İstanbul Ünİversİtesİ...dede korkut hikâyeleri, oğuz türkçesinin en güzel örneklerini...

27
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ AUZEF Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezine aittir. Hiçbir şekilde kopyalanamaz, çoğaltılamaz ya da yayınlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

Upload: others

Post on 02-Feb-2021

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

    AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ

    AUZEF

    Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezine aittir.

    Hiçbir şekilde kopyalanamaz, çoğaltılamaz ya da yayınlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

  • 2 / 27

    FAKÜLTE / YÜKSEKOKUL: ORTAK DERS

    BÖLÜM: ORTAK DERS

    DÖNEM (GÜZ / BAHAR): GÜZ

    DERSİN ADI: TÜRK DİLİ I

    DERS NOTU YAZARININ

    ADI ve SOYADI: PROF. DR. MUSTAFA ÖZKAN

    CANLI DERS ÖĞRETİM

    GÖREVLİSİNİN / ÜYESİNİN

    ADI ve SOYADI:

  • 3 / 27

    4. HAFTA

    DERS NOTU

  • 4 / 27

    İÇİNDEKİLER

    1. TÜRK DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ VE TÜRKİYE TÜRKÇESİ

    1.1. Türk Dilinin Eskiliği ve Gelişim Süreci

    1.1.1. Altay Devri

    1.1.2. En Eski Türkçe

    1.1.3. İlk Türkçe

    1.1.4. Eski Türkçe

    1.1.5. Orta Türkçe Devresi

    1.1.6. Yeni Türkçe Devresi

    1.1.7. Modern Türk Yazı Dilleri Devresi

  • 5 / 27

    1. TÜRK DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ VE TÜRKİYE TÜRKÇESİ

    Türkçenin eklemeli bir dil oluşu, eklerin çeşitliliği, bu eklerin değişik görevler yüklenerek

    yeni kelimeler oluşturabilmeleri Türkçeyi çok değişik anlatım imkânlarına kavuşturmuştur.

    Bu bakımdan Türkçe, terim yapma açısından çok güçlü bir dildir.

    Kaynak bakımından ise Türkçe, Ural-Altay dil ailesine mensup olup bu ailenin Altay

    kolundandır. Türkçenin milattan öncesinde Ana Altaycaya kadar uzanan çok eski bir tarihi

    vardır. Ne var ki bu bu tarihî devrelerin milattan sonra V. yüzyıldan önceki dönemlerine ait

    tarihî belgeler yoktur. Eski dönemler hakkında elimizde ancak çeşitli karşılaştırmalara

    dayanan kuramsal bilgiler bulunmaktadır. Türkçenin en eski yazılı belgeleri, Göktürkler

    zamanından kalan Orhun Abideleri veya Göktürk Yazıtları diye anılan anıt taşlardır.

    Türk dili, aslında birlik ve bütünlüğünü yüzyıllar boyunca koruyabilmiş bir dildir. Bununla

    birlikte tarihî olayların, değişik coğrafi ortamların ve daha başka sebeplerin etkisi ile dilimiz,

    XIII. yüzyıldan itibaren birden fazla yazı dili hâlinde varlığını sürdürmüştür.

    I

    Üze kök tengri asra yağız vir kılıudukda ikin ara kişi oglı kılınmış. Kişi oglında üze eçüm

    apam Bumın Kağan İstemi Kağan olurmış. Olurupan Türk budunung ilin törüsin tuta birmiş,

    iti birmiş.

    “Yukarıda mavi gök, aşağıda kara yer yaratıldığında ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış.

    İnsanoğlunun üzerine atalarım Bumın Kağan, İstemi Kağan hükümdar olmuş. Tahta oturarak

    Türk milletinin ilini, töresini tutmuş ve düzenlemiş”

    (Orhun Abideleri’nden, VIII. yüzyıl)

    II

    Kişig til ağırlar bulur kut kişi

    Kişig til ucuzlar barır er başı

    “İnsanı dil kıymetlendirir ve insan onunla saadet bulur; insanı dil kıymetten düşürür ve

    insanın dili yüzünden başı derde gider.”

    (Kutadgu Bilig’ten, XI. yüzyıl)

  • 6 / 27

    III

    Küdezgil tilingni kel az kıl sözün Küdezüse bu til küdezür özün Resul erni otka yüzin atguçı

    Til ol tidi yıg til vul ottın yüzün.

    Dilini sıkı tut, gel sözünü kısa kes;

    Dil korunursa kendin korunmuş olursun;

    Resul: “ İnsanı yüzükoyun ateşe atan dildir” dedi;

    Dilini sıkı tut; yüzünü ateşten koru.

    (Atebetü’l-Hakayık’tan, XII. yüzyıl)

    IV

    Sal Kum salkum tan yi Heri esdüginde

    Sakallu bozaç turgay sayradukda

    Sakalı uzun tat eri banladukda

    Bidevi atlar issini görüp okradukda

    Aklu karalu seçilen çağda

    Kalın Oğuzun gelini kızı bezenen çağda

    Göksi gözel kaba tagiara gün değende

    Big yiğitler cilasunlar birbirine koyulan çağda

    “Serin serin tan yelleri estiğinde

    Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde

    Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda

    Büyük cins atlar sahibini görüp homurdandığında

    Ak ve karanın seçildiği vakitte

    Kudretli Oğuz’un gelininin kızının bezendiği çağda

    Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca

    Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda”

    (Dede Korkut Hikâyelerinden, XV. yüzyıl)

    V

    Körgeli hüsnüngni zâr u mübtelâ boldum sanga

    Ni belâlığ kün idi ki âşinâ boldum sanga

    Her niçe didim ki kün kündin üzey sindin kongül

  • 7 / 27

    Vâh kün kündin beterrak mübtelâ boldum sanga

    Kay perî-peykerge dirsin tilbe boldung bu sıfat

    Ey perî-peyker ni kılsang kıl fidâ boldum sanga

    “Senin güzelliğini gördüğümden beri ağlayıp inleyerek sana tutuldum. Seni tanıdığım o gün

    ne belalı bir gündü!

    Her ne kadar günden güne gönül senden uzaklaşıyor dedimse de, eyvah ki, günden güne sana

    daha beter tutuldum.

    Hangi peri yüzlüye böyle deli oldun dersin? Ey peri yüzlü güzel! Ne yaparsan yap, ben sana

    feda olmuşum.”

    (Çağatay Türkçesi, Ali Şir Nevaî’den, XV. yüzyıl)

    Yukarıda Türkçenin tarihî dönemlerine ait değişik metinlerden örnekler okudunuz. Bunlardan

    birinci metin Orhun Abideleri’nden alınmıştır. VIII. yüzyılda yazılmış olan bu abideler, Türk

    yazı dilinin ele geçen ilk örnekleridir. Bu bakımdan Türk yazı dili, Orhun Abideleri ile başlar.

    Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin olan bu anıtlar, Türk dil ve

    edebiyatının en önemli metinleridir.

    İkinci metin, XI. yüzyılda yazılmış olan Kutadgu Bilig’ten, üçüncü metin ise XII. yüzyılda

    kaleme alınan Atebetü’l-Hakayık’tan alınmıştır. Bu iki eser de Türklerin İslamiyet’i kabul

    etmelerinden sonra yazılmıştır. Her iki eserin dili de aynı dönemin özelliklerini

    yansıtmaktadır. Bu dönemde yazı dili olarak Karahanlı Türkçesi kullanılmaktadır. Orta

    Asya’daki bütün Türk boyları aynı lehçeyi yazı dili olarak kullandıklarından Karahanlı

    Türkçesine “Müşterek Orta Asya Türkçesi” de denmektedir. Bu dönemden sonra Türkçe,

    birden çok yazı dili hâlinde gelişme göstermiştir.

    Türkler, XI. yüzyıldan itibaren batıya doğru göç ederek farklı coğrafi bölgelere yayıldılar.

    Türklerin Orta Asya’nın dışına taşmasından itibaren, Türk dilinde de bazı farklılaşmalar

    kendini gösterdi. Değişik yönlere giden Türk kollarından bazıları, kendi konuşmalarını bir

    yazı dili hâlinde geliştirme imkânı buldular. Böylece XIII. yüzyıldan itibaren belirli lehçe

    farkları gösteren Türk yazı dilleri ortaya çıktı.

    Yukarıda okuduğunuz dördüncü metin, Oğuz Türklerinin konuşma diline dayalı olarak

    gelişen yazı diline aittir. XI. yüzyıldan itibaren, Orta Asya’dan batıya doğru göç eden

  • 8 / 27

    Oğuzlar, Azerbaycan ve Anadolu’ya yerleştiler ve buralarda devletler kurdular. XIII.

    yüzyıldan itibaren de konuşma dillerini yazı dili hâline getirdiler. Esası Oğuz Türkçesine

    dayalı olarak gelişen bu yazı diline Batı Türkçesi adı verilir. Dede Korkut Hikâyeleri, Oğuz

    Türkçesinin en güzel örneklerini oluşturur.

    Göç etmeyip Orta Asya’da kalan Türkler arasında Eski Türkçe, fazla değişmeden

    kullanılmaya devam etti. Orta Asya’da kalan Türklerin XIII. yüzyıldan itibaren geliştirdiği bu

    yazı diline Doğu Türkçesi adı verilir. Yukarıda okuduğunuz beşinci metin bu devreye aittir.

    Bu devrenin en güçlü yazarı ve Doğu Türkçesini bir yazı dili hâline getiren şair Ali Şir

    Nevai’dir.

    Yukarıdaki örnekleri dikkatlice incelediğimizde Türkçenin ana özelliklerini hiç kaybetmeden

    kendi içinde değişerek ve gelişerek devam ettiğini görürüz. Bu da bize Türkçenin çok sağlam

    bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.

    1.1. Türk Dilinin Eskiliği ve Gelişim Süreci

    Türkçenin günümüze kadar ulaşabilen en eski metinleri olan Orhun ve Yenisey Yazıtları

    ancak VIII. yüzyıla kadar inmektedir. Bunun yanında, bir Budist metni olan Nirvana Sutra’nın

    VI. yüzyılda Türkçeye tercümesinin yapıldığı bilinmekteyse de bu metin günümüze

    ulaşmamıştır. VI. yüzyıldan daha gerilere giden yazılı metinleri bulunmadığı için Türkçenin

    ne zamandan beri bir yazı dili olarak kullanılmaya başlandığı bilinmemekle birlikte, Türk

    dilinin çok daha eskilere uzanan, daha başka metinleri bulunması gereken bir dil niteliği

    taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan 552 yılında Türk adı ile tarih sahnesine çıkan

    Göktürkler zamanındaki Türk dilinin gelişmiş, yüksek anlatım gücüne sahip, işlenmiş, edebî

    bir dil olduğu kabul edilmekte; abideler de iyice düşünülmüş, özenle düzenlenmiş gerçek bir

    sanat eseri olarak değerlendirilmektedir. Ancak bazı dilciler, Türkçenin böylesine mükemmel

    bir anlatım gücüne sahip bir seviyeye erişebilmesi için, Türk dilinin ağır gelişen bir dil

    olduğunu da göz önünde bulundurarak teşekkül tarihinin yazıtlardan bugüne geçen zaman

    kadar geriye götürülmesi gerektiği kanaatindedirler. Hatta bir kısım araştırıcılar, son yıllarda

    yapılan arkeoloji kazıları neticesinde ele geçen malzemeye dayanarak Türkçenin milattan

    önceki yüzyıllarda da yazı dili olarak kullanıldığına işaret etmektedirler.

    Elimizde Göktürk Yazıtları’ndan daha eskiye giden metin bulunmamakla birlikte, Türk dilinin

    çok daha eskilere gittiği anlaşılmaktadır. Bu durum yabancı kaynaklarda geçen Türkçe

  • 9 / 27

    kelime, özel ad ve cümleciklerden kolayca anlaşılmaktadır. Ancak Türkçenin başlangıcı

    nereye kadar gitmektedir? Bu soru tam olarak cevaplanamamaktadır. Gerçi Ural-Altay dil

    birliği konusunda çalışan Türkologlar, Göktürk devresinden önceki dönemler için de bazı

    varsayımlar öne sürmüşler ve Türkçenin karanlık dönemi hakkında da sınıflamalar

    yapmışlardır. Ahmet Caferoğlu, Türkçenin devrelerini şu şekilde sıralamaktadır.

    1. Altay Devri (Türk-Moğol dil birliği)

    2. En Eski Türkçe Devri (Proto Türk dil birliği)

    3. İlk Türkçe Devri

    4. Eski Türkçe Devri

    5. Orta Türkçe Devri

    6. Yeni Türkçe Devri

    7. Modern Türkçe Devri

    Bunlardan ilk üç devre tamamen varsayılan devreler olup ilk iki devre hakkında herhangi bir

    bilgi yoktur. Ancak 3. devreyle ilgili olarak Hun, Bulgar, Avar ve Hazar lehçeleri

    gösterilebilir. Bu bakımdan bu üç devreye Türkçenin “karanlık devresi’’ diyebiliriz. Buradaki

    karanlıktan kasıt “henüz yeteri kadar aydınlatılmamış’ anlamındadır. Bunu bir karanlık odaya

    benzetebiliriz; odanın içerisinde her türlü eşya var, ama aydınlatılamadığı için biz bu eşyaları

    göremiyoruz. Türkçenin de bu devreleri, hiç şüphe yok ki mevcuttur. Ne var ki bunları

    aydınlatacak metinlerden şu an için mahrumuz.

    1.1.1. Altay Devri

    Türk-Moğol dil birliği olarak da adlandırılmaktadır. Bu devre, Türkçenin Moğolca ve öteki

    akraba dillerle bir Ana Altayca içerisinde yer aldığı varsayılan devredir. Altay dillerinden

    hiçbiri henüz teşekkül etmemiştir. Zamanı belli değildir, karanlık bir devredir.

    1.1.2. En Eski Türkçe

    Türkçenin Ana Altaycadan ayrılarak bağımsız bir dil olarak oluşmaya başladığı varsayılan bir

    devredir. Bu dönem için de herhangi bir tarih belirlemek mümkün değildir. Bu devre

    Türkçenin Sümerce ile (MÖ 4000 yılları) bir ilişki içerisinde bulunduğu kabul edilen bir devre

    olarak düşünülebilir.

  • 10 / 27

    Sümerce ile uğraşan bazı dilciler Türkçe ile bu dil arasında ilgi kurmuşlardır. Osman Nedim

    Tuna, Sümer ve Türk Dillerinin Tarihî İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi (Ankara 1997) adlı

    çalışmasında, Türkçe ile Sümercede 168 kelimenin ortak olduğunu belirlemiş ve bu

    kelimelerin hem anlam hem de ses bakımından bu kadar benzerlik göstermesinin imkânsız

    olduğuna dikkat çekmiştir. İki dil arasındaki ortak kelimeler, bu iki dil arasında bir ilişkinin

    olduğunu göstermektedir. Bu ilişki de iki dil arasında ya köken birliğine ya da alışveriş

    ilişkisine işaret etmektedir. Tuna, bu ortak kelimelerin alışveriş sonucu olduğu kanaatindedir.

    Bu da bize Türkçenin MÖ 4000 yıllarında yaşayan bir dil olduğunu kanıtlamaktadır.

    Osman Nedim Tuna’nın Sümerce ile Türkçe arasında tespit ettiği ortak kelimelerden bazıları

    şunlardır:

    Sümerce Eski Türkçe

    mae, men (ben) men (ben)

    di (konuşmak) ti- (demek)

    dingir (tanrı) tengri (tanrı)

    dug (dökmek) tok- (dökmek)

    iduga (parfüm) yıdıg (koku)

    kur (ülke) kuru (kara parçası, yer)

    sag (iyi) sag (sağ, sağlam, iyi)

    tibira (metal) temir (demir)

    ud (zaman) öd (zaman)

    udi- (uyumak) udi- (uyumak)

    uş (iş) ış/iş (iş)

    1.1.3. İlk Türkçe

    Metinleri bulunmasa da, varlığı bilinen ve Türk oldukları herkesçe kabul edilen kavimlerin

    dillerini içine alır. Hükümdar ve yer adları; yabancı kaynaklarda geçen kelime ve özel adlar;

    Hun, Bulgar, Avar, Hazar vb. Türk boylarının dilleri bu devreye girmektedir. Süre olarak

    başlangıçtan milat (İsa’nın doğumu) yıllarına kadar olan süreyi kapsamakladır. Bu devrede

    Türkçenin Batı ve Doğu olmak üzere iki büyük bölüme ayrıldığı kabul edilmektedir. Batı

    kolu; Bulgar Türkleriyle, sonra da Çuvaşlarla devam eden koldur. Tuna ve Volga Bulgarlarına

    ait yazılar bu dönemin örnekleri arasında kabul edilmektedir. Doğu kolu ise Ana Türkçeyi

  • 11 / 27

    oluşturan koldur. Bulgar ve Çuvaş kolunun dışındaki lehçeler (Yakutça ve genel Türkçe) bu

    kola dâhildir. Zaman olarak 1-6. yüzyıllar arasını kapsamaktadır.

    Bu devrelerden sonra Türkçe artık yazılı metinlerle izlenebilmektedir. Göktürk devresinden

    başlayarak bugüne gelinceye kadar Türkçe zaman ve alan olarak geniş bir sahaya yayılmış,

    bunun sonucunda da içine girdiği farklı kültür daireleri yönünden Türkçenin ayrı ayrı

    dönemleri olmuştur.

    Türk yazı dili tarihi Eski Türkçe, Orta Türkçe, Yeni Türkçe ve Modern Yazı Dilleri Devresi

    olmak üzere başlıca dört devreye ayrılır:

    1.1.4. Eski Türkçe

    Türkçenin ele geçen en eski metinleri, VIII. yüzyılda yazılmış olan Orhun Abideleri’dir.

    Ancak Orhun Abideleri’ndeki dil yeni başlayan bir dil değil; gelişmiş, yüksek anlatım gücüne

    sahip, iyice işlenmiş bir edebî dil özelliği taşımaktadır. Bu özelliklerine bakarak Türk dilinin

    çok daha eskilere gittiği kabul edilmektedir.

    Türk dilinin VIII-XI. yüzyıllar arasını kapsayan ve yazıtlardan başlayarak Uygur devresini de

    içine alan dönemi ilim dilinde “Eski Türkçe” diye adlandırılmaktadır. Ancak bazı dilciler, XII

    ve XIII. yüzyıla kadar gelerek Karahanlıca diye nitelendirilen ilk İslami Türkçe metinlerin

    dilini de Eski Türkçe devresine dâhil etmektedirler. Bu devreye ait metinlerin en büyük kısmı

    Uygur sahasında ve Uygur harfleri ile yazılmış olduğu için, bu devreyi Uygur devresi diye

    nitelendirenler de vardır.

    Eski Türkçe devresinde Türkçenin yayılma alanı Orta Asya idi. Türkler henüz coğrafya

    bakımından bölünmemişlerdi. Türk boyları arasında kuvvetli kültür bağları bulunuyordu.

    Bu alan, ana hatları ile kuzeyde Yenisey Irmağı çevresinden ve Moğolistan’dan başlayıp

    Doğu Türkistan’ın güney sınırına, doğuda Mançurya’dan başlayıp batıda Aral gölü ve Hazar

    Denizi’ne kadar uzanmaktadır. Eski Türkçe esas olarak 552-745 yılları arasında hüküm

    sürmüş olan Göktürklerin kullandıkları dil ile 745’te Göktürk İmparatorluğunu yıkarak

    onların yerini alan Uygurların diline dayanmaktadır. Bu devreye Köktürk ve Uygur devletleri

    zamanında yazılan eserler girer. Bu bakımdan Eski Türkçede Göktürk ve Uygur olmak üzere

    iki kol bulunmaktadır. Bu devrede Göktürk ve Uygur alfabeleri kullanılmıştır.

  • 12 / 27

    a) Göktürk Devri

    Göktürklerden günümüze gelen dil yadigârları genel olarak “Orhun Abideleri” veya “Göktürk

    Yazıtları” diye adlandırılan, Orhun ve Yenisey yöresindeki çoğunluğu taş üzerine yazılmış

    belgelerdir. Bunlar da 735’te Bilge Kağan, 732’de Kül Tigin ve 725’te Tonyukuk adına

    dikilmiş mezar taşı niteliğindeki üç büyük anıtla, Yenisey yöresindeki VII. yüzyıla ait olduğu

    sanılan ve daha küçük boyuttaki birçok anıttan meydana gelmektedir.

    Göktürkler doğuda ve batıda bulunan komşuları ile siyasi, iktisadi ve ticari birtakım ilişkilerde

    bulunup çeşitli alışverişler yaptıklarından zaman zaman yabancı etkiler altında kalmışlardır.

    Bu ilişkilerin doğal sonucu olarak dile bazı yabancı ögeler girmiştir. Ancak dile giren bu

    ögeler bazı unvan ve isimler, devlet yönetimine ait kelimeler olup dile tam olarak

    yerleşmemiş; her zaman bir yabancı unsur olarak kalmıştır. Bu yüzden Göktürkçe, Türk dili

    tarihinin metinlerle izlenebilen devirleri içerisinde, ses ve şekil bilgisi özellikleriyle olduğu

    kadar, kelime hazinesi bakımından da en saf ve duru bir dönem olarak kalmıştır.

    Doğu Köktürklerin tarihinden bahseden bu yazıtlar, taşlar üzerine yazdırılarak Moğolistan’ın

    kuzeydoğusunda Orhun Irmağı’nın eski yatağına dikildikleri için Orhun Abideleri diye de

    adlandırılırlar. Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin olan bu kitabeler,

    Türk tarih ve edebiyatının ilk yazılı belgeleri olarak büyük önem taşır.

    İrili ufaklı taşlar üzerinde yazılan bu yazıtlar dil, edebiyat ve kültür tarihi bakımından büyük

    öneme sahiptir. Bunlarda Türk milletinin Çinlilere karşı yaptıkları İstiklal Savaşı ve Bilge

    Kağan’ın kardeşi Kül Tigin ile birlikle millî bütünlüğü sağlamak için verdikleri mücadele ve

    birlikte yaşama arzusu anlatılmaktadır. İşlenmiş güzel bir dille yazılan abideler çok kuvvetli

    bir hitabet üslubuyla yazılmış olup Türkçenin zengin bir edebiyat dili olduğunu

    göstermektedir.

    Türk medeniyetinin, Türk kültürünün büyük belgeleri olan Orhun Kitabeleri’nde, devletle

    milletin karşılıklı olarak görevleri dile getirilmekte, Türk sosyal hayatının bir tablosu

    çizilmektedir.

    Anıtların en büyükleri ve en önemlileri Tonyukuk, Bilge Kağan ve Kül Tigin anıtlarıdır.

  • 13 / 27

    Tonyukuk Anıtı: Göktürklerin dört kağanına vezirlik yapmış olan büyük Türk devlet adamı

    ve başkumandan Tonyukuk tarafından bizzat diktirilmiştir. Tonyukuk bu anıtı ihtiyarlık

    döneminde, ölümünden kısa bir süre önce 720-725 yılları arasında yazdırmıştır.

    Kül Tigin Anıtı: Doğu Göktürklerini elli yıl süren Çin esaretinden kurtaran Kutluğ Kağan

    veya ikinci adıyla İlteriş Kağan’ın küçük oğlu Kül Tigin adına diktirilmiştir. Kül Tigin 731’de

    ölünce ağabeyi Bilge Kağan, kardeşinin ölümünden duyduğu derin teessürün ebedî bir ifadesi

    olarak 732 yılında onun adına bu abideyi diktirmiştir.

    Bilge Kağan Anıtı: Bilge Kağan 734 yılında ölünce ölümünden bir yıl sonra 735’te kendi

    oğlu tarafından diktirilmiştir.

    Bu yazıtlar Göktürk harfleriyle yazılmıştır. Göktürk yazısı Türklerin bulduğu bir yazı olup en

    eski Türk yazısı olarak günümüze kadar gelmiştir. Daha çok taş ve tahta üzerine oymaya

    mahsus olup sağdan sola veya yukarıdan aşağıya doğru yazılmaktadır. Göktürk alfabesi 38

    harften oluşmaktadır. Bunlardan 4’ü ünlü, 31’i ünsüz, 3’ü de çift ünsüz sesler için

    kullanılmaktadır.

    Bu kitabelerin yazısı Danimarkalı bilgin Thomsen tarafından 1893 yılında okunmuştur. Önce

    tengri, Türk ve Kül Tigin kelimelerini çözen Thomsen, sonra bütün kitabeleri okumuş ve

    1896 yılında da anıtları yayımlamıştır.

    KÜL TİGİN ABİDESİ

    I

    Güney Cephesi

    Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamıyla işit.

    Bilhassa küçük kardeş yeğenim, oğlum, bütün soyum, milletim, güneydeki Şadapıt beyleri,

    kuzeydeki tarkat, buyruk beyleri, Otuz Tatar... Dokuz Oğuz beyleri, milleti! Bu sözümü iyice

    işit, adamakıllı dinle:

    Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına

    kadar, onun içindeki millet hep bana tabidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü

    değildir. Türk kağanı, Ötüken Ormanı’nda otursa ilde sıkıntı yoktur.

  • 14 / 27

    Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla

    aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaşıp konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman

    düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa kabilesi, milleti,

    akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok Türk

    milleti öldün; Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay Ormanı’na, Tögültün Ovası’na

    konayım dersen Türk milleti öleceksin!

    Orada kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle

    öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına gidip çok sayıda öldün! O yere doğru

    gidersen Türk milleti, öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir

    sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın.

    Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı

    düşünmezsin. Öyle olduğun için beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep

    orada mahvoldun, yok edildin. Orada, geri kalanınla her yere hep zayıflayarak ölerek

    yürüyordun. Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için kağan (olarak tahta)

    oturdum. Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti

    çok kıldım. Yoksa bu sözümde yalan var mı?

    Türk beyleri, milleti, bunu işitin! Türk milletini toplayıp il tutacağını burada vurdum. Yan ilip

    öleceğini yine burada vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin.

    Şimdiki Türk milleti, beyleri, bu zamanda itaat eden beyler olarak mı yanılacaksınız?

    II

    Doğu Cephesi

    Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun

    üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini

    tutuvermiş, düzenleyivermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki

    milleti hep almış, hep tabi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğuda

    Kadırkan Ormanı’na kadar, batıda Demir Kapı’ya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek

    teşkilatsız Gök Türk öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku yine

    bilgili imiş tabii, cesur imiş tabii. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş

    tabii. İli tutup töreyi düzenlenmiş. Kendisi öylece vefat etmiş.

  • 15 / 27

    Ondan sonra küçük kardeşi kağan olmuş tabii, oğulları kağan olmuş tabii. Ondan sonra küçük

    kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, oğlu babası gibi kılınmamış olacak. Bilgisiz

    kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruku da bilgisizmiş tabiî, kötü imiş tabiî.

    Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı

    olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı

    çekiştirttiği için,.Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını

    kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evlâdı kul oldu, hanımlık kız evlâdı cariye oldu.

    Türk beyler Türk adım bıraktı. Çinli beyler Çin adım tutup, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl

    işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli kağana kadar ordu sevk edi vermiş. Batıda

    Demir Kapı’ya kadar ordu sevk edivermiş. Çin kağanının ilini, töresini alıvermiş.

    Türk halk kitlesi şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum der imiş.

    Kağanlı millet idim, kağanım hani, ne kağana işi gücü veriyorum der imiş. Öyle diyip Çin

    kağanına düşman olmuş. Düşman olup kendisini tanzim ve tertip edemediğinden yine teslim

    olmuş. Bunca işi gücü verdiğini düşünmeden, Türk milletini öldüreyim, kökünü kurutayım

    der imiş. Yok olmaya gidiyormuş.

    Yukarıda Türk tanrısı, Türk mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın

    diye, millet olsun diye babam İlteriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup

    yukarı kaldırmış olacak. Babam kağan on yedi erle dışarı çıkmış. Dışarı yürüyor diye ses

    işitip şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş, toplanıp yetmiş er olmuş. Tanrı kuvvet verdiği

    için babam kağanın askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş. Doğuya, batıya asker sevk

    edip toplamış yığmış. Hepsi yedi yüz er olmuş.

    Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk

    töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince orda tanzim etmiş. Yabguyu, şadı orda vermiş.

    Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini

    töreni kim bozabilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı,

    beslenmiş olan bilgili kağanınla, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hâle

    soktun.

    Silahlı nereden gelip dağıtarak gönderdi? Mızraklı nereden gelerek sürüp gönderdi. Mukaddes

    Ötüken Ormanı’nın milleti gittin. Doğuya giden, gittin. Batıya giden, gittin. Gittiğin yerde

    hayrın şu olmalı: Kanın su gibi koştu, kemiğin dağ gibi yattı. Beylik erkek evladın kul oldu,

  • 16 / 27

    hanımlık kız evladın cariye oldu. Bilmediğin için kötülüğün yüzünden amcam kağan uçup

    gitti.

    Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul s.73.

    Yukarıdaki metin, Kül Tigin Kitabesi’nden alınmıştır. Kül Tigin Kitabesi, Bilge Kağan

    tarafından yazdırılıp diktirilmiştir. Buradaki sözler Bilge Kağan’ın sözleridir. Yazıtta ülkeyi

    felaketten korumak için millete yapılan öğütler yer almakta, Türk milletinin bağımsızlığa

    karşı duyduğu sevgi dile getirilmektedir. Ayrıca iyi bir kağanda bulunması gereken nitelikler

    sıralanmaktadır. Metinde, geçmişte Çin oyunlarına ve hilelerine aldanan Türk halkının nasıl

    dağılıp yok olduğu ve İlteriş Kağan’ın Türkleri esaretten nasıl kurtardığı da anlatılmaktadır.

    Okuduğunuz metindeki tüm duygu ve düşünceler, hiçbir yabancı kelime kullanılmadan,

    yalnızca Türkçe kelimelerle anlatılmıştır. Ayrıca cümlelerin yerine göre uzun, yerine göre

    kısa oluşları ve tarihî olayların anlatıldığı kısımlarda yalın ve kuru, felaketlerin anlatıldığı

    bölümlerde ise lirik ve duygusal anlatımların yer alması; Türkçenin her türlü konuyu

    rahatlıkla ifade imkânına ve zengin bir anlatım gücüne sahip olduğunu göstermektedir.

    Anıtlar üzerine yazılan yazılara “yazıt” denir. Yazıtlarda genellikle hükümdarların ve devlet

    büyüklerinin yaptıkları işler anlatılır. Bu anıtlar, genellikle bir övgü niteliği taşımaktadırlar.

    Ancak burada boş övünmelere yer verilmemiş, tarihî olaylar hiç değiştirilmeden açık ve

    samimi bir dille anlatılmıştır.

    Biz bu anıtlar sayesinde yalnızca tarihi olaylar hakkında değil, atalarımızın toplum düzenleri,

    inançları ve dinleri hakkında da bilgi sahibi olmaktayız.

    b) Uygur Devri

    Türk dilinin Göktürk Yazıtları’ndan sonraki yazılı ürünleri, Uygur yazısı ile meydana

    getirilmiştir. Uygur yazısı, Türkler arasında IX. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır.

    Uygur Türkleri, Göktürklerin millî yazılarını ve dinlerini bırakarak İranlılarla akraba bir

    kavim olan Soğdların yazısını almışlar ve geliştirmişlerdir. Uygur yazısı denilen bu yazıyla da

    daha geniş bir yazı dili meydana getirmişlerdir.

  • 17 / 27

    İslamiyet öncesi Türk tarihinin en parlak dönemi Uygurlar dönemidir. Uygurlar, kâğıdı ve

    matbaayı kullanarak kültür hayatına bir hareketlilik ve canlılık getirmişlerdir. Göktürklere

    oranla daha çok kavim ve dinle temasta bulunmuşlar; onlarla kurdukları kültürel ilişkiler

    dolayısıyla Maniheizm ve Budizm gibi birçok dini benimsemişlerdir. Bu dinlere ait yazı ve

    terimleri de alıp kullanmışlardır. Bu yüzden Uygur Türkçesi ile meydana getirilen edebî

    eserler, dinî nitelikli olup daha çok tercümeye dayanmaktadır. Uygurlardan kalma metinlerin

    büyük bir kısmı, çoğunluğu Budizme ait olmak üzere, dinî metinlerdir. Bu dinî metinlerde,

    doğal olarak o dine ait esaslar anlatılmaktadır.

    Uygurların meydana getirdikleri edebiyat; ruh, muhteva, biçim, dil ve üslup bakımından

    Göktürk Yazıtları’ndaki arı Türk edebiyatına göre yeni bir karakter taşır.

    SEKİZ YÜKMEK

    Yine bir gün ulular ulusu, hikmet bilgisine sahip olan tanrılar tanrısı Buda, Vaişali adlı kanun

    ve töre şehrinde, geniş bir sarayda, Budalar ülkesinden gelmiş pek çok Buda adayına vaaz

    veriyordu. O zaman, cemaat arasında bulunan bir Buda adayı, oturduğu yerden kalkıp, sağ

    omzunun elbisesini bir taraftan açıp, diz çöküp, elini kavuşturup, tanrılar tanrısı Buda’ya

    şöyle arzda bulundu:

    Efendim, Çambudivip adı verilen bu dünyadaki canlılar, başlangıçtan beri sayısız âlemlerden

    geçerek, bugüne değin, nesilden nesile durmadan, doğmak ve ölmek suretiyle, sürekli olarak

    gelip geçiyorlar. Fakat bütün bu canlılar içinde akıllı, bilgili olanlar az; cahiller çok. İç

    cevhere, şeriata (dinin kurallarına) inanan canlılar az; şeytana ve büyücüye tapanlar çok.

    Temiz inançlı kişiler az, inancı bozuk kimseler çok. İyiliğe gayret eden kişiler az, kötülüğe

    acele eden ihmalkâr kişiler çok. Uzun ömürlü kişiler az, vakitsiz ölen kişiler çok. Ede (dinî

    düşünceye) dalan, geniş düşünceli kişiler az; dağınık gönüllü, yanlış düşünceli kişiler çok

    efendim. Hâli vakti yerinde olan kimseler az, yoksul kişiler çok. Asil, yumuşak huylu, halim

    selim kimseler az; sert, kaba, haşin canlılar çok. Dürüst kişiler az, hileci kişiler çok. Tam

    bilgili, dünya malına değer vermeyen kimseler az; hiçbir şey bilmeyen, her şeyi isteyen kişiler

    çok. Onun için bu dünyadaki canlılar saadetten yoksun, bedbahttırlar efendim.

    Saadet Çağatay, Türk Lehçeleri Örnekleri, Ankara: 1977, s. 24-25. (Metin Türkçeye

    çevrilerek alınmıştır.)

  • 18 / 27

    Yukarıdaki metin, Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın/Sekiz Tomar) adı verilen öğretici bir kitaptan

    alınmıştır. Bu kitap, Uygurlar arasında çok rağbet görmüş bir eserdir. Çinceden tercüme

    edilmiştir. Budizme ait dinî, ahlaki bilgileri içermektedir.

    Kısa cümleleri, açık ve yalın ifadesi ile dikkate değer bir ifadesi vardır. Eserde, Bodisatva adı

    verilen din adamları, hayatın anlamı hakkında Buda’ya bazı sorular sorarlar. Buda da onlara

    bu konuda cevaplar verir. Yukarıda okuduğunuz kısımda da bir Bodisatva’nın Buda’ya

    yönelttiği sorulardan bir kısmı alınmıştır.

    Budizme göre kainatta tek bir varlık vardır. Bu varlık çemberi, biçimden biçime girerek

    durmadan değişmektedir. İnsanların huzur ve sükûna kavuşmaları için isteklerinden

    sıyrılmaları gerekir. Ancak isteklerinden kurtulan insan mutluluğa ve huzura erişebilir.

    1.1.5. Orta Türkçe Devresi

    Orta Asya’da gelişme gösteren Türk yazı dilinin XI-XIV. yüzyıllar arasındaki dönemine

    “Orta Türkçe” denir. Orta Türkçe devresine Karahanlılar zamanında yazılan eserler ile

    Harizm Türkçesi ile yazılan eserler girer. Karahanlılar zamanından kalan en önemli eserler

    Kutadgu Bilig, Divanu Lugati’t-Türk ve ve Atebetü’l-Hakayık’tır. Bazı dilciler, bu devreyi de

    Eski Türkçe devresi içine katmaktadır.

    Bu dönemde, bütün Türk boyları aynı dili kullandığından kullanılan Türkçe, “Müşterek Orta

    Asya Türkçesi” diye de adlandırılmaktadır. Bu dönemde, yeni Türk şivelerinin teşekkül etmiş

    olduğu anlaşılmakla birlikte, yazı dili olarak henüz bir dil kullanılmaktadır ve bu da Hakaniye

    (Karahanlı) Türkçesi olarak kabul edilmektedir. Ancak XI. yüzyılda oluşmaya başlayan bu

    şiveler, Türk milletinin batıya doğru göçleri ve farklı coğrafi bölgelere yayılmalarıyla XIII.

    yüzyıldan itibaren belirli şive farkları gösteren yazı dilleri hâlinde oluşmaya başlamıştır. Doğu

    Türkçesi, Batı Türkçesi, Kuzey Türkçesi ve Güney Türkçesi adları ile sınırlandırılan şiveler,

    az çok farklı özellikler taşımakla birlikte, esas olarak Karahanlı Türkçesine dayanmakta ve

    onun kelime hazinesini paylaşmaktadır.

    a) Karahanlı Türkçesi

    X. yüzyılda Türklerin İslamiyet’i kabul etmesiyle Türk devletleri, yavaş yavaş eski kültür

    sahalarından ayrılıp yeni bir kültür alanına girdiler. Böylece Türkçenin Eski Türkçe denen

  • 19 / 27

    İslamiyet’ten önceki dönemi kapanarak XI. yüzyıldan itibaren İslam kültür ve medeniyeti

    altında gelişme gösteren yeni bir dönemi başladı.

    940 yılında Karahanlı Hükümdarı Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın İslamiyet’i resmen devlet

    dini olarak kabul etmesiyle ilk Müslüman Türk devleti kurulmuş oldu. Karahanlılar önce

    Kaşgar ve Maveraünnehir şehirlerini ele geçirerek Türkçeleştirdiler. Böylece bu devletin

    sınırları içerisinde, Eski Türkçe yazı dilinden gelişen ve Hakaniye Türkçesi veya Karahanlı

    Türkçesi diye adlandırılan yazı dili ile İslami bir Türk edebiyatı oluşmaya başladı.

    Karahanlılar doğudaki Uygur hanlığına komşu idiler ve eski Burkancılığa bağlı kalan bu

    Uygurlarla din farkı yüzünden aralarında zaman zaman mücadeleler olmaktaydı. Ancak

    onlarla aynı dili konuşmaktaydılar. Ayrıca İslamiyet ile yeni bir kültür dairesine girmekle

    beraber, eski kültür izlerini de devam ettirmekteydiler. Bu bakımdan Karahanlı edebî dili,

    Uygur yazı dili geleneğinin İslam kültürü ile beslenmesinden meydana gelmiş bir yazı dili

    karakteri taşımaktaydı.

    Karahanlı yazı dilinden kalmış fazla eser olmamakla birlikte, eldeki eserler bu dönemin dilini

    yeteri kadar aydınlatabilecek niteliktedir. Bu devirden bize kadar ulaşabilen eserler Kutadgu

    Bilig, Atebetü’l-Hakayık, Divanu Lugati’t-Türk ve Kur’an Tercümeleri gibi eserlerdir. Bu

    eserlerde Karahanlı Türkçesi, yüksek bir anlatım gücüne kavuşmuş bir yazı dili olarak

    karşımıza çıkmaktadır. Gerçi Divanu Lugati’t-Türk Arapça olarak yazılmıştı, ama bu da yine

    Türk dilinin o devir Orta Asya’sında kazanmış olduğu yüksek değeri ortaya koymaktadır.

    Çünkü Kaşgarlı Mahmut, eserini Türk milletinin yüceliğini anlatmak, Türk dilinin Arapçadan

    geri olmadığını göstermek ve Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla Arapça yazmıştır.

    b) Harizm Türkçesi

    XI. yüzyıl ve sonrası, Orta Asya’daki Türk boyları için sürekli bir göç devri oldu. Bu Türk

    yayılma harekâtının önemli yönlerinden birini de Harizm bölgesi oluşturmaktaydı.

    Harizm, bir Doğu İran kavminin adı iken sonradan bu kavinin yaşamış olduğu Amuderya

    (Ceyhun) Irmağı’nın aşağı yatağının sağında ve solunda bulunan bölge için bir yer adı olarak

    kullanılmış ve buralarda yaşayan halka da Harizmî adı verilmiştir.

  • 20 / 27

    Harizmlilerin XI. yüzyılda ayrı bir dil konuştukları ve bu dili XIII. yüzyıla kadar korudukları,

    tarihî kaynaklarda verilen bilgilerden anlaşılmaktadır. Yapılan araştırmalar, yalnızca konuşma

    seviyesinde kalmayıp edebî bir dil özelliği de taşıyan Harizmcenin bir Doğu İran dili

    olduğunu ortaya çıkarmıştır.

    1017 yılında Gazneli Mahmud tarafından fethedilen Harizm’in yönetimi 1041 yılından

    itibaren Kıpçak ve Kanglı isimli Türk boylarından olan kumandanların eline geçti. Böylece

    bir süreden beri, bu bölgeye yerleşen Türkmen ve Oğuzların yanı sıra, Kıpçak ve Kanglıların

    da yerleşmesiyle bölgenin etnik yapısı içinde Türk unsurların oranı gittikçe arttı. Nihayet

    Çağrı Bey’in Harizm’e girmesinden sonra, ülkeyi Selçuklular adına yöneten Anuş Tegin ve

    Ekinci b. Koçkar zamanlarında Türkleşme faaliyeti tamamlandı. Burada Karahanlı Türkçesine

    dayalı, fakat Kıpçak, Kanglı, Türkmen ve Oğuz şiveleri etkisinde gelişme gösteren bir Harizm

    Türkçesi oluştu. Bu dil, Gazneliler ve Selçuklularda olduğu gibi, yalnız saray ve ordu

    çevresinde kalmayıp hem halkın konuşma dili hem de aydın zümrenin yazı ve edebiyat dili

    olarak önem kazandı.

    Komşu bozkırlardaki Kıpçak, Oğuz ve Öteki Türk boylarının sürekli Harizm’e gelip yerleşik

    hayata geçmelerinin bir sonucu olarak Türk dilinin doğu kolunu meydana getiren Karahanlı

    Türkçesi, güneybatı kolunu teşkil eden Oğuz Türkçesi, kuzeybatı kolunu oluşturan Kıpçak

    Türkçesi Harizm bölgesinde birbiriyle iyice karışıp kaynaştılar. Böylece halkın etnik yapısı

    gibi, dili de karma bir şekil aldı. Ancak Eski Uygurcanın devamı sayılan ve Müşterek Orta

    Asya Türkçesinin esasını oluşturan Karahanlı Türkçesi, Harizm’de yeni oluşan Türk şivesi

    üzerinde, gerek yazım gerekse kelime kadrosu açısından etkisini devam ettirdi. Fakat

    Harizm’e gelip yerleşen Kıpçak, Oğuz ve öteki Türk boylarının ağızlarından alınan unsurlarla

    Harizm Türkçesi, özellikle söz varlığı ve şekil yapısı yönünden, farklı bir yapı kazandı. Çeşitli

    Türk şivelerinden alınan bu unsurlar Harizm Türkçesinin belli başlı dil özelliklerini

    oluştururlar.

    XIII. yüzyılda Harizm ve Aşağı Sırderya bölgelerinde görülen kültür faaliyetleri, Harizm’den

    birçok âlim, şair ve yazarın Altın Orda topraklarına göç etmesi sebebiyle, XIV. yüzyılda Altın

    Orda’nın Saray ve Kırım şehirlerinde de kendini gösterdi. Böylece Harizm’deki Türk yazı

    dili, Altın Orda alanına da yayılmış oldu. Bu bakımdan Harizm-Altın Orda sahası, aynı yazı

    dilinin gelişme gösterdiği bir alan olarak değerlendirilmektedir.

  • 21 / 27

    Karahanlıcadan Çağataycaya bir geçiş devresi olarak dil tarihi açısından büyük önem taşıyan

    Harizm Türkçesi, XII. yüzyıldan başlayarak özellikle XIII ve XIV. yüzyıllarda Batı

    Türkistan’da kurulup gelişmiş olan yazı dilidir.

    Edebî gelenek bakımından Karahanlı Türkçesine dayanan bu yazı dili ile pek çok eser

    meydana getirilmiştir. Anonim Kuran Tefsiri, Kısasü’l-Enbiya (Peygamberlerin Kıssaları),

    Revnaku’l-İslâm (İslâm’ın Parlaklığı), Nehcü’l-Feradis (Cennetlerin Açık Yolu) gibi eserler

    bunlardan bazılarıdır.

    1.1.6. Yeni Türkçe Devresi

    Türk yazı dilinin XIII. yüzyıldan XIX. yüzyıl sonuna kadar gelişme gösteren dönemine Yeni

    Türkçe Devresi adı verilir. Bu devre, Türklerin Orta Asya’dan batıya doğru göç etmeleriyle

    oluşan lehçelerin birer yazı dili olarak geliştiği devredir.

    Bu dönem, Orta Türkçe döneminde farklı dil özelliklerine sahip birer yazı dili olarak teşekkül

    eden şivelerin edebiyat dili olarak gelişme kaydettikleri bir dönem olarak

    değerlendirilmektedir. Gramer yapısı bakımından belli farklar varsa da bu dönemi Orta

    Türkçe döneminden kesin çizgilerle ayırabilmek güçtür. Bununla birlikte Türk dilinin dış

    etkilere çokça maruz kalıp büyük değişikliklere uğradığı zamanlar bu döneme dâhil edilebilir.

    Bu devrede Türkçe Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi olmak üzere ikiye ayrılmıştır.

    a) Doğu Türkçesi

    Orta Asya’dan göç etmeyip Hazar Denizi’nin doğusunda yaşayan Türklerin geliştirdiği yazı

    dilidir. Burada yaşayan Türkler, Eski Türkçeyi fazla değiştirmeden kullanmaya devam ettiler.

    İşte Eski Türkçenin XIII. yüzyıldan sonra gelişme gösteren bu yeni şekline, batıya göç eden

    Türklere göre doğuda kaldığı için Doğu Türkçesi veya Kuzeydoğu Türkçesi adı verilir. Doğu

    Türkçesi Çağatay Türkçesi olarak da adlandırılmaktadır.

    Karahanlı (Hakaniye) Türkçesinin ve Harizm-Altın Orda Türkçesinin devamı olarak Çağatay,

    İlhanlı ve Altın Orda devletlerinin kültür merkezlerinde XIII- XV. yüzyıllar arasında gelişme

    gösteren ve Timurlular döneminde (1405- 1506) İslam medeniyetinin tesiri altında zengin bir

    edebiyat meydana getiren Türk yazı diline Çağatay Türkçesi adı verilmektedir. Ayrıca bu yazı

    dili; Orta Asya’dan batıya doğru göç edenlere nazaran, doğuda kalan Türk boylarının konuşup

  • 22 / 27

    yazdıkları dil olduğu için Doğu Türkçesi, hatta Ali Şir Nevai ile klasik bir nitelik

    kazanmasından dolayı “Nevai Dili” olarak da isimlendirilmiştir.

    Çağatay ismi, Cengiz Han’ın ikinci oğlu Çağatay’a nispetle kullanılan bir adlandırmadır.

    Önceleri Çağatay Han’ın sülalesi ve bu sülale tarafından kurulan devletin adı olarak

    kullanıldığı hâlde, sonradan Maveraünnehir’deki Türk unsurları, Timurlular zamanında

    gelişen edebî Türk dili ve bu dilde meydana getirilen edebiyat için de Çağatay adı

    kullanılmıştır.

    Çağatay dili, Karahanlı ve Uygur yazı diline dayanmakla birlikte, bu edebî dilin oluşmasında

    Moğol istilasından sonra, Orta Asya’daki mahallî şivelerin karışmasının da önemli rolü

    olmuştur. Ayrıca bu oluşumda İslam kültürü ile Fars edebî dilinin de tesiri bulunduğu

    muhakkaktır. Farsçanın Orta Asya Türk devletlerinde resmî dil olarak hüküm sürmesinde ve

    klasik Fars edebiyatının gelişmesinde Türk devletlerinin yöneticilerinin yardımları bu durumu

    açıkça ortaya koymaktadır.

    Çağatay edebî dilinin başlangıcı ve devreleri konusunda görüş birliği bulunmamakla birlikte,

    genel olarak Çağatay Türkçesinin gelişme devreleri;

    a) İlk Çağatayca (Klasik öncesi, XV. yüzyıl başlarından Nevai’nin 1465’te ilk divanını

    tertibine kadar),

    b) Klasik Çağatayca (1465-1600),

    c) Klasik sonrası (1600-1920) olmak üzere üç safhada değerlendirilmektedir.

    Cengiz’in ölümünden sonra (1277), imparatorluk toprakları oğulları arasında pay edildi.

    Horasan ve Maveraünnehir bölgesi, Cengiz’in ikinci oğlu Çağatay’ın yönetiminde kaldı. Bu

    sahada kurulan Çağatay Devleti, XV. yüzyıldan itibaren Timurluların idaresinde siyasi ve

    kültürel açıdan büyük bir gelişme kaydetti. Semerkant, Herat, Merv, Belh gibi şehirler önemli

    birer kültür merkezi hâline getirildi ve Çağatay dili de bu merkezlerde büyük ilerleme sağladı.

    XVII. yüzyıldan sonra Orta Asya Türklüğü, siyasi ve iktisadi bakımdan olduğu kadar kültürel

    bakımdan da gerilemeye başladı. Böylece Çağatay dili de eski etkinliğini kaybetti ve XIX.

    yüzyıla gelinceye kadar geniş bir coğrafi sahada konuşma ve yazı dili olarak kullanılmakla

    birlikte, edebiyatta eskisi kadar güçlü şahsiyetler yetişmedi. XIX. yüzyıla gelindiğinde

    Çağatay edebî dilinin bütün gücünü kaybettiği ve XX. yüzyılda da yerini Özbekçeye bıraktığı

    görülmekledir.

  • 23 / 27

    b) Batı Türkçesi

    X. yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan batıya doğru göç eden Türk boyları başlıca iki koldan

    göç etmişlerdir. Bir kol, Hazar Denizi ile Karadeniz’in kuzey kesiminden batıya doğru göç

    etmişlerdir. Bunlar Kuman, Kıpçak boylarıdır. Bu bakımdan bu bölgelerde gelişen yazı diline

    Kıpçak Türkçesi (Kuzeybatı Türkçesi) adı verilmektedir. Kıpçak Türkçesi, XIII-XV. yüzyıllar

    arasında Altınordu ve Mısır, Suriye bölgelerinde kullanılmıştır.

    Kuzeybatı Türkçesi (Kıpçak Türkçesi)

    Daha milattan önceki yüzyıllarda Hunlar ile başlayıp Hazar ve Karadeniz’in kuzeyinden

    Avrupa içlerine kadar uzanan Türk göçleri, milattan sonra da tabaka tabaka devam etmiş ve

    XV. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu gelişmelerin sonucu olarak Kuzeybatı veya Kuzey Türkçesi

    adı verilen lehçeler grubu teşekkül etmiştir. Hazar denizi ile Karadeniz’in kuzey kesiminde

    daha ziyade Kuman ve Kıpçak boyları göç etmekteydi. Bu yüzden bu bölgede gelişen Türk

    yazı dilleri, Kıpçak Türkçesi temeline dayanmaktadır. Onun için Kuzeybatı Türkçesine

    Kıpçak Türkçesi de denilmektedir.

    Müslümanlar tarafından “Kıpçak”, Avrupalılar tarafından “Kuman” diye adlandırılan

    kavimler birliği, sonradan birleşen iki ayrı Türk kavmidir. Kumanlar 1017’de Karahıtayların

    zorlaması ile batıya doğru göç ederek 1050’de Doğu Avrupa’ya yerleşmiş bulunuyorlardı.

    Buradaki varlıklarını 1103 yılındaki Rus yenilgisine kadar sürdürdüler ve bu tarihten sonra

    yerlerini doğudan gelen Kıpçaklara terk ettiler. Böylece buraya gelen Türk boyları, Kıpçak

    adı altında birleşti. Kuman ve Kıpçak adı da aynı halk için kullanılmaya başlandı.

    Kıpçaklar, coğrafi olarak geniş bir alanı işgal ettikleri hâlde, siyasi birlik hâlinde teşkilatlanıp

    bir devlet kuramadılar. Bunda belki de çok dağınık hâlde bulunmalarının rolü olmuştur. Orta

    Asya’dan Tuna boylarına kadar yayılan Kıpçakların yayıldıkları bölgelerdeki hükümranlıkları

    Moğol akınlarıyla son buldu. XIII. yüzyılın ortalarına doğru, bu akınlar Kıpçakların daha da

    yayılıp dağılmalarına sebep oldu. Büyük bir kısmı Macaristan’da olmak üzere Bulgaristan,

    Romanya, Rusya ve Gürcistan’da Hristiyanlık dinini benimseyerek zamanla onların içinde

    eriyerek tamamen kayboldular. Kıpçak adı da “Deşt-i Kıpçak” gibi bir yer ve kabile adı olarak

    kaldı.

    Kuman-Kıpçaklar arasında, zaruret zamanlarında pek çok Kıpçak çocuğunun köle olarak

    satılmasıyla Kıpçaklar, Ön Asya ve Mısır’a da yayıldılar. Bunlar arasından temayüz edip

  • 24 / 27

    kumandanlık ve hükümdarlık mevkilerine yükselenler bile oldu. Ancak buraya gelen Türkler

    sadece bu köklerden ibaret değildi; Türkmenlerden, Altın Orda ve Harizm bölgesinden

    gelenler de vardı. Bu bölgeye gelen Türk boyları, zamanla kuzeyde devam ettiremedikleri

    devlet ve medeniyeti, kendileri için yabancı olan bu diyarda meydana getirdiler.

    Memlüklerde yönetimde Türk hükümdarların bulunması ve hâkimiyetin Türklerde olması

    sebebiyle Türkçeye karşı ilgi arttı. Araplara Türkçe öğretmek maksadıyla bazı eserler

    yazıldığı gibi Arapça, Farsça birçok eser de Türkçeye tercüme edildi ve Kıpçak Türkçesiyle

    pek çok eser meydana getirildi.

    Yerleşik bir devlet ve medeniyet kuramayan Kıpçaklardan kalma tek eser, iki yabancı millete

    mensup şahıs tarafından tertip edilen ve sonradan bir araya getirilen iki defterden oluşan

    Codex Cumanicus’tur.

    Anonim bir eser olan Codex Cumanicus’un İtalyan tüccarlar ve Franziskan tarikatına mensup

    rahipler tarafından kaleme alındığı tahmin edilmektedir. Ayrıca eserin yazıldığı yer ve zaman

    da belli değildir. İki defterden oluşan eserin birinci kısmına İtalyan kısmı, ikinci kısmına da

    Alman kısmı denilmektedir. İtalyan kısmında biri alfabe sırasında, öteki konularına göre

    yapılmış iki sözlük yer almaktadır. Kelimeler Latince, Farsça ve Kıpçakça olmak üzere üç

    sütun hâlinde tertip edilmiştir. Alman kısmı ise Almanca- Kıpçakça, Latince-Kıpçakça

    sözlüklerden oluşmaktadır. Birinci kısım kadar tertip ve düzenli değildir. Bu bölümde dinî

    metinler, atasözleri ve bilmeceler de yer almaktadır.

    Codex Cumanicus dışında Kıpçak Türkçesiyle meydana getirilen eserlerin büyük bir kısmını,

    Memluk Kıpçakçasıyla yazılan eserler oluşturmaktadır. Suriye ve Mısır gibi Memluk

    hâkimiyetinin söz konusu olduğu bölgelerde ortaya konan bu eserler, öncelikle Arapça

    konuşan yerli halka hâkim unsurun dili olan Türkçeyi öğretmek üzere kaleme alınan sözlük ve

    gramer kitaplarıdır. Sonradan dinî konulu olanlar, atıcılık, okçuluk, atçılık vb. askerlikle ilgili

    bulunanlar ve edebî nitelikli eserler de yazılmıştır. Bu şive, bir yandan Memluk Kıpçakçası

    olarak eserlerini verirken diğer yandan da XV. yüzyılın ilk yıllarından itibaren

    Oğuzcalaşmaya başlamış; nihayet aynı yüzyılın sonunda bu karma dil de bırakılarak Mısır’ın

    Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle birlikte tamamen kaybolmuştur.

  • 25 / 27

    Batı Türkçesi (Güneybatı Türkçesi, Oğuz Türkçesi)

    Batıya yapılan göçlerin ikinci kolunu ise Hazar Denizi’nin güneyinden batıya uzanan Türk

    boyları oluşturmaktadır. Bunlar Oğuz boylarıdır. XI-XIII. yüzyıllar arasını kapsayan bu göçler

    ile Oğuzlar İran, Azerbaycan, Irak, Suriye, Anadolu, Adalar ve Rumeli bölgelerine gelip

    yerleşmişlerdir. Bunun sonucu olarak da Türkçenin Batı Türkçesi (Güneybatı Türkçesi)

    denen kolu oluşmuştur. Bu kol içerisinde Türkiye Türkçesi, Azeri Türkçesi, Türkmen

    Türkçesi, Horasan Türkçesi, Gagavuz Türkçesi ve Güney Kırım Türkçesi yer almaktadır.

    Temelini Oğuz lehçesinin oluşturduğu bu yazı dili, XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu ve

    Rumeli bölgesinde kurulmuş olup günümüze kadar uzanmakta; bugün de varlığını devam

    ettirmektedir.

    Anadolu’da gelişen bu yazı dili iç ve dış gelişmesi ve tarihî dönemleri bakımından üç devreye

    ayrılır:

    Eski Anadolu Türkçesi: Batı Türkçesinin Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan sonra

    XIII-XV. yüzyıllar arasında gelişme kaydeden ilk dönemidir. Eski Anadolu Türkçesi içerisine

    Anadolu Selçukluları, Beylikler dönemi ve Osmanlıların ilk dönemlerinde yazılan eserler

    girer. Yukarıda okuduğumuz Dede Korkut Hikâyeleri bu döneme ait eserler arasındadır.

    Osmanlı Türkçesi: XV. yüzyıldan başlayıp XX. yüzyıl başlarına kadar devam eden ve

    Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde gelişme gösteren dönemdir. Bu dönemde Türkçe

    içerisinde pek çok Arapça ve Farsça kelime ve tamlama kullanılmış, temiz ve sade Türkçeden

    biraz uzaklaşılmıştır.

    Türkiye Türkçesi: Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde konuşma ve yazı dili olarak

    kullanılan Türkçedir. 1908’den sonra başlayıp hâlen devam etmekte olan devredir.

    II. Meşrutiyet’ten sonra dilde ve kültürde bir millîleşme hareketi başladı. Bu hareket önce

    dilde ve edebiyatta kendini gösterdi. 1911’de Selanik’te Genç Kalemler dergisi etrafında bir

    araya gelen Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin ve arkadaşları “Yeni Lisan”

    hareketini başlattılar. Millî bir edebiyatın ancak millî bir dil ile meydana getirilebileceğini

    ileri sürdüler. İlk defa “millî edebiyat” terimini kullanarak böyle bir edebiyat meydana

    getirme görevini üstlendiler. Yeni Lisan hareketi, dili Osmanlı Türkçesinin bütün Arapça ve

    Farsça kurallarından arındırıp İstanbul Türkçesine dayalı yeni bir yazı dili oluşturma hedefine

  • 26 / 27

    yönelikti. Bu sebeple kısa zamanda benimsenip yaygınlaştı. Böylece II. Meşrutiyet’ten

    Cumhuriyet’e uzanan devrede Millî Edebiyat akımına bağlı olarak Türkçecilik hareketi

    sistemli bir şekilde ele alındı.

    Özleştirme ve dili sadeleştirme çabaları Cumhuriyet’ten sonra da aynı şekilde devam etti.

    Atatürk’ün başlattığı devrimlerden en önemlisi olan Dil Devrimi, Türkçenin öz benliğine

    kavuşmasında önemli bir rol oynadı. Bu yöndeki çalışmalar, genellikle Türk Dil Kurumunun

    öncülüğünde yürütüldü.

    Irak, Suriye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Sırbistan

    ve Bosna’da yaşayan Türklerle Avrupa’ya, Amerika’ya, Avustralya’ya, Arap ülkelerine göç

    etmiş olan Türkler Türkiye Türkçesi yazı dilini kullanırlar.

    1.1.7. Modern Türk Yazı Dilleri Devresi

    Türkçe başlangıçtan XIII. yüzyıla kadar tek yazı dili hâlinde devam etmiştir. Köktürk, Uygur

    ve Karahanlı Türkçeleri bu yazı dilinin farklı zamanlarda aldığı isimlerdir. Türk dili XIII.

    yüzyıldan sonra Doğu Türkçesi (Kuzeydoğu Türkçesi) ve Batı Türkçesi (Kuzeybatı Türkçesi,

    Güneybatı Türkçesi) olmak üzere başlıca iki alanda gelişme gösterdi.

    Batı Türkçesi XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu ve Rumeli topraklarında büyük bir gelişme

    kaydetti ve Türkçenin en büyük yazı dili oldu. Bu yazı dili, XIX. yüzyıldan itibaren bir

    sadeleşme sürecine girdi. Bu sadeleşme, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra daha da

    hızlandı. Sonra da Türkiye Türkçesi diye adlandırdığımız ve bugün kullandığımız yazı dili

    hâline geldi.

    Doğu Türkçesi aynı biçimde varlığını sürdüremedi. Çünkü Doğu Türkçesini kullanan Orta

    Asya Türklüğü, XVII. yüzyıldan itibaren gerilemeye başladı. XIX. yüzyılın sonlarında Doğu

    Türkçesinin kullanıldığı Türk yurtları, Rus ve Çin yönetimi altına girdi. Rusların uyguladığı

    siyaset sonucunda Doğu Türkçesi ortak yazı dili olmaktan çıktı. Özellikle 1917’den sonra

    Türkçe konuşan her boyun ağzı, bir yazı dili hâline getirilmeye çalışıldı. Böylece 20 tane yazı

    dili ortaya çıkarıldı. Yani bugün mevcut Türk yazı dillerinin birçoğu, dil farklılıklarından

    değil; birtakım sosyal, siyasal gelişmelerin, dayatmaların sonucu orataya çıkmıştır.

    Bugünkü modern Türk yazı dilleri şunlardır:

  • 27 / 27

    Azerbaycan Türkçesi,

    Türkmen Türkçesi,

    Gagavuz Türkçesi,

    Kırım Tatar Türkçesi,

    Kazan Tatar Türkçesi,

    Başkurt Türkçesi,

    Nogay Türkçesi,

    Karaçay Türkçesi,

    Balkar Türkçesi,

    Kumuk Türkçesi,

    Karakalpak Türkçesi,

    Altay Türkçesi,

    Hakas Türkçesi,

    Kazak Türkçesi,

    Özbek Türkçesi,

    Kırgız Türkçesi,

    Uygur Türkçesi,

    Tuva Türkçesi,

    Çuvaş Türkçesi,

    Yakut Türkçesi,

    Şor Türkçesi.

    Bu duruma göre günümüzde Türkçe, Türkiye Türkçesi ile birlikte yirmiden fazla yazı dilinde

    temsil edilmektedir.