kamu emekçileri bülteni-2008 eylül

12
M Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz! Aylık bülten Sayı 28 Eylül 2008 Fiyatı 50 YKr k k amu e e mekçileri b b ülteni Kamu emekçileri sendikaları ile sermaye hükümeti arasında süren toplu görüşmeler geride kaldı. Bu sürecin ardından emekçilerin yaşama ve çalışma koşullarında herhangi iyileştirme sözkonusu olmadığı gibi ücretlere sefalet düzeyinde bir artış gerçekleşti. İlk altı ay için %4, ikinci altı ay için %4.5 emekçilere reva görülen ücret artışları oldu. Bu artışın sürekli artan enflasyon oranları, otomatiğe bağlanan su ve elektrik zamları, temel tüketim maddelerine yapılan zamlar, kesilen vergi yükü altında ezildiğini söylemeye gerek dahi yok. Ancak kamu emekçilerinin tek sorunu sefalet zamları değil. Sosyal hakların gaspı, sağlık ve emeklilik hakkının imkansız hale gelmesi, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, özelleştirme saldırısı, esnek üretim ve istihdam kamu emekçilerini doğrudan ilgilendiren uygulamalar ve hak gaspları arasında yer almaktadır. Bu saldırıların adı kimi zaman Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasası, Personel Rejimi Yasa Tasarısı, sözleşmeli ve ücretli istihdam, Kamu Yönetimi Reformu vb. olmaktadır. Bugüne kadar hedefi net, hak alıcı ve militan bir mücadele hattı izlenemediği için bu saldırı yasaları büyük oranda uygulamaya konuldu. Toplu görüşme sürecinde de emekçileri bekleyen saldırılara karşı yeterli düzeyde bir çalışma yürütülemedi, mücadele örgütlenemedi. Tüm bu gelişmeler yaşanırken KESK Kasım ayını Hak ve taleplerimizi kazanmak için grev ve direniş komiteleri kuralım!

Upload: sosyalist-kamu-emekcileri

Post on 14-Mar-2016

224 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Kamu Emekçileri Bülteni-2008 Eylül

TRANSCRIPT

Mart 2008 � Sayı 25e-mail: [email protected]

M

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!

Aylık bülten � Sayı 28 � Eylül 2008 � Fiyatı 50 YKr

kkamu eemekçileri bbülteni

Kamu emekçileri sendikaları ile sermaye hükümetiarasında süren toplu görüşmeler geride kaldı. Busürecin ardından emekçilerin yaşama ve çalışmakoşullarında herhangi iyileştirme sözkonusu olmadığıgibi ücretlere sefalet düzeyinde bir artış gerçekleşti. İlkaltı ay için %4, ikinci altı ay için %4.5 emekçilere revagörülen ücret artışları oldu. Bu artışın sürekli artanenflasyon oranları, otomatiğe bağlanan su ve elektrikzamları, temel tüketim maddelerine yapılan zamlar,kesilen vergi yükü altında ezildiğini söylemeye gerekdahi yok.

Ancak kamu emekçilerinin tek sorunu sefaletzamları değil. Sosyal hakların gaspı, sağlık veemeklilik hakkının imkansız hale gelmesi, iş

güvencesinin ortadan kaldırılması, özelleştirmesaldırısı, esnek üretim ve istihdam kamu emekçilerinidoğrudan ilgilendiren uygulamalar ve hak gasplarıarasında yer almaktadır. Bu saldırıların adı kimi zamanSosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS)Yasası, Personel Rejimi Yasa Tasarısı, sözleşmeli veücretli istihdam, Kamu Yönetimi Reformu vb.olmaktadır. Bugüne kadar hedefi net, hak alıcı vemilitan bir mücadele hattı izlenemediği için bu saldırıyasaları büyük oranda uygulamaya konuldu. Toplugörüşme sürecinde de emekçileri bekleyen saldırılarakarşı yeterli düzeyde bir çalışma yürütülemedi,mücadele örgütlenemedi.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken KESK Kasım ayını

Hak ve taleplerimizi kazanmak için grev ve direniş komiteleri kuralım!

da kapsayacak şekilde bir mücadele programı açıkladı.Programda ayakları yere basmayan bir “direniş”söylemini öne çıkardı. Kuşkusuz sendikalı-sendikasıztüm kamu emekçilerinin saldırıları püskürtmek içindirenişe geçmesi gerekiyor. Ancak gerçek bir direnişsüreci somut talepler etrafında, hak alıcı bir mücadelehattı üzerinden yükselen, tabandan doğru örülerekhayata geçirilebilir.

Bunun için yapılması gerekenler açık ve nettir. İlkönce kamu emekçilerinin tabanda bir araya gelmesigerekmektedir. Sendikalı-sendikasız, sözleşmeli-kadrolu, kadın-erkek tüm kamu emekçileri işyerlerindebir araya gelerek sermaye iktidarının saldırılarına karşıhak ve taleplerini belirlemelidir. Bu süreci aynızamanda daha geniş emekçi kitleleri saldırılarkarşısında bilgilendirme, bilinçlendirme ve duyarlıhale getirme özcesi mücadeleye hazırlama süreciolarak kurgulamak gerekmektedir.

Atılacak ikinci adım tabanda sağlanan bir arayagelişleri düzenli hale getirmektir, bir işleyişekavuşturmaktır. Düzenli olarak toplanan sorunlarını veçözüm yöntemlerini, mücadele araçlarını tartışantabanda oluşan bu birlikler işyeri komiteleri olarak elealınmalıdır.

Tabanda birliğini sağlamış olan bu komiteler hakve taleplerini kazanmak için izlenmesi gerekenmücadele hattını belirlemelidir. Sermaye iktidarınınsaldırıları ağır ve kapsamlı olduğuna göre mücadele debuna uygun bir zeminden yükselmelidir. Kamuemekçileri sosyal güvencesini, sağlık ve emeklilikhakkını, iş güvencesini, grevli-TİS’li sendika hakkınıkorumak, çalışma ve yaşama koşullarını iyileştirmek

için dişe diş bir mücadele sürecine bugündenhazırlanmalıdır. Bunun yolu da uzun soluklu birmücadele programının ve buna uygun bir eylemtakviminin oluşturulmasından geçmektedir.

En temel hak ve kazanımlarımızı korumak,yenilerini kazanmak için genel greve hazırlanmaktanbaşka bir yolumuz bulunmamaktadır. Zira bugünekadar sayısız kere merkezi eylemler gerçekleştirdik,basın açıklamaları yaptık, birkaç saatlik ya da birgünlük iş bıraktık, sevk aldık, yürüyüşlergerçekleştirdik, kokartlar taktık, dilekçeler yazdık vb.Ancak tüm bu adımlarımızı sonuç alıcı bir mücadeleyöntemiyle, süresiz iş bırakma ve grev hedefiylebirleştirmediğimiz için mücadelemiz eksik kaldı. Öfkeve tepkimizi dile getirmiş olduk ancak sermayeiktidarının en çok korktuğu gücümüzü yani hizmetüretiminden gelen gücümüzü kullanmadık.

Bugün artık bu gücümüzü harekete geçirmektenbaşka yolumuz yoktur. Uzun soluklu ve dişe diş birmücadele sürecine, genel grev-genel direnişebugünden hazırlanmalı, bunun için grev ve direnişkomiteleri kurmalı, işyerlerinden doğru bu süreci tümkamu emekçileriyle ortaklaştırmaya çalışmalıyız. Eğerbiz kendimize inanırsak ve gücümüze güvenirseksendikalarımızı da olması gereken mücadele çizgisineçekebiliriz.

Bunun için bir an önce harekete geçmeli,işyerlerimizde işyeri toplantıları örgütlemeyebaşlamalıyız. Eğer biz bir adım atarsak ve özne olursakdeğiştirme ve dönüştürme gücümüzün neleribaşarabildiğini görebiliriz. Hak ve taleplerimizikazanmak için görev bizi bekliyor.

2

M K

3

- KESK 3 yıldır toplu görüşme sürecinden çekildiğinive yüzünü işyerlerine, eylem alanlarına döneceğiniaçıklıyor. Ancak buna rağmen KESK’in yüzünüişyerlerine döndüğünü, mücadeleyi buralardan doğruyükselttiği söylenemez. Bu yıl açıklanan mücadeleprogramı ve eylem takvimi ise yine mücadeleninihtiyaçlarını karşılamaktan uzak kaldı. Genel bir takımdireniş söylemleri eşliğinde basın açıklamaları, oturmaeylemleri, yöneticilerle sınırlı Ankara eylemleri dışındasüreç işyerlerinden doğru tartışmaya açılmadı veörgütlenmedi. Kamu emekçilerinin hak ve talepleri hakalıcı bir mücadele programı ve eylem takvimiyle, bunauygun örgütsel mekanizmaların yaratılmasıylaörgütlenmedi. Bulunduğunuz işyeri, sektör ve sendikadasüreç nasıl yaşandı? Eksikler nelerdi?

Yapı-Yol Sen İstanbul Şube Örgütlenme SekreteriHalil Tümtürk: 4688 sayılı sendikalar kanunu ileKESK asıl olması gereken yeri, sokağı ve işyerleriniunutmuş ve doğal olarak erime sürecine girmiştir. Son 3yıldır toplu görüşme masasından çekilerek asıl olmasıgereken yere döneceğini her fırsatta dillendiren KESKmaalesef beklenilenin aksine bunu ne örgütleyebilmiş nede bu yönde bir çalışma başlatmıştır. Bu sene açıklananmücadele programı da görev savmadan öte değildir.

Yapılan eylemler, yapılması planlanan eylemlerkadrolarla ve işyerlerinden tamamen bağımsız,tartışılmaksızın yapılan eylemlerdir. Bu da doğal olarakgüçsüz ve etkisiz eylemler olarak kalmaya mahkumdur.Süreç işyerlerinden doğru değil merkezden gelentakvimsellikle örülmeye çalışıldı. Oysa yıllardır yapılanyanlışın başlangıcı da tam budur. İşyerlerinden başlamasıgereken örgütlenme, bilindik sürece heba edildi. KESKhala yüzünü işyerlerine dönemediğini bu süreçlekanıtlamış oldu.

SES İzmir Şubesi Örgütlenme Sekreteri HüseyinÇoban: Öncelikle bahsettiğiniz gözlemlerin tamamınındoğru olduğunu ifade etmeliyim. Biraz zorlama ile deolsa sendikamızda ilk önce şube temsilciler kurulunutoplantıya çağırıp KESK’in gönderdiği eylem takviminideğerlendirmeye çalıştık. İzmir cephesinde şubemizdendoğru neleri yapabileceğimizi tartışarak kararlar aldık.KESK’in Kasım ayı ve sonrasında ne olduğunuaçıklamadığı “genel direniş” kavramının netleşmesigerektiği konusunda ortak görüş belirlendi. SES GenelMerkezi’ne belirsizlikten duyduğumuz rahatsızlığın yazıile bildirilmesine karar verdik.

İkinci olarak da işyerlerimizde üyelerimizle neleryapabileceğimiz konusunda toplantılar yapmaya,

M K

KESK’in mücadele programı ve toplu görüşme sürecine ilişkin şubeyöneticileriyle konuştuk…

“Hak alıcı bir mücadele programıetrafında taban harekete geçirilmelidir!”

4

ardından da KESK İzmir Şubeler Platformu aracılığı ilediğer kamu çalışanları ile toplantılar yapılarak tabaniradesinin ortaya çıkarılması yönünde kararlar aldık.Gelgelelim halihazırda alınan kararların hayatageçirilmesinde ciddi isteksizlik ve ayak diretme sözkonusudur. Tabanın söz ve karar hakkından bahsedenlerbunu hayata geçirmede o kadar iddialı değiller ne yazıkki.

Kırklareli Eğitim-Sen Şube Örgütlenme SekreteriCevahir Ö. Kurşun: Zaten yaz tatili süreci olduğu içinsendikaya gelip giden üye hemen hemen hiç yoktu.Yönetici olduğum halde Ankara eyleminden benim bilehaberim olmadı. Sonradan sadece Şube Başkanı’nıngittiğini öğrendim. Duyurusu dahi mesaj vb. araçlarlayapılmadı. Özetle bildiğimiz hak almaktan uzak eylemtakvimi ile süreç geçirildi.

Nevşehir Eğitim-Sen YK üyesi Aynur Taş: KESKtarafından hazırlanmış talepler uygun. Ancak KESK’inmasadan kalkması uygun değildir. Bu eylemlerle sonuçalınamaz.

İzmir Eğitim-Sen 1 No’lu Şube Tire TemsilciliğiYK üyesi Tuncay Öcalan: Her sene aynı oyuntekrarlanıyor. Gerçek ve hak alıcı bir mücadele programıoluşturulmuyor. Böyle olunca da üyeler ve emekçilermücadeleye ve sendikalara güven duymuyor. Durumbizim sektörde daha vahim yaşandı. Ortada bir mücadelegöremeyen eğitim emekçileri çoğunlukla tatildeydi.Eylemler zayıf, cansız ve etkisiz geçti. En büyük eksikemekçilere güven verecek hak alıcı bir mücadeleprogramının ve hedefinin açıklanmamasıydı.

- Toplu görüşme süreci sona erdi. Ancak kamuemekçilerini ciddi saldırılar bekliyor. Özelleştirme, esnekistihdam, sosyal hakların gaspı, Personel Rejimi YasaTasarısı ile iş güvencesinin ortadan kaldırılmasıgündemde. Özetle kamu emekçilerinin saldırılara karşımücadelesi bitmeyecek. Bundan sonra süreç hangitaleplerle ve nasıl örgütlenmeli? İşyeri örgütlülüklerinasıl işler hale getirilmeli ve nasıl bir mücadeleprogramı oluşturulmalı? Kısaca düşüncelerinizi ifadeeder misiniz?

Yapı-Yol Sen İstanbul Şube Örgütlenme SekreteriHalil Tümtürk: Mevcut saldırı yasaları bundan sonrakisüreci örgütlemek için yeterli verileri elimizevermektedir. Bundan sonraki en önemli şey “niyet”tir. Yaçıkacak yasaları herkes gibi bekliyor olacağız ya da 3yıldır söylediğimiz ama fiili olarak hayatageçiremediğimiz söylemi gerçekleştireceğiz: Yüzümüzüişyerlerine döneceğiz. Tüzüğümüzde olup işlevselliği

olmayan işyeri komisyonları hemen kurulmalı ve mevcutyasalarla çalışanların neler kaybedeceği eğitimçalışmalarıyla desteklenmelidir.

SES İzmir Şubesi Örgütlenme Sekreteri HüseyinÇoban: Toplu görüşmenin bir orta oyunu olduğununfarkındayız. Bugüne kadar saldırılara karşı ayrı ayrıprotesto mantığını aşmayan eylemler yapıldı. Buna enbüyük neden KESK yönetiminin tabanına olan ciddigüvensizliği ve tabanı örgütlemedeki isteksizliğidir.Yapılması gerekenler aslında gayet açıktır. Kamuemekçilerinin mücadeleye başladığı dönemdeki tabanörgütlülüğünü ve karar almadaki etkinliğini tekrar hayatageçirmektir. Sermayenin topyekûn saldırılarının bir sınıfsaldırısı olduğunu aklımızdan çıkarmadığımız taktirdebu saldırılara karşı sınıfsal bir başkaldırının tek çözümyolu olduğu gayet açıktır. Süresiz iş bırakma ya da genelgrev örgütlenmeden bu saldırılara dur diyemeyiz. Bununbaşka yolu yok. İşyerlerini etkin hale getirmedenmücadelenin tıkanan kanalları açılamaz.

Kırklareli Eğitim-Sen Şube Örgütlenme SekreteriCevahir Ö. Kurşun: İşeyeri gezileri en kısa zamandabaşlamalı ve bir periyoda bağlanmalı. İşyeritemsilcilerinin eğitimi gibi üyelerin kitlesel katılımıylagerçekleşecek eğitim çalışmaları planlanmalı. Tabandabir araya gelinebilen unsurlarla bir mücadele programıoluşturulup hayata geçirmek için çaba sarfedilmeli, budoğrultuda şube yönetimi ve genel merkeze basınçoluşturulmalıdır. Hedef elbetteki saldırılarıpüskürtebilecek nitelikteki eylemler, yani grev hedefineyönelik olmalıdır.

Nevşehir Eğitim-Sen YK üyesi Aynur Taş:Sendikalar genel haklarda ortak karara varıp beraberdavranmadıkları sürece yaptıkları eylemlerin başarılıolacağına inanmıyorum. Şu anda sadece çoğunluğu alıpmasaya oturmayı düşünüyorlar. Grevli toplu sözleşmelisendika yasası için KESK tabana inmelidir.

İzmir Eğitim-Sen 1 No’lu Şube Tire TemsilciliğiYK üyesi Tuncay Öcalan: Sizin de ifade ettiğiniz gibisaldırılar ortada, talepler de öyle. İşyerlerindenbaşlayarak tüm sektörler ortak talepler etrafındaörgütlenmeli ve harekete geçirilmeli. Tüm bu süreçortaklaştırılmalı, işyeri, sektörel talepler genel taleplerebağlanmalı. İşyerleri adım adım örgütlenmeli, mücadeleburalara ayaklarını basabilmeli. Haklarımızı kazanmakiçin süresiz iş bırakmaya, uzun süreli greve doğru evrilenbir mücadele programı açıklanmalı. İşyeri örgütlülüklericanlandırılmalı. Mücadele bu örgütlülüklerle dinamikhale getirilmelidir.

5

Sermaye sınıfı daha fazla kâr elde edebilmek için hertürlü yol ve yöntemi kullanmaktan çekinmemektedir. İşçive emekçilerin kazanılmış haklarını gasp etmek, işgüvencesine saldırmak, yeni kölelik yasaları çıkarmak,sefalet ücretine mahkum etmek, kamu hizmetlerinipiyasanın insafına terketmek sermaye iktidarının uzunyıllardır hayata geçirmek için çalıştığı saldırılardır.

Bu alanların başında sağlık hizmeti gelmektedir.Sermaye devleti hem sağlık hizmetini hem de sektördehizmet üreten emekçileri tasfiye etmek için çeşitliuygulamaları hayata geçirmeye başladı. Kuşkusuz busadece sağlık sektörüne özgü uygulamalar olmadı. Amacıaynı ancak sektörlere göre uygulamaları değişen adımlarıbir bir hayata geçirmeye başladı.

Sermaye devleti 1996’dan sonra farklı ve daha sinsiceçalışmalar yaptı. Kamu sağlık işkolunda iş güvencesine vesınırlı bazı haklara sahip “memur” yerine ilk önceleriçakılı sözleşmeli personel alımına gitti. Kamu emekçilerimücadelesinin henüz geriye düşmediği bu dönemde çakılıpersonelin kadroya alınmaları sağlanabildi. Ancak dahasonraki saldırılara karşı etkin mücadele verilmediğindendolayı iş güvencesiz istihdam hızla arttı.

Döner sermaye uygulamalarına karşı sağlıklıbir politika oluşturulamadı

Bunlar yetmezmiş gibi personel yetersizliği nedeni ile

döner sermayeden maaş almak sureti ile çalıştırılanpersoneller sağlık iş kolunda boy gösterdi. Buarkadaşlarımız 657’nin 4/A maddesine göre “memur”haklarından yararlanabiliyordu ancak maaşları çalıştıklarıhastanenin döner sermayesinden karşılanıyordu. Sermayedevleti sağlık işkolunda 4/A’ya tabi kadrolu personelalımını artık durdurmuş, bunun yerine iş güvencesindenyoksun farklı istihdam şekillerinin önünü açmış oluyordu.

Sermaye devleti sağlık alanında özelleştirmeningidişatına göre yeni istihdam modellerini hayatageçirmekte hiç tereddüt etmedi. Döner sermaye çalışanıkamu emekçisi alımının hemen ardından 657’nin 4/Bmaddesini gündeme getirdi. Kendisinin bilerek veisteyerek yarattığı personel yetersizliğini mazeretgöstererek genelleştirdi. Bugün bu sözleşmelerde çalışanaleyhine olmayan hiçbir madde yoktur. Ülkede var olanişsizlik, çalışanların bu sözleşmeyi imzalamalarındazorlayıcı bir etken olmuştur.

Hemen hemen her yıl düzenlenen ve birçok işsiz gençiçin umut olarak gösterilen Kamu Personeli Seçme Sınavı(KPSS) ile işe alınanlar (öğretmen, hemşire, teknisyenvb.) memur olarak değil 4/B’li sözleşmeli olarakalınmaktadır. Sorumlulukları diğer kadrolu çalışanlar ileaynı iken sahip oldukları haklar bakımından ise yoksunlukiçerisinde bulunmaktadırlar. İşyerlerinde zaman zamankendi meslektaşları tarafından baskı yapıldığı gibi,amirleri tarafından her zaman tehdit edilmekte, sorunlarıise idareler tarafından ilgisizlik ile karşılanmaktadır.

Sağlıkta iş güvencesiz olmak…

Esnek üretim biçimleri çeşitli yol ve yöntem ileuygulanmaktadır. Sağlık alanında bunlar dışında başkaistihdam biçimleri de hızla yol almıştır. Kamu alanındaözelleştirmeler sonucu iş yerleri kapatılmış olansözleşmeli işçilerin bir kısmı sağlık alanında istihdamedilmişlerdir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun4/C maddesine göre istihdam edilmiş olan sözleşmeliişçilerin durumu yukarıda saydığımız istihdambiçimlerinden katbekat kötüdür. Bu arkadaşlarımız 10

Sağlıkta esnek istihdam kölelik demektir…

Ücretli köle olmayacağız!

6

aylık sözleşmelere imza atmak zorundabıraktırılmaktadırlar. Bu nedenle ne memur haklarındanne de işçi haklarından yararlanabilmektedirler. Yıllık izinhakları 10 gün ile sınırlıdır. Rapor hakları yok denecekdurumdadır. Bunlar yetmezmiş gibi her yıl 2 ay ücretsizizine gönderilmektedirler. İki ay içerisinde herhangi birişte çalışmaları durumunda sözleşmeleri tamamenfeshedileceğinden ek bir iş de yapamamaktadırlar.

İdarenin keyfi tutumu karşısında tamamen savunmasızdurumdadırlar. 12 Eylül darbesinin hemen ardından hızlayaygınlaşan taşeron çalışanları, sağlık işkolundaki enönemli istihdam modelini oluşturmaktadır. İlk başlardayemek ve temizlik hizmetleri taşerona verilirkengünümüzde sağlık hizmetinin her alanında taşeronişçilerini görmek mümkün hale gelmiştir. Taşeronşirketleri laborant, röntgen teknisyeni, hemşire, anesteziteknisyeni de çalıştırmaktadırlar.

Sağlıkta sözleşmeli olmak…

* Sözleşmeli sağlık personelinin ek ödemesinden SSKkesintisi yapılmaktadır. Kadroluların dönersermayelerinden herhangi bir kesinti yapılması sözkonusu değildir.

* Kadrolularda kıdem ve kademe ilerleme varken,sözleşmelilerde göreve yeni başlayanla 25 senelik birsözleşmeli sağlık personeli aynı maaşı almaktadır.

* Sözleşmeli sağlık personelinin sözleşmeleri her yılocak ayında yenilenmektedir. Yani sigorta dahil her seneçıkış-giriş işlemi yapılmaktadır. Uzun süreli sözleşmeyapılmamaktadır.

* 4/B maddesine göre yerleştirilen sağlık memurlarınınsözleşmeleri görev yapacakları kurumlar aracılığıylayapılmıştır. Bu uygulama sebebiyle bazı kurumlardaidareci konumunda bulunan personelin şahsi inisiyatifleriesas teşkil eder konuma gelmiştir. Hastaneler arasındauygulama farklılıkları oluşmuştur. Bazı kurumlardakiBaşhekim, Hastane Müdürü, Başhemşire ve sorumluhemşireler 4/B maddesine göre çalışan sözleşmeli sağlıkpersoneline “Sizin ne olacağınız belli değil” tarzında biryaklaşım sergiler konuma gelmişlerdir. Örneğin, 4/Bmaddesine göre çalışan Sağlık Memurları bazı kurumlardaözellikli birimlerde çalıştırılmalarına rağmençalıştırıldıkları birime sağlanan döner sermaye ek ödemetutarlarından faydalandırılmamaktadırlar. Diğer personelözellikli birimlerin döner sermaye ek ödeme tutarlarındanyararlanmakta iken 4/B maddesine göre çalışan sağlık

personeli bundan yararlandırılmamaktadır. * 4/B maddesine göre yerleştirilen sağlık memurlarınınsözleşmeleri kurumlar tarafından “Hizmetlerine gerekkalmadığı için sözleşmelerinin feshedilmesi veyayenilenmemesi” maddesine göre tek taraflı olarakfeshedebilmektedir. * Kamu Personeli Seçme Sınavına lise mezunu olarakgirmiş, bu puanla atanmış ve daha sonra önlisans veyalisans eğitimi görmüş 4/B’li personel, diğer sağlıkpersonelinin eğitim düzeyi ile ilgili faydalandığı malihaklardan yararlanamamaktadır. Üniversite mezunu olan4/B’li personelin bu diplomaları adeta yok sayılmaktadır.Bu personelin aylık ücretlerindeki zararlarının yanındadöner sermaye ek ödemelerinde de hak kayıpları sözkonusudur. * 4/B maddesine göre yerleştirilen sağlık personeli diğerpersonelle aynı haklara sahip olmasına rağmen giyecekyardımı gibi bir takım mali haklardan yoksunbırakılmıştır.

* 4/B maddesine göre yerleştirilen sağlık personelidoğum yaptığı zaman görev yaptığı kurumdan ücretalamamaktadır. Ayrıca bu personelin izinleriyle ilgili bazıhususlarda karışıklıklar bulunmakta, uygulama noktasındakurumlarda hoş olmayan ifadelerle karşılaşılmaktadır.

Ortak örgütlenmek ve mücadele etmekzorundayız!

Sağlıkta özelleştirme saldırısı yoğunluğu ne kadarartarsa var olan sınırlı hakların da ortadan kalkacağını,gündemimizi yoğunlukla işgal eden aile hekimliğiuygulamasında görmekteyiz. Şu anda uygulamayı cazipkılmak için verilen ekonomik hakların bizi yanıltmasınamüsaade etmezsek gerçekleri daha net görebileceğiz.Sermaye cephesinin hedefi nettir. Tüm işçi ve emekçileriiş güvencesi ve sınırlı haklarından yoksun ücretli kölelerhaline getirmektir. Burada hedefi net olmayan, haklarıelinden alınan doktor, hemşire, teknisyen, büro çalışanı“memur” statüsünde olanlar ve bunların örgütü olansendikalardır. Sağlık işkolunda çalışanlarının farkınavarmak zorunda oldukları tek şey kurtuluşun tek başınaolamayacağıdır. Hangi statüde çalışırsak çalışalımsorunlarımız gibi, çözüm yol ve yöntemlerimizde aynı.Çalışanları bölmek için ortaya konmuş tüm yapay statülerive yasakçı yasaları bir kenara atıp aynı iş kolunda olansağlık emekçileri ortak örgütlenip taleplerimizi kazanmakiçin sermaye sınıfına karşı ortak mücadele etmeliyiz.

Özal döneminde“özelleştiririm-özelleştiremezsin” tartışmasıylabaşlayan otoyollarınözelleştirilmesinde sonaşamaya gelindi. Bundanönceki özelleştirmelerebaktığımızda kaybedenler hepçalışanlar ve emekçi halkımızolmuştur. Bu süreçler hepbildik yöntemlerle işlemiştir.Çalışanlar statüleri veücretleriyle farklılaştırılarakbirbirlerine düşman edilmiş,halkın gözünde çalışanlarasalakmış gibi lanse edilmiştir. Asıl asalakkendileriyken haklarını arayan emekçilere “halkınkanını emenler” diyebilme aymazlığı göstermişlerdir.Bunun nedeni emekçilerin örgütsüz, bölünmüşolmasıdır. Sendika yönetimlerinin uzlaşmacı mücadeleçizgisi ya da ihanetleri bu tabloyu daha daderinleştirmiştir. Zaten zayıf olan örgütlülüklernedeniyle işçi ve emekçiler ya hiç tepki göstermemiş yada lokal karşı koyuşlar gerçekleştirmişlerdir. Bu aradaen önemli eksiklik kimin ayağına basılırsa o kesiminbağırması olmuştur.

Örgütlülüğün amacı dayanışmayı da gerektirirkenaynı konfederasyona bağlı sendikalar bile birbirlerineçok uzak durmuşlardır. Oysa sıranın onlara dayaklaşmakta olduğu aşikardır. Sendikal bürokrasi kafakarışıklığı ile hem çalışanlar açısından sendikalaragüvensizliğe sebep olurken, hem de örgütlülüğüanlamsızlaştırarak dağılmasını hızlandırmaktadır. Oysaişçi sınıfı bir aradayken ve birlikteliğinin gücünüanlamışken yıkılmayacak kadar güçlüdür. En azındanemek tarihi bize bunu kanıtlamaktadır. Bürokratiksendikacılar bedeller ödenerek kazanılmış hakları hebaetmektedirler.

Sermaye devleti, kamu harcamalarını kara delik

olarak görürken Sovyetlerin dağılması ile birlikte sosyaldevlet kavramına bile tahammül edemez hale gelmiştir.Kamusal tüm alanlara birikmiş kiniyle saldırmaya veyok etmeye başlamıştır. Sermayenin bu topyekûnsaldırısına karşı koyuşun örgütlenememesinin en büyüknedeni sendikal bürokrasinin kendisidir.

Yapılan lokal eylemler dahi işlerine ve geleceklerinesahip çıkma talebiyle harekete geçen işçilerin mücadeleazmi sayesinde gerçekleştirmiştir. Bu eylemlerin kimizaman sendika yönetimlerine rağmen gerçekleşmesitesadüf değildir. Bunun en belirgin öne çıkışı SSGSSyasa tasarısının meclise geldiği 14 Mart tarihindekikısmi iş bırakma eyleminde görülmüştür. İşçi veemekçiler sendika ve örgütlerinin yönetim kadrolarınınbeklentilerinin çok çok üstünde ve çok daha kararlıçıkmışlardır alanlara.

Sendikaların ve emek hareketinin dinamosu gözüylebakılan KESK bile bir sonraki adımda, 14 Martsonrasında ne yapacağına dair hazırlıksızlığı ile kendiüyelerini bile şaşkınlığa sürüklemiştir. Aynı belirsizlik,politikasızlık ve ilkesizlik KESK’in özelleştirmesüreçlerine kayıtsız kalmasının en büyük nedenidir.KESK en başından beri örgütlü olduğu iş yerlerindedahi farklı statülerin oluşturulmasına karşı duramadığı

7

Bir özelleştirme hikayesi daha:

Otoyollar

İzmir Eğitim-Sen 1 No’lu Şube’ye bağlı Tire Temsilciliği 1 Eylül tarihinde “Eğitime bütçe okuluma ödenekistiyorum!” başlığı altında 5 gün süren bir imza kampanyası gerçekleştirdi. Yeni eğitim ve öğretim dönemininbaşlamasına denk gelen kampanyanın tüm il genelinde yapılması gerekiyordu. Ancak ne yazık ki ne GenelMerkez düzeyinde ne de İzmir’deki Eğitim-Sen şubeleri bu konuda ortaklaşan bir tutum içerisinde olamadı.Eğitim sektöründe yaşanan sorunlar hem eğitim emekçilerini, hem öğrencileri, hem de velileri ilgilendirmektedir.Böylesi bir kampanya ile konunun tüm muhataplarının sorunlara ilgisi çekilebilir, talepler ortaklaştırılabilir.

İzmir düzeyinde ortaklaşamasa da Tire’de etkin bir kampanya örgütledik. Kampanyamızı 5 Eylül günügerçekleştirdiğimiz eylemle sonlandırdık. Saat 16.00’da Tire Öğretmenevi’nden Tire İlçe Milli EğitimMüdürlüğü’ne gerçekleştirdiğimiz yürüyüşün ardından basın açıklaması yaptık. Basın açıklamasının ardındanEğitim-Sen İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Ali Rıza Özer kısa bir konuşma gerçekleştirdi. Kampanya süresincetoplanan 800 imzayı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden Bakanlığa gönderdik.

Tire’den bir eğitim emekçisi

8

Tire’de imza kampanyası

gibi, üyelerinin yerlerini alan iş güvencesiz kesimin örgütlenmesine de kayıtsız kalmıştır. Mevcut durumda halaadım atmaya pek niyeti görünmemektedir. Oysaki taşeronlaşma ve işgüvencesiz istihdam emekçilerin birliğinesaldırıdır ve örgütsüzleştirmektir.

Otoyol çalışanı kamu emekçileri açısından bakıldığında özelleştirme bir kurtuluş gibi düşünülmekte ve devletgüdümlü sendikalar tarafından sürekli kurtuluş yöntemi olarak pompalanmaktadır. Oysaki tüm özelleştirmesüreçleri çalışanlar açısından birçok olumsuzluğu da peşinden getirmiştir. Özelleştirilen tüm kamu kurum vekuruluşlarında çalışanların bir kısmı işsizlikle tanışırken bir kısmı da sanki bir lütufmuşçasına 4/C statüsüylesözleşmeli, iş güvencesiz, sosyal haklardan mahrum “sözde” iş sahibi yapılmışlardır. Çalışanlar özelleştirmeylebirlikte sudan çıkmış balığa dönerken tüm yaşamları bir anda altüst olmuştur. Yıllardır dağ gibi biriken sorunlardankurtuluşun özelleştirmeden geçmediği, aksine özelleştirme ile birlikte sorunların daha da artacağı ortadadır. Amacıçalışanların birliğini bozmak, kafasını karıştırmak, işverene hizmet etmek, şoven ve milli duygularla beslemek olandevlet güdümlü sendikaların özelleştirme saldırısını savunmaları kime hizmet ettiklerinin bir kanıtıdır. Çalışmaşartlarının düzeltilmemesi, en ufak sorunların dahi çözümsüzlüğünde diretilmesi, otoyol çalışanlarının yasal haklarıolan fiili hizmet tazminatlarının verilmemesi sermaye hükümetlerinin bürokratları aracılığı ile özelleştirmeyikolaylaştırmak için izlediği yöntemlerdendir. Görülüyor ki sorun mülki değil yönetimsel, bilinçli ve siyasidir.Otoyolların özelleştirilmesiyle kamusal bir alan daha kaybedilecek, çok cüzi bir fiyata otoyolu kullanabilenhalkımız, kendi vergileri ile yapılan otoyollara daha fazla ücretler ödemek zorunda kalacaktır. Yıllardır serbestrekabetin herşeyi ucuzlatacağı hikayesi otoyollar için de geçerli olamayacağına göre durum çok daha vahimdir. Buanlamda otoyol çalışanlarının önünde işlerini ve haklarını korumanın yanısıra halkın çıkarlarını koruma görevi dedurmaktadır.

2007 yılı için köprü ve otoyol gelirleri Karayolları Saymanlık kayıtlarına göre 677.755.463.66 Ytl olarakaçıklanmıştır. Yani yuvarlak hesap 678 trilyon devletin kasasına girmiştir. Bu gelir otoyol ve köprülerdenhalkımızın vergileriyle deli dumrul parası gibi tekrar tekrar toplanan artı paradır. Rant bu kadar büyüktür. Bu rantınotoyol ve köprülerden geçiş ücretlerinin sermayenin insafına bırakılması ile çok daha artacağı ortadadır. Ulaşımhakkının, en temel haklar olan çalışma, sağlık, eğitim ve barınma gibi diğer kamusal haklar ile doğrudan bağlantılı“kamusal bir hak” olduğu açıktır. Bu sebeple ulaşım, tek amacı kâr etmek olan serbest piyasa koşullarının insafınaterkedilemeyecek ve ücretsiz olması gereken bir haktır. Görüldüğü gibi özelleştirmeyi savunmak halka da ihanettir.Telekom grevinden hatırlanacağı üzere Diyarbakır’da kabloları kestiği için neredeyse “vatan haini” ilan edilen işçikardeşlerimiz ekmeklerine sahip çıkarken aslında Telekom’u satanların da hainliğini ortaya koymaktaydılar.İşimize, aşımıza ve çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakmak için mücadele zamanı. Hemen bugün…

Yapı Yol-Sen üyesi bir sosyalist kamu emekçisi

9

Sağlıkta yıkım programıbebeklerimizi de öldürüyor!

Son yıllarda sağlıkta yıkım anlamına gelen “sağlıktadönüşüm programı” uygulamalarının hız kazanmasıylaberaber hastenelerde yaşanan ölüm haberlerine her günbir yenisi eklenmektedir. Kuşkusuz hastanelerdeyaşanan ölümler (özellikle bebek ölümleri)kamuoyunun gündemini yeni işgal etmemektedir.

Ancak sermaye iktidarının her defasında oluşantepkiyi başka yöne çekmedeki ustalığı sayesinde olayınsıcaklığı kısa sürede atlatılarak sorunun gerçek yüzügizlenir. Sermaye iktidarı tarafından sistematik olarakyürütülen ideolojik, politik saldırı ise hızından bir şeykaybetmeden devam eder.

Hatırlanacağı üzere 2005 yılı Haziran’ında TrakyaTıp Fakültesi Hastanesi’nde (Edirne), Temmuz ayındaManisa Doğum ve Çocuk Bakımevi’nde peşi sıraAğustos ayında Erciyes Üniversitesi Gevher NesibeHastanesi’nde görülen ve hastane enfeksiyonları sonucuhayatını kaybeden toplam bebek sayısının 18 olması birkez daha tartışmaların sağlık sistemi üzerindeyoğunlaşmasına neden olmuştu. O dönemlerde de TürkTabipler Birliği (TTB) ve Sağlık ve Sosyal Hizmet

Emekçileri Sendikası (SES) bu konuda rapor hazırlamış,sorunlara dikkat çekmişti. Meydana gelen bebekölümlerinin nedenlerinin izlenen sağlık politikalarındayattığına, “Sağlıkta Dönüşüm Programı’’ndan ayrıdeğerlendirilemeyeceğine dikkat çekerek sağlıktatasarruf yapılamayacağını, sağlıkta tasarrufun ölümanlamına geldiğini vurgulamıştı.

O dönem Yenidoğan Yoğun Bakımlarında GörülenÖlümleri Araştırma Komisyonu tarafından hazırlanan veönlemler alınması için çağrıda bulunan rapor bugün degeçerliliğini korumaktadır. Ancak o günden bugünehiçbir önlem alınmamıştır. Tersine eski sorunlara yenisorunlar ekleyen uygulamalara devam eden SağlıkBakanlığı, o dönem ölümleri münferit olaylar gösteripdurumu kurtarmaya çalışmış sonra da gerçekleri itirafetmek zorunda kalmıştır.

Kuşkusuz ki ölümler yukarıda verilen sayılarla sınırlıkalmamıştır. Sayılanlar sadece birkaç örnektir. Onyıllardır her hükümetin programında yer alan “SağlıktaYıkım Programı”nı uygulama yarışında bu kez bayrağıAKP hükümeti devralmış IMF ve Dünya Bankası’nın

dayatmalarını hayata geçirmek için saldırılarınıkararlılıkla uygulamıştır.

Hastane yenidoğan servislerinde yaşanan bebekölümleri, Ankara Dr. Zekai Tahir Burak DoğumHastanesi’nde son bir ayda 49 bebeğin ölümününardından tekrar gündeme geldi. Sadece 2008 yılıTemmuz ayında 47 bebek, 31 Temmuz-2 Ağustostarihleri arasında ise 27 bebeğin ölmesi sorunun tekrargündeme gelmesine ve sağlık politikaları üzerinetartışmaların yoğunlaşmasına neden olmaktadır.

Son günlerde meydana gelen bebek ölümlerininortaya çıkardığı korkunç gerçek ise yerli yerindedurmaktadır. Yetkililer ölümlerin nedenlerini vesuçlarını gayet iyi biliyorlar.

Çöplüğünden beslendikleri kapitalist düzenölümlerin temel nedenidir.

Örneğin Sağlık Bakanlığı’nın hazırlattığı rapordabebek ölümlerinin nedeni iki temele (nedene)dayandırılmaktadır; hastane enfeksiyonu salgını vehemşire sayısının yetersizliği. Meydana gelenölümlerine dair birçok neden sıralanabilir.

Bu nedenlerden bazılarını şu şekilde özetleyebiliriz:* Hijyenik koşullara uyulmaması. (Başta hastaneler

olmak üzere hemen hemen tüm kamu kurum vekuruluşlarının temizliği ihale ile taşeron şirketlereverilmektedir. Bu ihalelerin büyük bir kısmının endüşük teklif verene ihale edildiği görülmektedir.İhalelerde en ucuz fiyatı veren taşeron şirket kurumuntemizliğini üstlenmektedir. Ucuz fiyat politikasıbebeklerin ölümüne neden olmaktadır.

* Yoğun bakımlarda kullanılması gerekli olanmalzemelerin eksikliği.

* Hizmet içi eğitimden geçmemiş, donanımsız, sıksık değişen ve iş güvencesiz sözleşmeli hemşire veyardımcı personel istihdamı.

* Az sayıda sağlık personeline çok iş yaptırmak,hemşire açığını sözleşmeli eleman çalıştırarakkapatmaya çalışmak.

* Hastane, yeni doğan yoğun bakım ünitelerininyetersizliği.

* Bütçeden sağlığa ayrılan payın yetersizliği.* Birinci basamak sağlık hizmetlerinin kaldırılması.* Altyapı eksikliği vb.Bunlara birçok madde daha eklenebilir. Ama bütün

bu sayılanlar sağlık politikasının yani sağlıkta yıkımprogramının parçalarıdır.

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası(SES)’in de altını çizdiği gibi yaşanan sorunun gerçek

nedenleri uygulanan sağlık politikalarının sonuçlarındanbaşka bir şey değildir. Sağlıkla ilgili sorunlar sermayehükümetlerinin sağlıkta yıkım anlamına gelen ‘’SağlıktaDönüşüm Programı’’ndan ayrı değerlendirilemez.

Kısaca özetlemek gerekirse sağlıkta yıkım programısermaye iktidarının işçi ve emekçileri topyekûn hedefalan sömürü programının bir parçasıdır. Son 25 yıldıryürütülmekte olan, ancak AKP hükümetinin yeni birşeymiş gibi sunduğu “Sağlıkta Dönüşüm Paketi”saldırısı yalnızca sağlık sektörü ile sınırlı değildir.Sermayenin sömürü ve yıkım programı sağlıktan sosyalgüvenliğe, eğitimden enerjiye, bitkisel tarımdanhayvansal tarıma, ormanlardan madenlere, işgüvencesinden çalışma ortamına, yerel yönetimlerdenulaşıma kısaca yaşamın bütün alanlarında emeği ilegeçinenleri hedef almakta ülkenin yer altı ve yer üstükaynaklarını sermayenin yağma ve talanınasunmaktadır.

O halde sağlıkta yaşanan sorunları diğer alanlardanayrı düşünmeksizin emeğiyle geçinen işçi ve emekçiler,ezilenler, sömürülenler sınıf kimliğimizle birarayagelmeli haklarımıza, geleceğimize, bebeklerimize vegeleceğimize sahip çıkmalıyız.

10

11

Sömürü ve soygununadı KEY

Köleci ve feodal düzende olduğu gibi kapitalisttoplumda da üretim ilişkileri insanın insan tarafındansömürülmesine dayanır. Ne ki, kapitalist sömürümaskelenmiştir; bu onu, feodal toplumdaki ve kölecitoplumdaki sömürüden ayırır. Kölelerin ve serflerinçalışması zoraki bir çalışmaydı. İşçi de çalışmakzorundadır, ama onun kapitalist karşısındaki kişiselözgürlüğü, kapitalizmde, çalışmanın bu niteliğini gizler.

Kapitalist üretimin egemen olduğu toplumsalsistemler, çalışmanın bu niteliğini ve sömürününmaskelenmesini çeşitli biçimlerde ve farklı piyonlarca -sözgelimi, kimi zaman burjuva ideologları veiktisatçıları aracılığıyla, kimi zaman da sermaye devletive sermaye hükümetlerince- yürütürler.

Adam Smith, David Ricardo ve onları izleyen tümburjuva iktisatçıları, işçinin kapitaliste emeğini sattığınıbelirtirler. Eğer böyleyse, işçi, kendi emeğine göre ücretalmaktadır. Kapitalist ise, sermayesini işlettiği içinkârını almaktadır. Öyleyse, işçi ve kapitalist “eşittirler”ve ortada insanın insan tarafından sömürülmesi diye birşey yoktur! Bu tam da kapitalist sömürününmaskelenmesidir. Gerçekte ise işçi emeğini satmazçalışma yeteneğini, yani emek-gücünü satar.

Kapitalist, ondan yararlanmaya karar verir ve emek-gücünün kendisine, ödediğinden fazlasını getirmesinisağlayacak şekilde hareket eder. Evet, kapitalist, işçininemek-gücünü satın alır ve ödediğinden fazlasını ondangeri ister. Yani, üretim sürecinde kendisi için artı-değerüretmesini ister. Zira artı-değer sömürüsü bir başkadeyişle ücretli emek sömürüsü, kapitalist üretimilişkilerinin özüdür.

Kapitalizm, sömürünün maskelenmesi işini, kimizaman da sermaye devleti ve onun hükümetleriaracılığıyla yürütür. Sözgelimi, sermaye devletininyurttaşlarından ve çalışanlarından dolaylı ve dolaysızadı altında topladığı bütün vergiler, kapitalistsömürünün maskelenme biçimlerinden biridir.

Bununla birlikte özellikle de bizde, kapitalistsömürünün maskelenmesine daha ilginç ve komik

biçimlerle karşılaşılabilmektedir. Sözgelimi, işçilerin,emekçilerin ve çalışanların ücretlerinden ZorunluTasarruf ve Konut Edindirme Yardımı (KEY) adı altındayapılan kesintiler, sermaye devletinin Özal hükümetidöneminde gündeme gelen ve gündemde olan kapitalistsömürüyü maskeleme biçimlerinden biridir. Sözün özü,ne “Zorunlu Tasarruf” ne de “Konut EdindirmeYardımı” gerçekten çalışanlar düşünülerek ve onlarınlehine gündeme getirilmiş bir şey değildir. Aksine hem“Zorunlu Tasarrufa Teşvik” hem de “Konut EdindirmeYardımı” kesintileri, çalışanları aşağılayan vesömürüyü, soygunu maskeleyen bir uygulamadır.

Emekçilerin kendi iradesi yokmuş gibi devletücretinden kesinti yaparak emekçiler adına “tasarruf”tabulunmaktadır. Bu soygun ve talanın adına tasarrufdemektedir. “Zorunlu Tasarruf”larında olduğu gibi KEYkesintileri de sermayenin yağmasına açılmıştır. “KEYkesintilerini geri ödüyoruz” demagojisi altındaemekçilerin birikimleri komik miktarlarda geriödenmiştir. Sömürü ve soygun düzeni emekçiler ayağakalkmadıkça devam edecektir. Buna izin vermeyelim.

Eğitim emekçisi bir kamu emekçisi/İstanbul

M K

Kamu Emekçileri Bülteni 28 * Fiyatı: 25 YKr * Eylül 2008 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİ * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Mollaşeref Mah. Millet Cad. 50/10Fatih/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92

12 Eylül faşist rejimi sürüyor…

Çürüyen düzenden, çeteleşendevletten hesap soralım!

12 Eylül askeri faşist darbesinin üzerinden tam 28 yılgeçti. Bizzat ABD emperyalizminin emri ve CİA’nindirektifleriyle gerçekleşen 12 Eylül darbesi, işçiler,emekçiler, ilericiler ve devrimciler üzerinde ağır baskı veterörle gerçekleştirildi.

Binlerce devrimci, demokrat emekçi ve yurtseverişkenceden geçirildi, sokaklarda ve hapishanelerdekatledildi. Metris’ten Diyarbakır’a hapishaneler işkencemerkezlerine çevrildi. 17 devrimci darağaçlarındaasılarak katledildi. Kürt halkına yönelik saldırılar daha daarttı, haklı ve meşru talepleri hiçe sayıldı.

Grev çadırları söküldü, sendikacılar hapsedildi.Demokrat, ilerici öğretim üyeleri üniversitelerden atıldı,YÖK’le üniversitelere kışla düzeni getirildi. Milyonlarcainsan fişlendi. Kitaplar yakıldı, filmler yasaklandı.

Darbe, uluslararası sermayenin neo-liberalpolitikalarını hayata geçirmek için önlerinde en büyükengel olan toplumsal muhalefeti ve devrimci hareketiezmek amacıyla gerçekleştirildi. Kanlı planlar tümüyle buçıkar ve amaçları uygulamak için yapıldı. İşçi veemekçilerin kazanılmış haklarını gaspeden, sermayeyeyeni kâr alanları açan ve ülkeyi tekelci sermayenintalanına açan 24 Ocak kararları, bizzat darbe dipçiklerialtında uygulandı. Bu kararların sonucunda emekçilerinyaşam koşulları ağırlaştı, açlık ve yoksulluk daha da arttı.Özelleştirme saldırısı ve neoliberal politikalar darbeeliyle bir bir hayata geçirildi. Dönemin TÜSİAD GenelBaşkanı Halit Narin “Bugüne kadar işçiler güldü, şimdigülme sırası bizde” diyebildi.

Cunta düzeni sürüyor!

Aradan 28 yıl geçmesine rağmen faşist baskılar, keyfiuygulamalar ve anti demokratik yasalar hala yürürlükte.Her geçen gün daha da yapılandırılan ve düzenen tümhücrelerine nüfuz eden kontrgerilla ise varlığınısürdürmekte, kinli ve kanlı icraatlarına devam etmektedir.Düzenin bekası adına Sivas’tan Gazi’ye, binoperasyondan 19 Aralık’a kadar katliamlar yapılmaktadır.

Düzenin tüm kurumları işçi ve emekçilerin hak veözgürlüklerine elbirliğiyle saldırırken geçtiğimiz günlerde“Ergenekon” adı altında bir operasyon yürütüldü vebugüne kadar bir dizi kirli icraata imzasını atmışkontrgerilla artığı, “sözde” darbe yapacağı iddiasıylatutuklandı. Gerek Kürt sorunu, gerekse Kıbrıs vb.konularda ABD’ye karşı çıkartılan çatlak seslerden dolayıkontrgerilla devleti içinde bir yük haline gelen birkaççeteci emekli generalin tutuklanması, devletin çetelerdentemizlenmesi, darbecilerden hesap sorulması olarakyutturulmak isteniyor.

Bugün binlerce insanın katledilmesinden, ağır baskıve sömürünün hakim olmasından, Türk-islam senteziyleyoğrulmuş siyasal gericiliğin topluma egemenolmasından sorumlu olan darbeciler olduğu gibiyerlerinde duruyor, hatta el üstünde tutuluyorken, bugünhala 12 Eylül ile tahkim edilen faşist rejim hükümsürüyorken, “darbeci generallerin yargılanması” sadeceemekçilerin bilincini bulandırmaya hizmet etmektedir.“Ergenekon operasyonu” kontrgerillayı hedeflemek biryana, özellikle ABD karşısında amerikancı generalleri zordurumda bırakan bazı general eskilerinin temizlenerek,kontrgerilla devletini tahkim etme operasyonudur. Buunsurlara halen devlet tarafından sahip çıkıldıklarının ensomut göstergesi ise geçtiğimiz günlerde tutuklugeneralleri TSK’nın üst düzeyde ziyaret etmesi olmuştur.

Bugün bu toplumu onlarca yıl geriye götüren, binlerceinsanın katledilmesine, ağır baskı ve işkenceleryaşamasına yolaçan, toplumda derin izler bırakan 12Eylül darbesiyle hesaplaşmak gerekiyor. Ancak buhesaplaşma darbeyi gerçekleştiren üç-beş generalinyargılanması ile olmaz. Gerçek hesaplaşma, çeteleşendevletle hesaplaşmak, her bakımdan çürümüş vekokuşmuş bir sınıf olan burjuvazinin sınıf egemenliği ilehesaplaşmakla olanaklı olur. Ancak baskı, sömürü veköleliğin kaynağı olan burjuva düzeni hedef alandevrimci bir mücadele sermayenin çeteleşmiş devletinigeriletebilir ve nihayet kokuşmuş düzeni ile birlikte tarihegömebilir.