spor iletişim 2. sayı

40

Upload: spor365

Post on 18-May-2015

4.170 views

Category:

Sports


25 download

TRANSCRIPT

Page 1: Spor iletişim 2. Sayı
Page 2: Spor iletişim 2. Sayı

EDİTÖRDENTekrar selamlar tüm sporseverler, dergimi-zin ikinci sayısı ile yeniden karşınızdayız. Her seferinde bir öncekinden daha iyisini yapmaya çalışıyoruz. İlk sayıda okunma sayımızın binin üzerine çıkması ortaya koyduğumuz emeğin karşılığı oldu bizler için.

Bu sayımızda içerik kadar tasarıma da özen gösterdik. Özellikle Efe Yılmaz’a çok teşekkür ediyoruz. Günlerdir sabahlara kadar çalışarak dergiye yeni bir yüz kazandırdı. Kadir Ar ve Bahadır Özdemir de her kopan parçayı tekrar yapıştırdılar dergiye. Bununla be-raber Aslı Sinem Aslan en büyük eksikliğimiz olan kapak yapımında harika iş çıkardı. Son olarak hayatın bütün yoğunluğuna karşın yazıları ile dergiye katkı yapan tüm yazarlarımıza ayrıca teşekkür ederim.

En büyük teşekkürüm ise futbol medyasının gerçek yüzünü ortaya çıkarttığı için tabii ki Bursaspor’a. Biz genç nesilin tari-he tanıklık etmesini sağlayan Ertuğrul Sağlam ve tüm Bursasporlu futbolcu-lara. Gerçekten isteyince her şeyin başarabileceğini tekrar hatırlattılar bizlere.Bir sonraki sayıda tekrar görüşmek üzere…

Atilla Nesipoğlu

2 Futbol Bir SanattırFutbol Müzikleri Halim Dulkadir

4 Forlan’ın FinaliUEFA Finali S. Gürcan Gündüz

5 Mayıs 22’de Madrid’deFinale Önbakış Sezer Üstüngel

Avrupa Ligleri6 Bir Peri MasalıHollanda Ligi Mustafa Akkaya

7 İskoçya’da Değişen Bir Şey Yok İskoçya Ligi İnanç Parmaksızoğlu

8 İskoçya Değil İspanya...La Liga’nın Hikayesi Kadir Ar

9 Nerede Eski Serie A? Serie A’nın Eriyişi Kadir Ar

11 Güneş Batacak Mı?Premier Lig Hasan Babur

12 Top 10Clark Kentler Övünç Tüzün

Bank Asya13 Mavi Ateş Karabükspor İ. Alican Demir

14 “Buca”ladılar Beyinleri Bucaspor Hikmet Tanur

15 Onların Hala Umudu VarHedef Süper Lig Kemal Mardin

Turkcell Super Lig17 Serbet DüşüşSivasspor’un Çöküşü Efe Yılmaz

18 Yeşil Beyaz RüyalarŞampiyonluk Hikayesi Cihan Aktepe

19 Yeşil Kentin Prensi Volkan Şen Portresi Cihan Aktepe

20 Futbolla Uyanan DevBursa Şehri Deniz Kocaman

Portreler20 La Pistola : Ricky RubioRubio’nun Portresi Onur Güler

21 İlk Efsane SezonKevin Durant Eray Sözen

NBA22 Kral Çıplak Boston - Cleveland S. Gürcan Gündüz

23 Bir Play-Off Rezaleti Orlando - Atlanta Eray Kaş

24 İntikam Bu Sefer Sıcak YendiPhoenix Suns - San Antonio Eray Kaş

25 Lakers SüpürdüLakers - Utah Alper Türe

26 TBBL 2010 Final SerisiFenerbahçe - Galatasaray Eray Sözen

28 VoleybolSezonun Panaroması Ahmet Bozada

29 Toprak Kralını ArıyorRoland Garros Emrah Aktaş

30 Altından ElmasaDiomond League - Doha Alican Keser

31 İspanya’da Kanatlandılarİspanya Gp’si Cengiz Bahadır Özdemir

32 Monaco’da Çifr KanatMonaco Gp’si Cengiz Bahadır Özdemir

33 Zirveden Tepetaklak John Higgins’in Portresi Anılcan Yıldırım

34 Heyecanlı KaçamakAvusturalya Futbolu Aslı Sinem Arslan

RÖPORTAJLAR35 Salsa Soslu Basketbol

Anıl Aksaç Röportajı Kadir Ar

37 Oyuna Devam

Barış Kuyucu Röportajı Tufan Tulpar - Arda Şensoy

Page 3: Spor iletişim 2. Sayı

FUTBOL BİR SANATTIR Halim Dulkadir

Futbol hayatın her anına etki edebilecek büyük bir güce sahiptir. Birçok şeyi futbol ile iç içe görmek mümkün... Futbolun içerisinde yer alan farklı olgular bu oyunu güzelleştirmeye de olanak sağlıyor. Mesela müthiş çalımlar veya süper estetik goller ne kadar coşturuyorsa izleyenleri, etkileyici tribün görüntüleri ve showları da o kadar güzel görünüyor izley-enlere. Maç öncesi açılan bir pankart veya hep bir ağızdan söylenen marşlar, şarkılar bir takım için belki de en büyük pozitif etkiye sahip. Futbolla en fazla etkileşimde bulunan alan da şüphesiz müzik. Çünkü hangi takım olursa olsun, her taraftar takımını destekle-mek için müzikten yardım alır. İki dal o kadar etkilenmiştir ki, artık sadece futbol için müzik albümleri yapılıyor. Ne zaman, nerede din-lesek o parçaları aklımıza sadece futbol geli-yor. Belki de takımımız geliyor. Çok romantik bir şarkı ya da pogo yapılabilecek bir punk şarkısı bizim için farklı anlamlar taşıyabiliyor…

İşte bu düşüncelerden yola çıkarak bir şarkı listesi hazırladık. Eminim ki siz de bu şarkıları birçok defa dinlemiş veya sahadaki takımınızı desteklemek için söylemişsinizdir.

İŞTE İLK 11

1- “We Are The Champions” - Queen

İlk sırada elbette ki birincilerin, yani şampiyonların şarkısı olması gerekir. Özellikle seksenli ve doksanlı yıllardaki her kupa tören-inin unutulmaz şarkısıdır, We are The Champi-ons… Tarihteki en popüler müzik gruplarından Queen’in 1977 yılında çıkardığı News Of The World adlı albümünde yer alan hitlerden birisidir. Queen tarzından biraz uzak, basit akortların olduğu bir parçadır. Ancak şarkı bir-çok anlamı içinde barındırır. Bir şehir efsane-sine göre grubun efsane solisti Freddie Mercu-ry, şarkıyı kendisi gibi gay olan insanlara ithaf ederek yazmış. Başka bir efsaneye göre de bir röportajında, parçayı yazarken aklında hep futbolun olduğunu belirtmiş. Şarkı birçok ünlü müzisyen tarafından yeniden düzenlenmiş, reklamlarda kullanılmıştır. Hatta Fransa dünya kupasını aldıktan sonra, Fransa müzik listeler-inde tekrardan yükselişe geçmiştir…

2- “Holigan” - Athena

İşte Türk müzik dünyasının en güzel futbol şarkısı. Athena’nın ilk albümü “Holigan”ın, albüm ile aynı ada sahip, ilk video klip parçası. Albüm konsepti de oldukça agresif ve hareketli bir punk çalışması görüntüsünde. Elbette bu parçayı da buna benzetmiş grup. Adından da anlaşılacağı gibi ateşli taraftarların şarkısı. Özellikle sözler tam olarak futbol taraftarlarını anlatıyor(Koca dünya bir yana sen bir yana). Parçanın videosunda da taraftar görüntüler-ine yer veren grup, futbol hastası gençlerden oluşmakta. Her dinlediğimizde ayağa kalkıp bağıra bağıra söyleyesimiz geliyor. Şarkı uzun-ca bir süre Fenerbahçe tribünlerinde söylendi ancak zamanla unutuldu…

3- “Campione” - E type

Bizim için güzel geçen organizasyonlardan birisidir Euro 2000. Hollanda ve Belçika’da düzenlenen turnuvada yarı finali Portekiz’e yenilerek kaçırmıştık. İşte bu şampiyonanın resmi şarkısı da “Campione”. İsveçli grup E-type tarafından hazırlandı. Electronik, pop ve dans müziği şeklinde bir şarkı. Birazcık Pet Shop Boys tadı da vermektedir. Oldukça renkli bir video klibi de vardır. Aynı zamanda grubun da en üst noktaya ulaşmasına yardımcı olmuştur.

4- “Tubthumping” - Chumbawamba

Bilgisayar oyunu FIFA 98’de yer alan şarkılardan birisidir. Bu oyun ile hayatımıza giren en büyük güzelliklerden birisidir. Chumbawamba’nın seslendirdiği bu parçayı ne zaman dinlesek kuşkusuz aklımıza ilk gelen şey futbol. İngiliz bir punk grubu olan Chumbawamba anarşist tavırlarıyla da bilin-mektedir. Aslında grubun repertuarında birçok tarzda eserler var. 98 dünya kupası müzik albümünde de “Top of the World (Ole, Ole, Ole)” şarkısıyla yer aldılar. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse aynı etkiyi yaratamadılar. Dönem dönem ülkemizde de konserler veren Chumbawamba kesinlikle dinlenebilecek güzel bir grup…

5- "Rockefeller Skank" - Fatboy Slim

Bir başka oyun müziği daha. Tarihin en güzel spor oyunlarından FIFA 99'un ünvanına yakışır bir parça. Bunu da elbette tarzının dünyadaki en iyi isimlerinden birisi Fatboy Slim yaptı. Norman Cook adında bir DJ aslında Fatboy Slim. 90'ların sonları ve 2000'li yılların başlarında İngiltere müzik listelerinde üst basamaklara kadar çıkmayı başardı. 1999 yılında "Praise You" şarkısı ile birçok ödül de kazandı. Ülkemizde de konser veren Dj hala grup zannedilmekte. "Praise You" şarkısının klibini de izlemenizi tavsiye ederim…

Page 4: Spor iletişim 2. Sayı

6- "Şampiyonlar Ligi Resmi Marşı"

Marş olarak yazdım ancak çok farklı değerlendirmek gerekiyor bu parçayı. Belki de hiçbir marş futbol seyircilerini bu kadar heyecanlandırmamıştır. Milli maçlar öncesindeki ulusal marşlar bile. Melodileri duyulduğunda bütün stadı maçın havasına sokabilecek kadar etkisi yüksektir. Tabiri caizse insanı en çok gaza getiren parçadır. Toni Britten imzası taşıyan eser üç dilde(İngilizce, Fransızca, Almanca) söylenmektedir. Royal Philharmonic Orkestrası tarafından

7- "The Cup Of Life" - Ricky Martin

Dünya kupası şarkılarının çok fazla bir geçmişi yok. 86 Meksika'da "A Special Kind of Hero" şarkısı ile başladı bu serüven. Ancak Ricky Martin'in seslendirdiği "The Cup Of Life" sanırım bir daha hiç kimsenin geçemeyeceği bir başarı yakaladı. Birçok organi-zasyon gerçekleşti. Ancak birçoğunda resmi şarkıyı hatırlamıyoruz bile. Gerçekten de çok başarılı bir resmi albümü var bu kupanın, hala dinlenilesi bir yanı var…

8- "Sos Cagon" - River Plate

Bence dünyanın en güzel tezahüratı. Belki bu listede tarz olarak yer almaması gerekir. Ancak bu kadar güzel bir melodiyi koymazsam olmazdı. Dünyanın birçok yerindeki taraftarlara da ilham vermiştir. Ülkemizde de Galatasaray ve Beşiktaş kendilerine uyarladı bu tezahüratı. Türkçe, "Korkaksınız" anlamına gelen tezahüratta Boca Juniors'a bol bol sataşmalar mevcut. Seyircisiz oynanan bir maçta River Plate taraftarları stadın dışından bütün maç boyunca bu tezahüratı yaparak takımlarına destek vermişlerdi. Kuşkusuz müthiş bir taraftarlık örneği…

9- "Carnival De Paris" - Dairo G.

Yine Fransa 98'deyiz. Muhteşem şampiyona müziklerinden en eğlenceli olanlardan birisi de "Carnival de Paris". Kimilerine göre gelmiş geçmiş en güzel futbol şarkısıdır. Ülkemizde birçok statta, ev sahibi takımın attığı gol sonrasında stat hoparlöründen taraftarlara din-letilirdi. Bazı Avrupa takımları bu uygulamayı hala devam ettirmektedir. Ayrıca sık sık futbol programlarının jenerik müziği olarak kullanılmıştır. İngiliz şarkıcı Dario G. tarafından yapılan parça, ilk çıktığında İngiltere müzik listelerinde 5. sıraya kadar yükselme başarısı yakaladı. 2002 yılında farklı bir altyapıyla tek şarkılık bir albüm olarak yeniden piyasaya sürülse de, eski başarısını yakalayamadı. Dünya kupası için çekilen klibi gerçekten de bir karnaval havasını yansıtır. "Carnival De Paris" ülkemizde çıkan birçok derleme albümde de yerini almıştı…

10- "Song 2" (Woo Hoo) - Blur

Yine bir oyun müziği var karşımızda. FİFA 98 futbol oyununda yer alan parçalardan birisi de İngiliz grup Blur'un "Song 2" şarkısıdır. "Woo Hoo" olarak da bilinen şarkı uzun bir zaman listelerde kalmayı başardı. Sert gitar riffleri(sık tekrarlanan müzikal bağ) ve davul sesleri ile ska(60’lı yıllarda Jamaika’da doğan ve reggae’ye dönüşen müzik türü) havası veren hareketli bir şarkıdır. Ne zaman din-lersek dinleyelim oyunu, dolayısı ile futbolu hatırlatan süper ötesi bir müzikal çalışma. Müzik listelerinde de oldukça başarı yakalayan single, billboard listesinde 6. sıraya kadar çıkmıştı. Robbie Williams, My Chemical Ro-mance gibi birçok isim tarafından coverlandı. Punk-rock futbol takımı olarak bilinen St Pauli tribünlerinde gollerden sonra en çok söylenen şarkılardandır…

11- "A Drinking Song" - Helldorado

İlk 11' in son şarkısı ise Norveçli grup, Hell-dorado' dan geliyor. Norveçli Kovboyların "A Drinking Song" adlı parçası Euro 2008'de üz-erine Türkçe sözler yazılarak "Hep Seninleyiz Türkiye" adıyla milli takımımıza uyarlanmıştır. Helldorado’nun tarz olarak Western filmler-indeki şarkılara benzer bir yanı var. Belki Americana Rock denilebilir. Solist Dag Vagle gerçekten de çok güzel bir sese sahip. Cem Karaca'ya yakın bir ses rengi var. Ne gariptir ki Helldorado, dünyada en çok Türk müzik dinleyicisi tarafından biliniyor. Memleketi Norveç'te bile bu kadar popüler değil…

Page 5: Spor iletişim 2. Sayı

FORLAN’IN FİNALİ Serhat Gürcan Gündüz

Şampiyonlar Ligi’nden elenip geldiklerinde büyük bir şanssızlık eseri Galatasaray ile eşleştiler. Fulham ile oynadıkları final maçında olduğu gibi, yine Forlan’ın son dakikalardaki golüyle temsilcimizi saf dışı bıraktılar.Üçüncü turda Sporting’i eleyen kırmızı beyazlılar, çeyrek finalde ezeli rakipleri Valencia’yı geçti. Yarı finalde ise bir İngiliz devi Liverpool ile eştiler. Turun favorisi Liverpool’u da elemeyi başaran Atletico, finalde ise yine bir İngiliz takımı olan Fulham ile eşleşti

Düşler Sahnesi Perde Dedi Şehrin adı, stadın adı, statta oynayan kulübün adı Hamburg’tu belki, ama finalde Hamburg yoktu. Finalde, Hamburg’u eleyen Fulham vardı. Karşısında ise İspanyol Atletico Madrid. Hakem Nicola Rizzoli’nin düdüğü ile karşılaşma başlıyordu. Atletico ilk dakikalarda saldırıyor, henüz 12. dakikada Maradona’nın damadı Agüero iyi bir pasla maçın yıldızı Forlan’ı topla buluşturuyordu. Düzgün bir vuruşla topu kaleye yollayan Forlan ise direğe takılsa da, bu gece benim gecem diyordu. Fulham, tecrübesizliğin verdiği acemilik ile basit top kayıpları yapıyor, Madrid ekibinin oyununu rahatlatıyordu. Beklenen gol ise 32. dakikada Agüero’nun vuruşunda topa dokunan Forlan’ın ayağından geldi. Fulham’ı destekleyenler yıkılmıştı. Fakat bu gol Kuzey Londra ekibini kendine getirmiş, onlara orada neden bulunduklarını hatırlatmıştı. Çok gecik-medi gol. Gera’nın içeriye doğru kestiği top, defansın dokunuşuyla Davies’e doğru süzüldü. Topun yere inmesini beklemeden harika bir vuruşla Davies skora denge getirdi. İkinci yarı farklı başladı. İlk yarının aksine Atletico Madrid değil, Fulham saldırıyordu. Dakikalar 60’ı gösterdiğinde Davies ilk goldeki gibi, gelen ortaya bekletmeden vurdu; fakat genç kaleci Da Gea gole izin vermedi.

Bunun ardından takımlar skoru koruma psikolojisine girip, savunma yapmaya başladılar. Atletico Madrid daha atak gözükse de son yarım saatten gol sesi çıkmadı. Uzatmaların 11, maçın 101. dakikasında ise 41 dakika sonra ilk gol pozisyonu yaşandı. Forlan yine vurdu, fakat Schwarzer gole izin vermedi. Uzatmaların ilk yarısı biterken Atletico Madrid önce Forlan daha sonra da Agüero ile gole yaklaşsa da topu kale çizgisin-den içeri sokmayı başaramadı. Uzatmaların ikinci yarısı başlarken, çoğu tahmin maçın penaltılara gideceği yönündeydi. İki takım da telafisi imkansız olan bu dakikalarda gol yem-ek istemiyordu. Bitime dört dakika kalmıştı. Sol kanada doğru uzun atılan pası, Agüero çıkmadan yakaladı. İçeriye doğru gönderdiği top Uruguay’lı golcü Forlan’la buluşunca gol kaçınılmazdı. Forlan ön direkte buluştuğu topu, uzak direğe gönderdi ve top ağlarla buluştu. Bu gol maçın da skorunu ilan etti, tabii kupanın sahibini de.

Her Masal Güzel Bitmez Avrupa Ligi’nin ilk kazananı Atletico Madrid olmuştu. Forlan’ın attığı golle yıkılan Fulham taraftarları üzgündü; ama başları dikti. Onlar bir mucizeyi gerçekleştirmiş, Avrupa’nın önemli takımlarını eleyerek buraya gelmişlerdi. Atleti-co Madrid taraftarları ise başarısız geçen bir lig maratonun ardından kendilerine bir teselli armağanı veren takımlarını alkışlıyordu. Masal bu kez mutlu sonla bitmedi. Sindirella hikâyes-inin sonu gibi herkes mutlu değildi. Kupanın galibi tarihe Atletico Madrid, futbolseverlerin aklına ise Fulham olarak yazıldı. Fakat gelin görün ki, bundan on sene sonra Fulham’ın bu asil yürüyüşü belki de unutulacak. Ne de olsa “son başarınız kadar büyüksünüzdür.”

Eski adıyla “UEFA Kupası”, yeni adıyla “UEFA Avrupa Ligi” ilk şampiyonunu buldu. Üs-telik de inanılmaz bir mücadele sonrası. Uzat-malara giden, herkesin penaltılara kalır dediği maça son noktayı Uruguay’lı Diego Forlan ikinci uzatma sonunda koydu. Peki, takımlar finale kadar nasıl gelmişti?

Sindirella Masalı Başlıyor Efsane futbolcu ve teknik adam Sir Bobby Robson’ın futbol kariyerine başladığı kulüp olan Fulham, 1879 yılında Londra’da kuruldu. Londra’nın en eski futbol kulübü olmasına rağmen, futboldaki başarıları o kadar par-lak değildi. En önemli başarısı 1975 yılında FA Cup’ta final oynamak olan Fulham, 2001 yılında Premier Lig’e adım attı. Bir sonraki sene ise Intertoto Kupası finalinde Bologna’yı yenerek şampiyon oldular ve UEFA Kupası’na katılmaya hak kazandılar. Fakat yürüyüş kısa sürdü. İlk iki turdan sonra üçüncü tur-da karşılarına Herta Berlin çıktı ve UEFA Kupası’na veda ettiler. 2009-2010 sezonunda değişen adıyla Avrupa Ligi’ne katıldıklarında ise bir Sindirella masalı gibiydiler. Herkes gruptan çıkmadan elenir derken, onlar zoru başarıp, grubu Roma’nın arkasından ikinci olarak bitirmeyi başardı. Sırasıyla, Amkar Perm, Juventus ve Hamburg’u eleyerek finale kadar geldiler.

Tanıdık Bir Sima 1903 yılında İspanyol kralına muhalif üç öğrencinin kurduğu Atletico Madrid, o zaman-dan günümüze İspanya’nın iki devinin korkulu rüyası. Sadece İspanyol kulüplerinin değil, hiçbir Avrupa kulübünün eşleşmek istemediği bir kulüp Atletico Madrid.

Page 6: Spor iletişim 2. Sayı

22 MAYIS’DA MADRID’DE Sezer Üstüngel

Çevremde dalkavukların olmasını istemem, zira insanın çevresinde ‘Hayır, bunun başka bir yolu daha var!’ diyen insanlara ihtiyaç vardır. O bunu yapabiliyordu. Yaptı da. Bunun için onu teşvik ettim. Analizlerine, rakibe karşi nasıl oynayacağını da dahil etmesini söyledim. Her zaman bu tür katkıları kamçılarım, fakat onun analizci olarak özel niteliklere sahip olması nedeniyle, kendisine diğer asistanlarıma gösterdiğimden biraz daha fazla dikkat göster-dim. Evet, tabi ki takımın nasıl oynayacağına karar veren her zaman baş antrenördür, ama kesinlikle José’nin bakış açısını da duymak isterdim...” Louis Van Gaal, 1997-2000 yılları arasında Barcelona’da yardımcılığını yapan Mourinho’ya, ileride onu en iyilerden biri ya-pacak cesaret ve özgüven tohumlarını nasıl ektiğini bu sözlerle anlatıyor. Aradan tam 10 yıl geçti. Şimdi, haddinden hızlı büyüyen bu kibirli ağacın dalları dolunayı gölgeleyerek, yaşlı kurdun kariyerinin en parlak anlarından biriyle arasında duruyor.

22 Mayıs’ta, Bayern Münih ve Inter 2010 yılının Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olmak için Madrid’te karşi karşiya gelecekler. An-cak o gün iki teknik adam, ellerinden hiç düşürmedikleri not defterlerini karalarken, tarihin yaldızlı sayfalarına da iz bırakmak isteyecekler. Çünkü, Mour-inho ve Van Gaal’den biri Şampiyonlar Ligi’ni 2 farklı takımla kazanan 3. teknik direktör olacak.

Mourinho 2004’te Porto ile Van Gaal ise 1995’de Ajax ile ilk Şampiyonlar Ligi kupalarını kaldırmışlardı. Bunu daha önce başarabilen 2 isim ise; 1997’de Borussia Dortmund’u, 2001’de Bayern Münih’i şampiyonluğa taşiyan Ottmar Hitzfeld ve 1970’de Feyenoord’u, 1983’de Hamburg’u Avrupa’nın en büyüğü yapan Ernst Happel.

Eğer başarıya ulaşan Mourinho olursa, Inter kupayı kulüp müzesi yerine Milano’da bir modern sanat galerisine koysa yeridir. Zira, Şampiyonlar Ligi’ndeki son finalini 1972 yılında oynayıp Ajax’a kaybeden Mavi-Siyahlılar, kupayı en son kazandıklarında sene 1965, kupanın adı Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası, futbolun adı ise neyse ki(!) hala futboldu. Bu açıdan, Santiago Bernabeu’yu “45 senelik bu çile, bitsin artık bu sene“ ile inletmesi muhtemel In-ter taraftarlarına göre çok daha şanslı son kupasını 2001’de kazanan Bavyeralılar.

Bayern Münih, Şampiyonlar Ligi Finali ve şanstan bahsederken akıllara 1999’daki o un-utulmaz finalin gelmesi kaçınılmaz. Manches-ter United karşisında 90. dakikaya 1-0 önde girmelerine rağmen, son saniyelerde yedikleri gollerle finali 2-1 kaybedip Lineker’in ters psikolojisine kurban gitmişlerdi. İngiliz golcü o ünlü sözünü “ bu dahil bütün genellemeler yanlıştır” ile devam ettirmiş olsaydı sonuç aynı olur muydu bilinmez. Ancak bilinen bir şey var ki o da Almanlar’ın bir finali daha trajik bir şekilde kaybetmek istemediği…

Bayern Münih Juventus’u deplasmanda 4-1 yenerek sezonun tersine esen bütün rüzgarlarını bir anda arkasına aldığı A Grubu’nda; Juventus ve Maccabi Haifa’yı geride bırakarak, 16 puanlı Bordeaux’un ardından, 10 puanla 2. oldu. İlk 16’da Fiorentina’yı 2-1 ve 2-3’lük skorlarla eledik-ten sonra çeyrek finalde Manchester United karşisına çikarken, 11 yıl önceki o finalin hesapları Van Gaal’in not defteri suretinde açılmıştı bile. Ancak 2-1 kazandıkları ilk maçın ardından Old Trafford’da skor United lehine 3-0’ken, hiç kapanmayacakmış gibi duran Almanların hesabı, Alman usulü değil, Arjen usulü ödenecekti. Eski Real Madrid’li Arjen Robben, sezonun birçok maçında olduğu gibi müthiş oynadığı maçta adrese teslim bir voleyle skoru 3-2’ye getirip, takımının final biletini Lyon aktarmalı Madrid olarak ayırtmış oldu

Fransa’dan ise Olic’in hızlı tren etkisindeki golleriyle neredeyse transit geçen Van Gaal ve ögrencileri, beklediklerinden daha kolay bir şekilde kendilerini Madrid’de buldular.

Inter ise final yolculuğuna, Barcelona, Di-namo Kiev ve Rubin Kazan’ın bulunduğu F Grubu’nda başladı. Gruptan 9 puanla 2. olarak çikan Mourinho’nun ekibi, tek mağlubiyetini deplasmanda Barcelona karşisında 2-0 ile almış, gruplardaki en büyük eşleşmeden çikan bu sonuç da, uzay takımı Barcelona’nın bir kez daha Şampiyonlar Ligi’ni rahat bir şekilde kazanacağı şeklinde yorumlanmıştı. Oysa ki aynı Inter; Nou Camp’ı bir sonraki ziyaretinde tiyatrosever Barça taraftarına, Mourinho’nun “en güzel mağlubiyet” adında 2 perdelik modern bir Catenaccio uyarlamasnıı seyret-tirecek ve 1-0’lık yenilgiye rağmen adını finale yazdıracaktı.

Birlikte çalistiklari 3 sene-lik dönemde 2 İspanya Ligi şampiyonluğu, 1 İspanya kupası ve 1 de süper kupa kazanan Mourinho ve Van Gaal’in, 2000 yılında ayrılan yolları aradan geçen 10 senenin ardından ilk kez kesişecek. Yan yana kulü-belerde, ellerinde defterler, oyun stratejilerinin merkezinde de Bernabeu çimlerinin kokusunu iyi bilen 2 Hollandalı, Sneijder ve Robben ile Madrid’de karşi karşiya gelecekler. Yönettikleri her takımda, izleyenlerde en az bir duble rakı keyfi yaratan, eskinin hoca–öğrencisi, her daim futbol dahisinden hangisi ötekinin “ duble”sine mani ola-cak, 22 Mayıs’ta Madrid’de belli olacak…

Page 7: Spor iletişim 2. Sayı

BİR PERİ MASALI Mustafa Akkaya

Genel istatistiklere bakacak olursak, 18 takımlı Eredivisie’de toplam 892 gol kaydedildiğini görüyoruz. Diğer bir deyişle maç başina gol ortalaması 2.92, ki bu da gayet gollü bir sezonu geride bıraktığımızı işaret edi-yor. Bu arada atılan gollerin yaklaşik 8’de biri Ajax’tan geldi. Hal böyleyken gol kralının da Ajaxlı Luiz Suarez olması kimseyi şaşirtmadı. Karşilaşmaların %50’sini ev sahibi takımlar kazandı. Son olarak 30’ar golle ligin en az üretken takımları olan Waalwijk ve Sparta Rot-terdam küme düşmekten kurtulamadı.

Sonuç olarak Hollanda’da 2008–09 se-zonunda başlayan ‘diğerlerinin’ devrimi 2010’da da devam etti. 1982’den bu yana 28 yıl aralıksız olarak 3 büyük kulübe giden şampiyonluk, son 2 sezon sırasıyla AZ ve Twente’nin oldu. Ülkenin en başarılı kulübü Ajax, 4 yıl boyunca PSV’nin altında kaldıktan sonra, son 2 yıl da bu şampiyonlukları izleme-kle yetinince tarihinde ilk defa 6 sezon üst üste birinci olamadı.

Bir yönüyle bizim topraklara çok benzi-yor Hollanda Ligi. Her sezon başlangıcında şampiyonluk için 3 aday vardır. Diğerleri sa-dece teferruattan ibarettir. Ara sıra bir takım çikar, bu büyükleri sallar ama yıkması çok zordur. Geçen sezon bu zorluğu AZ Alkmaar ile aşan Eredivisie’de böylece 28 yıl aradan sonra Ajax-PSV-Feyenoord tekeli yıkılmıştı. Bu sezon da 150.000 nüfuslu Enschede kentinin takımı Twente, ‘diğerlerinin temsilcisi’ olarak ligi 86 puanla lider tamamladı.

2004’te el değiştirdikten sonra yavaş yavaş canlandı Twente. 2008 yazında Steve Mc-Claren göreve getirildiğinde ise herkesin aklında soru işaretleri vardı. 2 sezondur ligi dördüncü tamamlayan takımın ivmesini ne kadar devam ettirebileceği tartışıldı. Ancak İngiltere’den yuhalanarak kovulan McClaren ekibini geçen sezon ikinciliğe, bu sezon da tarihinin ilk şampiyonluğuna taşidı. Üstelik kulüp kasasını yoran transferlerle değil; iyice araştırılarak transfer edilen oyuncular sayes-inde başardı bunu.

Sezonu 27 golle tamamlayan Kosta Rikalı Bryan Ruiz, 35’inde hâlâ capcanlı olan kaptan Nkufo, orta sahadaki virtüöz Kenneth Perez ve Chelsea’den kiralanan genç Miroslav Stoch takımın temel taşlarını oluşturdu. İşte bu kilit futbolculara oturmuş bir takım ruhu, elindekileri iyi değerlendiren bir teknik direktör ve ne yaptığını bilen bir yönetim eklenince başarı kaçınılmaz oldu. Hollanda Ligi’nde geçtiğimiz sezon Twente kadar Ajax da övgüyü hak etti. Ajax ligi 106 gol atarak 85 puanda bitirsin.

Öyle ki sadece kendi sahasında attığı gol sayısını bile ligde sadece bir ekip geçebilsin! Üstelik ligin en az gol yiyen kalecisi de, o golcü takımın olsun. Yetmedi, Federasyon Kupası’nı da aynı kulüp kazansın. İşte Şener Şen’in ‘Ziya’ rolünde sattığı jiletler gibi kusursuz görünen Ajax’ın tek handikapı, kritik goller yi-yerek ligi Twente’nin ardından 2. bitirmek oldu. 35 kez ağları bulan Luiz Suarez ise, belki de attığı gollerin yarısını uğruna feda edebileceği şampiyonluk kupasını göremedi.

Son 10 yılda 6 kez ipi göğüsleyen PSV, bu sezon 78 puanla ancak üçüncü sırayı alabildi. Aslında, rekabete açık bir ligde şampiyon olmaya yetebilecek kadar puan topladı Ein-dhoven ekibi. Fakat Eredivisie bu sezon iki malum kulüp tarafından tam anlamıyla domine edildi. Bu da diğerlerinin işini iyice güçleştirdi. Böylece Twente ve Ajax’ın %80’e dayanan galibiyet yüzdesinin yanında, PSV’nin bile çabalari gölgede kaldı.

Page 8: Spor iletişim 2. Sayı

“İSKOÇYA: DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK” İnanç Parmaksızoğlu

İskoçya’da Rangers ya da Celtic dışında bir takım şampiyon olduğunda sene 1985’ti. Takımın adı Aberdeen’di ve başındaki teknik adam ise henüz isminin önüne Sir ünvanı eklenmemiş Alex Ferguson’du. Celtic’in Avrupa Şampiyonu olduğu zamandan 45 yıl, Rangers’ın ise artık var olmayan bir kupa olan Kupa Galipleri Kupası’nı almasının üzerinden 38 yıl geçti. İki takımlı yarışın her geçen sezon kaliteyi ve seyirci ilgisini biraz daha düşürdüğü İskoçya Premier Ligi’nde şampiyonluk yarışını kazanan taraf geçtiğimiz sene olduğu gibi Rangers oldu.

Avrupa’da birçok ligde sezon, 11 Haziran’da başlayacak olan 2010 Dünya Kupası sebebiyle Mayıs ortası itibariyle sona erdi. Kıtada, en erken ilan edilen zafer haber-lerinden biri de İskoçya’dan geldi. İskoçya Premier Ligi’nde (SPL), şampiyon Nisan ayı sonunda belli olmuştu. Geçtiğimiz sene ni-speten çekişmeli bir yarışın sonunda mutlu sona ulaşan Rangers, 53. şampiyonluğunu bu sezon daha rahat bir şekilde kazandı. Ezeli rakibini zirvede tek başına bıraktığını rahatlıkla söyleyebileceğimiz Glasgow şehrinin diğer takımı Celtic’in payına da haliyle ikinci olmak düştü. 1989- 1997 yılları arasında gelen üst üste dokuz şampiyonluğun son altısında imzası bulunan Walter Smith önderliğinde Rangers, içinde bulunduğu ciddi finansal zorluklara rağmen bu sezon ezeli rakibi Celtic’in önünde ipi göğüslemeyi başardı. Kris Boyd ise takımı adına kaydettiği 23 gol ile son beş sezonda dördüncü kez krallık tahtına oturdu. Kazanılan şampiyonluğa rağmen 30 milyon Pound’u aşkın borcuyla önümüzdeki sezon Rangers için pek de kolay geçecek gibi görünmüyor. .

Old Firm’in diğer ayağı Celtic ise sezona yeni teknik direktörleri Tony Mowbray ile birlikte iddialı girmişti. Rangers’ın Britanya ağırlıklı kadrosuna karşın oldukça enter-nasyonal bir kadro barındıran Celtic özel-likle Dundee United, Hearts gibi ligin ikinci kademe diyebileceğimiz takımları karşında aldığı yenilgiler sonrası yarışta epey geri düştü. Kümede kalma savaşı veren St.Mirren karşısında 24 Mart’ta alınan 4-0’lık tarihi yenilgi Mowbray’in sonunu hazırlayan maç oldu. Hemen ertesi gün görevden alınan Mowbray’ın yerine geçen takımın eski oyun-cusu Kuzey İrlandalı Neil Lennon ile yedide yedi bir seri yakalayan yeşil-beyazlılar ligi ikinci sırada bitirdi. Şubat ayında Tottenham’dan kiralık olarak kadrosuna kattığı Robbie Keane’ın 15 maçta 12 gollük performansı da Rangers’ı yakalamaya yet-medi.

Rangers, Celtic ve Diğerleri İskoçya Ligi 1890’da kurulduğundan beri neredeyse aralıksız olarak ligi domine etmiş iki takım Protestan Rangers ve Katolik Celtic arasındaki rekabetin köklerinde yatan mezhep çatışması günümüzde yoğunluğu azalsa da iki takımın taraftarları arasındaki temel farklılık olmayı sürdürüyor. Benzeri, hatta 1870’lere dayanan tarihiyle daha eski bir rekabet de ülkenin ikinci büyük şehri Edinburgh’un iki takımı Protestan Hearts ve Katolik Hibernian arasında sürüyor. 2005 yılında Rus işadamı Vladimir Romanov’un kulubü satın alması ve ardından gelen ciddi yatırımlarla Glasgow ikilisini tahtından etm-eye en yakın aday olarak gözüken Hearts, 2005–06 sezonunda gelen ikincilik (son 15 sezonda bunu başaran tek takım) ve 2007 yılında gelen kupa şampiyonluğu dışında bir varlık gösteremedi. Bu sezon ligi altıncı sırada bitiren Hearts, artık bu yarışa dahil olma sevdasından vazgeçmiş görünüyor. Hibernian ise ligi dördüncü sırada bitirerek Avrupa bileti almayı başardı. Dundee United ve Hibernian’ın yanında bu sene İskoçya’yı Europa Cup’ta temsil edecek üçüncü takım ligi 5.sırada bitiren Motherwell oldu. SPL’e veda eden takım Falkirk olurken, İngiliz milli takımının 80’lerdeki unutulmaz savunma oyuncularından Terry Butcher yöneti-mindeki Inverness bir yıllık aradan sonra tekrar lige döndü. Henüz bir şey söylemek için erken olsa da İskoçya Ligi Rangers-Celtics çekişmesi dışında gelecek sezon da bir şey vaat etmiyor. İkilinin, en sonuncusu geçtiğimiz sene olmak üzere geçtiğimiz on yılda çeşitli zamanlarda gündeme gelen İngiltere Premier Ligi’ne katılma girişimi ise kısa vadede oldukça düşük bir olasılık olarak gözüküyor.

Page 9: Spor iletişim 2. Sayı

İSKOÇYA DEĞİL İSPANYA… Kadir Ar

96 puan… Bütün Avrupa ligleri için rekor niteliğinde, açık ara şampiyon olmaya yetecek bu 96 puan, Real Madrid’e sadece gelmiş geçmiş en iyi ikincilik ünvanı kazandırdı. Çünkü 1. Sırayı alan Barcelona daha da imkansızı gerçekleştirerek ligi 99 puanla şampiyon tamamladı. Bu rakam aynı zamanda Avrupa Ligleri arasında tüm zamanların re-koru olarak yerini aldı. El Classico’nun iki yakasından sonra ligi 3. Sırada bitiren Valen-cia ise sadece 71 puan toplayabildi…

Çok değil sadece 6 sezon önce Valencia 77 puanla La Liga’yı şampiyon tamamlamış, arkasındaki Barcelona(72), Deportivo(71) ve Real Madrid(70) ise birer puan aralıklarla sıralanmıştı. 37. Haftaya kadar bu 4 takım da şampiyonluk yarışının içinde yer almış ve çekişme devam etmişti. O sezondan bu zama-na oynanan 6 sezonda, 2008’de Villarreal’in ikinciliği dışında, ilk 2 hep Barcelona-Real Ma-drid arasında paylaşıldı. Şampiyonluk yarışına dahil olmaya çalışan Sevilla, Villarreal gibi takımlar iş son haftalara kalmadan havlu attı…

6 Sene Önce

Peki nasıl oldu da bu ikili sadece 6 yılda arkasındakilerle aradaki farkı bu kadar açtı? Bunun için 2005 Şampiyonlar Ligi sezonuna dönmek gerekiyor. O sezon grup maçlarını 2. Sırada tamamlayan Barcelona ve Real Madrid son 16’da Chelsea ve Juventus’a elenerek turnuvaya veda etti. Zengin yöneti-cilerin desteklediği Premier Lig takımları ve yayın gelirinin yarıdan fazlasını kazanan Serie A’nın dört büyüğü karşısında tutunabilmek amacıyla Real Madrid ve Barcelona, o sezon sonunda La Liga havuzundan çıkarak kendi anlaşmalarına imza attılar. Grupo Mediapro ile masaya oturan ikili 2013’e kadar 7 yıllık bir sözleşme imzaladı. Bu 7 yıllık süreçte Real Madrid 1,1 milyar euro, Barcelona ise 1 milyar euro kazanacak. İşte bu anlaşmadan sonra İspanya Ligi’ndeki makas her sezon daha da açıldı. Zaten stadyum gelirleri, ürün pazarlama gibi gelirlerde diğer La Liga takımlarına göre çok ileride olan ikili yayın anlaşmasıyla adeta takipçilerine son darbeyi vurdu…

Yalnız ve Zengin Son açıklanan Deloitte en zengin kulüpler listesinde ilk 20’ye İspanya’dan bu ikili dışında yaklaşabilen bile olmadı. Yayın gelirlerinin dağılımındaki makasın daha adil olduğu İngiltere’den 7, Almanya’dan ise 5 takım bu listeye girerken İspanya’dan 3. Bir takımın yer almaması düşündürücü. Gün geçtikçe İskoçya Ligi’ne daha da benzer bir yapıya bürünen La Liga’da, hem Barcelona hem de Real Madrid Premier Lig ekipleriyle baş edebilmelerinin yolunun buradan geçtiğine inanıyor. Ama oradaki naklen yayın gelir dağılım modelinin La Liga’ya uygulanmasına da şiddetle karşı çıkıyor. Açıkçası en azından 2013’e kadar bu konuda sağlıklı bir çözüme kavuşulacak gibi de gözükmüyor…

2009 - 2010 Model La Liga La Liga’nın 2009-10 sezonu değerlendirmesini yaparken Real Madrid ve Barcelona’nın sportif açıdan nasıl sezonlar geçirdiğini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bir tarafta Perez’in başkanlığa seçilmesi ve Kaka, Ronaldo, Benzema, Xabi Alonso, Albiol, Arbeloa transferleri, diğer tarafta tüm kupaları kazandıktan sonra kadroya Ibrahimovic’i de katarak pratikte tamamlanan rüya takım… Onların ligde ve Avrupa’da gösterdikleri performansı zaten hepimiz biliyoruz. Geriye kalan 18 takımın bu sezonki şampiyonu Va-lencia, genç menajeri Emery ile 2. Sezonunda uzak kaldığı şampiyonlar ligine geri dönmeyi başardı. Almeria’yı 2. Ligden çıkarttığı sene ligde 8.liğe taşıyan Emery, Koeman’la hem sportif hem de mali açıdan dibe vuran takımı beklenenden çabuk toparladı. Özellikle mali açıdan son birkaç yıldır çok zorlanan Valencia, Şampiyonlar Ligi’nden elde edilecek gelir, olası David Villa satışından kasaya girecek para ve artık tamamlamayı umduğu 75.000 kişilik yeni stadıyla geleceğe daha umutlu bakıyor.

Sezonun hayal kırıklığı ödülünü kazanmak için birbirleriyle yarışan Atletico Madrid, Se-villa ve Villarreal arasındaki çekişmenin galibi ise, Atletico Madrid’in Uefa Kupası zaferi ve Sevilla’nın son hafta kazandığı Şampiyonlar Ligi vizesinden sonra, Villarreal oldu. (Real Madrid zaten bu ödülün onursal sahibi) Sarı Denizaltılar teknik direktörleri Pellegrini’yle beraber onun beş senede oluşturduğu yapılanmayı da yok ederek sezonu Avrupa kupalarının dışında tamamladılar.

Mallorca ve Getafe’ye ise ayrı bir paragraf açmak lazım. Mallorca’yı düşme potasından alıp ligde tutan Gregorio Manzano, sırasıyla 11, 7 ve 9. Sırada tamamlanan sezonlardan sonra bu yıl takımını 5. Sıraya taşıdı. Kulüp re-koru olan 15 iç saha galibiyetine deplasmanda elde edilen 3 galibiyetten fazlasını ekleyebilse-ler, yeni sezonda şampiyonlar liginde olabil-irlerdi. Ancak sadece 1 puan farkla ve son haftanın son dakikasında Sevilla’lı Rodri’nin golüyle bu fırsatı Sevilla’ya kaptırdılar.

Geçen sezon Laudrup’un yerine göreve gelen Victor Munoz’la düşme kabusları gören Getafe ise, takımı Munoz’dan devralıp averajla ligde tutan Michel’le bu sezon ligi 6. Sırada tamamladı. Son anda kümede kalmasına rağmen önemli takviyeler yapmadı Getafe sezona başlarken. Üstüne bir de en önemli oyuncusu Granero’yu, satın alırken yapılan protokoldeki ‘tekrar satın alabilme opsiyonu’ yüzünden yeniden Real Madrid’e yolladı.

Tüm sezon boyunca medyanın bütün ilgisi şehrin büyük ağabeyleri Real ve Atletico Madrid’in üzerindeyken, onlar sessiz ve der-inden ilerleyerek Uefa Kupası vizesini aldılar. Şimdiki hedefleri ise 2 sezon önce Laudrup’la Uefa kupasında yaşadıkları başarıları şimdi de Michel’le yakalamak…

Düşmeme Yarışı Ligden düşen takımların kimler olacağı ise son haftaya kadar belirsizliğini korudu. Son haftaya Racing Santander, Malaga, Vallodolid ve Tenerife 36’şar, Xerez ise 33 puanla girdi. Sezon boyunca Sergio Canales haberleriyle gündeme gelen Santander, Sporting Gijon’u mağlup ederek ligde kalmayı başardı. Malaga ise Barcelona’nın erken bulduğu gollerle morali bozulan Real Madrid’den 1 puan almayı başararak ligde kalan diğer takım oldu.

Santander’den sonra en büyük avantaja sahip olduğu düşünülen Tenerife ise, iddiasız Valencia deplasmanında son dakikada yediği golle mağlup oldu ve bu sezon yükseldiği La Liga’ya veda etti. O golü yemeyip bir puan alsalardı bile bir şey değişmeyecekti çünkü ikili averajda eşit oldukları Malaga’dan averaj olarak çok geride kalmışlardı.

Son haftanın şanssız ekibi ise Camp Nou deplasmanına giden Vallodolid oldu ve 4-0 yenilerek 3 sezon önce ayrıldığı Segunda Liga’ya geri döndü. Son haftanın en umut-suz takımı Xerez’in ligde kalması birçok sonuca bağlıydı. Tenerife, Vallodolid ve Malaga’nın yenilmesi, Xerez’in ise Osasuna deplasmanında kazanması gerekliydi. O za-man oluşacak 4.lü averaj Xerez’i La Liga’da tutabilirdi sadece. Ama bu hesaplara gerek kalmadan Xerez Osasuna deplasmanında be-rabere kaldı ve bu sezon yükseldiği La Liga’ya sonuncu olarak veda etti…

İspanya’da gol krallığı ödülü 1953’den bu yana Atletic Bilbao’nun efsane golcüsü Pichichi’ye ithafen Marca tarafından veriliyor. Bu sezonki Pichichi’nin sahibi 34 golle Messi oldu. Higuain ve Ronaldo ise attıkları 27 ve 26 golle Messi’nin arkasında yer aldılar.

Senelerdir eleştirilen İskoçya Ligi’nde bu sezon şampiyon Rangers ile 3. Dundee United arasındaki puan farkı 24. Premier Lig’den daha iyi olduğunu savunan La Liga’da ise bu rakam 28. En iyi lig yeterince belli değil mi?

Page 10: Spor iletişim 2. Sayı

NEREDE ESKİ SERİE A ? Kadir Ar

90’lı yılların sonunda Pazar günleri der-shaneden çıktığım gibi koşa koşa eve gelir ve karnımı bile doyurmadan Ntv’nin başına geçerdim. Saat 13.10’da başlayacak İtalya Ligi özetlerine yetişebilmek için. O zaman-lar şimdiki gibi parmakla gösterilecek ka-dar az yıldızı yoktu Serie A’nın. Zidane’ın Juventus’u, Weah’ın Milan’ı ve (o zamanlarda da) Zanetti’nin Inter’i güçlü kadrolarıyla zir-venin en büyük adaylarıydılar belki ama diğer takımlar da en az onların sahip oldukları kadar ünlü yıldızlara sahipti. Crespo, Buffon, Can-navaro, Thuram’lı kadrosuyla lig şampiyonluğu tadamasa da Uefa Kupası’nı kazanan Parma, Nedved, Nesta, Veron, Mancini’li kadrosuyla yine aynı sezon Kupa Galipleri Kupası’nı kazanan Lazio, Cafu’lu, Aldair’li, genç Totti’li Roma, Batistuta’ya sahip Fiorentina ve hatta Okay Karacan’ın güzel telaffuzuyla aklıma kazınan Adailton’lu Verona…

İşte o özetlerini bile kaçırmadan izlediğimiz 90’ların İtalya Ligi’nde 10 yıl sonra bugün gelinen nokta içler acısı. İtalya Ligi’nin 2009-10 değerlendirmesini daha net yapabilmek için öncelikle Avrupa ligleri içindeki kalite ve ekonomik etmenler açısından konumunu ve bu durumun sebeplerini incelememiz lazım

Serie A’ya Ne Oldu ? 1999 yılında İtalyan futbolunun 3 büyüğü Ju-ventus, Milan ve Inter’in önderliğinde iki Roma kulübünün de desteğiyle Serie A’da uygula-nan havuz sistemi devre dışı bırakıldı. Her kulüp kendi yayın hakları için yayıncı kuruluşla ayrı bir anlaşma yapacaktı. Bu anlaşmaların değerini ise ülke çapındaki popülarite belirledi. Juventus, Inter ve Milan r pastanın yarıdan fazlasını alırken, küçük kulüpler ise

düşük rakamlar kazanmaya başladı. Bu duru-mun yarattığı sonuçlara göz atmadan önce, kısa bir ara verip, İtalya’daki yayıncılık sistem-ine göz atmakta fayda var:İtalya’da tüm maçların yayın hakları Sky Italia’ya ait. Bizdeki Digitürk gibi kendi kutularını satarak hem maçları yayınlıyorlar hem de uydu üzerinden diğer kanalları. An-cak Avrupa Birliği’nin tekelleşmeye karşı yasasından dolayı bir de karasal yayın ihaleleri var. Yani sadece kendi takımının maçlarını takip etmek isteyen bir taraftar, izle-öde sis-temiyle, takımıyla yayın için anlaşan kanaldan maçı seyredebiliyor. Bu sistem daha önceki yıllarda takımların anlaştığı kanallar üzerin-den işliyordu. Örneğin Mediaset Premium Juventus, Milan, Inter, Roma gibi takımların maçlarını yayınlarken, Dahlia Tv Fiorentina, Palermo, Sampdoria’yla anlaşmıştı. Bu sezon başında yapılan yeni ihalede ise karasal yayın, ilk 12 ve son 8 takım olarak ikiye ayrılarak satıldı.

Tekrar yayıncılık sistemine dönecek olursak, bu yeni uygulamayla beraber yayın gelirleri, büyük takımların toplam gelirlerinin yarısından fazlasını oluşturmaya başladı. Deloitte’in Avrupa’nın en çok gelir elde eden 20 kulübüyle ilgili raporunda Juventus 203.2 milyon euro gelirle 8. Sıradaydı. Asıl ilginç nokta ise ge-lirin dağılımında karşımıza çıkıyor. Stadyum geliri bu rakamın sadece %8’i iken, naklen yayın geliri %65’lik bir paya sahip. %65!!! Yani Juventus’un naklen yayınlardan kazandığı yıllık para 132 milyon euro! Deloitte rapo-rundaki diğer İtalyan takımlarında da durum hemen hemen aynı. Stadyum gelirleri ve naklen yayın gelirlerinin toplam gelire oranında 9. Inter %14 - %59, 10. Milan %17 - %50, 12. Roma ise %13 - %59 oranlarıyla karşımıza çıkıyor.

Büyük kulüplerin yüksek meblağlar kazandığı bu yeni sistem doğal olarak onlarla aşağıdakiler arasındaki farkı git gide açtı ve yazının başında belirttiğim zirveye oynayan fazla takım sayısı her geçen yıl daha da azaldı. Her hafta sürpriz sonuçların çıktığı Serie A, favorilerin kazandığı bir lige dönüştü. Tüm bunların üzerine bir de 2006’daki Calci-opoli skandalı eklenince Serie A, dünyadaki popülaritesi bir yana, kendi ülkesinde de ilginin azaldığı bir lige dönüştü. 90’ların sonunda ivme yakalayan Lazio, Parma, Fiorentina gibi kulüpler, o günlerdeki popülariteleriyle elde ettikleri gelirleri yüksek meblağda transferlere harcadılar.

Hedeflenen başarı gelmeyince de girdikleri maddi yükün altından kalkamayıp iflas sınırlarına dayandılar. (Hatta Fiorentina if-las etti) Lig genelinde 2000 öncesine göre oyuncuların maaş ödemelerinde %32’lik artış gözlenen Serie A’da, bu durum karşısında, takımlar ilk tasarruf önlemlerini yine oyuncu maaşlarına müdahale ederek aldılar.

Serie A’nın şu anki durumunun sebeplerini az çok sıraladık. Rekabetten uzaklaşan lig, azalan popülarite ve diğer liglere nazaran daha az kazanan oyuncular… Tüm bunların üzerine değinmemiz gereken son konu ise kalitesiz stadyumlar. Her gün daha da endrüstiyelleşen futbol dünyasında, maç günü gelirlerinin önemi gün geçtikçe daha da artıyor. Bu da kulüpleri kendi stadyumlarını inşa etm-eye teşvik ediyor. En önemli gelir kaynağı olan taraftarların, sahadaki futbolu nasıl daha rahat izleyebilecekleri düşünülerek inşa edilen stad-lar, ekonomik açıdan kulüplere yüksek gelirler kazandırıyor.

Bu konuda herkesin bildiği iki örneği vereyim ben de: Arsenal’in Emirates Stadyumu ile Bayern Münih’in Allianz-Arena Stadyumu. İkisi de teknoloji harikası stadlar. Arsenal her maç 60000, Bayern ise 69000 kişiye oynuyor. Bunun yanına maç günü pazarlama strate-jilerini de ekleyince kulüp gelirlerine muazzam katkılar sağlıyorlar. İtalya’da ise hiçbir Serie A takımının stadı kendisine ait değil. Ayrıca hepsi çok eski, bakımsız ve yenilenmeye ihtiyaçları var. Hatta bazılarının yıkılıp tekrar inşa edilmeye.

Birçok stadda hala tartan pist mevcut. Bu sebepler yüzünden birçok maçta tribünlerde büyük boşluklar oluşuyor ve bu da İtalyan kulüplerini maç günü hasılatları konusunda diğer Avrupa liglerinin gerisinde bırakıyor. İtalya’nın Euro 2016 adaylığıyla ilgili sunduğu dosyayla ilgili Uefa raporunda da İtalya en çok bu konuda yetersiz bulundu. (3 tanesi yeni inşa edilmek üzere) 12 tane stadyum önerisi-yle Uefa’ya giden ve bu çalışmalar için 740 mi-lyon euroluk bir bütçe sunan İtalyanlar’a Uefa olumlu bakmadı. Çünkü herkes gibi Uefa da biliyor ki İtalya’daki stadların yenilenmesinden çok tekrar yapılması gerekli…

Page 11: Spor iletişim 2. Sayı

2009 - 2010 Sezonu Tüm bu etmenler ışığında Serie A 2009-10 sezonunu incelediğimizde, bu sezon özelinde, pozitif bir bakış açısı yakalayabiliriz. Şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi’ne katılma mücadelesinin son haftaya kadar devam etmesi, heyecanı son düdük çalana kadar üst seviyede tuttu.

İnter üst üste 5., Mourinho’yla 2. Şampiyonluğunu son hafta aldığı 1-0’lık galibiyetle kazandı. Kadro kalitesi olarak diğerlerinden çok üstün olan Mavi-Siyahlılar’ın işi son haftaya bırakmasındaki etken Roma’nın inatla kovalaması mıydı? Kesinlikle hayır. Ligi daha önce rahatlıkla koparabilirdi Inter. Ama Şampiyonlar Ligi’nde seneler sonra finale çıkan takım, Avrupa’ya daha çok konsantre olunca ligde sürpriz puan kayıpları yaşayıp işi son haftaya bıraktı. Mourinho gibi artı bir değere sahip oldukları için de ipi göğüslemeyi başardılar. Ve elbette ki Milito gibi bir oyun-cuya…

Sezonun hemen başında 4 yıldır maddi imkansızlıklara rağmen takımı üst seviyede tutan Spalletti’yi, birkaç başarısız sonuç üz-erine yollayan Roma ise Ranieri’yle kend-ilerinin bile beklemediği bir çıkış yakaladı ve şampiyonluğu son maça kadar kovaladı. Kendilerinin bile beklemediği dedim çünkü Ranieri ne Chelsea’de ne Valencia’da ne de Juventus da başarılı olabilmişti. Hatta Juven-tus tarihinde normal sezon içerisinde kovulan ilk antrenör olarak tarihe geçti. Ama kaptan-lar Totti ve de Rossi’nin liderlik vasıflarına Vucinic’in olağanüstü golcülüğü eklenince hem lig de hem de kupada finale kadar ay-akta kaldı Roma… Guardiola’nın geçen sene başardıklarından feyz alan Berlusconi, Leonardo’yu Milan’ın başına geçirdi. Kötü başlangıç, ani bir yükseliş ve yeniden düşüş. En iyi bu cümle özetler Milan’ın sezonunu. Kovulmak üzereyken Barnebau’da gelen Madrid galibiyeti ve sonrasındaki seri galibi-yetler Leonardo’yu tüm sezon takımın başında tuttu. Ama lig sonunda elde edilen 3. Sıra ve Şampiyonlar Ligi 2. Turunda Man. United karşısındaki süpürülüş Leonardo’nun ilk teknik direktörlük denemesinin sonu oldu. Aslında yaş ortalaması bu kadar yüksek bir takım için başarı sayılmalı Leonardo’nun yaptıkları ama…

Şampiyonlar Ligi’ne katılacak son takım olma yarışını ise çiçeği burnunda Juventus hocası Luigi del Neri ile Sampdoria kazandı. Hücumda Cassano-Pazzini ikilisinin, aralarındaki uyuma takımı da ortak eden oyunları ve kaptan Palombo’nun saha içindeki liderliğiyle yıllar sonra yeniden Şampiyonlar Ligi’nde yer alma şansı yakaladı Genova ekibi. Hem de ezeli rakipleri Genoa’nın bu fırsatı averajla kaybetmesinden sadece bir sezon sonra. Genoa demişken, se-zonun hayal kırıklıklarından birisi oldular. Avrupa’nın 2, dünyanın ise 4. Büyük oyuncak firması ‘Giochi Preziosi’nin sahibi başkanlarıyla her sezon üstüne koyarak giden takım, bu sezon Avrupa kupalarına katılamayarak ligi 8. Bitirdi. Inter’e satılan Milito ve Motta’nın boşluğunu bir türlü dolduramadılar. Attığı gol sayısında geçen yılın 1 gol üstüne çıkmalarına rağmen hü-cum hattında Floccari-Palacio-Crespo üçlüsünün bir Milito etmemesi, savunmada ise 39 golle kapatılan geçen sezondan sonra Motta gibi bir yönetici bulamadıklarından 61 gol yemeleri bu sonucu hazırladı. Geçen yıl onların son ana kadar kovalayıp elde edemediği 4.lüğü bu se-zon kaçıran ise Palermo oldu. Cavani, Pastore, Sirigu gibi gençlerin yanına Miccoli, Liverani, Bresciano gibi tecrübeli oyuncuları monte eden Sicilyalılar, Sampdoria da kendileri kadar istekli olunca bir kez daha Avrupa Ligi biletine razı oldular. Onlar için sezonun en önemli kazanımı ka-lecileri Sirigu oldu bu sezon. Sezon başı Amelia Genoa’dan transfer edilen Rubinho’da 7. Hafta formayı alan 87 doğumlu kaleci, tüm sezon boyunca bir daha kalesini kaptırmadı. Hatta buna güvenen Palermo yönetimi de devre arasında Rubinho’yu Livorno’ya kiraladı. Bu arada Siriga’yı 4 sezon önce Kadıköy’de Fenerbahçe’ye karşı bizler de izlemiştik Palermo formasıyla çıktığı 2. Resmi maçta…

Napoli ise sezona büyük umutlarla başlayıp Avrupa Ligi biletini son haftalarda elde edebildi. Düşünün, Hamsik, Lavezzi, Denis, Datolo gibi oyuncular barındıran kadronuza Quagliarella, Dossena, Cigarini gibi takviyeler yapıyorsunuz. Sonra da bu kadroyu Donadoni’ye teslim edi-yorsunuz. Olur mu hiç? Olmaz elbette. Olmadı da zaten. Erken fark eden Napoli yönetimi de Donadoni’yi yollayıp Walter Mazzarri’yi getirdi. Bugünkü Sampdoria’nın temellerini atan Maz-zarri de kulübü son sıralardan alıp 6.lığa taşıdı. İki yıldır düzenli olarak Devler Ligi’ne giden Fiorentina ise dar kadroyla lig ve Şampiyonlar Ligi’ni götürmeye çalışan her takım gibi, havlu attı bu sezon lige ve 11. Oldular. Önce Mutu’nun doping yüzünden aldığı ceza sonrasında ise Şampiyonlar Ligi’ndeki olaylı Bayern maçları konsantrasyon olarak dibe vurmalarına se-bep oldu. Lazio ise Başkan Lotito’nun Pandev inadına kurban ettikleri sezonda, bir ara düşme kabusları da görmelerine rağmen 12. Kapattı sezonu. Bu arada Pandev’i 5 kuruş kazanamadan Inter’e kaptıran Lotito da futbolcuların köle olmadığını acı bir tecrübeyle de olsa anlamış oldu.

Ve Juventus. En büyük hayal kırıklıklarının mümessili. Calciopoli’den sonra altyapıya yönelen, Buffon’lu, Trezeguet’li, del Piero’lu, Camoranesi’li kadrosuna Marchisio, Giovinco, de Ceglie gibi kendi yetiştirdiklerini yerleştirip geleceğe umutla bakıyorlardı iki sene önce. Geçen yıl Amauri, Sissoko, Poulsen takviyeleriyle 2.lik gelince bu sezon da Diego, Felipe Melo, Cannavaro, Grosso ve Caceres takviyeleri yapıldı. Ne ilginçtir ki 2 yılda yaptığı transferlerin yarıdan fazlasını savunma ağırlıklı oyunculardan yapan takım 56 gol yiyerek -1 averajla kapattı sezonu. Atalanta 53 gol yiyerek ligden düştü siz düşünün gerisini. Bir başka Barcelona mağduru olarak sezona Ferrara’yla başlayan Juve sezonu 7. Bitirdi ve İtalya Kupası finalini Roma-Inter’in oynaması sayesinde Avrupa Ligi’ne katılacak…

Milano’nun iki devinin küçük kardeşleri Atalanta, zaten senelerdir Maccarone’nin performansıyla evinde hatırı sayılır sayıda maç kazanarak lige zoraki tutunan Siena ve Lucarelli’nin dönüşü yetmeyen Livorno seneye Serie B’de mücadele edecek.

Gol kralı ise attığı 28 golle, bir ara düşme kabusu yaşayan takımını da kurtararak, Udinese’li di Natale oldu. Senelerdir geri planda kalarak yanında oynayan Iaquinta, Quagliarella gibi oyuncuların yıldızını parlatan di Natale, bu başarıya 33’ünde ulaştı. Belki sadece 6 sezondur Udinese’de ama birçok futbolsever için Milan’da Maldini neyse, Udinese’de de di Natale aynı anlama geliyor…

Page 12: Spor iletişim 2. Sayı

GÜNEŞ BATACAK MI? Hasan Babur

‘7’ yıl geçti, Manchester United’ın ünü kıtaları aşan ‘7’ numarasını La Liga’ya göndermesinin üzerinden. Galacticos 1 fırtınasından na-sibini alan Premier Lig, o dönemde bir başka yıldızla bu hamleye cevap vermişti. Geride bıraktığımız sezona yine ‘7’ numara kaybıyla başladılar. Ancak Galacticos 2’ye bu sefer karşılık veremedi ‘Dünyanın en çok izlenen ligi’ etiketli Premier Lig. Halen bu unvanı korusalar da önümüzdeki yıllarda daha çok çaba sarf et-meleri gerektiğinin farkına vardı İngilizler. İşte diğer öne çıkan taraflarıyla Premier Lig 2009-2010 sezonu

Parlayanlar

Tottenham ve Harry Redknapp

Şampiyonlar Ligi vizesini alan 5. İngiliz teknik direktör olmayı başaran Redknapp, Manchester City’i ve Liverpool’u geride bıraktı. Wigan’a attıkları 9 gol, sezonun rekoru oldu.

Fulham ve Roy Hodgson

2 yıl önce son hafta düşmekten kurtu-lan takıma, Avrupa’da final oynatmak her babayiğidin harcı olmasa gerek. İngiliz teknik direktörlerin parladığı bu sezonda, 63 yaşındaki Hodgson içindeki ateşi takımına da yansıttı. Shaktar Donetsk’i, Juventus’u, Wolfsburg’u ve Hamburg’u eleyerek müthiş bir sezon geçirdi Fulham. Finalde Forlan’ın gazabına uğramasalar, futbol tarihinin en güzel hikâyelerinden biri mutlu sonla bitecekti…

Wayne Rooney 30 Mart sabahı ligde 26 golle zirve-deydi. Önündeki 1,5 aylık süre ve formu düşünülünce, Ronaldo’nun 31 gollük reko-runu kıramaması imkânsızdı. Aynı günün akşamında, Dünya Kupası’nı kaçırma riskiyle karşı karşıya kalan bir oyuncuydu artık. Koltuk değnekleriyle ayrıldığı Allianz Arena; Man-chester United’ın lig ve Avrupa şampiyonluğu umutlarına da mezar oldu.

Takımı sezonu kupasız kapatmasına rağmen, Profesyonel Futbolcular Birliği tarafından ‘Yılın Futbolcusu’ ödülüne layık görüldü Rooney.

Chelsea ve Didier Drogba, Frank Lampard, Carlo Ancelotti

Milan’la sözleşmesini uzattıktan 15 gün sonra Chelsea’nin başına geçmişti Ance-lotti. Oyuncuların kendisine saygı duymasını sağladı. Bu saygının getirdiği disiplin ise makine gibi çalışan bir takım yarattı. Drogba & Lampard ikilisi 51 gol atarken, 30 da asist yaptılar. Dört kez 7, bir kez de 8 gol attılar; toplamda 103 golle Premier Lig rekorunu kırdılar. FA Cup’ı da kazanarak, ligde ‘duble’ yapan yedinci takım oldular. Her ne kadar 2003’ten bu yana hiçbir şampiyon bu kadar az puan toplamamışsa da, Chelsea ve Ancelotti bu sezon ne kadar doğru varsa yaptılar.

Darren Bent 2007’de kulüp rekorunu kırarak £16,5 milyon bedelle Tottenham’a transfer olmuştu Bent. 60 maçta attığı 18 gol, fayda / maliyet analizin-den sınıfta kalınca takımdan yollandı. Sezon başında Niall Quinn’in kucak açmasıyla, Sunderland’de adeta küllerinden doğdu. 24 golle Avrupa Gol Krallığı’nda 6. sıraya yerleşti ve Capello’nun takımında kendine yer bularak Güney Afrika biletini kaptı.

İlkler 6 yıl aradan sonra Kupa 1’de bir İngiliz takımı yarı finali göremedi. Son üç yıldır yarı finale üç takım gönderen İngiliz futbolu, tam bir travma yaşadı.

Portsmouth’un £70 milyon’a ulaşan bor-cunu ödeyemeyip kulüp yönetimini kayyuma devretmesi, Premier Lig tarihinde bir ilk oldu. Zaten iki maç üst üste kazanamayan takım, bu olaydan sonra 9 puanının da silinmesiyle ligi son sırada tamamladı. Portsmouth’a alt lig yolculuğunda, geçen sezonun flaş takımı Hull City ile ligin yeni ekibi Burnley eşlik edecek.

Hayal Kırıklıkları

Liverpool ve Rafa Benitez Kasım 2009’da Four Four Two’ya verdiği röportajda “Bu sefer olacak!” diyordu Steven Gerrard. Olmadı. Şampiyonluk bir kenara, 6 yıl aradan sonra Kupa 1’e katılamadı Kırmızılar. “Tüm bu olanları düzeltmek için bir şans daha istiyorum” diyen Benitez de sezonun kaybe-denlerinden. Avrupa Ligi kazanılsa dahi, o kupa Liverpool’un bütçesini tutturması için ger-ekli mali desteği sağlayamayacak. Bu şartlar altında yeni bir yapılanmaya nasıl gidecek İspanyol, merak konusu. Abramoviç’in Torres, Perez’in de Stevie için kesenin ağzını sonuna kadar açacakları konuşuluyor. Çok kritik bir dönemece girdi Liverpool. Dünya Kupası sonrası, taraftarları için pek de keyifli geçecek gibi görünmüyor.

Manchester City Adebayor, Barry, Tevez, Toure, Santa Cruz ve £93 milyon. Portsmouth’u iflasa götüren miktardan fazlasını bu beş isme harcadı City. Sezona Mark Hughes’la başladılar, Aralık’ta kovdular. Inter’i şampiyon yaptıktan sonra Mourinho yüzünden yol verilen Mancini’ye emanet ettiler takımı. Kan değişikliği işe yaramasına rağmen, bitime bir hafta kala evlerinde Tottenham’a yenilerek Şampiyonlar Ligi biletini alamadılar. Harcanan paraya göre beklentileri karşılamamış olsalar da; kendi puan rekorlarını kırıp, ilk kez lig beşinciliğini gördüler.

Unutulmaz Wigan Maçları!

Tottenham’ın ilk devreyi 1-0 önde kapattıktan sonra, Wigan’ı 9-1 mağlup ettiği; Arsenal’in 80, 89 ve 90. dakikalarda yediği gollerle Wigan’a 2-0’dan 3-2 yenildiği ve Chelsea’nin otuz beş dakikada attığı 6 golle Wigan’ı 8-0 yendiği maçlar, sezonun unutulmazları arasına girdi.

Yeniler Newcastle United ve West Bromwich Albion’ın yanı sıra, 22 Mayıs’ta oynanacak olan Blackpool-Cardiff City maçının galibi, önümüzdeki sezon zirve ligde mücadele edecek. Lig yönetiminin aldığı karara göre, bu sezondan itibaren lige yükselen üç takım, 4 yıl boyunca £48 milyonluk gelirin sahibi olacak. Wembley’de Coca Cola sponsorluğunda oy-nanacak maç, bu sebeple ‘dünyanın en pahalı futbol maçı’ olarak adlandırılıyor.

Page 13: Spor iletişim 2. Sayı

LİGİMİZİN “CLARC KENTLERİ”

Övünç Tüzün

10. Frank Rijkaard

Listeye Frank Rijkaard’ı eklerken haksızlık mı yapıyorum acaba diye düşünmedim değil. Çünkü Hollandalı, Galatasaray ter-cihi ile bir anlamda gezegen değiştirdi. Ama sezonun en kötüleri algımız oyuncuların/teknik adamların beklentilerin ne kadarını karşılayabildiği ile ilgili bir mevhum. Bu per-spektiften bakıldığında Hollandalı, açık ara sezonun en büyük hayal kırıklığı. Bu bağlamda listede 10.sırada olması hem ona iltimas geçtiğimi gösteriyor hem de vicdanımı rahatlatıyor. Rijjkaard’ın Galatasaray’a trans-feri ülkedeki tüm futbolseverler için sadece bir teknik direktör transferinden çok daha fazlasını ifade ediyordu. Bir spor yazarına göre Rijkaard’ın gelişi F1’in getirilmesi gibi bir hadiseydi. Galatasaray’a total futbolun por-takal fidelerini ekmesi için getirilen Rijkaard’ın sezon başlangıcı etkileyiciydi. Ligde alınan seri galibiyetler; bu galibiyetlerden daha da önemlisi sarı kırmızılıların oyun sistemindeki gözle görülür Hollandalı izleriydi. Çok adamla hücuma çıkan, oyunu rakip alanda oynayan, hücumu çok geniş alana yayan, pas oyunu konusunda mahir, yakışıklı futbol oynayan bir ekip görüntüsündeydi Galatasaray… Mevsim başındaki bu parlak tablo sezonun en kritik maçında bakın nasıl bir hal aldı: Fenerbahçe mağlubiyeti sonrasında çıkılan Sivasspor deplasmanında kümede kalma mücadelesi veren rakibine karşı Rijkaard, ekibinde sa-dece iki hücum personeline yer verip tipik deplasman takımı hocası hüviyetine büründü. Üstelik bu hücumcuların hiçbiri santrfor özelliğine sahip değildi. Sonuç olarak Rijkaard, misak-ı milli sınırları içerisinde devrimcilerin değil oportünistlerin kazandığını fark edip kendi felsefesini terketti ama ligin kodlarını çö-zebilecek kadar tecrübeli olmadığı için bunda da başarılı olamadı. Galatasaray tarihinin en geniş, nitelikli kadrolarından biriyle başladığı sezonu kupasız kapatarak listemize giriş yap-maya hak kazandı…

9. Gökhan Zan

Sezon başında milli takım stoperlerinden birini bedelsiz olarak transfer etmek zekice bir hareket olarak görülür futbol dünyasında. Bedava sirke baldan tatlı felsefesindeki GS transfer komitesi ucuz etin yahnisinin yavan olacağını hesaba katmadı anlaşılan. Kariyerinde sürekli yaşadığı sakatlıklar nedeniyle adı ‘cam adam’a çıkan Gökhan Zan trans-feri şüphesiz kumardı Galatasaray için. Bu kumarı oynadılar ve kaybettiler. Gökhan Zan sadece 8 hafta sağlıklı kalabildi Türkcell Süper Lig cangılında.

8.Teofilo Gutierrez

Teofilo Gutierrez, ayaklı bir 90’lı yıllar nostalji-si gibi… O yıllarda büyük kulüplerimiz adı sanı duyulmayan oyuncuları transfer edip güzide spor medyamızın gazlamasıyla taraftarın gönlünü çalmaya çalışırdı. Boy boy poster-leri verilir, formayla iki top sektirmelerinden sonra top cambazı unvanı alır, dünyanın öbür ucunda kimsenin duymadığı takımlardaki gol istatistikleriyle biçare futbol taraftarı daha da çok heyecanlandırılırdı. Sonrası trajikomik bir hayal kırıklığı elbette… Gutierrez’de Kolombi-ya takımı Atletico Juniors’dan 52 maçta 41 gol istatistiği ile transfer edildi. Trabzon forvetinde oynamak her babayiğidin harcı değil. Fatih Tekke ismi Demoklesin kılıcı gibi bu adamların üzerinde sallanırken üstelik. Kolombiyalı devre arasında geldiği Trabzonspor’da tam bir hayal kırıklığı yarattı. Trabzon’da ilk kez kar görme sevincini yaşadı ama forma giydiği 15 resmi maçta gol atma sevinci yaşayamadı.

7. İbrahim Kaş Kendi takımınızda forma şansı bulamayan vasat savunma adamınızın sözleşmesi bitmiş du-rumda. Sizin için kalıp kalmamasının bir önemi yok. Önceliği yıldız fut-bolcu transferine veriyor

sunuz. Bu arada ilginç bir gelişme yaşanıyor. Va-sat savunma adamınız maharetli menajerinin katkılarıyla La Liga’ya transfer oluyor. Getafe’ye. Gitsin bakalım diyorsunuz ne yapacak acaba oralarda? Hınzır bir merak duygusunu bünyeye yerleşmesini sağlaması dışında bir önemi yok bu transfer haberinin. Ertesi yıl ligi şampiyon kapatıyorsunuz. Şampiyonlar Ligi’ne direk gru-plardan başlayacaksınız ve geniş bir kadroya ihtiyacınız var. Hocanız eski stoperinizi almanızı istiyor. Kiralıyorsunuz… İbrahim Kaş, kadroya giremediği, bedelsiz olarak ayrıldığı takıma İspanya’da kulübede oturmakla geçen bir sezo-nun ardından para ödenerek kiralanıyor. Güzel bir şarkının sözleri dolanıyor bu sırada nedense dilime:’’Nerden baksan tutarsızca nerden bak-san…’’ Neyse ev halkı sesimden rahatsız oldu çenemi kapayıp yazıya geri dönüyorum. Mesele İbrahim Kaş’ın geri dönmesi değil elbette mese-le İbrahim Kaş’ın ilk 11 oyuncusu olarak geri alınması. Sezon performansıyla İbrahim kimseyi yanıltmıyor ve savunmanın en zayıf halkası konu-munu kimseciklere kaptırmıyor. Takımı açısından ligin en kritik virajlardan biri olan Kasımpaşa maçında yedirdiği gollerle yapabileceklerinin sınırı olmadığını kanıtlayıp listedeki yerinin haklılığını kanıtlıyor…

6.Christian Baroni

Christian Baroni taksi plakası gibi bir adam… Sebepsiz ve manasız bir şekilde sürekli değer kazanıyor. Ocak 2008’de 350.000 euroya Atletico Paranense’den Flamengo’ya transfer edildi.

Page 14: Spor iletişim 2. Sayı

Parenense’nin 2.lig takımı olduğu notunu düşelim tarih yapraklarına. Ağustos 2009’da ise 7.500.000 euro karşılığı Fenerbahçe’ye transfer edildi. Bir buçuk yılda 20 kattan fa-zla değer kazandı. Peki ne oldu da çok değil 1.5 yıl önce Brezilya 2.liginde kendi halinde bir oyuncu olan Baroni 7.5 milyon euroluk bir adama dönüştü. Heyecanlanmayın bu sorunun cevabını bildiğim yok. Bu soruyu J.J Abrams’a havale diyorum. Fenerbahçe’ye gelmeden önce kimsenin adını bile bilmediği Baroni bu sezon Türkcell Süper Lig’de gösterdiği per-formansla adının neden bilinmediğini ortaya koydu. Baroni’nin sakatlanıp formayı taraftarın sevgilisi(!)Selçuk Şahin’e kaptırdığı dönemde sarı lacivertlilerin şampiyonluk sürecine girme-si ise kendisini listemize gönül rahatlığıyla katmamıza neden olan bir diğer unsur…

4. Leo Franco

Sezon başında Galatasaray’a transfer edildiğinde herkesin aklına 2000 UEFA Kupası çeyrek finalindeki 4-1’lik Mallorca maçı gelmişti. O maçta bütün golleri aşırtmadan yiyen Leo Franco’nun sarı kırmızı muhiplerine sempatik geldiği aşikar ama onu kendi kaleler-inde görmek isterler miydi? Uzun Atletico Madrid kariyeri ve bonservisinin olmayışı şüphelerin üzerini örttü ve Galatasaray’a transfer edildi. Yediği basit goller, maç kurtaramaması, selefi De Sanctis’in Napoli performansı suyunun ısınmasına neden oldu. Fenerbahçe derbisinde Selçuk’un tabanca menzili dışından vurduğu şutu içeri almasıyla bileti kesildi Arjantinli’nin…

5. Joao Alves

Joao’nun 20 milyon sterline CSKA’dan Man-chester City’e transferi tarihin en büyük transfer kazıklarından biri olarak bilinir. 20 milyon sterlinlik adam City formasıyla 9 maçta sadece 1 gol atabilince Everton’a kiralandı. Everton’da benzer bir performans ortaya ko-yunca sezon ortasında Galatasaray’a şutlandı Joao Alves… Yarım devreliğine geldiği Galatarasaray’da futbolundan çok gece hayatı ve vurdumduymazlığıyla gündeme gelen Joao çıktığı 15 resmi maçta 1’i penaltıdan 3 gol atabildi sadece. Selefi Nonda’nın ilk devredeki 25 resmi maçta 16 gollük performansını göz önünde bulundurduğumuzda Brezilyalının listede daha da üst sıraları hakkettiği söylen-ebilir… 2. Rodrigo Tabata

Transfer mevsiminde Mehmet Topuz kavgasını kaybeden Demirören yıldız bir oyuncu alarak kendisini affettirm-eye çalışıyordu. Son güne kadar bütün Beşiktaşlı taraftarlar bu ismin Deco olmasını umut ediyordu. Yönetim kanadından yapılan açıklamalar da bu umudu pom-palamaya yönelikti. Deco transferi de yattı ve Demirören’in hezeyanları bu Brezilyalı Japon’u Beşiktaş’lı yaptı. Üstelik 8.5 mi-lyon euroya… Bu saatten sonra film koptu Tabata’nın taraftara kendisini sevdirip başarılı olmasını sağlamak için ağzıyla kuş tutması gerekiyordu. Buna da Mustafa Denizli izin vermedi. Oyunculuk dönemlerinde yıldız olan teknik adamlar, takımlarında değerinin çok daha fazlasına alınmış bir oyuncu görünce ayar oluyorlar. Zamanında John Toschack’ın bir başka 8.5 milyon’luk adam Ayhan Akman ile geçtiği toshacklar yaşı yeten futbolsever-lerin hala hatrında. Denizli bir salon adamı elbette toschaklık yapmadı ama Tabata’yı çok az kullanarak safını belli etti. Sezon içinde sadece 13 maçta ilk 11 şansı bulan Tabata oynadığı 21 resmi maçta attığı 3 golle sezo-nun en kötü transferlerinden biri oldu…

2001/2002 sezonunun devre arasında 22 yaşındaki Nihat Kahveci’yi 5.5 milyon euroya Real Sociedad’a satmıştı Beşiktaş. 2009 yılında 30 yaşında olan, ciddi diz sakatlıkları yaşamış, kariyeri inişte olan eski oyuncu-sunu 4.5 milyon euroya Villareal’den geri aldı. Sezon başına 3.5 milyon eurodan 3 yıllık kontratını da hesaba kattığımızda Nihat Kahveci’nin transfer maliyeti 15 milyon eu-royu buluyor. Kariyerini bitirebilecek ölçüde ciddi bir sakatlıktan çıkıp bir önceki sezonu nerdeyse hiç oynamadan geçirdiğini göz önünde bulundurduğumuzda Nihat’ın trans-ferini sadece Demirören’in hezeyanlarıyla açıklayabiliriz. Kağıt üzerinde oldukça mantıksız görünen bu transferin bir hata olarak değerlendirilmemesi için Nihat’ın İspanya’daki iyi sezonları ayarında bir sezon geçirmesi gerekiyordu ama aksine felaket bir sezonu geride bıraktı. Nihat, ligde sadece 16 maçta ilk 11’de oynama şansı buldu ve ağları 3 defa havalandırabildi…

Fenerbahçe ve Beşiktaş başkanlarının trans-fer mevsimindeki inatlaşmaları sonucunda Türk futbol tarihinin en pahalı yerli oyun-cusu ünvanını ele geçirdi bu saf Anadolu çocuğu. Transfer dönemindeki saf köylü kızı tavırlarından dolayı bu nitelemeyi yaptım ama yoksa ben mi safım? Yoksa iki kulübü yok yere birbirine düşürüp bundan akıl almaz bir kar elde eden hinoğlu hin bir Kayserili mi var karşımızda? Türk futbol düzeninin abuk feodal yapısının kaymağını sonuna kadar yiyen sıradan bir oyuncu sadece Topuz. Yerel pazarda 10 milyon euroyu bulan bonservis bedelinin uluslararası ölçeklerdeki rasyonel karşılığının ne olduğu ise merak konusu. Topuz’un bu seneki performansını göz önünde bulundurduğumuzda bu rakam çoğu kişi için 1 milyon euronun bile altında kalır. Transfer dönemindeki şamataya, çıkardığı gürültüyle kıyasladığımızda bu seneyi Mehmet Topuz oldukça sessiz geçirdi. Ofansif bir orta saha oyuncusu olmasını rağmen ligdeki ilk ve tek golünü ancak 33.haftada kaydedebildi…

3.Mehmet Topuz

1.Nihat Kahveci

Page 15: Spor iletişim 2. Sayı

MAVİ ATEŞ KARABÜKSPOR

Alican Demir

Dumanlı kentin puslu çocuklarinin takımı, bitime üç hafta kala Bank Asya Birinci Ligi’nde şampiyonluğunu ilan ederek Turkcell Süper Lig’e yükselmeye hak kazandı. Gelin hep birlikte Bank Asya 1. Lig’i şampiyon olarak tamamlayan Karabükspor’u daha yakından tanıyalım.

Kuruluşu ve İlk Yılları Karabükspor’un kökleri 1938 yılına ka-dar uzanmaktadır. O dönemde M. Kemal ATATÜRK’ün emirleri doğrultusunda tüm ülkede spor adına yeniden yapılanma süreci başlamış, özellikle Karabük’te, ülkenin ilk ağır sanayi hamlesinin başladığı yerde bunun öncülügünü yapacak kulüplerin kurulmasına başlanılmıştı.

Böylece “DÇ Gençlik Kulübü” gri-mavi renkleri ve DÇ arması altında kuruldu. Kulübün profesyonel liglere ilk adımı ise 1969’da atılıyordu. Karabük Gençlik’in kırmızı rengi ile DÇ Gençik Kulübü’nün mavi rengi alınarak, yine DÇ arması altında, Karabükspor 1969-1970 sezonunda Türkiye 3.Ligi Beyaz Grubu’nda mücadele etmeye başladı.

Gerçek Bir İşçi Takımı Kulübün en büyük destekçisi ve sponsoru 1965’te kurulan Çelik-İş Sendikası ve Kar-demir Demirçelik Fabrikası. Kulübün ayakta kalmasını sağlayan diğer iki etmen ise şehir ve sendika. Karabük’te işçiler ve halk, 1995’te zarar ettiği gerekçesiyle kapatılmak istenen Kardemir Demir Çelik Fabrikası’nı alarak Türkiye’de bir ilke imza attı. Günümüzde ise 3700 Kardemir işçisi Karabükspor’a aylık 20’şer lira para ödüyor, demirin satışından kulübe binde üç pay veriliyor, çelik-iş sendikası ise sponsor olarak destek veriyor. Karabükspor’un bir diğer özelligi ise başkanı Hikmet Feridun Tankut’un aynı zamanda Hak-İş Konfederasyonu’na bağlı olan Çelik-İş Sendikası Başkanı olması…

Kulübün gerçek bir işçi takımı olduğunu kanıtlayan en önemli olaylardan biri ise 5 Aralık 2009’da Karabükspor’un 4-2 galibiyeti-yle sona eren maçta yaşanıyor. Sendikanın efsanevi başkanlarından, birçok eylemin lideri, aynı zamanda ismini futbol takımına da veren, demir-çelik fabrikasında örgütlü olan sendikanın liderliği ile kalmayıp kulüp başkanlığı da yapmış olan Metin Türker’in 12. ölüm yıldönümünde futbolcular O’nun anısına sahaya arkasında sendikanın adı yazılı siyah formalarla çikiyor.

1 Mayıs 2010’da ise işçi takımı ruhu mey-danlara taştı. Dolmabahçe’de toplanan Hak-İş kortejine Kardemir Karabüksporlu futbolcu-lar da katıldı. Takım yöneticileri ile yerli ve yabancı tüm futbolcular işçilerle birlikte yürüy-erek sloganlar attı

Dramatik Düşüş Bir sezon amatör ligde, dört sezon 2. ligde ve 19 sezon 1. ligde mücadele ettikten sonra Karabükspor, 1993-94 sezonunda Süper Lig’e yükseliyor. İlk devreyi 7 puanla son sırada kapatan takım, daha sonra ligde kalma şansını son maça kadar taşiyor. Son maçında ligden düşmeme mücadelesi veren bir diğer takım Zeytinburnuspor ‘la karşilaşan Karabükspor, beraberliğin yeterli olduğu maçta, bitime 15 saniye kala yediği golle mağlup oluyor ve Süper Lig’e veda ediyor. Bu maç, hala en dramatik ligden düşüş olarak futbolseverl-erin hafızasına kazınmış durumda. 1997-98 ve 1998-99 sezonlarında Süper Lig’de mü-cadele eden takım bu sezonun ardından küme düşüyor. 1999-2001 yılları arasında 1. Lig’de mücadele ettikten sonra 2. lige düşen Kara-bükspor 2008’de 1. Lig’e yeniden yükseliyor.Hakan Ünsal, Vedat İncefe, İbrahim Üzül-mez ve Ibrahim Kaş gibi süper ligin yakından tanıdığı oyuncuları yetiştiren Kardemir Kara-bük Spor Kulübü’nün ayrıca Türkiye Tekerlekli Sandalye Basketbol Süper Ligi’nde tekerlekli sandalye basketbolu takımı vardır. Kulüp bu branşin yanı sıra voleybol branşinda da hizmet vermektedir.

Şampiyon Karabük! 2008-09 sezonunda 49 puanla yedinci olan Karabükspor, 2009-2010 sezonuna daha da iddialı girdi. Güney Afrika 2. lig ekiplerinden FC Cape Town’dan Ugandalı Hassan Wasswa ve Nijeryalı Emmanuel Emenike’yi kadrosuna katan takımda, yurtiçinde ise Boluspor’dan Sertan Vardar, Altay’dan Yasin Avcı fark yara-tan transferler olacaktı. Sezonun ilk devresini de lider kapatan Karabükspor, ligin bitimine 3 hafta kala şampiyonluğunu ilan etti ve gelecek sezon Turkcell Süper Lig’de oynamaya hak kazandı. Bank Asya 1. Lig’de teknik direktör değiştirmeyen üç takımdan(Dardanelspor ve Kartalspor) biri olan Karabükspor teknik direk-tör Yücel İdiz’in önderliginde ligi domine etti ve en yakın rakibinin 13 puan önünde lider olarak bitirdi.

2009-2010 sezonunda pek çok dalda li-gin en önde gelen ekibiydi. 74 golle ligin en çok gol atan, 28 golle ligin en az gol yiyen takımı oldu. Kendi sahası Dr. Necmettin Şeyhoğlu Stadı’nda 14 galibiyet 3 beraber-lik alırken mağlubiyet yüzü görmedi. 6-1’lik Mersin İdman Yurdu galibiyetiyle sezonun en farklı skorunu elde etti. 21 yaşindayken futbol hayatını sonlandırmanın kıyısından dönen ve Karabükspor’la yeniden doğan 27 yaşindaki Yasin Avcı 18 golle gol kralı olurken, ikinciliği 16’şar golle yine Karabükspor’dan Emenike ile Bucaspor’dan Mehmet Batdal paylaştı. Bunların yanında ise 59 sarı kartla ligin en az sarı kart gören takımı ünvanini kazanarak ligin en centilmen takımlarından biri oldu.

Her şey Karabükspor için.. Karabükspor’un 7593 kişi kapasiteli stadı Mayıs sonundan itibaren modernizasyona uğrayacak. Kapasitesi iki katına çikarilmasi planlanan Dr. Necmettin Şeyhoğlu Stadı’nın ayrıca dört tarafı kapatılacak. Kulübün formalarını yapan ve Karabükspor’un resmi ürünlerini satan KARİUM’a taraftarın ilgisi takımın gelişimi için önemli.Bu taraftar desteği ve romantik futbolseverlerin tutkusu oldukça onları uzun yıllar Süper Lig’de izleyeceğimizi düşünüyorum. Yazımı ise tutkulu Mavi Ateş taraftar grubunun bir marşiyla bitirmek isterim.

dumanlı kentin asi çocuguyuz biz demirin suyu olur alınterimiz

bunun bir bedeli var şu kalbimizde mavi ateşle yanar yüreklerimiz

taraftarın seninle gurur duyuyor kalplerimiz hep birden sana çarpiyor

bu sahalar seninle anlam buluyor şampiyonluk ver bize mavi ateşim

karabük sırtlarında aslanlar yaşar demirden pençeleri güce güç katar yenilgi hançeriyle kessen kolumu

damarlarımda kan kırmızı mavi akar

her gün seni düşünür seni yaşarız yensen de yenilsen de seni bırakmayız seninle onurluyuz, mutluyuz, gururluyuz

çünkü biz ezelden karabüksporluyuz

Page 16: Spor iletişim 2. Sayı

“BUCA”LADILAR BEYİNLERİ Hikmet Tanur

Bu sezonun favori pankartı, başlıktan da anlayacağınız gibi, Bucaspor tribünlerinde her maç gördüğümüz “Bucaladık Beyinleri” pankartı oldu benim için. Aslına bakarsanız tüm hikayeyi çok iyi özetlemiş tribün. Ama önce İzmir’i bilmeyenler için biraz Buca’yı tanıtmak lazım. Buca, İzmir merkezin biraz dışında bir ilçe. Ama kendi içinde bir İzmir. Üniversite kampüsleri, göleti, hipodromu, havaalanına yakınlığı ile zaten merkeze çok ihtiyaç duymayan bir ilçe. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde okumuyorsanız ya da oralı bir sevgiliniz yoksa çok sık gittiğiniz bir yer de değil Buca. Ama kesinlikle İzmir’in büyük bir parçası olarak en az İzmir kadar modern bir yer.

Şehir, İstanbul’dan sonra futbolda sivrilen ilk kent olduğu için erken cumhuriyet döne-minde (1928) kurulmuş köklü bir ekip Buca-spor. Ancak İzmir’de kurulan beşinci takım. Renklerine bir dönem kırmızı eklense de şu an ilk renkleri olan sarı-lacivert formalarla çıkıyorlar maçlarına. Kulübün ambleminde bulunan üzüm kurulduğu dönemde Buca’da, Bornova ile beraber, İzmir’in en iyi üzümler-inin yetişmesinin sonucu. Bu semtlerde İngiliz işgalci subayların halen ayakta olan bağ evleri apartman gölgeleri altında onarılmayı bekle-mekte.

Neredeyse bir asrı deviren Bucaspor, profesyonelliğe biraz geç adım atmış. 1984 yılında 3. Lig’in kurulmasıyla profesyonel hayata geçen kulüp o günden beri hiç küme düşmemecesine mücadeleye devam et-mekte. Son iki sezondur bir üst lige çıkma başarısını gösteren Bucaspor, Karabükspor ile beraber bu oyunun güzel yüzünü tekrar hatırlattı. Ama bu inanılmaz yükseliş bir medya patronunun çıkarı olması ya da yerel bir sa-nayicinin ölmeden önce tuttuğu takıma kıyak geçmesi ile gerçekleşmedi. Yazının başında da bahsettiğim gibi “Bucaladılar Beyinleri”. Yeni bir şey yaratmak istedi hem yönetim hem de halk. 2. Lig’de şampiyonluk onlar için yeterli olabilirdi ama amaç daha başkaydı. Komşuları Göztepe’nin dört sezon üst üste lig düşmesinden kötü bir yönetimin bir takımı ne kadar aşağı çekeceğinin derslerini iyi gözlemlemişler. Koskoca İzmir futbol’u gerek merkezle çatışmalarla, gerekse birbirlerinin ayaklarını kaydırmayla uğraşırken, Bucaspor sessiz, sakin ama nereye gittiğini bilerek yürümeye devam ediyordu.

Önce tesisleşme ile başladılar işe. İlçe ve büyükşehir belediyelerini kelimenin tam anlamıyla kafaladılar. Önce Evka Spor Vadi’si projesi gerçekleştirildi. 6500 kişilik Buca Arena Stadı ve alt yapı takımlarının maçlarını yaptıkları 2500 kişilik Buca Belediye Stadı bu vadide yer almakta. Alt yapı tesisleri de 2009 yılı başında tamamen yenilenerek eksiksiz bir şekilde yeni futbolcular yetiştirmek için hayata geçirildi.

Mental değişimin saha içinde de yaşanabilmesi için tecrübeli mentörler de şarttı takım içinde. Beşiktaş, Trabzonspor, Bursaspor, Ankaragücü takımlarının formasını terletmiş Erman Güraçar, bir dönem kiralık olarak Galatasaray’da oynamış Süper Lig’in gediklisi Mehmet Polat, frikikleri ile Ankaragücü’nün efsaneleri arasına girmiş Yılmaz Özlem ve alt liglerde birçok gol krallığı olan Yunus Altun gibi tecrübeleri semtin çocuklarına ağabeylik etsin diyerek Buca’ya getirdiler. Bu yatırımları ve sezon öncesi yaptıkları Süper Lig’e yakışan bir kamp ile lige lakaplarına yakışır bir şekilde giriş yaptılar. İlk haftadan başlayarak sırasıyla, Kocaelispor’a dört, Dardanelspor’a üç gol attılar. 3. haftada ise ilk golü kalelerinde gördükleri maçta Hacettepe’yi İzmir’de 2-1 yendiler.

Daha sonraki üç hafta boyunca bir beraber-lik, iki yenilgi alarak biraz bocaladılarsa da sonrasında yakaladıkları performans ile ligin ilk yarısını 32 puan ile dördüncü bitirmeyi başardılar. Bu sırada iç-dış saha puan tablo-suna bakıldığında Bucaspor, evinde oynadığı sekiz maçta sadece bir yenilgi almıştı. Ama hem takımın hem de seyircilerin “Acaba?” demesini sağlayan seri 14. ve 21. haftalar arasında aldıkları 6 galibiyet ve 1 beraberlik-ten oluşan seriydi. Ligin ikinci yarısında ise Konyaspor, Adanaspor, Altay ve Karşıyaka’nın kendilerine geç izni vermesini çok iyi değerlendirilen takım, “Buca”lanan yepyeni beyinler ile 34 haftalık zorlu bir maratonu ikinci olarak bitirmeyi bildi.

Tabii bu süre içerisinde Mehmet Batdal fenomeni belirdi. 24 yaşındaki forvet fiziği ve azmi ile çok iş yapmaya başlamıştı Bank Asya’da. Yine karanlık bulutlar, küçük bütçeli ama hedefleri olan bir takımın üzerinde dönmeye başladı. Bir gün Fener, o olmadı Galatasaray, oradan ver elini Trabzon, şehir şehir dolaştırdılar çocuğu spor sayfalarında. Bir anda transferin göz bebeği olan Mehmet, ilk dokuz haftada 5 gol olan istatistiğini 17. haftaya geldiğinde 6 gole çıkarabilmişti. Ancak takımdaki ağabeylerin telkinleri işe yaramış olacak ki, transfer dedikodularına kulaklarını tıkayan Batdal, sonraki 8 maçta 7 kez skoru değiştirme başarısını gösterdi ve ligi toplam 16 gol ile bitirdi. Şu an Süper Lig standartlarını karşılamayan stadyumlarını 18.000 kişiye çıkarmak için bakanlık ve belediyeler arasında mekik dokuy-an yönetim, gerekli prosedürler halledilirse, üç ay kadar bir sürede Buca Arena’nın Süper Lig için yeterli bir stat olacağını söylüyor. Bu kadar kısa zamanda böyle işler başaran bir yönetim, on beşten fazla şampiyonluğu olan takımlar taşeronlara stat yaptırmak için yıllardır kıvranırken kendi işini kendi görecek gibi gözüküyor. Konu ne olursa olsun her şeyin ka-fada bittiğini, düşüncenin harekete olan kuan-tum etkisini gösteren Bucaspor’un önümüzdeki sezon Süper Lig’de de beyinleri “Buca”laması dileğiyle…

Page 17: Spor iletişim 2. Sayı

ONLARIN HALA UMUDU VAR Kemal Mardin

Bank Asya 1. Lig'de oynanan son hafta mücadelelerinin ardından 2009-2010 sezonu 14 takım için sona erdi ama 4 tanesi, üçer tane daha maç yapmak zorunda. 17-23 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da bulunacak olan Adanaspor, Altay, Karşıyaka ve Konyaspor Süper Lig’e yükselen üçüncü ve son takım olmak için mücadele edecekler. Peki, bu takımlar buraya gelene kadar nasıl bir sezon geçirdiler?

Adanaspor Adanaspor’un sezonu 7. haftada başladı demek hiç de yanlış olmaz. Dört kırmızı kartın çıktığı olaylı Boluspor maçının ardından istifa eden Ekrem Al’ın yerine gelen Kemal Kılıç’la birlikte çıkışa geçen Turuncu Beyazlılar kalan maçlarda 1. Lig’in sihirli formülü olan maç başına 2 puan ortalamasını tut-tursalar da averajla Bucaspor’un arkasında kaldılar ve ligi 3. tamamladılar.

Adanaspor’un bu sezon oynadığı futbolu tanımlamak için en uygun kelime hırçın olacaktır. Sezonu 95 sarı ve 8 kırmızı kartla tamamlayarak sertlik konusunda kontrolsüz bir görüntü çizen Adanalı futbolcular ironik olarak aslında bir o kadar da temkinliydiler. Zira Adanaspor ligi en az gol yiyen 2. ekip olarak tamamlarken aynı zamanda az gol atan takımlardan da birisi oldular.

Kaleci Tolgahan’ın önünde yer alan Recep ve Ersan ikilisiyle birlikte işin savunma kısmını sağlama alan Adanaspor aynı uy-umu ileri uçta yakalayamadı. Sık sık sakatlıklarla ve cezalarla da boğuşan genç kadro bir türlü istediği ikiliyi oluşturamadı. Eğer Fevzi’nin orta sahadan sağladığı katkı olmasa Emre Aktaş ve Mbilla ikilisinin vasatı aşamayan performanslarıyla Adana’nın buralalara kadar gelmesi mucize olurdu.

Adanaspor’da sezonun en büyük hayal kırıklığı ise hiç şüphesiz İlyas’tı. Kaptan saha içinde takımına bir türlü bekle-nen katkıyı veremedi ama saha dışında çok iyi çalıştı. Yaptığı açıklamalar ve ağabeylik ile takımın moralini hep üst seviyede tuttu ve adeta Kemal Kılıç’ın sağ kolu oldu.

Adana için sezonun belki de en önemli kazanımı ise 17 yaşındaki Okan Salmaz oldu. Özellikle ikinci devredeki maçlar-da bol bol oynama şansı bulan genç oyuncu, orta sahadaki sağlam oyunuyla ileriki seneler için umut verdi. Onun yanı sıra 21 yaşındaki Talha Mayhoş da son haftalarda takımda yer bul-maya başlayan ve beğeni toplayan bir diğer genç isim oldu.

Her ne kadar son anda kaçan ikincilik üzücü olsa da Adanaspor için bu sezon elde ettikleri derece son derece iyi bir sonuç. Bu kadar genç bir kadroyla takımı buralara ka-dar taşıyan Kemal Kılıç’ı tebrik etmek gerekir. Playoff’ların ardından sonuç ne olursa olsun bu nüveyi korurlarsa iler-ide Adanaspor ismini çok daha sık ve çok daha iyi yerlerde duyarız

Altay Her ne kadar bu ligde istikrarlı olmak görece kötü bir şey olsa da Altay açık ara 1. Lig’in en istikrarlı takımı. Başkan da, teknik direktör de, oyun-cular değişse de lig sonunda bulundukları sıra çok fazla değişmiyor. Hat-ta bu istikrarı sezon içerisinde de gösterdiler. İlk haftalardaki inişli çıkışlı periyodu saymazsak Altay’ın galibiyetleri hep seri halinde geldi. Sadece 28. haftadaki Samsunspor galibiyetinden sonraki hafta galip gelemediler. Tam dört defa üç haftalık seri yakalamalarına rağmen bu serileri hiç dört maça çıkaramadılar.

Açıkçası bu sezon Altay’dan büyük düşüş bekliyordum. Geçen se-zona göre çok daha zayıf bir kadroları vardı ancak onlar, en iyi yaptıkları işi yine başardılar ve gençlerle tecrübelileri kaynaştırarak uyumlu bir ekip yarattılar. Altay adına bu sezon en dikkat çekici isim şüphesiz, ara transferde Galatasaray’a gideceği kesinleşen ama sezon sonuna kadar Altay’da kalan Musa Çağıran oldu. 19 yaşındaki genç orta saha oyun-cusu bu sezon hem sağlam fiziği ve kesiciliğiyle hem de gol yollarındaki etkinliğiyle ön plan çıktı. Transfer olduktan sonra kendini nadasa bırakmayıp kora kor mücadeleye devam etmesi ise ekstradan alkış almasını sağladı. Onun haricinde bir diğer orta saha oyuncusu Musa Sinan, 8 golle takımının gol yükünü paylaşan Burak Çalık ve geçen sene sakatlıklarla boğuşmasına rağmen iyi bir performans sergileyen ve bu sene de kaldığı yerden devam eden Brezilyalı Tiago, Altay’ın dikkat çeken diğer genç oyuncularıydı.

Altay için sezonun en güzel sürprizi ise 15’lik Okay Yokuşlu oldu. Henüz ikinci maçında, 88. dakikada attığı golle hem takımına beraberliği getiren hem de 1. Lig’in tarihinde en genç gol atan oyuncu olan Okay, bir de galibiyet golü attığı ilerleyen haftalarda ciddi süreler alarak çok önemli tecrübe elde etti.

Tabii ki beklentileri karşılayamayan isimler de oldu. Transfer yasağı yüzünden yerlerine başkalarının gelmesi ihtimali olmamasına rağmen devre arasında takımdan gönderilen Okan Koç, Serkan Dökme ve Lev-ent Kartop bu isimlerin başında geliyor.

Teknik direktör konusuna da değinmeden geçmemek gerekiyor. Se-zona Fuat Yaman yönetiminde başlayan Altay, hocanın 2-0’lık Karşıyaka yenilgisi sonrası istifa etmesinin ardından koltuğu camianın sevilen isimlerinden Zagor lakaplı Zafer Bilgetay’a emanet etti. Bilgetay yöneti-minde fena bir performans sergilemeyen ve son beş maçtır yenilmeyen Altay 4. olarak playoff’a kaldı ama Bilgetay playoff vizesini alamadı. Yönetim, final niteliğindeki bu maçlar için kendisi iyi tanınan ama takımı pek tanımayan Güvenç Kurtar’ı görevlendirdi. Böylesi riskli bir kararın Altay’ın kaderini ne yönde etkileyeceğini bekleyip göreceğiz.

Page 18: Spor iletişim 2. Sayı

Karşıyaka Beş maçlık seyircisiz oynama cezası, dört farklı teknik direktör, bütün sezon süren sürtüşmeler sonucu istifa eden bir yönetim, kadro dışı bırakılan oyuncular, kaptanlık değişiklikleri ve sezon sonunda beşincilik. Bu ortamda bundan daha fazlası da beklenemezdi herhalde.

Karşıyaka, sezona bir önceki yıl finalde kaybedilen şampiyonluğun sendromuyla başladı. Aradan aylar geçmiş ancak camia hala kendine gelememişti. Tam 22 futbol-cu transfer edilip çekirdek de bozulunca ilk haftalarda bol bol puan kaybı yaşandı ve 11. haftadaki 3-0’lık Karabükspor mağlubiyeti ile 11. sıraya kadar gerilediler. Bu maç, sonsuz kredisi var diye düşünülen Reha Kapsal’ın sonu oldu. Kulübe son yıllardaki en iyi sezonunu yaşatan hocanın kovulması camiayı ikiye böldü. Yönetim uzun süre protesto edildi. Kriz ancak Onursal Başkan Selçuk Yaşar’ın araya girmesiyle çözülebildi. Böylesi bir ortamda Reha Kapsal’ın ardından göreve gelen Ümit Turmuş beklentilerin üzerinde bir performans sergileyerek takımı ilk altıya soksa da beklen-medik bir şekilde onun da görevine 10 hafta sonunda son verildi. Yerine idareten geçen Hakan Kayalar – Nihat Umut ikilisinin ardından da 28. haftada Karşıyaka, nihai teknik direktörü Erdoğan Arıca’ya kavuştu. Arıca döneminde tam 15 hafta sonra ilk altının dışına çıkarak playoff’u zora sokan Yeşil Kırmızılılar son bir atakla üç haftalık galibiyet serisi yakaladılar ve ligi beşinci sırada tamamlamayı başardılar.

Karşıyaka adına bu sezon en öne çıkan isim tecrübeli hücum oyuncusu Okan Öztürk oldu. Ligi 13 golle tamamlayan Okan, hem saha içinde hem de saha dışında takımın lideriydi. Bu sebeple daha ilk sezonunda kaptanlık görevine de getirildi. Onun dışında genç Taha da bu sezon çalışkanlığıyla övgü alan isimlerin başında geldi. Birçok futbolcunun adı bir sporcuya yakışmayacak olaylarla anılırken o profesyonelliği ile ağabeylerine örnek oldu. Orta sahadaki bitmek bilmeyen enerjisi-yle de çoğu maçta takımın ayakta kalmasını sağladı.

En büyük hayal kırıklığı ise hiç şüphesiz savunma hattıydı. Daha önce birlikte oynamış ve birbirini iyi tanıyan Fuat – Ufuk ikilisinin bir araya getirilmesiyle beklen-tiler hayli yükselmişti ama özellikle Ufuk bu beklentileri karşılamaktan çok uzaktı. Geçtiğimiz sezon gol krallığını 3. sırada tamamlayan Emrah Bozkurt ve daha önce bu ligde şampiyonluk yaşayan Serdar Sinik de hayal kırıklığı yaşatan diğer futbolculardı.

Genel itibariyle Karşıyaka pozitif futbol oynamaya çalışan ama sık teknik direktör değişiklikleri yüzünden idealini bir türlü bulamayan ve bu yüzden ne yapacağı kestir-ilemeyen bir ekip görüntüsü çizdi. Özellikle ilk 11’in şablonunun bir türlü oturmaması belki de Karşıyaka’nın ligi çok daha iyi bir pozisyonda bitirmesini engelledi.

Konyaspor Konyaspor 2009-2010 sezonunun açık ara en dramatik takımıydı. Süper Lig’den yeni düşmenin kazandırdığı kadro avantajıyla hemen öne çıkıp liderliği aldılar. Artık herkes Konyaspor’un kesin şampiyon olacağını söylüyor ve ikincilik yarışı hakkında konuşuluyordu. 15. haftanın sonuna kadar da bu pozisyonlarını korudular ancak ne olduysa bundan sonra oldu. Giresunspor mağlubiyetiyle gir-ilen fetret devrinden bir daha çıkış mümkün olmadı.

Büyük umutlarla ama transfer yapılamadan gir-ilen ikinci yarı da mağlubiyetle başladı. Teknik di-rektör Hüsnü Özkara sürekli umut dolu açıklamalar yapsa da tünelin ucundaki ışık giderek azalıyordu ki kaçınılmaz olan gerçekleşti.

22. haftanın sonunda Özkara’nın işine son veren yönetim, yerine Altay’dan ayrılan Fuat Yaman’ı get-irdi. Ne var ki bu değişim de düşüşe ilaç olmadı. Fuat Yaman’ın görevde kalabildiği beş haftada Konyaspor hiç kazanamadı. Üç mağlubiyet ve iki beraberliğin ardından Fuat Yaman da gönderildi ve yerini Ziya Doğan aldı.

Takımın ardı ardına tökezlemesi yetmezmiş gibi bu süreçte bir de şike skandalı patlak verdi. Takımın birinci kalecisi Recep Öztürk, Bochum Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında tutuklandı. Buna rağmen Konyasporlu futbolcular, aynı zamanda Ziya Doğan’ın ilk maçı olan sıradaki Kocaelispor mücade-lesini kazanıp az da olsa moral bulmuşken çok daha üzücü bir olay meydana geldi.

Takımın en önemli oyuncusu Branimir Poljac va-him bir trafik kazası geçirdi. Bir süre hayati tehlikesi devam eden Norveçli oyuncunun bundan sonraki hayatına felçli olarak devam edeceği açıklandı. Bu olayın üzüntüsüyle çıkılan Hacettepe maçı kay-bedilse de Konyaspor, bundan sonraki haftalarda toparlanma sürecine girdi. Playoff’u garantilemiş olarak çıktıkları son haftadaki Altay maçına kadar bir daha hiç yenilmediler.

Şimdi önlerinde sadece üç tane maç var. Playoff oynayacak dört takım arasında en moralsiz olan onlar ama kadrolarının kalitesi ve Ziya Doğan faktörü hiç de yabana atılmamalarını gerektiriyor.

Page 19: Spor iletişim 2. Sayı

SERBEST DÜŞÜŞ

Efe Yılmaz

Geçen sene 9 Mayıs günü Gökhan Kaba, Sivasspor’un bütün yazgısını değiştiren fut-bolcu oldu. Deplasmanda İstanbul Büyükşehir Belediyespor formasıyla Sivaspor’a iki gol atmıştı. Ligin bitimine 3 hafta kala, Sivasspor liderlik koltuğunu bir daha geri alamamak üzere Beşiktaş’a devrediyordu. Sezonu ik-inci sırada bitiren Yiğidolar, bazılarına göre “Gönüllerin Şampiyonu” bazılarına göre de Anadolu’nun yeni devrimcisiydiler. Yeni sezon-da ilk kez bir Avrupa macerası yaşayacaklardı ve herkesin ortak görüşü son iki sezonda olduğu gibi, gene ilk 5 içinde olacaklarıydı. Ama işler hiç de bekledikleri gibi gitmedi. Hızla düşen takım bu sezonu on beşinci olarak bitirdi. Peki, Sivasspor neleri yanlış yaptı da bu duruma geldi? Bu sorunun cevabını sağlıklı bir temele oturtmak için önce neleri doğru yapmışlardı onu hatırlayalım. Sivasspor yıllar sonra Süper Lig’e mer-haba dediğinde sezonu 8. olarak tamamladı. Lige yeni çıkmış bir takım için hiç de kötü sayılmayacak bu derecenin mimarı bir za-manlar Fenerbahçe’de teknik adamlık yapmış Werner Lorant’tı. Fakat bir sonraki sezonun başında işler iyi gitmemeye başladı ve takımın başına Bülent Uygun getirildi. Bülent Uygun 2005 -2006 sezonundan beri takımın idari me-najeri olduğu için uyum sağlama sürecinde bir sorun yaşamadı. Sivasspor ligdeki ikinci sezo-nunu da yedinci sırada tamamladı. Ama her şey 2007 - 2008 sezonunda değişmeye başladı. Takım sahada daha diren-çli bir oyun oynuyordu. Çok üretken olmam-akla birlikte skora ulaşmayı bilen Sivasspor sezonu 4. olarak tamamladı. Herkes bunun devamının gelip gelmeyeceğini tartışıyordu. Çünkü 4 büyükler dışındaki takımların başarıları uzun vadeye yayılamıyordu pek. Sivasspor’dan önce bunu en son gerçekleştiren takım Gaziantepspor’du. Ga-ziantep 2003 - 2004 sezonunu 4. sırada tamamlamıştı fakat bir sonraki sezonda kaderi 9. olmak olmuştu. Sivasspor ise bir sene daha dayandı bu ligde. 2008-2009 sezonunda bu sefer sezonu 2. bitirdiler. Bu kimileri için yeni bir Anadolu devrimiydi. Sivas’ın başarısını görmezden gelmek mümkün değil. Fakat şunu da söylersek hata etmiş olmayız. 2 sezon içinde, 68 lig maçında Sivasspor’un iyi oynadığı maç sayısı 55ten fazlayken, izleyenlere güzel futbol seyrettirdiği maç sayısı iki elin parmaklarından azdı. İleride Mehmet Yıldız’ın etrafında şekillenen bir hücum hattı vardı. Bütün ataklar uzun toplar ile başlıyor, Mehmet Yıldız ileride top tutarak arkadaşlarını bekliyordu. Müdafaayı ise takım halinde yapıyorlardı. 4 müdafaacının önünde 2 çakılı orta saha oyuncusu ile kendi yarı alanlarını çok iyi müdafaa ediyorlardı. Peki, ne oldu da 2009-2010 sezonunu 15. sırada tamamladılar? Eğer bu sorunun cevabını kendileri cevaplayamazlarsa ilk 8’in dışında kalan sıradan bir takım olurlar.

Sivas’ın 6 Büyük Hatası

1- Bülent Uygun bütün bu başarıları elde ettiği süreçte, hiçbir zaman mütevazı olmadı. Ağzından “Ben” kelimesi düşmedi. Kendisini biz sporseverlerden önce “Gönül-lerin Şampiyonu” ilan etti. Sezon sonlarına doğru başkan ve diğer yöneticiler de bu tutuma eşlik ettiler. Kazandıkları başarıyı bir türlü sindiremediler. Bütün bu hareketler futbolseverlerin Sivasspor’a hep bir ön yargı ile yaklaşmasına neden oldu. Bu se-zonki Bursaspor kadar içimize sindiremedik Sivasspor’u… 2- Sivasspor ilk kez Avrupa kupalarında mücadele edecekti. Bu hem sezonu erken açmak hem de daha fazla maç yapmak demekti. Tüm bunların arifesinde Bülent Uygun takımın oyun anlayışını değiştirmeye karar verdi. Ayağa daha fazla pas yapan bir takım kurmak için, Uğur Kavuk, Erman Kılıç ve Cihan Yılmaz gibi isimleri transfer etti. Bu anlayış değişikliği, sonun saha içindeki başlangıcı oldu. 3- Kötü transfer politikası başka bir önemli unsurdu bu çöküşte. Saha içinde sistemi değiştirmenin ötesinde, takım kadrosuna derinlik katılamadı. Sezonu ikinci bitiren takımın sattığı en önemli futbolcusu Bilica idi. İleri uçta ise Mehmet Yıldız sakattı ve sa-halara ne zaman döneceği kestirilemiyordu. Yapılan transferler ile bu iki ismin yokluğuna bir türlü çare bulunamadı. Takımın kimyası bozuldu. Bunun en büyük göstergesi sezon başındaki hazırlık maçlarında bile takımın gereksiz kartlar görmesiydi. 4- Anadolu’da Trabzon, Bursa ve Eskişehir gibi şehirler futbol ile yaşarlar. Takımlarının durumu ve bulunduğu lig ne olursa olsun, o takım asla yalnız olmaz. Sivas şehri ise hiç bir zaman böyle bir şehir olamadı. 4 sene içinde birçok Anadolu şehrine nasip olma-yan şeyler yaşadılar. Ama takıma sırtını ilk dönen taraftar oldu. Eğer ligin büyükleriyle baş etmek istiyorsanız, öncelikle arkanızda güçlü bir şehir ve güçlü bir camia olmalı.

5- Takım, sezon başlamadan önce hazırlık maçlarında ve Avrupa kupalarında alınan başarısız sonuçların etkisinden kurtulamadı. Top toplayıcı çocuklarla bile toplantı yapan Bülent Uygun kötü gidişe mani olamadı. Yıllardır her şeyi çok iyi bilen adam Bülent Uygun’un “Türbülent” tekniği “Türbülans” olmuş, takım düşüşe geçmişti.

6- Altyapı’dan gerekli verim alınamadı. 4 sene Süper Lig’de ilk 10 içinde yer almalarına rağmen, futbolumuza genç fut-bolcu olarak herhangi bir değer katamadılar. Sürekli olarak transferler ile kadroya derinlik katmaya çalıştılar.

Bu hatalar ile başladı Sivasspor sezona. Saha içinde eski mücadeleleri yoktu. Defans bloğu geçtiğimiz sezona göre akıl almaz bireysel hatalar yapıyordu. Orta saha eski direncinden çok uzaktı. Forvette ise Ersen Martin, Mehmet Yıldız'ın boşluğunu ne fizik-sel ne de ruhsal anlamda doldurabiliyordu. İşler bir kez kötü gitmeye başladığında her şey kötü giderdi Murphy Kanunlarına göre. Ve Sivasspor bu önermenin doğruluğunu ispatlıyordu. 8. haftada ilk galibiyetini alan Sivasspor'da teknik direktör Bülent Uygun görevi bıraktı.

Arada iki hafta milli maç arası vardı. Koltuğu Muhsin Ertuğral devraldı. Sezon içinde teknik direktör değiştirmek bizim takımlarımızın sıklıkla yaptığı bir hatadır. Sivasspor da bu hataya düştü. Şimdi hiçbirimiz bilemeyeceğiz o 10 günlük milli maç arasını Bülent Uygun ile geçirseler işlerin nasıl gidebileceğini… Ama Muhsin Ertuğral ile hiç de iyi gitmedi. Sivasspor, Muhsin Ertuğral idaresinde çıktığı 18 lig maçında sadece 20 puan toplayabildi. Li-gin 26. haftasında Ertuğral görevinden ayrıldığında Sivasspor, 24 puan ve eksi 20 averaj ile ligde 16. sıradaydı. Mesut Bakkal, aldığı önemli beraberlikler ile takımı ligde tuttu. Yine de bu yılı, beş sene önce lige merhaba dedikleri sezonun bile gerisinde tamamladılar. Sivasspor yönetimi ise, başarısızlıkta ve başarıda değişmeyen tek unsurdu. Bu demektir ki, onlar hem başarının hem de başarısızlığın sebeplerini en iyi analiz ede-bilecek konumdalar. Gene böyle bir kayıp sezon yaşamak istemiyorlarsa, bu sezondan alacakları çok dersleri var. Unutmamaları gereken şey ise, her sene kendilerini düşmekten kurtaracak bir Ankaraspor ve Diyarbakırspor bulamayabilirler…

Page 20: Spor iletişim 2. Sayı

YEŞİL BEYAZ DEVRİM Cihan Aktepe

Söyle okur, neyi anlatayım sana? Nere-den başlamamı istersin?

Futbolu sever misin? Seversin tabi ki, bu topraklarda yaşayan herkes gibi. Ben de severim. Senden daha mı çok seviyorum bilemem, fakat şu an senden daha mutlu olduğumu varsayabilirim.

Ben Bursa’da doğdum. Bütün çocukluğum Çekirge’de, Altıparmak’ta, Heykel’de geçti. Güzeldir Bursa, buradan anlatmakla olmaz. Sonra büyüdüm, kanıma İstanbul girdi. Aklımı çeldi bu çılgın şehir. Tabi ya, sıkıcıydı doğup büyüdüğüm kent. Bursa’yı İstanbul ile aldattım. İstanbul’da mı yaşıyorsun okur? Bursa’yı bilir misin? Bilmezsin, ama bil-seydin de İstiklal Caddesi’ni Altıparmak Caddesi’ne tercih ederdin.

İlkokula başlıyorum, okulun ilk günü. 7 yaşıma daha girmemişim. Taş çatlasa 12-13 yaşında olan iki tanımadığım çocuk geldi yanıma. Bir tanesi sordu; “Hangi takımlısın?’’ Sessizce baktım ikisine de, hangi takımlı olduğumu bilmiyor-dum. Üsteledi; “Galatasaraylı mısın?’’. Düşündüm. Galatasaray, kulağa hoş geliyordu. “Evet.’’ dedim. Ben o gün Galatasaraylı oldum okur. Bursa’da doğmuştum, okulum Bursa Atatürk Stadı’na 5 dakika mesafedeydi, ben Bur-sasporlu değildim.

Bursaspor’la ilk tanışmam yine tek haneli yaşlarımın ikinci yarısına denk düşer. Sokaklarda top oynamayan yok-tur değil mi aramızda? Ben de oynadım. Ama sonra farkettim ki, yaşıtlarımın hepsi sokakta top oynamıyor. Evin arkasındaki otoparkta tek kale maç yaparken, yeşil – beyaz formalı küçük çocuklar görüyordum.

Öğrendim ki Bursaspor’un futbol okuluna gidiyorlarmış. Babamla konuştum, ben de gitmek istiyorum dedim. “Olmaz’’ dedi. Benim babam futbolu sevmez. Futbolu seven bir babaya sahipsen kendini şanslı say okur, ben babamla beraber oturup hiç maç izlemedim. O gün futbol oynama hayallerim sokaklarda, Bursaspor ise aklımda kaldı.

16 Mayıs 2010 Pazar günü, doğduğum şehrin takımı şampiyon oldu. Şaşırdın mı okur? Anadolu’dan şampiyon çıkmayacağını mı düşünüyordun? İzin vermezlerdi değil mi buna? Merak etme, yalnız değilsin, ben de şaşırdım. Gazete okuma alışkanlığın var ise, spor programlarını takip ediyorsan, televizyon izliyorsan şaşırman normaldir. Çünkü biz Bursaspor’u takip etmedik. Çünkü bizim gö-zlerimiz siyah-beyaz-sarı-kırmızı ve lacivert renklerini görmek üzere modifiye edildi. Biz takımımızın sağ bek mevkisinde Ali Tandoğan’ı oynarken görmek istemiyorduk, gönderdik. Stoperimizde Ömer Erdoğan olamazdı, iyi değildi, yollarımızı ayırdık. Tuna Üzümcü kimdi yahu? Bana Hüseyin Çimşir mi dedin? İşte şimdi beni gerçekten kızdırdın okur, Hüseyin 3 metre önüne pas atamıyordu, kovmaktan beter ettik. Manav çırağına mı benzetiyor-dun Hüseyin’i, komik olduğunu söyleyebil-irim, güzel tespitler yapıyorsun. Duyamadım, takımımızı Ertuğrul Sağlam mı yönetecekti? Hayır okur, Ertuğrul Sağlam küçük takım teknik direktörüydü. Saçmalama, büyük takım yönetemezdi, istifaya zorladık. Hem Liverpool’dan 8 tane gol yiyen teknik direk-tör değil miydi o? Ama şunu da unutmadan söyleyelim, Volkan Şen ile Sercan Yıldırım’ın fena olmadığını düşünüyorduk. Sarı-kırmızı, siyah-beyaz, sarı-lacivert formaları giydirmeye çalıştık onlara. Üç-beş paraya almak istedik. Vermediler. Sinirlendik. “Büyük’’ takımlarımızı reddediyorlardı. Olsun, zaten o kadar da iyi olmadıkları kanısına vardık.Bursaspor 16 Mayıs 2010 Pazar günü şampiyon oldu. Çok enteresan, aynı takım 5 sene önce ikinci ligde değil miydi? Evet, öyleydi. Ligimizde hem ikinci ligde zaman geçirmiş, hem de şampiyon olmuş tek takımın Bursaspor olduğunun da farkına varmışsındır o zaman. Onlar ligi zir-vede bitireceklerine inanıyorlar mıydı, bunu bilemiyorum. İlk haftalarda hayır belki de. Ama inanmaya başladılar. Kendilerinin kurduğu takımın 10 katı fazla paralarla kurulmuş

takımlarla çok da farklı olmadıklarını anlamaya başladılar.Onlarla 6 maç yaptılar, 4 kere yendiler, 1 kere berabere kaldılar, 1 kere de yenildiler. Taraftarları “Teslim ol İstanbul!’’ diye bağırdı. İstanbul büyüktü, boyun eğmezdi. Son-lara yaklaşınca İstanbul bir adet temsilci çıkardı Bursaspor’un karşısına. Rakibin şakası yoktu, haftalardır gol yemeyen bir takımdı. Büyüktü, hem de çok büyüktü. Ama işin sonuna gelindiğinde arzu et-menin, istemenin, haykırmanın, duygusal patlamalar yaşamanın ve yaşatmanın “büyüklük’’ten daha büyük bir kavram olduğunu yedi cihana duyurdu Bursaspor. Seneye, Şampiyonlar Liginde Real Madrid’i yeneceklerini söylüyorlar. Gülme okur, gülme…

Bursaspor’un şampiyonluğu kesinleştiğinde yanımda bir adet hayatının çoğu Bursa’da geçmiş Fen-erbahçeli arkadaşım, bir adet de Bursa doğumlu Galatasaraylı arkadaşım vardı. Üç Bursalı, üç futbol hastası doğduğumuz şehrin takımı tarih yazdığında İstanbul’da, İstiklal Caddesi’ndeydik. Bursa şehri bize cazip gelmiyordu, İstanbullu olmuştuk. Ama okur, o an üçümüz de Altıparmak Caddesi’nde olmak istedik. “İlk otobüsle Bursa’ya gidelim mi beyler?’’ diye sor-dum. “Gidelim arkadaş, neden olmasın?’’ dediler. Sonra düşündük, İstanbullu olmuştuk biz. Bırakmadık bu şehri. Git-medik.

Maçtan sonra babamı aradım, bana Bursa’da yaşanan çılgınlığı anlatmasını istiyordum. Telefonu annem açtı, dedi ki şehir yıkılıyor. Anneme babamın nerede olduğunu sordum, acaba galeyana gelip kutlamalara katılmaya mı gitmişti? Annem “Baban kombiyle uğraşıyor.’’ dedi. Babam hala futbolu sevmiyordu.Doğduğum şehrin takımı 16 Mayıs 2010 Pazar günü 47 yıllık tarihinde ilk kez şampiyon oldu. Benim kalbimde Bursa, aklımda İstanbul, hayallerimde ise başka şehirler var. Ve biz o gün 3 Bursalı arkadaş çocuklarımızı Bursasporlu yap-maya and içtik. Ve sana şunu söylememe izin ver ey okur, bu takımın, bu şehrin henüz yapacakları bitmedi.

Page 21: Spor iletişim 2. Sayı

YEŞİL KENTİN PRENSİ Cihan Aktepe

Bu satırlarda yazan sözcükler tırnaklarıyla kazıya kazıya zirveye doğru yol alan genç bir adamın hikâyesini anlatmaktadır. Şampiyon bir takımın şampiyon futbolcusunun hikâyesi…Ülkemiz sınırlarında yaşayan her küçük erkek çocuğu futbolcu olma hayalleri peşinde di-zlerini parçalar, sabahın erken saatlerinden akşamın karanlığı çökene kadar top onu nereye götürürse koşturur durur. Bursa’da ise bu küçük hayalperestlerin içindeki alevi tek bir şey canlı tutar, Bursaspor forması giymek. Bursa’da doğup büyümüş olan yazarınız da futboldan hiç hazzetmeyen bir babaya sa-hip olduğu için Yeşil-Beyazlı formayı giyen akranlarına hep imrenerek bakmıştır. İşte hayallerinin peşinden koşan, uğraşa uğraşa kurduğu düşleri gerçeğe dönüştüren bir adam-dan söz ediyoruz: Volkan Şen.

Volkan Şen 1987 yılının 7 Temmuz’unda Bursa’da doğdu. Sokaklarda top koşturduktan sonra öğrenim gördüğü ilkokulun futbolcu seçmelerine katılarak bugünlere gelmesini sağlayan ilk somut adımı attı.

Futbolla frekansları tutmuştu genç adamın, bunu hissettiğini her fırsatta söylüyor. Bursaspor’a adımını attığında ise henüz çift haneli yaşlara yeni girmişti. On bir yaşında iken kariyer-indeki ilk şampiyonluğunu kazandı. Ama onun hikâyesi pembe renkte değil. İçinde bulunduğu takım 10-12 yaş grubunda Bursa şampiyonluğunu kazanırken lisansını kaybettiği için finalde oynayamadı Volkan; onun için art arda gelen hayal kırıklıklarının ilki buydu. Daha sonra onun için zor gün-ler başladı. Bursaspor’da oynamaya yeterli görülmeyen futbolcular pilot takıma gönderilir, o pilot takım da Bursa Merinosspor’dur. Volkan da pilot takıma gönderilen ve hemen geri dönemeyen oyunculardan oldu. Bursa Merinosspor’dan sonra yerel bir takım olan Arabayatağı Spor’a kadar düştü Volkan. Ama onun çıkış öyküsü burada başlıyor. Arabayatağı’nda iki sene geçiren Volkan tekrar Bursaspor’a geri

döner, yine pilot takıma gönderilir. Bu kez hayal kırıklığı yerini hırsa bırakmıştır, Merinosspor’da bir buçuk sene geçiren Volkan ilk kez Ümit Milli Takım formasını da orada sırtına geçirir. Artık söz sırası ondadır

Bülent Korkmaz Bursaspor’un başına geldiğinde Volkan hazırlık dönemini Bursaspor’la geçirdiği için mutludur, fakat Korkmaz ile bir türlü uyuşmazlar. 2007-2008 sezonunda ligin ilk yarısında sadece 2 maçta çok kısa süreler alır. Ocak ayı geldiğinde durumu belirsizdir. Transfer döneminin son gününde kendisine takım bulması söylenir. Tarsus İdman Yurdu kendisiyle ilgilenmektedir, Volkan Şen TİY’nun teklifine belki de kariyerin-in gidişatını değiştiren şu cevabı verir: “Hayır’’. Bursaspor PAF takımına gider. Gelişimini, mücadelesini orada sürdürür. Vitrine ise genç yetenekleri yeşil sahalara sürmekten zerre çekinmeyen ender teknik direktörlerimizden Samet Aybaba ile çıkar. Aybaba’nın ismini hala minnetle anar güzel şehrin evladı. Tam anlamıyla “piyasaya sürülmesi’’nin üstünden iki yıl gibi kısa bir süre geçmişken Volkan Şen takımın kilit adamlarından birisi haline geldi.

Bu yeteneklerini takımı için kullanmaya başladığında ve çim sahada yan yana durduğu on arkadaşıyla uyum içinde hareket etmeye başladığında ise bu sezonki gibi bir tablo çıkıyor karşımıza. Ateşliliği ve tutkusuyla ünlü Bursaspor taraftarının diline pelesenk olan “Bu sene O sene’’ mottosuna Volkan da tüm benliğiyle inanmış gibi duruyor. Ertuğrul Sağlam kendisini genel olarak sağ veya sol taç çizgisine yakın kullanmasına rağmen takımını şampiyon olmasını sağlayan çok kritik altı golün altında Volkan Şen yazıyor. Fakat yazının başlarında O’nun hayatının pembe olmadığından dem vurmuştuk ya… On bir yaşındayken lisansını kaybettiği için kariyer-inin ilk şampiyonluk maçında finale çıkamayan Volkan, ligimize bakış açımızı sonsuza dek değiştirmesi muhtemel olan bir final maçına da cezalı olduğu için çıkamadı. Bursaspor’a tari-hindeki ilk şampiyonluğu getiren Bursaspor – Beşiktaş maçında forma giyemeyen Volkan’ın aklına on iki sene önceki final maçı gelmiş midir acaba diye merak etmiyor değilim. Uzun lafın kısası; oldukça hareketli bir kari-yeri olan bu güzel adam kendisini sevdirmeye devam ediyor. Bu sezon çoğu kişiye göre ligin en etkili performansını O sergiledi. Çok sevdiği topu sürerken, karşısına çıkan rakiplerini fazla umursamadan milisaniyeler içinde eksiltirken, ayağındaki topu ait olan yere, yani ağlara göndermesini hissettiğinde siz ne olduğunu anlayamadan görevini tamamlarken ve bence en önemlisi, golünü imzaladıktan sonra suratına oturan o afacan çocuk sevinciyle ne yapacağını bilemeden sağa sola koştururken Volkan’ın futbol için doğduğunu insan anlıyor. Ve bu şampiyon adam, bundan sonra çıtasını düşürmeye hiç niyetli görünmüyor.

Page 22: Spor iletişim 2. Sayı

FUTBOLLA UYANAN DEV Deniz Kocaman

LA PISTOLA: RICKY RUBIO Onur Güler

Bursa; eski, yeşil ve güzel şehir... Bugünlerde daha da yeşil, daha da gü-zel... Çok çok eski yıllarda yaşanmaya başlayan bu dağın yamaçları, milyon-larca yaşam ve ölüm gördü. Peki, Bursa'ya sahip olan onlarca ayrı toplum hiç bu zamandaki bütünlükle sevinmiş miydi? Bu soruya verilecek cevap çoğu kez "hayır" olacaktır. Yüzyılları hep ikinci, hatta daha geri planlarda geçiren Bursa, bugün çevresinde en değerli hissettiği zamanı yaşıyor.Şampiyon olan bu şehrin takımı 2 milyon insanı çok mutlu etti. 2 milyon insan... Zengini İstanbul'a kaçan şehrin emekçi orta alt sınıf insanları çoğu... Yaşadıkları şehir ise, krizlerin Türkiye ortalamasının üzerinde etkilediği Bursa, fabrikalarından her gün yüzlerce işçi çıkartılan ama ekonomisi güçlü denilen Bursa,18 yaşın altındaki çocukların umutlarını kıran bir şehir, yüzlerce ayrı milletten gelenlerin beraber ve sıkıca birbirini tutarak yaşadığı şehir…Bursa farklıdır. Sırtını dayadığı dağ yüzünden midir? Bilemem ama bu şehirde ona gelenleri kendini sevdiren bir şey var. Sanki dağların sınırladığı koskoca-man bir tencerede pişen bir yemek gibi... Bu yemek karmaşık biraz, biraz da anlaşılmaz. Dışarıdan tadanların ise beğeneceği güzellikte...

Üvey Kardeş

İşte bu şehir bu sene öyle bir şey başardı ki; ülke, futbolu çim zeminlerde oynamaya başladığından beri bu anı bekliyordu. Farklı, onlara benze-meyen bir üvey kardeş geldi eski şampiyonlara. Belki Bursaspor'u oluşturan parçaların çoğu bu şehirden değiller, bazıları sadece geçerken uğradılar. Bazıları ise hayatlarını burada geçirmek isteyecekler. Fakat Bursa'nın genler-inde var olan her neyse, Bursaspor'u da bir bütün haline getirmeyi başardı.

Yıllarca başarısız sezonlar yaşayan Bursaspor neden bu seneyi bekl-edi? Kartopunu doğru pistte yuvarlayacak eller eksikti belki de? Benzer şehirlerden ayıran onlarca özelliğine rağmen doğru kişiler ve doğru zemin bulunamıyordu. 2 yıl geride doğruların oluştuğunu görebiliriz. Öncelikle siyasi iktidarın şehirdeki etkisi, ülke üzerinde ki etkisinden daha da fazladır. Yeni bir belediye başkanıyla başlamış oldu doğrular. Futbolu ve Bursaspor'u seven bir başkan seçti Bursa halkı. Nakit akışında oluşan problemleri çözen bir beledi-yeden sonra çok başarılı ve dini bütün bir teknik direktör eksikliği de giderildi. Yeni kıtaya kadar uzanan bir destek görmeye başlayan takımın haklarının hakemler tarafından yenilmesi ise Uludağ şişelerinin istinyede mevki ed-inmesiyle engellenmiş oluyordu. Var olan sistemin izin vermeyeceği bir işi gerçekleştirmek için ihtiyaç olan doğrulardı bu insanlar. Sistemin çıkmazlarını aşmayı başarmasını sağlayanlardı onlar.Keşke ihtiyaç olmasaydı...

Milyonlarca insanı mutlu eden bu takım gerçeklerin ne kadar farkında? Teğet geçen bir krizin işsiz ve parasız bırakmaya devam ettiği bu şehirde insanları bir arada tutan en önemli unsur olmak... Bir futbol takımı için taşıyamayacağı kadar ağır bir yük olacaktır. Bilerek ve planlayarak verilen bir yük olduğunu da düşünmemekle beraber durumun bu olduğu gerçeğini de göz önünde tutmak gerekmektedir. Bursa ekonomisinin oluşturduğu toplam hacimdeki düşüş ve insan sayısının artmaya devam edişi, şehrin geçmişte ki dinamiklerinin yavaş yavaş değişmesini kaçınılmaz kılıyor. Elbette ki bu şehir geçmişte çeşitli sorunlarla karşılaşıp bunları alt etmeyi başardı. Belki Bursaspor'un bu başarısı da şehrin yeni bir yöntemidir. Ama bu başarının, "merhaba" der gibi "hoşça kal" demesini engellemek için yapılması gereken çok şey var.

"Bir yere varmak güzeldir elbet, fakat gerçek yol bu noktayla başlar... “

Richard 'Ricky' Rubio Vives, Barcelona'nın kuzeyinde yer alan El Mas-nou isimli banliyö kasabasında dünyaya geldi. Henüz 4 yaşinda basketbol oynamaya başladı. El Masnou kulübünün küçükler ligi sisteminde büyüdü. Alt yaş takımlarında oynarken genelde üst yaş kategorilerinde forma giydi. Olağanüstü yetenekleriyle öne çikan Rubio, DKV Joventut'un yetenek avcılarının gözünden kaçmadı ve bu takımla sözleşme imzaladı.

15 yaşina basmadan birkaç gün evvel İspanya Ligi'nde ilk maçına çikarak lig tarihinin en genç oyuncusu oldu. Aynı yıl FIBA Eurocup’ı kazandı. Bir anda spot ışıkları üzerine çevrilmisti ve yalnızca 1 sene sonra Euroleague kariyeri başlayacaktı. 16 yaş altı Avrupa Şampiyonası Finali'nde Rusya’ya karşi 51 sayı 24 ribaund 12 asist ve 7 top çalma ile NBA yıldızlarını bile kıskandıracak bir performans sergileyen Rubio turnuva genelinde 23,3 sayı, 12,8 ribaund, 7,1 asist ve 6,5 top çalma ortalamaları yakalayarak aynı zamanda turnuvanın MVP'si seçiliyordu. Artık ondan “Dünyadaki en iyi uluslararası yetenek” olarak bahsediliyordu.

Kariyerindeki ilk tam sezonu olan 2006–2007’de ‘en çok top çalan oyun-cu’ olan Rubio aynı zamanda Euroleague’in ‘Yükselen Yıldız’ ödülünü de kazanıyordu. Sıra dışı yetenek Rubio her yıl oyununu kat kat geliştiriyordu. 2007–2008 sezonu başarı dolu bir yıl oldu Ricky ve takımı Joventut için. İspanya Ligi, İspanya Kupası ve ULEB Cup sevinci yaşayan İspanyol yıldız aynı zamanda ligin en iyi savunmacısı ödülünün de sahibi oldu. 2008 Pekin Olimpiyatları’nda ise olimpik kadroda kendine yer buldu ve Pekin’den 18.5 dakika, 4.8 sayı, 4 ribaunt ve 3 asist ortalamaları ve gümüş madalyayla döndü. Üç yıl üst üste (2007, 2008, 2009) FIBA Avrupa’da Yılın Genç Oyun-cusu ödülünü kazanmak Rubio’nun şöhretini iyiden iyiye perçinledi. 2009 NBA Draft’ının ilk turunda Minnesota Timberwolves tarafından 5. sırada seçilerek 90’lı yıllarda doğan ve NBA’e seçilen ilk oyuncu oldu. Ne var ki Rubio, NBA’e gidişini bir süre erteleyerek Regal Barcelona ile 6 yıllık sözleşme imzaladı. Aynı sene Avrupa Şampiyonası’nda, altın madalya kazanan İspanya kadro-sunun bir parçası olarak 22.6 dakika, 5.9 sayı, 2.2 ribaunt ve 3.9 asist ortalamalarıyla Pekin’deki istatistiklerini az da olsa geliştirmiş oldu. Avrupa’da kalmayı tercih eden Rubio Regal Barcelona ile ülke içindeki tüm kupaları almakla kalmayıp, Euroleague finalinde de Olympiakos’u mağlup etmeleri-yle kupaya uzandı. Her geçen gün kişisel müzesini büyütmeye devam eden Rubio o sezon aynı zamanda İspanya Ligi’nde Yılın En İyi Oyun Kurucusu ödülüne de mazhar oldu.

Ricky Rubio en iyi olma yolunda hızla ilerliyor. Kobe Bryant onun için “Ru-bio oldukça yetenekli. Yüksek bir basketbol zekâsı var” diyor. LeBron James, Ricky’yi “Mevkisinde oldukça iyi ve çok zeki” diyerek övüyor. Vatandaşi Pau Gasol ise “Ricky çok özel bir oyuncu ve liderlik ruhuna sahip” diyor onun için. En iyilerin, İspanyolların yükselen yıldızı Ricky Rubio hakkındaki görüşlerini göz önüne alırsak gelecekte dünyanın en iyisi olabileceğini görmek çok da zor değil…

Page 23: Spor iletişim 2. Sayı

İLK EFSANE SEZON Eray Sözen

Oklahoma City Thunder adına 75 ayrı akşamda en skorer oyuncu olan Kevin Du-rant, 73 maçta 25 veya daha fazla sayı üretti. Michael Jordan’ın 1987-88 sezo-nundaki performansının ardından (76 maç) Majesteleri’ne hiç kimse bu kadar yaklaşamamıştı. Durant ve Jordan arasındaki yakınlaşma, yalnızca bu istatistik ile sınırlı değil. Daha ötesinde yaşananlar aslında biraz da karmaşık. Thunder’ın Playoff aşamasındaki rakibi Los Angeles Lakers’ın antrenörü Phil Jackson, Durant’in sayı kralı olmasını serbest atış çizgisini olması gerekenden fazla ziyaret etmesine bağlamıştı. Michael Jordan’ın oyun-culuk yıllarında altı şampiyonluk kazanan Jackson, o günleri iyi hatırlıyor olmalı.

Kevin Durant ve 2020’li Yıllar Kevin Durant, sezon boyunca 756 serbest atış kullandı. Ve bu alanda NBA Tarihi’nin en yüksek altıncı miktarına ulaştı. Michael Jordan’ın 1986-87 sezonunda %90 isabetle değerlendirdiği 833 serbest atıştan sonra, yine hiçbir oyuncu Durant kadar yaklaşamamıştı söz konusu seviyeye. Bu arada, Phil Jackson da Durant hakkındaki yorumları nedeniyle NBA Yönetimi tarafından 35.000 dolar ile cezalandırılıyordu.

Oldukça başarılı bir sezonu geride bırakan Durant, normal sezonun son 10 maçında takımına ortalama 36,3 sayılık katkıda bulun-du. Final bölümündeki yedi karşılaşmanın her birinde en az 30 sayı üretti. Ses rekorlarının kırıldığı Ford Center’da iki playoff galibiyetinin tadını çıkardı. Kariyerindeki ilk All-Star maçına 108.713 kişi önünde çıktı. 15 sayı ve 5 rib-aund ile kayıtlara geçti. Basketbolu bugün bıraksa, yalnızca güncel performansıyla bile akıllarda kalabilir. Ama daha 21 yaşında! Sağlıklı kalması durumunda, kendisini 2020 yılında dahi izleyebiliriz. O günlerden buralara baktığımızda neler göreceğiz, zaman içer-isinde belli olacak. Ancak Durant’i en az 10-11 sezon daha takip etme fikri, şimdiden heyecan verici.

2009-10 NBA sezonunda peri masalını yaşayan takım, Oklahoma City Thunder oldu. Thunder, tüm sezonu kolej havasında geçirdi. Takımın yıldızı Kevin Durant ise sezonu 30,1 sayı ortalaması ile kapatarak NBA Tarihi’nin en genç sayı kralı olmayı başardı.

Thunder’ın iskeletini oluşturan oyuncuların yaşıtları, gerçekten kolej yıllarını yaşıyordu. Yaz mevsiminde takıma katılan üç oyuncunun toplam NBA tecrübesi, 0 (sıfır) sezondu. Ancak Kevin Durant, gösterdiği olağanüstü perfor-mansla Thunder’ın öyküsünü farklı kılacaktı. Biraz daha şanslı olsalar, ilk playoff senesinde bir önceki sezonun şampiyonu ile yedinci maça çıkabilirlerdi. Olmadı, ama onlar büyüm-eye devam edecekler.

2008-09 sezonunu 23 galibiyetle tamamladıktan sonra 2010 NBA Playoffları’na 50 galibiyetle Batı Konferansı’nın sekizinci sırasından yer ayıran Thunder, gelecek yıllara umutla bakabilir. Takımın yeniden yapılanma süreci sürüyor. Ve projenin merkezindeki oyuncu, henüz üçüncü sezonunda MVP tartışmalarının içerisinde bulunuyor.

Cavaliers’ın süper yıldızı LeBron James, üst üste ikinci sezonda takımını 60 galibiyetin üzerinde tutmayı başardı. Yeri geldi, oyunun efsaneleri Larry Bird ve Oscar Robertson gibi önemli isimlerle birlikte anıldı. Doğal sonuç olarak, 2009’dan sonra 2010 yılında da MVP oldu. LeBron’un dublesi, beklenen bir neticey-di. Ancak Durant’in sezon boyunca yaptıkları, ilerleyen seneler için hem NBA, hem de Thun-der adına önemli bir miras bıraktı.

Durant’in takımı, 2008-09 ve 2009-10 arasında 27 maçlık bir galibiyet farkı yarattı. Bu alanda, NBA rekoru Boston Celtics’e ait. 2007-08 sezonunda şampiyonluğa uzanan serüvenin henüz başında Ray Allen ve Kevin Garnett gibi Şöhretler Müzesi’nin müstakbel yıldızlarını kadrosuna katan Celtics, bir önceki hüzün sezonu sonrasında 36 fazla maç ka-zanarak başlamıştı zafer koşusuna.

Thunder: 2008 + 2009 < 2010 Kevin Durant’in geçtiğimiz sezon sahada kaldığı dakikalar içerisinde Thunder’ın skor durumu, -8,62’ydi. 2009-10 sezonu sonundaki görüntü, önemli ipuçları veriyor. Thunder, süper yıldızının süre aldığı anlarda rakipleri ile arasında +17,58 sayılık bir fark yarattı. Du-rant, sezon içerisindeki performansıyla birçok farklı kategoride ligin en iyisi olmayı başardı. Oklahoma City Thunder, Durant’in iki sezo-nunda toplam 43 maç (20 + 23) kazanmıştı. Nisan 2010’da ise 50 galibiyet barajının keyfi yaşanıyordu. Genç yıldız, 2009-10 sezo-nunda tek bir maç dahi kaçırmadı. 82 maçın tamamında sahada kaldı.Russell Westbrook, Thabo Sefolosha ve Jeff Green üçlüsü, Kevin Durant’in her zaman yanında oldu. Bu, Thunder’ın başarı sırlarından biriydi. Durant, 82 maçın 17’sinde 30+ sayı ve 10+ ribaund ile oynadı. Yedi ayrı maçta 40 sayı veya üzerinde skor üretti. Üç maçta 45 sayı seviyesine kadar çıktı (Ocak 31 – Golden State Warriors, Mart 22 – San Antonio Spurs, Nisan 6 – Utah Jazz).

Page 24: Spor iletişim 2. Sayı

KRAL ÇIPLAK Serhat Gürcan Gündüz

Boston : 4 Cleveland : 2

Cleveland, Amerikan Spor tarihinin en çok hayal kırıklığı yaşayan şehridir. Hep finallerde kay-bederler. Sadece basketbol değil, aklınıza gelebilecek her spor dalında… Bu makus talihi değiştirebilecek bir adamın geldiğine inanıyorlardı. Kral LeBron James. Belli ki o da yetmemiş. Laneti Cleveland şehrinin üzerinden kaldıramadı. Hatta 5 yıllık kariyerinde sadece bir kere finallere taşıyabildi takımını. Bu sene şampiyonluk kesindi. Kutlamalar için hazırlıklar yapılıyordu. Fakat Boston Celtics çok acı bir sürpriz yaptı onlara. Seri başlarken herkes şunları soruyordu. LeBron neler yapacak? Celtics buna nasıl cevap verecek? Cavaliers rotasyondan verim alabilecek mi? Garnett, Pierce, Allen ve Rondo kazan-mak için yetecek mi?

Evinde Kral İlk maç herkesin beklediği gibi başladı. Cavaliers ilk maçı rahat kazandı. Hatta LeBron 24 şut kullan-sa bile %50 isabet oranı ile 35 sayı atmayı başardı. Mo Williams 20 sayılık bir katkı yaptı. Hatta pota altında Perkins & Garnett ikilisini durdurmayı bile başardılar. Paul Pierce kariyerinin en berbat şut yüzdelerinden birisi ile oynarken, Ray Allen 14 atıştan sadece 6 tanesinden isabet bulabildi. Fakat unutulan biri vardı. Rajan Rondo… Nba kariyer-ine başladığında faul çizgisinden sayı bulmakta bile zorlanan bu genç adam, %70 ile oynadı, 12 faul atışının 10 tanesini sayı yapmayı başardı. Bu başarısı serinin diğer maçlar için bir ışık yaktı. Cavaliers 1-Celtic 0

İkinci maç yeni bir dedikodu yayılmaya başladı. İçeriden gelen haberler LeBron’un halen sakat olabileceğini söylüyordu. Maç başladığında pek bir sıkıntısı yoktu. Demek ki sadece söylenti diye düşündük. Fakat kritik anlarda top kullanmak istememesi, sakat söylentilerini iyiden iyiye arttırdı. Shaq’ın birçok soruya cevap olması beklenirken, güzel ama motoru bitmiş 1968 Impala gibiydi. Tekliyordu. 18 dakika sahada kaldı, boyalı alan ve çevresinden 10 atış kullandı ve sadece dört isabet buldu.

Tek direnmeye çalışan isim ise takasta kullanılmayan J.J Hickson’dı. Zaten o da 19 dakika sahada kalabildi. Boston’da ise sürpriz bir katkı geldi. Aslında buraları oynamayı çok iyi bilen,

ama disiplinsiz davranışları ve umursamaz tavırları yüzünden konsantrasyon problemi yaşayan Rasheed Wallace. 8/7 saha içi isabet-iyle 17 sayı attı. İlk beş oyuncuları ve Wallace on sayı üzerine çıkınca galibiyet kaçınılmazdı. Cavaliers 1-Celtic 1

Seri Boston’a taşındığında ise LeBron çıldırdı. Üçüncü maçın başından sonuna kadar hâkimiyet ondaydı. 38 sayı attı Kral. Yanına Jamison’da 20 sayı ile atıp, takımın geri kalanından da katkı gelince galibiyete rahat bir şekilde uzandılar. Hatta son çeyrek yıldızlarını dinlendirme fırsatı bile buldu Koç Mike Brown. Boston’da ise işler eskiye dönmüştü. Ray Allen durdu, Pierce yine faul sıkıntısına girdi. Sadece Rondo ve Garnett bir şeyler yapmaya çabaladı. Bu direnişte başarılı olamadı. Boston mecburen 2 maça daha çıkarsa 1 milyon dolar ek ücret alacak Nate Robinson’ı oyuna almak zorunda kaldı. Cava-liers 2-Celtic 1

Konferans yarı finallerinin en kritik maçına gelindiğinde Diğer 3 takım çoktan teslim bayrağını çekmiş, cephede çarpışmaya çalışan tek takım Boston’du. Bu maç onlar için kazanmak ya da eve geri dönüş maçıydı. Fakat Boston’un generalleri, direniş için bir ateş bekliyordu. Bu fırsattan istifade eden Ra-jan Rondo ipleri eline aldı. Cavaliers potasına tam 29 sayı bıraktı ve Perkins, Pierce, Al-len, Garnett dörtlüsünün toplamından daha çok ribaund (18) aldı. Takımının attığı her sayıda parmak izleri vardı. Tamı tamına 13 asist yaptı. Cavaliers’ta ise LeBron kendi performansından çok uzaktı. Hatta son çeyrek-te ortada bile yoktu. Sadece 22 sayı atabildi. Cavs’ı oyunda tutan ise ilk defa kıpırdanan Shaq oldu. Cavaliers 2-Celtic 2

Page 25: Spor iletişim 2. Sayı

BİR PLAY-OFF REZALETİ

Eray Kaş

NBA’de 2009-2010 sezonu başlamadan önce her za-manki gibi çeşitli internet sitelerinde, bloglarda, forumlarda şampiyonluk ipini kim göğüsler, sezon boyunca parlayacak isimler kimler olur, hangi takımlar bir sürpriz gerçekleştirebilir gibi pek çok soru çözümlenmeye çalışılır. Şampiyonluk favorileri her zamanki gibi Lakers, Cavaliers, Magic biraz da Celtics’ti. Bu takımların dişlerine göre rakip bulamayacakları aşikârdı. Bu yüzden NBA, son yıllarda sürprize biraz kapandı, La Liga ve İngiltere Premier Ligi gibi iyi takımlarla orta sınıf takımlar arasındaki uçurum fazlasıyla açılmaya başladı. NBA’in hiç de iyi bir yoldan gitmediği yetkililer tarafından da kabul ediliyor. Bu sezon Amerika’da basketbol açısından seyirci ortalaması büyük derecede azaldı. Tabi ki David Stern’de durumdan memnun değildir. Her zaman olduğu gibi bugün de bir çözüm bulacaktır.

Play-off’lara baktığımızda da o kara tablo hemen önümüze çıktı. NBA’in belki de en heyecansız, en rekabetsiz play-off dönemini izliyoruz. Konferans yarı finallerinin 3’ünde takımların biri süpürüldü. Daha önce böyle sürprizsiz bir play-off dönemi çok az yaşanmıştı.

Atlanta Hawks, işte bu sezon o çok büyük favorilerin arasından çıkabilecek, basketbol seyircisine güzellikler yaşatabilecek bir takım olarak lanse edildi sezon başında. Pek çok insana umut verdi NBA’in geleceği adına. Sezon içinde de her ne kadar inişli çıkışlı performanslarıyla ka-falarda soru işareti yaratsalar da, 82 maçta 53 galibiyet demek biraz olsun şampiyon adayı bir takım demektir. Altı yıl önce bu takımın sadece 13 galibiyet aldığını düşünürsek, oyuncuların ve koçun da nasıl bir gelişim içinde olduklarını anlamak pek de zor olmasa gerek. Ancak Milwaukee Bucks serisi, umut içindeki basketbol seyircisinin içinde basketbola duyulacak öfkeye kadar büyük bir hayalkırıklığı yarattı, evet seri 4-3 kazanılmıştı. Ama Atlanta’da birşeyler eksikti ve bu fazlasıyla ortadaydı. Hawks, adeta basketbolseverlerin bas-ketbol değil spor aşkını öldürecek derecede kötü oynuyordu. Sadece birebirlere dayalı bir hücum varyasyonu, 48 dakikalık maç içinde yapılan en fazla 10 dakikalık savunma, koç Mike Woodson’ın oyuna hiçbir şartta müdahele edemeyişi taraflı tarafsız herkesi rahatsız etmeyi başardı.

Konferans yarı finallerine gelindiğinde bu sefer karşılarında iki yıldızı eksik Milwaukee’den çok daha dişli bir rakip, Or-lando Magic çıktı karşılarına. Bu ruhsuz halleriyle tabi ki hiçbir şansı yoktu Hawks’ın. Ama birşeyler belki değişebilirdi. Bu takım ruhunu yakaladığı zaman karşısında durmak imkânsız oluyordu. Yine olmadı yine olmadı. Dört maçta bitti çok şey umduğumuz, heyecanla beklediğimiz seri. Maç başına ortalama sayı farkı 25.3’tü. Evet bu bir NBA rekoru. Bu çok yetenekli kadro harcanmak üzere; Joe Johnson, Josh Smith, Al Horford, Jamal Crawford hepsi birer saf yetenek. Fakat burada en büyük iş takımdaki yetenekleri harmanlaya-cak olan koç Mike Woodson’a düşmekteydi. Her sınavdan en düşük notu aldı Woodson. Bütün savaşlardan yenik çıktı. Sonucunda da her başarısız teknik direktörün başına gelebileceği gibi kovuldu koç. Artık Atlanta için yeni bir sayfa açma zamanı. Umutsuz olmak için çok sebep var evet ama umutlu olmayı tercih etmek basketbol için çok önemli.Orlando Magic cephesine baktığımızda ise onlar, all-star arasından sonra ortaya koydukları harika performanslarına rakip ayırt etmeden devam etmekteler. Sezon başında yaşadıkları uyum sorunlarını aşmış durumdalar. Şampiyonluğun da en büyük favorilerinden bir durumun-dalar. Doğu Finalinde rakipleri, Clevelan Cavaliers’ı benim için olmasa da çoğu otoriteye göre sürpriz bir biçimde geçen Boston Celtics olacak. Eğer Orlando Magic, normal basketbollarına devam eder biraz da şans yanlarında olursa final kapısı onlara sonuna kadar açılacak.

Dedikodu Kazanı Cavaliers saha avantajını geri alma maçından önce bir dedikodu daha çıktı. Delonte West’in, LeBron’un annesi ile birlikte olduğu söylentileri Hollywood medyasında hareketlilik yarattı. Tabi ki kimse ihtimal vermiyordu maç öncesinde. Fakat maç başlayınca herkes “acaba mı?” dedi. LeBron 14 atışından sadece üçünde isabet buldu. Faul çizgisine bol bol gitmesi sayesinde 15 sayıya güçlükle ulaştı.

Takımda Shaq olmasa skor belki de daha acıklı olacaktı. Takımın en çok sayı atan oyuncusu oldu 21 sayı ile. Boston ise rakibini sniper timleri ile vuruyordu. Paul Pierce ve Ray Allen toplamda 46 sayı attı. Garnett 19, Rondo ise 16 sayı buldu. Bu maçı kaybeden Cavaliers’ta ise eleştiri okları Mike Brown üzerinde yoğunlaştı. Savunmada iyi işler yapan Varejao, Jamison benchte fazla beklem-esin diye oyundan alınıyor, Cavaliers taraftarları çıldırıyordu. 38 sayı farkla galip gelen Boston, 1 milyon doları cebine koyarak karlı çıkan ise Nate Robinson oldu. Cavaliers 2-Celtic 3

İşler tersine dönmüştü. Bu sefer “kazan ya da evine git” maçı Cavaliers için oynanacaktı. Hem de telafisi mümkün olmayacak bir şekilde. Berbat bir oyunun ertesinde LeBron “merak etmeyin, bu takımda ben varım” diyordu maç önces-inde. Evet sahadaydı, ama aklı sahada değildi. Hollywood medyasının haberi kafasını kurcalamış, morali bozuktu. Serinin 5. maçında ortalıkta gözükmeden kötü bir gece geçirmişti. Altıncı maçta ise durum farklıydı. LeBron Cavaliers’ı parçalıyordu. Her hücumu kendi oynamaya çalışıyor, fakat isabet bulamıyordu. 21 şut kullandı ve sadece 8 isabet bulabildi James. “Hey, benim ondan neyim eksik?” diyen Williams’ta 18 şut kullandı. Takımın tamamından fazla şut kullandı bu ikili.

LeBron 27 sayı, Williams 22 sayı bulabildi. 39 hücumda sadece 49 sayı! Mike Brown ise Rondo’yu tutması için Delonte West’i görevlendiriyor, başarılı olduğunda Parker’ı tekrar oyuna alıyordu. Garnett’i Shaq ile tutmaya çalışıyor, tutmayınca Varejao’ya dönüyor, takım farkı indirdiğinde tekrar sahaya Jamison’ı Garnett’i tutması için yolluyordu. Belli ki kafası karışmıştı. Boston’da ise Garnett savunma yok diye bol bol sayı üretiyordu. Hatta Wal-lace bile savunma olmamasından o kadar etkilenmişti ki, 13 sayı ile takıma katkı yapıyordu. Rondo 21 sayı, 12 asistlik bir katkı verince işler çok daha kolay bir hale geldi. Mike Brown hiçbir şey yapmayınca Cavaliers bütün seride olduğu gibi üçüncü çeyrekte aldığı darbe ile yere düşüyordu. Hakemin son çeyrekte geri saymasına rağmen Cavs ayağı kalkamayınca, gerçek belli oldu. “Kral Çıplak!”

Sırada Orlando Var Maç bitiminde LeBron bütün Boston oyuncularına tebrik etti. Soyunma odasına giderken formasını yere attı. Belki de son kez çıkardı sırtından Cava-liers formasını. Yine bir hüsran vardı şehirde. Aslında onlar için sevindirici olan, kimsenin belediye binasından “maç berabere, turu geçen Cleveland” dememesi oldu. En üzücü olan ise, krallarının takımdan ayrılmasına artık kesin gözüyle bakılması oldu. Garnett maç sonu konuşmasında LeBron için, “ Büyük bir oyun-cu, fakat bazen sadakat size şampiyonluk yüzüğüne mal olabilir” diye konuştu. Minnesota’dan yüzük için ayrılırken belli ki o da bu şekilde hissetmiş. Boston yoluna devam ediyor. En önemli rakip olarak gözüken Cavaliers’ı el-ediler. “Yaş 70, iş bitmiş” denen kadro, en önemli favoriyi geçti. Konferans final-lerinde Orlando Magic ile oynayacaklar. Ray Allen, Pierce, Garnett değil artık gözlerin çevrildiği, savunma için çareler üretilmesi gereken oyuncular listesinin başında Rajan Rondo var. Oyunuyla büyüyen bu ufak dev, Orlando’nun başını çok ağrıtacaktır.

Page 26: Spor iletişim 2. Sayı

İNTİKAM BU SEFER SICAK YENDİ ErayKaş

NBA’deplay-off’larınolmazsaolmazeşleşmeleridüşünüldüğündeherhaldeilkaklagelecekseri,SanAntonioSpurs-Phoe-nixSunsolacaktır.SpursveSunsson5yılda3kezeşleşmişlerdi.Bu3serininhepsi-niDuncanvearkadaşlarıkazanmayıbilmişti.Özellikle2006’daçokdengelibirtakımkuranveşampiyonluğunenbüyükadayıolanPhoenixSuns,belalıtakımlarıkarşisındaevsahibiavantajıylafavoriolmasınarağmenyinebaşaramamıştı.SeriöncesiArizonasınırlarıiçerisindeintikamkokularıalmakhiçdezordeğildi.

BatıkonferansıilkturundaPhoenixSuns,sakatlıklarlaboğuşanPortlandTrailBlazers’ı,çokdazorlanmadan4-2geçmeyibaşardı.SanAntonioise,batıkonferansınıikincisıradatamamlayıpplay-off’laragelenDallasMavericks’itahminlerinçoküstündebirperformansla4-2geçipnasılbirplay-offtakımıolduğunuhatırlattı.Suns-SpursserisiöncesindedeilkturperformanslarısonrasıpekçokotoriteyegörefavoriTexastemsil-cisiydi.İşteSanAntonio-Phoenixserisidebuşartlaraltındabaşladı.Favori,azfarklaSpursamaaçolanSuns’tı.EvsahibiolmaavantajınasahipolanPhoenix’inilkikimaçıalmasınakimseşaşirmamıştırherhalde.

AncakseriTexas’ataşindığında,oilkikimaçaşaşirmayaninsantopluluğu,dördüncümaçsonundaadetaşokauğradılar.Tab-elada107-101veyanındada4-0yazıyordu.PhoenixSuns,sonbeşplay-off’larınındördündeonlarıdenizedökenSanAnto-nioSpurs’üparamparçaetmişti.Tamam,Phoenix’inturugeçmesianlaşilabilirbirdurumdu.AmanasılolurdaDuncanlı,Gi-nobilili,TonyParkerlıbirtakımısüpürmeyibaşarmışlardı?Sadeceintikamalmakiçindersekbudurumuaçıklayamayız.

Çokformdagirmiştiplay-off’laraPhoenixSuns.Tekdertleri,belkideplay-offöncesibusezonüzerindekiberbatbasketbolcuyaftasınıkaldırmakiçindişinitırnağınata-karakçalisanvekendinikabulettirenRobinLopez’isakatlığındandolayıkaybetmeleriolmuştu.Formdaolmalarınınyanınaintikamarzusuvebaşarıyasondereceaçolmalarınıdaeklediğimizzamansüpürmehikayesinibelkibirazolsunaçıklamaşansımızolur.

Sunskadrosundakihiçbiroyuncudahaönceşampiyonlukyaşamamıştı.KontratsenesindekiAmareStoudemire,smaçşampiyonluğudışındapekdeNBA’ekendinikabulettiremeyenJ-Rich,yaşikemaleermişGrantHill,çogutakımdakendilerinedakikadahibulamayacakolanDudley,Frye,Dragicgibioyuncular...Hepsibirşeylerkanıtlamakistiyorlardı.AmabutakımdaSteveNashiçinayrıbirparagrafaçmaklazım.

Nash,belkişampiyonlukyüzüğünühenüztakmayıbaşaramadı.AmaikiMVPödülü,çoguoyuncununyeterlidoygunlukhissineulaşmasınısağlar.Kanadalısüperstar,sezonuherza-mankigibiasistkralıolarakbitirmeyibaşarmıştı.Amabusezonhiçbirzamanolmadığıkadarsavaşçi,dengelibirtakımıvardı.Nashkalitesindekibiroyuncubufırsatıdeğerlendirmeyibildi.Serinindördüncüvesonmaçındakorkulanolayoldu.SteveNash,Duncan’ınistemsizdirsekdarbesiylekanlariçindeyerdekalmıştı.HemensoyunmaodasınagötürülenNashgeridöndüğündeadetatekgözükaybolmuştu.Gözündekişişliknedeniylesonperiyodutekgö-zleoynadıKanadalı.Odurumdabilesonçeyrekte10sayı5asistleoynamayıbaşardı.İnsandüşünüyoracababuadamınikigözlühalinasılbirinsanüstüvarlıkolurdiye…SanAntonioSpurscephesinebaktığımızda,1999,2003,2005ve2007şampiyonluklarındaolduğugibi,sertsavunmalarıveDuncan,Parker,Ginobiligibiüstünyeteneklioyuncularıylabiryerleregelmeyeçalistilar.2007’denberiilkdefaplay-off’larasağlıklıbirtakımlagelmişlerdi.OeskisertliklerinegeridöndükleriniDallasser-isindekanıtlamışlardı.AmaPhoenix’idahaöncedenherseferindedüşürdükleriosavunmatuzaklarınadüşüremedilerbusefer.Suns,seride107sayıortalamaylaoynamayıbaşardı.SanAntonioSpursde,artıkmutlakbiryenilenmesürecinegirmekzorundaolduğunubuseridekanıtladı.GünümüzNBAbasketbolü,çokdahafazlakısaylavetempoylaoynanıyor.Spurs’ünyenibasketbolekolündenbirazuzaklaştığınısöylemekyanlışolmaz.Serinineniyiveenverimlioyuncusu22.8sayı,7.8asistortalamalarıylaoynayan,birmaçıtekgözlebitiren,takımınıherzamankigibimuazzambirşekildeorganizeedenSteveNasholdu.ElbetteGoranDragic’in3.Maçın4.Çeyregndeattığı24sayıyıdaunutmayalım.

PhoenixSuns’ınkonferansfinalinderakibi,geçenyılınşampiyonuvebuyıldaşampiyonluğunenbüyükfavorisiolanLosAn-gelesLakersoldu.Buserideişlerihiçdekolayolmayacak.İlkikiturboyuncasakatlığınedeniyletakımdayeralamayanRobinLopez’inbuserideoynamasıkesinleşti.Buformuyla,buazmiyle,buaçlığıylaPhoenixSuns,finalyolunuçokzorlayacaktır…

Page 27: Spor iletişim 2. Sayı

LAKERS SÜPÜRDÜ Alper Türe

2007-2008 sezonunda konferans yarı finalinde karşılaşan Utah Jazz ve LA Lakers tekrar bir konferans yarı finalindeler. Tüm zorluklara ve eksiklere rağmen Denver Nuggets’ı eleyerek gelen Utah yine Lakers karşısında konferans finali şansı arayacak. Son şampiyon Lakers ise sezon içindeki formunun aksi bir başlangıçtan sonra tekrar final istiyor.

Nasıl Geldiler? Utah, Denver karşısında Mehmet Okur’dan sadece serinin 1. maçında ve 11 dakika yararlanabildi. Kirilenko’dan ise seri boyunca yararlanamadılar. Fakat bu sakatlık problemlerine rağmen, Carlos Boozer’ın boyalı alandaki etkisi ve 'the rock' Deron’un müthiş performansı ile Fesenko’nun çabası Denver’ı elemek için yeterli oldu.

2 senedir elendikleri Lakers, Mehmet Okur’un yokluğu ve Kirilenko’nun sakatlıktan yeni çıkması. Utah için Lakers eşleşmek isteyecekleri son takım olabilirdi. İki uzununun yokluğunda pota altını Lakers’a bırakmış olacak gibi görünse de Fesenko’nun ne kadar katkıda bulunacağı da merak konu-suydu.

Lakers ise Oklahama’yı göze hoş gelmeyen bir oyunla eledi. Fakat Utah serisinde aynı performansı göstermeyeceklerini tahmin etmek zor değildi. Formda Artest ve Gasol’la Oklahama’ya yeten Lakers’ta Kobe’nin yarı final performansı çok önemliydi.

Batı lideri etiketli Lakers, yıllardır çok zorlandığı Portland’ı görmedi karşısında. Belki de şampiyonluk adaylarından, ligin en tecrübeli ve ka-liteli kadrolarından birine sahip Spurs de gelmedi. Tecrübesiz Oklahama, Lakers’ın rakibi oldu. 4-5 eşleşmesinden de kağıt üzerinde daha güçlü, geniş bir kadrosu olan ve evinde aktif Denver yerine; Kirilenko, Memo gibi eksikleri olan Utah geldi. Yani ite kaka yarı finale gelen Lakers olası bir batı finaline, Denver, Spurs, Phoenix veya Dallas’la karşılaşmadan gitme şansını yakaladı.

1.Maç - Staples Center İlk çeyrekte kontrol tamamen Lakers’taydı. Gasol ise kaçan dört şuttan ikisinin sahibi olsa da maç boyunca performansı iyiydi. 2. çeyrekte Utah savunmasını biraz daha ön plana çıkartarak farkın açılmasına izin vermedi. Ancak yine de kontrol Lakers’ın elindeydi. Hücumda kurdukları üçgenin karşılığını aldılar ve daha realist hücumlar geçekleştirdiler. Bitime 5 dakika kala Lakers’ın rahatlığından yararlanarak uyandı Utah. Ancak Kobe gibi, zor sayıları seven bir oyuncunuz varsa maçı kazanma şansınızın her zaman olduğunu gösterdi Lakers. Utah farkı bire indirmişken, Kobe takımının son 19 sayının 13’üne imzasını atarak, Lakers’ın maçı 104-99 kazanmasını sağladı.

2. Maç - Staples Center 2. maça hızlı girdi Utah. Deron’un 2 asist ve 2 üçlükle başlaması, 11-4’lük skorun da oluşmasını sağladı. Tabii bunda Kobe’ye yapılan savunmanın da katkısı büyüktü. Fakat 2. çeyrekte savunmayı katılaştıran Lakers’ta özellikle Artest’in yardımları farkı eritti. Üçlüklerde pek başarılı olamasa da ilk yarıdaki 10 sayılık katkısı önemli bir destekti. Kobe’nin iş başında olduğu 2. çeyrekte Utah savunması zor anlar yaşadı. Jazz ise ayakta kalmayı hücum ribaundlarıyla başardı. 26 sayısının 14’ünü bu çeyrekte atan Millsap da bu çeyrekte parladı.

İkinci yarıya Lakers iyi başlasa da kaçan şutlar ve top kayıplarının hakim olduğu kısa bir süreçte Miles, Boozer ve Williams’ın sayıları farkı indirdi. Fakat sonrasında pota altından Gasol ve Bynum ile zorlanmadan sayı bulan Lak-ers, neden üstün olduğunu göstermiş oldu.

4. çeyreğin başında ise 6-0 lık seri yakalayan Utah farkı da bir ara 6 sayıya kadar indirdi. Fakat daha sonra hü-cum ribaundlarında etkili olan Lakers, Deron’un liderliğini gösterememesiyle birlikte maçtan 111-103 galip ayrıldı. Bu maçta, Lakers’ın 3 uzununun aldığı ribaund, Utah’ın takım olarak aldığı ribaunddan fazlaydı…

3.Maç - EnergySolutions Arena Utah seride o güne kadar yaptığı hataların üstüne giderek başladı maça. Pota altında ikili sıkıştırmalar yaparak boyalı alanı sağlam tuttular. Gasol ilk iki şutunu kaçırarak başlarken, Kobe ise takımının ilk 9 sayısını attı. Kirilenko bu maçta sakatlıktan sonra ilk kez oynuy-ordu. Buna rağmen oyunda kaldığı 17 dakika boyunca 8 sayı ve 6 ribaundla oynadı. 2. çeyrekte Fisher ve Kobe ile bulduğu sayılarla farkı dörde kadar indirdi Lakers. 2. yarıda ise sezon genelinde hücumdaki en zayıf isimler Fisher ve Artest’in şutları Lakers’a ekstra katkı sağlamış oldu. Fakat Utah’ta da bunlara cevap veren bir isim vardı: 23 sayı ile oynayan Kyle Korver. Korver’a; Kobe, Odom ve Fisher’ın üçlükleriyle cevap veren Lakers, son daki-kalara 1 sayı önde girmişti. Deron, son saniyelerde çem-bere gitmek yerine üçlük çizgisinin içine basarak atmak isteyince Lakers sahadan 111-110 galip ayrıldı.

4.Maç - EnergySolutions Arena Utah yine maça hızlı başlayan taraf oldu. Deron’un kontrolü ele alması ve Boozer ile Fesenko’nun sayılarıyla üstünlük kurdular. Lakers tarafında ise son maçlarda formsuz olan Bynum ön plana çıktı. Jazz adına her şey iyi giderken Artest, Kobe, Gasol üçlüsü ile bir anda 17-8’lik seri yakaladı Lakers. Bu kısımlarda Millsap ve Deron’un çabalarına rağmen kontrol Lakers’taydı. Fark kademeli bir şekilde arttı. Kısaları rahatça potaya gitmeye başlayan Lakers devreyi 58-41 önde kapattı.

2. yarı Utah’ın kaybedecek bir şeyi olmaması, daha saldırgan oynamasına sebep oldu. Lakers’ta da 17 sayının rehaveti olunca fark kapandı. Fakat çeyreğin sonuna doğru Fisher ve Gasol’un sayıları farkı tekrar açtı. Agresif oynamasına rağmen 80-67 geride girdi Utah son periyoda.

Son çeyreğin başı ise kabus gibi oldu Jazz için. Fisher’ın 6 sayısından sonra gelen 7-0’lık seri ile farkı azaltan Utah’ın direnci, arka arkaya gelen üçlüklerden sonra iyice kırıldı. Son şampiyon, 111-96 kazanarak kon-ferans final biletini kaptı ve Phoenix Suns’ın rakibi oldu.

Page 28: Spor iletişim 2. Sayı

2010 TBBL FİNAL SERİSİ

Eray Sözen

Fenerbahçe - Galatasaray 2010 TBBL final serisi Fenerbahçe ile Gal-atasaray arasında oynandı. Saha avantajına sahip olan Fenerbahçe, evinde hata yapmadı. Ve deplasmandaki diğer maçı da kazanarak üst üste beşinci lig şampiyonluğuna ulaştı. Her karşılaşmanın kendi içerisinde ayrı bir öyküsü vardı. Yüksek kalitedeki bu iki takımdan başka türlüsü ise zaten beklenemezdi.

Eşleşme öncesindeki bilgilendirme toplantısı, The Marmara Otel’de ‘’Final Başlıyor’’ mottosu altında yapılıyordu. Ancak iki takımın final mü-cadelesi, en başından kaçınılmaz sondu. Fen-erbahçe, TBBL’de normal sezonu namağlup lider kapatmayı başarmıştı. Türkiye’deki tek resmî yenilgisini ise Galatasaray karşısında, Teknosa Bayanlar Türkiye Kupası Finali’nde tatmıştı. Yıllar sonra bir sezonu kupasız kapatma tehlikesi ile yüzleşmek duru-munda kalan Fenerbahçe, saha avantajını kullanarak şampiyonluğa uzanmak isti-yordu. Galatasaray’ın planı, Caferağa Spor Salonu’ndaki ilk iki maçtan en az birini ka-zanarak saha avantajını lehine çevirmek ve rakibinin şampiyonluk serisine son vermekti. Emin olun, iki takımın da söz konusu hedef için geçerli nedenleri vardı.

TBBL’nin Avrupa Bayan Basketbolu’ndaki yeri, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin kadrolarına bakılarak anlaşılabilirdi. Bir açıdan çok değerli bir eşleşme olacaktı. Galatasaray’ın ABD’li yıldızları Tamika Catch-ings ve Katie Douglas, 2009 WNBA sezo-nunda takımları Indiana Fever’ı kulüp tarihinde ilk kez WNBA Finalleri’ne taşımalarına karşın Phoenix Mercury önünde 3-2 kaybetmek-ten kurtulamamışlardı. Derin bir hüzündü yaşadıkları. Ve yalnız değillerdi. Fever’daki destek ekibi, Fenerbahçe’nin kadrosunda yer alıyordu: Ebony Hoffman ve Tammy Sutton-Brown. Indiana Fever’ın ilk beşindeki dört oyuncu, 2010 TBBL Finalleri’nde rol alacaktı.

Mercury’nin şampiyonluğunda pay sahibi olanPenny Taylor da Fenerbahçe’nin başarısı için ter döküyordu. Kesinlikle heyecan verici bir eşleşmeydi.

Indiana Fever ve Phoenix Mercury arasındaki mücadele, WNBA Tarihi’nin en çok izlenen final serisi olmuştu. Mercury’nin uzat-ma sonunda 120-116 kazandığı karşılaşma, son korna ile birlikte ‘’klasik’’ olarak kabul edilebilirdi. Katie Douglas, bitime :07.1 kala bulduğu üç sayılık atışla uzatmaya götürdüğü maçı 30 sayı ile tamamladı. Ebony Hoffman, 27 sayı ile kariyer rekorunu kırdı. Uzatmanın bitimine 2:47 kala faul hakkını dolduran Tami-ka Catchings, normal sezonun MVP’si Diana Taurasi’yi saha içinden 5/17 ile şut kullanmaya zorladı. Penny Taylor, Mercury adına 23 sayı üretti. Skor üstünlüğü, uzatma bölümünde altı kez değişti. Ve Mercury, 120-116 kazandı. İki takım da skor anlamında sezonun WNBA rekorunu kırdı. Sacramento’nun Phoenix karşısındaki 115 sayılık eforu, üçüncü sıraya kadar inmişti. Indiana Fever, daha sonra üst üste iki maç kazandı. Phoenix, devam eden iki maçta galip gelerek 2010 WNBA Şampiyonu oldu.Birinci maçın ardından Phoenix antrenörü Corey Gaines, ‘’Bayan basketbolunu sevmiyorsanız, şu andan itibaren sevmeye başlamalısınız’’ diyordu. Ve her anında 2010 TBBL Finalleri’nde oynayacak beş ismin imzası vardı. Heyecan artıyordu. İlk maç için takımlar, Caferağa Spor Salonu’ndaki yerini almışlardı. Ve artık başlıyordu.

I. MAÇ

FENERBAHÇE 57 - GALATASARAY 51

2010 TBBL final serisinin ev sahibi Fener-bahçe, ilk maçta Galatasaray’ı 57-51 mağlup ederek seride 1-0 öne geçti. Caferağa Spor Salonu’nda gerçekleşen mücadeleye, tıpkı ligdeki eşleşmede olduğu gibi, hızlı giren Galatasaray oldu. Ancak Fenerbahçe, ikinci yarıdaki etkili oyunu ile karşılaşmadan 57-51 galip ayrılmayı bildi.

Maça Nilay Yiğit, Katie Douglas, Tamika Catchings, Sophia Young ve Yasemin Horasan beşiyle başlayan Galatasaray, ilk hücumda Catchings ile 2-0 öne geçti. Fenerbahçe’de Birsel Vardarlı, Penny Taylor, Nicole Pow-ell, Tammy Sutton-Brown ve Nevriye Yılmaz beşi vardı. Devam eden pozisyonda Taylor’ın skoru 2-2’ye getiren hamlesinin ardından Galatasaray, savunma sertliğini arttırdı. Ve yakaladığı 9-1’lik seriyle rakibini mo-laya zorladı. Çeyreğin bitimine 5:23 kala molaya giden Fenerbahçe, Galatasaray’ı alan savunmasıyla karşıladı. Konuk ekip, Fenerbahçe’nin alan savunmasına karşı hücum etmekte zorlanınca Zafer Kalaycıoğlu mola hakkını kullandı. Ve ilk çeyreği önde ka-patan 18-9 ile Galatasaray oldu. Galatasaray, bu bölümde Fenerbahçe’ye yalnızca 3/13 ile hücum etme fırsatı tanıdı. Rakibinin altı rib-aunduna, dokuz ribaund ile cevap verdi.

Karşılaşmanın ikinci çeyreğinde ilk hücum şansına sahip olan Fenerbahçe’nin planlarını bozan Tamika Catchings oldu. Ancak boş şutlar değerlendirilemeyince skordaki fark açılmadı. Galatasaray, yine de, soyunma odasına 31-25 önde girmeyi başardı.

Üçüncü çeyreğin başında Nevriye Yılmaz’ı kullanarak pota altında etkili olmaya çalışan Fenerbahçe, farkı eritmeyi başladı. Galatasaray’a aleyhine çalınan faul düdükleri ile henüz beş dakika dolmadan takım faul sayısı tamamlandı. Ve kalan sürede yapılan her faul sonrası Fenerbahçe, çizgiye gitti. Ev sahibi takım, bu bölümde yakaladığı 9-0’lık seri ile de periyodun bitimine 1:33 kala 39-37’lik skorla maçta ilk kez öne geçerken, son periyoda 41-39’luk üstünlükle girdi.

Maçın kararının verileceği son çeyreğin ilk bölümünü iyi oynayan Fenerbahçe oldu. Üç buçuk dakikalık sekans içerisinde 11-2’lik serinin ardından 52-41 öne fırlayan ev sahibi ekip, ciddi bir avantaj yakalamayı başardı. Ne var ki; Galatasaray’ın takım savunması, 5:19 boyunca rakibine sayı imkânı vermey-erek 10-0’lık koşu ile farkı bir sayıya kadar indirdi. Fenerbahçe’de bitime 1:19 kala Tammy Sutton-Brown, hücum süresinin son saniyes-inde bulduğu sayının ardından avantajı takımı lehine çevirdi. Galatasaray’ın çabası, farkı ka-patmaya yetmedi. Fenerbahçe, karşılaşmadan 57-51 galip ayrıldı.

Page 29: Spor iletişim 2. Sayı

III. MAÇGALATASARAY 78 – FENERBAHÇE 82

Galatasaray, mutlak kazanmak zorunda olduğu maça Nilay Yiğit, Tamika Catchings, Bahar Çağlar, Sophia Young, Yelena Leu-chanka beşi ile başladı. Fenerbahçe’de ise Matee Ajavon, Esmeral Tunçluer, Penny Tay-lor, Tammy Sutton-Brown ve Nevriye Yılmaz beşi vardı. Karşılaşmaya hızlı başlayan taraf, Galatasaray’dı.

Maçın ilk pozisyonunda Fenerbahçe’nin hü-cumunu iyi savunan ev sahibi, devam eden üç aksiyonda Yelena Leuchanka ve Sophia Young ile skor bularak 6-0 öne geçti. Bu bölümde rakibine karşı hücum etmekte zorlanan Fener-bahçe, ilk basketini üç dakika geride kalırken Matee Ajavon ile buldu. Serinin ilk iki maçında takımı adına oldukça verimli oynayan Birsel Vardarlı, çeyreğin bitimine 3:15 kala oyuna dâhil oldu. Ve Fenerbahçe söz konusu sekan-sta 13-7’lik skor üstünlüğü kurarak ilk çeyreği 21-16 önde kapadı.

İkinci çeyreğin ilk iki dakikası skorsuz geçilmek üzere iken Penny Taylor ile üç sayılık isabet bulan konuk ekip, üst üste ikinci üç sayılık basketi bulduğunda skor 27-19’a geliyordu. Skor avantajını rakibine kaptıran Galatasaray, hücumda daha agresifti. Fener-bahçe, devrenin bitimine 5:35 kala takım faul hakkını doldurdu. Ancak o ana kadar toplamda dokuz top kaybı yapan sarı-kırmızılılar, skoru lehine çeviremedi. İkinci şans sayıları ve dış şutlarda isabet kaydeden konuk ekip, soyun-ma odasına 41-33 önde gitti.

Galatasaray, ikinci yarının başında Sophia Young’ın üst üste bulduğu dört sayı ile farkı dörde indirdi. Rakibine Penny Taylor ile cevap vermeye çalışan Fenerbahçe karşısında Bahar Çağlar’ın performansıyla skorda kalan takımımız, beş dakikalık ilk bölüm geçilirken Young ile farkı bir sayıya düşürdü: 49-50. Ve 4:27 kala Yelena’nın basketi sonrası 51-50 öne geçti. Kalan sürede karşılık basketler vardı. Son hücumda Sophia Young ile çizgiye giden Galatasaray, hamlesini yaptı. Ve dördüncü çeyreğe 59-57 önde girmeyi başardı.

Maçın son çeyreğine hücumda zorlanarak başlayan Galatasaray, dört dakikalık ilk bölümde yalnızca bir saha içi isabeti buldu. Söz konusu sekansta 65-61 geri düşen ev sahibi, Katie Douglas’ın üç sayılık oyunu ile bitime 6:01 kala farkı bir sayıya indirdi. Bu bölümde, maç boyunca Fenerbahçe adına etkili olan Penny Taylor ve Birsel Vardarlı’ya Ebony Hoffman’ın eklenmesiyle konuk takım üstünlüğünü sürdürdü. ABD’li oyuncunun bi-time 1:14 kala bulduğu üç sayılık isabet, skoru Fenerbahçe lehine 79-74’e getirdi. Ve Fener-bahçe, karşılaşmadan 82-78 galip ayrılarak üst üste beşinci defa şampiyon oldu.

II. MAÇ

FENERBAHÇE 61 – GALATASARAY 56

2010 TBBL final serisinin ikinci maçında Fenerbahçe ve Galatasaray, Caferağa Spor Salonu’nda birbirlerine rakip oldu. Normal süresi 56-56’lık eşitlikle sona eren karşılaşmadan 61-56 galip ayrılan Fenerbahçe, seride 2-0 öne geçmeyi bildi. Karşılaşmaya Nilay Yiğit, Tamika Catchings, Bahar Çağlar, Sophia Young ve Yelena Leuchanka beşiyle başlayan Galatasaray’da antrenör Zafer Kalaycıoğlu, serinin ilk maçından farklı olarak Katie Douglas ve Yasemin Horasan’ı kenarda tutmayı tercih ediyordu. Fenerbahçe’de Birsel Vardarlı, Nicole Powell, Penny Taylor, Tammy Sutton-Brown ve Nevriye Yılmaz beşi vardı. Maçın ilk basketi, Galatasaray adına Nilay Yiğit’in turnikesinin ardından geldi. Fenerbahçe, Tammy Sutton-Brown ile cevap verdi.

Mücadelenin üçüncü dakikasını 5-2 geride geçen Galatasaray’da Bahar Çağlar, kısa süre içerisinde üç faul yaparak kenara gelmek durumunda kaldı. İlk çeyreğin bitimine 6:17 kala Bahar, yerini Yasemin Horasan’a bıraktı. Yelena Leuchanka ile de Katie Douglas değişti. Fen-erbahçe, bu bölümde Penny Taylor’ın isabetli şutlarıyla skordaki üstünlüğünü devam ettirdi. Ev sahibi, Nevriye Yılmaz’ın orta mesafeden bulduğu isabetle sekizinci dakikayı 14-6 önde geçti. Ve ikinci çeyreğe 16-11 üstün girmeyi başardı.

Maçın ilk çeyreğinde her iki takımın da yaptığı top kayıpları, skorun kısır kalmasına neden oluyordu. Sarı-lacivertliler, ikinci çeyreğe Ebony Hoffman’ın üç sayılık isabeti ile başladı. İlk bölümde Fenerbahçe, etkili oyununu sürdürdü. Üst üste üretilen dört basketin arasına yalnızca Tamika Catchings’in iki sayısını sokabilen Galatasaray, 4:42 kala 27-16 geri düştü. Ancak Catchings, bu defa altı sayı birden buldu. Ve fark beş sayıya indi. Devrenin bitimine :13 kala Yasemin Horasan’ın basketi sonrası tek hücuma gelen fark (29-26), Penny Taylor’ın son saniye üçlüğü ile Fenerbahçe lehine yeni bir artış gösterdi: 32-26.

Fenerbahçe, üçüncü çeyreğin ilk hücumunu yine Ebony Hoffman ile oynadı. Hoffman’ın üç sayılık isabeti, ev sahibi takıma 35-26’lık üstünlüğü getirdi. İkinci yarıda savunmadaki direncini daha da arttıran Galatasaray, rakibine devam eden 4:41’lik sekans boyunca sayı izni vermedi. Ancak farkı üç sayıya kadar çekebildi. Bu bölümde her iki takım da skor üretmeyi başardı. Çeyreğin bitimine 1:01 kala Ebony Hoffman, skoru 45-40’a getirdi. Tuğba Palazoğlu’nun son saniye üçlüğü ise farkı yine tek baskete düşürdü: 45-43.

Fenerbahçe’nin skor avantajı ile başladığı son çeyreğin ilk basketi, Sophia Young üzerinden geldi. Uzun süre sonra skorda eşitlik vardı. Çekişme, normal sürenin sonuna kadar devam etti. İlk yarıda yalnızca iki sayı atabilen Young, periyodun beşinci dakikası geçilmek üzere iken Galatasaray’a 49-47’lik üstünlüğü getirdi. Bitime 1:53 kala Nilay Yiğit’in üç sayılık isabetinin ardından avantaj, 56-53’le yine Galatasaray tarafındaydı. Kalan sürede Galatasaray sayı ürete-medi. Fenerbahçe, bulduğu üç sayı ile maçı uzatmaya götürdü. Uzatma devresinde Galatasaray sayı bulamazken, rakibine tek saha içi isabeti imkânı tanıdı. Ancak sahadan galibiyetle ayrılan Fenerbahçe oldu.

Page 30: Spor iletişim 2. Sayı

VOLEYBOLDA SEZONUN PANAROMASI Ahmet Bozada

2009-2010 Erkekler ve Bayanlar Voleybol 1. Ligi'nin “Aroması” Fenerbahçe oldu. Geçtiğimiz yıl Erkek ve Bayan voleybol takımlarında şampiyonluk dublesini kaçırmıştı Fenerbahçe. Kısmet bu sezonaymış. Önce Erkekler Ligi'nin değerlendirmesiyle başlayalım.

Toplam 12 takımın katılımıyla başlayan ve ilk 8 takımın play-off mücadelesi yapmaya hak kazandığı ligde, Beşiktaş ve Diltaş Eğitim Kurumu takımları play-off hattından uzak kaldı ancak kümede kalmayı da başardılar. Sezon sonu küme düşen takımlar ise Bozkurt Bel-ediye ve hiç galibiyet almayı başaramayan, Belediye Plevne oldu.21 Mart 2010 tarihinde biten normal sezonun ardından söz play-off'lara gelmişti.

Eleme usulüne göre ilk tur maçlar 2 galibiyet üzerinden yarı final ve final serileri ise 3 galibi-yet üzerinden oynanacaktı. İlk tur eşleşmeleri üzerine göz atacak olursak Fenerbahçe, Maliye Milli Piyango’yu 3-0'lık 2 maçla rahat geçti. Çekişmeli geçen ve 3-2 Halkbank'ın üstünlüğü ile sona eren ilk maçın ardından, Halkbank-Arkasspor eşleşmesinin galibiyse sonraki 2 maçı 3-1'lik skorlarla alan Arkasspor oluyordu. Diğer eşleşmelerde, Ziraat Bankası Galatasaray'ı 2-0, İstanbul B.B ise SGK'yı 2-1 ile geçmeyi başardı. Bu sonuçlarla yarı final play-off eşleşmeleri Fenerbahçe-Arkasspor ve Ziraat Bankası-İstanbul B.B arasında oynanacaktı. Her maçın çekişmeli geçmesi beklenen Fenerbahçe-Arkasspor eşleşmesinin ilk 3 maçı beklenin aksine gününde olan takımın 3-0'lık rahat galibiyeti-yle sonuçlanıyordu. İlk maçı 3-0 Fenerbahçe, ikincisini de aynı skorla Arkasspor kazanmıştı. Sonraki maçı da 3-0 alan Fenerbahçe, ser-inin 4. maçını diğer maçlara göre nispeten çekişmeli-keyifli geçen bir oyunla 3-2 alarak adını finale yazdırmayı başardı. Yarı finalin diğer yakasında ise Ziraat Bankası şaşırtıcı bir skorla finale çıkmayı başarıyordu. Geçen yıl fi-nalde Fenerbahçe'ye kök söktürmüş ve kupayı elinden çalmış bir takım vardı karşılarında; İstanbul B.B. Gel gelelim hayal kırıklığı yara-tan bir oyun ortaya koyan Belediye, Ziraat karşısında direnemedi ve yolu sonlandırmak durumunda kaldı.

Finalde karşısında Ziraat Bankası'nı bu-lan Fenerbahçe sezon boyunca sürdürdüğü istikrarlı ve etkili oyununu bu seride de sürdürdü ve 3-0 gibi rahat bir skorla şampiyonluğa ulaştı. Sezon başında yaptığı tecrübeli orta oyuncu Yasin'in birçok maçta takımına ivme kattığını ve bu şampiyonlukta önemli bir payı olduğunu da es geçmeyelim.

Yine Yeniden Fenerbahçe

Sadece Türkiye Ligi’nde değil Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde dahi dominant bir takım görüntüsü çizen Fenerbahçe Acıbadem Kadın Voleybol Takımı için Lig şampiyonluğu hiç de sürpriz olmasa gerek. Aynı Erkekler Ligi’nde olduğu gibi 12 takım ile sezona başlanan Aroma Bayanlar Voleybol Ligi’nin normal sezon maçlarında yenilmez armada olan ve 22 maçta 22 galibiyet elde eden Fenerbahçe playofflara istim üzerinde gelmişti. Öte yandan, sezon başında şubeyi kapatan Türk Telekom, V. Güneş Sigorta takımına sponsor olarak Lig tarihinin en uzun isimli kulübünü oluşturmayı başarmıştı. (Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom).

Biz yine de eskiden alışık olduğumuz üzere Vakıfbank diyelim. Neslihan transferiyle (smaçör deyince akla gelen isim) daha da güçlenen Vakıfbank normal sezonu Eczacıbaşı Zentiva'nın üstünde 2. sırada bitirdi.

Play-offlara geçmeden önce Yeşilyurt ve Beylikdüzü takımlarının küme düştüğünü be-lirtelim. (Keza Beylikdüzü takımı da Belediye Plevne takımı gibi 0 çekmeyi başardı.)Ligi ilk 4 sırada bitiren takımlar play-off yarı finallerine de kalmayı başardılar. Yarı finalde Fenerbahçe ezeli rakibi Gal-atasaray ile eşleşirken, Vakıfbank ile Eczacıbaşı eşleşiyordu. Kadro üstünlüğü ile Fenerbahçe'nin Galatasaray'ı 3-0 ile geçip finale çıkması gayet normal ve beklenir karşılanabilirdi. Ancak Vakıfbank'ın aynı skorla voleybolun mihenktaşlarından Eczacıbaşı'nı ekarte edip finale ulaşması biraz şaşırtıcı bir durumdu. En nihayetinde ligin açık ara en iyi 2 takımı finalde kozlarını paylaşacaklardı. Final serisinde ilk 2 maçı 3-2'lik skorlarla Fenerbahçe alıyordu. Sarı Melekler'in Indesit Şampiyonlar Ligi final-four ve ardından gelen final başarısıyla zirveye çıkardığı temposu playoff serileriyle birlikte inişli-çıkışlı bir grafik çiziyordu. Zira özellikle serinin 2. maçında çok kötü bir manşet performansı ortaya koyan takım, etkili smaçörü Gamova ve hırs küpü Eda'nın başarılı oyunlarıyla tekrar momentumu ele aldı ve maçı 3-2 kazanmayı başardı. Son maça 2-0 geride olmanın moral bozukluğu ile gelen Vakıfbank'ın artık direncinin kalmadığı sonuçtan belli oluyordu. (3-0). Böylelikle Fenerbahçe üstüste 2. şampiyonluğunu ilan ediyordu.

Son 2 sezondur özellikle Fenerbahçe Acıbadem'in yukarılara taşıdığı kadınlar voley-bolu, önümüzdeki sene Eczacıbaşı'nın silkin-mesi ve yine Vakıfbank'ın güçlü-dengeli bir takımla devam etmesiyle bizlere heyecan dolu günler vaat ediyor.

Page 31: Spor iletişim 2. Sayı

TOPRAK KRALINI ARIYOR Emrah Aktaş

Ev sahibi izleyiciler açısından dünya eski 6 numarası Gilles Simon’un sakatlığı se-bebiyle turnuvada yer alamayacak olması da üzücü oldu. Ancak Fransız seyircileri heyecanlandıracak sporcular da yok değil. Bunlardan biri 1987 doğumlu dünya kadınlar 16 numarası Aravane Rezai. WTA Madrid’de daha birkaç gün önce finalde Venus Williams’ı 6-2 ve 7-5’lik iki set ile yenen St. Etienne’li tenisçinin bu zaferi, 2006 Wimbledon’da şampiyonluk yaşayan Fransız Amélie Mauresmo’dan sonraki en büyük başarı. Ayrıca yine Madrid’de çeyrek finalde Nadal’a elenen ve uzun süreli sakatlığından yeni kur-tulan Gaël Monfils ile eski dünya 7 numarası Richard Gasquet de Fransız seyircilerin ilgiyle takip edeceği diğer iki önemli tenisçi.

Williams Kardeşler Finali Tenise fırtına gibi dönen Belçikalı kadın tenisçi Kim Clijsters, sol ayağındaki sakatlık sebebiyle turnuvaya katılamayacak. Ve-nus Williams’ın Madrid’de final oynaması sonrasında Caroline Wozniacki’yi geçerek dünya sıralamasında 2. sıraya yükselmesi, Williams Kardeşler finali ihtimalini artırdı. Daha önce sadece 2002’de Serena’nın galibiyeti ile sonuçlanan finalde karşılaşan iki kardeş, keyifli bir kadınlar finali vaat ediyor.

Marsel İlhan Umudu Tenis dünyasında göğsümüzü kabartan sporcumuz Marsel İlhan turnuvaya eleme turlarından katılacak. Salı günü oynanan ilk eleme maçında Arjantinli rakibi karşısında ilk seti 7-5 kazanan İlhan, 2-1 önde götürdüğü ikinci sette ise rakibinin çekilmesi üzerine bir üst tura yükseldi. Dünya sıralamasında 129. sırada bulunan tenisçimiz, 19 Mayıs’ta dünya 200 numarası İspanyol Roberto Bautista-Agut karşısında mücadele edecek.18 Mayıs’ta eleme maçlarının başladığı Ro-land Garros, 23 Mayıs-6 Haziran tarihleri arasında tenis severlere keyifli bir Grand Slam tecrübesi yaşatacak.

Tarih 23 Eylül 1913. Daha I. Dünya Savaşı başlamamış. 25 yaşındaki genç bir Fransız pilot, Güney Fransa’dan havalandığı tek satıhlı uçağıyla, hiç durmadan Akdeniz’i geçiyor ve Tunus’a iniyor. Bunu başaran ilk pilot olarak tarihe geçen bu Fransızın ismi, her sene dünyanın dört bir yanındaki tenis severlerce, tenisin zirvesini oluşturan dört Grand Slam’den biri olan turnuva aracılığıyla yâd ediliyor: Ro-land Garros.

Bir Zamanlar Roland Garros Günümüzde dünyanın bir numaralı toprak kort tenis turnuvası olan Roland Garros, ilk kez düzenlendiği 1891 yılında yerel bir turnuvaydı. Sadece Fransız tenisçilerin ve Fransız kulü-plerinde oynayan yabancıların katılabildiği turnuva, 1920’lerin başında Fransız tenisçilerin büyük organizasyonlarda başarılı sonuçlar elde etmesi üzerine, 1925’ten sonra yabancıların da katılımına açıldı. ‘Silahşörler’ olarak anılan Jacques "Toto" Brugnon, Jean Borotra, Henri Cochet ve René Lacoste’un 1927 yılında, tüm tenis otoritelerini şok eden Amerika’daki Davis Cup zaferi sonrasında, Paris’te turnuvaya ev sahipliği yapması için yeni bir stat inşa edildi ve adı Roland Garros konuldu. O günden itibaren Roland Garros olarak anılan bu organizasyon, 1968’de açık tenis turnuvası olan ilk Grand Slam oldu.

Nadal’ın Geri Dönüşü İlk kez mücadele ettiği 2005’ten itibaren peş peşe katıldığı dört Roland Garros’u da kazanarak bu alanda rekor kıran Rafael Na-dal, geçen sene ise tacını Roger Federer’e devretmişti. Dizinden yaşadığı sakatlığın da et-kisiyle dördüncü turda Söderling’e elenmesinin ardından kariyerinde düşüşe geçen İspanyol tenisçi, bu sene tekrar toparlandı. 11 aylık şampiyonluk orucunu Monte Carlo finalinde Fernando Verdasco’ya tek oyun vererek bo-zan Nadal, ardından gelen diğer iki toprak kort olan Roma ve Madrid Masters’ı da kazandı. Böylece aynı yıl içinde üç toprak kort

turnuvasını da kazanan ilk tenisçi olan Rafael Nadal, Roland Garros’ta hem tacını geri al-maya, hem de tarihteki ilk ‘Clay Slam’ yapan tenisçi olmaya çalışacak.

Grand Slam yapmasının önünde engel teşkil eden Nadal’ın elenmesini iyi değerlendiren Federer, geçen seneki finalde Söderling’i ye-nerek adını tenis tarihine yazdırmıştı. Bu sene toprak kort turnuvalarından Monte Carlo’ya katılmayan Federer, Roma Masters’da ise daha ikinci turda Letonyalı Ernests Gulbis’e yenilerek şaşırtmıştı. Madrid Masters’da ise rakiplerini bir bir eleyen Federer, finalde Nadal’ın rakibi oldu. Türkiye’de şampiyonluk mücadelesinin yaşandığı dakikalarda karşılaşan ikiliden gülen taraf, 6-4 ve 7-6’lı iki setin sonrasında Nadal oldu. Nadal bu galibi-yetle hem Roland Garros öncesinde formda olduğunu gösterdi, hem de ATP Masters’da toplamda 18. şampiyonluğuna ulaşıp, 17 kez şampiyonluk yaşayan Andre Agassi’yi geçerek adını tarihe yazdırdı. ATP Masters serisinde Federer’in ise toplamda 16 şampiyonluğu bulunuyor.

Madrid zaferi sonrasında Nadal’ın dünya sıralamasında tekrar 2. sıraya yükselmesinin ardından tenis severler, olası bir Nadal-Feder-er finaliyle şimdiden heyecanlanmış durumda-lar.

Fransızların Adı Yok Açık turnuva haline geldiği 1968’ten beri Roland Garros’ta sadece birer Fransız erkek ve kadın tenisçi şampiyon olabildi. 1983’te erkeklerde Yannick Noah ve 2000’de de kadınlarda Mary Pierce bu başarıyı gös-terebildiler. Bu sene de Fransızlar için final dahi olası değil. Ancak en azından Tsonga için başarılı sonuçlar alması yönünde bir umut var. Juan Martin del Potro ve Nikolay Davydenko’nun sakatlıkları dolayısıyla Roland Garros’ta yer alamayacak olması sebebiyle 8. sıradan turnuvaya katılacak olan Fransız tenisçi, çeyrek finale kadar ilk ondan bir rakiple karşılaşmayacak.

Page 32: Spor iletişim 2. Sayı

ALTINDAN ELMASA Alican Keser

Diamond League-Doha Atletizm’de bir anlamda sezonun resmi açılışı geçtiğimiz hafta Katar’ın başkenti Doha’da yapılan Diamond League yarışlarıyla gerçekleşti. Golden League’ın yerine bu sezondan itibaren uygulanmaya başlanan organizasyonda toplam 32 disiplinde yarış koşulacak. Yarışmacılar organizasyon bo-yunca 14 şehir gezerken her şehirde 14 farklı dalda yarışılacak.

Doha’yla başlayan organizasyon sırasıyla;

Şangay (Çin) 23.05Oslo (Norveç) 04.06Roma (İtalya) 10.06New York (ABD) 12.06Eugene (ABD) 03.07 Lozan (İsviçre) 08.07Gateshead (Britanya) 10.07Paris (Fransa) 16.07Monako (Monako) 22.07Stockholm (İsveç) 06.08Londra (Britanya) 13.08Zürih (İsviçre) 19.08Brüksel (Belçika) 27.08 şehirlerine uğrayacak.

Diamond League Puanlama Sezon boyunca koşulacak her yarışın birin-cisi yarış başına 4 puan, ikincisi iki puan ve üçüncü gelen sporcu da bir puan kazanacak. Sezon sonunda kendi disiplininde en fazla puanı kazanan sporcu dünya bir numarası olma şerefine ulaşacak. Puan durumu eşitliğinde en fazla yarış kazanana, o da eşitse en iyi dereceleri alana bakılacak.

Her disiplinde yapılan yarışmalarda ilk ona para ödülü dağıtılırken birinciye 10 bin, ikin-ciye 6 bin üçüncüye de 4 bin dolar para ödülü, sezon sonunda disiplin birinci olana ise 40 bin dolar para ödülü ile “Beyer” tarafından özel olarak tasarlanan “Elmas Kupa” verilecek. Sezon Açıldı 100 metre elemelerinde Usain Bolt'un vatandaşı Asafa Powell rüzgarın da yardımıyla 9.75 koşarak 100 metrenin gelmiş geçmiş en hızlı dördüncü zamanına imza attı. Powell final serisinde de rüzgar yardımıyla 9.81 koşarak sezonun ilk yarışının birincisi oldu. Jamaikalı Nesta Carter da 9.88'le ikinci sırayı alırken ilk beşin içinde dört Jamaikalı olması dikkat çekti. 800 metre erkeklerde Kenyalı David Rudisha 1.43.00'la bu sezonun en iyi derecesine imza attı. Erkekler 5 bin metrede de yine Kenyalı atletlerin üstünlüğü göze çarpıyordu. Eliud Kip-choge birinciliğe ulaşırken 12.51.21 koşarak da dalının bu sezonki en hızlı sporcusu oldu. Erkekler 3 bin metre engelli yarışında ilk sekiz içinde yedi Kenyalı sporcu bulunuyordu. Birinci Ezekiel Kemboi olurken tavşan atlet olan Pat-rick Langat’ın üçüncülüğü Doha’nın en büyük sürprizlerindendi. Erkekler 400 metre engelliye

gelindiğinde ise Bershawn Jackson 48.66'lık derecesiyle finiş çizgisini ilk geçen sporcu oluyordu. Kübalıların ilk üç sırayı aldığı erkekler üç adım atlamanın galibi yılın en iyi derecesi olan 17.47'le Alexis Copello oldu. Amerikalı Christian Cantwell'in 21.82'lik atışı onu gülle atmada ilk sıraya yerleştirdi. Amerikalı sporcu son iki hakkında da aynı dereceyi yaptı.

Kadınlara geldiğimizde ise 200 metrede yine Jamaikalı atletlerin üstünlüğü gözlerden kaçmadı. İlk beş sıradaki sporcuların dördü Jamaikalıydı. 200 metrede birinciliği 22.34’le Kerron Stewart kazanırken vatandaşı Sher-one Simpson 22.64’le ikinciliğin sahibi oldu. Bir diğer Sprint yarışı olan 400 metrede favori isimlerden Amerikalı Allyson Felix’in 50.15’lik derecesi onu ilk sıraya taşırken sezonun da en hızlısı oluyordu. Orta mesafe koşusu olan 1500 metrede Kenyalı Nancy Jebet Langat 4.01.63’lük derecesiyle yarışın en hızlısıydı. 100 metre engellide ise Amerikalı Lolo Jones 12.63’lük derecesiyle finişi ilk geçti. Jones’un en iyi derecesi ise 2008’de Pekin’de koştuğu 12.43.

Kadınlar yüksek atlamada Blanka Vlašić formundan uzak gözükmesine rağmen 1.98’lık atlayışıyla birinciliğe ulaşmayı bildi. Onu Amerikalı Chaunte Howard yine 1.98’lik

atlayışıyla takip etti. Howard’ın 1.94’lük atlayışında yaptığı hata onu birinciliğine mal oldu. Sırıkla atlamada 24 yaşındaki Alman atlet Silke Spiegelburg 4.70'le dünyada sezo-nun en iyi derecesinin sahibi olurken birinciliğe ulaştı. Disk atmada da Kübalı Yarelis Barrios üçüncü hakkında ulaştığı 64.90'lık atışıyla sıralamada ilk sırada yerini aldı. Doha'nın en büyük süprizlerinden biri kadınlar cirit atmada yaşandı. 29 yaşında dünya rekortmeni çek Barbora Spotáková 67.33'lük derecsiyle ikinci sırada kaldı.24 yaşındaki Rus Mariya Abaku-mova 68.89'Luk atışıyla birinci sırayı alırken Spotáková'yı da geride bıraktı. Üçüncü atışlar sırasında üçüncü sırada bulunan dünya rekort-meni son hakkındaki 67.33'lük derecesi ona ikinciliği getirirken birincilik için yetersiz kaldı.

“Önce 200 ve 400” Olimpiyatın ve Dünya Şampiyonasının olmadığı 2010 yılında Diamond League bi-zlere atletizm şöleni yaşatacak. Bu şölenin de bir sonraki adımı 23.04.2010 tarihinde Çin'in Şangay kentinde koşulacak. O yarışlarda herkesin gözü ise 200 ve 400 metrede Us-ain Bolt'un üzerinde olacak. Bir hatırlatmada Usain Bolt'u Diamond League'den önce izle-mek isteyenlere; dünya rekortmeni sprinter 19 mayıs günü Güney Kore'nin Daegu kentinde sezonun ilk 100 metresini koşacak

Doha'da Dünya Yıldızları Usain Bolt'un Diamond League'yu 200 metreyle açacağını açıklamasından sonra Doha'ya katılmayacağı kesinleşmişti. Onun yokluğunda Doha'da yarışan birçok yıldız atlet vardı. Eski dünya 100 metre rekortmeni ve 2008 Pekin Olimpiyatları bronz madalya sahibi Jamaikalı Asafa Powell, cirit atmada Dünya rekorunun sahibi ve Olimpiyat şampiyonu Çek Barbora Spot-áková, Amerikalı Alyson Felix ve Olimpiyat ikincisi Blanka Vlašić Doha'da yarışan yıldız isimler arasındaydı.

Page 33: Spor iletişim 2. Sayı

İSPANYA’DA KANATLANDILAR Cengiz Bahadır Özdemir

Geçtiğimiz hafta sonu yapılan İspanya GP’sini, Red Bull Racing pilotu Mark Webber kazandı. İkinciliği Ferrari’nin İspanyol pilotu Fernando Alonso alırken, podyuma çıkan üçüncü pilot yine Red Bull’dan Sebastian Vet-tel oldu.

Yarıştan önce takımların yaptıkları gün-cellemeler konuşuluyordu. Özellikle ilk dört yarışta yavaş kalan Mercedes GP pilotu Mi-chael Schumacher’in son ayarlarla birlikte daha iyi bir yarış sergileyeceği bekleniyordu. Ferrari de yaşadığı sıkıntıları son ayarlarla birlikte aşmayı planlıyordu. Özellikle Felipe Massa’nın, aracın yol tutuşundan şikayetçi olduğu biliniyordu. Sıralama turlarında Red Bull takımı ilk iki sıradaki yeri kapmışlardı. Webber birinci, Vettel ise ikinci olmuştu. Üçüncü sırada Hamilton başlayacaktı. Alonso dördüncü, Hamilton beşinci ve Schumacher ise altıncı cepten yarışa başlayacak isimlerdi. Massa yine istediği yerde bitirememiş ve sıralama turlarında dokuzuncu olmuştu.

Uçan Avustralyalı Yarışın başında start alamayan isim Lotus pilotu Kovalainen oldu. İlk turda yaşadığı kaza sonrası Hispania Racing’in popüler ismi Bruno Senna da yarışın dışında kalan isimdi. Yarışa hızlı başlayan Webber öndeki yerini sağlamlaştırdı. Üst üste yaptığı en hızlı tur zamanlarıyla yarıştaki liderliğini koruyup farkı açtı. Yarıştaki ilk pit stoplar yapıldıktan sonra sıralamada değişiklik oldu. İkinci sırada yer alan Vettel pit çıkışında Hamilton’a geçildi ve üçüncü sıraya geriledi. Schumacher de Button’ın önünde yarışa döndü ve bu ikili yaklaşık 40 tur boyunca birbirlerine karşı üstünlük kurmak için savaştı. Schumach-er-Button çekişmesi yarışın en heyecanlı bölümünü oluşturmuştu. Button’ın ataklarına karşılık veren Schumacher hem geçilmiyordu hem de öndeki dörtlünün farkı açmasına im-kan tanıyordu. Bu sırada Massa da bu ikiliye yetişti ve eğlenceli bir beşincilik mücadelesi olmaya başladı.

Kaybedenler Kulübü Yarış McLaren için kötü bir şekilde bitti. Button’ın geride kalması, Hamilton’ın kazası takımın moralini bozdu. Mercedes GP, Schumacher’in bu seneki en iyi derecesine sevinirken, diğer pilot Rosberg’in 13. sırada kalması kafaları karıştırdı. Ferrari’de Massa hala araçtan şikayetçi. Hispania Racing yine yarış bitiremedi.

Kazanan İsimler Red Bull Racing, podyuma iki pilotunu da çıkardığı için çok mutlu. Bu sezon ilk kez pole pozisyonunda başlayan bir sürücü yarışı birinci bitiriyordu. Ferrari pilotu Alonso da seyircisi önünde iyi bir derece yaptığını düşünüyor. Schumacher sezonun en iyi yarışını çıkarmayı başardı. Sutil, Kubica, Alguersuari gibi pilotlar da aldıkları puanlarla takımlarının sıralamadaki yerlerini yukarı çektiler

Puan Alan Pilotların Sıralaması

Pilot Takım

1- Mark Webber RBR-Renault 2- Fernando Alonso Ferrari 3- Sebastian Vettel RBR-Renault 4- Michael Schumacher Mercedes GP 5- Jenson Button McLaren-Mercedes 6- Felipe Massa Ferrari 7- Adrian Sutil Force India-Mercedes 8- Robert Kubica Renault 9- Rubens Barrichello Williams-Cosworth 10- Jaime Alguersuari STR-Ferrari

Yarışın Kaderi Yarışta son 15 tura girilirken Webber liderliğini, üst üste yaptığı en iyi zaman-larla koruyordu. Ancak Avustralyalı sürücü aracını zorladığı için lastiklerinde aşınma meydana geliyordu. Hamilton ikinciydi. Vet-tel ise üçüncü sıradaydı ancak arkasındaki Alonso’nun da nefesini ensesinde hissediyor-du. Aracını çok hızlı kullanan sürücü bir ara yoldan çıkarak çakıl taşlarının olduğu alandan geçti. Burada lastiği patlayan genç Alman pite girmek zorunda kaldı. Bu durum elbette ki Alonso’ya yaradı ve üçüncü sıraya yerleşti. Sektör zamanlarını geliştiren Alonso, pistin en iyi tur zamanlarını da eline geçirdi. Bu duruma cevap gecikmedi. Arkasındaki Alonso’nun ataklarına McLaren pilotu Hamilton daha iyi dereceler yaparak karşılık verdi. Bu arada Vettel’in sorunları bitmiyordu. Bitimine beş tur kala bu sefer de frenlerindeki sorun Al-man sürücüye iletiliyordu. Vettel son turlarda riskli bir yarış sergilemek zorunda kaldı. Hatta bir ara ekrana gelen fren-gaz-hız gösterges-inde Vettel’in bazı virajlara fren yapmadan, sadece gazı keserek girdiğini görüyorduk. Buna rağmen yarışı tamamlamayı başarmıştı. Vettel bu sorunlarla uğraşırken McLaren çok daha büyük bir sorunla karşı karşıyaydı. İkinci sırada yarışı sürdüren Hamilton, aracın sol ön lastiğinin patlaması sonucu pist dışına çıkıp bariyerlere çarpıyordu. Hem Hamilton hem de McLaren için önemli bir kayıptı. Alonso bir anda kendisini ikinci sırada bulurken Vettel de tekrar podyuma çıkmaya hazırlanıyordu. Son turda başka bir sürpriz yaşanmamış ve Web-ber yarışı birinci sırada tamamlamıştı. Sey-ircisi önünde, diğer pilotların şanssızlıklarını avantaja dönüştüren Alonso ikinci, Webber’in takım arkadaşı Vettel ise üçüncü olmuştu. Dördüncü sırayı, yarış boyunca atak yapmak-tan çok, savunma yapmayla harcayan Schu-macher almıştı. Beşinci sırada Button, altıncı sırada Massa vardı. Force India takımında Sutil bir kez daha puan almayı başarıp yed-inci olurken, Renault’un iddialı pilotu Kubica sekizinci, Williams’ın tecrübeli ismi Barrichello dokuzuncu ve son olarak da Toro-Rosso’nun genç pilotu Alguersuari onuncu olmuştu.

Page 34: Spor iletişim 2. Sayı

MONACO’DA ÇİFT KANAT Cengiz Bahadır Özdemir

Kafaya Dikkat Yarışta artık kimlerin kaçıncı olacağı belli olmak üzereyken güvenlik aracı bir kez daha iş başındaydı. Lotus pilotu Trulli ve Hispania Racing pilotu Chandhok tehlikeli bir şekilde çarpışmışlardı. Virajı alamayan Lotus pilotu, Hint sürücünün üzerinden geçerek kaza yapıyordu. Kaza sırasındaki görüntü bir an için korku yaratmıştı ama Chandhok normal bir şekilde aracından çıkıp kenara gelmişti. Bu sırada, iki pilotun arkasında olan Webber de kazaya karışmadan son anda sıyrılmıştı. Güvenlik aracı üç tur kala piste girdiği vakit, Webber ve Vettel ilk iki sıradaydı. Kubica, Massa, Hamilton, Alonso, Schumacher de bu ikiliyi sırasıyla takip eden isimlerdi. Son tura az bir mesafe kala güvenlik aracı yoldan çekildi. Ancak güvenlik aracı pistten çıkmadan önce alttan geçen yazıda son turun güvenlik aracının rehberliği altında süreceği yazıyordu. Yani teknik olarak sürücüler birbirlerini geçe-mezlerdi. Yarış tekrar başladığında ise Schu-macher, önündeki Alonso’yu geçmiş ve yarışı altıncı sırada tamamlamıştı. Yarış sonrasında Alman pilot, kural hatası yaptığı gerekçesiyle 20 saniye cezası almıştı. Böylece yarışı 12. sırada tamamlamış ve puan alamamıştı. Bu ceza sonrasında Buemi son puanı almış oldu. Birinci Webber, ikinci Vettel sonucu, genel sıralamada iki pilotun puan eşitliği anlamına geliyordu. Üçüncü olan Kubica bu seneki ilk podyum galibiyetine ulaşıyordu ve genel klas-manda Hamilton ile aynı puandaydı.

Formula 1 Monaco GP’sini Red Bull pilotu Mark Webber kazandı. İkinciliği takım arkadaşı Sebastian Vettel alırken, Robert Kubica ise üçüncü olarak sürprize imza attı.

Yarış öncesindeki sıralama turlarında ilk sürpriz yaşanmıştı. Alonso geçirdiği kaza sonrasında yarışa pitten başlayacaktı. Kubica ise bu sezon Renault’daki başarısını tekrar ederek ikinci sırada yer alacaktı. Monaco’daki yarışta geçişlerin fazla olması beklenmiyordu. Sıralama turlarındaki performanslar çok önem-liydi. Bu yüzden Alonso’nun en arka sıradan başlayıp neler yapacağı merakla bekleniyordu.

Müthiş Başlangıç Yarışa üçüncü cepten başlayan Vettel, yarış başlar başlamaz risk aldı ve Kubica’nın önüne geçerek ikinci sıraya yerleşti. Genç pilotun, Polonyalı’ya meydan okumasını izlemiştik. Ama daha büyük meydan okuma arka tarafta yaşanıyordu. Dokuzuncu sırada başlayan Bar-richello, bir anda kendini altıncı sırada buluyor-du. İlk virajda iki Dünya (Button,Schumacher) ve bir GP2 (Rosberg) şampiyonunu geçerek sıralamada bu kadar yükselmesi önem-liydi. 38 yaşındaki sürücü hala gençlere taş çıkartıyordu. Monaco GP’sinde 4 kez piste güvenlik aracı girdi. Bunlardan ilki, henüz ikinci turda yaşandı. Hulkenberg, tünel çıkışında çizgisini kaybedip virajı alamayınca kaza yaptı ve yarış dışı kaldı. Güvenlik aracı içeri girip yarışı kontrol ettiği sıradaysa Button’ın aracından dumanlar yükseliyordu. McLaren için kötü haberdi. Henüz İspanya’daki şoku atlatamadan burada erken bir vedaya hazırlanıyorlardı. Beşinci turdan itibaren yarış yeniden başladı. Alonso, ilk başta Di Grassi’yi geçmek zorundaydı. Ancak İtalyan pilot geçiş izni vermeyerek İspanyol sürücüyü sinirlendirmişti. Hatta Alonso, bir ara düzlükte önünü kapatan Di Grassi’ye el kol hareketleri yapmaya başlamıştı. İlerleyen turlarda pit-stoplar yapılmaya başlandı. Rosberg arkadak-ilerle aradaki farkı açtıktan sonra pite girmeyi düşünüyordu ama bu taktiği işe yaramadı. Üçüncü sırada pite giren Alman pilot, sekizinci sırada yarışa geri döndü. İlerleyen turlarda, yarışın kaderini belirleyen güvenlik aracı bu kez de Barrichello’nun kazası sonrasında piste giriyordu. Tehlikeli olabilecek bir yerde kaza yapan pilot, yarışın bir kez daha sarı bayraklar altında gitmesine sebep olmuştu.

Takımlar Puan Durumu

Takım Puanlar

1 RBR-Renault 1562 Ferrari 1363 McLaren-Mercedes 1294 Mercedes GP 785 Renault 656 Force India-Mercedes 307 Williams-Cosworth 88 STR-Ferrari 49 BMW Sauber-Ferrari 010 Lotus-Cosworth 011 HRT-Cosworth 012 Virgin-Cosworth 0

Sürücüler Sıralaması

Sürücü Takım Puan

1 Mark Webber RBR-Renault 782 Sebastian Vettel RBR-Renault 783 Fernando Alonso Ferrari 754 Jenson Button McLaren-Mercedes 705 Felipe Massa Ferrari 616 Robert Kubica Renault 597 Lewis Hamilton McLaren-Mercedes 598 Nico Rosberg Mercedes GP 569 Michael Schumacher Mercedes GP 2210 Adrian Sutil Force I.-Mercedes 2011 Vitantonio Liuzzi Force I.-Mercedes 1012 Rubens Barrichello Williams-Cosworth 713 Vitaly Petrov Renault 614 Jaime Alguersuari STR-Ferrari 315 Sebastien Buemi STR-Ferrari 116 Nico Hulkenberg Williams-Cosworth 117 Pedro de la Rosa BMW Sauber-Ferrari 018 Kamui Kobayashi BMW Sauber-Ferrari 019 Heikki Kovalainen Lotus-Cosworth 020 Karun Chandhok HRT-Cosworth 021 Lucas di Grassi Virgin-Cosworth 022 Jarno Trulli Lotus-Cosworth 023 Bruno Senna HRT-Cosworth 024 Timo Glock Virgin-Cosworth 0

Page 35: Spor iletişim 2. Sayı

ZİRVEDEN TEPETAKLAK Anılcan Yıldırım

Istaka sporlarının en prestijli, en köklü ve en çok maddi getiri sağlayanı, snooker. Bu dalda yarışan ve büyük çoğunluğu bu sporun anavatanı olan Britanya’dan olan sporcuların ulaşabilecekleri en büyük zafer, bir nevi fut-bolun Dünya Kupası, bisikletin Fransa Turu ya da atletizmin Olimpiyatları, Snooker Dünya Şampiyonası. Resmi olarak 1927 yılından beri düzenlenen ve 1977 yılından itibaren İngitere’nin Sheffield kentindeki meşhur Crucible Theatre’da (Cadı Kazanı) yapılan Şampiyonanın son galibi hikayemizin esas öznesi, John Higgins.

İskoçya’nın Wishaw bölgesinde doğduğundan ötürü, Wishaw’ın Büyücüsü lakabını alan Higgins, 1992 yılında 17 yaşındayken başladığı profesyonel snook-er kariyerini, oyunun en iyilerinden biri olarak sürdürmekteydi. Katıldığı sıralama turnuvalarında, üçü Snooker Dünya Şampiyonluğu olmak üzere, tam 21 zaferi bulunan Higgins’in şu ana kadar sadece turnuvalardan elde ettiği kazanç 4.5 milyon poundun üzerinde. 2008 yılında İngiltere Kraliçesi tarafından MBE (Member of British Empire) madalyası verilen Higgins, çok az insanın ulaşabileceği bir kraliyet unvanına hak kazanıp bu saygınlığa erişen beşinci snooker oyuncusu oluyordu. Dünya sıralamasında 3 kere birincilik koltuğuna oturan başarılı oyun-cunun bu şaşaalı kariyeri ise 2010 Snooker Dünya Şampiyonasında 2. turda Steve Davis’e elendikten sonra gerçekleşen olay ile bitme noktasına geldi.

News of the World Steve Davis’e elendikten sonra Kiev’in yolunu tutan Higgins ve Dünya Profesyonel Snooker ve Bilardo Birliği (WPSBA) üyesi olan menajeri Pat Mooney, News of the World gazetesinin hazırladığı bir tuzağa yakalandı. Kiev’de mafya kılığına giren ve Higgins’den 4 farklı şampiyonada önceden belirlenecek 4 farklı frame (set) kaybetmesi karşılığında kendisine 300.000 euro vermeyi teklif eden muhabirler, konuşmayı da görüntülü kayda aldılar. Sempatik ve sevimli tavırlarıyla sevilen Higgins’in, kensidine yapılan teklifi kabul ettiği ve karşısındakilere frame kaybetmenin çok da zor olmadığını, bir atış kaçırmanın kolaylıkla yapılabileceği ve her zaman başa gelebilecek normal bir olay olduğunu anlatması görülüyor.

Olay Sonrası Yankılar Higgins ve menajerini kayda alan News of the World gazetesinin, kaydı yayınlamasından sonra olaya tepkilerin gelmesi çok sürmedi. Hayranlarını şoka sokan bu olaya hemen müdahele eden WPSBA Başkanı Barry Hearn, kapsamlı bir soruşturma yapılacağını açıkladı. WPSBA üyeliğinden istifa eden Pat Mooney ve 8 yıla kadar men cezası alması beklenen Hig-gins ise, Kiev’in tehlikeli bi yer olduğundan ve can güvenlikleri olmadığından

karşılarındakilerin her isteklerine kerhen de olsa olumlu cevap vermek zorunda kaldıklarını belirtti.

Sadece turnuvalardan 4.5 milyon pound kazanan ve kariyerinin zirvesinde olan bir oyuncunun yaklaşık 260.000 pounda tekabül eden bir rakam için bütün kariyerini tehlikeye atması her ne kadar gerçekçi gözükmese de, Higgins’in kayıttaki rahatlığı ve alacağı parayı nasıl aklayacağı ile ilgili planlar yapması da kafalarda soru işareti bırakmıyor değil.

Britanya dışına yayılmaya ve tüm dünyada gördüğü ilgi her geçen gün artmaya devam eden snooker ile ilgili bu can sıkıcı iddiaların, oyuna ve oyunculara olan güveni sarsması popülariteyi bir anda aşağıya çekecektir.

Quinten Hann ve Paul Hunter Spor müsabakaları üzerine oynanan ba-his oyunları yaygınlaştıkça ve miktarlar akıl almaz boyutlara ulaştıkça, şike skandalları da aynı oranda artış gösteriyor. Bu şike skandallarından nasibini alan snookerda da Higgins olayı ilk değil. Bundan 5 yıl önce The Sun gazetesinin, Çin Açık turnuvasında or-taya çıkarttığı skandalda Quinten Hann’ın, turnuvanın açılış maçını Ken Doherty’e kay-betmek karşılığında yüklü bir miktar para almayı kabul ettiği ortaya çıkmıştı.

Ses kaydı ve görüntüleri yayınlanan bu olaydan sonra 8 yıl men cezası verilen Hann, karar açıklanmadan 2 gün önce kendiliğinden WPSBA üyeliğinden istifa edip snooker oynamayı bıraktı ve pool turnuvalarına katılmaya başladı.

Konumuzun Paul Hunter ile nasıl bir bağlantısı olduğunu sorduğunuzun farkındayım. Mide kanseri yüzünden 27 yaşındayken aramızdan ayrılan bu güzel insan, diğer bir deyişle Beckham of the Baize, kariyerinin ilk sıralama şampiyonası zafer-ini 1998 yılında Galler Açık turnuvasında kazandı. Profesyonel olduğu 1996 yılında Galler Açık'ta yarı finale kadar gelerek bir anda herkesin ilgisini çeken bu genç adam, başarısının tesadüf olmadığını 1998 yılında, yine Galler'de, aralarında Peter Ebdon ve Steve Davis gibi tecrübeli isimlerin olduğu rakiplerini tek tek devirip finale kadar gelerek kanıtlıyordu.

İlk Zafer Finaldeki isim zordu, dünya sıralamasında bir numaraya kurulmuş ve 1998 yılında katıldığı beş sıralama şampiyonasının, Snooker Dünya Şampiyonası ile birlikte üçünü kazanmış ismiydi. Kendisine hiç şans verilmemesine rağmen, bu büyük rakibini 9-5 yenen Hunter, kariyerinindeki 3 şampiyonluğun ilkini ve belki de en anlamlısını kazanıyordu. Bu maçtan tam 12 yıl sonra, bahis ve rüşvet alma skandalıyla kariyeri bitme noktasına gelen Higgins'i, kari-yerinin doruğunda devirmişti.

Kanser illeti onun o temiz yüreğini 2006 Ekiminde aramızdan alırken, aynı yılın Şubat ayında bir başka snooker oyuncusu Quinten Hann, Hunter'ın son bir vuruş daha yapa-bilmek için herşeyini verebileceği bu oyuna ihanet ederek, oyunun kutsal silahı ıstakasını, bu spora yakışmayacak bir şekilde bırakmak zorunda kalıyordu.

Page 36: Spor iletişim 2. Sayı

HEYECANLI KAÇAMAK Aslı Sinem Arslan

sonsuza kadar uzanan -aslında sonsuza kadar uzandığı kabul ediliyor- kale direkler-ine yaklaştıklarında yaptıkları vuruşlar gibi keskin değil. Üstelik kale direkleri arasından geçmezse üzülmeyin! Dış direkler var. Fakat dış direkler arasından geçen topun değeri, kale direkleri arasından geçenin altıda biri.

Öğrendiğim önemli ikinci kuralı ise yaklaşık üçüncü Avustralya futbolu karşılaşmamda idrak edebildim. İzleyerek öğrenmeyi ka-faya koymuş, hiçbir kuralını okumadan takibime devam ediyordum ki; bu oyunda topu kazanmanın en temel yolu olan ‘Mark’ı keşfettim. Topun bir oyuncu tarafından on beş metreden uzak bir mesafeden vurulması ve başka bir oyuncunun top sekmeden yaka-layabilmesi olayı. Mark kazanan oyuncu, rakip tarafından rahatsız edilmeksizin topunu istediği yöne oynayabiliyor, ancak markını kay-betmemesi için on beş metrede bir sektirmesi gerek. Ve işte bu kuraldan sonra her şey daha aydınlık artık, maçınızı gönül rahatlığıyla izleyebilirsiniz. Tabii hakemin aslında hangi pozisyonlarda serbest vuruş verdiğini merak etmiyorsanız.

Bu duygularla başlamıştım Avustralya fut-bolunu takip etmeye. “Aussie Kuralları” ve “Ayaklı” olarak da biliniyor bu oyunun adı. Avustralya nüfusunun üçte birine denk gelen bir kesim tarafından seyrediliyor yıl boyunca, ortalama stat-izleyicisi sayısıysa Premier Lig’le çekişmekte.

Heyecanı, bana adeta sadık erkek arkadaşım ‘Futbol’a ihanet ediyormuşum gibi hissettiriyor. Belki de dört periyot olması, golün altı sayı getirmesi ve mükemmel geri dönüşlerle heyecanına heyecan katmasındandır. Elim Avustralya futbolu için her kumandaya gittiğinde, diğer elimin ona sert müdahale-si oluyor, serbest vuruş kazanıyorum ve eurosport2’yi açıyorum.

Avrupa’da futbol liglerinin yavaş yavaş sona ermesiyle, maalesef en sevmediğim günler yaklaşıyor. Özellikle Turkcell Süper Lig’sizlik fena; çok yakında sadece istifalar, transferler, yalanlamalar, önümüzdeki se-zonun vaatleri kol gezecek spor medyası çapında. Eski popülerliğini yitirmiş 30 yaş üstü yıldızların, üç büyüklerden birine göz kırptığını, Arda’nın her gün başka bir Premier Lig takımıyla görüştüğünü, sıcakların iyice bastırdığı zamanlarda ise yöneticilerin ben-nerede-yanlış-yaptım konseptli röportajlarını izleyeceğiz. Gündem böyle şeylerle dolu olduğunda, ben kanalı değiştiririm. Geçtiğimiz haftaların birinde kanalı değiştirdiğimde, daha önce keşfetmediğim için kafamı taşlar bulsam vuracağım bir oyunla karşılaşmış bulundum.

Gözler Hakem Arıyor Güçlü-kuvvetli otuz altı adam, ellerinde oval bir top ve kocaman oval bir saha içerisinde çok sert, çok hızlı bir oyun oynuyorlardı. Öyle sert ki; birbirlerine vurduklarında acısını ben his-sediyordum, öyle hızlı ki; tüm bunlar olurken gözlerim oval topu bulmakta zorlanıyordu.

İzlediğim bu ilk dakikalarda Avustralya fut-bolu -evet oyunun adı Avustralya futbolu- bana Keita-Carlos çekişmesini hatırlatmıştı. Tabi cahil gözler hakem arıyor, kırmızı kart bekli-yor. Bir değil iki değil, üst üste dört pozisy-onu kimse kesmeyince “Bu hakemlerle bu lig bitmez” triplerine giriyordum ki, düdük geldi. Soğukkanlılıkla birbirlerinden ayrılan futbolcu yumağının ortasına geçen hakem, oval topu yere vurdurup havalanmasını sağladı. Kapanın elinde kalıyormuş, ilk kural. Büyük çabayla ellerine geçirdikleri topu 50 metre çizgisinden içeri girdikten sonra, sanki düşmanlarıymış gibi tekmelemeleri bu oyunun en etkileyici anlarından biri kesinlikle! Oval topa ayakla mü-dahaleyi, gol vuruşları dışında pas vermek için de kullandıkları oluyor, ama hiçbiri adeta

Evet, serbest vuruş böyle kazanılıyor. Sad-ece savunmaya çalışan oyuncu topa müda-hale edebilir, özellikle oval topa sahip oyuncu-nun markı da varsa ve buna rağmen kuraldışı hareket yapılıyorsa, 50 metreye çekiyorlar rakibi.

Oyunu anlatan spikerlerin sürekli bahsini geçirdiği o mükemmel geri dönüşlere ise henüz şahit olamadım. Hayır, şahit olduğum şey güzeldi de, henüz on maç izlemiş biri için ne mükemmeldir-ne değildir tartışılır. Western Bulldogs – St. Kilda mücadelesiydi seyrettiğim, AFL’in altıncı haftasında. İlk iki periyotta savunmayı sağlamdan öte tutup rakibi St. Kilda’nın toplarını on metre içerisin-den çevirmeye bile giden Western Bulldogs farkı açmasına rağmen, yorgun girdiği ve kısır geçen üçüncü periyodun ardından artık bitik hale geldiğinde, üç periyottur üst üste beş mark yapamamış St. Kilda 40’lara kadar çıkan farkı on dakika içerisinde eritip, maçı kazanan taraf olmayı başarmıştı. St. Kilda’nın beni taraftar olarak kazandığı mücadele de o olmuştu ayrıca.

Böylelikle dünyanın en hızlı oyunlarından birine, şimşek hızıyla bağlanmıştım ve 1857 yılında Tom Willis tarafından, kriket oyuncularının kış aylarında formda kalmaları için icat edilen oyun, benim için futbolun olmadığı aylarda mutluluk kaynağı olmuştu.

Bir dahaki kanal değiştirme seansında görüşmek dileğiyle…

Page 37: Spor iletişim 2. Sayı

SALSA SOSLU BASKETBOL Kadir Ar

Spor Gazeteciliği’ isimli bir kategori açıldı. Uzak ara birinci seçilmişiz TSYD özel jürisi tarafından. 10 Mayıs Pazartesi günü Swissotel’de düzenlenen bir ödül töreni oldu, orada aldık ödülümüzü. Çok büyük bir onur tabii. Gecede en son kategori bizim kategoriydi ve en son ben aldım ödülü. Programınsunucusu benim asıl mesleğimin gazetecilik olmadığını, aslında bir mühendis olduğumuve tamamen bağımsız olarak kurduğum site ile bu ödülü yakalamamın önemindenbahsetti. İçlerinde Mahmut Özgener, Mehmet Ali Aydınlar, Togay Bayatlı, Esat Yılmaerve daha nicelerinin bulunduğu jürinin önünde tekrardan özel olarak alkışlanmak müthiş bir duyguydu…

Şu anda Efes ve Fener her zamanki gibi finale çıkmaya çok yakın. TBL play-off’ları senin için nasıl geçti bu sezon?

Play-Off tamamen komedi benim için. Zaten ligi boşuna oynuyor gibi takımlar, ziraherkes biliyor ki sonunda Efes ve F.Bahçe Ül-ker finali oynayacaklar. Bu bağlamda insanları motive etmek de zor oluyor. KSK-Banvit serisi hariç hiçbir seridenkeyif aldığımı söyleyemem. Her anlamda kötü bir Play-Off dönemi geçiriyoruz.Oynanan basketbol tatminkâr değil. İnşallah finalde işler değişir.

Belki biraz da Beşiktaş Cola Turka’nın Telokom’u eleyerek yarı finale gelmesi…

Beşiktaş Cola Turka’daki başarı hikayesi gerçekten derslik. Oradaki staff ve oyuncularHer şeyin en iyisini hak ediyorlar. Beşiktaş Futbol Kulübü diyorum ben onlara, zirafutboldan başka bir şeyi görmüyor yönetimin gözü. Öyle bir yönetime ve öyle biridareye rağmen ortaya koydukları karakterli duruş nedeniyle ayakta alkışlanmalılar.Tek kuruş para almadan aylarca top oynuyor-lar. Ama aynı çatı altında futbol takımınamilyon dolarlar akıtılıyor ki bunların içinde bas-ketbol şubesinin hakkı olan sponsorparaları da var. Tam Türk işi işte. Hatta yetmezmiş gibi bir de Quaresma ileilgileniyoruz diye haber salıyorlar borsaya. De-mezler mi adama basketbol takımın yarıfinal oynuyor ama hepsinin alacağı var, onları niye ödemiyorsun diye. Yıllardır böyle gidiyor diye yönetimin de rahatı yerinde herhalde, ne diyeyim? Acil para ihtiyacı olduğunda hemen bulmak falan daha hoşlarına gidiyor herh-alde…

Diğer tarafta Telekom ise tam bir komedi. Orası da tam bir çiftlik. Para sıkıntısı yok,imkanlar gani gani ama basketbol zekası namına tek bir akıllı insan yok o tarafta. Netaraftar ne teknik heyet ne de idari yönetim… Bu kadar amatörce yönetilen ve yıllardır milyonlarca doları çöpe atan bir takım daha yok…Sonuçta yüreği ile oynayan parasız ama onurlu takım, para içinde yüzdüğü haldebasketbolun totalliğinden bihaber olan takımı yendi. Hak eden taraf aldı yani…

Öncelikle Anıl Aksaç ve Salsabasket.net’i kısaca tanıtabilir misin?

Anıl Aksaç 21 Ocak 1984 doğumlu, 2006 yılında Kocaeli Üniversitesi Elektrik Müh.bölümünü ikincilikle tamamlamış ve iki buçuk seneye yakın bir zamandır da NORTEL NETAŞ firmasında çalışmakta olan bir mühen-dis. 11 Nisan 2010 tarihinden beri evliyim, bir ayı devirdik, feci tecrübeliyim artık…Salsabasket.net sitesi ise 1 Mayıs 2008'de çalıştığım 6. Adam dergisinin kapanması veyazacak bir yer kalmaması (ki sonra bütün dergiler kapandı) nedeniyle yazılarımın derlitoplu bir yerde durması için açtığım bir blog. İlk aşamada 10-20 kişi girip, sonra bu sayı 100'lere çıkınca çok şaşırmıştık bu kadar okuyanımız var mı diye; ama şimdi bu sayı günlük 5000-6000 mertebesine geldi. İnsanlar sevdi Salsabasket'i, biz de okunmaktan keyif aldık, iki seneyi devirdik Salsabasket ile de…

Cemal Nalga skandalını, tüm medya kuruluşlarından önce bir blogger olarak ilk sen ortaya çıkardın. İşin skandal boyutunu bilmeyen yok. Ortaya çıkarış hikayeni an-latabilir misin?

Aslında ortaya çıkaran ben değilim. Bu olayın ortaya çıkarılışındaaslan aslan payı Oyak Renault kulübüne ait. Ancak ben de olayın ortaya çıkarılış aşamasında onlarla çokyakın dirsek temasında bulunduğumdan, ha-beri ilk duyurma şerefi bize nasip oldu...Biz öğle saatlerinde haberi girdik, akşam ol-madan ortalık sallanmaya başladı zaten... İyibir haberdi kesinlikle…

Bir de ödül aldın bu haberle…

Evet TSYD’nin her yıl düzenlediği geleneksel bir yarışma var. Bu yıl şansımıza ilk kezInternet gazeteciliği için de

Page 38: Spor iletişim 2. Sayı

Kadınlar Basketbol Ligi’nde Fener-bahçe bir kez daha Galatasaray’ı yenerek şampiyon oldu. İki takım da son yıllarda kadın basketboluna ciddi yatırımlar yapıyor. Sence bu yatırımların bu branşa verdikleri önem sebebiyle mi? Yoksa sad-ece aradaki ezeli rekabet yüzünden mi?

Şimdi açıkçası burada şöyle bir avantajı var takımların: WNBA'in zamanlaması, Avrupatakımlarına dünyaca ünlü yıldızları WNBA dışı zamanlarda kadroya katabilme lüksünüverdi. Ve farkındaysan da parayı basan takım iyi takım kuruyor kadın basketbolunda.Rus takımları misal, delice para saçıyorlar bu işe. E bizim de ekonomimiz onlar kadar iyi değil belki ama para basma konusundaki hünerlerimiz cümle alem tarafından biliniyor. Basıyoruz parayı getiriyoruz. Taurasi geldi mis-al en son. Yani bilmeyen çok Taurasi'yi kadın basketbolu çok da popüler olmadığından, ama ciddi bir devrim yani. Taurasi dediğimiz oyun-cu, bugün NBA'de oyna deseler oynayabilecek tek kadın basketbolcu bence…

Ama şunun da altını çizmem gerekiyor ki F. Bahçe son yıllarda SPOR kulübü olmaetiketini fazlasıyla hak ediyor. Voleybolda hem erkekler hem kadınlar şampiyon. Bas-ketbolda kadınlar şampiyon erkekler finalde gibi. Hatta belki onlar da şampiyon. Futbol takımı şampiyonluk maçına çıkacak, onlar da şampiyonluğa yakın. Hangi branşa baksan F. Bahçe var kesinlikle. Ciddi ve atlanmaması gereken bir detay bence. Sponsorluk olaylarını çok iyi kotarıyor F. Bahçe yönetimi. Voley-bolda Acıbadem, basketbolda Ülker çok ciddi katkılar sağladılar o branşlara. Keşke diğer takımlarımız da daha özgün ve kaliteli spon-sorlara teslim edebilseler bu branşlarını…

Bir de Efes Pilsen’in kapanma durumu var. Son olarak Bakan Özak dün “bir orta yol bulmaya çalışıyoruz,” dedi. Bu konu hakkındaki düşüncelerin neler?

Efes Pilsen'in kapanmasını gerektirecek taslak çok önceden hazırlanan ve yürürlüğe konmayı bekleyen bir taslak. Yeni bir şey değil bu. Bunu Tuncay Özilhan da biliyor. Elbette ki Efes Pilsen bir dönem bu ülkeye basket-bolu sevdiren ve herkes tarafından Milli Takım gibi görülen bir kulüptü. Ancak son dönem-lerde yaşanan yozlaşma bizim tarafımızdan da sıkça eleştirildi. Kimse böyle bir kulübün kapanmasını istemez, hattahiçbir kulübün kapanmasını istemez…

Olaya başka açıdan bakanlar da çok fazla. Efes Pilsen Türk basketbolunda lokomotif bir ekip olmasına rağmen senelerdir taraf-tar problemi yaşıyor. Müessese takımları bunun yerine kulüp takımlarına spon-sor desteği verirse daha başarılı kulüpler yaratılabilir mi?

Şimdi şöyle bir durum var, Efes Pilsen’e kimse kapan git demiyor. Adını değiştirerek bu spora hizmet etmeye devam edebilirler. Ancak onlar kesinlikle bu seçeneği düşünmediklerini belirttiler açıklamalarıyla. Ancak bu bana pek samimi gelmedi. Zira F.Bahçe’nin Fenerspor olması ya da G.Saray’ın Galataspor olması insanların garibine gidebilir ama hali hazırda zaten bir gruba bağlı marka olan Efes Pilsen’in sondaki Pilsen’i atıp sadece Efes olarak de-vam etmesi kimsenin garibine gitmez.

Yani bir anda kestirip atmaktansa bence bu orta yol denenebilir. Ama dedim ya bana pek samimi gelmiyor Efes Pilsen yönetiminden yapılan bu açıklama. Evet, siz spora destek veriyorsunuz ve evet, siz gerçekten doğru şeyler yapıyorsunuz; ama Efes Pilsen adını Efes yaparak da bu doğru işleri yapmaya devam edersiniz. Yanılıyor muyum? Sonuçta size kimse basketbola yatırım yapamazsınız demiyor ki…

Yani kulüp takımlarına sponsor olmak-tansa, lokomotif kulüp misyonunun devamı için, böyle bir isim değişikliğiyle çözüm bulunabilir?

Hani çok zorda kalınırsa bence bu yola başvurulabilir. Bu ülkede Eczacıbaşılar, Paşabahçeler, Beslenler kapandı, Efes Pilsen kapanıp yerine Efesspor gelse kimse için bir şey değişmez bence…

Avrupa basketbolunda üç dört yıl önces-ine kadar söz sahibi ülkelerden birisiydik. Ancak son yıllarda bir istikrarsızlık söz konusu. Mesela bu sene Efes Pilsen bir ara dokuz yabancıya sahipti. Bir fut-bol takımından daha fazla yabancıyla oynamasına rağmen başarısız oldu. Sana göre bu istikrarsızlık nasıl giderilir?

Efes Pilsen'deki yozlaşmayı az önce de anlattım zaten. Tamamen sahip oldukları ekolü öldürüp yeni bir şeyler yapmaya çalışıyorlar, ama başarılı da olamıyorlar. Bu, Partizan'ın işi gücü bırakıp dokuz on yıldız alıp Fi-nal Four oynayacağız demesine benziyor. Adamların işine gelmez ki o. Düzeni kurdular, tıkır tıkır işlediler ve Final Four yaptılar. Ekol öldürmüş Efes Pilsen ne yaptı? Ancak Top 16, o da bin bir zorlukla. Bu takım hepimizin takımı idi ve bir ekol sahibi idi. Milli Takım bu takımın oyuncularıyla doluydu. Şimdi Efes altyapısından çıkıp da Milli Takım'a yükselen en son isim Ender Arslan. Bir de son dönemde Barış Hersek var. Onun da ne kadar milli olduğu tartışılır. F. Bahçe Ülker desen tam bir komedi. Profesyonellikten bihaber biçimde devam ediyorlar yola, Türkiye Şampiyonluğu onları tatmin ediyor, diğer yandan Tanjevic'in okuduğu 2010'da Final Four masalı da feci bir sonla bitti. Final Four hedefiyle yola çıkılan sene gruptan çıkamadı F. Bahçe Ül-ker…Yanlış işler yapılıyor, yanlış paralar harcanıyor, sonunda da başarı gelmiyor. Avrupa için konuşuyorum tabii. Yoksa Türkiye Şampiyonluğu için zaten en kötü ihtimalle %50 şansı var bu iki takımın. Onlardan başka biri çıkıp şampiyon olacak değil ya şu anki tabloda.Ben ekole sahip çıkma taraftarıyım. Hadi F. Bahçe Ülker Tanjevic’in hikâyesine kandığından ötürü burnu pislikten çıkmıyor. Efes Pilsen'e ne demeli? Yıllarca başarı gar-antili ekolü bırakmak kimin aklına geldi de bu yola başvuruldu, ben çözemedim…

Bir de önümüzde yaklaşan bir Dünya Bas-ketbol Şampiyonası var. Salonlarımızın hala birçok eksiği olduğu dedikoduları var. Organizasyon bazında beklentileri karşılayabilecek miyiz?

Eksikleri var mı yok mu bilmiyoruz ki! Sinan Erdem’de TB2L final grubu maçları oynandı işte ilk olarak. Altı tane maçla bir test yapıldı. Şimdilik bir sorun çıkmadı. Ama yılların Abdi İpekçi’si ve Ayhan Şahenk’inde bile iki üç maçta bir sorun

çıkabiliyorken insan pek de umutlu bakamıyor duruma. Aynı şekilde Ankara’daki salon da muamma. Yani tam Türk işi ilerliyoruz bu olayda da. Antalya’nın bin bir oyunla program-dan çıkarılıp yerine Kayseri’nin dahil edilmesi de komikti…

Son olarak yine Salsabasket.net’le kapatalım. Blog’da okuyucuların oylarıyla TBL Normal Sezonu’nun enlerini seçtiniz. Okuyucular; Banvit’i yılın takımı, Quincy Douby’i yılın oyuncusu, Ömer Onan’ı yılın savunmacısı, Darius Washington’u yılın 6. Adamı, Ceyhun Altay’ı yılın en çok gelişim göstereni, Furkan Aldemir’i yılın genç oyuncusu, Orhun Ene’yi de yılın koçu olarak belirlediler. Sen bu ankette oy kullanmadığını yazmıştın. Peki Anıl Aksaç’ın oyu kimlere?

Ben blogda oy kullanmadım ama sene boyunca yazılarımla bazı takımları, bazı oyuncuları ve bazı koçları işaret ettim

Yılın Takımı: Bence Bornova Belediyesi. 3 yılda Amatör'den TBL'ye çıkmak, her yıl bir lig atlamak ve TBL'de ilk yılında Play-Off yap-mak her babayiğidin harcı değil.. Ki bunu öyle büyük bir bütçe ile falan da yapmadılar. Bence uzak ara en iyi takım onlar…

Yılın Oyuncusu: Blog okuyucuları Daçka'dan Douby dedi ama benim oyum daha farklı birine. Ben Josh Shipp diyorum. Douby bi-reysel anlamda iyiydi belki ama takımının küme düşmesine engel olamadı misal. Ama diğer tarafta Shipp takımına Play-Off bileti kazandırırken güzel bir saha içi liderlik örneği gösterdi. Zaten UCLA mezunu, en kötüsü ne kadar kötü olabilir ki?

Yılın En Çok Gelişim Göstereni: Burada okuyucularla hemfikirim ben de. Soner Şentürk'ün müthiş bir kariyer patlaması yaptığını düşünüyorum. Hem oyun hem de takıma katkı olarak.

Yılın Genç Oyuncusu: Burada da okuyucular-la hemfikirim. Furkan Aldemir tabii ki. Ama Bir-kan Batuk'un, Yiğitcan Turna'nın da haklarını yememek lazım…

Yılın Koçu: Orhun Ene diyorum. Banvit'te se-zon başında kurduğu takımdan ne bir oyuncu verdi, ne bir oyuncu aldı. Aynen yola devam etti ve arada güvendiği genç yerlilerden de (ki guard rotasyonunda bunların çoğu) müthiş verim aldı. Yiğitcan ve İbrahim'i sezon başında Barış Ermiş'le birlikte guard rotasyonunu tamamlayacak isimler olarak açıkladığında bir-çok insan ona gülmüştü. Ama şimdi de Orhun Hoca gülüyor onlara.

6. Adam: Washington… Müthiş bir patlayıcı güç… Takımıma guard diye almam ama 6. Adam diye alacağım ilk isim olur bu sezon.Bir de Haluk Yıldırım'ı unutmamak lazım, jüri özel ödülü de ona gitsin

Yılın Savunmacısı: Bu kategori için bariz bir adayım yok çünkü öyle deli gibi savunma yapan bir oyuncu olmadı ligde. Hani kişisel olarak sivrilen birkaç isim var tabii, ama yılın savunmacısı budur diyebileceğim biri yok. Ama Ömer Onan, Evren Büker, Birkan Batuk, Andrius Mazutis gibi isimler güzel savunmalar yaptılar yer yer…

Page 39: Spor iletişim 2. Sayı

OYUNA DEVAM Tufan Tulpar - Arda Şensoy

“Çocuk tansiyonuna sahip olmak” Bu, ne bir şaka ne de bir deyim; tıbbi bir teşhis.Bu teşhis konulmuş bir adamla tanıştık:

BARIŞ KUYUCU

Sırtındaki teri hiç kurumayan bir sokak oyun-cusu… Bize hayatta ve hayatla nasıl oyun oynana- cağını anlattı. Oyuncu ruhuna dokunup eğlenmemizi istedi. O zaten oynuyordu biz sadece ona katıldık.

Sizin hayatınızda oyunun anlamı nedir? Oyun deyince Barış Kuyucu için ne anlamamız gerekiyor?

Benim için tek kelimeyle eğlence; ama çok kelimeyle hayatımın ilk anından şu anına kadar hep yüzüme bir tebessüm konduran, bir anda heyecanlandıran bir anda sürpri-zlerin açık olduğu, arkadaşlarımla beraber olabildiğim, karar verdiğim, bazen üzüldüğüm bazen sevindiğim ama hayatımın her alanında beni heyecanlandıran bir oyun arkadaşı.

Oyun tutkusunun ve sevgisinin yaşamınızdaki avantaj ve dezavantajları neler oldu?

Oyunun en cömert davrandığı insanlardan biriyim ben. Oyun, öyle bir oyun arkadaşı olmuş ki benim için; bakıyorum öz güvenimi yaratmış. Daha da geriye; Galatasaray’dan, Gündüz Kılıç’tan transfer teklifi almış bir babanın oğlu olarak ‘ben senin oğlunum’ diye-bilme basamağı olmuş. Sokakta takıma gire-bilmek, ben de bu sokağın çocuğuyum aidiyeti yaratmış. Sonrasında okulda, ben iyi oyun-cuyum, ben bu oyunun bir parçasıyım deme şansı… Ardından sınıf takımı, sonrasında o da yetmez okul takımı, o da yetmez ilk aşka kendini ispat edebilme... Yani oyun; aile tera-pistim, aşk danışmanım, sokak arkadaşım, sosyalleşme aracım, babama oğluyum hissiyatını uyandıran duygum. Üç yaşından beri neredeyse bir mesleğe bilemeyerek kendini hazırlıyor olmak ve profesyonel iş yaşamım…

Hayatı oyunla örtüştürelim tamam ama “modern çağ” insana o lüksü vermiyor.İşimizi maaşımızı düşünmek zorundayız, sağlık sigortası yaptırmak, taksitleri öde-mek zorundayız. Bu konuda oyunun spontanlığı sizde bir zafiyet oluşturdu mu?

Ben bir sokak oyuncusu ruhuna sahibim. Ancak bir yandan çok iyi bir salon oyun-cusuyum, saha oyuncusuyum. Bunları bir araya getirdiğim anda iyi bir sporcu oldum. Spontane konuları çözmemi sağlayan şey ise, sokakta bir anda yağmur yağdığında futbol maçında ne yapacağımı bilmem veya sevdiğim bir kız geçerken hem ona bakıp hem bir yandan topu kaptırmamayı başarabilmem. Spontane kararları veren bir televizyoncu, yeni bir gazeteci ama hep iletişimci bir adam olarak bana ani kararlarda soğukkanlı olup o öz güvenle sorunu çözebilme yeteneği kazandırdı.

Bu ana kadar yüzlerde tebessüm bırakan naiflikten bahsettik ancak ufak ufak can yakan temasların olduğu bir yerde savaşıyorsunuz. İşiniz büyük bir plazada ama eminim ki içerisi çok daha derin. Asansörün dahi inemeyeceği derinlikte yaşananlar var. Bunlarla nasıl baş edebili-yorsunuz?

Burası, daha kurallı daha disiplinli daha farklı işlerin döndüğü bir yer tabii; dopingler, tekme-ler, çelmeler… Ama bunları da bir şeklide hem sokakta hem oyunda öğrendik. Alışageldiğimiz için biz daha rahatız. Yeneceğimize dair bir şey söylemek yerine yenmeye ve yap-maya dair bir şeyler söylemeye çalışıyorum. 10’10 projesi gibi… Bu bir yandan televizyon projesi de, ama biz iyi bir gazete projesi olsun diye uğraştık. Hayal ettiğiniz ve sesli hale getirdiğiniz zaman Tanrı sizi duyuyor ve not ediyor. Tanrı hepimizden çok daha oyuncu, sizi duyuyor ve asisti bırakıyor önünüze. Ya taca ya da filelere… Kendimi hedeflerle boğmuyorum. Çünkü hedef koyduğunuz zaman insan ona ulaşamadığı her saniye veya onun için geriye saydığı her an kendine başarısızlık yüklüyor. Bilemiyorum beş yıl son-ra nerelerde olurum; fakat Barış Kuyucu’yu, her gün eğlenebileceği bir şeyi keşfetmeye çalışırken bulacağınızı garanti ediyorum.

KADİR HAS SPOR İLETİŞİMİ SERTİFİKA PROGRAMI Kadir Has, benim seçtiğim ve seçildiğim bir yer ve bu beni çok mutlu ediyor. Acayip beslendiğim bir yer burası. Çünkü şöyle bir grup var karşımda; canımı okumaya hazır, eğitimde görgüde pek çoğunun benden çok daha iyi durumda olduğu, hayat artılarının, bilgilerinin, entelektüel birikimlerinin ileri düzeyde olduğu bir takım var karşımda. Bu yüzden hep geliştirmeye çalışıyorum kendimi. Hem derslerden hem ilişkilerden çok şey öğreniyorum o anlamda. Kadir Has benim için İstanbul gibi; farklı güzel…

Halit Kıvanç Çok şey denilebilir ama işe ka-lite katan dama izini sürmeye çalışıyorum kimseyi kırmamak üzmemek işini iyi yapabilmek

Page 40: Spor iletişim 2. Sayı

• BANA… SPOR ÖĞRETTİ!

Bana âşık olmayı öğretti. Hem de deliler gibi âşık olmayı ve kaybetmekle kazanmanın rakip değil kardeş olduğunu öğretti.

• BEN SPORCUNUN… SEVERİM

Ben sporcunun Michael Jordan gibi sanatçısını, Maradona gibi yükselişi ve düşüşü başarabilenini, Roger Federer gibi öz güvenli, soğukkanlı ve asil olanını severim.

• ORADAYDIM

İki yer söyleyeceğim. Formatı kim yaptıysa düzeltsin, sınırlamasın, nedir bu kurallar :)İlki Arjantin “La Bonbonera” stadyumu, Boca ve Lanus sahada, karşı tribünde Maradona Hacı oldum gibi hissediyorum. İkincisi Gazi-antep Lisesi final maçı. Çok insan vardı ama aşık olduğum insan da oradaydı. Bir gelenek; final maçına çıkarsanız sevdiklerinize birine gül verirsiniz. Tanrı beni hep mutlu etti. Maçı kazanırken ve gülü verirken oradaydım

• İTİRAF EDİYORUM

ONU SEVİYORUM Federer gibi bir oyuncu olmayı denerdim, isterdim Ona çok saygı duyuyorum; beyefendiliğini, kontrolünü hata yapmasını ailesiyle kurduğu ilişkiyi ve hayatında gösterdiği gelişmeyi seviyorum.

• SPOR BAKANI OLSAM

Kırmızı plaka, kırmızı bir spor arabaya dönerdi. Spor bakanıyım ben, Mercedes’le ne işim var. Önce beni sporcu olarak görürdünüz; spor karakterli,spor kıyafetli, spor yaparken görürdünüz. Çünkü ben sporu, eğlenceyi ve oyunu temsil ediyorum, onu devlet erkanıyla barıştırırdım. Beni bir gün tenis oynarken bir gün paintball, bir gün buz pateni yaparken görürdünüz ve insan spor bakanına bakarken bunları gördüğünde herhalde bundan etkile-nirdi.

• ARAMIZDA KALSIN

Televizyonda olmak güzel ama benim için asıl önemli olan Gaziantep’te o final maçına çıkmaktı. Ben o final maçında oynadım, aşık olduğum kadının olduğu bir final maçı ama aramızda kalsın turnuva boyunca hep dua ettim Allah’ım ne olur en skorer ben olayım. Sakatlanmayayım final maçında, formu-nun zirvesinde olayım, sevdiğim insanların önümde mahcup olmayayım diye..23 sayı takım arkadaşlarımdan özür diliyorum; kend-imi saklamadım, bencillik yapmadım, grup maçlarında da iyi oynadım ama bu kadar iyi oynamamıştım.

• SPOR DOLABIMDA NELER VAR

Eşimin deyimiyle ‘Aysel Gürel’in evine doğru gidiyorsun’ diyor. Boca bardağı, Wimbledon anahtarlığı, Venüs imzalı top, Barca forması. Neşe dolu bir spor dolabım var.

• AH KEŞKE

Çok yaratıcı olmayacak ama babamın takım arkadaşının bana yaptığı espriyi anlayabilsey-dim… Ben Gaziantepspor’un antrenmanına gitmiştim, antrenör ‘Sen Bilal’ın oğlu musun?’ dedi. Evet dedim. ‘Seni hayatta takıma almam’ dedi. Ben de küstüm gittim. Ah keşke o gün o espriyi yapmamış olsaydı. Can Bartu gibi olacaktım (Can Abi duymasın :) )

• ASLA ASLA DENMEMELİ AMA ASLA

Düşünüyorum biraz korkağımdır ben, eks-treme sporlar

• BU SORUYU MUTLAKA SORARDIM

Televizyon ekranındaki Barış’ı mı yok-sa; sokakta lise takımında arkadaşlarının yanındaki, bizim takımdan olsun istenilen Barış’ı mı daha popüler görüyorsun? Ben sokaktaki ve okuldaki Barış’ı daha gerçek, daha değerli ve popüler görüyorum.

Ben Alice Harikalar diyarı’ndaki gibi bir stüdyo hayal ediyorum.

oyun dolu, renk dolu ...

Michael Jordan

Özel adamlar bana hayatımda çok örnek oldular siyah-kırmızıların“Gaziantepspor” gelmiş geçmiş en önemli oyuncusu