28-recep yaŞa-tÜrk kÜltÜrÜnde alp

12
313 TÜRK KÜLTÜRÜNDE ALP Recep YAŞA * Alp ile alplık, Türk toplulukları ile Türk devletlerinde çok önemli bir yer tutmuştur. Ordu ve askerlik bu anlayış ve inanış üzerine kurulmuştur. Devletin kuruluşu, devamı ve yükselişi de yine bu anlayışa dayanırdı. Türk devletinin dayandığı tek güç, ordu ile alplık ve şecaatti 1 . Bu bakımdan, kültürümüzün gelişim safhaları takip edilerek, alp şahsiyetinin varlığı ve önemi hakkında yeteri kadar bilgi edinebiliriz. Alp, eski ve yeni birçok Türk lehçesinde “cesur, kahraman, yiğit, zorlu” anlamında kullanılan bir kelimedir 2 . Alp, şahıs ismi olarak kullanıldığı gibi, bir sıfat, bir unvan ve boy teşkilatı içinde askerî bir asalet zümresinin adı olarak da kullanılmıştır. Nitekim gerek İslam öncesi Göktürk ve Uygur, gerekse İslam sonrası yazılmış eserlerde alp kelimesi, has isim, sıfat veya unvan olarak yer almıştır. Moğolcada mevcut olup sonradan Türkçeye geçen bagatur (bahadır) kelimesi de ‘alp’ın karşılığıdır 3 . Türkçede, bilhassa Oğuz lehçesinde, aynı manayı ifade eden “sökmen” kelimesi de vardır ki, yiğitlere bahadırlara verilen bir unvandır 4 . Bu unvan Türklerde şahıs adı olarak da kullanılmıştır. Ünlü Türkmen beyi Artuk Bey’in oğullarından birinin adı Sökmen idi. Kaşgarlı Mahmud, alp kelimesini, Arapça battal kelimesi ile karşılıyordu. Bu kelimenin çoğulu da abdal idi. Türklerin kahramanlık menkıbelerinde Battal Gazi ile uç ordusunda hizmet gören abdalların kazandıkları değerler de, bu anlayışın kökenine dayanmaktaydı. Osmanlı kaynaklarında alp kelimesi “şeci ve pehlivan” manaları ile karşılanıyordu. Çoğu yerde buna, “bahadırile “yavuzkarşılığı da veriliyordu. Hacı Bektâş-ı Veli Menâkıbnâmesi’nde de “Uluların adına, Ay-Doğmuş Alp denildiği, bunların Oğuz ata isimleri olduğu ve. Alp’in Oğuz dilinde pehlivan5 demek olduğu ifade edilmekteydi. Selçukluların varisi sayılan Hârezmşahlar da, alp unvanını kullandılar. Hatta Mevlana Celaleddin Rumî, Mesnevi’sinde, Harezmşah hükümdarı Muhammed’i Alp-Ulug unvanı ile zikretmektedir 6 . Bu şekilde Harezmşah, Atabeg ve Gurlularda devam eden alp unvanı, Hindistan’daki Türk devletlerinde de devam etti 7 . * Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Adapazarı, [email protected] 1 Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar), Ankara 1982, s. 245. 2 M. Fuad Köprülü, “Alp”, İslam Ansiklopedisi, C. I, İstanbul 1988, s. 379; A. Von Gabaın, Eski Türkçenin Grameri, Çev. Mehmet Akalın, Ankara 1988, s. 260; Raşit Tankut, “Alp Kelimesi ve Alpin Irkın Yurdu”, Belleten, 1/1, Ankara 1937, s. 32-33; Abdulkadir Donuk, İdarî-Askarî Unvan ve Terimler, İstanbul 1988, s. 93-94. 3 Bu konuda geniş bilgi için bkz. M. F. Köprülü, a.g.m., s. 379-384. 4 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lugati’t Türk Tercimesi I, Çev. Besim Atalay, Ankara 1983, s. 444. 5 B. Ögel, a.g.e., s. 246. 6 Mevlâna, Mesnevi, V, Çev. Veled İzbudak, Gözden geçiren. Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul 1988, s. 71. 7 W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, M. Fuad Köprülü tarafından Başlangıçla İzah ve Düzeltmeler Kısmı ilave edilmiştir, Ankara 1977, s. 346-347.

Upload: trinhtuyen

Post on 09-Feb-2017

268 views

Category:

Documents


10 download

TRANSCRIPT

313

TÜRK KÜLTÜRÜNDE ALP

Recep YAŞA*

Alp ile alplık, Türk toplulukları ile Türk devletlerinde çok önemli bir yer tutmuştur. Ordu ve askerlik bu anlayış ve inanış üzerine kurulmuştur. Devletin kuruluşu, devamı ve yükselişi de yine bu anlayışa dayanırdı. Türk devletinin dayandığı tek güç, ordu ile alplık ve şecaatti1. Bu bakımdan, kültürümüzün gelişim safhaları takip edilerek, alp şahsiyetinin varlığı ve önemi hakkında yeteri kadar bilgi edinebiliriz.

Alp, eski ve yeni birçok Türk lehçesinde “cesur, kahraman, yiğit, zorlu” anlamında kullanılan bir kelimedir2. Alp, şahıs ismi olarak kullanıldığı gibi, bir sıfat, bir unvan ve boy teşkilatı içinde askerî bir asalet zümresinin adı olarak da kullanılmıştır. Nitekim gerek İslam öncesi Göktürk ve Uygur, gerekse İslam sonrası yazılmış eserlerde alp kelimesi, has isim, sıfat veya unvan olarak yer almıştır. Moğolcada mevcut olup sonradan Türkçeye geçen bagatur (bahadır) kelimesi de ‘alp’ın karşılığıdır3. Türkçede, bilhassa Oğuz lehçesinde, aynı manayı ifade eden “sökmen” kelimesi de vardır ki, yiğitlere bahadırlara verilen bir unvandır4. Bu unvan Türklerde şahıs adı olarak da kullanılmıştır. Ünlü Türkmen beyi Artuk Bey’in oğullarından birinin adı Sökmen idi. Kaşgarlı Mahmud, alp kelimesini, Arapça battal kelimesi ile karşılıyordu. Bu kelimenin çoğulu da abdal idi. Türklerin kahramanlık menkıbelerinde Battal Gazi ile uç ordusunda hizmet gören abdalların kazandıkları değerler de, bu anlayışın kökenine dayanmaktaydı. Osmanlı kaynaklarında alp kelimesi “şeci ve pehlivan” manaları ile karşılanıyordu. Çoğu yerde buna, “bahadır” ile “yavuz” karşılığı da veriliyordu. Hacı Bektâş-ı Veli Menâkıbnâmesi’nde de “Uluların adına, Ay-Doğmuş Alp denildiği, bunların Oğuz ata isimleri olduğu ve. Alp’in Oğuz dilinde pehlivan”5 demek olduğu ifade edilmekteydi. Selçukluların varisi sayılan Hârezmşahlar da, alp unvanını kullandılar. Hatta Mevlana Celaleddin Rumî, Mesnevi’sinde, Harezmşah hükümdarı Muhammed’i Alp-Ulug unvanı ile zikretmektedir6. Bu şekilde Harezmşah, Atabeg ve Gurlularda devam eden alp unvanı, Hindistan’daki Türk devletlerinde de devam etti7.

* Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Adapazarı, [email protected] Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar), Ankara 1982, s. 245.2 M. Fuad Köprülü, “Alp”, İslam Ansiklopedisi, C. I, İstanbul 1988, s. 379; A. Von Gabaın, Eski Türkçenin Grameri, Çev.

Mehmet Akalın, Ankara 1988, s. 260; Raşit Tankut, “Alp Kelimesi ve Alpin Irkın Yurdu”, Belleten, 1/1, Ankara 1937, s. 32-33; Abdulkadir Donuk, İdarî-Askarî Unvan ve Terimler, İstanbul 1988, s. 93-94.

3 Bu konuda geniş bilgi için bkz. M. F. Köprülü, a.g.m., s. 379-384.4 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lugati’t Türk Tercimesi I, Çev. Besim Atalay, Ankara 1983, s. 444.5 B. Ögel, a.g.e., s. 246.6 Mevlâna, Mesnevi, V, Çev. Veled İzbudak, Gözden geçiren. Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul 1988, s. 71.7 W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, M. Fuad Köprülü tarafından Başlangıçla İzah ve Düzeltmeler Kısmı ilave

edilmiştir, Ankara 1977, s. 346-347.

314

Animist Türk dininin hâkim olduğu proto Türk, Hun ve Göktürkler devrinde, alp ve alplık tamamen kahramanlıkla ilgiliydi. Zira eski Türk dini ve terbiyesi kahramanlığa özel bir kıymet veriyor, bu vasfı her şeyden üstün tutuyordu. Bu dünya görüşü erken Türklerin hayat ötesi hakkındaki mefhumlarında belirmişti. Her şahıs, hayatta düşmanlarına galip geldiği ölçüde, öbür dünyada muazzez olmaya namzet addedilirdi. Alpın kahramanlığı sayesinde edindiği her ganimet, esirler, atlar gökyüzündeki hayatında onun malı sayılırdı8. Hatta Alpın, öldürdüğü düşmanlarının “balbal” şeklinde dikilmesi, kendisine öbür dünyada hizmet etmesi düşüncesi dahi vardı.

Hunlar ve Göktürkler, alplığa bir de bilgelik özü ve karakteri katmışlardır. Bunun için Göktürk yazıtlarında, Türk kağanlarından söz edilirken “Alp Kağan imiş! Bilge Kağan imiş!” diye bu iki öz, yan yana verilmiştir. Alp kişinin yanında ve içinde, daha birçok özleri olmalıydı. Zira alp olan kişi, yalnızca bir savaş makinesi değil, gelişmiş ve olgunlaşmış bir ruha da sahip olmalıydı. Bu bakımdan, alp erenler sözünde de, erenlerin ruh ve heyecan yapıları, alp sözünü tamamlamaktaydı9. Alp, erdem sahibi de olmalıydı. Alplık gibi erdem de, aslen erlik ile ilgili bir değerin ifadesi olmakla beraber, “fazilet” manasına geldiği de sanılmaktadır. Alplık ve erdem sayesinde “er atı” (er adı) kazanılmakta idi. “Er atı” alan ise “bengü taş” denen ve faziletini ebediyete kadar bildirecek bir abidevi mezara hak kazanırdı. Malov, er adı alan kimseler arasında, kitabelerde “el-eş” ismiyle anılan bir alplar teşkilatının olduğunu sanmakta idi.

Nitekim Ak Hunlarda, “kuşaklı” alplar arasında, yirmi kişiyi geçmeyen, birlikler kurulmuştu. Orta Asya Türklerinde olduğu gibi, kadeh ve kılıç ile and içmek merasimi devam etmekteydi. And içmek hem sadakat yemini vermek, hem de kardeşlik kurmak idi. Prokop’un anlattığına göre Ak Hunlarda, sadakat yemini eden “kuşaklı” alplardan biri ölünce, diğerleri kendilerini kurban ederdi. Kem vadisinde Bars adlı, Türk neslinden alpın mezar taşında, alplık zirvesi, İslam da olduğu gibi, vatanı yiğitçe savunurken, gerekirse ölmek olarak tanıtılmakta idi10. İbn Fazlân’a göre, savaş da yenilen düşman balbal olmakta ve kahraman olarak kutsallaştırılan alpa, öteki dünyada hizmet etmekle sorumlu idi11.

Alplık, W. Eberhard’ın aslen Türk dediği Çular devrine kadar gitmekteydi12. Çularda askerlik eğitimi verilen bir alp okulu vardı. Bu okulda hükümdar ve ihtiyar alplar, başlarında hükümdarın oğlunun bulunduğu genç alpları yetiştirirdi. Genç alplar silah kullanmayı, ok atmayı, nara atarak bir vuruşta baş kesmeyi, Türkçe kanglı denen iki tekerlekli savaş arabalarını sürmeyi, destanları dans şeklinde temsil etmeyi öğrenirlerdi. O dönemde alpların zırh giydikleri rivayet edilir. Zırhlar cilalı tahta veya deriden, ya da ince demir levhaların kumaşa dikilmesinden yapılmıştı. Türk alplarının kıyafetleri atlı muharebeye elverişli binici giyiminde idi.

Genç alplar, İlkbaharın sonuna doğru sürek avına çıkarlardı. Sonbahar ile gök ayini döneminde, müzik eşliğinde ok atma yarışmaları yapılırdı. Okçuluk yarışmalarında eyalet beyleri ve yüksek rütbeli alplar, mahir okçular arasından seçilirdi. Bu yarışmada müziğin işaret ettiği anda hedefi vurabilmek, yalınız ustalık değil, terbiye, doğruluk ve kut nişanesi sayılırdı. Her alp, vurduğu hayvanın şeklini bayrağına resmeder ve bu bayrak onun özü (ruhu) sayılırdı. Hükümdar ancak, sığır ve geyik avlardı. Hükümdar ruhunun makamı, Türkçe kotuz denen sığırkuyruğundan yapılmış bir tuğdu. Yemek ziyafeti sırasında, özü olan hayvanın etini yemek, o kimseye kuvvet getirirdi. Yemek ziyafetinden sonra hükümdar mevsime göre uygun sayılan yöne yüzünü çevirirken, diğerleri Kaşgarlı

8 Emel Esin, “Alp Şahsiyetinin Türk Sanatında Görünüşü”, Türk Kültürü, S. 34, Ağustos 1965, s. 141.9 B. Ögel, a.g.e., s. 245-246.10 Emel Esin, İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslam’a Giriş, İstanbul 1978, s. 89, 101.11 İbn Fazlan, Seyahatnamesi, Haz. Ramazan Şeşen, İstanbul 1975, s. 36.12 Bkz. Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, Ankara 1987, s. 33.

315

Recep YAŞA

Mahmud’un kuram13 dediği şekilde, hükümdarın iki yanına ve önüne dizilirlerdi. Kuram rütbe ve yaş sırasına göreydi. Hayvan etinden her beye, geleneğe göre atasına ait olan kemik veya Oğuzlardaki ifadesiyle “söngük” verilmekteydi. Ziyafet sırasında hükümdar, içki kadehlerini, Oğuzların ant törenlerindeki adıyla “tolu”lar sunmaktaydı. Söngük ve tolu sunulması, tımar dağılımının simgesiydi. Oğuzlarda olduğu gibi tolu’lar ile küçükler büyüklere sadakat andı içilirdi. Kılıç üzerine de ant içilmekteydi. And içmek, hem sadakat yemini vermek, hem de kardeşlik kurmak içindi.

Bunu müteakiben de rütbeler ve onların nişanesi olan elbiseler, davul, ok, yay, balta ve şarap yapma hakkının simgesi olan kadeh gibi işaretler dağıtılmaktaydı. Çin usulünde kumaştan kuşaklar, rütbe işareti olarak hem kadınlara, hem erkeklere veriliyordu. Askerî kemerlere, kılıç veya kama ile rütbeyi gösteren kemik bir levha ve Türkçe “Suvluk” denilen mendil asılırdı. Alplar birbirlerini eğilerek selamlarken, suvluk yere değerdi. Bu kemerlerin kalıntısı Ordos kazılarında bulundu. Alp resimlerinde de kemerler ve suvluklar yer almakta idi. Ötüken çevresindeki alp mezarlarında, alp, içki kadehi, kemere asılı silahlarla birlikte tasvir edilmiştir14. Böylece sadakat andı içmek ve kur denilen askerî kemerle, kılıç veya kama veya sadak kuşanmak gibi Türk alp şahsiyetine özgü geleneklerin kökeni proto Türk dönemine kadar gitmektedir.

Kahramanlığa bu derece paye verilmesi belki de bir ihtiyacın ifadesi idi. Zira alplık vatanseverlik şartı idi. Bilge Kağan, Göktürk ülkesinde Budizm veya Taoizm’den birini resmi din olarak seçmeyi tasarladığı sırada, büyük devlet adamı Tonyukuk’un milletine öğüdü hatırlardadır. Tonyukuk bu dinlerin kabulü halinde, Türklerin hamasi, yani kahramanlık vasıflarının zedeleyeceğini belirterek itiraz eder. Çünkü Türklerin hamasi dünya görüşü ile tezat teşkil eden bu dinler, prensipleri itibariyle, ilk şart olarak kuvvetten feragat etmeyi öngörüyordu15.

Nitekim milattan önceki yüzyıllarda, bazı Güney Hunları ve bu arada Göktürklerin ataları sayılan, Çinlilerin Tsü-kü (Chü-chü) adını verdiği Hun toplulukları arasında, Buddha dini yayıldı ve Buddha dinine bağlı hükümdarlar tarafından yönetilen Tsü-kü Hunları kahramanlık özelliklerini kaybettikleri için, kendilerini savunamadılar. Yüzyıl sonrada, Tsü-kü Hunlarının torunları olan Göktürklerde, Buddha dininin cazibesine kapıldılar. Büyük devlet adamı Tonyukuk’un ikazına rağmen, Orta Asya Türkleri, bilhassa Uygurlar, Karluklar ve hatta Kuzey Türkleri de büyük kitleler halinde Buddha dinine girdiler. Bu arada Göktürklerin yerini alan, Uygurlar arasında Mani dini yayılmaya başladı. Mani dini, Buddha dininden de fazla insanı hayattan kopmaya teşvik etti. Mani, insanları ve hayvanları öldürmeyi yasak ediyor ve hatta çiçek koparmaya izin vermiyordu. Uygur kitabelerinde bu mevzuda deniliyor ki, “Evvelce et yiyen kavim, bundan sonra pirinç yiyecek, evvelce adam öldürmek yaygın olan bu memlekette bundan sonra hayır hükümran olacaktır”16.

Buddha ve Mani dinlerine rağmen Göktürk ve Uygurlar, henüz tamamen kahramanlık duygularını kaybetmediler. Bu iki dinin etkisine rağmen Türk hamasi dünya görüşü, yaşamaya devam etti. Göktürkler ve Uygurlar alp şahsiyetini Buddha ve Mani tapınaklarına dâhil ettiler. Hatta bu tapınaklarda yer alan alp mabutları, daha önceki devirlerde olduğu gibi, eski kıyafetlerde tasvir edildi17. Miladı VI. yüzyıldan sonra yalnız Göktürk ve Uygur kağanlarının hakkı olan kurt başlı bayrak ile temsil edilen alplar, şüphesiz Budist menkıbevi surette de olsa, Göktürk ve Uygur kağanlarının tasvirleri idi ve sert bir ifade ile tasvir

13 Bkz. Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lugati’t-Türk Tercümesi, Çev. Besim Atalay, C. I, Ankara 1985, s. 413, b. 8.14 Emel Esin, İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, s.103; Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, İstanbul

2001, s.120-123.15 Emel Esin, a.g.m. s. 141-161.16 Özkan İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), Ankara 1987, s. 18.17 E. Esin, “Alp Şahsiyetinin Türk Sanatında Görünüşü”, Türk Kültürü, S. 70, Ağustos 1968, s. 87-115.

316

ediliyordu18. Zira Uygurlar alpı, hükümdar unvanı olarak da kullandılar. Nitekim Baga Tarkan’ın unvanı “ Alp Kutluk Bilge Kagan ” ve Kutluk Bilge’nin unvanı “Tengride ülüg bulmış Alp Kutluğ Ulug Bilge Kağan” idi19.

Uygurlardan sonra gelen ve efsanevi alp, Alp-er Tunga soyundan bilinen, muhtemelen Göktürk kağanlığından inen “Türk Hakanileri” yani Karahanlılar İslamiyet’i kabul ettiler. Böylece Hakanlı Türkleri, alp şahsiyetine artık İslami şekilde değer vermeye başladılar20. Buddha ve Mani dinlerinin alplık hakkındaki anlayışına karşı İslam peygamberi: “İnsanların en iyisi insanlığa hizmet edendir” diyerek her kişinin sosyal sorumluluk almasına telkin ediyordu.

Diğer yandan, İslam mülk kazanmak için savaşı, en ağır günahlardan biri sayarak, zulüm görenlere de korunma hakkı tanımaktaydı. Zulüm gören bir halkı korumak için mücahit olan bir gazi, bu yolda canını feda eden bir şehit, İslam açısından en zor görevi üstlenmiş bulunuyordu. Bu bakımdan bir gece nöbet tutan asker, bin gece dua eden ve bin gün oruç tutan insandan daha yüksek mertebede idi. Bu manada Türkler alpı “canını koruyan” zahitten daha üstün tuttular. Miladi 1068’de Yusuf Has Hacib alplık mefhumunu şöyle ifade ediyordu: “Mal dağıtmak cömertlik değildir; asıl cömert insan, canını, tenini feda eden insandır”21, “Cömert derler cömert kimdir; cömert canını feda ederek, insanın hakkını veren insandır”22. Yani kahraman, cesur ve yiğit kişi, başka bir değişle alp idi. Kaşgarlı Mahmud’a divanında, “Alp düşman karşısında, yumuşak huylu adam da savaşta belli olur”23 diyerek alpın vasfını ifade etmekteydi. Bununla birlikte, İslamiyet’i kabul eden Türkler, alp ile birlikte gazi mefhumunu da kullanılmaya başladılar. Din mücahitlerine verilen bu şerefli unvanı, Anadolu’da Danişmendliler ve daha sonra bir takım uç beyleri kullandı24.

Nitekim Malazgirt Zaferine katılan ve Alp Arslan’ın kumandanlarından olan Emir Saltuk, kendisine ikta olarak verilen Erzurum – Bayburt’ta ilk Türk Saltuklu Beyliği’ni kurduğunda, bütün Saltuklu hükümdarlarına gazi unvanını verdiği gibi, bizzat oğluna da Gazi adını (Emir Gazi) verdi. Emir Gazi’nin Erzurum’daki Saat Kulesi’nin kitabesinde “Şema ül-mülûk ve’s-selatin Emir İinanç Yabgu Alp Tuğrul-Beğ Ebûl-Muzaffer Gazi bin Ebûk Kasım”25, alp ve gazi unvanları birlikte yer aldı. Yalnız Anadolu Selçuklu devleti ricali arasında nadiren, uç beyleri daha çok alp unvanı kullandı26. İslam’ın cihat ve gaza anlayışı Türkler arasında yerleştikten sonra, başlangıçta alp-gazi mahiyetini alan bu mefhum, tasavvuf cereyanı ve muhtelif tasavvuf tarikatları halk arasında yerleştikçe, veli tipiyle birleşerek yeni bir ad, yani “alp-eren” (savaşçı derviş) adını aldı ve özellikle alp-erenler sınır boylarında yoğunlaştı.

Seyhun kıyılarından kalkarak sürekli zafer ve ganimetle taçlanan, macera dolu bir yolculuk geçirdikten sonra, dini ülküleri uğrunda çarpışarak Anadolu’da yerleşen Türkmenler için, Selçuklu devri bir alplar devri oldu. Bunların milli kahramanlık ananeleri

18 Emel Esin, İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, s. 139.19 Özkan İzgi, a.g.e., s. 19-27.20 Emel Esin, “Türk Sanatında Alp Şahsiyetinin Görünüşü, Hakanlı Türkleri”, Türk Kültürü, S. 82, Ağustos 1969, s. 102-

119; Emel Esin, İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, s. 156.21 Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Çev. Reşid Rahmeti Arat, Ankara 1988, beyt, 5729.22 Yusuf Has Hacib, a.g.e. b. 6105.23 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lugati’t-Türk Tercümesi, Çev. Besim Atalay, C. I, Ankara 1985, s. 41-10.24 Dânişmend-nâme’ye göre, Danişmendli Ahmed Gazi tamamen dini bir ideal, yani gaza ve cihad idealini taşıyan,

kazandığı ganimetlerden pay almayan, akla sığmayan kahramanlıklar gösteren bir alp, bir gazi idi. W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, M. Fuad Köprülü tarafından Başlangıçla İzah ve Düzeltmeler Kısmı ilave edilmiştir, Ankara 1977, s. 208.

25 Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1980, s. 9; Abdurrahim Şerif Beygu, Erzurum, Tarih, Anıtları, Kitabeleri, İstanbul 1936, s. 93-97.

26 M. F. Köprülü, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, İstanbul 1986, s. 145-146; V. Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti, Ankara 1988, s. 83-91.

317

Recep YAŞA

devletin resmi protokol ve teşkilatına kadar nüfuz etti27. İslam öncesi Türklerde olduğu gibi, alplar aralarında ant içerlerdi. Alâeddin Keykubat ile Oğuz beyleri arasındaki ant töreni de Çu devrindeki alp şölenlerine benzemekteydi ve ant içme töreni askerî yönünü halen korumaktaydı28. Bu dönemde hem sü-başı, hem de sipahdar denen askerî amir, sadakat yemini ifadesi olarak “dostgani resminde tolular içiyordu”29. Böylece hükümdar ile alplar ant yemini ile birbirlerine bağlanıyorlardı. Çinçin Kalesi’nin fethi nedeniyle Yazıcı-zade Ali, bu ant töreninin askerî yönünü eserinde anlatmaktadır:

Tutulup çevresine dizildi sipah

------------------------------------

Yine saki-i sim sâk ilerru

Gelûp kıldı zerrîn kadehle tolu

Yir öpdi sipehdâr-i mişl-i sipihr

Alub toluyı bir demde nûş

İrerdi melik sem’ine âvâz-i hoş

Kamu tolular, dostgânî gerân

Şehi anuben içerlerdi yegân30

Ant içme şöleninden sonra rütbeler dağıtılırdı. Bilhassa sınırdaki tımarlar, gazi ve alpların hakkı olup, bu tımarlar alpın oğlundan başkasına verilmezdi. Yalnız oğul babasının yerini işgal edebilmesi için iyi bir savaşçı olduğunu ispat etmesi gerekirdi. Bu itibarla alpların halk arasında itibarı çok büyüktü. Bütün sınırlarda genellikle uç beyleri denen gaziler bulunmaktaydı. Bunlar, sınırlarda Ermeni, Rum, Gürcü ve diğer Hıristiyan milletler ile mücadele ettikleri için, zorunlu olarak kahramanlık duyguları gelişmişti. Büyük kahramanlık gösteren bu alpların atının boynuna “altunlu kutas” (yay kuyrugu, kotuz) takılır, avda okla kaplan vuranların bileğine kaplan kuyruğu asılır, bir atımda kuş vuranlar “sorguç” takmaya layık görülürdü31.

Bu bakımdan alplık, proto Türk döneminden Selçuklu sultanı I. Alâeddin Keykubad zamanına kadar değişmemiş gibiydi. Selçuklu yönetiminde, şeriat hükümleri ve İran gelenekleri kadar önemli bir mevki işgal eden ve Orta Asya’dan getirilen “Oğuz Töresinde”, alp şahsiyeti kutsal bir öneme sahipti. Ülkenin ruhunu kuvvetini oluşturanda Oğuz Türkleri idi. Nitekim Sultan Rükneddin Kahir’in32 (II. Rükneddin Süleymanşah) “Nuh Alp, Aydın Alp ve Gündüz Alp” gibi ileri gelen mevki sahibi adamları ve hatta İran kültürünün etkisiyle Acem isimi almış adamları bile Oğuzlardandı, yani Türkmen idi. Sultanın en güvendiği ve sadık adamları bunlar idi. Her ne zaman devlete ait önemli bir mesele çıksa, Sultan kendi başına karar vermeyerek Oğuz Töresince beyleri çağırır, onlara müşavere ederdi. Düşman her ne zaman sınırları çiğneyecek olsa, “sağ kol”, “sol kol” beyleri, “kayı”, “bayındur”, “bayat”, “Salur” uluları ve alpları çağrılır, onlarda bütün kuvvetleriyle emre icabet ederlerdi.

27 M. F. Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1976, s. 189.28 İbn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Name)-I-, Haz. Mürsel Öztürk, Ankara 1996, s. 97.29 Yazıcızade Ali, Tevarih-i Al-i Selçuk, Haz. Abdullah Bakır, İstanbul 2009, s. 455.30 Yazıcızade Ali, a.g.e., s.479-480; Emel Esin, “ Türk Sanatında Alp Şahsiyetinin Görünüşü “, Türk Kültürü, S. 94,

Ağustos 1970, s. 80-87.31 M. F. Köprülü, a.g.e., s. 243-245.32 Bilindiği üzere Tokat meliki II Rükneddin Süleymanşah’ın unvanı “Melik ül-Kahir” idi (Ahmed Tevhîd, Meskûkât-ı

Kadîme-i İslamiyye Kataloğu, İstanbul 1321, s. 119). Ancak Anadolu Selçuklu Devleti’nin başına geçince, Abbasi halifesi en-Nasır tarafından kendisine “Melik ül-Kahir” yerine “Sultan ül-Kahir” unvanını verildi (Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 263-264). Nitekim 598 (1202-3) yılında Konya’da kestirdiği sikkenin arka yüz ortasında Süleymanşah’ın “Kahredici Sultan” anlamına gelen “Sultan ül Kahir” unvanı yer almaktadır (İsmail Galib, Takvim-i Mekûkât-ı Selçukiye, İstanbul 1309, s. 16-17; Doğu-Batı Arası Selçuklu Sikkeleri, C. 2, İstanbul 1994, s. 29).

318

Bu yirmi dört büyük bey hakkında uygulanacak protokol kuralları ve beylerin hükümdara karşı mevkileri Oğuz töresiyle tayin edilmişti33. Nitekim Yazıcı-zâde bu geleneği Oğuz Han’a bağlamaktaydı:

Hanlar atası Oğuz Han söyledi

Böyle töre, yol ve erkân eyledi

İşbu resm-ile vasiyet kıldı ol

Ta ola oglanlarına töre yol

Didi Kayı çünkü sonra han ola

Saga begler begi Bayat andan ola

Töremüz begler begi hem sol kola

Şöyle gerekdür ki Bayındur ola

Töre ve yol ve ağırlamak dahi

İş bu tertib üzere ola iy ahi

Kim Kayı otura andan sonra Bayat

Sonra halka ulu fere ulu basaban

Pes otura Yazur ve andan Döger

Pes Todurga-y-ile Yaparlu meğer

Avşar ve Kızık ve sonra Begdili

Sağ kolun in sonı Karkun’dır beli

Sol kolun başında Bayundur gerek

Andan alçak kiçi kardeşin Beçenek

Pes Çavundur otura Cibini (Çepni) bile

Dahi Salur otura İymur ile

Pes Alayundlu ve Üregir Bıyık

İğdür ve Büğdüz ve Yıva ve Kınık

İşbu tertib üzere otursun gerek

Önlerinde muçlar (içki içilen boynuzlar) tutmak gerek

Kımız ve kımran (pişmiş süt) bu tertibile

Ağa ve ini arasında içile

Manşıb ü beylik dahi bu resm ile

Urug (ırk) ve soyuna göre vereler34.

Bu şekilde alp geleneği Orta Asya’dan Anadolu’ya geçti. Erken Osmanlı kültürünün Orta Asya bağlarını ilk tespit eden Fuad Köprülü, alp konusuna dikkat çekmekte idi. Töreye göre “alay basan ve bahadırlık eden alp er”lere35 eski Çu hükümdarlarının bayrağı ve ruhunun makamı sayılan “kotuz tuğu” (kutas) işareti verilir ve kutas at’ın boynuna asılırdı.

33 M. F. Köprülü, “ Selçukiler Zamanında Anadolu’da Türk Medeniyeti “, Milli Tetebbular Mecmuası, C. II, S.5, 1331, s. 201.

34 Yazıcı-zâde Ali, a.g.e., s. 341-342.35 Yazıcı-zâde Ali, a.g.e., s. 347.

319

Recep YAŞA

Alplar devrini çok iyi bilen Âşık Paşa, alp olabilmenin şartlarını, sade ve sevimli dili ile uzun uzadıya anlatmıştır. Bunlar, 1. Muhkem yürek/ cesaret: alp sağlam bir yüreğe sahip olmalı. Cesur ve sabırlı olup düşmanı görünce korkmamalı, arslan gibi düşmana korku salmalı, 2. Bâzû kuvveti: alp güçlü olmalı, gücü ve kuvveti yoksa yiğit olamaz. Kolunda ve vücudunda kuvvet bulunmayan kimse alp olamaz, 3. Candan geçecek ve kendini feda edecek derecede gayret: Gayretsiz kişi şerefini koruma ve fedakârlıkta bulunmaz ve böyle kişinin bir iş yapamayacağı da açıkça görülmelidir. Alp, etrafını gözetmek ve fedakârlıkta bulunmalıdır. Bu da gayrete bağlıdır. Burada asıl marifet canından geçebilmektir; böyle olmayan kişi alplığı başaramaz, 4. İyi bir at: alp atlara sahip olmasıdır. Alp yiğitliğini at ile yapar ve gösterir. Düşmana saldırı için iyi ve seçkin bir at lazımdır. Alp, şan ve şöhrete bu at ile kavuşur. Böylece kuvvetli yaydan çıkan ok da vücuda geçmez. Ayrıca alpın kuvvetli ve gösterişli silahları bulunmalı, silahları bulunmazsa, düşman onun alplığını bilmediğinden korkmaz, 5. Zırh/ hususi bir libas (giysi): Atın yanında Alpın vücudu kaplayan karnı ve yüreği örten bir zırh olmalı. Böylece kuvvetli yaydan çıkan ok da vücuda geçmez. Ayrıca alpın kuvvetli ve gösterişli silahları bulunmalı, silahları bulunmazsa, düşman onun alplığını bilmediğinden korkmaz Kişi bu zırh ile alplığını bilir, 6. Yay: alpın yayı olmalıdır. Alpın düşmana karşı ok atmasını sağlayan alet yaydır Bu sayede alpın ünü, şanı ve şöhreti bütün ülkeye ve dünyaya yayılır. Ancak ok ve yay ile de alplık olmaz, 7. İyi bir kılıç: alp için en önemli silah kılıçtır ve alpların geçimleri bundandır. Bu sebeple kılıç, onların altını ve incisidir. Bu yüzden kılıç üzerine ant içilir, ondan sonra da düşman üzerine gidilir. Din, devlet ve millet yolunda çarpışanlar, kılıçla dini yaydıkları gibi düşmanı da kılıçla kaçırırlar, 8. Süngü: alpın süngüsü olmalı, yoksa eksiktir. Çünkü süngünün yaptığı işi kılıç ve ok yapamaz. Alpın eline iyi yakışan süngüdür ve insanın yiğidi süngü ile vuruşandır, 9. yâr-i muvâfık (yani eski Türkçe ifadeyle eş, veya kadaş): alpın arkadaşı olmalı. Alpın silahları var ancak arkadaşı, yanında ve arkasında giden arkadaşı yoksa alplık yalnız başına olmaz. Hatta her bir arkadaş, diğeri için canını ve başını feda edebilmeli. İşte Âşık Paşa’ya göre, bu dokuz şartı taşıyan kim varsa, insanlar onu alp adıyla çağırır36.

Bir de din için alplık vardır. Din içinde alplık, insanın her zaman nefsini yenmesi ve ona karşı çıkmasıdır. İstek ve arzular, hırs, kibir, kin, haset, cimrilik, günah, fısk u fesat gibi nefiste bulunan şeyleri yenen insan alptır37. Bir de alpların bağlandığı temeller vardır. Bunlar da dokuz şeydir: 1.Veli olmalı, 2. Riyazet yaparak nefsin gücünü ve kuvvetini yok etmeli, 3. Kifayetli olmalı, 4. Canı uçarak götüren aşka sahip olmalı, 5. Din sahibinin zırhı olan tevekkül elbisesini giyerek yönünü Hakk’a çevirmeli, 6. Şeriat silahı ile silahlanmalı, 7. ilim ehli olmalı, 8. Erin elindeki süngü mesabesindeki himmetle bezenmeli, 9. Sevdiği için canından geçecek doğru arkadaşa sahip olmalı38.

XIV asrın başında yaşayan şair Âşık Paşa’nın verdiği bu kayıtlar, Anadolu’da o zaman alplık geleneğinin kuvvetle sürdürüldüğünü göstermektedir. Ondan bir asır sonra, II. Murat devrinde, Selçuknâme’sini yazan Yazıcı-zâde Ali de alplara ait bazı hususiyetlerden bahseder. Yazıcı- zade Ali, Osman Bey tahta çıktığı zaman, obalarından kımran getirtip, beylerin sagrak sunduklarını ve “Oğuz resmince üç kere yükünüp baş koduklarını” rivayet etmektedir39. Müneccimbaşı da “Anadolu Selçukluları yıkıldığında, Türkmen Beyleri Moğollara tabi olmaktan vazgeçerek, diz çöküp, Osman Bey’in etrafında toplandılar. Osman Bey’de, Oğuz töresi gereğince her bir beye, bir kadeh kımız sundu ve kımız kadehini alan beylerde ona itaat edeceklerine söz vererek içtiler”40 diye kaydetmektedir. Böylece

36 Âşık Paşa, Garib-Name, (Tıpkıbasım, Karşılaştırmalı Metin ve Aktarma), II/ 2, Haz. Kemal Yavuz, İstanbul 2000, s. 549-561.

37 Âşık Paşa, a.g.e., s. 561-563.38 Âşık Paşa, a.g.e., s. 563-577.39 Yazıcı-zâde Ali, a. g. e, . s. 873.40 Müneccimbaşı Ahmed Dede, Müneccimbaşı Tarihi (Sahaif-ül-Ahbar fi Vakayi-ül-A’sar) , C. I, Terc. İsmail Erünsal,

İstanbul 1970. s. 70; Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Camiü’d-Düvel-Osmanlı Tarihi (1299-1481), Metin, Notlar ve Çeviri. Ahmed Ağırakça, İstanbul 1995, s. 78; E. Esin, Türk Kozmolojisi, s. 143.

320

Çulardan gelen ve Türklerin müşterek mirası olan, alplık kurumuna özgü dostluk ve kardeşlik için yapılan sadakat andının, Omsallılarda da eskisi gibi devam ettiğini hatıra getirir.

Nitekim Yazıcı- zade Ali, Selçuklu “delir ve bahadır”larını “palang” (kaplan) ile “nihang’a” (ejder) benzetiyordu41. Osmanlı ordusunda da, böyle olağanüstü cesur alplar, kaplan postuyla beliriyordu. Bunlardan deli’ler, öne ve arkaya ok atmakta usta alplar gibi börklerine çifte çeleng denen çift kanat takarlardı. Bazı gönüllüler, haberciler ve kopuzla türkü söyleyen yeniçeri ozanları da kaplan postu giyiyorlardı. Eski Türklerde kaplan, alplık sembolü idi ve hükümdar adı ve unvanı da olmaktaydı42.

XV. ve XVI. asır Osmanlı kaynaklarında tesadüf edilen Gaziyân-ı Rum tabiri yerine, daha ziyade alp tabiri tercih edildi. Alplık, Osmanlılarda da doğal bir tarihi süreç içinde gelişti43. Alp unvanı, eski Türk boy teşkilatında olduğu gibi, Osmanlıların ilk devirlerinde de, boy beyinin etrafında özellikle savaşlarda kahramanlık ve liderlik yapan soylu kişilere verildi. Burada soyun etkisi olmakla beraber, kişisel meziyet bu mertebeye yükselmede en önemli şart idi44. Bu manada alp ile onların nökerleri arasında bir farklılık vardı. Nökerlik Moğollardan kalma bir kurumdu45 ve rütbesiz askerlik kurumunun dengi idi. Burada nökerlik ile eski Türklerde görülen “kırk yiğit” kurumu arasında sanki bir benzerlik var.

Bilindiği üzere Altay – Yenisey Türklerinin destan ve masallarında alplar tek başına gezen ve savaşan yiğitlerdi. Alplara ancak atları ve tanrılar arkadaşlık ederdi. Bu yarı tanrı yarı insan olan alpların çevresinde “kırk yiğit” kurumuna rastlanmamaktaydı. Ancak Türklerin yüksek kültür aşamasında, atlı göçebe boyların başındaki alplar çağını tasvir eden destan ve masallarda, alpların yanında “kırk yiğit” nökerleri vardı. Alplar savaşlarda, eğlencelerde, hatta evlenmelerde “kırk yiğit” ile beraber bulunurdu. İşte Osmanlılarda alpların yanında yer alan nökerlik, kırklar geleneğinin bir devamı olsa gerek46. Zira Karakoyunlu ve Akkoyunluların askerî teşkilat yapısı içinde buna benzer bir nökerlik kurumu da vardı47.

Anadolu Selçukluları ve Osmanlıların ilk dönemlerine damgalarını vuran uç beyleri konumundaki bu alp gaziler, Osman Bey’in fetih hareketine destek verdikleri için, kendilerine mülk, yurt niteliğinde toprak verildi48. Misal İnegöl’ü fetheden Turgut Alp’a adı geçen bölge yurt olarak verildi ve bu bölge o zaman Turgut-ili diye anıldı49. Uç beylerinin asıl kuvvetini teşkil eden ve milli geleneklerine bağlı olan, yarı göçebe Türkmen aşiretleri arasında alpların olması pek tabi idi. İşte İlk Osmanlı tarihçileri de, Osman Gazi’nin kumandanlarının birçoğunun ismine alp unvanını ilave ettiler50. Osmanlı Beyliği’nde Osman’ın dedesi Gündüz’ün alp unvanında olduğu gibi51, Osman ve Orhan Bey’in maiyeti arasında bu tür isimlendirilmiş alplar çoğunluktaydı. Misal, Turgut Alp,

41 Yazıcı-zade Ali, a.g.e. s. 368-369.42 E. Esin, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, s. 93.43 Yücel Öztürk, “Osmanlıların kuruluşunda Akıncı Uç Beylerinin Rolü”, Uluslar arası Gazi Akça Koca ve Kocaeli Tarihi

Sempozyumu Bildirileri, C. I, Kocaeli 2015, s. 183.44 Selahattin Döğüş, “Osmanlılarda Gaza İdeolojisinin Tarihi ve Kültürel Kaynakları”, Belleten, 72/265, Aralık 2008, s.

857.45 Moğollarda kabile başbuğları yanında asker olarak hizmet eden, Moğol muhafız-silahşorlarına “arkadaşlar” manasına

gelen nöker (nököd / nökör / Nökür)) denirdi. Bu gibi nökerler Moğol hanları, muhtelif bahadırları, kabile, klan ve oymak reislerinin etrafında görülmekte idi. Bkz. B. Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimaî Teşkilatı, Çev. Abdulkadir İnan, Ankara 1987, s. 87.

46 Abdulkadir İnan, “ Türk Destan ve Masallarında “ Kırklar ” Motifi “, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1987, s. 238-240.47 Ebu Bekr-i Tihranî, Kitab-ı Diyarbekriyye, Çev. Mürsel Öztürk, Ankara 2001, s. 60, 210, 233.48 Y. Öztürk, a.g.e. s. 183.49 Halil İnalcık, “Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Beg”, Belleten, 71/261, Ağustos 2007, s. 492.50 M. F. Köprülü, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, İstanbul 1986, s. 145-152.51 Osman Gazi’ye ait ABD’de bulunduğu söylenen sikkenin arka yüzünde kendi adı ve babası Ertuğrul’un ismi ile birlikte

dedesinin ismi “Gündüz Alpı” geçmektedir. Bkz. Şevki Nezihi Aykut, “Osmanlı Sikkeleri”, Türkler, c: X, Ankara, 2002, s. 823.

321

Recep YAŞA

Konur Alp, Hasan Alp, Aykut Alp, Mahmud Alp ve Saltuk Alp gibi52. Bu tür eklemler Selçuklu çağında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kurulan Oğuz/Türkmen beyliklerinde de görülmekteydi. Nitekim Hın-ı Keyfa Artuklu hükümdarı Muhammed’in oğlu Mahmud Alp ve Mardin Artuklu hükümdarı Hüsameddin Timurtaş’ın oğlu Necmeddin Alpı bu unvanı taşımaktaydılar ve kendi adlarına kestirdikleri paralara da kendi boy damgaları yer almaktaydı53.

Âşık Paşa da eski Türk geleneğinden gelen alp unvanına54 sofiyane bir renkte vererek alp-eren (savaşçı derviş) tabirini de kullandı55. Bu alplar, Horasan’ın ruhani atmosferinde “baba” ve “abdal” gibi değimlerle anılan Türk şeyhlerinin rehberliğinde “alp-eren”ler olarak, Anadolu’nun uç bölgelerinde “gazi”ler sıfatı ile vatani görevlerini yaptılar56. Bu anlayışın bir sonucu olsa gerek, M. Kaplan, alplıktan alp-erenliğe geçiş merhalesini, gaziliğin mistik düşünceyle bütünleşmesi olarak açıkladı. Zira konar-göçer Türk’ün ideal insan tipi alp idiyse, Türk tasavvuf düşüncesinin insan tipi de alp-eren idi. İslam’ın etkisiyle, alp ve veli birbiri ile bütünleşerek alp-eren oldu57. Esasen Aşık Paşa’nın saydığı, ‘alp’te bulunması gereken dokuz nitelik, dünyevi alplıktan dini alplığa, yani alp-erenliye geçişi de çok güzel tanımlamaktaydı. Bu şekilde Osmanlının kuruluş sürecinde görülen alp-erenler, Anadolu Beyliklerinin askerî kuvvetleri arasında da görülmekteydi58. Diğer yandan uç beylerinin gazi lakabını almaları ise, onların artık şehir hayatına geçmeleri ve az çok medrese tesiri altına girmiş olmaları ile ilgiliydi. Şüphesiz Âşık Paşazade’nin Gâziyân-ı Rûm ismi altında anlatmak istediği zümre, alplar idi59.

Osmanlı tarihlerinde, alp unvanı alan kumandanlardan biride, hiç şüphesiz, Kara Mürsel Alp idi. Has ismi Mürsel olan ve “gönderilmiş, yollanmış”60 manalarına gelen adın önüne “kara” lakabı ve arkasına “alp” unvanı getirilmiştir. Kültürümüzde “Güçlü” ve “büyük” manalarına gelen kara, burada doğrudan doğruya “yiğit kahraman ve alp” kişi manasındadır61. İdrisi Bitlisi, Heşt Bihişt (Sekiz Cennet) adlı eserinde “Dil-averan-ı meşhurdan Kara Mürsel Gazi”62 adını kullanarak Kara Mürsel’in Osman Gazi’nin uç komutanlarından, yiğit ve kahraman bir alp olduğunu ifade etmektedir. Tarihî metinlerde, adları ve lakaplarıyla geçen bu tür nitelendirmelere çok rastlanmaktadır. Nitekim Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey ve onun komutanlarından olan Abdurrahman Gazi’ye “Kara” lakabı verilmişti. Abdurrahman Gazi düşmanlarını o derece dehşete düşürmüştü ki, Rum kadınları onun vefatından çok zaman sonra çocuklarını “Kara Abdurrahman geliyor” diye korkuturlardı.63 Aynı şekilde Kara Koyunlu hükümdarı Kara Mehmed ve Kara Yusuf, Ak Koyunlu Devleti’nin kurucusu Kara Yülük Osman gibi şahsiyetlere de “Kara” lakabı verilmişti64. Hatta Ertuğrul Bey ve aşiretinin ilk yerleştiği mıntıka Karaca Dağ, Osman Bey’in Anadolu’daki ilk mâlikânesi Kara Hisar isimlerini taşımaktaydı65. Aynı şekilde

52 İdris-i Bitlisî, Heşt Bihişt, C. I, Haz. M. Karataş, S. Kaya, Y. Baş, Ankara 2008, s. 79; Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, C. I, İstanbul 1992, s. 69-72; H. İnalcık, a.g.m., s.481.

53 S. L. Poole, The Coins of the Turcuman houses of Seljook, Urtuk, Zengee Etc. İn the British Museum, Classes, X-XIV, London 1877, s.141-144; Behzad Butak,, IX. XII. ve XIII. Yüzyıllarda Resimli Türk Paraları, İstanbul 1947, s.28-32.

54 Eski Türk kağanlarının kendilerine yakın “Alp”ları, “Eren”leri ile “Yiğit”leri vardı. II. Göktürk Devleti’ni kuran, İl-Teriş Kağan, 17 “Eren”le işe başlamış ve bu erenler 70, 700 ve en sonunda iki bin kişiye kadar çıkmıştı. Bkz, Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 1988, s. 644.

55 Âşık Paşa, a.g.e. s. 557.56 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1997, s. 382-383.57 Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı zerine Araştırmalar I, İstanbul 1992, s. 19.58 İsmail Hakkı Uzunçzrşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1988, s. 204.59 M. F. Köprülü, a.g.e. s. 151-152.60 Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara 1986, s. 877.61 Reşat Genç, “ Türk Düşüncesi, Davranışı ve Hayatında Renkler ve Sarı, Kırmızı, Yeşil “, Haz. Sadık Tural-Elmas Kılıç,

Ankara 1996, s. 51-52.62 İdrisi Bitlisi, a.g.e. s. 243.63 Mehmed Neşri, Kitâb-ı Cihan-Nümâ, Neşri Tarihi, C. I, Yay. Faik Reşit Unat-Mehmed A. Köymen, Ankara 1987, s. 143.64 Hammer, a. g. e, s. 89-90.65 Mehmed Neşri, a.g.e. s. 61, 85-89.

322

Osmanlı Döneminde “kara” adını taşıyan, çok sayıda Türkmen ve Yörük taifesi66 ile köy yerleşim yerleri vardı67.

Osman Bey’e kara lakabı verildiğinden beri bu lakap bir hayır falı olarak telakki edildi. Bundan dolayıdır ki, Akca Koca’nın silah arkadaşlarından Mürsel Alp de bu lakabı aldı. Kara Mürsel denilen bu bahadır, İzmit körfezinin güney kısımlarını fethetti. Bilahare bu fethedilen yerler, Akca Koca’nın yetiştirdiği yiğitlerden biri olan Kara Mürsel’e verildi ve düşman gemilerinin denizden saldırılarına karşı korucu tayin edildi. Bu yüzdendir ki, çevredeki köyler, Kara Mürsel diye, bu ‘alp’ın adıyla anılmaktadır68.

Sonuç olarak her kültür, kendini koruyacak ve varlığını devam ettirecek insan tipini oluşturmuştur. Orta Asya bozkırlarında atlı göçebe hayat tarzını devam ettiren Türk toplumunun da, hayatta kalabilmesi ve bu hayatı devam ettirebilmesi, ancak kahraman ve yiğit insanlar sayesinde olabilirdi. Hal böyle olunca akınların ve savaşların zafere ulaştırılması da, ancak alp ve alpların cesareti ve kahramanlığı sayesinde mümkün olabilirdi. İşte İslam Öncesi devrin hayata yansıyan akislerinden biri olan alp ve alplık, Müslümanlaşma aşamasında da Türkler arasında kabul görmüştür. Nitekim Karahanlı ve Selçuklu Türklerinin geliştirdiği ve milli kültür hususiyetlerinden biri olan alp ve alplık geleneğini, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde de devam etmiştir.

66 Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar, İstanbul 2001, s. 391-419.67 Tahir Sezen, Osmanlı Yer Adları, Ankara 2006, s.279-291.68 Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih I, Yalınlaştıran. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara 1992, s. 63; Mehmed Neşri, a.g.e. s.

153 ; Hammer, a.g.e. s. 93.

323

Recep YAŞA

KAYNAKÇAAhmed Tevhîd, Meskûkât-ı Kadîme-i İslamiyye Kataloğu, İstanbul 1321.

Aşık Paşa, Garib- Name, (Tıpkıbasım, Karşılaştırmalı Metin ve Aktarma), II/ 2, Haz. Kemal Yavuz, İstanbul 2000.

Aykut, Şevki Nezihi, “Osmanlı Sikkeleri”, Türkler, c: X, Ankara, 2002.

Barthold, W, İslam Medeniyeti Tarihi, M. Fuad Köprülü tarafından Başlangıç’la İzah ve Düzeltmeler Kısmı ilave edilmiştir, Ankara 1977.

Beygu, Abdurrahim Şerif, Erzurum, Tarih, Anıtları, Kitabeleri, İstanbul 1936.

Butak, Behzad, IX. XII. ve XIII. Yüzyıllarda Resimli Türk Paraları, İstanbul 1947.

Develioğlu, Ferit, Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara 1986.

Doğu - Batı Arası Bir Gökkuşağı Selçuklu Sikkeleri,(A Rainbow Linking East And West, Coıns of the Seljuks) Yapı Kıredi Sikke kollaksiyonu Sergileri, C. 2, İstanbul 1994.

Donuk, Abdulkadir, İdarî- Askarî Unvan ve Terimler, İstanbul 1988.

Ebu Bekr- İ Tihranî, Kitab -ı Diyarbekriyye, Çev. Mürsel Öztürk, Ankara 2001.

Esin, E., “Alp Şahsiyetinin Türk Sanatında Görünüşü, II”, Türk Kültürü, S. 70, Ağustos 1968, s. 87 -115.

Esin, Emel, “Alp Şahsiyetinin Türk Sanatında Görünüşü, I”, Türk Kültürü, S. 34, Ağustos 1965.

Esin, Emel, “Türk Sanatında Alp Şahsiyetinin Görünüşü, III”, Türk Kültürü, S. 82, Ağustos 1969. s.102 – 119.

Esin, Emel, “Türk Sanatında Alp Şahsiyetinin Görünüşü”, Türk Kültürü, S. 94, Ağustos 1970, s. 80 – 87.

Esin, Emel, İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, İstanbul 1978.

Esin, Emel, Türk Kozmolojisine Giriş, İstanbul 2001.

Gabaın, A. Von, Eski Türkçenin Grameri, Çev. Mehmet Akalın, Ankara 1988.

Genç, Reşat, “Türk Düşüncesi, Davranışı ve Hayatında Renkler ve Sarı, Kırmızı, Yeşil”, Haz. Sadık Tural- Elmas Kılıç, Ankara 1996

Gordlevski, V, Anadolu Selçuklu Devleti, Ankara 1988.

Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, C. I, İstanbul 1992.

Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t – Tevarih I, Yalınlaştıran: İsmet Parmaksızoğlu, Ankara 1992.

İbn Bibi, El Evamirü’l- Ala’iye Fi’l- Umuri’l- Ala’iye (Selçuk Name) – I -, Haz. Mürsel Öztürk, Ankara 1996.

İdris- i Bitlisî, Heşt Bihişt, C. I, Haz. M. Karataş, S. Kaya, Y. Baş, Ankara 2008.

İnalcık, Halil, “Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Beg”, Belleten, 71/261, Ağustos 2007.

İnan, Abdulkadir, “Türk Destan ve Masallarında “Kırklar” Motifi”, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1987.

İsmail Galib, Takvim-i Mekûkât-ı Selçukiye, İstanbul 1309.

İzgi, Özkan, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), Ankara 1987.

Kafesoğlu, İbrahim, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1997.

Kaplan, Mehmet, Türk Edebiyatı zerine Araştırmalar I, İstanbul 1992.

Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lugati’t-Türk Tercümesi, Çev. Besim Atalay, C. I, Ankara 1985.

Köprülü, M. Fuad, “Alp”, İslam Ansiklopedisi, C. I, İstanbul 1988.

Köprülü, M. Fuad, “Selçukiler Zamanında Anadolu’da Türk Medeniyeti”, Milli Tetebbular Mecmuası, C. II, S.5, 1331.

Köprülü, M. Fuad, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, İstanbul 1986.

Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1976.

Mehmed Neşri, Kitâb-ı Cihan- Nümâ, Neşri Tarihi, C. I, Yay. Faik Reşit Unat- Mehmed A. Köymen, Ankara 1987.

Mevlâna, Mesnevi, V, Çev. Veled İzbudak, Gözden geçiren. Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul 1988.

Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Camiü’d- Düvel – Osmanlı Tarihi (1299 – 1481), Metin, Notlar ve Çeviri. Ahmed Ağırakça, İstanbul 1995.

324

Müneccimbaşı Ahmed Dede, Müneccimbaşı Tarihi (Sahaif- ül- Ahbar fi Vakayi- ül- A’sar) , C. I, Terc. İsmail Erünsal, İstanbul 1970.

Ögel, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 1988.

Ögel, Bahaeddin, Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar), Ankara 1982.

Poole, S. L, The Coins of the Turcuman houses of Seljook, Urtuk, Zengee Etc. İn the British Museum, Classes, X – XIV, London 1877.

Sezen Tahir, Osmanlı Yer Adları, Ankara 2006.

Sümer, Faruk, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu Türk Beylikleri, Ankara 1990.

Tankut, Raşit, “Alp Kelimesi ve Alpin Irkın Yurdu”, Belleten, 1/1, Ankara 1937.

Turan, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1980.

Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971

Türkay, Cevdet, Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar İstanbul 2001.

Uzunçzrşılı, İsmail Hakkı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1988.

Vladimirtsov, B. Y, Moğolların İçtimaî Teşkilatı, Çev. Abdulkadir İnan, Ankara 1987.

Yazıcızade Ali, Tevarih-i Al-i Selçuk, Haz. Abdullah Bakır, İstanbul 2009.

Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Çev. Reşid Rahmeti Arat, Ankara 1988.