tarihimizde garip vakalar - okumedya garip vakalar - resad ekrem... · 2019-01-30 · reŞad ekrem...

127

Upload: others

Post on 15-Jan-2020

30 views

Category:

Documents


3 download

TRANSCRIPT

Tarihimizde Garip VakalarReşad Ekrem Koçu

Doğan Kitap (1951)

Derecelendirme:

Etiketler: Tarih, Araştırma

Reşad Ekrem'in dilinde tarih gerçek hayattan daha canlı, daha güzel,daha büyülü… Osmanlı tarihi kimi eğlenceli, kimi dokunaklı nice garipvakalarla dolu: Dalkavukların hayli ayrıntılı fiyat tarifesinden "Maymunfuhşa alet olur" diye biçare hayvanları astırarak idam ettiren"Maymunkeş" Abdülkerim Efendi'ye, Kaşıkçı Elması'ndan bahriyelilerinmaaşlarının gemi enkazı olarak ödenmesine, başına içi saman, talaş,hasır parçaları veya ziftli paçavra dolu bir kap koyup tutuşturarakpadişaha "ateş istidası" veren dertlilerden devlet memurlarının yazlıkevlerine gidiş tarihlerini düzenleyen "yalıya çıkma nizamı"na, mezarındabaşı kesilen şehzadeye varıncaya kadar pek çok garip vaka. ReşadEkrem Koçu'nun bilgilendirirken eğlendirmeyi de ihmal etmeyen ustakaleminden.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

2

TARİHİMİZDE GARİP VAKALAR

Reşat Ekrem KOÇU

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

3

REŞAD EKREM KOÇU TARİHİMİZDE GARİP VAKALARDALKAVUKLAR Bugün dalkavukluk bir ruh ve tıynet

meselesidir; iş, meslek olmaktan çıkmıştır. Tanzimattan evvelkidevirde ise, dalkavuklar, kâhyaları, nizamnameleri ve narhlarıolan bir esnaf zümresi idi. Top kapı sarayı arşivinde BirinciMahmut devrine ait kime hitab ettiği belli olmıyan bir arzuhalbulunmuştur ki bugünkü yazı dilimize çevrilmiş sureti şudur:

- Devletli, inayeti i, merhametli efendim,- Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir: Her sene

Ramazanı Şerif geldiğinde, İstanbulda, davetli davetsiz iftarlaragideriz; ülemanın, ricali devletin ve sair büyüklerin, mevkisahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, şerbetler, türlütürlü reçeller, tavukgöğüsleri, el m a spa reler, helvalar, kaymaklıbaklavalar, ekmek kadayıfları, süzme aşureler, hoşaflar yer veiçeriz; üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lâkiniçimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymıyan hareket vetavırlariyle velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararıda hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir , nizamabağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz âşikârdır. Kadîmnizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmasını,uygunsuzların içimizden tard edilmesini, tavır ve hareketlerihepimizin makbulü olan Şakir Ağanın cümlemize kâhya tayinolunmasını ve eline memuriyetini bildiren bir kıt a ruhsatnameihsan buyurulmasın niyaz ederiz. Emir ve ferman devletli,inayetli efendim Sultanım haz retlerinindir.

Dalkavuk kulları Bu kıymetli vesikanın altına da şu şayanıdikkat satırlar yazılmıştır:

- Dalkavuklar kibar ve rical huzuruna girdiklerinde, eteköperler. Oturacakları yer, trabzan yanındaki küçük minderdir.Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

4

konuşmak, meclise neşe vermek, keder verici sözlerden, zikrimüstekreh tabirlerden ve küfürlerden gayetle sakınmaktır. Hanesahibi ne söylerse fevkalâde yardakçılıkla tasdik edecekler ve aslaaykırısında söz söy lemiyeceklerdir. Verilen ihsanı gizlicealacaklardır, verilen paranın çokluğu ile meslekdaşları arasındaöğünmeyeceklerdir. Yine bu vesikada bulunan bir

- dalkavuk narhı ndan, dalkavukluğun sadece söz ile birvelinimete yardakçılık olmadığını öğreniyoruz. Dalkavuk,vücudünü de eğlence âleti yapmış bir zavallı, bir biçaredir; hattadalkavukluk tehlikeli meslektir. Yapılacak çeşitli eğlencelere göredalkavuklara konulacak narh da şudur: Dalkavuğun burnunafiske vurma fiske başına 20 para Başına kabak vurma 30 Yüzünütokatlama tokat başına . . . 30 Oturduğu minderden ve settenaşağı yuvarlama .... 30 para 180 Merdivenden aşağı yuvarlama . ...

Bir yeri incinir, kınhrsa tedavi ve cerrah parasım lâtife edenverir.

Çıplak başına tokat atma tokat başına .Elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çatırdatmak

şartiyle sakal zelzelesine . .... .. Sakal boyamasına . . . . 60 Sakalınınyarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa, lâtifeyi yapandalkavuğun üç aylık nafakasını verir. Bu nafaka ayda 30 kuruştan90 kuruştur.

Dalkavuğun kafasına iri bir yumruk indirme yumrukbaşına . ... . . . Ellerine ve ayaklarına domuz topu bağlama Yüzünemürekkep ve kömür ile kara sürme Kuyruğu dışarıda kalmamaküzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma . . Sakız dolabıbostan dolabı na bağlanarak su içinde bir miktar durdurulmakşartiyle bostan kuyusunda bir devrine 600 Bu lâtife birden fazlaher devir için ayrıca 100 para verilir. Dalkavuk boğulur ölürsecenaze masrafı lâtifeyi yapana aittir.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

5

Bir tarafının özengisi olmıyarak haşarıca bir hayvanabindirilip temaşasından hoşlanıhrsa .... 300Bir salkım üzümünsapı ile beraber yedirilmesi Bu vesika gösteriyor ki, eskidalkavuklarla zamanımızda dalkavuk kelimesinden anladığımızmâna ne kadar ayrı şeylerdir.

Müverrih Peçevîli İbrahim Efendi de, dalkavuklara,şaklabanlara fevkalâde düşkün olan Üçüncü Murad ın haltercümesinden bahsederken şirin bir fıkra nakleder; müverrihinağzından dinleyelim:

- Maskaranın biri şetaret ve maharetini gösterip de ihsanımalacağı sırada

- Yok Hünkârım !.. Bugün al tm istemem, yüz değnekisterim der. Padişah sebebini sorunca:

- Hele ellisini vurdurun da o zaman sorun der! .. Padişahemreder. Maskarayı falakaya yıkarlar.. Değnekler elli olunca herif:

- Durun!.. der, bir ortağım vardır, ellisini de ona vurun!..Ortağının kim olduğunu sorarlar:

- Beni her gün davete gelen Bostancı, Padişahımızınihsanını alıp giderken:

- Seni ben çağırdım, yarısı benimdir diye paranın yarısınıelimden zorla alır, bugün de değneğin yarısı onun hakkıdır! der.Padişah gülmekten katılır, maskaraya mutad ihsanının iki misliniverir, Bostancıyı da elli değnek için falakayayatırırlar.MAYMUNLARIN İDAMI

Eski yelken ve kürek devri gemiciliğinde, her gemide birkaçtane talimli maymun bulunurdu. Bunlar, açık denizde gemilerindireklerinin tâ tepesine tırmanarak korsan gözcülüğü yaparlardı;gayet keskin olan gözleriyle ufukta bir gemi gördükleri zamanbağırarak haber verirler, gemiciler de bir kor san çengine hazır

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

6

bulunurlardı. İstanbulun yelken, halat, makara, kürek, zift, varil.lenger.. hulâsa bütün gemi teçhizat ve levazımının satıldığı yerGala tada, iki köprü başı arasındaki saha idi. Gazi köprüsü başındaSokullu Mehmed Paşa camii Azap kapısı camii civarında da bir sıramaymuncu dükkânları vardı; tersane gemileri ve sair tüccargemileri için talimli maymunlar burada satılırdı. Üçüncü Muradınhacası Abdülkerim efendi gayet mutaassıp, asabi, her aklınageleni yapan, Padişah üzerindeki nüfuzuna dayanarak hiçkimseden korkmı yan bir adamdı. Güzel konuşur, camilerde vaazettiği zaman dinleyicileri kendisine meftun ederdi. Bir gün, hocaefendi bir kitapta

- Maymun fuhşa âlet olur diye bir bend okumuş,asabiyetinden ateş kesilmişti; hemen arkasına binlerce insantoplayarak Azapkapısı çarşısına gitmiş, maymuncu dükkânlarınıbasmış, ne kadar maymun varsa yakalatıp biçare hayvanlarıoradaki ağaçlara astırarak idam ettirmişti. Halk ta pek haklı olarakbu mutaassıp hocaya

- Maymunkeş lâkabım takmıştı.TIRNAVA CADILARICadıya, gulyabaniye, hortlağa inananlar dünyanın her

tarafında her zaman bulunur. Hüseyin Rahmi merhum bukorkunç mevzuu mizah edebiyatımıza mal etmişti. Zamanımızdada gazeteler perili, cinli evlerden, geceleyin taşlananpencerelerden bahsederler, arası çok geçmez, bu cinlerle perilerinhuysuz ve geçimsiz komşular ve bir takım külhanî serserilerolduğunu öğreniriz. Tarihimizde garip vak a lara ve pek tuhaf vehatta tüyler ürpertici batıl itikatlara rastlanır. Bakınız,Bulgaristanın Türk idaresinde bulunduğu zamanlarda Tımavakadısı Ahmet Şükrü Efendi hükümet merkezine gönderdiği resmîyazıda neler anlatıyor! Bu mektup Hicrî 19 Rebiül âhır 1249 Milâdî1833 tarihli olup devletin resmî gazetesi olan Takvim i Vekâyiin

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

7

69 uncu nüshasında neşredilmiştir; bugünkü yazı dilimizeçevirerek okuyalım:

- Tımavada cadı türedi. Gün battıktan sonra evlere musallatolmağa başladı. Zahireye dair un, y?ğ, bal gibi şeyleri birbirinekatar ve kâh içlerine toprak karıştırır. .. Yüklüklerde bulduğuyastık, yorgan, şilte ve bohçaları didikler, açar ve dağıtır ...insanların üzerine taş, toprak, çanak ve çömlek atar... Hiç kimsebir şey göremez ... Birkaç erkek ve kadının da üzerine saldırmış ...Bunlar çağırıldı, soruldu: Üstümüze sanki bir manda çökmüşsandık, dediler ... Bu yüzden iki mahalle halkı evlerini bırakıpbaşka tarafa kaçtılar... Kasaba halkı bunların cadı denilen habisruhların. eseri olduğunda ittifak etti. .. İslimye kasabasındacadıcılık ile tanınmış Nikola ismindeki adam Tırnavaya getirildi vesekiz yüz kuruşa pazarlık edildi. Bu adamın elinde resimli bir tahtavardı, mezarlığa gider, tahtayı parmağının üzerinde çevirir, resmihangi mezara bakarsa cadı o mezardaki ruhu habis imiş ... Büyükbir kalabalık ile mezarlığa gidildi. .. Resimli tahtayı parmağındaçevirmeğe başlayınca resim, sağlıklannda yeniçeri ocağının kanlızorbalarından olan Tetikoğlu Ali Alemdar ile Apti Alemdar denileniki şakinin mezariarına karşı durdu ... Mezarlar açıldı. .. Cesetleriyarım misli büyümüş, kılları ve tırnakları da üçer, dörder parmakuzamış bulundu... Gözlerini kan bürümüş, gayet korkunç idi.Mezarlıktaki bütün kalabalık bunu gördü.. Bu adamlar,sağlıklarında her türlü fesadı irtikâp etmiş, ırza, namusa, malatecavüz etmiş, adam öldürmüş, ocakları lâğvedildiği zaman hernasılsa yaşlarına riayet olunarak cellâda verilmemiş, ecelleriyleölmüşlerdi... Sağlıklarında yaptıkları yetişmemiş gibi şimdi dehalka ruhu habis olarak musallat olmuşlardı.. Cadıcı Nikola nıntarifine göre bu gibi habis ruhları defetmek için cesetleriningöbeğine birer ağaç kazık çakılır ve yürekleri kaynar su ile haşlanırimiş ... Ali Alemdarla Apti Alemdarın cesetleri mezarlarındançıkarıldı... Göbeklerine birer ağaç kazık çakıldı ve yürekleri bir

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

8

kazan kaynar su ile haşlandı, fakat hiç tesir etmedi. Cadıcı bucesetleri yakmak lazım, dedi. Bu hususta şer an da izinverilebileceğinden ruhsat verildi... Ve iki yeniçerininmezarlarından çıkarılan cesetleri mezarlıkta yakıldı ve çok şükürkasabamız da cadı şerrinden kurtuldu ...

KAŞIKÇI ELMASIDünyanın tanınmış elmaslarının birer tarihçesi, macerası

vardır. Bu arada bazıları kanlı ve uğursuz olarak meşhurdurlar.Türk hâzinesinde Kaşıkçı Elması diye anılan kıymetli taşınhikâyesini, on sekizinci asrın müverrihlerinden Raşit, şöylecenak l e diyor

- 1669 yılında İstanbulda Eğrikapı çöplüğünde dolaşanbaldırıçıplak takımından bir adam bir yuvarlak taş bulur.. Biryaymacı kaşıkçıya giderek üç tahta kaşığa değişir... Kaşıkçıgötürür, bu taşı bir kuyumcuya on akçaya satar. Kuyumcu taşıarkadaşlarından birine gösterir; kıymetli bir elmas olduğuanlaşılınca beriki sus payı ister ... Aralarında kavga çıkar ... MeseleKuyumcubaşıya akseder. Kuyumcubaşı kavgacıların eline birerkese akçe vererek taşı alır... Fakat bu sefer de vakayı SadrazamKöprülüzade Fazıl Ahmet Paşa duyar, taşı kendisi için satınalmağa hazırlanırken mesele Padişaha akseder. DördüncüMehmet, Bir Hattı Hümayun ile elması Sarayı Hümayuna getirtirve Saray elmas traşına verilir. Eğrikapı çöplüğünde bulunan taşişlenince meydana 48 kratlık nadide bir elmas çıkar ...Kuyumcubaşıya Kapıcıbaşılık rütbesiyle bir kese bahşiş ihsanolunur.

Kaşıkçı Elmasının Eğrikapı çöplüğüne nasıl düştüğütarihin bir sırrı olarak kalmıştır.

MAAŞ YERİNE GEMİ ENKAZIİmparatorluğun son devirlerinde, bilhassa İkinci

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

9

Abdülhamit zamanında ve Meşrutiyette memur maaşları her aymuntazam olarak verilmezdi. Maaş çıkması bir mesele, memurlariçin adeta bir bayramdı; memurların çoğu maaşlarını sarraflarafaizle kırdırır, sıkıntı içinde yaşarlardı. En küçük bir kâtîptenvezirine kadar sarrafa borcu olmıyan memur yok gibiydi; Devletricalinin hususî sarrafları vardı ki hepsi bi lâistisna gayrimüslim;Rum, Ermeni ve Yahudi olan bu sarraflar muazzam servet vemalikâneler, kâşaneler sahibi olmuşlardır. Sultanların veŞehzadelerin tahsisatı da memur maaşları gibiydi. Maaşlarınmuntazam verilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ilebaşlamış ve Cumhuriyet devrinde de, Atatürk ün asil bir direktifiile, bir adım daha ileri gidilerek peşin maaş usulü tatbik edilmiştir,bu da muhakkak ki devlet idaresinde bir asaletin ifadesidir.

İkinci Abdülhamit zamanında, bir ara, iki büyük ve eskiharp gemisi, üç anbarlı Mahmudiye gemisi ile bir askerî nakliyegemisi olan Taif vapuru kadro dışı edilmiş ve tersanede bozularakahşap ve demir enkazı ayrılmıştı. Bahriye Nazırı Hasan Paşa da odevrin nüfuzlu simalarındandı, Maliye hâzinesinde para olmadığıiçin bu iki geminin enkazını, bir müddet, bahriye erkân vezabitammn çıkmıyan maaşlarına karşılık olarak kullanmıştı.Zamanımızın maaş bordroları yerine maaş kâğıtları kesilir, NazırHasan Paşa da bu kâğıtların altına meselâ:

- Maaşına karşılık Taif vapurundan SOO okka enkaz verilediye yazardı. Nazırdan bu emri koparanlar sevinçten âdetauçarlardı; hemen enkazcılara koşarlar, maaş kâğıdını derhalparaya tahvil ettirirler, o adamlar da tersaneye gelerek topladıklarımaaş kâ ğıtlannın tutarında Taif ve Mahmudiye enkazımkaldırırlardı!

- Görüp İşittiklerim ismindeki çok kıymetli eserinde bize buhâtırayı nakleden Çankırılı Hacı Şeyhoğlu, Ahmet Kemal Bey, üçanbarlı Mahmudiye hakkında, belirsiz de olsa bir fikircik verecek

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

10

bir fıkra naklediyor:- Çocuklarım, 1897 1898 Yunan harbinde zırh lılann

çıkışını Unkapanı köprüsünden seyrediyordum. Tesadüfen.yanımda kısaca boylu, ak sakallı bir zat vardı. Bu zat, bir aralıkkolumu çekerek ve Mesudiye zırhlısını göstererek:

- Aman kaçalım!...Şimdi gemi köprüye çarpacak! dedi. Halbuki Mes udiye

zırhlısı henüz Ayvansaray önlerinde idi, beni çeken ihtiyar: Heygidi günler hey!.. dedi.

- Biz, on dört kişi bir tarafta, on dört kişi diğer tarafta üçanbarlı Mahmudiyenin dümenini kullanırdık... Bunlar, dümeniparmakla idare olunur gemiyi kullanamıyorlar! .. dedi. Veihtiyarın dediği çıktı. .. Mes udiye köprünün açılmış geçidinitutturamadı, köprüye gümbür gümbür bindirdi. ..

TERSANE MANDALARITersane havuzlarına gemi alınınca, havuzların suyu,

makinelerle değil, gayet büyük bostan dolap lariyle boşaltılırdı;havuzların yanıbaşında bulunan bu dolaplara da

- Havuz dolabı adı verilirdi ve dolaplara mandalarkoşulurdu. Dolaplara da kadimden beri Kürt neferler nezaretederdi, bunlara

- Mandacı , ağalarına da- Manda Ağası denilirdi. Tür kiyede mükellefiyeti

askerîyenin kabulünden çok sonraları dahi tersanede bu dolaplarve mandalar kullanılmıştır. Vatandaşlara askerlikmükellefiyetinin kabulünden sonra, kur ası tersaneye düşenefrattan bedel verecekler için, para bedeli yerine mandalı bedelkabul edilmişti; yâni askerliğini bahri yede yapacak olan bedelliler,

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

11

kendi yerlerine havuz dolaplarına bir manda gönderirlerdi.Sahibinin yerine hizmet müddetini dolduran mandalarınboynuzları yaldızlanır, terhis kâğıtları da sıkalı kordonlarlaboynuzlarının arasına asılır, sahibine merasimle teslim edilir,kasabasında, köyünde de, davul zurnalı bir merasimlekarşılanırdı...

ATEŞ İSTİDASIFeryadı gökyüzünü tuttu denildiği gibi, görülen haksızlık

ve zulümden bizzat padişaha şikâyet edebilmek için, huzuraçıkamıyanlar son bir çareye başvurmuşlardı. Padişahınsahilsaraylardan birinde pencere önünde oturması gözlenir vehemen bir kayık ile denize açılarak, içinde saman, talaş, hasırparçaları veya ziftli paçavralar bulunan bir kab baş üstünekonulup tutuşturulur; bu:

- Padişahım, her taraftan gördüğüm haksızlık ve zulüm ileartık başımda ateş yanıyor. Son ümidim şendedir, sanasığınıyorum, fakat beni senin yanına sokmuyorlar! demektir.Bunu gören padişah derhal şikâyetçiyi huzuruna getirtir, derdinidinleyerek ica beden emirleri verir. Ateş istidasının en parlak örneği, Naima Tarihinin dördüncü cildinde 1648 yılı H. 1058 vakaları arasında kayıtlıdır ve Sultan İbrahim saltanatının songünlerine rastlar: Yedi tane İng il iz tüccar kalyonu, Galataönünde derya ortasında ak bayraklar çekip bütün mürettebatıgüverte üzerine dizilir, başlarında birer bakraç zift yakıpbağrışmağa başlarlar. Derhal saraydan adam gönderilip dertlerininne olduğu sorulur. Meğer getirdikleri maldan evvela ticaretmuahedesiyle tesbit edilen yüzde üç yerine yüzde altı gümrükresmi alınmış. Sonra satın alınan takriben 15.000 kuruşlukmallarının bedeli ödenmediği gibi, gemi kaptanlarına limanıderhal terketmeleri de emro lunmuş ...

- Bu mezal i m üzerimizden ref buyurulsun, yahut

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

12

sefinelerimizle umumen ateşlere yanarız demek isterlermiş .Bunu öğrenen Sultan İbrahim, hemen Çavuşbaşı Ağayı SadrâzamHezarpâre Ahmet Paşaya göndererek İngilizlere yapılan haksızlığıtamir ettirmiş.

YALIYA ÇIKMA NİZAMITanzimat devrine kadar, devlet erkanı ve ricali ve İstanbul

ayanı ve kibarı, yazın, kendi mülkü olan veya kira ile tuttuklarıyalılara canlannın istediği zaman taşınamazlar ve mevsim sonu,keza canlarının istediği zaman şehirdeki konaklarınadönemezlerdi. Hükümet, herkesin, o yazı, Boğaziçinin hangiköyünde veya Halicin hangi tarafında oturacağını evveldenöğrenir, o yılın havalarına göre, nihayet bir gün yalılara göçmüsaadesi çıkardı. Şehre dönüşte de aynı usül tatbik edilirdi. Buizinler çıkmadan hiç kimse yerinden kıpırdayamazdı. Her yılsayfiye mevsimi için, Payitahtın sahillerini muhafazaya memurBostancıbaşı Ağa tarafından Haliç ve Boğaziçi sahillerinin birdefteri tanzim edilirdi.

- Bostancıbaşı defteri denilen bu defterlerin sahife leri altınyaldızdan çizgilerle dama tahtası gibi kutu kutu bölünmüştü;liman ağzında Yalı köşkünden Eyyubun ötesinde Bahariyeye;karşı tarafta Karaağaçtan Rumeli kavağına; Anadolu yakasında daAnadolu kavağından Haydarpaşaya kadar yalı, ev, dükkan,kayıkhane, cami, mescit, iskele, bahçe, arsa ve ilh... ne varsa,sırası ile her birine bir kare tahsis edilmiş, meskenlerin sahipleri,kirada ise sahipleriyle beraber kiracıları yazılırdı; örnek olarak,Üçüncü Selim zamanında Hicrî 1206 yılında tanzim edilmişBastancıbaşı defterinden birkaç satır okuyalım: ,

- Beykoz iskelesi, yanında Mustafanın hanesi, yanında Hacıoğlu Ahmedin yalısı ve arsası, yanında Lâz Hüşeyinin yalısı,yanında sabık Istanbul Kadısı Hamamî Zade Efendinin yalısı,yanında Merhaba Zade oğlunun yalısı, yanında Odabaşı Zade

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

13

oğlunun yalısı, yanında îmamzade Emin Efendi kullarının yalısı,yanında kireççi taifesinin odaları ve fırınları, yanında Sultaniyebahçesi ve Bostancılar ocağı, yanında Beyşehirli Yahya Beykullarının yalısı, yanında îsmail Ağa kullarının köşkü vekayıkhanesi, yanında İncir karyesi camii şerifi, yanında iskele...Padişahlar, yazın saltanat kayığı ile deniz tenezF. zühüneçıktıklarında dümende Bostancıbaşı dururdu; Hünkâr merak edipşu yalı kimin diye sordu mu, Bostancıbaşı önündeki defterden:

- Falan kulunuzun yalısı, kiracısı filan kulunuz diyeokuyuve rirdi. Yahut Padişah defteri önünde bulundurur, merakettiği yeri kendisi okuyup öğrenirdi.

Tanzimattan sonra yalılara çıkmak için bu izin külfetikalktı, fakat Meşrutiyete kadar bazı kayıtlar, şartlar devam etti.Meselâ Abdülâziz zamanm .da, yazın Kadıköyünde oturanŞeyhülislâm Turşucu Zade Ahmet Muhtar Efendi, kendi kayığınıbekleme yip halk arasında vapura binip Kadıköyüne geçtiği ve busuretle

- Yüksek makamının şerefini koruyamadığı içinazledilmişti.

ATA BÎNME YASAĞITanzimattan evvelki devirde, îstanbulda Padişahtan başka

ancak üç kişi, eğer ata tercih ederlerse arabaya binmek hakkınasahip idiler. Bu üç kişi de İlmîye sınıfının en yüksek simaları olanŞeyhülislâm, Rumeli Kazaskeri ve Anadolu Kazaskeri Efendiler idi.Vezirler, devlet ricali ve zata mahsus bahşo lunan bir imtiyaz ileakalliyet âyan ve eşrafı ancak ata binebilirlerdi. Onyedmci. asrınilk yıllarına kadar ricalden sayılmayan memurin, serveti ne olursaolsun halk, büyük şehir içinde ata da binemezdi. Fıkra edebiyattarihine geçmiştir.

Dini edebiyatımızın Süleyman Çelebinin Mev lûdî Şerifi gibi,

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

14

hem şairane hem âşıkane en yüksek eserlerinden- Hilyci Peygamberi yi yazmış olan Hâ kani Mehmed Bey, bu

şâheserini bitirdiği 1598 H. 1007 yılında yetmişini aşmışbulunuyordu. Vazifesi Babıâlî Kaleminde idi, konağı daEdirnekapı civarında idi. Eseri, saraydan en aşağı halk tabakasınavarınca fevkalâde bir heyecan ile karşılandı ve şaire, sadaretmakamı tarafından ne türlü bir mükâfata mazhar olmakarzusunda bulunduğu soruldu. Şair:

- Artık ihtiyar oldum, her gün Edirnekapı sına kadar yayagidip gelmeğe kudretim kalmadı, müsaade buyurulursa hayvanile gidip gelsem cevabını verdi. Halbuki Hâkanî Mehmet Beyinrütbesinde bir memurun ata binmesi yasaktı, şairin hatırı içindevlet nizamını bozmadılar, hükümet Babıâli civarında bir ev alıpşaire hediye etmeyi tercih etti ve arzusunu bu yoldan yerinegetirdi. Fakat bir müddet sonra, Müslümanlar hakkındaki şehiriçinde ata binme yasağı kaldırıldı.

Onyedinci asır ortalarında, bir sinir hastası olan Sultanİbrahim de İstanbul şehrinin içinde arabayı yasak etmişti. Bir günbir üfürükçü hocaya okunmağa giderken yolda bir arabayarastladı; fevkalâde sinirlendi ve bu basit zabıta vak asındanSadrâzamı mesul tuttu; Sadrâzam Salih Paşayı, ki, değerli,namuslu bir vezirdi, gittiği üfürükçünün evi ne çağırttı vegözünün önünde bîr kuyu ipi ile boğ durttu.

ESKİ ZAMAN AŞÇILARIDükkânlarının iç manzarasının nasıl olduğu, ne tarzda

döşenip dayandığı, hizmet âdabının ne olduğu katiyetle tesbitedilemiyen en eski aşçı dükkânların dan keyif ve insafa kalmışporsiyon usulü yerine uzunluk, ağırlık, sayı ve lokma hesabı ileyemek verildiğini muhtelif devirlere ait narh defterlerindenöğreniyoruz. Bugün bize tuhaf gelir ama, meselâ Sultan İbrahim

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

15

zamanında 1640 Hicrî 1050 yılında tanzim edilmiş narh defterinegöre, o devirde şiş kebabı arşın üzerinden; yahni, kuşbaşı kebap,pilâv tartı ile ve lâhna dolması sayı ile satılmaktadır, işte defterinaşçılara ait olan bendi: Koyun yahnisi okkası İS akçe Sığır yahnisiokkası 9 Halis koyun etinden kâfte on dirhemi 1 Lâhna sarması20 tanesi . . . . 1 C iğer kebabı 40 büyük lokması . . 1 Pirinç pilâvı 10dirhemi 1 Şiş kebabı yarım ziralık bir şiş dolusu 1 SİLÂHLANMAVE SİLÂH YASAĞI Türklerde silâh taşımak yiğitliğin şâmndansayıldığı için asırlar boyunca, uygunsuz takımı tarafındantaşınmış dahi olsa, bir silah yasağı düşünülmemişti. İlk mühimsilah yasağı, ondokuzuncu asır başında, İkinci Mahmutzamanında bu Padişahın has mutemedi Hâlet Efendinin ikbaldevrinde konmuştur.

Hâlet Efendinin kötü siyaseti, devletin başma Moraihtilâlini dalarnıştı 1820 Hicrî 1236 yılında, İstanbul Rumlarınınayaklanarak Müslümanlan katliâm edeceği rivayeti çıktı,hükümet büyük bir tedbirsizliğe düşerek, silah taşıyagelenlerdenmaada bütün İstanbul Müslümanlarının silâhlanmasını emretti.Bu emir, büyük şehir halkını bir taraftan tüysüz oğlancıklaravarınca silahlanan İstanbul halkının ipsiz sapsız uygunsuztakımı türlü rezalet ve kepazeliğe fırsat buldu. O devri yaşamışolanlardan Şâni Zate Ataullah Efendi, meşhur tarihindemanzarayı

- Ahvali Asitane başlığı altında şöyle tasvir ediyor:- Ötedenberi garip hallerile tanınmış İstanbullular, bu sefer

de, silahını bir nevi süs ve ziynet ve çocuk oyuncağı haline getirdiler Gece ve gündüz, mahalle aralarında, i sokaklarda, iskelelerde,cami avluların da, hasılı her yerde ve boş yere, kestane fişeği gibitüfek ve tabanca atmağa başladılar; İstanbul silah seslerile inleyipdurdu ve silâh sesinden , bir kaza kurşununa kurban olurumkorkusundan kendileri de serseme dönüp perişan oldular. Kaza

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

16

kurşunu ile kimi anasını, kimi arkadaşım, zevce veya hemşiresiniöl dürdü; bu vesile ile huzla güruhu ise kasdi menfaatle kandöktüler. Bazı eşki ya sarraf evlerinin kapılarını kınp girdiler; böyletecavüzlere uğrayanlar malını canına feda edip şikâyettebulunamazlardı; Unkapanı tüccarından Hacı Hal il Ağanın birçuval içinde ve hammal sırtında sarrafına gönderdiği yedi bin beşyüz kuruşu Asma altında silâhlı hammallar tarafından çevrilipyağma edil di. Bir kısmı da dükkânlara girip:

- Sefere gideriz diye pabuç, c;:izme, elbise ve eşya Be zirgânhakkını helal eyle!. diye ellerini kollarını sal lıyarak çıkıpgiderlerdi; dükkân sahiplerinden ağzını açanlar hemenkatlolunurdn. İş bu hale dökülünce, ilk emrin tamamen aksi, birsilah taşıma yasağı çıkamıyacağından, sokaklarda, evlerde silâhatılması yas ak edildi. Uygunsuz takımının, soyguncumakulesinin takibi için de Yeniçeri Ağasına emir verildi.

Silâh heveslilerinin uçan takımının bu devirdeki kıyafetleride pek tuhaftı, bu koPuk ve külhanî kıyafetlerinin en makbulü deCezayir kesimi gemici esvabı idi: Ayakta ökçeli basık kırmızısahtiyandan yemeni. .. Ayaklar ve baldırlar çıplak ... Beyaz kısadüz çağşırı; belde kırmızı şal kuşak, sırt ta beyaz dimi mintan ...Göğüs bağır açık... Eğer varsa göğüs per çimleri görünecek... BaştaCezayir işi kırmızı keçe külâh, üstünde oyalı grep ... Silah olarakmümkünse çifter çifter yatağan, hançer, tabanca ... Sağ omuzdanaşırtma atılmış kılıç... Gümüş ve altın saplı kamçı... Kız saçındanyahut hayvan perçeminden örülmüş altın ve gümüş halkalıköstek ...

Bazı gençler de, bilâkis, gayet geniş ağlı çağşır giyerler,sünnet çocukları gibi, çağşırlarmın ağını tutarak yürürler; akıl veiz an sahipleri ise, bu hallere sadece acı acı gülerler idi. VEBASALGINI Tarih kaynaklarımızda devir devir büyük veba salgınlarıkayıtlıdır; bunların en müthişi 1812 Hicri 1227 de olmuştur.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

17

Hastalık büyük şehirde o kadar korkunç bir hal almıştı ki,Padişahın emri ile sur kapılarına konulan gizli memurlar, birgünde, her kapıdan 50 60 ile 300 arasında cenaze çıktığını tesbitetmişlerdi, şehir içinde gömülenler hariçti. Zamanın gümrükemini tarafından tanzim edilen bir ilmühabere göre, bir buçuk ayiçinde İstanbulda her gün 850 900 kişi ölmüş, ramazanda ise ölüsayısı 1200 e kadar çıkmıştı. Hastalığın en şiddetli hükümsürdüğü semtler, bilhassa ayak takımının, bekar taifesininkalabalık olduğu Tahtakale, Yemişden Bahçekapıya kadar olansahil parçası, Galata ve Üsküdar dı, buralardaki bekâr odaları birerveba yuvası halindeydi. Aslında, aynı zamanda birer fisküfücürve haşarat yatağı da olduğundan, hüküm et ilk tedbir clarak bubekâr odalarının yıktırılmasını emretti, odalar bir gün içindeyıkıldı, bu işe memur olanlar, tüyler ürpertici manzaralarlakarşılaştılar: Ölenlerin çoğu, ayakdaşları tarafından sokaklardayıkanıp birer tahta parçası üzerine konularak götürülüyordu,yıkılan odalarda, unutulmuş, kokuşmuş yüzlerce ölü bulundu,bunların arasında da bir çok uygunsuz gençler, fahişeler, bufahişelerin beşikte çocukları görüldü. Bahçekapısında bir sokakvardı ki, büyük şehrin has mânada bir batakhanesi idi ve halk ağzında

- Melek girmez sokağı denilirdi ki, bu müthiş vebadan sonradevrin Padişahı İkinci Mahmut bu sokakta bir cami yaptırmış,adını

- Hidayet Camii koymuştu.Salgın sırasında Padişah, Beşiktaş sarayında bulunuyordu,

ikindi namazlarına Ayasofyaya gelirdi; Padişahlar kadıncenazesinde namaza durmazlardı,

- hastalığın def ine sebeptir diye rica olundu, SultanMahmut üç dört defa Ayasofyada cenaze namazı kıldı ki birseferinde 19 erkek, 8 kadın ve il kız ve oğlancık olmak üzere 38

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

18

cenazenin namazı kılınmıştı. Yakınlarından bazı kimselerintavsiyesi ile, hastalığın def i için, Sultan Mahmut, yatsınamazından sonra minarelerden yüksek sesle

- Sû rei Ahkaf okunmasını emretmişti; bunun üzerine halkdehşet içinde kaldı. Ramazan bayramında ise, bayramlaşmakmünasebetiyle halkın birbiriyle ihti lâtı arttığından, hastalıktüyler ürpertici bir hal aldı, bayram ertesi günlük ölüm vak alan3000 e kadar çıktı; ulemadan bir kısmı, padişaha müracaat ederek:

- Sûrei Ahkaf Ad kavminin helak olacağını haber verir, böylegünlerde okunması gazabı ilahiyi mucibdir dediler, emir gerialındı, hatta geri alınmakla da kalmmıyarak, evlerde dahi Kur anokunurken bu sûrenin okunmaması emredildi.

Yine bu 1227 Ramaz anında geceleri bekçilerin davulçalması, mâni ve türkü okuma sı, kahvehanelerde tavla, dama vesatranç ve sair oyunlar oynanması, meddahların hikâyenakletmesi yasak edilmişti.

YENİÇERİ REZALET VE ZORBALIKLARIYeniçeri ocağının zaptı bozulup da hemen bütün İstanbul

esnafı ve bu arada büyük şehrin baldırı çıplak haşeratı ocağakaydedildikten sonra, şehrin asayiş ve inzibatından mes ulyeniçeriler, türlü rezalet, şenaat, ırz ve namus tecavüzleriyle,hatta şekavetle İstanbulun altım üstiine getirdiler ki yerindetâbiri ile bu azgınlıklarımn en taşkın devri de, Üçüncü Selim,Dördüncü Mustafa ve İkinci Mah mudun zamanı oldu veocaklarının kanlı bir şehir muharebesiyle yıkıldığı, imha edildiğigüne kadaı devam etti. Bugünkü polis karakolları, içinde türlükepazeliğin göz göre göre yapıldığı yerler halini alınca, halkın,Allahtan başka sığınacak yeri kalmadı. Bu müthiş devirde, birkaçay kadar, Alemdar Mustafa Paşa

- Kırcalı askeri denilen Rumeli ayanlarının milisleriyle şehre

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

19

hâkim olup yeniçerilerin go zünü yıldırmış, rezaletleri ayyukaçıkmış bâzı yeni çeri eşkiyasını amansızca tepelemiş,

- Sekban adiyle yeni bir asker ocağı kurmuş, fakat, kendigafle: ve gururu yüzünden yeniçerilerin ânî bir baskınmauğrıyarak ateşe verilen Babıâlide intihara mecbur olmuş, meydangene yeniçerilere kalmıştı.

Yeniçeri kolluklan: Eskiden, bir kolluk önünden ulemâdan,vüzeıû dan biri, veya semtin sevilmiş, sayılmış bir siması geçince,kolluk çorbacısı veya neferleri, eğer kapının önünde iseler, ayağakalkıp hürmetle selâm verirlerdi. Bahsettiğimiz tuğyan devrindeise, kolluk önünde iskemleler atıp oturan veya hasırlar seripüstüne lâübaliyâne uzanıp yatan yeniçeriler, sabahtan akşamakadar tambura çalarlar, mâni ve destanlar okurlar, gelip geçeneayağa kalkıp selârn vep rnek şöyle dursun, bilakis alay ederlerdi.Hatta, akşam karanlığında ve geceleyin kolluk önünden geçmek gafl etin i gösteren erbabı namusu:

- Senden şüphelendik, buralarda ne dolaşırsın, üstünü arıyacağız! diye cebren ve kahren içeri alıp, saat ve kese ve çubuk gibikıymetli eşyas1 varsa alırlardı: soyulan biçare, bunu halasınınfidyesi bilip ağzını açmadan giderdi. Kendi mıntakaları içindeoturan Müslim ve gayrimüslim tüccarlar ise kolluk hara c ın abağlanmışlardı. Elinden kan çıkan, doğraca kolluğa iltica eder,onlar da:

- Bu delikanlı yoldaşımız dır, maktulün diyetini ortamızınvakıf akçesinden veririz derler, maktul tarafım da, kabul etmem diyemiyeceği için, birkaç yüz kuruşla dâvalarından vazgeçirtirler,himaye ett ikl eri katili ise, kudreti ölçüsünde soyarlardı. Paskalyave saire yortu günlerinde, zengin Hıristiyanların yolunu çeviripizzet ve ikram ile kolluğa alırlar, rakı ve şarap ikram ederler,kendileri de Hazreti İsa aşkına kadeh devirirler ve arkasındanbezirgânın önüne bahşiş tabağını dayarlardı.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

20

Balta asmak ve zorba dövüşleri: Yeniçeri zorbaları, İstanbullimanına gelen bütün mal ve erzak gemilerininkomisyonculuğunu, bıçaklarının kuvvetiyle inhisarları altınaalmışlardı. Limana bir gemi ge 1 di mi, açıkta demir attı ise san dalla gidip, bir iskeleye p a l a ma r verdi ise hemen gemiye atlayıp,kahvehane kapılarına konulanların eşi, mensup olduğu ortanınnişanını ve kendi adını taşıyan bir levhayı geminin bumunaasardı. Geminin yükü ne olursa olsun, mal ve erzakın sahibi vegeminin kaptanı, tahliye ve satış işine karışamazdı, bu işi, kendiavanesiyle 9 zorba yapar ve tutar parasından dilediği arslan payınıahrdı, ki m se ağız açamazdı; gemilere asılan bu zorba nişanlarına

- balta denilirdi ki, bugün bile halk ağzında musallat olmayerine kullanılan

- balta olmak tabiri buradan kalmıştır. Geminin yükü tamaıçekecek kadarsa, bıçağına ve avenesine güvenen bir başka zorba,evvelce takılan baltayı indirir, yerine kendi nişanını a sar ve derhaloracıkta, kanlı bir kavga başlardı. Bir tarafın öbür tarafısındırmasına

- bıçak altımdan geçirme denilirdi. Bazan da sırfkülhanbeylik, itlik güdülerek, zorbalar arasında, bilhassa Galatada Hendek içinde, günü, saati ve şahitleri de tesbit edilmeksuretiyle yatağanlar, palalarla, frenklerin düellosu gibi, yeke yekdövüşülürdü; bu dövüşlerin çoğu ölümle neticelenir, eğertaraftarlar kendilerini tutamıyarak ortaya atılırlarsa hakikî birküçük muharebe olurdu.

Zorba küfeleri: İstanbulun yaş sebze ve meyve ticaretinemusallat olmuş zorbalar, işi daha ileri götürmüşler, kendilerininnişan ve işaretlerini taşıyan hususî küfeler yaptırmışlardı;bunları, büyük şehre sebze ve meyve sevkeden Marmaraiskelelerinden peyledikleri yerlere gönderirlerdi; bostan ve bahçesahipleri, mallarını bu küfelere yüklerniye ve yeniçeri zorbasının

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

21

göndereceği para ile kanaate mecbur idilet . Hattâ bir seferinde, biryeniçeri zorbası, Karamürselli bahçıvanlara pusula göndererek:.Mal şu kadar noksan çıktı, bu kadarı çürük çıktı, hamaliye vekantariye masrafları şu tuttu, sair resimler ve küfelerimizin kirasıbu kadar, bana daha şu kadar borcunuz vardır, diye yazmış,bahçıvanlar da, bu pusulayı ibret olmak üzere, Karamürseldekahvehanenin duvarına asmışlardı.

Tahmis zorbaları: O zamanlar, kahve, değirmende çekilmez,kavrulduktan sonra Tahmisteki büyük miri dibeklerdedövülürdü; saf kahveye nohut ve buna benzer şeylerkatmamaları için, dibekçilerin başında her gün, ihtiyar yeniçeriustalarından dört kişi bulunurdu. Tahmis dibeklerinde eşhasa vekahvecilere ait her gün en az iki bin okka kahve dövülürdü; buyeniçeri ustaları, ellerinde saf kahve ile gelenleri:

- Var dolaş, falan zaman gel! diye dibek başından zorlauzaklaştırırlar ve sonra getirilen saf kahveye yarı yarıya nohutkatarlar, aradaki farkın kârını dibek çilerle paylaşırlaydı.

Semer devirmek: Yeniçeriler arasında, bir yoldaşın mensupolduğu bir ortayı bırakıp başka bir ortaya geçmesine semerdevirmek denilirdi. Bu hal terkedilen orta yoldaşlarına karşı enağır hakaret sayılır, semer deviren yeniçeri muhakkak öldürülürve bu yüzden iki yeniçeri ortası arasında kanlı boğuşmalarolurdu. Meselâ Galata yeniçerilerinden 25 inci orta yoldaşlarındanbiri 1810 da, gene Galata nm muhafazasına memur 71 inci ortayasemer devirdiğinden Galata derhal karıştı, iki taraf mağaza,dükkân. ve depoların kepenklerini kırarak şarap, su ve yağvarillerinden, fıçılardan, dolu erzak çuvallanndan sokaklardasiperler yaptılar. Karşıdan silâh seslerini duyan İstanbulyeniçerileri de, taraftar bulundukları bu iki ortadan birine yardımiçin kayıklarla Galataya geçti; muharebe iki gün sürdü.

Kızıl bayram ve tulumbacılar: O devirlerde sık sık çtkan

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

22

yangınlardan birçoğunun da ocaklı eşkiya tarafından konulankundaklarla çıktığı söylenir; zira her büyük yangın, bu gibihaşanlar ve haytalar için bir yağma vesilesi olurdu, bundan ötürüyangına kızıl bayram derlerdi. Yeniçeri tulumbacılanna gelince,yangınlarda, yalnız kendilerine fazla para ve bahşiş vaadedenzengin kimselerin konaklarını koruyarak ateşin yayılmasınıönlemiye çalışmazlar, ateşten gayet uzak bir yeri beklerler de, gözgöre göre ateş tehdidi altında bulunan bir fakirin çatısına hortumtutmazlardı. e külhanbeyleri: Bilhassa Fındıklı hamamı,Tophanede Kılıçali paşa hamamı, Galatada Buğuluca hamamı,Çeşme meydanında Sokullu Mehmet Paşanın yeşil direklihamamı, Kasımpaşa büyük hamamı, Unkapanında Azeplerhamamı, Hacıkadm hamamı, Küçükpazar hamamı, TahtakaledeRüstempaşa hamamı, Bahçe kapıda Sultan hamamı, YenicamideH as eki hamamı, Yıldız hamamı, Hocapaşa hamamı, Küçükağahamamı, Şengül hamamı, Kadırga hamamı, Gedik paşa hamamı,Çemberlitaş Valde hamamı, Aksaray hamamı gibi çarşı ve pazarortasındaki hamamlara kendini bilenler girmezdi. Gaflet edipgirenler ya bednam olurlar, ya da başlarına bir belâ gelmedençıkamazlardı; en hafiften kesesi ve saati muhakkak alınır, şikayetekalksa dayak yerdi. Bazılarının da şalı, çizmesi alınır; adamcağızaranacak olsa:

- Geldiğinde şalın yoktu ve yalın ayaktın! cevabını alırdı.Geceleri de, bu hamamların içi ve camekan odaları, bekâr uşaklarıtarafından iskân edilir, türlü sebeple, sık sık kanlı vak alar çıkardı.Bu hamam zorbalarıdır ki, tstanbulda ilk defa

- külhanbeyi unvanını almışlardır ve ilk külhanbeyleri deGedikpa şa hamamının bekâr odalarından çıkmışlardır

CELLATLAR VE İDAM CEZALARIHer devletin tarihinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu

t a rihin d e de oıı binlerce suçlu veya masum insan, cellât

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

23

pençesinde can vermiştir; kimi, işle di ği cinayetin veya devleteihanetinin cezasmı görmüş, kimi bir entrikanın, bir iftiranın, birkinin kurbanı olmuş, kimi de kurunun yanı sıra yanmıştır; kimibir kement veya s atırl a bir an da yok edilmiş, kimi işkenceleraltında inim inim inletilerek öldürülmüştür.

Osmanlı devletinin resmi cellât teşkilâtı, bir cel lâtbaşmmidaresinde, sayıları devir devir değişen müteaddit cellâtlardan mürekkepti ki hep si de aslen Kıpti idi: cellâtbaşı ile celi âtlarbostancıbaşı ağanın emrinde idi; idam hükmü bostancıbaşıyaveril ir, o da, yerine göre bazan bizzat nezaret ederek hükmüyerine getirtirdi; eğer öldürülecek mühim bir şahıs ise idamdabostancıbaşı muhakkak bulu, nur, hükmü de cellâtbaşı,maharetine en çok güvendiği bir veya iki cellât ile infaz ederdi kibunlara da

- cellât yamağı denilirdi. Bostancıbaşı ağa, sarayın en büyükzabitlerinden biri olup başlıca vazifeleri, emrindeki bostancıneferleriyle sarayın ve padişah ın şahsının muhafazası ileİstanbulun, Boğaziçi ile beraber bütün sahillerinin ve J i m anınemniyet ve inzibatına bakmaktı.

Siyasî mahkûmlar, yağlı kement ile boğulurdu; bazan, idamdan sonra başı,

- şifre denilen gayet keskin hususî bir ustura ilegövdesinden ayrılır, ya bir

- İbret taşı nın ü stüne konulur, ya da s arayın şehre açılanbüyük kapısının,

- babı hümayun un önüne atılırdı. Sabıkalı hırsızlar,bilhassa gece hırsızları, şehrin tensibedilen bir yerinde,umumiyetle suçun işlen d iği semtte, hattâ bazan girdiği evinveya dükkânın, hanın kapısında asılırdı; katiller umumiyetleişkence ile öldürülürdü, Askerlerin, yan i sipahi veya

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

24

yeniçerilerin, başları kesilir, cesetleri, ayaklarına taş bağlanarakdenize atılırdı. Bazan da; mahkûma gizli malını söyletmek için,idamdan evvel herhangi bir suretle cellâtlar eliyle işkence tatbikolunurdu. dam edilecek kimseler, ferman çıkıncaya kabarbostancıbaşı tarafından tevkif olunurdu, buna : bostancıbaşıhapsine verilmek denilirdi. Bostancı . ,aşı hapsinden sağkurtulanlar pek azdır. Mesela Sadrâzam Rauf Paşa gibi ki, İkinciMahmut:

- 0 Y,enç ve güzel başa kallavi pek güzel yakışıyor, kı , amamdiye idam fermanım vermemişti.

İşkence .ile idamın üç korkunç şekli vardı: Çengel, çarmıh,kazık... Çengel, İstanbulda, Eminönün 1e idi; kalın kalaslardanyapılmış kale burcu gibi bir şeydi, bir adam boyundan yüksekyerine, muhtelif büyüklükte ve uzunlukta, başları yukarıya doğ ;u kıvrık ve sivri, keskin, bir tarak şeklinde bir sıra, kasapdükkânlarında olduğu gibi, çengeller kon nuştu. Mahkûm anadoğması soyulur, elleri ayak an bağlanıp makaralı iplerle yukarıçekilir ve son a birden bu müthiş çengellerin üzerine bırakılırdı;vücuduna saplanan çengeller bazan derhal öl düıürdü, ekseriyada ölüm, müthiş acılarla uzun ürerdi. Çengel cezasına eşkiya,bilhassa korsanlar çarptırılırdı. Kaptan paşalar donanma ileAkdeniz den dönerlerken hemen daima bir miktar korsan tu. upgetirirlerdi. Bunlardan bir kısmını kadırgaların direklerine astırır,limana pürdehşet girer, bir kısmını da çengele saklardı. Çarmıhcezası da eşkiyaya ;e bilhassa casuslara tatbik edilirdi, mahkûmgene ana doğması çırılçıplak soyulur, kollan ve bacakları açık,yüzükoyun bir çarmıh üstüne sımsıkı bağlailır, omuz başları vebutlarının kaba etleri bıçak ile oyularak buralara gaye t iri yağmumları dikilir ve yakılır, çarmıh, üzerindeki mahkûm ile beraberbir devenin üstüne konularak şehirde dolaştırılır, teşhir edilirdi;mahkûmun cam pek olup ölmezse, ıkşam üstü asılırdı.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

25

Onyedinci asır ortasında asi Abaza Mehmet Paşanın İstanbuldatutu lan casusları böyle idam edilmişlerdi. Kazık da, müthişacılarla muhakkak öldüren bir ceza id!: Mahkûm keza çır çıplaksoyulur, elleri ve ayaklan bağlanır, bilek kalınlığında gayet sertağaçtan yapılmış bir yağlı kazığa çakılarak oturtulur, ekseriya daomuzlarına, çarmıhta olduğu gibi bir çift yağ mumu dikilir,gezdirilerek teşhir edilirdi. Bu da şakilere ve korsanlara tatbikedilen cezalardandı.

Onaltmcı asır sonlarında, bostancıbaşılardan Ferhat Ağa, birdefaya mahsus olarak bir de

- top cezası icad etmişti: Suçlu, genç bir yeniçeri idi. birimamın nikâhlı genç karısını kandırıp kaçırmış, kadının saçlarınıkeserek oğlan kıyafetine sokmuş, pervasızca bir müddet yanı sıragezdirmişti. Uskü darda yakalandı. Tophaneye götürüldü. FerhatAğa, ;engeli, çarmıhı, kazığı az gördü, delikanlıyı çırılçıplaksoydurttu, bilek, dirsek, diz ve ayak mafsallarım demir çekiçlerlekırdırıp zavallıyı yağlı paçavralara sararak bir havan topununnamlusuna gülle gibi tıktırttı, sonra topu ateşleterek havayafırlattı, paramparça etti.

Mahkûmları söyletmek için cellâtlar tarafından tatbik edilenişkencelere gelince, başlıcaları şunlardı: Us tura ile diri diri deriyüzmek, saçları kesilen başa ateşte kızıl hale getirilmiş demir tasgiydirmek cımbızla sinirleri çekmek, bir uzvun içine sonda gibiburgu sokmak, kaynar sudan soğuk suya vg soğuk sudan kaynarsuya sokup çıkartmak, çekiçle kol ve bacak, el ve ayak kemiklerinikırmak... İdamından evvel kendisine bu korkunç işkencelertatbik edilmiş devlet adamları, Onyediiıci asır defterdarlarındanYahnikapan Abdülkerim Paşa ile Sad razam Melek Ahmet Paşa nınkethüdası yani dahi. liye nazırı Gadde kethüdadır.

Usulen, bir devlet adamı idama mahkûm olunca, ferman,kendisine bostancıbaşı tarafından eteği öpülerek hürmet

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

26

gösterilir ve teselli yollu sözler söylenir ve aptes alıp iki rekâtnamaz kıl m a sı n a müsaade olunurdu; bu tebliğ ekseriya dametanetle karşılanırdı. Meselâ Viyana bozgunundan sonra, Belgradda idam edilen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, namazındansonra

- vücudum toprağa düşsün diyerek odanın kilimlerinitoplatmış, uzun sakalım kendi eliyle kaldırarak cellâdın kemendigeçirmesi en yardım etmiş ve cellâda

- sanatım maharetle yap!.. demişti. Gene Onyedinci asırvezirlerinden Hezarpâre Ahmet Paşa ise, cellâdı karşısındagörünce,

- vay kâfir kahpe oğlu!.. diye bağırmış, mukavemetgöstermiş, bir ahıra sürüklenerek götürülmüş, cellât, paşanınbaşındaki kavuğu alıp kendi başına, kendi başındaki kirli külahıda paşanın başına koyduktan sonra onu bir yumrukta çökertipboynuna yağlı kemendi atmıştı.

Taşrada, cellât gönderilip idam edilen siyasî mahkûmların,hükmün infazından sonra hemen daima başı, yoldabozulmaması için bal doldunılmuş bir kıl torba içinde cellattarafından İstanbula getirilir ve payitahtta yıkandıktan sonrateşhir ve def nedilirdi.

Bir de ceIltitsız idam cezası vardı ki,- recim taşa tutma denilirdi. İslâm şeriatına göre bir Hı

ristiyanla münasebette bulunduğu katiyetle tesbit edilenMüslüman kadınlarının bu cezaya çarptırılmaları gerekirdi ki,bütün imparatorluk tarihi boyunca, yalnız tek bir kadın, bu suçlasuçlanarak, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadaretinde Sultanahmette, yılanlı sütun yanında recmedilmişti. Cellâtlar, kadını,kolları içerde ol a ra k göğsüne ka dar toprağa gömer, sonra halktarafından taş yağmuruna tutularak linç edilirdi ki, eski

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

27

müverrihlerimiz, linç karşılığı- keşkeş etme tabirini kullanmışlardır.Osmanlı tarihinde en namlı cellâtIar, Onyedinci Asırda Kara

Ali, onun yamağı Hammal Ali ve Kara Aliden sonra başcellat olanSüleymandır. Evliya Çelebi, Kara Ali nin portresini şöyle çiziyor:

- Bu kolun ü s ta dı kamili Kara Alidir ki b azul a rını sıvayıptigi âteştâbmı kemerine bendedüp, sair işkence edecek âletlerinikemerine asıp, el ve ayak kıracak baltaları iki yanına takıştırıp, sairyamakları dahi âletle riyl e kemerlerini süsleyip yalınkılıç merdanecümbüş ederek geçerler ki, neuzübillâh hiçbirinin çehresinde nurkalmamış zehir adamlardır. Fakat, şairin şu sözü ne kadardoğrudur:

- Hükmi sultan olmaz ise gelmez hata cellâttan. Cellâtmezadı: Bir mahkûm cellâda ve ril d i mi, esvabiyle beraberüzerinden çıkan her şey cellâtların bu eşyalar toplanır ve sene debir. veya iki defa büyük bir mezat ile satılır, tutar bedelleri cellâtlararasında taksim edilirdi. Buna

- Cellat mezadı denilirdi. Cellât mezatlarında ekseriya çokkıymetli eşya bulunurdu ve sahipleri cellât elinde canverdiklerinden, bir uğursuzluk hakikî çok ucuza satılırdı, fakatcellât mezadından bir şey satın almak ta her kişinin yapabileceğişey değildi. Bazı devlet adamları, zenginler, pençesi ya kalarınayapışmadan üzerlerinde bulunan kıymetli kürkleri, yüzükleri,saatleri, keselerini çıkarırlar, orada bulunanlara:

- Beni anar.. Bir Fatiha okursunuz!.. diye hediye ederlerdi.Müverrih Peçevili İbrahim Efendi cellât mezadı ve uğursuz eşyaüzerine fevkalâde şayanı dikkat bir fıkra naklediyor: İstanbuldaAtatürk Bulvarı üzerinde Bozdoğan kemerinin hem enyanıbaşında Belediye Müzesi yapılmış güzel medresenin bânisi,Onaltıncı asır sonu saray ricalinden Kapı ağası Gazanfer ağadır.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

28

Padişah Üçüncü Murat üzerindeki sonsuz nüfuzu ile rüşvetyolundan büyük bir servet yapmıştı. O, zamanlar İstanbuldaRüstem Ağa , isminde namlı bir saatçi ve kuyumcu vardı.Hakikaten büyük sanatkârdı Gazanfer Ağa bu zata fevkalâdekıymetli elmaslarla müzeyyen bir koyun saati yaptırmıştı; cepsaatinin daha büyüğü, koyunda muhafaza edilen saat, saatincevahirini de kendisi vermişti. Kapı Ağası Gazanfer Ağa cellâdaverilince, Ağanın meşhur murassa saati koynundan çıkmış, cellâteline düşmüştü. Cellâtlar, başlı başına bir servet olan bu saat içinbir mezat yaptılar... Saati cellat mezadından Tırnakçı Hasan Paşa sa tın almış tı. Az sonra Tırnakçı Paşa da idam olundu, saat yinecellât mezadına düştü... Bu sefer de bu harikulâde güzel saati pekucuz bir. bedel mukabili Kasım Paşa satın aldı ... Bir iki ay geçtigeçmedi... Kasım Paşa da cellâda verildi, saat onun da kovnundaçıktı ve üçüncü defa ceüât mezadına düştü ... Bu sefer de GazanferAğanın meş um saatini Sadrâzam Derviş Paşa satın aldı ve kardeşibir Ahmet veya Mehmet Beye hediye etti. Ahmet veya MehmetBey dedim, müverrihler bu zatın ismini yazmıyorlar, pek gençyaşında, yâni tüysüz bir deli kanlı iken Sadrâzamın himayesiyleEğriboz Sancak Beyliğine tayin edildiği için

- Civan Bey diye lâkap takılmış ve adı unutulmuştur.Müverrih Peçevili İbrahim Efendi, Civan Beyle Eğri b oz d a

bey konağının deniz üstüne kurulmuş salaş taraçasında sohbetediyorlarmış ... Söz saatten açılmış ... İbrahim Efendi de saatmeraklısı imiş ... Civan Bey koynundan murassa bir saat çıkararakmüverrihe göstermiş ... İbrahim Efendi:

- Ömrümde bu kadar güzel saat görmedim! demiş .. CivanBey de saatin hikâyesini anlatmış ... Peçevili elindeki saati hemenbırakarak:

- Böyle uğursuz saati insan düşmanına vermez ... Paşa nasılolmuş da size hediye etmiş!.. demiş ... Bu söz Civan Beye tesir

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

29

etmiş, hemen hançeriyle saatin elmaslarını çıkarmış ve bir çekiçile de çarklarını kırarak denize atmış...

Denizin dibinde saatin parıltısı görülüyormuş.. Beyleİbrahim Efendi taraçada oturuyorlarmış ... Bir atlı gelmiş, CivanBeye vazifesinden azledildiğini tebliğ etmiş, Civan Bey şaşırmış:

- Azlimi mucip bir şeyimiz yok idi! .. demiş... Gelen adam:- Beyim... Beyimf.. Derviş Paşa idam olundu... Sizin dahi

idamınız için ferman çıkıp bostancıbaşılarla gönderildi... Sonraşefaatçılarmız hi mmet ettiler... İkinci bir ferman ile ben g ön d e ril dim ... ve idamınıza memur ol anla ra yarım saat evvelyetişebildim!.. cevabını vermiş ...

Biz bu fıkrayı şöylece bağlıvabiliriz: İkinci fermanı getirenbu adam, idam fermanını getirenlere, Civan Beyin meşum saatiçekiç ile kırdığı anda yetişmişti! ..

Eyüpte, Karyağdı bayırının arkalarında, münferit ve halenmetruk bir mezarlık vardır ki taşlarının hemen hepsi yazısızdır,dörtköşeli, uzun küfe ği taşlarıdır; buraya

- Cellât mezarlığı denilir. Bahtsız bir hırsızı, bir caniyiölümünden sonra mezarlığına kabul eden cemiyetimiz; resmî birvazife de olsa, bir aylık, para ve menfaat karşılığı can uçurancellâdın ölüsünü umumî mezarlıklara kabul etmemekle, cellâtlaraayrı bir mezarlık yapmakla muhakkak ki asaletini göstermiştir.

ESKİ ZAMAN KAHVELERİTürkiyeye kahve onaltıncı asırda, Kanunî Sultan Süleyman

zamanında girdi ve evvelâ Suriyede,bilhassa Haleb ve Şamşehirlerinde taammüm etti, İstanbulda da ilk kahvehane 1554Hicrî 962 yılında açıldı. Peçevili İbrahim Efendi büyük şehirde bukahvehanelerin açılışını şöylece naklediyor:

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

30

- Dokuz yüz altmış iki yılı hududunda Halepte Hakemnamında bir herif ve Şamdan Şems adında bir zarif gelip avamın veayak takımının kalabalık olarak bulunduğu Tahtakalede birerbüyük dükkân açıp kahveciliğe başladılar. Keyfe müptela bazıyaranı safa, hususile okur yazar makulesinden nice zurafa bukahvehanelerde toplandı, kimi kitap okur, kimi tavla ve satranç ilemeşgul olur, kimi de yeni yazılmış gazeller getirip maariftenbahsolunur lu. Eskiden eşi dostu toplayıp sohbet etmek içinziyafetler tertip edilirdi, kahvehaneler açılınca bir iki akçe kahveparasile ondan ziyade, cemiyet safası eder oldular.

Kahvehaneler İstanbulda sür atle çoğaldı ve yayıldı, işsizgüçsüz takımı, bilhassa kadı ve müderris mazulleri vakitgeçirmek için kahvehanelere devama başladı; mahallelerdeİmamlar, müezzinler, hatta büyükçe rütbe ve mansab sahipleribile kahvehane müşterisi oldular. Kahvehanelerin halk ile dolupboşalması, bilhassa gençlerin, hattâ tüysüz çocuklarınkahvehanelere girip çıkması,. bazı müteas sıp ulemâyıkahvehaneler aleyhinde harekete geçirdi:

- Birer mesavi hanedir, kahvehanelere varmaktanmeyhaneye varmak evlâdını derneğe başladılar. Camilerde,mescitlerde kahvehanelere girilmemesi için vaizler, nasihatlerverildi. Nihayet üçüncü Murat zamanında:

- Her ne ki fahim mertebesine vara, yani kömür ola, sırfharamdır diye bir fetva verilerek ilk kahve yasağı çıktı;kahvehaneler kapatıldı. Fakat kahvehane yârenliğinin tadı halkındamağında kalmıştı, kahvecilik de çok kârlı bir işti, mahallearalarında, ara sokaklarda, çıkmaz sokaklarda, bazı dükkânlarınard kısımlarında gizli koltuk k ah veleri açıldı, kahveciler de buyasağın tatbikine memur subaşı ile ases başıya ve adamlarına gözyumma payım verdiler, halkın kahveye iptilâsı o dereceyi buldu kikoltuk kahveleri arı kovanı gibi işlemeğe başladı; vâiz efendiler de

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

31

ağızı değiştirdiler:- Kahve kömür haddine gelmez ise, içmesi caiz imiş derneğe

başladılar. Payitahtın tanınmış ulemâsı, şeyhleri, kahvemüdavimlerini hoş gürdüler, kahve yasağı kaldırıldı; bununüzerine servet sahipleri, vezirler, irad olarak gayet büyük,müzeyyen ve mükellef kahvehaneler yaptırdılar ve kahvecilerdengünde bir, iki altın kira alır oldular. Nihayet bir rivayete göreÜçüncü Mehmet, bir rivayete göre de Birinci Ahmet zamanındamemlekete tütünün girmesi ve tütün tiryakiliğinin yayılması,kahve safasma cilâ verdi ve kahvehanelerin şevkini, revnakınıarttırdı. Büyük kahvehanelere, semtlerine , göre, topçu, tersane,kalyoncu, yeniçeri, cebeci neferleri, hammal, sandalcı, kayıkçı,fırm uşağı, hamam uşağı gibi ayak takımı bekârlar doldu, kibarmüşteriler, efendiden kimseler, derlice topluca mahallekahvehanelerine çekildiler. Nihayet Dördüncü Murat zamanında,kahvehaneler tütünün ateşine yandı, çok şiddetli ve amansız birtütün yasağının yanısıra çok şiddetli bir kahve, yasağı çıktı. Oziynetli, nakışlı, havuzlu ve fıskiyeli mükellef kahvehaneleryıkılarak yerlerine bekâr ve nalband odaları yapıldı. Bir ara Edirnede bazı kimselerin yasağa rağmen kahvehane açtığını haberalan Sultan Murat bostancıbaşıyı cellâtlarla beraber Edirneyegönderdi, yasağa rağmen, kahve işleten birkaç kişi idam olunduve kahvehanelerinin çatısı yere indirildi. Türkiyede kahvehaneler,tekrar, ancak bu Padişahın ölümünden sonra açılabildi vememleketimizde ikinci bir kahve yasağı da çıkmadı. Yalnız İkinciSultan Mahmut, kanlı bir şehir muharebesile yeniçeri ocağınıkaldırdığı yeniçeri döküntülerile taraftarlarının toplantılarınamâni olmak ve dolayısile yeni bir fitne tehlikesinin önünü almakiçin, birkaç sene İstanbul daki kahvehaneleri kapattı, ortalık iyiceyatıştıktan sonra da kahvehaneler birer ikişer açılmağa başladı.

Yeniçeri kahveleri: Eski İstanbul kahvehaneleri arasında

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

32

dikkate şâyan olanı, ocaklarının lâğvına kadar büyük şehirde pekgürültülü bir hayata sahne olmuş bulunan yeniçerikahvehaneleridir.

Yeniçeri ocağının zaptu raptı bozulup da hemen bütünİstanbul esnafı ocağa yoldaş yazıldıktan sonra, kahveciler de,kahvehanelerinin kapısı üzerine mensup oldukları Yeniçeriortasının nişanını asmağa başlamışlardı. Her ortanın yoldaşları dakendi nişanlarını taşıyan kahvehanelere çıkar olmuslardı.

-Üçüncü Selim ve Dördüncü Mustafa devirleriyle İkinciMahmudun ilk saltanat yıllarında yeniçeri ocağı, kelimenin en yerinde ve kuvvetli mânasiyle bir haşarat yatağı olmuştu. Öyle ki,İstanbul civarında, meselâ Galata, Tophane, iki yakalı Boğaziçiköyleri ve bilhassa Üsküdarda ırz ve namus sahipleri, fevkaladebir lüzum görmedikçe evlât ve eya lini sokağa çıkaramazdı. Kız vekadın şöyle dursun, dört kaşlı delikanlılar bile yeniçeri erâzilininşeni sarkıntılıklarına uğrardı. Devrin bir vakanüvisi, bu haşaratışöyle tasvir eder:

- Yeniçeri adı ile çoluğa çocuğa tecavüz eden manav, hamal,börekçi ve kayıkçı makule s in den ve köşebaşı kabadayılarındanolup paskalya ve domuz kırımında, sokaklarda abalarını yayarakgeçen hı ristiyanlardan birer ikişer para almağa tenezzül edenutanmazlar, hangi ortaya mensup ise koluna o ortanın nişanınınakşettirir, güya görenler korksun diye de kolları sıvalı gezerler.Başlarına bir endazeden uzun acayip bir s a rık sokak ve pazarlardaitlikten kinaye baldırı çıplak dolaşırlar. Yeniçeri kahveleriyukarıdaki satırlarda canlandırılan baldırı çıplak külhanilerinsabahtan akşama kadar saz ve söz ve hattâ iyşü nûş, afyon veesrar ile keyif çatıp eğlendikleri yerlerdi. Hemen hepsi gayetbüyük ve fevkalade süslü olan bu kahvehaneler, umumiyetleIstanbulun manzarası en güzel yerlerine, bilhassa denize nâzırsur bedenleri üstüne yapılır, yahut, deniz üstüne kazıklarla

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

33

atılmış salaşlarda kurulurdu. Her kahvehanenin mahbubköçekleri, sazendeleri, kıssa hanları, eli ayağı düzgün tüm tüysüzuşakları bulunurdu.

Peykeler kilim ve seccadeler, kuzu pöstekileri ile döşenir,duvarlara bektaşi levhaları asılır, yerlere fırdolayı hasır döşenirdi.Tavandan peykelerin hizasına kadar inen camların önü saksıları,bilhassa fesleğenlerle donatılırdı. Kahvehanenin ortasında daima,etrafı saksılarla süslü bir havuz ve fıskiye bulunurdu. Kahveocakları ise bir gelin köşesi gibi süslenirdi. Kapaklı ve açık boy boycezveler, dolap dolap fincanlar, en az bir kaç tanesi gümüş ve altınbaşlıklı billûr şişeli olmak üzere nargileler, kehribar ağızlıklıçubuklar, çiçekli oymalı levhalar bir servet teşkil ederdi. Ocakbaşında da, umumiyetle, kahvehane sahibinin evlât niyetinebüyüttüğü bir delikanlı bulunurdu.

Bahsettiğimiz devirde, İstanbulun bu tabakadan olangençleri, arasında vak anüvislerin tabiri ile

- itlik alâmeti Cezayir kesimi esvap modası yayılmıştı: Yazınbeyaz dimiden, kışın da beyaz yünlüden dizin bir karış üstündekısa diz çakşırı, belde kırmızı şal, nar çiçeği necef taşındandüğmeleri daima çözük mintanın kolları sıvalı ve sağ kolunbazusunda orta pişanı görünecek... Başta Cezayir fesi üstüne oyalıgrep... Baldır bacak çıplak. Kış ise diz kapağına kadar çıkan beyazüstüne kırmızı çiçekli yün çorap .. Ayakta Kayserinin sarısahtiyanından yemeni, filar ... İyş ü işret âlemlerinde nam almışkülhani civanlar, başlarına bir d,e çiçek iliştirirler.

Her yeniçeri kahvehane yaptırıp açamazdı, kahvehanesahiplerinin hemen hepsi, en namlı yeniçeri zorbaları idi. Ocağınson yıllarında kahvehane sa hibi olan yeniçeri zorbalarının ennamlıları Kule dibi kahvehanesinin sahibi kalyoncu BurunsuzMustafa, Hendek kahvehanesinin sahibi Tersane başçavuşuDarıcalı İbrahim çavuş, Çardak iskelesi kahvehanesinin sahibi 56

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

34

lı yoldaşlarından Galatalı Hüseyin Ağa, Togyar tepesikahvehanesinin sahibi Tif lisli Ali, Balaban iskelesikahvehanesinin sahibi Kız Mustafa, Esir Pazarı kahvehanesininsahibi Baba dağlı Hasan, Irgat pazarı kahvehanesinin sahibiTurnacı Ömer idi.

Yeni yapılan bir yeniçeri kahvehanesi döşenip dayandıktansonra, kapısının üstüne asılacak olan orta nişanı için parlak biralay tertip edilerek açılırdı. Orta nişanı, umumiyetle şimşir,nadiren de abanoz üzerine kabartma olarak işlenir, münasipboyalarla boyanır ve tezhib edilirdi. Kahvehanelerin nişan alayı,Süleymaniyedeki Ağa kapısından başlardı. Nişan levhasını başkarakullukçu başının üstünde tutardı. Kırk elli ve hatta daha fazladelikanlılar, altın ve gümüş kınlı hançerler, keşmir şalları, Cezayirkesimi esvaplariyle levhanın önü ve ardı sıra yürürlerdi.

Alayın en önünde de elleri teberli bektaşi babalarıbulunurdu. Soytarılar, çengiler, köçekler envaı maskaralık yapıpoyun atlı alay çavuşları, nişanın geçeceği, yollardaki halkı kırbaçve kamçı ile dağıtarak:

- Savulun bire savulun ... Nişan geliyor! diye bağırırlardı.Yeni bir kahvehane aç an bir yeniçeri zorbası,

kahvehanesini kesesinden hemen metelik sarfetme den döşer vedayardı; o semtin, müslim ve gayrimüslim, zengin ve hallice nekadar tanınmış siması varsa isimlerini bir deftere yazar ve herismin yanına dilediği eşyayı kaydederdi; sonra adamlarından,gözü pek, zıpırlığı, itliği ile tanınmış birisine bu defteri verir veisimleri kayıtlı olanlara gönderirdi ; bu serseri de:

- Ağa selâm ediyor, defter gönderdi, kahvehane he d iyes in ibekler! .. diyerek kesil en haracı tebliğ e derd i ... Bu tebliğ i alanlarda, hiç, tereddüt etmeden hediyesini gönderir, hattâ, korkusun da n bizzat götürürdü ... Hele götürmesin... Ne mahallesinde ev in

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

35

d e, ne de dükkânında, işinde gücünde rahat yüzü göremez, türlütecavüzlere uğrar ve h attâ öldürülebilirdi. Yeni a çılan bir yeniçerikahvesine, yeniçeriler kendi aralarında, en makbul hediye olarakbir kanarya kuşu götürürlerdi. Kanarya kuşu, kahvehane için biruğur, maskot sayılırdı. Büyük bir yeniçeri kahvehane sin de en az30 40 kanarya kafesi bulunurdu.

BİR ZAMANIN BOBSTİLLERİDevir devir, İstanbul gençlerinin havaî meşrep takımını bir

garip tuvalet, kıyafet modası sarmıştır. Üçüncü Selim zamanı ileİkinci Mahmudun ilk saltanat yıllarında da, İstanbulun havaîmeşrep gençleri arasında kalyoncu kıyafeti moda olmuştu.

Başlarına ve bellerine lâhur şalları sararlar, omuzlarına da, mevsim in e göre, bir bornos atarlardı. Bellerine kuşak yerine şalsarınıp kıvrımlarına kım gümüş kaplı bir kulaç boyunda biryatağan ile gümüşlü çifte tabanca yerleştirirlerdi. Sırtlarınasırmalı veya sade kaytanlı

- Cezayir kesimi denilen fermene ve şalvar giyerlerdi;şalvarda da kısa diz şalvannı tercih ederlerdi. Yaz kış çorapgiymezler, baldır bacak çıplak ve yalın ayak gezerlerdi, yalınayaklarına

- Kalyoncu yemenisi yahut,- Galata yemenisi denilen kırmızı sahtiyandan bir yemeni

giyerlerdi ki hususiyeti, burnunun gayet dar olması ve üstündenayak parmaklarının diplerinin görünmesi idi.

Evlat, oğul terbiyesi bakımında şu fıkra ne kadar güzeldir:Bir şekavet ocağı haline girmiş olan yeniçerileri tedip etmek üzereAlemdar Mustafa Paşa ile beraber istanbula gelen Serez âyanıİsmail Beyin on sekiz yirmi yaş arasında iki sevgili ve kıymetlioğlu vardı. Küçük delikanlılar, İstanbul kül hanilerinin bu

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

36

pitoresk baldırı çıplak kıyafetlerine özenirler... Ve büyük şehirinen namlı bir terzisine birer kat Cezayir kesimi esvap ısmarlarlar...Bunu haber alan baba çok üzülür... Fakat ogullarının izzetinefsinikırmak istemez ... Terziye gizlice haber yollıyarak delikanlılarınmahut esvaplarını gayet geç teslim etmesini emreder ... Sonraalelâcele kırk elli takım Cezayir kesimi esvap aldırtarak bunları atuşaklarına, seyislere ve dalkavuklarına giydirir... Bunu görenâyan oğulları terzinin parasını gönderirler, fakat ısmarladıklarıesvapları aldırmazlar... Giyemezler . ..

Müverrih Şani zade Ataullah Efendi de 1809 Hicri 1224 vakaları arasında o devrin bobstille rinden bahsederek şu satırlarıyazıyor:

- Sefihâne süslenmekten sakınmak İslâmiyet, şiarındaniken zamanımızın halkı birbirinden görerek, cehalet, nâdanlık vebilhassa ar ve edep noksanlığından kadınlar gibi süs ve alâyişedüşmüştü. Hele avâmı nâs . ve ayak takımı, insanlık kadiı veitibarını kıyafet ve kılıkta sandılar, âlâsından veya âdisinden türlütürlü acayip tarzda giyinip kuşandılar; meselâ bostancı baratayı,serdengeçti destan, içağası üst kaftanı ve kavuğu, yobaz softatetim mesini terkedip kimi başına Cezayirî ve kimi lâhû rî vekeşmirî ve kimi de rizaî ve mârpîç şal sarınarak tersane hademesigibi bir hey et peydâ ettiler; kimi burnus, dizlik ve tozluk giyipbeline gümüş kakmalı yatağan bıçağı takarak meyhane ve kârhâne ve mesire ve kahvehanede fodolluk edip dolaştılar,uygunsuzluk edip kavga çıkarıp yakalandıkları zamanda sorguyaçekilince kimi bayraktar, kimi içağası, kimi bostancı ve eski püskübir yadigâr olduğu anlaşıldı. Herkes bir acayip kıyafetle bîpervaicrayi habaset ederdi. Bir takımı, şer an ve aklen memnu, ağı yerdesürünür kaftan giyer, sünnet çocukları gibi ağlarını tutupyürürler; beş altı endâze tuhadan cübbe yaptırır ve altı yediendâzeden bin niş kestirir, başlarına çarp kadar sarık sarar,

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

37

ayaklarına ucu hanım iğnesi mest giyer, üstü ayağının yarısınıörtmez, parmaklarının bitişik yerleri görünür pabuçla dolaşır. Buhaller nihayet Padişahın nazarı dikkatini çekti ve halkın busefihâne kıyafeti şiddetle yasak edilip herkesin edebi ile,mesleğine, işine gücüne uygun kadimden beri giyile gelen kılıkve kıyafetle dolaşması emredildi ve bu hususun gereği gibi takibiiçin de Bostancıbaşıya, İstanbul Kadısına, Sekbanbaşıya, Subaşıyavesair zabitan;:ı hitaben fermanlar yazıldı.

ESRAR VE AFYON TİRYAKİLERİAlkollü içki ve tütün gibi keyf vasıtaları, hilkaten rind

meşreb olmıyan ulema arasında hoş görülmezdi, ulemaefendilerin keyf düşkünleri afyon yutarlardı. Dördüncü Muradınyasaklarla dolu is tibdad devrinde afyon kullanmak ta yasakedilmişti. Padişahın bu yasağına kurban olanların başında kendiHekimbaşı Emir Çelebi gelir. Kıyme t li bir ta bib, zarif ve rind biradam olan Emîr Çelebinin öldürülmesi, Türkiye tarihinde bireşine rastlanmıyan vak alardandır. Çok şiddetli içki yasağınarağmen, Padişahın gözdeleri, nedimleri, ayyaş hükümdarın içkiâlemlerine iştirak ederlerdi; Dördüncü Murat, zaman zamanHekimbaşının ahvalinde de değişiklikler görerek keyf itiyadınıhissetmiş ve bir gün:

- Efendi, sen afyon yer misin? diye sormuştu. Zavallı EmîrÇelebi, başı korkusundan yalan söylemiş:

- Hayır Sultanım! diye inkâr etmiş.Padişahın gözde Silâhdan Mahbub Mustafa Paşa, himaye

etmek istediği bir tabibi hassa hekimleri arasına almasını EmirÇelebiden rica etmiş, Emîr Çelebi de bu ricayı emir telâkki ederekderhal ye rine getirecek yerde:

- Bir gedik boşalsın, verelim demek gafletini göstermiş.Silâhdar Paşa da Hekim başıya bu maddeden kin bağlamış ...

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

38

Emir Çelebi gayet güzel satranç oynardı. Sultan Murat danamlı satranççılardandı ve ekseriya Emir Çelebi ile, saatlercesatranç tahtası başında otururdu; bir gün yine Emir Çelebiyiçağırtmış, Si I hdar Mustafa Paşa:

- Behey Padişahım! Ol tiryaki afyonunu yemeden gelemez!.. demişti.

Sultan Murad: Ben sordum, Emîr Çelebi afyon yeme? vePadişahlara yalan söylenmiyeceğini de bilir! cevabını verince,Mustafa Paşa:

- Başı korkusundan haki kati söylememiştir, Emîr Çelebiafyon yer, isbat ederim! demişti.

O sıralarda, yâni Hicri 1048 yılında da, Sultan Murad Bağdatseferine çıkmıştı. Yolda Silâhdar Paşa, Emîr Çelebinin mahremhizmetkarlarından bir oğlanı para ile elde ederek efendisininafyonunu nerede sakladığını ve ne zamanlar yuttuğunuöğrenmişti, müverrihin tâbiri ile

- bu veledi zina , bir kaç akçeye tamah edip velinimetininsırrını ifşa etmiş:

- Afyonunu ben hazırlarım, bir altın hokkası vardır,çakşırının içindeki entarisinin cebmde saklar, Padişahı n yanındafazlaca kalırsa, abdest bahanesile kalkar, keyfini tazeler diye habervermişti. Ordu Nizib menziline geldiğinde Dördüncü Murad, EmîrÇelebiyi yine satranç oynamağa otağa çağırıştı. Oyun arasındaHekimbaşı abdest bahanesile kalktığında, Silâhdar Mustafa Paşa:

- Hekimbaşı afyonunu yutmağa gitti! demişti. DördüncüMurad:.

- Mustafa! Bu biçareye niçin iftira edersin, ne istersin?dedikte, garazkâr Mustafa Paşa:

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

39

- Padişahım entari ceplerini yokla, afyon çıkmazsa benyalancı, müfteri olayım! demişti. Emîr Çelebi huzura dönünce,Sultan Murad entari cebinde ne var ise çıkarmasını emretmiş,düşman rnek rine, uğradığını gören Emîr Çelebi de altınhokkasını çıkarmıştı. Sultan Murad:

- Efendi bu nedir? diye sorunca, Hekimbaşı biraztereddütten sonra itiraf etmiş:

- Padişahım ıslâh olunmuş, zararı gitmiş afyon hulâsasıdır!demişti. Altın hokkanın içinde tahminen on dirhem kadar afyonvarmış .. O anda gazaba gelen, fakat gazabını gizliyen hükümdar:

- Eğer zararı gitmiş ise, hepsini ye de görelim! diyeemretmişti. Emir Çelebi birkaç küçük parça yuttuktan sonra:

- Bu kadar yeter Padişahım!. Kuluna yazıktır. Bu hokkanıniçindeki panzehir dahi olsa hepsi yenmez! diye yalvarmış, fakatmüstebit ve muhakkak ki gaddar Padişah, Emîr Çelebiye,hokkanın içindeki afyonun hepsini yedirmiş ve zorla satrançtahtasının başına oturtmuştu:

- Sen bir hazik hekimsini Yediğin zehrin zararını dadefedersin! demiş ve birbiri arkasından zor ile üç oyun oynatmıştıve tabiî bu müddet zarfında, Emîr Çelebi, zorla yediği on dirhemafyonun vücudunda yapacağı tesiri giderecek tıbbî müdahaleyiyapamamıştı. Nihayet satranç tahtası önündedüşüp bayılıncaçadırına götürülmüş, hizmetkârları telâş içinde tedavisinekoşmuşlar, Emir Çelebi:

- Bana artık ilâç gerekmez, Silâhdar gibi has mı kavizamanında ölüm yaşamaktan hayırlıdır, bana bir kâse karlı buzluşerbet verin! demiş ve sunulan şerbeti içtikten sonra da ölmüştü.

TÜTÜN YASAĞITütün, memleketimize ancak on yedinci asır başlarında

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

40

Birinci Ahmed zamanında İngiliz gemicileri tarafından getirilmişve kısa bir zaman içinde, ayak takımından kibar ve ricale veulemaya varınca her sınıf ve tabaka arasında yayılmıştı. Sigarakâğıdı, on dokuzuncu asırda kullanılmağa başlandı; tütün, heryerde olduğu gibi bizde de lüle içinde çubukla içilirdi. Zenginlerarasında lüle ve çubuk, aynı zamanda bir ziynet eşyası halinegetirilmiş, tereddütsüz bir san at eseri diyebileceğimiz, kıymetlitaşlarla müzeyyen murassa lüleler ve çubuklar yaptırılmıştı.

Naima, tütünün Türkiyeye girişini- Zuhur ı Dü han serlevhası altında Hicrî 1015 yılı vak aları

arasında şöylece kaydeder.- Helâl mı, haram mı? diye nice çekişmelere sebep olan

tütün Frengistandan zuhur edip bu 1015 yılında diyarı îslâmagirdi ve nice fitne ateşi tutuşturup gittikçe yayıldı ve şöhretbuldu ve memleket zurefası onun müptelâsı oldu. O devirdeyaşamış olan Peçevilî İbrahim Efendi ise, tütününmemleketimize giriş tarihini 1600 Hicrî 1000 yılı olarak hatırlıyorve şunları yazıyor:

- Bin dokuz senesi hududunda İngiliz keferesi getirdiler vebazı emraza şifa olmak narnma sattılar. Ehli keyfden bazı yarankeyfe müsaadesi vardır diye müptela oldular. Giderek ehli keyifdmı yan dahi istimal eder oldular. Hatta kibar ulemadan ve eshabıdevlet ten niceleri ol iptilâya uğradılar. Kahvelerde erazil veevbaşın tütün kesreti istimalinden kahveler gök duman olupiçinde olanlar birbirin görmemek mertebelerine vardılar.Sokaklarda ve pazarlarda dahi lüle ellerinden düşmez oldu.Birbirinin yüzüne gözüne püf püf diye sokakları mahalleleri dahikokuttular. Hakkında nice yave şiirler nazmedip bimünasebetokuttular. Bazı ahbap ile bir nice defa münakaşa ol un du. Bununrayihai kerihesi hemen adamın bıyığını, sanğını, sırtındakiesvabım, bilhassa içinde kullandığı hanesini kötü kötü

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

41

kokuttuğundan gayri halı ve keçe gibi evinin döşemesini yaktığı,küliyle artığı ortalığı kirlettiği ve ayrıca muttasıl içildiğindeninsanı işden güçten alıkoyduğu, bunun emsali nice mazarratlarıolduğu halde safası ve faydası nedir? dedikçe bir eğlencedir vebundan gayri safası zevke dairdir demekten gayri bir cevap itasınakadir olmamışlardır. Cümleden kat ı nazar İstanbulda kaç defayangınlara sebep olmuştur, nice yüz bin adam ol ateşte yanmışyakılmıştır. Ancak forsa gemilerde vardiyalar, tütün içerek birmiktar uykuyu defederler, fcrsa gözcülüğüne faydası olduğuinkâr edilmez ve rütubeti dahi def edip yubuset iras eder ama bukadar cık fayda için mazzarratı kesire irtikâbı akla yakın değildir.1635 Hicrî 1045 yılına kadar şüyu ve şöhreti o mertebede idi kikabili tahrir ve tâbir değildir. İlk şiddetli tütün yasağını koyan vetütün içenle ri aman vermeyip ölüm cezasına çarptıran dördüncüMurad dır. Bir anarşi devrinde henüz on dört yaşında iken tahtaçıkan bu hükümdar, saltanatının ilk yıllarında çok kanlı askerîihtilâllerle karşılaşmıştı, öyle ki, bir seferinde gözde yakınlan,elinden zorla alınarak idam edildikten başka kendi tahtı ve hayatıbile tehlikeye düşmüştü. On sekiz yaşına basıp devlet idaresinibizzat eline alınca, bir kahve ve tütün yasağı ile başlıyarak kanlı vemüstebid bir hükümdar olmuştu. Hicrî 1043 yılı s a fe rinin 27nci Cuma 1633, İstanbulda Cibali kapısı dışında bir kalafat yerindebir kalafatçı funda yakıp gemi kalafat ederken, ateş, şiddetli birpoyraz ile o civardaki kayıkhanelere sirayet etmiş, sür atlebüyümüş, sur üzerinden o şehre adamış, kol kol yayıl a ra k tamyirmi dört saat, İstanbulun dörtte birini kül etmişti. Yangındansonra halk arasında türlü dedikodular başlamış, bilhassa, tütünkeyfi için gidilen kahvehanelerde genç Padişahınuğursuzluğundan bahsedilir olmuştu. Bunun üzerine dördüncüMurad evvelâ kahvehaneleri kapatmış, kapatmakla kalmayarakbütün Türkiyede kahvehanelerin yıkılmasını ve yerlerine bekâr,nalband ve debbağ odaları yaptırılmasını emretmiş, tütün

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

42

içilmesini de yasak ettirerek dellâllar vasıtasile tütün içenlerinaman vçril meyip idam edileceklerini ilân ettirmişti. Devrinulemasından ve müteassıb sofulardan Kadızade Mehmet Efendide müthiş bir tütün düşmanı idi ve Padişahın da bu zata karşıhürmeti vardı. Kadızade Efendi Sultan Muradı tütün içenlere karşıamansız davranmağa teşvik edenlerden biriydi. tik zamanlarda,halk, tütün yasağına pek kulak asmamıştı.

- İnsan menedildiği şeye karşı haristir derler, tütün, gizliiçilmeğe başlandı, hattâ: Zararsız bir dühan hakkında neylerbunca dikkatler Dühan i âhi mazlûmarn men eylen, hüner oldur.iye tütün yasağına tariz edenler oldu; fakat bir duman keyfiuğruna kelle verenlerin sayısı kabardıkça, başta İstanbul gelmeküzere bütün imparatorluk halkını ciddî bir endişe aldı Öyle ki,hemen her sabah, sokaklarda, kırk elli cesed görülüyordu; celladlar, tütün içerken tutulanlann başlarını vurup kellelerinikoltuklarının altına bırakıyor, Padişahın emri mucibince ne içinöldürüldüklerini anlatmak için, çubuğunu da kesik başın ağzınaveriyorlardı. Tütün içenleri arayıp yakalamak için bir hafiyeteşkilâtı kurulmuştu, bunlar, geceleri, bir hırsız gibişüphelendikleri evlerin, bekar odalarının damlarına çıkarlar,bacaları koklıyarak tiitün kokusu ararlardı; zira tiryakilerin, birbaskın olursa, tütün içtikleri yere tütün dumanı ve kokususineceğinden, çubuklarını evlerinin ocakları içinde tüttürdüklerisöyleniyordu. Bu hafiyeler, yazın da mesire yerlerine dağılırlar,kırlarda çayırlarda iyş ü işret eden olur mu, tütün içen bulunurmu diye gözetlerlerdi. Hattâ bizzat Padişah, yaz ve kış, gece vegündüz tebdil gezerdi. Devrin büyük ulemasından ve hürfikirlerde tanınmış simalarından, Kadıı;ade Efendinin dedolayısile düşmanlarından Şeyh Sivasîzade Efendi anlatırmış:Efendi, bir gün, bazı sadık yâranı ile kâğıthanede İmrahorköşküne gitmiş, bir kır yemeği yiyerek tasavvuftan, şiirdenkonuşurlar imiş. Birdenbire sandalla Dördüncü Murad gelmiş,

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

43

yanaşmış ve adam gönderip önlerinde ne varsa toplattırmış..Meğer, kitapları arasında Şeyhülislâm Yahya Efendinin de divanıvarmış; Padişah, Yahya Efendiye fevkalâde hürmet ederdi,kendisine getirilen şeyleri teker teker bizzat gözden geçirdiktensonra:

- Bu bizim Efendinin divanıdır!. diye Yahya divanını birmüddet karıştırmış ve sonra:

- Kitaplarile seyre giden ulemaya ve tesbih ve seccadesilegiden dervişlere, kalemile, kâğıdile giden kâtiplere bizim sözümüzve bir veçhile taarruzumuz yoktur, hemen kendi âlemlerindeolsunlar! diyerek çekilip gitmiş.. Fakat Sivasîzade Efen di ile yâranıda o esnada hayli korku geçirmişler.

Tütün, içki, afyon gibi bütün mükeyyifat yasakları, buhükümdarın ölümüne kadar cezası ölüm olmak üzere bütünşiddetiyle devam etmesine rağmen keyif iptilâsının önünegeçilememişti. İçe çekilecek bir kaç nefes duman için ölümtehlikesini göze alan tiryaki kahramanlar ve fedailer, her zaman,her yerde bulunmuştu. Öyle ki, meselâ, Hicrî 1638 yılında,Dördüncü Murad, Bağdat seferine çıktığında. kendi kumandasıaltındaki Orduyi Hümayunda bile gizli olarak tütün içenler pekçoktu. Birkaç vak a kaydedelim: Ordu Üçpınar menzilinekonduğunda, gece, kuytu bir yere çekilip tütün içen on bir kişi,tebdil dolaşan Dördüncü Murad tarafından bizzat yakalanmışlarve derhal idam olunmuşlardı; içlerinden biri mukabele halifesiÜtücü Zade la kabile tanılan oldukça yüksek bir memur, biri dekapıcıbaşı idi. Reha menzilinde ikisi yeniçeri olmak üzere on dörttütün tiryakisi yakalanmış ve gündüz ordugâhta alenenkatledilmişlerdi. Halebde yirmi kişi idam olunmuştu. Orduilerledikçe, her menzilde, beşer, onar, yirmişer

- tütün içer yaramazlar suç üstü yakalanıyor, idam ediliyor,ibret olmak üzere asılanlardan bazılarının çubukları ağızlarına

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

44

verilerek teşhir ediliyordu. Fakat bu ölüm cezaları, kimseye ibretolmuyordu, sadece ortalığa dehşet saçıyordu. Naima, şöyleceanlatır:

- Bu dühan içenlerin kimi orduda eli ve ayağı kırılıp siyasetolunur ve kiminin eli ve ayağı Otağı Hümayun önünde kırılır,kiminin boynu vurulurdu. Kimini dört parça ederlerdi. Bir güngayet güzel cins bir at, üzerinde fevkalâde kıymetli eğer takımı ilebağlandığı yerden boşanmış, başı boş gezen dolaşan Padişahınotağı önüne kadar gelmişti. Orada yakalanan hayvan, sahibininbulunması için dellâla verilip ordu içinde gezdirilmiş ve kimsehayvana sahip çıkmamıştı; bunun üzerine şüphe uyanmış,üzerindeki eğer araştırılmış, iç tarafta, gizli bir göz içinde bir tütünlülesile bir kese tütün bulunmuştu, sahibinin de başıkorkusundan hayvanı feda ettiği anlaşılmıştı. Şurasını dakaydetmek lâzımdır ki tütün yasağının bu en şiddetli devrinde,kolayca gizlenebilmesi için bir kaç nefeslik tütün alabilecek minimini lülelerle gayet kısa, iki üç parmaklık çubuklar kullanılmıştı.

Mükeyyifata karşı şiddetli yasaklar koyan DördüncüMuradın kendisi, mahrem yâranı ile gece gündüz içer bir ayyaştı,.ölümü de içki yüzünden tutulduğu sirozdan olmuştu; veBağdad seferinden döner dönmez ölüm döşeğine yatmıştı. Bupadişahın ölüm haberi yayılır yayılmaz, İmparatorluğun ;ıertarafından kahvehaneler derhal açılmış, tütün keseleri meydanaçıkarak çubuklar tellendirilmişti, yalnız îstanbulda, korku, birmüddet daha devam . etmişti. Yıllarca, tütün yasağınınkaldırıldığına dair yeni bir emir çıkmamış, yasak kendiliğindentavsa mıştı; şu vak a, buna güzel bir misaldir: Hicrî 1062 yılında,genç Padişah Dördüncü Mehmed. bir gün Soğukçeşme de Alayköşkünün penceresinde oturuyordu, sokaktan ellerindeçubukları, alenen püfür püfür tütün içerek iki adam geçti.Padişahı pencerede gördükleri halde çubuklarını gizlemedi Jcr.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

45

Dördüncü Mehmed, derhal yakalanıp köşkün önünde idamlarınıemretti; fakat musahip ve nedimleri, bir tütün için Allahyapısının yıkılamıyacağını söylediler, adamlar çevrilip Alay köşküönünde falakaya yıkıldı, tabanlarına birkaç değnek indirildik tensonra serbest bırakıldı. Bu vak anın üzerinden çok geçmedi,îstanbul kahvehaneleri de birer ikişer açılmağa başladı, bekârhanlarının kapılan seyyar çubukçu, lüleci ve tütüncü esnafiyledoldu. Şurasını da kaydetmek lâzımdır ki, tütün, nisbeten yeniolduğundan ve tütün yasağı da bir ara çok şiddetli olarak tatbikedildiğinden tütüncü esnafı için, diğer esnafta olduğu gibi loncateşkilatı kurulamamıştı, kendilerine devlet mürakabesini görecekbir kâhya tayin edilmemiş, tütüncüler başı boş esnaf olmuştu vehemen hepsi de Yahudi idi..

Memleketimizde henüz tütiin z i ra a t i de başlamadığından,Ingilizler ve Hollandalılar tarafından getiriliyor ve çok pahalıyasatılıyordu; Yahudi tütüncüler, tütünün fiatını düşürüp herkestarafından kullanılabilmesini temin edebilmek için içine çınaryaprağı, armut kurusu, incir yaprağı katarlardı, bal ve pekmezle ısl a tıp hususî bir koku verirlerdi; bu suretle kendi kârları da çokfazlalaşırdı; ancak 1725 hicri 1138 dedir ki tütüncüler bir esnafloncası teşkilâtına bağlandı ve kendilerine bir kâhya tayin edildi,ilk tütüncüler kâhyası, Mustafa Çelebi isminde zamanının, hastütünden anlar namlı bir tiryakisidir.

ESİRCİLERTürkiye, yer yüzünden esareti ve esir ticaretini kaldıran

beynelmilel anlaşmaya girinceye kadar Is tanbulda büyük EsirHam ve Esir Pazarı Nuruos maniye camiinin Tavukpazarıtarafında idi, daha doğru tabirle bu cami, onsekizinci asrın ikinciyarısında, Esir Ham yanında inşa edilmişti. Oğlan ve kız, köle vecariye alım satımı türlü uygunsuzluklara, fuhşiyata ve şenaatemüsaid olduğu için, esir cilik müselşel kefalete bağlanmış,

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

46

esirciler sıkı devlet kontrolü altında tutulmağa çalışılmış, bunarağmen çeşitli edepsizlikler olmuş ve zaman zaman şiddetlitenbihler, yasaklar çıkmıştır. Kadın veya erkek esirciler ile esirdellâllarmm edebsizler tarafından yapılıp da on altıncı, on yedincive on sekizinci asırlarda İstanbul Kadılığına gönderilenfermanlardan öğrendiğimiz başlıca edebsizlik, sahibi tarafındansatılan köle ve cariyeleri ucuza kapatmaktı, fakat asıl korkunçşenaatleri, mesleklerini fuhşa vasıta yapmalarıydı. Kendiellerindeki taze dul câri yelerile şâbıemred köleleri yüksekçe birpara mukabilinde bekâr levent odalarına götürüp bir kaç günkapattırırlar, haber alınıp da zabıtaca sorguya çekildiklerinde:

- Esire talip oldu, pey akçesini verdi, beğenmedi, peydengeçip geri getirdi sun u taksirimiz yoktur, usuldür derlerdi. Bazıkadın esirciler ve bilhassa esir dellâlları da evleri ve konaklarıdolaşırlar, hakikaten hasnâ ve müstesna cariye ler için değerindenkat kat üstün bir fiat tahmin ederek;

- Bir maldar efendi câriye ister, satıverelim diye sahip vesahibesinden tamahım tahrik ederler, bir miktar pey akçesibırakıp kızı alırlar, İstanbul da ticaretle meşgul zenginHıristiyanlara, Polonya ve Buğdan elçilerine götürürler, büyük birücret mukabilinde birkaç gün kapatırlar, kıza da sus hakkı birküpe veya yüzük alıverirler, sonra yerine iade edip:

- Huyunu veya kaşını gözünü beğenmedi, peyindenvazgeçti, kıza da bir küpe aldı derlerdi.

1559 Hicrî 967 yılında, gayrimüslimlerin esir ve azatlıkullanması kat i olarak yasak edildi; evvelâ, bu yılın Safer ayındaİstanbul Kadılığına gönderilen bir ferman ile gayrimüslimlerinyanında bulunan azatlı veya esir köle câriyelerin tesbiti emredildi,s onra aynı yıl Cemaziyelahırında çıkan ikinci bir fermanlagayrimüslimler yanındaki esirlerin bedeli mukabilindesahiplerinden alınarak Müslü manlara satılması ve âzatlılann da

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

47

Müslümanlar yanında çalışmalarının temini emrolundu. Butarihten itibaren gayrimüslimler köle ve câriye kullanamazlarsada, yukarıda kaydettiğimiz uygunsuz esirciler ve esir tellâllarıvasıtasile nZayet birkaç gece için meşreblerine uygun vekendilerini dilşad edecek köle ve câriye tedarikinde sıkıntıçekmediler. Esirciler ve esir dellâllar zincirleme kefaletebağlanmakla beraber, içlerinde para için her türlü şenaatiirtikâb.dan çekinmiyen insanlar daima bulundu.ESKİMEYHANELER

Memleketimizde devir devir konulmuş, şiddetle takipedilmiş, göz yumulup unutulmuş, sonra tekrar konulmuş veson zamanlara kadar devam etmiş yasaklardan biri alkollü içkileryasağıdır. Hatta Cumhuriyet devrinde bile, 1946 ve 1950 birdereceli meb us seçimi günlerinde yirmi dört saat için içki yasağıkonulmuştur. Tarihimizdeki içki yasaklarından bazılarını,örnekleri İstanbul hayatından alarak sıralayalım: Kanunî SultanSüleyman zamanında şiddetli bir içki yasağından, devrin enbüyük şâiri Bâki şöyle şikâyet edçr; Rehi meyhaneyi katetti tigikalın Sultanı Su gibi arasın kesdi Stanbul ü Kalatarnn Şu meclisiçre kim dm dokuz. peymfuıe devr eyler Ne denlu ola ey Bâkizamanı iyşı dünyanın ..

Şâir Nev i nin feryadı ise çok daha firaklıdır.Kalbi âşık gibi viran ettiler meyhaneyi Bivefalar ahdine

döndürdüler peymâneyi Lâ li canan gibi gözlerden dihan olduşerâb Çeşmi dilber gibi bimar ettiler mestâneyi 1567 Hicrî 975tarihinde İstanbul ve Galta kadılıklarına ki o zamanlar kadılar aynızamanda belediye reisi vazifesini görurlerdi gönderilen birfermanda, meyhane işletmenin yasak olduğu halde, İstanbulunmuh t elif yerlerinde Galata ve civarında meyhaneler peydaolduğu yazılmakta ve içki yasağının şiddetle tatbik edilerekmeyhanelerin kapattırıl ması emredilmektedir. Fakat bu yeni

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

48

emrin de bir müddet sonra unutulduğu ve büyük şehirde yer yer,hattâ mahalle aralarında meyhaneler kurulduğu 1575 t a rihliİstanbul kadısına gönderilen bir fermandan öğreniliyor. Bufermanda Lânga civarındaki Müslüman mahalleleri halkınınDivânı Hümâyuna gelerek meyhanelerden ve meyhanelerdekisarhoşlardan pek acı bir lisan ile şikâyette bulundukları daanlatılıyor; şöyle ki:

- Lânga ve civaqnda oturan Erme niler ve Rumlar, evlerininalt katlarını meyhane yapmışlar.. Buralara dadanan sarhoşlar,hamama, giden kadmlarm yollarını çevirirler, camiye gidenMüslümanlara alenert küfreder ve üzerlerine şarap dökerlermiş ..Bu yüzden kanlı kavgalar olmuş.. Hattâ bir seferinde bir azılısarhoş bir kadınlar hamamına girip iç halvetten çıplak bir kadınyakalayıp zorla kaldırmak istemiş.. Hamamdaki kadınlar biçareyieli bıçaklı sarhoşun elinden kurtaramamışlar, feryad ve figanabaşlamışlar.. Hamama koşan mahalleli, kadını azgın mütecavizinpençesinden zorla almış.. Bir seferinde Safer Efendi isminde birmüezzini zorla meyhaneye çekmişler ve üzerine şarap dökerekhakaret etmişler.. Bu fermanın sonunda İstanbul kadısınamahalle aralarında, bilhassa mes cid ve hamamlar civarındabulunan meyhanelerin kapattınlması emrediliyor ki, sekiz yılevvelki fermanda meyhanelerin istisnasız kaldırılması emrinenazaran içki yasağının tamam en tavsadığı anlaşılıyor. Devlet,içkiden ağır bir vergi alırdı. İstanbul da, içki getiren tüccardanverginin cibayeti için de bir

- Hamir emaneti kurulmuştu ve bu emanetin geliri çokkabarıktı, içki yasağının gevşetilmesini, hazine menfatinikorumak endişesine verebiliriz.

1746 tarihli Bostancıbaşı Ağaya gönderilen bir fermanda kibostancıbaşılann başlıca vazifelerinden biri İstanbul sahillerininmuhafazası idi İstanbul ve civarına bir katre şarap ve rakının

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

49

sokulmaması emrolunuyor; bundan da anlaşılıyor ki, bu tarihteiçki yasağı yine şiddetlenmiştir. Yine bu fermanda, îstanbuldabulunan Hıristiyan devletleri elçilerde tercümanları, miktarıdevletçe tayin edilecek ancak kifafı nefisleri için bir miktar şarapgetirtebilecekler, fakat bu şaraplar da. bostancıbaşı tarafındandikkatle takip edilecek ve harice sattınlmı yacaktır.

1791 tarihli bir fermanda da, İstanbulda yine bir içkiyasağından bahsedilmekte ve Fransa elçisinin Tekirdağındannefsi için getirteceği şaraplar için ne gibi tedbirler alınacağıbildirilmektedir.

Bu dört fermandan birincisi İkinci Selim, ikincisi ÜçüncüMurad, üçüncüsü Birinci Mehmed. dördüncüsü Üçüncü Selimzamanlarına aittir. Biraz da vakanüvisleri karıştıralım: BirinciSultan Ahmed zamanına ait, ki çok dindar bir Padişahtı, 1613Hicrî 1022 yılı vakaları arasında Naima Efendi yazıyor:

- Bu yıl cemaziyel ahiresinde şeriatin muhyisi ve şenaatlerindüşmanı olan Padişahı dindar fitne ve şerre sebep olan hamrdedikleri ümmül hebaisi memaliki İslâmiyeden kül liyen kaldırdı,ham ları pare pare ve meyhanecileri avare edûp meyhanelerikapattı, nice yük akçe getiren emaneti kaldırdı, zararına bakmayıpmenfaatinden geçti. Lâkin, insanın yaradılışında fesat ve şer galipolduğundan çok geçmeyip eskisi gibi içki içilir oldu. DördüncüSultan Mehmed zamanına ait 1653 Hicrî 1064 yılı vak alarıarasında yine Naima Efendi yazıyor:

- Yeniçeri Ağası Kenan Paşa ki aslen Gürcü bir tuvânakimseydi, aslında içki yasak olduğu halde meyhanecileri aylıkharaca bağlamış haklar durur, meyhanelerde türlü fiskü fücurehad ve pâyan yoğidi. Dördüncü Mehmed zamanında 1681 Hicri1092 yılı vak alan arasında Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağayazıyor:

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

50

- On bir senedenberi şarap emaneti kaldırılmış, meyhaneleryıktırılmıştı. Sadrazam Merzi fonlu Kara Mustafa Paşa,meyhanecilerden dört yüz kese akçe rüşvet almış, meyhaneaçmalarına göz yummuştu. Padişah da o sırada Çatalca civarındaYapağcı çiftliğinde bulunuyordu, bunu haber alınca Sadrazama:

- Hattı Hümayunumla yasak olan hamr e ne sebeple izinverdin diye şiddetle bir femıan gönderdi; Kara Mustafa Paşahemen:

- Padişahla söyleşmek kolaydır deyip hiç bir şeyden haberiolmayan ketküdası Hasan Ağayı hapsettirdi, hesabını gördürüpgeceleyin boğdurttu ve ölüsünü evine yolladı. Padişaha da vakayı:

- Benim haberim yok, kethüdam izin vermiş, hattıhümayununuz gelmeden ben. e sasen haini boğdurtmuş vecezasını vermiştim diye cevap verdi. kinci Sultan Süleymanzamanında, 1687 Hicrî 1099 yılı vakayii arasında SilâhdarFındıklılı Mehmed Ağa yazıyor:

- Hazine çok sıkıntı içindeydi, içki yasağı kaldırıldı, hamremaneti yeniden kuruldu, meyhanelere ve tütün içmeğe izinverildi ve tütüne de ayrıca gümrük kondu. Üçüncü Selim devrineait muazzam bir vakayi name bırakmış olan Cabi Said Efendiyazıyor:

- Sultan Selim ne kadar meygede var ise kapattı, şarap, rakıve onlara benzer ne kadar içki varsa hepsini şiddetle yasak etti;yasağa rcığmen içki kullanan birkaç kişi idam olundu; Rumlara veErmenilere patrikleri, Yahudilere de Hahambaşı, Müslümanla raiçki vermemeleri ve satmamaları için muhkem tenbih ettiler, aksitakdirde idam olunacaklarını bildirdiler. Ayyaşların hali kötüleştiama çok geçmedi, el altından içki ,satanlar da p ey d a oldu. Meselâbir adam eline birbülbül kafesi alıp sokağa çıkar, sorana

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

51

bülbülümü gezdirmeğe giderim derdi, amma kafesin içine barsakkonulmuş, barsaklar da rakı ile d o Idu rul m u ş. Kafesinağırlığından ş üphe l enen zabıta herifi yakalamış, rakıyı meydanaçıkarmış .. Ağa kapısına götürmüşlerse de şefaatçileri çıkıpkurtulmuş.. Bazıları da işçi, çamaşırcı, kefere karıları tedariketmişlerdi.. Bekâr çamaşırı getirip götürmek bahanesile çamaşır,yatak ve yorgan çarşafları içinde gizli rakı ve şarap getirmişlerdi..Teneke boru satan ve boru vesaire lehimleyen Yahu diler türedi...Boruların içi rakı ve şarap dolu ... Erbabına içindekini sunarlar, biryabancı borulara müşteri olsa s a t ıl ı k değil, ısmarlamadırderlerdi .. Bir çok müptelâlar, evlerinde bahçelerinde inbiklerkurup kendi içkilerini kendileri yapmağa başladılar. SultanBayezid tarafındaki bakırcılar da bu kadar senedir durup da birmüşteri çıkmıyan imbiklerin bir tanesi kalmadı, satıldı.. Bazıçelebiler, çoğu lâz olan bakırcılara;

- Sende in bik var mı? diye sorarlarken kızarırlar, onlar da kıskıs gülerek:

- Sarhoşlar meyhaneciliğe heves etti... İnbikler yağma olduyağma!. diye cevap verirlerdi..

- Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti de, millî müca dele yıllarında Anadoluda, zafere kadar devam eden bir içki yasağıkorauştu, fakat müpteF. lâları, Câbi Sait Efendinin anlattığıyollardan içki tedarik etmekte müşkülât çekmemiş, evlerde,bağlar ve bahçelerde gizli imbikler kurulmuştu. Millî kuvvetlerİstanbula girdikten sd nra içki yasağı büyük şehre teşmiledilmişti. Aşağıdaki satırlar, namlı akşamcılardan Şâir KesriydiSıdkı merhumundur: Meyhanede görünce bizi şen ü şâd felek;Kıskandı bezmi işrete kattı fesad felek! ..

Her meygede kapandı, dedi Pir: mey yasak Sak, eğildimatraba, emretti: ney yasak. Mestaneler akıttı o şeb katre yaşMahmur çehreler sararıp kıldılar telâş İçtik o gün. sızıncayadek

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

52

son bir an idi Sordum bu hâdisatı da üstadı mey dedi; Yoksunhilâli ahdann Allah ocanı Söndürdü ehli şi r ü melalin çerağım.. ,İçki yasağının en amansız devri, Dördüncü Mu rad zamanıolmuştu. Ne kadar garip bir tesadüftür ki ayyaşların piri BekriMustafa da o devirde yaşamıştır; muhtemeldir ki lâyemutşöhretini, o müthiş yasağa rağmen içki içmesi yüzünden ve bukah har padişahın lûtfu mahsusuna uğrayarak başım cel lâdpençesinden kurtarmasından almış olacak tır. Bekri Mustafaüzerine nakledilen en güzel fıkralardandır:

- , Mustafa Üsküdar iskelesinde kayıkçılık yaparken, bir günSultan Murad ile Sadrazam Bayram Paşa tebdil gelirler ve mahsuskoca ayyaşın kayığına binerler, sahilden bir hayli açılınca, kayıkçı,rakı destisin! dikip bir kaç yudum çeker. Sultan Mu rad:

- Baba destiyi ; uzat, bir yudum da ben içeyim! der. Mustafagüler;

- Sen içemezsin oğul, içindeki su değil, rakı! der.. Paşidah:- Niye içemiyelim? deyince:- Tahammül edemezsiniz, belli olur, hem kendinizi hem

beni yakarsınız! der. Beriki ısrar edince destiyi uzatır.. Yolaladursunlar, desti elden ele dol aşır.. Bir ara Sultan Murad:

- Baba, sen Padişah yasağından korkmaz mısın? diye sorarBekri Mustafa:

- Korkarım, amma Padişah beni burada nerden görecek? der.Padişah:

- Ya ben haber verirsem? deyince:- Veremezsin, sen de içtin, kellelerimiz beraber düşer!

cevabım verir. Bunun üzerine çakır keyf olan hükümdar:- Ya ben Padişah, bu adam da Sadrazam Bayram Paşa ise!

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

53

deyince, Bekri Mustafa kürekleri bırakıp kahkahayı atar:- Hay köftehor. Ben demedim mi tahammül edemezsin

diye!.. Şunun şurasında iki yudum rakı içtiniz, biriniz Padişah,biriniz vezir olmağa kalktınız! der.

İçki yasağından bahsederken biraz da eski meyhanelerdenbahsetmek yerinde olur; bunun için de İmparatorluğu temsileden İstanbulda dolaşmak lâzımdır: Eski İstanbul meyhaneleri ilenamlı meyhaneciler hakkında ilk mühim kayıtlara Evliya ÇelebiSeyahatnamesinde rastlanır. Büyük seyyah ve muharrirGalatadan bahsederken

- Lebideryada Ortahi sarda iki yüz adet kat katharabathaneler, meyhaneler, vardır ki her birinde beşer onbeşeryüz fâ sik iyş ü işret edip hânende ve sazendegah ile bir hay ü huyiderler ki dillerle t::.cifi mümkün değildir diyor ve buharabathanelerden Taşmerdiven meyhanesi ile Kefelinin, Manyhnın, Mihalâkinin, Kaşkavalın, Sünbüllünün, Kostantinin veSaranda nın meyhaneleri diye sekiz tanesinin adını veriyor;buralarda türlü türlü misket şarapları, Arkona, Sakız, Mudanya,Edremit, Bozcaada şaraplan bulunur, sokaklarda yalınayak başıaçık yüzlerce sarhoşa rastlanır, perişan halleri sorulunca: Öylesermestim . ki idrâk etmezsem dünya nedir.

Ben kimim sâki olan kimdir meyi sahbâ nedir cevabınıverirler diye mübalağalı olmakla beraber canlı bir levha çiziyor.

Hasköyden bahsederken ı1e burada yüz meyhanebulunduğunu, en namlı meyhanecileriyle keyf verici meyvasuyu satıcılarının Küpelioğlu Yahudi ile Rum Tiryandafilolduğunu kaydediyor.

İstanbul meyhaneleri hakkında kıymetli bir vesika da geçenasır sonu muharrirlerinden

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

54

- Çaylak lakabiyle meşhur Mehmed Tevfik in- Meyhane yahut İstanbul akşamcıları adında kırk elli

sayfalık bir risaledir.İstanbul meyhaneleri ya bulundukları yere, ya sahiplerine

nisbetle ve yahut da o zamanlar dükkânlarının üzerine ünvanlevhşjsı yerine asılan tahtadan yahut madenî kayık, kule, hançergibi alameti farikalara, yahut da içinde bulunan havuz ve fıskiyegibi bir hususiyete göre isim alırlardı.

Bu eski meyhanelerin akşamcı müşterileri, semt lerine göreYeniçeriler, kalyoncutar, topçular, esnaf takımıydı.Yeniçeriakşamcıları da

- Dayı ünvanile herkesten üstün hürmet görürlerdi.Tersanelilerle topçular da Kasımpaşadan Fındıklı ve Salıpazannakadar uzanan meyhanelerin .müşterileriydi. Kayıkçı, hamal,tellâk makulesi ve îstanbulun baldırı çıplak pır pırı külhanileri bumeyhanelere giremezlerdi. uğ rasalar da, meyhane akşamcılannınbulunmadığı zamanlarda ayakta içip giderlerdi. Meyhane gediklerikurulduktan sonra da bu ayak takımının gittiği yerler,

- Koltuk meyhane denilen kaçak meyhaneler, giziice içkisatan ara sokak bakkalları, manavlarıydı. Koltuk meyhanelerininbir kısmı da kibar koltuklarıydı, buralara işret eden fakat evine içkişokmıyan memur ve kâtip takımı gelirdi.

Ayak takımı için küçük koltuklardan başka bir de ayaklımeyhaneler vardı. Ayaklı meyhaneler seyyar içki satıcılarıydı;ekseriyetle ermenilerden olurdu; dükkânı, tezgâhı, fıçısı, ustası,sâkisi hep ken disiydi; bellerine ucu musluklu içi rakı veya şarapdoldurulmuş gayet uzun bir koyun barsağı sararlar, sırtlannda bircübbe, cübbenin iç cebinde bir kadehi, omuzlanna da alâmetolarak birer peşkir atarlardı. Ayaklı meyhaneler en çok Bahçekapıve Yemiş iskelesi, Galata ve civarında dolaşırlardı. Müşterilerini

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

55

gördü mü etrafı kollıyarak bir bakkal veya manav dükkânınagirer, kuşağının arasındaki musluktan kadehi doldurup peşi sıragiren müşterisine, vücudunun harareti ile ısınmış içkiyi sunardı;kadehi bir yudumda yuvarlıyan baldın çıplak ayyaş da ya birüzüm tanesini, yahut mevsimine göre bir meyvayı meze yapardı,çoğu da ağzını e linin tersi ile silip gider, buna da

- yumruk mezesi denilirdi.Türkler İstanbulu ve Galatayı aldıkları zaman, Büyük şehrin

meyhaneleri, dünya ölçüsünde bir şöhretti. On altıncı asırmuharrirlerinden Kastamonulu Lâtif

- Tarifnamei İstanbul adındaki eserinde. İstanbulmeyhanelerinin bilhassa Tahtakalede toplandığını, Galatanın ise

- serapa meyhane olduğunu kaydeder; aynı muharrir; kendiadiyle maruf olan Şuera tezkiresinde de, Fatih devrinin rind veayyaş şairi Melihinin hal tercümesini yazarken, Tahtakalemeyhanelerinin şöhretini Fatih devrine kadar götü ıür.

Müverrih Peçevili İbrahim Efendi de meşhur tarihindebüyük Vezir Sokullu Mehmed Paşa devri ricalinden Nişancı FiruzBeyin hal tercümesini yazarken, ki nişancı, fennanlara Padişahıntuğrasını basan çok büyük memurdur; Divanıhümayun azasındandır. bu zatın ayyaşlığı üzerinde durur ve bu vesile ile, onaltıncı asırda, büyük gedikli meyhanelerden başka, kibar ve ricalingizlice devam ettikler koltuk meyhanelerinin bulunduğunubelirtir:

- Nişancı Firuz Bey, ehli ırz meyhanesidir diye koltukmeyhanelerine devam eder, odasna gelirken şarap galebe edip birköşeye yıkılır kalır, uşakları kucaklarına alıp ekseriya bir berberdükkânına veya bir hamama götüıüp ayılıncaya kadar beklerlerdi.İstanbul şehrinin tarihinde dillere destan vlan akşamcılıkâlemlerine sahne o 1 an gedikli meyhane lerdir;ki çok sonraları,

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

56

Abdülâziz devri sonlarına doğru bunlara- Selatin meyhaneler adı verilmiştir.Kapıdan girinçe ya sağda yahut solda bir tezgâh bulunurdu.

Tezgâh bazan da meyhanenin dibinde kapıya karşı olurdu.Tezgâh üzerinde ayakta bir iki tek içip gidecek müşteriler içinhazırlanmış rakı kadehleri, şarap bardakları, içinde fasulye piyazı,lâhana turşusu, leblebi gibi mezeler bulunan tabaklar dizilirdi.Gediklilerin tezgâh başı müşterileri,

- dört kaşlı denilen ve akşamcı olan ağaları, ustaları ilekarşılaşıp yüz göz olmak istemiyen esnaf kalfaları ve çıraklarıydı,ne keseleri ne de yaşları akşamcılığa elverirdi: dükkânlar ezandakapanır, evlerine yahut, bekâr o d alan n a dönerken bir gedikliyeşöyle bir uğrayıverirlerdi; o zamanın tâbiri ile akşamcı diyebellenip altın adlarını bakır yapmaktan çekinirlerdi. Akşamcılarununu eleyip eleğini duvara asmış, oğul ve damat sahibi olmuşkimselerle, akşamcı olarak dile düşmüş, mahallesiyle civarındakız bulamayıp uzak semtlerden aldığı kızın başını ateşe yakmışbıçkınlardı. Çoğu da Bekârlık sultanlık diyen ve han odalarındaoturan işi yolunda esnaf bekârlar idi.

Tezgâhın arkasına düşen duvarda, oymalı raflarbulunurdu; bu raflara rakı ve şarap binlikleri dizilirdi; kenarındakiçivilere de camdan yapılmış rakı ve şarap ibrikleri asılırdı;müşterilere içki bu ibriklerle sunulurdu. Daha eskiden de ibrikyerine kabak kullanılırdı. Meyhanenin etrafına da tahta sofraları;alçak ayaklı masalar vç kısa bacaklı hasırlı iskemleler dizilirdi. Hersofranın üzerinde de kütük ten oyma b ir tuzluk bulunurdu. Bazıgediklilerde itibarlı müşteriler için birkaç basamak merdivenleçıkılan balkonlar, şirvan, lar bulunurdu. Bazısının da bir üst katıve bu kat üstünde mükemmel döşenmiş odalan vardı. Bu odalanîstanbulun azılı zorbaları, kabadayıları tarafından civankapatıldığı söylenir.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

57

Meyhanenin, bir duvarı boyunca gayet büyük ve içlerindecins cins şarap ve rakı bulunan fıçılar ve küpler dizilirdi, öyle ki,bu fıçılann kocaman tahta. lülelerine merdivenle çıkılır ve kol gibifışkıran içkiye, çanak, bardak falan değil de kocaman kovalar,çamçaklar tutulurdu. Fıçı yerine küp kullanılan meyhaneler deumumiyetle küplü diye anılırdı, bunların en meşhurlarından biride Galataday dı. İkinci Abdülhamidin son yıl larında Galatanın birhaşarat yatağiydı. stanbulun gedikli meyhaneleri, mutfaklarınıntemizliği ve aşçılarının da bilhassa balık ve et yemeklerindekihünerleri ile meşhurdu; gediklilerin külbastı ile kebablı yaztürlüsünü konak aşçılan yapamaz, denilirdi.

Gediklilerin geniş tavanları. ekseriyetle direklerletutturulmuş bulunurdu ki, orta direğin dibinde bulunan büyükbir tuzlu balık fıçısı da bu meyhanelerin hususiyetlerinden biriniteşkil ederdi. Bu tuzlu balıklar Maltadan yahut Yunan adalarındangelirdi.

Direklerin birinde de büyük bir çıngırak bulunurdu;kapanma saati gelip de akşamcılar dağılmadı mı, meyhanedesâkilik eden çocuklardan biri kapıya gözcü dikilirdi; kol gezenzabıta uzaktan görününce çocuk çıngırağın ipini çeker,müşteriler sesi keser, meyhanenin kapı kepenkleri indirilirdi;kolgeçince de gözcü tarafından çıngırağın ipi tekrar çekilir; kapı açılır,âlem eski dengini bulurdu.

Kol gezen zaptiyeler çıngırak seslerini işitirler, bunu- Kendisine ve hükümet emrine gösterilen bir saygı olarak

kabul eder, meyhanenin müşterilerle dolu olduğunu bildiği haldeiçeri girip akşamcıların keyfini bozmazlardı.

Gediklilerde usta ünvanı ile anılan patron, tezgâh başındadurürdu. Şamdanlara ve müşterilerin çubuk ateşine bakan eliyüzü düzmce bir uşak ateşçi yahut ateş oğlanı diye anılırdı.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

58

Bundan maada bir büyük gediklide en az beş altı tane genç vetüvana sofra uşağı, bir ateşçi, ateşçinin bir veya iki tane yamağıbulunurdu.

Güneş, yaz ve kış alaturka saatle akşam on ikidekavuştuğuna göre saat ondan, yani akşam ezanından iki saatkadar evvel gedikli meyhanelerde patron, tezgâhtar akşamcılarınibriklerini doldurup hazırlamağa başlardı.

Meyhanelerin temizliğine çok dikkat edilirdi. Bardaklar vekadehler temiz bezlerle kurulanıp parlatılırdı; yerler dikkatlesüpürülür, sofralar gıcır gıcır silinirdi, sofralarda akşamcılarahizmet eden uşaklar ve çubuktar çocuklar tertemiz giyinirlerdi.İstanbul akşamcılarına şakilik, nezâfet, nezaket ve zarafetle el veyüz düzgünlüğü ve güzelliği İstiyen inçe bir santtı. Her kişininkân değildi, bühass4:1 Şş, kızlı Rum çocukları meyhaneuşaklığında büyük bir kabiliyet gösterirlerdi. Divan şiirinde enşûh ve lâü bali manzumeleri teşkil eden sâkiname lerin çcğu, rindşâirlerin kalemiyle bu meyhane uşaklan hakkında ibda edilmiştir.

Sofralara toprak şamdanlar konulur, mumları dikiliphazırlanırdı. Etrafına da meze tabakları dizilirdi; her sofraya büyükbir de tuzkutusu konulurdu. Akşamcılar ezandan sonra birerikişer gelmeğe başlardı. Kapı önünde duran tüvâna bir oğlanyüksek sesle:

- Buyurun efendim, buyurun! diye karşılardı.Akşamcılar meyhaneye eli dolu gelirdi; mevsimine ve

zevkine göre birkaç elma, portakal, bir okka kadar kiraz, üzüm,balık yumurtası, havyar, alâ sından pastırma getirirlerdi.

Uşak, daima kendi sofrasına oturan müşteride böyle bir şeygörünce koşup elinden alır, soyulmak mı, ayıklanmak mı,kesilmek mi hülâsa ne yapmak lâzımsa çabucak yapıp getirirdi.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

59

Ortalık iyice kararınca usta eline bir küçük şamdan fiskeşamdanı alır, mas alan dolaşarak onun alevi ile sofra şamdanlarınıtutuşturur ve her sofranın mumunu yakınca da o sofranınakşamcılarına:

- Ağalar! Safa geldiniz!. diye selâm verip ge çerdi.Her meyhanenin bir büyük orta kandili vardı; en sonunda

da o yakılırdı. Akşamcılar arasında orta kandilin yanması,meyhane sohbetinin gelişmesine bir başlangıç s aydırdı.

Meyhaneler yılda bir ay, ramazanlarda Müslümanmüşterilerinden mahrum kalırdı. Meyhaneciler, sofra başı olanhatırlı müşterilerinin evlerine ramazan bayramının ilk günü birerbüyük tabak midye yahut uskumru dolması yollarlardı. Bununmânası da

- bizi unutmayın demekti.İstanbul akşamcıları, ekseriyetle hoşsohbet, ka

lendermeşreb adamlardı. Rindâne gazeller söyliyen, destan, semâidüzen bu saz ve söz sahiplerinin arasına eli bıçaklı ve yumrukoyununa alışmış baldırı çıplaklar pek karışmazdı; bu gibileringittikleri yerlere de berikiler ayak atmazdı. Kanlı kavgalar daimasüfli koltuklarda çıkardı. Yeniçeri kabadayıları akşamcılığa yeniyeni ayak uydurmağa çalışan delikanlıları mütecaviz sarhoşlarakarşı müdafaa etmekle öğünürlerdi. Akşamcılardan bir kısmı damuziplikleri, tuhaflıkları ile meşhurdu. Gedikli meyhanelerinkapanma saati, alaturka 1,5 suları idi; vakit gelince, uçaklarçıngırağı çalarlardı. Hanlar içindeki gediklilerde çıngırakbulunm:;ız, davul çalınırdı.

Akşamcılar meyhane dönüşlerinde semtlisi ile birleşerekyolda da muhabbet ve sohbet ederlerdi. Fazla kaçıranlardan bazanyollarda dökülüp kalanlar da olurdu.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

60

KÖÇEKLERİstanbulun en namlı köçekleri de meyhanelerde oynatılırdı;

hemen her meyhanenin de namlı bir köçek oğlanı bulunurdu.Meyhane köçekleri için rind şairlerinin kaleminden çıkmış çokgüzel manzumeler ve destanlar vardır. Bunların içinde İsmail ve

- Benli lâkabı ile meşhur Dimetokalı Ali adında iki çingenegenci, İstanbulun en büyük şöhretleri olmuşlardı. ŞairEnderunlu Fazıl da on dokuzuncu asırdaki meyhane köçekleriiçin

- Çenginame adında manzum bir visale kaleme almıştır:Şairin rin dâne bir üslûbla medhettiği meyhane köçekleri BüyükAfet, Küçük Afet, Pandeli . .Andon, Panayot, Yasemin, Mısırlıgüzeli, Lâtif, Hilâlkaş, Mehtab, Altıntop, Taze Fidan, Zernişan,Ziba; Yıldız, Kanarya, Kız Mehmed, Kıvırcık, Fıstık. Elmaspare,Ceylân, Afitab, Gazab, Velvele, Tilki.. ve ilâh... isminde bir kısımAdalı, bilhassa Sakız adalı rum gençleri, bir kısmı Ayvansarayınloncasından yetişmiş çingene şehbazlarıdır. Çoğunun da, asılisimleri unutulmuş, lakabları ile anılmışlardır. Büyük gediklimeyhanelerde rakseden bu köçekler, oyuna gayet süslü veşehvetengiz kıyafetlerle çıkarlardı. Adalı rum köçeklere de ayrıca

- Tavşan tâbir edilirdi ki tavşanların da kendilerine mahsusharikulade cazip bir kıyafetleri vardı. Ayaklarına, aşık kemiklerinekadar düşen mavi veya kırmızı şalvar giyerler, şalvarlarının ağı dayerde sürünür, bellerine al kuşak sararlar, gövde çıplak, çıplakgövdenin üzerine kolsuz, meme altlarına kadar ancak inen kısa vealtın sırma işlemeli bir yelek giyerlerdi... Başlarında mavi püsküllüal fes .. omuzlarına kadar dökülen saçlarına gümüş ve altın pullar,rengârenk boncuklar, hurda inciler dizerlerdi. Raksa yalınayakçıkarlardı. Tavşanların olsun alelûmum köçeklerin olsun oyunlan, zamanımızın ritmik dansları gibi, harikulade feerik bir şeydi...

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

61

Köçekleri, tavşanları görmek için meyhanelere giremiyendevlet erkânı, hattâ Padişah, onları konaklarına, yalılarına, Sarayıhümayuna getirtirler, verdikleri ziyafetlerde, muhteşem bir dekoriçinde oynatırlardı.

BÜYÜK BİR ÇİNGENE DÜĞÜNÜHicrî 1199. yılmda, İsmail adında bir ,meyhane köçeğinin

şöhreti dillere destan olur; evvelâ Galata nın batakhanemeyhanelerinde görünür, vücud yapısı harikulâde narin ve çalâk,

- kişmiri denilen esmer tenli, karakaş karagözlü, güzelyüzlü, tatlı, sözlü bir gençtir. Aybi ancak bu ki, ol cânâne Milletiolmuş idi çingane!

- Her cilvesi canperver, eli ağzına uyar dilber olan . Kıbtiİsmail Ayvansarayda otururdu: Dolaşır nâz ile her meygedeyi Şâdider lûtfiyle mihnetzedeyi Gündüz, Evliyaçelebinin dediği gibi,

- Galata demek, meyhane demektir , Galatada oynar, akşamoldu mu, Balat meyhanelerinde görünür, o zamanlar, İAtanbulunbu en gürültülü hovarda semtinde, meyhane meyhane dolaşarakrakseder.

Ande mehpâre olur tâbeseher.. Rakse başlar idi ol cânâne,Kâh ayağ üzre sunar peymâne! Köçek İsmail, hangi meyhaneyegirse: Cem olur seyrine envai beşer, S ahni meyhane olur birmahşer! En sık uğradığı yerler de

- Servili,- Sarnıçlı ve bilhassa- Gümüş halkalı ve- Çizmeli meyhaneleridir.Hep gümüş halkalı olsa kuşağı

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

62

- Çizmeli den kesilür mü ayağı? ..Kışın, kibar ve zengin konaklarındaki helva sohbetlerine

çağrılırdı; düğünler de köçek İsmail siz sönük kalacağından,haftalarca evvelinden çok yüksek ücretle peylenir, tutulurdu.

. Oyunları ve güzelliği ile İstanbulda dillere destan olanköçek İsmail, şöhretinin bu en parlak devrinde evlenmek ister,İstanbulda bu dilber oğlana layık bir güzel bulunamaz.Edirneşehrine gitti pederi Gezdi hep andaki çingâneleri Kalbur ü s tündekalan kıztiden Buldu bir duhteri pâkize beden ...

Edirnede bulunan güzel bir çingene kızı, bir boz eşeküstünde ve kalabalık bir çingene alayı He îstanbula getirir; rakkasdamad da, gelini, İstanbul çingenelerinden kalabalık bir kafile ilesur dışından karşılar. .

Kurulur çergeleri sahrada Cânibi sefti Davudpâşada ...O civan aldı elile reseni Hârden indirdi o nazik bedeni.İstanbul halkından binlerce merakh da namlı çingene

güzelinin düğün alayını seyretmek için Da vudpaşa sahrasına,Davudpaşadan Ayvansaraya giden yollara dökülür.. NikahDavudpaşada kıyıldıktan sonra, gelin yine boz eşeğe bindirilir vetantanalı bir alayla Ayvansaraya götürülür. Köçek İsmailsokaklara sofralar kurdurarak bütün meyhanecilere, akşamcılara,oyunculara ve çalgıcılara bir büyük ziyafet çeker...

Çekti bir sofrai şahane nizam Tâ ki yârân didi israf haram!Bir hâyu huy ile yenilip içilir... Bir zevk ve şa taret ile gece yansıbulunur. Tam köçek İsmail zifafa konulacak, kız babası bir aksilikçıkarır..

Pederi geldi misali ejder, Hâneye girdi elinde hançer Özgeferyadü figan eyliyerek, Sad yemin ile bunu söyliyerek, Virmezimkızımı ben öldüriirüm, Yüzerim postunu ben tuz doldururum!

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

63

Derken, bir tarafta kız tarafı yüzlerce Edime çingenesi, diğertarafta oğlan tarafı Ayvansaray ve Balat çingeneleri. .. Bir büyükkavgaya tutuşur... Gece yarısı gulgule gökyüzünü tutar,davetliler gülmekten kırılır, bayılıp kaçılır. Fakat davetlilerinidanışıklı döğüş bir büyük çingene kavgasile uğurlayan köçekİsmail için bu düğün, güzellik ve şöhretinin bir dönü m noktasıolur.

Mâhasal soldu güli handanı, Kalmadı cezbei hüsnü ânıKalmadı raksa dahi imkânı...,

- Güzelim! Eyleme israf meded! .. Nakdi cânâ ne bu itlâf,meded. diyen eşinin dostunun, âşıklarının sözünü dinlemez..Eski rağbet ve iltifatı göremez olur .. Ayağı meyhanelerden kesilirve, çok geçmez, bu namlı köçek de, yüzlerce, binlerce emsali gibiunutulur.

Ayvansaray düğününden altı yıl kadar sonra EnderunluFazıl yârâm ile beraber Haydarpaşa çayırına gider.. derkenyanlarına, kayış yüzlü, gulya bani heybetli bir ayıcı çingene gelir ,Bir kaval sokmuş efendim belde Geldi ol daireye def elde Hemen alâyû gibi çingâne Hey ağ al ar!.. diyerek yârâne Başladı kâre bedâvâze ile Ayı oynattı o âgâze ile Oyu n d a n sonra uz a t tığı definealay ve hakaretle birkaç mangır atılır.. Fakat rind şair, ayıcıçingenenin gözlerine dikkatle bakınca, köçek İsmaili derhal tanır.

Dikkat ettim yüzüne ben o zaman Şesmi ebrusuna kıldımim an O civan olduğunu fehmettim Belki benzetme deyûvehmettim Eyledim ismini bir kerre sual, Meğer İsmail imiş olBedhalü. ..

ESKİ İSTANBULDA KADIN Eski kaç göç devrinin kadınhayatı da garabetlerle dolu hoşça bir sohbet mevzuudur. Mesela İstanbulda, Fatih den Abdülhamid devri sonlarına, meşrutiyetekadar kadmlar, tek veya iki üç çifte kayıklara erkeklerle beraber

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

64

binemezlerdi . Yasağın konulmasına sebep, bazı hafifmeşrebnâzenin taze kadınların kayıklarda, kırıkları olan erkeklerlebuluşmalarına mâni olmaktı. Bazı kayıkçılar bu oy göz yummakarşılığı devletçe tesbit edilen narhdan kat kat üstün parakopardıkları için yasağa rağmen kayıklarına erkekle beraber kadınalırlar, görülüp de niçin aldığı sorulunca

- e ri m di r dedi aldım derlerdi. Bu gibi uygunsuzluklarınönüne geçilmesi için de, kayıkçılar kâhyasına, b o s t an cıbaşıya,sık sık şiddetli emirler verilirdi. Taze ka F. dmların Haliç veBoğaziçi iskelelerine dolmuşa işleyen kayıklara bile erkeklebinmesi yasaktı. Bu yasaktan yalnız ihtiyar kadınlar, o dadolmuşa işleyen kayık olmak şartile istisna edilmişti. Bu husustakayıkçılar kâhyasına gönderilmiş 1580 Hicrî 988 tarihli birfermandan birkaç satır:

- Bundan evvel d e tenbih edilmişti; taze avretlerin leventtaifesile kayığa girip gezmelerine mani ol ve bu hususu bütünkayıkçılara tekrar tekrar tenbih et. Zamanımızdan yirmi beş otuzyıl evveline kadar Eyyübün kaymağı ve kaymakçı dükkânları İstanbulun şöhretlerindendi. On altıncı asırda, herhalde türbeziyareti bahanesile Eyyüb e gelen bazı ha fifmeşreb kadınlarınkaymakçı dükkânlarına girip evvelce anlaştıkları erkeklerle budükkânlarda buluştukları görüldü ve Eyyüb Kadısı tarafındanhükümete şikâyet edildi, bunun üzerine, Eyyüb Kadısına, 1573Hicrî 981 tarihli bir yasak fermanı gönderildi ki; Kadı efendiyehitaben yazılmış bu fermanda: .

- Kaymakçı dükkânlarına bazı nisa taifesi kaymak yemekbahane sile girip oturup nâmehremler cem olup hilafı şer işlerivardır diye Müslümanların haber verdiklerini bildikmişsin; bubabda ihmal caiz değildir; kadınlar kaymakçı dükkânlarınagitmeyecektir, gelen kadınların dükkâna alınmamasını dükkânsahiplerine şiddetle tenbih et, tenbihini din lemiyen ve

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

65

dükkânına kadın müşteri alan dükkân sahibini muhkem cezayaçarptır deniliyordu. Bu vaşağın ne kadar devam ettiği bilinemiyor.

Müslüman kadınların, tâbiri şer iyesiyle- Mu hadderatı İslâmiye nin sokak kıyafetleri, din ile devlet

işlerinin ayrıldığı Cumhuriyet inkılâbına kadar hükümetin veahlâk zabıtasının üzerinde titizlikle durduğu meselelerin başındagelmişti. Bu hususta asırlar boyunca, İstanbul Kadılığına hitabençok şiddetli fermanlar çıkmış, sokaklarda ve mesire yerlerindenâmahremlerin nazarını üstlerine çekecek kılık ve kıyafette gezen

- avret lerîn cezalandırılması ile iktifa edilmiyerek onlaraböyle şeyler diken terzilerin de mes ul tutulması emrolunmuşturBu fermanların en güzel örneklerinden biri, İstanbdun pekmuhteşem ve cazip bir lüks ve sefahat devri yaşadığı Lâledevrinde, Nevşehirli Damad İbrahim Paşa Sadaretinde, 1725 Hicrî1138 yılında çıkmıştır ki bugünkü yazılı dilimize çevrilmiş enmühim kısımları aşağı yukarı şudur:

- Allah her türlü belâ ve âfetten korusun, İstanbul, Osmanlıülkesinin yüzü suyudur; ulema, su lâha, üdeba beldesidir,ahalisinin, tabaka tabaka tesbit edilmiş kıyafetleri vardır. Halböyle iken bazı yaramaz avretler, halkı baştan çıkarmak kasdilesokaklarda süslü püslü gezmeğe, libaslarında türlü türlü bid atlergöstermeğe, kefere avretlerini takîid ederek serpuşlarında acayipşekiller yapmağa başlamışlar; ismet âdabını tamamen kaldıracakmertebede kıyafetler uydurmaları evvelce menedilmiş ikennâmus perdesini tekrar kaldırmaktan korkmamaları, türlü türlükötü kıyafetlerle dolaşmaları, birbirini görerek ismet ehlihatunları da baştan çıkarmak mertebelerine varmıştır. Irz ehli veismet sahibi kadınlar, kocalarını, kendilerine bu yeni çıkmaelbiseler tedarikine zorlamakta imiş. Kudreti yetmiyenler veyayetip de karılarını bu nev zuhur kıyafetlere bürünmelerine rızasıolmıyanlar karılann dan ayrılma derecelerine varmışlar... Bu garip

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

66

kıyafetler yasaktır. Kadınlar, bundan böyle büyük yakalıferacelerle sokağa çıkmıyacaklardır, başlarına üç değirmidenbüyük yemeni sarmıyacaklardır Feracelerinde süs olarak birparmaktan kalın şerid kullanmayacaklardır.. Kadınlar, sokaklardaveya mesirelerde yeni çıkma büyük yakalı feracelerle görülürlerse,feracelerinin yakalan o anda alenen kesilecektir, uslanmayıp ısraredenler olursa, ikinci ve üçüncü seferinde yakalanıp İstanbuldantaşraya sürgün edileceklerdir. Bu husus, mahalle imamları vasıtasile bütün İstanbul kadınlarına tebliğ olunsun.. Yaramazavretlere uymak yüzünden sokakta elbiseleri yırtılarak perdeiismetleri lekeleneceği ırz ehli h a tunlara anlatılsın..

Bunları diken terzilere. ve şeridçilere de tenbih olunsun ..Bu yasağın tatbikine Yeniçeri Ağası memur edilmişlerdir.. Aslagöz yumulmasın, merhamet edilip himaye yolu tutulmasın ..Yasak gereği gibi tatbik olunsun... Kadın taifesile uğraşmak kolaymıdır? Türlü işve ve cilve ile sokağa fırlamış bir İstanbul aşiftesinin fettan bakışları karşısında. hangi Yeniçeri veya Bostancıneferi ve zabitinin eli o süslü feracenin gayet büyük bir kelebekkanadını andıran yakasım kes ebil ir ? , Üçüncü Selim zamanında1791 Hicrî 1206 yılında birer nüshası İstanbul, Eyüp, Galata veÜsküdar Kadılarile Yeniçeri Ağasına ve terzibaşıya gönderilmiş biryasak fermanı daha:

- .. .Kadın taifesinin sokaklarda ve pazarlarda iştiha çekicitavırlarla dolaşmaları ötedenberi yasaktır. İngiliz şâlisî denilençuha gayet ince olduğundan, o çuhadan ferace giyen kadınlarınferace altındaki esvapları dışarıdan görünüyor. Kadınların İngilizşâlisinden ferace kestirmeleri evvelce şiddetle men edilmişti.Kadınlar Engürü şalisinden ferace kestirmeğe başladılar, fakat bukumaş da ince ve kadınlar âdeta sokağa feracesiz çıkmış gibiolduğundan o da yasak edilmişti. Aralıkta bazı hayâsızların yineEngürü şalisinden ferace kestirdiklerini ve giydiklerini işittik ve

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

67

gördük.. Yasağımızın dikkat ve şiddetle tatbikini ve terzilerinEngürü şalisinden ferace kesip dikmemelerini tekraremrediyorum. Bu yasağımızı dinlemiyen terzi tutulup amanverilmeyip dükkanının kapısına asılacaktır. Tanzimat ile başlayanGarplılık devrinde ise, İstanbulun kibar hanımefendilerihakkında, müverrih Cevdet Paşa, İkinci Abdülhamide sunduğu

- Maruzat a dındaki eserinde şu satırları yazıyor:- Abbas Paşa valiliğinde Mısırdan Dersaadete pek çok paşalar

ve beyler ve hanımlar hicret ettiler. Yüksek pahalarla konaklar veyalılar aldılar. Alafranga tecemmülât ile tezyin ve tefriş ettiler,sefahat kapıl arı nı açtılar. İstanbul vükela ve kibar Mısırdöküntülerde aşık atmaya ve vükela haremleri de Mehmed AliPaşa kerimesi Zeyneb Hanımı tak lid ile israf ve sefahatekalkıştılar. Sultanlar ise be hernehai ve bihakkın vükelâharemlerinden üstün olmak üzere hesapsız masraf etmeğebaşlayıp maaşları yetmez olduğundan borca battılar. Kadîmdenberi Sarayı Hümâyuncra tesettür ve ihtifa eden kadın efendiler dezamane hükmüne uyarak araba ile gezmeğe başladılar ve bittabişehrîlere tefevvuk etmek üzere israf ve sefahate daldılar.

- ... Paşa familyası, madamalan takliden ayda bir modaçıkarıp bunca ehli ırz nisvanı îslâmın ahlâkını bozdu. Bir gün,Sultan Abdülmecid Bâbıâliye gelmişti, gayet hiddetli idi, damadpaşalara hitaben:

- Sultanlar gece mehtaplarda gezer imiş. Benim gecemehtapta gezer kızım yoktur, hepsini red edeceğim diyebağırmıştı. Saray kadınlarının kendisinden gizli arabayabinmemeleri için, Padişah Serasker RıZa Paşaya emretmiş, o da,Sarayı Hümâyundaki arabaları, zincirle birbirine bağlatmıştı!.İstanbul civarındaki uzakça mesireler, hafifmeş reb kadınların,nâmahremlerle buluştukları yerlerdi. Azıcık tehlikeli olmaklaberaber ağyâr diline düşmeden can sohbeti edilirdi. Hükümete bir

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

68

kaç ihbar oldu; kadınların arabalarla uzak mesirelere gitmesi vearabacılarının da kadınları alıp oralara götürmeleri yasak edil di.Aşağıdaki satırlar 1752 Hicrî 1165 tarihli bir fermandan alınmıştır:

- Nisvan taifesinden bazıları tenezzüh ve tefer rüçbahanesile Üsküdardan, Kısıklı, Bulgurlu, Çamlıca veMerdivenköyüne, bazıları dahi Boğazdan To kad, Akbab, Deresekive Uşaya arbalada gidip ve edeb ve hayâyı atıp envai şenaati irtikâbettikleri ihbar olundu. Bundan böyle, kadınların, arabalarla buuzak mesirelere gitmeleri yasak edilmiştir Gidenlerle onları yasağarağmen arabasına alıp götürecek arabacılar, yakalandıkları gibiİstanbuldan taşraya sürüleceklerdir. GECELERİ FENERSİZ ÇIKMAYASAĞI Sokakların devlet tarafından aydınlatılmadığı devirlerdeböyle bir yasak, çeşitli bakımdan uygunsuz takımının, türlütürlü kötülüklerini önlemek için zarurî tedbirlerdendir; veTürkiyede, sokaklara fenerler konuluncaya kadar devamlı surettetatbik edilmiş bir yasaktır. Hattâ bazı fevkalâde ahvalde, bilhassaİstanbulda kopan ihtilâllerde yatsıdan sonra her ne suretle olursaolsun gece sokağa çıkmak dahi yasak edilmiştir. Yatsıdan sonrasokağa fenersiz çıkma yasağı, en şiddetli bir şekilde DördüncüMurad zamanında tatbik edilmiş, bu yüzden, İstanbulda, sekiz onsene içinde binden fazla

- erazil ma kulesi katledilmiş,- avamı nâsın gözüne korku dağı verilmişti. Naima:- Lisanı halkda meşhur ve menkuldür ki, Sultan Murad gece

ile şehri İstan bulu gezip yatsudan sonra fenersiz dışarıda biradam buldukta bilâ aman katlederdi diyor ve bir de vak anaklediyor:

- Padişah bir gece Hocapaşa mahallesinde, tebdilgeziyormuş, Hocapaşa camii imamının bir taze yiğit olan oğlu,yatsu namazından sonra camii kapamış, o civarda olan evlerine

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

69

fenersiz giderken Sultan Murada rastlamış. Delikanlının yolunukesen Sultan Murad gazabla:

- Sen benim yasağımı işitmedin mi? diye bağırmış.Delikanlı, Padişahı karşısında görüp onun pür gazap ve

heybet sesini işitince, donakalmış:- Padişahım.. Ben imamın oğluyum.. Camide geç kaldım..

Fener yok ... Evimiz de şuracıkta. .. diyecek olmuş amma kimdinler. Padişah yanındaki cellâda emretmiş, biçareyi kement atıporacıkta boğuverrnişler.

O devirleri yaşamış olanlardan Tarihi Gilmanî müellifiMehmed Halife, Dördüncü Muradı, bu gibi şiddetli yasaklankoydurmağa sevkeden anarşiyi, bilhassa gemi azıya almış olanYeniçeri ve Sipahilerin rezaletlerini şu kısa fakat çok canlı satırlarlaanlatıyor:

- 01 zaman kulun şol mertebe tuğyanı var idi ki gündüzhamamdan peştemal ile çıplak avrat çıkarmak, camilerde dühuniçmek ve Müslümanların ırzım paymal etmek ve köşelerde aşikâreayak üzre zina ve livata etmek ve kan dökmek ve evler, saraylarbasmak ve bayram günlerinde salıncak kurup bizzat Padişahı vevalidesini ve vüzerâ ve ehli divanı mumlar ile salıncağa dâvetetmek ve bâhusus kahvehanelerde ve meyhanelerde fi li nâmeşrular etmekle âlem nizamdan çıkmıştı, vasfa gelmez NihayetSultan Murad kılıcı sıyırıp ehli fesadın hakkından geldi,vücutlarını sahifei rûzigârdan mahv ve nâbtid eyledi, birkimsenin bir yerden baş göstermeğe iktidarı kalmadı. Hattâ şehriİstanbulda, yatsu namazına fenersiz gitmeğe kimsenin zühresiyok idi, merhum bütün gece gezerdi, halk namaza varmağakorkardı. Mehmed Halife, yukarıdaki vak ayı da şöyle naklediyor: .

- Hakir İstanbula geldiğim zamanda Hocapaşa da misafiridim. Bir gece Sultan Murad mahalleyi dolaşırken Hocapaşa

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

70

camiinin imamının oğlu ca mi den eve giderken P adişaharastgelip ve aman ve rilmeyip katlolunmuştur, hakîr varıpgördüm, yeşf kaftanlı bir taze yiğit yatur idi. Yine aynı şi d de tdevrinde, İstanbul için, geceleri yatsı namazından sonra evlerdeışık yakma yasağı konmuştu; Dördüncü Murad ölünceye kadarkendisi iyş ü işret âlemlerinde mey ve mahbub sa fası sürerken,büyük şehir mutlak bir zulmet içinde kalmıştır.

ŞSNAF CEZALARI Muhtekir, dolayısile hırsız esnaf vemeslek terbiyesinden mahrum esnaf, eski cemiyet hayatımızdaşiddetle takip e d ilirler ve çok ağır cezalara çarptırılırdı. Şu ikiörnek bunun pek canlı misâlidir: 1829 yılında Mısır çarşısıkahveci esnafında Hacı Ali nin, dibeklenmiş halis Yemenkahvesin, adî kahve karıştırarak Yemen kahvesi diye sattıi,:. tesbitedildi. Dükkânı kapatılarak Çanakkaleye çöğün edildi.

Yine aynı yıl içinde bir çift çedik pabucu narhından altmışpara fazlasına satan kavvaf Selim isminde biri de Bozcaada yasürülmüştür. mparatorluk merkezi olan İstanbul da, şehrin esnafve narh kontrolünü bizzat Sadnâzam ve İstanbul Kadısı Efendiyapardı. Taşralarda bu işlere Valilerle keza Kadılar bakardı.Kadıların bir vazifesi de Belediye Reisliği idi. Teftişe kalabalık birmaiyetle çıkarlar, yolsuzluklarını işittikleri, çıkardıkları malları veterazilerini hileli ve bozuk ve dirhemlerini noksan bulduklarıesnafa hemen oracıkta cezaya çarptınrlardı; dükkân kapatılırdı,bozuk ve dirhemi noksan şeyler müsadere edilir, muhtekiresnafta, servetine ve şöhretine bakılmadan hemen oracıkta,çarşılının ve komşularının gözü önünde falakaya yıkılır, bazen debu meydan dayağından başka sürgüne gönderilirdi. Sonra, İkinciMah mudun son yıllarında, Hicri 1242 de Belediye Teşkilâtıkuruldu. İhtisap ağaları içinde Hüseyin Bey isminde bir zat damuhtekir esnafın amansız düşmanı ve tuhaf ve ağır cezalariletanınmıştı; cezalarını bir kanuna, nizama göre vermez,

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

71

karihasından hükmederdi.Eski tarih bilginlerimizden Mehmed Galip Bey merhum,

ihtisap ağası Hüseyin Beyin garabetlerini kendisine has şirin birüslûpla şöyle anlatıyor:

- Şöhreti o derece imiş ki maiyetile sokağa çıktığındadükkan önü temizleyenlerin, delik ve deşik küfe ve tablasaklayanların, eksik okka ekmek giz liyenlerin haddi hesabıolmazmış.. Kendisinden değil, gölgesinden ve ismindenürkmeyen esnaf yok gibi bir şeymiş..

Hüseyin Bey bir gün Eyübe gitmiş, bir merkebe yüklü ikiküfe ekmek görmüş.. Tarttırmış, ek mekierin bazıları noksançıkmış.. Derhal ekmek küfelerini ekmekçiye yükletmiş vemerkebin önüne de bir okka saman koydurtmuş .. Merkep o s a rna m yiyinceye kadar herifi küfelerin altında bıraktırmış...

Şimdiki Eminönünde bulunan ihtisap ağalığı dairesinearkasında bir çok kavaslarla ve kemali debdebe ile girer, avluyakonulmuş; iskemleye otururmuş.. Başta kavas başısı tzzet ağabulunduğu halde kavaslar elpençe divan durup yirmi dört saatlikvukuat defteri okunurmuş. Defteri okuyan kâtip meselâ:

- Tavukpazarmda yorgancı Ahmed... Meyhane kapısındangirerken çevrilmiş..

Deyince, Hüseyin Bey kaba bir sesle:- Onbeş gün! ..- Kumkapıda palabıyık Serkiz, raconcu Mıgır ile iskambil

oynarken hâdis olan kavgadan kızarak Mıgırm; bir gece evvelfenersiz balığa çıktığım haber veriyor...

Deyince:- Bir ay! ..

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

72

- Firuzağadan kı n k Salihin kahves in de iskete Hakkıtezkeresiz karpuz satarken tu tulmuş!. .

Deyince:- On gün! .. diye hükmedermiş .. ve mahkûmlar derhal

Eyüp Bahariyesindeki iplikhaneye gönderilmiş ... İplikhane,Tersanei Amire halatlarının büküldüğü büyük bir kışlaimalâthane idi. Ücretli amele si bulunmakla beraber hapsemahkûm esnaf da oraya gönderilir, mahkûmiyetlerini ağır bir işolan halat bükmekle geçirirlerdi.

YEMEK ÇEŞİDİ YASAĞI 1821 Hicri 1237 yılında israfıönlemek mak sadile, garip bir, yasak konulmuşsa da gereği gibitatbik edilememiştir. Bu tarihlerde, ki

- Devlet Kâhyası diye anılan Nişancı Hâlet Efendinin, İkinciMahmudu avucunun içine alıp koca İmparatorluğu çiftliği gibiidare ettiği devirdir, devlet erkân ve ricali arasında bir debdebe,tantana, ihtişam ve lüks merakı doludizgin alıp yürümüştü.Konakların, yalıların içi, binbir gece masallarım andıran birzenginlikte idi, harem takımı ise âdeta yekdiğeri ile rekabetderecesinde bir israf ve sefahate dalmıştı. Hanımefendiler şöyledursun, haremdeki kâhya kadınlar, câriyeler, hizmetçiler şöyledursun, dışarıda ayvazlara ve seyislere, at uşaklarına varınca,herkes en âlâ çuhalardan kesilmiş sırmalı esvaplar içinde idi. Lüksve israf, kâşanelerin döşemesi, dayaması, bendegânın kılık vekıyafeti ile de kalmıyordu, büyüklerin konak ve yalılarındamutfak masrafları da akıl durduracak derecede idi; her gün, âdetaziyafet sofraları kurulur, nâm için, sân için bu sofraların başınayüzlerce yârân, bendegân, dalkavuk otur tulurdu; çorbası,sebzesi, eti, böreği, pilâvı, zerdesi, tatlısı ve hoşafı; envai meyva,dondurma, şekerleme, reçeller, çerezlerle sofralara kırk, elli kapşey taşınırdı. Aşçının hüner ve mahareti ile övünmek devrin birmodası halinde idi: aşçılardan, mâlum yemeklerin

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

73

hazırlanmasında ustalıktan başka yeni yemekler icad etmesibeklenirdi. Hele ramazanlarda iftar sofraları, ziyafetleri, eski Romaİmparatorlarının zamanını gölgede bırakacak bir hal alırdı. Pektabiîdir ki bu israfa, ne kadar dolgun olursa olsun, hiç bir maaşkifayet etmiyeceğinden, erkan ve rical, rüşvet kapılarını da oölçüde açmışlardı. Halet Efendi nin sofralarına gelince, bazankonağın içinde yer bulunamadığından bahçeye kurulur, herzaman için 200 den aşağı davetlisi olmazdı. Bu haller, pek yerindeolarak kendisini ve etrafını halkın diline düşürmüştü. Bununüzerine efendi, Padişaha, bir israf yasağı çıkartmış, ve işeyemekten başlamıştı; icab edenlere tebliğ etmeleri için KaptanPaşaya, Yeniçeri Ağasına, Bostancıbaşıya, Topçubaşıya,Cebecibaşıya, Kumbaracıbaşıya ve Lâğımcıbaşıya gönderilen buyasak emrinin kısaltılmış sureti şudur:

- ... İsraf günahtır, bundan böyle nihayet beş. türlüden yeditürlüye kadar yemek pişirilebilir, yedi türlüden fazla yemekpişirtilmiyecektir. Fakat halkın gözü boyanır ve dili tutulur mu?Bakınız devrin kıymetli müverrihi Şânizâde ne yazıyor:

- Bu esnada bir vesile düştü, fakir bir defa Halet Efendininsofrasında bulundum. Vakıa yedi türlü yemek geldi, fakat hepsihavuz gibi tabakların içinde ... Yarısı tatlı idi ve gayet de nefis venadir tatlılardı. Mikdanna, harcına baktım, piyasayı göz önünegetirdim, yalnız bir sofraya en azdan üç yüz kuruşluk taamtahmin ettim. . Unutmamalıdır ki o zamanın 100 kuruşununalım kıymeti, zamanımızın 100 lirasıdır, yani efendinin o gündört sofrası var ise, ki bun dan fazladır, bir övün yemek masrafı1200 liradır. Sözü yine Şanizadeye bırakalım:

- Madde temel tutmadı, herkes bildiğinden kalmadı. ÇARŞIHAMAMLARINDA GAYRİMÜSLİMLER Tanzimata kadarmemleketimizde tatbik edilmiş eski yasaklardan garip, garipolduğu kadar da hazin ve tuhaflarından biri de, çarşı hamamlarına

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

74

giden gayrimüslümlerin nalın giymekten menedilmişolmalarıdır. Her nedense, hamama giren gayrimüslimlerinMüslümanlardan n.yırd edilmesi düşünülmüş, gayrimüslimlerinnalınsız dolaşmaları münasip görülmüş fakat, Müslümanların daayaklarından nalını bırakabileceklerine göre, bu da kafigörülmemiş, bu hamam yasağına bir garip madde daha ilaveedilmiş, gayrimüslimlere verilecek pqte mallara, alameti farikaolarak birer demir halka takılmıştır. Aşağıdaki satırlar Sultanİbrahimin ilk saltanat yıllarında, 1640 Hicrî 1050 senesindetanzim ed il mi ş bir narh defterinden alınmıştır ki zamanımızdanüç buçuk asır evvelki1 büyük şehir hayatında, bir çarşıhamamında, hamamcı ve hamam müstahdemlerinin riayetetmeleri gereken nizamı göstermesi, yukarıda kaydettiğîmizyasakları belirtmesi, hulâsa cemiyet ilmi ve tarih bakımından çokkıymetlidir: Hamama gusl için girenden bir akçe alma, kisesürünüp tıraş olandan iki akçe alına. Hamamcıya mürüvvetenziyade viren reddolunmaz. Müşteri mü rüvveten dellâk ve nâtıraakçe verdikte hamamcı ücretini yine verir.

Müşteri, bilhassa fukara ve diyâr garipleri misafirlermürüvveten akçe vermedikçe dellâk ve natır akçe talep etmiyeler,Dellâk . müşteriyi tıraş ettikde boynuna peşte mal tuta ki teriüzerine akmaya, Müşteriye riayet olunup pak ve kuru peştemal vesilecek verile, Dellâk ve natır ibrişim peştemal istimal ederler,Müşteri murad edindiği dellâki istihdam eyliye, Dellâk ve nâtır,müşteri çıktıkda bahşiş için müşteriyi göz hapsine almıyalar,Kefere peştimal ve silecek kurutulan kafes yanında soyunupkefereye nalın verilmeye, peştemaHara halka alâmet konula,Kefere için halvetden taşra mahsus kurna olup Müslümanlarazahmet vermiyeler ve halvete girmi yeler, Keferenin avreti dahierleri gibi Müslüman avretlerinden seçilip en aşağı yerde soyunupkurnaları dahi ayrı ola .. Onsekizinci asır başlarında üçüncüAhmed zamanında Sadrazamlığa kadar yLikselmiş ve garabetleri,

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

75

tafrafürüşlüğü ile tanınmış vezirlerden Kalay lıkoz Ahmed Paşa,Gayrimüslimler hakkındaki bu hamam yasağına pek gülünç birilâvede bulunmuştu, şöyle ki, gayrimüslimlerin peştemallarınatakı96 TARİHÎMİZDE GARîP VAKALAR lan demir halkaları kâfi biralâmeti farika görmemiş, halka yerine, gayrimüslimlere verilecekpeşte mallara birer küçük çıngırak bağlatmıştı.ARNAVUTTELLAKLAR 1730 Hicrî 1143 ihtilâline kadar İstanbulhamamlarında tellak taifesi büyük ekseriyetle Arnavutlu. Buihtilâlde askerden evvel silâha sarılmış alan büyük şehrin baldırıçıplak ve ayak takımının oaşına geçkn Arnavud Patrona HalilBeyazıt, hamamında çıkmıştı. Kendisinin bir tellâk veya nâtırolduğu hakkında şüpheye düşen müellifler vardır, bunlar, lakabıbir Patrona gemisindeki hizmetinden gelen Halilin sadece,ihtilâlin arifesinde hükümetin dikkatini celbelmemek üzereayaktaşlariyle beraber .

-imamda toplandıklarım ve geceyi orada geçirdiklerinisöylerler. Ne gibi bir hissin tesiriyle olduğu bi Inmez, ÜrgübünMuşkara köyünden çıkarak Türk irfan ve sanatına büyükhizmetler yapmış olan şe hid Darnad İbrahim Paşayı sefahatleitham eden nazı tarihçiler de Patrona Halilin şahsında bir millîkahraman görmeğe çalışırlar. Halil süfli mesleklerden olantellâklıktan çıkarak kanlı bir ihtilâlin her ü merci içinde kısa birmüddet büyük şehrin mukadderatına hâkim olmuş bir zorbadırki aşağıdaki lîsika bunun aydın bir şahididir: DivanıHümâyundan İstanbul kadılığına yazılan bu hüküm ihtilâldendört sene sonraki tarihi taşımakta olup, kanlı vak anın acıhâtıraları unutulduktan sonra verilmiş bir kararın tatbikatınageçilmesidir.

- Badelyevm hamamlarda tellâk ve nâtır alınmak iktizaettikte Arnavut taifesinden kebir ve sa gir ferdi vahidi uğratrnayıpAnadolu yakasından gelme Türk uşaklarından ve nefsi

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

76

İstanbuldan zimmî cinsinden intihap olunup yarar kefillerialındıktan sonra isim ve cisimleriyle yeni şeklü şem a i li ntarifiyle deftere kayıt ve kadimden hamamlarında mevcutbulunup hini tahrirde isimleri deftere kaydolunan Arnavudtaifesinden vefat edenlerin yerine ve bir tarik ile hamamlardançıkıp vilâyetine gidenler, sonra gelip tellak olmak murad eyledikteasla alınmayıp yerlerine ecnası saireden tellâk alınmakhamamcıların cümlesine muhkem tenbih ve te kıd olundukta...1147 .

Bu defterin bir nüshası Bevazıtta înkılâb Kütüphanesindemerhum M. Cevdet in kitapları arasında bulunup baş tarafınayukarıdaki hükmün de bir sureti konmuştur. Ve hamam hamambütün müstahdemin

- isim ve resimleriyle kaydolunarak Arnavud olanlarınaltına kırmızı mürekkeple

- Arna vuttur diye şerh verilmiştir. Bazı hamammüstahdemlerinin isimleri altında

- bostancı, topçu, kal yon cu, hammal, cebeci, tulumbacıgibi diğer meslek ünvanları da kaydolunmuştur ki Halilin Patronagemisi tayfalığının tellâklığına mâni olamıyacağı anlaşılır. Butarihten itibaren mevcutlar ölüm veya herhangi bir sebepletellaklıktan ayrıldıktan sonra 1918 yılına ka da r İstanbulhamamlarına Arnavud milletinden tellâk sokulmamıştır.

TELLÂK KILIĞI Hamam tellâkları siyah peştemalsarımrlardı; müşterilere verilen beyaz ve kırmızı çubuklu peştemalları tellaklar asla kullanamazlar ve müşterilere de siyahpeştemal verilmezlerdi; siyah peştemal hamamda tellâklık alâmetifarikası gibiydi. Onseki zinci asırda iki tellâk ın işledikleri bircinayetten dolayı misli görülmemiş idamlan da tarihimizin garipvak alarındandır. Devrin tanınmış zenginlerinden ve şairlerinden

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

77

Şeyh Abdurrahman Refia Efendi, Saraçhane başındaki İbrahimPaşa hamamının itibarlı müşterilerındendi; ki bu meşhur vegüzel hamam, Atatürk Bulvarı açılırken lüzumsuz yereyıktırılmıştır. Refia Efendi bir gün bu hamamın tellâklarındanbirine kızar; hamamcı da Efendinin hatırına riayet ederek tellâk ayol verir. Herif de Şeyh Efendiden intikam almağa karar verir;hamamda ortağı olan genç bir tellâkla beraber Şeyhin dergâhınagiderek sözde Efendiden hamamcı nezdinde şafaat diler. Efendigarip bildiği bu adamın gönlünü almak isterken berikiler hemenhançer sıyırıp Refia Efendiyi katlederler, fakat çok geçmedenyakalanırlar ve ayakdaşlarına ibret olmak üzere her ikisi de çıplak,bellerinde siyah tellâk peştemallariyle İbrahim Paşa hamamınınkapısı önünde asılarak idam olunurlar.

BİR MUHTEŞEM SÜNNET DÜĞÜNÜ .1719 Hicrî 1132yılında Lâle devrinin Padişahı Üçüncü Ahmed, Süleyman,Mehmed, Mustafa ve Beyazıd isimlerindeki dört Şehzadesi ileİstanbul dan 5000 fakir çocuğu sünnet ettirmiştir. Türlügarabetler ve cidden dikkate değer sahnelerle dolu bu muhteşemdüğün Okmeydanında olm u ş tur ve on beş gün on beş gecesürmüştür. Devrin Sadrıâzamı da Nevşehirli Damad İbrahimPaşadır; düğünün azamet ve ihtişamında büyük hissesi, himmetiolmuştur. Şair Seyit Vehbi bu düğün üzerine manzum bir

- Surnamei Hümayun kaleme almıştır ki biz buraya bueserden bazı notlar alıyoruz; düğün hazırlıkları arasında şunlarıgörüyoruz: Evvela Beyazıtta, Eskisaraym Beyazıt camii avlusunabakan bahçesinde çadırlar kurularak, şehzadelere getirileceksünnet hediyelerinin teşhir edileceği altın varaklarla tezyinedilmiş Nahil Nakıl lann yapılmasına başlandı. îstanbulun enusta şekercileri, gene Eskisarayda dört şehzade için, rengarenkşekerlerden yapılmış çiçeklerle birer çiçek bahçesi tanzim ettiler.

Ziyafetler için memleketin muhtelif yerlerine adamlar

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

78

gönderildi. Tekirdağ, Bursa ve civarı kazalardan 1000 ördek, 2000hindi, 2000 güvercin, 3000 tavuk, 8000 kaz getirildi. Camcılara10.000 şerbet kavanozu ve İzmite, halka verilecek ziyafetlerdekullanılmak üzere 10.000 ağaç sini sipariş edildi. Davetlilere şekervermek için 100 tane büyük mevlût tablası yaptırıldı.

Okmeydanının etrafında mahyalar kurmak için 15 binkandil ve 10.000 kandil kutusu hazırlandı. Memleketin hertarafındaki oyuncu kolları İstan buta çağınldı. Devlet ricaline veekâbire düğünde çengi kolları bulundurmaları emrolundu.

Devrin güzide bir bestekân ve h anende s i olan sarayhanendeleri başı Burnaz Hasan çelebinin emrinde devrintanınmış sazende hanendelerinden mürekkep seksen kişilik birsaz heyeti teşkil olundu.

Nedim, Seyyid Vehbi, Taip ve Raşit gibi büyük şairler, busünnet düğünü için şarkılar, gazeller yazdılar, bunlar bestelendi.Bu muhteşem saz heyeti, her gün sarayda Yalıköşkündetoplanarak düğünde, çalmacak parçaları meşke başladı.

Şehzadelerle beraber sünnet edilecek 5000 fakir çocuğun vedüğünde hizmet edecek olanların esvapları diktirildi. Düğünmeydanında halkın intizam ve inzibatını temin etmek için ayrılanaskeri kıtaattan başka, düğünlerde adet olduğu veçhile 120 nefertu lumcu ayrılmıştı. Bu tulumcular yağlı güreşe çıkan pehlivanlargibi çırılçıplak soyunurlar, ayaklarına sadece bir meşin don,başlarına da meşin bir külah giyerler, vücutlarım yağlarlar, sonraellerine içleri su dolu tulumlar alırlardı. Seyirciler için tayin edilenhududu tecavüz edenlere, türlü maskaralıklarla hücum ederek veonlarla şakalaşıp alay ederek üzerlerine su dökerlerdi.

Düğün için en mühim hazırlıklardan biri de saraymutfaklarında yapılıyordu. Saray mutfaklarındaki kap kacak,Okmeydanında toplanacak balk ı doyurmak için pişirilmesi lâzım

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

79

gelen yemeğe kifayet etmiyecekti. Devlet erkânının saraylarında,konaklarında ne kadar bakır takımı, ve mutfak levazımı varsa,emaneten saraya alındı. Bundan başka Bakırcılardaki dükkânlardatencere, sini, sahan ve kazan gibi ne kadar bakır takımı varsa, kezadüğünden sonra sahiplerine iade edilmek üzere saraya kaldırıldı.

Düğünün sonunda, tertip edilecek sünnet alayında,Eskisarayda hazırlanan nakılların alay ile Yeni saraya getirileceğisırada büyük zorluklar çıkacağı görüldü. Üzerleri hediyelerledonatılmış olan kırktan fazla büyük nahilin evlerin sokak üzerineçıkmış olan şahniş ve cumbaları, kahvelerin ve dükkân ıarıngeniş saçakları ile bir kat daha darlaşan yollardan geçirilmesiimkânsızdı. Bu zorluğu gidermek için mimarlar ve kâtipler tâyined il di. Mimarlar, alayın kolaylıkla geçebileceği yolları tesbitettiler; bu yollar üzerinde nakillere engel olabilecek evlerin vedükkânıarın saçak ve şahnişlerini yıktırttı lar, kâtipler de, yıkılanyerlerin alaydan sonra tamirine ne kadar para sarfolunacağınıhesaplıyarak sahiplerine verdiler.

Adet ve an aneye göre, sünnet düğününün ilk günü,ziyafetten sonra başta Sadrâzam olmak üzere devlet ricali veerkânı, Üçüncü Ahmed ile şehzadelerine düğün hediyelerinisundular İbrahim Paşa, Padişaha: Sıvama elmas kaplı bir kuşak,elmas ve yakutla murassa bir çaprast, bir mücevherli çini kâse, birmücevherli billûr sürahi, Hind işi aynalı musanna bir cevahirçekmecesi, mineli ve on üç gözlü bir piştahta, üç yüz miskal kadarbir şişe ıtnşahî, iki yüz miskalden fazla amber, bir altın çekmece1saati, yeşil çuhaya kaplı bir tilki kürk, iki tahta samur postu, birtahta vaşak, iki tahta kakum. elvan çuhalara kap!ı kürkler, her biribeşer donluk ikişer bohça îran ve İstanbul dibası, her biri beşerdonluk ikişer bohça ağır telli ve sade nevzuhur hat tâî, on donluktaraklı atlas, sarma ve bağa kundaklı, kaplama çifte bilezikli dörtâdet Hacı Mustafa, Molla Mehmet ve Niğbolulu Ahmet işi şişhane

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

80

tüfek ve daha bir nice nefis eşya verdi. Büyük şehzadeye de;Murassa cildi İmam Hafız Mehmet hattile bir Kur an, Şeyh hattilenefîs bir risale, gayet güzel bir Kitabı Hidaye, içinde Bihzadtarzında minyatürleri bulunan ve müzehheb bir

- Yusuf ve Züleyha , siyah abanoz üzerine elmas ve yakutlamurassa bir hançer ve daha bazı hediyeler takdim etti. İbrahimPaşa diğer üç şehzadeye de buna benzer hediyeler verdiği gibidiğer vezirler ve devlet erkânı da padişaha ve oğullarına kıymetlive nadide hediyeleı verdiler.

Sünnet düğünün ikinci günü şayanı dikkat eğlencesahnelerinden biri şu olmuştu: Kaptanı Derya Süleyman Paşanınemri ile Tersane kethüdası Abdullah Efendinin nezareti altındaotuz metre kadar boyunda, on üç çifte, üç fenerli amiral gemisimodelinde bir gemi, karadan yürütülerek Okmeyda nma getirildive vezir çadırlarının yanında demirle di. Sonra, bir geminin nasıldemir alıp kalktığı, Ok meydanına toplanmış olan binlerce halkınönünde, en ufak noktalarına varıncaya kadar, tıpkı denizüzerindeymiş, gibi, taklit edilerek gösterildi. Fakat, bu gemininasıl hususiyeti, fevkalâde sanatkârane inşa edilmiş olması,kızaklar üzerinde çekilmiyerek, içine giren adamlar tarafındankendi kendine yürütülmc siydi. Geminin tayfalarını teşkil edenTersaneli de likanlılar, levendâne tavırlan, al destanları ve kırmızıCezayir fesleri ile halkın pek hoşuna gitmişler, fevkalâdealkışlanmışlardı.

Bunun arkasında topçular, marifetlerini gösterdiler:Tekerlekler üzerinde çekilen, varoşları, hendekleri tabyalan veşaranpolları ile bir

- Kalei dev var yapmışlardı. Burçları ve sûrlan kırmızıbayraklarla süslenmişti. Bu kalenin muhafızları ile Tersanelevendleri Okmeydanında bir muharebe taklidi yaptılar.Tersaneliler, sonunda kalenin zaptından vazgeçip çekilmekle bu

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

81

sahne de kapamış oldu.Bu muhteşem sünnet düğününün üçüncü gününün

gecesi, Haliçte, Tersane kasrı önünde, kandillerle donatılmış sallarile, içleri saz takımları, çengiler, ve rakkaslarla dolu, muhteşem birdeniz şenliği tertip edildi. Bilhassa topçu ocağının salı büyük birtakdir kazandı. Yalnız bu saldan 700 fişcnk atıldı.

Üzerinde kol kol çengiler oynıyan topçu ocağı salınınortasına kandillerden üç katlı bir fıskiye yapılmıştı. Suları,rengârenk ışıklar içinde savruluyordu.

Bu malın yanıbaşında- Tersane ocağı mn salı da başka bir güzellikteydi. Bu sal, su

üzerinde yüzen bir kasır şeklindeydi. İçinde, saz takımlarıçalarken, her biri bir gazali, bir ceylânı andıran rakkaslar, insanıhayran bırakarak raksediyorlardı. Bu muazzam salın bir ucundabir atlıkarınca kurulmuş, içine

- dört adet mehparengânı çârebru . oturmuştu. Bir tarafındabir döner dolap yapılmıştı. Her gözüne

- Bir afitabı Yusüf lika yerleşmişti.Deniz eğlencelerinden şayanı dikkat diğer bir sahne de

düğünün son günlerinde görünmüştü Padişah Aynalı Kavakkasrında idi, hemen bütün İstanbul halkı kayıklarla Halicedökülmüştü.

Seyirci kayıkları o kadar çoktu ki, denizin yüzü kayıklaörtülmüştü. Kürekleri kımıldatmanın bile imkanı yoktu.Gemilerin üstü ise mahşer gibi doluydu. O gün, deniz eğlenceleriarasında sabık Mimarbaşı İbrahim Efen din in timsahı binlerceinsanı hayretten hayrete düşürdü. İbrahim Efendi tarafındanyapılan bu timsah sureti, üç çifte bir piyade büyüklüğünde idi.Üst çenesini açıp kapıyarak deniz yüzün de yarım saat kadar dol aş

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

82

mı ş, sonra denize dalmıştı. Zevk ile seyredilen bu t ims ah çoktakdir edilmişti. Fakat bir saat sonra battığı yerden tekrar denizyüzüne çıkınca, takdirler bir heyecan ve hayrete kaybolmuştu.Timsah bu sefer ağzını açıp durmuştu. Açılan ağzındanrengârenk esvaplarla beş tane rakkas fırlamış, timsahın sırtınabinerek raksetmeğe ba ş l amış 11.

İbrahim Efendinin bu timsahına, onsekizinci asır başındatecrübe edilmiş ilk denizaltı gemisi olarak bakmak mümkündür.

Düğünün sekizinci gününden itibaren de büyük bir esnafalayı başlamış ve günlerce süren bu alayda, her sınıf esnaf, çalgıtakımları ve köçeklerlc türlü eğlenceler tertip ederek alaygösterdikten sonra Şehzade hediyelerini takdim etmişlerdi.Verilen hediyeler şunlardı: Çadırcılar: Dışı yeşil ve al atlastan, içiİstanbul dibasından yapılmış, içinde dört adet nakışlı süt unubulunan altın temelli bir çadır.

Kavaflar: İnci ve zümrüt işlemeli murassa çizmeler; inciişlemeli ve sırmalı 300 dirhem yaldızlı gümüş tepsi; kavafyamakları: 340 dirhem gümüş tepsi; bakkallar: Bir okkaağırlığında iki gümüş şamdan, iki okka ağırlığında kıymetli birgümüş sini, kıymetli kumaşlar., çiçekler; kauçuklar, kıymetlikumaşlar; yorgancılar: 500 dirhem gümüş leğen ibrik, 215dirhem gümüş tepsi, 150 dirhem kapaklı bir gümüş tas, a tl a s vebürümcük üzerine işlemeli dört tane kıymetli yorgan; bedestenesnafı: 4 top ağıı atma telli bürümcük, 182 dirhem üç gümüşsürahi, 405 dirhem gümüş tepsi; Esirciler: Bir oğlan ve bir kız esir;Hallaçlar: Sırmalı nefis bir yastık hediye ettiler.

Tüccarlar: kıymetli kumaşlar; kuyumcular, elmas yakut veinci ile yapılmış bir yelpaze, elmas ve yakutlu bir çalar saat, 2300dirhem gümüş tepsi, 1000 dirhem gümüş şamdan, 1000 dirhemgümüş leğen, bir okka ağırlığında iki gümüş kâse, 500 dirhem ikigümüş maşraba, 2 okka bir gümüş ibrik, bir okka ağırlığında bir

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

83

buhurdan ile bir güllâbdan.Kazzazlar: bir tane mücevher inci t akımı çapraz, bir

mücevher kuşak, bir mücevher sırmalı hazine kolanı, 5 tane s omhazine dizgini ve sair hediyeler; bezzazlar: İşlemeli bir bohça, altınişlemeli kadife ve altın işlemeli şal, iki top telli kumaş; dört destanhünkârı; üç top bez, üç çekme boyama, iki top mirzaî bez; klabdanatlas bohça; ahçı1ar: 700 dirhem gümüş ibrik leğen, 150 dirhemgümüş bir maşraba, bir ibrik. Yemen Kahvesi; terziler: 300 dirhembir gümüş m at ra, 400 di rh em gümüş şamdan ve makas, 150dirhem gümüş kahve ib riği, 280 dirhem gümüş gülâbdan, 210dirhem gümüş buhurdan; Çak şırcılar: 132 dirhem gümüşgülâbdan, 210 dirhem gümüş şamdan, 4 çift gümüş nalça, altınçiviler; kazancılar: 7 okka ağırlığında üç gümüş sini, üç gümüşmaşraba, gümüş gülâbdan ve buhurdan Bezirganlar: 10 top nefisVenedik dibası, 10 top Floransa atlası, en nefis Hind kumaşları,kıymetli çiçekli .şallar, 1000 dirhem gümüş hoşaf tası, 1000dirhem gümüş ibrik leğen, eski maden beş kase bir sofralık ontabak, ve sair birçok kıymetli kumaşlar ve şallar vermişlerdi.

Okçular ve yaycılar: İçi dışı nakışlı usta İbra himin işi ikiadet kıymetli yay, gayet nefis oklar.

Balmumcular: Her biri üç okka ağırlığında sekiz adet siyahve her biri beş okka ağırlığında dört adet beyaz kâfurulubalmumu.

Kâğıtçılar: Kapağı mücevherli bir gümüş divil ve yazıtakımı, bir gümüş makas, iki deste Semer kand kâğıdı; Mısırçarşısıesnafı: Yelkenleri açık, bayrakları atlastan, tayfaları içinde olanmal yüklü bir kalyonu Okmeydanma çıkardılar. Tayfalar dışarıçıkarılıp kalyon Üçüncü Ahmedin otağı önüne alındı. Şehzadelergemiyi yakından seyrettiler. Hedi yelerine gelince: İki gümüşmaşraba, iki gümüş tepsi, bir okka ödağacı; iki tabak buhur, dörttabak karanfil, Hindistancevizi, sakız, tarçın, safran; misk

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

84

sabunu, on beş şişe buhur suyu; altı şişe çiçek suyu, yedi kâsetîni mahtûm; üç tabla hurma, altı tabak ağız miski, 15 tabakbadem şekeri, 4 tabak aki :le, 7 tane Kâbe bardağı.

Kılıççılar: Sultan Gûrî nin kılıçlarından dudu jurnu, balıkdişi, kabzalı, kuşağı altın işlemeli gayet kıymetli tarihî bir kılıç.

Bıçakçılar: 4 tane yaldızlı tırnak bıçağı, 4 tane balık dişikabzalı, altın pervazlı İstanbul demiri, nercan tepeli kalemtraş, 22adet kıymetli bıçak Kalaycılar: Gümüş buhurdan; gümüşgülabdan.

Bitpazarı esnafına gelince: Bunların düğünlerde hediyevermeleri mutad değildi. İlk defa bu dükünde hediye vermekşerefine nail oldular. Bir çift .ncili çizme ve filâr verdiler.

Kürkçüler: 2 tahta vaşak nâfensi;13 tahta kasım; iki tanesamur postu.

Sırmakeşler: Sırmalı bir tahtırevan hediye. etliler. İçi kırmızıçuha döşeliydi. İçinde pamuk ile doldurulmuş sade hatayı ilekaplı nefis bir minder /ardı. Minderin üstünde de İstanbuldibasından bir lilte, dört tane diba ya s tık vardı. Dışı beyazsırmadan tel kafesi, dört tarafında da cam yerine yirmi iört parçaayna vardı. Her biri 30 ar dirhem elvan armadan 35 tane püskülsallanıyordu. Bu nefis tah :ırevan, örtüleri sırmalı dibadanyapılmış iki müzeyyen ata koşulmuştu.

Nalbantlar: 4 gümüş nalın. 24 gümüş çivi, gü nüş şamdan,gümüş tepsi, gümüş tas.

Sandalcılar: Bir fağfurlu gülabdan ve buhurdan, l gümüşmaşraba, gümüş sürahi; gümüş tepsi Seraserciler: Birçok kıymetlikumaşlar.

Semerciler: Bir gümüş semer, gümüş maşraba, 5 küçükgümüş kahve tepsisi.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

85

Muytablar: 700 dirhem bir gümüş eğer kemeri; SOO dirhembir çift gümüş , özengi.

Arpacılar: Bir gümüş sini; gümüş eğeı kemeri; gümüştengülabdan ve buhurdan.

Düğüne, şehzadelere getirilen hediyelerin halka teşhiredildiği nakillerle son verilmişti. Nakiller Be yazıttaki eski saraydadonatılmış muhteşem bir sünnet al ayı ile Topkapı sarayınagetirilmiş ve bütün İstanbul halkı alayın geçeceği yolun ikikenanna yığılarak hediyeleri seyretmişti. Şehzadeler de o günTopkapı sarayında sünnet edilmişlerdi. Şehzadelerin sünnetalayının geçeceği yollara. Yeniçeri neferleri selâma durmuşlardı.Hepsi de en parlak merasim elbiselerini giymişlerdi. Alay,Miskçiler, kapısı, Eski odalar, Saraçhanebaşı, Horhor çeşmesi,Aksaray. Laleli; Eski Tophane; Valde hamamı; Divanyolu veAyasofya yolunu takip etti.Üçüncü Ahmet, oğullarının sünnetalayım, As lanhane yanında Nakkaşhanedc yapılan bir kasırdanseyretti. . Alayın geçeceği yollarda nahillere mani olacakŞahnişlerin, cumbaların, geniş saçakların yıkılmasına, Tersanelikıyafetine girmiş olan dalfes tulumbacılar memur edilmişti.

Her nahilin dört bir tarafına dörder kol tayin edilmişti. Herkolda, onar tane dalfes, al mintanlı tuvana Tersane dilâverlerivardı. Şehzadelerin sünnet alayında, nahillerle beraber şekerbahçeleri de geçirilmişti. Şeker bahçelerinin toprağı şekerden,tozu miskten, çakıl taşları badem şekerinden, lâleler, nesrinler,güller, zerrinler, vesair çiçekler de rengârenk şekerlerdenyapılmıştı. Şeker bahçelerini de iri yarı Tersaneli delikanlılarıtaşıyorlardı. Bunlardan sonra da 40 nefer kırmızı mintanlıTersane neferi geliyordu ki ellerinde birer tabla, tablaların içindede şekerden yapılmış kuş, fil, deve, çeşit çeşit hayvan tasvirlerivardı.

Bu muhteşem sünnet alayının başında da büyük şehzade

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

86

Süleyman gidiyordu. Mücevher takımlı bir ata bindirilmişti.Başında, kıymet biçilmez bir sorguç dalgalanıyordu. Öbürkardeşleri ise, arkadan gelen bir gerdûnenin içinde idiler.

YAVUZLN 1000 ALTINI Yavuz Sultan Selim, babasınınzamanında Trabzon valisi iken bir derviş kıyafetine girip İranagider; kasdi o memleketin ahvalini gözile görmektir. Tebrizşehrinde misafir olduğu handa satranç oynayıp herkesi yenmeğebaşlayınca satranç meraklısı Şah İsmaile haber verilir, o da dervişihuzuruna davet eder. Sultan Selim ilk oyunda hatır sayarakyenilir, fakat ikinci oyunda Şaha aman vermeyip mateder. Şahkızar ve elinin tersile dervişin çıplak göğsüne vurarak:

- Bre derbeder Aşık! Hiç Şah olanlar mat edilir mi? E debinyok imiş! der ve Şehzadeye bin altın ihsan eder. Derviş huzurdançıkıp atma bineceği sırada o bin altını kesesile beraber kimseyegöstermeden binek taşının altına saklar. Ertesi gece Tebrizdenkaçıp Trabzon yolunu tutar. Aradan yıllllar geçip de Yavuz SelimPadişah olduktan ve Şah İsmaili Çaldıranda mağlup ederek Tebrizşehrine girdikten s on ra Şah sarayına gider ve Sekbanbaşı Bal yemez Osman Ağaya:

- Osman Ağa!.. Şu kapı eşiğinde Şahın ata bindiği taşınaltında kendi elimle konmuş bin altın vardır, helâl maldır, sanahediye ettim! Der. Herkes hayretle bakışır. Osman Ağa taşıkaldırır.. Kesesi çürümüş, bin altın bir kor yığını halindedururmuş. Balyamez Osman Ağa bu fıkrayı anlatırken hüngürhüngür ağlarmış..

- O zamana kadar bir hikâye sandığımız satranç kıssasımeğer haki kat imiş.. dermiş..

- Solakzade tarihinden MEZARlNDA BAŞI KESİLEN ŞEHZADEYavuz Sultan Selim kardeşi Şehzade Ahmedin vücudünü ortadankaldırttığı sırada Ahmedin Mu rad ismindeki bir Şehzadesi İrana

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

87

kaçmıştı . Dört yıl kadar İranda kalan Şehzade Muradın oradakatledildiği ve katilin de bulunamadığı haberi gelmişti. Bir ara buhaberin doğru olmadığı, Şehzade Muradın gizlice Ana d ol uyagirerek Amasyaya gel di ğ i ve e t ra fın a bir takım adamlartoplıyarak Anadoluda bir ihtilal çıkarmağa hazırlandığı söylendi.Yavuz Selim derhal gizli tahkikata girişti ve bu rivayetin ucuAmasya şehrinde bir nalbanda dayandı. Nalbant derhal tevkifedilerek İstanbula gönderildi, inkâr etmedi ve şöylece anlattı:

- Bir gün dükkânımda işimle meşgul idim. Bir derviş geldi,karşımda boynunu büküp içini çekti ve ah etti, muttasıl yüzümebakardı ve bir şey söylemek ister görünürdü, birkaç gün bu m a nzara devam etti, acıdım:

- Ey âşık!.. Yoksa bir sevgili yârenden mi ayrı düştün? .. diyesordum. Hemen gözlerinden yaş yerine kan boşandı:

- Bir canımdan aziz yârim, munis vefakârım vardı,hastalandı, yatağa düştü, perişan oldum, içimden kan gider,bilmem ki o yârimin yüz parça olmuş yarasına ne çare edeyim,senin garip d o s tu merd biı insan olduğunu söylediler, sendemürüvvet umarak geldim, senin Sultan Ahmed merhumamuhabbetin varmış, elbet onun garip d üşmüş Şehzadesine deacırsın, yâr ı vefakârım dediğim Şehzade Muraddır ki Acemdiyarından çıktı gel d i, ne çare ki gayet hastadır. dedi. Ben degittim o civanı gördüm. Bitâp yatardı, hâtırım sordum vegöynünün dilediği yemekleri yaptırıp o derviş ile gönderdim.Şehzade ayağa kalktı. Memleketimiz zenginlerinden sabuncuİbrahim de çok yardımda bulundu. Benim bildiğim bundanibarettir. Nalban d ın haber verdiği sabuncu İbrah i m de getirildi.O da inkâr etmedi:

- Yol levazımını tedarik ettim, bir kaç adamı ile İstanbultarafına gitti. dedi. Nihayet derviş de bulundu, Şeh za d e Muradınyanı n d aki diğer ad a m lar da bulundu. Onlar da:

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

88

- Beş on gün evvel Üsküdarda vefat etti, filân yere defnettikdediler. Yavuz Sultan Selim emir verdi, adamlar gönderdi,gösterilen mezarı açtılar ve genç ölünün başını cesedindenayırarak bir altın tabak içinde huzura getirdiler. Yavuz bu kesikbaşı elile muayene etti, Şehzade Mu ra dın başında içine cevizsığabilecek bir çukur vardı, bu nişanı buldu; ve Şehzade Muradınöldüğüne kat i kanaat getirdi. Mevkufların hepsi, Yavuz gibi birPadişahın kendilerini sağ bırakmıyacağını zannediyorlardı,hayatlarından ümitlerini kesmişlerdi. Fakat Padişah ortada bilfiilbir isyan hareketi olmadığına göre, sadece garip bir Şehzadeyemerhamet etmiş olan bu a dam ların cümlesini affetti.

- Solakzade tarihinden DAĞ BAŞINDAKİ GARÎP MEZARLAROnsekizinci asır şâirlerinden Dolmabahçeli Ah men Efendizarafeti, nüktedanlığı ile tanınmış bir zattı. Esmerliğinden ötürüşiirlerinde

- Siyahi mahlasını kullanırdı. Güzel yazı yazar, musikidenanlar, marifetli adamdı, kibar ve rical konaklarındaki yarantoplantılarında aranılır, beklenir sohbete iştiraki meclislere birparlaklık verirdi. O asrın tanınmış ricalinden Kaptan ı DeryaKüçük Kılıç Ali Paşa, siyahi Ahmed Efendinin velinimeti yerindehâmisi idi. Paşa Trabzon valisi olunca, Siyahi Ahmet Efendiyi deberaber götürdü. Boğazdan çıktıktan az sonra bindikleri küçükgemi müthiş bir fırtınaya tutuldu, güçlükle Ağva sahillerinesığındılar. Kırda çadır kurup denizin yatışmasını beklerlerkenSiyahi ile arkadaşları etrafta bir gezintiye çıkmışlardı. Dağ başında,ıssız bir köşede birkaç mezar gördüler; şair güldü, mezarlarahitaben:

- Hey biçareler! .. Şile kasabası buraya yakındır .. Ne vardıburada ölecek... Biraz dişinizi sıkıp bir şenlikli yerdegömülseydiniz ya!.. dedi. Fakat, çadırına döner dönmez müthişbir titreme ile yatağa düştü ve o gece öldü. Arkadaşları, Siyahı

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

89

Ahmet Efendiyi götürüp o dağ başındaki kabirlerin yanınagömdüler...

İKİ YUSUFUN HİKÂYESİ Onsekizinci a s ır ortalarındaOsmanlı sarayında Valide Sultan olarak kırk yıla yakın saltanatsürmüş ve göz kamaştıran bir lüks içinde yaşamış olan DördüncüMehmed in anası Turhan Sultan, Ukraynalı bir köylü kızı idi.Dokuz on yaşlarında tatarlar tarafından kaçırılmış ve Osmanlısarayına Süleyman Paşa isminde bir vezir tarafından takdimedilmişti. Turhan Sul ta n gayet narin yapılı, zarif ve harikuladezeki bir kadındı. Esirciler eline düştüğü zaman köyünde biryaşında bir erkek kardeş bırakmıştı. Bu güzel çocuk da sekizdokuz yaşında iken Tatarlar tarafından çalındı ve İstanbulda birmana va satıldı. Yusuf adı verilen ve Müslüman olan bu çocuğu,sahibi olan manav bir baba sevgisiyle bağrına basmıştı ve Yusufbüyük şehirde

- Manav güzeli lakabı ile bir şöhret bulmuştu. Bir gün budükkanın önünden geçen Valide Sultan manav güzelini uzaktangörür görmez kardeşi olduğunu tanıdı ve maiyetindekilere emirvererek çocuğu âdeta zorla saraya kaldırttı. Bu çocuğu kundaktaiken bir kurt F. 8 ısınmıştı ve müthiş hayvanın diş yerleri manavgüzelinin sağ kalçasında hâlâ bir nişan olarak duruyordu. ValideSultan kardeşini bulunca sevincinden bir çılgına dönmüştü. Onabir baba şefkati gösteren manavı ihya etti. Yusufa da devrinkıymetli hocaları elinde ciddi bir tahsil yaptırttı, fakat devletişlerine karıştırtmadı, kendisine kâhya tayin etti. Ma . nav Güzeli,ölünceye kadar İstanbulda bir zengin ve kibar hayatı sürdü.

Onyedind asır başlarında Dalmaçiyada Nadin kasabasındaSancak beyinin ahırında uşak olarak çalışan on üç yaşında birçocuk vardı. Herkes tarafından horlanan bu kimsesiz çocuğa birgün bir dul kadın acımış ve çıplak ayaklarına, kocasından kalmışkocaman bir çift partal kundura giydirmişti. Na di n den bir vazife

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

90

ile bir Kapıcıbaşı geçti, Sancak beyinin konağında misafir oldu veküçük ahır uşağının zekâ ile parlıyan gözleri ve kir tabakalarıaltında kaybolmuş güzelliği nazarı dikkatini çekti, çocuğu yıkatıptemizlettikten sonra alıp İstanbula getirdi. Saraya verdi.Enderunu Hümâyun çocukları arasına katılan çocuğa,güzelliğinden ötürü Yusuf adı konuldu. Nadinli Yusuf kısa birzamanda yükseldi. Kaptan Paşa oldu. Bir gün Nadine KaptanPaşanın bir a d amı geldi ve Sancak Beyine mühürlü bir meşintorba verdi, bir mektupta da şunlar yazılıydı:

- Falan yerde oturan Marya isminde bir dul : kadın vardır; butorba, eğer sağ ise, Sancak Beyınin ve Nadin kadısının huzurundao dul kadına verilecektir ve bir senet tanzim edilip banagönderilecektir. Kadın sağ idi, çok fakir düşmüş bulunuyordu.Kadının ve sancak beyinin huzurunda Kaptan Paşanın torbasıkendisine teslim edildi. Torbanın içinde bir çift kocaman. partalkundura vardı ve içleri altın ile doldurulmuştu. Yusuf Paşa kısabir de mektup yazmıştı:

- Anacığım, diyordu, bir kış günü donmuş çıplak ayaklarınabu kunduraları giydirdiğin kimsesiz çocuk, ölünceye kadar seniunut mıyacaktır. TABANI YARIK ÂYAN VE RİCAL Devletidaresinde ilk bütçe onyedinci asır ortalarında Osmanlıİmparatorluğunda yapılmıştır. Bugünkü manada bir devletbütçesi değildi; devlet idaresinde bütçe yapmak zamretinigösteren basit bir gelir gider defteri idi; fakat ortaya hayati bir fikiratması bakımından büyük işti.

- Devlet bütçesinin bab a s ı diyebileceğimiz bu defter,Dördüncü Meh med in Sadrâzamı Tarhoncu Ahmet Paşatarafından tanzim ettirilmişti. Gayet namuslu, tok sözlü, mert vecahil bir adam olan Tarhoncu Paşa, devlet masrafının gelirdenfazla olduğunu görmüş, bir muvazene kurmak için birçokmasrafları, tahsisatı kesmiş ve bu arada bilhassa boş yere

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

91

hâzineden, para alan saray bendegâmna ağır bir darbe vurmuştu.Pek tabiî çok düşman kazanmış, bunların entrikaları ile de hiç birgünahı, taksiri yok iken cellâda verilmişti. Tarih kaynaklarımız,Tarhoncu Paşadan bahsederlerken, tuhaf, garip, tuhaflığı vegaripliği kadar hazin bir vak a kaydederler; Ahmet Paşa Sadrâzamolunca, sarayda ve dışarıda nüfuz sahibi bazı ricale karşıkendisinin hiç bir nüfuza boyun eğmi yeceğini göstermekistemiş,

- Halk kılıçtan korkar! diyerek, bir gece zindanlarda vekürekte bulunan kırk elli kadar fakir mahkûmu çıkartmış,sırtlarına kenarları işlemeli gömlek ve uçkurları sırmalı donlargiydirerek boyunlarını vurdurtmuş, gûya idam edilmiş âyan vericalden kimseler imiş gibi, cesetlerini İstanbulun kalabalıksemtlerine bıraktırmıştı. Fakat şehirli, bu biçarelerin kabacüsselerine, ellerine ve ayaklarının nasırlarına, tabanlarınınyarıklarına b a kara k:

- Tarhoncu Paşanın zindandan çıkmış tabanı yarık kibar veayanı!..

- diye Sadrâzam ile alaya başlamıştı.BÜYÜK BİR MACERAPEREST Birinci Ahmet zamanında

Anadoluda büyük bir Celâli isyanının ileri gelen simalarındanCanbolat oğlu Ali Beyin Mehmet isminde gayet sevgili bir Abazakölesi vardı. Bir an yanından ayırmadığı bu çocuğu kendisinehazinedar yapmıştı. Sadrazam Kuyucu Murat Paşa, oruç odasındaCanbolat oğlu ile yaptığı çok kanlı bir muharebede Celâlîleribozguna uğratmış... Koca ova, yaralı ve ölülerle kaplanmıştı. ..Paşa, gömmekle başa çıkılamıyacağı için birçok kuyu kazdırmışve bunları, ölü ve diri ayırt ettirmeden kuyulara doldurtmuştu.

Takip kuvvetlerinin getirdiği esirlerin de, sorguyaçekilmeden kuyuların ağzımda diz çökertilip boyunları

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

92

vuruluyordu. Canbolat oğlunun hazinedarı Abaza Mehmet deyakalanmış idi, henüz 15 16 yaşlarında ve melekler kadar güzel birgençti; boynu vurulmak üzere çökertilmiş iken Mehmed iYeniçeri Ağası Halil Ağa gördü, acıdı, şefaat etti, ölümdenkurtararak yanına aldı, evlâdı manevî edindi. Abaza Mehmet HalilAğanın himayesinde devlet hizmetine girdi. Babalığı Sadrazamolunca o da vali ve

- Abaza Mehmet Paşa . oldu. Fakat Oruç Ovasındaki müthişhâtıra, Murat Paşanın kuyusu gözünün önünden hiç bir zaman,silinmedi ve o gün kendisini öldürmek için çökertmiş yeniçerilerekarşı içinde sönmez bir kin besledi. Erzurum valisi iken İstanbulda Padişah Genç Osman, yeniçerilerin çıkardığı bir ihtilâldetahttan indirilmiş ve Yedikule zindanında boğulmuştu. AbazaMehmet Paşa bunu fırsat bildi, Sultan Osmanın kan dâvasınıgüderek isyan etti ve işe Erzurumdan başlıyarak ne kadar yeniçerivarsa öldürttü. Sonra Sivası ele geçirdi ve orada da bir yeniçerikatliâmı yaptı. Erzurumdan Kayseriye kadar Anadoluda yeniçeridolaşamaz olmuştu. Yeniçeriler kısa diz çağşırı giyerlerdi; bundanötürü dizleri, baldır ve bacaklarına nisbetle yanık olurdu. Yollardabütün yolcular, Abazanın askerleri tarafından çevrilir, çağşırlarıçıkarılıp dizleri muayene olunurdu: Kısa diz çağşırı giymekitiyadında olup ta yeniçeri olmıyan nice masûm insanlar d

- Sen yeniçerisin diye idam olunmuştu. Apaza isyanı beşyıldan fazla sürdü. Nihayet Dördüncü Murat zamanında amandiledi, affedildi. İstanbula geldi, bu genç padişaha yakın dost venedimi has oldu. Yakışıklı ve güzel adamdı, giyimine, kuşamınafevkalâde itina eden şık bir adamdı. İstanbulda, onun gibigiyinmek moda oldu, Padişah bile

- Abaza kesimi denilen esvaplardan yap t ırdı. Aslında,valiliğinden büyük bir serveti vardı, nedimliğinde denüfuzundan istifade ederek rüşvet yolile âdeta karun malı

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

93

topladı. Fakat Padişahın en sevgili gözdesi Silâhtar Mustafa Paşaile geçinemedi. Mustafa Paşanın babası Bosnalı Sinan Bazirgânadında bir adamdı ve eskiden Abaza Paşanın gadrine uğramıştı.Mustafa Paşa bunu unutmamıştı. Silâhtarın telkinleriylePadişahın gözünden düşürüldü. Bir gün, saraya dâvet edildi, gelirgelmez Bostancıbaşı Duca Mustafa Ağa tarafından tevkif edildi veÇinili köşke hapsedildi. A kşamin alaca karanlığında da idamı içinferman çıktı. Cellât Kara Ali yamağiyle köşke geldi. Kendisinenamaza durmuş birisini gösterdiler:

- Abaza Paşa budur!.. dediler, kement attı; boğdu. Ertesigünü, Padişahın emriyle Abaza Mehmet Paşaya büyük bir cenazealayı tertip edildi; ve feleğin garip cilvesidir. Veznecilerde, vaktiylehenüz bir çocukken kendisini öldürtmek İstiyen Kuyucu MuratPaşanın türbesinde, bu meşhur Sadrâzamın yanma defnedildi.

Aradan yıllar geçti, Dördüncü Murat öldü, Sultan İbrahimPadişah oldu. Silâhtar Mustafa Paşa i dam olundu, BostancıbaşıDuc ı Mustafa da bir valilik ile İstanbuldan sürüldü.

Hicrî 1036 yılında idi, bir gün Erzumma, İran hududund anbir adam çı kagel di ve

- Ben Abaza Mehmet Paşayım! diye Erzurumdaki Abaza Paşasarayına geçti kuruldu. Abaza Paşanın Erzurumdaki eski dostlarıahbapları ziyaretine koştular. Evet... bu adam, yıllarca evvelİstanbulda idamını işittikleri Abaza Mehmet Paşa idi... Kendilerineeski günlerin hâtıralarından bahsediyor, hattâ onların unuttuğubirçok şeyi o hatırlatıyordu!.. Paşa, macerasını, eski yâranınaşöylece nakletmişti:

- Silâhtar Mustafanın ısrarlarına mağlûp; olan DördüncüMurat bir içki sofrasında Abazayı öldür teceğine söz vermişti;fakat pek az sonra bu kararma nadim olmuştu. Has nediminitevkif ettirmiş, sarayda Abaza Paşa diye bir idam mahkûmunu

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

94

boğ durtmuş idi. Paşayı da gece, saray rıhtımından tebdil kıyafetlebir gemiye bindirmişler, Geliboluya gönderişlerdi. Abaza Paşaoradan bir Cezayir gemisine atlamış, Cezayi re gitmiş, adım s anımdeğiştirerek korsan ol muştu... Bir zamanlar giyinişi, kıyafetiİstanbul gençleri tarafından taklit edilen zarif adam, yalın ayaklı,çıplak baldırlı, beli çatal bıçaklı bir Mehmet Dayı ve başlı başına birkadırga sahibi olmuştu. Yedi sene Akdenizde dolaşmış, Septeboğazından Atlas Okyanusuna çıkmış ve bir denizmuharebesinde. DanimarkalIlara esir düşmüştü. DanimarkalIlarda onu Portakal Portekiz kralının gemicilerine satmışlardı.Portekizlier, şark lisanlarına âşina olan bu esirlerinden tercümanolarak istifade etmek istemişler, onu bir Portekiz filosiyle bir Hindseferine yollamışlardı. Fakat Mehmet Dayı nın bindiği gemi Çinsularında müthiş bir fırtınaya tutularak batmış, yalnız bumüslüman gemici, bir kalas parçasının üstünde s ahile düşüpcanını kurtarmıştı. Düştüğü sahil halkı müslümandı, onun damüslim ve bir Osmanlı Padişahının nedimi ve Paşası olduğunuöğrenince kendisine hürmet göstermişler, yol harçlığı vermişler,Abaza Mehmet Paşa da bir kervana katılarak Çin Türkeli, Horasan,Belh ve Buhara üzerinden İrana, oradan da Erzumma gelmişti.Abaza Mehmet Paşanın gelişi ve ağzından dinlenen başdöndürücü maceraları bütün Erzurum halkını heyecanadüşürmüştü. Veli Süleyman Paşa, keyfiyeti mufassal bir rapor ileîstanbula Sultan İbra hime bildirdi. Zaten vehham ve hasta olanSultan İ brahim sonsuz bir telâşa düştü... Koca bir padişahınfeaniyle idam olunan bir adam, yıllarca son: ra elini kolunusallıyarak meydana çıkarsa, o padişahın kendisi de bir günahiretten dönebilirdi. .. Duca,Mustafa Paşa çağrıldı ve keyfiyetkendisinden soruldu. Eski Bostancıbaşı, b aşın d an korktu,

- Er zuruma gelen adam. bir sahtekârdır, Abaza Paşayı benfermanla idam ettim. dedi. Padişah Cellât Kara Aliyi de bizzatisticvap etti Müthiş cellâd da:

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

95

- ValIahi Padişahım! .. Akşam namazından sonra idi. Ortalıkkaranlıktı, yüzükoyun yatmış bir adam göklerdiler, budur dediler,boğdum, yüzünü, şemailini görmedim! dedi. .

Erzurum Valisi Süleyman Paşaya bir idam fermanı dahagönderdi. Vali de Abaza Mehmet Paşayı sarayına davet e t mi ş,gelir gelmez de, Valinin iç oğlanları üzerine hançer düşürereköldürmüşlerdi. Abaza Paşanın gövdesinden ayrılan k e s ik başıİstanbula yollanmıştı; fakat bu kesik talihsiz baş, Erzurum dan İ st anbula kadar bozulmuş, derisi yüzülmüş tanınmaz bir halegelmişti. Istanbulda bulunan eski bendelerinin hepsi kat i bir şeysöyliyememişlerdi:

- Hem odur, hem değildir! .. demişlerdi.BAŞÎYLE OYNANAN VEZİR Onaltıncı asır s onları n da

Üçüncü Mehmet devrinin büyük nüfuz sahibi vezirlerindenDoğancı Kara Mehmet Paşa aslında bir Ermeni dönmesi idi.Üçüncü Mehmede şehzadeliğinde intisap etmiş, terbiyesi,zarafeti, nüktedanlığı ile bu Padişahın has nedimleri arasınagirmişti. Kubbe veziri bugünkü tabiri ile devlet bakanı idi, fakatPadişah ondan o kadar büyük nüfuza sahipti ki herkes kendisiniSad râzamlığa en kuvvetli namzet olarak görüyordu. SadrâzamBosnalı İbrahim Paşa ile aralarının açılması kendisini felâketesürükledi. Gayet kurnaz ve sinsi olan İbrahim Paşa ile aralarınınaçılması kendisini felâkete sürükledi. Gayet kurnaz ve sinsi olanİbrahim Paşa hasmını mahvetmek için, makamının genişselâhiyetini kullanamadı, Padişahtan çekindi, el altından askeriteşvik etti, askere ulufe aylık dağıtılacağı bir divan gününde askerpara almadı Kara Mehmet Paşanın başını istedi ve ayak diredi; ,Padişah . Mehmet Paşayı bize tercih ederse biz de bizi seven birşehzadeyi ona tercih ederiz dediler. Padişah büyük bir ıztırapiçinde Mehmet Paşayı fed.a etti. Paşa divandan kaldırılıp siyasetmeydanına götürüldü, başı kesildi. Kesik başı alan yeniçerilerle

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

96

sipahiler, saray avlularından At meydanına kadar, top gibi,ayaklariyle vurarak oradan oraya yuvada ya yuvarlaya götürdüler,bir veçhile ellerinden almak kabil olmadı. Nihayet kendi sadıkkâhyası kesik kelleyi 400 altına satın aldı ve gövdesinin yanınakoyarak defnettirdi.

LOKMA LOKMA DOĞRANAN VEZİR Sultan İbrahim sonSadrâzamı İstanbullu Ahmet Paşa, kalemden yetişmiş, malûmatlızeki bir devlet adamıydı. Bir sinir hastası olan bu padişahın daitimadım kazanmıştı. Kendisinin yen içeri ocağı ağalariyle iyigeçinmemesi, hattâ o devirde birer mütegallibe kesilmiş olan ocakağalarına karşı bir suikast hazırlaması; Kösem Sultanın da oğluSultan İbrahimden nefreti ve onu tahttan indirmek için Yeniçeriocağı ağalariyle anlaşması, İstanbulda bir askerî hükümetdarbesine sebep olmuş, Sadrâzam idam edilmiş, Padişah da evvelâtahttan indirilip birkaç gün soma boğdurulmuştu. Ahmet Paşaşişman bir zattı. İdamından sonra cesedi ana doğması soyularakcellâtlar tarafından bir hammal beygirine çaprazvari atılmış vegötürülüp Atmeydam na bırakılmıştı. İhtilâlci yeniçerilerdenbirkaç hunhar, fırsatı ganimet bilip cahil halkın batılitikatlarından istifade ederek

- İnsan yağı mafsal ağrı ve sızılarına devadır diye AhmetPaşanın etlerini lqk ma lokma doğrayarak beşer onar akçeyesatmışlardı. Büyük şehirde de, bu kadar korkunç, tüyler ürperticidevayı satın alarak kollarına, bacaklarına sürüp bağlıyabilecek okadar çok katı yürekli insan çıkmıştı ki, Paşanın iri yapılı vücudühemen bir iskelet halinde kalmıştı; ölümünden ve naşının bu feciakıbetinden sonra kendisine

- Bin parça Hezar pare lakabı verilmişti.HASAN PAŞANIN CENNET BAĞI Büyük Sadrâzam Sokullu

Mehmet Paşanın oğlu Hasan Paşa, onaltıncı asır sonlarının ennamlı ve en zengin vezirlerindendir. Müverrih Peçevil İbrahim

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

97

Efendi hal tercümesinden bahsederken:- Gayet yakışıklı, gösterişli, bir şehbaz ve şehlevend vezirdi.

Ama çok mağrurdu, gÖzüne kimseyi kestirmez, akranı şöyledursun mafevkine bile iltifat etmezdi. Yanında daima bir mahbubgözde hazinedarı bulunurdu, kendi ne giyerse hazinedarı oğlanaonun eşini giydirirdi, bindiği atın eşi ata bindirir ve hazinedarı ileatbaşı beraber giderdi. Ekseriya da al a t las entari giyerdi. Belinealtı parça murassa paftadan mürekkep bir altın kemer bağlardı kibu kemerin paftaları üzerinde zümrüdüanka kuşu resimleri vardı.Bağdat valisi iken üstat kuyumculara gümüşten büyük bir bahçeyaptırmıştı; kurülup toplanabilen ve Paşa tarafından

- Cennet Bağı adı verilmiş olan bu gümüş çiçek bahçesibahar açmış dallardan, nar ve turunç fidanlarından pek güzel,temaşası hay retten hayrete düşüren bir kuyumculuk şaheseriidi. Hasan Paşa, Bağdattan sür atle Anadoluya çağırılmış veAnadoluda i syan etmiş olan Celâli Del i Haşanın tedibine memur ed ilm işti . Çok c e sur bir asker olan Sokullu zadenin yanındamaiyetinden başka kuvvet olmadığından Tokat kalesinekapanmağa mecbur olmuştu. Deli Hasan bir taraftan Tokadımuhasara altına almış, diğer taraftan da Paşanın, arkadan gelenağırlığını, hazinesini ve meşhur Cennet Bağını eline geçirmişti.Deli Hasan, Paşanın hazinesini eşkiyaya taksim ederken kıymetlikumaşları arşın yerine kılıçla ölçtürmüş, altın ve mücevheri dekalkan ile üleştirmişti. Cennet bağına gel ince kudurmuş,ayakdaşlariyle beraber bir müddet temaşa etmiş ve s onra o sanateserini de kırdırarak a damlarına dağıtmıştı. Hasan Paşaya gelince,bir sabah, Tokat kalesi burçlarından Deli Hasanın baldırı çıplakordusunu seyrederken karşı taraftan bir keskin nişancıtarafından atılan kurşunla alnından vurnlup şehit olmuştu.

KÜÇÜK NOTLAR Bu kitapçığın sonuna küçücük notlarekliyeyim dedim; geçmiş günlerin garabetleri, tuhaf ve garip

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

98

tipleri, garip tesadüfleri üzerinde dolaşmak, tiryaki sohbeti gibihoşça şeydir zannederim.

Onyedinci asırda Osman Dede isminde bir meczup,Aksarayda Yeniçeri kulluğunun önündeki tam elli yıl, ya:z ve kışanadan doğma çıplak oturmuştu. Yerinden yalnız geceleri, zarurîihtiyaçlarla kıs a bir zaman için ayrılırdı Bir gün, tebdil gezenmüstebid hükümdar Dördüncü Murada:

- Murat!.. Murat!.. Dul ananı bana nikahla verir misin? Diyelâf atmış, bu amansız padişahtan anası Kösem Sultanı istemişti.Herkes Osman Dedenin derhal idam olunacağını tahmin etmişti.Fakat Sultan Murat saraya döner dökmez bir kriz geçirdi; bukendisinin ölümüne sebep olacak olan siroz krizi idi. Nitekimhemen yatağa yattı. Osman Dede bir müddet sonra, mahutkaldırım üstünde eceliyle öldü.

Yine onyedinci asır ortalarında İstanbulda bir- Elekçi Delisi vardı. Adı bilinmiyen bu deli, her gün üç dört

tane eleğin tellerini koparıp bükerek, kâğıthelvası, peynirli pidegibi yerdi.

Yine aynı asır ortalarında îstanbulda Deli Mehmet ismindebir derviş vardı. Geceleri, en sert rüzgârlı havalarda sokağa, feneryerine şamdanla çıkar ve gideceği yere kadar şamdanın mumunusöndürmezdi. Derviş Mehmet kışın kar ve buz üstünde de yalınayak dolaşırdı.

Tarihimizde kayıtlı en müthiş oburlardan biri, münevver veinkılâpçı Üçüncü Selimin düşmanlarından

- Aygır İmam lâkabı ile meşhur Derviş Efendi isminde birsoftadır. Bu adam, bir sefer iki okka pastırmanın üzerine kırkyumurta kırdırarak birlenger pastırmalı yumurta yemiş; fakatkoca lengeri sıyırdıktan sonra dili şişmiş, ve dili ağzına sığmıyarak

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

99

ölmüştü.Hicrî 1028 Milâdî 1618 tarihinde Budin valisi Karakaş

Mehmet Paşadan gelen bir mektupta Macarîstanda daire şeklindesiyah bir bulut belirip, bu buluttan kan gibi kırmızı bir yağmuryağdığı ve her biri 3 4 kantar ağırlığında kara taş gülleler düştüğüyazılıydı.

Dördüncü Avcı Sultan Mehmet, Trakyada bir köylü çocuğugörmüştü. On dört yaşındaki bu oğlanın sol bacağı, ayakbileğinden diz kapağına kadar keçi gibi kıllıydı. Padişah çocuğa100 altın hediye etmişti.

Onaltıncı asrın namlı ok atıcı pehlivanlarından Ahmet Ağa,yetmiş beş yaşında iken bir gün Okçular başına gidip okısmarbmıştı. Esnaftan bir delikanlı:

- Pehlivan!.. ihtiyarladın... Kolunda yay çekecek kuvvetkaldı mı ki!? diye rormuş. Ahmet Pehlivan da atını çarşınınkapısına sürmüş, kapıdaki zincirlere kollariyle asılmış vebacaklarını atının karnına sarmış, kollarını kısınca, kendisiyleberaber koca atı da yerden havaya kaldırmış ve gülerek:

- Oğlum!.. Bazularımda azıcık bir şey kılmış gibi!.. demişti.Lâle devrinin en namlı çiçekçisi, esnaftan Tabak Ata

isminde bir adamdı. Tabak Ata, gayet güzel 80 çeşit lâleyetiştirmişti. Sarayların bahçelerine soğanların çoğu ondanalınırdı. Fakir bir adam iken Jâle soğanı satarak İstanbulun sayılızenginlerinden olmuştu.

Eskiden rakıya arslan sütü derlerdi; herkes içki içemez, rakıyı, yüreği s ağlam insanlar îçmelidir derlerdi. Onun için e skibüyük gedikli meyhanelerdeki rakı güğümlerinin üzerinepirinçten bir yürek şekli konulurdu.

Onbeşinde asırda Bursa da Molla Rüstem ölürken 14

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

100

yaşındaki oğluna yüz yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100florin altın hesap ederek 3.600.000 altın gibi muazzam bir mirasbırakmıştı. Bu mirasyedi çocuk, babasından sonra ancak yedi yılyaşadı ve bütün paralarını yedi. Yalın ayak, perişan, kebapçı çırağıoldu ve sefalet içinde bir hamam külhanında öldü. Bu parayı nasılharcadığına bir misal zikrederler: Bir gün 100 florine bir tazı satınalır. Bir bağda bir tavşan olduğunu haber verirler, haberciye 100florin verir, tavşanı ininden çıkaran adama da 100 florin verir,fakat t az ı tavşam tutmaz, Molla Rüstem oğlu da tazıyı bir kılıçtaikiye böler.

Ondokuzuncu asır müverrihlerinden Esat Efendi çok yaşlıolduğu halde, kışa rastlıyan bayramlarda bayram tebriki için,kayığına tandır koy durtur ve saraydaki bayram tebrikimerasimine giderdi. Protokola o kadar düşkündü ve kendisiniunutturmak istemezdi.

Sümbül çiçeğinin mor renklisinin katmerlisi, ilk defa olarak17 nci asırda büyük Türk âlimi Katip Çelebi tarafından eldeedilmişti.

Fatih Sultan Mehmet cülûs ettiği zaman bir kuyruklu yıldızgörünmüştü; papa o zaman yıldızı

- Türk ve Müslüman dostu zındık yıldız olarak aforozetmişti. Bu kuyruklu yıldızın, sonra, Halley kuyruklu yıldızıolduğu öğrenildi. Balkan Harbinde Bulgarlar Çatalca ya kadarilerlerken Halley kuyruklu yıldızı yine görünmüştü. O zamankilise adamları:

- Türklerin uğur yıldızı göründü, Bulgarlar gene mağlûpolacaklar!. demişti; ve hâdiseler de böyle oldu. Çatalcamuharebesini kazandık, Balkanlı müttefikler arasına nifak girdi,Edirne yi Bulgarlar dan geri aldık.

İkinci Mahmut zamanında Eminönü hamallarından Kürt

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

101

Ali isminde bir adam, büyük a:yak rekorunu kırmıştır: Tabanı ellirantim boyunda idi ve bir gün kundurasının içine kundaklı birçocuk koymuşlar, rahat rahat sığmıştı.

Gayet genç, tüysüz yeniçeri neferlerine- .Civelek denilirdi. Civelekler sokağa, kadınlar, kızlar gibi

yüzlerine bir nikab peçe koyarak çıkarlardı. Bir civeleğin sokaktapeçesini kaldırıp yalnız yüzüne bakmak, bir kadına veya kızayapılmış hareket gibi tecavüz sayılır ve buna cesaret eden derhalhapse atılırdı.

Ondokuzuncu asır ortalarında Charles Ver ıe isminde 14yaşında bir Fransız çocuğu tarih kitaplarından Türkleri çoksevmiş, ve hiç bir Türkü tanımadan kendi gayreti ile Türkçeöğrenmiş ve aruz vezniyle şiirler yazarak bir divan vücudegetirmişti. Divanını, o devrin padişahı Abdülmecide ithaf ederekbastıran Charles Verne, bu padişahın şanına bir de kaside kalemealarak İstanbul a göndermiş idi ki o zaman henüz 16 yaşındabulunuyordu.

Yedi asır boyunca, bütün Osmanlı sadrâzamlarının içindeuzun boy rekorunu Sokullu Mehmet Paşa kırmıştır; iki metreyiaşan bu büyük vezirin tarihlerimizdeki lâkabı

- Uzun Tavil Mehmet Pas a dır.Osmanlı sadrâzamları arasında şişmanlık rekoru da, yine

Kanuni Sultan Süleymamn sadrâzamları ndan Semiz AliPaşadadır; o zamanlar bir cihan imparatorluğu olan Türkiye deSemiz Ali Paşayı taşıyabilecek ancak iki at bulunabilmişti.

Osmanlı sadrâzamları ara s ın da kısa boy rekoru daonyedinci asır ortalarında Dördüncü Meh medin vezirlerindenİbşir Mustafa Paşa ile İkinci Abdülhamid in sadrâzamı ŞapurÇelebi lâkabiyle meşhur Küçük Sait Paşadadır.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

102

Onyedinci asrın büyük şairi Şeyhülislâm Yahya Efendiöldüğü zaman cenazesi o k ad ar kalaolmuştu ki, Fatih camiindekılınan namazından sonra cenaze alayı yapılamadı, herkes olduğuyerde durdu ve yalnız tabut, Çarşambadaki kabre kadar, elden eleyürüdü.

Van gölünde yüzen ilk Türk gemisi onaltın cı asırda MimarSinan tara fın d an yapılmıştır. Büyük sanatkâr o zaman yeniçeriocağında dülgerlikteki hünerleri ile tanınmış basit bir neferdi.

Onaltıncı asır sonlarında Almanlar, Macaristan dakiSobotska palangamızı muhasara ettiler. Bu muhasara bir kurbanbayramı arifesine rastlamıştır. Palanganın muhafızları bayramdakesmek için gayet büyük bir koç beslemişlerdi; kendilerine imdatgelmiyeceğini anlıyan yüz kadar muhafız atlandılar vepalangadan yalınkılıç çıkarak düşmanın muhasara hatlarınıyardılar, kurtuldular. Bu çıkış hücumuna palangadaki koç taiştirak etmiş ve boy nuzlariyle iki Alman askeri öldürerek atlılarlaberaber Budin e kadar gelmişti. Askerler adını

- Gazi Koç koydular ve kurban bayramında Budin dekestiler. Gazi Koça bu suretle

- Şahadet de nasip oldu.İstanbul daki meşhur Kız Kulesi Osmanlı tarihinde yalnız

bir defa ve bir kişi için hapishane olarak kullanılmıştır. Burada,onsekizinci asrın namlı vezirlerinden Hekimoğlu Ali Paşahapsedilmiş ve oradan sürgüne gönderilmiştir.

Tarihimizde kabrine gece yarısı defnedilen tek insan da yinebu Hekimoğlu AH Paşadır. Kütahya valisi iken ölmüştü; ve oradadefnedilmişt!. Ali Paşa İstanbul da hâlâ kendi adına nisbetleanılage len büyük bir cami yaptırmıştı ve ölürken camininyanındaki türbesine gömülmesini vasiyet etmiş 1 i. Buna izinverildi; Kütahya daki muvakkat kabrinden çıkarılan na ş Üsküdar

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

103

a geldi. Fakat halk büyük bir;hürmet beslediği bu vezire karşı, birkarışıklığa sebep olabilecek şekilde tezahürata hazırla n dığından,tabut Üsküdar dan İstanbul a gece yarısı geçirildi ve se s s i z c egötürülüp türbesine bırakıldı.

Üçüncü Osman, tarihimizde kadından nefreti ile tanınmışbir padişahtır. Haremdeki kadınların ayak seslerini işiterekyolundan ve gözünden kaçmaları için ayakkabılarının altınagayet iri gümüş kabaralar çaktırmıştı. Sarayda padişahın ay a ksesini işiten bütün kadınlar gizlenecek köşe bucak ararlardı.

İstanbul da Haliç sahilinde Defterdar camiini yaptıranDefterdar Nazlı Mehmet Efendi, devrinin namlı hattatlarından idi.Onun için camiinin minaresi külâhlı üstüne pirinçten bir hokkave kalem koydurmuştu. Bu minarenin külâhı üstündeki kalemdüşmüş ise de hokka hâlâ durmaktadır.

İkinci Abdülhamit zamanında İstanbul da Çıplak Mustafaile Madam Opala isminde iki meşhur deli vardı. Mustafa Fatihtaraflarında, Madam Opala da Beyoğlu nda otururdu. Erkek, lakabıüstünde, yaz ve kış ana doğması çırılçıplak dolaşırdı. MadamOpala ya gelince, sandığı sepeti üstünde idi: kat kat fistanlar giyer,başına üst üste çarmıha koyardı. Ve iki deli ne zaman karşılaşsalarsaç saça baş başa kavga ederler ve bu kavgadalı pek tabiî, MadamOpala zararlı çıkardı. Abdülhamid, her iki delinin köprülerdengeçmesini yasak etmiş, ayrıca, evde hapsetmesi şartiyle ÇıplakMustafa nın ablasına maaş bağlatmıştı.

Güzel yaprakları ve güzel çiçekleri ile şehircilik bakımındanbüyük bir kıymet taşıyan at kestanesi ağacı Fransa ya ilk defaolarak 1615 senesinde Bachelier isminde bir zat tarafındanİstanbul dan götürülmüştür. O gün den beri bu ağaç Parisbulvarlarının süsü olmuştur.

Türkiye, ilk buharlı gemiyi İngiltereden satın almıştır.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

104

Yandan çarklı olan. bu geminin adı Swift idi. Swift- Güliverin harikulade seyahatleri ni yazan muharririn

adıdır.Meşhur Türk pehlivanı Kara Ahmet, Aksa rayda

Yeşiltulumbada bir kahvehanede otururken kalp sektesindenölmüştü. Kriz esnasında, kahvehane bahçesinin etrafındakidemir parmaklıklara sarılmış ve dokuz demir çubuğu hamur gibibirbirine geçirmişti. Büyük pehlivanın ölümünden sonra budemir çubuklardan birini eski haline koymak mümkünolmamıştı. Hazin fakat hazin olduğu kadar da kıymetli bir hatıraolan bu parmaklık demirleri, oraların son zamanlardaki imansırasında kaybolmuştur.

Akbıyık camii, î stanbul şehrinin sur içinde ve kıbleistikametinde en önde bulunan camiidir. Bundan ötürü bu camieecdadımız

- İmam ül Mesa cid Mescitlerin imamı adını vermişti.Süleymaniyede Dökmedler Hamamı Süley maniye c am i i

külliyesine mensup yapılardandır. Bu hamamda son zamanlarakadar

- sarılık tası denilen eski bir hamam tası vardı. Tasta. birdemir tel üzerine asılmış bakır levhacıkların üzerindeki türlühastalıklar için yazılmış dualar vardı. Bu hamama ekseriyahastalar götürülür ve ayrı bir ücret ödenerek bu eski şifalı taslayıkanırdı. Tasın içinde, yine uğur ve şifasına inanılmış kırık birçini parçası vardı, onun için de, Mimar Sinan ın su çanağının birparçasıdır derlerdi.

Onaltıncı asrın en namlı vezirlerinden Gürcistan fatihiÖzdemiroğlu Osman Paşa geceleri yatakta yatmazdı. Her akşamsaz, söz ve köçek oyunları ile işret ederdi. Önünde kurulmuş bir

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

105

işret sofrası bulundurmazdı; el çırpar, saki içkisini getirir, diğer içoğlanları da ellerinde tabaklarla önünde diz çökerek çeşitlimezeleri sunarlar ve sonra edeple çekilirlerdi. İçki, saz ve köçekseyri faslı bitince Osman Paşa, mutemet hizmetkârı olan sakisiniçağırır, başını bu gencin omuzuna dayar, öylece birkaç saatuyurdu. Sonra kalkar, abdest aLr, teheccüd namazına durur,hüngür hüngür ağlıyarak ibadet ederdi; öyle ki, seccadedenkalktığı zaman, seccadenin göz yaşlariyle bir bardak su dökülmüşgibi ıslanmış olduğunu görürlerdi.

Bir zamanlar en büyük posta vapurumuz Gülcemal idi. İkibacalı ve dört direkli, ince, zarif bir gemiydi ve Türkiye halkıtarafından pek sevilmişti. Bu gemiye ismini Sultan Reşatkoymuştu. Vapur satın alınmış ve İstanbul limanında ilk olarakDolmabahçe sarayı önüne demirlemişti. S a ravdan vapuruseyreden ihtiyar Padişah:

- Çok güzel gemi. .. Buna rahmetli anacığımın adımkoysunlar! .. demiş ve ağlamağa başlamıştı.

Gülcemal Sultan bu padişahın anasıydı. Genç yaşındaveremden ölmüştü. Sultan Reşat anasından pek küçük yaştaöksüz kalmıştı Kanuni Süleyman, kendi adını taşıyan muazzamSüleymaniye camiini yaptırırken temel taşını:

- Bu işe benden daha lâyıktır diyerek devrin büyük âlimiŞeyhülislâm Ebüssuud Efendiye koydurtmuştu. Camiin resmiküşadında da anahtarları takdim eden Mimar Sinan a:

- Bu camii şerifi sen yaptın. Kapılarını ibadete açmak tasenin hakkındır!.. demişti.

Sokullu Mehmet Paşanın eviâdına bıraktığı miras arasındagayet kıymetli bir inci tesbih vardı. İmame s i iri bir zümrüt vedaneleri yakuttu. Devrin kıymetli bir hattatı, imamedenbaşlıyarak bu tesbi hin üzerine Kur anı Kerimi tam olarak yazmıştı

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

106

Bv kıymetli tesbih, Sokullu zade lerin Haliçte Karaağaç takiyalılarında çıkan yangında, Büyük Vezirden kalan diğer kıymetlihatıralarla beraber yok oldu.

Dördüncü Murat zamanında Eskişehir köylerinden birinde- Sakarya Şeyhi diye meşhur Ahmet isminde bir şeyh kendi

sinin Hazreti Isa olduğunu iddia etti ve etrafına topladığı safköylülerle büyük bir gaile çıkardı. Üzerine asker gönderilipyakalandı . Yalnız başında siyah bir sarık bırakılarak ana doğmasıçırılçıplak soyuldu ve bir eşeğe ters bindi rildi, teşhirden sonraburnu, kolları ve ayakları kesildi ve mafsalları kırıldı. Bu işkenceleryapılırken gariptir ki ağzından en küçük bir feryat işitilmedi.

Onaltıncı asırda İstanbul gümrükleri mültezimi Yahudikarısı Ester Kira sarayın yaman bir rüşvet eli idi. Bir ihtilâlde linçedildi. Elleri ve muhtelif uzuvları kesilerek kendisine rüşvetvererek ınansıb olan kimselerin kapılarına mıhlandı.

Geçen asır sonlarında Halil Ağa isminde bir a dam,karılarının ve an a sı nın geçimsizlik kavgaları yüzünden üzühtüile ölmüştü; vasiyeti üzerine kabir taşına:

- Kan dırıltısından ölen Halil Ağa diye yazıldı. Bu kabir taşıMerkez Efendi mezarlığında dır.

Genç Osm anın- Si sli kır isminde sevgili bir atı vardı. Bu at öldüğü zaman

Padişah onu Üsküdar sarayının bahçesine gömdürttü ve m eza rın ı n üstüne tıpkı insanlarda olduğu gibi manzum kitabesibulunan bir kabir taşı diktirtmişti Bu taş bugün müzededir.

Türkiyede ülema sınıfında asâ yerine ilk baston kullananzat, Abdülaziz devrinin seçkin simalarından Kethüda zade HocaAhmet Arif Efendidir. Zarafeti ile meşhur olan bu zata bir sofu:

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

107

- Bu kâfir değneğini niçin kullanıyorsun? diye sormuş,efendi de gülerek:

- Üzülme.. ben onu müslüman ettim! . . cevabını vermişti.Dünyanın en meraklı kahve falcısı, Darüş şafaka lisesi,

resim muallimi iken ölen Mehmet Agâh beydi. Bu zat, kendisi içinbaktığı yüzlerce falın, fincanlardan resimlerini yapmış, falınsöylediklerini de kenarlarına yazarak yüz küsur sahifelikharikulade enteresan bir kitap bırakmıştır. El yazması olan bueşsiz eser veresesi elindedir.

Lâle çiçeği Avrupaya Türkiyeden gitmiştir. Bu bir beyaz laleidi ve adı da

- Dülbent lâle idi. Fransızca lâlenin ismi olan- tulipe bu tülbent isminden bozmadır.Silivri açıklarında denizin dibinde en az sekiz on bin al t ın

lira kıymetinde elmas vardır. Hikâyesi şudur: İkinci Mahmutvapurla Gelibolu ya kadar bir seyahate çıkmıştı. Dönüşte gemiSilivri açıklarında bir fırtınaya tutuldu ve geminin arkasına bağlıolan saltanat kayığı içindeki kıymetli eşyalarla beraber battı. Bueşya arasında Padişahın sapı elmaslarla donatılmış şemsiyesi devardı.

İstiklâl Marşımız, o zaman işgal altında bulunan İstanbuldailk defa olarak merhum Muallim Ahmet Halit Yaşaroğlutarafından gizlice bastırıl m1ş ve İstanbullulara gizlicedağıtdmıştı. Bu, dört sahifelik ince uzun bir risaledir. stanbuldadoğmuş, yaşamış ve ölmüş okn 0nyedinci asrın namlı ş a i rl erinden Cevrt Çelebi; öı;n rü boyunca deniz nakil vasıtalarınabinmemişti. te tanbul tarafından Galataya Tophaneye gidecekolsa Kağıthaneden atla dolaşır ve Alibey deresi ile Kâğıthanederesini köprülerden geçerdi. Anadolu yaka , sına ise hiç

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

108

gitmemişti.Eski esnaf cemiyetlerinin mühürleri dört parçadan

mürekkep olarak yapılırdı ve bu parçalar v i dalı bir sapın içinegeçerek birleştirdirdi. Mührün her parçası, dört kişilik idareheyetinin bir üyesinde, sapı da reiste dururdu; bu suretle mühür,beş kişinin oy birliği ol m ayınca kullanılamazdı. Bu suretle hemsuiistimallerin önüne geçilirdi, hem de cemiyet üyeleri,mesuliyetli bir işte:

- Benim reyim yoktu.. diye inkâr yol una sapamazdı.İkinci Abdülhamit zamanında Galatada La virentos

ismindeki onyedinci asırdan kalma bir tekçi meyhanesininmahzeninde metruk bir şarap fıçısının içinde gayet büyük ve sütgibi beyaz bir örümcek bulunmuş ve o zaman bu hayvanın 300yaşında olduğu tahmin e d ilmişti.

Hicaz ın Türk idaresinde bulunduğu müddetçe, BirinciCihan Harbi sonıma kadar, Medine de Peygamberimizin merkadiüzerindeki kandillerde daima gül yağı yakılmıştı.

Sumatra adasında en büyük kilisenin çanı eski bir Türktopundan yapılmıştı; üzerinde İkinci Seli m in tuğrası vardır. Butop, 16 ncı asırda Su matra müslümanlanna yardım içinîstanbuldan gom derilen Türk döküm ustaları tarafından oradadökülmüş , üzerine de, bu ada müslümanlannm Turkî yeyetabiiyeti alâmeti olarak bu padişahın tuğrası k0nmuştu. DostEndonezya hükümetinde bu tarihi topun memleketimizegönderilmesini temek; ta hakkımız olsa gerektir.

Türkiyede, ve belki bütün İslâm âleminde, yalnız bir defacamie para mukabilinde girilerek mevlût dinlenmiştir. Bu paralımevlût, 1293 Rumeli bozgununda muhacirler menfaatineBeyazıt camiinde okutturulmuş ve camie 20 kuruşluk ianebiletleri alınarak girilmiştir.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

109

Ecdadımız yazıya büyük bir hürmet beslerdi ve yazılıkâğıtların yere atılmasına, yazılı kâğıtlara paket sarılmasınatahammül edemezlerdi. Yazıda da İsmi Celâlin baş harfi olan

- e elif harfinin ayrı bir kutsiyeti olduğuna inanırlardı. Onyedinci asır ortasında Dördüncü Mehmet, henüz yedi yaşında ikenbir askerî ihtilâlde Padişah olmuştu. Çocuk imparatorluk tahtınaoturtulacağı s ı ra da, ihtilâlci askerlere heybetli görünmesi için ikikaşının ortasında alnına mürekkep ile bir elif yazılmıştı.

Kanunî Sultan Süleyman sağ kulağında daima bir küpetaşımıştır, bu küpe, kulak memesine altın bir halkacık ile takılmışbir fındık büyükle ğünde ve armut şeklinde gayet kıymetli bir inciidi.

Kanuni Sultan Süleymanın cenaze namazı üç defakılınmıştır: ilk namazı, Macaristan da Siget var kalesi önündekiTürk ordugahında otağı hümayunda, büyük padişahın ölümüaskerden saklandığı için gizli olarak kılınmıştı; ikinci namaz,babasının cenazesini Belgrat ta karşılayan yeni padişah İkinciSelim in de iştiraki ile Belgrat sahrasında kılınmıştı; bu namaz a25.000 kişi iştirak etmişti. Üçüncü ramaz da İstanbul da,Süleymaniye camiinin musalla taşı önünde kılındı. Bu namazabütün, İstanbul halkı iştirak etti. Gerilere doğ ru bütün sokaklar,Süleymani yeden Fatihe kadar cemaatle dolmuştu... Bu namazın5OO imamla kılındığı rivayet, olunur. Asrın büyük şairi Baki ninde meşhur

- Sultan Süleyman Mersiyesi ni, ilk defa bu cenaze törenindeokuduğu, şairi dinleyenlerin hıçkırıkları gökyüzünü tuttuğusöylenir.

Yakın geçmiş ile bugün arasındaki hayat pahalılığı akıllaradurgunluk verecek d e rece de görünür.. Meselâ 1884 de İkinciAbdülhamid devrinde devlet ricalinden bir izzetli, utufetli

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

110

Mehmet Selim Beyefendi, bir yıl içinde terzisine yalnız 46 lira 30kuruş ödemiştir. Bu terzi faturasının sureti şudur: Kuruş İçi ipekastarlı bir redingot, Arabacı ile s e y i s için birer takım esvap,Tekrar bir redingot ve âlâ kazmirden bir pantalon, Siyah çuhaüniforma, Alâ kastor caket, Bir pardesü ve bir ceket tamiri, Birvatalı p a l to Kapı oğlanına bir takım hazır esvap, Haremkahyasına şayak pantalon, Kuruş S50 Bir açık renk kazmirpardesü, bir siyah kaz mir pantalon, bir yelek, bir pike yelek, 20 Birpardesünün astar değişmesi 40 . Üç pantalonun sökülüpdarlaştırılması, 175 Bir yazlık caket ve bir ipekli yelek, 50 Bir mavifanila pantalon, 90 Bir beyaz fanila pantalon, 250 2 adet Çinfanilasından caket, 325 Konak bendegânından Ahmet Ağa ilemt:;ktepli oğluna birer kat esvap, 125 Bir caket.

Bir de paranın alım kudretini hesaplıyalım ... Bir altın lirayıbugünün 140 lirası farzedersek 46 altın lira 6440 lira tutar ki buizzetlû utufetlû Mehmet Selim Beyefendinin bir yıl içindeterzisine ödediği para küçümsenemez. Ama yukarıdaki faturamuhteviyatı bugün 6440 lira ile tedarik edilebilir mi? Tabiî,hayır!..

Hicrî 878 Milâdî 1473 yılının şaban ayına ait Fatih SultanMehmet, sarayının bir mutfak defteri vardır. İstanbul fatihininher gün ne yediğini, sarayında en çok pişen yemeklerin nelerolduğunu, bir günlük ve bir aylık mutfak masrafının neyeçıktığım gösteren bu defter, tarih ve cemiyet ilmi bakımındanmuhakkak ki kıymetli bir vesikadır. Bu defterden bazı e n te res annotlar çıkaralım. 1473 de İstan bulda erzak piyasası şudur:Sadeyağın okkası 8, zeytinyağının 6, armudun 5, üzümün 2,tuzun 2 akçe... 200 yumurta 23, 1000 limon 70 akçe.. Bulgumnkilesi 16, kestanenin kdi. 20 akçe.. Bir kile 8 okkadır.

Defter, o zamanın türkçesi bakımından da pek caziptir.Meselâ balığa, mâhî.: kaza, gerdendiraz uzun boyunlu; tavuğa,

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

111

mâkiyan deniliyordu. S° ğanin adı piyaz, lahananın adı kelem,cevizin adı kirdigân, karpuzun adı kürbeze, karabiberin adı fül fülidi.

Bu mevsim ve bu ayda sarayda hemen her gün pişenyemek, saray halkının yediği lahana çorbası idi; Fatih SultanMehmet de kendisi her gün balık, istiridye, karides ve ıstakozyemişti.

Yavuz Sultan Selim den, yani Hicaz ın Türkiye yeilhakından sonra, Osmanlı Padişahları saç ve sakal tıraşıolduklarında kesilen kıllar dikkatle toplanır, bir altın leğen içindegülsuyu ile yıkanır ve güzel bir çekmece içinde biriktirilirdi. Heryıl Hac zamanında, Sürrei hümâyun ile İstanbul hacıları yolaçıkarken bu çekmece Sürre eminine teslim edilir, o da götüürür,Medine de Peygamberimizin kabri civarında bir yere defnederdi.Gariptir ki aynî zamanda bütün islâmların halifesi olan Osmanlıpadişahları, her sene, sakal ve saç kıllarını Hicaz a gönderdiklerihalde kendileri Hacca gitmemişlerdir.

Bugün mevcut değildir, Topkapı sarayı bahçelerinin sahilkısmında, Üsküdara karşı ve sahildeki kale duvarının üstündemaltıncı asır yapısı büyük ve güzel bir köşk vardı.. Türk yapısanatının şaheserlerinden olan bu köşkün adı İncili Köşk idi.Sadrazam Sinan Paşa tarafından yaptırılarak Üçiin cü Muradahediye edildiği için Sinan Paşa Köşkü de denilirdi. Eğlencelerineçok düşkün olan bu padişah, bir gün İncili Köşkün büyüksalonunda denize bakan bir pencere önünde oturmuş, hanendeve sazendelerle zevk ve safasında idi. O sıralarda İskenderiyekadirgalarından iki gemi i stanbula geldi ve ınutad protokolauyarak, incili Köşk önünden geçerken top atmak suretiyle sarayıve padişahı selâmladı. Bu kadar zamandır koca donanmalar giripçıkmış, koca balyemez topları atılmış bir şeycikler olmamışken, ogün, bu iki gemiden atılan kumsıkı toplada köşk zangır zangır

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

112

titremiş ve padişahın önünde oturduğu pencerenin camlarıkırılıp dökülmüş, ortalığı toz duman kaplamıştı. Herkese birdehşet gelmiş ve Sultan Murat

- Bu kâfir yoksa yıkılır mı?!.. demişti. Bir müddet düşünceyedalan Padişah:

- Bu bir işarettir... Bizim bu köşke son gelişimiz! .. diyerekağlamağa başlamıştır.

Üçüncü Muradın sözü hakikat olmuştu. Birkaç gün sonrahastalandı ve yatağı ölüm döşeği oldu.

Üçüncü Muradın muhtelif kadınlardan, oğlan ve kız 102çocuğu olmuştu. Ölümünde bunlardan 20 erkek evlâdı hayattaidi... En büyük Şehzade Mehmed, Padişah oldu ve padişah olurolmaz, öbür on dokuz kardeşini idam ettirdi. Bunlardan Mustafave Beyazıt 17 18 yaşlarında, Osman ve Abdullah 13 15 yaşlarında,geri kalan on beşi de henüz meme çocuğu idiler, analarınınbağrından feryat ve figan içinde alınarak cellâda verildiler. Buvakalar, Osmanlı hanedanı tarihinin en korkunç cinayetlerindendir. Büyük şehzadelerin hocası, devrin kıymetlişairlerinden Nev î Efen di idi. Bu zatın anlattığına göre bilhassaŞehzade Mustafa gayet güzel bir çocukmuş, zarif ve ince ruhluimiş, çok güzel konuşurmuş ve şiire, edebiyata karşı da fevkalâdemeraklı, hevesli imiş... Babasının ölümü nü ve büyük kardeşiMehmed in tahta çıktığını öğrenince, kendisini bekliyen fecîâkıbeti hissetmiş ve hemen bir kâğıt parçasına şu beyti yazarakhocası Nev î Efendiye bir vedaname gibi yollatmıştı: NâsiyemdeKâtibi Kudret ne yazdı bilmedim Ah kim bu gülşeni âlemde bir gezgülmedim...

Türkiyede ilk defa Lâtin harfleriyle türkçe yazı yazanÜçüncü Selimin kızkardeşi Hatice Sultandır. Bu münevver kadın,bir ara maiyetinde çalışmış olan ressam ve mimar Melling e emir

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

113

ve ricalarım bu suretle bildirirdi. Melling, türkçeyi azıcık anlar vekonuşur, fakat Arap harflerini bilmezdi.

Birinci Ahmet padişah olduğu zaman on dört yaşlarında birçocuktu. Gayet dindardı; Peygamberimizin yalın ayağının tabamresminde bir murassa sorguç yaptırmış ve ortasına mavi mineüzerine altın ile , kendisinin şu kıt asını yazdırmıştı: Nola tâcımgibi bâşımda götürsem dâim Kademi resmini ol hazreti şâhiResülün Gül! gülzâri muhabbet o kadem sahibidir Ahmedüdurma yüzün sür kademine o gülün Koyu mutaassıplarlayeniçeriler tarafından tahtından indirilen inkılâpçı padişahÜçüncü Selimi tekrar tahta çıkarmak için İstanbulda bir hükümetdarbesi yapan Rusçuk âyanı Alemdar Mustafa Paşa ile onu buharekete teşvik eden Sultan Selim taraftarı devlet ricalinetarihlerimizde

- Rusçuk Yaranı , denilir. Rusçuk yârânı ve Alemdar Paşahükümet darbesini muvaffakiyetle başarmış, fakat Üçüncü Selimde düşmanları tarafından sarayda şehit edilmişti. Onun yerineİkinci Mahmudu padişah yapan Rusçuk Yârânı, az sonra,iktidarın neşesiyle kendilerini çılgın bir sefahat hayatınakaptırdılar. Saraylarının, konaklarının yer altındaki bodrumlarınımükellef salonlar halinde döşetip dayattılar, muazzam avizelerleaydınlattılar, gûya

- halkın tecessüsünden gizlenerek buralarda çengiler,köçekler, sazende ve hanendelerle iyş ü nûşa koyuldular. Rusçukyârânının içinde en münevveri, Kaptan Paşa olan Kırımlı RamizPaşa idi; divan sahibi şairdi. O bile bir masalda dinlediği

- Hataî cariyeler den tedarik etmek için Gürcistan veKafkasya ve Cezayir, Mısır taraflarına adamlar göndermiş, binlercealtın harcamıştı. Hataî cariyeler, bekâretini daima muhafaza edenkızlar imiş! ..

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

114

Enderun tarihi müellifi Tayyar zade Ata Bey şöyle bir vak anaklediyor:

- Üçüncü Sultan Selim gayet cesur, silahşorlukta da hünersahibiydi. Bir gün, başına içi külâhlı fes üzerine Lâhor şal sararakve kuşağına tabanca ve yatağan bıçağı sokarak tersane kahyasıkıyafetinde tebdile çıkar. Maiyetindeki zevat da kalyoncu neferlerikıyafetine girerler. Sultanahmet camii altında, şimdiki sanat ensütüsünün civarında Sokullu Mehmet Paşa camii yokuşundakitenha yerlerden aşağı inerken yeniçeri tulumbacılarından birbaldırı çıplak zorbaya rastlar. Herif bir kadının yolunu çevirmiş:

- Yürü benimle! diye zorlar imiş; kadın da:- Kardeşim.. Ben ırz ehli kadınım.. Evim

Küçükayasofyadadır. Çocuğum hasta.. Eczacı dükkanından ilâçaldım.. İşte elimde.. Evime dönüyorum... Bana ilişme.. Mahallemegel.. sor. .. diyormuş... Tulumbacı ise, gözü kararmış ve sarhoş,küfürler savurarak bıçağını çekmiş, tehdide başlamış... Kadınpadişah ile yanındakileri görünce:

- Aman kaptan ve kalyoncu din kardeşlerim... Beni buherifin elinden halâs edin!.. diye ayağa düşmüş... Bunun üzerinetulumbacı hemen yatağanına d atıp padişahın üzerineyürümüş... Fakat silâhım kınından yarısına kadar çıkarmağavakit bulamadan Cultan Selim bir yatağan darbesiyle herifibelinden ikiye bölmüş... öldürmüş... Kadını kurtarmış. Ertesi günde Babıâliye şu tezkereyi göndermiş:

- Sokullu Mehmet Paşa yokuşunda maktul olantulumbacıyı ben öldürdüm... Veresesi var ise şer an muhakemeyehazırım.. !..

Bu garip vaka Ata Bey tarafından Üçüncü Selimi metihyolunda yazılmıştır!.. Aslı esası olmıyan bir halk uydurmasıdır.Tarih Sultan Selimi ince, zarif, hassas bir şair ve büyük bir

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

115

musikişinas ve bestekâr olarak tanıyor... Bir rezil bedbaht ve şakide olsa, elini kana bulayacak insan değildir.

Ondokuzuncu asrın en zengin devlet adamlarından biriSerasker ve Sadrazam Hüsrev Mehmet Paşadır... Doksan küsuryaşına kadar yaşamıştı. ..Enderun tarihi müellifi Ata Bey, 9 llyaşlannda bir çocukmuş ... Sünnet olacağı zaman babası TayyarAğa büyüklerin ellerini öptüeğe götürmüş... Bu arada, konağındaemekli olarak oturan Hüsrev Mehmet Paşaya da giderler... Paşa:

- Ah yavrum, fakir zamanıma rastladın ! .. demiş... Sonra birçekmecenin önünde bir müddet bir şeyler karıştırmış.. ve çocuğahediye olarak zarflı bir kahve fincanı hediye etmiş... Çocuk kahvefincanını ne yapsın... Bir sandığın bir köşesine atılmış ... Aradanuzun yıllar geçmiş... Ata Bey memuriyetlerde dolaşmış.. Mühimişlere memur edilmiş... Evlenmiş... Çoluk çocuk sahibi olmuş..Nihayet gözden düşürülmüş... Yıllarca mazul kalmış.. Borçlan mış ... Ev eşyalarını ucun ucun satmağa başlamış ... Evini rehinetmiş... Hülâsa ümitsiz bir felâket devri!.. Bir gün akşama ekmekparası yoktur... Hatırına Hüsrev Mehmet Paşanın fincanı gelmiş...

- Götürüp şunu satayım da beş on kurüş alayım!. demiş ..Fakat.. Hemen satamamış... Biz,

- meğer fincan, ming sülâlesi zamanından kalma bir Çinporseleni, zarfı da Memlûk sultanları devrinin işi nadide bir sanateseri imiş diyelim... Hararetli bir bedesten müzayedesine mevzuolmuş ... Ata Bey bütün borçlarını ödemiş, evini rehindençıkarmış, geri kalan para ile de, bütün ailesi efradını alıp Haccagitmiş...

Galatasaray Lisesi, Türkiyede kuruluş tarihi en eski olanokuldur. Temeli, Fatih Sultan Mehmedin oğlu İkinci SultanBeyazıt tarafından atılmıştı, Menkıbesi şudur: O zamanlar,Galatanın arkasındaki sırtlar, yani Beyoğlu, muazzam bir ormanla

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

116

kaplı bir kırlıktır ... Avcıların gezip dolaştığı yerlerdendir. Biı kışgünü Sultan Beyazıt da oralarda avlanmağa çıkar. .. BugünküBoğazkesen caddesinin geçtiği vadide tipiye tutulur... Sığınacakbir yer ararken gözüne bacasından duman tüten bir kulübe ilişir..ve hemen oraya at sürüp k ap ısı nı çalar... Kapıyı süt gibi beyazsakaliyle yüzü nurlu bir ihtiyar açar:

- Buyurun Padişahım! der... Sultan Beyaz 11 içeriye girer..Girer ama şaşınr kalır... Kulübenin içi gül saksıla nyla dolu...Fidanların hepsinde taze taze güller açmış ... Padişah ile münzeviderviş saatlerce sohbet etmişler... Sultan Beyazıt kalkacağı sırada:

- Gül Baba!.. Benden ne istersin?!. .. demiş...Münzcvi de:- Padişahım.. burada bir mektep yaptır... Bu mektepte

okuyup yetişenleri devlet hizmetinde kullan! .. cevabını vermiş.Saraya dönen Padişah hemen emir vermiş.. orada şu kadar

bin dönümlük arazinin etrafına duvar çekilmiş... İçinde iki yüzçocuğun okuyabileceği üç koğuşlu bir mektep yaptırmış...Mektebe bir camii şerif, her koğuşa birer hamam, çocuklarınbaşındaki amirler için daireler yapılmış... Farisi, arabî, kraat, yazı,musiki hocaları tayin edilmiş... Bu arada Gül Baba, bu yatılımektebin elifba hocası olmuş...

İstanbulda Yenibahçe civannda Mimar Sinan yapısı HüsrevPaşa türbesi, Türk yapı sanatının çok güzel eserlerinden biridir.Türbede yatan Hüsrev Paşa,. Kanuni devrinde kubbe vezirliğiyapmış, vekar ve haysiyet sahibi bir zat idi. Divanda SadrazamSüleyman Paşa ile hançer sıyırmaya kadar varan şiddetli birmünakaşa yüzünden azledilince kendisini derin bir teessürekaptırmış ve sarayına kapanarak bir açlık grevine başlamış veölmüştür. Hüsrev Paşa, Osmanlı tarihi boyunca bu suretleintihar eden tek simadır.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

117

İstanbul radyosunun çok güzel sinyali- Kâtibim türküsünden bir nota parçasıdır... Bu türkü için,

güzel bir katip hakkında bir kız ağzından söylenmiştir diyeuydurma bir hikâye nakledilir. Türkünün ilk kıtasını hatırlıyalım:Üsküdara gider iken aldı da bir yağmur Kâtibimin setresi ıim eteğiçamur Katip uykuddan uyanmış, gözleri rahmur Katip benim benkâtibin el ne kanşır Kâtibime setre de pantol ne güzel yaraşır...

Bu türküde bir güzel kâtibi övmekten ziyade genç ve güzelkâtibi tehzil mânası vardır; ve bir kız ağzından söylenmişolmaktan ziyade bir İstanbul külhanisinin karihasınayakışmaktadır. Türkü, Kırım harbi içinde, Abdülmecit devrindeçıkmıştır. İkinci Mahmut Avrupalı kıyafetini ordu mensubunagiydirmiş, fakat sivil memurları bu hususta serbest bırakmıştı.Abdülmecit, Kırım harbi başlayınca, bu mecburiyeti İstanbul için,en küçük bir katibe varınca sivil memurlara da tatbik etti.Memuriyetinden başka geçim vasıtası olmıyan fıkara ve orta halliailelerin çocuklan Iâte, cübbe ve şalvar yerine setre ve pantalongiydiler. Mutaassıplar da bunu dillerine dolayıp,

- Gâvur mukallitliği de d i l er ve pan talonla sokağa çıkmağıiç doniyle çıkılmış gibi saydılar. Hele genç ve eli yüzü düzgünkâtipler büsbütün dile düşürüldü.Kırım harbindemüttefiklerimiz olan îngilizler, Fransız ve Sardunyalıların ordularıîstanbuldan geçmişti. Üsküdar civarında Selimiye kışlası da bugayrimüslim Avrupalı müttefiklerimizin emrine hasta haneolarak verilmişti. îstanbuldan geçen Ingiliz ordusuda bir de İskoçalayı vardı; meşhur gaydaları ve pantalon yerine kısa etekleriyleîskoçyahlar, İstanbulluların pek tuhafına gitmişti. Ve bu garipkıyafetli yabancılara

- Donsuz asker lâkabını takmıştı. İskoç alayı şarka hareketederken, bir İskoç yalı bestekâr bu alay için hususî bir marşbestelemişti. Bu marşın bestesi, bizim Kâtibim türküsünün

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

118

nağmeleridir. îşte, bir İstanbul külhanisi, Avrupalıların Selimiyekışlasında yerleşmesine

- Üsküdara giderken ... diye genç kâtipler hakkındayukarıdaki türküyü yazmış, ona beste olarak da donsuz askerlerinmarşını almıştı. Sonraları çalgılı küçük konsol saatleri çıktı. .. Busaatler Türkiyeye evvelâ İskoç yadan geldi. Fabrika bu güzel marşıda saatin nağmeleri arasına yerleştirmişti.

- Katibim türkülü saat diye İstanbul halkından bu saatlerialmıyan kalmadı ... Hakikaten kıvrak, oynak, şirin nağmelerdi. ..

Boğaziçinde seyrüsefer asırlar boyunca bir, iki, üç veya beşçifte kayıklar ve pazar kayıkları ile yapılmıştır; hem yük ve hem deyolcu götüren pazar kayıkları da Boğaziçi köylerinin cami vemescitlerine vakf olarak hayır sahipleri tarafından yaptırılır,kürekçi ücretleri ödendikten sonra geliri ile bu mabetlerin ufaktefek tamirleri temin olunurdu. Kırım harbinden sonra iki İngilizBoğaziçinde buharlı vapur işlettiler... Fakat bu pek kısa sürdü,hükümet müteşebbislerine maııi oldu ve İstanbul ile Boğaziçiköyleri arasına iki tersane vapuru tahsis etti; bunlardan biriRumeli kıyısına, diğeri de Anadolu kıyısına olmak üzere gündeancak iki sefer yapılıyordu. Geceleri Boğazda demirliyorlardı,sabahleyin, köylerden yolcuları toplayıp îstanbulda Sirkeciiskelesine geliyorlar, akşamları da Boğaza dönüyorlardı. Boğazköylerinde vapur iskeleleri yoktu, halk vapurlara kayık ile gidiyor,ve köy önünde duran vapurlardan, keza kayıklara binipdönüyordu ... Tıpkı açıkta demirlemiş posta gemileri gibi ... Sonköy Rumeli yakasında İstinye, Anadolu yakasında Kanlıca idi.Vapurlar bu köylerden alaca karanlıkta, akşamları da Sirkeciiskelesinden ezana doğru saat alaturka on bir sularındakalkıyordu. Asıl enteresan tarafı, bilet usulü yoktu. BabıâlideBeğlikçi odasında bir abone defteri açılmıştı, herkes aylıküzerinden ücretini peşin yatırıyordu. Tes bit edilen ücret cetveli

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

119

de pek şirindir: İstanbuldan Kandilliye ve Rumelihisarına gidecekbir efendi gidip gelme ayda 250 kuruş. stanbuldan Kanlıcaya veîstinyeye gidecek bir efendi gidip gelme ayda 300 kuruş.

Bir efendi bu ücretle yanında bir uşak götürebilir; bir uşakdaha götürecek olursa ikinci uşak için 120 kuruş daha öder.

Bir efendi yanında ikiden fazla uşak götürecek olursa,ikiden fazlası için toplu para ödemez, bu fazla uşaklar için köylereçıktığında orada bekliyecek memura adam başına yüzer para öder.

Sair ahaliden, beylikçi odasına para yatırmayıp da icabındavapurla gidip gelmek isteyen her seferinde karaya çıktığındamemunı mahsusuna, Kandilli ile Rumelihisarı için yüzer para.Kanlıca ile îs tinye için üçer kuruş verir.

Bu ücret tarifesini okuduktan sonra, arkasına uşaklarınıdizmiş bâlâ veya ula rütbesinden bir efendinin şatafatlı vapuryolculuğu gözönüne getirilsin.

Şirketi Hayriyenin kuruluşu, Boğaziçi sey rüseferindebüyük bir inkılâp olmuştu. Böyle bir şirketin kurulmasılüzumunu ilk düşünenler de iki büyük Türk veziri, SadrazamKeçeci zade Fuat Paşa ile Adliye Nâzırı Müverrih Cevdet Paşadır... Ozamanlar her ikisi de Babıâli efendisi bulunuyormuş ... Bir yazBursaya gitmişler... Kaplıcada, bellerinde peştemal, havuzkenarına oturup sohbet ederlerken söz Boğaz safalarına, oradantersane vapurlarının intizamsızlığına gelmiş... îki genç adamheyecana kapılmışlar... Hemen kaplıcanın soğukluğuna çıkıphamamcılardan hokka kalem ve kâğıt istemişler ve Boğaziçindevapur işletmek için kurulacak bir şirketin ilk nizamnamemüsvettesini, kaplıca soğukluğunda, ayaklannda nalın,bellerinde peş temal, çıplak hamam kılığı ile yazmışlar! ..Siragüzalı Arşimedin hamamda meşhur kanununu bulduğugibi!..

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

120

Ömer Seyfettin'in ÖlümüÖmer Seyfettin edebiyat dünyamızın önde gelen

isimlerinden biri olmasına karşın ölümü çok Hazin bir sonolmuştur. 1920 şubatında Şeker hastalığından dolayı yatağadüşmüş ve 4 martta Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde tedavigörmeye başlamıştır 6 Mart 1920 de hayata gözleriniyumduğunda cenazesine Kimse sahip çıkmamıştır. ArdındanSivaslı bir hademe Otopsi için Ömer Seyfettin'in naaşınınkarnınıyarmış ardından çekilen bu fotoğraf basına yansıyınca cenazesinitanıyanlar hastane bahçesine Akın etmiş ve ardından bu olayınardından cenazesine sahip çıkılmıştır.

İSTANBUL’DA İDAM EDİLEN MAYMUNLARDevir III.Murat devri,Osmanlı’nın en şaşaalı yılları.Yavuz

zamanında başlayan Kuzey Afrika’daki fetihlerle beraber dahaönce İstanbul’da pek rastlanmayan maymunların sayısı hızlaartıyor.Maymunlar gemilerde gözcülük yapıyor,direklere kolaycatırmanıyor,keskin gözleriyle kara ya da başka bir gemigördüklerinde aşağıya haber veriyor.

Şehirde çok sayıda maymun dükkanı da var,çoğu Azapkapıve Galata’da. O dönem İstanbulluların maymun sevgisigemicilerle sınırlı kalmıyor,zenginler,sıradan insanlar damaymun beslemeye başlıyor.

III.Murat’ın favori din adamı Molla Abdülkerim Efendiadında bir zat.Son derece tutucu birMüslüman,gayrimüslimlerden hiç hazzetmiyor.Daha sonrasultan onu Rumeli Kazaskeri yapacak.Molla,gayrimüslimlere odönem aşağılayıcı sayılan kırmızı ve siyah giyinme zorunluluğugetirecek,bir gecede Yahudi mezarlığına korsan cami dikecek.

Tüm hikaye bu dini bütün mollanın Fatih Camii’ndeverdiği bir Cuma vaazıyla başlıyor,molla,ateşli bir konuşmayla

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

121

‘’kadınların bu maymunları fena işlerde kullandığını’’anlatıyor.Cuma çıkışı kızgın kalabalık önde bizim molla,Azapkapıve Galata’daki maymun satıcılarını basıyor.Tarihçiler o günü‘’İstanbul’da dalında maymun sallanmayan tek bir ağaç kalmadı’’diye anlatır.

Molla,yakalanan maymunları kendi elleriyle asıyor,irimaymunlar için ayrı idam sehpası hazırlıyor.

İstanbul’un maymunlarının hikayesi maalesef bu şekildesona eriyor,yapılan katliama tanık olan halk o günden sonramollaya ‘’maymunkeş’’ lakabını takıyor.

Tarihçiler,Maymunkeş Abdülkerim Efendi’nin vefatındabirçok hayvansever İstanbullu’nun kutlamalar yaptığındanbahseder.

Maymunlar bitiyor ama bu mollalar bir türlü bitmiyor,400sene sonra bile aynı şehirde maymunların olmasa bile insanlarınuçkuruyla uğraşan,’’kızlı erkekli’’ herşeye düşman mollalarhüküm sürüyor,daha da kötüsü ülke yönetiyor.

UNUTULMAYACAK TARİHİ GERÇEKLER1)16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde

direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolayKatolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi"ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğinde evlatlarına gayet ibretli bir şekilde:"Belki de yakında himayeyemuhtaç olacaksınız Asla Rus'a yanaşmayın. Haindir sizi yok eder.Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler"diyerek nasihat ettiğini

2)1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde denizsuyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonrameslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

122

Necdet Özmen'in bir ara söze: "Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdanarıtma tesisidir" diye başlaması üzerine

Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:"No... Sör...Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlkiOsmanlılar'ın 1800.lü yılların sonunda yaptığıdır" diyerekecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcupettiğini

3)1534 yılında Viyana'daki St. Stephen Katedrali'nde.Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak habervermekle vazifeli bir memuriyetin ihdas edildiğini ve bumemuriyetin ancak 1956 yılında Viyana Belediye Meclisince.Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından bu vazifenin lüzumuyoktur" diye bir karar alınarak iptal edildiğini

4)Osmanlı Devleti'nin zirvelerde şahlandığı akıncılarınınAvrupa içlerinde at oynattığı bir dönemde. kilisede bir papazınvaaz verirken"Dünya hakimiyetinin Türklere fakat Cennet'in dekendilerine ait olduğunu... " söylemesi üzerine. bu taksime aklıyatmayan cemaatten bazılarının büyük bir ümitsizlik içinde:"Dünyada bizi yurtlarımızdan çıkaran Türkler hiç Cennet'te yerbırakırlar mı?" dediklerini

5)Şanlı Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra son dereceüzgün ihtiyar bir Ürdünlünün elindeki yeni Ürdün pasaportuylaİsviçre sefaretine giderek: "Herkes bu pasaportla alay ediyorEskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. BenOsmanlı teb'asıyım ne olur bunu değiştirin" diye sefaretyetkililerine yalvardığını

6)Devlet i Aliye yi Osmaniye'nin üç kıtada at oynatıpbuyruk yürüttüğü ihtişamlı dönemlerinde Avrupa'da Türk hayattarzı ve modasının çok tesirli hale geldiğini Evlerinde Türk köşesibulundurmayan sosyete mensuplarının ayıplandığını

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

123

7)Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmış olmaklameşhur Comte de Marsigli'nin Türk toplumununmisafirperverliği ile alakalı olarak :"Türkler hiçbir din farkıgözetmeksizin bütün yabancılara karşı son derecemisafirperverdirler. Ana yollar civarındaki köylerde oturanlardanhali vakti yerinde olanlar öyleden evvel ve akşamüstü gezintiyeçıkıp yolcu bulmaya çalışırlar. Eğer bulacak olurlarsa evlerinedavet ederler ve hatta çok defa misafirin hangi evde ağırlanacağınıtayin ederken kavgaya bile tutuşurlar." dediğini

8)Osmanlı içtimai yapısı üzerine uzman olan ErlanyenÜniversitesi profesörlerinden Hutterrohta :

"Osmanlı Devleti geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitlikavimleri Topkapı Sarayı'ndan mükemmel bir şekilde idareediyordu. O saray da batıdaki en mütevazi bir derebeyinin sarayıkadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu?" diyesorulduğunda Profesör Hutterroht'un:

"Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistin'in sosyalyapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içindekaldım. Osmanlı üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğinöyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğiniplanlamıştı. Herhalde Osmanlı devlet olarak insanlığın enmuhteşem harikasıdır" diye cevap verdiğini.

9)Osmanlı'nın edeple taçlaşmış iman anlayışının gereğiolan Hazreti Peygamberi'nin(sav) şehrini bir valinin adının altınasokamayacağı saygı ve edebi ile oraya göndereceği idareciyi `Vali "yerine "Medine Muhafızı " diye isimlendirme hassasiyetinigösterdiğini

10)Kanuni Sultan Süleyman devrinde yıllarca İstanbul'dakalan ve yazmış olduğu eserini en büyük Hıristiyan hükümdarı IIFilib'e takdim eden İspanyol yazar Cristobol de

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

124

Villalon'un dönemin Osmanlı topçuluğu hakkında:"Dünyada hiçbir devletinTürk topçusu ile mukayese

edilebilecek topçusu yoktur. İstanbul'da eski model olduğu içinkullanılmayıp süs diye surlara konan topları inceledim Bunlar bileİspanya ordusundaki toplardan çok daha kaliteli idi.

Tophane sırtlarında çaptan düşmüş diye yığılan 40 kadartopu hayretle seyrettim. Bunları alıp topçu kuvveti oluşturmakistemeyecek hiçbir Avrupa devleti bilmiyorum dediğini

11)Altı asır gibi uzun bir süre üç kıtada hükmünü yürütenecdadımızın medeniyet mirasını inceleyip araştırmadan içte vedıştaki bazı gafil ve hainlerin ona "emperyalist" yaftasınıyapıştırarak mahkum etmeye çalışmalarına mukabil Macaristanİlimler Akademisi tarafından ortaya çıkartılıp yayınlanan birbelgede belirtildiğine göre Osmanlı Devleti'nin Macaristan'dahakim olduğu devirlerde Macar halkından yılda 7 milyon akçe 21milyon vergi toplayıp buna karşılık aynı yıl Macaristan'a21milyon akçe yatırım yaptığını

12)Bizans'ı kurtarmak üzere İstanbul'a çağrılan Haçlıordularının Hristiyanlığın mukaddes kilisesi Ayasofyanıntepesinde ki altın haçı sökerek eritip sattıklarını...Yıllar sonraOsmanlı ordusunun İstanbul'un fethi sırasında biryeniçerinin fetih hatırası olarak saklamak maksadıyla Ayasofyanın küçük bir çini parçasını koparmak istemesini Fatih SultanMehmed'in "tahribe teşebbüs"le suçlayıp cezalandırdığını

13)1967 Mısır-İsrail savaşında Mısıraskerlerinin düşmanlarını beklerken İsrail ordusunun bir andaSüveyş'in öbür yakasını geçerek dünyayı şaşırtığını...MoseDayan'ın bu muazzam başarıyı daha sonra bir basın toplantısında: "İsrail in bu başarılı stratejisi Yavuz Sultan Selim in yıllar önceMısır'ı fethederken uyguladığı harp planının bir kopyasıdır" diye

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

125

açıklayıp gafletimizi yüzümüze vurduğunu14)Fransa Kralı III Napolyon'un Paris'te Osmanlı Devleti

Büyükelçisi olarak bulunan Ahmet Vefik Paşa ile konuşmasıesnasında bir ara alaylı bir şekilde "Sen kendini Yavuz SultanSelim'in elçisi mi zannediyorsun?" demesi üzerine Ahmet VefikPaşa'nın da büyük bir hazır cevaplıkla: "Öyle olsaydımsizFransa'da imparator olarak bulunamazdınız" cevabını verdiğini

15)Batılı emperyalist güçlerin Ermenileri piyon olarakkullanıp kışkırtarak Anadolu'da karışıklıklar çıkardığıgünlerde İngiliz Büyükelçisi'nin Sultan Abdülhamid'egelip küstahça: "Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?" diyesorma cüretini göstermesi üzerine Ulu Hakan'ın keskinbakışlarını elçinin üzerine dikerek:"Filan gün filan saatteKaradeniz'in filan noktasına yaklaşıp karaya Ermenileri Türklerekarşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran vekomitacılara teslim eden İngiliz gemisinde Türk başına kaç silahbulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz. " cevabınıverdiğini...Sultan Abdülhamid'in bu muazzam istihbarat gücükarşısında İngiliz elçisinin dehşete kapılarak aptallaştığını

16)Birinci Dünya Savaşı'ndan bir hafta önce 1914 yazında.1Türk lirasının karşılığının 3.7 dolar ve 18.45 marka tekabülettiğini

17)Veli lakaplı II. Bayezid'in padişahlığı. dönemindeİstanbul'a Moskova kralının elçisi sıfatıyla Mihail Plachtneefisimli birinin geldiğini . . .Bu adamın insanı istifra ettirecek kadarpis kokmasından dolayı yıkanması için hamamagötürüldüğünde bu keferenin hayatında hiç hamam görmemişolup yıkanmak ve çamaşır değiştirmek adetine aşina olmadığı vekimse ile görüştürülmeden pisliğinden dolayı İstanbul'dankovulduğunu

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

126

18)1967 yılında Pariste düzenlenen dünya YahudiKongresi'nin zabıtları arasında bulunan bir belgedeki kayıtlaragöre bir delegenin :"Evet bugün bağımsız bir devletimiz var amamesut muyuz? Osmanlı'nın devrindeki gibi huzurlu muyuz?Samimiyetle ve hepinizin içinden geçenleri dile getirdiğimeinanarak söylüyorum ki hayır!Bizim bu dünyada huzurlu veemniyetli yaşamamız. ( Osmanlı'yı yeniden kurmaya bağlıdır!"diyerek bir gerçeği itiraf ettiğini

19)16. yüzyılın kudretli padişahı Yavuz Sultan Seliminhuzuruna girerek yer öpüp itimatnamesini sunan Venedik elçisiAntonio Jüstiniani'ne ülkesine döndüğünde Padişahın nasıl biriolduğu hakkında bilgi istediğinde elçinin şaşkınlık içinde: 'Kılıcıöyle parlıyordu ki yüzünü göremedim" diye itiraftabulunduğunuElçinin bu itirafının daha sonraları Yavuz Selimtarafından öğrenilmesi üzerine Haşmetli HünkarımPaşalarımOsmanlının kılıcı parladığı sürece düşmanların başı daima öndeolur. A m a Allah korusun bu kılıç kınına girer ve paslanmayabaşlarsa o zaman bu kafalar yavaş yavaş dikilir ve birgün bizeyukardan bakar dediğini

20)Osmanlı Devleti'nin 1521'de Belgrad'ı 1522'de Rodos'ufethetmeleri ve 1526'da da Mohaç'ta büyük bir zaferkazanmalarının ardından batı dünyasında büyük bir panikyaşandığını...Çeşitli kentlerde toplanan Alman Meclisleri' nin(Reich stag) Türklere karşı ordu toplayıp sefer düzenleyebilmekiçin "Türk Vergisi" adı altında yeni bir vergi konulmasınıkararlaştırdıklarını biliyormusunuz.

Tarihimizde Garip Vakalar Reşad Ekrem Koçu

127