEGF sistemi aynı zamanda monoklonal antikorlarla yada spesifik tirozin kinaz
inhibitörleri aracılığıyla VEGF’in reseptörleri hedef alınarak da inhibe edilebilir. Bunlar
anjiojenezde direk veya indirek olarak rol alan VEGFR-1 (flt-1), VEGFR-2 (Flk-1), Tie-1 ve
Tie-2 gibi reseptörleri hedef alan küçük moleküllerdir. Bunların içinde ise en önemlisi,
özellikle tümör dokusunda endotel hücre proliferasyonu ve kemotaksisinden sorumlu olan
Flk-1 (VEGFR-2)’ dir (73).
VEGF reseptör tirozin kinaz inhibitörleri:
SU5416; klinik olarak test edilmiş ilk VEGF reseptör tirozin kinaz inhibitörüdür.
Parenteral uygulanan kinolon derivesi olarak SU5416, VEGFR-2 (Flk-1)’i inhibe eder (74).
Kısa yarılanma ömrü, aktif plazma konsantrasyonu için sık aralıklarla kullanılması, ve
özellikle gemcitabine/cisplatin kemoterapisi ile kombine kullanımda ortaya çıkan pulmoner
emboli, myokardiyal enfarktüs ve serebrovasküler olay geliştirmesi kullanımını
kısıtlamaktadır (75).
SU6668; VEGF, bFGF ve PDGF reseptörlerini inhibe eden oral kullanımlı anti-
anjiojenik ajandır (76). Günde tek dozluk uygulamalar hastalar tarafından tolere edilebilirken
doz arttıkça nefes darlığı, göğüs ağrısı ve perikardiyal effüzyona sebep olabilmektedir (77).
SU11248; ise geniş spektrumlu oral tirozin kinaz inhibitörüdür ve VEGF, PDGF, c-
Kit ile Flt-3 kinaz aktivitesini inhibe eder (78).
PTK787/ZK22854; oral VEGFR-1 ve –2 reseptör inhibitörüdür. Ataksia, vertigo,
hipertansiyon ve venöz tromboembolizm görülen yan etkileridir. Hepatik metastazı olan
kolorektal kanserli hastalarda kan akımını belirgin azalttığı gözlemlenmiştir. Kombine faz II
ve III çalışmaları sürmektedir (79).
20
ZD6474; ise hem VEGF hem EGF reseptör tirozin kinaz inhibitörüdür. Kullanımı
sırasında diyare ve cilt kızarıklığı görülmesi özellikle EGF reseptörlerinin yaygın olarak bloke
edildiğini göstermektedir (80).
CP-547,632 ise selektif VEGFR-2 tirozin kinaz inhibitörüdür. Paz I çalışmaları
sevindirici farmakokinetik sonuçlar vermektedir (81).
21
MATERYAL METOD
Çalışmaya 2004-2005 yıllarında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon
Onkolojisi Polikliniğine başvuran histolojik ve/veya sitolojik olarak KHDAK tanısı konulmuş
18 yaşından büyük, Karnofsky performans skalası (KPS) %70 ve üzerinde olan Evre IIIB ve
fonksiyonel veya medikal olarak inoperabl olan Evre IB, IIA, IIB, IIIA olmak üzere toplam
21 hasta (20 erkek, 1 kadın) alındı. Malign plevral efüzyonu olan ve daha önce başka bir
malignite tanısı almış olgular çalışma dışı bırakıldı. Klinik evreleme için sistemik fizik
muayene ve bu hastalıkta uygulanması gereken rutin görüntüleme yöntemleri kullanıldı.
Bu hastalarda rutin uygulama olarak yapılan evreleme tetkikleri aşağıda gösterilmiştir:
1. Tam kan sayımı, periferik yayma,
2. Serum biyokimya incelemeleri: BUN, kreatinin, ALT, AST, alkalen fosfataz, kalsiyum,
fosfor, ürik asit, total protein, albumin,
3. Toraks bilgisayarlı tomografisi,
4. Üst abdomen bilgisayarlı tomografisi veya ultrasonografisi,
5. Kemik sintigrafisi,
6. Beyin manyetik rezonans görüntülemesi.
Karnofsky performans skalası:
Skor Performans düzeyi
100 Normal
90 Normal aktivite, minör bulgular
22
80 Gayretle normal aktivite, bazı bulgular
70 Kendine bakabilir, normal aktivite yapamaz
60 Gereksinimlerinin çoğunu kendisi karşılar, yardım gerekebilir
50 Belirgin yardım ve sık tıbbi yardım gerekir
40 Özel bakım yardım gerekir
30 Ciddi şekilde yardım ve hastanede kalış gerekli
20 Çok hasta, aktif olarak destek tedavisi gerekli
10 Ölmek üzere, fatal seyir
0 Ölü
Evreleme tetkiklerinin tamamlanmasından sonra hastalar, KHDAK’leri için kullanılan TNM
sistemine göre değerlendirildi.
PRİMER TÜMÖR (T)
T0: Primer tm belirtisi yok,
Tis: Karsinoma in situ,
T1: Geniş çapı ≤ 3 cm, akciğer ve visseral plevra ile çevrili, bronkoskopik olarak lob
bronşundan daha proksimale uzanmayan,
T2: Geniş çapı > 3 cm, ana bronşlarda yerleşen ancak ana karinaya uzaklığı > 2 cm olan,
visseral plevraya kadar uzanan, atelektazi veya pnömoniye neden olan,
T3: Herhangi büyüklükte olan tümörün göğüs duvarı, diafragma, mediastinal plevra, perikard
gibi yapılara invaze olması, ana bronş içinde karinaya 2 cm’den yakın yerleşmesi, tüm
akciğeri kaplayan atelektazi veya pnömoniye neden olması,
T4: Herhangi büyüklükte olan tümörün mediasten yağ dokusu, kalp, büyük damarlar, trakea,
özofagus, vertebral kolon, karina gibi yapıları tutması, malign plevral veya perikardial sıvı
bulunması, tümör ile aynı lob içinde satellit nodül bulunması.
BÖLGESEL LENF BEZİ (N)
N0: Bölgesel lenf bezi yok,
N1: İpsilateral peribronşial ve/veya hiler lenf bezi metastazı (akciğer içi lenf bezi),
N2: İpsilateral mediastinal lenf bezi metastazı (Subkarinal dahil),
N3: Kontrlateral mediastinal veya supraklaviküler lenf bezi metastazı.
23
UZAK METASTAZ (M)
M0: Uzak metastaz yok,
M1: Uzak metastaz var.
Tablo – 1 :TNM sınıflamasına göre evrelendirme
TEDAVİ SEÇİMİ
11 hastaya konkamitan kemoradyoterapi, 2 hastaya ardışık kemoradyoterapi, 8 hastaya
yalnızca RT uygulandı.
RADYOTERAPİ UYGULANMASI:
Hastalara Cobalt 60 teleterapi tedavi cihazında SAD tekniği kullanılarak konvansiyonel
radyoterapi tekniği ( günlük 2 Gray (Gy)’lik fraksiyonlarla toplam 60 Gy ) uygulanmıştır.
Radyoterapi sahaları: Primer tümör ve tutulu lenf nodlarını 2 cm sınırla içermiş, tüm
mediasten saha içine alınmış, üst ve orta lob tümörlerinde subkarinal lenf nodu tutulumu yok
ise karinanın 5 cm altına kadr lenf nodları saha içine alınmış, alt lob lezyonlarında diyafram
saha içine alınmış, ipsilateral supraklaviküler fossa tümör sadece üst lob yerleşimli veya
supraklaviküler fossada lenf nodu var ise dahil edilmiştir.
24
Başlangıç tedavi volümü, 46 Gy’e kadar (Medulla spinalis 46 Gy sonrasında korunmuş olup
aldığı toplam doz hastanın yarı kalınlığına göre doz-volüm histogramları ile belirlenmiştir)
uygulanmış, tümör bölgesine gerekli vakalarda oblik alanlar da kullanılarak 14 Gy boost
yapılarak toplam 60 Gy uygulanmıştır.
Tedavi sırasında haftalık sorgulamalarla ve periferik kan sayımı ölçümleri yapılarak yan
etki değerlendirmesi yapıldı.
Yanıt değerlendirme: tedavi yanıtını değerlendirmek için World Health Organization
(WHO) kriterleri uygulanmıştır:
Tam yanıt : Yeni bir lezyon ortaya çıkmadan, değerlendirilebilen lezyonların tedaviyi
takiben 4 hafta içinde tamamıyla kaybolması,
Kısmi yanıt: Tedaviyi takiben 4 hafta içinde lezyon boyutunda % 50 veya daha fazla
küçülme,
Stabil hastalık: Tedaviyi takiben lezyonda % 50’den az veya % 25’den az büyüme,
Progresif hastalık: Tedaviyi takiben lezyonlarda %25’den fazla büyüme veya yeni
lezyonların ortaya çıkması olarak tanımlanmıştır.
KAN ÖRNEKLERİNİN TOPLANMASI:
VEGF tayini için supin pozisyonda; istirahat halinde, ön kola yerleştirilmiş kanülden ven
kanı alındı. Vakumlu cam tüplere alınan kan 1 saat içinde 3000 rpm’de 10 dakika santrifüj
edilerek serumu ayrılarak – 70 ºC’de çalışma anına kadar saklandı. Numunelerin tekrarlayan
dondurup çözme işleminden sakınıldı. Serum VEGF seviyeleri ELISA (Enzyme Linked-
Immuno-Sorbent Assay) yöntemiyle analiz edildi. Serum VEGF örnekleri ticari olarak
mevcut Human VEGF Biosource International marka kitlerle çalışıldı. VEGF düzeyleri pg/ml
olarak belirlendi. Kullandığımız kitin sensitivitesi (ölçebildiği en düşük değer) 5 pg/mL,
referans aralığı serumda 40-600 pg/mL’dir.
Periferik kan trombosit sayımı için eş zamanlı olarak heparinli vakumlu tüplere alınan
venöz kanda, Roche Cycmex KX-21 tam otomatik kan sayım cihazıyla numuneler
bekletilmeden yapıldı. Trombosit düzeyleri uL olarak belirlendi Referans aralığı 150000-
450000/ uL’ dir..
25
Veriler ‘SPSS for Windows 9.0 istatistik paket programı’ kullanılarak değerlendirildi.
Karşılaştırmalarda Wilcoxon işaretli sıra testi ve Pearson korelasyon testi kullanıldı. p<0.05
anlamlı kabul edildi.
Her hastadan Radyoterapinin 1. günü tedaviden önce ve Radyoterapinin son günü tedaviden
sonra alınan 2 örnekte de VEGF düzeyleri ve periferik kan trombosit sayısı ölçüldü.
26
BULGULAR
Çalışmamızda KHDAK tanısı almış 21 hastanın Radyoterapi tedavisinin 1. günü
tedaviden önce ve radyoterapi tedavisinin son günü tedaviden sonra alınan kan örneklerinde
serum VEGF ve periferik kanda Trombosit düzeyleri ölçüldü.
Hastaların 20’si erkek, 1’i kadın, olup yaş ortalaması 57.73( 40-77)’dür. 2(% 9.52 ) hasta
adeno karsinom, 13(% 61.90) hasta squamöz hücreli karsinom olup, 6( % 28.57) hasta da ise
sitolojik olarak tanı konulup kesin tip tayini yapılamamıştır. Evreler göre dağılım; 1 hasta
evre 1B, 1 hasta evre 2A, 1 hasta evre 2B, 7 hasta evre 3A ve 11 hasta evre 3B’dir.
Hastaların radyoterapi öncesi serum VEGF düzeylerinin ortalaması 325.896 pg/mL (
190-480), radyoterapi sonrası serum VEGF düzeylerinin ortalaması 236 pg/mL ( 104-484),
radyoterapi öncesi kan trombosit düzeyi ortalaması 348087/uL ( 155000-705000), radyoterapi
sonrası kan trombosit düzeyi ortalaması 254173/uL ( 102000-473000)’dir (Tablo-2).
Radyoterapi öncesi ve sonrası serum VEGF düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark saptandı(0.002>p). Radyoterapi öncesi ve sonrası kan trombosit düzeyleri arasında
anlamlı fark saptandı( 0.001>p) (Tablo-3).
Tedavi bitiminden 1 ay sonra çekilen toraks tomografisine göre; 1 hastada tam yanıt, 11
hastada kısmi yanıt, 5 hastada stabil hastalık, 4 hastada ise progresif hastalık tesbit edildi.
Radyoterapi öncesi ve sonrası serum VEGF düzeyleri arası fark ile kan trombosit
düzeyleri arası fark arasında anlamlı korelasyon bulundu.
Histolojik alt tipler arasında ( squamöz cell ca, adeno ca) VEGF düzeylerindeki azalma
oranı incelendiğinde istatistiksel açıdan fark yoktu. Evre ile VEGF düzeyleri arasında ilişki
tesbit edilemedi. Histolojik alt tipler ele alındığında tedaviye cevap ile serum VEGF düzeyleri
arsında fark tesbit edilemedi. Histolojik alt tiplerde evrelere göre tedavi cevaplılığı ile serum
VEGF düzeyleri arsında ilişki tesbit edilemedi.
Radyoterapi sonrası tedaviye cevap, histolojik alt tip, hastalık evresi ile serum VEGF
düzeyleri arası fark irdelendiğinde; korelasyon bulunamamıştır.
Radyoterapi sonrası tedaviye cevap, histolojik alt tip, hastalık evresi ile periferik kan
27
trombosit düzeyleri arası fark irdelendiğinde de; korelasyon gösterilememiştir.
Yan etkiler; Neoadjuvan kemoterapi ve indüksiyon kemoterapisi uygulanan hastalarda
tedaviye bağlı febril nötropeni ve anemi gözlenmemiştir.
Radyoterapi sırasında ise 3 olguda grade 2 özefajit gözlenmiş olup, semptomatik tedavi ile
şikayetlerinde regresyon izlenmiştir.
Çalışmaya alınan hastalar, tedavi şekilleri,bulgular tablo -5’de gösterilmiştir. gösterilmiştir.
Tablo-2;
N Minimum değer
Maximum değer Ortalama değer Standart sapma
yaş 21 40 77 57,67 10,887 1.vegf 21 190 480 325,00 88,423 2.vegf 21 104 484 224,19 108,560 1.plat 21 155000,00 705000,00 340285,7143 140387,01609 2.plat 21 102000,00 473000,00 251000,0000 90632,77553
Tablo-3;
2.vegf – 1.vegf
2.plat – 1.plat
Z -3,059(a) -3,250(a) p 0,002 0,001
Tablo-4; korelasyon Vegf fark Plt fark
Vegf fark 1 0,280
Plt fark 0,280 1
28
Tablo-5;
e;erkek, k; kadın, Khdak ca; küçük hücre dışı akciğer kanseri( histolojik alt tipleme
yapılamamış, RT; Radyoterapi, KT,RT; ardışık kemoradyoterapi, Konkamitant; eş zamanlı
Kemoradyoterapi, 1. VEGF; RT başlamadan önce, 2. VEGF; tüm RT bittikten sonra, 1. plt;
RT başlamadan önce, 2.plt; tüm RT bittikten sonra
hastanın adı cinsiyet yaş histoloji evre tedavi
1. vegf
2. vegf
1.plt bin
2.plt bin Tedaviye cevap
1 e 46 Adeno ca 3b Konkamitant 383 180 266 248 kısmi yanıt 2 e 55 Squamöz ca 3a RT 304 157 705 473 tam yanıt 3 e 55 Adeno ca 3b Konkamitant 221 145 348 374 kısmi yanıt 4 e 59 Squamöz ca 3a RT 211 166 522 285 kısmi yanıt 5 e 64 Squamöz ca 3b Konkamitant 255 140 444 323 kısmi yanıt 6 e 59 Squamöz ca 3b Konkamitant 390 290 265 184 stabil hastalık 7 e 76 Squamöz ca 2a RT 328 282 411 217 kısmi yanıt 8 e 58 Squamöz ca 3b Konkamitant 355 184 155 102 stabil hastalık 9 e 49 Khdak ca 3a KT,RT 302 484 242 350 kısmi yanıt 10 e 47 Khdak ca 3b Konkamitant 380 120 366 217 kısmi yanıt 11 e 70 Squamöz ca 3b Konkamitant 305 181 304 150 kısmi yanıt 12 e 43 Squamöz ca 3b RT 190 180 348 272 progresif hastalık 13 e 63 Khdak ca 3b RT 384 298 201 210 kısmi yanıt 14 k 40 Squamöz ca 3b KT,RT 462 262 195 198 progresif hastalık 15 e 67 Khdak ca 3a Konkamitant 438 125 166 139 kısmi yanıt 16 e 43 Adeno ca 3a RT 480 368 582 365 progresif hastalık 17 e 62 Khdak ca 3a Konkamitant 355 470 219 176 progresif hastalık 18 e 77 Squamöz ca 2b RT 196 183 330 325 stabil hastalık 19 e 68 Squamöz ca 1b Konkamitant 197 104 300 211 kısmi yanıt 20 e 63 Squamöz ca 3b Konkamitant 382 246 340 233 stabil hastalık 21 e 47 Khdak ca 3a Konkamitant 307 143 437 219 stabil hastalık
29
TARTIŞMA VE SONUÇ
KHDAK akciğer kanserinin histopatolojik sınıflama ve davranış bakımından özel bir alt
grubudur (36). Hastaların yarısından fazlasında cerrahiden sonra hastalığın yeniden nüksü
görülür. Bu yüksek nüksetme oranı mikroskobik metastaz ve invazyon mevcudiyetinden
dolayıdır (65). Metastaz primer tümörün en erken oluşum evresinden itibaren başlar ve zaman
içinde tümörün büyümesine paralel olarak büyür. Tümörler histolojik tiplerine göre farklı
metastaz gücüne sahiptirler. Pek çok epitel kökenli tümörde tümör hücresinin yayılımı
tümörün damarlanmasından kısa bir süre sonra meydana gelmektedir (66). KHDAK’li
olgulardaki bu yüksek metastaz potansiyeli VEGF’nin tümör angiogenzisindeki rolünden
kaynaklanabilir.
Kanser tedavisinde yeni ufuklar vaat eden anjiyogenez inhibitörleriyle tedavide amaç,
kapiller endotel hücrelerinin proliferasyonunu önlemek olarak görülmektedir. Endotel
hücrelerine selektif etki gösteren anjiogenez inhibitörleriyle yapılan çalışmalarda, kemik
iliğinde baskılanma, gastrointestinal sistemle ilgili şikayetler veya saç kaybına neden olma
tarzında kemoterapötiklerle yapılan tedavilerde oldukça sık görülen yan etkilerin çok daha az
görüldüğü tespit edilmiştir. Diğer taraftan, anti-anjiyogenez tedavisinin optimal düzeyde
faydalı olabilmesi için aylar hatta yıllar gerekebilmektedir çünkü, hızla büyüyen kapiller
yatağın küçültülmesi işlemi tümör hücrelerinin lizise uğratılması işleminden daha uzun bir
süreç gerektirmektedir. Bu nedenle, antianjiyogen tedavi konvansiyonel sitotoksik tedavilerin
aksine kesintisiz uzun süreli bir tedaviyi gerektirir. Sitotoksik tedavi ile elde edilen kısmi ya
da tam yanıtlar, anjiyogenez inhibitörleriyle özellikle de tek başlarına kullanıldıklarında
görülmeyebilir. Bu durumda tedavi için uzun süreye gerek olacaktır.
Antianjiyogen ve sitotoksik tedavinin kombine kullanılması tek olmalarına göre daha etkin
olarak bulunmuştur (66).
Anjiyogenezisin bloke edilmesi, erken dönem cevap alınmasına olanak sağlamaktadır
(66). Kanserde damar oluşumunun baskılanmasına yönelik tedavi, özgün bir tedavi
yaklaşımıdır. Anjiyogenezisin moleküller biyolojisinin anlaşılması ve buna bağlı yeni tedavi
30
yaklaşımlarının geliştirilmesi ve bu alanda artan klinik çalışmalar her geçen gün daha iyi
sonuçların alınacağının habercisidir (66).
Hipoksik çevrede tümörde VEGFR-1 ve VEGFR-2 reseptörleri aktive olarak
angiogenezi başlatırlar. Preklinik çalışmalarda anti-VEGF antikor tedavileri radyoterapinin
etkisini artırmakta ve VEGF’ nin indüklediği vasküler permeabiliteyi önlemektedir.
VEGF birçok insan tümöründe gösterilmiş ve tümör anjiyogenezisinde önemli rolü
olduğu belirlenmiştir. Meme kanseri, gastrointestinal kanser, over kanseri, üriner sistem
kanseri ve santral sinir sistem kanserlerinde tümör dokusunda VEGF ekspresyonu olduğu
belirlenmiştir. Sonuç olarak VEGF, bir parakrin faktör olarak bir çok tümörde
neovaskülarizasyondan sorumludur (67). Malign melanomda (68) ve invaziv meme
kanserinde (69) metastaz olasılığı ile anjiyogenezis intensitesi arasında bir ilişki olduğu
gösterilmiştir.
Macchiarini ve arkadaşları tarafından yayınlanan bir çalışmada T1N0M0 evresinde 87
KHDAK’li hasta incelenmiştir. Bu çalışmada radikal cerrahi sonrası metastaz gelişen 22 hasta
ile tam remisyonda kalan 65 hasta karşılaştırılmıştır. Damar sayısı arttıkça metastaz
olasılığının arttığı ve multivariat analizde mikrodamar yoğunluğu sayımının yegane bağımsız
metastaz belirleyicisi olduğu görülmüştür (70).
Mattern ve arkadaşları tarafından 1996’da yayınlanan bir çalışmada 91 yassı hücreli
akciğer kanserli hastanın patoloji preparatı incelenmiş ve 54’ünde VEGF ile pozitif boyanma
saptanmıştır. Tümör hücre proliferasyonu ve mikrodamar yoğunluğu ile VEGF’nin yakın
korelasyonu, VEGF’nin hem otokrin büyüme faktörü hem de “anjiyogenezis stimülatörü”
olarak çalıştığını göstermiştir (71).
Ohta ve arkadaşları tarafından 1997’de yayınlanan bir çalışmada uzak metastazı olmayan
90 akciğer kanserli hastada tümör dokusunda RT-PCR ile VEGF 121 mRNA ekspresyonu
incelenmiştir. Bu araştırmadaki hastaların 7 tanesi küçük hücreli, diğerleri (83 hasta) küçük
hücreli dışı akciğer kanseridir. Bu çalışmada lenf nodu metastazı bulunanlarda,
bulunmayanlara göre VEGF seviyeleri yüksek bulunmuştur. Bununla birlikte, lenf nodu
metastazı olmayanlarda tümör büyüklüğü ile VEGF düzeyleri arasında ilişki bulunmamıştır
(72).
31
Fontanini ve arkadaşları ise 73 KHDAK’li hastada immünhistokimya yöntemiyle
mikrodamar sayımının ve p53 düzeyinin, lenf nodu metastazını, rekürrens oranını ve
mortaliteyi istatistiksel olarak önemli düzeyde etkilediğini göstermişlerdir. p53 negatif ve az
vaskülarize tümörlerin, p53 pozitif ve çok vaskülarize tümörlere göre daha düşük VEGF
gösterdiği bulunmuştur (36). Volm ve arkadaşları tarafından yayınlanan bir çalışmada da 121
yassı hücreli akciğer kanseri olan hasta incelenmiştir. Bu hastalarda lenf nodu metastazı
açısından VEGF’ nin bağımsız olarak prognostik değeri olduğu görülmüştür (74).
Yukarıda sözedilen 5 çalışmada da tümör dokusunda VEGF çalışılmıştır. Serum
VEGF’nin değişik kanserlerde, sağlıklı kontrollere göre sıklıkla yükseldiği gösterilmiştir (75).
Primer meme kanserli hastalarda serum VEGF’nin yüksek olduğu ve tümör çapı ile
korelasyon gösterdiği bulunmuştur (76). Kolorektal kanserli hastalarda yüksek serum VEGF
düzeylerinin tümör ikilenme zamanı (doubling time) kısa olan hastalarda görüldüğü
bildirilmiştir (77). Her ne kadar değişik tipte insan kanserlerinde serumda yüksek VEGF
düzeyleri saptanıyorsa da bunun klinik önemi hakkındaki bilgi birikimi yetersizdir.
Ayrıca, insan kanserlerinde serum VEGF’nin prognostik değeri ile ilgili bilgi de yetersizdir.
Salven ve arkadaşları, küçük hücreli akciğer kanserli hastalarda tedavi öncesi yüksek
VEGF düzeylerinin kötü prognozu gösterdiğini belirlemişlerdir. Bu araştırıcılar, küçük hücreli
akciğer kanserli 68 hastada serum VEGF’nin klinik önemini incelemişlerdir. Tedavi
başlanmadan hemen önce hastalarda serum VEGF düzeyleri tayin edilmiş ve tedaviden sonra
tekrar serum VEGF düzeyleri çalışılmıştır. Kemoterapi ve radyoterapi sonrası tam remisyon
veya parsiyel remisyona giren hastalarda serum VEGF düzeyleri belirgin olarak düşerken,
tedaviye yanıt alınamayan hastalarda serum VEGF düzeyleri yüksek kalmıştır. Bu çalışmada
çok yönlü (multivariate) analizde serum VEGF düzeyleri ve klinik evrenin bağımsız
prognostik faktörler oldukları gösterilmiştir. Tedavi öncesi serum VEGF düzeyleri daha düşük
olanların çoğunlukla toraksa sınırlı evrede bulunduğu, bu hastaların sağ kalımlarının daha
uzun olduğu saptanmıştır. Tedavi öncesi yüksek serum VEGF bulunan hastaların ise
prognozlarının kötü olduğu belirlenmiştir (78).
Takigawa ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada akciğer kanserli hastalarda (25
küçük hücreli ve 45 KHDAK’li), sağlıklı bireylere göre (30 benign akciğer hastalığı olan ve
13 sağlıklı bireye göre) daha yüksek serum VEGF düzeyleri bulunmuştur. Fakat bu
32
araştırmacılar, akciğer kanserli hastalarda serum VEGF düzeylerinin tümör yüküyle ilgisi
bulunmadığını öne sürmüşlerdir (79).
Brattstrom ve arkadaşları da KHDAK’li hastaların serumlarında retrospektif olarak
fibroblast growth factor (bFGF) ve VEGF düzeylerini ölçmüşlerdir. Bu çalışmada 68 hastadan
26’sında (%38) bFGF ve 27’sinde (%39) VEGF yüksekliği bulmuşlardır. Fakat sonuç olarak,
bFGF yüksekliğinin iyi prognostik faktör olarak belirlendiğini, VEGF ile ilgili önemli
korelasyon bulmadıklarını bildirmişler ve bu konuda prospektif bir çalışma yapılması
gerektiğini öne sürmüşlerdir (80).
Imoto ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada ise opere edilmiş 91 KHDAK’li
hastanın tümör dokularında ve serumlarında VEGF çalışılmıştır. Bu çalışmada serum VEGF
düzeylerinin tam rezeksiyon yapılmış T3-4 tümörlü hastalarda T1-2 tümörü olanlardan daha
yüksek bulunduğu ve yapılan multivariate analize göre nodal durum ile VEGF
ekspresyonunun bağımsız prognostik faktörler olduğu bildirilmiştir (81). Ayrıca, Linder ve
arkadaşları tarafından yapılan bir çalışma 100 kanser hastası içermektedir. Sarkom, baş boyun
kanseri, özefagus kanseri, mezotelioma ve akciğer kanserli hastaların serumlarında VEGF ve
bFGF düzeyleri çalışmışlar ve ikisinin birden genellikle aynı hastada yükselmediğini
gözlemişler, sonuç olarak serum VEGF’nin tümör progresyonunu gösterebileceğini öne
sürmüşlerdir (82).
Demirkazık ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmada KHDAK’li 42 hastada serum
VEGF düzeylerinin hastalık evresiyle ilişkisi araştırılmış. Bu çalışma sonunda serum VEGF
düzeyleri ile klinik evre arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunamadığını belirtmişlerdir
(83) .
Yukarıda özetlenen birkaç çalışmanın sonuçlarından da anlaşıldığı gibi KHDAK’li
hastalarda serum VEGF düzeyi bir prognostik faktör olmaya adaydır. Bu konuda yeni
çalışmalara ihtiyaç olduğu için bu çalışma planlanmıştır. Ayrıca bilindiği üzere, opere
edilebilen hastaların bir kısmı dışında KHDAK’li hastaların şifa şansı yoktur. Sistemik
kemoterapi ile elde edilen başarı çok sınırlı olduğu için KHDAK’inde de (bazı kanserlerde
olduğu gibi) biyolojik tedavi arayışları mevcuttur. Bunlar içinde anjiyogenezis inhibitörleri,
antiidiotip antikorlar ve gen tedavisi yöntemleri sayılabilir. Bu tedavilerin planlanabilmesi
için de bilgi birikimi gerekmektedir.
33
KHDAK’lerinde serum VEGF ekspresyonlarının bilinmesinin bu bilgi birikimine katkıda
bulunabileceği ve bir biyolojik tedavi yöntemine basamak oluşturabileceği düşünülmüştür.
Radyoterapi bir çok kanser türünde tedavide kullanılmaktadır ancak kanser hücrelerinin
radyoterapi direncinden dolayı başarısız olabilmektedir. Angiogenez inhibitörleri ile
radyoterapi kombinasyonu kullanılarak hücre kültürlerinde yapılan çalışmalarda kanserli
dokunun büyümesinin önemli derecede inhibe edildiği, tümör neovaskülarizasyonunu tek
başına radyoterapiye oranla daha fazla azalttığı gösterilmiştir. Ayrıca bu çalışmada
gösterilmiştir ki normal doku üzerine sitotoksik etkisinin daha az hatta olmadığı görülmüştür
(84).
Shimanuki ve arkadaşlarının yapmış olduğu KHDAK’li olgularda potansiyel
anjiyogenezin teşhisi ve serum VEGF konsantrasyonlarının belirlenmesinin cerrahi öncesi
oldukça faydalı olduğu gösterilmiştir. Serum VEGF düzeyinin KHDAK’li olgularda
angiogenezi tesbitte klinik olarak yararlılığı literatürdeki çalışmalarda tartışma konusudur
(85).
Tamura ve arkadaşları KHDAK’li olgularda hem plazma hem de serum VEGF düzeyleri
ile anjiyogenez arasında bağlantı olduğunu bildirmesine rağmen Imoto bunun tam tersini
bildirmiştir (86, 31). Shimanuki’nin çalışması ise serum VEGF düzeyinin yalnız intratümöral
anjiyogenez teşhisinde değil aynı zamanda KHDAK tanısında da faydalı olduğunu
göstermiştir (85). Tümör dokuları üzerine yapılan birkaç çalışmada KHDAK’nin teşhisinde
VEGF’nin zayıf bir faktör olduğu belirtilmektedir. Bununla beraber serum VEGF
düzeylerinin tanıya olan katkısı hala kesinlik kazanmamıştır.
VEGF ekspresyonunun erken dönem akciğer kanserinde prognostik faktör olduğu rapor
edilmiştir. Evreler arasındaki bu farklılık çeşitli araştırmalarla açıklanmaya çalışılmaktadır
(88,89).
Shimanuki ve arkadaşlarının çalışması KHDAK’li olguların serum VEGF düzeyleri ve
trombosit sayıları arasında güçlü bir korelasyon göstermiştir (85). Ayrıca serum VEGF
düzeyleri ve intratümöral VEGF ekspresyonu arasında korelasyon olmadığını
göstermişlerdir.Bu sonuç serum VEGF’nin trombositlerden türediğini kanser hücrelerinden
türemediğini göstermektedir. Bu hipotez daha önce diğer malign meme ve renal cell
kanserleri ile yapılan çalışmalarda da desteklenmiştir (90,91,92,93)
34
Gerçekte trombosit sayısının tümör anjiyogenezinde VEGF’yi de içeren çeşitli tümör büyüme
faktörleri salgılayarak tümör anjiyogenezisinin indüklenmesinde önemli rol oynadığı rapor
edilmiştir (91,94,95).
Ayrıca Shimanuki ve arkadaşlarının çalışması, serum VEGF düzeyinin squamous cell
karsinomada adenokarsinomadaki düzeyinden önemli derecede daha yüksek olduğunu
göstermiş, ayrıca squomus cell carcinoma antigen(SCC) ile serum VEGF konsantrasyonun iyi
korelasyon gösterdiği bununda squomous cell karsinomada tümör markırı olarak
kullanılabileceğini göstermişlerdir (85).
Anjiyogenez tümörlerde kötüleşen damarlardan yeni damar oluşmasıdır ve tümör
yayılımının artmasıdır.VEGF’nin anjiyogeneziste hayati rol oynadığı
bilinmektedir.Yükselmiş VEGF düzeylerinin KHDAK’nde zayıf prognozisle ilgili olabileceği
belirtilmektedir.
Neoplazmanın gelişiminde anjiyogenezisin merkezi bir rol oynadığı iyi bilinmektedir.
Aynı zamanda tümör gelişimi ve metastazında intratümöral neoanjiyogenezisin prognozlada
bağlantılı olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda mikrodamar yoğunluğu ve temel tümör
metastaz kapasitesi arasında bir korelasyon olduğu gösterilmektedir (36,92,93,94).
Neoanjiyogenezis tümör dokusuna besin ve oksijen sağlayarak tümör gelişiminde
temel rol oynar.Tümör hücreleri damarlar yolu ile daha uzak organlara taşınırlar.Endotelyal
hücrelerden sitokinler ve büyüme faktörleri salgılanarak tümör hücreleri stümüle edilir
(63,70,90,93). Neovaskülarizasyon süreci endotelyal hücre göçünün, proliferasyonunun ve
farklılaşmasının yanı sıra ekstrasellüler matriks proteolizini içeren kompleks bir seri olaydan
meydana gelir (36,94).
“Fibroblast growth factor”, “vascular endothelial growth factor (VEGF)”, “TGF-α”,
“platelet derived endothelial cell growth factor” ve “hepatocyte growth factor” tümör
anjiyogenezisinde rol oynayan anjiyogenetik faktörlerdir. Bunlar içinde VEGF endotelyal
spesifik güçlü bir mitojendir (36,63,94). Endotelyal hücre proliferasyonu ve migrasyonunu
sağlar ve proteolitik enzim aktivasyonu ile stromal yıkım ve vasküler geçirgenliği artırır
(63,70,90).
VEGF ekspresyonunun bazı akciğer kanserlerinde zayıf prognozisle bağlantılı olduğu
gösterilmiştir (63,70). Akciğer kanseri malign kanserler arasında en çok ölüm sebepleri
arasındadır ve KHDAK’nde ölümler % 75 pulmoner malignensilerden dolayıdır (70).
35
KHDAK histopatolojik sınıflaması ve davranışında heterojenite gösterir. Hastaların
yarısından fazlasında cerrahiden sonra bile hastalık tekrar nüks eder. Veriler KHDAK’li
hastaların yarısından çoğunda başlangıçta ençok yayılan hastalık olduğunu göstermektedir.
KHDAK’nin seyrinde performans durumu, tümör boyutu,metastaz varlığı ve yaygınlığı
hastalığın tanımlanmasında en güçlü klinikopatolojik parametrelerdir.Bununla beraber
hastalığın seyrinde her bir parametrenin göz önünde bulundurulması gerektiği bilinmektedir.
Bundan dolayı bireysel risk faktörlerini tayin etmede yeni prognosttik faktörler bulunmalıdır
ve bu noktada anjiyogenezisin KHDAK’nde ki rolünün önemli olduğu düşünülmektedir.
VEGF ekspresyonu KHDAK hastalarının % 50-95’inde rapor edilmiştir. Bir çok araştırmacı
VEGF ekspresyonu ile zayıf prognozis, nodal metastaz ve damar yoğunluğu arasında bir
korelasyon olduğunu göstermiştir (63,70,95,96).
VEGF’nin orijininin tam olarak bilinmemesine rağmen mlign hücrelerin kendi kendine,
inflamatuar hücrelerinin tümör infiltrasyonu ile olduğu düşünülmektedir.VEGF’nin ana
kaynağının bunların yanı sıra trombositler ve nötrofiller gibi periferal kan hücreleri olduğu
düşünülmektedir.
Kaya ve arkadaşları KHDAK’li hasta grubu ile sağlıklı kontol grubu arasında istatiksel
olarak anlamlı bir fark bulmuşlardır. Hasta grubunun serum VEGF düzeyleri daha yüksek
bulunmuştur. Benzer sonuçlar başka çalışmalarda da gösterilmiştir. Bu çalışmada serum
VEGF düzeyi ile histopatolojik alt grup arasında herhangi bir ilişki gösterilememiş. Kaya ve
arkadaşlarının çalışması serum VEGF kaynağının temel olarak tümör hücreleri olduğunu ve
serum VEGF değerlerinin belirlenmesinin tümör çapı konusunda önemli bir belirleyici olduğu
hipotezini desteklemektedir. Bu çalışmada inoperabl olan yani yüksek serum VEGF düzeyi
olan hastalarda bu yüksekliği nötralize edici hedefe yönelik tedavi ve adjuvan sistemik tedavi
birlikteliğinde tedavinin serum VEGF değerlerini ayarlayarak cerrahi öncesi yaşam süresinin
artırılabileceği ve hastalığın seyrinde daha iyi sonuçlara ulaşılabileceği desteklenmektedir
(97).
Biz bu çalışmamızda inoperabl ve medikal inoperabl KHDAK’li olgularda radyoterapi
ile tedavinin serum VEGF ve kan trombosit düzeylerini anlamlı derecede düşürdüğünü,
radyoterapi öncesi ve sonrası serum VEGF düzeyleri arası fark ile kan trombosit düzeyleri
arası fark arasında korelasyon bulduk. Serum VEGF düzeyleri ile evre, histolojik alt grup ve
36
tedavi cevaplılığı arasında istatistiksel olarak anlamlı fark izlenmemiştir. Bu sonuçta en etkili
sebebin ise düşük hasta sayısı olduğunu düşünmekteyiz.
Sonuç olarak çalışmamız serum VEGF kaynağı olarak periferik trombositleri işaret eden
hipotezi desteklemektedir. Ayrıca tek başına ve kemoterapi ile kombinasyonunda
radyoterapinin serum VEGF düzeylerinde anlamlı düşüşe sebebiyet vermesi hedefe yönelik
tedaviler ile radyoterapinin kombine kullanılması halinde tedavi sonuçlarının çok daha yüz
güldürücü olacağını da düşündürmektedir. VEGF inhibitörleri ile Kemoterapi ve/ veya
Radyoterapi kombinasyonunun kinik kullanımı için bir çok çalışmaya ihtiyaç olduğunu
düşünüyoruz.
37
ÖZET
Akciğer kanseri, halen kansere bağlı ölümlerin başta gelen nedeni olup, prognozu son
derece kötü olan bir hastalıktır. Akciğer kanserlerinin %80’ini küçük hücreli dışı akciğer
kanseri (KHDAK) teşkil etmektedir. Tanı anında hastalığın evresi en önemli prognostik
faktördür. Tedavideki tüm gelişmelere rağmen, beş yıllık sağkalım %10-15 civarındadır.
Son 20 yıl içinde akciğer kanseri moleküler biyolojisinde ortaya çıkan gelişmeler ile,
uygun hasta gruplarında, konvansiyonel sitotoksik kemoterapinin yanı sıra, yeni geliştirilmiş
spesifik ajanların tedavide kullanımları gündeme gelmiştir.
Yeni damar yapımı (anjiogenez, neovaskülarizasyon) vücutta fizyolojik olarak yara
iyileşmesi; embriyogenez, menstrüel siklus vb. durumlarda söz konusudur. Patolojik
anjiogenez ise başta tümörler olmak üzere kollajen doku hastalıkları (romatoid artrit vb.),
retinopatiler ve psöriasis gibi hastalıklarda mevcuttur. Günümüz teknolojisiyle birlikte
anjiogenez mekanizmaları anlaşılmaya çalışılmış ve anti-anjiogenik tedavi yaklaşımları
geliştirilmeye başlanmıştır. Tümör ilişkili anjiogenez; spesifik büyüme faktörlerine, endotel
hücre reseptörlerinin aktivasyonuna ve endotel hücrelerinin çoğalma kapasiteleri ile buna
hizmet eden hücre dışı matriks komponentlerine bağlıdır. Anjiogenik moleküller içinde en
önemlisi ve üzerinde en çok durulanı Vascular Endotelial Growth Factor (VEGF)’ dür.
Sonuç olarak, son yıllarda kanser tedavisi için yapılan araştırmalarda tümör çoğalması ve
metastazının mekanizmalarının anlaşılması için uğraşılmakta ve bu mekanizmaları hedef alan
tedaviler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Anti-anjiogenik tedavi de bu görüşle ortaya atılmış,
gerek tek başlarına gerekse konvansiyonel tedavilere ek olarak kullanılmaya başlanmış ve yan
etkilerinin klasik ilaçlara göre az olmasıyla kanser tedavisinde önemli bir yer bulmuştur.
Bu çalışmada radyoterapinin tümör dokusuna dolayısı ile en önemli anjiojenik
moleküllerden biri olan VEGF üzerine etkisini göstermek hedeflenmiştir. Bu amaçla değişik
evrelerdeki KHDAK tanısı almış 21 hastada Radyoterapi uygulaması öncesinde ve
sonrasında serum VEGF düzeyleri çalışılarak RT’nin serum VEGF düzeyi üzerine etkisi
irdelenmiştir.
38
Biz bu çalışmamızda inoperabl ve medikal inoperabl KHDAK’li olgularda radyoterapi
ile tedavinin serum VEGF ve kan trombosit düzeylerini anlamlı derecede düşürdüğünü,
radyoterapi öncesi ve sonrası serum VEGF düzeyleri arasındaki fark ile kan trombosit
düzeyleri arası fark arasında korelasyon bulduk. Serum VEGF düzeyleri ile evre, histolojik alt
grup ve tedavi cevaplılığı arasında istatistiksel olarak anlamlı fark izlenmemiştir. Bu sonuçta
en etkili sebebin ise düşük hasta sayısı olduğunu düşünmekteyiz.
Sonuç olarak çalışmamız serum VEGF kaynağı olarak periferik trombositleri işaret eden
hipotezi desteklemektedir. Ayrıca radyoterapinin tek başına ve kemoterapi ile
kombinasyonunda serum VEGF düzeylerinde anlamlı düşüşe sebebiyet vermesi, hedefe
yönelik tedaviler ile radyoterapinin kombine kullanılması halinde tedavi sonuçlarının çok
daha yüz güldürücü olacağını da düşündürmektedir. VEGF inhibitörleri ile Kemoterapi ve/
veya Radyoterapi kombinasyonunun kinik kullanımı için bir çok çalışmaya ihtiyaç olduğunu
düşünüyoruz.
39
SUMMARY
Lung cancer is the most common cause of cancer related deaths and it has a very poor
prognosis. Non-small cell lung cancer consists of 80% of lung cancer cases. Stage of the
disease at the time of diagnosis is the most important prognostic factor. Despite of the
advances in the treatment, 5-year survival remains only 10-15%.
As a results of advances in the lung cancer molecular biology within the past 20 years, in
appropriate patient groups, use of newly developed specific agents have been considered in
addition to conventional cytotoxic chemotherapy.
Angiogenesis is seen as a physiologic process in a wound healing, embryogenesis and
menstrual cycle. Pathologic angiogenesis is mainly seen in tumors and also connective tissue
diseases such as rheumatoid arthritis, retinopathies and psoriasis. Anti-angiogenic treatment
approaches have been developed as a result of better understanding of its mechanism. Tumor
associated angiogenesis depends on specific growth factors, activation of endothelial cell
receptors, mitosis capacity of endothelial cells and extracellular matrix components related
mitosis. Among the angiogenic molecules , VEGF is considered to be the most important and
emphasized molecule.
In recent years, there are ongoing researchs to better understand mechanisms of tumor
growth and metastasis which will lead to development of novel treatment modalities. Anti-
angiogenic treatment is used alone or in addition to conventional treatment. It attracted
attention due better adverse effect profile compare to conventional treatment.
In this study, our aim was to determine effect of radiotherapy on tumor tissue and VEGF,
one of the most important angiogenic molecule. We included 21 patients who diagnosed with
non-small cell lung cancer at different disease stages. Serum VEGF levels were measured
prior to and after radiation therapy in order to determine its effect on VEGF levels.
40
In our study, we found that radiotherapy lowered VEGF and thrombocyte levels in
patients with inoperable and medical inoperable non-small cell lung cancer. There was a
correlation between decrease in VEGF and thrombocyte levels in pre and post radiation
treatment. We did not observe statistically significant difference between serum VEGF levels
and stage , histological subtype ad response to treatment. We believe that was due to small
sample size.
In conclusion, our study supports the hypothesis that thrombocytes are the source of
serum VEGF. In addition to, as the serum levels of VEGF decreased by treatment with
radiotheraphy alone and combined with chemotherapy, using radiotherapy combined with the
therapies towards aim will cause that the results of therapy will be beter. We believe that there
is need for further studies to develop treatment modalities to use combination of VEGF
inhibitors and chemotherapy and/ or radiotherapy in clinical practice.
41
KAYNAKLAR
1. Parkin GM, Pisani P, Ferlay J. Global cancer statistics. CA Cancer J Clin 1999; 49:
33-64.
2. Fidaner C, Eser SY, Parkin DM. Incidence in Izmir in 1993-1994: first results from
Izmir Cancer Registry. Eur J Cancer 2001; 37(1): 83-92.
3. Siegfried SM. Biology and chemoprevention of lung cancer. Chest
1999;113(Suppl):40S-45S.
4. Wei Q, Spitz MR. The role of DNA repair capacity in susceptibility to lung cancer: A
review. Cancer and Metastasis Reviews 1997;16:295-307.
5. Davidson BJ, Hsu TC, Schantez SP. The genetics of tobaccoinduced malignancy.
Arch Otolaryngol Head Neck Surg 1993;19:1198-1205.
6. Cox G, Jones JL, Andi A, ve ark. A biological staging model for operabl non-small
cell lung cancer. Thorax 2001;56:561-566.
7. Field JK. Selection and validation of new lung cancer markers for the molecular-
pathological assessment of individuals with a high risk of developing lung cancer. In:
Brambilla C Brambilla E, eds. Lung tumors fundamental biology and clinical
management. New York, Marcel Dekker Inc.1999: 287-302.
8. Groeger AM, Esposito V, Mueller MR, ve ark. Advances in the understanding of lung
cancer. Anticancer Research 1997;17: 2519-2522
9. Akbulut H, Akbulut KG. Karsinogenez In: İçli F, ed. Tıbbi Onkoloji. Ankara, ANTIP
Afi Tıp Kitapları ve BilimselYayınlar 1997:23-38.
10. Lecture GFF. Molecular mechanisms of lung cancer. Interaction of environmental and
genetic factors. Chest 1996;109 (Suppl): 14S-19S.
11. Heasley LE, Johnson GL. Signal transduction abnormalities in lung cancer. In: Kane
MA, Bunn PA, eds. Biology of lung cancer. New York, Marcel Dekker Inc. 1998;371
390.
42
12. Minna JD. The molecular biology of lung cancer pathogenesis. Chest 1993;103:445S-
456S.
13. Fong KM, Minna JD. Molecular biology of lung cancer: clinical implication. Clinics
In Chest Medicine 2002;23:83-101.
14. Jacobson DR. Ras mutations in lung cancer. In: Brambilla C, Brambilla E, eds. Lung
tumors fundamental biology and clinical management. New York, Marcel Dekker
Inc.1999:139-156.
15. Richardson GE, Johnson BE: The biology of lung cancer. Semin Oncol 20: 105, 1993
16. Minna JD, Sekido Y, fong KM, Gazdar AF: Moleculer Biology of the Lung
CancerPinciples and Practice of Oncology. 5. Baskı)
17. ATAERGİN A. Kanser tedavisinde Anjiyogenez İnhibitörlerinin Yeri. Türkiye
Klinikleri J Med Sci 1999, 19:100-105
18. Nie D, Tang K, Diglio C, Kennth VH. Eicosanoid regulation of angiogenesis: role of
endothelial arachidonate 12-lipoxygenase. Blood 2000; 95: 2304-2311.
19. Mangi MH, Newland AC. Angiogenesis and angiogenic mediators in haematological
malignancies. Br J Haematol 2000; 111: 43-51.
20. Bruyn PP, Breen PC, Thomas TB, et al. The microcirculation of the bone marrow.
Anat Rec 1970; 168: 55-68.
21. Folkman J. Tumor angiogenesis: Therapeutic implications. N Eng J Med 1971; 285:
1182-6.
22. Klagsbrun M, D’ Amore P. Vascular endothelial growth factor and its receptors.
Cytokine Growth FActor Rev 1996; 7: 259-70.
23. Fernandes AM, Hamburger AW, Gerwin BI. Production of epidermal growth factor
related ligands in tumorigenic and benign human lung epithelial cells. Cancer Letters
1999; 142: 55-63.
24. Perez-Soler R, Mendelson J. Growth factor receptors as a target for therapy. In: Roth
JA, Cox JD, Hong WK eds. Lung cancer. 2nd ed. Blackwell Science Inc .1998;309-
341.
25. Siegfried JM, Demichele MAA, Davis AG, ve ark. Growth factors and receptors in non
small cell lung cancer. In:Brambilla C, Brambilla E, ed. Lung tumors fundamental
biology and clinical management. New York, Marcel Dekker Inc.1999:317- 336.
43
26. Hastürk S. Akciğer kanserinin moleküler biyolojisi. In: Hastürk S, Yüksel M eds,
Akciğer Kanseri. Istanbul, 2000:1-27.
27. Takanami I, Imamura T, Hashizume T, ve ark. Expression od PDGF, IGF-II, bFGF and
TGF-ß1 in pulmonary adenocarcinoma. Path Res Pract 1996;192:1113-1120.
28. Heasley LE, Johnson GL. Signal transduction abnormalities in lung cancer. In: Kane
MA, Bunn PA, eds. Biology of lung cancer. New York, Marcel Dekker Inc. 1998;371-
390.
29. Aikawa H, Takahashi H, Fujimura S, ve ark. Immunohistochemical study on tumor
angiogenic factors in nonsmall cell lung cancer. Anticancer Resaearch 1999;19:4305-
4310.
30. Pezella F, Gatter KC, Pastorino U. Angiogenesis in lung cancer In: Brambilla C,
Brambilla E, eds. Lung tumors fundamental biology and clinical management. New
York, Marcel Dekker Inc.1999:383-398. .
31. O’Byrne KJ, Koukourakis MI, Giatromanolaki A, ve ark. Vascular endothelial growth
factor, platelet-derived endothelial cell Akciğer kanseri moleküler biyolojisi 138
growth factor and angiogenesis in nonsmall cell lung cancer. Br J Cancer
2000;82:1427-1432.
32. Güllü İ, Lenfoma anjiojenez ve antianjiojeniktedaviler; XIII. TPOG Ulusal Pediatrik
Kanser Kongresi.
33. Groeger AM, Odocha O, Mueller MR, ve ark. Racial variation in lung cancer.
Anticancer Research 1997;17:2843-2848.
34. Tateishi M, Ishida T, Mitsudomi T, ve ark. Immunohistochemical evidence of
autocrine growth factors in adenocarcinoma of the human lung. Cancer Research
1990;50:7077-7080.
35. Raymond E, Faivre S, Armand JP. Epidermal growth factor receptor tyrosine kinase as
a target for anticancer therapy. Drugs 2000;60 (Suppl 1):15-23.
36. Lei W, Mayotte JE, Levitt ML. Enhancement of chemosensitivity and programmed cell
death by tyrosine kinase inhibitors correlates with EGFR expression in nonsmall cell
lung cancer cells. Anticancer Research 1998;19:221-228.
37. Baselga J, O’ Dwyer PJ, Thor AD et al. Epidermal growth factor receptor: Potential
target for antitumour agents. CBCE 2001;1-24.
44
38. Baselga J, Averbuch SD. ZD1839 (Iressa) as an anticancer agent. Drugs 2000;60
(Suppl 1):33- 40.
39. Woodburn JR. The epidermal growth factor receptor and its inhibition in cancer
therapy. Pharmacol Ther 1999;82:241- 250.
40. Ciardello F. Epidermal growth factor receptor tyosine kinase inhibitors as anticancer
agents. Drugs 2000;60 (Suppl 1):25- 32.
41. Laudansli J, Niklinska W, Burzykowski T, ve ark. Prognostic significance of p53 and
bcl 2 abnormalities in operable nonsmall cell lung cancer. Eur Respir J 2001;17:660-
666.
42. Kaseda S, Ueda M, Ozawa S, ve ark. Expression of epidermal growth factor receptors
in four histologic types of lung cancer. J Surg Oncol 1989;42:16-20.
43. Gorgoulis V, Aninos D, Mikou P, ve ark. Expression of EGF, TGF- a and EGFR in
squamous cell lung carcinomas. Anticancer Research 1992;12:1183-188.
44. Rabiasz GJ, Langdon SP, Bartlett JMS, ve ark. Growth control by epidermal growth
factor and transforming growth factorin human lung squamous carcinoma cells. Br J
Cancer 1992; 66:254-259.
45. Hasegawa Y, Takanashi S, Kanehira Y, ve ark. Transforming growth factor-ß1 level
corelates with angiogenesis, tumor progression, and prognosis in patients with
nonsmall cell lung carcinoma. Cancer 2000;91:964-971.
46. Takanami I, Tanaka F, Hashizume T, ve ark. Roles of transforming growth factor-ß1
and its type I and II receptors in the development of a pulmonary adenocarcinoma:
results of an immunohistochemical study. J Surg Oncol 1997;64:262-267.
47. Akbulut H, Akbulut KG. Büyüme faktörleri. In: Içli F ed. Tıbbi Onkoloji. Ankara,
ANTIP Anfi Tıp Kitapları ve Bilimsel Yayınlar. 1997:39-48.
48. Bolon I, Robert C. Matrix proteases and transcription factors in the process of
dissemination. In: Brambilla C, Brambilla E, eds. Lung tumors Fundamental biology
and clinical management New York, Marcel Dekker Inc.1999:399-422.
49. Passlick B, Sienel W, Seen-Hibler R, ve ark. Overexpression of matrix
metalloproteinase 2 predicts unfavorable outcome in early stage nonsmall cell lung
cancer. Clin Cancer Research 2000;6:3944-3948.
50. Cox G, Jones JL, O’Byrne KJ. Matrix metalloproteinase 9 and the epidermal growth
factor signal pathway in operable nonsmall cell lung cancer. Clin Cancer Research
2000;6: 2349-2355.
45
51. Ferrara N. VEGF: An update on biological and therapeutic aspects. Curr Opin
Biotechnol 2000; 11: 517-24.
52. Houch KA, Ferrara N, Winer H, et al. The vascular endothelial growth factor family.
Identification of a fourth molecular species and characterization of alternative splicing
of RNA. Mol Endocrinol 1991;5 :1806-1814.
53. Fontanini G, Vignati S, Lucchi M, ve ark. Neogenesis and p53 protein in lung cancer:
their prognostic role and their relation with vascular endothelial growth factor (VEGF)
expression. Br J Cancer 1997;75:1295-1301.
54. Rak J, Yu JL, Klement G, Kerbel RS. Oncogenes and angiogenesis: signaling three-
dimensional tumor growth. J Invest Derm Symposium Proc 2000;5:24-33.
55. Yuan A, Yu CJ, Kuo SH, ve ark. Vascular endothelial growth factor 189 mRNA
isoform expession specifically correlates with tumor angiogenesis, patient survival, and
postoperative relapse in nonsmall cell lung cancer. J Clin Oncol 2001;19: 432-441
56. Stacker SA, Caesar C, Baldwin ME et al. VEGF-D promotes the metastatic spread of
tumor cells vişa the lymphatics. Nat Med 2001; 7: 186-91.
57. Kliche S, Waltenberger J. VEGF receptor signaling and endothelial function. JUBMB
Life 2001; 52(1-2): 61-6.
58. Dvorak HF, Brown LF, Detmar M et al. Vascular permeability factor/vascular
endothelial growth factor, microvascular hyperpermeability and angiogenesis. Am J
Pathol 1995; 146: 1029-39.
59. Laka KP, Chakraborty C. Role of Nitric oxide in carcinogenesis and tumor
progression. Lancet Oncol 2001; 2: 149-55
60. Noiri E, Lee E, Testa J et al. Podokinesis in endothelial cell migration: Role of nitric
oxide. Am J Physiol 1998; 43: 236-44.
61. Ria R, Roccaro AM, Merchionne F et al. Vascular endothelial growth factor and its
receptors in multiple myeloma. Leukemia 2003; 17: 1961-1966.
62. Longo R, Sarmiento R, Fanelli M et al. Anti-angiogenic therapy: Rationale, challenges
and clinical studies. Angiogenesis 2002; 5: 237-256.
63. Bates DO, Hillman NJ, Williams B et al. Regulation of microvascular permeability by
vascular endothelial growth factors. J Anat 2002; 200: 587-597.
64. Ferrara N, Davis-Smyth T. The biology of vascular endothelial growth factor. Endocrin
Rev 1997; 18: 4-25.
46
65. MEDICAL ONCOLOGY & PRINCIPLES OF CANCER BIOLOGY Barry B. Lowitz
ve Dennis A. CasciatoKanser Biyolojisi ve Onkogenler:
66. Haydaroğlu A (ed). Akciğer Kanserleri Tanı ve Tedavisi. Ege Üniversitesi Basımevi
Bornova 2000
67. Akkoçlu A. Toraks Derneği II. Mesleki Gelişim Kursu 2005.
68. Jung YD, Mansfield PF, Akagi M et al. Effects of combination anti-vascular
endothelial growth factor receptor and anti-epidermal growth factor receptor therapies
on the growth of gastric cancer in nude mice model. Eur J Cancer 2002; 38: 1133-40.
69. Kim ES, Serur A, Huang J et al. Potent VEGF blockade causes regression of coopted
vessekls in a model of neuroblastoma. Proc Natl Acad Sci USA 2002; 99:11399-
11404.
70. Margolin K, Gordon MS, Talpaz M et al. Phase 1b trial of intravenous recombinant
human monoklonal antibody (Mab) to vascular endothelial growth factor (rhuMab
VEGF) in combination with chemotherapy (CHrX) in patients with advanced cancer
(CA): pharmacologic and long-term safety data. Proc ASCO 1999; 18:435a (abstrac
1678).
71. Hurwitz H, Fehrenbacher L, Cartwright T et al. Bevacizumab (a monoclonal antibody
to vascular endothelial growth factor) prolongs survival in first-line colorectal cancer
(CRC): results of phase III trial of bevacizumab in combination with bolus IFL
(irinotecan, 5-fluorouracil, leucoverin) as first line therapyin subjects with metastatic
CRC. Proc Am Soc Clin Oncol 2003;(abstract 3646).
72. Dupont J, Camastra D, Gordon M et al. A phase I study of VEGF trap in patients with
solid tumors and lymphoma. Proc Am Soc Clin Oncol 2003; 22: 194 (abstrac 776).
73. Ferrara N. Vascular endothelial growth factor: molecular and biological aspects. Curr
Top Microbiol Immunol 1999; 237:1 -30.
74. Fong TA, Shawver LK, Sun L et al. SU5416 is a potent and selective inhibitor of the
vascular endothelial groeth factor receptor (Flk-1/KDR) that inhibits tyrosine kinase
catalysis, tumor vascularization, and growth of multiple tumor types. Cancer Res 1999;
59(1):99-106.
75. Kuenen BC, Rosen L, Smit EF, et al. Dose-finding and pharmacokinetic study of
cisplatin, gemcitibine, and SU5416 in patients with solid tumors. J Clin Oncol 2002;
20(6):1657-67.
47
76. Herbst RS, Hidalgo M, Pierson AS et al. Angiogenesis inhibitors in clinical
development for lung cancer. Semin Oncol 2002; 29 (1 Suppl.4):66-77.
77. Rosen L, Rosen P, Kabbinavar F et al. Phase I experience with SU6668, anovel
multiple receptor tirosine kinase inhibitor in patients with advanced malignancies. Proc
Am Soc Clin Oncol 2001; 20:97a (abstract 383).
78. Mendel D, Laird A, Xin X et al. Development of a preclinical
pharmacokinetic/pharmacodynamic relationship for the angiogenesis inhibitor
SU11248, a selective inhibitor of VEGF and PDGF receptor tyrosine kinases in clinical
development. Proc Am Soc Clin Oncol 2002; 21 (abstract 94).
79. Trarbach T, Shleucher N, Riedel U et al. Phase I/II study of the oral vascula ebdothelial
growth factor (VEGF) receptor inhibitor PTK787/ZK222854 in combination with
irinotecan/5-fluorouracil/leucoverin in patients with metastatic colorectal cancer. Proc
Am Soc Clin Oncol 2003; 22:285 (abstract1144).
80. Minami H, Ebi H, Tahara M et al. A phase I study an oral VEGF receptor tirozin kinaz
inhibitor ZD6474 in Japanese patients with solid tumors. Proc Am Soc Clin Oncol
2003; 22: 194 (abstract 778).
81. Tolcher AW, O’Leary, J, DeBono, JS et al. A phase I and biologic correlative study of
an oral endothelial vascular growth factor receptor-2 (VEGFR-2) tyrosine kinase
inhibitor, CP-547,632 in patients with advanced solid tumors. Proc ASCO 2002; 21:
84a (abstract 334).
82. Brattstrom D, Bergqvist M, Hesselius P, et al. Elevated preoperative serum levels of
angiogenic cytokines correlate to larger primary tumours and poorer survival in non-
small cell lung cancer patients. Lung Cancer 2002;37(1):57-63
83. Türkiye klinikleri J Med Sci 1999, 19:100-105 kanser tedavisinde Anjiyogenez
inhibitörlerinin yeri)
84. Srivastava A, Laidler P, Davies RP, et al. The prognostic significance of tumor
vascularity in intermediate-thickness (0.76-4.0 mm thick) skin melanoma: a
quantitative histologic study. Am J Pathol 1988; 133: 419-423.
85. Weidner N, Semple JP, Welch WR, Folkman J. Tumor angiogenesis and metastasis–
correlation in invasive breast carcinoma. N Engl J Med 1991; 324: 1-8.
86. Macchiarini P, Fontanini G, Hardin MJ, et al. Relation of neovascularisation to
metastasis of non-small-cell lung cancer. Lancet 1992; 340: 145-146.
48
87. Mattern J, Koomägi R, Volm M. Association of vascular endothelial growth factor
expression with intratumoral microvessel density and tumor cell proliferation in human
epidermoid lung carcinoma. British Journal of Cancer 1996; 73: 931-934.
88. Ohta Y, Watanabe Y, Murakami S, et al. Vascular endothelial growth factor and lymph
node metastasis in primary lung cancer. British Journal of Cancer 1997; 76:1041-1045.
89. Wolm M, Rittgen W, Drings P. Prognostic value of ERBB-1, VEGF, cyclin A, FOS,
JUN and MYC in patients with squamous cell lung carcinomas. Br J Cancer 1998; 77:
663-669.
90. Dirix LY, Vermeullen PB, Hubens G, et al. Serum basic fibroblast growth factor and
vascular endothelial growth factor and tumor growth kinetics in advanced colorectal
cancer. Ann Oncol 1996; 7: 843-848.
91. Salven P, Mäenpää H, Orpana A, et al. Serum VEGF is often elevated in disseminated
cancer. Clin Cancer Res 1997; 6: 647-652.
92. Takigawa N, Segawa Y, Fujimoto N, et al. Elevated vascular endothelial growth factor
levels in sera of patients with lung cancer. Anticancer Res 1998;18(2B): 1251-1254.
93. Brattstrom D, Bergqvist M, Larsson A, et al. Basic fibroblast growth factor and
vascular endothelial growth factor in sera from non-small cell lung cancer patients.
Anticancer Res 1998;18: 1123-1127.
94. Imoto H, Osaki T, Taga S, et al. Vascular endothelial growth factor expression in non-
small cell lung cancer: prognostic significance in squamous cell carcinoma. J Thorac
Cardiovasc Surg 1998; 115: 1007-1014.
95. Linder C, Linder S, Munck-Wikland E, Strander H. Independent expression of vascular
endothelial growth factor (VEGF) and basic fibroblast growth factor (bFGF) in
patients with carcinoma and sarcoma. Anticancer Res 1998; 18: 2063-2068.
96. Demirkazık A, Özer İ, Akbulut H, ve ark. Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserli
Hastaların Serumunda VEGF Düzeyi 2002.
97. Mauceri H J, Hanna N, Beckett M, et al. Combine effects of angiostatin and ionizing
radiation in antitumour therapy. Nature 1998; 394: 287-291.
98. Shimanuki Y, Takahashi K, Cui R, et al. Role of Serum VEGF in the Prediction of
Angiogenesis and Prognosis for Non- small Cell Lung Cancer. Lung 2005; 183: 29-42.
99. Tamura M, Ohta Y, kajita T, et al. Plasma VEGF concentration can predict the tumor
angiogenic capacity in Non-small Cell Lung Cancer.Oncol Rep 2001; 8:1097-1102.
49
100. Imoto H, Osaki T, Taga S, et al. VEGF expression in Non-small Cell Lung Cancer:
prognostic significance in squamous cell carcinamo. J Thorac Cardiovasc Surg 1998;
115:1007-1014
101. Harpole DJ, Richard W, Herndon Jn, et al. Angiogenesis and moleculer biologic
substaging in patients with stage I Non-small Cell Lung Cancer. Ann Thorac Surg
1996; 61: 1470-1476
102. Weidner N, Folkman J, Poza F. Tumor Angiogenesis: a new significant and
independent prognostic indicator in early-stage breast carcinoma. J Natl Cancer İnst
1992; 84: 1875-1887
103. Heffler L, Tempfer C, Obermair A, et al. Serum concentrations of VEGF in vulvar
cancer. Clin Cancer Res 1999; 5:2806-209.
104. O’byrne KJ, Dobbs N, Propper D, et al. VEGF platelet counts, and prognosis in renal
cancer. Lancet 1999; 353:1494-1495.
105. Salgado R, Vermeulen P, Benoy I, et al. Platelet number and interleukin-6 correlate
with VEGF but not with bFGF serum levels of advenced cancer patients. Br J Cancer
1999; 80:892-897
106. Verheul H, Hoekman K, Luykx-de Bakker S, et al. Platelet; transporter of VEGF. Clin
Cancer Res 1997; 3:2187-2190.
107. Choi J, Kirn H, Lim H, et al. VEGF in the serum of patients with Non-small Cell Lung
Cancer: correlation with platelet and leucocyte counts. Lung Cancer 2001; 33:171-179
108. Salven P, Orpana A, Joensuu H. Leukocytes and platelets of patients with cancer
contain hih levels of VEGF. Clin Cancer Res 1999; 5.487-491.
109. Liao M, Wang H, Lin Z, et al.VEGF and other biological predictors related to the
postoperative survival rate on non-small cell lung cacer. Lung Cancer 2001; 33(2-3):
125-32
110. Yamamato Y, masakazu T, Kondo S, et al. Concentrations of VEGF in the sera of
normal controls and cancer patients. Clin Cancer Res 1996; 2: 821-6
111. Ferrara N.Vasculer Endothelial Growth Factor. Eur J Cancer 1996; 14:2413-22.
112. Woodhouse EC, Chaqui RF, Liotta LA. General mechanisms of metastasis. Cancer
1997; 15,,80(8 Suppl.)1529-1537.
113. Kraft A, Wendel K, Ochs A, et al. VEGF in the sera and effusions of patients with
malignant and nonmalignant disease. Cancer 1999;85(1):178-87.
114. Kaya A, Ciledağ A, Gulbay BE; et al. The prognostic significance of VEGF levels in
sera of non small cell lung cancer patients. Respiratory Medicine 2004; 98:632-636.
50