kutül kulüb cilt 3 bölüm 4.docx

90
Gusül Abdesti : İslam'ın İkinci Temeli Namaz: Namazın Sünnetleri: Namazın Erkan Ve Adabı: Namazın Faziletleri Ve Adabı: Namazda Hatırdan Geçenler: İslam'ın Üçüncü Esasi Zekat Hakkındadır: Zekatin Faziletleri Ve Zekat Verme Adabi Hakkındadır: İslam'ın Dördüncü Esası Oruç Hakkındadır: Orucun Faz İletleri Ve Oruç Tutanların Sıfatları: İslam'ın Beşinci Esası Hac Hakkındadır: Haccın Fazilet Ve Adabı Hakkındadır: Haccin Ve Allah Rızası İçin Accedenlerİn Faziletleri: Beytü'l-Harammn Faziletleri: Mekke'de İkameti Hoş Görmeme: Mazmaza yapılırken şöyle dua edilir: Allahümme e'ınni ala tilaveti kitabike ve kisretiz zikri leke. Allahım! Kitabı'nm tilaveti ve zikrini bolca yapabilmem için bana yardım et. Istinşak esnasında da şöyle dua edilir: Allahümme salli ala Mu- hammedin ve evcid li ra'ihatil cenneh. Allahım! Hazreti Muham- med'e salat et ve benim cennet kokusunu varet. İstinsar (burnu boşaltma) esnasında şu dua okunur: Allahümme inni e'uzü bike min reva'ihin nar ve min su'id dar. Allahım! Cehennem kokularından ve ahiret yurdunun kötüsünden Sana sığınırım. Yüz yıkanırken şöyle dua edilir: Allahümme beyyıd vechi yevme tebyeddu fihi vucuhu evliya'ike vela tüsevvid vechi yevme tesveddü fihi vücuhu a'da'ike. Allahım! Dostlarının yüzlerinin ağardığı gün yüzümü ağart ve düşmanlarının yüzlerinin karardığı gün yüzümü karartma. Sağ kol yıkanırken şöyle dua edilir: Allahümme Aatini kitabi

Upload: hhcak

Post on 30-Nov-2015

120 views

Category:

Documents


12 download

TRANSCRIPT

Page 1: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Gusül Abdesti : İslam'ın İkinci Temeli Namaz:

Namazın Sünnetleri:

Namazın Erkan Ve Adabı:

Namazın Faziletleri Ve Adabı:

Namazda Hatırdan Geçenler:

İslam'ın Üçüncü Esasi Zekat Hakkındadır:

Zekatin Faziletleri Ve Zekat Verme Adabi Hakkındadır:

İslam'ın Dördüncü Esası Oruç Hakkındadır:

Orucun Faz İletleri Ve Oruç Tutanların Sıfatları:

İslam'ın Beşinci Esası Hac Hakkındadır:

Haccın Fazilet Ve Adabı Hakkındadır:

Haccin Ve Allah Rızası İçin Accedenlerİn Faziletleri:

Beytü'l-Harammn Faziletleri:

Mekke'de İkameti Hoş Görmeme:

Mazmaza yapılırken şöyle dua edilir: Allahümme e'ınni ala tilaveti kitabike ve kisretiz zikri leke. Allahım! Kitabı'nm tilaveti ve zikrini bolca yapabilmem için bana yardım et.Istinşak esnasında da şöyle dua edilir: Allahümme salli ala Mu-hammedin ve evcid li ra'ihatil cenneh. Allahım! Hazreti Muham-med'e salat et ve benim cennet kokusunu varet.İstinsar (burnu boşaltma) esnasında şu dua okunur: Allahümme inni e'uzü bike min reva'ihin nar ve min su'id dar. Allahım! Cehennem kokularından ve ahiret yurdunun kötüsünden Sana sığınırım.Yüz yıkanırken şöyle dua edilir: Allahümme beyyıd vechi yevme tebyeddu fihi vucuhu evliya'ike vela tüsevvid vechi yevme tesveddü fihi vücuhu a'da'ike. Allahım! Dostlarının yüzlerinin ağardığı gün yüzümü ağart ve düşmanlarının yüzlerinin karardığı gün yüzümü karartma.Sağ kol yıkanırken şöyle dua edilir: Allahümme Aatini kitabi bi-yemini ve hasibni hısaben yesiran. Allahım! Amel defterimi sağ elime ver ve beni kolay bir hesapla sorgula.Sol kol yıkanırken şöyle dua edilir: Allahümme inni e'uzü bike en tü'tiyeni kitabi bi-şimali ev min vera'i zahri, Allahım! Amel defterimi sol elime vermenden veya ardımdan uzatmandan Sana sığınırım.Baş meshedilirken şöyle dua edilir: Allahümme ğaşşini birah-metike ve enzil aleyye min berekatike ve ezılni tahte arşike yevme la zille illa zıllek. Allahım! Beni rahmetinle ört, bereketlerini üzerime indir ve Senin gölgen dışında hiçbir gölgenin olmadığı gün, Arş'ının altında gölgelendir.Kulaklar meshedilirken şu dua okunur: Allahümme ic'alni mimmen yestemi'ul kavle ve fe-yettebi'u ahseneh. Allahümme es-mi'ni münadiyel-cenneti ma'al ebrar. Allahım! Beni sözü işitip en güzeline uyanlardan kıl ve Allahım iyilerle beraber bana da cennet dellalımn sesini işittir.

Page 2: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Ense meshedilirken şöyle dua edilir: Allahümme fek rakabeti minen nar ve e'uzü bike mines selasili vel ağlal. Allahım! Boynumu ateşten azat et! Zincirler ve kelepçelerden Sana sığınırım.Sağ ayak yıkanırken şöyle dua edilir: Allahümme sebbit kademi ales sırati ma'a akdamil mü'minijı. Allahım! Ayağımı diğer müminlerin ayaklarıyla beraber Sırat üzerinde sabit kıl.Sol ayak yıkanırken şöyle dua edilir: Allahümme inni e'uzü bike en tüzille kademi anis sırat yevme tezillü fihi akdamül münafi-kin. Allahım! Münafıkların ayaklarının kaydıkları gün ayağımı Sırat'tan kaydırma.Kollar yıkanırken herbir yıkamada parmaklardan başlanarak dirseklerle beraber yıkanmalıdır. Her yıkama, dirseklerde bitirilmelidir. Kollar yıkanırken pazuların ortasına kadar olan kesim de yıkanmalıdır.Ayaklara parmaklardan başlanmalı, parmaklar iyice hilallen-meli ve oradan topuklarla üst kısımları yıkanmalıdır. Ayakların yıkanması esnasında da, ayak bileklerinin yarısına kadar olan kısım da yıkanmalıdır. Sağ elin parmaklarının sağı serçe parmağıdır. Sol el parmaklarının sağı ise başparmaktır.Abdest alındıktan sonra baş gökyüzüne doğru çevrilerek şöyöle dua denir: Eşhedü ella ilahe illallahü vahdehu la şerike leh ve eş-hedü enne Muhammeden sallallahü aleyhi ve sellem abdühü ve re-sulüh, Sübhaneke bi-hamdike la ilahe illa ente. amiltü su'en ev za-lemtü nefsi estağfiruke ve etubü ileyke fağfir li ve tüb aleyye inneke entet tevvabür rahim. Allahümme ic'alni minet tevvabin vec'alni minel mutatahhirin vec'alni şeküren vec'alni ezkürüke kesiran ve escüdüke bükraten ve asileri. ıŞehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. O tektir ve' ortağı yoktur. Şehadet ederim ki Muhammed (sav) O'nun kulu ve Re-sulü'dür. Seni hamd iletesbih eder, Sen'den başka ilah olmadığım teslim eder, bir kötülük yaptım veya kendime zulmettim ise Sen'den mağfiret diler ve Sana tevbe ederim. Beni bağışla ve tev-bemi kabul et. Muhakkak Sen tevbeleri en çok kabul eden ve merhamet edensin. Allahım! Beni çok tevbe edenlerden kıl. Beni çok te-mizlenenlerden kıl. Beni çok şükredenlerden kıl. Beni, Seni çok ananlardan kıl. Ben, sabah akşam Seni teşbih ederim.Bunlar abdestin bitirilmesinden sonra okunması gereken muhtelif duaların bütünüdür. Denir ki: Her kim abdestini bu dualarla bitirirse, onun abdestine bir mühür vurulur ve bu Arş'm altına yükseltilir. O, Allah Teala'yı teşbih ve takdis etmeye devam eder. Kıyamete kadar geçen her anın sevabı da o kişinin amel defterine yazılır.Abdestin en çirkini tunç kaptan alman abdesttir. Denildi ki: Kul abdeste başladığı zaman şeytanlar başına üşüşerek vesvese verirler. Allah Teala'yı andığı vakit şeytanlar dağılır ve melekler toplanır. Eğer abdest aldığı kap tunç veya bakırdan ise melekler asla gelmezler. İbni Ömer (ra) ve Ebu Hüreyre'den de (ra) bunun mekruh olduğu rivayet edilmiştir.Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Şu'be benden abdest almak için su tası istedi. Ben de ona, tunçtan bir kap getirdim. Kendisi ondan abdest almayarak şöyle dedi: Abdullah b. Dinar (ra) bana, İbni Ömer'in (ra) tunç kaptan abdest almayı mekruh saydığını rivayet etti.Allah Resulü (sav) de taş havandan, deri kırbadan ve mataradan abdest almıştır. Zeyneb bn. Cahş'dan (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: Allah Resulü (sav) ona ait bakırdan yapılma bir çamaşır teknesinden abdest ve gusül abdesti almıştır. 1[1]Bize göre bu, ruhsattır. 2[2]

Gusül Abdesti :

Su kabı sağ tarafa konulur, besmele çekilir ve kaba sokulmadan önce avuçlara üç kez su dökülerek eller yıkanır. Sonra tenasül uzvu yıkanır ve istinca yapılır. Ardından ayaklar dışında namaz abdesti gibi abdest alınır.

1[1] İbni Hanbel, VI/151, 228

2[2] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 300-304.

Page 3: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Sonra kaptan avuç dolusu su alınarak uyluğa kadar sağ tarafın önüne ve arkasına dökülür. Bu üç kez yapılır. Aynı şey sol taraf için de üç kez yapılır.Vücudun ön ve arkası suyla iyice ovalanır. Sonra avuç dolusu su başa dökülür. Saçlar iyice ovulur ve hilallenir. Bu da üç kez yapılır. Saç dipleri de iyice ıslatılır. Sonra biraz eğilerek ayaklar yıkanır. Eğer kapta su varsa, bu da tüm vücuda tepeden boşaltılır. Bu esnada eller de vücudun ulaşılabilen kesimlerini iyice ovar. Eğer ayakların yıkanması Öne alınmışsa ve abdest alınırken ayaklar yıkan-mışsa bunda mahzur olmaz.Gusülden sonra tekrar abdest almak gerekmez. Gusül esnasında, yıkamanın ardından tenasül uzvuna bir daha temas etmemek gerekir. Eğer temas olursa abdesti yeniden almak gerekir.Gusül abdestinde mazmaza ve istinşakm unutulması halinde kılınacak namaz iade edilmelidir. Eğer bunlar namaz abdesti alırken unutulmuşsa namazın iadesi gerekmez.Kişi gusül abdestinde tüm vücudunu dilediği şekilde, yıkayabilir. Tüm vücudu kapsaması şartıyla bu gusül de caizdir. Gusül abdesti esnasında veya başında abdest almamış kimsenin gusülden sonra tekrar abdest alması daha gtzel olur. Gusül niyetiyle nehre giren kişi de abdestini almış sayılır. Böyle birinin önceden abdest alarak nehre girmesi daha hayırlıdır. Ölünün yıkanması da gusül abdesti gibidir. 3[3]

İslam'ın İkinci Temeli Namaz:

Namazın farzları, namaza başlamadan önceki ve sonraki farzlar olarak iki kısma ayrılır:Namaza başlamadan önceki farzlar, şu yedi farzdan ibarettir:1. Beden temizliği;2. Elbisenin temizliği;3. Mekanın temizliği;4. Avret mahallinin örtülmesi ki bu mahal göbek altından diz-kapaklarma kadar olan kısımdır.5. Kıbleye yönelme;6. Vaktin gelmiş olması;7. Özür hali dışında ayakta durma. Namazın genelindeki farzları on iki farzdan ibarettir.Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Namaz, cennetin anahtarıdır". 4[4]Yine O'ndan şu hadis rivayet edilmiştir: "Namazın girişi tekbir, çıkışı selamdır". 5[5]Namazın on iki farzından ilki niyettir. İkincisi ise, iftitah tekbiridir.Arap dilinde tekbiri ifade edecek 'EfahV vezni dışında hiçbir kelime kalıbı mevcut değildir. Bu yüzden de onlar 'Allahü Ekber1 demişlerdir. Onlar 'Ekber=En büyük' anlamında 'Kebir=Çok büyük' kalıbını kullanmamışlardır. Onlar 'Kebir5 kelimesini (Azim=Ulu' anlamında kullanmışlardır. Çünkü bu, sonradan Araplaştırılmış yabancı bir kelimedir. Araplar 'Allühü Kebbar=Allah çok büyüktür derler. Ancak bunu da (Ekber=En büyük' anlamında kullanmamışlardır. Buradaki 'Ekber tazim gayesi ile yüceltme ihtiva etmekte] dir. İftitah tekbirinden sonra Fatiha suresi okunur Sureye Besmele ile başlanır. Ardından rüku farzı gelir. Secde de iç huzura erme ve iki secde arasındaki oturum da namazın farzla^ tındandır. Son oturumdaki teşehhüt ve Allah Resulü'ne (sav) salatl ü selam da namazın farzlarındandır.Son selam da namazın farzlarındandır. Allah Resulü (sav) bu yurdu ki: "Allah Teala, rüku ve secdede sırtını düz tutmayan şeye nazar etmez" 6[6] Başka bir hadislerinde ise şöyle buyurmakta] dır: "Kişi rüku ve secdede sırtını dik tutmadıkça namazı eda olmuâ olmaz". 7[7]

3[3] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 304-305.

4[4] . İbni Hanbel, III/330

5[5] Ebu Davûd, Taharet/31, Salat/73; Tiraıizî, Taharet/3, Mevakît/62; İbni Mâce, Taharet/32; Dârimî, VuduV22; İbni Hanbel, T/123, 129

6[6] İbni Hanbel, 11/525, IV/22, 23

7[7] Ebu Davûd, Salat/144; Tirmizî, Mevakît/81; Nesa'î, Tatbik/54, İftitah/88; İbni Mâce, îka-met/16; Dârimî, Salat/78; ibni Hanbel, 11/525,

IV/22, 23, 119, 122, V/310

Page 4: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

!Allah Resulü (sav) rüku ve secdesinde sırtını dik tutmayan bil rini görmüştü. Ona 'Namazını iade et, çünkü senin kıldığın namaz olmadı' buyurdu. Rüku ve secdesinde yine sakin olmadığım gördü ve namazını yeniden kılmasını emir buyurdu. Ardından da o kişiye rüku ve secdede sakin olmayı ve bu ikisinde gereken duruşu öğretti ve şöyle buyurdu: "Mafsalların sakinleşip yerli yerince oturacak şekilde eda et" 8[8]

Huzeyfe (ra) ve İbni Mesud (ra) rüku ve secdesini kemaliyle yapmaksızın namaz kılan bir adam görmüşlerdi. Kendi aralarında şöyle dediler: Eğer bu adam ölürse, Allah Resulü'nün (sav) fıtratından başka bir fıtrat üzere ölmüş olur.Bunlardan birine dayandırılan hadiste şöyle dediği rivayet edilmiştir: Aynı kişiye, 'Ne zamandır böyle namaz kılıyorsun?' diye sordu. O da, 'Kırk yıldan beri' dedi. Bunun üzerine şöyle dedi: Sen kırk yıldan beri namaz kılmıyorsun.Ka'bül Ahbar'dan da şu söz rivayet edilmiştir: Namaz, üç adet üçtebire taksim edilmiştir. İlk üçte biri temizlik, diğer üçte biri rüku, son üçte biri ise secdedir. Kim bunlardan birini eksiltirse, diğer üçte birler de kabul edilmez. Bir rivayette de şöyle denilmiştir: Her kimin namazı kabul edilmezse, bütün ibadetleri reddedilir. 9[9]

Namazın Sünnetleri:

Namazın oniki sünneti vardır: İftitah tekbirinde elleri kaldıran Elleri kaldırmanın şekli, avuçların omuz hizasında başparmakların kulak memelerine, parmakların da kulak çevresine getirilmesi Seklindedir. Elleri bu şekilde kaldırmak, Allah Resulü'nden (sav) 'konuyla ilgili rivayet edilen üç hadis-i şerife uygundur. j Bu hadislerde Allah Resulü'nün (sav) avuçlarım omuz hizasına letirdiği, baş parmaklarını kulak memeleri üzerine koyduğu ve barınaklarını da kulak çevresine getirdiği nakledilmiştir. 10[10] İftitah tekbirinin telaffuzu Allahü Ekber şeklindedir. Başka şekilde telaffuz edilmesi caiz değildir.Tekbir getirildiği zaman, eller hızla ileri doğru itilmemelidir. Aynı şekilde omuzların ardına doğru da itilmemelidir. Tekbir getirildikten sonra eller yavaş ve yumuşak bir hareketle aşağı indirilmelidir.. Tekbir sona ermeden elleri indirmemek gerekir. Tekbirin bitmesinden sonra ellerini kulaklarında durdurmayıp yavaşça göbek altında bağlanacak şekilde indirir.Kıraata başlamadan önce sağ el, sol elin üstüne gelecek şekilde bağlanır. Allah Resulü'nün (sav) bu konudaki sünneti şöyle nakledilmiştir: 11[11] O, tekbir getirdiği zaman, ellerini aşağı salardı. Kıraata başlamak üzere sağ elini sol elinin üstüne koyardı. Ellerin bağlanmasında, sağ elin sol el bileğini kavraması gerekir. Eller, göğüs altında bağlanır.Allah Teala'ya gönülden yönelme (=Teveccüh): Bu meyanda O'nun şu buyruğunu yürekten okur: "Yüzümü bir hanif ve müslü-man olarak gökleri ve yeri Yaratan'a çevirdim. Ben şirk koşanlardan değilim". (En'am/79) Ardından da şu ayeti okur: "Namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Ve ben müslümanlardan biri olarak bununla emrolundum". (En'am/172) Sonra Sübhaneke21 okunur.Bu dua ile ilgili muhtelif rivayetler mevcuttur. Cemaat namazı dışında bu rivayetlerin birleştirilerek okunması güzel görülmüştür.Sübhaneke Allahümme ve bi hantdike ve tebarekesmuke ve te'âla ceddüke vela ilahe ğayrük.İmam aynı rekatte iki kez sekte yapamayacağı için, teveccüh babında okunması gerekenlerin tamamının okunabilmesi mümkün olmayacaktır. Bu durumda sadece Sübhaneke'yi ve imam sessiz kıraat ediyorsa Fatiha suresini okumakla yetinmelidir.

8[8] Benzer manada hadisler için b. Ebu Davûd, SalaÜ144; Nesa'î, Tatbik/77; Dârimî, Sa-lat/78

9[9] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 305-306.

10[10] Bu konudaki hadisler için b. Müslim, İman/269; Buhârî, Ezan/19; Ebu Davûd, Edeb/52, Sünnet/19; Tirmizî, Salat/30; İbni Mâce,

Taharet/52, Ezan/3, Menasik/4, Nikah/21; Dârimî, Salat/8; İbni Hanbel, II/8, 38, V/13111[11]

Dârimî, Salatf35

Page 5: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

İmamın sesli kıraati esnasında Fatiha ve ayet okumaktan, rü ' ku, secde ve secdeden başı kaldırmada imamdan önce hareket et inekten kesinlikle s akınımı alıdır.Kıraate başlamadan önce istiazede bulunmak (=euzü besmele çekmek) de sünnettir. Fatiha'dan sonra Kur'an-ı Kerim'den bir sure veya herhangi bir sureden üç ayet okumak da namazın sünnetlerinden dir.Allah Resulü (sav) böyle yapmış ve ashabına da bunu emretmiştir. Rüku'ya eğilmeden önce elleri kaldırarak tekbir getirmek de namazın sünnetlerindendir. Rükuda tesbihatta bulunmak sünnettir.Bu tesbihat, üçten az olmamak üzere, yedi veya on kez olabilir. Üç rakamı için, kemaliyetin en alt sınırıdır, denilmiştir. Çünkü teşbihin kemaliyeti, on defa yapılmasmdadır.Yüce Allah buyurdu ki: "Onlar tam ondur". (Bakara/196) Bu üç teşbih, eller dizlerin üzerine konulduktan sonra ve onları kaldırmadan önce yapılmalıdır. Aksi takdirde, nizami olarak tek bir tei bih okunmuş olur. İlk teşbih ve son teşbih eğilirken ve kalkarken eda edilmiş olur. Bu ise mekruh görülmüştür. Rükuda parmakları ayırarak dizleri tamamen kavramak gerkir. Baş ne kaldırılmalı, ne de aşağı salmmalı, aksine sırt ile aynı hizada tutulmalıdır. Baş, rüku esnasında ne aşağı eğilmiş, ne de yukarı kaldırılmış gibi durmamalıdır.Rükudan kalkılırken 'Semi'allahü limen hamiden' sözüyle birlikte ellerin kaldırılması ve 'Allahümme Rabbena lekel hamd Imil'es sejnavati uel arz ve ma beynehüma ve mil'e ma şi'te min şey'in' denilmesi de sünnettir.Secde esnasında yapılan tesbihat da sünnettir. Bu teşbihlerin sayısı da on, yedi veya üç olabilir. Bunların asgarisi olan üç teşbih, alın yere kapandıktan sonra ve yerden kaldırılmadan önce yapılmalıdır. Aksi takdirde tek teşbih eda edilmiş olur, ilki alın yere ko nurken, sonuncusu da alın kaldırılırken yapılmış olur.Tesbihatm üçten aşağı olması ise müstehap görülmemiştir, i Enes b. Malik (ra) dedi ki: Şu halifeniz -Ömer b. Abdülaziz (ra)-kadar namazı, Allah Resulü'nün (sav) namazına benzeyen başka birini görmedim. Biz onun arkasında namaz kılarken, rükuda da, secdede de onar kez tesbihatta bulunurduk.O, secde esnasında başını avuçlarının arasına koyardı. Avuçları da açık olarak yere tamamen yapışırdı. Pazuları yanlarından ayrık dururdu. Sırtını dik tutar, karnım uyluğundan yüksek tutardı. Avuçlarıyla yere temas etmeyi müstehap görürdü. Avuçlar, yüzle beraber secde eder.Secde, secdeden kalkma ve iki secde arasındaki kıyam için~elle-ri keldırmaksızm tekbir getirmek de sünnettir. Ardından da üç kez 'Rabbi'ğfîrli verhamni=Rabbim beni bağışla ve bana merhamet et' der. Bu, İbni Ömer'den (ra) rivayet edilmiştir.Eğer 'Rabbi'ğfir verham ve tecavez amma ta'lemu fe-inneke entel E'azzül-Ekrem=Rabbim affet, merhamet et, bildiğini bağışla, çünkü Sen en yüce ve en kerim olansın' derse bu da caizdir ve İbni Me-sud'dan (ra) rivayet edilmiştir. 'Rabbi'ğfir li verhamni vehdini vec-burni ven'aşni=Rabbim beni bağışla, bana merhamet et, bana doğruyu göster, ihtiyacımı gider ve beni doğrult' derse bu da güzeldir ve Ali b. Ebi Talib'den (ra) rivayet edilmiştir. İlk teşehhüd sünnettir.Son selam da sünnettir. Selam lafzı 'Esselamü aleyküm ve rah-metullah' şeklindedir. Selam verirken yanağı sağdan ve soldan görünecek şekilde olmalıdır. Selam verilirken boyun da omuzlar istikametine eğilerek çevrilir. Allah Resulü'nün (sav) selam verişi de bu şekildeydi. Selam verilirken vücut kıbleden çevrilmemeli, uyluk yerden kaldınlmamahdır.Cemaat namazına sonradan yetişmeyle ilgili hükümler:Dört rekatlı namazlarda iki rekata, veya üç rekattı akşam namazında üçüncü rekata yetişen kişinin namaza nasıl katılacağını izah edeceğiz. Kıyamın bir bölümünde imama yetişen kişi, Fatiha-'ya başlamalı ve gerekirse, rükuya geç giderek Fatiha'yı tamamlamalıdır. İmam başını kendisinden önce rükudan kaldırmışsa o da imamın ardından başını kaldırır.Namaza yetiştiğinde imamın kıyamı bitirerek rükuya gittiğini gören kimse, iftitah tekbirini

Page 6: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

getirdikten sonra bir tekbir daha getirerek rükuya eğilir. Bu durumda rekatı tamamlamış olur. Kendisi Fatiha dışındaki sureyi okurken imam rükuya giderse, kıraati ayet bitiminden keserek rükuya eğilmelidir.İmama ilk kadede veya secdede yetişen kimse iftitah tekbirini getirdikten sonra tekrar tekbir getirerek oturur ve secdeye kapanarak imama uyar. İmam selam verdiği zaman tekbir getirmeksizin ayağa kalkar. Kıyam halinde Fatiha'yı okur. İmamla birlikte rükuya eğilmedikçe, bu şekilde yetişmesi rekatten sayılmaz. Eğer ellerini dizlerinin üstüne koymuş ve imam başını kaldırmadan önce bu rüknü layıkıyla yapmışsa, o zaman bir rekatı tamamlamış sayılır.Farz bir namaza başlayan ve namaz esnasında başka bir namazı kılması gerektiğini hatırlayan kişinin yapması en uygun olan bu namazı tamamlaması, ardında da hatırladığı o namazı kılmasıdır. Bunu kıldıktan sonra da ilk kıldığını iade etmesi uygundur.Mesela ikindi namazını imam ile kılan biri, namaz esnasında öğle namazını kılmadığını hatırlarsa, imamla ikindiyi tamamladıktan sonra öğle namazını kılar. Onu bitirdikten sonra da ikindi namazı tekrar kılar. Sahabeden bazı zatlar böyle yapmıştır. Bize en uygun görünen de budur.Namazda unutarak konuşan veya dalgınlıkla dört rekatlı bir namazın ikinci rekatında selam veren kişi, teşehhüdü okuduktan sonra iki adet sehiv secdesi yapmalıdır. Bunu namazdan çok sonra, hatta mescidden çıkmasının ardından hatırlayan kimse, bize göre o namazı tekrar kılmalıdır.Kasıtlı olarak konuşan, selam veren, kıbleye arkasına dönen, avret mahalli açılan, burnu kanayan veya abdest alırken başını meshetmeyi ya da yıkanması gereken uzuvlardan birini yıkamayı unuttuğunu farkeden kimse kıldığı namazı tekrar etmelidir.Cemaati kaçıran bir kimse, farzı kendisi için nafile olmak üzere kılan biri çıktığında kendisi ona imam olmalıdır. Bu husus ihtilaftan uzak olmamakla beraber, cemaat namazının farziyetine girer. Bizce farz namazı nafile olarak kılacak birinin arkasında kıhn-maması gerekir. Nafile (sünnet) namazların cemaatle kılınmasını da mekruh görmemekteyiz.Kıraatin sesli okunması gereken kısmını sessiz okumadan veya bunun aksinden dolayı sehiv secdesi gerekmez. Kişi üç ya da iki rekat mı kıldığı hususunda tereddüt ederse iki, üç ya da dört rekat mı kıldığı hususunda ki tereddütünde ise üç rekat kıldığını varsay-malıdır. Çünkü namazda yakin gerekir. Bu da az olanı esas almakla mümkün olur.Ardından da selam vermeden önce iki kez sehiv secdesi yapmalıdır. Sehiv secdelerini takiben ikinci kez 'tahiyyat' okumalıdır. Bu durumda namazı tamamlamış olur. Kişi sehiv secdesi yapmayı unutursa, eğer bunu kısa süre sonra veya mescidden çıkmadan önce hatırlarsa bana göre bu iki secdeyi yapmalı ve 'tahiyyat'ı okuyarak selam vermelidir. Eğer vakit çok geçmiş veya mescidden çıkmışsa secde lüzumu düşmüş olur.Karanlıktan veya yeterli bilgisi olmayışından dolayı kıble hakkında şüpheye kapılan kimse,kıbleyi tesbit etme noktasında bütün çabasını sarfeder. Eğer namazı eda ettikten sonra kıblenin yanlış olduğu ortaya çıkarsa, bize göre en uygun olan, namazın iade edilmesidir. Namazın fazla kılınması halinde selamdan sonra, eksik kılınması halinde ise selamdan önce sehiv secdesi yapmak müste-haptır. Eksiklik veya fazlalık hallerinin her ikisinde de sehiv sec-desini selam vermeden önce yapmak da güzeldir. Bütün bunlar Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilmiştir. Kişi namazda iken şüphe değil de bir vehme kapılırsa veya vehmi giderek artarsa, kesinlikle selamdan sonra sehiv secdesi yapmalıdır.Zaruri hallerden dolayı temizlik eksikliği veya namazın farzlarından birinin eksikliği ile namaz kılan kimse, mümkün olabilecek en kısa sürede bu namazı iade etmelidir.Kıldığı elbisede necaset bulunduğunu sonradan gören kimse müteakip namazın vakti girmeden Önce bu namazı tekrar kılmalıdır. Eğer vakit geçmiş ise, iade etmesi gerekmez. Kişi, necaseti gördüğü an namazı iade ederse bize göre daha doğru yapmış olur.Kusurları veya kaçırması sebebiyle kılması gereken birçok namazı olan kişinin bunları bir

Page 7: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

sıralama içinde ardarda kılması daha uygundur. Mümkün olursa bir günün namazları tek bir vakitte veya muhtelif vakitlerde sırasına uygun olarak kıhnabilir. Bu namazlar, namaz kılınması mekruh görülmüş vakitlerde kıhnmamahdır.Namaz esnasında elbisesinde bir necaset bulunduğunu veya kıbleye tam olarak yönelmemiş olduğunu farkeden kimse üstündedış elbisesini atarak ve yönünü kıbleye tam çevirerek namazını sürdürmelidir. Bu namazı iade etmesi daha güzeldir. 12[12]

Namazın Erkan Ve Adabı:

Namazdan önce dişleri misvaklamak, namazın faziletlerindendir. Bir hadiste Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dişleri mis vaki ayarak kılman bir namaz, misvaklamaksı-zın kılınan namazdan yetmiş kat daha üstündür 13[13]

Namaza başlamadan önce Nas suresini okumak da müstehap görülmüştür. Çünkü bu sure, namaz kılan için şeytana karşı bir kalkandır. Her rekatta Fatiha suresini okumadan önce 'euzü besmele' okumak da müstehaptır. Çünkü kişi Kur1 an okumaktadır ve her rekat da bir namazdır.Tekbir esnasında parmakları birleştirmek de namazın faziletlerindendir. Kıyam esnasında topukları birleştirmeyerek ayrı tutmak da müstehaptır. Kıyam esnasında iki topuk arasında dört parmak kalınlığında bir mesafe bırakılmalıdır. Bu mikdar müstehap görülmüştür.İlk müslünıanlar, imamın tekbir esnasında parmaklarını bitiştirip bitiştirmediklerine ve ayaklarını ayırıp ayırmadıklarına titizlikle bakarlardı. Onlar, imamın bu iki hareketine göre fıkıh bilgisine hükmederlerdi.İbni Mesud (ra) namaz kılan birinin kıyamda topuklarını birbirine yapıştırdığını gördüğünde şöyle demiştir: Eğer topuklarım aralamış olsaydı, sünnete uygun hareket etmiş olurdu. Bir hadislerinde de Allah Resulü'nün (sav) namazda ayaklardan birini dikmeyi ve topukları birbirine yapıştırmayı sakındırdığı rivayet edilmiştir.Hadiste geçen 'safan=dik tutma' kelimesi şu ayet-i kerimede ye-ralmaktadır: "Bir ayağını tırnağı üzerine kaldırıp diğer üçü üzerinde duran iyi cins atlar". (Sad/31) Burada bahsi geçen atlardır. 'Sa-fed=Bağlayan' kelimesi de şu ayet-i kerimede geçmektedir: "Kıyamet gününde suçluların birlikte zincire bağlandıklarını görürsün". (İbrahim/49)Ulemadan bir zatın, tekbir getirirken parmaklarını ayırdığını görmüştüm. Kendisine bunu sorduğumda şu açıklamayı getirdi. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen bir hadiste, "O'nun tekbir getirdiğinde parmaklarım tam bir şekilde yaydığı" rivayet edilmiştir.14[14] Hadisteki yayma 'neşr' fiilinin teyid içerecek şekilde masdarıyla verilmesi böyle yapmanın doğruluğunu muhtemel kılmaktadır.Buradaki yayma fiiliyle parmakların tam olarak aralanması kasdedilmiş olabilir. Çünkü yayma fiilinin (=neşr) özündeki mana açarak yaymak şeklindedir. Çünkü ayırma 'tefrika' fiili, 'neşr5 ve 'bess' fîilerine karşılık olarak da kullanılmıştır. Bu meyanda Yüce Allah'ın şu buyruğu gösterilebilir: "Döşenmiş halılar vardır". (Ğaşi-ye/16) Buradaki asıl murad, ayrılıktır. 'Bess' fiilinin manasıyla ilgili şu ayete de bakılabilir: "Etrafa serilmiş kelebekler gibi". (Ka-ria/4) Bu ayetteki "bess' fiili, şu ayetteki 'neşr/intişar5 fiiliyle aynı manadadır: "Tıpkı etrafa yayılmış çekirgeler gibi". (Kamer/7) 'Neşr1 fiili T^ess' fiiliyle aynı manada olduğuna göre 'bess' fiilinin ayrılma anlamına geldiği de açıktır. Allah Resulü'nün (sav) parmaklarını yayması, ayırması anlamındadır.İshak b. Raheveyh'e Allah Resulü'nün (sav) namazda parmakları yaymaya dair buyruğunun ne anlama geldiği sorulduğu zaman, parmakları açarak birleştirme olduğunu söylemiştir. O, bu-

12[12] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 307-312.

13[13] İbni Hanbel, VI/272

14[14] Tirmizî, Mevakît/63.

Page 8: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

nunla parmakların avuçların içine kıvrılarak sıkılmaması gerektiğini bildirmek istemiştir. Bizce bu görüş güzeldir. Çünkü kıvırarak sıkma, yaymanın zıddıdır.Ulema arasında üç zatın tekbir esnasında parmaklarını ayırdıklarını gördüm. Mescid-i Haram'm imamı Ebu'l-Hasan onlardan biridir. O, fıkıh bilgisi çok derin bir zat idi. Üç alimin de parmaklarım bitiştirdiklerini gördüm. Ebu'l-Hasan b. Salim ve Ebu Bekir el-Acuri de onlardandı. Galib zannıma göre, büyük fıkıhçı Ebu Zeyd de parmaklarını ayıranlardandı.Namaz esnasında Fatiha suresinin sonunda 'Amin' demek de namazın faziletlerindendir. Bu hususta Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İmam, 'veleddallin' dediğinde 'Amin' deyiniz. Kim 'amin' derken meleklerin 'amini'ne tevafuk ederse geçmiş günahları bağışlanır".15[15] Allah Resulü (sav) 'amin' derken sesini yükseltirdi.'Amin' kelimesinin telafuzzuyla ilgili iki rivayet mevcuttur. Bunlardan birinde baştaki 'a' harfinin uzatılması ve kısaltılması şeklindedir. Her iki halde de 'mim'harfinin şeddesiz olması gerekir. Aksi takdirde mana değişerek 'yönelme/kasdetme' şeklinde olur. Tıpkı Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Kabe'ye yönelenlere". (Maide/2)Elleri bileklere bastırarak birbiri üstüne koyup göbek altı ile göğüs arasında bir yerde bağlamak da namazın adabmdandır. Bu, namazın huşu'undandır. Ulemadan bir zat şöyle demiştir: 'Bu duruşu, Aziz olanın huzurunda teslimiyet ve boyun eğiş sayarım'. Allah Resulü (sav) de bunun, önceki peygamberlerin de sünnetlerinden biri olduğunu bildirmiştir.Ali (kv) Kevser suresinin "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" (Kevser/2) ayetini tefsir ederken şöyle demiştir: Bu, sağ elin sol el üzerine konulumasıdır. Onun ilminin derinliği ve marifetinin letafeti burada ortaya çıkmaktadır. Zira göğsün altında 'NamY adı verilen bir damar vardır. Bu damar, ancak ilim sahipleri tarafından bilinir.Ali (kv) bu ayetteki Venhar=nahr et' emrini, elleri 'namY denen bu damarın üzerine koy şeklinde anlamıştır. Tıpkı İdmığ=beyni yarala' kelimesinin 'esıb ed-dimağ' ifadesiyle-aym manaya gelmesi gibi. Ali (kv) ilgili ayetteki kelimeyi, bazılarının anladığı gibi canlıyı boğazlamak anlamında ele almamıştır. Zira burada namazdan bahsedilmektedir.Ulemadan bazıları da bunu 'boğazını kesme' anlamında görmüşlerdir. Onlara göre ayetteki 'nahr', canlı boğazının kesilmesidir. "Nahr1 yutağın altındaki can damarını ifade etmekte ve namazda da eller oraya konmamaktadır. Dil alimlerinden bir kısmına göre Ven-har' emri, bir hareketle kıbleye yönelmeyi ifade etmektedir. Bize göre bu da bir görüştür.Namazda ayaklar üzerine oturulup dizler dikilmem elidir. Bu, dil ehlinin 'ik'a' kelimesiyle ilgili yaklaşımıdır. Dizlerini çökertip ayak parmaklarını dik tutarak da oturmamalıdır. Bu da hadis ehlinin aynı kelimeyle ilgili görüşüdür. Elbisenin eteklerini salmak ve çekiştirmekten uzak durmalıdır. Etekleri salmak yani 'sedl', elbisenin uç kısımlarını yere doğru salmaktır. Buna bir harf değiştirilerek 'sedn' de denilmiştir. Kişi, elbisesinin etek kısımlarını salıp uzattığı zaman, her iki kelime de kullanılarak tarif edilebilir. Ka-benin örtüsünü giydirenlere 'Sidânetü'l-Ka'be' yani Kabe örtüsünü onun üzerinden yayıp aşağı salanlar denir. Bu, dil ehlinin görüşüdür.Hadis ehline göre ise, 'sedl', elbiseyi örtü gibi alarak elleri onun altına sokmak, rüku ve secdeye bu şekilde gitmektir. Onlara göre hakiki mana budur. Çünkü yahudiler ibadetlerini böyle yapmaktaydılar. Müslümanların onlara benzemeleri bu hükümle sakındırılmış oldu. 'Kamîs' olarak bilinen giysi de böyledir. Eller onun içindeyken rüku veya secdeye gidilmemelidir. Ne kadar geniş olsa da bundan s akimim alı dır. Secdede ellerin karnisin içine sokulması mekruhtur.Fukahadan bir zat 'sedl' hakkında üçüncü bir görüş belirterek şöyle demiştir: 'Sedl', izar denilen ve bedenin belden aşağısını örten elbisenin orta kısmının baş üzerine konularak sağ ve sol uçlarının aşağı sallanıp omuzların örtülmemesidir. Sonraki ulemaya ait olan bu görüşün bence hiçbir kıymeti yoktur. İlk iki görüş ilgilenmeye layıktır. Çünkü her ikisi de ilk devir ulemasının görüşlerine dayanmaktadır.

15[15] Benzer hadisler için b. Buhârî, Ezan/112; Müslim, Salat/74-76; Ebu Davûd, Vıtr/29; Mu-vatta', Nida/46; İbni Hanbel, 11/312, 459.

Page 9: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Elbiseyi çekiştirmek de sakıncalı görülerek nehyedilmiştir. Bu, secdeye gidilirken elbisenin ön veya arka kısmını çekiştirmek şeklinde olur. Kamis olarak isimlendirilen ve üst kısma giyilen giysinin kenarlardan sıkıştırılması da, yukarıdaki fiil Kapsamına girdiği için mekruh görülmüştür. Bunun mekruhluğu, Ahmed b. Han-bel'den (ra) de rivayet edilmiştir.Ömer b. Hattab'm (ra) çocuklarından birinden bununla ilgili ruhsat bulunduğuna dair bir görüş "rivayet edilmiştir. Buna göre Allah Resulü (sav), sarığını karnisinin üzerine kuşanarak namaz kılmıştır. Çekiştirme fiili, saç için de sözkonusu olabilir. Saçları uzun olan kimse, onlara toka ve benzeri bir şey takarak namaz kılmam alıdır.Bir hadis-i şeriflerinde Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yedi uzuv üzerine secde etmekle, saçları ve elbiseyi bağlamamakla emrolundum".16[16] Allah Resulü (sav), namazda eli böğre ve elleri bele koymayı da nehyetmiştir. Kıyam esnasında pazılar bedenden uzak tutulmalıdır.Secdeye giderken şöyle bir sıralama takip edilmelidir: Yere önce dizler, ardından eller, ardından yüz temas etmelidir. Yüzde de alın ve burun yere temas etmelidir ki bu ikisi tek bir uzuv sayılmıştır. Kalkılırken, ayak uçları üzerinde kalkılın alıdır. Kişi eğer zayıf bünyeli ise, kalkarken ellerini yere dayanak yapabilir.Namazda, sağa sola meyi edilmemelidir. Göz ucuyla da olsa sağa sola bakılmamak dır. Gözünü secde ettiği noktaya dilemelidir. Eğer böyle yapmazsa, yüzünü kıble istikametine çevirmelidir. Namaz esnasında bedenin hangi bir yeriyle oynanmamalıdır.Said b. el-Müseyyeb'den şu hadise nakledilmiştir: O, namazda sakalıyla oynayan birini görmüştü. Bunun üzerine şöyle dedi: Bu kişinin kalbinde huşu olsa, uzuvlarında da huşu olurdu. Allah Re-sulü'nden de (sav) bu mealde bir hadis-i şerif rivayet edilmiştir.Namazda bazı rükünleri aralıksız eda etmek de nehyedilmiştir. Bunlar beş adettir. İkisi imama, ikisi imama uyan kişiye, biri de her ikisine birden düşer.İmama düşenler şunlardır: İftitah tekbirinden hemen sonra kı-raata başlamak; Kıraatin hemen ardından rükuya eğilmek.İmama uyan cemaata düşenler ise şunlardır: iftitah tekbirini imamın tekbirinden hemen sonra almak; Selamı imamın selamının hemen ardından vermek.Sonuncusu ise, farz selamının hemen ardından nafile selamını vermek. Bu ikisi arasında bir süre bulunmalıdır. Bir zat şöyle demiştir: Selam vermek kesmek, tekbir getirmek bağlamaktır.Bir rivayette de şu hususlar yeralmıştır: Namazda, şeytandan kaynaklanan yedi şey vardır: Uyuklamak, vesvese, esneme, kaşıntı, sağa sola dönme, birşeyle oynama.Bir zat ise bunlara sehiv ve kuşkuyu ilave etmiştir. Seleften bir zat şöyle demiştir: Dört şey vardır ki namazda olmaması gereken batıl işlerdendir: Sağa sola dönmek, yüzü ovmak, yumurtaları düzeltmek ve insanların önünden gelip geçtiği bir yerde namaz kılmak. Başka bir zat bu hususlara şunu ilave etmiştir: İlk safta yer varken ikinci safta namaza durmak.İdrarını tutan, büyük abdestini bekleten ve mestleri dar olan kimsenin namaz kılması da nehyedilmiştir. Çünkü bunlar, inşammeşgul eden hususlardır. Aynı şekilde öfkeli ve bir hususta kaygılı kimsenin namaz kılması da mekruh görülmüştür. Bir şeye acil ihtiyacı olan kimsenin durumu da böyledir.Bunların rahatlaması halinde kılacakları namaz, kalblerinin mutmain olması bakımından daha sağlıklı olacaktır. Karnı aç ve aklı yemekte olan birinin namazı yemekten sonra kılması daha doğru olur.Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Yemek hazırlandığında ve namaz vakti girdiğinde, yemekten başlayın".26 Eğer vakit darsa veya kişinin kalbi mutmain ise, namaz öne alınabilir.Başka bir hadiste de Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sizden biri kızdırılmış iken namaza katılmamalı ve öfkeli iken namaz kılmamalıdır". Hasan el-Basri (ra) şöyle deç-di: Kalbin katılmadığı bir namaz, ilahi cezaya daha yakındır17[17]

16[16] Buhâiî, Ezan/133, 137; Müslim, Salat/226, 227, 229; Nesa'î, Tatbik/40, 43-45, 56, 58.

17[17] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 312-317.

Page 10: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Namazın Faziletleri Ve Adabı:

Burada, namazın fazilet ve adabı ile, buna uygun namaz kılanların durumlarını ve huşu ehlinin namazlarım anlatacağız. Yüce Allah buyurdu ki: "Benim zikrim için namaz kıl". (Taha/14); "Sakın gafillerden olma"18[18]. (A'raf/205); "Sarhoş iken namaza yaklaşmayın ki ne söylediğinizi bilesiniz". (Nisa/43) Bu ayette geçen 'sükâra=sarhoşlar1 ifadesiyle, dünya sevgisinden ve onunla ilgilenmekten sarhoş olanların kasdedildiği söylenmiştir. Allah Teala buyurdu ki:"O kimseler ki onlar namazları üzerinde devamlıdırlar". (Mearic/23)Allah Resulü (sav) de buyurdu ki: "Her kim iki rekat namaz kılar ve o esnada dünyevi bir hususla ilgili olarak nefsiyle konuşmazsa, geçmiş günahları bağışlanır". 19[19] Yine O, şöyle buyurmuştur: "Namaz ancak, çaresizlik, tevazu, yakarış, günahlardan pişmanlık, Allah'a muhtaciyet şuuru ve ellerinizi kaldırarak şöyle demenizdir: Allahım, her kim böyle yapmazsa o namaz kusurludur". 20[20]

Önceki semavi kitaplarda Yüce Allah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben, her namaz kılanın namazını kabul etmem.Ben ancak azametim karşısında tevazu gösteren, Bana karşı kibirlenmeyen ve karnı aç yoksulları Benim için doyuran kimsenin namazını kabul ederim".Namaza yönelirken sağında solunda kimlerin bulunduğunu bilmeyerek yalnız Zat-ı İlahi'nin huzurunda olduğunu hisseden kimselerden olmalıdır. Muhakkak ki bu, kıyamın güzelliğindendir. Bazı müfessirler, Allah Teala'nın "Onlar namazlarında huşu sahibidirler". (Müminun/2) buyruğunun tefsirini bu şekilde yapmışlardır.Bu babda Said b. Cübeyr'den şu söz rivayet edilmiştir: İbni Ab-bas'ın (ra) aşağıdaki sözünü duyduğum kırk yıldan beri namazda sağımda solumda kimin olduğuna baknıamışımdır. O şöyle demişti: "Namazda huşu, namaz kılanın sağında solunda kimin olduğunu dahi bilmemesidir".Bişr b. el-Hars da Süfyan'm (ra) şöyle dediğini nakletmiştir: Huşu göstermeyen kimsenin namazı fasit olmuştur. Muaz b. Ce-bel'den de (ra) şu söz rivayet edilmiştir: "Namazda sağında solunda kimin olduğunu isteyerek öğrenen kimsenin namazı boşa gitmiştir". Bu rivayet, İsmail b. Ebi Ziyad tarafından Bişr b. el-Hars ve başka ravüere isnad edilmiştir.Süfyan-ı Sevri'den şu söz rivayet edilmiştir: "Her kim namaz esnasında duvarda veya seccadede yazılı bir kelimeyi okursa onun namazı boşa gitmiştir". Bişr dedi ki: O, bununla şunu kasdetmiştir ki yazılı birşeyi okumak, namaz esnasında başka bir işle uğraşmaktır.Namazda devamlılığın şartı ise, onda sükuneti muhafaza edip başka birşeyle iştigal etmemektir. Allah Teala'nın "O kimseler ki onlar namazları üzerinde devamlıdırlar". (Mearic/23) buyruğu da bu yönde tefsir edilmiştir. Ayette geçen devamlılık, sükun bulma ve itmi'nan olarak tefsir edilmiştir.Arap dilinde, 'devamlı su1 ifadesi de, yatağında sükunet içinde akan su için kullanılmıştır. Sahabeden bir zat şöyle demiştir: İnsanlar Kıyamet günü, namazdaki itmi'nan ve sükunet gibi duruşları üzere hasredilirler.Namazdan lezzet ve tat almak gerekir. Kalp, namaz esnasında kavramaya yönelmeli ve tevazu için de huşu göstermelidir. Bütün uzuvlar Allah korkusu karşısında sükunete boğulmaiıdır.Kıraati, tertil üzere yapmalı, okunan İlahi Kelam'm manaları üzerinde tefekkür edilmelidir. Kafalarda Allah Teala'ya muhtaç oluşun güzelliği yeretmelidir. O'nun muradına uygun olmaya çalışılmalıdır. O'nun Kitabı'nda gizlediği sırlara muttali olabilmek için talebkâr olunmalıdır.Namaz esnasında Kur'an-ı Kerim'i okurken bir rahmet ayetiyle karşılaştığında onu arzulaman

18[18] İbni Hanbel, 11/103

19[19] Buhârî, Vdu'/24, 28, Savm/27; Müslim, Taharet/3, 4; Ebu Davûd, Taharet/51; Nesa'î, Taharet/27, 68, 93.

20[20] Benzer manadaki hadisler için b. Ebu Davûd, Tatawu713; Tirmizî, Mevakît/166; İbni Mâce, İkameyi72; İbni Hanbel, 1/211

Page 11: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

ve istemeli, bir azap ayetiyle karşılaştığında ise korkup Allah'a sığınmalıdır. Teşbih ve ta'zime dair bir ayete rastladığında hamd, teşbih ve tazimde bulunmalıdır. Bunu diliyle söylemesinde de bir mahzur yoktur. Eğer kalbinde tutar ve kaygısını ona yönlendirirse, o zaman da kalbi diline vekalet etmiş olur.Kulun fakirlik ve muhtaciyeti, istek ve niyazının sonsuzluğunu muciptir. Allah Teala'nın şu ayetinin iki farklı tefsirinden biri bu manadadır: "Kendilerine verdiğimiz Kitab'ı hakkıyla okuyanlar, işte onlar ona iman ederler". (Bakara/121)Hakiki müminlerin, Kur'an tilaveti hakkında sahip olmaları gereken sıfat işte budur. Kulun kalbi, namazın rükünlerinden birinin sıfatı üzere olmalıdır. Kaygı ve tasası ise, yakarışın bütün manalarına bağlı kalmalıdır.O, 'Allahü Ekber5 dediği zaman, O'nun diğer bütün varlıklardan büyük olduğunu bilir. O'nun küçüklerden daha büyük olduğunu değil, büyüklerin en büyüğü olduğunu kasdeder.Kulun bütün kaygısı herşeyin sahibi ve ulular ulusu olan Hak Teala olunca, Allah'ı zikretmek de onun kalbinde en büyük yeri kaplar. Çünkü kalbi, Rabbi'nin "Allah'ın zikri hiç kuşkusuz en büyüktür" (Ankebut/45) buyruğuna muvafakat eder.Dili de Ekber Teala'nm müşahedesinde kalbine muvafakat eder. O'nun kelamını bu sıfatla okur ve basiretle bakar. Allah Teala "Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?" (Beled/8) ayetinde, basiret gözünü dilin önüne koymuştur. Allah Teala dili öne geçirmemekte, görme duyusunu sonraya bırakmakta, böylelikle kulun niyeti sözüne mutabık olmaktadır.Böyle yapan kul, içinde yaşadığı anda söylediği ile amel eder olmaktadır. Bu, kulun uyarı ve aleyhinde delil olmak üzere emrolun-duğu bir mesuliyettir. 'Allahü Ekber=Allah en büyüktür diyen kul,bunu söylerken başka birinin sözünü nakletmemekte, başka birinden haber vermemektedir. Aksine o, bunu söylerken şehadeti üe varolan mananın hakikatine ermiş bir haldedir. Bu, marifet ehline göre vaciptir. Zira iman, her hususta söz ve ameldir.'Allahü Ekber' dediğiniz zaman, söze uygun amel, Allah Tea-la'nın kalbinizde herşeyden daha büyük olmasıdır. Bu, ahdi gözetmenin gereklerindendir. Böylelikle de, Allah Teala'nm şu buyru-ğundaki övgü ve senaya mazhar olunabilir: "Ve o kimseler ki onlar, emanetlere ve ahitlerine riayetkardırlar". (Müminun/8)Ahit, dille verdiğiniz söz, riayet ise, kalp ile vefa göstermektir. Böylelikle Allah Teala'nm "Her kim Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse, Allah da kendisine çok büyük bir ecir verecektir" (Feth/10) buyruğundaki büyük ecir hakedilmiş olur.'Allahü Ekber derken, küçük dünya kralları kişinin kalbinde yüceler yücesi Allah Teala'dan daha büyük bir yere sahip oluyorsa, o kişi tekbir cümlesiyle amel etmemiş sayılır. İmanın hakikati de bu değildir. Çünkü o, söz ile ameli birbirine uygun kılmamıştır. O, sadece diliyle birşey söylemiştir.Söz ile amelin birlikteliği, ancak ahiret müşahedesine sahip olanlar için geçerlidir. Ahiret onların gözlerinin nurudur. Yüce Allah buyurdu ki:"Sizin yanmızdakiler -dünya- fanidir. Allah'ın katındaki -ahiret- ise bakidir". (Nâhl/96) Yine O (sav), şöyle buyurmuştur: "Mutluluğum namazda kılınmıştır".21[21] Çünkü namaz kılan kişi, Rab-bi'nin huzurundadır. Kulundan rızasını da namazda kılmıştır.Yüce Allah buyurdu ki: "Muhakkak Allah'ın zikri en büyüktür". (Ankebut/45) Çünkü zikne konu olan Hak Teala en büyük ve en yücedir. Allah Teala, namaz ile, zikrullah'm murad edildiğini de şu ayet-i kerimede haber vermektedir: "Benim zikrim için namaz kıl". (Taha/14)Allah Resulü'nden de (sav) bu manada şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Namazın farz kılınması, hac ve tavafın emredilmesi ve hac menasikinin iş'arı ancak zikrullah'ı ikame etmek içindir", (in-nema furidetis salat üş'irat menasik) Kalbinizde zikredilmesi gereken Hak Teala olmadığı zaman O'nu zikretmek için kılman namazın ne kıymeti olabilir?Allah Resulü (sav) Enes b, Malik'e (ra) şöyle buyurmuştur: "Namaz kıldığın zaman, nefse,

21[21] Nesa'î, Nisa/l; İbni Hanbel, III/128, 199, 285.

Page 12: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

hevaya ve hayata veda ettirecek ve Mevla'ya yönelecek şekilde kıl". 22[22] Yüce Allah buyurdu ki: "Ey insan! Sen Rabbine varıncaya kadar kadar çalışıp çırpınmadasın". (İnşikak/6); "Allah'tan korkun ve O'nu kavuşacağınızı bilin". (Bakara/223).Allah Resulü (sav) de buyurdu ki: "Benim mutluluğum namazda kılınmıştır 23[23] O, namaz esnasında 'Ekber Teala'yı görmekte ve ve gözleri O'nunla huzur bulmaktaydı.Ali ah Resulü (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Her kimin namazı kendisini fuhuş ve kötülükten uzaklaştır-mıyorsa, Allah Teala'dan daha fazla uzaklaşmasından başka birişe yaramaz".Bu babda başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim yalancı şahitliği ve emanetlere ihaneti terket-mezse, (şunu bilsin ki) Allah Teala onun (oruç tutarak) yeme ve içmeyi terketmesine muhtaç değildir". Buna göre namaz ve oruçtan yegâne maksadın günahlardan uzaklaşmak olduğu ortaya çık-maktadmNamaz kılmanın ve onu kemale erdirmenin gereklerinden biri de vakit girmeden önce abdest almaktır. Böylelikle namaz vakti girdiğinde namazdan başka bir işle meşgul olması gerekmeyecektir. Bu esnada bütün kalbi, kafası ve tasası Rabbi olmalıdır. Rabbi, kalbinde olmalıdır. Kelamı ile O'na nazar etmeli ve Hitabı ile O'nunla konuşmalıdır. Yakarışı ile O'nu düşünmeli, sıfatları ile O'nu tanımaya çalışmalıdır.Şüphesiz konuşulan her kelime, O'nun isimlerinden, sıfatlarından, ahlakından, hükümlerinden, iradesinden veya fiillerinden birinin manasını muhtevidir. Çünkü Kelam, sıfatların manalarını bize bildirir ve sıfat sahibine delalet eder.Hitab-ı Hahi'nin her kelimesinde farklı on yöne giden manalar gizlidir. Arifler için bu yönlerin her birinde bir makam ve türlü müşahedeler mevcuttur. Bun yönlerin ilki o kelimeye iman etmek, teslim olmak, ona yönelmek, onun için sabretmek, ona rıza göstermek, ondan korkmak, ondan ümitvar olmak, onun için şükretmek, ona muhabbet beslemek ve onun hakkında mütevekkil olmaktır. Bu on makam, yakin makamları olarak bildiğimiz makamlardır. Allah Te-ala'nın kelimesi, yakinin ta kendisidir.Saydığımız manaların tamamı da, yakarış ve yalvarış ehlinin müşahede ettikleri her kelimede gizlenmiş olarak mevcuttur. İlim ve hayat ehli de bunları bilir. Çünkü Mahbub Teala'mn kelamı, kalplerin hayat kaynağıdır.O'nun kelamını ancak hayat sahiplerini uyarır ve ancak ona icabet edenler hayat bulurlar. Yüce Allah buyurdu ki: "O ancak bir zikir ve apaçık bir Kur'an'dır. Hayatta olanları uyarmak için (indirilmiştir)". (Yasin/70); "Size hayat verecek bir şeye çağırdıklarında Allah'a ve Resulü'ne icabet edin". (Enfal/24)Açıkladığımız on müşahede, ancak AJızab suresinde anılan makamları geçenler tarafından görülebilir. Bu makamların ilki, müs-lümanlarm makamı, sonuncusu da zikir ehlinin (=zâkirun) makamıdır. Zikir makamından sonra sözkonusu on müşahede gelir.Bu müşahedelere vakıf olanlar, Allah Teala'ya yakarmaktan asla sıkılmazlar. Çünkü onlar Allah Teala'mn yakın dostlarından olmuşlardır. Anlayış ve lezzetten dolayı O'nun huzurundaki kıyam da kendilerine ağır gelmez. O'nun huzurunda durmak da, merhametine yakınlığından dolayı kendisine kolay gelir. O, Hak Tea-la'dan gelen azarı da, O'na yakınlığın verdiği tadı da nimet bilir. Bu noktada olan kul, namazda uzun uzun Kurban okur. O, bunu kıblenin namaz içinde derecelenmesi gibi görmez. O, ona şahit olmaz. Çünkü kıble onun ardında, o ise kıblenin önündedir.Kıyam da böyledir. Kıyamda, o kendisini taşımaz, o taşıyıcısı ile beraberdir. Rivayete göre, yakin sahibi kul namaz için abdest aldığı zaman yeryüzünün şeytanları ondan uzaklaşırlar. Zira ondan korkarlar. O, Hak Teala'mn huzuruna girmeye hazırlanmaktadır.Tekbir getirdiği zaman, İblis ondan perdelenir ve onunla arasında duvarlar örülür. Hiçbir şeytan ona bakamaz. Cebbar olan Hak Teala onlara Zatı ile karşı durur. 'Allahü Ekber1

22[22] Benzer manadaki hadisler için b. İbni Mâce, Zühd/15; İbni Hanbel, V/192

23[23] Nesa'î, Nisa/l; İbni Hanbel, IH/128, 199, 285

Page 13: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

dediğinde melek onun kalbine bakar ve orada Allah'tan başka hiçbir şeyin büyük olmadığını görerek şöyle der: Sözünle olduğu gibi kalbinle de Allah'a sadık kaldın.O esnada kalbinden bir nur çıkar ve bu nur, Arş'm melekütuna ulaşır. Bu nurla herşey, yeryüzünün ve göklerin melekûtu ona açılır. Toplanan nurlar kadar kendisine hasenat yazılır.Gafil veya cahil biri abdeste başladığında bala üşüşen sinekler misali, şeytanlar onun başına üşüşür. Böyle biri tekbir getirdiği zaman melek onun kalbine bakar ve orada bulunan hemen herşeyin Allah Teala'dan daha büyük olduğunu görür ve şöyle der: Yalan söylüyorsun! Kalbindeki Allah, dilinde söylediğin gibi değil!Bunun ardından onun kalbinden bir duman yükselir ve göklerin alt kısmına ulaşır. Bu duman, onun kalbine perde olur ve bu perde onun kıldığı namazları geri gönderir. Şeytan onun kalbini kuşatarak ona üfürmeye, vesvese vermeye ve ona birtakım şeyleri güzel göstererek namazı tamamen terketmeye sevkeder.Bu kişi, Öyle bir hale gelir ki bulunduğu durumu dahi aklede-mez olur. Bu hususta şöyle bir söz rivayet edilmiştir: Şeytanlar, eğer Adem oğullarının kalpleri çevresinde dolaşmasalardı, göklerin melekûtunu gözlerlerdi.Rivayete göre Allah Resulü (sav) Kıble'ye bakarken ortada bir balgam görmüş ve çok kızmıştı. Sonra elindeki bir hurma çöpüyle onu temizlemiş ve 'Bana misk getirin' buyurmuştu. Ardından balgamın izini zaferanla silmiş ve bize dönerek şöyle buyurmuştu: Hanginiz suratına tükürülmesinden hoşlanır. Biz de 'Hiçbirimiz' dedik.Bunun üzerine şöyle buyurdu: Sizden biri namaza başladığında şunu bilsin ki Allah Teala, kendisi ile kıble arasındadır. Bu hadisin başka bir lafzında ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: Allah Teala onunla yüzyüze gelir. Hiçbiriniz O'na doğru tükürmesin. Sağa doğru da tükürmesin. Ancak sol tarafına veya sol ayağının altına tükürsün. Eğer çok acil bir durum olursa, o vakit elbisesinin içine tükürsün ve üstünü örtsün". 24[24] Bunlar, namazın hakiki adabıyla ilgili hususların bazılarıdır.Konuyla ilgili olarak bize ulaşan rivayetlerden biri de şöyledir: Kul, namazda 'Allahü Ekber5 diyerek kıyam ettiği zaman Allah Teala meleklere şöyle buyurur: Benimle kulum arasındaki perdeyi kaldırın. Kul, namazda bir yana yöneldiği zaman ise şöyle buyurur: Ey kulum, kime yöneliyorsun? Ben senin için, yöneldiğin şeyden daha hayırlıyımdır.Namaza niyetlenen kimse ayağa kalktığı zaman, kalbi alemlerin Rabbi için bir gün boyunca kıyam ettiğine şehadet eder ki bu günün mikdarı, elli bin senedir. Sonra Huzur-u İlahi'deki duruşuna şehadet eder. Çünkü o, gaflet ehlinden değildir. O'nun varlığını görmeyişi onu üzer, varlığının iclali yaklaştırır ve kendisine en yakın olan Hak Teala'nın tazimi ona hakim olur. Herşeyi murakabe eden Allah Teala'nın korkusu onu içine alır.Kur'an okumaya başladığı zaman, Kelam Sahibi ile olan beraberliği onun kaygısını azaltır. Kalbi onu anlamakla, onun feyzi ile açılmakla meşgul olur. Rükuya eğildiği zaman, Yüce Allah'ın yüceliğini ikrarla birlikte kalbi durur ve kalbinde Allah Teala'dan daha yüce hiçbir şey bulunmaz. Rükudan kalktığı zaman hamdın ancak övgülere layık olan Allah Teala'ya mahsus olduğuna şahit olur.Çok seven ve sevilen Hak Teala'ya şükrederek durur. Bu, Allah Teala'dan daha fazla sevabı gerektiren bir harekettir. O kulun kalbi ise rıza ile sükun bulmuştur. Çünkü hamdin hakikati rızadır. Secdeye vardığında kalbi, ulvi mertebelerde yükselir ve Arş-ı A'la'ya yaklaşır. Yüce Allah buyurdu ki: "Secde et ve Allah'a yaklaş". (Alak/16) Müşahede ehli secde noktasında üç makamda yerahrlar Bunlardan ilkinde, kul secde ettiği zaman kendisine Ceberût-i A'la açılır ve Karib Teala'ya doğru yükselir ve O'na iyice yakınlaşır. Bu, mahbublardan olan mukarrebunun (=Allah Teala'ya yakın kı- İmanlar) sahip oldukları makamdır.

24[24] . Bu manadaki hadisler için b. Buhârî, Salat/34, 35, 36, 39, Ezan/94, Amel fi's-salat/12, Edebe/75; Müslim, Mesacid/50-53, Zühd/74;

Ebu Davûd, Salat/22; Nesa'î, Mesacid/32, 35; İbni Mâce, Mesacid/10, İkamet/61; Dârimî, Salatfllö; Ibni Hanbel, II/6, 18, 29, 32, III/6, 9, VI/148

Page 14: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

İkincisinde, kul secde ettiği zaman kendisine İlahi İzzet'in me- ^ lekütu açılır ve o kişi, Kadir-i Ecell'in sıfatlarından biri üzere yeryüzü toprağına secde etmiş olur. Bu yüzden kalbi kırılır ve Yüceler Yücesi Rabbi'nden tevazu gereği korkar. Bu da abidler arasındaki korku ehlinin makamıdır.Üçüncüsünde ise, kul secde ettiği zaman kalbi göklerin ve yerin melekütunda gezinir, ilahi faidelerin zariflikleriyle sevaplandırılıp bize gizli mükafaatlara şahit kılınır. Bu da taleb ehli arasında. lunan sadıkların makamıdır. Bir dördüncü zümre daha vardır, ancak bunların zikre değer bir meziyetleri yoktur. Bunlar övgüyü de haketmezler. Bunlar namaz kıldıklarında bütün kaygı ve tasaları, Allah Teala'nın vereceği ödüller ve dünyevi beklentilerle doludur. Bunlar himmetlerinin düşüklüğünden dolayı ulvi şehadetlerden mahrum bırakılmış kimselerdir. Hevalanna esir oldukları için yüce ufuklara sehayetten alıkonulmuşlardır. . Namaz kılan kul, dua ettiği zaman, dua edilene nazar ede1» ve herşeyi O'ndan bekler. Böylelikle dua edilen Allah Teala, ayni (zamanda rica edilen 'Mercuvv' olur.Namazı hakkıyla kılan kul, Rabbi'ni övme, hamdetme, nimetlerine şükranda bulunmaya o kadar dalar ki kendi dünyevi ihtiyaçlarını unutur. Mevlası ile meşguliyetinden dolayı kendini ihmal eder. O'na olan övgüsünün güzelliğinden dolayı Rabbi'nden isteklerde bulunmayı akledemez.Dua eden bu kul, Allah Teala'dan mağfiret dilediğinde tevbenin sıfatları ve tevbekarm hükümleri hakkında düşünür. Geçmiş günahları üzerinde tefekkür ederek istiğfarını saflaştırmaya, tevbe ve özrünü halis kılmaya çalışır. Rabbi'nin yolunda dosdoğru yürüme niyetini tazeler.Bu istiğfarı sayesinde, Allah da ona esenlik ve ikram nasip eder. Böyle bir kulun kıldığı namazın faziletleri hakkında birçok hadis ve söz nakledilmiştir. Öyle biri namaza durduğu zaman, onunla Rabbi arasındaki perde kaldırılır ve Rabbi onunla bizatihi yüzyüze gelir. Melekler omuzlarının üstünden havaya yükselirler ve onunla birlikte namaz kılarlar. O dua ettiği zaman duasına 'amin' derler.Göğün eteklerinden saç diplerine doğru iyilikler saçılır. Bir inü-nadi ona nida ederek şöyle der: 'Eğer yakarıp münacaat eden, mü-nacaat edileni bilseydi, namazını asla bitirmezdi'. Göğün kapıları da namaz kılanlar için açılır.Allah Teala, melekler karşısında namaz kılan kullarının safla-rıyla Övünür. Tevrat'ta şöyle yazılıdır: 'Ey Adem oğlu, Benim huzurumda gözyaşlarıyla namaz kılmak için kıyam etmek hususunda acze düşme. Ben senin kalbine çok yakın olan Allah'ım. Sen gayb aleminde Benim nurumu gördün', Bize göre, ihlasla namaz kılan kulun hassasiyet ve ağlayışı ve ona açılan kapılar Allah Teala'mn onun kalbine yaklaşmasının ne-ticelerindendir. Sahabeden bir zat, Allah Resulü'ne (sav) şöyle demişti: Cennette sana refik olabilmem için Allah Teala'ya dua et. O da kendisine, 'Sen de secdeyi çoğaltarak bana yardım et1 buyurdu25[25]

Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala'mn yarattıklarına farz kıldığı hususlar arasında tevhidden sonra gelen namazdır. Eğer O'na namazdan daha sevimli gelen bir şey olsaydı, melekler kendisine onunla ibadet ederlerdi. Halbuki onlardan kimi rükuda, kimi secdede, kimi kıyam, kimi kade halindedir".Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Namaz, yeryüzünde Allah Teala'ya hizmettir. Başka bir zat ise şöyle demiştir: Namaz kılanlar, Allah Teala'mn arzı üzerindeki hizmetçileridir. Denir ki: Göklerde namaz kılan melekler, 'Rahman'm hizmetçileri' olarak isimlendirilmişlerdir. Onlar, diğer elçi melekler karşısında bu isimleriyle iftihar ederler.Denir ki: Mümin iki rekat namaz kıldığı zaman, herbirinde on-bin meleğin bulunduğu on saf melek kendisine hayranlıkla bakarlar. Allah Teala da yüz bin meleğe karşı onunla övünür. Meleklerin hayrete düşme sebebi, kulun namaz kılarken dört erkanı ile birlikte eda etmesidir

25[25] Müslim, Salat/225; Ebu Davûd, Tatawu'/22; Nesa'î, Tatbik/79; İbni Hanbel, IV/9.

Page 15: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

ki bunlar; kıyam, rüku, kade ve secdedir. Hakikatte bu dört erkan kırkbin meleğe taksim edilmiştir. Kıyam eden melekler, Kıyamet gününe kadar rükuya eğilmeyip sadece kıyamda dururlar. Secde eden melekler de aynı şekilde Kıyamet'e dek başlarını kaldırmazlar. Rüku ve secde eden meleklerin durumları da böyledir.Allah Teala, anılan dört erkana ilaveten altı erkanı da Adem oğluna nasip etmiştir ki bunlar; kıraat, hamd, istiğfar, dua, Allah Resulü'ne (sav) salat ve selam getirmektir. Allah Teala bu rükünleri de altmışbin meleğe taksim etmiştir. Meleklerden her bir saffln görevi, bu altı zikirden biri ile meşgul olmaktır. Melekler, bu altı farklı zikrin iki rekatlık namazda cemedildiğini görünce hayrete düşmüşlerdi.Allah Teala da bu hususiyeti nasip ettiği kuîuyla meleklere karşı övünmüştü. Zira O, bir kulun iki rekat namazda cemettiği sözkoiiusu erkan ve zikirleri yüzbin meleğe taksim etmişti. Mümin, işte iju hususiyetiyle meleklerden üstün kılınmıştır. Yakin sahipleri de, kalbi amellerin müşahede edildiği makamlarca yer değiştirnıeleriyle meleklerden üstün kılınmışlardır. Yakin sa-liipleri, bu makamları cemeder ve bunlardan daha yükseklere çıka-bilirler. Melekler ise, konuldukları makamlardan yükseltilmezler. Her melek, kendisi için tahsis edilen malum bir makamda ve o makamdan başkasına nakledilmez. Şükür, korku, rica, Aaşyet ve muhabbet bu makamlardan bazılarıdır. Melekler, kendilerine tahsis edilen makam içinde yükselme imkanına sahiptirler. Onlar, kuvvet ve gayretleriyle aynı makam içinde yüksek derecelere çıkabilirler. Halbuki bu makamlar, yakin sahibinin kalbinde cemedilmiştir. Sözlerin en doğrusuna sahip olan Allah Teala, mümin dostlarının sıfatları hakkında şöyle buyurmaktadır: "Namazlarında huşu sahibi olan müminler felaha erdiler. Onlar, boş sözden yüz çevirirler". (Müminun/1-3)Allah Teala iman ile birlikte zikrettiği bu kullarını namazları sebebiyle medhetmiştir. Onların namazlarını da, huşu sıfatıyla Övmüştür. O, onların sıfatlarının başında da namazı zikretmiştir. Bu ayetin sonunda ise şöyle buyrulmaktadır: "Ve o kimseler ki namazlarında devam ederler". (Müminun/9) Görüldüğü gibi Allah Teala'mn onları tavsifi, namazla başladığı gibi, yine namazla noktlanmaktadır.Allah Teala, namaz kılan kullarını tavsif ederken, onları musibetlerden ve fukaralıktan dolayı feryad eden, sahip olduğu malı Allah yolunda harcanmayanlardan müstesna kılarak şöyle buyurcnak-tadm: "Onlar namazlarında daimdirler". (Mearic/23) O, müminlerin sıfatlarım sıraladıktan sonra da şöyle buyurmaktadır: "Ve o kimseler ki namazlarında devam ederler". (Müminun/9)Eğer namaz, Allah Teala için amellerin en sevimlisi olmasaydı, onu dostlarının ilk ve son sıfatı olarak zikretmezdi. Yine onları, namazda devamlılık ve süreklilikleri meziyetiyle övmezdi. O, mümin kullarını namazda gösterecekleri huşu ile de övmüştür. Huşu; kalbin kırılması, ram edilmesi, tevazu, zillet ve organların terbiyesi, güzel bir ağırbaşlılık ve yöneliş, namazda devamlılık ve süreklilik, kalbin ve uzuvların namaz ile sükun bulmasıdır. Ayetteki 'muhafaza devam etme' kelimesi; kalbin diriliği, işitmesi, anlayışın duruluğu, zamanlara riayeti ve araçların temizliğinin tamamlanmasıdır.Allah Teala, namaz kılanları bekleyen akıbet hakkında da şöyle buyurmaktadır: "İşte onlar varislerdir ki Firdevs'e varis olurlar Onlar orada ebedidirler". (Müminun/10) Allah Teala'nın onlara nasip ettiği ilk mükafaat felahtır/Felah, zafer ve bekadır. Mükafaat-larm sonuncusu ise Firdevs cennetidir ki o, yurt ve meskenlerin en hayırlısıdır.Onların karşıtları olan cehennem ehli hakkında ise şöyle buy-rulmaktadır: "Sizi 'Sekar* cehennemine sürükleyen nedir? Suçlular şöyle cevap verirler: Biz, namaz kılanlardan değildik". (Müddes-sir/42-43) O, onları kınarken de şöyle buyurmuştur: "Ne iman etti, ne de namaz kıldı", (Kıyamet/31)Allah Resulü (sav), namaz kılmayı engelleyenlere itaat edilmesini nehyetmiş ve namazı emrederek onun Allah Teala'ya yakınlık vesilesi olduğunu bildirmiş ve bunu da şu ayet-i kerimenin izahında zikretmiştir: "Namaz kıldığı vakit, bir kulu engelleyeni gördün mü?...

Page 16: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Sakın ona itaat etme, secde et ve Allah'a yaklaş". (Alak/9-10, 19) Namaz kılanlar, O'nun yarattığı insanlardan bir topluluk ve cennetin varisi olan kullarıdır. Onlar, Allah Teala'nın, gazab yurdu olan cehennemden de kurtarılarak necat ehlinden kabul edilmişlerdir. Allah Teala şefkat ve merhametiyle bizi onlardan kılsın.Namazı sürekli kılmayı teşvik ve yakin ehlinin namazda izledikleri yollar hakkında da şunlar söylenebilir. Allah Teala buyurdu ki: "Muhammed Allah'ın Resulü'dür. Ve O'nunla birlikte olanlar inkar edenlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rüku edenler, secdeye kapananlar olarak görürsünüz". (Fetih/29)Allah Teala, Resulü'nün (sav) ashabını seçmiştir. O'nun ashabı için de namazı seçmiştir. O, namazı Tevrat'ta da, İncil'de de onların sıfatı kılmıştır. Bütün bunlar, namazın ameller arasında en faziletlisi olduğuna delalet etmektedir. O'nun ashabı da amel sahiplerinin öncüleri olarak namaz ile tavsif edilmişlerdir. Allah Resu-lü'ne (sav) amellerin en üstünü sorulduğunda şöyle buyurmuştur: "Vakitlerinde kılman namaz 26[26] Ömer (ra) şöyle demiştir: "Kişinin namazda devamlı olduğunu iördüğün zaman onun hakkında iyi düşün. Namazı terkeden biri gördüğünde ise, şunu bil ki o, diğer ibadetleri daha fazla terkedici-Öir". Hasan el-Basri (ra) şöyle derdi: Ey Adem oğlu, namaz sana kolay geldikçe Allah'ın dininde sana güç gelen şeyler de Allah Teala'ya kolay gelir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Namaz dinin direğidir. Onu terkeden küfürdedir". 27[27]

Bu hadisin başka bir rivayetinde ise son kısım şöyledir: "Onu terkeden, küfür ile iman arasındadır". Konuyla ilgili bir rivayet de şöyledir: Her kim tam abdesti ve vaktine bağlı olarak namaza devam ederse, Kıyamet günü onun için bir nur ve rehber yaratılır. Her kim de onu yitirirse, Allah Teala onu Firavun ve Haman ile birilikte hasredilir."Rahman'm katında bir ahit almamış olanlar dışındakiler şefaat (etme hakkına) sahip olamazlar". (Meryem/87) ayet-i kerimesinin tefsirinde de, bu ahdin beş vakit namaz olduğu söylenmiştir. İbni Mesud ve Selman'dan (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Namaz bir tartıdır. Her kim tartıyı hakkıyla yerine getirirse, Allah Teala da onun tartısını hakkıyla ifa eder. Her kim de haksızlık ederse, Allah Teala'nın tartıda haksızlık edenlerle ilgili ne buyurduğunu bi-lirsiniz".Konuyla ilgili başka bir rivayette şöyle denilmektedir: "Hırsızların en kötüsü,mamazdan çalan; rüku veya secdesini tamamlamayan kişidir". Bir diğer rivayette ise şöyle denilmektedir: "Halk içinde namaz kılarken namazı güzelce kılıp, yalnızken erkanına uymaksızın kılan kimsenin hareketi, Rabbi'ni hafife almadır". Bir diğeri de şöyledir: "Kul açıkta ve gizlide namazı güzelce kıldığı zaman Allah Teala meleklerine şöyle buyurur: Bu Benim gerçek ku-lumdur".Ka'b ve başkalarından şu söz nakledilmiştir: "Namazı kabul edilen kimsenin bütün amelleri kabul edilir. Namazı geri çevrilen kimsenin diğer bütün amelleri de geri çevrilir". Denildi ki: "Beş vakit namazları karıştınlrnaksızın ve bir kısmı diğerlerinden veya farzları nafilelerinden üstün kılmmaksızm tam olarak kabul edilen kimse Abdal zümresinin ilmine muttali olur ve sıddık olarak yazılır".Namazların kabul edilişinin alameti, kulu her türlü fahşa ve münkerden sakındırmasıdır. Fahşa; büyük günahlar, münker ise, alimlerin inkar ettikleri hususlardır. Bunlardan uzaklaşan kulun namazı Sidret-i Münteha'ya yükseltilir. Arzu ve hevalarıyla tutuşan kimsenin namazı ise kendisine geri verilir. Çünkü o, yoldan çıkmış ve nevasına tabi olmuştur.Malik b. Dinar ve İbrahim b. Edhem şöyle demişlerdir: Namazını ta'dil ile kılan kişi, ailesine karşı da merhametlidir. Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: Farz namazlar sermayedir. Nafile namazlar ise kârdır. Kâr, ancak sermayenin konulmasından sonra temin edilir. İbni Uyeyne ise şöyle derdi: Kullar, sırf usulü (esas farzları) yitirdikleri için vusulden (Allah'a kavuşmaktan) mahrum kılınırlar.

26[26] Nesa'î, Mevakît/1; İbni Hanbel, 1/451

27[27] Tirmizî, İman/9; Nesa'î, Salat/8; İbni Mâce, İkamet/77; îbni Hanbel, V/346

Page 17: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Ali b. Hüseyin şöyle derdi: Beş vakit namazı vakitlerinde abdes-ti tam alarak kılmaya özen gösteren kimse için dünyada geçim derdi olmaz. Namaz için abdest aldığında da ona selam olur. Rengi değişir, sararır ve titrer. Ona bu husus sorulduğu zaman şu cevabı vermiştir: Siz benim kimin huzurunda durmak, kimin yanına varmak ve kiminle muhatap olacağımı bilmiyor musunuz?Ariflerden bir zat şöyle demiştir: Namazın dört farizası daha vardır: Namaz kılman makamı yüceltmek; Kalbin kaygısını muhlis kılmak; Ne okuduğunu yakinen bilmek; Herşeyi Allah Teala'ya teslim etmek.Ebu'd-Derda (ra) şöyle derdi: Allah'ın en hayırlı kulları, O'nu zikretmek için güneşi, ayı ve gölgeleri iyi gözleyenlerdir. Veki' de şunu söylemiştir: Namazın hibesini vaktinden önce almayan kimse, namaza devamla onu koruyan kimse değildir. İftitah tekbirinde gevşek davrananla da işiniz olmasın. Allah Teala'nm "Rabbinizden bir mağfirete yarışınız". (Al-i İmran/133) buyruğunun tefsirinde, ayetteki 'mağfiret1 ile iftitah tekbirinin kasdedildiği söylenmiştir.Ebu Kahil (ra) Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kırk gün boyunca namazlarını cemaatle kılan ve iftitah tekbirlerini kaçırmayan kimseye iki beraat verilir: Nifaktan beraat ve Cehennem ateşinden beraat".28[28]

Said b. el-Müseyyeb şöyle demiştir: Kırk yıldır cemaatle namaz kıldım ve hiçbir iftitah tekbirini kaçırmadım. O, 'Cami güvercini'olarak anılırdı. Abdürrezzak ise şöyle demiştir: Yirmi yıldır ezanı camide dinlemekteyim. Denir ki: Kıyamet günü namaz kılanlar gruplar halinde çağrılırlar. İlk grup yüzleri parıldayan yıldız gibi ışık saçarak gelir. Melekler onları karşılarlar ve 'Sizler kimsiniz?' diye sorarlar. Onlar da, 'Biz, Muhammed (sav) Ümmeti'nin namaz kılanlarıyız' derler. Melekler kendilerine, 'Dünyadaki amelleriniz nelerdi?' diye sorduklarında ise şöyle cevap verirler: Biz, ezanı işittiğimiz zaman hemen abdeste başlar, başka birşeyle meşgul olmazdık. Bunun üzerine melekler, 'Bunu haketmiş siniz' derler.Ardından ikinci grup gelir. Onların yüzleri de ay gibidir. Melekler kendilerine, 'Siz kimsiniz?' diye sorarlar. Onlar da, 'Biz namaz kılanlarız' derler. Melekler, 'Sİzin namazınız nasıldı?' diye sorduklarında ise şu cevabı verirler: Biz, namaz için, vakit girmeden önce abdest alırdık. Bunun üzerine melekler de, 'Bunu haketmişsiniz' derler.Ardından üçüncü grup gelir. Bunların konumlan ve güzellikleri diğerlerinden daha güzeldir. Yüzleri güneş gibi parlamaktadır. Melekler onlara, 'Sizin yüzleriniz daha güzel ve makamınız daha yüksek, peki siz kimsiniz' diye sorarlar. Onlar da, 'Bizler de namaz kılanlarız' diye cevap verirler. Melekler, Teki sizin namazınız nasıldı?' diye sorarlar. Onlar da, 'Biz ezanı camide dinlerdik' diye cevap verirler. Melekler de, 'Siz bunu haketmişsiniz' diye rek onları selamlarlar.Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Namazın 'salat' olarak isimlendirilme sinin sebebi, onun kul ile Allah Teala arasında 'sıla' yani bağ olmasından dolayıdır. O, Allah Teala'nm kuluna 'muvasale'si yani kavuşmasıdır. Bu buluşma ve erişme, ancak takva sahibi kullar için gerçekleşebilir. Allah Teala buyurdu ki: "Kurbanların ne etleri, ne de kanları hiçbir zaman Allah'a ulaşamaz. O'na ulaşan ancak sizin takvanızdır". (Hac/37)Takva ise, ancak huşu sahipleri için mümkündür. Huşu sahibi, O'nun huzurunda uzun süreler kıyamda durmaktan erinmez, mün-keratı terkedip emirlere uymak kendisine ağır gelmez. Münkeri nehyederek Allah Teala'nm koyduğu sınırları muhafaza edenlerin ödülleri, büyük bir müjdedir. Nitekim O, "Müminleri müjdele" (Yunus/87) buyurmuştur.Huşu sahipleri 'haşi'un', aynı zamanda Allah'tan korkan, O'nu daima zikreden, hükümlerine sabreden ve namazı eda eden kimselerdir. Bu sıfatların hamili olanlar, Allah Teala'dan hakkıyla korkarak tevazu sahibi olan 'muhbitun' zümresidirler. Yüce Allah buyurdu ki: "Muhbitun'u müjdele". (Hac/34)

28[28] Tirmizî, Salat/64

Page 18: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

İbni Mesud (ra) Rebi' b. Haysem'i gördüğü zaman Hac suresinin bu ayetini okur ve şöyle derdi: Yemin ederim ki Muhammed (sav) sen görseydi, çok mutlu olurdu. Onun bu sözünün başka bir rivayetinde ise 'Seni severdi' ifadesi yer almaktadır.Rebi', İbni Mesud'un (ra) evine yirmi yıl boyunca gidip gelmiş bir zat idi. Gözlerini sürekli kısık tutması ve başını sürekli yere eğmesinden dolayıdır ki İbni Mesud'un (ra) hizmetçisi onu görme özürlü sanır ve kapı çalınıp onu kapıda gördüğü zaman efendisine 'Şu görme özürlü dostunuz geldi' derdi. İbni Mesud (ra) da tebessüm ederek 'O Rebi'dir1 derdi.Rebi' bir gün İbni Mesud (ra) ile demircilerin semtine gitmişti. Demirci ocaklarının şiddetle yanışını ve yükselen ateşleri görünce bir çığlık attı ve oracıkta bayıhverdi. İbni Mesud (ra) namaz vaktine kadar başucunda bekledi. Ayılmadığını görünce onu sırtına alarak evine götürdü. Baygınlığı ertesi günün aynı saatine kadar sürdü ve beş vakit namazı da kaçırdı. İbni Mesud (ra) onun başucunda otururken şöyle derdi: Vallahi bu Allah korkusundan başkası olamaz! Rebi' şöyle derdi: Namaza başladığımda, namazda söylediğimle bana söylenenden başka hiçbir şeyle ilgilenmem.Amir b. Abdullah, huşu ile namaz kılanlardan biri idi. Namaza durduğu zaman kızları def çalar ve gönüllerinden geçen şarkıları söylerlerdi. O, bunların hiçbirini işitmez ve aklına sokmazdı. Bir gün kendisine 'Namazda kendi kendinle konuştuğun olur mu?' diye sormuşlardı. O, şu cevabı verdi: Evet, Allah'ın huzurunda olduğumu ve iki cihandan birine yöneldiğimi söylerim. 'Peki, dünyevi hususlarla ilgili birşeyler düşündüğün olur mu?' diye sorulunca şöyle dedi: Vücudumu mızrakların parçalaması, benim için namazda sizin düşündüğünüz şeyleri düşünmemden daha sevimlidir. O, şöyle derdi: Eğer Örtü kaldırılnıasaydı, yakini imanım artmazdı.Müslim b. Yesar, zühd sahibi amillerden biriydi. Namaza başlayacağı zaman, ailesine 'Dilediğiniz gibi konuşabilir, sırrınızı açabi-lirsiniz, çünkü sizi işitmemekteyim' derdi. Yine o, 'Namazda iken kalbimin nerede olduğunu bilir misiniz?' derdi. Bir gün Basra camiinde namaz kılıyordu. Dört payandaya dayalı sütunlardan biri onun hemen ardına düştü.Çevre halkı camiiden gelen gürültüyü duyarak içeri girdiklerinde sütunun devrildiğini, AimYin ise hiçbir şey olmamış gibi namaz kıldığını gördüler. Namazı bittiğinde insanlar yanına giderek kendisini tebrik ettiler. O, şaşkınlık içinde 'Beni neden tebrik ediyorsunuz?' diye sordu. Onlar da, 'Şu sütun devrilerek senin tam arkana düşmüş ve sen de kurtulmuşsun!' dediler. O, 'Ne zaman düşmüş?' diye sordu. 'Sen namazda iken' denilince, 'Ben hiç farkında değilim' demiştir.Namaz ehlinden biri şöyle demiştir: Namaz, ahirettendir. Namaza başladığınızda dünyadan çıkmış olursunuz. Onlardan birine şöyle denilmişti: Namazda hiçbir şeyi zikreder misiniz? O da şu karşılığı verdi: Bana namazdan daha sevimli gelen birşeyi, yani Allah Teala'yı zikrederim. Ebu'd-Derda (ra) şöyle derdi: Fıkıh bilgisi tam olan kişi, namaza ihtiyaçlarını giderdikten sonra başlar. Böyle yapmasının sebebi, namazı kalbi boş olarak eda edebilmektir.Bir rivayette Ammar b. Yasir'le (ra) ilgili şu hadise nakledilmiştir: Ammar (ra), bir namaz kılmış ve namazda acele etmişti. Kendisine, 'Ey Ebu Yakzan, çabucak kıldın' denildi. O da, 'Namazdan herhangi bir şeyi eksilttiğimi gördünüz mü?' diye karşılık verdi.Onlar, 'Hayır1 deyince şöyle dedi: Acele ederek şeytanın hataya ketmesini önledim.Çünkü Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştu: "Kul namaz î olar ama bu namazın sevabından kendisine ne üçte biri, ne yarış ne çeyreği, ne beşte biri, ne altıda biri, ne de onda biri yazılır. Kul için yazılan sevab, namazda aklı ile idrak ettiği kısmıdır".Abdülvahid b. Zeyd bunun icmaya konu bir husus olduğunu bildirmiştir. O bu konuda şöyle demiştir: Ulema, şu husus üzerinde ic-ma etmiştirler ki kul için kıldığı namazda ancak aklıyla idrak ettiği kadarı vardır. Hasan el-Basri (ra) şunu söylemiştir: Kalbinizin hazır bulunmadığı her namaz, sevaptan çok azaba daha yakındır.Denildi ki: Allah Resulü'nün (sav) ashabından ve aralarında Zü-beyr (ra) ve Talha'nın (ra) da

Page 19: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

bulunduğu zatlar, namazlarını hızlıkılarlardı. Bu durum kendilerine sorulduğunda ise şu cevabı verirlerdi: Biz böyle yaparak şeytanın vesvesesinin önüne geçmek istemekteyiz. Ömer (ra) da minberden hitap ederek şöyle demiştir: Öyle insan vardır ki yanakları İslam üzere yaşlanır da Allah Teala için tek bir namazı kamil anlamıyla kılmamış olur. 'Bu nasıl olur?' diye sorulunca şöyle karşılık verdi: Kıldığı namazda Allah Teala'ya karşı huşu, tevazu ve ikbalini yeterince ortaya koymamakla olur.Yüce Allah buyurdu ki: "Kİm Allah'tan daha doğru sözlüdür ". (Nisa/87): "Sarhoş iken namaza yaklaşmayın, ta ki ne söylediğinizi bilesiniz". (Nisa/43) Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kimin kaygıları değişik yerlere kayar ve Allah Teala'nın namazın hangi vadisinde olduğunu umursamazsa helak olur" 29[29]

Ebu'l-Aliye'ye "Ki onlar kıldıkları namazdan habersizdirler" (Ma'un/5) ayetinin tefsiri sorulduğunda şu karşılığı vermiştir: Bunlar, namazlarından habersiz oldukları için tek mi çift mi rekat kıldıklarını bilmeyen kimselerdir.Aynı ayet Hasan el-BasriJye (ra) sorulduğunda, o da şöyle bir açıklama yapmıştır: Bunlarla kasdedilen; amaz vaktinden habersiz oldukları için, namazı kaçıran kimselerdir. Bunlar namazı terket-selerdi inkar etmiş olacaklardı. Oysa onlar dalgınlıkları sebebiylej vakti kaçıranlardırSeleften bir zat ise aynı konuda şöyle demiştir: Bu, öyle bir kimse için geçerlidir ki namazı vaktin başında cemaatla kıldığında buna sevinmez, vakti çıktıktan sonra kıldığında ise buna üzülmez. Başka bir zat ise bu ayetin, vaktinde namaz kılmanın sevap, sonradan kılmanın günah olduğuna inanmayanlar için geçerli olduğunu söylemiştir.Denildi ki: Beş vakit namaz birbirlerine katılarak kul için kamil manada tek bir namaz çıkarılabilir. Başka bir yerde ise şöyle denilmiştir: insanlar içinde öyle kimseler vardır ki onların kıldığı elli namazdan kamil manada beş namaz çıkar. Allah Teala, kulundan farz kıldığı namazları olduğu gibi isteyecek olmadığı takdirde bunları nafile ibadetlerinden tamamlayacaktır.Çünkü O, kuluna ancak takati kadarını farz kılmıştır. O, rahmeti gereği gücünün yetmeyeceği şeyleri farz kılmanııştır. İsa'nın (as) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Teala buyurdu ki: Kulum, farzj larla Benim azabımdan kurtulur ve nafilelerle de Bana yaklaşır". ! Benzer manada bir hadis de Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilmiştir: "Allah Teala buyurdu ki: Kulum Benim cezamdan ancak ona farz kıldıklarımı eda ederek kurtulabilir". Açıklayıcı bir riva± yette ise şöyle denilmektedir:Kulun hesaba çekileceği ilk husus namazdır. Eğer bunlar tam bulunursa diğer hesaba geçilir. Aksi takdirde ise şöyle buyurur!: Kulumun nafileleri var mı bakın. Farzlarının eksiğini nafîleleriyle tamamlayalım. Namazdan sonra gelen her farizada böyle yapılır. Görüldüğü gibi her farzın eksiği kendi cinsinden nafile ibadetlerle tamamlanır. Farzlarda olduğu gibi nafile ibadetlerinde de kusur ve hatalar bulunan kimsenin hesap günündeki hali ne kadar da endişe vericidir!ibni Abbas (ra ) "Gerçekten insan, Rabbi'nin emrettiğim yerine!hım) Bize gücümüzün yetmeyeceğini yükleme". (Bakara/286) Bu meselede birtakım ihtilaf ve şüpheler mevcuttur. Bunlar arasında doğru olanı şudur ki Allah Teala, özellikle de müminlere güçlerinin yetmeyeceği hiçbir şeyi yüklemez.Bu, Allah Teala'nın lütuf ve nimetinin bir tecellisi olarak onlara mahsus kılınmış bir lütuftur. Allah Teala bu özellikle onları inkar edenlere tercih etmiştir. O'nun kullarından bir kısmını diğerlerine üstün kılma hakkı vardır. Çünkü lütuf O'nun elindedir ve onu dilediğine verir. "(Allattım) Bize gücümüzün yetmeyeceğini yükleme". (Bakara/286) ayetinin delaletinden anlaşılan da budur.Allah Teala, adalet ve hikmetinin gereği olarak inkar edenlere güçlerinin yetmeyeceği şeyleri

29[29] İbni Mâce, Mukaddime/23, Zühd/2, 16

Page 20: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

yükleyebilir. Buna delil olarakta şu ayet-i kerime zikredilmiştir: "Rabbinin kelimesi sıdk ve adalet olarak tamama ermiştir. Rabbinin kelimesini değiştirecek yoktur". (En'am/106) Buradaki sıdk müminler, adalet ise inkâr edenler içmdir. Allah Teala, Yusufun (ra) kardeşlerinun dilinden şunu haber vermektedir: "Allah'a andolsun ki O, seni bize tercih etmiştir". (Yusuf/) Görüldüğü gibi bu ayet, Allah Teala'mn insanlardan bir kısmını diğerlerinden üstün tutabileceğinin delilidir. Bunu doğrulayıcı nitelikte görüşler de, aşağıdaki ayet-i kerimenin tefsirini yapan îb-ni Abbas'tan (ra) nakledilmiştir.Bu görüşleri İsmail, Cüveybir'den, o Dahhak'tan, o da İbni Abbas'tan rivayet etmiştir. Allah Teala buyurdu ki: "Ve o kimseler ki iman eder, salih amel işlerler. Biz hiçbir nefse takati olmayanı yüklemeyiz". (A'raf/42) Yani ancak takatinin yettiği ameller yüklenir. Allah Teala müminlere, güçlerinin yeteceği amelleri farz kılmıştır. O, onlara güçlerinin yetmeyeceği amelleri farz kılmamıştır. Bu îb-ni Mesud'un (ra) müminlerin bu özellikle tahsislerine dair söylediğinin aynen nakli olup yukarıda da zikretmiştik.İbni Mesud (ra), bu meselede kalpleri eğrilerek tevil yoluna sapmak isteyenlere şunu söylemektedir:Allah Teala'mn kullarına güçlerinin yetmediği şeyleri yüklediğinde, onlar bunlara ancak Allah'ın verdiği güçle muktedir olurlar. Kul, hareket ve sükununda O'ndan müstağni olamaz. Çünkü O'nun dilemesi olmadıkça kendisinin dilemesi olamaz. O'nun tevfi-ki olmadıkça istitaatı yani güç yitirmesi de sözkonusu olamaz. Güç de hareket verme de O'nunladır.Allah Teala'mn kafirlerin vasıflarıyla ilgili şu buyruğunu işitmez misiniz? "Onlar işitemezlerdi ve göremezlerdi". (Hud/20); "Onların işitme güçleri yoktu". (KenflOl) Buna güç yitiren hakkında da şöyle buyurmuştur: "Ben ancak İslah isterim. Muvaffakiyetim ancak Allah sayesindedir ve O'na tevekkül ettim". (Hud/88)Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim emredildiği gibi namaz kılarsa geçmiş günahları bağışlanır". Kudsi bir hadiste de Allah Teala'mn şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben her namaz kılanın namazını kabul etmem. Ancak yüceliğim karşısında tevazu gösteren, celalim karşısında kalbi titreyen, haramlarımdan arzularını uzaklaştıran, gecesi ve gündüzünü zikrime ayıran, Bana isyanda ısrar etmeyen, yarattıklarıma karşı kibirlenmeyen, rızam için zayıfa merhamet eden ve yoksulu teselli eden kimsenin namazını kabul eder, onun için cehaleti hoşgörü ve karanlığı nur kılarım.0 Bana dua eder, Ben ona icabet ederim, Ben'den ister ona vertrim. Üstüme yemin eder, yeminin yerine getirtirim, onu kuvvetimle korur ve meleklere karşı onunla övünürüm. Onun katımdaki nuru dünya sakinleri üzerine taksim edilse onlara çok bile gelir. O, Firdevs cennetine benzer, ne meyvesi bozulur, ne de hali değişir".Namazla ilgili bir rivayette şöyle denilmektedir: Gece namaza kalkan niceleri vardır ki, onların nasibi uykusuzluk ve yorgunluk^ tan başka birşey değildir. Bir imamın ardında namaz kılıp onun ne okuduğunu bilmeyen kişi, sehiv ve dalgınlığın zirvesindedir. O, imamı dinleme emrini terketmiştir. Böyle biri açısından rahmet-i ilahiden uzaklaşma endişesi mevcutturÇünkü Allah Teala rahme-itini iki şarta bağlamıştır: İlki dinlemek, ikincisi susmaktır.Yüce Allah her iki manayla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: ı'ıKur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun, umulur ki merhamet olunasmız". (A'raG'204); "Kur'an'ın okunuşunda hazır bulunun-jca birbirlerine 'Susun!' dediler". (Ahkaff29)Konuyla ilgili rivayet edilen bir hadis şöyledir: Allah Resulü , (sav), ashabına namaz kıldırmış ve kıraat esnasında bir ayeti okumamıştı. Namaz bittikten sonra sahabeye dönerek (Ben ne okudum?' diye sordu. Sükut ettiler, Übeyy b. Ka'b'a (ra) sordu. Ö da, ,'Şu sureyi okudunuz ve falan ayeti atladınız. O ayetin neshedilip edilmediğini bilmiyorum' dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) 'Sen namaz ehlindensin ey Übeyy' dedi. Sonra diğerlerine dönerek şöyle buyurdu: Namaza gelip saflarını tamamlayan ve içlerindeki peygambere uyan, sonra da onun Allah'ın Kitab'mdan ne okuduğunu bilmeyen kavimlerin hali nice olur! Böyle yapan ancak

Page 21: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

İsrailo-ğullan'dır. Onlar da sizin gibi yapmışlardı. Bunun üzerine Allah Teala peygamberine şöyle vahyetmişti: Kavmine de ki: Bedenlerinizle bana geliyor, dillerinizi bana veriyor ama kalplerinizi benden saklıyorsunuz. Tuttuğunuz bu yol batıldır".Ulemamızdan bir zat şöyle demiştir: Kul, kendini Allah'a yaklaştıracağı düşüncesiyle secdeye varır. Halbuki onun bu secdesin-deki günahları şehrinin halkına taksim edilse, hepsinin helak olması gerekir. 'Bu nasıl olur ey Ebu Muhammed?' denildi. O da şu açıklamada bulundu: Kul, Allah'ın huzurunda secde etmesine rağmen, onun kalbi bir hevayı dinliyor veya kendini kuşatmış bir ba-tıh düşünüyor olabilir. Durum, a3men bu alimin ifade ettiği gibidir. Çünkü bunda Allah Teala'ya yakınlaşmanın saygınlığını ihlal etme, Allah Teala'nm ululuğundan doğan korkudan uzaklaşma söz-konusudur.Şunu biliniz ki namazın size uzun gelmesinde gaflet, kısa gelmesinde ise hata sözkonusudur. Çünkü namazın kişiye uzun gelmesi, ondan tat alınamaması, ağırlaşması ve uzuvlara yük gibi gelmesi demektir. Kısa gelmesi ise, hata ve sehiv bulunması demektir. Bu durumda namazın erkanında bir eksiklik, dalgınlık ve hataya düşme muhtemeldir.Unutkanlık da namazın kısaltılmasının sebeplerindendir. Namazda orta yol; alman zevk, münacaatm tadı, anlayış güzelliği ve himmeti toplama gibi meziyetlerinden dolayı size uzun gelmemesi-dir. Böyle bir namaz, uyanıklığınız, erkanına riayetiniz ve güzelce eda edişinizden dolayı size kısa da gelmeyecektir. Namaz kılanların murakabesi ve huşu ehlinin müşahedesi bu istikamettedir. 30[30]

Namazda Hatırdan Geçenler:

Kul, namaz kılarken hatırına türlü düşünceler gelebilir. Bu kısımda bunların hükümlerini ele alacağız. Kul, namazda hatırladığı bir hayrı yapmak için acele etmelidir. Bu, Allah Teala'ya en sevimli gelen şeylerdendir. Çünkü O, bunu kuluna en sevdiği bir an ve ortamda hatırlatmıştır.Namazda akla gelen mekruh ve çirkin görülen şeyler ise, sakınılması gereken hususlardır. Bu tür şeyler, kulu Allah Teala'dan uzaklaştırabilir. Bunların namaz gibi bir ortamda kendisine hatırlatılması, kulun kınanması, az arlanması ve ikaz edilmesi manasında görülmelidir.Bunların terkedilmesi, Allah Teala'ya yakınlaştırıcı bir adım olup O'na en güzel şekilde uymanın da delilidir. Bu, aynı zamanda kulu Allah'a götüren bir yoldur. Bunlar dışında kulun hatırına gelen, heva ve temenni fikirleri, ya da gelecek veya geçmişe dair hatırlanan düşünceler, kendisini çekemeyen düşmanın telkin ettiği vesveselerden başkası değildir.Düşman bunları telkin etmek suretiyle kulu, namaz erkanından her birinde kalbi ile hazır ve uyanık bulunmaktan alıkoymakister. Kalbini münacaatla meşguliyetten uzak tutmak ister. O, kula faydalı olacak şeyleri perdeleyerek zararlı olacak şeyleri açığa çıkarmaya çalışır. Böyle yapmak suretiyle de namazda söylenen zikirlerden her birinde, o zikrin gerektirdiği tazim, hamd, sena, dua ve istiğfarın hakkıyla ifasına mani olmayı hedefler.Namazda akla gelen geçime ilişkin konular, yaşadığı sosyal ve Özel durumlar ve Allah'a münacaatla ilgili planlar nefs kaynaklıdır^ Bunlar üzerinde düşünmek de dünyevi vesveselerden kabul edilir. Yasak bir işle ilgili niyet ve Allah'a isyana sevkeden günahlar üze-rinde düşünmeye gelince, bunlar tamamıyla helak ve İlahi teveccühten uzaklaşma anlamına gelir. Bu tür kullar, aldatıcı düşmanın hakimiyeti sonucu kötülüğü emreden nefsin sıfatlarım taşıyan kimselerdir. Bu da Allah Teala'nm rızasından uzaklaştırlmanın açık bir işaretidir. Bu gibi kul-; larm gözlerindeki perde de, uzaklaştırlma, yüz çevrilme ve Gazab-ı İlahi'nin açık delilidir. , ' Namazında bu gibi hususlarla uğraşan kimse, bunlarla imtihan edilmektedir. Onun yapması gereken; bunları kalbinden uzaklaştırması, kalbinde ortaya çıkmalarına imkan

30[30] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 317-338.

Page 22: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

vermemesi, şeytana hakim olması ve aklına dayanarak onu dinlememesidir. Şeytanı bastırmalı, onunla konuşmamalı ve ona fırsat vermemelidir. Aksi takdirde şeytan onu zikir ve uyanıklık halinden çıkartarak gaflet ve cehaletin mahmurluğuna şevke decektir. Yasaklanmış olan fiile niyetlenmek de yasaklanmıştır. Araların-! da küçük bir fark vardır. Mubah olan fiile niyet etmek de mubah kılınmıştır. Buna rağmen mubaha niyet etmemek fazilet sayılmış-; tır. Namazda iken akla gelen ve bilahare ifa edilecek bir hayırla ilgili olarak sadece niyet edilmelidir. Bu hayır kendisine hatırlatıl^ mış ve yapması istenmiştir. Anılan iyiliği bilahare yapmaya niyet ettikten sonra namaza devam edilmeli, o iyiliğin nasıl, ne şekilde ve ne zaman yapılacağı üzerinde kafa yorulmamalıdır. Aksi halde gelecekte yapılacak bir fiil sebebiyle o an yapılması gerekeni ihmal etmiş olacaktır. Bu da şeytan için bir kazanç ve düşecekler için tehlikeli bir tuzaktır. ., Namazda nefsi ile veseveselere kapılmamak ve yüreğini vesve1 ıselerden arındırmak için mücahede eden kul, Allah yolunda cihad eden gibidir. O, Allah yolunda önüne çıkan Allah düşmanlarıyla savaş etmektedir. Ona iki ecir vaadedilmiştir:İlki, Allah Teala'ya yaklaşmak için kıldığı namazın ecridir.ikincisi ise, O'nun kovulmuş düşmanıyla girişilen savaşın ecridir. Müminler arasında imam kuvvetli öyle kimseler vardı ki bunlar, Allah düşmanlarına karşı çok sert ve müessir idiler. Namazdal kendilerini müşahededen uzaklaştıracak bir takım esbaba dair fi-l kirler hatırlarına geldiği zaman, bunları kesmeye ve kaynağını kurutmaya çalışırlar. Onları Allah'a yakınlıktan uzaklaştıracak sebeplerin kaynağı dünya olduğuna göre bu kaynağı kurutmaları ge-rekmektedir.Bu da dünya ve onun nimetleri hakkında zühd sahibi olmakla mümkün olabilir. Zühd, Allah Teala'nm onlara ihsan ettiği ve kendileri için murad ettiği bir hususiyettir. Zühd sahiplerinin dünyada zühdü tercih etmelerinin sebeplerinden biri de budur. Böylece kalpleri sebeplere sarılmaktan, amelleri vesveseden arınır.Bu meyanda Allah Resulü'yle (sav) ilgili şu hadise nakledilmiştir: O, bir defasında namaz kılarken üzerinde bulunan kaftanı çıkartıp atmıştı. Sebebi sorulduğunda ise, "Namazda beni meşgul etti" buyurdu. 31[31] Yine O, namazda ayağındaki yeni terliğin tokasına bakmış ve dikkatini çekmişti. Namazdan sonra bu tokanın sökülmesini ve eski bir toka takılmasını emretti.Bir defasında da yeni bir nalın giymişti. Güzelliğini beğenmişti. Namazdan sonra, "Rabbimin bana gazap etmemesi için tevazu sahibi olmalıyım" buyurdu ve yeni nalınlarını sokakta karşılaştığı ilk dilenciye verdi. Sonra da Ali'ye (ra) pazardan sade ve gösterişsiz bir çift nalın almasını emir buyurdu ve onları giydi.Müminler arasında zayıf olanlar da vardır. Bunlar, şeytanı kovmaya, onunla aynı ortamı paylaşmayı ve geldiği anda onunla konuşmamaya çalışırlar. Bunların önceden değil de geldiği anda şeytanla mücadeleye girişmeleri, imanlanndaki bir takım zaaflardan dolayıdır. Onların kalplerinde de süratle uyanma melekesi mevcuttur.Kalbi afetler, nevanın verdiği imkanlar ve şeytanların kalplerde yer bulmasından kaynaklanır. Hevaya imkan tanınması ve şeytanın güçlenmesi ise, gafletin uzun sürmesi ve şehvetlere kapılmış nefsin Allah'a itaatten lezzet almaması neticesinde ortaya çıkar.Bu tür kimselerde nefs, sıfatlar üzerinde hükümranlık sahibidir ve geniştir. Onun bu gücü, kalbin darlığı ve imanın zayıflığından kaynaklanmaktadır. Kulun yakini imanı kuvvet kazandığı zaman, yüreği açılıp genişler, yakinin nuru nevanın karanlığını boğar ve gecenin gündüzde kaybolması gibi nefs de kalpte kaybolur. Kalbin şahitlikte kazandığı yer, düşmanlara fırsat vermemesini sağlar.Bu dereceye ulaşan kul, şunu yakinen bilir ki içinde bulunduğu zikir ve namaz hali, kendisi için daha faydalı, akıbeti bakımından da dünyanın geçici şanından daha çok övgüye değerdir. Bunların şuuruna varan kul, aklına gelen kötü fikirleri terkederek içinde bulunduğu zikir

31[31] BuMrî, Salat/14, Libas/19; Müslim, Mesacid/62; Ebu Davûd, Libas/8; İbni Hanbel, VT/199

Page 23: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

haliyle meşgul olmayı tercih eder.Bu iki makam dışında anlatılmaya ve herhangi bir şekilde met-hedilmeye değer başka bir hal bulunmamaktadır. Hitab-ı İlahi'nin anlaşılması, Kelam-ı İlahi'nin manaları üzerinde tefekkür edilmesi, ondaki maksad ve muradın yakin üzere bilinmesi noktasında kalbe tesir eden hususlar, Allah Teala'nm birşeyleri öğretmesi, bir şeylere vakıf kılması, uyarması ve tanıtması olarak görülmelidir. İşte bu da, tilavetin sevabı, amelde İhlasın alameti, tefekkürün bereketi, kabul-i İlahi'nin delili ve güzel hizmetten dolayı şükranın kabulüdür.Kul, bunlardan gücü yettiğince almalı, kendisine ayrılanı avuç-lamalı, şeytanı beklememeli, temenni etmemeli ve kelamın manası üzerinde düşünmeye başladıktan sonra ona tabi olmamalıdır. .Aksi halde şeytan onu dinlemeden alıkoyar, vesveseye boğar ve kandırmacaiarla ondan birşeyler elde etmeye çalışır. Böyle durumlarda şeytanın girdiği ilk kapı, kuruntu ve beklentilerdir.Çünkü o, bunları yoldan çıkartmakla birlikte zikretmiştir. Bu kuruntu ve beklentiler 'emani', amelleri boşa çıkartmak üzere yapılan yalan vaatlerden ibarettir. Rabbinizin bu konuda nasıl bir haber verdiğini işitmediniz mi? "Onları mutlaka saptıracağım. Onları boş kuruntulara sokacağım". (Nisa/119); "(İblis) onlara vaatlerde bulundu, mallarına ve çocuklarına ortak oldu. Şeytan onlara ancak aldatmacalar vaadeder". (İsra/64)Allah Teala şeytan üzerinde hakim olma gücü verdiği ve ayetle-riyle ona galip gelen kullarım bu gibi durumlardan istisna etmiş-tir. Bunlar, Allah Teala ile olan bağları ve sırf O'na tevekkül etmeleri sebebiyle düşmanın ilişki kuramadığı kimselerdi. O, bu sıfatları haiz kulları hakkında şöyle buyurmaktadır: "Benim kullanma gelince, onlar üzerinde hiçbir gücün yoktur. Vekil olarak sana Rab-bin yeter". (îsra/65); "İkinize öyle bir güç vereceğiz ki düşmanlarınız size asla ulaşamayacaklardır. Siz ve size uyanlar galip geleceklersiniz". (Kasas/35); "Onun iman eden ve Rab'lerine tevekkül edenler üzerinde hiçbir gücü yoktur". (Nahl/99)Kul, karşılaştığı her yeni kelime üzerinde düşünmek ve tedeb-bürde bulunmak suretiyle geçmişte olmuş bitmiş bir şeyi düşünmekten uzaklaşmış olur. Yaşadığı an hakkındaki meguliyeti ise, anladığından bir pay kapabilmektir. Kendi okumadığı bir şeyi dinlemek suretiyle anladığında ise onu başka hususlara delil olarak kullanabileceği için kendine yardım etmiş ve ihtiyacını gidermiş olur.Bütün bunlar, kula açılan anlayış kapılarıdır. Konuşma, bu kapıların anahtarı olabilir. Kul, açılan bu kapılar sayesinde kendine daha uygun ve yapması daha gerekli hususlara doğru yönelebilir. O, öğrenebileceğini bu şekilde öğrenmeli, vakıf olabileceği bilgilere vakıf olmalıdır. Okunan tilavet üzerinde tedebbür etmeksizin düşündüğü şeyler veya okunan ayetleri anlamaya çalışmayıp başka şeylerle meşgul olma hali ise, onun için anlayışın önüne konulmuş bir perde mahiyetindedir. Böylelikle ilmin özüne ulaşmaktan da alıkonmuş olur. O, bu tür hareketleri derhal bırakmalıdır.Tilavette asıl olan, okuyan kişinin okuduğu Kelam-ı îlahi'nin batını hakkında tedebbür etmesi, Hitab-ı İlahi'nin kapalı yönleri üzerinde düşünmesi, kalbi murad edilen manaları kavramaya yöneltirken fikir gücünü de Allah Teala'yı tezekkürde kullanmalıdır. Okunan Kelam, Aziz olan Allah Teala'dan gelen yüce bir kelam, Latif olan Hak Teala'dan gelen latif bir hitab, Hakim'den gelen hikmetli bir sözdür.Kelam'm zahiri kolay ve anlamaya çok yakın, batım ise büyük bir deryadır. Onu işiten kişi, aklettiği zaman 'Onu anladım' der. Çünkü Kelam-ı İlahi'nin muhtevası onun zihninde tecelli etmiştir. Ona şahid olduğunda ise, manasmdaki incelikten dolayı sanki onu işitmemiş gibi olur.Akıl sahibi, beyanındaki açıklıktan ve hikmetindeki tafsilattan dolayı onu bildiğini sanır. Onu okuyan kimse onunla tanıştığı zaman, denizlerinin derinliği ve sahasının genişliğinden dolayı sanki akledemeyecek gibi olur. O'nun beyanını işiten bazı gafiller ise büyük bir aldanışa kapılarak ondan daha güzelini söyleyebileceklerini iddia etmişlerdir.

Page 24: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Başka bir topluluk ise ondaki meselleri kavradıktan sonra ondan başka bir kitab talep etmiş ve değiştirilmesini istemişlerdir. Onu dinleyipte anladıklarını iddia eden bir topluluk ise Allah Teala tarafından yalanlanmış ve onu dinlemekten menedilmişlerdir. Allah Teala bu gibi zümreleri, düştükleri cehaletleriyle bize haber vermiştir. Söylediklerine şaşmaktan başka bir şey yapılamaz.O, ilk zümreyi tavsif ederken şöyle buyurmuştur: "Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, 'İşittik, eğer istesek biz de benzerini söyleyebiliriz' dediler". (Enfal/31); "Onlara açık ayetlerimiz okunduğu zaman bizimle kavuşmayı ummayanlar, 'Bize bundan başka bir Kur1 an getir veya onu değiştir1 dediler". (Yunus/15) Diğerlerini tavsif ederken de şöyle buyurmuştur: "İftiracı günahkarlar da onlara kulak verirler. Onların çoğu yalancıdır". (Şuara/223) Burada bahsedilen kimseler, işitme gücünden mahrum edilenlerdir. "İşitmedikleri halde 'Biz işittik' diyenler gibi olmayın". (Enfal/21)Allah Teala Kur'an dinleme hususunda yanlışta bulunanları bu şekilde tavsif ettikten sonra onu dinlettiği ve bizimle birlikte Kur'an'ı anlar kıldığı cinler topluluğu hakkında da haber vermiştir, ı Bilindiği üzere cinler, insanlardan daha güçlü ve sıfat bakımından daha büyüktürler. O bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "(Cinler) dediler ki: Gerçekten biz, benzerini hiç duymadığımız, hidayeti gösteren eşsiz bir Kur'an işittik ve ona iman ettik". (Cin/2) Onlar, Kufan'ı dinleyip akledenlerdir ve Allah Teala da anlamaları sebebiyle onları övmüştür. O, benzer bir topluluğu da şöyle haber vermiştir: "Doğrusu sen hayran kalıyorsun. Onlar ise alay ediyorlar". (Saffat/12) Burada hayran kalman şeyin Kur'an-ı Kerim olduğu söylenmiştir. Bilenler ona, onun konuları açıklamasına ve indirili-şine hayran kalırken cahiller onunla alay etmektedir.Kur'an tilavet eden kişiye tilavet ettiğinin bizzat kendinden bir kapı açılırsa, Allah Teala'nm azamet ve kudretinin tecellileri üzerinde düşünür. Ayrıca Kelam-ı İlahi vasıtasıyla ahiret ve cehennem azabıyla ilgili bildiklerine dair bir müşahede nasip edilirse onun için iki ecir yazılır. İki ayrı amelde bulunmuş olmasından dolayı verilecek olan iki ecirden ilki tefekkür, ikincisi de namazdır. Bütün bunlar, müminlerin umumu için geçerlidir.Aşağıda zikredeceğimiz dereceye ulaşmak da mukarrebun zümresinde bulunan havassa mahsustur. Bu derecede olanlar gaybi doğuşlarla yüzleşir, Mahbub Teala'nm sırlarının gizlendiği ufuklara muttali olur, izzet, ceberut, iclal ve korkuyla ilgili yakini iman te-zahürlerini mükaşefe yoluyla bilirler.Bu onlara tefekkür etmeksizin, tedebbüre dalmaksızm nasip edilir. Çünkü Allah Teala, bunu onlara tahsis etmiş ve Zatı'nm müşahedesine mecbur kılmıştır. Öyle ki onların dillerini lal, akıllarını durgun ve kalplerini taleb etmeden hali tutmuştur. Onları düşün-meki için sebeplere bakma gereğinden muaf kılmıştır. Onlar hiçbir çaba sarfetmeksizin buna ulaşırlar. Mahiyetle ilgili tercihte bulunmaları da gerekmez. Sonra Allah Teala kendilerindeki hakkını . alınca bulundukları hali aşarak Alim-i Ekber'deki kendilerine ayırdığı nasiplerine ulaşırlar. Böylece O'nun huzurunda durmaya başlarlar. Önünde eğilirler. Hiçbir müşahedeye takılıp kalmazlar ve kalplerini ona vermezler.Çünkü onlar beyan ile değil Beyan Sahibi ile, haber ile değil Ya-kin ile, şahitlik ile değil Şahit Olunan ile, başlatılan ve tekrar edilen ile değil Başlatan ve Tekrar Eden ile birlikte olmak istemektedirler. Hatta Allah Teala onları namaz ile murad edilen mananın üstüne çıkartmış, Allah'a ulaşma gayesini iskat etmiş, kendilerine yaptığı taarruf nidası ile itiraf ve tarifte bulunmayı unutturmuş, nasip ettiği aynel yakın ile hedefe yönelmeden müstağni kılmış ve Zatı ile buluşmalarını takdir etmiştir. Onlara bu halden istifadeyi unutturmuş ve onlar da O'nunla buluşmuşlardır.O, onları Zatı'na muttali kılmış, onlar için onları kendine taşıyıcı ve yine onlar için onları kendine götürücü İmam olmuştur. İşte bu da, Kuvvet Sahibi ile kuvvetlenen, Müstağni ile muhtariyetten kurtulan, Vecdi Yaratan ile vecd arayan, Vecdi Yaratan ile vecd bulan, Zikir Sahibi ile zikreden ve Sabır Sahibi ile sabreden müminlerin sıfatıdır.

Page 25: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

i Namaza duracak kişi, açlığını gidermeli, ihtiyaçlarını karşıla-malı ve namazda kalbini ve kafasını karıştıracak hususları halletmiş olmalıdır. Böylece namazda dikkatini toplayabilecek, okunan ayetleri anlamak için aklını diri tutabilecek ve kalbi de diliyle söylediklerine mutabakat edebilecektir. Böylece Allah Teala'ya aklı ve kalbiyle yönelmiş olacaktır. Şeytanlarla mücahedede zaafları olan ve velilerle yarışmada geri kalan müminlere emredilen de budur.Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kuvvetli mümin, Allah Teala katında zayıf müminden daha sevimlidir" 32[32] Bu, her türlü hayır işinde geçerlidir. Allah Teala buyurdu ki: "Müminlerden özürsüz olarak savaşa katılmayıp oturanlarla, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenler bir değildir. Allah, malları ve canlarıyla ci-had edenleri derece bakımından oturup geride kalanlardan daha üstün kılmıştır. Allah hepsine de en güzel (olan cenneti) vaadetmiştir". (Nisa/95) 33[33]

İslam'ın Üçüncü Esasi Zekat Hakkındadır:

Zekatın farzları dörttür: Hürriyet; mülkiyetin sıhhati; nisab miktarı malın bulunması (200 Dirhem veya 20 dinar); Havl'in tamamlanması (Havi; Yılın herhangi bir ayından ertesi yılın aynı ayına kadar geçen süre). 34[34]

Zekatin Faziletleri Ve Zekat Verme Adabi Hakkındadır:

Bu bölümde, yukarıda işaret ettiğimiz hususların yanısıra malın nasıl temizleneceği ve infakta bulunan müslümanları fazilet ehli kılacak hususları izah edeceğiz. Allah Resulü'nün (sav) şöyle bu-vyurduğu rivayet edilmiştir: "Malda zekattan başka hak yoktur" 35[35]

Tabiundan bir topluluk ise, malda zekattan başka hakların da bulunabileceği görüşündedirler. Bunlardan biri olan İbrahim en-Neha'i şöyle demiştir: Selef-i Salih, malda zekattan başka hakların da bulunduğunu söylemişlerdir.Bunlardan bir diğeri olan eş-Şa*bi, kendisine 'Malda zekattan başka hak var mıdır?' diye sorulduğunda, 'Evet vardır, Allah Teala'nın şu buyruklarını işitmedin mi?' dedikten sonra '"Sevdiği mallardan akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalana... verenin" (Bakara/177) ayetini okumuştur. Bu görüşü paylaşanlardan diğer ikisi de Âta ve Mücahid'dir.Müslümanlar, din kardeşleri arasında borçları halletmeyi, karşılıksız borç vermeyi, kendilerine ve ailelerine bakamayan insanları desteklemeyi, iyilik ve ihsanda bulunmak olarak görüyorlardı. Bu tür yardımlar, takva sahiplerine ve varlıklı ihsan ehline farz kılınmış fiillerdir. Müfessirlerden bir cemaatin görüşü bu yöndedir.Onlar, "Kendilerine rızık olarak verdiğimizden infak ederler" (Bakara/3) ve "Size rızık olarak verdiğimizden infak edin" (Bakara/254) ayetlerinin 'hüküm ayeti' olarak devam ettikleri ve neshe-dilmedikleri yönünde görüş bildirmişlerdir. Bu ayetlerde geçen in-fak/karşılıksız verme fiili de, müslümanın diğer müslümanlar üzerindeki haklarından olup İslam'a hürmet gereği ve ihtiyaç halleri için vazedilmiş bir farzdır.Zekatın faziletleri arasında, onu farz olduğu yılın başında vermek zikredilebilir. Eğer kişi, farz oluşundan önce verirse daha büyük fazilet sahibi sayılır. Böyle biri zekat verme fiiline engel olabilecek bir takım gelişmelerden endişe duymuş olabilir.Bunlara örnek olarak seferberlik ilanı, vadeli bir borcun vadesinden önce istenmesi, cihad ve işgale uğrama hallerini gösterebiliriz. Zekatın önceden verilmesine; verilebilecek uygun bir ihtiyaç sahibinin o anda ortaya çıkması, garib bir yolcuyla karşılaşılması ;gibi durumlar da

32[32] Müslim, Kader/34; tbni Mâce, Mukaddime/10, Zühd/14; İbni Hanbel, 11/366.

33[33] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 338-345.

34[34] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 345.

35[35] îbiü Mâce, Zekat/3

Page 26: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

sebep olabilir. Zekatın bu gibi hallerde ve böyle -kimselere zamanından önce verilmesi, daha faziletli ve daha güzeldir. Çünkü bunda hayra koşma, takva ve iyilik üzerinde yardımlaş-;ma sözkonusudur.Bu davranış, hayırda seferberliğe ve emredileni gönüllü olarak yapmaya da yorulur. Kul, geleceğin nelere gebe olduğunu bilemez. Halbuki geciktirmenin türlü afetleri, dünyanın çeşitli gaile ve engelleri vardır. Ayrıca kalplerin kaydırılması ve nefslerin' sürekli değişen dürtüleri de sözkonusudur. [Zekat veren kimse, Havl'in başlangıcını Ramazan we Zilhicce ayları yaparsa daha büyük bir fazilete nail olur. Çünkü bu iki ay, diğerlerinde bulunmayan faziletler ihtiva eder. Ramazan ayı,Kur'an-ı Kerim'in indirilmesiyle şereflendirilmiş bir aydır. Ayrıca bin aydan daha hayırlı görülen Kadir Gecesi de bu ayın içindedir. "Yine bu ay, oruç gibi mühim bir farzın da eda edildiği aydır.O ay, Allah Teala'nm evleri olan cami ve mescidlerin şenlenme-siyle şereflendirilmiş bir aydır. Mücahid şöyle derdi: 'Ramazan' demeyin. Çünkü O, Allah Teala'nm isimlerinden biridir. Doğrusunu söyleyin ve Şehr-i Ramazan 'Ramazan ayı' deyin. İsmail b. Ebi Ziyad bu sözün merfu' hadis olduğunu söylemiş ve senedini bildirmiştir.İkinci ay olan Zilhicce'ye gelince, bütün aylar arasında beş ayrı meziyeti barındıran başka bir ay görememekteyiz. Bu meziyetler şunlardır:1. Haram ay olma, 2. Hac ayı olma. 3. Hacc-ı Ekber'in o ayda olması. 4. On günden ibaret olan Eyyâm-ı Ma'lumât (=Bilinen belirli günler) o aydadır.5. Teşrik tekbirlerinin okunduğu günler olan Eyyâm-ı Teşrik de o ay içindedir. Allah Teala, Zatı'mn bu günlerde zikredilmesini emretmiştir. Ramanazan ayında zekat vermenin en faziletli olduğu günler son on gündür. Zilhicce'nin en faziletli günleri ise ilk on gündür.Vera' ehlinden bir zat, zekatın her yıl bir ay öne alınmasını müs-tehap görmüştür. Böylelikle yılın (=havl) başından geri kalınmış olmayacaktır. Kişi, zekatını malum bir ayda verdiği zaman, gelecek yıl aynı ayda zekat verirse, ikinci kez verdiği ay on üçüncü ay olur. Bu ise, açık bir ertelemedir.Buna göre şöyle denilmiştir: Kul, zekatını Receb ayında verdiği zaman, ertesi yıl Cumadiyelevvel ayında vermelidir ki gecikme olmaksızın yılın tam sonunda vermiş olsun. Bu yıl Ramazan ayında verdiğinde, ertesi yıl Şaban ayında vermelidir ki yılı asla geçirme-miş olsun. Böyle yapması daha iyidir. Farz olan zekatı aylara bölerek vermemelidir.Kul zekat verirken gönlü hoş, kalbi mesrur, Rabbi'ne karşı dürüst, riya, gösteriş ve yapmacıklıktan uzak, yalnız Rabbi'nin rızasını umarak vermelidir. Verdiği zekatı, Allah Teala'c\an başka hiç kimsenin görmemesini istemeli, verirken ricacı olmalıdır. Zekat ver-mesinin engellenmesinde, Allah'tan başkasından korkmamalıdır.Zekat verirken Allah Teala'yı gözetmeli, O'nun güzel tevfikini bilmeli, zekat verdiği fakirlerin kendinden üstün olduğuna inanmalı, kafasından onun zayıflık ve düşüklüğünü geçirmemeli ve onu asla hor görmemelidir. Fakirin, kendisinden daha hayırlı olduğunu bilmelidir. Çünkü fakir, temiz, pak, izzet sahibi, dünya ve ahirette derece sahibi kılınmıştır. Zekat veren zengin, kendisinin fakirlerin hizmetine adandığını ve onların evlerini şenlendirmekle mükellef olduğunu bilmelidir.Ariflerden bir zat şöyle demiştir: 'İyi bir sanatım olmasına rağmen çalışmayı bırakmak istedim. O an aklıma nereden geçineceğim sorusu geldi. O esnada göremediğim birinin sesini duydum: Hem bize dönmeyi düşünüyorsun, hem de geçiminle ilgili olarak bizi töhmet altında bırakıyorsun? Dostlarımızdan birini senin hizmetine vermek ya da düşmanlarımız arasındaki bir münafığı senin emrine vermek bize düşer1.Zekat veren kimse, ihtiyaç sahibine gizlice vermeli ve bunu an-latmamalıdır:

Page 27: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

"Zekatlarınızı/sadakalarınızı minnet bekleyerek ve eziyet ederek boşa çıkarmayın". (Bakara/264) ayet-i kerimesinin tefsirinde şöyle denilmiştir: Ayette geçen "Menn" kelimesi, verilen zekatı hatırlatmak; "Eza" ise onu açıklamaktır.Bişr b. Hars'tan şu söz nakledilmiştir: Süiyan-ı Sevri dedi ki: Kim minnet bekleyip başa kakarsa sadakası boşa gider. Kendisine, 'Ey Eba Nasr, menn nasıl olur?' diye sorulduğunda şöyle dedi: Verdiğiniz sadakayı hatırlatmanız veya onu başkalarına anlatma-nızdır.Başka biri de şöyle demiştir: "Menn", kişiye zekat vermek suretiyle ondan hizmet beklemenizdir. "Eza" ise, zekat verdiğiniz kişiyi bu halinden dolayı ayıplamanızdır. Denildi ki: "Menn" zekat verilen kişiye büyüklük taslamak, "eza" ise zekat verilen kişiyi azarlamak veya dilenmesinden dolayı ayıplamaktır.Allah Resulü (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Zekatın en faziletlisi; veren kimsenin bir fakire gizlilik içinde vermeye çalışmasıdır". 36[36] Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Üç şey, iyilik hazinelerindendir: ... ve zekatı/sadakayı gizlemek. Bu manada müsned bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Bu, dini bakımdan daha sağlıklı, kusur bakımından daha az ve amel bakımındanda daha temizdir".Bir hadis-i şerifte de Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala duyuranın, riyakarın ve minnet bekleyenin (sadakasını) kabul etmez"37[37] Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifte zekatı duyurma ve minnet bekleme fiilleri birlikte zikredilmiştir. Aynı şekilde duyurma da riya ile birlikte zikredilmiş ve bunlarla yapılan amellerin geri çevrileceği haber verilmiştir. Duyuran; yaptığı amelleri, görmeyenlerin de görmesi ve öğrenmesi için sağda solda anlatan kimsedir. Bu noktada duyma fiili görme fiilinin yerini alacağı için ameli boşa gitmesini sağlama noktasında eşittirler. Bunların her ikisi de imani zaafıyetten kaynaklanmaktadır.Sadakasını duyuran kimse, onu Rabbi'nin bilmesiyle yetinmemektedir. Aynı şekilde riyakar da, Rabbi'nin görmesiyle iktifa etmemekte ve başkalarını da buna ortak koşmaktadır. Allah Resulü (sav), yaptığı amelden dolayı minnet bekleyen kimseyi de bu ikisine katmıştır. Zira minnet, o ikisiyle aynı anlamlar ihtiva etmektedir. Onda da yapılan amellerin zikredilmesi, başkalarına duyurulması veya verirken nefsine bakıp bununla övünme hali mevcuttur. Kişi, sadakasını gizli olarak verdikten sonra açıklarsa, gizlilik kalkmış olur ve ameli, açıktan yapılmış ameller arasına kaydedilir. Eğer onu sürekli anlatırsa, o zaman da hem gizli, hem de açık amel defterinden silinerek riya olarak yazılır. İhlas varolduğu sürece, sadakayı açıktan vermenin tek olumsuz yanı, gizli vermenin sevabl-na nail olamamaktır. Bu da büyük bir eksikliktir.Nitekim bir hadis-i şerifte Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Gizli sadaka, açık sadakadan yetmiş kat daha üstündür". Meşhur bir hadis-i şerifte ise şu ifade yer almaktadır: "Kıyamet günü, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde yedi kesim Allah'ın arşının gölgesinde bulunacaktır: .. Biri de sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde gizleyerek sadaka verendir". 38[38] Bu hadisin başka bir lafzında ise, "Sağ elin verdiğini solundan gizleyen kimsedir".Görüldüğü gibi bu, gayet mübalağalı bir ifade olup bir anlamda gizlilik sınırlarım aşmayı ihtiva etmektedir. Bundan çıkarılacak mana şudur: Kişi, kendinden bile saklaması gereken bir hususu, diğer insanlardan haydi haydi saklayıp gizlemelidir. Araplar, mübalağalı anlatımı, Örnekleme ve şaşkınlık belirtmede kullanmışlardır.Bunda kimi zaman sınırı zorlama da bulunabilir. Nitekim Yüce Allah, cimrilikle niteleyerek kınadığı bir kavmin bu sıfatını belirtirken şöyle buyurmuştur: "Yoksa onların, mülkte bir payı mı vardır? Eğer böyle olsaydı, insanlar bir çekirdek parçası dahi vermezlerdi". (Nisa/53)

36[36] Ebu DavÛd, Vıtr/12, Zekat/40; Nesa'î, Zekat/49; Dâiimî, Salat/135; İbni Hanbel, 11/358, III/413, V/178

37[37] Benzer manada bir hadis için b. Buharı, Zekat/19

38[38] Bıüıârî, Ezan/36, Zekat/16, Rikak/24; Müslim, Zekat/91; Tirmizî, Zühd/53; Nesa'î, Ktı-zat/2; Muvatta', Şiir/4; İbni Hanbel, 11/439.

Page 28: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Çekirdek parçası, elbette hiç kimsenin istemeyeceği, talepte bulunmayacağı bir şeydir. Çünkü o, çekirdeğin kendisi de olmayıp küçük bir parçasıdır. Ancak bunda, çok ağır ve daha iğ-neleyici bir anlam vardır. Şöyle ki: Sadaka veren kimse, sağ elinin verdiğini sol elinden nasıl gizleyebilir?Bu sözün, gizlilik noktasında hakiki bir anlamı vardır. Bu da, zekat verenin bu fiilini kendi kendine dahi anlatmaması ve kalbinden geçirmemesidir. Bu ise, zekat verirken asıl olarak kendini görmemesi ve bu tür bir vehmi kafasından geçirmemesiyle mümkün olur. Kişinin kendinden bile sakladığı fiil, melekûtun sırrından olur ki Allah Teala buna, yaptığını kendi kendine bile anlatmayan kullarını muttali kılar.Bunun anlamı, yaptığı şeyi hatırına getirmemesi, onu anmaması ve Allah'a adadığını-düşünerek kendini bu işe şahit tutmaması-dır. Kul, yaptığı işi umursamamahdır. İşte bu noktada sırrına gizliliğe hakim olması mümkün olabilir. Eğer sadaka ve zekatınızı hakiki manada kendinizden gizleyemiyor s anız, kendinizi onda öyle gizleyiniz ki, zekat verilen kimse, onu verenin siz olduğunuzu bilmesin. Bu da ihlas derecesinde bir makamdır.Zekat verirken elinizi açığa çıkardıysamz, bari verdiğiniz kimseden saklamaya çalışınız. Bu, sadık kimsenin halidir. İhlas ehlinden biri, sadaka olarak verdiği parayı, ihtiyaç sahibinin önünde, yolunda veya oturduğu yerde onun görebileceği şekilde yere bırakırdı. Parayı alan, onu bırakanı bilirdi.Bir diğeri ise, zekat verilen kişi uykuda iken elbisesinin içine yerleştirir, böylelikle parayı verenin kim olduğunu öğrenemezdi. Ben zekatını bu şekilde veren birini bizzat gördüm. Zekatını başkabirileri vasıtasıyla ulaştırıp onlardan gizliliği gözetmelerini isteyen müslümanlarm sayısı da hayli çoktur. Bir hadis.i şerifte Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; "Gizli -gece verilen- sadaka Rab Teala'nm gazabını dindirir" 39[39] ah^ Teala, sadakayı gizli vermenin daha faziletli olduğunu ve bunun günahlara kefaret olabileceğini bildirerek şöyle buyurmuştur; "Eğer onları (sadakaları) gizlerseniz ve fakirlere verirseniz, bu sizler için daha hayırlıdır ve günahlarınıza kefaret olurf. (Bakara/2?i) Zekat alan ihtiyaç sahibi kendim açıklamış ve bizzat isteyerek herkesçe bilinen biri olmuş, bu halini iffet ve gizliliğe tercih etmişse o zaman ona vereceğiniz sadakayı açığa vurmanızda bir sakınca yoktur.Zekatı, sünnete özenerek sana uyulması ve seninle yarışacak başkalarını teşvik ederek hemen zekata koşması için açık olarak vermeniz de güzeldir. Bu, yoksulu besleyip barındırmayı teşvik babından sayıhr. Allah Teala da bunu mendub görmüş ve şu ayeti ile kayıt altına almıştır: "Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açıkinfakta bulundular". (Ra'd/22)Denildi ki: Gönüllü olarak verilen sadakaların gizli, farz olan zekatın açıktan verilmesi murad edilmiştir. Allah Teala'mn şu buyruğu da bu çerçevededir: "Zekatı verin ve Allah için güzel bir ödünç verin". (Müzzemmil/20) Ayette geçen 'Güzel bir Ödünç' gönüllü olarak verilen maldır. Bunun, helal mal için kullanıldığı da söylenmiştir. Nitekim bir başka ayette de "Ve ondan bana güzel bir rızık verdi" (Hud/88) ayetindeki "güzel/tayyib" kelimesi ile de "helal" sıfatının kasdedildiği söylenmiştir.Allah Teala, başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Eğer zekatları açıktan verirseniz ne güzel". (Bakara/271) Görüldüğü gibi O, bu buyruğu ile zekatı açıktan vermeyi güzellik sıfatıyla övmüştür. Ancak bu, yalnızca kendini açığa vuran kimseler hakkında geçerlidir. Bunlar, bizzat istemek ve dilenmek suretiyle kendilerini açığa vuran, dilleriyle isteyen ve avuçlarını açan kimselerdir."Eğer onları gizlerseniz ve fakirlere verirseniz, bu sizler için daha hayırlıdır". (Bakara/271) ayeti ise dilenmeyen gizli fakirler için gibi görünmektedir. Bunlar, fakirlerin havassıdır. İffet

39[39] Benzermanada bir hadis için b. Tinnizî, Zekat/28.

Page 29: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

ve hayaları sebebiyle kendilerini açıklamazlar. Kendilerini açıklayan kimseye zekatı açıktan, gizleyen kimseye de gizli olarak vermek gerekir.Bu durum, bir günahkârın sırrım açıklamaya benzer. Kendini saklayan ve suçunu gizleyen bir günahkarın bu sırrını açıklamak size haram kılınmıştır. Arna bu günahını bizzat kendisi açıkladığı zaman, bunu açıkça söylemenizde bir sakınca yoktur. Bu meyanda Allah Resulü (sav) "Haya elbisesini bırakan kimse hakkında gıybet (günahı) olmaz" buyurmuştur.Zekat veren kimse, zekatını malının beğendiği ve kaliteli olan kısmından vermelidir. Verdiği şey, insanlar tarafından biriktirilecek, sahiplenilecek ve beğenilecek türden olmalıdır. Kişi, zekat verdiği malda Rabbini tercih etmelidir. Allah Teala da bunu emretmiş ve şöyle misal vermiştir: "Kazandıklarınızın güzellerinden infak edin". (Bakara/267) Ardından da şöyle buyurmuştur: "Ancak gözünüzü yumarak alabileceğiniz kötü şeyleri zekat/sadaka olarak ver-meyin". (Bakara/267)Görüldüğü üzere Allah Teala kullarını örnek göstermiş ve 'tiksinip almayacağınız şeyleri vermeyin' buyurmuştur. Buna göre, sadaka verirken kalitesiz olanları özellikle seçerek Allah yoluna ayırmamak gerekir. Eğer sizden biri bunu size verecek olsa, onu ancak kerhen alırsınız. Dolayısıyla Allah yolunda verilecek olanı, kişinin kendisi için de beğenilebilir olması icap eder.Kendi istikbali için biriktirmeyeceği, başka biri verdiğinde reddedeceği veya itibar ettiği birine hediye olarak sunamayacağı şeyi zekat olarak vermemelidir. Aksini yaparsanız, kendinizi veya sizin gibi basit bir kulu Allah Teala'ya tercih etmiş olursunuz. Bu ise çirkin bir davranıştır. Çirkin davranış, dini amellerin hiçbirinde muteber olamaz.Allah Teala'nın "Kim Allah için güzel bir ödünç verir?" (Ha-did/11) ayetinin tefsirinde, borcun güzelliğinden maksadın 'iyi ve değerli' olması olduğu söylenmiştir. Allah Teala iyidir ve ancak iyi olanı kabul eder. îban'm Enes b. Malik'ten (ra) rivayet ettiği hadis-i şerif şöyledir: "Ne mutlu o kula ki günah işlemeksizin kazandığı bir maldan infakta bulunmuştur". Başka bir hadiste ise Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir dirhem, yüz bin dirhemi (sevap bakımından) geçer".40[40] Allah Teala, hoşlanmadıkları malları Zatı'na ayıran birvkavrAi tehdit etmiştir. Onların dilleri yalan söyleyerek "Kendilerini güzel bir sonun beklediğini" dediğinde Allah Teala onları yalanlamış ve söyle buyurmuştur: "Onlar, hoşlanmadıkları şeyleri Allah'a nisbet ederler. Dilleri, güzel şeylerin kendilerine ait olduğunu yalan yere durmadan söyler. Doğru! Kendilerine ateş vardır". (Nahl/62)Bu ayette, ancak Arap dili uzmanlarının farkedebilecekleri bir durak (=vakf) vardır. Bu durak, ayetteki "La" olumsuzluk harfinde-dir. Bu olumsuzluk harfi, her güzelliğin onlara ait olduğu iddialarını reddetmektedir. Ayet, "cereme" kelimesiyle devam etmekte ve onların kaz animi arının kendileri için hoş görmedikleri ateş/cehennem olduğunu ifade etmektedir. Onların kazammları cehennemdi.Bir fakir, sizden sadaka istediğinde ona duası ile mukabele edin ki bu, onun duasının karşılığı olsun, verdiğiniz sadaka da yalnız size has kalsın. Aksi takdirde onun duası, iyiliğinize karşılık sizin için ödül olacaktır.Alimler de bundan sakımrlardı. Çünkü bundan sakınmak teva-zuya daha yakındır. Böylelikle kendinizi ona verdiğiniz mala, ondan daha layık görmezsiniz. Zira siz, Rabbiniz karşısında ya bir farzı ifa etmiş bir amel sahibisiniz. Ya da O'nun size verdiği rızık ve nasibi ibadetinizle Kendisi'ne geri ödeme makammdasmızdır.Aişe (ra) ve Ümmü Seleme (ra) herhangi bir fakire bir şey gönderdikleri zaman elçiye 'Onun duasını iyice ezberle' derlerdi. Sonra da o fakirin ettiği duayı aynen tekrar eder ve şöyle derlerdi: Ta ki sadakamız yalnız bize has olsun. Ömer b. Hattab (ra) ve oğlu Abdullah'ın (ra) da böyle yaptıkları rivayet edilmiştir.Sadaka veya zekat verdiğiniz fakirden size dua etmesini beklemeniz ya da bunu bizzat

40[40] Nesa'î, Zekat/49

Page 30: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

istemeniz, ondan övgü ve hamd beklemeniz yakışık almaz. Ayrıca bu tür davranmanız, zekatınızın kıymetini de eksiltir. Bu yöndeki istek ve beklentileriniz artar ve güçlenirse, zekatınız boşa da çıkabilir. Eğer o kimse size dua edecek veya övgüde bulunacak ise bunu Rabbi'ne olan ibadet ve O'nun emrbı yapar. Bunu, sizin için bir hak olarak görmez. Bir fakire zekat ulaştırdığınızda terbiyeli, yumuşakbaslı, alçakgönüllü, tatlı dilli ve hoşgörülü olun. Edeb ehlinden bir zat, bir fakire para vereceği zaman, kendi elini açarak fakirin elinin üstte (=veren el) olmasını sağlardı.Bazıları da zekatlarını fakirin huzurunda yere bırakır ve onu kabul etmesini rica ederek kendilerini dilenci konumuna sokarlardı. Parayı bizzat ellerine vermeyerek onu yüceltirlerdi. Bütün bunlar, kulun Allah Teala hakkındaki bilgisini, O'na kulluğunda takındığı güzel edebi gösterir.Kim verdiği şey karşılığında övgü ve zikredilme isterse, aldığı övgü onun karşılığı olur, uhrevi ecri ise boşa gider. Hatta övgü ve anılmayı istemesinden dolayı ayrıca bir vebal de yüklenmiş olabilir. Çünkü verdiği rızık, esas olarak Allah Teala'ya aittir ve O, o kimse vasıtasıyla onu vermiştir. Böyle biri, başa baş kurtulabilirse, bu bile onun için güzel bir sonuç olur.Fakirin, kendisine zekat/sadaka veren kimse hakkında şükran ifade eden dualarda bulunması müstehab görülmüştür. Bu, güzel edeb ve Allah Teala'mn ahlakıyla ahlaklanmanm bir gereğidir. Çünkü Allah Teala veren kimseyi, hayır için bir sebep ve ihsan için vasıta kılmıştır. Allah Teala verme fiilinde Zatı'nı şahit tutmakta ve sadaka vermesi sebebiyle kulunu överek onun şükrünü kabul etmektedir.Fakir, kendisine zekat/sadaka veren kimseye "Allah Teala senin kalbini de hayır ehlinin kalpleri arasında temiz kılsın, amelini hayır ehlinin amelleri arasında tezkiye etsin, ruhuna şehitlerin ruhları arasında salat buyursun" şeklinde dua edebilir.Bu da insanlara şükran, onlara niyaz ve senada bulunmanın şeklidir. İnsanların şükürlerinin bir ifadesi de, kendilerine para vermeyenleri yermemek ve parayı tuttukları için onları ayıplama-maktır. Aşağıdaki hadisin açıklaması da bu şekildedir: "İnsanlara şükretmeyen, Allah'a şükredemez"41[41]Bu hadiste, Allah Teala ile fa-|kir kulları arasındaki vasıtaların varlığı isbat edilmektedir.Ayrıca nimetlerin gösterilmesinde güzel edebin kullanılması ve [Nimet Veren'in ahlakıyla ahlaklarıma gereğine dikkat çekilmekte Allah Teala, kullara nimet veren, sonra da kendilerine verdiği değerlere onların duyduğu şükrana karşılık verendir.Bir hadis-i şerifte Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yakini iman sahibi kul, Allah Teala'mn veren eline şahit olur ve hamdeder. Sonra da kendilerine hamd sebebi kıldığı takva sahiplerine şükranda bulunur. Onlar Allah'ın rızkının yolları kılınmıştır".Başka bir hadiste ise Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Her kim size bir iyilik yaparsa onu mükafaatlandırın. Bunu yapamıyorsanız, onu Ödüllendirdiğinizi görünceye kadar onun için duaedin".Yapılan hayırdan dolayı Allah Teala'ya şükretmeye gelince; bu, sözkonusu iyiliğin hiç ortağı olmaksızın yalnız Allah'tan geldiğine inanmak ve onun Allah Teala'ya itaatte bulunmaya çalışmaktır.Sadaka ve zekatın faziletlerinden biri de, onu tasavvuf ve ilim ehlinden samimi ve salih fakirlere vermeye çalışmaktır. Onlar gizlenmeyi ve hallerini bildirmemeyi tercih ederek şikayet ve serzenişte bulunmayan kimselerdir.Kur'an'ın fakirlerle ilgili vasıflarını taşıyan fakirler de tercih edilmelidir. Bunlar Allah yolunda kuşatılan, ahiret yolunda baskı gören kimselerdir. Ailelerinin genişliği, geçim sıkıntısı, kalp İslahı veya ellerin ermemesi sebebiyle yeryüzünde ticarete çıkamazlar. Çünkü bunlar, kanadı kırıklardır.

41[41] Ebıı Davûd, Edeb/11; Tirmizî, Birr/35; İbni Hanbel, 11/258, 295, 303, 388, 111/32, 74, IV/278

Page 31: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Zengin için mal, kuş kanadı gibidir. O, bu kanatlarıyla istediği yere konar ve dilediği lezzetleri tadar. Fakir ise, bütün bunlardan mahrumdur. Çünkü onun eli dar, rızkı sınırlıdır. Allah Teala bu hususta şöyle buyurmuştur: "Sizin için, avret yerlerinizi örtecek elbise ve zinet eşyası yarattık". (A'raf/26) Ayet-i kerimenin tefsirinde bunlarla kasdedilenin mal ve geçimlik olduğu söylenmiştir. Öyle ki cahil beri, iffetleri sebebiyle hallerini dışa vurmayan böyle fakirleri zengin sanır.Allah Teala, iffetleri nedeniyle dilenmeyen, az bir rızık ve fakirlikle yaşayan bu kimseleri tanımayanları müminler hakkında cehaletle nitelemektedir. Daha sonra bu tür fakir müminlerin sıfatlarını teyid etmekte ve Zat'mdan bir beyan olarak onların tarifini yapmakta, hallerini açığa çıkarmaktadır: Onların iffet örtüsüyleperdelenmiş halleri, bu şekilde ortaya çıkmış olmaktadır: "Onları simalarından tanırsın". (Bakara/273)Sima, insanın benliğinden ayrılmaz bir alamet ve değişmez yaratılıştır. O, insanın üzerindeki süs ve zahiri giysilerin ardındaki hakiki kimliktir. "Onlar, insanlardan ısrarla istemezler". (Bakara/273) İffet ve imanlarıyla kanaat etmeleri sebebiyle ısrarla istemez, zenginlerin ardında dolaşmazlar. Ehli dünyaya istekli gözlerle ve iltifat ederek bakmazlar. Onlar kendi yalnızlıklarında imanları ile müstağni ve sabırları ile izzetlidirler.Ayetteki "ilhaf' kelimesi, "lihaf=örtü, çarşaf' kelimesinden türemiştir. O, kişinin sarınarak örtündüğü şeydir. Onlar ise, böyle yapmaz, yani zenginlerin ayaklarına dolaşmaz, onlardan talepdar olmazlar. Verdiğiniz zekat ve sadakaların bu sıfatları taşıyan kimselere, en azından bir kısmını bulunduranlara gitmesi yönünde titiz davranın. Yaptığınız, ancak bu şekilde arı duru olacak ve şükrana değer görülecektir.Zekat ve sadakada en faziletli olan; kişinin fakir kardeşlerini başkalarına tercih etmesidir.Bu meyanda Ali'den (kv) şu söz rivayet edilmiştir: "Kendi kardeşlerimden birine bir dirhem vermem, başkalarına yirmi dirhem tasadduk etmemden daha sevimlidir. Ona yirmi dirhem ulaştırmam, başkalarına yüz dirhem sadaka vermemden daha sevimli gelir. Ona yüz dirhem vermem, bir köleyi azat etmemden daha güzel görünür". Allah Teala, yakın dost ve arkadaşları da akrabaya dahil etmiştir.Akrabaya verilen sadakanın, yabancılara verilen sadaka/zekata üstünlüğü, yabancıları bırakıp akrabaya verilen sadakanın üstünlüğü gibidir. Çünkü sıla-i rahimden sonra en üstün bağ, din kardeşliği bağıdır.Selef-i Salih'den bir zat şöyle demiştir: Amellerin en faziletlisi, kardeşlerin bağını sıcak tutmaktır. Kişi yapacağı hayırla, kendisine verdiğinde Allah Teala'ya hamd ve şükürde bulunarak onu Allah'tan bir nimet olarak görecek kimseye yönelmelidir. Böyle biri, Allah Teala'nın nimetine vasıta edilene bakmayacaktır.Bu, Allah Teala'ya en çok şükreden kul olmaya adaydır. Çünkü şükrün hakikati; nimetin O'ndan geldiğini müşahede ederek, O'na amelle karşılıkta bulunmak, verilen nimette veya saîih amele niyette O'ndan gayrisine bakmamaktır. Ali'nin (kv) vasiyetinde su ifadenin yer aldığı nakledilmiştir: Allah Teala ile arana başka bir nimet verici koyma. Başkasının senin üzerindeki nimetini borç say.Kişi, yukarıda tarif ettiğimiz türde bir fakire vermeyi, kendisine sadaka verdiğinde övgü ve senada bulunarak rızık veren olarak kendini gören bir kimseye tercih etmelidir. Çünkü bu durumda asıl veren olan Allah Teala'dan başkasına hamdetmiş, başkasına iltifat etmiş, esas verenden başkasını zikretmiş olur.Aldığı sadaka ve zekattan dolayı Allah Teala'ya hamd, şükür ve senada bulunarak O'nu zikreden kimse, asıl nimet veren ve nzık sunanın Allah Teala olduğunu görür. Dolayısıyla da yalnız O'na yönelerek O'nu över. Eğer infakta bulunan kimse, Allah rızası için halka nasihatta bulunan biri ise, sadaka verdiği kimsenin imani zayıflığı, kendisine şükranda bulunmasından daha ağır gelir.Ancak nevasının takvasına baskın olmasından dolayı Rabbi için nasihatta bulunmayan ve

Page 32: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

verdiği sadakanın kendisine ahirette yarayacağını bilmeyen biriyse, bu tür davranış onun tevhiddeki makamını zedeler. Bu da sadaka ile elde edeceği sevaptan çok daha ağır bir günahtır. Ama o, diğerinin kendisine iltifatından, kapısına alışmasından ve malına tamah etmesinden dolayı amelini boşa çıkartacak bir söz sarfetmesinden emin olmayabilir.Sadaka verdiği kimse, verirken onu övüp mani olduğunda kınayan ve söven biri olabilir. Bu durumda da, rızkı ona götürmenin vasıtası olarak kalıp emin ve huzurlu olabilir. Bütün bunlar, yakini iman ve müşahede sahibi müminler için geçerlidir.Bir hadis-i şerifte Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sadaka/zekat, fakirin eline geçmeden önce Allah Teala'nın elindedir. Onu, isteyenin eline koyan da O'dur". Yakin sahibi mümin, rızkım Allah Teala'dan alır. O, ancak Allah Teala'ya kulluk eder ve O'ndan yalnız emrettiği şekilde talepte bulunur: "Rızkı Allah katında arayın ve O'na kulluk edin". (Ankebut/17)Allah Resulü (sav) bir fakire yardım göndermişti. Elçisine şöyle buyurdu: 'Onun yardımı aldıktan söyleyeceklerini iyice ezberle'. Elçi yardımı adama teslim ettiğinde o şöyle dua etti: 'Kendisini zikredeni unutmayan, Zatı'na şükredeni zayi etmeyen Allah'a hamdol-sun'. Ardından da -kendini kasdederek- 'Allahım filanı unutma, Al-lahım filana Kendini unutturma' diye dua etti. Elçi bunu Allah Re-sulü'ne (sav) aynen aktardı. Allah Resulü (sav) buna sevindi ve 'Onun böyle diyeceğini biliyordum' buyurdu.Bu hadis, Amr tarafından Ebu'd-Derda (ra) ve Cerir'den (ra) de rivayet edilmiştir. Allah Resulü (sav) bir adama 'Tevbe et' buyurdu. Adam, 'Ben yalnız Allah'a tevbe ederim, Muhammed'e (sav) tevbe etmem' dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: "Hakkı, sahibine teslim etti" 42[42]

İrk hadisesinde de hakikat ortaya çıktıktan sonra Aişe'nin (ra) 'Biz Allah'a hamdederiz, sana hamdetmeyiz' dediği, Allah Resulü'nün (sav) de bundan memnun kaldığı rivayet edilmiştir. Aişe'nin (ra) suçsuz olduğuna dair vahiy geldiğinde Ebu Bekir (ra) kızına, 'Kalk ve Allah Resulü'nün (sav) başını Öp' demişti. Aişe (ra) ise, Temin ederim ki yapmayacağım. Ben yalnız Allah'a hamdederim' demişti.Bunun üzerine Allah Resulü (sav) "Onu kendi halinde bırak ey Eba Bekir" buyurmuştu. Bu hadisenin başka bir rivayetinde ise Aişe'nin (ra) babasına, 'Biz Allah'a hamdederiz. Ne sana, ne de arkadaşına hamdetmeyiz' dediği rivayet edilmiştir.Anlatıldığına göre Allah Resulü (sav) de onun bu tavrını yadır-gamamıştır. Hatta bundan memnun kalarak babasından kızını kendi haline bırakmasını istediği haber verilmiştir.Allah Teala, kafirlerin sıfatlarını bildirirken, adı zikredildiği zaman kalplerinin duracak gibi olduğunu, başkalara anıldığında ise sevindiklerini haber vermiştir. Yine onların herhangi bir konuda Allah Teala'nm birlik ve tekliği zikredüdiğinde buna karşı çıktıkları, O'na şirk koşulduğunda ise tasdik ettiklerini bildirmiştir.O, bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Allah, Tek olarak zikredildiği zaman, ahirete iman etmeyenlerin kalpleri nefretle dolar. Allah'tan başkası anıldığı zaman ise bakarsın yüzleri gülüverir". (Zümer/45); "Bunun sebebi, Allah'a dua edildiği zaman inkar etmeniz, O'na ortak koşulunca da tasdik etmenizdir". (Mümin/12) Burada inkar, üstünü örtmek, kapatmak, şirk ise, karıştırmak yani Allah'ın zikrine başkalarının zikrini katmak anlamındadır."Hüküm, ancak yüceler yücesi olan ulu Allah'a aittir". (Mümin/12) Buna göre Allah Teala, yarattıklarını hükmüne asla ortak etmez. Çünkü O, azametinde Ulu, saltanatında Büyük olandır. Mülkünde ve bahsedişinde ortağı yoktur. Kulları arasında O'iiai destek olan da bulunmaz. :Bu ayetlerin delaleti ve hitab-ı ilahiden çıkan mana şudur: Allah Teala, tek ve ferd oluş sıfatlarıyla anıldığı zaman müminler sevinip rahatlayacaklar ve O'nun zikir ve tevhidini birbirlerine müjdeleyeceklerdir. Aracılar ve sebepler zikredüdiğinde ise, bundan

42[42] Benzer manada hadisler İçin b. Buharı, Da'avatf3; Müslim, Zikir/42; Ebu Davûd, Diyat/3; İbni Mâce, Edeb/57; İbni Hanbel, IV/211,

260 V/411.

Page 33: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

hoşlanmayacak ve kalpleri de bu tür sözlere nefretle bakacaktır. Bunlar, imanın sıhhat alametleridir. Kendi kalbinizde ve başkalarının kalplerinde bunları iyice sınayarak tevhidin hakikatine erin. Aksi takdirde kalbinizdeki gizli şirki görürsünüz.Sonuç itibarıyla zekât veren kimse, zekat malını gücünün yettiğinin en değerlisinden ve kendine en güzel görünenden seçmelidir. Çünkü Allah Teala güzeldir ve ancak güzel olanı kabul eder. Zekatın Allah katındaki saflık ve bereketi, zekat malının helal oluşuna ve zekat ehlinin havassma verilip verilmeyişine bağlıdır. !Zekat veren, verdiği malı gözünde küçük ve basit görmelidir.! Onu gözde büyütmek, kendini beğenmişliktendir. Kendini beğen-} mişlik ise, amelleri boşa çıkartır. Allah Teala buyurdu ki: "Huneyn1 Günü çokluğunuz sizi gururlandırmış ti". (Tevbe/25) Denir ki: 'Tapılan ibadet küçük görüldükçe Allah katında büyür. İşlenen günah da gözde büyütüldükçe Allah katında küçülür". Ulemadan bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Maruf/iyilik, ancak şu üçüyle ta-mam olur: Küçük görülmesi, süratli yapılması ve gizlenmesi.Selef-i Salih zekatı yüzlerle, gönüllü sadakayı ise binlerle ifade edilecek miktarlarda verirlerdi. Onlar bir fakire o kadar fazla verirlerdi ki onu fakirlik, muhtariyet ve zaruret halinden çıkartarak kendine yeterli, hatta zengin hale getirirlerdi. Çoğu zaman, fakirler ihtiyaçlarını gördükten sonra geriye daha para kalırdı.Allah Resulü'nün (sav) şu hadisi de buna yorulabilir: "Zekatın hayırlısı, müstağni kılandır"43[43]Yani fakire o günü için yettiği gibi, geriye artarak onu belli bir zaman idare edecek miktarda verilen zekat ve sadaka, en hayırlı olandır. Böyle bir sadakaya muhatap olan fakir, uzun süre istemekten ve insanlara yüz suyu dökme zahmetinden kurtulmuş olacaktır. Onun bu hali de, kendisine o parayı veren kimse için ikinci bir sadaka gibi görülür. Üstteki hadis-i şerifin bir yorumu da bu yöndedir.Allah Teala hacet ehlini beş sıfat ile vasfetmiş ve Kitabı'nın muhtelif ayetlerinde bunları haber vermiştir: "Ve onların mallarında, dilenen ve mahrum olan için belli bir hak vardır". (Mearic/24); "Onlardan yeyin; başkalarına el açamayan fakirlere ve dilenen yoksullara da yedirin". (Hac/36); "Onlardan yeyin, yoksula ve fakire de yedirin". (Hac/28) Ayetlerde geçen'Sâ'iF yani dilenci, avucunu açarak isteyen ve isteğini diliyle de belirten kimsedir.'Mahrum' ise, rızıktan uzak düşerek yoksun bırakılan kimsedir. Denildi ki: 'Mahrum', bilinen bir varlığı ve kazanç vasıtası olmayan, ticari muamele ve geçimden mahrum edilmiş kimsedir.'Kani', evinde oturarak talepte bulunmaksızın Allah Teala'mn verdiğine kanaat eden kimsedir. Denildi ki: "Kunû", ısrarla dilenmeyen kimsenin sıfatlarından biridir. Bu, zıd isimlerdendir. Ku-nû'/Kanaat ediş, boyun eğiş anlamında iffet ve haya manasında kullanılır.'Mu'terr1 kelimesi, ısrarla dilenen kimse için kullanılır. Kendisini bu şekilde dilenmeye sevkeden ihtiyacı açıklamaz. Hayası, onu bu açıklamadan meneder..Bâ'is', hastalık, soğuk algınlığı, müzmin hastalık gibi bir derdi olduğu için zekat ve sadakaya muhtaç olan kimsedir.Allah Teala fakirlerle meskenet ehlini de birbirlerinden ayırmıştır. İlim ehli der ki: Fakir, ihtiyacından dolayı dilenmeyen, Miskin ise, dilenen kimsedir. Başka biri de şöyle demiştir: Fakir, geçimden uzak kalan mahrum, Miskin ise müzmin hastalığı bulunan kimsedir. Miskin kelimesi, "sükun" fiilinden türetilmiştir. Buna göre fakirlik, bu durumdaki kimseyi hareketten uzaklaştırdığı için sakin-leştirmiş olmaktadır. Bu, miskinlerin genel sıfatıdır. Mesela, 'adam miskinleşti' denir. Bunun misali de, 'adam zırhlandı' ifadesidir.Konumuzla ilgili olarak, meskenet bir elbise olmakta ve kişi bu elbiseye bürünerek miskinleşmektedir. Dil alimleri, bu konudafarklı görüşlere sahiptirler. Bazıları miskinin fakirden daha kötü bir halde olduğunu söylemiş ve şu ayet-i kerimeyi delil olarak zikretmişlerdir: "Veya hiçbir şeyi olmayan bir miskini". (Beled/16)Miskin, hiçbir şeyi olmadığı için toprakla irtib atlandırılmış tır. Yakub b. Sekit bu görüştedir.

43[43] Benzer manada hadisler için b. Buhârî, Nafakat/2; Ebu Davûd, Zekat/39; İbni Hanbel, H/252

Page 34: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Yunus b. Hubeyb de bu görüşe meylederek şöyle demiştir: Bir gün bedevinin birine 'Sen fakir misin?' diye sormuştum. Bana, 'Hayır, vallahi daha kötü halde bir miskinim' dedi.Bazıları ise, sözkonusu ayette geçen "metrebe=toprak" kelimesini zenginlik olarak tevil etmişlerdir. Bu meyanda şöyle denilmiştir: "Adam topraklandı". Araplar, mal sahibi olarak müstağni hale gelen kişiler hakkında bu ifadeyi kullanırlardı.Mal bakımından eli bollaşan ve nimet ehlinden bir zengin olduktan sonra muhtaç hale düşen kimselere gelince, bu gibi insanlara verilen zekat, sadaka ve zekatların en faziletlisidir.Allah Teala miskini özellikle bu sıfatla vasfettiği zaman şunu bilmeniz gerekir ki her miskin bu sıfatı haiz değildir. Örneğin, 'İşlemeli bir elbise satın aldım' dediğinizde elbiselerin tamamının işlemeli olmadığı bilinir.Aynı şekilde miskinin bariz özelliği, sahip olduğu birşeylerin bulunmasıdır. Sözkonusu miskin, Allah katında diğer miskinlerden farklı olduğu için bu şekilde vasfedilmiştir.Başkaları fakirin miskinden daha kötü halde bulunanlar için kullanıldığını söylemişlerdir. Onlara göre miskin, bir şeyleri olan, fakir ise hiçbir varlığı olmayan kimsedir. Allah Teala gemi sahipleri hakkındaki ayetinde şöyle buyurmaktadır: "(Gemi) denizde çalışan bir takım miskinlere aitti". (Kehf/79)Görüldüğü gibi Allah Teala onlara ait bir geminin olduğunu haber vermiştir. Bu ise önemli bir varlığı ifade etmektedir. Denildi ki: Fakire fakir denmesinin sebebi, aşırı yokluk ve sıkıntıdan dolayı omurga kemiğinin (=fakra) açığa çıkmasından dolayıdır. el-Esma'î de bu görüşe meyletmiştir. Bana göre de doğrusu budur.Bunun en açık delili, Allah Teala'mn zekatın verileceği sekiz grubu belirlerken fakirleri en başa koymuş olmasıdır. Buradaki sıralama, ihtiyacın şiddetine ve vermenin faziletine göre yapılmış bir sıralamadır.Ulemadan bir topluluk da şöyle demiştir: Fakir, halinin belirginliği sebebiyle muhtariyeti bilinen kimsedir. Miskin ise, durumu-pun gizliliği ve örtülü oluşu sebebiyle farkedilip tanınamayan kimsedir.Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen bir hadis-i şerif de bunu bildirmektedir: "Miskin, bir parça veya iki parça, bir hurma veya iki hurma vererek savdığımız kimse değildir. Gerçek miskin, iffetli oluşu sebebiyle insanlardan dilenmeyen ve hali bilinmeyen kimsedir M ona zekat verilir44[44]

Hikmet ehlinden bir zat bu anlamda bir şeyler söylemiştir. Ona, Hangi şey çok güçtür?' diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: Zengin suretindeki fakirin hali. Başka bir hikmet sahibine de, 'Hangi şey 3n zordur?' diye sorulmuştu. Şöyle cevap verdi: Malı mülkü tüken-liği halde alışkanlığı aynen kalan kimsenin durumu.Fakihler şöyle demişlerdir: Miskin, bir geçim yolu/vesilesi bulunduğu halde, geçim sıkıntısı ve imkansızlık nedeniyle daha fazlasına ihtiyaç duyan kimsedir.i Allah Resulü'nün (sav) hadislerinde miskinin fakir olduğu, an-,cak fakirden daha yukarıda yeraldığı teyid edilmiştir. O, bir hadiminde şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki Allah çoluk çocuk sahibi hayalı fakiri sever. Israrla isteyen dilenciye ise buğzeder". 45[45] Bir diğer hadis de şöyledir: "Muhakkak ki Allah, meslek sahibi kulunu sever".Yukarıda naklettiğimiz görüşlerin hepsi de sahihtir. En faziletli olan; zekatın en çok ihtiyacı olandan aşağıya doğru, en faziletli kimselerden aşağıdakilere doğru verilmesidir. Buna göre Allah Teala'yı bilen alimler, amel ehli, Allah rızası için ehli dünyayı terkeden din ehli, ahiret ticareti ile uğraşanlar, ailesi geniş olup sıkıntı içinde bulunanlara zekat verilir. Geniş ailesi olanlara zekat verenler, o ailemin fertleri kadar ayrı ayrı kimseye zekat vermiş gibi olurlar.Ömer (ra), Ehli Beyt'e on davar ve üstünde zekat verirdi. Sünnet de bu şekildedir. Allah Resulü (sav) de, zekatı ihtiyacın büyüklüğüne göre verir, evli kimseye bekarın iki katını

44[44] Buhârî, Zekat/53; Müslim, Zekat/101, 102; Ebu DavÛd, Zekat/24; Nesa'î, Zekat/76; Dâri-mî, Zekat/2; Muvatta', Sıfatfi'n-Nebî/7; İbni

Hanbel, 1/384, 44645[45]

İbni Mâce, Zühd/5

Page 35: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

takdim ederdi. O, her erkeğe ev halkının sayısına göre zekat verirdi. Selef-i Salih'ten bir zat şunu söylemiştir: Biz öyle kimselerle arkadaşlık ettik ki, onların yardımları binlerce dirhem olurdu. Onlar gibisi artık görülmez oldu. Sonrakilerin yardımları yüzlerle oldu. Şu an içinde yaşadığımız toplumun yardımları ise onlarla ifade ediliyor. Bu gidişle sonrakilerin yardım bakımından daha cimri olmalarından endişe ederizSelef-i Salih'ten başka bir zat ise şöyle demiştir: Biz, söyledikle-! rini yapan bir topluluk gördük. Öyle bir topluluğun gelmesinden! korkarız ki onlar sadece konuşup hibir şey yapmazlar. Eğer zekat verilen kimse, hem borçlu, hem de darda ise böyle j biri takva sahipleri için bulunmaz bir fırsat, infak ehli için de biri ganimettir. Böyle birine yapılacak yardım, hakiki anlamda yerinij bulmuş bir hayır sayılır. îbni Ömer'e (ra) musibet ve imtihanın en ağırının hangisi olduJ ğu sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Malın azlığı, ailenin kalabalıklı-ğı". Bir hadis-i şerifte de Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sadece takva sahibinin yemeğini ye. Senin yemeğinden takva sahibine nasip olsun. Çünkü iyilik ve takvada, onun yardımını görürsün46[46]Başka bir hadis-i şerif ise şöyledir: "Yemeğine Allah için sevdiklerini de kat".Yakini iman sahibi bir müminin, sadaka ve hayrının takva sahipleri tarafından kabul edilmesi halinde sevinmesi ve mutlu olması gerekir. Çünkü bu, onun amelidir. Eğer Allah Teala'yı ve O'nun hükümlerini bilen bir zat onun yardımını kabul etmiyorsa, Allah Teala da onu geri çevirecektir.Kişi, amelinin geri çevrilmesi durumunda üzülmelidir. Çünkü arif birinin reddi, Allah Teala'nm reddi gibi görülebilir. Bir kimse, bir fakire para verdiğinde, fakir o parayı geri çevirirse veren kimsenin gözünde büyür. Bu da parayı verenin cahilliğine delalet eder. Çünkü fakir o parayı aldığında Rabbi nezdindeki konumunu alçalt-nnş olur. Sonra onu kendinden daha fazla ihtiyacı olan başka bir fakire gizlice verir. Bu yaptığıyla da fazilet sahibi olur.Bir fakir tarafından iyiliği reddedilen kimse, buna üzülmez veya sevinirse, bu o kimsenin zekat vermedeki niyetinin zayıflığına ve Masının azlığına delalet eder. Çünkü sadık ve halis kimse, iyisi. ligi reddedildiği zaman buna bozulup üzülür. Bu durumdaki kimse, verdiği mala sahiplenmemeli ve onu başka bir fakire vermelidir. Zira o malı, Allah Teala için elden çıkarmıştır. Onu geri almamalıdır. Fakirler, verilen nasipte ortaktırlar. Bunu veren kimse, bir fakirden geri döndüğünde başka bir fakire havale edebilir.Aynı şekilde belli bir fakire vermek için ayrılan zekat malını elinden çıkarmadığı sürece yolda rastladığı ve kendisine daha çok muhtaç, daha faziletli, daha uygun bir kimsenin bulunduğunu söyleyen kişiye vererek ona isteyebilir. Bunda herhangi bir sakınca yoktur. Ancak sözkonusu malı belli bir fakire vaadetmişse, bunu yerine getirmelidir. Yine başka birine verilmek üzere bir kişiye emanet ettiği malı, sonradan gördüğü ve kalbine işleyen başka bir fakire vermek üzere o emanetçiden geri olarak bu kimseye verebilir. Eğer emanetçi malı teslim etmişse, geri alamaz.Ariflerin kabul ettiği sadaka ve zekatlardan dolayı sevinmek gerekir. Çünkü bu, Allah Teala'mn kabulünün işaretidir. Zira Allah Teala'yı layıkıyla bilen bir arif, fiillerinde Allah Teala'mn iradesi istikametinde hareket eden kimsedir. O, konuştuğu zaman Allah Teala'mn murad ettiğini dile getirir. Böyle birinin zekatı kabul etmesi, başkalarının kabulü gibi olmadığı gibi, onun reddi de başka birinin reddi gibi değildir. Çünkü o arifin şahidi, bizzat Allah Tea-la'dan olduğu için başkalarının şahitlerinden daha güçlü ve yücedir. Ayrıca o, muvaffakiyet ve korunmuşluğa başkalarından daha yakındır.Kardeşlerimden biri bana şunu nakletmişti: Mekke'de bir fakir, zenginlerden birinin verdiği zekat malını geri çevirmişti. Bunun üzerine zengin ağlamaya başladı. Niçin ağladığı sorulduğunda şöyle demişti: Bu geri çevrilen benim amelim değil mi? Bunun üzerine,

46[46] Ebu Davûd, Edeb/16; Tirmizî, Zühd/56; Darimî, Et'ime/23

Page 36: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

'Başkası kabul etse olmaz mı?' denildi.Zengin, buna da şöyle karşılık verdi: Böyle bir gözü nereden bulabilirim? Hakikaten işin aslı, aynen onun ifade ettiği gibidir. Çünkü mümin, yakin gözüyle ve Allah'ın nuruyla bakar. Onun reddi, Allah Teala'nm reddi gibidir. Allah Teala buyurdu ki: "Allah tarafından bir şahidi bulunan kimse gibi olur mu?" (Hud/11)Cahil kimse, kendi hakkında hevası ile hareket eder. Böyle birinin reddi ile kabulü arasında fark yoktur. Çünkü o, aldığını nefsi için aldığı gibi, reddettiğini de nefsi istemediği için reddeder. Arif ise aldığında Allah için, reddettiğinde de yine O'nun için reddeder. Sadakası böyle biri tarafından kabul edilen kimse için izzet ve ikram sözkonusudur. Zekatını kabul eden fakir arife olan sevgi ve saygısı artar. Çünkü o, iyilik ve takvada ona yardım etmiş ve malını kabul ederek kendisine ikramda bulunmuştur.Zekat veren bunu, Allah Teala'dan bir nimet ve ihsan olarak görmelidir.Kula düşen, takva ehlini ve ihtiyaç sahibi fakirleri aramaya çalışmak, bu hususta yapabileceğinin en iyisini yapmaktır. Eğer bilgisi eksik, feraseti sığ ve havas hakkındaki tecrübesi zayıf ise, kendisinden daha bilgili, daha basiretli, salihleri daha iyi tanıyan, dinine ve emanet duygusuna güvenilen hayır ehline müracaat etmelidir.Bu kimseler, dünya alimleri olmayan ahiret alimleridir. Ahiret alimleri, dünyada zühd sahibi olan, mal biriktirmekten sakınan kimselerdir. Dünya sevgisi, bulanık bir duygu olup birçok kimse onun yüzünden helak olmuş ve sadece alimler ondan kurtulabilmiştir. Dünyanın çekiciliğinden sakınabilenler, ancak ilim ve ya-kinde tahkik sahibi olanlardır.Onlar, dünya nimetlerinin azıyla yetinenlerdir. Allah Teala buyurdu ki: "Ve içlerindeki imanı sağlamlaştırmak için". (Bakara/265) Yani, yakini imanlarını sağlam kılmak için sadakalarında işlerinde sağlama alır ve onları sadece kalplerinin mutmain olduğu yerlere tevdi ederler.Ulemadan bir zat, sadaka ve zekat için sufilerin fakirlerini tercih ederdi. Ona İyiliğini bütün fakirlere yaysan olmaz mı?' denildiğinde şu cevabı vermiştir: Hayır, ben onları diğerlerine tercih ediyorum. 'Niçin?' diye sorulduğunda ise şöyle demiştir: Çünkü onların bütün tasası Allah Teala'dır.Onlardan herhangi birine gelebilecek darlık ve sıkıntı, Allah Te-ala'ya dönük tasasını dağıtabilir. Bu nedenledir ki, onlardan herhangi birini Allah'ın tasasında tutabilmem, benim için kaygısı dünya olan diğer fakirlerden bin tanesine sadaka vermemden daha güzeldir. Bu söz, Ebu'l-Kasım el-Cüneyd'e nakledildiği zaman, çok hoş bulmuş ve şu değerlendirmede bulunrmuştur: Bu hal, Allah Teala'mn velilerinden birine ait olsa gerek. Uzun zamandır bundan daha güzel bir söz işitmedim.Bir süre sonra yukarıdaki sözün sahibi olan şahsın maddi durumunun bozulduğunu ve dükkanını kapamaya niyetlendiğini duydum. Cüneyd, kendisine verilen bir parayı ona götürerek şöyle demiştir: Bunu sermayene kat ve dükkanını kapatma. Ticaret senin gibilere zarar vermez. Sözkonusu şahsın bakkal olduğu ve kendisinden alışverişte bulunan fakirlerden para almadığı söylenirdi.İbni Mübarek (ra) ise zekatını Özellikle ilim ehline verirdi. Bu hususta kendisine, 'Başkalarına da versen olmaz mı?' diye sorulduğunda şu karşılığı vermiştir: Ben, peygamberlik makamından sonra alimlerin makamından daha faziletli bir makam bilmiyorum. Alimin kalbi, muhtaçlık ve geçim darlığıyla meşgul olduğu zaman kendini ilme veremez ve insanları eğitmeye yonelmez. İşte bu sebeple onlara yardımcı olup ihtiyaçlarını görerek kalplerini ilme hasretmelerini ve halkı bilgilendirmede daha faal olmalarını uygun gördüm.Selef-i Salih'in zekat ve sadaka verirken izledikleri yol budur. Kulun, zekatını en faziletli yere vermesi, tıpkı O'nun helal yemek yedirmeye muvaffak kılması gibi Allah Teala'mn tevfiki ve nasip etmesiyle olur. Allah Teala veli kullarını buna muvaffak kılar ve kudreti sayesinde onlar için dilediği kadar ilim çıkarır. 47[47]

47[47] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 345-366.

Page 37: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

İslam'ın Dördüncü Esası Oruç Hakkındadır:

Bu bölümde orucun farzlarını zikredeceğiz. Orucun Allah Teala'dan bir farz ve O'na yakınlaşma vasıtası olduğuna inanmak gerekir. Orucu, yalnız O'na halis kılarak eda etmek gerekir. Oruç farziyeti nasıl düşer? Kul, ikinci fecrin doğuşundan iftarın açıldığı gün batı-mına kadar yeme, içme ve cinsel münasebetten uzak durmalıdır. Günün herhangi bir vaktinde orucu açmaya da niyetlenmemiş olmalıdır. 48[48]

Orucun Faz İletleri Ve Oruç Tutanların Sıfatları:

Allah Teala'mn havas kullarının orucu, şu altı organı muhafaza etmekle gerçekleşir:1. Gözü kısarak bakışta derinleşmemek.2. Kulağı bir haramı dinlemekten, günahtan korumak ve batıl ehlinin sohbetine katılmamak.3. Dili, kendisini ilgilendirmeyen hususlara müdahil olmaktan muhafaza etmek, söylendiğinde aleyhte olacak, tutulduğunda lehte olmayacak konuşma ve susmadan uzak kalmak.4.Kalbi Allah korkusuyla doldurarak yapmaktan menedildiği fikir ve düşüncelerden sakındırmak, lüzumsuz temennilerde bulunmamak.5. Eli harama uzanmaktan ve çirkinlikte bulunmaktan menetmek.6.Ayağı da emredilmediği veya teşvik edilmediği bir gaye uğrunda yürütmeyerek sadece hayır işleri için kullanmak.Her kim bu altı organı ile gönüllü olarak oruç tutar ve iftarını da yeme-içme ve meşru münasebetle geçirirse, Allah katında fazilet sahibi oruçlulardan biri olur. Çünkü o, yakini iman sahiplerinden ve Allah Teala'nm koyduğu sınırları muhafaza eden kimselerden biridir.Bu altı uzvu veya biriyle ya da mide veya tenasül uzvu ile orucunu bozan kimse ise, koruduğundan çoğunu yitirmiş sayılır ki, kendini oruçlu saysa da alimler nezdinde orucunu yemiş sayılır.Ebu'd-Derda (ra) dedi ki: Akıl sahiplerinin uykusu ne kadar da güzeldir! O ve diğerleri, ahmak kimselerin namaz ve oruçlarını nasıl da kusurlu görmüşlerdir. Onlara göre zerre miktarı takva, al-danmış kimselerin dağlar büyüklüğündeki ibadetlerinden çok daha faziletledir.Yemekten imtina edip Allah Teala'mn emirlerini çiğneyerek orucunu bozan kimsenin orucu, cehaleti sebebiyle her uzvunu mes-hettiği için namazı reddedilen kimsenin namazı gibidir.Yemek ve cinsi münasebet ile orucunu bozduğu halde diğer uzuvlarıyla Allah Teala'mn yasaklarından uzak duran kimsenin orucu, her uzvunu birer kez yıkayarak abdest alan kimsenin abdes-ti gibidir. Böyle biri farzı yerine getirip fazileti ifa etmediği halde kıldığı namaz makbul olur. Böyle bir oruçlu, genişlik için orucunu bozan, ama farziyeti noktasında oruçlu olan biridir.Yeme içme ve cinsi münasebetten oruç tutmasının yanısıra sözkonusu altı uzvunu da günahlardan koruyan kimsenin orucu, her uzvunu üçer kez yıkayarak abdest alan, sonra da farz ve mendubu ifa eden kimsenin abdesti gibidir. O, hem farzı, .hem de fazileti yerine getirdiği için ihsan ehlinden ve ulemaya göre hakiki oruçlulardan sayılır. Bu tür oruç, Allah Teala'nm Katabı'nda övülen ve akıl sahipleri olarak vasfedilen değerli kimselerin orucudur.Orucun faziletleri arasında, yukarıda sayılan uzuvların arzu ve şehvetlerinden uzak durmak, şüphelere, mubahlara yanaşmamak ve şehveti harekete geçiren alışkanlıkları terketmek ve az da olsa helal rızıkla iftar etmek yeralır. Oruç, bütün bunlara riayet edilerek saflaştırılır.Oruçlu, oruç esnasında hanımını öpmemeli, teniyle ona temas etmemelidir. Bu, orucunu bozmasa da, faziletini eksiltir. Bu tür hareketlere yanaşmamak, imanı ve iradesi kuvvetli kimseler için daha hayırlıdır. Oruçlu, gündüz uykusunu az tutmalı, sürekli zikirle orucunu hatırlayıp akletmeli, açlık ve susuzluğunu devamlı hissetmelidir.

48[48] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 366.

Page 38: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Selef-i Salih sahur yemeğini iki üç hurma ve birkaç zeytin ile azıcık su içerek geçiştirirler di.Hatta kimileri sahur yemeği olarak hayvan yemi yer ve bununla sahurun bereketine ulaşmak isterlerdi.Oruçlu, Yaratan'ı fazlaca zikredip yaratılmışları anmayı azaltmalı, dilini onlarla meşguliyetten sıyırdığı gibi kalbini de onlara dönük kaygılardan uzak tutmalıdır. Bu tür davranış, oruç için ne-zahete daha yakındır. Oruçlu, başkalarıyla mücadele ve husumete girmemeli, küfür ve kavgadan sakınmalıdır. Bu gibi hareketler, orucun hürmet ve mahremiyetinden dolayı asla ödüllendiril eme z.Oruç tutan kimse, vakti iyice gelmeden yemekle ilgili hazırlık ve düşüncelere daim amali dır. Denir ki: Oruç tutan biri, akşam yemeğini vaktinden Önce veya günün hemen başında iftarı düşünürse ona bir günah yazılır. Oruçlu, kendisine nasip edilenin azıyla yetinmeli ve buna rıza göstererek iftarını etmeli, Allah Teala'ya da bol bol şükretmelidir.Orucun faziletlerinden biri de, yiyecek ve içeceği olabildiğince azaltmak, iftar yemeğinde acele edip sahuru tehir etmektir. Oruçlu bir yaş veya varsa tek bir kuru hurma ile iftar etmelidir. Bu, onun için berekettir. Ya da sadece su ile iftar etmelidir. Su temizdir. Allah Resulü (sav) de böyle yapmıştır. O, bir içim su, sulandırılmış süt veya birkaç hurma ile iftar ederdi.Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Nice oruç tutan vardır ki, oruçtaki nasibi aç ve susuz kalmaktan ibarettir". 49[49] Hadise konu olan kişiler hakkında değişik tarifler yapılmıştır. Bunlardan birine göre onlar, gündüz oruç tuttuktan sonra haram ile oruç açan kimselerdir. Bir diğerine göre ise, helal kılınmış yiyeceklere dokunmazken gıybet yoluyla insanların etlerini yiyen kimselerdir, üçüncü bir tarife göre ise, gözünü ve dilini haramdan sakınmayan kimselerdir.Denilir ki: Kişi oruçlu iken yalan söylediği, gıybet ettiği veya günah peşinde koştuğu her an, o günki orucundan düşülür ve birkaç günün oruçları birleştirilerek bu tür illetlere ulaşmamış tam günlük oruç tahakkuk ettirilir. Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Oruç, yalan ve gıybetle ihlal edilmedikçe sağlam bir örtüdür50[50]

Selef-i Salih, gıybetin orucu bozduğunu bile söylemişlerdir. Onlar, müslümana eziyet etme endişesiyle abdest alırlardı. Ateşin değdiği şeylerden dolayı abdest alma hususunda şu söz rivayet edilmiştir: Çirkin bir sözden dolayı abdest almam, benim için temiz bir yemekten dolayı abdest almamdan daha sevimlidir.Bişr b. el-Hars, Süfyan'dan (ra) şunu rivayet etmiştir: Kim gıybet ederse, orucu bozulur. Leys kanalıyla Mücahid'den de şu söz rivayet edilmiştir: İki şey vardır ki orucu bozarlar: Gıybet ve yalan.Cabir (ra), Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Beş şey orucu bozar: Yalan, gıybet, kovuculuk, yalan yere yemin ve şehvetle bakış".Denir ki: İnsanlar arasında öyle kimseler vardır ki onların bir Ranıazan'ı tamamen oruçla geçirmiş olmaları için on veya yirmi Ramazan'ı oruçla geçirmeleri gerekir. Namaz ve zekat gibi diğer farzlar da böyledir. Kulun buralardaki eksikliği de nafile ve sadakalarından ikmal edilerek giderilir.Yine bu meyanda şöyle denilmiştir: Kulun orucu, beş günde sıhhat kazanır. Tıpkı bir namaz, beş vakit namazla ancak sıhhat bulduğu gibi. Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Gıybet eden kimse orucunu yırtmış olur. Bağışlanma dileyerek onu onarmalıdır". Denildi ki: Allah Teala farz kıldığı hiçbir şeyde ondan gayrisine rıza göstermiş değildir. O, farz kıldığının yapılmasını ister ve kulu bununla hesaba çeker. Allah Teala'nm afn, birçok günahı kapsar.Oruç ibadetiyle murad edilen, sırf aç ve susuz kalmak olmayıp aynı zamanda günahlardan sakınmaktır. Daha önce belirttiğimiz gibi namaz ibadeti ile murad edilen de, fuhuş ve çirkin

49[49] İbni Hanbel, ü/373

50[50] Nesa'î, Sıyara/43; îbni Hanbel, 1/195, 196

Page 39: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

işlerden uzaklaşmaktır. Nitekim Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişi yalan sözü ve onunla amel etmeyi terketme-dikçe, Allah Teala'mn onun yiyecek ve içecekten uzak durmasına ihtiyacı yoktur".51[51]

İslam'ın Beşinci Esası Hac Hakkındadır:

İslam dini hac ile kemal bulurken, müslüman oluş da onunla tamama erer. Haccm farzları hakkında Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Ona yol bulabilenler için Ev'i haccetmek, Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır". (Al-i İmran/97) Allah Resulü (sav) ayetteki "yol/imkan" bulabilme ifadesini azık ve binek bulabilmekle tefsir etmiştir.Kul, azık ve binek bulduğu zaman hac farizasını ifa etmekle yükümlü olur. Bunlara sahip olmasına rağmen haccı ertelemek mekruhtur. Eğer haccetmemiş veya durumunun bozulması sebebiyle imkansızlıktan dolayı hacca gitmemiş olarak ölürse, O'na karşı günah işlemiş olur.Allah Teala'nm imkan verdiği günden Öldüğü ana kadar sürekli günah işlemiş sayılır. Böyle biri, İslam'ın kemaline ulaşmaktan uzaktır. Çünkü Allah Teala İslam'ı hac farizası ile kemale erdirmiştir. Nitekim Arefe Günü indirdiği ayet-i kerime şöyledir: "Bugün dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizler için din olarak İslam'dan razı oldum". (Maide/3)Allah Resulü (sav) de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Müzmin bir hastalık veya zalim bir sultanın engellemesi olmaksızın hacca gitmemiş olarak ölen kimse, yahudi veya hıristiyan olarak ölmeyi Önemsemeyen kimsedir".Ömer (ra) şöyle demiştir: Bir ara şuna niyetlendim: İmkanı olduğu halde hacca gitmeyen kimselere cizye vergisi koyayım. Sa'id b. Cübeyr, İbrahim en-Neha'î, Mücahid ve Tâvus'dan şu söz nakledilmiştir: Eğer üzerine hac farz olduğu halde hacca gitmeyen zengin birinin öldüğünü duysam, onun cenazesini kılmam.Selef-i Salih'den bir zatın hali vakti yerinde bir komşusu vardı. O zat, hacca gitmeden ölen zengin komşusunun cenaze namazını kılmamıştı. İbni Abbas (ra) da şöyle derdi: Zekat vermeksizin ve hacca gitmeksizin ölen kimse, dünyaya geri döndürülmeyi ister. O, bu sözü şu ayet-i kerimenin tefsirini yaparken söylemiştir: "Rab-bim, beni geri döndür, belki ardımda bıraktığım (dünyada) salih amel işlerim". (Müminun/99)Bu anlamdaki bir diğer ayet-i kerime de şudur: "Rabbim, beni yakın bir tarihe erteleseydin, tasdik eder ve salihlerden olurdum". (Münafîkun/10) Yani zekat verir ve hacca giderdim. İbni Abbas (ra) bu ayet-i kerimenin müslümanlar için en ağır hükmü içerdiğini söylemiştir.Yürüme gücü olan veya çalışabilir durumda olan birinin de yol emniyetinin bulunması durumunda haccetmesi, kendisi için faziletli bir amel olur. Yayan olarak hacceden kimse için attığı her adımda yedi yüz hasene yazılır. Binek üzerinde giden hacı için de hayvanın attığı her adımda yetmiş hasene yazılır. Yürüme gücü, bazı alimlere göre ayetteki "yol/imkan bulma" şartının ifası için yeterlidir.Ulemanın geneline göre haccm farzları altıdır. Onlar, bu farzlardan üçü üzerinde ihtilaf ederken, diğer üçü üzerinde ittifak etmişlerdir. İhtilaf ettikleri farzlar, Sa'y, Kurban gecesi Müzdelife'de geceleme ve Kurban günü şeytan taşlamadır. İttifak ettikleri ise, Hac için ihrama girme, Arafat'ta vakfede durma ve Kabe'yi tavaf etmedir. Alimler, bunlar dışındaki esasların sünnet ve müstehab babından oluşu hususunda da farklı görüşlere sahiptirler.Biz, çoğunluğun yani Cumhur'un mezhebini tercih etmekteyiz. Buna göre haccm farzları dörttür:1. ihrama girmek.2. Arefe günü güneşin zevalinden Kurban günü fecrin doğuşundan öncesine kadar Arafat'ta vakfe yapmak.3. Vakfe ve şeytan taşlamanın ardından ziyaret tavafını yapmak.

51[51] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 366-370.

Page 40: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

4. Hac için ihrama girildikten sonra Safa ile Merve tepeleri arasında sa'y yürüyüşünü eda etmek.Sa'y, Arafat vakfesinden önce yapılabileceği gibi sonra da yapılabilir. Bunlar dışındaki hac kuralları sünnet ve müstehab babında değerlendirilir. Bunlardan bazıları müekked, bazılarının terki kefareti gerektiriri, ve bazılarının da yapılmamasında hiçbir beis yoktur.Kabe tavafı üçtür. Bunlardan biri farz olup terkedilmesi halinde hac batıl olur. Bu tavafa, Ziyaret Tavafı denir. İkincisi sünnet olup terkedilmesi halinde kefaret vermek gerekir. Haccm tam olmasını engellemeyen bu tavafa da Veda Tavafı denir.Üçüncüsü ise müstehab olup terkinden dolayı hiçbir şey gerekmez. Bu tavafa da Vurûd Tavafı denir. Haccm farz, hüküm ve şekilleri hakkında naklettiklerimiz, kitabımızın amellerle ilgili diğer bölümlerinde de yaptığımız üzere azık miktarıyla sınırlanmıştır. Hac ve menasikle ilgili olarak nakledilen hadis ve görüşleri, müstakil olarak hazırladığımız Kitabu menâsiki't-Hacc adlı kitapta bütün boyutlarıyla ele aldık. 52[52]

Haccın Fazilet Ve Adabı Hakkındadır:

Bu bölümde haccın fazilet ve adabıyla birlikte marifet yoluna giren sülük ehlinin hacda takip ettikleri yol ile hacıların faziletlerini anlatmaya çalışacağız. Allah Teala buyurdu ki: "Hac, bilinen aylardadır. Bunlarda haccetmek farz olan -yani haccı üzerine farz görerek Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin dokuz gününde ihrama giren kimse için- hacda kadına yaklaşmak, günaha sapmak, kavga etmek yoktur". (Bakara/197)Ayette geçen "rafes" kelimesi, her türlü boş iş, küfürlü söz, kadınlarla oynaşma ve cilveleşme, onlarla cinsi münasebet hakkındaki konuşmalar gibi hususları ihtiva eden zengin içerikli bir kavramdır. "Füsûk" kelimesi ise, Allah Teala'ya itaatten çıkış, O'nun koyduğu sınırlardan herhangi birini çiğneme fiillerini ifade eden bir kavramdır. "Cidal" ise, düşmanlık ve kinin her türlü tezahürünü ihtiva eden bir kavramdır.Allah Teala'nın hac menasik ve esaslarını temiz tutmaya yönelik emrine konu olan kötü fiillerin geneli bu üç kelime ile ifade edilmiştir. Bunlar, günah ve kusurların ana kollarını oluşturan masi-yetlerdir. Hac, sözlükte yüceltilen birini ziyarete gitmek anlamındadır. Araplar, tazim ve ihtiramda bulundukları Numan'm ziyare-tine gidişi ifade etmek için "Nehuccu ilâ Nu'mâne=Numan'ı ziyaret edeceğiz, ona haccedeceğiz" derlerdi.Hacı, haccetmeye niyetlendiği zatı yüceltip tazim etmelidir. Ziyaretinin "Hac" olarak nitelenebilin esi için gerekli olan temel husus budur. Hac aynı zamanda açık bir yola sülük etmek/yola girmek anlamında da kullanılmıştır. Bunda belli bir maksad ve faydaya dayanma sözkonusudur.Hac, "nüsk" konumunda "mahaccet" kelimesinden türetilmiş bir kavramdır. "Nüsk", yol kavramı için konulmuş bir isim olup "mensik" kelimesinden türemedir. "Mensik" yol isimlerindendir. Bunun çıkış yeri de kurban kesimidir. "Nâsik=Kurban kesen/yola giren" de bu esasa dayanılarak böyle isimlendirilmiştir. Çünkü o, kendisini ahirete götüren yola girmiş kimsedir.Haccm faziletlerinin ilki, onu Allah Teala'nın rızasına halis kılmaktır. Hac esnasında harcanan para helal olmalı ve hacı bu süre zarfında ticaretten elini çekmelidir. Çünkü ticaret, kalbi meşgul ederek ihlası dağıtır.Hacının kalbi; sakin, her türlü maddi kaygıdan uzak ve heva-dan arınmış ve zikrullah ile dolmuş olmalıdır. Hacı yalnız önüne bakmalı, arkasına dönmemelidir. Niyetin sıhhati, doğruluk ve dürüstlükle olur. Nefis de gönüllü olarak harcama ve infakta bulunmalı, tasadduk ve ahiret azığı toplamadageniş davranmalıdır. Hacdaki harcama, Allah yolunda harcama gibi olup bir dirhem, yediyüz dirhem sevabına ulaşacaktır.

52[52] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 370-372.

Page 41: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Hac, Allah yolunda yapılmış sayılan fiillerden biridir. Bu husus Allah Resulü'nden (sav) de rivayet edilmiştir. İbni Ömer (ra) ve diğerleri şunu nakletmişlerdir: "Yolculukta azığın güzelliği, kişinin keremindendir". Yine O, şöyle buyurmuştur: "Hacıların en faziletlisi; niyet bakımından en halis, harcama bakımından en temiz, ya-kini iman bakımından en güzel olandır".Ibnu'l-Münkedir'in Cabir'den (ra) rivayet ettiği hadis-i şerif ise şöyledir: "Kabul edilmiş haccm ödülü ancak cennettir. Bunun üzerine 'Haccın iyilik ve kabul şartı nedir?' diye soruldu. O da 'Güzel söz söylemek ve yoksullara yemek yedirmek' buyurdu".53[53]

Denir ki: Haccın sefer ve yolculuk olarak isimlendirilmesinin sebebi, cinselliğe ilişkin hususlardan, bazılarına göre nefsani sıfatlardan uzaklaşmadır. Çünkü sılada arkadaşlığı güzel olan kimsenin, seferdeki arkadaşlığının da güzel olması gerekmez.Adamın biri, birini tanıdığını söyleyen dostuna şöyle demişti: Onunla güzel ahlakın esaslarını sınayacağın bir yolculukta beraber oldun mu? O, 'Hayır1 dedi. Bunun üzerine şöyle dedi: Kavga etmedikçe, riyayı çoğaltmadıkça, kadınlara bulaşmadıkça ve münakaşaya girmedikçe onu tanıdığını söyleyemem. Bişr b. el-Hars'm şöyle dediği rivayet edilmiştir: Süfyan dedi ki: Her kim kadınlara yanaşırsa, haccı fasid olur.Hacı, haccın hüküm, farz, fazilet ve menasikini hacca niyet ettiğinde güzelce öğrenmeli, bunu kendisi için en önemli husus olarak görmeli ve bütün sefer şartlarını önüne almalıdır. Çünkü seferinin maksad ve gayesi hacdır. Kul, bu bilgileri asla ihmal etmemeli ve onları kendisi için dürüst bir refakatçi, sevgi dolu bir alim gibi görmelidir. Zikri unuttuğu zaman kendisine hatırlatırken, hatırladığında yapmasına yardım eder. Korktuğunda onu yüreklendirirken, aciz kaldığında ona güç verir. Zannı kötüleşip yüreği daraldığında yüreğini açarak zannını iyileştirir.Kişi, yol arkadaşına muhalefet ve sürekli itirazda bulunmamalı, ona güzellikle davranmalı, yumuşak ve hoşgörülü, insanlara karşı barışçı olmalı, onların verdiği eziyete karşı sabırlı olmalıdır. Bütün bunlar, haccı faziletli kılar. Devenin veya binek havanının palanı üstünde oturarak haccetmek, takva sahiplerinin haccı ve Selef-i Salih'in izledikleri yoldur. Denir ki: Ebrâr zümresinin haccı, develerin semerleri üstünde gerçekleşir.Süfyan-ı Sevri (ra) babasından şunu nakletmiştir: Kûfe'den hac için Kadisiye'ye gittim ve yolda çeşitli beldelerden hac yolculanyla karşılaştım. Hacıların tamamını binek hayvanları, develer ve tahtırevanlarda gördüm. Hepsinin de yüklerini tutmuş olduklarına şahit oldum.Mücahid, İbni Ömer'e (ra) 'Hac kafilesi geldi, ne kadar da çok hacı var!' dediğinde şöyle demiştir: Ne kadar da az hacı var! Ne kadar da çok binekli var! İbni Ömer (ra) develerin üstüne vurulan çadır ve tahtırevan gibi bidatleri gördüğü zaman 'Hacılar az, binekliler çok' eterdi. Sonra hasırların üstünde oturan perişan halli hacılara şahit olduğunda ise, (Ne kadar da güzel bir hacı!' demiştir.Hacı, perişan görünümlü, azık ve yük bakımından hafif, ancak zaruri ihtiyaçlarımtaşıyan kimse olmalıdır. Eşya ve yükünde aşırıya gitmemeli, kendisini ve yol arkadaşını sıkmaman, herşeyde yeterli olanla iktifa etmeli ve kırmızı renkli giysilerden uzak durmalıdır, Çünkü bu tür giysiler giymek mekruhtur.Allah Resulü (sav) devrinde şöyle bir hadisenin yaşandığı rivayet edilmiştir: "O, bir seferde ashabıyla birlikte bir konak yerinde mola vermişti. Develer serbest bırakılmıştı. Allah Resulü (sav), develerin yalanları üzerindeki kırmızı örtüleri görünce, 'Size kırmızının hakim olduğunu görüyorum' buyurdu. Ashab ayaklandı ve koşarak develerin palanlarındaki örtüleri çekip almaya başladılar. Bunu o kadar telaşla yaptılar ki develerden bir kısmı ürkerek kaçtı".Hacı, şöhret celbedecek giysilerden ve gözlerin dikileceği eşya ve malzemelerden sakınmalı, gösteriş için israfta bulunanlara ve övünmeyi seven ehli dünyaya benzemeye çalışmamalıdır. Aksi tak^ dirde kibir ehli arasında yazılır. Dünyevi nimetleri ve refah düzeyini yükseltmeye

53[53] Buhârî, Umre/l; Müslim, Hac/437; Tirmİzî, Hac/2, 88; Nesa'î, Hac/3, 5, 6; tbni Mâce, Me-nâsik/3; Dârimî, Menâsik/7, Muvatta',

Hac/65.

Page 42: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

de çalışmamalıdır. Çünkü bunlar, Allah yolunda müstehap görülmemiştir. Allah yolunda sıkıntı, çile, susuzluk ve zorluk arttıkça yapılan amelin fazilet ve sevabı da artar.Allah Resulü (sav) bir devenin üstünde haccetmişti. Bindiği deve, çelimsiz bir deveydi ve üstünde dört dirhem değerinde kadife bir örtü vardı. Allah Resulü (sav), müslumanlarm kendisini görerek sünnetini koruyabilmeleri için devesi üstünde tavaf etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Hac menasikinizi benden Öğrenin"54[54]

Yine O, şöyle dua ederdi: "Lebbeyk Allahım Lebbeyk! Gösterişsiz ve riyasız bir hac ile!" Başka bir hadisinde ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Lebbeyk! Muhakkak ki (gerçek) hayat, ahiret hayatıdır".Allah Resulü (sav) hacılara saçların dağınıklığını ve tevazuyu emrederken refah ve nimet içinde yüzmekten sakındırmışlar.. Fuda-le b. Ubeyd'in rivayet ettiği hadiste de böyle denilmektedir.Başka bir hadiste ise şöyle buyrulduğu rivayet edilmiştir: "Hacı, ancak saçı başı dağınık ve fısıltıyla konuşan kimsedir. Allah Teala meleklerine şöyle buyurur: Benim evimi ziyaret edenlere iyice bakın. Onlar derin vadilerden saç baş dağınık ve toz içinde Bana gelmişlerdir".Allah Teala yüce Kitabı'nda da şöyle buyurmuştur: "Sonra kirlerini gidersinler". (Hac/29) Ayetteki kirlilik, saç baş dağınıklığı ve toza bulanmış olmadır. Bunun giderilmesi, saçın tıraş edilip tırnakların kesilmesiyle mümkün olur.Ömer b. Hattab (ra) ordu komutanlarına gönderdiği bir emirde şöyle demişti: "Askerlerinize eskileri giydirin, huşuneti yeğleyin". Hadis ehlinden bir zat bu sözü biraz değiştirerek şöyle demiştir: Ömer (ra) tarafından sünnetin iskat edilerek tıraşın emredilmesi muhtemel değildir. O, Haricilerin mezhebini beğendiği için Sa-biğ'e şöyle demiştir: Başını aç! Sabiğ'in saçının iki örgüye sahip olduğunu görünce şunu söylemişti: Eğer tıraşlı olsaydın boynunu vurmuştum.Hacı, giyecek ve kullandığı eşya bakımından Yemenlilere benzemeye çalışmalıdır. Çünkü onların hacda izledikleri yol ve adetleri takip etmek, Selefin takip ettiği yola girmektir. Allah Resulü (sav) de, bu hususta şöyle buyurmuştur: "Onların sıfatlarını aşan ve yollarına aykırı giden kimse bidatçi ve muhdistir".Yine bu anlamda şöyle denilmiştir: Yemenliler, hacıların süsleridir. Çünkü onlar, Sahabe'nin ve Selefin izledikleri yol ve usûl üzeredirler. Onların azla yetinmeleri ve nadir bulunur olmaları nedeniyle övülmeleri babında şöyle denilmiştir: (Yemenli hacılar) ateşten dolayı köpürmez, yolun meşakkatinden dolayı bunalmazlar.Geçmiş ulema, halktan birinin Mekke yoluna çıktığını gördükleri zaman şöyle derlerdi: Filan kişi haccetmek üzere yola çıktı demeyin. Misafirlik niyetiyle yola çıktı deyin.Hac yolculuğunda kullanılan tahtırevan ve çadırlı develerin Haccac b. Yusuf tarafından ortaya çıkarıldığı ve halkın da bu adeti benimsediği söylenmiştir. O dönemin alimleri bunu kınamakta ve bu tür bineklere binmeyi mekruh saymakta idiler. Ben de bu tür çadır ve tahtırevanların, hayvanları telef etmesinden endişe ederim. Yaklaşık dört adam ağırlığındaki bu tür çadırlar, ağırlıklarının yanısıra hayvanların aşırı ezilmesi ve yetersiz beslenmesi sebe-biyle ölümlerine yol açmaktaydı.Hacılar, mümkün olduğunca, bineklerinin üstünde uyumamah-dırlar. Çünkü uyuyan kimsenin hayvana daha ağır geldiği söylenir. Vera' ehli binek hayvanlarının sırtlarında asla uyumaz, ancak otururken aralıkları içleri geçebilirdi. Yine onlar, binekleri üstünde uzun süre durmazlardı. Çünkü bu da hayvanlara ağır gelen bir dirimdir. Bir hadis-i şerifte de Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bineklerinizin sırtlarını yatak edinmeyin 55[55] Kiralık devenin üstünde, ancak örfe uygun miktarda yük taşınabilir.Bir adam İbnu'l-Mübarek'e 'Şu mektubu benim için yanında ta-şıyıver1 demişti. Ona şöyle dedi: Deve sahibinden izin alabilirsem olur. Çünkü ben onu kiraladım. Kişi, sabah ve akşam vakitlerinde bineğinden inerek onu dinlendirmelidir. Bu konuda Allah Resulü'nün (sav) fiili

54[54] Nesa'î, Menâsik/220; İbni Hanbel, III/318, 366

55[55] Dârimî, Isti'zân/351; Ibni Hanbel, III/439-441, IV/234

Page 43: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

sünneti ve birçok hadis nakledilmiştir.Selef-i Salih'ten bazıları ise binek hayvanının sırtında uyuklamayı doğru bulur ve sırttan inmemeyi şart koşarlardı. Onlar sadece hayvanların rahat etmesi için onlara iyilikte bulunarak sırtlarından inerlerdi. Zahir ulemasından biri şöyle demiştir: Binekli olarak haccetmek, masraf ve harcaması sebebiyle daha faziletlidir. Çünkü bu, nefsi bunaltmaya daha uzak ve ona eziyet bakımından daha hafif olduğu için, haccm selamet ve kemaline daha yakın görülür.Bize göre haccm durumu iftara benzer. Kişinin tabiatına ağır geldiği, sabrı tükendiği ve sıkıntısı arttığı vakit açtığı iftar daha faziletli olur. Aynı şekilde güzel ahlak ve yürek genişliği de faziletlidir. Bu, bazı kimselere mahsus bir hal de olabilir. Çünkü bazı kimseler, sıkıntıya mahkum, asabi yaratılışlı ve sabırsız olabilirler. Kimi zaman yayan gitme imkanı da olmayabilir.Mekkeli fakihlerimizden vera' sahibi bir zata, Mekke'den Aişe Mescidi olarak bilinen umre mikatma gidilerek yapılan umreler hakkında şöyle bir soru sormuştum: Acaba Mekke'den mikat yerine yayan gitmek mi, yoksa bir dirheme eşek kiralayarak onunla gitmek mi daha faziletlidir? Alim şu karşılığı verdi: Bu, sözkoimsu mesafenin insanlara zor görünmesine bağlı olarak değişir. Eğer bu mesafeyi yürümek kişiye zor geliyorsa, zorluktan dolayı yayan gitmesi daha faziletlidir. Eğer bir dirhem vererek eşek kiralamak ona daha zor geliyorsa, nefsini buna zorlaması için kiralaması daha faziletli olur. Alim zat sözüne devam ederek şöyle dedi: Bu durum, insanların müreffeh olmaları noktasındaki farklılığa bağlı olarak da değişiklik arzeder. Böyle kimselere yürümek daha ağır gelebilir. Bize göre umre mikatma yürüyerek gitmek daha faziletlidir.Gücü yeten ve bundan sıkılmayan kimse için yürüyerek haccetmek çok daha faziletlidir. Böyle birinin, buna teşvik eden bir azim ve yüreğinin de olması gerekir. Ehli Beyt kanalıyla rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Ahir zamanda hacceden kimseler dört sınıftır: Gezinti için hacceden sultanlar; Ticaret için hacceden zenginler; Dilenmek için hacceden fakirler; Şöhret için hacceden alim ve kariler".Hac için ücret talep etmek, dünyevi bir çıkar umarak başkasının yerine haccetmek mekruhtur. Alimlerden bir topluluk bunu mekruh saymıştır. Çünkü hac, ahiret amellerinden biri olup tıpkı namaz, ezan ve cihad gibi Allah Teala'ya yakınlığı hedefleyen bir ibadettir. Bu tür ibadetlerden ancak uhrevi sevap hasıl olur. Allah Resulü (sav) müezzin olarak görevlendirilen Osman b. Ebi'l-'As'a şöyle buyurmuştur: "Sabah ezanı için ücret alma 56[56]

Bir defasında da Allah Resulü'ne (sav) cihad için sefere çıkan ve buna karşılık üç dinar alan birinin durumu sorulmuştu. O, şöyle buyurdu: "Onun için dünya ve ahiret bakımından aldığı üç dinardan başka bir karşılık sözkonusu değildir". Eğer kulun niyeti ahiret ve azmi Allah Teala'ya yakınlık olup bunu almak zorunda kalmışsa, Allah Teala ahiret niyetine dayanarak dünyalık verebilir. Ancak dünyalık niyetine uhrevi karşılık vermez. O kimsenin de bu durumda olduğunu ümid ederim.Bir hadis-i şerifte de hac konusunda Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Tek bir hac için üç kişiye ecir verilir ve hepsi de cennete girerler: Onu vasiyet edenler; Vasiyeti uygulayan; Haccı ikame eden hacı ki o, rnüslüman kardeşinin mesuliyetten kurtulmasına ve onun farzını edaya niyet etmiştir".Cihadına karşılık ücret alan mücahidin durumu, Musa'nın (as) annesinin durumuna benzer. O, kendi çocuğunu emzirmesine karşılık ücret almış ve bu ücret kendisine helal kılınmıştır. Aynı şekilde mücahidin niyyeti de cihad ise, onun için gerekli yardıma muhtaç : olduğunda onu isteyebilir. Bunun gibi haccı ile ahiret sevabına ve j Allah Teala'nm rızasına nail olmaya niyet eden kimse de, üzerinde- j ki yükümlülüğün ifasından sonra haccı için verilen ücreti alabilir.Haccın faziletlerinden biri de, insanları hac yolundan çeviren j Allah düşmanlarına mal ile destek vermemektir. Çünkü mal ile { destek ve takviyede bulunmak, can ile desteklemeye eşittir, insan- i lan Mescid-i Haram'dan engellemek, bizzat menetme ve yolu mu- \ hasara

56[56] Benzer manadaki hadisler için b. Tirmizî, Salat/41; Nesa'î, Ezan/32; İbni Mâce, Ezan/3; İbni Hanbel, IV/217

Page 44: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

etme şeklinde olur. Bu tür çirkin fiillerin maksadı ise insan-: lardan para almaktır. Müslüman hacı, bunlardan kurtulma yolla- j rım aramalıdır. Alim bir zat bu gibi durumlarda nafile haccı terkedip geri dön- j menin daha faziletli olduğunu söylemiştir: Bu gibi zalimlere destek i olmaktansa, nafile haccı terketmek daha hayırlıdır. Çünkü ona gö-1 re bu, dine sonradan sokulmuş bir bidat ve müminlerin dinine ka- j rıştırılmış çirkin bir adettir. Bu fiilde, alandan da verenden de kay-! naklanan bir bidat sözkonusudur. jBize göre de hüküm, aynen bu değerli alimin ifade ettiği gibidir.ı Çünkü hacıların yoluna çıkarak onlardan para talep etmek, sünneti haline getirilmiş bir bidattir. Bunda alçalma, zillet ve nafile haccı! eda etmemeden daha kuvvetli bir olumsuzluk mevcuttur. Aksini düşünmek dahi mümkün değildir. Yol kesicilere verilen bu haraç, İslam ve müslümanlar açısından cizyeye denk bir aşağılama ve zillettir.Allah Resulü (sav) bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Müslü-; inanlardan her biri İslam'ın gediklerinden birini tutar. Eğer onlar mevzilerini terkederlerse, İslam'a senin bulunduğun yerden saldı-: rılmaması için yerini sıkı tutMeşhur bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiş-i tir: "Müslümanlar tek bir beden gibidir. Müslümanm diğer müslü-i inanlara göre durumu, başın vücuda göre durumuna benzer. Vücut,! başın ağrısından dolayı rahatsızlık duyar. Baş da vücudun ağrısın-; dan dolayı ağrı çeker".57[57] Bazıları, zaruret bulunduğu teviliyle buna ruhsat verme görüşünü savunabilir. Ancak durum, onların zannettiği gibi değildir,' Çünkü hacının geri dönmesi halinde yol kesen eşkıya ondan hiçbirşey alamayacaktır. Hatta zenginliğin tesiriyle ihdas ettikleri tahtırevanlarda ve süslü çadırlarda olsalar bile para vermek durumunda olmayacaklardır.Eğer sözkonusu haracı verirlerse, zaruret ortadan kalktığı için gönüllü olarak, isteyerek ve iradi olarak vermiş olacaklardır. Belki de bu, develerinin sırtlarında taşıdıkları çadırlar ve hayvanların taşıyabileceğinden çok daha ağır yüklere karşılık onlara verilen bir cezadır. Onlar, bir hayvanın çekebileceğinden dört kat fazla mal ve fuzuli eşya ve ticari mal yüklemek suretiyle onların ölümüne sebep olmaktadırlar. Bu yüzden de, o hayvanların telef edilmesinden dolayı hesaba çekileceklerdir.Yollarda verdikleri haraçlar, belki de bu suçların bir cezası olarak gündeme gelmektedir. Onlar zavallı hayvanlara ticari sermayelerini, gereksiz eşyaları, şüpheli malları fazlasıyla yükleyen veya hacdan başka niyetlere sahip olan kuşkulu kimselerdir.Ebu'd-Derda'nın (ra) ölen devesine şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ey deve! Rabbi'nin huzurunda benden davacı olma. Çünkü sana taşıyamayacağın yükler yüklemedim.Allah Teala, bir günahı benzeri bir günahla, ya da daha ağırıy-la cezalandırır. Hacı, hac görevlerini ve menasikini ifa ederken saçı başı dağınık ve toz içinde olmalıdır. Sünnete uygun olan budur. Yolda Allah Teala'yı sürekli zikretmeli, hac görevlerini eda ederken devamlı surette O'nu anmalı ve gafillere de O'nu hatırlatarak diğer insanlar hakkında konuşmayıp kendini ilgilendirmeyen konularda sükutu yeğlemelidir.Yeterli olanda zorlamaya gitmeyerek mükellef kılmmadığı hususlara müdahil olmamalıdır. İyi bir şey gördüğünde onu emretme-li, çirkin bir şey gördüğünde ondan sakındırmalıdır. Bütün bunlar, haccın ecrini arttıran ve hacıyı faziletli kılan hususlardır.Hacının inikat noktasında hac ve umreyi birleştirmesi müste-hap görülmüştür. Çünkü bunda Allah Teala'ya daha fazla yaklaştıracak bir alışkanlığı benimseyerek kendi beldesinin mikat noktasında iki ibadeti birleştirme sözkonusudur. Bunu tercih eden bir hacı, umreyi de ifa etmiş olacaktır. Zira umre Kur'an-ı Kerim'de hac ile birlikte anılmıştır.Ayrıca umre, ulemadan birçoğuna göre hac gibi farz kılınmış bir ibadettir. Selef-i Salih'ten bir topluluk, hacca umre ile başlamayı ve onu haccın önüne almayı daha güzel görmüştür. Hasan el-Basri (ra), Ata, İbni Şirin ve Neha'î bu alimlerden bazıları dır. E nes't en (ra) rivayet edilen

57[57] ibni Hanbel, V/340

Page 45: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

bir hadise göre Allah Resulü fsav) hac ve umreyi birleştirmiş ve her ikisine birlikte başlamıştır.58[58]

İbni Seleme'nin kardeşi, Zabiy b. Ma'bed'den şunu nakletmiştir: Bir defasında hacca gitmeye niyet etmiştim. İlim ehlinden bir zat bana hac ile başlamayı tavsiye etti. Ben de fıkıh ehlinden birine danıştım. O da hac ile umreyi birlikte eda etmemi tavsiye etti. Ben de öyle yaptım. Her ikisiyle telbiyede bulundum. Daha sonra Ömer'in (ra) yanma vardığımda kendisini durumu bildirdim. O da şöyle dedi: Peygamberi'nin sünnetine uymuşsun.Hacı, umreyi daha önce yaparsa, Temettü' Haccı'nda bulunmuş olur. Bilahare haccederse Hacc-ı İfrad'ı eda etmiş olur. Böylesi daha faziletlidir. Ulemadan bir topluluğun tercihi bu yöndedir. Hacc-ı İfrad ile yalnız haccı eda ederse, o zamanda, Allah Resulü'nden (sav) nakledildiği üzere sadece haccı eda etmiş olur. Bu, Aişe (ra) ve Gabimden (ra) rivayet edilmiştir.Kişi haccını eda ettikten sonra kendisi için tayin edilmiş mikat noktasına gelir ve umreye niyetlenir. Bu da güzeldir. Allah Teala buyurdu ki: "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın". (Bakara/196) Ömer (ra) ve Osman'ın (ra) hac ile umreyi tamamlama hakkındaki görüşleri de bu yöndedir. İkisini ayrı ayrı eda etmek de onları tamamlamak babından sayılmıştır.Hacc-ı Kıran'da tavaf etmeli, iki tavafı tamamlamalı ve iki kez sa'yde bulunulmalıdır. Böylelikle hac ve umreyi birleştirme ya da ayırmaya yönelik ihtilaflar da giderilmiş olur. Kul, ihramda iken bol bol telbiyede bulunmalıdır. Telbiye, hac esnasında yapılacak zikirlerin en faziletlisidir. Telbiyede bulunulurken ses mümkün olduğunca yükseltilmelidir.Telbiye lafzı olarak Sahabe'den nakledilen metin şudur: "Leb-beyk yâ ze'l-me'âric! Lebbeyk haccen hokkan ta'abbüden ve rikkan! Ve'r-rağbâ'ü ileyke ve'l-'amelu!" Telbiyede Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen metinle iktifa edilirse, bu da güzeldir.Hacıya farz kılınmamış olsa da, hac esnasında kurban kesmekdaha faziletlidir. Kesilen hayvanın etini yemekten sakınılmalıdır.Hacc-ı Kıran, temettü've kefaret için kesilen hayvanların etlerinde olduğu gibi, farz kılınmış kurbanlıkların etleri de yenmez.Farz kılınmadığı halde nafile olmak üzere kesilen hayvanların etlerinden yemek müstehaptır. Kesilecek havyan, hadislerde belirtilen sekiz kusuru taşımamalıdır. Bu sekiz kusur şunlardır: 1. Eksik uzuv, 2. Kulakta yarık, 3. Boynuzda kırık, 4. Uyuzluk, 5. Kulağın üstten yarık olması, 6. Kulağın önden yarık olması, 7. Kulağın arkadan yırtılmış olması, 8. Aşırı derecede zayıf ve dermansız olması.Bu meyanda Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah'ın nişanelerini tazim ederse, bu da kalplerin takvasmdandır". (Hac/32) Bu ayet-i kerimenin tefsirinde, kurban hayvanlarının besili ve güzel olmalarının kasdedildiği söylenmiştir.Kurbanlıkların en faziletlisi dişi deve, ardından inek, ardından beyaz boynuzlu koç, ardından keçidir. Kesilecek kurbanlığın mikat yerinden getirilmesi daha doğrudur. Böylelikle kurbanlık arama meşakkatinden kurtulmuş olunur.Selef-i Salih, üç şeye değer verir ve onlarda değer düşürmeyi mekruh sayarlardı: Hac kurbanı, azat edilecek köle ve kurbanlık. Onlara göre bunların hepsinde pahalı ve sahibi için değerli olanı almaya çalışmak daha güzeldir.Bu hususta İbni Ömer'in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ömer (ra) Mekke'ye çok güzel bir kurbanlık götürmüştü. Alıcılar bu kurbanlık için kendisine üç yüz dinar teklif etmişlerdi. Bunun üzerine Allah Resulü'ne (sav) bu hayvanı satarak parasıyla dişi bir deve alıp alamayacağını sordu. O da kendisini bundan menetti ve şöyle buyurdu: Hayır, kurban olarak yalnız o hayvanı keseceksin.Mekke'ye götürülecek kurbanlığın seçimindeki serbestlik sünnettendir. Bu konuda güzel davranmalı ve daha fazla kurban kesebilmek için seçilen hayvan değiştirilmemelidir. Çünkü az ama kaliteli olan, çok ama kalite bakımından düşük olandan daha hayırlıdır. O günün

58[58] Müslim, Hac/167-169; Nesa'î, Menasik/49

Page 46: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

fiyatlarıyla üç yüz dinara otuz dişi deve alınabilirdi. Ama az bulunan ve eşsiz güzelliğe sahip olan tek bir hayvan, birbirlerine benzeyen birçok deveden daha hayırlı görülmüştür.İbnu'l-Münkedir'in Cabir'den (ra) rivayet ettiği bir hadis şöyledir: "Allah Resulü'ne (sav) haccm kabul şartının ne olduğu sorulmuştu. 'Telbiyede sesi yükseltmek ve dişi deve kurban etmek' bu-yurdu".59[59] Aişe'nin (ra) hadisinde ise Allah Resulü'nün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kurban günü Adem oğlunun yapacağı hiçbir amel, Allah için kan akıtmak kadar sevimli gelemez. Kestiği hayvan Kıyamet günü boynuzları ve toynaklarıyla gelir. Onun kanı, yere düşmeden önce Allah Teala'nm huzuruna düşer. Kurbanlığı güzellikle kurban edin".60[60]

Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "(Kurbanlığın) derisindeki her kıl ve kanındaki her damla için size bir hasene vardır. Kurbanlık, Kıyamet günü teraziye konulur. Müjdeler olsun".Kurbanlık hayvanlar içinde sadece koyun bir yaşını tamamladığında kesilebilir. Bunun dışında keçide iki, inekte üç ve devede beş yaşını bitiren hayvanlar kesilebilir.İhrama kendi memleketinde girmek, hac ve umreyi tamamlayıcı hususlardan ve azimet babından sayılmıştır. Ömer (ra), Ali (kv) ve İbni Mesud (ra) "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın" (Bakara/196) ayetinin tefsirinde şöyle demişlerdir: Bu ikinizin tamama ermesi, halkınızın yaşadığı bölgede ihrama girmenizdir.Hac sırasında kalp, Allah Teala'nın icabetinin umulduğu mübarek mekanlarda sürekli uyanık olmalı, menfaat umulan noktalarda dikkatli bulunmalıdır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "(Gelsinler) ki kendileri için birtakım faydalara tanık olsunlar ve (Allah'ın) kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerinde belli günlerde Allah'ın adını ansınlar". (Hac/28)Hacının Mekke'den çıkıp Arafat'ta vakfeye gidinceye kadar, ziyaret tavafından Mina'ya dönünceye kadar geçen sürede hac mena-sikinin ifa edildiği yerlerde yürümesi müstehab görülmüştür. Hacıya binek kullanmayı mubah görenler, hac menasiki bitinceye kadar Mekke'ye yayan olarak gitmeyi müstehap görmüşlerdir.Abdullah b. Abbas (ra) vefatı esnasında çocuklarına şu vasiyette bulunmuştur: "Ey oğullarım, yayan olarak haccedin. Yürüyerek hacceden için, attığı her adımda harem hasenatından yediyüz hasene vardır. 'Harem hasenatı nasıldır?' diye sorulduğunda ise şöyle demiştir: Her hasene yüzbin adet olacaktır". «Hac esnasında yürümenin en çok vurgulandığı ve faziletli bulunduğu mahaller, İbrahim (as) Mescidi ile Vakfe arasındaki yol ile, Vakfe'den Müzdelife'ye kadar olan yol ve bayram günü sabahı Mes-cid-i Haram'dan Mina'ya kadar olan yoldur. Ayrıca şeytan taşlama günlerinde yürümek de çok faziletli görülmüştür.Dua, zikir ve telbiyeye mani olmadıkça Arefe gününü oruçla geçirmek de fazileti muciptir. Eğer kulun gücü yetmiyorsa, oruç tutmaması daha hayırlıdır^Allah Resulü (sav), Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra) Arefe günü oruç tutmuşlardır. Osman (ra) da o günü oruçla ge-çirenlerdendir. \Hacı, yollarda yürürken sürekli ibret almalı, ayetleri düşünmeli, Allah Teala'nm hikmet ve kudretini, insanları çekip çevirmesini tefekkür etmelidir. Allah Teala'nm her vakit var ettiklerini düşünerek yarattığı herşeyde bir ibret ve öğüdün bulunduğunu bilmelidir. Hac esnasında kendisini bir ahiret yolcusu gibi gibi hissetmeli, herşey-den ders çıkarmalı, feraset sahibi olmalı ve gördüğü herşey kendisini Allah Teala'ya havale ederek O'nu hatırlatmalıdır. Baktığı herşeyde O'na şahit olmalı, O'nun emri üzerinde tefekkür ederek bunlarla O'nun hikmetini delili endir m eli ve kudretini teyid etmelidir.Hasan el-Basri'ye 'Kabul edilmiş haccm alameti nedir?' diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: Kulun, ahirete rağbet ederek dünya hakkında zühde yönelmesidir.

59[59] Tirmizî, Hac/14; İbni Mâce, Menasilt/G, 16; Dârimî, Menasik/

60[60] Tirtnizî, Udahî/1; İbni Mâce, Udahî/3

Page 47: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

Kabul edilen haccm (=Hacc-ı Mebrûr) sıfatı hakkında da şunlar söylenmiştir: İnsanlara eziyet etmemek, yapılan eziyetlere tahammül etmek, iyi arkadaşlık, azığı harcama. Haccm kabul alametinin de şu olduğu söylenmiştir: Alışılmış günahları terketmek, boş ve kararsız arkadaşları salih dostlarla, heva meclislerini de zikir meclisleriyle değiştirmek.Yukarıda açıkladığımız amellere muvaffak kılman kimsenin bu hali, onun haccının kabul ediliş alametidir. Bu, Allah Teala'nın hac niyetinde ona şefkat edişinin de delilidir. Hac yolunda malı veya canı noktasında bir musibete maruz kalan kimsenin hali de, haccı-nın kabul emarelerindendir. Çünkü hac yolunda karşılaşılan bir musibet, Allah yolunda şöyle bir infaka denktir: Bir dirhemin karşılığı yedi yüz kat olacaktır. Bu yolda karşılaşılan musibetler, cihad yolundaki zorluklar hükmündedir.Kul, Kabe'yi bolca tavaf etmelidir. Çünkü bir haftalık tavaf, yüzyirmi rahmet ihtiva eder. Bu rahmetlerden herbiri de O'nun izniyle Allah Teala tarafmdandır. Çünkü O, rahmetini kullarından dilediğine mahsus kılar. Bu rahmetlerden her biri için kazanacağa hasenatın en azı on hasenedir. 'Ata'nın İbni Abbas'dan (ra) rivayet ettiği bir hadiste Allah Re-sulü'nün (sav) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Allah Teala bu Ev'e her gün yüz yirmi rahmet indirir. Bunların altmışı tavaf edent ler, kırkı namaz kılanlar, yirmisi de ona bakanlar içindir". Başka bir hadisinde ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kabe'yi çok tavaf edin. Kıyamet günü amel defterlerinizde bulacaklarınızın en basiti fakat amelleriniz gıbta edilmeye en çok değe!;r olanı odur". Tavaf esnasında konuşmayın, sürekli Allah Teala'yı zikredi]) tekbir getirin. O'na hamdedip Kur'an okuyun. Sükunet ve vakarla!, huşu ve tevazu içinde yürüyün. İnsanları sıkıştırmayın ve Kabe'ye mümkün olduğu kadar yaklaşın. Hacer-i Esved'i öperek sağdaki sütunları istilâm edin. Mümkün olursa her seferinde böyle yapın:Bir hadislerinde Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim Kabe'yi yalınayak ve hüzündü bir haldi tavaf ederse bir köle azat etmiş gibi olur. Kim de yağmur altında bir hafta tavaf ederse geçmiş günahları mağfiret olunur". Bu hadis, Hasan b. Ali (ra) tarafından arkadaşlarına rivayet edilmiş ve onun tarafından Allah Resulü'ne (sav) dayandırılmıştır.Tavaf esnasında bayağı niyetlerden ve adi fikirlerden sakının. Denir ki: Kul, bu diyarda niyetinden dolayı dahi hesaba çekilir. Bu meyanda İbni Mesud'un (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kul, Mekke dışında hiçbir beldede fiilden önceki iradesi (niyeti) sebebiyle hesaba çekilmez.Yine o, şöyle demiştir: Kul, Mekke'de bir günah işlemeye niyet ettiğinde bile Allah Teala onu cezalandırır. O, bu sözünün ardından şu ayet-i kerimeyi okumuştur: "Mescid-i Haram'dan (insanları) geri çevirenler (bilsinler ki), kim orada (böyle) zulüm ile haktan sapmak isterse ona acı bir azap tattırırız". (Hac/25) Görüldüğü gibi azap tehdidi, fiile değil irade ve niyete bağlanmıştır. Denir ki: Mekke'de işlenen suçların cezaları, oradaki hasenatın sevaplarında olduğu gibi katlarca arttırılarak verilir. Orada işlenen günahlara da, ancak orada kefaret olunabilir.İbni Abbas (ra) şöyle derdi: Mekke'de ihtikar, haramda aşırıya sapma sayılır. Denildi ki: Orada yalan söylemek bile haktan sapma sayılır. Ömer b. Hattab'ın (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rekiy-ye'de yetmiş günah işlemem, Mekke'de tek günah işlememden daha sevimlidir. Rekiyye, Mekke ile Taif arasında bir beldenin adıdır.Selef-i Salih'in vera' ehlinden Abdullah b. Ömer (ra), Ömer b. Abdülaziz (ra) ve benzeri şahsiyetler, bir çardak Mescid-i Haram'da bir çardak da Harem-i Şerifin dışında kurarlardı. Namaz ve benzeri bir ibadette bulunacakları zaman Harem-i Şerifteki çardağa girer ve oranın faziletini idrak etmek isterlerdi.Onlara göre Harem-i Şerifin her tarafı, Mescid-i Haram'm içi hükmündeydi. Yemek yemek, aileleriyle konuşmak veya abdest bozmak istediklerinde ise Harem dışındaki çardaklarına

Page 48: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

giderlerdi. Denir ki: Hacıların aileleri, geçmiş zamanlarda Mekke'ye girdikleri zaman, ayakkabılarını çıkarırlardı. Tıpkı Tuva Vadisi'ne gösterilen ta'zim gibi Harem'e saygı gösterirlerdi.Mekke'de ikamet edenlerden bazıları da, Harem-i Şerifte büyük ve küçük abdest bozmazlardı. Hatta bazılarının, Allah Teala'mn nişanelerini ta'zim ve O'nun Harem'ini tenzih etme maksadıyla helallik bölgesinden çıkıncaya kadar ne büyük, ne de küçük abdest lerini boz-madıklarına bizzat şahit olduk. İyi amellerin tamamı, Mekke'de katlarca arttırılır. Bir hasene, Mescid-i Haram'da kılman namaz misali yüzbin hasene sayılır. Bu anlamda İbni Abbas (ra), Enes (ra) ve Hasan el-Basri'den (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Bir günlük oruç, yüzbin günlük oruç, bir dirhem sadaka yüzbin dirhem sadakaya denk tutulur". Denir ki: Yedi hafta tavaf, bir umreye bedeldir. Üç umre ise, bir hacca bedeldir. Umre, küçük hac olarak bilinir. Allah Teala'nm şu buyruğu da buna delil mahiyetindedir: "Büyük Hac (Hacc-ı Ekber) günü". (Tevbe/3) Bu, ayet-i kerime, umrenin küçük hac olduğunu göstermektedir. Araplar arasında umreyi hac olarak isimlendirenler de vardır. Allah Resulü (sav) de bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: "Ramazan ayında yapılan bir umre, hacca denktir"61[61]

Yukarıda naklettiğimiz esaslar dahilinde haccı eda eden kimsenin durumu, haccm kabulünün alameti ve Allah Teala'nm onun nfi) yetine olumlu bakışının işareti sayılır. 62[62]

Haccin Ve Allah Rızası İçin Accedenlerİn Faziletleri:

Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Bu Ev'e haccedip kadınlara yanaşmayan ve günaha sapmayan kimse, günahlarından anasının doğurduğu günki gibi sıyrılır".Başka bir hadiste ise, şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim, evinden hac veya umre niyetiyle çıkar ve ölürse, ona Kıyamet gününe dek hac ve umre yapan sevabı verilir. İki haremden birinde ölen kimse de hesaba çıkarılıp sorgulanmaz. Kendisine 'Cennete gir1 denir".Diğer bir hadiste ise Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kabul edilmiş bir hac. dünyadan ve onun içinde-kilerden daha hayırlıdır. Kabul edilmiş bir haccm, cennetten başka bir karşılığı yoktur".63[63]

Konuyla ilgili bir başka hadis-i şerif de şöyledir: "Hacılar ve umre yapanlar, Allah Teala'nm elçileri ve ziyaretçileridir. Onlar niyaz ettiklerinde (istedikleri) kendilerine verilir. Bağış dilediklerinde onları bağışlar. Dua ettiklerinde kendilerine icabet eder. Şefaat dilendiklerinde şefaat ederler".Bir zat, şunu nakletmiştir: Şeytan, Arafat'ta beşer suretinde bana göründü. Çok zayıf, sararmış, gözü yaşlı ve beli bükük bir halde idi. 'Seni ağlatan nedir?' diye sorduğumda şöyle dedi: 'Hacıların ticari kaygı olmaksızın Allah Teala'ya yönelmeleri. Bu durumda onların amellerini boşa çıkaramamaktan endişe ediyorum. Bu da beni kahrediyor. Teki bedenini böyle zayıflatan nedir?' diye sorduğumda ise şöyle dedi: Atların Allah yolunda kişnemeleri. Eğer benim yolumda kişneselerdi, bundan çok memnun kalırdım. 'Rengin niye sarardı?' diye sorduğumda da şöyle dedi: "Müslümanların hayır ve iyilik üzerinde yardımlaşmaları. Eğer günah üzerinde yar-dımlaşsalardı benim çok hoşuma giderdi. Ta belini büken nedir?'diye sorduğumda şu cevabı verdi: Kulun, (Allahım Sen'den hayırlı son niyaz ederim' demesi. Ne olurdu, ameliyle övünseydi. İşte belimi büken de budur.Arafat'tan Müzdelife'ye doğru ifazada bulunan bir adam İbnü'l-Mübarek ile karşılaştı ve kendisine şöyle dedi: Ey Eba Abdurrah-man! Şu vakitte günah bakımından insanların en ağırı

61[61] Tirmizî, Hac/95; Ebu Davûd, Menasik/79; Nesa'i, Siyam/6; İbni Mâce, Menasik/45; Dâri-mî, Menasik/40; İbni Hanbel, 1/308

62[62] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 372-387.

63[63] Bııhârî, Umre/l; Müslim, Hac/438; Tirmizî, Hac/2, 88; Nesa'î, Hac/3, 5, 6; İbni Mâce, Me-nasik/3; Dârimî, Menasik/7; Muvatta',

Hac/65

Page 49: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

kimdir? îb-nü'1-Mübarek dedi ki: Allah Teala -hacıları kasdederek- şu insanları bağışlamamıştır, diyen kimsedir.Ehli Beyt kanalıyla rivayet edilen müsned bir hadis de şöyledir: "İnsanların günah bakımından en ağırı, Arafat'ta vakfede durup da Allah Teala 'hm kendisini bağışlamadığını zanneden kimsedir". Denir ki: Öyle günahlar vardır ki ancak Arafat'taki vakfe ile kefaret olunurlar. Cafer b. Muhammed bu haberi merfıı' olarak rivayet etmiş ve Allah Resulü'ne (sav) dayandırmıştır.Denildi ki: Allah Teala, bir kulunun günahını vakfede bağışladığı zaman, o günahı işleyenlerin tamamını bağışlar. Selef-i Salih'ten bir zat ise, Arefe günü Cuma'ya rastladığında vakfede duranların bütün günahlarının bağışlanacağını söylemiştir. Ona göre böyle bir gün, dünyadaki bütün günlerin en faziletlisidir.Allah Resulü (sav) Veda Haccı'nı o gün eda etmiş ve o hacdan sonra başka bir hac ziyaretinde bulunamamıştır. O gün Arafat'ta vakfede dururken kendisine şu ayet-i kerime nazil olmuştur: "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamam- -ladım ve sizin için din olarak İslam'dan razı oldum". (Maide/3)Kitab ehlinin alimleri de şöyle demişlerdir: Eğer bu ayet bize indirilmiş olsaydı, o günü bayram ilan ederdik. Ömer b. Hattab (ra) şöyle demiştir: Şehadet ederim ki bu ayet, iki bayramın birleştiği gün, yani Arefe ve Cuma gününde Allah Resulü (sav) vakfede iken nazil olmuştur.Seleften bir topluluk, "Ki kendileri için bir takım faydalara şahit olsunlar" (Hac/28) ayet-i kerimesinin tefsirinde, 'Kabe'nin Rabbi adına, bununla kasdedilen onların bağışlanmalarıdır5 demişlerdir."Andolsun ki, ben de onları (saptırmak) için Senin doğru yolunun üstüne oturacağım" (A'raf/16) ayet-i kerimesinin bir tefsiri ise şeytanın Mekke yoluna oturarak hacılara mani olmaya çalışacağı şeklinde yapılmıştır. Mücahid ve diğer tefsir alimlerinden nakledilen de şu manadadır: Melekler, Allah Teala ile şeytanın sözleri karşı karşıya gelince hacıları muhafazaya alır ve kire bulaşmalarından önce onlar için dua ederek 'Allah Teala sizden ve bizden kabul buyursun' derler. Hacılar Mekke'ye vardıklarında da melekler kendilerinin karşılarlar. Deve sırtında gelenlere selam verirken eşek ile gelenlerle tokalaşır, yayan gelenleri ise kucaklayarak sarılırlar.Hasan el-Basri (ra) dedi ki: Ramazan ayını, Allah yolunda cihadı veya haccı takiben vefat eden kimse şehit olarak vefat etmiştir. Ömer b. Hattab (ra) ise şöyle demiştir: Hacılar ve onların Zilhicce, Muharrem, Sefer ve Rebiülevvel'in yirmi gününde bağış diledikleri kimseler bağışlanmıştır.Selef-i Salih, cihaddan dönen gazileri teşyi eder, hacıları ise karşılayarak alınlarından öper ve kendilerine dua etmelerini isterlerdi. Bir hadiste de Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allahım! Hacıyı ve onun bağışlanma dilediği kimseyi bağışla".Ali b. el-Muvaffak'tan şunu nakletmişlerdir: Hacca gittiğim yıllardan birinde Arefe gecesi Mina'daki Hayf Mescidi'nde kaldım. Uykuda yeşiller giymiş iki meleğin gökten indiğini gördüm. Biri arkadaşına (Ey Allah'ın kulu!1 diye seslendi. Diğeri de 'Buyur ey Allah'ın kulu1 diye karşılık verdi. İlki, 'Rabbimizin Evi'ni bu yıl kaç kişi haccetti?' diye sorunca öbürü 'Bilmiyorum' dedi. İlki sözüne şöyle devam etti: Bu yıl Rabbimiz'in Evi'ni altıyüz bin kişi haccet-miştir. Peki bunlardan kaçının haccınm kabul edildiğini biliyor musun? Diğeri, 'Hayır bilmiyorum dedi. Bunun üzerine o sözüne devam etti: 'Sadece altı kişi'. Bu konuşmadan sonra göğe doğru yükselerek kayboldular.işte o an korkuyla uyandım. İçime derin bir kaygı çöktü. Kendi durumumdan endişelenmeye başladım. Sadece altı kişinin haccı kabul edildiğine göre ben altı kişinin nere sindeydim. Arafat'tan indiğimizde Harem-i Şerifte geceledim. Sürekli hacıların çokluğunu, haccı kabul edilenlerin ise azlığını düşünüyordum.Uykuya daldığımda gökten iki kişinin indiklerine gördüm. Biri, 'Ey Allah'ın kulu' diyerek

Page 50: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

diğerine seslendi. O da, 'Buyur ey Allah'ın kulu' diye karşılık verdi. İlki, 'Rabbimiz'in Evi'nin kaç kişinin ziyaret ettiğini biliyor musun?' diye sordu. O da, 'Evet, altıyüz bin kişi'dedi. İlki, 'Peki kaçının haccmın kabul edildiğini biliyor musun?' diye sordu. Diğeri, 'Evet, altı kişi' diye cevapladı. İlki, 'Peki Rabbi-miz'in bu geceki hükmünü biliyor musun?' diye sordu. Öteki, 'Hayır1 dedi. Bunun üzerine ilki, 'O, haccını kabul ettiklerinden herbi-rine yüzbin sevap verdi' dedi. Uyandığımda çok mutluydum. O anki sevincim tarif edilemeyecek derecede fazlaydı.Bu kıssada altı kişi zikredilmiş, yedinci belirtilmemiştir. Bunlar arzın direklerini temsil eden abdal zümresinin yedi mensubudur. Allah Teala, öncelikle onların kalplerine bakar. Sonra onların kalpleri vasıtasıyla velilerin kalplerine bakar. Onların nuru, Allah Tea-la'nın celalinden kaynaklanır. Velilerin nurları ise abdal zümresinin nurlarından kaynaklanır. Onların nasipleri ve ilimleri de, abdal zümresinin nasip ve ilimlerinden gelir. Kıssada yedinci abdal zikredilmemiştir. O, arzın ve abdal zümresinin kutbudur. Bütün abdal onun terazisindedir. O, bu ümmet için Hızır'a (ra) benzer. İlim bakımından da ona denktir.O ikisi, ilim hakkında istişare eder ve biri diğerinden bilgi alır. Ancak bu Kutub, kıssada zikredilmemiştir. Allah Teala daha iyi bi- J lir ama, bu ümmetten hacca gitmeksizin ölenleri ona teslim edilir. Çünkü o, amel bakımından hepsinden daha zengin, şefaat noktasında daha etkilidir.Ali b. el-Muvaffak'tan rivayet edildi ki: Hacca gittiğim bir yıl, hac farizalarını tamamladıktan sonra haccı kabul edilmeyenleri düşünmeye başladım ve şöyle dedim: Allahım, ben bu haccımı ve onun sevabını, haccı kabul edilmeyen birine hibe ettim. O gece Allah Teala rüyama girdi ve şöyle buyurdu: Ey Ali! Cömertliği ve cömertleri Ben yarattığım halde cömertlikte Bana meydan okuyorsun. Ben, cömertlerin en cömerdi, kerem sahiplerinin en yücesiyim. ikram ve cömertliğe bütün yarattıklarımdan daha layığım. Haccı kabul edilenlerin sevaplarını, haccı kabul edilmeyenlerin hepsine hibe ettim.Îbnu'l-Muvaffak hayatta iken Allah Resulü (sav) adına da birkaç kez haccetmişti. O, şunu anlatmıştır: Allah Resulü'nü (sav) rüyamda gördüm. Bana, 'Ey İbnu'î-Muvaffak, benim için haccettin mi?' diye sordu. Ben de, 'Evet, ey Allah Resulü' dedim. O, 'Peki benim adıma telbiyede bulundun mu?' diye sordu. Ben, 'Evet ey Al-lah Resulü' dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Bu, senin için benim yanımda bir kudrettir. Bu fiilin sebebiyle Kıyamet günü seni Ödüllendireceğim. Herkesin dikildiği meydanda senin elinden tutacağım. Herkes hesap kaygısında iken seni cennete götüreceğim 64[64]

Beytü'l-Harammn Faziletleri:

Allah Teala, Kabe olarak isimlendirdiği Evi'ni her yıl altıyüz bin kişinin ziyaret edeceğini vaadetmiştir. Bu sayı eksildiği takdirde Allah Teala meleklerle sayıyı tamamlayacaktır. Bu sayede Kabe bir gelin gibi sarılacak, onu ziyaret eden herkes, Örtülerine sarılarak onunla birlikte cennete girmeye çalışacaktır.Bir hadis-i şerifte Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hacer-i Esved, cennet yakutlarından bir yakuttur".65[65] Hacer-i Esved, Kıyamet günü iki gözü ve dili olduğu halde diriltilecek ve konuşacaktır. O, kendisine istilâm edenler için doğruluk üzere şahitlik edecektir. Allah Resulü (sav) onu çok öperdi.Bir hadiste de O'nun Hacer üzerine secde ettiği rivayet edilmiştir. O, devesinin üzerinde tavaf ederken, asasını ona doğru tutar, sonra da asasını öperdi. Ömer (ra) de onu öpmüş ve şöyle demiştir: Biliyorum ki sen, ne yararı, ne de zararı olan bir taşsın. Allah Resulü'nü (sav) seni öperken görmeseydim, seni öpmezdim. O bunu söyledikten sonra hıçkırıklara boğularak ağlamıştı. Arkasında döndüğünde Ali'yi (kv) görmüş ve ona şöyle demiştir: Ey Eba Hasan,

64[64] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/387-391.

65[65] Tirmizî, Hac/49; İbni Hanbel, 11/213, 214

Page 51: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

buracıktan ne ibretler almıyor!Ali (kv) de şöyle dedi: O, yarar da verebilen, zarar da verebilen bir taştır. Ömer (ra) 'Nasıl olur?' diye sorunca şu cevabı verdi: Allah Teala, yarattıklarından bir ahit aldı ve onlar için bir yazı yazarak onu bu taşın içine yerleştirdi. O, mümin için vefakârlık, kafir için nankörlük ettiği yönünde şahitlik eder. Hatta müslümanların onu istilâm ederken Söyledikleri, 'Allahım! Sana iman ederek Kitabı'nı tasdik ederek ve ahdine vefa ederek' ifadesinin de bunu kasdettiği belirtilmiştir. Onlar, bu sözlerle, o yazıyı ve Allah Teala'nm aldığıahdi kasdetmekteydiler.Bir hadislerinde de Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Toprak önce benim için yarılır. Sonra Baki mezarlığına giderim ve oradakiler benimle birlikte hasredilir. Sonra Mekke halkına giderim, onlar da Haremeyn'in arasında haşrolu-nurlar".Başka bir hadiste de şu ifade yer almaktadır: "Adem (as) hac menasikini eda ettiği zaman melekler karşısına çıkarak 'Haccm kabul edildi ey Adem!' derler". Başka bir hadis ise şu mealdedir: "Allah Teala her gece yeryüzü sakinlerine nazar eder. İlk nazar ettiği Harem-i Şerif halkıdır. Harem halkından O'na ilk bakanlar da, Mescid-i Haram'm müdavimleridir. Allah Teala tavafta gördüklerini bağışlar. Namazda gördüklerini de bağışlar. Kıbleye dönük olarak uyuyor gördüklerini de bağışlar".Ebu Türab en-Nehaşî'ye Abadan'da namazın hükmü sorulmuştu. Şu cevabı verdi: Mescid-i Haram'daki uyku, Abadan'daki namazdan daha faziletlidir. Evliyadan bir zata keşf nasip olmuş ve şöyle demiştir: Bütün serhat boylarının Abadan'a, Abadan'ın da Harem-r Şerifin hazinesi ve Mescid-i Haram halkının limanı olan Cidde'ye yöneldiğini gördüm. Mekke'de bir yıl kaldım. Oradaki pahalılık beni dara düşürmüş ve sıkıntı çekmeye başlamıştım.Bir gece rüyamda, önümde duran iki şahsın,konuşmalarına şahit oldum. Biri diğerine şöyle diyordu: Bu beldede herşey kıymetli. Sanki pahalılığı kasdediyor gibi idi. Diğeri ise şöyle dedi: Mevki kıymetli olduğu için buradaki herşey de kıymetlidir. Malların sana ucuz gelmesini istiyorsan, onları mevkinin itibarına kat, o zaman ucuz görürsün.66[66]

Mekke'de İkameti Hoş Görmeme:

Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle derdi: Gerçekten de hangi belde de ikamet edeceğimi bilemiyorum. Kendisine 'Horasan' denildi. Bunun üzerine şöyle dedi: Orada muhtelif mezhepler ve bozuk fikirler vardır. 'Şam' denildi. Bunun üzerine de şöyle dedi: Orada parmakla gösterilen biri olursunuz. İrak' denildi. Süfyan (ra), 'Orası zorbaların beldesidir5 dedi. 'Mekke' denildi. Onun için de şöyle dedi: Mekke keseyi ve bedeni eritir.Adamın biri Süfyan-ı Sevri'ye (ra) şöyle demişti: Mekke'de yaşayıp Beytullah'a komşu olmaya niyet ettim, bana ne tavsiye edersin? Süfyan (ra) şu cevabı verdi: Sana üç şey tavsiye ederim: İlk saftanamaz kılma! Kureyşli ile arkadaşlık etme! Sadakanı açıktan verme! Onun ilk safta namaz kılmayı hoşgörmemesinin sebebi şuydu: İlk safta namaza alıştığı zaman, herhangi bir nedenle namaza katılmadığı zaman yokluğu hissedilir ve şöhret kazanarak tanınan biri olurdu. Aynı safta namaz kılmaya alışıldığı zaman ihlas kaybo7 lup güzel görünme ve riyakârlığın gündeme gelmesi muhtemeldir. Mekke'de yaşıyorken Süfyan-ı Sevri'yi (ra) bir adam ziyaret et7 ti ve kendisinden bir istekte bulunarak şöyle dedi: Adamın biri Mekke'de tasadduk etmemi isteyerek bana para verdi ve onu Kabe'nin sidanesine vermemi rica etti. Sen ne dersin? Süfyan (ra) şöyle dedi: Verdiği emirde bilgisizlik etmiş. Kabe, bu tür yardımlara muhtaç değildir. Bunun üzerine adam, 'Peki senin görüşün nedir?' diye sordu. Süfyan (ra) da, 'Onu yoksullara ve dullara dağıt. Ancak falancalara verme, çünkü onlar hacı soyuculardır1 dedi.Selef-i Salih'ten bazı kimseler, Mekke'de ikameti hoş görmez ve orayı yalnız hac niyetiyle ziyareti, hacdan sonra da ayrılmayı tercih ederlerdi. Bunun sebebi, orayı daha çok özlemek

66[66] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 391-392.

Page 52: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

olduğu gibi, orada günah işleme korkusu veya tekrar gelme isteği de olabilir.Allah Teala buyurdu ki: "Biz Beyt'i (Kabe'yi) insanlara toplantı ve güven yeri kıldık". (Bakara/125) Yani müslümanlar yıldan yıla gelerek orada toplanır, oraya olan özlemlerini canlı tutarlar. Başka bir beldede bulunup kalbinin bu Ev'e bağlı kalması, burada ikamet ederek sıkılmandan, ya da kalbinin başka bir beldede olmasından daha sevimlidir. îbni Uyeyne Şa'bî'den şu sözü rivayet etmiştir; Açık bir hamamda ikamet etmem, Mekke'de ikamet etmemden daha sevimlidir. Süfyan (ra) bu sözü açıklayarak şöyle demiştir: Yani ona duyduğu saygı hissi ve orada günah işleme kaygısı sebebiyle böyledir.Ömer b. Hattab (ra) da hacca giden hacılar bir süre koyar veya şöyle derdi: Ey Şam halkı sizin Şam'ınız, ey Iraklılar sizin Irak'ınız, ey Yemenliler sizin Yemen'iniz var!İbni Abbas (ra) şöyle derdi: JMekke evlerinden kira almak haramdır. İnsanlar, kadınlara arkadan yanaşmayı ve Mekke evlerinden kira almayı helal saymadıkça Kıyamet kopmaz. Süfyan-ı Sevri (ra), Bişr (ra) ve fakihlerden bir topluluk da Mekke evlerine kira Ödemeyi mekruh saymışlardır. .:.:<...- ,.,Hatta Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle demiştir: Senden kira istediklerinde, eğer vermekten başka çare bulamazsan, Kabe'den onlara verdiğin kadarını alabilirsin. Selef-i Salih'ten bir zat ise şöyle demiştir: Horasan'da yaşayan niceleri vardır ki, bu Ev'e, onu tavaf edenlerden daha yakındırlar.Allah Teala'mn öyle kulları vardır ki, Kabe Allah Teala'ya yakın olabilmek için onlarla beraber tavaf eder. Şeyhlerimizden biri de Ebu Ali el-Kirmanî1 den şöyle bir hadise nakletmiştir:el-Kirmanî Mekke'de ikamet eden şeyhlerimizden biriydi ve abdal zümresindendi. Hadiseyi bizzat ondan da işittim. el-Kirmanî dedi ki: Bir gece Kabe'nin müminlerden biriyle birlikte tavaf ettiğini gördüm. Bu şeyh bana şöyle dedi: Belki de gökyüzünün Kabe'nin zeminine indiğini görmüşsündür. Kabe onu emmiş ve ona yapışmıştır. Yeryüzündeki abdal zümresinin çoğunluğu Hind, Zenci diyarları ile küfür beldelerinde yaşarlar.Denir ki: Güneşin battığı hiçbir gün yoktur ki abdal zümresinden biri Kabe'yi tavaf etmemiş olsun. Fecrin doğduğu hiçbir gece de yoktur ki gavslardan biri onu tavaf etmiş olmasın. Bu durum sona erdiğinde Kabe yeryüzünden gökyüzüne doğru yükseltilir ve insanlar sabaha çıktıklarında Kabe'den hiçbir eser kalmadığını görürler.Onlardan hiç birinin tavaf etmediği yedi yıl geçtikten sonra Kabe yükseltilir. Bunun ardından da mushaflardaki Kur'an yükseltilir. İnsanlar sabah baktıklarında mushaf sayfalarının bembeyaz olduğunu görürler. Bunun ardından hafızalardaki ayetler de silinir. İnsanlar, Kur'an'dan tek bir cümleyi dahi hatırlamaz olurlar.Bunun ardından şiirlere, şarkılara ve Cahiliye devrinin hikayelerine dönerler. Ardından deccal çıkar. Onu takiben Meryem oğlu İsa (as) iner ve onu öldürür. Bu dönemde Kıyamet'in kopması, günü sayılan bir hamilenin çocuğunu doğurması kadar yakındır.Vüheyb b. el-Verd el-Mekki'den şu kıssa nakledilmiştir: Bir gece Hacer-i Esved'in dibinde namaz kılıyordum. Kabe ile örtüleri arasından şöyle bir ses dumdum: Allah'a ve sana şikayet ediyorum ey Cebrail! Çevremde tavaf edenler konuşmalarında ne kadar boş, ne kadar da çok heva ve eğlenceye dair konuşuyorlar! Eğer buna son vermezlerse, öyle bir patlayacağım ki beni ören taşlardan her biri, koparıldığı dağa fırlayacak.Rivayete göre Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmuştur: "Kabe'nin rüknü ve İbrahim Makamı göğe çekilmedikçe Kıyamet kopmaz". Rivayete göre Habeşliler Kabe'yi işgal edeceklerdir. Onların öncüleri Hacer-i Esved'in yanında, arkadakileri ise Cidde sahilinde olacaklardır. Kabe'nin taşlarını teker teker sökerek tamamını denize dökeceklerdir.Sahabe'den bir zatın ve eski kitapları bilen birinin de bu anlamda şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Sanki iri yapılı ve başı tıraşlı bir Habeşi'yi Kabe'nin üstünde görür gibiyim. Kazvmasıyla onu taş taş ayırıp yıkıyor.Allah Resulü'nün (sav) bir hadislerinde şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bu Ev'i göğe

Page 53: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

çekilmeden önce sık sık tavaf edin. O, iki kere yıkılmıştır. Üçüncü de göğe çekilecektir". Kabe'nin göğe çekilişi, yukarıda da zikrettiğimiz gibi yıkılmasından sonra olacaktır. Kabe, yıkılmasının ardından eskisi gibi inşa edilecek ve bir müddet tavaf edildikten sonra göğe yükseltilecektir. Ebu Rafı', Ali (kv) kanalıyla şu kudsi hadisi rivayet etmiştir: "Allah Teala buyurur ki: Dünyayı yıkmak istediğimde, buna kendi Ev'imden başlarım. Onu yıktıktan sonra dünyayı yıkarım" 67[67]

Mekke'den sonra dünyanın en faziletli beldesi Allah Resulü'nün (sav) şehri Medine-i Münevvere'dir. Orada eda edilen ameller de katlarca sevapla mükafaatladırılır. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hariç diğerlerinde kılman bin namazdan daha hayırlıdır". 68[68] Aynı şekilde Medine'de ifa edilen diğer amellerin de, namaz gibi bin kat daha hayırlı kılındığı söylenmiştir.Medine'den sonraki en faziletli belde Kudüs'tür. Orada kılmalı namaz da, diğerlerinde kılman namazvlardan beş yüz kat daha üstün görülmüştür. Ata, İbni Abbas (ra) kanalıyla Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Medine mescidinde kılınan bir namaz, diğerlerinde kılınan onbin namaza bedeldir. Mescid-i Haram'da kılman bir namaz da diğerlerinde kılman yüzbin namaza bedeldir. Mescid-i Aksa'da kılman namaz da bin namaza bedeldir".Bunlar dışında kalan bütün şehirler eşittir. Teşvik edilen ve fazileti sebebiyle gidilmesi istenen başka bir belde yoktur. Bunlar dışındaki beldeler için herhangi bir şer1! hüküm sözkonusu olmamıştır. Bu meyanda Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Binekler ancak şu üç mescid için koşturulur: Mescid-i Haram, benim mescidim ve Mescid-i Aksa. Bunlar dışında kalbin kalbinin salah, dininin selamet ve halinin istikamet bulunduğu hangi mevkide namaz kılarsan, orası senin için en faziletli mevkidir". 69[69]

Başka bir hadis-i şerifte ise Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Beldeler, Allah'ın beldeleri, kullar O'nun kullarıdır Hangisinde uygun görürsen orada ikamet et ve Allah'a hamdet" 70[70]Meşhur bir hadiste ise Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kim bir şeyde huzur bulursa ona bağlı kalsın. Her kimin de bir yerde geçim imkanı olursa, durum değişin-ceye kadar oradan ayrılmasın".Nu'aym dedi ki: Süfyan-ı Sevri'yi (ra) torbasını omzuna atmış, destisini eline almış bir halde gördüm ve 'Ey Eba Abdullah, nereye?1 diye sordum. 'Torbamı bir dirhem ile dolduracağım bir beldeye' dedi. Bu hadisenin başka bir rivayetinde ise şöyle dediği nakledilmiştir: 'Ruhsatların bulunduğu bir diyar buldum. Oraya gidiyorum'.Bunun üzerine 'Ey Eba Abdullah, bunu yapar mısın?' diye sordum. O da, 'Evet, bir beldede ruhsatların bulunduğunu duyarsam, oraya giderim. Çünkü bu, dinin için daha sağlıklı, kaygıların için eksilmedir1 dedi.Süfyan-ı Sevrî (ra) şöyle derdi: Bu, kötü bir devirdir. Adı sanı bilinmeyenlerin akıbetinden emin olunamazken meşhurların hali nice olur! Bu, dinini kurtarmak isteyen kimsenin diyardan diyara kaçacağı zamandır.Fakirler ve alimler, alimler ve salihlerin meclislerine katılıp istifade etmek ve onların ahlakıyla ahlaklanmak için büyük şehirlere giderlerdi. Alimler ise şehirden şehire göçerek bilgi sahibi olmak, insanları Allah'a davet etmek ve O'nun yolunu öğrenmek isterlerdi.Amel ehli ortadan kalkıp müridler yokolduğunda dininizin sıhhatine, kalbinizin İslahına ve nefsinizin sükununa en yakın olan i yere gidin ve oradan ayrılmayın. Oradan sıkılmayın. Çünkü ondan daha kötüsüne düşüp ilk yerinizi mumla aramaktan emin olamazsınız. Çoğu

67[67] Benzer manadaki hadisler için b. Buharî, Hac/47; Müslim, Fiten/57-59; Nesa'î, Hac/125; îbni Hanbel, 11/220, 328, 417.

68[68] Buharî, Mescid-i Mekke/l; Müslim, Hac/505-510; Nesa'î, Menasik/124; Tirmizî, Meva-kît/126; İbni Mâce, İkamet/195, 198; Muvatta',

Kıble/9; İbni Hanbel, 11/16, 29, 53, 54, 68, 102,23969[69]

Buharî, Mescid-i Mekke/l, 6, Savm/67, Sayd)/26; Müslim, Hac/415, 511, 512; Ebu Davûd, Menasik/94; Tirmizî, Salat/126; Nesa'î, Mesacid/10; Dârimî, Salat/132; îbni Hanbel, 11/234, 23870[70]

İbni Hanbel, 1/166

Page 54: Kutül kulüb Cilt 3 Bölüm 4.docx

zaman bunu başaramayabilirsiniz. Allah Teala emrinde galib gelendir. Kuvvet ve hareket yalnız O'nunladır. O, çok yüce ve çok uludur.71[71]

71[71] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 392-397.