mehmet vehbi efendî - hulâsatü'l-beyân fî tefsîril kur'Ân - 10

334
SÛRE VE KONU ADI SAYFA NO 10. CİLDİN FİHRİSTİ………………………………….. 2105 ONDOKUZUNCU CÜZ………………………………… 2107 Günahkârlar için yevm-i Kıyamette asla tebşirat olmayacağı............................................... 2108 Yevm-i Kıyamette kâfirin, nedametinden elini ısıracağı ve şeytanın insanı daima rüsva ettiği....... .......................................................... .......................................................... 2110 Kur'an'ın defaten nazil olmayıp müteferrik olarak nazil olmasında hikmet sekizdir………… 2113 Ehl-i küfrün behayimden daha aşağı bir derekede oldukları.................................................. 2119 Gecenin libas menzilesinde ve uykunun rahat için olduğu.................................................... 2121 Yağmurun taksimatı ve beldelere nüzulünün keyfiyyeti........................................................ 2122 Her senede yağmurun müsavi olduğu.................................................................. ................ 2123 İsyanın yağmurun inkıtaına sebep olduğu.................................................................. .......2124 Bir nutfeden insanın iki kısım olduğu.................................................................. ...... ............ 2125 Kâfirlerin Din-i İlâhîyi iptale çalıştıkları............................................................ ....................... 2126 Semada burçlar ve burçların isimleri................................................................ ..................... 2129 Allah'ın halis kullarının sıfatları............................................................... ............................... 2129 2105

Upload: fahrettin

Post on 15-Jul-2016

128 views

Category:

Documents


13 download

DESCRIPTION

Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân

TRANSCRIPT

Page 1: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

SÛRE VE KONU ADI SAYFA NO

10. CİLDİN FİHRİSTİ………………………………….. 2105 ONDOKUZUNCU CÜZ………………………………… 2107

Günahkârlar için yevm-i Kıyamette asla tebşirat olmayacağı............................................... 2108Yevm-i Kıyamette kâfirin, nedametinden elini ısıracağı ve şeytanın insanı daima rüsva ettiği....... .................................................................................................................... 2110Kur'an'ın defaten nazil olmayıp müteferrik olarak nazil olmasında hikmet sekizdir………… 2113Ehl-i küfrün behayimden daha aşağı bir derekede oldukları.................................................. 2119Gecenin libas menzilesinde ve uykunun rahat için olduğu.................................................... 2121Yağmurun taksimatı ve beldelere nüzulünün keyfiyyeti........................................................ 2122Her senede yağmurun müsavi olduğu.................................................................................. 2123İsyanın yağmurun inkıtaına sebep olduğu.........................................................................… 2124Bir nutfeden insanın iki kısım olduğu........................................................................ ............ 2125Kâfirlerin Din-i İlâhîyi iptale çalıştıkları................................................................................... 2126Semada burçlar ve burçların isimleri..................................................................................... 2129Allah'ın halis kullarının sıfatları.............................................................................................. 2129İnfakda israfın caiz olmadığı.................................................................................................. 2130Abd-i halis olabilmek o emre imtisal ile beraber muharremattan içtinaba mevkuf olduğu 2132Umur-u dinde riyaset istemenin cevazı................................................................................. 2134İndellah kulunun kadri ibadet ve imanla olduğu.................................................................... 2134

SÛRE-İ ŞUARÂ………………………………………………………………………2135

Nebatatın fevaidi.............................................. ..................................................................... 2138Hz. Musa'nın Firavun'u imana davete memur olduğu........................................................... 2139Firavun'un Hz. Musa'ya nimetlerini tadad suretiyle itabı....................................................... 2141Bu dünyada hakikat-i İlâhiyyenin beşer için malûm olmadığı................................................ 2144Firavun'un Hz. Musa'yı hapishane ile tehdidi........................................................................ 2145Saharenin cem olup Firavun'dan ücret istedikleri................................................................. 2148Sahirlerin iman ettikleri.......................................................................................................... 2149Sahirlerin imanları üzerine Firavun'un tehdidi....................................................................... 2150Hz. Musa'nın Benî İsrail ile Mısır'dan hareketi...................................................................... 2151Benî İsrail'i takib hususunda Firavun'un nutku...................................................................... 2152Benî İsrail'in halâsı ve Firavun'un garkı. ............................................................................... 2154Hz. İbrahim'in pederi ve kavmi ile mübahasesi...................................................................... 2157Hz. İbrahim'in duası............................................................................................................... 2159Ehl-i küfrün mabudları ve birbirleriyle muhasamaları............................................................ 2161Hz. Nuh'un duası ve gemi vasıtasiyle necatı......................................................................... 2165Hz. Hud'un kavmini abesle iştigalden men' ettirmesi............................................................ 2166Kavm-i Salih'in Hz. Salih'i tekzibleri. ..................................................................................... 2169Nimeti muhafazanın ittikaya ve peygambere itaate muhtaç olduğu …………………………. 2171Kavm-i Salih'in mucize olan deveyi öldürüp helak oldukları.................................................. 2171Kavm-i Lût'un Hz. Lût'a cevabları.......................................................................................... 2174Kavm-i Lût'un helaki ve üzerlerine taş yağdığı...................................................................... 2174Şuayb (A.S.) ın kavmine dört nevi' vasayada bulunduğu...................................................... 2175İdrakin mahalli kalb olup dimağın ona hadim olduğu............................................................. 2179Şeytanın Kur'an'ı tekellüme kaadir olamadığı....................................................................... 2182Resulullah'ın tarik-ı irşad için akrabalarını daveti ................................................................. 2183Resulullah'ın ashabının hallerini murakabesi........................................................................ 2184Şeytanın kimlere nazil olup iğfal ettiği................................................................................... 2185Şuara'nın halleri ve yalandan çekinmedikleri.................................................. ..................... 2186Dört sıfatı haiz olan sairlerin zemmolunmaktan müstesna oldukları ………………………… 2187

2105

Page 2: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

SÛRE-I NEML………………………………………………………………………. 2188

Hz. Musa'nın Tur-u Sina'da ateş gördüğü............................................................................. 2190Hz. Musa'nın mucizesini izhar ettiği ...................................................................................... 2192Hz. Musa'nın mucizesini inkâr ettikleri.................................................................................. 2194Hz. Davud'a ve oğluna ilim verildiği....................................................................................... 2195Hz. Süleyman'ın pederinin mülküne varis olup kuşların lisanına vakıf olduğu…….………... 2195Süleyman (A.S.) ın askerinin intizamına dikkati ve bu hususa dair tafsilât………….. .......... 2196Karıncanın maiyyetine nasihati ve nasihatin lüzumu…………………………………….......... 2197Ebeveyne nimet evlâd hakkında da nimet olduğu................................................................. 2199Hz. Süleyman'ın Hüdhüd'ün gaybubetine gazap ettiği.......................................................... 2200Hüdhüd'ün gelip itizar ettiği................................................................................................... 2200Hz. Süleyman'ın Hüdhüd'ü mektupla Belkis'in sarayına gönderdiği………………………….. 2204Mektubu mühürlemenin sünnet-i enbiya olduğu.................................................................... 2205Hükümdarla vükelâsı arasında irtibatın lüzumu.................................................................... 2006Hükümetin, karşısında olan hasmının halini anlamak lâzım olduğu…………………………. 2207Belkis'in elçi gönderdiği ve elçi göndermek meşru' olduğu.................................................... 2209(Asaf b. Berhiya) nın arş-ı Belkis'i huzur-u Süleyman'a getirdiği………………. …………….. 2210Belkis'in billurdan yapılmış salona girdiği....................................................................... ...... 2212Belkis'in imanını ilânı ve İsrailî devrinde billur sanatının ileri gittiği ……………………………2213Hz. Salih'in kavmini tevhide daveti ve kavminin teşe'ümleri ..................................................2214Kavm-i Salih'in helaklerinin sonra gelenlere ibret olduğu ....... ............................................. 2216

YİRMİNCİ CÜZ……………………………………. 2217

Arzın insanlara dört cihetle menfaati..................................................................................... 2220Muztarrın duasının kabul olunduğu....................................................................................... 2221Mümin için mevtin nimet olduğu............................................................................................ 2223Müşriklerin ahvaline hüzünden Resulullah'ın nehyolunduğu................................................. 2224Hükümdarların sözlerinde ricaya delâlet eden elfazm kati olduğu …………….…………….. 2225Ehl-i küfrün mevta mesabesinde olup söz duymadıkları....................................................... 2227Dabbetülarz'a müteallik tafsilât.. ........................................................................................... 2227Sur'un sadasiyle mahlûkatın helak olacağı .......................................................................... 2230Âhirete sevapla gelenin hayra nail ve günahla gelenin azaba müstehak olacağı………. .... 2231

SÛRE-İ KASAS…………………………………………………………………….. 2233

Firavun'un ahlâk-ı zemimeleri............................................................................................... 2235Hz. Musa'yı validesinin denize bıraktığı ............................................................................... 2237Hz. Musa'nın Firavun'un hanesine dahil olduğu.................................................................... 2238Hz. Musa'yı validesine teslim ettikleri.................................................................................... 2241Hz. Musa'nın tokat vurmasiyle kıbtinin vefatı........................................................................ 2243Firavun hükümetinin kısasa karar verdiğini Hz. Musa'ya bir recülün haber verdiği……….... 2246Hz. Musa'nın (Medyen) e vardığı ......................................................................................... 2247Şuayb (A.S.) ın kızlarından birisiyle Hz. Musa'yı daveti........................................................ 2248Hz. Musa ile Şuayb (A.S.) beyninde mukavele ve kerimesinin akd-i nikâhı………………..... 2249Hz. Musa'nın biraderi Harun'un kendine yardımcı olarak resul olduğu…………………….... 2254Firavun'un Haman'a tuğladan bir köşk yapmasını emrettiği ve tuğlanın eski bir sanatolduğu ………………………………………………………………………………………………. 2256F'iravun ve cemaatinin âsilere muktedabih oldukları............................................................. 2257Resul göndermekle günahkârların itizarları kat' olunduğu.................................................... 2260Hava ve hevese ittiba'; dalâletin en büyüğü olduğu.............................................................. 2262İnsanlardan iki kere ecr alacakların kimler olduğu................................................................. 2264Kötü söyleyenlere iyilik ile mukabelenin memduh olduğu.................................................... 2265

2106

Page 3: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Resul göndermedikçe karye ahalisi ihlâk olunmadığı........................................................... 2267Müşriklerin mabudlarının cevab vermeyeceği....................................................................... 2270Kâfirlerin Resulullah'a hasedlerinden naşi Nübüvveti mürıasib görmedikleri……………...... 2272Gece ve gündüzün insanlar hakkında ayn-i nimet olduğu.................................................... 2274Karun'un tuğyanı ve ahvâl-i sairesini beyan................... ...................................................... 2276İlm-i kimyaya müteallik tafsilât............................................................................................... 2278Karun'un Hz. Musa'ya son iftirası sebebiyle yere battığı....................................................... 2280Tilâvet-i Kur'an'a hiç bir şey mâni olmamak lâzım olduğu..................................................... 2284

SÛRE-İ ANKEBÛT………………………………………………………………….. 2285

Mümin olmakla belâdan kurtulmak lâzım gelmediği.............................................................. 2286Abdin amelinde mertebenin üç olduğu.................................................................................. 2287Ebeveyne riayet hakkında..................................................................................................... 2289Kâfirlerin «Siz bizim tarikımıza girin vebal varsa bize aittir» dedikleri................................... 2291Hz. Nuh'un irsali ve kavminin helaki ve gemide bulunanların ihlâkden halâsı…………….... 2293Hz. İbrahim'in kavmini din-i Hakk'a daveti............................................................................. 2295Hz. İbrahim'in ateşten kurtulmasının keyfiyyeti..................................................................... 2299Hz. İbrahim'in hicreti ve Hz. Lût'un imanı.............................................................................. 2300Hz. Lût'un kavmine nasihati ve kavminin ahvâl-i kabihası..................................................... 2301Hz. Lût'a meleklerin cevabı ve kavminin helaki..................................................................... 2304Hz. Şuayb'ın kavmine teklifi ve onların helaki....................................................................... 2306Bâtıl itikad sahiplerinin gittikleri yolların örümcek yuvası gibi olduğu…………………....... 2307İnsanın mütalâa edeceği kitabın üç kısım olduğu ve namazın fahşadan men'i…………...... 2310

MİNİ LÜGAT…………………………………………………………………………. 2311

SÛRE-İ FURKAN’ın devamı…

ONDOKUZUNCU CÜZ

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin Resûlullah'ın risaleti hakkındaki şüphelerinden bazılarını beyandan sonra dördüncü bir şüphelerini beyan etmek üzere :

� أ �ة �ك ٮ ـ� م�ل �ا ن � � أنز�ل� ع�ل ال � �ا ل �ق�اء�ن جون� ل � � ي ذ�ين� ال ل و�و�ق�ال� و� ٱ و� و� و� ٱ � ن ب ى ر� �ر� �ن ا‌

[Şol kimseler dediler ki, onlar âhirette bizim rızamıza veya azabımıza mülakat edeceklerini ümid etmez «Keşke bizim üzerimize melekler inzal olunaydı veya biz Rabbimizi göreydik de Muhammed (S.A.) in nübüvvet da'vasında sâdık olduğuna şehadet edeydiler. Biz de iman ederdik. Melek gelmedi ve Rabbimizi de görmedik. Şu halde da'vasinin sıdkına şahid olmayınca biz nasıl îman edelim» demekle şüphelerini meydana koydular.]

2107

Page 4: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ا ) �ي �ب ا ك � عت ه� و�ع�ت �نفس� �روا ف�ى أ ب � ت �ق�د� �ل ر �� ر و� و و� و� (٢١ٱ[Zat-ı Ulûhiyetime yemin ederim ki, şu sözleri söyleyen kâfirler kendi nefislerinde

büyüklük iddia ve hadlerini bilmeyerek pek ziyade kibir ve pek büyük bir tuğyanla tuğyan, zulümde ve tuğyanda haddini tecavüz ettiler.] Çünkü; îmanlarını Rablerini görmelerine yahud kendilerine melek nazil olmasına talik ettiler. Binaenaleyh; lâyık olmadıkları mertebelere istihkak da'vasına kalkıştılar. 3818

Yani; âhireti münkir olmalarına binaen bizim rızamıza veya azabımıza mülakatı ümid etmeyen müşrikler «Keşke bize melekler gelip şehadet etseler veya Rabbimizi açıkdan görsek de Muhammed (S.A.) in doğru söylediğine şehadet etse, biz de îman etsek» dediler. Habibim ! Zat-ı Ulûhiyetime yemin ederim ki bunlar nefislerinde tekebbür ettiler. Zira; bu dünyada hâlis kullarımız için caiz olmayan şeyleri istemekle hadlerini tecavüz ettiler ve büyük tuğyanda bulundular.

ا) �ي �ب ك ا عت � �و�ع�ت ر �� ر و� ) Beyzâvî'nin beyanı veçhile U t ü v v ; zulümde haddini ileri geçmektir. Şu halde manâ-yı nazım : [Müşrikler zulümde okadar ileri gittiler ki, zulmün son haddine vardılar.] demektir. Zira; Allah'ı görmek istemeleri zulmün nihayesidir. Müşriklerin kibirleri kalplerinde gizli olup kendi büyüklükleri kendi i'tikatlarınca olduğuna işaret için bu âyette nefislerinde istikbar ettikleri beyan olunmuştur. Çünkü istihbar; büyük addetmektir. Şu halde büyük addetmekle büyük olmak lâzım gelmez.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşriklerin dünyada kendilerine melek gelmesini arzu ettiklerini beyandan sonra âhirette melekleri göreceklerini ve gördüklerinde arzularının hilafı zuhur edeceğini beyan etmek üzere :

ا ـون� ح� ـ �قول ر�م�ين� و�ي م � ل م�ٮ � ى ي ر� � ب �ة� ال �ك ٮ ــ ـ� م�ل ن� ـر� ـ� م� ي � �ي ر و� و� و� �� ر و� و� و� ٱ و� و� ا ) جو �م� ر (٢٢و�buyuruyor.[Zikret Habibim ! Şol günü ki o günde kâfirler melekleri görürler ve o günde mücrimler

için asla beşaret ve sürura delâlet eder bir şey yoktur ve onlar «Biz Cennetle tebşirattan men'olunduk ve nar-i cahimde haps-i müebbedle hapsolunduk» derler.]

Yani; kâfirler dünyada görmek arzu ettikleri melekleri âhirette görürler fakat melekleri gördükleri günde mücrim olan müşrikler için asla müjde olmaz. Zira; gördükleri azap melekleri olup 3819 onları Cehenneme sevk için geldiklerini görünce tebşirattan mahurum olduklarını bilmelerine binaen kemâl-i hayret ve hasretle «Biz Cennetle tebşirattan tamamiyle men' ve

Cehennemde ebeden hapsolunduk» demekle eseflerini izhar ederler. Şu manâ (ا جو ام �ح� ر و� � ر و� ) kâfirlerin sözleri olduğuna nazarandır. Amma bu söz meleklerin sözü olduğuna nazaran manâ-yı nazım şöyledir : [Habibim ! Kâfirlere zikret şol günü ki, o günde onlar melekleri görürler velâkin o günde mücrimlere beşaret yoktur. Binaenaleyh; melek-İbr mücrimlere derler ki, «Sizin üzerinize beşareti mucib olan Cennet haram olmakla Cennetle tebşirden mahrumsunuz»] demektir. Melekler bu sözleriyle kâfirleri tahkir ederler.

Kâfirler kendi amellerinin kabul olunduğu zanniyle sevap ümid ettiklerinden melekler bunları bidayeten gördüklerinde amellerinden istifade edemeyeceklerini beyanla cevap verecekleri ve hiç bir tebşirata nail olamayacakları zikrolunmuştur. Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile kâfirler küfürlerinde dahî kendilerini hidayette zannedip sevap bekledikleri gibi mazluma muavenet, fukaraya yardım etmek, atiyye vermek, sıla-i rahim ve ebeveyne riayet eylemek gibi sahih amellerini dahî sevap ümidiyle işlerler fakat küfürleri cümlesini iptal ettiğinden ümidleri heba olur.

2108

Page 5: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Zira fasit üzere bina kılman amel; elbette fasittir. Binaenaleyh; melekleri gördüklerinde her şeyde her şeyden evvel kemâl-i ye's ü hasretlerini mucip olan şeyle cevap verileceği beyan olunmuştur.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile mücrimler le murad; müşrikler olduğuna nazaran onlar için hiç

beşaret olmadığına işaret zımnında zamir mevziinde ism-i zahir olarak ( ر�م�ين� م و�ل و� ) lâfzı varid olmuştur ki tebşirattan mahrumiyetlerine sebep; cürümleri olduğu tasrih olunsun. Çünkü;

( ر�م�ين� م و�ل و� ) yerinde denilse manâ sahih olurdu lâkin beşarete mani' cürümleri (لهم) olduğu bilinmezdi. Meleklerin mücrimlere «Sizin için beşaret yok» diyecekleri günde ihtilâf varsa da

esah olan yevm-i kıyamettir. ( والجنة احر � ما ا) , ( جو ام �ح� ر و� � ر و� ) demektir. Yani «Sizin üzerinize müjde ve Cennet haram olmakla haram oldu. Binaenaleyh; surur verecek şeylerin cümlesinden mahrumsunuz» demek olur. 3820

Bu âyet; üç hükmü havidir:B i r i n c i s i ; Kâfirlerin yevm-i kıyamette melekleri görecekleri,İ k i n c i s i ; Meleklerin mücrimlere sizin için asla sürür verecek beşaret yok diyecekleri,Ü ç ü n c ü s ü ; Mücrimlerin bu hâli görüp biz sürür verecek şeylerin cümlesinden mahrumuz

diyecekleridir.&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin beşaretten mahrum olduklarını beyandan sonra amellerinden asla fayda göremeyeceklerini sarahaten beyan etmek üzere :

ا ) �ا م�نثور� ه ه�ب ـ� ن �ى م�ا ع�م�لوا م� ع�م� ف�ج�ع� �ل �ا إ ن �و�ق�د� ر و� �� ر و� (٢٣و

buyuruyor.[Biz onların küfür hallerinde işledikleri amellerini kasdettik. Binaenaleyh; biz o ameli

yok ettik.]Yani; kâfirler için beşaret olmadığını ve beşareti icab eden Cennetten mahrum olduklarını

haber verdikten sonra onların hâl-i küfürlerinde mekârim-i ahlâk kabilinden müsafir kabul etmek, mazluma iane ve sıla-i rahim gibi amellerini kasdettik, yani o amellerine teveccüh ettik. Binaenaleyh; o amellerini güneşte görülen zerreler gibi faydasız kıldık ve iptal ettik.

ا) م�نثور� �ا �ه�ب ر ) H e b â ; pencereden giren güneşin içinde görülen zerrelerdir. (ا dağılmış demektir. Güneşin içinde görülen zerreleri insan ele gelecek bir şey zanniyle (م�نثور� elini uzatır tutacağını sanarak tutamadığı gibi kâfirler de amellerini kabul olundu zanniyle sevap ümid ederek ellerini uzatırlar fakat ellerine bir şey geçmez. Çünkü; amelin kabulünün şartı olan îman olmadığından küfürleri sebebiyle amellerini iptal ettiğini ve fayda görmeyeceklerini Cenab-ı Hak bu âyetle beyan buyurmuş ve güneşin içindeki zerrelerin bir araya toplanmasından intifa' 3821 mümkün olmadığı gibi bunların amelleriyle intifa' edemeyeceklerine de işaret etmiştir.

( منادقو ) Bu âyette ( ناصدق ) yani «biz kasdettik» manâsınadır. Çünkü; Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette kâfirlerin hâllerini hükümet reisine isyan eden kavmin haline teşbih olunmuştur. Zira; reise isyan eden kavmin isyanlarının sebebini ve kuvvetlerini her şeyden evvel reis kasdeder. Evvel emirde âsîlerin kuvvetini ve o esbabı izaleyi düşünür. Binaenaleyh; isyanın sebebini ve kuvvetlerini kesip attıktan sonra âsîleri tenkil ederek isyandan eser bırakmaz ve kavmin cezasını da verir. İşte Cenab-ı Hak kâfirlerin mekârim-i ahlâk kabilinden ve güvendikleri amellerini küfürleri sebebiyle iptal ettikden sonra cezalarını vereceğini beyan etmiştir.

ن م�ق�ياـل ) س� � ا و�أ �ق� ت �ذ خ� م م�ٮ � ة� ي ن ج� ح�ـب � اأ ر و� �� ر و� �� ر و� و� و� ٱ (٢٤و�

2109

Page 6: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Kıyamet gününde eshab-ı Cennet makarr u mekân cihetinden gayet hayırlı ve rahat cihetinden gayet güzeldir.]

Yani; Allah'a, resûllerine ve kitablarına îman eden ehl-i Cennet tekarrür edecekleri mekân cihetinden gayet hayırlı ve huriler ve gilmanlarla ülfet edip rahat edecekleri haneleri cihetinden gayet güzeldir. Zira; asla eza ve endişe yoktur.

( �قمست را ) Karar manâsına olup kararda uzun müddet konuşup görüşmeyi icab ettiğinden «ehl-i Cennet karar yönünden hayırlı» demek «konuşup görüşme cihetinden hayırlı» demektir.

( �قم يال ) Mahall-i kaylûle demektir. K a y l û l e ; kuşluk uykusudur.Beyzâvî'nin beyanı veçhile Cennette uyku olmadığı cihetle bu makamda zevceler ve hurilerle

halvet olup istirahat zamanı ve mekânı gayet güzel demektir. Ehl-i Cennetin hesaptan fariğ olup

Cennete kuşluk vakti gireceklerine işaret için ( �قم حسنا يال ) varid olduğu Fahri Râzi'nin cümle-i beyanatındandır. 3822

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin melekleri göreceklerini ve amellerinin bâtıl olduğunu, ehl-i Cennetin o günde rahat olacaklarını beyandan sonra kıyamette vaki' olacak vukuatı beyan etmek üzere :

( � �نز�يال �ة ت �ك ٮ ـ� م�ل ل� � و�نز غ�م�ـم � م�اء ب لس قق �ش� م� ت � و�و�ي ٱ و� ٱ ٱ (٢٥و� buyuruyor.[Zikret habibim ! Şol günü ki o günde bulutun semadan tulûu sebebiyle sema şakkolur

ve melekler semadan indirilmekle indirilir.]

م�ـ �لر ح�ق ل �ذ م�ٮ � ك ي �م ن�‌ و� و� ٱ و� و� و� ٱ[O günde cümle mülk Rahman Tealâya sabittir ve onun gayri mülk sahibi yoktur.]

ا ) ي ف�ر�ين� ع�س� ـ� ك م�ا ع�ل�ى � �ان� ي �و�ڪ ر و� ٱ (٢٦و�[Ve o gün zaman cihetinden kâfirler üzerine gayet güç olur.]

Yani, ey Resûl-ü mükerrem ! Semanın bulutla yarılıp kesretle meleklerin tenzil olunacağı günü zikret ki o günde sabit ve hak olan mülk Allah'ındır. Zira, Rahman Tealâ'nın gayri bir mülk sahibi yoktur. Çünkü; Allah'ın gayri mülk sahiplerinin mülkü bilkülliye zail olur ve o gün küfürleri sebebiyle kâfirler üzerine nazil olacak azaptan dolayı onlar için gayet güç ve müşkül bir gün olur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile enbiya-yı izam hazaratına melekler semadan kendileri için ta'yin olunan mahalden nazil olurdu. Kıyamette sema yarılınca semada olan meleklerin yer yüzüne, semanın her tarafından nazil olacaklarına ve melâike lâfzının umum meleklere şamil olduğuna ve kıyamette ins ü cinnin muhasebeleri de arz üzerinde olacağına âyette delâlet vardır. Çünkü; meleklerden bir kısmı insanların ve cinnilerin amel defterleriyle nazil olup amel defterleri sahiplerinin ellerine verileceğinden ve diğer âyetlerde dahî arzın deresi tepesi kalmayıp düz ve parlak bir ova 3823 şeklinde olacağını beyan; muhasebenin arz üzerinde olacağına delâlet eder. Bu arzın arsa-i mahşer olacağına, ins ü cinni ve semadan nazil olan melekleri istiab edecek miktarda genişleyeceğine dair bazı ehadis-i nebeviye vardır. Bu âyette o günün kâfirler üzerine müşkül olacağını beyanla mü'minler üzerine müşkül olmayacağına işaret olunmuştur. Bu makamda g a m a m ile murad; Beyaz bir bulut ki semanın fevkinde zuhur edeceği ve o bulutla amel defterlerini hamil olan meleklerin nazil olacağı ınervidir. Yahud cümle semanın fevkinde

2110

Page 7: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Cenab-ı Hakkın halkettiği bir bulut ki o bulutun semaya temasiyle semanın yarılacağı mervidir ve lâfz-ı âyete muvafık olan da budur.

Hulâsa; semanın bulutla yarılacağı ve meleklerin semadan inecekleri ve o günde bilcümle mal, mülk ve hüküm Rahman Tealâ'ya sabit ve kâfirler üzerine o günün müşkül bir gün olacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ, semanın yarılacağım ve meleklerin semadan sür'atle indirileceğini ve o günün kâfirlere müşkül olacağını beyandan sonra o günde zalimlerin kemâl-i hasret ve nedametlerini beyan etmek üzere :

ه� �د� �ى ي �م ع�ل لظال �ع�ض م� ي � و�و�ي ٱ و�buyuruyor.[Zikret habibim ! Şol günü ki o günde zalim olan kimse ellerini ısırır.]

�ياـل ) ب سول� س� ت م�ع� لر خ� ت �ى �ن ت � ل ـ� �قول ي اي ر ٱ و� ٱ (٢٧و� [«O zalim der ki «Ah nolaydı Resûlullah'la beraber ben bir yol tutmuş olaydım. »]

�ياـل ) ل �ا خ� �ن خ� فال �ت � أ �ى ل �ن ت � �ى ل �ت ل و� ـ� اي ر و� و و� (٢٨و� [«Ey benim helakim gel bana ! Keşke beni ıdlâl eden filân 3824 kimseyi dost ittihaz

etmemiş olaydım» demekle müfsid olan kimseyi dost ittihaz edip sözüne aldandığına nedametini izhar eder.] Ve sözüne şunu da ilâve eder ki:

� � ج�اء�ن د� إ � ر� ب لذ �ى ع�ن� ن �ض�ل ق� أ �ل ى‌ و� و� و ٱ و![«Allah'a yemin ederim ki bana Kur'an, mev'iza-i Resûl ve kelime-i şehadet geldikten

sonra muhakkak o kimse beni ıdlâl etti ve yoldan çıkardı. Binaenaleyh; onu dost ittihaz ettiğimden nedamet gördüm.»]

ـن� خ�ذواـل ) �نس� إ � ن ل طـ� لش �ان� او�ڪ ر و� و� (٢٩ٱ [Halbuki şeytan insanı daima rüsva kılar oldu.]

Yani; ya Ekremer Rusûl ! Zikret şol günü ki o günde her münkir-i zalim kemâl-i nedamet ve hasretinden ellerini ısırır ve der ki «Eyvah ! Nolaydı ben mürşid-i kâmil muslih-i âlem olan Resûlullah'la beraber beni dünyada hakka isal edecek ve âhirette şu gördüğüm azaptan kurtaracak bir doğru yol futaydım». Bu sözleriyle dünyada tutmuş olduğu yolun hata olduğuna nedametini izhar ederek der ki «Ey benim helakim süı'atle bana gel ! Ah nolaydı keşke ben filân cahil müsrifi dost ittihaz etmemiş olaydım, Allah'a yemin ederim ki müfsid Kur'an geldikten sonra beni îmandan ve Kur'an'dan ıdlâl etti ve yoldan çıkardı». Halbuki şeytan insanı daime mahcub eder ve halk nazarında rezil ve rüsva kılar.

Fahri Râzi, Taberi ve Beyzâvî'de beyan olunduğu veçhile bu âyetin sebeb-i nüzulü şöyledir : (Ukbe b. Ebi Muayt) her seferden geldiğinde komşularına bir ziyafet verirdi. Bir seferden geldiğinde âdeti veçhile ziyafet verdi ve Resûlullah'ı davet etti. Resûlullah'la dost olduğu için Resûlullah «Ya Ukbe ! Kelime-i şehadeti okuyup îman etmedikçe ekmeğini yemem» buyurdu. (Ukbe) Resûlullah'ın teklifini kabul ederek kelime-i şehadeti okur ve îman eder. Resûlullah da ziyafetini teşrifle yemeğini yer. (Ukbe) nin gayet sevgili ahbabından (Ubey b. Half) Ukbe'ye itab ederek «Dininden 3825 çıktın» demesi üzerine Ukbe «Ben dinimden çıkmadım fakat da'vet ettiğim müsafirin ekmeğimi yemeden evimden çıkmasına utandım. Binaenaleyh; müsafirin hatırı için kelime-i şehadeti

2111

Page 8: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

okudum» deyince (Ubey) «Eğer Muhammed (S.A.) in yüzüne tükrüğünü atarsan bu sözüne inanırım ve illâ inanmam» demesi üzerine (Ukbe) irtidadını (Ubey b. Half) e isbat etmek için bu cinayeti irtikâb eder, fakat Resûlullah namazda iken üflediği tükrük kendi yüzüne avdet eder ve yüzünü ateş gibi yakar ve katlolununcaya kadar yüzünde o yanık alâmeti bulunmuştur. (Ukbe) nin şu muamele-i mel'unanesi üzerine Resûlullah «Ya Ukbe ! Sen Mekke'den çıkmazsın, illâ ben senin boynunu kılıçla vururum» dedi, Filvaki' (Ukbe) Mekke'den çıktı, Bedir'de esir oldu. Resûlullah'ın emri üzerine Hazreti Ali kılıçla boynunu vurdu ve nutk-u Resûlullah da yerini buldu ve (Ubey b. Half) dahî Resûlullah'ın bir darbesinden müteessir olarak Mekke'ye geldi ve Mekke'de canı Cehenneme gitti. Bu sebeb-i nüzule nazaran âyette z â l i m le murad; Ukbedir. F a l a n ile murad; Übeydir. Z i k i r le murad; Kelime-i şehadet ve imandır. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Zâlim olan Ukbe kemâl-i nedametinden ellerini ısırır ve der ki «keşke ben Resulullah'la beraber necat verecek bir yol tutaydım ve (Übey) hainini dost ittihaz etmeyeydim. Zira; Allah'a yemin ederim ki, (Übey) Kelime-i Şehadeti zikirden beni ıdlâl etti» demekle nedametini izhar eder.] demektir. Fakat bu misilli makamda i'tibar lâfzın umumuna olup sebeb-i nüzulün hususuna bakılmadığından âyet her zâlime ve günah üzerine birbirini ıdlâl. eden kimselerin cümlesine şâmil olup her zâlim ve zâlime ittiba' edenler âbirette nedametlerini izhar edeceklerdir ve bu muhavere hepsinde cereyan edecektir. Resûlullah'ın «kişi dostunun dini üzerine olur. Binanealeyh; herkesin halini, muvazenede oturup kalkıp ülfet ettiği kimselere bakarak onların halleriyle muvazene edin» buyurduğu hadis-i şerifi de bu manâyı te'yid eder.

Dünyada bir şeye son derece nedamet eden kimsenin «eyvah» diyerek elini ısırmak âdet olduğu gibi bu âdetin âhirette de cereyan edeceğine bu âyet delâlet eder. 3826

Hulâsa; zâlim olan kimsenin âhirette zulmüne nedamet ederek ellerini ısıracağı ve «nolaydı Resûlullah'la beraber doğru yol tutaydım» diyeceği ve «nolaydı falan kimseyi dost ittihaz etmeyeydim» diyerek nedamet eyleyeceği ve şeytanın insanı rüsva edeceğini beyan ettiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin Kur'an'a itirazlarından Resûlullah'ın şikâyet ettiğini beyan etmek üzere :

ا ــو ج ء�ان� م� ق ذ�ا خ�ذوا هـ� ت م�ى �ن ق� ب إ ر� ـ� سول ي لر �و�ق�ال� ر و" و� و� ٱ ٱ و� ٱ (٣٠) buyuruyor.[Resûl-ü muazzam «Yarabbi ! Benim kavmim şu Kur'an'ı metruk ittihaz ettiler» dedi.]

Yani; Mekkelilerin Kur'an'a şiddetle itirazlarından müteessir olarak Resûlullah «Yarabbi ! Benim kavmim olan müşrikler şu insanın saadetini kâfil olan Kur'an'ı metruk ittihaz ettiler ve ahkâmına asla iltifat etmediler ve şanına lâyık olmadık şeyler isnad ettiler» demekle kavminden Rabbisine şikâyet etti.

Resûlullah'ın bu şikâyetinin yevm-i kıyamette olacağını beyan edenler varsa da esah olan bu şikâyet dünyada vaki' olmuştur ve âyetin lâfzı da şikâyetin dünyada vukuna delâlet ettiğinden Fahri Râzi dünyada vukuunu tercih etmiştir.

(� Terk (مهجورا olunmuş manâsına ise de burada Kur'an'ı dinlememek ve iman etmemek ve ahkâmiyle amelden i'raz etmek manâsınadır ki, «Kur'an'ı okumaz ve okuyanı dinlemez» demektir. Resûlullah'ın «Bir kimse Kur'an'ı öğrenir ve mushaf-ı şerifi başı üzerine takar okumasını terkederse Kur'an kıyamet gününde o kimseden Cenab-ı Hakka şikâyet eder» buyurduğu Hz. Enes'ten mervidir. Şu halde Kur'an'ı öğrenen kimsenin tilâvetine devamı lâzım olduğuna bu hadis-i şerif delâlet ettiği gibi terketmek caiz olmadığına da bu âyet delâlet eder. 3827

&&&&&

2112

Page 9: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ Resûlünün bu şikâyeti üzerine Resûlünü tesliye etmek üzere :

ر�م�ي م ا من� �ى ع�د �ب �كل ن �ا ل ن �ك� ج�ع� ل �ذ� �و�ك ن�‌ و� و� ٱ �� ر و� ٲ buyuruyor.[Habibim ! Sana düşman halkettiğimiz gibi her nebi için mücrimlerden düşman

halkettik. Binaenaleyh; Kureyş'in adavetine sen mahzun olma.]

ا ) �ص�ي ا و�ن ك� ه�اد� ب �ر� �ف�ى ب �و�ك ر � (٣١ر [Ve Rabbin Tealâ hidayet ve nusret cihetinden sana kâfi geldi.]

Yani; Ya Ekremer Rusûl ! Senin kavminden sana düşman olanlar kitabını dinlemeyip iman etmedikleri gibi heç nebi için biz günahkâr ve mücrim olanlardan düşman halkettik. Onlar nebilerine sû-u edepte bulundular ve şeriatlerine iman etmediler ve sözlerini dinlemediler. Şu halde kavmin Kur'an'ı terk ve sana adavet etmeleri zatına mahsus bir hâl değildir, belki cümle enbiyanın mübtelâ olduğu ahvaldendir. Binaenaleyh; sen kavminin adavetlerine mübalât etme. Zira; Rabbin Tealâ maksadına isal edecek yolu göstermekte ve dinine yardım etmekte ve düşmanlarından intikam almakta sana kâfidir, başka yardımcıya hacet yoktur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile hayrı ve şerri halkedenin, Allah-u Tealâ olduğuna bu âyet delâlet eder. Çünkü; âyette Allah-u Tealâ her nebi için düşman halkettiğini beyan buyurmuştur. Enbiyaya adavet ise küfürdür. Şu halde küfrün halikı; Allah-u Tealâ olduğunu beyan etmiştir. Zira; mü'min iradesini imana sarf edince Allah-u Tealâ hayr-ı mahz olan imanı halkettiği gibi kâfirler iradesini küfre sarfedince şerr-i mahz olan küfrü dahi halkeder. Fakat Allah'ın halkı; abdin iradesini sarf üzere terettüp ettiğinden kul mecbur olmaz ve Allah-u Tealâ halketti diyerek mes'uliyetten de kurtulmaz. Zira; o küfrü, iradesini sarfla kesbeden kendisidir. 3828

&&&&&

Vâcib Tealâ Kur'an'a ve Resûlünün nübüvvetine i'tiraz eden müşriklerin şüphelerinden beşincisini beyan etmek üzere :

� ل ج ء�ان ق ه� � ل� ع�ل � نز ال � ل �ف�روا ذ�ين� ك ل %و�ق�ال� ر و و� و� ٱ و� و� ٱ ح�د� �و� ‌% ر ٲ

buyuruyor.[Kâfirler «keşke Kuran Muhammed (S.A.) üzerine Tevrat ve İncil gibi birden inzal

olunsaydı biz de iman ederdik» dediler.]

�ياـل ) �ت ه ت ـ� ن ت �ه� فؤ�اد� و�ر� ت� ب �ب �نث �ك� ل ل �ذ� اڪ ر و� و� ن�‌� ۦ (٣٢ٲ[Habibim ! Biz Kur'an'ı iktiza ettikçe inzal ettik ki, Kur'an'la senin kalbini takviye edelim

ve sana biz Kur'an'ı kemâl-i teenni ve tedriçle tilâvet ettik ki, elfazında sehv olmasın.]

Yani; kâfirler Resûlullah'ın nübüvvetinden ve Kur'an'ın vahy-i münzel olduğundan şüphe ederek «Kur'an taraf-ı İlâhîden münzel değildir. Eğer taraf-ı İlâhîden münzel olsaydı Tevrat ve İncil gibi defaten nazil olurdu. Zira; âdet-i İlâhiye kitabı defaten inzal etmektir. Çünkü; Tevrat'ı Musa'ya ve İncil'i İsa'ya defaten inzal etti. Keşke Kur'an da defaten inzal olunsaydı âdet-i İlâhiyeye muvafık olur biz de iman ederdik, şekkedecek bir şey kalmazdı» dediler. Ehl-i şirkin bu şüphelerini red ve ibtâl ve Resûlünü tesfye etmek üzere Cenab-ı Hak «Habibim ! Senin kalbini takviye ve Kur'an'la tesbit etmek için Kur'an'ı iktiza ettikçe müteferrik surette âyet beâyet, sûre besûre inzal ettik ki, size

2113

Page 10: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

hıfzı kolay ve bihasbel iktiza inzal olunmakla sizin nübüvvetinizi te'yid ziyade olsun. Zira; senin hâlin enbiya-yı sabıkanın hâline kıyas olunmaz. Çünkü; enbiya-yı sabıkanın ümmetleri okuyup yazmak bildiklerinden ve kendileri de okuyup yazdıklarından defaten kitabı kıraetle ümmetlerine ta'limde güçlük çekmezlerdi, sen okuyup yazmadığın için Kur'an'ı senin üzerine müteferrik surette inzal ettik ki, hıfzında ve ümmetine tebliğde meşakkat çekmeyesin ve biz Kur'an'ı Cibril vasıtasiyle aheste aheste tilâvet ettik ki, hurufatına riayet olunsun ve elf azında hata olmasın». 3829

Kur'an'ın müteferrik surette inzal olunup ta defaten inzal olunmamasındaki hikmet; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile sekizdir:

B i r i n c i s i ; Resûlullah'ın ümmı olmasıdır. Çünkü; okuyup yazmakla meşgul olmayınca defaten nüzulde ezberlemek suubetli olacağından Vâcib Tealâ Habibine Kur'an'ı telâkki kolay olmak ve sehv ü galattan muhafaza etmek için müteferrik surette inzal etmiştir.

İ k i n c i s i ; Defaten nüzulde ihtimamın az olmasıdır. Zira; kitap her zaman yanında bulunduğundan icabında müracaat etmek üzere ezberlenmesine dikkat olunmaz. Halbuki, şeriat sahibinin kitabının ezberinde olması elbette fazla bir meziyettir.

Ü ç ü n c ü s ü ; Defaten nüzulde halk için amel etmek müşkül olur. Zira; ahkâm-ı İlâhiyenin ekserisi, zaman-ı cahiliyede ülfet ettikleri âdetlerinin hilâfına olduğundan defaten âdetlerinin küllisini terketmek elbette nâs için ağır olacağı cihetle Cenab-ı Hak kullarına merhameten tedriç suretiyle inzal etmiştir. Çünkü; müteferrik suretle gelen tekâlifi kabul hususunda halka suhulet olacağı aşikârdır.

D ö r d ü n c ü s ü ; Bu âyette beyan olunduğu veçhile müteferrik surette gelmekle Resûlullah'ın kalbinin takviye olunmasıdır. Çünkü; Cibril'i zaman zaman görmekle kalb-i Nebevileri kuvvet bulduğu gibi tahammül ettiği vahy-i İlâhîyi edâ etmekte kavi ve cesur olacağı şübhesizdir ve kavmi tarafından ezaya sabrı da ziyade olur. Zira; ara sıra Cibril-i Emin'i görmekle metanetinin artacağında şüphe yoktur, iktizay-ı hâle ve zamana göre ahkâmın gelmesinde ümmeti nazarında nebinin kadri artacağı ve gelen ahkâma tedricen iman etmekle ümmetin çoğalmasında elbette kuvvetin fazla ve şeriatin intişarının kolay olacağı da şübhesizdir.

B e ş i n c i s i ; müteferrik surette gelmesinde, her âyet mu'ciz olunca mecmuunun mu'ciz olacağında şüphe olmaz.

A l t ı n c ı s ı ; Kur'an'ın vukuata göre nazil olmasında ümmetin basireti ziyade olur. Zira; ihtiyaç üzere bulunan şeyin kulûb-ü nâsta te'sir ve meziyyetinin ziyade olacağı şüphesizdir.

Y e d i n c i s i ; Her âyet geldikçe muarızlarına müteferrik zamanlarda galebe etmesi Resûlullah'a, bütün dünya birleşseler ve muaraza etseler galebe edeceğine itmi'nan-ı kalp hâsıl olmasıdır. 3830

S e k i z i n c i s i ; Cibril-i Emin'in mansib-ı sefaretini uzatmak vardır. Amma Kur'an birden nazil olsaydı Kur'an'dan sonra vahiy gelmeyeceği cihetle o mansıb-ı sefarete hitam verilmiş olacağından vahyin müteferrik olarak gelmesi o mansıbın uzamasına vesile olmuştur ve vahy-i İlâhînin aralıklı gelmesiyle bereket-i İlâhiyenin nazil olması rahmet-i İlâhiye cümlesinden kulların müstefid olduklarında şüphe yoktur.

Bu âyette Kur'an'ın tecvidine ve hurufatına riayetle tertiline dikkat lâzım olduğuna işaret vardır. Çünki; t e r t î l , aheste aheste kemâl-i vekar ve teenni ile bir şeyi hurufatına riayetle okumaktır. Cenab-ı Hakkın Cibril vasıtasiyle Habibi üzerine tertil ettiğini beyanı; mü'minlerin Kur'an'ın tecvidine ve secavendine dikkat etmeleri vâcib olduğunu beyan etmektir.

Vâcib Tealâ müşriklerin şüphelerini beyandan sonra onların her zaman irad ettikleri i'tirazlarının butlanını bildirmek üzere :

ا ير� س� � س�ن� ت � ح�ق و�أ � ك� ب ـ� ن � ج� �ال �ل إ �م�ث �ك� ب تون � � ي و)و�ال و� و� ٱ و( *ا و (٣٣)buyuruyor.[Ya Ekremer Rusûl ! Kâfirler sana hangi zamanda inad üzere Kur'an'ı iptal zu'müyle bir

misâl getirmezler, illâ biz onların muarazalarını reddedecek hakka mukarin ve enva'ı delâil

2114

Page 11: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

üzere müştemil bir misâl getiririz ki, o misâl; beyan ve tefsir cihetinden gayet güzel ve maksada delâlet cihetinden gayet kuvvetli olur.] Binaenaleyh; her ne zaman onlar tarafından sana «şöyle olsaydı daha a'lâ olurdu» diyerek bir şey talebinde bulunurlarsa biz ondan daha a'lâ bir şeyle cevab veririz ki, daima sen galip olasın.

Hulâsa; kâfirler her ne zaman Kur'an'a i'tiraz sadedinde bir misâl getirseler Cenab-ı Hakk'ın, onların getirdiğinden ziyade bir misâl ile onları ilzam edeceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kur'an'a i'tiraz edenler her ne suretle misâl getirseler Resûlüne daha a'lâsını vereceğini ve muarızlarını ilzam edeceğini beyandan sonra Kur'an'a i'tiraz edenlerin âhirette mekânlarını beyan etmek üzere : 3831

ا �ا ــ� مك �ك� ش ٮ ــ ـ� م� أول �ى ج�ه�ن �ل ــوه�ه� إ �ى وج رون� ع�ل ــ� ش ذ�ين� ي �ل ر ��� ر و و� ٱ�ياـل ) ب �ض�ل س� او�أ (٣٤رbuyuruyor.[Kur'an'a i'tiraz edenler şol kimseler ki, onlar Cehennemde yüzleri üzerine

haşrolunurlar giderler. İşte onların varacakları mekânları gayet serdir, tarikleri gayet hata ve dalâlettir.]

Yani; Resûlullah'ın nübüvvetine ve Kur'an'a i'tiraz edenler şol kimseler ki, onlar Cehenneme yüzleri üzerine sevkolunurlar. Zira; dünyadaki kibr ü gurur ve inadlarına ceza olarak âhirette yüzleri üzerine sürüneceklerdir. İşte onların Cehennemde yerleri ateş olduğu cihetle ziyade serdir. Çünkü; dünyada gitmiş oldukları yolları küfür olduğu cihetle dalâletin en ziyadesidir. Binaenaleyh; eğer ayn-i insafla nazar etseler nübüvvete ve Kur'an'a asla i'tiraz etmezler fakat onlarda çeşm-i insaf yoktur ve i'tiraza cür'et ederler.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile (Ebu Hüreyre) hazretlerinden Resûlullah'ın «yevm-i kıyamette nâs üç sınıf üzere haşrolunur.

B i r i n c i s i ; Hayvan üzerinde binidli gider.İ k i n c i s i ; Yaya olarak yürür.Ü ç ü n c ü s ü ; Yüzleri üzerinde sürünür» buyurduğu mervidir. İşte bu hadis-i şerif de bir

kısım âsilerin yüzleri üzerine haşrolunup Cehenneme gideceklerine delâlet eder. «Yüzleri üzerine nasıl yürürler?» denildiğinde Resûlullah'ın «ayakları üzerine yürütmeğe kaadir olan Allah-u Tealâ yüzleri üzerine de yürütmeye kaadirdir» buyurduğu mervidir. Binaenaleyh; yılanın yüzü üstüne yürüdüğü gibi bir kısım insanların yüzleri üzerine yürüyecekleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ her nebi için düşman halkettiğini icmalen beyandan sonra bazılarını tafsil etmek üzere :

ــا م�ع�ــه � ن ب� و�ج�ع� ــ ـ� ڪ�ت ى �ا موســ� ن � �ق� ء�ات و�و�ل و� ٱ و� رون� و! ــ �خ�ــاه هـ� ۥ أ ا ) �و�ز�ي (٣٥ر buyuruyor. 3832[Zât-ı ulûhiyetime yemin ederim ki, muhakkak biz kullarımızın ahvalini ıslâha kâfi

Tevrat'ı Musa (A.S.) a verdik ve Musa ile beraber biraderi Harun'u vezir yani muin kıldık.]

�ا �ن ت ـ� اي ـ� �ذبوا ب ذ�ين� ك ل � م ق� �ل�ى �ا إ ه�ب �ا ن ٱف�ق و� و� ٱ و� ٱ و�

2115

Page 12: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Biz onlara «Bizim âyetlerimizi tekzip eden kavme gidin tarîk-ı hakka da'vet edin» dedik.]

ا ) م�ي � ه ت ـ� ن �ف�د�م ر و! و (٣٦و� [Onlar gidip davet edip kavm-i Fir'avn davetlerine icabet etmeyince biz o kavmi ihlâk

eder gibicesine ihlâk ettik.]

Yani; biz her nebi için bir düşman halkettik. Ezcümle Musa için Firavun'u düşman kıldık. Çünkü; Biz Azimüşşan Musa (A.S.) a kullarımızın ahvaline kâfi ahkâmı cami' Tevrat'ı muhakkak verdik ve kullarımıza tebliğini emrettik ve Musa ile beraber biraderi Harun (A.S.) ı ona muîn kıldık ki, dinini terviç ve kitabını tebliğ hususunda biraderine yardım etsin, i'lâ-yı kelimetullahı ve din-i Musa'yı neşr ü ta'mimde beraber hareket ederek yekdiğerine muavenet etsinler ve birbirine kuvvet-üzzahr olsunlar. Binaenaleyh; biz onlara «Şol bir kavme Resûl olarak gidin ki, o kavim bizim âyetlerimizi tekzib ederek tarik'ı haktan çıktılar. Onlara risaletimizi tebliğ ve tarik-ı hakka davet edin» dedik. Musa ve biraderi Harun (A.S.) gittiler. Emrimiz vech üzere davet ettiler ve lâkin Firavun ve kavmi tarik-ı hakkı kabulden ve davete icabetten imtina', servet ve kuvvetlerine mağrur olarak istihza ve istihfaf ettiler. Binaenaleyh; biz de onları ihlâk ettik, yer yüzünde onlardan bir fert bile kalmadı cümlesi hak-i helake serildiler.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette Hazret-i Harun'un biraderine vezir olduğunu beyan; diğer âyette nebi olduğunu beyana münafi değildir. Zira; vezaretle nübüvvet beyninde münafat yoktur. Çünkü; Hazret-i Harun nefsinde nebi olduğu gibi emr-i tebliğde biraderine muin ve zahîr olduğu cihetle onun veziridir.

T e d m i r ; Acîp bir surette ihlâk etmektir. Firavun'un ve kavminin o kadar kuvvet ve şevketleri ve Benî İsrail'in onların 3833 nazarında sinek kadar ehemmiyetleri olmadığı halde bir kuşluk vakti Firavun ve askerinin denizde garkolmasıyla Beni İsrail'in saha-i selâmete çıkıvermesi ve Firavun hükümetinin mahv ü münkariz olması ve âlemde eseri kalmayıp bir hayalâttan ibaret oluvermesi cidden garip bir şey olduğuna işaret için Cenab-ı Hak onların ihlâkinden garabet manâsını müş'ir olan tedmir ile ta'bir etmiş ve Firavun gibi cebabireyi ve kuvvetine istinad ederek zulüm ve teaddiyi âdet edenleri ibrete da'vet etmiştir ki, herkes bu acîp vak'ayı daima gözü önünde tutsun ve kendinin gazab-ı İlâhîden kurtulamayacağını bilsin ve hatt-ı hareketini ona göre ta'yin etsin.

Hulâsa; Cenab-ı Hakkın, Hazret-i Musa'ya Tevrat'ı verdiği ve biraderini kendine vezir kıldığı ve âyetlerini tekzib eden kavm-i Firavn'a gidin hakka da'vet edin dediği ve onların giderek da'vet edip da'vete icabet etmedikleri ve akibet hatır u hayale gelmedik acip bir surette ihlâk ettiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hazret-i Musa'nın düşmanı olan Firavun'u ihlâk ettiğini beyandan sonra Hazret-i Nûh'un düşmanlarını ihlâk ettiğini beyan etmek üzere :

ه ـ� ن و�ج�ع� ه ـ� ن ر� � أ سل� لر �ذبوا ڪ ما ل نو م� و و�ق� و� و و- و. ٱ �� ر و� � اس�ء�اي �لن �ل ‌% ر

buyuruyor.[Kavm-i Nûh rusûl-ü kiramı tekzib ettikleri zaman biz onları tufanla garkettik ve ibret

almak şanından olan nâsa biz onların helaklerini alâmet kıldık ki, onların ihlâkine nazar ederek o misilli cinayatı irtikâb etmekten imtina' etsinler.]

ا ) �ي �ل �ا أ �م�ين� ع�ذ�اب ل �لظـ �ا ل ن � ت � و�أ ر و! (٣٧و� [Ve biz kavm-i Nûh gibi Resûllerimizi tekzip eden zâlimler için acıtıcı azabı hazırladık.]

2116

Page 13: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Beyzâvî ve Hâzin'in beyanları veçhile kavm-i Nûh yalnız Nûh 3834 (A.S.) i tekzib etmişlerse de rusûl-ü kiramdan birini tekzip hepsini tekzip makamında olduğundan ruşül lâfzı cemi' suretinde varid olmuştur. Yahud Fahri Râzi'nin beyanı veçhile kavm-i Nûh nübüvveti ve risaleti bilkülliyye inkâr eden berahime taifesinden oldukları cihetle Resûllerin küllisini tekzip ettiklerine binaen rusûl lâfzı cemi' suretinde varid olmuştur. Onların Resûllerini tekzipleri sebebiyle helak olmalarıyla cemi'i nâsa alâmet kılındılar ki, Resûlünü tekzip eden her kavim kendinin felah bulamayacağını bilsin ve kavm-i Nûh'tan ibret alsın. Zira Resûlü tekzip; bir kavmin helakine sebep olunca her kavmin helakine sebep olacağında şüphe yoktur. Çünkü bir hükme illet ve sebep olan şey; her yerde o hükme illet ve sebeb olur. Binaenaleyh madem ki Resûlü tekzip; kavm-i Nûh'un helakine sebep oldu. Her kavmin helakine sebep olacağında da tereddüde mahal yoktur. Yalnız dünyada helakle kalmayıp âhirette de muazzeb olacakları beyan olunmuştur. Kavm-i Nûh'un küfr ü tuğyanda haddini tecavüz ettiklerini beyan için Cenab-ı Hak zâlim olduklarını tasrih ederek zulümlerini âleme

i'lân zımnında zamir mevziinde ism-i zahir olarak ( �م�ين� ل �لظـ lâfzını (ل irad buyurmuştur. Çünkü;

( �م�ين� ل �لظـ ل �ا ن � ت � و!و�أ و� ) yerinde ( �ا ن � ت � و!و�أ لهمو� ) «Kavm-i Nûh için biz azabı hazırladık» denilse olabilirdi. Fakat azablarının sebebi olan zulümleri tasrih olunmamış olurdu ve bu vesileyle cümle zalimlerin akibetlerinin azab olacağı da tasrih olunmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ kavm-i Nûh'un dünyada gark olunduklarını ve âhirette zulümlerinden nâşi azapları hazırlandığını beyanla Resûlünü tesliye ettiği gibi Âd ve Semûd gibi ümem-i salifeden helak olanların bazılarını da beyanla Resûlünü tesliye etmek üzere :

ا ) �ي �ث �ك� ك ل ن� ذ� � ا ب لرس و�قرو ح�ـب� � �مود�ا و�أ ا و�ث �و�ع�ا ر ٲ و� ن� ن ٱ و� ! (٣٨ر buyuruyor.[Biz Âd ve Semûd ve eshab-ı ressi ve bunların arasında bir çok kavimleri ihlâk ettik.]

3835

ـ� ث � ال �ه �ا ل ن �و�ڪاـل ض�ر� ن�‌ و ٱ و0 �ا ر

[Ve o kavimlerden her biri için birer misâl de beyan ettik.]

ا ) �ي ب � �ا ت ن �ب �و�ڪاـل ت ر و1 و� �ا (٣٩ر[Ve onlardan her birerlerinin eczalarını azap suretiyle dağıttık.]

Yani; kavm-i Nûh'u ihlâk ettiğimiz gibi Âd, Semûd ve Ress denilen memleket ahalisini ve bunların arasında nebilerini tekzip eden bir çok ümmetleri ve âsi milletleri ihlâk ettik ve bunlardan her biri için bir takım acîp kıssalar ve misâller beyan ettik ki, herkese ibret olsun ve onların helaklerinin sebeplerini anlattık ve her birerlerinin hallerine ve zamanlarına muvafık ve hikmetimize mutabık kavanin-i seriye vaz'ettik. Onların cümlesini tekzib ederek itaattan çıktılar. Binaenaleyh; her birinin eczalarını tefrik etmek suretiyle ihlâk ettik ki, hiç bir fert kalmadı, küre-i âlemden isimleri silindi.

( E s h a b – ü r R e s s ) R e s s ; Bir kuyudur. Beyzâvî, Ni'metullah ve Ebussuud Efendilerin beyanları veçhile bu kuyunun başında bulunan ahali ashab-ı mevaşiden ehl-i servet olup putlara ibadet ettiklerinden taraf-ı İlâhîden tarik-ı tevhide da'vet için Şuayb (A.S.) onlara Resûl geldi, fakat iman etmediler. Cenab-ı Hak evvelâ kuyularının sularını kuruttu, sonra kendilerini zelzeleyle yere batırdı. Yahud R e s s ; Yemame cihetinde bir beldenin ismidir. O karyede Semûd kavminin bakiyyesi bulunurdu. Allah-u Tealâ onlara bir nebi gönderdi, katlettiler. Cenab-ı Hak da onları ihlâk etti. Ashab-ı Ress'in kimler olduğuna dair bir çok rivayet varsa da zikrine hacet

2117

Page 14: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

görülmemiştir. Çünkü maksad; nebilerini tekzip edenlerin isyanları sebebiyle helak olduklarını beyan ve Kur'an'da zikrile ümmet-i Muhammedi ibret ve insafa da'vettir ve bu maksad; isyanın helake sebep olduğunu beyanla hâsıldır. Amma helak olan millet hangi millet ve ashab-ı Ress kim olursa olsun isyanları sebebiyle ashab-ı Ress'in ihlâki kafidir ve maksat da bunu beyan etmektir ki, âsi olan kimseleri intibaha da'vettir. 3836

ا) �ي ب � �ت ر و1 ) Beyzâvî'nin beyanı veçhile dağıtmak ve perişan etmek suretiyle ihlâk etmektir. Şu halde bunların her birini dağıtmak ve perişan etmek suretiyle ihlâk ettiğini beyanla Cenab-ı Hak azaplarının şiddetine işaret etmiştir.

Vâcib Tealâ meşhur milletlerin gayri, nebilerini tekziple ihlâk olunan bir çok milletler olduğuna ve onların adedini kendinden gayri bilen olmadığına işaret için kurunu mutlak zikrettiği gibi kesretle dahî tavsif etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ ümem-i salifenin helakini beyanla Resûlünü tesliye ettiği gibi evvel geçen milletlerin harabelerini gördükleri halde Kureyş milletinin ibret almadıklarını beyanla tevbih etmek üzere:

لس ط�ر� م�ط�ر� �ى أ ت ل �ة� ي ق� ا ع�ل�ى � �ت �ق� أ �و�ل ن�‌ و� ٱ و1 و ٱ و� و� ٱ و� و!buyuruyor.[Zat-ı Ulûhiyetime yemin ederim ki, Kureyş kavmi kötü yağmurlar yani taş yağdırılan

karye üzerine muhakkak geldiler.]

�ه� ن �ر� �ڪونوا ي � ي �ف�ل �أ ا‌ و� و[Onlar o karye harabelerine nazar ederler de görmediler mi? Elbette o harabeleri

gördüler ve hangi milletin harabesi olduğunu bildiler.]

ا ) جون� نشو � � ي �انوا ال � ڪ �ب ر و� (٤٠و� [Belki kabirlerinden dirilip kalkacaklarına ümid etmezler. Binaenaleyh; o harabelerden

de ibret almazlar.]

Yani; Kureyş kavmi kasvet-i kalbin ve Resûlullah'a buğz u adavetin nihayesine varmışlardı. Zira; onlar Şam cihetine ticaret için senede bir kaç defa seferlerinde Lût (A.S.) ın kavminin 3837 harabeleri üzerine geldiler ki, o karyeye Cenab-ı Hak taş yağdırmakla onları ihlâk etmişti. Kureyş kavmi senede bir kaç defa gördükleri halde kalplerine asla rikkat gelmediği gibi sebeb-i helaklerini taharri edip asla mütenebbih de olmadılar. Belki onlar kıyameti ve kabirlerinden kalkacaklarını ümid etmezler ki, mütenebbih olsunlar. Çünkü; insanm tekâlifin meşekkatine tahammül etmesi âhiret korkusuna binaendir. Şu halde âhirete iman etmeyen bu kadar külfeti ihtiyar etmez. Beyzâvî'nin beyanı veçhile K a r y e yle murad; karye-i Sedûm ki, Lût (A.S.) ın kavminin karyesidir.

( ء� لس و�م�ط�ر� ٱ ) ile murad; O karye ahalisi üzerine yağan taştan yağmurdur. Kureyş kavminin Şam yolu üzerinde her zaman mürur u uburlarında onların harabelerini görüp ibret almadıklarından ta'yip olunmuşlardır. Çünkü; bu gibi harabelerden ibret almayan kimseler her zaman ta'yibe şayandırlar.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşriklerin Resûlünü tekzipte ısrarlarını ve emr-i nübüvvette şüphelerini ve şüphelerine cevaplarını beyandan sonra yalnız tekziple iktifa etmeyip Resûlullah'ı istihzaya kadar cür'et ettiklerini beyan etmek üzere :

� هزو�ا �ال �ك� إ خ�ذون �ت �ن ي ك� إ � أ �ذ�ا ر� و�و�إ 2118

Page 15: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

buyuruyor.[Habibim ! O müşrikler gördüklerinde seni ittihaz etmezler, ancak istihzaya mahal

ittihaz ederler.]

( � سوال لله� ر� �ع�ث� ذ�ى ب ل ذ�ا �هـ� ٱأ (٤١ٱ[Ve derler ki «şu mudur şol kimse ki, Allah-u Tealâ onu Resûl gönderdi?]

ه� � �ا ع�ل ن � �ن ص�ب � أ ال � �ا ل �ن �ه�ت �ا ع� ء�ال ن �يض�ل �اد� ل �ن ڪ �إ ا‌ و� و� و� و�[«Eğer ma'budlarımızın ibadetleri üzerine sabretmemiş 3838 olsaydik az kaldı

ma'budlarımıza ibadetten bizi o Resûl ıdlâl edecekti» demekle din-i batıllarında sebatla iftihar ederler.]

Yani; Ya Ekremer Rusûl ! Müşrikler seni gördüklerinde hakkında söz söylemezler. Ancak seni istihzaya ve istihfafa delâlet edecek sözleri söylerler ve şan-ı nebevine lâyık olmadık hakareti andırır muamele ittihaz ederek derler ki: «Şu nübüvvet da'vasında bulunan kimseyi mi Allah-u Tealâ Resûl gönderdi. Yani Resûl olan ve Allah'ın risaletle gönderdiği şu mudur? Eğer biz ma'budlarımızın ibadetlerine sabr ü metanet etmemiş olsak ma'budlarımızın ibadetinden hemen hemen bizi elbette ıdlâl edecekti ve ıdlâl etmeye yaklaştı» demekle hem seni istihfaf hem de kendi din-i batıllarında inad ettiklerini beyanla iftihar ederler.

Vâcib Tealâ küffar-ı Kureyş'in kemâl-i inad ve cehaletlerini bu âyetle beyan etmiştir. Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bir kimseyi istihza; iki şeyle olur:

B i r i n c i s i ; Surettir. Resûlullah'ın sureti ise onların suretlerinden her cihetle güzel olduğu gibi, Resûlullah da suretiyle onlardan temeyyüz da'vasında bulunmadı, belki kuvve-i kudsiye ve delâil cihetinden temeyyüz da'vasında bulundu.

İ k i n c i s i ; Sıfat cihetinden olur. Resûlullah'ın sıfatı ise mu'cize izhar etmekle nübüvvet da'vasında bulunmaktadır. Onlar mu'cizeye muarazadan âciz kaldılar. Âcizlerin sânı ise utanmaktır, yoksa istihza değildir. Şu halde istihzaya vesile olacak bir şey olmadığı halde istihzaya cür'et; mücerred inad ve cehalettir.

Müşrikler ma'budlarına son derece ta'zim ettiklerinden Resûlullah'ın ma'budlarının butlanını beyan için gayretini kendi zuumlarınca ıdlâl addettikleri cihetle «Eğer biz sabretmemiş olsaydık az kaldı ıdlâl olunmaya yaklaşmıştık» dediler ve bu sözleri Resûlullah'ın onları din-i hakka da'vet etmek için çok çalıştığına delâlet eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşriklerin Resûlünü istihza ettiklerini beyandan sonra onların mezheplerini üç veçhile iptal ve tezyif etmek üzere : 3839

( � �يال ب �ض�ل س� ع�ذ�اب� م� أ ن� �ر� �مون� ح�ين� ي ل � ف� ي و�و�س� و� ٱ و� و� (٤٢و� buyuruyor.[Müşrikler azabı gördükleri zaman mezhep cihetinden ziyade dalâlette olan kim

olduğunu yakında bilirler.]

ه�ه ـ� �ل خ�ذ� إ ت ت� م�ن� ء� �ر� ٱأ ۥ ه�و�ٮه و�[Haber ver Habibim ! Kendi hevâ ve hevesini ma'bud ittihaz eden kimseyi sen gördün

mü?]

( � ه� و�ڪ�يال � �كون ع�ل �نت� ت �ف�أ (٤٣و�أ [Sen onu din-i hakka da'vette sa'y edersin de sen onun üzerine vekil olabilir misin ve

tarik-ı hakka hidayette kılabilir misin ve sen onu din-i batıldan men'edebilir misin?

2119

Page 16: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

( � ه� و�ڪ�يال � �كون ع�ل �نت� ت �ف�أ (٤٣و�أ [Belki Habibim ! Sen onların ekserisini işitir ve yahud işittik lerini teakkul eder düşünür

zannedersin.]

( � �يال ب �ض�ل س� � ه أ ب عـ� � �ال � ك �ال � ه إ و إ و� �‌ ن و� ٱ و (٤٤و� [Halbuki onlar olmadı, illâ behayim gibidirler, belki tarik cihetinden daha ziyade

dalâlettedirler.] Zira; behayim otlayacağı mer'ayı bilir, karnı doyacak ve menfeat göreceği yere gider ve alefini veren sahibini bilir ona inkiyad eder.

Yani; ya Ekremer Rusûl ! Sen onların istihzalarına mahzun olma. Zira; onlar kurtulmak mümkün olmayan azab-ı Cehennemi gördüklerinde dalâlette ziyade olan kimler olduğunu elbette bilirler ve o zaman dünyada yaptıkları muamelelerine nedamet ederler. Fakat fayda etmez. Onlar senin ıdlâl edeceğinden bahsederler. Halbuki kendi mezheblerinin ayn-i dalâlet olduğu meydana çıkar. 3840

Habibim ! Sen şehevat-ı nefsaniyesini kendine ma'bud ittihaz eden kimseyi gördün mü? O şahs-ı leim Allah'a ibadet eder gibi nefsine ibadet edip dinini arzusuna bina ederek Halikına ibadeti terkederse onlar hakkı duymaz ve doğru yola gitmez ve delâil-i kat'iyyeyi görmez. Ey Resûl-ü zişan ! Sen onların şu hâllerini görür de nefsini ma'bud ittihaz eden kimseler üzerine vekil olur musun ve onları şirkten ve seni istihzadan ve sair günahlardan men'edebilir ve onlara bekçi olabilir misin? Hiç birine kaadir olamazsın. Zira; onlar nefislerinin kölesi olduklarından hevâ ve heveslerine tebaiyyetten vaz geçemezler. Binaenaleyh; sen onların bu hallerine mahzun olma. Yoksa onların ekserisini işitir ve işittiğini düşünür mü sanırsın? Onlar, ancak behayim gibidirler, belki de tuttukları yol cihetinden behayimden daha aşağıdırlar. Zira; dalâletleri behayimden ziyadedir. Çünkü behayim; sahibine itaat eder. Bunlarsa vücudlarını ve rızıklarını veren Haliklarına itaat etmezler ve nefislerinin arzusunu Haliklarının ibadeti üzerine tercih ederler. Binaenaleyh; müşriklerin halleri behay imden çok aşağıdır. Çünkü behayim; menfeat ve mazarratını bilir, bunlarsa asla menfeat ve mazarrat bilmezler. Behayim i'tikad-ı hakkı bilmezse de batılı i'tikat da etmez.

Cenab-ı Hak bu âyette nefsine tebaiyetle tarik-ı haktan çıkanları son derece zemmetmiştir.

Çünkü; Ebussuud Efendinin beyanı veçhile ( �را يتأ ) lâfzında hemze teaccüb manâsını ifade eder. Zira; kâfirlerin Resûlullah'a vaki' olan istihza yollu cinayetlerini beyandan sonra Resûlullah'ı onların bu acip hallerinden teaccübe sevketmiş ve bu hallerini görüp teaccüb etmek vâcib

menzilinde olduğuna dahî tenbih etmiştir. ( � فانتأ ) de bulunan hemze istifham-ı inkârî'dir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Habibim ! Bak bunların hallerini gör ve ondan teaccüb et. Zira sen; bunları şirkten men' edecek vekilleri değilsin. Çünkü; vazifen tebliğdir. Onların vazifeleri; iradelerini sarfla teklifi kabul etmektir. Halbuki hevâ ve hevesleri kabule mani'dir.] demek olur.

İşte zamanımızda hevâlanna tabi' olup ahkâm-ı şer'iyeyi kendi nefislerinin arzusuna uydurmak ve şehevat-ı nef san iyelerine muvafık te'vil ile hükm-ü şer'iyi elinde oyuncak etmek isteyenler 3841 de bu âyetin zem ettiği kimselerdendir. Çünkü; nefislerinin kölesi olmakta ve nefislerinin arzusuna muhalif olan ahkâmı kabul etmemekte zaman-ı saadette i'tiraz edenlerle şimdikiler beyninde fark yoktur. Zira âyet; onlara nasıl şâmilse bunlara da öylece, şâmildir.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanlarına nazaran h e v â ve h e v e s le murad; insanın batıl olarak tebaiyyet ettiği şeydir. Hatta (Said b. Cebir) in «müşriklerden birisi taşdan ma'mûl puta ibadet ederken ondan daha güzel birini bulduğunda evvelkini terkederek ikinciye ibadete başlar ve bu hâl üzere bir çok ma'budlar değiştirir durur. Bu hâl teaccüb olunmayacak bir hamakat değildir. Resûlullah'a ittiba' etmedikleri Resûlullah'ın teklifinin havalarına muhalif olduğundandır» buyurduğu mervidir.

Fahri Râzi, Hâzin ve Medarik'in beyanları veçhile müşriklerin üçüncü âyetteki zemmi evvelkilerden daha şiddetlidir. Zira; inatlarından hakkı işitmez ve işittiklerini de tefekkür edip düşünmezler. Binaenaleyh; gaflet ve dalâlette darb-ı mesel olan bahayime teşbihten sonra

2120

Page 17: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

bahayimden daha aşağı oldukları beyan olunmuştur. Şu halde bundan daha ziyade bir zem olamaz.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bunlardan bazılarının hakkı işiterek tefekkür edip îman ettiklerine işaret için ekserisinin işitmedikleri beyan olunmuştur ki bazılarının işitip hakkı kabul ettiklerini beyandır.

Hulâsa; Resûlullah'a «az kaldı dinimiz üzerine sabretmeseydik bizi ıdlâl edecekti» diyenlerin Cehennem azabını gördüklerinde çok dalâlette olanın kim olduğunu bilecekleri ve müşriklerin kendi heva ve heveslerini ma'bud ittihaz ettikleri ve Resûlullah'ın onları şirkten men'etmeye vekil olmadığı ve ekserisi hakki işitmez, tefekkür etmez bahayimden aşağı oldukları bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ haktan i'raz edenlerin cehillerini ve mezheplerinin fesadını beyan ettiği gibi saniin vücuduna ve kudretine delâlet eden delilleri beyan etmek üzere : 3842

اء� � شــ� لظل و�ل ــد ف� م� � ك� ك ب �ى ر� �ل ـر� إ ـ� � ت �ل و�أ ٱ و� و ا � اك �هس� �ج�ع�ل �ل ر ۥ

buyuruyor.[Habibim ! Görmedin mi ve nazar edip bakmadın mı Sâni Tealâ'nın sun'una ve

kudretine, gölgeyi nasıl uzattı? Zira; güneşin tulu' zamanı her şeyin gölgesi nekadar uzun ve nekadar lâtif olur. Ve eğer Rabbin Tealâ dilemiş olsaydı gölgeyi sakin kılar asla hareket ettirmezdi ve lâkin gölgenin daima bir karar üzere durmasını dilemedi.]

�ياـل ) ه� د�ل � س� ع�ل لش �ا ن اثم ج�ع� ر و� و ٱ (٤٥و�

[Gölgeyi uzattıktan sonra Biz Azimüşşan güneşi gölge üzerine delil kıldık. Çünkü; güneş gelmese gölge bilinmez.] Nûr gelmeyince karanlık bilinmediği gibi her şey zıddiyle bilinir.

ا ) ي �س� ا ي �ا ق� ن � �ل اه إ ـ� ن � �ثم ق�ب ر 2 ر و3 و� (٤٦و4 [Güneş geldikten sonra Biz gölgeyi azıcık azıcık ahzeder toparlarız ve güneş

yükseldikçe gölge toplanır hatta tedricen ve tamamen zail olur ve sonra güneş garb cihetine dönünce gölge azar azar meydana gelir ve istediğimiz mahalle döndürürüz. İşte bunların cümlesi Rabbin Tealâ'nın kudretine delâlet eder açık delillerdir.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette g ö l g e yle murad; Şafakla güneşin doğması arasında mevcud olan gölgedir. Onun ni'met olması; gecenin karanlığı ile gündüzün ziyası arasında bir hâl-i lâtif olmasındandır. Çünkü zulmet; tabiatin nefret ettiği bir şey olduğu gibi güneşin ziyası da gözleri kamaştırır ve harareti sıkıntı verir. Amma gölgede bunun ikisi de olmadığından gölge ahvalin cümlesinin en güzelidir. Binaenaleyh; Cennette daima gölge olacağı diğer âyetlerden beyan olunmuştur. Gölgenin âlemi ihatasında esbab-ı âdiyenin medhali olmayıp ancak müessir; Vacib-ul

Vücudun meşiyyeti olduğuna tenbih için ( اء� ش� � و�و�ل ) cümlesi cümle-i mu'teriza olarak

varid olduğu Ruhul-beyan sahibinin 3843 cümle-i beyanatındandır. اه) ـ� ن � و4ق�ب ) Biz gölgeyi

tedricen izale ettik demektir. (ا� ن � �ل و�إ ) lâfziyle gölgeyi icad ve mahv ü izale edenin ancak Vâcib-ul Vücud olduğuna ve güneşle zail olduktan sonra tekrar vücud bulması ve güneşi yükseltmekle

2121

Page 18: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

gölgenin azalması ve Cenab-ı Hakkın istediği cihete döndürmesi Halikın vücuduna ve kudretine delil olup her mükellefin bu gibi delillerle Saniin vücuduna istidlal etmesi vâcib olduğu bu âyetle beyan olunmuştur. Çünkü gölge; âlem cümlesinden olup hadis; tebeddül ve tegayyüre ma'ruz olduğundan elbette bir Saniin vücuduna delâlet eder. Zira; güneş gelip yer yüzünden gölge gidince bütün dünyada olan insanlar toplansalar ve çalışsalar sabah vaktinde olan gölgenin bir zerresini iade ve icad edemezler. Şu halde aklı olan kimseler için elbette bunun mucidini ve müessirin kim olduğunu aramak ve eserden müessire istidlal tarikiyle Saniin vücuduna istidlal etmek lâzımdır. Bu âyette hitap; zahirde her ne kadar Resûlullah'a ise de hakikatta cemi'i mükellefine raci'dir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Halikın vücuduna delâlet eden delillerden ikinciyi zikretmek üzere :

ار� لن ــل� ا و�ج�ع� �ا ب م� ســ لن ا و� �ا �ب ل� ل ل �كم ذ�ى ج�ع�ل� ل ل ن5و�هو� ٱ 1 ر و� ٱ � ر و� ٱ ٱ ا ) �نشو (٤٧رbuyuruyor.[Allah-u Tealâ şol zat-ı lâtiftir ki, o zat geceyi sizin için libas menzilinde ve uykuyu

rahat kıldı, gündüzü de maaşınızı tahsil için dağılacağınız zaman kıldı ki, maişetinizi kesbiçin güçlük çekmeyesiniz.]

Yani Allah-u Tealâ şol vahid-i hakikidir ki, kemâl-i lûtfundan geceyi sizi setreden libasınız gibi kıldı ki, gece karanlığının her tarafınızı ihatası sebebiyle bir tarafa gidemeyip rahat edesiniz ve uykuyu size ayn-ı rahat kıldı ki dimağınız ve azalarınız dinlenmekle, ibadet ve maişetiniz hususunda lâyıkiyle çalışasınız ve gündüzü 3844 yeryüzünde intişarınıza vesile kıldı ki, her işinizi yoluyla tesviye edesiniz.

Gecenin zulmeti insanı elbise gibi setrettiğinden gece libasa teşbih olunmuştur. Amma gecenin setri; libas mertebesinde olamadığından gece namazlarında setr-i avret için elbise lâzımdır. Zira namaz hususunda zulmet; elbise vazifesini ifa edemez.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile uyku ölüme ve uykudan uyanmak haşre bir numunedir. Zira; insan uyku ile yatağa girmek, uyanıp yataktan kalkmak; ölüp kabre girmenin ve kıyamet olup kabirden kalkmanın aynıdır. Ve bunlarla mütenebbih olmak lâzımdır. İşte şu esasa binaen Lokman hekim oğluna nasihatinde «Ey oğlum ! Uyuduğun gibi uyanırsın. Kezalik öldüğün gibi kabrinden kalkarsın» demiştir ki, uyku ile uykudan uyanmanın, ölümle haşre bir numune olduğuna işaret etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Halikın vücduna diğer delili beyan etmek üzere:

�ه� م�ت �د� ر� ن� ي � ا ب ح� ب ـ� ي لر ل� س� � ذ�ى أ ل �و�هو� ۦ‌ و� وى و� ن� ن و6 ٱ و� ٱbuyuruyor.[Allah-u Tealâ şol zattır ki, yağmurun evvelinde müjdeci olarak rüzgârları gönderir.]

ا ) ــو ــا ط�هـ م�اء� مـ� لســـ ـا م�ن� ــ � ن �نز� �و�أ ر � ر ٱ ا(٤٨و� د� م � ب �ه� ى� ب ن 7 ل ر و� % ر و� ۦ ن8 و:ـ ا ) �ي �ث �اس�ى ڪ �ن ا و�أ عـ� � �ا أ ن � ل م�ماخ� �ه ق�ي �و�ن ر ر و� و- ۥ (٤٩و�[Ve biz semâ canibinden temiz suyu inzal ederiz ki, o su sebebiyle belde-i meyte'yi ihya

ve halkettiğimiz hayvanları ve bir çok insanları sulayalım.]

2122

Page 19: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; Allah-u Tealâ şol zat-ı eceli ü a'lâdır ki, yağmurun evvelinde kullarını tebşir eder olduğu halde, rüzgârları göndermekle mesrur eder. Binaenaleyh; rüzgârın halkolunması ve istediği 3845 mahalle gönderilmesi Halikın vücuduna açık bir delildir ve Biz Azimüşşan kemâl-i kudretimizle sema canibinden gayet temiz suyu ölmüş meyte menzilinde olan kurumuş beldeleri ihya etmek, hayvanları ve çok insanları sulamak için inzal ettik ki, insanlar bu ni'metlerle vücud-u Halik'a istidlal etsinler ve bu ni'metlerin şükrünü edâ ile ecr ü mesubata nail olsunlar.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile yağmur suyu ile her nevi' taharet caiz olduğuna işaret için (ا �ط�هو ر ) mübalâğa suretinde varid olmuştur. Çünkü (T a h u r a n ) ; nefsinde suyun kendi temiz olduğu gibi gayrileri de temizler demektir.

Bu âyette rahmet suyunun iki cihetle menfeati beyan olunmuştur :B i r i n c i s i ; Yer yüzünü ihyası ve nebatatın onunla hâsıl olmasıdır.İ k i n c i s i ; Hayvanattan ve insanlardan ekserisinin yağmur suyuyla sulanmasıdır. Fakat

insanın ve hayvanat-ı sairenin hayatlarına hadim olan kurumuş beldelerin nebatla ihyası olduğundan rahmet suyunun menfeatini beyanda ölmüş beldeyi ihyası takdim, insanların ve hayvanların bir kısmı nehirler ve pınarlardan sulandıkları için ekserisinin rahmet suyu ile sulandığı beyan olunmuştur. Çünkü; rahmet suyu ile idame-i hayat edenler badiyede haymenişin olan insanlar ve ıssız çöllerde vakit geçiren hayvanlardır. Şu halde ekseriyet onların zatına nisbetledir, yoksa akar sulardan içenlere nisbetle değildir. Zira; akar su ile teayyüş edenler daha çoktur.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile temiz suyun menfaati çok ve nezafette medhali ziyade olduğuna işaret ve insanların zahirlerini su ile temizledikleri gibi bâtınlarını da iman ve amel-i salihle temizlemek lâzım olduğuna tenbih için su taharetle tavsif olunmuştur ki, insan için zahir ve bâtın, maddî ve ma'nevi taharetin lüzumuna işarettir.

Hulâsa; Cenab-ı Hak kullarını tebşir ve mesrur etmek için yağmurun evvelinde latîf rüzgârlar gönderdiği ve rahmet suyunu inzalden maksat kurumuş beldeleri, otlar ve ekinlerle ihya etmek, 3846 hayvanlardan ve insanlardan çoklarını sulamak olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ yağmurun insanlar hakkında ni'met olduğunu beyan ettiği gibi rahmetin taksimatını ve beldelere nüzulünün keyfiyetini dahî beyan etmek üzere : ,

روا �ذك �ي � ل ن � اه ب ـ� ن �ق� ص�ر و;و�ل ہ> و� و) و!buyuruyor.[Zat-ı Ulûhiyetime yemin ederim ki, biz nâs beyninde ve beldelerde muhakkak,

yağmuru taksim ettik ki, onlar ni'metlerimizi tezekkür etsinler ve şükrünü yerine getirsinler.]

ا ) � ڪفو �ال اس� إ لن �ر ث � �ى أ �ب �ف�أ ر ٱ (٥٠و

[Biz onları şükre da'vet edince nâsın ekserisi şükürden imtina' ettiler, ancak külran-ı ni'mette musir oldular.]

ا ) ذ�ي � ن ي �ا ف�ى ڪل ق� ن �ع� �ب �ا ل ن � ش� �و�ل ر %� ر و� و< و( (٥١و� [Ve eğer biz istemiş olsaydık her karyede ahalisini korkutacak bir nebi gönderirdik ve

lâkin umum karyelere yalnız Habibim ! Seni gönderdik ki, tebliğin cümlesine şâmildir.]

ف�ر�ين� ـ� ڪ �ع� � تط و�ف�ال ٱ

[Biz bilûmum karyelere ba'sedince Habibim ! Sen kâfirlerin sözlerini dinleme ve re'ylerine itaat etme.] 2123

Page 20: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ا ) �ي �ب ا ڪ �ه� ج�ه�ا هم ب ـه� �و�ج� ر ! ر ۦ (٥٢و! [Habibim ! Sen Kur'an ile onlara büyük cihadla mücahede et 3847 ve tarik-ı hakka

da'vete çalış.] Zira; onlar Kur'an'a ta'nla senin hakkını iptale çalışıyorlar. Sen de onlara muhalefette ve bâtıllarını izalede sa'yet.

Yani; ya Ekremer Rusûl ! Zatıma yemin ederim ki, biz insanlara in'am, hâllerini ıslah ve maişetlerini tevsi' etmek ve onların tezekkür edip ni'metlerimize şükretmeleri için onların beyinlerinde ve beldeleri aralarında yağmuru gezdirir ve taksim ederek muhtelif zamanlarda muhtelif beldelere yağmur inzal ederiz. Hatta inzalin keyfiyeti de birbirine muhaliftir. Zira; bazısı şiddetli, bazısı hafif, bazısı gürültülü, diğeri gürültüsüz, bazısının taneleri büyük, bazısının küçük olarak inzal ederiz ki, bu ni'metlerin kadrini bilsinler. Hâl böyleyken nâsın ekserisi şükürden i'raz ve ancak küfran-ı ni'metlerini tezyid ederler. Çünkü; şükürden i'raz edenler rahmetin yağmasını yıldıza nisbet ettiklerinden Halik'a şükrü terk ve Halikın gayriye nisbetle küfürlerini tezyid ederler. Eğer biz dilemiş olsaydık her karyede ahalisini azapla korkutacak bir nebi ba'sederdik de senin üzerine emr-i risalette tahmil ettiğimiz şeyler hafif ve tebliğ hususunda çekmiş olduğun meşakkat ehven olurdu. Fakat basar-ı basiretine kuvvet vermekle umum karyelere seni Resûl gönderdik ve bu hususta meşakkat-ı azîme tahmil ettik ki, senin için ihzar olunan derecat-ı sabrın sebebiyle kendine lâzım kılasın. Habibim ! Umum karyelere seni nebi ba's edince küfür ve inatta tuğyan eden kâfirlere sen itaat ve onların arzularına uyma ve onlarla Kur'an ve din-i İslâm hususunda büyük cihadla mücahede et ki, sana itaat ve Kur'an'ın feraiz ve vacibatını i'tikad ve ahkâmiyle amele

rağbet etsinler. Bu âyette اه) ـ� ن و)ص�ر ) Biz yağmuru nâs beyninde tebdil ve tağyir ederiz demektir ki, anifen beyan olunduğu veçhile bazan bir beldeye ve bazan da o beldeden diğer beldeye ve bazan şiddetli, bazan da şiddetini hiffete tebdil ve tağyir ederiz demektir. Çünkü t a s r i f ; tebdil ve tağyir ma'nâsınadır. Binaenaleyh; burada tebdil ve tağyire lâzım olan taksim manâsınadır ki «Biz beldeler ve insanlar arasında rahmeti taksim ettik» demektir.

Fahri Râzi, Kazî, Taberi ve Hâzin'de beyan olunduğu veçhile (İbn-i Abbas) hazretlerinden rivayet olunduğuna nazaran «Bir 3848 senenin yağmuru diğer seneden ziyade olmaz. Binaenaleyh; her senede yağan yağmur bir nisbettedir. Lâkin Allah-u Tealâ yağmuru kulları beyninde taksim ettiğinden dilediği zaman dilediği beldeye sevk ve diğerinden men'eder» dediği ve sözüne delil olarak (İbn-i Abbas) ın bu âyeti okuduğu mervidir. Resûlullah'ın «Dünya yüzüne gece ve gündüzde yağmur yağmadık bir saat yoktur. Binaenaleyh; her saat ve her dakika semadan yağmur ve bereket yağar, lâkin Allah-u Tealâ dilediği beldeye yağdırır ve istediği kullarını mesrur eder» buyurduğu mervidir. İbn-i Mes'ud Hazretlerinin rivayetiyle Resûlullah «Her sene semadan yağmur, mikdar-ı muayyen üzere nazil olur ve bir kavim isyan ederse Allah-u Tealâ onların yağmurunu ıssız çöllere ve başka kavme ve beldelere tahvil eder» buyurmuştur. Çünkü; yağmurun yağması muhakkak olduğu gibi, insanların intifaa isti'dad ve istihkak kesbetmeleri de şarttır. Binaenaleyh; ma'siyetle istihkaklarını kaybedince kendileri için taksim olunan bereketin başka mahalle şevkiyle intifa'dan mahrumiyetleri dahi muhakkaktır. Şu halde insanlar için lâzım olan; vazife-i ubudiyette devamla emr-i İlâhîye imtisal ve lûtf-ü İlâhiyi istirham ve ni'met-i Subhâniyeye istihkak kesbetmenin çaresini düşünmektir.

Bu âyette Vâcib Tealâ Resûlüne ta'zim etmiştir. Çünkü; «İstemiş olsaydık her karyede bir Resûl ba'sederdik ve lâkin her karyede risalet vazifesini sana tevdi' ettik» demekle bilûmum nâsa Resûl olduğunu beyan etmek; şan-ı nebevilerine ta'zim ve bilcümle âlem üzerine tafdildir. Zira; bir çok kimselerin göreceği vazifeyi zat-ı Risaletpenahiye tahmil etmek elbette azamet-i şan ve celâlet-i kadrine delâlet eder. Binaenaleyh; Resûlüne cihad-ı kebirle emretmiştir. Çünkü; her karyede bir Resûl ba's olunsa her Resûl kendi karyesi ahalisiyle mücahede edecekti. Resûlullah umuma Resûl olunca umumla mücahede Resûlullah'ın uhdesine terettüp ettiğinden Resûlullah'ın rnücahedesi, mücahede-i kebiredir. Şu halde m ü c a h e d e yle murad; Risaletin vazifesini edada ve halkı din-i hakka da'vet hususunda kemâl-i gayretle sa'yetmektir. Gerçi c i h a d la muradın mukatele olmak ihtimali varsa da bu ihtimâl uzaktır. Çünkü kıtal ile emir; hicretten sonra varid olmuştur. Bu âyet ise Mekke'de nazil olmuştur. Şu kadar ki, delâil ve hüccetler 3849 irad ederek süfeha ile mücahede edip onları ilzama çalışmak kılıçla mücahede etmekten büyük olduğu için Resûlullah'ın mücahedesine mücahede-i kebire denmiştir.

2124

Page 21: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Hulâsa; âlemin her zerresinde müessir-i hakikinin Vâcib Tealâ olduğu gibi yağmurun her damlasında da müessirin Allah-u Tealâ olduğu ve başka hiç bir şeyin te'siri olmadığı ve başka şeye te'sir veren kimseye küfür lâzım geleceği bu âyetten müstefad olacak fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ vahdaniyetine delâlet eden delil-i aharı beyan etmek üzere :

ح ذ�ا م� ا و�هـ� ذ�ا ع� فر� ن� هـ� ر� � ب ج� ذ�ى م�ر� ل و�و�هو� 1� ر 0� ر و� و� و� و� ٱ ٱ ��أج�ا ر

buyuruyor.[Allah-u Tealâ şol zat-ı eceli ü a'lâdır ki, iki denizi birbirine karıştırdı. O iki denizden şu

gayet tatlıdır ve şu gayet acı ve tuzlu sudur.]

ا ) جو ا م� ا و�ح� ز� � م�ا ب � ن � �و�ج�ع�ل� ب ر و� � ر و� ? ر و� ہ5 (٥٣و�

[Ve o iki suyun arasına bir mâni halketti ki, biri ötekine asla tuğyan edemez derecede beyinlerini fasletti.] Zira; insanların gözlerinin göremeyeceği bir sır halketti ki, hiç biri diğerine galebe edemez bir halde kıldı.

Yani; ey kâfirler ! Rabbinizden nasıl gaflet eder ve halinizi ıslah için göndermiş olduğu Resûlünün da'vetinden niçin imtina' edersiniz? Halbuki o Allah-u Tealâ şol kaadir ü kayyumdur ki, iki denizi veya denize benzeyen iki büyük suyu ki, o sulardan birisi gayet tatlı, içenleri kandırır ve diğeri gayet acı ve tuzlu içilmez bir hâldedir. Bunları birbirine karıştırdı. Bununla onların arasına kudretiyle bir mâni' halketti ki, her nekadar surette karışmışlarsa da hakikatta karışmamışlardır. Zira; arada insanların 3850 göremeyecekleri mâni' vardır. Binaenaleyh; denizlerin suları hakikatta

bir birine karışmaz hatta yekdiğerine karşı istiaze etmek suretiyle (ا جو ا م �ح� ر و� � ر و� ) derler

veyahud ا) �ح� ر و� ) , ( �امست ر ) ve ا) جو �م� ر و� ) , ( �وممن عا ) demektir. Yani «ikisinin arasına gözlerin görmesinden memnu' bir perde halketti» demektir.

Fahri Râzi, Beyzâvî ve Ebussuud Efendinin beyanları veçhile i k i d e n i z d e n t a t l ı s u ile murad; Nil, Fırat ve Tuna gibi büyük nehirler ve a c ı s u ile murad; denizler olması ihtimali vardır. Çünkü, büyük nehirleri denizlere isal eder karıştırır ve lâkin zahirde karışırlarsa da, bâtında onların birbirine karışıp birinin eczasının o birini mahvetmesine mâni' vardır. Zira; her birinin zerreleri ayrı ayrı mevcudiyetlerini muhafaza eder ki, birinin eczası diğerine kalbolmaz.

İşte bu âyet Halikın fail-i muhtar olduğuna delâlet eder. Çünkü; tatlılık ve acılık arzın veya suyun tabiatı icabı olsa her suyun her yerde tatlı veya acı olması lâzım gelirdi. Zira tabiat; her yerde müsavi olduğundan onun iktizasının da müsavi olması zaruridir. Halbuki bazı yerde tatlı, bazı yerde acı olması Halikının fail-i muhtar olup istediğini tatlı ve istediğini acı olarak ihtiyar ettiğine delâlet eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ vahdaniyetine delil-i aharı beyan etmek üzere :

�ه ف�ج�ع�ل ا �ش� ب م�اء� م�ن� خ�ل�ق� ذ�ى ل �و�هو� ر و� ٱ ا ٱ �س� ن 0 ر ۥ �و�ص� �ا‌ ر و@

buyuruyor.

2125

Page 22: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Allah-u Tealâ, şol zat-ı eceli ü a'lâdır ki, nutfe gibi hakir bir sudan beşeri halketti de, o beşeri iki kısım kıldı: Biri erkek diğeri kadındır.]

[Halbuki Habibim ! Rabbin Tealâ her şeye kaadirdir.] Zira; bir nutfeden iki nevi' insanı halketmeye kaadir olan her şeye kaadir olur. 3851

Yani; Allah-u Tealâ nutfe gibi hakîr bir sudan sertlik ve yumuşaklıkta a'zalarının her biri yekdiğerinden ayrı ve tab'an eczaları muhteirf^nsanı halketti ki, a'zasından yalnız bir uzvunda olan imtizacını ve eczaların yekdiğerine olan irtibatını hail ve keşfetmekten bilcümle hükema âciz ve hayrettedirler. Ve insanı; iki kısım kıldı:

B i r i n c i s i ; Evlâd-ı zükûrdur ki, insanın kendine nisbet olunduğundan o kısma nesep denilmiştir.

İ k i n c i s i ; Nisvan cihetinden hâsıl olan karabet ve nev'i insanın bekâsını te'min için zevçle zevce beyninde hâsıl olan ülfeti muhafaza ettiğinden kadına s ı h r denilmiştir. Halbuki insanın her iki kısmını ayni nutfeden halketmek fail-i muhtarın vücuduna delâlet eder. Çünkü; tabiatin iktizasiyle olsa hepsi ya erkek veya kadın olurdu. Kezalik şekillerinin de bir siyak üzere olması lâzım gelirdi. Zira; nutfenin tabiati neyse her yerde iktizasının bir olması zaruridir. Vâcib Tealâ bir maddeden muhtelif a'za sahibi beşeri halka ve o beşeri birbirine muhalif iki kılmaya ve belki ba'zı zamanda bir nutfeden ve bir batından, biri erkek diğeri dişi ikisini birden halka kaadirdir.

(� Kayın (صهرا pedere denirse de burada kadın vasıtasiyle hâsıl olan karabet manâsınadır. Şu halde âyette n e s e p le murad; Erkek ve s ı h r la murad; Kadın ve onun vesilesiyle hâsıl olan karabet ve münasebettir. Binaenaleyh; «Allah-u Tealâ beşeri nesep ve sıhr kıldı» demek «erkek, kadın, zevç ve zevce kıldı» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ vahdaniyetine delâlet eden bazı delâili zikirden sonra putlara ibadetle şirkedenlerin mezheplerini ibtâl etmek üzere :

ه �ضر � ي �نف�عه و�ال � ي لله� م�ا ال بدون� م�ن دون� � �و�ي ‌ و و ٱ و�buyuruyor.[Müşrikler Allah'ın gayri menfeat ve mazarrat vermeyen putlara ibadet ederler.] 3852

ا ) ه� ظ�ه�ي ب �ى ر� �اف�ر ع�ل ك �ان� �و�ك ر ۦ و� (٥٥ٱ [Ve kâfir, Rabbisinin aleyhine şeytana zahir ve muin oldu.]

ا ) �ذ�ي ا و�ن �ش � مب �ال ك� إ ـ� ن س� � �و�م�ا أ ر � ر و� (٥٦و� [Ya Ekremer Rusûl ! Biz seni göndermedik, ancak müminleri tebşir ve kâfirleri inzar

edici gönderdik.]

Yani; Allah-u Tealâ'nın ulüvv-ü şanı ve kemâl-i kudretiyle menfaat ve mazarratı halka kaadirken Allah'a ibadeti terkle Allah'ın gayri bir takım putlara ibadet ederler ki, o putlara ibadet ettikleri surette onlara menfeat ve ibadeti terkettikleri surette mazarrat edemezler. Çünkü; âcizlerdir. Halbuki ma'budun, ulûhiyetin levazımından olan kudret-i tamme sahibi olması lâzımdır ve kâfir Rabbisi aleyhine şeytana muin olur. Zira Rabbisine ma'siyet; şeytana muavenettir ve Habibim ! Bizim seni irsalimiz olmadı, ancak iman edenleri Cennetle tebşir ve kâfirleri Cehennemle korkutmak için oldu. Zira; kâfirler delâile nazar edip hakkı aramadıklarından Cehenneme

müstehaklardır. ( اظهر ر ) arka yani muin manâsınadır. Binaenaleyh; Allah'a isyanla şeytana

2126

Page 23: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

muavenet ettiğinden Rabbisi aleyhine zahir denmiştir. «Rabbisi aleyhine» demek «Rabbisinin dini aleyhine» demektir. Çünkü; kâfirler din-i İlâhî aleyhine birbirine muavenet ederler ve din-i İlâhînin iptaline çalışmaktan hiç bir zaman hâlî kalmazlar.

Beyzâvî ve Hâzin'in beyanları veçhile bu âyette ( اظهر ر ) , (� manâsına olması (ذليالdahî muhtemeldir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Rabbisinin gayri putlara ibadet eden kâfir Rabbisi üzerine zelil ve hakir oldu. Zira; iltifat-ı İlâhiyeden sakıt ve nazar-ı İlâhîden metruk.] demektir.

Hulâsa; kâfirlerin Allah'ın gayri bir takım âciz mahlûklara, menfeat ve mazarrat şanından olmayan hakir şeylere ibadet ettikleri ve Rabbisinin gayriye ibadetle şeytana arka ve muin oldukları ve Resûlullah'ı göndermekten maksadın; iman edenleri tebşir ve 3853 küfredenleri inzar etmek olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin şirk üzere devam ettiklerini beyandan sonra Resûlullah'ın onlara karşı sözlerini beyan etmek üzere :

ه� ب �ى ر� �ل ــذ� إ خ� �ت �ن ي اء� أ � م�ن ش� �ال ر إ � ه� م� أ � ع�ل لڪ ـ � ۦق م�ا أ و� و� و� و و� و� �ياـل ) ب اس� (٥٧رbuyuruyor.[Ey Resûl-ü Zişan ! Sen müşriklere de ki: «Ben ahkâmı tebliğ ve tarik-ı hakkı size

beyanım üzerine hiç bir ücret istemem, illâ şol kimse ki, malını Rabbisinin rızasına sarfla Rabbisine bir yol tutmak isterse onu hayrata malını sarf etmekten men'etmem» demekle ahkâmı tebliğde kendilerinden ücret istemediğini tefhim et.]

�موت � ي ذ�ى ال ل ح�ى ع�ل�ى �و�ڪ ٱو�ت و� ٱ و�[Ve sen ölmek şanından olmayan Hayy ve Bakî üzerine i'timad et, kâfirlerin ahvaline

mübalât etme.]

د�ه� �ح� ب ب �و�س� ۦ‌ و و� [Rabbin Tealâ'nın senasına mülâbis olduğun halde teşbihle cemi' nekaisten tenzih et.]

ا ) �ير� ب �اد�ه� خ� ب �ذنوب� ع� �ه� ب �ف�ى ب ۦو�ڪ (٥٨ۦ [Allah-u Tealâ kullarının günahlarına haberdar olmak cihetinden kâfi oldu.]

Yani; ya Ekremer Rusûl ! Sen kâfirlere de ki, «Ey kâfirler ! Benim sizi din-i hakka da'vetim üzerine sizden ücret istemem. Ancak malını fisebilillâh infak edip hayrata sarfetmek isteyen kimseyi de men'etmem. Zira iman ve ibadetle ve malını hayrata sarfla 3854 llah'a tekarrüb için Rabbisine bir doğru yol tutmak isteyen kimse men'olunmaz ve sizi hak yoluna sevkettiğim için bana da sevap vardır. Binaenaleyh; teklifimi kabul ve da'vetime icabet edin» demekle ellerinde olan mallarına dünyevî bir tama'la olmadığını beyan et ki, bu cihetten kalpleri müsterih olsun ve asla ölüme mahkûm olmayan, Hayy ve Bakî olan Allah-u Tealâ'ya her işini tefvizle i'timad et ve ölmek şanından olan kimselere i'timat etme. Zira; ölecek kimseye i'timad edenlerin âkibet elleri boşa çıkar ve aldanır. Çünkü; i'timad ettiği kimse vefat edince ümidlerinin zayi' ve emeklerinin heba olacağı şüphesizdir. Sen Rabbini sena eder olduğun halde cemi'i nekaisten tenzih ve sıfât-ı kemaliyeyle tavsif et ki, sana vermiş olduğu ni'metlerin şükrünü eda etmiş olasın. Çünkü; Rabbin

2127

Page 24: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Tealâ gizli ve aşikâr kullarının günahlarına muttali' olmak cihetinden kâfidir. Binaenaleyh; kâfirlerin serlerini defetmek hususunda başka muine hacet yoktur.

Hulâsa; Resûlullah'ın şeriatını ümmetine tebliğde ücret-i maddiye talebinde bulunmadığı ve Rabbisine doğru yol tutmak ve rızasına vasıl olmak için malını sarfeden kimse sarfe me'zun olup müdahale caiz olmadığı ve cümle umurda Hayy ve Bakî olan Allah-u Tealâ'ya itimat lâzım ve Allah-u Tealâ'yı sıfât-ı kemaliyeyle sena ve nekaisten tenzih etmek vâcib ve Allah-u Tealâ'nın kullarının cümle günahlarından haberdar olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Zatına itimatla emrettikten sonra itimada şayan olduğunu beyan etmek üzere :

ة� ت �هم�ا ف�ى س� ن � �ض� و�م�ا ب ال ت� و� م�ـو� لس ذ�ى خ�ل�ق� و�ل و� ٱ ٲ ٱ ٱا �ي أ� ر

buyuruyor.[İtimat lâzım olan Allah-u Tealâ şol Zat ki, gökleri, yeri ve bunların arasında olan

mevcudatı altı gün mikdarı bir zamanda halketti.] 3855

م�ـن لر ع� �و�ى ع�ل�ى ت و�ثم ٱ ن�‌� و� و� ٱ و� ٱ [Semevâtı ve arzı halkettikden sonra Rahman Tealâ arş-ı a'zam üzerine istilâ ve kahr ti

galebe etti.]

ا ) �ي ب �ه� خ� ب ـ �ف� ر ۦ و� (٥٩و� [Hâl böyle olunca Rahman Tealâ'nın evsafını bilen bir kimseden suâl et.]

Beyzâvî'nin beyanı veçhile ا) �ي ب �خ� ر ) ile murad; Vâcib Tealâdır. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Rahman Tealâ'nın hâlini Allah-u Tealâ'dan suâl et tafsilâtını Zatından haber al.]

demektir.Yahud ا) �ي ب �خ� ر ) ile murad; Cibril'dir. Buna nazaran manâ-yı nazım : [Allah-u Tealâ âlem-i mükevvenatı halkeden Kaadir ü Kayyum olup arş-i â'zam, kudreti altında mağlûp ve makhur

olunca Rahman Tealâ'nın evsafını Cibril'den suâl et.] demektir. Yahud (ا �ي ب �خ� ر ) ile murad; ehl-i kitaptan bir âlimdir. Çünkü; müşrikler Rahman ismini (Müseylemetülkezzab) a ıtlak ettiklerinden Vâcib Tealâ'ya ıtlakını tecviz etmezlerdi. Bu gibi şeylerde müşriklerin ehl-i kitaba itimatları olduğundan Cenab-ı Hak ehl-i kitaptan bir âlime Rahman isminin esma-yı hüsna'dan olup olmadığını suâl etmesini habibine emretti ki «Ehl-i kitabın verdiği haberi müşrikler dinlesin ve seni tasdik etsinler» demektir, yoksa Resûlullah bilmediğinden ehl-i kitaba soracak manâsına değildir. Şu halde Rahman isminin Allah'ın gayriye ıtlakı caiz olmadığını bildirmek için suâl etmesini emretmiştir. Çünkü; Resûlullah söylese de dinlemediklerinden bir ehl-i kitap âliminin Resûlullah'i tasdik etmesini duyunca onların tasdik etmeleri ihtimâline binaen suâl ile emrolunmuştur. Bu âyette

( �و�ى و�ت kahr ü galebe manâsınadır. İstivanın Cenab-ı Hakka isnadında te'vil lâzım olduğuna ; (ٱdair tafsil selbettiğinden iadesine lüzum görülmemiştir.

Semevat ve arzın icadından evvel eyyam mevcud olmadığından burada altı günle murad; altı günün miktarıdır. Bir anda bu âlemi halketmeye kaadirken altı gün mikdarı bir müddette 3856 halketmesi kullarına teenniyi ta'lim etmektir. Fahri Râzi'nin beyanına nazaran âlemin icadının hitamı Cuma gününe tesadüf ettiğinden Cum'a günü müslümanlara bayram kılınmıştır. Nasıl ki icada başlanılan müddetin pazardan itibar olunduğu cihetle pazar günü Nasara'ya bayram olmuştur. «Yani halkolunan miktarın bidayesi hafta iptidasından ve hitamı hafta başına tesadüf

2128

Page 25: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ettiğinden günler halkolunup şu görülen intizam üzere cereyana başlayınca hitamın zamanı cum'aya tesadüf etti» demektir. Bu hususa dair tafsilât bazı ehadis-i nebeviyeyle de te'yid olunmuştur.

م�ـن لر م�ـن� ق�الوا و�م�ا �لر جدوا ل �هم �ذ�ا ق�يل� ل و�و�إ ٱ و� و� ٱ[Taraf-ı Risaletten müşriklere «Rahman Tealâ'ya secde edin» denildiğinde müşrikler

«Rahman nedir ve kimdir? Biz bilmiyoruz» dediler.]

ا ) اد�ه نفو �ا و�ز� مرن � �م�ا ت جد ل � �ن �أ ر و *ا و (٦٠و� [Müşrkiler sözlerine şunu da ilâve ettiler ve «Ya Muhammed (S.A.) senin bize secde

etmekle emrettiğin şeye biz secde eder miyiz ve secde edelim mi?» demekle secdeden imtina' ettiler ve Resûlullah'ın «Secde edin» sözü onların nefretlerini ziyade etti ve îmandan uzaklaştırdı.]

Yani Resûlullah tarafından müşriklere «menfeat ve mazarrat vermeyen bir takım âciz mahlûkata ibadet etmeyin, belki Rahman Tealâ'ya secdeyle ibadet edin» denildiğinde onlar «Rahman dediğin kimdir? Biz bilmeyiz. Bilmediğimiz halde senin emrettiğin şeye secde edelim mi?» dediler ve Resûlullah'ın onlara secde emri nefretlerini ziyade etti. Binaenaleyh; nasihat-ı Resûlullah onlara te'sir etmedi, belki aksi te'sir hâsıl etti. Halbuki emre imtisal; vazife-i ubudiyettendi.

Fahri Râzi'nin beyanına nazaran bu âyet nazil olunca Resûlullah (S.A.) Efendimizle beraber (Ebu Bekir), (Ömer), (Osman), (Ali), (Osman b. Maz'un) ve (Amr b. Anbase) (R.A.) Efendilerimiz de secde etmişler ve müşrikler de bir tarafa çekilip istihza 3857 ederek bırakıp gitmişlerdir. Bu âyet okunduğunda okuyana ve işitenlere secdenin sünnet olduğu Tefsir-i Hâzin'in cümle-i beyanatındandır.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin secdeden nefretlerini beyandan sonra Zat-ı Ulûhiyetinin secdeye lâyık olduğunu beyan etmek üzere :

ا ا و�ق�م� ر� ا س� ا و�ج�ع�ل� ف�ي م�اء� برو لس ذ�ى ج�ع�ل� ف�ى ل ك� �ار� �ب �ت ر � ر ٲ ن5 � ر ٱ ٱ ا ) �ي �من (٦١رbuyuruyor.[ Allah-u Tealâ ibadetinden nefret etmekten çok âli ve emrinden uzaklaşmaktan çok

yüce oldu. Çünkü; Allah-u Tealâ şol Eceli ü A'lâdır ki, umum mahlûkatın üzerine hayrat ve berekâtı çok olmakla beraber gökte yıldızların iskânları için burçlar halketti ve o burçların her birinde nice umur-u garibeler icad eyledi ve semada ziya veren güneşi ve nûr veren kameri halketti. Bu kadar cesim ve nafi' mahlûkatı halka kaadir olan Allah-u Tealâ elbette kullarının secdesine ehil ve müstehaktır.]

� ر� أ ـذڪ ـ� �ن ي اد� أ �ر� م� أ ف� ل ــار� خ� ه� لن ل� و� ل ــل� ذ�ى ج�ع� ل ــو� و�و�ه و� % ر و� ٱ و� ٱ ٱ ا ) اد� شڪو �ر� �أ (٦٢ر

[O Allah-u Tealâ şol Zat-ı Kaadirdir ki geceyi ve gündüzü birbirine bedel ve halife kıldı, biri giderse yerine diğeri gelir.] Binaenaleyh; bir kimsenin ehadühüma'da fevtettiği ameli diğerinde kaza etmesi mümkündür. Şu halde biri diğerine bedeldir ve Cenab-ı Hak bu âlem-i mükevvenatı şu intizam üzere halketti ki, tezekkür ve teemmül etmek veya şükreylemek murad

2129

Page 26: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

eden kimse düşünsün gece ve gündüzle sel gibi akıp gelen ni'metlere şükretsin, zamanım boş boşuna geçirmesin ve bu vesileyle ebedi saadete nail olsun. Şu halde geceyi ve gündüzü şu minval üzere halketmekten maksad-ı aslî; insanların mütteiz olup düşünmeleri ve nail oldukları ni'metlere şükretmeleri olduğuna bu âyet delâlet eder. 3858

ا) �برو ر ) Esas manâsına nazaran yüksek saraylar ve köşklerse de burada semada bulunan bir takım makamlardır ki yıldızların bulundukları mahalleridir. Çünkü; semada büyük yıldız yedidir. Medarik'te beyan olunduğu veçhile şemsin ve kamerin birer makamı ve diğer beşinin ikişer makamları vardır. Şu halde yedi yıldızın oniki burcu vardır ve burçlar da şunlardır «(Hamel), (Sevr), (Cevza), (Seretan), (Esed), (Sünbüle), (Mîzan), (Akrep), (Kavs), (Cedi), (Deliv), (Hut) dur. Yıldızlara gelince (Şems), (Kamer), (Merih), (Zühre), (Utârid), (Müşteri) ve (Zuhal) dir. Bunlardan (Seretan) Kamerin, (Esed) Şemsin makamı olduğu gibi (Hamel) ile (Akreb) Merihin ve (Sevr) le (Mîzan) Zührenin ve (Cevza) ile (Sünbüle) Utâridin, (Kavs) ile (Hut) Müşterinin, (Cedi) ile (Deliv) Zühalin makamıdır.

H i l f e ; Bir şeyin diğerinin yerine gelmesidir. Binaenaleyh; gece ve gündüzden her biri gidip diğeri onun yerine geldiğinden hilfe denmiştir ki birbirinin halefi demektir. Hazret-i Ömer (R.A.)a birisi gelip «Ya Ömer ! Bu gece yatsı namazı beni fevtetti» dediğinde Hazret-i Ömer «Gece geçirdiğin namazı gündüz ikmâl ve kaza et. Zira; Allah-u Tealâ geceyle'gündüzü yekdiğerine halef kıldı» buyurmuştur. İbn-i Abbas Hazretleri de bu âyetin manâsında «Bir kimse gece ve gündüzden'birinde feraiz veya vacibat veyahud mu'tad olan evrad ve ezkârından birini geçirirse diğerinde kaza eder. Zira; birisi diğerinin halefidir» buyurduğu mervidir. Velhasıl bu âlemi şu intizam üzere halkedip gece ve gündüzden her birini diğerine halife kılmakla kullarının rahat, maişet ve ibadetlerini teshil eden Hallâkm o kulların secde ve sair ibadetlerine ehil olduğuna bu âyet delâlet eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ geceyle gündüzü şu intizam üzere halketmekten maksad-ı aslî kulların hak ve hakikat hususunda teemmül edip nail oldukları ni'metlere şükretmek olduğunu beyandan sonra şükreden kulların evsafını beyan etmek üzere :

ا �ض� ه� ال شون� ع�ل�ى � ذ�ين� ي ل م�ـن� لر �اد ب �و�ع� ر و� و� ٱ و ٱ و� ٱbuyuruyor.[Rahman Tealâ'nın hâlis kulları şol kimseler ki onlar arz üzerinde sükûnet, vekar ve

kemâl-i tevazu' üzere yürürler. Sokakta gezerken asla kibretmezler, gayet mülayim gezerler. Hatta hiç kimseyle münazaa etmezler.]

ـه�لون� ق�الوا ج� �هم �ذ�ا خ�اط�ب و�و�إ �س�ٱ ــا ال مـ� (٦٣)ر8888888888888 [Ve onlara bir takım cahiller sevmedikleri sözlerle hitap ettiklerinde onlar o cühelaya

selâmetle duâ ile mukabele eder ve «size selâm olsun» derler.] Ve onların fena sözlerinden müteessir olup fenalıkla mukabele etmezler ve intikam almak caizse de intikama da meyletmezler. Çünkü; tıynetlerinin temizliği icabı hilimle muamele eder ve gazaplarını hazımla kaza-yı İlâhînin cereyanına rıza ve teslimiyetle iktifa ederler. Binaenaleyh; gündüzle bunların kendi halleri ve ebna-yı cinsleriyle muameleleri bu minval üzeredir.

ا ) ـ� ا و�ق�ي ه� سج ب �ر� �يتون� ل �ب ذ�ين� ي ل و� ر ! ر و (٦٤ٱ [Allah'ın hâlis kulları şol kimseler ki onlar geceyle beytutet ettiklerinde Rablerine secde

ve huzur-u İlâhîde kıyamla vakit geçirirler. Zira; bunlar Rablerine gece ve gündüzde riyasız ibadetle kaimdirler.]

2130

Page 27: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Beyzâvî, Nisâbûrî ve Medarik'te beyan olunduğu veçhile ibâdın rahmine izafeti tahsis ve ehl-i îmana ta'zim ve şereflerine işaret içindir. Çünkü; kâfir, mü'min, muti' ve âsi herkes Allah'ın kulları oldukları halde mü'minleri seçmek mücerred onların şanlarına ta'zim içindir.

Vâcib Tealâ secdeden nefret eden müşriklerin hâllerini beyandan sonra secdeye muhabbet eden ehl-i îmanın bu sûre'de dokuz sıfatlarını beyan etti:

B i r i n c i s i ; Gündüzleri tevazu'la yürümek, bir kimseye eza etmemek, herkesle hoş geçinip münazaa etmemek ve malâyani ile iştigalle vekar ve haysiyetine halel getirmemektir.

İ k i n c i s i ; Kendilerine fena sözlerle hitab eden cahillerin ezalarına tahammül edip selâmetle duâ ve mülâyemetle mukabele etmektir.3860

Ü ç ü n c ü s ü ; Geceyle rıza-yı İlâhîyi tahsil için namaz kılmak ve secde etmektir. Diğer

sıfatları bundan sonraki âyetlerde beyan olunmuştur. Şu manâ ( م�ـن� لر �اد ب و�ع� ٱ ) mübteda (ينالذ ) haber olduğuna nazarandır. Amma ekser müfessirinin beyanları veçhile

( م�ـن� لر �اد ب و�ع� ٱ ) mübteda ( ينالذ ) sıfat ve haberi; sûrenin ahirinde ( �اول كئ الغرفة ي جزون ) cümlesi olduğuna nazaran manâ-yı âyet şöyledir : [Allah'ın şu sıfatlarla

müttasıf olan kulları Cennet-i a'lâda büyük saraylarla cezalanırlar.] demektir.Medarik'te ve Nisâbûrî'de beyan olunduğu veçhile bazı ulema bu âyetle istidlal ederek

çarşıda ata binmenin caiz fakat kerahet olduğunu beyan etmişlerdir. Çünkü; ata binmek mülâyemetle yürümeye mübayindir. Hâlis kulların cühelaya mukabele ettikleri s e l â m la murad; cahillerin şerlerinden selâmet taleb etmek ve onların fena muamelelerinden iğmaz-ı aynedip arkasına düşmemektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ hâlis kullarının d ö r d ü n c ü sıfatlarını beyan etmek üzere :

ــان� � �ه�ا ك �ن ع�ــذ�اب إ ا ع�ذ�اب� ج�ه�ن ر� ع�ن �ا ن ب �قولون� ر� ذ�ين� ي ل �و� ‌ ن و) و� ٱ ٱ ام�ا ) (٦٥غ�ر�

ا ) ا و�مق�ا �ق� ت اء� م ه�ا س� �ن إ ر �� ر و� (٦٦و1

buyuruyor.[Rahman Tealâ'nın hâlis kulları şol kimseler ki onlar Rablerine münacatlarında, gece ve

gündüz halvetlerinde, namazları ve teheccüdleri akabinde «Ey bizim Rabbimiz ! Âsiler için hazırlanan azab-ı Cehennemi bizden tebdil ve tağyir et ve bizim üzerimizden onu kaldır. Zira; azab-ı Cehennem helak olup âsilere lâzım ve daim olduğundan ebedi bir zarardır. Çünkü; Cehennem karargâhın kötüsü ve ikamet olunacak mahallin en ziyade çirkinidir» demekle Cehennemden istiaze ederler.]

Hâlis kullar leyi ü nehar ihlâs üzere a'mâl-i salihaya sa'y ü 3861 gayretleri ve Rablerine teveccüh-ü tamlarıyla beraber Rablerinin gazap ve intikamından korkarlar. Zira; amellerine asla itimad etmezler. Binaenaleyh; ancak lûtf-u İlâhiden istimdad eder ve derler ki «Yarabbi ! Bizden azab-ı Cehennemi kaldır. Zira azab-ı Cehennem; ehl-i Cehennemden ayrılmaz bir şer ve tükenmez bir helaktir. Çünkü Cehennem; mekarr u mekam yönünden gayet kötüdür» demekle Cehennemin şerrinden Rablerine iltica ederler.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile- Cehennemin âsilere mazarrat-ı mahza olduğuna işaret için azabı- Cehenneme Garam denilmiştir. Çünkü garam; menfeat rayihası olmayan bir mazarrattır. Bu. âyette müstekar ehl-i imana ve mekam kâfirlere masruftur. Zira; Ehl-i iman Cehenneme girerlerse de imanlarının mükâfatını görmek için Cehennemden halâs ve Cennete gideceklerine binaen onlar haklarında müstekar; kâfirler ebedi kalacaklarına binaen onlar haklarında mekam denilmiştir.

2131

Page 28: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

&&&&&

Vâcib Tealâ halis kullarının evsaf-ı memduhalarından beşincisini beyan etmek üzere :

تروا � � ي ر�فوا و�ل � ي �نف�قوا ل �ذ�ا أ ذ�ين� إ ل و-و� و و� و ٱbuyuruyor.[Allah'ın halis kulları şol kimseler ki, onlar fukaraya infak ettiklerinde infakta haddini

tecavüz ederek israf etmezler ve lüzumundan noksan vermekle tazyik de etmezler.]

ا ) �ك� ق�و�ا ل ن� ذ� � �ان� ب و�ڪ ر ٲ (٦٧و�

[Ve infakta ifratla tefrit arasında adalet üzere olurlar.]

Yani Rahman Tealâ'nın halis kulları şol kimseler ki, onlar muhtaç olanlara ve nafakası vâcib olan evlâd ü iyallerine infak ettiklerinde şer'an ve aklen mezmum olan israf derecesine varmaz ve haddini tevacüz etmezler ve hadd-i lâyıkından noksan da vermezler, 3862 mezmum olan ifratla tefrit arasında bir hadd-i vusta ihtiyar ve adalet üzere infaka dikkat ederler.

Hâzin'in beyanına nazaran bu âyet ashab-ı Resûlullah'ın sıfatlarını beyan hakkında nazil olmuştur. Çünkü; onlar telezzüz ve tena'um için yemezler, belki açlığı defi' ve ibadete kuvvet gelsin için yerler ve elbiselerini hüsn ü ctmâl için giymezler, belki setr-i avret için giyerlerdi. Hazret-i Ömer'in «İnsana nefsinin her istediğini alıp yemek israf yönünden kâfidir» buyurduğu da bu manâyı te'yid eder.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette i s r a f ; ma'siy ete sarfetmek ve t a k t i r ; vâcib olan zekât ve fitre gibi hakkullahı ve nafakası lâzım olanların nafakalarını men'etmektir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Allah'ın halis kulları şol kimselerdir ki, onlar mallarını ma'siyete .sarfetmezler ve sarfı vâcib olan mahallerden mallarını esirgemezler.] demektir.

T a k t i r ; Bir şeyi lüzumundan eksik yapmak ve iyalinden lâzım olan nafakayı noksan

etmekle onlar üzerine güçlük ihdas etmektir. ( واماق ) adalet manâsınadır. A d a l e t ; iki tarafı müstakim ve müsavi olduğundan adalete kavam denilmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ halis kulların altıncı sıfatlarını beyan etmek üzere :

ت�ى ل س� لن ــون� تل � � ي ه�ا ء�اخ�ــر� و�ال ــ ـ� �ل للــه� إ عون� م�ع� � � ي ذ�ين� ال ل ٱو� و) ٱ و- ٱ و! ٱ نو � � ي ح�ق و�ال � � ب �ال لله� إ م� �ح�ر ن�‌ Aو و� ٱ ٱ

buyuruyor.[Rahman Tealâ'nın halis kulları şol kimseler ki, onlar Allah'la beraber başka bir

ma'buda ibadet etmezler, umur ve hususlarında Allah'ın gayrı bir ma'budu çağırmazlar ve hasail-i hamidelerinden birisi de Allah'ın haram kıldığı bir nefsi katletmezler, illâ had ve kısas gibi bir hakkın teallükuyla katlederler.] Çünkü nüfus-u 3863 beşeriyeden her nefis; Allah'ın vahdaniyetini ikrara mahal olduğundan bünye-i insaniyeyi yıkmanın Allah'ın ta'mirini emrettiği şeyi tahrip olduğu cihetle hiç bir veçhile caiz olamaz. Ancak kısas veyahud harbî olmak suretiyle katline izn-i şer'î lâhik olmakla katlolunur. [Ve halis kullar zina da etmezler.] Çünkü zina; muhafazası matlûp olan nesebi zayi' ettiğinden haram olan şeylerin en kötüsüdür. Zira zina; insanların nutfesinin yekdiğerine karışmakla nesebi şüpheden vikaye için Allah'ın vaz' etmiş olduğu kanunun haricinde bir muamele olduğundan ma'siyetlerin en çirkinidir.

2132

Page 29: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ا ) �ا �ث ق� أ � ــك� ي � ل ع� ذ� � و�م�ن ي ر و� ٲ و� م�(٦٨و) � ــذ�اب ي ع� ـه ـ� ع� ل ــ و� يض�ـ و� ٱ و) �ا ) ف�يه� مه�ان ل � م�ة� و�ي ـ� ۦق�ي و! و? و� (٦٩ٱ[Ve eğer bir kimse şu fena ef'âlden birini işlerse işlediği tiilin günahına mülâki olur ve

yevm-i kıyamette onun için azap iki kat olur, hakir ve zelil olduğu halde muhalled olarak azapta kalır.]

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette Vâcib Tealâ halis kulların usul-ü i'tikada riayetlerini Allah'la beraber ilâh-ı âhara ibadet etmediklerini beyanla işaretten sonra kötülüklerin anası olan katil ve zinayı da onlardan nefyetmiştir ki, imanın kemâli bu iki ile olduğuna ve mev'ud olan ecr ü mesubata nail olmak imanı muhafazayla beraber menhiyatı terke muhtaç olduğuna işaret etmiştir. Çünkü; bir kimse beyan olunan menhiyatı irtikâpla beraber ibadet etmekle Rahman Tealâ'nın abd-i halisi olamaz. Binaenaleyh; mü'min-i kâmil olmak için her iki ciheti cem' etmek lâzım olduğu bu âyette sarahaten beyan olunmuştur. Bu âyetlerde beyan olunan ahlâk-ı hamidenin zıddını irtikâp eden kâfirlere ta'riz vardır. Nüfus-u insaniyenin katil suretiyle ifnası ebeden haram'olup ancak katlini mucip esbaptan birisiyle katlin mubah olduğuna işaret için hakka mukarin olarak vuku' bulan katlin müstesna olduğu beyan olunmuştur.

ا) �ا �ث ق� أ � ي ر و� ) E s a m ; Günahın cezası, yahud nefs-i günah veyahud Cehennemde' bir derenin ismidir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Şu beyan olunan katil ve zina gibi günahlardan birini işleyen kimse o günahın cezası olan ukubete ve Cehennemde 3864 bu günahı işleyenlere mahsus Esam ismindeki dereye mülâki olur.] demektir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile âyetin sebeb-i nüzulü; İbn-i Mesud hazretlerinin Resûlullah'tan hangi günahın büyük olduğunu suâl etmesidir. Çünkü İbn-i Mes'ud Resûlullah'a «Hangi günah büyüktür? Ya Resûlallah !» deyince Resûlullah «Şirketmektir» buyurmuştur. «Bundan sonra hangisi büyüktür?» deyince «Rızık korkusuna binaen evlâdını öldürmektir» buyurdu. «Bundan sonra hanhigi büyüktür?» sualine cevap olarak Resûlullah «Komşunun haremine zina etmektir» buyurması üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir. Binaenaleyh; âyet-i celile Resûlullah'ın kelâmını tasdik etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ şu günahları işleyenlerin hallerini beyandan sonra tevbe edenlerin hallerini beyan etmek üzere :

للــه� ـدل ـ� �ك� يب ٮ ـ� ا ف�أول � �اب� و�ء�ام�ن� و�ع�م�ل� ع�م�اـل ص�ـل � م�ن ت �ال ٱإ � ر ا ر ا ) ح�ي ا ر لله� غ�فو �ان� و�ك ـ� ن �ه� ح�س� ات ـ ي س� ر � ر ٱ � ‌1� ر (٧٠وbuyuruyor.[Şu günahları işleyen kimse azaba müstehak olur. İllâ günahdan tevbe ve iman eden ve

amel-i salih işleyen kimselerin seyyiatını Allah-u Tealâ hasenata tebdil eder. Zira; Allah-u Tealâ tevbe edenleri mağfiret ve amel-i salih işleyenlere merhamet eder.]

Yani; şirk, katil ve zina gibi cinayeti irtikâp edenler hakir olarak muazzeb olurlar, illâ şol kimseler ki, işlediği günahlara nedamet eder, Allah'ın gazabından korkar ve irtikâp ettiği günahların affını Rabbisinden istirham ve şirkten vaz geçerek Allah'ın vahdaniyetine iman ve kalbinde olan imanını amel-i salih işlemekle tahkik ve tesbit etti. İşte şu evsafı haiz olan kimselerin günahlarını Allah-u Tealâ sevaba tebdil eder. Zira; Allah-u Tealâ tevbe edenlerin tevbelerini kabul ile mağfiret eder ve amellerine sevab vermekle merhamet buyurur. 3865

Derecat-ı Cennete nail olmak için iman kâfi olmayıp amel-i salih lâzım olduğuna işaret için imandan sonra amel-i salih zikrolunmuştur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile seyyiatın hasenata tebdilinde dört cihetle tevcih vardır:B i r i n c i s i ; Dünyada hâl-i küfürde işledikleri günahları Cenab-ı Hak hâl-i İslâm'da a'mâl-i

salihaya tebdil eder. Meselâ şirki tevbesiyle imana ve mü'mini katli hâl-i İslâmda müşrikleri katle ve

2133

Page 30: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

zinayı iffete tebdil eder. Buna nazaran Vâcib Tealâ tâib ve müstağfir olan kimseyi şu a'mâl-i salihaya muvaffak kılacağını bu âyetle vaad ediyor demektir. Binaenaleyh bu âyet-i celile; kötü amellerin yerine iyi ameller geleceğini beyan etmiştir.

İ k i n c i s i ; Tevbe sebebiyle günahları tamamen mahvolduğu gibi tevbe ibadet olduğu cihetle sevap yazılır.

Ü ç ü n c ü s ü ; Seyyiat gider yerine sevap gelir.D ö r d ü n c ü s ü ; Tevbe sebebiyle ukubat gider yerine derecat gelir, demektir.

ه �ن ا ف�إ � �اب� و�ع�م�ل� ص�ـل �و�م�ن ت ا ) ر �ا لله� م�ت �ل�ى �توب إ 0 ي ر ٱ (٧١ۥ [Ve eğer bir kimse tevbe eder ve amel-i salih işlerse o kimse Allah'a rücu' eder ve

tevbesi indellah makbul olduğundan tevbesi azabı giderir sevap getirir.] Bu âyette şart tevbe ve ceza da tevbedir. Binaenaleyh; «şartla ceza ikisi bir şey olduğundan hüküm sahih olmaz» yollu i'tiraz varid olmaz. Zira ş a r t ; ma'siyetten rücu' manâsına tevbe olup c e z a da Allah'ın dergâhına kusurunun affını istirhamla rücu' manâsına olduğundan şartla cezanın manâları ayrı ayrı olduğu cihetle suâl varid değildir. Bundan evvelki âyette tevbe; şirkten ve sair günahlardan rücu' manâsına olup bu âyette tevbe; Allah'a rücu' manâsına olduğundan tevbelerin merci'leri başkadır. Binaenaleyh; tekrar yoktur.

&&&&&

Vâcib Tealâ halis kullarının yedinci sıfatlarını beyan etmek üzere : 3866

ا ) ا وا ڪ�ر� و� م�ر لل � وا ب �ذ�ا م�ر ور� و�إ لز ه�دون� � � ي ذ�ين� ال ل و� ر و. ٱ ٱ و� (٧٢ٱ buyuruyor.[Halis kullar şol kimseler ki, yalan yere şehadet etmezler ve onlar lâğviyata

uğradıklarında nefislerine ikramla geçi verirler.]

Yani; Allah'ın halis kullarının ahlâk-ı hamidelerinden biri de yalan yere şehadet etmedikleri gibi batıl olan bir şey üzerine yolları tesadüf ettiğinde de ona iltifat etmeksizin geçmekle nefislerine ikram ederler. Çünkü; batıl üzere hazır olmak aynı ma'siyet olduğundan ona iltifat etmeden geçip giden kimse kendini ma'siyetten muhafaza ettiği cihetle nefsine ikram etmiş olur.

Hâzin'de beyan olunduğu veçhile yalan yere şehadet eden kimseye Hz. Ömer'in kırk değnek vurarak yüzünü karalayıp çarşıda gezdirdiği mervidir. Çünkü; şehadetiyle gayrin hakkını ibtâl edip ihkak-ı hakka yegâne medar olan şehadeti ihlâl etmek a'zam-ı cinayettir. Z û r ile murad; Yalan ve yalanın mevkiidir. Buna nazaran manâ-yı nazım : [Mü'min-i kâmiller yalan söylemez ve yalan mevkiine hazır olmazlar.] demektir. L â ğ i v le murad; faydasız her şeydir. Binaenaleyh; insanın dünya ve âhiretine fayda vermeyecek oyun mahallerinin hepsi bu âyette dahildir. Çünkü; faydasız ve beyhude vakit geçireceği mahalle hazır olmak insanı avare ve muattal kıldığı gibi defter-i a'maline bir takım seyyiat dahi yazılacağı cihetle bu gibi mahallere iltifat etmeyen kimseleri Cenab-ı Hak mü'min-i kâmil adâdından ma'dud kılmakla sena buyurmuştur ki, bunun aksini iltizam eden indellah elbette mezmumdur. Şu halde lâğviyat; terki vâcib olan oyunlara, fahiş sözlere ve galiz lisanlara şamildir.

&&&&&

Vâcib Tealâ mü'min-i kâmillerin sekizinci sıfatlarını beyan etmek üzere :

ا �ا ي ا و�ع ــ ه�ا ص � وا ع�ل �خ�ر � ي ه� ل ب ت� ر� ـ� اي ـ� روا ب �ذ�ا ذڪ ذ�ين� إ ل �و� ر و � ر و� و و ٱ (٧٣) buyuruyor. 3867

2134

Page 31: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Mü'min-i kâmiller şol kimseler ki, Rablerinin âyetleriyle va'z olunduklarında o âyetler üzerine kulakları kapalı ve gözleri örtülü oldukları halde kapanmazlar, belki onlar âyat-ı İlâhiyeyi işittiklerinde gözleri ve kulakları açık oldukları halde kemâl-i tevazu'la yüzleri üzerine secdeye kapanırlar ve o âyetlerde olan emir ve nehiyleri, darb-ı meselleri dinler ve açık gözleriyle kudret-i İlâhiyeye delâlet eden âyetleri görür ondan ibret alırlar.] İşte bu âyette Allah'ın azametine delâlet eden âyetlerden göz yumanlara ta'riz vardır.

Vâcib Tealâ mü'minlerin ahlâk-ı hamidesinden dokuzuncuyu beyan etmek üzere :

ي � ة� أ �ا قــر �ن ت ــ ـ ي ــا و�ذر � ن ج� و� � ــا م� أ � �ن ــا ه� ل � ن ب �قولون� ر� ذ�ين� ي ل ��و� ر و� ٲ Aو و� و0 ٱ �م�ام�ا ) ق�ين� إ مت � �ا ل ن ع� و�و� و� و� (٧٤ٱ

buyuruyor.[Mü'min-i kâmiller şol kimseler ki, duâlarında yalnız kendi nefisleriyle iktifa etmezler,

belki evlâd ü iyallerinin kendileriyle beraber umur-u dinde salâhlarını ve ileri gitmelerini isteyerek derler ki «Ey bizim Rabbimiz ! Sen bizim için sürür verecek ve gözlerimizi dinlendirip nûrlandıracak zevceler ve zürriyetler ver ki, onların salâh-ı hallerini ve şeriatına tamamiyle yapıştıklarını görmekle gözlerimiz dinlensin» diyerek Cenab-ı Hakka münacatta bulunurlar.] Çünkü; mü'min için evlâd ü iyalinin Allah'a muti' ve umur-u dinde salâhlarını görmekten daha ziyade rahat edip mesrur olacağı bir şey olamaz. Zira; evlâd ü iyalin salâhı, Cennette beraber olacaklarına delil olduğundan elbette evlâd ve etbaının salâhının kalben istirahatini mucip olacağı şüphesizdir. Ve duâlarına şunu da ilâve ederler: (Yarabbi ! Bizim evlâd ü iyalimizi muti' kıldığın gibi bizi haram olan şeylerden ictinab edip azabından korkan müttekilere mukteda bih kıl ki, biz onları irşada muvaffak olalım) demekle münacatlarına hitam verirler. Bu âyette umur-u dinde riyaset istemenin caiz olduğuna delâlet vardır. Çünkü; ehl-i 3868 imanın şu minval üzere duâlarını Cenab-ı Hakkın evsaf-ı memduhadan addettiği gibi umur-u dinde riyaset talebi İbrahim (A.S.) dan dahi vâki' olduğu diğer âyette musarrahtır.

&&&&&

Vâcib Tealâ mü'minlerin evsafını beyandan sonra bu sıfatları haiz olan mü'minlerin nail olacakları dereceleri beyan etmek üzere:

�اول م�ا )كئ ـ� ل و�س� ي �ح� ن� ف�يه�ا ت �ق �روا و�يل �م�ا ص�ب ف�ة� ب غ ن� ز� % ي ر و� و� و� ٱ و� (٧٥و� �د�ين� ف�يه� ـل �خ� ا‌

buyuruyor.[Şu sıfatlarla müttasıf olan mü'minler müşrikler tarafından gördükleri ezaya ve fakr u

faka ile beraber mücahedenin şiddetine sabırları sebebiyle Cennetin en yüksek tabakalarıyla cezalanırlar ve onlar ebeden Cennette ve yüksek derecelerinde kalıcı oldukları halde Rablerinden melekler vasıtasiyle merhabalara, hediyyelere ve selâma kavuşurlar ve ta'zimat-ı İlâhiyeyle taltif olunurlar.]

ا ) ا و�مق�ا �ق� ت � م ح�سن ر �� ر و� (٧٦و1 [Zira; Cennet, mü'minlere güzel karargâh ve mahall-i ikamet oldu.] Çünkü; hastalık, fakr

uzaruret ve ölüm gibi şeyler olmadığından daima rahatlardır. Binaenaleyh; ehl-i Cennetin cemi'i afattan salim olacaklarına işaret için Vâcib Tealâ selâm ihda ve hediyyeyle taltif edeceğini ve

2135

Page 32: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Cennetin en yüksek tabakalarında olacaklarını beyanla kullarını şu sıfatları kesbetmeye terğib etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ, kullarının ibadetlerine ihtiyacı olmadığını ve kullarına ibadetle emrin onların menfeatleri için olduğunu ve kâfirlerin cezaları elbette lâzım geldiğini beyan etmek üzere :

�ڪون ف� ي ف�س� ت �ذ ف�ق� ك � دع�اؤڪ ال � ى ل ب ر� �ك �ؤا ب ب � و�ق م�ا ي و و0 و! �‌ و و� و و� و� ا ) ا �ز� ن ل (٧٧ن buyuruyor. 3869[Habibim ! Sen kâfirlere de ki, «Eğer sizin ibadetiniz olmamış olsaydı, benim Rabbim

size mübalât etmezdi. Zira; sizin varlığınız ve yokluğunuz indallah müsavidir. Şu halde sizin kaderiniz ancak iman ve ibadetinizledir. Siz ise Allah'ı ve Resûlünü ve kitabını tekzip ettiniz. Binaenaleyh; bu tekzibinizin cezasını yakında görürsünüz ve elbette bu ceza size lâzım olur.]

Yani; «Benim Rabbim sizi İslâma ve imana da'vet etmemiş olsaydı sizi icadda ne işleyecekti ve işlenecek ne gibi şey olurdu. Zira; sizin i'tibarınız imanla ve imana da'vetledir. Çünkü; insanın şerefi, Allah'a ma'rifet ve imanladır. Binaenaleyh; ma'rifeti olmayan insanın sair hayvanattan farkı yoktur. Şu halde insanın halk olunmasındaki hikmet; imana da'vet olunmasıdır» demekle nasihatta bulun. Yahud manâ-yı âyet: [Sizin şirkiniz olmamış olsaydı Allah-u Tealâ sizin azabınızı ne edecekti ve sizin azabınızdan Allah'a bir fayda mı var? Ve lâkin tekzip ettiniz. Tekzibinizin azabı elbette size lâzım olur. Yani sizi imana da'vet maksadı olmasaydı sizi halketmekte faide ne olurdu?] demektir.

SÛRE-İ ŞUARA

Âhirinde dört âyetten maadası Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. İki yüz yirmi yedi âyeti

havidir.

(١طسم ) Bu lâfız, Hâzin'de beyan olunduğu veçhile (İbni Abbas) hazretlerinden rivayet olunduğuna

nazaran esma-i İlâhiyeden bir isimdir ve Allah-u Tealâ tarafından kaşem olunmuştur. Buna

nazaran manâsı: [ (طسم) ismine yemin ederim.] demektir. Yahut esma-i Kur'an'dan bir

isimdir. Nimetullah Efendinin beyanına nazaran harfleri (طسم) Resûlullahin isimlerine

işarettir. Meselâ harfi (ط) talip, salim (س) ve harfi (م) mahiy ismine işarettir. Buna nazaran manâsı: [Ey saadet-i ebediyeyi talip ve alâyık-i dünyeviyeden kalbi salim ve ahlâk-ı zemimeyi mahi, yani izale edici olan Peygamber ! ] demektir.

�ين� ) مب ب� ـ� �ت ك ت ـ� ك� ء�اي � و�ت ٱ و� ٱ (٢و�

2136

Page 33: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Şu sûrenin âyetleri cem-i ahkâm-ı diniye ve dünyeviyyeyi beyan eden kitabın âyetleridir.]

Yani; Habibim ! ismine yemin ederim ki şu okunacak âyetler i'cazdan zahir ve (طسم) sıhhati bahir olan kitabın âyetleridir.

Kur'an vahdaniyeti İlâhiyeyi ve sair insana lâzım olan ahkâmı ve fevaid-i diniye ve dünyeviyeyi tamamiyle beyan ve izhar ettiğinden kitap lâfzı mübin ile tavsif olunmuştur. Çünkü Kur'an; 3871 kıyamete kadar benî beşer üzerine cereyan edecek hadisatın ahkâmını tamamiyle beyan eder. Binaenaleyh; bilûmum havadisin ahkâmını Kur'an'dan istinbat etmek kabil olduğundan fukaha-yı izam ehadis-i nebeviyenin muavenetini ilâve ederek Kur'an'dan istinbat ve kütüb-ü fıkhiyeye dercetmişlerdir.

�ين� ) م�ن �كونوا م � ي ال س�ك� خ� ن ـ� ك� ب �ع�ل وBل ٱ و) �� (٣ر [Ya Ekremer Rusûl ! Ehl-i Mekke iman etmedikleri için nefsini hüzünle öldüreceksin.]

Yani; Ey Nebiyyi Muhterem ! Nefsine şefkat et. Eğer nefsine şefkat etmezsen kavmin sana iman ve kitabını tasdik etmedikleri için kederinden nefsini ihlâk etmen me'muldür. Binaenaleyh; sen onların adem-i imanlarına hüznetme. Zira; senin umurunu te'yit ve şanına tazim için sana kitab-ı mübini gönderdik. Şu halde sana lâzım olan vahyolunan ahkâmı cümle insanlara mümkün olduğu kadar bizzat veya bilvasıta tebliğ etmektir ki, iman edip etmediklerine bakmadan tebliğ etmekle vazife-i mevduânı ifa etmiş olduğundan nefsini itlaf edecek derecede esef etmene lüzum yoktur. Çünkü; senin esefin onların imanlarına sebep olamıyacağı cihetle faydasız esefte manâ yoktur.

Hâzin'de beyan olunduğuna nazaran âyetin sebeb-i nüzulü Resûlullah kavminin iman ederek azaptan kurtulmalarını son derece arzu edip Mekkelilerin halleri arzu-yu nebevilerinin hilâfına zuhur ettiğinden gayet muztarip ve mükedder olmasına binaen Cenab-ı Hak o kadar esef lâzım olmayıp ancak Allah'ın kelâmını tebliğ kâfi olduğunu beyanla Resûlünü tesliye için bu âyeti inzal etmiştir.

Bu âyet gerçi Resûlullah'a hitap ve onu tesliye için nazil olmuşsa da fasıkların hallerine şiddetle hüznedip nefsine meşakkat verenleri dahî tesliye ve hüzünde ifrattan men'etmiştir. Çünkü; her zamanda insanların sulâhası; süfeha ve fesaka güruhunun, bilhassa kefere ve zalemenin hallerine esef ve buğzederler. Sulâha için buğz-u fillah bir meziyet ve ayn-i ibadetse de onların hallerine hüzün ve kederde ileri gidip müztarip olacak ve vücuduna 3872 meşakkat Verecek kadar ifrat etmek lâzım olmadığına bu âyet delâlet etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ bundan evvelki âyette Resûlüne kavminin iman etmediklerini esefle «Nefsini ihlâk edeceksin, bu kadar esefte fayda yoktur. Şu halde şiddetle hüznetme» demekle kâfirlerin iman etmediklerine tahassürden zımnen nehyetmişti. İşte o nehyin illetini beyan etmek üzere :

ــا �ه� قه ل ــ ـ� ن � أ � ف�ظ�ل م�اء� ء�اي ــ لس م من� ـز ع�ل� ـ� ــ� نن ش �ن ن و إ و� و1 % ر ٱ Cن و� و� *ا و (٤خ�ـض�ع�ين� )

buyuruyor.[Eğer biz istesek onlar üzerine semadan bir âyet inzal ederiz ki, âyete onların boyunları

kemâl-i itaatla inkiyât ederler.]

Yani; Habibim ! Sen kavm-i Kureyş'in iman etmediklerine şiddetle teessüf etme. Zira; eğer imanlarını istesek biz onlar üzerine semadan bir alâmet inzal ederiz ki, o alâmet onları imana mecbur eder. Yahut bir beliyye veririz ki, c beliyye onları imana mecbur eder. Binaenaleyh; onların boyunları o âyete tamamiyle inkiyâd eder olur. Fakat onlar iradelerini imana sarfetmediklerinden

2137

Page 34: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

bizim irademiz imanlarına taallûk etmedi, belki adem-i imanlarına taallûk etti. Şu halde onların iman etmediklerine senin için keder lâzım değildir.

( قه ـ� ن � و أ و� ) onların boyunları demektir. Çünkü; insanın bir emre inkiyadının eseri boynunda zuhur ettiğinden âyette itaatları boyunlarına isnat olunmuştur. Huzu'; itaatin son tabakasıdır ki, işte itaat o kadar olur onun fevkinde itaat olmaz. Şu halde âyette her ne kadar boyunları itaat eder denmişse de kendi şahısları itaat eder demektir. Yani eğer Allah-u Tealâ onların imanlarını murad etseydi üzerlerine semadan onları imana mecbur edecek bir âyet inzaliyle imana icbar ederdi. Binaenaleyh; onların cümlesi o âyete inkıyad ederlerdi ve lâkin imanda muteber olan ihtiyarî olduğundan onları imana icbar etmedi. Çünkü; icbar etse iman-ı icbarı muteber olmazdı.

Fahri Râzi ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile a ' n a k la murad; kavmin reisleri olması muhtemeldir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Eğer biz istesek onlar üzerine semadan âyet inzal ederdik. Onların reisleri o âyete son derece itaat ve etba'ları da onlara inkıyat ederler ve cümlesi mü'min olurlar ve hepsi o âyet altında titrer dururlardı. Lâkin ihtiyarlarıyla olmadığından imanları muteber olmıyacağına binaen âyet inzal etmedik.] demektir. Tefsir-i Taberi'de bu manâyı teyid eden bir rivayet de mevcuttur. Binaenaleyh; bu ihtimale nazaran reisleri zikirle iktifa olunmuştur. Çünkü; insanlar daima rüesaya tâbi' olduklarından rüesa iman etmiş olsalardı cümlesi iman ederlerdi. Halbuki reisleri riyasetlerini muhafaza için hakkı setrederek zuafa-yı nası aldattılar. Bu gibi hilelere âlemde her zaman vukuat şahittir. Zira; Avam-ı nası aldatmak için her zaman ileri gelenler hile düşünmekten hâlî kalmamışlardır. Reisler sulâhadan olduğunda nâs derhal salâh kesbetmiş, reisler mubâlatsız olunca nâsda derhal mubâlatsızlığa dökülüp neticede bir takım belâya ile terbiye olduklarına tarih şahittir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin iman etmemelerinin temerrüt, şiddet ve inatlarından ileri geldiğini beyan etmek üzere :

ه ـانوا ع� ــ ـ� � ك �ال د�ث إ ن� م ــ ــ م�ـ لر م من ذ� من� �ي ت � ــا ي ــ و�و�م� و� و� ٱ �� ر Dو ن5 *ا و ر�ض�ين� ) (٥و�م

buyuruyor.[Yeni bir va'z ve âyet Rahman Tealâ tarafından onlara gelmez. İllâ onlar o va'z ve

zikirden i'raz ederler.]

�ذبوا و!ف�ق� ك[Binaenaleyh; onlar o âyeti ve zikri tekzip ettiler.]

ز�ءون� ) � ت � �ه� ي �انوا ب ؤا م�ا ك ـ� ب � �ي أ ت � ي و5ف�س� و� ۦ ن� و; ن> *ا (٦و

[Halleri tekzip olunca yakın vakitte onlara istihza ettikleri 3874 âyetlerin haberleri elbette gelir ve hak olup olmadığını o zaman bilirler.]

Yani; müşriklerin imana iradelerini sarf etmediklerinden irademiz onların imanlarına taallûk etmedi. Binaenaleyh; küfür üzerine musir oldular. Ve her ne zaman Rahman Tealâ tarafından nefislerinde olan fenalığı kaldırmak ve onları salâha davet etmek üzere yeni bir âyet gelmedi, illâ onlar o âyetten kaçarlar ve asla kulak asmaz ve kabulü tarafına katiyyen meyletmezler. Kemâl-i temerrütlerine binaen o âyeti tekzip ederler. Hatta tekzibe de kanaat etmiyerek istihzaya kadar da cesaret ederler. Halleri Allah'ın âyetlerini istihzaya kadar cür'et olunca elbette istihza ettikleri âyetlerin hak ve kabule şayan olduğunun haberleri onlara gelir ve o zaman âyetlerin itaata şayan olduğunu bilirler. Fakat fayda etmez. Çünkü; azab-ı ilâhî nazil olduktan sonra hatasını bilip nedamet etmek fayda etmez.

2138

Page 35: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Müşriklerin muamelelerinin şenaatına ve cinayetlerinin azametine işaret için esma-i hüsnadan lûtf u ihsanı müş'ir olan Rahman ismi varid olmuştur. Çünkü; Ebussuud Efendinin beyanı veçhile mutlaka canib-i İlâhiden geldiği beyan olunan âyetlerden yüz döndürmek kabahat ve cinayet olduğu gibi in'amı ve ihsanı müş'ir olan Rahman Tealâ tarafından gelen âyetlerden yüz döndürmek daha büyük cinayet ve şeneat olduğuna işaret için Rahman ism-i şerifi varid olmuştur. Çünkü muhsin olan zat tarafından gelen ve İslahlarına ait olan âyetten i'raz; elbette kabahatin büyüğüdür.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile z i k i r le murad; mev'ize üzerine müştemü Kur'an'dan bir taifedir. M u h d e s le murad; yeni inzal olunmuş demektir. Yani «Kur'an'dan yeni inzal olunmuş bir mev'ize geldiğinde onlar elbette o mev'izeden i'raz eder yüz döndürürler, tekzipte İsrar ederler, hatta İsrarları istihzaya müncer olur ve istihzaya kadar cüret edince yakında o istihza ettikleri zikrin hak veya batıl olduğunun haberleri onlara gelir ve onlar da tasdika ve ta'zime şayan ve mucibiyle amel etmeye lâyık olduğunu bilirler» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin Kur'an'dan i'raz ettiklerini beyan 3875 ettiği gibi kudretine delâlet eden delillerden bazılarını dahî beyan etmek üzere :

�ر�يم ) ا م�ن كل ز� ك �ا ف�ي ن � ب � � أ �ض� ك ��أل ر و� ن5 و1 ن� و و� (٧ٱ � �و�ل و أ �ل�ى اإ �ر� و�ي

buyuruyor.[Kâfirler Kur'an'ı istihza ederler de yer yüzüne nazar edip görmediler mi ki, biz yer

yüzünde her sınıf otlar ve ekinlerden güzel ne kadar şeyler bitirdik ve o bitirdiğimiz nebatat, hayvanlara ve insanlara ne kadar fayda verir ve ne güzel gıda olur. Bunların cümlesine nazar edip düşünmek ve her birinden ibret almak ve bizim kudretimizin kemâline istidlal etmek lâzım değil midir?]

� �ي �ك� أل ل �ن ف�ى ذ� �إ ‌% ر ٲ[Zira; yer yüzünde olan nebatatın her birinde bizim kudretimize alâmat vardır.]

�ين� ) م�ن �رهم م ث � �ان� أ وBو�م�ا ك (٨و� [Halbuki ekseri nâs bunlardan gaflet ederek iman eder olmadılar.] Ve onların meydanda

olan hakikata iman etmediklerine habibim ! Sen mahzun olma. Zira;

ح�يم ) لر ع�ز�يز �هو� ك� ل ب �ن ر� ٱو�إ و� (٩ٱ [Senin Rabbın cümlesine galip ve onlardan intikamını almaya kaadir ve merhameti bol

bir hakîm-i mütealdir.] Binaenaleyh; rahmeti icabı onların azabını ta'cil etmez ve vakt-i merhununa kadar te'hir eder ki, düşünüp mütenebbih olsunlar. Eğer mütenebbih olur iman ederlerse gazab-ı İlâhiden kurtulmuş olurlar, mütenebbih olmazlarsa mazur olmasınlar. Çünkü; müsaade etmeden helakte, onlar «bize müsaade olsaydı düşünür, hakikati bulur, iman ederdik» demek ihtimalini kesmek için Cenab-ı Hak onlara mühlet verir. 3876

Beyzâvî ve Ebussuut Efendinin beyanları veçhile Vâcib Tealâ yer yüzünde halketmiş olduğu her türlü nimetlerin menafi-i kesîre ve bereket-i taammesi olduğuna işaret için her nevi nebatatı kerem sıfatiyle tavsif etmiştir. Gerçi yer yüzünde mevcut nebatat ve sair mahlûkatta bir çok mazarratlı olanlar varsa da o mazaratlı gördüğümüz şey de elbette birçok menfaati mutazammındır. Fakat biz bilmeyiz ve bizim bilmememizden faydası ve menfaati olmaması lâzım

2139

Page 36: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

gelmez. Çünkü; Allah-u Tealâ'nın halkettiği şeylerin cümlesinde bizim bilmediğimiz menfaatlar ve hikmetler mevcuttur. Zira; nebatattan bazıları bizzat insana nâfi' olduğu gibi bazı diğeri de bilvasıta nâfi' olur. Meselâ bazı otlar doğrudan doğruya yense insan için öldürücü zehir olduğu halde hayvanat yiyince süte inkilâp ettiği halde ayn-i menfaat ve şifa olduğu meydanda bir hakikattir ki, inkârı gayri kabildir. Binaenaleyh; Allah-u Tealâ'nın halketmiş olduğu mahlûkata tevdi ettiği fayda

ve menfaatların azametine işaret için yüksek mertebeye işarete mevzu' olan kelimesi (ذلك) varid olmuştur. Her sınıf nebatatta olan acîp ve garip esrar-ı ilâhiye imanı icap edip, küfürden

men'e delâletleri büyük olduğuna işaret için (اية) lâfzı tazime delâlet eden tenvinle nekre olarak varid olmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ'nın ihsanı kudret-i kâmilesi nisbetinde olduğuna işaret için kudretine delâlet eden izzeti rahmeti üzerine takdim etmiştir. Zira; kudret sahibi olan bir zat her şeyi ihsana kaadir olduğundan elbette aciz olan bir kimsenin ihsanına nisbet kabul etmez ve elbette kudretle beraber ihsanda te'sir ziyade olur.

Z e v c ; nebatattan her sınıf demektir. K e r i m ; memduh ve menfaati çok demektir. (كم) kelimesi kesrete ve kelimesi (كل) her ferde delâlet ettiğinden tafsil üzere enva-ı nebatatı bitirdiğini beyanla Vâcib Tealâ kudretinin azametine tenbih ve müşrikleri tefekküre davet etmiştir.

Hulâsa; insanların yer yüzüne nazar edip Cenab-ı Hakkın bereketi çok ve menfaati büyük olarak bitirmiş olduğu otlardan ibret alması lâzım geldiği ve bunların her birinde kudretullahın kemâline büyük delâletler bulunduğu; bununla beraber nasın 3877 ekserisinin iman etmedikleri, Allahu Tealâ'nın cümleye galip, intikama kaadir olduğu ve merhameti icabı azablannı te'hir ettiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin küfrüzere ısrarlarını ve Kur'an'dan yüz döndürdüklerini ve vahdaniyete delâlet eden delillere nazar etmediklerini beyan ettiği gibi bu hallerin bu ümmete mahsus olmayıp geçmiş ümmetlerde de mevcut olduğunu beyan etmek üzere :

�م�ين� ) ل لظـ م� ق� ت� �ن� ى أ ك� موس� ب �اد�ى ر� � ن ٱو�إ و� و� ٱ و( ٱ م�(١٠و� و� ق� ع� �ف� ن�‌ و� و�

buyuruyor.[Zikret Habibim ! Şol zamanı ki o zamanda Rabbın Tealâ Musa (A.S.) a nida etti ve dedi

ki, «Ya Musa ! Hudud-u ilâhiyeden çıkarak zulmü irtikâp eden Firavun'un kavmine gel, onlara tebliğ-i ahkâmda bulun. Zira seni; onları tarik-ı hakka davete memur ettim.».]

قون� ) �ت � ي ��ال (١١أ [«Onlar Allah'tan korkmazlar mı ve tarik-ı hakka niçin tebaiyet etmezler?» dedi.]

Yani; Ya Ekremer Rusûl ! Sen kavmine Musa (A.S.) la kavmi beyninde ceryan eden ahvali ve şol zamanı beyan et ki, o zamanda Rabbın Tealâ Musa (A.S.) a nida etti ve dedi ki: «Ya Musa ! Zâlim olan kavm-i Firavn'a gel» demekle gelmesini emirve «Onlar bu kadar zulmü irtikâp ederler de Allah'dan korkmazlar mı?» demekle Hz. Musa'yı onlara tebliğe me'mur etti. Çünkü; Firavun'la kavminin yer yüzünde fesat ve zulmü neşir ve tamim ettikleri gibi Benî İsrail üzerine de zulüm ve tasallutlarını artırmışlardı. Hattâ oğlan çocuklarını öldürüp kız çocuklarını bırakırlardı. Bu ise Benî İsrail'in inkırazlarına sebep ve haysiyetlerine tecavüzdü. İşte şu minval üzere arz üzerinde istediği

2140

Page 37: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

zulmü icra eden kavme evvelâ sorulacak şeyin ittika, yani Allah'tan korkup korkmadıklarını 3878

sormak olduğunu beyan etti. ( ونقيتالا ) hitap suretiyle ( ولقيتالا ) kıraat olunduğuna nazaran Hz. Musa'nın onlara neden ittika etmediklerini ve Allah'ın azabından korkmak lâzımken neden korkmadıklarını ve gazab-ı İlâhiden kurtulmayı ne ile temin ettiklerini ve neye güvendiklerini sormaya me'mur olmuştur. Bu kıssayı zikirden maksad; Resûlullah'ı tesliye ve iman etmiyenleri imana davet etmektir. Çünkü vak'anın hulâsası; kavm-i Firavn, peygamberlerini tekziple helak oldukları gibi siz de Resûlünüzü tekzipte devam ederseniz helak olursunuz demekten ibarettir.

( ونقيتالا ) daki hemze; İstifham-ı inkârı ve tevbih içindir. Yani «Onlar Allah'tan korkmazlar mı ve korkmamak bir emr-i münker değil mi ve münkeri niçin irtikâp ederler?» demektir.

Hulâsa; Hz. Musa'ya Cenab-ı Hakkın nida edip «Gel Firavun kavmine ! İmana davet et» dediği, kavm-i Firavn'ın zâlim ve gaddar olduğu, Allah'tan korkmadıkları ve korkmamakla tevbih olundukları bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ'nın Musa (A.S.) a kavm-i Firavn'a Resûl olduğunu beyan etmesi üzerine Hz. Musa'nın cevabını beyan etmek üzere:

�ذبون� ) �ن يك �خ�اف أ ى أ �ن ب إ (١٢ق�ال� ر� buyuruyor.[Musa (A.S.) risaletle Firavun'un kavmini hakkı davete me'mur olunca «Ya Rabbi !

Firavun ve kavminin beni tekzip etmelerinden ben muhakkak korkarım» dedi.] Ve sözüne şunu da ilâve edip dedi ki:

�ى ان �س� �نط�ل�ق ل � ي ر�ى و��ال �ض�يق ص� و!و�ي[«Ya Rabbi ! Göğsüm daralır, dilim söylemez, tebliğde kusur ederim.»] 3879

رون� ) �ى هـ� �ل س� إ � و�ف�أ (١٣و� [«Binaenaleyh; Ya Rabbi ! Cibrili, Harun'a gönder ve onu da benimle beraber Resûl kıl

ki, bana yardım etsin ve tebliğ noksan olmasın.».]

�ى ذ� �ه ع�ل ر�Eو�ل Fن و

[«Halbuki onların benim üzerime bir günah davası vardır.»]

تلون� ) � �ن ي �خ�اف أ (١٤و-ف�أ [«Binaenaleyh; onların beni öldürmelerinden korkarım» demekle Cenab-ı Hak'tan

yardım istedi.]

Yani; Allah-u Tealâ Musa (A.S.) a «Gel Firavun tarafına davet et onu» deyince Musa (A.S.) hitab-ı İlâhiye cevaben «Ey benim Rabbım ! Beni onların tekzip etmelerinden muhakkak korkarım ve onların tekziplerinden dilim söylemez ve kalbim daralır, lâyıkıyla tebliği eda edemem. Binaenaleyh; Cibril-i Emini biraderim Harun'a gönder ki, emr-i tebliğde sana yardım etsin ve onlar için benim üzerimde bir katil dâvası vardır. Korkarım beni katlederler» demekle Cenab-ı Haktan muavenet istedi. Çünkü; Musa (A.S.) ın evvelce lisanında rekâket olduğundan onların yolsuz muamelelerini gördükçe kalbine arız olacak ıztıraptan müteessiren bükülliye söyleyemiyeceğinden korktuğunu izhar ve kalbinin ıztırabı lisanına bir kat daha ağırlık vereceğini dermeyan etti.

2141

Page 38: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Söyleyemiyeceği bir zamanda sözünü ikmâl ve tebliği lâyikıyle icra etmek için biraderinin kendine yardımcı olmasını istedi, haksız bir dâvaları olduğunu ve o dâvanın hakikatini tetkik etmeden zulüm etmelerinden korktuğunu beyan etti. Binaenaleyh; Beyzâvî'nin beyanı veçhile Hz. Musa biraderinin Resûl olmasını üç şey üzere ibtina etti: B i r i n c i s i ; tekziplerinden korkması, İ k i n c i s i ; tekziplerinden müteessir olarak kalbinin daralması, Ü ç ü n c ü s ü ; kalbinde hasıl olan darlıktan lisanının söylemez bir hale gelmesidir. Zira; bu üç hâl bir araya gelince kalbine metanet verecek ve noksanı ikmâl edecek bir yardımcıya ihtiyacı 3880 zaruri olduğundan biraderinin yardımcı olması lüzumunu bu üç sebep üzerine bina etmiştir. Yoksa Hz. Musa'nın maksadı, hâşâ emr-i risaleti telâkkide taallül ve tereddüt değildir, belki tahmil olunanın azametini düşünerek maiyetine bir muin istemekten ibaret ve emr-i risalete lâyık olduğu kadar ehemmiyet vermektir.

Hz. Musa'nın bu âyette beyan ettiği z e n b le murad; Kur'an'ın müteaddid âyetlerinde beyan olunan katil meselesidir. Çünkü; Hz. Musa Mısır'dan (Medyen)e gitmeden evvel Benî İsrail'den birisiyle kavga eden bir kıptîyi haksız ve zâlim gördüğünden bir tokat vurunca kipti ölmüştü. Kıptînin katli hataen vuku' bulduğu cihetle Musa (A.S.) hakkında zenb değilse de kiptiler günah itikat ettiklerinden onların zu'm-u batıllarınca zenb denilmiştir. Şimdi Musa (A.S.) «Ya Rabbi ! Evvelce bir hatadan dolayı onların benim üzerimde bir dâvaları vardır. Korkarım o dâva ile beni muaheze ederler» demekle Rabbısının muavetini istirham etti.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'nın şu münacaatı üzerine emrini beyan etmek üzere :

�م�عون� ) ت ا م�ع�كم م �ن � إ �ن ت ـ� اي ـ� �ا ب ه�ب �اـل ف� و�ق�ال� ك اا‌� و� ٱ � (١٥ا‌ buyuruyor.[Vâcib Tealâ Musa (A.S.) a dedi ki «Ya Musa ! Sen onlardan korkma. Çünkü; mesele

senin zannın gibi değildir. Zira; seni biz risaletle ihtiyar edip onlara Resûl gönderince biz seni şerlerinden muhafaza ederiz. Binaenaleyh; ikiniz beraber bizim âyetlerimizde gidin, korkmayın. Çünkü; biz sizinle beraber beyninizde ceryan edecek sözleri işitiriz.] Şu halde her zaman muavenetimiz sizinle beraberdir ve size bir zarar kasdederlerse biz onların ellerini tutar belâlarını sizden defederiz. Sizin onların şevket ve kuvvetlerine bakarak korkmanız caiz olamaz. Zira; onların kudretleri sizi katle kâfi değildir.» 3881

�م�ين� ) ل عـ� ب سول ر� ا ر� �ن � إ ن� ف�قو�ال ع� �ا ف� �ي ت و�ف� ٱ و� و� *ا (١٦و [Binaenaleyh; ikiniz beraber Firavun'a gelin ve «Biz âlemle' rin Rabbısının Resûlleriyiz»

deyiniz, kemâl-i şecaat ve cesaretle ri saletinizi tebliğ ediniz.]

ء�يل� ) ر� � �ى إ �ن �ا ب س� م�ع�ن � � أ اٲأ و� و� و� (١٧و�

[«Ey Firavun ! Bizimle beraber Benî İsrail'i arzı mukaddese gönder.] ve onların âbâ ve ecdadının beldeleri olan Şam cihetine gitmelerine mani olmayın ve kuvvetinden asla perva etmeyin» demekle Cenab-ı Hak Musa ve biraderinin hattı hareketlerini tayin etmiştir.

Vâcib Tealâ onların mubahaselerini işittiğini beyanla şecaatlarını tezyit ve nusretini vaadetti, akibet Firavun'u ve kavmini garkedip Hz. Musa ile kavmini saha-i selâmete çıkarmakla vaadim incaz etmiştir. Evvelemirde zulmün kaldırılması, vâcib olduğundan Benî İsrail'e ruhsat vermesiyle onların üzerinden zulmünün kaldırılması ve Şam cihetine gitmelerine müsaade etmesi Firavun'a teklif olunmuştur. Yusuf (A.S.) dan sonra Benî İsrail'in Mısır'da dörtyüz sene kaldıkları ve Hz. Musa'nın risaletle Mısır'a geldiğinde Benî İsrail'in adedi altıyüz bine baliğ olduğu Ruhul Beyan sahibinin cümle-i beyanatındandır.

2142

Page 39: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ'nın emri üzerine Musa (A.S.) ınısır'a gelip biraderiyle birleşerek beraberce vakit kaybetmeden Firavun'un kapısına geldiler ve istizan ettiler. Firavun müsaade edip içeriye girince «Biz Allah'ın Resûlleriyiz, seni tarik-ı hakka davete geldik» dediler.

&&&&&

Vâcib Tealâ Musa ve Harun (A.S.) ın Firavun'u din-i hakka davetleri üzerine Firavun'un sözünü beyan etmek üzere :

�ين� ) ن �ا م� عمر�ك� س� ت� ف�ين � �ب ا و�ل �ي �ا و�ل ك� ف�ين ب � نر� �ل و�ق�ال� أ و< ! ر (١٨و buyuruyor.3882[Musa (A.S.) Firavun'a risaletlerini tebliğ edince Firavun Musa (A.S.) a hitap ederek

dedi ki, «Ya Musa ! Çocuk olduğun halde biz seni evimizde besleyip büyütmedik mi ve sen ömründen çok sene bizim içimizde ve hanemizde eğleşmedin mi?»]

ف�ر�ين� ) ـ� ك �نت� م�ن� ت� و�أ �ى ف�ع� ت ل �ك� �ت ل ت� ف� و�و�ف�ع� ٱ و� ٱ و� (١٩و� [«Ve katil fiilini sen işleyip benim kabilemden birini katletmedin mi? Halbuki sen benim

nimetlerimi inkâr eden ve hakk-ı terbiyemi unutanlardansın» demekle Musa (A.S.) a dilini uzattı ve şiddetini gösterdi, geçmiş nimetlerinden bahsetmekle Musa (A.S.) a nimetlerini sayarak susturmak istedi. »]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bazı rivayete nazaran Firavun Musa (A.S.) ın girmesine bir sene müsaade etmemiş, Hz. Musa da girip görüşmek ve risaletini tebliğ etmek için devam üzere kapısını çalmıştır. Bir seneden sonra Firavun müsaade etmiş ve demiştir ki, «Bırakın gelsin hiç olmazsa oyuncak eder eğleniriz». İşte Firavun Hz. Musa'yı oyuncak ittihaz etmek üzere huzuruna gelmesine ruhsat vermiştir. Hz. Musa gelince âyette beyan olunduğu veçhile evvelâ nimetlerini saymış ve saniyen kendine karşı Musa (A.S.) ın işlediği katil hatasını pek büyük addederek beyan etmiştir. Çünkü; Hz. Musa'nın katlettiği kıptî Firavun'un ekmekçisi olduğundan bu katli ağza alınmaz ve söylenmez derecede büyük bir hata addederek «Bu fiili, sen işledin» demekle vuku' bulan fiilin tasrihini münasip görmeyerek kinaye suretiyle beyan etmiş ve bu sözünde büyüklerin âdetlerine riayet etmiştir. Çünkü büyüklerin âdetleri; küçük gördüğü kimseye itap edecekleri zamanda evvelâ nimetlerini saymak ve saniyen kabahatini beyanla itap etmektir.

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile Firavun'un Musa (A.S.) a «Sen kâfirlerdensin» demekten maksadı; dört veçhile tevcih olunur:

B i r i n c i s i ; Sen benim nimetimi inkâr ederlerdensin demektir. Çünkü; küfür; nimeti inkâr manasınadır.

İ k i n c i s i ; Firavun Hz. Musa'nın halini bilmediği ve Musa (A.S.) onun sarayında eğleştiği cihetle kendi dininde zannetmesidir ki, sen bize kâfirsiniz diyorsun halbuki sen de bizim 3883 gibi kâfirlerdensin demek istemiştir. Halbuki Musa (A.S.) onun sarayında bulunduğunda dinini reddederdi. Fakat Firavun'un haberi yoktu.

Ü ç ü n c ü s ü ; Sen küfrân-ı nimeti kendine âdet eden kimselerdensin ki, benim havass-ı bendegânımdan birini katlettin demektir.

D ö r d ü n c ü s ü ; Firavun benim ulühiyetime kâfirsin demek istemiştir. Çünkü; bazı rivayete nazaran Hz. Musa Mısır'dan (Medyen) e gitmeden evvel suret-i alâniyede Firavun'un dinine ta'nederdi. Firavun dinine ta'nettiğini bildiğinden kendi zu'm-u batılına nazaran «sen kâfirlerdensin» diyerek hitap etmek istemiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavu'un sözüne Musa (A.S.) ın cevabını beyan etmek üzere :

2143

Page 40: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ين� ) لضال � م�ن� �ن ا و�أ � ته�ا إ ٱق�ال� ف�ع� اا � ر (٢٠و� buyuruyor.[Musa (A.S.) Firavun'un sözüne karşı dedi ki «Ben o katil hâdisesini işlediğim zaman

hata edenlerdendim. Zira maksadım; katletmek değildi, belki te'dip etmekti. Fakat mukaddermiş katil vuku' buldu.' Binaenaleyh; benim için o katil maddesi bir cürüm değildir» diye katil meselesine cevap verdi.] Ve şunu da ilâve edip dedi ki:

تك �ما خ� ل ت م�نك و ف�ف�ر� و) و و�[«Katil vuku bulunca ben sizden korktuğum zaman firar ettim.] Çünkü; zâlimsiniz. Hata

ile kasdî olan ef'al beynini tefrik etmezsiniz. Binaenaleyh; derhal tecziyeye kıyam edeceğinizi bildiğim için sizden firar etmeyi ehven gördüm.»

�ين� ) ل س� م �ى م�ن� �ن ا و�ج�ع�ل ى ح ب و�ف�و�ه�ب� ل�ى ر� و� ٱ ; ر D٢١و)

[«Ahval bu minval üzere ceryan edince Rabbım bana hüküm 3884 verdi ve beni Resûllerden kıldı, risaletimi tebliğ için sana geldim işte tebliğ ediyorum. Kabul ve adem-i kabul sana ait bir vazifedir» demekle Firavun'a mukabelede bulundu.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Hz. Musa'nın d a l â l e t le muradı; zühul ve gaflettir. Yani «Benim kıptîye vurduğum bir yumruktur. O bir yumruğun katle sebep olacağından gaflet ettim»

demektir. Şu halde ( الضالين او نامن ) demek ( الغ او فلينانامن ) demektir. Buna nazaran Musa (A.S.) Firavun'a «Bu fiil benim firarımı icap etmezdi. Fakat sizin zulmedeceğinizi bildiğimden firar ettim. Siz bana kötülük etmek istediniz. Allah-u Tealâ ona mukabil benim sânımı ilâ etti. Zira; bana nübüvvet verip sizi ıslâha me'mur etti» demekle Firavun'un zâlim olduğunu kendine bilâ perva söyledi. Yahut Beyzâvî ve Medarik'te beyan olunduğu veçhile burada Hz. Musa'nın d a l â l e t le muradı; nisyandır. Yani «katil fiili vukuu bulduğu zaman ben dâllinden idim» demek «kıptîye vurduğum bir yumruğun katle müeddî olacağını unutanlardandım» demektir. Firavun'un saydığı nimetlerin cevabını Hz. Musa te'hir etti. Zira; Resûl olan bir zatın indinde mün'im ve gayri mün'im cümlesi müsavi olduğu cihetle Firavun'un kelâmından itham etmek istediği katil meselesine cevabı ehemmiyetli addederek onun cevabını takdim etti ki, ithamdan nefsini tebrie etsin. Bundan sonra Firavun'un tadat ettiği nimetlere cevabı münasip görüp dedi ki :

ء�يل� ) ر� � �ى إ �ن دت ب � ع�ب �ى أ ا ع�ل �من م� ت � ك� ن � اٲو�ت و� و� ن5 %� ر و� (٢٢و� [«Ey Firavun ! Şu senin saymış olduğun terbiye ve benim senin sarayında eğleşmem

bir nimet ki, sen onu benim üzerime sayıyorsun. O nimet senin Benî İsrail'i köle ittihaz edip onlara ihanet etmekten ibaret olduğu gibi benim senin sarayına gelmem de onların bigayri hakkın oğlanlarını katletmekten neş'et etmiştir. Şu halde nimet dediğin şey ayn-i nikmetten ibarettir, yoksa nimet değildir.»]

Yani; Firavun'un Hz. Musa'ya seni terbiye edip büyütmedim mi ve benim evimde bir çok seneler eğleşip ömrünün çoğunu 3885 orada geçirmedin mi? diye saydığı şeylerin hakikatta nimet olmayıp belki ayn-i nikmet olduğunu ve nimet zannettiği şeyde Firavun'un zâlim ve gaddar olduğunu kendine tebliğ suretiyle Musa (A.S.) dedi ki «Ey Firavun ! Şu senin saydığın şey ki, onu benim üzerime nimet olarak kaydediyorsun. İşte o nimet dediğin şey aslen hür olan Benî İsrail'i senin köle kılıp meşakkatli hizmetlerde kemâl-i ihanetle onları istihdamından ibarettir ve benim sarayına gelmeme sebep de senin zulmündan neş'et etmiştir. Zira; sen Benî İsrail'in oğlan çocuklarını katletmemiş olsaydın ben senin sarayına müsafir olur muydum. Beni anamla babam

2144

Page 41: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

beslemezler miydi? Şu halde ey Firavun ! Bize nimet saydığın şey ayn-i azap değil midir? Eğer zulmündan korkumuz olmasaydı senin küfriyatla dolu olan sarayında bir gün değil bir saat bile kalır mıydım?» demekle Firavun'un nimet dediği şeyin ayn-ı zulümden ibaret olduğunu kemâl-i selâbetle beyan etti ve Firavun da buna karşı mebhut oldu. Binaenaleyh; bu hususa dair bir şey diyemediğinden, başka bahse intikâl ediverdi.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile kâfirin küfrü, vâki' olan nimetin şükrüne istihkakına bu âyet delâlet eder. Zira; Hz. Musa Firavun'un nimet saydığı şeylere «nimet değildir, belki ayn-i zulüm ve azaptır» diye mukabele etti de «nimettir ama sen kâfir olduğun için onun şükrüne müstehak değilsin» demedi. Yani nimet olsaydı şükre istihkakını nefyetmezdi. Şu halde «kâfirin bazı kimselere yapmış olduğu in'amın sevabını, küfrü iptal eder, fakat in'am ettiği kimseler tarafından şükre ve medh ü senaya istihkakını iptal etmez» demektir. İnsanın insana şükrü gördüğü iyiliğin kadrini bilmek ve iyiliği yapan kimseyi medh ü sena etmek ve ihanet etmemektir. Binaenaleyh insanların lûtuf gördüğü kimsenin kadrini takdir etmesi; o nimetin şükrü olduğundan bu cihete dikkatle beyinlerinde muhabbetin idamesine gayret etmek lâzımdır. Zira insanlar arasında muhabbet; çok iyiliklere vesile olacağından her şahsın bu cihete itinası ehl-i İslâm için büyük bir sermaye ve tükenmez bir hazinedir.

&&&&&

Vâcib Tealâ; Firavun Hz. Musa'nın sözünde olan metanetine 3886 ve kendinde olan selâbet ve şeceatına nazar ederek oyuncak olarak, gülmek, istihza etmekle baştan savılacak bir şey olmadığını ve gayet ehemmiyetli olduğunu anladığı cihetle Musa (A.S.) ın asıl davasına itiraza başladığını beyan etmek üzere :

�م�ين� ) ل عـ� ب ن و�م�ا ر� ع� و�ق�ال� ف� ٱ و� (٢٣و� buyuruyor.[Firavun «Kimdir âlemlerin Rabbısı?» dedi.]

Yani; Musa (A.S.) «Biz âlemlerin Rabbisinin Resûlleriyiz» deyince Firavun «Sen kim oluyor ve ne cesaretle risalet davasında bulunuyorsun ve daha dün biz seni büyütmedik mi?» gibi şeyleri söylemişse de onlarla Hz. Musa'yı ilzam edemiyeceğini anlayınca «âlemlerin Rabbisi dediğiniz kimdir. Onun hakikati nedir ve ona bizi niçin davet edersin?» demekle evvelâ ilahiyattan mubahaseye girişti.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un bu sualine Hz. Musa'nın cevabını beyan etmek üzere :

�ين� ) �ن كنتم موق�ن �هم� إ ن � �ض� و�م�ــا ب أل ت� و� و� ــ م�ـ لس ب �ق�ال� ر� اا‌ و� و� ٱ ٲ ٱ٢٤)

buyuruyor.[Musa (A.S,) Firavun'a ve cemaatına hitap ederek «Eğer siz erbab-ı idrak ve iz'andan

iseniz âlemlerin Rabbısı sema vat ve arzın ve onların arasında olan mahlûkatın Rabbısıdır» demekle Cenab-ı Hakkın âsârıyla cevap verdi.]

Yani; Firavun'un sualine Musa (A.S.) cevapta «Ey Firavun ! Âlemlerin Rabbısı şu gördüğünüz âlem-i ulvî ve süflî ve onların beyninde olan cümle mevcudatın halikı ve rabbısıdır. Eğer eşyanın hakikatına ilm ü irfanınız varsa bunu bilirsiniz» demekle Firavun'un cehalet ve hamakatına işaret etti. Çünkü; semavat, arz 3887 ve onların arasında mevcut olan eşyanın cümlesi mümkün ve mürekkep olduğundan elbette vâcib lizatihi bir fail-i muhtarın eseri olduğu meydanda bir hakikatken henüz onu tahkik edip bilmemek hamakat ve cehaletten başka bir şey değildir demek istedi.

Beyzâvî ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile Firavun'un suali; Vâcib Tealâ'nın künhünden ve hakikatındandır. Hz. Musa'nın cevabı; asarı ve ef'aliyle cevaptır. Çünkü; Allah-u Tealâ'nın künhünü

2145

Page 42: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

bilmek beşer için mümkün olmadığından âsarıyla tarif ve bu cihetle de Firavun'un vazifesizliğini beyanla Firavun'a haddini bilmesini tavsiye etmiştir. Zira dünyada beşer için bilinmesi mümkün olmayan şeyi sual etmek; haddini ve aczini bilmemektir. Binaenaleyh; Hz. Musa beşerin idrakinin ihata edebileceği bir surette tarif etmekle Firavun'u vazifesine davet etti.

Fahri Râzi'nin beyanma nazaran Firavun Allah-u Tealâ'yı bilir fakat mülk ve riyaset için küfrü ihtiyar ederdi. Yahud «Her şeyin faili eflâktir» diyen dehrilerdendi. Yahud; Hulûliye mezhebinden olup kendine ulûhiyetin hululünü itikat ettiğinden ulûhiyet davasına kadar cesaret etmişti. Binaenaleyh; Musa' (A.S.) da Allah-u Tealâ cümle mahlûkatın rabbısı olduğunu beyanda Firavun'un da rabbısı olduğunu Firavun'a tefhimle ulûhiyet davasında sahtekârlığını meydana koymuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un bu cevapta hayrette kalıp kendisine arız olan şaşkınlık eseri olarak irad ettiği sözünü beyan etmek üzere :

�ه ل �م� ح� و�ق�ال� ل �م�عون� ) و� ت � � ت ��ال و� أ (٢٥ۥ buyuruyor.[Firavun etrafında olan cemaata «İşitmiyor musunuz?» dedi.]

Yani; Firavun Musa (A.S.) ın vermiş olduğu cevaptan taaccüp ve istihza tarikiyle etrafında olan cemaatı da taaccübe sevk ve zihinlerini başka vadiye tahvil etmek için kavminin eşrafından 3888 huzurunda bulunan ayan ve erkânına «İşitmiyor musunuz Musa'nın sözünü? Ben Rabbısının mahiyetinden sual ettim o bana asarından haber verdi. Cevabı sualime muvafık değildir» demekle meclistekilerin zihinlerini tağlit etmek istedi ki, bahsi mugalâtayla bitirsin. Çünkü; Hz. Musa'nın sözünde bir te'sir-i beliğ gördüğünden cemaatın meyletmesinden ve harice sirayetinden korktu ve Hz. Musa'nın muhik olduğunu anlatmak istemedi.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un sözünden sonra Hz. Musa'nın sözünü beyan etmek üzere :

�ين� ) �ول أل �كم �اٮ ب ء�اب و�ر� ك ب ٱق�ال� ر� (٢٦و buyuruyor.[Musa (A.S.) «Âlemlerin Rabbısı sizin ve sizden geçen babalarınızın da rabbısıdır»

dedi.]

Yani; Firavun Musa (A.S.) ın «Âlemlerin Rabbısı semavat ve arzın rabbısıdır» diye vermiş olduğu cevabı kavmine bir hata gibi gösterip semavat ve arzın hakikatini insanlar için bilmek biraz uzak olduğundan Musa (A.S.) herkesin inkâr edemiyeceği bir delile intikâl etti ki, o delil her şahsın kendi vücududur. Çünkü; herkes kendi vücudunun bir takım et ve kemikten ve sair eczadan mürekkep olduğunu, sonradan meydana geldiğini bilince bir mucid-i hakikinin icadıyla olduğunu ikrar etmesi lâzım olduğundan bu hakikati inkâr, mücerret inattan ibaret olacağı cihetle Musa (A.S.) «Âlemlerin Rabbısı sizin ve sizden evvel geçen babalarınızın rabbısıdır» demekle Firâvun'a «Senin de rabbındır. Binaenaleyh; senin rubûbiyet dâvasında bulunman sahtekârlıktır» dedi.

Hâzin ve Ebussuud'un beyanlarına ve İbni Abbas Hazretlerinden bir rivayete nazaran bu mubahasenin cereyanı esnasında Firavun'un merasim için hazırlanmış büyük salonunda kolları bilezikli erbab-ı rütbeden ve memleketin eşrafından beş yüz kişi hazırmış. Çünkü; Firavun Hz. Musa tarafından Mısır'a ve etrafına 3889 dağılmış havadisin önünü almak ümidiyle mecliste bir çok kimseler bulundurdu ki, Hz. Musa'yı ilzam etsin ve bunu herkes bilsin, Hz. Musa'nın bir daha sesi çıkmasın. Bu cihetleri düşündü fakat maksadının aksi husule geleceğini düşünmedi.

&&&&&

2146

Page 43: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ Musa (A.S.) ın şu deliline Firavun cevap bulamayınca Hz. Musa'nın şânına lâyık olmadık bir takım iftiraya cüret ettiğini beyan etmek üzere :

نو ) �م� ل ك � �ل ل� إ س� ذ�ى أ ل �كم سول �ن ر� ��ق�ال� إ ر و� و و� و� (٢٧ٱ buyuruyor.[Firavun hazır olan cemaata hitap ederek dedi ki «Size irsal olunan sizin Resûlünüz

muhakkak ve elbette mecnûndur.] Zira; benim sualime cevap vermiyor, ağzına ne gelirse onu söylüyor. Suale muvafık cevap vermediği cihetle âdab-ı kelâma riayet edemiyor. Bu ise mecnûn şanıdır.» Firavun bu sözleriyle cemaatın sözlerini tağlit etmek istedi ve bahsi Hz. Musa'nın şahsına atlattı. Halbuki Hz. Musa Allah'ın aşariyle ve ef'aliyle cevap verdi ki, eserden müessire intikal mubahesede cümle ukalanın kabul ettiği bir tarik-ı vazıhtır. Lâkin Firavun ya o usuİü bilmedi veyahud bilmek işine gelmedi. Binaenaleyh; şân-ı nebevilerine lâyık olmadık bir takım isnadata kalkıştı. Çünkü mubahesede mugalata; eser-i acizdir. Firavun da cevaptan âciz olunca mugalata cihetini iltizam etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un aczini izhar etmesi üzerine Musa (A.S.) ın üçüncü defada irad ettiği kelâmını beyan etmek üzere :

ق�لــون� ) � ت �ن كنت م� إ � ن � ر�ب� و�م�ــا ب م� ر�ق� و� م� ب و�ق�ــال� ر� و اا‌� ہ5 و� و. و� ٱ و� و� ٱ٢٨)

buyuruyor. 3890[Musa (A.S.) «Eğer idrak edecek aklınız varsa âlemlerin Rabbısı meşrikin, mağribin ve

onların arasında olan mevcudatın rabbisidir» dedi.]

Yani; Firavun'un Musa (A.S.) a «mecnundur» demesi üzerine daha açık ve vazıh bir delile intikal ederek Musa (A.S.) «Ey Firavun ! Eğer düşünecek aklınız var da taakkûl ederseniz âlemlerin Rabbısı her gün güneşin doğduğu meşrikin ve indiği mağribin ve onların arasında olan mevcudatın rabbısıdır. Bunu inkâra mecaliniz yok. Zira; hergün gözünüzün önünde ceryan eden bir hâldir. Çükü güneş gelip âleme ziya veriyor. Bunu halkeden kimdir? Düşünmeniz lâzımdır. Güneş iniyor, karanlık geliyor, istirahat ediyorsunuz. Ziyayı giderip karanlığı getiren kimdir? Bunu idrakiniz lâzımdır. Eğer aklınız varsa bunları düşünmelisiniz. Niçin düşünmüyorsunuz? Ey Firavun ! Şu minval üzere günleri, ayları ve yılları halketmekle fusûl-ü erbaayı, yani; yaz, kış, güz ve bahar mevsimlerini meydana getirmekle halkın mesalihini tesviye ve tedbir eden kimdir, sen misin?» demekle Firavun'u rüsvâ etti. Çünkü; Firavun güneşi ben halkediyorum diyemezdi.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un Hz. Musa'nın bu sözüne gazapla tehdidatını beyan etmek üzere :

�ين� ) جون م� ك� م�ن� �ن ع�ل � ر�ى ال ه�ا غ� ـ� �ل ت� إ خ� ت �ن� �ٮ و�ق�ال� ل و� ٱ و� و� و� (٢٩ٱ buyuruyor.[Firavun Musa (A.S.) a hitap ederek «İzzetime yemin ederim ki, eğer sen benden gayri

bir mabut ittihaz edersen, ben seni elbette mahpuslar zümresinden kılarım» demekle tehdit etti.]

Yani; Musa (A.S.) Firavun'u kat'î delillerle vahdaniyeti ikrara davet edince, Firavun kemâl-i kibr ü gururu gazapla «Ya Musa ! Eğer sen benden gayrı bir mabuda ibadet edersen elbette seni zindana koyar ve mahpuslar zümresinden kılarım» demekle tehdit etti. 3891

2147

Page 44: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Kazî, Medarik ve Hâzîn'in beyanlarına nazaran Firavun'un zindanının öldürmekten daha müşkül olduğu mervidir. Çünkü; Firavun'un hapishanesi birer adam alacak kadar kuyulardan müteşekkildi. Gazap ettiği kimseyi yalnız olarak o kuyuya indirir, göz görmez ve giren çıkmaz, ölünceye kadar orada kalırdı, binaenaleyh Firavun'un zindanı; âlemi tehdide en büyük bir vesile olduğundan Hazret-i Musa'yı onunla tehdit etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Musa (A.S.) ın Firavun'un tehdidine karşı irad ettiği kelâmını beyan etmek üzere :

�ي ) �ش� مب تك� ب � ج� �و�ل ��ق�ال� أ ر �� ر وى و( (٣٠و� buyuruyor.[Musa (AS.) Firavun'a hitaben «Dâvamın sâdık olduğuna delâlet eder açık bir mucize

getirsem dahi hapse koyar mısın?» dedi.]

لصـد�ق�ين� ) �ن ڪنت� م�ن� �ه� إ ت� ب ٱق�ال� ف� ۦ *ا (٣١و [Firavun «Ya Musa ! Eğer sözünde sâdıksan getir mucizeni» dedi.] Çünkü; mucizeyi

reddetse herkes cevaptan âciz olduğuna kanaat getirecekler diye mucizeyi reddetmek işine gelmedi. Zira; «Mucizeni tanımam» demek, açıktan izhar-ı aciz olduğundan mucize talebine karar verdi.

&&&&&

Vâcib Tealâ Musa (A.S.) ın mucizesini meydana koyduğunu beyan etmek üzere :

�ي ) �ا مب ب �ذ�ا ه�ى� ث ق�ى ع�ص�اه ف�إ � ��ف�أ ر �� ر و� (٣٢و� buyuruyor.[Firavun'un «Sözünde sâdık isen mucizeni getir» demesi 3892 üzerine Musa (A.S.)

asasını yere attı. Bir de görüldü ki asâ büyük bir yılan oluverdi. Yılan olduğu herkesçe zahir olup şüphe olunacak bir ciheti yoktu.] Asanın yılana inkılâbını görünce Firavun'un «Başka mucizelerin var mıdır» demesi üzerine :

�د�ه ع� ي �ز� �ر�ين� ) و�ن ظ ـ �لن ض�اء ل � �ذ�ا ه�ى� ب و� ف�إ (٣٣ۥ [Hz. Musa elini koynundan çıkardı bir de görüldü ki eli, görenlerin ve bakanların

gözlerini kamaştırır derecede güneş gibi parlak ve beyaz olarak zuhur etti.] Firavun bu iki mucizeyi görünce şaşırdı.

&&&&&

Vâcib Tealâ asanın derhal yılan olması ve elinin güneş gibi bir hâl kesbetmesi tabiat-üstü olup insanların yapamıyacağı bir şey olduğunu bildiğinden başka diyecek bir şey bulamayınca Firavun'un «Bu sihirdir» dediğini beyan etmek üzere :

�ه ل � ح� م�إل� � و�ق�ال� ل �ي ) و� ـح�ر ع�ل �س� ذ�ا ل �ن هـ� إ� ر (٣٤ۥ buyuruyor.[Musa (A.S.) ın mucizesini görünce Firavun nefsine arız olan korkuyu sakladı ve

etrafında olan vükelâsına hitap ederek «Şu Musa iyi bilir bir sâhirdir» dedi.] Bununla da iktifa etmedi, etrafında bulunanların gayretlerini tahrik ve kanlarının galayanını icap edecek söze başladı ve dedi ki:

2148

Page 45: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�مرون� ) ر�ه� ف�م�اذ�ا ت �س� ض�ڪم ب � ر�ج�كم م أ �ن ي *اير�يد أ و ۦ و� و� و� (٣٥و? [«Şu sâhir sihriyle sizi arzınızdan, yani yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Hâl böyle olunca

ne gibi şey emreder ve buna ne tedbir düşünürsünüz ve ne gibi teşebbüsatla bunun önünü almak lâzımdır?» demekle meseleyi müşavereye havale etti.] Çünkü; Firavun'un zamanında sihir meşhur olduğundan derhal Hz. Musa'nın sözlerini kabulden halkı men'etmek için «Bu sihirdir. Fakat sihri iyi bilir» demekle halkı aldatmak istediği gibi maiyetinde 3893 bulunanların gazaplarını tahrike dahî çalıştı. Zira; insanların her zaman kanını tahrik eden iki şeydir : B i r i n c i s i ; emr-i din, İ k i n c i s i ; memleketidir. Binaenaleyh; Firavun «Bu sâhir, sihir sebebiyle sizi vatanınızdan çıkarmak ister» dedi ve işi istişareye havale etti. Halbuki Firavun ulûhiyet dâvasında bulunur ve diğerleri kendinin kulları addolunurken şimdi koca Firavun kullarının reyine müracaata muhtaç oldu, düşünmedi ki rubûbiyetle kulların reyine müracaat beyninde münasebet yoktur. Bununla beraber Musa (A.S.) ın galebe edeceğine ve mülk ü memleketini alacağına da işaret ediyordu. Çünkü; «Sizi arzınızdan çıkaracak» demek «Mülkünüzü elinizden alacak» demekti. Mülkü almaksa galebeyi müstelzimdir. Binaenaleyh; hem memleketin gideceğini düşünüyor, hem de bir çaresini arıyordu.

Vâcib Tealâ Firavun'un maiyetindeki erkânın reyine müracaat ettiğini beyandan sonra erkânın reylerini beyan etmek üzere :

ر�ين� ) ش� ــ �ن� ح�ـ م�ــد�اٮ ع� ف�ى �خ�اه و� ج� و�أ � و�ق�الوا أ ٱ و< و0 ٱ و" �توك� (٣٦و� *اي و �ي ) حار ع�ل �ڪل س� ب� (٣٧ر

buyuruyor.[Firavn'ın vükelâsı «Musa'yı ve biraderini te'hir et, katletme. Zira; idarende bulunan

kasabalara adamlar gönder, onlar iyi bilen her sâhiri sana getirsinler» dediler.]

Yani; Firavun maiyetinde olan cemaata «Bunlar hakkında ne gibi tedbir lâzımdır? Hapis, katil veya memleketten tardetmek hususlarından hangisini ihtiyar edelim?» demesi üzerine, erkân-ı hükümeti ve Firavun'un cemaatı «Bunların tecziyesini te'hir etmek muvafıktır. Zira; alelacele katledersen fitneye bâdî olur, hem de halk senin âciz olduğunu zannederler. Binaenaleyh; katilleri hususunda acele etme. Musa'yı ve biraderini durdur. Etraf ü eknafta olan kasabalara adamlar gönder. Onlar sana iyi bilen ve sihir ilminde mahir olan her sâhiri getirsinler. Sâhirler bunlarla imtihan olsunlar. Herhalde biz galebe eder ve bu işin önünü bu suretle alırız» diyerek Firavun'un ıztırabını bir derece teskinle güya bir tedbir-i musip yapmış oldular. Firavun da bu reyi doğru görerek etrafa zabtiyeler gönderdi ve her sâhiri getirmelerini emretti. Zannettiler ki, çoklukla galebe ederiz. Halbuki irade-yi İlâhiyeye karşı kulların çokluğunun karınca kadar bile te'sir edemiyeceğini bilemediler.

&&&&&

Vâcib Tealâ sâhirlerin geldiğini beyan etmek üzere :

لو ) � م �م�يق�ـت� ي ة ل ح�ر� لس ف�جم�ع� � ر و� � ر و� (٣٨ٱ buyuruyor.[Tayin olunan yevmi muayyenin vaktinde sâhirler cem'olundular.]

�م�عون� ) ت �نتم م اس� ه� أ �لن و�و�ق�يل� ل (٣٩و�

2149

Page 46: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Ve Firavun tarafından nâsa hitaben «Vakt-i muayyende siz içtima eder misiniz?» denildi.] Yani; yollarda ve çarşılarda tellâllar nida etti ve halkın cümlesinin yevm-i muayyende tâyin olunan saat ve mahalde içtima etmeleri emrolundu. Çünkü; Firavun ve avenesi galebe edeceklerini ümit ederlerdi. Seyr ü tamaşa ederek sâhirlerin galebesini görmeleri için herkesin toplu bulunması ve bir tarafa gitmemesi emrolundu.

�ين� ) �ب ل غـ� �انوا هم �ن ك ة� إ ح�ر� لس �ع ب �ت �ا ن ن �ع�ل و�ل ٱ (٤٠ٱ [«Eğer sâhirler galip olurlarsa me'mul ki, sahareye ittiba eder de Musa'ya ittiba etmeyiz

ve herkes nazarında hakikat tecelli eder ve eski dinimize sahip oluruz» demek istediler.] Çünkü; saharenin dini Firavun'un dini olduğundan «sâhirlere ittiba ederiz» demek «Firavun'un dinine sahip oluruz» demekti. 3895

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Y e v m – i m a l û m la murad; Firavun'la Hz. Musa beyninde kararlaştırdıkları bayram günüdür ki, yevm-i ziynette içtima edecekleri ve yevm-i ziynetin bayram günü olduğu ve o günde kuşluk vakti içtima olunacağı (Sure-i Tâhâ) daki âyette beyan olunmuştu. İşte o vakitte halkın toplanması Firavun tarafından emrolundu. Çünkü; Firavun sâhirlere itimat ederek Allah'a karşı (hâşâ) galabesine iyi ümitleniyordu ve bilmiyordu ki âleme karşı rezil olacak ve yanmış olan şem'a-i saltanatı sönecek ve enkazı kıyamete kadar âleme ibret olacak. Firavun'un kendisi de biran evvel müddet-i saltanatının hitam bulmasını tacil ediyor ve eline kazma kürek alarak temelinden devirmek istiyordu. Çünkü; insanların işi daima kadere karşı çırpınmak ve ecele karşı bir adım ileri varmaktır. Firavun da ayni halde acele ediyordu.

&&&&&

Vâcib Tealâ sihirbazların gelip Firavun'la muhavere ettikle rini beyan etmek üzere :

ن � ا ن �ن كن ا إ ر� � ــا ال � �ن �ن ل �ٮ ن� أ ع� �ف� ة ق�ــالوا ل ح�ر� لســ �ما ج�اء� و�ف�ل و� و� و� ٱ �ين� ) �ب ل و�غـ� (٤١ٱ

buyuruyor.[Vaktaki sahare tayin olunan günde kuşluk vakti malûm olan mahalle gelince Firavun'a

hitap ederek «Eğer biz galebe edersek bizim için ücret var mıdır?» dediler.]

�ين� ) ب مق�ر م�ن� ا ل � إ ك �ن �ع� و�إ و�ق�ال� ن ٱ � ر و (٤٢و [Firavun onların ücret istemelerine karşı «Evet ! Galebe ederseniz sizin için ücret

vardır. Hatta galebe ettiğiniz takdirde siz benim mukarreblerimdensiniz.] Şu halde her vakit bana musahip olacağınız gibi ihsanımı da bol bol alırsınız. Günden güne ikbâliniz artacaktır» demekle sâhirlere büyük vaatlarda bulundu. Onlar da bu vaada razı oldular ve meydan-ı muarazaya giriştiler. 3896

قون� ) �نتم م قوا م�ا أ � ى أ �هم موس� و�ق�ال� ل (٤٣و�

[Musa (A.S.) sâhirlere «Ey sâhirler ! Atın elinizdeki atacağınız şeyi, görelim hünerinizi» dedi.]

ن � �ن ا ل �ن ن� إ ع� ة� ف� ــز �عـ� ــالوا ب ه و�قـ� ي ــ� �ه و�ع�صـ ـال ــ � ب ا ح� ق� � ــأ و�فـ� و� و� و و و� و� �بون� ) ل و�غـ� (٤٤ٱ

2150

Page 47: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Sâhirler Musa (A.S.) ın teklifi üzere halkın gözünü boyamak için getirmiş oldukları iplerini ve asalarını yere attılar ve dediler ki «Biz Firavun'un ululuğuna yemin ederiz ki, elbette galibiz.».]

Sâhirler bu sözleriyle Firavun'a ubudiyetlerini izhar ettiler ve kendileriyle iplerinin ve asalarının çokluğuna güvenerek galebe edeceklerine cezimlerini yeminleriyle takviye ettiler. Bilmediler ki, zayıf hak, kuvvetli batıla galebe eder. Bazı rivayete nazaran sâhirler pek çok oldukları gibi, her birinin mütaaddit ipleri ve asaları da bulunduğundan dağ, taş halkın gözünde yılanla doldu. Gerçi âyetlerde adet üzere sarahat yoksa da sâhirlerin adedinin pek çok oluğuna delâlet vardır. Çünkü; sahare cemi' suretinde varid olduğu gibi etrafta bulunan kasabalara adamlar gönderildiği ve bütün sâhirlerin toplandığı beyan olunmuştur. Şu halde bütün memleket dahilinde bir çok sâhir olduğu şüphesizdir. Zira; her birini celb için adamlar gitti ve getirdiler.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile ipler cıva ile cilalanmış ve asaların içi ovulup civa konulmuş olduğundan güneş kızınca civanın hareketiyle ipler ve asalar yılanlar gibi hareket edip halkın gözüne bir çok yılan göründüğünden galebe edeceklerine ümit etmişlerdi. Fakat bütün ümitleri boşa gitti; akibetleri helâka müncer oldu.

«Hz. Musa'nın sâhirlere (Atın elinizde bulunan atacağınız şeyi) demesi sihirle emirdir, sihirle emir ise bâtılı işlemekle emir olunduğundan Musa (A.S.) için caiz olmaz?» şeklinde varid-i hatır olan suale şöyle cevap verilir: Musa (A.S.) ın emri; Fahri Râzi ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile izhar-ı hak için emirdir. Zira; onlar ellerindeki âletlerini yere atıp hünerlerini icra etmedikçe hak zahir olmıyacağını bildiğinden hakkı izhar için onlara emretmiştir. Yahud «Eğer muhik iseniz atacağınız şeyi atın» demektir, 3897 yoksa bâtılla emir değildir. Yahud emir; onları tehdid içindir ki, «haydi yapacağınızı yapın, başınıza geleceği de düşünür» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un cemetmiş olduğu sâhirlerin sihirlerini icra ettiklerini beyandan sonra nöbetin Hz. Musa'ya gelip mucizesini izhar ettiğini beyan etmek üzere :

�ف�كون� ) ق�ف م�ا ي � �ذ�ا ه�ى� ت ى ع�ص�اه ف�إ ق�ى موس� � *اف�أ و و� (٤٥و�

buyuruyor.[Sâhirlerin vazifelerini bitirmeleri üzerine Musa (A.S.) asasını yere attı, birde görüldü ki,

asâ onların iftira ile yapmış oldukları sihirlerini lokma edip yutuyor.]

ـج�د�ين� ) ة س� ح�ر� لس ق�ى� ٱف�أ (٤٦و� [Sâhirler bu hâli görünce derhal secdeye kapanarak yere serildiler.]

�م�ين� ) ل عـ� ب �ر� ا ب و�ق�الوا ء�ام�ن رون� )(٤٧ٱ ى و�هـ� ب موس� (٤٨ ر� [Sâhirler yalnız secdeyle iktifa etmediler ve imanlarını izhara musaraatla «Biz âlemlerin

Rabbısı olan, Musa ve Harun'un Rabbısına iman ettik» demekle iman-ı ezelilerini izhar ettiler.] Zira; sâhirler asâ-yı Musa'nın yılana inkılâbını ve kendi sihir ettikleri ipleri ve asaları yutmasının sihir olmayıp bir emr-i, semavi ve mucize olduğunu idrakle vakit geçirmeden hemen secdeye kapandılar, Musa ve biraderi Harun'un hakkaa nebi olduklarını ikrarla Firavun'a'suret-i kafiyede cevap verdiler ve bu suretle bâtıl ilimleriyle istifade ederek hakka vasıl oldular.

Yani; sâhirler sihirlerini icra edip Musa ve Harun (A.S.) seyr ü tamaşa edip nöbet onlara gelince emri İlâhi üzere Hz. Musa asasını yere bırakınca derhal asâ onların hile ve yalanla yapmış oldukları sihirlerini lokma edip yutması üzerine sâhirler bunun 3898 sihir olmayıp hak olduğunu bilip geçmiş kabahatlarına istiğfar ederek hemen yüzlerini türab-ı mezellete sürmek üzere secdeye

2151

Page 48: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

kapanıp dediler ki «Biz âlemlerin Rabbısı olan Rabb-ı Musa ve Harun'a iman ettik ve bunun mucize olduğunu bildik, şüphemiz kalmadı». Sâhirler bu sözleriyle Firavun'u reddettiler.

Firavun rubûbiyet dâvasında olduğundan ( العالمين ile muratları; Firavun olmak (ربihtimalini kaldırmak için â l e m l e r i n R a b b ı s ı yle muradları; Hz. Musa ve Harun'un Rabbısı olduğunu tasrihle maksatları Firavun'a iman olmadığını ilân ettiler. Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Hz. Musa'nın asası ağzını açıp bütün sâhirlerin iplerini ve asalarını yutunca Hz. Musa asasını eline alarak eski haline avdet edip yutmuş olduğu şeylerden bir eser görünmeyince sahare bunun hak olduğunu bildiler ve şüpheleri kalmadı. Firavun'a da bu yolda cevap verdiler. Zira asâ; o kadar ipleri ve asaları yuttuğu halde cüssesi asla büyümediği gibi, eski hâlinden bir değişiklik görülmemesi de ayrıca bir mucizedir. Yani asanın yılana tahavvülü mucize olduğu gibi o kadar şeyleri yuttuğu halde cüssesinde değişiklik olmaması da ikinci bir mucizedir. Çünkü; yalnız galebe etmekle onların âletleri ellerinde kalsaydı halkın nazarında asa-yı Musa'nın da sihir olmak şüphesi zail olmazdı. Çünkü «İki kimsenin yarışmasında elbette birinin galip diğerinin mağlûp olması âdettir, bu da o kabildendir» denmek lisan-ı nâsa kolay olur ve Firavun da böyle te'vil etmeye bir yol bulurdu. Lâkin asâ-yı Musa yalnız galebeyle iktifa etmedi, hasmını büsbütün mahvetti ortadan kaldırdı, dereler ve tepeler dolusu sihirlerden bir eser bırakmadı. Binaenaleyh; sihir olmadığını âleme ilân etti.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile silurin en nihayesi halkın gözünü boyamak ve tahayyülâttan ibaret olduğuna bu âyet delâlet ettiği gibi her fende mahir olan kimsenin elbette menfaat göreceğine de delâlet eder. Çünkü: sâhirler sihrin en yüksek tabakasına âşinâ ve onun üstünde sihir olamıyacağını bildiklerinden Hz. Musa'nın mucizesinin sihir olmadığını ve emr-i İlâhi ile olduğunu bildiler ve ilimleri ihtidalarına sebep olmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ sâhirlerin iman ettiklerini beyandan sonra Firavun'un sâhirlere yapmış olduğu muamelesini beyan etmek üzere :

ـه ــ ـ� ل ــال� ء�ام�نت ــ ه و ق� �ن إ �ك � ء�اذ�ن� ل ل� أ � ق� ‌ و و� و0 ذ�ى ۥ ل ـيركم ــ ـ� �ب �ك ٱ ل ۥ �مو ل � ف� ت ر� ف�ل�س� لس م�كم �ع�ل ن�‌ و� و� و� ٱ

buyuruyor.[Firavun sâhirlere hitap ederek «Ben size izin vermeden evvel siz Musa'ya iman ettiniz.

Zira; Musa size sihir talim eden büyüğüniizdür. Binaenaleyh; siz elbette başınıza geleceği bilirsiniz. Size gösteririm. İntikam almaya kaadir olan ben miyim yoksa Musa'nın Rabbısı mıdır?» dedi.] Ve sözüne şunu da ilâve etti:

م�ع�ين� ) � أ ك �ن ب �ص�ل و�أل ـ� ل �كم م خ� جل � و�أ �ك د�ي � �ق�طع�ن أ و�أل و (� ر و� و� و (٤٩و� [«Elbette ben sizin ellerinizi ve ayaklarınızı muhalif olarak keser ve elbette cemiinizi

asarım» demekle tehdidini teşdit etti.]

Yani; sâhirler iman edince Firavun halka karşı hacaletini bildirmemeyi ve halkın zihnine arız olan şüpheyi izâle etmeyi düşünerek sâhirleri tehdide başladı ve dedi ki, «Ey sâhirler ! Ben izin vermeden evvel siz Musa'ya iman ettiniz. Zira; Musa, sizin şol büyüğünüzdür ki, size sihir talim eden üstadınızdır ve nâs beyninde bizi rüsva etmek üzere gizli ittifakınızın ahkâmını icra ettiniz. Binaenaleyh; imanınız hakiki iman değildir ve imanınızın acısını ben size gösteririm. Yakında imanınızın akibetini bilirsiniz» dedi. Bununla da iktifa etmedi ve sâhirlere tehdidini tafsil ederek dedi ki; «Elbette ben sizin sağ elinizle sol ayağınızı keser, hepinizi birden asarım ki, herkese ibret olsun ve bize muhalefet caiz Olmadığını, muhalefet edenlerin derhal cezalarını göreceklerini bilsin ve kalbinde muhalefet fikrini taşıyanlar o fikirden vazgeçsinler» demekle umum halka tehdidatta bulundu ve bu sözleriyle nâsın daire-i ita-attan çıkmaları ihtimalini önlemek istedi ve eski satvetini

2152

Page 49: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

muha- ' faza için bir nümayiş yaptı. Çünkü; sahtekârların âdetleri bu gibi yerde halka karşı daima gayreti elden koymamaktır.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu sözleriyle Firavun Hz. Musa'dan halkı tenfir için dört şeye teşebbüs etti: 3900

B i r i n c i s i ; Ben izin vermeden siz ona iman ettiniz demek evvelden ona imana meyletmişsiniz ki tahkik etmeden iman ediverdiniz. Binaenaleyh; imanınız tahkika müstenid ve muteber değildir demek istedi.

İ k i n c i s i ; Musa sizin büyüğünüzdür. Size sihir talim etti demekle evvelden beyninizde gizli bir ittifak neticesi olarak bizi mahcup etmek için mağlûp oldunuz ve imanınız muvazaadır, hakiki iman değildir demek istedi.

Ü ç ü n c ü s ü ; Siz elbette yakında bilirsiniz demekle tehdit etti.D ö r d ü n c ü s ü ; Tehdidini, el ve ayaklarını kesmekle tafsil ve bu cezayı yapacağını

yeminle te'kit etti ki, muhalefetten herkes çekinsin.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un tehdidine karşı sâhirlerin cevaplarını beyan etmek üzere :

�بون� ) �ا منق�ل ن ب �ى ر� �ل ا إ �ن �ض� إ �ال �ق�الوا ن�‌ (٥٠و� buyuruyor.[Sâhirler Firavun'un tehdidine karşı «Bizim için zarar yoktur. Zira; biz Rabbımızın

huzuruna inkılâp ederiz. Binaenaleyh; senin tehdidin bize te'sir etmez ve bizi imanımızdan döndiiremez» dediler.] Ve sözlerine şunu da ilâve ettiler :

�ين� ) م�ن م �ول� ا أ �ن كن �ا أ ن ــ ـ� ي ــا خ�طـ� � ن ب ــا ر� � �ن ف�ر� ل � �ن ي م�ع أ � ا ن �ن وBإ و� ٱ و. Iو٥١)

[«Çünkü; bu gün iman edenlerin evveli biz olduğumuz için elbette Rabbımızın hatalarımızı affedip mağfiret etmesini ümit ederiz. Binaenaleyh; sen ne kadar tehdit etsen biz imanımızdan dönmeyiz» demekle Firavun'un tehdidine ehemmiyet vermediklerini ilân ettiler.]

Bu âyete nazaran sâhirler; Firavun'a iki cihetle cevap verdiler : B i r i n c i s i ; senin tehdidin bize zarar vermez ve te'siri 3901 yoktur dediler. İ k i n c i s i ; bizim imanımız muvazaa değil, hakikidir. Binaenaleyh; Rabbımızın hatalarımızı affedeceğine ümidimiz kavidir demekle Firavun'u reddettiler. «Zarar yok» demeleri «âhiret azabına nisbetle zarar yok» demektir. «Biz mü'minlerin evveliyiz» demekten maksatları «O gün orada hazır olanlardan evvel iman edenleriz» demektir ki, Firavun'un tab'asından bunlardan evvel iman eden olmadığına işaret etmişlerdir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un iman etmiyeceği tahakkuk edince Musa (A.S.) a Benî İsrail'i Mısır'dan alıp çıkmasını emrettiğini beyan etmek üzere :

�عون� ) ب كم مت �ن �اد�ى إ �ع�ب ر� ب � � أ ى أ �ى موس� �ل �ا إ ن ح� � و�و�أ و� و� (٥٢و� buyuruyor.[Biz Musa (A.S.) a vahyettik ve dedik ki «Ya Musa ! Sen gece kullarımla Mısır'dan

hareket et. Zira; siz Firavun tarafından takip olunup îttiba olunacaksınız, korkma hemen geceyle çık.]

Yani; Musa (A.S.) ınısır'da çok zaman eğleşip her zaman Firavun'u ve etbaını tevhide davet etmişse de tesir etmeyince helake müstahak olduğu tahakkuk etmesi üzerine Vâcib Tealâ Hz.

2153

Page 50: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Musa'ya geceyle Mısır'dan hareket etmesini vahyile emretti ve Firavun'un askeriyle beraber takip edeceğini de haber verdi. Haber verildiği gibi vuku buldu.

Medarik'te beyan olunduğu veçhile Hz. Musa birkaç gün evvel Ben-î İsrail'e Mısır'dan hareket edileceğini haber vererek tedarik üzere bulunmalarını emretti. Benî İsrail hareket edecekleri gece bizim bayramımız var, diyerek kıptî evlerinde bulunan hülliyatı almışlar ve o gece Benî İsrail'in hareketlerini teshil için Cenab-ı Hak kıptîlerin hanelerinde hastalık ve bazılarında ölüm ve sair meşguliyetler halketti ki, herkes kendi derdiyle meşgul olduğundan Benî İsrail selâmetle çıkıp gittiler, kıptîlerden hiç bir ferdin haberi olmadı. Çünkü; Firavun'un şerrinden halâs için çıkıp 3902 gitmelerini Cenab-ı Hak irade ettiği için elbette hareketlerini teshil etmiştir.

Hz. Musa'nın Mısır'da tebliğ müddeti otuz sene olduğu ve Mısır'dan (Medyen) e gittiğinde otuz yaşında bulunduğu, (Medyen) de on sene ikâmet edip Mısır'dan hareketinde yetmiş yaşında olduğu ve elli sene de Mısır'dan hareketinden sonra muammer olup yüz yirmi yaşında vefat ettiği mervidir. Sure-i Ârâfta tafsil olunduğu üzere Hz. Musa'nın tebliği zamanında Firavun'u ve kavmini insafa ve tenebbühe davet edecek kaht u galâ, kurbağa ve çekirge gibi bir çok musibetler zuhur etti. Fakat hiç birinden mütenebbih olmadılar. Çünkü; Firavun ve kavminin sefahat devri olduğundan onların izmihilâli zamanı yaklaşmıştı. Binaenaleyh; vaz u nasihat, tebliğ ve musibet hiç biri kendilerine te'sir etmiyordu. Zira; helake mahkûm olan her millette ahvalin böyle ceryan ettiğini tarih isbat etmektedir ki, safahata kendini kaptırmış olan milletlerden islâh-ı hâl ederek nefsini muhafaza etmiş bir millet âlemde enderdir.

&&&&&

Vâcib Tealâ emri veçhile Hazret-i Musa'nın Benî İsrail'i alıp Mısır'dan çıktığını ve Firavun'un tedbirini ve Benî İsrail'i takibini beyan etmek üzere :

ر�ين� ) �ن� ح�ـش� م�د�اٮ ن ف�ى ع� ل� ف� س� � و�ف�أ ٱ و� و� (٥٣و� buyuruyor.[Benî İsrail Mısır'dan çıkınca Firavun taht-ı idaresinde olan kasabalara asker

cem'edecek adamlar gönderdi.]

�يلون� ) ذ�م� ق�ل �ش� �ء� ل ؤ�ال �ن هـ� �%إ ر (٥٤و� [«İşte firar eden Benî İsrail bize nisbetle az bir cemaattır.».]

�ظون� ) �غ�اٮ �ا ل �ن ل �ن و;و�إ (٥٥ہ> [«Halbuki onlar muhalefetle bizi gazaplandırdılar.] 3903

ـذ�رون� ) �ج�م�يع ح� ا ل �ن (٥٦و�إ [«Ve biz kuvvetli bir cemaatız, düşmanın şerrinden hazer eder ihtiyatlı bulunuruz»

demekle asker toplamaya başladı.]

Yani; Musa (A.S.) emr-i İlâhiye imtisalen Benî İsrail'i Mısır'dan alıp çıkınca Firavun takip için tedarikâta başladı ve memleketi dahilinde hükmünün nafiz olduğu şehirlere zaptiyeler gönderip askerini silâh altma davet etti, askerlerin kuvvey-i maneviyelerini takviye ve tezyit için hasmın, yani firar eden Benî İsrail'in azlığından ve kendinin gazaplandığından ve firarilere karşı kuvvetli olduklarından bahsederek dedi ki, «Firar edenler bize nisbetle bir fırka-i kaliledir. Binaenaleyh; bizim kuvvetimize karşı mukabele edecek bir halde değillerdir. Hemen az bir zaman içinde işlerini bitirir geri döneriz. Gerçi takip etmesek de olabilirse de onlar bize muhalefetle bizi gazaplandırdılar ve reyimiz hilâfında hareketle gayzımızı celpettiler. Eğer muhalefet edenlerin ırkını kesip tez elden

2154

Page 51: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

çaresini aramazsak hükümetimiz tezelzüle uğrar ve muhalefet edenler çoğalır. Halbuki biz kuvvetli bir cemiyet ve şevketli bir hükümetiz. Bu gibi düşmanlara karşı ihtiyatlı bulunur şerlerinden hazer ederiz» demekle askerini ve ümerasını teşci etti.

Tefsir-i Hâzin ve Medarik'te beyan olunduğu veçhile Firavun, bu sözleri askerin toplanmasından sonra büyük bir meydanda vüzera, vükelâ, eşraf ve erkân-ı belde huzurunda askere hitaben bir kürsü üzerinde irad ettiği nutkunda söylemiştir. Esasen asker cem'ine göndermiş olduğu adamlarına da bu yolda talimat verip nesayihte bulunmalarını emrettiği mervidir. Bu nutkundan maksadı; askere ve ahâliye metanet-i kalp vermektir ve mühim işlerde bu gibi nutuklar hükümet reislerinin âdetleri olduğundan Firavun da ordusuyla hareketten evvel bu âdete tebaan bir nutuk irad etmiştir.

Firavunun nutkunun hulâsası; ikidir:B i r i n c i s i ; Benî İsrail'i kılletle ve zilletle zemmedip askerini teşci etmesidir.İ k i n c i s i ; Kendilerinin kuvvetli ve askerinin çok olması ve bu gibi umur-u mühimmede

ihtiyatlı bulunup tezelden önünü 3904 almak âdetleri cümlesinden olması ve şu hareketin lüzumsuz olmayıp asker cem'ini ve ordunun hareketini icap eden mesailden olduğunu beyan etmesidir. Halbuki Fahri Râzi'nin, İbni Abbas Hazretlerinin rivayetine istinaden beyanına nazaran, Benî İsrail'in yirmi ile altmış arasında bulunan ve mukateleye muktedir olan altıyüz bin kişisi mevcutmuş. Fakat Firavun'un askerine nisbetle gayet az olmasına binaen Benî İsrail'i az olmalarıyla zemmederek askerini teşcia esas ittihaz etmiştir. Binaenaleyh; ümera-yı askeriye için daima kendi askerinin kuvvetli olduğundan ve hasmının zaafından bahisle askerini teşci' etmesinin mühim bir vazife olduğuna bu âyet delâlet eder. Zira Cenab-ı Hakkın Kur'an'da bize beyan etmesi; talim etmek ve askere bu yolda nutuk irad eylemenin eski bir âdet-i lâzımeden olduğunu bize anlatmaktır.

Firavun nutkunda Benî İsrail'in muhalif hareketlerine gazap ettiğinden bahisle, muhalif harekette bulunanların tecziyesi hükümet için lâzım olduğunu anlatmak istemiştir. Lâkin muhalefetin haklı bir muhalefet olup haklı muhalefetin ise cezayı müstelzim olmadığını kale almamıştır. Çünkü; bu cihetten bahsetmek işine gelmiyordu. Halbuki Benî İsrail'in muhalefeti zulme ve şirke karşı muhalefet olduğundan kendinin zulmü ve şirki terkle daire-i salâha dâhil olması en mühim bir vazifeydi. İşte bu mühim vazifeyi terkle satvetine istinaden işe başlaması helakini mucip olmuştur. Firavun'un esna-yı hareketinde, maiyetinde Benî İsrail'in adedinden kat kat fazla askerle hareket ettiğine, nutkunda söylemiş olduğu sözleri delâlet eder. Zira; o zamanda dünyada mevcut hükümetlerin en kuvvetlisi ve az zamanda bir çok asker cem'ine muktedir Mısır hükümeti olduğundan az, zaman içinde tedarikât-ı harbiyesini ikmâl ederek bir çok kuvvetle hareket etmişti. Tedarikât-ı harbiyesi mükemmel olduğuna da nutkunda düşmandan hazer üzere ihtiyatlı bulunduğundan dahî bahsetmesi delâlet eder. Çünkü düşmana karşı ihtiyatın manâsı; zamanına göre harbe âşinâ asker ve mühimmat-ı harbiye hazırlamaktır. Zira; askerden ve mühimmat-ı harbiyeden gafil bir hükümet düşmana karşı ihtiyat etmiş olmaz. 3905

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un kemâl-i debdebe ve dârâdla Mısır'dan hareketini beyan etmek üzere :

و�عيو ) ـ ن هم من ج� ـ� ن ر� � ��ف�أ ر 1� ر و� �ر�ي )(٥٧و? و�كنو و�م�ق�ا ك� ر � ر A� (٥٨ر buyuruyor.[Bizim irademiz onların helakine taallûk edince onları Mısır'ın güzel bahçelerinden ve

bahçelerin kaynayan pınarlarından, altın ve gümüşten medfun ve gayri medfun hazinelerinden ve güzel yapılmış yüksek saraylarından ve sarayların koltuk ve kanepe gibi mobilyalarından çıkardık.] Binaenaleyh; bütün rahatlarını ve mallarını terkle Benî İsrail'i takip için yola çıktılar.

�ك� ل �ذ� ٲك [İşte böylece gazaplarını tahrik ederek biz onları Mısır'dan çıkardık.]

2155

Page 52: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ء�يل� ) ر� � �ى إ �ن ه�ا ب ـ� ن ر� � �ك� و�أ ل �ذ� اٲك و� و< و� ر�ق�ين�(٥٩ٲ �عوهم م ب � و� ف�أ و1 (٦٠)

[Ve beyan olunan metrukâtlarına Benî İsrail'i vâris kıldık ve Mısır'ı terkedip yola çıkınca Firavun ve askeri Benî İsrail'e tâbi' oldular ve bir gün güneş doğarken Benî İsrail'in arkasından ulaştılar ve iki ordu birbirini görecek kadar yakın geldiler.]

كون� ) ر� �م ا ل �ن ى إ ح�ـب موس� � ع�ان� ق�ال� أ ج� ء�ا �ر� �ما ت و!ف�ل و� و و� ٱ (٦١اٲ [Vaktaki, iki taraf askerleri birbirini görünce Musa (A.S.) ın mukarinleri ve Benî İsrail'in

ileri gelenleri «Firavun ve askeri bize kavuşacaktır. Binaenaleyh; bizim için hayat ümidi kalmadı» dediler.]

�اـل �ق�ال� ك اا‌ [Musa (A.S.) onlara «Hakikat-ı hâl sizin zannınız gibi değildir» dedi.] 3906

د�ين� ) � ي ى س� ب �ن م�ع�ى� ر� (٦٢و5إ

[«Zira; Rabbımın muaveneti benimle beraberdir. Binaenaleyh; tarik-ı halâsı bana ilham eder ve bizi kurtaracak bir yola vasıl eder.] Çünkü; Halâsımızı bana vaadetti. Vaadında hulf olmaz. Elbette bizi kurtaracaktır» demekle maiyetinde bulunanları tesliye etti. Firavun'un amcazadesi iman ettiğinden Hz. Musa ile beraber olup Hz. Musa «Rabbım bana hidayet eder ve kurtulacak bir yol gösterir» deyince «nereye gideceksin önümüz deniz, arkamız düşmandır» demesi üzerine Musa (A.S.) ın şu duâyı okuduğunu (İbni Mes'ut) Hazretleri Resûlullah'dan rivayet eder ve der ki «Resûlullah'tan işittikten sonra o duâyı asla terketmedim»

O duâ şudur :

( وانتالمستعان المستغث وبك المشتكى واليك الحمد لك اللهمو الو ا قو الحول بالله الوت )

Yani «Ey Rabbim ! Medh ü sena ve şükür ancak sana mahsustur. Ve şikâyet ancak sana müntehi olur ve senden başka düşmandan şikâyet ederek arzuhal edecek bir kimse yoktur ve yardım talep olunmak sana münhasırdır ve bir yerden diğer yere tahavvül ve düşmana karşı kuvvet ve kudret olmadı. Ancak senin inayetinle oldu» demektir.

Cenab-ı Hak Mısır'ın o zamanda gayet ma'mur ve dünyaca her türlü sefa ve esbab-ı rahat mevcut olduğuna ve ahalisinin son derece servet ü saman sahibi, gönül eğlenecek bağlar, bahçeler, akar pınarlar, köşkler ve sarayları mevcut bulunduğuna bu âyetle işaret ettiği gibi hak olan davete icabet etmiyenlerin de nimetleri her zaman zevale maruz ve kendilerinin helake müstahak olduklarına da işaret etmiştir.

Benî İsrail'in Mısır'ın emlâkına vâris olmalarıyla murad; Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile, Firavun'un helakinden sonra Mısır'a avdetle vâris olmak ihtimali varsa da bu ihtimal zayıftır. Çünkü; avdetlerine dair âyette sarahet olmadığı gibi, başkaca bir delil de yoktur. Şu halde Benî İ s r a i l ' i n v â r i s o l m a s ı yla murad; onların nesillerinin vâris olmasıdır. Binaenaleyh; Benî İsrail Hz. Süleyman zamanında Mısır'a tamamen malik olmuşlardır. 3907

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un Mısır'dan çıktığını ve iki taraf askerinin birbirini gördüğünü ve Benî İsrail'in endişe ettiklerini beyandan sonra Benî İsrail'in halâsını ve Firavun'un gark olduğunu beyan etmek üzere :

2156

Page 53: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

� ب ع�ص�اك� ر�ب ب �ن� ى أ �ى موس� �ل �ا إ ن ح� � �ف�أ ن�‌ و: و� ٱ و4 ٱ و� و�buyuruyor.[Firavun'un askeri Benî İsrail'e yaklaşınca biz Musa (A.S.) a vahyettik ve dedik ki «Ya

Musa ! Asanı denize vur.]

( � ع�ظ�يم د� �لط �ان� كل ف� ك نف�ل�ق� ف�ك و�ف� ٱ و� ٱ -� ر و� (٦٣ٱ [Musa (A.S.) emrimize imtisalen asasını denize vurunca deniz yarıldı ve oniki parça

oldu. Binaenaleyh; her parça ve denizden her fırka büyük dağ gibi oldu ve parçaların araları Benî İsrail'e açık yol oldu.]

�خ�ر�ين� ) أل �م �ا ث ن � ل � ٱو�أ و) A٦٤و) [Biz o makamda Firavun'u ve askerini Benî İsrail'e yaklaştırdık.]

ى و�م�ن مع�ه �ا موس� ن �نج� م�ع�ين� ) و�و�أ � و� أ (٦٥ۥ [Biz Musa (A.S.) a ve onunla beraber olanların cemisine necat verdik ve Firavun'un

şerrinden kurtardık.]

�خ�ر�ين� ) أل �ا ن ر� � ٱثم أ و- (٦٦و. [Biz Firavun'u ve askerini denize gark ettik.] Yani Musa'ya necet verdikten sonra

Firavun'u maiyetiyle beraber gark ettik.

�ين� ) م�ن �رهم م ث � �ان� أ � و�م�ا ك �ي ال �ك� ل �ن ف�ى ذ� وBإ و� �‌% ر (٦٧ٲ [İşte şu aynı mekânda fırkanın birine necat verdikten sonra 3908 diğerini gark etmekte

kudretimize ve Musa (A.S.) ın dâvasının sıtkına büyük alâmet vardır. Halbuki bu alâmet meydandayken insanların ekserisi iman eder olmadılar.] Maahaza bu gibi vukuattan insanların ibret almaları ve emr-i İlâhiye muhalefet etmemeleri lâzımdır.

Yani; Musa (A.S.) deniz kenarına gelip Firavun'un askeri arkadan yaklaştıklarında Benî İsrail'in endişeye düşmeleri üzerine Musa (A.S.) halâslarına dair istirhamda bulununca biz Musa'ya vahyettik ve dedik ki, «Sen asanı denize vur». Emrimiz üzerine Musa asasını denize vurmasını mütaakip deniz Benî İsrail'in oniki kabilesine oniki yol oldu ve denizin o yollar arasındaki parçaları büyük dağlar gibi birbiri üzerine yığıldı ve orada biz Benî İsrail'e Firavun'un askerini yaklaştırdık ki, Benî İsrail'in geçtiğini görsünler ve cesaret alsınlar, biz Musa (A.S.) a ve maiyetinin cemisine necat verip Firavun'un şerrinden kurtardık ve Firavunla askerini gark ettik, Musa (A.S.) ın mucizelerinden daha büyüğü bütün raehâlikten necatlarına sebeb olduğunu onlara re'yelayn gösterdik. Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Hz. Musa'nın bu minval üzere geçmesinde beş cihetten mucize vardır : Suyun parçalanıp yol olması; suyun salâbetli bir dağ gibi birbiri üzerine yığılıp durması; Benî İsrail geçinceye kadar Firavun'un askerinin zulmet içinde hapsolup kalması; dağlar gibi parçaların aralarından geçerken suyun billur gibi olup Benî İsrail'in birbirini görmesi; ve Firavun ve askerinin tamamen denizin içine girinceye kadar suların selâbetini kaybetmemesidir.

( ال او ثم خرينازلفنا ) biz yaklaştırdık ( زلفناا ) o mekânda demektir. ( خريا:Firavun ve askeridir. Kimin kime yaklaştığında ü ç i h t i m â l vardır (ن

B i r i n c i s i ; Firavun ve askerinin Benî İsrail'e yaklaşmasıdır. Çünkü; Firavun ve askerinin Benî İsrail'e karışacak derecede yaklaşıp, lâkin bir dumanla hasıl olan karanlık onları bir müddet tevkif eyleyerek Benî İsrail'in selâmetle geçtikleri mervidir.

2157

Page 54: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

İ k i n c i s i ; Firavun'un askerinin bazısının bazısına yaklaşmasıdır. Çünkü maksat; denize toplu olarak girip hariçte bir fert kalmadan hepsinin birden helak olmasıdır. 3909

Ü ç ü n c ü s ü ; O mekânda olan Firavun ve askerinin ölüme yaklaşmalarıdır. Çünkü; Benî İsrail geçti, Firavun ve askeri onların izine düştü ve denizin ihatasıyla birden helak oldular. Bu manâların üçünün de cem'inde bir mâni yoktur. Zira; Firavun'un askeri hem Benî İsrail'e hem de kendi fırkaları ve alaylarının birbirine yaklaştığı gibi ölümleri de vuku bulmuştur.

Mısır ahalisinden Hz. Musa'ya iman eden Firavun'un haremi (Asiye) ve akrabasından (Hazkıyl) isminde bir kimse —bazı âyetlerde Hz. Musa'ya muavenette bulunduğu beyan olunan zat olsa gerektir— ve (Meryem) isminde bir kadından başka iman eden olmadığı Tefsir-i Hâzin'de mezkûrdur ki, sâhirlerden başka demektir.

ح�يم ) لر ع�ز�يز �هو� ك� ل ب �ن ر� ٱو�إ و� (٦٨ٱ [Halbuki Habibim ! Senin Rabbın Tealâ Firavun gibi düşmanlarına galip ve Musa (A.S.)

gibi dostlarına merhamet sahibidir.] Binaenaleyh; nasıl ki Musa'nın düşmanından intikamını aldı, senin düşmanlarından da intikamını alır, sana da nusret ve muvanetle merhamet eder.

Bu âyet; Resûlullah'ı tesliye ve düşmanlarını tehdit etmiştir. Çünkü A z i z ismi; düşmanlarına galebeye ve R a h i m ismi; dostlarına merhamet edeceğine açık surette delâlet eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünü tesliye için Hz. Musa ile Firavun'un vukuatlarını beyandan sonra İbrahim (A.S.) ın kavmiyle vaki' olan mubahaselerini beyan etmek üzere :

ه�يم� ) ر� � � إ ــأ � �ب ه� ن � ل ع�ل ٲو� و0 و و� و1 ــا(٦٩ٱ م�ه� مـ� �يـــه� و�ق� �ب ــال� أل� � قـ� ۦ إ و� و� بدون� ) � (٧٠و�ت buyuruyor.[Habibim ! Kureyş kavmi üzerine ceddi a'lânız İbrahim (A.S.) ın şu zamandaki haberini

tilâvet et ki, o zamanda İbrahim 3910 pederine ve kavmine hitap ederek «Sizin ibadet ettiğiniz şey nedir ve neye ibadet edersiniz?» dedi.]

�ف�ين� ) ك �ه�ا عـ� �ظ�ل ل ا ف�ن �ا ن � بد أ � ق�الوا ن ر و� (٧١و�

[Pederi ve kavmi «Biz putlara ibadet ederiz. Ve onlara ibadete devam ederiz» dediler.]

Yani; Ya Ekremer Rusûl ! Ceddiniz İbrahim (A.S.) ın kavmiyle ve bilhassa pederiyle olan mubahesesini müşrikler üzerine sen tilâvet et. Şol zamanda ki, o zamanda İbrahim (A.S.) kavminin mezheplerinin batıl olduğunu onlara anlatmak üzere derin bir raubaheseye girişerek pederine ve pederinin mezhepdaşlarına «Sizin ibadet ettiğiniz şey'in mahiyeti nedir ve neye ibadet edersiniz?» dedi. İbrahim (A.S.) ın bu sualine cevap olarak onlar da «Biz putlara ibadet ederiz. Gündüzleri onların ibadetlerine devam ve hizmetlerini yerine getiririz» dediler. İbrahim (A.S.) putperest olduklarını bilirdi. Fakat onlarla bir mubahese kapısı açarak o vesileyle ilzam etmek ve ibadet ettikleri şeylerin ibadete istihkakları olmadığını bildirmek ve din-i hakka davet emr-i mühimmine binaen bu suali irat etmiştir. Bu suale cevapta «Yalnız putlara ibadet ederiz» demek kâfi iken putlara ibadetleriyle mesrur olduklarını ve onlara hizmetle iftihar ettiklerini izhar için putların hizmetlerine gündüzleri devam ettiklerini cevaplarına ilâve ettiler.

( �ف�ين� ك عـ� �ه�ا ل �ظ�ل Gündüzleri (ف�ن putlara ibadet üzere ikâmet eder ayrılmayız demektir. Çünkü â k i f ; ibadet etmek için nefsini bir yerde hapseden kimsedir. Şu halde «Biz

2158

Page 55: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

putlara âkif oluruz» demek «Onlara ibadet için nefsimizi hapsederek onların başında ikâmet ederiz» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. İbrahim'in ikinci sualini beyan etmek üzere :

عون� ) � � ت إ �ك م�عون � و!ق�ال� ه� ي و� و و� ون� )(٧٢و� ر �ضــ � ي أ �ك ــون �نف�ع � ي و� أ و و�٧٣)

buyuruyor. 3911[Pederi ve kavmi «putlara ibadet ederiz» deyince İbrahim (A.S.) onlara «Siz

çağırdığınızda o putlar sizin sözünüzü işitirler mi veyahut size onlar menfaat veya mazarrad ederler mi?» dedi.]

ع�لون� ) � �ك� ي ل �ذ� �ا ك �اء�ن �ا ء�اب ن � و�ج� و)ق�الوا ب ٲ و! (٧٤و� [İbrahim (A.S.) ın sualine cevapta «Belki biz babalarımızı böyle işlerler bulduk, onların

yollarını terkedemeyiz» dediler.]

Yani; İbrahim (A.S.) ın pederi ve kavmi «Biz putlara ibadet ederiz» deyince İbrahim (A.S.) putların ibadete istihkakı olmadığını anlatmakla mezheplerinin fesadını beyan etmek üzere onlara «Siz putlara ibadet edersiniz de mühim işlerinizde duâ edip onları çağırdığınız zaman duânızı işitirler mi yahud ibadet ettiğinizde dünyada rızkınızı verip âhirette sevap vermek gibi size menfaat ederler mi veya ibadeti terkettiğinizde rızkınızı kesmek ve azap etmek gibi mazarrat ederler mi?» deyince, onlar putların menfaat ve mazarrata muktedir olmadıklarını ve çağırdıklarında sözlerini işitmediklerini bildikleri için bu cihete göz yumarak hemen taklide iltica ettiler ve dediler ki «Şu sual ettiğin şeylerden onlarda hiç birisi yoktur. Biz babalarımızı ve bütün büyüklerimizi putlara ibadet ederler bulduğumuzdan ve böylece işler gördüğümüzden biz de onları taklit ederiz ve mesleklerinden dönmeyiz» dediler.

Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile bu âyet; taklidin mezmun olduğunu beyan etmiştir. Çünkü; taklit caiz olsaydı İbrahim (A.S.) onlara «Kimi taklit ediyorsunuz ve putlara ibadette kimin tarikına ittiba ettiniz?» derdi. Halbuki delilden sual etti, taklitten sual etmedi. İşte Hz. İbrahim'in delilden suali taklidin mezmum olduğuna delâlet eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın tekrar sualini ve onları ilzamını beyan etmek üzere :

ـدون� ) ــ ـ ب � ت تم ما كنت ء� ــر� ــ �ف� ــال� أ ــ و�ق� و اؤڪم(٧٥و� ــ ـ� و�ء�اب �نت و أ د�مون� ) � و-أل (٧٦ٱ buyuruyor.3912[İbrahim (A.S.) kavmine hitap ederek dedi ki «Siz ibadet eder de baktınız gördünüz mü

siz ve sizden evvel babalarınızın ibadet ettiğiniz şeyleri?»]

�م�ين� ) ل عـ� ب � ر� �ال ى إ ع�د ل �ن و�ف�إ ٱ ��� ر و; (٧٧ہ> [«O sizin ibadet ettiğiniz mabutlarınız benim için düşmanlardır. İllâ âlemlerin Rabbısı

benim dostumdur» dedi.]

2159

Page 56: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; İbrahim (A.S.) pederinin ve kavminin itikatlarına dair sorduğu suale onlar ancak taklitle cevap verince İbrahim (A.S.) kendisinin hak olan itikadını beyan ederek onları davet etmek üzere dedi ki, «Siz teemmül edip bildiniz mi sizin ve sizden evvel geçen babalarınızın ibadet ettiğiniz şeyleri? Onlar benim düşmanımdır. Fakat âlemlerin Rabbısı benim yardımcım ve ma'budumdur. Zira; onun gayri yardımcı bir ma'but yoktur ve sizin ma'butlarınız hep bâtıldır» demekle ma'butlarının ibadete istihkakı olmadığını ve onlara muhabbetlerinin âhirette adavete inkilâp edeceğini ve ancak ma'but ittikadına lâyık âlemlerin Rabbısı olduğunu pederine ve kavmine tebliğ etti.

Hz. İbrahim'in «Sizin ma'budunuz benim düşmanımdır» demekten maksadı; «İbadet edenler düşmanımdır» demekti. Yahud «Sizin düşmanınızdır» demek istedi. Lâkin nasihatta te'sir ziyade olması için kendi nefsinden başladı ve onlara ta'riz etti. Çünkü; putlardan zarar görecek olanlar putlara ibadet edenlerdir ve putlara ibadet edenler putlardan ukaladan ziyade zarar göreceklerine ve putları ukala sırasında gözettiklerine binaen Hz. İbrahim onların düşman olduklarını beyan etmiştir. Yoksa, taş ve ağaç kabilinden olan putların adavet şanlarından değildir. Yahud; âhirette Cenab-ı Hak putlara lisan verip ibadet edenlerle beyinlerinde muhasama ceryan edeceğine binaen putlara düşman tâbir etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın âlemlerin Rabbısı ma'budün bilhak olduğunu beyandan sonra Rabbi Tealâ'nın ibadete iştikakını beyan etmek üzere : 3913

د�ين� ) � �ى ف�هو� ي �ق�ن ل ذ�ى خ� و5ل (٧٨ٱ buyuruyor.[«Âlemlerin Rabbısı şol zattır ki, o zat beni halketti.» Binaenaleyh; beni hidayette kılar.]

ق�ين� ) � �ى و�ي ع�من ذ�ى هو� ي ل و�و� Iو (٧٩ٱ [«Ve Rabbı Tealâ şol zat-ı ecellü âlâdır ki, o zat bana yemek yedirir ve su içirir.»]

ف�ين� ) � ت ف�هو� ي �ذ�ا م�ر� و�و�إ (٨٠و4 [«Ve Rabbım ben hasta olduğumda bana şifa verir.»]

�ين� ) ي �ى ثم ي ذ�ى يم�يتن ل و�و� (٨١ٱ [«Ve Rabbı Tealâ dahi şol zattır ki, beni öldürür, sonra diriltir.»]

لدين� ) م� � �ى ي ت ف�ر� ل�ى خ�ط�يـ � �ن ي م�ع أ � ذ�ى أ ل ٱو� و� و. Iو (٨٢ٱ [«Ve Rabbı Tealâ şol zattır ki, o zatın yevm-i cezada benim günahlarımı mağfiret

edeceğini ümit ederim» dedi.]

Yani; İbrahim (A.S.) kavminin mezheplerinin bâtıl ve mezheb-i savabın âlemlerin Rabbısını, ma'budün bilhak ittihaz etmek olduğunu beyandan sonra âlemlerin Rabbısının ibadete iştikakını beyan zımnında Vâcib Tealâ'nın sıfât-ı alîyyesinden beşini zikretti ve «Âlemlerin Rabbısı şol zattır ki, o zat beni anasır-ı erbaadan mürekkep olarak halketti. Binaenaleyh; beni tarik-ı hakka vasıl olacak esbap halkiyle hidayette kılar» demekle menafi-i diniye ve dünyeviyenin her cüz'ünün Cenab-ı Hak'tan olduğuna işaret etti. Çünkü; insan, saadet-i diniye ve dünyeviyeye vücut sayesinde nail olduğu cihetle vücut olmasa cemi' saadetten mahrum ve asla matlûbuna vâsıl olamaz. Şu halde insanın bütün saadete vusulü; 3914 mevcut olması ve Allah'ın hidayette kılmasiyle olduğundan bu iki kelimeyle Hz. İbrahim bütün saadete işaret etmiştir. Zira; Vâcib Tealâ

2160

Page 57: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

her mahlûku dünya ve âhiret menfaatine hidayette kılar. Binaenaleyh; hidayet-i hilkatinden nihayet-i eceline kadar Allah'ın hidayeti herkesin imdadına yetişir. Meselâ insanın bidaye-i hilkatinde anasının rahmindeyken rahimden akan kanlarla teğaddiye hidayette kıldığı gibi dünyaya geldiğinde validesinin memesini aramak ve ondan süt emmeye hidayette kılar ve büyüyüp ömründen kat'ı meratip ettikçe her mertebeye ve türlü türlü zamanına göre hidayetler tevali eder ve buluğ zamanında Cennetin yollarını ve nimetleriyle telezzüz etmenin yollarını gösterir, Resûlleri ve kitapları vasıtasiyle terğip eder, Cehennemin yollarına sülük edenleri Cehennemden tenfir eyler. Binaenaleyh; Cennetin yolunu tutan ebedî saadete ve rızaya vasıl olur; Cehennemin yollarını tüten gazab-ı İlâhiye uğrar. Şu halde hidayet; insanlar için taraf-ı İlâhiden feyezan eden pek büyük bir nimettir.

Hz. İbrahim Allah'ın halk ettiğini ve hidayette kıldığını beyanla ibadete istihkakını isbat ettikten sonra insanların dünyada yaşayabilmeleri yemek ve içmekle olduğu cihetle bu iki nimeti ihsan edenin Vâcib Tealâ olduğunu zikirle dahi Allah'ın ibadete istihkakını beyan sadedinde «Benim Rabbım yemek yedirir ve su içirir, sizin putlarınızın bunlardan hiç birine kaadir olmadıkları cihetle ibadete istihkakları yoktur» dedi.

Yemek ve içmekle insan hayatını idame edenin Vâcib Tealâ olduğunu beyandan sonra insana arız olan belâyayı defedenin de Vâcibülvücut olduğunu beyanla ibadete istihkakını beyan buyurdu ve «Ben hasta olduğumda benim Rabbım bana şifa verir. Halbuki sizin putlarınız size şifa verir mi ve hastalığınızdan şifa vermeye kudreti olmayan acizlere niçin ibadet edersiniz?» demekle müşrikleri tevbih etti.

Cenab-ı Hakkın insanları öldürüp diriltmesiyle de ibadete müstahak olduğunu beyan etti. Çünkü; insan ne kadar uzun yaşasa öleceğine ve öldükten sonra —fasl-ı hukuk etmek ve herkesin amelinin cezasını görmek için— hayat bulacağına ve onları öldürüp diriltenin Allah-u Tealâ olduğuna ve putların bunlardan hiç bir şeye kaadir olamadıklarına işaretle Cenab-ı Hakkın ma'budün 3915 bilhak olduğunu ve âhiretin vukuunu isbat etmiş ve ölüp dirildikten sonra cümlenin arzu ettiği mağfireti ve günahları affı ihsan edenin Vâcib Tealâ olduğunu beyanla Cenab-ı Hakkın ibadete iştikakını beyan eylemiştir ki, şu beyanında Hz. İbrahim insanın hîn-i icadından ölümüne kadar ve öldükten sonra hayat bulup ilelebet feyezan eden bilcümle nimetlerin Cenab-ı Hakkın ihsanı olduğunu ve putların bu nimetlerde asla medhalleri olmadığını beyanla kâfirleri ilzam ve iskât eylemiş ve Allah-u Tealâ hataları dünyada mağfiret ederse de eserinin yevm-i kıyamette zuhur edeceğine binaen İbrahim (A.S.) hataların yevm-i kıyamette mağfiret edileceğini beyan etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın halikını senadan sonra duâsını beyan etmek üzere :

�ح�ين� ) �لصـل �ى ب ن ح� � ا و�أ ب ه� ل�ى ح ٱر� و- و� ; ر Jو (٨٣و0 buyuruyor.[«Yarabbi ! Bana ilim ve mucibiyle amel ve nâs beyninde hüküm ver ve beni salihler

zümresine ilhak et ki, indi ulûhiyetinde makbul olan kullarından olayım.»]

�خ�ر�ين� ) أل ان� ص� ف�ى �س� ع�ل لى ل ٱو� -� ر و! و� (٨٤ٱ [«Ve benim için sonra gelen insanların lisanlarında zikr-i cemil, güzel sena ve umum

indinde kabul-ü âmme ver ki, herkesin lisanında iyi söyleneyim.»]

( � ع�يم لن ة� ن �ة� ج� ث �ى م�ن و�ر� ن ع� ٱو� و� و� (٨٥ٱ [İbrahim (A.S.) saadet-i dünyayı talebten sonra saadet-i âhireti dahi talep etti ve

«Yarabbi beni Cennet-i naîmin varislerinden kıl» demekle hem dünyasına hem de âhiretine duâ eyledi.] Şu halde duâ edecek kimseler için duâsını yalnız bir cihete hasretmeyip 3916 her iki cihete duâ etmesi lâzım olduğuna işaret etmiştir. Hz. İbrahim'in şu duâsının kabulü eseri bütün

2161

Page 58: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

milletler ve erbab-ı edyan nübüvvetini tasdik ve zikr-i cemilinde bulunurlar. Hatta ümmet-i Muhammed beş vakit namazda selavât-ı şerife ihda ederler.

Hz. İbrahim şu duâsında hüsn-ü tertibe riayet etmiştir. Binaenaleyh; ilim amelden eşref ve mukaddem olduğundan ilim talebini amel talebi üzerine takdim etmiştir. Zira; kuvve-i nazariye — ilim — kuvve-i ameliye üzerine mukaddemdir. Kendinden sonra gelenlerin lisanlarında sena olunmasını istedi ki, hüsn-ü duâya mazhar olmakla Allah indinde derecatının âlî olmasına ve artmasına sebep olsun. Yahud l i s a n - ı s ı t k ile muradı; zürriyetinden Allah'ın kullarını Allah'ın emrine davet edecek kimselerin bulunmasıdır. İşte bu manâca lisan-ı sıtka da muvaffak olmuştur ki, ekser-i enbiya-yı kiram onun neslinden zuhur etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın nefsi için saadet-i diniye ve dünyeviye talebini beyandan sonra nâsiçinde kendine en ziyade yakın olan pederine duâsını âlâ tarikilhikâye beyan etmek üzere :

ه �ن �ى إ �ب ف� أل� و�و� و. ين� ) ٱ لضال �ان� م�ن� ٱ ك (٨٦ۥ buyuruyor.[«Yarabbi ! Pederimi mağfiret et. Zira; pederim erbab-ı dalâlettendir» dedi.]

ع�ثون� ) م� ي � �ى ي ز�ن � ت و0و��ال و� (٨٧و? [«Yarabbi ! Ölülerin dirilip kabirlerinden kalktıkları gün beni rüsva etme.»]

�نون� ) � ب �نف�ع م�ا و��ال � ي ال م� � ��ي ر �ي )(٨٨و� ل �ق� ســ� ــه� ب لل �ى �ت � م� أ �ال إ� ر E� ر Kو ٱ و�٨٩)

[«Zira; ölülerin kabirlerinden kalktıkları gün bir gün ki, o 3917 günde mal ve evlât menfaat vermez, illâ Allah'a selâmet-i kalble gelen kimsenin ameli menfaat verir ve o kimse menfaat görür.»]

Mü'min ve müslim olmayan kimsenin mağfirete nail olamıyacağı cihetle İbrahim (A.S.) ın pederi için mağfiret talep etmesi pederinin İslâm olmasını talep etmektir. Şu halde

�ى) �ب ف� أل� و�و� و. ٱ ) demek «Yarabbi ! Pederimi hidayette kılmakla ve iman tevfik etmekle mağfiret et» demektir. Yahud Şeriat-ı İbrahim'de, müşrike mağfiretle duâ caiz olmasına mebni pederine mağfiretle duâ ve pederinin müşrik olmasından dalâleti irtikâp eden zümreden olduğunu tasrih etmiştir ki, tarik-ı haktan hariç demektir. M e n f a a t v e r m e y e n m a l la murad; hayrata sarfolunmayan maldır. M e n f a a t v e r m e y e n e v l â t la murad; tarik-ı hayra irşat olunmayan evlâttır. K a l b - i s e l i m l e g e l e n k i m s e yle murad; malını hayrata sarf ve evlâdına din-i hakkı talim ve tarik-ı hayra irşatla kalbi, mal ve evlâdın fesadından salim olan kimsedir. Binaenaleyh k a l b - i s e l i m ; dininde cehalâttan ve ahlâk-ı fasideden, mal ve evlâdın şerrinden salim ve pâk olarak huzur-u İlâhiye gelen kimsedir. Şu halde malını hayrata sarf ve evlâdına ahkâm-ı diniyeyi talim eden ve emraz-ı cehliye ve ahlâk-ı redîeden salim olarak âhirete gelen kimsenin malından ve evlâdından menfaat göreceğine bu âyet delâlet eder.

Vâcib Tealâ'dan bir şey istiyecek kimsenin duâdan evvel Vâcib Tealâ'yı medh ü sena etmesi duânın kabulünün şartlarından olduğuna da delâlet eder. Çünkü; Hz. İbrahim dünya ve âhirete müteallik isteklerini talepten evvel Rabbisini lâyık olduğu evsafla tavsif ettikten sonra duâya başlamıştır. Allah-u Tealâ'nın bize bu minval üzere Kur'an'da beyanı bu mesleğin savap olduğuna delil-i kavidir. Binaenaleyh duâya başlayacak kimse; evvelâ Allah'ı sena ve sonra duâ etmelidir. Fatiha-i Şerifede de bu minval üzere varid olmuştur.

2162

Page 59: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. ibrahim'in kavmini din-i hakka davet ettiğini, dünyevî ve uhrevî menafii için duâ ettiğini beyandan sonra 3918 hakkı kabul eden müttekilerle kabul etmeyip küfür üzere İsrar edenlerin âhirette hallerini beyan etmek üzere :

ق�ين� ) مت � ة ل ن ج� �ف�ت� ل و�و�أ و� ٱ Aغ�او�ين� )(٩٠و � ج�ح�يم ل ت� ز� و� و�بر و� (٩١ٱ buyuruyor.[Yevm-i kıyamette Cennet müttekilere yaklaştırılır ve kâfirlere Cehennem izhar olunur.]

بدون� ) � ت ن� م�ا كنت � �ه أ و�و�ق�يل� ل و و� م�ن دون�(٩٢وللهٱ

[Ve kâfirlere denilir ki «Allah'ın gayri ibadet ettiğiniz ma'butlarınız nerededir, onların şefaat edeceklerini itikat ediyordunuz?»]

�ص�رون� ) �نت � ي أ �ك �نصرون و�ه� ي و (٩٣و�

[«Onlar sizden azabı defle yardım ederler mi veyahut kendi'lerinden azabı def edebilirler mi?»]

ن� ) غ�او ا ه و� �بوا ف�ي ك ۥف�ك و� ٱ و ن5 (٩٤و0 [Ve bu minval veçhile sual üzerine putlar ve putlara ibadet eden âsiler yüzleri üzerine'

Cehenneme atılırlar.]

م�عون� ) � ل�يس� أ � و�و�جنود إ (٩٥و0 [İblisin askerinin cemisi, yani iblise tabi olanların cümlesi dahî kahren nar-ı cahîme

yüzleri üzerine atılırlar.]

Yani; şirkten ve sair günahlardan kaçman mü'min müttekilere, arsa-i mahşerde makamlarını görmekle ferahları ziyade olması için Cennet onların görecekleri derecede yaklaştırılır ki, Cenneti seyr ü temaşa etmekle sevinçleri artsın. Dünyada tarik-ı 3919 haktan ayrılmış ve şehavat-ı nefsaniyesine tebaiyetle bir takım küfriyatı ve sair günahları irtikâp eden kâfirlere Cehennem izhâr olunur; gösterilir ki, hasretleri ve hüzn ü elemleri ziyade olsun, onlar da varacakları mekânlarını görür ve bilirler. Kâfirler Cehennemi görünce taraf-ı İlâhiden onları tekdir için «Allah'tan başka olarak ibadet ettiğiniz ma'butlarınız nerededir? Çağırın onları. Gelip, sizi azaptan kurtarsınlar, onların şefaat edeceklerini itikat ediyordunuz. Şimdi itikadınız veçhile onlar size yardım ediyorlar mı ve yahud kendilerinden azabı def edebilirler mi?» denir. Böyle sual olunduktan sonra âsilerle âsilerin ibadet ettikleri putlar ve iblisin askerleri cemisi birbiri üzerine tepeleri aşağı Cehenneme atılırlar, hiç bir fert hariç kalmaz. Çünkü; dünyada cümlesi nasıl şirk üzerinde içtima' ettilerse âhirette de cümlesi birden Cehenneme atılırlar. Zira amelde iştirak; azapta iştiraki icap eder.

Tefsir-i Taberi'de beyan olunduğu veçhile i b l i s i n a s k e r l e r i yle murad; gerek kendi zürriyetinden ve gerek âdem oğlundan kıyamete kadar ona tâbi olanlar ve onun askerleridir. Binaenaleyh; tâbi' ve metbu' cümlesinin Cehenneme dahil olacaklarını beyanla Cenab-ı Hak iblisin tâbilerini tehdit etmiştir.

2163

Page 60: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�بوا) ك و0ف�ك ) yüzleri üzerine atılırlar demektir. Çünkü k e b b ; yüz üstüne atılmaktır. K e b k e b e ; bunun tekrarıdır ki lâfzın tekrarı manâda da tekrarı icap eder. Binaenaleyh; müşrikler Cehenneme atıldıklarında döne döne Cehennemin alt tabakasına varıncaya kadar kiraren ve

miraren yüzleri üzerine döneceklerine işaret için (بوا� ك و0ك ) varid olduğu Zemahşerînin cümle-i beyanatındandır. Zira; dünyada da yüksek mahalden düşen kimsenin hali buna şahittir. Çünkü; yüksek yerden düşen kimse tabana ininceye kadar döne döne düşer, bir siyak üzere inmez.

( غ�اون� و�و� ٱ ) ğ a v â ; azmak manâsınadır. Kâfirler tarik-ı hakkın haricinde azgınlık ettiklerinden kâfirlere g â v û n denmiştir ki, azgın kâfirler demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ âsilerin Cehenneme atılacaklarını ve atılmalarının 3920 keyfiyetini beyandan sonra Cehennemde cereyan edecek sözlerini beyan etmek üzere :

مون� ) ــ� �صـ ت � ا ي ــالوا و�ه ف�ي و?قـ� ن5 �(٩٦و ــللهٱ ت ـ ـ� �ف�ى ض�ل ا ل �ن كن �� إ ر �ين ) (٩٧مب buyuruyor.[Cehenneme giren kâfirler birbirlerine ve bilhassa ma'butlarına husumet eder oldukları

halde derler ki, «Allah'a yemin ederiz ki, biz muhakkak açık bir dalâlette idik.»]

�م�ين� ) ل عـ� ب �ر� ويكم ب � نس� و�إ ٱ (٩٨و� [«Zira; ey putlar ! Biz sizi ibadette âlemlerin Rabbısın a müsavi kıldık.] Ona ibadet eder

gibi size ibadet ettik. Sizin gibi âciz taş ve ağaç parçasına ibadet elbette dalâlettir. Zira; mahlûkatın en âcizlerini Vâcib Tealâ'ya müsavi kılmanın tarik-ı haktan hariç olduğu meydandadır.»

ر�مون� ) م � �ال �ا إ ن �ض�ل و�و�م�ا أ و� (٩٩ٱ [«Halbuki bizi ıdlâl etmedi. İllâ bizim reislerimiz olan mücrimler idlâl ettiler.] Çünkü; bizi

yoldan çıkaran onlardır. Zira; bizim tarik-ı dalâli irtikâbımız onlara ittibâ' ve onları taklit etmemizdendir. Eğer taklit etmemiş olsaydık yoldan çıkmazdık» demekle ıdlâl eden mücrimleri itham edeceklerdir.

ـف�ع�ين� ) �ا م�ن ش� �ن � ص�د�يق ح�م�ي )(١٠٠ف�م�ا ل و��ال� (١٠١ر [«Biz Cehenneme girince kurtaracak ve şefaat edecek bir şâfi' olmadığı gibi sadakatli

akrabamız da yoktur ki, halâsımıza bir çare düşünsün.»]

�ين� ) م�ن م �كون� م�ن� �ر ف�ن �ا ك �ن �ن ل � أ وBف�ل و� ٱ % ر (١٠٢و� [«Şefaat edecek şâfi' ve sadakat edecek dost bulunmayınca 3921 keşke bizim için

dünyaya bir daha ric'at olsa da biz mü'minler zümresinden olsak ve irtikâp ettiğimiz küfrü terketsek» demekle tahassür ve hüzünlerini izhar ederler.]

Yani; ehl-i Cehennem, Cehenneme girince birbirleriyle muhasama eder oldukları halde kendilerinin dalâlette olduklarına yemin edecekleri ve elbette açık dalâlet içinde olduklarını ikrar edip putlara «Biz sizi âlemlerin Rabbisine müsavi kıldık. Sizlere ibadet ettik» diyecekleri ve «Bizi idlâl etmedi. Ancak mücrimler idlâl etti» diyerek mücrimlere atf-ı cürm edecekleri gibi bir şâfi' ve işe

2164

Page 61: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

yarar sadakatli akrabaları olmadığını beyanla Cehennemden halâsın çaresi olmadığını bildiklerinden dünyaya dönmek imkânı olsa da biz de mü'min olsak diyecekleri bu âyetlerden müstefad olan fevaid cümlesindendir. Çünkü; insanın azaptan halâsı kendi zâtında olan ihdasladır. Eğer ihlâsla kurtulamazsa bir şâfiin şefatiyle olabilir. Bunların cümlesinden ümidi kesince nedametlerini izhar ederek «Ah ne olsa olsa da dünyaya bir daha dönsek ve aklımızı başımıza alarak iman eden mü'minler zümresinden olsak» demekle tahassürlerini izhâr ederler.

� �ي ال �ك� ل �ن ف�ى ذ� �إ ‌% ر ٲ

[Habibim ! İbrahim (A.S.) ın kavmiyle vaki' olan şu mubahasesinde kudretimize delâlet ve aklı olanlar için mev'izeyi azîme vardır.] Çünkü; İbrahim (A.S.) ın mubahasesinin tertibi gayet muntazam ve takriri gayet güzel olduğundan azıcık idraki olan kimse düşününce kelâmında olan usul-ü itikâdiye ve ulum-u ameliyeye dair vaazını derhal kabul eder ve davetine icabette asla tereddüt etmez.

�ين� ) م�ن �رهم م ث � �ان� أ وBو�م�ا ك (١٠٣و� [Halbuki kavminin ekserisi mü'min olmadılar.] Zira; idrakları kısa ve şehevat-ı

nefsaniyelerine ittibaları ziyade olduğundan İbrahim'in vaazı onlara tesir etmedi. 3922

ح�يم ) لر ع�ز�يز �هو� ك� ل ب �ن ر� ٱو�إ و� (١٠٤ٱ

[Ve senin Rabbın Tealâ Habibim ! Düşmanlarına galip ve dostlarına merhamet eder.] Binaenaleyh; düşmanlarından intikamını alır ve dostlarını ihsanına müstağrak kılar.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünü tesliye için Hz. İbrahim ve Hz. Musa'nın mubahaselerini beyan ettiği gibi Hz. Nûh'un mubahasesini dahî beyan etmek üzere :

�ين� ) ل ســ� م م نوح � ق� �ذب و�ك و� ٱ و� �(١٠٥و1 ��ال ــوح أ �خــوه ن �ه أ ــال� ل � ق� و إ و و� قون� ) �ت (١٠٦ت

buyuruyor.[Nûh (A.S.) in kavmi Resûlleri tekzip ettiler şol zamanda ki, o zamanda biraderleri Nûh

onlara «Siz Allah'tan korkmaz mısınız?» dedi.]

�م�ي ) سول أ ر� �ك ى ل �ن ��إ ر (١٠٧و [«Zira; ben size emin bir Resûlüm.»]

قوا ت ٱف� �ط�يعون� )للهٱ (١٠٨ و�أ [«Ben Resûl-ü emin olunca Allah'tan korkun ve hana itaat edin sözümü dinleyin»

demekle kavmine nasihatta bulundu.]Rusûl-ü kiram ümmetlerine cemi' enbiyaya iman etmelerini emrettikleri cihetle birini tekzip,

hepsini tekzip demek olduğundan Hz. Nûh'u tekziple cümle Resûlleri tekzip etmiş olduklarına binaen kavm-i Nûh'un da Resûllerin cümlesini tekzip ettikleri beyan olunmuştur. Nûh (A.S.) onlara

2165

Page 62: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

gayet beliğ nasihatta bulundu ve Allah'tan korkmak lâzım olup korkmamanın bir emr-i münker 3923 olduğunu onlara tebliğ etti. Çünkü; kavm-i Nûh mukallit olup mukallit de tehditten korktuğu

için tehdidini nasihatına mukaddime kılarak sair nesayih üzerine takdimle ( قون� �ت � ت ��ال yani (أ«Siz Allah'tan korkmaz mısınız?» dedi. Bundan sonra nefsini iki sıfatla tavsif etti: B i r i n c i s i ; taraf-ı İlâhiden gönderilmiş Resûl olması, İ k i n c i s i ; emin olmasıdır. Çünkü; Nûh (A.S.) nübüvvetini izhar etmeden evvel kavmi içinde emanetle meşhur olduğundan keenne kavmine dedi ki, «Ben bundan evvel sizin indinizde emin olduğum halde, siz şimdi beni niçin tasdik etmez ve neden itham edersiniz ? Yoksa ben değiştim mi ve evvelden beri bildiğiniz ve emin tanıdığınız Nûh değil miyim ve evvel sözüme inanırdınız da şimdi neden iman etmez ve inanmazsınız?» demekle kavmini hasetle itham etti ve «Hâl böyle olunca Allah'tan korkun ve bana itaat edin» demekle kavmini tarik-ı hakka davet eyledi. Sözüne şunu da ilâve edip dedi ki:

�م�ين� ) ل ــ عـ� ب �ى ر� � ع�ل �ال ر�ى� إ � � أ � إ ه� م� أ � ع�ل لك ــ ـ � و�و�م�ا أ ٱ و� و� �‌�� و� و� و� و و�قوا (١٠٩ ت ٱ ف� �ط�يعون� )للهٱ (١١٠ و�أ

[«Ey kavmim ! Ben yapmış olduğum nasihat üzere sizden ücret istemem. Zira; bu nasihatta benim ücretim olmadı. İllâ cümle âlemlerin Rabbısı üzerine oldu. Şu halde sözümü dinleyin, Allah'ın azabından korkun ve bana itaat edin»] demekle nasihat ve tarik-ı hakka davetinde ücret-i maddiye istemediğini, nasihat ve davetinin ağraz-ı dünyeviye şaibesinden ârî olduğunu, ücret-i maneviyesinin Cenab-ı Hakka ait olup maneviyata kavminin karışamıyacağını beyanla kavmini itaata davet etti. İttika ile emir; surette tekrar gibi görülürse de hakikatta tekrar yoktur. Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile evvelki âyetin manâsı; «Bana muhalefetten korkun. Zira; ben Allah'ın emin Resûlüyüm» demektir. İkinci âyetin manâsı; «Bana muhalefetten korkun. Zira; ben sizden ücret istemiyorum» demektir. Şu halde ittika ile emrin mercileri başka başkadır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Nûh (A.S.) ın nasihati üzerine kavminin müdafalarını beyan etmek üzere: 3924

ذ�لون� ) � أل �ع�ك� ب ت �ك� و� م�ن ل �ن و�ق�الوا أ ٱ ٱ B١١١و) buyuruyor.[Nûh (A.S.) ın kavmi «Biz bu kadar servet ü samanımızla beraber sana iman eder

miyiz? Halbuki sana nâs indinde kadirleri aşağı olan bir takım fukara güruhu ittiba ettiler. Biz onlarla beraber bulunabilir miyiz?» demekle Nûh (A.S.) ın davetine icabetten imtina ettiler.]

م�لون� ) � �انوا ي �م�ا ك م�ى ب و�ق�ال� و�م�ا ع� (١١٢و� [Bunların imtinaı üzerine Nûh (A.S.) «Bana iman edenlerin amellerine benim ilmim lâhik

değildir, benim davetime icabetle hakkı kabul ettiler. Binaenaleyh; ben onları iyi bilirim» dedi.]

عرون� ) � � ت ل ب �ى ر� � ع�ل �ال إ اب � ح�س� و�إ و� ى‌� و; ہ> (١١٣و� [«Eğer bilirseniz onların hesabı, ancak Allah-u Tealâ üzerinedir. Zira; onların esrarına

Rabbım muttalidir. Ben kalplerine muttali değilim.] Şu halde ben hükmü, zahire bina ederim ve imanlarını kabul ve kendilerini muhubb-i sadıkım bilirim. Sizin onlara erazil güruhundan demenize asla iltifat etmem» dedi.

�ين� ) م�ن م �ط�ار�د� � ب �ن وBو�م�ا أ و� ٱ �ي )(١١٤اا �ذ�ي مب � ن �ال � إ �ن � أ �� إ ر �� ر اا (١١٥و�

2166

Page 63: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[«Halbuki ben mü'minleri huzurumdan tard eder olmadım. Zira; ben ancak açıktan korkutur oldum.] Mü'minlere muhabbet eder ve sizin gibi iman etmiyenleri azab-ı İlâhi ile korkuturum ve korkutmam da zahir ve delâili meydandadır. Binaenaleyh; kimsenin şüphesi yoktur» dedi.

Fahri Râzi'nin beyanına nazaran Hz. Nûh'a iman edenler; fukara güruhundan ve sanayi-i hasise erbabından oldukları cihetle zengin ve mansıp sahipleri onları beğenmediklerinden Hz. Nûh'a onları başından tard etmesini teklif etmeleri üzerine Hz. Nûh «Ben iman edenleri sizin arzunuzla huzurumdan tard eder olmadım. Zira; 3925 şeref ve servetin imanda methali yoktur. Binaenaleyh; bir fakir mü'min indallah milyonlarca zengin kâfirlerden hayırlıdır. Şu halde benim vazifem zengin ve fakir her kim olursa olsun iman edenlerin imanlarını kabul ve iman etmiyenleri azapla korkutmaktır» demekle kavminin tekliflerini reddetti.

Vâcib Tealâ Nûh (A.S.) ın kavmine vermiş olduğu cevap üzerine Hz. Nûh'u tehdit ettiklerini beyan etmek üzere :

جوم�ين� ) م� �ن م�ن� �كون �ت نوح ل ـ� �ه� ي �نت ت �ن ل �ٮ و�ق�الوا ل و� ٱ (١١٦و buyuruyor.[Kavm-i Nûh dediler ki, «Ya Nûh ! Allah'a yemin ederiz ki, eğer sözünden dönmezsen

elbette sen taşla ölenlerden olursun.] Zira; şu davanda musir olur ve şeriat unvanında getirdiğin şeyden dönmez ve terketmezsen biz seni taşla öldürürüz.» demekle Hz. Nûh'u şiddetle tehdit ettiler. Çünkü recimle öldürmek; mevtin en fenasıdır. Binaenaleyh; en fena ölümle öldüreceklerini söylediler ve bilmediler ki, Hz. Nûh himaye-i İlâhiye altındadır, katline elleri değmiyecek ve onu katille tehdit ederken kendileri en fena ölümle ölmeye mahkûmlardır.

&&&&&

Vâcib Tealâ kavm-i Nûh'un tehditlerini beyandan sonra Hz. Nûh'un zat-ı ulûhiyetine istirhamını beyan etmek üzere :

ـذبون� ) ـ� م�ى ك �ن ق� ب إ ــال� ر� ا(١١٧و�ق� �ه ف� ن � �ى و�ب ن � � ب ت L ف� ر Mو و و� و� و� و) ٱ �ين� ) م�ن م �ى و�م�ن مع�ى� م�ن� �جن وBو�ن و� (١١٨ٱ

buyuruyor.[Nûh (A.S.) kavminin imanından me'yus olunca dergâh-ı ulûhiyete müracaatla dedi ki,

«Ya Rabbi ! Benim kavmim beni muhakkak tekzip ettiler ve tarafından her ne ki geldi, onu tebliğ 3926 ettimse inkâr ve beni sefahetle itham ettiler. Hatta helakimi kasda ve recimle beni katle kadar cesaret eylediler. Şu halde onlarla benim aramızda ülfet ve sohbet imkânı kalmadı. Binaenaleyh; onlarla beynimizde adaletle hükmünü izhar et ve fütuhat ver. Bana ve mü'minlerden benimle beraber bulunanlara necat ver ve bunların şerrinden bizi kurtar ki, mü'minler lûtfundan müstefid olsun, kâfirler de kahrinle helak olsunlar» demekle Cenab-ı Hakka tazarru'da bulundu.] Bu haberi, Cenab-ı Hakka şikâyet tarikiyledir, ihbar tarikiyle değildir. Çünkü; Cenab-ı Hak her şeyi bildiğinden Nûh (A.S.) ın ihbarına ihtiyacı yoktur. Necatla duâ; onların şerrinden ve onlara nazil olacak azaptan, yani her ikisinden de necat istemektir. Çünkü; onlar şiddetle tehdit ettikleri gibi onlara nazil olacak azabı da biliyordu. Binaenaleyh; ikisine birden duâdır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Nûh (A.S.) ın duâsı üzerine necat verdiğini beyan etmek üzere :

2167

Page 64: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ه و�م�ن مع�ه ـ� ن �نج� حون� ) و�ف�أ م� ك� ف و� ف�ى و� ٱ و� و� ٱ (١١٩ۥ buyuruyor.[Nûh (A.S.) ın duâsı üzerine biz Nûh'a ve Nûh'la beraber dolu gemide bulunanlara necat

verdik.] ki, o gemi her türlü eşyadan ve her nevi hayvandan birer çift bulunmakla dolu idi. O dolu gemi ile onları gark olmaktan halâs ettik.

�اق�ين� ) ب د � �ا ب ن ر� � و�ثم أ ٱ و� و- (١٢٠و. [Nûh'u ve maiyetini halâs ettikten sonra tufanla âsileri gark ettik ki, onlardan yer

yüzünde hiç bir fert kalmadı.]

� �ي ال �ك� ل �ن ف�ى ذ� �إ ‌% ر ٲ [İşte şu âsileri gark edip mü'minlere necat vermekte bizim kudret-i kaahiremize büyük

alâmet ve delâlet vardır.] 3927

�ين� ) م�ن �رهم م ث � �ان� أ وBو�م�ا ڪ (١٢١و� [Halbuki bu kadar alâmetleri gördükleri halde nâsın ekserisi iman etmezler.]

ح�يم ) لر ع�ز�يز �هو� ك� ل ب �ن ر� ٱو�إ و� (١٢٢ٱ [Ya Ekremer Rusûl ! Rabbın Tealâ muhakkak olarak düşmanlarına galiptir ve dostlarına

lûtf u ihsan etmekle merhamet eder.]

Hulâsa; Cenab-ı Hakkın Hz. Nûh'u ve maiyetinde bulunan mü'minleri tufandan halâs edip âsileri gark ettiği, bunda ehl-i basiret için ibret almak lâzım olduğu, lâkin ekseri nâsın iman etmedikleri ve Allah-u Tealâ'nın düşmanlarına galip ve dostlarına merhamet sahibi olduğu bu âyetlerden müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünü tesliye için Nûh (A.S.) ın kavmiyle olan mubahaselerini ve kavminin akıbetini beyandan sonra Hz. Hûd'un kavmiyle olan mubahasesini beyan etmek üzere :

�ين� ) ل س� م � ع�اد �ذب و�ك و� ٱ قون�(١٢٣و1 �ت � ت ��ال �خوه هود أ �ه أ � ق�ال� ل و إ و و� �م�ي )(١٢٤) سول أ ر� �ك ى ل �ن �� إ ر (١٢٥و

buyuruyor.[Âd kabilesi Resûlleri tekzip ettiler şol zamanda ki, o zamanda onların kendi ırklarından

biraderleri Hud (A.S.) onlara «Siz şirki ve sair günahları irtikâp eder de Allah'tan korkmaz mısınız, niçin bu cinayetleri irtikap edersiniz? Sözümü dinleyin, Allah'tan korkun. Zira; ben size taraf-ı İlâhiden gönderilmiş emin bir Resûlüm. »]

قوا ت ٱف� �ط�يعون� )للهٱ (١٢٦ و�أ

[«Ben sizi ıslâh ve irşat için gönderilmiş resûl-ü emin olunca irtikâp ettiğiniz cinayetlerden ittika ile bana itaat edin.»] 3928

2168

Page 65: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�م�ين� ) ل ــ عـ� ب �ى ر� � ع�ل �ال ر�ى� إ � � أ � إ ه� م� أ � ع�ل لك ــ ـ � و�و�م�ا أ ٱ و� و� �‌�� و� و� و� و و�١٢٧)

[«Halbuki ben şu tebliğim üzere hiç bir ücret istemem. Zira; benim ücretim olmadı. İllâ âlemlerin Rabbısı üzerine oldu.] Şu halde me'luf olduğunuz günahları terkedin, benim sözümü dinleyin. Zira; ben içinizden neş'et ettim. Binaenaleyh; ahvalim ve emanet sahibi olduğum ve yalan irtikâp etmediğim sizce malumdur. Size tebligatım ancak sizin menfaatiniz içindir» dedi ve şunu da ilâve etti:

ــون� ) �ث ب � � ت ـل ر�يــع ء�اي �ك نون� ب � �ت و�أ % ر (١٢٨و0 ك �ع�ل �ع� ل ان ذون� م�صـ� خـ� �ت و و�ت لدون� ) � (١٢٩و?ت

[«Her yüksek mahalle alâmet yapmakla oyun mu oynarsınız ve dünyada muhallet kalmak için evlerinize havuzlar ve türlü sanatlar mı ittihaz edersiniz?» dedi.]

Yani; Hud (A.S.) kavminin bazı fena âdetlerini beyanla tarik-ı müstakime davet etti ve «Siz her yüksek mahalle oyun oynamak ve gelip geçen yolcuları alay etmek için yüksek binalar mı yaparsınız ve dünyada ebedî kalmanız için kireçlerle dondurulmuş yüksek ve muhkem saraylar yapmak için lüzumundan ziyade sanaatlı binalar, mı ittihâz edersiniz?» demekle kavmini beyhude ömür geçirmekle itham etti. Çünkü kavm-i Hud'un âdetleri; yüksek mahallere yol üzerlerine kâşaneler gibi binalar yaparlar, onunla iftihar edip, gelip geçen yolcularla eğlenirler ve onları alay ederlerdi. Dünyada muhalled kalacak ve ölmiyecek gibi büyük saraylar yaparlar ve türlü çiçekler ve saire ittihaz etmekle beyhude ömür ifna ederlerdi. Bu gibi değersiz şeylerle meşgul olmakla Hud (A.S.) onları itham ve bu gibi lüzumsuz şeyleri terk etmelerini tavsiye etti.

R i ' a ; yüksek mahal demektir. ( �ثون� ب � و�ت ) abesle iştigal edersiniz dernektir. M e s â n i ', su yolları ve havuzlar veya kireçle yapılmış sanatlı konaklar demektir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bunların yüksek mahalle alâmet 3929 bina etmeleriyle murad; Yol üzerine alâmetler yapmak, kuleler yapıp yolcuları görmek, onlarla istihza edip eğlenmek ve bilhassa Hud (A.S.) ı ziyarete.gelenlere eziyet etmek için yaptıkları binalardır. Hz. Hud kavmini bu gibi faydasız şeylerle meşgul olmalarına binaen tevbih etmiştir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Ey kavmim ! Yol üzerine yolcuları görmek ve istihza etmek üzere bu kadar külfetli binalar yapar ve abesle iştigal mi edersiniz?] demektir. Yahud sırf oyun için binalar yapar; orada toplanıp oyunlar oynarlardı. Hz. Hûd onları bununla tevbih etmiştir ki, zamanımızın oyun mahalleri bu kabildendir. Yahud; güvercin için burçlar yaparlar, oralarda güvercin bulundurarak onlarla oynamakla vakit geçirirlerdi. Halbuki bunlarla oynamak dünyevî ve uhrevî bir fayda temin etmediğinden Hz. Hûd abesle iştigalden ibaret olduğunu beyanla kavmini tevbih etmiştir. Güvercinle oynamak kavm-i Hûd'un fena âdetlerindendir.

Ad kavminin fena âdetlerinden birisi de servetleriyle iftihar etmek için yüksek binalar ve kireçle dondurulmuş büyük konaklar inşa etmek ve içine cesim havuzlar yapmakla ömürlerini ifna eylemekti. İnsanlar için lüzumsuz şeylerle iştigal etmek doğru bir şey olmadığından Hz. Hûd kavmini bununla dahî tevbih etti ve dedi ki, «Dünyada muhallet kalmanızı ümit ettiğiniz için ebedî yaşayacak gibi muhkem ve sanatlı binalar mı ittihaz edersiniz?» işte bu suretle Hz. Hûd cesim ebniyenin de dünya ve âhirette onlara faydası olmadığını beyan etti. Dünyada ömür her ne kadar uzun olsa da azdan az olduğu için «muhallet kalacak gibi ebniyeye ömür sarf ediyorsunuz» demekle ömr-ü beşerin bu gibi külfetlere tahammülü olmadığına işaret etmiştir. Çünkü; kavm-i Âdın âdetleri lüzumundan fazla binalar yapmak ve onunla uğraşa uğraşa ömürlerini ifna etmek olduğundan Hz. Hûd onları bu gibi lüzumsuz şeylerle iştigalden men'etmiştir, yoksa lüzumu kadar bina yapmaktan ve sair lüzumlu dünya işlerinden men'etmemiştir

&&&&&

2169

Page 66: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ kavm-i Hûd'un üçüncü âdet-i keriheleriyle Hûd (A.S.) ın onları zemmettiğini beyan etmek üzere : 3930

ار�ين� ) ب ج� ت �ط� تم ب �ط� �ذ�ا ب و و�إ و� قوا (١٣٠و� ت ٱ ف� ــون� )للهٱ �ط�يعـ و�أ١٣١)

buyuruyor.[Hûd (A.S.) kavmine hitap ederek dedi ki, «Ey kavmim ! Siz bir kimsenin kusuruna

binaen terbiye için muaheze ettiğinizde haddini tecavüz ederek zulümle muaheze eder ve şiddetle katledersiniz. Veya şiddetle döversiniz ki, asla insafınız olmaz. Şu halde Allah'ın kullarını insafın haricinde zulümle muaheze etmekten korkun, Allah'a ittika edin, benim sözümü dinleyip bana itaat edin hakkınızda hayırlı olur.] Çünkü; Allah'ın kullarını te'dip için vazetmiş olduğu kanunun haricinde te'dip etmek beşer için caiz olamaz. Siz ise en fena işkencelerle muaheze edersiniz» demekle kavmini muaheze etti.

Yani; Âd kavminin kendi işlerinde lüzumsuz yolsuzluklar olduğu gibi ebnayı cinslerine muameleleri de yolsuzdur. Zira; onlar kendilerinden başkasına cebabire muamelesi yaparlar ve asla insafları olmazdı.

C e b b a r ; mütekebbir, zulümkâr, öldürdüğünü gazapla öldürür ve dövdüğünü gazapla döver asla insafı ve merhameti olmaz demektir. B a t ı ş ; şiddetle tutmaktır ki, ya kılıç veya kamçıyla muaheze etmektir. Şu halde «Siz tuttuğunuzu merhametsiz ve insafsızca tutarsınız» demektir.

Kavm-i Âdın ahlâk-ı zemimelerinden B i r i n c i s i ; oyun mahalleri yapıp oyunlarla vakit geçirmek, yolcuları istihza etmek ve güvercinle oynamaktır. İ k i n c i s i ; yüksek binalar yapmak ve bununla tekebbür ve iftihar etmektir. Ü ç ü n c ü s ü ; Ebna-yı cinslerine insafsızca muamele yapmaktır. İşte Cenab-ı Hak Kur'an'da kavm-i Âd'ınbu gibi ahlâk-i zemimelerini beyan etmekle bizi bu gibi ahlâk-ı zemimeden men' ve ümmet-i Muhammediyeye bunlardan hazer etmek lâzım olduğunu tavsiye etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Hûd'un nasihat ettiği sözleri beyan etmek üzere : 3931

�مون� ) ل � �م�ا ت �م�دكم ب ذ�ى أ ل قوا ت و�و� ٱ �ين�(١٣٢ٱ �ن ــ و�ب عـ� � �أ �م�دكم ب أ� ر و� و�عيون )(١٣٣) ـ ن �1 و�ج� (١٣٤ر

buyuruyor.[«Ey kavmim ! Şol zat-ı eceli ü âlâya ittika edin ki, o zat size bildiğiniz bir çok nimetlerle

imdat etti ve yalnız imdadı bir nevi nimete münhasır olmadı. Size koyunlar, develer, erkek evlâtları, bağlar, bahçeler ve akar sularla dahi imdat ve dünyaca enva-ı nimetleri size ihsan etti. Siz ise şükrünü eda etmediniz ve şükrünü eda etmediğiniz cihetle halinizden ve nimetin zevalinden korkulur.»]

م ع�ظ�ي ) � ع�ذ�اب� ي ك � �خ�اف ع�ل ى أ �ن إ� ر و� و (١٣٥و� [«Zira; ben sizin üzerinize büyük gün olan yevm-i kıyametin azabından korkarım.»]

demekle Hûd (A.S.) şu nimetleri veren Allahü Tealâ'ya iman lâzım olduğunu ve iman etmedikleri

2170

Page 67: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

takdirde azap olunacaklarını beyanla tehdit etti. Çünkü; Cenab-ı Hak nasıl ki, in'ama kaadirse öylece intikama da kaadirdir.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Vâcib Tealâ'nın evvelâ bildikleri nimetlerle imdat ettiğini Hûd (A.S.) icmalen beyandan sonra nimetinin devam edeceğine tenbih için imdadını bazı cesim nimetlerle tafsil etti ki, onun şükrü; şirk ve sair maasiden ittika ve iman etmektir. Eğer ittika olmazsa imdadın kesileceğine dahi işaret etmiştir.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile nimeti tafsilde hüsn-ü tertibe riayet vardır. Çünkü; insanın maişetine başlıca hadim olan deve, koyun ve sığır gibi hayvanat olduğu cihetle evvelâ hayvanatı zikretti. Hayvanatın muhafazası evlâtla olduğundan hayvanatı zikirden sonra oğlan evlâdiyle imdat ettiğini beyan buyurdu. Yalnız insanın maişetiyle iktifa etmedi, belki insanın telezzüz ve tefekküh ettiği bağlar ve bahçelerle imdat ettiğini dahî zikirle imana terğip etti. Bağlar ve bahçelerin meyvasının tekemmülü suya muhtaç olduğundan akar sularla imdat ettiğini dahî beyan etti ki, noksansız 3932 nimetleri mukabilinde kusursuz iman lâzım olduğuna işaret etmiştir. İmdat; ihsan edip vermek manâsına olduğundan «Bunların cümlesini size veren Allah-u Tealâ'ya iman edin» demektir. İman etmedikleri surette kıyamette muazzep olacaklarına dahî işaretle sözüne hitam verdi ki Hz. Hûd nasihatında noksan bir cihet bırakmadı.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Hûd'un nasihatini beyandan sonra kavminin cevapların beyan etmek üzere :

ع�ظ�ين� ) و� �كن من� � ت � ل ت� أ �و�ع� �ا أ ن � و�اء ع�ل ٲق�الوا س� و� ٱ و و Nو (١٣٦و� buyuruyor.[Hûd (A.S.) ın nasihati üzerine kavmi dediler ki, «Ya Hûd ! Senin vaaz etmenle etmemen

bizim için müsavidir. İstersen vaaz et istersen asla vaaz edenlerden olma.] Çünkü; bize hiç tesiri yoktur. Zira; biz senin sözünü dinlemeyiz, emrine imtisal etmeyiz» demekle iman etmiyeceklerine kat'i cevap verdiler ve dediler ki;

�ين� ) �ول أل � خلق �ال ذ�ا إ � هـ� ٱإ �ين� )(١٣٧و� �مع�ذب ن ب � (١٣٨و� و�م�ا ن

[«Zira; şu bizim âdetimiz olmadı. İllâ evvel geçenlerin âdetleri oldu. Binaenaleyh; yüksek binalar yapar ve cebabirlik ederiz ve bunlarla biz muazzep olmayız.] Zira; biz dünyaya geliriz: Evvel gelenler gibi. Ve ölürüz: Evvel ölenler gibi. Kabirden kalkmak, hesap olunmak ve azap olmak gibi şeyler yoktur. Şu halde biz senin vaazınla eslâfımızın âdat ve ahlâkını terk edemeyiz» dediler.

ه ـ� ن � ل � �ذبوه ف�أ �ف�ك ‌ و و� و" [Şu sözleri söylemekle Hûd (A.S.) ı tekzip ettiler. Biz de onları ihlâk ettik.] İhlâklerinin

tekzipleri üzerine terettüp ettiğine işaret için tertibe delâlet eden ( �ف أ ) lafzıyla ( ه ـ� ن � ل � و ف�أ و� و" ) vârid 3933 olmuştur. Yani «Biz kavm-i Hûd'u ihlâk ettik. Zira; onlar Hûd'u tekzip ettiler. Hangi kavim ki, Hûd'u tekzip ederse biz onları ihlâk ederiz. Şu halde kavm-i Hûd'u biz ihlâk ederiz» demektir.

( �ين� �ول أل � خلق �ال ذ�ا إ � هـ� ٱإ و� ) cümlesinde bir kaç ihtimal vardır : B i r i n c i s i ; ( ın zammiyle kıraat olunursa manâsı: [Bizim şu âdetimiz bizden evvel (ل) nın (ح) lâfzı (خلقgeçen babalarımızın âdetidir. Onlar nasıl yaşadılar, köşkler ve saraylar yapıp öldülerse biz de öyle

yaşar ve ölürüz. Senin sözünle biz âdetimizi terk edemeyiz.] demektir. Eğer ( (ح) lâfzı (خلق

2171

Page 68: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

nın (ل) ın fethiyle kıraat olunursa mânası: [Ya Hûd ! Şu senin söylediğin şeyler senden evvel geçenlerin yalanlarıdır. Evvel geçenler de senin gibi söylemişlerdi.] demektir.

�ين� ) م�ن ـرهم م ـ� ث � �ان� أ � و�م�ا ك �ي ال �ك� ل �ن ف�ى ذ� وBإ و� �‌% ر ك�(١٣٩ٲ ب �ن ر� و�إح�يم ) لر ع�ز�يز �هو� ٱل و� (١٤٠ٱ

[İşte şu isyan edenleri ihlâk etmekte bizim kudretimize delâlet eden alâmet-i azîme vardır. Halbuki ekseri nâs bu âyetlerimizden ibret alarak iman etmezler ve Habibim ! Senin, Rabbın Tealâ düşmanlarından intikamını alır ve dostlarına merhamet sahibidir.]

Binaenaleyh; Kureyş'in hallerinden müteessir olma. Zira; Rabbın Tealâ onlardan intikamını alır, sana iman eden müminlere ihsan etmekle rahmetinden hisseyap eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünü tesliye için Hûd (A.S.) ın kavmine nasihatini ve kavmi kabul etmeyip helak olduklarını beyandan sonra Salih (A.S.) ın ümmetiyle vâki' olan vak'asını beyan zımnında :

�ين� ) ل ســ� م �مــود � ث �ذب و�ك و� ٱ �(١٤١و1 ��ال �ح أ ل ــ �خــوه ص�ـ �ه أ � ق�ــال� ل و إ و و� قون� ) �ت �م�ي )(١٤٢ت سول أ ر� �ك ى ل �ن �� إ ر (١٤٣و

buyuruyor. 3934[Semûd kavmi Resûlleri tekzip ettiler şol zamanda ki, o zamanda biraderleri Salih (A.S.)

onlara «Allah'tan korkmaz mısınız, niçin fısk u fücuru irtikap edersiniz ve neden tarik-ı tevhid ve istikametten çıkarsınız? Ben sizi islâh için taraf-ı İlâhiden gönderilmiş emin bir Resûlüm.] Binaenaleyh; sizi, ahvalinizi islâh edecek ef'âl-i haseneye terğip ve halinizi ifsat ve a'nıalinizi iptal edecek ef'al-i kabihadan tenfir ederim.»

قوا ت ٱف� �ط�يعون� )لله� ٱ (١٤٤و�أ

[«Binaenaleyh; Allah'ın gazabından korkun, sözümü dinleyin ve bana itaat edin. Zira; bana itaat, sizin için menfaattir» dedi.]

�م�ين� ) ل ــ عـ� ب �ى ر� � ع�ل �ال ر�ى� إ � � أ � إ ه� م� أ � ع�ل لك ـ � و�و�م�ا أ ٱ و� و� �‌�� و� و� و� و ١و�٤٥)

[Salih (A.S.) onlara nasihatına şunu da ilâve ederek dedi ki, «Benim size nasihatim me'muriyetim iktizası ve risaletimin vazifesidir. Binaenaleyh; ben nasihatim üzerine sizden ücret istemem. Zira; benim ücretim âlemleri nimetiyle terbiye eden Rabbım Tealâ'nın üzerinedir.»] Size ahkâmını tebliğ için bana ecr-i uhrevî verecektir.» demekle onlardan ücret-i maddiye istemediğini beyan etti.

Enbiya-yı izam hazaratını göndermekten maksad; Cenab-ı Hakkın kullarını tarik-ı hakka davetle itaat edenleri sevaba yaklaştırmak ve günahtan uzaklaştırmaktır. Cümle enbiya bu maksatta müttefik olduklarını ve tebliğden hırs, emel-i dünya ve ücret gibi hasis şeyler maksut olmayıp ruh-u mesele itaat ve ittika olduğunu beyan için bu sûre'de beyan olunan rusûl-ü kiramın kıssaları itaat ve ittika ile emir suretinde başlamıştır.

2172

Page 69: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�ين� ) �ا ء�ام�ن هن كون� ف�ى م�ا هـ� ر� �ت (١٤٦و1أ

[«Ey Semût kavmi bu dünyada zevalden emin olarak bu nimetler içinde kalırız ve halimiz üzere terkolunuruz mu zannedersiniz. Böylece terk olunur musunuz?] 3935

و�عيو ) ـ ن ��ف�ى ج� ر 1� عه�ا ه�ض�ي )(١٤٧ر � ط� و�زرو و�ن� ر و� O� ر Pو �� (١٤٨ر

[«O sizin içinde bulunduğunuz nimetler, bağlar, bahçeler, kaynar pınarlar, ekinler ve hurma ağaçları ki, onlardan zuhur eden çiçekler gayet yumuşak ve meyveleri hazımlı, yiyenlere asla zahmet vermez.] Şu sayılan nimetler içinde terkolunur kalır mısınız? Öyle zannederseniz zannmız yanlıştır. Zira; sizden evvel geçenler de sizin gibi zannetmişlerdi. Halbuki hiç bir ferdi bulunduğu nimet içinde kaldı mı ki, siz kalasınız.»

ار�ه�ين� ) ا فـ� �ال� بيو ب ج� ح�تون� م�ن� � 1و�ت ر و� ٱ (١٤٩و�

[«Ey Semût kavmi siz kemâl-i hazakatla dağlarda evler yonar ve taşlardan oyar kemâl-i rahatla oturursunuz ve öleceğiniz asla hatırınıza gelmez.] Hemen huzuzat-ı nefsaniyenizle meşgul olursunuz. Yiyecek, içecek ve giyeceğinizi düşünür, öleceğiniz asla hatırınıza gelmez. Halbuki bunların her birinden ayrılacak, terkedecek ve âhirette hepsinden sual olunacaksınız.»

قوا ت ٱف� �ط�يعون� )لله� ٱ (١٥٠و�أ [«Hâliniz böyle olunca Allah'tan korkun, günahlardan vazgeçin ve bana itaat edip

sözünü dinleyin.»]

) Qن نSي ن� Tو Uہ Kو ٱ ن� Vو ن*ا اا Xا Yہ نZي Mہ [ ن�) (١٥١نن�ل X]ہ ن^ و_ ہ� [ نن�ل ن4 و� ن*] ٱل نSى ن� �aہ Tن bو ہ� Qن �cن K� ن )١٥٢ٱ

[«Ve şol müsriflerin emrine itaat etmeyin ki, 'onlar arzı ifsat eder, asla ıslâh etmezler ve cümle-i ifsatlarından birisi de sizi küfür ve sair günahlara teşvik ederler, enva-ı fesadı irtikâptan geri durmaz ve ıslâh cihetini asla iltizâm etmezler.] Binaenaleyh; işleri yalnız fesattan ibaret ve salâh şaibesi yoktur» demekle Salih (A.S.) kavmini salâh'a davetle müfsitlerin emrine itaattan nehyetti ve nimetlerini beyanla o nimetin muhafazasının salâh ile olacağına da tenbihatta bulundu.

Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile bu âyette 3936 müfsitlerle Hz. Salih'in muradı; bu sûre'nin akibindeki (Sure-i Nemil) de beyan olunan Salih (A.S.) ın devesini itlaf ve Hazrete sû-u kast eden kavm-i Salih'ten dokuz kabilenin reisleri dokuz müsriftir, yahud mutlaka müşriklerdir. Bunların daima işleri ifsattan ibaret olup ıslâh emaresi olmadığına işaret için Hz. Salih ifsatlarını beyandan sonra muslih olmadıklarını ilâve etmiş ve nimetlerini beyanla nimetin devamı ittika ve peygamberlerinin emrine itaatla olup müsriflerin emrine itaat nimetin zevaline sebep olacağına işaret etmiştir. Bağları ve bahçeleri zikirden sonra hurmanın sair meyvalar üzerine şerefine işaret için hurma ağaçları bahçede dahil olduğu halde ayrıca zikrolunmuştur.

( ار�ه�ين� F â r i h ; neşat ve ferahla yaşayan kimsedir ki, hazakatla iş gören ve rahatla (فـ�maişet edip maişet yüzünden meşakkat görmeyen kimseye denir. İşte kavm-i Semûd'un kemâl-i refahla bütün nimet-i dünyaya nail olduklarına ve nimetler içinde yaşadıklarına işaretle kendilerinin şükre devam etmeleri lâzım olduğuna tenbih etmiş ve bunları Cenab-ı Hakkın Kur'an'da ümmet-i

2173

Page 70: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Muhammed'e hikâyesi aynı ahvalin insanlarda her zaman câri olup nimet sahiplerinin nimetlerini muhafazaları ittikaya ve peygamberlerine itaata mevkuf olduğuna ve zamanlarında mevcut olan müfsit ve müsriflere itaat etmek nimetlerinin zevaline ve akıbet helaklerine sebep olacağına işaretle Cenab-ı Hak kullarını salâha davet etmiştir.

Hulâsa; insanların dünyaca nail oldukları nimetler içinde kalacaklarını zannetmelerinin hata olduğu, kavm-i Semûd'un maharet ve hazakatle dağlardan ve taşlardan evler yonttukları, kemâl-i rahatla taayyüş ettikleri, insanlar için vazifenin, Allah'a ittika ve Resûllerine itaat etmek olduğu, müsriflere itaat etmenin caiz olmadığı ve müfsitlerin âdetlerinin daima ifsat olup ıslâh cihetini iltizam etmedikleri bu âyetlerden müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Salih'in nasihatuıa karşı kavminin cevabını beyan etmek üzere : 3937

حر�ين� ) مس� �نت� م�ن� م�ا أ �ن و�ق�الوا إ (١٥٣ٱ buyuruyor.[«Ya Salih ! Sen sihir olunmuş aklı muhtel olanlardansın» dediler.] Ve sözlerine şunu da

ilâve ettiler :

د�ق�ين� ) ــ لصـ �ن كنت� م�ن� �ة إ اي ــ ـ� ت� ب ـا ف� � لن �ش� م � ب �ال �نت� إ ٱم�ا أ *ا و و< �� ر١٥٤)

[«Sen olmadın. İllâ bizim gibi beşer oldun. Beşeriyetten başka bir sıfatın yoktur. Şu halde beşerden beşere Resûl olmaz ki, sen bize risalet davasında bulunasın. Halin beşeriyetten ibaret olunca eğer sözün doğruysa ve sen doğru söyleyenlerden oldunsa bize alâmet getir» demekle nasihatini dinlemediklerini izhâr ettiler ve bebeşeriyeti risalete münafi gördüler.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile kavm-i Salih'in «Alâmet getir» demekten maksatları; mucize istemek ve istediklerini getiremez zanniyle Hz. Salih'i âciz kılarız zannetmeleridir. Salih (A.S.) ne gibi mucize istediklerini onlardan sual etti. Onlar da taştan on aylık botlanmış bir devenin çıkmasını istediler. Cibril-i Emin'in tarifiyle Salih (A.S.) iki rekât namaz kılıp Cenab-ı Hakka duâ etti. Cenab-ı Hak da kavminin arzuları veçhile taştan istedikleri surette deveyi çıkarmakla nübüvvetini tasdik etti.

&&&&&

Vâcib Tealâ deveyle kavmi beyninde Salih (A.S.) suyu nöbete bağladığını ve deveye zarar kasdetmemelerini tenbih etmişken dinlemeyip deveyi itlaf ettiklerini ve akıbet helak olduklarını beyan etmek üzere :

لو ) � م ب ي ش� �ك ه�ا ش� و�ل �اق� ل ذ�ه� ن ق�ال� هـ�� ر و� � ر و� و� و 0� ر و� %� ر (١٥٥ۦ buyuruyor.[Salih (A.S.) kudret-i İlâhiyeyle mucize olarak zuhur eden 3938 deveye işaret ederek

dedi ki, «İşte şu istediğiniz devedir. Suyun bir gün nöbeti devenindir ve malûm olan günde suyun nöbeti sizindir. Nöbetinize sahip olun, devenin nöbetinde suya gelmeyi.»]

م ع�ظ�ي ) � ع�ذ�اب ي �خذ�ك �سو ف�ي وه�ا ب �م�س � ت و��ال� ر و� و *ا و �� (١٥٦ر [Ve «deveyi dövmek, kuyuya getirmeyip susatmak gibi bir kötülükle dokunmayın ki,

sizi büyük gün olan kıyametin azabı tutmasın. Eğer bir kötülükle deveye dokunursanız yevm-i kıyametin azabı sizi tutar. »]

2174

Page 71: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

د�م�ين� ) ـ� �حوا ن ب � (١٥٧و�ف�ع�ق�روه�ا ف�أ [Salih (A.S.) ın nasihatına rağmen deveyi öldürdüler. Bina enaleyh; sabah vakti nadim

oldular.]

ع�ذ�ا �خ�ذ�هم �ف�أ ہ0‌ و� ٱ

[Deveyi öldürünce onları azap ahzetti ve helak oldular.]

Yani; Salih (A.S.) ın kavminin istedikleri gibi mucize olarak taştan deve zuhur edince Hz. Salih emr-i İlâhi ile meşhur kuyunun suyunu nöbete bağladı ve dedi ki «İşte şu sizin istediğiniz devedir. Fakat kuyunun suyundan devenin bir gün su hakkı vardır. Muayyen bir gün de sizindir. Binaenaleyh; herkes nöbetini bilsin ve nöbetini tecavüz etmiyerek hakkına razı olsun ve siz deveye dövmek ve öldürmek gibi bir kötülükle dokunmayın ki, sizi büyük günün azabı ahzetmesin.» Bu kadar tenbihatı dinlemiyerek deveyi öldürdüler ve azabın emmareleri görünmesi üzerine sabah vakti nedamet eder oldular. Fakat nedametleri fayda etmedi. Çünkü; azabın emmaresini müşahede ettiler. Binaenaleyh; onları azap ahzetti.

Gelecek azabın azametine işaret için Hz. Salih azabın geleceği günü azametle tavsif etmiş

ve deveyi öldürünce derhal azabın geldiğine işaret için bilâmüsaade takibe delâlet eden (فا) lâfziyle varid olmuştur.

Y e v m – i a z î m le muradın; yevm-i kıyamet olması 3939 muhtemeldir. Buna nazaran, azab-ı âhiretle tehdit etmiştir. Yahud; dünyada onlara azabın geleceği gündür. Buna nazaran azabın şiddetine işaret etmiştir. Deveyi sinirlerini keserek öldüren (Kıdar) isminde bir kimse ise de (Kıdar) a «Öldür» dediklerinde (Kıdar) «Ben öldürürüm. Eğer cümleniz razı olursanız» deyip kavmin cümlesi «Razıyız» demeleri üzerine öldürmesine binaen deveyi öldürmek kavmin

cümlesine isnat olunarak (ف�ع�ق�روه�ا) cemi' sıyğasiyle varid olmuştur. Hatta Medarik'te beyan olunduğuna nazaran dul kadınların ve âkil çocukların reyine varıncaya kadar müracaat edip cümlesinin reyi alındıktan sonra öldürmüştür. Binaenaleyh; devenin öldürülmesine razı olmayan bir fert bile kalmamasına binaen deveyi cümlesi öldürdüler denilmiştir. Nedametleri azap korkusuna mebni olup tevbe olmadığından nedametleri azabın define sebep olamamıştır. Yahut, nedametleri tevbe idi ve lâkin bu nedamet azabı müşahede ettikten sonra olduğundan kabul olunmamıştır.

�ين� ) م�ن �رهم م ث � �ان� أ � و�م�ا ك �ي ال �ك� ل �ن ف�ى ذ� وBإ و �‌% ر ك�(١٥٨ٲ ب �ن ر� و�إح�يم ) لر ع�ز�يز �هو� ٱل و� (١٥٩ٱ

[İşte şu Salih (A.S.) ın kavminin helak olmasında aklı olan insanlara ibret alacak alâmet ve delâlet vardır.] Zira; peygamberlerinin nasihatini dinlememeleri helaklerine sebep olduğundan peygamberinin sözünü dinlemiyen her millette bu hâlin ceryan edeceğine ve akibet helak olacağına delâlet eder. [Halbuki ekseri insanlar iman etmediler. Habibim ! Senin Rabbın Tealâ kavm-i Semût gibi iman etmeyen düşmanlarına galip ve iman eden dostlarına merhamet edicidir.]

&&&&&

Vâcib Tealâ bu sûre'de ümmetleriyle mubaheseleri beyan olunan enbiya-yı izamdan altıncısı olan Lut (A.S.) ın mubahasesini ve kavmine nasihatini beyan etmek üzere :

�ين� ) ل س� م م لوط � ق� �ذب و�ك و� ٱ و� �(١٦٠و1 ��ال ــوط أ ــوه ل �خ �ه أ � ق�ال� ل و إ و و� قون� ) �ت (١٦١ت

2175

Page 72: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

buyuruyor. 3940[Lut (A.S.) ın kavmi Resûlleri tekzip ettiler sol zamanda ki, o zamanda biraderleri Lut

onlara «Allah'tan korkmaz ve nefsinizi günahlardan sakınmaz mısınız?» dedi.] Ve sözüne şunu da ilâve etti:

�م�ي ) سول أ ر� �ك ى ل �ن ��إ ر قوا (١٦٢و ت ٱ ف� �ط�يعون� )لله�ٱ (١٦٣ و�أ [«Sözümü dinleyin. Zira; ben size emin bir Resûlüm. Binaenaleyh; Allah'tan korkun ve

bana itaat edin.] Âlemde hiç bir kimsenin irtikâp etmediği livata gibi fena bir fiili irtikap etmeyin. Eğer bu fiilinize devam ederseniz helak olursunuz. Ve ben size menfaatinizi gösteriyorum. Dinleyin beni, vaz geçin azabınızı mucip olan efalinizden ve gazab-ı İlâhiden nefsinizi sakının. »

�م�ين� ) ل ــ عـ� ب �ى ر� � ع�ل �ال ر�ى� إ � � أ � إ ه� م� أ � ع�ل لك ــ ـ � و�و�م�ا أ ٱ و� و� �‌�� و� و� و� و و�١٦٤)

[«Halbuki bu tebliğim üzerine ben sizden ücret istemem. Zira; ücretim âlemlerin Rabbısı üzerinedir» demekle Lut (A.S.) kavmine tebligatta bulundu.]

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Lût'un kavminin fena fiillerini inkâr suretiyle irad ettiği sözlerini beyan etmek üzere :

�م�ين� ) ل عـ� ان� م�ن� ر� لذ �تون� �ت و�أ ٱ و� ٱ *ا كم(١٦٥و ب ر� �ك �ق� ل �ذ�رون� م�ا خ�ل و و�ت م ع�ادون� ) ق� �نت � أ ب ج�ك و� � و�م� أ و و� �‌ ٲ Aو (١٦٦و�

buyuruyor.[«Ey kavmim ! Siz âlemler cümlesinden olan erkeklere livata eder de Rabbınızın helâl

olarak sizin için halkettiği zevcelerinizi terk mi edersiniz? Belki siz zulm ü taaddide haddini tecavüz eden bir kavimsiniz.] Zira; hem nefsinize hem de başkalarına zulmediyorsunuz. Çünkü; âlemde emsali sebketmedik çirkin bir fiili 3941 irtikap edersiniz ki, Allah'tan korkmadığınız gibi kullardan da utanmıyorsunuz» demekle kavmini tekdir etti.

Bu âyet kadınlara dahî livatanın hürmetine delâlet eder. Çünkü (ج�كم و� � ٲم� أ Aو و� ) lâfzında

bulunan ( و�م� ) ba'z manâsına delâlet ettiğine nazaran manâ-yı âyet: [Siz erkeklere livata eder ve Rabbınızın sizin için halketmiş olduğu zevcelerinizden ba'z olan mahalli mubahı terk eder de mubah olmayan mahalle mi ityan edersiniz?] demektir ki, kavm-i Lût'un zevcelerine livata ettiklerine ta'riz ve onları tevbihtir. Binaenaleyh; ricale livata haram olduğu gibi —ve levse kendi haremi olsun— nisvana dahî livatının haram olduğuna delâlet eder.

Vâcib Tealâ Lût (A.S.) ın şu nasihatına karşı kavminin söyledikleri sözlerini hikâye etmek üzere :

ج�ين� ) ر� م �ن م�ن� �كون �ت لوط ل ـ� �ه� ي �نت ت �ن ل �ٮ و?ق�الوا ل و� ٱ (١٦٧و

buyuruyor.

2176

Page 73: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Lût (A.S.) ın kavmi dediler ki «Ya Lût ! Eğer sen bizim fiilimizi inkârda devam eder ve ta'n etmekten vaz geçmezsen elbette sen karyeden çıkarılanlardan olursun.] Zira; sen bize ta'n etmekte devam edersen elbette biz seni karyeden nefy ederiz.» demekle tehdit ettiler.

Yani; Lût (A.S.) kavmini müptelâ oldukları fena fiilden şiddetle menetmeye çalışınca onlara asla tesir etmediği gibi şiddetli tehdide kalkıştılar ve «Ya Lût ! Vaz geç bize müdahaleden. Eğer vaz geçmezsen elbette sen karyeden çıkarılanlardan biri olursun. Zira; sen bize ta'n etmekte devam edersen biz de seni bu beldede oturtmayız» dediler ve muktedir olurlarsa karyelerinden nefy etmeye karar verdiler. Çünkü onların âdetlerinin; sevmedikleri kimseyi karyelerinden nefyetmek olduğuna bu âyet delâlet eder. Zira; «Biz seni çıkarırız» demediler, belki «karyeden çıkarılanlar var, sen de onlardan olursun» dediler. Binaenaleyh; bundan evvel 3942 karyelerinden çıkardıkları kimseler olduğuna işaret etmişlerdir. Şu halde insanların muktedir oldukları surette sevmedikleri kimseyi nefyetmeleri yeni icat olunmuş bir şey değil, belki eski bir âdettir.

&&&&&

Vâcib Tealâ, kavminin tehdidine karşı Hz. Lût'un cevabını beyan etmek üzere :

�ين� ) ق�ال �ع�م�ل�كم من� ى ل �ن و�ق�ال� إ (١٦٨ٱ buyuruyor.[Lût (A.S.) kavmine hitap ederek «Ben sizin amelinize buğz edenlerdenim» dedi.] Ve

Rabbısına iltica ederek dedi ki:

م�لون� ) � ل�ى م�ما ي � �ى و�أ �جن ب ن و�ر� (١٦٩و"

[«Yarabbi ! Beni ve evlâd ü iyâlimi onların amellerinden halâs et» demekle Rabbısına iltica etti.]

ـه ـ� ل � ه و�أ ــ ـ� ن �ج و"ف�ن م�ع�ين� ) و� � و� أ �ر�ين� )(١٧٠ۥ ب ــ غـ� ا ف�ى � ع�جــو �ال و� إ ٱ A ر١٧١)

[Lût (A.S.) ın bu münacatı üzerine Biz Azimüşşan Lût'a ve evlâtlarının cemisine necat verdik ve onlara nazil olacak azaptan halâs ettik. İllâ Lût'un haremi bir koca kadın onların amellerine razı olmasına binaen azapta baki kalması mukadder olduğundan azap olunacaklar içinde kaldı.] Çünkü günaha rıza; aynı günah olduğundan o fiilin failleriyle beraber cezaya müstahak oldu. Binaenaleyh; helak olanlar içinde kaldı ve azaptan kurtulmadı.

K a a l i : şiddetle buğz edici manâsınadır. Yani «Ben sizin amelinize şiddetle buğz edenlerdenim. Amelinize buğz etmekten ve sizi men'e çalışmaktan vaz geçemem. Zira; ameliniz her zaman buğz etmeye lâyıktır ve siz de elinizden geleni geri koymayın» demek istedin ; G â b i r i geride kalanlar ve helakleri 3943 mukadder olanlar demektir. Binaenaleyh; Hz. Lût'un haremi Lût'la beraber yola çıkmayıp karyede kaldığına âyette delâlet vardır. Çünkü; kavmin ameline razı ve onları sever ve Hz. Lût'a buğz ve eza etmekten de geri durmazdı. Herkesin sevdiği kimseyle haşr olunacağına binaen sevdikleriyle beraber kaldı ve onlarla birlikte helak oldu. Gerçi Hz. Lût'un haremi ise de nûr-u nübüvvetten istifade kabiliyeti olmadığından Hz. Lût'un feyzinden mahrum olmuş ve ebeden hüsran içinde kalmıştır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Lût'a ve ehline necat verdikten sonra kavmini ihlâk ettiğini beyan etmek üzere :

2177

Page 74: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�خ�ر�ين� ) أل �ا ن ٱثم د�م ـر(١٧٢و� اء� م�طـ� ه�م مط� ف�ســ� � �ا ع�ل ن ط� � � و�أ �ا‌ ر و� و� و و�منذ�ر�ين� ) (١٧٣ٱ

buyuruyor.[Lût (A.S.) a necat verdikten sonra biz geride kalan kavmini eşeddi helakle ihlâk ettik,

üzerlerine taş yağdırdık. Binaenaleyh;, Lût (A.S.) tarafından inzar olunanların yağmuru ne kadar fena yağmur oldu ki, onların yağmurları âdetin hilâfına olduğu cihetle acaibi mutazammın bir çirkin yağmurdu.] Zira; onlar üzerine yağan şey taş olduğu gibi herkese isabet edecek taşta onun ismi yazılıydı ve isabet ettiğini derhal ihlâk ederdi. Hatta onlardan memleket haricinde bulunanlara dahî isabet etti.

�ين� ) م�ن ـرهم م ـ� ث � �ان� أ � و�م�ا ك �ي ال �ك� ل �ن ف�ى ذ� وBإ و� �‌% ر ك�(١٧٤ٲ ب �ن ر� و�إح�يم ) لر ع�ز�يز �هو� ٱل و� (١٧٥ٱ

[İşte şu kavm-i Lût'un helakinde onlardan sonra gelenlere ibret ve livatanın helake sebep olduğuna delâlet vardır. Binaenaleyh; idraki olanlar bu gibi vukuattan ibret alıp mütenebbih olmalıdırlar. Halbuki insanların ekserisi mü'min değillerdir. Habibim ! Senin Rabbın Tealâ Lût kavmi gibi emrinin haricinde hareket eden düşmanlarına galiptir, onlardan intikamını alır, Lût (A.S.) ve ona 3944 iman eden mü'minler gibi dostlarına merhamet eder ve helakten kurtarır.]

&&&&&

Vâcib Tealâ Şuayb (A.S.) ın kavmiyle vâki' olan mubahesesini beyan etmek üzere :

�ين� ) ل س� م �ة� ك ـ ح�ـب � �ذب� أ و�ك و� ٱ و� و� ب(١٧٦و� ع� �ه شــ ــال� ل � ق� و� إ و و� ــون� ) ــ ق �ت � ت ��ال �م�ي )(١٧٧أ ول أ ــ ــ س ر� �ك ى ل �ن �� إ ر قوا (١٧٨و ت ٱ ف� ــه�ٱ للـ �ط�يعــون� ) �ى(١٧٩و�أ � ع�ل �ال ر�ى� إ � � أ � إ ه� م� أ � ع�ل لك ـــ � ـا أ و� و�مـ� و� �‌�� و� و� و� و و�

�م�ين� ) ل عـ� ب و�ر� (١٨٠ٱbuyuruyor.[Ashab-ı Eyke Resûlleri tekzip ettiler şol zamanda ki, o zamanda Şuayb (A.S.) onlara

dedi ki, «Allah'tan korkmaz mısınız? Niçin kilenizde ve terazinizde haktan ayrılır ve halkın hakkını noksan verirsiniz? Benim sözümü dinleyin, Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Zira; ben size muhakkak tarik-ı İlâhiden gelmiş emin bir Resûlüm. Size menfaatinizi tebliğ ederim. Hâl böyle olunca Allah'tan kormanız ve bana itaat etmeniz vâcibtir. Halbuki şu tebliğim üzerine ben sizden ücret istemem. Zira; benim ücretim âlemlerin Rabbisi üzerinedir. Çünkü; onun tarafından size ahkâmı tebliğe memurum» demekle (Eyke) ahalisine tebligatta bulundu.]

E y k e ; Beyzâvî'nin beyanı veçhile Medyen civarında meşe ağaçlarıyla kaplı ormanlık bir mahaldir. Medyen ahâlisiyle nesepte münasebetleri olmadığından Şuayb (A.S.) a onların kardeşleri denilmemiştir. Cenab-ı Hak Şuayb'ı (Medyen) ahalisine Resûl kıldığı gibi (Eyke) ahailsine de Resûl kılmıştı. Çünkü; Medyen ahalisi gibi Eykeliler de kile ve terazilerinde noksan vermeye başladıklarından Vâcib Tealâ Hz. Şuayb'ı hem Medyen'e, hem de Eyke'ye Resûl gönderdi. Onları ıslâha me'mur etti. Şuayb (A.S.) da vazifesine başladı, onlara risaletini tebliğ etti, ittika ve itaata davet edip dedi ki:

ر�ين� ) س� م �كونوا م�ن� � ت ل� و��ال � ك فوا � و?أ و� ٱ و� و� ٱ (١٨١و� 2178

Page 75: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[«Siz kilenizi ölçün ve ölçekte noksan verenlerden olmayın.»] 3945

( � �ق�يم ت م ط�اس� ق� � و�و�ز�نوا ب و� ٱ و� و� (١٨٢ٱ [«Müstakim ve doğru olan teraziyle tartın ve noksan teraziyle tartmayın.»]

�اء�ه ي � اس� أ لن خ�سوا � � ت و و��ال و� ٱ و0[«Ve nâsın mallarını fiyatından aşağı kırıp kıymetinden noksan olarak almakla haklarını

zayi etmeyin.»]

د�ين� ) س� �ض� م أل ا ف�ى � ث � � ت و)و��ال و� ٱ و� (١٨٣و� [«Ve yer yüzünü ifsad eder olduğunuz halde fesada sa'yetmeyin.»]

�ين� ) �ول أل ة� �ل ب ج� و� �ق�ك ل ذ�ى خ� ل قوا ت ٱو� و� ٱ و ٱ (١٨٤ٱ

[«Ve şol Zat-ı Eceli ü Âlâya ittika edin ki, o zat sizi ve sizden evvel geçen babalarınızı ve sair insanları halketti. Şu halde onun azabından nefsinizi sakının» dedi.]

Yani; Şuayb (A.S.) Resûl olduğu Eyke ahalisine dört nevi tebligatta bulundu:B i r i n c i s i ; Kilenizi tam ölçüyle verin ve noksan vermeyin ki, nâsın hukukuna tecavüz

etmiyesiniz, doğru terazi ve kantarla tartın ki, nâsa hiyanetlik etmiş olmıyasınız.İ k i n c i s i ; Nâsın mallarının narhını aşağı indirmeyin. Yani; halkın hukukunu hiç bir veçhile

noksan etmeyin ve hiç bir suretle tecavüzatta bulunmayın.Ü ç ü n c ü s ü ; Yer yüzünü ifsat etmeyin dedi. Yani «Yol kesmek ve gayrin malını nehb ü

gârât etmek, ekinlerini ve sair hasılatlarını hayvanata yedirmek ve ağaçlarını kesmek gibi fesattan vaz geçin» demiştir.

D ö r d ü n c ü s ü ; İttika ile emirdir. Bu emir; evvelki vesayanın cümlesine şâmil ve onların ruhu mesabesindedir. Çünkü ittika bilcümle feraiz ve vacibatı edaya bilûmum muharrematı terke ve ahlâk-ı hamîdenin cümlesini iltizama şâmil olduğundan 3946 ittika ile emir cümlesini camidir. Binaenaleyh; Hz. Şuayb'ınbundan evvel kavmine tebliğ ettiği evamir ve nevahinin hulâsası mesabesinde olan ittika ile sözüne hitam verdi.

Bu âyette tam ölçmek ve tartmakla emir; vücup ifade ettiğinden noksan vermenin haram olduğu sabit olmuştur. Zira; vücubu terk etmek haramdır. Kezalik noksandan nehiy vaki olup nehiy de hürmet ifade ettiğinden noksan vermekle halkın hukukuna tecavüzün haram olduğu iki cihetle sabit olmuş ve hürmeti te'kit olunmuştur. Yalnız kile ve terazide ziyade vermek hususuna dair bir şey varid olmamışsa da Fahri Râzi ve Medarik'te beyan olunduğu veçhile, bir kimse kendi rızasiyle kilede ve terazide ziyade verirse iyilik etmiş olduğundan caizdir. Çünkü; rızasıyla malını başkasına vermekten hiç. bir kimse memnu' değildir. Amma noksan vermek başkasının hakkına tecavüz olduğu cihetle bigayri hakkın, gayrin hukukuna tecavüzden herkes memnu'dur. Zira; insanların meşru olan her hakları mehfuzdur. Binaenaleyh; bir kimsenin izni olmadan onun mülkünde ve sair hukukunda başka bir kimsenin tecavüzü, tasarrufu ve müdahelesi caiz olamaz. Kezalik Hz. Şuayb fesattan nehy ile bütün insanların zarardan mahfuz olmaları usulünü ve ahali beyninde intizamı tesis etmek istemiştir. Gerçi şu ahkâm; Şuayb (A.S.) dan hikâye olunmuşsa da bize de aynı şeriattır. Çünkü; Cenab-ı Hakkın Kur'an'da ve Resûlünün hadîsinde beyan ettikleri enbiya-i sabıkanın şeriatlarının bize de ayni şeriat olduğu kavaid-i şeriyemiz iktizasındandır. Binaenaleyh; Şuayb (A.S.) ın şu tebligatı bizim için şeriat olup mucibiyle amel vâcibtir. Çünkü Allahü Tealâ'nın Kur'an'da bize beyanı bizim için de emirdir.

2179

Page 76: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Hulâsa; muamelât-ı nasta kileyi tam ölçmek ve terazide tam tartmak vâcib olup noksanı haram olduğu, bu gibi hukuk-u nâsı irtikâp eden kimsenin akıbeti berbat olacağı, nâsın malının narhını aşağı tenzil etmek caiz olmadığı ve yeryüzünde her suretle ifsat ve halkı rahatsız etmenin her cihetten memnu' ve cümle insanların Halik Tealâ'ya ittikaları vâcib olduğu bu âyetlerden müstefad olan fevaid cümlesindendir. 3947

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Şuayb'ın şu nasihatları üzerine kavminin cevaplarını beyan etmek üzere :

حر�ين� ) مس� �نت� م�ن� م�ا أ �ن و�ق�الوا إ (١٨٥ٱ buyuruyor.[Eyke ahalisi Şuayb (A.S.) ın şu nasihati üzerine dediler ki «Ya Şuayb ! Sen ancak sihr

olunmuş ve sihirle aklı bozulmuş kimselerdensin.»]

�ا لن �ش� م � ب �ال �نت� إ و<و�م�ا أ �� ر[«Halbuki sen bizim gibi beşersin ve sende beşeriyet sıfatından başka bir sıfat yoktur.

Şu halde bizim üzerimize meziyetin nedir ki, risalet dâvasında bulunursun. Zira; sihirle akim muhtel olması risalete münafi olduğu gibi beşeriyetin dahî risalete münafidir.»]

�ين� ) ذ�ب ـ� ك �م�ن� ك� ل ظن �ن ن و�و�إ (١٨٦ٱ

[«Ve biz seni muhakkak yalancılardan zannederiz. Binaenaleyh;sözüne inanamıyoruz. »]

د�ق�ين� ) ــ لصـ �ن كنت� م�ن� م�اء� إ لســ ا من� �ا ك�س� ن � ق� ع�ل � ٱف�أ ٱ ( ر و� Iو و�١٨٧)

[«Şu halde, eğer sen doğru söyleyenlerden isen üzerimize semâdan bir parça düşür ve bizi ihlâk et» demekle inatlarını izhar ettiler.] Çünkü; Şuayb (A.S.) a yalan isnad edince Hz. Şuayb'ın semadan azap geleceğini beyanla tehdit etmesi üzerine «Sözün doğruysa semâdan bir parça düşür de bizi ihlâk et» diyerek istihza ettiler. İnsanlarda me'luf oldukları âdetlerinin hilafını söyliyen kimseyi tekziple iftira etmek âdet hükmünde olduğundan ekseri enbiyanın ümmetleri, nebilerini sihirle, yalanla ve beşeriyetin risalete münafi olmasiyle müdafaa ve itham etmişlerdir. Hz. Şuayb'ın 3948 kavminin de ayni mesleği takip ettiklerini Cenab-ı Hak bu âyetle beyan buyurmuştur. Çünkü; insanlar arzularının hilafını kabulden daima istinkâf ederler. Bu hâl ümmet-i Muhammed'de dahî câridir. Binaenaleyh; ta asr-ı saadetten zamanımıza gelinceye kadar ahkâm-ı şer'iyenin sefahetten men' eden ahkâmına itiraz edenlerden hiç hâli kalmamış. Fakat hiç tesiri de olmamıştır ve olamaz. Çünkü; kanun-u İlâhiyi tağyir etmek hiç kimsenin haddi değildir. Meğer kendi tağyir ede. Amma, ahkâmiyle amel edenler azalır veya çoğalır. Bu cihet şeriatın metanetine halel getirmez. Zira; ahkâmıyla amel ihtiyarîdir. Tevfika mazhar olanlar amel eder, olmayanlar bir takım şeytanın vesvesesiyle evham ve hayalata sapar. Çünkü; şeytanın da nasibi var, Cehennemin de insanlardan kısmeti vardır. Binaenaleyh; iradesini hayra veya şerre sarf edenler kıyamete kadar bulunacaktır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Şuayb (A.S.) ın kavminin imanından me'yus olunca Rabbisine iltica ettiğini beyan etmek üzere :

م�لون� ) � �م�ا ت �م ب ل � ى أ ب و�ق�ال� ر� (١٨٨و� 2180

Page 77: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

buyuruyor.[Şuayb (A.S). kavminin imanından me'yus olunca Rabbisine arz-i hâcât etti ve dedi ki,

«Benim Rabbım, sizin amelinizi bilir ve amelinize göre ceza verir.»]

�ذبوه ف�ك[Bu söz üzerine onlar Şuayb (A.S.) ı tekzip ettiler.]

لظل � م � �خ�ذ�ه ع�ذ�اب ي �ف�أ ن%‌ ٱ و� و [Binaenaleyh; onları gölgeli günün azabı ahzetti.] 3949

ه �ن م ع�ظ�يم ) إ � �ان� ع�ذ�اب� ي و� ك (١٨٩ۥ

[Zira; o günün azabı büyük bir günün azabıdır.] Bu sözüyle onlara gelecek azabın pek büyük olduğunu beyan etti.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile ashâb-ı Eyke Resûllerini tekzipte devam edince Hz. Şuayb Cenab-ı Hakka Tefviz-i umur etti ve azaplarının vakt-i merhunu gelince yedi gün bunlar üzerine sıcak şiddetlendi. Hatta o kadar ki, hararetten akan sular kaynadı, rüzgâr esmedi, takatları kesildi ve serinlik arama için dağlara iltica ettiler. Yedinci gün Vâcib Tealâ siyah bir bulut halk edip herkes onun gölgesine can atarak cümlesi bulutun altına toplanınca buluttan ateş yağar ve cümlesi helak olur. Çünkü semâdan bir parça inmesini istediler. İstedikleri veçhile semâdan inen ateş parçasiyle helak oldular. Zira; bu sözden maksatları istihza olduğundan istihzaları kendi ayaklarına dolaşmış ve istihza ettikleri şeyle âlem-i dünyaya feci bir surette veda ile Cehennemin yoluna revan olmuşlardır. Binaenaleyh; Hz. Şuayb'ın meb'us olduğu iki kabileden (Medyen) ahalisi Cibril'in sayhasiyle ve (Eyke) ahalisi de semadan inen ateşle helak olmuşlardır.

Bu sûre'de Resûlullah'ı tesliye için beyan olunan bazı enbiyanın vekayi-i mühimmeleri nihayet buldu ve cümlesinin âhirinde Cenab-ı Hak bu vak'alarda ümmet-i Muhammed için ibret olduğuna tenbih etmekle beraber bu helak olanların helakleri günahlarından neş'et ettiğini beyanla ehl-i nücumun sözlerini dahî reddetmiştir. Çünkü; onlar bu gibi havadisleri yıldızlara nisbet eder ve bazı yıldızların bazı âhere temasını veyahud bazı yıldızların bazı burçda bulunmasını sebep addederler. Halbuki bu fikrin butlanı zahirdir. Çünkü; eğer yıldızın te'siriyle olsa o yıldız bulundukça o eserin bulunması lâzim gelir. Halbuki emir bilâkistir. Çünkü; yıldız, var, teması var, fakat eser yoktur.

Helakleri bulutun gölgesi altında olduğundan o güne y e v m i z - z ı l l e denmiştir. Çünkü z ı l l e ; gölge manâsınadır.

� �ي ال �ك� ل �ن ف�ى ذ� �إ ‌% ر ٲ [İşte şu Eyke ahalisinin buluttan nazil olan saika ve emsali 3950 ateşlerle helaklerinde

kudret-i İlâhiyeye delâlet eder alâmet-i azîme vardır.] Çünkü; bulutun sânı rutubet ve yağmur yağdırmak iken bilâkis yağmurun zıddı olan ateşin yağması elbette alâmet-i azîmedir. Bunun ufacık modeli her zaman görülmektedir ki, gürültülü ve yağmurlu havalarda inen saikalar Eyke ahalisine yağan ateşin bir nümunesidir. Binaenaleyh; bu gibi harikalar kudretullaha nisbetle gayet ehvendir. O halde insanlar kusurunu itiraf ederek daima Cenab-ı Hakk'ın gazabından rahmetine ve inayetine iltica etmelidir.

�ين� ) م�ن �رهم م ث � �ان� أ وBو�م�ا ك (١٩٠و�

[Halbuki ekseri insanlar iman etmezler.]

2181

Page 78: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ح�يم ) لر ع�ز�يز �هو� ك� ل ب �ن ر� ٱو�إ و� (١٩١ٱ [Habibim ! Senin Rabbın Tealâ düşmanlarına galiptir ve dostlarına merhamet eder.]

&&&&&

Vâcib Tealâ bu sûre'de enbiya-yı izam hazaratının vekayi-i mühimmelerinden bazılarını beyandan sonra bu vak'aların hak olup Kur'an'ın mûciz ve Fahri Kâinatın nübüveti sâdık olduğunu beyan etmek üzere :

ه �ن �م�ين� ) و�إ ل عـ� ب �نز�يل ر� �ت و� ل ٱ (١٩٢ۥ buyuruyor.[Kur'an; âlemlerin Rabbısının indirdiği bir kitaptır.]

�م�ين ) أل وح ــر لـ ـه� ــ � ل� ب ـز� ــ � ٱن ـــون� م�ن�(١٩٣ٱ �ك �ت ــك� ل ـ� ب �ى ق� و� ع�ل و�منذ�ر�ين� ) (١٩٤ٱ

[O Kur'an'la Habibim ! Cibril-i Emin senin kalbin üzerine nazil oldu ki, sen ümmetlerini inzar eden enbiya-yı izam zümresinden olasın.] 3951

�ي ) � مب ب ان ع�ر� �ل�س� ��ب ر dى (١٩٥ر [O Kur'an'ı Rab bin Tealâ açık ve anlaşılması gayet kolay lisan-ı arabiyle inzal etti.]

ه �ن �ين� ) و�إ �ول أل �ف�ى زبر� ٱ ل (١٩٦ۥ [Ve Kur'an'ın Habibim ! Sana inzal olunacağı, senin evsafınla beraber evvel geçen

enbiyanın kitaplarında mezkûrdur.]

Yani; Vâcib Tealâ şu sûre'de beyan ettiği vak'alarla nübüvvet-i Muhammediyeyi tasdik ve teyit etmiştir. Zira; Kur'an'ın âlemlerin Rabbısı tarafından inzal olunduğunu ve Cibril-i Emin'in Kur'an'la nazil olduğunu ve Resûlullah'ın ümmetlerini inzar eden enbiya zümresinden bulunduğunu beyan; Kur'an'da şu beyan olunan kıssaların taraf-ı İlâhisinden inzal olunduğunu ve Kur'an'ın inzal olunacağının kütüb-ü sabıkada mezkûr olduğunu, halbuki Resûlullah'ın feir kitap mütaleâ etmeden ve bir muallimden taallüm etmeden ayniyle vukuatı haber vermesinin müeyyed min indillah olduğunu beyan etmektir. Kur'an'ın, insanların terbiyesine kâfi olduğuna işaret için âlemlerin Rabbısı tarafından nazil olduğunu beyan etmiştir. Fakat Kur'an'ın Resûlullah'a vasıtasız nazil olması ihtimaline binaen vasıtayla nazil olduğunu beyan için Vâcib Tealâ «Habibim ! Senin kalbine Kur'an, Ruh-u Emin olan Cibril ile nazil oldu» buyurmuştur. Cibril-i Emin nâsın umur-u dinde necatlarına sebep olan vahye müekkel olduğu cihetle hayat-ı bedene vesile olur ruh mesabesinde olduğundan Cibrile R u h – u E m i n denmiştir. Enbiya-yı kiramla Vâcib Tealâ arasında ceryan eden emanete ehil olduğundan Cibril (A.S.) E m i n unvanını ihraz etmiştir. Kur'an'ın Resûlullah'ın kalbinde asla tegayyür kabul etmez derecede mevsuk olduğuna işaret için Resûlullah'ın kalbine nazil olduğu beyan olunmuştur. Mükâlemeye muhatap olanın kalp olup sair azanın kalbe muti' olduğuna işaret için Kur'an'ın Cibril vasıtasiyle kalbe inzal olunduğu beyan olunmuştur. Çünkü; Beyzâvî'nin beyanı veçhile maanî kabilinden olan şey evvelâ ruha ve ruhtan sonra kalbe intikal eder. Zira; kalple ruh beyninde 3952 tealluk vardır. Badehu kalpten dimağa aksetmekle dimağda nakşeder.

Kalbin muhatap olması bu ve bunun emsali âyetlerle ve ehadis-i Nebeviyeyle ve akim delaletiyle sabittir. Zira; Cenab-ı Hak Kur'an'ın kalp üzerine nazil olduğunu bu âyette beyan ettiği

2182

Page 79: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

gibi diğer âyetlerde Kur'an'dan müteessir olacak olanın da kalp olduğunu beyan etmiştir. Resûlullah bir hadisinde «Agâh olun ! Bedende bir et parçası vardır. Eğer o et parçası salih olursa bütün aza salih olur ve eğer o et parçası fasit olursa bütün aza fasit olur» buyurmuştur. İşte bu hadis de idrak mahallinin kalp olduğuna delâlet eder. Kalbin muhatap olmasına aklın delâletine gelince: Kalp; insanın gumum, humum, ferah ve sururunun mahallidir. Binaenaleyh; kalpte ferah olursa bütün aza ferahlı ve neşatlı olur. Eğer kalpte keder olursa cümle azada keder olur ve ahval tebeddül eder. Şu halde kalp cümle azanın reisi ve mükellef olan hitab-ı İlâhiyi idrakin mahallidir. Gerçi «Aklın madeni dimağdır» diyenler varsa da esah olan aklın madeni kalptir. Dimağ kalbin âletidir. Kalbin akla maden ve idrake menba ve sair azanın emîri olmasına vücudun ortasında bulunması ve sair azaya vücutta cereyan eden kanları taksim etmesi de delâlet eder. Çünkü; hükümdarlar ve valilerin hükmedeceği memleketin ortasında bulunmaları âdettir. Vasatta bulunmak her tarafa hükümde ve emirlerini neşir ve tamimde kolaylık olduğu gibi kendisi de afattan ve düşmanın taarruzundan salim olur. Amma hükemanın dediği gibi «Eğer aklın madeni dimağ olsa dimağ iklim-i bedenin bir tarafında bulunduğundan dimağın mahalli, reisin ikâmet edeceği bir mahal değildir.»

«Maden-i akıl dimağdır» diyenlerin delilleri üçtür:B i r i n c i d e l i l l e r i ; Havâss-ı hamse-i zahirenin menfezlerinin dimağa olmasıdır. Ehl-i

şeriat tarafından «Havassın dimağa hadim olup dimağın da kalbe hadim olmasiyle» cevap verilmiştir. Yani; her ne kadar havassın, yani; göz, kulak, ağız, burun ve bunların deliklerinin dimağa doğru gidip idrak ettikleri şeyleri dimağa götürüyorlarsa da dimağın tamamiyle hakim olmasına delâlet etmez. Zira; bunlar dimağa hadim, dimağ da bunlardan aldığı malûmatı kalbe vermek suretiyle kalbin hadimidir. Binaenaleyh dimağ; kalbin baş veziri makamındadır. 3953

İ k i n c i d e l i l l e r i ; Harekât-ı ihtiyariyede âlet olan âsâbın dimağa nafiz olup dimağda nihayet bulmasıdır. Buna ehl-i şeriat tarafından; «Kalp idrak etmiş olduğu şeyin eserini dimağa verir ve dimağ da kendine nafiz olan âsâp vasıtasiyle azayı tahrik eder. Dimağın azayı tahrike vasıta olması mahall-i idrak olmasını icap etmez» demekle cevap verilmiştir. Çünkü tahrikin sebebini dimağa gönderen; kalptir.

Ü ç ü n c ü d e l i l l e r i ; Dimağa âfet isabet edince aklın muhtel olmasıdır. Buna da ehl-i şeriat tarafından «kalbin sair azada te'sirinin şartı, dimağın selâmetidir. Zira; dimağ; kalbin idrakine vasıtadır» demekle cevap verilmiştir. Binaenaleyh; aklın mahalli dimağ olmasına dair hükemanın delilleri mecruhtur. Aklın mahalli kalp olduğuna Kur'an, ahadis-i şerife ve edille-i akliye delâlet etmektedir. Şu kadar ki, idrakte dimağın dahi medhali vardır. Zira; bir hükümdarın nedim-i hassı o hükümdarın umur u hususunu anlamakta ecnebi gibi olamaz. Şu halde dimağ, kalbe hadim olduğu cihetle kalbin idrak ettiği bir çok şeyleri idrak ettiği gibi birçok şeyleri de kalbe aksettirir. Binaenaleyh; dimağ da idraktan hâli değildir. Kalbin vücud-u insanda hâkim olduğuna fenn-i teşrih dahi delâlet etmektedir. Zira; insanın vücudundan evvel meydana gelen cüz'ün kalp olduğu gibi en sonra ruhtan ayrılan da kalptir. Şu halde evvel vücut bulup en sonra hayattan ayrılması da kalbin iklim-i bedende hâkim olmasına delâlet eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünün sâdık olduğuna delâlet eden ikinci bir delili beyan etmek üzere :

�م�ه ل � �ن ي �ة� أ ه ء�اي �كن ل � ي �و�ل و�أ و ء�يل� ) و ر� � �ى إ �ن �م�ـؤا ب اٲ عل و� (١٩٧ۥ buyuruyor.[Müşrikler hâlâ şüphe ediyorlar da Benî İsrail ulemasının Resûlullah'ı sıfatiyle bilmeleri

onlara delil ve alâmet olmadı mı ve 3954 Benî İsrail ulemasının Resûlullah'ın hakkaa Resûl olduğunu tanımaları müşriklere delil yönünden kâfi gelmedi mi?.]

ج�م�ين� ) � أل ض� � �ى ب ه ع�ل ــ ـ� ن �ز � ن و�و�ل ٱ و� و� �ه(١٩٨و� أ ــر� ه�م ما  ف�ق� � و� ع�ل ۥ �ين� ) م�ن �ه� م �انوا ب وBڪ (١٩٩ۦ

2183

Page 80: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Ve eğer biz Kur'an'ı arabın gayrı bazı acem üzerine inzal etmiş olsak da o bazı acemi, Mekke ahalisi üzerine Kur'an'ı kıraat etseydi onlar yine Kur'an'a iman eder olamadılar.] Zira; lügat-ı arabın gayri bir lisanla olduğundan «Biz manâsını bilmiyoruz. Binaenaleyh; iman edemeyiz» derlerdi.

Yani; Mekke ahalisinin iman etmedikleri temerrütlerindendir. Çünkü; Yehûd ulemasının Tevrat'ta gördükleri evsaf üzere Resûlüllah'ı bilmeleri ve «Abdullah bin selâm» gibi bazılarının iman etmesi Hz. Muhammedin hakkaa nebi olduğuna delâlet yönünden kâfidir. Bu delâlete kanaat etmiyen her türlü delile de kanaat etmez. Hatta biz Kur'an'ı Resûlullah'ın ve arabın gayri milletlerden bir kimse üzerine inzal etsek de o kimse Kur'an'ı kendi lisaniyle bunlar üzerine kıraat etseydi. Bunlar gerek Kur'an'a ve gerek Kur'an'ı inzal ettiğimiz kimseye iman edici olmadılar.

ر�م�ين� ) م ــوب� ه ف�ى قل ــ ـ� ن � ل �ك� س� ل �ذ� و�ك و� ٱ و� �ه�(٢٠٠ٲ ــون� ب م�ن � ي ۦ ال Bو �يم� ) �ل أل ع�ذ�اب� وا �ر� ى ي ت ٱح� و� (٢٠١ٱ

[Mü'minlerin kalplerine Kur'an'ı idhâl ettiğimiz gibi mücrimlerin kalplerine dahî idhâl ettik. Mücrimler azab-ı elimi görünceye kadar Kur'an'a iman etmezler ve azabı görünce iman ederler ve lâkin o vakitte iman menfaat vermez.]

عرون� ) � � ي ال � و�ه ت � �هم ب �ي ت � و�ف�ي و % ر و. *ا (٢٠٢و [Binaenaleyh; onlara azap füc'eten gelir. Halbuki onlar azabın geldiğini ve geleceğini

asla idrak etmezler.]

ن منظ�رون� ) � �قولوا ه� ن و�ف�ي (٢٠٣و�

[Azap gelince onlar geçirmiş oldukları iman ve ibadeti 3955 tedarik etmek için «Bize mühlet verilir mi?» Yani «İman etmek üzere bize müsaade olur mu?» derler, fakat fayda etmez.]

Yani; biz iman eden mü'minlerin kalblerine Kur'an'ı idhal ettiğimiz gibi mücrimlerin kalblerine de idhâl ettik. Zira; mü'minler üzerine kıraat olunduğu gibi ayniyle mücrimler üzerine de kıraat olundu ve lâkin mü'minler saffet-i kalblerine binaen iman ettiler, mücrimlerse temerrütlerine binaen azab-ı elimi görünceye kadar iman etmezler. Binaenaleyh; mücrimler idrak etmedikleri halde onlara ansızın azab-ı elim gelir. Onlar da «Bize mühlet yok mu ve azıcık bir müddet müsaade olunmaz mı?» derler.

Bazı rivayete nazaran Mekke'liler Medine'de bulunan Yehûd ulemasına Resûlullah'ın ahvalini haber vermek ve nebi olup olmadığını tahkik etmek üzere bir hey'et gönderdiler. O hey'et Medine'ye gelip Yehûd ulemasına Resûlullah'ın evsafını haber verince Yehûd uleması şemail-i nebeviyenin Tevrat'a muvafık olup âhir zaman nebisi olmak ihtimalini söylemişlerse de Mekkeliler kabul etmedikleri cihetle Cenab-ı Hak bu âyetlerle onları tevbih etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin azab gelince mühlet istiyeceklerini beyanla tevbih ettiği gibi azabı istical etmeleriyle dahî tevbih etmek üzere :

ج�لون� ) � ت � �ا ي �ن �ع�ذ�اب �ف�ب و�أ (٢٠٤و� buyuruyor.[Onlar azab nazil olunca mühlet isterler de bizim azabımızı istical mı ederler?.] Madem

ki, azab gelince mühlet isteyecekler, şimdi niçin istical ederler? Müsaade istiyecekleri azabın

2184

Page 81: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

aceleten gelmesini istemekte bir mâna yoktur. Çünkü; müşrikler Resûlullah'a «ne gelecekse semadan gelsin, vaadettiğin azabı getiriver sözün doğruysa» derlerdi. Halbuki ansızın azap geldiğinde mühlet istiyeceklerdir. Binaenaleyh; şu iki hâl arasında tenakuz vardır. 3956 Çünkü; ya istical etmemeli veyahud istical edince mühlet istememelidir.

�ين� ) ن ــ� ه س ــ ـ� ن �ن مت ت� إ ء� ــر� �ف� و أ و� (٢٠٥و� ـانوا ـ� ــاء�هم ما ك ثم ج�(٢٠٦يوع�دون� )

[Ya Ekremer Rusûl ! Onlar azabı istical eder de sen ne dersin? Haber ver görebildiğini. Eğer biz onlara nice seneler ömür versek dünya nimetleriyle intifa etseler sonra onlar vaad olundukları azab geldiğinde.]

عون� ) �انوا يم�ت م ما ك �ى ع� ن � ہCم�ا أ Fو (٢٠٧و. [Onların dünyada ömürleri ve intifaları onlara gelen azabı def eder mi?.] Şu halde

bunlara mühlet versek yine olacakları bu değil mi ve inatlarından vazgeçerler mi? Elbette geçmezler. Zira; bu kadar yaşadıklarında halleri neyse mühlet verildiğinde aynı halde bulunacaklarından onlara mühlet verip vermemek müsavidir.

�ه�ــا منــذ�رون� ) � ل �ال �ة إ ي �ا م�ن ق� ن � ل � و�و�م�ا أ و� ا(٢٠٨و" ى و�م�ــا ڪن ر� و� ذ� �م�ين� ) ل (٢٠٩ظـ�

[Biz hiç bir karye ahâlisini ihlâk etmedik. İllâ o karye ahalisine vaaz u nasihat etmek için onları azapla korkutucu peygamberler vardır. Binaenaleyh; onlara tarik-ı hakkı beyan etti ve hakka ittiba etmiyenleri Cehennem azabiyle korkuttu. Halbuki biz zulm eder olmadık.] Çünkü; tarik-ı hakkı beyan eder bir Resûl göndermeden bir kavmi ihlâk etmedik ki, helak olanların itizarları olmasın. Zira; Resûl göndermeden ihlâk etmiş olsaydık onlar; bize «doğru yolu gösterecek bir Resûl gönderilmiş olsaydı biz hakkı kabul eder ve iman edenlerden olurduk, Resûl göndermeden bizi ihlâk etmek zulümdür» diyebilirlerdi. Fakat Resûl gönderip hakka davet ettiğimiz cihetle zâlim olmadık.

Hulâsa; müşrikler senelerce muammer oldukları halde iman etmedikleri gibi onlara tekrar ömür verilse iman etmiyecekleri, 3957 sonra vaad olundukları azap geldiğinde ömürleri ve nimetlerinin onlardan azabı def edemiyeceği, bilûmum ihlâk olunan karye ahalisine hakkı beyan eden bir nebi göndermeden ihlâk olunmadıkları, her ümmete irşad eden bir nebinin geldiği, her ümmete doğru yolu gösteren bir nebi gelmesine binaen iman etmiyenler için itizar kapılarının kapandığı, onları ihlâkte Allah-u Tealâ'nın zulm etmiş olmadığı, zira; günahları icabı helake müstahak oldukları bu âyetlerden müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kur'an'ın âlemlerin Rabbısı tarafından nazil olduğunu ve geçmiş ümmetlerin kitaplarında beyan olunduğu veçhile ümem-i salifenin ahvalini beyanla Resûlünün risaletini tasdik ettikten sonra müşriklerin «Kur'an şeytan tarafından söylenir, Muhammed (S.A.) de Allah-u Tealâ tarafından geldi diye bize haber verir» dediklerine cevap olmak üzere :

ط�ين ) ـــ ـ� ي لش ـــه� � � ب ل ـــز � �ن ــا ت ٱو�مـ� ــا(٢١٠و1 �ه و�مـ� �غ�ى ل ب � ــا ي و و�مـ� ن� �ط�يعون� ) ت � (٢١١و�ي

buyuruyor.

2185

Page 82: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Kur'an'la şeytan nazil olamaz ve Kur'an'la nazil olmak şeytana lâyık olmaz ve şeytanlar Kur'an'ı söylemeye kaadir olamazlar.]

زولون� ) �م� ع� ل لس ه ع�ن� �ن و�إ و ٱ (٢١٢و [Zira; şeytanlar işitmekten mazullerdir.]

Yani; lâfzen ve manen mûciz olan Kur'an'la şeytanlar nazil olamazlar. Zira; Kur'an'ınzahiri ve bâtını hidayettir. Şeytanların ise işleri daima dalâlettir. Zira; ben-i ademi ıdlâl etmekle meşgullerdir. Binaenaleyh hidayet-i mahza olan Kur'an, işleri daima dalâlet olan şeytanlar tarafından ilkâ olunamaz ve şeytan tarafından haber verilmesi ve şeytanın onunla nazil olması lâyık olmaz. Zira; 3958 onlar Kur'an'ı inzale kaadir olamazlar. Çünkü; onlar Kur'an'ı işitmekten memnulardır. Onların Kur'an'ı meleklerden işitmeleri için meleklerle zat ve sıfatlarında münasebet olması lâzımdır. Halbuki meleklerle şeytanlar arasında asla münasebet olmadığından semâdan tard olunmuşlar ve Kur'an'ı işitmekten menedilmişlerdir. Hidayet ve irşat; tayyib nefisten, temyiz fıtrattan, fazla dirayetten ve saffet-i hilkattan neş'et eder. Halbuki şeytanların vücutlarında habaset, zekâlarında hamakat ve tabiatlarında hiyânet olduğundan kulların hidayet ve irşadına mahsus olan Kur'an'ı nakil ve beyana muktedir olamıyacaklarını Cenab-ı Hak bu âyetle beyan etmiştir.

Ayet-i Celilenin sebeb-i nüzulü; kâfirler Kur'an'a muarazadan âciz olunca «Kur'an’ın. beşer kelâmı olmamasından Allah-u Tealâ'nın kelâmı olması lâzım gelmez. Zira; cinnilerin ve şeytanların sözleri olabilir ve onlar tarafından Muhammed (S.A.) e söylenip onun da bize Allah-u Tealâ'nın kelâmıdır diyerek dinletmek istemesi caizdir» demeleri üzerine onları red için Allah-u Tealâ'nın bu âyeti inzal ettiği mervidir.

Hulâsa; Kur'an'la şeytanın nazil olamıyacağı, Kur'an'ınşeytanların ağızlarına lâyık olmadığı, onların Kur'an'ı Resûlullah'a söylemeye muktedir olamadıkları ve Kur'an'ı işitmekten mahrum oldukları bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kur'an'ı şeytanların getirmeye kaadir olamadıklarını beyandan sonra şeytanın insanlara ilkaa ettiği şirkin caiz olmadığını beyan etmek üzere :

ع م�ع� � � ت ٱف��ال �ين� )لله�و! مع�ذب �كون� م�ن� ه�ا ء�اخ�ر� ف�ت ـ� �ل و� إ (٢١٣ٱ buyuruyor.[Ya Ekremer Rusûl ! Sen Allah'la beraber başka ma'buda duâ etme ki muazzep

olanlardan olmayasın ve eğer sen mabud-u aharı çağırırsan muazzep olanlar zümresinden olursun.]

Yani; ey halkı hakka davet eden Resûl-ü Zişan ! Sen ferd-i vâhid olan Allah-u Tealâ ile beraber başka ma'buda duâ edip çağırma 3959 ki, envai azapla muazzep olanlardan olma. Eğer ilâh-ı ahara duâ edersen muazzep olanlardan olursun. Binaenaleyh; Allah'la beraber mabud-u ahar ittihaz etme ki, muazzep olmıyasın.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette hitap; her ne kadar Resûlullah'a ise de murad müşriklere tarizdir. Çünkü; Resûlullah Allah'tan başka mabuda duâ etmekten ma'sumdur ve cümle halkı tevhide davet eden zat-ı şeriften (hâşâ) şirke dair bir şey sâdır olmadığı gibi öyle bir şeyin sudurundan da münezzeh olduğu halde onu şirkten nehyetmek; ondan başkalarını nehyetmek suretiyle kullarını tevhide davet etmektir. Çünkü; Resûlullah cümle nâsın efdalı ve Allah indinde kadri âlî olduğu halde Vâcib Tealâ'nın ona hitap ederek «Allah'la beraber mabud-u âhara duâ etme. Eğer duâ edersen muazzep olursun» demesi ahâd-ı nâsa «siz şirk ederseniz muazzep olacağınız evleviyetle sabit olur» demektir.

&&&&& 2186

Page 83: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ Resûlüne ve Kur'an'a ta'n edenlerin ta'nlarını reddettikten sonra akraba ve taallükatını inzar etmesini emretmek üzere :

�ين� ) ب ر� � أل �ك� ت ير� �نذ� ع�ش� و-و�أ ٱ (٢١٤و� buyuruyor.[Habibim ! Pek yakın kabilen, akraba ve taallükatını azapla korkut ve onları herkesten

ziyade inzarla şanlarına ihtimam ve gazab-ı İlâhiyi mucip olan şirkten onların halâsına sa'yet.]

�ين� ) م�ن م �ع�ك� م�ن� ب ت �م�ن� �اح�ك� ل ن ف� ج� وBو� و� ٱ ٱ و4 و? (٢١٥ٱ [Ve mü'minlerden sana ittiba eden kimselere kanadını döşe ve kemâl-i tavazu' üzere

onlarla musahabet et, gayet tatlı söyle ve mülayim bulun.] 3960

م�لون� ) � �ر�ى مما ت ى ب �ن ك� ف�ق إ � ع�ص� و�ف�إ �� ر و� و� (٢١٦و�

[Senin tavazuun üzerine onlar sana âsî olurlarsa sen onlara «Ben sizin amelinizden beriyim» de ki, senin kendi mezheplerinden olmadığını bilsinler.] Cenab-ı Hak Resûlüne bu âyette üç şeyle emretmiştir:

B i r i n c i s i ; pek yakın akraba ve taallükatını inzar. İ k i n c i s i ; iman eden mü'minlere tevazu' etmesi. Ü ç ü n c ü s ü ; iman etmeyip isyan eden kimselerin amellerinden beraetini ilân eylemesidir. Binaenaleyh; Hâzin'de beyan olunduğuna nazaran bu âyet nazil olunca Resûlullah Hz. Ali'ye yemek hazırlamasını emreder. Hz. Ali yemek hazırlayınca Abdulmuttalip oğlanlarını davet eder. O günde Abdulmuttalib'in neslinden erkek olarak kırk kişi bulunur. Hatta Resûlullah'ın amcaları (Ebu Talip), (Hamza), (Abbas) ve (Ebu Lehep) de beraber bulunurlar. Yemek yedikten sonra cümlesi doyar. Resûlullah «Ey Abdulmuttalip oğulları ! Ben size dünyanın ve âhiretin hayırlısı bir din getirdim. Bu dini ilâda bana yardım edecek hanginizdir» dedi. Fakat hiç bir yardım ederim diyen olmadı. Ancak Hz. Ali hepsinin küçüğü oluğu halde «Ya Resûlullah ! Bu dini ilâda ben senin vezirin olurum» der. Resûlullah onun boynuna sarılır ve «Bu benim biraderim ve vasîmdir. Siz buna itaat edin» deyince orada bulunan cemaat gülüşürler ve Ebu Talib'e «Bak ! Yeğenin sana oğlun Ali'ye itaat etmeni emrediyor» derler ve dağılırlar. Bundan sonra Hâzin ve Fahri Râzi'nin beyanlarına nazaran Resûlullah Sefa üzerine çıkar ve bütün Kureyş kabilelerinin isimlerini zikrederek çağırır. Ahali içtima eder. Ebu Leheb de hazır olduğu halde Resûlullah «Ey Kureyş kabileleri ! Ben size şu dağın arkasında malınızı yağma etmek üzere bir bölük atlı geliyor desem inanır mısınız?» deyince Kureyş'in hepsi bir ağızdan «Evet ! Şimdiye kadar sende yalana tesadüf etmediğimizden inanırız» dediler. Resûlullah da «Ben size önünüzde göreceğiniz azapla korkutur ve sizi tarik-ı hakka davet ediyorum, iman edin bana» buyurdu. Orada hazır olan (Ebu Leheb) «Helak sana olsun, bizi buna mı çağırdın?» dedi' Cemaat da dağıldı. Bu vak'a üzerine (Tebbet) sûresinin Ebu Leheb hakkında nazil olduğu mervidir. İşte bu âyet-i celile insanın herkesten evvel akraba ve taallükatını islâha çalışması vâcib olduğuna 3961 delâlet eder. Zira; Allah-u Tealâ Resûlüne akrabasını inzar etmesini emretti. Resûlüne emir; ümmetine emirdir. Kezalik âyet-i celile; ehl-i imanın yekdiğerine karşı tevazu' edip tekebbür etmemesine ve hayırhâhâne ünsiyet etmesi lâzım olduğuna da delâlet eder. Çünkü Cenab-ı Hakkın Resûlüne, mü'minler üzerine kanadını dö-şeyip tevazu'la emretmesi; ümmeti hakkında da emir olduğu cihetle müslümanların birbirine merhamet kanatlarını döşeyip mülayim bulunmaları ve birbirine muavenet etmeleri lâzımdır.

Amma, münafıklara muavenet ve tevazu' lâzım olmadığına işaret için ba'za delâlet eden (من) lâfziyle ( �ين� م�ن م وBم�ن� و� ٱ ) varid olmuştur. Çünkü; Resûlullah'a tebaiyet eden her mü'mine tevazu lâzımken «Bazı mü'minlere tevazu' et» demek «İhlâs üzere iman edenlere tevazu' et, imanında ihlâs olmayan münafıklara riayet etme» demektir. Binaenaleyh; mü'minler tarafından her zaman riayete şayan olan; mü'min-i halis olanlardır; yoksa ismi Ali, Veli olup zahirde müslüman

2187

Page 84: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

kisvesi altında bâtını küfriyatla dolu olan münafıklar muavenete şâyân değillerdir. Fakat icab-ı zamana göre mudaratın vâcib olduğu da olabilir. Çünkü; şeririn şerrinden ve müfsidin fesadından nefsini muhafaza etmek her mü'min için bir vazife-i muayyenedir. Yahud Beyzâvî'nin beyanı veçhile Resûlullah'a tebaiyet eden, din için tebaiyet ettiği gibi başka bir maksada mebni dahî tebaiyet edenler olduğundan Resûlullah'ın tevazu' ve riayetine şayan olanın din için tebaiyet

edenler olduğunu beyan etmek üzere min-i beyaniye ile ( �ين� م�ن م وBم�ن� و� ٱ ) varid olmuştur.Cenab-ı Hakkın Resûlüne «Eğer sana isyan ederlerse onların amellerinden beraetini ilân et»

demesi; ümmeti hakkında da ayn-ı emir olduğundan âsî olan fâsıkların amelinden mü'minler onlara iştirak etmemekle fiilen beraat ettikleri gibi mümkün olduğu kadar onlara nasihat ve nehyetmek suretiyle kavlen dahî amellerinden beraetlerini ilân etmeleri lâzım olduğuna âyet delâlet eder. Çünkü; âsilerden içtinap etmek muti' olan mü'minler için emr-i ehemdir. Zira; Allah'tan korkmayanlardan korkmak lâzımdır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kureyş kabilesi isyan ettiklerinde Resûlüne 3962 beraatini ilân etmesini emredince beraetini ilânı takdirinde vukuu melhuz olan adavet ve hücumlarına karşı Resûlullah'ın alacağı vaziyeti tayin etmek üzere :

( � ح�يم لر ع�ز�يز� ع�ل�ى �و�ك ٱو�ت و� ٱ �قوم )(٢١٧و� ٮك� ح�ين� ت �ر� ذ�ى ي ل (٢١٨ٱ ـج�د�ين� ) لس �ك� ف�ى ب �ق�ل (٢١٩ٱو�ت

buyuruyor.[Ya Ekremer Rusûl ! Sen düşmanlarına galip, dostlarına merhamet eden Allah-u

Tealâ'ya itimat ederek tefviz-i umur et. O Allah-u Tealâ ki, gece Teheccüt namazına kalktığında ve secde edenlerle namaz kılıp, onların hallerini teftiş ettiğini dahî görür ve bilir. Binaenaleyh; ona itimadın lâzımdır.] Zira; sana isyan edenlerin şerlerinden seni hıfzetmeye ve onların şerrini kendi aleyhlerine döndürmeye, dostlarına yardım ve lûtf u ihsan etmeye kaadirdir.

ه �ن �يم ) إ ع�ل م�يع لس و� هو� ٱ ٱ (٢٢٠ۥ [Çünkü; o Allah-u Tealâ senin münacaatını ve onların senin hakkında söyledikleri

sözlerini işitir ve cümlenizin ef'alinizi ve niyetinizi bilir.] Binaenaleyh; ona itimad-ı tam lâzımdır. Zira; düşmanlarından intikama kaadir ve her istediğini verir, dünyevî ve uhrevî saadete isale muktedir, işini bilir ve sözünü duyar bir veliyy-i mün'imdir.

( ـج�د�ين� لس �ك� ف�ى ب �ق�ل ٱو�ت ) Resûlullah'ın secde edenler hakkında t a k a l l ü b ü yle murad; Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile, namaz kılanların ve ibadete sa'yedenlerin ahvalini teftiş etmesidir. Çünkü; Teheccüd namazı iptida-yi İslâmda farzken sonra nesholununca Resûlullah nesholunduğu gece ümmetinin ibadetlerine kemâl-i tamama binaen farziyeti nesholunan Teheccüt namazına mukabil ne gibi amelle meşgul olduklarını teftiş için ashabının evlerini dolaşıp her evi arının kovanı gibi zikrullah ve 3963 tilâvet-i Kur'an iniltisiyle dolu görüp mesrur olması üzerine Cenab-ı Hak bu âyeti inzalle Resûlünün halini tasvir etmiştir. Buna nazaran manâ-yı nazım : [Habibim ! Ashabın hâline muttali olmak için geceyle gezdiğini Rabbın Tealâ görür ve bilir.] demektir. Yahud t a k a l l ü p le murad; Resûlullah'ın cemaata imam olduğunda ashabının hâlini murakabe etmesidir. Buna nazaran manâ-yı nazım : [Habibim ! Rabbın Tealâ secde edenler içinde senin murakabe ve senin tasarrufunu görür.] demektir. Çünkü; Resûlullah önünde olanları gördüğü gibi arkasında olanları da görürdü. Binaenaleyh; namaz içinde arkasındaki cemaatın halini nazar-ı murakabesinden uzak tutmazdı ve ehl-i sücudun ahvalini teftiş için gözünü gezdirirdi. İşte bu âyetle Cenab-ı Hak Resûlullah'ın şu halini tasvir etmiştir. Yahud t e k a l l ü p le murad; umur-u dini temşiyet için gezip dolaşmaktır. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Habibim ! Sen şol Zat-ı Eceli ü Âlâya itimat et ki, o zat senin din hususunda bir emir için kıyam edip mü'minlerle beraber dönüp dolaştığını görür ve bilir.] demektir.

2188

Page 85: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

&&&&&

Vâcib Tealâ şeytanın Kur'an'la nazil ve Kur'an'ı okumaya kaadir olamıyacağını ve Resûlüllah'a akrabasını inzarın ve mü'minlere tevazuun, aziz ve rahim olan Allaha tevekkülün lüzumunu emrettikten sonra şeytanın kimlere nazil olacağını beyan etmek üzere :

�ين ) ط ـ� ي لش ل �ز �ن �ى م�ن ت ع�ل ئك �ب ٱه� أن و ــل(٢٢١و� �ى ك ل ع�ل ـز ـ� �ن ت�ي ) �ث �فاك أ أ� (٢٢٢ر

buyuruyor.[Ey müşrikler ! Şeytanların kimler üzerine nazil olduğunu ben size haber vereyim mi?

Şeytanlar ifk ü iftiraya cüret eden her günahkâr üzerine nazil olur.] 3964

ذ�بون� ) ـ� �ره ك ث � ع� و�أ لس قون� و ي و و ٱ (٢٢٣و�

[Şeytanlar meleklerden işittikleri mesmuatlarını dostlarına ilka ederler. Halbuki, onların ekserisi yalancılardır.] Zira; işittiklerimi yalanla karıştırırlar.

Yani; ey müşrikler ! Sizin zu'munuz gibi Kur'anla bana şeytan nazil olmuyor. Çünkü; şeytanın bana münasebeti yoktur. Şeytanın kimler üzerine nazil olduğunu ben size haber vereyim mi? Şeytanlar her yalancı ve günahkâr üzerine nazil olurlar ve meleklerden çalmakla işittikleri şeyi âlemi ıdlâl için dostlarının kulaklarına atarlar. Falcılara bir çok yalanlarla karıştırır haber verirler ki, bunlarla bir takım kimselerin itikadlarını bozsunlar ve âlemi ifsad etsinler. Zira; ekserisi yalancılardır. Çünkü; sirkatla işittiklerini yanlış telâkki ederler ve yanlış haber verirler. Zira; kemâl-i şirretlerinden fehimleri ve -işittiklerini lâyıkıyla hıfzetmeleri kısa olduğundan yanlış zaptedip yanlış haber verdikleri cihetle haber verdikleri şeylerin çokları yalan olur ve anladıklarını dostlarına anlatmakta da hiyanet ederler, azı çok ve çoğu az haber vermekten çekinmediklerinden ekserisi yalan olur.

Vâcib Tealâ bundan evvel şeytanın Kur'an'la Resûlü üzerine nazil olamadığını ve Kur'an'ı kıraata lâyık ve Kur'an'ı getirmeye iktidarı olmadığını beyan buyurması üzerine bu âyette iki cihetle Resûlullah üzerine şeytanın nazil' olamayacağını te'kid etmiştir.

B i r i n c i s i ; şeytan'ın yalancı ve günahkârlar üzerine nazil olduğunu beyanla yalandan ve günahtan ma'sum olan Resûlü üzerine nazil olamayacağını beyan etmesidir.

İ k i n c i s i ; şeytanların sirkat suretiyle meleklerden aldıkları şeylerin yanına zan ve tahmin suretiyle bir çok şeyler ilâve ederek dostları olan yalancı günahkârların kulaklarına koyduklarından bir çokları yalan olur. Halbuki Kur'an'dan her ne beyan olunur, haber verilirse ayniyle zuhur eder, tek bir tanesi bile yalan olmamıştır. Şu halde eğer müşriklerin dedikleri gibi Kur'an şeytan tarafından haber verilseydi elbette yalan olması lâzım gelirdi. Halbuki Kur'an her neden haber vermişse cümlesi vakıa mutabıktır ve asla yalanı yoktur.

Şeytanların meleklerden bazı şeyleri işitmeleri: Resûlullah'ın zuhurundan evvel semâya çıkar ve meleklerden işittiklerini yer 3965 yüzünde kendilerine âlet-i şerr ü fesad olan insanlara yalan yanlış karıştırarak haber verirlerdi. Lâkin Resûlullah'ın zuhurundan sonra semâdan tardolundukları cihetle semâya sirkat suretiyle çıkar, bazıları ateş parçasiyle helak olur ve bazıları kaçar kurtulur ve işittiği bir şey olsa bile yalaniyle beraber dostlarına haber vermekle bir çok kimselerin i'tikadlarını ifsad ederler. Çünkü; sirkat suretiyle gidip geldiklerinden lâyıkıyla dinleyemedikleri cihetle duyduklarını lâyıkiyle anlayamadıklarından ekserisi yalandır. Bunun emsali yer yüzünde insanlar arasında da caridir. Çünkü; insanlardan hırsızlar ekser mal sahibi tarafından men'olunur, eline bir şey geçmez boş döner, bazıları bir mikdar şey çalar kaçar, bazıları da mal sahibinin kurşunuyla maktul düşer. İşte Resûlullah'ın zuhurundan sonra şeyatin semâdan tard olununca insanları iğfal etmeye haris olduklarından sirkat suretiyle meleklerden bir şey işitmek ve yanına bir çok yalan ilâvesiyle dostlarına haber vermek ve yer yüzünde yalanlarını neşr ü ta'mim etmek için semâya gidenlerin bazıları eli boş döner, bazıları bir iki kelime işitir kaçar ve bazıları da kaçarken

2189

Page 86: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ateş parçasiyle itlaf olunurlar. Şu halde insanlar arasında câri olan ahvâl meleklerle şfeytanlar arasında dahî cari demektir.

( ع� لس قون� و ي ٱ و� ) cümlesinde iki ihtimâl vardır:B i r i n c i s i ; Beyzâvî'nin beyanı veçhile şeytanlar meleklerden aldıkları haberi dostlarının

kulaklarına atarlar demektir.İ k i n c i s i ; insanlardan ifk ü iftiraya cür'et edenler kulaklarını şeytana tutarlar ve şeytandan

bir takım şeyler keşfederek halk beynine neşrederler. Binaenaleyh; ekserisi yalandır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kur'an'ın şeytan tarafından gelmediğini ve Resûlünün kâhin olmadığını beyandan sonra şair de olmadığını beyan etmek üzere :

ن� ) غ�او �عهم ب �ت اء ي ع�ر� لش ۥو� و� ٱ (٢٢٤ٱ buyuruyor. 3966[Şairlere dalâleti irtikâp eden azgınlar ittiba' ederler.]

�ه�يمون� ) ه ف�ى ڪل و�ا ي �ن �ر� أ � ت �ل �!أ ر و (٢٢٥و [Habibim ! Sen görmedin mi? Şairler her dereye giderler.]

ع�لون� ) � � ي �قولون� م�ا ال ي �ن و)و�أ و; (٢٢٦ہ> [Ve onlar kendilerinin işlemedikleri şeyi söylerler.]

Yani; ey müşrikler ! Sizin zu'm-u fasidiniz gibi Muhammed (S.A.) şair değildir. Zira; şairlerin etbâı bir takım azgın, tâğî, mütekebbir ve fasıklar olur. Muhammed (S.A.) a ittiba' edenler ise ehl-i rüşd ve ehl-i salâh olan müttekilerdir. Habibim ! Sen görmedin mi? Şairler kemâl-i hayretle işlerine yarayan her vadiye giderler ve ağzına gelen her şeyi söylerler. Meselâ bir kimseyi medhettikten sonra zem ve zemmettikten sonra medheylemekten; tahkirden sonra ta'zim ve ta'zimden sonra tahkir etmekten çekinmezler ve efallerinde vaki' olan tenakuzdan aslâ utanmazlar ve sözleriyle asla hak aramaz, işlerine nasıl gelirse öyle söylerler. Binaenaleyh; sözleri özlerine muvafık ve kavilleri fiillerine kat'iyyen mutabık olmaz. Zira; mukaddimelerinin ekserisi hakikati olmadık hayalât üzere bina olunur. Irz ve namusa taarruzdan, nesebe ta'ndan, yalan vaad ve bâtıl ile iftihardan, medhe lâyık olmayanları medih ve medhe müstehak olanları zemmetmekten çekinmezler. Amma Fahri Kâinat'ın şairlerle asla münasebeti yoktur. Zira; sözünün evveli âhirine ve işinin ihtidası intihasına muvafıktır. Çünkü; ibtida-yı emirde Allah'ın kullarını Allah'ın rızasına da'vetle başladı ve intiha-yı emir de bu minval üzere câri oldu ve ahvalinde asla tehavvül vuku' bulmadı ve şairler gibi her saatta bir renge girmedi ve söylediği sözünden asla dönmedi ve işi sözüne, sözü özüne muvafık hareket etti. Şairler ise hep bunun aksinedir; söyler işlemez ve gayre emreder kendi tutmaz. Meselâ cûd u sehaya terğib eder kendi asla yanaşmaz ve buhulden herkesi tenfir eder kendi buhulde ısrar eder. Ve bir kimseye medihde haddini tecavüz eder 3967 ve zemmederse iftira ve bühtandan ve namusuna dokunacak şeyi söylemekten çekinmez. Amma Resûlullah kendi işleyemediği ve işleyemeyeceği şeyi gayre emretmez ve emrettiği şeyi evvel kendi işler ve evlâd ü iyaline işletir. Binanealeyh; Fahri Kâinatın şairlere benzer bir ciheti olmadığı gibi işinde ve sözünde dahî şairlerle münasebeti yoktur.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile müşriklerin «Kur'an'ın manâsı şeytandır» dediklerini bundan evvelki âyetlerle reddettiği gibi lâfzında şuarâ kelâmı diye ta'netmelerini red için Cenab-ı Hak bu âyetleri inzal buyurmuş ve Resûlullah'ın şair ve Kur'an'ınşiir olmadığını beyan ve bu iddiada bulunanları kemâl-i belagatla reddetmiştir.

Hulâsa; şairlere ittiba' edenlerin dalâleti irtikâb eden kimseler olduğu ve şairlerin hayret içinde istedikleri vadide söz söyledikleri ve onların âdetleri; işlemedikleri şeyi söylemek ve âhara

2190

Page 87: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

emretmek olduğu ve şu evsaf-ı zemimeden Resûlullah'ın berî olup şaire benzer bir ciheti olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ şairleri zemmettikten sonra şairlerden dört sıfatla muttasıf olanları zemden istisna etmek üzere :

ـروا ـ� ت� و�ذ�ك ــ ـ �ح� لصـل ـوا ـ ـوا و�ع�م�ل ـ ذ�ين� ء�ام�ن ل � �ال ٱإ ٱ اللهٱ ـي ـ� �ث � ك ر �مو د� م�ا ظل � �ص�روا م� ب نت �و� اا‌ و� ن� ٱ

buyuruyor.[Şairler her vadiye gider ve meram icra ederler ve işlemediklerini söylerler, yalandan

çekinmezler. Ancak şol kimseler müstesnadır ki, onlar iman ettiler ve imanlarının muktazası olan amel-i salih işlediler, Allah'ı çok zikrettiler ve başkaları tarafından zulm olunduktan sonra haddini tecavüz etmeksizin kendilerini ve din-i İslâmı hicvedenlerden intikamlarını aldılar.] 3968

�بون� ) �نق�ل � ي �ى منق�ل �موا أ ذ�ين� ظ�ل ل �م ل � ي �0و�س� ر ٱ (٢٢٧و� [Ve yakında şol kimseler bilirler ki, onlar kendi nefislerine ve zemme müstehak

olmayanları zemmetmekle gayrilere zulmedenler hangi mahall-i inkılâba inkılâp edeceklerini bilirler.] Zira; onlar vefatlarında gayet çirkin bir mahalle intikal ederler ve bu intikallerini yakında bilirler.

Bu âyette müstesna olan şairlerin dört sıfatı beyan olunmuştur :B i r i n c i s i ; İman-ı kâmildir. Çünkü iman-ı kâmil; sahibini fena fiilden men'ettiğinden şair

olsa da medh ü zemde haddini tecavüz etmez.İ k i n c i s i ; Amel-i salihtir. Çünkü; a'mâl-i salihaya muvaffak olan kimse gayrin namusuna ve

nesebine dokunacak şeylerden hazer eder.Ü ç ü n c ü s ü ; Allah-u Tealâ'yı çok zikretmek ve medh il sena eylemek ve Resûlünü sena ile

halkı Hakka davet etmektir.D ö r d ü n c ü s ü ; Kendilerini zemmedenleri bilmukabele intikam tarikiyle zemmetmektir.

Fakat haddini tecavüz etmemek şarttır. Çünkü; Cenab-ı Hak «İntişar ederler» buyurdu. İntişar ise hakkı mikdarı intikam alıp ilerisine tecavüz etmemektir Zira; hakkından ziyadesi zulümdür.

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile bu âyette istisna olunan şuara; (Abdullah b. Revaha), (Hassan b. Sabit), (Kâ'b b. Züheyr) ve (Kâ'b b. Malik) (R.A.) dür. Çünkü; bunların eş'arı tevhid, Allah'ı sena, kullarını taata terğip ve Resûlünü medhe müteallik olduğundan memduhdur. Resûlullah bunlara müşrikleri hicvetmelerini emretti ve dedi ki, «Kureyş müşriklerini hicvetmek okla vurmaktan daha te'sirlidir». Çünkü; onların mezheplerinin bâtıl, işlerinin çirkin, âdetlerinin fena olduğunu ve din-i İslâmır ulviyyetini âleme belagatla ilân müşrikler için ölümden daha müessirdi. Gerçi âyette zaman-ı saadette bulunan şuara-yı İslâmiye murad olunduğu beyan olunmuşsa da şu dört sıfatla müttasıf ve ilâyevmilkıyam bulunacak olan şuara-yı İslâmiye de bu istisnada dahildirler. 3969 Vâcib Tealâ Resûlünü tesliye için sûrenin âhirinde zâlimleri şiddetle tehdid etmiştir. Çünkü; Cenab-ı Hak Resûlünü tesliye ve kalb-i Nebevilerinden elem ve kederi izale için bu sûrede bazı enbiya-yı sabıkanın ümmetleriyle mübahaselerini beyandan sonra Resûlünün nübüvvetini isbat eder edille-i akliyeyi zikir ve müşriklerin Resûlüne «Kur'an'ı şeytan haber veriyor, kâhindir ve şairdir» dediklerine cevabı ve kâhin ve şair olmadığını bir çok delillerle isbat edip Resûlullah'la şairler beyninde farklar bulunduğunu ve Resûlullah'ın şairlere benzer bir ciheti olmadığını beyandan sonra zâlimlerin nasıl mahalle intikal edip belâlarını bulacaklarını beyanla sûre'ye hitam vermiştir.

SÛRE – İ NEML 2191

Page 88: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Mekke-i Mükerremede nazil olan sûrelerdendir. Doksanüç ya Doksandört âyeti câmi'dir.

� ح�يم لر م�ـن� لر لله� � م � ٱب و� ٱ ٱ و� �ين ) �ا مب ء�ان� و�ڪ�ت ق ت ـ� ك� ء�اي � �0ط ت ر و� و� ٱ و� (١ا�‌�

Bazı sûrelerin evvellerinde olan hurufatın te'vilini tecviz eden Halef mezhebine göre ( (طس)] : Esma-i İlâhiyeden bir isimdir ve yemindir. Buna nazaran manâ-yı nazım (طسİsmine yemin ederim ki şu tilâvet olunan âyetler Kur'an'ın ve Kitab-ı mübinin âyetleridir.] demek

olur. Yahud Ni'metullah Efendinin te'viline nazaran Resûlullah'ın (ط) talebine ve (سين) Saadet ve Siyadete işaret ve münadidir. Buna göre manâ-yı nazım: [Ey saadet-i ebediyeye ve siyadet-i sermediyeye talip olan Resûlüm ! Sana nida eder ve derim ki, şu tilâvet olunan âyetler Kur'an'ın ve Kitab-ı Mübinin âyetleridir.] demek olur.

Ruhûlbeyan'da zikrolunduğu veçhile Kur'an'a elsine-i nâsta kıraat olunduğu için K u r ' a n ve kalemle yazıldığı için k i t a p , ahkâm-ı dünya ve âhireti beyan ettiği için m ü b i n denilmiştir ve

sânına ta'zim için ta'zime delâlet eden tenvinle nekre olarak ( �ا �0ڪ�ت ر ) varid olmuştur.

�ين� ) م�ن م � ى ل ر� ى و�ب وBه و� و� ! (٢ر

[Bu kitabın âyetleri mü'minlere hidayet ve müjde olduğu halde nazil olmuştur.] 3971Kur'an bilûmum nâsa doğru yolu gösterdiği cihetle herkes hakkında hâdi ise de bilfiil

maksada isal etmek manâsınca hidayet mü'minlere mahsus olduğundan Cenab-ı Hak bu âyette Kur'an'ınhidayetini ehl-i imana tahsis etmiştir. Çünkü Kur'an; herkese tarik-ı hakkı gösterir ve lâkin o tariki ihtiyar eden ona iman edenlerdir. Amma tebşirat; elbette mü'minlere mahsustur. Zira; ehl-i küfre tebşirat olmaz. Çünkü; Kur'an'ıntebşiratı; enva'ı saadat ve mesubat ve esnaf-ı hayrat ve berekâta nail ve ref'i derecata vasıl olunacağına dair olup bunun cümlesi de ehl-i imana mahsus olduğundan Kur'an'ıntebşiratı mü'minlere tahsis olunmuştur. Zira Kur'an; ahkâmına temessük edenleri tebşir eder. Şu halde; ahkâmına yapışmayanları tehdid eder, tebşir etmez. Binaenaleyh; kâfirler ahkâmiyle amel etmediklerinden Kur'an'ıntebşiratına müstehak değillerdir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kur'an'ınmü'minlere enva'ı saadatı tebşir ettiğini beyandan sonra saadet ve ref'i derecata nail olmayan mücerred iman kâfi olmayıp sair feraizi eda etmek lâzım olduğunu beyan zımnında :

ة� ه �خ�ر� �ال ـوة� و�هم ب ـ� ڪ لز ـون� ـ ت �وة� و�ي ل ــ لص ــون� ذ�ين� يق�يم و ل ٱ ٱ Bو ٱ ٱ(٣يوق�نون� )

buyuruyor.[Kur'an'ıntebşiratına müstehak olan mü'minler şol kimseler ki, onlar namazı ikame ve

zekâtlarını edâ ile beraber âhiıete iman ederler.]

Yani; Kur'an şol mü'minler hakkında hidayet ve büşrâdır ki, o mü'minler taraf-ı İlâhîden kendilerine evkat-ı mahsusada farz kılınan namazı şartlarına riayet ederek edâ eder ve asla istihfafla te'hir etmedikleri gibi bilcümle vâciblerini ve sünnetlerini yerine getirirler. Çünki; namazın

2192

Page 89: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Allah'a tekarruba ve ref'i derecata sebep olacağını bildiklerinden kusur etmemeğe çalışırlar ve yalnız ibadet-i bedeniyeyle de iktifa etmezler, belki kendilerine farz olan zekâtı da eda etmekle fukaranın hakkını vermek suretiyle dünyaya 3972 muhabbetleri olmadığını izhar ederler. Halbuki onlar âhirete ilm-i yakinle iman ettiklerinden dünyayı daima âhirete vesile ittihaz ederler. Binaenaleyh; her amellerini niyet-i halisayla eda ederler ve rıza-yı Bârîyi aramaktan geri durmazlar. Zira âhiret; ceza mahalli olduğundan âhirete iman eden kimse amelini teftişten ve nefsini muhasebeden hâlî kalmaz ve bilir ki, âhirette hepsinden suâl olunacak. Elbette gerek namaz gibi hakkullah olsun ve gerekse zekât gibi hakk-ı abde teallûk eden olsun cümlesine dikkat ve i'tina eder. Amma âhirete imanı olmayan kimse bunlardan hiç birisini ehemmiyete almadığı gibi ahkâm-ı diniyeden hiç birine mübalât etmez, belki yırtıcı bir canavar gibi her yere saldırır, eline ne geçerse yer, içer ve kuvve-i şehevaniyesi ne isterse onu güzel görür ve aklına ne gelirse onu işler, menfaat ve mazarratını düşünmez. Çünkü; âhirete imanı olmadığından ikabet korkusu olmadığı cihetle haram helâl her' ne yaparsa kâr bilir geçer gider.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette Vâcib Tealâ kemalât-ı insaniyenin ruhunu beyan etmiştir. Çünkü kemalât-ı insaniyenin esası; Üçtür:

B i r i n c i s i ; İman, İ k i n c i s i ; İbadet-i bedeniye ve maliye, Ü ç ü n c ü s ü ; Âhirete inanmaktır. Tekâlif-i İlâhiyenin hepsi bu üçte dahildir. Zira; birinci mertebede insana lâzım olan iman olmazsa sair ibadetin hükmü olmadığı gibi mücerred imanla iktifa etse de sair ibadette tekâsül etse Cennete girerse de âlî derecata nail olamaz. Şu halde imanın lüzumu kadar ibadat-ı saire de lâzımdır. Âhirete imanı olmasa amellerinin hiç bir faydaatra göremez. Binaenaleyh; Kur'an'ınhidayetiyle ihtida ve tebşirâtıyle mübeşşer olmak için iman, ibadet-i bedeniyye ve maliye ve âhiKte yakin üzere inanmak lâzım olduğunu Cenab-ı Hak bu âyetinde beyan buyurmuştur. İmanla beraber ikame-i salât ve eda-yı zekât edenlerin âhirete imanlarının kuvvetine ve sağlam iman bunları işleyenlere mahsus olup, bunları işlemeyenlerin imanları zayıf olduğuna işaret için

( يوق�نون� ه ة� �خ�ر� �ال ب و و�هم ٱ ) cümlesinde zamir tekrar zikrolunmuştur. Yani «onlar âhirete ancak iman ederler» demektir.

Hulâsa; iman etmeyenlerin ve amel-i salih işlemeyenlerin ve 3973 âhirete yakini olmayanların Kur'an'da beyan olunan tebşirata müstehak olmadıkları, tebşirat ve derecata müstehak olanların ancak şu beyan olunan a'mali işleyenler olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cünilesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ tebşiratın mü'minlere mahsus olduğunu beyandan sonra kâfirlere nazil olacak azabı beyan etmek üzere :

م�هــون� ) � �ه ف�ه ي ل ــ م�ـ � �ه أ ا ل ن ي ة� ز� �خ�ر� ال � م�نون� ب � ي ال ذ�ين� ل �ن و�إ و و و� و نٱ Bو ٱ٤)

buyuruyor.[Şol kimseler ki, onlar âhirete iman etmezler. Biz onlara kendi ihtiyarlarıyla işledikleri

çirkin amellerini güzel gösterir ve tezyin ederiz. Binaenaleyh; onlar başı dönmüş sarhoş gibi mütehayyir olurlar. Çünkü; işledikleri amel üzere terettüb edecek mazarrata imanları yoktur.]

ع�ذ�اب� �ه سوء ذ�ين� ل ل �ك� ٮ ـ� و�أول ٱ و ٱ[İşte onlar şol kimseler ki, onlar için dünyada katl ü esaret gibi kötü azap vardır.]

رون� ) س� � ال ة� هم �خ�ر� ال و?و�ه ف�ى نٱ نٱ (٥و [Halbuki, âhir ette nâs içinde en ziyade zarar edecek ancak onlardır. Zira; sevabı fevt

ettikleri gibi şiddetli azaba da müstehak olmuşlardır.]

2193

Page 90: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; şol kimseler ki, onlar âhireti tasdik etmezler. Biz kötü amellerini kendi ihtiyarlariyle kesb ettikleri için kendilerine güzel gösterir tezyin ederiz. Çünkü; iradelerini şerre sarf edince biz onlara işledikleri amellerini güzel gösterir ve kalblerine muhabbet ve nefislerine o amel için arzu halk ederiz ve onların sû-u ihtiyarları sebebiyle şiddetli azaba müstehak olmaları için bir çok zaman 3974 müsaade eder ve bazı tenbih için imtihan da ederiz. Fakat mütenebbih olmazlar, belki o fena amellerinden hâsıl olan azıcık bir lezzete aldanır ve başından vurulmuş sarhoş gibi mütereddid ve mütehayyir bir halde gezerler, nasihat dinlemezler ve kendi bildiklerine giderler. İşte âhirete iman etmeyip dalâlet ve gaflet içinde mütehayyir olanlar için dünyada bir takım emeller ve hülyalarla kötü azaplar vardır. Çünkü; bunların âhirete imanları olmayıp her emelleri dünyaya münhasır olduğu cihetle hiç bir şeyle müteselli olmazlar. Dünya uğrunda yanıp kül oldukları gibi bir takım azab-ı dünyaya dahi müptelâ olurlar ve âhirette nâs içinde en ziyade zarar görecek de bunlardır. Zira; âhirete iman etmeyerek ömürlerinden maksad-ı aslî olan ecr ü mesubatı zayi' ettiklerinden sermayeden zarar gördükleri gibi hâsıl olacak ticareti de kaybetmişlerdir. Binaenaleyh; iki cihetle zarar ettikleri gibi şiddetle azaba da müstehak olduklarından bundan daha ziyade zarar olamaz. Çünkü; menfeat yerine mazarrat kesbettiler. Bu zarardan kurtulamayacaklarına işaret için hasre

delâlet 0eden zamir-i fasılla ( رون� س� � ال و?هم نٱ ) varid olmuştur. Binaenaleyh ( سوءو�ع�ذ�اب� âhirete (ٱ iman etmeyenlerin azaplarınîn şiddetinden ibarettir ve her birerleri iman

ettikleri surette nail olacakları derecatı küfürleri sebebiyle Cehennem ateşine değiştikleri için zararları herkesin zararından ziyade olduğuna işaret için ziyade ma'nâsını müfid olan ism-i tafdîl

üzere ( رون� س� � و?ال نٱ ) lâfzı varid olmuştur.Hulâsa; âhirete iman etmeyenlerin ef'âl-i kabihaları kendi arzularına binaen güzel ve

müzeyyen olduğu ve onların daima kötü amelleri peşinde mütehayyir olarak dolaştıkları ve kötü amellerine mukabil akıbet kötü azap görecekleri ve âhirette en ziyade zarar göreceklerin bunlar olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ, âhirete iman edenlerin derecelerine ve etmeyenlerin duçar olacakları vehamete işaretten sonra enbiya-yı izamdar bazılarının vak'alarını beyana mukaddime olmak üzere : 3975

�يم ) د ح�ك�يم ع�ل ء�ان� م�ن ل ق �قى �تل ك� ل �ن و�و�إ و� و� (٦ٱ buyuruyor.[Ya Ekremer Rusûl ! Muhakkak Kur'an sana ilmi her şeyi muhit olan Hakîm-i Tealâ

tarafından ilka olunur. Sen de onu telâkki eder ve manâsını lâyıkıyla bilirsin.]

Yani; ey Resûl-ü Zişan ! Kur'an müşriklerin dedikleri gibi senin icadın değildir. Zira Kur'an; ilimle ve hikmetle müttasıf olan zat-ı Ulûhiyet tarafından sana vahy ile ilka olunur ve sen de lâyıkiyle telâkki ve hıfz eder ve ahkâmını ümmetine tebliğ edersin.

H a k î m ; ilimle beraber ameliyatı muhkem ve metin olup hikmet ve maslahat üzere mutaazmmın olan zattır. A l î m ; ulûm-u nazariyye ve ameliyye cümlesine şamil olduğu cihetle alîm, hakîm'den eamdır. Kur'an'ın ilmi; iki şeye münhasır olup B i r i n c i s i ; hikmet üzere müesses olan akaid ve şerayi'dir. İ k i n c i s i ; kısas-ı enbiyadır. Ahkâmı cami' ve bazı mugayyebatı haber verdiğine ve cümle ahkâmı ve ihbarı doğru olduğuna işaret için Kur'an'ın, Hakim ve Alîm olan Allah-u Tealâ tarafından inzal olunduğu beyan olunmuştur ki, Kur'an'a iman etmeyenlere ta'rizdir. Zira ilim ve hikmetle muttasıf olan zat-ı Bârî tarafından inzal olunan Kur'an'a iman; envai fevaidi mutazammın olduğu cihetle iman etmeyenler veya iman edip de ahkâmiyle amelde tekâsül edenler şu fevaidi fevt ettiklerinden tevbihe müstehaklardır.

&&&&&

2194

Page 91: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ Resûlüne Kur'an'ı inzal ettiğini beyandan sonra Resûlullah'tan evvel geçen enbiyadan bazılarına da vahy ettiğini ve onların da taraf-ı İlâhîden kitap telâkki ettiklerini beyan etmek üzere :

� ـر أ ـ� ب �خ� ا ب �يكم م ات ــ ـ ا س� �ا ت ن � ى ء�ان �ن �ه� إ ل � ى ال � ق�ال� موس� و�إ Cن Fو � ر و� ۦ و" و� ط�لون� ) � ت ك ع�ل � ل ا ق�ب �ش� �يكم ب و�ء�ات و �� ر 0� ر (٧ن5

buyuruyor. 3976[Ya Ekremer Rusiil ! Zikret şol zamanı ki, o zamanda Musa (A.S.) ehline «Ben uzaktan

bir ateş gördüm. Siz durun burada, ben gideyim ateşin yanına. O ateşten bir haber veyahud bir ateş parçası getiririm ki, siz ısınırsınız» dedi.]

Yani; Habibim ! Musa (A.S.) ın (Medyen) de Şuayb (A.S.) dan Mısır'a gitmek üzere izin alıp harem-i muhteremeleri ve hiznıetçileriyle beraber yola çıkıp Tur dağı civarına geldiğinde uzaktan gördüğü Nûr-u İlâhî'den istif aza etmek üzere ehline «Siz burada durun. Ben bir ateş gördüm, size ateşden bir haber getireyim veyahud sizin ısınmanız için bir ateş parçası getiririm» dediği zamanı hatırına getir ki, müşriklerin ezalarına mahzun olmayasın. Çünkü; Hazret-i Musa gecenin karanlığında şiddetle fırtınaya tutulup gayet muztarip ve endişenâk olduğu bir zamanda nûr-u İlâhîmiz imdadına eriştiği gibi müşriklerin ezalarından dolayı imdad-ı subhâniyemiz sana da erişecektir. Binaenaleyh; mahzun olma.

Fahri Râzi ve Nimetullah Efendinin beyanlarına nazaran Hazreti Musa'nın (Medyen) den hareketi kış günü olduğundan Tur civarında gecenin karanlığında şiddetli fırtınaya tutulup yolu şaşırmış, dehşetli, heyecanlı, kasvetengiz bir zamanda ıztırab-ı elîm içindeyken Tur dağında nûr-u İlâhîyi görür ve ateş zanniyle âyette beyan olunduğu veçhile ehline «Ben ateşe doğru gideyim, ya ateşin yanında yol gösterecek bir adam bulur haber getiririm veya bir ateş parçası getiririm. Me'mûl ki, siz ısınırsınız» dedi. Fakat her nekadar ateşin yeri uzaksa da geleceğini vaad etmiştir ve iki matlûptan birini elde edeceğini ümid ederek ehline veda' etti ve iki matlûptan birine nail olacağına Cenab-ı Hakka i'timad ederek sözünü iki şık üzere bina eyledi. Çünkü âdet-i İlâhiye; kulunu ihtiyaçlarının cümlesinden me'yus etmez, bazısından me'yus ederse bazı âhara nail kılar. Binaenaleyh; Hazret-i Musa şu iki ihtiyaçtan birine bari nail olacağını ümid ederek gitti ve lâkin o nûr-u İlâhiden müstefid olarak hem saltanat-ı dünya hem de izzet-i âhirete nail olacağını hatırına getirmiyordu. Halbuki o nûr-u İlâhi dünya ve âhiret saadetlerine nail olmasına sebep olmuş ve

behemmehâl ateş getireceğini bilmediğinden ricaya ve ümide delâlet 3977 eden (لعل) kelimesiyle irad-ı kelâm etmiş ve mesafenin uzaklığına işaret için ile (سين) �يكم) ات ـ (س�demiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ, Hazret-i Musa Tur'da görmüş olduğu ateşe gidip geleceğini ehline söylediğini beyandan sonra Tur'a gelince zuhur eden tecelliyatını beyan etmek üzere :

�ه�ا ل ار� و�م� ح� لن � بور�ك� م�ن ف�ى �ما ج�اء�ه�ا نود�ى� أ و�ف�ل و� ٱ ن�buyuruyor.[Vaktaki Musa (A.S.) ateşe gelince taraf-ı İlâhîden nida olundu ve denildi ki; «Ateş

arayan Musa (A.S.) ve ateşin etrafında bulunan melekler mübarek kılınmakla hayr-i kesire nail oldular.»]

ح�ـن� نٱو�س �م�ين� )للهو0 ل عـ� ب و� ر� (٨ٱ[Ve âlemlerin Rabbisi olan Allah-u Tealâ'yı cemi' nekaisten tenzih ederim.]

2195

Page 92: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; Musa (A.S.) yoldan haber veyahud ateş parçası getirmek üzere ehlinden ayrılıp ateşe gelince Hazret-i Musa'ya ta'zim olmak üzere nida olunup denildi ki; «Ateşin bulunduğu yerde bulunan Musa ve etrafında bulunan melekler mübarek kılındı». Binaenaleyh; envai hayrat ve berekete müstağrak oldular ve âlemleri envai ni'metleriyle terbiye eden Allah-u Tealâ cemi' nekaisten münezzehtir ki, kullarından istediğini istediği ni'metiyle taltif eder. Nasıl ki Hazret-i Musa'yı gecenin karanlığında nûr-u nübüvvetle taltif etmişti.

Şu bereketle nida; taraf-ı İlâhîden Musa (A.S.) ı selâmla taltif ve tahiyye-i İlâhiyeyle tekrimdir. Hâzin'de beyan olunduğu veçhile bu âyette n â r ile murad; nûr-u İlâhî'dir. Hazret-i Musa ateş zannettiğinden nûrdan narla ta'bir etmiştir. Fahri Râzi'nin beyanı veçhile b e r e k e t ; Hazret-i Musa'ya ve o mevki'de 3978 bulunan meleklere ve o mahallin etrafında olan ahaliye ve bilâd-ı saireye, hatta Şam arazisine kadar şamildir. Binaenaleyh o mahallerin mahall-i bereket olması; bu gibi nûr-u İlâhînin oralarda zuhur etmesi ve ekser-i enbiyanın o mahallerde ba'solunması, vahy-i ilâhînin mahall-i nüzulü ve Hazret-i Musa'ya tekellüm gibi nazar-ı ilâhînin oralarda tecelli etmesiyledir. İşte şu beyan olunan esbaba binaen arazi-i mukaddesenin bereketi ilâ yevmilkıyam bakî olacağından arz-ı Şam'a arz-ı bereket denilmiştir ve bu âyet de o mahallin mahall-i bereket olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh; arazi-i mukaddesenin bereketi her yerden ziyade olduğu meydanda bir hakikattir.

O makamda zuhur eden emrin azametine ve celâlet-i kadrine işaret için Cenab-ı Hak zatını nekaisten tenzih etmiştir. Çünkü; cemi' nekaisten münezzeh olan Rabb-ı Tealâ tarafından gelen ihsan ve nübüvvet büyük olduğu gibi zuhur eden harikanın da elbette büyük olacağında şüphe yoktur. Binaenaleyh; Vâcib Tealâ Hazret-i Musa hakkında nazil olan bereketin noksandan ârî olduğunu beyan ve ilân için âyetin ahirinde nekaisten münezzeh olduğunu teşbihle beyan etmiştir.

Vâcib Tealâ Tur'da Hazret-i Musa'ya bereketle nida ettiğini beyandan sonra sıfât-ı İlâhiyesini ta'rif ve mükâlemesini beyan etmek üzere:

ه �ن ى إ موس� ـ� �ا  ي �ن نٱ أ ح�ك�يم )للهۥ ع�ز�يز و� ٱ و� (٩ٱ buyuruyor.[Ya Musa ! Hâl ü şan şöyledir: Sana nida eden; aziz ve halâm olan Allah-u Tealâ'dır.]

Yani; ey Musa ! Hâl ü şan ben ulûhiyetle muttasıf olan Allah'ım. O Allah-u Tealâ ki, cümle mevcudat üzerine galip ve işleri muhkem ve hikmet üzere müştemildir. Binaenaleyh; sana vaki' olan hitabımla müşerrefsin. 3979

Bu âyet; Vâcib Tealâ'nın Hazret-i Musa'ya vereceği mu'cizelerin sıhhatına ve evham ü hayalâttan ârî olup kudret-i kaahire sahibi olan Zat-ı Ulûhiyetin halkettiğine bir mukaddimedir. Fahri Râzi'nin beyanı veçhile o makamda nida Zat-ı Ulûhiyetin nidası olduğuna delil ve mu'cize ise ateşin yeşil ağaçta yanıp da ağacın yanmamasıdır. Çünkü; âdet ateşin ağacı yakmasıdır ve daha bizim bilmediğimiz bazı harikalarla bilmiştir.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile bu âyette Vâcib Tealâ Hazret-i Musa'ya vereceği mu'cizelerin muhkem olup muarızların bozamayacaklarına işaret için hakîm olduğunu ve düşmanlarının Hazret-i Musa'ya bir zarar yapamayacaklarına işaret için azîz olduğunu beyanla Hazret-i Musa'nın kalbini takviye etmiştir. Çünkü; mu'cizeyi veren zat hakîm olunca verdiği mu'cizenin muhkem ve metin olup kulları bozamayacağı, aziz yani cümleye galip olunca düşmanları tarafından Resûlüne el uzatılamayacağı şüpheden âridir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Ulûhiyetle zatını tavsiften sonra Hazret-i Musa'ya vâki' olan emrini beyan etmek üzere :

ق� ع�ص�ا � �و�أ ن�‌ و�buyuruyor.[«Ya Musa ! Elindeki asanı yere at» dedi.]

2196

Page 93: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

� يع�ق ا و�ل � ب ى م ا ج�ا و�ل �ن �أ �ز ك ت � ء�اه�ا ت �ما ر� �ف�ل و0‌ و � ر و! ��� ر ن5 و5

[Emre imtisalen asayı yere koyunca sanki bir yılan gibi asayı titrer ve hareket eder gördü ise Musa (A.S.) arkasın arkaya döndü ve asanın arkasınca gitmedi.]

�خ� � ت ى ال موس� ـ� و)ي[Asâ, derhal yüğrük yürüyüştü küçük bir yılan suretinde görülünce kendine arız olan

korku ve dehşetten ve görmüş olduğu 3980 acayipten hâsıl olan heybetinden Musa (A.S.) geri sıçrayınca taraf -ı İlâhiden hitab-ı izzet zuhur ederek «Ya Musa ! Korkma.]

لون� ) س� م �د�ى �خ�اف ل � ي ى ال �ن و�إ و� (١٠ٱ

[«Zira; benim indimde ve huzurumda Resûller korkmazlar.»]

ح�ي ) ى غ�فو ر �ن د� سو ف�إ � ا ب �دل� ح �م� ثم ب � م�ن ظ�ل ��ال إ� ر �� ر �� ر و� Qن ن e١١و)

[«İllâ şol kimse ki, o kimse hataen bir günah işlemekle zulmetti, o zalim kimse korkar. Sonra tevbe ve nedametle o günahı sevaba kalble kötülüğü iyiliğe tebdil ettikten sonra o kimse korkmaz. Zira; ben günahları mağfiret eder ve tevbelerini kabul etmekle merhamet ederim» demekle Musa (A.S.) ın korkusunu izale ve kalbine kuvvet verdi, temkin üzere bulunmasını ve endişeden vareste olmasını tavsiye etti.]

Yani; Tur'da Cenab-ı Hak Musa (A.S.) a hitab ederek Ulûhiyetle muttasıf bir hakîm ve alîm olduğunu beyandan sonra Musa (A.S.) a mu'cizelerini göstermek üzere «Ya Musa ! Asanı yere bırak» dedi. Emre imtisalen Musa (A.S.) asayı yere bırakınca sanki küçük bir yılan gibi asayı ciddiyetle hareket eder görünce Musa (A.S.) hâsıl olan heybete binaen arkasına döndü ve asayı ta'kip etmedi. Taraf-ı İlâhiden «Ya Musa ! Korkma. Zira; benim huzurumda Resûller korkmazlar, illâ zulm eden zâlimler korkar. Zulm ettikten sonra günahını sevaba tebdil eder ve günahına nedamet ve tevbeyle kötülüğü iyiliğe döndüren kimseler evvelki hatalarından korkmasınlar. Zira; ben günahları mağfiret ve tevbeleri kabul ile merhamet ederim» dedi.

Nübüvveti izhardan sonra enbiyadan an amdin günah sâdır olmaz. Amma onlar hakkında evlâ olan bir şeyi terk etmek mertebelerine nisbetle küçük bir günah mesabesindedir ve onlardan sâdır olan zelle, te'vilde veya .içtihadda hata kabilinden olduğu cihetle içtihadda hata taraf-ı İlâhiden vahy ile veya ilhamla beyar. olunca o nebi hata ve zelleyi kendi hakkında günah addederek tevbe ve istiğfara müsareat eder. Nitekim Âdem (A.S.) içtihadda hata kabilinden olan şecere-i menhiyyeden yedikten sonra hata olduğu tebeyyün edince tevbe ve istiğfar etmişti. Sair enbiya-yı kiram hazeratı da her ne kadar vuku' bulan hata ma'füv ise de mansıb-ı nebevilerine nisbetle günah addederek istiğfar ederler. Çünkü; enbiya-yı izam ma'sum olup âdâb-ı İlâhiyeyi lâyıkıyle bildiklerinden onlardan günah ve zulüm sâdır olmaz. Şu kadar ki, onlar kendilerinin zellelerini mertebelerine nazaran büyük addederek zulüm ta'bir ettikleri vardır, yoksa hakikaten zulümden münezzehlerdir. Zira onların Resûl gönderilmelerindeki hikmet; âlemden zulmü kaldırmak olduğu cihetle Rableri onları zulümden muhafaza eder. Eğer zulümden mahfuz olmasalar avam-ı nâsa «Zulmetmeyin» diyemezler ve deseler te'siri olamaz. Çünkü; kendi zulmedip dururken başkasına zulmetme demekte bir manâ olmaz. Fakat «İyilerin haseneleri mukarreb olan kimselerin seyyiesi menzilinde» denildiği gibi enbiyadan sadır olan hataya bu âyette zulüm ta'bir olunmuştur. Şu halde manâ-yı nazım: [Ya Musa ! Korkma. Zira; benim huzurumda Resûller korkmaz, illâ evlâyi terkle zulüm suretinde hata sadır olan kimse korkarsa da o hatanın vukuundan sonra tevbe ve istiğfarla o hatayı sevaba tebdil ederse o kimse korkmaz. Zira ben;

2197

Page 94: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

tevbe edenleri mağfiret eder ve ibadetle dergâh-ı Ulûhiyetime rücu' edenlere merhamet ederim.] demektir.

Fakat şu manâ ( ظلم الا من ) mürselin'den müstesna olduğuna nazarandır. Amma

Hâzin'de beyan olunduğu veçhile ( ظلم الا من ) ibtida-yı kelâm ve müstesna-yı münkatı' olduğuna nazaran manâyı nazım: [Ya Musa ! Benim huzurumda Resûller korkmaz. Lâkin âhad-ı nâstan şol kimse korkar ki, o kimse nefsine efâl-i kabiha irtikâbiyle zulmetti. Fakat seyyieyi irtikâptan sonra o seyyieyi tevbe ve istiğfarla haseneye tebdil ederse o kimse korkmasın. Zira; ben, o seyyieyi mağfiret ve haseneyi ihtiyarına binaen merhamet ederim.] demektir.

Hulâsa; Cenab-ı Hakkın Hazret-i Musa'ya mu'cizesini göstermek için «Asanı yere bırak» dediği ve bırakınca küçük bir yılan suretinde gördüğü vakit Musa (A.S.) ın korkup geriye döndüğü ve asayı ta'kip etmediği ve taraf-ı İlâhiden «Ya Musa ! Korkma. 3982 Zira; benim huzurumda Resûller korkmaz, fakat âhad-ı nastan nefsine zulm edenler korkar. Şu kadar ki, tevbe ederlerse ben mağfiret ederim» dediği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hazret-i Musa'nın ikinci mu'cizesini beyan etmek üzere :

ع� � و ف�ى ت ر� ســ ض�اء� م� غ� � ر ب � �ك� ت ب �د�ك� ف�ى ج� خ� ي � و�888و�أ � ‌�� ر و� و� و� و� و? و� و� و! ق�ين� ) س� ا فـ� �انوا ق� ك �ن م�ه� إ ن� و�ق� ع� �ى ف� �ل ت إ ـ� ء�اي ر و� و; ہ> � ۦ‌ و� و� (١٢و�buyuruyor.[«Ya Musa ! Elini cebine idhâl et, asla âfet ve maraz olmaksızın güneş gibi parlar beyaz

olduğu halde cebinden çıkar ki, sana mu'cize olsun ve asâ ile elinin beyazlığı sana verilen dokuz mu'cizede dahildir. Sen Firavun'a ve kavmine Resûl olarak git. Din-i hakka da'vet et. Zira; onlar itaat-i İlâhiyeden çıkmış kavm-i fasık oldular.] Şu halde daire-i itaate da'vet edecek bir Resûle muhtaç olduklarından seni onlara Resûl kıldım. Binaenaleyh; git, da'vet et tarik-ı hakka.» ferman-ı İlâhisi zuhur etmiştir.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Hazret-i Musa'nın dokuz mu'cizesi şunlardır : Asâ, Yed-i Beyzâ, İman etmedikleri surette kıtlık, Meyvelerinin noksan olması, Tufan, Çekirge, Kurbağa, Bit ve Nü suyunun onlar haklarında kana tahvil olunmasıdır. Bunların tafsilâtı Sure-i A'rafda geçtiği için [Cild : V, Sahife : Bin yediyüz otuzdört .] burada tekrar tafsilâtına lüzum görülmemiştir.

Vâcib Tealâ Hazret-i Musa'nın mu'cizeleriyle beraber Firavun'a gelip tebligatta bulunduğunu ve onların iman etmediklerini beyan etmek üzere : 3983

�ي ) ذ�ا س� مب ص�ر� ق�الوا هـ� �ا م تن ـ� �ما ج�اء� ء�اي ��ف�ل ر �� ر و: % ر و0 و; fہ M١٣و)

buyuruyor.[Firavun'a ve kavmine herkesin göreceği derecede açık bizim âyetlerimiz gelince onlar

«Şu görülen şeyler açık bir sihirdir» dediler.]

ا � ن5و�ج�ح�دوا ب

[Ve o âyetleri inkâr ettiler.] Halbuki âyetler bizim kudretimize ve hikmetimize ve Musa (A.S.) ın da'vasının sıdkına delâlet etmişlerdi.

2198

Page 95: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ا و�عل �نفس ظ ه�ا أ � ق�ن � ت ا و� � �و�ج�ح�دوا ب ��ا‌ ر ; ر Kو و; ہ> و1 و� و� ٱ ن5

[Halbuki onların kendi nefisleri o âyetlerin hak olduğunu ve kulun eliyle olacak bir şey olmadığını yakinen bildiler ve lâkin zulmü ihtiyar ederek kendilerini Musa (A.S.) a iman etmekten âli addettiklerinden inkâr ettiler.] Şu halde hak olduğunu bildikleri halde inkârları zulüm ve tekebbürdür.

د�ين� ) س� م �ة ق�ب �ان� عـ� ف� ك � نظ ك و)ف� و� ٱ و� و� (١٤ٱ

[Habibim ! Firavun ve kavmi mu'cizelerin hak ve Musa (A.S.) ın da'vasının sıdkına delâlet ettiğini bildikleri halde zulmen inkâr edince nazar et bak ki, müfsidlerin akibetleri ne oldu?.] Hakkı terkedip batııa meyleden ve nefesini tarik-ı hakkı kabulden daha âlî gören ve hakkı bildiği halde inad ve temerrüdle inkâr eden müfsidlerin halleri neye müncer olduğunu gör ki Kureyş müfsidlerinin akibetlerini bilesin.

Yani; Musa (A.S.) ın açık ve herkesin harikulade olduğunu ve her gören kimsenin sıdk-ı da'vaya delâlet eder delâil cümlesinden olduğunu bileceği raddede zahir âyetlerimiz Musa (A.S.) 3984 vasıtasiyle Firavun ve kavmine gelince onlar «Musa (A.S.) ın getirdiği şu görülen şeyler açık bir sihirdir ve sihir olduğu meydandadır» dediler ve sihir olmadığını yakinen bildikleri halde o âyetlerimizi zulüm olarak ve Hazret-i Musa'ya imandan kendilerini âli addederek inkâr ettiler. Binaenaleyh; dünyada garkla helak oldular. Şu halde Habibim ! Bak gör ki, müfsidlerin akıbetleri ne oldu? Senin kavminden de onlar gibi temerrüd edip imandan istinkâfla yer yüzünü ifsad edenlerin akıbetleri bunlar gibi helak olduğundan onların ezalarına mahzun olma. Çünkü âdet-i İlâhiye; müfsitleri ihlâk etmek olduğu cihetle neticede bunları da ihlâk edecektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünü tesliye için Musa (A.S.) ın kıssasına işaretten sonra Hazret-i Davud ve Süleyman (A.S.) ın zamanlarında geçen vukuatın bazılarına işaret etmek üzere :

�ا د�او ن � �ق� ء�ات و�و�ل م�ـن� ع� و! � �د� و�سل Uا‌ ر Kو و� ۥbuyuruyor.[Zat-ı Ulûhiyetime yemin ederim ki, muhakkak Davud (A.S.) a ve oğluna biz ilim verdik.]

�ين� ) م�ن م ـاد�ه� ـ� ب �ي م ع� �ث �ى ك �ا ع�ل �ن ذ�ى ف�ضل ل د لله ح� � �ال وBو�ق�ا و� ٱ و� �� ر ٱ و و� ٱ١٥)

[Ve onlar bizim verdiğimiz ni'metlere şükretmek üzere dediler ki, «Hamd; şol Allah-u Tealâ'ya mahsustur ki, O Allah-u Tealâ bizi mü'min kullarından çoklarının üzerine tafdil etti» işte bu sözleriyle Cenab-ı Hakka hamdettiler.]

Yani; zatıma yemin ederim ki, biz Davud ve oğlu Süleyman (A.S.) a ahkâm-ı şer'iyeye ve umum ibadın ahvalini tedbire ilim verdik ki, onlar kullar beyninde cereyan edecek ahvali muhakemeye ve âdetlerinin zaptına, hudud-u şer'iyenin ikamesine, düşman hududlarının muhafazasına tamamiyle vakıf oldular ve 3985 Davud'a kuşların ve dağların teşbihlerine ve oğluna kuşların ve sair hayvanatın lisanlarına ilim verdik ve onlar da bu ni'metlerimize şükretmek üzere dediler ki, «Bilûmum elsineden sâdır olan hamd ü sena ve bilcümle cevarihten sâdır olan ibadat ferd-i vahid olup kâffe-i mahamide müştehak olan Allah-u Tealâ'ya mahsustur» demekle şükrettiler «Ve o Allah-u Tealâ ki, bizi mü'min kullarından çokları üzerine tafdil etti» demekle şükürlerini ikmâl ettiler.

2199

Page 96: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Bu âyet; ilmin pek büyük ni'met ve ehl-i ilmin, ilmi olmayanlar üzerine bir şeref ve meziyyet sahibi olduğuna delâlet eder. Çünkü; Hazret-i Davud ve Hazret-i Süleyman, ilmi cümle fezailin esası addettiklerinden her ni'metten evvel ilim üzerine şükür etmişlerdir. Şükrün ni'met mukabilinde olması ve onların da ilme şükretmeleri ilmin ni'met-i uzma olduğuna delâlet eder.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile âlim olan kimseyi bu âyet, ilmin şükrünü edaya terğib etmiştir. İlmin şükrü ise talebeye talim ve nâsa ahkâm-ı şer'iyeyi tebliğdir, tevazua da teşvik vardır. Kendinin bir çok kimseler üzerine fazilet ve meziyyetleri varsa da kendilerinin üzerine bir çok kimselerin faziletleri olduğunu i'tikad etmek lâzım olduğuna âyette işaret de vardır. Çünkü; Hazret-i Davud ve oğlu cümle evlâd-ı Adem üzerine tafdil olunduklarını beyan etmediler, belki bir çokları üzerine tafdil olunduklarını beyan ettiler ki, kendilerinden efdâl bazı kimseler olduğuna işaret etmişlerdir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hazret-i Davud'a ve Süleyman'a ilim verdiğini ve onların şükrettiklerini beyandan sonra bilhassa Süleyman (A.S.) a verdiği ni'metlerden bazılarını beyan etmek üzere :

م�ـن د�او � � و�و�و�ر�ث� سل ن!‌ ۥbuyuruyor.[Süleyman (A.S.) pederinin vefatından sonra pederi Davud (A.S.) in hükümetine,

mülküne ve memleketine varis oldu.] 3986

�ا م�ن كل �ين ر� و�أوت لط �ا م�نط�ق� ن اس عل لن ه�ا �ي أ ـ� و�و�ق�ال� ي ٱ و ٱ �ش� ‌�� وى[Ve Süleyman (A.S.) halka nübüvvetini ve mu'cizesini bildirmek için «Ey nâs ! Kuşlar m

sözünü bilmek vahyile bize ta'lim olundu ve nâstan sairlerine verilmeyen her şey bize verildi» demekle nübüvvetini tasdik etmelerini teklif etti.] Çünkü; Cenab-ı Hak pederine verdiği nübüvvetini ve sair ni'metleri verdiği gibi pederine ve başkalarına verilmeyen bir çok ni'metleri Süleyman (A.S.) a vermiştir. Meselâ ins ü cinnin itaati, rüzgârın inkıyadı ve kuşların lisanına vakıf olmak gibi pederine müyesser olmayan bir çok ni'metler kendine verildi.

�ين ) مب ل ف� �هو� ذ�ا ل �ن هـ� و�إ ٱ و4 و� (١٦ٱ [«İşte şu ni'metlerin cümlesi ancak zahir ve inkârı gayr-i kaabil fazl-ı ilâhî ve ihsan-ı

Subhânidir» demekle sözüne hitam verdi.]Yani; Davud (A.S.) vefat edince oğlu Süleyman (A.S.) ınülküne ve hükümetine varis'oldu ve

nübüvvetini halka tasdik ettirmek için mu'cizesini beyan etmek üzere «Ey nâs ! Taraf-ı İlâhîden vahyile kuşların lisanı bize ta'lim olundu ve bizim emsalimize verilmeyen her şeyden bize birer mikdar verildi. İşte şu ihsan; ancak Allah'ın bize bir lûtfudur» demekle mu'cizesini halka i'lân etti. Bu sözden maksadı; Allah'ın kendine verdiği ni'metleri zikirle halkı tarik-ı hakka da'vet ve da'vetine icabetin vâcib olduğunu beyan etmektir. Kuşların sadasında her nekadar harf yoksa da Süleyman (A.S.) ın onların lisanlarına vakıf olması kuvve-i kudsiye ve ilhâm-ı İlâhiyeyle kuşun sadasından maksadını anlamak ve o sadadan garazını bilmektir. Binaenaleyh; her kuşun sadasından maksadını anlamak Hazret-i Süleyman'ın mu'cizesi ve harikuladedir. Zira; âdette insanlar için kuşların maksatlarını anlamak yoktur. Bu ancak Süleyman (A.S.) a mahsus bir ihsan-ı İlâhîdir. Binaenaleyh; Hazret-i Süleyman her kuşun sadasından maksadını bilirdi. Hatta Hâzin'de ve Medarik'te beyan olunduğuna nazaran bir gün tavus kuşu öttüğünde Süleyman (A.S.) ashabına ne dediğini sorar. Onlar «bilemeyiz ya Nebiyallah !» dediklerinde «Dünyada diyanetiniz gibi âhirette ceza görürsünüz» demek istediğini beyan buyurmuşlardır. Serçe öttüğünde «Ey günahkârlar ! Allah'a istiğfar edin» ve bağırtlak kuşu öttüğünde «Sükût eden selâmet bulur» ve horoz öttüğünde «Allah'ı zikredin ey gafiller !» dediğini haber vermiştir.

2200

Page 97: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Hazret-i Süleyman'ın kendilerine verilen h e r ş e y ile muradı; nail oldukları şeylerin başkalarına verilenden daha çok olması ve o zamanda ahaliye verilmeyen şeylerin pek çoklarının onlara verilmesinden kinayedir. Yoksa «Dünyada mevcud olan her şey verildi» manâsına değildir. Süleyman (A.S.) ın saltanatının kırk sene devam ettiği, mülkünün gayet vâsi' olduğu, dünyada ins ü cinnin, kuşların ve hayvanların, rüzgârın ve şeytanların kendine muti' oldukları ve zamanında sanayi'i acibe ve fünûn-u garibe ihdas olunduğu Hâzin'in cümle-i beyanatındandır. Fakat bilâhere (Buht-u Nasr) ın Benî İsrail'i kahr u tedmiriyle hükümetlerinin ve san'atlarıyla beraber erbab-ı sanayi'de münkariz olduğundan maatteessüf sonra gelen akvam o sanayi'i garibeye destres olamadıklarından o sanayi'i nefise nâbedid olup gitmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hazret-i Süleyman'ın pederinin saltanatına varis olduğunu ve zamanında verilmesi mümkün olan her şeyin kendilerine verildiğini beyandan sonra askerini cem'le bazı seyr ü seferinde cereyan eden vukuatı beyan etmek üzere :

ــوده ن� جن ــ م�ـ � �سل ر� ل ر� ف�ه و�و�حشــ� لط �نس� و� إ ج�ن و� و م�ن� و� ٱ و� ٱ و� ٱ ۥ عون� ) (١٧يوز�buyuruyor.[Süleyman (A.S.) ın emrine imtisalen ins ü cinden ve kuşlardan askerleri toplandı.

Binaenaleyh; evveli âhirine müsavi olsun için askerin evveli hapsolundu.]

Yani; Süleyman (A.S.) ın emri üzerine etraf ve eknaftan ve memalik-i muhtelifeden ins ü cinden ve kuşlardan tertib olunan askerler cem' olundu. Binaenaleyh; askerin evvel gelen sınıfları 3988 ümeray-ı askeriye tarafından ta'yin olunan mahallerde durduruldu. Zira; yalnız askerin cem'iyle iktifa olunmadı, nizam ve intizamına da dikkat olundu, her sınıf mevzı'i muayyeninde safbeste olarak emre hazır oldu ve askerin evveli âhirine müsavi olarak harekete müheyya oldu ki, askerin hepsi bir yerde bulunsun ve fırkalar yekdiğerinden haberdar olsun. Çünkü; askerin müteferrik olması düşmanın galebesine sebep olduğundan her zaman toplu olması maslahata muvafıktır.

Hâzin'in, Nisâbûrî'nin ve Ni'metullah Efendinin beyanları veçhile Hazret-i Süleyman'ın ordu merkezinin yüz fersah mesafe olduğu ve bir fersah onikibin adım olup bundan yirmibeş fersahı ins'e, yirmibeşi cinn'e, yirmibeşi kuşlara ve diğer yirmibeşinin sair hayvanata tahsis olunduğu ve her nevi' askerin mahall-i muayyeninde vaziyet aldığı ve her nevi' askerin kendi cinsinden başbuğları, ümerası ve sair erkân-ı askeriyesi bulunarak herkes tarafından askerinin intizamına, talim ü terbiyesine dikkat olunduğu ve cinnilere cesim tabla yaptırılıp havaya kalktığında o tabla üzerinde kalktığı ve Hazret-i Süleyman'ın kürsüsü ortada bulunup etrafında insanlardan vüzera ve vükelâsı, ulema, erbab-ı fen ve onun etrafında insandan askerler, tmun etrafında cinniler, onun etrafında kuşlar ve kuşların etrafında sair hayvanat bulunduğu halde rüzgâra emreder rüzgârın da tablayı havaya kaldırıp istediği mahalle seyr ü sefer ettiği mervidir.

Esas; rüzgârın emr-i Süleyman'a muti olduğunu ve kürsüsünü havada götürdüğünü Cenab-ı Hak Kur'an'da beyan buyurmuş olup yalnız kürsüsünün mikdarına ve askerinin mecmuuna dair tafsilât Kur'an'da yoksa da zamanımızda icad olunarak günbegün ilerlemekte bulunan tayyareler Kur'an'ı tasdik ve Süleyman (A.S.) ın kürsüsünün büyüklüğüne, askerinin çokluğuna ve hepsinin birden tabla üzerinde tayeran ettiğine dair tafsilâtı te'yid etmektedir. Bunları görenler Kur'an'ın beyanatına inanmaya mecbur ve istib'ad etmesine akıl yormaz. Çünkü; bugün bilfiil mevcud olan bir şeyi inkâr etmek; mükâbere ve gülünçtür. Esasen ma'neviyatı ve bilhassa Kur'an'ı i'tikad eden kimse Kur'an'da zikrolunan şeye derhal itikad eder, istib'ad etmez. Lâkin maneviyata iman etmeyen ve diyanetle alâkası olmayan kimseler bu gibi hârikaların 3989 imkansızlığından bahisle mu'cizatı inkârla (hâşâ) enbiyaya tan etmeye yeltenirler. Fakat sanayi vasıtasiyle havada tayeranı görünce kudret-i İlâhiyeyle Süleyman (A.S.) a ve onun emsali enbiya-yı izama verilen hârikalara dilini uzatmamak lâzım gelir. Çünkü; kudretullaha nisbetle bu gibi hârikaların hiç ehemmiyeti yoktur.

2201

Page 98: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Hazret-i Süleyman'a ihsan olunan ni'metlerden birisi de bir kimsenin söylediği sözü rüzgârın kulağına isal etmesidir. Hatta bir gün askeriyle havada tayeran ederken bir çiftçinin «Allah-u Tealâ âl-i Davud'a verdiğini kimseye vermedi» diyerek kemâl-i teaccüple gıpta ettiğini işitmesi üzerine çiftçinin yanına inip «Sen tedbirine muktedir olmadığın şeyi isteme. Zira; mesalihini tedbir edemeyeceği şeyi istemek musibettir ve Allah'ın kulundan kabul ettiği bir teşbih, âl-i Davud'a verdiği dünya ni'metlerinden efdaldir» buyurduğu Ni'metullah Efendinin cümle-i beyanatındandır. Şu halde Hazret-i Süleyman, insanın daima hazmedebileceği ni'meti istemesi lâzım olduğuna işaret etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hazret-i Süleyman'ın askerinin cem'olunduğunu beyandan sonra seyr ü seferinde vâki' olan bazı garaibi beyan etmek üzere :

ـوا خل ل لن ه�ا �ي أ ــ ـ� � ي ل � � ن ال ل� قـ� لن �ى و�اد� ا ع�ل � �ت �ذ�ا أ ى إ ت و!ح� ٱ و ٱ %� ر و و1 و ٱ و� �ڪ �ن ـك و م�س�

buyuruyor.[Süleyman (A.S.) askerini cem'edip askeriyle beraber havada gezerken karıncası çok

bir dere üzerine gelince karıncanın reisleri Süleyman (A.S.) ın askeriyle o dereye ineceğini bilmesi üzerine kendi etbaının zararlanmamasını düşünerek hayre delâlet etmek üzere «Ey karıncalar ! Girin meskenlerinize, açıkta ve taşrada kimse kalmasın.»]

�� م�ـن و�جنوده � سل ك ط�م�ن � � ي و�ال و عرون� ) و� � � ي ال و� و�ه و (١٨ۥ [«Sizi, bilmedikleri halde Süleyman (A.S.) ve onun askeri çiğnemesinler» demekle

karıncaların reisleri nasihatta bulundu.] 3990

Yani; Süleyman (A.S.) askeriyle beraber sefere hareket edip karıncanın çok bulunduğu bir dereye gelerek inmek murad edince karıncaların reisi maiyyetinde bulunan efradı zarardan vikaye için nasihata başladı ve «Ey karıncalar ! Çekilin meskenlerinize ki, Süleyman ve onun askeri bilmeyerek sizi çiğnemesinler. Zira; onlar bilmiş olsalar ehl-i takva olduklarından sizi incitmezler. Fakat cüsseleriniz küçük olduğu cihetle dikkat etmeyince görülmezsiniz. Binaenaleyh; bilmeyerek ayak altında kalıp çiğnenirsiniz» demekle kendi cinsine tenbihat icra etti.

Bu âyette (Vadi-i Nemi) in Taif'te olduğuna dair rivayet varsa da Beyzâvî'nin beyanı veçhile

Şam civarında olduğu mervidir. Nasihat edenin karıncanın dişisi olduğuna işaret için ( � ل � �%ن ر و ) münnes suretiyle varid olmuş ve karınca ukalâya yakın bir mertebede olduğundan ukalâya hitap eder gibi hitap etmiştir. Yahud o zamanda Cenab-ı Hakkın söylemek ve söylenen sözü anlamak

için karıncaya bir kudret vermesine binaen ukalâya mahsus olan bir hitapla ل) لن ه�ا �ي أ ـ� و ي ٱ ) demiştir. Bu hitaptan anlaşıldığı veçhile karınca Hazret-i Süleyman'ın nebi olup cebir ve zulüm sahibi olmadığını ve o vadide karınca olduğunu bilmiş olsalar çiğnemeyeceklerini beyanla nasihatta bulundu ve eğer bir zarar gelirse bilmediklerinden geleceğini beyan etti. Binaenaleyh; karınca Hazret-i Süleyman'ı ve askerini adaletle tavsif ederek mansıb-ı nübüvvete lâyık olan âdabı

yerine getirdi. Çünkü ( عرون� � � ي ال و�و�ه و ) bilmedikleri halde sizi çiğnemesinler. Zira; bilmiş olsalar çiğnemezler dedi.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette yolda yürüyen kimseye ihtiraz lâzım olmayıp yol içinde bulunanlara ihtiraz lâzım olduğuna ve karıncanın şu sözünde enbiyanın bigayri hakkin aharı incitmek gibi şeylerden ma'sum olduklarına delâlet vardır. Çünkü: karıncalara askerin gezeceği yerlerde bulunmayıp meskenlerine çekilmelerini tavsiye etmiştir ki, ihtiraz askere lâzım olmayıp askerin yolu üzerinde bulunanlara lâzım olduğuna işaret etti. Kezalik bir kavmin reisinden matlûp olan; o kavmi zarardan himaye edip hayre delâlet etmek olduğuna dahi âyet delâlet eder. Çünkü:

2202

Page 99: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

3991 karınca hayvanat içinde en ufak bir hayvan olduğu halde reislerinin, maiyyetine hayırla nasihat ve zarardan muhafaza olunmalarını düşündüğünü Cenab-ı Hakkın Kur'an'da bize beyan etmesi insanları ibrete da'vet ve ebna-yı cinsini hayır yola sevketmek lâzım olduğuna ve ebna-yı cinsini hayre sevketmeyen ve hayırhâhane nasihatta bulunmayan insanların karıncadan daha aşağı olduklarına işaret içindir. Şu halde bütün insanlara lâzım olan; maiyyetini hayra şevkle zarardan vikaye etmektir. Binaenaleyh; aile reisi ailesine, mahalle muhtarı mahalle ahalisine ve köy muhtarı köy ahalisine nasihat ve hayra delâlet etmekle mükelleftirler.

Beyzâvî'nin beyanına nazaran karınca Hazret-i Süleyman'ın o vadiye ineceğini anlayınca ayak altında kalmak korkusuna binaen kaçarken ansızın korku arız olan kimseden ihtiyarsız çıkan sadâ gibi karıncadan bir sadâ ve bir vaveyla çıkınca diğer karıncaların ona tebaiyetle meskenlerine girmeleri tıpkı emir ve hitap gibi olduğundan emir suretinde ta'bir olundu diyerek tevcih edilmişse de zahir-i âyete muvafık olan karıncanın maiyyetine hitap ederek söylemesidir. Cenab-ı Hakkın karıncaya lisan verip söyletmesi Süleyman (A.S.) için bir mu'cize olduğu gibi bizlere de bu vesileyle yol gösterilmesi baid olmadığından te'vile hacet yoktur. Binaenaleyh; karınca nasihat etmiş ve Hazret-i Süleyman da işitmiştir, âyet de açıktan buna delâlet etmektedir. Şu halde te'vili icab eder bir sebep de yoktur.

&&&&&

Vâcib Tealâ karıncanın bu sözünü işitmesi üzerine Hazret-i Süleyman'ın güldüğünü beyan etmek üzere :

�ه�ا ل ا من ق� م� ض�اح� �س �ب و�ف�ت � رbuyuruyor.[Karınca böyle söyleyince Süleyman (A.S.) karıncanın bu sözünden güldü.] Çünkü;

karınca ufak bir mahlûk olduğu halde sözü, mühim tedbiri ve komşulariyle hüsn-ü muaşereti ve kardeşleriyle adab-ı sohbeti câmi'dir. Binaenaleyh; karıncaları helak olmaktan korumasına taaccüb etti ve güldü. 3992

�ى ت� ع�ل ع� � �ى أ ت ل ــك� ـ� م�ت � كر� ن � � أ �ى أ ن ز� � ب أ ــال� ر� و و�قـ� و� ٱ و� و� و� و� و� �د�ى ل �ى و� ٲو�ع�ل

[Ve dedi ki «Ey benim Rabbim ! Benim üzerime, pederim ve validem üzerine ihsan ettiğin ni'metlerine şükretmemi bana müyesser kıl, ilham et.»]

ض�ٮه � ا ت � م�ل� ص�ـل � � أ و�و�أ � ر و� و� [«Ve ya Rabbi ! Senin razı olacağın amel-i salih işlememi ba na nasib et» dedi.] Ve

sözüne şunu da ilâve etti:

�ح�ين� ) لصـل �اد�ك� ب �ك� ف�ى ع� م�ت �ر� �ى ب ن خ� � ٱو�أ و� و� (١٩و! [«Ya Rabbi ! İhsanınla beni salih kulların zümrtesine ishâl et.» demekle münacatta

bulundu.]Yani; Süleyman (A.S.) karıncanın sözünden gülmeye meylederek tebessüm etti, yani

gülümsedi ve karıncanın sözünü işitip anlamak ni'metini kendisine Cenab-ı Hakkın ihsan ettiğine sürurundan hafifçe güldü ve dedi ki, «Ey benim Rabbim ! Senin şol ni'metine şükretmeme beni bağla ve raptet ki, o ni'meti sen bana, babama ve anama in'am ettin ve sen razı olacağın amel-i salih işlememi bana ilham ve beni rahmetinle salih kulların zümresine idhâl et ki, amel-i salih işlemekle şu ni'metlerin şükrünü edâ edeyim» demekle Rabbisine tezarru'da bulundu.

Hazret-i Süleyman'ın s alihin ile muradı; enbiya-yı izam ve onlara tabi' olan suleha'dtr. Ebeveynine ihsan olunan ni'metleri Süleyman (A.S.) kendine ni'met addederek kendine verilen

2203

Page 100: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ni'metlere şükrettiği gibi ebeveynine ihsan olunan ni'metlere de şükrünü beyan etti. Çünkü; ebeveynin şerefi evlâda şeref olup onların ni'metinden alelekser evlâd müstefid olduğundan onların ni'metinin evlâd hakkında da ni'met olduğuna işaret etti ve ni'mete şükretmeye ve amel-i salih işlemeye Cenab-ı Hak'tan muavenet istedi ve âhirette salihîn zümresinden olmasını dahi Rabbisinder. 3993 istirham etti. Çünkü; her şeyin husulü muavenet-i İlâhiyeyle olacağından gerek şükrüneve gerek ameline muavenet-i İlâhiyeye müracaatla her şeyde muavenet-i İlâhiyeden istimdadın lüzumuna işaret etti ve âhirette Cennete girmenin rahmet-i İlâhiyeyle mümkün olacağına işaret için rahmet-i İlâhiyeyle Cennete duhulünü istirhamda bulundu. Cenab-ı Hakkın Kur'an'da bize beyanı; kendisinden istirham edecek olan kimsenin Süleyman (A.S.) ın istirhamı gibi

istirhamda bulunulması lâzım olduğunu beyandır. (ى� ن ز� � و�أ و� ) Taberî, Hâzin ve Medarik'te beyan

olunduğu veçhile ( نى yani (الهم İlham manâsına «Ya Rabbi bana ni'metine şükretmemi

ilham et» demektir. Beyzâvî ve Nisâbûrî'de beyan olunduğuna nazaran ( نىط�ارب ) yani raptedip bağlamak manâsına «Ya Rabbi beni ni'metine şükretmem için raptet, bağla ki, ben şükründen başka bir şeyle meşgul olmayayım» demektir.

Hulâsa; evvelen âhiret sevabına sebeb olacak amele teşebbüs edip saniyen sevab aramak ve amel-i saliha muvaffak olmasını Cenab-ı Hak'tan istirham etmek vezaif-i ubudiyetten olduğu ve insanın kendine ihsan olunan ni'mete şükretmesi vâcib ve ebeveynin ni'meti evlâdı hakkında ni'met olduğundan ebeveynin ni'metine evlâdın şükretmesi lâzım ve Cennette derecata nail olmak amel-i salihle olursa da Cennete girmenin fazl-ı İlâhî ile olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hazret-i Süleyman'ın nail olduğu ni'mete şükrünü beyandan sonra bazı kuşlarla vâki' olan mükâlemeyi beyan etmek üzere :

ـــان� م�ن� � � ڪ هـــد� أ ه ى �ر� � أ �ى� ال ــا ل ــال� مـ� ر� ف�قـ� لط �ف�قد� و و�ت و! و� ٱ و� ٱ �ين� ) �ب و�غ�اٮ (٢٠ٱ buyuruyor.[Süleyman (A.S.) kuşu yitirdi (kaybetti) ve dedi ki «Bana ne gibi bir şey arız oldu ki, ben

Hüdhüd denilen kuşu görmüyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu? »] 3994

�� ه �ن �ع�ذب ه ال ن �ح� ب �ا ال � د�يد�ا أ ــ� ا ش ــذ�ا و� ع� و� 0 ر ــ ۥ طـ� �س ى ب �ن �ي ت � �ي � ل �� أ ر و� *ا و و� ۥ �ي ) ��مب (٢١ر [«Allah'a yemin ederim ki, eğer bulursam şiddetli azapla azab ederim veyahud elbette

onu boğazlarım veya kaybolmasının sebebinde bana elbette açık bir delil getirir onu affederim» dedi.]

Yani; Süleyman (A.S.) bazı seferinde hasbel'icap Hüdhüd'ü aradı ve ta'yin olunan vazifesi başında bulamadı ve Hüdhüd'ün vazifesini terkettiğine gazab ederek dedi ki, «Bana ne oldu ki ben Hüdhüd'ü göremiyorum, yoksa hizmetimden kaçıp kaybolanlardan mı oldu? Allah'a yemin ederim ki, eğer onu bulursam tüyünü yoldurmak ve cinsinin gayriyle hapsetmek suretiyle elbette şiddetli azap ederim yahud sairlerine ibret olmak üzere onu elbette boğazlarım veyahud kaybolmasındaki sebebi beyan hakkında açık ve şüpheden hâli erbab-ı ukulün kabul edeceği bir delil getirir» demekle Hüdhüd'ü araştırdı.

Hazret-i Süleyman'ın Hüdhüd'ü aramasındaki hikmeti Hâzin ve Ni'metullah Efendi şöyle beyan ediyorlar : Süleyman (A.S.) Hüdhüd'ü su aramak vazifesinde kullanırmış. Çünkü Hüdhüd'ün hassası; bizim billur içinde suyu gördüğümüz gibi toprağın altında suyu görmekmiş. Binaenaleyh;

2204

Page 101: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

toprak altında suyun uzak ve yakın olduğunu bildiğinden ihtiyaç zamanı onu gönderir, suyun yakın olan yerini ta'yin eder, derhal cinnilere emrederek kuyular kazılır ve az bir zaman içinde ordunun suyu te'min olunurmuş. İşte suya ihtiyaç olduğu bir zamanda Hüdhüd'ü arar bulamaz. Mükellef olduğu vazifesi başından izinsiz kaybolduğuna hiddet eder ve geldiğinde azap edeceğine veya bir özr-ü meşru' beyan ederse kabul edeceğine yemin eder.

Beyzâvî, Hâzin ve Medarik'in beyanları veçhile azab-ı şedidde dört ihtimâl vardır : B i r i n c i s i ; tüyünü yolup güneşe atmak, İ k i n c i s i ; cinsinin gayriyle hapsetmek, Ü ç ü n c ü s ü ; kendi akranına hizmetçi vermek, Dördüncüsü ülfet ettiği kimselerden ayırmaktır. Çünkü; bunların her biri idrak, olan hayvan için azab-ı şediddir. İnsanın menfeati için hayvanın kesilmesi helâl olduğu gibi maslahat-ı siyesiyeye binaen Hüdhüd'e 3995 ta'zip etmenin de helâl olduğuna bu âyet delâlet eder. ,Zira; Cenab-ı Hak kuşları Hazret-i Süleyman'a muti' kılıp kuşlardan hangisini isterse bir vazifede istihdama me'zun olunca itaatta siyaset lâzım olduğundan mükellef olduğu vazifeyi bilâ istizan terkedeni siyaseten te'dip lâzım olduğuna da âyet delâlet eder. Binaenaleyh; Hüdhüd; mükellef olduğu vazifesini terkedince makbul bir özrü olmadığı takdirde azap edeceğine yemin etti. Çünkü; şeriatlerin kâffesinde, hükümetlerin kanunlarında bilâ istizan vazifesini terkedenlerin te'dibi kavaid-i meriyedendir. Ayni kaideye Hazret-i Süleyman riayet ediyordu. H ü d h ü d ; Serçe kuşu nev'inden ufacık bir kuştur. Hüdhüd'ün Hazret-i Süleyman tarafından bir vazifeyle mükellef olduğuna bu âyette delâlet vardır. Çünkü; teklif olmayınca te'dip ve ta'zip olmaz. Binaenaleyh; ta'zip edeceğini beyan; mükellef olduğunu beyanı müstelzimdir.

&&&&&

Vâcib Tealâ huzur-u Süleyman'a Hüdhüd'ün geldiğini ve gaybubetinin sebebini beyan ettiğini zikretmek üzere :

ــك� م�ن ت �ه� و�ج� � تح� ب ــا ل �م� �ح�طت ب �ع�ي ف�ق�ال� أ ر� ب �ث� غ� و(ف�م�ك ۦ Iو و !� ر و� �ق�ين ) � ي �ب �ن � ب ب �hاس� ر نhا (٢٢إbuyuruyor.[Süleyman (A.S.) ın araması üzerine hemen az bir zaman durdu geldi ve Süleyman

(A.S.) ın nereye gittiğini suâl etmesi üzerine Hüdhüd cevabta dedi ki «Ya Nebiyyallah ! Senin ihata etmediğin ve ilmin lâhik olmadığı bir şeyi ben ihata ettim ve muttali' oldum ve sana kavm-i Sebe'den yakın bir haberle geldim.»]

ل�ڪه � � ت أ ر� ى و�ج�دت �ن و إ و % ر و ٱ[Zira; ben bir kadın buldum ki o kadın ahali-i Sebe'e malik oluyor.] 3996

� م�ن ڪل ش� �ي ��و�أوت ر وى و1

[«Ve o hatuna padişahların muhtaç oldukları her şey veril mistir.]

ش ع�ظ�ي ) �ه�اع� و�ل� ر (٢٣و� [«Halbuki o hatuna mahsus büyük bir kürsü de vardır» demekle getirdiği haberi tafsil

etti.]Yani; Süleyman (A.S.) hasbel'icap Hüdhüd'ü arayıp bulamadığından sonra uzak bir zaman

geçmeksizin hemen az bir zaman durdu ve durduğu uzak bir müddet değildi. Binaenaleyh; Hüdhüd sür'atle geldi isbat-ı vücud etti. Süleyman (A.S.) ın nereye gittiğini suâl etmesi üzerine Hüdhüd i'tizar ederek dedi ki, «Ya Nebiyyallah ! Senin ilmin lâhik olmayan bir şeye benim ilmim lâhik oldu ki, senin ve askerinden hiç kimsenin bilmediği bir şeyi ben tahkik ettim ve kavm-i Sebe'den bir

2205

Page 102: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

haber-i yakinle sana geldim» dedikten sonra haberi beyan etmeye başladı, «Ben Sebe' kavmine malik ve onların padişahı bir hatun buldum ve o hatuna padişahlara lâzım olan her şey verilmiş ve o hatunun pek büyük sarayı ve köşkü de vardır» demekle gaybubetini ve nereye gittiğini beyanla cevap verdi. Sebe' Kahtan neslinden ve (San'a) ya üç konak mesafede (Me'rib) şehrini bina eden şahsın ismidir. Binaenaleyh; o beldeye (Sebe') ve ahalisine (kavm-i Sebe') denilmiştir.

Hüdhüd'ün oraya gitmesinin sebebi; Hâzin, Beyzâvî ve Nisâbûrî'nin beyanlarına nazaran Süleyman (A.S.) beyt-i mukaddesin binasını ikmâlden sonra hacce niyet eder ve askeriyle beraber Mekke-i Mükerremede haccı edadan sonra bir gün sabah vakti Yemen cihetine hareket eder ve öğleden sonra (San'a) üzerine gelip manzarası gayet latîf bir arz görünce namaz kılmak için indi. Fakat su bulamayınca derhal Hüdhüd'ü aradı bulamadı. Halbuki yukarıda beyan olunduğu veçhile Hüdhüd su teftişine me'mur idi. Meğer Hüdhüd havaya doğru bir cevelân yaptığında gayet güzel bir bahçede kendi gibi bir Hüdhüd'ü görür. Onunla bir mikdar musahabet edip geri gelmek üzere bahçeye iner. Orada bulunan Hüdhüd onun nereli olduğunu ve ne için gezdiğini sorar. Hüdhüd Süleyman (A.S.) ın debdebe ve dârâtını beyandan sonra Hazret-i 3997 Süleyman'ınHüdhüd'ü de ayni suali bahçede bulunan Hüdhüd'e sorar. O da bahçenin (Belkis) e ait olduğunu ve Belkis'in ahvalini tafsil eder. Belkis'in sarayını göstermek için alır götürür ve saray-ı Belkis'i temaşa eder gelir. Fakat bir müddet vakit geçer ve muttali' olduğu ahvali Hazret-i Süleyman'a haber vermekle kusurunun affını istirham ve bu vesileyle Hazret-i Süleyman'ın gazabını teskin eder, azaptan kurtulur. Çünkü; Süleyman (A.S.) ın kelâmında kabule şayan bir i'tizarı olursa ve mühim bir haber getirirse affedeceği münderic olup Hüdhüd de bu haberi getirince yemini yerini buldu ve Hüdhüd'ün kusurunu affetti.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette Süleyman (A.S.) ın nefsini hakir görmesine ve ilmini gayet az addetmesine tenbih vardır. Zira; Hüdhüd'ün, küçük bir mahlûk olduğu halde onun bilmediğini bilmesi ve «Senin ihata etmediğin şeyi ben ihata ettim» demesi taraf-ı İlâhîden kendine bir tenbihtir.

Hüdhüd'ün vakıf olduğu hatunun ismi (Belkis) tır. Pederinin ismi Kahtan neslinden (Şurahbil) dir. Belkis'e verilen h e r ş e y le murad; padişahlara lâyık olan mal, asker ve mühimmat-ı harbiyeden her şeydir. Her nekadar Süleyman (A.S.) ın saltanatı Belkis'ten çok fazlaysa da Belkis'in sarayı gibi bir saray yapmaya iltifat etmediğinden Hüdhüd Belkis'in sarayını azametle

tavsif ederek ( ش ع�ظ�ي �ه�اع� و�ل� ر و� ) demiştir. Yahud Hazret-i Süleyman'ın saltanatına göre sarayları vardı velâkin Hüdhüd'ün maksadı Belkis'e nisbetle sarayı büyük demekti. Kazî'nin beyanına nazaran Belkis'in sarayı; binası cihetinden o zamana nisbetle dünyanın en kıymettar saraylarından olup mücevheratla müzeyyen ve murassa' ve her türlü ziyneti hâvi idi. Gerçi âyette sarayı azametle tavsif varsa da binasının keyfiyetine ve tarz-ı mi'marisine ve ziynetine dair tafsilât yoktur. Ancak o zamanda en kıymetdar ve seyr ü temaşaye değer bir saray olduğuna işaret vardır.

&&&&&

Vâcib Tealâ, Süleyman (A.S.) ın gazayı sever ve bilhassa müşrikleri tarik-ı tevhide da'vete muhabbet eder olduğundan Hüdhüd'ün bu haberini daha ziyade tafsil etmesini arzu ettiğinden 3998 Hüdhüd'e müsaade ve kavm-i Sebe'in diyanetlerini tahkik etmesi üzerine Hüdhüd'ün kelâmını hikâye etmek üzere :

س� م�ن دون� �لش جدون� ل � م�ه�ا ي ه�ا و�ق� نٱو�ج�دت و و� للهو� buyuruyor.[«Ben o hatunu ve kavmini Allah'ın gayri güneşe ibadet ve secde ederler buldum.»]

�ه م�ـل � ن أ طـ� لش �هم ن� ل ي و و�ز� و� و� ٱ[«Şeytan onlara batd ibadetlerini tezyin etti.»]

�يل� ب لس ٱف�ص�ده ع�ن� و 2206

Page 103: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[«Binaenaleyh; şeytan onları doğru yoldan men' etti.»]

�دون� ) ت � � ي ال و"ف�ه (٢٤و [«Şeytan men'edince onlar tarik-ı müstakime ihtida edemezler» demekle mezheplerini

tafsil etti.]

Yani; Hüdhüd Belkis'i ve Belkis'in sarayını tetkik ettiği gibi Belkis'in mezhebini dahi tetkik ettiğine binaen Süleyman (A.S.) a haber verip diyor ki «Ben Belkis'i ve kavmini Allah'ın gayri güneşe secde ederler buldum ve şeytan onlara a'mal-i kabihalarını tezyin ederek doğru yoldan men'etmiş. Binaenaleyh; onlar şeytanın tezyinatına aldandıkça doğru yolu bulamazlar. Çünkü; eğri amellerini doğru zannettiklerinden tarik-ı müstakim aramazlar ki, ihtida etsinler. Şu halde onları ikaz edecek bir mürşid-i kâmil lâzımdır.»

Bu âyette kavm-i Sebe'in ihtida edememelerinin sebebi; şeytanın onları doğru yoldan men'etmesidir ve bu cümle onun neticesidir ve mantıkça kıyas-ı takriri şöyledir : «Kavm-i Sebe' ihtida 3999 edemezler. Zira; şeytan onları doğru yoldan men'etmiştir. Her kavim ki, şeytan onları doğru yoldan men'ede, onlar ihtida edemezler. Binaenaleyh; Kavm-i Sebe' ihtida edemezler» demektir. Şeytanın onları doğru yoldan men'inin illeti ve sebebi; amellerini tezyin etmesidir ve bu cümle onun neticesidir ve takriri şöyledir : «Şeytan kavm-i Sebe'i doğru yoldan men'etti. Zira; şeytan onların a'mâl-i kabihalarını tezyin etti. Her kavim ki, şeytan a'mal-i kabihalarını tezyin ede, onları doğru yoldan men'eder. Şeytan kavm-i Sebe'i doğru yoldan men'etti» demektir.

�ض� ال ت� و� و� م�ــــ لس ء� ف�ى خ� ر�ج ذ�ى ي ل جدوا للـــه � � ي ��ال و�أ نٱ ٲ ٱ و0 و� ٱ و? ٱ و� �نون� ) ل فون� و�م�ا ت �م م�ا ت ل � و�و�ي و? (٢٥و�[Şeytan onların amellerini tezyin etti ki, şol Allah-u Tealâ'ya secde etmesinler, O Allah-

u Tealâ semevat ve arzda olan gizli şeyleri çıkarır, sizin gizlediğiniz ve aşikâr kıldığınız şeyleri bilir.]

Yani; şeytan kavm-i Sebe'in amellerini tezyin ederek doğru yoldan men'etti ki, Allah-u Tealâ'ya secde etmesinler diye. O Allah-u Tealâ ki, göklerde gizli esbab-ı rızıktan olan yağmur danelerini ve yerlerde nebatatı meydana çıkarır ve onlara rızık kılar ve sizin gizlediğiniz ve izhar ettiğiniz şeylerin cümlesini bilir. Binaenaleyh; secdeye ve ibadete müstehak O'dur. O'nun gayri ibadete ehil olmadığından gayre ibadet şirktir.

Bu âyette ( الا ) tahfifle veya harf-i nida olmak ve münadi olan kavim kelimesinin mahzuf olmasiyle kıraet vardır. Buna nazaran Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyet Allah-u Tealâ'dan veyahud Süleyman (A.S.) dan ibtida'yı kelâm ve secdeyle emirdir. Süleyman (A.S.) ın kelâmı olduğuna nazaran manâ-yı nazım : [Ey kavmim ! Şol Allah-u Tealâ'ya secde edin ki, o Allah-u Tealâ göklerde ve yerde gizli olan şeyleri ihraç ettiği gibi sizin gizli ve aşikâr kıldığınız şeylerin cümlesini bilir.] demektir. Eğer Cenab-ı Hak'tan ibtida-yı kelâm farzolunursa manâ-yı nazım : [Ey kullarım ! Secde edin şol Allah-u Tealâ'ya ki, O Allah-u Tealâ semevat ve arzdan çıkacak daneleri ve rızıklarınızı çıkarır ve sizin gizli ve açık cümle esrar ve ef'alinizi bilir.] demektir. Evvelki manâya göre secdeyi terkten dolayı Belkis'i ve kavmini zem olup ikinci ve üçüncü 4000 manâlara nazaran secdeyle emir olduğundan gerek secdeyi terk için zem ve gerek emir hepsi secdenin vâcib olduğuna delâlet ettiğinden âyet-i celile her iki kıraete nazaran secdenin vâcib olduğuna delâlet eder. Secdeye terğib için Vâcib Tealâ kemâl-i kudret ve ilmini beyan etmiştir. Çünkü, semevat ve arzda gizli olan şeyleri ihraç etmek küdret-i kâmileye delâlet ettiği gibi gizli ve aşikâr her şeyi bilmek de ilm-i kâmile delâlet eder. Şu halde secdeye müstehak ancak Allah-u Tealâ olup Allah'tan başka hiç bir kimsenin secdeye ehil olmadığına delâlet vardır.

&&&&&

2207

Page 104: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ secdeye müstehak olduğunu beyandan sonra vahid-i hakiki ve ma'budün bilhak olup Arş-i a'zamın sahibi olduğunu beyan etmek üzere :

( � ع�ظ�يم ش� ع� ب � هو� ر� ��ال ه� إ ـ� �ل � إ و�لله ال ٱ و� و� ٱ (٢٦نٱ buyuruyor.[Allah-u Tealâ'dan başka ma'budün bilhak yoktur. Ancak ma'budün bilhak Allah-u

Tealâ vardır ki, O AHahü Tealâ Arş-i a'zamın sahibidir.] Arş-i a'zam, ecsamm evvel halk olunanı olduğu gibi ecsamın cümlesini de muhittir. Belkis'in arşı Belkis'e ve onun emsali padişahlara nisbetle büyük olduğu gibi Allah-u Tealâ'nın Arşı da cümle mahlûkata nisbetle büyüktür. Şu halde Arş-ı Belkis'e azîm denildiği gibi Arş-ı a'lâya da azîm denmesinde münafat yoktur. Çünkü Arş-ı Belkis'te azamet; Belkis'e nisbetledir ve Allah'ın Arşında azamet; cümle mahlûkata nisbetledir.

Bu âyetler Hüdhüd'ün kelâmı olduğuna nazaran Hüdhüd Cenab-ı Hakkın vahdaniyetini ikrarla tevhid ettiğine âyet delâlet eder. Çünkü; Vâcib Tealâ'nın vahdaniyetini, fail-i muhtar ve kudret-i kâmile sahibi olduğunu tasdikle iman eden bir kimse Allah-u Tealâ'nın Hüdhüd'e Hazret-i Süleyman'la konuşmaya ve Allah': bilip vahdaniyetini ikrarla tevhid etmeye kudret vermesinde tereddüd etmediği gibi bu gibi acayibata itiraz etmez. Amma Allah'ın. 4001kudretini tamamiyle tasdik etmeyen nefs-i habise sahibi olan bir kimse kendi miskin nefsine kıyasla Halikın izzetiyle mahlûkun zilleti beynini tefrik etmediğinden bu gibi nüfus-u kudsiye sahiplerinden zuhur eden tecelliyat-ı İlâhiyeye i'tiraz ederlerse de nefislerinde gizli olan nifaklarını izhar etmekten başka bir şey yapmış olmazlar.

Bu âyette beyan olunan iki kıraetin her hangisi tilâvet olunsa tilâvet eden ve işiten kimselere secde-i tilâvet vâcibtir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Belkis'in ahvaline dair Süleyman (A.S.) a Hüdhüd'ün getirdiği haberi beyandan sonra Hazret-i Süleyman'ın sözlerini ve muamelesini beyan etmek üzere : '

�ين� ) ذ�ب ـ� ك � كنت� م�ن� ت� أ �ص�د� �نظر أ ن و�ق�ال� س� ٱ و (٢٧و- buyuruyor.[Süleyman (A.S.) Hüdhüd'ün kelâmını kemâl-i dikkatle dinledikten sonra dedi ki, «Ey

Hüdhüd ! Elbette biz senin haberinde teemmül ve tefekkür eder, biraz düşünürüz. Bakalım sen haberinde sadık mısın, yoksa yalancılardan mısın?»]

� �ل ق� إ � ذ�ا ف�أ �ى هـ� ب ـ� �ت ك و;ه�ب ب fن و� و" و� و� ٱ[«Sen şu kitabımla git ve o kitabı onlara at.»]

ج�عون� ) � نظ م�اذ�ا ي �و�ل ع� ف� و�ثم ت و� ٱ و; fہ F٢٨و)

[«Mektubu attıktan sonra onlardan geri çekil sözlerini dinle nazar et bak, birbirlerine ne gibi sözlerle müracaat ederler ve istişareleri ne yolda cereyan ederse bana haber getir?» demekle Hüdhüd'ün vazifesini ta'yin edip Belkis'e gönderdi.] 4002

Yani; Süleyman (A.S.) Hüdhüd'ün sözlerini dinledi ve kelâmın mutazammın olduğu ilim ve hikmeti sıhhatine delil addederek Hüdhüd'ün i'tizarını kabul ve kusurunu affetmişse de haberin mutazammın olduğu Belkis'e ait haberi tamamiyle tahkik etmek lâzım olduğunu ve henüz bu hususa dair kat'î bir haber olmadığını iş'ar etmek üzere dedi ki, «Sözünü dinlemiş ve sıhhatine hamletmişsek de biz elbette nazar eder bakarız. Senin sözün doğru mudur, yoksa sen yalancılardan mısın? Bu cihet tamamiyle tahkike muhtaçtır. Sen şu kitabımla Belkis'in sarayına git

2208

Page 105: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ve bu kitabı Belkis'e ve cemaatine at ve onların olduğu mahalden dön geri ve görmeyecekleri bir yere çekilerek sözlerini dinle. Ne gibi sözler ve tedbirlerle birbirine müracaat eder ve istişarelerinin hulâsası neye müncer olursa bana haber getir» demekle Hüdhüd'ün hareketin: ta'yin etti.

Fahri Râzi, Hâzin ve Ruhûlbeyanda zikrolunduğuna nazaran Hüdhüd mektubu gagasıyla götürüp, Belkis'in sarayının penceresinden girerek Belkis'in göğsüne koydu ve Hazret-i Süleyman'ın emri üzere geri çekildi ve pencerenin bir tarafına saklanarak, neticeye intizar etti. Belkis uykudan uyandı göğsünden nameyi alıp Mühr-ü Süleyman'ı görünce vücuduna bir titreme arız olup korku her tarafını ihata etmesi üzerine derhal vükelâsını toplayarak müzakereye başladı ve Hüdhüd de tamamen sözlerini duyacak kadar yakın bir pencerede ahz-i mevki' edip durdu.

&&&&&

Vâcib Tealâ Belkis'in kelâmını ve name-i Süleymanı vükelâsına okuduğunu beyan etmek üzere :

�ر�يم ) ك ـ� �ت �ى ك �ل ق�ى� إ ى أ �ن �ؤا إ م�ل ا �ي أ ـ� � ي �0ق�ال ر و� و� ٱ ن5 (٢٩و1

buyuruyor.[Belkis vükelâsına ve memleketin eşrafına hitap ederek der ki, «Ey ulu kişiler ve büyük

adamlar ! Muhakkak bana güzel bir kitap atıldı.»] 4003

ه �ن ( إ � ح�يم لر حم�ـن� هلر ــلل ـ� � �سم هب �ن �و�إ ن �يـم�ـ سل ن ٱم� 8888888ٱٱو�8888888 �8888888ن 8888888ۥ�و ۥو٣٠) (Qن نUي ن^ Tو Vہ نFى XMہ *ا و ن� ن�ى ن jن اا X^ہ Yو Mن [ )٣١نن*ال

[«O kitabın suret-i tahriri şöyledir : O kitap Süleyman'dandır ve o kitap Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismine mukarindir. Siz benim üzerime kibretmeyin ve siz bana tamamiyle muti' olarak gelin diyor» dedi.]

Beyzâvî ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile mektup mühürlü olup mührü acayip üzere müştemil olduğu gibi lâfzı da ismullah üzerine müştemil olduğundan Belkis kitabı kerametle tavsif etmiş ve ferasetiyle bir nebi tarafından geldiğini ve ihtidaya da'vet olduğunu bildiğinden nâmeye ta'zim etmiş ve bu ta'zimi ihtidasına ve akibet Süleyman (A.S.) la izdivacına sebep olmuş ve bu vesileyle saadet-i dareyn'e nail olmuştur.

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanlarına nazaran Resûlullah «Kitabın kerameti mührüdür» buyurmuş ve Belkis de kitabı mühründe gördüğü acayipten dolayı kerametle tavsif etmiştir. Binaenaleyh; mektubu mühürlemek sünnet-i enbiyadandır. Hatta bizim Peygamberimiz de nefsi için mühür ittihaz etmiştir ve mektuplarını mühürlemiştir ki, ihtidası Acem Melikine yazdığı mektuptan başlamıştır. Fakat Acem Meliki name-i Resûlullah'ı tahkir ettiğinden akibet kendi hakir, mülkü perişan ve hükümeti münkariz olmuştur. Belkis mektubu hikâye ederken Hazret-i Süleyman'dan olduğunu beyanı takdim ettiğinden hikâye suretiyle âyette Süleyman takdim olunmuştur. Yoksa Süleyman (A.S.) ın tahririnde Besmele mukaddem olduğu ekser müfessirinin cümle-i beyanatındandır.

Enbiya'yı izam hazretleri sözlerini daima maksada hasreder, fazla söz söylemezler. Binaenaleyh; Hazret-i Süleyman'ın şu kitabı gayet muhtasar olmakla beraber insana dünya ve âhirette lâzım olan mesailin cümlesini câmi'dir. Çünkü; insana lâzım olan evvelen i'tikat ve ameldir, i'tikadın amel üzerine mukaddem olduğuna işaret için Süleyman (A.S.) nâmesinde Besmeleyi takdimle Vâcib Tealâ'nın vücudunu ve Ulûhiyetle muttasıf, ilim, kudret, irade ve ihsan sahibi bir halik-ı lemyezel olduğunu beyanla Zat-ı Ulûhiyete 4004 müteallik mesail-i i'tikadiyeyi icmalen beyan etmiştir. Zira Rahman ve Rahim olmak; sıfât-ı sübutiyenin cümlesini cami' olduğundan Hazret-i Süleyman Besmeleyle ibadetin ancak Allah-u Tealâ'ya olup Allah'ın gayri ibadete müstehak bir kimse olmadığını beyan ve akaid-i hakkaya işaret etmiştir. Yalnız i'tikad-ı hakkı

beyanla iktifa etmedi, belki amel-i salihin lüzumuna da işaret etti. Çünkü; (اا X^ہ Yو Mن [ نن*ال ) kelimesi nefs-i

2209

Page 106: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

emmareye ittiba'la hava ve hevesine tebaiyyetten ve tekebbürden nehyetmekle ahlâk-ı zemimeyi terkin lüzumuna işaret etmiştir ki, ahlâk-ı zemimeyi terk ve ahlâk-ı hamideyle ittisaf lâzım gelir. Müslim olarak gelmeleriyle emir; tamamiyle inkiyad ve lâzım gelen ibadeti eda, iman ve inkiyad ile nefsini kılıçtan muhafaza, hayat-ı dünya ve saadet-i uhraya nail olmaya çalışmalariyle emir ve tavsiyedir. Şu halde; bu iki cümleyle Süleyman (A.S.) onları imana ve inkiyada da'vet etti. Halbuki «Onlara karşı nebi olduğuna dair mu'cizesini izhar etmediğinden şu da'vet taklid ile iktifayı müstelzim olmaz mı ve usûl-ü i'tikat olan imanda taklid caiz olur mu ve mu'cizesini göstermeksizin Belkis'i ve kavmini kendine imana nasıl da'vet etti?» yolunda varid olan şu suale cevap : Hazret-i Süleyman mu'cizesini onlara karşı izhar ve da'vetini onun üzerine bina etti. Şu halde taklidle teklif etmedi. Çünkü; Süleyman (A.S.) ın Belkis'e gönderdiği elçisi serçe kuşu nev'inden ufacik bir kuştur. Nisâbûrî ve Fahri Râzi'nin beyanları veçhile Belkis'in yatak odası yedi kapı içinde olup kapıların hepsini arkasından kilitler, hatta anahtarlarını yastığının altına koyduğundan bu nameyi insanın getirip Belkis'in bulunduğu odaya girmesi mümkün değildir. Şu halde böyle hikmetamiz, Ulûhiyetten haber verir, ameliyatla emreder ve ahlâkıyata işaretle tehzib-i ahlâka da'vet eyler bir nâmenin göğsü üzerinde bulunması semadan vahiy gelmiş gibi garaibi mutazammm olduğu cihetle mektubu gönderen zatın kuvve-i kudsiye sahibi pek büyük bir zat olmasına delâleti mu'cize yönünden kâfi olduğundan Belkis derhal kabul cihetine meyletmekle nâmeye ta'zim ve kerametle tavsif etmiştir. Halbuki esah rivayete nazaran Hüdhüd pencereden girip Belkis'in göğsüne nâmeyi koyacağında Belkis'i dakdakasiyle uyandırmış. Bu rivayete nazaran Belkis Hüdhüd'ün nâmeyi 4005 getirdiğini görmüş. Binaenaleyh; Hüdhüd'ün nâme getirmesinden daha ziyade bir mu'cize olur mu? Elbette olamaz. Çünkü; böyle bir kuşun elçilik yapması âdetin hilafıdır ve o kuşun, gönderen zata itaat ederek tenbih olunan hizmetleri tamamiyle yerine getirmesi ve getirdiği nâmenin gayet kıymettar olması nâmeyi gönderen zatın nübüvvetine delâlet eder mu'cizat kabilinden olduğu cihetle Süleyman (A.S.) mu'cizesini izhar etmiş ve onları imana da'vet eylemiştir. Binaenaleyh; şu da'vette taklidle iktifa yok ki, suâl varid olsun.

&&&&&

Vâcib Tealâ Belkis'in mektubu okuduktan sonra vükelâsına hitaben irad ettiği sözleri ve vükelâsının sözlerini beyan etmek üzere :

ا ر� � ــة� أ ــا ڪنت ق�اط�ع� ر�ى م� � �ى ف�ى أ تون � �ؤا أ م�ل ا �ي أ ـ� � ي و ق�ال و و) و� ٱ ن5 و1 دون� ) � ى ت ت نCح� (٣٢و6buyuruyor.[Belkis vükelâsına hitaben kemâl-i ıztırap ve elemle «Ey ulu kişiler ve büyük adamlar !

Şu müşkül işimde bana cevab verin ve meseleyi halledin ve ihtiyata riayetle düşünün, arız ve amîk konuşun. Zira; siz hazır oluncaya kadar bu meselede ben rey verip kestiremedim. Şimdi size tefviz ediyorum, teemmül edin etrafiyle düşünün ve bana bir fetva verin, mesele pek mühimdir. Sizin reyinizin tekarrür ettiği şeyi ben de imza edeyim» dedi.]

ك� � �ل ر إ � ال د�ي و� � ش� ن أولوا قو و�أولوا ب � و�ق�الوا ن و نٱ !� ر �� ر *ا و %� ر و�[Vükelâ meseleyi düşündükten sonra dediler ki «Biz kuvvet ve kudret emr-i harpte

şiddet-i hücum, şecaat ve celâdet sahibiyiz, sıytimiz âleme intişar etmiştir. Düşmandan korkmayız, mühimmat-ı harbiyemiz mükemmeldir ve askerimiz çoktur. Şu halde korkumuz yoktur. Eğer harp etmek istersen telâş etme. Halbuki emir sana râci'dir.»] 4006

�مر�ين� ) نظر�ى م�اذ�ا ت *اف� و (٣٣ٱ [«Binaenaleyh; nazar et bak muharebe veya musalâhadan hangi ciheti ihtiyar ve

emredersen biz emrini kabule hazırız» demekle istişarelerinin hulâsasını beyanla beraber re'y-i Belkis'e müracaat ettiler.]

2210

Page 107: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Bu âyette hükümdarla vükelâsı beyninde irtibat ve imtizaç ve yekdiğerine karşı sadakat ve vükelâsının hükümdara kemâliyle itaatleri lâzım olduğuna işaret vardır. Çünkü; Cenab-ı Hak hükümdar olan Belkis'in vükelâsına maksadını izhar ederek işin ehemmiyetini anlatıp, meselenin hallini onlara havale ettiğini beyanla hükümdar tarafından vükelâya karşı olacak muameleyi beyan ettiği gibi vükelânın da şimdiye kadar vakit kaybetmeyip muharebe mühimmatiyle meşgul olduklarını ve her türlü ihtimalâta karşı tedarikâtta bulunduklarını, askeri ta'lim ve terbiyeyle şecaat ve cesarete alıştırdıklarını ve hükümete lâzım olan teşebbüslerden geri durmadıklarını ve hükümdar i'lân-ı harbetmek isterse hiç bir düşmandan çekinmeyeceklerini iş'arla cevap vermeleri vükelânın hükümdara karşı vazifelerini ve muharebe etmek tarafına meylettiklerine işaretle beraber işi akibet reis-i hükümetin reyine havale ve hüsn-ü muaşeret ve kemâl-i itaatlerine dahi işaret etmekle bir hükümetin vükelâsı için lâzım olan vazifeyi beyan etmiştir. Çünkü; Belkis'in vükelâsına işi havaleden maksadı ikidir : B i r i n c i s i ; vükelânın kalplerini tatyip etmek, İ k i n c i s i ; onların reylerinden istifade etmekle beraber muavenet ve muzaheret beklemek ve memleket hakkındaki düşünce ve tedbirlerini anlamaktır. Kezalik vükelânın cevabının hulâsası da ikidir :

B i r i n c i s i ; eğer hükümdar muharebe etmek isterse muharebeye iktidarlarını ve hazır olduklarım beyan etmek, İ k i n c i s i ; eğer hükümdarın maksadı musalâha ise ona da muvafakat edeceklerini beyanla hükümdara itaatlerini izhar etmektir. Esasen müzakere olunan meselenin de çaresi ikidir : y a muharebe v e y a h u d Hazret-i Süleyman tarafından vaki' olan teklifi kabul etmekle musalâhadır. Çünkü; teklifin icabı bu ikiden birini ihtiyar etmektir. Zamanımızda 4007 bu gibi teklifata n o t a denir ki, neticesi ya harp veya teklifi kabul etmekten ibarettir. İşte bu gibi vak'aları Cenab-ı Hakkın Kur'an'da beyanı; ümmet-i Muhammed'e ders vermek ve hükümdarla vükelâsına lâzım olan vazifelerini ve emniyet-i mütekabilenin lüzumunu beyan etmektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ vükelânın cevaplarını beyandan sonra Belkis'in kelâmını beyan etmek üzere :

ة� �ع�ــز ــوا أ دوه�ا و�ج�ع�ل ســ� � ـة� أ ـ� ي �ذ�ا د�خ�لوا ق� ملوك� إ �ن � إ و)ق�ال و� و� ٱ و1 ع�لون� ) � �ك� ي ل �ذ� و�ك �ذ�ل �ه�ا أ ل � و)أ ٲ �‌% ر (٣٤و"buyuruyor.[Belkis vükelâsına cevapta dedi ki «Evet ! Sizin dediğiniz gibi bizim kuvvetimiz vardır,

fakat harp hud'adır ve muharebe müşküldür, akibeti ma'lûm olamaz. Binaenaleyh; kesrete ve cür'ete i tibar yoktur. Eğer me'mulümüzün hilafı zuhur eder emir bil'aks olursa memleket harap ve bizler de zelil oluruz. Zira; padişahlar bir memlekete girdiklerinde o karyeyi ve memleketi ifsad ve ma'mureleri tahrip ederler, ahalinin kavilerini zayıf ve aziz olanlarını zelil kılarlar. Eğer Süleyman (A.S.) ve askeri bizim memleketimize kahren girecek olurlarsa bizim de memleketimizi tahrip ederek, zenginimizi fakir ve eşrafımızı zelil kılarlar. İşte benim dediğim gibi böylece işlerler ve böylece işlemek padişahların âdetleridir» demekle musalâhanın muvafık olacağını ve o cihete meylettiğini beyan etti.] Çünkü; Beyzâvî'nin beyanı veçhile Belkis'in bu kelâmdan maksadı; vükelânın kudret-i zatîleri ki, cisimleri, şecaatleri ve kudret-i araziyeleri ki mühimmat-ı harbiyenin kâfi mikdarı mevcut olduğunu beyanla muharebeye rağbet göstermelerini tezyiftir ve muharebenin berakis olduğu surette akibetinin vehametini beyanla kendisinin musalâhaya rağbetini izhar etmektir ve muharebenin vehametinin de; memleketi tahrib eylemek ve eizze-yi ezille kılmak olduğunu beyan etti. 4008

Hulâsa; Belkis'in vükelâsiyle istişaresini beyanla hükümdarla vükelâsı beyninde cereyan edecek muamelenin ve vükelâ ile hükümdarın beyinlerinde yekdiğerine karşı irtibatın ne derece olacağına dair meselenin ruhunu bu âyetlerde Vâcib Tealâ'nın beyan ettiği ve bu vesileyle usûl-ü müzakere ve müşaverenin esasını ta'lim buyurduğu bu âyetlerden müstefad olan .fevaid cümlesindendir.

&&&&&

2211

Page 108: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ Belkis'in musalâhaya rağbetini beyandan sonr? kelâmına ilâve ettiği sözü de beyan etmek üzere :

لون� ) س� م ج�ع � �م� ي �اظ�ر� ب ف�ن �ه�د�ي م ب � �ل �ة إ ل س� ى م �ن و�و�إ و� ٱ و� ہ% ن %� ر Cن و� (٣٥و� buyuruyor.[«Benim reyim; bugün kılıca sarılarak muharebe kapısını açmak veya ağır tekâlifi kabul

ile musalâha olmak bize muvafık değildir. Binaenaleyh; fikrimce ben onlara münasip olan bir hediyye göndereceğim, o hediyye bizim ve onların şanımıza lâyık olacak ve ben intizar edeceğim, gönderdiğimiz elçilerimiz onların ahvalin; tecessüs etsinler. Bakalım bizim Resûllerimiz ne gibi havadisle müracaat edecekler ve ne gibi sohbette bulunacaklar, kuvvet ve kudretleri neden ibarettir. Bu cihetlerini elçilerimizden tahkik edip karşımızdaki hasmın halini anladıktan sonra bizim için muvafık olan harp mi veya sulh mudur? O zaman müzakere edelim» dedi.] Ve bu sözüyle hasmın halini anlamadan bir cihete karar vermenin hata olduğunu beyan etti. Belkis'in şu tedbiri kemâl-i fetanet ve dirayetine, memleketi idareye küdret-i kâmile ve rey-i saip sahibi olup umur-u memleketi zapt u muhafazaya ve vazife-i emareti sıyanete iktidar sahibi olduğuna delâlet eder ki, hükümdarların bu sıfatları haiz olmaları lâzımdır. Kezalik saltanatın siyasetine vakıf olduğuna ve bir hükümetin karşısında bulunan hükümetin halini bilmeksizin muharebe veya musalâhaya girişmesinin hatadan hâl: olmadığına ve binaenaleyh; her hükümetin vazifesi hasmını teftiş olduğuna dahi delâlet eder. 4009

Beyzâvî'nin ve Ni'metullah Efendinin beyanlarına nazaran Belkis vükelâsından (Münzir b. Amr) nâmında bir zatı hediyyeyi götürecek cemaate reis ta'yin ederek gönderir. Hediyyenin tafsiline gelince : Nisvan elbisesinde oğlanlar ve oğlan elbisesinde cariyeler ve bir hokka içinde deliksiz bir inci ve bir boncuk ki, eğri delinmiş ve mücevherat, altun, gümüş ve sair kıymettar mallar ki o zamanda nefis ve kıymettar olan her şeyin mevcud olduğu mervidir. Belkis giden elçiye tenbih ederek der ki, «Eğer Süleyman (A.S.) nebi ise bu cariyelerle oğlanları daha siz geriden gelirken bilir ve tefrik eder ve inciyi doğrultur ve eğri boncuğa ipliği takar ve eğer bunları bilmez de gazaplı bulunursa bilin ki, padişahtır, nebi değildir. Eğer padişah olup nebi olmadığı tahakkuk ederse ben ondan korkmam.» İşte Belkis bu gibi talimatla elçi heyetini yola çıkardı.

&&&&&

Vâcib Tealâ Belkis'in elçilerinin hediyyelerle huzur-u Süley man'a geldiklerinde vuku' bulan ahvali beyan etmek üzere :

�م�ا �ن� ب �تم�دون م�ـن� ق�ال� أ � �ما ج�اء� سل ��ف�ل ر و�buyuruyor.[Vakta ki, Belkis'in elçisi Süleyman (A.S.) ın huzuruna gelince o zamanda âdet olan

merasimi ba'delicra Süleyman (A.S.) «Bana mâl ile mi imdad edeceksiniz?» dedi.] Ve sözüne şunu da ilâve etti:

�ٮن� نٱف�م�ــا ء�ات حــون� )للهۦن ر� � ت �ك ت د�ي � �نتم ب � أ �ٮكم ب و) خ� مما ء�ات و ن5 و� �� ر و�٣٦)

[«Allah'ın bana vermiş olduğu nübüvvet, hikmet, ilim, mülk ü memleket size verdiği emvalden hayırlıdır, belki siz kendi hediyyenizle ferahlanırsınız. »]

� �ل و;ج� إ fن و� و� و� ٱ[«Ey elçi ! Dön geri getirdiğiniz hediyyeye bizim ihtiyacımız yoktur.»] 4010

2212

Page 109: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ا � �هم ب �ل� ل � ق�ب ال �جنو هم ب �ن �ي ت � �ن ن5ف�ل !� ر *ا و[Belkis'e ve kavmine «Söyle eğer namemizde beyan ettiğimiz veçhile kemâl-i tevazu'la

müslim olarak bize gelirlerse münazaa yoktur, eğer müslim olarak gelmezler ve hediyye göndermek gibi şeylerle vakit geçirmek isterlerse elbette onların mukabele edemeyecekleri askerle biz onlara geliriz. »]

و�ه ص�ـغ�رون� ) �ذ�ل ا أ م م ر�ج�ن �ن و و�ل % ر Cن Fو ہ5 (٣٧و? [«Ve biz elbette onları zelil olarak memleketlerinden çıkarırız. Halbuki onlar hakirlerdir»

demekle elçiye hükümetinin kuvvetini anlattı.]

Yani; Belkis'in elçisi Süleyman (A.S.) ın huzuruna gelince Süleyman (A.S.) elçiye ve yanında bulunanlara hitap ederek dedi ki, «Siz bana ehl-i dünyanın gaye-i emelleri olan emvâl-i dünya ile mi imdad edeceksiniz ve onunla mı kendinizi sevdireceksiniz? Allah'ın bana verdiği ni'metler size verdiği ni'met-i dünyadan hayırlıdır. Binaenaleyh; benim sizin getirdiğiniz mala ihtiyacım yoktur, belki siz dünya malından ibaret olan hediyyenize mağrur olur ve onunla ferahlanırsınız. Çünkü; emeliniz dünya malına münhasır olup âhiretten haberiniz yoktur. Ey elçi ! Git memleketine Belkis'e ve kavmine söyle. Benim onlardan ve onların emsalinden matlûbum dünya malı değildir, ancak onlardan matlup olan iman ve şeriata inkiyattır. Şu halde eğer matlup olan imanı yerine getirip inkiyad etmezlerse elbette biz onlara mukabele edemeyecekleri bir askerle gelir ve hor ve hakir oldukları halde onları memleketlerinden çıkarırız» demekle maksadını elçiye anlattı ve elçi de nebi olduğuna kanaat ederek avdet etti. Çünkü; Ni'metullah Efendinin, Kazî, Nisâbûrî ve Hâzin'in beyanları veçhile Hazret-i Süleyman elçilere karşı gayet beşuş, güler yüz ve tatlı dille melûl ü mahzun ve gayet yanık bir surette dünyaya ve âhirete müteallik sohbette bulundu, memleketlerinden ve padişahlarının hâllerinden suâl etti. Belkis tenbihinde «Eğer mülayim bulunursa nebidir» demişti. Binaenaleyh; Hazret-i Süleyman'ın mertebe-i 4011 nübüvvete lâyık bir surette sohbeti bu maksadı temin etti. Yani nebi olduğunu isbat etti ve diğer imtihanlarından inciyi bir kurda deldirmek ve boncuğa ipliği taktırmak suretiyle hasıl oldu. Cariyelerle oğlanların beyinlerini tefrika gelince; Süleyman (A.S.) onlara ellerini ve yüzlerini yıkamakla emretti. Meğer cariyeler suyu bir ellerinden diğer ellerine ve sonra yüzlerine dökmekle yıkarlar amma oğlanlar nasıl suyu ellerine dökerse öylece doğru yüzlerine götürürler. Onları da bu cihetle tefrik edince Belkis'in tenbih ettiği imtihanın kâffesi hasıl oldu. Fakat Hazret-i Süleyman'ın debdebe ve daratını ve saltanatta varlığını görünce bittabi' getirdikleri hediyyenin o saltanata nisbetle hiç bir kıymeti olmadığını bildiler. Süleyman (A.S.) da âyette beyan olunduğu veçhile hediyyelerini kabul etmeyip reddetti ve hatta bazı tehdidatta da bulundu. Çünkü; evvelce beyan olunduğu veçhile Hüdhüd sarayın penceresinde Belkis'in müşaveresini ve göndereceği hediyyelerini ve imtihan tenbihatını ve elçisini velhasıl Belkis'in sarayında bu hususa dair cereyan eden ahvali tamamiyle Süleyman (A.S.) a haber verdiğinden Süleyman (A.S.) gayet vasi' bir meydana kürsüler kurdurmuş ve ins ü cinden maiyyet askerlerinin saflarla bulunmalarını emretmiş ve saltanatın kuvvet ve kudretine âid ne kadar debdebe ve daratı varsa onları elçilerin görecekleri bir hale koymakla kemâl-i satvetini onlara izhar etmiştir. Teklifini kabul etmedikleri takdirde muharebeye hazır olduğunu i'lân etti. Binaenaleyh; bu vukuat bir hükümdardan diğer hükümdara elçi göndermenin ve gelen elçilere satvetini göstermenin meşru' olduğunu Kur'an'da beyana sebep olmuştur.

Belkis'in elçisi (Münzir b. Amr) geri gelip Hazret-i Süleyman'ın sohbetini ve ahvalini ve müşahedatını tamamiyle haber verince Belkis Süleyman (A.S.) ın nebi olduğunu tasdik ederek muharebe doğru olmadığını ve musalâhayla itaat lâzım olduğunu vükelâsına tefhim ve Hazret-i Süleymanla yakın vakıtta huzuruna gelip müşerref olacağını beyan zımnında ikinci bir elçiyle bir nâme gönderdi ve kendi yol tedarikâtına başladı ve kürsüsünü sarayının edi kapı içinde olan kendine mahsus köşkünde müteaddit bekçilerin taht-ı muhafazasında bıraktı ve yola çıktı. 4012

&&&&&

2213

Page 110: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ, Belkis'in Hazret-i Süleyman'ın ikametgâhına bir konak mesafeye geldiğinde Süleyman (A.S.) ın ondan evvel kürsüsünü getirecek bir kimse aradığını beyan etmek üzere :

�ى تون � �ن ي ل� أ ا ق� شـــ� �ع� �ى ب �ين ت � ي ك �ي ؤا أ ـ ـ� م�ل ا �ي أ ـــ ـ� ــال� ي *اقـ� و و0 ن5 و� *ا و و و� ٱ ن5 �م�ين� ) ل (٣٨و�م buyuruyor.[Süleyman (A.S.) «Ey ulu kişiler ! Belkis ve onun etbaı bana muti' oldukları halde

gelmeden evvel onun kürsüsünü hana getirecek hanginizdir?» dedi.]

�قوم� �ن ت ل� أ �ه� ق� �يك� ب � ء�ات �ن أ ج�ن ر�ي من� و0ق�ال� ع� ۦ اا و� ٱ 1� ر و) �م�ن مق�ام� ن�‌

[Cinnilerden ifrit dedi ki «Ben Belkis'in kürsüsünü sen oturduğun yerinden kalkmadan evvel sana getiririm.»]

�م�ي ) �ق�و�ى أ ه� ل � ى ع�ل �ن ��و�إ ر (٣٩و� [«Halbuki ben onun kürsüsünü getirmek üzere kaviyim ve onun ziynetinden hiç bir

şeyi de zayi' etmem. Zira; eminim» demekle zararsız getireceğini vaadetti.] Fakat Süleyman (A.S.) bum: biraz teehhürlü addederek daha sür'atli getirilmesini arzu etmesine binaen

ذ�ى ع�نــد�ه ل ال� �ن ٱقـ� ل� أ �ه� ق� �يــك� ب � ء�ات �ن ب� أ ــ ـ� �ت ك و0 ع� من� ۦ اا و� ٱ ;� ر Kو ۥ ف ك� ط� � �ل �د إ ت � �ي ن�‌ و� و� و�

[Şol bir kimse «Ben arş-ı Belkis'i sen gözünü yummadan ahi sana getiririm» dedi ki, o kimse indinde levh-i mahfuzdan ilim vardı ve ism-i A'zamı da bilirdi.]

ا ع�ند�ه �ق�ر ت ء�اه م �ما ر� ى و�ف�ل ب ل� ر� ذ�ا م�ن ف� و4 ق�ال� هـ� ۥ[O kimse arş-ı Belkis'i vaadi veçhile derhal alıp getirip vakta 4013 ki, Süleyman (A.S.)

arş-ı Belkis'i kendi huzurunda karar etmiş görünce Rabbisine iltica ve teveccühle dedi ki, «İşte şu ni'met benim Rabbimin bana fazlıdır.»]

ف � � أ كر أ � �ى ء�أ لو�ن � �ي �ل ہ�‌ و� و و� و0[«Rabbimin bu ni'metleri ihsanı beni imtihan içindir ki, ben kendimde istihkak

görmeksizin ni'metleri Rabbimden bilerek şükrünü eda eder miyim, yoksa nefsimde istihkak görerek ni'metlerin şükrünü edada kusur mu ederim? Bu cihetlerini imtihan muamelesi yapmak için turfetülaynde arş-i Belkis'i getirmek gibi büyük ni'metleri bana ihsan etti» dedi.]

� ى غ�ن ب �ن ر� ــإ ــر� ف� �ف� ه� و�م�ن ك ســ� � �ن كر ل � م�ا ي �ن �ر� ف�إ ك ��ىو�م�ن ش� ر � ۦ‌ و) و� �ر�ي ) ك� (٤٠ر

2214

Page 111: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[«Halbuki bir kimse şükrederse nefsi için şükreder ve eğer küfrederse kendine mazarrat eder. Zira; benim Rabbim ganîdir; Çünkü hiç kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur ve kerimdir; zira şükredene ve etmeyene in'am eder» demekle Cenab-ı Hakka şükretmiştir.]

İfrit; Cinden habis ve münkir bir kimsedir. Süleyman (A.S.) bu gibileri hidemat-ı şakkada istihdam ederdi. İsmi (Zekvan) veya (Sahr) dır. İfritin m e k a m – ı S ü l e y m a n ile muradı; hükümet konağıdır. Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Hazret-i Süleyman sabahtan zeval vaktine kadar hükümet kürsüsünde oturur, mesalih-i ibad ve hükümetle meşgul olup zevalden sonra başka işlerle meşgul olduğundan İfritin «Ben makamından kalkmadan evvel arş-ı Belkis'i getiririm» demesi «hükümet konağından kalkmadan evvel getiririm» demekti. Binaenaleyh; Süleyman (A.S.) zamanı uzun saydı ve daha evvel gelmesini istemesi üzerine kitaptan ilmi olan (Asaf b. Berhiya) «Ben arş-ı Belkis'i gözünün kapağını sana reddetmeden yani gözünü açıp kapamadan getiririm» dedi ve emr-i Süleymanî üzere derhal getirdi. Arş-ı Belkis'i getiren zatın Cibril-i Emin olduğuna dair rivayet varsa da bu rivayet zayıftır. Esah olan Süleyman (A.S.) ın vezir-i a'zamı ve 4014 teyzezadesi (Asaf b. Berhiya) dır. Asaf hazretleri kütüb-ü İlâhiyeyi ve bilhassa Tevrat'ı tilâvetle meşgul hakayikmı lâyıkıyla bilip mucibiyle amel eder, ism-i a'zamı bilir, duâsı müstecap bir zat olduğundan nereye gitse hayırla gelen bir zat-ı âl-i sıfat idi. Göz açıp yumuncaya kadar arş-i Belkis'i getirmesi Asaf hakkında keramet ve Hazret-i Süleyman hakkında mu'cizedir. Çünkü; bir nebinin ümmetinde zuhur eden harikalar o nebinin şeriatinin sıhhatma delâlet ettiği cihetle o nebi hakkında mu'cizedir. Keramet-i evliyanın hak olduğuna bu âyet delâlet eder. Çünkü; Asaf Veli'dir. nebi değildir. K i t a p la muradın; Levh-i mahfuz olması muhtemelse de esah olan Kütüb-ü semaviyedir. Şu halde Asaf'ınkütüb-ü semaviyeye ilmi olduğunu beyanla Cenab-ı Hak Asaf'ı sena etmiştir. Süleyman (A.S.) ın arş-ı Belkis'i getirmekten maksadı; Hüdhüd vasıtasiyle göstermiş olduğu mu'cizelere bir mu'cize daha göstermekle eski mu'cizesini takviye ve kudretullaha delâlet eden acayibi Belkis'e müşahede ettirmekle tevhide da'vettir. Belkis'in mülkü olan arşı izni olmaksızın getirmek meselesine gelince : Belkis henüz gelip şeref-i imanla müşerref olmadığından ecnebiyye bir müşrike olduğu cihetle onun malını almak helâl olmasına binaen Hazret-i Süleyman arşının getirilmesini emretmiştir. Arş-ı Belkis'i kendi getirmeye muktedirken Asaf'a emretmesi; ümmeti ve bilhassa vüzerası içinde böyle sah'ib-i keramet kimselerin bulunduğunu âleme i'lân etmek ve Asaf'ın kadrini yükseltmektir. Binaenaleyh hükümdarlara lâyık olan; reayası ve bilhassa vükelâsı içinde bulunan erbab-ı iktidarı takdir ile kadrini i'lâ etmektir. Arş-ı Belkis'in Turfetülaynda hem Yemen'de hem de Kudüs'te bulunması bir cismin an-ı vahidde iki mekânda bulunması yönünden harikulade bir keramet olmuştur. Yoksa bir cismi bir mekândan diğer mekâna sür'atli ve sür'atsiz nakletmek her zamanda ve her şahıs tarafından yapılabileceğinden arş-ı Belkis'i yalnız nakletmek ciheti harikulade değildir. Arş-ı Belkis Asaf vasıtasiyle derhal huzuruna gelip karar edince Süleyman (A.S.) bu misilli harikuladelerin kendi iktidariyle olmayıp ancak Allah'ın insanıyla olduğunu ikrarla şükrünü edaya müsareat ederek dedi ki «Rabbim beni imtihan için bu ni'metleri 4015 bana ihsan ediyor ki ben şükür mü edeceğim, yoksa ni'mete lâzım olan şükrü terkle küfran-ı ni'met mi edeceğim? » Halbuki eğer bir kimse şükrederse şükrünün menfeatı kendine aittir. Zira; şükrü Allah'ın verdiği ni'mete karşı uhdesine terettüp eden vazifesini eda etmek ve ni'metinin tezayüdünü istemektir. Çünkü şükür; ni'metin ziyadelenmesine sebeptir ve şükürle meşgul olan kimse ibadetle meşguldür. Çünkü; şükrü mün'imini zikirle sena etmekten ibaret ve bu da aynı ibadettir. Eğer bir kimse şükretmez de küfran-ı ni'met ederse zararı kendine aittir. Zira; Allah-u Tealâ onun şükründen ganidir ve ihtiyacı yoktur. Lâkin Allah-u Tealâ kerimdir. Zira; kullarından dünyada şükredenlere ni'metini ihsan ettiği gibi şükretmeyenlerin de rızıklarını kesmez, onlara da ni'metini ihsan eder. Çünkü; dünyada hayat rızıkla kaaim olduğundan dünyada yaşaması mukadder olan her kulun rızkını kesmez.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile (Asaf b. Berhiya) nın arş-i Belkıs'i getirmesinin keyfiyyeti; Süleyman (A.S.) a «Aç gözünü bak Yemen cihetine» dedikten sonra ism-i a'zamla Rabbisine duâ eder ve duâsının kabulüyle Rabbisi arş-ı Belkis'i mekânından kaybedip huzur-u Süleyman'da izhar eder. Yoksa Asaf Yemen'e giderek arkasına yüklenip getirmiş değildir, belki kuvve-i kudsiye ve kudretullaha iltica etmek suretiyle gelmiştir. Eflâkin ve bazı yıldızların harekesini bilen ve kudretullaha iman eden ve elektrikteki sür'ati gören arş-i Belkis'in bu kadar sür'atle naklini uzak saymaz.

&&&&&

2215

Page 112: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ Hazret-i Süleyman'ın arş-ı Belkis'i getirttiğini beyandan sonra Belkis'i imtihan için arşını gösterdiğini beyan etmek üzere :

� ال ذ�ين� ل ــون م�ن� �ك � ت ـد�ى أ ـ� ت � �ت �نظ أ ا ن شــ� ــا ع� �ه� روا ل �ك ــال� ن ٱق� و و5 و� ن5 و� �دون� ) ت � (٤١و5يbuyuruyor.[Belkis'in köşkünü Asaf getirince Süleyman (A.S.) «Belkis'in kürsüsünü Belkis'e tağyir

edin ve bilinmez bir hâle getirin ki, biz 4016 nazar edelim, bakalım kendi kürsüsünü bilebilir mi, yoksa bilemeyenlerden mi olur? Bu cihetlerini tedkikle derece-i zekâsını tedkik ederiz» dedi.]

ش �ذ�ا ع� ك �هـ� �ما ج�اء� ق�يل� أ �ف�ل ن�‌ و� و1[Vakta ki, Belkis huzur-u Süleyman'a geldi hazır olan cemaat tarafından «Senin kürsün

de böyle midir?» denildi.]

ه �ن �أ � ك � ه و1ق�ال ن�‌ ۥ[Bu suale karşı Belkis kürsüyü nazar-ı dikkatten geçirdikten sonra «Keenne bu köşk o

köşkdür» dedi ve sözüne şunu da ilâve etti.]

�م�ين� ) ل ا م �ه�ا و�كن ل م� م�ن ق� ع� �ا �ين و�و�أوت و0 و� و� (٤٢ٱ

[«Bize bu mu'cizeden evvel sizin nübüvvetinize ilim verildi ve biz size muti' ve münkad olduk» demekle imanını izhar etti.]

Yani arş-i Belkis gelince Süleyman (A.S.) vükelâsına «Arş-ı Belkis'ı biraz değiştirin biz nazar edelim görelim arşını bilebilir mi, yoksa bilmeyenlerden mi olur?» dedi. Derhal kürsünün vaziyetini ve üzerinde olan mücevherattan bazılarını değiştirmekle tağyir ettiler. Vakta ki, Belkis geldi «Senin arşın da şu gördüğün arş gibi midir?» denildi. Belkis kürsüyü nazardan geçirdi ve «Sanki bu kürsü benim kürsümün aynıdır» dedi ve sözüne şunu da ilâve etti: «Bize bu mu'cizeden evvel kudret-i İlâhiyeye ve sizin nübüvvetinize ilim verildi. Binaenaleyh; bizler iman ettik ve müslim olduk» demekle itaatini izhar etti.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile arşı tağyirden Hazret-i Süleyman'ın maksadı; Belkis'in dirayet, fetanet, feraset ve kiyasetini imtihan etmekti. Çünkü; Belkis gelmeden evvel cinniler Hazret-i Süleyman'a onu hamakatla zemmettiklerinden Belkis'in aklının mikdarını tecrübe için kürsüsünün dışının bilinmez bir hale 4017 getirilmesini emretti ki, bakalım Belkis'in onu bilecek kadar zekâsı var mıdır, yoksa cinnilerin dedikleri gibi ahmak mıdır? Gerçi Belkis padişah ise de padişahlık pederinden mevrus olduğu cihetle feraseti ve fetanetine delil olmaz. Çünkü; memleketini vükelâsının idare etmesi ihtimaline binaen tecrübeye lüzum görülmüştür. Binaenaleyh; kürsünün kırmızı mücevheratını yeşile tebdil ve cüz'ice heyetini değiştirmek suretiyle imtihan etti ve Belkis de kemâl-i dirayet ve fetanet sahibi olduğundan derhal arşın kendinin arşı olduğunu bildi fakat yedi kapı içinde kilitli ve bir çok muhafızlar ta'yin ederek bıraktığından kendi kürsüsü olmaması ihtimalini de hatırında tutarak teşbih tarikiyle elâstiki ve diplomasiye muvafık bir cevap verdi ki, yalandan nefsini muhafaza etti, Çünkü; kat'iyyen odur dese belki değildir ve değildir dese belki odur. Binaenaleyh; iki ciheti de idare edecek âkılâne bir cevap verdi ki, yalandan, hamakattan ve her cihetle ittihamdan nefsini vikaye etti ve Süleyman (A.S.) ın bu cevabı kabul ve takdir ettiğini bildiğinden Belkis derhal nübüvvetini tasdike müsareat etti ve «Bu gibi harikulade ve mu'cizelerle bizi imtihana hacet yoktur. Zira; şu göstermiş olduğun mu'cizeleri izhardan evvel senin nübüvvetin hakkında bize ilim verildi. Binaenaleyh; müslim olarak sana itaat üzere geldik» demekle imanını izhar ve Hazret-i Süleyman'a arz-ı mutavaata müsareat etti.

2216

Page 113: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

&&&&&

Vâcib Tealâ bundan evvel Belkis'in hâl-i küfürde olduğunu beyan etmek üzere :

� م�ن ق� ـــان � ا ك �ن لل إ ـــد م�ن دون� ب �ت ت ـــان � ــا ك ده�ا مـ� و�صـــ�� ر و� و1 ن5 � ‌" نٱ و� ف�ر�ين� ) ـ� (٤٣كbuyuruyor.[Allah'ın gayri olarak ibadet ettiği güneş Belkis'i imandan men'etti. Zira; Belkis

küfrüzere büyümüş kâfir olan bir kavimdendi.]

Yani; Belkis aklı ve dirayetiyle daha evvel iman ederdi fakat 4018 Belkis'i imandan evvelce ibadet ettiği batıl ma'budu men'etti. Zira; Belkis iman etmeden evvel kâfir olan kavm-i Sebe'dendi. Binaenaleyh; ta genç yaşından bu ân'a kadar ülfet ettiği mezhebi terkedememişti.

Nimetullah Efendinin tevcihine nazaran âyetin manâsı: [Allah-u Tealâ Belkis'i evvelce ibadet ettiği güneş ve saire gibi batıl ma'budlara ibadetten men'etti. Çünkü; Allah-u Tealâ inayetiyle imdad edip imanı tevfik etmekle bâtıla ibadetten kurtardı. Zira; Belkis evvelce bâtıla ibadet eden kâfirlerden olmuştu, yahud Belkis bâtıla ibadetten men'eden Süleyman (A.S.) dır. Çünkü; ihtidasına sebep olmuştur.] demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hazret-i Süleyman'ın Belkis'i imtihanını beyardan sonra billurdan yapılmış bir avluya dahil olmasını emirle imtihan ettiğini beyan etmek üzere :

لص خل�ى �ه�ا �ق�يل� ل ن�‌ و� ٱ و! ٱ buyuruyor.[Belkis gelip kürsüsü hakkında sorulan suale cevap verdik t sonra Süleyman (A.S.)

tarafından Belkis'e hitap edilerek «Ey Belkis ! Sarayın avlusuna gir» denildi.] Ve salona girmesi taraf-ı Süleymanîden emrolundu ve girmek üzere hazırlandı.

ه� اق� ف� ع�ن س� �ش� ه لج و�ك � ب ه ح�س� � أ �ما ر� �ف�ل ا‌ و� و1 % ر و1 و1[Süleyman (A.S.) ın emrine imtisalen sarayın salonuna gitmek üzere kapıya gelip

salonu görünce deniz zannetti ve elbisesini inciklerinden yukarı sıvadı, toparladı ve inciklerini açtı.]

ه �ن � ص� مم�ر من ق�و�ار�ي ق�ال� إ ن�‌ !� ر �� ر و� ۥ[Süleyman (A.S.) o hâlini gördü ve «salon sağlam billûrdan 4019 yapılmış sert ve

dondurulmuştur. Senin gördüğün gibi su değildir, korkma gir» demekle salonun halini Belkis'e ta'rif etti.]

ب لله ر� م�ـن� � ت م�ع� سل � ل � س�ى و�أ � ت ن � ى ظ�ل �ن ب إ � ر� و�ق�ال و و� و) و و1 �م�ين� ) ل و�عـ� (٤٤ٱ[Belkis bu hâli görünce ahval-i sabıkasına nedametini izhar ederek dedi ki, «Ey benim

Rabbim ! Nefsime zulmettim beni mağfiret et ve ben Süleyman (A.S.) la beraber âlemlerin Rabbisine iman ettim ve İslâm oldum.»] Bu suretle Belkis iman-ı ezelisini izhar etti ve Süleyman

2217

Page 114: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

(A.S.) ın bu cihetle imtihanı tamam oldu. Çünkü; Nisâbûrî'nin ve daha bazı müfessirinin beyanları veçhile cinniler tarafından garaz-ı fasid üzere Belkis'in inciklerinin insana benzemediğinden bahsetmeleri üzerine Hazret-i Süleyman sarayın ortasına billurdan bir salon yaptırır ve salonun altına sarnıç gibi su doldurur ve.suyun içine balık ve saire gibi su hayvanlarını koyar. Yeknazarda bakan billurdan altındaki suyu görünce salonu bir göl halinde görür. Binaenaleyh; Belkis'e salona gir emrini verip o da girmek üzere gelerek orasını su halinde görünce eteklerini suya girecek gibi sıvamaya mecbur olmuştu. Süleyman (A.S.) bu hali görünce salonun billurdan olduğunu ve etekleri sıvamaya hacet olmadığını derhal haber verdi ve cinnilerin azviyyatlarının yalan olduğu herkesçe tebeyyün etti ve Belkis de bu azamet karşısında hemen dergâh-ı Ulûhiyete iltica ile kusurunu i'tiraf ederek iman ettiğini i'lân etti ve meşhur rivayete nazaran Hazret-i Süleyman Belkis'i tezevvüc ve mülkü üzerinde takrir edip memleketine gönderdi ve hukuk-u zevciyeti ifa etmek üzere aralık aralık Belkis'in sarayına gelerek birkaç gün ikamet ettiği mervidir. Gerçi âyette tezevvüc ettiğine dair sarahat yoktur ve bu husus; zan ifade eden bir rivayetten ibarettir. O halde El'ümü indallah demek daha doğrudur. Benî İsrail devrinde billur ve sırça sanatının gayet ileri gittiğine ve sağlam yapılıp salonlara ve avlulara döşenecek kadar muhkem olduğuna âyet delâlet eder. Şimdi cesim ebniyelerin damlarında ve salonlarında görülenler de bu kabil billurdur. Billurun harikulade olarak ânî meydana gelmiş bir mu'cize olduğuna dair âyette sarahat yoktur. Binaenaleyh; o zamanın san'atiyle 4020 hasıl olduğu ve bu san'atın gayet mahirane ileri gittiği anlaşılmaktadır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünü tesliye ve ümmetini ibrete da'vet etmek üzere Hazret-i Davud ve oğlunun bazı kıssalarını beyandan sonra Salih (A.S.) ın kavmiyle kendi arasında cereyan eden vak'alarına işaret etmek üzere :

بدوا �ن� �ح�ا أ �خ�اه ص�ـل �مود� أ �ى ث �ل �ا إ ن س� � �ق� أ و�و�ل ٱ و و� و� و! للهنٱbuyuruyor.[Zat-ı Ulûhiyetime yemin ederim ki, muhakkak biz Semud kavmine biraderleri Salih

(A.S.) ı Resûl olarak gönderdik ve Salih (A.S.) onlara «Allah'ı tevhid ederek ibadet edin» dedi.]

�ص�مون� ) ت � �ذ�ا ه ف�ر�يق�ان� ي و?ف�إ (٤٥و [Salih (A.S.) tevhidi teklif edince bir de görüldü ki, onlar birbirleriyle muhasama eder iki

fırkadır.] Çünkü; biri Salih (A.S.) a «Mü'min» diğeri «Kâfirdir» dediler. Şu halde mü'min olanlar kâfirleri ve kâfir olanlar mü'minleri sevmez, yekdiğeriyle münakaşa ederler. Zira; her fırka kendini haklı görür.

Yani; Semud kavminin zulm ü udvanları ve fisk u fücurları son dereceye varınca biz muhakkak olarak onlara Allah'a ibadet etmelerini emreder biraderleri Salih (A.S.) ı Resûl olarak gönderdik. Salih (A.S.) da onlara «Allah'a ibadet edin» deyip hakka davet edince birbirlerine husumet eder iki fırka oldular.

� ن ح�س� ل� �ة� ق� ئ ي �لس ج�لون� ب � ت � �م� ت � ل م ق� ـ� �ق�ال� ي ن%‌ و� ٱ و0 ٱ و� و� و�[Onlar iki fırka olunca Salih (A.S.) onlara «Ey kavmim ! «Niçin tövbeden evvel ukubeti

isti'câl edersiniz?» dedi.] 4021

ح�مون� ) ت �ع�لڪ لله ل ف�رون� � ت � � ت ال � و�ل و نٱ و. و� (٤٦نو�

2218

Page 115: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[«Merhamet olunmanız için Allah-u Tealâ'ya istiğfar etmez misiniz? Keşke Allah'a istiğfar etseniz de merhamet olunsamz» demekle nasihat etti.]

Yani; Salih (A.S.) kavmini tevhide da'vet edip onlar da iki fırka olunca Salih (A.S.) hallerine acımak ve şefkat etmek suretiyle kavmine dedi ki «Enva'ı saadetinizi mucip olan imandan evvel küfrü ve küfrün icap ettiği ukubeti neden isti'câl edersiniz? Ne olur merhamet olunmanız için Allah'a istiğfar etseniz ve istiğfarınızla merhamet-i İlâhiyeye mazhar olsanız» demekle nasihatta bulundu.

Nisâbûrı'nin beyanı veçhile Salih (A.S.) onlara «İman edin. Eğer iman etmezseniz size Allah'ın azabı gelir. Binaenaleyh; azap gelmeden günahlarınıza tevbe edin» dediğinde onlar «Ya Salih ! Eğer senin bu dediklerin doğruysa vaad ettiğin azap gelsin o zaman tevbe ederiz» demeleri üzerine Hazret-i Salih «Niçin hasene olan tevbeden evvel seyyie olan azabın aceleten gelmesini istersiniz?» demekle azabı isti'calleri üzerine tekdir etti. Şu manâya nazaran bu âyette h a s e n e yle murad; tevbe, s e y y i e yle murad; azaptır Yahud «Ne için gazabı mucip olan günahı işlersiniz de rahmet-i İlâhîyi ve lûtf-u subhâniyi müstelzim olan hayrat, hasenat ve ibadatı işlemezsiniz?» demektir. Buna nazaran s e y y i e yle murad; Ma'siyet ve h a s e n e yle murad; ibadettir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hazret-i Salih'in şu nasihati üzerine kavminin mukabelesini beyan etmek üzere :

�م�ن مع� �ك� و�ب �ا ب ن طي �ق�الوا ن�‌ و� ٱbuyuruyor.[Onlar «Salih ! Biz seninle ve sana iman edenlerle tcşe'üm ederiz» dediler.] 4022

�نون� ) ت ق� ت �نت � أ لل ب ع�ند� �رك ٮ و)ق�ال� طـ� � ر و� و و� �‌" نٱ (٤٧و

[Salih (A.S.) onların şu müdafaalarına cevapta «Sizin şeametiniz ve başınıza gelen belâ indallah mukadderdir, belki siz fitne olunmuş bir kavimsiniz» dedi.]

Yani; Salih (A.S.) ın nasihati üzerine kavmi dediler ki, «Ya Salih ! Biz seninle ve sana iman eden maiyyetinle teşe'üm ederiz. Zira; bu dini icad edeli bizim başımız belâdan kurtulmuyor ve biz sizin sebebinizle uğursuz olduk, vekayi'i acîbe ve mesaib-i adideden halâs olamadık. Bunların cümlesi sizdendir. Çünkü; siz böyle bir din meydana koymadan evvel bu belâlardan hiç birisine ma'ruz kalmazdık» demekle Hazret-i Salih'e unf u şiddet gösterdiler. Salih (A.S.) onların şu mukabelelerini işitip imanlarından me'yus olunca dedi ki, «Ey kavmim ! Sizin uğursuzluğunuz indallah yazılıdır. Zira; siz iradenizi küfre ve belâ icap edecek bir takım günahlara sarfettiğinizden Allah-u Tealâ sizin başınıza gelecek belâları yazmıştır, belki siz bir kavimsiniz ki, hayr ü şer, izzet ü zillet, rahat ve şiddetle tecrübe olunuyorsunuz ve lâkin bilmiyorsunuz» demekle teşe'ümün kendi ef'alleri icabı olduğunu beyan etti. T a i r ; Nisâbûrî ve Kazî'nin beyanları veçhile teşe'ümdür. Yani sevilmedik şeyin husulüne sebep saydığı şeye tair denir. İşte kavm-i Semûd kıtlık ve mallarının telef olması gibi sevmedikleri bir takım âfetlerin husulüne Hazret-i Salih'in ortaya koyduğu din-i hakkı sebep saydıklarından «Biz sizinle tetayyür yani teşe'üm ederiz ve kötülüklere sebeb sizsiniz» demişlerdir.

� �ض� و��ال ال دون� ف�ى ــ� س ع�ة ر� ي � ـة� ت ـ� م�د�ين ـان� ف�ى ـ� و�و�ك نٱ و) kر� و@ و� و� ٱ �حون� ) ل (٤٨و�ي[Ve medine-i Salih'te dokuz şahıs vardı ve onlar daima arzı ifsad eder islâh etmezlerdi.]

4023

2219

Page 116: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�ك� ل �ام� ن م�اشــ� ه� �ي �و�ل �ن ل ــول �ق �ن �ه ثم ل ل � و�أ ه �ن ت �ي �نب لله ل � مواب �ق�اس� و"ق�الوات aو ن> ۦ ۥ و" ۥ نٱ �ص�ـد�قون� ) ا ل �ن و�إ �ه� ل � ۦأ (٤٩و"[Onlar beyinlerinde bil'ittifak yemin etmeye karar verdiler : «Yemin etsinler her birimiz

diğerimizin yanında, elbette gece biz Salih'i ve evlâd ü iyalini katledelim, sonra Salih'in velisine biz onun helak olduğu mahalle hazır olmadık ve biz bu sözümüzde sadıklarız. Zira; onun helakinden haberimiz yoktur diyelim» dediler ve bu minval üzere karar verdiler.]

Yani; Salih (A.S.) kavminin ıslâhına ne kadar çalıştıysa kavmi de o nisbette tuğyanlarını tezyid, hatta katline kadar cür'et ettiler. Zira; Salih (A.S.) ın meskeni olan (Hicr) ismindeki kasabada dokuz kabile vardı. Onların âdetleri yer yüzünü ifsad etmekti, asla islâh etmezlerdi. Cümle-i fesatlarından birisi de gece vakti Hazret-i Salih'i ve evlâdını katle yemin etmeleridir. Çünkü; o dokuz kabilenin eşrafzadelerinden dokuz delikanlı komite teşkil ederek Hazret-i Salih'in ve ona tâbi' olan evlâd ü iyalinin katli hususunda müşavere ederek dediler ki «Bizim hepimiz Allah-u Tealâ'ya yemin etsin ve yemininde desin ki, biz elbette gece Salih'e ve ehline beytutet edelim yani gece hücum ederek kendini ve evlâdını katledelim ve velisine diyelim ki, biz Salih'in ihlâk olunduğu mahalde bulunmadık ve bu sözümüzde biz sadıkız. Bu suretle diyetinden de kurtulalım» dediler. Hâzin'de beyan olunduğu veçhile sözlerinde sâdık olmalarını şöyle tevcih ettiler : «Biz yalnız Salih'in helak olduğu mahalle varmadık. Dediğimiz doğrudur. Çünkü; biz Salih'in ve ehlinin mecmuunun helak olduğu mahalle vardık, yoksa yalnız Salih'in veyahud yalnız ehlinin ihlâk olunduğu mahalle varmadık dersek sadık oluruz» diye te'vil etmek istediler. Bu gibi tezviratın insanlarda eskiden beri âdet olduğu bu vak'ayla da anlaşılmaktadır.

Taberi'de beyan olunduğu veçhile (موا �ق�اس� emrolduğu surette manâ-yı nazım : [Bizim (تhepimiz birbirimizin yanında yemin etsin.] demektir. Eğer mazi ve haber suretinde kıraet olunursa manâ-yı nazım: [Onlar yemin eder oldukları halde dediler ki «Biz elbette geceyle hücum, Salih'i ve ehlini katledelim»] demektir. Yeminlerinin sureti; ikidir : B i r i n c i s i ; geceyle hücum edip öldürmektir.İ k i n c i s i ; biz öldürmedik diyerek inkâr etmeleridir. 4024

ه) �ن ت �ي �نب ;Biz elbette beytutet edelim demek geceyle ihlâkini kasdedelim demektir. Çünkü (لNisâbûrî'nin beyanı veçhile b e y t u t e t ; Geceyle düşmanı ihlâk etmek üzere kasdetmektir. «İfsad ederler islâh etmezler» demek «Hâlleri hemen ifsattır, asla salâh karışığı yok» demektir. Yalan, insanlar nazarında her zaman fena bir şey olduğundan Semûd kavmi şirki ve Resûllerini katil gibi cinayetleri irtikâp ettikleri halde sözlerini yalandan vikaye etmek üzere bir takım te'vilâtla tekellüf etmişlerdir.

&&&&&

Vâcib Tealâ bu ittifaklarında inad ederek helak olduklarını beyan etmek üzere':

عرون� ) � � ي ال ا و�ه �ا م� ن � ا و�م�ك �روا م� و�و�م�ك و � ر Jو و� � ر J٥٠و) buyuruyor.[Kavm-i Semûd nebilerine hile yapmak ve gadretmekle hileye başladılar ve onların bu

hilelerine karşı biz de hileye benzer bir ihlâk ile onları ihlâk ettik. Halbuki onlar bilmiyorlar.]

ر�ه� �ة م� ق�ب �ان� عـ� ف� ڪ � نظ ك و ف� و� و� و� ٱ[Habibim ! Sen nazar et gör ve tefekkür et bil ki, onların hilelerinin akibeti ne oldu?.]

م�ع�ين� ) � م�ه أ ه و�ق� ـ� ن ا د�م �ن و�أ و و� و (٥١و� 2220

Page 117: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Zira; biz onları ve onların cemaatlerinin cemiisini ihlâk ettik. Tek bir fert bile kalmadı hepsi haki helake serildiler.] Çünkü; hilenin neticesi felâket ve akibeti hüsrandır.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Allah-u Tealâ'nın Salih (A.S.) ı katletmek üzere ittifak edenlere mekrinde üç ihtimâl vardır: 4025

B i r i n c i s i ; Hazret-i Salih bir mağarayı mescid ittihaz edip geceleri orada ibadetle meşgul olurdu. Müfsidler Hazret-i Salih gelince katletmek üzere akşamdan mağaraya girdiler. Maksatları evvelen mescidde Salih (A.S.) ı öldürüp sonra girip evlâd ü iyalini öldürmekti. Bilmiyorlardı ki kendilerini Allah-u Tealâ Hazret-i Salih'ten evvel ihlâk edecek. Binaenaleyh; mağara üzerlerine yıkılmakla helak oldular.

İ k i n c i s i ; Geceyle Salih (A.S.) ın hanesine hücumla kendini ve evlâdını katletmekti. Bilmiyorlardı ki, orada Hazret-i Salih'i beklemek üzere hazır olan melekler onları Salih'ten evvel katledecekler. Binaenaleyh; melekler onları taşla öldürdüler. Ve müfsidler taşın atıldığını görürler, fakat taşı atanları göremezlerdi.

Ü ç ü n c ü s ü ; Allah-u Tealâ onların ittifakından Hazret-i Salih'i haberdar etti. Salih (A.S.) da ehl ü iyaliyle beraber saklandı. Onlar aramışlarsa da bulamadılar ve akibet cümlesi birden helak oldular. Helakleri kafidir. Zira âyet; helaklerine kat'î surette delâlet eder. Fakat helaklerinin keyfiyyetine dair sarahaten delâlet olmadığından helakin keyfiyyetine dair rivayet muhteliftir.

M e k i r ; hile yapmak ise de Cenab-ı Hakkın hileye ihtiyacı olmadığından burada hileye benzer bir ihlâkle ihlâk ettik demektir. Çünkü m e k i r ; hasmın haberi olmaksızın yapılan hile olduğundan Cenab-ı Hak da bunları bilmedikleri ve me'mûl etmedikleri cihetten ihlâk ettiğinden «Onların mekrine karşı biz de mekrettik» demiştir ki, hilelerini helaklerine sebep kılmıştır.

�مو �م�ا ظ�ل � ب ك� بيوته خ�او�ي � �ف�ت اا‌ ن% ن و و�[İşte şu görülen harabeler zulümleri sebebiyle yıkılmış olduğu halde onların evleridir.]

�مون� ) ل � ق� ي � ل �ي ال �ك� ل �ن ف�ى ذ� و�إ � ر و� % ر (٥٢ٲ [İşte şu harabelerde ve onların sahiplerinin bir sayha ile helak olmalarında ilm ü irfan

ve idrak ü iz'an sahipleri için alâmet-i 4026 azîme vardır.] Çünkü; bilûmum harabeler ayni insanlar taraflarından yapılmış olup onlar veya evlâtları tarafından irtikâp olunan cürüm, cinayet ve zulüm sebebiyle helak olup evleri harap olduğundan sonra gelenlere birer ders-i ibret olması ve onlar gibi bunlar da zulüm irtikâp ederlerse harap olacaklarını düşünmeleri lâzımdır.

قون� ) �ت �انوا ي ذ�ين� ء�ام�نوا و�ڪ ل �ا ن �نج� ٱو�أ (٥٣و� [Ve biz şol kimselere necat verdik ki onlar Salih (A.S.) a iman ettiler ve günahlardan

nefislerini vikaye eder oldular.] Zira imanın neticesi; selâmet ve ekseri âfetlerden kurtulmaktır. Binaenaleyh; mü'minler necat buldu ve kâfirler helak oldu.

Ruhûi Beyan'da zikrolunduğuna nazaran Hazret-i Salih'e kavminden iman edip necat bulan onbin kimse Yemen'de elyevm (Hazramut) denilen beldeye hicret ettiler. Çünkü arz-ı zulümden arz-ı salâha hicret; sünnet-i enbiyadandır.

Hazret-i salih oraya varıp orada vefat ettiğinden o beldeye (Hazaramut) denir ki «hazır oldu ve öldü» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hazret-i Salih'in kavmiyle olan vukuatına işaretten sonra Hazret-i Lût'la kavmi beyninde cereyan eden mübahaseye işaret etmek üzere :

ص�رون� ) ت �نت ة� و�أ ف�ـح�ش� �تون� �ت م�ه� أ �ق� � ق�ال� ل و0و�لوط�ا إ و و� ٱ *ا و ۦ و� (٥٤و� 2221

Page 118: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

buyuruyor.[Biz Lût (A.S.) ı kavmine Resûl gönderdik şol zamanda ki, o zamanda kavmine dedi ki,

«Siz gözlerinizle görür olduğunuz halde fahişe mi getiriyorsunuz ve livata gibi çirkin bir fi'li irtikâp mı ediyorsunuz?»] 4027

ق� �نت � أ ا ب ســــ� لن و� من دون� ـــال� شــــ� جـ� لر �تون� �ت ل ك �ن �ٮ أ� ر و� و و� ن�‌� ٱ % ر و5 ٱ *ا و و ه�لون� ) � (٥٥و�ت [«Siz elbette şehevatınıza tebaiyyet ederek nisvamn gayri bir takım ricale mi

şehvetinizi kaza edersiniz? Belki siz cahil bir kavimsiniz» demekle kavmini tekdir ve işledikleri fi'li inkâr etti.]

Çünkü; hemze, istifham-ı inkârı olduğu gibi suret-i alâniyede o fi'li irtikâp ettiklerini beyanla

onlara zemmini tezyid etti. Zira ( ص�رون� ت �نت و0و�أ و ) cürnle-i lâtifesi Fahri Râzi'nin beyanı veçhile üç ihtimali havidir: B i r i n c i s i ; gözünüzle görerek o fi'li getirirsiniz demek onları son derece zemdir. Zira; onlar o kadar fena ahlâklı bir kavimdi ki, bu çirkin fi'li alâ meleinnâs işlemekten çekinmez ve hiç kimseden perva etmezlerdi.

İ k i n c i s i ; siz gözünüzle görür olduğunuz halde işlersiniz demek «Sizden evvel âlemde bu fi'li irtikâp eden olmadığını ve Allah-u Tealâ erkeği erkek için halketmediğinden bu fi'linizin hikmet-i İlâhiyeye muhalif olduğunu kalbinizle bildiğiniz halde işler, ilminizle amel etmiyorsunuz» demektir.

Ü ç ü n c ü s ü ; sizden evvel geçen asilerin ahvalini gözünüzle gördüğünüz halde ibret almıyorsunuz demektir. Binaenaleyh Lût (A.S.) ın kelâmı; kavmini şiddetle tekdiri müş'irdir.

( ه�لون� � ت ق� �نت أ � و�ب � ر و� و و� ) demek Kalbinizle fi'linizin fena olduğunu bildiğiniz halde ilminizin mucibiyle amel etmez cahiller gibi amel eder sefihlersiniz demektir ki, dünyada insanlar için sefahatten aşağı bir sıfat olmadığından kavmini sefahetle tavsif etmiştir. Hatta kâfirler bile küfre razı olur, sefahete razı olmazlar. Binaenaleyh; kâfir olan bir kimse malında tasarruftan men'olunmaz. Halbuki sefih olan mülkünde tasarruftan men'olunur ki, sefihler nazar-i şeriatta behayim menziline tenzil olunurlar ve ukalâdan addolunmazlar.

YİRMİNCİ CÜZ

Vâcib Tealâ Lût (A.S.) ın kavmini tekdirine karşı onların cevabını beyan etmek üzere :

ــو من ر�جــوا ء�ال� ل � ــالوا أ �ن ق� � أ ��ال م�ه� إ �ان� ج�و�اب� ق� ر�Iف�م�ا ڪ و? ۦ و� �ط�هرون� ) �ت �ا ي ه أن �ن إ �ك �ت ي ��ق� ر و � ‌ و (٥٦و�buyuruyor.[Lût (A.S.) ın sözüne .karşı kavminin cevabı olmadı, ancak «köyünüzden âl-i Lût'u

çıkarın. Zira; onlar bizim ef'âlimizden pâk bir takım kimselerdir» demekten ibaret oldu.] Hemen bütün sözleri «âl-i Lût'u karyenizden çıkarın» demeleri olmuştur.

Yani; Lût (A.S.) ın kavminin Hz. Lût'tan işittikleri nasihatlara karşı cevapları olmadı, ancak «âl-i Lût'u karyenizden çıkarın» demekten ibaret oldu. Çünkü; şehevat-ı nefsaniyelerine tebaiyetle kemâl-i dalâlet ve gaflet içinde ısrar ettiklerinden hayır öğüt kulaklarına gitmiyordu, âl-i Lût'u çıkaracak olmalarının sebebi de onların temiz, kendilerinin mülevves olmalarıdır ki kendi deliller: kendi aleyhlerine olduğundan özürleri kabahatlarından daha büyüktü. Çünkü; onlar «bizim

2222

Page 119: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

kavmimizden taharet davasında bulunuyorlar. Binaenaleyh; bizimle münasebetleri yok» demek «biz fenayız, onlar iyilerdir. Şu halde bizim içimizde yakışmazlar» demektir. Lâkin sefih olup ne söylediklerini bilmediklerinden kene/ aleyhlerine delil serdettiler, fakat faikında olmadılar. Çünkü irti kâbettikleri fiilin fenalığını bilirlerse de maksatları; ahlâkların müdahale eden bir kimse bulunmayarak lâfsız, sözsüz meramların 4029 icra etmekti. Zira süfeha meclisinde bulunanlar; daima irtikâbettikleri cinayetin fenalığını bilirler lâkin yanlarında fikirlerine muhalif bir kimse bulundurmak istemezler ki sefahetlerinde olacak rüsvalığı kimse bilmesin.

�ه ل � ه و�أ ـ� ن �نج� و"ف�أ �ه و� �ت أ ر� � ��ال و إ ٱ ۥ ۥ [Kavmi bu hâl üzere olup nasihat dinlemeyince biz Lût'a ve ehline necat verdik, ancak

Lût'un haremi necattan müstesnadır.]

�ر�ين� ) ب غـ� ه�ا م�ن� ـ� ن و�ق�د ٱ (٥٧و� [Zira; biz Lût'un hareminin azaptan helak olup geçenlerden olmasını takdir ettik.]

Çünkü; imreet-i Lût kavminin ef'âline razı bir kâfire olduğundan kavmiyle beraber helaki mukadder olduğu cihetle helakten, kurtulamadı. Azapta kalmasıyla hükm-ü İlâhi lâhik oldu.

منذ�ر�ين� ) اء� م�ط�ر ه�م مط� ف�س� � �ا ع�ل ن ط� � و�و�أ ٱ �ا‌� ر و� و� (٥٨و [Ve biz Lût kavmi üzerine taştan yağmur yağdırdık. Binaenaleyh; Lût tarafından

korkutulmuş olan kavmin yağmuru ne fena oldu.] Çünkü; onlardan hiç kimse kalmadığı gibi hayvanattan da hiçbir şey kalmadı, hepsi helak oldu, gitti.

&&&&&

Vâcib Tealâ enbiya-yı izam hazaratından bazılarının ümmetlerinin azab-ı dünyeviyeyle acip surette helaklerini beyandan sonra ümmet-i Muhammediye bu gibi helak olmadığından bizim nebimize hamd ü sena etmekle emrini beyan zımnında :

ط�ف� ذ�ين� ل �اد�ه� ب �ى ع� م ع�ل ـ� ل د لله و�س� ح� �قل� lى‌ ا و� ٱ ٱ و و� ٱbuyuruyor. 4030[Yâ Ekremer Rusûl ! Sen «hamd ü sena Allah'a mahsustur, dünya ve âhirette selâmet

Allah'ın ihtiyar ettiği kulları üzerine nazil olucudur» demekle sana ve ümmetine verdiğim nimetlere şükret.]

ر�كون� )�للهء�ا �ما ي ر أ و� خ� (٥٩و�

[«Allah-u Tealâ mı hayırlıdır, yoksa müşriklerin şirkettikleri şeyler mi hayırlıdır?»]

Yani; bizim sana bazı enbiyanın ümmetleriyle vâki olan hallerini beyanımızdan sonra sana

vermiş olduğumuz nimetlerimize hamdet ve de ki yani ins ü cinden ve umum (الحمدلله)» kulların lisanlarından sadır olan hamd ü senanın kâffesi Allah'a mahsustur, Allah'ın gayrı hamde lâyık bir kimse yoktur.» Böyle dedikten sonra enbiya biraderlerinin ümmetlerinden çekmiş oldukları zahmetlere mükâfat olmak üzere onlara selâmetle duâ et, «dünyada ve âhirette selâmet şol kimseler üzerine olsun ki o kimseler Allah'ın nübüvvet ve saffetle ihtiyar ettiği kullarıdır» demekle duâda bulun ki uhuvvetin vazaifini ifa etmiş olasın. Bundan sonra müşriklerden suâl et, de ki «Kullarını saâdet-i dar ey ne îsâl ve bütün menfaat ve mazarratlarını halkeden Allah-u Tealâ mı

2223

Page 120: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

hayırlıdır, yoksa müşriklerin şirkettikleri âciz taş ve ağaç parçaları mı hayırlıdır?» Elbette kaadir ü kayyum ve herşeyi feyzeden Allah-u Tealâ hayırlıdır. Bunu her âkilin idrak etmesi lâzım olduğundan bu suâl müşrikleri ilzam ve onları istihzadır. Binaenaleyh; âyetin cümle-i ahîresi müşriklerin reylerini tezyib için varid olmuştur. Çünkü; müşriklerin ma'bud ittihaz ettikleri putlarda asla hayır ve iktidar yok ki Vâcib Tealâ ile mukayese olunsunlar. Şu halde müşriklere «Nasıl, Allah-u Tealâ mı hayırlıdır, yoksa sizin ma'budlarınız mı hayırlıdır?» demek onları istihzadan başka birşey değildir. Zira; ma'budlarında asla iktidar olmadığını onlar da bilirler.

Hâzin'de beyan olunduğuna nazaran Allah'ın ihtiyar ettiği kullarla murad; enbya-yı izam hazaratıdır veyahut enbiya ile beraber ümmetlerinin sulehasıdır. Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette hamidle emir; Resûlullah'a olduğu gibi Lût (A.S.) a olmak 4031 ihtimâli de vardır. Buna nazaran manâ-yı nazım: [«Yâ Lût ! Düşmanların olan kavmin helaki ve senin maiyetinle beraber

necatın üzerine Allah'a hamdet ve de ki (الحمدلله) ve senin gibi ümmetinden zahmet çeken enbiyaya selâmetle duâ et] demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşrikleri ilzam için «Allah mı hayırlı, yoksa müşriklerin putları mı hayırlı?» unvanında irad olunan suâlden sonra zat-ı ulûhiyetin hayırlı ve kudret-i kaahire sahibi olduğuna delâlet eden büyük delillerden bazısını zikretmek üzere :

�ض� ال ت� و� م�ـو� لس �م خ�ل�ق� و�أ نٱ ٲ ٱ و�buyuruyor.[Ey müşrikler ! Sizin ma'bud ittihaz ettiğiniz putlarınız mı hayırlıdır, yoksa semavat ve

arzı halkeden Hâlık mı hayırlıdır?.]

م�اء� م�ا لس ل� ل�ڪم من� �نز� �و�أ ر ٱ[Ve o Hâlık sizin için sema cihetinden yağmur suyunu inzal etti.]

ج� � �ق� ذ�ات� ب �ه� ح�د�اٮ �ا ب ن � ب � �%ف�أ ر و" ۦ و1 ن� [Binaenaleyh; biz o su sebebiyle güzellik sahibi olan bahçeleri bitirdik.]

ه� ج�ر� �توا ش� ب �ن ت أ �ك �ان� ل �ما ڪ اا‌ ن� و[Sizin için o bahçelerin ağacını bitirmek mümkün olmaz.]

مع� ـ� �ء�ل نٱأ "� �للهر ‌ [Şu eşya-yı mevcudeyi halk eden Allah'la beraber başka ma'bud mu vardır?] 4032

د�لون� ) � و�ه ق� ي � ر و� (٦٠و [Belki onlar haktan ayrılmış bir kavimdir.]

Yani; şehevatına ittibâ'la babalarını taklit eden müşriklerin âciz putları mı hayırlıdır, yoksa usul-ü âlem ve menâfiin menbaı olan gökleri ve yeri halkeden, sizin için sema cihetinden yağmur sularını indirip behçet ve nadrat yani güzellik ve letafet sahibi olan bahçeleri, otları, ekinleri ve her türlü çiçekleri bitiren, bunların herbirini gûnâgûn renkler ve şekillerle meydana getiren Allah-u

2224

Page 121: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Tealâ mı hayırlıdır? Elbette bunların cümlesini halkeden Allah-u Tealâ hayırlıdır. Zira bunları halketmek Allah'a mahsustur, Allah'ın gayrı halkedecek yoktur. Çünkü; sizin için o bahçelerin tek bir ağacını bile bitirmek mümkün olamaz. Şu halde mükevvenâtı icad eden ve sanayii bedîaya kaadir olan Allah-u Tealâ ile beraber ondan başka bir ma'bud var da hâşa Allah-u Tealâ'ya yardım mı ediyor? Bu âlem-i mükevvenâtı halkeden Halika kim şerik olabilir? Belki Allah'la beraber ma'budun varlığını iddia edenler haktan batıla meyletmiş, yani hakkı bırakıp, batıla geçmiş bir kavimdir.

Vâcib Tealâ bu âyette eşyayı bitirmek kendine mahsus olduğuna işaret için gaipten tekellüm

suretine iltifat etmiştir. Çünkü; ( ل� �نز� gaaib suretiyle geldiği halde (و�أ �ا) ن � ب � و1ف�أ ن� ) tekellüm suretiyle gelmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kudret-i kaahiresine delâlet eden delillerden bu makamda ikincisini beyan etmek üzere :

ا هـ� � �ه�ا أ ل ـ� ل ا و�ج�ع�ل� خ� ا �ض� ق�ر� ال �من ج�ع�ل� �أ ر و� � ر و� نٱbuyuruyor.[Ey müşrikler ! Sizin ibadet ettiğiniz ma'budlarınız mı hayırlıdır, yoksa arzı size

karargâh kılan ve arzın arasında nehirler halkeden Allah-u Tealâ mı hayırlıdır?.] 4033

ن� ح�اج�ز� ر� � ب ن� � س�ى� و�ج�ع�ل� ب و� �ه�ا ر� �و�ج�ع�ل� ل ا‌ و� و� و� ٱ و� ٲ

[Ve arz için yüksek dağlar halkeden ve iki deniz arasına ma'ni halkedip acı suyu tatlıya karıştırmayan Allah-u Tealâ mı hayırlıdır, yoksa sizin âciz ma'budlarınız mı hayırlıdır?.]

مع� ـ� �ء�ل نٱأ "� �للهر ‌[Bunların cümlesini halkeden Allah'la beraber başka ma'bud mu vardır?.]

�مون� ) ل � � ي ال �ره ث � � أ و�ب و و (٦١و� [Belki insanların ekserisi âdâb-ı ubudiyeti bilmez cahillerdir.]

Yani; ey müşrikler ! Sizin ibadet ettiğiniz hacer ve şecer parçalarından ibaret olan putlarınız mı hayırlıdır, yoksa yeryüzünü insanlara ve hayvanat-ı saireye karargâh ve mahall-i rahat olarak halkeden Allah-u Tealâ mı hayırlıdır? O Allah-u Tealâ ki yeryüzünü hayvanata mesken olmaya elverişli halkettiği gibi yeryüzünün aralarında hayvanata bilhassa maişetlerini ikmâl için nehirleri ve arzın sebat ve kararı için dağları ve o dağlarda insanların menfaati için envâ'ı maâdini, binlerce pınarları, hayvanat için otları halketti, iki deniz arasında acı suyla tatlı suyun birbirine karışmaması için mani' halketti. İşte bunların cümlesini halkeden hallâk elbette sizin âciz putlarınızdan hayırlıdır. Zira o putlardan hiçbirisi bunlardan bir zerre bile halkedemezler. Bunları halkeden Allah'la beraber başka bir ma'bud var, Allah'a muavenet etti de siz onu mu mabud ittihaz ediyorsunuz? Belki insanların ekserisi cahillerdir. Binaenaleyh; asla menfaat elinden gelmeyen, şuur ve idrakten hâlî olan hasis şeyleri ma'bud ittihaz ederler. Çünkü; ibadete müstehak olan zatla asla ibadete istihkakı olmayanları tefrik edecek kadar ilme mâlik değillerdir. 4034

Bu âyette Cenab-ı Hak arzın insanlar için dört cihetle menfaatim beyan etmiştir. B i r i n c i s i : Arzın insanlara karargâh olmasıdır. Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile a r z ı

n k a r a r g â h o l m a s ı yla murad; arzın taş gibi gaayet sert olarak insana eziyet etmediği gibi su gibi cıvık olmadığından insanın ayağı batmayvp ikisi arasında insanın yatıp oturmasına, ekip dikmesine elverişli olması, güneşin ziyasını tutmakla harareti kaabil olup nebatatı bitirmeye

2225

Page 122: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

kaabiliyetli bulunmasıdır. Çünkü; eğer arz güneşi tutmaz bir halde olmuş olsaydı soğuktan ot bitmez, hayvanat yaşayamazdı, eğer hareketi insanların hissedeceği bir derecede olsaydı arz üzerinde insanların kararı mümkün olmazdı. Şemsin arza bazı kere yaklaşıp bazan da uzaklaşmasıyla fusul-ü erbaanın husulü de insanlara karargâh olmasının başlıca hadimidir. Çünkü arz; insanların bilecekleri derecede müteharrik olsa insan daima muztarip olur, yaşamazdı. Buna zelzele anları şahittir, fusul-ü erbaa olmasa asla intifa' olunmaz ve insanlar da yaşayamazdı.

İ k i n c i s i ; Arz üzerinde nehirlerin cereyan etmesidir. Çünkü; arz üzerinde nehirlerin cereyanında insanlar için menfaat ma'lûmdur; nehirlerin kökü (menbaı) arzda olduğu cihetle bunların menfaati arzın menfaatından ma'duddur, Cenab-ı Hak nehirleri arzın menafimden saymakla kullarını o nehirlerden intifa' etmeye terğib etmiştir.

Ü ç ü n c ü s ü : Arz üzerinde dağların bulunmasıdır. Çünkü: ekseriya bulutlar dağlarda olup evvelâ rahmet dağlardan başlayarak ovalara yağmur dağlardan geldiği gibi insanların intifa' ettiği pınarlar ve madenler dağlarda olduğu cihetle insanın menafiine hadim olan gerek pınarlar, gerek mâdeniyat dağlarda olup dağlar dahî yer üzerinde olduğundan dağların menafii arzın menafimden ma'dud olmuş ve dağlardan intifa' edip muattal kalmamaya Vâcib Tealâ kullarını terğib etmiştir. Pınarların dağlarda olmalarının sebebine gelince : Dağların toprağında buharı muhafaza edecek kadar salâbet olmasıdır. Çünkü; yerlerin altında teraküm eden buharı dağların toprağının muhafaza edip buhar teraküm ettikçe tekasüf ederek müsebbibül'esbap olan hallâk-ı âlem o tekasüf eden buharı suya tahvil eder. Binaenaleyh; inbiğin menfezi gibi toprağın arasından bir menfez bulmakla hemen merkezi olan yeryüzüne 4035 hücum eder bazan da menfez bulamayıp yerin altında o kadar da tazyik olmadığından toprak içinde mahpus olarak kalır. Amma ovalara gelince : Toprağında rehavet olup buharı muhafaza edemediğinden suya madde ve esas olacak buhar bulunmadığı cihetle ovalarda pınarlar nadirdir. Dağlarda bulutun çok olmasına gelince; dağlarda bulutu cezbedecek rutubetin çok olduğu gibi bulutu muhafaza edecek kadar soğuğun ve bulutun madde-i asliyesi olan buharın çok olmasıdır. Kezalik madeniyatın esası buhar olup buhar da dağlarda tahassun ettiğinden maden haline gelmesiyle müddet-i medideye muhtaç olduğu cihetle el değmedik sağlam toprak iktiza ettiğinden bunların cümlesi dağlarda bulunmasına binaen madeniyatın meskeni dağlardır.

D ö r d ü n c ü s ü ; Acı suyla tatlı su arasında mani' bulunup birbirine karışmakla i/sad etmemesi ve denizlerin sularının acı olmasıdır. Çünkü; suların acısı tatlısına karışmakla yekdiğerini ifsad etse insanlar içecek su bulamadıkları gibi denizlerin suları tatlı olsa taaffün edip insanların rahatlarını selbedeceği ve belki emraz-ı umumiyeye ve tenasülün inkıtaına sebep olacağı cihetle denizlerin suyunun acı olması insanlar hakkında lûtf-u İlâhidir. Binaenaleyh; insanların şu lûtf-u İlâhiye de ayrıca şükretmeleri ubudiyetin vazifelerindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ yerleri, gökleri ve yerde olan menfeatleri halkettiğini ve müşriklerin ma'budları bunlardan hiçbirini halka kaadir olmadıklarını beyanla müşrikleri tevbih ettikten sonra halkın ihtiyacını defi cihetinden dahî kudret-i kâmile sahibi olduğunu beyan etmek üzere :

ع�لڪ � وء� و�ي لســ ف شــ� � ــاه و�ي �ذ�ا د�ع� ط�ر إ م �من يج�يب و أ و� ٱ و� و4 و� ٱ � ال �ف�اء� �خل ن4‌ و� نٱ

buyuruyor.[Ey müşrikler ! Sizin âciz ma'budlarınız mı hayırlıdır, yoksa muztar olan kimse duâ

ettiğinde onun duâsına icabet eden ve istediğini veren, o muztar olan kimseye isabet eden kötülüğü kaldıran ve sizi yeryüzüne halife kılan Allah-u Tealâ mı hayırlıdır?.] 4036

مع� ـ� �ء�ل نٱأ "� �للهر ‌

2226

Page 123: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Allah'la beraber bunları icad ve kullarının ihtiyacını defeden bir ma'bud var da ona mı ibadet edersiniz?.]

رون� ) �ذ�ڪ �ياـل ما ت اق�ل (٦٢ر [Düşünceniz gaayet az ve kısadır. Zira; kaadir'i bırakıp âcize ibadet edersiniz.]

Yani; ey müşrikler ! Sizin şirkettiğiniz putlarınız mı hayırlıdır, yoksa mesaibden bir musibete veya fakir, hastalık gibi dert ve âlâmdan muztar olan ve halâsına çare arayan bir kimsenin duâ ettiği zaman duâsını kabul edip musibetini afiyete, fakrını gınâya ve hastalığını sıhhata tebdil etmekle saha-i selâmete çıkaran kaadir ü kayyum mu hayırlıdır? Elbette kullarının ihtiyacını defeden ve duâsını kabul edip istediğini veren Allah-u Tealâ bunlardan hiçbirine kaadir olamayan putlardan hayırlıdır. Binaenaleyh; ma'budünbilhak odur, onun gayrı ibadete lâyık kimse yoktur, Allah-u Tealâ size yeryüzünde tasarrufa kudret verdi, sizden evvel geçenlere halife kıldı. Şu halde size yeryüzünde ve bilhassa emlâkinizde tasarrufa kudret veren zat-ı eceli ü a'lâya ibadetiniz lâzımdır. Allah'la beraber başka bir ma'bud var mı ki gayra ibadet edersiniz ve size ânen fe ânen tevâlî eden nimetlerin kimden geldiğini düşünmeniz gaayet az olduğundan azizi ve kaviyi bırakıp âciz ve zelile ibadet edersiniz.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile bu âyette muztar; cins olup aza ve çoğa şamil olduğundan «cins-i muztarın duâsını kabul eder» demek «Muztar olanlardan bazılarının duâsını kabul eder» demektir Binaenaleyh; «Bazı aharın duâsı kabul olmuyor» diyerek suâl varid olmaz. Çünkü; Cenab-ı Hak üzerine duânın kabulü vâcib değildir. Şu halde istediği kimsenin duâsını kabul eder ve istemediğin: kabul etmez, kabul edeceği şahıs ve zaman ma'lûm olmadığından herkes her zaman Rabbisine müracaata muhtaçtır. Maahaza şeraitine riayetle ihlâs ve rikkat-ı kalple vuku' bulan duânın alelekser 4037 kabul olunduğu ma'lûmdur, kabulüne muayyen bir zaman olmadığından bizim kabul olunmadı zannettiğimiz duâlar kabul olunur da haberimiz olmaz yahut daha ileride kabul olunacak, lâkin biz acele ediyoruz.

ا ح� ب ـ� ي لر ل س� ر� و�م�ن ي � ب �ر و� ب ف�ى ظلم�ـت� د�يڪ � �من ي ن�أ ن و6 ٱ و� و� و� ٱ و� ٱ و و" �ه� م�ت �د� ر� ن� ي � �ب ۦ‌ و� وى و�

[Ey müşrikler ! Sizin ma'budlarınız mı hayırlıdır, yoksa karanın ve denizin karanlık gecelerinde size yol veren ve gideceğiniz mahalle yolunuzu doğrultan ve yağmurun evvelinde müjdeci olarak rüzgârları gönderen Allah-u Tealâ mı hayırlıdır? Elbette sizi hidayette kılan ve rüzgârları rahmetine beşaret yapan Allah-u Tealâ hayırlıdır.]

�ء�ل مع� نٱأ "� ‌لله ر[Allah'la beraber Allah'ın gayrı ma'bud mu var ki siz putlara ibadet edersiniz?.]

ر�ڪون� ) لله ع�ما ي �ى ل �عـ� و�ت (٦٣نٱ [Müşriklerin şirklerinden ve şirkettikleri ma'budlarından Allah-u Tealâ yüce oldu,

onların iftiralarından münezzeh ve ulüvvü sıfata maliktir.] Zira; karada ve deryada insanlara yol vermeye ve hidayette kılmaya kaadirdir. Putlar ise bunlardan hiçbirine kaadir değildir. Şu halde elbette kaadir olan Allah-u Tealâ âcizlerden hayırlıdır.

Vâcib Tealâ dünyaya müteallik olan nimetlerini beyanla kudret-i kaahire sahibi olduğunu beyandan sonra âhirete müteallik nimetlerini beyanla da kudretini ispat etmek üzere: 403»

2227

Page 124: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ق� ثم يع�يـــده خ� د�ؤا � �من ي و�أ و� ٱ م�اء� و0 ــ ــ لس زقكم من� � ٱ و�م�ن ي و� ۥ � ال �و� ن4‌ و� نٱ

[Ey müşrikler ! Sizin putlarınız mı hayırlıdır, yoksa evvelâ sizi icad ederek'sonra öldürüp tekrar iade eden ve sema canibinden yağmur yağdırmak, yerden bereketleri bitirmek suretiyle merzuk kılan Allah-u Tealâ mı hayırlıdır? Elbette icada ve iadeye ve kullarına rızık vermeye kaadir olan Allah-u Tealâ hayırlıdır.]

مع� ـ� �ء�ل نٱأ "� �للهر ‌[Allah'la beraber başka ma'bud mu var ki siz batıl ma'bud lara ibadet edersiniz?.]

ص�ـد�ق�ين� ) �ن كنت إ �ك ن هـ� و ق ه�اتوا ب و و� (٦٤و� [Habibim ! Sen onlara de ki «Eğer ey müşrikler ! Şirke dair sözünüz doğruysa davanıza

delilinizi getirin.».] Ve senin bu sözün onları ilzam eder. Çünkü; Allah'ın gayrı bir ma'bud olduğuna delil getirmeleri muhaldir. Zira; yok ki getirebilsinler.

&&&&&

Vâcib Tealâ bu âyette insanlar için iki nimet zikretmiştir. B i r i n c i s i ; öldükten sonra diriltip iade etmektir. Çünkü: nimet-i ebediyeye nail olmak mevte muhtaç olduğundan ehl-i îmar. için hayırlı ölüm pek büyük nimettir. Zira; ölümün köprüsünü geçmedikçe nimet-i ebediyeye nail olmak mümkün değildir. İ k i n c i s i : rızıktır. Çünkü nimet-i ebediyeye vusul; hayat-ı dünyaya, hayat-ı dünya ise rızka muhtaç olduğundan iadeyi zikirden sonra insanları merzuk ettiğini zikretmiştir.

Her dâva delile muhtaç olup delilsiz dâva mesmû' olmadığından ve bilhassa itikaadiyat elbette bir delile müstenid olmak lâzım olduğu cihetle Cenab-ı Hak müşriklerden dahi istemesini Resûlüne emretmiştir. 4039

Vâcib Tealâ kudret-i kâmile sahibi olduğunu beyandan sonra ilminin kemâlini beyan etmek üzere :

ــا لل و�مـ� � ��ال ب� إ غ� �ض� ال ت� و� و� ــ م�ــ لس �م م�ن ف�ى ل � � ي ــل ال �قـ ‌" نٱ و� و� ٱ و� نٱ ٲ ٱ و� ع�ثون� ) ان� ي �ي عرون� أ � و0ي (٦٥و�buyuruyor.[Yâ Ekremer Rusûl ! Sana kıyametten suâl eden müşriklere sen de ki «Göklerde olan

melekler ve yerde olan ins ü cinden hiç bir kimse gaybı bilmez, ancak Allah-u Tealâ bilir. Halbuki cümle ins ü cin ne zaman kıyamet kaim olup kabirlerinden kalkacaklarını bilmezler.» Çünkü; gayba ittilâ'ı Allah-u Tealâ zatına hasretmiştir. Binaenaleyh; mahlûkattan gaybı bilen yoktur, ancak bazı mugayyebatı Allah'ın bildirdiği kimse bilir.]

Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğuna nazaran bu âyet müşrikler hakkında nazil olmuştur. Çünkü; müşrikler Resûlullah'a kıyametin kıyamından ve ba'sın ne zaman olacağından suâl etmeleri üzerine cevap makamında bu âyetin nazil olduğu mervidir. Medarik'te beyan olunduğu veçhile Hz. Âişe (R.A.) «Yarınki günde olacak şeyi bilirim diyen Allah'a büyük iftira etmiş olur» buyurmuştur.

Hulâsa; Allah'tan gayrı gaybı bilir bir fert olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

2228

Page 125: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ــا ه� � هم م � ه ف�ى شــ� م ب ــر� ب �خ� ال مه ف�ى ك� ع� ر� د ــل� � و�ب و� نfا‌� Fو �d ر و و� ن%‌� نٱ و و� ٲ ٱ (٦٦ع�مون� ) [Onlar ne zaman ba'solunacaklarını bilmezler, belki onların ilmi âhirette lâhik olur.

Çünkü; âhirette ba'solununca aynelyakin bilirler, belki bu dünyada onlar kıyametten şek içindedirler. Binaenaleyh; inkârdan çekinmezler, belki onlar âhiretten gaafillerdir. Âdeta a'mâ gibi âhireti görmediklerinden inanmazlar.]

Yani; Allah-u Tealâ'nın gayrı ins ü cin ve melek gaybı bilmez ve kıyametin zamanından sorarlar. Bu dünyada ba'solunacakları zamanı bilmezler, belki onların ba'solundukları zamana ilimleri âhirette vâsıl olur, belki bu dünyada onlar âhiret hakkında şek 4040 içindedirler. Hatta onlardan bazıları yalnız şekketmekle de iktifa etmezler, belki kıyametten ve ahval-i âhiretten büsbütün gaafillerdir. Binaenaleyh; kıyametin vukuunu inkâr ederler, delillerini idrake sarf-ı zihin etmezler, şiddetle tekzibe kalkarlar.

Bu âyet-i celilede âhiretin varlığında tereddüd edenlerin mertebelerini Cenab-ı Hak beyan etmiştir. Çünkü; evvelâ ba'solunacakları vakti bilmediklerini, saniyen kıyametin vukuunu bilmediklerini, salisen şekkiçinde mütehayyir olduklarını, rabian bilkülliye gaafil ve münkir

olduklarını beyan etmiştir. ( كارادابل ) kıyamete ilimleri vukuundan sonra âhirete lâhik,

inkâra mecalleri kalmaz demek olduğu gibi ( كارادا ) ve (انتهى) , ( ضمحلا ) yani âhirette ilimleri nihayet bulur ve muzmahil olur gider manâsı dahî muhtemeldir. Çünkü; âhirete varıp re'yel'ayn müşahede edince ilimleri kemâline vâsıl olur ve bu hususa dair ilim nihayet bulur

ve birşey nihayesine varınca yok olur. Yahut ( كارادا ) tedarik manâsınadır ki bu hususa dair olan ilimleri birbiri arkasına tâbi' olur, hatta âhiret vücut bulup arkası kesilinceye kadar demektir. Çünkü; âhiret vuku bulup re'yel'ayn görülünce «vardı» veya «yoktu» demeye ihtiyaç kalmaz.

&&&&&

Vâcib Tealâ haşrin vücudunu beyandan sonra hasrı inkâr edenlerin bazı ahvalini beyan etmek üzere :

جــون� ) ر� �م ا ل �ن �ٮ ا أ � �اؤن ا و�ء�اب ا تر� �ء�ذ�ا كن �ف�روا أ ذ�ين� ك ل و?و�ق�ال� 0 ر ٲ ٱ٦٧)

buyuruyor.[Kâfir olan kimseler derler ki «Biz ve babalarımız da toprak olduğumuzda kabrimizden

kalkacak ve topraktan çıkarılacak mıyız?»] 4041

ل �ا م�ن ق� �اؤن ن و�ء�اب � ذ�ا ن �ا هـ� ن �ق� وع� و0ل و� و! و![«Allah'a yemin ederiz ki biz ve bundan evvel babalarımız sununla yani hasrolunmakla

muhakkak vaadolunmuştuk.»]

�ين� ) �ول ال �ير ـط �س� � أ ��ال ذ�ا إ � هـ� نٱإ (٦٨و� [«İşte şu öldükten sonra dirilmek olmadı, illâ evvel geçen ümmetler tarafından yazılmış

yalanlardır» demekle hasrı tamamen inkâr ederler.]Yani; kıyameti bilkülliye inkâr eden kâfirler dediler ki «Biz ve babalarımız toprak olduktan

sonra kabirlerimizden ihraç olunur muyuz, hayat bulup dünyadaki hayatımız gibi bir adam mı olacağız? Bunu akıl kabul eder mi? Muhakkak biz ve bizden evvel babalarımız şu haşirle Muhammed (S.A.) tarafından bizler ve başka nebi tarafından babalarımız vaadolunmuştuk. İşte şu

2229

Page 126: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

vaadler olmadı, illâ evvel geçen ümmetlerin yalanlarından ve kitaplarına yazılmış satırlarından ibarettir» demekle kıyameti tamamen inkâr ettiler.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin hasrı inkârlarını beyandan sonra onlara verilecek cevabı Resûlüne ta'limle tesliye etmek üzere :

ر�م�ين� م �ة ق�ب �ان� عـ� ف� ك � نظروا ڪ �ض� ف� ال يروا ف�ى و�ق س� و� ٱ و� ٱ و� نٱ و� كرون� )(٦٩) � �كن ف�ى ض� مما ي � ت ه� و��ال � ز� ع�ل � � ت و و��ال m� ر و� و و� و� (٧٠و�

buyuruyor.[Habibim ! Sen hasrı inkâr eden kâfirlere de ki «Ey münkirler ! Yürüyün siz yeryüzünde

ve görün sizin gibi günahkârların akıbetleri ne oldu?» Yâ Ekremer Rusûl ! Seni tekzib etmelerinden sen onlar üzerine mahzun ve sana hilelerinden sen darlık içinde olma.] Zira; Allah-u Tealâ sana kâfidir.

Yani; ey Resûl-ü Zişan ! Müşrikler kıyameti inkârlarında ısrar eder, havalarına tebaiyetten vazgeçmezlerse sen onlara de ki «Ey 4042 müşrikler ! Sizin kıyameti inkârınız dünyaya muhabbet ve mansıbınıza rağbetiniz sebebiyledir. Şu halde siz seyredin yeryüzünde ve nazar-ı ibretle harabelere bakın, görün ki sizin gibi dünyaya hevesle âhireti inkâr edenlerin akıbetleri ne oldu? Hayretle seyr ü temaşa edin. Zira; akıbetiniz de onların akıbetlerinden başka birşey değildir» demekle tehdidden sonra habibim ! Senden i'raz ve kıyameti inkâr etmelerinden sen onlar üzerine mahzun olma ve senin hakkında yapmış oldukları hilelerinden göğüs darlığı yapma. Sen kalbini geniş, yüzünü güler, beşereni beşuş tut. Zira; Allah-u Tealâ senin yardımcındır, onların şerrinden her vakit seni muhafaza eder. Binaenaleyh; sen onların ahvalinden müteessir olma.

ص�ـد�ق�ين� ) �ن كنت د إ و� ذ�ا �ى هـ� �قولون� م�ت و و�ي و� و� (٧١ٱ

[Ve kıyameti inkâr eden kâfirler «Şu vaadettiğiniz kıyametin zamanı ne vakittir, ta'yin edin zamanını, eğer doğru söyler oldunuzsa» derler.]

Yani; şiddetle inkârlarına binaen «Sizin sözünüz yalandır. Eğer doğru söylerseniz vaadettiğiniz kıyametin zamanını ta'yin edin» demekle mukaabele ederler.

&&&&&

Vâcib Tealâ onların bu mukaabele ve suâllerine cevabı beyan etmek üzere :

ج�لون� ) � ت � ذ�ى ت ل ض � �كم ب د�ف� ل �كون� ر� �ن ي ى أ و�ق ع�س� و� ٱ و� (٧٢و�

buyuruyor.[Yâ Ekremer Rusûl ! Sen onlara cevapta «Sizin alelacele gelmesini istediğiniz azabın

bazısı size yakında tâbi olur, lâkin âdet-i İlâhiye; kulları mütenebbih olsunlar ve musir oldukları günahlarına tevbe etsinler için bir müddet-i muvakkate müsaade etmektir. Binaenaleyh; acele etmeyin, istediğiniz şeyin yakında gelmesi memuldur» demekle cevap ver.] 4043

2230

Page 127: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

كرون� � � ي ال ه �ر� ث � �ن أ ك ـ� اس� و�ل لن ل ع�ل�ى �ذو ف� ك� ل ب �ن ر� و�888و�إ و و ٱ و4 (٧٣) [Halbuki habibim ! Rabbın Tealâ nâsüzerine fazl u ihsan sahibidir, lâkin nâsın ekserisi

şükretmezler.] Binaenaleyh; müsaade-i İlâhiyeden istifade edemezler. Çünkü; kullarının irtikâb ettikleri küfr ü tuğyan ve zulm ü udvan üzere derhal ihlâk etmeyip müsaade etmesi Allah'ın büyük ihsanıdır, bu ihsan üzere tevbe ve istiğfar etmekle şükretmek lâzımken bilâkis şükretmezler. Eğer müsaadenin nimet olduğunu bilerek tevbeye müsaraatla o nimetin şükrünü eda etseler azaptan kurtulurlar ve nimetten müstefid olurlar, lâkin bu nimeti takdir edemediklerinden evvel geçenler nasıl helak ve azab-ı ebedîye müstehak oldularsa bunlar da aynı hale duçar olacaklardır.

(لعل) (عسى) ve (سوف) kelimeleri âhad-ı nâsın sözlerinde her ne kadar ricaya delâlet ederse de hükümdarların ve ümerânın sözlerinde kat'i ve muhakkak manâsını ifade eder. Çünkü; ümerânın cüz'i bir işaretleri sarahaten beyan gibi olduğundan başkalarının kelâmında ricaya delâlet eden elfaz onların kelâmında kat'iyete delâlet eder. Kezalik Vâcib Tealâ'nın

kelâmında dahî hâl böyle olduğundan her ne kadar bu âyette (عسى) kelimesi zikrolunmuşsa da Vâcib Tealâ suret-i kafiyede kâfirlere azabın lâhik olacağını beyan etmiştir.

�نون� ) ل �ن صدوره و�م�ا ي �م م�ا تك ل � �ي ك� ل ب �ن ر� و�و�إ و (٧٤و� [Habibim ! Senin Rabbin Tealâ kâfirlerin kalplerinde gizli olan sırlarını ve aşikâr

işledikleri işlerini bilir.]

�ين ) مب ـ� �ت � ف�ى ك ��ال �ض� إ ال م�اء� و� لس � ف�ى �ب �0و�م�ا م� غ�اٮ ر و� نٱ ٱ %� ر (٧٥و�

[Çünkü; yerde, gökte gaaip bir şey olmadı, illâ o gaaip Levh-i Mahfuz'da mevcut ve yazılıdır.]

Yani; yâ Ekremer Rusûl ! Âhireti inkâr eden müşriklerden 4044 sen endişe etme ve hallerinden mahzun olma. Zira; onların hileleri sana zarar vermez. Çünkü; senin Rabbin Tealâ onların kalplerinde saklı olan buğz u adavetlerini ve senin hakkında düşündükleri hilelerini ve kendi lisanlarıyla izhar ettikleri adavetlerini bilir, onlara cezalarını verir, intikamını alır. Zira; semada ve arzda hiç bir gaaip olmadı, illâ o gaaip Rabbin Tealâ indinde mahfuz ve Levh-i Mahfuz kitabında yazılıdır. Şu halde geçmiş, gelecek, olmuş ve olacak her ne varsa cümlesi ilm-i İlâhide münderiç ve ilminden hariç bir şey yoktur. Binaenaleyh; onların azabının taahhuru hallerinin gizli olmasından değildir, belki Rabbin Tealâ indinde mukadder olan vaktine muallâk olduğundandır.

( � �ب �%و�م�ا م� غ�اٮ ر و� ) sıyğa-i mübalâğa olduğundan şiddetle gizli ve gaaip olmadı illâ onu Allah-u Tealâ elbette bilir demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ dünyaya, âhirete ve vahdaniyetine müteallik olan mebahisi beyandan sonra nübüvveti ispat etmek üzere en büyük delil Kur'an olduğundan Kur'an'ın mu'ciz olduğunu beyan zımnında :

ذ�ى ه ف�يه� ل �ر� ث � ء�يل� أ ر� � �ى إ �ن �ى ب �قص ع�ل ء�ان� ي ق ذ�ا �ن هـ� و إ ٱ و اٲ و� و� و� ٱ �فون� ) �ل ت � (٧٦و?يbuyuruyor.

2231

Page 128: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[İşte şu Kur'an Benî İsrail üzerine onların ihtilâf ettikleri mesailin ekserisini beyan ve hikâye eder.]

Yani; Kur'an kütüb-ü semaviyenin kâffesinin münderecatını camidir. Zira Kur'an; Benî İsrail üzerine onların ihtilâf ettikleri İsa ve Üzeyr (A.S.) ın haklarında ve haşr-ı cismânî ve ruhanî gibi ihtilâf ettikleri mesailin çoklarını onlar üzerine beyan eder. Binaenaleyh Kur'an; mu'cizdir. Zira; ümem-i salifeye ait kıssaların Tevrat'a ve İncil'e muvafık olması Kur'an'ın taraf-ı İlâhiden inzal olunduğuna delâlet eder. Çünkü; Resûlullah'ın ümmi olup bir muallimden taallüm etmediği gibi kütüb-ü sabıkayı da mütaâla 4045 eylemediği halde Kur'an'ın beyanatının vakıa muvafık olması taraf-ı İlâhiden münzel olduğuna delil-i kâfidir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Benî İsrail'in ihtilâf ettikleri mesaille murad; birbirine muhalif itikadları, tağyir ve tahrif ettikleri meselelerdir. Çünkü; onların İsa (A.S.) ın semaya çıkıp çıkmadığı ve tahrif ettikleri diğer meseleler hakkında ihtilâflarını Kur'an hail ü faslederek hakikati tamamıyla beyan etmiştir. Şu halde bunların noksansız beyanı; taraf-ı İlâhiden olduğunu ispata kâfidir.

Vâcib Tealâ Kur'an'ın mu'ciz olduğuna ikinci delili beyan etmek üzere :

ه �ن �ين� ) و�إ م�ن م م� ل ى و�ر� �ه وB ل و� %� ر و� ! ر (٧٧ۥ buyuruyor.[Kur'an; elbette müminlere rahmet ve hidayettir.]

Yani; Benî İsrail'in müşkülâtını halleden Kur'an hasra, neşre, kıyamete ve ahval-i âhiretin kâffesine ait aklî ve naklî delilleri müminlere gösterdiğinden müminleri doğru yola sevkeder hidayettir, Kur'an'ın ahkâmı ukul-ü selimeye muvafık olup mucibiyle amel edenleri rıza-yı İlâhiye îsâl ettiğinden ahkâmıyla amel eden müminlere rahmettir. Kur'an'dan intifa' eden müminler olduğu cihetle Kur'an'ın hidayet ve rahmet olması müminlere tahsis olunmuştur. Çünkü; kâfirler îman etmeyip intifâ'dan mahrum olduklarından onlar hakkında rahmet değildir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kur'an'ın dava-yı nübüvvetin sadık olduğuna delâletini beyandan sonra îman etmeyen kimseleri tehdit ve Resûlünün hak üzerine olduğunu beyanla kâfirlerin mezheplerini tezyif etmek üzere : 4046

�يم ) ع�ل ع�ز�يز م�ه� و�هو� �ح م ب � ن � ض�ى ب � ك� ي ب �ن ر� و�إ ٱ و� ٱ ۦ‌� و� ہ5 و� (٧٨و-

buyuruyor.[Yâ Ekremer Rusûl ! Senin Rabbin Tealâ onların beyinlerinde adaletle hükmeder. Zira;

Rabbin Tealâ herkese gaaliptir, hükmünü reddedecek bir kimse yoktur, herşeyi bilip ilminden hariç birşey olmadığından hükmü ayn-ı adalettir.]

ع�ل�ى �و�ك نٱف�ت �ين� )للهو� مب ح�ق ك� ع�ل�ى �ن و� إ ٱ و� ٱ �‌٧٩) [Habibim ! Rabbin Tealâ adalet üzere hükmedince sen Allah-u Tealâ üzerine itimad et.

Zira; açık bir hak üzerindesin. Binaenaleyh; onların hallerinden müteessir olma.] Çünkü; hata veya isabet edenleri Rabbin bilir ve beyinlerini hail ü fasleder. Şu halde senin için telâşa mahal yoktur. Yalnız Allah'a tevekkülünde devam et, onların adavetlerine mübâlât etme.

�ر�ين� ب ا م �ذ�ا و�ل لــدع�اء� إ لصم م�ع � ت �ى و��ال ت م� م�ع � ت ال ك� �ن و!إ و� ٱ ٱ و� و� و� ٱ و� (٨٠)

2232

Page 129: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Çünkü; habibim ! Sen ölmüş mevta menzUinde olan kâfirlere söz duyuramazsın, sağırlara çağırmakla işittir emezsin. Zira; onlar şehevat-ı nefsaniyelerine muhabbetlerinden hakka arkalarını döndükleri zaman onlara söz duyurmak imkânı yoktur.] Çünkü; hakkı işitmekten istinkâf ettikleri cihetle hakkı işitmeye iradelerini sarfetmezler ki işitsinler, çağıranların sesini işitmemek için arkasını dönenlere söz duyurmak ihtimali olmadığından kâfirlerin hak sözü duymak ihtimali yoktur. Hatta okunan âyetleri duymak istemediklerinden bu âyette mevtaya teşbih olunmuşlardır. Çünkü; hayatın şanı işitmek ve onunla intifa' etmek olup onlar ise bu intifâ'dan mahrum olduklarından ayn-ı mevta gibidirler. Hüküm ve kaza ikisi bir manâya olursa da bu âyette h ü k ü m ; adalet manâsına olduğu cihetle âyette tekrar yoktur, Buna nazaran manâ-yı nazım : [Habibim ! Rabbin Tealâ onların beyninde adaletiyle hükmeder ve inkârlarının cezasını lâyıkıyla verir.] demektir. 4047

�ه� �ت ل ـ� ى� ع�ن ض�ل ع ـد�ى � �نت� ب �و�م�ا أ ‌ و و و� ٱ ن5

[Halbuki ey Resûl-ü Zişan ! Sen körlere benzeyen kâfirleri dalâletlerinden hidayette kılar olmadın.] Binaenaleyh; onlara hakkı işittirip dalâleti terkettiremezsin.

�مون� ) ل �ا ف�هم م �ن ت ـ� اي ـ� م�ن ب � م�ن ي ��ال م�ع إ �ن ت و�إ Bو (٨١و� [Zira; sen işittiremez, illâ bizim âyetlerimize îman eden kimseye işittirirsin. Çünkü;

onlar mutî, münkad ve mümin-i muhlislerdir.] Binaenaleyh; müminler sözlerini dinler ve mucibiyle amel ederler.

Yani; habibim ! Sen kalpleri kasavetle dolmuş ve basar-ı basiretleri kapanmış âmâlar gibi olan kâfirlere nasihatim te'sir ettiremez, dalâletten kurtaramazsın, onlar intifa' etmek kasdıyla sözünü dinlemezler ki nasihatin te'sir etsin. Şu halde sen sözünü âyetlerimize îman eden müminlerden başkasına işittiremezsin. Zira; onlar sana mutî olduklarından inkıyad üzere sözünü dinler ve intifa' ederler. İnsanlarda ekseriya alelade muhaverelerde bile bu hâl carîdir. Ankasdin dinlerse duyar ve maksadı anlar, fakat anlamak istemezse dinler gibi görünür ve lâkin söylenen sözü sorsan orada yokmuş gibi hiçbir şeyden haberi olmaz. İşte kâfirlerin de aynı halde olduklarını Cenab-ı Hak bu âyette beyan buyurmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ kıyametin alâmetinden bazısını beyan etmek üzere :

�ن مه أ �ل �ض� تك ال من� �ه د�اب ـا ل ـ� ن ر� � � أ ل ع�ل ق� ــع� �ذ�ا و�ق� و و�إ و� نٱ % ر و و� و? و; fن و� و� و� ٱ �انوا اس� ك ٱلن

� يوق�نون� ) �ا ال �ن ت ـ� اي ـ� (٨٢بbuyuruyor. 4048[Zikret habibim ! Şol zamanı ki o zamanda nâsüzerine mev'ûd olan kavlimiz vâki

olduğunda nâsiçin biz arzdan bir hayvan çıkarırız ki o hayvan nâsa tekellüm eder. Zira; o günde nâsbizim âyetlerimize yakin üzere îman etmezler.]

Yani; yâ Ekremer Rusûl ! Zikret şol zamanı ki o zamanda nâsüzerine azap vâcib olup bizim gazabımızın nüzulü ve kıyametin hululü yaklaştığında biz nâsiçin yerden tekellüm eder bir büyük hayvan çıkarırız ki o hayvan kıyametin yakın olduğuna alâmet olur, o dâbbe; nâsa amellerinin iyisini, kötüsünü beyanla mümini ve kâfiri tefrik eder. İşte o zaman zuhur eder ki nâsbizim âyetlerimize îman etmemiş, belki inkâr ve ekserisini tekzibetmişlerdir. Çünkü; o dâbbenin mümini, kâfiri tefrikinden anlaşılır ki İslâm isminde birçok münafık vardır.

2233

Page 130: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Taberî'de beyan olunduğuna nazaran d â b b e t ü l a r z ; kıyametin alâmet-i kübraşırıdandır. Nâs arasında emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünkeri beyan eden bulunmadığı zamanda çıkacaktır, Taberî'nin rivayetine, Hâzin'in ve Nisâbûrî'nin beyanlarına nazaran bu âyette beyan olunan dâbbenin üç defa çıkıp kaybolacağı mervidir. Çünkü; bir defa Yemen'den çıkıp bâdiyede dâbbetülarz'ınçıktığı şâyî olacak ve bu şüyu' Mekke'ye gelmeden kaybolacak, ikinci defa da bâdiye'den çıkacak ve çıktığı Mekke'de şâyî olup tekrar kaybolacak, üçüncü defada Mekke'de zelzele olup halk muztarip olduğu bir zamanda Mekke'de Safa denilen mahal yarılacak, oradan çıkarak nâsa tekellüm edecek ve müminle kâfir beynini tefrik edecek. İşte o zaman nâsın ekserisinin yakin üzere îman etmedikleri bilinecek, binaenaleyh; İslâm kisvesi altında birçok münafık olduğu anlaşılacak. Fakat üç defa çıkacağı rivayet olunmuşsa da Kazî ve Fahri Râzi'de beyan olunduğuna nazaran esah olan rivayet Mekke'den, bir defa çıkacaktır. Çünkü; Resûlullah'tan dâbbetülarz'ın çıkacağı memleketten suâl olunduğunda «İndallah hürmeti büyük olan Mescid-i Haram'dan çıkacağını» beyan buyurmuştur ki çıkmasında tekrar olacağını beyan etmemiştir. Eğer çıkmasında tekerrür olsaydı Rasûlullah beyan ederdi. Zira; çıkacağı beldeden suâl nerelerden çıkacağını beyanı icab ettiğinden tekerrür olsa behemehal beyan ederdi. Şu halde yalnız Mekke'den çıkacağını beyanla iktifa etmesi bir defa çıkacağına delil-i kavidir. 4049

Dâbbetülarz'ın cesametinde muhtelif rivayet varsa da cesametine hüküm taallûk etmediğinden bu makamda zikrine lüzum görülmemiştir. Çünkü mesele; kıyametin başlangıcında böyle bir hayvanın çıkıp, çıkmamasmdadır. Âyet-i celilede Cenab-ı Hak çıkacağını beyan ettiğinden böyle bir hayvanın çıkarak insanlara tekellüm edeceği kafidir. Çünkü; Kur'an'da çıkacağı beyan olunmuştur. Tekellümüne gelince; Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanlarına nazaran iki ihtimâl vardır. B i r i n c i s i : hakikatta söz söylemektir. Çünkü; nâsın iyi ve kötü amellerini kendilerine haber verecek ve müminle kâfir beynini tefrik edecek, hatta mescidde namaz kılan kimselerden bazısına «Sen ehl-i salât değilsin» diyecektir. İ k i n c i s i : t e k e l l ü m le murad; kelimdir. Yani; noktalamaktır. Zira; ekser-i rivayete nazaran dâbbetülarz'ınelinde asa-yı Mûsâ ve mühr-ü

Süleyman olacak ve asa ile müminin alnına ( م منؤهذا ) yazılı bir beyaz nokta ve mühürle

kâfirlerin burnunun ucuna (هذاكافر) yazılı bir siyah nokta basacaktır ve bu suretle müminle kâfirin beyni tefrik olunacağı mervidir.

Cenab-ı Hakkın kudret-i kâmilesine îmanı olan kimse bu misilli acayibatı inkâra cesaret etmez. Zira; deve gibi acîp ve fil gibi garip hayvanatın ve zelzele gibi dehşetengiz vak'alarla yer yarılıp büyük göllerin ve sair garaibin zuhurunu görüp dururken kıyametin evvelinde kıyamete alâmet olarak böyle bir acîp mahlûku halketmekle Mekke gibi ümmülbilâd olan bir mahalde müminle kâfir beynini açıktan tefrik ettireceğini baîd addetmeye bir sebep yoktur. Ancak tıynetinde habaset olanlar şekavet-i asliyesini izhar için istib'âd ederler ve itiraza yeltenirler, yoksa asdak-ı makaal olan Fahri Kâinatın her dediği doğru da hâşâ bu ve bunun emsali bazı beyanatının yanlış olmak ihtimali var mıdır?

Hulâsa; kıyametin evvelinde kıyamete alâmet olarak Cenab-ı Hakkın böyle acip bir hayvan çıkaracağı ve o hayvanın nâsa tekellüm edip müminle kâfir beynini tefrik edeceği ve kıyametin evvelinde böyle bir hayvanın çıkacağını inkâr eden kimsenin bu 4050 âyeti inkâr etmiş olduğu cihetle tekfir olunacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kıyametin kabiylinde olacak bazı alâmeti beyandan sonra kıyamette vâki olacak bazı ahvali beyan etmek üzere :

�ا ف�ه �ن ت ـــ ـ� اي ـ� ـــذب ب � ا ممن يك ـــل أم ف� ر م�ن ڪ شـــ � م� ن � و و�ي � ر و� %� ر و� و� عون� ) (٨٣يوز�

buyuruyor.

2234

Page 131: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Ey Resûl-ü Zişan ! Zikret şol zamanı ki o zamanda biz her ümmetten birer cemaat hasrederiz ki o cemaat onların reisleri ve bizim âyetlerimizi tekzib edenlerdendir. Onlar haşrolununca hapsolunurlar ki arkada olanlar gelsin, onlara ulaşsın ve evvelleri âhirine müsavi olsun, evveli ve âhiri birleştikten sonra sevkolunsunlar.]

ا � � تح�يطوا ب �ى و�ل ت ـ� اي ـ� تم ب �ذ �ڪ �ذ�ا ج�اءو ق�ال� أ ى إ ت ن5ح� و و0 م�ا و�ع�

[Onlar müçtemi' olarak sevkolunup mahşere geldiklerinde Allah-u Tealâ onlara der ki «Ey kâfirler ! Sizin ilminiz benim âyetlerimin hakikatini ihata etmediği ve kabule şayan olup olmadığını tetkik etmediğiniz halde âyetlerimi tekzibettiniz miydi ve sıhhatına dair delâilini tetkik edip zihninizi yormaksızın tekzibe nasıl cür'et ettiniz?» demekle kâfirleri tevbih eder.]

م�لون� ) � ت �ماذ�ا كنت و�أ (٨٤و [«Tekzibettikten sonra hangi ameli işlediniz, haber verin bana.] Çünkü; âyetleri

tekzibetmek ve beğenmemek o âyetlerin ahkâmından daha iyi bir amel icabeder. Binaenaleyh; siz ne gibi amel işledinizse söyleyin, bilelim» demekle kâfirleri iskât ve ilzam eder. Çünkü; onların tekzipleri cehaletten başka birşey olmadığından 4051 cevaba muktedir olamazlar. Zira; «filân ameli işledik» demeye mecalleri yoktur. Şu suâl «Ayetleri inkâr edince âyetlerden daha iyi bir amel vücuda getirmeliydi, inkârdan başka ne işlediniz? Daha iyi bir amel vücuda getirebildiniz mi? Getirdinizse söyleyin. Getireni ey ince inkârdan faydanız ne oldu?» demekten ibarettir. Çünkü; insan bir ameli beğenmeyip reddedince ondan daha a'lâ bir amele sa'yetmesi âdettir. Şu halde âyetleri reddedenlerin başka amelleri olmayınca tekdire müstehak olduklarından Cenab-ı Hak mahşerde onları tekdir ve terzil edeceğini bu âyetle beyan buyurmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ mahşerde kâfirleri tevbih edeceğini beyandan sonra onlar üzerine azap nazil olunca söz söylemeye kaadir olamayacaklarını beyan etmek üzere :

�نط�قون� ) � ي ال �موا ف�ه �م�ا ظ�ل م ب � ل ع�ل ق� و و�و�ق�ع� Cن و� و� و� (٨٥ٱ buyuruyor.[Kâfirlerin bizim âyetlerimizi tekziple kendi nefislerine zulüm ve gayrdan idlâl etmeleri

sebebiyle onlar üzerine azapla hüküm vaki' olup azap nazil olunca onlar asla söz söylemezler.] Zira; i'tizara mecalleri olmaz. Çünkü; onlar ateş içine yüzleri üzerine başları aşağı feci bir surette atıldıklarından söz söylemeye kudretleri kalmaz ki azapla meşguliyetlerinden itizara zaman bulabilsinler. Bu âyet; kâfirlerin zulümleri sebebiyle duçar olacakları felâketleri beyanla kullarını zulümden tenfir ve zulme ısrar edenleri tehdit etmiştir.

Vâcib Tealâ kâfirleri kudret-i İlâhiyeye delâlet eden âyetlere nazar etmediklerini beyanla tevbih etmek üzere :

ص�ر� ه�ار� م لن كنوا ف�يه� و� � �ي ل� ل ل �ا ن ا ج�ع� �ن ا أ �ر� � ي �ل �أ ا‌ و0 ٱ و� و� ٱ و� و� و buyuruyor. 4052[Onlar zulmederler de görmediler ve bitmediler mi? Biz geceyi onlar sakin olsunlar için

karanlık, gündüzleri onların hareketleri için göz görür ziyalı halkettik.]

2235

Page 132: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

م�نون� ) ق� ي ل ـ� �ي ال �ك� ل �ن ف�ى ذ� وBإ � ر و� 1� ر (٨٦ٲ [İşte şu geceleri nâsın rahatları için karanlık ve gündüzleri meşy ü hareketleri için ziyalı

halketmekte âyetlerimize îman eden müminler için kudretimize delâlet eder alâmetler vardır.]

Yani; müşrikler nazar edip ayn-ı ibretle bakmadılar mı bizim bu kadar meydanda olan masnûâtımıza ve kudretimiz tahtında makhur olduğunu görmediler mi? Hem gördüler, hem de bildiler ve o masnûâtımız cümlesinden olarak geceleri nâsa istirahat ve sükûnet için karanlık halkettik ki insanlar uykuyla ' vücutlarını dinlendirsinler, dağdağa ve iştigalden fariğ olsunlar. Hâlî zihinle yarınki gün yapacakları şeyleri düşünsünler, gündüzü ziyalı halkettik ki nâsın seyrüseferine elverişli olsun, ticaret, ziraat gibi esbab-ı maişetle meşgul olsunlar. İşte bu minval üzere halkettiğimiz mahlûkaatımıza nazar edip bakmak lâzımken nazarı terkle küfrüzere devam edenler azaba müstehaktırlar. £ira; bu gibi mahlûkaatımızda nazar-ı ibretle bakan kavm-i mümin için kudretimize ve âhirete alâmetler vardır. Çünkü; şu beyan olunan alâmetlere kemâl-i dikkat ve ihtimamla nazar eden kimseler için hasra ve neşre müteallik ahkâmı inkâr etmek şöyle dursun derhal tasdika müsaraat ederler. Binaenaleyh; kâfirlerin tasdik etmedikleri, nazar-ı ibretle bakmadıklarından neş'et ettiğinden nazarı terkettikleri cihetle azaba müstehak olmuşlardır.

&&&&&

Vâcib Tealâ kıyamette olacak ahvalin bazısını beyandan sonra baz-ı aharı beyan etmek üzere :

ت� و�م�ن ف�ى و� ــ م�ـ لس ــز�ع� م�ن ف�ى ور� ف�ف� لصــ م� ينف�خ ف�ى � ٲو�ي ٱ ٱ و� اء� � م�ن ش� ��ال �ض� إ نٱال و� �للهنٱ ‌

buyuruyor. 4053[Zikret habibim ! Şol günü ki o günde sûra üfürülünce yerde ve gökte olan zîruhun

kâffesi fezi' ve fer yad eder. Ancak Allah'ın fezi' etmelerini murad etmediği kimseler fezi' etmezler.]

خ�ر�ين� ) ه د� � �ت ٲو�كل أ (٨٧و� [Ve emvattan herbiri zelil ve hakir oldukları halde sûrla onları çağıran davetçi tarafına

gelirler.]

Yani; yevm-i kıyamette İsrafil tarafından sûr denilen şeye üfürülünce yerde ve gökte sakin olan cümle mahlûkat o sadanın şiddetinden ıztırap üzere fezi' ve feryad ederler. İllâ Allah'ın helaklerini murad etmediği has kulları feryad etmezler ve cümlesi ihya olunduktan sonra hor ve hakir oldukları halde mahşere gelirler. Yani; herkes hallâk-ı âlem huzuruna kemâl-i tazarru' ve tevazu üzere ezik büzük bir halde gelirler. Binaenaleyh; dünyada tekebbür eden cebabirede asla kibir emmaresi görülmez.

Fahri Râzi'nin beyanına nazaran s û r ; bir borudur. Onu öttürmeye me'mur olan İsrafil (A.S.) dır. Ahâdis-i nebeviyede beyan olunduğu veçhile İsrafil sûra üç defa üfürecektir. B i r i n c i s i ; kıyametin evvelinde üfürecek, halk fezi' ve feryad edecektir, i k i n c i s i : kıyamette herkesi ihlak için üfürecektir. Ü ç ü n c ü s ü : kıyametten sonra herkesi kabrinden kaldırmak için üfürecektir. Medarik'te beyan olunduğuna nazaran bu âyette n e f h ile murad; fezi' için olandır. Yahut f e z i 'le murad; helak olduğuna nazaran helak için üfürülecek olandır. Çünkü; sûrun sadâsı o kadar şiddetli olacak ki onu işiten zîruhtan hiçbir ferdin kuvvet-i tabiiyesi tahammül edemeyeceğinden bir kere sada ile cümlesi helak olacaktır, illâ Allah'ın helakini murad etmediği kimseler müstesnadırlar. Hâzin'de beyan olunduğuna nazaran helakten müstesna olanlar; Cibril-i Emin, İsrafil, Mikâil ve Azrail'dir. Çünkü, (İbn-i Abbas) tan nefha-i ûlâda bu dördün helak olmayacakları mervidir.

2236

Page 133: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

&&&&&

Vâcib Tealâ sûr üfürülünce halkın fezi' ve feryed edeceğini 4054 beyandan sonra kıyamette vuku bulacak ahvalden baz-ı aharı beyan etmek üzere :

ح�ا لس �مر م�ر ا ج�ام�د� و�ه�ى� ت ب س� � �ال� ت ب ج� ى �ر� �و�ت ن0‌ ٱ % ر ن5 و� و� ٱ buyuruyor.[Habibim ! Sen dağları görür, o dağları sabit ve câmid zannedersin. Halbuki kıyamet

gününde o dağlar havada bulutların yürüdüğü gibi yürür, bulutlar gibi hareket ederler.]

ق�ن� كل ش� � ذ�ى أ ل لله ع� �ص ‌�� وى و1 ٱ نٱ و� [İşte bu dağların sabit gibi görülüp halbuki havada hareket etmesi herşeyi sağlam kılan

ve acîp tedbirlerle tedbir eden Allahü Tealâ'nın işidir.] Binaenaleyh; Allah'ın bu gibi işlerinde akılları hayrette kılacak hikmetler ve maslahatlar vardır, fakat kulları bilemezler.

ه �ن ع�لون� ) إ � �م�ا ت �ي ب ب و)خ� ہ� ن (٨٨ۥ [Zira; Allah-u Tealâ kullarının işlediği ef'âlin kâffesini bilir ve cümlesinden haberdardır.]

Lâkin kulları onun işlerinde olan hikmetlerin ekserisini bilmezler ve bilmediklerinde hayrette kalır, gûnâgûn mezheplere zehab ederler, muhtelif fırkalar hasıl olur.

) , (جامدة) فةقاو ) manâsına yani; kıyamette sen dağları görsen onları bir noktada durur zannedersin, halbuki onlar havada bulutun yürüdüğü gibi yürürler demektir. Çünkü; büyük cisimlerin hareketleri ne kadar seri olsa da ufak cisimlerin hareketleri gibi bakınca fark olunmadığından onu görenler ilk görüşte hareket etmez, durur zanneder. Halbuki onlar seyr-i seriyle hareket eder.

( ء ق�ن� كل ش� � وىأ و1 ) , ( ءحكما وى كل ش� ) yani «Herşeyi halketti, sağlam kıldı, muhkem yaptı ve güzel eyledi.» demektir. 4055

&&&&&

Vâcib Tealâ alâmat-ı kıyameti beyandan sonra kıyamette cereyan edecek ahvalden bazısını beyan etmek üzere :

�ه �ة� ف�ل ن ح�س� � و�م�ن ج�اء� ب �ذ ء�ام�نون� ٱ م�ٮ � ا و�هم من ف�ز� ي و� خ� م �� ر Cن Fو �� ر و� ۥ (٨٩) buyuruyor.[Eğer bir kimse âhirete sevapla gelirse âhirette onun için o sevaptan daha hayırlısı

vardır. Halbuki haseneyle gelenler o günün fezi' ve feryadından, mihnet ü meşakkatinden eminlerdir.] Binaenaleyh; onlar o günde ıztırap çekmezler.

ار� لن وجوهه ف�ى �ة� ف�كب ئ ي �لس ٱو�م�ن ج�اء� ب و و1 ٱ[Ve eğer bir kimse Allah'ın nehyetmiş olduğu bir günahla gelirse onlar yüzleri üzerine

Cehennem ateşine atılırlar.]

2237

Page 134: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

م�لون� ) � ت � م�ا كنت ��ال ن� إ ز� و�ه� ت و و� و� (٩٠و� [Onlar Cehennem'e girince azaplarını tezyid için taraf-ı İlâhiden «Siz cezalanmaz, illâ

amelinizle cezalanırsınız.» Yani; şu gördüğünüz ceza amelinizin cezasıdır.] denir ki hasretleri artsın, azap üzere azap olsun.

Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile bu âyette h a s e n e yle murad; kelime-i tevhid ve amelde ihlâtır. Buna nazaran manâ-yı nazım; [Eğer bir kimse kelime-i tevhid ve amelinde ihlâsla gelirse âhirette ona getirdiği amelden daha hayırlı derece var.] demektir. Fakat hasene lâfzı ibâdâtın cemiine şâmil olup itibar lâfzın şümulüne olduğu cihetle h a s e n e yle murad; ibadatın cümlesidir. Şu halde manâ-yı nazım: [Eğer bir kimse Allah'ın emrettiği ibadeti işler ve sevapla gelirse âhirette ona işlediği ibadetten daha hayırlı ecir var ve yevm-i kıyametin şiddetinden de emin.] demektir. Çünkü; abdin dünyada şer'a muvafık işlediği her amelin âhirette sevabı olduğundan haseneyi kelime-i tevhide tahsise hacet yoktur. Kezalik seyyie de menhî olan her günaha şamildir. 4056 Binaenaleyh; günahla âhirete gelen kimse Cehennem ateşine müstehaktır. Ancak affa mazhar olanlar azaptan müstesnalardır.

&&&&&

Vâcib Tealâ mebdei, maadı, nübüvveti ve kıyametin bazı alâmetini, ehl-i Cennet ve ehl-i Cehennem'in halini beyandan sonra bunların cümlesi usûl-ü itikadiyeye müteallik olduğundan usul-ü itikadı beyan etmek üzere :

�ه و�ل م�ه�ا ذ�ى ح�ر ل د�ة� � ب ذ�ه� هـ� ب بد� ر� � أ � أ ت أم� م�ا �ن ٱإ و� و� ٱ و� و� ۥ و� �ڪل ش� ‌�� ر وى buyuruyor.[Ben ancak şu beldenin Rabbisine ibadet etmek ve riyasız ihlâs üzere tevhidle

emrolundum ki o Rabbi Tealâ bu beldeyi muhterem kıldı. Halbuki herşey o beldenin sahibi olan Rabbi Tealâ'nın mülkü ve mahlûkudur. Binaenaleyh; herşey in tasarrufu ona aittir.]

�م�ين� ) ل م �كون� م�ن� � أ ت أ و�و�أم� و� ٱ و� (٩١و� [Ve ben o beldenin Rabbisinin emr ü nehyine ve cemi ahkâmına inkıyad edenlerden

olmakla emrolundum.]

ء�ا ق لو�ا � � أ �و�أ ن�‌ و� و� ٱ و1 و� [Ve sizi irşad için inzal olunan Kur'an'ı size tilâvet ve mecma'ı nâsta halka tebliğ

etmekle dahî emrolundum.]

ه� س� � �ن �د�ى ل ت � م�ا ي �ن �د�ى ف�إ ت �ف�م�ن� ۦ‌ و) و5 و" ٱ[Binaenaleyh; eğer bir kimse ihtida ederse ancak kendi nefsi için ihtida eder.] Zira;

ihtidasından intifa' edecek kendisidir.

منذ�ر�ين� ) � م�ن� �ن م�ا أ �ن و�و�م�ن ض�ل ف�ق إ ٱ اا (٩٢و� [Ve eğer bir kimse Kur'an'dan i'razla dalâleti irtikâb ederse 4057 habibim ! Sen de ki

«Ben ancak Allah'ın kullarını inzar edenlerdenim. Binanaleyh; vazifem sizi inzar edip ahkâmı

2238

Page 135: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

tebliğ etmektir. Şu halde ben vazifemi ifa edince siz ister kabul edin, ister etmeyin» demekle onlara hakikati beyan et.]

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette b e l d e yle murad; Mekke-i Mükerremedir. Vâcib Tealâ her beldenin Rabbisi olduğu halde Mekke'ye izafetle Mekke'nin Rabbisi olduğunu tasrih; Mekke'ye tazîm ve teşrif içindiı. Çünkü; Allah-u Tealâ Mekke beldesini cümle beldelerden efdal, eşref ve muhterem kıldı, o belde-i mükerremeye insanlar nazarında bir hürmet ve kıymet verdi ve bu faziletine binaen âyette o beldenin Rabbi olduğunu tasrih etti. Binaenaleyh; insanlar için o beldenin hürmetini kaldırmak ve şerefini gidermek mümkün olamaz. Zira; Allah'ın verdiği şerefi kaldırmak kimin haddidir? O şerefi başka beldeye nakletmek dahî mümkün değildir. Nasıl ki (Ebrehe) Yemen'e nakletmek için çalıştı ve akıbet helakine sebeb olduysa o beldenin hürmetini kesretmek için çalışanlar hep haip oldular. Çünkü; insanlardan bazıları deniyyüttabia olup himmeti ancak dünya ziynetine ve lezzetine masruf olanlar Mekke'nin kuru bir çölde huzuzat-ı dünyadan hâlî bir mahal olduğundan şeref-i manevîsini idrakten âciz olan kimseler şerefi, sulu, bağlı ve bahçeli olan yerlerde zanneder ve Mekke'ye kendi hasis nazarıyla bakar, kıymetsiz görür ve o şerefin başka mahalle naklini mümkün farzeder. Fakat bu zannı hayalinde kalır, akıbet hüsran-ı ebedîye mazhar olur gider.

Cenab-ı Hak sûrenin bidayesinden buraya gelinceye kadar vuku bulan davetin tekemmül ettiğine işaret için Resûlüne kendi haliyle meşgul olup Rabbisinin ibadetine müstağrak olduğunu beyan etmesini emretmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünün ibadetle emrolunduğunu beyandan sonra vermiş olduğu nimetlere hamdetmesiyle emretmek üzere :

� ر�فون � �ه� ف�ت ت ـ� ء�اي ير�يك د لله س� ح� �و�قل� ن>ا‌ و� ۦ و و و� ٱ buyuruyor.4058

[Ey Resûl-ü Zişan ! Sen yani (الحمدلله) » hamd ü sena ve öğülmek Allah-u Tealâ'ya mahsustur» demekle nübüvvet ve ilm ü amel gibi verdiğimiz nimetlerin şükrünü eda et ve hamdetmeyen kâfirlere hitaben de ki «Elbette yakında Allah-u Tealâ kudretine delâlet eden âyetlerini size gösterir, siz de o âyetleri bilirsiniz, lâkin o zamanda bilmeniz fayda etmez.»]

م�لون� ) � ف�ل ع�ما ت �غـ� ك� ب ب (٩٣و�و�م�ا ر� [Habibim ! Senin Rabbin Tealâ sizin amelinizden gaafil değildir.] Binaenaleyh; senin ve

sana tâbi olan müminlerin a'mâl-i salihanızı bilir, herbirine mükâfatım verir, kezalik kâfirlerin küfriyatını ve sair günahlarını bilir, ona göre cezalarını verir. Şu halde âyet-i celile; müminleri hasenata terğib ve kâfirleri seyyiattan tenfir etmiştir. Kâfirlerin küfriyatına karşı azaplarının te'hiri haşa Cenab-ı Hakkın gafletinden değildir, belki vakt-i merhunu gelmediğindendir. Binaenaleyh; zalimler zulümlerinin intikamının te'hirine mağrur olmasınlar.

SÛRE - İ KASAS

Mekke-i Mükerreme'de nazil olan sûrelerdendir. Yalnız هم) ــ ـ� ن � ذ�ين� ء�ات و�ل ٱب� ـ� �ت و�ك .âyeti Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur. Seksen sekiz âyeti havidir (ٱ

� ح�يم لر م�ـن� لر لله� � م � ٱب و� ٱ ٱ و� 2239

Page 136: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

(١طسم ) Şu lâfzın esmâ-i İlâhiyeden bir isim olduğu (İbn-i Abbas) tan rivayet suretiyle Taberî'nin

cümle-i beyanatındandır. Yahut Kur'an'ın isimlerinden bir isimdir. Nimetullah Efendi'nin beyanına

nazaran lâfzı Resûlullah'a nidadır ve her harfi (طسم) bir isme işarettir. Meselâ yâ (ط)

talibüssaâdetil'ebediyye, yâ (س) sâlimüssır ve yâ (م) münezzeh an mûcibâtüddalâle demektir. Buna nazaran manâsı: [Ey saâdet-i ebediyeye talip ve sırrı abesle iştigalden salim ve cehalât ü dalâletten münezzeh olan zat-ı şerif ! Sana nida eder, derim.] ki:

�ين� ) مب ب� ـ� �ت ك ت ـ� ك� ء�اي � و�ت ٱ و� ٱ (٢و�[İşte şu sûrenin âyetleri helâli ve haramı beyan eden kitabın âyetleridir.]

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanlarına nazaran k i t a p la murad; Levh-i Mahfuz olmak muhtemelse de esah olan Kur'an'dır. Kur'an; insanlar için helâl ve haram olan şeyleri manâsıyla ve Allah'ın kelâmı, Resûlullah'ın nübüvvet davasında sadık olduğunu 4060 fesahat ve belağatıyla, ehl-i salâh ve dalâlin hallerini ahkâmıyla ve ümem-i salife ve lahikanın hallerini hikayesiyle beyan ettiğinden kitab-ı mübin lafzıyla tavsif olunmuştur ki «O kitap şu ahkamı beyan eder» demektir. Binaenaleyh; Kur'an; kitab-ı mübin unvanını ihraz etmiştir.

ــون� ) م�ن �ق� ي ح�ق ل � ن� ب ع� ى و�ف� � موســ� �إ ب ك� م�ن ن لوا ع�ل� � وBن � ر و� و� ٱ و� و� و� و1٣)

[Yâ Ekremer Rusûl ! Mûsâ ve Firavun'un haberlerinden bazılarını hak olarak sana îman eden kavm-i mü'minin intifaları için biz senin üzerine tilâvet ederiz.]

Yani; habibim ! Sana îman eden kavmin dünya ve âhiret işlerinde ibret olması ve menfaatları uğrunda bazı ahkâmı istinbat etmeleri için Mûsâ (A.S.) la Firavun'un haberlerinden bazısını senin üzerine hakka mukaarin olarak biz tilâvet ederiz ve bu tilâvetle beyan ettiğimiz haberler vakıa mutabık olduğundan senin nübüvvet davasında sadık olduğuna delâlet eder. Zira; sen ümmî olup bir kitap mütalâa etmediğin halde bu haberlerin vakıa mutabık olması sana vahy-i İlâhi olduğuna ve senin nübüvvet davasında sâdık bulunduğuna delâlet eder mucizat kabîlindendir. Binaenaleyh; bunların sıdkı senin sıdkına delâlet ettiğinden kavmin seni tasdik etmeleri vâcib olduğu cihetle tasdik etmeyenler azab-ı ebedîye müstehak olmuşlardır. Mûsâ (A.S.) ın ve Firavun'un haberlerinden intifa' edecekler Kur'an'a îman eden müminler olduğundan tilâvetten gaaye ve maksat âyette müminlere tahsis olunmuştur. Halbuki Kur'an'ın ahkâmı umumîdir, fakat ondan intifa' etmek kabul edenlere mahsus olduğundan kabul etmeyenlerin isimleri zikrolunmamıştır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Mûsâ ile Firavun'un haberlerinden beyan edeceğini vaadettiği bazı haberi beyan etmek üzere :

ع�ف � ت � ا ي � ي ــا شــ� �ه� ل � ــل� أ �ض� و�ج�ع� ال � ف�ى ن� ع�ال ع� �ن ف� و4888إ و� � ر و" و� ٱ و� و� �ف� م و;ط�اٮ fہ Fو % ر

buyuruyor.4061

2240

Page 137: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Firavun arz-ı Mısır'da tekebbür etti, ulviyet davasında bulundu, ehl-i Mısır'ı fırkalar kıldı ve onlardan bir fırkayı zayıf addetti.]

اء�ه �س� ى� ن � ت � �اء�ه و�ي ن � ح أ �ب �يذ ‌ و ۦ و� و� و و0 [Zayıf addettiği fırkanın oğlanlarını boğazlar, kızlarını ibkaa ederdi.]

د�ين� ) س� م �ان� م�ن� ك ه �ن و)إ و� ٱ (٤ۥ [Zira Firavun yeryüzünü ifsad edenlerden oldu.]

Yani; Firavun kendi memleketinin arzında tecebbür etti, hükümeti kuvvet ve şevket buldu. Hatta kendinde o kadar ulviyet gördü ki memleketi ahalisine «Ben sizin Rabbinizim» demeye kadar cür'et ve ehl-i Mısır'ı fırkalara taksim etti, istediği fırkayı istediği hizmette istihdam ederdi, fırkalardan bir taifeyi gaayet zayıf addederek, onların oğullarını öldürür, kızlarını ibkaa ederdi. Zira Firavun; yeryüzünü ifsadeden müfsidlerdendi.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyet; Vâcib Tealâ Firavun'un haberini tilâvet edeceğini vaad edince «O tilâvet olunacak şey nedir?» unvanında varid olan bir suâle cevaptır. A r z la murad; arz-ı Mısır ki kendi hükümeti dahilinde bulunan memleketlerdir. Ahalisini fırkalara taksimle murad; her sınıfın hizmetini ayırmak ve her sınıfı kendi için ta'yin olunan hizmette kullanmaktır. Yahut bazısını ümera ve bazısını reaya kılmaktır ki ümera vasıtasıyla reayayı tav'an ve kerhen itaatta bulundursun, herkesi arzu ettiği hizmette istihdam etsin, kimse ses çıkarmasın. Yahut memleket ahalisini cemaatlara ayırmak ve onların arasına nifak u şikak koymak ve aralarında husumetler tevlid etmektir. Çünkü Firavun onları birbiriyle uğraştırırdı ki ittifak edip Firavun aleyhine kıyam etmesinler, her fırka yalnız kalsın ve onların iftirakından Firavun istifade etsin. Bu gibi fesad-ı ahlâk, huzuzat-ı nefsaniyesine tebaiyet edip adaletten nasibi olmayan hükümdarların ekserisinde bulunmuştur. Çünkü; o misilli düşünceleri ancak kendi nefsi, hırsı 4062 ve emeli olduğundan memleketin imareti, ahalisinin refah ve saadeti hatırına bile gelmez.

Vâcib Tealâ bu âyette Firavun'un evsaf-ı zemimesmden dördünü zikretmiştir. B i r i n c i s i : Firavun'un arz üzerinde tekebbür etmesi. İ k i n c i s i : Meramım terviçte kolaylık olsun için ahali arasına tefrika koyması. Ü ç ü n c ü s ü : Benî İsrail'in oğullarını öldürüp kızlarını hayatta bırakması. D ö r d ü n c ü s ü : Kendinin müfsidlerden olmasıdır.

Fahri Râzi'nin beyanına nazaran Benî İsrail'in oğlanlarını Firavun'un boğazlamasının sebebinde üç rivayet vardır.

B i r i n c i s i : Bir kâhinin Benî İsrail'den doğacak bir oğlanın yediyle mülkünün zeval bulacağını ve hükümetinin münkariz olacağını haber vermesi üzerine Benî İsrail'den doğan oğlanların bilûmum katlolunmasını emretti. Binaenaleyh; bundan sonra doğan oğlanları öldürür, kızları ibkaa ederlerdi. Fakat bu emriyle Firavun âleme hamakatını ilân ediyordu. Çünkü; eğer kâhin doğru söyler itikaad ediyorsa kâhinin sözü oğlanın ölmeyeceği ve oğlan sebebiyle müklünün harab olmasıydı. Şu halde doğan çocukları öldüreceğim diyerek uğraşmasında bir fayda yoktu. Elbette olacak şey olacaktı. Eğer kâhini tasdik etmiyorsa katilde yine bir maksat yok demektir. Şu halde her iki surette bu fiili, hamakatını ispat etmişti ve lâkin kendinin bundan haberi yoktu.

İ k i n c i s i : Firavun'un bir rüyası sebep olmuştur. Çünkü; Firavun rüyasında; Beyt-i Mukaddes'ten bir ateş zuhur eder. kendi sarayını ve etrafında olan kıptî evlerini yakar, Benî İsrail evlerine sirayet etmez. Bu rüyasını bir muabbire hikâye eder. Muabbir «Benî İsrail'in geldiği cihetten bir kimse zuhur edip senin mülkünü tahrib edecek» demesi üzerine Benî İsrail'den doğacak oğlanların öldürülmesini emretmiştir.

Ü ç ü n c ü s ü : Hz. Musa'dan evvel geçen peygamberle Mûsâ (A.S.) ın Benî İsrail'den zuhur edip Firavun'u ve kavmim dine davet edeceğini ve akıbet helaklerine sebep olacağını haber vermişlerdi. Firavun'un bu haberi işitmesi Benî İsrail'in oğlanlarının katlini emretmesine sebep olmuştur. Binaenaleyh; doğan çocuk erkek olursa öldürür, kız olursa ibkaa ederlerdi. İşte Hz. Musa'nın zuhuruna mani olmak için Benî İsrail'den pek çok sabîler 4063 katlolundu. O zamanda Firavun'un aradığı ve öldürülmesi pek ziyade matlubu olan Hz. Mûsâ doğdu ve aşağıda beyan

2241

Page 138: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

olunacağı veçhile Firavun'un kucağına atıldı, onu herkesten ziyade sıyanet eden Firavun oldu. Çünkü; kader zuhur edince hazer fayda etmez.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun'un cahilane muamelesine karşı murad-ı İlâhisini beyan sadedinde :

�ض� ال ع�فوا ف�ى ت ذ�ين� ل من ع�ل�ى �ن ن و�و�نر�يد أ ٱ و4 و� ٱ ٱ buyuruyor.[Biz şol kimse üzerine nimetler vermek murad ederiz ki onlar Firavun'un tarafından

yeryüzünde zayıf addolunmuşlardı.]

�م �ٮ �ه أ ع�ل � %و�ن ر و و�[Ve biz zayıf addolunan kimseleri emr-i hayırda nâsa imamlar ve muktedâbih kılmak

murad ederiz.]

�ين� ) ر�ث و� �هم ع�ل � ٲو�ن و� ٱ (٥و� [Ve biz onları Firavun'un etbâ'ının mülküne varis kılmak murad ederiz.] Binaenaleyh;

Fir'avun'un kadere ve bizim muradımıza karşı tedbirinin faydası olmaz.

�ض� ال �ه ف�ى ن� ل و�و�نم�ك ٱ و

[Ve biz o zayıf addolunan kavme yeryüzünde kudret vermek isteriz.]

Yani; Firavun zulm ü taaddide nihayete vardı, Allah'ın kullarına cevr ü cefada haddini tecavüz etti. Binaenaleyh; biz Firavun ve kavmi tarafından zayıf addolunan Benî İsrail üzerine ihsan 4064 etmek ve bol nimet vermek isteriz ki onları etbâ' olduktan sonra metbû' ve Firavun nazarında hor ve hakir ve hademe güruhundan olduktan sonra aziz ve büyük adamlar, halkın muktedâbihleri ve şevketli hükümet sahibi kılmakla Firavun'un mülküne varis ve yeryüzünde kudret verip halk üzerinde sözlerinin nafiz olmasını murad ederiz. Bu muradımız veçhüzere Firavun'u ve etba'ını zelil ve Benî İsrail'i aziz kıldık ki Firavun hakkında c:;ma-i hüsnadan Müzill isminin eseri zuhur ederek onları zelil ve Benî İsrail hakkında Muizz isminin sırrı zuhur etmiştir ki onları aziz kıldık.

Hulâsa; Firavun'un muttasıf olduğu evsaf-ı zemimesine karşı murad-ı İlâhinin Benî İsrail'i nimet sahibi ve âleme muktedâbih ve Firavun'un memleketine varis ve yeryüzünde kuvvet ve saltanat sahibi kılmak olup fakr u zilletten sonra Benî İsrail'i ganî ve kavi kılmak, acizden sonra kudret ve mihnetten sonra rahat vermek olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Benî İsrail'i aziz ve Firavun'u zelil kılacağını beyan ettikten sonra Firavun'un korktuğu başına geldiğini beyar. etmek üzere

ذ�رون� ) � ــانوا ي � هم ما ڪ م�ـن� و�جنود�هم�ا م� ن� و�هـ� ع� و�و�نر�ى� ف� و� و� و�٦)

buyuruyor.

2242

Page 139: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Biz Azîmüşşan Firavun'a, Hâmâna ve onların askerlerine Benî İsrail'den korktukları şeyi göstermek murad ettik.]

Yani; Firavun bir taraftan kader-i İlâhinin önüne sed çekmek ister, diğer taraftan biz de onun kibir ve gururuna nihayet vermek murad ederiz. Binaenaleyh; Firavun'a ve onun hükümetinde başvekâleti ihraz etmiş olan akran ü emsaline fahr u mübahat ede., veziri (Hâmân) a ve onların mefsedetkârâne emirlerini telâkkiye hazır ve meramlarını icraya âlet olan askerlerine Benî İsrail tarafından korktukları şeyi göstermek murad ettik. Çünkü; onlarr korktukları şey Benî İsrail'in içlerinden bir zatın zuhuruyla galebe 4065 etmeleri ve onların elinde Mısır hükümetinin münkariz olmasıydı. Öylece oldu. Zira; Hz. Mûsâ zuhur etti, Benî İsrail'i Firavun'un esaretinden kurtardı, Firavun askeri ve etbâ'ıyla beraber gark ve Hz. Süleyman zamanında Benî İsrail Mısır arazisine tamamıyla varis oldu.

&&&&&

Vâcib Tealâ Benî İsrail'e birtakım nimet vereceğini beyandan sonra vaadetmiş olduğu nimetlerin iptidasını beyan etmek üzere:

ق�يــه� � ه� ف�أ � ت� ع�ل �ذ�ا خ� ض�ع�ي ف�إ � � أ ى أ �ى أم موس� �ل �ا إ ن ح� � و�و�أ و� و) ن"‌� و� و� و� و� � ن ز� � � ت �خ�اف�ى و�ال � ت �م و�ال ي �ف�ى اى‌ و� و� ٱ

buyuruyor.[Biz Mûsâ (A.S.) ın validesine vahyettik, dedik ki «Sen Musa'yı emzir, sen emzirince

Firavun tarafından Mûsâ üzerine bir zarar geleceğinden korktuğunda Musa'yı denize at, korkma ve mahzun olma.»]

�ين� ) ل س� م ك� و�ج�اع�لوه م�ن� � �ل ادوه إ ا ر� �ن و�إ و� ٱ (٧و� [«Zira; biz Musa'yı sana reddedeceğiz ve onu Resûllerden kılacağız.»] demekle

validesini tesliye ve oğlunu muhafaza hususunda tedbiri kendine ta'rif etti.

Yani; Mûsâ (A.S.) ın hayatına mani olmak için Firavun'un o kadar zalimane tedbirlerine karşı biz Mûsâ (A.S.) ın dünyaya zuhurunda hayatını muhafaza ve Firavun'un zulmünden vikaaye hususunda validesine ilham suretiyle vahyettik, dedik ki «Sen Musa'yı emzir, onun ağlaması ve komşuların sesini işitip haber vermelerinden korktuğunda onu denize, yani denize benzeyen (Nil) suyuna bırak. Helakinden korkma ve senden ayrılmasına mahzun olma. Zira; biz onu sana elbette reddedeceğiz ve sen ona emzikçi olacaksın. 4066 Binaenaleyh; oğlundan ayrılığın uzun müddet devam etmeyecektir, biz onu Mısır ve Şam cihetine gönderilen Resûller zümresinden kılacağız» demekle validesini mesrur kıldı.

Beyzâvî ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile bu âyette v a h i y ; ilham manâsınadır. Zira; Hz. Mûsâ'nın validesi nebi olmayıp vahy ise enbiyaya mahsus olduğundan burada v a h i y ; ilham manâsınadır. Yani kalbine öyle doğmuştur.

Nisâbûrî ve Fahri Râzi'nin beyanlarına nazaran Hz. Musa'yı validesinin denize bırakması şöyle olmuştur : Firavun hamile olan hatunlara kabileler ta'yin ettiği gibi birer de me'mur ta'yin etmişti. Kaabile çocuğun oğlan veya kız olduğunu haber verir, me'murlar da tahkik eder, oğlan olduğu surette götürülür, ta'yin olunan mahalde insafsızcasına kuzu boğazlar gibi boğazlarlardı. Fakat irade-i İlâhiye Mûsâ (A.S.) ın hayatına taallûk ettiğinden Hz. Musa'nın validesine ta'yin olunan kaabile validesiyle dost oldu. Mûsâ (A.S.) doğunca çocukta görülen necabet ve parlayan nûr-u nübüvvet üzerine kaabileye akseden muhabbet kaabilenin her tarafını ihata edip haber vermek şöyle dursun muhafazanın çaresini düşündü ve validesine dedi ki «Senin oğlunun bizim düşmanımız olduğunda şüphem yoktur, lâkin bendeki şiddet-i muhabbet onu haber vermeye manidir, oğlunu muhafaza et» dedi, savuştu, gitti.

Kaabilenin çıktığını gören me'murlar hemen sür'atle haneye girmişler ve taharri etmek istemişlerse de validesi kaabilenin tavsiyesi üzerine Hz. Musa'yı saklamış ve tevellüde dair

2243

Page 140: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

validesinde bir alâmet de görmeyince kaabilenin niçin geldiğini sorarlar. Hz. Mûsâ'nın validesi beyinlerinde dostluk olup dostluğa binaen muhabbet için geldiğini söyler. Me'murlar da doğru telâkki eder, giderler. Gerçi Cenab-ı Hak hîn-i velâdetinde muhafaza etmişse de bu suretle muhafaza uzun müddet devam edemeyeceğinden denize bırakmasını validesine ilham ettiğini beyan etmiştir. Bu ilham üzere validesi dülgere gidip çocuk cesametinde bir sandık yapmasını söyleyince dülger işi anlar ve haber vermek isterse de haber vereceği vakit söyleyemez, ne haber vereceğini bilemez. Çünkü; irade-i İlâhiyeye karşı kim ne yapabilir, mukadder olan şeyi bozmak ve ona karşı gelmek kimin haddidir? Fakat insanlar murad-ı İlâhiyi bilmediğinden kadere karşı tedbirlerle meşgul olurlar, lâkin 4067 faydasını göremezler. İşte bu gibi vak'aları Cenab-ı Hak Kur'an'da beyanla insanları ve bilhassa zalimleri ibrete davet etmiş ve kudret-i kaahiresine karşı hiç kimsenin birşey yapamayacağını beyanla herkesin daima kendine itimad etmesi lâzım olduğunu tavsiye etmiştir. Çünkü; Firavun'un o kadar satvet ve ceberutu karşısında âlem ses çıkaramaz bir halde zulmü herkesi titretmiş ve Hz. Musa'yı öldürmek için hazineler sarfıyla me'murlar ta'yin etmişken bunun hepsi Cenab-ı Hakkın kaabileye Hz. Mûsâ hakkında vermiş olduğu muhabbet karşısında mahvolup gidiyor. Zira; bu kadar tedbire karşı kaabile oğlan olduğunu haber vermeye mecbur olduğu halde Hz. Musa'ya hasıl olan muhabbete nispetle Firavun'un cebir ve şiddeti hiç olduğu gibi validesine verdiği cesaretle o anda çocuğun saklanması ve me'murlar şiddetle taharri ve tazyike me'mur oldukları halde sathî bir suâle verilen zayıf bir cevaba kanaat etmeleri insanları hayrette bırakan garaib-i ahvaldendir.

Hulâsa; Cenab-ı Hakkın Hz. Musa'nın validesine ilhamı dört şeyi mutazammın olup B i r i n c i s i : Oğlunu emzirip aç bırakmaması. İ k i n c i s i : Oğlunun telefine dair korku geldiğinde denize atması. Ü ç ü n c ü s ü : Oğlunun tekrar kendine iade olunacağı. Dördüncüsü: Hz. Musa'nın mürselînden kılınacağı cihetle validesinin korkmaması lâzım geldiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'nın validesine oğlunu emzirmesini ve icabederse denize bırakmasını ilham ettiğini beyandan sonra ilham-ı İlâhi veçhile denize misafir verildikten sonra vâki olan hâdiseyi beyan etmek üzere :

�ق�ط�ه ت و�ف� � ٱ ن ا و�ح�ز� �ه ع�د �ڪون� ل �ي ن� ل ع� � ء�ال ف� ا‌ �� ر و و� و� ۥ buyuruyor.[Akıbetinde Mûsâ (A.S.) ın onlara düşman ve hüzn ü esef olması için Firavun'un etbâ'ı

Mûsâ (A.S.) ı buldular ve aldılar.] 4068

�ين� ) ـ� ـط �انوا خ� م�ـن� و�جنود�هم�ا ڪ ن� و�هـ� ع� �ن ف� و�إ (٨و� [Zira; Firavun, Hâmân ve onların askerleri hata eder oldular.]

Yani; validesi bir sandık içine koyup oğlu Musa'yı Nü'e bırakınca Nil, tâbut-u Musa'yı Firavun'un sarayı dahilinde olan bahçeye aldı, götürdü ve saray halkı onu buldular, aldılar ki akıbet kendilerine düşman ve hüzün olsun. Çünkü; Firavun ve vezir-i a'zamı (Hâmân) ve onların askerleri zulüm ve gadretmekle hata eder ve günah işler olduklarından Allah-u Tealâ onlara düşmanlarını kendi elleriyle terbiye ettirdi ve büyüttü.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Firavun'un (Baras) illetine müptelâ kızından başka bir evlâdı olmayıp kızının illetine tedavi hususunda etibbâ âciz kalıp kâhinlerle istişare ettiğinde kâhinler «Filân ayın filân gününde sabah vakti sandık içinde sarayınız dahilinde insan suretinde bir sabi zuhur edecek. Onun tükürüğünü sürerseniz kızınız bu illetten kurtulacak» demeleri üzerine o gün Hz. Musa'nın zuhuruna intizar etmektelerdi. Binaenaleyh; o gün sabahtan Firavun ve haremi (Âsiye) sarayın bahçesinde kendine mahsus mahalde otururken Nil'in saraya gelen ırmağında sandığı bir ağaca takılmış gördüler ve aldılar, Firavun'un huzuruna getirdiler, açtılar ki Hz. Mûsâ nûr-u nübüvvetle sandık içinde parlıyor. Derhal cümlesini muhabbet-i Mûsâ istilâ etti. Kâhinlerin tarifi üzere Hz. Musa'nın tükürüğünü Firavun'un kızının illetleri üzerine sürdüler. Biiznillâhi Tealâ

2244

Page 141: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

illet zail olunca muhabbetleri bir kat daha tezayüd etti. Gerçi Firavun ve vükelâsı aradıkları çocuğun bu olmasını hatırlarından uzak tutmamışlarsa da saray halkının ve Firavun'un muhabbeti katline mani oluyordu. İşte o gün o saatten itibaren Firavun tac ü tahtının harabına sebep olacak zatı kendi kucağında kemâl-i hürmetle büyütmeye başlamıştır. Fakat bu ne garip cilve-i İlâhiyedir ki bir taraftan bu çocuğu aramak için hazineler sarfediyor ve binlerce ma'sumların demini heder edip anaların, babaların yüreklerini deliyor, diğer taraftan aradığı çocuğu kendi eliyle terbiye ediyordu. Âlemde bunun emsaline çok tesadüf edilir. Ekseri zalimlerin, kendi düşmanlarını kendi ekmekleriyle 4069 besledikleri ve akıbet kendine bende addettikleri kimselerin elinde helak oldukları görülmektedir. Çünkü; Allah-u Tealâ o zalimlerden intikamını başka suretle almaya kaadirken kendine bende olan ve zalimin güvendiği bir kimseyle intikamını almakta zalimin aczini herkese göstermek olduğu gibi ibret de ziyadedir.

&&&&&

Vâcib Tealâ saray halkının cümlesi Hz. Musa'ya muhabbet etmişlerse de bittabi Firavun'un hareminin Firavun üzerinde nüfuzunun te'siri ziyade olduğu cihetle cümlesinden ziyade hareminin katle mani olduğunu beyan etmek üzere :

تلوه � � ت � ال ت ع� لى و�ل ن� قر ع� �ت ف� أ ر� و-و�ق�ال�ت� ن�‌� Q� ر و� و� و� و ٱbuyuruyor.[Firavun'un haremi (Asiye) Firavun'a hitabederek «Bana ve sana bu sabi gözümüzün

nûru ve sürürüdür, öldürmeyin bu çocuğu» dedi.] Ve ilâveten şunu söyledi:

ا � خ�ذ�ه و�ل �ت � ن �ا أ �نف�ع�ن �ن ي ى أ !ع�س� ر ۥ و�[«Zira; o çocuğun bize menfaat etmesi veyahut bizim onu velet ittihaz etmemiz

me'mûldür» demekle Firavun'u katletmek fikrinden döndürmeye çalıştı ve katlini terkettirdi.]

عرون� ) � � ي و�و�ه ال (٩و [Halbuki onlar akıbetin ne olacağını bilmezler.]

Yani; sandığı açıp Mûsâ (A.S.) ı görünce kendilerinde hasıl olan muhabbet üzerine saray halkının cümlesi çocuğun katline razı olmamışlarsa da içlerinden en ziyade te'sir-i nüfuza malik olan haremi ricaya cür'et etti ve «Bu çocuk bana ve sana göz nûrudur; öldürmeyin bunu. Me'mûl ki o bize menfaat eder, biz ondan menfaat görürüz veyahut kendimize velet ittihaz ederiz» demekle 4070 Firavun'u katil fikrinden döndürdü. Gerçi bazı rivayete nazaran vükelâsı katline karar vermişlerse de kararları Âsiye'nin tesirine karşı hükümsüz kaldı, Firavun'un haremi de akıbet îman etmekle şu sa'yinin faydasını gördü. Firavun ve saray halkı katlinden feragat ettiler, aradıkları düşmanlarının bu olduğunu idrak edemediler, bu vesileyle o zamanda Benî İsrail'den hiç kimseye nasib olmayan bir surette Mûsâ (A.S.) Firavun'un sarayında kaldı. Ne acîp kudret-i İlâhiyedir ki böyle bir zatın dünyaya gelmemesi, gelirse de bekaa bulmaması için bir çok tedbirlere teşebbüs edip binlerce nüfus telef ederek bu hususta hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen, her türlü takayyüdat ve ihtiyata riayet eden Firavun, öldürmek için aradığı zatı alıp bağrına basıyor ve eliyle ekmek yedirip büyütüyor, saray halkının en ziyade mümtazlarından kılıyor.

( عجا يتحيرفى الذى �سبحان الع ئ ولقبه ) yani «Şol Zat-ı eceli ü a'lâyı nekaisten tenzih ederiz ki onun acaibatında akıllar hayret eder».

&&&&&

2245

Page 142: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ Âsiye'nin ricası ve kendinde hasıl olan fart-ı muhabbet üzere katilden feragat edildiğini beyandan sonra Hz. Musa'nın validesine arız olan hali beyan etmek üzere :

ر�غ� ى فـ� �ح� فؤ�اد أم موس� ب � �و�أ ا‌ و�buyuruyor.[Sabah vakti Musa'nın validesinin kalbi akıldan ve sabırdan hâli oldu.]

ــون� م�ن� �ك �ت �ه�ــا ل ب �ى ق� ــا ع�ل � ن � ب �ن ر � أ ال � �ه� ل د�ى ب �ت �اد� ل �ن ڪ و�إ Iو و� ۦ و0 و1 �ين� ) م�ن وBم و� (١٠ٱ [Hatta o kadar muztarip oldu ki eğer biz, Allah'ın vaadine inanan müminlerden olsun

için onun kalbine sekinet ve vekar raptetmemiş olsaydık hemen az kaldı Mûsâ (A.S.) ın kendi oğlu olduğunu ve denize attığını feryad ü figanla izhar ediverecekti.] 4071 Binaenaleyh; bizim sebat vermemiz olmasaydı meselenin hakikatini izhara yaklaşmıştı. Fakat bizim ona vermiş olduğumuz sekinet sayesinde meseleyi saklamaya muvaffak oldu.

Yani; Mûsâ (A.S.) ın validesi gece sandıkla oğlunu denize atıp sabah vakti Firavun'un eline geçtiği şayi olunca aklı başından çıktı, şefkati galeyan etti. Çünkü; Firavun'un katledeceğini zannetmesine binaen vaveyla ile az kaldı işi meydana koyacak ve feryad ü figanını herkese duyuracaktı. Binaenaleyh; kalbi sabah vakti akıldan ve sabırdan hâlî kaldı ve lâkin bizim, oğlunu kendine reddeceğimize dair vaadimize inanan müminlerden olsun için biz onun kalbini sükûnetle vaadimize raptettik. Eğer biz kalbini vaadimize raptedip bağlamamış olsaydık hemen Mûsâ kendinin oğlu olduğunu ve sandığa nasıl koyduğunu söylemeye yaklaşmıştı. Fakat kalbine raptettiğimiz sabır ve istirahat sebebiyle açığa atmadı. Çünkü; bazı rivayete nazaran sabah vakti sandığın Firavun'un eline geçtiğini işitince «Vah oğlum ! Bu kadar emeklerim boşa gitti. Yine düşman eline geçti» demekle hane derununda feryada başladı, hemen sesini komşuları işitecek bir hale geldi. İşte o zaman imdad-ı İlâhi erişti, aklını başına aldı ve oğlunun kendine iade olunacağına dair ilham suretiyle vaad-i İlâhi hatırına geldi ve vaad-i İlâhiye inandı, sabır ve sükûnete mülâzemet etti. Binaenaleyh; bağırıp çağırmayı bırakıp akıbete intizar etti.

Mûsâ (A.S.) ın kalbinin ferağıyla murad; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile kalbinde Hz. Musa'nın kederinden başka birşeyin bulunmamasıdır, yahut işin evvelinde vaad-i İlâhiyi mutazammın olan ilhamdan gaafil olmasıdır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'nın validesinin kalbini sabır ve sebata raptile fezi' ve feryaddan ferağatla vaad-i İlâhiyi hatırlayıp kalbi sükûnet bulduktan sonra oğlunun ahvalini anlamak üzere Firavun'un sarayı cihetine kerimesini gönderdiğini beyan etmek üzere:

�ه� قصي ت � � ال �و�ق�ال ن"‌ ۦ و? و1buyuruyor. 4072[Mûsâ (A.S.) ın validesi hemşiresine «Sen git ! Musa'nın arkasına tâbi ol, gözet ne

yaptıklarını, gör ve bana haber getir» dedi.] Ve ahvali tarassut etmek üzere kızını gönderdi.

عرون� ) � � ي و�ه ال �ه� ع�ن جن �صر� ب و�ف�ب و 0� ر ۦ (١١و1 [Validesi gönderince aldığı emir üzerine hemşiresi (Meryem) arkasını gözetmek için

Firavun'un sarayı tarafına gitti, uzaktan Mûsâ (A.S.) ı Firavun'un öldürmeyeceğini, evlâtlık ittihaz edeceklerini bildi, sarayda cereyan eden ahvali anladı. Halbuki saray halkı hemşiresini bilmiyorlardı ve Meryem'in oralarda niçin gezdiğini idrak etmezlerdi.] Çünkü;

2246

Page 143: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

( البصر ءضاقالءجاااذ عمى ) yani «Kaza geldiğinde göz kör olur, görmez» fahvâsınca Firavun'un felâketi yaklaştığından esbabını kendi hazırlıyordu.

Hz. Musa'nın arkasını ta'kib eden hemşiresi anababa bir hem-şiresidir ve ismi (Meryem) dir. Cenab-ı Kelimullah'ın Mûsâ ismini (Asiye') tesmiye etmiştir. Çünkü: Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile Asiye «Bunu öldürme, me'mûl ki menfaat görür veyahut evlât ittihaz ederiz» deyince Firavun'un «Benim ihtiyacım yoktur, senin olsun» demesi üzerine Âsiye kendine velet ittihaz ettikten sonra ismine (Mûsâ) dedi. Niçin Mûsâ tesmiye ettiği suâl olunduğunda «(Mû) su ve (Sâ) da şecer manâsınadır. Biz de bu çocuğu suyla ağaç arasında bulduğumuzdan Mûsâ tesmiye ettik» dediği mervidir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'nın emzikçilerden emmediğini ve hemşiresinin anasının emzikçi olacağını haber verdiğini beyan etmek üzere :

ل اض�ع� م�ن ق� م�ر� ه� � �ا ع�ل ن و0و�ح�ر و� ٱ و� وbuyuruyor.[Validesini bulmadan evvel biz Mûsâ üzerine emzikçileri 4073 haram kıldık.]

Binaenaleyh; Mûsâ (A.S.) getirilen emzikçilerin memelerinden emmedi.

ـه ــ �ـ فلون � � ي ل� ب � �ى أ ع�ل ك �دل � ه� أ ـــال و�ف�قـ� 7� ر و� و" و و� ـه و1 ــ ـ� و�ه ل �ڪ و ل و ۥ ۥ ص�حون� ) ـ� (١٢ن[Mûsâ (A.S.) emzikçilerden emmeyince hemşiresi araya girer ve saray halkına «Ben

size bir ev ailesine delâlet edeyim mi ki o aile çocuğa nasihat eder, emzirmesinde ve terbiyesinde kusur etmez oldukları halde o çocuğu hıfzederler, asla zayi etmez, her umuruna kefil olurlar. »] dedi.

Yani; Mûsâ (A.S.) ın validesine oğlunu kendine reddedeceğimizi vaadetmiştik. Bu vaadimiz yerini bulmadan evvel biz Mûsâ üzerine validesinden başka emzikçilerin memelerini haram kıldık ve validesi gelmeden evvel getirdikleri emzikçilerden emmesini men'ettik. Binaenaleyh; o mahalde hazır bulunan hemşiresi saray halkının emzikçi aradıklarını görünce «Ben size bir hane ehli haber vereyim ve onları size göstereyim ki çocukları katlolunduğundan taze çocuk olsa emzirecekler, onlar öyle bir ailedir ki çocuğu kendilerine zammederler, emzirmesinde ve terbiyesinde kusur etmezler. Çünkü; onların cümlesi çocuğa hayır murad eder nâsıhlardır» dedi. Beyzâvî'nin ve Nimetullah Efendi'nin beyanları veçhile o mecliste hazır bulunan (Hâmân) Meryem'in bu sözünden Hz. Musa'ya karabeti olduğunu hisseder. «Bu çocuğu bu kadın biliyor, tutun bunu, hakikati haber versin» deyince Meryem «Benim maksadım aile, hükümdarın kulları olduklarından çocuğa hürmeti hükümdara hürmet bilirler. Binaenaleyh; çocuğa hayır murad ederler demektir» dedi. Ve bu sözüyle Hâmân'ın kelâmını reddetti, Hâmân'ın sözü arada tesirsiz kaldı. Çünkü; vaad-i İlâhide hulfolmaz, elbette yerini bulacak olduğundan Firavun hükümetinde âmir-i mutlak ve sözü cümleye nafiz ve şerri âlemi titretmiş olan Hâmân pek acezeden gördüğü Meryem'in sözüyle mebhut oldu kaldı ve sözünü tekrar söyleyip emrini infaz edemedi. O sırada çocuk Firavun'un elinde ağlar, gelen emzikçi kadınların hiç birinden emmez. Binaenaleyh; saray halkı şaştı ve çocuğun (ağlamasını) durdurmaya bir çare bulamadıklarından Meryem'in bu sözünü 4074 minnet bildikleri cihetle Firavun hemen Meryem'in söylediği hatunu getirmelerini emretti. Meryem fırsatı ganimet bilerek sür'atla gitti, validesini getirdi. Mûsâ (A.S.) ınemesini aldı, sesini kesti. Saray halkı bundan memnun olmuşlarsa da Firavun tereddüde vardı. Biraz düşündükten sonra hatuna «Sen bu çocuğun nesi olursun? Bir çok kadınların memesini almadığı halde senden hiç nükûl etmeksizin memeni aldı. Herhalde bu çocukla bir münasebetin olsa gerektir» dedi. Hatun da «Benim rayiham güzeldir ve sütüm tatlıdır. Benim sütümden emmeyen çocuk olmaz» dedi, Firavun da bu söze inandı.

&&&&& 2247

Page 144: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ çocuğun emzirmesine ve terbiyesine ücret ta'yin ederek çocuğu validesine teslim ettiklerini beyan etmek üzere :

د� �ن و� �م� أ ل � �ت ن� و�ل ز� � � ت نه�ــا و�ال �ق�ــر ع� � ت �ى أمه� ك �ل ه إ ـ� ن د� و�ف�ر� و� و� و� وى ۦ و! �مون� )للهٱ ل � � ي ه ال �ر� ث � �ن أ ك ـ� و� ح� و�ل و و -�� (١٣ر

buyuruyor.[Hemşiresinin delâleti üzerine biz Mûsâ (A.S.) ı validesine reddettik ki validesinin gözü

nûrlansın, rahat etsin, oğlunun firakına mahzun olmasın, Allah-u Tealâ'nın vaadi hak olduğunu bilsin ve lâkin nâsın ekserisi vaad-i İlâhinin hak olduğunu bilmezler.]

Yani; bizim Musa'yı validesine reddettiğimiz üç sebebe mebnidir; B i r i n c i s i : Validesinin gözü dinlensin, ağıdını kessin. İ k i n c i s i : Oğlunun firakı üzerine devamlı mahzun olmasın.Ü ç ü n c ü s ü : Allah'ın vaadi hak olduğunu bilsin ve kalbini Rabbisine bağlasın.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette Hz. Musa'nın validesine tariz vardır. Çünkü; bundan evvel beyan olunduğu veçhile Mûsâ (A.S.) ın sandukası Firavun'un eline geçince vaad-i İlâhiyi unutarak sabırsızlıkla feryada başlamıştı ve az kalsın meseleyi herkese ilân ediyordu. Lâkin Cenab-ı Hakkın imdadıyla sükûnetini muhafaza edebilmiştir. Binaenaleyh bu âyette Cenab-ı Hak vaadinin hak 4075 olduğunu ve lâkin ekser-i nâsın bilmediğini beyanla ta'riz etmiştir. Zira; ta'rize müstehaktır.

Fahri Râzi'nin beyanına nazaran Hz. Mûsâ validesinin memesini alarak ağıdını kesip saray halkı memnun olunca her birerlerinin altın, gümüş, mücevherat ve saire hediye ettikleri mervidir. Cenab-ı Hakkın inayeti yetişince herşey olur. Akşam yavrusunu denize misafir vermekle mahzun, sabahleyin Firavun'un eline geçtiğini işitmekle öldürecek zannıyla kalbi perişan ve nâle vü figan içinde kül kebab olduğu halde kuşluk vakti her afetten salim ve gönlü her cihetle rahat ve sürür içinde koca Firavun'un sarayı dahilinde herkesten iltifat görür, herbirinden kıymettar hediyeler alır ve zayi oldu zannettiği ciğerparesini kucağında bulur. İşte Cenab-ı Hakkın kitabında bunları bize beyanı bizim için binlerce vukuata ders-i ibrettir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'yı validesine teslimden sonra cereyan eden ahvali beyan etmek üzere :

�شده �غ� أ �ل �ما ب ا و�ع� و�ل ه ح ـ� ن � �و�ى ء�ات ت � و� Uا‌ ر Kو ; ر Dو و� و� ٱ ۥ buyuruyor.[Vakta ki Mûsâ (A.S.) ın yaşı kemâlini bulup aklı, fikri müsavi olunca ona biz hüküm ve

ilim verdik.]

�ين� ) ن س� م ز�ى � �ك� ن ل �ذ� و�و�ك و� ٱ و� (١٤ٲ [İşte böylece erbab-ı ihsanı biz güzel cezalarla cezalandırırız.]

Yani; Mûsâ ve validesinin ihsan sahibi olmalarına binaen biz güzel ceza ile cezalandırdığımız gibi bilûmum ihsan sahiplerini güzel cezalarla cezalandırırız. Çünkü ihsanın cezası; ancak ihsandır. İ n s a n l a r ı n i h s a n ı yla murad; ibadet ve taatında şer'a muvafık surette hareket etmektir. Binaenaleyh; şer'a muvafık surette ibadet edenler hüsn-ü cezaya müstehak ve nail olurlar. 4076

Beyzâvî'nin beyanı veçhile e ş ü d d ; otuz yaşından kırka kadardır. Çünkü; otuzla kırk arasında insanın vücudu tekemmül ettiği gibi aklı da tekemmül ettiğinden Cenab-ı Hak bu sinne baliğ olduğunda ilim ve hikmet verdiğini beyan buyurmuştur. Hz. Musa'ya verilen hükümle murad, hikmet-i ilmiye ve i l i m le murad; ilm-i fıkıh, dünyaya ve âhir ete müteallik ilimdir. Yahut e ş ü d d le murad; on sekizle otuz arasındadır. Çünkü; onsekiz yaşında kuvâ-yı cismânî tekemmül eder ve

2248

Page 145: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

otuzuna kadar kuvveti tezayüd eder ve akıl da o nispette nema bulur. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Vakta ki Mûsâ (A.S.) onsekiz sinnine baliğ olduysa biz ona hükemanın hikmetini ve ulemanın ilmini verdik. Binaenaleyh; zahir-i ahkâma âlim ve nâsbeyninde adaletle hükmeder oldu. Çünkü; ihsan sahiplerini biz daima güzel ceza ile cezalandırırız.] demektir.

Hulâsa; Hz. Mûsâ rüşdüne baliğ olunca Vâcib Tealâ'nın hikmet ve ilim ihsan ettiği ve erbab-ı ihsana daima güzel cezalar ve mükâfatlar verdiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Mûsâ (A.S.) ın sinni kemâline vasıl olduktan sonra cereyan eden ahvali beyan etmek üzere :

ن� � جل ا ر� ـد� ف�ي �ه�ا ف�و�جـ� ل � � م أ ل �ى ح�ين� غ� �ة� ع�ل م�د�ين و�و�د�خ�ل� ن5 و" و� %� ر و) و� ٱ ذ�ا م� ع�دوه� �ه� و�هـ� يع�ت ذ�ا م�ن ش� �ن� هـ� �ال �ت ت � �ي ۦ‌ و� ۦ و-

buyuruyor.[Mûsâ (A.S.) ehl-i Mısır'ın gaflette oldukları bir zamanda Mısır kasabasına dahil oldu.

Kasabaya girince münazaa ve mukaatele eder iki kimseden birisi Musa'nın kendi kabilesi Benî İsrail'den ve diğeri kendine düşman olan kıptî taifesindendir.] 4077

ذ�ى م� ع�دوه� ل �ه� ع�ل�ى يع�ت ذ�ى م�ن ش� ل �ه ث �غـ� ت ۦف� و� ٱ ۦ ٱ و� ٱ [Mûsâ (A.S.) mukaatele eden iki kimsenin yanlarına gelince Musa'nın kendi

kabilesinden olan İsrail'i, düşmandan olan kıptî üzerine bir yardım istedi.]

ه �ز� � ف�و�ك ى ف�ق�ض�ى ع�ل � موس� ‌nن و� ۥ[Kabilesinden olan kimsenin yardım istemesi üzerine Mûsâ (A.S.) kıptîye bir tokat

vurdu. Vurmuş olduğu kıptî üzerine mevtle hükmolundu ve bu fiilden mahcuboldu.]

ه �ن إ طـ� لش ذ�ا م� ع�م�ل� �ق�ال� هـ� ن�‌ و� ٱ �ي ) و� �� ع�د مض� مب ر ��� ر ��� ر (١٥ۥ [Kıptî ölünce Mûsâ (A.S.) dedi ki «Şu çirkin fiil, şeytan'ın amelindendir. Zira şeytan;

açıktan idlâl eder bir düşmandır.]

Ruhulbeyan'da ve Nisâbûrî'de zikrolunduğuna nazaran Hz. Musa'nın kendi kabilesinden olan recül Sâmirî ve düşman olan kıptî Firavun'un mutfağında hizmetçilerdendi. Nizam sebebi, mutfağa odun götürmek için Sâmirîye cebrediyor, Sâmirî de götürmek istemediğinden beyinlerinde arbede çıktığı zaman Mûsâ (A.S.) geliyor. Sâmirî Hz. Musa'dan yardım isteyince niza'ı fasletmek için kıptîye bir yumruk vurduğunda Kıptînin eceli gelmiş ve ölmüş bulunur. Mûsâ (A.S.) ın öldürdüğü kıptî müşrik olduğu cihetle demi mubahtı ve velâkin Mûsâ (A.S.) a öldürmesi emrolunmadığından istiğfar etmiştir. Katil kasdıyla vurmadığından demi mubah olmasa bile katli hatadır, ma'siyet değildir lâkin şu hatanın vukuuna istiğfar etmiştir. Kıptî mutfağa odunu meccanen ve zulmen götürtmek istediği cihetle zalim ve İsrailî olan recül mazlum olup mazlumu zalimden kurtarmak vâcib olduğundan Hz. Mûsâ mazlumu zalimden kurtarmak istemişti. Kıptînin eceli gelmiş olduğundan hata vuku buldu.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Hz. Musa'nın dahil olduğu Medine Firavun'un sarayı bulunan Mısır ki şimdiki Mısır'ın garbındadır ve ismi (Menfis) tir, tufandan sonra arz-ı Mısır'da evvel bina kılınan şehirdir yahut (Aynüşşems) denilen mahaldir. Hz. Musa'nın 4078 nâsın gafleti üzerine şehre girmesinde Fahri Râzi'nin beyanı veçhile üç ihtimâl vardır.

2249

Page 146: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

B i r i n c i s i : Cenab-ı Hakkın beyan buyurduğu veçhile Hz. Mûsâ rüşdüne baliğ olup kendine ilim ve hikmet verilince Firavun'un dîninin batıl olduğunu bildi, ta'netmeye başladı ve Firavun'un zulmünden bahseder oldu. Firavun ve kavmi tehdidettiklerinden Mûsâ (A.S.) açıkta gezemez bir hale geldi ve Benî İsrail'den hafî bir cemiyet teşkil etti. O cemiyet Hz. Musa'nın sözünü dinler ve gittiği yola giderlerdi. İşte o zamanda nâsın kuşluk uykusunda oldukları zaman veya akşamla yatsı arasında nâsın evlerine çekildikleri bir zamanda çarşıya girdi, bu niza'a tesadüf eyledi ve kıptî vefat etti.

İ k i n c i s i : Mûsâ (A.S.) rüşdüne baliğ olduğunda Firavun'un bindiği atlara biner, giydiği elbiselerden giyer ve Firavun'un oğlu diye şöhret bulur. Bir gün Firavun'un bahçede ve haric-i şehirde bulunan sarayından şehre gelir, o niza'a tesadüf eder. vukuat olur.

Ü ç ü n c ü s ü : Mûsâ (A.S.) hal-i sahavetinde asâ ile Firavun'un başına vurur, eliyle sakalını yolar. Firavun bundan huylanır, büyüdüğünde Firavun'a ta'na başlayınca Firavun saraydan ve memleketten çıkarılmasını emreder. Binaenaleyh; memleketten çıkarılır, bir müddet Mısır haricinde bulunur. Hatta isminin unutulur bir hale geldiği zaman nâsın kalabalığı kesildiği kuşluk vaktinde Mısır'ın çarşısına gelir, hâdise vâki olur. Çünkü; Türkçede «Akacak kan damarda durmaz» derler. Zira; kader zuhur edince hazer fayda etmez. Binaenaleyh; Mûsâ (A.S.) ın (Medyen) e misaferet zamanı gelmişti, onun da sebebi bu vukuat olacaktı. Oldu. o da (Medyen) e müsaferet etti.

&&&&&

Vâcib Tealâ hatanın vukuu üzerine Hz. Musa'nın istiğfarını beyan etmek üzere :

ف� ل�ى س�ى ف� � ت ن � ى ظ�ل �ن ب إ و�ق�ال� ر� و. ٱ و) وbuyuruyor. 4079[Mûsâ (A.S.) vâki olan hata üzerine nedamet ederek Rabbisine iltica etti ve «Ey benim

Rabbim ! Ben nefsime zulmettim. Binaenaleyh; beni mağfiret et» demekle tazarruda bulundu.]

�ه ه ف�غ�ف�ر� ل �ن � إ ح�يم ) ۥ‌ لر غ�فور ٱ هو� و� ٱ (١٦ۥ [Rabbisine tazarru edince Rabbisi onu mağfiret etti. Zira; Rabbi Tealâ kullarının

kusurunu setreder ve dergâhına iltica edenlere merhamet buyurur.] Binaenaleyh; kullarından ihsanını esirgemez.

Mûsâ (A.S.) ın şu istiğfarı kıptî'yi katletmesinedir, lâkin bu istiğfar kıptîyi katli günah olduğuna

delâlet etmez. Zira; maktul olan kıptî kâfirbillâh olduğundan katli mubahtı, kâfir olduğuna ( اهذوعد هومن ) kelâmı delâlet eder. Çünkü mümin olan, Hz. Musa'nın düşmanından olmaz.

Fakat Hz. Mûsâ katline me'mur olmadığından istiğfara lüzum görmüştür. Buna nazaran

( ال اهذو عمل انط�يش�من ) yani «Şu katil şeytan'ın amelinden» demek; «Kıptîyi katilde mendub olan tehirdi. Bu mendubu terkle aceleten katletmek şeytan'ınamelinden» demektir.

Yahut Fahri Râzi'nin beyanına nazaran istiğfarın manâsı «Yâ Rabbi ! Ben kıptîyi katletmek sebebiyle nefsime zulmettim. Zira; Firavun duyarsa beni katleder. Şu halde yâ Rabbi ! Bu haberi Firavun'dan bir müddet-i muvakkata setirle beni mağfiret et ki ben Firavun'un şerrinden kurtulayım» demektir. Binaenaleyh; Mûsâ (A.S.) ın halâsına sebep hasıl oluncaya kadar Firavun meseleye vaziyet edip ciddî bir taharriye başlamamıştır ki Mûsâ (A.S.) kurtulmuş, gitmiştir. Bu vukuat Hz. Musa'nın nübüvvetini izhardan evvel olduğu cihetle enbiyadan günahın suduruna delâlet etmez.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Mûsâ'nın bundan sonraki münacatını beyan etmek üzere :

ر�م�ين� ) م ا ل �كون� ظ�ه�ي � أ ت� ع�ل�ى ف�ل ع� � �م�ا أ ب ب و�ق�ال� ر� و� � ر و� و (١٧و�

2250

Page 147: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

buyuruyor.[«Yâ Rabbi ! Benim üzerime in'âm ettiğin nimetlerle sana yemin ederim ki elbette ben

tevbe ederim. Binanealeyh; bundan sonra mücrimlere arka olmam» dedi.]

Yani; Cenab-ı Hak münacatını kabul edip az bir zaman kıbtînin katlini Firavun'a duyurmayınca Mûsâ (A.S.) yemin etti ve dedi ki «Yâ Rabbi ! Senin bana verdiğin nimetleri in'âmm hakk: için yemin ederim ki elbette ben tevbe ederim. Binaenaleyh; mücrimlere yardımcı olmam». Buna nazaran Hz. Musa'nın yardım ettiği İsrailî'nin kâfir olduğu anlaşılır. Çünkü m ü c r i m l e r le murad; kâfirler olduğu gibi henüz Mûsâ (A.S.) nübüvvetini izha: edip din-i hakka davet etmemişti, mürur-u zamanla Benî İsrail âba ve ecdatlarının dînini unutmuşlar, ne yaptıklarını bilmiyorlardı Binaenaleyh; kâfir olmak ihtimali gaaliptir. Yahut m ü c r i m l e r le murad; «Muavenetleri cürme sebep olan kimselere muavenet etmem» demektir.

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile zaleme ve fesekaya muavenetin caiz olmadığına bu âyet delâlet eder. Ibn-i Abbas Hazretleri «Eğer Hz. Mûsâ bundan sonra mücrimlere muîn olmam sözüne inşaallah kelimesini ilâve etmiş olsaydı böyle bir vakaya bir daha tesadüf etmezdi, lâkin inşaallah demediğinden ertesi sabah böyle vak'ayla bir daha müptelâ olmuştur» demişse de bu rivayet zayıftır. Zira; ertesi sabah tesadüf ettiği vak'ada muavenet terkettiğini bundan sonraki âyet beyan etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kıptîyi katlini ve münacatını beyandan sonra Hz Musa'nın geçirmiş olduğu vukuattan baz-ı aharı beyan etmek üzere :

قب �ر� �ت ا ي � اٮ �ة� خ� م�د�ين �ح� ف�ى ب � )ف�أ ر و� ٱ و�buyuruyor. 4081[Kıptinin maktul düşmesi üzerine Mûsâ (A.S.) ınaktulün evliyası tarafından husumet

edeceklerine ve mukaateleye geleceklerine intizar ederek korkar olduğu halde Medine'de o gece sabaha kadar kaldı, fakat korkar ve etrafını da gözetmekten hâlî kalmadı.]

ه �نص�ر� ت ذ�ى ل �ذ�ا و�ف�إ ٱ ر�خه ٱ � ت � س� ي � �ال و� ب و� و ٱ ـه ۥ ـ� ــال� ل � ق� ى ۥ‌ ۥ موســ� �ي ) �غ�و� مب ك� ل �ن ��إ ر ��ى (١٨ر[Sabah olunca ansızın dünkü gün yardım isteyen İsrailî diğer bir kıptîyle münazaa

ederken tekrar yardım etmesini isteyince Mûsâ (A.S.) onu reddetti ve «Sen azgın bir kimsesin, yoldan çıkmışsın, dalâleti meydanda bir şahs-ı şerirsin.» Zira; dün bir kıptiyle niza' ettin, kıptînin katline sebep oldun. Bugün diğer bir kıptı ile niza' ediyorsun. Tekrar bizi bir belâ ile daha müptelâ kılmak istersin. Sen fena bir adamsın.] demekle o kimseyi tekdir etti. Bu tekdiri nasihati da mutazammındır. Çünkü; bir kimseye «Sen kötüsün» demek «Kötülüğü terket» demektir.

ى موس� ــ ـ� هم�ا ق�ال� ي ذ�ى هو� ع�د ل ل � ط�ش� ب � �ن ي اد� أ �ر� � أ �ما أ ���ف�ل ر ٱ و0 و� � �ال ا ب � ت� ن � �م�ا ق�ت �ى ك �ن تل � �ن ت �تر�يد أ �أ ‌oن Vو ٱ oن ن Sو و� و-

[Mûsâ (A.S.) İsrailînin tekrar yardım istemesi üzerine İsrâilîye ve kendine düşman olan kıptîyi İsrailîden ayırmak üzere tutmak isteyince kıptî dedi ki «Yâ Mûsâ ! Dünkü gün bir nefis öldürdüğün gibi beni de öldürmek mi istersin?»]

�ض� ال ا ف�ى ا ب �كون� ج� �ن ت � أ �ال �ن تر�يد إ و�إ ٱ � ر[«Sen hiçbir şey murad etmez, ancak yeryüzünde cebabireden ve zalemeden bir adam

olmak istersin.»]

2251

Page 148: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�ح�ين� ) ل م �كون� م�ن� �ن ت و�و�م�ا تر�يد أ و� (١٩ٱ [«Ve sen muslihlerden olmak istemezsin.»] 4082

Yani; Mûsâ (A.S.) kemâl-i havf ü telâşla sabahı bulup sabah vakti çarşıda dünkü İsrailîyi diğer bir kıptîyle niza' eder görünce İsrailî'nin tekrar yardım talebetmesi üzerine Mûsâ (A.S.) her ikisine düşman olan kıptîye elini uzatınca kıptî dedi ki «Yâ Mûsâ ! Dünkü gün bir adam öldürdüğün gibi bugün de beni mi öldürmek istersin? Sen, ancak arz üzerinde zâlim olmaktan başka bir şey murad etmezsin. Ve sen iki kimse arasını ıslâh eden muslihlerden olmak da murad etmezsin» demekle dünkü vukuatı meydana koydu.

Şu beyan olunan manâ Hz. Musa'ya «Dünkü gün bir adam öldürdüğün gibi bugün de beni mi öldüreceksin?» diyen kimsenin kıptî olduğuna nazarandır. Amma Hâzin'de beyan olunduğu veçhile bu sözü söyleyen Hz. Musa'dan muavenet isteyen İsrailî olmak muhtemeldir. Çünkü; Hz. Mûsâ muavenet isteyen kimseye «Sen azgın bir adamsın» demekle tekdir ettiğinden düşman olan kıptîyi tutmak üzere elini uzatınca dost olan İsrailî kendini tutacak zannıyla bu sözü söyledi, dedi ki «Sen dün bir kimse katlettiğin gibi bugün de beni mi katledeceksin? Senin muradın yeryüzünde cebabireden olmaktır, yoksa maksadın ıslâh değildir» dedi. Bu tevcihe nazaran o zamana kadar dünkü kıptîyi kimin katlettiği henüz ma'lûm değilmiş, Hz. Musa'dan muavenet gören İsrailî bu sırrı ifşa ediverdi.

Gerçi kıptînin katlolunduğu ma'lûmsa da lâkin kaatili henüz ma'lûm değildi, hükümet tarafından kaatil taharri olunuyorsa da henüz bulamamışlardı. Çünkü; Mûsâ (A.S.) ın vukuatı faslettiği zaman nâsın gafleti ve çarşının insandan hâlî olduğu zaman olmak sebebiyle İsrailîden başka kimin katlettiğini bilen yoktu. Gerçi Hz. Mûsâ duyulur zannıyla geceyi endişeyle geçirmişse de bilen olmadığından hükümet bulup çıkaramamıştı. Maatteessüf muavenet gören dost bu sırrı ifşa ediverdi ve niza' eden kıptî hükümete ihbar etti, maktulün evliyası da kısas talebettiler.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun ve vükelâsının kısasa karar verdiklerini ve Hz. Musa'ya haber veren kimsenin geldiğini beyan etmek üzere: 4083

ع�ى � �ة� ي م�د�ين ص�ا � ج م أ و�و�ج�اء� ر� و� ٱ و- و� �� ر buyuruyor.[Medine'nin üst tarafından koşarak bir recül geldi.]

م� �ن ى إ موس� ـ� و�ق�ال� ي ى ل�ك�ألٱ �ن ر إ تلوك� ف� � �ي �ك� ل �م�رون� ب ت � و� ي و? ٱ و- *ا و ص�ح�ين� ـ لن (٢٠)ٱم�ن�

[O recül «Yâ Mûsâ ! Firavun ve nüdeması senin hakkında istişare ediyorlar ki seni katletsinler. Şu halde onların şerri sana dokunmadan sen çık, şehri terket. Zira; ben sana hayır murad eden nâsıhlardanım» demekle Mûsâ (A.S.) ı hükümetin kararından haberdar etti.]

� م ق� �ى م�ن� �جن ب ن ــال� ر� ــ ق ق�ـ ـر� ــ ــ � �ت ا ي � اٮ ا خ� ج� م� ــر� ــ و�ف�خـ� و� ٱ ہ0‌� ( ر Cن Fو �م�ين� ) ل (٢١ٱلظـ [Bu haber üzerine Mûsâ (A.S.) zaman fevtetmeksizin korkar ve arkasını ta'kibeden olup

olmadığını gözetir olduğu halde derhal kasabadan çıktı ve «Yâ Rabbi ! Beni zâlim olan kavm-i Firavun'un şerrinden kurtar, lûtfunla saha-i selâmete götür» demekle Rabbisine iltica etti.]

2252

Page 149: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; maktul olan kıptînin evliyası tarafından kısas taleb olunması üzerine erkân-ı hükümet kısasa karar verdiler, bu haksız karara razı olmayan bir kimse sür'atla geldi ve Mûsâ (A:S.) a «Yâ Mûsâ ! Memleketin uluları senin hakkında istişare ettiler, katline karar verdiler. Sen derhal kasabadan çık. Zira; ben sana hafî haber veren ve hayır yol gösterenlerdenim» dedi. Bunun üzerine Mûsâ (A.S.) zaman fevtetmeksizin hemen Medine'den çıktı, lâkin korkar olduğu halde arkasını da gözetirdi ve ara sıra gelen olup olmadığını bilmek için döner döner arkasına bakardı. O halinde Rabbisine münacattan geri kalmazdı, diyordu ki «Yâ Rabbi ! Bu zâlim kavmin şerrinden beni muhafaza ve halâs et». İşte Hz. Mûsâ Medine'den hem gidiyor, hem de bu suretle Rabbisine iltica ediyordu. Hz. Musa'nın şu duâsı kıptîyi katli mubah olduğuna delâlet eder. 4084 Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile eğer kıptînin katli zulüm ve günah olsaydı bu kararı verenlerin haklı ve zâlim olmamaları lâzım gelirdi. Halbuki Hz. Mûsâ onların zâlim olduklarını beyan etmiştir ki kararlarının zulüm ve bu kararın haksız bir karar olduğuna işaret etmiştir. Çünkü; kıptînin, müşrik olduğu cihetle katli mubah olmasına binaen kısas lâzım gelmediği gibi katlin hata olduğundan dahî kısas lâzım gelmezdi. Binaenaleyh; kısasla hüküm elbette zulümdü. Bununla beraber karar; tarafeyni dinlemek ve muhakeme etmekle olacağından muhakemesiz kararın elbette zulüm olacağında şüphe yoktur. İşte şu esaslara binaen zâlim oldukları cihetle Hz. Mûsâ «Yâ Rabbi ! Şu zâlim kavmin elinden beni kurtar» demiştir.

Mûsâ (A.S.) ın ikinci gün yardım etmek istediği İsrailî mazlum olduğundan kıptînin elinden kurtarmak istediği ve iyiliğe karşı İsrailînin kötülük edip sırrı ifşa ettiği Nimetullah Efendi'nin cümle-i

beyanatındandır. Nisâbûrî'nin ve Hâzin'in beyanları veçhile ( �ك� �م�رون� ب ت � *اي و ) ,( بسببك ورواش�يت ن ) yani «Senin sebebinle istişare ediyorlar» demektir. İstişare eden kimseler esna-yı istişarede birbirine emrettiklerinden istişareden i'timarla tabir olunmuştur.

Medarik'te beyan olunduğu veçhile hükümetin kararını Hz Musa'ya haber veren kimsenin Firavun'un amcazadesi ki saray halkından ve erkân-ı memleketten, esrar-ı hükümete vâkıf olanlardandır. Lâkin kendisi temiz vicdanlı bir zat olduğundan bu haksız karara razı olmadığı cihetle haber vermiştir. Hatta Taberî'de beyan olunduğu veçhile verilen kararı icra etmek üzere Hz. Mûsâ'y: bulmak için Firavun'un gönderdiği adamlardan evvel haberdar etmek üzere Hz. Mûsâ tarafına alelacele sa'yederek geldiğini Cenab-: Hak beyan buyurduğu gibi yolun kısa cihetini ihtiyar ettiği, isminin (Şem'ûn) veya (Sem'ân) olduğu dahî mervidir.

Hulâsa; Hz. Musa'nın katline hükümetin karar verdiği, bu kararı haber vermek üzere Medine'nin uzak cihetinden bir kimsenin Mûsâ (A.S.) a gelip «Yâ Mûsâ ! Vükelâ istişare ettiler ve senin katline karar verdiler. Hemen sen şehirden çık. Ben sana nasihat edenlerdenim» dediği ve Hz. Musa'nın korkar ve arkasına bakar olduğu halde hemen Medine'den çıktığı ve «Yâ Rabbi ! Bu 4085 kavm-i zalimin şerrinden beni kurtar» dediği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'nın şehirden çıktığını beyandan sonra teveccüh ettiği ciheti ve oralarda geçirdiği hayatı beyan etmek üzere :

و�اء� �ى ســ� �ن د�ي � �ن ي ى أ ب ى ر� �ن� ق�ــال� ع�ســ� ي ق�ــاء� م� � �و�جه� ت �ما ت و"و�ل و! و� �يل� ) ب (٢٢ٱلس buyuruyor.[Vakti ki Mûsâ (A.S.) korkuyla Mısır'dan çıkıp, Şuayb (A.S.) ın karyesi olan (Medyen)

canibine teveccüh edince «Umarım Rabbim beni doğru yola şevkle hidayette kılar» dedi.]

Beyzâvî'nin beyanı veçhile M e d y e n ; İbrahim (A.S.) ın Medyen ismindeki oğlu bina ettiğinden Hz. Şuayb'in karyesine banisinin ismiyle Medyen denmiştir, Mısır'a sekiz konak mesafededir. (Medyen) Bâdiye'de olduğundan Firavun'un hükmü oralarda nafiz değildi. Hz Mûsâ Mısır'dan çıkınca Mısır'da büyümüş ve bir yer görmemiş olduğundan nereye gideceğini bilemediği halde üç yola tesadüf eder, Cenab-ı Hak'tan doğru yola sevketmesini ister. İşbu üç yolun ortada olanını tercih etmiş ve geriden ta'kib edenler gelmişlerse de iki tarafta olan yollara gittikleri ve

2253

Page 150: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

binaenaleyh; (Medyen) e zararsız vâsıl olduğu mervidir. Çünkü; Fahri Râzi'nin (İbn-i Abbas) hazretlerinden rivayeten beyanına nazaran Hz. Mûsâ Mısır'dan çıktığında (Medyen) i kasdetmemişti. Fakat teveccühü Medyen cihetineydi. Allah'a mütevekkil oldu ve doğru yola sevketmesini istedi, bu ilticası üzerine Allah-u Tealâ arz-ı Medyen'e şevketti. Bazı rivayette Mısır'dan çıkarken Medyen'i kasdetti ve âyette beyan olunduğu veçhile o cihete teveccüh eyledi. Çünkü; Medyen ahalisiyle kendi beyninde karabet olduğunu biliyordu. Zira; Medyen ahalisi Hz. İbrahim'in bir oğlunun, Benî İsrail de diğer bir oğlunun neslinden oldukları cihetle beyinlerinde amcazadelik olduğunu ve orada karar edebileceğini düşündü ve 4086 o cihete gitmesine de Allah-u Tealâ hidayet etti. Çünkü hidayet: Allah'ındır, binaenaleyh; selâmetle yoluna devam etti, hiç kimse mani olamadı.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'nın Mısır'dan çıkıp Medyen'e teveccühünü beyandan sonra Medyen'e geldiğinde cereyan eden ahvali beyan etmek üzere :

اس� لن من� أم ه� � ع�ل و�ج�د� �ن� ي م� م�اء� د� و�ر� �ما ٱو�ل % ر و� و! قون� � و�ي

buyuruyor.[Vakta ki Mûsâ (A.S.) ınedyen'in suyu, yani su kuyusunun başına geldiyse nâstan bir

cemaat buldu, hayvanlarını sularlar.]

�ذود�ا ن� ت � �ت أ ر� �ه�م �و�و�ج�د� م�ن دون ن�‌ و� و ٱ[Ve o kuyudan uzak nâsın aşağı taraflarında iki kadın buldu ki onlar hayvanlarının

kuyuya gelmesini ve başkalarının hayvanlarına karışmasını menederler.]'

بكم� �ق�ال� م�ا خ� ا‌ Iو

[Bu iki hatunu bu halde görünce nazar-ı dikkatini celbetti ve hallerini suâl ederek «Sizin hal ü şanınız nedir ki koyunlarınızı sudan menediyorsunuz, bundan maksadınız nedir?» dedi.]

�ي ) �ب �ا ش� ڪ �بون ع�ا و�أ لر د�ر� ى ي ت ق�ى ح� � � ن �ا ال �ت ��ق�ال ر p� ر و� � ہ�‌ ٱ و� (٢٣و� [O kadınlar cevapta dediler ki «Çobanlar sulayıp geri dönüp kuyu ve kovası

boşatmayınca biz suya varıp sulamayız. Halbuki bizim babamız şeyh-i fânidir, koyunları sulamaya takati yoktur, biz de çobanların içine karışamayız. Binaenaleyh; onlar gidip bize nöbet gelinceye kadar bekleriz» demekle ifade-i meram ettiler.] 4087

�هم�ا ق�ى ل ف�س�[Mûsâ (A.S.) bunların sözlerini dinleyip hallerini anlayınca merhameti galeyan ederek

onların koyunlarını suladı.]

�ى م� خ� �ل ت� إ ــز� �ن ــا أ �م� ى ل �ن ب إ لظل ف�ق�ال� ر� �ل�ى ى إ �و�ل ��ثم ت ر و� و� و� ٱ ��ف�ق�ي ) (٢٤ر

2254

Page 151: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Koyunları suladıktan sonra bir gölgeye çekilip dedi ki «Yâ Rabbi ! Rızıktan hayır olan bana her ne inzal eder, gönderirsen muhtacım. Zira; acıktım.» İşte bu suretle Hz. Mûsâ Rabbisine arz-ı hâl etti.]

Hâzin ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile Hz. Musa'nın koyunları sulamasının keyfiyetinde ihtilâf vardır. Bazı rivayete nazaran ahalinin koyunlarını suladıkları kuyudan başka ağzı ağırca bir taşla kapanmış bir kuyunun ağzından taşı kaldırdı ve ahaliye karışmaksızın o kuyudan suladı, fakat kuyunun ağzındaki taşı birkaç kimsenin kaldırması müşkül olduğu halde yalnız kaldırıvermesi gerek hatunların gerek sairlerinin nazar-ı hayretlerini celbetmiştir. Diğer bir rivayete nazaran ahâlinin arasına girdi, onları aralaştırdı ve suladı. Yahut ahâli işiri bitirdikten sonra suladı. Velhasıl Şuayb (A.S.) ın koyununu suladığı kat'i fakat keyfiyeti muhteliftir. Ancak Hz. Musa'nın aceleyle Mısır'dan azıksız çıktığından yollarda ot ve ağaç yaprağıyla idame-i hayat ettiği mervidir. İşte açlığı nihayete vardığından gölgeye çekilince ihtiyacından bahsetmiştir.

O iki hatuna gelince onlar Şuayb (A.S.) ın kızları olduğu ve şeriat-ı Şuayb'da hayvanat sulamak için kadınların çıkmasında beis olmadığından Hz. Şuayb'ın müsaade ettiği bu meseleyi tafsil eden âyetlerden anlaşılmaktadır. Bilhassa zaruretler her zaman ve her şeriatta müstesna teşkil eder. Bunların koyun sulamaya çıkmaları da zarurete mebni olduğuna sözleri delâlet eder. Çünkü; pederlerinin şeyh-i kebir olduğundan bahsetmeleri sulayacak kimseleri bulunmadığından kendilerinin çıkmasında zaruret olduğundan bahsetmektir.

Hulâsa; Hz. Musa'nın Medyen'e geldiği ve kuyu başında 4088 koyun sular bir cemaat bulup onlardan uzakta iki hâtûn koyunlarını kuyuya gelmekten men'eder oldukları halde bulduğu ve hallerinden suâl edip onlar da çobanlar sulayıp gidinceye kadar bekliyeceklerini ve pederlerinin şeyh-i fânî olduğunu söyledikleri ve onların koyunlarını sulayıp gölgeye çekildiği ve o zaman Cenab-ı Hakka karşı ihtiyacından bahsettiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

Koyunlarını Mûsâ (A.S.) sulayınca âdetlerinin hilafı acele geldiklerinde Hz. Şuayb kerimelerinden suâl edip onlar da bir kimse gelip koyunlarını suladığından bahsetmeleri üzerine «Biriniz gidin, o adamı bana getirin» dedi.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Şuayb'ın kerimelerinden birinin Hz. Musa'yı davet ettiğini beyan etmek üzere :

عوك� � �ى ي �ب �ن أ � إ ــال �ا ق� ي � ت ى ع�ل�ى شــ� � د�ٮهم�ا ت � ه إ و!ف�ج�اء� و1 �� ر و� و� ٱ و و� و1 � �ن ت� ل ق� ر� م�ا س� � �ك� أ ز�ي � �ي �ل ا‌ و� و� و�

buyuruyor.[Şuayb (A.S.) ın kızlarından biri kemâl-i haya üzere yürüyüp Mûsâ (A.S.) a geldi dedi ki

«Bize koyunumuzu suladığın ücretiyle sizi cezalandırmak için pederim seni davet ediyor. Benimle beraber bizim haneyi teşrif edecek ve ücretini alacaksın» demekle davet etti.]

&&&&&

Vâcib Tealâ bu davete Hz. Musa'nın icabetini beyan etmek üzere :

ــاء�ه �ما ج� ت� م�ن� ف�ل �ج� �خ� ن � ت ــال� ال ص� ق� ق�صــ� ه� � و� و�ق�ص ع�ل و)‌� و� ٱ و� ۥ �م�ين� ) ل لظـ � م ٱق� و� و� (٢٥ٱbuyuruyor. 4089[Vakta ki Mûsâ (A.S.) davete icabetle Şuayb (A.S.) ın huzuruna geldi ve başından geçen

vekayii hikâye edince Şuayb (A.S.) «Korkma, kavm-i zâlim olan Firavun ve kavminin şerrinden necat buldun, kurtuldun» dedi.]

2255

Page 152: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; Şuayb (A.S.) kerimelerinden birini gönderip davet edince Mûsâ (A.S.) davete icabet etti, huzur-u Şuayb'a geldi, başından geçen hâdiseyi ve Mısır'dan firar ettiğini hikâye edince Şuayb (A.S.) «Korkma yâ Mûsâ ! Zâlimlerin şerrinden halâs oldun. Zira; Firavun'un hükmü buralara nafiz değildir» demekle tesliye etti. Şu halde bir kimsenin başından geçen vekayii bir ehline hikâye etmesi meşru, hikâye edilen kimsenin tesliye ederek lâzım gelen muaveneti yapması bir emr-i müstahsen olduğuna âyette delâlet vardır.

Mûsâ (A.S.) ın bu hatunun davetine icabeti davette şahs-ı vahidin kelâmına itimad caiz olduğuna delâlet eder, Mûsâ (A.S.) koyunları Allah-u Tealâ'nın rızasını tahsil etmek ve âhiret azığı olmak üzere suladığından davete icabeti ücret almak için değildir. Hatta Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile Mûsâ (A.S.) geldiğinde yemek sofrası hazırlanmış olduğundan «Buyurun !

Yemek yiyin» denildiğinde Hz. Musa'nın «( بالله واع ذ ) Biz ehl-i beytteniz, dinimizi dünyaya değişmeyiz ve âhiret için işlediğimiz amel mukabilinde dünya ücreti almayız» demesi üzerine Hz. Şuayb'ın «Bu sana ücret değildir, bizim âdetimiz her misafire böyledir ve misafire taam yedirmek bizim âbâ ve ecdadımızın sünnetidir» dediği mervidir. Hz. Şuayb'ın bu te'minatı üzerine Mûsâ (A.S.) da taamdan yemiş ve açlık beliyesinden kurtulmuştur. Gerçi Hz. Şuayb'ın karyesi Mısır'a sekiz günlük mesafede olduğundan Firavun hükümetinin kuvvetine nispetle hükmü oralara nafiz olması âdette lâzım gelirse de Firavun'un memleketi ve hükmü daha uzak memleketlere gitmiş olduğu halde Bâdiye cihetine ehemmiyet vermemiş ve memleketten addedip hükümetini o cihete uzatmadığından oralarda hükümet teşkilâtı olmamasına binaen Hz. Şuayb zalimlerin, şerrinden kurtulduğunu tebşir etti ve Mûsâ (A.S.) da müsterih oldu. 4090

&&&&&

Vâcib Tealâ Mûsâ (A.S.) ın huzur-u Şuayb'a gelip taam yedikten sonra beyinlerinde cereyan eden muhaveratı ve vâki olan akd-i izdivacı ve koyunu gütmek üzere yaptıkları mukaveleyi beyan etmek üzere :

ــو�ى ق� ت� �ج� ت ر� م�ن� �ن خ� �ج� إ ت �ت� �ب أ ــ ـ� د�ٮهم�ا ي � � إ ــال و�ق� ٱ و� 8* و و� ٱ و� ہ"‌� و� 8* و و� ٱ و� و1 �م�ين ) (٢٦ٱالbuyuruyor.[Şuayb (A.S.) ın kerimelerinden birisi «Ey babam ! Sen bu zatı isticar et. Zira; isticar

ettiğin kimselerin hayırlısı; kuvvet ve emanet sahibi olandır.» Bu zat da kuvvet sahibidir ki birkaç kişinin kaldıramayacağı taşı yalnız kaldırdı, emanet sahibidir ki bizim koyunumuzu suladı, yüzümüze doğrulup bakmadı. Binaenaleyh; bu zatta matlup olan .kuvvet ve emanet vardır, isticar edersen hayır görürsün.] dedi.

Bu sözü söyleyen Hz. Şuayb'ın büyük kerimesi ve ahiren Hz. Musa'nın zevcesi olan (Safurâ) olduğu mervidir.

�ن �ى أ ن� ع�ل � ت ـــ �ى هـ� �ت ن د�ى � ــك� إ � أنك�حـ� ى أر�يـــد أ �ن ــال� إ و�قـ� و0 ٱ و� و� �ى� ح�ج� �م�ـن �ى ث ن �جر� �ت ‌�� ر *ا و

[Kerimesinin «Ey babam ! Bu zatı sen isticar et» demesi üzerine Şuayb (A.S.) Hz. Musa'ya hitaben dedi ki «Sekiz sene koyunumu gütmek ve bana ecir olmak üzere şu iki kızlarımdan birini sana nikâh etmek murad ederim. »]

ا ف�م� ع�ند� ت� ع� م� � � أ �ف�إ ن�‌ و� � ر و6 و و1 و� [«Bu nikâh üzerine eğer on seneyi itmam edersen o senin kendi indinden ihsanındır,

ben sana emretmem. »]

2256

Page 153: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

� �شق ع�ل � أ �و�م�ا أر�يد أ ‌qن و� و� [«Halbuki ben senin üzerine meşakkat vermek istemem.»]Yani kudretin fevkında birşey teklif etmekle seni meşakkate koşmam. 4091

�ح�ين� ) لصـل لله م�ن� اء� �ن ش� �ى إ �ج�دن ت ٱس� (٢٧ٱ [«Sen beni inşaallah salihlerden bulursun» demekle kerimesiyle izdivaç etmesini ve

mehrine mukaabil bir müddet koyununu gütmesini teklif etti.]Hz. Şuayb, kerimesinin mehri sekiz sene koyununu gütmek olacağını kat'i söylediğinden akd-

i sahihtir. Gerçi «On sene yaparsan o senin ihsanındır» demekle sözünde terdit varsa da o terdit sekiz sene üzerine vâki olan akid üzerine zaid ve sonradır. Binaenaleyh; akdi ihlâl etmez. Esasen terditle vâki olan akid de ücret-i ekall üzere vâki olduğundan terdit olsa bile akid sahihtir. Halbuki bu pazarlık sekiz sene üzerinedir. Sekizden yukarısı olursa Hz. Musa'nın ihsanı olacaktır. Ücretin mehir olacağını bazı fukaha bu âyetten içtihad etmişlerdir. Çünkü; Hz. Şuayb'ın şeriatında caiz olduğunu Cenab-ı Hakkın Kur'an'da bize beyan etmesi bizim için şeriat olduğuna delâlet eder.

( �شق أ � أ أر�يد و�و�م�ا ) Bir kimseye meşakkat; kudretinin fevkında iş teklif etmekle olduğundan Hz. Şuayb'ın «Ben sana meşakkat teklif etmem» demesi «Kudretin fevkında iş göstermem, koyunu gütmek hususunu re'yine bırakır ve sana suhulet gösteririm» demektir. Enbiya-yı izam hazaratının âdetleri muâmelât-ı nasta kolaylık göstermektir, cümle ehl-i imana yakışan da budur, «Sen beni suleha zümresinden bulursun» demek «Hüsn-ü muamele ve ahdini vefa edenlerden bulursun» demektir. Allah'ın tevkif ma itimadına işaret için Şuayb (A.S.) sözüne inşaallah kelimesiyle hitam vermiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ şu akde Hz. Musa'nın razı olduğunu beyan etmek üzere :

� ن� ع�ل و� � ع ت ف�ال ن� ق�ضـ� � �ج�ل ال م�ا �ي � أ ن � �ى و�ب ن � �ك� ب ل �ق�ال� ذ� ن�ى‌ ٲ و! و� و� ٱ ن�‌� و� و� ٲ �قول و�ڪ�ي ) �ى م�ا ن لله ع�ل ��و� ر (٢٨ٱbuyuruyor. 4092[Mûsâ (A.S.) «Şu beyan ettiğin mukavele, dermeyan ettiğin şartlar seninle benim

beynimde muteber, kaaim ve sabittir. Kabul ettim ve beyan ettiğin iki müddet ki sekiz veya on senedir. Bunlardan hangisini kaza edersem benim üzerime sizin tarafınızdan tecavüz yoktur. Binaenaleyh; haricinde vâki olan teklifi kabul etmem. Halbuki Allah-u Tealâ bizim sözlerimiz üzerine şahit ve vekildir.» Şu halde başka şahide hacet yoktur.] demekle mukaavele-yi imza etti ve tarafeyn razı oldular. Şuayb (A.S.) da büyük kerimesi (Safurâ) yı tezvic etti.

Hz. Mûsâ işine başlayacağı zaman eline bir asâ vermesini Şuayb (A.S.) kerimesine emreder. Kerimesi evvelden beri bir arada duran asalardan birini alır, verecek olduğunda Hz. Şuayb o asanın verilmesine razı olmaz. Meğer o asâ Hz. Âdem'in Cennet'ten getirdiği asâ olup enbiya-yı izam hazaratından nakil suretiyle Şuayb (A.S.) ın yed-i emanetine gelen ve kendisiyle teberrük olunan asayı mübareke olduğu için vermek istememiş ve kaç defa başka asâ almak üzere ellerini uzatmışlarsa da aynı asâ ellerine gelince Hz. Şuayb bunda bir acîp hikmet olduğunu tefekkür ederek verdiği mervidir. Binaenaleyh; asayı vermemek edemedi. Çünkü; asânın sahibi Mûsâ idi ve asanın bir çok harikalara âlet olacağı zaman gelmişti. Asâ-yı mübareke bu vesileyle sahibinin eline geçti.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'nın ikmâl-i müddet edip Mısır'a avdet ettiğini beyan etmek üzere :

2257

Page 154: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�ب� �س� م�ن ج�ــان �ه� ء�ان ل � �أ ار� ب �ج�ل� و�س� ال �ما ق�ض�ى موس�ى ۦف�ل و" ٱ ا �ا �لطور� ن ر ٱ

buyuruyor.[Vakta ki Mûsâ (A.S.) ınüddte-i mukaveleyi kaza edip Mısır'a avdet etmek üzere ehliyle

beraber yola çıktı ve yürümeye başlayınca Tûr dağı cihetinde bir ateş gördü.] 4093

� ـر أ ـ� ب �خ� ه�ا ب �يكم م ى ء�ات ع�ل ا ل �ا ت ن � ى ء�ان �ن كثوا إ �ه� ل � و�ق�ال� أل� و� � ر و� و ٱ و" و� من� �%ج� ر و�

ط�لون� ) � ت ك �ع�ل ار� ل و�لن و (٢٩ٱ[Mûsâ (A.S.) ehline «Siz burada durun. Zira; ben bir ateş gördüm. O ateş tarafına

gideyim. Me'mûl ki size ateşten bir haber veyahut bir ateş parçası getiririm. Ümid ederim ki siz o ateşten ısınırsınız» dedi.]

Yani; Mûsâ (A.S.) kayınpederiyle vâki olan mukavelede ta'yin olunan müddeti ikmâl ve taahhüdünü ifa edip Mısır'a avdet etmek üzere Şuayb (A.S.) dan müsaade alarak ehliyle yola çıktığında gecenin karanlığında fırtınaya tutulup yolu kaybettiği bir zamanda Tür canibinden bir ateş gördü ve ehline «Siz burada bir müddet durun. Ben uzaktan bir ateş gördüm. Âdette ateşin yanında insan bulunur, me'mûl ki ateşten ben bir haber getirir, yolumuzu doğrulturum veya bir ateş parçası getiririm. Ümid ederim ki siz o ateşten ısınırsınız» demekle ehline ve etbâ'ma veda etti ve kafiyen geleceğini söyledi.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Hz. Mûsâ ta'yin olunan iki müddetten on seneyi ikmâl ettiği bir hadisle sabittir ve Şuayb (A.S.) ın ruhsatıyla zevcesi ve hizmetçisi beraber yola çıkmıştır. Fakat (Sure-i Tâhâ) da beyan olunduğu veçhile gecenin karanlığında fırtınaya tutulup yolu kaybettiğinden şenliğe ve ateşe şiddetle ihtiyaç olduğu bir zamanda nûr-u İlâhiyi ateş suretinde gördü, o tarafa gitti. Çünkü; yolu bulmak için adama, ısınmak için ateşe ihtiyac-ı şedid vardı. Binaenaleyh; kemâl-i sür'atla ateş tarafına gitmiştir.

Bazı rivayete nazaran Şuayb (A.S.) koyunun bir sene kuzusunu tamamen kızına ve damadına hediye ettiğinden ondan hasıl olan nema ile birçok koyun sahibi olup beraberinde götürürken o gece karanlıkta, şiddetli rüzgâr ve dehşetli yağmurlar arasında koyunları da dağılıp herbiri bir yere gittiği ve gecenin karanlığında toplayamadığı cihetle dahî endişeli olduğu bir zamanda nûr-u İlâhiyi ateş surelinde gördüğü mervidir. 4094

&&&&&

Vâcib Tealâ ateşi gördüğü mahalle gelince vâki olan zuhurat-ı İlâhiyeyi beyan etmek üzere :

ــة� عـ� ب م�ن� ف�ى � ال و�اد� ط�ى� ــــ ـــود�ى� م�ن ش� ــا ن �ٮهـ� �ت �ما أ و-ف�ل و� ٱ و� ٱ و� ٱ �م�ين� ل عـ� ب لله ر� �ا �ن ى أ �ن ى إ موس� ـ� �ن ي ة� أ ج�ر� لش �ة� م�ن� ڪ ر� ـ� و�مب ٱ ٱ ٱ و� ٱ

(٣٠)buyuruyor.[Vakta ki Mûsâ (A.S.) ateşe yakın bir mahalle gelince kıt'a-i mübarekede Mûsâ (A.S.) ın

sağ canibine gelen derenin kenarında bulunan ağaçtan «Yâ Mûsâ ! Ben âlemlerin rabbi olan Allah-u Tealâ'yım» nidası zuhur etti.]

2258

Page 155: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; ateşe veyahut yol gösterecek bir adama şiddetle ihtiyaç olduğu bir zamanda cebel-i Tûr'da zuhur eden nûr-u İlâhiyi ateş zannıyla ailesine «Siz durun burada, ben gideyim, size ateş veya bir haber getireyim» diyerek evlâd ü iyalini Allah'a emanet edip ateşe yakın gelince hayr-ı kesir sahibi olan buk'ada ve Musa'nın sağ canibine gelen derede ağacın arasından «Yâ Mûsâ ! Muhakkak ben Allah-u Tealâ'yım ve âlemlerin Rabbiyim» nidası zuhur etti ve böyle mübarek bir nida ile nida olundu.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyetteki lâfz-ı nida; (Sure-i Tâhâ) da beyan olunan lâfz-ı nidaya muhalifse de her iki âyette maksatta muhalefet olmadığından yekdiğerinin aynıdır.

Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile Hz. Musa'dan bu nidanın Allah'ın nidası olduğunu neyle bildiği suâl olunduğunda «Nidayı vücudumun her cüz'üyle işittim. Vücudumun her cüz'ünde kuvve-i sâmia halketmek Allah'a mahsus olduğundan mezkûr nidanın Allah'ın nidası olduğunu bildim» demiştir. Yahut yeşil ağaçla ateşi cemetmek Allah'a mahsus olmasıyla bilmiştir. Yahut Cenab-ı Hak ilm-i zarurî halketti ki nidanın taraf-ı İlâhiden olduğunu bildi. Binaenaleyh; nidanın Allah'ın nidası olduğuna başka delil istemedi.

Ehl-i sünnetten (Mansur-u Mâtüridî) mezhebinde ağaçtan işitilen kelâm zatullahla kaaim olan kelâm-ı kadim üzerine delâlet eden huruf ve asvattır. Yoksa zat-ı İlâhi ile kaaim olan kelâm-ı İlâhi değildir. Çünkü; kelâm-ı kadim üzerine delâlet eden hurui ve sadayı ağaçta halkıyla işittirmek caizdir ve öyle de olmuştur. Amma (Eş'arî) ye göre. zat-ı İlâhiyeyle kaaim olan kelâm-ı kadîmi işitmek mümkündür, fakat (Matüridiye) ye göre huruf ve as vattan ârî olan kelâm-ı kadimi işitmek mümkün değildir. Ancak insanların sada ve hurufla maksatlarını ifadeyi birbirine işittirdikleri gibi Cenab-ı Hak da kendi kelâmına delâlet eden huruf ve asvatı halkla Hz. Musa'ya işittirmiştir. Kelâm-ı İlâhiye delâlet eden sadanm işitildiği ağacın hangi neviden olduğuna dair âyette sarahat yoktur. Fakat böğürtlen, sakız veya sarmaşık ağacı olduğuna dair rivayet varsa da kat'i bir delil olmadığından ağacın nev'ini ta'yin etmektense sükût eylemek daha evlâdır. Çünkü; ağacı ta'yine taallûk eder bir hüküm de yoktur. Şurası kafidir ki Tûr'da mübarek bir derenin kenarında bitmiş bir ağaçta zatıyla kaaim kelâm-ı kadimine delâlet eden sadayı halkla Cenab-ı Hak kelâmını Hz. Musa'ya işittirmiştir. Zira; Kur'an'ın müteaddid âyetlerinde Rabbimiz bize beyan etmiştir. Binaenaleyh; bu cihette şüphe yoktur ve şüphe etmek de eaiz değildir.

&&&&&

Vâcib Tealâ ulûhiyetini beyanla nidadan sonra Hz. Musa'nın mucizesine ait nidasını beyan etmek üzere :

ق� ع�ص�ا � � أ �و�أ ن�‌ و� و�buyuruyor.[Mûsâ (A.S.) a nida olundu ve denildi ki «Yâ Mûsâ ! Elinde bulunan asanı yere at.»]

� يع�ق ا و�ل � ب ى م ا ج�ا و�ل �ن �أ �ز ك ت � ء�اه�ا ت �ما ر� �ف�ل و0‌ و � ر و! ��� ر ن5 و5[Emr-i İlâhiye imtisalen derhal asayı yere koyunca gördü ki titreyip debelenir keenne

bir yılandır. O hali görünce Mûsâ (A.S.) arkasına döndü ve asayı ta'kibetmedi.] 4096

�ين� ) �م�ن ال ك� م�ن� �ن �خ� إ � ت � و�ال ب � ى أ موس� ـ� ٱي و)‌� و� (٣١و- [Taraf-ı İlâhiden «Yâ Mûsâ ! Yönünü asaya dön, korkma. Zira; sen korkulacak şeylerin

cümlesinden emin olabilirsin. Binaenaleyh; senin için korku yoktur» denildi.]

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile asâ. yılan suretinde harekete başlayınca önüne gelen şeyleri yutmuş olduğu cihetle Hz. Mûsâ bu mehabbetten korktu ve arkasına dönüp kaçmak istedi, lâkin te'minat-ı İlâhiyeyi hâvî nida geldi ve denildi ki «Yönünü asaya dön, kaçma ve asanın halinden korkma. Elinle tut. Eski haline avdet edecektir. Zira sen; zuhur eden harikalardan korkacaklardan değil, belki emîn olanlardansın» demekle cesaret verildi. İşbu asâ: Şuayb (A.S.) ın hanesinden almış olduğu asadır ki ezelde bu asanın Musa'nın eline geçeceği ve bir çok harikalara

2259

Page 156: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

âlet olacağı takdir olunduğundan zamanı geldi, hünerini icraya başladı. Gerçi asâ Şuayb (A.S.) a, ondan evvel birçok enbiya-yı izam hazaratından naklolunmuş, gelmişse de onlarda bu gibi harikalara âlet olmamıştır. Zira; onlar asayı ezelde takdir olunan sahib-i hakîkîsi için muhafaza ediyorlardı. Bu harikaların, ancak sahib-i hakîkîsi olan Hz. Mûsâ yedinde zuhur edeceği mukadderdi. Gerçi asâ ile teberrük ederek ellerinde bulundururlardı, lâkin onların elleri Musa'nın eli değildi. Yani asâ o asâ idi, fakat el o el değildi. Binaenaleyh; bu harikalar Cenab-ı Hakkın fâil-i muhtar olduğuna delâlet eder. Zira: asanın tabiatıyla olsaydı asadan bu harikaların her zaman ve her nebi yedinde zuhur etmesi lâzım gelirdi, halbuki böyle olmadı.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'ya Tûr'da vâki olan nidanın üçüncüsünü beyan etmek üzere :

م و و� ــ ر� س اء� م� غ� ــ� ض � ر ب � ــك� ت � ب ـد�ك� ف�ى ج� ـ� ي و ل و4 ٱ �� ر و� و� و� و� و? و� و� و� ٱلر �اح�ك� م�ن� ن ك� ج� � �ل �إ ‌Eن و@ ٱ و�buyuruyor. 4097[Yâ Mûsâ ! Elini cebine ithal et, ilel ü emrazdan salim ve beyaz olduğu halde çıkar ve iki

kanadın mesabesinde olan ellerini koltuklarına zammet ki korkundan ellerini uzatma.]

ا ـانوا ق� ـ� ه ڪ �ن �يه� إ ن� و�م�إل� ع� �ى ف� �ل ك� إ ب �ان� م�ن ر ن هـ� �ك� ب ن ف�ذ� ر و� و � ۦ‌ و� و� و� ٲ ق�ين� ) س� (٣٢فـ�[İşte gördüğün iki alâmet senin Rabbinden Firavun'a ve cemaatına karşı senin için iki

mucizedir. Zira; Firavun ve kavmi hudud-u İlâhiye haricine çıkmış kavm-i fasık oldular.]

Yani; Vâcib Tealâ Mûsâ (A.S.) a asânın mucize olduğunu gösterdikten sonra ikinci mucizesini göstermek üzere dedi ki «Yâ Mûsâ ! Elini koynuna sok, beyaz, güneş gibi parlar, görenlere hayret verir ve gözleri kamaştırır olduğu halde koynundan çıkar, fakat bu beyazlık bir hastalık ve illet eseri değildir» denilince Mûsâ (A.S.) emre imtisalen derhal elini koynuna koydu ve güneş gibi parlar olduğu halde çıkarınca kendine bir korku arız olduğundan korkan kimsenin korunmak için ellerini uzattığı gibi Mûsâ (A.S.) da ellerini uzatınca Vâcib Tealâ o korkuyu izale zımnında «Yâ Mûsâ ! Sana arız olan korkuyu gidermek için ellerini koltuğuna koy» dedi. Çünkü; korkan kimsenin korunmak için ellerini açması ve uzatması âdettir. Amma korkudan salim olan kimsenin elleri koltuğu altında bağlı olduğundan Cenab-ı Hak «Yâ Mûsâ ! Korkan kimse gibi elini açma, belki korkudan emin olan kimse gibi ellerini bağla» demekle korkusunu izaleyle cesaret verdi. Bu cihetle her iki mucizeyle ünsiyet hasıl olunca buyurdu ki «Yâ Mûsâ ! Şu asâ ile elinin beyazlığı Firavun ve onun cemaatına ve kavmine karşı senin için nübüvvet davasında sıdkına iki şahittir. Onlar bu mucizelerine mukaabele edemeyeceklerdir. Zira; onlar kavm-i fâsık oldukları cihetle bir Resûl tarafından irşada muhtaçlardır. Binaenaleyh; seni onlara Resûl olarak gönderiyorum» dedi.

Tefsir-i Medarik'te beyan olunduğu veçhile Vâcib Tealâ Hz. Musa'ya arız olan korkuyu izale için elini göğsüne veyahut böğrüne koymasını emrettiğinden İbn-i Abbas Hazretleri «Korku arız olan kimse elini göğsüne korsa korkusu zail olur» buyurmuştur. 4098

Hulâsa; Mûsâ (A.S.) ın Tûr dağında zuhur eden tecelliyat-ı ilâhiye ile müşerref ve asâ ile yed-i beyzâ nübüvvetinin sıdkına delâlet eder iki mucize olduğu ve o heybetten arız olan korkuyu izale için ellerini böğürlerine koymasına dair emr-i İlâhinin vürud ettiği ve Hz. Musa'nın kavm-i fasık olan kavm-i Firavun'u irşada me'mur Resûl olduğu bu âyetlerden müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Mûsâ (A.S.) ın Resûl olduğunu beyandan sonra Rabbisine iltica ettiğini beyan etmek üzere :

2260

Page 157: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

تلون� ) � �ن ي �خ�اف أ ا ف�أ � ه ن ت م� � ى ق�ت �ن ب إ و-ق�ال� ر� o ر Sو و و� (٣٣و� buyuruyor.[Mûsâ (A.S.) Rabbisinin emrini dinleyip kabul ettikten sonra dedi ki «Yâ Rabbi ! Ben

onlardan bir şahıs katlettim. Binaenaleyh; onların beni katletmelerinden korkarım»]

ا ه م�ع�ى� ر� س� � ا ف�أ ا �س� ى ل ص�ح م�ن � رون هو� أ �خ�ى هـ� �و�أ ر و! و� و� � ر و) � �يص�دقن اى‌

[«Halbuki biraderim Harun lisan cihetinden benden daha ziyade fasihtir. Binaenaleyh; yâ Rabbi ! Benimle beraber biraderimi Resûl gönder ki bana arka olarak beni tasdik eder.»]

�ذبون� ) �ن يك �خ�اف أ ى أ �ن (٣٤إ [«Zira; ben onların beni tekzibetmelerinden korkarım» demekle Rabbisine tazarru' etti.]

Yani; Allah-u Tealâ Mûsâ (A.S.) a «Sen Firavun'a ve cemaatına Resûlsün. Git, onları hakka davet et» deyince emr-i risaletin ehemmiyetini nazar-ı dikkata alarak i'tizar etmek ve yardım istemek üzere dedi ki «Yâ Rabbi ! Ben onlardan hataen bir kimse öldürdüm ve esasen katlime karar verdiler, sen beni kurtardın. 4099 Binaenaleyh; eski kararlarını icra edip beni katletmelerinden korkarım, benim biraderim Harun lisânen benden daha açık ve meramını benden daha ziyade beyana muktedirdir. Şu halde onu da bana yardımcı olarak Resûl gönder ki hakikati hulâsa, delilleri takrir ve şüpheleri izale ederek beni tasdik etsin. Zira; onların beni tekziplerinden korkarım» demekle kendine muavenet etmek üzere biraderinin Resûl olmasını istirham etti.

( �ءرد ا ) Beyzâvî'nin beyanı veçhile muin ve nasır manâsınadır. Yani «Kardeşimi benimle beraber gönder ki bana yardım ve beni tasdik etsin. Zira; davet eden iki kimse olursa sözleri kabule daha şayan olur» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ şu ilticası üzerine Hz. Musa'nın duâsını kabul ettiğini beyan etmek üzere :

ا طـ� �كم�ا س ع�ل ل � �خ�يك� و�ن �أ �شد ع�ضد�ك� ب ن �ق�ال� س� ر و� و�buyuruyor.[Mûsâ (A.S.) ın ilticası üzerine Vâcib Tealâ dedi ki «Yâ Mûsâ ! Senin bazunu biz

biraderinle kuvvetlendiririz ve sizin için biz onlar üzerine tasallut ve galebe halkederiz.»]

كم� � �ل �ص�لون� إ � ي �ف�ال ا‌ و�[«Binaenaleyh; onların zararı size vasıl olmaz.»]

�ا �ن ت ـ� اي ـ� ب [«Bizim âyetlerimizle gidin, onları davet edin hakka. Gösterin mucizelerinizi, tebliğ

edin ahkâmımı.»]

�بون� ) ل غـ� �ع�كم�ا ب ت �نتم�ا و�م�ن� و�أ ٱ (٣٥ٱ [«Siz ve size ittibâ' edenler Firavun'a ve kavmine gaalipsiniz» demekle duâsı veçhile

biraderinin de Resûl olduğunu beyan etti.] 4100

2261

Page 158: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; Mûsâ (A.S.) a Firavun'a ve kavmine Resûl olduğunu beyan edince Mûsâ (A.S.) biraderinin kendine refik olmasını tazarru' etmesi üzerine Cenab-ı Hak istediğini verdi ve dedi ki «Yâ Mûsâ ! Seni biraderinle takviye ve sizin için kuvvet ve şevket halkederiz. Binaenaleyh; bizim âyetlerimiz sebebiyle onların zararı size vâsıl olamaz. Çünkü; verdiğimiz mucizelere muâraza edemeyecekleri cihetle siz ve size tâbi' olan ehl-i îman her zaman galipsiniz. Şu halde sizin için korku ve telâş yoktur» demekle galip olacaklarını tebşir etti.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Hz. Mûsâ'nın biraderinin refakatini istemesindeki sebep; kendinin lisanında rekâket olmasındandır. Harun'un fesahatini beyan etmesi dahî sebebin bu olduğuna delâlet eder. Hz. Mûsâ'nın asası mucize olduğu gibi Firavun'un şerrini defe de kâfi olduğundan Vâcib Tealâ bu âyette «Gidin onlara. Bizim âyetlerimiz sebebiyle onların zararı size ulaşmaz» demiştir. Çünkü; her ne zaman isterse Hz. Mûsâ'nın asası bir ejderha suretine girdiğinden düşmanları üzerine gelemezdi. Zira; isterse Hz. Mûsâ asâ ile istediğini ihlâk ederdi. Binaenaleyh; Firavun ve avanesi Hz. Musa'dan korkar, üzerine varmaktan çekinirlerdi.

Bu âyette yalnız Hz. Mûsâ ile biraderine zararları vasıl olmayacağını beyan ettiğinden Firavun'un sâhirleri asmasıyla bu âyete itiraz varid olmaz. Çünkü; bu ikisine zararları vasıl olmayacağım beyan başkalarına da zararın vasıl olmayacağını beyanı lâzım gelmez ki itiraz varid olsun. G a l e b e yle murad; mucizeyle galebedir. Yahut ileride galebe olduğu cihetle bazı tâbi olanların mağlûb olmalarıyla suâl varid olmaz. Binaenaleyh; Hz. Musa'ya îmar eden sahirlerin Firavun tarafından zulmen salbolunmaları bu âyette beyan olunan galebeye münafi değildir. Bu tevcihata ihtiyaç: sahirlerin salbolunduklarına nazarandır. Bazı rivayete nazaran Firavun sâhirleri, «Sizi elbette asarım» demekle tehdidetmişse de salbedememiştir. Bu rivayete nazaran suâl terettüb etmediğinder tevcihe de hacet yoktur.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'nın Tûr'da emr-i İlâhisini telâkki ettiğini beyandan sonra ailesini alıp Mısır'a gelerek vazife-i risaletî edaya başladığını beyan etmek üzere : 4101

� ســ� �ال ذ�ا إ ـ ا هـ� الوا مـ� ـ قـ� ـ� ن �ي �ا ب �ن ت ـ ـ� اي ـ� ى ب �ما ج�اء�هم موس� ��ف�ل ر و: 1� ر �ين� ) �ول ال �ا �ن �اٮ ذ�ا ف�ى ء�اب �هـ� �ا ب ن م� ى و�م�ا س� � ت ٱم و� � ر (٣٦و)buyuruyor.[Vakta ki, Mûsâ (A.S.) bizim açık âyetlerimizle Firavun'a ve kavmine gelip tarik-ı hakka

davete başlayınca onlar «Şu Mûsâ'nın getirdiği şey olmadı, illâ iftira olunmuş bir sihir oldu ve biz evvel geçen babalarımızdan Mûsâ'nın dediği şu şeyi işitmedik» dediler.]

ــد�ى م� ع�نــد�ه� و�م�ن ه � ــاء� ب �م�ن ج� �م ب ل � ى أ ب ى ر� ۦو�ق�ال� موس� و� و� ٱ و� �ه �كون ل لدا ت �ة ق�ب � عـ� ن�‌ ٱ ۥ

[Onların bu sözüne karşı Mûsâ (A.S.) «Benim Rabbim kendi tarafından hidayetle gelen kimseyi ve kendi için âkıbet-i dâr olan kimseyi bilir. Binaenaleyh; akıbetiniz helaktir» dedi.]

ه �ن �مون� ) إ ل لظـ �ح ل � ي ٱ ال و) (٣٧ۥ [«Zira; zâlimler felah bulmazlar, siz de zâlim olduğunuz cihetle felah bulmazsınız»

demekle hakikati söyledi.]Yani; Mûsâ (A.S.) Tûr'da münacatını bitirip ailesiyle beraber Mısır'a gelince bizim kendisine

hasmını ilzam ve risaletini tasdik için verdiğimiz âyetlerimiz ve açık hüccetlerimizle emr-i ilâhimizi tebliğ için Firavun'a ve etbâ'ına gelince onlar kemâl-i cehalet ve dalâlete dalmış olduklarından «Mûsâ'nın getirdiği şu şey olmadı, illâ iftira olunmuş bir sihir oldu. Yani sihirden başka birşey değildir, biz babalarımızdan ve evvel geçen ecdadımızdan böyle birşey işitmedik. Zira; ma'bud bir

2262

Page 159: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

olsun, kullarını ıslah için Resûl göndersin, onlar kavanin-i şer'iye vaz'etsin. Bu aklın harici birşeydir. Binaenaleyh; biz böyle birşey işitmedik» dediler. Çünkü; Firavun ve etbâ'ı gaayet cahil ve taklitte musir olduklarından o kadar açık 4102 mucizelere karşı babalarında böyle birşey görmediklerini beyanla müdafaa ettiler. Halbuki hakikatta mezheplerini bir delille istidlale muktedir değillerdi. Binaenaleyh; babalarını taklitle müdafaaya müsaraat ettiler. Onların şu müdafaalarından iman etmeyeceklerini bilince Mûsâ (A.S.) «Benim Rabbim hidayet ve rüşdle kendi tarafından gelen kimseyi herkesten ziyade bilir ve onlara envâ'ı kerametle ikram eder ve âkıbet-i dâr yani âkıbet-i hamide kimin için olduğunu dahi bilir lâkin ey Firavun ! Siz felah bulmaz ve saadet görmezsiniz. Zira; zâlimsiniz. Zalimler ise felâhyab olamazlar» demekle Firavun ve etbâ'ının zâlim olduklarını ve zulümleri felâketlerine sebep olacağını beyan etti.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Musa'nın kelâmından sonra Firavun'un söylediği sözlerini beyan etmek üzere :

ه ـ� �ل إ م ل�ڪم ت � ع�ل م�ا م�أل� ه�ا �ي أ ـ� ي ن ع� ف� و�و�ق�ال� و و� ٱ و� و� ر�ى و�غ�

buyuruyor.[Firavun Mûsâ (A.S.) ın tebliğini dinledikten sonra muvafık bir cevaba muktedir

olmadığından kemâl-i hacaletini setirle avanesinin acze nisbetinden korktuğu için dedi ki «Ey cemaat ! Ben sizin için benden başka bir ma'bud bilmiyorum. Benden başka ilâh olduğunu Mûsâ nasıl dava ediyor?»]

لطين� م�ـن ع�ل�ى هـ� ـ� �ى ي ق� ل � ٱف�أ و! و� [«Şu halde ya Hâmân ! Benim için çamur üzerine ateş yak. kiremit pişir.»]

ى ه� موس� ـ� �ل �ى إ �ل �ع إ �طل ى أ ع�ل ا ل ع�ل لى ص� �ف� ر و� و� ٱ [«Kiremit pişince o kiremitten benim için yüksek bir köşk yap. Ben köşkün üzerinden

me'mûl ki Musa'nın ma'buduna muttali' olurum. »] 4103

ه ى ألظن �ن �ين� ) و�إ ذ�ب ـ� ك و� م�ن� ٱ (٣٨ۥ [Halbuki ben Musa'yı yalan söyleyenlerden zannediyorum.]

Yani; Firavun Mûsâ (A.S.) ın kelâmını dinledikten sonra hazır olan cemaata hitabederek «Ey ulu kişiler ! Ben sizin için Musa'nın dediği gibi benden gayrı bir ma'bud olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân ! Ateş yak benim için, çamurdan tuğla pişirt ve o tuğla ile yüksek bir kasır yap. Ben o kasrın üzerine çıkarak bakayım. Me'mûl ki Mûsâ (A.S.) ın ma'budunu bulurum ve ahvaline muttali olurum. Halbuki ben Musa'yı yalancılardan zannediyorum» demekle işi geçiştirmek ve aczini etrafında bulunanlara anlatmamak istedi.

Bu âyette.beyan olunduğu veçhile Firavun Hâmân'a tuğla yaptırmasını emretti. Fakat ondan evvel tuğla var mıydı? Burası malûm değildir. Şu halde tuğlanın Firavun'un icadı olması muhtemeldir. Binaenaleyh tuğla; dünyadaki icadların pek eskilerindendir. Zamanımızda dahi bu san'at revacını kaybetmemiş, ebniye ve imaret hususunda pek mühim âmillerden olduğu cihetle itinası lâzım olan sanayidendir. Çünkü; insanlar için ekmekten sonra sükna levazım-ı beşeriyenin ikinci mertebesini teşkil ettiğinden tuğlanın ehemmiyeti aşikârdır. Hatta Firavun tuğla pişirmesini emrettikten sonra ebniyede isti'mâl edeceğine işaret için bir köşk yapılmasını ilâve etmiştir. Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile (Hâmân) derhal usta ve ameleyi topladı. Az zaman içinde tuğlayı

2263

Page 160: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

pişirdi. Firavun'un emri veçhile bir kasır ve içinde esterle çıkılacak yol da yaptırdı ki, Firavun'un esterle inip çıktığı mervidir.

Firavun'un bu sözünde tenakuz vardır. Çünkü; kendinden başka ma'bud olduğunu bilmediğini ve öyle bir ma'bud olmadığım söylediği halde Hz. Musa'nın ma'budunu aramak için birtakım ebniye külfetiyle meşgul oldu ve Hâmân'a arz-ı ihtiyaç etti. Kendi zu'munca ilâh olunca icad edivermeliydi. Firavun'un itikadınca ilâh mevcut olsa semada bir cisim olacağından sema cihetinden aramaya karar verdi.

Beyzâvî'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile 4104 Firavun'un emrettiği bina rasathane olup bundan maksadı yıldızların ahvalini tarassut ve teftiş etmek ve bir ilâh olup Resûl göndermeye delâlet eder delil aramak ve devletinin inkırazına delâlet eder alâmet olup olmadığını tahkik etmek olduğu mervidir. Yahut Mûsâ (A.S.) «Benim Rabbim semâvât ve arzın Rabbidir» deyince semanın Rabbi semada olur zannıyla sema cihetinde aramaya kalkmıştır ve bilmemiştir ki, Rabbi Tealâ mekândan münezzehtir.

ـوده ـ �ر� هــو� و�جن ب � ت و�و� و� ه ٱ �ن وا أ ـق و�ظ�ن حـ� ر� �غ� �ض� ب ال و ف�ى و� ٱ و� و� ٱ ۥ ج�عون� ) � ي �ا ال ن � �ل و�إ (٣٩و�[Firavun ve askeri yeryüzünde bigayrıhakkın istikbar ettiler, kendilerini büyük saydılar

ve zannettiler ki onlar öldükten sonra bizim huzur-u manevîmize irca' olunmazlar.]

Yani; Firavun gaayet cahil ve ahmak olduğundan bil'esale kendisi ve ona tebaiyetle askeri kendilerini yeryüzünde haksız olarak büyük addettiler ve onlar zannettiler ki, bizim huzur-u manevîmize haşrolunup gelmezler. Çünkü; askerin tavr u hareketi melikin tavır vo hareketi üzere olmak âdettir. Halbuki onlar haşrolunup gelecek ve kibirlerinin cezasını göreceklerdir.

&&&&&

Vâcib Tealâ onların istikbarlarını beyandan sonra kibirlerinin neticesini beyan etmek üzere :

ه و�جنود�ه ـ� ن �خ� �ة و�ف�أ ق�ب �ان� عـ� ف� ڪ � نظ ك � ف� ي اه ف�ى ـ� ن � �ب و� ف�ن و� ٱ �‌ م و� ٱ و و� ۥ �م�ين� ) ل (٤٠ٱلظـbuyuruyor.[Biz Azîmüşşan Firavun'u ve askerini tuttuk, denize attık. Habibim ! Sen nazar et, gör

ki, zâlimlerin akıbeti ne oldu.]

Yani; Firavun ve askeri istikbar edip imandan imtina' edince biz kahr u gazabımızla onları azapla muaheze ve denize atmakla helak ettik. Yâ Ekremer Rusûl ! Sen nazar et, gör ki, zâlimlerin

4105 akıbetleri ne oldu. ( اه ـ� ن � �ب و ف�ن و� ) n e b e z ; eline ufacık çakılları alıp atmaktır. Şu halde Firavun ve askeri her ne kadar kendilerini büyük addetmişlerse de Cenab-ı Hak onları insanın

elinin ucuyla atmış olduğu çakıllara teşbihle tahkir için ( اه ـ� ن � �ب و ف�ن و� ) yani «Biz onları ufacık çakıllar gibi denize attık» buyurmuştur ki, «âdeta ehemmiyetten ârî birşey gibi denize atılıverdiler, hatta az bir zaman içinde eserleri bile kalmadı» demektir. Çünkü; kibrin akıbeti felâket, zillet ve meskenettir.

رون� ) � ينصــ� م�ة� ال ــ ـ� ق�ي م� � ا و�ي لن �ل�ى عون� إ � �م ي �ٮ ه أ ــ ـ� ن و�و�ج�ع� ٱ و� � ن�‌ ٱ و! % ر و و�٤١)

2264

Page 161: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Biz Firavun'u ve askerini âsîlere imamlar kıldık ki, onlar nâsı ve bilhassa isyan irtikâb etmek isteyenleri Cehennem ateşini icabeden günahlara davet ederler ve yevm-i kıyamette onlar hiçbir kimse tarafından yardım olunmazlar.]

Yani; Firavun'u, vükelâsını ve kuvvetini muhafaza eden askerini biz âsîlere muktedâbih kıldık. Zira; onlar kendilerine ittibâ' eden âsîleri Cehennem ateşine davet ederler. Yani birtakım günahlara davet ederler ki, o günahlar Cehennem ateşine sebeptir. Ve yevm-i kıyamette gerek tâbi', gerek metbû'lardan hiçbirisi bir kimse tarafından yardım olunmazlar. Çünkü; onlara şefaat edecek bir kimse bulunmaz.

م�ة� هم من� ــ ـ ـ� ق�ي م� � � و�ي ن � �ا ل ي ــد لـ ذ�ه� ــ ـ ه ف�ى هـ� ــ ـ ـ� ن � ب � و�و�أ ٱ و� � ‌% ر و� و� ٱ و و� و1 بوح�ين� ) و-م� و� (٤٢ٱ[Şu dünyada biz onlara laneti tâbi' kıldık ve yevm-i kıyamette onlar ihlâk

olunanlardandır.]Yani; âsîlere muktedâbih olanlar yevm-i kıyamette nasıl yardım olunurlar? Elbette yardım

görmezler. Zira; bu dünyada arkalarına biz lanet tâbi' kıldık. Şu halde onlar yevm-i kıyamette elbette yüzleri çirkin olarak huzurumuzdan ve ikramımızdan tardolunanlardandır. Çünkü; dünyada onlara melekler ve müminler ilâ-yevmilkıyam lanet ettiklerinden dünyada elsine-i nâsta mel'un 4106 oldukları gibi âhirette de dergâh-ı ulûhiyetten tardolunurlar. Firavun ve etbâ'ı unf ü şiddetle tardolundukları cihetle elbette yardım görmezler. Bilâkis ihanet ve hakaret görürler ki, dünyadaki tekebbürlerinin cezası hakarettir.

Taberî'de beyan olunduğuna nazaran Firavun'a ve kavmine d ü n y a d a t â b i ' o l a n l a n e t le murad; gazap ve hakaretle ihlâk ve ilâyevmilkıyam elsine-i nâsta zemle âleme ibret olmalandır.M a k b u h o l m a l a r ı yla murad; hakaretle ihlâk olundukları gibi âhirette ihanet-i lâzımeye ma'ruz olmalarıdır. Ebussuud Efendi'nin beyanına nazaran m a k b u h la murad; yüzleri siyah ve gözleri gök olmak gibi çirkin ve kabih alâmetlerle indallah ve indennâsınenfur, ihsan-ı ilâhiden mahrum ve rahmetten matrud olmalarıdır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Firavun ve askerinin denize garkolunduklarını, lanete müstehak ve rahmet-i ilâhiyeden matrud olduklarını beyan ettiği gibi Hz. Musa'ya Tevrat'ı verdiğini dahi beyan etmek üzere:

ــرون� ق ـا ـ� ن � ل � ــا أ د� م� � ب� م� ب ــ ـ� ڪ�ت ى ـا موســ� ـ� ن � �ق� ء�ات و�و�ل ٱ و� و" و� ن� و� ٱ و� و! اس� �لن �ر� ل �ص�اٮ �ى ب و�أول ٱ

رون� ) �ذ�ك �ت ه ي ع�ل م� ل ى و�ر� و و�ه % ر و� ! (٤٣ر

buyuruyor.[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki, biz kurun-u ûlâyı ihlâk ettikten sonra nâsın

kalplerine inkişaf için nûrlar ve doğru yola irşad için hidayet ve rahmet olduğu halde Tevrat kitabını Mûsâ (A.S.) a verdik. Me'mûl ki, nâs tezekkür eder, düşünür ve mevâiziyle mütenassıh olurlar.]

Yani; Firavun, Âd ve Hûd kavimlerini birer gûnâ afetle biz ihlâk ettikten sonra Mûsâ (A.S.) a Tevrat'ı verdik ki, o Tevrat nâsın kalplerine ziya verir basirettir. Zira; o kitapta insanlar cehalet ve dalâletten kurtulurlar, ahkâmıyla amel edip menâfi-i diniye ve dünyeviyelerini o kitaptan istinbat ettiklerinden onlar hakkında 4107 Tevrat ayn-ı nûr ve basirettir. Tevrat insanlara doğru yolu gösterdiğinden ayn-ı hidayet ve ihsan-ı ilâhiye sebep olan amelleri beyan ettiğinden ayn-ı rahmettir. Çünkü; ahkâmıyla amel edince onları saâdet-i ebediyeye îsâl eder, bu kitabı biz Mûsâ

2265

Page 162: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

(A.S.) a verdik ki, nâs düşünsünler, vaa'zıyla müttaiz, kemâl-i tefekkür ve tezekkürle ahkâmından müstefid olsunlar.

Hz. Musa'ya Tevrat'ın inzali Firavun'u ihlâkten sonra olduğuna bu âyet delâlet eder. Çünkü; kurûn-u ûlâda Firavun da dahildir. Zira; Nimetullah Efendi'nin beyanına nazaran k u r u n - u û l â ile murad; kavm-i Nûh, Hûd, Salih ile kavm-i Firavun'dur. Bunların cümlesi helak olup eserleri kalmadığı bir zamanda Tevrat nazil olup nâs beyninde kavaid-i şer'iyeyi te'sisle adaleti neşretmiş ve doğru yolu göstermiştir. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak bu âyette Tevrat'ı nâsa basiret, hidayet ve rahmet olmakla tavsif ettiği gibi Tevrat'ı inzalden maksat da nâsın ahkâmını tezekkür edip mucibiyle amel etmeleri olduğunu beyan etmiştir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Vâcib Tealâ Tevrat'ı inzalden sonra yevm-i Sebte riâyet etmeyenleri azab-ı dünya ile ihlâk etmiş ve onlardan sonra azab-ı dünya ile hiç bir kavmi ihlâk etmemiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ bu sûre'de Hz. Musa'nın hâl-i sahavetinden Tevrat inzal oluncaya kadar geçirmiş olduğu devreleri ve kurûn-u ulanın helakini, Tevrat'ın gelmesi halkın ihtiyacını te'min için olduğunu beyandan sonra bizim peygamberimizin bunları vahyile bildiğini, Resûlullah'ın, Kur'an’ın, nâsın ihtiyacına binaen gönderildiğini beyan etmek üzere :

ر� و�م�ــا � ال ى �ى موســ� �ل �ا إ ن � ق�ضــ� �ى إ ب غ� �ب� �ج�ــان و و�م�ــا كنت� ب ٱ و� و� و� و� ٱ ـه�د�ين� ) لش (٤٤ٱكنت� م�ن� buyuruyor.[Yâ Ekremer Rusûl ! Sen, Mûsâ (A.S.) a biz emrimizi vahiy ve muahede edip Firavun'u

hakka daveti için Resûl olduğunu beyan ve hükmettiğimiz zaman Musa'nın garbına gelen derede ve 4108 şecere-i mübareke meyanında olmadın ve o makamda hazır olanlardan da değildin. Şu halde bunları senin bilmen ancak bizim sana vahyimizledir. Zira; vahyin gayrı bir sebeple bilinir birşey değildir.]

Yani; habibim ! Şu beyan ettiğimiz vukuuâtı senin bilmen nübüvvet dayasında sadık olduğuna delâlet eder mucizedir. Çünkü; bu vukuat vâki olurken Tûr'da Mûsâ'nın garp canibinde olmadığın gibi bu vukuuâtı müşahede için o makamda hazır olanlardan da olmadın ki, bu haberleri müşahede ettiğin veçhile haber vermiş olasın. Şu halde bunlar sana nispetle mugayyebattan haberdir. Bu ise ancak vahyile olabileceğinden elbette senin nübüvvetinin sıdkına delâlet eder. Çünkü; geçmiş vukuuâtı bilmek vahyin gayrı olarak tarih mütalaasıyla veyahut bir üstazdan taallümle olursa da senin için bunlardan hiçbirisi olmadığından haber verdiğin şeylerin cümlesi ancak vahiyledir, vahyin gayrı esbab-ı ilimden bir sebeple değildir. Binaenaleyh; müşriklerin nübüvvetin sıdkında şüpheleri vahidir. Zira; şüphelerinde istinad edecek delilleri yoktur.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünün şu vukuuâtı bilmesi vahyile olduğunu beyandan sonra vahyin sebeb-i müstakilli halkın ihtiyacı olduğunu beyan etmek üzere :

عم م � �ط�او�ل� ع�ل ا ف�ت �ا قرو ن �نش� ا أ �ن ك ـ� �و�ل ہ�‌ و� ٱ Cن و� � ر *ا و buyuruyor.[Yâ Ekremer Rusûl ! Sen Musa'ya vahiy zamanında hazır değildin, lâkin biz bunları

sana vahyettik. Zira; biz Mûsâ (A.S.) dan sonra birtakım kavimler ve insanlar icad ettik, onlar üzerine zaman uzadı, müddet temâdî etti.] Binaenaleyh; Mûsâ ile senin aranızda birçok ümmetler hasıl oldu ve evvel geçen enbiyanın zamanı uzayınca şeriatlarının ahkâmı unutuldu, Allah'ın emri yerini bulmaz oldu. Şu halde yeni bir şeriat inzaline ihtiyaç görüldüğünden seni Resûl olarak gönderdik ve Kur'an'ı nâsın ihtiyacına binaen inzal ettik. 4109

2266

Page 163: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ا �ن ك ــ ـ� �ا و�ل �ن ت ــ ـ� ه� ء�اي � ــوا ع�ل ل � �ن� ت ي ل� م� � ا ف�ى أ �او� و و�م�ا ڪنت� ث و� و1 و! و" � ر �ين� ) ل س� ا م (٤٥و�ڪن[Ve Habibim ! Sen ehl-i Medyen içinde uzun müddet ikaamet edip onlara âyetlerimizi

tilâvet eder olmadın, lâkin biz Resûller gönderir ve onlar vasıtasıyla vukuuâtı haber veririz. Kezalik sana bu vukuuâtın cümlesini risaletin sebebiyle haber verdik.] Binaenaleyh; senin kavmin bu cihetleri düşünerek seni tasdik etmeleri lâzımdır. Zira; Mûsâ (A.S.) la leyle-i münacatta beynimizde vuku bulan muhabbeti ve ahdi ve Şuayb (A.S.) la Mûsâ beyninde cereyan-ı ahvali senin vahiyden başka neyle bilmem mümkündür? Kezalik Musa'dan sonra ve senden evvel geçen ümmetlerin ahvalini haber verdik, onların zamanında devletler tebeddül etti, zaman değişti, ahkâm-ı ilâhiye tağyir olundu ve nâsdalâlet içinde kaldığı bir zamanda irşad ve ıslah için biz seni gönderdik. Bunları ganimet bilip derhal iman etmeleri lâzım değil mi? Halbuki fitne ve fesadın çoğaldığı, zulm ü udvandan herkesin bizar olduğu, ârâ-yı bâtıla ve efkâr-ı fâsidenin nâs üzerinde hakim olup yeni bir şeriat ve bir peygambere ihtiyaç messettiği bir zamanda biz seni gönderdik. Bu ihtiyacı takdir edip hüsn-ü kabul gösterecekken bilâkis temerrüd etmeleri ayıp değil mi?

م� من �ن ر ك ـ� �ا و�ل ن �اد� � ن لطور� إ �ب� �ج�ان %و�م�ا كنت� ب ر و� و� و� ٱ ك� ب ر

[Habibim ! Mûsâ (A.S.) a nida edip Tevrat'ı verdiğimiz zaman sen Tûr dağının bir canibinde olmadın, lâkin Rabbin Tealâ'dan rahmet ve ihsan olarak biz sana orada ceryan eden ahvali bildirdik.]

رون� �ذ�ڪ �ت ه ي �ع�ل �ك� ل ل ذ�ي من ق� �ٮهم من ن �ت ا ما أ �تنذ�ر� ق� و ل و0 �� ر ر و� (٤٦) [Nâs tezekkür ve tarik-ı savabı kabul etsinler için senden evvel kendilerine inzar edici

bir peygamber gelmeyen kavmi inzar etmek maksadına mebni Habibim, biz seni Resûl gönderdik.] Çünkü; İsa (A.S.) dan sonra ve senden evvel Resûl gelmeyen ümmeti 4110 inzar ve irşad etmeye ihtiyaç messettiğinden inzar maksadına binaen sen ümmetleri irşada me'mur kılındın.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Hz. İsa ile bizim peygamberimiz arasında Resûl gelmediğinden bu zamana fetret zamanı ve ahalisine de ehl-i fetret denmiştir ve bu müddet de ekser-i rivayete nazaran beşyüz seksen senedir. Şu halde kendilerine n e z i r yani peygamber gelmeyen ahaliyle murad; zaman-ı fetret ahalisidir. Yahut k a v i m le murad; Resûlullah'ın kavmi olan kavm-i Araptır ki, onlara Resûlullah'tan evvel ve İsmail (A.S.) dan sonra bir Resûl gelmemiştir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Senden evvel ve ceddin İsmail (A.S.) dan sonra peygamber gelmeyen kavmi inzar etmek için Habibim, seni Resûl gönderdik.] demektir. Şu manâya nazaran Resûlullah'ın kavm-i Arabi inzar için Resûl olmasından başkalarını inzara me'mur olmaması lâzım gelmez. Zira; bir kavme Resûl olduğunu zikretmek başkalarına Resûl olmamasını icabetmediği gibi diğer âyetlerde Resûlullah'ın âmme-i nasa peygamber olduğu musarrahtır. Birşeyi zikir; maadaya münafi olmamak kaidedir.

Vâcib Tealâ Mûsâ (A.S.) ın üç halini zikretti. B i r i n c i s i ; Mısır'dan (Medyen) e giderek Hz. Şuayb nezdinde ikaameti, İ k i n c i s i ; Medyen'den hareket edip gece Cenab-ı Hakka münacaatı, Firavun ve kavmini davete me'mur olduğu, Ü ç ü n c ü s ü ; yine Tûr'da Cenab-ı Hak'tan Tevrat'ı telâkki edip din-i Musa'yı takrir ve te'sisidir. Bunların hiçbirinde Resûlullah bulunmadığı halde vukuuâtı aynıyla noksansız haber vermesi vahyile bildiğine ve nübüvvet davasında sâdık olduğuna delâlet eder.

Bundan evvelki âyette Vâcib Tealâ Resûlüne hitaben «Habibim ! Sen canib-i garbide olmadın» ve bu âyette «Tûr canibinde olmadın» buyurdu. Evvelki âyet; Hz. Musa'nın Tûr'da birinci münacaatı ve Resûl olduğunun kendine bildirildiği zamanı beyan eder. İkinci, yani bu âyet de

2267

Page 164: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Firavun'un helakinden sonra Tûr'da ikinci münâcâtı ve Tevrat'ı telâkki ettiği zamanı beyan eder. Binaenaleyh; tekerrür yoktur.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûl göndermenin birinci sebebi nâsın ihtiyacı 4111 olduğunu beyan ettiği gibi ikinci sebebi nâsın i'tizarını kat'etmek olduğunu beyan zımnında :

� ال � ـا ل ـ� ن ب ــوا ر� �قول د�يه� ف�ي � �م�ا ق�دم� أ � ب �هم مص�يب �ن تص�يب � أ ال � و�و�ل و و� و1 ہ% ن و� �ين� ) م�ن م �كون� م�ن� �ك� و�ن ت ـ� �ع� ء�اي ب �ت سواـل ف�ن �ا ر� ن � �ل ت� إ س� � وBأ و� ٱ ا ر و� و� (٤٧و�buyuruyor.[Eğer onlara kendi kazandıkları günahları sebebiyle ukubet isabet ettiğinde onlar «Ey

bizim Rabbimiz ! Keşke bize bir Resûl gönderseydin, o Resûl bize âyetleri tebliğ etse de biz de âyetleriyle ittibâ' etsek ve sana iman eden müminler zümresinden olsaydık» dememiş olsalardı biz seni Resûl olarak onlara göndermezdik, lâkin Resûl göndermediğimiz takdirde bu sözü söyleyip i'tizar edeceklerinden şu i'tizar kapısını kapatmak için biz seni Resûl gönderdik ki, söyleyecek bir sözleri kalmasın.] Binaenaleyh; onların «Bize bir Resûl gelseydi iman eder, âyetlere tâbi' olur, mucibiyle amel eder, bu azapları görmezdik» diyerek i'tizara ve itiraza mahal kalmamıştır. Çünkü; Resûl gönderince bu sözlerin kapısı kapanmıştır.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşriklerin Resûl gelmemiş olsa i'tizar edeceklerini beyandan sonra Resûl geldiğinde iman etmediklerini beyan etmek üzere :

ــا ل� م� �ى� م� � أوت ال � �ا ق�الوا ل ح�ق م� ع�ند�ن �ما ج�اء�هم و<ف�ل و� و� و� ٱ �ى� موس� �أوت lى‌ ا

buyuruyor.[Vakta ki, bizim indimizde o müşriklere hak geldiyse onlar «Keşke Mûsâ (A.S.) a verilen

mucizelerin misli bu nebiye verilmiş olaydı da biz de iman edeydik» dediler.] 4112

ى م�ن ق� �ى� موس� �م�ا أوت فروا ب � � ي �و�ل �أ ‌Oہ و3 و و[Müşrikler böyle derler de, bunlardan evvel kendileri gibi kâfir olanlar Mûsâ (A.S.) a

verilen mucizelere küfretmediler mi?.]

ا ه�ر� �ظـ� ان� ت ر� و�ق�الوا س�[Onlar Mûsâ ile biraderi Harun'a «Bunlar iki sâhirlerdir, birbirlerine muavenetle galebe

ediyorlar» dediler.] Ve böyle demekle de kalmadılar.

ف�رون� ) ـ� ك �ك ا ب �ن �dو�ق�الوا إ (٤٨ر[«Ve biz bunların risaletlerine, şeriatlarına ve kitaplarına küfrederiz» dediler.]

Yani; âhirette azabı görünce «Ne olaydı, bize de Resûl gelmiş olsaydı da biz de iman edeydik» diyenlere vakta ki, hak olan Resûlümüz gelince dediler ki «Keşke Musa'ya verilen mucizelerin misli buna da verileydi, hiç şüphemiz kalmaz, iman ederdik, lâkin mucizesi Hz.

2268

Page 165: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Musa'nın mucizesi gibi olmadığından iman etmedik» demekle mucizât-ı nebeviyenin kendilerine kanaat vermediğinden bahsettiler. Çünkü; sözlerinde sebatları yoktur. Onlar böyle derler de bunlardan evvel Mûsâ (A.S.) ın kavmi Musa'ya verilen mucizelere küfretmediler mi? Kâfirlerin hepsi inat ve temerrütte müsavi değiller mi? Ve onlar Mûsâ ile biraderi Hârûn (AS.) haklarında «Bunlar iki sâhirlerdir. Birbirine muavenet ve müzaheretle sihir icad ediyorlar, biz bunların her getirdiklerine kâfiriz. Zira: biz bu gibi şeyleri babalarımızdan duymadık; inanamayız» demediler mi?

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Hz. Musa'ya v e r i l e n ş e y le murad; Tevrat'ın defaten nazil olması, asâ ve yed-i beyzâdır. Taraf-ı ilâhiden gelen h a k la murad; bizim Resûlümüz, Kur'an ve

sair mucizat-ı nebeviyedir. فروا) � ي � �و�ل و أ و ) cümlesindeki küfredenlerle murad da Fahri Râzi'nin beyanı veçhile birkaç ihtimal vardır : B i r i n c i i h t i m a l ; Hz. Musa'nın mucizesine 4113 küfreden Yahûdilerdir. Çünkü; Yahudiler Mekke ahalisine Hz. Musa'nın mucizesi gibi mucize istemelerini emretmişlerdi. Cenab-ı Hak «Onlar böyle emrederler de Hz. Musa'nın mucizesine onlar küfretmediler mi?» demekle Yahudileri tevbih etmiş ve Hz. Musa'nın mucizelerine küfrettiklerini beyanla rüsvâ kılmıştır. Buna nazaran manâ-yı nazım : [Ey Kureyş kabilesi ! Yahudiler size Hz. Musa'nın mucizesi gibi mucize istemenizi emrederler de kendileri Mûsâ (A.S.) ın ve biraderinin mucizelerine küfretmediler mi? Bunlar iki sâhirdir, birbirine muavenet ediyorlar demediler mi? Şu halde nasıl oluyor ki, Hz. Musa'nın mucizesinin mislini istemenizi size emrediyorlar?.] demektir.

İ k i n c i i h t i m a l ; Kureyş kabilesidir. Gerçi zaman-ı saadette bulunanlar Mûsâ (A.S.) zamanında yoklarsa da o zamanda mevcut olan ecdatları iman etmediğinden onların adem-i imanları bunlara isnad olunmuştur. Buna nazaran manâ-yı nazım : [Onlar Mûsâ (A.S.) ın mucizesi gibi mucize isterler de Musa'ya verilen mucizelere küfretmediler mi? Madem ki, Musa'nın mucizesi gibi mucize isterlerdi, o halde Hz. Musa'nın mucizesine küfretmemeleri lâzımdı, niçin küfrettiler?.] demektir.

Ü ç ü n c ü i h t i m a l ; Kureyş kabilesinin kendileridir. Çünkü; onlar Yahudilerden Resûlullah'ın nebi olup olmadığını ve Tevrat'ta ne gibi evsafı olduğunu sordular. Yahudiler de Tevrat'ta olan evsafını haber verdiler ve aldıkları evsafın Resûlullah'ın evsafına muvafık olduğunu görünce «Hz. Mûsâ da (hâşâ) sâhirdi, Muhammed'in sâhir olduğu gibi. Bunlar iki sâhirlerdir, biz bunların küllisine kâfiriz» demekle Hz. Musa'ya da küfrettiler. Sonra Resûlullah'tan Mûsâ (A.S.) ın mucizesinin mislini isteyince Cenab-ı Hak «Musa'nın mucizesini isterler de bundan evvel ona küfretmediler mi?» demekle Hz. Musa'ya dahi küfrettiklerini ilânla tevbih etmiştir. Fakat bu ihtimâlât içinde bu âyette Hz. Musa'ya küfredenlerle muradın Kureyş olması ihtimali ağleptir. Çünkü; onlar nübüvveti mu'tekid olmadıklarından hiçbir nebinin nübüvvetini tanımadıkları halde Hz. Musa'nın mucizesi gibi mucize isteyince «Madem ki Musa'nın mucizesini istiyorlar, ona küfretmediler 4114 mi?» demekle tevbih etmiştir. Çünkü evvelce kabul etmedikleri bir şeyin mislini isteyip kabul edeceklerini beyan etmek; işi tas'îb etmek ve yorgunluk vermekten ibaret sahtekârlık olduğu cihetle Mekke ahalisinin hâlleri tekdire şayan olduğundan Cenab-ı Hak tekdir etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünden müşriklerin Hz. Musa'nın mucizesinin mislini istediklerini beyandan sonra Resûlüne onları ilzam tarikini tavsiye etmek üzere :

م ع�نــد� ـ� �ت �ك توا ب ٱق ف� و� 0� ر *ا و للهو� �ن ڪنت ه إ � ب �ت ــا أ م� د�ى م� � ــو� أ و ه و� Cہ Fو و" (٤٩ص�ـد�ق�ين� )buyuruyor.[Yâ Ekremer Rusûl ! Kur'an'a ve Tevrat'a sihirdir diyen kâfirleri ilzam için sen de ki,

«Eğer sözünüzde sâdıksanız taraf-ı İlâhiden Tevrat ve Kur'an'dan daha ziyade doğru yolu gösterir ve nâfi' bir kitap getirin, ben de ittibâ' edeyim.»]

2269

Page 166: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; «Ey kâfirler ! Tevrat'a ve Kur'an'a sihir deyip iman etmiyorsunuz. Haliniz böyle olunca canib-i ilâhiden bir kitap getirin ki, o kitap Kur'an'dan ve Tevrat'tan daha ziyade insanların menâfi-i diniye ve dünyeviyelerini ta'rif eder, doğru yolu gösterir olsun. Ben de o kitaba ittibâ' edeyim. Eğer sözünüz doğruysa böyle bir kitap getirin, görelim» de ki onları ilzam edesin. Çünkü; onların böyle bir kitap getirebilmeleri muhaldir. Binaenaleyh; Resûlüllah'ın ittibâ'ı da muhaldir. Kezalik onların bu iki kitaba ta'nda sâdık olmaları dahi muhaldir. Zira bu âyette emir; emr-i ta'cizîdir ki, onlara «Böyle bir kitap getirin» demek onları ta'ciz içindir ve Resûlullah'ın nübüvvetinin sıdkına kat'i delâlet eder delillerdendir. Çünkü; Kur'an'a ta'n ve muâraza eden bir kimseye «Kur'an'ı beğenmezsen ondan daha iyi ve nâfi' bir kitap getir de biz ona ittibâ' edelim» deyip onun da öyle bir kitap getirmemesi onun aczine ve kitap sahibinin sâdık olduğuna elbette delâlet eder. Zira; muarızlarını âciz bırakan şey elbette kuvvetli ve doğru olur. 4115

&&&&&

Vâcib Tealâ müşrikleri iskât için Kur'an'dan ve Tevrat'tan daha nâfi bir kitap getirmesini emirden sonra onların bu emre cevap vermedikleri cihetle hallerinin en kötü bir hâl olduğunu beyan etmek üzere :

و�اء�ه � �عون� أ ب �ت م�ا ي �ن � أ ل �ك� ف� �ج�يبوا ل ت � ي �ن ل �ف�إ ‌ و و" و و� ٱ و� وbuyuruyor.[Yâ Ekremer Rusûl ! Sen onlara «Kur'an'dan daha iyi bir kitap getirin» deyip de, onlar

da sana cevap veremezler ve istediğin kitabı getirmezlerse sen bil ki, onlar ancak kendi havalarına ittibâ' ederler ve kat'i bir delile ittibâ' etmezler.]

ى من� ر� ه �غ� �ع� ه�و�ٮه ب ب ت �ض�ل م�من� ٱو�م� أ ! ر و� ٱ �للهو� ‌[Allah'tan hidayet ve tevfik olmaksızın kendi havasına ittibâ' eden kimseden daha

ziyade dalâleti irtikâbeden kim olabilir? Elbette kimse olamaz. Çünkü; havasına ittibâ' edip nefsinin emriyle yürüyen kimseden daha ziyade dalâlette olan bir kimse olmaz.]

�ن �م�ين� )للهٱإ ل لظـ م� ق� د�ى � � ي ٱ ال و� و� ٱ (٥٠و5 [Zira; Allah-u Tealâ havasına ve nefsine ittibâ'la zulmeden kavm-i zâlimi hidayette

kılmaz. Binaenaleyh; o kimse daima dalâlet içinde kalır.]

Yani; Habibim ! Sen onlara «Kur'an'a ve Tevrat'a tabediyorsunuz. Eğer sözünüz doğruysa bunlardan daha nâfi' bir kitap getirin de ben ona ittibâ' edeyim» deyince onlar öyle bir kitap getirmekten âciz olur, sana cevap veremezlerse sen bil ki, onlar ancak hava ve heveslerine ve arzu-yu emellerine tabî olmuşlardır. Çünkü; eğer onlar bir delile istinad ederek itiraz etmiş olsalardı elbette o delilin muktezasını getirirlerdi. Şu halde sizin tarafınızdan teklif olunan kitabı getiremeyince sırf kendi havalarına ittibâ' ettikleri zahir olur. Allah'tan hidayet ve tevfik olmaksızın kendi 4116 havasına ittibâ' eden kimseden daha ziyade dalâleti irtikâb eden kim olur? Elbette havasına ittibâ' eden kimsenin dalâleti herkesten ziyade olur. Zira; havasına ittibâ'la nefsine zulmeden kavmi Allah-u Tealâ hidayette kılmaz. Çünkü; onlar gaflet deryasına daldıklarından doğru yola gitmek hatırlarına gelmez ve iradelerini sarfetmezler ki, Allah-u Tealâ onları hidayette kılsın. Çünkü; doğru yol aramayan elbette doğru yol bulamaz. Binaenaleyh; onlar iradelerini dalâlete sarfettiklerinden Cenab-ı Hak onların kesbettikleri dalâli halkeder.

Hulâsa; Resûlullah'ın davetine icabet etmeyen ve Kur'an'a ta'nedip ondan daha iyisini getiremeyen kimsenin kendi havasına ittibâ' etmiş olacağı ve havasına ittibâ' eden kimseden daha ziyade dalâlette bir kimsenin olmadığı ve Allah-u Tealâ'nın havasına ittibâ' eden zâlimleri hidayette kılmayacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

Vâcib Tealâ Kur'an'a ta'nedenleri tefekküre davet etmek üzere :

2270

Page 167: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

رون� ) �ذ�ك �ت ه ي �ع�ل ل� ل ق� �هم �ا ل ن �ق� و�ص و و�ل و� و� ٱ و� (٥١و!buyuruyor.[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki, Kur'an'a itiraz edenlerin tezekkür edip düşünmeleri

için biz Kur'an'ın âyetlerinde sözü birbirine ulaştırdık.]

Yani; müşriklerin ve bilhassa hava ve heveslerine ittibâ' edenlerin asla i'tizara mecalleri yoktur. Zira; biz muhakkak Kur'an'ın âyetlerinin bazılarını bazılarına raptettik, insanlara nâfi' olan ahlâkı birer birer tafsil eyledik. Meselâ doğru yol tutan müminlerin hallerini ve nail olacakları derecelerini beyan ettiğimiz gibi onun arkasında havasına ittibâ' eden kâfirlerin hallerini ve giriftar olacakları derekeleri ve âhiretin ahvalini beyan ettik. Dünyada olan bir kimseye re'yelayn âhireti görmüş gibi ahval-i âhireti ve her 4117

tarik erbabının makamlarını bildirdik, kezalik emir akibinde nehyi ve mev'izeyi ve nehiy akibinde ibretbahş olacak durub-u emsali ve herbirerlerini birer kıssa halinde o cürmü irtikâb edenlerin hallerini ve akıbetlerinin neye müncer olduğunu ve günahlardan herbirinin ne gibi felâketlere sebep olduğunu ve olacağını ve ehl-i dalâlin dalâletleri üzerine azaplarını birer birer saydık ve sebeplerini meydana koyduk ki, herkes halini tatbikle işine yarayanı alsın ve hiçbir itiraza mecali kalmasın. Şu halde herkesin Kur'an'ın âyetlerini iyi düşünmeleri lâzımdır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünün risaletini te'yid eden delillerden bazılarını beyandan sonra bazı aharı beyan etmek üzere :

م�نون� ) �ه� ي �ه� هم ب ل ب� م�ن ق� ـ� �ت ك هم ـ� ن � ذ�ين� ء�ات وBل ۦ ۦ و0 و� ٱ و� ٱ٥٢)

buyuruyor.[Şol kimseler ki, Kur'an'dan evvel biz onlara kitap verdik, onlar Kur'an'a iman ederler.]

ا ا كن �ن ا إ � ن ب ــق م�ن ر ح� ه �ن �ه� إ ا ب ــالوا ء�ام�ن � ق� �ى ع�ل ل �ذ�ا ي و�و�إ ٱ ۦ و; fن و� و1 �م�ين� ) ل �ه� م ل و�م�ن ق� ۦ (٥٣و0[Ve onlar üzerine Kuran tilâvet olunduğunda «Biz Kur'an'a iman ettik. Zira; Kur'an

bizim Rabbimiz tarafından haktır. Çünkü; biz Kur'an'dan evvel kitaplarımızda beyan olunduğu veçhile Kur'an'ın cemi-i ahkâmına inkıyad eder olduk» demekle imanlarını izhar ederler.]

�روا �م�ا ص�ب ن� ب � ت هم مر ر� � ن� أ � ت �ك� ي ٮ ـ� و�أول و� و� Bو

[İşte şu evsafı haiz olan kimselerin tekâlif-i ilâhiyeye sabırları sebebiyle ecirleri iki kere verilir.] 4118

ه ينف�قون� ) ـ� ن ز� �ة� و�م�ما ر� ئ ي لس �ة� ن ح�س� � ءون� ب ر� � و و�ي و- ٱ و� ٱ (٥٤و! [Ve onlar haseneyle seyyieyi defederler ve bizim kendilerini merzuk ettiğimiz rızıktan

muhtaç olanlara infak ederler.]

Yani; Kur'an taraf-ı İlâhiden nazil olmuş bir kitap ve Muhammed (S.A.) in dava-yı nübüvvette sâdık olduğuna delâlet eden delâil cümlesindendir. Çünkü; onlar şol kimselerdir ki, biz onlara Kur'an'dan evvel Tevrat ve İncil gibi kitapları verdik, o kitapların mucibiyle amel ettiler. Onlar Kur'an nazil olduğunda ancak Kur'an'a iman eder ve derler ki, «Biz Kur'an'a iman ettik. Zira Kur'an; bizim

2271

Page 168: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Rabbimiz tarafından nazil olmuş haktır. Biz, buna imanda tereddüt etmeyiz. Çünkü; Kur'an'ın nüzulünden evvel bizim kitabımızda Kur'an'ın hak olduğu ve âhir zaman nebisinin taraf-ı İlâhiden gönderilmiş bir Resûl olduğu beyan olunduğu cihetle biz Kur'an'a daha evvel inkıyad etmiştik» demekle taraf-ı risaletten onlar üzerine Kur'an tilâvet olunduğunda hiç tereddüt etmeksizin imanlarını izhar ederler. Zira; onlar kendi kitaplarında olan ahkâmın cümlesini tasdik edip itikaadât-ı diniyesine ihtimam ettiklerinden ve kitaplarında olan ahkâmın bazısı da Kur'an'ın hak olduğuna dair olduğu cihetle kendi kitaplarına imanla Kur'an'a da iman etmişlerdi. Kur'an nazil olup taraf-ı risaletten onlar üzerine tilâvet olunduğunda derhal tasdik ederler ve inkıyadlarını beyanda nükûl etmezler. İşte şu evsafı haiz olan ehl-i kitaba sabırları sebebiyle iki kere ecir verilir. B i r i n c i s i ; Kur'an'dan evvel kitaplarına imanla Kur'an'a iman ettiklerindendir. İ k i n c i s i ; Kur'an'ın nüzulünden sonra Kur'an'a imanı tecdid etmeleridir. Onlar yalnız imanla iktifa etmezler. Zira; sevaplarıyla günahlar mı defeder ve bizim kendilerine verdiğimiz rızıktan muhtaç olanlara infak da ederler. Çünkü; onlar kıbel-i ilâhiyeden gelen tekâlifin meşakkatına sabrettikleri gibi enva'ı azabı ve rüsvalığı icabeden günahları sevap cihetini iltizamla terkederler. Yani emrin mucibini işlemekle menhiyyatı terkederler. Zira hasene ve emrin muktezası; envâ'ı hayratı caliptir. Binaenaleyh; bunlardan muktezâ-yı beşeriyet bir kusur sâdır olursa derhal o kusuru tevbe ve istiğfarla izale etmekle beraber bir hasene işlerler ki, o hasene günahlarına kefaret olur. Haseneyle meşgul olur ve seyyiattan vazgeçerler. Cenab-ı Hak bu âyette iman eden ve iki kere ecre nail olan ehl-i kitabı; ahlâk-ı hamîdeden üç şeyle sena buyurdu. B i r i n c i s i ; 4119 iman, İ k i n c i s i ; haseneyle seyyieyi defetmek, Ü ç ü n c ü s ü ; merzuk olduğu rıziktan hayrata infak etmektir. Cenab-ı Hakkın bu üç sıfatla ehl-i kitabı sena buyurması insanları bu sıfatları iktisaba teşvik etmektir. Bunlara iki kere ecir verilmesinin sebebi; bir kere bi'setten evvel Resûlullah'a iman ve bir kere de bi'setten sonra iman ettiklerindendir. Binaenaleyh iki şeriatla amel ettiklerinden iki ecre nail olmuşlardır. Hâzin'de beyan olunduğu veçhile Resûlullah'ın «İnsanlardan üç sınıf kimse iki ecir alırlar. B i r i n c i s i ; ehl-i kitaptan bir kimse bir kere kendi kitabına ve nebisine, bir kere de Kur'an'a ve âhir zaman peygamberine iman ederse iki ecir alır. İ k i n c i s i ; bir köle ki, hem efendisinin hakkını, hem de Cenab-ı Hakkın tekâlifini edâ ederse iki ecir alır. Ü ç ü n c ü s ü ; bir kimsenin cariyesi olur, onu güzel terbiyeyle âzâd ve nikâh ederse iki ecir alır» buyurduğu hadis-i şerifi bu manâyı te'yid eder.

Fahri Râzi, Hâzin ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile âyetin sebeb-i nüzulü; ehl-i kitaptan iman edenler haklarında nazil olmuştur. Çünkü; Hz. Ca'fer'le beraber otuz ikisi Habeş'ten, sekiz kişi de Şam'dan geldi. Bu kırk kişi Resûlullah'a iman ettiler. Ehl-i İslâm'ın haline baktılar ve «Yâ Resûlallah ! Bizim memleketimizde malımız var, getirelim, ehl-i İslâmın ihtiyacına sarf edelim mi?» demekle istizan ettiler. Resûlullah da izin verdi ve sözlerini yerine getirince Cenab-ı Hakkın onları meth için bu âyeti inzal buyurduğu mervidir. Fakat bu misilli makamda itibar lâfzın umumuna olduğundan şu sıfatlar her kimde bulunursa o kimse bu âyetin hükmünde dahildir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlüne iman eden ehl-i kitabın evsaf-ı hamidelerinden bazılarını beyandan sonra bazı aharı beyan etmek üzere:

ه ضوا ع� ر� � و� أ لل م�عوا �ذ�ا س� و�و�إ و� و. ٱbuyuruyor.[Onlar faydasız söz işittiklerinde ondan i'raz ederler.] 4120

م�ـلك � أ �ك �ا و�ل م�ـلن � �ا أ �ن و و�ق�الوا ل و� و و�[Ve derler ki «Bizim amellerimiz var, sizin de amelleriniz var.»]

ك � �م ع�ل ال و س� و�

2272

Page 169: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[«Bizim tarafımızdan selâmet sizin üzerinize olsun.»]

�ين� ) ـه�ل ج� �غ�ى ت � � ن و�ال ٱ (٥٥و0 [«Zira; biz sizin gibi cahillerle sohbet etmek istemeyiz» demekle cühela ile münazaa

etmeyeceklerini beyan ederler.]

Yani; ehl-i kitaptan iman edenlerin ahlâk-ı hamidelerinden birisi de onlar dinî ve dünyevî maslahattan hâlî lüzumsuz bir söz işittiklerinde o sözden i'raz ederler, onu dinlemek ve beyhude vakit geçirtmekten nefislerini muhafaza eder ve rıza-yı ilâhiye muhalif sözleri işitmekten hazer ederler. Çünkü; onları menetmeye muktedir olamayınca nefislerinde olan taharet icabı bu misilli lâğviyatı irtikâb edenlere derler ki, «Bizim kendimize mahsus amelimiz var. Sa'yımızla hasıl olmuştur. Binaenaleyh; onun üzerine terettüb eden ceza bize aittir, size tecavüzü yoktur. Şu halde bizim amelimize müdahaleye hakkınız olamaz. Kezalik sizin de ameliniz var, kendi sa'yuıızla hasıl olmuş, cezası da size aittir. Binaenaleyh; bizim tarafımızdan size selâmetle duâ var, münazaa ve mücadele yoktur. Şu halde beynimizde bir müddet-i muvakkata mütareke var. Sizin tevbeye muvaffak olmanıza duâ ederiz. Zira; biz sizin gibi cahillerle musahabet etmek istemeyiz» derler.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile ehl-i kitaptan iman edenlere kendi milletlerinden kötü söyleyen ve sebbedenlere âyette beyan olunduğu veçhile mukaabele ettikleri, hatta Yehûddan iman eden (Abdullah b. Selâm) Hazretlerinin, din-i Musa'yı terkettiğinden dolayı kendisini itham edip kötü söyleyen kimselere «Selâm'la ve sizin de bizim de amelimiz var. Herkesin ameli kendine ait» demekle mukabele ettikleri mervidir.

Hulâsa; kötü söyleyenlerden kaçmak, iyilikle mukabele etmek 4121 indallah marzî ve cahilane muameleye karşı nazikâne mukabele etmek memduh olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

ك�ن ــ ـ� ت� و�ل � ب � د�ى م� أ � � ت ك� ال �ن ٱإ و0 و� و� ــو�للهو5 ا و�ه ــ� �ش د�ى م�ن ي � � ي ہ�‌ و5 �د�ين� ) ت م � �م ب ل � و"أ و� ٱ (٥٦و�[Yâ Ekremer Rüsul ! Sen sevdiğin kimseyi hidayette kılamazsın. Lâkin Allah-u Tealâ

dilediği kulunu hidayette kılar. Halbuki Allahü Tealâ ihtida edenleri herkesten ziyade bilir.]

Yani; Habibim ! Sen muhabbet ettiğin kimsenin din-i hakka dahil olup tarik-ı müstakime salik olmalarına her ne kadar haris olsan ve sa'yetsen doğru yola irşad edemezsin, lâkin kullarının istidad ve kaabiliyetini bilen Allah-u Tealâ dilediği kuluna imanı tevfikle hidayette kılar ve hidayete dahil olan mühtedileri iyi bilir. Şu halde senin üzerine vâcib olan tebliğdir. Zira; hidayet vermek ve doğru yola şevkle irşad etmek; irade-i İlâhiyeye bağlıdır.

Fahri Râzi ve Medarik'in beyanlarına nazaran bu âyet Ebu Talip hakkında nazil olmuştur. Çünkü; Ebu Talip maraz-ı mevtinde Kureyş'in delikanlılarına vasiyet etmiş ve demiştir ki «Ey gençler ! Muhammed (S.A.) e iman edin, felah bulun». Bu sözü üzerine Resûlullah «Ey Amca !

Gençlere vasiyet eder, nefsini terkedersin.İman et. Hiç olmazsa bir kere ( ا ال اللهالاله ) de ki, «onunla Allah-u Tealâ huzurunda sana şehadet edeyim. Seni Cehennem'den kurtarayım» demiş, Ebu Talip de «Ey Yeğenim ! Senin hakkaa nebi olduğunu bilirim, lâkin şimdi iman edersem Kureyş'in ta'yib edeceklerinden korkarım. Binaenaleyh; iman edemem» demesi üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir. Gerçi Ebu Talib'in iman ettiğine dair bazı rivayet mevcut olup bu âyet küfrüzere vefat ettiğine delâlet ederse de kat'i bir delil olmayınca bir cihete hükmolunamaz. Zira; âyet kafidir. Lâkin Ebu Talip hakkında nazil olduğu zannîdir. Şu halde kat'i bir hüküm vermek doğru olamaz.

Hidayetin iki manâsı vardır. B i r i n c i s i ; Cennet'e davet etmek, doğru yolu göstermek ve delillerini beyan etmektir. Resûlullah bu manâca hidayetle me'murdur ki, herkese yol gösterir, Cennet'e davet eder ve herkesin tarik'ı müstakime 4122 girmesine sa'yeder. İ k i n c i s i ; bilfiil matluba îsâl, imana ithal ve iyi amellere tevfik etmektir. Bu manâca hidayet; Allah'a mahsustur. Şu halde bu âyette nefyolunan hidayet; bilfiil imana ithal etmek manâsınca hidayettir. Binaenaleyh;

2273

Page 170: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

bazı âyette Resûlullah'a isnad olunan hidayet manâ-yı evvelce hidayettir. Şu halde âyetler beyninde münafat yoktur. Çünkü; Resûlullah'tan nefyolunan hidayetin manâsı başka, ispat olunan hidayetin manâsı başka olduğundan âyetler arasında tenakuz yoktur.

Hulâsa; matlûba îsâl etmek manâsınca hidayeti halkeden Allah-u Tealâ olduğu ve kulların iradelerini sarfları üzerine Allah-u Tealâ'nın dilediği kulunu hidayette kıldığı ve ihtida edenlerin hidayetlerini Allah-u Tealâ'nın iyi bildiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşriklerin bazı şüphelerine cevap verdikten son ra bazı âhara cevap vermek üzere :

� ض�ن � �خ�ط م� أ هد�ى م�ع�ك� نت �ع� ب ت �ن ن �و�ق�الوا إ اا‌ و� و� و) و� ٱ buyuruyor.[Kâfirler «Biz seninle beraber yâ Muhammedi Hidayete ittibâ' edersek arzımızdan, yani

yurtlarımızdan çıkartılırız» dediler.]

ــل شــ� ت ك �م�ــر� ه� ث � �ل �ى إ ب ا ي م�ا ء�ام� ه ح�ر� ن ل � نم�ك �و�ل ��أ ر وى ٲ و� و� � ر و و ا دن ا من ل -ر ر Aو

[Onlar böyle zannederler de, düşünmezler mi biz onları her türlü korkudan emin ve herşeyin meyvesi bizim tarafımızdan rızık olarak kendisinde toplanan ve celbolunan Harem-i Şerifte onları iskân edip kar ar laştır madik mı?.]

�مون� ) ل � � ي ه ال �ر� ث � �ن أ ك ـ� و�و�ل و (٥٧و [Ve lâkin onların ekserisi bu nimetin kadrini bilmezler.] 4123

Yani; ehl-i Mekke'den bazıları dediler ki «Yâ Ekremer Rusûl ! Biz senin hak üzere olup getirdiğin dinin din-i hak olduğunu yakinen bildik, lâkin biz seninle beraber bu hidayete ittibâ' etsek bizi memleketimizden çıkarırlar. Zira; biz kavm-i Araptan olduğumuz cihetle Araba muhalefet edersek âdet-i cahiliye üzere kabail-i Arap gelir, nehb ü gaarât ederler» demeleri üzerine Cenab-ı Hak onları reddetti ve dedi ki «Onlar iman ederlerse akvam-ı Araptan korkarlar da düşünmezler mi? Biz onları Harem'de kararlaştırmadık mı? O Harem ki, her korkudan emin ve bilkülliye mekârihten salim ve envâ'ı hayratı caliptir. Böyle mübarek bir mahalli biz onlara mesken kılmadık mı? Ve o Harem ki, bizim tarafımızdan rızık olarak herşeyin meyvesi ve hulâsası ve en a'lâsı uzak beldelerden celbolunur, lâkin ekser-i nâs bu lûtfumuzu bilmezler». Binaenaleyh; bu nimetin şükrünü edâ etmezler ve şeytan'ın vesvesesini dermeyan ederler de Cenab-ı Hakkın verdiği te'minatı tefekkür etmezler, nûr-u imanın fevaidini bildikleri halde o nûrun fevaidinden mahrum olmaya razı olurlar.

Fahri Râzi, Kazî, Medarik ve Hâzin'in beyanlarına nazaran bu âyet (Abd-i Menaf) oğullarından (Haris) isminde bir kimse hakkında nazil olmuştur. Çünkü; Haris huzur-u Risalette «Yâ Muhammedi Biz biliriz, sen hak söylersin, fakat biz Arabın dinini terkle muhalefet eder, sana ittibâ' edersek, Arap bizimle muharebe eder ve memleketimizden çıkarırlar» dedi. Çünkü; Arapta yağmegerlik, nehb ü gaarât ve birbirlerini katl ü ifna etmek âdet olduğundan bu âdetten korktuklarından bahsetti ve Cenab-ı Hak bu düşüncenin yanlış olduğunu birkaç cihetten beyanla fikirlerini reddetti. B i r i n c i s i ; Harem-i Şerifin bütün korkularından emin olması, i k i n c i s i : her tarafın rızkından oraya celbolunması ve rızıkları himaye-i İlâhiye altında bulunması, Ü ç ü n c ü s ü ; küfür halinde refahla yaşadıkları halde Harem-i Şerif hürmetine bir de tevhid hürmetini zammederlerse daha ziyade rahatlarının me'mûl olmasıdır. Hatta o mahall-i mübarek en korkunç zamanlarda bile sair bilâda nisbetle emin olduğundan Cenab-ı Hakkın o belde hallanı çok zaman düşmanlarına beslettiği görülmüştür.

2274

Page 171: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

( �خ�ط و)نت ) T a h a t t u f ; kapmak, kaçmak manâsınadır. Burada «Biz hidayete ittibâ' edersek kapılır kaçırılırız» yani «Arap 4124 kavmi bizi kaparlar, kaçarlar» demek «Bizi

yurdumuzdan çıkarırlar» demektir. ( �ى ب و�ي ) celb ve cem'olunmaktır ki, «Her yerin rızkından oraya celbolunur» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ şu şüphelerine ikinci bir cevap olmak üzere :

�ه� ت �ط�ر� م�ع�يش� � ب ي �ا م�ن ق� ن � ل � � أ �و�ك ا‌ و1 ن% إ و� و و" وbuyuruyor.[Maişetleri kendilerine ferah veren birçok karye ahalisini biz ihlâk ettik. Çünkü; onların

rızıkları bol, nimetleri çok ve herşey mebzul olduğundan kibir ve gururla tuğyan ettikleri cihetle biz onları ihlâk ettik.] Mekke ahalisini de onlar gibi tuğyan ettiklerinden ihlâk ederiz.

�ياـل � ق�ل �ال د�ه� إ � �ن م ب ك � ت �نه ل ـك ك� م�س� � �ف�ت ا‌ ر و و� ن� و� و و و�[İşte şu görülen harabeler onların meskenleri ve memleketleridir. Bizim onları

ihlâkimizden sonra onların meskenlerinde iskân olunmadı, ancak mürur u uburdan az bir kimseler iskân olundu.]

�ين� ) ر�ث و� ن � ا ن ٲو�ڪن و� ٱ (٥٨و� [Halbuki biz onların varisi, olduk.] Zira; onlar gitti, biz kaldık. Çünkü; onların arkalarında

yurtlarına mutasarrıf olacak bir kimse kalmadı ki varis olsalar. Esasen onlar fânî, biz bakî olduğumuz cihetle varis gibi biz kaldık ve mülkümüzü istediğimize veririz.

�ه�ا) ت �ط�ر� م�ع�يش� و1ب ) B a t ı r ; zengin olan kimsenin hakkullahı muhafaza etmeyip malında suiistimal ederek azgın olmasıdır. Buna nazaran manâ-yı nazım : [Maişetlerinin bol olması tuğyanlarına

4125 sebep olan çok karye ahalisini biz ihlâk ettik. Şu görülen harabeler onların meskenleridir. Sakin olacak kimse kalmadı, ancak az bir zamanda harabelerinde müsafirler sakin olurlar.] demektir. Velhasıl Mekke ahalisinin «Biz bu dinin hak olduğunu bildik, iman edeceğiz, lâkin kabail-i Arap bize hücum eder, evlerimizden çıkarırlar, imanımız nimetimizin zevaline sebep olur» demelerini Cenab-ı Hak evvelki âyetle reddettiği gibi bu âyetle dahî reddetmiş ve demiştir ki, «İman; nimetin devamına sebeptir, zevaline sebep değildir. Belki nimetin zevaline sebep; küfrüzere ısrar etmektir. Çünkü; Mekke ahalisi gibi nimetine mağrur olup nimetini muhafaza sebeb-i küfür olacağı zannıyla küfürde devam eden ümem-i salifeden çok karyeleri ihlâk ettik. Eğer Mekke ahalisi de nimetlere mağrur ve o nimeti muhafazayı küfre devamda zannederek ısrar ederlerse bunları da ihlâk ederiz» demekle «Biz iman edersek nimetimizin zevalinden korkarız» dediklerini reddetmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ âsî olan çok karye ahalisini ihlâk ettiğini beyan edince «Mekke ahalisi âsî oldukları halde niçin ihlâk etmedi?» şeklinde varid olan suâle cevap olarak :

واـل ســ ع�ث� ف�ى أمه�ــا ر� � ى ي ت ى ح� قــر� �ــك� ل ك� م ب �ان� ر� او�م�ا ك ر و0 و� ٱ و" � �ن ت ـ� ه� ء�اي � لوا ع�ل � �ي ا‌ و و� و1

buyuruyor.

2275

Page 172: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Habibim ! Rabbin Tealâ köylerin ortasında ve büyüğünde bizim âyetlerimizi ahalisi üzerine tilâvet eder bir Resûl gönderinceye kadar ehl-i kurayı ihlâk eder olmadı ki, Resûl gelip onlara âyetleri tilâvet edinceye kadar müsaade eder.]

�مون� ) ل له�ا ظـ� � � و�أ �ال ى إ قر� �ك�ى ل ا م و"و�م�ا ڪن و� ٱ (٥٩و" [Halbuki; biz ehl-i kurayı ihlâk eder olmadık, ancak ehl-i kura kendilerine meb'us olan

Resûlün âyetleri tilâvetinden sonra zâlim olurlarsa onları ihlâk ederiz.] 4126

Yani; umum kura ve kasabâtın merkezi bulunan karyede bir Resûl gönderip o Resûl bizim âyetlerimizi onlara tilâvet edip ahkâmımızı tebliğ ve din-i hakka davet edinceye kadar Rabbin Tealâ Habibim, karyeleri ihlâk eder olmadı ve nebinin bi'setinden sonra karye ahalisini helak eder olmadık. Ancak karye ahalisi zalim olursa ihlâk ederiz.

Rusûl-ü kiram evvelâ o kavmin eşrafına, ukalâsına ve ahalinin reislerine tebliğe me'mur olduklarından ve kavmin ukalâsı büyük karyelerde bulunduklarına binaen Cenab-ı Hak karyelerin anası yerinde olan büyük karyede Resûl ba'setmeyince ahalisini ihlâk etmeyeceğini beyan etmiştir. Çünkü; büyük karyeye ve eşrafa Resûl olanın küçük karyelere ve avam-ı nasa Resûl olacağı evleviyetle sabittir. Zira; her şeyde küçüklerin daima büyüklere tâbi' olması âdettir. Şu halde metbûa Resûl olanın, tâbia Resûl olacağında şüphe yoktur.

Fahri Râzi'nin beyanına nazaran Resûlullah'ın bi'setinden sonra şirke devam ettikleri halde Cenab-ı Hakkın Mekke ahalisini ihlâk etmediğine sebep; birçoklarının iman edip din-i İslâma büyük hizmetler ifa edecekleri ve birçoklarının da nesillerinden dine hizmet edecek müminler gelecek olmasıdır. Küfürde pek şiddet gösterenleri de Bedir vak'asında ihlâk etmiştir. Bu âyet; helake sebebin zulüm olduğuna delâlet eder. Çünkü zulüm; insanların hayatlarını katettiği gibi rızıklârına dahi mânidir. Zira rızık; şükürle kaaimdir. Halbuki zulümle şükür olmaz.

Vâcib Tealâ müşriklerin şüphelerinden bazı âhara cevap vermek üzere :

�ته� �ا و�ز�ين ي لد �وة� ي ح� ع ـ� �يتم من ش� ف�م�ت �و�م�ا أوت ا‌ و� ٱ و� ٱ �� ر وىbuyuruyor.[Ey müşrikler ! Size verilen şey hayat-ı dünyanın menfaati ve ziynetidir.] 4127

ق�للهٱو�م�ا ع�ند� � � خ� و�أ lى‌ ا و0 �� ر و�[Ve Allah-u Tealâ indinde hayırlı ve bakidir.]

ق�لون� ) � � ت �ف�ال (٦٠و�أ [A'lâyı, ednaya ve bakiyi fâniye değişirsiniz de hiç bir aklınızla idrak etmezsiniz?.]

Yani; ey muhabbet-i dünya kalplerini bürümüş olan kimseler ! Size esbab-ı dünyadan verilen şeyin küllisi hayat-ı dünyanın menfaati ve ziynetidir. Binanealeyh; onunla intifâ'ınız ancak dünyada muammer oldukça olduğu cihetle ömrünüz hitam bulunca o menfaat ve lezzet de hitam bulur. Zira; hayatınız ve dünya her an tükenmek üzeredir. Dünya ise sükût edip yıkılmaya mahkûmdur. Şu halde menfaati ve ziyneti de zevale ma'ruzdur. Halbuki Allah-u Tealâ indinde olan sevap ve âhirete müteallik amel hayırlı, devamlı ve bekalıdır, asla şer karışığı olmadığı gibi zeval ihtimali de yoktur. Hayr-ı mahız ve bakî olan sevabı, fânî ve mazarratla karışık olan lezzet-i dünyaya değişir de hiç taakkul etmez misiniz ki, a'lâyı ednâya ve bakîyi fânîye değişirsiniz ve aklınızı lâyık olduğu veçhile istimal etmezsiniz.

2276

Page 173: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile âhiretin hayırlı olması; menfaatin büyük ve devamlı ve rızkının kederden salim olmasıyladir. Çünkü; dünyada insanın ömrü ne kadar uzun olsa yine akıbeti ölüm olduğu gibi nimeti ne kadar çok olsa mihnet ve meşakkatla karışık ve zevale ma'ruzdur.

Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile âhireti, dünya üzerine tercih etmeyen aklı olmayan kimsedir. Zira; aklı olan azı terkeder, çoğu alır. Hatta İmam-ı Şafiî «Bir kimse aklı çok olan kimseye vasiyet etse âhiret ameliyle meşgul olanlara verilir» buyuruyor.

Bu âyet; dünyayı âhiret üzerine tercih edenlerin akılları olmadığına delâlet eder. Çünkü; Cenab-ı Hak dünyanın nimeti fânî 4128 ve âhiretin nimeti bakî olduğunu beyandan sonra taakkul etmeyenleri, yani aklıyla düşünmeyenleri tevbih etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ âhireti, dünya üzerine tercihin lüzumunu beyandan sonra âhireti ihtiyar eden kimsenin dünyayı ihtiyar eden kimseye müsavi olamayacağını beyan etmek üzere :

ع� ــ ـ� ه م�ت ــ ـ� ن �م�ن مت ق�يه� ك ــ ـ� ــو� ل ا ف�ه د�ا ح�ســ� ه و� ــ ـ� ن �ف�م�ن و�ع� و�أ � ر و� و! ض�ر�ين� ) م م�ة� م�ن� ـ� ق�ي م� � �ا ثم هو� ي ي لد �وة� ي و�ح� و� ٱ و� ٱ و� و� ٱ و� (٦١ٱbuyuruyor.[Fâninin bakîye müsavi olacağını düşünürler de şol kimse ki biz ona vaad-i hasen olan

Cennet'i vaadettik. Binaenaleyh; Cennet'e kavuşacak olan kimse şol kimse gibi olur mu ki, biz o kimseye hayat-ı dünyanın menfaatini verdik ve sonra yevm-i kıyamette o kimse Cehennem'e atılmak için hazırlanan kimselerden olacak. Bu iki kimse birbirine müsavi olur mu?.]

Yani; müminle kâfir, mûtî'le âsî birbirine müsavi olur mu zannedersiniz? Elbette müsavi olamazlar. Çünkü; bir kimse ki, biz imanına Cennetimizi ve ibadetine derecâtını vaadettik ve o kimse vaadimizi tasdik ederek çalıştı ve vaadettiğimiz Cennet'e müstehak olduğundan elbette vaadimize kavuştu. Zira; vaadimizde hulf yoktur. Şu halde Cennet ve dereceleri kendileri vaad olunup, o vaada mülâki olan mümin şol kimse gibi olur mu ve ona müsavi addolunur mu ki, biz o kimseye yalnız hayat-ı dünyanın menfaatini verdik, onunla intifa' etti, ona aldandı, bize iman ve ibadeti unuttu, hemen lezaiz-i cismaniyeyle iktifa etti ve vefatından sonra yevm-i kıyamette sû-u a'mâli icabı Cehennem'e girmek üzere hazırlananlardan oldu.

Hulâsa; Allah'a iman eden, âhirete inanan ve âhiret için tedarikâtta bulunan müminle Allah'a iman etmeyen, âhirete inanmayan ve tedarikât-ı âhiretten gaafil olan kâfirin müsavi olamayacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. 4129

&&&&&

Vâcib Tealâ müminle, kâfirin müsavi olmayacağını ve mümine Cennet vaad olunduğundan ona mülâki olup kâfir de Cehennem'e girmek için hazırlananlardan olacağını beyandan sonra yevm-i kıyamette kâfirlerle Vâcib Tealâ arasında cereyan edecek sözleri beyan etmek üzere :

عمون� ) � ت ذ�ين� كنت ل �اء�ى� ك ن� شر� � �قول أ �اد�يه� ف�ي م� ين � وAو�ي و ٱ و� و (٦٢و� buyuruyor.[Habibim ! Zikret şol günü ki, o günde Cenab-ı Hak kâfirlere ve bilhassa müşriklere

nida eder ve der ki, «Ey müşrikler ! Sizin dünyada bana şerik itikad ettiğiniz şeriklerim nerededir? Onları gösterin.» Cenab-ı Hak kâfirlere bu suretle hitab-ı ilâhisiyle itikadlarının bâtıl olduğunu tefhimle gazabını izhar eder.]

2277

Page 174: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ا ـ� ن و� � ذ�ين� أ ل �ء� ؤال ــ ـا هـ� ـ� ن ب ل ر� ق� م � ـق ع�ل ذ�ين� حـ� ل ـال� و�قـ� و. ٱ و� و� ٱ Cن و� ٱ بدون� ) � �ا ي ان �ي �انوا إ � م�ا ك �ل �ا إ ن �ر �ب � ت ن �م�ا غ�و� ه ك ـ� ن و� � و�أ �‌qن و� *ا و � ا‌ و� و و� (٦٣و.[Cenab-ı Hakkın «Nerededir sizin itikaad ettiğiniz şeriklerim?» deyince gazab-ı ilâhiyle

üzerlerine hüküm vâki' olan müşriklerin reisleri derler ki «Ey bizim Rabbimiz ! Şu bizim iğvâ ettiğimiz kimseleri biz iğvâ etmekle yoldan çıkardık, nasıl ki biz yoldan çıktık, onları da biz azdırdık.»]

Yani; «Onların dalâletiyle bizim dalâletimiz müsavidir. Çünkü; biz nasıl kendi ihtiyarımızla dalâleti irtikâb etmişsek onlar da kendi ihtiyarlarıyla dalâleti irtikâb ettiler. Zira; onları dalâlete icbar etmedik, fakat şerri ve çirkin amelleri tezyin etmekle azdırdık, aldattık, onlar da aldandılar. Binaenaleyh; Yâ Rabbi ! Onlardan ve amellerinden biz sana iltica ile teberrî ettik. Zira; onlar dünyada bize ibadet eder olmadılar, belki kendi havalarına ve nefislerinin arzusuna ibadet ettiler. Şu halde bizimle onlar arasında münasebet kalmamıştır» demekle reisler kendilerine tâbi' olanlardan 4130 teberri ve kat'i alâka ederler. Yahut bu sözü söyleyenler şeytanlardır. Şu halde şeytanlar dünyada iğfal ettikleri âsîlerden âhirette teberrî edeceklerini Cenab-ı Hak bu âyetle beyan etmiştir ki, insanlar gözlerini açsınlar, şeytan'ın tuzağına tutulmasınlar. Bu muamelenin numunesi dünyada her zaman görülmektedir. Çünkü; bir kimse diğerini aldatır, birtakım hülyalarla önüne düşer, şaşırtır. Neticede iş ber'akis olunca sanki hiç methali yokmuş gibi işin içinden sıyrılır çıkar, hiç sahip olmaz ve «Kendi düştü, cezasını kendi çeksin. Ben vur dedimse öldür demedim ya. Aklı vardı, düşünüp yapmayaydı» demekle o tatlı ülfetleri ve güzel muhabbetleri bir iki söze fedâ eder gider. İşte bu gibi muameleler âhiretin nümün esidir. Binaenaleyh; âhirette aynı muamelenin ceryan edeceğini Cenab-ı Hak bu âyetle beyan etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşrikleri tekdir için Allah-u Tealâ'ya şerik itikad ettiklerini ve şeriklerin nerelerde olduğunu suâl edeceğini beyandan sonra müşriklere şeriklerini davet etmelerini emirle rüsvâ edeceğini beyan etmek üzere :

ع�ذ�ا �وا أ �ه و�ر� �ج�يبوا ل ت � � ي ه ف�ل ف�د�ع� �اء�ك ك عوا شر� �و�ق�يل� ن0‌ و� ٱ و و� و و و� و و! ٱ �دون� ) ت � �انوا ي ه ك �ن � أ و5ل و (٦٤و�buyuruyor.[Ve o günde taraf-ı İlâhiden müşriklere hitabedilerek denilir ki «çağırın şeriklerinizi,

şefaat etsin size.» Böyle denilince onlar da şirkettikleri şeyleri davet ederler. Fakat o şerik itikad ederek ibadet ettikleri putları onlara hiç cevap vermezler. Binaenaleyh: müşrikler ümitlerinden me'yus olurlar. Çünkü; onlar dünyada o bâtıl ma'budların şefaat edeceklerini ümid ettiklerinden ümitleri veçhile davet ederler. Fakat onlar da kemâl-i aciz ve hayretlerine binaen icabet etmezler. Zira; icabete kudretleri yoktur. Şu muhavereden sonra ehl-i şirk azabı görür ve kemâl-i hasretle derler ki. «Ah ! Keşke şu şerikler dünyada hakka ihtida etmiş olsalardı, 4131 kendileri azaptan kurtulur, bizi de kurtarırlardı.» İşte müşrikler bu suretle eseflerini izhar ederler.]

Şu manâ âyette (هم) zamiri; şeriklere râci olduğuna nazarandır. Amma zamir müşriklere râci olduğuna nazaran manâ-yı nazım : [ Âhirette müşrikler azabı görünce derler ki, «Ah, ne olaydı kendileri ihtida etmiş ve doğru yola gitmiş olsalar da bu azabı görmeselerdi, bize de yardım ederler, şimdi biz de görmezdik» derler.]

Bu manâ ( ول ) kelimesi temenni için olduğuna nazarandır. Amma Beyzâvî'nin beyanı

veçhile ( ول ) kelimesi şartiye ve cevabı mahzuf olduğuna nazaran manâ-yı nazım: [Eğer o

2278

Page 175: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

müşrikler dünyada tarik-ı hakka ihtida etmiş olsalardı, onlar âhirette azap görmezlerdi. Lâkin ihtida etmediklerinden azaba müstehak oldular.] demektir.

Müşriklere taraf-ı İlâhiden «Çağırın şeriklerinizi» demek istihza ve tehekküm içindir. Çünkü; onları itikadları üzerine rüsvâ etmektir. Kezalik dünyada bu muhaverenin emsali de çoktur. Zira; kötü kimseleri dost ittihaz edenlere evvelce halis dostları tarafından nasihat olunup o nasihati duymayan kimsenin başına bir iş geldiğinde kötü dostlar selâm vermezler, halis dostları da nasihat-ı sabıkalarına işaret etmek ve o kimseyle alay olmak üzere «çağır yaranlarını, yardım etsinler sana, nerede kaldı o muhabbetler» derler. Bu söz, o adamı istihzadır. Çünkü yaranların yardım etmek imkânı olmadığı gibi semtine bile uğramazlar. İşte Cenab-ı Hak Kur'an'da bu gibi muhaverelerin aynının kullarıyla kendi arasında ceryan edeceğini beyanla âsîleri ikaz ve insafa davet ediyor.

&&&&&

Vâcib Tealâ âhirette ceryan edecek diğer muhavereyi beyan etmek üzere :

�ين� ) ل س� م تم �ج� �قول م�اذ�ا أ �اد�ي ف�ي م� ين � و�و�ي و� ٱ و0 و; ن> (٦٥و�

buyuruyor. 4132[Habibim ! Zikret şol günü, o günde Allah-u Tealâ müşriklere nida eder, der ki, «Size

gelip tarik-ı hakka davet eden Resûllere ne cevap verdiniz?] Çünkü; Onlar sizi amel-i saliha ve muharrematı terke davet ettiler. Onların bu davetlerine siz ne gibi sözle mukaabele ettiniz?»

� م�ٮ � �اء ي ب � ال م � � ع�ل ��ف�ع�م�ي ر و� ن� ٱ Cن و� و1 [Cenab-ı Hakkın bu suâline karşı onlar üzerine o günde cevap vermek için haber

kapıları tamamen kapanır.] Çünkü; kemâl-i hayret ve dehşetlerinden akılları başlarından gider, birşey söylemeye iktidarları olmaz ki, cevaba tasaddi etsinler.

اء�لون� ) �س� �ت � ي (٦٦و ف�ه ال

[Binaenaleyh; onlar ne cevap vereceklerine dair birbirlerine sual de edemezler.] Zira; iktidarları tamamen münselip olduğundan birbirine müracaatla bilmediklerini öğrenip cevap vermek cihetini de iltizam edemezler. Çünkü; cümlesi hayret içinde şaşkın olurlar.

Yani; Vâcib Tealâ yevm-i kıyamette kâfirlerden sual eder, der ki, «Siz rusûl-ü kirama ne yolda icabet ettiniz?» Bu suale karşı onlar üzerine bütün haberlerin kapıları kapanır, kalpleri kör ve dilleri tutuk olur. Binaenaleyh; kendileri bir cevaba muktedir olamadıkları gibi bilmedikleri ciheti birbirlerinden sual de edemezler. Çünkü; kabahat sahibi her zaman mahcup olur ve söz söylemeye mecali olmaz, söylese hacaletine binaen yarım söyler.

Velhasıl şu üç âyette beyan olunduğu veçhile Vâcib Tealâ yevm-i kıyamette kâfirlerden üç şeyi suâl edecektir. B i r i n c i s i ; şeriklerden ve şeriklerinin nerede olduğundan suâldir. Bu suâlden maksat; fena itikadlarından dolayı onları tahkir etmektir. İ k i n c i s i ; onlara şeriklerini davetle emredip şeriklerinin icabet etmemesiyle rezil olmalarıdır. Ü ç ü n c ü s ü ; rusûl-ü kirama neyle icabet ettikleridir ki, icabet etmediklerinden dolayı tevbih etmektir. 4133

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin ahvalinden bazısını beyandan sonra müminlerin hallerini beyan etmek üzere :

2279

Page 176: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ــون� م�ن� �ك �ن ي ى أ ا ف�ع�ســ� � ل ــ �اب� و�ء�ام�ن� و�ع�م�ل� ص�ـ �ما م�ن ت �ف�أ ر �ح�ين� ) ل و)م و� (٦٧ٱ buyuruyor.[Amma şol kimse ki, günahlarına tevbe ve iman etti, amel-i salih işledi. Şu amelleri

işleyince o kimse felaha dahil olanlardandır.]Yani; bir kimse ki, muktezâ-yı beşeriyet işlediği günahlardan tevbeyle Cenab-ı Hakkın

dergâhına iltica ve Rabbisinden kusurunun affını istirham etti ve imanla amelini ihlâs üzere işledi. Böyle olan kimse muhakkak felaha dahil olanlardandır. Binaenaleyh; korktuğundan kurtulur, umduğuna nail olur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile (عسى) kelimesinde üç ihtimal vardır. B i r i n c i s i ; tahkik ve vücub için olmasıdır. Çünkü; kerim olan kimse «Me'mûl ki filân şey şöyle olacak veyahut şunu filâna vereceğim» derse o şey muhakkak olacak sayılır. Zira kerim; vaadinde hulfetmez.

Binaenaleyh; Allah'ın kelâmında (عسى) tahkik içindir. İ k i n c i s i ; (عسى) kelimesinin de delâlet ettiği rica manâsı tevbe eden kimseye râcidir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Tevbe eden kimse felâhyab olmasını ümid etsin; me'mul ki, Tevbesi kabul olunmakla felâhyab olur.]

demektir. Ü ç ü n c ü s ü ; (عسى) kelimesi şart manâsınadır. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Tevbe ve imanla amel-i saliha devam etmeleri me'mûldür. Eğer devam ederlerse felaha dahil olanlar zümresinden olurlar, devam etmezlerse felah bulmazlar.] demektir.

Vâcib Tealâ müminlerin hâllerini beyandan sonra kâfirlerin Resûlullah'a risale ti münasip görmediklerine cevap vermek üzere: 4134

�ر� ي خ� �هم �ان� ل �ا م�ا ڪ ت � اء و�ي �ش� لق م�ا ي � ك� ي ب �و�ر� ہ%‌ و� ٱ ہ�‌� و? و? buyuruyor.[Habibim ! Rabbin Tealâ dilediği şeyi halkeder ve insanlar için hayır olan şeyi ihtiyar

eder ve üzerine hiçbir şey vâcib olmaz.] Binaenaleyh; istediğini halkında bir mani yoktur.

ح�ـن� ٱس ر�ڪون� )للهو0 �ى ع�ما ي ل �عـ� (٦٨و� و�ت [Zat-ı ulûhiyeti nekaaisten tenzih ederim ve Allah-u Tealâ onların şirkettikleri şeylerin

cümlesinden âlî oldu.]

Yani; yâ Ekremer Rusûl ! Seni envâ'ı nimetleriyle terbiye edip kemâline îsâl eden Rabbin Tealâ istediğini halkeder, hiç kimse karışamaz, dilediği kulunu nübüvvete ihtiyar eder. Hiç kimsenin «Niçin bunu ihtiyar etti?» demeye hakkı yoktur. Allah-u Tealâ onların reyine müracaattan müstağnidir ve nekaisten münezzeh olmak Allah'a mahsustur, Cenab-ı Hak onların şerik itikaad ettikleri şeylerin cümlesinden âlîdir.

ة) �ر� ي خ� �هم ل �ان� ڪ و�م�ا ٱ ) de nâfiye (م�ا) olmak ihtimaline nazaran manâ-yı nazım : [Rabbin Tealâ dilediğini işler ve istediğini nübüvvete ihtiyar eder. Zira; müşrikler için ihtiyar yoktur. Çünkü; Allah-u Tealâ kullarının istidadını ve nübüvvete kaabiliyeti olan kulunu bilir ve bildiği veçhile işler.] demektir. Şu manâya nazaran

ة) �ر� ي ة) lâfzı mevsûl olduğuna nazaran (م�ا) lâfzı ihtiyar manâsınadır. Amma (خ� �ر� ي (خ�hayır manâsınadır. Bu surette manâ-yı nazım: [Habibim ! Rabbin Tealâ istediğini halkeder ve onlar için hayır olan şeyi işler.] demektir.

Hâzin ve Kazî'nin beyanlarına nazaran bu âyetin sebebi nüzulü; kâfirlerin «Allah-u Tealâ keşke Kur'an'ı Tâif'le Mekke karyelerinden bir büyük zat üzerine inzal etseydi» demeleri üzerine nazil olmuştur. Çünkü; müşrikler Tâif'te (Ebâ Mes'ud Sakafî) yi, Mekke'de (Velid b. Muğiyre) yi büyük bildiklerinden risaleti 4135 onlardan birine münasip gördükleri cihetle bu sözü söylemişlerdi.

2280

Page 177: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Zira; bu iki kimse zengin olduğundan risaletle emval-i dünya beyninde münasebet var zannederler ve risaleti bunlara münasip görürlerdi. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak emr-i risaletin temşiyeti onlara ait olmadığını ve emval-i dünya gibi nâs beyninde şeref addedilen şeylerle emr-i nübüvvet beyninde münasebet bulunmadığını ve nübüvveti dilediği kuluna ihsan ettiğini beyanla onların itikadlarını reddetmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ risaleti dilediğine verdiğini ve müşriklerin kalplerine gelen gibi olmadığını beyandan sonra müşriklerin nübüvveti Resûlullah'a münasip görmediklerinin sebebi, mücered hasetlerinden olup bunu da zat-ı ulûhiyetin bildiğini beyan etmek üzere :

�نون� ) ل �ن صدوره و�م�ا ي �م م�ا تك ل � ك� ي ب و�و�ر� و (٦٩و� buyuruyor.[Habibim ! Rabbin Tealâ onların kalplerinde olan gizli sırlarını ve izhar ettikleri şeylerini

bilir. Onlar her ne kadar saklasalar Rabbin Tealâ onların kalplerinde hasetlerini bilir.]Yani; yâ Ekremer Rusûl ! Kâfirlerin Mekke'den ve Tâif'ten bir büyük kimsenin nebi olmasını

arzuları mücerret haset ve sana buğz u adavetlerindendir. Zira; Rabbin Tealâ onların kalplerinde gizledikleri hasetlerini ve lisanlarıyla söyledikleri fena sözlerini bilir. Binaenaleyh; emanet-i nübüvveti tevdi edeceği kulunu bilir ve onu ihtiyar eder. Şu halde kâfirlerin ehil görmeleriyle bir kimse nübüvvete ehil olamaz. Ehil olsaydı Vâcib Tealâ ona verirdi. Çünkü; Cenab-ı Hak herşeyi lâyıkıyla bilir ve emaneti ehline verir.

&&&&&

Vâcib Tealâ nübüvvete ehil olan kulunu bildiğini beyandan sonra evvel ve âhir hüküm kendine ait olup hükmüne hiç kimsenin müdahaleye hakkı olmadığını beyan etmek üzere : 4136

ــو� ـهللهٱو�ه ـ� ــر� و�ل �خ� ال �ى و� أول د ف�ى ح� ـه ـ� � ه ل �ال ه� إ ــ ـ� �ل � إ � ال ن%‌ ٱ و� ٱ و و� ٱ ن�‌� ج�عون� ) ه� ت � �ل م و�إ و�ح و� و� و� (٧٠ٱbuyuruyor.[Habibim ! Rabbin Tealâ; Allah-u Tealâ'dır ve ma'budünbilhaktır, ondan başka

ma'budünbilhak yoktur. Evvel ve âhir, yani dünya ve âhirette hamd ü sena ona aittir. Zira; ondan gayrı hanide şayan bir kimse yoktur. Çünkü; her nimet ondan feyz aldığından herkesin şükrüne ve hamdine lâyık odur, mahlûkatı beyninde hakîkî hüküm ona mahsustur. Zira; ondan gayrının hükmü hatadan hâlî olmadığından itibar yoktur. Binaenaleyh; nübüvvete kimi lâyık görür ve hükmederse nebi odur, başkalarının münasip görmesine ve hükmetmesine itibar olmayacağı şüphesizdir. Yevm-i kıyamette ancak muhakeme, hesap ve ceza görmek için huzur-u İlâhiye irca' olunursunuz.] Binaenaleyh; cümle a'mâlinizin cezasını görürsünüz. Şu halde herkes ibadetini ihlâs üzere Allah'a hasretmelidir. Zira; evvel ve âhir cezasını tertibedecek ancak Allah-u Tealâ olduğu cihetle onun gayrıya ibadet ayn-ı cinayettir.

Hulâsa; Vâcib Tealâ'nın vâhid-i hakîkî ve ma'budünbilhak olduğu, dünya ve âhirette hamd ü sena ona mahsus olup ondan gayrı hamde lâyık bir kimse olmadığı ve hükmün küllisi ona münhasır olup ondan gayrı hiçbir kimseden hakîkî bir hüküm sâdır olamayacağı ve akıbet herkesin mercii huzur-u Bârî olacağı cihetle ondan gayrıya ibadetin en büyük cinayet olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ dünya ve âhirette zat-ı ulûhiyetinin hamde müstehak olduğunu icmalen beyandan sonra hamde istihkakının bazı esbap ve delilini beyan etmek üzere :

2281

Page 178: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ـــل� �ن ج�عـ� إ ت ء� �ر� ٱق أ و و� �للهو� م � �ى ي �ل م�د�ا إ ل� ســــ� ل ڪم و� ع�ل� و� و� ٱ و� ر ه غ� ـ� �ل م�ة� م� إ ـ� ٱق�ي و� و� و� �اللهٱ �ض�ي �يڪم ب ت � � ي ‌�� *ا و

buyuruyor. 4137[Ey Resûl-ü Zişan ! Müşriklere sen de ki, «Eğer Allah-u Tealâ ilâyevmil kıyam geceyi

sizin üzerinize uzatırsa Allah'tan gayrı size ziyayı getirecek ma'bud kimdir ve bu hususa dair reyiniz nedir?]

م�عون� ) � � ت �ف�ال (٧١و�أ [«Siz şirkeder de ma'budun bir olduğunu işitmez ve düşünmez misiniz ve bu hususa

dair mev'ize ve delilleri niçin işitmezsiniz?»]

Yani; Habibim ! Allah'ın verdiği nimetleri inkârla hamde istihkakında gayrıları şerik kılan müşriklere sen de ki «Ey müşrikler ! Reyiniz nedir? Haber verin bana. Eğer Allah-u Tealâ sizin üzerinize ilâyevmilkıyam geceyi uzatır, güneşi size göstermez ve gündüzü üzerinizden kaldırırsa size ziya veren güneşi getirecek Allah'tan gayrı ma'bud kimdir? Ve daima gece olursa ne yaparsınız, şirkeder de bu misilli nasihatları kulağınızı açıp dinlemez misiniz, can kulağıyla hiç tefekkür edip düşünmez misiniz?» Gerçi kâfirler işitirlerse de işittikleri gibi amel etmediklerinden işitmeyen sağır mesabesinde olduklarına işaret için «İşitmez misiniz?» denilmekle tevbih olunmuşlardır. Çünkü; işitmek sânından olan bir kimseye «Kulağın duymadı mı?» demek dinlemediği cihetten onu itham etmektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ hamde istihkakına ve mülk kendinin olduğuna ikinci delili beyan etmek üzere :

ـــل� �ن ج�عـ� إ ت ء� �ر� ٱق أ و و� �للهو� م � �ى ي �ل م�د�ا إ ار� ســــ� لن ڪم و� ع�ل� و� ن5 ٱ و� ر ه غ� ـ� �ل م�ة� م� إ ـ� ٱق�ي و� و� و� كنون� ف�يللهٱ � � ت �ل �يڪم ب ت � � ي ن"‌ و� O� ر و� *ا و

buyuruyor.[Yâ Ekremer Rusûl ! Sen müşriklere de ki, «Haber verin bana, reyiniz nedir? Eğer

Allah-u Tealâ yevm-i kıyamete kadar sizin 4138 üzerinize neharı uzatırsa asla karanlık gelmez, daima gündüz olursa sizin sakin olup rahat edeceğiniz geceyi Allah'ın gayrı size getirecek ma'bud kimdir?»]

ص�رون� ) � ت �ف�ال (٧٢و0أ [Allah'ın nimetlerini unuttunuz da gözünüzle görmüyor musunuz?]

Yani; Habibim ! Sen kâfirlere hitabederek de ki «Geceyle gündüz sizin ahvalinizi ıslâh, dünya ve âhiret işlerinizi tesviye için halkolunmuş nimetler olduğundan bunların şükrünü edâ etmek üzere ihlâsla Allah'a ibadet etmeniz lâzımdır. Zira; insanın hayatı kisible kaaim olup kisib ise muamelâta, muamelât da nehara muhtaç olduğu cihetle hayat-ı beşeriyenin bekaası gündüzle kaim olmasına binaen gündüz insanlar için Cenab-ı Hakkın en büyük lûtuflarındandır.» Binaenaleyh; bu nimetin şükrünü edâ vâcibtir. Kezalik insanın vücuduna arız olan yorgunluğu gidermek için istirahata muhtaç olup istirahat da sükûnete mevkuf olduğundan gecenin zulmeti sa'yın inkıtâma ve insanların istirahatlarına elverişli halkolunduğundan gece insanlar hakkında şükrü vâcib olan büyük nimetler cümlesindendir. Hâl böyle olunca «Ey müşrikler ! Haber verin bana. Eğer Allah-u Tealâ kıyamete kadar üzerinize neharı uzatır, geceyi kaybederse istirahatınız için size geceyi getirecek

2282

Page 179: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Allah'tan başka ma'bud var mıdır? Allah'tan başka bunları halketmeye kaadir bir ma'bud olmayınca ibadetinizi Allah'a hasretmeniz lâzım değil midir? Bu nimetleri görmez misiniz ki Allaha şirkedersiniz? Niçin bu gibi hayatınıza ve istirahatınıza hadim olan nimetleri düşünmez de Allah'ın gayrı birtakım cemâdâtı ma'bud ittihaz edersiniz?»

ــوا �غ ت � �ت كنوا ف�يه� و�ل � �ت ه�ار� ل لن ل� و� ل �كم �ه� ج�ع�ل� ل م�ت و0و�م�ن ر و� ٱ و� ٱ ۦ و� كرون� ) � ت ك �ع�ل �ه� و�ل ل و�م�ن ف� و ۦ (٧٣و4[Allah-u Tealâ'nın rahmeti ve ihsanı cümlesinden sizin için geceyi ve gündüzü halketti

ki gecede hareketten kesilip istirahat 4139 ederek, gündüz de fazl-ı ilâhiden rızkınızı arayasınız. Bu iki müsait vakti halkettiğine binaen Allah'a şükredesiniz.]

Yani; gece ve gündüzü sizin maslahatınıza muvafık halkeden ma'budun rahmeti cümlesinden olarak gecede istirahat etmeniz ve gündüzde rızkınızı aramanız için size geceyle gündüzü halketti. Me'mûl ki bu nimetlerin şükrünü edâ edersiniz. Gerçi neharda istirahat etmek ve gecede kesb-i ticaretle meşgul olmak mümkünse de ekseriyet itibarıyla geceye muvafık olan istirahat, gündüze muvafık olan da sa'y ü amel olduğundan Cenab-ı Hak herbirine münasip olanı zikretmiştir. Yoksa gecede behemehal yatmalı, gündüzde behemehal çalışmalı demek değildir. Fakat tabiatıyla gece ticarette müşkülât vardır. Zira; karanlık birçok şeylere mani olduğu gibi ziya tedariki de masrafa muhtaçtır. Amma gündüzde bu gibi müşkülât yoktur. Binaenaleyh; geceye yakışan istirahat ve gündüze yakışan ticarettir.

Hâzin'in beyanı veçhile Cennette kisib ve sair suretle meşakkat olmadığından geceye ve gündüze ihtiyaç olmadığı cihetle Cennet'te gece ve gündüz yoktur. Binaenaleyh; Cennet'te her zaman bu dünyanın sabah namazından sonra ve gün doğmadan evvelki vakti gibidir. Şu halde âlem-i âhiret sıcak ve soğuk gibi insanı rahatsız edecek ezalardan ârî, gaayet latîf, inşirahlı bir havaya malik ve kederden salimdir.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşriklerin mezheplerinin butlanını bazı delaille beyandan sonra tarik-ı aharla dahi beyan etmek üzere :

عمــون� ) � ت ذ�ين� كنت ل �اء�ى� ڪ ر� ن� شــ � �قــول أ ــاد�يه� ف�ي � م� ين � وAو�ي و ٱ و� و و�٧٤)

buyuruyor.[Habibim ! Zikret şol günü ki, o günde Rabbin Tealâ kâfirlere nida eder, der ki,

«Dünyada bana şerik olduklarını itikaad ettiğiniz şeriklerim nerededir? Gösterin, görelim.» İşte Cenab-ı Hak şu hitab-ı İlâhisiyle müşrikleri tekdir eder.] 4140

Ayette şirkin gazab-ı İlâhiyi herşeyden ziyade calip olduğuna işaret vardır. Çünkü; tevhidin herşeyden ziyade rızayı dâî olması onun zıddı olan şirkin herşeyden ziyade gazabı calip olacağında şüphe yoktur.

�ك ن هـ� �ا ه�اتوا ب ن ا ف�ق ه�ي �ا م�ن ڪل أم ش� ن �ز� و و�ن و� و� ! ر %� ر و� [Biz Âzîmüşşan her ümmetten birer şahit çıkarır ve deriz ki, «Dünyada hak olduğunu

itikad ettiğiniz mezhebinizin sıhhatına delillerinizi getirin.»]

ح�ق �ن �موا أ و�ف�ع�ل �رون� )للهٱ ت � �انوا ي م ما ڪ و) و�ض�ل ع� Cہ F٧٥و)

2283

Page 180: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Biz onlara «Getirin delillerinizi» deyince onlar bilirler ki, ulûhiyet Allah'ın hakkıdır ve Allah'ın gayrı ulûhiyete lâyık yoktur ve iftira ettikleri şeyler onlardan kaybolur gider.]

Yani; kıyamette nâs mahşere cem'olunca biz her ümmetten kendi üzerlerine birer şahit çıkarırız ve şahitler onların hayır ve şer amellerine şehadet ederler. Bunun üzerine biz onlara deriz ki, «Dünyada hak olduğunu dava ettiğimiz şirkin sıhhatına delillerinizi getirin». Onlar delil getirmekten âciz olunca ilm-i yakînle bilirler ki, hak Allah-u Tealâ'nındır ve dünyada ma'bud diyerek ibadetle iftira ettikleri şeyler onlardan kaybolur. Zira; ma'bud ittihaz ettikleri putları asla muavenet edemeyince hakikati tamamen anlarlar.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette ş e h î t le murad; enbiya-yı izam hazaratıdır. Çünkü; her nebi kendine iman edenlere ve etmeyenlere, hatta kendinden sonra gelenlerin hallerine dahi şehadet eder. Zira; Pazartesi ve Perşembe akşamları ümmetin a'mâli o ümmetin nebisine arzolunduğu hadis-i nebevi ile sabittir. Çünkü; enbiya-yı izam kabirlerinde hayatta oldukları cihetle hal-i hayat ve hal-i vefatlarında ümmetlerinin a'mâline vakıflardır. Yahut ş e h i t le murad; her zamanda ümmeti hayra davet eden kimselerdir. 4141

Ruhul Beyan'da zikrolunduğu veçhile şirk yalnız şirk-i zahiriye münhasır değildir. Belki şirk-i bâtınî dahî olur. Çünkü; bazı kimse nefsinin emrini Allah'ın emri üzerine tercih ve bazıları zevcesine itaati Allah'a itaat üzerine takdim ve bazıları da ticareti tekâlif-i İlâhiye üzerine tercih ederler. Bu sebeplerle ubudiyetini unuturlar. Bunlardan hiç birisi de yevm-i kıyamette menfaat vermez ve onlardan kaybolur. Evet ! Ticaret lâzımdır, fakat o ticarete kudret veren Allah'a ubudiyeti terketmemek şarttır. Binaenaleyh; ticaretini ibadetine mani tutan kimsenin indallah i'tizarı makbul değildir.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşriklerin bazı ahvalini beyandan sonra Hz. Musa'nın münafıkı olan Kaarûn'un halini beyan etmek üzere :

ه� � �غ�ى ع�ل ى ف�ب � موس� م �ان� م�ن ق� رون� ڪ �ن قـ� �إ ‌ و و� و�buyuruyor.[Kaarûn muhakkak Mûsâ (A.S.) ın kavminden oldu ve Benî İsrail üzerine tuğyanla

tekebbür etti.]

Yani; Kaarûn Benî İsrail'den olduğu halde onlar üzerine tuğyan etti.Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Kaarûn Hz. Musa'nın amcazadesi veyahut amcasıydı; Benî

İsrail içinde Tevrat'ı Kaarûn'dan ziyade kıraat eden yoktu; sureti gaayet güzel olduğundan lâkabına münevver demişlerdi, nâs beyninde âlim, fâdıl ve şerefli olduğu halde Hz. Musa'ya münafıklık ederdi. Fakat nifakını gizlemedi, akıbet izhar etti, sebebi de şöyledir : Allah-u Tealâ Firavun'u garkedip Benî İsrail'i saha-i selâmete çıkarınca Hârûn (A.S.) Benî İsrail'in kurbanlarına nazır ta'yin olundu. Kurban yapmak için mukannen olan mahalle herkes kurban yapacakları hediyeyi getirir, Hz. Harun'a teslim eder, Hârûn (A.S.) onu mahall-i muayyenine kor; semadan bir ateş nazil olup o hediyeyi yakması kurbanın kabulüne delil olurdu. Kaarûn, Harun'a hased eder, Hz. Musa'ya «Sende risalet var, biraderinde kurban riyaseti var, bende birşey yoktur. 4142 Ben bunu çekemem, bana da bir riyaset vermeli» demekle hasedini ortaya koydu. Hz. Mûsâ «Biraderime riyaseti ben vermedim. Allah-u Tealâ verdi» deyince Kaarûn «Allah-u Tealâ'nın verdiğine bana bir alâmet göster» demesi üzerine vahy-i İlâhi gelir. Hz. Mûsâ eşraftan kırk kişinin asâlarıyla beraber ibadet olunan kubbe altına gelmelerini emreder. Kaarûn da Hârûn (A.S.) da asâlarıyla gelir, kubbenin altında sabaha kadar beklerler. Sabahleyin Hârûn (A.S.) ın badem ağacından asası, yeşil yaprak vermiş görürler. Mûsâ (A.S.) «İşte alâmet, buna ne dersin?» dediğinde Kaarûn «Bu senin sihrindir» demekle nifakını meydana koydu ve etbâ'ıyla beraber Hz. Musa'dan ayrıldı, açıktan eza ve tuğyana başladı, fukarayı istihfaf etmek ve haklarını vermeyip zulmeylemek ve kibr ü gururla herkese azamet satmak, nefsinde herkes üzerine faik bir meziyet görmek, kendine imtiyaz vermek üzere alemet-i farika olarak elbisesini uzun giymek gibi şeylere teşebbüs etti.

&&&&&

2284

Page 181: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ Kaarûn'un bakiye-i halini beyan etmek üzere :

ه �ح� �ن م�ف�ات كنوز� م�ا إ ه م�ن� ـ� ن � و�و�ء�ات ٱ �ة� و� ب ع � �نوأ ب �ت و�888 ل و� ٱ ۥ قوة� �ى و�أول ٱ

buyuruyor.[Biz Kaarûn'a hazinelerden olarak o kadar çok mal verdik ki, o hazinelerin anahtarları

kuvvet sahibi olan bir cemaata götürmesi ağır oluyordu.]

�ه � ق�ال� ل مه و�إ و� ق� �ن  ۥ ر� إ � � ت ٱ ال و�‌� و) ف�ر�ح�ين� )للهۥ � يح�ب و� ال (٧٦ٱ

[İşte o zamanda kavmi, Kaarûn'a dediler ki «Yâ Kaarûn ! Malına mağrur olup ferah etme. Zira; Allah-u Tealâ ziyade ferah edenleri sevmez.»] İşte kavmi, bu sözlerle Kaarûn'a nasihatta bulundular.

Yani; Biz Azîmüşşan Kaarûn'a çok mal verdik, hatta verdiğimiz hazinenin anahtarlarını kuvvet sahibi bir cemaata götürmek 4143 ağır olur ve güç götürürlerdi. Anahtarları taşımak, hazinelerin herbirini bilmek onlara meşakkat veriyordu. Bu hazineleri ona verdiğimizde kavmi ve bilhassa Hz. Mûsâ nasihat ettiler, dediler ki «Yâ Kaarûn ! Dünya malına mağrur olup ferahlanma. Zira; Allahü Tealâ dünya malına ferah edenleri sevmez». Her ne kadar Kaarûn'a bu minval üzere nasihat etmişlerse de Kaarûn için dinlemek imkânı yoktu. Zira; her tarafını kibr ü gurur ve dünyaya muhabbet ihata etmiş olduğundan böyle nasihatlara kulak asmaz, kibrinden vazgeçmezdi. Akıbet gururu helakine sebep olmuş ve helaki nâs beyninde darb-ı mesel kalmıştır. Kaarûn'un kavmi nasihatlarına devamla dediler ki:

�ٮك� �غ� ف�يم�ا ء�ات ت ٱو� و0 �خ�ر�للهٱ ال لدار� � ن%‌ ٱ ٱ

[Ey Kaarûn ! Allah'ın sana verdiği nimetle sen dar-ı âhiret taleb et. Emelini bütün dünyaya hasretme, belki dünya nimetini âhiret nimetine sebep kıl ve Allah'ın verdiği nimeti rızasının hilâfına sarfla nefsini mehlekeye koyma.]

� ي لد �ك� م�ن� �ص�يب �نس� ن � ت �و�ال ا‌ و� ٱ

[«Ve dünyadan son nasibin olan kefeni unutma.»]

س�ن� � �م�ا أ س�ن ڪ � ٱو�أ و� �للهو� �ل � إ ‌qن و�

[«Ve Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de kullarına ihsan et, fukaranın hukukuna riâyetle zulümden nefsini sakın.»]

� ال اد� ف�ى ف�س� غ� � � ت �و�ال ن4‌ و� ٱ و� ٱ و0[«Ve malına mağrur olup yer yüzünde fesat arama.»]

2285

Page 182: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�ن د�ين� )للهٱإ س� م � يح�ب و) ال و� (٧٧ٱ [«Zira; Allah-u Tealâ müfsidleri sevmez» demekle gayet beliğ ve müessir nasihatta

bulundular.»] 4144Yani; Kaarûn'un kavmi Kaarûn'a nasihat tarikıyla «Malını fukaraya tasadduk, sıla-i rahim ve

ehl-i imana muavenet gibi hayrata sarf etmekle âhiret sevabı iste ki, malından istifade etmiş olasın. Çünkü; maldan maksat hem dünyada hem de âhirette sahibinin intifa' etmesidir. Dünyada intifa'; nefsine ve sair infakı vâcib olan evlâd ü iyal ve akrabaya infak etmektir. Âhirette intifa' ise fukaraya tasadduk etmek, düşman karşısına asker teçhiz eylemek, esliha ve sair mühimmat-ı harbiye almak, mescit, köprü, medrese gibi velhasıl âmmenin intifa' edeceği hayrata sarfetmektir. Ey Kaarûn ! Malına o kadar mağrur olma, dünyadan nasibini unutma. Zira; dünyadan insanların son nasipleri kefendir. Senin alacağın son nasibin dahi kefendir, Allah'ın sana bu hazineleri ihsan ettiği gibi sen de kullarına ihsan et ki, nimetin şükrünü edâ etmiş olasın, hiçbir zaman yeryüzünde fesat arama. Zira; Allah-u Tealâ yeryüzünü ifsad edenleri sevmez» dediler. Fakat Kaarûn bunlarla kafiyen âmil olmamıştır.

( باعصبةءولتن ) , ( ءوتن ) , ( لقتث )yani ağır olur ve götüren kimsenin ağırlığına binaen beli eğilir demektir. U s b e ; ondan kırka kadar bir cemaat demektir. Dünya malına gurur ve ferahın muhabbet-i İlâhiyeye mani olduğu beyan olunmuştur. Çünkü dünyaya tamamıyla muhabbet; rıza-yı İlâhiye vesile olan ibadete mani olduğu cihetle Allah'ın muhabbetine vesile olacak ubudiyetin vazifesini terkedince elbette Allah-u Tealâ o kulunu sevmez.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kaarûn'un şu nesayiha ehemmiyet vermediğini beyan sadedinde söylediği sözünü beyan etmek üzere :

�يته م�ا أوت �ن م ع�ند� ق�ال� إ �ى ع� �ع�ل اى‌ و� ۥbuyuruyor.[Kaarûn kavminin nasihatim dinledikten sonra kemâl-i gurur ve kibr ü azamet ve

istibdadla dedi ki «Allah-u Tealâ bu malı bana bende olan ilim üzerine verdi.] Bende sizden ziyade bir meziyyet 4145 ve istihkak görmese vermezdi. Halbuki bende olan ilim, hüner ve san'at sayesinde verilmiştir. Zira; ilm-i simya, ticaret, san'at ve ziraat bende sizden ziyadedir. Binaenaleyh; ben bunları sizden ziyade bilmekle bu malı kazandım» dedi. Şu halde Kaarûn elinde bulunan mala herkesten ziyade kendinde bir ehliyet ve istihkak gördüğünü beyan etmiştir.

Kaarûn'un kendinde sairlerinden ziyade bulunduğunu iddia ettiği ilimle murad; Beyzâvî, Hâzin ve Medarik'in beyanlarına nazaran Tevrat'ın manâsına, ahkâmına, vücuh u fıkhına, rümuzat ve işar atına ilimdir. Çünkü; bundan evvel beyan olunduğu veçhile Benî İsrail içinde Tevrat'ı en ziyade bilirdi. Binaenaleyh; ilmine mağrur oldu, herkesten ziyade liyakat davasında bulundu ve bu sözü sarfetti. Yahut i l i m le murad; ticarete, ziraata ve envâ'ı mükâsebeye ilim ve arazide tasarrufu iyi bilmesidir. Çünkü; bunların cümlesi takdir-i İlâhiye muvafık olduğu surette esbab-ı gınadandır. Binaenaleyh; dünyada her zenginin servetinin esası tetkik olunursa ticaret, ziraat ve sınaattır. Kaarûn da bunları iyi bildiğinden «Ben ilmim sayesinde maldar oldum» demiştir. Yahut i l i m le murad; ilm-i simyadır. Çünkü; rivayet olunduğuna nazaran Kaarûn ilm-i simyaya vakıfmış. Hatta kalayı gümüşe ve bakırı altına tahvil edermiş. Servetinin esası ilm-i simyaya müstenid olup başka bilen de olmadığından «Bende olan ilim sayesinde bu servet bana verildi» demiştir.

Bu gibi madeniyatın bazı ecza ile başka birşeye tahavvülü baid olmadığı gibi bilfiil vukuu da bazı fen vasıtasıyla sabittir. Meselâ elektrikte görüldüğü veçhile suyun kuvveti bazı vesaitle ateşe tahavvül ediyor, kükürt çok olursa cıva vasıtasıyla gümüş madeninin altını gümüşten ve kurşundan daha çok olur. Bunların cümlesi kimyaya delâlet eder. Lâkin hariçte pek çok simya için uğraşanlar hep müflistir. Çünkü; sair madeniyatı altın ve gümüş yapmak için bir çare bulamamışlardır. Evet ! Birçok kitaplar da yazmışlardır. Fakat hep nazariyattan ibarettir, fiiliyat sahasında bir şey meydana

2286

Page 183: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

çıkamamıştır. Zira nazariyat; kalemle yazı ve dille diş arasında kalır. Binaenaleyh; alelekser nazariyat fiiliyatta tesirini 4146 gösteremez. Velhasıl simyacılıkta nazariyattan başka birşey olmadığı ve fiiliyat sahasında te'sirini gösteremediği malûmdur. Hikmete muvafık olan da budur. Çünkü; Cenab-ı Hak âlemin bekaasını muâmelât-ı nâsa, muâmelât-ı nâsı da altınla gümüşe raptettiğinden altınla gümüşü insanların nazarında gaayet kıymetli ve revaçlı kıldı ki, vakt-i merhununa kadar âlemin intizamı onunla devam etsin. Şu halde altın ve gümüş dünyanın kıvamına ve bekaasına hadim olduğundan kıymetten düşecek kadar mebzul olması hikmete muhaliftir. Şu tafsilâta nazaran eğer Allah-u Tealâ ilm-i simyayı her fikir sarfeden kimseye verse herkes simyacı olur ve simya vasıtasıyla istediği kadar altın ve gümüş yapar, kolay bir san'at olduğu cihetle de herkes rağbet eder, her şahıs bir Kaarûn olur. Şu halde âlemde altınla gümüşün kıymeti kalmaz, alan, satan da bulunmaz ve muamelât da dönmez. Çünkü muamelâta vasıta olan semene rağbet kalmayınca muamelâtın kapıları kapanır, herkes alacağını alamaz, satacağını satamaz bir hale gelir ve âlemin harabına bâdî olur, hatta ekin eken bulunmaz. Çünkü; satacak olsa paraya ihtiyaç yok, para alsa kıymeti yok. Binaenaleyh; çiftçi kendi yiyeceği kadar eker. Çiftçi olmayanlar buğday alacak olsa para verecek, paranın ise kıymeti yok. Velhasıl şu hikmetlere ve daha ziyade bizim bilmediğimiz birçok hikmetlere mebni olmalıdır ki simya ile uğraşanların çoklarını Cenab-ı Hak fakırla müptelâ kılar ve madeniyatı altınla gümüşe tebdiline muvaffak kılmaz, yoksa tebdili mümkün olmadığından bulamıyorlar değildir, belki mümkündür. Fakat birçok hikmetlere binaen Allah-u Tealâ o ilmi insanlara vermiyor, ancak nazariyat sahasında kalıyor. Çünkü; fiilen vücudu; semenin kıymetini haleldar ettiğinden hikmete muhalif olduğu gibi sa'y ü amelin lüzumu kaaidesine dahi münafidir. Evet ! Nadiren bazı kimsenin muvaffak olması baid değildir, fakat Kaarûn gibi akıbeti felâket olur. Çünkü; emeksiz meydana gelen servet; her zaman sahibini name'kul ef'âle sevkettiğinden hakkında fitne-i azîme olur.

Hulâsa; ilmine mağrur olarak benlik davasında bulunmanın mezmum olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. 4147

&&&&&

Vâcib Tealâ Kaarûn'un bu sözü üzerine tekdir etmek üzere :

ــو� ــرون� م� ه ق �ه� م�ن� ل ــك� م�ن ق� � ل � ــه ق� أ لل �ن � أ ل � � ي �و�ل و�أ و� ٱ ۦ و0 و" و! ٱ و و� و ر�مــون� ) م �ه�م ــوب ل ع�ن ذن ــ ـ � ي �ر ج� و�ال ث � ه قو و�أ د م� �ش� و�أ و� ٱ و� Yا‌� ر Vو و % ر و�٧٨)

buyuruyor.[Kaarûn bu gibi sözleri söyler de bilmedi mi Allah-u Tealâ kendinden daha kuvvetli,

mal ü menal yönünden kendinden daha cemiyetli çok kabileleri ve milletleri ihlâk ettiğini, Allah'ın bu kadar kuvvetli ve cemiyetli kimseleri ihlâk edip de Kaarûn'un kendini ihlâk etmeyeceğini? Halbuki Allah'ın ihlâk ettiği mücrimler günahlarından suâl olunmazlar. Zira; Cenab-ı Hak onların helaklerini mucip olan günahlarını bilir, suâle ihtiyaç yoktur.]

Yani; tâğî olan Kaarûn'un nail olduğu nimetlerin kendi ilm ü fazlı sayesinde istihkaakıyla olduğunu iddiaya cür'et eder de bilmedi mi ki, Allah-u Tealâ'nın Kaarûn'dan evvel kurun-u maziyeden malca ve evlâtça kendinden daha kuvvetli ve emval-i dünyayı cemetmesi daha ziyade olan kabileleri ihlâk ettiğini, gözünün önünde Firavun'la askeri helak olup gitmedi mi, Tevrat'ın âyetlerinden bu gibi şeyleri anlamadı mı? Eğer Kaarûn'un dediği gibi mal ve evlât herkesin istihkaakına merbut olsa maldar olan kimselerin mal sebebiyle gazab-ı İlâhiye maruz olmamaları lâzım gelirdi, halbuki emir bilâkistir. Şu halde hiç kimsenin serveti kendi istihkaakıyla değil, belki lûtf-u İlâhidir. Binanealeyh; kurûn-u sabıkanın ihlâki gibi Kaarûn dahi ihlâk olunacağını hatırından çıkarmasın.

Allah-u Tealâ'nın düşmanlarından intikamının sür'at-ı nüfuzuna işaret için gazaba müstehak olan mücrimlerin günahlarından sual olunmayacağı beyan olunmuştur. Zira; ilm-i İlâhi, onlardan intikam almaya ve intikaamı mucip olan günahlarını bilmeye kâfi olduğundan suâle ihtiyaç yoktur. Yahut mücrimler Cehennem'e gireceklerinde melekler tarafından onlar günahlarından suâl

2287

Page 184: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

olunmazlar. Zira; simalarından cürümlerinin nev'ini bilirler. Binaenaleyh; suâle hacet kalmaz. Yahut «Günahlarını bilmek için suâl olunmazlar. Çünkü; malûmdur, ancak tevbih ve tekdir için suâl olunurlar» demektir. 4148

&&&&&

Vâcib Tealâ Kaarûn'un kavmi tarafından vâki olan nasihatları dinlemeyip ilmiyle ve malıyla iftihar ettiğini beyandan sonra gittikçe gururu tezayüd edip söz te'sir etmediğini beyan etmek üzere:

�ه� �ت م�ه� ف�ى ز�ين �ى ق� ج� ع�ل �ف�خ�ر� ۦ‌ ۦ و�buyuruyor.[Kaarûn söz dinlemeyince kavminin bulunduğu mahalle ziynetiyle beraber çıktı ve

ziynetini herkese göstermekle kibr ü gururu arttı.]

�ى� ــا أوت ل� م� ـا م� ـ� �ن ت� ل � ل ـ� �ا ي ي لد �وة� ي ح� ذ�ين� ير�يدون� ل و<ق�ال� و� و� ٱ و� ٱ ٱ ه �ن رون إ �ذو ح�ظ ع�ظ�ي ) قـ� ل� ر (٧٩ۥ

[Kaarûn'u bu halde gören ve yalnız hayat-ı dünyayı murad edenler dediler ki «Ne olaydı Kaarûn a verilen dünya malının misli de bize verileydi. Zira; Kaarûn dünyaca hazz-ı azîm sahibidir.]

Yani; Kaarûn'a nasihat te'sir etmedi. Binaenaleyh; birgün kemâl-i gurur ve sürurla ziyneti içinde müstağrak olduğu halde kavminin bulunduğu bir cemiyet karşısına çıktı, nâs onun ziynetini seyr ü temaşa ettiler o kavmi içinden yalnız dünyayı murad eden kimseler dediler ki «Ah ! Ne olaydı, Kaarûn'a verilen dünya malının misli bize de verilseydi. Zira Kaarûn; dünyada nasib-i kâmil sahibidir» demekle tahassürlerini izhar ettiler.

Beyzâvî, Medarik ve Hâzin'in beyanlarına nazaran Kaarûn'un ziyneti; eğeri altından ve sair mücevheratıyla müzeyyen ester üzerinde binitli ve elbisesi o zamanın en yüksek ve kıymetli kumaşlarından ve maiyetinde kendi kisvesinde dört bin atlı ve sağ tarafında gaayet müzeyyen üç yüz kölesi, sol tarafında üç yüz cariyesi hizmetine muntazır olarak gelmesidir. İşte bu ihtişamı görüp de emeli dünyaya münhasır olanlar Kaarûn'a verilen nimetin mislinin kendilerine de verilmesini istediler. Zira; tab'ı beşer; dünya malına meyyaldir. Kaarûn'un mertebesini isteyenlerin mümin 4149 veya kâfir olduklarına dair âyette sarahat yoktur. Kaarûn'un halini arzu edenler arzularını hasetten kurtarmak için Kaarûn'a verileni aynen istemeyip mislini istedikleri Kazî'nin cümle-i beyanatındandır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kaarûn'un geldiği cemiyet içinde bir kısmı Kaarûn'un haline gıpta etmişlerse de diğer bir kısmının sevap istediklerini beyan etmek üzere :

�� ـو�اب � ث ل�ڪ م� و� ع� ـوا ذ�ين� أوت ل ال� ٱقـ� و و� و� و� ٱ م� ء�ام�ن�للهٱ و� خ� ل �� ر و� �رون� ) لصـب � �ال �قٮه�ا إ � يل ا و�ال � ٱو�ع�م�ل� ص�ـل � (٨٠رbuyuruyor.[Şol kimseler ki, kendilerine ilim verildi. Onlar Kaarûn'un nimetinin misli kendilerine

verilmesini isteyenlere dediler ki «Helak sizin üzerinize. Allah'ın kullarına âhirette vereceği sevap imanla amel-i salih işleyen kimselere dünya metâ'ından hayırlıdır ve âhiret mesûbet-i uzmâsına mülâki olmaz, ancak dünyada belâya sabredenler mülâki olurlar» demekle dünyayı arzu edenlerin hallerini takbih ettiler.]

Yani; kendilerine ilm-i ledünnî verilen ma'rifet-i kâmile sahipleri Kaarûn'un mertebesini isteyenlere dediler ki «Helak size olsun ey aklı kısa kimseler ! Siz emelinizi dünyaya

2288

Page 185: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

hasrediyorsunuz. Halbuki Allah-u Tealâ'nın kullarına âhirette in'âm edeceği sevap dünya malından ve metâ'ından çok hayırlıdır. Fakat bu hayır; ancak iman edip imanın muktezası veçhile amel-i salih işleyen kimseler hakkındadır, bu misilli sevaba ve derecât-ı âliyata tekâlif-i İlâhiyenin meşakkatına sabredenlerden başkaları nail olamazlar. Zira; onlar Allah'ın ibadetine devam ve menhiyatı terke sabredip Allah'ın verdiği nimete kanaatla hiç kimsenin cah, mansıp ve servet ü samanına tahassür etmediklerinden derecat-ı âhirete müstehaklardır. Lâkin emelini dünyaya hasredenler âhireti unuttukları cihetle dünyada nail oldukları nimete aldanır, onunla kalır, 4150 âhirette me'yûs, mebhut, hayran ve fevtettikleri nimetlere tahassür ederek ebeden muazzap olurlar.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kaarûn'un nasihat dinlemeyip isyanda devam edince helak olduğunu beyan etmek üzere :

�ض� ال �د�ار�ه� �ه� و�ب �ا ب ن و�ف�خ�س� ٱ ۦ و)buyuruyor.[Kaarûn insafa gelmeyince biz Kaarûn'u ve hanesini beraber yere batırdık.]

ـه � ـان� ل � �ه ف�م�ا ڪ رون �نصـ � ي �% م�ن ف�ئ ر ٱ م�ن دون�  ۥ ـان�للهۥ � ا ك و�مـ��ص�ر�ين� ) منت و�م�ن� (٨١ٱ[Kaarûn'u biz yere batırınca Allah'tan gayrı Kaarûn'a yardım eder bir cemaat

bulunmadı. Binaenaleyh; Kaarûn yardım görenlerden olmadı.]

Yani; Kaarûn'a kavmi çok nasihat etmişlerse de ıslah-ı nefsetmeyince biz Kaarûn'u ve hanesini beraber günahı icabı yere batırdık. Allah'tan başka Kaarûn'un itimad ettiği ahbap ve yaranından Kaarûn'a yardım eder bir cemaat bulunmadı, kendisi de o kadar hadem ü haşemle azaptan kaçıp kurtulamadı. Zira; intikaam-ı İlâhiden hiç bir âsî kurtulamaz.

Kaarûn'un helakine birçok sebepler varsa da Kazî, Taberi, Nisâbûrî, Hâzin ve Medarik'in beyanlarına nazaran son sebep şöyledir : Zekât âyeti ahkâmına tevfikan Hz. Mûsâ Kaarûn'dan malının zekâtını isteyince Kaarûn kendi vermekten imtina' ettiği gibi Benî İsrail'i teşvik eder ve «Size Hz. Mûsâ her ne emrettiyse tuttunuz. Şimdi de malınızı elinizden almak ister. Bunun çaresini düşünmeli» der. Çünkü; her türlü ezayı Hz. Musa'ya reva görmekten çekinmez bir münafıktı. Binaenaleyh; bir fahişeye Hz. Musa'ya bayram günü mele-i nâsta iftira etmek üzere bin dinar verir ve Kaarûn Hz. Musa'ya bu iftirayı yapmakla Benî İsrail'in zihnini iğfal ve 4151 itaattan çıkaracağım zannıyla ömrünün âhir günü bayram mevkiine kemâl-i azamet ve gururla gelir, Mûsâ (A.S.) vaazının zinaya müteallik bahsinde zina eden kimseyi recmederiz deyince Kaarûn «Sen zina edersen dahi hüküm öyle midir?» der. Hz. Mûsâ da «Evet. Benim hakkımda da hüküm böyledir» deyince Kaarûn «Benî İsrail senin hakkında filân hatunla zina etti diyorlar» dedi, hatunu çağırdı. Lâkin hatun doğruyu söyleyip Kaarûn'un iftira etmek üzere kendisine bin dinar verdiğini açıktan beyan etmekle Kaarûn'u rüsvâ ve Hz. Musa'yı tebrie etti. Cenab-ı Hakkın hakkı izhar ettiğine şükrolmak üzere Hz. Mûsâ secdeye kapandı, Kaarûn'un helakini Rabbisinden istedi. Cenab-ı Hak arzı Hz. Musa'nın emrine muti' kıldı. Benî İsrail Hz. Mûsâ tarafına geçti. Kaarûn'un yanında yalnız iki kişi kaldı. Mûsâ (A.S.) arza emretti. Kaarûn'un olduğu taraf hareket etti, Kaarûn yere battı. Benî İsrail'in süfehası «Hz. Mûsâ Kaarûn'un malına tama' etti. Helakine sebep oldu» demeleri üzerine Hz. Mûsâ kendiyle beraber Kaarûn'un bilcümle emvalinin batmasını Cenab-ı Hak'tan istirham etti, bilûmum malı da beraber battı, herkes şerrinden kurtuldu. Çünkü; hiçbir eseri kalmadı, ancak helaki; ilâyevmilkıyam âleme darb-ı mesel olarak kaldı. Zira; nifakın neticesi helak ve felâkettir. İşte âlemde her zaman ehl-i imana karşı bir takım münafıklar bulunmaktadır. Müminlerin derecâtını terfi' ve münafıkların derekâtını tezyid için Cenab-ı Hak daima iyileri kötülerle müptelâ kılar ve enbiyay-ı izam hazaratının her birerleri de zamanlarında gûnâgûn münafıklarla müptelâ olmuşlardır. Onlar tarafından vuku bulan ezalara sabırla helaklerinin vakt-i merhununu beklemişlerdir. Kaarûn'un vak'asında birçok mev'ize ve ibretâmiz meseleler olmasına binaen Kur'an'da Kaarûn'un vak'asını beyanla nasihat dinlemeyen ve kibr ü gururu kendine âdet eden,

2289

Page 186: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

malının zekâtını vermeyen ve bigayrihakk'ın iftiraya cüret edenlerin akıbet birer gûnâ sebeplerle helak olacaklarını ümmet-i Muhammed'in bu vak'ayla istidlal etmelerini ve bu gibi fena ahlâktan vazgeçmelerini Cenab-ı Hak bu vesileyle tavsiye etmiştir. Çünkü insanlardan, evvel geçenlerin sergüzeşti; sonra gelenlere birer ders-i ibrettir. 4152

&&&&&

Vâcib Tealâ Kaarûn'un helakini beyandan sonra kavminin mütenebbih olduklarını beyan etmek üzere :

�ه �ان ا م�ك �م�ن ذ�ين� ت ل �ح� ب � و�و�أ ٱ �ن  و� �أ ك �قولون� و� �س� ي �ال ٱ ب و� و ٱ سطللهۥ � و0 ي د� � �اد�ه� و�ي ب اء م� ع� �ش� �م�ن ي ق� ل �لر ہ�‌ و- ۦ و� Aو ٱ

buyuruyor.[Dünkü gün Kaarûn'un mertebesini isteyenler bugün sabah vakti derler ki «Ne acîp şey

ki, Allah-u Tealâ dilediği kulunun rızkını bol, dilediğinin dar verir.»]

�ن من � أ ال � ٱل هللهو� �ن �أ ك � و� �ن ف� ب �خ�ســــــ� ـا ل ــــ ـ� ن � و� ع�ل ا‌� �ح و� ل � ي و) ال ۥ ف�رون� ) ـ� و�ك (٨٢ٱ

[Ve sözlerine şunu da ilâve ederek dediler ki «Eğer Allah-u Tealâ bizim üzerimize ihsan etmeseydi bizi de batırırdı, ne acayip şey, kâfirler intikaam-ı İlâhiden asla kurtulmazlar. »] İşte böyle demekle dünkü gün vâki olan temennilerine nedamet ettiler ve Kaarûn'un mertebesini istemenin hata olduğunu bildiler. Çünkü; dünkü gün Kaarûn'un refah ve saadetine gıpta edenler bugün o malın bâis-i felâket olduğunu görünce kemâl-i istiğrap ve taaccüple hatalarını itirafa ve Allah'ın lûtfunu ikrara mecbur oldular.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile ( �ن �أ ك و�و� ) taaccüp manâsına olan ( �ن �أ ile (ك teşbih

manâsına olan ( ىو ) den mürekkeptir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Ne acayip bir emr-i müşabihtir ki, Allah-u Tealâ rızkını dilediği kuluna verir, tevsi' eder. Yoksa kulunun tevsii icabedeceği kerametine mebni değil, belki Allah'ın dilemesiyledir. Kezalik bazı kulunun rızkını dar vermesi o kulun rızkının dar olmasını icabedecek bir kusuruna mebni değil.] demektir. Yahut helak manâsına olan veyk'den me'huzdür. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Helak bize olsun ki, biz ne acayip hata etmişiz. Halbuki kullarının rızkını bol veya dar vermek Allah'ın meşiyetine muallâkmış, yoksa kulunun istihkakıyla değilmiş. Binaenaleyh; eğer bizim üzerimize Allah'ın lûtf u ihsanı olmamış olsaydı bize de 4153 mal verir, tuğyan ettirir, Kaarûn gibi bizi de batırırdı. Lâkin Allah-u Tealâ lûtfetti ki, batırmadı. Vay helak bize olsun ki kâfirler asla felah bulmazlarmış.] demektir.

(Vey) lâfzı Fahri Râzi'nin beyanı veçhile insanın birşeyin vukuuna esefini izhar makaamında isti'mâl olunur. Binaenaleyh; birşeyin vukuuna taaccüp ve esefini izhar için «Vay filân şey şöyle olmuş, ne acip» demekle esefini izhar eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kaarûn'un helakini ve kavminden Kaarûn'un mertebesini isteyenlerin mütenebbih olduklarını beyandan sonra dâr-ı âhiretin kimler için olduğunu beyan etmek üzere :

2290

Page 187: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�ض� ال ا ف�ى � ير�يــــدون� عل ذ�ين� ال �ل ـــا ل ع�لهـ� � ة ن �خ�ر� ال لــــدار و�ك� ٱ �� ر و� ٱ ٱ ق�ين� ) مت � �ة ل ق�ب عـ� ا و� �ف�س� و�و�ال و� ٱ !ا‌� (٨٣رbuyuruyor.[Şu dâr-ı âhireti biz şol kimseler için halk ettik ki, onlar yeryüzünde Allah'ın kulları

üzerine ulviyet ve kibr ü fesat murad etmezler. Halbuki âkıbet-i hamideye nail olmak müttekilere mahsustur.]

Yani; habibim ! Şu evsafı beyan olunan dar-ı âhiret ve Cennet-i A'lâ'yı şol kimseler için halkettik ki, onlar yeryüzünde ibadullah üzerine tasallut ve galebe murad etmedikleri gibi nâs üzerine zulüm ve cebirle mallarını almakla ve sû-u akide telkin etmekle ahlâklarını ifsat dahi murad etmezler. Halbuki âkıbet-i haseneye ve yüksek derecata nail olmak muharremattan nefsini vikaaye ve ibadata devam ve nâs üzerine kibr ü gurur ve fesattan ittikaa eden kimselere mahsustur, yoksa Kaarûn gibi kibr ü gurur, zulm ü udvanla yeryüzünü ifsad edenlere âkıbet-i hasene yoktur.

&&&&&

Vâcib Tealâ dâr-ı âhirette derecât-ı âliyenin kimlere mahsus olduğunu beyandan sonra müttekilerin nail olacakları sevabın hayırlı olacağını beyan etmek üzere : 4154

�ه �ة� ف�ل ن ح�س� � و�م�ن ج�اء� ب � خ� م ٱ نfا‌ Fو �� ر و� ۥ buyuruyor.[Eğer bir kimse hasene işler ve o haseneyle âhir ete gelirse onun için o haseneden

hayırlı derece vardır.]

ــا � م� �ال ات� إ ــ ـ ي لس ــوا ذ�ين� ع�م�ل ل ى ز� � ي �ة� ف�ال ئ ي �لســ ٱو�م�ن ج�اء� ب ٱ و� ٱ م�لون� ) � �انوا ي (٨٤و�ك[Ve eğer bir kimse seyyie işler ve o seyyieyle âhirete gelirse seyyie işleyen kimseler

cezalanmazlar, illâ amel ettikleri seyyienin miktarı cezalanırlar.]

Yani; bir kimse dâr-ı dünyada şer'in emrettiği ibadet-ı Deaeniye ve maliyeye müteallik hasene işler ve indallah makbul olan amelle huzur-u Bârî'ye gelirse o kimse için amelinden daha hayırlı sevap vardır. Çünkü; âhirette nail olacağı derece amelinden fazla olacağı gibi kederden salim, devam ve bekaası da vardır. Ve eğer bir kimse aklen ve şer'an kabih olan günahı işler, indallah müstekreh ve örf ü âdette müstehcen olan günahla huzur-u Bârî'ye gelirse o günah işleyen kimseler cezalanmaz, ancak işlediği günahın miktarı bir ceza ile cezalanır. Çünkü; işlediği günahtan ziyade ceza zulüm olduğundan Cenab-ı Hak zulüm olarak ceza vermekten münezzehtir. Amma haseneye fazla ecir verme lûtuf olduğundan Vâcib Tealâ zatına lâyık olan lûtfunu kulundan esirgemez, fazla ihsan eder. Binaenaleyh; Vâcib Tealâ hasene işleyen kuluna fazla derece vermekle taltif eder. Amma günah işleyenlere günahları miktarı ceza verir, fazla vermekle zulmetmez.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette seyyieden kulları tenfir için zamir mevziinde ism-i zahir olarak seyyie varid olmuş ve iki kere zikrolunmuştur.

Gerçi dünyada kâfirin küfrü mütenâhî olup âhirette azabı gayr-ı mütenâhî ve ilelebed devam edeceği cihetle seyyie üzere cezası ziyade gibi görünürse de kâfirin küfrü niyet-i ebedî yani ebeden muammer olsa küfrüzere devama niyet ve kasıtla işlediğinden cürümle ceza beyninde müsavat vardır. Binaenaleyh; kâfirin 4155 küfrüne ebeden azap, cürmünden ziyade olduğu cihetle «Müsavat yoktur» denilemez. Çünkü; küfür cürmünü işlemeye azmi ebedî olduğundan o azmin cezası da ebedîdir.

&&&&&

2291

Page 188: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ âhirette .rahat müttekilere mahsus olduğunu beyandan sonra hicret zamanı yol üzerine Resûlullah'a arız olan bazı humumunu izale etmek üzere :

�ى م�ع�ا �ل ادك� إ �ر� ء�ان� ل ق ك� ذ�ى ف�ر�ض� ع�ل� ل �ن �إ ‌!� ر و� و� ٱ و� ٱbuyuruyor.[Habibim ! Şol zat-ı eceli ü a'lâ ki, senin üzerine Kur'an'ın tilâvetini farz kıldı. O zat-ı

şerif elbette seni dünyada mevlidin olan Mekke'ye ve âhirette makaam-ı mahmuduna red ve iade edecektir.]

�ي ) مب ـ� هد�ى و�م� هو� ف�ى ض�ل � �م م�ن ج�اء� ب ل � ى أ ب ��قل ر ر �� ر و� و� ٱ (٨٥و� [Yâ Ekremer Rusûl ! Sen «Benim Rabbim hidayetle gelen kimseyle dalal-i mübinde

olan kimseyi bilir» de.]

Yani; ey Resûl-ü Zişan ! Şol zat ki, sana Kur'an'ı verdi, tilâvetini ve kullarına tebliğini sana emretti, emr ü nehiy ve ahkâmıyla ameli sana vâcib kıldı. Kur'an'ın hakayıkına seni vakıf kılan, enbiya-yı sabıkanın ve ümem-i maziyenin ahvalini ve ibret bahşedecek durub-u emsali beyan eden zat-ı akdes elbette seni maâdın ve asıl belden olan Mekke'ye reddedecektir. Mekke'ye avdetinde Mekke ahalisine sen de ki «Benim Rabbim doğru yola vasıl olup hidayetle gelen kimseyle yoldan çıkmış ve doğru yolu bulamamış açık dalâl içinde olan kimseyi herkesten ziyade bilir» demekle kendilerinin dalâl içinde olduklarını beyan et.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette m a â d la murad; Cennet-i A'lâ ve Resûlullah için mev'ûd olan makaam-ı mahmud olmak ihtimali varsa da âyetin sebeb-i nüzulüne muvafık olan m a â d la murad; Mekke-i Mükerreme olmasıdır. Çünkü; Fahri 4156 Râzi, Hâzin, Beyzâvî ve Medarik'te beyan olunduğuna nazaran Rasulullah Mekke'den Medine'ye hicretinde gaar-ı şerifte üç gün ikaametten sonra Medine'ye teveccühle yola çıkıp (Cuhfe) denilen mevkie geldiğinde Mekke'ye iştiyakını izhar etmesi üzerine bu âyet nazil olmuştur. Çünkü; (Cuhfe) ye gelinceye kadar müşriklerin ta'kibetmeleri ihtimaline binaen Resûlullah yolsuz mahallerden gelmiş ve (Cuhfe) ye gelince emniyet hasıl olmuş ve oraya nazil olup (Cuhfe) de Medine'den Mekke'ye doğru giden cesîm kervan yolunu görünce âbâ ve ecdadının yurdu, kendinin mevlidi ve beldesi olan Mekke'ye beşeriyette cibillî olan iştiyakını izhar edince bu âyetle Cibril-i Emin gelmiş ve «Yâ Resûlallah ! Merak etmeyin. Zira; Allah-u Tealâ sizi elbette Mekke'ye iade edecek ve belde-i asliyen olan Mekke şehri senin olacak» demekle tesliye ve bu âyeti tilâvet etmiştir. İşte bu rivayete nazaran bu âyette m a d d la murad; Mekke'dir. Ve âyetin sırrı Mekke'yi fetih günü zuhur etmiştir.'Zira; Resûlullah kemâl-i izz ü vekarla ve sekinet ü saltanatla Mekke'ye girdi, dar-ı şirk olan Mekke'yi dâr-ı tevhid, dar-ı küfrü, dar-ı İslâm kıldı ve kâfirleri kahr u tedmir etti. Çünkü; bâtıl her ne kadar az bir zaman şu'lelenirse de elbette söner, devam etmez. Fakat sabr u metanetle mukabele edip vakt-i merhununu beklemek lâzımdır. Resûlullah'ın Mekke'yi fethi günü Mekke'nin izzeti ikbali ve azamet-i şanı yükseldiğine işaret için (maâd) lâfzı ta'zîme delâlet eden tenvinle nekre olarak vârid olmuştur. Âyet-i celile gaaipten haber verdiği cihetle Resûlullah'ın sıdk-ı nübüvvetine delâlet eden mucize kabilindendir ve âyetin meali aynıyla vâki olmuştur.

ب م� من ر � ر� �ال ب إ ــ ـ� ڪ�ت ك� � �ل ق�ى إ �ن ي جــوا أ � ــا كنت� ت �و�م� ن�‌ % ر و� و� ٱ و� و� و� ف�ر�ين� ) ـ� ك ا ل �ن ظ�ه�ي �كون � ت و�ف�ال � (٨٦ر[Habibim ! Sen bidaye-i halinde sana kitap ilkaa olunacağını ümid eder olmamıştın,

lâkin bizim tarafımızdan ihsan olarak evvelin ve âhirinin ilimlerini, kütüb-ü münzelenin fevaid ve muhassenatını cami' olan kitap inzal olundu. Şu halde sen cümle umurunu bize tefviz ve kâfirlerden endişeyi terket, onlara müdarat etmediğin gibi bazı hususatta arka da olma, onlara arka olup 4157 yardım etmediğin gibi onlardan muavenet de bekleme.] Zira; bizim ilmimiz sana lâhiktır, kudretimiz onlardan intikaama da kâfidir. Binaenaleyh; senin için endişe ve telâşa mahal kalmamıştır. Sen hemen Kur'an'ı onlara tilâvet ve tebliğe devam et. Resûlullah'ın

2292

Page 189: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

kâfirlere arka olmayacağı ma'lûm olduğundan Resûlullah'ı nehyetmek; ümmetine ehl-i küfre ve bilhassa harbî olanlara muavenet caiz olmadığını beyan etmektir.

ت� ــ ـ� ك� ع� ء�اي �صدن � ي ٱو�ال للهو� ب �ى ر� �ل ع إ � و� �ل � إ ــز�ل � أن د� إ � � ب ن�‌ و! ٱ �‌qن و� و1 و� و� ر�ڪ�ين� ) م �ن م�ن� �كون � ت و�و�ال و� (٨٧ٱ[Habibim ! Kâfirlerle ünsiyet, âyetler sana nazil olduktan sonra Allah'ın âyetlerini

tilâvetten seni menetmesin. Sen Allah'ın kullarını tevhide ve ibadete davet et. Elbette müşriklerle beraber ve onlardan olma.]

Yani; ey Resûl-ü Zişan ! Âyât-ı İlâhiye sana inzal olunduktan sonra kâfirlere müdarat ve onlarla ünsiyet seni o âyetleri tilâvetten menetmesin. Zira; hükm-ü İlâhiye tebliğ te'hir kabul etmez ve ahkâmın icrasına umur-u dünya mani tutulmaz, âyetlerin teb-şiratıyla kulları tebşir, inzaratıyla inzar ve Rabbin Tealâ'nın tevhidine kullarını davet et ve elbette müşriklerden olma.

Bu âyette hitap; zahirde Resûlullah'a ise de hakikatta ümmetinedir. Çünkü; bu âyette vâki olan tekâlifin cümlesinde Resûlullah mükellef olduğu gibi ümmetin her ferdi de mükelleftir. B i r i n c i t e k l i f ; Resûlullah'a ayât-ı Kur'aniyyeyi tilâvetten seni hiçbir şey menetmesin buyurmuştur ki, ümmeti de tilâvet-i Kur'an'la me'mur olduğu gibi tilâvete hiçbir şeyi mani tutmamakla da mükelleftir. Binaenaleyh; Kur'an'a ittibâ'a mani olacak bir şey olmadığından ittibâ' etmeyenlerin bazı mani beyanıyla itirazları merduttur. İ k i n c i t e k l i f ; tevhide, din-i hakka ve doğru yola kullarım davet etmesini Resûlüne emretmiştir. Binaenaleyh; tarik-ı hakka kudreti nisbetinde davet ve doğru yolu ebnâ-yı cinsine göstermekle ümmetin her ferdi mükelleftir. Ü ç ü n c ü t e k l i f ; müşriklerden olmaktan Resûlünü nehiydir. Resûlullah'ın müşriklerden olmayacağı kat'idir. Zira; cümle enbiya ma'sum oldukları cihetle şirkten berî oldukları gibi Resûlullah da 4158 şirkten beridir. Şu halde Resûlullah'ı şirkten nehyetmek; ümmetini nehyetmektir. Çünkü; Resûlullah'a «Sen müşriklerden olma» demek «Sana tâbi' olan ümmetin müşriklerden olmasınlar» demektir.

Vâcib Tealâ bu üç teklifini beyandan sonra dördüncü teklifini beyan etmek üzere :

ع م�ع� � � ت ٱو�ال ه�ا ء�اخ�للهو! ـ� �ل � إ ن�‌buyuruyor.[Habibim ! Sen ma'budünbilhak olan Allah'la beraber başka ma'buda duâ edip çağırma

ve başka ma'bud ismini anma.]

� ه �ال ه� إ ـ� �ل � إ �ال ن�‌[Zira ma'bud; birdir. Allah'ın gayrı mabud yok, ancak o vardır. Onun gayrı

ma'budünbilhak olmayınca Allah'tan başka duâ edilecek ma'bud yoktur.]

ه�ه � و� �ال �ك إ ء ه�ال و�كل ش� � وى ۥ‌[Çünkü; herşey helak olur, illâ zat-ı ulûhiyet bakî kalır.]

م ح �ه و�ل و� ٱ

[Binaenaleyh; herşeyde hüküm ona mahsustur ve onun gayrı hüküm sahibi yoktur.]

ج�عون� ) ه� ت � �ل و�و�إ (٨٨و� 2293

Page 190: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

[Ve âhir-i emirde ancak onun huzur-u manevîsine irca' olunursunuz.]

Yani; ey Resûl-ü Zişan ! Ferd-i vâhid olan Allah-u Tealâ'ya 4159 ma'bud-u bâtılı şerik ittihaz etme. Çünkü; Allah-u Tealâ'nın ülûhiyetinde, zâtında, sıfatında ve mahlûkatta tasarrufunda şeriki yok, mülkünde müstakildir. Zira; ma'budünbilhak ve ibadete müstehak ondan başka bir kimse yoktur. Binaenaleyh; herşey mümkün olduğundan helak olur, illâ zat-ı ulûhiyet bakî kalır, dünyada ve âhirette hakîkî hüküm onundur. Şu halde akıbet rücû' olunacağınız mahal; onun huzur-u manevîsidir.

Bu âyette herşeyin helaki yle murad; her şey in mümkün olmasıdır. Çünkü; vücudu mümkün olan mahlûkat haddizatında muzmahil ve ma'dum mesabesindedir. Her zaman helake ma'ruz ve bekaası yoktur.

SÛRE-İ ANKEBÛT

Mekke-i Mükerreme'de nazil olan sûrelerdendir. Altmış dokuz âyeti hâvidir.

� ح�يم لر م�ـن� لر لله� � م � ٱب و� ٱ ٱ و� (١الم )

Nimetuiiah Efendi'nin (الم) beyanı veçhile (ا) insan-ı kâmile, ,liyakatına (ل) (م) müeyyid minindillâh olduğuna işaret ve Resûlullah'a hitaptır. Manâsı [Ey nimet-i İlâhiyenin feyezanına lâyık ve mucizât-ı bahireyle müeyyed minindillâh olan insan-ı kâmil !.] demektir.

�نون� ) ت � ي ا و�ه ال �قولوا ء�ام�ن �ن ي كوا أ ر� �ن ي اس أ لن �ح�س�ب� و)أ و و1 ٱ٢)

[Nâs «Mücerret iman ettik» demekle fitneyle müptelâ olunmayarak terkolunurlar mı zannederler?.]

Yani; insanlar mallarında ve canlarında fitne olunmaksızın yalnız «Biz iman ettik» sözleriyle terkolunacaklarını ve imtihan olunmayacaklarını mı zannederler? Eğer böyle zannederlerse bu misilli zan doğru değildir. Zira; mücerret «İman ettik» demek onları her belâdan kurtaramaz. Çünkü; insanlar ve bilhassa müminler tekâlif-i İlâhiyeden hasıl olacak meşakkatlarla, düşmanla mücahede ve muhaceretten hasıl olacak mihnetlerle, fakr u faka belasıyla, mallarında noksan, canlarında hastalık ve sair belâya ile müptelâ olurlar, onlara imtihan muamelesi yapılır ki, mümin, münafıktan seçilsin; sâdık, kâzipten ayrılsın, imanında sebat edenle etmeyip muztarip olanlar birbirinden farkolunsun ve herkes nazarında halleri ma'lûm olsun, mümin olanlar sabırla derecata ve münafık olanlar da nifaklarıyla Cehennem'in derekâtına müstehak 4161 oldukları anlaşılsın. Evet ! İmandı kâmil sahibini âhirette saha-i selâmete çıkarır, lâkin dünyada sahibini Müslümanlar nazarında bütün ehl-i İslâmm nail olduğu hukuka malik kılar, fakat her türlü belâdan kurtaramaz. Çünkü; dünya dâr-ı mihnet olduğundan mümin ve kâfir her cümlesi hissesine isabet eden belâya ile imtihandan geçer. Şu kadar ki, mümin imanı sebebiyle o belânın âhirette mükâfatına nail olur ve sabrından sevap alır. Binaenaleyh; çok kere mümin-i kâmil fâsık-ı fâcirden daha ziyade belâya müptelâ olur ki, sabrıyla derecât-ı âliyâta nail olsun. İmanında kemâl olmayanlar da bazı belâya ile müptelâ olunca itikadını bozar, imandan çıkar da haberi olmaz.

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile âyetin sebeb-i nüzulü; Mekke'de (Ammar b. Yâsir), (Ayaş), (Velid) ve (Seleme) gibi fukara-yı ashaba müşriklerin işkence etmelerinden Resûlullah'a şikâyet etmeleri üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir. Yani «Mü'min olmakla her belâdan kurtulmak lâzım gelmez» demektir. Yahut (Mehca' b. Abdullah) hakkında nazil olmuştur. Çünkü;

2294

Page 191: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

(Mehcâ') yevm-i Bedir'de en evvel şehid olan şüheda-yı İslâmiyedendir. Yani «Mümin olmakla kâfirin silâhına hedef olmamak lâzım gelmez» demektir.

Hâzin'de beyan olunduğuna nazaran Resûlullah'ın «(Mehca') şehitlerin büyüğüdür, Cennet'in kapısı bu ümmetin şühedasından ilk önce Mehca'a açılacaktır» buyurduğu mervidir. Peder ve validesinin (Mehca') ın şehadeti üzerine çok fezi' ve feryad etmelerine binaen bu âyetin nazil olduğu mervidir.

Hulâsa; bir kimse mümin olmakla fitneye duçar olmamak ve fitneye tutulmamak lâzım gelmediği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ müminin imanı dünyanın levazımından olan belâyâdan kurtaramayacağını beyandan sonra insanları belâ ile müptelâ kılmak yeni bir âdet olmayıp evvelden beri kullarını imtihanın âdet-i İlâhiyeden olduğunu beyan etmek üzere : 4162

�ه� ل ذ�ين� م�ن ق� ل ا �ن �ق� ف�ت �و�ل ‌ و و0 ٱ و! buyuruyor.[Zat-ı ulühiyetime yemin ederim ki, biz muhakkak şol kimseleri fitneyle müptelâ kıldık.

Onlar Kureyş müşriklerinden evvel geçtiler.]

�م�ن ل � �ي ٱف�ل �ين� )للهو� ذ�ب ـ� ك �م�ن ل � �ي ذ�ين� ص�د�قوا و�ل ل و� ٱ و� (٣ٱ [Bu iptilâ üzerine Allah-u Tealâ elbette sözünde sâdık ve imanında sabit olanları,

kavlinde ve fiilinde yalancıları bilir, onların sıdka ve kizbe dair olan hallerini nâsa izhar eder.]

Yani; bizim insanları müptelâ kılmamız ümmet-i Muhammede mahsus yeni bir âdet değildir. Zira; ümmet-i Muhammedden evvel geçen milletleri ve enbiya-yı kiramı dahî zamanlarında birtakım belâya ve meşakkatla müptelâ kıldık. Maahaza onlar da «Biz iman ettik» demekle imanlarını izhar ederlerdi, fakat onların «İman ettik» demeleriyle biz, onları iptilâsız mühmel olarak terketmedik, onlar üzerine tekâlifimizi inzal ve ibadeti farz kıldık, muharrematı terketmelerini emrettik ki, imanında sâdık olanlar kâzip olanlardan ayrılsın. Çünkü; tekâlifle mükellef olunca münafıklar itaattan i'razla imanlarında sâdık olmadıklarını izhar ve imanında sabit olanlar da tekâlifin cümlesini kabul ederek mükellef olduğu vazifeyi edaya sür'at ederler. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak imtihan muamelesini bilicrâ sâdık olanları kâzip olanlarından tefrik etmekle her iki fırkanın halini herkese ilân eder.

Medarik'te ve Kazî'de beyan olunduğu veçhile Vâcib Tealâ imtihan etmeden evvel sâdık veya kâzip olanları bildiği halde bu âyette «İmtihanla bildi» demek «İmtihan ve iptilâ ile her iki fırkanın hallerini halka izhar etti» demektir. Çünkü; sâdık olan hâl-i zarrâ' ve hâl-i serrâ yani zarar ve sürür zamanlarının her ikisinde de sabır ve şükreder; kâzip olan da hâl-i ferahında şükrederse de hâl-i

kederinde cezi', fezi' ve feryad ü figanla herşeyi inkâra başlar. Bu âyette ( �م�ن ل � �ي و�ف�ل ) if'âl

babından ( �م�ن ل � �ي و�ف�ل ) kıraat 4163 olunduğuna nazaran i'lâm yani bildirmek manâsınadır. Şu halde manâ-yı nazım: [Allah-u Tealâ sâdık olanların yüzlerini yevm-i kıyamette beyaz, kâzip olanların yüzlerini siyah kılmakla halka onların hâllerini bildirir.] demektir. Binaenaleyh; sâdık olanlar mesrur, kâzip olanlar me'yus olur; halk da onların hallerini görürler.

Hulâsa; insanların iptilâdan hâlî olmayıp mümin ve kâfir herkesin kendine göre iptilâsı bulunduğu ve iptilâ sebebiyle sâdık olanların kâzip olanlardan temeyyüz ettikleri yevm-i kıyamette Allah-u Tealâ'nın sâdıklarının sıdkını ve kâziplerin kizbini ilânla herkese onların hallerini bildireceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

2295

Page 192: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ kulların mücerret «İman ettik» demekle fitneden hâlî olmayıp herbirini birçok tekâlifle mükellef kıldığını beyandan sonra tekâlifi kabul etmeyenlerin muazzep olacaklarını beyan etmek üzere :

ــا اء� م� ــ� � س �قون ب � �ن ي ات� أ ــ ـ ي لس ـون� م�لـ � ذ�ين� ي ل ب� ــ� � ح�س �أ ا‌ و� ٱ و� ٱ و كمون� ) � (٤و�ي

buyuruyor.[Şol kimseler bizi sebkedeceklerini zannederler mi ki küfür ve sair günahları işlediler?

Eğer böyle hükmederlerse onların hükmettikleri şey ne fena oldu.]

Yani; şol kimseler ki, onlar şirk ve sair günahları işlerler ve bizi sebkederler, yani işlediklerini bildirmez, ilm-i İlâhiyi tecavüz eder ve ilm-i İlâhi amellerine lâhik olmayacağını mı zannettiler? Eğer günahları yanlarına kalacak ve intikaam-ı İlâhiden kurtulacaklarını zannederlerse bu zanları yanlış ve hükümleri fasittir. Zira; onların hükümleri pek çirkin bir hükümdür. Çünkü; günah üzere dünyada azap görmemekten âhirette de azap görmemek lâzım gelmez.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyet «Seyyiat üzerine dünyada azap olmayınca âhirette dahî azap olmaz» diyenleri red için nazil olmuştur. Çünkü; kâfirlerden bir kısmı «Eğer seyyiat üzere âhirette azap olsaydı dünyada da olurdu. Dünyada olmaması âhirette de olmayacağına delâlet eder. Şu halde vaad-i İlâhî kullarını ibadete teşvik ve azabını beyan eden vaîdi günahtan korkutmak içindir» demeleri üzerine bu itikadda olanların itikadlarının bâtıl olduğunu Vâcib Tealâ bu âyetle iptal etmiş ve şu hükümlerinin gaayet kötü bir hüküm olduğunu beyan buyurmuştur. Çünkü; âhireti dünyaya kıyas etmek yanlış olduğu gibi hükümleri de delâil-i akliye ve şer'iyeden hiçbirine müstenit değildir. Delilsiz hüküm ise bilkülliye itibardan sakıttır. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak bu hükmün gaayet çirkin bir hüküm olduğunu beyan etmiştir ki, bu misilli hükümden herkes içtinab etsin.

&&&&&

Vâcib Tealâ dünyada nâsın mühmel olarak terkolunmayıp elbette mükellef olduklarını ve mükellef olduğu vazifeyi edadan istinkâf edenlerin muazzep olacaklarını beyandan sonra vazifesini edâ edenlerin amelleri zayi olmayacağını beyan etmek üzere :

�ق�اء� جوا ل � �ان� ي ٱم�ن ك �ج�ــل� للهو� �ن أ م�يعللهٱ ف�ــإ لســ ٱ أل و�هــو� �‌1� ر �يم ) و�ع�ل (٥ٱ

buyuruyor.[Âhirette Allah'ın rızasına mülâki olacağını ümid eden kimse âhiret için amel etsin. Zira;

mülakat için ta'yin olunan gün elbette gelecektir. Halbuki Allah-u Tealâ kullarının sözlerini işitir, itikad ve amellerini bilir.]

Yani; bir kimse âhirete iman ve yevm-i kıyamette Cenab-ı Hakka mülâki olacağını ümid ederse mülakat günü için amel-i salih işlemekle hazırlansın. Zira; mülakat için Allah'ın ta'yin ettiği ecel-i muayyen elbette gelecek ve o günde Cenab-ı Hak herkesi hazırladığı ameliyle mücazat edecektir. Zira; Allah-u Tealâ cümle kullarının zikrini, duâsını ve günaha dair olan sözlerini işitir, bilûmum işlerini, ihtiyaçlarını ve istediklerini bilir. 4165

Vâcib Tealâ rızasına mülakat için ta'yin ettiği âhiret gününün geleceğine şüphe olmadığına

işaret zımnında o günün geleceğini beyanda tahkika delâlet eden ( نا ) ve lâm-ı te'kidle

( �ج�ل� أ �ن ألللهٱف�إ 1� ر ) buyurmuştur ki «Muhakkak ve elbette gelecek, şüphe yok» demektir.

2296

Page 193: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette abdin âhirette nail olacağı derecata işaret vardır. Çünkü abdin amelinde mertebe; üçtür: B i r i n c i s i ; kalbiyle itikaadiyatın küllisini tasdik etmektir. Tasdik; gözle görülmez, ancak Cenab-ı Hak ilmiyle bildiğinden âhirette kuluna tasdikma mukaabil gözlerin görmediği ve kalb-i beşere hutur etmedik nimetler ihsan edeceğine işaret için âhirette mülakat ümid edenlerin amellerini bildiğini beyan etmiştir. İ k i n c i s i ; amel-i lisanı olup lisanla amel de mesmûâttan olduğu cihetle kulakların duymadığı nimetleri vereceğine işaret için kullarının işitilmek sânından olan amel-i lisanîlerini işittiğini beyan etmiştir. Ü ç ü n c ü s ü ; amel-i cevarihtir ki, azalarıyla işledikleri amellerini gördüğünü diğer nususla beyan buyurmuştur ki, gördüğü amellere mukaabil elbette mükâfat verecektir.

Hulâsa; yevm-i âhirete imanla Cenab-ı Hakkın rızasına mülakat ümid eden kimsenin o gün için amel hazırlaması lâzım olduğu ve mülakat için ta'yin olunan günün elbette geleceği ve Allah-u Tealâ'nın kullarının sözlerini işitip amellerini bildiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kullarına teklifini beyandan sonra tekliften faydanın kullara ait olduğunu beyan etmek üzere :

�ن ه� إ ســـ� � �ن ه�د ل ــا يج�ــــ مـ� �ن ه�د� ف�إ ٱو�م�ن ج�ــــ ۦ‌� �ى ع�ن�للهو) �غ�ن ل�م�ين� ) ل و�عـ� (٦ٱ

buyuruyor.[Eğer bir kimse huzuzat-ı nefsaniyesinden vazgeçer, ibadete sa'yile mücahede ederse

ancak kendi menfaatına mücahede eder. 4166 Zira; Allah-u Tealâ âlemlerin ibadetlerinden ganîdir ve hiç kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur.] Şu halde ibadetin menfaati; ancak ibadet eden kimseye aittir. Binaenaleyh; Allah'ın kullarına ibadetle teklifi merhamet ve hallerini ıslah içindir, yoksa kendi ihtiyacı için teklif etmiş değildir.

Nisâbûrî ve Hâzin'in beyanları veçhile bu âyette Cenab-ı Hakkın kullarına beşaret vardır. Zira; Vâcib Tealâ âlemlerden ganî ve ihtiyaçtan berî olunca bütün mevcudatı bir şahsa vermiş olsa hiç noksan târî olmayacağı cihetle dünya ve âhirette istediği kadar nimeti istediği kuluna vermekte bir mânî olmadığından abd Rabbinden her nimeti ister, ümid eder. Rabbi de istediği kadar vermeye kaadirdir. Kezalik bu âyette kulları tehdit de vardır. Çünkü; Cenab-ı Hak cümle eşyadan ganî olunca bütün eşyayı kahrıyla ihlâk ve bilhassa insanları azapla itlaf etmiş olsa hiç bir noksan târî olmadığı gibi ihlâkine bir mânî de bulunmadığı cihetle abdin daima havf ve endişe etmesi lâzımdır ki, kusuruna binaen Allah-u Tealâ'nın her zaman onu ihlâk etmek ihtimali mevcuttur. Binaenaleyh; bu âyette kulları tebşir olduğu gibi tehdit de vardır.

Hulâsa; abdin ibadetinden menfaat ancak kendine ait ve Allah-u Tealâ'nın cümle âlemden, bilhassa insanların ibadetinden ganî olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ amel eden kimsenin amelinden menfaat ancak kendine ait olduğunu icmalen beyandan sonra tafsîlen beyan etmek üzere :

�ه� ات ــ ـ ي ه س� ن ع� �فر� �نك ت� ل ــ ـ �ح� لصـل ــوا ــوا و�ع�م�ل ذ�ين� ء�ام�ن ل و و� و و� ٱ ٱ م�لون� ) � �انوا ي ذ�ى ك ل س�ن� � ه أ �ن ز�ي � �ن و�و�ل ٱ و� و (٧و�

buyuruyor.[Şol kimseler ki, onlar iman ettiler, imanlarının muktezası olan amel-i salih de işlediler.

Onların günahlarını biz elbette kefaret eder ve amellerinin güzeliyle cezalandırırız.] 4167

2297

Page 194: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; şol kimseler ki, onlar Allah'a ve Resûlüne ihlâs üzere iman edip imanlarını amelleriyle isbat ettiler. Onların zaman-ı cehalet ve dalâlette işledikleri günahlarını biz elbette kefaret eder ve amel defterinden sileriz. Zira; küfrünü imanıyla ve sair günahı ameliyle izale ederiz ve amellerinin en güzel cezasıyla cezalandırırız. Yani müstehak oldukları sevabın kat kat fazlasını veririz. Çünkü cezada hasen; ameline göre cezadır. Şu halde a h s e n ; müstehak olduğu cezanın fazlasıyla mükâfattır. Binaenaleyh; imanıyla beraber amel-i salih işleyen kimselerin cezaları istihkaklarından fazla olacağını beyanla bu âyette Cenab-ı Hak kullarını ibadete terğib etmiştir. Âyette kâfirin ameline sevap olmayacağına dahî işaret vardır. Zira; ahsen-i ceza imanla meşrut olunca imanı olmayan kimse bab-ı İlâhide ecnebi olduğu cihetle hüsn-ü ceza olan atiye-i İlâhiyeye müstehak olamaz ki, fazlasına müstehak olsun. Çünkü; asıl amelin cezasına müstehak olamayınca fazlasına müstehak olamayacağı evleviyetle sabittir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyet amelin imana mugaayir olduğuna delâlet eder. Zira; ameli iman üzerine atfetmek mugaayir olduğuna delildir. Çünkü; ma'tufun ma'tufunaleyhe mugaayir olması kavaid-i Arabiye iktizasındandır. Kezalik âyet; amel-i salihin sevabının bakî olduğuna dahî delâlet eder. Fakat niyet-i halisa olmak şarttır. Çünkü; niyet-i halisayla işlenmeyen amelde fayda olmaz ki, bekaa bulsun. Âyette c e z a ; iki nevi zikrolundu. Zira, amel, ikidir:

B i r i n c i s i ; imandır ki, onun cezası; seyyiatı kefarettir. İ k i n c i s i ; amel-i salihtir ki, onun cezası; ahsen-i ceza olan derecattır.

Hulâsa; imanla beraber amel-i salihin cezası günahlara kefaret olacağı ve amel-i salih işleyen kimsenin fazlasıyla mükâfat göreceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kullarını amel-i saliha terğib ettikten sonra amel-i salih cümlesinden olan ebeveyne ihsanla emretmek üzere :

ه� ح �د� ل �و� ـن� ب �نس� إ �ا ن �و�و�ص tا‌ ر eو و� ٲ و� ٱ و�buyuruyor.4168[Biz insana ana ve babasına güzel muamele etmesini vasiyet ettik.]

� ف�ال ع� �ه� ب �ك� ل س� ل� م�ا �ى ب ر�ك� �ت ل ـه�د�اك� ج� �ن �;و�إ ر Kو ۦ و� و� هم� � �تط اا‌ و�

[Ey insan ! Eğer validen ve pederin senin için ilim olmayan birşeyle bana şirketmeni emrederler ve seninle bu hususa dair mücahede ederlerse sen onlara itaat etme.]

م�لون� ) � ت �م�ا كنت ئكم ب �ب ف�أن ج�عك �ى م� �ل و�إ و و (٨و�

[Zira; sizin merciiniz ancak banadır. Binaenaleyh; ben size amelinizi haber veririm.]

Yani; biz insana iman ve amel-i salihle tekliften sonra validesine ve pederine ihsan etmesini tavsiye ettik. Zira; insanın ebeveyni vücuduna sebep olduklarından onların sebkeden hizmetlerine ve terbiyelerine mukaabil hüsn-ü muameleyle güzel hizmet edip incitmemesini insan üzerine vâcib kıldık ve ihsan etmesini emrettik ki, ihsanında asla eza karışığı olmamak lâzımdır. Binaenaleyh; insanın ana ve babasını küçük görmesi ve hakareti andırır muamelede bulunması caiz olmadığı gibi ebeveyni huzurunda kemâl-i tevazu ve inkıyacf üzere bulunmak vezaif-i şeı'iyedendir. Şu halde insanın ebeveyninin bilûmum emirlerine itaati vâcibtir. Ancak ebeveyni eğer o insana şirkle ve sair günahla emrederlerse itaat etmemek vâcibtir. Zira; Halika ma'siyet olan şeyde mahlûka itaat caiz olamaz. Eğer ma'siyetle emirlerine itaat ederse mes'ûl olur. Zira; cümlenin mercii huzur-u Bârî'dir. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak herkesin amelini kendine haber vereceğini beyan etmekle bu misilli itaattan kullarını tehdid etmiştir.

2298

Page 195: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Vâcib Tealâ suret-i meşrûada ebeveyne ihsanın mükemmel olmasına işaret için âyette (� lâfzını ta'zîme ve teksire delâlet eden tenvinle nekre olarak irad buyurmuştur. Şu halde (حسناevlât üzerine lâzım olan ebeveyne itaatin en yüksek tabakası olduğu gibi kemâl-i ta'zim üzere bulunmak da lâzımdır. Binaenaleyh; ebeveyne azıcık kusur, indallah pek büyük günahtır.

4169Beyzâvî ve Hâzin'in beyanlarına nazaran bu âyet (Sa'd b. Ebi Vakkas) ve anası (Hamiyye) hakkında nazil olmuştur. Çünkü; (Sa'd) Hazretleri İslâm olunca validesi ona gücendi ve irtidad etmesini teklif ve İsrar etti. Hatta (Sa'd) eski dinine dönmezse ekmek yemeyip su içmeyeceğini söyledi ve birkaç gün yemedi, içmedi. Bir gün (Sa'd) Hazretleri «Ey anam ! Eğer yüz canın olsa, birer birer çıksa ben din-i İslâm'ı terketmem. İster ekmek ye, ister yeme» dedi. Validesi irtidadından ümidini kesti ve ekmek yemeye başladı, onun üzerine bu âyet nazil oldu. Gerçi (Sa'd) ın validesi (Sa'd) a gücendi lâkin, bu gücenmesi bigayrıhakk'ın (Sa'd) ı şirke davet için olup şirk ise rıza-yı İlâhinin hilâfına olduğundan rıza-yı İlâhi hilâfına davete icabet caiz olmadığını Cenab-ı Hak beyan etti ve dedi ki «Ey ebeveynine ihsanla me'mur olan insan ! Eğer validen ve pederin senin ulûhiyete ilmin olmayan birşeye ibadet ve şirketmeyi sana emreder, bu hususta seninle mücahede eder, uğraşırlarsa onlara itaat etme ve rıza-yı İlâhi hilâfına tekliflerini kabul eyleme, sözlerini dinleme. Zira; cümlenizin merdiniz banadır. Binaenaleyh; ben sizin herbirinizin amelinizi kendinize haber veririm. Şu halde amelinizi rızama muvafık işlemeniz lâzımdır. »

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Vâcib Tealâ bu âyette «İlmin olmayan şeye davet ederlerse itaat etme» buyurmasıyla insan için sıhhatini bilmediği birşeye ittibâ' caiz olmadığını beyan etmiştir. Âyetin zahiri haber ise de hakikatta manâsı emirdir. Yani «Biz insana valideyni hakkında vasiyet ettik ve dedik ki ; Ey insan ! Sen valideynine ihsan eder gibicesine ihsan et ki, ebeveynini hoşnut etmekle bizim rızamızı tahsil etmiş olasın» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ ebeveyn hakkında ahkâmını beyan zımnında insanın iki sınıfına işaret etmişti ki biri mümin, diğeri müşriktir. Bunlardan herbirinin ahkâmını beyan etmek üzere :

�ح�ين� ) ل لصـــ ه ف�ى �ن ل خ� �ن �ح�ـت� ل لصـل ذ�ين� ء�ام�نوا و�ع�م�لوا ل ٱو� و و! ٱ ٱ٩)

buyuruyor. 4170[Şol kimseler ki, onlar imanla beraber amel-i salih işlediler. Onları elbette biz salihîn

zümresine ithal ederiz.]

للــه ج�ع�ــل� �ذ�ا أوذ�ى� ف�ى �للــه ف�ــإ ا ب �قول ء�ام�ن اس� م�ن ي لن ٱو�م�ن� ٱ ٱ �ع�ذ�اب� اس� ك لن �ة� ن ٱف� ٱ للهو1

[Nâstan bazıları «Biz Allah-u Tealâ'ya iman ettik» derler ve imanını izhar ettikten sonra nâş tarafından ezalanınca nâsın dünyada döğmekle azabını Allah'ın âhir ette ateşle azabı gibi kılar.] Binaenaleyh; dininden döner ve kalbinde küfrünü gizlemeye başlar. Şu halde nâsın azıcık ezası küfrüne sebep olur.

ا م�ع�ك ا ڪن �ن �قولن إ �ي ك� ل ب � من ر �ن ج�اء� ن �ٮ �و�ل ‌ و �� ر uو[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki, Rabbin Tealâ tarafından size nusret gelirse «Biz de

sizinle beraberiz» derler.]

2299

Page 196: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

س� �و�ل� ٱأ �م�ين� )للهو� ل عـ� �م�ا ف�ى صدور� �م� ب ل � �أ و� ب ٱ (١٠و� [Böyle söylerler de Allah-u Tealâ âlemleri kalplerinde olan gizli küfürlerini bilmez mi ve

bilmedi mi zannederler?]

�م�ن ل � �ي ٱو�ل ف�ق�ين� )للهو� ـ� من �م�ن ل � �ي ذ�ين� ء�ام�نوا و�ل ل و� ٱ و� (١١ٱ [Ve elbette Allah-u Tealâ, şol kimseler ki, iman ettiler, onları ve münafıkları bilir.]

Yani; imanla amel-i salihe devam edenleri biz enbiya ve evliya cemaatı içine ithal eder ve onların girdikleri Cennet'e koyarız. Zira salâh; insanın mertebesinin nihayesi olduğundan sulehadan olanları suleha ile beraber bulundururuz, nâstan bazıları «Biz Allah'a ve Resûlüne iman ettik» deyip imanı izhardan sonra kâfirler tarafından eza olununca dünyada kâfirlerin iman üzere azaplarını Allah'ın âhirette küfrüzerine ateşle azabına müsavi kılar, 4171 dininden döner ve irtidad eder. Halbuki azab-ı âhiret ebedî ve şiddetli olduğundan dünya azabına asla kıyas kabul etmez. Zatıma yemin ederim ki Habibim ! Rabbin Tealâ tarafından size yardım gelirse onlar da «Biz de gazada sizinle beraberiz. Binaenaleyh; ganimette hakkımız vardır ve ahkâm-ı sairede size müsaviyiz» derler, Müslümanlıktan bahseder ve bir hak davasında bulunurlar. Maahaza kendileri münafıklardır. Binaenaleyh; eğer muharebe ehl-i İslâmm aleyhine neticelenirse kâfirlerle beraber olur. Müslümanlar aleyhine idare-i kelâm ederler. Böyle söylerler de Allah-u Tealâ âlemlerin ve bilhassa bunların kalplerinde olan küfrü herkesten ziyade bilir olmadı mı? Elbette bilir. Binanealeyh; bir müddet-i muvakkatada Müslümanları aldatsalar da Allah'ı aldatamazlar. Elbette Allah-u Tealâ müminleri ve münafıkları bilir, müminleri nusretiyle i'zaz, kâfirleri ve münafıkları ihanetle izlâl ve bilhassa münafıkların nifaklarını meydana koymakla âleme rüsvâ eder. Kütüb-ü fıkhiyede beyan olunduğu veçhile bir müminin hâl-i ikrahta kalbi iman dolu olarak kelime-i küfrü söylemesi imanına zarar vermez. Bu mesele bu âyete münafi değildir. Zira; mümin icbar sebebiyle her ne kadar kelime-i küfrü tekellüm ederse de kalbinde imanı sabittir. Amma bu âyette beyan olunan münafıklar kâfirlerden gördükleri eza üzerine lisanlarıyla irtidad ettikleri gibi kalpleriyle de irtidad ederler. Binaenaleyh; kalbinde imanı sabit olan müminin icbar sebebiyle kelime-i küfrü söylemesiyle münafıkın kalbinde küfrüyle beraber lisanıyla kelime-i küfrü tekellümü müsavi olamaz.

Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile bu âyet nâstan bir cemaat hakkında nazil olmuştur. Zira; kâfirlerden, imanlarına binaen gördükleri eza üzerine «Dünyada iman üzerine azapla âhirette küfür üzerine azap beyninde fark yoktur. Şu halde dünyada iman edip kâfirlerin işkencelerine ma'ruz olacağımıza dünyada küfreder, ezadan kurtuluruz. Âhirette küfrün azabını çekeriz» dediler ve küfrü irtikâb ettiler. Âhiretin ebedî ve azabının şiddetli olduğunu unuttular. İşte bu misilli kimseleri zem için Allah-u Tealâ bu âyeti inzal etmiştir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile salih olan mümini salihîn zümresine ithalin manâsı; onların girecekleri daireye girmektir ki, 4172 o daire de Cennet'tir. Amma eğer Cennet'e girmekte âhad-ı ümmet enbiya ile beraber olsalar da derecâta nail olmakta ve meratib-i âliyeye irtika etmekte bittabi' enbiya-yı izam hazaratıyla beraber olamazlar. Çünkü; mansıb-ı nübüvvetin derecatı başka ve gaayet âlîdir. Binaenaleyh; âhad-ı ümmet o derecelere nail olamazlar.

Bu sûre'nin evvelinden buraya gelinceye kadar on âyetin Medine'de nazil olduğu mervidir. Zira; bu âyetlerde münafıklardan bahis vardır. Halbuki Mekke'de münafık yoktu. Çünkü; Mekke'de nâs iki kısımdı. Biri halis mümin, diğeri kâfir-i muannid ve mücahirdir ki, müslümanlardan korkuları olmadığından küfürlerini saklamaya ihtiyaç görmezlerdi.

Hulâsa; iman eden ve amel-i salih işleyenlerin salihîn zümresine dahil olacakları ve nâstan bir kısmı iman ederlerse de imanlarında sebat olmadığından kâfirlerden gördükleri eza üzerine irtidad edip âhiret azabını dünya azabına müsavi kıldıkları ve halbuki onlar her ne kadar küfürlerini saklasalar da Allah-u Tealâ'nın kalplerinde olan nifakı ve müminle münafık olanları bildiği ve müminler için hasıl olan galebeye ve emval-i ganimete «Biz de sizinle beraberiz» diyerek iştirak etmek istedikleri bu âyetlerden müstefad olan fevaid cümlesindendir.

2300

Page 197: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

&&&&&

Vâcib Tealâ münafıkların ahvalini beyandan sonra kâfir mücahirlerin müminleri idlâl için sevkettikleri sözlerini beyan etmek üzere :

م� � ن �ا و� �ن �يل ب ــوا ســ� �ع ب ت ــوا ذ�ين� ء�ام�ن �ل ــروا ل �ف� ذ�ين� ڪ ل ــال� و�و�ق� و� و� ٱ ٱ ذ�بون� ـ� �ك ه ل �ن هم من ش� إ ـ� ي �ين� م� خ�طـ� ـم�ل �ح� و�م�ا هم ب ك ـ� ي و خ�طـ� �‌�� وى و� و

(١٢)buyuruyor.[Kâfirler müminlere «Siz bizim tarikımıza ittibâ' edin. Biz sizin günahlarınızı götürelim»

demekle müminleri iğfale çalıştılar. Halbuki onların günahlarından hiç birşey götüremezler. Zira; onlar yalancılardır.] 4173

Yani; kâfirler müminleri ıdlâle çalışırlar. Cümle-i idlâllerinden biri de müminlere dediler ki «Ey ahmak kişiler ! Siz bizim tankımıza ittibâ' edin, putperest olun. Bizim mezhebimize ittibâ'ınızdan dolayı günah varsa biz o günahı götürürüz ve bundan neş'et edecek günahı bizim boynumuza atın. Zira; putperestlik âbâ ve ecdadımızın dinidir. Eğer o anda günah olsaydı onlar bunu irtikâb etmezlerdi» demekle ıdlâle sa'yettiler. Halbuki onlar müminlerin günahlarından bir zerre bile götüremezler. Zira; onlar elbette yalancılardır. Çünkü; âhireti mu'tekid olmadıklarından ehl-i imanı iğfal için bu sözleri söylerler, maksatları da istihza etmektir.

İşte bu âyetin sırrı her zaman zuhur etmektedir. Çünkü; kâfirlerle münafıkların ehl-i imanı, âsîlerin ehl-i taatı, fasıkların ehl-i ittikaayı ve müfsitlerin ehl-i salâhı ifsat ve ıdlâlleri her zaman carîdir, yalnız asr-ı saadete münhasır değildir. Hele şu âyette beyan olunan tarz üzere «Sen şu işi işle de vebali varsa benim olsun» sözü ekser-i insanların lisanında çok zaman işitilir, imanı zayıf kimselere şeytan'ınvesvesesi de inzimam edince yoldan çıkar, taatını ma'siyete tebdil eder. Çünkü; sözün insanlarda te'siri ve insanların sözle aldanması gayr-ı kaabil-i inkâr bir hakikattir. Amma imanı kavî olanlar hiçbir zaman bu gibi hezeyana aldanmak şöyle dursun bu sözleri red ve cerheder, asla imanına ve ibadetine halel getirmez.

م�ة� ــ ـ� ق�ي م� � لن ي ـ �ي �ه� و�ل ق�ال � ق�ااـل مع� أ � �ه و�أ ق�ال � م�لن أ � �ي و�و�ل ٱ و� و� �‌ و و< ا ر و< و و< و� �رون� ) ت � �انوا ي (١٣و)ع�ما ڪ[Onlar kendi günahlarını ve kendi günahlarıyla beraber idlâl ettikleri kimselerin

günahlarını yani ıdlâllerinden dolayı kendilerine hasıl olan günahlarını elbette götürürler ve götüreceklerdir. Yevm-i kıyamette iftira ettikleri günahlarından elbette suâl olunurlar.]

Yani; müminleri ıdlâl için «Bizim dinimize ittibâ' edin, eğer ittibâ'ınız günah olursa biz sizin günahınızı götürürüz» diyen müşrikler kendi şirk ve sair günahlarıyla beraber ıdlâl ettikleri kimseleri ıdlâl ettiklerinden hasıl olan günahın bir mislini dahî kendi günahlarına inzimam ederek götürürler, fakat onlar, ıdlâl ettikleri 4174 kimselerin günahlarının bir mislini yüklenmelerinden o kimselerin günahlarını yüklenmiş olmazlar. Şu halde kendi günahlarını ve ıdlâl ettikleri kimselerin günahlarının mislini yüklenirler, yoksa o kimselerin günahlarının aynını yüklenmezler ki bu âyet evvelki âyete münafi olsun, münafat yoktur, onlar ehl-i imanı ıdlâl etmelerinden ve Allah'a lâyık olmadık şeyleri isnatla iftiralarından ve sair günahlarından yevm-i kıyamette elbette suâl olunurlar.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bunların iftiralarında üç ihtimal vardır : B i r i n c i s i ; mü'minleri ıdlâl için küfürde hata yoktur, eğer hata varsa o hatayı biz yükleniriz demeleridir. İ k i n c i s i ; bu sözleri hasrı inkâr etmelerine mebni olduğu cihetle hasrı inkâr etmeleridir. Ü ç ü n c ü s ü ; sizin

günahınızı yükleniriz demeleridir ki, bir kimsenin diğerinin hatasını götürmesi ihtimali yoktur. Zira; (خرىازروزرةاووتزر الو ) bir kimse aharın vizr ü vebalini götürmez, bunlar yevm-i

2301

Page 198: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

kıyamette sözlerinin hilafı zuhur edince herbirinden suâl olunur, denilir ki «Hani idlâl ettiğiniz kimselerin günahlarını niçin götürmezsiniz, iftiranıza sebep neydi, bu gibi iftiraya neden mecbur olmuştunuz?» İşte bu gibi şeylerle suâl olunurlar.

Bu âyette «Kendi günahlarının mislini günahlarıyla beraber götürürler» demek «Asıl günahları neyse onu götürecekleri gibi ıdlâl ettikleri kimselerin günahlarının mislini dahi asıl günahlarıyla beraber götürürler» demektir. Bu manâyı Resûlullah «Bir kimse şer'a muhalif kötü birşey icadederse ilâyevmilkıyam o kötü şeyi işleyen kimselerin o şeyi işlemelerinden hasıl olan günahın bir misli de icadeden kimsenin defter-i a'mâline yazılır» buyurduğunu hadis-i şerifiyle izah etmiştir.

Hulâsa; ehl-i taatı ıdlâl eden kimsenin hem kendi günahını hem de ıdlâl ettiği kimselerin günahlarının birer mislini götüreceği ve her birinden yevm-i kıyamette mes'ûl olacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kullarına teklifini ve mükellefin aksamını, mümine sevap vereceğini, kâfire azab edeceğini, kâfirlerin ehl-i imanı 4175 ne gibi sözlerle ıdlâl ettiklerini, ıdlâl edenlerin asıl günahlarıyla beraber ıdlâl ettikleri kimselerin günahlarının mislini de götüreceklerini ve yevm-i kıyamette herbirinden suâl olunacaklarını beyandan sonra bu teklifin ümmet-i Muhammed'e mahsus olmayıp ümem-i salifeden dahî carî olduğunu ve ehl-i küfrün peygamberlerine itirazları evvelden beri carî olan ahvalden bulunduğunu beyan etmek üzere :

� �ال �ة إ ن ف� ســ� � �ث� ف�يه� أ �ب م�ه� ف�ل �ى ق� �ل �ا نوح�ــا إ ن ســ� � �ق� أ و�و�ل و ۦ و� و� و� و! ا ين� ع�ا س� خ� ر و

buyuruyor.[Zât-ı ulûhiyetime yemin ederim ki, biz muhakkak Nûh (A.S.) ı kavmine Resûl

gönderdik. Binaenaleyh; kavmi içinde elli sene müstesna olarak bin sene karar etti ve kavmini imana davet etti.]

�مون� ) ل لطوف�ان و�ه ظـ� �خ�ذ�هم و ف�أ (١٤ٱ [Davetin te'siri olmayınca onları zâlim oldukları halde tûfân ahzetti.]

�م�ين� ) ل عـ� � ل ه�ا ء�اي ـ� ن �ة� و�ج�ع� ف�ين لس ح�ـب� � ه و�أ ـ� ن �نج� و�ف�أ % ر و� ٱ و� (١٥و� [Onları tûfân ahzedince biz Nûh (A.S.) la beraber ashab-ı sefineyi tufandan kurtardık ve

sefineyi yani Nûh (A.S.) ın gemisini âlemlere numune ve alâmet kıldık.]

Yani; kavm-i Nûh'un envâ'ı fısk u fücur ve zulm ü tuğyanla isyan ve ceng ü cidalle meşgul oldukları zamanda onların ıslaha şiddetle muhtaç olmalarına binaen biz Nûh (A.S.) ı irşad için muhakkak Resûl olarak gönderdik, elli sene müstesna olarak bin sene onları hakka davet etti ve esna-yı davette onlar tarafından vâki olan ezalara sabır ve tahammül eyledi, daveti asla te'sir etmeyince zulme devam eder oldukları halde tûfân onları ahzetti ve cümlesi helak oldular. Biz Nûh (A.S.) ı ve onunla beraber ashab-ı sefineyi ki, gemide bulunanları tufanla helakten kurtardık, biz gemiyi ve onların helaklerine dâir olan hâdiseyi onlardan sonra gelen âlemlere ibret için alâmet kıldık ki herkes ibret alsınlar, zulüm ve saire gibi helaki mucip olan günahlardan vazgeçsinler.

Nisâbûrî, Beyzâvî, Hâzin ve Medarik'in beyanları veçhile Nûh (A.S.) ın ömrü bin elli senedir. Çünkü; kırk yaşında nübüvvetini izhar eylediği, dokuz yüz elli sene kavmini din-i hakka davet ettiği ve tufandan sonra altmış sene daha muammer olduğu cihetle mecmuu bin elli sene eder. Diğer rivayette bin dört yüz sene muammer olduğu mervidir. Gerçi bazı etibbâ ve hukema insanın ömr-ü tabiisinin yüz yirmi sene olduğunu iddia ediyorlarsa da bu iddia ekser-i insanların ahvâline nazarandır. Herkesin kendi zamanının ahvaline göre hüküm vermesi, bu gibi şeylerde âdettir. Yoksa o ekserin hilâfına bazı kimselerin fazla yaşamaları muhal olmadığı gibi harikulade olarak Hz. Nûh'un bin küsur sene yaşaması istib'âd olunacak bir mesele değildir ve âyet-i celile de

2302

Page 199: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

etibbanm davasını sarahaten reddetmiştir ve delâil-i akliye de âyetin mealine muvafıktır. Çünkü; insanın şu bünyeyle bekaası ve devamı zatında mümkündür. Eğer mümkün olmasa hiç devam edemezdi. Halbuki insanın bu cismiyle yetmiş, seksen sene ve daha ziyade muammer olduğu ekseriyetle görülmektedir. Şu halde insanın bu cisimle devamında müessir Vâcibül Vücud'un iradesidir. Binaenaleyh; seksen sene muammer olmasını irade buyurduğu gibi onun fevkinde iki yüz, beş yüz veya bin sene daha muammer olmasına iradesinin taallûkuna ne gibi mani tasavvur olunur? Eğer bünyenin zaafı mani olur denirse ömrüne göre bünyesini kavî halketmesine ne gibi mani vardır? Yoksa ömr-ü tabiiin yüz yirmi sene olduğunu iddia edenler kudret ve iradeyi İlâhiyeye hâil mi olacaklar? Etibbâmn bu iddiaları zamanımızda yüz otuz, yüz kırk sene muammer olanlarıyla dahi mecruhtur. Binaenaleyh bu iddia naklin hilâfına bir iddia olduğu gibi akim dahi hilâfınadır. Bundan başka ömür; insanlara bir atiye-i İlâhiyedir, bu atiye-i İlâhiyeyi kullarından menedecek kimdir? Allah-u Tealâ istediği kuluna istediği kadar ömür verir. Çünkü; fâil-i muhtardır. İstediğini işler, kimse karışamaz.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyetler Resûlullah'ı tesliye için 4177 nazil olmuştur. Tesliyede ve kâfirleri tehditte te'siri ziyade olacağına binaen müddet zikrolunmuştur. Yani «Habibim ! Müşriklerin inat ve istikbarlarından ve sana reva gördükleri ezalarından mahzun olma. Zira; Nûh (A.S.) kavmini dokuzyüz elli sene davet ettiği halde gaayet az kimseler iman etti, Hz. Nûh da sabır ve sebat eyledi, ahkâm-ı İlâhiyeyi tebliğden hiçbir zaman hâli kalmadı, kavminin ezalarını davete mani tutmadı. Şu halde senin zamanın Hz. Nûh'un zamanına nisbetle gaayet az ve kısadır. Binaenaleyh; senin de sabırla tebliğe devamın lâzımdır. Nûh (A.S.) sabretti, akıbet düşmanları helak oldu. Şu halde sen de sabret. Düşmanların helak olacaklardır. Binaenaleyh; müşrikler azaplarının te'hir olunduğuna mağrur olmasınlar. Zira; Nûh (A.S.) dokuzyüz elli sene tebliğe devam etti ve o müddette kavminin azabı te'hir olundu, bu te'hir onları azaptan kurtaramadı. Şu halde Habibim ! Senin düşmanlarına azabın te'hiri onları azaptan kurtaramayacağı evleviyetle sabittir» demek olur.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanlarına nazaran bu âyette «Dokuz yüz elli sene davet etti» denilmeyip de istisna suretiyle «Elli sene müstesna olarak bin sene kavminin içinde meksetti» denilmesinde iki fayda vardır. B i r i n c i s i ; istisna, tahkika delâlet eder. Çünkü; filân adam yüz sene yaşadı denilse bu sözün tahminî bir söz veyahut çok yaşadığından kinaye olması muhtemel olduğundan filhakika yüz sene muammer olduğuna delâlet etmez. Amma bir ay veya bir sene müstesna olarak yüz sene yaşadı denirse bu sözde zan ve tahmin olmaz. Ancak hakikat olur. Binaenaleyh; Hz. Nûh'un dokuz yüz elli sene kavmini davet ettiği hakikat olduğunu beyan için istisna suretiyle varid olmuştur. İ k i n c i s i ; hakikî bir uzun müddeti beyanla Resûlünü tesliyedir. Enbiya-yı izam hazaratı içinden Hz. Nûh, kavmi tarafından pek çok eza görenlerdendir. Hatta Nimetullah Efendi'nin beyanına nazaran her davet ettikçe kavmi darp ve şetim gibi bir takım lâyık olmadık ef'âli reva görür, cahil ve mecnun gibi şan-ı nübüvvete yakışmaz sözleri söylemekten çekinmezlerdi. Hz. Nûh da bunların hiçbirinden müteessir olmaz, hemen vazifesine devam ederdi. 4178Ashab-ı sefinenin Nûh (A.S.) ın oğlanları ve onların haremleri de dahil olduğu halde yetmiş sekiz veya seksen kimse olduğuna ve su çekilince gemi Musul civarında (Cûdî) denilen ufacık dağ üzerinde karar ettiğine dair tafsilât Sûre-i Hûd'da geçmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlünü tesliye için Nûh (A.S.) ın kıssasına icmalen işaretten sonra Hz. İbrahim'in kıssasını beyan etmek üzere :

بدوا م�ه� �ق� � ق�ال� ل ه�يم� إ ر� � ٱو�إ و� ٱ و� و� ٲ �نللهو0 إ ك خ� ل �ڪ ل قــو ذ� ت و و� �� ر و� و ٲ � ہ"‌ ٱ �مون� ل � ت و�ڪنت و

(١٦)buyuruyor.[Biz İbrahim'i kavmine Resûl olarak gönderdik sol zamanda ki, o zamanda İbrahim

(A.S.) kavmine hitabederek dedi ki «Ey kavmim ! Siz Allah'a ibadet edin, şirk ve saire gibi

2303

Page 200: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

günahları irtikâbetmekten nefsinizi vikaaye etmekle Allah'tan korkun. Eğer bilirseniz şu ibadet ve ittikaa sizin için herşeyden hayırlıdır. Çünkü; dünya ve âhirette menfaatiniz buna mevkuftur. »]

Yani; biz İbrahim (A.S.) ı Resûl olarak kavmine gönderdik. Zikret Habibim ! Şol zamanı ki o zamanda İbrahim (A.S.) kavmine «Allah'a ibadet edin ve Allah'tan korkun» dedi. Çünkü; kavmi müddet-i medide ibadet-i İlâhiyeden çıkmışlar ve zulm ü tuğyana dalmışlardı. Binaenaleyh; bir mürşid-i kâmile ihtiyaçları vardı. Bu ihtiyaçlarına binaen biz İbrahim (A.S.) ı onları irşad için gönderdik. O da onlara evamire imtisalle ibadet ve nevâhîden içtinapla ittikaa etmelerini emretti ve nasihatına şunu da ilâve etti, «İşte şu ibadet ve ittikaa; eğer bilirseniz sizin için her şeyden hayırlıdır». İbrahim (A.S.) bu sözünde ibadetle emrinde tevhide ve ittikaa ile emrinde şirki terketmelerine işaret etmiştir. Çünkü ibadetle emir; bilûmum vâcibatı eda ile emir olup vâcibatın en büyüğü ise tevhid olduğundan ibadetle emir; tevhidle emri mutazammındır. Kezalik ittikaa ile emir; bilcümle muharrernatı terkle emrolup muharrematın en büyüğü ise şirk olduğundan ittikaa ile emir; şirki terkle emirdir. 4179

Hulâsa; Hz. İbrahim'in kavmine şu hitabında insana lâzım olan vazaif-i diniyenin cümlesini cemettiği ve vezaif-i diniyenin bilcümle vacibatı eda ve muharrematı terkten ibaret ve bunların cümlesini ibadet ve ittikaa ile emrin cami, ibadet ve ittikaanm insanlar için herşeyden hayırlı olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın kavmine birinci hitabesini beyandan sonra kavminin mezheplerinin butlanını beyan zımnında irâd ettiği delillerini beyan etmek üzere :

� ك � لقون� إ � ا و�ت ـ� ث � لله أ بدون� م�ن دون� � م�ا ت �ن �إ ا‌ و) و? � ر و� ٱ و� buyuruyor.[Ey müşrikler ! Siz ancak Allah'ın dûnunda birtakım putlara ibadet eder ve yalan

söylersiniz.]

بدون� م�ن دون� � ذ�ين� ت ل �ن ٱإ و� للهٱ �غوا ت ا ف� ر� �ك ــون� ل �ك ل � � ي و0 ال ٱ - ر Aو و و

ق� لر لله وAع�ند� ٱ ٱ

[Zira; şol şeyler ki, siz Allah'tan gayrı olarak onlara ibadet edersiniz. Onlar sizin için rızık vermeye malik olamazlar. Binaenaleyh; rızkınızı Allah-u Tealâ'nın indinde arayın.]

�ه كروا ل بدوه و� و�و� ٱ و� � ٱ ۥ‌[Ve siz Allah'a ibadet edin ve size verdiği rızık mukaabilinde Allah'a şükredin.]

ج�عون� ) ه� ت � �ل و�إ (١٧و�

[Zira; siz ancak onun huzur-u manevîsine irca' olunursunuz.]

Çünkü; onun huzurundan gayrı merciiniz yoktur. Şu halde her iyiliği ondan beklemeli, ibadetinizi ve şükrünüzü ona hasretmelisiniz. 4180 Yani; «Ey müşrikler ! Siz ibadetinizi lâyık olduğu veçhüzere edâ etmiyorsunuz. Zira; Allah'ın gayrı taştan ve ağaçtan yapılmış putlara ibadet edersiniz. Halbuki onların ibadete istihkakları yoktur. Binaenaleyh; ibadete istihkaakı olmayan

2304

Page 201: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

şeylere ma'bud demekle ve şirketmekle iftira eder ve yalan söylersiniz. Halbuki sizin ibadet ettiğiniz şol şeyler ki, onlar size rızık vermeye malik değillerdir. Binaenaleyh; siz rızkınızı Allah'tan isteyin, ibadetinizi ve şükrünüzü ona hasredin. Çünkü; ancak merciiniz onun huzurudur. Binaenaleyh; ibadet ederseniz menfaatiniz, kabahat ederseniz azabınız onun huzurundadır. Halbuki sizin ibadet ettiğiniz putların menfaat ve mazarrata iktidarları yoktur. Binaenaleyh; onlara ibadette fayda şöyle dursun o ibadetiniz size ayn-ı azaptır» demekle mezheplerinin bâtıl olduğunu beyanla kavmini din-i hakka davet etmiştir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile putlardan rızık istemek ma'ruf olmadığına işaret için putlara

nispet olunan rızık; nekre olarak ( �قرز ا ) ve Allah-u Tealâ'dan rızık istemek ma'ruf olduğuna

işaret için Allah'a nispet olunan rızık; ma'rife olarak ( قالر ) varid olmuştur ki, her nevi rızkın

Cenab-ı Hak'tan istendiğine dahî işaret vardır. Çünkü; ( قالر ) lâfzında (elif, lâm) cins için olduğundan rızkın her nev'ine, azına ve çoğuna şamildir.

Hulâsa; müşriklerin ma'bud ittihaz ettikleri putların hiçbir şeye malik olmadıkları gibi rızıktan azıcık birşeyi bile ibadet edenlere vermeye de malik olmadıkları ve rızkın her nev'ini Allah'tan istemek lâzım ve binaenaleyh; o rızkın şükrünü ve ibadeti Allah'a hasretmek vâcib olduğu, herkesin hata ve savap amelinin cezasını görmek için huzur-u Bârî'ye rücû' edeceği bu âyetlerden müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. İbrahim'in kavmine tevhitle emrettiğini beyandan sonra emre imtisal etmeyip Resûlünü tekzib edenleri tehdid etmek üzere :

� �ال سول� إ لر و�م�ا ع�ل�ى �ك ل �ذب� أم� من ق� �ذبوا ف�ق� ڪ �ن تك ٱو�إ �‌ و و0 � ر و! �ين ) مب غ ـ� �ل و�ب ٱ و� (١٨ٱbuyuruyor. 4181[Ey müşrikler ! Eğer siz beni tekzib ederseniz sizden evvel geçen ümmetler de

nebilerini tekzib etmişlerdi. Binaenaleyh; ben sizin tekzibinize ehemmiyet vermem. Zira Resûl üzerine vâcib olan; ancak açık ve herşeyi beyan eder tebliğdir.]

Yani; «Ey kâfirler ! Eğer siz beni tekzib eder, sözümü dinlemez ve nasihatimi kabul etmezseniz sizden evvel geçen kavm-i Hûd, Nûh, Salih ile sair peygamberan-ı zişanın ümmetleri de onları tekzib etmişlerdi, tekziplerinin zararı kendilerine ait oldu, Resûllerine bir zarar gelmedi. Binaenaleyh; Resûlleri onların tekziplerine ehemmiyet vermediler. Kezalik sizin tekzibinize ben de ehemmiyet vermem. Zira ben; taraf-ı İlâhiden size Resûlüm. Resûl üzerine, ancak açıktan tebliğ etmek vâcib oldu. Şu halde ben de anlayabileceğiniz bir lisanla size tebliğ ettim, vazifemi yerine getirdiğim için benim üzerime keder yoktur» demekle kavmine nasihat etti.

Fahri Râzi, Kaazî ve Medarik'in beyanları veçhile bu âyet İbrahim (A.S.) ın kelâmını hikâye ve onun kavmine hitabı olmak ihtimali olduğu gibi âyet cümle-i muterize olarak Hz. İbrahim'in kavmiyle olan mübahasesi arasında bizim Nebimizin Kureyş kavmine vâki olan hitabını beyan olur. B e l â ğ ; taraf-ı İlâhiden gelen ahkâmı ümmetine beyan etmektir. M ü b i n ; zikrolunan mesailin delillerini ve berahin-i kafiyesini ikaame edip halka anlatmaktır. Binaenaleyh; bu âyet; beyanın yani mesail üzerine delil ikaame etmenin ihtiyaç zamanından te'hiri caiz olmadığına delâlet eder. Çünkü; bir nebi mücerret mesaili beyanla iktifa edip delâilini serdetmese vazifesini edâ etmiş olmaz. Zira; vazifesi yalnız tebliğ değildir, belki delâili beyanla beraber tebliğdir. Çünkü; Cenab-ı

Hak bu âyette: ( غ ـ� �ل ب � �ال إ سول� لر و�و�م�ا ع�ل�ى ٱ ٱ ) buyurmadı, belki و�م�ا ع�ل�ى) �ين مب غ ـ� �ل ب � �ال سول� إ و�لر ٱ و� ٱ buyurdu. Binaenaleyh; halkın anlayamayacağı ve delâili (ٱbeyan olunamayan tebliğ hükümsüzdür. Şu halde ulemanın vaazında dahi hüküm böyledir. Zira mücerret mesaili zikir; vaazda kâfi değildir, belki halkı uyandıracak delâil-i akliye ve nakliyesini

2305

Page 202: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

beyanla meseleyi izah etmek vaazın üssülesasıdır. Beyzâvî'nin beyanına nazaran b e l â ğ - ı m ü b i n le murad; asla şek kalmamak, şüpheleri izale etmek, gizli kapaklı 4182 birşey kalmayıp herşeyi açıkça beyan eylemek ve örtülü birşey kalmamaktır.

Hulâsa; her nebinin ümmetleri tarafından tekzip olundukları ve Resûller üzerine ancak açık surette tebliğ vâcib olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. İbrahim'in kavmine tebliğde evvelâ tevhide ve saniyen risalete işaret ettikten ve davetini beyandan sonra üçüncü mertebede ahval-i âhireti işaret ettiğini beyan etmek üzere :

د�ئ ف� ي � ا ڪ ـر� ــ � � ي �و�ل ٱأ و0 و� و� ــدهللهو ق� ثم يع�يـ خ� و� و� ــك� ٱ ـ� ل �ن ذ� ٲ إ ۥ‌� ي )للهٱع�ل�ى �س� �� ي (١٩ر

buyuruyor.[Onlar haşı-ı inkâr ederler de nazar edip görmediler mi Allah-u Tealâ halkı nasıl icat,

sonra nasıl iade eder? Zira; öldükten sonra iade etmek Allah üzerine daha kolaydır.] Çünkü; bilûmum mevcudatı iptidaen icadı nasılsa sonra aynıyla iadesi de öyledir. Şu halde iptidaen icadda şüphe var mı ki, iadede şüphe ediyorlar, belki iade iptidadan daha kolaydır.

ــه للـ خ� ثم � ـد�أ ــ � ف� ب � نظروا ڪ �ض� ف� ال يروا ف�ى ــ� ٱق سـ �‌mن Kو و� ٱ و� ٱ و� ٱ و� �ن �خ�ر� إ ال �ة� أ لن ئ ٱينش� ن%‌� ٱ و� �ى ڪل ش� ق�د�ي )للهٱ �� ع�ل ر �� ر (٢٠وى

[Yâ İbrahim ! Sen müşriklere de ki «Siz arz üzerinde seyr ü sefer edin. Nazar edin bakın ki, Allah-u Tealâ mahlûkaatı nasıl icad etti ve sonra neş'et-i âhireti nasıl icad eder.» Zira; Allah-u Tealâ herşey üzerine kaadirdir.]

Yani; ey müşrikler ! Hasrın vuku bulacağını defaten mahlûkaatı bilmekle bilemedinizse yeryüzünde seyr ü sefer edin, görün ki, Allahü Tealâ mahlûkaatı nasıl icadetmiş. Mahlûkaatın o kadar çokluğuyla beraber onların ahvalini, herbir cinsin nevilerini, her ferdinde olan acayibi ve müştemil olduğu garaip üzere yaratılışlarını 8183 görün ki, hasrın vücuduna kanaat gelsin, onların herbirinden ibret alın ve halkın iptida'en icadında olan bedâyiden öldükten sonra tekrar icad olunacağına intikâl ve neş'et-i âhiretin vücut bulacağını ve Allah'ın kudretini itikaad edin. Zira; Allah-u Tealâ her-şeye kaadirdir ki, dünyada icada nasıl kaadirse âhirette de iadeye öylece kaadirdir ve kudret-i İlâhiye gayr-ı mütenahidir.' Binaenaleyh; istediği gibi tasarruf eder. Şu halde iptidaen icadı nazar-ı tetkikten geçiren bir kimse âhirette tekrar icad olunacağında şüphe etmez. Zira; âlemin her cüz'ü kudret-i kâmileye şahid-i âdildir.

�بون� ) ل ه� ت � �ل ا و�إ �ش� ح�م م�ن ي � اء و�ي �ش� و-يع�ذب م�ن ي و� ہ�‌� (٢١و� [Allah-u Tealâ dilediği kulunu ta'zib, dilediğine merhamet eder ve ancak huzur-u İlâhiye

kalbolunursunuz.]

Yani; Allah-u Tealâ mülkünde mutasarrıf, müstakil ve herşeye kaadirdir. Binaenaleyh; dilediği kulunu kusur sebebiyle ta'zibeder, dilediği kuluna hidayeti tevfikle merhamet buyurur, dilediğine hırs verir ve hırsı sebebiyle dünyada rezil ve rüsvâ etmekle azabeder, dilediğine de kanaat vermekle merhamet eder. Zira kanaat sahibi; kanaati sayesinde herkes nazarında aziz ve muhterem olur.

Medarik'te beyan olunduğu veçhile insanları Cenab-ı Hak sû-u ahlâkla ta'zib ve hüsn-ü ahlâkla lûtf u ihsanına müstagrak ettiği gibi bazılarını emr-i İlâhiden i'raz, hava ve hevesine ittibâ'la

2306

Page 203: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ta'zib, bazılarını da emr-i İlâhîyi kabul, mucibiyle amel ve sünnet-i nebeviyeye temessükle merhamet eder. Bu âyet; fırka-i ahiresiyle ehl-i imanı tebşir ve ehl-i dalâli tehdid etmiştir. Çünkü; herkesin mercii ve reddolunacağı ancak huzur-u İlâhi olunca ehl-i iman elbette mesrur, ehl-i dalâl elbette me'yus olurlar. Çünkü; herkesin ameline göre ceza verecek orasıdır.

&&&&&

Vâcib Tealâ ehl-i dalâlin azaptan halâs olamayacaklarını beyan etmek üzere :

م�ا لس � ف�ى �ض� و�ال ال ج�ز�ين� ف�ى �م �نتم ب �و�م�ا أ ن�‌ ٱ و� ٱ و�

buyuruyor. 4184[Sizin merciinizin huzur-u İlâhî olduğunu bilince üzerinize vâcib olan Allah'a iman ve

itaat etmektir. Zira; yerde ve gökte Allah-u Tealâ'yı âciz kılıp intikaamından kurtulamazsınız.] Çünkü; cümlesi kabza-i kudret-i İlâhiyededir. Binaenaleyh; semanın en yüksek tabakasına ve arzın en derin mahallerine firar etseniz kudretin pençesinden kurtulmak imkânı yoktur. Elbette günahınızın cezasını göreceksiniz.

�ص�ي )للهٱو�م�ا ل�ڪم من دون� � ن � و�ال �� م�ن و�ل ر dى (٢٢ر [Halbuki sizin için Allah'ın gayrı umurunuza bir mütevelli ve düşmanlarınıza karşı size

yardım edecek bir yardımcınız yoktur.]

Binaenaleyh; ibadetinizi ancak Allah'a hasretmeniz lâzımdır. Zira; Allah'tan gayrisi ibadete sevap vermeye muktedir olamadığı gibi onlara ibadet ayn-ı azaptır.

İnsanın başkasını âciz kılması; iki şeyle olabilir: B i r i n c i s i ; kaçıp elinden kurtulmakla olur. Kaçmak da ya semâ canibine veyahut arz canibine olur. Allah-u Tealâ'nın kudreti her iki ciheti ihata ettiğinden âsî olan kimse hangi cihete firar etse azaptan kurtulamayacağını beyanla kullarını insafa ve itaata davet etmiştir, İ k i n c i s i ; bir mahalle istinad etmek veya bir dostun yardımıyla azaptan kurtulabileceğinden bu cihetle de âsîlerin dostu ve yardımcıları olmadığını, ancak Allah-u Tealâ'nın kullarına yardım edeceğini beyanla ibadetlerini zat-ı ulûhiyete hasretmelerini tavsiye etmiştir. Çünkü; yerden zuhur edecek ve gökten nazil olacak azap ve belâdan Allah'ın gayrı kurtaracak ve defedecek bir kimse olmayınca herkesin her şeyde Allah'a iltica etmesi ve ondan lûtuf beklemesi ve kahrından korkması lâzımdır.

Hulâsa; hiçbir âsînin yere girmek veya semaya çıkmak suretiyle Allah'ı âciz kılıp azaptan kurtulamayacağı ve insanlar için Allah'tan başka bir yardımcı ve dost olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ âsîlerin hiçbir veçhile azaptan kurtulamayacaklarını 4185 beyandan sonra kâfirlerin rahmet-i İlâhiyeden me'yus olduklarını beyan etmek üzere :

ت� ــ ـ ـ� اي ـ� �ف�رواب ذ�ين� ك ل ٱو� م�ت�ىللهٱ وام�ن ر ــ �سـ �ٮ �ك� ي ٮ ــ ـ ـ� أول �ه� �ق�اٮ و� و�ل ۦ �ي ) �ل �ه ع�ذ�اب أ �ك� ل ٮ ـ� و�أول� ر (٢٣وbuyuruyor.[Ve şol kimseler ki, onlar Allah'ın âyetlerine ve yevm-i kıyamette hesabına mülâkaatına

küfrettiler. İşte şu kâfirler benim rahmetimden me'yus olurlar ve âyetlere küfreden kâfirler için âhirette azab-ı elîm vardır.] Çünkü; onlar azamet-i İlâhiye ve kudret-i subhâniyeye delâlet eden âyetlere ve âhirette ehl-i iman için hazırlanan nimetlere mülâkaata küfrettiklerinden acıtıcı

2307

Page 204: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

azaba müstehaklardır. Binaenaleyh; rahmet-i İlâhiyeden me'yus olmalarına mukaabil nimetten mahrum ve âhireti inkârlarına mukaabil azab-ı elimle muazzep olacaklardır. Şu halde insanlar âyetleri tetkikle kudret-i İlâhiyeye istidlal ve bu dünyanın icad olunduğunu tetkikle âhirete iman etmeli ki, azab-ı elimden kurtulmalı.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. İbrahim'in kavmini tarik-ı hakka davet edip envâ-ı nesayihle davetini te'yid ve kabul etmedikleri surette envâ-ı azapla helaklerine işaret ettiğini beyandan sonra İbrahim (A.S.) ın bu kadar sa'y ü ikdamına karşı kavminin asla mütenassıh olmayarak verdikleri cevabı beyan etmek üzere :

� أ تلوه ق�الوا �ن أ � �ال إ م�ه� ق� ج�و�اب� �ان� ڪ و�ف�م�ا و- ٱ ۦ و� قوه ح�ر

buyuruyor.[İbrahim (A.S.) ın nasihatına karşı kavminin cevabı olmadı, ancak «Öldürün İbrahim'i

veyahut yakın ateşte» demekten ibaret oldu.] 4186

�نج�ٮه اللهٱف�أ لن � م�ن� ن�‌ ٱ [Onlar İbrahim (A.S.) ı ateşe atınca Allah-u Tealâ onu ateşten kurtardı.]

م�نون� ) ق� ي ل ـ� �ك� ألي ل �ن ف�ى ذ� وBإ � ر و� 1� ر (٢٤ٲ [İşte şu İbrahim'i ateşten kurtarmakta imanı olan kavim için Allah'ın kudretine büyük

alâmetler vardır.]

Yani; İbrahim (A.S.) ın kavmine nasihatinin te'siri olmayınca bu kadar beliğ vaazına karşı kavminin cevabı olmadı, illâ «Katledin İbrahim'i, vücudunu kaldırın ortadan veyahut yakın ateşte, sairlerine ibret olsun. Çünkü; dininize itiraz ettiğinden hadden katlolunmak lâzım olduğu gibi cürmü gayet büyük olduğundan ibret için yakmaya da lâyıktır» demekten ibaret oldu. Zira; onlar delâil-i muknia ile cevaba muktedir değillerdi. Binaenaleyh; delâilden acizleri icabı zulme tasaddi etmişlerdir. Onlar sözlerinden yakmak cihetini irtikâb edip ateşe atmışlarsa da Allah-u Tealâ onu ateşten kurtardı. İşte şu ateşin mazarratından kurtarmakta Allah'ın kudretine pek büyük deliller vardır.

Gerçi İbrahim (A.S.) ıh serdettiği delâile karşı «Öldürün veyahut ateşte yakın» demeleri cevap olmadığı halde cevap denilmesine sebep; kemâl-i dalâletlerini ve cevaba muktedir olmadıklarını beyanla cevap denilmesi tehekkümdür. Yakmakla emreden; kavmin reisleri ve erkân-ı hükümet ise de avam-ı nâs da bu emre razı olduklarından bu söz kavmin umumuna isnad olunmuştur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Vâcib Tealâ'nın Hz. İbrahim'i ateşten kurtarmasının keyfiyetinde üç ihtimal vardır. B i r i n c i s i ; ibrahim (A.S.) da bir hassa halketti ki, o hassa ateşin tesirine, mani oldu. İ k i n c i s i ; İbrahim (A.S.) hâli üzere ateşe atıldı, ateş de hali üzere terkolundu. Lâkin Allah-u Tealâ Hz. İbrahim'den ateşin tesirini menetti. Ü ç ü n c ü s ü ; Cenab-ı Hak ateşi soğuk kıldı. Bu

üçüncü ihtimal ( � ويابارك بردا نى ) âyetine muvafık olduğundan bu ciheti racihtir. Gerçi bazı erbab-ı fen ateşte 4187 soğukluk olmasını inkâr ederlerse de bu inkârları şu âyete muhalif olduğu gibi delâil-i akliyeye dahi muhaliftir. Çünkü; hararetin tezayüdü ve tenakusu görülmektedir. Meselâ; ateşi ne kadar çok yaksan körükle üfürmedikçe altını, gümüş ve sair madeniyatı eritmez. Şu halde körükle üfürülünce hararet tezayüd ediyor ki, madeniyatı eritiyor, üfürülmeyince eritememesi hararetin noksan olmasından olduğunda şüphe yoktur.

Buna maddiyattan dahî birçok misaller vardır ki, maden kömüründen hasıl olan ateşin hararetiyle odundan hasıl olan ateşin harareti kıyas kabul etmez derecede farklı olduğu cümlenin

2308

Page 205: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ma'lûmudur. Şu halde ateşte hararet zatî değil, belki Cenab-ı Hakkın halkıyla arızîdir. Çünkü; zatî olsaydı ziyade ve noksanı kabul etmezdi. Halbuki kabul ediyor. Binaenaleyh; ateş, ateş olduğu halde insana te'sir etmeyecek derecede hararetinin tenakus etmesi mümkündür ki, bunu yani şu imkânı inkâr etmek akim haricidir Erbab-ı fennin beyanları, âdeti beyandır. Çünkü; âdette ateş insanı yakar, lâkin âyette beyan olunan Hz. İbrahim'in mu'cizatından harikuladedir. Âdetin hilafı herşeyi halketmek kudret-i İlâhiye tahtında olduğundan kudretullaha iman eden kimsenin bu gibi hârikalara itiraz etmeyeceğine işaret için Cenab-ı Hak âyetin âhirinde İbrahim (A.S.) a ateşin te'sir etmemesinde imanı olan kavim için alâmet olduğunu beyan etmiştir ki, «İmanı olmayan herşeye itiraz eder» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın ateşten kurtulunca tekrar davete başladığını ve kavminin mezheplerinin batıl olduğunu ispat ettiğini beyan etmek üzere :

ف�ى �ك ن � ا مو�دة� ب ــ ـ� ث � لله أ تم من دون� خ� ت م�ا �ن و و�ق�ال� إ و� � ر و� ٱ و� ٱ � ي لد �وة� ي �ح� ا‌ و� ٱ و� ٱ

buyuruyor.[İbrahim (A.S.) kavmine hitabederek dedi ki «Sizin dünyaya mahsus beyninizde olan

muhabbete binaen Allah'ın gayrı birtakım putları ma'bud ittihaz ettiniz.] 4188

ا � ڪم ب ضــ � ع�ن ب � � و�ي �ب ڪم ب ضــ � فر ب � م�ة� ي ـ� ق�ي م� � ر8882ثم ي jو و� و� 2� ر jو و� و� و� ٱ و� ص�ر�ين� ) ـ ار و�م�ا ل�ڪم من ن لن و�ٮكم ٱو�م� *ا (٢٥و[Dünyadan gittikten sonra yevm-i kıyamette bazınız bazınıza küfür ve lanet eder, fakat

orada küfür ve lanet fayda vermez. Yevm-i kıyamette makaamınız ateş, yeriniz Cehennem'dir. Halbuki sizi ateşten kurtaracak hiçbir yardımcınız da olmadı.] Çünkü; siz Allah'ın gayrı elinizle yapmış olduğunuz taştan ve ağaçtan ma'mûl birtakım cemadatı ma'bud ittihaz ettiniz ve bu ittihazınıza sebep de dünyada olan muhabbetinizdir. Halbuki dünyadan geçtikten sonra bu muhabbet zail olur. Binaenaleyh; âbidler ma'budlarınıza küfreder. Zira; hakikat meydana çıkıp onlardan fayda olmadığını görünce putlara küfre ve lanete başlar ve «Bizi siz ıdlâl ettiniz demekle sebbedersiniz, fakat fayda etmez. Çünkü; merdiniz Cehennem'dir ve Cehennem'den kurtaracak yardımcınız da yoktur» demekle kavmini ikaza çalıştı.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile dünyada muhabbetle murad; müşriklerle putlar arasındadır. Âbidler ma'budlarına «Bizi siz idlal ettiniz» demekle lanet ettikleri gibi ma'budlar da onlara «Biz size, bize ibadet edin demedik. Sizin bize ibadetinizle biz de Cehennem'e atılacağız» demekle âbidlere lanet ederler.

Yahut dünyada muhabbetle murad; puta ibadet edenlerin aralarında olan muhabbettir. Çünkü; onların hepsi putperestlikte bir din erbabı olduklarından yekdiğerini kardeş tanır ve gaayet sıkı muhabbet ve birbirlerine putları tavsiye ederlerdi, fakat yevm-i kıyamet olunca hakikat meydana çıkar. Binaenaleyh; yekdiğerine atf-ı cürmederek lanete başlarlar. Çünkü; bâtıl üzere içtimain neticesi daima kavgadır, dünyada bir ma'siyet üzere içtimâ' edip neticede ma'siyetin cezası görülünce «Senden oldu, benden olmadı» gibi münazaalar hep bu kabilden âhirette olacak münazaalara birer numunedir ve âyete muvafık olan da putperestlerin birbirine muhabbetidir. Yahut âbâ ve ecdatlarına muhabbetlerine binaen onların mesleklerini taklid ettiklerinden âhirette onlara «Siz sebep oldunuz» demekle lanet edeceklerdir.4189

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın kavmine nasihati te'sir etmeyince onların içinden hicret ettiğini ve yalnız Hz. Lût'un tâbi' olduğunu beyan etmek üzere :

2309

Page 206: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�ه ام�ن� ل ه فـ� �ن إ ب �ى ر� �ل ى مه�اج�ر إ �ن � لو و�ق�ال� إ اى‌ �‌I� ر ــز ۥ ع�ز�ي ــو� و� ه ٱ ۥ و�ح�ك�يم ) (٢٦ٱbuyuruyor.[İbrahim (A.S.) ın mucizesi üzerine Lût (A.S.) ona iman etti ve İbrahim (A.S.) «Ben

Rabbimin emrettiği mahalle hicret ederim. Zira Rabbim; düşmanlarına gaalip ve ef'âli hikmeti mutazammın aziz ve hakimdir» dedi.]

Yani; İbrahim (A.S.) ın mucizelerini ve bilhassa ateşin yakmadığını biraderzadesi Lût (A.S.) görünce herkesten evvel nübüvvetini tasdik etti ve İbrahim (A.S.) da kavm-i müşrik içinden hicret edeceğini beyan ederek dedi ki «Ben Rabbimin emrettiği ve rızasına muvafık olan mahalle hicret edeceğim. Zira; Rabbim gaalip ve kaahir bir hakîm-i mutlaktır. Binaenaleyh; benim düşmanlarımdan intikaamımı aılr» demekle hicrete karar verdi ve beraberinde haremi (Sara) ve biraderzadesi Lût (A.S.) da hicret etmişlerdir.

Hâzin'in beyanma nazaran Hz. İbrahim ve rüfekası Küfe civarında (Kevsa) denilen mahalden Şam civarında (Harran) denilen mahalle hicret etmişlerdir. Hicreti, emr-i İlâhi üzerine olduğuna ve Allah'in rızası için hicret ettiğine âyette delâlet vardır. Rıza-yı İlâhi için evvel hicret eden Hz. İbrahim olduğundan rıza-yı İlâhiyi kasdederek dinini ihya için hicret edenler sünnet-i İbrahim'i ihya etmiş olurlar.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. İbrahim'in kavminden görmüş olduğu cevr ü cefanın mükâfatını dünyada ve âhirette verdiğini beyan etmek üzere :

�ه �ا ل ن بوة� و0و�و�ه� لن �ه� ت ي �ا ف�ى ذر ن قوب� و�ج�ع� � ح�ـق� و�ي � ٱ إ و� و� و� ۥ ب� ـ� �ت ك و�و� ٱ

buyuruyor.4190[Biz İbrahim'e oğlu İshak'ı ve onun oğlu Ya'kub'u verdik, nübüvvetini ve kitabı onun

zürriyetine tevdi ettik.]

ه ر� � ه أ ـ� ن � و�و�ء�ات ه و� �ن � و�إ ي لد � ف�ى ا‌ و� ٱ �ح�ين� ۥ ل ــ لصـ �م�ن� ة� ل �خ�ر� ال ٱ ف�ى ٱ ۥ (٢٧) [Ve biz İbrahim (A.S.) a dünyada ecrini verdik, âhirette muhakkak salihler

zümresindendir.]

Yani; biz İbrahim (A.S.) a oğlu İshak'ı ve hafidi Ya'kub'u hibe ve ikram olarak onun zürriyetine emanet-i nübüvveti ve kütüb-ü semaviyeyi tevdi ettik. Neslinden birçok enbiya halkettik. Tevrat, İncil, Zebur ve Kur'an gibi muazzam kitapları onun zürriyetinden Resûllere ihsan eyledik, dünyada evlât ve elsine-i nâsta zikr-i cemil gibi mükâfatını verdik ve âhirette dahî muhakkak suleha zümresindendir.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile âyette k i t a p la murad; cins olduğu cihetle kütüb-ü erbaaya şâmildir. Binaenaleyh; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an cümlesi Hz. İbrahim'in neslinden gelen rusûl-ü kirama verilmiştir. Bundan dolayı cümle erbab-ı edyan Hz. İbrahim'e muhabbet ederler ve bilcümle ehl-i âlemin nübüvvetini tasdik ve kemâlâtını teslim ettikleri; enbiya içinden ancak İbrahim (A.S.) olduğundan bütün milletler Hz. İbrahim'in senasında bulunurlar.

Fahri Râzi'nin beyanına nazaran İbrahim (A.S.) ın dünyada ecri; kavmi içinde yalnız olduğu halde ateşe atmalarına mukaabil kılletini kesrete tebdil ederek evlât ve ahfat verdi, zürriyetiyle

2310

Page 207: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

dünyanın bir kısmını doldurdu, kavmi içinde akrabası dalâletteydiler. Ona mükâfat olarak zürriyetinin ekserisi hidayet üzere olduğu gibi birçok milletlerin ihtidasına sebep olacak enbiyanın ekserisini onun zürriyetinden halketti. Kavmi içinde Hz. İbrahim'in malı ve cahı yokken birçok mal ve öyle bir mansıp verdi ki, kadri ilâyevmilkıyam cümleden âlîdir ve .bilhassa ümmet-i Muhammed beş vakit namazda duâsıyla meşguldür ve (Şeyhül mürselîn) denmekle âlem nazarında şöhretyâb oldu. Şu sayılan nimetlerin cümlesi dünyaya mahsustur. Âhirette de insan için en yüksek mertebe olan suleha mertebesinde olacağı beyan olunmuştur. 4191

Maksat; evlâd ü ahfatla taltif ettiğini beyan olduğundan evlâdından yalnız İshak ve ahfadından Ya'kub (A.S.) ı zikirle iktifa olundu ve diğer evlâdı zikrolunmadı. Halbuki zürriyetini beyanda cümle evlâdı dâhildir. İbrahim (A.S.) dan sonra gelen nâsın birçokları Hz. İshak'ınevlâdından gelen enbiyanın şeriatlarıyla amel etmişlerdi. Ba'dehu cümlesinde mevcut hisal-i hamîdeyi cami olan bizim nebimiz de İsmail (A.S.) neslinden geldi ve ilâyevmilkıyam nâs onun şeriatıyla amel etmekle mükellef kılınmışlardır.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın ahvalinden bazılarını beyan ettiği gibi Lût (A.S.) ın kavmiyle vâki olan mübahasâtını beyan etmek üzere:

ا � �ق�ڪم ب ب ــ� ة� م�ا س ف�ـح�ش� �تون� �ت ل ڪ �ن م�ه� إ �ق� � ق�ال� ل ن5و�لوط�ا إ و� ٱ *ا و و ۦ و� و� �م�ين� ) ل عـ� �ح� من� و�م� أ ٱ !� ر (٢٨و�buyuruyor.[Biz Azîmüşşan Lût'u Resûl olarak kavmine gönderdik. Şol zamanda ki, o zamanda Lût

(A.S.) kendi kavmine dedi ki, «Siz âlemde sizden evvel hiç kimsenin işlemediği fahişeyi işleyip meydana getiriyorsunuz.»]

Yani; biz Lût'u, kavmini irşat ve ıslah için Resûl olarak gönderdik. Zikret Habibim ! Şol zamanı ki, o zamanda Lût (A.S.) kendi kavmine hitabederek dedi ki, «Ey kavmim ! Siz fena yolda gidiyor ve fena bir fiil işliyorsunuz ki, o fahişeyi işlemekte âlemde sizi hiç bir kimse sebketmedi. Yani bu fiili işlemiş sizden evvel hiçbir şahıs bulunmadı. Binaenaleyh; tıynetinizde olan habaset icabı bu çirkin fiili siz icadettiniz» demekle kavmini tevbih etti ve bu fiili onlardan evvel işleyen olmadığını beyanla bu fiilin son derecede çirkin olduğunu beyanla kavmini zemmetti ve fahişeyi izah etmek üzere dedi ki: 4192

�تون� ف�ى �يل� و�ت ب لســ ــون� ط�ع � ــال� و�ت ج� لر �تون� �ت ل ك �ن �ٮ *اأ و ٱ و- ٱ *ا و و � منڪ �اد�يكم �ن ن�‌ و� ٱ

[«Ey kavmim ! Siz kendiniz gibi erkeklere mi kaza-yı şehvet eder ve onlara mı vatyedersiniz? Halbuki onlar sizin emsalinizdir, siz yol kesip yolcuları soyuyorsunuz, mele-i nasta meclislerinizde bilâperva münkeratı ortaya getirip işliyorsunuz da Allah'tan korkup kullarından utanmıyor musunuz? Nesil için Allah'ın ta'yin ettiği tariki terkle ta'yin olunmayan tarika mı sülük edersiniz?» demekle kavmini tekdir etti.]

�ر) منڪ �اد�يكم و�ن ٱ ) (Nâdî); Beyzâvî, Hâzin ve Medarik'in beyanları veçhile bir kavmin sohbet ve konuşmak için intihab ettikleri meclistir ki, köylerde odalar, kasabalarda kahvehaneler demektir. Şu halde âyetin sarahati ve müfessirînin beyanları veçhile kavm-i Lût rüsvalık ve fenalıkta nihayet derecede olan livatayı alenen meclislerde işlemekten çekinmedikleri gibi onu herkesin gözü önünde işlemekle iftihar eder ve bu gibi fuhşu saklamaya lüzum görmezlerdi. Halbuki bir günah nefsinde günah olduğu gibi onu âleme izhar etmek de ayrı bir günahtır. Hatta Hâzin'in ve Medarik'in beyanlarına nazaran bunlar meclislerinde birbirlerine livata etmekten

2311

Page 208: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

çekinmezler, asla utanmazlar ve yol kenarına otururlar, gelip geçenlere çakıl taşı atmakla iz'aç ve istihza ederlerdi. Yol kenarında oturup gelip geçen yolculara attıkları çakıldan kimin çakılı isabet ederse o misafire tasalluta diğerlerinden ziyade o çakıl sahibi hak kazanmış olurdu. Ve o misafir o çakıl sahibinin hissesine isabet etmiş nasibi addolunurdu. K a t ' - i s e b i l le murad; kuttâ'ı tarik gibi yol kesmek ve herkesin malım almak ve katil gibi şeylerdir. Çünkü; Beyzâvî ve Hâzin'in beyanları veçhile bunların misafirlere livata etmek üzere yol kesmek âdetleri olduğu gibi soymak, vurmak, kırmak ve öldürmek için dahî yol keserlerdi. Yahut k a t ' - ı s e b i l lemurad; tarik-ı tenasül olan nisvandan çocuk gelen tariki katı' yani terketmektir ki, «Siz tarik-ı tenasülü kat'eder de başka tarika mı sülük edersiniz» demektir.

Şehvet; sıfat-ı kabiha ve behaime yakışan birşey olduğu halde 4193 dünyanın imarına me'mur olan insanda tenasülün ve nev'inin bekaasının lüzumuna binaen Cenab-ı Hak şehveti halkedip o şehveti kaza edecek mahalli ta'yinle insanlar beyninde izdivacı meşru kıldığından muayyen olan mahall-i tenasüle kaza-yı şehvetle ihtiyacını defe mezun kıldı. Binaenaleyh; taraf-ı İlâhiden ta'yin olunan mahallin gayrıya kaza-yı şehvet haram olduğu cihetle livataya fahişe denmiştir. Gerçi zinada nesil meydana gelmek mümkünse de zinadan hasıl olan çocuğun nesebi ma'lûm olmadığından taht-ı himayesine alıp terbiye edecek kimse bulunmadığı cihetle zinanın; nev'i insanın bekaasına hizmet şöyle dursun ziyama sebep olduğundan zina da haram kılınmıştır ki, Allah'ın tayin ettiği hududu tecavüz olduğu gibi gayrın hukukuna da taarruz vardır.

Hulâsa; kavm-i Lût'un ahlâk-ı zemimeleri liva ta etmek, yol kesmek, yolcuları iz'âç ve istihza eylemek, meclislerinde şan-ı insanîye yakışmayacak ef'âl-i kabiha icra etmek, ıslık çalmak ve birbirinin yüzüne tükürmek gibi fena şeyler olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Hz. Lût'un şu tekdirine karşı kavminin verdiği cevabı beyan etmek üzere :

�ن للــه إ �ع�ــذ�اب� ــا ب � �ن ت �ن ق�ــالوا � أ �ال م�ه� إ ــان� ج�ــو�اب� ق� � ٱف�م�ا ك و( ٱ ۦ و� لصـد�ق�ين� ٱڪنت� م�ن�

(٢٩)buyuruyor.[Kavm-i Lût'un cevabı olmadı, illâ «Yâ Lût ! Eğer sen sözünde sâdık olanlardansan bize

Allah'ın azabını getir» demekten ibaret oldu.]

Yani; kavm-i Lût'un, Lût (A.S.) ın şu nasihatlarına karşı cevapları, ancak «Eğer sözünde sâdıksan getir bize Allah'ın azabını» demekten başka bir şey olmadı ki, «Biz sözüne inanmaz ve 4194 fiilimizden vazgeçmez devam ederiz. Binaenaleyh; sen de doğru söyleyenlerdensen bize isyanımız üzerine vaadettiğin azabı getir» dediler.

Vâcib Tealâ şu cevapları üzerine Hz. Lût'ün salâh-ı hâl kesbedeceklerinden kat'ı ümid ederek tazarruunu beyan etmek üzere:

د�ين� ) س� م � م ق� �ى ع�ل�ى ن نص ب و)ق�ال� ر� و� ٱ و� و� ٱ و� (٣٠ٱ buyuruyor.[Kavminden şu serkeşçesine cevabı dinleyince Lût (A.S.) «Yâ Rabbi ! Tarik-ı

istikaametten çıkıp yeryüzünü ifsadetmiş olan kavm-i müfsit üzerine bana nusret ver» demekle Rabbisinden yardım istedi.] Çünkü; cevapları kat'i olduğundan salâh ümidi kalmamıştı. Eğer salâh ümidi olmuş olsaydı aleyhlerine duâ etmezdi. Zira; enbiyadan hiç bir nebi salâhı me'mûl olan kavmin helakine duâ etmemiştir. Çünkü; onların kalpleri sabırla dolu ve hilimle mütehalli olduklarından salâhı me'mûl olan kimselerin kahrını istemezler.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile azaplarının aceleten gelmesine lâyık olduklarına işaret için Hz. Lût kavmini beşer için en fena sıfat olan ifsatla tavsif etmiştir. Çünkü ifsat; hiç kimsenin şahsı için kabul

2312

Page 209: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

etmediği bir sıfat-ı zemimedir ki, müşrikler bile kendilerinin bu sıfatla tavsif olunmalarına razı olmazlar.

&&&&&

Vâcib Tealâ Lût'un duâsını beyandan sonra duâsının müstecab olup kavminin helakine me'mur olan meleklerin Hz. İbrahim'in huzuruna geldiklerini beyan etmek üzere :

ل� � أ �كوا ل ا م �ن إ ق�الوا ى ر� ب � ه�يم� ب ر� � �ا إ �ما ج�اء� رسلن و"و�ل و" و� و� ٱ ٲ و0 و1 � ي ق� ذ�ه� �هـ� ن%‌ و� و� ٱ

buyuruyor.4195[Vakta ki, bizim Resûllerimiz müjdeyle İbrahim (A.S.) a geldilerse «Biz şu karye

ahalisini ihlâk edeceğiz» dediler.]

�م�ين� ) ل �انوا ظـ� �ه�ا ڪ ل � �ن أ (٣١و"إ [«Zira; o karye ahalisi zalim oldular» demekle helaklerinin sebebi zulüm olduğunu

beyan ettiler.]

Yani; kavm-i Lût nehyolundukları ef'âl-i kabihayı terketmeyip devam ederek azaba istihkaklarıyla beraber kendileri de velev istihza suretiyle olsun azabın gelmesini istemeleri üzerine bizim İbrahim (A.S.) a oğlu İshak'ı ve hafidi Ya'kub'u vereceğimizi tebşire me'mur olan Resûllerimiz şu beşaretle huzur-u İbrahim'e gelip vazife-i beşareti edadan sonra kavm-i Lût'u ihlâke dahi me'mur olduklarını ilâve tarikıyla dediler ki «Biz şu karye ahalisini ihlâk edeceğiz. Zira; o karye ahalisi evvelden beri zâlim oldukları gibi elyevm de zulme devam ediyorlar. Binaenaleyh; zulümleri helaklerine sebeptir» demekle me'muriyetlerinin ikinci safhasını beyan ettiler.

Hz. İbrahim'e gelen meleklerin iki sıfatları olup B i r i n c i s i ; eser-i rahmet olan beşaret, İ k i n c i s i ; eser-i gazap olan ihlâktir. Fakat rahmet, gazap üzere sabık olmasına binaen beşareti ihlâk üzerine takdim etmişlerdir.

&&&&& &&&&&

Vâcib Tealâ meleklerin «Bİz; Hz. Lût'un karyesi ahalisini ihlâk edeceğiz» demeleri üzerine İbrahim (A.S.) ın meleklerle olan muhaveresini beyan etmek üzere :

ه �ن ي �ج �نن �م�ن ف�ي ل �م ب ل � ن أ � ــالوا ن �ن ف�يه�ا لو ق� �ق�ال� إ ن>ا‌ و� و� vا‌� ـه ر ـ� ل � و"و�أ ۥ ۥ �ه �ت أ ر� � �ال و إ �ر�ين� ) ٱ ب غـ� � م�ن� �ان و� ڪ ٱ و1 (٣٢ۥ

buyuruyor.[Meleklerin «Lût (A.S.) ın karyesi ahalisini ihlâk edeceğiz.» demelerine karşı İbrahim

(A.S.) «O karyede Lût vardır, Allah'ın 4196 halis kullarındandır.» dedi. Melekler de «Biz o karyede olan kimseleri biliriz. Elbette biz Lût (A.S.) ı ve ehlini Allah'ın emri üzere helakten kurtaracağız. Ancak Lût'un haremi, helaki mukadder olanlardandır. Binaenaleyh; kâfire olan haremi helak olacak, diğer evlâd ü iyali helakten kurtulacaklardır.» dediler.] Bu sözleriyle Hz. Lût'un selâmet bulacağını ve onun için endişeyi mucip birşey olmadığını beyanla Hz. İbrahim'e te'minat verdiler.

&&&&&

Vâcib Tealâ meleklerin Hz. Lût'un huzuruna geldiklerini beyan etmek üzere :

ا �ه� ذ� � و�ض�اق� ب ىء� ب ا س� �ا لو �ن ج�اء� رسلن �ما أ �و�ل ر و� و و; ن> I ر و1 2313

Page 210: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

buyuruyor.[Vakta ki, bizim Resûllerimiz güzel şimali insan suretinde Lût (A.S.) ın huzuruna

geldilerse Lût (A.S.) onların gelmesiyle füturlandı, kendine bir durgunluk arız oldu, kavminin kötü fiillerinden onları kurtarmak için kolu ve kuvveti daraldı, nasıl tedbir edeceğinde tereddüd edip yoluyla tedbir edemediğinden mahzun oldu.]

� م�ن� ــان � ــك� ڪ � �ت أ ر� � �ال ــك� إ � ل � �جوك� و�أ ا من �ن ز� إ � � ت �خ� و�ال �ت و1و�ق�الواال و ٱ و" � و�‌ و� و) �ر�ين� ) ب و�غـ� (٣٣ٱ

[Melekler Lût (A.S.) ın bu halini görünce tesliye için dediler ki «Yâ Lût ! Sen korkma ve mahzun olma. Zira; biz sana ve ehline necat vereceğiz, ancak haremin helak olanlarla helak olup azab-ı ebedîde bakî kalanlardandır.» demekle Lût (A.S.) ın korkusunu izale ettiler.]

Yani; Cibril-i Emin ve refikleri Hz. İbrahim'in huzurundan çıkıp beşer suretinde ve güzel delikanlı kıyafetinde Hz. Lût'un huzuruna gelince Lût (A.S.) a kavminin suikasdından bir korku arız oldu, ne yapacağını şaştı, takati daraldı, misafirleri nasıl muhafaza 4197 edeceğini ve kavminin ellerinden nasıl kurtaracağını düşündü, mahzun oldu, velhasıl meleklerin gelmesini iyiliğe alâmet addetmedi. İşte melekler Hz. Lût'un bu telâşını görünce dediler ki «Ya Lût ! Korkma ve mahzun olma. Zira; biz seni ve sana tâbi olan ehlini kurtaracağız, ancak sana tâbi olmayan haremin helak olacaklar zümresindendir. Çünkü; hükm-ü İlâhi onun helakine lâhik olduğundan helakten kurtarmak mümkün değildir» demekle Lût'u endişeden kurtardılar ve hakikati beyan ettiler.

Beyzâvî ve Medarik'in beyanları veçhile ا) ذ� �ه� ب �و�ض�اق� ر و� و ) «misafirlerin halâslarına

dair tedbirden takati kaasir oldu» demektir. Çünkü; (ا �ذ� ر و� ) esasen kol manâsına ise de bu misilli makamda kuvvet ve kudret manâsınadır. Binaenaleyh; «Filânın kolu uzun» demek «Kudreti ve kuvveti var» demektir. Şu halde bu cümle, bir hâdise hakkında tedbirden âciz manâsına darb-ı meseldir ki, «Lût (A.S.) ın misafirlere kolu daraldı, onları kavminin sû-u kasdından kurtarmak hususunda tedbirde kudreti kısa oldu. Ne edeceğini çok düşündü» demektir. Gerçi Hz. Lût'un haremi kavmi gibi fiil-i fahişi işlememişse de kavmin fiiline razı olduğundan ve misafirleri kavmine haber vermekle Hz. Lût'a hiyanet ettiğinden helak olanlar zümresinden oldu. Çünkü ma'siyete rıza; ayn-ı ma'siyettir.

&&&&&

Vâcib Tealâ meleklerin Hz. Lût'u tesliyeden sonra me'muriyetlerini ve niçin geldiklerini beyan zımnında söyledikleri sözlerini beyan etmek üzere :

�انوا �م�ا ك م�اء� ب لس ا من� �ة� ر� ي ق� ذ�ه� ل� هـ� � �ى أ ا منز�لون� ع�ل �ن ٱإ w ر و� و� و� ٱ و" سقون� ) � (٣٤و)يbuyuruyor.[«Biz şu karye ahalisi üzerine fasık olmaları sebebiyle semadan bir miktar azap inzal

edeceğiz» dediler.] 4198

ق�لون� ) � ق� ي � ل ن �ي � ب ه�ا ء�اي �ا م� ن ر� �ق�د ت و�و�ل � ر و� % ر ن% ن و� (٣٥و [Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki muhakkak biz o karyeden aklı olan kavim için açık

ve herkesin anlayacağı derecede alâmetler terkettik ki, görenler onlardan ibret alsın.]

2314

Page 211: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yani; melekler Lût (A.S.) ı tesliyeden sonra vazife-i me'muriyetlerini beyan sadedinde dediler ki «Biz elbette bu karye ahalisinin itaat-ı İlâhiyeden çıkıp fısk u fücuru irtikâpları sebebiyle semadan onların helaklerine mahsus büyük bir azap inzal edeceğiz. Zira; onlar fıskları sebebiyle helake müstehak oldu» demekle kavm-i Lût'un helaki mukarrer olduğunu beyan ettiler ve zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki, onların karyelerinde herkesin görebileceği derecede açık ve aklı olan kavim için alâmet terkettik ki, ibret almak şanından olan ukalâ ibret alsınlar.

Bu gibi mühim vak'alardan ibret alacak ve istifade edecek ukalâ olduğundan alâmeti, ukalâya tahsisle bu gibi vukuuâttan ibret almayanlar aklı olmayan behaim menziline tenzil olunmuşlardır.

Hâzin'in beyanı veçhile â y e t - i b e y y i n e yle murad; hanelerinin harabeleri ve semadan dökülen taşlardır, yahut beldelerini ihata eden siyah su ki, elyevm (Bahr-i Lût) demekle meşhur ve meşhuttur.

Hulâsa; kavm-i Lût'un helakine sebep onların itaat-ı İlâhiyeden çıkıp fısk u fücurla ülfet etmeleri olduğu ve bu misilli vukuattan ibret alacak ukalâ olup aklı olmayan ve behaim menzilinde olanların istifade edemedikleri, halbuki bu gibi vukuuâtın bilûmum insanları ibrete davet için beyan olunduğu ve onlar gibi fasıkların her zaman gazab-ı İlâhiden korkmaları lâzım olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim ve Lût (A.S.) ın ümmetlerine olan nasihatlarını beyandan sonra Şuayb (A.S.) ın ümmetiyle olan mübahasesini beyan etmek üzere :

ــدوا ب � م ق� ــ ـ� ــال� ي ا ف�ق� �خ�اه شع� �ن� أ ي �ى م� �ل ٱو�إ و� ٱ و� E ر و� و للهو! ــوا ج و� و� ٱ د�ين� ) س� �ض� م ال ا ف�ى � ث � � ت �خ�ر� و�ال ال م� � و)ي و� ٱ و� و� ٱ و� و� (٣٦ٱbuyuruyor.4199[Biz ehl-i Medyen'e biraderleri Şuayb (A.S.) ı Resûl gönderdik. Şuayb (A.S.) kavmine

Resûl olunca dedi ki «Ey kavmim ! Allah'a ibadet edin ve yevm-i âhiret için sevap ümid ettiğiniz ameli işleyin, yeryüzünde fesad kasdeder olduğunuz halde yürümeyin» demekle nasihat etti.]

�م�ين� ) ث ــ ـ �حوا ف�ى د�ار�ه� ج� ب � ــة ف�أ ف� لر هم �خ�ــذ� �ذبوه ف�أ و ف�ڪ و� و� ٱ و1٣٧)

[Şuayb (A.S.) ın nasihatına karşı kavmi onu tekzib ettiler. Bu tekzipleri üzerine onları zelzele tuttu ve sabah vakti evlerinde ölü oldular.]

Yani; biz Medyen ahalisine biraderleri Şuayb'ı Resûl olarak ıslah için gönderdik. Şuayb (A.S.) kavmine üç şey teklif etti; dedi ki «Ey kavmim ! Siz Allah'a ibadet edin, şirkten vazgeçin. Zira; Allah'ın gayrı ibadete müstehak bir kimse yoktur. Ancak ibadete ehil Allahü Tealâ olduğu cihetle ibadetinizi Allah'a hasredin, yevm-i âhirete iman edin, o gün için sevap bekleyin, sevap verilecek ve âhirette fayda edecek ameller işleyin. Zira âhiretln azabı şiddetlidir. Binaenaleyh; azabından korkun ve ifsadeder olduğunuz halde yeryüzünde yürümeyin, mekîlât ve mevzunatta ziyade almak ve noksan vermekle halkın hukukuna tecavüzle ifsad etmeyin» demekle nasihat edince Şuayb'ı tekziple imandan içtinab ettiler. Binaenaleyh; şiddetli seda ile zelzele oldu. Onları ihlâk etti. Sabah vakti evlerinde ölü olarak bulundular. Çünkü; nasihat dinlemeyen kimsenin akıbeti helaktir.

R e c f e ; zelzele manâsınadır. Sadalı ve sadasız olur, hatta onları ihlâk için Cibril-i Emin'in sayhasıyla zelzele nasıl olduğu mervidir. Binaenaleyh; kavm-i Şuayb'ın helaklerinin keyfiyetini beyanda bazı âyette sayha, bazı âyette recfe zikrolunmuşsa da âyetler birbirine münafi değildir. Çünkü; recfeyle sayha birbirinin şümulüne girer. Zira; recfeyle sayha birbirine lâzım ve melzum kabilindendir. Şu halde ehl-i Medyen'in helakinde recfe ve sayha her ikisi de mevcut olduğundan helaklerini beyan hususunda bazı âyette recfe ve bazı. âyette sayha zikrolunmuştur. 4200

2315

Page 212: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

&&&&&

Vâcib Tealâ Medyen ahalisinin helaklerini beyandan sonra Âd ve Semûd kavminin helaklerini beyan etmek üzere :

�مود�ا ا و�ث !و�ع�ا رbuyuruyor.[Biz isyanları icabı Âd ve Semûd kavimlerini dahî ihlâk ettik.]

�ه� ـڪ�ن ن� ل�ڪم من مس� �ي ب �و�ق�د ت ‌ و[Halbuki ey Mekke ahalisi ! Onların meskenlerinden hakikat-ı hâl ve helakleri sizin için

tebeyyün etti.] Zira; Yemen cihetlerine müsaferetinizde harabelerinde yüksek ebniyelerin ve cesim kalelerin nasıl harap olduğunu nazar-ı ibretle görünce onların nasıl helak olduklarını bilirsiniz. Binaenaleyh; onlardan ibret almanız lâzımdır.

ــانوا � �يل� و�ك ب لســ ده ع�ن� �ه ف�صــ� ل ــ م�ـ � ن أ طـ� لش �هم ن� ل ي ٱو�ز� و و و� و� ٱ ص�ر�ين� ) � ت و0م (٣٨و�[Ve şeytan onlara amellerini tezyin etti, küfür ve sair günahlarını onlara gaayet güzel ve

tatlı gösterdi. Binaenaleyh; onları tarik-ı müstakim olan din-i haktan menetmekle putlara ibadete onları terğib etti. Halbuki onlar ukalâdan, basiret sahipleri ve nazar-ı istidlale muktedirlerdi. Dikkat etseler hakikati görürlerdi, lâkin akıllarını mahalline sarf etmediklerinden basarı basiretlerinden istifade etmediler.] Maahaza Resûlleri vasıtasıyla onlar herşeyi gördüler, bildiler. Zira; Resûlleri herşeyi beyan etti, fakat kabul etmediler. Binaenaleyh; helake müstehak olarak helak oldular. Ey Mekke ahalisi ! Eğer siz de Resûlünüzün sözünü dinlemez ve emrine ittibâ' etmezseniz onlar gibi siz de helak olacaksınız. 4201

م�ـ ن� و�هـ� ع� رون� و�ف� �و�قـ� ن�‌ و� و� [Biz Kaarûn'u, Fifavun'u ve Hâmân'ı ihlâk ettik.] Halbuki Kaarûn'a verdiğimiz malı, servet

ü samanı dünyada kimseye vermedik, lâkin o malını mahalline sarfetmediği gibi malı sayesinde tuğyan etti, hayat-ı dünyaya son derece mağrur olup gururu helakine sebep oldu ve ilâyevmilkıyam nâsın lisanında darbımesel olarak kaldı. Kezalik Firavun son derece kuvvet ve şevkete malik, dünyanın en büyük hükümdarlarındandı. Hatta şevketine mağrur olarak ulûhiyet davasına kadar cesaret etmişti. Biz onu ve onun başvekâletini ihraz edip bütün kuvvet ve kudretini isti'mâle kaadir olan veziri (Hâmân) ı ihlâk ettik. Şu halde ey Mekke ahalisi ! Sizin onlara nispetle malınız ve kuvvetiniz yok mesabesindedir. O kadar kuvvet ve servete malik olanları ihlâk edince sizi ihlâk edeceğimiz evleviyetle sabittir. Binaenaleyh; sizi ıslah ve irşad için gönderilen Resûlünüze ittibâ' ve emrine itaat etmekle sebeb-i necat ve çare-i selâmet aramanız lâzımdır.

ــانوا � ــا ك �ض� و�م� ال �روا ف�ى ب � ت ت� ف� ـ� ن �ي ب � ى ب �ق� ج�اء�هم موس� و�و�ل ٱ و و� ٱ و� ٱ و! �ق�ين� ) ـاب (٣٩س�[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki, onları ıslah için mu'cizatı bâhireyle Mûsâ (A.S.)

muhakkak rasûl olarak geldi, onları Allah'a ibadete ve tevhide davet etti. Onlarsa yeryüzünde Allah'a ibadetten kendilerini büyük addettiler. Halbuki bu kibir ve gururlar ıyla Allah'ın azabını sebkeder olmadılar.] Çünkü onların istikbarları elbette helaklerini mucipti. Binaenaleyh; ibadetten istikbarları zili ü hakaarete ve azab-ı ebedîye müstehak olmalarına sebep olmuştur.

2316

Page 213: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

( �ق�ين� ـاب Geride kalanlar demektir. «Onlar sabikîn olmadılar» demek «Allah'ın azabını (س�ileri geçip de Allah'ın azabı onlara ulaşamaz bir halde geride kalmadı» demektir ki, azaptan hiç bir veçhile kurtulamayacaklarını beyan etmektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ herbirinin azaptan kurtulamayıp helak olduklarını beyan etmek üzere :4202

�ه� ب �ذ� �ا ب ن �خ� أ �ف�كال ۦ‌ ن� و� buyuruyor.[Onlar istikbar edince biz herbirini isyanları, kibir ve gururları sebebiyle muahaze ettik.]

ا ه� ح�اص� � �ا ع�ل ن س� � هم م أ 0ف�م� ر و� و� و� و� و�[Binaenaleyh; bazıları üzerine biz şiddetli rüzgâr gönderdik. O rüzgârla onları ihlâk

ettik.]

ة ح� لص ه �خ�ذ� هم م أ و�و�م� ٱ و1 و� و�

[Ve bazılarını şiddetli sayha tuttu, onunla ihlâk ettik.] 4203

�ض� ال �ه� �ا ب ن هم م خ�س� و�و�م� ٱ و) و� و�

[Ve asilerden bazılarını biz Kaarûn gibi yere batırdık.]

� ن ر� � هم م أ �و�م� ا‌ و- و. و� و�[Ve onlardan bazılarını biz Firavun ve Hâmân gibi denize garkla ihlâk ettik.]

�ان� �مون� )للهٱو�م�ا ڪ ل � ه ي �نفس� �انوا أ �ن ڪ ك ـ� �م�ه و�ل ل � �ي وN ل و و N٤٠و)

[Halbuki Allah-u Tealâ onları ihlâkte zulmeder olmadı ve lâkin onlar hakkı kabul etmemek ve Resûllerini tekzib etmekle nefislerine zulmeder oldular.] Binaenaleyh; helakleri istihkaklarıyladır. Çünkü ömürleri oldukça zulümden hâlî kalmadılar. Şu helak oldukları beyan olunan akvamın cümlesi zulümde devam ettiklerine işaret için istimrara delâlet eden muzari

sıygasıyla ( �مون� ل � وNي ) varid olmuştur. Bunlardan herbirinin helaklerine dair tafsilât sebkettiği için tekrara lüzum görülmemiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ ehl-i şirkin helak olduklarını beyan ettiği gibi mesleklerinin gaayet zayıf ve bâtıl olduğunu dahi beyan zımnında :

ــذوا م�ن دون� خ� ت ذ�ين� ل �ل ٱم�ث ٱ ــوت�للهٱ �ب ع�نڪ ــل� � �م�ث اء� ك ـ� �ي ل � و� أ ٱ و� �مــون� ل � �انوا ي � ڪ �بو ل ع�نڪ ت � �ب بيوت� ل ه�ن� � �ن أ � و�إ خ�ذ� ب و�ت و� ن1‌� و� ٱ و� و� ٱ و� � xا‌ ر و� و1 ٱ

(٤١) 2317

Page 214: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

buyuruyor.[Allah'ın gayrı dost ittihaz edenlerin sıfatları ankebutun sıfatı gibidir. O ankebut ki ev

yapar. Halbuki bilmiş olsalardı evlerin en gevşek ve zayıfı ankebutun yaptığı evidir.]

Yani; şol kimselerin sıfatları ve hal ü şanları ankebutun sıfatı ve hal ü şanı gibidir ki, onlar Allah'ın gayrı putları kendilerine menfaat edecek zannıyla dostlar ittihaz etmişlerdi. İşte onlar tıpkı ankebut gibidirler. Zira; kendi tükürüğünden ev yapar, sonra onu terkeder, diğerini yapar ve daima ömrünü bu minval üzere ifna eder. Halbuki o evleri yapmakta emeği hep boştur ki, o evler soğuktan, sıcaktan onu muhafaza edemediği cihetle hiç faydasını görmez. Çünkü; evlerin en gevşek ve zayıfı ankebutun evidir. Eğer onlar bilmiş olsalar örümceğin evine benzeyen itikadda bulunmazlardı. Zira; Allah'ın gayrı putları ma'bud ittihaz edenlerin emekleri boştur. Çünkü; onlar âbâ ve ecdatlarını taklid eder ve onu bırakır, diğerini taklid eder. Halbuki cümlesi bâtıldır, hiçbirinde fayda yoktur. Çalışmaları zâyidir. Zira; aklî ve naklî bir delile müstenid olmadığından indallah makbul değildir. Binaenaleyh; ankebutun evinden daha gevşek ve faydasız birşey olmadığı gibi kâfirlerin amellerinden daha gevşek birşey yoktur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu temsilde letafet vardır. Çünkü; içinde barınmak için örümcek ev yapar, emek çeker, fakat gaayet zayıf olduğundan hane sahibinin ufak bir süpürgesiyle silinir, hanümanı harab olup evinden eser kalmadığı gibi kendi de alelekser eviyle beraber helak olur. İşte putları veli ittihaz edenler senelerce itikadları ve çekmiş oldukları zahmetleri örümceğin evi gibi hep heba olur ve o ameliyle beraber kendileri de azab-ı ebedîye duçar olmakla helak olur giderler. 4204

Hz. Ali'den örümceği ve evlerini hanede terketmek fakir iras ettiği mervi olduğu gibi (İbn-i Ömer) Hazretleri de «örümcek şeytan'dan mesholunmuştur. Öldürün» buyurmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşriklerin itikaad ve amellerinin örümcek yuvası gibi faydasız olduğunu beyandan sonra müşrikleri tehdid etmek üzere

�ن ــزللهٱإ ع�ز�ي ــو� �ه� م�ن شــ� و�ه عون� م�ن دون � ــا ي �م م� ل � و� ي ٱ �‌�� ر وى ۦ و! و� و�ح�ڪ�يم ) (٤٢ٱ buyuruyor.[Allah-u Tealâ kendinden başka kâfirlerin ibadet ettikleri ma'budlarını bilir. Zira; Allah-u

Tealâ herkese gaalip ve ef'âli hikmeti mutazammın bir hakîm-i müteâldir.] Binaenaleyh; kullarından kendinin gayrı ma'bud ittihaz edenleri ve ma'budlarını bilir, onları ma'budlarıyla beraber ihlâkle intikam almaya kaadirdir. Lâkin onlara istidrac olarak müsaade eder ki, «Bize biraz mühlet

verilseydi düşünür ihtida ederdik» demesinler. Şu manâ âyette (ما) lâfzı istifhamiye olduğuna

nazarandır. Amma âyette (ما) lâfzı nafiye olduğuna nazaran manâ-yı nazım: [Allah-u Tealâ bilir ki, Allah'tan başka müşriklerin ibadet ettikleri ma'budları hiçbir şey değildir. Zira; müşriklerin ma'budları Cenab-ı Hakka nispetle yok mesabesindedirler. Binaenaleyh onlara ibadet; örümcek yuvası gibidir. Halbuki Allah-u Tealâ cümleye gaalip ve kendine ibadet edenleri her fenalıktan muhafazaya kaadirdir ve cümle ef'âli hikmetten hâli değildir.] demektir.

�مون� ) ل عـ� � �ال ق�له�ا إ � ا و�م�ا ي �لن ر�به�ا ل � ل ن ـ� ث � ال ك� � و�و�ت ٱ و� ن�‌� و4 و ٱ (٤٣و� [Şu durub-u emsali biz nâsa beyan ederiz. Halbuki durub-u emsali idrak etmez, ancak

âlim olanlar idrak ederler.]Yani; hayvanattan en zayıf olan örümceğin yuvasına kâfirlerin amellerini temsil ve daha

bunun emsali darb-ı meselleri biz nâsa misal suretiyle beyan ederiz ki, nâs amellerinin neden

2318

Page 215: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

ibaret olduğunu açık surette bilsinler, ondan ibret alsınlar. Halbuki durub-u emsalin faydasını idrak etmez, illâ eşyayı kemahüve hakkuhu 4205 düşünen âlimler idrak ederler. Binaenaleyh; ilm ü irfanı olmayanlar durub-u emsalden bir manâ çıkaramazlar.

Bu âyette Allah'ın gayrıya ibadet eden müşrikleri cehille itham ve ta'riz vardır. Çünkü; Medarik'in beyanı veçhile Cenab-ı Hakkın Kur'an'da sinekle, örümcekle bazı meseleyi temsil etmesine müşrikler ta'nedip «Muhammed (S.A.) in Rabbisi misal getirecek birşey bulamadı. Binaenaleyh; hayvanatın en küçük ve hakiri olan örümcek ve sineği misal getirip onlarla temsil ediyor» demeleri üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir. Halbuki bu gibi hayvanlarla temsilde kendilerinin bunlardan daha aşağı olduğunu beyanla tahkir olunduklarını idrak etmezler, bu misilli durub-u emsali istihza ederlerdi. Cenab-ı Hak da onların ilm ü irfan sahibi olmadıklarını ve o hayvanlardan daha aşağı mertebede olduklarını beyan ve ta'riz için «Durub-u emsalin faydasını anlamaz, ancak ilm ü irfan sahipleri anlar» demekle kendilerinin ilm ü irfandan bîbehre olduklarını beyan etmiştir. Ufacık hayvanatla darb-ı mesele müteallik tafsilât Sure-i Bakara'da geçmiştir. [Cilt: I, Sayfa: Yetmişsekiz).]

&&&&&

Vâcib Tealâ müşriklerin amelleri örümcek yuvası gibi olduğunu beyandan sonra ehl-i imanı tesliye etmek üzere :

ــق� ـ� ل �للـــهٱخ� ــك� ألي ـ� ل �ن ف�ى ذ� ح� إ � �ض� ب ال ت� و� و� ــ م�ــ لس % ر ٲ � م-‌ و� ٱ و� ٱ ٲ ٱ �ين� ) م�ن م وBل (٤٤و�buyuruyor.[Allah-u Tealâ semâvâtı ve arzı hakka mukaar in olarak halketti. Zira; semâvât ve arzın

hilkatında müminler için kudretullaha alâmet vardır.]

Yani; hiçbir kâfir iman etmese kâfirin küfrü müminin imanınına şek iras etmez. Zira; semâvât ve arzı hakkıyla Allah'ın halketmesinde müminler için alâmet-i azîme vardır. Delâile ehemmiyet verip ondan maksada istidlal ederek intifa' eden müminler olup kâfirlerin bu gibi intifa'dan mahrum olduklarına işaret için Cenab-ı Hak bu misilli âyetlerde müminlere alâmet olduğunu tasrih etmiştir. 4206Hulâsa; Allah-u Tealâ'nın semavât ve arzı sabit ve mukarrer hakka mukarin olarak şu intizam üzere halketmesinde ehl-i iman için vahdaniyet-i İlâhiye ve kudret-i subhâniyeye delâlet-i kafiyeyle delâlet eder alâmet olduğu ve ehl-i insafa asla şek bırakmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin ahvalini zat-ı ulûhiyetin vücuduna delâlet eden delilleri beyandan sonra bazı ahkâmını ümmetine tebliğ etmesini Resûlüne emretmek üzere :

�وة� ل لصــ �ن �و إ ل لصــ � �ق�م ب� و�أ ــ ـ� �ت ك ك� م�ن� � �ل ٱل م�ا أوح�ى� إ ن%‌� ٱ و� ٱ و� و1 ٱ� منك اء� و� ش� ف� ه�ى ع�ن� � �ت ن�‌ و� ٱ و� و� ٱ و�

buyuruyor.[Habibim ! Kitaptan sana vahyolunan âyetleri sen ümmetine tilâvetle delâlet ettiği

ahkâmı tebliğ ve namazı vaktinde edâ et. Zira namaz; kötü şeylerden ve münkerattan seni nehyeder.]

ر �ذ� ٱو�ل �للهو� ب � � أ ہ�‌ و [Zatıma yemin ederim ki, Allah'ın zikri herşeyden büyüktür.]

2319

Page 216: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

�عون� )للهٱو� ن � �م م�ا ت ل � و� ي (٤٥و�

[Halbuki; Allah-u Tealâ sizin işlediğiniz ef'âlinizin cümlesini bilir.]Yani; yâ Ekremer Rusûl ! Sen müşriklerin inat üzere küfre devamlarına müteessif olma ve

Kur'an'dan sana vahyolunan âyetlerin elfazını tilâvet ve ahkâmını onlara tebliğ et ki, kalbine şifa ve gönlüne ferah olsun, sen şerait ve erkânına riayet ederek namazı edaya devam et. Zira namaz fiili; kabih olan fahşadan ve şer'an fena addolunan münkerattan semi pehypder. Çünkü, namaz; insanın kalbinde huşu' ve azasında inkıyad icabettiğinden insanları fena şeylerden meneder, Allah'ın zatı cümlenin halikı ve büyüğü olduğu cihetle zikrullah herşeyden büyük ve ibadetlerin efdalidir. Allah-u Tealâ sizin cümle ef'âlinizi bilir, amelinize göre cezanızı verir. Binaenaleyh; şu beyan olunan ibadetlere sa'yetmeniz lâzımdır. Zira; ibadetiniz kadara ecre nail olacaksınız. 4207

Bu âyette tilâvetle emir; Resûlullah'a ise de Resûlullah'a emir ümmetine dahî emirdir. Çünkü; Kur'an'da ahkâm-ı fıkhiye; durub-u emsal ve iffet bahşolacak ümem-i salifenin ahvalini beyan olduğundan Kur'an'ıntekrar be tekrar tilâvetinde ferah ve sürür ve her defa tilâvetinde fayda hasıl olur. Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile insanın mütalâa edeceği kitap; üç kısımdır :

B i r i n c i s i ; yalnız hikâyeden ibaret olur. İnsan onu bir kere okumakla iktifa' eder. İ k i n c i s i ; bir kitap ki yalnız bir fennin kavaidini ve mesailini mutazammın olur. İnsan onu hıfzetmek, için tekrar be tekrar okur ve talip bulunursa gayra okutur. Ü ç ü n c ü s ü ; bir kitap ki hem kendi nefsine hem de gayrılara tilâvetinde fayda olur. Binanealeyh; tekrar be tekrar okunmasında okuyana ve dinleyenlere fayda olur ve tekrarı melal ve fütur vermez. İşte o kitap da Kur'an'dır. Çünkü Kur'an; maddî ve manevî cümle âleme şifa ve doğru yolu gösterip irşadı mutazammın olduğundan Cenab-ı Hak devam üzere tilâvetle emretmiştir.

İnsanın ameli üçtür. B i r i n c i s i ; kalbin ameli ki itikaddır. İ k i n c i s i ; amel-i lisan ki zikrullahtır. Ü ç ü n c ü s ü ; namaz gibi bütün azanın amelidir. İtikaad-ı hak kalpte sabit olup tekrar emre hacet olmadığından tekrarı vâcib olan zikrullah ve namazla emirle bu âyette iktifa olunmuştur.

«Namaz insanı fahşâ' ve münkerattan nasıl nehyeder?» Fahri Râzi'nin beyanına nazaran namazın insanı fahşâdan meninin keyfiyetinde üç ihtimal vardır:

B i r i n c i i h t i m a l ; huzur-u kalple Allah'ın emrini yerine getirmek ve rızasını tahsil etmek için namaz kılan kimse Cenab-ı Hakkın bende-i hâssı olduğundan nefsi hasis ve şeytan gibi bab-ı İlâhiden matrudların ma'siyete teşvikine tebaiyet etmeyi kendine âr ve ayıp addettiğinden gerek şeytan'ı ve gerek nefsini reddeder. Bu cihetle namaz; onu fena şeylerden muhafaza eder. Bunun nazîri muazzam bir padişaha hizmet eden kimse o padişahın nimet ve insanıyla yaşayıp dururken padişahın hizmetini terkederek âdi bir kimsenin hizmetini ihtiyarla kendini rezil ettiği gibi. Namaz kılan kimse de Allah'a kulluk ederken şeytan'ıniğfalâtına aldanmakla şeytan'ınkulu olmayı irtikâb etmez. Namaza devam eden ehl-i imanda bu hâl her zaman müşahede 4208 olunmaktadır. Amma nadiren hem namaza hem de fuhşiyata devam edenler de görülürse de nadire hüküm taallûk etmez. Maamafih namaza devam eden kimseyi akıbet namazı menhiyattan menedeceğine dair Fahri Kâinat'tan bir hadis-i şerif mervidir. Çünkü; ensardan bir delikanlı beş vakit namazı Resûlullah'la beraber edâ ettiği halde fuhşiyata musir olduğu Resûlullah'a haber verildiğinde Resûlullah «Namazı yakında onu fuhşiyattan nehyeder» buyurup çok zaman geçmeksizin o delikanlının tâib ü müstağfir olduğu mervidir. Şu halde «Namaza devam eden kimseyi elbette namaz ıslah eder» demektir.

İ k i n c i i h t i m a l ; kazuratla meşgul olan kimsenin güzel elbisesi üzerinde o kazuratın bulunmasına razı olmayıp elbise üzerinden onu izaleye çalıştığı gibi namaza devam eden kimse kazurat mesabesinde olan fuhşiyatı kendine münasip görmez. Çünkü; namaz takva libasının en güzeli olduğundan yevmiye beş defa bu libasla tezeyyün eden kimse bir takım necaset kabilinden olan fuhşiyatı- kendine münasip görmez. Çünkü; mescide gidip Allah derken taşra çıkıp hay huy demek kendine lâyık olmadığını birgün elbette namazı onu tefekküre sevkeder. Nitekim de namaza devam edenlerin diğerlerinden ziyade hâl-i salâha malik oldukları inkârı gayr-ı kaabil bir hakikattir.

2320

Page 217: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Ü ç ü n c ü i h t i m a l ; namaza devanı eden kimse Allah-u Tealâ'ya bir hususiyet iktisab etmekle ashab-ı yemin mertebesini ihraz ettiğinden ashab-ı şimal derekesine tenezzülünü icabeden fevahişi irtikâb etmekten Cenab-ı Hak onu muhafaza eder demektir.

Beyzâvî'nin beyanına nazaran bu âyette zikrullah la murad; namaz olmak ihtimali vardır. Zira zikrullah; namazın umdesi olduğundan namazın insanı fahşâdan nehyettiğine illet ve sebep olmak üzere zikrullahtan ibaret olan namaz cümle ibadetten büyük denilmiştir.

Hulâsa; Kur'an'ı tilâvete ve namazı ikaameye devamın lüzumu ve namazın insanı fuhşiy attan nehy ettiği ve zikrullahın her şeyden büyük olduğu ve Allah-u Tealâ'nın insanların efâlini tamamen bildiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

YİRMİNCİ CÜZ'ÜN VE ONUNCU CİLDİN SONU MİNİ OSMANLICA - TÜRKÇE SÖZLÜK

- A -

Ab-ı Hayat: Hayat suyu Aceze: Düşkünler, güçsüzlerAdem-i liyakat: LiyakatsizlikAdem-i müstemirre : Sabit âdet, sürekli âdetAhâd-ı ümmet: Ümmetten biriAhar: Başka, diğer, ikinciAhbar : (Ha) ile Bilginfer, İsrail oğulları bilginleri, Mürekkebler (Hı) ile Haberler, Hikâyeler, Tarihler Ahfad : TorunlarAhlâf: (Ha) ile And’lar, yeminler, Yardımcılar (Hı) ile Bizden sonra gelecek plan haleflerAhlâf-ı Kiram : Şerefli haleflerAkall-ı kalil: En az, azın azıAkim: Kısır, çocuk yapmaz, sonu çıkmaz, verimsiz Aktar-ı Alem : Alemin dört bucağı Alâmat-ı Adide: Bir çok alâmetler Alâtarik-i tedbir: Tedbir yoluyla Alâveçhizan: Zan üzerine A'mal-i Zahire : Görünen işler Anîd: inatçı Ara-yı Faside: Fasid, bozucu oylar, reylerArz-ı Tih : Mısır ile Şam arasmda Tur-i Sina'nın bulunduğu yarımada da bir çölAsdikâ: Doğru ve gerçek dostlarAshab-ı İzam: Büyük ve ulu arkadaşlarAshab-ı Sebt: Yahudi kavmiAsım: Temiz, namuslu, günahtan çekinenAslâb: Beller, Soylar, KuşaklarAtâlet: İşsizlik, boş oturmaA'van : YardımcılarAyât-ı Beyyinat: Delil, burhan ayetleriA'zâb-ı îsti'cal: Acele, çabuk azabA'zâm-ı Ceraim: Büyük suçlar

- B -

Baid: Uzak, Beklenmedik, umulmaz

2321

Page 218: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Bahîl: Pinti, cimrîBahir: Parlak, Güzel, açık, belliBahrî : Denize ait, Denizcilikle ilgiliBas’olunmak: Allah’ın Peygamber göndermesi.Bedel-i Hun : Kan bedeliBelde-i Uhrâ : Başka beldeBerahin-i Katiyye: Kat'î delillerBerâhin-i Vazıha : Açık, besbelli burhanlarBerahîn-i Uzma : Büyük deliller.Berdevam: Süren, sürüp giden, sürekliBerrî: Karaya ait, kara ile ilgiliBilâd-ı Islâmiye : islâm beldeleriBi'set: Gönderme, Bir peygamber göndererek halkın dine çağrılmasıBi'set-i Nebeviye: Hz. Muhammed Peygamberin gönderilmesiBuğz-u Fillah : Allah için düşmanlıkBuhl : Pintilik, cimrilikButlan : Haksızlık, boş olma, Hükümsüz olmaBüleğâ: Beliğ kimselerBünüvvet: Oğulluk, evlâtlıkBüşra: Müjde, İncil

- C -

Câlib : Kendine doğru çeken, çekip alıcı, çekiciCebabire: Zorlayıcılar, Zorbalar, Zulüm edenlerCebânet: Korkaklık, yüreksizlikCedd-i A'lâ: Ulu, Şerefli CeddCelâdet: YiğitlikCelb-i Menfaat: Menfaati gerektirme, menfaati çekmeCeli: Açık, meydanda, Parlak, aşikâr, Bir yazı çeşidiCemadât: Canlılardan ve bitkilerden gayri cisimlerCerâim: Suçlar, suç pahalarıCevâhir-i Mücerred: Mücerred cevherler, Karışık ve katışık olmayan cevherler Cibâyet: Toplama, derleme ; Gelir toplama ; Vakıf kirası toplama Cife: Leş Cihet-i Uhra : Başka cihet (yön)Dalâlet: Azma, Doğru yoldan çıkmaDâmen-i Pak: Temiz EtekDarüsselâm: İkinci kat cennet ; Bağdad ŞehriDefaten: Bir defada, birdenDehrî: Zaman ve dünyaya ait, onunla ilgili; Dünya olaylarının tabiattan olduğuna inanıp, ahirete inanmayan adam.Delâil: DelillerDelâil-i din-i Mübin: Açık, belli dinin delilleriDelalet: Yol gösterme, kılavuzluk; Delil ve alâmet olma; İz, işaret; Bilinen bir şeyin başka bir şeyi de bildirmesi (uzaktaki dumanın ateşe delâleti)Desâis—Desâyis: Desiseler, gizli hileler oyunlarDest-i Emsâl : Benzer elDurûb-ı Emsâl: Atalar sözü, Atasözleri

- E -

Ebdan: BedenlerEb-i Evvel: îlk baba (Hz. Adem)

2322

Page 219: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Eb-i Sâni: ikinci baba (Hz. Nuh)Ebras: Vücûdunda hastalıktan ileri gelen, lekeler olan Ebvâb-ı Rızk : Rızık kapılarıEbyât: Beyitler, iki mısradan meydana gelme manzum parçalarEcanib: Ecnebiler, yabancılarEcel-i Mev'ûd : Normal ölümEcille-i ümmet: Ümmetin ileri gelenleriEcr ü Mesûbat: Allah tarafından verilen mükâfatlar, sevablar . Ecsâm: Cisimler, gövdeler, bedenler Eda-yı Ubudiyet: Kulluğun yerine getirilmesi Edevat-ı Harbiye: Harple ilgili takımlar Edille-i Selâse : Üç delillerEdna: Pek aşağı, en bayağı, çok alçak; Az, pek az Edviye : İlâçlar Edyan: DinlerEdyan-ı Batıla: Hükmünü kaybetmiş dinler Edyan-ı Saire : Diğer dinler Ef'al-i Kabiha : Çirkin, yakışıksız işler Efâl-i Nâbeca: Uygunsuz işler Efkâr-ı Kaside: Tasarlanan fikirler Ehass-ı A'za: Uzuvların başlıcası Ehass-ı Nâs : İnsanların en seçkini Ehl-i A'raf : A'raf ehlîEkânim-i Selâse : Hiristiyanlığm, baba, oğul ve rûh-ül-Kudüs'ten ibaret üçlü inanışıEkl: Bir şey yeme, yenilmeEkser-i Evkât: Vakitlerin çoğuEkser-i Süfeha : Zevk ve eğlenceye düşüklerin çoğuElfâz-ı Galize : Kaba sözlerElsine-i Nâs : İnsanların diliElyak : Çok yakışık lâyıkEmarat-ı Nifak: İki yüzlülük, münafıklık alâmetleriEmavir-i ilâhi: ilâhi emirlerEmkine: Mahaller, mevkiler, yerler, haneler, evler, mekânlarEmmare : Emreden, emredici, cebreden (Şehvani haller de, günah ve suç işlemede) Emr-i Kital: Öldürme emri Emr-i Münker : Reddedilen emir Emvâl: Mülkler, para ile alınan şeyler Emvâl-i Ganaim: Düşmandan alman mülkler Emvâl-i Metruke : Terk edilmiş mallar Emvat: Ölüler Emzice: Tabiatlar, huylar Emzice-i însaniyye: İnsanlık mizaçlarıEnhar-ı Erbaa : Dört nehirlerEnva-i Adide : Bir çok çeşitlerEnva-i Ceza: Cezanın çeşitleri Enva-i Fevakih : Meyvaların çeşitleri Enva-i Kabayih: Günahlarm çeşitleri Erâcîf: Yalan sözler, düzmeler, uydurmalar Erâzil: Reziller, yüzsüzler, Erbab-ı İtkan: Cenâb-ı Hakk'a yakın kimseler Erşed : Doğru yola daha yakın olan Erzel: Alçak, soysuz ; En alçakEsâfü-i Nâs: Halkın en aşağı, en bayağı takımıEsbât: Evlât ve torunlarEsfel-i Sâfilin: Cehennem Eslâf : Bir memurluk veya hizmette birinden önce bulunmuş olanlar,yerlerine geçilen kimseler

2323

Page 220: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Esnâ-yı Salat: Namaz vakti Esrar-ı Rubûbiyet: Allah'a ait sırlar Esamm: Sağır, işitmez Eş'ar: Daha güzel şiir söyleyen Eş'âr: ŞiirlerEşedd-i Zulüm : Zulmün en şiddetlisi Eşhas-ı Sâire: Diğer şahıslarEşhür-ü Hücum : Hücum ayları Esna': En fena, en kötü Eşref-i A'za : Organların en şereflisi Evâmir: Emirler Evcâ': Ağrılar, sancılar, sızılar Evhamat: Esassız şeyler, kuruntular Evkat-ı Hamse : Beş vakitler Evsaf-ı Celile: Büyüklerin vasıfları Evsâf-i lâzime : Lüzumlu vasıflar Evsaf-ı Zemîme: Fena vasıflar Eyyam: Günler, gündüzler Eyyam-ı Ma'dude: Sayılmış günler Ez'âf-ı Muzâafa : Kat kat, pek çok Ezhercihet: Her cihetten Ezmine: Zamanlar

- F -

Fart-ı Hamakat: Ahmaklık aşırılığıFart-ı İnhimak: Bir şeyin üzerine fazla düşme taşkınlığıFart-ı Muhabbet: Sevgi de aşırılıkFekâhet: Lâtîfecilik, hoş mizaçlıkFekâhet-i Fiddin : Dinde lâtifecilikFevâhiş: Ahlâksiz kadınlarFevaid-i Uhra : Diğer faidelerFevk: Üst, üst taraf, yukarıFevt: Bir daha ele geçirmemek üzere kaybetme, elden çıkarma, kaçırmaFeyz-i Kebîr: Büyük gelişmeFezâhat: Rezillik, rüsvalıkFezâil-i A'mâl: Amellerin faziletleriFezâî: Fezaya aitFırak-ı Dâlle: Sapıtmış, dalâlete düşmüş, iman etmeyen fırkalarFırka-i Nâciyye : Selâmet yolunu bulmuş fırka, Müslüman gurubuFirkat: AynlıkFiten: FitnelerFürûğ-u A'mâl: Amellerin parlaklığıFürûât: Fer'in cem'i olan Füru'un cem'iFütur: Zayıflık, gevşeklik

- G -

Gabâvet: Kaim kafalıhk anlayışsızlık Gabâvet-i Mücesseme: Büyük aptallık

Gabi: Kalın kafalı, bönGadr: Vefasızlık ; Acımazlık; HaksızlıkGala : Pahalılık

2324

Page 221: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Garât: Yağmalar, çapullarGâr-ı Şerif : Şerefli mağara (Hz. Peygamber'le Hz. Ebu Bekr'in gizlendikleri mağara)Gayur : Pek gayretli; Kıskanç ; Hamiyetli; DayanıklıGılzât-ı Kelâm: Sözlerin kabalığıGulüv: Üşüntü, saldırma ; (Ed) Büyütmenin ikinci derecesi taşkın sözGumum: Gamlar, kederlerGûnâ : Türlü, renk renkGüne : Türlü, gidiş, tarzGunne : Genizden gelen sesGunûde: Uyumuş, uyuklamışGunûde-i hâk-i rahmet: Merhum olmuş, ölmüşGûr : Mezar, kabir ; Meşhur pehlivan Rüstem'in lakabıGurâb: KargaGuramâ': Alacaklılar ; Düşmanlar ; Fecrin ilk aydınlığıGurbet: Gariplik ; Vatan dışı, yâdelGûrl: Olmamış üzüm, korukGureba : GariblerGuref: Çardaklar, köşkler (Sûre-i Guref; Kur'an'ın 39. suresi)Gûr-hane : TürbeGûristan: Kabristan, MezarlıkGûr-ken : Mezar kazan, mezarcıGurm: Borç, diyet gibi şeyleri ödeme; VergiGurrân: GürleyenGurûb : Bir gök cisminin batında görünmez olmasıGusâle: Yıkama suyuGusas: Kederler, üzüntülerGusûn : Ağaç dalları, filizlerGüzin: Seçiilmiş, seçkin

- H -

Habâis-i Nefs : Nefsin kötülükleriHabâset-i Tıynet: Yaratılışın kötülükleriHabaset: Kötülük, alçaklıkHacer: TaşHadd-i ser'i: Şeriata uygun olarak verilen cezaHadis: Hudûs eden, çıkan, meydana gelenHafif-ül akl: Hafif akıllı, kararsızHâib : Mahrum ; Ümitsiz, kederli ; Zarar ve ziyana uğrayanHalâik : Mahluklar, insanlar; Satın alınan kadın hizmetçiHal-i gabâvet: Çocukluk halîHâlât-ı Garibe: Garib hallerHalk-ı Ecsâm: Cisimlerin meydana gelişiHarâset: Ekincilik, çiftçilikHarekât-ı Nâlâyık: Layık olmayan hareket Hâsir: Zarara, ziyana uğrayanHavass-ı Müdrike: idrâk edilen duygularHavâyiç: İhtiyaçlar, gerekli şeylerHavsala-i Beşer: insanın takatiHayr-ı Mahz: Tam hayırHazık: işinin ehli, ustaHazravat: YeşilliklerHedm: Yıkma, harâbetmeHısal-i Hamide: Seçkin huylarHısâl-i Memduha-i Kesir: Çok övülen huylar

2325

Page 222: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Hıdemat-ı Şâkka: Zahmetli, eziyetli işlerHikem-i Hâfiyat: Gizli şeylerin sebepleri, hikmetleriHikem-i Mesâlih: İşlerin sebepleri, hikmetleriHin-i Bi'set: Gönderilme zamanıHîn-i İcâb: Icâb zamanıHin-i Vasiyyet: Vasiyyet zamanıHîn-i Vefat: Vefat zamanıHıtta: Memleket, diyar, ülkeHiyel: Oyunlar, aldatmalarHiyel-i Fukaha: Fakihlerin aldatmalarıHizb-i îlahâ: Allah'ın emrine uyan kimselerHud'a: Oyun, hîle, aldatmaHulul: Gelip çatma ; GirmeHulliyyât: Altın, gümüş, pırlanta gibi zînet eşyalarıHusuf: Ay tutulmasıHümûm: Gamlar, kaderlerHuşunet: Sertlik, kabalık ; İnatçılıkHuteba: Hutbe okuyanlarHutur: Hatıra gelme, akla gelmeHutut-u Münhaniye: Eğri hatlar, yollarHüccet-i Kâtıa: Keskin delilHuzuzât-ı Nefsâni: Nefsânî hazlarHümûmet: Pek ziyade ihtiyarlıkHürre-i Baliğ : Aklı başına gelen hür kadın

- İ -

İbâd: Abidler, kullar ; İbadet edenlerİbâhe : Mubah kılma, helal kılmaİbâdet-i Evsan: Putlara ibadetİbadet-i Mesnûne: Âdet edilmiş ibadetİbkâ : Dâim, devamlı ; Yerinde evvelki halinde bırakma; Sınıf geçememe İbtina: Bir şeyin üzerine bina etme, kurma, bir şeye dayanmaİcâb-ı Maslahat: İş icabı İcma-ı ümmet: Büyük fakihlerin, dinle ilgili bir mevzuda birlik olması;Mecaz olarak : Bütün halk İcmal: ihtisar etme, kısaltma; Öz hulâsaİctisar: Cesaretlenme İçtinab: Sakınma, Çekinme, uzaklaşma İddihar: Biriktirme ; Kıtlıkta yüksek fiatla satmak üzere topla yıp saklamaİfakat: iyi olma, iyiliğe dönme İfrâğ: Kalıba dökme ; Şekillendirmeİğna: Zengin etme ; Muhtaç bırakmamaİğtinam: Yağma ve talan etme ; Zahmetsiz bir kazanç gözüyle bakma îğva: Azdırma, azdırılma, ayartma İhdas: Meydana getirme, ortaya çıkarma İhticac: Delil, vesika, şahit İk'âr-ı Maasî: Günahların derinleştirilmesi İhticacat: Delil vesika, şahit göstermeler İktidas: Kutsiyet kazanmakİktitâf: Meyve toplama, devşirme İlcâât: Mecbur etmeler, zorlamalarİlhâh: Üzerine düşmek, zorlama ; Israr etme, direnmeİlka: Bırakma, terk, atmallm-i Ledünni: Allah bilgisine ve sırlarına ait olan ilimİlzam: Cevap veremez hale getirme, susturma

2326

Page 223: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

İmrar-ı Hayat: Hayatını geçirmeİmtidâd: Uzama, uzanma ; Uzay .İmtisal: İcâb edeni, gerekeni yapma, bir misale göre hareket etme ; Alman emre boyun eğmeİnfak : Nafaka verip geçindirme besleme İnfisâl: Ayrılma ; Me'murluktan azledilme, çıkarılma İnhiraf: Dönme, sapma ; Doğru yoldan çıkma ; Değişme, bozumla ; Kırıklık ; Kırılma, gücenme İnhitat: Düşme ; Yaşlılığa yüz tutma, ihtiyarlık ; Kuvvetten düşme ; Bir şişin inmesi İnhizam: Hizmete uğrama, bozulma, yenilme İnkisam: Taksim olma, bölünme İnkıyad-ı tam: Tam olarak kendini teslim etmeİnşirah: Açılma ; Açıklık, ferahlık İntaç: Netice verme, neticelendirme ; Doğurmaİntifa': Sönmeİntibah: Uyarma ; Göz açıklığı ; Sinirlerin ve uzuvların harekete geçmesi İntizam: Zam olunma, katılma İrâde-i Bahir: Açık emirİrâz : Yüz çevirme ; Çekinme, Sakınmaİrkâp: Bindirme, bindirilme İrtifa: Yükselme, yükseklikİrtihâl: Göçme, göçetme ; Ölmeİrtikâb: Kötü bir iş işleme ; Yiyicilik, rüşvet yemeİrtişa: Rüşvet alma, rüşvetçilikİs'af: Birinin isteğini kabul edip yerine getirmeİsal: Buldurulma, vardırma, ulaştırma, ulaştırılmaİ'sâr: Güçleştirme, Fakirleşme,İskat: Sükût ettirme, susturma ; Münakaşada cevap veremiyecek hale getirme ; Kandırma, razı etmeİsm-i Mevsûl: "O şey ki, o kimse ki" manalarını anlatan kelimelerİstiâb: içine alma, içine sığma ; Tutma, kaplamaİstiane: Yardım istemeİstiaze: "Eûzu bi'llâhi mineş şeytânir-râcîm" veya "neûzü billâh" "el-iyâzü bi-llâh" gibi sözler söyliyerek Allah'a sığınma ; Sığınma İstib'âd: Uzak görme, ihtimâl vermemeİstibsar: basiretli olma, hesaplı hareket etme Isti'câl: acele etmeİsti'dâd: Kabiliyet ; Anlayışlılık ; Akıllılık İstifâza: Feyizlerime, feyiz alma İstifraş: Odalık alma, odalık yapma ; Yatağa alma, beraber yatmaİstifsar: Sorma, SorulmaIstiğrab: Garib bulma, şaşmaİstiğrak: Dalma, içine gömülme ; Kendinden geçip dünyayı unutma ; Boğulma ; Fazla mübalâğa İstihbab: Müstehap görme, bir şeyi iyi, güzel sayma İstihfaf: Ehemmiyet vermeme, küçük görmeİstihkak: Hak kazanmaİstihraç: Çıkarılma, çıkarma ; Netice çıkarma ; Mana çıkarma anlamaİstihvâz: Galip gelme, zafer kazanmaİstika': Olmasını bekleme, olacak diye endişeye düşmeİstikbar: Büyüklenme, kendini büyük görmeİstilâm: Öpme veya el sürme ; Kabe'nin tavafı sırasında "Hacer-ül Esved" in elle okşanması ve izdiham dolaysıyle bizzat eî sürülemiyorsa, okşama işaretinin yapılması ve uzaktan el ile selâmlamaİstima: (Hemze ile) I Birinin ziyaretine gitmeİstimrar : Sürme, devam etmeİstimale: Gönül çekme ; Teselli etme, avutmaİsti'mal: Kullanma

2327

Page 224: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

İstimrar: Sürme devam etmeİstinbat: Bir son veya işten gizli bir mana çıkarmaİstinfâk: Nafaka peyda etmeİstinşak: Abdest alırken veya temizlik için buruna su çekme ; Şiddetli koklamaİstirdad: Geri alma, geri istemeİstitaât: Takat, Güç yetmeİstiva: Müsavi olma ; Kaplama, örtmeİstizah: Bir şeyin açık olarak bildirilmesini isteme, açıklama istemeİstîzâh-ı Keyfiyet: Bir şeyin iyi veya kötü olması cihetinin açıklanma-masmın istenmesiİstizan: İzin isteme ; Danışmaİşhâd: Şehâdet ettirme, şahit olarak göstermeİştibah: Şüphelenmeİştira’: Satın almaİ'tâ: Verme, verilmeİtâb: (Elif ile) Kolsuz, yakasız kadın gömleğiİtâb: (Ayın ile) Azarlama, darılmaİtâb : Azarlama, terslemeİt'âb: Yorma, yorulmaİt'âm: (Elif ile) ikiz doğurmaİtâm: (Ayın ile) Yemek yedirme, yemek verme, verilmeİtâle-i lisan: Dil uzatma, sövüp saymaİtkan: Muhkem, sağlam kılma ; İnanma, emîn olmaİtlâf: Telef etme, mahvetme ; Lüzumsuz yere harcama ; Yoketme, bozmaİtlâf-ı Nefis: Nefsini öldürmeİtmam: Tamamlama, bitirmeİ'tisâ: Asâ kullanma, asaya dayanmaİ'tisam: El ile tutma, tutunma ; Günahtan sakınma ; Temiz olmaİtizar: Özür dilemeİtmînân-ı Kalb: Kalbden inanmak 'İIttiba: Tâbi olma, uymaİttihaz: Edinme, edinilme ; Kabul etme ; İ'tibar etme ; Kullanma ; Kurma, düşünmeİ'vicac: Eğri büğrü olma, eğilme ; Doğru hareket etmemeİz'âc : Yerinden koparma ; Rahatsız etme, can sıkma

- K -

Kabaâyih: Yakışıksız çirkin şeylerKabâyih-i Ef'âl: Hareketlerin çirkinlikleriKabih: Çirkin, yakışıksız, fena, ayıpKadeh: Bardak, küçük bardak, İçki bardağıKâffe: Hep, bütün, cümleKâfir-i Mütemerrid: Dikkafalı kâfirKaht: Kıtlık, kuraklıkKalîl: Az şey, çok olmayanKarabet: Yakınlık, hısımlıkKarâbet-i Nesebiye: Ayni soydan gelmek suretiyle meydana gelen aslî hısımlıkKarye: KöyKâsib: KazananKavâid-i Arabîye: Arabî kaidelerKavanin-i 'Şer'iyye: Şer'î kanunlarKebâir: Büyük günahlar "Allah'a şirk koşmak, faizle alış-veriş ve iş yapmak zina etmek, adam öldürmek"Kerh: İğrenme, tiksinmeKesb-i yed: Elinin kudretiyle kazanmaKıbel-i ilâhi: İlahi taraf

2328

Page 225: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Kılâde: Gerdanlık, akarsuKıllet: Azlık ; KıtlıkKıssa-i ma'hûde: Zikredilen kıssaKıyas-ı Fukaha: Hakkında açık âyet veya hadîs bulunmayan meselelere dâir, üzerine âyet ve hadîs olan benzerlerine'göre âlim'ler tarafından verilen hükümKisb: KazançKitle-i Vâhid: Birlik olan kitleKizb-i Mahfe: Tam yalan

- L -

Lâ-büdd: Gerekli, gerek, lâzımLâhik: Yetişip ulaşan ; Eklenen La-ya'kil: Aklı başında olmayan, yaptığını bilmez, dalgın La-yuadd: Sayılmaz, sayısız, pek çokLâ-yuhsâ: Sayılmaz, hesaba gelmez Lehviyyat: Oyun, eğlence gibi şeyler Lezâiz-i Ahiret: Ahiretin lezzetleri Livâta: Erkekler arasındaki cinsi sapıklıkLiynet: Yumuşaklık

- M -

Mâ-i Tahûr: Temiz suMâ-bih-il-Hayât: Hayata vesile olanMa'dud: Sayılı, sayılmış ; Muayyen, belliMa'dûm: Yok olan, mevcut olmayanMa'füvv: Affolunmuş, suçu bağlanmışMağmum: Gamlı, kederli ; Bulutlu, kapalı, sıkıntılıMahall-i me'men: Güvenilir yerMaharim: HaramlarMahmul: Haml olunmuş, yüklenmişMahlûka: Benimsenen, çalman kaside, şiir Mak'ad-ı aksa: Son oturulacak yer, en büyük toplantı yeriMakarr: Karar edilen, durulan yer ; Oturulan yer ; Ocak, merkez ; Pâytaht, BaşkentMakbul- üş-şehâde: Şahadeti kabul edilmiş, edilen Makderet-i ilâhi: ilahi kuvvetMakhur: Kahrolmuş, mağlub olmuş ; Allah'ın gazabına uğramış Maalkerahe: Kerahetle, istemiyerek Ma'mûl: İ'mâl edilmiş, yapılmış Mansıb-ı Nübüvvet: Peygamberlik hizmeti Ma'reke: Savaş meydanıMaslûp: Asılarak öldürülmüşMasruf: Sarf olunmuş, harcedilmiş ; Çevrihniş, döndürülmüş Matrûd: Kovulmuş, vazifesinden çıkarılmış Ma'tuf: Eğilmiş ; Yöneltilmiş Ma'tûh: Bunamış, bunakMaûnet: Yardım ; Azık, yol yiyeceğiMazanne: Bir şeyin vücûdunun zannolduğu yer. ; Ermiş sanılan Mazmum: Zammolunmuş, ilâve olunmuş Ma'zur: Özürlü, özrü olan Mebâhis: Bir şeyin bahsolunduğu yerler ; Araştırma, araştırma yerleri, münâkaşa yerleri Me'cûr: Ecir ve sevabı verilmiş olanMedyun: Borçlu, vereceklî

2329

Page 226: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Mefâtih-i Gayb: Gayb anahtarlarıMefruşat: Kilim, seccade, koltukMefrûz: Farz kılınmışMehâlik: Helak olacak yerler, tehlikçli yerler veya işler.Me'haz: Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer; kaynakMekârim: Keremler, cömerdlikler, iyi ahlâklarMekr: HileMe'kûlât: YiyeceklerMelbûsat: Libaslar, giyecek şeylerMelce': iltica edecek, sığınacak yerMelhuz: Mülahaza edilen, düşünülebilen, hatıra gelenMe'lûfat: AlışılmışlarMe'mûl: Ümit olunan, umulan,! beklenilenMenâfi': Menfaatler, çıkarlarMenâfi-i Kesîre: Bol ganimetler, çok menfaatlerMenafi-i mahsusa: Husûsi menfaatlerMenasik-i hacc: Hacı olmak üzere mekkeye gidenlerin Kabe'yi ziyaret etmeleri, Arafat'da vakfeye durma, kurban kesme, ihram giyme muayyen bir yerden bir yere yürüme, gibi yapılan ibâdet rükünleri ; Bunların yolunu, usûlünü gösteren kitapMensuh: Nesh olunmuş, hükümsüz bırakılmış, hükmü kahdırılmışMeratib: Mertebeler, rütbeler, derecelerMerâtib-i isti'dad: İsti'dad mertebeleriMerhûn: Rehn edilmiş ödünç alınan bir şeye karşı, garanti olarak verilen şey ; Muayyen zaman, bir şeye bağlıMerkûz: Dikilmiş, saplanmış ; Tabiatında, yaratılışında bulunanMerre: Defa, kereMesabe: Derece, rütbeMesâib: (Ayın ile) zor işler, müşküllerMesâil-i Diniyye: Dinle ilgili meselelerMesâlih-i Dünyeviyye: Dünya ile ilgili işlerMeserret: Sevinç, şenMestim': İşitilmiş, duyulmuşMeûnet: Ölmeyecek kadar yiyecek içecek ; Zahmet, meşakkatMevâni': Manîler, engellerMevrûs: Miras kalmış, ana babadan geçmiş Mevsûl : Vaslolunmuş birleşmiş, kavuşmuşMeyyit: ÖlmüşMezâya-yı insaniye: İnsanlık meziyetleri Mihan: SıkıntılarMîkât: Mekke yolu üzerinde bacıların ihrama girdikleri yerMişkat: îçine kandil lâmba gibi şeyler koymak iğin duvarda yapılan o-yuk, hücreMuâhaze: Azarlama, çıkışma ; TenkîdMuâkab: CezalandırılmışMuâhid: Antlaşma yapanlardan her biri ; İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini himaye ettiren (hiristiyan veya bir başka dinden kimse)Muarref: Ta'rif edilmiş, etrafıyla bildirilmiş ; Bildik, belli, bilinenMuattal: Ta'til edilmiş, bırakılmış ; Boş, işsizMuayyebat: Ayıp ve iğrenç şeylerMuayyenat-ı askariye: Asker erzakıMubah: İşlenmesinde sevap ve günah olmayan şeyMu'cizat-ı zahire: Görünen mucizelerMufahham: (Ha ile) Kömürleşmiş, kömür hâlini almışMufahham: (Hı ile)ı Saygı, büyüklük, ululuk kazanmış, i'tibarhMufazzel: Tafdîl edilmiş, başkalarına üstün tutulmuş.Muhakkik: Tahkik,eden, soruşturucuMuhal: Mümkün olmayan, olamaz, olmazMuhalled: Tahlîd olunan, daimî

2330

Page 227: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Muharremat: Şeriatçe haram ve yasak olan şeylerMuhasama: İki taraf arasındaki düşmanlıkMuhikk: İhkak eden, hakkı yerine getiren ; Haklı, doğruMühlik: Helak eden, öldüren, öldürücüMuhsenat: Haramdan sakınan temiz, namuslu kadınlarMuhtasar: Kısaltılmış, kısaltmaMuhtedi: Hilekâr, dalevareciMühtezz: Titreyen, ihtiraz edenMuin: İâne eden, yardımcıMukârin: Bitişik, yaklaşmış, erişmişMukırr: İkrar eden, doğruyu söyleyen ; Fıkıhda; (birinin, kendisinde hakkı olduğunu haber veren kimse)Muktedabih: İktidâ edilen, uyulan ; Önde bulunan, kendisine uyulan (İmam Reis)Munkarız: İnkıraz bulan, biten arkası gelmeyen,, sönen, zürriyeti tü¬kenmiş, kesilmiş olanMusâb: İsâbet etmiş, rastlamış, üzerine düşmüş ; Musibete uğramışMusâraa: Pehlivanlık, güreşmeMusirr: İsrar eden, direnen, ayak direyenMusîb: isabet eden, rast gelen, yanılmayanMuslîh: Islâlh eden, iyileştiren, arabulucuMutî: İtaat eden, boyun eğen, ; Bağlı ; RahatMu'terif: İ'tiraf eden, kendi kusur ve kabahatini gizlemiyerek söyliyen, anlatan Müttehiz: İttihaz eden, kabul eden, sayan Muttali' : Öğrenmiş haber almış bilgili, haberli Mu'tekid: İ'tikad eden, inanan, dînî bütünMu'tekif: Bir ibadethaneye çekilip namaz niyaz ve ibâdetle meşgul olan ; Ramazanda çâmi'de i'tikâfa çekilenMu'tezile: Kaderi inkâr edip "kul ettiklerinin yaratıcısıdır" diyen ve Allah sıfatlarını kadim saymakta ehl-i sünnetten ayrılan ve vâsıf bin Atâ yolunda olan kimseler ki, "kaderiyye" de bunun kollarındandırMuzmerat: Gizli, saklı örtülü, dışarı vurulmamış, içde saklı şeylerMuztarr: Çaresiz kalmış, zorlanmışMübâlât: Kayırma, himaye ; Dikkat, îtinâ ; Dikkat ve düşünme ile kaygılanmaMubassır: Gözetici, bekleyiciMübtil: İptâl eden, hükümsüz bırakanMücâlese: Birlikte, beraber oturmaMücavir: Komşu ; Tekkeye çekilip oturan ; Yurdunu ve diyarını terk ederek zamanını Harameyn-i Şerifeyn'de ibâdetle oturanMücazat: Karşılık ; Bir suça karşı ceza çektirmeMüdahane: DalkavuklukMüdârât: yüze gülme, dost gibi görünmeMüdebbir: Tedbir alan, tedbirli düşünce ile hareket edenMüeddâ': Tediye olunmuş; Edâ olunmuş ; Ma'nâ, mefhum,Müfarekat: Ayrılma, uzaklaşma ; Bir yerden ayrılma ; BoşanmaMüheyya: Hazır, hazırlanmışMükâşefat: Hakikat ehline Allah sırlarının görünmesi, kendileri Allah nurunu görmeleri ; Meydana çıkarmaMiknet: Kuvvet, kudretMülâki: Buluşan, kavuşan, görüşenMülâzemet: Bir yere veya kimseye sımsıkı bağlanma ; Gidip gelme ; Bir işle devamlı meşgul olma ; Staj görmeMümâselet: Benzeme, benzeyişMümâşât: Yoldaşlık, beraber gitme ; Suyunca gitme, uysallık göstermeMümted: îmtidâd eden, uzayan, süren; sürekliMünacebet: Asıl bulunma, soy temizliğini iddia etmeMünâkehe: NikahlanmaMünkatı': Kesilen, kesilmiş ; Arkası gelmeyen, son bulan ; AyrılmışMünkerat: Şeriatçe yapılması yasak edilen şeyler

2331

Page 228: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Münzel: înzâl olunmuş, aşağı indirilmişMürâî: iki yüzlü kimseMürtefi': Yükselen, yüksek, yüceMürtekib-i kebir: Büyük yakışıksız iş yapanlar, rüşvet yiyenlerMüsamma': İşitilmiş, duyulmuşMüstağfir: istiğfar eden, günahlarının bağışlanmasını Allah'tan dileyeaMüstahsen: Güzel sayılmış, beğenilmişMüsteb'ad: Uzak görülen, olacağı sanılmayanMüstelzîm: İstilzam eden, gerektiren, gerekenMüsterşid: İrşad edilmesini, doğru yolun gösterilmesini istiyenMüsteşar: Kendisiyle müşaverede bulunulan kendisine iş danışılan; Vekâletlerde vekilden sonraki âmirMütefavit: Birbirinden farklı, çeşitli olan, aralannda fark bulunanMüteferri': Teferru' eden bir kökten ayrılan ; Bir kökle ilgili olanMütemerrid: Dikbaşhlık eden, dikkafalıMütenassıh: Nasihat kabul eden, öğüt dinleyip uslananMütenebbih: İntibah eden, uyanan, uyanık uslanan, akimi başına toplayanMütteki: İttika eden, dayanan, dayanmışMüvalât: Dostluk, dostâne muamele, karşılıklı muamele, himaye, muavenetMüzahrefat: Süprüntüler, pislikler

- N -

Nâbedid: Görünmez, belirsiz, kayıpNakz-ı Ahd: Yemini bozmaNâr-ı Cahîm: Cehennem ateşiNasır: Yardım edenNazar-ı istidlâl: Yol gösterme bakışıNedîb: Yara eseri kalan organNehar: GündüzNehb: Yağma, çapulNekre-gû: Gülünç sözler söyleyen, tuhaf fıkralar, hikâyeler anlatanNesayih-i Beliğ: Açık nasihatlarNevâhî: Yasak şeylerNevâhid: Turunç memeli kızlarNevâkıs: Noksanlar, eksiklerNevâkis: Başlarını daima önüne eğen adamlar .Nezâfet-i Kâmile: Olgun, temizlikNiam-ı Bakiye: Kalan ni'metlerNik ü bed: İyi, kötüNikmet: Şiddetli cezaNi'met-i Uzma: Çok büyük ihsan, çok büyük saadetNisyan: UnutmaNukul: Nakiller, hikâyeler, rivayetler.Nutfe: Döl suyu, sperma ; Duru, saf su ; Meni

- R -

Râsih: Sağlam, temeli kuvvetli ; Bilgisi (din bilgisi) çok geniş olanRecül-ü Kâmil: Olgun erkekRefah-i Bakî': Bakî rahatlıkRefakat: Refiklik, arkadaşlık

2332

Page 229: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Remmal: Remil döken, fal açan, kayıptan haber vermek iddiasında bulunarak dolandırıcılık eden (adam)Remiy: Atma, tüfek atma 'Revâbıt: Bağlar ; Münasebetler ; Bağlılıklar ; Tertipler, sıralar, usuller, düzenlerRızâ-i Bari: Allah'ın rızasıRikkat-ı Kalp: Kalp inceliğiRububiyet: Efendilik ; Allah'a âitlikRub'-u Mesken: Oturulacak yerin dörtte biriRüesa: ReislerRütbe-i Ruhani: Ahiretle ilgili olan derece

- S -

Sabâvet: Çocukluk, sabîlikSâibe: Başı boş bırakılmış hayvanSâhir: Sihir yapanSâil: (Sat ile) saldıranSâil: (Suâl'den) Suâl eden ; Dilenci ; (Seyelân'dan) akıcı-Salâbet-i Diniyye: Din sağlamlığıSalavat-ı Mefrûze: Farz ohınant Hz. Muhammed için edilen dualarSarf-ı Makderet: Kuvvet sarfetmeSavt-ı Bâlâ: Yüksek sesSebk: Bir şeyi eritme, kalıba dökme ; İbârenin tarz ve tertibiSebkat: Geçme, ilerlemeSefâhet: Zevk ve eğlenceye aşırı derecede düşkünlük ; Akılsızlık ; Harvurup harman savurmaSefîh: Zevk ve eğlenceye düşkün, parasını pulunu israf eden akılsızSefk-i Dima': Kan dökme, kan dökücülükSehâfet: Zayıflık, hafiflik ; GevşeklikSenim: Hisse sahibiSehl: KolaySekâmet: Hastalıklı olmaSekinet: Rahat, sakinlikSekerât-ı mevt: Can çekişirken gelen baygınlık, dalgınlıkSemahat: Cömertlik, el açıklığı, iyilikseverlikSevâ-i Tarîk: Yol beraberliğiSevb: Bez ; ElbiseSia-i Hazz: Hoşlanma rahatlığıSibak: Bir şeyin üst tarafı, geçmişi ; Bağ, bağlantıSinn-i bulûğ: Bulûğ yağıSîret: Bir kimsenin içi, hâli, tavrı, gidişi, ahlâkı ; Hal tercümesiSiyak: Sözün gelişi, ifâde şekliSudur: Sâdır olma, meydana çıkarma, olmaSuûbet: Güçlük, zorlukSuret-i Seciyye: Seciyyenin sureti, karakter tarzıSurût-i uhra: Başka suret, diğer tarzSuver-i Muhtelife: Çeşitli şekillerSüfeha: Sefihler, zevk ve eğlenceye düşkün olanlarSüknâ: Oturulacak yerSülük: Bir yola girme, bir yol tutma ; Bir tarikata intisâb etmeSünnet-i Diniye: Dinin nizâmı, Dinde Hz. Muhammed'in sözlerine, işlerine ve tasviblerine uymak

- T - 2333

Page 230: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Taaffün: Çürüyüp kokmaTaahhüd: (1) Üzerine alma, yapılması için söz verme ; Bir işin yapılması için resmî olarak sözleşmeTaakkul: Akıl erdirme, zihin yorarak anlama ; HatırlamaTa'ahhur: Sonraya, geriye kalma ; GecikmeTaallül: Vesüe ve bahane arama, yalandan bahanelerle bir işten kaçmmâTaallüm: öğrenme, ders alarak öğrenme, elde etmeTaammüm: (Umumdan) umûmî olma, umûmileşme ; (İmâme'den) sarık sarma ; (Amm'den) amca olmaTaannüd: inat etme, direnme, ayak diremeTaassubat-ı Bâtıla: Bâtıl taassublarTaayyüş: Yaşama, geçinmeTaâvün: Yardım etmeTabib-i Hâzik: işinin ehli olan doktorTâib: Tövbe edenTab'ı Salim: Sağlam tabiat, iyi huyTa'cil: Acele ettirme, çabuklaştırmaTa'dad: Sayma, sayı ; Birer birer söyleme, sayıp dökme, sayımTafzîz: Gümüş kaplamaTagaddi: Gıdalanma, beslenmeTâğî: Azgın, isyan edenTagayyüb: Kayb olma, görünmemeTagayyurat-ı Garibe: Garib değişmelerTağlîb: Bir ilişik Ve ilgiden dolayı bir kelimeyi başka bir ma'nayı da içine alacak şekilde kullanma ; Baba ile anneye "ebeveyn" denilmesi gibiTahaddür: (Ha ile) Yokuş aşağı inme ; Yukarıdan aşağı akıp gitmeTahaddür: (Hı ile) örtünme (kadın hakkında, tesettür gibi)Tahallüf: (1) Geride kalma, arkada bırakılma, (2) Uygun gelmemeTahavvül: Değişme, bir hâlden bir hâle girmeTahlîs: Kurtarma, kurtarılmaTahmil: Yükleme, yükletme, yükletilme ; Bir işi birinin üzerine bırakmaTahrim: Haram kılma, kümmaTahzir: (Zâl ile) Sakındırma, sakındırılma ; Men etmeTahzîr: (Dat ile) Hazırlama ; İlâç hazırlama ; YeşillendirmeTahzîr: (Zı ile) Men' etme, önlenilmeTaife-i Nisa: Kadın kafilesiTakarrüb: Yaklaşma, yanaşma ; Vakti yakın olmaTakarrür: Karar bulma, kararlaşma, karar kılma ; YerleşmeTakbih: Çirkin görme, beğenmemeTaksirat: KusurlarTakyid: Şart koşma ; Bağlama ; (S) Harfe nokta ve hareke koyma Tams: (se ile) Âdet görme, aybaşıTams: (sin. ile) Yoketme, belirsiz etmeTa'n: Sövme, ayıplamaTanzifat: Temizlik işleriTarassud: Gözleme, bekleme, dikkatle bakma, gözlemeTakî: Taravetli, tazeTarîk: YolTarîk-ı Tedriç: Basamak hâlindeki yol, derece derece, basamak basamak ilerlemeTarz-ı Taayuş: Yaşama şekli, yaşama yoluTasaddî: Bir işe girişme, başlamaTasadduk: Sadaka olarak verme, verilmeTasmim: Tasarlama, kat'i olarak niyetlenmeTasrif: İstediği yolda idare Allah, Hak.) ; Gramerde bir kelimenin çekimi

2334

Page 231: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Tathir: TemizlemeTatahhur: TemizlenmeTav'an: İsteyerek, kendi isteğiyleTavk-ı Beşer: İhsan gücüTa'zib-i Haps-i Matar: Yağmurun habs edilmesinden ileri gelen azab (yağmursuzlukdan mütevellid ıztırab)Ta'zîr-i şer'i: Şer'î azarlama, tekdir etme.Tebaiyet: Tabî' olma, uymaTebeddülât-ı Acibe: Acayip değişikliklerTeberrî: Sevmeyip yüz çevirmeTeb'id: Uzaklaştırma ; KovmaTebşir: Müjde vermeTecemmu': Toplama, yığılmaTecemmül: SüslenmeTedeyyün: (dîn'den) Dine bağlı olma ; (deyn'den) BorçlanmaTedmir: Yok etme, mahvetme, tepelemeTe'dibat-ı Şakka: Zahmetli terbiye etmeleri, meşakkatle yola getirme, terbiye etmeTeehhül: Ehlileşme ; EvlenmeTeemmül: îyice, etraflıca düşünmeTeenni: Yavaş hareket etme ; İlerisini düşünerek dikkatli davranmaTefavüt: İki şeyin birbirinden farklı olması ; İki şey arasındaki farkTefevvuk: Üste çıkma, yükselmeTefevvüh: Ağıza alma, söyleme ; Münasebetsiz söz söyleme, dil uzatmaTefrit: Tersine aşırılık, ortalamanın çok altında kalma,Tefrid: Dünyadan geçip yalnız Allah ile meşgul olmak.Tefviz-i Umur: İşlerin dağıtımı, havalesi Tegavvut: Büyük abdest bozma Tehzib: İslah etme, düzeltme, temizlemeTekâlif-i Şakka: Şer'i cevaz bulunmayan ve tekâlif kaidelerine de uymayan vergi Tekâsül: Üüşenme, tenbellik, ilgisizlik Tekeffül: Birine kefil olma, kefalet etme, feyz verme Telbîs: Ayıbını, kusurunu örterek bir şeyi sahtelendirme ; Sûret-i haktan görünerek hile edip aldatma ; Oyun, hile Telvis: Bulaştırma, kirletme, pisletme Temadi: Sürme, sürüp gitme, uzama Temerrüd: Dikbaşlılık, inat, direnme Temekkün: Mekanlaşma, yer tutma, yerleşme Temessük: (I) Tutunma, sarılma (2) Borç senediTemşiyet: Yürütme, yürütülme ; Meydana gelmesini kolaylaştırma Tenezzüh: GezintiTenfîr: (nefret'ten) Nefret ettirme, iğrendirme, tiksindirme, tiksindirilme ; (nefîr'den) Savaşa toplama; asker toplama Tenkil: Uzaklaştırma ; İbret olacak bir ceza verme ; Tepeleme Tergib: Arzu ettirme, istek verme, isteklendirme Terhib: (Ha ile ) Birine "merhaba" deme, hal ve hatır sorma Terviç: Kıymet ve itibarını artırma ; Geçirme ; Tutma, destekleme Tesdid: Hayırlı işe doğru yöneltme; Uzunluğuna doğrultma, doğrultulma Teshil: Kolaylaştırma Tealiye: Teselli verme, avutmaTesmiye: Ad koyma, isim verme ; Besleme çekme Teşe'üm: Uğursuz saymaTeşeffî-i Sadr: öc aldıktan gönlün rahatlaması Teşviş: Karıştırma, karma karışık etmeTevarüs: Mirasa konma ; Birinden diğerine irsen geçmeTevbih: Tekdir, azarlama Tevcihat: Rütbe Vermeler, verilmiş rütbeler

2335

Page 232: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Tevkir: Güzel karşılama, ağırlama, ululama Tevsik: Sağlamlaştırma, vesikalandırma Tezekkür: Hatıra getirme ; Bir meseleyi konuşma Tezviç: Eklendirme

- U -

Uhde: Söz verme, bir işi üzerine alma (2) Vazife (3) Yapma, becermeUmre: Hac mevsiminin dışında Kâbeyi ve Mekke-i Mükerremenin mübarek yerlerini ziyaret etme Ukûl-i Beşer: İnsan akılları Umur-u Din: Din işleri Umur-i Mühimme: Ehemmiyetli işler Umur-ı Sınaat: Sanat işler

- Ü -

Übüvvet: Babalık, atalıkÜmm-ül- Habâis: Şarap, içki, habasetlerin anasıÜmm-ül Maasi: Günah anası günahların anasıÜmem-i Salife: Geçmiş ÜmmetlerÜmniyye: Ümit ; İstek, arzu ; Niyet, kuruntuÜstâz: Üstad

- V - Vakt-ı Merhun: Beklenen çağ ve zamanVasî: Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse ; (İmâmiye mezhebine göre) Ha Ali (R.A)Vech-i Meşru': Kanuna uygun tarafVehle-i ûlâ: İlk başlangıç, birdenbire (2) İrkilme, ürkmeVettakdir: Takdir üzereVesâyâ: Vasiyetler, bir kimsenin, Öldükten sonra yapılmasını istediği şeylerYıldan: Yeni doğmuş çocuklar ; Kullar, kölelerVikâ' : Cim'a ; Savaş, ceng, harbVizr-ü Vebal: Günah ve azab

- Y -Yâ: Ey, hey! Yaban: Medeniyetten uzak insansız yerler Yabanî: Alışmamış, yabansı Yâbis: Kuru Yâd: Anma, hatırlama Yâdigâr: Anımlık, hatıra, hediye Yafes: Nuh aleyhisselamın oğullarından birinin adı Yafta: Yakıştırma, damgalama Yağız: Esmer, yavuz, yaman Yahu: Ey o, ey muhatabım! Yahudi: Yakup aleyhisselamın oğullarından Yehudanın neslinden gelen ırk Yahya: Kuranda adı geçen bir peygamber Yakaza: Uyanıklık Yakazaten: Uyanıklık halinde Yakîn: Kesin biliş

2336

Page 233: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

Yed-i Atûfet: Merhamet eliYêcüc Mêcüc: Kurânda sözü edilen düzen tanımaz iki topluluk Yed: El Yed-i beyzâ: "beyaz el" mânasında Musa aleyhisselamın bir mûcizesi Yed-i kudret: Kudret eli Yegân yegân: Birer birer Yegâne: Tek, bir Yehûd: Yahudiler Yeis: Ümitsizlik Yek: Bir, tek Yekçeşm: Tek gözlü Yekdiğer: Bir başkası Yekdil: Tek gönül Yeknesak: Devamlı aynı hâlde olan, tekdüze Yekpâre: Tek parça Yeksan: Dümdüz, yerle birYümn: Uğur, bereket

- Z - Zecr: Önleme, yasak etme ; Zorlama ; Kovma ; Eziyet, sıkma Zecr-i Azîm: Büyük eziyet Zekâvet: Kavrama ; Çabuk anlama Zelle: Sürçüb kayma ; Hata, peygamberlerin sehvedip yanılmaları.Zevc-i ahar: (Vefat veya boşanmadan sonraki) başka zevç Zevi-l ukul: Aklı olanlar, insanlar. Tasavvufta, halkı zahiren, hakkı bâtınen görenlerZihar: Karşılıklı yardımlaşma ; Hukuk (eskiden) hocasının karısını müebbeden mahremi olan bir kadının bakmak caiz olmayan bir uzvuna teşbih eylemesi (cahiliyyet zamanında Araplar arasında carî ve talâk envamdan ma'dud idi. Şeriat-ı îslâmiye tarafından bu nevi talâk menedilmiş ve zecr için zıhâr eden kimseye kefaret vazolunmuştur)Zikr-i Melzûm: Lüzumlu anmaZimâm: Yular, hayvan yularıZir-i cenâh: Kanatın altıZî-rahim: Hısımlık, akrabalıkZuafâ-yı Avam: Aşağı tabakanın zayıflanZuhurat: Hesapta olmayan, Umulmadık hadiselerZulmet: KaranlıkZu'm: Batıl zan ; ŞüpheZuyûf: Misafirler, konuklar

2337

Page 234: Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 10

2338