gezi postası 13

8
#direngeziparkı #occupygezi gezi postası 22 TEMMUZ 2013 PAZARTESİ | SAYI 13 DİRENİŞİN GAZETESİ @gezipostasi | gazetegezipostasi.blogspot.com Gezi Direnişi’nden önce de salı günleri toplumsal muhalefet için operasyon günüydü; Gezi Direnişi sonrası da bu gelenek bozulmadı ve 16 Temmuz Salı sabahı birçok adrese Terörle Mücadele polisleri baskın yaptı. HUKUK VAKTİYLE BİR İHTİMALDİ Ölüm: 5, Tutuklama: 119, Gözaltı: 3343, Hukuk: Bulunamadı! İ HD (İnsan Hakları Derneği) Genel Merkezi, Gezi Parkı ekseninde başlayıp tüm ülkeye yayılan direniş esnasında ve sonrasında yaşanan ölüm, yaralanma, gözaltı, tutuklama ve diğer hak ihlallerine ilişkin değerlendirme raporunu yayınladı. Rapora göre Direkt polis şiddeti sonucu 5 kişi öldü, 7 bin 832 kişi yaralandı. 64 yaralının durumu ağır olmakla birlikte, uzuv kaybı yaşayanlar da var. 31 Mayıs -10 Haziran tarihleri arasında: 3 bin 343 kişi gözaltına alındı. 3 bin 158 kişi serbest bırakılırken, 66 kişi hala gözaltında. 119 kişi ise tutuklandı. Raporda eylemler süresince çocukların maruz kaldığı hak ihlallerine de dikkat çekildi. Gündem Çocuk’un açıkladığı rapora göre, 23 Haziran itibariyle en az 294 çocuk gözaltına alındı. Bu çocukların sayısında raporun hazırlandığı tarihten bugüne ciddi bir artış kaydedildiği belirtildi. Devamı 2. sayfada... B askınların yasal dayanağı, İstanbul 2.Nolu (TMK 10. madde ile görevli) Hakimliği’nin 56 kişi hakkında vermiş olduğu gözaltı ve arama kararıydı. Hakimliğin vermiş olduğu karar kapsamında adresleri tespit edilmiş 29 kişi evleri aranarak gözaltına alındı. Bu aramalarda ele geçen en büyük suç delillerinden birisinin 20 ABD doları ve 40 TL’lik alışveriş çeki olması ise yapılan operasyonun ciddiyetini ve amacını açıkça ortaya koyuyor. Faiz lobisini açığa çıkaran bu büyük operasyon sırasında diğer ele geçen suç delilleri ise; artık alışıldığı üzere, baret, el feneri, çeşitli çap ve miktarlarda kitap, afiş, film ve müzik cdleri olacaktı. Gözaltı ve arama için gittiği evde, aranan kişiyi bulamayınca arananın kardeşini alıp eli boş dönmemek, İTÜ yurduna yapılan baskının hırsızlık nedeniyle olduğunu söylemek, arama kararını kişiye özel olarak değil de kişinin oturduğu bütün apartman için almak da bu operasyonu şimdiden unutulmaz hale getirdi. Yapılan baskınlar sonucu gözaltına alınanlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğundan ilk 24 saat müdafiileri ile görüştürülmedi. Bununla da yetinilmedi ve gözaltı süreleri iki gün uzatılarak, savcılık önüne 19 Temmuz günü ifade vermek için çıkarıldılar. Savcılık 29 kişiden 25’ini serbest bırakırken, 4 kişiyi tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk etti. Tutuklamaya sevk yazısına bakıldığında ise operasyonların asıl temelini oluşturan örgüt iddiasından vazgeçildiği, Gezi gözaltılarında şimdiye kadar olduğu gibi 2911 sayılı kanuna muhalefet ve memura mukavemet gerekçesinin ileri sürüldüğü görülecekti. Mahkeme bu gerekçeleri de tutuklanma için yeterli görmeyerek, 4 kişiyi adli kontrol ile serbest bıraktı. Devamı 4. sayfada...

Upload: gezi-postasi

Post on 08-Mar-2016

237 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Gezi Postası sayı 13: Hukuk vaktiyle bir ihtimaldi

TRANSCRIPT

#direngeziparkı #occupygezi

gezi postası22 TEMMUZ 2013 PAZARTESİ | SAYI 13

DİRENİŞİN GAZETESİ

@gezipostasi | gazetegezipostasi.blogspot.com

Gezi Direnişi’nden önce de salı günleri toplumsal muhalefet için operasyon günüydü; Gezi Direnişi sonrası da bu

gelenek bozulmadı ve 16 Temmuz Salı sabahı birçok adrese Terörle Mücadele

polisleri baskın yaptı.

H U K U K VA K T İ Y L EB İ R İ H T İ M A L D İ

Ölüm: 5, Tutuklama: 119, Gözaltı: 3343, Hukuk: Bulunamadı!

İHD (İnsan Hakları Derneği) Genel Merkezi, Gezi Parkı ekseninde başlayıp tüm ülkeye yayılan direniş esnasında ve

sonrasında yaşanan ölüm, yaralanma, gözaltı, tutuklama ve diğer hak ihlallerine ilişkin değerlendirme raporunu yayınladı. Rapora göre Direkt polis şiddeti sonucu 5 kişi öldü, 7 bin 832 kişi yaralandı. 64 yaralının durumu ağır olmakla birlikte, uzuv kaybı yaşayanlar da var. 31 Mayıs -10 Haziran tarihleri arasında: 3 bin 343 kişi gözaltına alındı. 3 bin 158 kişi serbest bırakılırken, 66 kişi hala gözaltında. 119 kişi ise tutuklandı. Raporda eylemler süresince çocukların maruz kaldığı hak ihlallerine de dikkat çekildi. Gündem Çocuk’un açıkladığı rapora göre, 23 Haziran itibariyle en az 294 çocuk gözaltına alındı. Bu çocukların sayısında raporun hazırlandığı tarihten bugüne ciddi bir artış

kaydedildiği belirtildi.  Devamı 2. sayfada...

Baskınların yasal dayanağı, İstanbul 2.Nolu (TMK 10. madde ile görevli) Hakimliği’nin 56 kişi hakkında

vermiş olduğu gözaltı ve arama kararıydı. Hakimliğin vermiş olduğu karar kapsamında adresleri tespit edilmiş 29 kişi evleri aranarak gözaltına alındı. Bu aramalarda ele geçen en büyük suç delillerinden birisinin 20 ABD doları ve 40 TL’lik alışveriş çeki olması ise yapılan operasyonun ciddiyetini ve amacını açıkça ortaya koyuyor. Faiz lobisini açığa çıkaran bu büyük operasyon sırasında diğer ele geçen suç delilleri ise; artık alışıldığı üzere, baret, el feneri, çeşitli çap ve miktarlarda kitap, afiş, film ve müzik cdleri olacaktı. Gözaltı ve arama için gittiği evde, aranan kişiyi bulamayınca arananın kardeşini alıp eli boş dönmemek, İTÜ yurduna yapılan baskının hırsızlık nedeniyle olduğunu söylemek, arama kararını kişiye özel olarak değil de kişinin oturduğu bütün apartman için almak da bu operasyonu şimdiden unutulmaz hale getirdi.

Yapılan baskınlar sonucu gözaltına alınanlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğundan ilk 24 saat müdafiileri ile görüştürülmedi. Bununla da yetinilmedi ve gözaltı süreleri iki gün uzatılarak, savcılık önüne 19 Temmuz günü ifade vermek için çıkarıldılar. Savcılık 29 kişiden 25’ini serbest bırakırken, 4 kişiyi tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk etti. Tutuklamaya sevk yazısına bakıldığında ise operasyonların asıl temelini oluşturan örgüt iddiasından vazgeçildiği, Gezi gözaltılarında şimdiye kadar olduğu gibi 2911 sayılı kanuna muhalefet ve memura mukavemet gerekçesinin ileri sürüldüğü görülecekti. Mahkeme bu gerekçeleri de tutuklanma için yeterli görmeyerek, 4 kişiyi adli kontrol ile serbest bıraktı. Devamı 4. sayfada...

gezi postası2Ölüm: 5, Tutuklama: 119, Gözaltı: 3343, Hukuk: Bulunamadı!

1. Sayfadan Devam...

İHD Raporunda Neler Var?

Hazırlanan bu rapor sadece 27 Mayıs-24 Haziran tarihleri arasında yaşanan hak

ihlallerini içeriyor. 24 Haziran’dan sonra devam eden eylemlerde de polis artan bir şiddetle saldırmaya devam etti. Gaz bombaları, plastik mermi ve tazyikli su ile saldırdı, çok sayıda kişiyi gözaltına aldı ve tutukladı. Rapora dair bir diğer detay da, doğrudan olmasa bile bu saldırılar sonucu gerçekleşen birçok yaralanma ve ölümle neticelenen olayın yanı sıra gözaltı işlemi yapmadan saatlerce bekletilen ve bu esnada darp edilen, psikolojik işkenceye maruz bırakılan pek çok kişiyi kapsamaması. Polisin gözaltı işlemi yapmadığı, yaralanan çok sayıda insanın gözaltı korkusuyla hastanelere gitmediği ve yaşamını yitiren birçok insanın isminin basına yansımadığı düşünüldüğünde gerçek rakam çok daha büyük boyutta. Ancak bu kadarı bile, devlet eliyle uygulanan şiddetin vehametini ortaya koyuyor.

27 Mayıs 2013 ile 24 Haziran 2013 tarihleri arasında İHD şubeleri, Barolar ve Tabip Odaları’na yapılan başvuruları kapsayan rapora göre:Gezi direnişiyle başlayan protestolar 79 ilde yapıldı ve yaklaşık 2,5 milyon insan bu eylemlere katıldı. Gösterilerin büyük bölümü İstanbul ve Ankara’da yaşanırken, sadece iki ilde (Bingöl

ve Bayburt) eylem düzenlenmedi. 27. kuruluş yılına ilişkin de bir açıklama yapan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, insan hakları mücadelesinin Türkiye gibi darbe anayasasıyla yönetilen ülkelerde zor olduğunu belirterek, “27 yılda Türkiye’de değişmeyen tek şey, sistemin ve siyasal iktidarın otoriter yapısıdır. Türkiye’de çoğunluğa, açıklığa ve katılımcılığa dayalı bir demokrasi kültürü gelişmediğinden, siyasal iktidarlar tekçi ve otoriter yapılarını muhafaza edebiliyorlar” şeklinde konuştu.

İnsani Talepler Yinelendi

Yapılan açıklamada, gerçekleşen bu hak ihlallerinin durdurulması çağrısı yapıldı. Buna yönelik olarak: “Göstericilere yönelik polis şiddetinin acilen durdurulması, orantısız ve aşırı güç kullanımının derhal sonlandırılması, sadece barışçıl gösteri ve toplanma haklarını kullanmaları sebebiyle gözaltına alınanların derhal serbest bırakılması, yaşanan şiddet olaylarına yönelik bağımsız ve etkili bir soruşturmanın yapılması ve sorumlularla ilgili yargı sürecinin en kısa zamanda başlatılması” gibi acil taleplere de yer verildi.

 Devlet Terörünün Bilançosu

• İstanbul’da 21’i ağır 4 bin 478 kişi yaralanırken, bir kişi yaşamını yitirdi. 4 kişinin hayati tehlikesi sürüyor. 6 kişi kırıklı kafa travmasına uğradı ve 6 kişi gözünü kaybetti.

• Ankara’da 21’i ağır olmak üzere 1539 kişi yaralandı, bir kişi yaşamını yitirdi. 7 kişi kırıklı kafa travması geçirdi, 4 kişi de gözünü kaybetti.

• İzmir’de 2’si ağır 800 yaralı.

• Antakya’da bir kişi yaşamını yitirirken, 3’ü ağır olmak üzere toplam 161 kişi yaralandı.

• Adana’da 6’sı ağır olmak üzere 162 kişi yaralandı, 5 kişi kafa travması geçirdi. Ayrıca bir polis, inşaattan düşerek öldü.

• Eskişehir’de bir kişi yaşamını yitirdi, bir kişi yoğun bakımda olmak üzere 3 kişinin hayati tehlikesi devam ediyor. Toplamda 300 kişi yaralandı.

• Muğla’da biri ağır 50 yaralı.

• Mersin’de biri ağır 17 kişi yaralandı.

• Bursa’da bir kişi kafa travması, 2 kişi yaralandı.

• Balıkesir’de 155 kişi yaralı.

• Kocaeli’de 10, Antalya’da biri ağır olmak üzere toplam 150 kişi yaralandı.

• Rize’de 8 kişi yaralandı.

Biber Gazı Oley!

İHD’nin raporunda ayrıca, basında yer alan bir habere de yer verildi. Haziran ayında yayımlanan habere göre, 2000-2012 yılları arasında polis ve jandarma için 600 ton biber gazı ithal edildi ve 21,5 milyon dolar harcandı. 2000 yılında 42 ton biber gazı ithal edilirken, bu miktar 2005’te 115 tona çıktı. 2006’da 90 ton, 2007’de 75 ton, 2008’de 67 ton, 2009’da 37 ton, 2010’da 48 ton, 2011’de 39 ton ve 2012’de de 40 ton biber gazı ithal edildi. İthal edilen biber gazı miktarına Türkiye’de üretilen ve devlet tarafından satın alınan miktarın dahil olmadığı belirtiliyor.

gezi postası 33. Boğaz Katliamı Köprüsü

İstanbul’da şehir içindeki kamusal alan talanları devam ederken bir yandan da

Boğaz’ın Karadeniz’e açıldığı noktada büyük bir doğa felaket yaşanıyor. 29 Mayıs’ta 3. köprünün temeli atıldığından beri her gün on binlerce ağaç kesiliyor. İstanbul’un ve İstanbul Boğazı’nın insan eli değmemiş tek noktası olan Kuzey Ormanları da kimbilir hangi rant uğruna yok edilmeye başlandı.

İstanbul’a yapılması düşünülen 3. köprü projesi açıklandığından bu yana halktan ve sivil toplum kuruluşlarından gelen tepkiler ne yazık ki iktidarın kör inadını kırmaya yetmedi ve proje başlatıldı. Hakkında bir çok itiraz ve yürütmeyi durdurma istemiyle dava açılmış olmasına rağmen başlayan bu proje kapsamında iki aydır eşi görülmemiş bir hızda doğa katliami yapılıyor. Proje bitiminde Kuzey Ormanları’ndan yaklaşık iki buçuk milyon kadar ağacın kesilmiş olacağı öngörülmekte. Mesele sadece ağaçla da bitmiyor. Oradan kesilecek her ağaç, ev sahibi olduğu tüm canlıların da ortadan kaybolması demek. Oradan kesilen her ağaç, o ormanda yaşayan canlılar için bir sığınağın daha kaybolması ve Kuzey Ormanları’ndaki ekolojik dengenin terazi kefelerinden eksiltilmiş bir taş demek.

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım tarafından şehir içinde kamyon ve ağır vasıta trafiğini bitireceği ve bunların egzos gazlarının kirliliğini şehirden uzaklaştırdığı iddiasıyla savunulan projenin şehirden alacağı o kirlilik bu sefer ormanları mahvedecek. Sadece kesilen ağaçlarla bu iş bitmeyecek, ardından gelecek olan kirlilik de oradaki doğal hayatı ve şehrin su havzalarını yok edecek. 3. köprü yapıldıktan sonra, belki de bitmesi bile beklenmeden, köprü ve bağlantı yolları yakınındaki orman arazileri de imara açılacak ve o bölgede yeni yapılaşmalar söz konusu olacak.

İnşaat ile ilgili tartışmalar devam ederken köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilecek olması da bir başka tartışmaya sebep oldu. Alevi toplumu tarafından zulmün ve yaşanan kıyımın bir simgesi olarak görülen Yavuz Sultan Selim’in adının köprüye verilecek olması büyük bir tepkiye yol açtı. Çeşitli Alevi dernekleri, 3. Boğaz köprüsüne “Yavuz Sultan Selim” isminin verilmesini,

köprünün temelinin atıldığı Sarıyer Garipçe Köyü’nde basın açıklaması yaparak protesto etti. Alevi yurttaşların hassasiyetini belirtmesinin ardından ise Bakan Binali Yıldırım, bahsi geçen olayın “efsane” olduğuna dair bir açıklama yaparak eşsiz bir sağduyu örneği gösterdi.

Tüm bu doğa katliamı devam ederken 3. köprü projesinde bir değişiklik olduğu açıklandı. İlk önce köprü inşaatının yanlış yere yapıldığı ve onca ağacın boşa kesildiği şeklinde duyurulan haber Bakan Yıldırım tarafından yalanlandı. Bakan Binali Yıldırım’ın açıklamasına göre proje bazı noktalarda kuşların göç yoluna ve su havzalarına denk geldiği için planda değişiklik yapılmıştı. Peki bu göç yolları ve su havzaları neden proje başlatılmadan belirlenmemişti? Çünkü 3. Köprü projesi Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporundan muaf tutulmuştu. Eğer bu rapor usulüne uygun bir biçimde hazırlansaydı, böyle bir yanlışlık olmayacak, devasa boyutta bir ormanlık alan katledilmeyecekti. Proje kapsamında yürütülen faaliyetlerin bazı bölgelerde güzergah dışına çıkmış olduğu da ayrıca belirtilmekte.

Tüm bu yaşananların ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 19 Temmuz’da yaptığı açıklamasında tıpkı Topçu Kışlası’nın yapımı için “Ne yaparsanız yapın, kararımızı verdik” dediği gibi bu sefer de Kuzey Ormanları’nın kalanını da katledecek bir diğer proje olan Kanalİstanbul  için, “Bunun için de yargıya giderler ama bu kervan yürüyecek” dedi.Kenti doğrudan ilgilendiren bu kadar

önemli meseleler, sadece kendisi üzerinden tartışılamaz. Kent bir tür organizmadır. Bu organizmanın bütününe ilişkin olarak yapılmış herhangi bir planlama, geleceğe yönelik bir takım kararlar ve bu kararların birbirlerini kuvvetlendiren bir şekilde bir tür sürekliliği olmadığı sürece herhangi bir projeyi tek başına konuşmak çok doğru değildir.

Yine 19 Temmuz’da Kuzey Ormanları Savunması Çağlayan Adliyesi önünde 3. köprü için bir protesto gerçekleştirdi. Grup aynı zamanda yetkililer hakkında suç duyurusunda da bulundu.

İstanbul Boğazı’nın kendine has koruma kanunları bulunmasına, boğaz bölgesindeki aşırı yapılaşmayı ve imarı sınırlandırıcı maddeler olmasına rağmen boğazın ve kentin nefes alanların talanı son sürat devam ediyor.

İstanbul gibi koskoca bir kenti kuzeye doğru değil de doğu-batı ekseninde genişletmek gibi bir ana tahayyülle yola çıktıysanız, o zaman tabii ki kuzeye yapılan bütün bu yatırımlar problemli yatırımlardır. Bu noktada herkes çok iyi biliyor ki, kuzeydeki orman bölgesinin bu tür yatırımlarla, geçişlerle, bugün by-pass gibi gözüken ama yarın için ne olacağını tahmin etmenin çok da zor olmadığı bu tür projelerle tehdit edildiği açıktır. Bunu anlamak için şehirci olmaya gerek yok. Tüm bunlar neye rağmen veya ne uğruna yapılıyor?

gezi postası4Hukuk Vaktiyle Bir İhtimaldi

1. sayfadan devam...

Baskınların yasal dayanağı olan hakimlik kararı incelendiğinde ise önümüzdeki sürecin nasıl şekilleneceği az çok açık hale geliyor.

Zira kararın alınması için emniyet tarafından hakimliğe sunulan gerekçeler şu şekildeydi: “Taksim Gezi Parkı yayalaştırma projesini protesto etmek amacıyla başlayan gösteriler terör örgütlerinin ve marjinal grupların yönlendirmesiyle demokratik tepkilerin ötesine geçerek terör örgütlerinin ve mensuplarının propagandası, güvenlik güçlerine ve araçlarına saldırıda bulunma, kamu ve vatandaşa ait mala zarar verme eylemine dönüşmüştür. Meydana gelen olaylara ilişkin görüntülerin yapılan incelemesinde olaylara katıldıkları tespit edilen...”

Gerekçenin ilk kısmı, devletin Gezi Direnişi’ne dair iyi ve kötü eylemciler algısı yaratma çabasının tekrarı niteliğindeyken; ikinci kısım ise olaylara ilişkin görüntülerin yapılan incelemesinin altını çiziyordu. Görüntü incelemesi vurgusu İstanbul’da yapılacak operasyonların ne şekilde süreceğinin ipucunu veriyor. Şimdiye kadar devlet tarafından, toplumsal muhalefetin her yükselişinde olağan şüpheli olarak görülmüş örgütlere yapılan operasyonlar bir yandan sürerken, diğer yandan şimdiye kadar sadece devlet görevlilerinin ağzında olan görüntülerin incelenmesi safhasının uygulamaya geçmesi ile sokağa çıkan, direnen herkese gözdağı verilmeye çalışılıyor.

Bir tür karadüzen içinde ilerlemesi mümkün ev aramalarında yapılabilecekleri hatırlamak bu bakımdan büyük önem taşıyor. Öncelikle dikkat edilmesi gereken, arama kararlarını dikkatlice okumak. Zira arama kararları “normal şartlar altında” somut bir neden, süre, adres içermek zorunda; her ne kadar bu koşullar, en başında bu kararı verenler tarafından dikkate alınmasa da. Dolayısıyla 16 Temmuz baskınlarında olduğu gibi, kapı numarası olmadan verilen arama kararları hukuka aykırı. Diğer bir dikkat edilmesi gereken nokta ise, bu aramalar sırasında sizin eşyanız olup olmadığından emin olmadığınız, size uzatılan, taşınmasına yardım edilmesi istenen eşyalara elinizi sürmemeniz. Zira yapılan aramalar, çoğu zaman sizin hakim olamayacağınız

bir kalabalıkla gerçekleştiriliyor. Ayrıca arama her yasal işlem gibi bir tutanağa bağlanmak zorunda. Fakat arama süreci, sizin kontrol alanınız dışında ilerlediyse ve yapılan işlemlerden emin değilseniz tutanağı imzalamak zorunda değilsiniz; veya bütün hukuksuzlukları tutanağın altına şerh düşerek imzalayabilirsiniz. (Örneğin sizin yanınızda bilgisayarınızın imajı alınmamış, bunun bir kopyası size verilmemişse.) Bu sizin yasal hakkınızdır. Bu tutanağın örneğini de mutlaka isteyin.

Halka Karşı TOMA, Hukuka Karşı Dozer!

AKP hükümetinin ‘Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’ İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin, 6 Haziran 2013 tarihli kararıyla iptal

edilmişti. İptal kararı, Topçu Kışlası’nın yeniden inşası ile ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın itirazını reddeden İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin kararında yer almıştı. Böylece Taksim’de çalışmaları devam eden yayalaştırma, battı-çıktı, Gezi Parkı ve Topçu Kışlası gibi bütün projeler  ‘hukuk dışı’ ilan edildi. 3 Temmuz’da ise Kültür Bakanlığı’nın itirazı reddedildi.

Hukuku hiçe sayan AKP yönetimi, 6 Temmuz’dan bu yana Divan Otel’in çevresindeki inşaat çalışmalarına devam ediyor. Taksim Dayanışması, projenin iptalinin duyulmasının ardından 6 Temmuz’da mahkeme kararını göstermek üzere Taksim’e eylem çağrısı yaptı. Polis mahkeme kararını gösteren halka saldırdı, inşaat devam ettirildi. İstanbul 1. İdari Mahkemesinin 3 Temmuz’daki iptal haberini önceden alan İstanbul  Büyükşehir Belediyesi, 22 Haziran’dan itibaren bu nedenle inşaat çalışmalarına son sürat devam ediyor. 6 Temmuz’dan itibaren ise Divan Otel’in çevresindeki inşaat çalışmaları sürüyor. 15 Temmuz’da Mimarlar Odası kanalıyla, inşaatın devam etmesi nedeniyle savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.

Topçu Kışlası’nın yapımında ısrarcı olan Kültür Bakanlığı ise kararı Bölge İdare Mahkemesi’ne götürdü. Bölge İdare Mahkemesi, dosyayı inceleyecek ve kararını verecek. Bölge İdare Mahkemesi’nin kararı kesin olacak.

Tecavüz Serbest, Gaz Maskesi Yasak

İki kez gözaltı süreleri uzatılarak 6 Temmuz’dan 8 Temmuz’a kadar gözaltında

tutulan ve sabah saat 06:00 civarı Vatan Emniyet’e getirilen 59 kişi saat 13:00 civarı Çağlayan Adliyesi’nde savcı karşısına çıkarıldı. Aralarından 8’inin “halkı isyana teşvik ettikleri” gerekçe gösterilerek hukuksuzca tutuklanmasına ve Metris Cezaevi’ne gönderilmesine karar verildi. Adli Tıp muayenesi için Eyüp Hastanesi’ne götürülen tutuklular Metris Cezaevi’nde tek kişilik koğuşlara kondular. Daha sonra da teker teker ayrılarak adli tutukluların olduğu hücrelere dağıtıldılar. İlgili avukatların karara yaptıkları itiraz ve tahliye talebine gelen olumlu yanıt sayesinde, 16 Temmuz günü tutuklular Metris Cezaevi’nden çıkarak sevdikleriyle, onları bekleyen kalabalıkla kucaklaştılar.

Hukuksuz şekilde gözaltına alınanlardan Ali Can Sünnetçioğlu, serbest kaldığında şunları anlattı: “Herkese saldırıyorlardı, korkuyla bulduğumuz ilk merdivenden çıktık, 20 kişi kadardık, polis peşimizden geldi, kameralar filan yoktu, orada polis ve biz vardık, dakikalarca dayak yedik, en çok dövülen bendim galiba 20 kişi arasında, en son beni aldılar, yerlerde sürüklediler, küfürler ettiler, hiç durmadan, cop, tekme, yumruk, başıma tekme yedim, bize, ailemize küfrediyorlardı. Kolumdan tutup merdivenlerden sürüklediler. İlaçlı TOMA suyu var ya pet şişlere doldurmuşlar, onlardan başımdan aşağıya döküp tekrar dövdüler. Ne olduğunu bilmiyorum ama cildim yandı, o gün gözaltına alınırkenki Twitter’a düşen fotoğrafta ıslağım ya o yüzden. Merdivenden indirdiklerinde ayağa kalkacak halim kalmamıştı.”

Ali Can devam ediyor: “Güvenlik timleri inanılmaz küfrediyordu. Adama diyorum ki, kolum çok kötü, ön taraftan kelepçeler misiniz, bana küfredip daha da sıkarak arka taraftan kelepçeliyor elimi. Bizi caddede yürütürken herkes alkışlamaya başladı, polise ne istiyorsunuz bu insanlardan diye çıkıştılar, o zaman duygulandık ama insanlar alkışlarken polis sessizce kulağımıza küfretmeye devam etti. Tahrik etmeye çalıştılar herhalde. Görev amaçlı değil,

bir kinle saldırıyorlar”. Nezarethane için ise “işkencenin apayrı bir boyutu” diyor Ali Can. “Tamamen psikolojik bir işkence. Girdiğimiz gibi baştan aşağıya soyuyorlar, aşağılarcasına bir arama, ne aradıklarını bilimiyorum. Aşağılayacı bir aramaydı. Zaten nezarathane yerin altında, havasız, yüzlerce gözaltı var, nefes alınmıyor. Günde iki defa su veriyorlardı kahvaltıda ve akşam yemeğinde. Diyelim hastaneye rapor almaya gittik akşam yemeğini kaçırdık, o zaman hiç su vermiyorlardı. 10 metrekarelik hücrede 14 kişi kalıyorduk biz. Bir İtalyan gazeteci vardı bizim koğuşta. İşkencenin sadece fiziksel olmadığını görmüş olduk.” Metris’te Gezi direnişinden olduğunu söyleyince koğuşta kabul görmüş Ali Can. “Metris’te kuraldır, sabah 8 akşam 8 sayım yapılıyor. İnfaz memurları gelip kapıyı açıyor, selamünaleyküm, diyor koğuş aleykümselam diye cevap veriyor, sayım yapıyor Allah kurtarsın diyor, koğuş da amin diye yanıt veriyor. Birçok koğuşta, aleykümselam yerine her yer Taksim, her yer direniş sloganı atılıyordı. Önce biz ordayız diye sandım ama eylem boyunca Metris Cezaevi’ndeki adli suçlular koğuşlardan bu sloganı atmışlar.”

Metris’teki iki tutuklunun daha kalabalık bir grup tarafından darp edildiğini, diğer iki tutuklunun da kafalarına vurularak işkence gördüğünü yine cezaevinden çıktıklarında kendilerinden öğrendik.

Gezi direnişi süresince hiç dinmeyen gaz bombası, plastik mermi ve TOMA’dan tazyikli su kullanımı; polis şiddeti sebebiyle sayısı bitmeyen yaralılar, uzvunu kaybedenler, komada olanlar, kafa travması, beyin kanaması geçirenler, canlarını yitirenler ve her yeni gün karşılaştığımız hukuksuzluklarla herkesi suçlu ve terörist ilan ederek hukuka ve adalete aykırı davranan iktidarı ve yetkilileri hukuka, demokrasiye ve insan haklarına uygun hareket etmeye davet ediyoruz.

Pala Serbest, Gaz Maskesi Yasak

İzmir’deki Gezi Direnişi tutuklularının sayısı 20 Haziran günü başlayan ve

dördüncüsü 12 Temmuz Cuma günü yapılan operasyonlar sonucu 49’a yükseldi. 12 Temmuz Cuma günü aralarında Kaldıraç ve Alınteri dergileriyle ilişkilendirerek terör örgüt üyeliği gerekçesiyle gözaltına alınanların da olduğu 14 kişiden 13’ü tutuklandı. Tutukluluk kararlarına karşı İzmir ÇHD avukatları tarafından yapılan itirazlar mahkeme tarafından reddedildi. Gözaltıların cadı avına dönüştürüldüğü ülkemiz adalet sistemi içerisinde İzmir’deki tutuklular Buca Kırıklar F Tipi ve Aliağa’daki Şakran Cezaevleri’ne sevk edildiler.

Gözaltında tutulanlar arasında, gözaltı süresi içerisinde işkence gören, parmak izleri alınırken dahi kafaları tekmelenenler var. Beyin travması geçirmesi sonucu ancak avukat ve aile baskısıyla hastaneye götürülmesi kabul edilen BDP üyesi Hüseyin Kaya da bu isimlerden biri. Üçüncü gözaltı dalgasında gözaltına alınan bir isim 9 Eylül Üniversitesi öğrencisi Görüş Atici. Görüş, 5 Temmuz Cuma günü sabaha doğru Çeşme’de çalıştığı yerde gözaltına alındı. Gözaltına alınma sebebi olarak terör örgütü üyesi olması, halkı isyana teşvik ve kamu malına zarar gibi gerekçeler gösterildi. 4 gün boyunca İzmir Terörle Mücadele’de gözaltında tutulduktan sonra 8 Temmuz’da çıkarıldığı mahkemede tutuklandı. Avukatların verdiği bilgiye göre Görüş’ün dosyasında polise taş attığı öne sürülen 5 -6 tane fotoğraf var fakat hiçbir fotoğraf net değil. Terör örgütü üyesi olma suçlaması savcılıkta düştü ve mahkemede toplantı ve yürüyüş yasasına muhalefetle yargılanacak.

İzmir’deki tutuklu Gezi direnişçileri gönderdikleri mektupta bize sesleniyorlar: “Biz pencerelerimizden size, direnişimize bir başka kapı açıyoruz. Değil mi ki hep bir ağızdan ‘Her yer Taksim, her yer direniş’ dedik bir defa, sloganlarımızla, ıslıklarımızla, zılgıtlarımızla, ışıklarımızı yakıp söndürerek burayı da Taksim yapıyoruz her akşam saat dokuzda.” Biz de artık her an biber gazı ile halka saldırma ihtimali olan polise rağmen yaşamımızı sürdürmeye çalışırken kullanmak zorunda olduğumuz deniz gözlüğünün, gaz maskesinin suçlamalara delil gösterilerek arkadaşlarımızın tutuklanmasına şaşırmıyoruz. Tutuklu dostlarımızı alkışlıyoruz, hatta ayakta alkışlıyoruz. Gezi direnişçilerinin tutuklanması için elinden gelen oyunu oynamaktan çekinmeyen ve direniş süresince acizliğini tam da bu oyunlarından okuyor olduğumuz iktidara karşı kahkahalarla gülüyoruz. Bu iktidar değil mi tecavüzcüyü, palalı saldırganı, cani polisi tutuklamayıp sokaklara salan? Direnişçilerin ise kimini bir kağıt parçasına dayanarak terör örgütüyle ilişkilendiren, kimini halkı galeyana getirmekle, kimini sokakları yakıp-yıkmakla, kimini ise polise mukavemet etmekle suçlayan hukuk cinayet dizisine karşı direniyor, boyun eğmiyoruz. Tutsak dostlarımız gibi bizim de yüreğimiz emekten, özgürlükten ve demokrasiden yana çarpmaya devam ediyor. Sesimizi çıkarmaktan hiçbir koşulda vazgeçmiyoruz. Tüm ülkedeki tutuklu ve gözaltındaki direnişçilerin serbest bırakılması telebimizi bir kez daha yineliyoruz.

gezi postası 5

gezi postası6Bir Yaz Gecesi Rüyası

2013 Haziran ayında, havadaki oksijen miktarı bir anda

artmadı, yerçekimi azalmadı, gün yine 24 saat, haftasonları yine  bazılarımıza tatil, hafta içleri ise çalışmaya feda idi. Yaz tatili hazırlıkları yapılıyor, okullar kapanıyor; kısacası bildik dünya, çok bildik şekilde dönmeye devam ediyordu. Zulüm ve adaletsizlik, halen sadece karşıtlarının peşinden koştuğu, bedel ödediği hikayelerdi ve bizim gözümüzden itinayla uzak tutuluyordu, başkalaştırılıyor, bu bir avuç vicdanlı insan, toplum düşmanı olarak yaftalanıyordu. Herşey “yersiz yerinde” duruyordu anlayacağınız.

Birkaç özverili ve inatçı insanın, doğanın en bildik sembolü olan ağaçlara, sevgilerinden, saygılarından ve  çok daha derin ve sistem karşıtı sebeplerle sarılmasıyla başlayan sürecin sonunda, bulutlar başımıza daha yakın geçmeye, ellerimiz büyümeye, adımlarımız yere tutunmaya, kısılsa da sesimiz daha gürleşmeye, bomba seslerinden etkilense de kulaklarımız daha keskinleşmeye, bakışlarımız ise çok uzaktaki ufuk çizgisini daha net görmeye başladı.

Bir kabustan mı uyandık? Bir rüyaya mı daldık? Her yanımızı saran neoliberal-kapitalizmin fiziksel ve fikirsel inşaat faaliyetini, bir yıkım olarak tanımlayabilmeye ve bununla doğrudan mücadele etmeye nasıl başladık? Evet bir kabustan uyandık, ama rüyaya dalmak yerine, rüyalarımızı gerçekleştirmek için mücadeleye ve dayanışmaya başladık. Nelerin farkına vardık ki, hayal güçlerimizi zorlayan, Haziran 2013 Gezi Direnişi’ni sokak-sokak, park-park, şehir-şehir örmeyi becerebildik?

Gerçek dertlerimize sunulan sahte çözümleri, sebepsiz ve hedefsiz olduğunu düşündüğümüz nefretimizi, amaçsızlaştırılan arzumuzu, karşılıksız

kalacak diye esirgediğimiz sevgimizi, bize zarar vereceğini söyledikleri için yok saydığımız cesaretimizi, aldatılacağımızı düşündüğümüz için kaçtığımız güvenimizi, sadece bedel karşılığında vermeye alıştırıldığımız aklımızı, düşünmekten korktuğumuz fikirlerimizi, yıllardır eğlence ve tüketime kurban ettiğimiz mizah yeteneğimizi, çoktan seçmeli sistem içinde körelmeye başlayan hayal gücümüzü, kurumların elinde araçsallaşan adalet anlayışımızı, nerede nasıl köreldiğini bile hatırlayamadığımız vicdanımızı, artık bedenimizin bir parçası zannetmeye

başladığımız duvarlarımızı, daha sonra başkalarının duvarlarını ve artık duvarın kendisi olup karşımıza dikilmiş olan “küçük insanları”; bir yıldırımın başımıza düşmesi gibi, büyük bir dalganın bütün kumsalı dümdüz etmesi gibi, bir anda, birkaç anda, anların bir çoğunu içinde barındıran, bütünleştiren o zaman aralığında; gözlerimiz parlayarak gördük ve görmeye devam ediyoruz.

On yıllar boyunca egemenlerin tarihini öğrendik. Kazananların nasıl kazandıklarını pek değinmeden yazdıkları “tahakküm tarihi” ile büyümüş nesiller olarak, isteyerek veya bilmeden “özgürlük tarihi”ne altın harflarle olmasa bile, sprey boyalarla çok güzel dizeler yazdık ve yazmaya devam ediyoruz.

Evet “artık hepimiz başka biriyiz”. Bizi; tektipleştirip hizaya getiren, eğittiğini söyleyip boyun eğdiren, hizmet edeceğine inandırıp hizmetçisi yapan, özgürlüğü tükettikçe yaşayabileceğimize inandıran, sınıflara, ırklara, cinsiyetlere ayırarak daha “verimli” kullanan, düşmanı-dostu parmağıyla gösterip kışkırtan, 17’sinde öldürüp 70’inde gömen, bizim için iyi-doğru ve güzeli tanımlayan, yine bizim için kötü-yanlış ve çirkini tanımalamaktan da çekinmeyen, emeğimizi, aklımızı, bedenimizi, umudumuzu, vicdanımızı

sömüren, korku hücrelerine hapsedip yönetilebilir kılan; otoriteye, ona boyun eğen otoriteciklere karşı, hepimiz tek ve biricik-birey, çok ve çeşitli topluluk olmanın, bunu haykırmanın, savunmanın ve bunun için savaşmanın, akılla ve duyguyla ortak bezenmiş sarhoşluğunu, hazzını yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.

Kaybettiğimiz şeyler, üzerimize sistemin hareket edemeyelim diye, ince ince yerleştirdiği duygular; bencillik, hırs ve korku. Bu süreç içinde kazanmaya başladığımızı hissettiğimiz sadece mücadelenin kendisi değil, yanındaki ile ortak müştereklerde dayanışabilme

yeteneği, düşünme ve eyleme cesareti, bize anlatılanların ötesini görebilmek için içinde olduğumuz merak, istediklerimizi doğrudan dile getirebilmenin hazzı, emek vererek çalışınca ulaşılabilecek özgürlüğün kokusu bizi köleleştirme yönünde hareket eden herşeye karşı duyulan yaratıcı öfke ve bunları yapan ve hak eden herkese duyulan sevgi.

Bu yaz korkularımızı kaybetmeye karar verdik. Umutlarımızın bu kadar bereketli yeşereceğini bilseydik, bunca yazı yatarak geçirmezdik. Yazlarını-kışlarını, gecelerini-gündüzlerini bize bu gerçeği anlatmak için uğraşan, bu sebepten çok bedel ödeyen insanlara selam olsun. Artık hepimiz sizdeniz, hepiniz bizdensiniz.

#direnberkin

17 Temmuz saat 21:00’de Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesi

Muhtarlığı önünde başlayan yürüyüş, mahallelilerin ve İstanbul halkının katılımıyla gerçekleşti. Eylemciler, Berkin’in halen yoğun bakımda olduğu Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kadar yürüyüp, burada bir basın açıklaması yaptılar. Yürüyüş ve basın açıklaması sırasında “Diren Berkin, Okmeydanı seninle!” , “Berkin Elvan, umudun çocuğu!” “Faşizme karşı omuz omuza!” ve “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganları atıldı. Daha sonra eylemciler, hastanenin önünü uzun süre kapatmamak

adına, kendi insiyatifleriyle, Mahmut Şevket Paşa Mahallesi’ne dönüp, oturma eylemine devam ettiler. İstanbul içinde sürmekte olan forumlardan birçok kişi de eyleme fiilen katılarak destek verdi.

Hatırlatalım! 14 yaşındaki Berkin Elvan, 16 Haziran sabahı saat 06:30 sularında evinden ekmek almak üzere çıkmış, bu esnada polisin yakın mesafeden attığı gaz bombası fişeğinin kafasına saplanması sonucu ağır yaralanmıştı. Beyin kanaması nedeniyle birden fazla ameliyat geçiren Berkin, halen Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşam mücadelesi veriyor.

Katillerin Devlet Babası

Eskişehir’deki Gezi Parkı eylemleri sırasında eli sopalı, sivil kıyafetli

kişilerce darp edilip 38 gün komada kaldıktan sonra yaşamını yitiren 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ın katlediliği geceye dair bilirkişi raporu açıklandı.

Bilirkişinin savcılığa sunduğu raporda: “sivil polis olduğu sanılan veya polisin yanında yer alan gaz maskeli, ellerinde cop, beyzbol sopasına benzer sopa bulunan bir grubun kameralara yansıdığı, bir eylemciye sopalarla vurdukları, sokakta topluca eylemci kovaladıkları” ifadesi yer aldı. Ayrıca raporda dayak görüntüleri başladıktan sonraki 18-20 dakikalık bir kaydın bulunamadığı da belirtildi. Kayıp 18 dakikanın Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Bilgi İşlem Daire Başkanlığı’nda incelendiği ve disk üzerindeki vidalarda aşınma olduğu, bunun da diskin içindeki elektronik kartın söküldüğü anlamına geldiği ifade edildi.

Raporda eli sopalı ve coplu kişilerin geceyarısından saat 02.00 sularına kadar sekiz ayrı işletmenin kamerasında, gezinirken veya eylemci kovalarken görüldükleri belirtildi. Raporun sonuç

bölümünde “Ali İsmail Korkmaz’ı vuranların kamera görüntüsünün çözünürlüğünün düşük olması, karanlık ve uzaklık dolayısıyla darp olayını yapanların yüzlerinin tam teşhisi mümkün olmamıştır” ifadesi yer alırken, saldırganların teşhis edilebileceği asıl görüntülerin emniyetten savcılığa giderken kasten hasarlandırıldığı da kanıtlanmış oldu.

Böylece Ali İsmail’in katillerinin disk üzerinde yapılan oynamayla kayıtlardan yok edilmiş, deliller karartılıp, görünmez kılınmış durumda olduğu ortaya çıktı. Emniyetin “Basında yer aldığı şeklide CD’nin kırılması veya içeriğine müdahale söz konusu değildir. İddia edilen eksik görüntünün olay yerindeki otel sahibinin tedbir amaçlı elektrik şalterini kapatmasından kaynaklandığı ifade edilmiştir” açıklaması da bilirkişi raporu ile yalanlandı.

Mustafa Ali Tombul’un Ziyaretçilerine Polis Şiddeti

Yakın mesafeden ateşlenen gaz kapsülünün başına isabet etmesi

edeniyle 8 Temmuz’dan bu yana Taksim İlk Yardım Hastanesi’nde bilinci kapalı halde tedavi gören Mustafa Ali Tombul’un ailesi, Tombul’un hastaneye yattığı ilk günden beri polisin hastane içinde ve çevresinde çeşitli tacizlerine uğramıştı. Geçtiğimiz pazar günü hastanede yaşanan bir olay ise polisin Tombul’un ve diğer Gezi Direnişi mağdurlarının aileleri ve onlara destek olanlar üzerinde kurmaya çalıştığı baskının geldiği aşamayı özetler nitelikteydi: aileye destek için hastanede bulunan ziyaretçi grubuna saldıran üniformasız polislerden biri, gruptan bir genci silahla alenen tehdit ve darp etti.

Önceden de Tombul’un hastanedeki odasına girmeye teşebbüs etmiş olan bir üniformasız polisin daha evvel darp ettiği bir eylemci tarafından hastane önünde tanınmasıyla başlayan gerginlik, polisin ağır hakaretleri ve yersiz gözaltına alma tehditi üzerine arbedeye dönüştü. Tehdit edilen eylemciye destek için hastane bahçesinde toplanan yaklaşık on beş kişilik grubun da hakaretler ve tehditlerle üzerine giden polislerden biri bu

esnada Tombul’un arkadaşlarından birinin başına silah dayadı. Genç eylemcinin “Vuracaksan vur!” şeklinde meydan okumasıyla kameraların olay yerine gelmesi ve hastane güvenlik görevlilerinin eylemcilerin yanında tavır almasının ardından polisler geri çekilip,

arabayla hastaneden uzaklaştı. Olay esnasında Mustafa Ali’nin hastanedeki odasında olan baba Mehmet Tombul, ailenin oğullarının sağlık durumuna odaklanarak onun bir an önce iyileşmesi için çalıştığını, polisin tetiklediği bu tür olaylarla muhatap olmak istemediklerini dile getirdi.

Pazar günü yaşanan olay, polisin Gezi Direnişi mağdurlarına destek verenler üzerinde kurmaya çalıştığı baskıyı yasal yetkilerinin erişimini kısıtladığı alanlarda da devam ettirmeye kararlı olduğunu, bu yolda silah çekme, küfür, hakaret gibi yöntemlere başvuracak kadar da ölçüsüz bir düsturla hareket etmeyi göze alabildiğini açıkça gösterdi. Bizzat uğradığı polis şiddeti nedeniyle yaşam mücadelesi vermekte olan Tombul’un ailesinin içinde olduğu zorlu süreçte acılarını paylaşmak için hastaneye gelen ziyaretçilerin de polis şiddetinin bir başka biçimiyle karşılaşmaları, polisin söz konusu baskıyı önümüzdeki günlerde farklı şekillerde, gittikçe hoyratlaşarak devam ettireceğine dair şüphe bırakmıyor. Bu hoyratlığı umursamayacağız, ve önümüzdeki günlerde polis şiddeti mağdurlarına ve

yakınlarına vereceğimiz desteği arttırarak sürdüreceğiz.

gezi postası 7

Oğlan Bizim Kız Bizim!

Gezi Parkı Direnişi binlerce farklı hikayeye sahne oldu şüphesiz, olmaya da devam ediyor. O hikayelerden biri de Nuray ve

Özgür’ün hikayesi. Gezi Direnişinde revirde tanışmış Nuray ve Özgür, aşık olmuşlar ve 20 Temmuz Cumartesi günü de, 19:00’da direnişin merkezinde, Gezi Parkı’nda evlenmeye karar vermişler. Düğünde müzikler Boğaçiçi Caz Korosu’ndan, nikah şekerleri de LGBT Blok’tan olacaktı. Ama davetiyede yazdığı gibi her sabah aldığı 2 ekmek ve 12 yumurtayla parka gelip, ekmeğin birini, yumurtanın altısını parka bıraktıktan sonra “ne olur yiyin çocuklar” diyen seksenlik teyzenin, Park’ın ağaçlarının, gaz bombalarından kurtarılan kuşların, oyuncağını ta Amerika’dan parka yollayan çocuğun, Çarşı’nın, Ethem’in, Mehmet’in, Abdullah’ın, Ali’nin, tüm yaralananların, direnişte biber gazı soluyan, plastik mermi yiyen herkesin, kısacası tüm Gezi direnişçilerinin davetli olduğu bu düğün gaz bombalarının içinde gerçekleşti.

Devletin gücüne gitmeseydi eğer, Cumartesi akşamı Gezi Parkı’nda hem Gezi forumu hem de Nuray ve Özgür’ün düğünü olacaktı. Ama direnişin ilk gününden bu yana her toplanmaya “müdahale” eden, saldıran polis, düğüne de saldıracaktı elbette. Saat 17.15’ten itibaren polis Gezi Parkı’nı halka kapattı ve gelenleri içeri almamaya başladı. Gezi Parkı’ndaki temsili mezar taşlarını da kaldıran polis, o çok bildiğimiz “vatandaşları engelliyorsunuz” bahanesiyle “Çevik kuvvet çekil, düğünümüz var” sloganları atan kitleye saldırdı ve polis saldırısı saatler boyunca Gezi Parkı’nda ve İstiklal’de devam etti.

Devletin bir düğüne bile tahammülünün olmaması direnişin gücünün de göstergesi aynı zamanda. Her saldırıda toplanan binlerce insandan, gaz bombalarından, plastik mermilerden korkmayan, her saldırıda bıkmadan usanmadan barikat kuran, sokakların ve parkların halkın olduğunu haykıran insanlardan, o parklarda öpüşen, aşık olan, evlenen, forumlarda tartışan insanlardan korkuyorlar. Yerinde bir korku bu, çünkü kentlerimizi onlara bırakmayacağız. Buradayız; ve belli ki, gitmiyoruz.

YENİ HARMAN TEMMUZ SAYISI

BAYİLERDE!İçinde Gezi Postası ile

birlikte.

gezi postası[email protected]/gezipostasi

facebook.com/geziposta