erciyes Üniversitesi sosyal bilimler enstitÜsÜ...

22
ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ DERGiSi SAYI :9 YIL : 2000

Upload: others

Post on 06-Mar-2021

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ

DERGiSi

SAYI :9 YIL : 2000

Page 2: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

TOPLUMSAL DEGİŞİMİN KUR' ANi ÇERÇEVESi

Doç. Dr. Erdoğan PAZARBAŞI ı

A.Giriş

Toplumsal degişmeyi tek bir etkene baglayıp, bunu sürecin işleyişine ilişkin yorum­larımız için odak noktası yapmanın, bizi dogru anlama ve açıklamalara götilremeyecegini söylemek, ne derin bir araştırmanın bir sonucu, ne ince bir anlayışı gerektiren öngörü, ne de bir kehanetin Urilnüdilr. Ortada duran açık bir gerçek vardır ki, o da bu süreçte oranı birbirinden farklı olsa da, ama az ama çok pek çok etkenin iş başında oldugudur. Biz bu baglarnda insan, hayat ve eşyaya bakış açılarıyla bir dünya görüşü oluşturabilme iddiasında bulunan dinlerin de, fertterin kendisine atfettigi önem veya baglılık derecesine göre, deği­şime içerik kazandırmada belli bir etkinlik alanının oldugunu, bu yazımızın dayanak nok­talarından biri, belki de durdugumuz yere göre en önemlisi olarak görüyor ve degişim ko­nusundaki tezimizi de bu kabul yönünde oluşturuyoruz.

Dinler, ferdi olanın yanında sosyal davranışlar için de göz önünde tutulması gereken birtakım ilkeler, kurallar ortaya koymuş, gündelik tecrUbelerle ilgili açıklamalar ve anlama­ya yönelik yorumlar getirmiştir. Bu bağlamda din, hem ferdi hem de sosyal boyutlu eylem­ler için bir motivasyon ve olayların akışı konusunda da bir tefekkUr olmuş ve her biri kendi sisteminin karakterine bağlı olan iş yapma biçimleri de üretmiştir. Din bir değer yargısında bulunmuşsa, baglısının davranışlarını şekillendirmesini ve onun hayatında yankısını bulma­sını dogaı bir sonuç olarak görmek gerekir. Çünkü din, dünya ile dogrudan baglantılı olup, kendisini hayatı anlamlandıran bir dtinya fenomeni olarak takdim eder. Bu yönüyle yapılan iş ile sınırları belirlenmiş, çerçevesi çizilmiş hak arasındaki uyurnun da, dinin sosyal öne­minin temelini oluşturdugu söylenebilir.

İnsan, doğrudan hayata katıldığı ve ilgili olduğu bUtUn alanlarda etkin bir rol oyna­makta; hem ferdi, hem de toplumsal olaylarda, değişimin yönUnU ve gidişini belirlemekte­dir. Degişim kavramında önceden belirlenmiş zorunlu bir yön olmadığı için olumlu veya olumsuz yönde bir değişimin belirleyicisi de yine insan olmakta ve olayların akışında insanı devre dışı bırakan bir durum bulunmamaktadır, bir başka deyişle, her toplumsal olayda oldugu gibi bu da insana bağlı bir sUreç olmaktadır. Buna göre birbiriyle baglantılı ve iç içe girmiş, çok yönlü etki ve tepkilerin içinde bulunduğu, insana bağlı karmaşık bir süreç olan sosyal değişme olgusunun her aşamasında inanç, düşünce, kUltUr, tercih, eylem ve kontrol planında insan etkin bir konumdadır. Biz bu anlayışın, aynı zamanda Kur'ani bir çerçeve oldugunu dÜŞünüyoruz ve yazımız boyunca da bu yolda azimle yürüyecek ve bunun böyle oldugunu göstermeye, en azından okuyucularımızı bir an için bu zaviyeden düşündürmeye çalışacağız.

ı Erciyes Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Ö~retim Üyesi.

Page 3: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

Kur'an, insanı ortaya çıkan ve çıkmakta olan olaylar Uzerinde düşünerek; nedenlerini araştırıp bulmaya, olayların arka yüzUnU görmeye, olaylar arasındaki ilişkiler ağını çözme­ye ça~ırırken, olayların gelişiminden ve ortaya çıkışından bütünüyle insanı sorumlu tut­maktadır. Toplumsal olayların akışında önceden belirlenmişlik durumunu söz konusu et­meyen Kur'an, bir ilke olarak sosyal değişmeyi gerekli koşulların oluşumuna bağlamakta, de~işimin gerçekleşmesinde insanı etkin görmekte ve bu noktada sorumluluğun bütünüyle insanda olduğuna özel bir vurgu yapmaktadır2. Buna göre, kaçınılmaz bir olgu olan değiş­meyi istikrar içinde gerçekleştirebilmek, beklediğimiz sonuçları alabilmek, toplumu bir bunalım, buhran, belirsizlik, çatışma ve kargaşa ortamına itmeden değiştirebilmek için bilgi ve düşünce temeline dayalı, planı , kurgusu ve yönlendirilmesi çok iyi yapılmış kapsamlı değişim projeleri Uretilmclidir.

Tarihte yaşanmış olaylardan önemli kesitler sunan Kur'an kıssaları, tarihi gerçekliği olan anlatımlarıyla, değişimin oluşumu, arifesi ve ortaya çıkışında önemli ipuçları vermekte ve yalnızca kendisini anlama noktasında önyargılardan sıyrılmayı başarabilenlere içini dökmekte, sırlarına erdirmektedir. Bu söyleşi, iletişim ve açılım insana tarih alanındaki konumunu, etkinlik durumunu ve sorumluluğunu bir kez daha hatırlatacaktır. Böylece o, hiçbir zaman değişimin dizginlerini elinden kaçırmayacak, gidişatın yönUnU belirleme, izleme ve gerektiğinde uygun müdahalelerde bulunma durumunda olacaktır3. Kendisine sunulan birbirine zıt yönlerdeki seçeneklerden birini benimseyecek olan insan olduğu için­dir ki, anahtar rol yine insanda kalmaktadır. Kur'an böyle bir yol ayrımında, tercihini yap­ma konusunda uyarısına kulak veren insana yardımcı olmakta; onun geçerli, kalıcı ve ya­rarlı olanı seçmesini istemektedir.

Kur'an, getirdiği bu temel ilkeyle, içinde bulunulan toplumsal çöküntünUn asla aşı­lamayacağı duygusuna kapılan ve bu yüzden de bazen bUyük bir yılgınlığa düşen insana umut vermekte, hedef göstermekte, içinden ve içtenlikle isternek kaydıyla bütün zorlukları aşabilme, kalıcı olana yönelme ve onu elde etme noktasında insanı motive etmektedir. Bunalımların ferahlatan açılımların nedeni ve değişimierin itici gücü, güç kaynağı olabile­ceğini tarihi ömeklendirmeler, tarihten alınmış destek ve katkılarla sunmak suretiyle insanı cesaretlendlrmeyi hedefleyen Kur'an, bUtUn bunları gerçekleştirebiirnek için kendini adres göstermekte ve her çağın insanının kendisini yaşadığı çağın içinden bir kez daha yeniden ve dikkatle okumasını istemektedir.

B. De~işimin Tarihsel Perspektifi

Tarih, geçmiş olayiann toplamı, başka bir deyişle, olayiann kronolojik olarak sıra­lanması ve nakledilmesi değil, geçmişten günümüze kadar meydana gelen olaylann, bütün yönleriyle sorgulanması ve yorumlanmasıdır. Tarihi, yalnızca kendisinde önemli olayların

2 ı 3. Ra'd, 1 1; bkz. 8. Enflil, 53. 3 "De~işim karşısında derin bir gözlem vetetik duruş bilinci ve dikkatini geliştiren Kur'an kıssaları,

onu tahlil ve tctkik eden kişileri ya da toplumları, 'geçmişe yapıcı bir bakış' ve onları kavrama bi­linci üzerinde bir gelecek kurma, şimdi ve gelecek anların toplamı olan tarih boyutunu, kendi elle­ri ve iradeleri do~rultusunda kurma seviyesine yOkscltir. ÇünkO her de~işim, yenı değişim ve olu­şurnlara makes olur" (Sadık Kılıç, "Tarih Felsefesi Açısından Kıssa/ar", 1. Kur'an Sempoıyumu, Tcbliğler-MUzakcreler, 1-3 Nisan 1994 Ankara, s. 88-89).

382

Page 4: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

meydana geldiği, büyük kahramaniann gelip geçtiği bir 'geçmiş', çağiara gömUimüş veya unutulmuş olgusal bir hatıra olarak almamak gerekir. O, bir toplumun 'gidiş, söyleyiş, tavır, duygu, gelenek ve göreneklerinin' ortak adı, somutlaşan bir özgUnlUk ve toplumun bakir bünyesidir. Gerçi tarihin konusu, geçmiştir; fakat hedefi, şimdi ve gelecektir. Konusu orta­dan kalksa da, hedefi olan insan, dOnyanın sonuna kadar bUtUn eylemleriyle varlığını sUrdü­

recektiı-4. Bu bakış açısıyla tarihi tanımlayacak olursak, tarihe, geçmişin, halin ve geleceğin ilmidir diyebiliriz5.

Tarihin, tarihçiye kapılarını sonuna kadar açması, onu önemli bir konuk olarak gö­rüp görmemesi, bUtOnUyle tarihçinin gelişindeki dUşUnce ve maksatlarına bağlıdır. ÇUnkU tarih; kendisini önemli gören, sesine kulak veren, gerçekleri anlama konusunda istekli ve iyi niyetli bir yaklaşım sergileyen kimselere sırlarını açmaktadır. Tarih, geçmiş zaman içinde sunduğu oldukça bol sayıdaki malzeme ve ipuçlarını, bu açık yürekli, yiğit ve güve­nilir konuğunun do,ğru biçimde değerlendirmesine, olayların ortaya çıkışındaki iç ve dış etkenleri ve olayların arka planını görmesine yardımcı olmaktadır. Musa Carullah'ın deyi­miyle; naslann delaleti gibi tarihin şahadetide muteberdir. Metinlerden AIJah'ın kastı akıl ile istinbat olunursa, tarihin şahitliğinden Halikın kastı elbette istinbal olunur. Sosyal du­rumlar, tarihi ibretler dört asıl gibi olur-6.

Tarih, toplumların gidişatma göre oluşmaktadır, bu bakımdan tarihin hUkmü adaletli ve gerçek ölçülere dayanmaktadır7 . Insan, kendisi, yapıp ettiği şeyler ve geçmişi üzerinde düşünerek, olayları yorumlayacak ve tarihin akışına yön verecektir. Medeniyetlerin araştı­rılması, insanın tarihsel konumunu belirlemede, ona yol gösterecek, hedef belirleyecek, bir kez daha insanı, konumunun gereğine göre hareket etmesi noktasında uyaracaktır.

Geçmiş, birer işaret noktaları olarak, insanlığa önemli mesajlar iletmektedir. Burada insanların yapacağı şey, geçmişte kendilerine rahat bir köşe aramak, geçmişe yerleşmek değil, hız almak için geriye çekilen bir atlet gibi geçmişe yönelmektir, çUnkü yUrUyUş, geleceğe doğrudur8. Anıları ne kadar tatlı olursa olsun, eğer bir toplum geçmişte yaşamayı tercih eder, yaşadığı hayatın gerçekleriyle yUzleşmekten kaçınırsa, fosilleşmeye mahkum olur9.

Geçmişin arnlaşılması, bugUnUn ve geleceğin de daha iyi aniaşılmasını sağlayacaktır. İnsanın değişik zamanlarda neler yapıp ettiği, dini ve kUitUrel durumu, başarıları, sUrçmele-

4 Bkz. Ali Şeriati, Medeniyet Tarihi, (çev lbrahim Keskin), Ankara 1987, I, 99; Öze DönUş, (çev. Kerim Güney), İstanbul 1999, s. 186.

S Şefacttin Severcan, Kemal Paşa-Ziide Tevarlh-i Al-i Osman X. Defter, Ankara 1996. s. LXVIII. 6 Bkz. Celal Türer, "Aynı Tespitler, Aynı ÇözUmler", M. Carullah ve M. lkbal", ",Musa Carullah

Sempozyumu, Kayseri 1999, s. 12. 7 imadUddin Halil, İslami Düşünüşlin Yeniden Oluşumu, (çev. HUseyin Varol), istanbul 1986,

s. 40-42. 8 Muhammed Aziz Lahbabi, Milli Kültürler ve Medeniyet, (çev. Bahaeddin Yediyıldız), İstanbul

1980, s. 141-142; "Tarihi inşa etmek, şimdiki zamanı yorumlamaktır" (Femand Braudel, Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm XV-XVII. Yüzyıllar, (çev. Mehmet Ali Kılıçbay}, Ankara 1993, ı, ı).

9 Bkz. Adil Çiftçi, "Fazlur Rabman'ın Dinamik Şeriat Anlayışı, -'Değişim'in Teolojik ve Sosyolo­jik Zorunluluğu- ", isHimiylit, Şeriat Dosyası, c. 1, sayı 4, Ankara 1998, s. 172.

383

Page 5: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

ri, yükselişleri, yıkılışları, kısaca insanın gerçekleştirdi~i her şeyin araştırılması ve bunlar· dan gerekli mesajların alınması gerekmektedir. Geçmiş, çogu kere bugünümUzU etkile· mektedir. Çünkü tarih, sUreklilik ve de~işim ilkelerinin karşılıklı etkileşimlerinin bir ürünü· dUr. Bu durum, Fransız miras hukukunun bir ilkesi olan, 'ölü diriyi ayakta tutar' deyimin· de de ifadesini bulmaktadır 1 0. Bu sözle, ölenin haklarının yaşayanlara kaldıgı ve geçmişin bugünü nasıl etkileyebilece~i özlü bir biçimde dile getirilmektedir. insanın geçmişte ortaya koydu~u şeyler, genelde tarih biliminin araştırma konusu olarak görUlse de toplumları yukarıda belirtmeye çalıştıgımız yönleriyle inceleyen bilim de Tarih Felsefesi olmaktadır' ı.

Toplumların tedrici gelişimi ve dönüşümUnU inceleme konusu yapan Tarih Felsefesi; toplumsal olayları yönlendiren ve olaylar zincirinde etkin olan yasalarla, oluşum yasalarıyla ilgilenmekledir. Medeniyetlerin ortaya çıkış ve çöküş sebeplerini, başka bir deyimle, top­lumsal varoluşu belirleyen koşulları içeren bu yasalar, evrensel nitelikli olup, işleyiş tarzları da bir toplumdan ötekine degişebilmektedir. Buna göre tarih bir yönüyle, toplumların bir aşamadan diğerine geçiş yasalarını inceleyen bir bilim dalı olmakta; tikel olayları değil tlimel olayları, toplumların 'oluşu'nu değil, 'oluşumu'nu inceleme konusu yapmaktadJr12.

Tarih Felsefesi ile iç içe bulunan sosyal değişme de tarihsel bir süreç olup, her top­lumun yliz ylize bulunduğu bir durumdur. Buna göre, her toplumun kendisine has bir dina­mizmi bulunmakta ve her toplum az veya çok, sUrekli bir biçimde değişimle karşı karşıya kalmaktadır13. ÇUnkU değişme yetene~ni yitirmiş olan sosyal sistemler, buna paralel olarak hayatta kalma imkanlarını da kaybetmiş demektirl4.

İbn Haldun bu durumu, "geçmiş/er geleceğe, suyun benzemesinden daha çok ben­zer"ıs, sözleriyle dile getirmekte, Lucien Febvre de tarihi; 'geçmişin bilimi, şimdinin bilimi' diye tanımlamaktadır. Tarihin amacı, geçmişte yaşayan toplumların nasıl işlediğini ortaya çıkararak, bugünkülerin nasıl işlediğini anlamak ve insanlara geçmişini tanıtırken, kendi konumlarını anlarnalarına yardımcı olmak olup, onun bu aJanda verdiği ders de bir uyarı

10 Bkz. E. H. Car, J. Fontana, Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, (çev. Özer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19.

ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire kullanmış, D. Hume'nin Genel İngiltere Tarihi adlı eseriyle ilgili bir yazısında. felsefi bakışla yazılmış bir tarihe duyulan ihtiyacı gündeme getirmiş, tarih yazma işinin ·mozofça bir etkinligi' gerektirdigini belirterek, objektif ve dogru bir tarih yazabii­rnek için 'filozofun bagımsız karakterine' ve 'olaylara derinligine bakma yetenegine' baglı oldu­gunu, bunun da 'tarih Ustüne felsefe yapmayı', 'tarih felsefesini' gerektirdigini dile getirmiştir. Volıaire, Essai sur Les Moeurs et L'Esprit des Nations adlı eserine ekiemiş oldugu önsözc, La Plıilosophie de L'Histoire başlıgını koymuştur. Tarih Felsefesi kavramını her ne kadar Voltaire bulmuşsa da, bunun bir felsefe kolu olarak temeli Vico ile atılmış ve gelişmesinde de Montesqieu, Hcrder, Kant, Hegcl, W. Humbold, Comıe, Schopenhauer, Marks ve W. Dilthey, Yeni Kanıçı e­kol ve bunun iki büyük temsilcisi W. Windelbant ve H. Rickert'in de bUyük katkıları olmuştur (bkz. Nermi Uygur, KültUr Kuramı, İstanbul 1984, s. 154; Dogan Özlem, Tarih Felsefesi, İstan­bul I 992, s. 45) .

ı ı Murtaza Mutabhari, Tarih ve Toplıun, İstanbul 1989, s. 55-58.

13 Arniran Kurtkan Bilgiseven, Genel Sosyoloji, İstanbul 1982, s. 293; Halis Ayhan, "Sosyal Bü­tiinlükAçısından Din Eğitimi". U. O. ilahiyat Fakültesi Dergisi, s. 428, sayıl, Bursa 1986, s. 27.

14 Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, Ankara 1982, s. 428.

15 İbn Haldun, Mukaddime, (çev. Zakir Kadiri Ugan), İstanbul 1986, ı, 20.

384

Page 6: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

niteliği taşımaktadır 16.

Toynbee, konuyu bu şekilde algılamanın gereklilik ve önemini şu sözleriyle dile getirmektedir:

''XV lll. yüzyıl Prusya 'sm ın talim çavuşu gibi, tarihin ensemizden tutup, bizi doğ­rultmasmı neden bekleyelim? Komşularımız, tarihin bu alçaltıcl, hoş olmayan dersini ya­km/arda aldıkianna göre, bizim daha iyi bir halde olmam1z gerekiyor. Gerçekler gözumü­zun önünde olduğuna göre, tarihsel hayal gücümüzü kullanarak, bize doğru gelmekte olan tarihin bu dersini iyi bir şekilde karşliayabi/iriz"11.

Tarih, insanlara eski ülkülerinin yerine yenilerini aşılamayı değil, gözlerini iyice a­çabilme, kafalarını kullanabilme, bağımsız yargılamada bulunabilme, kendi yollarını seçe­bilme, olayların pencerelerini gözlemleyebilme yolunu öğretmeyi hedefleyen bir anlayış ve irdelemeyi temsil etmektedir18. Böylece tarih, insanların bugünkü savaştmlarında bir silah, yarını kurmalarında da bir araç-gereç olacaktır. Bu yüzden, yürürlükteki düzeni neye mal olursa sUrdürmeyi en üstün bir gaye sayan anlayışın, bu yeni tarih anlayışını tehlikeli ve yıkıcı bulup, ona karşı savaş açmasına şaşmamalıdır. Toplumu eleştirel bir bakışla incele­mek isteyen tarihe karşı açılan savaş, zaman içinde çok değişik biçim ve niteliklerde kendi­ni göstermektedir19.

Tarih, tekrar tekrar test edilebilen mükerrer süreçleri değil, eşsiz olayları kaydeder. Tarihsel olaylar deneye tabi değildir. Tarihte fiziksel deneye benzer tek şey, dokümanların mukayese edilmesidir. Tarih sadece olgular silsilesini anlatmaz, aynı zamanda bu olguları kendi kökenleri, ilişkileri ve sahip oldukları anlamlar çerçevesinde anlamaya çalışır. Tarih tasvir eder, anlar ve açıklar. Anlama ise, iştirak etmeyi gerektirir. Tarihsel ve bilimsel haki­kat arasındaki fark budur. Tarihsel hakikatte, yorumlayıcı özne işin içindedir, bilimsel hakikatte ise dışarıda kaJır20.

Kur'an'ın tarih anlayışı, insan tabiatının derinlemesine anlaşılması üzerine kurul­maktadır. Tarihte geçerli olan yasaları tanımak, gerçekte insanı tanımak demektir. Çünkü insan tabiatının olumlu ve olumsuz yönleri, çökmekte ve yükselmektc olan toplumların tarihlerinde kendini açıkça göstermektedir. Kur'an, gerek çöküş sUrecini başlatan ve gerekse bu süreci durdurup yükselişi sağlayan temel toplumsal ilkeleri, tarihten seçtiği örneklerin içine serpiştirerek, insanı ve onun sosyal hayatını ilgilendiren ve etkileyen bir ölçü içinde anlatmaktadır.

Toplumsal mesajını çoğunlukla tarihi verilere başvurarak sunan Kur'an, bu metotla, toplumların tarihi çizgisinin yönUnU belirleyen etkenleri ortaya koymakta ve onların yeryü-

16

17

18

19

20

Braudel, Tarih Üzerine Yazılar, (çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara 1992, s. 70-71 bkz. lmmanuel Wallerstein, "Fransız Devrimi ve Degişmenin Normalligi", Tarih Risaleleri. (derle­yen: Mustafa Özel). İstanbull995. s. 211,245-246.

Arnold Toynbee, Medeniyet Yargılanıyor, (çev. Ufuk Uyan), İstanbull980, s. 64.

C. Levi-Strauss'a göre; antropoloji, tarihle aynı zihinsel mecr§nın içindedir. Ne kadar ilkel olursa olsun, olayların pencerelerini gözleme sunmayan hiçbir toplum yoktur, yine hiçbir top­lum yoktur ki tarih, tamamen devre dışı kalsın (Braudel, Tarih Üzerine Yazılar, 67).

Bkz. Carr, Fontana, 119-122.

Paul Tillich, imanın Dinamikleri, (çev. Fahrullah Terkan, Salih Özer), Ankara 2000, s. 80.

385

Page 7: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

zUndeki mutlulukları konusunda bütüncül bir görilş oluşturmasını hedeflemektedir. Kur'an'da, bu konuya ilişkin özel bir bölüm ayrılmamıştır. Bu yöndeki açıklamalar, muhte­lif konular içine ilgisi oranında yerleştirildigi için, bunları onun bütünü içinde aramak daha saglıklı bir yol olacaktır.

Kur'an'ın kendi sunuş mantığı ve yöntemi içinde tarihi veriler olarak değerlendirdi­girniz kıssalar, bir aktarırnın ötesinde toplumsal değişmelere paralel olarak ele alınması ve üzerinde derinliğine düşünülerek birtakım yorum ve prensipiere ulaşılması gereken tarihsel veriler durumundadır. Kur'an'da, gerek birçok kıssanın farklı yerlerde değişik biçim ve üsluplarla yinelenrnesi, gerek tarihi ve arkeolojik bulgu ve kalıntılara derinliğine bakılması yönUndeki istek, gerekse genel bir anlatım biçimi olarak her kıssanın sonunda, anlatılanlar­da pek çok bireysel-toplumsal dersler ve öğütler bulunduğunun dile getirilmesi, Kur'an'ın 'bütımcül tarih anlayış1' oluşturmaya özel önem vermesi açısından son derecede önemlidir.

Geçmiş toplumların yapıp ettikleri konusunda bir dizi yorumlar getiren Kur'an, bunları doğru bir biçimde anlama noktasında da insana çağrı yapmaktadır. Bu yorumlar bir araya getirilip, bütUncül bir bakış açısıyla ele alınacak olursa, bir toplumun tarihi çizgisini etkileyen ve ona şekil veren etkenler ortaya çıkacakttr. Bunun için de genel olarak tarihsel sürece egemen olan ilkeler bütününe ulaşabilmeyi arzulayan tarih felsefelerinin, yalnızca bir tek toplumu değil, birçoklarını hesaba katmaları ve buna göre ilkelerini tespit etmeleri gerekecektir. Kur'an, bir değil birçok geçmiş toplumun çöküş ve yükselişini hesaba katarak, bu konuda genel-geçer ilkeler ortaya koymaktadır. Bu ilkeler gereğince Kur'an, öncelikle ilk hitap ettiği toplumun yaşadığı bölgenin ve onun çevresinde yer alan diger ülkelerin tarihlerinden evrensel nitelikli örneklere başvurmaktadır21 . Buradan hareketle Kur'an, geç­mişte yaşayan medeniyetlerin araştırılarak, geçmişten gUnümUze verilmek istenen mesajia­nn doğru algılanmasını ve buna göre yaşanan hayatın yeniden gözden geçirilerek, yapılan yanlışlıkların düzeltilmesini istemektedir.

C. Kur'ani Bakışla Değişim Sürecinin işleyişi

insanlar, kendi netisierini fesat ve yozlaşmaya terk etmedikçe, Allah'ın yardım ve e­sirgemesinden yoksun kalmazlar. Buna karşılık bilerek ve isteyerek günah işleyen kimseler de, kendi içlerindeki egriliği, olumsuz eğilimleri değiştirerek bunu bak etmedikçe, Allah onlara rahmet ve inayetini nasip etmez. En geniş anlamıyla bu ifade; hem bireysel, hem de toplumsal hayata yön ve biçim veren; taşıyıcılarının ahlaki niteliklerine ve 'iç dUnyalarındaki' rOhi/manevi biçimlenmelere göre, uygarlıkları yUkselten ya da alçaltan ilahi sebep-sonuç ilke veya ilişkisini, yani, sünnetullah'ı dile getirmektedir22. Kur'an bu gerçeği şu ayetiyle özlü bir biçimde dile getirmekte ve bu konudaki ilkeyi de şu ifadelerle sunmak­tadır:

21 22

12. Yusuf, 109; 30. Rum, 42; 47. Muhammed, 10.

Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, Meal-Tefsir. (çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk), İstanbul 1996, rı, 487, 26 no'lu not; Sünnetullah ve sUnnetü'l-cvvelin ile ilgili bilgi için bkz. Musa Carullah Bigiyef, Kur'an-Sünnet ilişkisine Farklı Bir Yaklaşım, Kitiibu's-Sünne, (çev. Mehmet Görmez), Ankara 1998, s. 5.

386

Page 8: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

"Bir toplum nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah on/ann durumunu değiştir­mez"23.

İnsanın davranışlarını belirleme, yönlendirme ve motive etmede, onun kendi ger­çektigi, iç dünyası ve kültUrU öncelik kazanmaktadır. Değişme yönünde bir istek, önce toplumun iç bünyesinden gelecek, bu yönde adımlar atı lacak, sonra da sosyal değişim kendi işleyiş süreci içinde gerçekleşecektir. Bu ayete göre, ilk önce olması gereken değişim, Allah'ın topluma görev ve yükümlülük olarak verdiği değişim olup, bu güç topluma veril­miştir. İnsanın tarihin akışına olan etkisi ve tarihi olaylar karşısındaki sorumluluğu burada öne çıkarılmaktadır. Değişimin yönü ayette belirtilmemiştir; bu değişim olumlu yönde olabileceği gibi, olumsuz yönde de olabilir. Yönlin belirlenmesi bUttınüyle insana bırakı­lınca da, bu noktada tercih, sorumluluk ve risk insana ait demektir.

Kur'an'da, Firavun taifesinin kendisinden öncekilerin yaptığı gibi, Allah'ın ayetlerini yalanladıkları ve Allah'ın da, onları günahlarından ötürU yok ettiği24 belirtildikten sonra, aynı ilkeye bir başka boyutuyla. bu konuda bir temel oluşturacak olan şu sözlerle işaret ed i 1 mektcd ir:

"Bu, bir toplum nefislerinde o/am değiştirmedikçe, Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır"25.

Demek ki bir toplum, iyi gidişini köttıye çevirmedikçe, kendini bozroadıkça Allah, onların iyi durumunu değiştirrneyecektir. Bu ilke, bir medeniyetin yıkılış nedenini araştırma ve tespitte, 'olmazsa olmaz' ağırlıktadır. Buna göre bir medeniyet, kendi eliyle kendini içten içe yıkmaksızın, dışandan yıkılamamaktadır. Malik b. Nebi'nin deyişiyle: "Hiçbir medeniyet, ilkönce kendisi içten yıkılmaksızm, dışardan yıkı/amamakla ve hiçbir impara­torluk, ilkönce kendi kendine intihar etmeden, dışarıdan fethedilememektedir. Çünkü ana gidişdt, kendisine has bütün amaları da beraberinde getirmektedir"26.

Değişimin yönU konusunda Kur'an, her ne kadar önceden belirlenmişlik anlayışına yer vermese de, bu konunun kapsamı içinde şu ayetin oldukça önemli bir yere sahip oldu­gunu söyleyebiliriz:

"De ki: Hak geldi, biitıl yok oldu. Çünkü bdt ıl yıkılıp yok olmaya mahkunıdur"27.

Kur'an terminolojisine göre, batılın hak karş ısında kalıcılığının olmamasını, sürekli dikkate alınması gereken temel bir ilke olarak görebiliriz28. Çünkü yalnızca gerçek ve yararlı olanın doğasında gelişme ve kalıcılık olup, sahte ve tutarsız olanın uzun süre ayakta durabilecek gücü bulunmamaktadır.

Kur'an'ın, aynı ilkeyi farklı anlatım ve örneklendirmeler içinde verdiği de olmuştur. Allah'ın gökten su indirdiği, bununla dereterin dolup taştığı, selin üste çıkan köpüğU alıp

23 24 25

26

27

21!

13. Ra' d, ll; ayrıca bkz. 8. Enffil, 53.

Bkz. 8. Entaı, 52.

8. Enffil, 53.

Malik b. Nebi, Çağdaş Temel Konular, (çev. Veysel Uysal), İstanbul1993, s. 20.

17. lsra, 81.

Muhammed b. Ali cş-Şevkani, Feıhu'I-Kad/r, Beyruı 1983.1II, 75.

387

Page 9: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

göttirdügü, insanların süs veya eşya yapmak için ateşte erittigi şeylerin üzerinde de buna benzer bir köpügün oluştugu belirtildİkten sonra şöyle denilmektedir:

"Allah hak ve batila böyle misal verir. Köpük uçup gider, insanlarafayda veren ise, yerde kalır"29.

Burada, faydasızlıgının yanında çabucak kaybolması, yok olup gitmesi bakımından batı!, su üzerinde veya eritilen bir madenin üzerinde kabaran köpUge benzetilmektedir. Her iki durumda da yüzeyde oluşan bu köpUk harici bir unsur olup, sönerek uçup gitmeye, atılmaya, asıldan ayrılmaya mahkumdur. İlk anda köpUk yUkseldigi ve görüntUde bir süre kaldıgı için, onun galibiyetine hUkmedilebilir. Böyle bir yanılgıya düşmeden, aceleci bir tutum ve panik havasına girmeden kalıcı olanı görmek ve ona yönelmek gerekir.

Sözü edilen iki degişim arasındaki ilişkiyi kavrayıp, buna uygun olarak hareket et­mek, insanı, tarihi yapma ve yönlendirme konusunda egemen bir konuma getirecektir30_ Çünkü insanın yaptıkları ve yapmaktan vazgeçtikleri, kör bir zaruretin gerçekleşmesinin sonuçları olmayıp, aksine bir sorumluluk taşıyan arnilden kaynaklanmaktadır. İnsanların karşılaştıkları bunalımlar, dışardan degil yine kendilerinden, yaptıkları veya yapmadıkları­nın sonucu olan bozukluklardır. Bu bakımdan tarih, iyinin veya kötUnUn, degerli olanın veya değersizin ortaya çıktığı bir alan olarak kendini göstermekte ve anlamlı bir yol bula­bilmek için yapılan denemelerin bir toplamını oluşturmaktadır31.

Kur'an, insanın bu noktada merkezi bir konumda oldugunu vurgularken, onun diğer varlıklardan ayrıcalığını da ortaya koymaktadır. Buna karşın insanı, yaşam ve tarihini be­lirlemekten alıkoyan ve onu dışlayan her etkenin de, onu salt kendi dogal şartları içinde fizyolojik ve biyolojik gereksinimlerini zorunlu olarak karşılayan herhangi bir canlı, bir bitki seviyesine indirgemektedir. Böyle bir anlayış bununla da yetinmeyerek, insandan irade ve özgUrlügiln dogal sonucu olan ve ona evrende üstün ve ayrıcalıklı bir varlık olma konumunu kazandıran ihtiyarı/seçme sorumluluğunu da inkar etmiş olmaktadır. Halbuki tarih ve toplum, bir rastlantı tirUnU olarak ortaya çıkmamakta ve bu alanda tarihin akışını belirleyen, bu seyirde düzeltme veya degiştirme yapabilme, onu istedigi veya belirlediği çizgiye çekebilme gücünde olan insan devrede bulunmaktadır. İnsanın yabani, meyve ver­meyen bir ağacın dogal dünyasını iyice tanıyıp, onun yapısına uygun bir başka ağacın aşısı­nı yaparak istedigi meyveleri elde etmesi nasıl mümkünse, tarihin gidişine de yön vererek, belirledigi çizgiye çekebilmesi mümkün olabilmektedir32.

D. De~işimde Zaman Faktörü

Tarihi olaylarda zaman faktörü belirleyici bir etken olup, her şey ilk planda zamana baglı ve nitelik bakımından da zamanın olayları durumundadır. Tarihi varlık alanında za-

29 13. Ra'd, 17.

30 Cevdet Said, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, (çev. İlhan Kutluer), İstanbul 1986, s. 41-46.

31 W. E. Heistermann, "Tabiat. lnsan ve Tarilı", (çev. Tomris Mengüşoglu), İ. Ü. Edebiyat Fa­kültesi Felsefe Bölümü, Dergi no XII, Felsefe Arkivi, c. IV, sayı 2, Istanbul 1959, s. 21-26.

32 Bkz. Şeriati, Oze Dönüş, 107-109.

388

Page 10: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

man, ortaya çıkarıcı unsurdur. Mekani bir şeritle gösterilebilen matematikleştirilmiş zaman, burada ancak olayların birbirini izlemesinde de~işmeyen bir yol göstericilik görevi yap­maktadır. Tarihi zamanın husule getirici özelli~inden dolayıdır ki, onda ortaya çıkan olay­lar tccrübi bir biçimde yinelenememekte, ancak hatırianarak tefsir edilebilmektedir. Tabii olayların aksine tarihi varlı~m sahası ve çevresi de sonsuz olmayıp, insanın dünyası ile sınırlanmış bulunmaktadır33.

Nedenler birikiminin bir ürünü olarak görebilece~imiz toplumsal de~işmeler, her bi­ri kendi niteli~i ve özel durumuna göre belli bir süreci gerektirmektedir. Bu bakımdan sosyal degişmenin gerçekleşebilmesinde zaman faktörü önemli olmaktadır. Toplumdaki bir kısım de~işmeler hızlı, bir kısım de~işmeler de yavaş ve birikici tempoda seyrettigi için, degişimin derecesi de yaşanılan zamana ve toplurnlara göre farklılık göstermektedir34.

Kur'an'ın verdjği tarihi bilgilerde de, zaman faktörünUn öne çıkarıldı~ını görmekte­yiz. Peygamberlerin getirdigi mesaja karşı çıkanlar tarafından yapılan ve onların inançsız­lıklarının bir göstergesi olarak seslendirilen, uyarıldıkları azabın bir an önce başlarına geti­rilmesiyle ilgili isteklerinin hemen karşılanmamasını da zaman faktörüne ba~layabiliriz35. Kur'an'da, Allah'ın bu insanları cezalandıracagına ilişkin sözünden caymayacagı, ancak onların yola gelmelerine yeni fırsatlar tanımak üzere, verilen sürelerin dolması gerekti~i ve sürenin bitiminde ise, Allah'ın onları yakalayıvereceği36 ifade edilmek suretiyle, olayların ortaya çıkışında zaman faktörüne dikkat çekilmektedir.

Allah'ın insanların yaptıgı bunca yanlışlıklar ve olumsuz davranışiarına hemen kar­şılık vermeyece~i, e~er böyle yapsaydı yeryüzünde hiçbir canlının kalmayaca~ı37, bu ba­kımdan onlara düşünüp, yanlışlarından dönmelerine yetecek kadar belli bir sürenin tanındı­ğını belirten ve verilen sürenin bitiminde karşılaşılacak acı son için de kurtuluşa hiçbir açık kapı bırakmayan Kur'an ifadelerinde, sosyal de~işmede zaman faktörUnU öne çıkartan önemli vurgular bulmaktayız:

"Sonunda onları yakalayıverdim"38,

"Ondan kaçıp kurtulacak bir yer bulamayacaklar"39.

Bu iflideler, olayın gerçekleşmesi anında toplumun hazırlıksızlı~ını ve çaresizli~ini dile getirmenin yanında, bütün yolculukların sonunun O'na çıktı~ını da çarpıcı bir biçimde ortaya koymakta, artık gelinen yerin, cezasız bırakılmayacak derecede günahta ve haksız­lıkla ileri giden toplulukların girdiği 'dönüşü olmayan son nokta' oldu~u anlaşılmaktadır. Kur'an'ın bu anlatırnma göre, toplumun helakj ile sonuçlanan sosyal de~işimin seyri yavaş

33

34 35 36

37 38 39

Heisıcrmann, 22-23. Bkz. Ün ver Günay, Din Sosyo/ojisi Dersleri, Kayseri 1993, s. 271-274. Bkz. 1 1. HOd, 32; 22. Hacc, 47; 29. AnkebOt, 29. Bkz. 22. Hacc, 47. Bu ayette sözkonusu 'bin yıl', sözlUk anlamında ele alınmamalıdır. Bunlar yalnızca önemli bir zaman aralı~ını ifade etmektedir (bkz. Mazharuddin Sıddilô, Kur'an'da Ta­rih Kavramı, çev. Süleyman Kalkan, istanbul 1982, s. 26). Bkz. 16. N ahi, 61: 35. F~tır, 45. Bkz. 22. Hacc, 48. Bkz. 18. Kehf, 58.

389

Page 11: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

ve birikici bir tempoda olsa da, ortaya çıkışı bir anda oluvermekte ve bu noktadan sonra da bUtUn kurtuluş çabaları sonuçsuz kalmaktadır.

E. Değişim ve Toplumların Ömrü

Kur'an'da, toplumların da bir ömür süresinin olduğu söylenmekle birlikte, bu örnrün uzatılınası veya sona erdirilmesi yönUndeki etkinlik ve sorumluluğun bütünüyle insana bırakıldığını görmekteyiz. Kur'an'da her toplurnun bir eceli olduğu konusunu vurgulayan ayetlerde bu örnrün ne geri, ne de ileri alınabileceği belirtilmektedir:

"Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler"40.

Ecel sözcüğü; belirlenmiş süre veya bu sürenin sonu4 1 anlamlarına gelmekte42, ö­mür süresi, ölüm anı ve borcu ödeme için tanman süre için de bu sözcük kullanılmaktadır43. Bu ayette ecel; bir toplum için belirlenmiş hayat sUresinin sonu demek olup, müfessirlerin çoğu da bu görUştedir44. Onlara göre, buradaki ecel sözcüğU, söz konusu edilen konu bü­tilnlüğü içinde mutlak ömür anlamında olmayıp, azabın gelme vakti ve helak demektir. Bu bakımdan her ümmetin ecelinin olması, yUkUmlUIUklerini yerine getirebilen bir toplumun, dünyanın sonuna kadar varlığmı sürdürebilmesine bir engel oluşturmamaktadır45.

Kur'an'da, 'her ümmetin bir ecelinin olması' iflidesiyle aniatılmak istenen, işin o noktaya geldiği andaki durumun yansıtılmasıdır46. Bu noktaya gelmeden önce, ecelin öne alınması ve bu noktadan sonra da geriye bırakılması bu ayetlere göre mümkün gözUkme­mcktedir. Bu durumda sürecin seyrini belirleyen, ömrünü tüketen veya uzatan, toplumun bizzat kendisi olmaktadır. Ecel ise, belirlenen sürenin sonu olduğu için, ecel çizgisine gelip dayanan toplum için, artık geriye dönüş yolları kapanmış demektir. Sosyal olayiann mey­dana çıkışı, bir sUreç gerektirdiği için, bu süreç tamamlanmadan olayın ortaya çıkışı veya süreç bittikten sonra olayın geriye alınması diye bir şey söz konusu olarnamaktadır.

Toplumların ömür sUreleriyle ilgili ayetlerden, her toplumun belli bir yüzyılın belli bir senesiyle belirlenmiş bir eceli veya belli bir süre ile tespit edilmiş bir ömrü olduğu şek­linde bir düşüneeye varmak, bu yönde bir hüküm çıkarmaya kalkışmak, ilk bakışta mürn-

40 7. A'raf, 34; ayrıca bkz. 10. YOnus, 49; 15. Hicr, 5; 16. Nahl, 61; 23. Mü'minfuı, 43. 4 ı Bkz. 2. Bakara, 231, 232, 234, 235; 22. Hacc, 5; 65. TaHik, 2. 42 Ebu'I-FadJ Cemalurldin Mumammed İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, Beyrut 1968, Xl, ll; Huseyn

b. Muhammed er-Ragıb el-Isfahani, MUfredatu Elfazi'l-Kur'an, (thk. Safvan Adnan Davudi), Beyruı 1992, s. 65; Muhammed b. Ahmed ei-Kurtubi, el-Camiu li Ahkami'I-Kur'an, Mısır 1967. VII, 202.

43 İbn Manzur, Xl, 1 1; Rilgıb, 65-66; Asım Efendi, el- Okyanusu'I-Basit fı Tercemeti'l-Kamusi'I­Muhit, İstanbul 1305, III, ı 147; EbO Bekr ei-Bakıllani, et-Ternhid, Kahire 1964, ı, 232; Sa'duddin et-Taftazani, Şerhu'I-Makasıd, İstanbul 1277,11, 118.

44 Fahreddin er-Razi, et-Tefsiru'l-Kebir, Tahran, ts., XIV, 67. 45 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Istanbul 1971, III, 2156. 46 'Ecel' ayetlerinin yorumu için bkz. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an ifadesinin Kavram­

laşması, Ankara 1 994, s. 170- ı 72.

390

Page 12: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

kün gibi gözükebilir, ancak böyle bir yaklaşım tarzı, parçayı bütünün yerine koymak olur, parçanın bütün içindeki yeri ve önemi ne kadar bUyük olursa olsun, sonuçta o, bütünün kendisi degil, bütünün bir parçasıdır. Çünkü aynı konunun tamamlayıcı birer parçalarını oluşturan diger ıtyetlerde, toplumların ecellerinin baglı oldugu faktörler açık bir biçimde ortaya konmaktadır. Bunlardan biri, belki de en önemlisinin ts/ah etkeni oldugu söylenebi­lir47:

"Rabbi n kasabaların halkiıslah olmuşken haksız yere, onları yok etmez"48.

Böyle bir anlam akışı içinde zulnı terimi, çarp1k inançlar anlamına gelmektedir. Razi, bu ayeti açıklarken şöyle demektedir: Bu dünyada hiçbir toplumun başına sırf inanç­lar düzleminde, şirk ya da küfilr içinde olmaları yilZUnden yok edici türden bir azap gel­mez. Bu kabil bir ceza, ancak toplum fertlerinin birbirlerine karşı ısrarla haksızlık yaptıkla­rı, başkalarının hayatını, hukukunu ve onurunu tehlikeye sokacak tarzda insanlık ve ahlak dışı davrandıkları zaman gelmektedir. Böyle bir olumsuzluk ve istenmeyen bir durumla karşılaşmamak için, bireylerde toplumsal duyarlılıgın geliştirilmesi ve bu çerçevede hareket edilmesini son derecede önemli gören İslam hukukçuları; insanın Allah'a karşı yükümlü­lüklerinin Allah'ın bağışlayıcı, affedici olması ilkesiyle birlikte düşünUiebilecegini, başka bir deyişle, bu yükürnlüiUgUnü yerine getirmeyen bir insanın Allah'tan affının umulabilece­ğini. ama insanlara karşı olan yUkümiUIUklerin ise, hassas, esnemez bir özellik taşıdıgını, dolayısıyla bunun mutlaka ve duyarlı bir biçimde gözetilmesi gerektiğini söylemişlerdiı-49. İkbal ise, bu gerçeği bir başka boyutuyla şu dizesinde dile getirmektedir:

"Filrat, ferdi günahlara göz yum ar zaman zaman

lAkin millete malolmuş günahlar, affolmaz hiçbir zanıan"50

Toplumların ecellerinin bağlı olduğu faktörlerden bir diğeri de, olumsuz yöndeki et­kenler arasında bir hayli öneme sahip olan, yeryüzünde büyüklük taslamale ve entrikalar çevirmektir.

"Çünkü onlar, yeryüzünde büyüklük tasilyar ve kötü tuzaklar(nıekra 's-seyyii) kuru­yor/ardi. Halbuki kişi, kazdığı kuyuya kendi düşer•61.

Gerçekleri görmezlikten gelme ve kabul etmeme eğiliminde olanlar, doğru olan her şeye karşı yanıltıcı ve yalan-yanlış itiraz yöntemleri geliştirmişlerdir. Düzen, düzen kurma, tertip içinde olma anlamındaki Mekr terimi de, ılyette bu manayı ifade etmekte ve kurnazca hazırlanan bütün tuzaklara öncelikle sahiplerinin düşeceğini vurgulamaktadır. Planlayıcı konumunda olsa bile böyle bir eylemin içinde olan kişi, kendisine uyan kimselerin ufukla-

47

48 49

50

51

Beydavi, bu ayetteki zulm sözcüğünü şirk ilc tefsir etmektedir (Kadı Nasıruddin Ömer ei­Beydavi, Envaru't-Tenıil ve Esraru'ı-Te'vil. Mısır 1955. I. 239; Kurtubi, IX, 114). Buna göre, bir toplum şirk ehli bile olsa, yukarıda belirtilen, helake götürUcU sebeplerden kaçındığı takdir­de, tarih sahnesinden silinip gitmeyeccktir. Bunun içindir ki; "mülk, küfilr ile yaşayabilir, fakat ı.u!Om ile, yaşayamaz" denilmiştir (Beydavl, I, 239).

ll. HOd, 1 17. Esed,l, 449-450, 149 no'lu noı.

Bkz. Türer, 21. 35. Fiitır. 43.

391

Page 13: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

rını daralttığı gibi, kendi ufkuna da bir sınır çizmekte ve ötesini görmek istememektedir. Burada bir perdelerne girişimi söz konusu olup, gelmekte olan tehlikeye karşı önlem alma yerine, sanki onun çizilen sınıra dayanıp, perdenin ön yüzüne geçmesi beklenmektedir. Bu tutum, değişimin seyrini izleme ve ona yön verme konusunda insanın devre dışı kalması sonucunu doğurur ve değişim kendine özgü akışı içinde hiçbir engele taktimaksızın ger­çekleşir.

Toplumların yükseliş ve düşüşleri ile ilgili sUrenin belirlenmesinde, toplumu oluştu­ran fertterin ortak davranışları, temel etkenler arasında sayılır. Buna göre bir toplum; o­lumlu gidişini olumsuza çevirdiğinde, sonunu yaklaştıracak bir yola girmiş olabilir. Eğer bu gidiş onu yolun sonuna getirmişse, artık geriye dönemez olur. Buna karşılık gidişatı olum­suz yönde olan bir toplum, çizginin sonuna gelmeden önce kendisine çeki-düzen verip, yön değiştirerek iyi yola yönelip olumlu çizgiye girerse, varlığını devam ettirme süresini uzat­mış, ömrünü tüketmemiş ve ecel çizgisine dayanmamış olur52. Bu bağlamda toplurnlara düşen görev, yok oluşla biten kötü sonu ümitsizlik içinde ve bilinçsiz bir vaziyette bekle­mek yerine, yaşadığı hayat gerçekliklerinden hareketle, varlığını sürdürebilmek için, yap­ması gerekenleri, başka bir deyimle, olayiann insana bakan, doğrudan kendisine bağlı

bulunan boyutlarında üzerine dUşeni kusursuz olarak yapmak olmalıdır. Çünkü toplumların örntir sUrelerinin uzaması; toplumların bilgi, görgü ve kUltUr düzeylerinin yükseltilmesi, sosyal bilinçleri, deneyimlerinden doğru çıkarımlar yapabilip bu dognıltuda davranabilme­leri, sorunlarının farlana varıp uygun çözümleri bulabilmeleriyle doğrudan ilgilidir.

F. Değişimin Dışsal Görünümü

Genelde toplumda değişimin gerçekleşme anına gelinceye kadar geçen sUredeki bi­rikimler, yaşanan hayatın dış yüzOne tehlikesine paralel bir boyutta yansımamakta ve bUyük tehlikelerin habercileri olarak aralıklarla gün yüzOne çıkan 'uyarıcı olaylar' her nedense kendi bağlamları içinde yorumlanamayıp, çoğu zaman olayların önyüzüne bakılarak karar verilip, asıl nedenlere bir tUrlU inilememekte veya bunlar sUrekli gözardı edilmektedir. Bu durumda uyarıcılar uyanışa vesile olamadığı için, olumsuzluk süreci tehlikeli bir uyanışla noktalanmakta ve artık dönüşü olmayan yola girilmiş bulunulmaktadır.

Geçmişte toplurolarına 'erken uyarı' yaparak gelecek tehlikeden korunma ve kur­tulma imkanlarının bulunduğunu, derhal gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini ısrarla ve defalarca söyleyip, sorunların çözüm yollarını da gösteren peygamberlerin çağrılarına, toplumları çoğu zaman olumlu cevap vermemiş, üstelik bUyük bir aldırmazlık içinde ol­muşlardır. Olumsuz gidişatıarını değiştirmeye yanaşmayan bu toplumlar, başlarına gelebi­lecek felaketleri haber veren, bu konuda hatırlatmalar yapan peygamberlerini yalanlamış­lar, uyarıldıkları tehlikeyle karşılaşabileceklerini akıllarından bile geçirmemişler ve bunun için de peygamberlerine:

"Eğer doğru söylüyorsan, getir bakalım tehdit ettiğin azôbı da görelim•53

diyebilme cahilliğini gösterebiimiş ve vurdumduymaztıklarını sürdürebilmişlerdir. Bu sözü söyleme noktasına varan bir toplum için, artık peygamberin öğüdünUn hiçbir yararı olma-

52 Bkz. 8. Enfal, 53. 53 ll . Hüd, 32.

392

Page 14: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

yacaktır. Çünkü onlar, kendi tutum ve e~ilimlerinin sonucuna katianma gibi a~ır bir yükün altına girmeyi tercih etmişlerdir. GörUldü~ü gibi, peygamberler, toplumun farkında olama­dı~ı tehlikeler karşısında toplumlarını uyarmışlar, onların akıllarını başlarına almalarını, hallerini düzeltmelerini istemişler ve kurtulmaları için kötü gidişlerini iyiye çevirmeleri gerekti~ini de ısrarla vurgulamışlardır.

Toplumun böylesine açık bir uyarıyla uyandmimaya çalışı lması tarihin her döne­minde, çıkarlarını mevcut durumun sürmesine baglayanlarca dirençle karşılanmış, sorun edilmiş ve bu dirençterin uzayıp sınırlı sürelerde de olsa de~işim isteklerini bastırması, tehlikenin son ana kadar görUlememesine neden olabilmiştir. Degişimi; toplumun izledi~i. yön degiştirme geregini duymadan yürüdügü yolun sonunda varılan yerin adı olarak ta­nımlayacak olursak, varılacak yerin uzunluguna göre, bu yolun geçilmesi için belli zamana ihtiyaç duyulacakt ı r. Degişimin dış yüze yansımasının birdenbire olamayacagının ve bunun bir sürece ba~lı oldugunun farkında olamayanlar, bu yolun bir de sonunun olacagını bir türlü akıtiarına getirememektedirler.

G. Degişimde Peygamberlerin Etkinli~i

Sosyal yapılarm önem dereceterindeki farklı lık, sosyal degişmenin muhtemel yönü­nü gösterebilecegi gibi, hangi yapıların bulundugu hal üzere kalması ve hangilerinin de değiştirilmesi gerektigi konusunda birtakım ipuçları verebilmektedir. Burada üzerinde durulması gereken konu, toplumdaki degiş im egitimlerini ve toplumun 'degişime açık' alanlarını tespit edebilmek ve bunu istenilen yöne sevk ederek, başarıyla sonuçlandırabil­rnek için isabetli bir planlama yapıp, uygulamaya koyabilmektir. İnsanlık tarihinde bu önemli ve agır misyonu yüklenerek, bunun gereklerini hakkıyla yerine getirebilme azim ve gayretini gösterip, toplumlarının degişim ve dönüşümünü gerçekleştirebilen, toplumunu de~iştirebilenlerin başında hiç kukusuz peygamberler gelmektedir.

Peygamber geçmişi aydınlatıp, açıklamakla kalmaz, aynı zamanda geleceğe de el a­tar, tehlikeyi sezer, geçmişin ve geleceğin ışıgı altında hali hazır durumu açıklamak için mühim fırsatlan yakalar. Çogunlukla eşyanın durumunu iHihi takdire uygun olarak düzen­leme veya düzeltme çare ve yollarıyla ilgili pratik tavsiyeler, mükafat ve mücazatla ilgili halka ve fertlere ikazlar çıkartır. Peygamber, gelece~i daha derin ve daha emin bir şekilde sezişi sayesinde, bu dünyadaki şeyleri nihai kaderinin ışığı altında mUiahaza etmekte ve sık sık yürürlükteki düşünceleri ve kavramları bozup degiştirmektedir. Her ne kadar muhafaza­karlık, peygamberi karakter ve faaliyette tamamıyla yok olmasa da, çogu kere tarih, pey­gamberligin ihtilalci karakterinin muhafazakarlıga galebe çaldı~ını ispatlamaktadır54 .

Değişim süreci içindeki birey katkısı, en belirgin biçimde digerlerine oranla bazı sıra dışı özellikleri olan peygamberde ortaya çıkmaktadır. Weber, bu süreç içindeki bireysel katkıyı 'karizma' kavramıyla açıklamakta ve toplumsal degişmeyi de bu özelliklere sahip kişilerin ortaya çıkışlarıyla ilgili görmektedir. Onun degişme kuramında bireyin rolünün tarihl, co~rafi, siyasi, iktisadi vb. koşulları dışarıda bırakacak derecede önemsenmesi tar-

54 Joachim Wacb, Din Sosyolojisi, (çev. Ünver Günay), İstanbul 1995, s. 420-422 (Max Weber, dini otorite tiplerinin sistematik tablosunda "peygamberlik"i apayrı bir kategori olarak düşünür, onun bu konudaki görüşü yukarıda özetledi~imiz şekildedir).

393

Page 15: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

tışmaya açık bir konu ise de, onun bu yaklaşımı toplumsal degişmede bireylerin rolünil belirlemiş olması bakımından önemlidir55.

Tarihte, aşagı yukarı her dönem, mevcut düzeni aşmayı hedefleyen/aşan fikir ve bu ugurda verilen mücadelelere tanıklık etmiştir. Kur'an'ın anlatımıyla insanlık tarihinde toplumsal yapıyı kökten sorgulayan ve toplumun dinamiklerini harekete geçiren peygam­berler olmuştur. Degişimin olumlu yönde gidişini saglamada peygamberler, getirdikleri mesajlar, bunlara uygun model davranışları, yönlendirmeleri ve ortaya koydukları çözilm önerileriyle, degişimin önündeki engelleri kaldırarak, toplumlarında de~şirnin öneUlUgünü yapmaktadır. Peygamberler toplumlarında gün yüzüne çıkmış, kendi haline bırakılıp başı boş kaldıgı için ne zaman nereden patlak verecegi hesap edilememiş, söndürUiemedigi için üzeri küllenmiş veya henUz farkına varılamamış sorunları teşhis ederek toplum gündemine taşımış, çözüm yolları göstermiş, yozlaşmış ve bozulmuş her şeyi degiştirmeye yö­nelmişlerdir.

"Bizzat doğası ve ıistün özellikleri gereği Islam, bozulmuş bütün gelenekiere karşı isyandır. islam, bu yüzden berbat ve değersizleşmiş geleneklerin ve eskilerin kullanımının me:;;arını kazmış, yanlış ve gerçek dışı olan her şeyle ilişkileri ortadan kaldırmıştır•t56.

Toplumun bütün kesimlerine seslenen peygamberler, kendini degişime kapatan, bu direnç gruplarının karşı çıkışiarına aldınş etmeden, fertlere varlıklarımn bilincini kazandı­racak mesajlan iletmeyi sUrdürmüşlerdir. Bu çagrıya uyan fert, kendisini kendi olmaktan engelleyen bUtUn zincirleri kırarak, kendi öz benligine dönebilmektedir. Çünkü peygam­berler, hem ferdi hem de toplumsal boyutta, insanın yaşadıgı hali tercüme etmekte, onları kendi olmaktan çıkaran bUtUn baglan ve şartlanmışlıkları kırarak; hem ferdi, hem de toplu­mu kendinden haberdar etme ugraşısı vermektedir.

H. Değişirnde Aydın, Yönetici ve Sosyal Baskı Gruplarının Etkinliği

Bir toplumda aydınlar, yöneticiler ve sosyal baskı grupları da, sosyal de~şimin yö­nünü ve amacını belirlemede etkin bir konumdadır. İnsanlar arasında bu misyonu tarihi akış içinde yüklenenler geçmişte peygamberlerdi; sonrasında ise, bu görevi sürdürebilecek ve yüktenebilecek olanlar, peygamberlere özgü bu çizgiyi izieyebilen ilim adamları, düşünür­ler ve aydmlar olacaktır.

Aydın, yaşanılan çagda toplumunun içinde bulundugu durum ve koşulları bilen, bunlara uygun mantıklı çözUmlemeler yapabilen, somut sosyal tespitlerde bulunabilen ve tüm bu sorumluluk ve bilincini, eriştigi bilgi ve uyanıklıktan alan kimsedir. O, tarihin ipini elinde tutar; sorumlu ve yapıcı bilgisi ile toplumunu degiştirmeye yönelir ve birey ve top­lum olarak insanı, olduğu durumdan, olması gereken duruma ulaştırmak ve dogru bir hedef belirlemek ister.

Aydının görev ve sorumlulugu bizatihi aydınhktır. O, varolan olguları halkın bilgi ve duyarlılıgına sunarak, toplumun kendinden haberdar olmasını saglar. Onun en belirgin

55 Eınre Kongar, Toplumsal Degişme Kurarnları ve Türkiye Gerçegi, İstanbul 1995, s. 98-101. 56 Emir Şekib Arslan, "Çöküşümilz ve Sebepleri", Dcgişim Sürecinde İslam, Haz.: J. Donohue,

J. Esposito, (çev. Ali Yaşar Aydogan, Aydın ÜniU), Istanbul 1991, s. 67.

394

Page 16: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

özelligi, çagını bilmesi, toplumunu dogru bir biçimde algılaması ve sorgulaması, gerçekleri halkın çehresinde ve toplumun tavırlarında görüp, bilip, tanıyabilmesi, yol arayabilme, yapıcılıga özgü yetenegi ve toplumsal realiteyi, zamanı, zorlukları, hareket, kemal ve kur­tuluş yollarını arayabilmesidir57. Çünkü gelişen ve degişen bir dünyada varlıgını sürdüre­bilme gerçekten bir problem olup, bu konuda da en çok o toplumun dUşOnUrleri ve aydınları kafa yoracaktır58. Dünyada olup bitenlerin ne anlama geldigi, hangi yönde seyrettigi, gele­cekte ne gibi şekiller alacagı dUşünUrün, aydının gündemini işgal edecektir59.

Oegişimin yönUnU ve amacını belirlemede oldukça etkin bir konumda olan yöneti­ciler, toplumuna baglı, onlara karşı son derece duyarlı ve sorumluluk sahibi, toplumunun hayatına ve yazgısına ortak, onlarla birlikte sevinebi ten, onlarla birlikte Uzülebilen, toplum­sal vicdana sahip, geniş ufuklu, ileriyi görebilen, dogru yorum ve çözümlemeler yapabilen erdemli insanlar olmak durumundadırlar.

1. De~işim İste~ine Verilen Tepki/De~işimde Bireysel Boyut

Kur'an, peygamberin getirdigi mesaja olumlu karşılık veren ferdi, mü'nıin olarak ni­telendirmektedir. Çünkü o, yaratılıştan sahip oldugu anlama ve kavrama yetilerini devreye sokmuş ve kişiligini de bu dogTultuda biçimlendirmeye, degişmeye ve gelişmeye açmıştır. Bu nedenle, onun bu dogrultuda algıladıgı her mesaj, imanını artırmaktadır60. Buna göre mü'min, dini, ahlaki ve bedii her türlü olumlu tecrübeye açık olan kişidir. Islam'da iman kavramının itikadi ve ilmi oldugu kadar, iradi, ahlaki ve estetik olmasının manası da bu olsa gerektir61• Bu anlamda onun imanının artması, degişime açtıgı insanı kimliginin, çevresin­de yer alan varlıklardan ayrıcalıklı olarak sahip oldugu bUtUn potansiyel yetilerinin devreye girmesi, böylece de onun kendinde olarak, gelişip serpilmesi demektir. Bu durumu, bUyük islam mutasavvıfı Cilneyd-i BagdMI'nin şu sözü çok güzel bir şekilde açıklamaktadır:

"Mü'min bir anda yetmiş kere değişir; münafiğm kalbi ise, yetmiş sene tek bir hal ü­zere kalır"62.

Kur'an'ın tanımlamasına göre kiifir de, ilahi mesaja olumlu tepki vermeyen kişidir. O, kendi olmanın bilincini ve sorumlulugunu taşımaya kendini yeterli göremedigi, bu yüke katianma cesaretini kendinde bulamadıgı içindir ki, kendinin insan olma ayrıcalıgının bilin-

57

58 59

60 61

62

"Aydın" ıanımlamaları için bkz. Şeriati, Oze DiJnüş, s. 175-189; Cemi! Meriç, "Aydın (Ente­lektUel) Üzerine"adlı yazısında Batılının bu kavramı ne zaman kullanmaya başladı~ı, yükledik­leri anlamlarla ile ilgili bilgiler verdikten sonra, onların ansiklopedilerinde aydını şöyle tanım­ladıklarını söyler: "HOkUmlerini ihsaslara de~il, akla göre veren insanlardır". "Kalabalı~a yol gösterirler". "Aydın, konuşur ve yazarken kuca~ında yaşadıgı insanlara nazaran 'insan', 'top­lum', 'tabi at', 'kozmos' hakkında daha mOcerret semboller ve referanslar kullanan insanların bütünüdür" (Cemi! Meriç, Sosyoloji Notları ve Konferansi ar, İstanbul 1997, s. 288). Türer, 1.

Necmettin Tozlu, " lkbal 'in E~itim Felsefesi", Felsefe DOnyası, sayı 16, Ankara 1995, s. 21. Bkz. 3. Al-i lmriin, 173; 8. Enraı, 2; 9. Tevbe, 124; 33. Ahzab, 22. Mehmet Gündem, Prof. Dr. Mehmet S. Aydın İle Içe Kritik Bakış, Din-Felsefe-Laiklik, İstan­bul ı 999, s. 33. FcridOddin Attar, Attar, Tezkiretü'I-Evliya, (çev. SUieyman Uluda~). Bursa ı 984, s. 484.

395

Page 17: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

cine ulaşma yerine, etrafını kuşatan organizasyonun cansız bir parçası gibi olmayı yegle­mekte; özUnU degişime kapatarak, kendi kendini örtmektedir. Bu nedenle de, peygamberin bu örtUyU açmak için ona sundugu her tUrlU çöztim yolları, ona büyük bir sıkıntı ve yUk gelmektedir. Buna karşılık o, peygamberlerin araladıgı örtüden görünen gerçeklikleri gör­memek için, üzerindeki örtüye bir yenisini daha ekiemelete ve bu eylem böylece devam etmektedir. Bu yüzden bUtUn uyarılar, kalpleri hasta olan kafirin hastalığını63 ve nefretint artırmaktadır64. Kur'an'ın değerlendirmesine göre, kafirlerin uyarılıp uyarılmamasının bir olması; kalplerinin ve kulaklarının mühürlü, gözlerinde de perdenin olması65, bir anlamda onların degişmeye ve gelişmeye biltUnUyle kapanmışlığını ortaya koymaktadır.

K. Değişime Direnenler/Direnç Grupları

Oldukça karmaşık bir süreç olan sosyal değişme olgusu, toplumda birçok direnişleri de beraberinde getirmektedir. Çünkü insanların alışılmış hayat düzenlerini değiştirmesi, hiç de sanıldıgı kadar kolay bir iş degildir. Bu bakımdan toplumda ve sosyal gruplarda değişik­lik, hatta basit yenilik önerileri bile dirençlerle karşılaşabilmektedir66. Bu dirençlerin, çoğu kere değişime ivme kazandırdığı da söylenebilir. Bu bağlamda ihtilaf, sosyal değişmenin en önemli itici güçlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Tarihin de, htikmedenle hükmedile­nin, iki ayrı grubun birbirine ters düşen sistemleri arasındaki çekişmelerle dolu olduğunu biliyoruz67. Toplum hayatının yan alanlarından birinde olan değişiklikler, beraberinde yenilik imkanlarını da getiren çekişıneli durumlara, toplum içinde kurallar konusunda gide­rilemeyen bir uyumsuzluk da sosyal değişmeye sebep olabilmektedir68.

Ferdin ve toplumun asli kimlikleri üzerine örülen, kenetlenen zincirleri metotlu bir şekilde kırmaya yönelen peygamberler de toplumun değişimini sağlamak üzere attıkları her adımda, bir baskı ve direnç grubuyla karşılaşmışlardır69 . Peygamberlerin karşısında deği­şime engel olmak isteyen direnç grupları, insanlık tarihinin her döneminde, benzer toplum kesimleri olmuştur. Geleneksel olarak kurulu düzeni bütünüyle elinde tutan, bozulmasını asla istemeyen, buna izin de vermeyen toplumun varlıklı ve ayrıcalıklı kişileri ve grupları katında peygamberlerin üstlendikleri bu görev, sUrekli hoşnutsuzluklara yol açmıştır. Bun­lar, mevcut statükoyu koruma, sağiarniaştırma ve meşrulaştırmadan yana oldukları için,

63 64

65

66

67 68 69

Bkz. 2. Bakara, 1 O. Bkz. 25. Furkan, 60; 35. Htır, 42.

Bkz. 2. Bakara, 6-7.

Oönmezer, 441: J. Schumpeter'in bu konuyu şu sözlerle ifade etmektedir: "Sosyal yapılar. şekiller ve davranışlar kolayca eriyen metal parçaları de~ildir. Bir defa vücudiyet buldular mı, belki de asılarca devam ederler" (Reinhard Bendix. "Sanayileşme, Modernleşme ve Kalkınma", Sosyoloji Yazıları, Oerleyen lhsan Sezal,lstanbul ı991, s. 99).

Günter Kehrer, Din Sosyolojisi, (çev. Semahat Yüksel), Istanbul 1992, s. ıo6.

Kchrer, ı ı 2.

Max Weber, peygamberlere gösterilen bu direnci şu ifadelerle anlatmaktadır: " ..... yeni bir peygamberi karizmanın ortaya çıkışı, peygamberlik prensibini reddeden ve kendisinin peygam­ber oldu~nu söyleyen bir ferdin iddialarına karşı çıkan kimselerin muhalefetini tahrik eder. TUm safhaları içinde Yahudilik ve Hrıstiyanlık tarihi, bu yönden oldukça aydınlatıcı özelliğe sahiptir" (Wach, 423).

396

Page 18: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

toplumsal degişim ve gelişimi durdurmayı gaye edinirler ve bunu bir varlık nedeni olarak görürler.

Degişime direnen direnç gruplarını, Kur'an terminolojine göre şu şekilde sırala­yabilıriz:

Mele'; toplumun ileri gelenleri, yöneticileri, önderleri70. Bu grup, kendi çıkarları i­çin mevcut duruma sıkıca baglanmış ve hakimiyetlerini altllst edecek bazı gelişmeleri gö­remeyecek kadar fikir bulanıklıgına düşerek, toplumun yaşadıgı gerçek durumla bagdaşma­dıgı için ütopik kalan bir zihniyeti sürdürme azminde olmuşlardır71.

MiUref; toplumun ekonomik gücünü ellerinde bulunduran ve bu gücün şımartıp, az­dırdıgı kibirli azınlık n.

Duafa; mukallit ve gelenekçi halk kesimi73. Bunlar, mele' ve mUtrefin etkinligi al­tında bulunan ve onlar tarafından ayartılan, yöntendirilen ve yönetilen, yakın ve ucuz çı­karları elde etmek veya elde ettiklerinden de olmamak için onlara uyan bilinçsiz halk kitlesi olmaktadır74 Bu grubun kişisel tercih, karar ve planlarını gelenekler ve maddi imkansız­lıklar sınırlandırmakta, hatta tayin etmektedir.

Kendi çıkarlarından başka hiçbir kaygı ve dUşUnceleri olmayan, toplumun siyasi, e­konomik ve sosyal güç merkezlerini tekeline almış bulunan bu azınlık gruplar, karşı çıkış­taki gerçek amaçlarını da, etkinlikleri altında bulunan halk kesiminin duyarlı oldugu, onla­rın da kendilerine katılımını saglayabilecek; inanç, gelenek ve kUltUr argümanlarının ardına gizlemektedirler. Bunun için Kur'an, toplumların ilk defa karşılaştıkları ahlaki bir önermeyi onaylamamak için bunun; 'atalarından devra/drk/arı düşünce ve yaşama tarziarına uymadığı' yolundaki sözlerinin yersizligini dile getirmekte ve körü körline taklidi mahkum etmcktedir75.

70

71 72

73

74

75

2. Bakara, 246; 7. A'raf, 60, 66; 1 1. Hud, 27; 23. MU'minun, 24; bkz. Ebu Ca'fer Muhammed b. Cerir eı-Taberi, Camiu'l-Beyan an Te'vil-i Ayi'l-Kur'an, Mısır 1954, Il, 595, 602; Ebu'I­Kasım Carullah Mahmud b. Ömer ez-Zemahşeri. ci-Keşşaf an Hakaiki't-Tenzil ve Uyuni'l­Ekavil fi Yucuhi't-Tefsir, Tahran, ts., Il, 85.

Bkz. Karl Mannheim, "İdeoloji ve Ütopya", Sosyoloji Yazıları, 142.

Bkz. 17. 1sra, 16; 23. Mü'ıninun, 64; 34. Sebe', 34; 43. Zuhnıf, 23.

Bkz. 14. İbrahim, 21; 40. Mü'min, 47.

Kur'an'a göre toplumsal değişmenin seyri konusunda daha fazla bilgi için bkz. Erdoğan Pazar­başı , Kur'an ve Medeniyer, İstanbul 1996, s. 225-248.

Bkz. 5. Maidc. 104; 10. YGnus, 78. 21. Enbiya, 52-53.

397

Page 19: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

L. Olumsuz Yönde Değişim/

Toplumun Varlığını veya Etkinliğini Kaybetmesi

Kur'an'da söz konusu edilen örneklerde görUlecegi üzere, bir medeniyetin yıkılışı, toplumun bütünüyle yok olması, tarih sahnesinden çekilmesi şeklinde olabilecegi gibi, toplumun yaşanan dünyada etkinligini ve saygınlıgını yitirmesi, kendi ktıltür ve degerierine yabancılaşarak, başka bir ktıltür ve medeniyetin etkisine girmesi, kendi olmaktan çıkarak, onların peşinde sürüklenmesi biçiminde de olabilmektedir. Böyle bir durumda toplum, fertlerini degil, medeniyetini kaybetmiş ve olayların akışına yön verme yetkisini, bilim ve tekniğe katkıda bulunma görevini başkalarına devretmiştir. Bu toplum, hayatın her alanında Uretici olmaktan çıkarak, tüketici konumuna dUşmUş ve bunun bir sonucu olarak; sosyal, ekonomik, politik, bilimsel ve teknik alanda üretici olan toplumların gUdümUne girmiştir. Artık bundan sonra kendisi hakkında karar verecek, konumunu belirleyecek olan, yetkisini devrettiği toplurnlar olacaktır. ÇUnktı bu durum, toplumun kendisinin yaptığı bilinçsiz eylemlerinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır; yani, kendi sonunu hazırlayan, bUtUn etkinlik alanlarını kaybederek bu anlamda örnUrlerine son veren, toplumun bizzat kendisi olmaktadır.

Kur'an'da, Arap toplumunun dünyanın geçici haz ve doyumlarmın tutsagı haline ge­lip, Tebük Seferi'yle ilgili olarak; 'savaşa çıkın' buyrugu karşısında gösterdikleri isteksizlik, yılgınlık, agırdan alışları ve takındıkları olumsuz tavırlar nedeniyle gündeme gelen, 'bir toplumun diğeriyle değiştirilmesi' durumu şöyle anlatılmaktadır:

"Ey Inanan/ar! Size ne oldu ki, 'Allah yolunda savaşa çıkın', dendiği zaman yere çö­küp kaldınız? Ahireti bırakıp, dünya hayatına mı, razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimi ôhirete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsamz, Allah size can yakıcı bir azapla azap eder ve yerinize başka toplum gelirir"16.

Hz. Peygamber'le birlikte savaşa katılmayanlar, bu ayetlerde kınanmakta ve onların elem verici bir azaba ugrayacakları belirtilmektedir. Müfessirlcr, Tebtik seferine çıkmak istemeyen, Arapların yerine getirilecegi belirtilen toplum hakkında çeşitli görüşler öne stirmtişlerdir77. Taberi, bu toplumun kim olabilecegi konusunda belli bir görüş ortaya koymamaktavebu toplumun, Allah ve ResCilüne boyun egen, Hz. Muhammed'in buyruğu­na uyan bir toplum oldugunu söylemektedir78. Burada kavm sözcüğü mutlak olarak geçtiği için bu toplumun; taşıdıgı görev ve sorumluluğunun bilincinde olan ve bunun gereklerini yerine getiren bir toplum veya toplurnlar olması muhtemeldir79.

76 9. Tevbe, 38-39.

77 Said b. Cübeyr'e göre bu toplum; Farslılar, Ebi Ravk'e göre; Yemenliler, Cübbal'ye göre de; bu ayetin nüzfilünden sonra müslüman olanlardır (bkz. Ebu Muhammed ei-Huseyn b. Mes'ud el­Ferra ci-Bagavi, Beyrut 1987, II, 292; Şevkant, Il, 362; Ebussuud Efendi, Muhammed b. Muhyiddin el-lmadi, lrştidü'I-Akli's-Selim ila Mezdya'l-Kur'ani'l-Kerim, Istanbul 1508, V, 641; el-Fadl b. Hasen et-Tabersi, Mecmau'l-Beytm, Lübnan 1986, VI, 47). İbn Abbas'tan bir riva­yete göre de; bunlar, tabiun'dur (RW, IV, 642; Ebu Hayyan, Ebu Abdiilah Muhammed b. Yu­suf b. Hayyan el-Endclusi, ei-Balıru'I-Muhft, Riyad, ts., V, 42).

78 Taberi, X, 134.

79 Razi, ıv. 642; Şevkan i, n, 362.

398

Page 20: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

Müfessirler burada kendisiyle tehdit edilen azabın, ahiret80 veya dünya azabı81 ola­bileceği konusunda görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn Abbas'a göre, bu azap dünyevidir ve yağmurun kesilmesi şeklinde ortaya çıkmıştır82. M. Harndi Yazır da, bunu; Allah'ın böyle davranan kimseleri kıtlık, seralet ve mahkümiyet gibi pek acıkit sebeplerle cezalandırması ve hellik etmesi demektir, şeklinde yorumlamaktadır83. Bu ayet, her ne kadar böyle bir kusuru işleyen belli bir topluma sesiense de, içeriği açısından her dönem için geçerli olan bir ilkeye işaret etmektedir84.

Gerektiği durumlarda, ülkesine ve toplumuna yönelebilecek tehlikelerden korunmak amacıyla, birtakım dünyevi endişelerden hareketle savaşı göze alamayan toplumlar, özgür­lüklerini uzun süre koruyamamışlar ve başkalarının boyunduruğu altına girerek, kaybet­mekten korktoklan her şeylerini kaybetmişler ve zillet içinde yaşamaya mahküm olmuşlar­dır.

Bu tUrden bir değişmeye işaret edilen ayetlerden birinde de şöyle denilmektedir:

"Eğer yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir toplum getirir de, onlar, sizin gibi olmazlar"85.

Aynı konuya işaret eden diğer bir ayette de durum şu şekilde ifade edilmektedir:

"Ey inanan/ar! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah, yakında öyle bir top­lum getirecek ki, O onları sever, olar da O'nu severler"86.

Müfessirlerin görüşüne göre bu ayet; sebebi özel, hükmü genel olan diğer bazı ayet­lerde olduğu gibi, bir özel neden ve bir olayla ilgili olmayıp, doğrudan doğruya kıyamete kadar gelecek olan bütün müminlere, dinden dönmenin hükmünü belirtmek için nazil ol­muştur87. Bu topluluğun da; asileric savaşan Hz. Ebu Bekir ve arkadaşları, Hz. Ali ve arka-

80 81 82 83

84

85

86 87

Bagavi, ll, 292. Taberi, X, 134. Taberi. X, 134; Kurtubi, VIII, 141.

Yazır, IV, 2545.

Malik b. Nebi, bir toplumun tarih sahnesinden silinmesini veya bir toplumun yerine başkasının geçmesini yukarıda sunmaya çalıştı~ımız bakış açısıyla da degerlendirilebileeegini şu sözlerle i­fade ediyor: "Kimi tarihsel şartlarda herhangi bir toplum, kimli~ini kaybedip tarihten silinebilir. Bununla birlikte o toplumun bireylerinin sayısı bu durumda değişmeyebilir, bilakis her birey toplu halde yaşama içgüdilsünil muhafaza edebilir. Bu içgildU, toplumsal bir varlık olarak insa­nın karakteristiğini belirler. Dolayısıyla o bireyler, yok olmuş bir toplumun mUcerret enkazı ol­muşlardır; yeni bır toplumsal bedenin yapısına girmeye uygun bir enkaz. Alesia savaşı sonunda Gall toplumu yok oldu. fakat Galli bireyler yok olmamışlar, bilakis başka bir toplumsal bedenin yapısına girmeye uygun unsurlara dönüşmüşlerdi" (Malik b. Nebi, Külıür Sorunu ve Bir Top­lumun Ooguşu, çev. Salih Özer, Ankara 2000, s. 104).

47. Muhammed, 38 (yestebdil kavmen ğayraküm). Bu ayetle ilgili olarak, Peygamberimize bunun hangi toplum olduğunun sorulduğu ve onun da, Selman'ın dizine vurarak; bu ve onun kavmi dedigi anlatılmaktadır (Bagavi, IV, 187).

5. Maıde, 54.

Bkz. Yazır, 1715-1720.

399

Page 21: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

daşları, Ensar, Yemenliler, Farslılar, Türkler olduguna dair rivayetler bulunmaktadır88. Burada, müfessirler tarafından adı konan toplumların, o dönemler için ayette belirtilen niteliideri taşıdıkları düşünülebilir. Ancak bu ayetin kapsamı daha geniş olup, her dönemde bu nitelikleri taşıyan toplumları içine almaktadır.

Bir toplumun, her şeyden önce kendini tanıması, güçlü ve zayıfyönlerini bilmesi, o­narması gereken yönlerini onarması, cılız yönlerini güçlendirmesi ve buna göre kendisini oluşturması gerekmektedir. Çünkü kendi varlıgı ve etkinligi hakkında yeterli bir bilince sahıp olamayan bir toplum; diger toplumların etkisi altına girmeye ve onların niteliklerine uymaya aday bir toplum demektir. Bütün karşı etkilere kendisini açan toplumun, bu etkiler yüzünden kendisini kendi yapan öz benligi sarsılmakta ve manevi varlıgı ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle toplumlar, yabancılaşmaya karşı durmak zorundadır. Toplumlar, bu karşı koyma sayesinde, kendilerine has niteliklerini ortaya çı­karma ve geliştirme fırsatını elde etmektedir. Buna göre, toplumlann ömür süresinin dol­masından, yalnızca o toplumun tarih sahnesinden silinmesi de anlaşılmamalıdır.

M. Sonuç

Toplumsal degişme kuramlarının tümü veya büyük bir bölümü, degişmeyi belli bir toplumun sınırları içinde ele almaları veya toplumun belli alanlarına tahsis etmeleri ve çıkarırnlarını da genellerneleri nedeniyle, toplumsal degişmeyi bütüncUI bir yaklaşımla açıklama konusunda yetersiz kalmışlardır. Bununla birlikte her bir kurarn kendi çapında, bütünün parçalarını ve önem derecelerini göstermeleri bakımından degişim konusunun anlaşılması ve açıklanmasına katkı saglamışlardır. Biz bu konuya ilişkin Kur'an'da verilen örneklerden yola çıkarak, bu örneklerin şu veya bu toplumsat degişim kurarnlarından bi­riyle örtüştügünü söylememizin dogru olmadıgını düşünüyoruz. Çünkü Kur'an'da bu ku­ramlardan belki de her birini destekleyecek örnekler bulabiliriz. Bunun için insan hayatının bUtUn yönlerini dikkate alan bir yaklaşım tarzı içinde konuyu ele almalıyız. Kur'an'daki örnekleri de bu gözle degerlendirmeli ve bu yönde bir ilkeye veyıı bir yasaya ulaşmak isti­yorsak, her bir ömegi bütünün kendisi gibi algılamak yerine, birer parça niteligi taşıyan örnekleri bir araya getirerek bütünü kavramalıyız.

Kur'an, insanın tarih içindeki yürüyüşünden örnekler sunarken, onun tarihin akışını belirleme, bu akışa müdahale etme ve degiştirme gücüne atıfta bulunmakta, onun kimligini belirleyen, koruyan, varlıgını garanti altına alan ve bilincini örtmeyen bir çizginin içinde tııtmak istemekte ve bunun için de degişme ve süreklilik olgusuna hayati bir önem ver­mektedir.

Kur'an, bireysel gerçeklige verdıgi önem kadar toplumsal gerçeklige de önem ver­mekte ve toplumlar için ortak bir tarihten, bilinçten, anlayıştan, duyarlılıktan, tavırdan, ortak bir scvap ve günah defterinden söz etmektedir. Çünkü her insan/toplum kendi özgün bilincini, kriterini, dUŞUnme, anlama ve algılama biçimini oluşturabilmekte ve bu yönüyle diger fertlerden ayırt edilebilmektedir. Eger bir topluluk, düşünce ve eylem planında, tek bir

88 Bkz. Tabert, VI, 282; Razi, Xl, 19-20; lbn Kesir, 111,126; Mustafa el-Meragi, Tefslru'l-Meragf, Beyrut 1974, VI, 140; Ebu'I-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib el-Maverdi, en-Nüketü ve'l­Uyun, Beyrıa 1992, ll, 48; Tabersi, VI, 282: Vani Mehmed Efendi, Araisü'l-Kur'an, yazma, Süleymaniye Kütüphanesi, Yeni Camii, 100, v. 543 a.

400

Page 22: ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ ...isamveri.org/pdfdrg/D00199/2000_9/2000_9_PAZARBASIE.pdfÖzer Ozankaya), Ankara 1992, s. 18-19. ı ı Bu deyimi ilk defa F. M. Voltaire

toplumsal düşüneeye sahip olmuşsa, artık yavaş yavaş tek bir insan haline gelmeye başla­mış demektir. Bu durumda o insanların mutlulukları ve Uzüntüleri, tek bir insanınki gibi olmaktadır89. Bu bakımdan Kur'an 'toplumların ece/i' kavramını90 devreye sokmakta ve dikkatlerı bu noktaya çekmektedır. Burada söz konusu edilen ecel, mutlak ömür anlamında olmayıp, işin o noktaya geldi~i andaki durumun bir ifadesi olmaktadır. Bu çizginin sonuna gelmeden önce ecelin öne alınması, geldikten sonra da geriye bırakılması söz konusu degil­dir, artık geriye dönüş yolları kapanmıştır.

Kur'an, toplumların çeşitli zaman dilimlerinde inişler ve çıkışlar göstermesinde so­rumlulugu bütünüyle insana yüklemekte ve toplumların da bir ömür sUresi oldugunu söy­lemektedır. Bu ömrlln uzaması ve bitmesi ise, toplumu ayakta tutan temel dinamikJerin işletilmesine/işlevselligine baglıdır. Toplumun görevi, zaman içinde kendisini ayakta tutan bu temellerde meydana gelen aşınma ve çürümeleri zamanında onararak, medeniyetlerini zaman ve zemine göre saglamlaştıracak ve geliştirecek çalışmaları yapmak olacaktır.

Kur'an ögretisi, bütünüyle insanın sorumlulugu kavramı üzerine oturmuştur. Buna göre insan hem kendisinden, hem de ortak bir hayatı paylaştıgı toplumundan sorumludur. İnsanlar, toplumsal kargaşa, düzensizlik, çöküntü, bozulma ve kokuşmalardan toplumlarını korumakla, kurlarmakla sorumludur. Bu ilke Kur'an tarafından ortaya konulmakta ve bu konuyu gündeme getiren Kur'an kıssalarının çogunda, bireylerin toplumsal bozulmalara karşı koyuşları anlatılmaktadır. Bütün peygamberlerin mücadeleleri de, bu direniş ve karşı çıkışların bir toplamı olarak gözükmektedir. Buna göre yeryüzünün sahipliğini elden bı­rakmama kararlılıgında olup, bunun gereklerini yerine getiren bir toplumun dünyanın sonu­na kadar varlığını sürdürmesine bir engel yoktur.

Degişimin yönünü, toplumu oluşturan fertterin ortak davranışları belirlemektedir. Olumlu gidişini, olumsuza çeviren toplum, sonunu yaklaştıracak bir yola girmiş ve yolun sonuna geldiğinde de, istemedigi bir tablo ile karşılaşmış olur ki, artık geriye de dönemez. Böyle yapmayıp da son çizgiye gelmeden önce kendini toparlayıp, yön değiştirebilirse, varlığını sürdürme fırsatını yakalayabilir. Bu noktada toplumun görevi, kötü sonu beklemek yerine. olayların doğrudan kendisine baglı boyutlarında, gerekeni kusursuz bir biçimde yapmak olmalıdır. ÇUnkU tarihi olayların ortaya çıkışında bir rasgelelik yoktur. Tarihi alan rastlantılara göre degil, belli yasalar çerçevesinde yürümekte ve her olayın gerisinde, onun öyle olmasını gerektiren koşullar ve yönlendirmeler bulunmaktadır. Medeniyetlerin tarihi seyirleri incelendiğinde, bu tarihi çizginin seyrini ve gelişimini sağlayan temel etkeniere ulaşılacaktır.

89 90

Muhammed Hüseyn et-Tabata bii, el-Mizlm ji Tefsiri'l-Kur'an, Tahran ı 372, IV, ı 02- ı ı 2. 7. A'raf, 34; ı o. Yunus, 49~15. Hicr, 5; 16. Nahı. 6ı, 23. Mü'miniin, 43

401