gezi postası #9

4
#direngeziparkı #occupygezi 23 HAZİRAN 2013 PAZAR | 09 gezi postası DİRENİŞİN GAZETESİ @gezipostasi | gazetegezipostasi.blogspot.com devamı 2. sayfada devamı 2. sayfada Son sayımızda, buradayız, birlikteyiz, heryerdeyiz, biz zaten evimizdeyiz demiştik. Gezi Parkı direnişi birlikte yaşamak, birlikte üretmek ve dayanışmak adına koskoca bir deneyim bıraktı avcumuza.Yaşadığımız şehirle, mahalleyle, sokakla ilişkimiz aynı değil artık, çünkü paylaştığımız, yüzyüze gelebildiğimiz mekanların hayatımızı nasıl değiştirebildiğini gördük. Polis saldırıyor, direniş sürüyor! Haftalardır anaakım TV kanallarında “marjinal gruplar” diye hedef gösterilen, meşruiyeti türlü yalanla yıkılmaya çalışılan Gezi direnişinin bitmediğini göstermek, direnişte ölenleri anmak, hükümet tarafından yok sayılan talepleri tekrarlamak ve Mersin’de, Ankara’da ve diğer illerde devam eden polis şiddetini kınamak için 22 Haziran Cumartesi akşamı Taksim’de toplandık. Bu defa gaz maskelerimiz yoktu, ellerimizde yalnızca karanfiller vardı çünkü bu bir anma eylemiydi ve kimse bir polis saldırısı beklemiyordu. 19.30’da okunan basın açıklamasının ardından polis, meydandaki yalnızca karanfilleriyle gelmiş onbinlerce kişiye “dağılın” anonsu yapmaya başladı. Anonsun içeriği komikti: “Bu alan kamuya aittir, boşaltın!” (Hükümetten söz konusu “kamu”nun kimlerden oluştuğuna dair akıl durduran bir açıklama bekliyoruz.) Kamunun anlamından belli ki bihaber olan polise cevap sloganlarla geldi: “Halka ait parktan çık!” Polis saldırmaya saldıracaktı zaten ama mazeretleri de belliydi: Günlerce devlet tarafından kapalı tutulan trafiğin “eylem yüzünden” aksaması. Ardından başlayan polis saldırısı saatlerce devam etti. İstiklal Caddesi’nin ara sokakları gaza ve tazyikli suya boğuldu. Polis plastik mermi ve cop da kullanıyor ve insanları gözaltına alıyordu. Bu sırada anaakım medya ise yine polisi aklamakla meşguldü. Saldırıyı televizyonlardan izleyenler için “polis gaz bombası kullanmıyor, kitleyi yalnızca su ile dağıtmaya çalışıyor” yalanı servis edilirken NTV muhabiri canlı yayında bir yandan “polis gaz kullanmıyor” diyor, bir yandan gaz yüzünden öksürüyordu. İnsanların gerçekten dağılmasına bile fırsat vermeden “dağılın” anonslarıyla saatlerce saldıran, yine onlarca kişiyi yaralayan polis kamunun biz olduğumuzu anlayana kadar, polis şiddeti tüm illerde son bulana ve gözaltına alınanlar serbest bırakılana kadar ve taleplerimiz yerine getirilene kadar mücadele sürüyor, sürecek! BU DAHA BAŞLANGIÇ ! Egemenler Gezi parkını geri aldığını, fethettiğini, anlamını zapt ettiğini ve orayı tekrar dinlenme bahçesine dönüştürdüğünü sandığı anda gözlerinden kaçırdığı koskocaman bir ayrıntı vardı: Mekâna anlamı ve işlevi içini dolduran insanlarca bir kere verilmiş ve ortak deneyim hafızalara kaydedilmişti artık, yerin bir önemi yoktu. Çünkü mekân yere bağımlı değildi, içini dolduran ilişkisel bedenlere bağlı olarak her yerde yeniden üretilebilirdi. O mekanı dolduran, deneyimi belleğine depolamış tüm insanlar, hangi mekânlara giderse gitsinler, aynı mekân pratiğini, içine geçici bir süreliğine yerleştikleri her yerde yeniden canlandırabilirlerdi. “Artık bize her yer Gezi Parkı” demenin anlamı tam da buydu işte. “Gezi parkı” ile yaratılan deneysel politik mekânın, her yere yayılmasını asıl sağlayacak siyasal biçim ise, herhangi bir mekânı, ortaklık alanına çevirecek ilk ve aslî önemdeki adım oldu: Bir mekânın içini dolduracak ve o alanda ortak dili inşa edecek olan yeter sayıda istekli insanın bir araya gelmesi, toplanması ve devamlılık gösteren bir iletişime başlamaları. Park-forum hareketinin bu kadar süratle, bulaşarak, örnek olarak çoğalması, yayılması (sayıları 60’ı buldu) bize tam da bunu yaşatıyor. Herhangi bir mekânda toplanmak ve topluca iletişim kurmak, doğrudan demokrasiye dayalı devrimci politikanın ilk ve en önemli adımını oluşturuyor. Park-Forum: İçi Dolu Mekân

Upload: gezi-postasi

Post on 18-Mar-2016

222 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Direnişin gazetesi yayınını sürdürüyor: 9. sayı

TRANSCRIPT

Page 1: Gezi Postası #9

#direngeziparkı #occupygezi23 HAZİRAN 2013 PAZAR | 09

gezi postasıDİRENİŞİN GAZETESİ

@gezipostasi | gazetegezipostasi.blogspot.com

devamı 2. sayfada

devamı 2. sayfada

Son sayımızda, buradayız, birlikteyiz, heryerdeyiz, biz zaten evimizdeyiz demiştik. Gezi Parkı direnişi birlikte yaşamak, birlikte üretmek ve dayanışmak adına koskoca bir deneyim bıraktı avcumuza.Yaşadığımız şehirle, mahalleyle, sokakla ilişkimiz aynı değil artık, çünkü paylaştığımız, yüzyüze gelebildiğimiz mekanların hayatımızı nasıl değiştirebildiğini gördük.

Polis saldırıyor, direniş sürüyor! Haftalardır anaakım TV kanallarında “marjinal gruplar” diye hedef gösterilen, meşruiyeti türlü yalanla yıkılmaya çalışılan Gezi direnişinin bitmediğini göstermek, direnişte ölenleri anmak, hükümet tarafından yok sayılan talepleri tekrarlamak ve Mersin’de, Ankara’da ve diğer illerde devam eden polis şiddetini kınamak için 22 Haziran Cumartesi akşamı Taksim’de toplandık. Bu defa gaz maskelerimiz yoktu, ellerimizde yalnızca karanfiller vardı çünkü bu bir anma eylemiydi ve kimse bir polis saldırısı beklemiyordu. 19.30’da okunan basın açıklamasının ardından polis, meydandaki yalnızca karanfilleriyle gelmiş onbinlerce kişiye “dağılın” anonsu yapmaya başladı. Anonsun içeriği komikti: “Bu alan kamuya aittir, boşaltın!” (Hükümetten söz konusu “kamu”nun kimlerden oluştuğuna dair akıl durduran bir açıklama bekliyoruz.) Kamunun anlamından belli ki bihaber olan polise cevap sloganlarla geldi: “Halka ait parktan çık!” Polis saldırmaya saldıracaktı zaten ama mazeretleri de belliydi: Günlerce devlet tarafından kapalı tutulan trafiğin “eylem yüzünden” aksaması.

Ardından başlayan polis saldırısı saatlerce devam etti. İstiklal Caddesi’nin ara sokakları gaza ve tazyikli suya boğuldu. Polis plastik mermi ve cop da kullanıyor ve insanları gözaltına alıyordu. Bu sırada anaakım medya ise yine polisi aklamakla meşguldü. Saldırıyı televizyonlardan izleyenler için “polis gaz bombası kullanmıyor, kitleyi yalnızca su ile dağıtmaya çalışıyor” yalanı servis edilirken NTV muhabiri canlı yayında bir yandan “polis gaz kullanmıyor” diyor, bir yandan gaz yüzünden öksürüyordu. İnsanların gerçekten dağılmasına bile fırsat vermeden “dağılın” anonslarıyla saatlerce saldıran, yine onlarca kişiyi yaralayan polis kamunun biz olduğumuzu anlayana kadar, polis şiddeti tüm illerde son bulana ve gözaltına alınanlar serbest bırakılana kadar ve taleplerimiz yerine getirilene kadar mücadele sürüyor, sürecek!

BU DAHA BAŞLANGIÇ !

Egemenler Gezi parkını geri aldığını, fethettiğini, anlamını zapt ettiğini ve orayı tekrar dinlenme bahçesine dönüştürdüğünü sandığı anda gözlerinden kaçırdığı koskocaman bir ayrıntı vardı: Mekâna anlamı ve işlevi içini dolduran insanlarca bir kere verilmiş ve ortak deneyim hafızalara kaydedilmişti artık, yerin bir önemi yoktu. Çünkü mekân yere bağımlı değildi, içini dolduran ilişkisel bedenlere bağlı olarak her yerde yeniden üretilebilirdi. O mekanı dolduran, deneyimi belleğine depolamış tüm insanlar, hangi mekânlara giderse gitsinler, aynı mekân pratiğini, içine geçici bir süreliğine yerleştikleri her yerde yeniden canlandırabilirlerdi. “Artık bize her yer Gezi Parkı” demenin anlamı tam da buydu işte.

“Gezi parkı” ile yaratılan deneysel politik mekânın, her yere yayılmasını asıl sağlayacak siyasal biçim ise, herhangi bir mekânı, ortaklık alanına çevirecek ilk ve aslî önemdeki adım oldu: Bir mekânın içini dolduracak ve o alanda ortak dili inşa edecek olan yeter sayıda istekli insanın bir araya gelmesi, toplanması ve devamlılık gösteren bir iletişime başlamaları. Park-forum hareketinin bu kadar süratle, bulaşarak, örnek olarak çoğalması, yayılması (sayıları 60’ı buldu) bize tam da bunu yaşatıyor. Herhangi bir mekânda toplanmak ve topluca iletişim kurmak, doğrudan demokrasiye dayalı devrimci politikanın ilk ve en önemli adımını oluşturuyor.

Park-Forum: İçi Dolu Mekân

Page 2: Gezi Postası #9

gezi postası

Park-Forum: İçi Dolu Mekân 1. sayfanın devamı

İlk örneği Gezi Parkı’nda başlayan ve süratle mahallelere yayılan forum ya da semt meclisi girişimleri, Gezi’de denenebilmiş pratikten çok daha ileri ve gelişkin bir boyuta taşındı. Farklı şehirlerde ve semtlerde, oranın tecrübelerini, ihtiyaçlarını da içererek yerelleşen bu forumlar, kendi özgün gündemlerini oluşturmanın ve hızla birbirleriyle haberleşmenin yollarını tartışıyor ve geliştiriyorlar. Yerel ölçekteki bu doğrudan demokrasi girişimleri, belki de daha geniş bir hareket ağı ya da kim bilir belki de bir tür konfederel meclisler sistemine doğru gelişecek. Bunun nasıl bir sosyal hareket doğuracağı veya başka bir siyaset formuna evrilip evrilmeyeceği şu aşamada tahmin edilemez. Ancak merkeziyetçi parti formuna ya da mevcuttaki siyasal partilerin dahline pek de izin vermeye niyet yok gibi görünüyor. Bunun anlamı, mevcut taban hareketi potansiyelinin ana akım siyasal kanalları içinde erimeksizin, ya da hiyerarşik temsil mekanizmaları geliştirmeksizin ayakta kalma yollarını araması şeklinde görülebilir.

Tüm bu deneyim ne kadar sürerse sürsün şunu gösteriyor: Şimdiye kadar her tekil siyasal hareketin ana meselesi olarak mücadelesini verdiği her konu (kent hakkı, lgbt mücadelesi, feminist hareket, kürt hareketi, emek hareketleri, insan hakları mücadelesi, etnik-kültürel ve dinsel farklılıkların özgürleştirilmesi, vb.) şimdi ortak bir hareket dilinin inşasının unsurları haline geliyor. Bu durum, radikal siyasetin aktif özneleri kadar, bu isyan sürecinin ardından henüz politikleşmiş öznelerin dilinde de karşılığını bulan ve hızla yayılan bir kültürel oluşum süreci demek.

Siyasetin öncelikli meselesi veya büyük-küçük mesele gibi ayrımlar da yok. Her mesele önemli, forumlarda yapılan somut her önerinin karşılığı var. Hareket hem isyanın tüm öznelerini ilgilendiren büyük meseleleri göğüsleyebilecek ortak bir beden oluşturmaya meylediyor, hem de daha tekil konularda mikro siyaset biçimlerini sahipleniyor veya çoğaltıyor.

Mekân yalnızca onu belirli bir ilişki ağı ile dolduran insanların fiili varlıklarıyla mekân haline geliyor; sıradan bir parkın ya da yeşil alanın, bir meydanın, hatta bir büyük binanın önündeki boşluğun, yani sadece toplaşmaya elverişli herhangi bir yerin bir siyasal forum halini almasına, isyanın mümkün kıldığı bir tür büyü ya da mucizevi dönüşüm de diyebiliriz. Çünkü mekânın içini dolduran bedenler bir çırpıda o yerleri doğrudan demokrasi arayışının ortak siyasal mekânlarına dönüştürüyorlar. Bunu yapabilmek için kendi bedenlerimizi oraya getirmekten ve iletişim kurmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Hepimizin yeniden büyülenmeye ihtiyacımız vardı ve isyanın büyüsü, herhangi bir yere bağımlı kalmaksızın ortak mekânların yaratımını, hareketin ortak bedeninin inşasını mümkün kılıyor.

1. sayfanın devamı

Topçu Kışlası’nın mimar adayı, “tabi buraya herkes giremeyecek” dediğinde, AVM’nin kapısından bir işçi geri döndürüldüğünde, sitelerin etrafına duvarlar örüldüğünde, insanlar mahallelerinden TOKİ bloklarına sürüldüğünde, kent mekanının düzenlenme-üretilme biçiminin hayatımızdaki belirleyiciliğini, tahakkümle ilişkisini, insanları nasıl birbirinden uzaklaştırabildiğini, ayrıştırabildiğini gördük. Gezi Parkı Direnişiyle ürettiğimiz biraradalık ve mekânsal deneyim ise şu anda Türkiye’nin dört bir yanındaki forumlarda çoğalıyor. Parklar, direnişin başından bu yana tetikleyici bir güç olan doğrudan demokrasi ve doğrudan eylem hareketinin yeni bir formda denendiği mekânlara dönüşüyor. Benzersiz bir tecrübe alanı olan Gezi’yi ve diğer illerdeki direniş noktalarını ayakta tutup, çoğaltıp, çeşitlendirip Gezi Parkı mekânının da ötesine taşımış ve derinleştirmiş olduk. İktidar kararı ile Gezi’ye yapılan son polis müdahalesi kalabalıkları dağıtacağı yerde büyüttü, birbirlerini mücadele içerisinde tanımış insanların dayanışmasını daha da güçlü kıldı, mücadeleyi birleştirdi ve bu halk hareketini meşru kıldı. Bu mücadelenin zaman ve mekânla sınırlandırılamayacağını; kentin, hayatın içinde devam edeceğini öğrenmiş olduk.

Bu mücadele sokakta başladı. Öznelerinin yaratıcılığıyla ve yıllardır süregiden mücadelelerin yanyana gelişiyle yine sokakta devam ediyor. Bizi samimi, marjinal, çapulcu diye bölüp çarpmaya çalışan iktidara karşı forumlarda binlerce insanın tek bir ağızdan verdiği yanıt “birarada ve kapsayıcı” olduğumuzdur. Biz katılımcı demokrasi yoluyla iktidarın açıkta bıraktığı boşluğu bizzat kendimiz dolduruyoruz. Farklı görüşlerin zenginliğiyle birarada tartışabiliyoruz, ortaklıklar yaratabiliyoruz, birlikte mücadele edebiliyoruz, tıpkı Gezi’de olduğu gibi.

Forumlar nasıl işliyor? Öncelikle alkışlamak, yuhalamak, bağırmak yok; çevredeki insanları rahatsız etmek istemiyoruz. Sesle değil, el işaretleriyle anlaşıyoruz birbirimizle. Alkış yerine ellerimizi havada sallıyoruz, onaylamadığımız bir konuda ellerimizi çapraz kenetliyoruz. Her akşam değişen iki moderatör forum için bir giriş konuşması yapıyor ve akışı sağlıyorlar. Konuların belirlenen gündem maddelerine göre geliştirilmesi ve karar almaya yönelik konuşulması için çalışıyorlar. Konuşmacılar sıraya giriyor ya da adını yazdırıyor. Herkes eşit derecede söz alma hakkına sahip. Genelde her konuşmacıya 2 ya da 3 dakika süre veriliyor.

Yerel forumların birbiriyle koordinasyonunu, fikirlerin ve kararların ortaklaştırılıp yayılmasını sağlamak üzere etkin organlar oluşturuyoruz. Sosyal medyada parklarbizim.blogspot.com adresinde forumlara dair güncel bilgileri edinmek ve yapılmış forumların notlarını incelemek mümkün. Gezi’de başlayan Videooccupy ve Gezi Radyo da halen yayınlara devam ediyor. Ayrıca Müştereklerimiz tarafından il ve ülke düzeyinde forumlar hakkında bilgilendirme için Hemzemin Forum Postası günlük olarak çıkarılıyor ve forum alanlarında dağıtımı yapılıyor.

Önümüzde upuzun bir yol var ve bu daha sadece bir başlangıç.

Bu Daha Başlangıç!

Page 3: Gezi Postası #9

gezi postası 3

OKUÇOĞALTDAĞIT!

gezipostası

İsyan Günlerinde Devlet Aklı

Bir başbakan ve onun şahsında bir devlet ne kadar çaresiz olabilir? Nasıl bir çaresizlik, içine düştü-ğü meşruiyet krizinden çıkmaya çalışan bir siyasi partiye, bir toplumun ta-rihi boyunca ve elbette devletin şiddet kullanma tekeliyle yaratılmış tüm fay kırıklarını harekete geçir-me yolunu seçtirir?

AKP’nin yaşadığı meşruiyet krizinin sebebi şu: Mem-leketi icraatlere boğmayı idarecilik ve devlet adam-lığı zanneden bir siyasi ekip, yaptığı şeylerin toplumda arzu ettiği karşılığı bulmadığını görüyor olmanın şaşkınlığı içinde. Elbette AKP’ye oy verenler kadar vermeyenler de ondan memleketi müreffeh kılacak bir ekonomi politikası talep et-tiler. Ama kimse AKP’ye, müreffeh bir hayat için haysiyetim-den de vazgeçerim demedi. AKP, toplumun haznesine para attıkça gülümseyen bir şişme bebek olmadığını öğrenmekle meşgul şimdi. Ama bu kriz o kadar ucuz atlatılmayacak ve sokaktan, mahalleden gelmiş olmakla birlikte sivil ruhunu devletin partisi olma yolunda piyasalaştıran AKP, bu bedeli topluma ödetmeye çalışacak.

Nereden mi çıkartıyoruz bunu?

Elbette Tayyip Erdoğan’ın “benim yüzde ellim” diyerek aşa-ğıladığı insanlara bıyık altından verdiği komutla sözüm ona evde kalmalarını tavsiye etmesinden. O komut belli türden bir hafızaya dayanıyor. Erdoğan zannediyor ki, toplum 28 Şubat’ta olanları hatırlayacak, AKP’nin yanında bir mağdu-run arkasını kollar gibi onurla duracak, gerekirse göğsünü siper ederek bu çıkar koalisyonunu koruyacak. İnsan şaşırı-yor bunu görünce. Bir siyasi parti 11 yıldır iktidarda olduğu-nu unutabilir mi? Dahası ne türden bir siyasi pragmatizm toplumu değil ikiye binlerce ufak parçaya bölmeyi hedefle-yen böylesi bir siyasi söyleme dayandırır kendini? Anlamak için Yeniköy saldırısına ve Erdoğan’ın dilinden düşürmediği başörtüsüne bakmak lazım.

Muhtarın “Rumların peşine takılıp geldiniz, cami yapılması-na engel olacaksınız” demesi ve öfkeli bir grubu peşinden sürüklemesi karşısında, forumun parka cami yapılıp yapıl-maması mevzusuna indirgendiğini anlıyoruz. Toplumun acılı hafızasındaki tüm kavgalar üst üste tek bir cümlede servis ediliyordu. Servis edense devletin “aranızda ben olmadan yan yana uyuyamazsınız bile” diyen aklıydı bir kez daha. Bu mantık, toplumun bir kesimini diğerine polis kılarak, ortaya çıkacak şiddetten kendisine ve nobran sesine meşruiyet devşirmeye çalışan devletin aklının ürünü.

Aynı akıl başörtüsü gibi de-rin bir yarayı kanatmaktan da çekinmiyor. Hem o yara elaleme, ezeli ve ebedi “ötekiler”e değil, başbaka-nın kendi kızlarına, eşine de ait. Ama bu da durdur-muyor onu. 1980‘lerde, 1990‘larda, 28 Şubat’ta sesleri hem iktidar hem muhalefet partilerince ça-lınan başörtülü kadınların örtülerine bir sınır söyle-mi yüklüyor başbakan. Onların seslerinin yerine kendi sesini yerleştiriyor. O kadınların haysiyetlerini

de rehin alıyor bu siyasetiyle, çünkü kendileri adına konuş-ma haklarını gaspediyor. Bir acıyı iyileştirmek yerine ona el koyuyor, acıyı istimlak ediyor, o acıdan kendisine meşruiyet transfer etmeye çalışıyor. Oysa 11 yıldır bu acıyı ortadan kal-dırmak ve başörtüsünü hem de her yerde normalleştirmek için yeterince fırsatı vardı. Değerlendirmedi, çünkü başörtü-sünü ve onun etrafında biriken acıyı yeni anayasasını yapar ve kendisi için seçtiği başkanlık koltuğuna otururken bir koz olarak kullanmak üzere saklıyor.

Peki, hakikaten niye yapıyor bütün bunları? Çaresizlikten mi, yoksa hırstan mı?

Toplumu, kendi gücünü baki kılmak için yok ediyor Tayyip Erdoğan. Toplumun iradesinin yerine kendisininkini koyu-yor. Yalnızca ona muhalefet edenlerin değil, onu destekle-yenlerin, hatta en yakınlarının dahi iradelerini, varlıklarını yok sayıyor. Bütün bunları devletin ayrıcalık dağıtma erkini elinde bulundurmak için yapıyor. Yani Tayyip Erdoğan’ın aklını çoktan devlet aklı çelmiş bulunuyor. Kimi İslamcılar bunda kendileri için bir hayır telakki edebilirler. Ama ne Tayyip Erdoğan’ın samimi dostları ne de İslam gibi doğduğu tarihte mevcut bütün kurumları kendi ilahiyatında ortadan kaldırmak suretiyle, vicdanı her türlü dünyevi iktidardan bağımsızlaştıran bir dinin mü’minleri bütün bunlara razı olabilirler.

Toplumu, kendi gücünü baki kılmak için yok ediyor Tayyip Erdoğan. Toplumun iradesinin yerine kendisininkini koyuyor. Yalnızca ona muhalefet edenlerin değil, onu destekleyenlerin, hatta en yakınlarının dahi iradelerini, varlıklarını yok sayıyor

Page 4: Gezi Postası #9

Trans Onur Yürüyüşü 23 Haziran Pazar günü saat 17.00’de Taksim Meydanı’ndan Tünel’e, “Ekmek, Adalet ve Özgürlük” için yapılacak. İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği Türkçe ve Kürtçe olarak yaptığı çağrıda “Bizi cinsel yönelimimizden dolayı işlerimizden atan, bize cinsiyet kimliklerimizden dolayı iş vermeyen düzeni değiştirmek için, LGBT olduğumuz için uygulanan şiddeti ve sürgün politikalarını teşhir etmek için, zorunlu seks işçiliği yapmak değil iş istediğimiz için, nefret suçlarının LGBT toplumuna yönelen sistematik bir katliam girişimi olduğunu haykırmak için, nefret cinayetlerinde katledilen kardeşlerimizin katillerini “ağır tahrik indirimi” ile ödüllendiren siyasal erke dur demek için, Kürt halkının onurlu barış talebini dillendirmek, Ermeni, Rum, Süryani, Ezidi ve Keldanilere yönelen baskıya karşı durmak, Alevilere yönelen hak ihlallerine karşı çıkmak için, Taksim yasağı ile ezilenlere pervasızca saldıran sistemin bu yasağını delmek ve Taksim bizim, şehirler bizim demek için” dayanışmaya davet ediyor.

21. İstanbul Onur Haftası ise bu yıl DİRENİŞ temasıyla düzenleniyor. 24-30 Haziran 2013 tarihleri arasında gerçekleşecek etkinliklerin son günü olan 30 Haziran Pazar günü saat 17:00’da İstiklal Caddesi’nde yapılacak Onur Yürüyüşü için buluşuyoruz: Dayanışmamız ve ittifaklarımızla, çekişme, ayrışma ve karşıtlıklarımız dahil, her türden deneyim ve çeşitliliğimizle beraber; neşemizi, coşkumuzu, ritmimizi ve direnişimizi yükselterek mücadeleye her zamankinden daha kalabalık ve daha yüksek sesle devam edelim!

Gezi Parkı Müdahalesine Karşı Hukuki İzleme Grubu Kuruldu

DİSK, İstanbul Tabip Odası ve Adli Tıp Uzmanları Derneği’nin desteğiyle Gezi Parkı Müdahalesine Karşı Hukuki İzleme Grubu kuruldu. 20 Haziran’da yapılan basın açıklamasında Türkiye’de 24 gündür süren ağır insan hakları ihlallerinin, 5 insanın ölümüne ve binlerce insanın yaralanmasına neden olduğu, 42’si çocuk toplam 880 gözaltı yaşandığı, şu ana kadar 6 kişinin tutuklandığı, İşlemi tamamlanmamış 70 kişi kaldığı belirtti. Gezi Parkı eylemlerinin 1982 Anayasası ve ulusüstü insan hakları belgeleri kapsamında koruma altına alınan, başta yaşam hakkı olmak üzere, çevre hakkı, kentli olma hakkı, insanlığın ortak mirasına saygı hakkı ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünün kullanımına karşılık geldiğini açıkladı. Gezi Parkı’nı sahiplenen kentlilere uygulan şiddetin şuç teşkil ettiği ve müdahalelerin işkence boyutuna ulaştığı konusundaki tespitler ayrıntılandırılarak dile getirildi. Hükümetin ve yetkililerin yaptıkları açıklamaların, hukuka aykırı işlem ve eylemlerin devam edeceği endişesini yarattığı, Gezi Parkı’nda hiçbir biçimde gerekli olmayan polis şiddetine yol açan, konusu suç teşkil eden emri veren Başbakan, Bakan ve valinin, bunları yerine getiren kolluk güçlerinin, zincirleme sorumlu olduklarının altı çizildi. Gezi Parkı Müdahalesine Karşı Hukuki İzleme Grubu, hak kullanma önündeki hukuksuz engellemeler ve polis şiddetinin işkence boyutunda olması nedeniyle ulusal ve uluslararası alanda başvurularda bulunacağını, hukuka aykırılıkları izleyeceğini, öncelikli olarak İşkence ve Diğer Zalimane Gayrı insani veya Küçültücü Muamele Veya Cezaya Karşı, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 1 ve 20.md.’leri doğrultusunda, Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi’ne başvuruda bulunacaklarını açıkladı.

Aşk Örgütlenmektir!

#direnmersinMersin halkı biber gazı, cop ve plastik mermilerden kaçış koşusu yapıyor. Tomanın önüne atlıyor. Tazikli suda yüzüyor. Polisin ve panzerlerin karşısında cirit atıyor. Anlayacağınız, asıl olimpiyatlar Mersin sokaklarında!