erzurum ispirli kadizade mehmed arif efendi Ömer...

14
ERZURUM iSPiRLi KADIZADE MEHMED ARiF EFENDi ve ÖMER EFENDi SEMPOZYUMU (2-4 MA YIS 2014 ERZURUM) -TEBLiGLER- EDiTÖR PROF. DR. ÖMER KARA ERZUR UM - 2014

Upload: vannhu

Post on 11-Apr-2019

225 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

ERZURUM iSPiRLi

KADIZADE MEHMED ARiF EFENDi ve

ÖMER EFENDi SEMPOZYUMU

(2-4 MAYIS 2014 ERZURUM)

----------------~~· --------------

-TEBLiGLER-

EDiTÖR

PROF. DR. ÖMER KARA

ERZURUM - 2014

Kadızade Mehmed Efendi'nin Va'd ve Vaid Risalesi

D oç. Dr. Resul ÖZTÜRK

Atatürk Üniversitesi ilahiyat Fakültesi

------------~~~-------------Giriş

Kadızade Arif b. Mehmed Erzurumi (1173/1760) 18. Yüzyıl İslam alimle­rindend.ir. İslam.i ilirnlerin çeşitli alanlarında eserler veren Kadızade Mehmed Arif Efendi Kelam sahasında da eserler yazmıştır. Onun Kelam alanında yazdığı eserler­den birisi Süleymaniye Kütüphanesi Nafız Paşa bölümü nr. 1502'de kayıtlı Ristiletün

fi'l-va'd ve'! vaid adlı kısa risalesidir. Talik yazısıyla istinsah edilmiş olan bu risale 48 ve 49 varakları arasında kayıtlıdır.1

K~dızade Mehmed Arif Efendi'nin Va'd ve vaid risalesirıin değerlendirilmesine geçmeden önce Mu'tezile ve Ehl-i Sünnetin bu konudaki görüşlerinin özedenmesi, risaleyi daha iyi anlarnarmza katlı sağlayacaktır. Risaleiıin anlaşılması bunu gerek­tirmektedir. Va'd ve va1d ilkesini benimsernelerinden dolayı Kelam tarihinde ken­dilerine Vaidiyye ismi de verilen Mu'tezilenin ve ona alternatif olarak gelişen Ehl-i Sünnetin bu konudaki görüşlerinin bilinmesi bu bakımdan önem arz etmektedir.

I . Mutezile'nin Va'd ve VaidAnlayışı

Giriş

Hicri II. asrın başlarında ortaya çıkan Mu'tezile, Kelam tarihinde "Kelam" me­

todunu ortaya koyan ilk ekoldür. Bu metot akaid konularında nakli kabul etmelde

birlikte akla da önem veren, aklın ve naklin çatışır gibi göründüğü konularda aklı esas

alarak nakli tev'il eden bir metottur. Bu metot daha sonra gelişen Sünıll kelamın da

temelini oluşturmuştur.

Mu'tezile beş temel ilkeyi kabul etmiştir. Bu ilkelerden herhangi birini kabul etmeyene Mu'tezile denilemeyeceği Mu'tezilenin temel kaynaklannda açıkça ifade

1 Bkz. Muhaınınet Hanefi Suluoğlu, Kadızade Erzuromi ve Klı;ifit Hfıli'l-lVJevtfı ve'l-Berzah Adlı Risalesi, Rize Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslim Bilimleri Anabilim Dalı Kelim Bilim Dalı (Yayınlanınamış Yüksek Lisans Tezi) Rize 2010, s.33-34.

1861 KADizADE MEHMED EFENDI'NIN VA' D VE VA IDRISALESI 1 DOÇ. OR. RESUL ÖZTÜRK

edilıniştir.2 Mu'tezilenin kabul ettiği beş temel ilke (usUl-u hamse) şunlardır: Tev­hid, Adalet, el-Va'd velvaid, el-Menziletu beyne'l-menzileteyn ve Emr-i bil ma'ruf ve'n-nehyi ani'l-münker'dir. Burada üzerinde duracağımız ilke Mu'tezilenin Va'd ve vaid ilkesidir. Bu ilke, Allah'ın sıfatları, insarun özgürlüğü, ilahi adalet büyük günah ve şefaat konulan ile doğrudan ilişkili bir ilkedir.

Va'd ve Vaid Kavramlan

Va'd: Sözlükte "ileride gerçekleştirilecek bir şeye dair söz vermek" anlamındaki va'd, vaid ve miad kelimeleri veade fiilinden türemiş mastar ve isim şeklinde kulla­mlan kelimelerdir. Gelecekte gerçekleştirilecek şeyin niteliği belirtilmeksizin kulla­ruldığında va'd daha çok "iyilik ve mükafat", vaid ise "kötülük ve ceza" anlamlarına gelmektedir.

Va'd kelimesi Kur'an'da yüzden fazla ayette geçmektedir. Bunlar bazen "müjde", bazen de "azap" anlamlannı ifade etmektedir. Va'd kelimesi Hadislerde de benzer

anlamlarda kullanılmıştır. Mu'tezilenin va'd tanımlaması şu şekildedir: "Gelecekte

birisine bir faydanın ulaşacağını veya ondan bir zararın giderileceğini bildiren habere

va' d denilmektedir. "3

Vaid: Vaid kelimesi de veade kökünden gelmekte ve şer, kötülük ve fenalıkla " tehdit etmek ve gözdağı vermek gibi anlamlara gelmektedir. Va'd kelimesi hem hayır

ve iyilikle, hem de şer, kötülük ve fenalıkla ilgili olarak kullanılırken vaid kelimesi sadece şer, kötülük, fenalık ve tehdit anlamlarında kullanılmaktadır.4 Mu'tezilenin vaid tanımlaması ise şu şekildedir: "Bir zararın dakunacağını ya da bir faydarun ka­çınlacağını içeren habere vaid denilmektedir."5 Vaid Kur'an'da altı ayette "tehdit ve azap" anlamında kullarulmıştır.6

Bir Kelam terimi olarak bu kavramlardan va'd; "Allah tarafindan verilecek mükafat", vaidise; "Allah tarafindan verilecek ceza (ikfıb)" anlamlarına gelmektedir.7

Mu'tezilenin bir ilkesi olarak va'd, itaat ve tövbe üzere bir m üroinin bu dünyadan ay­rıldığında ahirette karşılık olarak sevabı hak edeceği; va'id ise tövbe etmeden ölen bir

2 Hayyat, Ebu'I-Hüseyin Abdurrahim, /(jtabu'l-lntisar, Beyrut 1957, s.93.

3 Kacli Abdülcebbar b. Ahmed, Şehu'I-Usüli'I-Hamse, Çev.İJyas Çelebi, T"urkiye Yazma Eserler Kuru­mu Başkanlığı, İstanbul2013, Giriş, I/34-33.

4 Orhan Aktepe, aMu'tezile ve Ehl-i Sünnet'e Göre Vaa ve Vaid İlkesi", Kelôm Ar01tırmaları 9:1 (2011), s.158-159.

5 Kacli Abdülcebbar, Şehu'l-Usıili'I-Hamse, Giriş, I/34.

6 Taha, 20/113; Kaf, 50/14, 20; 28, 45; İbrahim, 14/14.

7 Sönmez· Kutlu, "Va'd ve Vaid", TDVlslamAnsiklopedisi, İstanbul2012, c.42/414-415; Bekir Topa­loğlu-İlyas Çelebi, Kelôm Terimleri Siizlüğü, İstanbul, 2010, s.331.

ERZURUM ISPIRLI KADizADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZYUMU 1187

müminin işlediği büyük günahlarından dolayı ahirette cehennemde ebedi kalacağı anlamında dır. Allah' ın vadi (mükafat vereceğine ilişkin söz vermesi) s evap ve iyiliğin, va1di ise ( cezalandıracağına ilişkin söz vermesi) cezanın gerçekleşeceği durumu hak­tır ve buna inanmak gerekir. Bu anlamda cennet Allah'ın va'di, cehennem ise va1didir. Mu'tezile'ye (Hariciler de dahil olmak üzere) büyük günah işieyenin eb ediyen cehen­nemde kalacağını savunmalarından dolayı Vafdiyye ya da Ashiıbu'i-Vafd denilmiştir. 8

Va'd ve vaid konusu Mu'tezile ile Ehl-i Sünnet mensuplarının üzerinde görüş ayrılığına düştükleri bir konudur. Bu iki kavram üzerinde Kelarn alimleri arasında bir fikir birliği olmamıştır. Mu'tezile adalet kavramı çerçevesinde "Artık kim zerre ka­dar hayır işlerse onu görür19 ilkesine dayalı olarak konuyu ele almaya çalışırken Sünni alimler konuya biraz daha farklı yaklaşarak şefaat kavramını da içine alacak şekilde Allah'ın rahmetinin daraltılmaması gözetmişlerdir.

Mu'tezUenin Va'd ve Vaid Konusuna Yaklaşıou

Mu'tezile bu konuyu ele alırken ilahi adalet, Jıüsün-kubuh, büyük günah ve şefa­at konularıyla birlikte tartışmıştır. Mu'tezilenin va'd ve va1d konusundaki görüşünün anlaşılması için ilahi adalet, hüsün-kubuh, büyük günah ve şefaat konularına yaklaşı­mının kısaca değerlendirilmesi gerekmektedir.

Adalet: Mu'tezile'nin adalet konusuna yaklaşımının temelinde, insanın özgür irade sahibi oluşunun kabul edilmesi ve fıillerini bu iradeyle gerçekleştirmesi ile Al­lah' ın adil olması ve kullarına hiçbir şekilde zulmetmemesi kabulleri vardır.~° Ken­

dilerini Tevhld ve Adalet Ehli (Ehlu'l-Adl ve't-Tevhid) olarak tarumlayan11 Mu'te­

zile'ye göre adalet "aklın, hikmet açısından gerektirdiği şeydir. O da fiilin doğru ve maslahata uygun olarak ortaya çıkmasıdır."U Kadı Abdulcebbar'a göre Allah'ın adil

olması O'nun asla çirkin fiil işlememesi, çirkin işleri tercih etmemesi, kendisine va­cip olan şeyleri ihlal etmemesi ve yaptıklarının tamamının güzel (hasen) olması de­mektir.13 Yine ona göre, "gelecekte bir iş yapacağını haber veren birisinin söz verdiği işi yapmaması durumunda vadinden dönmüş ve yalan söylemiş olacağından dolayı

8 Eş'ari, Ebu'I-Hasen Ali b. İsmail, Makalatu'l-ls!ôıniyyin ve'htilafo'I-Musallin, Thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut, 1417/1995, I/336; Ali Sami en-Neşşar, Nef'etıi'I-Fikri'I-Felsefi .fi'l-İslrim, Kahire, 1968, 1/436; Bekir Topaloğlu-İlyas Çelebi, Kellim Terimleri Siizlıiğıi, İstanbul, s.331.

9 Zi.lzal, 99/7.

10 Muhammed Ammara, el- Mutezile ve MıiJkiletü'I-Hürriye ve lnsaniyye, Beyrut, 1988, s.68.

ll Hayyat, Kitabu'i-lntisar, s.43, 92.

12 Şehristaıü, Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdi'l-Kerim, el-Mi/el ve'n-Nihal, (İbn Hazm'ın el-Fısal ile birlikte) Kahire, 1964, 1/63.

13 Kad.i Abdülcebbar, Şerhu'l-Usitli'l-Hamse, ll/8.

1881 KADlZADE MEHMED EFENDI'NIN VA'D VE V AlD RI SALESI 1 DOÇ. DR. RESUL ÖZTÜRK

Allah'ın vadinden dönmesi ve yalan söylemesi caiz değildir."14 Bu ilkeden hareketle

Mu'tezile, itaat edenirt:Allah tarafından ödüllendirilmesini ve isyan edenin de ceza­

landırılmasını ilahi adaletin bir gereği olarak değerlendirmekte ve buradan insanın

özgürlüğüne geçiş yapmaktadır. Çünkü kişi ancak kendi fıilleri ile ödüllendirilmeyi ya da cezaland.ırılmayı hak etmektedir.15 Bu fiiller insanın gerçek fiilleridir. Bu ne­

denle insanın ahirette karşılaşacağı mük.afat ya da ceza onun bizzat yapıp ettiklerinin

karşılığıdır. Çünkü Allah adildir ve zulümden münezzehtir. 16

Hüsün-Kubuh: Va'd ve vaid konusu hüsün ve kubuh meselesi ile de ilişkili bir

konudur. Hüsün kelimesi sözlükte "güzel, muduluk veren ve b eğenilen her şey"; ku­buh ise "çirkinlik, istenmeyip nefret edilen şeyler" anlamlarına gelmektedirP Terim

olarak hüsün; işlendiğinde failini övülmeye layık kıyılan şey, kubuh ise, failini yeril­

meye layık kılan şey demektir.

Mu'tezile'ye göre _filllerin, övgü (medh) ve yergi (zem), sevab (ödül) ve ikab

(ceza) gibi kavramlarla nitelenebilmeleri için bu ilillerin kötülenmeyi hak eden çirkin

bir şey ya da övülmeyi hak eden güzel bir şey ile ilişkili olması gerekmektedir. Fiilin

güzel ya da çirkin olabilmesi için failin de bu güzellik ya da çirkinliği bilmesi gerekir.

" Çünkü failin ödüllendirilmesi ya da cezalandır.ılması için övgü ya da ve yergiyi hak

eden fıili bizzat yapması gerekir. Allah'ın insanları meşakkatli fiilieri yapmakla yü­

kümlü tutması demek bu fiilierin karşılığında onları mük.afatlandırmasının gerekliliği

demektir. Bu adaletin gereğidir. Eğer meşakkatli fıillerin karşılığında sevap olmazsa

bu dururnda Allah zalim ve hikmetsiz iş yapan olur ki Allah bundan münezzeh~ir.18

Büyük Günah: Büyük günah; "dinen kesin haram olup hakkında dünyevi veya

uhrevi ceza gerektiren her türlü tutum ve davranış" şeklinde tanımlanmıştır. 19 Kelam

alimleri büyük günah işieyenin (sahibu'l-kebire, mürtekibu'l-kebire) mürnin, k.afır ya

da fasık olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşleridir. Hariciler büyük günah

işleyeni tekfır ederken Mürcie büyük günah işleyeni "küfiirle birlikte itaatin bir yararı

olmadığı gibi iman ile birlikte günahın da bir zararı yoktur"20 diyerek mürnin olarak

kabul etmiştir.

14 Kadi Abdülcebbar, Şerhu'I-Usiıli'I-Hamse, II/10.

15 Şehristani, el-Mi/el ve'n-Nihal, I/63.

16 Kadi Abdülcebbar, Şerhıli-Usiıli'I-Hamse, ll/8.

17 Bekir Topaloğlu-İlyas Ç~l~_bi, Kelôm Terimleri Sözlüğü, s.135-136.

18 Kadi ,A.bdülcebbar, Şerhu'l-Usüli'l-Hamse, II/496-498. 19 Cürcani, Ali b. Muhammed, Kitabu't- Ta'rifot, Beyrut, 1992, s.235.

20 Eş' ari, Ebu'I-Hasen Ali b. İsmail, Maktı/atu'/-İs/timiyyin, 1/220.

ERZURUM ISPIRLl KADizADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZVUMU 1189

Mu'tezilenin büyük günah anlayışı, va'd ve vaid ilkesi ile el-menziletü bey­ne'l-menzileteyn ilkeleri ile ilişkili bir konudur. Mu'tezileye göre büyük günah işleyen mürnin ya da lcifir olmayıp bu ikisi arasında bir yerdedir (el-menziletu beyne'l-men­zileteyn). Onlara göre büyük günah işleyen kişi cezalandırılması gerekli olan fasıktır.21

Çünkü Allah'ın emirlerine uyan sevabı, uymayan ise cezayı (ikab) hak eder. Allah vadinden ve vaidinden dönmez. Dolayısıyla büyük günah işieyenin (fasıkın) aifedil­mesi caiz değildir. Büyük günah işleyen cehennemde azap görür ve orada eb edi kalır.22

Mu'tezile, büyük günah işieyenin bağışlanmasının caiz olamayacağı konusunda bazı akli deliller ileri sürmektedir. Şöyle ki:

Büyük günah işleyeni tövbe etmeksizin affetmek, onu, çirkin işleri işlemeye teş­

vik etmek olur.23 Çünkü bu durumda kişi Allah'ın affi.na güvenerek günah işleme

konusunda kendisinde cesaret bulur. Halbuki büyük günah işleyeni cezalandırmak,

büyük günahları işlernekten alıkoyacağı için bu zorunludur. Yine bu konudaki af,

itaatkar ile isyanicin aynı seviyeye getirir ki bu da adaletle bağdaşmaz.

Mu'tezile bu ak1.i delillerin yanında sem'i delilleri de kullanmıştır. Vaid ile ilgi­li bazı ayetleri kullanarak büyük günah işieyenin bağışlanamayacağını savunmuştur. Bu ayetlerden bazıları şunlardır: Facirler (günahkarlar) ku;kusuz cehennemdedir,24 Kim zen·e miktarı hayır i;le1-se onu görü1; kim de zerre miktm:da ;e1· i;lerse onu görü1:25 Bu ayet1erin bildirimi açıktır ve herhangi bir istisna ve özellik söz konusu değildir. A.yeti tahsis edecek bir durum olmadıkça, umumi olan anlamını hususa çevirmek gereksiz­dir ve istisna da yapılmaz. Vaid hakkında gelen haberler, umumi lafi.zlarla gelmiştir. Bundan dolayı da büyük günah işieyenin vaid ayetlerinden istisnası caiz olınaz.26

Yine "Her kim Allah'a ve Resulüne isyan edip hududunu a;arsa, Allah, onu i;inde

sonsuza kadar kalacağı bir ate;e sokar. Ona rezil edici bir azap vardır."27 Bu ayette Allah

asileri ateşle cezalandıracağını ve orada ebedi olarak kalacaklarını haber vermiştir. Asi

kelimesi, fasık ve kafıri de içine alan bir kavramdır, dolayısıyla onlara hamledilmesi

gerekir.28 Kısaca Mu'tezileye göre büyük günah işleyip tövbe etmeden ölen kişi ce­

hennemde eb edi olarak kalacaktır.

21 Kadi Abdülcebba.r, Şerhu'/-Usıili'I-Hamse, ll/542-548.

22 Kadi Abdülcebba.r, Şerhu'I-Usiıli'I-Hamse, II/550.

23 Kadi Abdülcebba.r, Şerhu'I-Usüli'I-Hamse, ll/542-544.

24 İnfita.r, 82/14.

25 Zilzal, 99/7-8.

26 Kadi Abdülcebbar, Şerlıu'/-Usüli'I-Hamse, II/568-570.

27 Nisa, 4/14.

28 Kadi Abdülcebbar, Şerhu'/-Usüli'I-Hamu,ll/560.

190 1 KADizADE ME H MED EFENDI'NIN VA' D VE VA IDRISALESI 1 DOÇ. OR. RESUL ÖZTÜRK

Şefaat: Va'd ve vaid ilkesinin ilişkili olduğu konulardan bir diğeri şefaattir. Şefaat "birinin önüne düşüp işini görmek ve birinin bağışlanması için af dilemek" anlam­larına gelmektedir. Teiiin olarak ise "günahkar müminin affed.ilmesi, günalu olma­yan müminin ise derecesinin yükseltilmesi için izin verilen kimselerin Allah nez­dinde aracılık yapması" şeklinde tanımlanmaktadır.29 Kur'an'a göre şefaat ahirete ait bir işlem olup, Allah'ın veya O'nun izin verdiği kimselerin yapacağı bir tasarruftur.30

Mu'tezile mensupları ilahi adalet anlayışiarına aykırı buldukları için büyük günah işlemiş olup tövbe etmeden ölenlere (fasıklara) şefaat edilmesini kabul etmezler. Çünkü hak etmeyene sevap vermek çirkinliktir (kabih).31 Dolayısıyla tövbe etmeden ölen büyük günah sahiplerine şefaat edilmez. İnsanı günahlarından ancak samimi bir tövbe kurtarır.

Mu'tezile, Öyle bir günden sakının ki, o günde kimse kimseden yana bir 1ey ödeye­mez, kimseden fidye kabul edilmez, kimseye ;efoat fayda veremez, onlara hiçbir yardım da gelmez32

, Zalim/erin ne dostu ne de din1enecek ;ejaatçisi vardırl3 gibi ayetleri iddialarına delil olarak kullanmaktadır. Onlar, büyük günah işleyip tövbe etmeden ölenlere her­hangi bir şefaatin olmasını kabul etmemekle birlikte Hz. Peygamber'in şefaati saye­sinde cennette müminlerin derece ve makamlarının yükseleceğini kabul etmektedir­ler.34 Onlara göre şefaat adaletle bağdaşmayan bir aracılık ve va'd ve vaide aykırıdır.

II. Ehl-i Sünnetin Va'd ve Vaid Konusuna Yaklaşımı

Ehl-i Sünnet Kelamcıları va'd ve vaid konusunda daha çok Mu'tezilenin tezlerini eleştirip onlara cevap -yermek suretiyle kendi düşüncelerini ortaya koymaya çalışmış­lardır. Genel olarak "Allah'ın ezeli olan kelarru, emrettiği şeylerde va'adde bulunmuş, yasakladığı şeylerde ise vaidde bulunmuştur. Kurtuluşa erişip ödüllendirilen Allah'ın vadinden dolayı buna nail olur; azaba müstahak olup helak olan ise Allah'ın vai­dinden dolayıdır."35 Burada bu konuya Mu'tezilenin yaklaşımı gibi Ehl-i Sünnetin yaklaşımı da aynı başlıklar altında özedenecektir.

a. Ehl-i Sünnet KelamcılannınAdaletAnlayışlan

Sünni Kelam alimlerine göre adalet, Allah'ın fıillerinde ve mülkünde istediğini

29 Bekir Topaloğlu-İlyas Çelebi, Kelôm Terimleri Sözliiğü, s.287.

30 Enbiya, 21/28. Allah, onların öndekilerini de arkolarmdakiııi de (yaptık/arım da, yapacaklarını da) bilir. Onlar, Allah'm rızasına ula;mg olarılardan bt~~kosma lifaat etıııezler. Onlar, Allah korkusundan titrer/er.

31 .Kadi AbdülcebM.r, Şerhu'l-Usfili'l-Hamse, ll/550.

32 Bakaı:a, 2/123.

33 Mü' min, 40/18.

34 .Kadi Abdülcebbar, Şerhu'l-Usıili'I-Hamse, ll/604-612.

35 Şehristani, el-Mi/el ve'n-Niha/, I/63.

ERZURUM (SPIRLl KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZVUMU 1191

yaparak, ilim ve meşiesiyle hükmederek tasarruftabulunması demektir.36 Zulüm bu­nun zıddıdır. Allah'ın hiiJanünde ve tasarruftannda zulüm söz konusu değildir . .Al­lah' ın nimet vermesi O'nun fazlı ve ihsanıdır. O'nun azap etmesi ise adaletidir. Sünni Kelam aJ.irnlerine göre ilahi emidere itaat eden kişiye sevap vermek kişinin alması gereken mutlak bir hak olmadığı gibi isyankarlara verilecek ceza da mutlaka verilmesi gereken bir ceza değildir. Ödüllendirmek Allah'ın bir fazlı ve lütfudur. Cezalandır­mak Allah'a vacip değildir. O 'ndan meydana gelecek her şey adalettir. Allah'ın ödül olarak vadettiği ve ceza olarak va.ldde bulunduğu şeyler, O'nun hak sözü ve doğru va'didir. Bütün bunlar Allah'a vacip değildir.37 Hiçbir şey Allah için zorunlu değildir. O dilediğine acı çektirirve yine dilediğine sevap vermeksizin sıkıntılarla onu imtihan eder.38 Her hak ve tasarruf sahibi, sahip olduğu şeyler için dilediğini yapma hakkına sahiptir.39 Allah'ın kendi mülkiindekilere zulmetmesi düşünülemez. Çünkü zulüm başkasının mülkünde, izinsiz olarak tasarrufta bulunmak demektir. Allah kendisini "Ma/ikili-Mülk" olarak nitelendirmiştir.40 O'nun Milikü'l-Mülk olması, mutlak irade ve kudrete sahip olması demektir.

Ehl-i Sünnet~ göre hiçbir şey Allah'a vacip değildir. Allah bir şeyi yapma ya da terk etme konusunda icbar altında değildir.41 O'na bir şeyi vacip kılmak ilahi iradeyi sırurlandıracağından Ehl-i Sünnet ilimleri herhangi bir şeyi Allah'a vacip kılmaktan şiddetle kaçınmışlardır.

Mu'tezile itaatkarın alacağı sevap ile isyankarın alacağı cezayı bir "hak ediş" ola­rak görmektedir.42 Ehl-i Sünnet ise bunu, Allah'ın bir fazlı ve lütfu olarak görmek­tedir. Onlar ilahi adalet konusunda Allah'a herhangi bir vaciplik isnat edilemeyece­ğini, O'nun hiçbir şeye mecbur olmadığını, mülkün yegane sahibi olduğundan dolayı mülkünde yaptığı tasarruflarından dolayı O'na zulüm nispet edilmeyeceğini ve itaat edene sevap ve isyan edene de ceza vermek zorunda olmadığını savunmuşlardır.

b. Ehl-i Sünnete G öre Hüsün ve Kubuh

Övülmeye konu olan fıil hüsün (güzel), yerilmeye konu olan flil ise kubuh (çir­kin)tur. Eş'ariler'e göre hüsün ve kubuh ile bazen rnizaca uygunluk ve aykırılık veya bir nesnenin olgun veya eksik olan niteliği kastedilir. Eş'ariler hüsnü, şeriatta faili hakkında övgü bulunan; kubhu ise faili hakkında yergi bulunan şey olarak tanımla-

36 Maturidi, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed, Kitobu~-Tevhid, Ankara, 2003, s.346.

37 Cüveyoi, İmamu'l-Harameyn, Kitabu'l-İrşod, Beyrut, 1992, s.321.

38 Pezdevi, Ebu Yüsr Muhammed, Usülu'd-Din, Kahire, 2003, s.130.

39 Matüridi, Kitobılt-Tevhid, s.346.

40 Al- i İmran 3/26.

41 Amidi, Ebkoru'I-Efkôr fi Usiılu'd-Din, Kahire, 2004, Il/165.

42 Kadi Abdülcebbar, Şerhu'l-Uni!i'I-Hamse, Il/562.

1921 KADlZADE MEHMED EFENDI'NIN VA' DVE V AlD RI SALESI 1 DOÇ. DR. RESUL ÖZTÜRK

rruşlardır.43 Eş'ariler, hüsün ve kubhun ak1i olmayıp şeri olduğunu savunurlar. Onlara göre akıl, bir şeyin güz~l veya çirkin olduğuna hükmetme kapasitesine sahip değildir.

Maturidiler ise Allah'ın canlılar içinde insan türünü kendisini tanımakla müm­taz kıldığıru ve onun aklında her güzel (hasen) olanı güzel telakki etme ve her çirkin olanı çirkin görme yeteneği verdiğini savunmuşlardır.44 Maturidilere göre akıl fıille­rin güzel veya çirkin oluşunu aniayacak durumdadır.

c. Ehl-i Sünnete Göre Büyük Günah Meselesi

Ehl-i Sünnet Kelamcılarına göre iman kalbin tasdikinden ibaret olup, amel imanın bir unsuru değildir.45 Selef ilimleri büyük günah işleyen kişinin iman sahi­bi olduğu mürninlerden sayılacağı, nik.ah ve rnirasta mürninlere uygulanan ahlcimın ona da uygulanacağı, ölünce de Müslüman mezarlığına defnedileceği üzerinde ittifak etmişlerdir. Ehl-i Sünnet'e göre büyük günah işleyip tövbe etmeden ölen kişinin, günahından dolayı ahirette günahkar. bir mürnin olarak cezalandırılması caizdir. Mü­minlerden tövbe etmeden ölen büyük günah işlemiş bir kişinin cezalandırılması veya aifedilmesi kesin değildir. Allah dilerse onu affeder, dilerse cezalandırır, ama ebedi olarak cehennemde kalmaz.46 Bu konuda akli ve nakli deliller getiren Ehl-i Sünnet Kelam ilimleri, cezayı hak etmiş kişilerin bağışlanmalarını bir övgü ve kemal vasfi. olarak değerlendirmişlerdir.

Allah kendisinin çok bağışlayıcı ve merhamet sahibi olduğunu bize birçok ayet­te bildirmiştir. Yine Allah kendisine ortak koşulması dışında dilediği mürninin bü­tün günahlannı a:tfedeceğini bildirmiştir. 47 İman sonu olmayan bir tasdik, küfiir ise yine sonu olmayan bir tekziptir. Birinin karşılığı ebedi cennet, diğerinin karşılığı ise ebedi cehennemdir. Bundan dolayı küfrün dışındaki bütün günahların bağışlanması mümkündür.48 Nitekim aşağı arzuların baskısı, gaflet, öfke, tarafgirlik ve daha tövbe ederek günahlarının bağışlanacağı umudu gibi bazı dururnlar insanı büyük günah işlemeye sevk eder.49 Günahlcir bir mürnini ka.fi.rle eş tutup onun da cehennemde ebedi kalacağını savunmak kötülüğe denk ceza5° ilkesine de aykırıdır. Büyük günah iş-

43 Şehristani, Nihôyehi'l-1/uiam fi İlmi'l-Kelônı, Beyrut, 2004, s.208.

44 Matüridi, Kitabu't-Tevhid, s.157.

45 Nilreddin es-Sabuni, Matüridiyye Akfıidi, Çev. Bekir Topaloğlu, Ankara 2005, s.l 71.

46 Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber (Aliyyül-Kari Şcrhi), Çev. Yunus Vehbi Yavuz, İstanbul 1979, s.410.

47 "Allah, kendisine ortak kopı/masını asla bagı1!amaz; bundan bafkasını diledigi kimse için bagq!ar."Nisa, 4/48.

48 Ebu Ha.nife, Fıkh-ı Ekber (Aliyyül-K.ari Şerhi), s.408-410; Nilreddin es-SabU.rü.,MatüridiyyeAk.tii-di,s.161-164. ·

49 Geniş bilgi için bkz. Orhan Aktepe,A.g.m., s.l 71-172.

SO En' am, 6/160; Yunus, 10/27; K.asas, 28/84; Şilra, 42/40.

ERZURUM ISPIRLI KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZVUMU 1193

lemiş fakat tövbe etmeden ölen bir müminin cehennemde eb edi kalacağını savunmak Allah'ın rahmetini daralltmak demektir.

d. Ehl-i Sünnet'e Göre Şefaat

Sünni anlayışta, Allah'ın herhangi bir vasıta olmaksızın büyük günah işleyenleri aifetmesi mümkün olduğu gibi peygamberlerin ve hayı.rlı kulların şefaati ile affetme­

si de mümkündür.51 Sünni ilirnler, Mu'tezilenin büyük günah işleyenierin şefaatle aifedilmesinin mümkün olamayacağı anlamındaki ayetlerdeki52 maksadın zalimler ve kafırler için olduğu şeklinde yorumlamışlardır. Ehl-i Sünnet Kelam alimleri Onlar (melekler) Allah'ın razı olduklarından baJkasına Jefaat etmezler53 ayeti ile Arşı taşıyan meleklerin, müminlerin bağışlanması için dua etmelerini54 şefaatin Allah'ın izniyle olacağı konusuna delil olarak getirmişlerdir.55

III. KadızadeArifb. Mehmed Erzurumi'nin Va'd ve Vaid Risalesi

Mu'tezilenin bir ilke olarak savunduğu va'd ve vaid meselesi Erzurumlu müftü Kadızade Arif b. Mehrned'in de gündemine girı:İı.iştir. Onun Kelarru görüşlerini yan­sıttığı eseri Şerh-u Ravzati'l-Cenndt dışında Kelami konulardan sadece va'd ve vaid

konusunda müstakil bir risale yazdığı anlaşılmaktadır.

İki varaktan ibaret olan Risalesine Harodele ve salveleden sonra "Haset ve Zikir

hakkındaki kelamı tamamladıktan sonra Allah'tan sevap ümit ederek Allah' lJ1 va'di ve

vaidi ve bu iki lafız hakkında kalıcı bir eser yazmak istedim'' diyerek bu risales.ini yaz­

mıştır. Risalede Mdtezile'den bahsetmeksizin doğrudan konuya girmiş ve Eş'arilerin

görüşünü esas almıştır. Kelam..ı tartışmalara girmeksizin daha çok lafızlar üzerinden

konuyu ele almıştır. Kendisirlin risaleye başlarken "bu iki lafızla (va'd ve vaidle) ilgili

şeyleri yazacağım" demesinden de lafızlarla sınırlı tutacağı anlaşılmaktadır.

Daha sonra "Bil ki Eş'ariler, Allah'ın itaat edene sevap va'd etmesini Allah'ın b.ir fazlı olduğunu, Allah'ın bu va'dinden dönmesini O'nun için bir noksanlık olduğunu

ve Allah'ın ondan münezzeh olduğunu benimserler." Nitekim kesin kurallardan bi-

51 Nüreddin es-Sabıini, MaturidiyyeAkiıidi, s.165-167.

52 Bakara, 2/123: "Öyle bir gıi1ıden sakının ki, o günde kimse kimseden yana bir ;ey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hif kimseye ;efoat fayda vermez;, onlara hifhir yardım da gelmez." Mü'min, 40/18: "O gıin zalim/erin ne dosht ne de dinleneuk ;efaatpleri vardır." Bakara, 2/254: "Ey iman edenler! Ken­disinde arhk alıj--'llerij, dostluk ve 1efoati11 olmayacağı o gün gelmeden önce, size verdiğimiz azıklardan hayır yapın. Gerçekleri irıkiır edenler elbette zalimlerdir."

53 Enbiya, 21/28.

54 Mü'min, 40/7.

55 Nüreddin es-Sabıi.ni, Maturidiyye Akiıidi, s.165-167.

1941 KADlZADE MEHMED EFENDI'NIN VA' D VE VA ID RISALESI 1 OOÇ. OR. RESUL ÖZTÜRK

risi şudur ki Allah va'd.ini kesinlikle yerine getirir ve Allah'ın va'clinden dönmesi caiz değildir.56 Allah'ın asiJçulları için vaidde bulunmuş olduğu cezayı vermesi adalettir. Ancak asi kulun cezasını aifetmek te mümkündür ve bu Allah'a aittir. Allah dilediği­ni affeder. Çünkü vaidden dönmek kendisi ile övüniilen bir keremdir.57

Kadızade, Bil ki E;' ariler diyerek bu konudaki görüşlerinde Eş' ar ili ği esas aldığı­nı açıkça ifade etmektedir. Osmanlı Kelam alimlerinin kendilerini Matur!di mezhe­binden saymalarına rağmen Eş' ariliğin görüşleri doğrultusunda eser yazdıkları hük­münün geçerliliğini burada da görmekteyiz.

Eş'arilerin bu genel ilkesini hatıtlattıktan sonra Kadızade konu ile ilgili bir şiir le istişhatta bulunmakta ve şu şiiri nakletmektedir. Şair şöyle demektedir: Onu mük.iıfot­landıracağıma ve cezalandıracağıma dtıir söz verdiğimde onu müktifatlandırırım ve ceza­landıracağıma ilişkin sözümden ise döneri m (bu konudaki sözümden dönmekten sıkıimam ve bu dumm kınanacak bir Jey de değildir).

Kadızade daha sonra vaidden dönmenin değuracağı bazı olumsuzluklardan do­layı vaidden dönmeye itiraz edildiğini hatırıatmakta ve bunlara cevap vermeye baş­lamaktadır. Kadızade bu itirazların kimler tarafından yönlendirildiğini söylemeksi­zin doğrudan bu farazi itirazlara cevap vermeye başlamaktadır. Vaidden dönmenin

" değuracağı olumsuzlukların dört tanesini ele almakta ve onlara kısa kısa cevaplar vermektedir.

Muhtemel itirazlar şunlardır:

Kadızade'ye göre vaidden dönmenin değuracağı olumsuzlukların birisi ya/andır. Allah için vadinden dönmek söz konusu değildir. Allah'ın haberinden dönmesini tenzih hususunda icma vardır. Allah vadetmiştir. Allah vadinden dönmez. 58 Burada ge­nel anlarnda hulfo'l va'dAllah için caiz değildir ilkesini hatırlatmaleta ve va'd ve vaidden dönme konusunu birlikte değerlendirrnektedir.

Vaidden dönmenin değuracağı olumsuzluklardan bir diğeri sözün değiştirilmesi­dir. Allah'ın sözünde bir değişiklik söz konusu olmaz.

Vaidden dönmenin doğuracağı olumsuzluklardan bir diğeri ise felsefecilerin cis­mani haşrin olmayacağı şeklindeki görüşlerine yönelik bir teveccühün oluşacağı en­dişesidir. Yani eğer Allah'ın vaidinden dönmesini kabul edersek ahirete olan inancın etkinliği azalır. Allah'ın vaidinden dönmesi mümkün olduğuna göre Allah her türlü

56 Rum, 30/6; Al-i İmran, 3/9; Zümer, 39/20.

57 Kadızade Erzurumi, Risöletrin ji'l-11a'd '/Je'/ 'IJaid, Süleymaniye Kütüphanesi Nafiz Paşa bölümü nr. 1502, vira.k.: 48.

58 Rum, 30/6. "Şüphesiz Allah va'dinden dönmez" Aynca, Al-i İmran, 3/9 ve Zümer, 39/20.

ERZURUM ISPIRLI KADizADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZYUMU 1195

günahı aifedebilir ve günahkarlan da cennete koyabilir. O halde abiret endişesini taşımaya gerek yoktur. Mu'tezilenin va'd ve vaid ilkesini bu endişe üzerine şekillen­dirdiğiıli görmekteyiz.59

Vaidden dönmenin dağuracağı olumsuzluklardan bir diğeri ise kafirlerin cehen­nemde ebedi kalmalan hakkında kesin deliller olmasına rağmen kafulerin cehen­nemde ebedi kalmamalarının caiz görülmesidir.

Kadızade'nin bu iddialara verdiği cevaplar şu şekildedir:

Birinci itiraz konusu ve endişe "vaidden dönmek yalan söylemek demektir' şeklinde

idi. Kadızade bu endişeyi şu şekilde gidermeye çalışmıştu: "Bazıları buna şu şekilde cevap vermişlerdir" diyerek görüş sahibini söylemeksizin doğrudan cevaba geçmek­tedir. Kerim (cömert, mürüvvet sahibi) birisinin vaidde bulunacağı (cezalanduacağı) haber verildiğinde, onun keremine layık olan şey haber verdiği şeyi kendi iradesine göre yerine getirmesidir. Her ne kadar ortaya çıkan durum (cezalandumama ya da farklı şekilde cezalanduma durumu) vaidinin tersi şeklinde ortaya çıksa bile burad~ yalan olmadığı gibi sözü değiştirme durumu da s?z konusu değildir. Cezalandırma­lardaki bu kayıtlılık durumu Araplar arasında genel geçer adetlerdendir. Mu'tezile, Allah'ın va'dinden olduğu gibi vaidinden de dönmeyeceğini savunarak herhangi bir istisnaya gitınemektedir. 60 Kadızade aynca burada Arap örfiinün bir uygulamasına işaret ederek konuyu temellendirmeye çalışmaktadır.

Kadızade aynca insanın psikolojik yapısını da göz önünde bulundurarak şöyle der: Gönlü üzüntüyle dolduran şey, va'dedilen şeyin haber verildiği şekilde ol.q'ıama­sıdır. Yani olumlu beklentilerin boşa çıkmasıdır. Çünkü insan kendi iç dünyasında beklediği va'din gerçekleşmesi için bir kararWı.k inşa etmektir. Bu noktadan hareket edildiğinde vaidden değil va'dden dönmek insanı kedere gark etmektedir. Tersine kerem sahibinin vaidinden dönmesini beklemek aslında insana ait bir gerçekliktir. Buradan hareketle vaidden dönmek hiçbir şekilde yalan söylemek demek değildir. Dolayısıyla va'dden dönmek vaidden dönmek gibi değildir, diyerek birinci endişeyi gidermiş olmaktadır.

İkinci endişe ve itiraz noktası "sözün deği;tirilmesi" şeklinde idi. Kadızade Al­lah'ın sözünün değişmeyeceği konusundaki "Benim katımda söz deği;tirilmez"61 aye­tini hatırlattıktan sonra buradaki maksadın muhtemelen "Cehennemi cinlerden ve in-

59 Kadi Abdülcebbar, bu endişeyi şöyle ifade etmektedir: "Fasık cezalaodınlmayacağını bilerek büyük günah işlerse (kebire) büyük günah teşvik edilmiş olur. Bu: "Yap senin için bir salonca yoktur" de­meye benzer." Bkz. Kadi Abdülcebbar, Şerhu'l-Usıili'I-Homse, WSSO.

60 Kadi Abdülcebbar, Şerhu'l-Usıili'I-Homse, W560.

61 Kaf,S0/29.

1961 KADlZADE MEHMEO EFENDI'NIN VA'O VE VA IDRISALESI 1 DOÇ. OR. RESULÖZTÜRK

sanlardan (suçlularla) dolduracağım"62 ayetindeki gibi genel bir hüküm olduğunu ifade etmekte ve detaylı bilgi vermemektedir.

Vaidden dönmenin dağuracağı olumsuzluklardan bir diğeri felsefecilerin dsına­ni haşrin olmayacağı şeklindeki görüşlerine yönelik bir teveccühün oluşacağı şeklin­deki bir endişe idi. Kadızade buna kafirlerin cehennemde ebecli kalmalan hakkında kesin deliller olmasına rağmen k.aflrlerin cehennemde ebedl kalmamalarının caiz görülebileceği şeklindeki dördüncü endişe ile birlikte cevap vermektedir. Şöyle ki: Öldükten sonra dirilmenin ve k.aflrlerin cehennemde ebedi kalmalarının gerçekliği dinen sabittir. Bu görüşün aksine bir görüş olmadığına göre bu bir arızi durumdur ki biz bundan bahsetmiyoruz diyerek teferruata girmemektedir.

Kadızade bu cevapları verdikten sonra konuya dilsel yapılardan hareket ederek yaklaşmakta ve bazı nüktelere dikkat çekmektedir. Şöyle ki: "Va'd lafzırun kullanıl­ması hayır ve fayda içindir. Vaid lafzının kullanılması ise bir nükteye bağlı olup ol­madığı kesin olmayan zarar ve şerdedir" dedikten sonra Beyz.avi'nin dikkat çektiği Sad suresinin 38/36-37.63 ayetlerini örnek vermektedir. Sad suresinin 38/37. ayetinde asfod kelimesi geçmekt~dir. Buradan hareketle alimler arasında safide ve asfede keli­meleri hakkında ihtila.B.ar olmuştur. Safedve asfedfillleri anlam hakLınından birbirin­den farklılık göstermektedir. Bazı alimlere göre saftdehu: kayyedehu {sınırlandırdı, bağladı) demektir; asftdehu ise a'tahu {verdi demektir). Bazı yorumculara göre asftde

" (hemz.eli olarak yazıldığında) "ihtiyacı olduğu durumda ihtiyacı olan şeylerin veril­mesi" demektir. Başka bir ifadeyle ihtiyacım giderecek bir şeyin verilmesi ile kişinin bağdan kurtarılmasıdır.

Kadızade, fiillerdeki harf sayısının artmasının anlam değişikliklerine neden ol­duğu konusunda bazı incelikiere dikkat çekerek şöyle demektedir: Ev'ade kelimesi {veade fiilinin if'al vezni) aslen olumsuz anlam {cezalandırma) için konulmuş olan bir kelimedir. Harfin eklenmesi mananın artmasına delalet eder, harfin azlığı da ına­nanın azlığına delalet eder. Şöyle ki: Va 'd kelimesindeki harf sayısının azlığı zamansal anlamda da bazı incelikler içermektedir. Yani va'd fiilindeki harf sayısının azlığı za­man olarak ta azlığılhızlılığı göstermektedir. Vaid fillindeki harf sayısının çokluğu! artması ise zaman olarak çokluğulgeciktirrneyi göstermektedir. Buradan va'din ge­ciktirilrneksiz.in hemen yerine getirilmesi, vaidin ise geciktirilmesi anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle iyiliğin verilmesi çabucak olur, cezanın verilmesi ise ertelenir. İf'al babının hemzesinde geciktirme anlamı vardır.64 Sözün hayırlı olanı az olanıdır diye­rek Risale tamamlanmıştır.

62 Hud, 111119.

63 "Bina ustası olan ve dalgı;lık yapan her bir 1eytam, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de onun emrine verdik." Sad, 39/36-37.

64 Kadızade Erzururru, Risfıletün ft'l-va'd ve'/ vaid, varak: 49.

ERZURUM lsPIRLI KADizADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZVUMU 1197

Kadızide'nin Kelami görillerini bulabileceğimiz Şerhu Ravzati'l Gennalta da bu konu ile ilgili çok kısa bir değerlendirmede bulunmuştur. Özetle şöyle demektecljr: Kulun tövbesi olmaksızın Allah'ın kulun küfrün dışında dünya ve ahiretteki büyük günahlarını aifetmesi aklen ve naklen caizdir. Pişman olduğu sürece küfründen tövbe edenin tövbesi kabul edilir. Allah'ın onun tövbesini kabul etmemesi söz konusu ola­maz. Çünkü Allah küfti.rden tövbe edenlerin tövbelerini kabul edeceğini va'detmiş­tiı:-65 ve Allah'ın va'dinden dönmesi muhaldir. Allah'ın vaidini terk etmesi ise caizdir. Çünkü vaidi gerçekleştirmernek sözden dönrnek değildir ki kınanacak bir şey olsun. Tersine bu durum bir kerem ve lütuftur.66

Sonuç

Kadızade Arif b. Mehmed Erzurum1, Kelam ilminde tartışılan ve Mu'tezilcmin beş ilkesinden birisi olan va'd ve vaid hakkında bir risale yazmıştır. O, yazdığı bu risa­lede Kelarru kaynaklara başvurmaksızın daha çok dilsel ifadelerle konuyu ele almıştır. Konunun Kelam ilminin temel kaynaklarında ele alınışını okuyucuya bıraktığı anla­şılan risalede müellif, çok iyi bildiği Arap dilinin inceliklerini kullanmıştır. ilisale çok kısa olmasına rağmen konu oldukça ikna edici bir şekilde sunulabilmiştir.

65 O, kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri bağıj/ayan ve yaptıklannızı bilendir. Şura, 42/25. Ayrıca bkz. Tevbe, 9/27; Mü'min, 40/3.

66 Kadızade Erzuruırü, Şerhu Ravzöti'I-Cennôt, Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi bölümü, No: 1269, varak: 60b-61a.