ajanda ocak

62

Upload: ajanda-dergisi

Post on 19-Mar-2016

256 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

ajanda, dergi

TRANSCRIPT

Page 1: Ajanda Ocak
Page 2: Ajanda Ocak

Nerelerdeyiz

ISTANBUL / ASTORIA THE PLAY BARN PLUS Tel: 212 2153049 Faks: 212 2153051 Büyükdere cad 127 ASTORIA AVM kat 2 no:604-607 Esentepe/Şişli [email protected] İstanbul / Erenköy Tel: (216) 3603249 - 3690842 Faks: (216) 4677582 Caddebostan Mah.Selin Sok.No:6 D:1 Kadıköy-İstanbul [email protected] İstanbul / Florya Tel: (212) 5741288 - 5741298 Faks: (212) 5741298 Şenlik Mah. Çatal Sok. B2 Blok No:5 Florya-İstanbul [email protected] İstanbul / Levent Tel: (212) 3259215 Faks: (212) 3240925 Çilekli Cad. No:26 4 Levent-İstanbul [email protected] İzmir / Balçova Kipa AVM Tel: (232) 2792868 Faks: (232) 2792248 Kipa Alışveriş Merkezi Balçova-İzmir [email protected]

The Play Barn Türkiye'deki ilk ve tek saatlik oyun/eğlence/emanet işletim sisteminin markasıdır

Page 3: Ajanda Ocak

AJANDA EKİBİ

AKIN ÇETİN

BANU HIDIRLAR

DUYGU PHILLIPS

MÜGE KARAHAN

NESOBABY

SEDA ASOLAR

SİNEM ERGUN

ŞULE COŞKUN BALMUMCU

DERGİ TASARIM

SİNEM ERGUN

KAPAK TASARIM

ŞULE COŞKUN BALMUMCU

KAPAK FOTOĞRAF

KAAN KOÇAKOĞLU www.kaankocakoglu.com

İLETİŞİM

[email protected]

Ocak 2011 Sayı:8

Ajanda Ailesi

Ailemizi artık az çok tanıyorsunuz. Sekiz sayıdır geriye dönüp

bakarsak yazılarımızla kendimizi, ilgi alanlarımızı ele verdik

sanırım.

Hepimiz bloger’ız aynı zamanda. Paylaşmanın sınırsız

sorumluluğunu yaşıyoruz. Örneğin ben film ve tiyatro

izlemekten çok keyif alıyor ve hatta bunu ciddi bir hobi

şekline dönüştürmeye çalışıyorum, Seda yaşamdaki ilginç ve

eğlenceli detayları bulma üstadımız, dergimizin kültür ateşesi,

Banu kitapkurdu tanımının tam karşılığı, ayrıca belleğinde

geniş bir film arşivi de mevcut, Akın sinema mezunu anladığınız üzere ve ileride bu camiada profesyonel olarak

karşımıza çıkma ihtimali yüksek, Duygu’ya gelince

markalaşmanın bir sanat olduğunu her ay ortaya koyan ve

çok yerinde tespitleriyle markaları yakın merceğe alan bir

uzman, Müge hepimize yeni bir gözlük takıp etrafımıza

duyularımız açık bakmamızı sağlayan aynı zamanda her ay

bize yemek kültürümüzden örnekler sunan bir mutfak

profesörü, Şule’ye gelince yeteneğiyle her ay bizi kendisine

hayran bırakan sevimli çizgileriyle ve kapak tasarımlarıyla

dergimizin güzellik uzmanı ve Nesobaby keyifli yazılarıyla

bizi köşe bucak gezdiren ailemizin Evliya Çelebisi.

Ayrıca zaman zaman konuk olarak dergimizi şereflendiren

yazarlarımızda oluyor elbette ve artık ailemizin sayısı

okuyucularımızla birlikte bin kişiye yaklaşmış durumda.

İşte bizim ailemiz….

Page 4: Ajanda Ocak

SEDA ASOLAR www.sedasolar.blogspot.com

ETKİNLİKLER

2 - 17 Nisan 2011'de yapılacak 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali,

"Köprüde Buluşmalar Platformu" dahilindeki "Uzun Metrajlı Film Geliştirme

Atölyesi"nin dördüncüsünü 13-14 Nisan 2011 tarihlerinde düzenliyor.

Türkiye'den uzun metrajlı film projelerine açık olacak atölyenin amacı, sinemacılar için projelerini sunacakları uluslararası bir platform sağlamak ve yapım sürecini başlatmaları

için gerekli desteği bulmalarına

Atölyede bu yıl da Arte, Eurimages, Fortissimo Films, Binger Lab gibi uluslararası

kuruluşlardan gelen temsilciler, proje sahipleriyle finansal plan hazırlama ve profesyonel

platformlarda proje sunumu (pitching) üzerine birebir görüşmeler yapacak ve projelerin

uluslararası ilişkilerini başlatması için ilk adımlar atılmış olacak.

Seçici Kurul tarafından yapılacak değerlendirme ile başvurular arasından seçilecek projeler,

Proje Geliştirme Atölyesi'ne katılmaya hak kazanacak. Atölyeye katılacak ulusal ve uluslararası katılımcıların yapacağı değerlendirmenin ardından seçilecek projelere TC Kültür

ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen 10.000 USD para ödülü, Fransız Ulusal Sinema

Kurumu (CNC) tarafından verilen 10.000 Euro değerinde para ödülü ve 25.000 TL değe-

rinde Melodika Post-Prodüksiyon Destek Ödülü sunulacak.

Köprüde Buluşmalar Atölyesi'ne katılmak isteyen yönetmen ve yapımcılar başvurularını

en geç 31 Ocak 2011 Pazartesi tarihine kadar Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne

online olarak gönderebilirler.

Page 5: Ajanda Ocak

AKBANKSANAT BAROK MÜZİK GÜNLERİ

Jorge Jimenez (Keman)

27 Ocak 2001 Perşembe 20:00

2000 yılında Avrupa Birliği Barok Orkestrası'nın üye-

si oldu ve 2002'de modern keman diplomasını aldık-

tan sonar Katalan Hükümeti'nin bursuyla ünlü ke-

mancı Lucy van Daelileileri düzeyde erken dönem

keman çalışması için Amsterdam Konservatuarı'na

girdi. Profesyonel kariyeri başlıca olarak; İngiltere'-

de The King's Consort, İspanya'da Al AyreEspa±ol

(ki Salamanca ve Utrecht Erken Müzik Festival'lerin-

de başkemancılığını üstlenir) ve Almanya'da Das Neue Orchester topluluklarıyla yaptığı ça-

lışmalar sayesinde gelişmektedir. Ayrıca sanatçı, Academy of Ancient Music, English

Baroque Soloists, B'Rock, The Irish Baroque Orchestra, Orquesta Barroca de Mallorca,

Orquesta Barroca de Sevilla gibi pek çok önemli toplulukla konserler verdi.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU ŞİİR DİNLETİSİ İŞ SANAT’TA

Mekan: İş Sanat Kültür Merkezi

Tarih: 17 Ocak Pazartesi Saat 20:00

Telefon: 0212 316 10 83

İnsan Dediğin Derya Misali başlıklı dinletide, Bedri

Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesini imleyen bir atmosfer-

de, şairin tematik bir bütünlük gözetilerek seçilen şiir-

leri müzik eşliğinde sunuluyor…

Aynı zamanda ressam da olan Bedri Rahmi Eyü-

boğlu (1911-1975) halk şiirinin biçim özelliklerinden

yararlanarak kendine özgü bir söyleyişi geliştirmiş;

doğanın renklerini içeren, coşkulu ve yaşama sevin-

ciyle dolu şiirler yazmıştır.

“… dolaysız bir söz girişimi içinde olduğunu görürüz.

Resimde, seramikte olduğu gibi, şiirde de, içeriğin

ötesinde, fiziki anlamda bir kullanma değeri yaratmak

istemiştir. Sanırım, onun şiirde ve plastik sanatlardaki

çalışmaları bu noktada bütünlenmektedir.” (Cemal

Süreya)

Page 6: Ajanda Ocak

Miller Music Factory Müzik Yarışması...Son Katılım 28 Şubat! Miller Music Factory 2010’a katılıp yarışma heyecanına ortak olan genç müzisyenler, MMF

Atölyeleri’nde hem eğleniyor, hem de yeni şeyler öğrenip kendilerini geliştirme fırsatı yaka-

lıyor! Yarışma şu kategoriden oluşuyor:

DansParçasi: Yarışmacıların house, techno, electro, break beat ve alt türevleri alanında

dans parçaları ile yarışabilecekleri kategori!

En Iyi Elektronik aParçasi: Yarışmacıların ambient, downtempo, electronica, funk,

reggae & dub, drum’n bass, triphop, nu jazz tarzlarında ya da kendilerinin belirleyeceği bir

tarzda yaratıcılıkları ile yarışabilecekleri kategori!

DJ Kategorisi: Yarışmacıların en sevdiği parçaları miksleyerek yaratıcıklarını konuşturabi-lecekleri kategori!

Hip Hop Sanatçısı: Yarışmacıların hız ve sahnedeki kelime oyunları ile izleyenleri şaşırta-

bilecekleri kategori!

Alternatif Rock Sanatçısı/Grubu: Yarışmacıların Grunge, Brit Rock, Indie Rock ve türev-

lerindeki eserleri, gruplarıyla birlikte adeta bir ‘rock star’ edasıyla yorumlayabilecekleri ka-

tegori!

Cover (Düzenleme) Sanatçısı/Grubu: Yarışmacıların gruplarını belirledikten sonar favo-

ri şarkılarıyla yarıştıkları kategori! Dans, Elektronika, DJ, Hip Hop, Cover ve Alternatif Rock

kategorilerinde finale kalan müzisyenler, MMF Atölyeleri’nde müzik camiasının önde gelen

isimleriyle biraraya gelerek, onların tecrübelerinden yararlanacak. Genç müzisyenlerin aklı-

na takılan tüm soruların yanıtlarını bulacağı MMF Atölyesi, her sene oldugu gibi bu sene de

Miller Music Factory organizasyonunun en çok ilgi çeken bölümlerinden biri olacak.

www.miller.com.tr

Page 7: Ajanda Ocak

GİTARCAFE’DE OCAK ŞENLİĞİ Kadıköylü Gitar cafe, müziğin farklı türlerini ve farklı ülkelerden müzisyenleri kapsayan

şenlik tadında bir programla 2011’e adım atıyor. Berlin’de yaşayan İtalyan besteci-gitarist Carlo Domeniconi konser ve atölye çalışmasıyla

yine Gitarcafe’de. Vengerov, Rostropoviç, Fazıl Say, İngiliz Oda Orkestrası gibi

klasikmüziğin ustalarıyla konserler vermekte olan keman sanatçısı Özcan Ulucan ise ilk kez

Gitarcafe’ye konuk oluyor.

Dünyaca ünlüs anatçının Gitarcafe için hazırladığı ve polifonik benzerlikleri olan eserlerden

oluşan repertuar, Bach, Paganini ve Ysaÿe’nin besteleri ile Anadolu’dan ezgileri kapsıyor.

Ayın klasik müzik konserlerinden bir diğeri de, hem solo hem de oda müziği ve orchestra

konserleri veren gitarist Sevcan Tahtacı ile flutist Koza Ünal’ın kurdukları Gitar & Flüt adlı

ikiliden. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda yüksek lisans öğrencisi olan

genç sanatçılar Sor, Fauré, Piazzolla’nın eserlerini seslendirecekler.

Yer: Gitarcafe

Tarihler: 06.01.2011~30.01.2011

Telefon: 0216 348 60 55

Ücret: 15.00 - 20,00 - 25.00 TL

ANKARA FİLM FESTİVALİ YARIŞMALARI İÇİN SON BAŞVURU TARİHİ

7 OCAK 2011

22. Ankara Uluslararası Film Festivali Ulusal Uzun, Kısa ve

Belgesel film yarışmaları için sinemaseverlerin, en geç 7

Ocak 2011 tarihine kadar başvurularını yapmaları gereki-

yor.

17-27 Mart 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilecek 22.

Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında düzenlenen

Ulusal Uzun Film Yarışması, Ulusal Kısa Film Yarışması ve

Ulusal Belgesel Film Yarışması için başvurular devam edi-

yor.

Öğrenci ve profesyonel olmak üzere iki dalda düzenlenen

Ulusal Belgesel Film Yarışması ile kurmaca, deneysel ve canlandırma dallarında düzenle-

nen Ulusal Kısa Film Yarışması'nda her dal için bir "En İyi Film Ödülü" verilecek. "En İyi

Film Ödülü"nü kazanacak yapımlar 2 bin 500 Türk Lirası ile ödüllendirilecek.

Page 8: Ajanda Ocak

SERGİ

Page 9: Ajanda Ocak

"Gelman Koleksiyonu'ndan

Frida Kahlo ve Diego Rivera"

Sıra dışı yaşamlarıyla merak uyandıran, Meksika kültürüne damga vuran eserleriyle 20.yüzyılın efsane çifti Türkiye'de ilk kez Pera Müzesi'nde;

23 Aralık 2010 - 20 Mart 2011

Türkiye'de ilk kez Pera Müzesi'nde konuk olacak 20.yüzyılın efsane çifti Frida Kahlo ve

Diego Rivera, yapıtları kadar özgün karakterleri, yaşam öyküleri ve merak uyandıran birlik-

telikleriyle de dünya kamuoyunda ilgi uyandırıyor.

Jacques ve Natasha Gelman'ın koleksiyonunda yer alan, Meksika'nın ulusal kültür varlıkları envanterine kayıtlı ve Meksika dışında çok az sayıda sergilenen 40 yapıt, çiftin en önemli

eserlerinden oluşuyor.

Eserleriyle olduğu kadar, sıra dışı ve

tartışmalı yaşamlarıyla, fırtınalı ilişki-

leriyle ilgi çekerek sinema ve edebiyat

dünyasına da ilham veren ikilinin 20

Mart 2011'e kadar ziyarete açık kala-

cak sergisi için 22 Aralık Çarşamba

sabahı Pera Müzesi Oditoryumu'nda

düzenlenecek

www.peramuzesi.org.tr

Page 10: Ajanda Ocak

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?

SEDA ASOLAR www.sedasolar.blogspot.com

FRIDA KAHLO 1907 – 1954 yılları arasında yaşayan Meksikalı ressam Frida’nın tam adının Magdalena

Carmen Frida Kahlo Calderon olduğunu ,

Doğum tarihini Meksika Devrimin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 olarak değiştirdiğini

Anne babasının Yahudi ve Kızılderili asıllı olduğunu,

Geçirdiği çocuk felci nedeniyle sağ bacağı-

nın sorunlu olduğunu ve 1954 yılında kang-

ren nedeniyle sağ bacağının kesildiğini,

Frida’nın, Rus devriminin önde gelen isimle-

rinden Lev Troçki ile bir dönem birlikte oldu-

ğunu,

Acılarından kurtulmak için yaşam boyu re-

sim yaptığını ve ardında 143 adet tablo bı-

raktığını, bu 143 adet tablonun 55 adetini

oto-portrelerinin oluşturduğunu,

Yaşadığı aşkın karanlık tarafını ise şu sözler

ile özetlediğini : "hayatta basıma iki korkunç

kaza geldi, biri geçirdiğim otobüs kazası, di-

ğeri de Diego"

Page 11: Ajanda Ocak

Seni sevmekten ne zaman vazgeçtim ?

Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.

Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşün-

celerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu

hissettiğimde vazgeçtim.

Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığımı

zaman vazgeçtim.

Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.

Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.

Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.

Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden sen olduğun için vazgeçtim.

BENCİL OLDUĞUN İÇİN VAZGEÇTİM!!

Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.

Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.

Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.

FRIDA KAHLO

Page 12: Ajanda Ocak

GEZİ

İSTANBUL’DA TURİST OLMAK

Müge Karahan www.yemekbahane.blogspot.com

Böyle tanımlamışlar kendilerini,

pek de doğru ve yerinde bir

tanım olmuş. Bu ay turist olarak yine

yemeli içmeli bir tur atacağız beraber.

Geçenlerde ilk kez gittiğim ve her yediğimin

tadı damağımda kaldığı bir yerden

bahsediyor olacağım sizlere,

Antiochia’dan ...

İstanbul’da konsept mutfaklara sıkça

rastlamak mümkün.

Ancak her konsept mutfak uygulaması,

aslını koruyarak, bizi o konsepte yüzde yüz

dahil ederek gerçekleşmiyor elbette.

Antiochia, küçük bir mekanda

koskocaman bir medeniyet yatağını

barındırarak başarılı bir şekilde yapıyor bu

uygulamayı.

Antiochia’nın kurucu ortağı Jale Balcı’dan

direk olarak aldığım bilgiye göre yeşillikler

hariç tüm kullanılan malzemeler direk

Antakya’dan geliyormuş.

Bu da o mekanda Antakya’yı yaşamamızı,

Antakya lezzetlerinin tadını sanki oraday-

mışçasına keyifle almamızı sağlayan en önemli unsur olsa gerek.

Mekan son derece sıcak. İster içerde,

isterse de dışarıdaki masalarda oturularak,

doyumsuz mezelerin, nefis etlerin tadına

bakmak mümkün.

Lezzet, “detayda” gizli ...

Page 13: Ajanda Ocak

Ama ne olursa olsun zeytinli mezeden ye-meden gelmeyin.

Dağ kekiği ile harmanlanmış kırma zeytinin

tadına doyamayacağınıza eminim.

Gurmelerin muhakkak ziyaret ettiği yemek

kültürü ile bir fenomen durumunda olan

Antakya’nın akla gelen ilk mezesi nedir

dediğimde cevabınızı duyar gibiyim..

Humus... Nohutun tahinle adeta bütünleşti-

rilerek hazırlandığı humusu bir de

Antiochia’da denemeniz lazım.

Şu iddialı cümleyi kurmadan geçemeyece-

ğim.. Hayatımda yediğim en güzel etti.

Evet, aynen öyle.. Antakya’dan getirtilen ve

dinlendirilen eti çiğnemeye bile gerek yoktu

diyebilirim. Lokum desek yeridir. Mekanın

dürümünün popülerliği de buna bağlı olsa

gerek.

Jale Hanım, ziyaretimiz sırasında bize

Antakya’ya özgü başka lezzetler de tattırdı.

Kendisi ve ailesi Antakyalı olan Jale Hanım,

Antakya’nın bu lezzet mirasını sadece

mekanında da yaşatmakla kalmamış.

Kendisinin aynı zamanda bu konuda bir de kitabı var. “Antakya ve Yemekleri”

adındaki üçüncü kitabında Jale Hanım, hem

Antakya’yı hem de mutfağını detaylı bir

şekilde tanıtıyor.

Soğuk bir kış gününde ya da gecesinde,

sıcak bir mekanda, Antakya’nın birbirinden

lezzetli yemeklerinin tadına bakmak ister-

seniz rotanız Asmalı Mescit’te yer alan

Antiochia’ya mu-

hakkak düşmeli.

Afiyetle & sağlıkla,

Detaylı bilgi için ;

www.antiochiaconcept.com

Page 14: Ajanda Ocak

MARKALAŞMA SANATI

DUYGU PHILLIPS

www.saklamarkac.com

Yılbaşı geldi geçti. Bu sezon beni hep çok mutlu etmiştir.

Sokaklarda bir hareket olur. İnsanlar alışveriş yaparlar. Markalar canlanır,

mağazalar neşelenir. Çok severim alışverişe çıkmayı, mağaza bakmayı.

Bu ay sizlere hediyeler ile ilgili bir bölüm hazırladım.

En beğendiğiniz hediye gibi bir yıl olması dileğiyle…

YILBAŞI ALIŞVERİŞİ ÇILGINLIĞI

Her sene yılbaşı alışverişlerine damgasını vuran

bir mağaza Marks&Spencer.

200 TL alışveriş yap, 75 TL hediye çeki al, onu da harcıyım derken, toplamda 150 TL’lık alışveriş

daha yap, hadi 200’e tamamlayım derken, bir de

bakıyorsun 500 TL harcamış Marks&Spencer’da.

Hiç bulaşmam böyle işlere. Tuzak bunlar, tuzak J

Bir kere yılbaşı ağacının altında hep aynı paketler

J Hepsi Marks&Spencer.

Akıllı taktik ama, Marks&Spencer’larda kasalar

yine dolup taşıyordu bu yılbaşı öncesinde.

WEB HEDİYE ALTERNATİFLERİ

Hediye almaya bayılırım. 2 tarafa da çekilebilir

bu söz: satın almak ve birinden hediye almak.

Benim daha çok tercih ettiğim hediye satın almak yani hediye vermek.

En güzel hediye, içten gelerek alınan hediyedir. Mecbur olarak hediye almak ise çok sıkıcı.

Yılbaşları bazen biraz öyle oluyor. Ona da alayım, ne alayım, tüh yine son güne kaldık…

İşte böyle olunca, hediye almak zevk değil, işkence oluyor. Günlük koşturmalarımızda, vakit bulup da hediye seçmek bir ayrıcalık. Böyle durumlarda, hediye bakacak vakit bula-

mayınca internette seçenekler var.

Hediyedenizi.com, hediye.com.tr, hediyefabrikası.com bunlara birer örnek.

Seneye yılbaşında, veya özel günlerde incelemeyi unutmayın.

Page 15: Ajanda Ocak

YENEBİLEN ÇİÇEKLER

Farklı hediye alternatiflerinden biri yenebi-

len çiçekler yapan “BonnyFood”.

Çiçek buketi gibi tasarlanmış muffinler ile

meyvelerden oluşan buketler harika görü-

nüyor. Kek çiçekleri, meyve çiçekleri, çiko-

lata şeker çiçekleri, marshmallow çiçekleri

var. Hepsi birbirinden iştah açıcı ve sevim-

li. Sadece yeni yıl değil, tüm özel günler

için alternatifler mevcut.

Sloganı: “Hediyelik Lezzet Çiçekleri” bu

lafı sevdim. Ne olduğunu anlatıyor, marka-

yı tanımlıyor. Logosu biraz zorlama olmuş

sanki. Gülen yüze çok gerek yokmuş ben-

ce. Bu ürünü ilk getiren onlar mı bilmiyo-

rum ama benim bildiğim ilk marka Bonny

Food.

Web sitelerinde de çoğaldıklarını anlatıyor-

lar. Şubelerini listelemişler. Ardından baş-

ka markalar da geliyor tabi. Jill Food, Çiçek

ve Lezzet mesela.

Page 16: Ajanda Ocak

YILBAŞI KARTLARI

Biz bu kadar hatırşinaz bir toplum iken, özel

günlerde kart alıp verme pek yerleşmemiştir

kültürümüze. Aslında ne kadar hoş, manevi de-

ğeri olan bir hediyedir. Ama kartlar hediye ola-

rak görülmez bizim kültürümüzde. Hediyenin

yanında verilir. Hediye alınca yanında bir de

kart alınır bazen, her zaman değil o da. Oysa ki

yurtdışında o kadar gelişmiş ki kartlaşmak ge-

leneği.

Örneğin Amerika’da Hallmark bu işi büyütmüş. O kadar güzel kartlar var ki. Her olay için,

her kişi için özel kartlar var. Anneme, babama gibi kartların yanı sıra, neredeyse kuzenimin eşine kartı bile var:) Hastalık, sağlık, evlilik, doğum her türlü konuya özel kartlar var. Bir

de 3 boyutlu, animasyonlu kartlar yapmışlar.

Kartı alıyorsunuz, web sitesine bağlanıyorsunuz. Web sitesinde kartınızın ait olduğu dosya-

yı indirince ve kartı web cam’e tutunca kendinizi ve kartı ekranda görüyorsunuz, ardından

kart canlanıyor, karttaki karakterler neler varsa, müzik çalıyor, dans ediyorlar, hareket edi-

yorlar. Çok eğlenceli, çok değişik. DVD’li olanlar da var. Dijital fotoğrafınızı ekleyebiliyor-

sunuz ve animasyon kartta izlenebiliyor. Düğünlerde, doğumlarda kartlar yine bir tebrik al-

ternatifi. Kimi zaman birkaç dolar banknotlar ekleniyor kartın arasına, güzel bir dilek. Ama

dolar şart değil, önemli olan güzel bir kart seçmek.

Bence çok hoş. Keşke bizde de gelişse bu iş biraz daha. Keşke doğum gününde sadece kart

vermek “ayıp” olmasa:)

www.hallmark.com adresinden çok çeşitli ürünleri inceleyebilirsiniz.

SESLİ KİTAPLAR

Uzakta olan bir yeğeniniz, torununuz, sevdiğiniz varsa yine Hallmark tarafından üretilen bu

kitaplar çok güzel. Her sayfasına sesinizi kaydedebiliyorsunuz, kitabı sesli okuyup kayıt

yaptıktan sonra okuyan kişi sayfaları çevirdikçe sizin sesinizi duyuyor. Kalıcı bir hediye.

Page 17: Ajanda Ocak

OKUMA GÜNLERİ

SEDA ASOLAR www.sedasolar.blogspot.com

Okuma Atölyesi—Caddebostan Kültür Merkezi

Prof. Dr. A.Didem Uslu yönetimindeki okuma atölyesinde bu ay

4 Ocak — Halit Ziya Uşaklıgil, Mai ve Siyah

18 Ocak — Nikos Kazancakis, Zorba

1 Şubat —Halide Edip Adıvar, Sinekli Bakkal

Caddebostan Kültür Merkezi: www.ckm.gen.tr

Page 18: Ajanda Ocak

SİNEM ERGUN www.sanatnotlari.blogspot.com Çocukken haftasonları babaan-

nem bize bir ritüel oluşturmuş-

tu. Duygu ile beni önce tiyatro-

ya götürür ardından da Harbiye orduevinde

öğlen yemeği ısmarlardı. Şimdi düşününce

tiyatro sevgimin kaynağının burada

olduğunu görüyorum.

Karagöz Hacivat gösterisinden kukla göste-

risine ve çeşitli çocuk oyunlarına kadar

hepsini zevkle izlerdik. Bir de hiç unutmam akşam annemle babamın opera ve bale

gösterisine gidişinde bizi götüremediklerine

çok üzülürdük Duygu’yla. Biran önce yaşımı-

zın gelmesini beklerdik. Hatta yaş sınırını

tamamlayınca en güzel kıyafetimi giyip

AKM’nin büyük salonunda sanırım La

Traviata operasını izleyip biraz garipsemiş,

özellikle orkestranın canlı varlığından çok

etkilenmiştim.

Çocuklara bir şey öğretmek istiyorsak

bunun en etkili yolu konuşmak değil davra-

nışlarımızdır. Kitabı sevdirmek istiyorsak bizi

kitap okurken görmesi gerektiği gibi.

Tiyatro bana kalırsa her yaşta insan için

önemli bir kültürel etkinlik. Hayal dünyasının

içine doğrudan giriş kapısı. Harikalar diya-

rında Alice olma fırsatı. Gerçek dünyadan bir

süreliğine ayrılıp bilincimizi bir kurguya kay-

dırma yöntemi. Asında bir terapi belki de.

Çocuklar için ise mevcut ve en üst seviyede

sahip oldukları hayal alemlerini görsel olarak

destekleyen, saf düşünceleriyle sahne

üzerindekilere kolayca inanabildikleri

yaşayan bir masal ortamı. Boyut algılaması

açısından ise çok sağlıklı bir atmosfer

televizyonla kıyaslandığında. İzledikleri canlı

performans ve algılayabildikleri mesajlar ile

tüm hayatlarını etkileyebilecek olumlu

deneyimler.

İşte bu düşüncelerle kendi oğlumu da 1, 5

yaşında itibaren tiyatro büyüsüyle tanıştır-dım. O yaşta uyku saatlerini gösteriyle

ayarlamak biraz zor oluyor tahmin edeceği-

niz gibi. Oyunlar da şansımıza öğlen tam

uyku saatine denk geliyordu. Buna rağmen

birgün annesinin tiyatro aşkıyla uykulu uy-

kulu oturduk en ön sıraya ve başladık Kukla

Show’u izlemeye. Bu o kadar eğlenceli bir

gösteriydi ki, kukla sanatını ve her çeşit

kuklayı şarkılar ve danslar eşliğinde seyre-

derken biryandan da kuklacı amca ile

interaktif olarak çocukların katılabildiği bir

şekildeydi. 3 yaş üstü çocukların kıkır güldü-

ğü ve soru cevaplarla tüm cin fikirlerini ser-

gileyebildiği bu gösteriyi neredeyse sonuna

kadar izledik, hatta çoğu yerinde Doruk bile

güldü.

En son geçen ay Masal Gerçek Tiyatrosunun

“Arı Maya ile cızbız” oyununa gittik. Dekoru,

şarkıları, kostümleri ile gerçekten eğlenceli

bir oyundu.

TİYATRO

ÇOCUK TİYATROLARI

Page 19: Ajanda Ocak

Doruk şuan 2,5 yaşında ve başından sonuna kadar oyunu seyretti, hala da arada anlatır

hatırladığı sahneleri ama bu oyun interaktif olmadığı için konuşmalı bölümlerde biraz sıkıldı

ve dolaşmak istedi, ama şarkılar başlayınca pür dikkat kesiliyordu. Hatta “ne zaman şarkı

başlayacak” diye de sorup duruyordu. Buradan anladığım sanırım çocuklara laf atan ve on-

ları da gösteriye dahil eden oyunları seçmemiz bu yaş için daha iyi olacak:)

Araştırdığım zaman bir çok çocuk tiyatrosuyla karşılaştım. Sizlerle de bu bilgileri paylaşmak

istiyorum. Web sitelerine girerseniz birçok oyunu da görmeniz mümkün.

Çocuğunuzun sahne tozuyla ve büyüsüyle bol bol bir araya gelmesi dileğimle..

Masal Gerçek Tiyatrosu http://www.masalgercek.com/

Arı Maya ile Cızbız

Ocak Ayı Boyunca Her Cumartesi Pazar 13:00 Hayal Dünyası Bü-

yülü Sahne Bakırköy

0212 572 04 44

Tomurcuk Çocuk Tiyatrosu www.tomurcukkukla.com

Caddebostan Kültür Merkezi

Kukla Show 9 Ocak 13:00/ 15:00

Kırmızı Başlıklı Kız 8 ve 29 Ocak 13:00/ 15:00

İki İnatçı Keçi 15 Ocak 13:00/ 15:00

Yalancı Çoban 16, 23, 30 Ocak 13:00/ 15:00

Pembe Kurbağa Çocuk Tiyatrosu—Ankara http://www.pembekurbaga.com.tr 0312 418 02 98

Karagöz Sihirli Kavak 8,15, 22, 29 Ocak 10:30

Kardan Adam ile Kartanesi 15,22,29 Ocak 12:00

Zorlu Çocuk Tiyatrosu http://www.zorlucocuktiyatrosu.com

Oz Büyücüsü 29, 30 Ocak 11:00 13:00 Maltepe Türkan Saylan KM

Page 20: Ajanda Ocak

SİNEM ERGUN www.sanatnotlari.blogspot.com

Sinema sanatıyla izleyici olarak

ilgileniyorsanız veya kamera arkasında yer almak istiyorsanız siz de

kendinize ait bir kısa film yapabilirsiniz.

“Sinemaskop Geceler” adıyla atölye çalış-

maları yürüten, bugüne kadar beş tane kısa

film çekmiş ve festivallerde yer almış olan

bir sinemasever Meriç Renkver ile özellikle

kısa filmler ve sinema tarihi hakkındaki

röportajımızın size pek çok bilgi sağlayaca-

ğına eminim.

Kısa filmin tanımıyla başlamak

istiyorum. Kısa film nedir?

Sanatta tanımlama yapmak zordur. Bugüne

dek yapılan tanımlamalar, kısa filmin üç

şekilde ele alındığını gösteriyor: Birincisi,

kavramın kendisinden hareketle, türü ne

olursa olsun ‘belirli bir süreyi aşmayan film’

anlamına geliyor.

Festivallerin doğal sınırlaması olan bu nokta,

örneğin Cannes’da 15 dakikadır bu süre,

“kısa film, süresi kısa olan film değildir”

deseniz de, bir zemin oluşturuyor tabii ki. Bu çerçevede, kısa filmi, uzun metraj filmin

egzersiz alanı olarak da görmek mümkün.

İkinci yaklaşım ise, daha çok içerik

bağlamında, kısa filme atfedilen özellikler-

RÖPORTAJ

Kısa Filmlerin Büyülü Dünyası

Page 21: Ajanda Ocak

den hareketle yapılan tanımlama çabaları:

Deneysellik, özgürlük, bağımsızlık, öncülük,

sistem dışılık, ticari kaygılardan uzaklık gibi.

Bu çerçevede, özellikle ‘kâr amacı

gütmemek’ ve ‘deneysellik’ ön plana çıkan

özellikler.

Üçüncü yaklaşım ise, edebiyattaki türlerle

yapılan benzeştirmeler: Uzun metraj film

‘roman’ ise, kısa film ‘öykü’dür; uzun metraj

film ‘öykü’ ise, kısa film ‘kısa öykü’dür veya

‘şiir’dir, hatta ‘atasözü’dür gibi.

Tüm tanımların savunulabilir veya karşı

çıkılabilir yönleri olduğu bir gerçek. Kişisel

görüşüm, kavramdaki ‘kısa’ yerine ‘film’

olgusunun daha önemli olduğu yönünde.

Bir başka deyişle, kısa filmin, ‘film gibi’ ol-

masını önemsiyorum. Kısa film, içeriksizlik

veya anlaşılmazlık olmamalıdır. Anti-sinema

yaparken bile, bunu izleyenin algılaması için

belirli bir dile ve yapıya ihtiyaç duyarsınız.

Başka sanat dallarında olmayan uzun-kısa

ayrımının, içerik temelinde ele alındığında

bir anlam kazanabileceğini düşünüyorum.

Kısacası, filminizin süresini kısa tutmanız

sorun değil, tutarsınız!

Sinema tarihinde ilk kısa filmler ne za-

man ve nasıl ortaya çıkmıştır?

Sinema tarihinin doğrudan kısa filmlerle

başladığını söylemek yanlış olmaz. Fransa

ve Amerika’da yapılan ilk filmler kısa film-

lerdi. Sadece süre bakımından değil, henüz

sinema yaygın bir endüstri olmadığından, içeriklerinin daha özgürce, kısa filmin

ruhuna uygun bir özgürlükle ele alındığını

dahi söyleyebiliriz.

Lumière kardeşlerin 1896 yılı yapımı

“Trenin Ciotat Garı’na Gelişi” adlı ünlü

filmlerinin süresi bir dakikadır ve trenin gara

gelişinden başka bir şey anlatmaz. Méliès,

Porter gibi sinemanın öncü isimleri yüzlerce

kısa film çekmişlerdir. Tabii bu durum, film-

lerin, eğlence vaat eden endüstriyel meta

haline gelmesi ve prodüksiyon altyapısının

gelişmesiyle hızla aşılmış ve düzenli uzun

metraj film üretme ve kazanç sağlama süre-

cine geçilmiştir. Ancak kısa film, ticari me-

kanizmaların gücü ve ağırlığına karşın varlı-ğını korumuş ve özellikle batılı ülkelerde

belli ölçülerde kurumsallaşmıştır.

Bazı ünlü yönetmenler bugün de zaman za-

man kısa film çekmekte veya Godard,

Greenaway gibi isimler kısa filmin deneysel

ve özgür ruhuna uygun uzun metraj filmler

çekebilmektedirler.

Kısa filmlerin, uzun metrajlı filmlere

göre daha cesur konulara yöneldiğini

söyleyebilir miyiz?

Ticari kaygılardan uzak olmak bakımından,

evet. Kısa film çekerek para kazanamazsı-

nız, festivallerdeki mütevazı ödülleri say-

mazsak. Bununla birlikte, youtube gibi mo-

dern zaman medyalarında kısa filminizle

yüksek ‘hit’ alabilir ve bunu ticari kazanç

sağlamanın bir aracı olarak kullanabilirsiniz.

Tabii bunların ne kadar sanatsal, ne kadar

ticari süreçler olduğu tartışılır. Biz burada

kısa filmden, yani temelde ‘sinema

sanatından’ söz ediyoruz. Dolayısıyla, ka-

zanç getirmeyecek bir işe soyunmak, bir

şeyleri denemek, sistemin dışına çıkmak, hem bir tür cesaret, hem de bir tür adan-

mışlık ister, hele günümüzde. Buna kısaca,

‘çılgınlık’ da diyebiliriz.

Page 22: Ajanda Ocak

Daha somut konuşursak, uzun metrajlı

filmle kıyaslandığında, kısa film ne tür

farklılıklar gösterir?

Süre faktörü bir yana, kısa filmi uzun metraj

filmden ayıran en temel özellik, sanırım

yaratıcısına sağladığı özgürlük alanı. Uzun

metraj bir film, kendisine zaman içinde

özgürlük sağlamış bir yönetmene de ait

olsa, seyirciyle buluşma gibi bir zorunluluk

taşır. Bunun adını net olarak koyarsak, filme

yatırılan paranın fazlasıyla geri kazanılması

gerekir. Özgürlük noktasından bakarsak, bir saatlik

‘kısa film’ de yapılabilir, bağlı olduğu pran-

galar bakımından on dakikalık bir film uzun

metraj kategorisine de dahil edilebilir.

Özgürlük derken, iki boyut söz konusu. Bi-

rincisi, kısa filmi tamamen bir laboratuar, bir

araştırma alanı olarak görüp, deneyselliğin

sınırlarına kadar gitmek. Bu, kısa filmde

yaygın bir anlayıştır, Warhol filmleri de da-

hil.

İkinci boyut ise, elinizdeki özgürlük alanını,

ticaretin kurallarından uzak, ama insanlarla

bir duygu-düşünce ilişkisi kurmayı dert edi-

nen tarzda kullanmanızdır. Bundan kastım

şu: Ticari kuralların dışında ama sinemanın

dili ve kuralları içinde kalarak da kısa film

yapabilirsiniz. Bu anlamda, kısa filmin uzun

metraja yaklaştığını söyleyebiliriz. Kısa film-

den söz ederken hep ‘kısa olmak’ kavramı-

na ve onun çağrışımlarına odaklanıyoruz,

oysa bir de ‘film olmak’ gerçeği var. Film

olmak demek, sinemanın bir dil olarak taşı-

dığı işlevin gereklerini yerine getirmektir. Festivallerde gösterilen ve ödüllendirilen

kısa filmlerin, genellikle, film olmanın gerek-

lerini yerine getiren çalışmalar olduğu görü-

lüyor.

Kısa film çekmek, uzun metraj film çe-

ken yönetmenler için mutlaka gerekli

bir deneyim midir?

Böyle bir gereklilikten söz edilemez, ancak

faydalı olduğu veya bir başlangıç noktası

oluşturabildiği bir gerçek. Doğrudan uzun

metraj çekmeye başlamış yönetmenler oldu-

ğu gibi, kısa film deneyiminden sonra film

çekmeye başlamış ve yıllar sonra da çekme-

ye devam eden yönetmenler de var.

Scorsese, Spielberg, Lucas gibi Amerikan

sinemasının dev isimlerinin, Almodovar, Kiarostami, Von Trier gibi usta yönetmen-

lerin, kariyerlerinin başında kısa filmler çek-

tiklerini görüyoruz. Bizde de Nuri Bilge

Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Mustafa

Altıoklar kısa filmle başlamışlardır. Rah-

metli Ahmet Uluçay, hiçbir eğitim almadan,

binbir imkansızlık içinde köy ortamında kısa

filmler çekmiştir. Ve bugün Türk sinema ta-

rihi içinde çok özel bir yeri vardır.

“Lumière et Compagnie” adlı film, bu

bakımdan mükemmel bir örnektir. 1995 yı-

lında gerçekleşen bir proje. 40 ünlü yönet-

menden, süresi 50 saniyeyi geçmeyen kısa

filmler çekmesi isteniyor. Ancak şöyle bir

zorunluluk var: Kullanacakları kamera,

Lumière kardeşlerin 1895’de geliştirdikleri

sinematograf. Yönetmenler, sinemanın doğ-

duğu dönemdeki şartlar altında kısa film çe-

kiyorlar ve bu çalışmaların toplamından

“Lumière et Compagnie” adlı film ortaya çı-

kıyor. Filmde, yönetmenlerin sinemayla ilgili

görüşleri de var. Özellikle kısa filmle ilgile-

nenlere tavsiye ederim, kısa film ile yaratıcı-lık arasındaki ilişkiyi görmek bakımından.

Kısa film çekmenin aşamalarına ve sü-

relerine kısaca değinir misiniz?

Page 23: Ajanda Ocak

Kısa filmin çekim aşamalarıyla, uzun metraj

bir filmin çekim aşamaları temelde, yani ni-

telik olarak aynıdır. Çünkü ikisi de filmdir,

biri uzun diğeri kısa. İkisinde de senaryo ha-

zırlanır, oyuncular belirlenir, çekim alanı

saptanır, kamera, ışık gibi malzemelerin

yanısıra gerekiyorsa aksesuarlar temin edi-

lir, vs. Bu açıdan fark yok, sonuçta film çe-

kiyorsunuz. Farklılık, tüm bu aşamaların sü-

resinde, bütçesinde, çapında, altyapısında,

gösteriminde, seyircisinde ve beklentisinde.

Kısa filmde, senaryo da dahil olmak üzere, her şeyin ‘compact’ olması gerekiyor. Tabii

ki bir de finansman yönteminde fark var. Kı-

sa filmciler genellikle kendi ceplerinden para

harcarken, uzun metraj film yapmak iste-

yenler finansman bulmak gibi bir dertle uğ-

raşırlar.

Kısa film çekmenin, uzun metraj film ciddi-

yetiyle, belki de düşünsel olarak ondan daha

derinlikli ele alınması gereken bir mesele ol-

duğu söylenebilir. Yaratıcılık açısından ise,

teorik olarak bir fark olmaması gerekir, o da

film, bu da film, ikisi de sanatsal yaratıcılık

gerektirir. Ancak, uzun metrajın ticari sınır-

ları klişelere daha çok başvurmanıza yol

açabilir. Bu bakımdan, kısa filmin yaratıcılı-

ğa daha fazla imkan tanıdığını söyleyebiliriz,

ki bu da özgürlükle ilgili bir konu zaten.

Kısa filmle diğer film türleri arasındaki

ilişki hakkında neler söylemek istersi-

niz?

Bu önemli bir konu; kısa filmin ne olup ne

olmadığıyla da ilgili. Şimdi, sinemada, yani

en geniş anlamıyla peliküle veya dijital orta-ma değişik amaçlarla kaydedilen görüntü

üretme sektöründe, kısa filmle akrabalık

içinde olabilecek onlarca kavram ve tür var:

Belgesel, dramatik belgesel, animasyon, vi-

deo-art, video-clip, öğrenci filmi, eğitim fil-

mi, bilimsel film, tanıtım filmi, reklam filmi,

underground sinema, bağımsız sinema, de-

neysel sinema, avant-garde sinema, haber

filmi, TV filmi, kurmaca film vs. Bu kavram

ve türlerin biri veya birkaçı içinde kalarak

kısa film yapılabileceği gibi, bunun tersi de

mümkün: Sanatsal süreç, biçim ve içerik

açısından bazı kavram ve türlerin kısa filmle

örtüşmediğini söyleyebilirsiniz.

Kısa filmle diğer film türleri arasında, özel-

likle yaşanan sorunlar çerçevesinde bir ör-

tüşme olduğu gerçek. Kısa filmcilerin sorun-

larıyla, belgeselcilerin, bağımsız sinemacıla-

rın, öğrencilerin, yani ticari sinema dışında

bir şeyler yapmak isteyen herkesin sorunları

hemen hemen ortak. Bunların başında da

finansman geliyor. Dolayısıyla, kavramların

giderek sınırlarını yitirdiği günümüzde, film

üretmenin ve paylaşmanın maddi koşulları

kategorilerin ayrımında daha fazla rol oynu-

yor.

Ülkemizde kısa filmlerin üretim, göste-

rim ve izlenme durumu nedir? Türkiye’-

nin bu alandaki konumu nasıl?

Sinemanın büyük bir endüstri olduğu batılı

ülkelerde, kısa film çalışmalarının bize oran-

la daha kurumsallaşmış olduğunu söyleyebi-

liriz.

Bu ülkelerde sinemanın alt başlıkları, asis-

tanlık, kameramanlık, belgesel film, deney-

sel film, sinema eğitimi, senaryo vs. bir uz-

manlık alanı olduğundan, kısa film de spesi-fik bir alan olarak var olma fırsatını nispeten

daha fazla bulabiliyor. Tabii ki finansman,

seyirciyle buluşmak gibi ortak problemler

vardır her ülkede, ama mesele, ikinci sınıf

Page 24: Ajanda Ocak

muamelesi görüp görmemek.

Kısa film alanı, sinema eğitimi veren okul-

lardaki imkanların artması, festivallerde

özel bölümler oluşturulması, özgün organi-

zasyonlar yapılması, örgütlenilmesi, endüstri

içinde desteklenmesi, televizyonların, Kültür

Bakanlığı gibi resmi kurumların çabaları ve

özel şirketlerin himayesiyle gelişebilir. Tüm

bu paydaşların desteğinin düzeyi ile, bir ül-

kede kısa film alanının derinlik ve etkinliği

paraleldir.

Bu açıdan baktığımızda, ülkemizde öğrenci-

lerin bu alanda daha aktif olduklarını görü-

yoruz. Son yıllarda çekilen kısa filmlerin bü-

yük çoğunluğu öğrenci filmlerinden oluşu-

yor. Doğal olarak, sinema eğitimi alan öğ-

renciler daha motiveler bu konuda ve okul-

ları sayesinde belli bir altyapıya da sahipler.

Üretim anlamında sayı yüksek ama yaratıcı-

lık, sinema dili vb. bakımdan ne düzeydeler,

tartışılır.

Önemli film festivalleri içinde artık düzenli

olarak kısa film bölümleri yer alıyor. Ankara,

Antalya, Adana ve İstanbul film festivalleri

önemli platformlar.

Yıllardır İFSAK’ın sürdürdüğü çabalar var.

Ayrıca, birkaç özel kuruluşun yarışmaları ve

birkaç kentte düzenlenen kısa filme yönelik

organizasyonlar da mevcut. Dolayısıyla, 15-

20 yıl öncesine göre üretim ve gösterim im-

kanları oldukça artmış durumda. Tabii bu

sürecin arkasındaki en önemli etken, dijital

çekim imkanlarına kolaylıkla ulaşılabilir ol-

ması. Tabii, sayısal artış niteliksel artış anla-mına gelmeyebilir. Çok sayıda filmden iyi

filmlerin çıkma olasılığı yüksektir, ancak

kişisel gözlem olarak söylüyorum, yaratıcılık

açısından çoğu filmi, kısa veya uzun, doyu-

rucu bulmuyorum.

Okulların ve festivallerin dışında, bugüne

dek TRT’nin ve birkaç özel kanalın kısa filme

destek verdiğini de belirtmek gerekir. 1995

yılından bu yana Kültür Bakanlığı’nı da bu

çerçeveye dahil edebiliriz. Bunların hepsi

önemli destekler. Ancak, iyi niyetli çabala-

rın, medya dünyasının izlenme üzerinden

giden sert kurallarına çarpıp dağılabildiği de

bir gerçek. Türkiye’de kısa filmin siste-

matik olarak ele alınmasının tarihi 1963 yılı-

na, Hisar Yarışması’na kadar uzanır. Bir za-manlar sinemalarda, film başlamadan önce

kısa haber filmleri gösterilirdi. Kısa filmin de

ülkemizde kendine göre bir tarihçesi var ve

incelemeye değer.

Sizin sinemayla ilişkiniz, uğraşınız nasıl

başladı?

Benim sinemayla ilgim lise yıllarında, tele-

vizyonda sürekli film izleyerek başladı. Fiilen

uğraşmayı, düzenli film izlemek ve okumak

şeklinde tanımlarsak, o yıllardan başladığını

söyleyebilirim. TRT’nin ilk dönemlerinde sü-

rekli eski Amerikan filmleri gösterilirdi. Bu

filmler, klasik sinemayı ve sinema tarihini

tanımak bakımından büyük bir ders olmuş-

tur benim için. Aile ortamında sinemaya

olan ilgi de bir faktör tabii ki. Ondan sonra,

festivaller, filmler, kitaplar, dergiler, senar-

yolar, kısa filmler, sohbetler, dvd’ler, atölye-

lerle bu ilgim devam etti.

Kaç kısa film çektiniz? Filmleriniz festi-

vallerde yer aldı mı?

Beş kısa film çektim. İkisiyle, Ankara ve An-talya film festivallerinin yarışmalı bölümleri-

ne katıldım.

Page 25: Ajanda Ocak

Kısa film çekerken en keyif duyduğunuz

aşama hangisi?

Tüm süreç keyifli olmakla birlikte, sanırım

kurgu aşaması, yarattığınız esere şekil

vermek açısından büyüleyici bir deneyim.

Bir de, filmi bitirip başkalarıyla birlikte sey-

rettiğiniz ilk an.

Sizin yaptığınız atölye çalışmalarından

söz eder misiniz?

Sinemaskop Geceler adıyla, periyodik bir

film atölyesi yapıyorum. Yönetmen bazında bir çalışma; her seferinde önemli bir yönet-

menin önemli bir filmini izliyor ve gerek yö-

netmen, gerekse film üzerinde birlikte konu-

şuyor ve tartışıyoruz. Akademik tarzda bir

film okuma değil, daha çok sinema kültürü

ve film değerlendirme, film eleştirme disipli-

ni üzerinden yaptığım bir atölye çalışması.

Sinema eğitimi almamış fakat sinemayı

yakından izleyenler kısa film çekmek

için nasıl bir yol izleyebilirler? Meraklı-

lar için küçük ipuçları verebilir misiniz?

Kısa film çekmek için kısa film çekmek gere-

kir! Şöyle: Hemen kendilerine bir dijital ka-

mera alsınlar ve bir şeyler çeksinler, ne

olursa olsun. Basit kurgu programları var,

gerekirse onları da yükleyip kurgulasınlar.

Sinemanın ilk keşfinde olduğu gibi, öncelikle

dünyaya ‘kadrajdan bakmanın’ farkını

görsünler, görüntülerin ardışıklığının nasıl

anlam yaratabileceğini keşfetsinler. İkincisi,

rastgele değil, yönetmen bazında film izle-

sinler. Sinemanın genel kabul görmüş dili kadar, yaratıcılığın öznelliğini de keşfetsin-

ler.

Klasik filmlerden başlanmasını öneririm. Si-

nema kültürü, değişik türde filmler izleyerek

oluşur.

Önce bir filmi izleyin, ondan sonra üzerine

yazılanları okuyun. Farklı türdeki filmler as-

lında, hayata ve sanata farklı açıdan bakan

yönetmenlerin dünyalarını yansıtır. Ford,

Capra, Wilder gibi Amerikan sinemasının

önemli yönetmenlerinin filmleriyle klasik si-

nemayı keşfederken, Truffaut, Godard,

Antonioni, Tarkovski, Bergman, Kiarostami gibi farklı estetik, üslup ve dil

arayışı içindeki, farklı meseleleri olan yönet-

menler de izlenmeli ve karşılaştırılmalı.

Çok sayıda temel sinema eğitimi veren kurs

var. Herkesin kendi imkanlarına göre bun-

lardan birine katılması tabii ki faydalı olur.

Ancak, gerçek bir fayda sağlamanın ön şartı

var: Sevmek, yeteneğiniz bile sevgiyle geli-

şir veya sevgisizlikle körelir.

Görsel dünyada bir bakıma patlama yaşanı-

yor, dijital imkanların artması sonucunda.

Eline kamera alan herkes film çekebilir, çe-

kiyor da zaten. Ancak, az önce de belirtti-

ğim gibi, sanatsal kaygıyla yapılanlarla di-

ğerlerini ayırmak gerekiyor; ancak bu an-

lamda sınırlar giderek birbirine karışıyor, ta-

nımlamayı ve kategorize etmeyi güçleştiri-

yor.

Sanatsal yaratıcılığın her şeyin önünde

olması gerektiğini düşünüyorum, sanatın

hangi dalıyla uğraşırsak uğraşalım. Sanatın

temelinde ‘yaratıcılık’ yatıyor ve üzerinde kafa yormamız gereken temel konu bu.

Page 26: Ajanda Ocak

Nesobaby

http://nesobaby.blogspot.com

Fotoğraflar: Burak Arık

Ofistesiniz, ekranda onlarca mesaj cevap-

lanmak için sizi bekliyor, masanın kenarın-

da mavi mavi kalın dosyalar… Toplantıdası-

nız gözünüz sürekli saatte "şu adam sussa

da gitsek" dediğiniz…

Ya da evde süpürgenin başındasınız, lava-

boda birikmiş sizi bekleyen bulaşıklar "beni

yıka! beni yıka !!" diye bağırıyorlar…

Gözlerinizi kapatın, nerede olmak istersiniz?

Peki ya ben nerede olmak isterim?

Palmiye ağaçlarının arasında bir grup

müzisyen amca karşılıyor bizi, ellerindeki

marakasın "çın çın" yumuşak sesi, egzotik

bir ritim eşliğinde bembeyaz iri taneli

kumların üzerinde yürüyorum, yavaş yavaş,

ilerledikçe müziğe uyum sağlıyor hem

ayaklarım hem ruhum, elime buz gibi bir

içecek tutuşturuyorlar, gençlik iksiri midir

GEZİ

Karayipler Gemi Seyahati (Bölüm2)

GEZİ

Page 27: Ajanda Ocak

nedir canlanıveriyorum birden "ne var bunun içinde? Oohh pekte güzel geldi " diyorum

içerken, kendime sakin bir köşede palmiyenin gölgesinde boş bir hamak bulup içine bir gü-

zel kuruluveriyorum, ben rüyada mıyım bilmem ama bu cennet gibi mekânda huzur için-

de birazdan güzel rüyalara dalacağım kesin.. Seyahatimizin ilk günü yolumuz uzun ol-

duğu için denizde geçti. Ertesi sabah gözümüzü masmavi deniz ve arkasında yemyeşil bir

ormanla, Haiti manzarası ile açtık.

Labadee 'ye Hoşgeldiniz! Cruise firmasının

Haiti'den 100 yıllığına kiraladığı kuzeydeki bu

limanda sadece geminin yolcuları ve çoğun-

lukla yerli halktan oluşan personelini göre-

ceksiniz. Özel olduğu için dışarıdan kimsenin

alınmadığı limana gemiden ufak teknelerle

taşınıyorsunuz. Sıcak memleketin sıcak insa-

nı tarafından yine sıcak bir karşılama ile ada-

ya ayak basıp, kendinize güzel bir şezlong

seçip soğuk içeceklerinizi yudumlayın ve bu

cennet adanın keyfini çıkarın!

Haiti'nin kuzeyinde kalan bu bölgede tarihi bir

çan kulesi ve Royal Caribbean tesisleri dışında

medeniyete dair herhangi bir iz yok. Dileyen-

ler deniz içerisinde kurulu aquapark bölümün-

den faydalanabilir, biraz aksiyon isterseniz jet ski ya da parasailing de kiralayabilirsiniz.

Bunların hepsi gemiden alacağınız ekstra

turlar içerisinde.

Page 28: Ajanda Ocak

Biz bugünü dinlenme günü olarak seçip sadece yüzme ve yemek yeme kaslarımızı çalıştır-

dık. Öğlen saatlerinde hepsi de gemide pişirilmiş açık büfe yemekler adaya taşındı ve bize

ayrılan yemek bölümünde karnımızı güzelce doyurduk. Günün kalan kısmında ben çoğun-

lukla rüyamdaki gibi hamak keyfi yaptım.

Nesobaby Tavsiyesi: Burada yerlilerin el yapımı magnetlerinden hatıra veya memlekette

sizi bekleyenlere hediye olarak alabilirsiniz. Labadee'ye özgü buzlu içecek " Labaduzee " yi

içmeden limandan sakın ayrılmayın, sonra çok pişman olursunuz. Yeah Mon!

Sıradaki limanımızın adı Ocho Rios. Bizim Yedi Göllerimiz varsa Jamaika'nın da "Sekiz

Irmak"ı varmış. İspanyolcada Sekiz Irmak anlamına gelen Ocho Rios, adından da

anlaşılacağı gibi ırmakların, dağlık alanlarının dolayısıyla şelalesinin bol olduğu bir kent.

Şelale içerikli aktivitelerin de olduğu Ocho Rios'ta biz çok daha değişik ve çok daha

heyecan verici bir tur satın aldık. Fakat ana konumuza geçmeden önce, siz şimdi

düşünüyorsunuz değil mi "Yeah Mon" ne demek? Bana göre Türkçede " Problem yok

adamım " anlamına gelip söylendiği cümlenin yeri ve zamanına göre "ok" "evet" "bence

sen de haklısın dostum" "doğrudur, onaylıyorum" gibi çeşitli anlamlar için de

kullanabileceğiniz bukalemun gibi her cümleye uyum sağlayan Jamaika'nca bir ifade.

Page 29: Ajanda Ocak

Ülkemizde de çok sevilip sempati duyulan

reggae müziğin efsanevi şarkıcısı

Bob Marley'in memleketinde, etkisinin

devam ettiği, onun gibi saçları rastalı ve şu

meşhur renklerinde (Yeşil- Sarı - Kırmızı)

kıyafetlerle dolaşan insanları görebilirsiniz.

Genel olarak bende rahat insanlar oldukları

izlenimi bıraktılar. "Yeah Mon" ( Yaaamaan

diye okunuyor)

Gelelim bizim heyecanlı aktivitemiz

Kanopi'ye (Canopy).

Satın aldığımız bu turun Jamaika'nın bitki

örtüsüne çok uygun olduğunu söyleyebilirim.

Ocho Rios dağlık bir bölge ve dağları da

yağmur ormanları devasal ağaç ve bitkilerle

kaplı. Bu bitkilerin bazılarının insan yiyen

bitki olduğunu bile düşündüğüm oldu. Etrafta

tek başına gezmemekte fayda var.

Karayiplere kadar gidip de bir bitkiye öğle

yemeği olmak istemezsiniz.

Page 30: Ajanda Ocak

Limanda bizi karşılayan sempatik şoförümüz

George 1980'lerden kalma minibüsü ile bizi

limandan yaklaşık 30 dakika uzaklıktaki bir

dağın tepesine çıkardı.

Hala İngiliz sömürgesinin etkisinde olan

ülkede insanların çoğu senden benden iyi

İngilizce biliyorlar. Ayrıca trafikte İngiltere'-

deki gibi soldan akıyor ( Karşıdan karşıya

geçerken dikkat) .

Değişik bitkilerin çevrelediği dar bir köy

yolundan tepeye "Chukka Canopy" yapaca-

ğımız merkeze doğru ilerledik.

Yağmur ormanlarında devasal ağaçların

gövdeleri arasında kalın bir halata bağlı

olarak ağaçtan ağaca kaydığınız bu

heyecanlı aktivite öncesi görevliler bize kısa

bir eğitim verdiler.

Önce güvenlik diyerek üzerimize dağcılık

malzemelerinde kullanılan kemerlerden

başımıza da kask takıyoruz, halatı tutarken

acımasın diye de elimize eldivenlerimizi

takıyoruz. Yürüyüş parkurunda bitkilerin

gazabına uğramamak için uygun kıyafetleri

seçmenizi öneririm. Ayrıca yanınıza da sırt

çantası almanız daha uygun olacaktır.

Kayma esnasında "Eyvah telefonum düştü!"

demenizi istemem.

Yaklaşık 10 dakika tepeden aşağı dar bir

patika yolda ilginç bitkilerin arasında

yürüyüş yaptıktan sonra "Bunu yapmak

istediğine emin misin Nesobaby?” soru-

sunu sorduğum noktaya geliyoruz. "O ka-

dar da korkma canım, sadece yerden

birkaç metre yüksekteyiz." diyen sevgili

kocama en şirin ve en acıklı gülümsememle bakarak içimden "Birkaç metre?

Sahilde uslu uslu ata binmek varken ne işim

var burada, hepsi senin yüzünden,

sen arkamdan gel karşıda görüşeceğiz

seninle, tabii karşıya sapasağlam geçebilir-

sem " diyorum. Dış sesimle de "Hakkını he-

lal et, Astalavista Baby" diyerek bir de koca-

man bir " Haydi Bismillaaaah" çekerek veda

ediyorum, atıveriyorum kendimi boşluğa İs-

temsiz bir ses çıkıyor ciğerlerimden dışarıya

doğru… "AaAaaAaaAAaAAAaaa"

Page 31: Ajanda Ocak

Evet, artık Tarzan'ın neden ağaçtan ağaca

atlarken böyle bir ses çıkardığını daha iyi

anlayabiliyorum. Korkmayın korkmayın, ilk

sefer biraz ürkütücü, bir de yukardan aşağı

serbest düşüş yaptığım noktada yüreğim

ağzımdan dışarı fırlıyor sandım sadece o

kadar. Ama onun dışında aşağıya kadar

halatlarla ağaçtan ağaca kayarak sapasağ-

lam indiğim bu yolculuk, adrenalin ve keyif

dolu geçti.

Muhteşem bir doğa, şırıl şırıl akan bir dere

ve yanında heyecanlı keyifli dakikalar. Etrafta uçuşan keyifli insanlar.

Sonuç: Nesobaby denedi, beğendi, size de

yapmanızı tavsiye ediyor. Laf aramızda

eşimin de tatil boyunca en keyif aldığı tur bu

oldu.

Dönüşte kalan boş vaktimizi her evli çiftin

kaçınılmaz kaderi olarak hediyelik eşya

dükkânlarında alışveriş yaparak geçirdik.

Nesobaby Alışveriş Tavsiyesi: Bob Mar-

ley ile ilgili kıyafet, şapka ve bereler veya

magnetler alabilirsiniz. Ayrıca el yapımı yağ-

lıboya tabloları, değişik mask ve süs eşyala-

rını uygun fiyatlara bulmanız mümkün. Sizin

pazarlık yapma yeteneğinize bağlı olarak sa-

tıcılar söyledikleri fiyatların çok altına inebili-

yorlar. Boğazına düşkün olanlar siz de ye-

meklerde kullanmak üzere bölgeye özel de-

ğişik acı soslar ve tropikal içkiler alabilirsi

niz.

Grand Cayman'da Okyanusun Sevimli

Dostlari ile Birgun

Uzun zamandır yapmak istediğim birşeydi o

sevimli yunuslarla yüzmek. Seyahatimizin

üçüncü limanı Cayman adalarının baş-

kenti George Town'da böyle bir şan-

sımızın olduğunu öğrenince de hemen baş-

ladım küçük kız nesobaby ses tonuyla yal-

varmaya; "Noooolur nooolur yunuslarla yü-

zelim"

Page 32: Ajanda Ocak

Cayman adaları İngiltere Kraliçesine ait.

Şehirde kraliçeye olan sevginin ve İngiliz

tarzı yaşamın etkilerini görebiliyorsunuz.

Burası vergi cenneti adalardan olduğu için

diğer Karayip adalarına nazaran kişi başı

gelirin çok daha yüksek olduğunu hem

evlerden hem de lüks 5 yıldızlı otellerden

anlayabiliyorsunuz.

Turumuzun güzel yanı bonuslu olmasıydı.

Yunuslarla yüzdükten sonra hemen yanında-ki kaplumbağa çiftliğini de bedavaya

gezebilecektik.

Kaplumbağa çiftliği mi olurmuş demeyin

sakın, bu bizim evdeki parmak boy su

kaplumbağalarından değil tabii ki. Boy boy

hatta bazılarının devasal büyüklükte olduğu

deniz kaplumbağalarının üretildiği büyük bir

çiftlik.

Bu kadar büyük su canlıları ile yüzmek size

cazip gelmediyse adadaki ünlü " Seven

Miles" plajında kendi kendinize de yüzebi-

lirsiniz. Hemen hemen tüm limanlarda

benzer turlar mevcut. Önemli olan önceden

istediğiniz tura rezervasyon yaptırmış

olmanız.

Yunuslarla yüzeceğimiz Dolphin Discovery

Center 'a vardığımızda hem acayip

heyecanlıydım hem de çok sevinçliydim. Daha önce de çok yakından yunus

görmüştüm ama bu sefer direk kendileri ile

yüzme şansım olacaktı. Ağzım kulaklarımda

gezerken merkezin içine girdiğimizde hafif

hafif korkmaya başladım. Çünkü yunuslar

gerçekten büyük balıklardı.

Page 33: Ajanda Ocak

Ben niyeyse bunu son ana kadar düşünme-

miştim yüzeceğim balıklar hamsi değil

yunustu. Ama hiç insan yiyen yunus

görmemiştim o yüzden anın tadını

çıkarmalıydım.

Yunus eğiticileri bize kısa bir eğitim verdiler.

Yanlış anlamayın yunusları eğittikleri gibi iki

şak şak yapınca atlayıp zıplamayı değil,

yunuslarla beraberken elimize kolumuza

sahip çıkmayı öğrettiler.

Yunusla yüzerken sadece yüzgecinden tutun

sakın ata biner gibi üstüne binmeyin dediler. Halbuki ben yunusun sırtına çıkıp

ayakta durmayı planlıyordum.

İşin ilginç yanı havuzdayken tüm hareket-

lerimize de dikkat etmeliydik . Çünkü onlar

bizim konuşmalarımızdan değil el ve vücut

dilimizden anlıyorlardı. Onlara göre

yaptığımız her hareketin bir anlamı vardı.

Bikinilerimizin üzerine can yeleği verdiler ve

boyumuzu aşmayan bir havuza grup olarak

giriş yaptık.

Yunus kardeş orada bir yerlerde yüzüyor-

du , eğitmenin verdiği minik balıkları da

hopur hopur midesine indiriyordu.

Beklenen an gelip çattı hepimiz sıraya girip

ellerimizi öne doğru uzattık.

Yunus kardeş gelip hepimizin dudağına birer

öpücük kondurdu. O sevimli suratından

öpmek beni o kadar mutlu etti ki daha sonra

bize parayla sattıkları video çekimini

almaktan kendimizi alıkoyamadık.

Biraz tuzlu ama güzel görüntülerin yer aldığı

bir hatıramız oldu. Bu arada engelli çocukla-rın terapisinde de kullanılan yunusla yüzme

seanslarında gerçekten de keyifli anlar

yaşıyorsunuz.

Yunusun derisine dokunmak bile insanı çok

garip hissettiriyor, ayaklarınızdan ittirerek

sizi yüzdürmesinin nasıl olduğunu siz tahmin

edin. Kısacası anlatılmaz yaşanır.

Yunus kardeşle şarkı söyleyip yüzgecinden

tutup yüzdükten sonra hemen yan taraftaki

kaplumbağa çiftliğine geçtik. Bu çiftlikte boy

boy su kaplumbağası görmek mümkün.

En küçük boylar ne kadar sevimliyse en bü-

yük boylar da bir o kadar endişe vericiydi.

Onlar havuzda yüzerken dışarıdan beslemesi kolay ama denizde yüzerken karşıma

çıkarsa ne yaparım diye kara kara düşün-

meye başladım.

Uzun yıllar yaşayabilen bu dev kaplumba-

ğaları besledikten sonra yine bu çiftlikte

bulunan yapay havuza doğru ilerledik.

Denizlerin asabi balığı köpek balıkları hemen

bu havuzun içinde yüzüyorlardı.

Birkaç metre ilerisinde de küçük çocuklu bir

çekirdek aile şnorkel ile keşif yapıyorlardı.

Sonradan öğrendim ki isteyen ücretini öde-

yip bu havuzda şnorkel dalışı yapabilirmiş.

Çeşitli deniz canlıları ile beraber yüzebilmek

onları yakından görmek mümkün. Köpekba-

lıkları da bizim meşhur Jaws gibi tehlikeli

köpekbalıkları değilmiş. Yine de 3-4 metre

boyunda köpekbalıklarının olduğu bir havu-

za girme fikri bana pek cazip gelmedi.

Nesobaby almasın alana da mani olmasın.

Turumuz sona erdiğinde limana geri

döndük. George Town diğer limanlara göre

daha çok kafe ve mağaza bulabileceğiniz bir liman. Karnı acıkanlar boğazı kuruyanlar

gemi kalkmadan önce burada lezzetli vakit

geçirebilir.

Page 34: Ajanda Ocak

Nesobaby Alışveriş Tavsiyesi :

Karayiplerin nesi meşhur? Korsanları

Limanda korsan konseptli kıyafetler ve

hediyelik eşyalar bulabileceğiniz mağazalar

mevcut. Ayrıca bölgeye özel kremalı ve

kahveli rumları denemeden limandan

ayrılmayın , belki yanınızda birkaç şişeyi de

eve götürmek istersiniz. Ayrıca deri kılıflı

mataralar da maceraseverlere orijinal bir

hediye olacaktır.

Adios Amigos ! Güzel vakit çabuk geçermiş , en azından

benim için hep öyle olmuştur. Geldik

Karayiplerdeki son limanımıza.

Cozumel, Meksika'nın kuzeyinde küçücük

bir ada. Bu liman Meksika kültürünü

yakından görmemiz için güzel bir fırsat oldu.

Ayrıca Karayip kumsallarının o bembeyaz muhteşem görüntüsünü de son bir kez

görebileceğimiz bu küçük adada aynı

zamanda Maya medeniyetinden kalma ta-

rihi yerleşim yerlerini de gezme şansımız

oldu.

Turumuz iki aşamadan oluşuyordu.

Mini Jeep Safari ve Şnorkel dalışı.

Önce transfer aracımızla mini jiplerimizi

almaya gittik. Mini dediğim de gerçekten

minik jipler. Sadece 2 kişinin binebileceği

sarsıntısı çok ve sürmesi de içerisinde

yolculuk etmesi de inanılmaz eğlenceli bir

araç.

Miniminicik jiplerimizle adanın sahil kısmına

doğru yol aldık. Yol üzerinde koruma altın-

daki timsah bölgesini de görme şansımız ol-

du. Bu bölgede bizi mi timsahlardan koru-

yorlar onları mı bizden koruyorlar bu kısmı

tartışılır.

Page 35: Ajanda Ocak

Şimdiki durağımız Mayalardan

kalma El - Caracol. Adından anlaşılacağı gibi

burası Mayaların şehrin

güvenliğini sağladığı karakol-

lardan birisi.

Deniz tarafından gelebilecek tehlikelere de karşı gözetleme

binası olarak kullanılıyormuş.

Kısa bir tarih durağından

sonra bizi bekleyen karayip

kumsalına doğru yol aldık.

Burada şnorkellerle kayıp balık Nemo'yu

arayacaktık. Fakat öğrendim ki Nemo'nun

pek bulunmaya niyeti yokmuş. Onun yerine

su kaplumbağaları, yavru köpekbalığı ,

deniz yıldızı gibi eski dostları gördük.

Deniz ve plaj tek kelimeyle muhteşemdi. Denizin ve plajın keyfini çıkardıktan sonra

iyice acıkan karınlarımızı doyurmak için

yakınlarda yemek molası verdik.

Page 36: Ajanda Ocak

Burada yediğimiz salsa sos ile nachosun tadı

hala damağımda!

Günün sonunda yine kendimizi limandaki

alışveriş merkezlerine attık.

Nesobaby Alışveriş Tavsiyesi :

Cozumel'de deri kıyafet ve el yapımı eşyala-

rın satıldığı birçok mağaza mevcut.

Meraklısına gerçek deriden kovboy

şapkalarını ve ayakkabı çanta gibi aksesuar-

ları almasını tavsiye ederim. Bu arada

pazarlık gücünüzü burada da göstermelisi-

niz. İlk söylenen fiyatın çok altında para

ödeyerek dükkanda mutlu müşteri olarak

ayrılabilirsiniz. Yine liman bölgesinde el yapımı bölgeye özel hediyelik eşya satan

mağazalardan zevkinize göre hediyeler satın

alabilirsiniz.

Her güzel seyahatin bir sonu varmış. Bizim

gemi seyahatimiz de 7 gün sonra başladığı

limanda Port Canaveral /Orlando 'da sona

erdi. Hiç ayrılmak istemesek de bu

muhteşem gemiyi terk etmek zorundaydık.

Yüzümüzde dinlenmiş ve çok iyi vakit

geçirmiş olmanın verdiği bir gülümseme ve

huzur ile...

Giderken dönüp dumanı üstünde tüten

gemiye bakarken aklımdan şunlar geçiyordu

" Kim bilir belki bir gün seninle yeniden

açılırız uzak denizlere? "

Neden olmasın?

Keyifli ve bol seyahatli, leyleği havada göre-ceğiniz bir yıl geçirmenizi dileğiyle...

Görüşmek üzere !

Nesobaby

Page 37: Ajanda Ocak

BANU HIDIRLAR birazsoylebirazboyle.blogspot.com

Turgut Özakman (1930-) Bürokrat,

yazar ve avukattır.

28 Eylül 1998'de, üstün hizmetleri nedeniyle

Anadolu Üniversitesi'nce ve 2007 yılında, mezun olduğu ve uzun yıllar görev yaptığı

Ankara Üniversitesi'nce 'fahri doktor' unvanı

verilmiştir. 2006 yılında Orta Doğu Teknik

Üniversitesi Özakman'a Üstün Hizmet Ödülü

verdi.

Turgut Özakman, birden fazla türde eserler

vermiştir. Bunlardan bazıları ; inceleme, ro-

man, mesleki, tiyatro oyunları ve senaryo-

lardır. 2005 yılında piyasaya sürülen, 50 yıla

yakın bir sürenin emeği olan ve Kurtuluş Sa-

vaşı'nı romansı bir dille anlatan Şu Çılgın

Türkler adlı belgesel-romanı, neredeyse

cumhuriyet tarihinin en çok satan kitabı ol-

muş ve haftalarca çok satanlar listelerinde

ilk sırada kalmıştır. (kaynak: vikipedia)

Romantika, yazarın Şu Çılgın

Türkler’den sonra okuduğum kitabıydı. Özel-

likle Şu Çılgın Türkler’e göre çok kıyıda kö-

şede kalmış gibiydi.

İtiraf edeyim konusu ya da yorumlarından

önce kapağı çekti kendine.

Kitap, aslında ilk bakışta yadırganabilecek,

kabul edilmiş genel ahlaki değerlere sığdırı-

lamayacak bir konuyu anlatıyor; evli iki in-

sanın yasak aşkı. Kitabı bu yasak aşkı yaşa-

yan taraflardan birinin kızı Şirin’in bakış açı-

sıyla okuyoruz.

İNCELEME

Farklı Bir Aşk Hikayesi

Page 38: Ajanda Ocak

Şirin’in babası, sanat tarihi kürsüsünde bir

doçenttir.

Nazik, görgülü, terbiyeli ve sakin biridir.

Annesi ise gösteriş meraklısı, soğuk, sürekli

şikayet eden, anlayışsız biridir. Babası,

kendini beğenmiş ve soğuk annesine, çok

bilmiş ve sürekli şikayet eden anneannesine

ve annesinin kopyası olan ablasına bile

anlayışlı ve sessiz kalmayı başarabilmekte-

dir.

Ancak bu durum Şirin’i sinirlendirir.

Babasının isyan etmesini bekler. Bu nedenle de araları açılır.

Şirin evden ayrılır.

Bir gün babası doçentliği bırakır. Annesinin

tüm itirazlarına aldırmayıp kendisine küçük

bir kırtasiye dükkanı açar.

Daha sonra azimle çalışıp işlerini büyütür ve

bir kitapevi sahibi olur. Bu azmi bile Şirin’in

annesini memnun etmeye yeterli değildir.

Ancak Şirin’le tekrar araları düzelir ve ayda

bir kez dışarıda buluşmaya başlarlar.

Şirin, bir sabah erken saatlerde çalan bir

telefonla uyanır.

Babasının yardımcısı Asım Efendi, babasının

kalp krizi geçirdiğini ve hastanede olduğunu

haber verir.

Babasının hastanede olduğu günlerde ona ait

not defteri eline geçer. Not defteri özel bir

şifreyle yazılmıştır.

Şirin, iki gün uğraştıktan sonra arkadaşının

da yardımıyla şifreyi çözmeyi başarır. Baba-

sı, notların tamamında yaşadığı bir aşkı an-

latmıştır; eski öğrencilerinden Arzu.

Şirin, notları okudukça babasına kızmak ye-

rine Arzu ile yaşadıklarına sevinir hatta aşk-

larını kıskanır. Aralarındaki tamamen saf,

naif ve biraz da hüzünlü bir ilişkidir.

''Sevene yılan bile dokunmaz. Bu büyük

ve önemli sözü daha duymamış

olabilirsin çünkü az önce uydurdum.

Ama bir gün kalbi olan herkesin, bu

sözü benimseyeceğine inanıyorum.''

''Bir gün aşk ihtilaldir demiştiniz.

Bu sözün anlamını şimdi anlıyorum.

Aşk gelince, gerçekten yeni bir dünya

kuruluyormuş.

İçimde, varlığından haberi bile olmadı-

ğım yeni duygular keşfediyorum. Eski-

den göl balığıydım.

Şimdi akıntıya karşı yüzen bir sazanım.''

''...bin yıllık özlemle sarılmak istiyorum

rüyalarını bile kucaklamak için..''

Farklı bir aşk hikayesi, bazen hüzünlü bazen

çok eğlenceli ama mutlaka okunası.

Page 39: Ajanda Ocak

AKIN ÇETİN

pamuksekerebenzeyenbulut.blogspot.com

Savaş filmleri saf aksiyon

içermiyorsa ve gerçekten kötü

bir senaristin elinden

çıkmamışsa sadece fiziksel olan

savaşla ilgilenmez.

Aynı zamanda insanın kendisiyle olan sava-

şıyla da ilgilenir.

Çünkü senaryonun “çatışma”sı dediğimiz ironik yapı bunu gerektirir.

Birazdan bahsedeceğim eserlerde tek tek

belirtmemek için peşinen böyle bir giriş

yaptım. Aşağıdakileri bu minvalde değerlen-

dirirseniz daha faydalı olur.

Listeyi de yakın zamanda askere gideceğim

için yaptım. Aptalca bir psikolojiye kapılarak

askere gittiğimde savaş çıkacağını, beni de

ön cephelerde savaşa süreceklerini falan dü-

şünmeye başladım. Bardağın boş tarafını bir

yana bırakıp “savaş” deyince aklıma gelen filmlerle ilgili yaptığım listeye buyur edeyim

sizleri.

SOLUCAN DELİĞİ

SAVAŞ FİLMLERİ

Page 40: Ajanda Ocak

Saving Private Ryan

İzlemeyen yoktur diye düşünüyo-

rum.

Savaş filmlerinin generali.

Spielgerg’in beş Oscarlı başyapıtı.

Kendisine de ikinci kez en iyi

yönetmen Oscar’ını kazandırdı ama

en iyi film ödülü sürpriz bir şekilde

Shakespeare in Love filmine gitti.

Film güzeldi ama Akademi üyelerince Saving Private Ryan’ın üstünde tutulması kendisin-

den nefret etmemiz için yeterli bir sebeptir bana göre. The Thin Red Line’ın bile üstünde tutulmasına ise diyecek bir şey bulamıyorum.

Ryan rolü ilk olarak Edward Norton’a teklif edildi ama Norton teklifi kabul etmeyince rol

Matt Damon’a gitti. Damon’ın canlandırdığı Ryan’ın diğer kardeşleri savaşta ölünce bölük-

lerden birisine Ryan’ı bulup sağ salim evine gönderme görevi verilir.

Sekiz kişilik bir bölük, İkinci Dünya Savaşı’nın tüm şiddetiyle devam ettiği 1944’ün haziran

ayında yollara düşer.

Sekiz kişilik müthiş bir oyuncu kadrosuna perdeden şöyle bir geçip giden Paul Giamatti,

Ted Danson gibi isimler eşlik ediyor. Bana kalırsa bu kadar kalabalık bir kadronun içinde

Jeremy Davies varlığını en fazla hissettiren isim olmuş.

Savaşın dehşetini anlatan açılış ve kapanış sahneleri için bile izlenebilir.

Jarhead

Körfez Savaşı döneminde üniversite öğrencisiyken yolunu

kaybedip orduya katılan Anthony Swofford’un askerlik anılarına

dayanarak yazdığı romandan uyarlanan bir Sam Mendes filmi.

Gösterime girmeden önce döneminin en büyük Oscar favorisiydi.

Ama görücüye çıktıktan sonra büyük bir kitleyi hayal kırıklığına

uğrattı. Cephelerinin bulunduğu konum gereği haftalarca birbir-

lerinden başka insan görmeyen ordu mensuplarının adam öldür-

mek için can atmalarını, karşılarına öldürecekleri birileri çıktığın-

da da içine düştükleri çıkmazı anlatan iyi bir film. Sam Mendes’in

nitelikli filmografisinin en iyilerinden. Yardımcı oyuncusundan fi-güranına kadar herkes çok iyi. Biraz abartarak söylemek gere-

kirse; kadınlar için Dancer in the Dark neyse erkekler için de Jarhead odur. Jarhead’ın

tümü için değilse bile sırf son on dakikası için savunurum bu düşünceyi. Ayrıca gerçekte

Swofford’un rütbesi filmde olduğu gibi düşürülmemiş, aksine yükseltilmiştir. Senarist

William Broyles Jr. inisiyatif kullanarak öyle bir durum eklemiştir senaryoya.

Page 41: Ajanda Ocak

The Thin Red Line

Kamera kullanımı, mizansenleri ve

karakterlerin kafa sesleri sebebiyle şiirselli-

ğin benim için sinemadaki karşılığı olan

Terrence Malick’in James Jones’un

otobiyografik romanından uyarladığı üçüncü

uzun metraj filmi. Malick bu film için tam

yirmi yıl sonra sinemaya geri döndü ve

aradan geçen onca yıla rağmen önceki iki

filminden çok daha iyi bir film ortaya koydu.

Aynı yıl vizyona girdiği Saving Private Ryan

kadar dikkat çekmedi ve ödül törenlerinde

adı anılmadı belki ama zaman içinde kimlerince çok daha değerli bir hale geldi.

Malick film için normalde çekilmesi gereken-

den üç kat fazla makara harcadı ve uzun bir

süre boyunca kurgusuyla kendisi ilgilendi.

Adrien Brody filmin son halini görene kadar

kendisini başrol oyuncusu sanıyordu ama

kurguda işler değişmişti. Malick karakterlere

derinlik katmak için filmin merkezine bir de-

ğil birkaç karakter birden yerleştirmişti. So-

nuç olarak sürekli bir şeyleri sorgulayan, bir

şeylerden kaçan ve bir şeylerden arınmaya

çalışan karakterler çıkmıştı ortaya. Üç saate

yaklaşan süresiyle içerisinde birbirinden et-

kileyici onlarca sahne barındıran; görüntü-

lerle ve iç seslerle yazılmış uzunca bir şiir.

Bir izleyende tekrar izleme isteği uyandırı-

yor. Ben Chaplin ile Miranda Otto arasında

geçen sahnelere ve Bell’in boşanma belgele-

rini okurken verdiği tepkilere dikkat. Söylentilere göre Brad Pitt ile Johnny Depp

bu filmde yer alabilmek için epey dil dök-

müşler. Hatta Depp boş peçeteye sözleşme

niteliğinde bir imza atmak bile istemiş ama

ikisi de filmde rol alamadılar.

Page 42: Ajanda Ocak

Platoon

Oliver Stone’un Vietnam Üçlemesi’-

nin ilk ayağı.

Savaşa bizzat katılmış olan Stone’un

anılarına dayandığı söylenir.

Chris adlı gencimiz üniversite

öğrenimini yarıda bırakıp orduya

yazılır ve Vietnam Savaşı’na katılır.

Sıkı bir milliyetçi olarak katıldığı

savaştan ordusundan, kendisinden

ve ülkesinden nefret eden birisi ola-rak ayrılır.

Üçlemenin ikinci filmi olan Born on the Fourth of July başlı başına farklı bir karakterden söz

eder ama Chris’in izdüşümlerini görebiliriz. Zira Platoon savaşı döneminde geçer. Orman-

dan uzaklaşan helikopterde bırakırız Chris’i. Born on the… ise Chris ile aynı savaşa katılmış

olan gerçek bir karakterin, Ron Kovic’in, savaş sırasında sakatlanıp ülkesine dönmesi ve

birkaç yıl önce savunduğu şeylerle artık taban tabana zıt bir hale gelmesini anlatır. Neyse,

çok saptırmadan Platoon’a dönersem insanların hem doğayla hem de kendileriyle savaşma-

larının altını güzelce çizen etkileyici sahneler barındırdığını söyleyebilirim. Ayrıca üçlemenin

diğer iki filmine oranla çok daha iyi bir film. Adagio for Strings çalarken Elias’ın katledildiği

sahneyle unutulmazlaştı. Aynı müzik The Elephant Man’da John Merrick ölürken de çalıyor-

du. Yazdığınız senaryoda ya da çektiğiniz filmde bir ölüm sahnesi varsa fona bu müziği dö-

şeyin. Artı puan olacaktır sizin için. Zaten öylesine depresif bir müzik ki daha yarısına gel-

meden canınızdan beziyorsunuz.

Hotaru no haka (Grave of the Freflies)

Eğer bu filmi ilk defa duyuyorsanız

bilmelisiniz ki size büyük bir kötü-

lük ediyorum. İzlememenizi ve

çocukların ulaşamayacağı yerlerde

muhafaza etmenizi tavsiye ediyo-

rum.

İnsanın yüreğini parça pinçik eden, hayatınız boyunca izleyebi-

leceğiniz en duygusal film. Ortak

kanaat tarihin en acıklı animesi

olduğu yönünde. Bilin ama izlemeyin. Çünkü izlerseniz, film bittikten beş dakika sonra

izlememiş olmayı dileyeceksiniz ve izlediklerinizi unutmak isteyeceksiniz.

Page 43: Ajanda Ocak

Bir de bunlar var;

Mahabharata

İnsanlığın gelmiş geçmiş en eski destanı.

Sanskritçedir. Orijinal halinin yirmilik bir

Ana Britannica kalınlığında olduğu söylenir.

Büyük Savaş anlamına gelmektedir.

Öyle bir destandır ki kuru bir dala anlatılsa

dallanıp budaklanacağı söylenir.

Destana etraflıca hakim birisi tarafından

dinlerseniz yüzlük ampul gibi aydınlanacağı-

nızı garanti edebilirim.

Kabaca söz etmek gerekirse birbirine düşman iki aile arasındaki savaştan söz

eder. Fakat karakterlerin isimlerinin

anlamlarını keşfettiğinizde asıl anlatılan

şeyin ne olduğunu anlarsınız. İşte ampulün

aydınlanma anı bu ana denk gelir.

Orijinal halinin kalınlığından söz etmiştim

ya, birileri zamanında çıkıp “Bunu herkesin

anlayabileceği bir dile çevirelim” demişler ve

İngilizceye çevirmeye başlamışlar.

Çeviriye başlayan ilk grubun ömrü

tükenmiş, yerine yenileri gelmiş. Sonra

onlar da ölmüş, yerine yenileri gelmiş. Böyle

böyle giderken birkaç kuşak eskitmişler.

Çeviriyi tamamlayıp tamamlamadıklarını

bilmiyorum. Ama “özetinin özetinin özetinin

özetinin…” diye özetleyebileceğim bir şekilde

kitaplaştırmış bu eseri Jean-Claude Carriere. Can Yayınları’ndan Nazım Aslan çevirisiyle

çıkmış.

Idefix’in dediğine göre tükenmiş ama ilginizi

çektiyse kitapçılara falan bakarsınız. Daha

ayrıntılı ve kesin bir bilgi istiyorsanız da

wikipedia’ya göz atarsınız.

Taşıdıkları Şeyler

Siren Yayınları’nın

bizlere sunduğu

güzellerinden birisi.

Vietnam Savaşı’na

bizzat katılmış olan

Tim O’Brien’ın

anılarından yola çıka-

rak yazdığı, Avi Pardo

çevirisiyle yayınlanan

harika bir kitap.

Savaşın öncesinin ve sonrasının iyi-kötü,

güzel-çirkin, sonuç olarak ömür boyu

kapanmayacak bir yara halini almasının et-kileyici bir iz düşümü. Anthony Swofford,

Jarhead’ı yazarken bu kitaptan etkilenmiş.

Page 44: Ajanda Ocak

SEDA ASOLAR Www.sedasolar.blogspot.com

Haydi biraz eskiye dönelim. Hangimiz peçete, resimli poşet, para, taso yada pul koleksiyonu yapmadık?

Şimdi tüketim maddelerinden arta kalan kutuları bile

atarken içim acıyor, çünkü eskiden -bu kadar çeşitli

dükkan ve alım gücümüz yokken- onların hepsi benim

için kasetlerimi saklayabileceğim bir kutuya dönüşecek-

ti yada tokalarımı içine atabileceğim..

Hem internet ile de tanışmadığım için (kendimce) yeni

objeler tasarlayacak kadar fazla vaktim vardı. Örneğin

tuvalet kağıdını önce ıslatmak suretiyle şekil vererek

kalemlik yapmak gibi?!

Biriktirmek de bundan 20 sene önce bu

sebeplerle değerliydi sanırım. Hala de-

ğerli diyecekleriniz olacaktır.

Ancak sohbet ettiğim zamane gençliği

içinde herhangi bir koleksiyona sahip ola-

nını duymadım. Zeitgeist... Zamanın ru-

hu, dolayısıyla trendleri başka, biz Milen-

yum insanlarına da değişen dünyaya

ayak uydurmak düşüyor.

Artık Playstation oyunları, Dvd’ler falan

biriktiyoruz.

1958 / Japonya

HOBİ

Pul Kolekisyonculuğu

Kanada / 1908

Page 45: Ajanda Ocak

Yine de bir pul koleksiyonu yapmanın verdiği prestiji kolay kolay elde edemeyiz bayanlar

baylar, benden söylemesi, hem böylece eve müstakbel sevgiliyi de davet edersiniz

göğsünüzü gere gere, malum gösterecek bir koleksiyonunuz da var …

Şimdi gelin göz atalım birbirinden leziz pullara. Belki dikkatini çekeriz birilerinin, vesile olu-

ruz yeni ve özgün hobisine!

1960 / Türkiye

Dönemin siyasi konjonktürüne bir gönderme niteleğinde

1994 / Türkiye

Türk yemekleri

1979 / Belçika

Page 46: Ajanda Ocak

Posta pulu, Dünyada ilk defa Birleşik Krallık'ta 6 Mayıs 1840 tarihinde kullanılmaya

başlanmıştır. Türkiye'de ise Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1 Ocak 1863 tarihinde

kullanılmaya başlanmıştır.

Pullar alışılagelen kare veya dikdörtgen şekillerin dışında daire, üçgen, beşgen veya

sekizgen şekillerinde de basılmışlardır.

1990 / Türkiye Van Gogh’ün 100. Ölüm yıldönümü anısına

Güney Afrika / 2004 Tema: Özgürlük

Monaco / 2004 Grand Prix yarışlarının 75. Yıldönümü

Avusturya / 2005 Sadece gülümseyin ve el sallayın çocuklar !

Page 47: Ajanda Ocak

‘Pul koleksiyonunu izlemek tarihe ve yaşama bir yolculuktur aynı zamanda’

Postada kullanmak için değil koleksiyonculara pul satmak amacı ile pul ürettiği bilinen

ülkeler vardır, bu ülkelerin hükümetleri pullardan önemli ölçülerde gelir sağlayabilmektedir.

Arjantin / 2005 Tema : Bovling ve Turco oyunları

Rusya / 2010 Avrupa futbol kupasına katılmalarının 50. Yılı anısına

Beyaz Rusya / 2010

Norveç / 2010 / Mutlu yıllar !

Page 48: Ajanda Ocak

BİR KAŞIK BİLGİ

MÜGE KARAHAN www.yemekbahane.blogspot.com

Soğuk kış gecelerinde sokaktan

bazen rüzgarın ağaçlarda yankılanan çıtırtısı

bazen de yağmurun yere değdiğinde

çıkarttığı şıpırtıyı duyarız.

Ama benim kışın sokak seslerinden en sevdi-

ğim olanı kelimenin sonunu uzata uzata

BOZAAAAA diye bağıran bozacının sesidir.

Dışarının soğuğu bozacının sesi ile aralanır ve ısınır sanki.

Şimdi hemen hemen her yerde plastik şişe-

lere sığdırılan boza, bana sokaktan gelince

daha esas gelir hala. Kışın bağrından geldi-

ğindendir belki de…

Ocak, kış demek.. Kış demek boza demekse

bu ay konuğumuz boza ve hikayesi…Bol tar-

çını ve yandaşı leblebisi ile…

Bir görüşe göre boza, bilinen en eski içki

olan biranın ilk haliymiş. En eski içki olan

üzüm şarabından bile daha eskiymiş hikaye-si.

Kış mevsiminin sokaktan gelen lezzeti ...

BOZA

Page 49: Ajanda Ocak

Türkiye’de genellikle darıdan yapılan boza, başka ülkelerde yapıldığı yerin başlıca ürününe

göre mısır, arpa, çavdar, yulaf, buğday, kara buğday vb tahılların mayalandırılması ile elde

ediliyor.

Boza, Mısır ve Kuzey Afrika sahilleriyle Akdenizli tüccar gemiciler aracılığıyla batıya, Hazar

Denizi güneyinden doğuya, Asya içlerine ve Çin’e; İran ve Afganistan’a, Kafkaslar’dan

kuzeye, Volga havzasına doğru geniş bir coğrafyaya yayılır. Balkan ülkelerinin hemen

hepsinin “milli içki” olarak sahiplendiği bozanın Balkanlar’a gelişi ise, iki farklı öyküye

dayandırılır.

İlkinde, Orta Asya’dan kalkıp XI. Yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a kadar geniş

bir bölgeyi ele geçiren Kıpçak Türklerinin, bozayı da kültürlerinin bir parçası olarak bölgeye taşıdığı savunulur.

İkincisinde ise, horasanlı savaşçı dervişlerden Sarı Saltık yer alır.Horasan’dan gelip

Anadolu’da Hacı Bektaş’a bağlanan Sarı Saltık, Rumeli’ye yerleşen ilk Müslüman Türk

toplulukları da yönetmek üzere, 1263 yılın-

da Babadağı’na, bugünkü Dobruca’ya gelir.

Horasan’da öğrendiği bozacılığın bölgede

yayılmasına da önayak olan Sarı Saltık,

bozacı esnafının piri sayılır.

En şiddetli yasakların yaşandığı IV. Murad

ve IV. Mehmed dönemlerinde İstanbul’da

300 dükkanda 1005 bozacı çalışırdı.

“Sarhoşluk vermeyecek kadarı”nı içmek

helal sayıldığından, meyhaneler, yüksek al-

kollü tatar bozası satan bozahanelere dönü-

şür ve bir laf türer:

“Meyhaneciye sormuşlar şahidin kim

diye, bozacı demiş.”

İçki yasağı III. Selim döneminde de sürer.

Bu dönemde bozahaneler artık iyice ayak

takımının işgali altındadır. Okuryazar takı-

mı, hanımlar, beyler ve aileler bozahaneler-

den elini eteğini çeker. “93 Harbi” olarak da anılan Osmanlı-Rus Savaşı (1876) nedeniy-

le Rumeli’den İstanbul’a yapılan yoğun göç,

bozacılık tarihinde bir dönüm noktası olur.

Page 50: Ajanda Ocak

Bozanın bünyesinde A ve B vitaminlerinin

dört türü ile C ve E vitaminleri bulunur.

Mayalanması sırasında ürettiği laktik asit

ise ender gıda maddelerinde bulunuyor

ve bu değerli asit türünün hazmı

kolaylaştırıcı etkisi var.

Süt yapıcı özelliği nedeniyle hamile

bayanlara ve vitamin kaynağı olarak

sporculara tavsiye ediliyor.

Boza hakkında yazılmış bir yayın da var ondan da bahsetmeden olmaz. Ahmet

Nezihi Turan’ın düzenlemiş olduğu

"Acısıyla Tatlısıyla Boza" adlı bu

kitapta; Osmanlı’da tarihinin en renkli ve

hareketli dönemini yaşamış, yüzlerce

yıllık geçmişi olan bozanın; coğrafyası,

edebiyatı, kimyası ele alınarak taşıdığı

kültürel ve tarihi değer ortaya konulmaya

çalışılmış.

Ülkemizde boza denince akla gelen ilk

marka olan Vefa Bozacısının sitesinde yer

alan evde boza yapımına dair tarifi

sizlerle paylaşıp son veriyorum bu ayki

yazıma…

Malzemeler

3 bardak bulgur

2 kahve fincanı pirinç

3 bardak tozşeker

1 bardak eski boza ya da kibrit kutusu büyüklüğünde maya geniş bir kap

Yapılışı

Bulgur akşamdan bol su ile ıslatılır. Ertesi gün bulgur ve pirinç iyice ezilinceye kadar pişiri-

lir. Mikserle çırpılır ve ince süzgeçten geçirilir. Bu karışım hafif ateşe konulur. İçine şeker

katılır ve eriyinceye kadar karıştırılır. Sonra ateşten alınır. Bir yerde ılınmaya bırakılır. Ara-

da bir karıştırılır. Ilındıktan sonra içine eski boza ya da ılık suyla ezilmiş maya katılır. İyice karıştırılır. Bu karışımın ağzı kapatılarak, 20-25 derecelik bir yerde, ara sıra karıştırılarak 2-

3 gün bekletilir. İçinde göz göz hale gelmiş kabarcıklar görülürse olmuş demektir. Serin bir

yere alınır. Soğuk servis yapılır. İsteğe bağlı olarak üzerine sarı leblebi ve tarçın ilave edilir.

Afiyetle & sağlıkla,

Page 51: Ajanda Ocak

BANU HIDIRLAR birazsoylebirazboyle.blogspot.com

“Sayın Yetimleri Koleje Gönderen Nazik Hayırsever”

İNCELEME

Judy, çoğumuzun kitaptan ziyade 90lı

yıllarda TRT1’de yayınlanan Judy ve

Uzunbacak isimli çizgi filmi ile tanıdığı ve o

günleri anarken sıklıkla kullandığı

karakterlerden biri.

Ailesi tarafından terk edilmiş ve katı kural-

ları ile tanınan John Grier Yurdu’nda yetişen

Jerusha (Judy) Abbott 18 yaşına gelmiştir

ve yetimhane kurallarına göre artık oradan

ayrılmak zorundadır. Kendisine koruyucu

aile bulamamış olan Judy hayatında ilk kez

bir mucize ile karşılaşır ve yetimhane

müdürü Bayan Lippett’ten yetimhanenin

mütevelli heyetindeki bir hayırsever üyenin

kendisini koleje göndereceğini ve tüm

masraflarını karşılayacağını öğrenir.

Ancak bu iyiliğin karşılığında bazı şartları

vardır. Öncelikle Judy bu hayırseverin

gerçek kimliğini bilmeyecektir. İletişimleri

sadece Judy’nin “John Smith” takma ismine

yazıp göndereceği mektuplarla olacak

ancak bu mektuplar yanıtlanmayacaktır.

Yazdığı mektuplar hem eğitimiyle ilgili bilgi

verecek hem de yazarlık yolunda pratiklik

kazanmasında da yardımcı olacaktır. Judy, ismini dahi bilmediği bu adamı sadece

bir kez uzaktan görür ve o esnada duvara

yansıyan uzun gölgesi nedeniyle ona “uzun

bacaklı baba”

adını verir. Kolej,

o güne kadar

yetimhane dışına

çıkmayan Judy

için bambaşka bir

dünyadır.

İlk kez arkadaşla-

rı olur, kitapların

çekiciliğine yakalanır ve sürekli okuyarak

kendini geliştirir, ilk kez kendine elbise alır,

ilk kez tatil yapma imkanı bulur ve bir çiftlikte tatil yapar. Kendine ait bir dünya

oluşturmaya başlar. İlk aşkını da bu dünya

içerisinde yaşar.

Tüm bunlar yaşanırken uzun bacaklı

babasına birçok mektup yazar.

Bu mektuplarda günlük yaşamının ve

eğitiminin yanı sıra yaşadığı kırgınlıkları,

sevinçlerini, şaşkınlıklarını, kızgınlıklarını en

içten ve doğal haliyle paylaşır.

Ve hiçbir zaman karşılık gelmeyeceği

söylenen mektuplarına beklediğinden çok

daha mutlu bir yanıt alır.

Her ne kadar yayınevi tarafından kapağına

Çocuk – İlk Gençlik ibaresi konmuş olsa da

“Uzun Bacaklı Baba” hepimizin keyifle

okuyacağı bir kitap.

Page 52: Ajanda Ocak

Büyük Uyku

Raymond Chandler

"Eski savaşlardan kalma yaşlı bir general.

Geleneklerine bağlı bir adam. İki delişmen

çekici kız, kayıp bir damat. Petrolden gelen,

harca harca bitmez bir servet, kimden gel-

diği bilinmeyen şantaj mektupları. Çölün

ortasında, kimi zaman karanlık bir labirent,

kimi zaman romantik bir gün batımı gibi

yükselen bir serap, bir yeni zaman şehri:

Los Angeles. Kentin bağırsaklarındaki logar

kapaklarından savrulup lağım sularında

kaybolan bozuk paralar gibi harcanıp giden

insanlar. Yeşil dolarlar, fildişi renkli kadın

bedenleri üzerinde yükselen kadim suç. Bu

suçla başa çıkamayacağını bilmesine rağ-

men, -belki de zaten bunun farkında oldu-

ğundan- alaycı kararlılığını hiçbir zaman yi-

tirmeyen bir dedektif: Philip Marlowe."

-Ahmet Ümit-

RAFLARDA

Fyodor Dostoyevski

İkiz

Büyük Rus romancı Dostoyevski’den tam anlamıyla “çılgınca” bir öykü… Yazıldığı günlerde Petersburg aydınları arasında bü-yük ilgi toplayan, ama tamamlanıp yayım-landıktan sonra başta Belinski olmak üzere pek çok kişi tarafından yerden yere vurulan bir “sara” nöbeti… “İkiz”, gençlik yıllarında büyük Rus yazar Gogol’den fazlasıyla etki-lenmiş olan Dostoyevski’nin ilk eserlerinden biri. “Bir Petersburg Poemi” alt başlığını ta-şıyan roman, Petersburglu “beşinci derece-den memur” Bay Golyadkin’in yakın çevre-sinde gözden düşmesi ve yavaş yavaş çıl-dırması üstüne kurulmuş.

Türkiye’de daha önce “Öteki” ve “Öteki Ben” adıyla yayımlanan “İkiz”, edebiyat dünyasına sevmeyenleriyle olduğu kadar hayranlarıyla da damgasını vurmuş unutul-maz bir Dostoyevski anlatısı. Yeni çevirisiy-le sunuyoruz.

BANU HIDIRLAR www.birazsoylebirazboyle.blogspot.com

Page 53: Ajanda Ocak

Sıradan Bir Cinayet Karel Capek

"Sokakta yürüyen her in-

san gizemlidir"

Karel Capek'in, suç olgusu-

nu ve suçlunun doğasını soruşturan öyküle-

ri, en popüler edebiyat dallarından olan po-

lisiyenin sınırlarını aşıyor.

"Robot" kelimesini Capek'e borçluyuz. Mis-

tik ve garip dünyasıyla birlikte, suçta, çö-

zümden daha karmaşık bir şeyler olduğunu

göreceğiz.

Dünya edebiyatının daha önce Türkçe'ye

çevrilmemiş, daha önce karşılaşmadığımız

tatları sunan özel eserlerini bir araya geti-

ren Ex Libris dizimizin bu 4. Kitabı, dizimize

özel tasarımıyla piyasada.

Kartal Koltuğu

Carlos Fuentes

Carlos Fuentes, dünyanın

yaşayan en önemli yazarla-

rından biri.

Hem edebiyatın hem de

düşünce dünyasının önde gelen figürlerin-

den.

Türkiye'de de daha önce Can Yayınları tara-

fından okura sunulan eserleriyle tanınan

Fuentes, politik romanlarıyla ülkesi Meksika'-

yı dünya gündemine taşımaya devam ediyor.

Elinizdeki romanın konusu aslında çok tanı-

dık: politikada ayak oyunları, koltuk sevdası ve arka planda ABD... Meksika hükümeti

Amerika'ya kafa tutmaya kalkınca olanlar

olur; ABD, Meksika'nın uydu bağlantılarını

keser. Yıl 2020'dir.

Dünyayla bağlantısı birden kopan Meksika

mektupla haberleşme çağına döner.

Kartal Koltuğu, Başkan Lorenzo Terán, seksi,

büyüleyici, kurt politikacı María del Rosario

Galván gibi birbirinden renkli kahramanları

ve ilginç kurgusuyla bir solukta okuyacağı-

nız, düşündürücü bir roman.

Her zamanki Fuentes zekâsıyla kurulmuş,

alabildiğine eğlenceli bir taşlama.

Hollow Malikanesi Cinayeti

Agatha Christie

Lucy Angkatell'in köydeki evi-

ne öğle yemeği için davet edi-

len Hercule Poirot tatsız bir olayla karşıla-

şır. Kanlar içinde bir adam yüzme havuzu-

nun yanında yatmaktadır. Başucunda duran

karısının ise elinde bir tabanca vardır.

Poirot soruşturmaya başlayınca, o saygıde-ğer yaşamların gerisinde arapsaçına dön-

müş aile sırlarının varlığını keşfeder. Ve

herkesten şüphelenmeye başlar..

Page 54: Ajanda Ocak

BU AY VİZYONDA

Eyvah Eyvah 2 Gösterim tarihi : 7 Ocak 2011

Yapım : 2011, Türkiye Yönetmen: Hakan Algül

Oyuncular: Ata Demirer, Demet Akbağ, Salih Kalyon, Özge Borak

İlk filmin devamı niteliğinde çekilen Eyvah Eyvah 2, Hüseyin Badem’in

aşık olduğu kızı istetmek için Geyikli’ye doğru yola çıkışı ile başlayan

maceraları konu alıyor.

Burlesque

Gösterim tarihi : 7 Ocak 2011

Yapım : 2010, ABD, Avustralya

Yönetmen: Steven Antin

Oyuncular: Christina Aguilera, Cher, Kristen Bell, Cam Gigandet, Eric

Dane

Küçük bir kasabadan Los Angelas'ta yaşamak üzere ayrılan Ali, geçmişi-

ni geride bırakmak istemektedir. Oldukça güçlü bir sesi olan Ali, şehrin

en önemli klüplerinden biri olan Burlesque Lounge'ta çalışmaya başlar. Garson olarak işe

başlayan Ali, sahnede olmayı istemektedir. O an mali ve kişisel problemlerle çalkalanan

klüpte, işletmeciliği yürüten Tess bir çıkış yolu aramaktadır. Tess klüp için de iyi olacağını

düşündüğünden Ali'ye destek olur.

Ali sesi ile herkesi büyülemiştir, bir anda hem kendisi hem de klüp gözde bir hal alır. Elbet-te bu kıskançlık ve rekabeti de beraberinde getirecektir.

MÜGE KARAHAN www.yemekbahane.blogspot.com

Page 55: Ajanda Ocak

London Boulevard Gösterim tarihi : 7 Ocak 2011

Yapım : 2010, ABD, İngiltere

Yönetmen: William Monahan

Oyuncular: Colin Farrell, Keira Knightley, Jamie Campbell, Anna Friel,

David Thewlis

Hapisten yeni çıkmış olan Mitchel acımasız bir adam olmakla beraber ha-

yatını bir düzene sokmak istemekte, doğru kadınla tanışıp evlenmek gibi

hayaller de kurmakta olan garip bir adamdır. Hapisten çıkar çıkmaz ken-

disine usulsüz teklifler gelmeye başlar fakat o bu teklifleri reddeder. Tüm bu tekliflerin ye-

rine ünlü bir oyuncunun çanta taşıyıcısı olmaya karar verir. Derken hayatının kadınıyla da

tanışır Mitchel ama “geçmişi onun peşini bırakmaz”.

Aşk Sarhoşu Gösterim tarihi : 14 Ocak 2011

Yapım : 2010, ABD

Yönetmen: Edward Zwick

Oyuncular: Anne Hathaway, Jake Gyllenhaal, David Morse, Gabriel

Macht

Özgür ruhlu bir genç kadın olan Maggie, karşı konulmaz bir cazibeye sa-

hip olan Jamie ile karşılaştığında sonucun aşk olacağına başta kimse

inanmamıştır. Jamie ilaç endüstrisinin kurtlarından biridir ve kadınlar

üzerinde kullandığı çekim gücünü kendi işinde de kullanmaktan çekin-

mez. Maggie ise bağlanmaktan korkan ve özgürlüğüne düşkün bir kadın olarak Jamie'den

çok daha hassas bir konuma sahiptir. Ancak ikisinin ilişkisi ilerledikçe ikisi de gerçek bir

ilaçla karşılaşır: Aşk…

I am Love Gösterim tarihi : 14 Ocak 2011

Yapım : 2009, İtalya

Yönetmen: Luca Guadagnino

Oyuncular: Tilda Swinton, Alba Rohrwacher, Marisa Berenson, Diane

Fleri, Edoardo Gabbriellini

Milan'ın ileri gelenlerinden olan Recchi ailesi için her şey, sahip oldukları

şirketin hisselerini Tancredi ve oğlu Eduordo Jr. arasında bölüşme kara-rıyla başlar. Eduordo'nun aslında başka planları vardır, yetenekli bir şef

olan Antonio ile birlikte bir restoran açmayı düşünmektedir.

Page 56: Ajanda Ocak

Cadılar Zamanı Gösterim tarihi : 21 Ocak 2011

Yapım : 2010, ABD, İngiltere

Yönetmen: Dominic Sena, Peter Goddard

Oyuncular: Nicolas Cage, Christopher Lee, Ron Perlman, Stephen

Graham, Stephen Campbell Moore

14. yüzyılda Kara Veba'nın yayıldığı dönemlerde, cadı olduğundan şüp-

helenilen bir kızın taşınmasına yardım eden şövalye Behman (Nicholas

Cage)'ın macerasını anlatıyor.

Ayı Yogi Gösterim tarihi : 21 Ocak 2011

Yapım : 2010, ABD, Yeni Zelanda

Yönetmen: Eric Brevig

Seslendirmeler: Anna Faris, Justin Timberlake, Dan Aykroyd, Dean

Knowsley, T.J. Miller

Bir belgesel yönetmeni yeni projesi için Jellystone Park'a gelir ve burada

yolu Ayı Yogi ve arkaşlarıyla kesişir.

Kurtlar Vadisi: Filistin Gösterim tarihi : 28 Ocak 2011

Yapım : 2010, Türkiye

Yönetmen: Zübeyr Şaşmaz

Oyuncular: Necati Şaşmaz, Gürkan Uğur, Erdal Beşikçioğlu, Kenan Ço-

ban, Nur Aysan

Gazze’ye insani yardım malzemeleri götürmeye çalışan gemilere yapılan

kanlı baskın üzerine Polat Alemdar ve arkadaşları Filistin’e gitmiştir. Ya-

pılacaklar bellidir: Bu baskının askeri planlayıcısı ve yürütücüsü olan İs-

railli komutan ele geçirilmelidir.

Filistinlilerle kurulan ilk temaslar sayesinde hedefine adım adım yaklaşmaya çalışan Polat

Alemdar’ı bazı sürprizler beklemektedir. Hedeflerindeki kişi olan Moşe Ben Eliezer’in kural

tanımaz gaddarlığı ve teknolojik imkânları işleri zorlaştırmaktadır. Polat, Moşe’ye ulaşmaya çalışırken, Filistin’de masum insanların nasıl öldürüldüklerini görür. Moşe, köyleri yıkmakta,

çocukları öldürmekte ve Polat’a yardım eden herkesi hapse atmaktadır. Ancak teknolojik

imkânlar ve kural tanımazlık, Moşe’yi kurtarmaya yetmeyecektir.

Page 57: Ajanda Ocak

Tron Efsanesi Gösterim tarihi : 28 Ocak 2011

Yapım : 2010, ABD Yönetmen: Joseph Kosinski

Oyuncular: Michael Sheen, John Hurt, Jeff Bridges, Olivia Wilde, Garrett

Hedlund

TRON: LEGACY daha önce beyaz perdede gördüklerimizin hiçbirine ben-

zemeyen bir dijital dünyada kurulmuş bir 3D ileri teknoloji macerası.

Sam Flynn, Kevin Flynn’in 27 yaşındaki teknoloji meraklısı oğlu babasının ortadan kaybolu-

şunu araştırır ve kendini babasının 25 yıldır yaşadığı Tron’un dijital dünyasında bulur.

Kevin’in sadık sırdaşı Quorra’yla birlikte (OLIVIA WILDE), baba ve oğul çok fazla gelişmiş

ve son derece tehlikeli bir hale gelen, görsel açıdan dudak uçuklatan sa-

nal alemde bir ölüm kalım yolculuğuna çıkarlar.

127 Hours Gösterim tarihi : 28 Ocak 2011

Yapım : 2010, ABD, İngiltere

Yönetmen: Danny Boyle

Oyuncular: James Franco, Kate Mara, Amber Tamblyn, Lizzy Caplan

Dağcı Aron Ralston'un başından geçenlerin gerçek hikayesi...

Genç bir dağcı olan Aron, Utah yakınlarında büyük bir kaya parçasının arasına sıkışır. Ha-

yatı için bir çeşit tuzağa dönüşen bu olayda Aron, soğukkanlı olması gereken şoke edici bir

çözüm yolu bulur.

Kaynak: www.sinemalar.com

Page 58: Ajanda Ocak

SİNEM ERGUN www.sanatnotlari.blogspot.com

Efendim buay iki blogla birden

röportaj yaptık. Sürümden ka-zandık yani.

Sevgili blog komşumla, Syrakusa ve oğluyla

birlikte yazdıkları Beterböcek blogları hak-

kında sohbetvari bir röportaj gerçekleştirdik.

Neşelenmek mi istiyorsunuz ya da en içten

duygularla yazılmış bir anı yazısı mı okumak

istersiniz ve ya ilginç bir film önerisi mi

duymak istersiniz o zaman Syrakusa’nın

bloguna uğrayın. Syrakusa, maceralarını

keyifle okuduğumuz bir kahraman oldu

adeta camiada. Syrakusa gerçek mi yoksa

bir hayal ürünü mü? Peki Syrakusa’nın

yaratıcısı kim?

Bir de Beterböcek var.

“Benim hiçbirşey bilmediğimi sanan ba-

bam ile babamın herşeyi bildiğini sanan

Benim hikayem... “ diyor blogun girişinde.

Oğlunun hayal dünyasını katıksız sunan,

onun dilinden dünyayı bize gösteren zaman zaman da babalık maceralarını bize anlattığı

bir blog bu.

AYIN BLOGU

TANRIYA ŞÜKÜR BEN BEN’İM!

“Syrakusa ve Beterböcek”

Page 59: Ajanda Ocak

Bu iki blog macerası nasıl başladı, neler

yaşandı, ikisini nasıl idare ediyor, ve

kendisiyle ilgili merak edebileceğiniz

özelliklerini öğrenmek istiyorsanız o zaman

buyurun..

Öncelikle Syrakusa nedir, neresidir,

kimdir onunla başlamak istiyorum.

Niye Blogunun adı Syrakusa?

Syrakusa, birinin adı değil aslında. Bir

kentin adı. Antik Yunan’a ve helenistik dö-neme duyduğum tarihsel ilgiden kaynakla-

nan bir sempati besliyorum.

Bilim ve sanata olan düşkünlüğümden dolayı

Arşimed ve Eflatun’un dönem dönem yaşa-

dığı bu antik mekanı bloğuma ad olarak

seçtim.

Ancak bilinçaltımda yatan diğer neden ise,

artık orta yaşlarını sürmeye başlamış ben

için biraz sessiz, tarihe gömülmüş ve

kimselerin pek uğramadığı, kafa

dinleyebileceğim ve kendimle kalabileceğim

bir mekanın adını bulup koymaktı.

Syrakusa, benim kendimle kaldığım

zamanları simgeleyen bir metafordur.

Blog dünyasında bu amaçla açılan yığınla

blog olduğunu biliyorum. Sanırım bir çok

kişi benimle aynı fikirde. Kafa dinlemek ve

gerçek dünyanın mikroplarından arınmak.

Daha sonraları bloğun konsepti ve yazılar

nedeniyle Syrakusa adı bir mekan olmaktan

çıkıp vücut bularak bir karaktere dönüştü.

Blog açmak aklına nereden geldi, nasıl başladın, ilk hangisini kurdun?

Blog açmak fikri benim için ilklerden değil.

Daha önce de gerek kendim, gerekse Beter

Böcek için blog kurmuş ama sürdüremeyip

kapatmıştım. İlk önce gerçek yaşamın

yorgunluklarını atmak, yazarak -ki ben

buna kendi kendime konuşmak diyorum- ,

mantıklı yada mantıksız ne geliyorsa

dökerek bir tür terapiye soyundum.

Yalnız olduğumu sanıyor ve mutlu oluyor-

dum. Zaman geçtiğinde elime uzunca bir

tahta sopa alıp blog dünyasını dolaşmaya

çıktığımda benzer bloglarla karşılaştım. Hay aksi! :)) Bir rahat yok mu diye söylenirken

çocukların da blogları olduğunu gördüm ve

hemen oğlum Beter Böceğin bloğunu da

kurup bir babanın gözünden haşarı ve mu-

zip bir çocuğun hayatını, onun gözlerinden

yaşamı da yazmaya başladım. Kısacası yal-

nız kalamadım.

Syrakusa blogunu nasıl tanımlarsın?

Sıradan, zararsız, pek de etliye sütlüye

karışmayan, kendi çapında eğlenen bir blog

sanırım..

Sanırım okuyucuların gözünde sevimli,

komik ve talihsiz bir karaktersin ve ba-

şından geçen trajikomik olayları anlatı-

yorsun. Neyin gerçek neyin kurmaca

olduğunu ayırt edemiyoruz bazen:) Bu-

radan yola çıkarak senin çok iyi bir

teatral yeteneğin olduğunu düşünüyo-

rum. Bu tür sanatsal faaliyetlerin var

mı veya oldu mu?

İltifat ediyorsunuz. Reverans yapmam lazım

ama dün gece Beter Böceğin atıydım. Belim

tutulmuş eğilemiyorum idare edin. Syrakusa

ben değilim aslında. Bir hayal kahramanı.

Page 60: Ajanda Ocak

Onu ben yarattım. Hayal dünyasında

yaşayan, gerçek hayatın içinde hayalleriyle

yaşadığında toplumda komik ve zor durum-

larda kalan ama sakinliğini ve ciddiyetini ko-

rumaya çalışırken her şeyi eline yüzüne

bulaştıran bir tip.

Mizah onun hayatında ciddi bir olgu. Ama bu

ciddiyet onu dışarıdan izleyen gerçek

karakterlerin gözünde mizahın ta kendisi

oluyor. Toplum ve gerçek hayat onun kim

olduğunu anlamakta güçlük çektiğinde

ensesine tokadı yapıştırıp onun canını acıtarak bir anlamda gerçek hayatın içinde

yaşadığını ona hatırlatıyor.

Syrakusa kendi hayatını yaşarken kendisini

yaratan ben’in gerçek yaşamından besleni-

yor. Ancak kendisi bunun farkında değil.

Yıllar önce Gırgır dergisinde Bülent

Arabacıoğlu’nun hayat verdiği En Kahra-

man Rıdvan tiplemesine benziyor.

Ama ben onu daha çok iki çizgiden ibaret

olan, bir zamanlar TRT’de yayımlanan Bay

Meraklı’ya daha çok benzetiyorum. Bu

anlamda okurun gerçekle kurmacayı bazen

karıştırması normal, kendisi de hayatının

neresinin gerçek neresinin kurmaca

olduğunu bilemiyor zaten:) Sinema izlemek

dışında görsel sanatlarla profesyonel olarak

ilgilenmiyorum. Yeteneğim olduğunu da

sanmam çünkü yazmak oynamaktan daha

kolay. Sanırım tembelim biraz. Bırakalım da

Syrakusa oynasın:)

Çok iyi bir gözlemcisin anı zamanda, ofis insanları hakkında yazdıkların ile

meslekler ve bloglar yazı dizisi çok ilgi

gördü ve beğenildi. Bu özelliğini nasıl

kazandın sence?

İlk kez sinema salonuna girdiğimde 4

yaşımdaydım. O gün kapıldığım o büyünün

etkisinden hiç çıkamadım.

Bilinçli olarak sinemayı, yani hayatı

gözlemeye başladığımda ise 1989 yılıydı.

O sıralar gözlemek, izlemek, ve üçüncü göz

olarak hayatın içine dahil olmak adına

açlığım doruk noktasındaydı.

Filmi izlerken elimde kronometre ile plan

saydığımı söylersem eğer sanırım açlık

deyimi pek de saçma olmaz:)

Gözlemcilik dediğiniz bu olguyu eğiten ve

besleyen sinema sevgim oldu.

Sinema, gerçek hayatın kenarından ucundan

başlayıp dibine kadar dahil olan bir sanattır.

Salonda yeteri kadar vakit geçirdiğinizi

anladığınızda dışarı çıkıp insanların hayatı-

na, toplumun detaylarına dahil olursunuz.

Gözlemciliğim sinemanın dışında bu

alanda da kendini gösterdi. Ama bunu

bilinçli olarak yapmıyorum. Kendiliğinden

oluşuyor.

Meslekler ve İnsanlar dizisi de böyle

oluştu. Hiç görmediğim, tanımadığım,

seslerini duymadığım insanların, bloglarında

bahsettiği kadarıyla görebildiğim hayatları

mizahi bir dile çevirip öyle anlattım. Evet

sadece anlattım. Aslında zaten insanların

bildiği birşeydi bu. Neden bu kadar ilgi

gördüğünü ilk başlarda anlayamamıştım.

Sanırım toplum diğerlerinin hayatlarını

izlemeyi ve dahil olmayı seviyor.

Bu tezimi şimdilerde yerli diziler ve kamera-

larla gözetlenen yarışma programlarıyla

destekliyorum. İzin verildiği ölçüde başkala-rının hayatlarına girmeyi seviyoruz.

Bende bu yazı dizisiyle başkalarının

hayatlarına girdim, izin verilen kadar çaldım

ve deşifre ettim.

Page 61: Ajanda Ocak

Fazla deşmeden elbette. Kimsenin hayatına

ciddi anlamda kanunsuz giriş yapılmasından

hoşlanmıyorum çünkü.

Blogunda kendi tanımında sinema izler

ve rock ve barok dinler yazılı. Ne tür si-

nemaya ilgi duyuyorsun, seçici misindir

ve neden barok?

Neden barok?

Bilmem?

:)) Klasik bir adam olduğum için müzikte

klasizmin en koyu kıvamlı dönemini

kendime yakın bulmuş olabilirim. Hayatımın

her alanında olduğu gibi sinema konusunda

da seçici ve tutucuyum. Gerek sinema ve

festivallerde, gerekse TV’de 1989-2000

arasında izlediğim bütün filmler, benim

sinemaya bakışımda etkendir diyebilirim.

Filmi izlemeden önce künye okumadan filmi

izleyemeyenlerin içinde sayabilirsiniz beni.

Dünya sinemasına olan ilgim ve sevgim

tartışma götürmez. Ancak cesaretle söyle-

meliyim ki holivut filmlerini de seviyorum.

Holivut filmleri, piyasa işi olanları hariç

tutarsak genellikle kötü çocuk muamelesi

görür. Ancak adamların bu işe zaman, emek

ve para harcadığını da gözardı edemeyiz.

Sinema her tür sanat dalında olduğu gibi

‘’derdini anlatma’’ meselesi üstüne

kuruludur. Bu anlamda bir hikayeyi anlat-

mak adına büyük bir sadelikle yapılmış ama

klişelere bağlı kalan (tutucu olduğumu söy-lemiştim) bir çok ‘’tür’’ sinemasını seviyo-

rum.

Bilinçaltıma çalışan gerilimler ve ışık gölge

ve açıya bağlı karakterize çalışan yönetmen-

lerin çektiği her türlü filmi severim.

Bildiğim kadarıyla 5 yaşına yakın bir

oğlun var, hatta babasına hitaben

yazdığı bir de blogu var Beterböceğin.

Blogu birlikte yazıyorsunuz galiba,

beraber yapmayı sevdikleriniz, şaşırtıcı

ve eğlenceli diyaloglarınız ve bazen de

Beterböceğin babası hakkında serzeniş-

leri yer alıyor. Bu blogundan da biraz

bahsedermisin?

Evet. Beter Böcek 3 ay sonra 5 yaşına

basacak. Bir baba olarak çocukların hayal

dünyalarıyla hayata bakışlarını, bazen bir

yetişkinin yani kendi dilimle, bazen de

etksini arttırıp mesajı doğru verebilmek

adına Beter Böceğin dilinden yazıyorum.

Birlikte yazıyoruz deyimi de doğru bir

bakıma. Çünkü yaşananlar gerçek ise

yaşananları üreten Beter Böcek oluyor.

Bana da yazması düşüyor. Eminin yazmayı

öğrendiğinde bloğunu sahiplenip bana kok-

latmayacak bile. Ama şimdilik bilgisayarın

içini açıp ne neden ve nasıl’ı çözmeye çalışı-

yor.

Beter Böceğin blogundaki yazıları

büyüdüğünde ona hatıra olması için

saklamayı düşünüyor musun?

Bloğu bu anlamda kurmadım ama evet

düşünüyorum. Bir zaman sonra yazıların

hepsini bastırıp klasör halinde ona teslim

edeceğim. Eline yeşil bir müfettiş kalemi

alıp, kelimelerin altını çizerek başını kağıttan

kaldırmadan ‘’ burasını güzel uydurmuşsun ben böyle bişey demedim baba’’ derse şaşır-

mam:)

Page 62: Ajanda Ocak

Genelde anneler çocuklarıyla ilgili blog

sahipleridir, Beterböceğin takipçilerinin

başlangıçtaki tepkileri nasıl oldu?

Anneler genellikle çocuklarının gelişim

aşamalarını ve hastalıklarıyla birlikte

gelişimlerine paralel olarak başardıkları işleri

yazıyorlar. Bunu da büyük bir ciddiyet ve

görev üstlenmiş edası ile yapıyorlar. Çoğu

blogda bunu görüyorum. Bunu yapmakta

haklılar da. Çocuğuna kendisi bakan, yani

evde olan annelerin bloğa ayırabildikleri

vakitler, işe giden annelere oranla daha fazla. Hiç bişey yapamazlarsa uykularından

feragat edip bloglarına yazabiliyorlar.

Çalışan anneler için bu durum daha zor.

Bir baba olduğumu öğrenene dek yorum

yazarken bana yönelik ‘’şekerim’’ diyen de

oldu, baba olduğum için mesafeli ama içten

yaklaşan da. Neyse ki kimse hamurişi tari-

fi istemedi. Yoksa yanmıştım.. Beter Böceği

takip edenler bir babayı değil Beter Böceği

yorumluyorlar. Cümleler Beter böceğe

sesleniş formatında oluyor çoğu zaman.

Yorumcuların çoğu anne ama bir kaç baba

ya da erkek de ziyaret edip yorum bırakabi-

liyor.

Ne sıklıkta vakit ayırabiliyorsun iki

bloga, yazamadığın günler sorumluluk

bilinçaltıyla huzursuzluk hissettiğin

oluyor mu?

Bilgisayar başında geçen bir işim var.

Blogda yazdıklarımı genellikle gece yazarım.

İşyerinde de yayımlayıp düzenlemesi kalı-

yor. İlla şu sıklıkta ilgileneceğim diye bir

kıstas koymadım kendime. İşim ve Beter Böcekten arda kalan zamanlarda vakit ayırı-

yor, arada bir işyerinde kaçamak yapıp takip

ettiğim bloglara göz atabiliyorum. Huzursuz-

luk hissetmiyorum ancak emek verdiğim iki

dünyaya saygısızlık etmemek adına sorum-

luluk hissediyorum diyebilirim. Sonuçta her

nekadar yalnız kalmak istesem de ziyaretçi-

lerim oluyor ve beklentilerini bildiğimden

onlara karşı sorumluyum.

Okuyucularla aranda iyi bir sinerji

olduğunu düşünüyorum. Yakın arkadaş-

lıklar ve dostluklar kurduğunu

düşünüyormusun?

Evet. Kesinlikle. Müdavim kabul ettiğimiz

takipçilerim oluyor bloglar arasında. Bu in-sanlarla zamanla oluşan bir tür bloglararası

paylaşım ve dostluklar kuruluyor. Sanal or-

tam dostluklarından ziyade mesafeli ve den-

geli yaklaşımda bulunsam da bu bile sıcak

ve güzel bir paylaşım oluyor.

Takip ettiğin blog arkadaşlarının yeni

yazılarını ne sıklıkta takip edebiliyor-

sun.

Bilgisayar başında olduğum sürece gün için-

de takip edebiliyorum. Aynı anda okuyama-

dığım oluyor ama kimin ne zaman ne yazdı-

ğının farkındayım herzaman J

Son olarak bloglarının sana neler ka-

zandırdığını düşünüyorsun?

Ne kazandırdığından önce başıma neyi mu-

sallat ettiğini söylemem gerek. Syrakusa!

Bir gün de aklı başında, ayakları yere sağ-

lam basan ve mümkünse itilip kakılmadan

ve hayal kurmadan günü bitirebilen biri olsa

gam yemeyeceğim. J)

Bunun dışında elbette yazı yazmanın ve

başka hayatlara denk gelmenin keyfini ka-zandırdı. Beter Böceğin haşarılıklarından tu-

tun, Syrakusa’nun macera dolu hayal dün-

yasını izleyen gerçek hayatları kazandığımı

bilmek güzel :)