bakÎ, nef’Î ve nedÎm dİvanlarinda İronİ · tezin tercümesi irony in the poems by baki,...
TRANSCRIPT
T.C.FATİH SULTAN MEHMET VAKIF ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
BAKÎ, NEF’Î VE NEDÎM DİVANLARINDA İRONİ
GÖZDE SARIOĞLU
110101016
TEZ DANIŞMANI Yrd. Doç. Dr. TÜRKÂN ALVAN
İSTANBUL 2013
T.C. FATİH SULTAN MEHMET VAKIF ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
BAKÎ, NEF’Î VE NEDÎM DİVANLARINDA İRONİ
GÖZDE SARIOĞLU
110101016
Enstitü Anabilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Enstitü Bilim Dalı : Eski Türk Edebiyatı
Bu te z ......./ ......... / 2013 tarihinde aşağıdaki jü r i tarafından Oybirliği/Oyçokluğu ile kabul edilmiştir.
Jü ri Başkanı Jü ri Üyesi
Feham eddin BAŞAR T ürkan ALVAN
Jü ri Üyesi
Hatice COŞKUN
BEYAN
Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlâk kurallarına uyulduğunu, başkalarının
eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta
bulunulduğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin
herhangi bir kısmının bu üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez
çalışması olarak sunulmadığını beyan ederim.
Gözde SARIOĞLU
18 Mayıs 2013
T.C
YÜKSEKÖĞRETİM KURULU
ULUSAL TEZ MERKEZİ
TEZ VERİ GİRİŞİ VE YAYIMLAMA İZİN FORMU
Referans No 10009231
Yazar A d ı/ Soyadı GÖZDE SARIOĞLU
Uyruğu / T.C.Kimlik No TÜRKİYE / 29461854526
Telefon 506745787
E-Posta [email protected]
Tezin Dili Türkçe
Tezin Özgün Adı Bakî, Nef'î ve Nedîm Divanlarında İroni
Tezin Tercümesi Irony in the poems by Baki, Nef'i and Nedim
Konu Batı Dilleri ve Edebiyatı ; Türk Dili ve Edebiyatı
Ünive rsite Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
Enstitü / Hastane Sosyal Bilimler Enstitüsü
Bölüm Türk Edebiyatı Bölümü
Anabilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Bilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı
Tez Türü Yüksek Lisans
Yılı 2013
Sayfa 123
Tez Danış manları YRD. DOÇ. DR. TÜRKAN ALVAN 55807298464
Dizin Terimleri
Önerilen Dizin Terimleri
Kısıtlama Yok
Yukarıda ba şlığı yazılı olan tezimin, ilgilenenlerin incelemesine sunulmak üzere Yükseköğretim Kurulu Ulusal
Tez Merkezi tarafından arşivlenmesi, kağıt, mikroform veya elektronik formatta, internet dahil olmak üzere
her türlü ortamda çoğaltılması, ödünç verilmesi, dağıtımı ve yayımı için, tezimle ilgili fikri mülkiyet haklarım
saklı kalmak üzere hiçbir ücret (royalty) ve erteleme talep etmeksizin izin verdiğimi beyan ederim.
22.07.2013
İm za:
ÖZ
İroni içinde birçok farklı anlam bulunduran, pek çok söz sanatıyla bir arada
kullanılabilen, bu yüzden açıklaması zor bir kavramdır. İroninin genel bir tanımının
bile yapılamaması, bu sanata ismine yaraşır bir gizem katmaktadır. İroni için bir şeyi
söyleyip tam tersini kastetmek olarak çok genel bir tanım yapmak mümkündür. Türk
Edebiyatında ironi sadece istihza yönüyle ele alınmıştır, fakat ironiye sadece bu
yönüyle bakmak yeterli değildir. Bu çalışmada, Batı Edebiyatı ve Türk Edebiyatında
ironi üzerine yapılmış önceki çalışmalardan derlenen bilgiler sunulduktan sonra,
Klasik Dönem Türk Edebiyatında ironiyle birlikte ele alınabilecek söz sanatları
incelenmiş, Baki, Nedim ve N efTnin şiirlerinde ironi örnekleri ve açıklamalarıyla
sunulmuştur.
Anahtar kelimeler: İroni, Baki, Nef’î, Nedîm, Türk Edebiyatı, Klasik Dönem Türk
Edebiyatı, Divan Edebiyatı
ABSTRACT
Irony is an umbrella term which can be used with a lot of different meanings in
various texts; hence it is hard to explain it in a single definition. The fact that irony
cannot be fully defined places an ironical mystery upon this term. Irony can be
vaguely defined as “saying thing while meaning the opposite” . Irony is often
confused with satire in Turkish literature and it is obviously not enough to evaluate
this term with a single counterpart. In this study, firstly, information about the studies
on irony in Western and Turkish literature is given. Secondly, the figures of speech
which can have similarities with irony are discussed and lastly the examples of ironic
expressions in poems of Baki, Nedim and Nef’î are examined in detail.
Keywords: Irony, Bâkî, Nef’î, Nedîm, Turkish Literature, Classical Turkish
Literature, Divan Literature
KISALTM ALAR
s. sayfa
c. cilt
çev. çeviren
g. gazel
haz. hazırlayan
k. kaside
koş. koşma
mtb. matbaa
m. musammat
vol. volume
yay. yayınları
yb. yeni basım
İÇİN D EK İLER
Ö Z E T ................................................................................................................................................... 111
İÇ İN D EK İLER ................................................................................................................................. 1v
Ö NSÖZ..................................................................................................................................................v
1. BÖLÜM: BATI LİTERATÜRÜNDE İRONİ
G İR İŞ ............................................................................................................................................ 1
1.1 İron1n1n tanımı..................................................................................................................... 4
1.2 İron1n1n tar1hçes1.................................................................................................................. 7
1.3 İroni türleri........................................................................................................................... 16
1.4 İron1 Turlerinm Sınıflandırılması.................................................................................... 20
1.4.1. Sözlü İron1................................................................................................................20
1.4.2. Durum İron1s1.......................................................................................................... 21
1.4.3. Dramatik İron1......................................................................................................... 21
1.4.4. Romantik İron1........................................................................................................ 21
1.4.5. Eleştirel İron1........................................................................................................... 22
1.4.6. Kom1k İron1..............................................................................................................22
1.4.7. Traj1k İron1................................................................................................................23
1.4.8. N1h1l1st İron1.............................................................................................................23
1.4.8. Paradoksal İron1....................................................................................................... 23
1.4.10. Yumuşak İron1....................................................................................................... 24
1.4.11. K1ş1sel Olmayan İron1........................................................................................... 24
1.4.12. Kend1n1 Azımsama İron1s1....................................................................................25
1.4.13. Kozm1k İron1/ C1lve-1 Kader/ Yazgı İron1s1...................................................... 25
1.4.14. Tar1h1 İron1..............................................................................................................25
1.4.15. Sokratik İron1..........................................................................................................26
1.5. B1r Meden1yet Gözü Olarak İron1.....................................................................................26
2. BÖLÜM: TÜRK EDEBİYATINDA İRONİ ALGISI
2.1 Türkçe Sözlüklerde İron1.....................................................................................................30
2.2. Güncel Türk Edeb1yatında İron1 Algısı............................................................................. 31
3. BÖLÜM: KLASİK TÜRK ŞİİRİNİN İRONİ AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLM ESİ
3.1. Belagat İlm1 ve İron1........................................................................................................... 38
3.1.1 İron1 temell1 c1nas...................................................................................................38
3.1.2 İron1 temell1 îcâz, 1tnâb ve haş1v...........................................................................41
3.1.3 İron1 temell1 k1naye.................................................................................................42
3.1.4 İron1 temell1 tar1z.................................................................................................... 43
3.1.5 İron1 temell1 tecâhü’l-1 âr1f....................................................................................44
3.1.6 İron1 temell1 te’kMü’l medh b1mâ yüşb1hü’z-zem ve te’kMü’z-zem b1mâ
yüşb1hü’l-medh....................................................................................................... 46
3.1.7 İron1 temell1 tevc1h..................................................................................................48
3.1.8 İron1 temell1 tevr1ye................................................................................................ 35
3.2. Edeb1 Türler ve İron1........................................................................................................... 36
3.2.1 H1c1v.............................................................................................................................37
3.2.2 Şath1ye..........................................................................................................................38
4. BÂKÎ, NEF’Î VE NEDÎM DİVANLARINDA İRONİ
4.1. Bâkî D1vanında İron1........................................................................................................... 54
4.1.1. Bâkî’n1n Hayatı ve K1ş1l1ğ1......................................................................................54
4.1.2. Bâkî D1vanında İron1 Örnekler1.............................................................................. 55
4.2. Nef’î D1vanında İron1...........................................................................................................82
4.2.1. N efTnm Hayatı ve K1ş1l1ğ1.....................................................................................82
4.2.2. Nef’î D1vanında İron1 Örnekler1.............................................................................83
4.3. Nedîm Dîvanında İron1..................................................................................................... 105
4.3.1. Nedîm’1n Hayatı ve K1ş1l1ğ1................................................................................. 105
4.3.2. Nedîm’1n D1vanında İron1 Örnekler1................................................................... 106
5. SONUÇ.......................................................................................................................................120
6. KAYNAKÇA............................................................................................................................ 121
ÖNSÖZ
Türk Edebiyatı’nda ironi yeni incelenmeye başlayan ve bu yüzden pek çok
anlaşılmaz yanı bulunan ve yanlış yorumlamalara müsait bir alan olarak göze
çarpmaktadır. Bu zorluğun en önemli sebebi ironinin özünde kaynaklanan, tanımının
tek bir seferde yapılmasının zorluğudur. Batı Edebiyatında öncelikle söz sanatı
olarak Sokrates ile kullanılmaya başlayan, sonrasında bir dünya algısına ve felsefi
kavrama dönüşen bu ironiyi temel alarak Klasik Dönem Türk Edebiyatı’nda
incelemeler yapmak ve benzer veya farklı yanlarını ortaya koymak istedik. İki farklı
medeniyetin iki farklı algısını incelerken şaşırtıcı benzerlikler ve farklılıklar
olduğunu gördük. Çok geniş bir kavramla çok geniş bir alanı incelemek zor
olacağından Osmanlı İmparatorluğu’nun en ihtişamlı dönemini yaşamış şairlerden en
nüktedan olanları seçerek çalışmamızın örnek bölümünü sınırlandırdık. Bana bu
çalışmamda yardım eden ve ufkumu açan hocam Prof. Dr. Fatih Andı’ya, değerli
vaktini alıp fikirlerinden istifade ettiğim hocam Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’a ve bu
süreçte benden hiçbir desteğini esirgemeyen, ihtiyacım olan her konuda bana
yardımcı olan kıymetli hocam Yrd. Doç. Dr. Türkân Alvan’a teşekkürü bir borç
bilirim.
GİRİŞ
İroni, Türkçede tek bir tanımla karşılığını veremediğimiz bir kavramdır. Bu
durum edebiyatımızda, felsefemizde veya sanatımızda ironinin kullanılmadığından
kaynaklanmaz, ironinin özünden kaynaklanır çünkü ironi -ironik bir şekilde-
tanımlamaya çalıştığınız anda kendini gizler. Söylediklerinizin tam tersi anlama bile
gelebilir. Bu sebeple günümüzde kullanılan birçok sözlük tanımı, ironiyi tek başına
tanımlamakta yetersiz kalmaktadır.
Türk Dil Kurumu’nun Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü’nde ironinin karşılığı
“dolaylı ve alaylı anlatım, mizah” olarak yer almaktadır. Güncel Türkçe Sözlük’te ise
edebiyatta kullanıldığı belirtilerek ilk karşılığının “gülmece” olarak, ikinci karşılık
ise “söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya olayla alay etme” olarak
verilmiştir. Burada dikkatimizi çeken ilk unsur mizah ve gülmece kavramlarıyla
ironinin eş sayılması olmaktadır. Bu tanımların ortak noktasının, mizah, gülmece ve
alay olması, ironinin edebiyatımızda güldürü unsurları ile birlikte algılandığının bir
göstergesidir. İroni çoğu zaman mizah ile iç içedir ama böyle bir genelleme yapmak
ironinin bazı alt türlerini açıklamak için yeterli olmayacaktır.
İroni için önerilen diğer karşılıklar arasında târiz, kinâye ve istihzâ
bulunmaktadır. Bu üç tanımı da inceleyecek olursak, ironinin hepsini içerdiğini ama
tek başına ne alay, ne târiz, ne kinâye ne de istihzâ ile karşılanabileceğini görürüz.
Verilen bu karşılıklar ironi terimi içinde sadece bir alt başlığı oluşturmakta, ironinin
sadece bir yanını yansıtmaktadır. İroninin alt başlıklarından birini oluşturacak bir
terim olan târizi açıklayabilmek için karşıdaki insanı sürekli küçümseyen ve
iğneleyici bir dil kullanan “eleştirel ironi (satiric irony)” örneklerini görmemiz
gereklidir. Ayrıca “cilve-i kader/ yazgı ironisi” (irony of fate) veya “trajik ironi
(tragic irony)” olarak nitelendirilen türler için istihzâ, alay veya kinâye terimlerini
kullanmak doğru bir tanımlama biçimi olmamaktadır çünkü çağrıştırdığının aksine
bu türlerde ironiyi yapan kişi değildir, bazen evrenin insanlarla alay ettiği fikri öne
sürülmüştür. Kişi evrenin kendisi ile alay ettiğini, beklentilerinin sürekli tersine
sonuçlar elde ettiğini ifade etmek için ironiye başvurur. Bu kısa tanımlamalardan
anlaşılacağı üzere, Türkçe’de ironi için tek bir karşılık vermek mümkün olmadığı
1
gibi, ironi türlerinin edebiyatımızda kullanılan söz sanatları ile mukayeseli bir
değerlendirmesinin yapılmamış olması dikkat çekmektedir.
Felsefi bir terim olduğu için Felsefe Terimleri Sözlüğü’nde de yer alan ironi
kelimesi, burada “alaysılama” karşılığını bulmaktadır. Alaysılama, alaycı bir
yaklaşımla küçümsemek olarak algılansa da ironide her zaman alaycı bir tutum söz
konusu değildir. İroniyi kullanan ilk kişi olarak bilinen Sokrates, diyalektik
yöntemiyle karşısındaki insana sorular yönelterek onun doğruya ulaşmasını sağlar ve
bir tür “gebelik” yapar.1 Bu yöntemin temelinde bilge bir kişi olan Sokrates’in
kendini azımsayarak, bilgisiz göstererek karşısındaki insanın cehaletini fark etmesini
sağlamak yatmaktadır. Buna retorikte “kendini azımsama ironisi” adı verilmiştir. Bu
açıdan bakıldığında, Sokrates’in ironiyi olumlu bir araç olarak kullandığını söylemek
ve alaydan uzak olduğunu düşünmek mümkündür. Ayrıca, ironinin tarihsel süreç
içerisinde sadece bir söz sanatı olmaktan çıkıp bir bakış açısına, dünya görüşüne ve
algısına dönüştüğünü de söylemek gereklidir. XVIII. yüzyılda ortaya çıkan romantik
ironi kavramı ile insanların dünyaya ve hayata bakışı ironik bir hale bürünmüştür.
Öleceğini bilerek yaşamak filozofların üzerine çokça düşündüğü bir konu olmuş ve
ölüme rağmen yaşama isteği insanoğlunun içinde bulunduğu bir paradoks olarak
algılanmıştır.
Çok genel bir tanımlama ile ironi, bir şeyi söyleyip aksini kastetmektir.
Yüzeyde yer alan anlam ve algının kast edilenden farklı olduğu durumlarda ironi
bulunmaktadır. Güzel olmayan bir yemek için “Parmaklarımızı yedik!” demek bu tür
bir ironi örneği oluşturur. Kastedilen yemeğin güzel olduğu değil, tam aksidir. Fakat
ironi için bir şeyi söyleyip tersini kastetmek tanımı da yetersiz kalmaktadır çünkü bir
yankesicinin gözüne kestirdiği birinden tüm dikkatini vererek cüzdan çalarken, kendi
cebindeki cüzdanı çaldırması gibi ironik bir olayı o tanımla nasıl açıklayabiliriz?2
Bu çalışmada ilk olarak ironinin Batı literatüründe detaylı tanımı,
sınıflandırması ve geçirdiği tarihsel süreç içerisinde edindiği yeni anlamların analizi
yapılacaktır. İkinci bölümde Türk edebiyatında ironinin algılanışı hakkında bilgi
1 Sokrates’in diyalektik metodu ilk bölümde yer alan s. 4’te ayrıntılı bir şekilde anlatılacaktır.2 Frederic Muecke, Irony, Methuen&Co Ltd, 1970, s.8.
2
verildikten sonra ironi hakkında yapılmış çalışmalardan ve ironik olarak
adlandırabileceğimiz edebi metinlerden örnekler verilecektir. Ardından klasik Türk
edebiyatı söz sanatlarından ve türlerinden hangilerinin ironi ile temellendirilerek
anlatılabileceğinden bahsedilecektir.
Bunun yanı sıra felsefi bir kavram olarak ele alındığında ironinin tasavvufla
örtüşen ve ayrışan yanlarından bahsedilecektir. Tasavvufla ironinin aynı başlık
altında incelenmesinin önemi Divan şiirini anlamak için tasavvufu ve o düşünceyle
beslenen bir kültürün ürünü olan Divan edebiyatının mazmunlarını anlamanın
gerekliliğinde yatmaktadır. Son bölümde Bâki, Nef’î ve Nedîm’in şiirlerinde, ayrıca
N e f î’nin hicivleriyle meşhur Sihâm-ı Kazâ adlı eserinde ironi örnekleri
incelenecektir. Bu gayretimizin amacı, Batı literatüründeki bir terimi alarak,
oryantalist bir bakış açısıyla Türk edebiyatını incelemek değildir. Buradaki esas
gaye, ironi gibi hem edebiyatta hem felsefede önemli yer tutan ve edebiyatçıların
maharetini, edebi eserlerin değerini belirlemeye başlayan bir terimin bizdeki
yansımalarını ve farklı biçimlerini tespit etmektir.
3
1. BÖLÜM: BATI LİTERATÜRÜNDE İRONİ
1.1. İroninin Tanımı:
İroni çok geniş tanımıyla iki anlamın çatıştığı bir durum olarak
nitelendirilebilir. Bu çatışmanın içindeki birinci anlam, herkesin algılayabildiği, bariz
bir gerçeklik iken; ikinci bir anlamı da içerir. Birinci ile çatışan bu anlam, kelimenin
içinde bulunduğu anlam bütünü içerisinde bir yere sahiptir ve ilk anlamın tam tersi
konumdadır. İkinci anlamı keşfeden okuyucu ilk anlamın ne kadar sınırlı ve bir
noktada yanlış olduğunu düşünmeye başlar.
İroni yalancıdır çünkü önce okuyucuya görünen ilk anlamı söyleyip, ikinci
anlamı kastetmektedir. Böyle bir yalana başvurmasının amacı ise bu iki karşıt görüşü
tartışmaya açmaktır. İroninin tartışmaktan kaçınan, sorumluluktan kaçan ve arabozan
bir yapısı olduğunu söylemek mümkündür. İroni sorumluluktan ve tartışmadan kaçar
çünkü satir veya hiciv gibi sert ve açık değildir. Satir veya hicivde, kimin
eleştirildiği, ne için eleştirildiği çok net anlaşılır ve kimse eleştiri olmadığını iddia
edemez. Nitekim yazar da eleştirisinin doğru anlaşılması ve çarpıcı olması için bu
yöntemleri seçmektedir. İroni ise hicivde bulunan bu cesaretten yoksundur.
Söylemek istediğini dolaylı yoldan anlatarak, sorumluluktan kaçmakta ve esas
kastettiği anlamı yalanlama fırsatını hep elinde tutmaktadır.
Bazı teorilere göre ise bu anlam zıtlığını tek bir yapıda sınırladığı için ironi
aslında zıtlığı uyum ve birliğe kavuşturan bir arabulucudur.3 İroni iki farklı kutbu
aynı yerde buluşturan bir çekim gücüdür. Zıt kutupların bir arada yaşamak
durumunda olduğu bir dünyada, iki farklı görüşün de bir arada var olabileceğini
göstermektedir.
İroni kelimesi ilk defa Platon’un (MÖ. 347) Devlet eserinde “eironia” olarak
kullanılmıştır. Eironia kelimesi Sokrates’in çok şey bildiğini düşünen kişileri kurban
olarak seçip, aslında bildiklerini sandıkları şeyleri tam olarak bilmediklerini ortaya
koymak için kullandığı yönteme verilen isim olarak göze çarpmaktadır. Sokrates,
3 Norman Knox, Dictionary of the History of Ideas, University of Virginia, (Çevrimiçi) http://xtf.lib.virginia.edu/xtf/view?docId=DicHist/uvaGenText/tei/DicHist2.xml&chunk.id=dv2- 70&toc.id=dv2-70&brand=default, 3 Nisan 2013.
4
karşısındaki insanın cehaletini ortaya çıkarmayı bildiği halde bilmiyor gibi
davranarak başarmıştır. Bu yönteme verilen isim “diyalektik metodu”dur. Sokrates,
karşısındakine bir şey öğretmek istediği zaman, bunu doğrudan yapmamakta,
karşısındaki kişiye sorular sorarak onu doğruyu bulmaya yönlendirmektedir.
Sokrates’in gerçeğe ulaşmak için kullandığı yöntem, karşısındakine bilgi sandığı
şeyin boşluğunu ve bilmediklerini göstermekteydi.4 Sokrates kullandığı bu yöntemi
olumlu ve olumsuz yönde iki farklı şekilde yorumlamak mümkündür. Olumsuz
yorumlar, kelimenin kökü göz önünde bulundurularak yapılmıştır. “Eironia”nın
kökünde yer alan “eiron” kelimesinin Demosthenes (M.Ö.322)’e göre tanımı, layık
olmadığını iddia ederek vatandaşlık görevlerinden kaçan kişi demektir. Theophrastus
(M.Ö. 287) ise “eiron”un kaçak, bağlanmayan ve düşmanlığını saklayan, arkadaş
gibi davranıp, hareketlerini farklı göstererek doğru bir cevap asla vermeyen kişi
olduğunu söylemektedir.5 Her iki tanımdan da hareketle, olumsuz olarak
tanımlanılan ironinin temelinde “gerçeği kasıtlı olarak gizlemek ve bilmiyormuş gibi
davranmak” yatmaktadır denilebilir. Bu cahil görünümün sebebi sorumluluklardan
kaçmak isteğidir. Bu durumda ironinin bazen karşı tarafı kandırmak için kullanılan
bir tür yöntem olduğunu söylemek gerekir.
Aristoteles (M.Ö. 322)’e göre “eironeia” başka bir amaçla da
kullanılmaktadır. Sadece görünüşte kalan bir alçakgönüllülük gibi karşıdaki insanı
fark ettirmeden küçümsemeye yönelik bir tutum olabilir. Bu tarzda yapılan ironi
retorikte yerini almıştır. Görünüşteki tavır ile gerçeğin çok farklı veya kasıtlı bir
şekilde zıt yönlerde olduğunu görmekteyiz. Bu minvalde düşünüldüğünde över gibi
yapıp yermek, kötü konuşur gibi övmek de ironik bir tutum olacaktır.6
İlk olarak ironinin ve özellikle Sokratik ironinin olumsuz yanları vurgulanmış
olsa da, ironinin olumlu olarak nitelendirilmesi de mümkündür. Örneğin, Quintilian
(M.S.100)’a göre Sokrates’in ironisi, karşısındakinin hatasını ve kusurunu öne
sürmekten öte, onların bilgiye ve erdeme ulaşmaları için bir araçtı.7 Sokrates’in
görüşünün en önemli yapı taşı “Bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey
4 Cebeci, a.g.e. 2775 Muecke, a.g.e, s.146 Muecke, a.g.e., s. 147 Muecke, a.g.e.,s. 15
5
bilmediğimdir.” ifadesidir. Tek başına bu ifade bile ironik olması sebebiyle
Sokrates’in tutumunu açıklar. Bu noktada Sokrates’in tutumunun bir tür ebelik olarak
nitelendirilmesi mümkündür:
“Bu bilgisizlik iddiası, Sokratik diyaloglarda, konuşmanın
ilerleyen anlarında, bir bilgelik göstergesine dönüşür. Bir şey
bilmemek, giderek “çok şey bilmek” olarak ifade bulur. Sokrates
bunu bir tür ebelik sanatı olarak niteler. Kendisinin bir şey
bilmediğini, sadece karşısındaki kişinin ruhunda bulunan bilgileri
doğurtmaya çalıştığını, bir tür ebelik yaptığını söyler. “Ben şu
noktada ebelere tamamıyla benzerim: bilgelik hususunda ben de
ebeler gibi kısırım, daima başkalarına sual sorduğum, kendim ise
hiçbir konu hakkında hiçbir zaman kendi fikrimi söylemediğim için
-çünkü hiçbir bilgelik iddiasında değilim- birçokları beni kabahatli
görürler ki bu tamamıyla haklıdır. Bunun sebebi şudur: Tanrı beni
başkalarını doğurtmaya zorluyor, fakat doğurmayı benim elimden
almıştır. Onun için kendim hiç bilge değilim, ruhumun mahsulü
sayabileceğim hiçbir buluş da gösteremem”(Platon, 1990:27) Bu
ebelik işlemi sonunda, bir şey bilmiyorum, diyen Sokrates’in aslında
ne çok şey bildiği ve tartışmaya ruhundan ne çok şey kattığı ortaya
çıkar.”8
Bu tanımdan hareketle Sokrates’in kendi bildiği bir şeyi bilmiyormuş gibi
yaparak karşısındaki insanın “keşfetmesine ve düşünmesine” fırsat tanıdığını
söyleyebiliriz. Bu da ironinin tanımını yaparken bahsettiğimiz “arabulucu” işlevini
açıklamaktadır. İroni insanın bir konuyu zıt yönleriyle birlikte düşünmesini
sağlayarak kişinin keşfetmesine olanak sağlar. Bu açıdan zeki insanların bildiklerini
başkalarının da öğrenmesine vesile olmak için kullandıkları bir yöntem olarak göze
çarpmaktadır.
8 Vefa Taşdelen, Hece Yayınları, Edebiyatta Paradoksun Biçimi İroni: 1, sf: 57
6
1.2. İroninin Tarihçesi
İroni kelimesinin kökenini oluşturan “eironia” kelimesini ilk kullanan, Devlet
eseriyle Plato (ö. M.Ö. 347) olmuştur. Sokrates (ö. M.Ö. 399) bu adı geçen yöntemi
kullanarak, karşısındaki “kurban”lara sorular sorup, onları fark ettirmeden, kolay bir
şekilde kandırmanın ve onlarla alay etmenin bir yolu olarak kullanmıştır. Aslında
Sokrates bilgili birisidir ama bilgisiz biri gibi davranarak gerçek cahilleri ortaya
çıkarmaktadır.
Demosthenes (ö. M.Ö. 322) için ise “eiron” sorumluluklarından ve
vatandaşlık görevlerinden kaçan birisidir. Theophrastus (ö. M.Ö. 287) da “eiron”u
sürekli bir şeylerden kaçan, adanmışlık hissinden yoksun, düşmanlığını gizleyen,
arkadaşmış gibi davranan, davranışlarını çarpıtarak hiçbir zaman beklenilen cevabı
vermeyen kişi olarak tanımlar. Sınavdan düşük not almış bir çocuk ve babasının şu
diyalogu buna örnek teşkil edebilir. “Sınavdan kaç aldın?” Öğretmen herkese düşük
not vermiş baba, 58 aldım.” Burada çocuğun davranışı Theophrastus’un
“eiron”undan bekleyeceği şekildedir çünkü düşük not almasının sebebi kendi
tembelliği olsa da, sözleriyle bu suçtan kaçınmakta, başkasını onun için sorumlu
addetmektedir.
Aristoteles (ö. M.Ö. 322) için ise “eironia” kelimesinin anlamı alçakgönüllü
görünüp aslında eleştirmek ve yanlış yönlendirmek üzerinde yoğunlaşmıştır. Burada
ilk defa bir davranış biçiminin, dili kullanım biçimine etkisi söz konusu olmaktadır.
Çünkü bundan önceki tanımlarda, “eiron” sadece düzenbaz ve insanları yanlış
yönlendiren birisi olarak görülmüştü. Aristoteles Sokrates’in davranışını
yorumlamak için “eironia” kelimesini kullanarak, bu kişilik özelliğinin, dili
kullanmadaki hünerle elde edilebileceği gösterilmiş oldu. Bu ironi kelimesinin tarihi
açısından bir dönüm noktası oldu çünkü Sokrates, karşısındaki kişiye sorular
yönelterek, onun eksikliklerini ortaya çıkarmakta ustaydı. Böylece, ironi bir söz
sanatı olarak retorikte kendisine bir yer edindi. Sokrates “Tek bildiğim, bir şey
bilmediğimdir.” derken görünürde kendisini küçük görüyormuş gibi anlaşılsa da,
burada belirtmek istediği bir şeyi kusursuz bir şekilde bildiğini iddia edenlerin
7
aslında bilmedikleri çok şey olduğunu vurgulamaktır. Bu davranışın bir diğer biçimi
de övermiş gibi yapıp kötülemek, kötülermiş gibi yapıp övmek olarak tanımlanabilir.
“Eiron” kavramını ünlü ilkçağ felsefecisi Anaximenes (ö.
M.Ö. 525)’in Letter to Alexander adlı eserinde de görmek
mümkündür. Anaximenes’in düşüncesinde ironi “bir şey söylerken
ya da bir eylem önerirken onu söylemiyormuş ya da önermiyormuş
gibi konuşmak” olarak tanımlanır. Bu açıdan ironinin anlatım
tekniklerinden biri olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu
kavramın anlamını en iyi şekilde bulduğu durumlar “övgü ve yergi”
olacaktır çünkü över gibi görünürken yermek veya tam tersini
yapmak anlamını tam olarak karşılayacaktır çünkü eiron
“eksiklenme” taslayan bir kişidir. Bu eksiklenme ya da eksik ifade
etme, özellikle “yersiz övgü”de kendisini gösterir. Beğenilmeyen
kişinin yüceltilmesi, aslında, “horgörünün eksik ifade edilmesi”dir.9
Cicero (ö. M.Ö. 43) için “ironia” daha olumlu bir anlam içermektedir.
Cicero’ya göre ironi iki şekilde kullanılır. Birincisi, söz sanatı olarak kullanmak,
ikincisi de bir davranış olarak onu benimseyip, Sokrates gibi kibar bir şekilde
bilmezlikten gelmektir. Bu bakış açısından ele alındığında Sokrates’in amacı
karşısındaki “kurban”ı aşağılamak değil, bilmiyormuş gibi yapıp onun doğruyu kendi
keşfetmesini sağlamak olarak karşımıza çıkar. Cicero tarafından yapılan bu iki
tanıma ek bir maddeyi de Quintilian (ö. 100) getirmiştir. İroni bir konunun, özellikle
bir tartışmanın tamamına incelikle işlenmiş bir söz sanatıdır. Quintilian "bir insanın
bütün hayatı ironi ile renklenir, Sokrates için de aynı şey geçerlidir. Kendisi
diğerlerinin bilgeliğine hayranlık içindeki cahil bir insan rolünü üstlenmiştir.”10
Bu iki tanımdan hareketle ironinin olumlu bir biçimde algılandığında, mizah
ile örtüştüğünü söylemek mümkündür. İroninin çoğu zaman mizah ile birlikte hatta
özdeş algılanışı, ironinin içinde bulundurduğu güldürü unsurunun fazlasıyla öne
çıkmasından kaynaklanmaktadır. Bu tutumun sebebini öğrenmek için insanın neye
9 Oğuz Cebeci, Komik Edebi Türler, İthaki Yayınları, 2008, s.27910 Muecke, a.g.e, 16.
8
güldüğünü irdelemek yararlı olacaktır. İnsanı güldüren sebepler konusunda öne çıkan
üç teori bulunmaktadır.
Bunlardan ilki, insanın başkaları ile alay ederek güldüğünü öne sürer. İnsan
başkalarının yaptığı davranışların saçma ve komik olduğunu, kendisinin üstün
olduğunu düşünmesi ile onları komik bulmasıdır. Aristoteles, Hobbes ve Bergson’un
eserlerinde gülmenin kökeninde yer alan sebebi açıklamak için bu teorinin
benimsendiğini söylemek mümkündür. Bu teorinin ironi ile örtüşen yanı da, ironiyi
yapan kişinin karşısındaki insanı aşağılamak için bu yöntemi kullanıldığı
durumlardır. İronist, dolaylı olarak fikrini anlattığında, karşısındaki bunu
anlayamadığı zaman bir üstünlük yaratmakta ve bunun sonucunda mizah ortaya
çıkmaktadır.
İnsanlar neden güler sorusununa verilen ikinci teorik cevap ise gülmenin
ortaya çıkış nedeninin uyuşmazlık olduğudur. Birbiriyle alakalı olmayan iki durumun
veya fikrin bir arada bulunması komik bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Burada
önemli olan husus insanın yaşadığı şaşkınlıktır. Kierkegaard’a göre zıtlığın
bulunduğu yerde güldürü bulunmaktadır.11 Bir şakayı ele aldığımızda, o şakanın
komik olması bizim beklentimizin tam tersi yönde sonuçlanması ile mümkündür.
Özellikle yazgı ironisi olarak adlandırdığımız ironi türünde, evrenin insanın karşısına
beklenmedik sonuçlar çıkarması bir nevi gülmece unsuru yaratmaktadır. Buna kara
mizah da diyebiliriz. Mesela Türk film kültüründe farklı bir güldürü türünü
sembolize eden Sezercik filmlerinde ana karakter olan Sezercik, bir sahnede çok
acıkmıştır. Karşısında ise tıka basa yemek yiyip gülmekte olan bir kabadayı çocuk
vardır. Bu sahne aslında acıklı gibi görünse de biz o çocuğun çocukça neşesine
gülme ihtiyacı hissederiz.
Üçüncü bir neden olarak da, Bergson’un “gülme bir yankıya muhtaçtır”12
ifadesini vermek mümkündür. Gülmek, akisler yaparak uzanan, tek başına bile
yankılanmayan bir sesler bütünüdür. Doğasının gereği olarak o yankıları da
yansıtacak birilerini arar. Bu noktada güldürü ile ironinin yine kesiştiğini
11 Mehmet Çolak, “Humour in Turkish: A Study on the Basic Linguistic Features of Humour Language”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 2006, s.15.12 Henri Bergson, Gülme, çev. Mustafa Şekip Tunç, Ankara, 1989, s.8.
9
görmekteyiz. İroni de karşısında bir dinleyici olduğu zaman, anlamın içindeki
karşıtlığı çözebildiği zaman kimlik kazanır. Bir kişinin sabah işe giderken arabasına
başka birisinin çarptığını düşünelim. Bu kişi arabadan inip kendisine çarpan sürücüye
“Güne çok güzel başladım sayenizde!” diyorsa, burada söylediğinin tersi anlamı
kastettiğini anlamak güç değildir. Bu kişinin ironik bir ifade kullanmasının sebebi,
karşısındakini küçümsemek veya onunla alay etmek değildir. Onun amacı
düşüncesini karşısındakinin anlayabileceği şekilde aktarmaktır. Bunu yaparken
takındığı tavır çok önemlidir. Tavrı o durumun içerisinde değerlendirmekle ironiyi
yakalayabiliriz. Bu da insanın içinde bulunduğu toplumun genel algılarını
öğrenmesiyle gelişen ve duruma bağlı olarak değişen bir olgudur. Mesela çocukları
ele alalım. Çocuklar ve onların sözlü ironiyi algılamaları üzerine 5-11 yaşları
arasındaki çocuk grupları üzerinde yapılan bir araştırmada, 5 yaşındaki grubun
ironiyi algılamakta güçlük çektiği gözlenirken, 11 yaşındaki grubun ironiyi
algılamakta herhangi bir problem yaşamadığı gözlemlenmiştir. Küçük yaş
grubundaki çocukların bir sözün gerçek anlamını kavrayabildikleri ama o sözün
yaptığı göndermeleri algılayamadıkları veya güldürü içeren ironik bir ifadeyi komik
bulmadıkları görülmüştür. Çocukların ironiyi algılama ve içindeki komik unsuru fark
etmeleri ise zamanla gelişen bir beceri olarak kendisini göstermektedir.13
Bu çalışma sonuçlarından da yola çıkılacak olursa, ironinin belli bir zeka
olgunluğu ve içinde bulunulan kültüre belli bir hakimiyet derecesi gerektirdiği
aşikardır. Bu sebeple ironinin güldürü ile birlikte yer alabilmesi için kültüre özgü
unsurlar, şaşırtıcı bir ortaya çıkış ve bir dinleyici kitlesi bulunması gereklidir.
“Quintilian’ın “ironi tanımı”, ironiyi “alegori” ile birlikte
değerlendirmeyi gerektirir: Buna göre, “alegori bir şeyin sözü ile
anlamının farklı, hattâ bazen karşıt olması” durumunu ifade eder.
Özellikle bu ikinci durumda “ironi” söz konusu olmaktadır. İroninin
varlığı ya “konuşmacının tonu”ndan, ya da ele alınan “konunun
özelligi”nden yola çıkılarak bulunur. Quintilian, bir sözcüğün
1313 Shelly Dews ve diğerleri, “Children's Understanding of the Meaning and Functions of Verbal Irony”,Child Development, Cilt. 67, No. 6, 1996, s. 3077.
10
“özgül” bir kullanımının, o sözcüğün “normal anlamamdan farklılık
göstermesi halini ifade eden “mecaz” (trope) kavramı ile, bazen
bütün cümle ve pasajların dahil olduğu daha büyük “semantik
birim’lerin, taşınılan beklenen “normal anlam”dan farklı
kullanılması halini ifade eden “kinaye”yi (figüre ya da schema)
birbirinden ayırır. Buna göre, “mecaz” daha kolay anlaşılırken,
“kinaye”nin anlaşılması daha zordur.”14
Tekrar ironi kelimesinin kökeninde yer alan “eiron” ele alınacak olursa, Oğuz
Cebeci’nin de belirttiği üzere “eiron” tanımı için olumlu şeyler söyleyen bir kişi de
Pyrro’dur:
“Eiron tutarsız ve çelişkili bir evrende yaşadığımızın farkına
varan, dünyayı saçma kavramı açısından değerlendiren, bu saçma
evrenin özelliklerini teşhir ederken, bireylere de alaycı bir sükûnet
haline ulaşmayı tavsiye eden bir kişiliktir.”15
Pyrrho (ö. M.Ö 270) ve ondan ilham alanlar “atarcucia” adını verdikleri bir
tür ruh olgunluğuna ulaşmayı kendilerine gaye edinmişlerdi. “Ataraxia birçok
dogmanın üstünü örttüğü, belirsizliklerle dolu bir dünyada, “hüküm vermeden
yaşamayı amaçlayan" bir ruh halini temsil etmekteydi.” Eski Yunan şüpheci
akımlarında Tanrıyı reddetmenin imkan dahilinde olmadığını ama ironiyi yapan
kişinin de en azından fikrini belli edebilmek ve tepkisini bir nebze de olsun
gösterebilmek için dünyanın çelişkili ve bu yüzden saçma halini ironi ile eleştirdiği
düşünülmektedir.16
Bu tanımla, ironiyi yapan artık eleştirel bir tavır içerisinde olduğunu ve
ironinin sadece söz sanatı olmaktan çıkıp artık bir dünya algısı olmaya başladığını
söylemek mümkündür. İronistin eleştirilerinin hedefi belli olsa da yöntemi
değişebilir.
14 Oğuz Cebeci, "Tarihsel bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi", Cogito, Kış 2008, s. 85.15 Cebeci, a.g.e, s. 88.16 Cebeci, a.g.e., s.280
11
İroni kelimesi İngilizcede ilk kez 1502’de kullanılmıştır ve XVIII. yüzyılın
başlarında Dryden (ö.1700) tarafından bir kez kullanılana kadar genel bir
kullanımdan uzaktır.17 Bunun yerine geçebilecek pek çok terim vardır elbette; alay,
aşağılama, kınama gibi karşılıkları ironinin yerini alırken görüyoruz. Ayrıca, çağdaş
ironi anlayışının Batı dünyasındaki tarihi köklerinin bu yüzyıla kadar uzandığını
söylemek mümkündür. Bu tarihten sonra insan kendisini, “hayatın ikiyüzlü
görünümü ve çelişkileri”nin ortasında bulmuştur. İnsanoğlu içinde bulunduğu politik
ve ekonomik gelişmelerden sonra iç dünyasına yönelmiş ve dünyanın gerçekliğini
olduğu gibi kabul etmek ona zor gelmeye başlamıştır. Cehalet her zaman güzeldir,
artık bir bilgiye sahip olan insanlar için bu bilgi bir süre sonra huzursuzluk vermeye
başlayan bir olgu olmuştur. Bu farkındalıgın ifade edilme yollarından biri ise,
ironinin daha sık kullanılması biçiminde ortaya çıkmıştır. Ayrıntılı bir şekilde
anlatılacak olursa, sözü edilen “çelişkiler"in bir kısmı, o zamanın dünyasına hakim
olan “mevcut ideolojiler”le, bu ideolojilerin yerini almaya çalışan “rakip ideolojiler”
arasındaki mücadeleden kaynaklanmaktadır.18
İngiltere’de de ironi Avrupa’nın geri kalanında olduğu gibi yavaş gelişmiştir.
Kelime hep bir söz oyunu gibi algılandığı için “Bir kişinin düşündüğünün aksini
söylemesi, bir şeyi söyleyip başka bir şeyi kast etme, övermiş gibi yapıp kötüleme,
kötülermiş gibi yapıp övme, ince alay” gibi anlamları bulunmaktadır. Fakat
Muecke’ye göre XVIII. yüzyılın başlarında birkaç yazar ironinin bir davranış şekli
olduğundan da bahsetmiştir. Shaftesbury kendi kendine “hafif ironi” yapmayı telkin
etmiştir, bununla kast ettiği de dışarıdan eğlenceli ve uyumlu, içeriden de sakin ve
mesafeli bir ironi şeklidir.
XVIII. yüzyılın sonu ve XIX. yüzyılın başlarında ise ironi kelimesi farklı
anlamları da kapsamaya başlamıştır:
“ 18. yüzyıl sonlarından itibaren ortaya çıkan ve Alman
felsefesiyle bağlantılı olarak değerlendirilmesi gereken “romantik
ironi” kavramı ise Schlegel kardeşler, Müller ve Solger gibi isimler
17 Frederick Muecke, The Concept of Irony, s.1418 Cebeci, a.g.e., 282
12
çerçevesinde ele alınmalıdır. Romantik ironi, temel kavramlarından
biri olan “kendi bilincindeki sanat” anlayışı üzerinden, çağdaş
edebiyat kuramlarının kimi sorunsallarını bünyesinde barındıran
erken bir gelişmeyi ifade eder; bu yönüyle de postmodern edebiyat
kuramlarını akla getirir. Diyebiliriz ki, romantik ironi, insanın kendi
kendisinin farkına varması, buna paralel olarak, hayatın karmaşasını
ve bu karmaşayı kabul zorunluluğunu anlaması temeline dayanır. Bu
kabulün doğal sonucu ise, hiç bitmeyen, sürekli yenilenen ve yazarın
kendisini de işin içine dahil ettiği bir eleştiri anlayışıdır. Burada, bir
yandan “dünyanın insana karşı ironik tutumu” yani insanın
bilinemezlikler içinde yaşamak zorunda olması ve bu dünyada bir
düzen kurmaya yönelik ihtiyacının boşa çıkması, böylece, bir tür
“kozmik alay”a maruz kalıyor olması, diğer yandan da, “insanın
dünyaya yönelik ironik tutumu”, yani, bireyin içinde yaşadığı
irrasyonel ve saçma varoluş koşulları karşısında aldırışsız bir tavır
takınması, “dünyayı alaya alması” söz konusudur.”
Romantik ironinin kırılma noktalarından birisi insanın kendisi ile
alay eden dünyadan kurtulup artık alay eden konumuna geçmesidir. Bundan
önceki asırlarda evrenin kendisiyle alay ettiğini düşünen kişi sadece bundan
veryansın etmekle meşgulken, romantik ironi akımıyla beraber sanatçı da
evreni, onun düşünce özgürlüğünü kısıtlayan, toplumun genel geçer
fikirlerini eleştirir hale gelmiştir.
“Romantik ironi akımının en önemli düşürlerinden biri olan
W. Schlegel’e göre, bireysel ego, özellikle de sanatçının egosu, zihin
aracılığıyla, dünyadan belirli bir ölçüde bağımsızlaşabilir. Bu
bağımsızlaşma, evrensel çelişkilerin ironi aracılığıyla sanat yapıtının
bünyesine dâhil edilmesini ve böylece aşılmasını öngörür. Buna
göre, çelişkilerle dolu bir yapı, ancak kendisi de çelişkili bir tutum
tarafından yansıtılabilir. Sanatsal faaliyetler de, bir yandan bu
çelişkiyi yansıttıkları, bir yandan da bizzat kendi yapılarında çelişkili
ve uyuşmaz unsurları barındırdıkları için, ironik bir perspektifi
13
temsil ederler. Bu açıdan, romantik ironi “genel ironi” durumlarının
sanat aracılığıyla ifade edilmesidir diyebiliriz.”19
Buraya kadar hareketle, ironinin artık sadece söz sanatı, bir eleştiri gereci
olmaktan çıkıp dünya görüşü haline geldiğini söylemek mümkündür. Karl Solger’e
göre, asıl ironi “dünyanın kaderiyle ilgili tefekkür etmekle başlar.”20 Ondan önce de
Frederic Schlegel ironinin “dünyanın esas itibariyle bir paradokstan ibaret olduğunu,
bütün olarak bakıldığında çelişen bir yapıda olduğunu” belirtmiştir.21 Bu bakış açısı
ile İslam’daki dünya görüşünün örtüştüğü noktalar üçüncü bölüm olan “Medeniyet
gözü olarak ironi” de ele alınacaktır. Bu ironiye “dünya ironisi, kozmik ironi, felsefi
ironi” gibi isimler uygun görülmüştür ve ironinin tarihçesinde önemli bir yere
sahiptir.
Bir başka bakış açısından ele alınacak olursa, ironinin artık bir söz oyunu
olmaktan çıkıp bir algı düzeyi haline geldiğini şu şekilde belirtilmektedir:
“İroni; melankolik, yalnız ve acı çeken bireylerin entelektüel
yaklaşımının ifade biçimi, aracı haline gelmiştir. Aydınlanma ile
fizik dünyaya ilişkin sorulardaki artan derinliğin metafizik dünyaya
ilişkin soruları da derinleştirmesinin de etkisiyle, günlük yaşam
içinde kalamayarak, aşkın olan’a yönelme ile o günlük yaşamın
sınırlarına mahkûm olduğunun bilincinde olma hali romantik
ironinin yeşermesi için verimli bir toprak sunmaktadır.22
Schlegel Kardeşler ve onları müteakiben Karl Solger’in öne sürdüğü üzere
ironi bir tür “umursamazlık ve sanatçının eserinden bağımsızlığı” olarak
tanımlanabilir. Schlegel’e göre birçok roman ve oyun yazarı, kendi düşüncelerini
oyunda seyircinin veya okuyucunun kendini özdeşleştirdiği bir kişi ile vermektedir.
Edebiyatımızda bunun örneğini sıklıkla bulmak mümkündür çünkü özellikle
Abdülhamit zamanındaki istibdat, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki değişim süreci gibi
dönemlerde, insanların fikirlerini alenen ifade etmelerine olanak sağlanmadığında,
19 Cebeci, a.g.e, s. 9120 Rene Wellek, A History of M odern Criticism: The Romantic Age, London, 1955, s.300.21Frederic Muecke, Irony, s. 1922 Beliz, Güçbilmez, Sophokles’ten Stoppard’a İroni ve Dram Sanatı, Deniz Kitabevi, 2005, s.16.
14
yazarlar kendi görüşlerini oyunlarındaki, kitaplarındaki karakterlere yükleyip, onların
sesinden konuşmuştur. Shakespeare’de ise oyundaki karakterler öyle gerçek hayattan
çıkmış gibi durur ki, onları anlamadığımızı düşünmeyiz ama Shakespeare hepsinden
kendini soyutlayabilmektedir. Mesela Othello oyununu ele alırsak, olaylar
Othello’nun gözünden korkunç görünmektedir. Eşinin onu aldattığı endişesi onu
içten içe kemirirken biz seyirciler olarak bunun gerçek olmadığını ve kadının
hatasının olmadığını, Othello’nun onu yanlış anladığını bildiğimiz için üzülürüz.
Yine de kendimizi Othello’nun yerine koymaktan ve eşi Desdemona’ya açıklama
yapmadığı için kızmaktan geri alamayız. Shakespeare ise Othello’nun ağzından eşi
için yaptığı şu yorumları verirken, içimizden biri gibi konuşur:
“O ’tis the spite of hell, the arch-fiend’s mock
To lip a wanton in a secure couch
And to suppose her chaste.”
(Ah bu cehennem azabı, en büyük düşmanımızın oyunu. Güvendiğimiz bir
yerde iffetsiz biriyle birlikte olup, onu iffetli sanıyoruz.)23
Bu örneklerin de gösterdiği üzere Shakespeare’in oyunlarında her karakterini
öyle gerçekçi işlemektedir ki, oyunları kendi fikirlerini değil, dünyanın gerçek halini
yansıtmaktadır. Herder bu konuda şöyle söyler: “Shakespeare’in eserlerini
seyrederken insan kendisinin tiyatroda olduğunu tamamıyla unutur ve sanki cihan
tarihi içinde yaşıyormuş gibi olur.” Bu ise Goethe’ye göre bir sanatçıyı sanatçı yapan
özelliktir çünkü Goethe’ye göre “Sanatçı tabiata dayanmalı, tabiatı araştırmalı ve
tabiata uygun eserler meydana getirmelidir.”24 Günümüzün bilim-kurgu ve fantastik
sanat ile dolu dünyasına epeyce ters düşen bu görüş, bize Alman ironi anlayışının
temellerini sunacaktır.
Bu görüş üzerine Muecke şöyle düşünmektedir, sanatçı olmanın gerekliliği
olarak ironiyi kabul edersek, yeni bir tür ironi ile karşılaşırız. Bu da “romantik ironi”
23 William Shakespeare, Othello, Filiquarian Publishing, LLC., 2007, s.13824 Melahat Özgü, Goethe’nin Sanat Görüşü, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1034/12484.pdf (Çevirimiçi)10 Mart 2013.
15
olarak adlandırılmaktadır. Bu tür ironide bilinçli bir sanatçının sanatını kullanarak
ironik duruşunu yansıtması söz konusudur. Sanatçının ironik duruşunun birkaç
sebebi vardır. Bunlar şöyle açıklanmalıdır. İyi yazabilmek için yaratıcı ve eleştirel
olmalıdır, olaylara öznel ve nesnel bakabilmelidir, hem hevesli hem gerçekçi
olmalıdır, duygusal olsa da mantıklı davranmalıdır, ilham gelse de onu nasıl
kullanacağını bilmelidir. Ürettiği eser gerçek dünya ile ilgili olsa da kurmacadır,
gerçekliği yansıtması gerektiğini düşünür ama bunun imkânsızlığını da görür.
Romantik ironinin ne olduğunu kavramak isteyenler Thomas Mann’ın özellikle
Yusuf ve Kardeşleri ve Doktor Faust romanlarını okumalıdır.
İroninin tarihçesinde önemli bir isim de 1833 yılında yayınladığı “Sophocles
İronisi Üzerine” isimli makalesi ile Connop Thirlwall olacaktır. Bu makalede “sözlü
ve retorik ironi”nin yanı sıra “diyalektik ironi ve pratik ironi”den de bahsetmektedir.
“Timon in Athens”de bahsi geçen Timon, hırsızlara altın vererek onlara görünürde
bir iyilik yapmaktadır ama sonucu aleyhlerinde olacaktır. Thirlwall’a göre buradaki
ironi, ironinin yapan kişiden bağımsız ortaya çıkmasıdır. Buradaki vurgu olayın
anlaşılmasında yani ironiyi gözlemleyen kişidedir.25
XIX. yüzyılda ironi tanımlanırken bir “her şeyi kapsayan terim” olduğu
belirtilmektedir. Aynı zamanda ironi denildiği zaman, zeki ve eğitimli kimselerin
anlayabileceği, belli bir kesime hitap etmesi mümkün olan, iyi bir kelime oyunu akla
gelmektedir. Cleanth Brooks’a göre ironi edebiyat eserlerinin, en azından güzel
edebiyat eserlerinin belirleyici özelliği haline gelmiştir. Çağımızın başka bir ismi
Kenneth Burke’e göre ise ironi komedi ile eş anlamlı kullanılmaya başlamıştır.
1.3. İroninin Türleri
İroniyi sınıflandırmak için ironinin tanımına tekrar göz atmamız gereklidir.
İroni olması için gerekli olan şey öncelikle ironiyi yapan kişidir. İroniyi ne amaçla
kullandığını bilmemiz gereklidir. Karşısındaki insan ile alay etmek ve onu küçük
düşürmek için ironiyi kullanıyorsa farklı, ona ne kadar az şey bildiğini kibar bir
25 Muecke, a.g.e., s. 20-29.
16
şekilde göstermek için kullanıyorsa farklı, över gibi yapıp kötülemek, kötüler gibi
yapıp övmek için kullanıyorsa farklı türler söz konusu olacaktır.
Değerlendirmemiz gereken ikinci nokta da ironinin bir “kurbanı” olduğudur.
Yani ironiyi yapan kişinin muhatabı olan birisi olması gereklidir. Bu kişinin kurban
olarak nitelendirilmesinin sebebi, ironiyi yapan kişi tarafından aldatılmasıdır.
Muecke’ye göre ise ironiyi yapan kişi olmadan da ironiyi bulmak mümkündür.
Mesela bir yankesici hırsızlık yaparken kendi cebindeki parayı kaptırırsa bu durum
da ironiktir. Bu gibi olayları ironik kılan bir aldatmaca değil, “kurban” olarak
tanımladığımız kişinin bir şeye körü körüne inanması, güvenmesi veya
önemsememesidir, bazen de farkında olmamasıdır. Norman Knox, D. C. Muecke’nin
“The Compass of Irony” ve Charles Glüksberg’in “The Ironic Vision of Modern
Literature” kitapları üzerine bir değerlendirme yazısında, Muecke’nin yaptığı
sınıflandırmayı ele alırken, ironinin “iki katmanının” olduğunun vurgulandığını
söylemiştir. Bu katmanlar arasında “hep bir zıtlık” bulunmaktadır. Bu zıtlık, yukarıda
da belirttiğimiz örneklerini içerecek şekilde “masumiyet” ekseninde oluşmaktadır.26
Mesela okuma yazma bilmeyen birisinin Osmanlı Türkçesi ile yazılmış bir şarkı
sözüyle karşılaşınca onu Kur’an-ı Kerim’den bir ayet sanarak öpüp başına
koymasını, kurbanın masumiyetiyle açıklayabiliriz. İroniyi yapan kişi ise bu
masumiyeti sahte biçimde kullanır. Mesela Sokrates, bildiği halde bilmiyormuş gibi
soru sorarak karşısındaki insana karşı sahte bir masumiyet ve cehalet
sergilemektedir. Bu tanım bizi şu noktaya yönlendirmektedir. İroninin olduğu
durumlarda, gizli veya açık bir şekilde bir zıtlık dile getirilmektedir. Bu da
Muecke’nin sınıflandırması ile açık ve kapalı ironi olarak kendisini gösterir. “Açık
ironide kurban veya okuyucunun ironiyi yapan kişinin kastettiği gerçek anlamı
hemen idrak etmeleri” gerekir. Kapalı ironide ise ironinin anlaşılması zaman alır.
Özel ironi olarak adlandırılan ironi türünde ise, sadece ironiyi yapan kişi oradaki
farklılığı gözlemleyebilir.27
26 Muecke, a.g.e. s.4027 Norman Knox, “On the Classification of Ironies”, Chicago Journals, www.jstor.org/stable/436505 (Çevirimiçi), 12.04.2013.
17
İroninin kategorilere ayrılması için Wayne Booth da Muecke’yi anar. “Söz
sanatı olan ironi türleri” arasında iki genel ayrım bulunmaktadır. Bunlardan ilk grup
açık, kapalı ve özel ironi ikinci grup da kişisel olmayan, kendini aşağılayan, saf, öven
ironi türlerini içermektedir.
Bu türler ilk kısımda okuyucu tarafından anlaşılıp anlaşılmamalarına, ikinci
kısımda da uygulanış biçimine göre farklılık gösterir. İlki okuyucuyu temel alırken,
ikincisi ironiyi yapan kişinin amacını ele alır. Wayne Booth’un sınıflandırması ile
önemli olan hususlar şunlardır:
Açıklık veya kapalılık derecesi: Burada yazarın ironiyi ne kadar belirtmek
istediği önemlidir. En kapalı ve zor fark edilen ironilerin yanında, “bu olay ironiktir
çünkü...” gibi açık bir şekilde belirtilen ironiler de bulunmaktadır.
Üretilme sürecindeki istikrar: Okuyucu ironi olduğu söylenen şeyi
anladığında veya kapalı bir ironiyi keşfettiğinde kendisini bir görevi tamamlamış
hissediyorsa, bunun için hangi nedenleri var?
“Gerçek ortaya çıktı” veya gerçeğin üstü kapandı diye düşünülen en
küçüğünden en büyüğüne kadar “sonsuz mutlak olumsuzluk” sınırları. Okuyucunun
olumsuzlama yolunda ne kadar ilerlemesi gerekiyor, nerede duracağını nasıl biliyor?
Bu soruları sorduktan sonra, Booth bir tablo ile bu sınıflandırmayı
şekillendiriyor.
KAPALI AÇIK
Sabitlenebilen küçük çaplı küçük çaplı
sonsuz sonsuz
Sabitlenemeyen küçük çaplı küçük çaplı
sonsuz sonsuz
Şekil 1.
18
Bu sınıflandırmanın en önemli noktalarından biri de Booth’un ironiyi
sabitlenebilen ve sabitlenemeyen olarak ironiyi ikiye ayırmasıdır. Söz konusu bu
ayrımın yapılabilmesi için, sözlü veya yazılı metnin içindeki ironinin bazı okumalara
elverişli olmayıp, o durumda anlamın yanlış olacağı durumlar olması gereklidir.
Sabitlenebilen ironi, tesadüfi olmayan, yani yazarın niyetini yansıtan, “kapalı ironi"
niteliğinde bir ironidir ve okuyucu tarafından doğru biçimde keşfedilmeyi bekler. Bu
ironi bir kere keşfedildikten sonra sabit kalır; zaman içinde değişime uğramaz, ya da
anlam bulanıklıklarına yol açmaz. Okuyucudan bu tür ironinin anlamını
"aşındırması" beklenmez. Mesela, Can Yücel’in
“Bülent Ecevit dedi ki
Kötü şaire güven olmaz”28
dizelerinde Bülent Ecevit’in kötü bir şair olduğunu ve güvenilmez olduğunu
kastettiğini anladıktan sonra, bu kapalı ironiyi değiştirmesi, başka anlama geldiğini
söylemesi mümkün değildir. Ecevit’in şair olduğunu bilmeyen birisi, bunu öğrenip
anlamı “keşfederse”, ironiyi fark etmiş olur.
Mesela “Bugün yemekler çok güzel.” cümlesi normal bir cümledir. Bunun
kazanacağı anlamları değiştiren bir durum söz konusu olduğunda, o durum içerisinde
bu cümle ironik bir anlam kazanır. Dibi tutmuş bir yemeği yedikten sonra “Bugün
yemek çok güzel” derseniz, o zaman küçük çaplı sabitlenebilen bir ironi yapmış
olursunuz çünkü yemeğin güzel olmadığı bariz bir gerçekliktir. “Bugün yemek çok
güzel” cümlesinin olumlu anlamda söylendiğini düşünmek, o cümlenin yanlış
anlaşılmasına sebep olur.
Sabitlenemeyen-açık-sonsuz olan tür için, yazarın Robert Graves’in
“Çocuklara Uyarı (Warning to Children) şiirinde, tiyatroda sıklıkla gördüğümüz
“dramatik ironi”nin bir başka türünü gördüğümüzü belirttiğini görmek gereklidir.
Dramatik ironide karakterin farkında olmadığı bir gerçekliği, yazar ve okuyucu aynı
anda fark etmektedir. Karaktere karşı bir noktada, aynı yerde durmaktadırlar. Fakat
28 Soner Akpınar, “Can Yücel’in Şiirlerinde İroni”, International Periodical For the Languages, L iterature and History of Turkish or Turkic Volume 5/2 Spring 2010, s.789
19
“Çocuklara Uyarı” şiirinde şair, okuyucuya neredeyse bir macera sunar. Okuyucu bir
ihtimalden diğerine, bir kutudan diğerine yönlenirken, şair onları izlemekte, şiirin bir
karakteri haline getirmektedir. En sonunda da gerçeği, herkesin aynı kutuda yer
aldığını söylemektedir.
Booth’un sabitlenemeyen-kapalı-sonsuz olarak verdiği örnek de Samuel
Beckett’ın İsimsiz (Unnamable) romanıdır. Bu romanın girişinde Beckett o kadar
anlamsız, o kadar cümle yapısı bozuk cümleler kurmuştur ki, bunları
anlamlandırmaya çalışmak, anlamsız olduğu belirtilen bir paragrafta anlam aramaya
çabalamak, boyaların üstüne yanlışlıkla döküldüğü bir tuvali sanat eseri gibi
incelemeye kalkışmak gibidir. Burada ironi kapalı, istikrarlı ve sonsuzdur, eserin
tümüne yansımıştır. Çünkü yazarın istediği, tam olarak bu çabadır, anlamsız olana
anlam yükleme çabasıdır.29
1.4. İroni Türlerinin Sınıflandırılması
İroni, hem felsefi hem edebi bir kavram olması sebebiyle çok farklı alt başlıklara
ayrılması mümkündür. Burada yaptığımız sınıflandırma, ironi konusunda üretilen
altbaşlıkların hemen hemen hepsinin yer aldığı bir sınıflandırma olmuştur. Ana
kaynak olarak Muecke’nin sınıflandırılması temel alınmıştır.
1.4.1. Sözlü İroni (Verbal Irony)
Sözlü ironi olarak nitelendirdiğimiz tür, konuşmacının karşıya aktarmak istediği
anlamdan kesin olarak farklı bir anlamda görünen bir ifade kurmasıdır. İronik
ifadelerde genellikle bir konu hakkında belirli bir tutum veya değerlendirme söz
konusudur ama konuşmanın genelinde konuşmacının kast ettiği anlamın çok daha
farklı, hatta tam tersi anlamda olduğu görülmektedir.30 Mesela çok güneşli ve güzel
bir günde, yazlık kıyafetler giymiş birisi yağmura yakalanıp sırılsıklam olur, sonra da
hastalanır. Onu ziyarete gelen arkadaşlarına “Şifayı da kaptık çok şükür” derse, bu
durumda iki farklı ironi söz konusu olacaktır. “Şifayı kaptık çok şükür” ifadesini eğer
tam tersini kastetmek, kötü durumda olduğunu ve o kıyafetle çıktığına pişman
29 Wayne C. Booth, A Rhetoric of Irony, Chicago University Press, 1974, s.25330 M.H. Abrahms & G.G. Harpham, A glossary of literary terms, 9th edition, Wadswoth Gangage Learning, 2009.
20
olduğunu belirtmek için söylerse, sözlü ironi yapmış olur. Fakat aynı ifadeyi, gerçek
anlamıyla, komiklik olsun diye kullanması, durum ironisi kategorisine girmektedir
çünkü konuşmacı, beklenenin aksi bir davranış sergilemektedir.
1.4.2. Durum İronisi (Situational Irony)
Durum ironisinde, bir durumun beklenilenden farklı bir şekilde meydana gelmesi söz
konusudur. Mesela Amerika’da meydana gelen bir olayda, itfaiyenin mutfağında
yangın çıkmasını bu türe örnek gösterebiliriz. Normal şartlar altında, itfaiyecilerin
yangınları söndüren kişiler olduğunu düşünürüz, aynı şeyin onların başına gelmesi,
beklemediğimiz ve bizi şaşırtan bir sonuçtur.31
1.4.3. Dramatik İroni (Dramatic Irony)
Tiyatro’da kullanılan bu ironi türünde, okuyucu/izleyici bir gerçekliğin farkında olsa
da karakterin bundan habersiz olması ironiyi oluşturur. İzleyici kendini karakterle
özdeşleştirir ve sadece yazar ile kendisinin bildiği trajik bir sırrı paylaşır. Trajiktir
çünkü karakterin gözleri kör edilmiştir, karşısında bariz bir gerçeklik olsa da bunu
göremez ve seyirciler bunun farkındadır. Bu olaylar birbiri ardınca gelişen şekilde
değil, karşımızda duran bir gerçeklik gibidir.32 Mesela Othello eşi Desdemona’nın
ona ihanet ettiğini düşünerek onu boğarken, biz kadının masumiyetini bildiğimiz için
Desdemona için üzülmekten kendimizi alamayız. Aynı şekilde Oedipus, öldürdüğü
adamın babası olduğundan, annesi ile birlikte olduğundan, kendi kendisine lanet
okuduğundan habersizdir ama biz seyirci olarak bunları görürüz. Türk filmlerinde,
evlenmek üzere olan iki kişinin kardeş olduğunu biliriz, nikâh masasına
oturduklarında birisi “Durun siz kardeşsiniz.” diyerek gerçeği açıklayana kadar,
seyirciler olayın tek tanığıdır.
1.4.4. Romantik İroni (Romantic Irony)
Romantik ironiyi anlayabilmek için XVIII. yüzyıl Alman düşüncesine Schlagel
kardeşler, Solger, Müller gibi isimlerin sanata bakış açılarını bilmek gereklidir. Oğuz
31 Cameron Shelley, “The biocoherence theory of situational irony”, Cognitive Science, 2001.32 Germaine Dempster, Dramatic Irony in Chaucer, Stanford University Publications, Language and Literature Vol.IV. 1932, s.254
21
Cebeci’nin tanımına göre “romantik ironi insanın kendi kendisinin farkına varması,
buna paralel olarak hayatın karmaşasını ve bu karmaşayı kabul zorunluluğunu
anlaması temeline dayanır. Bu kabulün doğal sonucu ise hiç bitmeyen, sürekli
yenilenen ve yazarın kendisini de işin içine dahil ettiği bir eleştiri anlayışıdır. Burada
bir yandan “dünyanın insana karşı ironik tutumu”, yani insanın bilinmezlikler içinde
yaşamak zorunda olması ve bu dünyada bir düzen kurmaya yönelik ihtiyacının boşa
çıkması, böylece bir tür kozmik alaya maruz kalıyor olması; diğer yandan da insanın
dünyaya yönelik ironik tutumu yani bireyin içinde yaşadığı irrasyonel ve saçma
varoluş koşulları karşısında aldırışsız bir tavır takınması, “dünyayı alaya alması” söz
konusudur.”33
1.4.5. Eleştirel İroni (Satiric Irony)
Eleştirel ironi olarak tanımlayabileceğimiz bu türü diğerlerinden ayıran özellik, bir
kişi, kurum gibi bir hedefi olan ironi türüdür. Bu türde eleştirmek için, söylenilenden
farklı bir anlam kastedilir.34 Mesela bir çocuğun uyku saati gelmesine rağmen
uyumaya direnmesine karşı, onu eleştirmek için “Ne güzel davranıyorsun bu akşam,
hiç beni üzmedin!” demek, eleştirel ironi olarak görülebilir. Bu ironi türünde
eleştirmek, küçük görmek, belki de alaya almak vardır. Edebiyatımızda hiciv ile en
çok örtüşen tür budur.
1.4.6. Komik İroni (Comic Irony)
Güldürü etkisi yaratmak için kullanılan durum ironisidir. Bu açıdan durum ironisinin
bir alt türü olarak da incelenmesi mümkündür. Bu türde güldürü etkisini oluşturmak
için karşıdaki kişiyle alay edilebilir veya durum yanlış anlaşıldığı için güldürü ile
sonuçlanmaktadır. Mesela yaşlılıktan ötürü kulağı az işittiği için duyduğu şeyi yanlış
anlayıp ona göre yorum yapan bir kişinin düştüğü durum ironik ve aynı zamanda
komiktir.
33 Muecke, a.g.e., s.9234 Norman Knox, a.g.e., s.53.
22
1.4.7. Trajik İroni (Tragic Irony)
Trajik ironi, Yunan trajedisinde kullanılan özel bir türün ismidir. Oxford İngilizce
Sözlüğü’nün tanımına göre, trajik ironi “bir karakterin konuşmasının veya
hareketlerinin trajik önemini izleyiciler fark etse de karakterin bundan habersiz
olmasıdır.” Bunun klasik örneği, Sophocles’in Kral Oedipus oyununda, Oedipus’un
gerçekleri görememesi olarak söylenebilir. Shakespeare’in Romeo ve Jüliet
oyununda ise, Romeo adeta bir ölüm uykusundadır. Jüliet geldiğinde onun öldüğünü
zanneder ve kendisini bıçaklar. Aslında ölmediğini izleyicilerin bilmesi, trajik ironiyi
oluşturan temel gerekliliktir. Trajik ironi, satirik ironi gibi “kapalı” olarak
tanımlanmıştır çünkü gerçekler trajedinin kahramanına gizlenmiş durumdadır.
Oyunun sonuna dek kahraman başına gelecek felaketlerden bihaberdir. Bu durumu
ironik kılan ise bir izleyici kitlesinin varlığı ve kötü sondan haberdar olmalarıdır.35
1.4.8. Nihilist İroni (Nihilistik Irony)
Romantik dönem sonrası XIX. Yüzyılda yer alan yaygın görüş nihilistik ironi
üzerineydi. Bu ironi türü kişiye bağlı değişen ve bir yere bağlılığı olmayan bir türdür.
Kierkegaard’ın da düşündüğü üzere daha negatif ve bireye göre değişebilen bir
ironidir çünkü insanlar iyi ile kötünün, gerçek ile yanılgının ayrımını
yapamamaktadır.36 Hıristiyan anlayışında yer alan bu hayatı kaybedenin yeni bir
hayat kazanacağı anlayışı, insanlara ironik gelmiştir çünkü her iki hayata da eşit
derecede önem vermeye başlayan modern insan için bu bir paradokstur. Knox’a göre
bu paradoks insanları nihilizme ve nihilist ironiye çıkarmaktadır.37
1.4.9. Paradoksal İroni (Paradoxical Irony)
Bu ironi, içinde yaşamayı istediğimiz dünyanın bir sonu olması gibi, paradoks olarak
görülen olayları kapsar. Her şeyin bir zıddının bulunması, günün ardından karanlığın
gelmesi, gözyaşı döktüğümüzde sevinmemiz hep zıt görünen olaylardır.38 Paradoksal
ironiyi nihilistik, trajik veya satirik ironiden farklı kılan şey, paradoksun hep bariz
35 Muecke, a.g.e s.46.36 Robert Perkins, The Concept of Irony, Mercer University Press, 2001, s. 315.37 Knox, a.g.e., s.58.38 Muecke, Irony and Ironic, Taylor & Swift, 1982, s.46
23
olmasıdır.39 İyinin karşısındaki kötü her zaman var olacaktır, gecenin ardından hep
gündüz gelecektir, masallarda iyi kahramanlar kadar kötü kahramanlar da olacaktır.
Burada ironiyi oluşturan şey bu bariz zıtlık ve paradokstur. Bir kavramı
tanımlayabilmek için onun zıddına ihtiyaç duymamız paradoksal ironiyi tam olarak
açıklar. Mesela sıcağın ne olduğunu açıklayabilmek için soğuğun ne olduğunu
bilmemiz gereklidir. Bu durum paradoksal ironi kapsamında açıklanabilir.
1.4.10. Yumuşak İroni (Soft Irony)
Dışarıdan çok uyumlu ve sevimli gelen (ama alay içermeyen), içten içe de sakin ve
huzurlu bir ironi olarak tanımlanabilir.40 Buradaki ironi türü, artık bir umursamazlık
haline dönüşmüştür. Aristoteles’in ironi tanımında yer alan kasıtlı olarak gerçeği
gizleyen ve karşısındaki ile alay etmeyi de içinde barındıran ironi algısının tam tersi
konumdadır. Aristoteles’in tanımladığı ironi kişisel ve varoluşçu bakış açısının
sağladığı modern bir dönüşümle özenilecek ve sanatçıyı iyi bir sanatçı yapan
koşullardan birisi olarak görülmeye başlanmıştır. Yumuşak ironiyi daha çok hayatı
güzelleştiren ve mükemmel bir yaşama elverişli bir ortam sunan bir tür olarak
tanımlamak mümkündür. İroni artık insan için bir amaç haline gelmiş, mutlu olmak
için gereken o mesafeyi size sağlamakta ve size özgürlük kazandırmaktadır.41 Kendi
kültürümüzden örnek verecek olursak, bu tutumu dervişlerin “Dövene elsiz gerek,
sövene dilsiz gerek” anlayışında görmek mümkündür çünkü dışarıdan bağışlayıcı,
uyumlu görünen bu tutum, sahibinde de huzur ve sakinlik olarak ortaya çıkmaktadır.
1.4.11. Kişisel Olmayan İroni (Impersonal Irony)
Bu ironi türünün en önemli özelliği, ironiyi yapan kişiden ziyade elimizde ironinin
kendisinin yer almasıdır. İroniyi yapan kişi sorumluluktan kaçmak için sözlerinin
vurucu olmasına ihtimam gösterir. Mesela ironiyi yapan kişi bir tavsiye verecekse,
bu türde bir ironi en çok işe yarayan tür olacaktır.42 Swift’in Modest Proposal
eserinde çocukları toplayıp, kıtlık olduğu için kızartıp yemeyi teklif etmesini, kendisi
39 Muecke, a.g.e. s. 46.40 Muecke, a.g.e, s.1741 R.Gay Magill Jr., Chic Ironic Bitterness, Michigan Press, 2007, s.78.42 Muecke, The compass of Irony, s.66
24
için değil, halkının iyiliği için yaptığını söylemesi buna bir örnek teşkil edebilir.
Burada bu ifadesinden dolayı yazarı veya oradaki karakteri suçlamamız olası değildir
çünkü karakter yaptıklarını bir mantık çerçevesine oturtmuştur. Bu bağlamda
önerdiği şeyin vahşetini ikinci plana atan bir soğukkanlılık sergilemektedir. Karakter
kendinden çok emin ve gözlerini gerçeğe o kadar kapalı tutmaktadır ki, biz oradaki
ironiyi kendisinin yaptığını hissetmeyiz çünkü bir tavsiye veriyor görünmektedir.
1.4.12. Kendini Azımsama İronisi (Self-disparaging
Irony)
Sokrates’in ironisi bir tür kendini azımsama ironisi olarak görülebilir çünkü Sokrates,
bildiği halde bilmiyormuş gibi davranarak, ironik bir tutum sergilemektedir. Bu tür
kişisel olmayan ironinin tam zıddı olarak algılanabilir çünkü ironi yapılan işte değil,
yapanın kendisindedir. İroniyi yapan kişi karşısındaki insanı cahil gördüğü için
kendini azımsamaya, olduğundan daha değersiz göstermeye çalışarak tam aksini
ispatlar.43
1.4.13. Kozmik İroni/ Cilve-i Kader/ Yazgı İronisi (Irony
of Fate)
Bu ironi türünde insanların sürekli bir kozmik alaya maruz kaldıkları
vurgulanmaktadır. Durum ironisi veya Booth tarafından olay ironisi olarak da
tanımlanan bu tür için, insanların beklentisinin tam tersi sonuç yaratan olaylar örnek
gösterilebilir. Divan edebiyatında sevgili ile bir türlü kavuşamayan ama yine de
sevgilisi ona eziyet etse de ona aşık olmaktan vazgeçmeyen “aşık” tam olarak bu
kozmik alaya maruz kalır. Sürekli feleği suçlayan aşık, feleğin devri budur ve
elimizden bir şey gelmez demektedir.
1.4.14. Tarihi İroni (Historical Irony)
Tarihi ironide, tarihin içindeki olayların sonucunun bugünün gözüyle
yorumlandığında tarihteki önemli insanların dünya görüşleri ile gerçekleşen olayların
farklı olduğu durumlar için tarihi ironi bulunmaktadır diyebiliriz. Mesela Çinlilerin
43 Muecke, a.g.e., s.87.
25
barutu ahlaksızlığa çare ararken bulması, ironik bir sonuç doğurmaktadır.44 Aynı
şekilde belli bir amaç için alınan politik kararların o amaçlardan çok farklı yönde
sonuçlar doğurması olarak da tanımlanabilecek bir ironi türüdür.45
1.4.15. Sokratik İroni (Socratic Irony)
Oxford Felsefe Sözlüğü’nde46, Sokratik ironi “Sokrates’in karşısındaki kişiyi
küçümserken onları övmesi veya onların daha bilgili olduğunu düşündükleri sırada
sorduğu sorularla cehaletlerini ortaya koymak” olarak açıklanan rahatsız edici
huyudur.47 Edebiyatımızda bunu tecâhül-i ârif ile bağdaştırmak mümkündür çünkü
cahillik taslayan ama gerçekte daha bilgili olan bir kişi, karşısındakinin kibrinin daha
çok yüzeye çıkmasına sebep olur. Bu yönden Sokrates’in bu tekniği iki farklı şekilde,
yani insanlarla alay etmek veya onlara bir şey öğretmek için kullandığı söylenmiştir.
1.5.Bir Medeniyet Gözü Olarak İroni
XVIII. yüzyılda Shaftesbury (d. 1713) "yumuşak ironi" için "bir karakter ve
hayatın içinde yer almıştır.” derken iyilikten daha fazlasını kastediyordu:
Shaftesbury’nin hep hayalini kurduğu mükemmel hayat buydu. Etik açıdan, ironinin
buradaki yeri Aristo okulunundakinin tam tersi durumdadır. Shaftesbury ironiye
modern bir bakış açısı getirdi, Aristo’nun objektif bakış açısından bireyin ruhunun
kişisel bakış açısından ironi ele alındı. Bunun sonucu olarak Shaftesbury zihinsel
tavrı daha çok vurgulamış oldu, ironi burada sadece dış ifadede yer almaktadır.
Shaftesbury’nin tanımladığı bu ironik tavırda övmek ve yermek arasındaki karşıtlık
çok azdır, taşlama veya alay etme çok hafif derecededir. Bu tavırda alçakgönüllü bir
kendini küçük gösterme çabası, kibar bir ağırbaşlılık ve arkasında şüphe içeren her
şeye karşı gözle görülür bir müsamaha vardır. Şüphe faktöründen bahsedilmesinin
sebebi Neo-Platoncu Shaftesbury için önemli olan tek şeyin içimizdeki ruh olması ve
44 Jack Kelly Gunpowder: Alchemy, Bombards, and Pyrotechnics: The History of the Explosive that Changed the World, Perseus Books Group: 2005, s. 2-5 (Çevirimiçi kaynak:http ://en.wikipedia.org/wiki/Irony) 15 Mart 2013.45 Andrew Gibson, The Strong Spirit, History, Politics and Aesthetics in the Writings of James Joyce, Oxford University Press, 2013, s.30.46 Simon Blackburn, Oxford Dictionary of Philosophy, Oxford University Press, 2008.47 http://ancienthistorv.about.com/od/socratesphil7g/080709SocraticIronv.htm (Çevirimiçi) 16 Mart 2013.
26
o ruhun “dünyada yer alan ani değişikliklere ve dünyanın bitmek bilmeyen
dönüşümlerine, yeniliklerine” müsamahalı davranması, onlardan rahatsız olmaması
gereklidir.48 Burada anlatılan ironi türü ile bizim kültürümüzdeki tasavvufi görüşün
çok ortak noktası bulunmaktadır. Tasavvuf insana müsamahalı davranmayı,
insanların kusurlarını örtmeyi, benliğinden sıyrılmayı telkin etmektedir. Bütün
sıkıntılar “Ben varım.'"dernekle başlar. Dolayısıyla “Ben yokum, O (Allah) var.”
demek bütün sıkıntıları omuzlarımızdan atmak anlamına gelir.49 Bu durumu ironik
olarak nitelendirmek mümkündür çünkü Allah’ın varlığını kabul etmek, O’nun
hükmüne razı olmak için insanın kendisini yok etmesi beklenmektedir. Bunun
sonucu olarak insanın her şeyi farklı bir bakış açısından görmesi mümkündür.
Tasavvufi düşünce “Derviş dövene elsiz, sövene dilsiz gerek.” derken bu tutumun
dışarıya yansımasının bu olması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca tasavvufta “neşe”
kavramı da büyük önem taşır. Mevlana Celaleddin Rumi’nin vefat ettikleri geceye
“şeb-i arus” yani düğün gecesi demesi bile bu neşenin en büyük göstergesidir. Derviş
ilahi neşe ile hiç me’yus olmaz, hiç kederlenmez. Bu haliyle, kederlenip sıkıntıya
boğulan kişileri eleştirir ve onlara dert etmeleri gereken farklı şeyler olmasını telkin
eder. Niyazi-i Mısrî’nin:
“Hakkı seven âşıkların eğlencesi tevhîd olur,
Aşk oduna yanıkların eğlencesi tevhîd olur.”
ile başlayan dizelerinde bu ilahi neşeyi, bu neşeye nasıl ulaşmak gerektiği
anlatılmaktadır. İslam’da neşe düşüncesinden bahsetmişken, Allah’ın Cemâl
sıfatından bahsetmek gerekir. İbn-i Arabi’nin annem diye nitelendirdiği hocası “O’nu
sevdiklerini söyledikleri halde ağlayanlara da şaşarım. Ona yakın olanların
yakınlığından kat kat üstün olan yakınlıktan utanmıyorlar mı? Muhib, Hakk’a
yakınlık açısından insanların en büyüğüdür ki O, muhibblerin meşhûdudur. Daha ne
diye ağlıyorlar, şaşarım.”50 derken, tasavvufi yolda olan bir kişinin, Allah’ı seven bir
48 Knox, a.g.e., s.628.49 Mahmud Erol Kılıç, Tasavvufa Giriş, Sufi Kitap, 2012, s.27.50 Hülya Küçük, “Anne Nûr El-Ensâriyye’den Âlime-i Hicaz Fahru’n-Nîsa Bint Rüstem’e Muhyiddin
İbn Arabi’nin Çevresindeki Hanımlar”
http://www.tasavvufdereisi.net/Makaleler/1793619047 23.12.pdf, s.205 (Çevrimiçi) 19 Mart 2013
27
kişinin, O’nun hep Cemâl sıfatıyla dünyayı göreceklerini, bu yüzden de hiç mutsuz
olmayacaklarını söylemektedir.
Tasavvuf görüşünün içinde ironik olarak nitelendirilebilecek bir diğer kısım
ise evrende görülen her şeyin Allah’ın bir yansıması olması, fakat Allah’ın müşahede
edilememesidir. Yani aslında her şeyde Allah’ın nurunun bir tezahürü vardır fakat
Allah’ı müşahede etmek mümkün değildir. Tıpkı gece karanlığında el fenerini
yüzümüze tutan birinin yüzünü göremeyişimiz gibi. Sufiler de “O’nun nuru aramıza
perde oluyor.” demektedir. Bu durum ironik olarak nitelendirilebilir çünkü beklenti,
nurlu, aydınlık olan bir şeyin görülmesinin daha kolay olduğu yönündedir ama bu
durum beklentileri tersine çıkarmaktadır. Bâkî divanında:
“Bin hicâb-ı kibriyâ ardında göstermez yüzin
Kendüyi gözlerden ol sultân-ı hûban gizlemiş
Hep mezâhir üzre zâhir çeşm-i nazardan nihân
Kendü envârında kendin mihr-i Rahşan gizlemiş”51
dizelerinde kendisini binlerce büyüklük perdesinin ardında gizleyen bir sultandan
bahsetmektedir. Mutasavvıf olmadığı bilinen Bâkî’de bile tasavvufun bu denli
yansımasını görebilmek, bu anlayışın kültüre yansıyan yönünden, artık bir medeniyet
algısı haline gelmesinden kaynaklanmaktadır. Allah hep zuhur eden şeylerdedir ama
kendini bakışlardan gizlemiştir. Bâkî de Allah’ı kendi ışığından görülmeyen parlak
bir güneşe benzetmiştir.
Batı medeniyeti ile kültürümüzdeki Divan edebiyatının temelini oluşturan
görüşlerden olan tasavvuf anlayışının birlikte değerlendirilebilecekleri bir diğer
nokta da dünya anlayışıdır. Bu dünyayı bırakıp, diğer dünya için çalışmak
gerekliliğidir. Norman Knox, Hıristiyan mistik anlayışının sahip olduğu bir
paradokstan bahseder. İnsanın bu hayatı feda ettiğinde başka bir hayat kazanması,
51 Sabahattin Küçük, Bâkî Divanı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2011, s.232.
28
insanların her iki dünyaya da değer vermeleri durumunda ironik olmaktadır. Çünkü
değer verdiğiniz bir hayatı, başka bir hayat için feda etmek durumundasınızdır.52
Aynı durum tasavvufta da söz konusudur çünkü diğer dünyada mutlu olmak
için, Allah aşkına erebilmek için pek çok şeyden fedakârlık etmek, bu dünyadan
hatta benliğinden vazgeçmek gereklidir. Hallac-ı Mansur’un beyitlerinde olduğu
gibi:
“Dünyayı terk, nefsin zühdüdür.
Ahireti terk, kalbin zühdüdür.
Kendini terk, rûhun zühdüdür.
Terki terk de ariflerin zühdüdür.”
Sonuç olarak, medeniyet algılarında da ironinin farklı şekillerde yer aldığını
görüyoruz. Batının anlayışında ölümden sonraki hayat için bu dünyadan vazgeçmek
ironik olarak algılanmaktadır, bizde ise ironik olarak nitelendirilebilecek bu durumun
bu şekilde algılanmadığını görmekteyiz. Güzelliğe ulaşmak için zorluk çekmeyi
normal gören ve Allah’a ulaşabilmek için kendi benliğini terk etmeyi temel alan bir
anlayışı, bu anlayışı benimseyen kişiler ironik bulmamaktadır. İroni daha çok
güldürü amacıyla veya eleştiri sebebiyle kullanılan bir sanat olmuştur. İkinci
bölümde hangi klasik söz sanatlarının ironi temelinde açıklanabileceği ayrıntılarıyla
anlatılmıştır.
52 Knox, a.g.e. 58
29
2. BÖLÜM: TÜRK EDEBİYATINDA İRONİ ALGISI
2.1.Türkçe Sözlüklerde İroni
Ironie/irony teriminin Yunanca "bilmezden gelerek sormak" anlamına gelen
eirönia sözcüğünün XIII. yüzyıl sonunda görülen Latince karşılığı olan ironia'dan
geldiği öne sürülmektedir. Eirönia, Sokrates'in Platon tarafından aktarılan
diyaloglarında, düşmanlarını yenilgiye uğratmak ve onları kelime oyunları
kullanarak tuzağa düşürmek için başvurduğu tekniğe verilen isim olarak göze
çarpıyor. Bu yüzden Sokratik ironi için Fransızca’da özel olarak “ironie socratique”
diye bir terim kullanılmıştır. Arap retoriğinin de Yunan ve Aristotales etkilerinden
payını aldığını düşünecek olursak, belagatimizde “tecâhül-i ârifane” olarak kendisini
gösteren türün Sokratik ironinin kökenini oluşturan eirönia tekniğinin karşılığı
olacağını söyleyebiliriz. Savaş Kılıç bu hususta şunu eklemektedir:
“Eirönia’nın karşılığı, lise edebiyat derslerinde bize bir “söz
sanatı" veya “edebi sanat" (sanat: Yun. tekhne, Fr. technique) olarak
öğretilen tecâhül-i arifane’dir (eirönia'nın ilk Latince karşılığı olan
dissimulatio “sakla(n)ma, örtme" de sorunun arkasına gizlenen niyeti
akla getiriyor), öyleyse, ironie socratique veya tecâhül-i ârifâne,
retorik soru diye adlandırılan “yanıt beklemeksizin, soranın
görüşünü onaylamaya dönük veya sorulan kimsenin fikrini gözden
geçirmesine imkân veren" soru tipiyle benzerlik taşır. Gece geç
saatte eve dönüp, sessizce kapının kilidini çeviren delikanlıya “Saat
kaç oğlum?” diye soran baba bu ironi için bir örnek teşkil
etmektedir.”
Oxford tarihsel sözlüğünde yer alan bilgiye göre ironi kelimesi ilk defa 1502
yılında kaydedilmiş ve Sokrates’in kullandığı retorik tekniğini açıklamak için
kullanılmıştır. XVII. yüzyılın ortasından itibaren kesin tarih verilecek olursa 1649
yılında, ironi kelimesinin anlamı biraz değişime uğrayarak mecaz anlamla "olayların
beklentilerle alay edercesine çelişkili sonucu" anlamını taşımaya başlamıştır. Bu
kullanım Sokrates’in bilinçli olarak kendini azımsamasından farklı olmak üzere
ironinin kaynağı değişmektedir. Sokratik ironide ironiyi yapan kişi ön plandayken,
30
XVII. yüzyıldaki kullanımıyla beraber ironinin kurbanı bu sefer insan olmakta,
ironinin kaynağı ise kader ve dünya olmaktadır. Bu anlam Fransızca’da “ironie du
sort” (Şemsettin Sami'nin tercümesiyle “cilve-i kader"), İngilizce’de ise 1884 yılında
kayıt edildiği şekliyle “irony o f time” yani “zamanın acı alayı” deyimleri ile
tanımlanmıştır. Fransızca’da aynı sözcüğün Littre’nin anıtsal sözlüğündeki tanımının
"anlaşılması istenenin tersini söyleyerek takınılan alaycı tutum" olmasını da, bu
deyimin içerdiği anlamdan türediğini söylemek mümkün olacaktır.
Savaş Kılıç, aynı makalesinde ironi sözünün Türkçe sözlüklerdeki
serüveninden de bahsetmektedir. İlk başvurduğu kaynak olan Şemsettin Sami'nin
Kâmûs-ı Fransevî sinde ilgili maddeler şöyle sıralanmaktadır:
Ironie: istihzâ: une amere ironie acı bir istihzâ. ironie du sort cilve-i kader,
tâli'.
Ironique: istihzâlı, istihzâ-âmîz. Response ironique istihzâ-âmîz cevâb.
Ironiquement: istihzâ tarîkiyle, müstehziyâne.
Burada ilk göze çarpan çeken şey, Sokrates ile bağdaştırılan ve özdeşleştirilen
retorik tekniği anlamının bu sözlüklerde yer almaması olacaktır. Sokratik ironideki
kendini azımsama burada göz ardı edilmektedir. Ayrıca Şemsettin Sami’nin verdiği
karşılıklar olan “kaderin cilvesi, talihin cilvesi” şeklinde bulduğu karşılıkları bugün
bile kullanıyor olmamız, sözlük çalışmalarında titizlik gösteren başarılı sözlükçülerin
bulduğu karşılıkların kaç yüzyıl geçmesine rağmen hala kullanıldığını
göstermektedir. Ancak istihzâ’nın ironi için tam olarak bir karşılık olamamaktadır.
Sir William James Redhouse’un Osmanlıca-İngilizce sözlüğünde ironi için istihzâ
karşılığının verilmesine rağmen, istihza kelimesi için verilen karşılıklar arasında
ironi için bir karşılık bulunmaması ilgi çekicidir.
“İstihza: A ridiculing; a mocking; a jeering. İstihzâ etmek to ridicule; to
mock; to jeer at.”
31
Bu tanım farklılıklarından yola çıkarak, ironi kelimesinin karşılıklarından
birinin istihzâ olduğunu ama ironiyi tam olarak karşılamadığı için ironi olarak
anlatılamayacağını söylemek çok uygun olacaktır.
Redhouse’un tanımına bakılırsa, istihzâda, "tersini söyleme” anlam için
önemli olan husus değildir, yalnızca “alay etme” karşılığı ağır basmaktadır.1
Bununla beraber, Savaş Kılıç, Feylesof Rıza Tevfik’in 1918 yılında yazdığı
Abdülhak Hâmid ve Mülâhazât-ı Felsefiyesi’nde ironie sözcüğünü kullandıktan
sonra bir dipnotta şu açıklamayı verdiğinden bahsetmektedir:
“Bu ironie tâbirinin hakkıyla bizde mukabili yoktur veyahut ben bilmiyorum.
Benim bundan kasdettiğim mefhum Socrates’in bu kelimeye verdiği mânâ değildir.
Âdi manasıyle kullandım... “Alay" demek istedim. Kelime vâkıa Socrates'indir ve
tarih-i felsefece mühimdir.”
Rıza Tevfik'in “istihzâ”yı kullanmaması dikkat çekicidir, burada alay etmek
ağır basan bir durum söz konusu olduğunda ironi terimine başvurmasına gerek
olmayacağından, dolaylı bir anlatım ile ironinin "alay”dan ibaret olmadığını kabul
ettiği göze çarpmaktadır.
Alay sözcüğünün ironi kelimesi için uygun bir karşılık olmayacağının en
bariz göstergesi sonradan alaysama’nın karşılık olarak bulunması olmaktadır. Kılıç,
öncelikle alay' ın kökeni ve anlamı üzerinde durur. Değerlendirdiği ilk kaynak olan
TDK’nın Türkçe Sözlükleri, çoğu zaman olduğu gibi, “acı alay”a elverişli açıklama
ve örnekler sunmaktadır: Güncel Türkçe Sözlük'e göre "Bir kimsenin, bir şeyin, bir
durumun, gülünç, kusurlu, eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğlence konusu yapma"
anlamlı sözlük karşılığı, Rumca kökenli bir kelime olarak görünmektedir. Oysa
TDK'da uzun yıllar kökenbilim uzmanı olarak çalışan üyesi Hasan Eren'in Türk
Dilinin Etimolojik Sözlüğüne göre, “herhangi bir törende veya gösteride yer alan
topluluk" veya “askeri topluluk birimi” anlamlı sözlük girdisi (TDK'nın sözlüğüne
göre alay I) Rumca kökenlidir.
Alay sözcüğünün ironi terimini karşılamaya yetmeyeceği konusunda Rıza
Tevfik’in görüşünden bahseden Kılıç, buna benzer ikinci bir görüşü, M. Namık
32
Çankı’nın 1958 tarihli Büyük Felsefe Lügati’nde istihzâ ve saraka terimlerinin
ikisinin de Sokrates'in öğretme araçlarından biri sayılan olan ironiyi karşılamaya
uygun olmadığını ifade ettiğini söylemektedir. Kılıç’ın yaptığı alıntıya göre Çankı
yirminci yüzyılda taşıdığı anlamı da açıklamaktadır: "Kullanılan ve çağdaş mâna,
nakızı ile tesmiyenin bir nevi istihzâ veya ayıplama niyetiyle serahaten söylenerek
söylenilmek isteneni anlatma".
Bu durumda sadece alay kelimesini kullanarak ironi kelimesinin anlamının
verilemeyeceği ve TDK’nın da alay kökünü temel alarak türettiği bir terimle bu
kelimeye karşılık bulmaya çabaladığı görülebilir. Bazı metinlerde alaysılama
teriminin kullanıldığı göz önünde bulundurulursa bu çabanın küçük bir ölçüde
başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, Kılıç’ın yaptığı araştırmalara göre terim ilk
olarak 1975'te Bedia Akarsunun Felsefe Terimleri Sözlüğü’nde alaysılama biçiminde
yer almıştır. Bu terimin uzunluğundan kaynaklanan bir sebeple zaman içinde
“alaysama” halini almıştır. Bu karşılık da tam olarak yetmediği için TDK'nın
yayınladığı Özdemir Nutku’nun 1983 tarihli Gösterim Sanatları Terimleri
Sözlüğü’nde "Etkiyi artırmak için tersini söyleyerek biriyle ya da bir olayla alay
etme” tanımıyla birlikte “tersinleme” karşılığına da yer verilmiştir. Bu terim, yapı
olarak Türkçe’ye uygun görünmemektedir çünkü ters kelimesi kök alınarak -in
ekiyle isim yapılmaya çalışmıştır ama dolaşıma pek girmemiş ve yaygınlık
kazanamamıştır. Kılıç, alaysama’nın hem ironinin “alay”cı yanını hem de
Sokrates’in alaya almak istemesinin “tecâhül-i a rif’ yoluyla sorarak öğretme
tekniğini karşılamak için son derece uygun olduğunu ve daha çok yaygınlaşmayı hak
ettiğini söylemektedir.53
2.2.Güncel Türk Edebiyatında İroni Algısı
İroni günümüz Türk edebiyatında da sıklıkla kullanılmaya başlayan bir tür
olarak karşımıza çıkmaktadır. İroni konusunu çalışan kişiler arasında ilk olarak Oğuz
Cebeci’yi anmak gereklidir. Cebeci, Komik Edebi Türler: Parodi, Satir ve İroni
isimli kitabında ironiyi diğer komik türlerle karşılaştırmalı çalışarak, ironi kavramını
irdelemiştir. Cebeci’nin özellikle vurguladığı ironi türü, kitabın başlığından da
53 Savaş Kılıç, “İroni, İstihza, Alaysılama”, Cogito, 2008, s. 143-148.
33
anlaşılacağı üzere komik unsurları içinde barındıran ve “alaysılama” kelimesi ile
karşılık bulunmaya çalışılan ironi türleri olmaktadır. İroniyi Batı literatüründe çok iyi
inceleyen Cebeci, karşılık olarak bizim kültürümüzde genellikle Nasreddin Hoca’yı
vermekte ve Nasreddin Hoca’nın ironisini Sokratik ironiye bir karşılık olarak
nitelendirmektedir. 54
İroni konusunu kitabında çalışan ikinci kişi olarak Beliz Güçbilmez’i anmak
gereklidir. Güçbilmez Sophokles'ten Stoppard'a İroni ve Dram Sanatı isimli eserinde
ironiyi tarihsel bir süreç içerisinde ele almış ve sonrasında tiyatroda kullanılan
dramatik ironi üzerinde yoğun bir çalışma yapmıştır. Güçbilmez de ironi için Türk
edebiyatı araştırması yapmamış ve Türk edebiyatında ironi ile karşılanabilecek bir
terim önerisi sunmamıştır.
Bu iki kaynak haricinde ironi konusunu inceleyen dergilerden söz etmek
mümkündür. Cogito dergisinin 57.sayısı ironi konusuna ayrılmıştır. İroni konusunda
bu sayının epeyce faydalı olduğunu söylemek mümkündür çünkü özellikle Savaş
Kılıç ve Oğuz Cebeci’nin makalelerinde ironinin Türk edebiyatında karşılığının
araştırıldığını görmekteyiz. Savaş Kılıç, makalesinde önemli bir konuya değinip,
ironinin sadece “alaysılama” olarak karşılık bulamayacağını, cilve-i kader olarak
adlandırılan olayların da yazgı ironisi (irony o f fate) ile aynı minvalde olduğunu
belirtmektedir.55 Cogito dergisi gibi Hece Dergisi de 124 ve 125. sayılarını ironiye
ayırmıştır. Bu sayılarda da Türk ve Batı edebiyatında ironi irdelenmiştir.
İroni akademik çalışmalarda da inceleme konusu olmuştur. Bu konu ile ilgili
yapılmış çalışmaları sıralayacak olursak, ilk olarak İroni Kavramı ve Ahmet Hamdi
Tanpınar'ın Eserlerinde İroni tezini irdelemek gerekir. Karadikme bu tezinde Batı
literatüründe ironiyi incelemiş ve Tanpınar’ın Batılılaşma sürecinde yapılan
değişiklikleri ironik bir dille ele aldığı eserini bu bağlamda değerlendirmiştir.
Tezinde Karadikme, ironi ile yakınlığı bulunan kavramları ayrı bir başlık altında
incelemiştir. Bu başlık altında benzerliği kurulan türler olarak hep mizah ve gülmece
unsurunu içinde bulunduran, istihzâ, cinas, kinaye, taşlama, alay, nükte, şathiye,
54 Cebeci, a.g.e. s.55 Kılıç, a.g.e. s.
34
hiciv gibi türleri örnek göstererek, Türk edebiyatında da ironinin var olduğunu ama
farklı isimlerle adlandırıldığını belirtmektedir.
“Türk Edebiyatı’ndaki bu edebî türlere bakıldığı zaman
aralarında çok büyük farkların olmadığı, hepsinin iç içe ve “eleştiri”
ye dayalı olduğu görülür. Bu da gösteriyor ki “ironi” kavramı Türk
Edebiyatı’na ilk olarak Batı’dan gelmemiş, bu kavram farklı adlarla -
öz aynı olmakla birlikte edebiyatımızda başlangıçtan beri var
olagelmistir.”56
Burada eksik kalan nokta, değerlendirme kısmında sadece “eleştiri” temelinde
ele alınarak, ironiyi eleştiri yapmak için kullanılan bir sanat olarak genellemekte
yatmaktadır. İroni sadece eleştirmek için değil, romantik ironide olduğu gibi insanın
kadere ve içinde bulunduğu duruma karşı çaresizliğini de bildirir konumdadır. Ayrıca
dramatik ironi ve durum ironisi gibi türlerin de hem klasik dönem edebiyatımızda,
hem de modern dönem edebiyatımızda bulunduğunu göz ardı etmemek
gerekmektedir. Sadece eleştiri gözüyle bakıldığı için, Karadikme’nin tezi ironik bir
eserde yer alan eleştirileri incelemekten öteye gidememiştir.
İkinci olarak anacağımız kişi Tahsin Yücel’in Romanlarında Yabancılaşma
ve İroni teziyle Fatih Yalçın olacaktır. Yalçın da ironinin tarihsel sürecini incelemiş
ve araştırmasında detaylı bir şekilde yer vermiştir.
“Grekçe eironeia fiil kökünden gelir. Osmanlı Tükçesinde
istihza ile argodaki saraka sözcüklerinin eşanlamlısı olarak kullanılır.
İnce alay anlamına gelir. Kavram, Türkçe’ye alaysılama şeklinde
aktarılmaya çalışılsa da bu kullanım yaygınlaşamamıştır.”
Burada Yalçın ironiyi sadece “istihzâ ve saraka” kelimelerinin eş anlamlısı
olarak nitelendirmiş ve “alaysılama” sözcüğünün ironiyi karşılamadığını söylemekle
yetinmiştir. Kendisi yeni bir tespitte bulunmamış ve ironiyi “komik” algısının dışında
inceleyememiştir.
56 Karadikme, a.g.e, s.55
35
Yapılan diğer tezlerde de ironinin komikle çoğu zaman özdeşleştirildiği ve
özellikle “kaderin cilvesi” olarak ironinin ortaya çıkışının göz ardı edildiği
gözlemlenmiştir.
İroni bizim kültürümüzde de çoğunlukla yer almış bir kavramdır.
Vereceğimiz göze çarpan ilk örneklerden birini “te’kidü’l medh bimâ yüşbihü’z-
zem” ve “te’kidü’z-zem bimâ yüşbihü’l-medh” olarak bilinen klasik söz sanatlarında
bulmak mümkündür. Bu sözü geçen sanatlarda da karşıdaki insanı över gibi görünüp,
onların kusurlarını “onlara fark ettirmeden” ortaya çıkarmaktır. Bu hususta önemli
bir nokta, ironiyi yapan kişinin kasıtlı bir biçimde, bir amaca hizmet edecek şekilde,
kendisini tam olarak ele vermeden görüşünü bildirmesidir. Mesela Fuzulî’nin şu
beytinde, görünürde Fuzûlî sevgilisini övmektedir ama esas kast ettiği, kendisine
karşı vefasız olmasıdır:
“Senin mihr ü vefa gösterdiğin ağyara çok gördüm
Galattır kim seni bî-mihr okurlar bî vefâ derler”
“Senin vefasız olduğunu söylemeleri hatadır çünkü başkalarına vefalı
olduğunu çok gördüm.” diyerek görünüşte sevgilisini savunmakta fakat aslında
sevgilisine sitem etmekte ve kendisine karşı vefasız olduğunu söylemektedir.
Edebiyatımızda rahatlıkla örneklendirebileceğimiz ikinci bir tür olarak
Sokrates ironisini ele alabiliriz. Sokratik ironi, Sokrates’in bilgili bir insan olmasına
rağmen bilmiyormuş gibi davranması sebebiyle edebiyatımızda yer alan “tecâhül-i
arif” ile örtüşmektedir.
Bu şekilde bilmiyormuş gibi yaparak ele alınmış modern bir eser de Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’dür. Tanpınar ayet ciddi ve
gerçekmiş gibi bir dil kullanarak çok saçma olduğu aşikâr bir konuyu açıklayıp
eleştirmiş ve eksik yanlarını göstermiştir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, umumi olan
saatler ile şahıs saatlerinin uyumunu kontrol eden bir müessese olarak tanıtılmış ve
kurumun üst mevkisinde olan Hayri İrdal’ın gözünden olaylar anlatılmıştır. Gayri
ciddi olan onca konu o kadar ustalıkla ciddi bir mantık yürüterek anlatılmıştır ki,
eserin tamamında bu kurgulamanın izlerini hayranlıkla görürüz. Giriş kısmında, saati
36
geri kalan bir kişinin ileri görüşlü olmadığı için cezalandırılması gerektiğini,
gericiliğin her türlüsünün kötü olduğunu söyleyen şu örnek, kitabın ironik tutumunu
net bir şekilde gözler önüne sermektedir:
“Hangi bakımdan olursa olsun arada bir ilerilik, gerilik farkı
olduğu aşikardır ve bu fark mühim bir farktır. Bu itibarla saatleri geri
kalanlardan aldığımız nakit cezaya iki kuruş zam yapmamızı herkes
tabii buldu. Hatta ekseriyetin hoşuna gitti. Böylece hem geriliğe
layık olduğu cezayı veriyor, hem de ileri düşünüşün hakkını teslim
ediyorduk.”57
Kitaptaki Hayri İrdal karakteri, cehaletini maharet zanneden ve başkalarının
ona yönelttiği eleştirileri görmezden gelen birisidir. Theoprastus’un “eiron”
karakterine benzerlik gösterecek derecede “sözlerini çarpıtan, bilerek bilmezlikten
gelen” bir kişidir. Kitabın anlatıcısı konumunda bu karakter bulunduğu için, bu
ironik hava metnin tamamında görülmektedir. Bu yüzden Quintilian’ın tanımıyla ele
alındığında bu eserin tamamı ironiktir.
İroni ile örtüşebilecek bir tür de teşhis ve intak sanatının kullanıldığı,
benzetmelere dayanan eserlerdir. İroni bazen alegori ile birlikte değerlendirilmiştir:
“Quintilian’ın “ironi tanımı”, ironiyi “alegori” ile birlikte
değerlendirmeyi gerektirir: Buna göre, “alegori bir şeyin sözü ile
anlamının farklı, hattâ bazen karşıt olması” durumunu ifade eder.
Özellikle bu ikinci durumda “ironi” söz konusu olmaktadır. İroninin
varlığı ya “konuşmacının tonu”ndan, ya da ele alınan “konunun
özelligi”nden yola çıkılarak bulunur. Quintilian, bir sözcüğün
“özgül” bir kullanımının, o sözcüğün “normal anlamamdan farklılık
göstermesi halini ifade eden “mecaz” (trope) kavramı ile, bazen
bütün cümle ve pasajların dahil olduğu daha büyük “semantik
birim’lerin, taşınılan beklenen “normal anlam”dan farklı
kullanılması halini ifade eden “kinaye”yi (figüre ya da schema)
57 Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergah Yayınları, 2011, s. 19.
37
birbirinden ayırır. Buna göre, “mecaz” daha kolay anlaşılırken,
“kinaye”nin anlaşılması daha zordur.”
Bu açıdan baktığımızda da mecaz anlam taşıyan metinlerin söylediklerini
karşıya aktarmasının daha kolay ve daha sistemli yürüdüğünü söylemek mümkündür.
Bu duruma başka bir örnek de Şeyhî’nin Harnâme’si olacaktır. Harnâme’de sığırlar
ile eşeklerin yaratılışlarının aynı olduğunu ama onlara yapılan muamele ile kendisine
yapılan muamelenin aynı olmadığını gören bir eşek, bunun sebebini araştırmaya
koyulur. Önce bilge bir eşekten sorar, ondan öğrendiği şeyler aklını karıştırır. Bilge
eşek, sığırların geçim sağlamak için yaratıldığını, buğdayı arpayı işlediklerini, bu
yüzden yüce olduklarını, kendilerine ise kulak ve kuyruğun bile fazla olduğunu
çünkü değersiz bir iş yapıp odun taşıdıklarını söyler. Bunu duyan eşek kendince
buğdayı işler ama bunu tarlayı talan ederek yapar. Tarlanın halini gören sahibi eşeği
dövmekle yetinmez, kuyruğunu ve kulağını da keser. Burada kullanılan mecaz anlam
ile ironinin anlaşılması kolaylaşmıştır. Özgül anlamıyla kullandığımızda, burada bir
eşeğin başından geçen olayların anlatıldığını söylememiz gerekirdi. Hâlbuki burada
kast edilenin insanların seviye olarak farklılıkların bir sebebe bağlı olduğunun
vurgulanması olduğunu anlamayan yok denecek kadar azdır. Bu yüzden mecazın da
ironi için vazgeçilemez bir öge olduğunu söylemek mümkündür.
38
3. BÖLÜM: KLASİK TÜRK ŞİİRİNİN İRONİ AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ
3.1.Belagat İlmi ve İroni
Klasik Türk belagatinde ironiye tam olarak karşılık bulmamız mümkün
değildir. İroniyi edebiyatımızda tek bir karşılıkla tanımlama çabaları da ironiyi genel
olarak kapsamadığı için eksik kalmıştır. İroni için karşılık bulmak konusunda
yapılacak çalışmalara kaynak göstermesi bakımından öncelikle bu edebi sanat ile
belegatimizde hangi sanatların örtüştüğünü bulmak ve bu konuda bir sonuca varmak
gerekmektedir. Yekta Saraç’ın Klasik Edebiyat Bilgisi, Belâgat kitabında yaptığı
sınıflandırmayı temel alarak hangi klasik söz sanatlarının ironiyi içinde barındırdığını
görmemiz mümkündür.
3.1.1. İroni temelli cinas58
Cinas, sözlük anlamı ele alındığında iki şeyin birbirine benzemesi olarak
tanımlanabilir. Bir ifadede cinas bulunması için en az iki ifade arasında benzerlik
bulunması gereklidir. Bu sözlerin isim veya fiil olmasından, kelime köküne getirilen
ekler ile oluşturulmasından bir farklılık ortaya çıkmamaktadır. Bu benzerliğin dört
açıdan olduğunu söyleyebiliriz. İfadeleri oluşturan harflerin türü, sayısı, harekesi ve
sırası benzerliğin yönünü oluşturur. Bu dört açıdan hepsi tutarlı ise tam cinas, böyle
bir uyum yoksa tam olmayan cinas adı verilir. Tam cinasta ifade tamamen benzeşir.
Kendi içinde basit cinas, yani cinasın içinde tek bir aynı kelime olması, mürekkeb
cinas yani birden çok kelimeyle oluşan cinas türü olarak ikiye ayrılır. Tam olmayan
cinaslarda ise kelimeler arasında benzerlik olsa da cins, harf sayısı, hareke veya
harflerin sıralanışı bakımından farklılık bulunmaktadır.
Muallim Nâci’nin tanımına göre cinas, iki lafzın manaları farklı olduğu halde
yazılış veya telaffuzlarının benzemesi durumudur.59 Burada ironi ile örtüşen kısmı,
cinasta benzer kelimelerin, aralarındaki farklılığı belirtmek için kullanılmış olma
ihtimalidir. Nef’înin:
58Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi, Gökkubbe Yayınları, 2004, s. 245.59 Muallim Naci, Edebiyat Terimleri Istılâhât-ı Edebiyye, haz. M. A. Yekta Saraç, İstanbul, 1996, s. 79.
39
“Bize Tahir efendi kelb demiş
İltifatı bu sözde zahirdir
Mâlikî mezhebim benim zîrâ
İ’tikâdımca kelb tâhirdir.”
dizelerinde, “Tahir” sözcüğünün hem erkek ismi olarak, hem de temiz anlamındaki
iki farklı kullanımı olmasından istifade eden Nef’î, bu sayede kendisine hakaret eden
Tâhir beyi ince bir alaya maruz bırakmıştır. Bu alayda “övermiş gibi yapıp
kötülemek” vardır, bu yüzden bu ifade ironiktir.
Bu ifade tarzı için Muallim Nâci de farklı örnekler sunmaktadır:
“Dest-i kûtâhımızı etmemiş Allah resâ
Menba’-ı cûdunı yoksa elimizle kaparız
Bize versin mi Hudâ âb-ı hayât-ı tevfîk
Hızrı bulsak reh-i zulmette külâhın kaparız” (İzzet Molla)
İzzet Molla benzetmeler ile başarılı bir şekilde eleştiri yapmaktadır. Hırslı
değiliz, öyle olsa bize rahmet ve nimet sunan menbaını elimizle kapardık demekte,
bize ab-ı hayat mı verilir, Hızırı görsek karanlıkta külahını kaparız, diye saflık ironisi
olarak adlandırabileceğimiz şekilde ironi yapmaktadır.
“Çekme beyhûde zahmet ey mutrîb
Bu teganni değil teannîdir.”60
Aynı şekilde, saz çalan sazendeye, söylediklerin beni hüzünlendiriyor, sen de
zahmet ediyorsun anlamındaki görünen bu beyitle aslında çok kötü söylediğini,
teganni yani şarkı söyleme sanatı değil bir eziyet haline dönüştüğünü söylemektedir.
60 Muallim Naci, Edebiyat Terimleri Istılahat-ı Edebiyye, haz. M. A. Yekta Saraç, Risale Yay., 1996, s.17.
40
3.1.2. İroni temelli îcâz, itnâb ve haşiv
Bir amacı belirtmek için kullanılan ifadelerde cümledeki kelimelerin azlığı
çokluğu ile cümlenin uzunluğu kısalığı îcâz, itnâb ve müsavat olmak üzere üç ana
başlıkta incelenir. Îcâzın sözlükteki temel anlamı sözü kısaltmaktır, itnâbın
sözlükteki anlamı sözü uzatmaktır. Söylemek istediği şeyi fazla söz kullanmadan
kısa ve öz biçimde belirtmeye îcâz, gündelik hayatta kullanılan şeklinden daha uzun
bir şekilde ifade etmeye itnâb denir. Belâgat ilminde îcâza verilen önemi özellikle
ayrı bir ilim olarak ele alındığı zamanlarda belâgat ile özdeş tutulması açıkça
göstermektedir.
Îcâz duruma göre bazen bir kusur olabileceği gibi itnâb da bazen ifadeyi beliğ
kılan unsurlardan olabilir. Nitekim Nef’î:
“Duâyile sözü hatm idelim zîrâ hakîkatte
Sözün gevher olsa yegdir itnâbından îcâzı”
derken -kaside kompozisyonuna uyarak dua ile sözü bitirmesi gerektiğini ifade
etmekte, ayrıca- söz inci gibi değerli olduğu takdirde, yani bu başarıldığı takdirde
îcâzın itnâbdan daha önemli olduğunu söylemektedir.61 Bu sanatı en iyi
kullananlardan biri N e f î’dir. Sihâm-ı Kazâ adlı eserinde:
“Tâc ü destâr ile tefahür eder
Bâşını açamaz keli görünür”
derken çok veciz bir şekilde söylediği söz içinde karşısındaki ile alay ederek bir sanat
yapmıştır. Ayrıca karşısındakini kısa, öz ve ifadeyi gereksiz fazlalıklardan arınmış
bir şekilde eleştirdiği için durum ironiktir.
Haşiv için örnek olarak gösterilebilecek bir beyit de Şeyh Galib’e aittir.
Burada Galib hem tecâhül-i arif sanatını kullanarak hem de söylediği şeyi bir kez
daha söyleyip, sözü uzatarak haşiv sanatı yapmıştır:
“Var mı hele söylenmedik söz
61M. Yektâ Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi: Belagat, Gökkubbe Yayınları, 2004.
41
Kalmış mı meğer denilmedik söz.”
3.1.3. İroni temelli kinaye62
Sözlük anlamı gizlemek olan kinaye bir sözü hakikî (gerçek) anlamının da
kastedilmiş olması mümkün olmakla birlikte, gerçek anlamı dışında kullanmaktır.
Yani kinayeli söz bir açıdan gerçeği ifade etse de, bir açıdan mecazdır. Mecazdan
kinayenin farkı şudur: Mecazda sözün gerçek anlamı ile anlaşılmasının aklen
mümkün olmadığını gösteren bir ipucu vardır, kinayede ise böyle bir unsur
bulunmaz. Muallim Naci’ye göre de mecazda gerçek anlamı düşünmeyi engelleyen
bir ipucu bulunurken kinayede bu yoktur.63 Kinaye ile ironinin kullanım açısından
benzediği en önemli kısım da bu ipucundan yoksun olma özelliğidir. İronik
ifadelerde de konuşmacının sözleri hem gerçek hem de mecaz anlamı ile anlaşılmaya
müsaittir. İronik ifadede bir anlam belirsizliği bulunmaktadır. Kinaye için de benzer
tanımları yapmak mümkündür:
“Kinaye sarâhat, yani açıklığın zıddıdır. Sarih, yani anlamı
açık ve belli olan ifadeler gerçek veya mecaz olabilir. Kinayede ise
bir kapalılık vardır, örtük bir ifade biçimidir. Hakikat ve mecazdan
başka bir şeydir; fakat onlardan ayrı bir şey değildir, ikisinin
ortasındaki bir köprü gibidir. Bir açıdan cümlenin, ifadenin dış
manasını değil iç manasını kastetmektir. O halde kinaye iki manalı
söz söylemedir. Bundan dolayı günlük dilde kullandığımız “Kinayeli
konuşma!" sözü kinayenin aynı zamanda güzel bir açıklamasıdır. Bir
yönden bakıldığında mecaz diğer bir yönden bakıldığında da
hakikattir. Asıl murad edilen maksada işaret yolu ile delalet eder.
Sözün söylenilmeyen bir anlamı göstermesi, ima etmesidir.
Mecazdaki gibi, zihni kastedilen anlama yönlendiren ve başka
anlamı engelleyen bir unsur bulunmaz. Kinaye ile istiare arasında
açık bir benzerlik vardır. İstiârede nasıl düşürülmüş ve gizlenmiş bir
unsur var ise kinayede de anlamın lâzımı/zihinde çağrıştırdığı diğer
62 M. Yektâ Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi: Belagat, Gökkubbe Yayınları, 2004, s. 131.63 Muallim Naci, Edebiyat Terimleri Istılahat-ı Edebiyye, haz. M. A. Yekta Saraç, Risale Yay., 1996, s.112.
42
anlam gizlenmiştir. Dolayısıyla aralarındaki ilişki umum-husus
ilişkisidir. İstiare, lafzının kinayenin aksine sarih/açık olması ve
sadece mecazî anlamın anlaşılmasına müsait olması ile kinayeden
ayrılır. Fuzuli’nin:
“Ger kara taşı kızıl kan ile rengîn itsen
Rengi tağyîr bolur la’l-i Bedahşân olmaz”
beytinde normal bir gerçeklikten bahsettiğini ve bunun doğru olduğunu söylemek
mümkündür. Fuzulinin taşlardan bahsederken kastının güzel görünmeye çalışan
kişilerin aslı ne ise onu yansıtacaklarını söylemesi, kinaye ve ironiye aynı anda örnek
teşkil eder.
“İzâr ü çeşmine sorsan henüz bilmezler
Ki reng-i sürme siyeh mi ya gâze al mıdır” (Nedîm)
Yukarıdaki beyitlerde Nedîm sevgilisinin gözleri ve yanağının sürme veya
allığın rengini bilmediğini söylüyor. Sevgilisinin güzelleşmek için çaba
göstermediğini ve yüzünü boyamadığını söylese de burada kast ettiği esas mana ise
sevgilinin sürme veya allığa ihtiyacı olmadığını, doğal olarak güzel olduğunu
sezdirmektir. Burada ironik olan tutum ise beytin içindeki henüz kelimesidir. Bu
kelime ile şair sevgilisinin güzelliğinin farkına henüz varmadığını da kastetmiş
olabilir, bu da normalde okuyanın fark edemeyeceği bir tutumdur.64
3.1.4. İroni temelli tariz65
Kinaye ile ilgili bir ifade tekniği de tarizdir. Kinayeden ayrı bir şekilde tarizi
düşünemeyiz. Tariz; tenkit, alay, doğruyu gösterme maksatları ile ortaya söylenilmiş
bir sözdür. Söze konu olanın tepkisinden korunma veya tenkitte ölçülü olma,
kibarlığı elden bırakmama yahut söze muhatap olanı kırmama gibi amaçlara hizmet
eder. Hakikat veya mecaz yolu ile değil ifadenin bütününün anlamı yolu ile bir başka
anlama işaret eder. Kinaye tek bir kelimede de olabilmesine rağmen tariz ancak bir
64 M. Yektâ Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi: Belagat, Gökkubbe Yayınları, 2004, s. 113.65 Saraç, a.g.e. s. 117.
43
cümlede olur. İnsanlara zararı dokunan bir şahsın yanında söylenilen “İnsanların iyi
olanı, onlara yararlı olanıdır." sözünü söylemek aslında ortaya söylenilmiş olmakla
birlikte muhataba yapılan bir ikazdır. Yani diğer bir ifade ile tarizde mekni anh bir
sıfat, durumdur. Ama bu sıfata konu olan belirtilmez.
Bu gün dûzah nişânın şöyle tahkîk etti vâ’iz kim
Kıyâs ettik ki onu şimdi gelmiştir cehennemden (Sırri İbrahim Efendi)
Şair vaizin öyle güzel cehennem tasviri yaptığını belirtirken burada alaycı bir
tavırla, cehennemi böyle tasvir edebilen birisinin orayı kesinlikle görmüş olması
gerektiğini söylemektedir. İnceden bir alay ile yapılan bir tariz, burada ironi
temellidir.
Ayrıca Fuzûlî’nin şu beyitleri de kinaye için örnek gösterilebilir:
“Senin mihr ü vefâ gösterdiğin ağyâre çok gördüm
Galattır kim seni bî-mihr okurlar bî vefâ derler”
dizelerinde Fuzûlî sevgilisi için, başkaları senin için vefasız diyor ama sen
başkalarına çok vefalısın, ben buna şahidim, yanılıyorlar diyerek, sevgilisini
başkalarına yakın olduğu için ince bir şekilde eleştirmektedir.
3.1.5. İroni temelli tecâhü’l-i ârif66
Tecâhül-i ârif, şiir veya düzyazı bir metinde bilinen bir konunun nükteye
bağlı olarak bilmiyormuş gibi ifade edilmesidir. Bilinen bir şeyi bilmezlikten
gelmedir. Bu söz sanatı için sadece tecâhül veya tecâhül-i ârifâne ifadeleri de
kullanılmaktadır. “Gel ârif ol ki marifet olsun tecâhülün” mısraında aslında bu
terimin açıklaması yapılmaktadır. Tecâhül-i ârif özel bir amaca binaen kullanılan bir
söz sanatıdır. Bu amaç övgü ve yergide mübâlağa etmek, hayranlık belirtmek ve
kendinden geçmek, neşe ve sevinç halinde duyulan heyecanın ifadesi, kınama,
neşelendirme gibi açıklanabilir. İroni temelli ele alacağımız tecâhül-i ârif’te öncelikle
kınama ve yergide mübalağa bulunacaktır. Bazen eleştiri de bu bahsi geçen sebeplere
66 M. Yektâ Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi: Belagat, Gökkubbe Yayınları, 2004, s. 205.
44
dahil olacaktır. Meselâ Nâilî’nin rüzgara seslenirken onu eleştiriyor gibi görünmesi,
ama aslında işin hava imiş derken onun elinden bir şey gelmediğini bildiğini bize
hissettirmesi ironiktir:
“Kanı selâmı kanı bir peyâmı cânânun
Sabâ senün de işün hep hevâyımış hayfâ”
Muallim Nâci de tecâhül-i ârif konusunda çok ince bir üslup olduğundan
bahsederken, bu söz oyununu kullanacak kişilerin gerçekten arif olması gerektiğini,
yoksa “teârüf-i câhil” olarak adlandırılmasının daha uygun olacağını söylemektedir.
Verdiği örnek, ironik olması açısından önemlidir.
“Teârüf-i câhil için bir misal aranır ise azarlanmayı hak eden bir şahsın
kendisine ‘Ne yapıyorsun!’ diyen bir adama ‘Şükür, iyiyiz. Siz ne yapıyorsunuz?’
yollu cevap vermesi tasavvur edilsin.”67 Bu ifade tecâhül-i ârifin ironi için
kullanıldığı durumlar için örnek teşkil etmektedir.
Tecâhül-i ârif, Sokratik ironi ile büyük benzerlik göstermektedir. Çünkü
Sokrates de meraklı, cahil bir insan rolünde karşısındakine sorular sormakta ve
aslında bildiği şeyleri bilmiyormuş gibi göstermektedir. Arzu Karadikme, güzel bir
tespitle şunu söylemektedir:
“Konuşmaya başlarken Sokrates hep bir sey bilmediğini
söyler. Muhatabı ise tersine bilgisine çok güvenerek onu alt etmeye
çalısır. Oysa bilinenler derme çatma şeylerdir. İşte Sokrates’in ünlü
ironisi bu karşıtlık içinde ortaya çıkar. Bunu fark eden Sokrates,
bundan sonra muhatabındaki gerçek doğruyu ortaya çıkarmaya
çalısır ki bunu da kendi deyimiyle “Ruhta, uyku halinde bulunan
düsünceleri ‘doğurtma’ yöntemi ile yapar.68
67 Muallim Naci, Edebiyat Terimleri Istılahat-ı Edebiyye, haz. M. A. Yekta Saraç, Risale Yay., 1996, s.172.68 Karadikme, Arzu: “İroni Kavramı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserlerinde İroni” (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 2006, s.17
45
3.1.6. İroni temelli te’kidü’l medh bimâ yüşbihü’z-zem ve
İroni temelli te’kidü’z-zem bimâ yüşbihü’l-medh69
Bu iki söz sanatı da yeriyor gibi gözüküp övgüyü ve övüyor gözüküp yergiyi
pekiştirmek için kullanılır. Bunu becerebilmek için belirli bir zeka becerisi gereklidir
çünkü cümlenin yapısı muhatabı düşünceye çekmekte ama sonuçta etkileyici ir
şekilde beklenmedik bir sonuç ile sonlanmaktadır. Birçok durumda övgü ve yergide
mübalağa için kullanıldıkları ve kendilerine has bir biçimleri olduğu için “övüyor
gibi yerme” ve “yeriyor gibi övme” vb. karşılıklar bu terimleri tam olarak
karşılamaz.
Te’kidü’l-medh bimâ yüşbihü’z-zem kötülermiş gibi görünen ifadelerle
övgüyü pekiştirmek için kullanılır. Yapı itibariyle karmaşık görünen söz sanatında
amaç övmedir ama bu dolaylı yoldan yapılır. Övülecek olan varlıktan bir kusur
kaldırılır, ardından “fakat, şu kadar var ki, ancak, ama” gibi bir istisna edatı getirilir.
İfadeyi okuyan kişi o anda bir kusurun, ayıbın dile getirileceğini zanneder. Ama söz
sahibinin dile getirdiği husus o varlık için gerçekte bir övgü olur.
Bu tarz övgü bir başka biçimde de karşımıza çıkar. İlk önce varlık bir özel
liğiyle, niteliğiyle övülür. Daha sonra istisna belirten edatlardan biri getirilir.
Dinleyici, şimdi bir kusur söylenecek derken yine bir başka özelliği ile o varlığı över.
“İngilizce bilir, ama, Fransızcası da iyidir.” cümlesi buna örnek teşkil edebilir.
Te’kidü’z-zem bimâ yüşbihü’l-medh: Övüyor gözüküp yergiyi pekiştirmedir.
Önceki söz sanatında bahsedilen şekil bu söz sanatı için de geçerlidir. Kötülenecek
varlıktan övgü ifade eden bir sıfat kaldırılır; ardından “ama, fakat, şu kadar var ki”
gibi bir istisna edatı getirilir. Dinleyici bahsedilen şeyin kusurlarının yanında güzel
bir tarafının da söyleneceğini zannederken bu sefer bir başka olumsuz özellik ifade
edilir. Bu ilk yoldur. İkinci yolu ise varlığın önce bir yönden kötülenmesi daha sonra
hemen bir istisnası olduğunun söylenilmesi, güzel bir özellikten bahsedileceğini
düşünürken o esnada başka bir olumsuz vasfın dile getirilmesidir.
69 M. Yektâ Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi: Belagat, Gökkubbe Yayınları, 2004, s. 213
46
Bu ifadelerin ortak paydada bulunduğu yönü istisna olarak ele alabiliriz.
İstisna edatı kullanılsa da cümlenin yapısındaki düzeninden kaynaklanmayan, fakat
anlam yönünden aynı işlevi gören bir ifade tarzı daha vardır. Överken kötülerken,
kötülerken övme içinde zeka ve nükte bulunur, özellikle hicivler çoğu zaman över
gibi görünüp yermeye güzel örnekler sunar.
Kinaye ile bu söz sanatlarının ortak noktası maksadın bazen doğrudan ve açık
bir şekilde, yani sarih olarak bazen de üstü kapalı bir şekilde ifade edilmesidir. Üstü
kapalı şekilde maksadın ifade edilmesinde cümlenin (mecaz veya gerçek anlamında
kullanılan) kelimeleri bir tarafı gösterirken o cümlenin ürettiği bir başka anlam
katmanı da aslında maksadın o olmadığını ve bir başka düşüncenin dile getirildiğini
bize hissettirir, övüyor gözüküp yerme ve yeriyor gözüküp övmede de bu tarz bir
söyleyiş vardır. Dolayısıyla aslında bu kinayeli ve ironik bir söyleyiş tarzıdır çünkü
ironide de görünen anlam ile ikincil bir anlam arasında bir bağlantı vardır. Biz ilk
akla gelen anlamın değil de kastedilenin ikincil olarak görülen anlam olduğunu bir
şekilde fark ederiz. Mesela:
“Ne evâmir ne nevâhi ne nemâz u ne niyâz
Asrımız sâye-i şâhânede cennet gibidir” (Nâil-i Cedid)
Bu mısralarda şair asrını eleştirirken cennet gibi olduğunu söylemiştir.
Cennette artık ibadete gerek olmaması öğretisinden yola çıkarak asrının da ibadet
eksikliği konusunda cennete benzediğini söyleyerek iğneleyici bir şekilde eleştiri
yapmıştır. Fakat görünürde bu eleştiri çok normal bir övgü olarak algılanmaktadır.
3.1.7. İroni temelli tevcih
Tevcih, sözü hem olumlu hem de olumsuz anlama gelecek şekilde söyle
mektir. Tevcihte, tevriyede olduğu gibi manalardan biri tercih edilmez, sözün her iki
muhtemel manası da kastedilen anlama eşit uzaklıktadır. Sözün övmek maksatla mı
yermek maksatla mı söylendiğinin belirlenmesi söze muhatap olana bırakılır.
Karşısındaki kişinin yaptığı işi beğenmeyen ve o iş için elinden geleni yaptığına
inanmayan birisinin o işi yapana söylediği “Eminim, elinizden geleni
yapmışsınızdır.” cümlesinden hem elinden geleni yaptığına inandığı hem de
47
yapmadığını bildiği hâlde böyle söylediği anlaşılabilir. Bu şekliyle “te’kidü ’l-medh
bimâ yüşbihü ’z-zem ve te’kîdü’z-zem bimâ yüşbihul-medh”i andırır. Sekkâkî
maksadın eşit uzaklıkta bulunduğu iki farklı anlamın birbirine zıt olmasını şart
koşmamakla birlikte Telhis ve onu izleyen diğer eserler bunu gerekli görmüşlerdir.
Yine aynı kaynaklarca tevriyeden farkının iki anlama eşit uzaklıkta olması
gösterilmiştir. îhâmı tevcihin diğer adı olarak kullanan bazı yazarlara rastlanmakla
birlikte bunlar da iki farklı anlamın övgü yergi gibi zıt anlam olması gerektiğini
vurgulamışlardır.
İştirak, birden fazla anlamı içeren bir ifadenin kullanılmasıdır. İbhâm ise
sonraki kastedilen anlama eşit uzaklıkta bulunan anlamların medih ve zem gibi zıt
anlamlı olmadığı örnekler için verilen addır. Dolayısıyla ibham sözde kapalılığı ifade
eder. Bu ifadeler de ayrı bir çekiciliğe ve belâgata sahiptir.
“Zâhirde görüp bizleri sanma ukalâyız
Biz bir sürü âkil sıfatlı budelâyız” (Ziya Paşa)
Ziya Paşa bu mısraları iki anlama gelebilecek şekilde söylemiştir. İlk anlamı,
“biz akıllı görünen ahmaklarız, görünüşümüze aldanma” olurken, ikinci anlamı ise
“biz zahiren akıllı, normal görünsek de Allah katında büdela gibi çok değerliyiz.”
olmaktadır.
3.1.8. İroni temelli tevriye70
Sözlük anlamı bir haberi gizleyerek bir başka söz ve haberi öne çıkarmak
olan tevriye, şiir ve düz yazıda yakın ve uzak iki anlamı bulunan bir ifadenin
aklımıza ilk okuyuşta gelen yakın anlamını değil uzak anlamını kastetmektir. İki
anlama sahip bir kelimenin kastedilen anlamının diğer anlam ile gizlenmesidir. Bu
iki anlamdan her ikisi de kelimenin gerçek anlamları olabilir, bazen de biri gerçek
diğer mecazi de olabilir. İfadenin yakın anlamı belirtmek için kullanılması açık, uzak
anlamı belirtmesi ise gizlidir. Yakın anlam kullanılarak uzak anlam gizlenir ve
ifadeyi okuyan kişi öncelikle yakın anlamı anlar. Tevriyeli kelimenin her iki anlamı
70 M. Yektâ Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi: Belagat, Gökkubbe Yayınları, 2004, s. 175.
48
da tanınıyor ve kullanılıyor olmalıdır. Tevriye, ihâm ve tahyil olarak da
isimlendirilmektedir.
“Sordum nigarı dediler ahbâb
Semt-i Vefâda Toğru yoldadır.” (Hüsnü)
dizelerinde şair “Sevgiliyi sordum, dostlar Vefâ semtinde, doğru yoldadır, dediler.”
deniliyor. Beyitte geçen Vefâ ile Toğru yolun zihne ilk gelen manaları İstanbul’daki
malûm semt ile bu semtte olması muhtemel bir sokak adıdır. Bununla birlikte şairin
muradı bunlar olmayıp Vefâ ile yine bu kelimenin hakiki manası olan vefâ sahibi
olma durumu, Toğru yol ile de istikamet sahibi namuslu olduğu kastedilmektedir.
Bunların mekan ismi olduğuna dair, yani yakın anlamıyla ilgili bir karine-ipucu
bulunduğu için müraşşah tevriyedir.
“Koyup kaldırmadan ikide birde
Kazan devrildi söndürdü ocağı” (Keçecizade İzzet Molla)
Burada gerçek anlamıyla ocağın üstüne ikide birde konulup kaldırılırken
kazara devrilen ve ocağı söndüren bir kazan örnek verilirken kastedilen aslında
Yeniçeri ocağıdır. Bu yüzden bu ifade ironik olmaktadır çünkü sözün hangi
anlamının kastedildiği okuyucu tarafından bilinmemektedir. Akla ilk gelen anlamla
örtülü olan ikincil anlam kendisini sezdirmektedir.
3.2.Edebi Türler ve İroni
Söz sanatlarının birçoğunda olduğu gibi, Türk edebiyatının bazı türlerinde de
ironinin izine rastlamaktayız. Bu türler genellikle alay ile alakası olan, bu yüzden
ironinin güldüren yanını yansıtan hiciv ve şathiye olmaktadır. Hicivlerde doğrudan
eleştiri veya kınama yapılmaması, ilk okunduğunda gayet masum ve normal görünen
ifadelerin ardında eleştiri olması aradığımız ilk özellik olacaktır. Çünkü ironide
doğrudan yapılmış bir eleştiri görmek mümkün değildir, yapılsa da bu amaçla
yapılmamıştır. İroniyi yapan kişi, görünürde yapılanı onaylıyor gibi davranır, fakat
biz tam aksini kastettiğini sezeriz. Hicivde en çok inceleyeceğimiz kişi Sihâm-ı Kaza
isimli eseriyle hicvin en ünlü örneğini vermiş olan Nef’î olacaktır. Hicivleri
49
genellikle belli bir kişiyi hedef alıp küfür içerikli, haraketâmiz söylemlere varmıştır
fakat içlerinde ironiyi çok iyi örneklendirebileceğimiz birkaç tane istisna mevcuttur.
Şathiyeler de görünürde dini kaidelerle alay eden ifadeler olarak algılanan
ama içerik olarak dini esasların tasavvufi bağlamda yorumlarını içermeleri itibarıyle
tasavvufi metinlerin en çok tartışılan ve ironiyi en çok içinde barındıran türüdür.
Şathiyeler çoğunlukla yanlış anlaşılmış, yazarları Allah’a inanmamakla, din ile alay
etmekle itham edilmişlerdir. Şathiye örneğinde en çok inceleyeceğimiz kişi Yunus
Emre’dir çünkü Yunus Emre’nin tasavvufi görüşünün ona kazandırdığı ironik tavır,
üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.
3.2.1. Hiciv
İroni eleştiri için sıklıkla kullanılmış bir araçtır. Türkçede “alaysılama” ile
karşılanan ironi, hiciv ile eşleştirilebilir. İstihzâ içeren yani karşısındakini küçük
görme ve onunla alay etme tarzında yapılan eleştiriler hiciv kapsamına girmektedir
fakat ironi tam olarak hicivdir demek büyük yanlış olacaktır. Hiciv genellikle bir
kişiyi hedef alır, ironide ise eleştiri yapıldığı zaman bu bir gruba, bir anlayışa karşı
olmaktadır. Bunun sebebi de ironinin çekingen yapısındandır. İroni bariz bir şekilde
saldırmaz, saldırısını suçlama altına girmeyecek şekilde, akıllıca gizler. Hicivde ise
çoğu zaman karşıdaki insanı doğrudan ve en sert biçimde, gerekirse küfre varan tarza
eleştirmek yatar. Bu konuda ironi ile hicvin arasındaki farkı şu şekilde belirtmek
mümkündür:
“İroni birçok bakımdan hicivden farklıdır. Hicvin tersine
ironide bir doğruluk, bir haklılık zemini yoktur. İroni tam da alay
edenin hakikati temsil etmediğine inandığı, doğruyla yanlışı ayıracak
zeminin kayganlaştığı an başlar. Bu yüzden sürekli yer değiştirir
özne; önce bir değere dayanıp bir başkasını alaya alır, hemen
ardından bir başkasına yaslanıp onunla alay edebilir. Alay ettiği
nesneyle arasındaki ilişkide hep bir süreklilik sezgisi vardır; onunla
hiç değilse köken bakımından özdeş olduğunu, aynı maddeden
yapılmış, aynı acz içinde olduğunu sezer ya da bu duygudan bir türlü
kurtaramaz kendini. Gerçi karşısındakinin doğruyu temsil
50
etmediğinin farkındadır, bu yüzden onu gülünç kılmak ister ama bu
isteğinin bu kez kendini doğrunun yerine koymaya götüreceğinin,
gerçeği görelileştireceğinin de farkındadır. Bu, öznenin, bireysel
kurtuluşun imkansız olduğunu hissettiği, alay ettiği nesneyle, isyan
edilenle, acı çektirenle ortak bir kadere sahip olduğunu fark ettiği
andır. Bu yüzden de karşısındakine yönelttiği alay, her zaman geri
dönüp kendisini de yaralayacaktır. O halde soytarılığı, maskaralığı,
mahallenin delikanlısı olmayı baştan kabul eder; kendini
karşı sındakinden daha da gülünç, daha da budala kılar.”71
Bu tanımdan hareketle hiciv ve ironinin ortak paydada buluştuğu alan olarak
karşıdaki kişiyi eleştirmeleri söylenebilir. Farklılıkları ise hitap ettikleri kitledir.
İroniyi hicivden ayıran şey, hicivde kişi kendisini küfür ve kabalıkla kendisini küçük
düşürmekteyken, ironide karşısındaki kişinin dilinden konuşur gibi görünmekte ama
onu incelikli biçimde küçük düşürmektedir.
“Bize kâfir demiş müftî edendi
Tutalım ben diyem âna müselmân
Varıldıkta yarın rûz-ı cezâya
İkimiz de çıkârız anda yalan” (67)
Yukarıdaki örnekte Nef’î, kendisine kâfir diyen müftü için Müslüman
dediğini, ama kıyamette ikisinin de yalancı çıkacağını söyler. İlk beyitte sanki
yenilgiyi kabul ediyor ve Müftü efendinin büyüklüğünü doğruluyor gibi görünse de
ikinci beyitte yaptığı söz oyunuyla onu incelikli bir biçimde eleştirmiştir.
3.2.2. Şathiye
Bir gece Meryem’de misafir kaldık, biz Hz. İsa’nın öz babasıyız diyen,
annemden üç kez doğdum babamdan hamile kaldım diyen bir şair neleri kastetmekte,
karganın eteklik giymesi, susığırı, kedi ve sıçanın raksedip oynaması neyi
anlatmaktadır? Bu soruları Cemal Kurnaz ve Mustafa Tatcı sorup, şathiyeler
71 Osman Oruç, "Oğuz Atay'ın Romanlarında İronik Dil", (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) s.9.
51
üzerinde incelemeler yapmıştır. İlk bakışta dini kavramlarla alay eden, çocukça veya
saçma gelen bu şiirler, okundukları zaman bizleri güldürmektedir.
“İsmail’im Hak yoluna canım kurban eyledim
Çün bu can kurban sana ben koç kurbanı neylerim” (Yunus)
“Yılda bir kurban keserler halk-ı âlem îd için
Dem be-dem, sâat be-sâat ben senin kurbanınım” (Fuzuli)
Ayrıca Yunus Emre’nin ve Fuzuli’nin beyitleri kurbanı inkâr ediyor gibi
görünse de aslında tasavvufta canın feda etmek olarak açıklanan bir durumdur.
Tasavvufta nefsin üç hali bulunmaktadır bunlar “kebş, bakara, bedene” olarak
adlandırılır. Nefsin sülûktan evvelki haline kebş (koç), sülûka başlamasına ve bunun
iyi bir gelişme göstermesine bakara (sığır), makam ve menzilleri kat etmesine bedene
(deve) denir.72 Burada bu deyimlerle nefsin Hak için kurban edilmesi gerektiğini
anlatır.
Yunus Emre’nin başka bir dörtlüğü şu şekildedir:
“Denize bir ip gerseler
Üstüne ceviz serseler
O ipi devşürseler
Ne hoş olur cumburdısı”
Burada deniz üzerine gerilen ipin üstüne ceviz sermek, ve o ipi topladığında
suya düşen şeyin çıkardığı sesi duymak ne hoş olur derken Yunus görünürde saçma
bir dörtlükte şunları açıklamıştır.
“Deniz’den murâd, âlem-i âhiret, ip’ten murad, kişinün ömridür. Dünya
ma’nâsına dahi gelür. Şeriat ma’nâsına dahi gelür. Üzerine ceviz sermek’ten murâd,
72 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayıncılık, 2012, s.222.
52
nefs-i insânun vücûd-i unsûrîsidür. İpün devşirülmesi kişinin ömr-i nâzenîni reside-i
itmâma irdükte amellerine göre âhiret cânibine gitmesidür.”73
İsmail Hakkı Bursevî’nin Nazm-ı Ahmet şerhi de anılması gereken
örneklerden biridir:
“Dinler isen halimi eydeyüm iy nev-cüvân
Lîk benim müşkilümi eyleyüvirgil ıyân
Beş kişi tokuz yola azm-i sefer eyledük
Birbirimüzden geçüben menzile olduk revân
Birisi kör ü biri sağır birisinün eli yok
Birisinin ayağı yok birisi dilsiz i cân
Bitmedik otun dibinde toğmadıcak bir göcen
Benleyüben sıçradı vü âşikâr oldu nihân
Gözsüz anı görübeni pes sağıra söyledi
Dilsüz eydür çağıruban gerçeğe tutman gümân
Koyup ayaksuz çiğneyübeni tutımaz
Elsüz anı tutıcak virmedi hergîz amân
Sözlerüni Ahmedâ doğru doğru söylegil
Doğru sözünden senün dopdolu olsun cihân”
Bu dizelerde beş kişinin dokuz yolda giderken beraber geçirdikleri serüven
anlatılmış ve dilsizden beklenmeyecek şekilde dilsiz konuşmuş, gözsüz bir şeyleri
görmüş ve saçma bir hale bürünmüş görünmektedir. Fakat İsmail Hakkı Bursevî’inin
şerhi okunduğunda buradaki her kelimenin tasavvufi bir remizden ibaret olduğu
anlaşılacaktır. Mesela kör denilerek kastedilen kalptir. Çünkü kalbin vasfı kör
olmasıdır. “Gerçek şu ki gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.
(Kur’an, 22/46)” sağırdan kastedilen boş heveslerdir, Hadis-i şerifte “Sevilen şey
görülür ve duyulur” buyurulmuştur. Bunun gibi bir şerhle bu kadar çocukça ve
73 Cemal Kurnaz ve Mustafa Tatcı, Türk Edebiyatında Şathiyye, Akçağ Yay. 2001, s.218.
53
anlamsız olarak algılanabilecek bu şiirin aslında tasavvufi gerçeklerden bahsettiği
anlaşılacaktır.
4. BÖLÜM: BÂKÎ, NEF’Î ve NEDÎM’İN ŞİİRİNDE İRONİ
“Senin gibi veliyy-i ni‘metim varken cihân içre
Gelüp N e fî vü Bâkî benden umsun lutf u ihsânı”
Nedîm
Bu çalışmamızda Bâkî, Nef’î ve Nedîm divanlarını inceleyip onlardan ironi
örnekleri sunmamızın başlıca nedeni, Klasik Türk Şiirine XVI. XVII. ve XVIII.
yüzyıl şiirini genel bir değerlendirme içerisinde ele almaktı. Bunu yapabilmek için de
dönemlerinde üne sahip ve sivri dilli, nüktedan kişilikleriyle öne çıkmış isimleri
seçmek gerekliydi. Yukarıda Nedîm’in de kendisine rakip olarak gördüğü isimlerin
tezimizde ele aldığımız kişiler olması seçimimizi doğrular niteliktedir.
4.1.Bâkî Divanında İroni
4.1.1. Bâkî’nin Hayatı ve Kişiliği
“XVI. yüzyılın önemli kişiliklerinden olan Bâki özel hayatında nüktedan bir
kişiydi. Kibar ve zevkli nükteleri dilden dile dolaşan Bâkî yakın arkadaşlarıyla
karşılıklı hicivler söyler; fakat kendi aleyhinde kasıtlı söylenmiş hicivlere cevap
vermezdi.” Burada belirtilenlere göre Bâkî’nin hicvi ve hicivde ironiyi belli bir
toplum kesimine yönelik yaptığı düşünülebilir. Bunun önemi ise, ironinin yapan kişi
kadar algılayan kişi tarafından da belirlendiğini göstermesidir.
“Bâki iyi bir eğitim görmüş, bilgi ve kültürü yüksek bir kişilikti. Devlet
memuriyetinde önemli vazifelerde bulundu. Bu görevlerinde ciddi ve adaletli bir
devlet adamı olmustur; fakat çevresinde daima onu çekemeyenler, ona iftira atarak
görevinden azledilmesine sebep olanlar vardı. Böyle mücadele ile geçen bir hayat
ömrünün son zamanlarında şairi oldukça titiz ve sinirli yapmıştı.” Bâki ihtirasli bir
kisilikti. Bütün ömrünü seyhülislam olmak sevdasıyla geçirdi; bu istegine
54
ulaşabilmek için bütün gücünü kullandı, devrinin hükümdarlarına büyük devlet
adamlarına kasideler yazdı; fakat bu arzusuna hiçbir zaman ulaşamadı.”74
Baki’nin çok ihtiraslı birisi olduğu, bunun da onu sivri dilli birisi kıldığı
bilinmektedir. Baki çoğu zaman çabuk öfkelenen, öfkelenince ağzına geleni
söyleyen, herkesi iğnelemekten çekinmeyen birisiydi. Resmi mevkilere verdiği önem
de onun en büyük zayıf noktalarından birisiydi.75 Hem sanatının zirvesinde olması
hem de bu iğnelemeyi seven, nüktedan, biraz da hayatın ona getirdiklerinden
memnuniyetsiz birisi olması sebebiyle ironinin şiirlerinde sıklıkla görüldüğünü
söyleyebiliriz.
4.1.2. Bâkî Divanında İroni Örnekleri:
Tedbîr-i mu’zamât-ı umûr-ı cihân içün
Yakmışdı şem’-i fıkreti Bircîs-i nükte-dân (k.1/7)
“Cihanın azim emirlerinin tedbir edilmesi için nükte bilen Müşteri yıldızı
düşünce mumunu yakmıştı.”
Bu dizelerde tefekkür etmenin bu cihanın ayakta ayakta durması için gerekli
olduğu belirtilmekte, bunun öncüsü olan kişinin de nükteleri, yani ince söz
oyunlarıyla anılan Müşteri yıldızı olduğu belirtilmektedir. İnce söz oyunlarını
dünyanın işleyişinin temeline koymak, ironik bir tutumdur çünkü dünyanın ancak
ironi ile yaşanılabilir ve eğlenceli olduğunu düşünen Quintillian ile örtüşmektedir.
Quintilian "Bir insanın bütün hayatı ironi ile renklenir, Sokrates için de aynı şey
geçerlidir. Kendisi diğerlerinin bilgeliğine hayranlık içindeki cahil bir insan rolünü
üstlenmiştir." Burada Sokrates’in nüktedanlığının hayatını renklendirdiği bahsi
edilirken, nükte için bizim edebiyatımızda yapılan yorumlar aynı minvaldedir.
Nükte, bir sözü faydalı veya faydasız kılan şeydir. Muallim Nâci’ye göre sözü
muhatabın haline göre söylemek bir edebi düsturdur. Mesela cahil birisine
söylenecek sözün âlim birisine söylenmesinin tek gerekçesi olabilir, o da nükteye
dayanması şartıyla. Bir nükteye dayanmasını da, halinin gerektiğine uygunluk olarak
74 İsmail Soyyiğit, “Baki’nin Kasidelerinde Edebi Tasvirler”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 2006.75 M.Fuad Köprülü, Divan Edebiyatı Antolojisi, Akçay Yayınları, 2006, s.231.
55
açıklar. Hatta nüktesiz sözü halin gerektirdiklerine uygun olmayacağı için lüzumsuz
saymaktadır.76
Cân olmayaydı ol dehen ey şûh-ı dil-sitân
Niçün olurdı cân gibi ya dîdeden nihân(k.1/28)
“O ağız canınını saklamasaydı (böyle sevgili olmasaydı) ey gönül alan dilber,
gözden niçin can gibi saklı olurdu.”
Bâki bu dizelerde tecâhül-i ârif yoluyla ironi yapmaktadır. Sevgilinin ağzının
perçem altında kapalı olmasını beden içinde canın saklı olmasına benzeterek, işte bu
yüzden sevimli gelmektedir demektedir. Bu anlamı tam olarak zıddıyla düşünmek de
mümkündür. Sevgilinin ağzı görünmediği için bu kadar cazibeli gelmektedir,
görebiliyor olsa cazibesini yitirecektir. Erişilmesi kolay şeyler her zaman az değerli,
ulaşmanın meşakkatli olduğu şeyler ise her zaman daha kıymetli olmuştur. İnsan
doğası zorla edindiği şeylere karşı özel bir ihtimam göstermeye meyillidir. Bu durum
ise ironiyi içinde barındırmaktadır çünkü bizi uğraştıran ve zor elde ettiğimiz bir
şeyin o zor anları hatırlattığı için kötü algılanması gerekirdi. Halbuki zorluğu
başarmak bize kendimizi tatmin ederek başkalarından üstün olduğumuzu hissetme
imkanı sunduğundan daha cazibeli gelmektedir.
Gönül nakdini aldı ‘ayyâr-ı gamzen
Gamundan virüp câna dârû-yı hüş-ber (k.2/3)
“Gamından bana bu aklı mahveden ilacı verip, hırsız gamzen gönlümün
parasını çaldı.”
Sevgilinin şahıslaştırıldığı bu dizelerde sevgilisinden sanki bir davada gibi
şikâyetçi olan Bâkî, onu gönül hırsızlığı yapmakla suçlamıştır. Bu işteki ortağı da
sevgilisinin gamzesidir çünkü ona aklını mahvedecek bir ilaç verip sonra gönlünü
çalmıştır. Sevgilinin gamzesi divan şiirinde hep gönül alıcı olarak nitelendirilmiştir.
Bu dizeleri ironik yapan özellik, kalbini çalmak deyiminin açıklaması içinde
76 Muallim Naci, Edebiyat Terimleri, Haz. M. A. Yekta Saraç, Risale Yayınları, 1996, s.151.
56
sevgilinin gamzesini işbirlikçi gösterip, aklını kullanmasını engellediğinin iddia
edilmesidir.
Sâdıkam cândan bana ‘aşkun ‘azîz oldı disem
Sanma girçek ‘âşıkundan dûstum yalan gelür (k.6/8)
“Benim canımdan senin aşkın daha kıymetli oldu desem, gerçek aşığın sana yalan söyler diye düşünme.”
“Benim canımdan aşkın daha kıymetli oldu desem gerçek sanma, aşıkların sana hep yalan söyler.”
Burada kinayeli bir anlatım kullanan Bâkî, ifadeyi iki farklı anlam içerecek
şekilde kurgulamıştır. İlk anlamıyla düşünecek olursak, sadık bir aşığın sevgilisine
seslendiğini ve ona asla yalan söylemeyeceğinin sözünü verdiğini anlarız. İkinci
anlam söz konusu olursa, Baki kendisini örnek vererek, sevgilisine hiçbir aşığın
doğru söylemeyeceğini, aşkın candan kıymetli olduğunu iddia etseler dahi bu
iddianın gerçekleşmeyeceğini söylemektedir. Burada asıl kastettiği, sevgilisinin
etrafında aşık olarak bulunan kişilere itibar etmemesi gerektiğini, onların yalan
söyleyeceğini bildirmek, bunu söylerken de kendisini yüceltmek olduğunu
görmekteyiz. Bu açıklamalardan hareketle burada Baki’nin kullandığı ironi türünün
kinaye temelli tecâhül-i ârif olduğunu söylemek mümkündür.
Hâr u zâr olmazdı bülbül hâre yâr olmazdı gül
‘Aksine devr itmeyeydi günbed-i gerdân eger (k.13/4)
“Eğer feleğin devri tersine olmasaydı bülbül böyle ah vah etmez, gül dikene
yar olmazdı.”
Bâkî dünyanın düzenini eleştirmekte, içinde paradoks bulunduğunu
söylemekte ve bu ironiye dikkatimizi verdiği örnekle dikkatimizi çekmektedir. Gülün
bu kadar güzel olması onu kıymet bilen kişilerin elinde görmemizi gerektirirdi.
Hâlbuki o dikenlerle bir arada olmak durumundadır. Bu durum cilve-i kader olarak
bu yüzden nitelenmektedir çünkü dünya düzeninde her şey tam tersi ile mevcuttur ve
bu düzenin bir parçası olmaktan başka bir çıkış yoktur. Burada cinas temelli bir ironi
bulunduğundan söz edebiliriz çünkü bu benzetmelerden yola çıkarak şair dünyada
57
kaderin cilvesiyle her şeyin tersine hareket ettiğini, hak eden kişilerin hak ettiklerine
ulaşamadıklarını anlatmaktadır.
Bâkî ne denlü sözlerün âb-ı revân ise
Akar su gibi yirde gerek rûy-ı i ’tizâr (k.17/10)
“Bâkî sözlerin nasıl bir nehirse, su gibi yerde akar, galiba kusuru için af
dilemektedir.”
Bâkî burada çok incelikli bir söz oyunu kullanarak sözlerinin su gibi yerde
aktığını yani pek itibar görmediğini söylerken bunu güzel bir sebebe bağlayarak,
sözlerinin kusurları için bağışlanma dilediklerini söylemektedir. Bu güzel sebebi
vurgular gibi görünüp aslında şiirine gereken değerin verilmediğini vurgulamak
istemesi ironiktir. Burada tecâhül-i ârif temelli sözlü ironinin güzel bir örneği
mevcuttur.
Şer’a uymaz n’idelüm nâle vü zâr eyler ise
Gerçi kânûna uyar zemzeme-i mûsîkâr (k.18/40)
“Ağlayıp sızlansa da musiki şeriata uymaz ama musikinin vuruşları bir
kanuna uyar.”
Bu beyitte çok zekice bir söz oyunu ile müziğin haram olduğunu düşünenleri
şair eleştirmektedir. Bunu yapmak için de müziğin de belli kuralları olduğunu, ama
toplumun genelinin ve şeriatın kabul ettiği haliyle müziğin haram olduğunu üstü
kapalı bir şekilde söylemiştir. Tecâhül-i ârif temelli bir ironi söz konusudur.
Var ise bencileyin ‘âşık-ı zâr olmışdur
Gök gök itmiş döginüp cismini yir yir sünbül (k.24/10)
“Galiba ben gibi ağlayan bir aşıktır, sünbül dövünmekten kendisini mosmor
etmiş.”
Bâkî sünbüllerin mor rengini hüsn-i talil sanatını kullanarak aşık olmaları
gerçeğine bağlamıştır. Burada esas önemli olan nokta, aşığın kaderin bir cilvesi
olarak sevgilisinden sürekli azar işitmesi, sürekli onun kötülemelerine maruz kalarak
58
kendi kendine eziyet etmesinin ironik olduğudur. Burada da cinas temelli ironi
bulunduğunu görmekteyiz çünkü benzetmelerdeki özellik, sümbülün de aşığın da
kendisini dövmesi, aşkından harap olmasıdır.
Bu kadar nûrı güneş kandan iderdi tahsîl
Olmasa re’y-i cemîlün yüzine âyinedâr (k.25/35)
“Yüzün ona ayna olmasaydı güneş bu kadar nuru nereden alırdı.”
Burada da Bâkî okuyucunun beklentisini tersine çıkaran bir övgü ile
sevgilisini övmektedir. Muhtemelen sevgilisini yüzüne güneş vurmuş halde gören
Bâkî bu dizeleri söylerken tecahül-i arif ögesini de kullanmıştır çünkü güneşin
nereden ışığını aldığını bilse de bunu güzel bir sebebe bağlamaktadır.
Vefâ ummaz cefâdan yüz çevürmez Bâkî ‘âşıkdur
Niyâz itmek ana cânâ yaraşur sana istiğnâ (g.6/5)
“Bâkî aşıktır, sevgilisinden vefa da beklemez, onun eziyetinden de bıkmaz,
ona istemek, sana da elindekiyle yetinmek yakışır.”
Şair kaderin cilvesiyle aşık olmuş ve sevgilisinin her türlü cefasına rağmen
onu seven bir sevgili olarak kendisinden bahsetmektedir. Divan edebiyatının aşığı
ironik bir durum içerisindedir, kendisine cefa edilsede vefadan vazgeçmez. Hatta
sevgili çok nazlı bir şekilde aşığından her şeyi, hatta canını ister ve aşık da bunu
vermekten çekinmez. Bu çelişkili durum ironik olarak nitelendirilebilir.
Yâr agyârı savar düşnâm ile
Def’ olur san kim du’â ile belâ (g.11/3)
“Yarim yabancıları sövüp sayarak uzaklaştır, sanki belalar dua ile gönderilir”
Burada Bâkî yabancıları bela olarak görmekte ve onları sövüp sayarak
uzaklaştırmanın dua etmek ile belayı savuşturmakla aynı şey olduğunu söyleyerek
ironik bir değerlendirme yapmaktadır. Burada ironiyi yapmakta kullanılan söz sanatı
te ’kidü’l medh bimâ yüşbihü’z-zem olarak adlandırılabilir çünkü aslında ilk satırı
okuduğumuzda yabancılara sövüp onları yanından uzaklaştıran birini görmekteyiz.
59
Bu durumu yorumlayan kişi olan Baki ise, ilk satırda bahsedilenin güzel bir şey
olduğunu belalara karşı dua edilmesi gerektiğini söyleyerek, yarin başkalarına
sövmesinin bile onlar için yapılmış bir dua olduğunu ima etmektedir. Onun kötü
yaptığı bir şey bile ironik bir biçimde iyi algılanmaktadır.
Yüri ey serv-i ser-efrâz yüri
Kad-i bâlâna irişmez şimşâd (g.37/4)
“Yürü ey benzerlerinden üstün servi (gibi) sevgilim, boyunun uzunluğuna
şimşir ağacı bile yetişmez”
Şair sevgilisine boyunun uzunluğunu şimşir ağacına benzeterek iltifat ediyor.
Görünürde ironik bir tutum olmasa da durum şimdi ironik olmuştur çünkü
günümüzde şimşir ağacı denildiğinde insanın aklına park ve bahçelerde süs ve duvar
bitkisi olarak yetiştirilen, bodur, yeşil çalılık gelmektedir. Eskiden bir iltifat olan bu
ibare şu anda bir yergi olarak algılanabilir ve bu olay durum ironisine örnek teşkil
etmektedir.
Zahm-ı sînemden okun pârelerin hep alma
Tursun Allâhı seversen hele bir pâre meded (g.40/2)
“Göğsümün yaralarından okunun parçalarını söküp alma, Allah’ı seversen
dursunlar, bir parça yardım et.”
Şair sevgilisinden gönlünün yaralarından bakışının oklarını çıkarmamasını
istiyor yani ona daha çok baksın istiyor. Hiç olmazsa bir parçası kalsın o bakışların
anlamına da gelebilecek ikinci dizede ise görünürde “bir parça yardım et” dediği için
kinayeli bir anlatım söz konusudur. Ayrıca Allah’ı seven bir kişinin birisine eziyet
etmesi mümkün değildir, bunun tam tersini Allah rızası için istemek de ironik bir
tavırdır.
İhtirâz itmedünüz aldılar elden câmı
Vâkıf itmen sakınun kimseyi esrâra meded (g.40/4)
“Sakınmadınız, o yüzden elimizden kadehi aldılar, kimseye sırlarınızı
anlatmayın, yardım edin”
60
Bu dizelerde ilk bakışta şarap içtiğini gizleyen birisi, bu ortaya çıktığı için
hayıflanmakta ve siz şarap içtiğimiz sırrını ifşa ettiğiniz için artık elimizde kadeh yok
demektedir.
Esasında sûfiler, kul ile Yaratıcısı arasındaki özel bazı hallerle, bir takım
karşılaşma ve hitapların neticesinde sûfinin kalbinde hâsıl olan sırların ifşa
edilmemesi hususunda oldukça hassas davranmışlardır. Sadece bu hali yaşayan sûfî
ile Rabbi arasındaki özel bir hal olduğu ve her hangi bir başkalık ve ayrılık söz
konusu olmadığı için, bu sırların esas itibarıyla saklanması ve gizlenmesi
gerekmektedir.77
Âyîne gibi halka mürâ’îlik eylemez
Bâkî safâ-yı hâtır ile geydi bir nemed (g.43/5)
“Bâkî hatır yapmak içim bir şekilde keçe giydi, ayna gibi halka karşı ikiyüzlü
olmaz”
Burada Baki’nin hatır için keçe giymesini anlayabilmek için “keçe giymek”
teriminin tasavvufi anlamını incelemek gerekmektedir. Keçe giymek tasavvufa adım
atmanın ilk basamaklarından biridir.
“Bektaşilikte de rehber, abdest aldırarak talibi önceki
yaptıklarından arı bir hâle getirir. Mürşîd de ondan kefil ister ve
sonra tövbe ettirerek o andan sonrası için yapılacak telkine göre
hareket edeceğine dair ona söz verdirir. İkrar töreninde rehberi
tarafından Şeyhü’l-vilâye huzuruna çıkarılan genç diz çöker, Şeyh,
onun beline Bektaşilikteki tığ-ı bend gibi “Rıbât-üş-şeri’a” bağlar.
Başına da yeşil destârlı “Tâcü’l-Hakîkat” dedikleri bir keçe külâh
giydirilir. Rehberi de arkasına “Hırkatü’l-ma’rifet” veya “Kabâü’l-
77 Ethem Cebecioğlu, “Şatahât İbarelerinin Anlaşılmasına Doğru: Metodik Bir Deneme”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17, s.17
61
ma’rifet” denilen bir fahir, yani bir hırka giydirir. Tâlip Nusayri
şeyhi önünde diz çöker. O da ona gerekli olan telkinini yapar.”78
Bâkî, kendisinin bir mutasavvıf olmadığını ama hatır için keçe giydiğini
söylemektedir. Verdiği ayna örneği ilgi çekicidir çünkü ayna, normalde insanları
yansıtır gibi görünse de onları ters yansıttığı için ikiyüzlü olarak algılanmıştır. Baki
de mutasavvıf olmadığı halde tasavvuf ehli gibi görünmek istemediğini, hatır için
keçe giydiğini söylemektedir. Bunu yaparken ayna örneğinin seçilmesi tesadüfî
değildir. Aynanın da tasavvufi açıklamasını yapmak gerekmektedir. Ayna tasavvufta
tecelli ile beraber kullanılan bir mazmundur.
“Tek ve gerçek varlık Allah’tır. Kâinatta gördüğümüz ve var
zannettiğimiz eşyanın, aynadaki görüntünün bir cisminin
bulunmaması gibi, gerçek ve kendine mahsus bir varlığı yoktur;
Tanrı’nın birer şekilde görüntüsünden ibarettir. Kâinatta, bu âlem
aynasında vahdetle (asıl varlık) kesret (görüntü) yan yana görünür.79
Bu açıklamaları da göz önüne alacak olursak, aslında kendisini savunuyor
gibi görünen Baki, tasavvufun en temel bakış açılarından biri olan kâinatın Allah’ın
tecellisi olduğunu, bir ayna gibi olduğunu yansıtan mazmununu ikiyüzlü olarak
nitelendirmiştir. Bu açıdan burada bir durum ironisi olduğunu söylemek gerekir.
Gedâ-yı bî-ser ü pâyı semend-i nâza çignetme
İnende hüsne magrûr olma sultânum bu dünyâdur (g.52/5)
“Sultanım bu dünyadır, güzelliğinle övünme, naz atının ayaklarına başını
sana feda etmiş olan kimsesizi çiğnetme”
Bu iki beyitte de Bâkî dünyanın sonunda ölüm gerçeği olduğunu ve bu
gerçeğin farkına varılmamasının ironik olduğunu vurgulamaktadır.
78 Dursun Gümüşoğlu, Bektaşilik ve Alevilikte Hırkanın Önemi,http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/ui/dergiler/60 20130103173300.pdf, Çevirimiçi, 12.04.201379 Lütfi Çelik, Şeyh Galib Divanında Ayna Sembolü,http://turkoloii.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/guler seyh galip.pdf, Çevirimiçi, 12.04 2013 s.3
62
Güzeller mihri-bân olmaz dimek yanlışdur ey Bâkî
Olur va’llâhi b i’llâhi hemân yalvarı görsünler (g.55/5)
“Bâkî güzeller şefkatli olmaz demek yanlıştır, yalvarmanı görseler yemin
ederim olur.”
Bâkî ilk anlamıyla güzellerin şefkatli olabileceğini, bunun için gerekli olanın
onlara yalvarıp aşkını izhar etmek olduğunu söylese de, ikinci anlamı ele alındığında
Bâkî güzelleri eleştirerek onların ancak “yalvar” yani parayı gördüklerinde iyi huylu
olabileceklerini söylemiştir. Önce onları över gibi yaptığı sonradan da eleştirdiği için
burada sözlü ironi mevcuttur.
Ol sanemden Bâkıyâ bir bûse da’vâ kıl yüri
Söylemezse öp hemân agzın sükût ikrârdur (g.58/7)
“Bâkî o ilah gibi güzelden dava açıp buse iste, sana bir şey demezse git öp
çünkü sessizlik kabul ettiğini belli eder.”
Burada da tecâhül-i ârif ile yapılan bir cahillik taslama mevcuttur. Bâkî
sevgiliyi öpmek için bahaneler aramakta, sevgilinin sessiz kalışını bu bahaneye
dayanak yapıp onu öpebileceğini söylemektedir. Bunu da sanki haklıymış gibi
yapması ironiktir.
Tıfldur pend-i peder dinlemez ol mâh dahı
Şîr-i mâder yirine içmege kanum özenür
Ârzû eyler imiş bâr-ı belâ çekdügümi
Çekeyin bârî çün ol şûh-ı cihânum özenür (g.75/2-3)
“Babasının sözünü dinlemez çocuktur o güzel, annesinin sütü yerine benim
kanımı içmeye özenir”
Sevgilisini yaptığı eziyetlerden dolayı eleştiren Bâkî, bunu gayet naif bir
şekilde yapmaktadır. Tecâhül-i ârif yoluyla ironiyi kullanan Bâkî, reducto ad
absurdum olarak da nitelendirilebilecek bir yöntemle, sevgilisinin canına kast
63
etmesini sanki anne sütü isteyen bir bebek seviyesine indirmekle bu durumun vahşi
ve vahim görünümünü komik ve absürd bir örneğe dönüştürmeyi çok güzel bir
şekilde başarmıştır.
“Benim bela çektiğimi istermiş, madem o dünyalar güzeli istiyor çekelim
bari”
Bâkî normalde sıkıntı çekmenin ne kadar zor olacağı düşünüldüğünde saçma
olarak duran bir davranış sergilemektedir. Sadece sevgilisi özendi diye bela çekmeye
razı olması ironiktir.
Katlüme engüşt-i yâr itsün işaret gam degül
Kangı nâ-dândur o kim hükm-i kalemden incinür (g.76/2)
“Benim katledişime yarimin parmağı işaret etse de üzülmem, hangi kendini
bilmez hukukun adalet kaleminin hükmünden incinir”
Sevgilisinin kendisinin can vermesine hüküm vermesinden bahsederken Bâkî
ilk anlamı ile hakimin kalemini akla getirmekte ama sevgilinin parmağını kaleme
benzeterek çok müstesna bir benzetme yapmaktadır. Can vermek gibi ölüm kalım
meselesinden bahsederken bile sevgilinin güzelliğine gönderme yapmak ironiktir
çünkü insanın öyle bir durumda ilk düşüneceği şeyin can korkusu olacağı
beklentimizi boşa çıkarmaktadır.
Hûn-ı eşküm bir zamân âlûde kıldı işigin
Bana dil-ber Bâkıyâ dahı o demden incinür (g.76/6)
“Gözlerimden akan kanlı gözyaşları yüzünden ışığı biraz bulanıklaştı, Bâkî
bana o dilber o zamanı hatırlatıp incinir”
Şair gözlerinin ağlamaktan artık kanlı bir hale büründüğünü ve bu sebeple
sevgilisini net göremediğini belirtmektedir. Fakat sevgilinin kalpsizliğini dolaylı
yoldan vurgulayan Bâkî burada onun bundan incindiğini doğal bir şekilde söyleyerek
sözlü ironi yapmıştır.
64
Güzeller şevkıne sohbetde sûfî çalgusuz oynar
Velî her bilmeyen eyle sanur anı semâ’ eyler (g.82/2)
“Güzellerin arzusuyla sufi çalgısız oynar, bilmeyenler de onu sema eyler
sanır.”
Çok ince bir anlama sahip olan bu dizelerde inceliğini anlamadan yapılan
semanın kişi için caiz olmadığı anlatılmaktadır. Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri
Sözlüğü’nde bu konu şu şekilde ele alınmıştır:
“Dakkâk, semâ'nın nefislerini terbiye etmemiş olmaları
münasebetiyle avam tabakasına haram; mücâhede ile uğraşan
zâhidler için mubah; (sufî) arkadaşlarının manevî hayatı elde
etmeleri sebebiyle onlara müstehab olduğunu savunur. Cüneyd de
semâ'ı, kalbi Allah'a çeken bir vârid, olarak değerlendirir. Semâ,
zaman, mekân ve hallere bağlı olarak vuku bulur, denilmiştir. Şiblî,
"semâ'ın dışı fitne, içi ibrettir. işaretten anlayan kişiye, ibretin
istimâ'ı helâl olur" demiştir, ilk zamanlar, dinlenen gazelin etkisiyle,
bir kurala bağlı olmaksızın kalkıp dönülmesi söz konusu iken,
sonradan bu, şeklî bazı kaidelerle düzen altına alınmıştır.”
Burada Bâkî görünürde sema eden dervişi kötüler gibi algılansa da, asıl kast
etmek istediği, anlamını bilmeden ve kavramadan yapılan semanın insanı iyiye
götürmediği, aksine ondaki kusurları daha çok izhar ettiğini belirtmektir. Tersini kast
etmesi hususu itibariyle bu tutum ironiktir.
Beni da’vâ-yı katlünden murâdun baş u cân ise
Yoluna hey benüm ‘ömrüm senünle kim nizâ’ eyler (g.82/4)
“Benim katlim davasında istediğin başım ve canım ise ömrüm yoluna feda
olsun, seninle kim kavga eder.”
Bu dizelerde Bâkî’nin sevgilisine seslenerek, benim canımı almak istemişsin
ama ey ömrüm gibi kıymetli sevgilim, yoluna feda olsun dediği görülmektedir.
Başka bir şekilde yorumlandıklarında aynı dizeler Bâkî’nin ömrüne seslenişi olarak
65
da anlaşılabilir. O halde anlam değişecek ve “Benim katlim davasında istediğin
başım ise ey ömür, zaten yolunda feda, seninle kim kavga edebilir.” diyerek insanın
ölüm karşısında çaresizliğinden bahsetmiş olmaktadır. Bu yüzden burada cilve-i
kader ironisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Meclis-i ‘aşkunda çengî Zühre deffâf âfıtâb
N ’eylesün raks itmesün mi zerre-i nâçîzler (g.86/4)
“Aşkının meclisinde def çalan Güneş, oynayan Zühre yıldızı bu çaresiz
zerreler dönüp oynamasın mı?”
Bâkî yine hüsn-i talil yaparak zerrelerin dönmesini güzel bir sebebe bağlamış,
Güneş ve Zühre yıldızını çalıp oynayan şekilde kişileştirdiği için anlatım güzellik
kazanmıştır. Ayrıca bu dizelerde tasavvufi bir yorumlama yapılacak olursa dönüp
duran dervişler Güneş ve diğer yıldızlara mukayese ile zerre olarak gösterilmiştir
ama dünyanın düzeni bu yönde olduğu için, hepsi yörüngesinde hareket ettiği için
derviş de kendisini bu düzene uydurarak evrenin bir parçası haline gelmektedir. İlk
olarak bu anlam değil de çalıp oynayan Güneş ve Zühre anlamını vurguladığı için
burada da hem sözlü ironi, hem de dünyanın değişmez düzeninden bahsettiği için
cilve-i kader ironisi bulunmaktadır.
Hüsnün zekâtınun eger ey hâce-i cemâl
Bir müstehakkın ister isen işte ben fakîr (g.91/2)
“Ey güzellik sahibi, eğer güzelliğinin zekatını vermek istiyorsan ben fakir
buradayım.”
Zekat vermek gibi dini bir vecibeyi alıp sevgilisine seslenerek Baki “Ben
fakirim, güzel değilim, sen güzelliğinin zekatını vermek istiyorsan bana
gösterebilirsin.” demektedir. Caiz olmayan bir isteği dini bir vecibe ile eşleştirmesi
ironik bir tutumdur.
Zinhâr eline âyine virmen o kâfirün
Zîrâ görince sûretini büt-perest olur (g.97/4)
66
“Sakın o kafirin eline ayna vermeyin çünkü yüzünü gördüğünde putperest
olur.”
Bu dizelerde Bâkî sevgilinin güzelliğini överken bunu dolaylı yoldan
yapmaktadır. İlk okunduğunda kâfirin putperest olması saçma görünse de sevgilinin
siyah saçları ve siyah gözleri dolayısıyla kâfir olarak adlandırılabileceğini
düşünürsek anlam kazanmaktadır. Bu açıdan bu ifade ironiktir.
‘Uşşâkı zîr-i hâke iletse n’ola gamun
Derd-i mahabbet ehl-i dilün yâr-ı gârıdur (g.99/4)
“Âşıkları senin üzüntün yerle yeksan etse ne olur muhabbet derdi gönül
ehlinin sevgilisidir.”
Burada yine cilve-i kader olarak adlandırabileceğimiz bir ironi vardır. Acı
çeken aşık bunun gayet doğal olduğunu çünkü sevginin bunu getirdiğini
düşünmektedir. Bu beklenen bir sonuç değildir ve aşığın bunu değiştirmeye ne takati
ne de değiştirme isteği vardır. Bu açıdan bu tutum ironik olarak algılanmalıdır.
Ol lebler ile aş yirer belki kanuma
İmrenmesün dehânı meded iki cânludur (g.102/5)
“Onun dudakları iki canlıdır, aman yardım edin belki dudakları ile kanıma
aşerir.”
Bâkî sevgilinin dudağının iki canlı oluşundan ve kanını istediği için
hamileliğe has bir hal olan aşermekten bahsetmektedir. Bu tutumda ciddi olarak
yardım istemesi bizde gülme unsuru uyandırdığı için komik ironi olarak kabul
edilebilir.
‘Âşıklara çün derd ü belâ zevk u safâdur
Yâ zevk u safâ derdine düşmek ne belâdur (g.105/1)
“Aşıklara dert ve belalar zevk ve safa gibi gelir, asıl büyük bela zevk ve safa
derdine düşmektedir.”
67
İslam’daki tasavvuf anlayışına göre Allah’ı seven kişilerin yaşadığı belalar
onlar için zevk haline dönmüştür denilmektedir. Bu görüş ironiktir çünkü acı
çekmekten zevk almak normal bir insanın yapabileceği bir şey değildir.
Sâkî mey-i Bâkîyi getür bezme safâ vir
Çün kâr-ı cihân ‘âkıbetü’1-emr fenâdur (g.106/7)
“Saki Bâkî’nin şarabını getirip meclise mutluluk ver çünkü cihanın kârı
sonunda yokluktur.”
Bâkî sakiye seslenerek onlara şarap getirmesini, bu dünyanın yok olup
gideceğini o yüzden yiyip içip zevk almanın gerektiğini söyler gibi görünse de başka
bir gözle baktığımızda buradaki mey mecazi anlamda Allah aşkını temsilen
kullanılmıştır. Şair ikinci dizede de bu dünyada yarar sağlamak isteyen kişinin
kendisini fenâ etmesi, yani yok etmesi gerektiğini söylemektedir. Burada ilk
anlamının tam tersini söyleyen ikinci bir anlam örgüsü bulunduğu için sözlü ironi
yapılmıştır.
Râh-ı vefâda yitüre diyü gamun beni
Hûn-âb-ı dîde yollara yir yir nişân ider (g.109/6)
“Gamın benim vefa yolunda kaybolmamı engellemek için yollara gözümden
akan kanlı yaşımdan işaretler koyar.”
Burada gam sahibi yolunu kaybetmemek için gözyaşını kullanmaktadır.
Masallarda yol bulmak için ardında ekmek kırıntıları bırakan çocuklar gibi çok
sevecen bir görüntü tasarısının arkasında rol alan ve sevgilinin aşkı ile gözyaşı döken
aşık bunu normal algılamaktadır. Bu sebeple ironik bir anlatım söz konusudur.
Gülzâr-ı hüsni olmaz idi böyle sebzezâr
Akıtmayaydı yaşumı çok çok o gül-’izâr (g.111/3)
“Güzelliğinin bahçesi böyle yeşillik olmazdı o gül yanaklı gözyaşımı çok
akıtmasaydı.”
68
Burada hüsn-i talil yoluyla Bâkî sevgilisinin güzelliğinin sebebini gözyaşına
bağlıyor. Güzel sevgilisi için ağladığından dolayı onun güzelliğinin arttığını
söyleyerek ironik bir bakış sergiliyor.
Cihân efsânedür aldanma Bâkî
Gam u şâdî hayâl-i hâba benzer (g.116/5)
“Bâkî dünya efsanedir üzgün veya mutlu olmak bir rüya gibidir.”
“İnsanlar uykudadır ölünce uyanırlar.” hadis-i şerifine telmihte
bulunulmuştur. Bu hadis-i şerifin işaret ettiği dünya gerçeği de ironiktir çünkü
insanlar ölüm ile derin bir sessizliğe ve bir uykuya dalar gibi görünse de asıl
uykunun gaflet ile bu dünyada olduğu, insanların algılarını açtığı zaman bu uykudan
uyanacağını, bu çabayı göstermeyenlerin de ölüm ile gözlerinden gafletin
kaldırılacağını bildirmektedir.
Hâmûş yatma bister-i gafletde subh-dem
Gel mergzâra gulgule-i mürg-i zârı gör (g.122/4)
“Gaflet döşeğinde sabah akşam sessiz bir şekilde yatma, mezara gel de
inleyen ölümün gürültüsünü dinle”
Bâkî bu dizelerde ölümün sessiz oluşunun tam tersini söyleyerek ironik bir
anlatım sergiliyor. Seslendiği kişiye ölümü daha sessiz zannettiğini ama esas sessiz
olanın gaflet olmasından bahsediyor.
Dehre meftûn olma ey Bâkî felek râm oldı tut
Bî-vefâ dünyâ hele ben bildügüm dünyâ mıdur (g.123/5)
“Bâkî felek itaat etti sen dünyaya aldanma, vefasız dünya benim bildiğim
dünya mıdır?”
Bu dizelerde yine cilve-i kader olarak adlandırabileceğimiz bir ironi söz
konusudur. Feleğin bir emre itaat ettiği için böyle olduğunu, yani insanın içinden
çıkılmaz bir paradoksa sahip olduğunu vurgulamaktadır. Hal böyleyken çoğunluğun
yaptığı gibi dünyaya aldanmak saçma olacaktır çünkü dünya herkesin algısına göre
69
değişir. İronik bir soru ile Bâkî bunu dünya benim bildiğim dünya mıdır şeklinde öne
sürerek, aslında bildiği bir gerçeği insanların keşfetmesine olanak verdiği için
Sokratik ironiye başvurmuştur.
Gehî vuslatda ‘âşık gâh mehcûr
Bu dünyâdur gehî mâtem gehî sûr (g.132/4)
“Aşık bir vuslata ermiş bir men edilmiş, bu dünya ya matemdir ya da ziyafet
ve eğlencedir.”
Bâkî yine dünyanın paradoks içinde olduğundan bahsetmekte ve aşığın
durumunun da aynı bu şekilde paradoks içerdiğini belirtmektedir. Bu dünya içinde
hem üzüntüyü hem sevinci taşırken aşık da bazen kavuşmanın sevinciyle bazen de
ayrılığın üzüntüsüyle dolup taşar.
Şâh u dervîşe ber-â-ber yitişür cezbe-i ‘aşk
Hâsılı teb tutıcak her kişi yeksân ditrer (g.137/6)
“ Şaha da dervişe de aşkın kendinden geçer hali aynı anda gelir yani sıtma
tutan herkes aynı şekilde titrer.”
Bâkî sınıf farklılıklarına bakmaksızın “aşk belası” olarak
adlandırabileceğimiz bu ateşe düşen herkesin aynı yollardan geçtiğini söylemektedir.
Bunun için tıpkı hastalıkta herkesin eşitlendiği gibi aşk yoluna giren herkes de eşittir
demektedir. Bu durum da ironik olarak algılanabilir çünkü insanın ne kadar aciz
olduğunun farkına bir musibet ile varması ilginçtir. Mutlu ve başarılı zamanlarda
insanların bir sarhoşluk içerisinde makam ve mevkiiye çok önem vermesi, onların
elindeki nimetler alındığında bunu fark ederek deyim yerindeyse “gafletten
uyanmaları” demektedir. İnsanı toplumun genelinin algısından ayıran bu “acziyet”,
kendilerini farklı gördükleri kişiler ile ise aynı seviyeye getirmektedir. Bu durum
hayli ironiktir.
Nûş eylese bir ‘âşık tâ haşre dek ayılmaz
Bezm-i felekün bilmem câmında ne hâlet var (g.171/3)
70
“Bir aşık içse tekrar dirilişe kadar ayılmaz, feleğin meclisinin içkisinde
bilmem ne var”
Burada feleğin insanları sarhoş eden, onları türlü ihtiras ve isteklerle kendine
tutsak eden ama sonrasında ölümle onları bu dünyadan ayıran paradoksal gerçeğine
bir gönderme yaparak aşıklar onun şarabından bir içse tekrar dirilene kadar ayılmaz
diyerek ironik bir tutumla eleştiri yapılmıştır.
Bu hâlet ile ey dil sag olmada ‘âlemde
Derd ü gam-ı dil-ber ile ölmekde letâfet var (g.171/3)
“Ey gönül bu hal içinde âlemde sağ olmakla dert ve sevgilinin gamı ile
ölmekte incelik, letafet var.”
Bâkî gönlüne seslenerek bu hal ile yaşamaktansa sevgilinin derdi ile ölmek
daha sevimlidir, demektedir. Bu bakış ironiktir çünkü normal şartlarda insanın içinde
bulunduğu hayatı sevmesi beklenilir.
Gitdükçe harâb eyler mülk-i dil-i vîrânı
Dehrün bu cefâsından bir şâha şikâyet var (g.171/5)
“Feleğin cefasından bir şaha şikayet var çünkü gittikçe bu viran olan gönlün
mülkünü yakıp yıkmaktadır.”
Ser terkine kâ’ildür dünyâya gönül virmez
Terk ehlinün ey Bâkî başında sa’âdet var (g.171/6)
Bâkî, terk ehlinin başında saadet, büyük bir mutluluk var çünkü bu dünyaya
gönül vermez ve başını yani canını bile terk etmeye gönüllüdür.”
Burada bahsedilmesi gereken mevzuu “terk” olmaktadır. Tasavvufta terk, bir
kişinin kendi rızası ile bu dünya ve içindeki nimetleri terk etmesi ve Allah rızasını
kazanmaya çalışmasına denmektedir. Terk makamı zordur çünkü içinde ironiyi
barındırır, dışarıdan bakan kişi için gereksiz veya zor görülebilir çünkü bu dünya
içinde yaşayıp ondan kendini kendi rızasıyla mahrum bırakan kişi normal yaşam
anlayışından uzaklaşmış olur. Burada terk makamı gönüldür, yani insan gönlünde
71
dünya sevgisini barındırmamalıdır. Dört türlü terk vardır: 1. Terk-i Dünya, 2. Terk-i
Ukbâ, 3. Terk-i Hesti (varlık), 4. Terk-i terk.80
Gül dirin gülmez açılmaz bana ol gonca-dehen
Gâlibâ hep yüzine gül didügüme terdür (g.175/2)
“O gonca ağızlı sevgiliye gül derim ama bana açılmaz, galiba hep yüzüne gül
dediğim içindir.”
Burada Bâkî sevgilisinin dudaklarını goncaya benzetmekte, onların açılmasını
istemektedir ama sevgilisi açılmamaktadır. Burada söz oyununu çok güzel kullanan
Bâkî ikinci dizede ise tecâhül-i ârif yoluyla ironik bir şekilde olayı anlamamak için
sevgilinin yüzüne yani yanağına gül dediğim için galiba kıskandı demektedir.
Beni öldürmege gel ey püser ihmâl itme
Atalar dimediler hayr işi te’hîr ideler (g.177/4)
“Beni öldürmeyi gel ey oğul ihmal etme çünkü atasözüne göre hayır işi
geciktirmemek gerekmektedir.”
Burada Bâkî ironik bir tavırla beni öldürmeyi ihmal etme çünkü hayırlı işte
acele etmek gerekir derken kendi ölümünü hayırlı bir olay olarak görmektedir.
Müdâm içen münâfıkdur dimiş minberde bir vâ’iz
Ne çâre hey müselmânlar münâfıklık zamânıdur (g.181/3)
“Bir vaiz minbere çıkıp şarap içen münafıktır demiş fakat bu zamanda ne çare
ey müslümanlar, münafık olmak gerekir.”
Burada Bâkî’nin vaizi eleştirirken Müslüman olan kişilere münafık olma
çağrısı yaptığı görülmektedir. Bu tutum ironiktir çünkü okuyucu olarak Bâkî’nin de o
vaize destek vermesini, dinen haram olan bir şeyden insanları men eden bir vaizi
eleştirmemesini bekleriz. Fakat burada söz konusu olan şarap, tasavvufi anlamda
80 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, (Çevrimiçi), http://dosyalar.semazen.net/e kitap/TASAVVUF TERİMLERİ VE DEYİMLERİ SOZLUGU.pdf
72
kullanılan Allah aşkıdır. Görünürde kötülüğe çağıran bu beyitlerde aslında insanları
Allah aşkını tatmaya ve o aşkla sarhoş olmaya bir davet vardır.
Gördiler hançerünün zahmı virür câna hayât
‘Âşık-ı teşne-cigerler bir içim su didiler (g.184/5)
“Hançerinin yaralarının hayat verdiğini görünce çok susamış aşıklar senin
için bir içim su dediler.”
Bâkî sevgilisinin açtığı yaralardan hayat bulduğunu söylemektedir. Bu ifade
yeterince ironiktir çünkü bir yaranın hayat vermesi mümkün değildir, burada
kastedilen sevgilinin herhangi bir ilgisine mazhar olmanın dahi aşık için önemli
olmasıdır. İkinci dizede hüsn-i talil sanatı ile güzelliğin bir tabiri olan “bir içim su”
ifadesi güzel bir sebebe bağlanmıştır.
Ayak basmak ne lâzım meclis-i ‘uşşâka ey sûfî
Rakîb-i bed-likâ ile ırakdan merhabâ yigdür (g.186/3)
“Ey sufi aşıkların meclisine girmek gerekir mi, kötü huylu rakib ile uzaktan
merhaba daha iyidir.”
Burada Bâkî sanki sufiye nasihat verir gibi görünüyor. Rakib ile uzaktan
merhaba iyidir, o yüzden meclise uğrama gibi bir anlam çıkarıyoruz. Ama bir başka
yorumlama ile okursak, “Sen bizim aşıklar meclisimize gelme çünkü sen kötü huylu
bir rakibsin, seninle uzaktan merhabamız olması daha iyidir.”dediği de söylenilebilir.
Bu yüzden ikinci anlamı kast ettiği düşünülürse bu ifade sözlü ironinin bir türü
olarak algılanabilir.
Bilmezem nice göreyüm ben o mâhun yüzini
Bakıcak gün yüzine gözümi nemnâk eyler (g.188/2)
“O ay gibi sevgilinin yüzünü nasıl göreyim, gün gibi aydınlık yüzüne
baktığımda gözlerim nemlenir.”
Bâkî çok güzel bir söz oyunu yapmış, her iki anlama gelecek kinayeli bir
ifadeyle bize yine ironik bir bakış açısı sunmuştur. Sevgiliye bakmak aşık için çok
73
önemlidir ve sevgilinin yüzü ay veya güneş gibi ışık saçan olduğu için ona bakmak
zorlaşır. Nasıl bir insan çıplak gözle Güneşe bakamazsa, Bâkî de burada sevgilisine
bakamadığını söylemektedir. Bir başka okuma ile aynı dize sevgiliyi gördüğünde
aşığın gözyaşlarına boğulduğunu, o yüzden sevgilisini nemli gözleriyle net
göremediğini düşündürtmektedir. Bu açıdan ironiktir çünkü aşık sevgilisine
baktığında onu görebilmeyi amaçlar ama ona bakmak aşığı o kadar sevindirir ki
sevgilisini gözyaşlarından göremez olur. Bu durum ironisine çok güzel bir örnek
teşkil etmektedir.
Bâkıyâ duhter-i rez girdi yine meydâne
Ayagın kim çekebilürse er oglı erdür (g.189/5)
“Ey Bâkî meydana üzümün kızı (şarap) girdi, kim ayağını çekebilirse er oğlu
erdir.”
Bâkî bir meydanda şarap olduğunda o meydandan çekilmenin zorluğundan
bahsederken oğul ile tezat oluşturacak şekilde kız kelimesini kullanması ironiktir.
Minnet Hudâya devlet-i dünyâ fenâ bulur
Bâkî kalur sahîfe-i ‘âlemde adumuz (g.192/6)
“Allaha şükürler olsun ki dünya devleti yok olsa da alemin sayfasında adımız
Bâkî kalır.”
Bu dizelerde Bâkî kendi mahlasını her iki anlama gelecek şekilde kullanarak
veciz bir söz oyunu yapmıştır. İlk satıra “Allah’a şükür ki dünya yok olur” diyerek
başlayarak ironik bir ifadeye yer vermiştir çünkü dünyanın yok olması şükredilecek
bir durum değildir. İkinci satırda açıklayarak bizim ilk şaşkınlığımızı gidermiştir.
Sakın Mecnûnı sanman ehl-i ‘aşkun ihtiyârıdur
Güzel sevmekde zîrâ kimseye hîç ihtiyâr olmaz (g.195/2)
“Mecnunu sakın aşk ehlinin ihtiyarı sanmayın, çünkü güzel sevmekte kimse
ihtiyar olmaz/kimse ihtiyar sahibi olmaz.”
74
Buradaki ifade her iki anlamı kast edecek şekilde yine veciz bir söyleyişe
sahiptir çünkü Mecnundan bahsederken aşk meclisinin en eski hikayelerinden biridir
ve Mecnun yaşlıdır demeyin, burada ihtiyar genç fark etmez herkes aşık olabilir
anlamının yanı sıra ihtiyar kelimesinin ikinci anlamı olan seçmek de anlama uygun
düşmekte, aşık olmak kimsenin seçimi değildir denilmektedir. Burada yer alan ironi
de komik ironidir çünkü bizi düşünmeye sevk ederek güldürmektedir.
Kızarur bâdeden ol nergis-i mestâne biraz
Mey-i nâb içse gözi mâ’il olur kana biraz (g.205/1)
“O sarhoş nergisin (sevgili) içki içince yüzü kızarır, içki içtiğinde gözleri
kana meyleder.”
Şair normal bir gerçekliğe ikincil bir anlam yükleyerek ironik konuşmaktadır.
İçki içen bir kişinin yüzü de gözleri de kızarır. Burada ise gözleri kan istemektedir,
yani sevgili içki içtiğinde âşıklarının canını yakar anlamı bulunmaktadır.
Var mı bir dîvâne kim geşt-i beyâbân istemez
‘Uzlet idüp halkdan bir beyt-i ahzân istemez (g.206/1)
“Kırlarda gezip dolaşmak istemeyen bir divane var mıdır ki halktan ayrılıp bir
hüzün evi istemez.”
Şair, gönlünde bir hüzün bulunan kişinin halktan ayrılıp, kendisini bağlayan
sosyal bağlardan kopup, dışarıdan bir deli gibi görünse de toplumun getirdiği
zorunluluklardan kendini azat etmiş olacağını söylüyor. Bu hususta Rotry ve
Hutcheon’un görüşlerini ele almak gerekmektedir. Bu iki düşünür de ironiyi yapan
kişinin, karşısında bir toplum olduğunu ve o toplumun algılarına ters düşecek bir
ifadeye sahip olduklarını söyler. Hutcheon’a göre bir ifadenin ironik olması o
ifadenin içinde sadece bir ifadeyi çözümlemekle bulunamaz çünkü söylenmemiş
birçok anlamın bir araya getirdiği bir algıya ters düşecek bir ifade ironiktir
demektedir.81 Burada da insanlardan uzaklaşmak, divane gibi yollara düşmek
toplumun onaylamayacağı bir davranıştır. Bu davranışın kabul görebilmesi için
81 Linda Hutcheon, Irony’s Edge: The Theory and Politics of Irony, Routledge, 1994, s.85
75
ancak Yusuf Peygamber’in babası Yakup Peygamber’in oğlunun hasretiyle günlerce
ağlayıp gözyaşı döktüğü, o yüzden “hüzün kulübesi” olarak adlandırılan evinden
hareketle, ancak böyle bir sebeple ve halktan böyle uzlet ederek başarılabileceğini
söylemesi ironik bir tutumdur.
Bin hicâb-ı kibriyâ ardında göstermez yüzin
Kendüyi gözlerden ol sultân-ı hûbân gizlemiş
Hep mezâhir üzre zâhir çeşm-i nâzırdan nihân
Kendü envârında kendin mihr-i rahşân gizlemiş (g.214/6-7)
“Bin büyük perde ardındaki yüzünü göstermez, kendisini gözlerden o
güzellerin sultanı gizlemiş. Hep görünenler üzerinde zahir ama bakan gözlerden
kendini gizlemiş, O Güneş kendi nurunda kendisini gizlemiş.”
Bu dizeler İslam inancında Allah’ın her yerde mevcut olduğunu ama
kimsenin O’nu müşahede edemediğini bildiren dizelerdir. Vahdet-i vücud anlayışı,
Allah’tan başka varlık olmadığının idrak ve şuuruna varmaktır. Bir derviş, gerçek
varlığın bir tane olduğunu, onun da Hakk’ ın varlığından ibaret olduğunu, Hak ve
O ’nun tecellilerinden başka bir şeyin hakiki varlığı olmadığını bilir.82 Allah’ın her
şeyde var olması, tasavvuf inancında görünen her şeyin Allah’ın tecellisinden
müteşekkil olması ama gözlerin onu görememesi ironik bir sonuç olarak
nitelendirilebilir. İnsanın fıtraten parçasını gördüğünde bütününü görmeyi istemesi
doğaldır ama Allah’ın nazarlardan gizli oluşu bu isteği tersine çıkarmakta ve bir
paradoksal ironi doğurmaktadır.
Sîm-i eşkün yolına hârc eylemekden aglama
Yâ nedür ey ‘âşık-ı şürîde dünyâdan garaz (g.221/3)
“Ey perişan aşık, gözyaşlarının gümüşünü sevgilinin yoluna harcadığın için
ağlama, dünyadan maksat başka nedir.”
82 Süleyman Uludağ, a.g.e., s.507.
76
Burada şair çok veciz bir şekilde dünyanın sıkıntı ve mihnet çekileceğini ama
sonrasının güzelliklerle dolu olacağını söylemektedir. Bu görüş Batı algısıyla
ironiktir çünkü hem bu dünyada yaşamak zorunda olup hem de başka bir hayat
kaygısı ile zorluk çekmek ironiktir. İnsan bu seçimi kendisi yapmamıştır ve bu
kaderin bir cilvesidir.
Kadrüni seng-i musallâda bilüp ey Bâkî
Turup el baglayalar karşuna yârân saf saf (g.229/9)
Bu beyit, Bâkî’nin ironik kişiliğinin en net yansıdığı beyitlerden bir tanesidir.
Burada Bâkî eş dost ve yakınlarını eleştirmekte, bunu da bir gerçeklik olan ölüm ile
yapmaktadır. Dostları insanın hayattayken kıymetini bilmemektedir ama vefat ettiği
zaman cenaze namazı kılındığında bir taht üzere mevta getirilir. Omuzlar üzerinde
taşınır. Karşısında herkes el pençe divan durur ama artık iş işten geçmiştir çünkü
artık hakkını helal edecek bir kişi yoktur karşılarında. Yine de bir ümit ile kendi
haklarını helal ederler ki o iyilikten nasip alabilsinler. Bâkî işte bu ironik ve acı
dünya gerçeğini çok veciz bir şekilde bu beyitte anlatmıştır.
Devlet-i dünyâ hayâl-i hâba benzer nesnedür
Baht-ı bî-dâr isteyenler terk-i hâb itmek gerek (g.256/3)
“Dünya hayatı uykuya benzer, mutlu olmak isteyenlerin uykuyu terk etmeleri
gerekir.”
Bâkî yine bir tasavvufi terimin açıklamasını ironik bir şekilde yapmıştır.
Mutlu olmak isteyenlerin uykuyu terk etmeleri gerekmektedir derken, dünyayı terk
etmekten bahseden Bâkî, aynı zamanda tasavvufta az yemek, az konuşmak ve az
uyumak olan üç düsturdan birine gönderme yapmaktadır.
Bâkıyâ devrân sitemger çarh bî-rahm olmasa
Pister-i hâr üzre n ’eyler nâzenîn endâm-ı gül (g.286/8)
“Bâkî eğer dünyanın devri böyle rahmetsiz bir döngü olmasa kırılgan
endamıyla gül dikenin yatağında ne arar.”
77
Bu dizelerde dünyada eşitliğe dayalı bir düzen olmadığı, çok kıymetli
şeylerin değerini bilmeyenlerin elinde kaybolup gittiği vurgulanmaktadır, bu da
cilve-i kader olarak nitelendirebileceğimiz ironi türüne dâhil edilebilir.
Zâhid ol sıklet ile uçmaga hâzırlanma
Çıkar ol cübbe vü destârı biraz hıffet bul (g.307/5)
“Zahid o ağırlık ile uçmaya hazırlanma, o cübbe ve sarığı çıkar ki biraz
hafiflik bul.”
Bâkî zahid olarak nitelendirdiği kişiye nasihat vermekte, uçmayı istersen
hafiflik bul der gibi görünmektedir. Fakat edebiyatımızda “zahid” kaba sofu,
Allah’ın buyruklarını yerine getirirken anlayış konusunda eksikleri olan, her işin
kabuğunda kalabilen ilim ve imanı dış görünüşte anlayan insanlardır. Dar bir dünya
görüşü içerisinde sıkışıp kaldıkları için hakikate ulaşamamış ve samimiyetten yoksun
kişilerdir. Tek emeli cennete kavuşmaktır ama güzellikleri göremediği ve başkalarına
ıstırap verdikleri için genellikle alaya alınırlar.83 Bu dizelerde de Bâkî “uçmak”
kelimesini her iki anlamını kastederek kullanmış, görünürdeki anlamı ile uçmak
istersen hafifle derken, ikinci anlamında ise cenneti kazanmak istersen öncelikle dış
görünüşe, kılığa kıyafete önem vermeyi bırak, demektedir. Bu yönde bir ifade için
ironik demek doğru olacaktır çünkü ironinin herkesin aklında uyandırdığı genel
tanıma fazlasıyla uymakta, bir şeyi söyleyip başka bir şeyi kastetmektedir.
Varmaz erbâb-ı safâ meclisüne ey vâ’iz
Aglamış sûretüne kimse hevesnâk degül (g.309/5)
“Ey vaiz eğlence meclisinden kimse senin meclisine gelmez, kimse ağlamış
yüzünü görmek hevesinde değil.”
Burada bahsi geçen vaiz de edebiyatımızda zahid ile aynı minvalde
kullanılmıştır çünkü o da dış görünüşe ve dinin dış kabuğunda olanlara daha çok
ihtimam gösterir. Burada kimse ağlamış yüzünü görmeye hevesli değil, ondan
meclisine eğlenceyi seven kimse gelmez diyen şair aslında, Allah dostlarından kimse
83 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay., 2008, s. 448.
78
senin meclisine gelmez çünkü Allah’ı seven kulların gönlünden neşe eksik olmaz
demektedir. Erbab-ı safa’dan kasıt budur.
Beni âlûde-dâmen sanma vâ’iz mest gördünse
Senün bezmün gibi ben nice cây-ı pâkden geçdüm (g.316/4)
“Ey vaiz beni mutlu gördün diye iffetsiz sanmaz, ben senin meclisin gibi nice
temiz yurtlardan geçtim.”
Allah aşkı ile sarhoş olan dervişin mutluluğunu, onun iffetsiz bir biçimde,
belki de şarap ile sarhoş olarak mutlu olduğunu düşünüp eleştiren vaize şair ince bir
eleştiri yapmaktadır. Sen beni iffetsiz sanırsın ama ben de senin meclisin gibi
meclislerde bulundum demekte, aslında onun meclisinin de iffetsiz olduğunu ima
etmektedir. İffetsiz olan bir kişi “ben senin meclisin gibi çok yerde bulundum da
iffetsiz oldum” demesi bu ikinci anlamı da akıllara getirmekte ve içinde mizah içeren
bir ironi oluşturmaktadır.
Gice şem’-i ruhun şevkinde bir kaç beyti yandurdum
‘Aceb hûb u dil-efrûz eyledüm hoş dil-pesend itdüm (g.336/4)
“Gece senin aşkınla birkaç evi yaktım acaba kalbi yakanı mı sevdim, gönlünü
mutlu ettim mi”
Burada Bâkî incelikli ifadelerle gece şiir yazdığını, bununla sevgilisini mutlu
etmeyi amaçladığını anlatmaktadır. Bunu yaparken ise “gece birkaç evi yaktım ama
acaba seni mutlu edebildim mi” gibi acımasızca görünen bir işi kullanması ironiktir
çünkü tecâhül-i ârif sanatıyla sevgili için ev yakmanın kötü mü iyi olup olmadığını
bilemeyen, aşkın gözünü o kadar çok kör ettiği bir sevgili gibi davranmaktadır.
Bunun yanı sıra “beyit yandırmak” geceyi bir işle meşgul olarak geçirmek anlamında
da kullanılmakta, üç farklı anlamla tevriyeli bir ifade ortaya koymaktadır.
Zâhidâ olmaz riyâ mâni’ nihânî ‘işrete
Gûlsin gâyetde bilmezsin zarâfet neydügin (g.348/5)
“Zahid riya gizlice içki içmeye mani olmaz, ahmaksın, zarafet nedir
bilmezsin.”
79
Bâkî zahidi eleştirirken gizlice içki içmek için riya gerekmez derken bu
ifadeyi ironik biçimde kullanmıştır çünkü tam tersini kastetmek istemektedir aslında
sen riya sahibisin ve bu içki içmekten daha kötüdür demek istemekte, bunu görünüşte
ona öğüt vererek yapmaktadır.
Çihresinde görinen sanman o hûnînün dehân
‘Âşıkın kurbân iderken sıçramış bir katre kan (g.373/1)
“Onun yüzünde görüleni kan kırmızısı bir dudak zannetmeyin, aşığını kurban
ederken bir damla kan sıçramıştır.”
Şair yine sevgilisinin türlü fedakârlıklarına rağmen acımasızca onu sevmeyen
ve eziyet etmekten hoşlanan sevgiliyi, bu ironik cilve-i kaderi anlatırken çok kendine
özgü bir benzetmeyle sevgilinin dudağını bir damla kana benzetmektedir.
Yakma dâgum göricek sen de beni ey sûfî
Severin n'eyleyin ol lâle-’izârı severin (g.385/3)
“Ey sufi yaramı görünce sen de beni yakma, ne yapayım o lale yanağı
severim.”
Burada aşığın dilinden konuşan Bâkî, elinde bir seçenek olmadığını, kaderin
elindeki mahkûmiyetini dile getirmektedir. Acı çekmesine rağmen hala sevmeye
devam ediyor oluşu ironiktir.
Niçün ol yâre rakîbâ didün îmânumsın
Göreyin ayrılasın son demi îmânundan (g.389/3)
“Neden o rakibe imanımsın dedin, (inşallah) son nefeste imanından
ayrıldığını görürüm.”
Şair sevgilisine seslenerek, rakibe yani sevgilinin sürekli etrafında olan ve
ona aşkını izhar eden, buna mukabil sevgilinin de teveccühüne mazhar olan
kişilerden bahsetmekte, neden onlara yakınlık gösterdin demektedir. Sevgili rakibe
yakınlığını ona “imanımsın” diyerek belirttiği için Bâkî de tevriyeli bir ifadeyle “son
80
nefeste imanından ayrılırsın” demekte, yani hem akla ilk gelen anlamını, hem de
“inşallah o sevgili rakibten ayrılırsın” anlamını kast etmektedir.
İşitdük âhiretde hûr u Kevser var imiş ammâ
Nazîr olur mı hey sofî mey ü mahbûba dünyâda (g.449/4)
“İşittiğik ki ahirette huri ve Kevser varmış ama ey sofu dünyadaki sevgiliye
benzer olur mu”
Burada Bâkî görünürde kötü anlaşılabilecek, sanki ahireti reddediyor, bu
dünyaya ehemmiyet veriyor gibi görünse de sofuyu eleştirmekte, onun istediğinin
Allah olmadığını, cennetin tasvirine takılıp kaldığını, esas güzelliğini istemeyi
unuttuğunu belirtmektedir. Bunu görünüşte kendisini azımsadığı ve kötüleyerek
yaptığı için Sokratik ironi olarak adlandırmak mümkündür.
Dâne-i tesbîhüne ey zâhid aldanmaz gönül
Mürg-i zîrek sanma hergiz meyl-i dâm-ı zerk ide (g.461/3)
“Ey zahid, gönül senin tesbihinin tanelerine aldanmaz, her tersleyen kuşu
uyanık kuş sanma.”
Şair yine dinin dış görünüşüne takılıp kalan zahidi bu sefer tesbihi ile
eleştirmektedir. Burada Sokratik ironi vardır çünkü şair kendisini azımsayarak, dini
vecibelere pek önem vermiyor görüntüsü uyandırmakta ama bunu karşısındaki
insanın o dış kabuktan kurtulması, yaptığının içinde inancı olmadan boş olacağını
fark etmesi için yapmaktadır. Tıpkı Sokrates’in kendini azımsayarak, çok bilgili bir
kişi olduğu halde “Tek bildiğim, bir şey bilmediğimdir.” diyerek karşısında bilgiçlik
taslayan kişinin ne kadar sınırlı bir bilgiye sahip olduğunu keşfettirmesi gibi. Bu
yüzden Bâkî’nin özellikle Sokratik ironiyi başarılı biçimde kullandığını
söyleyebiliriz.
İnkâr itme sûfî şarâbun menâfi’in
Üstâd-ı hikmet öyle buyurmış kitâbda (g.469/3)
“Ey sufi şarabın faydalarını inkar etme, hikmetlerin üstadı kitapta öyle
buyurmuş.”
81
Bâkî “Ey Muhammed (SAV) sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki bu
ikisinde büyük bir günah ve insanlar için bazı menfaatler vardır.” (2:229) ayetine
telmihle içki içmenin bazı menfaatleri olduğundan bahsetmekte, ilk kalan kısmı
görmezden gelmektedir. Bu ifade ironiktir çünkü bu ayeti bilen kişinin ilk kısmını
bilmemesini beklemeyiz, beklenmedik bir şekilde ilk kısmı inkar etmekte ve
karşısındaki kişiyi inkar etmekle suçlamaktadır.
Kûyına varsa ‘aceb mi dil-berün gâhî rakîb
Cennet idi bir zamân İblîs-i mel’ûnun yiri (g.548/3)
“Rakib o sevgilinin yakınında olsa şaşılır mı? Bir zamanlar mel’un İblisin
yeri de cennetti.”
Şair rakibin sevgilisinin yakınında olmasını eleştirirken, saf görünmekte ve
şaşılacak bir şey yok diyerek bizi ilk dizede ironik bir ifade ile şaşırtmaktadır ama
sonraki dizede yaptığı söz oyunuyla rakibi iblise benzettiğini fark etmekteyiz.
4.2. N eft Divanında İroni
4.2.1. Nef’î ’nin Hayatı ve Kişiliği
17. asır klâsik Türk edebiyatı Şairlerinden olan NefDî, ErzurumDun
Hasankale (Pasinler) ilçesinde doğmuştur. Hayatı, ailesi ve tahsili hakkındaki bilgiler
sınırlı olan şair, döneminde daha çok kaside ve hicivleriyle ön plâna çıkmış bir
şahsiyet olarak bilinir. Hayatı boyunca dört padişahın devrine Şahit olan NefDî, asıl
Şöhretini IV. Murad devrinde kazanmıştır. Ölüm tarihi için kesin bir tarih olmasa da
ölüm sebebi olarak devlet büyüklerini hicvetmesi verilmiştir. Fakat daha çok
1044/1635 tarihi kabul görür.
Nef’î, özellikle kasidelerindeki üslûbu ve ele aldığı konuları ifade biçimiyle
kendisine has bir tarz oluşturmuştur. Nef’î ’nin Türkçe ve Farsça divanlarının yanı
sıra bir de Sihâm-ı Kazâ isimli yergilerinin bulunduğu bir eseri daha vardır.
Nükteli bir eser olmasıyla şöhret bulan Sihâm-ı Kazâ adlı eserde yer alan
manzumelerde Nef’î ’nin alışkın olduğumuz zekâsını ve edebî kudretini görmek pek
mümkün değildir. Nef’î üzerine kalem oynatan araştırmacıların ortak kanaati Türkçe
82
Divan ile Sihâm-ı Kazâ’da adeta farklı iki kişiliğin bulunduğu yönündedir. Sihâm-ı
Kazâ’yı neşreden Saffet Sıdkı, onu “divan şiirinin ezelî ve en büyük günahı” olarak
görmekte; Köprülü, Sevük, İpekten ve Karahan gibi araştırmacılar ise Divan’ında
oldukça kudretli ve titiz bir şair edası bulunan Nef’î ’den Sihâm-ı Kazâ’da yer alan bu
edebî yönden değersiz manzumelerin çıkmış olabileceğine anlam verememektedirler.
Saffed Sıdkı, yapmış olduğu çalışmayı, “divan edebiyatının ezelî ve büyük
günahının teşhiri” olarak görmektedir:
“Divan edebiyatının ezeli ve büyük günahının teşhirini ve teşrihini
kendimden daha salâhiyetli kimselere -acil kaydiyle- bırakırken, hazırlamakta
olduğum ‘Türk Hicvine Dair Notlar’ adlı eserimin bir parçasını teşkil eden ‘Sihâm-ı
Kazâ’ kısmını -içindeki pek de tatlı olmayan bir kadeh halinde- sunuyorum”.84 Bu
ifade dahi Nef’î ’nin hicivlerinin araştırmacılar tarafından bile ona ait olmadığını
dileyecekleri kadar tepki çekmesidir. Hala Nef’î ’den bahsedilirken, onun
kasidelerinin mükemmelliği ile hatırlanması gereken bir şair olduğundan ve fena
biçimde incelendiğinden bahsedilmesi şaire hak ettiği itibarın verilemediği
düşüncesine insanları sürüklemektedir.
4.2.2. Nef’î Dîvanında İroni Örnekleri:
Ehl olan kadrin bilir ben cevherim medh eylemem
Âlemin sermâye-i deryâ vü kânıdır sözüm (k.1/4)
“Ben cevherimi övmem, işinden anlayan kıymetini bilir. Benim sözüm
alemin denizinin ve kaynağının sermayesidir.”
Burada şair kendi şiirini övmek gerekmediğini, ehli olan yani şiirden anlayan
kişilerin kıymet vereceğini söylemektedir. Bu dizenin hemen ardından kendi şiirini
dünyanın denizlerinin ve kaynaklarının sermayesi, onların kaynağı olarak göstererek
övmesi bir durum ironisi oluşturmaktadır çünkü hemen bir dize öncesinde ben
övmem demekte, bir dize sonra ise medhiyeler düzmektedir.
84 Ahmet Akgül, N ef’înin Sihâm-ı Kazası ve Türkçe Divanındaki İki Farklı Üslup Üzerine Bazı Tespitler, Turkish Studies, Vol.7/2, 2012, s. 48.
83
Müdde’î münkir olursa çekerim işhâda
Hak-şinâs ehl-i nazar anladığım yârânı
Komaz aş’ar-ı revan-bahşıma inkârı yine
Hasidin ağzına gelse hasedinden canı (k.4/53-54)
“Hak bilir, nazar ehli olduğunu anladığım dostlarımı inkâr etmede ısrarcı
olsalar da şehadete çağırırım. Haset eden kişinin canı ağzına gelse de su gibi akıp
giden sözümü inkâr etmeyi bırakmaz.”
Şair hiciv temelli ironi yapıyor çünkü kendisi dost bildiği kişilere ne kadar
inatçı olsalar da yol göstereceğinden bahsederken, şiirini kıskandığını belirttiği
kimselerin ise canı çıksa bile şiirinin hakkını teslim etmeyeceğini söylüyor. Burada
şairin kendisini haset edenlerle bir tutması da ironiktir çünkü bu eşitleme sayesinde
şair onları kötülerken kendisini övmüş oluyor. Hicvi yani başkasını kötülemeyi
kendisini övmek için kullanması ironik bir tutumdur.
M a’nî-i rengîn mi lafz-ı âb-dârımda yahu
Sâgar-ı mînâya konmuş lâle-gûn sahbâ mıdır (k.7/35)
“Mana benim su veren, ter ü taze sözlerimin içinde mi parlıyor yoksa parlak
kadehe konulmuş lale renkli şarap mıdır?”
Nef’î kendi sözlerini şaraba benzetmekte ve kadehin içindeki şarap gibi
renkli, parlak ve akıcı olduğunu söylemektedir. Bu benzetmeyi tecâhül-i arif temelli
bir ironiyle yapmaktadır çünkü aslında şiirinin akıcı olduğunu kendisi bilmekte ve
kendisini övmek istemektedir. Bunu bilmiyormuş gibi yaparak, sanki sarhoş birisi
kadehe bakıyormuş gibi konuşarak söylemesi ironiktir.
Çeke mazmûnunu fehm etmede bir nükte-şinâs
Ne kadar dikkat ederse o kadar renc-i elîm
Kendi fehm etse de bin fikr ile bir nüktesini
84
Nutku âciz kala yârâne edince tefhîm (k.8/10-11)
“Nükteşinas birisi kendi ince manalı sözlerini anlamada ne kadar çok dikkat
ederse o kadar acı ve sıkıntı çeker.
Binbir düşünce ile nükteyi kendisi anlasa da dostlarına anlatırken söyleme
kabiliyeti aciz kalır.”
Burada Nef’î te’kidü-l medh bimâ yüşbihü’z-zem temelli bir ironi
yapmaktadır çünkü nüktedan kişilerin bile Sultanın nüktelerini anlamakta
zorlanacağını, başkalarına açıklamaya çalışırken de sözlerinin yetersiz kalacağını
söylemekte ve görünürde onları yermektedir. Bunu yaparken esas amacı ise Sultanı
övmek olduğundan, doğrudan övmek yerine ironik bir şekilde karşıdaki nüktedan
kişileri yeriyor gibi görünmesi söz konusudur.
Böyle sâhib-suhenin bundadır a’lâlığı kim
Sözü pest iken olur kendisi mağrûr u za’îm (k.8/12)
“Böyle söz sahibinin yüceliği şundadır ki sözü alçak iken kendisi gururlu ve
şeref sahibi olur.”
Burada da Nef’înin te’kidü’l-medh bimâ yüşbihü’z-zem temelli bir ironi
yaptığını görmekteyiz çünkü karşıdaki söz söyleyen kişiyi yüce olarak gösteren ilk
satırın ardından, sözünün düşük olduğunu ama buna mukabil kendisinin yüce
davrandığını söylemekte ve ironik bir şekilde övmek ister gibi görünüp yermektedir.
Ne kân eder ol etdiği itlâfı ne deryâ
Gerçi kef-i desti ne deryâ vü ne kândır (k.10/32)
“Onun yaptığı zarar ve ziyanı ne cahiller yapar ne de denizler, gerçi avcunun
içi ne derya ne de kaynaktır.”
Cinas yoluyla ironi yapan şair, onun verdiği zararı derya ve kaynaklar
veremez demekte, aynı beyit ne derya ne kan dökmek veremez şeklinde de
yorumlanmaktadır. Sonra rücu tekniği ile söylediğinden geri dönen Nef’î, onun
elinde ne derya ne de kaynak bulunur derken de onun aslında bu zararı vermeye
85
muktedir olmadığını belirtmektedir. Bu ifadenin iki farklı anlamı birden içeriyor
olması onu ironik kılmıştır.
Ol râst bu kec düşdüğü bî-hûde değildir
Zahm-ı ciger-i düşmen içün tîr ü kemândır (k.10/59)
“O doğrunun böyle eğri düşmesi boşuna değildir. Düşmanın ciğerinin yarası
için ok ve yaydır.”
Nef’î bazen sözlerinin doğruluktan veya güzellikten ayrıldığını
belirtmektedir. Bunu kendisi kabul etmekte ama yine de haklı olduğunu, çünkü
düşmanları için ok ve yay gibi doğru ve eğri sözlerini birlikte kullanması gerektiğini
söylemektedir.
Gerdûn meger âsûde midir kendi kederden
Devrân ana da mihrini pür-nîşter eyler (k.11/14)
“Felek kendisi kederden uzak ve huzurlu mudur, feleğin devri ona da
güneşini saf bir neşter kılmıştır/ feleğin devri ona da mührünü kazımaktadır.”
Bu dizelerde şair, dünyanın devrinin sürekli tersine döndüğü ve insanın ironik
bir paradoks içinde azap çekse de bu dünyada yaşaması gerekliliğini kabul etmekte;
bunun yanı sıra feleğin de bu azaptan kaçamadığını, feleğin devrinin bu tersine
işleyişinin onu da etkilediğini ve güneşin bile içinde nurdan bir neşter halinde
dünyayı böldüğünü söylemektedir. Bu beyti dünyanın bir kısmı karanlıkken diğer
kısmının aydınlık olduğu gerçeğini göz önüne alıp incelediğimiz takdirde, bu
durumun bile ironik olduğunu, dünyayı aydınlatan güneşin aslında aydınlatmak için
dünyayı bir nevi ikiye böldüğünü söylemek mümkündür.
Değil mihr ü beyâz-ı subh ufukda seyr içün sakfın
Felek baş kaldırınca hâke düşdü tâc u destârı (k.14/6)
“Gökyüzünün ufuklardaki beyaz sabah ve güneşi seyretmek için değildir.
Felek baş kaldırdığı için tacı ve sarığı toprağa düşmüştür.”
86
Burada Nef’î ufukta doğan güneşin ve gökyüzünün güzelliğini, feleğin başını
kaldırdığı için tacının ve sarığının yere düşmesine bağlamaktadır. Bu örneği ironik
kılan ise normal bir doğa olayının feleğin azametini belirtmek için ironik bir şekilde
nitelendirilmesidir. Bu belirtmeyi ironik kılan ise seyretmek için olmadığının
belirtilmesidir. Gökyüzü güneşin doğduğu ve battığı zamanlarda çok güzel
olmaktadır. Bu güzelliği ondan alıp feleğin baş kaldırmasına benzetmek ironiktir.
Kâşki dehre gelip böyle sitem çekmekden
Olmasam bir dem olursa dahî mihmân-ı felek (k.25/7)
“Keşke dünyaya gelip böyle sitem çekmek zorunda olmasam, olsam da
feleğin bir misafiri olsam”
Nef’î cilve-i kaderden yakınmakta ve sürekli sitem çekmek zorunda olmasam,
demektedir. Bu ifade ironik olarak nitelendirilebilir çünkü dünyada olan bir kişinin
hayatı sevmesini bekleriz, hayatı sevmese de ona son vermek istemesi gayet doğal
olacaktır ama burada hayatına son vermek istemeyip, sitem çekmeyi de kabullenmiş
ama keşke çekmeseydim diyerek o paradoksun içinde kendini bulmuş yazar, bunun
ağırlığından kalemiyle kurtulmaya çabalamıştır.
Ne cânı var ki zamânında kimsenin döke kan
Meger ki sıhhat-i cism-i alîl içün fassaâd (k.30/41)
“Onun kimsenin kanını dökmeye mecali mi var, kan aldırmak sıhhat için
gereklidir.”
Kan döken kişiyi haklı çıkaran Nef’î, kan sıhhat için alınır, bu kişi de cani
değildir, o yüzden kan dökmüştür, gibi bir açıklama yapmıştır. Aslında kötü olan bir
durumu iyiymiş gibi göstermek ironiktir.
Eylesem nazm ile d’avâ-yı kerâmet şimdi
Eder ıkrâr ile dünyâ sözüme redd-i cevâb (k.32/52)
“Şimdi nazm ile keramet davasında bulunsam dünya benim cevabımı
reddederek doğruluğunu kabul eder.”
87
Nef’î şiirinin güzelliğinden bahsederken onun keramet oluşunu iddia
edeceğini ama bunu dünyanın dile gelip, aksini kanıtlamaya çalışacağını, bunun da
ayrı bir keramet olduğunu söylemektedir. Dünyanın kerameti reddetmesi ayrı bir
keramet olacağından, burada bahsedilen imge ironiktir.
Dürr-i meknûn ise de nazmım eger ey Nef’î
Düşürür yine kesâda anı ayb-ı itnâb (k.32/64)
“Ey Nef’î, nazmım saklı inci gibi ise de sözü uzatma kusuru, diğerleriyle aynı
seviyeye indirir.”
Nef’î ’nin kendi şiirini uzun olması, itnâb olarak adlandırılan gereksiz sözlerle
oluşan anlatım kusuru yönünden eleştirdiği bu dizeler çok veciz ve i’caz dolu olduğu
için ironiktir.
Maksûd eğer cevher-i aşk ise mücerred
Yâ fark-ı mecazî vü hakîkî ne revâdır
Zühhâda vebâl ise eger aşk-ı mecâzî
Rindâne medâr-ı sebeb-i naks-ı riyâdır (k.34/7-8)
“Tek istenen aşkın cevheri ise mecazi veya hakiki farkı reva mıdır? Zahidlere
mecazi aşk günahsa rindlere riyanın eksikliği sebebinin vesilesidir.”
Burada Nef’î mecazi aşk ve ilahi aşk kavramlarını eleştirmekte, Allah’a
duyulan aşk olan ilahi aşk ile kullarına duyulan aşk olan mecazi aşkın özünde bir
farklılığın bulunmadığını söylemektedir. Burada eğer erişilmek istenen bu öz ise
ulaşmanın yolları arasında bir fark yoktur diyerek, zahidler için haram olan mecazi
aşkın rindler için ise riyakar olmadıklarını kanıtlamaları açısından vesile olduğunu
söylemekte ve ironi yapmaktadır. Mecazi aşkın bir vesile olmasının kendisi de
mümkün olmadığının farkındadır ama bilmiyormuş gibi davrandığı için ironik
duruma düşmektedir.
Tahkîk edemem n’eydügini hâmemin elhâk
88
Zîrâ ki o bir sâhir-i i ’câz-nümâdır (k.34/45)
“Kalemimin yaptığını düzeltemem çünkü o i’caz gösteren bir sihirbazdır.”
Şair kendi kaleminden bahsederken kısa ve özlü anlatımı sayesinde sihir
gösterir o yüzden ne yaptığını düzeltemem, demekte ve aslında kalemini kötüler
minvalde bir ifadeyi kendisini övmek için kullanarak ironi yapmaktadır.
Bâ‘is-i kîne nedir ehl-i kemâle bilmem
Müdde‘âsından olaydım feleğin âh habîr
Duyalı sa‘yimi tekmîl-i hüner eylemeğe
Etmedi hîç cefâ etmede bir dem taksîr (k.40/38-39)
“Kemal ehline nedir bu kininin sebebi, feleğin iddialarından keşke haberim
olsaydı. Hünerimi en üst seviyeye çıkarmak amacımı duydu duyalı bana eziyet
etmede kusur etmedi.”
Şair feleğin insanların çabalarına karşılık vermeyişini, düzenini
değiştirmeyişini eleştirmektedir. Cilve-i kaderin elinde çaresiz kalmış, feleğin kemal
sahibi olmak isteyen insanlarla derdini anlayamamış halde olması ironiktir çünkü
insanlar ne çaba gösterirse göstersin feleğin eziyetinden kurtulamamaktadır.
Sihr ederdim de o kadar vasf-ı cemîlinde tâ
Gösterirdim feleğe ben de yed-i beyzâyı (k.45/26)
“Senin güzelliğini tasvir ederken ben de sihire başvurur, sonra feleğe beyaz
eli gösterirdim.”
Burada Nef’î ’nin bahsettiği Allah tarafından Musa peygambere verilen bir
mucizedir. Musa (AS) Allah’ın emri ile elini koynuna sokar ve çıkarır, böylece eli
güneş gibi parlardı.85 Burada Nef’î ’nin kast ettiği ilk anlam budur, ama söyleyiş tarzı
ile Nef’î başka türlü bir anlamı da akla getirmektedir. Feleği sanki azarlarmış gibi
görünen bu beyitlerde feleğe elini göstermesi yani onu dövmek anlamına gelebilir.
85 Pala, a.g.e., s.481.
89
Bu anlam düşünülürse ifade ironiktir çünkü sihir yapmaktan bahsederken kast ettiği
şey dayak atmak olacaktır.
Derûnumda o denli cây-gîr olmuşdur ihlâsın
Ki yanımda kul olmak sana şâh olmaktan evlâdır (k.48/45)
“İhlâsın benim içimde o kadar yer edinmiştir ki senin için benim yanımda kul
olmak şah olmaktan evlâdır.”
Şair burada hitap ettiği kişi için ilk bakışta normal görünmeyen bir istekte
bulunmakta, kendisinin yanında kul olmasının şah olmasından daha iyi olacağını
söylemektedir. Bu ifade ironiktir çünkü kul olmanın şah olmaktan üstün olmadığı
herkesin anlayabileceği bir gerçekliktir. Bunun açıklaması olarak da sevgisinin o
kadar üstün olduğunu ve başkalarının şahına göstereceği sevgiden, insanı seven
kişinin kul olarak gösterdiği sevgi evladır denmektedir.
Bana âmî diyen bâtıl ne herze yer köpek câhil
Edebde ol dahi zu’munca sâhib-tab’ mollâdır (k.48/63)
“Bana cahil diyen batıl, ne kadar boş söz söyleyen cahil bir köpektir, edebini
sorsan yanlış zan üzere karakter sahibi bir molladır.”
Nef’î bu dizelerde kendisine cahil diyen, edepli ve karakter sahibi olarak
bilinen bir mollayı o kadar sert eleştirmiştir ki, cahillik olmasa bile edepsizlik
ölçüsünde hakarete varan ifadeler kullandığı için iddiasıyla çelişmektedir. Bu da bir
ironi doğurmaktadır çünkü söylenilen söz ile düşünce arasında bariz bir tutarsızlık
bulunmaktadır.
Mukallid mashara mudhik tutalım Mantıkî olmuş
Nice molla olur ol har acep bîhûde davadır (k.48/64)
“Taklitler yapan soytarıya güldürsün diye tuttuğumuz Mantıki’dir, nasıl molla
olur o eşek, beyhude davadır.”
Burada Nef’î yine sivri dilli bir şekilde bir mollayı eleştirmekte, soytarıya
gülsün diye soytarı olarak tuttuğumuz kişi nasıl molla olsun, demektedir. Bu ifade de
90
bir önceki ifade gibi ciddiyet arzetmesi gereken ama içinde hakaretler bulunduğu için
o ciddiyetten kopan ironik ifadelerdir.
O gûne mudhikin eş’arına söz der mi ehl-i dil
Nihâyet ol kadar vardırki mevzûn u mukaffâdır (k.48/65)
“O soytarı sıfatlının şiirlerine gönül ehli söz (e)der mi, neticede hepsi ölçülü
ve kafiyelidir.”
Nef’î yine eleştirdiği bir şairin şiirlerinin hep kafiyeli ve ölçülü olduğunu, o
yüzden söz söylenemeyecek olduğunu belirtiyor gibi görünse de aslında, bu sözlerin
“nitelikli bir söz” olarak kabul edilemeyeceğini söylemektedir. Bu yüzden görünürde
başka bir anlamı kast eden, ardından başka bir anlam çıkarabildiğimiz bir ifade
bulunduğu için burada sözlü ironi vardır diyebiliriz.
Getir ey sâki-i ferhunde-likâ bu meyden
Cânı var ise desin sûfi-i dil mürde harâm (k.50/17)
“Ey mutlu saki bu şaraptan, gönlü ölmüş sofu buna canı varsa haram desin.”
Bu dizelerle hicvi kullanan Nef’î zahid gibi kendisini eleştiren sofuya cevap
olarak bu şaraptan içirin, bakalım gücü yeterse haram desin, demektedir.
Dahl eden de sözüme bârî bir üstâd olsa
Söyledikçe beni ma’kûl ile kılsa ilzâm (k.50/71)
“Sözüme laf eden de bir üstad olsa da davasında beni makul bir şekilde
suçlasa.”
Nef’î bu dizelerde karşısında kendini suçlayan şairi küçümsemekte, üstad olsa
da makul bir şekilde beni suçlasa derken, makul kelimesinin ikinci anlamı olan
“söylenmiş” göz önüne alındığında, söylediği sözlerle keşke benim haksız olduğumu
iddia edecek kadar üstad olsaydı demektedir. İnsan kendisinin haksız çıkarılmasını
normal şartlarda istemez, burada şairin bunu istemesi, karşısındakinin bunu yapmaya
muktedir olmadığını vurgulamak için olduğundan ironiktir.
91
Ne bilir zevk-i suhan n'eydüğin olursa Mesîh
Tıfl-ı nev-reste-i nâ-şüste-leb-i şîr-âşâm (k.50/73)
Eb ü ceddiyle tefâhür eden ebced-h’ânın
Ehl olan redd ü kabulüne verir mi ahkâm (k.70/74)
“Daha ağzını yıkamamış süt içen, yeni yetişmiş küçük çocuk sözün zevkini
nasıl bilir İsa Peygamber gibi. Soyu kesik olan ama soyuyla övünen bir hanın kabul
veya reddetmesine ehil olan kişi hüküm verir mi?”
Kendi şiirini eleştirenleri iğnelerken Nef’î ’nin seçtiği örnekler kendine özgü
ve ironik olarak nitelendirilebilir çünkü ağzı daha süt kokan çocuğun yani bu işte
yeni olan birisinin, Nef’î ’nin şiirine söz etmesi mümkün değildir demektedir. Bunu
örnekler üzerinden çok mantıklı bir şekilde açıklaması da ayrı bir ironi
oluşturmaktadır çünkü doğrudan yürütülen mantıkla bile iddia ettiği şeyin doğru
olmadığını ispatlamaktadır.
Ne hikmetdir kim bu dil olmayınca mest-i rüsvâyi
Ta’akkul edemem âlemde her pinhân ü peydâyı
Nedenli akl u fikr eylerse teklîf-i temâşâyı
Gözüm dünyayı görmez görmesen câm-ı musaffâyı
Getir âyine-i âlem-nümâ-yı câm-ı sahbâyı
Benim de sâkiyâ görsün gözüm bir pâre dünyâyı (m.1)
“Ne hikmettir ki bu gönül rezil olmakla mest olmayınca alemde aşikar veya
gizliyi düşünemem. Gözüm etrafa bakmayı teklif etmeyi akletse de kadehi
görmeyince dünya gözüme görünmez. Ey saki dünyayı gösteren kadehi getir ki
benim de gözlerim bir parça dünya görsün.”
92
Burada Nef’î dünyayı ayıkken gözünün görmediğini, sarhoşken gördüğünü
söylemektedir. Bunu şu şekilde açıklamak mümkündür. Aşık, aşkın mest edişiyle
kendinden geçmeden gözleri açılmaz, onun gözleri bu dünyayı görmez. O aşk ile
mest olduğunda ise gizli ayan her şey açığa çıkar ve ona başka bir dünyanın kapıları
açılır. Bu açıdan görünürde beklentilerin tersine sonuç veren, ironik bir durum söz
konusudur çünkü ayıkken dünyayı net görmek mümkün değildir. Ama burada şairin
kast ettiği ilahi aşkın cezbesine katılan kişilerdir.
Halk-ı âlem bir nefes şâd olmağa cânlar verir
Cânımın cânı gûya dildeki gamdır bana (g.1/5)
“Şu alemdeki halk bir nefes mutlu olmak için canını feda eder, benim ise
canımın canı gönlümdeki şu hüzündür.”
Burada da sevgilinin içine düştüğü paradoks ve bunun sonucunda söylediği
ironik bir söz bulunmaktadır. Normalde herkes mutlu olmak için çabalarken şair
mutsuzluktan zevk aldığını söylemektedir. Bir ironist halkın genelinin fark etmediği
veda dikkat göstermediği konularda, halkın geri kalanına ters düşecek şekilde
davranır.
Ben mest-i harâbım dil mestâne değil mi yâ
Gerdûn yine ol bezme peymâne değil mi yâ
Çün âşıka rüsvâlık elbette mukarrerdir
Mestâneliğim böyle rindâne değil mi yâ
Keyfiyyet-i nazmımla mest olsa n'ola âlem
Her beyt-i safâ-bahşı meyhâne değil mi yâ
Bin genc-i güher olsa pinhân n'ola sinemde
İşret gede-i tab'ım vîrâne değil mi yâ
93
Uşşâkı niçün kırmaz gamzen ne durur bilmem
Keskin mi değil tîgı mestâne değil mi yâ
Kadrim n'ola bilmezse yârân-ı suhan-perver
Ehl-i dile tab' ehli bigâne değil mi yâ
Nef’î dil-i şeydâya bir pâre teselli ver
Lâyık mı değil aşka dîvâne değil mi yâ (g.6)
Nef’i bu gazelinde cilve-i kader ironisi olarak adlandırılabilecek olan, hayatın
cilveleri ve kader yüzünden kötü duruma düşen kişilerin durumunu özetlemektedir.
Ben aşkınla harap oldum, gönül hiç harap olmaz mı diye başlamakta ve cevabını
bildiği soruları sevgilisine sormaktadır. Bu açıdan ironi temelli tecahül-i arif ile
yazılmış bir gazel olduğunu söyleyebiliriz.
Benzedirmiş kendüyi âyîne rûy-ı dilbere
Her işi aksine ancak kimseden etmez hicâb (g.9/4)
“Ayna kendisini sevgilinin yüzüne benzetirmiş, her işi ters ama kimseden de
utanmaz.”
Ayna Divan şiirinde sıklıkla kullanılmış bir motiftir. Ayna bazen hakikati
yansıtan, bazen içinde sırları bulunduran, bazen doğruyu yüzümüze vuran bir nesne
olarak anlam bulmuş, farklı mazmunlarla bir arada kullanılmıştır. Ayna mazmunu
Tanpınar’ın “Ayna” şiirinde “sevgilinin görüntüsünü içinde hapsederek bu güzelliği
zamana gülümseyen bir şafak halinde koruyan bir mahfaza yahut bir mahpes gibi”
düşünülmüştür.86 Burada Nef’î çok usta bir şekilde aynanın tabiatıyla alakalı bir söz
sanatı yapmıştır. Ayna karşısındaki kişiyi taklit eder gibi görünür ama ironik bir
şekilde bunu tam tersi şekilde ancak yapabilir.
86 M.Fatih Andı, Güneşe Tutulan Ayna, Hat Yayınevi, 2010, s.12.
94
Ol ilâc etmekde âciz derdimin meftûnu ben
İkimiz de kurtulurduk geçse dermândan tabîb (g.11/2)
“O ilaç derdine düşkün olan beni aciz kılıyor, doktor çare bulmaktan
vazgeçse ikimiz de kurtulurduk.”
Bu dizelerde Nef’î, aşığın aşk derdini hissetmekten mutlu olmasından
bahsederken, onu tedavi etmeyi amaçlayan doktorun verdiği ilaçları düşman gibi
görmektedir. Bu durum ironiktir çünkü normal şartlarda bir kişinin kendisini tedavi
ettirmesi gerekirken aşık doktordan şikayetçi olmaktadır.
Mecnûn ne bilir kâ’ide-i nâz ü niyâzı
Âşık mı sanır kendin o meczûb-ı mahabbet (g.16/5)
“Mecnun nazın, niyazın kurallarını ne bilsin, o muhabbetten cezbeye
kapılmış, kendisini aşık mı zanneder?”
Burada şair kendisini mecnun ile kıyaslamakta ve mecnunun aşık olmadığını,
sadece cezbeye kapılıp aklını yitirdiğini söylemektedir. Herkesin aşk konusunda
aklına ilk gelen isme âşık değil demek ironiktir.
Sûfi ne bilir kadrini zevk-i mey-i nâbın
Bilseydi ger olurdu hemân hâk-i reh-i mest (g.22/4)
“Sofu nasıl saf şarabın zevkini bilir, bilse hemen bu yolun toprağı olurdu.”
Nef’î, sadece dinin kurallarına takılıp kalan kişileri eleştirmekte, esas zevkini,
bu gönül sarhoşluğunu bilse bu yolun toprağı olurdu, demektedir. İlk okunuşta bu
şarap, akla ilk gelen şarap olduğu için bu ifade ironiktir.
Anmasın sûfi dahi kesretde vahdet âlemin
Yârı tenhâ avlayan uşşâk-ı şeydâ bundadır (g.37/4)
“Sofu kesrette vahdet alemini anmasın, yarini tenhada yakalayan divane
aşıklar asıl bunu bilir.”
95
Bize pend ile vâ’izler kesel verdikleri yetmez
Kesel defini ko câm-ı safâdan hem kes el derler
Hüner addeyleyip cânâ acepdir âlemin hâli
Le’ime mugtenem derler kerîme muhtezel derler (g.43/2/3)
“Bize vaizlerin nasihat ile ağırlık verdikleri yetmez, uyuşukluk defini bırak,
safa kadehini bırak derler. Alemin hali gariptir canım, bir hüner addederek alçağa
ganimet derler, kerem ve iyilik sahibine derler.”
Burada Nef’î dünyanın içinde bulunduğu dünyanın garipliğini ve karşısındaki
kişilerin ironik tutumunu anlatmaktadır. Vaiz, dinin kurallarına katı bir şekilde bağlı
olan birisidir ve aşığın durumunu anlayamaz. Onun mest olmak için içtiği şarabı
içmemesi gerektiğini söyler. Nef’î de bunu dünyanın garipliği içerisinde
değerlendirerek aslında güzel olan bir şeyin nasıl kötü algılandığını merak
etmektedir.
Âşık olmakdır yine evlâsı ammâ derd bu
Bir mülâyim âfet-i mekkâra düşdü gönlümüz (g.46/3)
“Gönlümüz hilekar ama yine de alçakgönüllü, afet gibi bir güzele düştü. Bu
derdin daha iyisi aşık olmaktır.”
Burada şair hem gönlünün düştüğü birisi olduğunu söylemekte, hem de bu
derdin daha iyicesi aşık olmaktır, demektedir. Bu ifade içinde bir tezat bulundurduğu
için ironiktir çünkü gönlünün düştüğü birisine aşık olmasını beklerken, güzelin
yaptığı hilelerle gönlünü çalmış olduğunu, ama yine de bunu alçakgönüllü bir şekilde
yaptığını, o yüzden tam olarak kendisine aşık etmediğini fark etmekteyiz.
Sûfî gibi münkir eğiliz keyf-i şarâba
Biz mu’tekid-i mürşid-i seccâde-i aşkız (g.51/5)
96
“Sufi gibi şarabın keyfini inkar etmeyiz. Biz aşkın seccadesinin inanan
mürşidleriyiz.”
Bu dizelerde şair çok ince ve veciz bir ifadeyle tecahül-i arif temelli ironi
yapmaktadır. İslam inancında içki haram olduğu için inanan bir kişinin içkinin
içilmesini doğru bulmaması beklenmektedir. Bu dizelerde ise sufi olarak adlandırılan
ve dinde kuralcı kişileri temsil eden bu mazmunu kullanarak şair kendini haklı
çıkarmaya çalışmaktadır. Kendisini haklı çıkarmaya çalışırken seçtiği kelimeler
dikkat çekici ve üzerinde düşünülmesi gereken kelimelerdir. “Münkir”, “mutekid”,
“mürşid”, “seccade” gibi kelimeler dinibütün kimseleri tanımlamak bağlamında
kullanılır. Bu kişilerin tam tersi istikamette bir hayat sürdürenleri tanımlamak için
aynı kelimeleri kullanmak, burada sözlü ironi olduğunun bir göstergesidir.
Bağlamaz seg yerine âşıkını ol âhû
Dağlar cismini hem-reng-i peleng etmeyicek (g.69/3)
“O ahu gibi güzel aşığının cismini yaralarının rengi tek renk olmayınca köpek
yerine bile bağlamaz.”
Aşık ve dilber arasındaki cilve-i kaderin mahsulü tezat tekrar
vurgulanmaktadır. Aşık bedeni yara bere içinde kalırken, sevgilisi onu kapıdaki
köpek yerine bağlamak için bile şartlar sunmaktadır.
Lezzet-i vuslat içün firkat-i yâri çekemem
Sohbet-i bâde içün renc-i humârı çekemem
Âşinâ çıkdım ise çeşmine kâfir değilim
Sitem-i gamze-i nezzâre-şümârı çekemem
Minnet eylerse felek bir-iki günlük ömre
Olurum derd-i mahabbetle o bârı çekemem
97
Âşıkım âşıka şûrîdelik a’lâ yaraşır
Pek denâ’et görünür siklet-i yâri çekemem
Nakd-i ol vakt olsa bana zevk u safâ-yı vuslat
Bir nefes ârzû-yı bûs u kenârı çekemem
Sînemi dâğ ile dil tâze gülistân ister
Bülbülüm lîk gam-ı köhne bahârı çekemem
Câna minnet ne çekersem çekeyim ey Nef’î
Lezzet ü vuslat içün firkat-i yâri çekemem (g.84)
Çekemem redifli bu gazelin tamamını ironik olarak algılamak gerekmektedir
çünkü aslında şair çektiği bütün sıkıntıları anlatmakta, ama bunları çekemem
demektedir. Ayrıca, şiirimizdeki aşık anlayışının tam tersini kastettiği için de
ironiktir çünkü şiirin muhatapları normalde şairin bu konularda yazacağını
düşünmüştür ama Nef’î bu konuda tabuları yıkarak, çekemem demiştir.
Sihr etdiğini senden işittim yine Nef’î
Yoksa sözünü hep i’câz sanırdım (g.86/5)
“Sihir yaptığını senden işittim Nef’î, yoksa ben sözlerini icaz zannederdim.”
Burada şair kendi kendisine seslenerek, sözlerini kısa, öz ve veciz
zannederdim ama sihirmiş, demektedir. Kelimelerin sihirli bir yanı olduğu, şairlere
çoğu zaman sihirbaz muamelesi yapıldığı bilinmektedir. Sihir ve büyünün çoğu
biçiminde birtakım sözler kullanıldığından, ilham eseri şiir yazan şairler de sihir
yapıyor addedilmiştir. Burada şair hüner gerektiren bir söz sanatı olan i’câz
yönünden zengin olan ifadelerinin aslında sanat maksadıyla söylenmediğini, onların
adeta sihirli olduğunu kendisi belirtmektedir. Tecahül-i arif yoluyla sanki
bilmiyormuş gibi bunu ifade ettiği için bu beyit ironiktir.
98
Zülfüne kalsa perîşân eylemezdi dilleri
Anı da tahrîk eden bâd-ı sabâdır n’eylesin (g. 91/4)
“Saçların gönülleri perişan etmeyi kendisi istemezdi ama onu da tahrik edip
buna sevkeden sabah rüzgarıdır, ne yapsın.”
Nef’î, bu dizelerde sevgilisinin gönlünü perişan eden saçlarını savunmakta,
onun aslında çaresiz olduğunu çünkü bir sevk ile uçuştuğunu söylemektedir. Burada
saçların kişileştirilmesi ironik olmaktadır çünkü aslında divan edebiyatında hep
sevgilinin gönlünü yakıp tarumar eden saçlar suçlanmaktadır. Bu dizelerde sevgilinin
saçlarını savunan bir aşığı görüyoruz. Yine de aşık kaderin cilvesi sebebiyle bu derde
düşmektedir ve sebebi yine kendisinde değil, bu sefer de sabah rüzgarındadır.
Dizelerde kaderin kendisine biçtiği rolü üstlenen bir imajlar bütünü yer aldığı için bu
dizeleri de cilve-i kader ironisi içinde yorumlamak mümkündür.
Feryâdı mü‘essirdir her perdede uşşâkın
Uymaz def ü tanbûra bir özge hevâdır bu (g.100-1/2)
“Aşıkların her perdede feryadı etkilidir, defe tanbura uymaz çünkü kendine
özgü bir havası vardır.”
Bu beyitte tevriyeli bir anlatım bulunmaktadır. İlk anlamı ele alacak olursak,
aşıkların feryadının musiki ile uyumlu olamayacağını çünkü kendisine ait bir havası,
kendine özgü bir tavrı olduğunu ve bunun ancak aşıklar tarafından aktarılabileceğini,
musikinin bu konuda yetersiz kaldığını ifade ettiğini düşünürüz. İkinci anlamı ele
aldığımızda ise musikide yer alan “uşşak” makamının anlatıldığını görmekteyiz.
Uşşak makamı kendisine has bir tınısı ve notalarda yazılmasa da uygulamada
değişiklik gösteren bazı istisnaları bulunan bir makamdır. Bu yüzden tanbur veya
def, hanendeye eşlik etmekte güçlük çekebilir. Beytin her iki anlamı haiz olması,
ironi temelli kinayenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Dünyâ deme ey dil buna künc-i gam imiş bu
Bir âlemi yok mihneti çok âlem imiş bu (g.100-2/1)
99
“Ey gönül buna dünya deme bu ızdırap köşesiymiş. Bu zevk ve sefa olmayan
ama mihneti çok olan bir alemmiş.”
Dünya yaşamak istediğimiz ama yaşadıkça eziyet çektiğimiz bir alem olarak
görülmektedir. İnsan asırlar boyunca nereden geldiğini, niçin var olduğunu ve niye
yaşadığını sorgulamış, bunu ancak bir inanç sistemi çerçevesinde bir anlama
kavuşturabilmiştir. Herhangi bir inanç sistemini kabul etmeyen kişilerce insanın
hayatta kalma isteği ve hayatın zorluklarına katlanmak zorunda oluşu hep bir
paradoksal ironi olarak görülmüştür. Bu beyitte de şair çektiği sıkıntılar sebebiyle
artık bu dünyayı sadece mihnet ve sıkıntıdan ibaret görmekte, bunun paradoksunu
yansıtmaktadır.
Zâhidâ kevseri yarın kim içermiş görelim
Hele biz nûş edelim câm-ı safâyı bu gece (g.112/2)
“Ey zahid, biz bu gece safa içkisinden içelim, yarın kevseri kim içermiş
görürüz.”
Bu beyitte sürekli atışılan zahide yine bir gönderme yapılmakta ve onun
kınadığı içki meclislerinden bahsedilmektedir. Şair asıl aşkın kendilerinde olduğunu
ve ahrette Kevser şarabından kendilerinin içeceğini söylemektedir. Şairin kendisi de
içkinin haram olarak görüldüğünün farkındadır. Bu farkındalığına rağmen tecahül-i
arifane yoluyla bunun ahrette ona yardımcı olacağını ifade etmesi ironiktir. İçki içen
birisinin günah işlediği ve bunun karşılığını ahrette kötü bir şekilde göreceğini
düşünen zahide bir eleştiri yapmaktadır.
Dünyâ hevesinden koma gönlümde eser
İstersem eğer cenneti zindân eyle (r.2)
“Dünya hevesinden gönlümde bir eser, bir kalıntı bırakma. Eğer dünya
hevesine düşersem bana cenneti zindan et.”
Şair dua niteliğindeki bu dizelerde Allah’a seslenerek kendisindeki dünya
hevesini almasını istiyor. Bu isteği ironik kılan ise ikinci dizede yer alan ifadedir
100
çünkü duanın devamında, “Eğer ben hala dünyayı istersem bana cenneti zindan et.”
denmesidir. İslam inancına göre cennet hiçbir sıkıntı ve üzüntünün olmadığı bir yer
olacaktır. Hatta ayette:
“Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabiler,
bunlardan her kim Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve
Salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır,
bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun
olacak da değillerdir.”87
Bu yüzden zaten ayetle cennette yer almayacağı bildirilen bir azabı istemekle,
şair kendisini ironik bir biçimde temize çıkatmaktadır. Bu minvalde eğer kalbinde
dünya sevgisi bulunsa bile, cenneti zindan etmesini istemekle aslında yapmayacağını
bildirdiği bir şeyi istediğinden azaptan uzak kalmayı temenni etmektedir.
4.2.3. Nef’înin Sihâm-ı Kazâ adlı eserinde ironi88
Bana bu güç gelir âmmâ hakîkatte adâlettir
Niçün harlık edip medh eyledim böyle bir nâdânı
( - )
Yazık tiğ i zebâna gerçi kim darb-ı meseldir bu
Ederler canavarda tecrübe şimşîr-i berdânı (32)
“Bana zor gelir ama aslında adalettir, neden eşeklik edip böyle bir cahiliövdüm.
Yazı lügatimin kılıcına ama bilinen bir örnektir, yeni kılıcı canavarda tecrübe ederler.”
Burada Nef’î cahil birisini medh ettiği için kızmakta, sonra da aslında
hakikattir, ben hak ettim diyerek kendisini haksız çıkarmaktadır. Bu konuda bir
örnek vererek, kılıcı önce canavarda tecrübe ederler demekte, yani kendi şiirinin de
hak etmeyen birisini övdüğünü söyleyip yine kendisini övmektedir. Burada önce
87 Kuran-ı Kerim, Bakara, 2/62.88 Saffet Sıdkı, Nef’î ve Sihâm-ı Kazâ’sı, Aydınlık Basımevi, 1943.
101
kendisini yerdiği, ama aslında asıl amacının karşısındakinin kusurunu söylemek
istediği için bu ifade ironiktir.
Kahbe onbeş seneyi geçti ki tefsir yazar
Hiçbir harfini görmüş mü âdem a köpek
( - )
Kâfirim ger seni hicv ettiğime nâdim isem
Hak huzurunda ya senden utanırsam a köpek
İ’tikâdımca gazâ eyledim inşâallah
Hak bilir yok yere ben kimseyi söğmem a köpek (36)
Bu redif beyitli beyitlerde Nef’î karşısındakini hicvederken çok sert bir dil
kullanmaktadır. Tefsir yazan bir kişiyi Kur’an-ı Kerimin hiçbir harfini görmemekle
suçlamaktadır. “Seni hicvettiğime pişman isem kâfirim, Allah’ın huzurunda senden
utanmam çünkü ben inancıma göre seni hicvederek gaza ettim. Kimseyi yok yere
sövmem.” demektedir. Bu ifadenin içerdiği tezat onu ironik kılmaktadır çünkü gaza,
Allah için kâfirlere karşı savaşmaya verilen isimdir. Müslüman, hem de tefsir yazmış
birisini kötüleyerek gaza edilmez.
Devleti devlet-i İslâmı zebûn etti hele
Katı lû tf eyler ecel mevtine etse acele (40)
“İslam devletini acizliğe düşürdü, ecel gelip ölümüne acele etse lütfeder.”
Bir kişinin ölümünün çabuk olması bir lütuf değildir, burada öyle olduğunu
söyleyerek ironik bir biçimde eleştiri yapmaktadır.
Ayağı düz basacak böyle ne hikmettir bu
Ba’de-i gafletile serhoş ü lâya’kil iken (41)
“Böyle gaflet içkisiyle ile sarhoşken ayağının düz basması nasıl bir
hikmettir.”
102
Nef’î tecâhül-i ârif yaparak eleştirdiği kişinin işlerinin nasıl doğru gittiğini
merak etmekte çünkü onu bilmezlikle suçlamaktadır.
Tâc ü destâr ile tefâhür eder
Bâşını açamez keli görünür (43)
Bu dizelerde icazı en güzel şekilde kullanan Nef’î, karşısındaki kişinin sürekli
tacı ve sarığı ile övünmesinin sebebi olarak kel oluşunu göstermekte ve ironi
yapmaktadır.
Sanki kasım günü doğmuştu Kâsım çavuş
Berfden dahî soğuk yüzü sözü nâdânın (47)
“Kasım çavuş sanki kasım günü doğmuştu o cahilin yüzü kardan bile soğuk.”
Burada Kasım çavuşun ismiyle doğum tarihi arasında bir bağlantı olduğunu
iddia ederek ironik bir biçimde soğuk yüzlü bir insan oluşu arasında bağlantı
kurmaktadır.
Ne keder verse gerek kirli Nigârın hicvi
Gerçi deryâ gibi tab’ım bulanıp cûş etti
Ben de hicv eyledim ol farkı nihâyet diyeler
Gevher-i nazmını bir kahbeye menkûşetti (59)
“Kirli Nigarın hicvi bana ne keder verebilir ama deniz gibi karakterim bulanıp
coştu. Ben de onu hicvettim, desinler sözünün cevheri ile bir kahpeyi süsledi.”
Nef’î hicvettiği kişi için kıymetli sözünü harcadığını ve bir ahlaksız kadını
süsler gibi sözüyle onu süslediğini söyleyerek aslında yaptığı işi kendince haklı
göstermekte ve nasıl deniz bulanıp coşarsa ben de coştum ve onun hicviyle kirlendi,
demektedir.
Gireli pençe-i endîşeme şimşîr-i sühân
Bir mübâriz talep eyler yürürüm merdâne
103
Bilmem er kalmadı mı arsa-ı ma’nâda dahi
Bir iki hamlede bin kahbe çıkar meydâne
“Elime söz kılıcını aldım karşıma çıkan birini arayıp yürürüm. Mana
arsasında savaşılacak kişi mi kalmadı, bir iki hamle yapınca meydana bin tane kahpe
çıkar.”
Tecâhül-i ârif yoluyla şair ironik bir şekilde karşısındakileri eleştirmekte,
sözünün kılıcıyla bir iki hamle yaptığı için ortaya hep kötü ahlaklı kişiler çıktığını
söylemektedir.
Kahbe hicvine tenezzül mü ederdim ammâ
Bir kazâ ile bu da ta’bıma çesbân düştü
İktizâ eyledi bir kahbeye bir kıt’a dedim
Bir alay fâhişeye gayret-i akran düştü (60)
“Bu kahpe hicve tenezzül etmezdim ama bu da benim yaratılışıma uygun
düştü, bir kahpeye bir kıta yazayım dedim bir alay fahişeye aynı çaba gerekti.”
Burada Nef’î istediği halde hicvetse de, bunun yaratılış itibarıyle kendisine
verilmiş bir huy olduğunu, bundan vazgeçmesinin mümkün olmadığını
söylemektedir. Bu ifade ironiktir çünkü bunun sebebinin kendi elinde olmadığını
söylemek bir bahane bulmaktır. Bir kişiyi hicvedeceğim dedim sonra bir sürü kişiye
aynı çaba göstermem gerekti, diyerek kendini temize çıkarmaktadır.
Bir münâfık kaldı hicve müstehak ki etmedim
Âdını derdim gâyette mazmum olmasa
Sanmanız kim ana rahmettim ya cürmün duymadım
Ânı çoktan hicv ederdim hicvi şûm olmasa (61)
104
Bize kâfir demiş müftî edendi
Tutalım ben diyem âna müselmân
Varıldıkta yarın rûz-ı cezâya
İkimiz de çıkârız anda yalan (67)
“Bize müftü efendi kafir demiş, ben de tutup ona Müslüman diyeyim.
Yarın kıyamet günü ikimiz de yalancı çıkarız.”
Burada Nef’î ilk bakışta müftünün ona yönelttiği suçlamaları kabul ediyor
görünmektedir. Ona kafir diyen müftüye Müslüman der, ama sonrasında ikinci
beyitte kıyamet günü iki tarafın da yalancı çıkacağını söyleyerek beklentileri tersine
çıkarır.
4.3.Nedîm Divanında İroni
4.3.1. Nedîm’in Hayatı ve Kişiliği
XVIII. asır Türk şiirinin büyük üstâdı Nedim’in asıl ismi Ahmed’dir ve
İstanbul’da doğmuştur. İstanbulda medrese eğitimi almış ve özellikle
kendisini himaye eden sadrazam İbrahim Paşa sayesinde yüzü gülmüştür.
Nedim’in ölüm sebebi hakkında ihtilaflar mevcut olsa da ihtilâlden korkarak
kurtulmaya çalışırken evinin damından düşerek öldüğü belirtilmektedir.89
“Modern Türk edebiyatında eserinden çok fantastik öğelerle
süslenmiş yaşama biçimiyle hatırlanan ve eleştirilen divan şairlerinin
başında Nedîm gelir. Popüler tarihçiliğin ve ideolojik bakış açısıyla
geçmişi yeniden kurma çabalarının bir sonucu olarak Lale Devri ve
Nedîm genellikle bir yönüyle öne çıkarılır. Oysa ne Lale Devri siyah
beyaz fotoğraflardan ibarettir ne de Nedîm’in şiirleri. Nedîm’in
89 Köprülü, a.g.e. s. 430.
105
eserlerinde Lale Devrinin bütün özelliklerini bulmak mümkündür.
Her ne kadar Nedîm, modern Türk şairlerince şiirlerinden yapılan
alıntılar, göndermeler ve çağrışımlarla en çok hatırlanan divan
şairlerinden biri olsa da bu algılama biçimi onun şiiriyle tam olarak
örtüşmez. Bu algılama biçiminde Nedîm, Lale Devrinin müstesna
şairidir. İstanbullu ve hatta Beşiktaşlı oluşu, bir elinde gül bir elinde
câm (=kadeh) olmak üzere dünyadan kâm almak için Sadabad
seyrine çıkışı, güzellerle senli benli konuşması ve hayatın bin bir
güzelliğini tatmasına rağmen bu dünyanın ona da kalmayışı söz
konusu edilir.”90
Nedim’in şiirlerinde ironi aramamızın sebebi de, bu kadar zevk sefa
içinde geçirilen günlerde de ironiye gerek duyulup duyulmadığını irdelemek
içindir. Nedim de Divan şiiri anlayışını benimsemekte ve sevgilisinden
eziyetler çeken aşığın halini özellikle gazellerinde çok güzel bir şekilde
anlatmaktadır.
4.3.2. Nedim Divanında İroni Örnekleri:
Âb-ı hayâta nâz ile çîn-i cebin satan
Can nakdini visâlin içün şâdman verir (k.4/53)
“Hayat suyuna naz ile alın kırışıklığı satan kişi can nakdini seninle kavuşmak
için sevinçle verir.”
Bu beyitte divan şiirindeki aşığın içine düştüğü cilve-i kader ironisi
anlatılmaktadır. Hayat suyunu verip onun karşılığında alnına kırışıklıklar alan yani
yaşlanan kişi, seninle kavuşmak için canını dahi verir derken burada sevgili için
gereken bütün fedakârlıkların yapılması ama onun hiç vefa göstermemesi ironiktir.
Sözüm gevher dizerken sîne-i havrâya lâyık mı
Ekem elmâs ben sînemde zahm-ı hun-çekân üzre (k.6/49)
90 Muhsin Macit, Nedîm Divanı, Kültür Bakanlığı, 2012, s.16.
106
“Sözüm Yahudi mabedi gibi olan sineye mücevher gibi dizilirken ben
sinemde kan damlayan uçlarının üstüne elmas eksem layık mıdır?”
Burada şair yine aşığın dilinden aşkın paradoksuna isyan eden ifadeler
kullanmakta ve sözüm senin boynuna bir inci gibi dizilse bile karşılığında ben
göğsümden kan damlayan yaraların üstüne elmas bastırmak zorunda kalıyorum,
demektedir.
Bakup destindeki şemşîre bîm-i cân ile Behrâm
Dolaşsın ayağı dâmana râh-ı kehkeşân üzre (k.7/55)
“Elindeki kılıca Behram can korkusu ile bakıp ayağı samanyolunun üzerinde
dolaşsın.”
Bu beyitte eski bir İran padişahının ismi ve aynı zamanda Merih yıldızı olan
Behram’ın bile bu azametli şahıs karşısında ayağının samanyoluna dolanacağı
söylenmekte, güldürü unsuru gizli bir şekilde kullanıldığı için ironik olmaktadır.
Bu sözde lîk efendim kalem yalan söyler
Ben eyleyeyim onun bâri kizbini izhâr (k.7/67)
“Efendim bu sözde kalem yalan söyler, ben onun yalanını izhar edeyim,
ortaya çıkarayım.”
Şair kalemini kendisinden bağımsız bir şahıs gibi gösterdiği ve kalemine gücü
yetmediğini belirten bir çaresizlik unsurunu kullandığı için ifade ironiktir çünkü eğer
kaleminden yalan çıksa, o kendi eseridir fakat bunu inkar etmek için efendisine söz
vermesi de ayrıca ironik olarak yorumlanmaktadır.
Varup bir tarz ile vaz‘-ı cebîn etmiş ki râhında
Nişân-ı na‘l zann etdim hilâl-i mâh-ı garrâyı (k.9/27)
“Parlak ayın hilalini atın ayağındaki nalın izi zannettim çünkü yolundan
geçerken önce girmiş sonra korkak şekilde geri dönmüş.”
Burada hüsn-i ta’lil sanatını çok ustaca kullanan Nedîm, yaptığı tecâhül-i
ârifle ironik duruma düşmüştür. Hilalin ortaya çıkması için atın ayağının izi
107
olduğunu söylemek çok veciz bir ifadedir ve bu benzetmeyi bulan kişinin sanki
haberi yokmuş ve çok şaşırmış gibi belirtmesi ironiktir.
Hurrem-âbâda varınca gideyim zevrak ile
Bî-kusûr eyleyeyim seyr-i kusûru itmâm (k.10/19)
“Ferahlık veren mamur yapılara kayık ile gideyim kusursuz bir şekilde
kasırları /kusurları seyredeyim.”
Nedîm bir söz oyunu ile seyre çıkmanın kasırları seyretmek olduğundan
bahseder gibi görünüp aslında insanların birbirinin kusurlarını seyrettiğini kast
ederek sözlü ironi yapmıştır. İroni için karşısındaki insanın kusurunu öne çıkarmak
ve onun cehaletiyle gizliden alay etmek çok temel bir unsurdur. Sokratik ironinin bir
yorumlanışına göre olumsuz bir şekilde yorumlandığından bahsetmiştik. Sokrates,
karşısındaki kişilerin eksik ve kusurlu gördüğü yanlarını yüzlerine vurmak için
kendisi cahil bir tutum takınmaktadır. Burada da Nedim, kullandığı söz oyunuyla
“kasırları” seyredelim dercesine insanların aslında bu gibi meclislerde birbirlerinin
kusurlarını aramak için bahane yarattığını söylemektedir.
Değildir öyle pek üstâd şâ‘ir gerçi kim ammâ
Yine eş‘ârı tab‘a hoş gelir bilmem ne hâletdir (k.14/43)
“(Nedîm) Öyle pek üstad şair değildir ama yine de şiirleri kulağa hoş gelir,
nasıl olur bilmem.”
Nedîm bu dizelerde kendini överken tecâhül-i ârif yaparak nasıl olduğunu
bilmediğini ama şiirlerinin kulağa hoş geldiğini söylemektedir. Burada bu tutumu
ironiktir çünkü aslında övünmek istemekte ve bunu yapay bir bilmezlikten gelme ile
yapmaktadır.
Bana mirâs kalmışdır benimdir şi‘ri Bâkînin
Aceb mi beytini tazmîn edüp hiç anmasam anı
Velîkin devletinde ihtiyâcım yok o mîrâsa
108
Dür-i nazmımla pürdür hâmemin ceyb ü girîbânı
Senin gibi veliyy-i ni‘metim varken cihân içre
Gelüp N e fî vü Bâkî benden umsun lutf u ihsânı (k.22/22-23-24)
“Bana Bâkî’nin şiiri miras kalmıştır, onun beyitlerini kendi beyitlerimin
arasında ansam da onun adını anmasam olur mu? Ama aslında o mirasa ihtiyacım
yok çünkü nazmımın incileri ile kalemimin yakası süslüdür. Cihan içinde senin gibi
velinimetim varken Nef’î ve Bâkî benden lütuf ve ihsan umsunlar.”
Nedîm ilk önce Bâkî’nin şiirlerinden övgü ile bahsetmekte, onun beyitlerine
kendi mısralarında yer verdiğinden söz etmekte ardından şaşılacak şekilde onlara
ihtiyacının olmadığını söylemektedir. Bu tutum ironiktir çünkü bir beyit öncesinde
ondan alıntılar yaparken bir beyit sonrasında ona olan ihtiyacını reddetmektedir.
Buna ikircikli tutuma durum ironisi demek mümkündür çünkü bir şeyi söylerken tam
tersini kastetmektedir.
Şîve fenninde o gözler nice üstâd olmasın
Gamze-i fettan gibi yanında bir üstâdı var (m.20/4)
“O gözler şive ilminde nasıl usta olmasın, fettan gamzeler gibi hocaları var”
Burada Nedîm sevgilisinin gözlerinin işveyle bakışından şikayet etmek için
tecâhül-i ârif, yani Sokratik ironi ile asıl suçun onlarda olmadığını, gamzesi gibi bir
hocası olduğu için onların böyle işvede usta olduğunu söylemektedir. Burada onları
temize çıkarır gibi görünse de yine sevgiliyi suçlamaktadır.
Yetmez mi sana bister ü bâlîn kucağım
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım
Ateşlik eder sana bu sînemdeki dâğım
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım (m.26/1)
109
Şair bu dizelerde, “Hava soğudu, sana yatak döşek olarak kucağım yetmez
mi, koyundan çıkma kuzucağım,” derken, “koyun” kelimesini tevriyeli kullanarak
aslında sevgilisinin koynundan çıkmamasını istemekte ama bunu üstü kapalı bir
şekilde yapmakta, kişisel olmayan ironi yöntemini kullanmaktadır. Sevgilinin küçük
yaşından ve toyluğundan, onu kandırmak için böyle bahaneler bulduğundan söz
edecek olursak da Sokratik ironi yaptığını ve sanki bu bahaneler gerçekmiş gibi
davrandığını söyleyebiliriz.
İzn alup cuma namâzına deyü mâderden
Bir gün uğrıyalım çarh-ı sitem-perverden
Dolaşup iskeleye doğru nihan yollardan
Gidelim serv-i revânım yürü Sa‘d-âbâda (m.40/4)
“Bir gün annenden Cuma namazına deyip izin alalım, sitem dolu feleğin
çemberinden geçip, iskeleye doğru giden gizli yollardan geçerek yürü servi boylum
Sadabad’e gidelim.”
Burada Nedim’in eğlenceye gitmek için Cuma namazına diye izin almasını
söylemesi ironik bir ifadedir çünkü eğlence meclisine gitmek için bulduğu bahane
dini bir ritüeldir.
Sevdiğim bendene düşerse hidmet
Kapında kul olmak cânıma minnet
Göre idim sende bûy-ı mahabbet
İstediğim budur sen bî-vefâdan (koş.1/3)
“Sevdiğim bu kölene hizmet etmek düşerse, kapında kul köle olmak benim
canıma minnettir. Senin gibi vefasız birinden istediğim bir şey vardır, o da sende bir
muhabbet ümidi görmektir.”
110
Nedîm aşığın içinde bulunduğu ironik durumu ve cilve-i kaderi güzel
örneklemiştir. Şair sevgilisinden muhabbet bile değil, sadece muhabbetin ümidini
görmeye bile razıdır ve kapısında kul köle olmayı bile bir derece addeder. Aşık
sevgilisine hizmet etmeyi ister çünkü bu sayede ona yakın olabilmekte ve sevgisini
kazanamasa da ona yakın olmaktadır. İnsanın kendisini sevmeyen ve sevme ümidi
bile olmayan birisine bu kadar kendisini feda etmesi ironik bir tutumdur.
Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş
El-aman ey dil ne müşkilter su’âl olmuş sana
Sen ne câmın mestisin billah kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül n'oldun ne hâl olmuş sana (g.2/5-6)
“O Hıristiyan puru, sana içki içer misin demiş. Eyvah ey gönül ne zorlu soru
sorulmuş sana. Sen hangi içkiden böyle sarhoş oldun, kimin hayranı oldun? Kendin
buna razı oldun gönül neler olmuş sana?”
Şair bu beyitlerde gönlüne seslenerek aşka razı olan sendin ama kimin
sarhoşluğuyla kendinden geçtin bilinmez, sana bir haller oldu, diye sitem etmektedir.
Kendi gönlünü kendisinden tecrit ederek ona böyle sorular yöneltmesi, gönlüne
acıması şairi ironik bir durumun içinde bırakmaktadır çünkü aşkın sıkıntısını çeken
kişi kendisidir. Bu zorlayıcı halin sebebi olarak da Hıristiyan güzelin içki içer misin
sorusunu vermesi de ayrıca ironiktir çünkü bize Hıristiyan ayrıntısını vererek Nedim
bu sorunun kendi inancı ile çeliştiğini belirtmektedir.
Ben şâ‘irim o kâmet-i mevzûnu doğrusu
Sevmem desem de belki yalan söylerim sana (g.3/3)
“Ben şairim, o uzun boylu güzeli sevmem desem de belki yalan söylerim
sana”
Şair uzun boyluları sevmem desem de belki yalan söylerim demekle kendisini
kasıtlı olarak yalan söylemek ihtimali olan birisi konumuna yerleştirmektedir. Bunun
sebebi, sevmem diyerek aslında sevdiğini söylemeye çalışmasıdır. Doğrudan uzun
111
boylu sevdiğini söylemek yerine, şairlerin çoğunluk nazarında pek doğruyu
söylemeyen, yalanla içli dışlı kişiler olduğu düşüncesine gönderme yaparak sözlerini
süslemiştir. Şairlerin yalan söylemesi hakkında bir beyit de Fuzûlî’ye aittir.
“Ger derse ki Fuzûlî güzellerde vefa var
Aldanma ki şair sözü elbet yalandır.” dizeleriyle Fuzûlî de bu genel algıya
gönderme yapmakta ve ironik bir biçimde güzellerde vefa olmadığını dile
getirmektedir.
Zannetme duhter-i rezi rind ile gizlidir
Onunla şeyh efendi de babalı kızlıdır
Bintü'l-‘ineb de muğ-beçenin tıpkıdır hemân
Bir meşrebi güşâdece kızdır Sakızlıdır
Zâhid Sakız şarâbını pinhan çeküp demiş
Bîgâne içmesin bu sudan kim sakızlıdır (g.14/1-2-3)
Zannetme ki üzümün kızı (şarap) zahid ile gizlidir, onunla şeyh efendi de
baba kız gibi samimidir. Üzümün kızı da meyhane çırağının hemen hemen aynısıdır.
Meşrebi şen olan birisine göre o da Sakızlı bir kızdır. Zahid Sakız şarabını gizlice
içerek demiş ki, bu sudan bilmeyerek kimse içmesin sakızlıdır.”
Burada Nedim çok veciz ifadelerle şarap konusunda çok sert tutumu olan
zahidin bile gizliden gizliye samimi olduklarını söylemektedir. Şarap anlamına gelen
iki terkibi de farklı şekillerde kullanarak, şarabı Sakız yöresinden gelen bir kıza
benzetmektedir. En son dizelerde zahidin dilinden konuşarak verdiği ifadeler ise
gayret ironiktir çünkü Nedim zahidi şarap içmekle ve başkalarını şarabı içmekten
men etmek için bahane bulmakla suçlamaktadır.
Sana kimisi cânım kimi cânânım deyü söyler
Nesin sen doğru söyle can mısın cânan mısın kâfir (g.41/5)
112
“Sana kimi insna canım, kimisi de cananım der. Ey kafir doğruyu söyle can
mısın canan mısın?”
Nedîm sevgiliye bazen canım, bazen cananım diye seslenildiği gerçeğini ele
alıp bunu ironi temelli tecahül-i arif yoluyla bir soruya dönüştürmüştür. Aslında
kendisi bu sorunun cevabını bilmekte ama sevgiliye sitem etmek için, artık onu
canından ayırt edemediğini söylemek için böyle veciz bir ifadeye başvurmuştur.
Bir dem tegâfül etmez isek bir dem eyleriz
Izhâr-ı aşkı yâra hem etmez hem eyleriz (g.49/1)
“Bir an gaflette bulunmazsak da bir an gaflete düşeriz. Yarin aşkını hem belli
eder hem etmeyiz.”
Bu dizelerde aşığın içinde bulunduğu ikilemden bahseden şair, insanın doğası
gereği bir an unutmam dese de bir an sonra unuttuğundan bahsetmektedir. İnsan ne
kadar sözler, ne yüce vaatlerde bulunursa bulunsun zamanın etkisiyle bunları
unutmaya, etkilerinden kurtulmaya mahkûmdur. Unutmamak için sürekli ona verdiği
sözleri hatırlatacak küçük remizler gereklidir. İnsana verilen görevlerin aslında
zorunluluk olmadığı, bu gerçeğin bir yansıması olduğu düşünülmelidir. Aşık da
sevgilisini unutmamayı kendisine görev edinmiştir. Bu sebeple aşkını bazen belli
etmesi bazen belli etmemesi, onu unutmamak için ve kendisini de sevgilisine
unutturmamak için verdiği çabayı açıklamaktadır.
Benimdir suç ki vardım bezme verdim sana can nakdin
Senin yokdur efendim bunda hiç cürm ü günâhın gel (g.77/3)
“Suç benimdir, senin meclisine varıp canımın bedelini sana kendi elimle
verdim. Efendim senin bunda hiç hatan ve günahın yoktur gel.”
Şair aşkın bir kabullenme süreci içerdiğini çok güzel bir şekilde ifade
etmiştir. Aşık önce sevgilisini suçlamakta, onun yüzünden, hatta onun saçları veya
gamzesi yüzünden aşk tuzağına düştüğünü söylemektedir. Bu aşkın inkar safhasıdır.
İkinci safhası ise sevgilinin hiçbir suçu veya hatası olmadığını ve kendi rızasıyla aşık
olduğunu kabullenmesidir. Bu kabullenme safhası ironiktir çünkü artık aşık
113
kendisine eziyet eden bir kimseyi hatasının olmadığını söyleyerek ikna etmeye
çalışmaktadır.
Ben sana bâde içme güzel sevme mi dedim
Benden niçün bu gûne girîzansın ey gönül (g.78/4)
“Ey gönül ben sana içki içme güzelleri sevme mi dedim, neden benden yana
böyle kaçmaktasın ey gönül.”
Nedîm gönlüne seslenerek, başkalarına kaçmasını engellemek istercesine
güzelleri sevmesine, bade içmesine müsaade ettiğini yine de gönlünün kendisinde
kalmak istemediğini ifade etmektedir. Bu dizelerde yatan ironi, gönülden farklı bir
şahısmış gibi bahsedilmesi ve ona hükmünün geçmediğinin gösterilmesidir. İnsan ne
yaparsa yapsın aklının gönlüne söz geçirememesi gibi bir ironiyi bu şekilde güzel
ifade etmiştir.
Kalır nâ-puhte zâhid düşse bin yıl âteş-i aşka
Zuhûr eyler mi hiç hâsiyyet-i âteş semenderden (g.95/6)
“Zahid aşk ateşine düşse bin yıl pişmeden kalır. Atta hiç ateş belirtisi görülür
mü?”
Bu dizelerde Nedîm zahidi yine çok sert biçimde eleştirmekte ve aşk ateşi
bulunmayan kişilerin insan olmadığını ima etmektedir. At fazla koştuğu zaman
harareti fark edemez ve çatlayıp ölür. Nedim zahidi ata bu yönde benzetmektedir,
ibadetinin fazlalığına güvenen zahid, o ibadetin içinde Allah ve Peygamber sevgisi
olup olmadığından endişe etmemektedir. Halbuki Peygambere saygısızlık yapan,
O’na karşı sesini biraz yükselten kişilerin amellerinin boşa çıkacağı “Ey iman
edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize
bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan
işledikleriniz boşa gider.”91 ayetiyle sabittir. Nedim de özellikle tasavvufta çok
mühim bir konuma sahip olan “edeb” ve “muhabbet” kavramlarından yoksun olan
91 Kuran-ı Kerim, Hucurat Suresi, 49:2.
114
zahidi eleştirmektedir. Mevlana’nın Mesnevi’sinde de aşk ateşi olmayan kişiler
eleştirilmektedir:
“Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir.
Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun.”92 denilmektedir.
Riyâsı zâhidin der-kârdır dil-ber husûsunda
Velîkin zâlimin ârâmı kalmaz zer husûsunda (g.119/1)
“Zahidin güzeller konusundaki riyası açıktır ama zalimin altın konusunda
rahatı kalmaz.”
Burada şair güzelleri sevmek hususunda zahidin ikiyüzlü davranabileceğini,
gizliden sevse de sevmiyormuş gibi yapabileceğini söylemektedir. İlginç olan ise
zalimlerin altın konusunda yani para ve mal mülk konusunda riya
yapamayacaklarını, sabretmelerinin çok zor olduğunu söylemektedir. Bu ifadenin
ironik olmasının sebebi, güzellere karşı tahammülsüzlüğün adeta küçümsenmesidir.
Seninle terk-i riyâ denli güçdür ey vâ‘iz
Şarâba tevbe Nedîm-i günâhkâra göre (g.121/7)
“Ey vaiz, senin riyayı terk etmen ne kadar zorsa günahkar Nedim’in de şaraba
tövbe etmesi o kadar zordur.”
Burada Nedim çok veciz ve ironik bir biçimde vaize seslenmekte, onun riyayı
terk etmesinin güçlüğü kadar kendisinin şarabı bırakmasının mümkün olmadığını
söylemektedir. Burada vaize sanki kendi derdini anlatıp, onun anlaması için safiyane
örnek verir gibi yapan Nedim, çok ince bir nükte ile vaize riyakar olduğunu
söylemektedir.
92 Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, 8.beyit.
115
Benim cünûnuma bilmem ne bahâne bulur
Bakan perî-veşimin hüsn-i bî-bahânesine (g.123/4)
“Periye benzeyen sevgilimin bahane bulunmayacak güzelliğini gören benim
deliliğime bilmem ne bahane bulur.”
Şair kendisini haklı çıkarmak için sevgilisinin güzelliğinin hiçbir kusur
olmayan bir güzellik olduğunu söylemektedir. Aklını yitirmesinin sebebi olarak
sevgilisinin kusursuz güzelliğini öne sürmesi ironiktir çünkü bu kadar güzel
olduğunu idrak edecek kadar aklı varsa sevgilisinin kusurlarını görmesi beklenir.
Bûs-ı lebin olmazsa çeker kâse-i hûn-âb
Bakmaz gamın âşûfteleri bûd u nebûde
“Kederinden kendinden geçmiş kişiler var yok demez, dudağından bir buse
almazlarsa kan dolu kaseden içerler.”
Burada şair sevgilisinin aşkından mest olduğunu ve onun busesi ile kan dolu
bir kase arasında fark görmediğini belirtmektedir. Bunu yaparken ikinci dizede var
yok demeyiz ifadesi ile alçakgönüllü olduğunu belirtmesi ve kan içmeyi normal
görmesi ironiktir.
Kasd ol büte dinletmedir efsâneyi yohsa
Değmez gül ü bülbül bu kadar güft ü şünûde
“Gül ve bülbül bu kadar bahsedilmeye değmez ama isteğimiz o güzele efsane
dinletmededir.”
Şair aşk hikayelerinin aslında bahsedilen birçok işitilen duyulan
söylentilerden ibaret olduğunu ve efsane olduğu için neredeyse herkesin bunu
defalarca dinlemiş olduğunu söylemektedir. Yine de bu efsaneyi anlatmasının sebebi
ise ironiktir çünkü sevgilisi bu hikayeyi duysun diye anlatmaktadır halbuki sevgilisi
de ona nasıl davranması gerektiğini bu hikayelerden öğrenmiştir.
116
H ayf kim taksîm-i derd ettikde kassâm-ı kazâ
Tîr-i gamzen düşdü sehm-i âşık-ı efkendeye (g.125/3)
“Kazayı taksim eden memur derdi bölüştürürken zavallı aşığın hissesine
gamzenin oku düştü.”
Burada Nedim cilve-i kader elinde aşığın durumunu anlatmak için çok güzel
bir örnek vermiştir. Derdin paylaşılması esnasında, zaten bir sevgiliye gönlünü
kaptırmış olan biçare aşığın hissesine gamzesinin okunun düştüğünü yani can
evinden yine vurulduğunu söylemektedir. Aşığın bu çaresiz ve içinden çıkılamaz
durumu hep şiirimizde konu edilmiştir.
İ ‘timâd eyler idim tevbesine rindânın
Ramazânın meh-i ıyd olmasa encâmında (g.128/12)
“Ramazanın sonunda bayram gecesi olmasa rindlerin tövbesine güvenirdim.”
Nedim Ramazan ayında tövbe eden rindlerin tövbesine inanmadığını
söylemekte, bunun sebebi olarak da bu ayın sonunda bayram olduğunu
belirtmektedir. Bu ifade sözlü ironi ve tecahül-i arif temelli ironi örneği taşır çünkü
Ramazan ayının sonunda bayram olması, inanan kişilerin affedildiklerini umdukları
için bir nevi kutlama yapmasından ibarettir. Rindlerin tövbesinin bu kutlama
sebebiyle geçerli olmayacağını ifade etmek ise ironiktir.
Bî-güman eyler temessül sûret-i ayba hüner
Fursat-ı güftâr yâ Rab değmesin bed-gûlara (g.130/4)
“Ya Rab, fitnecilerin eline söz söyleme becerisi geçmesin, hüner kusursuz bir
şekilde kusura dönüşebilir.”
Bu dizelerde Nedim şiir söyleme becerisinin iyi kimselerde olması için dua
etmekte ve söz kılıcını kuşanan kişilerin bu hünerli sözleri bir anda kusur ifade etmek
için kullanabileceğini belirtmektedir. Bu durum kendi içinde ironiktir çünkü aslında
hüner addedilen bir sanatın kötü kullanıldığı takdirde kötü emellere alet olacağını
yine bir şairin söylemesi, kime itimad edileceğinin bilinmemesine yol açmaktadır.
117
Düşmen ne denlü saht ise şâd ol ki ey Nedîm
Seng üzre gösterir zer-i kâmil ayârını (g.164/8)
“Ey Nedim düşmanın ne kadar kuvvetli ise o kadar sevin, altının güzeli
ayarını taş üzerinde gösterir.”
Burada Nedim taş kadar, kaya kadar sert bile olsa düşmanların kuvvetli
olmasından sevinmesi gerektiğini çünkü esas kıymetinin o vakit anlaşılacağını
söylemektedir. Bu durum ironiktir çünkü aslında düşmanı ne kadar kuvvetli olursa
insan kaybetme korkusunu o kadar yoğun yaşar. Burada düşmanının kuvvetli
olmasına sevinmesi dolayısıyla bu ifade ironiktir.
Rakkâs bu hâlet senin oynunda mıdır
Âşıklarının günahı boynunda mıdır
Doymam şeb-i vaslına şeb-i rûze gibi
Ey sîm-beden sabâh koynunda mıdır (r.3)
“Rakkas bu oyunlarınla mı bu hale düştüm? Aşıklarının günahı boynunda mı
asılıdır? Orucunu açan bir kimse nasıl akşama doymazsa ben de kavuşma gecesine
doymam. Ey gümüş tenli sevgili, sabahı koynuna mı aldın?”
Bu dizelerde tecahül-i arif temelli ironi yapan Nedim, aslında cevabını bildiği
soruları sevgilisine yönelterek ona iltifat etmektedir. Bu dizeleri ironik kılan bir diğer
unsur da sevgilisine kavuşmasını oruçlu bir kimsenin iftar etmesine benzetmesidir.
Oruçlu birisi geceyi susuzlukla nasıl beklerse sevgilisine olan özlemle ve onun
hasretiyle susamış olan aşık için de kavuşma gecesi o kadar kıymetli görülmektedir.
Zâhirde egerçi cümleden ednâyız
Erbâb-ı nazar yanında pek a‘lâyız
Saymazsa hesâba n'ola ahbâb bizi
Biz zümre-i şâ‘iranda müstesnâyız (r.3)
118
“Görünürde herkesten aşağıda olsa da kalp gözü açık kimseler yanında çok
üstünüz. Yakınlarımız bizi hesaba katmazsa ne çıkar, biz şairlerin arasında
müstesnayız.”
Bu dizelerde de Nedim durumunun ironisine gönderme yaparak aslında aşağı
gibi görünseler de bunun tam zıddı şekilde yüksek bir mertebede olduğunu
belirtmektedir.
119
SONUÇ
Klasik Türk edebiyatı içerisinde ironi örnekleri bulmak hem oldukça ufuk
açıcı hem de biraz zorlu oldu. Bu zorluklar Batı retoriğinde yer edinmiş ve o retorik
içinde dahi tam olarak bir karşılık bulunması zor bir terimi Türk edebiyatı ile
mukayeseli çalışmaktan doğdu. Bunun yanı sıra ironi, söz sanatı olarak ortaya çıkan
ve sonradan bir dünya görüşüne dönüşen bir kavram olduğu için ele aldığımız alan
oldukça genişti. Fakat çalışmamızın, söz sanatları ve türler açısından Batı
edebiyatına kaydığı bir dönemde, Eski edebiyata da bu zaviyeden bakmak ve daha
anlaşılır kılabilminin gerekliliği aşikârdır. Çalışma esnasında önceden üzerinde
durulmayan bir konu olan “tasavvuf görüşü ve ironik dünya algısı” arasındaki
benzerlik ortaya konulabildiği için bu çalışmanın en olumlu ve özgün noktalarından
biri olarak bunu gösterebiliriz. Bundan sonraki çalışmalar için öngörülen ilerlemeler,
özellikle ironi türlerini teker teker ele alıp onların örneklerini bulmak olacaktır. Bu
çalışmanın kapsamını sadece üç şairle sınırlandırmamızın sebebi, yüksek lisans tezi
kapsamında Divan edebiyatı eserlerinin ve şairlerinin tümünün incelenmesinin
mümkün olmamasıdır. Bâkî, Nedîm ve N e f î’yi seçmemizin sebebi ise, Osmanlı
İmparatorluğu’nun en zirve dönemini yaşamış olan Bâkî ve sonraki asırlardan da
nüktedanlıklarıyla ve sivri dilli olmaları sebebiyle Nedîm ve Nef’î ’de çok fazla ironi
örneği bulabileceğimizi düşünmemizdi. Bizi şaşırtan bir sonuç olarak Bâkî’de hayata
yönelik çok değerlendirme, kaderi irdeleyecek çok ifade olduğu için, cilve-i kader
ironisi olarak adlandırabileceğimiz türden ironinin çok fazla bulunmasıdır. Bu
örneklerin fazla oluşu tezin ana iddiası olan “İroni sadece alay değildir, dünyadaki
tezatların, bir dünya görüşünün ifade edilişi için de ironi kullanılır.” fikrine destek
niteliğindedir. Nedîm’in şiirindeki örneklerden yola çıkılır ise sevgiliye karşı
sitemkâr bir şekilde, tecâhül-i ârif yoluyla yani Sokratik ironiyle, sevgilinin
kusurlarını fark etmesini sağlamak vardır, denilebilir. Nef’î ise sivri dili ile hiciv
türünün ironik olarak kullanımının en güzel örneklerini vermiştir. Bu çalışmanın
ironi konusunda Türk edebiyatı çalışmalarında bir eksikliği doldurmasını, ironi
konusunda yapılan felsefi tartışmalara da tasavvuf bağlamında yeni katkılarda
bulunmasını diliyoruz.
120
KAYNAKÇA
Abrahms M.H. & Harpham G.G: A Glossary of L iterary Terms, 9th edition,
Wadswoth Gangage Learning, 2009.
Akkuş, Metin: N e f î Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993.
Akpınar, Soner: “Can Yücel’in Şiirlerinde İroni”, International Periodical For the
Languages, L iterature and History of Turkish or Turkic Volume 5/2 Spring
2010.
Bergson, Henri: Gülme, çev. Mustafa Şekip Tunç, Ankara, Milli Eğitim Bakanlığı,
1989.
Booth, Wayne C.: A Rhetoric of Irony, Chicago University Press, 1974.
Cebeci, Oğuz: Kom ik Edebi Türler, Parodi, Satir ve İroni, İthaki Yayınları, 2008.
Cebeci, Oğuz: “Tarihsel bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin
Gelişimi”, Cogito, Kış 2008.
Cebecioğlu, Ethem: “Şatahât İbarelerinin Anlaşılmasına Doğru: Metodik Bir
Deneme”, Tasavvuf: İlm î ve Akadem ik A raştırm a Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17.
Cebecioğlu, Ethem: Tasavvuf Terim leri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınevi,
2004.
Çelik, Lütfi: “Şeyh Galib Divanında Ayna Sembolü”,
http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/guler seyh galip.pd
f, (Çevirimiçi), 12.04 2013.
Dempster, Germaine: “D ram atic Irony in C haucer”, Stanford University
Publications, Language and Literature Vol. IV. 1932.
Güçbilmez, Beliz: Sophokles’ten S toppard’a İroni ve Dram Sanatı, Deniz
Kitabevi, 2005.
121
Gümüşoğlu, Dursun: “Bektaşilik ve Alevilikte Hırkanın Önemi”,
http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/ui/dergiler/60 20130103173300.pdf (Çevirimiçi),
12.04.2013.
Karadikme, Arzu: “İroni Kavramı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserlerinde İroni”
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 2006.
Kılıç, Mahmud Erol: Tasavvufa Giriş, Sufi Kitap, 2012.
Kılıç, Savaş: “İroni, İstihzâ, Alaysılama” Cogito, Kış 2008.
Kierkegaard, Soren Aabye: On the Concept of Irony with Continual Reference to
Socrates, Princeton University Press, 1989.
Knox, Norman ”Dictionary of the History of Ideas, University of Virginia”,
(Çevrimiçi)
http://xtf.lib.virginia.edu/xtf/view?docId=DicHist/uvaGenText/tei/DicHist2.xml&ch
unk.id=dv2-70&toc.id=dv2-70&brand=default, 3 Nisan 2013.
Knox, Norman: “On the Classification of Ironies”, Chicago Journals,
www.jstor.org/stable/436505 (Çevirimiçi), 12.04.2013.
Köprülü, M. Fuad: Divan Edebiyatı Antolojisi, Akçağ Yayınları, 2006.
Kurnaz, Cemal ve Tatcı, Mustafa: T ürk Edebiyatında Şathiyye, Akçağ Yay. 2001.
Küçük, Sabahattin: Bâkî Divanı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2011.
Macit, Muhsin: Divan Şiirinde Ahenk Unsurları, Kapı Yayınları, 2005.
Macit, Muhsin: Nedîm Divanı, Kültür Bakanlığı, 2012.
Muallim Naci: Edebiyat Terim leri Istılahat-ı Edebiyye, haz. M. A. Yekta Saraç,
Risale Yayınları, 1996.
Muecke, Douglas Colin: The Compass of Irony, Routledge, 1969.
Muecke, Douglas Colin: Irony, Methuen, 1970.
122
Muecke, Douglas Colin: Irony and the Ironic, Taylor & Francis, 1982.
Olgun, Tahir: Bâkî’ye Dâir, Aydınlık Basımevi, İstanbul, 1938.
Perkins, Robert: The Concept of Irony, Mercer University Press, 2001.
Rotry, Richard: Olumsallık, İroni ve Dayanışma, Çev. Mehmet Küçük, Alev
Türker, Ayrıntı Yayınevi, 1995.
Saraç, M. Yektâ: Klasik Edebiyat Bilgisi: Belagat, Gökkubbe Yayınları, 2004.
Shakespeare, William: Othello, Filiquarian Publishing, LLC., 2007.
Shelley, Cameron: “The biocoherence theory of situational irony”, Cognitive
Science, 2001.
Şentürk, Ahmet Atilla: Osmanlı Şiiri Antolojisi, Yapı Kredi Yayınları, 2011.
Tanpınar, Ahmet Hamdi: Saatleri A yarlam a Enstitüsü, Dergah Yayınları, 2011.
Taşdelen, Vefa: “Edebiyatta Paradoksun Biçimi İroni” :1, Hece, Nisan 2007.
Uludağ, Süleyman: Tasavvuf Terim leri Sözlüğü, Kabalcı Yayıncılık, 2012.
Wellek, Rene: A History of M odern Criticism: The Rom antic Age, London, 1955.
123