lise postası, sayı 3

16
3 Bahar ‘09 liSEPOSTASI LP RomanKAHRAMANINAMektup söyleşiFERİT EDGÜyaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz ISSN:130B-996X

Upload: deniz-goenuellue

Post on 08-Mar-2016

250 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Mevsimlik liseli edebiyat dergisi

TRANSCRIPT

Page 1: Lise Postası, sayı 3

3Bahar ‘09

liSEPOSTASILP

RomanKAHRAMANINAMektupsöyleşi•FERİT EDGÜ•

yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yazmektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz

ISSN

:130

B-99

6X

Page 2: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI 2

Merhaba!Yeni bir heyecan, umut ve yüreklilikle yine

edebiyat durağındayız...Yaşamın getirdiği telaşın yanında; inadına sanat,

inadına edebiyat için ‘ Lise Postası’nın’ üçüncü sayısındayız.

Bu sayımızın içeriğinde değişiklik yaparak, mektuplara yer verdik. Gazetemizin düzenlediği ‘Roman Kahramanına Mektup’ yarışmasında dereceye giren mektupları yayınladık. Bunun yanında kelimelerin büyüsüne kapılmış şiirleri unutmadık… En güncel edebiyat haberlerine yer verdik.

‘Liselinin Listesi’ bölümünde ise, bizleri yolculuklarıyla büyüleyen kitapları, müzikleri, dergileri unutmadık. Defterimize birikmiş yazılara; ‘Postamıza Bırakılanlar’ köşesinde yer ayırdık.

Ferit Edgü meraklılarına müjde! ‘Her kalem yazabilir, en azından şu benim kırık

kalemim kadar…‘ diyen ünlü yazarımız ile söyleşi yaptık. Kendine özgü, kısa ama bir o kadar da etkileyici öyküleriyle, bizi doğuyla buluşturduğu romanlarıyla onu okuyan herkesi büyüleyen; aynı zamanda ressam olan yazarımızdan çok sıcak, çok samimi yanıtlar aldık... Çok özel bir söyleşi olduğunu düşünüyoruz.

Bazen nefes bile almakta zorlandığımız dış dünyada; ruhumuzun nefessiz kalmaması için sanatsız kalmayalım.

Koca şair Turgut Uyar’ ın da dediği gibi: ‘ Evet kimsesizdik; ama umudumuz vardı.’

Kelimelerden umut düşlemeyi unutmayın!Edebiyat yaşamdır… Yeniden görüşmek umuduyla.

Liseliler arası Roman Kahramanına Mektup Yarışmasının sonucu açıklandı!

İçimizdekileri, ‘biri bizim için yazmış’ diye okuduklarımızdır romanlar... Tutkuların gelişimi, serüvenlerinin şaşırtıcılığıyla ilgimizi çekerek okuduğumuz; bizim için yazılmış romanlar... Kimi zaman yerinde olmak istediğimiz, kendimizi bulduğumuz kimi zaman ise dünyamıza uzak gördüğümüz o eşsiz romanların kahramanları... Onlara hiç bu kadar yakın olmamıştık!

Yazmanın ağır bir yük olarak görüldüğü gençlikte daha önce düzenlenen çoğu yarışmadan farklı olarak, bizi yazmaya bir adım daha yaklaştıran yazma özgürlüğünün ve hissederek yazmanın tadına vardıran roman kahramanlarına mektup yarışmasının sonuçları; uzun bir heyecan ve bekleyişten sonra açıklandı.

Okulumuzun yayın organı olan, edebiyat gazetemiz Lise Postası’nın düzenlediği yarışmanın ödül töreni yine okulumuzda gerçekleştirildi. ‘Geleceğin yazarları’ diye bakılan liseli gençlik, kendisine bu denli yakın bulduğu kahramanlarına bir kez daha teşekkür etti. Tören sonunda törene katılanların yüzündeki tatlı gülümseme yarışmanın ne denli doğru ve gerekli olduğunun göstergesiydi.

Yüreklerdeki uçsuz bucaksız yazma tutkusu ile yazılan 67 mektubun katıldığı yarışmanın jürisinde Şair Haydar Ergülen, Yazar Murat Özyaşar, Eleştirmen Semih Gümüş, Şair Kemal Varol, Eleştirmen-Şair Celal Soycan ve Yazar Yavuz Ekinci gibi yazın dünyasının önemli adları yer aldı.

Yarışmada birinciliği mektubun ruhunda var olan paylaşıma uygun olarak iki genç yazar paylaştı: Şevket Pozcu Lisesinden Dilara İşgen ve okulumuz öğrencilerinden Rüya Bağ. İkinciliğe ise Pakize Kokulu Lisesinden Esen Eser layık görüldü. Arslanköy Yahya Aydın Lisesinden Demet Yıldıran ise üçüncülüğü aldı. Duygu Can, Mahcure Yav, Kamuran Deniz ve Ömer Çörten ise mansiyon ödülüne değer görüldü.

Tören sunuculuğunu Genel Yayın Yönetmenimiz Öğretmen Deniz Gönüllü yaptı. Gönüllü yaptığı açılış konuşmasında, “Yoksul ve gayet yalnız ilk gençlik yıllarımda roman kahramanları benim hep benim arkadaşımdı. Ben onlarla büyüdüm. Şimdi bu salonda o kahramanlara mektu yazan ışıklı gençler var. Bu yüzden heyecan içindeyim... Birazdan buraya gelecek olan gençlere iyi bakmanızı istiyorum; çünkü ileride bu adlara yazın dünyasında rastlayacaksınız...” dedi.

Ödüle değer görülen mektup sahiplerine ödülleri törenle verildi. Törende ödül alan liseli yazarlar, yaptıkları kısa ama çok uzun konuşmalarla edebiyat adına umutların yeşermesini sağladılar.

Yüreğimizdekileri kahramanlarımızla buluşturduğumuz mektuplarımız ve beraberinde yaşamımızın bir parçası olan kitapların kapaklarının sergisi, okulumuzun sanat koridorunda sergilendi.

Önümüzdeki yıllarda ulusal düzeyde yapılması planlanan yarışma genç yeteneklerin kendisini yazma konusunda tanımasına yol açtı...

Mevsimlik Edebiyat GazetesiMersin Cemile Hamdi Ongun Lisesi Yayınıdır

Yıl:1 Sayı:3 Mayıs ’09

Okul Adına Sahibi : Fatma KURT (Okul Müdürü V.)Genel Yayın Yönetmeni: Deniz Gönüllü (Öğretmen) [email protected]

>>Gönderilen yazılar yayımlansın yayımlanmasın iade edilmez. >>Yayımlanan yazıların sorumluluğu eser sahiplerine aittir.>>Gazetemiz, Şubat 2005 tarih ve 2569 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan “İlköğretim ve Ortaöğretim Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğine (Madde 24)” uygun hazırlanmıştır. (13.01.2005 tarih ve 25699 sayılı R.G.)

Editör: Sibel Çağlar(12. Sınıf)Yayın Kurulu: Rüya Bağ(12.Sınıf), Aycan Bulat(10. Sınıf), Duygu Can(11. Sınıf), Dilan Ülük(9. Sınıf)Yayın İnceleme Kurulu: Ö. Vecihi Özer(Md. Yrd.), Figen Erciyas (Öğrt.), Şenay Işık Biçer(Öğrt.)Yönetim ve Yazışma: Mersin Cemile Hamdi Ongun Lisesi Güneykent Mh. MersinTelefon ve Belgegeçer: 0324 223 03 03e-posta: [email protected] web: www.lisepostasi.blogspot.comGrafik Tasarım: deniz gönüllü Baskı: Reprotek - MersinKapak İllüstrasyonu: Raskolnikov ve Sonia (Ohparapraxia)

LPliSEPOSTASI

ISSN:130B-996X

Page 3: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI3

OKULUMUZDA EN SEVİLEN10KİTAP

OKULUMUZDAEN SEVİLEN10YAZAR/ŞAİR

1- Palto-Gogol (Öykü)

2- Hakkari’de Bir Mevsim – Ferit Edgü (Roman)

3- Sol Ayağım- Chrısty Brown (Roman)

4- Hasretinden Prangalar Eskittim-Ahmed Arif (Şiir)

5- Fareler ve İnsanlar-John Steinback (Roman)

6- Kürk Mantolu Madonna-Sabahattin Ali (Roman)

7- Uzun Hikaye-Mustafa Kutlu (Uzun Hikaye)

8- Martı Jonathan Livingston-Richard Bach (Öykü)

9- Bereketli Topraklar Üzerinde-Orhan Kemal (Roman)

10- Üzgün Kediler Gazeli-Haydar Ergülen (Şiir)

>8.428<

>6,2<

1- Yaşar Kemal 2- Ferit Edgü 3- Attila İlhan 4- Jack London 5- Orhan Pamuk 6- Nazım Hikmet 7- Sabahattin Ali 8- Gogol 9- Cengiz Aytmatov 10- Cemal Süreya

6 aylık dönemdeOKUNAN KİTAP SAYISI

OKULUMUZDA

6 aylık dönemdeKİŞİ BAŞI

OKUNAN KİTAP SAYISI

OKULUMUZDA

Behçet Necatigil’e...

Bir apartman sekiz kapıKapılarda türlü türlü sancı

Birinci kapıEmel teyzem.Verir aldatılmışlığın mücadelesiniKoymuş hayallerini kavanozaTek isteği yetişmesidir fidanlarının

İkinci kapıTaze bir mutluluk.Daha adlarını öğrenemedim

Üçüncü kapıBen.Benim odam sessizAma geceleri perdem sızarakGözüme çarpan ışıklarım var

Dördüncü kapıNinem.Aynalarda geçmişini izleyen

Beşinci kapıUmut dolu.Birazcık güneş görseRahata kavuşur duyguları

Altıncı kapıHüzün kuyusu.Katlandıkça katlanmış dertleriBohçaya konulacak umutları yok.

Yedinci kapıBoş.Kim bilir ne ile dolacak.

Sekizinci kapıEn tepede.Bakmaz aşağıKaşıklamış mutluluğuOh! Ne rahattır duvarlarıÜzülmemiş, yıpranmamıştır hiç

Dokuzuncu kapıYok. Yok.

Onuncu kapıTanrı.Hep kapıHep kapı.

YASTIK ALTI AŞK

Seni aldım

Koydum yastığımın altına.

Sabah kalktım

Baktım:Yastık ters düz

kapı

bir

iki ü

ç dö

rt be

ş al

tı ye

di s

ekiz

dok

uz o

n KA

PI

12. S

ınıf

Page 4: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI 4

Sevgili Yalnız,Sana dair izler taşıyan kelimeler arasında senin adına rastlayamadım. Bu yüzden sana en yakışacak adı

kendim seçtim. Senin benliğinden izler taşıyan kelimeleri bir çocuğun ormanda kaybolmamak için ardında bıraktığı ekmek kırıntılarını takip eder gibi iz sürdüğümde yalnızlığın senin bedenine ve aşka aç ruhuna yakışabilecek en uygun ad olduğunu anladım. Senin için kimi zaman da bir sıfat olabilecek olan yalnızlık kelimesi bütünüyle seni anlatıyor aslında. Her sabah tek başına yediğin ayçörekleri, evinin her odasına telefon koyuşundaki derin anlam, bu telefonun başında bir zavallı gibi bekleyerek geçirdiğin dakikalar, her akşam soğuk yatağına bir başına girişin yalnızlığını simgeleyen somut kanıtlar oluyor.

Bir çemberin merkezindesin sanki, etrafındaki ince halkayı seni yaralayan kadınların etlerinden birer birer sen oluşturuyorsun farkına varmadan. Ve kaçıp gitmek istediğin çocukluğundan beri sevemediğin yağmurlu gecelerde ne kadar uzaklaşmak istesen de her bir kaçışın bir et yığınına çarpıp hüsranla son buluyor.

Duygularım senin duyguların kadar değişken olması halinde ne tepkiler vereceğimi, nasıl sendeleyeceğimi tahmin edemiyorum. Ancak gökyüzündeki bulutlar kadar değişken olan bu ruh halinin kendi benliğime hiçte uygun olmayan bir kalıp olduğundan eminim. Gökyüzünden bahsetmişken, ben sana duygularımı anlatan bu eşsiz renklerden oluşan tabloyu zarif dokunuşlarla çizerken gökyüzünde emsalsiz bir dolunay salınmakta. Senin her sabah yemene rağmen bıkmadığın ayçörekleri kadar çok seviyorum bu ışık tılsımı, cinayetlere olan tutkulu merakın kadar derinden arzuluyorum dolunayın hükmettiği geceleri. Işığıyla banyo yapmak tüm kötülüklerden arındırıyor gibi beni.

Sen yüzünde doyumsuz aşklarının yerleştirdiği çizgileri taşıyan, olgun bir yaşa sahip olmana rağmen çocukluğundan beri özlemini duyduğun sıcak bir aileye sahip olamayan, geçmişinin ve bugününün

aşkı arasında bocalayan yalnız adam; kendini, kendi benliğini yazdığın ve sonralarında unuttuğun satırlarda ne diye ararsın? Kadınların kendi iç dünyalarını tanımak için çeşitli hareketlerde bulunmalarını eleştirirken, şimdilerde kendi mürekkebinden damlayan satır aralarında bir yapboz gibi kendi parçalarını tamamlamaya, ruh halindeki kara delikleri anlamaya çabalıyorsun. Sana aşklarınla beraber gelen değişken duygularını, doymak bilmeyen arzularını, bir cinayetin işlenişinde hissedilen duygunun nasıl bir şey olduğunu merak edip, olay yerine kadar gidip kendini katil gibi düşünerek harcadığın zamanları benliğine öyle derinden işlemişsin ki bu hislerin senden ayrılmasının mümkün değil. Öyle ki hayatta tadılacak en büyük zevklerin bir cinayeti işlerkenki, yazı yazarkenki, bir kadının

zarif bedeniyle bütünleştiği o anlardaki hazlardan ibaret olduğunu düşünüyorsun. Bir kaç saatliğine ruhunu ve bedenini parayla satan, yırtıcı hayvan misali keskin koku alışlarıyla paranın kokusunu kilometrelerce uzaktan duyumsayan, senin tenin dışında başka bedenlerde milyon kez iz bırakmış benim kirli su birikintileri diye tabir edebileceğim kadınlarla bir sevgiliyi aldatmak uğruna bile birlikte olabiliyorsun.

Hayatın tadını bu geçici ama tarif edemeyeceğin kadar çok zevk duyduğun anlarda arıyorsun. Belki de kendini bu anlık zevklere adadığın için yalnızsın. Çünkü yalnızlıkta birliktelikte sonsuza kadar devam edebilir. Sen

hasretiyle yandığın sıcak bir birlikteliği değil de, anlık zevklerden oluşan yalnızlık serüvenlerini tercih ediyorsun. Bunun uğruna sesine taptığın, tenine her daim aç olduğun tutkulu yalnızlığını paylaştığın yârini yok sayabiliyorsun. Senin nefes aldığın satırların arasına sızarak, yalnızlığını anlatacak birini bulamadığın için yalnız olamadığını, yalnızlığını anlatacak birini bulduğun anada yalnızlık kelimesinin efsanevi anlamının ölmüş bir insan bedeninin damarlarındaki kan gibi yavaş yavaş yok olacağını ve özünü yitireceğini kulağına fısıldamak isterdim. Sana yalnızlığı, seçtiğin tercihler sonunda kendi ruhuna bir asalak misali yapıştırdığını anlatmak

TUTKU KOKAN YALNIZLIKDİLARA İŞGEN

yenişehir şevket pozcu lisesi

BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ

Kelimelerimi sana yönlendiriyor, kalemimi sana doğru şaha kaldırıyor ve dörtnala koşuyorum bu tozlu topraklarda. Belki de unutmak için yazıyorum satırlarımı...

Page 5: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI5

Dürtme içimdeki narıüzerimde beyaz gömlek var >Birhan Keskin

Seni severek geçen hayat, bir ömürden fazlasıdır... > Bob Dylan

Sıradan insan korkunçtur > Dostoyevski

Bana beni sevmediğini söylemeDaha ağırını bulursan söyle. >

Necati Tosuner

İnsanın dokunmadığı her şey masaldır. >Hasan Ali Toptaş

Dünyada yalnızca körlerin gözleri temiz kalabilir>Haydar Ergülen

Kendime kırıldığım yerden, kendime döner gibi, korka korka dönmeliyim eve. > Murat Özyaşar

Ne var ki, hatıra, rüzgarda bir an için bir şeyler mırıldanıp sonra susan

bir sonbahar yaprağından başka ne ki?... > Halil Cibran

yedi rüya görsem de kendimi görmesem artıkah! Onca kötülükten iyiliğe geldim:sonunda bezdimtanrım öldür > Kemal Varol

Beni sevdiğin gibi sevdim seniKar bırakılmış karanlığından >

Edip Canseveroysa ben akşam olmuşumYapraklarım dökülüyorUsul usulAdım sonbahar > Attila İlhan

Hayat aslında tek ve uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da

finali yoktur. > Ayfer Tunç

Oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilimBen sende bütün aşklarımı temize çektim > Murathan Mungan

Hiçbir şey göründüğü, hatta yaşandığı gibi değil! Her şey hatırlandığı gibi. > Barış Bıçakçı

isterdim. Ama şimdilik sadece seni izleyen üçüncü bir göz gibi seni gözlüyor ve seni bu satırlara mahkûm ediyorum.

Sen, kendini aradığın kitabındaki karakterini kendi yöntemlerinle satırlara zincirliyorsun ve aynı zamanda sen; değişken duyguların, tutkuların ve arzuların yer aldığı sayfalardaki bir yalnıza hüküm giyiyorsun, ben de seni kendi tat ve hislerimle hiçbir zaman haberin olmayacağı bu kaşmir kadar yumuşak kumaşa kelepçeliyorum. Etrafını çevreleyen seni yaralayan kadınların etlerinden oluşturduğun duvarlarından sızıyor ve seni birbiri ardına gelen bu satırlara aktarıyorum. Ve kelimelerimi sana yönlendiriyor, kalemimi sana doğru şaha kaldırıyor ve dörtnala koşuyorum bu tozlu topraklarda. Belki de

unutmak için yazıyorum satırlarımı, senin gibi bir gün unutulabileceklerini bilmeden kırbaçlıyorum kelimelerimi. Senin yazı yazarken yazdığın şeyleri sonralarında unutuvermelerini, hayatta sahip olduğun en nadide parça olan kaleminden damlayan saf mürekkebinin beyaz zeminle bütünleştiği anda, senin beyninin kıvrımlarında ve yüreğinin duvarları siyah olan odalarında yok oluveren tüm hislerini ve bu hislerini sırtlanmış emektar kelimelerinin sonsuzluğa nasıl uçtuklarını hayal ediyorum. Ben sana yazarken göklere kadar ulaşan beton yığınlarının ardından bir görünüp bir kaybolan dolunay, çehresinde muzur bir ifadeyle tebessüm ediyor bana. Seni hapsolduğun sarı sayfalardan çıkarıp benim hüküm sürdüğüm satırlara ölümsüzleştirişimi izliyor usulca.

Sen aşk enkazlarının altında nefes darlığı çeken yalnız adam, senin ruhunu tozlu raflara mahkum olmaktan kurtarmak ve yalnızlığını ruhundan arındırmak isterdim. Ancak kuru ekmek parçalarını hayat yolunun aşk patikasında kaybolmamak için peşi sıra bırakan olgun bir bedenin altında saklanan sevgisini göstermekten yoksun bir çocuk olarak takılmış bir plak gibi anlık zevklerde istikrarla yol almanı, ne kadar bacak kasları kuvvetli dahi olsa değiştirmeye kalemimin gücü yetmez. Çünkü sen başka satırlara aitsin. Buram buram yalnızlık, aşk harabeleri, kan kokan doğu sokaklarının esintilerinin bulunduğu yalnızlıklar zincirisin. Bu yüzden ben fırçamı temiz suya koyuyor ve kalemime şimdilik nefes aldırıyorum. Ve gökyüzünde endamını gururla sergileyen dolunayı koynuma alıp uyumak üzere bu satırlardan ayrılıyorum. Sana da tatminsiz ve yalnız geceler diliyorum.

Roman Kahramanı: Tehlikeli Masallar’ın kahramanı

TUTKU KOKAN

YALNIZLIKSen aşk enkazlarının altında nefes darlığı çeken yalnız adam, senin ruhunu tozlu raflara mahkum olmaktan kurtarmak ve yalnızlığını

ruhundan arındırmak isterdim.

Page 6: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI 6

Sevgili Tutunamayan,Tutunamıyorum… Kendimi okudum, yazdım ve yine kendime dönüyorum sanki…

Artık tüm yazılar, tüm kitaplar yabancı gelir oldu. Çözemediğim bir dildir hayat… Okuyamadığım; her seferinde baştan aldığım bir kitap… Tutunamayan, tutunamıyorum…

Dünyaya tutunmayagör Selim Işık, anlaşılmıyorsun... Anlaşılmadım. Karanlığın ortasında çığlıklarımı duyurmaya çalışırken, bir kat daha gömüldü çığlıklarım sessiz duvarlara… Yanlışların tam ortasında doğru olmaya çalışırken; o, hapsetti beni tutsaklığına… Tutunamadım…

Hayat, kapatmıştı gözlerini tutunamayanlara. Kirpiklerin ucunda akmaya hazır, son gözyaşı damlasıydık adeta… Beyaz duvarlarımız vardı. Asi dalgalar vurunca, dağıldık... Siyah renkler baş gösterdi. Griye çalan duvarlarımız kaldı elde…

Yaşam, koca bir çınar; bizse sadece bir dalından tutunmaya çabalayan küçücük yapraklar… Tutunduğun hayatın dalların yavaş yavaş kayar ellerinden, kavrayamazsın. Tutamazsın; tutunamazsın…

Uzun yollar var bu hayatta... Yola başlarken hep, bin bir umutla yelken açarız denizlere. Tabii hala umut etmek gibi bir teselli kaldıysa elinde, düşlerinde... Daha sonra derin dalgaların karabasanıyla karşılaşınca, asıl o zaman başlar kuytular…

Aslında bildiğimiz tek şey vardır: sonunda küçücükte olsa bir parıltı yolların. Bildiğimiz halde bir türlü sahiplenemeyiz, bizim için çakılan ışıkları… Kuyuların içinden geçerken, aydınlıkları göremeden ömrü sonlandırmak… Tam da bu noktada, tutunmaya çabaladığımızda ölüme gitmek…

O an, harf harf silinir geçmiş. Tozlu raflarda unutulmuş en eski kitabızdır artık… Yaprakları bir daha açmayacak, hazan mevsimine uğramış koca bir ağaç… Çocukların, unutulmaya yüz tutmuş; geçmişten kalma bir oyunuyuzdur sanki…

Çözümlenmeye çalışılan her sorunun bir cevabı var elbet. Ya tutunamayanlara cevap? İçindeki sessiz çığlıklarla bağır bağır bağırıyorsan; ‘tutunamıyorum’ diye, o zaman cevap ne? Anlaşılmaz gözlerdeki yanıtları

arayıp durursun o an… Sizin de söylediğiniz gibi: ‘düğümler, istenildiği anda çözülmez. Bir söylemekle açılmaz kapılar…’

…Öyle bir kapı olmalı ki çalınca, insana hiçbir şey sormadan açsalar: kapının ortasındaki küçük pencereden bakıp da “kim o” demeseler. Sonra hemen içeri alsalar beni. Ben anlatmak istesem bile, hemen sustursalar; biz her şeyi biliyoruz.‘

Keşke Selim Işık; birileri açabilseydi kapılarını, tutunamayanlara. Her şeyi bildiğini söyleyip; sustursa ve anlayabilseydi onları… Neden çalacak bir kapımız olmadı hiç Selim Işık?

Aslında yalnız olduğun bu noktada, tutunamadığında bir el uzansın istersin, çekip çıkarsın gecelerden… Sıcacık bir sevgiyle ya da dostlukla

kurtarsın seni karanlıklardan… Size uzanan iki el; biri sevgili, biri dost…

Böyle bir anda belki de insanın başına gelen en güzel şeydir, aşk… Ya da bu noktaya gelmene neden olan; vazgeçilmezin… Yine de korkarız. Sevmekten korkarız… Oysa yüreğinin bu duyguyu sahiplenmesine ihtiyacı vardır.

Her köşe başında ona rastlamak, ona kavuşmak. Karanlık sokaklarda koşturarak soluk soluğa; hep onunla karşılaşmak… Keşke Selim Işık; keşke Günseli’ ye duyduğunuz aşk; sebep değil de çare olsaydı size… Geri dönülecekmiş gibi, açık bırakılan bir kapı olsaydı sizde…

Neyse ki ardınızdan uzunda olsa, pişmanlıklar yaşayan biri; dostunuz kaldı geriye… Şairin dediği gibi: ‘

dostum, eskimeyen arkadaşım’ …Oyunlarla yaşayandınız… Yaşam her seferinde oynamaktan

yorulduğunuz, uzun oyunlardı adeta… Bu yolda insan, dostunu; hiçbir zaman eskimeyecek olan arkadaşını, özleyebiliyor. Oysaki özlemek: hiç bulamayacağını bildiğin halde aramak, yetersiz kalıyor ölüm karşısında, çare olmuyor…

Sizin için arkanızdan çırpınan bir insan kalıyor sizden geriye. Halbuki siz; ölümü bekliyor, soğuk yüzünü hissediyorsunuz kaç zamandır.

Ölümü beklemek… Ellerinin arasından tutunmaya çalıştığın dalların kayışı… Sonu beklemek… Çaresizliğin içerisinde kıvranarak; tek çıkış yolunun bu olduğunu hissederek; ölümü istemek…

Selim Işık, tutunamadıRÜYA BAĞ

toroslar cemile hamdi ongun lisesi

BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ

‘Herkes birikmiş bizi seyrediyor.

Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz.‘

Page 7: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI

liseliye öneriler

KİTAP1- Ayna Çarpması Murat Özyaşar, Doğan Kitapçılık2- O / Hakkaride Bir Mevsim Ferit Edgü, Sel Yayıncılık

DERGİ1- Mesele Aylık kitap dergisi2- Yasak Meyve İki aylık Türkçe şiir dergisi

MÜZİK1- Kıraç – Garbiyeli2- Zuhal Olcay – Aşk’ın Halleri

TV PROGRAM1- Afiş - CNN TÜRK Hafta içi her gün 17:302- Kültür Sanat - TRT 2 Pazartesi/Cuma 19:55

YER1- Ayder Yaylası, Rize-Çamlıhemşin2- Sümela Manastırı, Trabzon

İNTERNET1- www.derkenar.com2- www.kitap2.com

SİNEMA1- GÖLGESİZLER Ümit Ünal2- KARPUZ KABUĞUNDAN GEMİLER YAPMAK Ahmet Uluçay

7

*Listelerde sıralama, alfabetik sıraya göre yapılmıştır.

Selim Işıktutunamadı

Siz bin parçaya ayrılmışken; çoktan karışmışken okyanuslara Turgut Özben, acı duyuyor. Ancak küçücük denizlerde yer buluyor kendisine. Geç kalınmış bir şiir gibi, tamamlayamıyor sizi… Yokluğunuzda en büyük yararları o alıyor, çaresizliği o öğreniyor. Zaten diyor ya: ‘Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz.‘ diye… Ölümünüzün ardından size yetişemediğinden, elleri yakalayamadığından sizi; o da kayboluyor karanlıklarda. Bilinmez çıkmazlarda sürükleniyor…

Hissettiği tek şey; gidişinizin ardından duyduğu boşluğun gün geçtikçe büyüyor olması. Ona göre dünya, yaşanılır bir yer olmaktan çıkmıştır…

Sevgililere, dostlara rağmen insan; hep yalnız olduğunu hatırlıyor. Bu noktada tek çaresinin yazmak olduğunu fark ediyor. Sizin ise sığınağınız: günlüğünüz… Söylediğiniz gibi: sizi hayata bağlayan tek şey, günlük. Onun için yazıyorsunuz. Günlükler; yalnızlığımızı paylaştığımız dilsiz kâğıtlar… Yazmış olduğunuz günlüğün bir bölümünde şöyle demişsiniz: ‘Bu duruma nasıl geldim? Neden bana yaşamasını öğretmediler? Neden bana’ bizden bu kadar, gerisini sen bulup çıkaracaksın’ dedikleri zaman isyan etmedim? Hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım? ‘… Evet, söylediğiniz gibi dünyaya inmek gibi bir çaba, çılgınlıktı belki de… Kendi kendimize boğuşurken bu sorular âleminde, karamsarlıkların iplerini çoktan salmışızdır. O an tutunamayız işte…

Artık akıldan uzaklaşmak ister, bedenimizin ardında yaşadığımız karışıklığı çoktan fark ederek; sonumuzu hayal edebiliriz. Oyunlar biter, dünya denen bahçe kaybolur. Nefessiz kalırız… İçimizde yaşattığımız çocuk kaybolur. Renksiz bir duvar yığını kalır geriye…

Düşündüğünüz gibi: ‘Kimse karşısındakinin parçalanışını görmek istemez’ .Bu yüzden insan, yalnızca kendi kendisiyle kalır tüm kalabalıklarda…

Kimse bize hayatı öğretmez. Nasıl yaşanması gerektiğini söylemez. Bu yüzden tutunmak: kör kuyu diplerine doğru çekilmektir sanki…

Nietzsche ne güzel de söylemiş: ‘ Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar’ diye… Selim Işık, kıyılardaydınız. Baktığınız denizlerde, yaşamın uçsuz bucaksız sonsuzluğunu görüyordunuz adeta. Hayatı kaybetmeye başlamışsınız çoktandır…

Tüm bu olduramadıklarımız, yapamadıklarımız kalır önümüzde… Tutunamayız...Selim Işık: ‘Bütün hayatınca konuştu. Sonunda tutunamayanlar diye bir söz çıkarabildi

ortaya: bir tek kelime. Çoğul bir kelime. Unutamadığı bazı insanları birleştiren bir kelime…’… Adam kapıyı açtı, içeri girdi ve tabancasını çıkararak ateş etti…Selim Işık, tutunamadı…Tutunamadım…

Tutunamayana, Tutunamayandan…

Roman Kahramanı: Selim Işık - Tutunamayanlar

insanın başına gelen en güzel şeydir, aşk… Ya da bu noktaya gelmene neden olan; vazgeçilmezin… Yine de korkarız. Sevmekten korkarız… Oysa yüreğinin bu duyguyu sahiplenmesine ihtiyacı vardır.

Page 8: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI 8

1/ “Gerçeği romana çevirme ustası, anlatı ustası, özgün kurguları olan yazar, kendi yazdıklarının ressamı, ilginç öyküler yazarı..” İşte sizin için söylenenlerden küçük bir seçme. Peki, Ferit Edgü kendisi için ne der?Ben dile, olabildiğince yalınlığa gönül vermiş biriyim. Yazının ana maddesinin dil olduğuna, ancak onu işleyerek yazınsal bir yapıt ortaya konulabileceğine inanırım.Gerçeğin de yalın olduğuna, onu yansıtmak için söz sanatlarına, mecaza, istiareye, alegoriye gerek olmadığını savunurum. Süslü üslûptan bu nedenle nefret ederim. Ben Çehov’ların, Gogol’lerin, Kafka ve Beckett’lerin öğrencisiyim. Ve tabii, büyük ustam Sait Faik’in. Ferit Edgü işte bu: bir dil emekçisi.

2/ Kimse’de, Hakkâri’de bir dağ köyünde, “birinci ses ve ikinci ses”in hayatlarını kaleme almışsınız. Siz kendinizi, bu iki sesten hangisine yakın buluyorsunuz ya da bunlardan biri misiniz? Kimse adlı ilk romanımda, iki ses konuşur. Onların yalnız karşılıklı konuşmalarını okuruz. Romanın alt başlığında şöyle der:‘Belli bir sürede (bir karakış boyu) belli bir noktada (ülkemizin doğusunda on üç haneli, yüz on dört nüfuslu Pirkanis adlı dağ köyünde) anmak, ansımak, anlamak, sormak, karşılık aramak ve

özellikle yaşamı sürdürebilmek için yapılmış konuşmalardan seçmeler ya da bir monolog’un, diyalog’a dönüştürülmesi çaba(lama)sı.’Dolayısıyla Kimse, parçalanmış bir kişiliğin romanıdır. Her yarı, diğer yarısını arar. Onunla birleşmek, bütünleşmek, yaşayabilmek için.Ben, sanırım, o romanı yazan kimse’yim.

3/ Öğretmen olarak gittiği bir dağ köyünde birdenbire öğrenciye dönüşen biri… O/Hakkâri’de Bir Mevsim’de, bu dikkat çeken tablo olarak karşımıza çıkıyor. Bu bir karmaşa mı, çelişki mi, kendini bulma ve anlama süreci mi? Dönüşüm yok. Hem öğretmen, hem öğrenci olmak var. Öğrencilik niteliğini yitirmiş, yani artık yeni bir şey öğrenmeyen, öğrenmiş oldukları kendisine yeten bir öğretmen… Ben böyle bir öğretmen olmadım. Böyle bir yazar da değilim. Hattâ böyle bir insan da değilim. Her gün bir şeyler öğreniyorum. Yalnız kitaplardan değil, sıradan insanlardan (ki sıradan insan yok) ve hattâ hayvanlardan. Hakkâri’deki öğretmenlik süreci içinde, sanırım, çocuklarıma öğrettiğimden çok fazlasını, ben onlardan öğrendim.

4/ O/Hakkâri’de Bir Mevsim’in kahramanlarından birkaçının Mersin’de yaşadığını biliyoruz. Bu kahramanların torunlarından biri de okulumuzda öğrenim görmekte. Gerçeği yazan bir yazar, kahramanlarını tekrar görmek ister mi? Yoksa romanlar da her şey gibi, yaşanır, biter ve unutulur mu?

söyleşisibel çağlar

rüya bağ

bir dilemekçisi

Lise yılları çok önemlidir. Çünkü kişiliğiniz oluşmaya başlamıştır.

Ezberin yerini özgürce düşünmek almıştır. Geleceğinizle ilgili düşler bu dönemde filizlenir. Lise birinci sınıfta yazar olmaya karar vermiştim. Hiçbir

şeyin beni yolumdan döndürmeyeceğini biliyordum. Ama sıra arkadaşım

tavukçuluk düşleri kuruyordu. Ziraat Fakültesine gitti ve Türkiye’nin ilk tavuk

çiftliğini kurdu. İşte, size iki öğrenci, iki gerçekleşmiş düş…

Page 9: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI9

Yıllar önce Avustralya’da yaşayan bir dostum, orada, Pirkanis’ten göçmüş, beni tanıyan eski öğrencilerimle karşılaştığını yazmıştı bana.Ben, öykü ve romanlarımda, esinlendiğim kişilerin adlarını değiştirmekte zorlanan biriyim. Bu nedenle Hakkâri’de Bir Mevsim’deki kişilerin adları gerçek adlarıdır, ama onlar gerçek kişiler değildir.Bu nedenle onlarla yeniden karşılaşmanın pek bir anlamı yoktur benim için.Bunun yaşamak ve unutmakla ilgisi yoktur. Yazmakla ilgisi vardır.Geçenlerde bir kitapta okudum: Hatırlamamak unutmak değildir, diyordu.5/ Yapıtlarınızda yalın ve yoğun bir ses, etkileyici konular/coğrafyalar, şiir akan ırmaklar, çok kısauzun öyküler var. Siz, bize bir armağansınız. FERİT EDGÜ olmak nasıl bir duygu? Yüreğime işleyen sözcükleriniz için teşekkür ederim. Keşke dediğiniz gibi olabilsem.Tüm yaşamım boyunca doğru olmaya çalıştım, bunu söyleyebilirim. Yalan söylemedim, hep doğruları yazdım, demek istemiyorum. Ama hep bir doğru olarak yaşamaya ve yazmaya çalıştım. Daha başlangıçtan itibaren hiçbir beklentim olmadı.

6/ Peki ya ün?Elime kalemi aldığım ilk gençlik yıllarımda hiç kuşkusuz ün çekici gelmiştir. Çok erken yaşlarda (16-17) yazmaya ve yayımlamaya başladım. Bu yaşlarda ünü nasıl umursamazsınız?Ama Tanrı’ya şükür, Paris’te yaşadığım yıllarda, ünün bir yazar için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu gördüm. Bir süre sonra, sizi yöneteceğini, yapmayacağınız şeyleri yaptıracağını, yazmayacağınız şeyleri yazdıracağını, somut olarak gördüm. O gün bugün ünden, onun tuzaklarla dolu yolundan kaçtım. Ne kadar kaçabildim, bilemiyorum.

7/ Lise yıllarında çok etkilendiğiniz bir kitap var mıydı?Lise yıllarında, beni en etkileyen, yazma cesareti veren yazar Sait Faik’tir. Ona olan borcumu her fırsatta dile getirdim. Düşünebiliyor musunuz, ölümünden birkaç ay önce, son kitabı Alemdağda Var Bir Yılan’ı, “Hikâyeciden hikâyeciye sevgi, selâm” diye imzalamıştı. On yedi yaşındaydım!Dil konusunda, benim kuşağımı en çok etkileyen, her yazdığını defalarca okuduğumuz, biz genç yazarlarda dil bilincini uyandıran Ataç’tır.Tabii, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet’in şiirleri. Gizli gizli okuduğumuz Nâzım Hikmet.Yabancıları (ki hiçbir yazar yabancı değildir) unutmayayım: Başta Ruslar, Dostoyevski, Gogol, Tolstoy, Çehov. Sonra çağdaşımız Fransızlar: Sartre, Camus. Daha sonraları Kafka ve Beckett. Tüm gerçeküstücü şairler. Onların izlerini taşıyorum hâlâ.

8/ Yazarlar ve ressamlar, aynı evde mi yaşarlar yoksa komşu mudurlar?Aynı evde yaşasalar çok iyi olurdu. Ama pek az yazar ve ressam için geçerlidir bu.Komşuluk da fena sayılmaz hani.

9/ “Okur olmak, biraz öğrenci olmaya benzer” diyorsunuz. “Lise ve edebiyat ve okurluk” dersek bize neler söylersiniz?Evet, okur olmak, aynı zamanda öğrenci olmaktır. Çünkü okurken öğreniriz. Öğrencinin ders kitaplarının yerini, okul sırasında ve sonrasında romanlar, öyküler, şiirler, denemeler alır. Bunlar öğretmek amacıyla yazılmış kitaplar değillerdir. Ama gene de bize hayatla ilgili bir şeyler öğretirler. Bu kitapları okuyarak, yalnız dünyayı ve insanları değil, kendi kendimizi de tanırız. Tanımaya başlarız.Lise yılları çok önemlidir. Çünkü kişiliğiniz oluşmaya başlamıştır.Ezberin yerini özgürce düşünmek almıştır. Geleceğinizle ilgili düşler bu dönemde filizlenir.Lise birinci sınıfta yazar olmaya karar vermiştim. Hiçbir şeyin beni yolumdan döndürmeyeceğini biliyordum. Ama sıra arkadaşım tavukçuluk düşleri kuruyordu. Ziraat Fakültesine gitti ve Türkiye’nin ilk tavuk çiftliğini kurdu. İşte, size iki öğrenci, iki gerçekleşmiş düş…

FERİT EDGÜ, 1936’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde başladığı öğrenimini Paris’te sürdürdü. 1976-1990 yılları arasında, kurucusu olduğu Ada Yayınları’nda, çağdaş Türk ve dünya yazarlarının, şairlerinin yapıtlarını yayınladı. Edebiyatın çeşitli alanlarında ürünler verdi. Bir Gemide adlı kitabıyla 1979 Sait Faik Armağanı, Ders Notları ile 1979 Türk Dil Kurumu Ödülü, Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı ile 1988 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü aldı. Hakkâri’de Bir Mevsim romanından uyarlanan ve Erden Kıral’ın yönettiği film, Berlin 33. Film Festivali’nde, aralarında Gümüş Ayı’nın da olduğu 5 ödül kazandı. Romanları, öyküleri, denemeleri Japonca ve Çince dahil birçok dile çevrildi.Roman: Kimse (1976) , O/Hakkari’de Bir Mevsim (1977), Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı (1988) Öykü: Kaçkınlar (1959), Bozgun (1962), Av (1968), Bir Gemide (1978), Çığlık (1982), Binbir Hece (1991), Doğu Öyküleri (1995), İşte Deniz, Maria (1999), Do Sesi (2002), Avara Kasnak (2005), Nijinski Öyküleri (2007) Senaryo: Hakkâri’de Bir Mevsim (O adlı romanından senaryo, Onat Kutlar ile birlikte) Deneme: Tüm Ders Notları (1978), Yazmak Eylemi (1980), Şimdi Saat Kaç? (1986), Yeni Ders Notları (1991), Seyir Sözcükleri (1996), Devam (2001), Sözlü/ Yazılı (2003), İnsanlık Halleri (2003) Şiir: Ah Min-el Aşk (1978), Dağ Şiirleri (1999)Anı: Görsel Yolculuklar (2003) Biyografi: Abidin (2003), Avni Arbaş (2001), Osman Hamdi-Bilinmeyen Resimleri (1986)Çocuk Kitabı: Doğa Dostları (2004)

Page 10: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI 10

Sevgili Raskolnikov,

Her şeyden önce, yaşadığın o derin soluklu

heyecanları, tıpkı gerçekmiş gibi bana da

yaşattığın için sana minnettar olduğumu söylemek isterim.

Suçluluk duygusu zor ama bir o kadar da heyecan verici.

Bir de o boncuk boncuk terleme anlarının yaşattığı, korku dolu

derin hazzı düşünürsek, mutluluğumuzu bir kat daha arttırmış

oluruz. Bazen hepimiz bu adaletsiz dünyanın

kuklaları olmaya zorlanıyoruz. Bunu ister kader,

ister tesadüf diye adlandır. Bu nokta inanç meselesi.

Sana anlatmak istediğim asıl şey, yani merak

ettiğim en can alıcı soru; olayların adım adım,

elimizde olmadan, hatta bazen gözümüz göre göre

bizi nasıl suça sürükleyebildiği. Bu suç kimi zaman

aşk, kimi zaman ise para nedenli olabilir. Ama

ne fark eder ki Raskolnikov, suç suçtur ve er geç

bedeli ödenecektir. Ruhumuzun hayattan yoksun

ve bu nedenle o denli yorgun düşmemesi, böyle

bir zamanda elimizde değil. İşte, benim de elimden

hiçbir şeyin gelmediği anlarda, açık olmak gerekirse uçurumumu

özlediğim o soğuk ve karanlık odada, kendi hayatımı okumaktan

harap düşmüşken, bir de seni okumak geldi karmakarışık aklıma.

Eh ne de olsa bazen bambaşka çerçevelerden gözetmeli insan

kendi hayatını. Açıkçası ilk önce biraz sıktı beni bu senden

ibaret dünya. Ama içimdeki vicdan dürtüleri izin vermedi yarım

bırakmama. Nasıl göz yumabilirdim ki, en derininden kopup gelen

bu kahırlarına. Dediğim, tümümle sana ortak olmak istedim. Bu

katı somutlukta, zihnimi uyuşturmaktansa, soyut gerçekliğinde

kaybolmayı yeğledim. Yukarıda da belirttiğim gibi, o içsel

konuşma ve bunalımların, dış dünyandan daha çok ilgimi çekti.

Sen bitmek tükenmek bilmeyen hesaplaşmalarınla boğuşurken,

ben de kendime uyarladım bütün sorguları. Nasıl oldu inan

bilmiyorum. Neyse işe yaradı hepsi. Kısacası, o içinden çekilen

vicdan azapların çok etkiledi beni. Böyle zamanlar, isyan etmek

çok anlamsız gelir bana. Bilmem sence de öyle mi? Başarması

zor ama yok olmamak adına yapılması gereken tek şey; zamanın

dipsizliğinde boğulmamak. Ayrıca çektiğin acılar,

yaşadığın bunalımlar, içindeki o çocuk ruhu büyüttü,

yanılmadıysam(?) Yaşamak için cana ne kadar

ihtiyacımız varsa, olgunlaşmak için de o kadar acıya

ihtiyacımız var. Şimdi tıpkı suç gibi geceden bitmiş

gözlerimde tabir-i caizse ‘tastamam’ bir kişiliğin

var Raskolnikov. Ruhun gelişimini tamamlamak

için gerekli olan evreyi atlamış oldu. Geriye kalan

hayatın, adaletten ne anladığınla ilgili. Benden

kalan ise, sana suçsuz bir hayat temennisi. Gurur

ve vicdan sende kalsın.

Sevgilerimle.

Roman Kahramanı: Raskolnikov - Suç ve Ceza

adaletsizdünyanınkuklalarıESEN ESER

mezitli pakize kokulu lisesi

İKİNCİLİK ÖDÜLÜ

Benim de elimden hiçbir şeyin gelmediği anlarda, açık olmak gerekirse uçurumumu özlediğim o soğuk ve karanlık odada, kendi hayatımı okumaktan harap düşmüşken, bir de seni okumak geldi karmakarışık aklıma.

Page 11: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI11

HABERLERİedebiyat

63. Yunus Nadi Ödülleri sahiplerini buldu

Cumhuriyet Gazetesinin kurucusu Yunus Nadi adına düzenlenen “63. Yunus Nadi Ödülleri”, sahiplerini buldu. Dört dalda verilen Yunus Nadi Ödülleri’nde Öykü ödülü, “Ayna Çarpması” adlı eseriyle Murat Özyaşar’a verildi.

Murat Özyaşar, 1979’da Diyarbakır’da doğdu. Ergani Anadolu Öğretmen Lisesi’ni yatılı okudu. Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Öyküleri Varlık, Adam Öykü, Notos ÖyküKitap-lık,İmge Öyküler, Kül Öykü, Mahsus Mahal ve Yaratım dergilerinde yayımlandı. Kitabı: Ayna Çarpması (Kasım 2008)

‘Puslu Kıtalar Atlası’nın yazarına ödül Puslu Kıtalar Atlası, Kitab-ül Hiyel, Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri, Amat, Suskunlar romanlarının yazarı İhsan Oktay Anar, 2009 Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nün sahibi oldu.

Tanpınar’ın ‘Huzur’u ABD’de yayınlandıAhmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Huzur’ adlı romanı, ABD’de yayınlandı. ABD’nin önde gelen edebiyat dergisi Publisher’s Weekly, eser için “ABD’li okuyuculara, bu olağanüstü romanı okumak için neden bu kadar beklemeleri gerektiğini sorduracaktır” ifadesine yerdi.

Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülü ‘Çıkrık’a verildiTürk şiirinin tanınmış kalemlerinden Ceyhun Atuf Kansu anısına düzenlenen şiir ödülünün sahibi ‘’Çıkrık’’ adlı yapıtıyla Süreyya Berfe oldu.

‘İlk Roman’ yarışmasıEverest Yayınları’nın, Türk edebiyatına yeni yazarlar kazandırmak amacıyla düzenlediği “İlk Roman” yarışmasına başvurular başladı.Everest Yayınları’ndan yapılan yazılı açıklamada, daha önce edebiyatın hiçbir türünde kitabı yayımlanmamış yazarların, ilk romanlarıyla yarışmaya katılabilecekleri bildirildi. Açıklamada, yarışmaya katılacak eserlerin, daha önce başka bir yarışmada ödül almamış olması koşulunun arandığı belirtildi. Yarışmaya son katılım tarihinin 29 Mayıs 2009 olduğu belirtilen açıklamada, sonucun Eylül 2009’da basın yoluyla açıklanacağı, ödülü alan roman dosyasının, Ekim ayı içinde Everest Yayınlarınca kitaplaştırılacağı kaydedildi. Ödül tutarının 3 bin TL olarak belirlendiği de duyuruldu. Açıklamada, seçici kurulun Müge İplikçi, Semih Gümüş, Erendiz Atasü, İnci Aral ve Cemil Kavukçu’dan oluştuğu belirtildi.

Elif Şafak ‘Aşk’ı yazdıElif Şafak son romanı ‘Aşk’ta Mevlana ve Şems’in ilahi aşkı üzerinden kitabın kahramanları Ella ile Aziz’in dünyevi aşklarına uzanıyor.Elif Şafak’ın son romanı Aşk yarın okuyucusuyla buluşuyor. ‘Aşk’, bir roman gibi görünse de aslında roman içinde bir başka romanı da sunuyor. Şafak kitabında biri günümüze ait, diğeri 1200’lü yıllarda geçen iki öyküyü anlatıyor. Başlangıçta ayrı gibi görünen bu iki öykü, bir ‘öz’de yani aşkta birleşiyor.

yürek beni ağlarbeni ister

murat özkan

beşikte unutulmuş aşklarımhepsi rüyalarımda

gülşah alpağut

bekleyişlerim beşik gibidirsallanmaktan yorulmuştur

bedriye karapınar

su sızsınkalbimin kuytu köşelerine

yollarım kırık şimdiderya bozkurt

kırık kalbim oynamasın yerindensen güneş gibi aydınlat beni

nilüfer öztürk

beşikte koca bir bebeklesavrulan bir fidan olmuşsun

harun demir

umutsuzluğun gölgesindeeriyip giden karamsar güneşimi arıyorumşeyda uzun

aşkım büyük sefaletyol gelirse bitecekneşe şat

bu güneş hepimizi savururkenkim bilir hangi bebek beşiğe konmuşçizilmiş kaderi denurdagül elkuş

yakıyordu cam kırıkları uzaklardaki suyubeklerken sessiz seniserpil özmen

umudumu her yitirdiğimdegüneş doğdu kırık nehirlerimin üstüneelif çiloğlu

kalbimdeki yollar sana akıyorbir su olsam, güneşin ateşinde sönsemfiliz çevik

Dante mi şaşırmış yolu, yoksa ben miyim şaşkınYolun ortasındayım belki; belki altı seneyi aşkın

Yollar dere misali, üzerinde akan su bizBelki yıllar su misali, dere gibi aşınan biz

Ne bileyim durak mı derya mı hedefimizNeye bakar, nereye kadar görebilir gözlerimiz

Kırk altısında dikildi taşı rahmetli Tarancı’nınBenim anım ne vakit ki, son günü mü hayatımın

SERDAR TÜRKÖZAçık Lise Öğrencisi-Denizli

Page 12: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI 12

Sevgili Raskolnikov,Bir gün roman yazacak olsam veya bir film çekecek olsam seni başkahramanım yapardım. Belki seni

Dostoyevski’nin dünyasından çalmış olurdum. Ama düşünüyorum da bu imkânsız bir şey. Çünkü sana hayat veren, seni yaşatan tek kişi Dostoyevski. Zaten ben seni onun dünyasındaki hukuk öğrencisi olarak seviyorum. Benim gibi binlerce insan da seni öyle seviyor.

Sen parasıyla insan olduğunu zannedenlerin -zenginlerin- pis çizmeleri altında ezdikleri yoksul insanların en büyük kahramanısın. Pis, diyorum; parlıyor olabilir; ama kirli paralarıyla yok etmeye çalıştıkları, yüzlerce masum insanın günahlarıyla parlayan çizmeler onlar.

Her yaptığının, her düşündüğünün arkasındayım Raskolnikov. Mesela Sonya’ ya yardımını da onun ailesine yaptıklarını da sonuna kadar destekliyorum. Sokakta, bankta bayılmış o kıza yardım etmen… Çok aç olmana rağmen, cebindeki üç kuruşu ona verdin. Oysa o parayı da soyguncu, tefeci kadından borç almıştın. Bunların hepsi senin bir melek kadar iyi olduğunu gösterir. Sen kötü biri değilsin. Ruh hastası ya da psikolojik deli de değilsin. Sen sadece fakirliğin, haksızlığın utancını sırtında kambur gibi taşıyan, toplumda yok olmaya yüz tutmuş, namuslu insanlardan birisin.

Öldürmek çözüm müydü acaba? Bu senin kötülüğünden ya da cinayete meyilli olduğundan değil. Sen her şeyin en iyisini düşünen, çok zeki birisin. Nerden anladın, dersen cinayet anında ve cinayeti işledikten sonra seni de şaşırtan o ince fikirlerin… Savcıyla yaptığın laf oyunları… Baygınken bile aklını kullanman… Bana bunları düşündürdü. Ama öldürmek hiçbir şekilde çözüm olamaz. Sadece bir kaçış. Kaçmak da asla sana yakışmaz. O soğuk kelime, iki hecelik karanlık kelime bir hukukçuya en uzak şey bence.

Diyeceksin ki insan öyle bir duruma geliyor; gözü hiçbir şey görmüyor. Doğrudur. Ama bak arkadaşın Razuhumin’e, o da senin gibi gözü bazen hiçbir şey görmeyecek olanlardan. Ama o her şeye umutla bakmayı tercih ediyor. Dünyasında karamsarlık diye bir şey yok. Bir kış boyu buz gibi sobasız odada uyudu. Şikâyetçi olmak yerine “Soğukta uyumak sağlığa faydalıymış.” dedi. Böyle yaparak kendini ısıtmayı başarıyor. Keşke dünyaya onun baktığı pencereden bakabilseydin. Acaba

oradan nasıl görünüyordu dünya? Denemekten bir zarar çıkmaz be Raskolnikov. Hayatın gerçeklerini düşünceyle, hayalle nasıl değiştirebiliriz dersen, değiştirmek istediğine bütün kalbinle inan… Buna beynini ve bedenini de inandırırsan olmayacak şey yoktur.

Raskolnikov, sende olduğu gibi bende de beynimden bağımsız hareket eden bir kalp var. Yukarıda yazdıklarım beynimin, mantığımın doğruları. Kalbimin doğrularını sorarsan, yaptıklarında ben hiçbir suç görmüyorum. Belki öldürmen bir hataydı. Ama sen bunu yüzlerce insanı kurtarmak için yaptın. İyilik yaptığını düşündün… Toplumun düzeleceğini düşündün… Bu kadar açlığın, sefaletin, haksızlığın içinde senin yaptığın

hata; iyiliğe, doğruluğa, barışa açılan bir kapı olacaktı belki de.

Ne sen ne de Sonya, günahkâr ya da suçlu değilsiniz. Siz sefalete, yoksulluğa mahkûm edilmiş milyonlarca insanın canlı heykelisiniz. Gerçek suçlu yoksulları zavallı gören; ama asıl zavallı kendileri olanlardır. Toplumun sırtına kene gibi yapışmış ve onların kanını emen, temiz giyimli iki ayaklılardır. Böylelerini toplumdan alıp karanlığın derinliklerine sürmek gerekir. Sen ve seninin gibiler de her zaman mutluluğu ve saygıyı hak ediyorsunuz. Kendine kötüyüm, diye haksızlık etme. Şöyle çevrene bir bak. Hangimizin yanında sadece gözlerimize bakarak her gün bir tas çorba ile ekmek veren var?

İsmini hatırlayamadığım bir yardımcın var. O senden hiçbir karşılık beklemeden sadece kalbinin

temizliğine inanarak sana hizmet etti. O senin iyi biri olduğuna inandığı için yanında. Ben de öyle Raskolnikov.

Belki bana soruyorsundur ‘Peki sen olsan ne yapardın, kalbini mi dinlerdin yoksa mantığını mı?” diye. Doğruyu söylemek gerekirse ben de ne yapacağımı bilmezdim. Nefsime uyup kalbimi mi dinlerdim yoksa mantığımı öne sürüp beynimi mi dinlerdim, bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var. Seni her yaptığına karşın seven kocaman yürekler var. Ben de bu yüreklerden biri olarak, hem kalbimdekileri hem de beynimdekileri paylaşmak istedim.

Şunu unutma Raskolnikov! Bu toplumun, bu kalplerin senin gibi avukatlara ihtiyacı var!

Roman Kahramanı: Raskolnikov - Suç ve Ceza

Yoksulların KahramanıDEMET YILDIRAN

arslanköy yahya aydın lisesi

ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ

Sen parasıyla insan olduğunu zannedenlerin -zenginlerin- pis çizmeleri altında ezdikleri yoksul insanların en büyük kahramanısın.

Page 13: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI13

HABERLERİedebiyat

Bir aşk bitti Quasimodo!

Merhaba Quasimodo,“Öncelikle ne yazacağımı bilmiyorum” diye başlardı bilindik

tüm mektuplar, tüm hatıra yazıları. Ama bu farklı. Ne kafiyeli bir şiire benzer bu ne de bir hikâyeye. Bu, görünmeyenle oturmak, olmayanla konuşmak gibi bir şeydir kanımca.

Sen, beni tanımazsın. Ben de seni tanımıyordum. Seni, seni okuyarak, anlayarak tanıdım. Victor Hugo’dur mimarın. Seni fiziksel olarak kötü nitelemiş olmasına kızma. Buna karşın, tertemiz, içinde binlerce bembeyaz sayfası olan bir kalp vermiş sana. Bir de dünyalar güzeli Esmeralda…

Bu mektubu belki okur, belki atar, belki de saklarsın. Onu bilemem. Tek umudum var: beni biraz dinlemen.

21. asırdan yazıyorum sana. Gerçekten geçmişe yazmak çok zormuş. Ama deneyeceğim. Çünkü ”Deneyen kaybedebilir, denemeyen zaten kaybetmiştir” mantığıyla çıktım bu yola.

Ben on sekiz yaşındayım. On dokuza daha çok var. On altısında aşkla tanıştım. Daha doğrusu tanışmak zorunda kaldım. O, sanki gökten inmiş ve kanatları unutulmuş bir melekti. Öylesine güzel, öylesine özel… On yedisinde başladı acısı. Ve şimdi on sekizindeyken hala devam ediyor sancısı. Tek bir kelime bile konuşamazken, utancından gidemezken sevgilinin yanına, onu sevmek, sevmeyi becerebilmek ne büyük bir mutluluk. Lakin bir o kadar da acı. Peki, ama Quasimodo neden yenemiyor bu kalp bu utancı? Neden tutup da sevgilinin ellerinden haykıramıyor aşkını?

Sen misali olmak vardı. Aşkını kalbine gömüp yaşamak… Uzaktan sevmek sevgiliyi, yakından özlemek… Fakat yapamadım, olamadım senin gibi. Denedim… Bir ay… Üç ay… On ay… Bir yıl… İki yıl… Ama sığmadı sevgilinin aşkı kalbime…

İmkânsız bir aşka yelken açtım ben de. Hain bir melteme kapıldı sandalım. Alabora oldu. Battı. Umutlara mezar oldu dalgalar. Ve bir aşk, karşılıksız bir aşk bitti başlamadan.

Neyse… Vaktini de aldım. Sen şimdi Esmeralda’nla uzun ve derin bir yolculuktasın. 21.yy’den sana ve Esmeralda’na sevgiler, saygılar ve selamlar…

Roman Kahramanı: Quasimodo - Notre Dame’ın Kamburu

On altısında aşkla tanıştım. O, sanki gökten inmiş ve kanatları unutulmuş bir melekti. Öylesine güzel, öylesine özel… On yedisinde başladı acısı. Ve şimdi on sekizindeyken hala devam ediyor sancısı.

KAMURAN DENİZakdeniz gazi lisesi

MANSİYON ÖDÜLÜ

21 Mart Dünya Şiir Günü Türkiye Yazarlar Sendikası, 21 Mart Dünya Şiir Günü nedeniyle gerçekleştireceği etkinlikte şiir kitapları dağıttı.21 Mart Cumartesi günü, saat 12.00’de Tünel’de başlayan etkinlikte, Kemal Özer’in kaleme aldığı bu yılki Dünya Şiir Günü Bildirisi okunduktan sonra Tiyatro Fabrikası, usta şairlerin şiirlerinden oluşan “Şiir Tiyatrosu”nu sundu. Daha sonra şairler, şiir kitapları dağıtarak Taksim’e yürüdü. Taksim’den Maçka’daki Şairler Parkı’na gidildi. Beşiktaş Belediyesi ile ortaklaşa düzenlenen etkinlikte, Tiyatro Fabrikası, ikinci gösterisini sundu ve şairler şiirlerini okudu.

‘Yalınayak değildir şiir!’PEN Şiir Ödülü bu yıl şair Kemal Özer’e verildi. Özer, ‘Dünya Şiir Günü Bildirisi’nde, ‘Hangi niteliklerle yüz yüze getirir bizi şiir?’ sorusunu yöneltiyor.21 Mart Dünya Şiir Günü nedeniyle PEN tarafından şiir şöleni düzenlendi.Fransız Kültür Merkezi’nde Cumartesi günü 15.00-17.00 saatleri arasında düzenlenen şiir şöleninde Orhan Alkaya, Alişan Birlik, Fahrettin Çiloğlu, Enver Ercan, Konur Ertop, Tarık Günersel, Arife Kalender, Levent Karataş, Bilal Kayabay, Zeynep Köylü, İkna Sarıaslan ve Sennur Sezer de şiir ve görüşleriyle yer aldı.

2008’in en çok satan kitaplarıNTV yayınlarından çıkan ‘Cahillikler Kitabı’ 2008’in en çok satan kitabı oldu. Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi’ en çok satanlar listesinde, ‘Cahillikler Kitabı’ ve ‘Olasılıksız’dan sonra 3. sırada yer aldı. Geçen yıl Türkiye’de 32 bin çeşit yeni kitap basıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği Genel Sekreteri Metin Celal’e göre, satış rakamları düşüyor, çeşitler artıyor. Uzun yıllardır şiir kitaplarının çok satanlar listesinde yer almadığını söyleyen Celal, şiir kitaplarının okunmamasının en önemli nedenini şiir kitaplarının okuruna ulaşamaması olarak görüyor. İnternet kitapçıları İdefixe ve Kitap Yurdu’nun çok satanlar listelerinde de hiç şiir kitabı yok.

2008 YILI EN ÇOK SATANLAR LİSTESİ Türkiye Yayıncılar Birliği’nin verilerine göre 2008’de en çok satan kitaplar: 1) Cahillikler Kitabı / John Lloyd - NTV Yayınları 2) Olasılıksız / Adam Fawer - A.P.R.I.L. Yayınevi 3) Masumiyet Müzesi / Orhan Pamuk - İletişim Yayınları 4) Allah İle Aldatmak / Yaşar Nuri Öztürk - Yeni Boyut Yayınları 5) Diriliş - Çanakkale 1915 / Turgut Özakman - Bilgi Yayınevi 6) Siz Kimi Kandırıyorsunuz / Soner Yalçın - Doğan Kitapçılık 7) Empati / Adam Fawer - A.P.R.I.L. Yayınevi 8) Kadından Kentler / Murathan Mungan - Metis Yayıncılık 9) Son Ada / Zülfü Livaneli - Remzi Kitabevi 10) Yaşama Yerleşmek / Üstün Dökmen - Remzi Kitabevi

2009 Metin Altıok Şiir Ödülü, Azad Ziya Eren’in Kırmızı Yayınları ve Metin Altıok ailesi tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen “Metin Altıok Şiir Ödülü”; “Ars Requiem” ve “Bırakılma Koridoru” adlı eserleriyle Azad Ziya Eren e verildi.

Page 14: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI 14

Bu mektubun bir gün size ve kalbi sevgiye açık herkese ulaşacağı inancıyla,Hitabetin anlamından ziyade, bir tutam güler yüzün tüm duyguların tercümanı olacağına inandığım her mektubumda; sana ve sizlere yalnız bir

düş kadar uzakta olmanın mutluluğu ve bu coşkunun verdiği cesaretle, “Bir mektuba nasıl giriş yapılır ?” arayışını gereksiz buluyor, düşlerimizin ve sevginin samimiyetine sığınarak sözlerime başlıyorum...... ve sana Kaf Dağı’nın oğlu sana ve tüm dostlarına atfen...Kaf Dağı’nın ardında kalan umutlarımız, hayalî sevgilerimiz, bulutlardaki düşlerimiz zindanlara ya da kalelere sığmayacak kahramanlarımız ve düşlerimizle sade hayatımızın tek rengi olan, gerçek olmayacak kadar güzel ya da bu fani terimle etiketlenemeyecek kadar kıymetli ve sonsuz...Olmayana hasret bu günlerde hissettiğim bir zarfa konamayacak, sayfalara sığmayan; bir pulla değer biçilemeyecek bu mektubu karalarken, her zamanki gibi sayfalarca umut ve doğrunun insana verdiği o tadı ilginçtir ilk kez düşüneceğim.Gerçek olmayacak kadar güzel olanın, aslında en, gerçek olduğuna ve sona bir adım daha yaklaştığını bilerek, garip tamlamalardan uzak, yalın ve kaçarcasına düşlemek üzerine...Kötülerin zaman zaman anlık nazlarına rağmen rövanşında galibiyetten bu denli emin olduğumuz başka kaç hayatımız oldu, ait olmak nedir ki fani bir kalıba?Peki, o halde gerçek hangimizdeydi, hangimizindi sandıklardan çıkarılmayı bekleyen oyalı düşler, gerçek sanılan yapmacık ve sahte gülüşler...Yıllar sonra karanlık ve derin uykusundan uyanan, Uyuyan Güzel’in sevgiye ve umuda uyanışı mı yoksa daha hiç gülememiş; fakat düşlerinde tebessüm etmeyi düşlerken, yüzünde sizin oralardan kalma sebepli bir mutlulukla, toprağın dudaklarına alnını dayayarak, mai bir uykudan uyanmayı bekleyen kadınlar, çocuklar…Kendi gerçeğinde boğulan sevgi; mistik ve biraz, insan sadece...Hayat sade ve naif yaşanmalıdır derim. Bir Pamuk Prenses bilincinde; güven üstüne kurulmuş ve hepsini ayrı ayrı severek, yargılamadan sorgulamadan 7 den 70’e kucaklamak kardeşçe...Bazen bu sevgi katlanmayı gerektirir tüm zorluklara! Bir de “Kül Kedisi” misali bakmalı hayata beklenmeli midir?Arzular, hep bir balo akşamına kadar saat 12’yi vurunca bozulur mu sihri ömrün? Bizim 12’miz vuralı çok olmuş, sözde hayatı biraz daha yaşanabilir kılmak maskesi altında...Evet, bizimde Robin Hood’larımız var; Fakat onlar artık ne fakirlik ne de fakirin halini biliyorlar.Eh! Haliyle düşsel kalıp farkından kaynaklanan bir takım yorum farkları olmuyor değil;Yöntem aynı zenginden alıyorlar, zengin oluyorlar, halktan 3 alıp halka 1 veriyorlar. Bunun adına ise halk refahı diyorlar...Bizim Robinlerimiz biraz ahmak maneviyatının manasını kavramış olacaklar ki bir Pollyanna masumiyetine bürünür; bizse Pollyanna ‘nın iyi niyetli düşleriyle düşlemek zorunda olanlar...Bilir misin, aslında her zaman hasret kalınan William Tell’in cesareti ya da bu cesaretin getirilen değil

Tell’in sevgiye olan sonsuz inancıdır... Bunu henüz anladık. Tam da kaybederken...Bizim gerçeklerimiz yalnız biz insanoğlunun ürünüdür, işte bundandır ki hayat hep umutsuz bir kimliğe bürünür.Yalanlar mı? Bizi yüceltenler; sevgiye, mutluluğa düşen en kısa yol mudur? Çizmeli Kedi misali sadık bir dost, küçük yalanlar, oyunlar ve mutluluk getiren birkaç manalı söz...Fakat bizim gerçeğimizde devler ne bir fareye dönüşür ne de kural tanırlar, bilir misin kardeşlik; bizim krallarımız yoktur; ama buralarda bir kedi sözüne ancak bir deli inanır...Deliler bile bir kral karşısında el pençe divan durur çaresiz, itaatkâr, tıpkı gerçek olmayacak kadar gerçek olan dostlarımız gibi... Belki de, yalan en çok Pinokyo ‘yu bu denli küçük düşürür. Oysa Pinokyo insan olmanın gereğini bir periden daha önce bulmuştur... Bizim de Pinokyolarımız vardır, kardeşlik, etten kemikten olup kalpleri tahta değeri bile taşımaz insanlığı evvelden terk ettiklerinden bir sunta soğukluğu ve bir odun boşluğu taşırlar...Belki de gerçek aslında düşleri sistemler içinde mahkûm bırakmaktı. Oysa kuralsızlıkta bir kuraldır ve inanmak

düşlere insanoğlu için en büyük silahtır. Bremen Mızıkacılarını hepimiz biliriz, farklı seslerin güzel harmonisidir bazen çatlak seslerde olur hani bir horoz gürlemesi gibi; ama ortak paydası sevgi saygı olunca hoşgörü aydınlatır yüzleri.Aynı olmak aynı düşünmek der gerçek, lügatine girdiği her düşü bir bir silerek. Gerçek; sevmek belki de düşlere kulak vermek kalbe. Belki de iç dünyamızda mutlu sevmeyi ve düşleri umutlan düşleyerek yaşamayı seçmek “Alice” gibi harikalar diyarında...Ey Kaf dağının oğlu! Sevgi kalplerden önce o dağın ardında ardın da doğdu...Bir Keloğlan türküsüdür düşler ya da mehtaba karşı söylenen bir “Rapunzel” şarkısı kalelerden aşağı, dağlardan öte, ufka yakınca.Gerçek; gerçeğe hasret hatırlanmayı bekleyen nasipsiz düşlerimiz sadece, belki bu sebepten yazmayı düşünmüşümdür bu mektubu günlerce... Masallarda destansı bir gece, yalan tadında umut ikliminde.Bu yüzdendir ki biz hasretiz zamansız gülüşlere doğmayan günlere. Güneşe, masalsı düşlerimiz en aşikâr gerçekte...Kelimeler anlamsız kalır düşlerimiz nezdinde; masallardan öğrendiğimiz

ve kaybolan düşlerimiz “evet evet!” aslında çocukken gerçek nedir biliriz...Bu yüzdendir kardeşlik; saf değil duygularım ve mısralar önemsiz, akla zeval doğruların tek tek üstünü çiz!Postalanmak üzere pulsuz bir mektup ve içindeki düşler, ne kadar inanırsak bize o kadar gerçek, bir gemi var ufukta Kaf Dağı’na gidecek, Kaf Dağı’nın oğlu bana: “Boş versene arkadaş sen benden daha masalsın diyecek...”Bir gün biliyorum kardeşlik senden cevap gelecek...Bu nasipsiz çocuk toprak olup göçecek gerçeği yalnızca o mektubu taşıyan güvercinler bilecek.Ama sen bunları zaten biliyorsun değil mi?

Kahraman: Birden fazla masal kahramanı…

ÖMER ÇÖRTENyenişehir özel içel koleji

MANSİYON ÖDÜLÜ

Bizim gerçeklerimiz yalnız biz insanoğlunun ürünüdür, işte bundandır ki hayat hep umutsuz bir kimliğe bürünür.

Kaf Dağı’nın oğlu

Page 15: Lise Postası, sayı 3

LPliSEPOSTASI15

Sevgili Sofie Amundsen!

Yazgı, çerçeveleme tarzında hüküm sürdüğü için, o en büyük tehlikedir.

Bu tehlike kendisini iki yolda ifade eder bize; örtüsünü açan şey en

kısa sürede insanı bir nesne olarak değil de, onunla yalnızca hazır-destek olarak ilgilenir ve

nesnelsizliğin ortasındaki insan hiçbir şey değil, fakat hazır-desteğin düzenleyicisidir. O zaman

insan, aceleci düşüşün en kıyısına gelir.15. yaş gününde ‘’Kimsin sen’’ isimli notu gizli ve

esrarengiz bir şekilde bulman, en iyi arkadaşın olan Jorün ile tanışman, Alberto Knox’u tanıman

ve kendini bir felsefe serüveninin odak noktasında görmen bir yazgındır Sofie. Peki sen bu yazgı

içerisinde rolünü nasıl oynadın? Napolyon’un kaderi, Fransa’nın yazgısının bir parçasıdır. Jostein

Gaarder’in kademeli olarak daha geniş toplulukların yazgılarına aittir. Öğrencilerin, Norveç

halkının ve hatta üniversitenin son olarak da ‘’Batı’’ diye adlandırdığımız şeyin yazgısına aittir.

Norveç bir yazgıya sahip olacaksa ,’’Jostein’’ taraftarlarından her biri ‘’Jostein’’ kadar bir kadere

sahip olmalı mıdır? ‘’Jostein’’in öğrencileri onun kadar bu konularda söz

sahibi midir Sofie? Hölderlin’ in şiirinde;Yorumlanmayan imgeleriz,Hiç hissetmeyiz acımızı, fakat o hep içimizdeYitirdik dilimizi yabancı topraklardaSenin kendini var oluşun içerisinde bilmen, kartezyen düşünce

geleneği ile, onkoloji ile tanışman gereğini sana uyarlayan Alberto Knox, seni yaşama bağlayan ereksel nedenindir artık. Özgürlüktür gereğince Alberto Knox. Özgürlüğün özü, orijinalliği bakımından ne istençle ne de insan istencinin nedenselliğiyle ilişkilidir. Özgürlük, açık ve aydınlanma anlamında, yani üstünü örter. Salt yasaların zorlamasını içerir. Felsefe özgür olan şeydir Sofie!

Afrikalı bir Şaman’ın Sinagog’daki bir Musevi’ye özenmesi, senin içerinde bir şüphe akımının doğmasına, demografik hareketlerin değişmesine sebep olur. Dogmatizmin katı kurallarına uyan bir geleneğin bünyesinden kopup çıka gelen; ‘’Süprüntüden felsefe olmaz’’ kuramını özümseyen Binbaşı’nın size kurduğu kompleler, kaçışlar ve kendinizi kurtarma çabalarınız bilim-kurgu kitaplarını aratmayacak ölçüde olduğunun kanısındayım.

Gelecekteki teknolojik gelişmeler arasında yer alan uçan arabalar makinenin sistematik hareket kavramına göre düzenlenerek, Newton’un yerçekimi keplerine uygun olarak hazırlanmak üzere başka bir deyişle de ‘’Arabayı süren şoför mü pilot mu?’’ istifamını karşılayacak nitelikte bir önsezi olup, bilim insanlarının çalışmalarına ışık olmaktadır. Siz, görünmeyen kırmızı bir Mercedes ile Hilde ve babasının önünden geçme sahnesi,’’King- Kong’’ filmlerindeki macerayı aratmayacak nitelikteydi Sofie.

15. yaş gününde partisinde bütün yaşanılanların sadece Hilde Molier Knag’ın doğum günü eğlencesi olduğunu ve vakit kaybetmeden binbaşının bilincinden süzülüp çıkmak istediğini, başta annen ve konuklarınıza anlattığın an, içimde bir önsezinin oluşmadığını inkar etsem, yalan söylemekten korkarım Sofie. Aslında her şey sadece her şey Birleşmiş Milletler Lübnan gözlemcisi Mr. Knag tarafından kurgulanmıştı ve sizde bu kurgunun içerisindeydiniz. Milli mali müşavari’nin anlamsız ve soğuk tavırları, Bayan Ingebrigsten’in sorumsuzluğu daha önceden kurgulanmıştı. Ve Sofie bilmen gerekiyor ki bu senin yazgındı, bu Alberto Knox’un kara yazgısıydı.

Her şey ve her şey bir satırbaşından ibaretti yalnızca.Kırmızı başlıklı kızın sepetinden dağılıyordu savaş mültecilerine gönderilen gıda

yardımları. Kırmızı başlıklı kızın ninesi sevmiyordu belki de tavukgöğsünü, patlıcan pilakisini… Savaş mültecileri tatmayacaklar mıydı şimdi tavukgöğsünü, kamplarında. Ve şimdi yaşlı beyaz kurdun midesindeki ninenin canı istemeyecek miydi tavukgöğsünü…

Kulübenin önündeki kayıkla Alberto Knox ile birlikte yolculuk yapman Sofie, Osman Hamdi’nin ‘’Kaplumbağa Terbiyecisi’’ adlı tablosu kadar nostaljik geldi bana. Nostalji olan başka bir şey daha var ki ‘’Cogito Ergosum’’ (Düşünüyorum o halde varım) sözünde olduğu gibi soyut bir öğe olan gerçeği Sum Ergo Cogito’dur(Varım o halde düşünüyorum) tarzında değiştirmek var ya Sofie, Sofie Amundsen! Satır başı

Sanata 50 yılını vermiş, estetik kaygıların dürtüsü ile yoğunlaşmış ve 70 yaşına hasta yatağında girdiğinde ‘’iyi misin’’ sorusuna hayır yanıtını nedeni ile birlikte söyleyerek(-İyi değilim çünkü bu aralar ne birine ben aşığım ne de birileri bana) bu ümmete hizmet aşığı olan ‘’Geothe’’ sözü ile başlamanız! –‘’Üç bin yıllık geçmişini bilmeyen insan günübirlik insandır. Günübirlik olmamak için’’ kitabın evrensel çıkarımlarına katkıda bulunduğunu söylemem mümkündür…

Sofie’ciğim!Seninle bu satırlarımı paylaşmak bana candan bir mutluluk veriyor.

Bu satırlarımı okurken beni mütemadiyen bir arkadaşın olarak algılamanı temenni ediyorum. Mektubumun sonuna adım adım yaklaşıyorum satır başı. Mr. Knag senin robotlara olan ilgiliğini satır aralarında bahsetmiştim sanırsam.

25 Ocak 1979 tarihinde, Robert Williams, Ford fabrikasında çalışırken bozulan bir robot kolunu onarmaya çalışırken, tekrar çalışır hale gelen kolun kafasına vurduğu darbe ile hayatını kaybetmişti. Robotlar tarafından öldürülen ikinci insan ise Kenji Urada adlı Japon mühendisti. Kenji Kawasaki fabrikasında onarmaya çalıştığı bir robotun mekanik kolu tarafından öğütme makinesine itilerek ölmüştü. Kitabı okuduğumda bunlar ile ilgili konuşmalarını göremedim. Mr. Knag satır aralarına yazmayı unutmuş galiba. Ya da Hilde Molier Knag’ın ilgi alanına girmiyor senin bu ‘’Made in Seri katillerin ‘’ Eğer bir gün başka bir kitapta Alberto Knox ile yazılma şansına sahip olursan kitabın ilk nüshasını bana göndermeyi unutma. Ya da ben bir gün ilk kitabımda sizi farklı bir biçimde yazarsam sana Mr. Knag ve Hilde

Molier Knag’ı Karanlık orta çağ Avrupa’sına kont ve konteks olarak göndermeyi düşünüyorum satır başı. Belki de bu kitabın isminde bana Jostein Gaarder yardımcı olabilir. Bu benim yazgım olabilir Sofie,

‘’Yağan soğuk bir karda sıcak bir bardak çay ile Oturmuşum bir dostu beklerken, Önümden geçen bir sis perdesi gibi Gelirsin belki…’’ Alberto Knox’a selamlarımı söylemeyi unutma Gelip seni bulacaktır kaderim dediğin, Ve sorgulayacaktır nedir bu halin? Kendine iyi bak Sofie,Hoşçakal,Yazgın bu senin her şey gönlünce olsun dostum…

Roman Kahramanı: Sofie Amundsen - Sofie’nin Dünyası

FelsefeözgürolanşeydirSofie!MAHCURE YAV

tarsus cumhuriyet lisesi

MANSİYON ÖDÜLÜ

Kırmızı başlıklı kızın sepetinden dağılıyordu savaş mültecilerine gönderilen gıda yardımları. Kırmızı başlıklı kızın ninesi sevmiyordu belki de tavukgöğsünü, patlıcan pilakisini…

Page 16: Lise Postası, sayı 3

YDS•ÖSS•SBS

Çankaya Mh. Silifke Cd. Armağan İşhanı No:49/3 Mersin0324. 239 04 08-09 / 0505. 453 29 21 / 0505 642 25 89