türkmen kardeşlik ocağı · 2018. 9. 3. · türkmen kardeşlik ocağı kardeşlik kültür...

32

Upload: others

Post on 05-Mar-2021

17 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs
Page 2: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

Türkmen Kardeşlik Ocağı

kardeşlikKültür Edebiyat ve Sanat Dergisi

Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018

Mayıs 1961 yılında yayın hayatına başlayan bu dergi

Türk DünyasıEdebiyat Dergileri üyesidir

TKO Adına imtiyaz sahibive

Genel Yayın YönetmeniDoç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI

Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Dr. Sabah Abdullah KERKÜKLÜ

Yazı İşleri Kurulu Habib HÜRMÜZLÜ

Vahideddin BAHAEDDİN Dr. Ali Hüseyin MÜFTÜ

Dr. Ahmet Ferman ÇELEBİ Adnan Ahmet GAİP

Temsilciler Gülşen CELAL BağdatAdnan ASAFOĞLU Tuzhurmatı Dilşat TERZİ Erbil

Dergi , Irak GazetecilerSendikası Üyesidir

Üyelik Numarası : 1510

E-mail :[email protected]

TasarımHüseyin Lütfi Avni

İçindekiler

Birkaç Söz 2

Tanıdıgım Kasım SarıkahyaDoç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı 5

Manas Destanında Kırgız Turklerinin Sosyal YapısıDr. Shurubu Kayhan 7

Maral Ana Efsanesi Yeniden Prof. Dr. Nurullah Cetın 12

“Kara Iye” ve “Cin” Anlayışı Bakımından Eski Tuk Inanç Sistemi - Islamiyet KarşılaştırmasıDr. Yaşar Kalafat - Dr. Ali Osman Abdurrezzak 14

Sivas’ta Soylenmiş Harp AgıtlarıYrd. Doç. Dr. Dogan Kaya 33

Azerbaycan`da Sovyet Ihtilalı: Toplum, Sanat, Edebiyat Doç. Dr. Lutviyye Asgerzade 42

Itmezem Casım Babaoglu 49

Siir Uzerine Duşunceler Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı 50

Yerle Goy Arasinda Vusal Nuru 54

Page 3: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

2 3

Birkaç Söz...

Türkmenlerin baba ocağı Türkmen Kardeşlik Ocağı tarafından çıkarılan Kardeşlik Dergisi’nin saygıdeğer okurları, dergimizin 2018 yılı Nisan-Mayıs-Haziran sayısını sizlere sunmanın onurunu ve mutluluğunu yaşıyoruz. Bulunduğumuz yılın ikinci sayısını sizlere sunarken her sayıda yaptığımız gibi geçen üç ay içerisinde Kardeşlik Ocağı’nın düzenlediği, katıldığı ve katkıda bulunduğu etkinliklere kısaca değinmekle başlıyoruz. Türkmenistan Dışişleri Bakan müsteşarı Sayın Verdi Matayev ve Irak Dışişleri Bakanlığı’ndan bir heyet Bağdat’taki Türkmen Kardeşlik Ocağı Genel Merkezi’ni 3 Nisan 2018 tarihinde ziyaret etmiştir. Heyet, TKO yönetim kurulu başkanı Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı ve yönetim kurlu üyeleri yanı sıra eski Türkmen milletvekili Feyha Bayatlı ve TKO onursal başkanı Prof. Dr. M. Ömer Kazancı tarafından karşılanmıştır. Ziyaret sırasında Irak Türkmenleri ve kardeşleri Türkmenistan Türkmenleri arasında kültür, edebiyat ve sosyal alanlarda işbirliği konuları görüşülmüştür. Dışişleri Bakan Müsteşarı, gördüğü sıcak karşılama ve misafirperverliklerinden dolayı TKO yönetim kurulu başkanı ve yönetim kurulu üyelerine şükranlarını sunmuştur. Diğer yandan, TKO başkanı Bayatlı, ziyaretlerinden dolayı bakan müsteşarına ve ziyarete vesile olan Irak Dışişleri Bakanlığı’na teşekkür etmiştir. İstanbul’da ikamet eden değerli Türkmen şairlerinden Ali Yağmur, 7 Nisan 2018 tarihinde eski Türkmen milletvekili Fevzi Ekrem Terzi ile birlikte Türkmen Kardeşlik Ocağı’nı ziyaret etmiş ve TKO yönetim Kurulu Başkanı Dr. Necdet Yaşar Bayatlı ve yönetim kurulu üyeleri ile görüşmüştür. Ziyaret sırasında Yağmur’a Türkmen Kardeşlik Ocağı’nın son yayınları takdim edilmiştir. Türkmen Kardeşlik Ocağı Genel Merkez, 15 Nisan 2018 tarihinde Eğitim Bakanı himayesinde Türkmen Eğitim Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen 1. Türkmen Eğitim Kurultayı’na ev sahipliğini yapmıştır. TKO yönetim kurulu başkanı Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, kurultayın başında yaptığı konuşmada kurulduğu 1960 yılından bu yana Türkmen Kardeşlik Ocağı’nın Türkmen eğitimine vermiş olduğu desteğe değinmiş ve ocak olarak imkanlar dahilinde Türkmen Eğitim Genel Müdürlüğü’ne destek olmaya devam edeceklerini vurgulamıştır. Kurultayda T.C. Bağdat Büyükelçiliği’nden Kültür ve Eğitim işleri sorumlusu Sayın Fatih Demirci ve çok sayıda eğitimci ve müfettiş hazır bulunmuştur. Türkmen Kardeşlik Ocağı, 21 Nisan 2018 tarihinde Tuzhurmatı Günü Şenliği’ni düzenlemiştir. Şenliğe Tuzhurmatı, Kerkük ve Bağdat’ta yaşayan onlarca Türkmen ailesi

katılmıştır. Necdet Tuzlu, Mizhir Tuzlu ve Hüseyin Tuzlu başta olmak üzere birçok türkücü tarafından Tuzhurmatı Türkmenleri için rengarenk türkülerin söylendiği şenliğe Türkmen milletvekili Niyazi Mimaroğlu, Temsilciler Meclisi danışmanı Sayın Aydın Aksu, eski Türkmen milletvekilleri Fevzi Ekrem Terzi ve Feyha Bayatlı, ITC Selahattin Büro sorumlusu Heytem Haşim Muhtaroğlu ve çok sayıda Türkmen şahsiyetleri katılmıştır. Şenlik, ulusal Irak marşı ve Türkmen milli marşı okunduktan sonra Türkmen Kardeşlik Ocağı Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Necdet Yaşar Bayatlı’nın konuşması ile başlamıştır Türkmen Kardeşlik Ocağı, 58 yaşını 15 Mayıs 2018 tarihinde doldurmuştur. Ancak ülke genelinde yapılan parlamento seçimleri nedeniyle kuruluş yıldönümü kutlaması başka bir tarihe ertelenmiştir. Türkmen Kardeşlik Ocağı, 58 yıl boyunca bütün Türkmenlere eşit mesafede durmuş ve Mendeli’den Telafer’e kadar uzanan mavi haritada yaşayan Türkmenleri hep kucaklamış ve sahiplenmiştir. Bu kapsamda 12 Mayıs 2018 tarihinde Irak genelinde gerçekleştirilen genel seçimden önce Bağdat’ta farklı listelerden aday olan Türkmen milletvekili adaylarına imkanları dahilinde destek olmuş ve sahip çıkmıştır. Bu bağlamda 1 Mayıs 2018 tarihinde Türkmen Kardeşlik Ocağı, El-Fetih listesi milletvekili adayı Dr. Mahmut Halil’in seçim kampanyası ile ilgili etkinliğe ev sahipliğini yapmıştır. Etkinlik sırasında Tuzhurmatı’dan Kaytazbaba Tiyatro ekibi «Kimi Seçağ» tiyatrosunu canlandırmıştır. Etkinliğe Belediye, İmar ve İskan Bakan müsteşarı Sayın Yılmaz Şahbaz başta olmak üzere çok sayıda Türkmen ailesi katılmıştır. Aynı gün saat 17:0020:00- arasında TKO yönetim kurulu üyesi ve Vataniye İttifak’ından milletvekili adayı Gülşen Celal’ın seçim kampanyası etkinliğine ev sahipliğini yapılmıştır. Gülşen Celal’ın etkinliğinde ünlü Türkmen ses sanatçısı Mehmet Kaya ve Bağdat Müzik ekibi, söyledikleri Türkmence (Irak Türkmen Türkçesi) ve Arapça türkülerle hazır bulunanların beğenisini kazanmıştır. TKO yönetim kurulu başkanı Dr. Necdet Yaşar Bayatlı ve diğer yönetim kurulu üyeleri her iki etkinlikte hazır bulunmuştur. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle 8 Mayıs 2018 tarihinde T.C. Bağdat Büyükelçiliği’nde düzenlen etkinliğe TKO yönetim kurulu başkanı Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı katılmıştır. Türkmen Kardeşlik Ocağı 9 Mayıs 2018 tarihinde, El-Vataniye İttifakı milletvekili adayı TKO yönetim kurulu üyesi Gülşen Celal’in 2. seçim kampanyası etkinliğine ev sahipliğini yapmıştır. Onlarca ailenin katıldığı etkinliğe T.C. Bağdat Büyükelçisi Sayın Fatih Yıldız ve TKO yönetim kurulu başkanı Dr. Necdet Yaşar Bayatlı da hazır bulunmuştur. TKO yönetim kurulu başkanı Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, başkan yardımcısı Dr. Sabah Kerküklü ve yönetim kurulu üyeleri Sayın Asım Hasan ve Sayın Gülşen Celal, Atatürk’ü Anma, Spor ve Gençlik Bayramı münasebetiyle 10 Mayıs 2018 tarihinde T.C. Bağdat Büyükelçiliği’nde düzenlenen törene katılmıştır. Irak’ta yapılan genel seçimlerin ardından, seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle Kerkük, Tavuk ve Altunköprü’de mağdur duruma düşen Türkmenlerin düzenlendikleri protesto gösterilere destek vermek amacı ile 16 Mayıs 2018 tarihinde Türkmen Kardeşlik Ocağı, ITC Bağdat Bürosu işbirliği ile Bağdat’ın Tahrir Meydan’ında bir gösteri düzenlemiştir. Gösteriye TKO yönetim kurulu başkanı Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, eski Türkmen milletvekilleri Fevzi Ekrem Terzi ve Hasan Özmen Bayatlı, TKO onursal başkanı Dr. M. Ömer Kazancı

Page 4: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

4

ve ITC Bağdat Büro Sorumlusu Sabit Abdulgafur başta olmak üzere çok sayıda vatandaş katılmıştır. Gösteriye katılanlar, Kerkük, Tavuk ve Altunköprü’deki kardeşlerine sonsuza kadar destek vereceklerini ifade etmiştir. Mübarek Ramazan ayı münasebetiyle 28 Mayıs 2018 tarihinde Türkmen Kardeşlik Ocağı’nda TİKA tarafından ihtiyaç sahibi 500 aileye gıda kolisi dağıtılmıştır. Dağıtım, T.C. Bağdat Büyükelçisi Sayın Fatih Yıldız, TKO başkanı Dr. Necdet Yaşar Bayatlı ve TİKA Bağdat sorumlusu Sayın Cüneyt Esmer tarafından yapılmıştır. Daha sonra büyük bir iftar yemeği verilmiş ve mevlit okutulmuştur. Çok sayıda Türkmen ailesinin katıldığı iftar yemeğine ITC Başkanı Kerkük milletvekili Sayın Erşat Salihi ve Başkan yardımcısı Kerkük milletvekili Sayın Hasan Turan da katılmıştır. ITC eski başkanı Dr. Faruk Abdullah Abdurrahman, 9 Haziran 2018 tarihinde Türkmen Kardeşlik Ocağı’nı ziyaret etmiş ve ocak başkanı Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı ve yönetim kurulu üyeleri ile bir araya gelmiştir. Ramazan Bayramı dolayısıyla 17 Haziran 2018 tarihinde Türkmen Kardeşlik Ocağı’nda bayramlaşma töreni düzenlenmiştir. . Dergimizin bu sayısının Türkçe bölümünde Prof. Dr. Nurullah Çetin, Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı, Doç. Dr. Lütviyye Asgerzade, Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, Dr. Yaşar Kalafat, Yrd. Doç. Dr. Dr. Doğan Kaya, Dr. Shurubu Kayhan, Vüsal Nuru, Casım Babaoğlu; Arapça bölümünde ise Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, Dr. Sabah Abdullah Kerküklü, Dr. Orhan Bozkurt, Dr. Suphi Şeyh Hasan, Dr. Orhan Bayatlı, Dr. Oğuz Korkmaz, Dr. Sadık Kevser, Dr. Yüksel Kerküklü, Vahideddin Bahaeddin, Nermin Tahir Baba, Mecit Sadun, Hamdi Rauf, Fazıl El-Hallak tarafından ele alınan inceleme, araştırma ve şiir parçalarına yer verilmiştir.

Elinizde bulunan bu sayıda herhangi bir eksiklik varsa hoşgörünüze sığınarak bağışlamanızı diliyor, dergimizin zenginleştirilmesi için notlarınızı ve eleştirilerinizi bekliyoruz.

Doç. Dr. Necdet Yaşar BayatlıTürkmen Kardeşlik Ocağı Yönetim Kurulu Başkanı

30 Haziran 2018

5

Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı

Tanıdığım Kasım Sarıkahya

Yaşadığımız ve tutunduğumuz hayat, belli bir zaman ve mekan sınırı içerisinde hareket eden bir filim gibidir. Bu filimde bazı karakterler hep aklımızda kalır bazıları ise çarçabuk silinir. Aklımızda kalan bazı karakterler de Allah’ın bize bahşettiği unutma nimetine meydan okur; biz yaşadıkça o da hep bizimle yaşamaya devam eder ve filmin sonuna kadar bizimle kalır. Kalan insanlar, fani dünya filminde bize hep ışık tutar ve aydınlatır. Kendisi ile az anılarım ve tanışıklığım olmasına rağmen Kasım Sarıkahya hayatımın filminde hafızamın unutamayacağı bir karakterdir. Ankara’da Gazi Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora öğrencisiyken onun adını hep duyardım. Kaleme aldığı kitaplarından birkaçını okuma fırsatını buldum. Saddam Hüseyin rejiminin iktidarda hala olduğu 2002 yılında merhum Kasım Sarıkahya’nın amcası oğlu büyük mücadeleci lider Sayın Riyaz Sarıkahya’nın evinde diğer öğrenci arkadaşlarımla bir araya geliyorduk. Riyaz Bey, bize babalık yapar, sürekli olarak sıkıntılarımızı dinler ve sorunlarımızı çözmeye çalışırdı. Bir araya her geldiğimizde Türkmenlerin yaşadıkları ile ve içlerin tarihi ve örf-adeti hakkında bilgi paylaşırdık. Riyaz Bey, milletimize nasıl faydalı olabileceğimizi anlatıp bize hep yol gösterirdi. Sohbetler sırasında Türkmenler arasında ortaya çıkan tarihçi, yazar, akademisyen, araştırmacı vb. adamlardan hep söz ediliyordu. Bunların arasında Kasım Sarıkahya da yer alıyordu. Irak Türkmen folkloru ve halk edebiyatı ile ilgili yaptığım incelemelerde kaynak bulmak için onun kitaplarını da okudum. Bu yüzden ismen tanımış oldum. Onun kitaplarını Sayın Habib Hürmüzlü tarafından bana temin ediliyordu. Zaten Habib Bey, sadece bana değil, Irak Türkmen folkloru, edebiyatı ve tarihi ile ilgili incelemelerde bulunan bütün öğrencilere evindeki şahsi kütüphanesini hep açıyordu. Bu yüzden onun hakkını hiç ödemeyeceğiz. Doktoramı tamamlayıp Irak’a geri döndükten sonra akademik hayatıma lisansımı bitirdiğim Bağdat Üniversitesi Diller Fakültesi Türk Dili Bölümü’nde öğretim üyesi doktor olarak başlayınca Türkmenlerin en kadim müessesi olan Türkmen Kardeşlik Ocağı tarafından yayımlanan kitap ve dergilerle tanışma fırsatını yakından buldum. Ayrıca ocağa gelen Türkmen araştırmacılarla tanışma şerefine nail oldum. Bu arada merhum Kasım Sarıkahya ile de tanıştım. Aslında Kasım Sarıkahye ile yakından tanışmam, 2013’te gerçekleştirilen Türkmen Kardeşlik Ocağı seçimleri sırasında oldu. Seçimde yönetim kurulu üyeliğine seçilen 9 üye arasında ikimiz de yer aldık. Seçilen yönetim kurulu üyeleri beni ocağın yönetim kurulu başkanı görevine getirdi.

Page 5: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

6

Bir sonraki toplantıda bütün Irak Türkmenlerinin kalbinde ayrı bir yere sahip olan Kardeşlik Dergisi’nin yayın kurulunu belirlemek için yönetim kurulu üyeleri ile toplantı yaptım. Dr. Sabah Abdullah Kerküklü ve Kasım Saruıkahye haricinde herkes yayın kurulunda yer almayı kabul etti. Her ikisi ile ayrı bir şekilde görüştüm ve Dr. Sabah’ın derginin Arapça bölümünü üstelemesini, Kasım Bey de Türkçe bölümünde bana yardımcı olmasını ikna ettim. Böylece derginin başyazarı ben, başyazar yardımcısı Sabah Bey oldu. Merhum Kasım Sarıkahye, rahatsız olduğu ve hasatlığıyla mücadele ettiği için «Seni kırmayacağım, Türkçe bölümünün hazırlanmasında yardımcı olacağım» bana dedi. İlerleyen yaşına ve hasta olmasına rağmen kahraman bir asker gibi ocak ve dergi için çalışıyordu. İlk sayıyı çıkardıktan sonra Kasım Bey benden iki aylığına izin istemişti. O sırada yanında oturan Sabah Bey’in çok üzgün olduğunu gördüm. Üzgünlüğünün sebebini sorunca Kasım Bey’in amansız bir hastalığa yakalandığını ve tedavi süresinin uzun sürebileceğini bana söyleyince çok üzüldüm. Ben de «Kasım Bey’e, ağabey, bir şeye ihtiyacın olursa beni haberdar et lütfen» dedim ve kendisi ile vedalaştım. Herkesin bilmediği bir gerçeği burada söylemek isterim. Kasım Bey, Türkiye’de tedavi gördüğü için uzun süre yönetim kurulu toplantılarına katılamamasına rağmen hiç istifasını kabul etmedim. Ancak amcası oğlu Sayın Asım Sarıkahya bana Kasım Bey’in yönetim kurulu üyeliğinden istifa etmek istediğini söyledi. Ben de kendisine «Bana yazılı bir şey göster ve istifa nedenini açıkla» dedim. Asım Bey de Kasım Bey’in oldukça rahatsız olduğunu ve sizden istifasının kabul edilmesini rica ettiğini yazdı. İstifa yazısının orijinali hala ocağın arşivinde saklıdır. Kasım Bey, bu fani dünyadan göç ederken ben İstanbul’daydım. Bu yüzden onun cenaze merasiminde hazır bulunma ve hayatı boyunca uğruna kalemi ile mücadele veren mavi bayrakla sarılan tertemiz cesedinin bulunduğu tabutu omzuma taşıma şerefine nail oldum. Sanki bize el sallayıp milli davamıza sahip çıkmaya devam etmemizi vasiyet ediyordu... Güle güle Kasım ağabey, ruhun şad, toprağın bol mekanın cennet olsun.

7

Manas Destanında Kırgız Türklerinin Sosyal Yapısı

Dr. Shurubu Kayhan

GİRİŞ

“Manas Destanı” en eski halklardan sayılan Kırgızların atalarından kalan edebi mirası ve gururla okunan kaynaklarındandır. Dünya medeniyetleri tarihinde önemli ve değerli bir yere sahip olan büyük bir eserdir. Destan geniş hacmi ve zengin anlatısıyla diğer destanlardan farklılık arzetmiş, dolayısıyla insanlarda büyük bir merak ve ilgi uyandırmıştır . 1

Bu eser tarihte iki bin yıldan beri adını duyuran Kırgızların geçmişte içinden geçtiğiolayların ve dönemlerin tüm izlerini edebi yönden yansıtan,Kırgızların asırlar boyunca duyduklarını, doğru ve yanlış, iyi ve kötü düşüncelerini,toplum, tabiat ve dünya görüşlerini bir araya getiren zengin bir hazinedir. Bu eser onu yaratmış olan halkın geçmiş tarihini hatırlamasıyla gelenek, göreneğin yollarını birleştiren didaktik bir miras oluphalkın haklarından, anayasasına kadar yol gösteren kılavuz sayılmakta, her vatandaşın bu büyük mirastan hayatın doğru ve yanlış, iyi ve kötü örneklerini içerine sindirmelerini sağlamaktadır.

Eserde Kırgız halkının günlük hayatına ait bütün örnekleri en iyi şekilde edebi biçimde bulmak mümkündür. Ünlü bilim adamlarının içinde Manas’ı araştıranlar destanın Kırgız halkının hayat tarzını edebi yönden belirterek ona hayat ansiklopedisi adını vermektedirler . 2

Manas destanı hep Kırgızlarla beraber yaşamıştır. Nice dramatik tarihi olayların edebi bir vakayinameye dönüşmesi yüzyıllar almıştır.Bilindiği gibi halk destanları,toplum

1 Eroğlu, Cemal, Türk Sosyo-Kültürel Yapısı İçerisinde Manas Destanı, Basılmamış YL Tezi, Sakarya Üniversitesi, Y. 1996, s. 1. vd.2 Türkmen Fikret, Uraimova Şurubu, Kırgız Destanları 6, Manas Destanı, Ankara,2007, s.16.

yapısının bir aynası olmakla kalmaz, ona bir kahramanın özelliklerini ilave ederler. Böylece, halk kitlesinin menfaatini ve idealini sanatsal bir şekilde tasvir ederler. Dolayısıyla düşmana mal, can, yer yada su için yapılan bir saldırının arkasında vatan sevgisi ve vatanı koruma kaygısı vardır. Bazen han ve beylerin halka çektirdikleri eziyetler de destana katkı sağlar. Halk arasından çıkmış olan kahramanlar, siyasi ve sosyal bakımdan onlara karşı tavır koyarlar. Eski olaylar bu gibi durumlarda yeniden yorumlanır ve yeni bir ideolojiye dönüştürülür. Bu tür destanlarda olumsuz karakterlere karşı savaşabilmek epik kahramanlar yaratılır. Olgunlaşma, doğma, çabuk büyüme sihirli güçler ile ilişki kurma gibi nitelikler, eskiden kalma geleneksel motiflerdendir.

ORTA ÇAĞDA KIRGIZLARIN SİYASİ SİSTEMLERİ

Manas destanında halk boylara ve akraba topluluklarına ayrılmış ve kendi bağımsızlıklarını ilan etmişler. Fakat her boy ayrı yaşamalarına rağmen savaş

Page 6: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

8 9

durumunda hemen birleşmişler. Barış zamanlarında boyların başında aksakallar durup onlar yönetmişler. Bu boyların başkanlarına destanda “Han” adı verilmiştir. Onları kendi boyları seçmişler. Başkanlık miras yolu ile değil seçim yolu ile yapılmış. Örneğin, Bakay “Büyük Gaza” döneminde han seçilir. Barış döneminde tüm sorunlar aksakallar tarafından, özel durumlarda ise halk toplantılarında çözümlenmiştir. Eğer boy (Birkaç akraba topluluklarından oluşan büyük gruplar) ile soy (Küçük akraba grupları) aralarında anlaşmazlıklar olursa akraba topluluğunun toplantısını düzenleyip sorunları çözmeye çalışmışlardır. Destanda Manasın babası Cakıp Han’dır. Çakıp Han kendi akrabaları arasında danışıp(Meşveret edip) Manas’a düğün yapar 3.Manas’ı Kırgız halkına Han seçtiklerinde de soylar ve boylar birleşip oy verirler:Yiğitler omzunda gezdirip, Yedi adım geçinceYeter, yiğitler yeter!-diyeYaşlı Çakıp’ın yanına, Yere indirdiler Manası.Yalnız Manas daha gençti,Yedi kere döndürdüler, Yettik hedefimize!-diye.Han vazifesine başlasın!Han tacını taktılar,Han Manasın başına! . 4

Destanda anlatıldığına göre başka bir toplantı ise Kırgızların Altay’dan Ala Dağ’a göç ettikleri zaman yapılır. Burada da sıradan sorunları meclis kendisi çözümler, genel veönemli sorunları halk toplantısına aktarırlar. Başkanların hakları destanda sınırlıdır.Onlar halk toplantılarına ve aksakal oturumlarına bağlıolmuşlardır. Başkanlar küçük akraba topluluklarının arasındaki sorunlara karışamazlardı. Başkanlar töreye göre bu tür kurallara uymak zorundadırlar. Çünkü onların yandaşları ve destekçileri yoktu. Halkın istek ve gücüne karşı gelemezlerdi. Eğer onlar bu gibi kuralları bozarlarsa onları cezalandırıyorlardı. Böyle bir durum destanda “Kökötay’ın Aşında” karşılaşır: Manas kendi isteği 3 Manas Destanı, S. Orozbakovun Varyantı. II Kitap. “Kırgızistan”,Frunze.1980. s.272.4 Moldobaev İmel. “Manas Destanı”. Kırgız Halkının Manevi ve Kültürel Kaynağı. “İlim”, Frunze,1989 s.14.

ile meseleyi çözmeye çalıştığında öz adamı Koşoy ona karşı çıkardı 5. Halk toplantısı yüksekyönetimolarak sayılsa da kendi başına sorun çözemiyordu. Gerçek hayatta bunu aksakallar kurulu yürütürdü. Halk toplantılarında onların gücü daha da artıyordu. Halk toplantılarının önemli katılımcıları olmayıp, pasif takipçileri olmuştur. Genelde onlar aksakalları desteklemişlerdir. Buna örnek destanda “Büyük Gaza” ve Altay’dan Ala Dağa göçte şöyle denilir: Beni anlayan yurdum varsa, Oyu ile gelsin bana. Beni anlamayan yurdum varsa, Sözcüsü ile gelsin bana. Beni bilen yurdum varsa, Bana oyun versin diye Beni tanımayan yurdum varsa, Hükümdar Manasım ben -diye Beni dinlesin herkes!- diye Haber salmış diyara, Kalabalık Kırgız halkına. Kahraman Manas bunu der Meclise herkes toplansın Halkım beni dinlesin, Babalarımızdan kalan yer için Gazaya ben koyuldum! . 6

Yukarıdaki iki olayda da aksakallar kurulunun sonucu halk toplantısına sunulup, halkın onların kararlarına zorunlu olarak uyum sağladıkları anlatılmaktadır.

Bu yönetimde tam demokrasi olmadığını görmekteyiz. Fakat bazı durumlarda halk toplantıları da baskın olduğu gözükmektedir. Bu örnek Manasın han seçildiği an aksakallardan biri değil, genç Manasın halk tarafından seçilmesi ile sonuçlanmasında karşılaşılan andır;

Manas adlı bir genci, Han olarak seçtik biz. Bizim seçtiğimiz o genç, Bizim hanımızdır artık. Ayağı ile başına, Yaşlı ile gencine, Uğurlu gelir hepsine… . 7

5 Musaev Samar.”Manas Destanı”,”İlim”,Frunze,1979, s.51.6 Manas Destanı. S. Orozbakovun Varyantı. II Kitap.”Kırgızistan”, Frunze.1980, s.150151-.7 Manas Destanı. S. Orozbakovun Varyantı. II Kitap.”Kırgızis

Savaş zamanlarında başkan-hanın hakları sınırsız olmuştur. Böyle özel durumlarda onlara geçici olarak sınırsız haklar halkı tarafından onlara sunulur. Bu şartlarda hanın tüm emirleri herkes tarafından kesin uygulanmıştır. Hiç kimse emire karşı gelememiştir. “Büyük Gaza”döneminde Almambet Han’ın tüm emirleri eksiksiz uygulanmıştır. Emirleri sadece asker hanı değiştire bilmiştir.

Soyun başkanı genelde aynı soyun içinden seçilirdi. Çünkü, başkanlık babadan oğula miras geçiyordu. Fakat, soylar topluluğunun asker başçıları buna dahil değillerdi. Soy başkanları destanda “Han” diye adlandırılıyordu. “Han” destanda bir soyun özel olarak seçip görevlendirdikleri başkanlarıdır. Han her zaman başarılı, saygı değer bir kişilik olmak zorundaydı. Hak olarak diğer sıradan halktan hiçbir farkı olmamıştır. Savaşta her zaman en önde kahramanca savaşmak zorundaydılar. Onun hayatı süreklitehlike içindeydi.Sıradan bir asker kadar hakka sahipti. Kahramanlık ve başarı sergilemek mecburiyeti vardı.Bu nedenle de halk tarafından çok sevilmişler. Halkı her zaman onların izinden gitmişler. Manas Han da tam bu niteliklere sahip bir liderdi. Örneğin Manas Han’ın Neskara 8 devi yendiği hikayede: Neskara 6 bin askeri ile Manasa karşı saldırıya geçer. Manas: Mızrağın hızlı savurup, Neskarayı yere devirdi. Kırdın belimi kırdın!-diye Ellerini kaldırıp,Neskara yalvardı. Canımı bırak, alma diye. Ardından tüm askerleri Bağişla!-diye yalvardılar . 9

Buna benzer örnekler Bakay ve Almambet’in hanlık dönemlerinde de karşılaşır 10 . Destanda gelenek, görenekler ve adetler hukuk ve hak meselelerinden daha çok önem taşıyordu. Soylar geleneklere göre yönetiliyordu. Çözüm ve ceza sorunları da

tan”,Frunze.1980, s.151.8 Neskara- Kalmukların dev kahramanı, Manasın baş düşmanı.9 Manas: Destan. S. Orozbakovun Varyantı. II Kitap.”Kırgızistan”, Frunze.1980. s.1516-.10 Manasın Metin Beyanı. Frunze,1986 s.55.

buna göre belirleniyordu. Han’ın yönetim kuralları haklara göre değil geleneklere göre yürütülmüştür.

HAK VE HUKUK MESELELERİ

Manas destanında her birey özgür ve bağımsız sayılıp, hiçbir baskı uygulanmamıştır. Soyların kendi aralarındaki düzensizlikler hakkında hiç söz edilmemektedir. Çünkü, soyun yapısında herşey bireylerin özeliydi. Başka birilerinin mal mülkün ele geçirmek kahramanlık sayılıyordu. Destanda bütün halklar aynı hakka sahiplerdi. Fakat savaş gazalarında esir alınan kişiler köle yapılmışlardır. Buna rağmen hem kölelerin, hem de özgür insanların pek farkı olmamıştır. Destanda “Köle” kelimesinin dışında aynı anlamda “Malaylar” da karşılaşılmaktadır. Malaylar hakkında bilgi pek rastlanmamaktadır. Manas’ta sadece Cakıb’ın çobanı Oşpur 11 hakkında beyan edilir. Oşpur’un adı destanda birkaç yerde karşılaşır. Onu önemli toplantılara davet edip, fikrine önem vermişler. 12

Kurulun üyeleri tabakalara ayrılmazsalar da kendi soylarının içinde“Temiz kanlar” olarak ayrılmışlar: soy başkanları, soyun aksakalları,asker başçıları ve diğerleri olarak bölünmüşler. Soy üyeleri aynı hakka sahip olmalarına rağmen yönetimbu “temiz kanların “ elinde olmuştur. Eğer bireyin soyu ve akrabaları yoksa onun toplumda hiçbir önemi yoktu. Kurumun üyeleri halktan ve akrabalarından destek aldıkları için onların hiçbir gücü olmamıştır. Bu destanda Almambet’in hikayelerinde açık görülür. Soyun her bir bireyi için diğer akrabalar da sorumluluk taşımışlardır.

Özgürlük ve eşitlilik kadınların arasında da önem taşımıştır. Fakat ataerkil toplum olduklarından dolayı kadınlar destanda kahraman ve akil olarak bilinip Karlıgaç13

11 Oşpur-Cakıp Hanın en sevdiği çobanı ve kölesidir.12 Mamıtbekov Z. “Manas” Destanındaki Kırgızların Hayat ve Savaş Mücadeleri.”İlim”,Bişkek,1993.s.11413 Karlıgaç,Manasın kız kardeşi.

Page 7: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

10 11

,Saykal14 ,Kanıkey 15 gibi kadınlara akıl danışılmıştır. Erkekler toplumu yönetmişler ve baskın rol almışlar. Kadınlara evlenirken başlık parası verilmiştir. Aynı zamandakız çocukları babasının mirasından dayararlanamamışlardır. Kırgızlarda erkek çocukların hakları kız çocuklarından daha fazladır.

Destanda vergi konusu ile ilgili bilgi verilmemektedir. Soyun aksakalları kendi malvarlıklarına ve savaştan kazanılan ganimetlerden paylarına düşenlere güvenmişlerdir. Aksakallar çok zengin sayılmışlar. Savaşta kazananlar kaybedenlerin mal ve mülkünü kendi aralarında paylaşmışlardır. Kazanılanlar ganimet yanı sıra “Ödül” olarak da verilmiştir. Destanda kahramanlar kendi kazançları ile de övünmüşlerdir. Halk sık sık savaş ortamı yaşadıkları için bu durum sıradan olay gibi algılanmıştır. Sürekli savaş yaşanmasına rağmen Kırgızların devamlı asker ordusu olmamıştır. Savaşa ise yetişkin erkekler katılmışlar. Oysa, kahramanlar erken yaşta savaşa katılmaya başlamışlar. Savaşa katılmak erkekler için zorunlu olup, kahramanlık sergilemek şarttır. Savaş bittikten sonra askerleraskerliğe devam etmeden sıradan hayatlarına dönmüşler.

14 Saykal, Oyrat Hanı Karaç’ın kızı, bahadır.15 Kanıkey ,Manasın eşi ve akıl hocası.

Sürekli askerlik görevini sadece Manasın “40 Yiğidi” yapmıştır. Manas da her zaman onların başında olmuştur.

Gaza zamanlarında tüm soylar ve boylar birleşip büyük bir ordu oluşturmuşlar. Orduya üyeler kendi istekleri ile katılmışlar. Soy toplulukları destanda Kırgız soyları ve akraba boyları ile birleşip Kalmuklarla karşı savaşmanın yöntemlerini geliştirmişler. Burada da onların başında Manas vardı. Benzer örnek “Büyük Gaza” döneminde Bakay’ın daha sonra da Almambet’in başkanlık yaptığı anlatılmakta.

Destanda el sanatları hakkında da söz edilmekte. Ustalar hakkında ayrı ayrı hikayeler anlatılmakta. Bunların dışında şarkıcılar ve falcılar hakkında da sözedilmektedir.

Toplumun en önemli temel taşlarını aileler oluşturmuşlar. Her aile bağımsız kendi halleri ile yaşamışlar. Herkesinkendi ekonomik özgürlüğü vardı. Barış zamanlarda aileler bir birinden bağımsız yaşamışlar. Hayvanlar ailelerin özel mülkü olmuştur. Bunun asıl kanıtı hayvanlara vurulmuş damgalarla gösterilmektedir. Her soyun kendilerine özel damgaları vardı. Çok zengin olanların elinde binden, bazen de 10 binden fazla malı olmuştur. Bu mesele

bazen bazı soyların diğer bir soyların yerini işgal edip topraklarına el koyarak mallarını çoğaltmalarından kaynaklanmıştır. Bu olaylar çift taraflı etki: Bazılarının zenginleşirken diğerlerinin fakirleşerek tabaka oluşturmalarına yol açmıştır.Moğolların üstünlük yaptığı dönemlerde Kırgızlarda bazı soyların otlak, yayla ve ekin yerlerinin zengin ve itibarlı adamların ellerinde olduğu göstermekte. Hanın çocukları hana ait olan yerleri sahiplenmişler.

XIV. Yüzyılın başında İmparatorluğun yıkımı ve Moğol topluluklarının iç savaşlarının artmaları hanların ve onların oğullarının da gücünü zayıflatır. Bazıları bunu fırsat bilerek yerleriözelleştirmeye başlarlar . 16 Fakat, zengin ve itibarlı insanların yerleri özelleştirmeleri Kırgız toplumunun sosyal yapısını değiştiremez. Çünkü, bu olaylar usulüne uygun olarak yapılmamıştır. Akraba toplulukları ve onların kurumları Kırgızların devlet yapısının temelini oluşturmuştur .17

SONUÇ

Manasdestanında Kırgızlar boylar ve akraba toplulukları olarak ikiye ayrılmışlardır. Bunlar birleşip halk oluşturmuşlar ve kendi özgürlüklerini sağlamışlar.

Her boy kendi hali ile yaşamalarına rağmen savaş dönemlerinde hemen birleşmişler, barış dönemlerinde boyların başında aksakallar durup onlar yönetmiştir. Toplumdaki bireyler tabakalara ayrılmamalarına rağmen boylar arasında kendilerine göre zenginlik tabakaları oluşturmuşlar: boy başkanı, boy aksakalları, asker başçıları ve diğerleri.

Destana göre örf, adet ve gelenekler hukuk meselelerinden daha önemli bir yere sahiptir. Toplumda karşılaşılan sorunlar Kırgız geleneklerine göre çözümlenmiştir. Burada geleneklerin sosyal toplum düzeninde çok önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır. 16 Moldobaevİmel. Manas Destanı, Kırgız Halkının Manevi ve Kültürel Kaynağı.”İlim”,Frunze,1989 s.20.17 Moldobaev,, a.g.e., s.22.

Aynı zamanda Hanın ülke yönetimi de hukuka değil geleneklere dayanmıştır. Destanda Kırgızların yönetim yapısı özerk ve bağımsızdır. Boyların ve küçük soyların kendi toprakları ve hayvanlarının olmasından onların ekonomik özgürlüklerinin olduğu anlaşılmaktadır.

Akraba toplulukları ve onların kurumları Kırgızların sosyal yapısını oluşturmuştur. Diğer halklarla olan ilişkileri bağımsızdır.

KAYNAKÇA

1. Eroğlu, C., Türk Sosyo-Kültürel Yapısı İçerisinde Manas Destanı, Basılmamış YL Tezi, Sakarya Üniversitesi, Y. Sakarya, 1996.2. Ibıkeev S. “Manas” Destanındaki Sosyal ve Toplumsal Görüşler.”Ala-Too Tanı, 27 Ocak. 1990.3. Kayhan Ş., Manas Destanı Tarihi Tabakaları, Akçağ, Ankara 2005.4. Mamıtbekov Z. “Manas” Destanındaki Kırgızların Hayat ve Savaş Mücadeleleri.”İlim”,Bişkek,1993.5. Manas: Destan. S. Orozbakovun Varyantı. I Kitap. “Kırgızistan”,Frunze.1978.6. Manas: Destan. S. Orozbakovun Varyantı. II Kitap. “Kırgızistan”,Frunze.1980.7. Manasın Metin Beyanı. Frunze,1986.8. Moldobaev İ.. “Manas Destanı,Kırgız Halkının Manevi ve Kültürel Kaynağı.”İlim”,Frunze,1989.9. Musaev S. Manas Destanı, İlim,Frunze,1979.10. Otorbaev T, Manas ve Tarih ve Kırgızistan Medeniyeti, 1990.No. 50.11. Türkmen F., Uraimova Ş., Kırgız Destanları 6. Manas Destanı. TDK. Yayınları. Ankara 2007.

Page 8: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

12 13

Son zamanlarda Irak Türkmen kadınları (aslında Türkleri) kendi siyasetlerine, kendi davalarına, kendi vatanlarına, kendi milletlerine ve en önemlisi kendi geleceklerine sahip çıkmak için meydanlarda daha çok görülmeye başladı. Barzani ve Talabani çapulcuları Türkmen oylarını gasp edince onların vatan, toprak hırsızlığından sonra oy hırsızlığına da dayanamadılar ve meydanlara çıktılar. Çadırlarda, cadde ve sokaklarda Türkmen kadınlarını en önde gördük. Türkmen kadını sokaklara, meydanlara Türkmenin hakkını aramaya çıktıysa gelecekten ümitliyiz Prof. Dr. Nurullah Çetin

Maral Ana Efsanesi Yeniden

demektir. Bu meseleyi kültür tarihimizle ilişkilendirelim. Türk milletinin Kırgız boyuna mensup olan büyük yazarımız Cengiz Aytmatov, Beyaz Gemi adlı eserinde Maral Ana adlı Kırgız Türklerinin eski bir efsanesine yer verir. Kırgız Türklerinin “Maral” dediğine biz kız ismi olarak “Meral” deriz. (Bu yazının Türkiye’deki bir cumhurbaşkanı adayıyla bir alakası yoktur. Sadece isim benzerliği vardır.) Maralın manası da “dişi geyik”, “ceylan”dır. Maral (Meral) Ana aslında anaç bir geyiktir. Efsaneye göre Kırgız Türkleri bir düşman saldırısı sonucu tam tükenmek, yok olmak üzereyken Maral Ana, onların yeniden doğuşunu, türeyişini, çoğalmasını ve millet olarak derlenip toparlanmasını sağlamıştır. Efsane şöyle: Vaktiyle düşmanlar Kırgız Türklerine saldırmışlar, tamamını kılıçtan geçirmişler ve çekip gitmişler. Ancak ormanda bulunan bir kız ve bir erkek çocuk bu katliamdan kurtulmuş. Çocuklar köye döndüklerinde düşmanların reisi, bu iki çocuğu fark edip öldürmesi için yaşlı bir kadına teslim etmiş. Yaşlı kadın da bu çocukları götürmüş, bir uçurumdan tam atacağı sırada arkadan bir maral yani geyik: “Bırak onları kadın!” diye seslenmiş. Yaşlı kadın bir geyiğin konuşmasına çok şaşırmış. Geyik: “onları bana ver, memem süt dolu, onlar benim çocuğum olsun” demiş. Geyik, çocukları alıp Issık Göl civarına götürmüş ve orada çocukları büyütmüş. Zamanla Kırgız Türkleri bunlardan üreyip çoğalmışlar. Böylece Kırgız Türkleri, Maral Anayı soylarının yeniden diriltilmesini ve çoğalmasını sağlayan saygıdeğer bir ata olarak hatırlamışlar. Bugün Irak Türkmenleri (Türkleri), uzun zamandan bu yana bu yana kademe kademe dış ve iç düşmanların siyasi, ekonomik, kültürel, askerî saldırılarına maruz kalmaktadır. Irak Türkmenlerinin maddi ve manevi bütün varlığı, kimliği, kurumları, dinî ve millî değerleri neredeyse kılıçtan geçirilmiş gibidir. Geriye efsanedeki 2 çocuk gibi, çok az kaldılar. Bugünlerde azıcık kalan milletimiz, devletimiz, maddi ve manevi varlıklarımız,

sembollerimiz, kurumlarımız tamamen tasfiye olmak üzeredir. Türkmen düşmanları bu vatanda Türklüğü tamamen yok etmek için uğraşıyorlar. Ancak Allah büyüktür ve yok edilmek üzere olan Türkmenleri kurtarmak, yeniden ayağa kaldırmak, derleyip toparlamak, çoğaltmak, kendi vatanında kendi millî ve tam istiklalci Türkmeneli Devletini yeniden kurmak üzere Maral analar gönderir. Bütün Türk/Türkmen anaları Maral anadır. Maral Analar, yavrularını kurtarmak ve onları vatanlarında yeniden efendi millet yapmak için vazife başına geçmişlerdir, kutlu olsun.

Page 9: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

14 15

“Kara İye” ve “Cin” Anlayışı Bakımından Eski Tük

İnanç Sistemi - İslamiyet Karşılaştırması

Dr. Yaşar Kalafat - Dr. Ali Osman Abdurrezzak

GİRİŞ:Bu çalışmanın inceleme alanı olarak,Ordu ve Kastamonu seçilmiştir. Karşılaştırmalar Anadolu ve Yakın çevresi ile Uluğ Türkistan’dan Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Kuzey Afganistan Türk kültür coğrafyasından edinilmiş bilgilerin sonuçları ile yapılmıştır.Çalışmada, herki inanç sistemi yapılanmasının kısaca sistematiğine değinilmiş, sistemler içerisinde,“kara iyeler âlemi” ile “cinler âlemi” tanımalarının izahları halk inançlarından hareketle yapılmaya çalışılmış, herki varlığın sistem içerisindeki konumları, fonksiyonları tartışılmış ve bilinebilen özellikleri,insanlarla olan ünsiyetleri ile birlikte tanıtılmıştır.Kara iyelerin farklı fonksiyonları, etkinlik alanları, tezahür şekilleri, farklı isim alışları, onlardan korunma, kurtulma, yararlanma yöntemleri ve benzeri gibi konular farklı çalışmalarımızda ele alındığından imkan nispetinde tekrardan kaçınılmıştır.Çalışmanın amacı;Türklerin eski inanç sisteminden, halen yaygınolarak mensubu bulunulan dine nelerin taşındığını, bu iki inanç objesinin karşılaştırılmasından hareketleyaşayan halk inançlarını anlayabilmeye çalışmaktır. Böylece, halk inançlarında yaşamakta olan bazı inanç kodlarının anlaşılabilmelerine katkıda bulunmaktır. Bunların bilinmeleri, halk inançlarında varlığını sürdüren inançların mahiyetini daha sağlıklı anlaşılmasını sağlayabilir kanaatindeyiz. Eski Türk İnanç Sistemi 3 ile İslamiyet’e giriş dönemi arasında Türkler tarafından başka dinlere de girilmiş ise bunların da bu arayışa dâhiledilmeleri gerekebilecek, amaç devam ettiği sürece de yeni projelere gereksinim duyulacaktır.

1 2 3 Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Berikan Yayınevi, Ankara, 2010

1 2

Bu maksatla inceleme alanı olarak seçilen coğrafyada memoratlar, özlü sözler, efsaneler, diğer sözlü kültür verileri ile genel halk inançlarından yararlanılırken daha ziyade efsaneler kaynak olarak seçilebilmiştir. Eski Türk İnanç Sisteminde Ak ve kara iyeler vardı ve bunlarda konumlarına sınıflanabiliyorlardıİslami anlatımda cinler, iman edenler ve etmemiş olanlar, rahmani olanlar ve şeytanı olanların da bulunduğu, camide insanlarla birlikte namaz kılanların da oldukları açıklanırlarken, Hafızan melekleri insanları onlardan koruyucu varlıklar olarak bilinmektedir. Üç harfliler namazı çok çabuk kılan varlıklar olarak da tanınırlar. Önde, arkada, sağda solda yukarıda aşağıda olmak üzere 8 tane oldukları açıklanmaktadır. Cin toplumundan üç harfliler olarak bahsedilir, Havas ilmi isimlerinin açıkça söylenmemesinden yanadır. Bu ilim dalından hareketle yapılabilmiş dualar bunlara karşı etkili olur. Felak ve Nas sürelerinin hazırlanıp duvara asılması önerilir. Demir madeninden kaçarlar evlerde demir madeni bulundurulması önerilir. Etle beslenirler, etin insanlar tarafından görünemeyen kısımlarını yerler. Bunların insanoğlundan önce yaratıkları, süratle hareket edebilme ve farklı görünümlere girdikleri bilinmektedir. Farklı boyutta varlıklardır. Haber taşırlarken taşıdıkları haberlerde doğru olmayan kısımların da olduğu bilinmektedir. Toplum halinde yaşarlar, yöneticileri vardır. Melekler de her şekle girebilme özelliğine sahiptirler.Üç harflilerin de yuvaları barınakları toplanma yerleri vardır. Ömürleri çok uzundur 600700- yıl yaşayabilirler. Saygısızlık yapılması halinde ceza kesebilirler.

METİN:Lokman Hekim Efsanesi’nde Lokman hekim ölümsüzlük iksirini anlattığı bir kimse ondan, ilkin kendi üzerinde denemesini ister. İlacı kendi üzerinde deneyen Lokman İlacın uygulanma safhasında ölüm meleğikuş donuna girerek kanadı ile iksiri döker. Bu dökülme olmasa ve Lokman hekim ölmese imiş ölüme çare bulunmuş olacakmış. 4

TöngelEfsanesi’nde, Bütün varlıklara isim konulacağı gün Döngel meyve ağacına isim bulmaya sıra gelince bir isim bulunamaz o da toplantıyı terk eder. Onu üzmüş olduklarını düşünenler arkasında dön gel diye seslenileler. O da kendisine bu ismin verildiğini düşünür ve ismi Dön Gel olarak kalır . 5

Veli Hatip Hazretleri Efsanesi, Hanımı çok güzel olan bir demircinin hanımına ünlü bir eşkıyanın gözü düşer. Demirciye olmayan bir siparişte bulunarak ertesi güne kadar seksen sarı at, doksan doru at, yüz kır atına nal ve mıh yetiştirmesini tembihleyip bir adamını da onlara gözcü bırakır. Kara kara düşenin demircinin eşi çamurdan nal yapmaya ve demirci de onlara delik açmaya başlar. Çamur nalların yere düşünce demir olduğunu gören gözcü durumu eşkıyaya bildirir. Eşkıya demircinin tekin olmadığını anlayıp özür diler Demirci eşkıyaya “Gidin sonunuz Seyitkırı olsun” der. Eşkıya oraya varınca adamları ile telef olur .6

Halk anlatılarında “Kimsesizin kimsesi Hz. Allah’tır” diye bir inanç ve söz vardır. Bu özlü söz kimsesizlere güven ve cesaret verirken, yaratılmışların gücünün yaratılanın elinde olduğunu da anlatmış olur.Çamurdan nal yapıp onların demire dönüşmelerini sağlamak bir hikmettir. Tanrı lütfudur. Belirli manevi mertebelere gelmiş kimsenin harcıdır.Bunlar Türk halk hikmetinin anlatım biçimleridir.Cin Efsanesi’nde: “Ordu bölgesi halk inançlarına cinler kedi, köpek, keçi, tavşan kılığına girerler, Ayakları ters olur. Değirmene giren kişi “bismillah” çevirmezse mısırın bereketini ecünlüler alır. Davulları, zurnaları vardır. Ölür de başımıza bela olur diye çok korkan adama yaklaşmazlar. Biraz korkan adama işkence etmekten zevk alırlar. Sarı adama yaklaşırlar. 4 Necati Demir, TÜSKAR (Türkiye’nin sosyal ve Kültürel Tarihi Projesi) Ordu Yöresi Tarihinin Kaanakları IX Efsaneler, Masallar, Maniler ve Etnografik Malzemeler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları XXVII. Dizi-Sayı 1, Ankara 2006 s. 2425-5 Necati Demir, a.g.e s. 256 Necati Demir, a.g.e s. 30

Page 10: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

16 17

Kara adana hamaylı gibi olduğu için dokunmazlar. Gece ortaya çıkarlar. Horoz ötünce kaybolurlar” 7. Necati Demir’in derleyip koyduğu bu teşhis bu konuda bilinenler ile tamamen örtüşmektedir.Halk inançlarında cinler meclisine konuk olma durumunda kalan kimsenin besmele çekerek kurtulabileceği inancı yaygındır. Birçok kişi onların ikramını tadacakken besmele getirince onların hepsinin kayboldukları anlatılır. Cin türü varlıkların hayvanlardan başka varlıkların donuna girebildikleri yolunda bilgiler vardır. Ecünlü ifadesi daha ziyade cinli kimse, cinli yer anlamında kullanılır. Erzurum’da Ecünlü mağarası ve birçok yerdeecinli hamamlar vardır. Cin düğünleri ile ilgili anlatılar çok yoğundur. Geceleri yol kenarlarında çalıp oynayıp eğlendikleri ifade edilir. Halk inançlarında sarı saçlı, mavi gözlü, seyrek dişli kimselerin tekin olmadıkları ifade edilir. Ayrıca kara iyelerden birisi ile ilgili anlatılan bir tanımlama şeklinde, bu varlığın gece karşılaştığı kimseyi sorgularken alacağı cevapların “k” harfi ile başlaması gerektiği inancı vardır. Mesela nereden geliyorsun sorusuna Kars’tan, havalar nasıldı? Sorusunakarlı gibi cevaplar vermelidir. Bu konuda ülkemizde ilk açıklamaları Abdulkadir İnan ve Bahaddin Öğel yapmışlardır. Al iyelerinin bir kısmının sarı bir kısmının da kara cinsinden olduğu ifade edilmektedir. Necati Demir’in tespitindeki horoz ötme saati, bazı anlatılarda sabah ezanı vakti olarak da ifade edilir.Cin Mahkemesi I Efsanesi: Perşembenin Kıluca köy değirmeninde gece su içmek isteyen birisi arkasında bir ses duyar, elindeki girebiyi arkaya doğru sallar ve bir şeye çarptığını anlar, ancak görünürde kimseyi göremez. Korkup evine gelir ve girebinin ucunun kanlı olduğunu görür, korkusu artar. Bir gece 2 cin zaptiyesi gelir onu bir mağarada cinlermahkemesine çıkarırlar. 15 gün savcı, hâkim karşısında yargılanır sonunda haklılığı ortaya çıkar ve 2 ecünlü zaptiye onu evine getirirler 8

Cin Mahkemesi II Efsanesinde Okçular Perşembe’de Tıngıt Değirmeninde arkadaşları ile oynayan çocuk attığı bir taş sonucu bir kurbağanın ayağını kırar. Gece olur çocuğun kapısı çalınır. 2 zaptiye çocuğu karakola davet ederler, giderlerken köyden ayrılır bir mağaraya girerler. Cinlerin hâkimi“bunun neden ayağını kırdın” diye sorar, çocuk kırmadığını suya taş atarken cinler, periler yolumdan çekilin” dediğini belirtir ve berat eder. Çocuk evine dönerken zaptiyelerin ayaklarının ters olduğunu fark eder.Bu anlatı sözlü kültür verilerinden memoratlar olarak bilinen grubun büyük ölçüde kapsamına girer.9 Bu türden cinlerin de mahkeme gibi sosyal idari yapılanmaları olduğunu anlatan tespitleri biz Güney Azerbaycan Türk kültür coğrafyasından da tespit etmiştik .10 Halk inançları kültüründe bu tür varlıklara uğramamak için destur, destur Bismillah denilmesi gerektiğine inanılır. Cinlerin de bir âlemlerinin olduğu âlemler arası ilişkileri anlatan semavi kitaplarda kayıtların bulunduğu bilinmektedir. Destur izin ver, yol ver, müsaade et anlamında kullanılır. Destur Bismillah sözü ile Allah’ın adı ile destur alınmış olunur. Halk inançlarında sahipsiz şey, varlık, alan yoktur. İcazet alınarak iyi niyet açıklanmış olunur.Perşembe Okçulu köyünde bir çiftçi sırtına yüklü odunla bir süre yol aldıktan sonra yorulur, dinlenmek üzere biraz oturmak ister. Kendisine bir yılanın gelmekte olduğunu görünce, “Yılan Allah Kur’an aşkına” diye başlayıp kendisine dokunmaması için yalvarır. Yılan onun üzerine gelmeye devam edince yılana ateş eder yaralanan yılan kaybolur. Aynı gece iki zaptiye çiftçinin evine gelip birkaç saat bunlarla yürüdükten sonra değirmenin yanında bunlara bir kapı açılır. İçeride mahkeme kurulmuştur. Ayağından yaralı bir kimse de vardır. Hâkim çiftçiye bu kişi neden yaraladığını sorar, çiftçi ateş etmek zorunda kaldığını belirtir, şahitler çiftçiyi doğrularlar. Çiftçi berat eder, yılan idam hükmü ile ceza alır. Çiftçi o gece evine ertesi günde mahkemenin yapıldığı yere gider. Orada dut ağacına asılmış

7 Necati Demir, a.g.e. . s 508 A.g.e. s.519 Yaşar Kalafat, Türk Halk Kültüründe İnanç Araştırmaları Memoratlar-Astral Dünya Mitolojik Boyut –I-, Berikan Yayınevi, 201810 Yaşar Kalafat, Türk Kültürlü Halklarda Orta Asya’dan Orta Doğu’ya İnanç Göçü, Berikan yayınevi, Ankara, 2011

bir kertenkele görür 11. Mahkeme safhasında yılan olan varlığın kertenkeleye dönüşmüş olması da izaha muhtaçtır.Cin Değirmeni Efsanesi: Durak ve Kalicak köyleri arasındaki bir değirmende mısır öğüten bir şahıs, gece cinlerin değirmene geldiği görür ve saklanır. Cinlerden birisi “Burada insan konusu var, arayıp bulalım” der, şahsı bulurlar ve uçurumdan atmaya karar verirler. Götürürlerken ihtiyarın kuşağı bir çiviye takılır, bütün uğraşlarına rağmen cinler ihtiyarın takılan kuşağını fark edemedikleri için onu götüremezler. O mevki, bu olay nedeniyle hale bu isimle anılır .12

Bu memorattan insanların özel kokusu olduğunu bu kokunun cinler tarafından bilinip, teşhis edilebildiğini anlıyoruz.Kara Veli Değirmeni; Yukarı Kızılin köyünde yapılan değirmen her yıl yeni tedbirlerle yenilenmesine rağmen bir türlü sel sularının değirmen arkını tahrip etmesine mani olunamadığı için değirmenin çalışması sağlanamaz. Köyde kimsenin itibar etmediği, kimsesi olmayan, zaman zaman ortadan kaybolan bir kimse vardır. Bu şahıs köylülerin konuşmalarını dinler sonra çeker gidermiş. Bu şahsın, oldukça uzak bir yerden birkaç kişinin taşıyamayacağı büyüklükteki bir taşı taşıyıp değirmenin arkına getirdiği görülür. Köylüler bu kayada bir hikmet aramaya başlarlar. O büyük kaya selin değirmenin arkına zarar vermesini önler ve o şahıs bir daha görünmez olur. Kayanın ismi Kerametli Kaya ve o şahsın ismi de Kara Veli olarak 13 kalır.Halk inançlarında bilhassa memoratlarda bazı kimselerin gerektiğinde kullanabildikleri bazı cinlerinin olduğuna, onlara insan gücünün yetemediği bazı işleri gördürdüklerine dair inanç ve anlatılar vardır. Kara Veli Hakk’ın kendisine verdiği manevi gücü de kullanmış olabilir, cinlere hükmedebilen bir kimse de olabilir. Bu iki hal arasında bağ, ilinti var mıdır, nedir?Değirmen Tekkesi Efsanesi: Eskiden değirmenlerin üst ve alt tekneleri ile teması sağlayacak olan takılacağı yokmuş. Bir gece cinler güle oynaya değirmene gelirler içlerinden birisi “Bu insanoğlunda hiç akıl yok şuralara alt ve tekneler koysalar ve bir de takılça yapsalar bu kadar yorulmazlar” der. Bunu duyan değirmende saklanmış olan çiftçi, duyduklarını köy halkı ile paylaşır ve duyduklarını uygulamaya başlarlar14 .Halk arasındaki “cin fikirli” sözü muhtemel ki bu türden tespitlerden kalmıştır.Bu memorattan cinlerle insanların aynı dili konuştukları sonucu çıkarılabilir. Nitekim bazı cinlere hükmeden cinciler aynı dili konuşuyor olmalılar.Elik Keçisi I Efsanesi’nde yaylaya gidecek 9 çocuklu bir aile bütün hazırlıklarını yapar 8 kardeş aileye yardım ederlerken çocuklardan en küçüğü 7 günlüktür ve onun yorgun anne tarafından taşınması gerekmektedir. Annenin takati kalmayınca nasıl olsa 8 çocuğumuz daha var deyip en küçük çocuğu bir ağacın kovuğuna koyup yola devan ederler. Yaylada bir salgın hastalık baş gösterir, ailenin 8 çocuğu da ölürler. Yayla dönüşü köylerine giderlerken çocuğu bıraktıkları yerden yapalak kuşu kalkar ve ardından da Elik koşarak uzaklaşır. O yere doğru giderler çocuğu çok sağlıklı olarak bulur alıp evlerine yönelirler. Ancak keçi bunları takipten vaz geçmez onlarla beraber gelir ve köydeki evlerinde çocuğu emzirmeğe devam eder. Çocuk büyüyünce keçi kayıp olur, bir daha görünmez. 15

Halk inanmalarında bu tür anlatılarda kurdun 16 veya daha çok da geyiğin çocuk emzirdiği tespitleri vardır. Keçinin böyle hallerde bebek emzirdiği tespiti bize göre ilk defa yapılmış olmaktadır. Geyik17 , kurt veya keçi Hak tarafından 18 görevlendirilmiş geyik, kurt ve

11 Necati Demir, a.g.e. S.5212 Necati Demir, a.g.e.13 Necati Demir, a.g.e.14 Necati Demir, a.g.e. S.5215 Necati Demir, a.g.e. S.5216 Yaşar Kalafat, “Osmanlı’dan Günümüze Sivas Alevilerinde Kurt Kültü, Osmanlı Döneminde Sivas Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri (21- 25 Mayıs, 2007) Sivas, Sivas Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayını,. Sivas 2007,s. 67- 7717 Yaşar Kalafat, “Bursa Kızıkları Halk İnançları”, www.yasarkalafat.info18 Necati Demir, a.g.e. S.62

Page 11: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

18 19

keçiler midir? Bazı ulu varlıklar mesela insanoğlundan birileri bu üç hayvanın donuna mı girmektedir, onu bilemiyoruz. Ancak “ halk tefekküründe “sahipsizlerin sahibi Allah’tır” ve “Öldürmeyen Allah öldürmez bir sebep halk eder, yaşatır”, “Canlıların ruhlarını teslim edecekleri vaktin kararı Allah’a aittir” iman ve inancı vardır.Mehmet Efendi Hazretleri Efsanesi; Yukarı Kızılin Köyünden Halil Efendi oğullarından Mehmet Efendi, gündüz talebe okutur gece ilim yaparmış. Her gece bir yılan odasına girer başını uzatırmış Mehmet Efendi de onun başına sopası ile vururmuş. Bir gece Mehmet Efendinin kapısı çalınır, kapı açılınca kapıda üç zaptiye ile üç atın beklediği görülür Mehmet Efendiye gelenler, padişahlarının kendisini beklediğini söylerler ve yola çıkınca hocadan gözlerini kapatmasını isterler. Padişah hocaya “hoş geldin hocam, bu şahıs senden şikâyetçi sopayla boynunu kırmışsın “ der Mehmet efendi peygamber efendimiz cinlere yılan suretine girmeleri yasaklamıştı, asıl suçlu olan budur” der. Bunun üzerine Cinler padişahı hastayı cezalandırır, Mehmet Efendiden özür dileyerek medrese gönderir. Mehmet Efendi saraydan ayrılırken ceplerine birer kürek kor doldurur. Hoca gelirken ceplerini döker. Yanında bulunanlar dökülen korları toplarlar. Mehmet Efendi bakar ki cebinde bir tane altın para kalmış. Cebine konulanlar kor değil altınmış. 19

Cinlerâleminin düzeninde mahkeme olduğu gibi devlet yapılanmasının diğer kurumlarının da olduğu, buradaki adaletin insanoğlu ve cinler arasında adil sağlandığı bilgileri bu türden memoratlardan hareketle büyük ölçüde bilinmekteydi. Cin yargısı önüne insanoğlunun çıkarılması esnasında gözlerinin kapatılması aynı coğrafyada insanlar ve cinlerin bir arada yaşadıklarını ve mekânlarının bilinmemesini istediklerini düşündürmektedir. Bazı memoratlarda cinler ve insanlar arasında yargıyı savcılar hâkimler yaparlarken bu memoratta padişah yapmaktadır. Cinlerin para biriminin altın olarak soğan kabuklarının ve gümüş olarak sarımsak kabuklarının olduğu bilgisi vardır. Bu memoratta cin borsasının gerçeğinde altın olup kora dönüşme söz konusudur. Halk inanmalarında haram olanın kor ile ateş ile anlatıldığı bilinmektedir. Mehmet Hoca derin bir din âlimidir. Cinlerden alınacak altının onun bedenine sorgu gününde ateş olarak yapışacağını bilir. Cin altınlarını kor gibi görüp göstermesi bu açıklama ile izah edilebilir. Cinlerin bir kısmının imanlı oldukları, Kur’an okunurken huşu ile dinledikleri halk anlatılarından bilinmekte iken Kur’an-ı Kerim de bu konuda bilgi vermektedir. Mehmet Efendi hocanın Cin padişahına yaptığı açıklamanın etkili olması bu nedenle olmuş olabilir.Karaağaç Evliyası: gayrimüslim komşuları tarafından pusuya düşürülerek öldürülen ve ilk kanı bir karaağacın dibine aktığı için bu isimle anılan masumun mezarıdırLapa Evliyası: Ulubey ilçesine bağlı Kumanlar ve Durak köylerinin sınırında lapa olarak bilinen tepede yalnız yaşayan bir ihtiyar ekincilik yapar süt ihtiyacını da altın tasına sağdığı yabani keçilerden temin edermiş. Bir gün sağmakta olduğu yabani keçinin ayağı her nasılsa altın tasa dokunur ve süt dökülünce aksakallı ihtiyar sinirlenir, keçiye “avcıların kurşununa hedef olasıca rahat dursana” der. O esnada avdan dönen bir avcı keçiyi görür ve avlar. Bunun üzerine aksakallı Dede “kolu kuruyası hemen hazır mıydın” der ve avcının kolu hemen kurur. Olaydan bir gün sonra dede ölür . 20

Keramet ehli, kerametini nefsi istikametinde kullanınca, sır ehlinin sırrının açık olması halinde bu âlemden göçmesi gibi bir söz konusudur?Cin Efsanesi Anlatılara göre cinler akşamkaranlığından sonra ortaya çıkarlar ve fakat hangi saatte nerede ortaya çıkacakları belli olmaz. Onlar insanları görebilirlerken insanla onları göremez. Bir gece insan kılığına girip karşı köyden bir kimse olduğunu söyleyip doğum yapmak üzere olan bir kadın için kendisine haber vermeğe geldiğini ebeye söyler. Bir süre sonra cin ebeye korkmamasını söyledikten sonra da, doğum yapanın bir cin ebe olduğunu belirtir. Cin ile birlikte biraz gittiklerinden sonra birlikte bir mağaraya girerler. Cinin doğurmasına yardımcı olan ebeye cin otuz altın verir. Ebeden ayırılırken ebeye arkalarına

19 Necati Demir, a.g.e. S. 6620 Necati Demir, a.g.e. 67

bakmamalarını söylerler. Ebe evine geldiğinde altınların kömür olduğunu görür.Bu efsane ile cinlerâlemine dair yeni bilgiler edinebiliyoruz. Onların karanlıkta sahneye çıktıkları bilinmektedir. Ancak bu tür varlıklardan gündüzün yaptıklarına dair de anlatılar vardır. Bunların farklı cin türünden oldukları mı anlaşılmalı, cinlerin dışında bu neviden varlıkların da bulunduğu mu kabul edilmeli. Çok kere insanoğlunun cinlerden yardım aldığı, onlardan yararlandığı anlatılar, bunlar bilinirken, bu anlatı da insanoğlu cinlere yardım etmiş olmaktadır. Cinler de doğum halinde iken doğumlarını kendiler yapamamakta, yardıma ihtiyaç duyabilmektedirler. “Arkaya dönmeme tembihi” çok kere ulu mezarlar için uyarı olarak söylenir. Bu memoratda da cinler insanoğlunun arkasınabakmamasını istemektedir. Bu husus henüz açıklaması bilinen bir konu değildir. Cinler girecekleri mağaraları saklı tutmak için bu yola başvurmuş olabilirler. Peygamberlerin yıkılacak şehre dönüp bakmayı istememeleri, geriye bakan peygamber hanımlarının taşkesilmelerinin sebebi ne olabilir. Cinlerin altın niyetine verdikleri nesnelerin kor,kömür, ateş veya yanıp sönmüş ateş olduğu tespiti bu memoratda da vardır . 21

Necati Demir, anılan eserinde tespitini yapmış olduğu efsanelerin içeriklerine göre tasnifini yaparken, bunları tarihi olaylarla ilgili olanlar, şahıslarla ilgili olanlar, isimlerle ilgili olanlar şeklinde sınıflandırmaktadır. Bize göre bunlar tasavvuf içerikli olanlar, mitoloji içerikli olanlar gibi de ayırıma tabi tutulabilirler. Bu ikinci gruba girenler memorat muhtevalı olanlar kara iye, cintürü varlıklara dair bilinenlere zenginlik kazanmıştır.Bu efsane ile cinlerâlemine dair yeni bilgiler edinebiliyoruz. Onların karanlıkta sahneye çıktıkları bilinmektedir. Ancak bu tür varlıklardan gündüzün yaptıklarına dair de anlatılar vardır. Bunların farklı cin türünden oldukları mı anlaşılmalı, cinlerin dışında bu neviden varlıkların da bulunduğu mu kabul edilmeli. Çok kere insanoğlunun cinlerden yardım aldığı onlardan yararlandığı anlatılar, bilinirken, bu anlatı da insanoğlu cinlere yardım etmiş olmaktadır. Cinler de doğun halinde iken doğumlarını kendiler yapamamakta yardıma ihtiyaç duyabilmektedirler. “Arkaya dönmeme tembihi” çok kere ulu mezarlar için uyarı olarak söylenir. Bu memoratda da cinler insanoğlunun arkasınabakmamasını istemektedir. Bu husus henüz açıklaması bilinen bir konu değildir. Cinler girecekleri mağaraları saklı tutmak için bu yola başvurmuş olabilirler. Peygamberlerin yıkılacak şehre dönüp bakmayı istemeleri geriye bakan peygamber hanımlarının taşkesilmelerinin sebebi ne olabilir. Cinlerin altın niyetine verdikleri nesnelerin kömür olduğu tespiti bu memoratda da vardır . 22

Necati Demir, anılan eserinde tespiti yapmış olduğu efsanelerin içeriklerine göre tasnifini yaparken bunları tarihi olaylarla ilgili olanlar, şahıslarla ilgili olanlar, isimlerle ilgili olanlar şeklinde sınıflandırmaktadır. Bize göre bunlar tasavvuf içerikli olanlar, mitoloji içerikli olanlar gibi de ayırıma tabi tutulabilirler. Bu ikinci gruba girenler memorat muhtevalı olanlar kara iye cin türü varlıklara dair bilinenleri zenginlik kazanmıştır.Şık TürbesiEfsanesi:

Pınarbaşı’nda ŞıkTürbesi vardı.. Orada yaşayan Müslüman halk ne zaman sevinse ne zaman üzülse Şık Baba’yakoşar ondan yardım dilermiş. Zamanla oranın bir Yahudi mezarı olduğu öğrenilmiş. Zamanında varlıklı olan bu zatın bir servetle mezarına gömüldüğü söylenir. Define arayıcıları buraya musallat olmuşlar. Mezara dokunanlar felakete uğramaya başlamışlar. Cinlerin türbeyi ve mezarı alıp başka yere taşıdıkları söylenmeye başlanmış. 23

Halk inançlarında define benzeri yerlerin de sahiplerinin olduğuna inanılır, bu mekânlarakonulan define türü nesnelerin buradan alınabilmeleri için cin türü varlıkların 21 Necati Demir, a.g.e. S. 7122 Necati Demir, a.g.e. S. 7123 Gülşah Yüksel, Kastamonu Efsaneleri, Yüksek Lisans Tezi, Bozok Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Dil ve Edebiyat Anabilim Dalı, Yozgat 2011

Page 12: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

20 21

izin vermeleri gerektiğine inanılır. Böyle mekânlarda kazı yapıldığı zaman buradaki kıymetli gömülerinsahiplerinden izin alınması gerektiğine inanılır.

Şeyh Nasuh Efendi CamisiEfsanesi:Şeyh Nasuh Cami’nin yanındaki evin karanlık bir odasının Şeyh Nasuh Efendi’ye ait olduğuna inanılır. “Bu odaya mezarını yapmışlar, Müslüman kimselere Nasuh Efendi görünüyor, geceleri gelip odada tespih çekiyor” derdi. Sokakta bazı geceler o taşın üstünde bir ateş yandığını görürlermiş. Ateşin yanına yaklaştıkları zaman ateş kayboluyormuş. Bunun Şeyh’in kendisinin olduğunu söylerlerdi. Şeyh’i gören nine “siyah, kapkaranlık bir erkek, güçlü, kuvvetli, yapılı” derdi. Geliyor bahçedeki çeşmeden abdest alıyor, odaya girip namaz kılıp, tespihini çekiyor” derdi. Şimdi o tespih hâla o caminin içinde asılı duruyor. Tespih 23- m boyunda taneleri çekilemeyecek kadar iri bir tespihtir . 24

Halk inançlarında bu âlemden göçmüş ulu kimselerin istemeleri halinde imanlı iyi yürekli kimselere göründükleri inancı vardır. Ulu kimselerin nur topu veya ateş topuolarak da göründükleri inancı da çok yaygındır. Ayrıca cin türü varlıkların da kendi âlemlerinden yanan sönen ışıklar yansıttıklarına inanılır.

Cinlerin Yuvası Çınar Ağacı Efsanesi:Dev Çınar ağacının bir dalına dahi dokunan çarpılmakta ölmekte veya sakat kalmaktadır.Orası cinlerin yuvası olarak bilinmektedir. Ağaca dokunulmasına o üç harfliler izin vermediğine inanılır.. 25

Efendimiz Efsanesi:Mısır’a Kastamonu’dan okumak için 7 kişi gitmiş. Bu kişiler Mısır’da okurken, cinleri ele geçirmişler ve devlet hazinesini soymaya karar vermişler. Tam soyacakları sıradahocalarının bundan haberi olmuş ve bu kişileri meclisinden kovmuş. Bu talebelerden biri, Bozkurt Keşlik’e gelmiş. Bu kişi yaptıklarından çok pişman olmuş. Lakabı “Efendimiz” dir. Buşahıs çocukları havada tutabilir, çocuklar havada öylece kalırmış. Cinlilere hükmedermiş. Hasta biri gelse bu efendi zat bulgur taşına okur ve bulgur duvara çarparsa o kişi iyileşirmiş. Bu zat 3 ay bir meşe kavuğunda yatarmış. Bir bakıma üç ayları çilehane denen bu kavuktageçirirmiş. Yaptıklarından af dilemek için hiç çıkmaz. Gelen geçende ona yemek verirmiş. 26

Halk inanmalarında cinlere hükmeden cincilerin olduğu, cincilerin emirlerindeki bir kısım cinlere bazı işler gördürebildikleri ve bu tür kimseleri İslamiyet’in onaylamadığı ve bunların akıbetlerin pekiyi sonuçlanmadığına inançlar vardır.

Konuşan Kedi Efsanesi:Seneler evvel Doğanyurt’ta bir adam yaşarmış. Bu adam Doğanyurt’ta her gece iki köy arasında atıyla gidip gelirmiş. Yine iki köy arasında gidip gelirken, mezarlıktan geçtiğivakitte bir kedi kucağına atlamış. Adam kedinin başını okşamaya başlamış: “bu saatte senin ne işin var burada” demiş. Kedi birden konuşmaya başlamış. Adamcağız çok korkmuş, kediyi kucağından atmış, hemen evine dönmüş. Bir daha korkudan geceleri dışarıya çıkmamış. Kırk gün sonra hiçbir şeyi yokken ölmüş . 27

Bu türden anlatılar da çok yoğudur. Bu tür varlıklar çok kere mezarlık etrafından gece yalnız geçen kimselere görünürler. Farklı varlıkların kılıklarına girebilirler ve sabah ezanı okunmadan kaybolurlar.

24 Gülşah Yüksel,a.g.e25 Gülşah Yüksel,a.g.e26 Gülşah Yüksel,a.g.e27 Gülşah Yüksel,a.g.e

Eski Türk İnanç Sisteminde Ak ve kara iyeler vardı ve bunlarda konumlarına sınıflanabiliyorlardı

İslami anlatımda cinler, iman edenler ve etmemiş olanlar, rahmani olanlar ve şeytanı olanların da bulunduğu, camide insanlarla birlikte namaz kılanların da oldukları açıklanırlarken, Hafızan melekleri insanları onlardan koruyucu varlıklar olarak bilinmektedir. Üç harfliler namazı çok çabuk kılan varlıklar olarak da tanınırlar. Önde, arkada, sağda solda yukarıda aşağıda olmak üzere 8 tane oldukları açıklanmaktadır. Cin toplumundan üç harfliler olarak bahsedilir, Havas ilmi isimlerinin açıkça söylenmemesinden yanadır. Bu ilim dalından hareketle yapılabilmiş dualar bunlara karşı etkili olur.Felak ve Nas sürelerinin hazırlanıp duvara asılması önerilir. Demir madeninden kaçarlar evlerde demir madeni bulundurulması önerilir. Etle beslenirler, etin insanlar tarafından görünemeyen kısımlarını yerler. Bunların insanoğlundan önce yaratıkları, süratle hareket edebilme ve farklı görünümlere girdikleri bilinmektedir. Farklı boyutta varlıklardır. Haber taşırlarken taşıdıkları haberlerde doğru olmayan kısımların da olduğu bilinmektedir. Toplum halinde yaşarlar, yöneticileri vardır. Melekler de her şekle girebilme özelliğine sahiptirler.

Üç harflilerin de yuvaları barınakları toplanma yerleri vardır. Ömürleri çok uzundur 600700- yıl yaşayabilirler. Saygısızlık yapılması halinde ceza kesebilirler.

SONUÇ:Üç harfliler toplum halinde yaşıyorlardı, Toplumlarının sosyal bir düzeni vardı. Bu düzende kurumlar ve onların yöneticileri vardı ve vardır. Evleniyor aile hayatları oluyorlar aralarında suç işliyor yargılanıyor, haklarını savunabiliyor ve hüküm giyiyorlardı. Güvenlik kuvvetleri, para bilimleri, beslenme ve eğlenme yöntemleri, sosyal dayanışları vardı. İnsanlar ile olan ilişkilerinde de, yardımlaşabiliyor haksızlık yapabilip haksızlığa uğrayabiliyor yargılanıyorlardı.

Onlar insanları görebilirlerken insanlar onları göremiyorlardı. Konuşmaları insanlar tarafından anlaşılabiliyordu. İnsanlardan daha seri hareket edebiliyor, farklı görünümlere girebiliyorlardı.

CİNİ BAŞINA ÇIKMAK’ DEYİMİNE DAİR Bildiri konumuzu seçerken kelime ve deyimler üzerinde inanç etimolojisi yaparak günümüzden mitolojik döneme bir geçiş yapılabilir mi diye düşünmüştük. İnanç katmanlaşmasının tabakalarını aşarak günümüzden geçmişe ulaşılabilir mi veya geçmişin inanç sisteminin aydınlanmasına çalışılabilir mi diye düşünmüştük. Dil bilimci olmamakla birlikte ‘Aybastı Yer Adı’ 28 ve ‘Basat İnsan İsmi’ 29 üzerinde yaptığımız inanç etimolojisi denemeleri alanla ilgili bazı kapıların aralanmasını sağlamıştı. Buradan hareketle bu bildirimizin konusunu bu şekilde belirledik. Yazımızda, kaçınılmaz olarak cin insan ilişkilerinin çeşitli boyutları üzerinde ve halk inançları zemininde cin-kara iye, cin-mikrop, cin-şeytan bağlantısından hareketle durmaya da çalışacağız Bizim öncelikli inceleme konumuz özellikle cin bahsi değildir. ‘Cini Başına Vurma’ deyiminin irdelenmesi itibariyle cinin insan hayatındaki etkinliklerini örneklemeye çalışacağız. Bu münasebetle; ‘cin çarpması’, ‘cinlerle aşk’, ‘cinleri kullanma’ ve onlar tarafından kullanılma, cinlerin tezahür biçimleri, sosyal yapılanmaları, günlük yaşamları, tasnif olunmaları gibi hususlarda insan ilişkileri itibariyle halk inançlarından 28 Yaşar Kalafat, “Aybastı Yer Adı ve Türk Halk İnançları” II. Aybastı Kabataş Kurultayı, (Ordu 17–18 Temmuz 2001) Ankara 2002 s.39–41 Erciyes; Şubat 2003 S. 302 s. 9–1029 Yaşar Kalafat, “Basat Adının İnanç Etimolojisi” XI. Türk Devletleri ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı, 1719- Kasım 2007, Baku, Azerbaycan

Page 13: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

22 23

yola çıkarak durmaya çalışacağız. Çalışmamızın bu bölümünde konunun ayetler ve hadisler boyutunu başka bir çalışmaya bıraktık. Cin çarpmasının çok kere kırk döneminde olduğu inancı vardır. Kırk inancı Türk kültürlü halklarda ana dili Zazaca veya Kırmanca olan halkların hepsinde yaşayan ortak halk inançlarındandır. 30 Doğal olarak isimlendirme farklı olacaktır. Ancak ana dili farklılığına rağmen halk kültürü dili ortaktır. Kırkı çıkmamış anne veya kırkı çıkartılmamış bebeğin cin çarpmasına daha açık olduğuna inanılır. Anne ve yavrusunun korunması için bir takım tedbirler alınır. Ayrıca bebeğin banyo suyu gece eşikten dışarıya dökülmez. Onun iç çamaşırları gece dışarıda bırakılmaz. Bununla amaç gece dışarıya dökülen suyun, bu türden görünmeyenlerden zarar görmelerini önlemektir. Esasen gece dışarıya su, bilhassa sıcak su dökülmez, zaruret var ise muhakkak besmele çekilir. Güneş battıktan sonra bebeğe ait giysilerin eşikten dışarıya bırakılmak istenmemesinin sebebi ise, görünmeyenler tarafından bebeğe ait giysilerin sahiplenilmesini önlemektir. Eşik adeta ocağın/hanenin kale kapısıdır. Evin koruyucu iyesinin eşiğin altında olduğuna inanılır. Bu iye, muhtemel habis ruh veya cinlerin eve girip zararlı olmalarını önlemektedir. Böylece kişioğlunun başına çıkabilen ve ona ait olan cini gibi, ocağın da ocaktakileri görünmeyenlere karşı koruyucu ocak iyesi vardır. Burada bütün cinlerin habis olmadıkları imanlı cin taifenin olduğu inancı da mevcuttur. Bingöl özeli bakımından cinlerin de iyisi ve kötüsü, cahili âlimi bilgisizi bilgilisi olduğuna inanılır.

Bölgede cinlenmek tanımını ilk defa 1962–63 yıllarında Muş’ta tanımıştım. Çalıştığımız dairede rahmetli Salih Emi cinli diye bilinirdi. Salih Emi Muş’ta birkaç nesil Müftülük yapmış bir ailenin çabuk kızdırılan, kızdırılınca da gözü hiçbir şey görmeyen, aynı zamanda kimseyi de incitmeyen, çabuk affeden, gariplerin arkası, aşiretten ve fakat zengin olmayan bir kimse idi. Devlet memuru olmasına rağmen onun için “aklı gel-git” denirdi. Onun bu haline Muş’taki Ermenilerin yaptığı katliama yakından şahit olmasının sebep olduğu söylenirdi. O’nu kızdırıp küfretmesini sağlamak “cinlendirmek” olarak bilinirdi. Salih Emi’nin kızdırılmış hali onun cinlenmesi olarak bilinirdi. Kızdırılınca alenen küfretmeyeceği devlet ricali dâhil adeta kimse yoktu. Özetle Salih Emi’nin cinlenmesi için damarına basılması gerekirdi. Bu özellikleri sergileyen kimseler için Kars Tebriz ve Ağrı’da Cin Tutmağ veya Cini Tutmağ tanımları kullanılır. Azerbaycan’da “Cini yatmak” deyimi sakinleşmek, kızgınlığın, sinirliliğin geçmesi anlamındadır. Keza “Cinleri dağıtmak “ da aynı anlamda bir deyimdir. 31 Kars’ta ve güneydoğu Anadolu bu deyimle eş anlamlı “cinleri gitti” denir. “Cini korkutmak” deyimi ise ürkütücü derece korkunç bir hal almak için kullanılır. Türk kültür coğrafyasından Azerbaycan’daki dengesizliği anlatan bir özlü söze göre ‘Rahat dur başın bedenine ağırlık etmesin” denir

50 yıl kadar sonra Cinlendirmek tanımına Bayburt’la ilgili bir fıkrada rastladık. Bayburt’ta bir yabancı gider ve görür ki, resmi giysili genç bir adamın arkası sıra her yaştan insan bir grup oluşturmuş, onun her söylediğini onaylıyor ve her açıklamasını alkışlıyor. Yabancı kalabalıktan birisine bu genç adamın kim olduğunu sormuş ve ne yaptıklarını sormuş. Yeni kaymakam olup ilk görev yerinin Bayburt olduğunu öğrenmiş. Bunun üzerine yabancı sürekli onaylayan bu kalabalığın ne yaptığını tekrar sorunca, Bayburt aksanıyla “delilendiririk/delilendiriyoruz.” cevabını almış. Böylece insanların içlerinde bir yerlerinde, harekete geçirildiğinde insanları normalin dışına taşıyan, iten bir gücün olduğu anlatılıyordu. Genç olmak, deneyimsiz olmak, pohpohlanması halinde kişinin delilenmesine yol açabiliyordu. Onu delilendiren veya cinlendiren her insanın içinde gizli bir potansiyel vardı.

30 Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara, 200631 Seyfettin Altaylı, Azerbaycan Türkçesi Deyimler Sözlüğü, Ankara, 2005

Çocukluğumuzda Kars sokaklarında anı anına uymayan meczup bir vaziyette dilenen yarı deli Cinli Eziz/Aziz gibi kimseler vardı. Bunların isimlerinin başına ‘cinli’ kelimesini ekleyerek onları kızdırmak çocuk haylazlıklarımızdandı. Halk tasarrufunda cinli olmak ile deli olmak çok kere eş anlamda idi ve delirmeyi cinlerin veya bazı cinlerin sağladığına inanılırdı.

2006 Yılında kısa süre bulunduğum Bingöl’de konumla ilgi bu kapsamda iki tespitim oldu. Valinin yanında gelişigüzel hareketler yapan birisi için ‘gene cini başına vurdu. Kim cinlendirdi onu’ deniyordu. Cini başına vurma Kars’ta cini tepesine çıktı Azerbaycan ve Erbil’de cini beynine vurma şeklinde de ifade edilir. Böylece cinlenen kimsenin kural tanımadığını tekrar görmüş oluyorduk. Bingöl’de teyiden yaptığımız diğer tespitimiz ise yatırla ilgili oldu. Ulu zatların türbe veya kabirleri çeşitli istekler için ziyaret edilebilirken, bazı ziyaretler çok maksatlı ihtiyaçları karşılayabiliyor. Bazıları da, benzerlerinde olduğu gibi, özellikle psikolojik rahatsızlıkların tedavisi için gidilen ziyaretler olabiliyordu. Bu tür ziyaretlerin etkinlik sahası belirlenirken bunlar için, ‘marazlılar, saralılar, bayılanlar, cinlilerin, bir şeye uğrayanların gittikleri ziyaretler’ deniyordu. Ziyaretlerden bir kısmı çare ve çözüm üretirlerken, onlar, uygunsuzlukları halinde kişiyi cezalandırabiliyorlardı da. Bir şeye uğranmakla cin çarpması kastediliyordu. Cinler insanı çarpabiliyor ve onların rahatsızlanmalarına yol açabiliyorlardı. Azerbaycan’da “Cin tutmak/cin tarafından tutulmuş olmak” deyimi vardır. Bu ifade ile deli olmak, çıldırmak, aklını yitirmek kastedilir. Keçileri kaçırmış olmak bu durumun bir türüdür. Neden başka bir hayvan değil de keçi? Cin tarafından tutulmuş olmak gibi cini yakalamak da bir uygulama şeklidir. Alkarısı gibi kara iyeler yakalanıp yakalarına adeta pranga görevi yapan iğneler takılarak çeşitli işlerde çalıştırıldıklarına dair hikâyeler anlatılır. Bu tür hikâyeler Bingöl’de de vardır. 32

Ulu zatlar cin çarpması bağıntısı bakımından özelde Bingöl’e bakılınca hastaları cinlerden, onların muhtemel zararlarından kurtarmak, tedavilerini yaptırabilmek için daha ziyade Şeyh AlâeddinKorkut Ata yatırına gidilir. Şifa kaynağı olarak da bilinen Kara Baba kendisine gelmesini istemediği ziyaretçilere karşı uğultulu ve şiddetli bir rüzgâr eser ve sonra yılan doluna girer, inancı vardır. Rüzgâr, hortum ve cin bağlantılı başka bulgular da mevcuttur. 33

Cin çarpmasına uygun olan yerler olduğu gibi, kişinin çarpılmaya uygun durumları ve özellikle cinler tarafından çarpılmaya müsait tipler de vardır. Çarpılma daha ziyade tekin olmayan, cinlere vasat teşkil eden yerlerde olur. Boy abdesti olmayan kimseler bilhassa geceleri eşikten dışarı çıkarlarsa çarpılabilirler. Ayrıca besleme ile yola çıkılmalı, bilhassa geceleri buna dikkat edilmelidir. Abdest bozacak kimseler bu ihtiyaçları için uygun yerler seçebilmeli ve ‘Destur Bismillah’ demelidirler. Ağaç altlarının, su kenarlarının böyle haller için uygun olmadığı düşünülür ve ona inanılır. Geceleri ıssız ve sapa yollar, bilhassa harabeler ve mezarlıklar yalnız geçiliyor ise, farklı donlara mesela, daha ziyade keçi gibi hallere girebilen ve şekilden şekle geçen nesnelerin varlıklarına inanılır. Bunlar cinler âleminin geneline mi aittirler veya başka bir izahlarımı vardır? Bunlarla ilgili Bingöl yöresinde de anlatılar vardır. Ayrıca bunlara Anadolu’nun ve Tataristan’ın birçok değişik yerinde özel isimler de verilir. Bu isimler onların adeta karakterlerinden çıkmıştır. Farklı

32 Yaşar Kalafat,Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, Hamseler, Horasanlılar, Karabağlılar, Kpçaklar, Abdallar, Amucalular, Bedreddiiler, Dadalılar/Dedeliler, Kısaslılar, Manavlar, Sıraçlar, Tahtacılar, Karirliler, Çepniler, Karakeçililer, Mutiler/Mutoğulları, Halaçlar, Kazan Tatarları Gregoryenler, Ortodokslar, Buryatlar, Zazalar,Berikan Yayınları, Ankara 200633 Yaşar Kalafat, Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, Hamseler, Horasanlılar, Karabağlılar, Kpçaklar, Abdallar, Amucalular, Bedreddiiler, Dadalılar/Dedeliler, Kısaslılar, Manavlar, Sıraçlar, Tahtacılar, Karirliler, Çepniler, Karakeçililer, Mutiler/Mutoğulları, Halaçlar, Kazan Tatarları Gregoryenler, Ortodokslar, Buryatlar, Zazalar, Berikan Yayınları, Ankara 2006

Page 14: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

24 25

boyutta, farklı görünümde ve farklı fonksiyonda olurlar. Bazen sataşmak için çocukları seçebildikleri gibi, sahneye çıktıkları saatler de türlerine göre değişebilir. 34

Azerbaycan Türkologlarından Nerimanoğlu’nun ülkesinden yaptığı tespite göre, “Dağlara, taşlara, ağaçlara sahip olan ruhlar istisnasız heyirhah ruhlardır. İnsanlara kömekedirler. Onlara YizipPiydeyilir. Her dağın ruhu öz bölgesinde muhtardır. Başka bölgelerde işi yohdur. Heyirhah ruhlar da yeri geldiğinde insanı cezalandırır, hestelik gönderir vs” “Yer-Su’lar bulundukları yerlerin sahipleridirler. 35 Nerimanoğlu’nun açıklaması dağ, taş ağaç iyelerinin ak iyeler olduğu ve ak iyelerin insanların yardımcısı olmalarının yanı sıra onların da gerektiğinde ceza verebildikler şeklindedir. Ayrıca İyeler ait oldukları nesnelerin sahipleridirler ve yetkileri bulundukları alanla sınırlıdır.

Bingöl özeli itibariyle, alevi inançlı Müslüman Zaza halkta av yapmak yasaktır, bütün canlıların yaşama hakkı vardır, zihniyeti bunlarda hâkimdir. Bunlarda, Balık yenilmez. Balıkların Cuma günleri göllerde toplanıp zikrettiklerine inanılır. 36 Cuma günleri ağaç kesilmez, çoğu yerlerde çalışma türünden hiçbir iş yapılmaz. Dağ Keçileri ve Geyik gibi boynuzlu hayvanların avlanmaları kesinlikle yasaklanmıştır. Bunların Hz. Musa’nın sürüsü oldukları inancı vardır. Güvercin ve Turna itibarlı hayvanlardır. Karir bölgesinde de Düzgün Baba’da olduğu gibi çok köklü bir dağ ve ağaç kültü vardır. Ayrıca

Bingöl halk inançlarına göre camide yıkanan ölünün ruhu camide kalır, cami boş iken içinde kötü ruhlar barınamaz. Yeminlerin büyük bir kısmı cami üzerine yapılır. Camiye kötü niyetle girenin sonu kötü olur. Bu tespitlerden cami üzerine yemin edilmesi bizim için yenidir.

Bazen cinlerin sapa yollarda, ıssız yerlerde, geceleri düğününe rastlanır. Uzaktan gelen müzik sesi giderek yaklaşır. Gece yalnız yolculuk yapan kimse bunların arasına karışabilir ve cinler tarafından oynatılabilirler. Böyle kimseler, bu durumlarda ikram edilen herhangi bir şeyi yememelidir. Yemeleri halinde cinlerin büyüsüne tabi olurlar inancı vardır. Böylece “Cin Düğünü” ve “Cin Sofrası” tanımları ile tanış oluyoruz. Bunların teşhisinde bacaklarının çarpık, ters olduğuna dikkat edilmelidir. 37 Bunların arasına herhangi şekilde karışmış kimse, bir şekilde Enzübesmele çeker ise onların tamamen kayıp olduklarına inanılır. Biz bu tespitleri halkı Alevi İslam Dadalı Türkmenleri ile halkı Şii Caferi İslam olan Iğdır bölgesinden yapmıştık. Bir kısım cinlerin veya aynı şey iseler kara iyelerin insanlara gülme illetini musallat ettiğine inanılır. Bunlar insanları bilhassa çocukları çok güldürerek onların kasılmalarına, hatta ölümlerine yol açabilirler. Çok gülmenin, gözlerden yaş gelecek kadar gülmenin bu hale yol açabilecek türden gıdıklamanın doğru olmadığına, günah olduğuna inanılır. Böylece çıldırtabilen, oynatabilen, korkutabilen ve kasılmaya yol açabilen, hastalandıran, boğarak öldürebilen bir varlıktan bahsetmiş oluyoruz.

Kişinin kendisinde bulunan veya kişiden kişiye farklılıklar gösterebilen kuvve ile cin bahsinin bağlantısı sanıldığından fazla olmalı. Türk kültür coğrafyasının halen Ermenistan işgalinde bulunan Karabağ bölgesindeki bir inanç ve uygulamaya göre ‘Kalak Kurulur’ kalak, lanetlenmiş insan kılıklı, şeytan ruhlu kimseler için kurulur. Karamanlılar olarak bilinen ve ismini Hacı Karaman’dan alan İslami inanç yapılanması kapsamında bu inanç halen yaşamaktadır. Bu tür kimselerin oturdukları yere taş atılır. Bu taşlar orada 34 Y. Kalafat-İ. Kamalov, “Tatar Efsaneleri”, Karadeniz Araştırmaları, Karam, Yaz 2005 S. 6 s. 52–78.35 K. V.Nerimanoğlu, Özümüz Sözümüz, Bakı, 2005 s. 9536 Doğan Karasu, Bingöl’de Sosyal ve Kültürel Yaşam, İstanbul, 200237 Yaşar Kalafat “Türklerin Dini Tarihi Türk Halk İnançlarında (Ters Motifi)” Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı’ya Armağan, Ankara 1995. s. 297–307; Türk Dünyası Tarih Dergisi Mart 1997 S. 123, s. 15–19

yığılır. Buna kalak ve yapılan işleme de kalak kurma veya kalaklama denir. 38 Kalak sözcüyü, ocakta odunların, kuruması için tezeklerin yığılması gibi haller için de kullanılır. Taş atma, taşlama gibi deyimlerin üzerinde fazla durmak istemiyoruz. Ancak ‘şeytan taşlama’ da mahiyet itibariyle fazla farklı değildir. Taş-kişioğlu bağlantısı çok farklı olmamakla beraber, kısmen ayrı bir konudur. Eski Türk İnanç sistemindeki kültlerden birisi de Boz Atlı Hızır’ı andıran Yol İyesi’dir. Obo veya Ovo’lar yol kenarlarında kutsal taş yığınlarıdırlar. Bugün hala varlıklarını devam ettiren ve bizim de şahit olduğumuz ovo inancında uzun yola çıkacak kimse bu tepe oluşturmuş taş yığınlarına bir taş koyar/atar ve iyi bir yolculuk için hayır duada bulunur. Ovo inancı ile kümülüs inancı ve kümbet tarzı mezar mimarisi arasında bağıntı kurulduğunu, bir süreç içerisinde gelişen kümbet mimarisinin ovolardan temellendiğine dair izahlar vardır.

Türkolog Nerimanoğlu’nun teşhisine göre, “insanları da öz ruhu vardır. Lakin insan ruhları eş ruhlardan farklenir. Onlar cehennemdeki Süt Gölü’nden bir bir damladır Uşak doğmazdan evvel Yayık Göl’den bir damla gönderip uşağa katır”. 39 Şamanizm’e göre ruhlar tek ruh ve eş ruh olabiliyor tek ruhlar çok kere tanrılarda görülebilirken, Elqem isimli tek ruh Şamanların coşkusunu sağlıyordu.

Anadolu’da bir şeye uğramak gibi, bu tür olaylara şahit olunduğu daha ziyade zayıf kişilikli, ürkek, kokak kimseler arasında rastlanır. Mavi gözlü, sarı saçlı ve seyrek dişli kimselerin gözlerinin tekin olmadığına, nazarlarının çabuk değeceğine ve bunlara büyünün de zor işleyeceğine inanılırken, 40 bazı kimselerin de nefeslerinin çeşitli rahatsızlıklara bu arada cin çarpmasına da iyi geldiğine inanılır. Böylece gözde ve nefeste kişioğluna has bazı kuvvelerin olduğu söylenebilecektir.

Halk inançlarımızda “Şeytanın Atına Binmek” nefsine uyup iyi olmayan bir yaşam biçimi sürmek, “Şeytana Uymak” uygunsuz kararlar vermek, uygunsuz adımlar atmak, “Şeytanın Binmesi” ibadet gibi uygulamalara ara vermek, isteksiz davranmak anlamında kullanılır. Bunun karşıtı Şeytanın Bacağını Kırmak’tır. Lanet Kör Şeytana, demekşeytana uymamaktır. Şalpazarı Çepnileri arasında Cin, Peri, Cazı/Cadı, Davun, Minnet gibi isimlerle tanınan varlıklara dair birçok efsane anlatılır Bunlardan Hubur/Hupur’un koyunlara musallat olduğu bilinir ve insanlar ondan çok çekinirler. 41 Ayrıca obur diye bilinen bir kara iye de vardır. ‘Davın/Davun çıka o surata’ bedduası ile ‘Baba vura surata’ kargışının mahiyeti aynıdır, keza ‘Çorlan’, ‘Çor çıksın’ ifadeleri de aynı anlamda olmalılar. 42 Bingöl’de de ‘Karalara gelesin’ kargışı vardır. Şeytan tanımlaması halk arasında ‘cingöz’, kurnaz, uyanık anlamında da kullanılır. Padarlardaki bir deyişle, çocukların yaramazlıklarını anlatan bir tespitimiz oldu. ‹Uşak olanda şeydan yaratılıp’ Çocuk dünyaya gelirken yaramaz ve afacan yaratılmıştır, denilmektedir. Cin ve şeytanın çok kere eş anlamda kullanılması her ikisinin de ateş yaratılmış olmasından ziyade anlamlarının ortak içeriğinden ileri gelmektedir.

38 Yaşar Kalafat, Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, Hamseler, Horasanlılar, Karabağlılar, Kpçaklar, Abdallar, Amucalular, Bedreddiiler, Dadalılar/Dedeliler, Kısaslılar, Manavlar, Sıraçlar, Tahtacılar, Karirliler, Çepniler, Karakeçililer, Mutiler/Mutoğulları, Halaçlar, Kazan Tatarları Gregoryenler, Ortodokslar, Buryatlar, Zazalar, Berikan Yayınları, Ankara 200639 K. V.NerimanoğluÖzümüz Sözümüz, Bakı, 2005 s. 9540 Yaşar Kalafat, “Türk Halk İnançlarında Giresun Yöresi Örneklemeleri İle Kişioğlu” Erciyes, Kasım 1994 S. 203 s. 3–6 (1. Giresun Sempozyumu, KTÜ, Eğitim Fakültesi, 18–19 Haziran 1994 Giresun); Türk Dünyası Tarih Dergisi, Kasım 1996, S. 119 s. 24–2641 Yaşar Kalafat, Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, Hamseler, Horasanlılar, Karabağlılar, Kpçaklar, Abdallar, Amucalular, Bedreddiiler, Dadalılar/Dedeliler, Kısaslılar, Manavlar, Sıraçlar, Tahtacılar, Karirliler, Çepniler, Karakeçililer, Mutiler/Mutoğulları, Halaçlar, Kazan Tatarları Gregoryenler, Ortodokslar, Buryatlar, Zazalar, Berikan yayınları, Ankara 200642 Yaşar Kalafat, “Türk Halk İnançlarında Baba İyesi’nin Mitolojik Boyutu” VII. Milletlerarası Türkoloji Kongresi 08–12 Kasım 1999 İstanbul

Page 15: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

26 27

Cin çarpması inancı itibariyle Bingöl halk inançlarına bakılınca görülen şudur; Cin Çarpmalarına daha ziyade ilkbaharda rastlanılmaktadır. Bu mevsimde taze çayıra oturan kimseyi cinlerin çarpabileceği inancı vardır. Buradaki inanca göre cinler çarptıkları insan tarafından, çarpan cinin ismini söylemek istemezler. 43 Bu tespitler bize cin-mikrop ilişkisine dair yapılmış çalışmaları ve kanaatleri hatırlattı. Konunun dışına çıkmak istemezken, ilkbaharın sağlık açısından korunması gereken bir mevsim olduğu, ıslak/yaş çayırların da keza soğuk algınlığına yol açabilecekleri düşünülence, her iki olgulunun hastalandırabilen cin olgusu ile bağlantısı kurulabilir. Keza halk arasında ‘Gençlik hastalığı’ olarak bilinen hafif depresyonların ilkbaharda oldukları bilinir. Biz daha evvel sarımsak ve soğanın mikrop öldürücü özelliklerinin yanı sıra nazara, göze görünmeyen güçlerin muhtemel zararlarına karşı koruyucu olduklarına dair olan halk inançlarını çalışmıştık. 44

Nefesin etkili olduğu bir alan da zigilik olarak bilinen daha ziyade el, ayak ve yüz gibi çıplak olanlarda görülebilen ve kurbağalardan geldiği inanılan bir ur şekli vardır. Nefesi uygun kimselerin nefesleri bu tedavide etkin olur. Bizim Kars, Trabzon ve Muş’tan tanıdığımız bir kara kurbağası türü vardır. Çok kesin diyemiyoruz ama bu hayvanı biz Bingöl’de de gördük. Çok kalın derili büyük kayaların altında yaşayan, siyah iri bir kurbağa cinsidir. Cihan Yamakoğlu’ndan öğrendiğimize göre, Doğu Karadeniz’de Rize’de falan bu hayvanın erkeğine Furma denir. Bu yörede ofurma, üfleme anlamındadır. Furmaofurması veya Yılan Ofurması bu hayvanlar tarafından sokulmak oklanmak veya ısırılmak anlamına gelir. Sobaya ofurularak ateşin yanması sağlanır. Bütün bunlardan insanların da hayvanlar gibi nefesleri ile iyi veya kötü etki de bulunduklarını gösterir. Nitekim Kars’ta kara kurbağası gören kimse, “tu tutuzigiliyim sana” der üflemekle tükürme arasında bir şey yapar. Nazara uğramış veya çarpılmış kimse için muhakkak okunup üflenilmez “tu tutu lama da yapılır ve bu esnada “parpısı budur” denir. 45

Yaşanılmakta olan bulgularla mitolojik tespitlerin bağlantısına geçmeğe çalışalım. Evren/Ejder ve bazı hallerde de Yılan ise, Türk sanatının muhtelif alanlarına yansımış. ve Yeraltının simgesi olmuştur.. Bengi Taş yazıtlarında, Kâinatın ve Kişioğlunun yaradılışı hakkında tek bir ibare vardır. Burada Kök Tengri (mavi gök) ve Yağız yir (Kara toprak) yaratıldıktan sonra, ikisi arasında/yeryüzünde insanoğlu yaratılmış, denmektedir. 46 Yağızın muhakkak kara anlamına gelmeyebileceğine olan inancımız saklı dursun.

Erlik, Köktürk çağı yazıtlarında hakkında açık bir ifade mevcut olmayan bir iyedir. Çin kaynaklarının verdiği bilgiler arasında da bu iyeye rastlanmamıştır. Ancak bazı bilim adamları arasında Erklig kavramının Erlik’e işaret ettiği konusunda tartışma mevcuttur. Bizce, Erlik, Yağız Yır ile ilişkilidir. Çünkü Yağız yir kavramı, Türklerde yeryüzünü değil, yeraltını göstermektedir. Kara toprak alttadır. Karasular yeraltındadır. Türklerin onu, Yirlig/İrlig/Erlik, yani yeraltında olan oraya ait olan şeklinde tasavvur etmeleri daha mantıklı ve yerinde bir yaklaşım olur düşüncesindeyiz. Manas Destanı’nda yer alan Ertöştük, bu adı yeraltında da gezip dolaşma gücüne sahip olduğu için aldığı düşüncesindeyiz. Erlik veya Er/İrlig Han da aynı anlamda bir unvandır. Yerin altına ait han anlamı taşımaktadır. Erlik yaratıcıya karşı geldiği için, oraya gönderilmiştir. 47 A.Ali Arslan, Gılgamış ve Manas destanları arasındaki “Mavi Sema”, “Yeryüzü” ve “Karanlık Dünya” ortak motifleri üzerinde

43 Doğan Karasu, Bingöl’de Sosyal ve Kültürel Yaşam, İstanbul, 200244 Yaşar Kalafat, “Türk Halk İnançlarında Sarımsak ve Soğanla İlgili Hususlar” II. Lokman Hekim Tıp Tarihi ve Folklorik Tıp Günleri Sempozyumu; Türk Halk Kültürü Üzerine Araştırmalar, Ankara 2001 s. 85–90; Erciyes, Haziran 2002 S. 294 s. 18–2045 Yaşar Kalafat, “Gök Tanrı İnancından Günümüze Kadar Efsunlama “Tu-tu-tu” lama Uygulamaları” II. Uluslararası Karacaoğlan ve Çukurova Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Adana (20 –24 Kasım 1991) Adana 1993 s. 271–286; Türk Dünyası Tarih Dergisi, Eylül 1992 S.69 s. 50–5646 B Ögel, Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Destanlar), Ankara, 1971, s. 92–9247 A. İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1998, s.259–267

durması 48 devamlılık arz etmesi itibariyle önemlidir.

Erlik konusunda, Türk İnançlarıyla ilgili araştırmaları ile bilinen A.İnan şu bilgiyi vermektedir. “Erlik insanlara her türlü kötülükleri yapar, insanlara ve hayvanlara türlü türlü hastalıklar göndermek suretiyle kurbanlar ister istediği kurban verilmezse musallat olduğu obaya veya aileye ölüm ve felaket ruhlarını (iyelerini) gönderir. Öldürdüğü insanların canlarını yakalayarak yeraltındaki karanlık dünyasına götürür. Kendisine uşak yapar.

A.İnan’ın bu tasvirinden, Erlik’in aynı zamanda, Semavi dinlerde yer alan Azrail’in fonksiyonunu da yüklendiği görüşü de vardır. Biz, insanoğlunun günümüzdeki inançlarına rağmen soğuk baktığı ölüm meleğinin; Tamamen Erlik’e tekabül ettiğine pek katılamıyoruz. 49 Erlik, insanları kötü yola sevk etme, onlara fenalık etme, Hastalık gönderme, canlılara musallat olma fonksiyonları ile adeta bazen şeytanı ve bazen da bir kısım cinleri hatırlatmaktadır ki, bu teşhis koymaktır. Bir dinin terminolojisi ile başka bir dinin sistematiğini anlatmak olur. Bununla beraber netleşemeyen sezgilerimiz, Gök Tanrı inanç sistemindeki kara iyelerin, semavi dinlerdeki melek olmayan güçlerin yüklendiği görevi üstlendiğini söyletiyor. Nitekim Erlik iyesinin hizmetinde olan iyelere, Kara İye ve Yek adı veriliyor. Yek’in anlamı şeytandır. Şeytan semavi dinlerde kötülüklerin kaynağıdır.

Erlik, emrinde kötülükleri ifade ederek kendi karakterinde iyelere sahiptir. Altay Türklerinin inancına göre her insanın sağında Yayuçıadı verilen iyilik iyesi sol omzunda Erlik’in gönderdiği kötülük iyesi kara iye vardır. 50 Adeta iyilik yaparsa kendisinden yardım alınan görevliler ile kötülük yapmasından korunmak için ona sataşılmaması gereken görevliler vardır. Altay Türklerinin inançlarındaki ak iye, kişiyi iyi yola kara iye ise kötülüklere sürüklemek ister. İzahımızın konumuzla ilgisi, kara iyede de bir kuvvenin olduğu ve ilahi sistem içinde kara iyeye de bir görevin verildiğidir. Fonksiyonu tekin olmasa da kara iye de bir iyedir. Kötülükleri temsil eden bu iye; Kara’dır. Türklerin yönlerden kuzeye kara demeleri, muhtemelen yurtlarının kuzeyinde, soğuğun, kışın, karın hâkim oluşundan güneye ak demeleri ise güneyin sıcak oluşundandır. Nitekim ağır geçen kış ayları kara kıştır. Biz Doğu Anadolu’da yaptığımız “toprak aldı gizledi” “Kara toprağa vermek” gibi tabirlerin irdelenmesini bu çalışmamızda genişletmeye çalışacağız. Kara Gün, Kara Yer, Kara Bayram, Kara Baht, Kara giymek gibi deyimler Bingöl halk kültüründe de yaşamaktadır.

Kara iyelerin bir tezahürü de Alkarısı’dır. Yakut Türkleri kara iyelere Abaası demektedir. Alkarısı, Umay koruyucu iyesinin zıttıdır. Yeni doğum yapan kadınlara ve yeni doğan çocuklara musallat olur. Türk dünyasında Albastı, Alkarısı, Al, Albıs, Almış olarak bilinirken Doğu Anadolu ise Kara kura olarak bilinir. 51 Cin çarpmasının çok kere kırk döneminde olduğu inancı Türk kültürlü halklarda ana dili Zazaca veya Kırmanca olan halkların hepsinde yaşayan ortak halk inançlarındandır. Doğal olarak isimlendirme farklı olacaktır. Ancak halk kültürü dili ortaktır. Kırkı çıkmamış anne veya kırkı çıkartılmamış bebeğin cin çarpmasına daha açık olduğuna inanılır. Anne ve yavrusunun korunması için bir takım tedbirler alınır. Ayrıca bebeğin banyo suyu gece eşikten dışarıya dökülmez. Onun iç çamaşırları gece dışarıda bırakılmaz. Bununla amaç gece dışarıya dökülen suyun, bu türden görünmeyenlerin zarar görmelerini önlemektir. Esasen gece dışarıya su, bilhassa sıcak su dökülmez, zaruret var 48 A.A.Aslan, “Türkiye, Azerbaycan, Orta Asya Türk ve Kuzey Amerika’da Kızılderili Efsaneleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, Ankara, 1994 S.9 , s. 5998-49 A. İnan,,Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1998, s.259–26750 Emel Esin, Türk Kozmolojisi (İlk Devir Üzerine Araştırmalar), İstanbul 197851 Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara, 2006

Page 16: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

28 29

ise muhakkak besmele çekilir. Güneş battıktan sonra bebeğe ait giysilerin eşikten dışarıya bırakılmak istenmemesinin sebebi ise, görünmeyenler tarafından bebeğe ait giysilerin sahiplenilmesini önlemektir. Eşik adeta ocağın kale kapısıdır. Evin koruyucu iyesinin eşiğin altında olduğuna inanılır. Bu iye, muhtemel habis ruh veya cinlerin eve girip zararlı olmalarını önlemektedir. Böylece kişioğlunun başına çıkabilen ve ona ait olan cini gibi, ocağın da ocaktakileri görünmeyenlere karşı koruyucu ocak iyesi vardır.

Halk inançlarından hareketle biliyoruz ki, cinler de erkek ve dişi olabiliyorlar. Aile hayatı yaşayıp çocuk edinebiliyorlar. Kendi aralarındaki bu sosyal ilişkinin yanı sıra, erkek bir cin insandan bir dişiye veya dişi bir cin erkek bir insana âşık olabilir ve ilişki kurabilirler. Anlatılanlara göre bu ilişkiden çocuk da edinebilmektedirler. Cinlerle ilişki kuran insanlar arasında evli olanlar da olabiliyor ve insan ile cin arasındaki gönül ilişkisinden rekabet de doğabiliyor. Böylece birçok insanı uzun süren bu ilişkiler sonucu bir noktada bedbaht olabildikleri bu evlilikten çocuklarının olabildiği gibi inançlar da vardır. Ayrıca tespiti yapılmış hikâyelerde bu âleminde kendi içerisinde bir idaresi, yönetimi yöneticileri uydukları kuralları vardır.

Bu tür ilişkilerin olmaması için Bingöl halk inançlarından da örnekler getirebiliyoruz. Halk inançlarına göre insanlar banyoda da olsalar yalnızken uzun süre tamamen çıplak kalmamalı, çıplak vücutlarını banyoda seyretmemeli ve benzeri hallere dikkat etmelidirler. Böyle hallerde bilhassa genç bekârların ‘bir şeye uğrayabilecekleri’ inancı vardır Böylece denilebilecektir ki, kişinin başına çıkabilen cinin yanı sıra kişiyi baştan çıkarabilen cin inancı da vardır.

Halk arasında yukarıda da deyinildiği gibi, cinleri kullanma inancı da vardır. Bazen kişi kendi cinini herhangi bir ihtiyacını karşılamak için kullanabilirken, bazı kimselerin adeta emirlerinde cinleri vardır. Bu yapılanma bazen da, bazı kimseler tarafından lüzum görülmesi halinde istifade edilebilen hazır halde cinleri vardır. Kişioğlundaki cin miktarı ne kadardır, hangi hallerde bu miktar ne kadar artabilir? Bunları muhtemelen uzmanları biliyordur. Ancak ‘Cinci’ olarak bilinen bazı özel yeteneklilerin cinleri vardır. Biz kendisini rahatsız eden erkeğe, cinlerini göndermek suretiyle gece onu çok bunaltıp pişman olmasını sağlayan kadın şaman N. Yoguşova ile tanışıyorduk. Ayrıca 1984 de Sarıkamış’ta define arayıcılı ile ünlü Cinci Cemal ile bu konulara dair görüşmeler yaptık Onun ifadesine göre yeri tespit edilmiş iken ulaşılamayan definenin yeri cinler tarafından değiştirilmiş olabilir.

Sahiplenilmeye gelince definecilerin yerlerini tespit ettikleri hazinelerin cinler tarafından sahiplenilebilecekleri ve yerlerinin sürekli değiştirildiklerine inanılır. Bazen de sahipli oldukları için definelerin bulundukları küplerden mücevher yerine çakıl taşı veya yılan türü hayvanların çıkabildiğine inanılır. Böyle hallerde sahibinden icazet almak için kurban kesilir.

Eski Türk inanç sisteminde düşmanla savaş adeta toplumun top yekûn gücü olarak yapılıyordu. Savaşan ülkelerin ervahı da savaşa katılıyordu. Ülkenin adeta sahipsiz bir karış toprağı yoktu ve sahipleri sadece gözle görülebilenler değillerdi. Böylece, başa çıkabilen cin tiplemesinin yanı sıra, düşmanla başa baş savaşabilen cinlerin varlığına da inanıldığının şahidi oluyoruz

‘Başa vuran” “Tepeye çıkan” cin muhakkak insan bedeninde mi oluyordu. İnsan vücudunda olan ve olmayanlar nereleri mekân tutuyorlardı. Bu yerlerin bir özelliği var mı idi? Bu özellikler için neler söylenebilirdi? Bunlar üzerinde de durulması bildiri konumuz

olan deyimin anlaşılmasına yardımcı olabilir. Konunun bu yakasına geçmeden bu nokta ile örneklemelerin artırılması yarar sağlayabilir. Türk Kültür coğrafyasında bu arada Bingöl ve çevresinde de örnekleri görülebilen Cinli Kale (Posof), Cinli/Ecinli Mağara (Erzurum), Cinler Meşesi (Maçka), Cinli Tepe (Bingöl, Afyon) Cinli Hamam (Tokat), Cinli Dere (Varto), Cinli Kaya (Kars, Bingöl), Cinli Harabeler Birçok yerde)Cinçöp Köyü (Ardahan) vardır. Bir şekilde bir rastlantı, bir algılama biçimi, bir anlatı çevremizdeki birçok yerin cinli oluşu ile anlatılır. Azerbaycan Türkçesindeki “Cin Çırağı” Bezir çırası, “Cin boğanası” rüzgârın oluşturduğu girdap bu türdendirler. Çok kere de tanımlamalarda cin kelimesi geçmez, tekin olmadığını anlatan ifadeler kullanılır. Hatta cin kelimesinin geçmesi istenilmezken, cinden bahsedilecek ise, ‘bizden ırak’ veya ‘Onlar’ ‘Malumlar’ gibi ifadeler kullanılır. O ismin anılmasının sakıncalı olduğuna inanılır. Bingöl’de gece yılan isminin konuşmalarda yer alması istenilmez iken cin kelimesinin de kırsal kesimde gece konuşmalarında anılması istenilmez. Anadolu’nun bazı yörelerinde ise kurt veya ayının da ismi açıkça telaffuz edilmez. Ayı için koca ayak kurt için dik kulak denir. Böylece sakınılan isimlerden telaffuz edilmez ise cin ve şeytan kelimelerinin de geçmesi istenilmez. Ayı, kurt ve yılan gibi totem olabilecekleri ihtimali olanlar ile cin kendisinden çekinme bakımından adeta aynı kaba konulurlar. 52

Bingöl özeli itibariyle konunun örneklemesi gerekir ise, halk inançlarına göre cinler dere ağızlarında, çatı altlarında, dar yerlerde, kuşburnu ağacının bulunduğu yörelerde, mezarlıklarda, harabe olmuş binalarda, hayvanların bulundukları boş açık alanlarda bulunurlar. Cinlerin soğan kabuklarını altın ve sarımsak kabuklarını da gümüş bildikleri inancı Bingöl gibi Anadolu’nun birçok yerinde ve Azerbaycan’da vardır. Azerbaycan’da bu inançla ilgili efsaneler anlatılır.

Halk tasavvurunda canlılar âlemi in ve cin olarak düşünülmüştür. Bilhassa sözlü kültürümüzde “in-cin yok” deniliyor ise hiç kimse yok anlamındadır. Ozan A. Coşkun “Kamu arş u ferç ve ins ile cinler” demektedir. 53 Türk kültür coğrafyasının Azerbaycan bölgesinde “ “Cin aktarırlar ki dalına çıngır bağlasınlar” deyimi, hiç kimse hiçbir şey yok ki eteğine teneke bağlanılsın anlamındadır. Çıngır madeni kap anlamında olup taşınırken ses çıkarır. Anadolu’da bu arada Doğu Anadolu’da biran evvel gitmesi veya dönmemesi istenilen kimselerin ardı sıra teneke çalmak veya arabasının ardına teneke bağlama inanç ve uygulaması vardır. Bunun anlamı iyi ki gidiyorsun, git artık gelme demektir. İnanca göre kara iyeler, kötüler, kötülüklere sebep olurlar ve bunlar gürültüden imha olmaktadırlar. Bu inancın bir tezahür şekli tahtaya vurup şeytan kulağına kurşun denmesi, yeni evine gelin eşiğinden girmeden basmak suretiyle cam tabak kırması, düğünlerde testi kırılmasıdır. Bu bulgulardan ilk ikisi Bingöl çevresinde vardır. Kültür coğrafyamızın birçok yerinde olduğu gibi Bingöl masallarında da “in misin cin misin ?” ifadesi bu iki grubun dışında canlı olmadığı anlamındadır.

Kara İyeler cinler midir? Bir dinin terminolojisi ile bir başka dindeki verilerin tanımı ne derece doğru olur, fazla iddialı bir açıklamanın yapılması şüphesiz çok zordur. Ancak cin ve kara iye bağlantısını gösteren tespit bir hayli çoktur. Azerbaycan’daki bir deyime göre “Cin bismillah’tankorkhan kimi korkmak/Cinin bismillah’dan korktuğu gibi korkmak” Bu deyimin bir söyleniş şekli de,”Cin demirden Korhan gibi korkmaktır.” Eski Türk inanç sisteminde demir bir kült oluşturuyor ve demirin görünmeyenlere karşı koruyuculuğuna inanılıyordu. Demirin koruyuculuğuna olan inanç Türk kültür coğrafyasında

52 Yaşar Kalafat, Türk Kültürlü Halklarda Halk İnançları I, Türk Halk İrfanında Kurt, Lalezar, Ankara, 2007; Erdoğan Altınkaynak,”Balkan Türk Masallarında Yeraltı Dünyası (Ahiret) ve Buna Dayanı Mitolojik Varlıklar^, II. Uluslararası Balkan Türkoloji Sempozyumu, 36- Eylül 2002 Mostar, Bosna-Hersek, 200753 A. A. Ercan, Çorumlu Şairler ,Mehemmed,, s.129)

Page 17: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

30 31

ana dili farklılığına rağmen ortak bir motif olarak yaşamaktadır. 54 Bu arada Bingöl’de de Al karısı veya Al Avradına karşı korunmak için demirden ondaki görünmeyen güçten yararlanılır. Genç annelerin yastığının altına demir aksamdan bıçak, kama, makas, tırpan parçası gibi şeyler de konulur. Bu izahı doğrulayan Azerbaycan’dan bir deyime göre “Cine demir göstermek” demek kimseyi korktuğu bir nesle ile tehdit etmek anlamındadır cinlerin çarpmasından hamile ve yeni doğum yapmış kadınların korunması için yanlarında demir parçası bulundurulur. Bingöl halk inançlarına göre, Gelinin çeyizini cinlerden korumak için gelin bohçasına demir parçası konulur. Cinin çarptığı yerlerden birisi de kapı eşikleridir. eşikte oturanı da çarparlar

Cinin halk tasavvurunda bazı özellikleri vardır. Cin açık göz kimseler için, çabuk anlayıp çabuk sezebilenler için, fırsatları değerlendirmesini bilenler için, şartları kendi lehine dönüştürebilenler için, bazen içinden pazarlıklılar için bazen de karıştırıcılar için söylenir. Cingöz, cinlik yapmak, cin gibi olmak, cin çavut, cin fikirli, gibi tanımlar cinin bu özelliklerini belirtmek içindir. Buradan hareketle “Cin oyununa batmak” günahkâr olmak suç işlemek, Bu tanımlar Türk kültürlü halklarda özellikle Türkiye’deki kültür kesimleri arasında geçmişten günümüze ortak etkileşimlerle şekillenildiği için doğal olarak bir farklılık yoktur. Mümkün olması halinde yerel dillerin hâkim olduğu kültür kesimleri arasında ana dillerinden hareketle inceleme yapılması daha zengin tabloların ortaya çıkarması mümkündür. Türk kültür bölgelerinden Azerbaycan’da, “Cincilimvaya düşmek” diye bir deyim vardır. Bu deyimle anlatılmak istenilen korkuya düşmek endişe kapılmaktır. Vay, Azerbaycan’da yas, matem anlamındadır. Vay-vay ifadesi ile bağıntılıdır. Nitekim “Vayına oturmak” yasını yaşamak anlamaktadır. Birisine vayına oturum demekle onun ölmesi istenilmiş olunur. Azerbaycan’daki benzeri diğer deyimler, “Cini börk dikir” son derece kurnaz kimse anlamındadır. 55

Halk inançlarında kişioğlunun bizzat kendisinden gelen kişiden kişiye değişebilen gizli gücü vardır. Bir dönem Posof’ta Burma Direk namı ile bilinen bir kimse yaşamaktaydı. Bu şahıs çok uzak mesafelerden yaptığı bazı hareketlerle atlara komut verebiliyor. Veya bulunduğu yerden yaptığı bazı el-kol hareketleri ile faal haldeki bir değirmeni durdurabilmektedir. 56 Cinsiyetin veya buluğ çağına girmiş olma hali ile bazen da menopoz dönemi ile ilişkilendirilen bir kuvve vardır. Bu hal, bayanların özel halleri ve boy abdestli olmak veya olmamakla durumları ile de ilgidir. Böyle halleri ile ilgili olarak kişinin başarısı, bereketi, şansı artıp eksilebilmektedir. Bu bulgu ile kişinin şeytanı olma konusu arasında bir bağlantı aranılabilir mi? Daha evvel şu noktaya bir açıklık getirilmelidir. Yukarıda verilmeye çalışılan açıklamalar her kişinin muhakkak cini olduğu anlamına gelir mi? Her kimsenin cini varsa? Cinlerin miktarı muhakkak bir tanemidir. Ayrıca başa çıkabilen bu varlıkların devamlı yerleri vücutta ise vücudun neresindedirler.

Halk inançlarında cin kültü çok kere ateşle bağlantılandırılır. Bu tespit Bingöl için de böyledir ve İslamiyet’ten kaynaklanıyor olmalı. Cin suresi bu inancı oluşturmuş olmalı. Suyun, toprağın olduğu gibi ateşin de iyesi vardır. Ancak cinlerin ateşten yaratılmış olmaları ateşin iyesinin cin olduğunu düşündürmeli mi? Hz. Muhammendin inlerin olduğu gibi cinlerin de peygamberi olduğu biliniyor. Şeytan’ın cinler taifesinden olduğu bilinirken bir kısım cinlerin imanlı veya Müslim diğer bir kısmının ise böyle olmadıkları da bilinmektedir. İnsanlarda cinlerin olabilmesi gibi meleklerin olabileceği de söylenilebilecek midir? Meleke inham bağlantısındaki faktör ile sevk edilmeği bekleyen cinleri olmak anlayışının mahiyeti

54 Yaşar Kalafat Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara, 200655 S. Altaylı, Azerbaycan Türkçesi Deyimler Sözlüğü, Ankara, 2005 56 Yaşar KalafatBalkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, Hamseler, Horasanlılar, Karabağlılar, Kpçaklar, Abdallar, Amucalular, Bedreddiiler, Dadalılar/Dedeliler, Kısaslılar, Manavlar, Sıraçlar, Tahtacılar, Karirliler, Çepniler, Karakeçililer, Mutiler/Mutoğulları, Halaçlar, Kazan Tatarları Gregoryenler, Ortodokslar, Buryatlar, Zazalar, Berikan Ankara, 2006,

arasındaki bağ nedir. Cinleri ile define bulabilen veya birilerine yardım edebilen bazen de bunlar vasıtasıyla ceza verebilen anlayışın izahı olmalıdır. Kişinin göreve sevk edebildiği cininin veya cinlerinin olması ile cinlerinin gelmasi cinlenmesi veya cinin tepesine çıkması başına vurması kavramları arasında ilişkinin mahiyeti nedir?

Cin ateş arasındaki netleşmeyen bu bağlantı toprak ve su ile de kurulabilir mi? Bingöl’de de yaşayan bir deyime göre “Toprağı çekmiş” denir. Kişi ölmeden evvel doğduğu yer gelirmiş. Bazen de “suyu toprağı çekti” veya “yiyecek lokması içecek suyu varmış” denir. Kişiyi çektiğine inanılan bu güç nedir ve bunun su veya toprakla ilişkisi nasıl izah edilebilecektir? Bu bulguyu destekleyen bir bulgu da “Karı ile kocanın toprağı bir yerden alınmıştır” sözüdür. Bingöl yöresi sözlü kültüründe de görülebilen ve belirli durumlarda aynı tepkiyi veren eşler için söylenilen bu söz, tepkiyi belirleyen unsurun toprakta olduğunu düşündürür.

Yapmaya çalıştığımız izah ile cin olgusu karşımıza iki ayrı kimlikle çıkmaktadır. Bunlardan birisi tabiatla daha ziyade özellikleri belirtilen yerlerde yaşayan cinler ve insanla yaşamını paylaşmış bütünleştirmiş olan cinler Bu noktada sahili olmak kavramı gündeme gelmektedir.

Cin olarak bilinen bazı canlılarda bu arada bir kısım hayvanlarda da bulunduğuna inanılan kuvve arasında halk irfanı başka bağlar da kurmuştur. Mesela Güvercinin etimolojisi yapılırken ona cin yiyen anlamı yüklenmiş ak güvercin ve kara güvercine farlı mistik anlamlar verilmiştir. Bingöl’den örnekleyebildiğimiz ‘Cin Binmiş Atlar’ inancı vardır. Bu inanca göre bazı atlar bağlı oldukları yerlerde geceleri bir kara iye tarafından binilip çatlatırcasına sürülür. Sahibi sabahleyin onları ter kan içinde bulur. Ayrıca Cinli Atlar inancı vardır. Tedavi edilerek bu hayvanların cinleri kısmen veya tamamen çıkarılarak uslu hayvanlar haline getirilir.

Azerbaycan ve Erbil’de “Cin atına mindirmek/bindirmek” ve “ Cin atına minmek/binmek” olarak bilinen iki deyim vardır. Bunlardan ilki çok sinirlendirmek ve ikincisi ise çok sinirlenmek anlamındadır. Sinirlilik halini belirleyen cinin atının olması cinde böyle bir kuvvenin olduğunun tasavvur edilmesi ile izah edilebilir.

Azerbaycan Türk kültür coğrafyası haklarından Dağlılarda cadıyı / büyüğü bozmak için o, büyü unsuru bulunur içi boşaltılıp ayakyoluna / Tuvalete atılır veya toprağa gömülür. Büyünün cin ve şeytan neresindedir? Hangi tür büyülerle cinler iltisaklanmaktadır? Bunlar farklı ayrıntılardır. Bizim bu konuda değinmek istediğim husus büyü içerikli uygulamaların yapılma ve bozulma safhalarında su, toprak ve ateş hep olmuşlardır.

LenkeranTalişlerinde, gelinin kınası oğlan evinden getirilir kına yakılırken gelinin yüzü kıbleye döndürülür. Gelinin önünde bir ayna, bir kapta su ve suda bir iğne olur. Kına hazırlanırken bu suyun içerisine, sancak/kilitli iğne türünden şeyler atılır ki şeytanın eli dokunmasın. Böyle gelinler için, ‹kınasına eşi eli dokunmuş’ denir. Bu tespitte göstermektedir ki, birçok örnekte olduğu gibi şeytan ve cin eş anlamda kullanılmıştır. Ayna, cin içerikli inançlarda özel yer tutar kırık ayna kullanılmaz kırılmakla, kırılmasına yol açan kara iye tarafından sahiplenildiği inancı vardır. Diğer örneklerde de görüleceği gibi, Gece aynaya bakılmaz, hamile kadın aynaya bakmaz ayna ile fala bakılır gelecek okunur. İğne maden, demir olduğu için koruyuculuğuna inanılır. İğne etrafında şekillenmiş inançlar da vardır. Rengi yeşil de olsa idam hükmünde kullanılan mürekkebin rengi “Kara”dır. Yas evinin eşiği “Kara”dır. Halk Sofizminde ayna, baht açıklığı iken “Kara Ayna”, baht kapalılığını anlatır.

Page 18: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

32

Bingöl Karasu’nun ayrıntılı çalışmasından da öğrendiğimiz gibi, Bingöl özeli itibariyle, aynaya akşam hava karadıktan sonra bakılmaz. Özellikle Perşembe akşamlarında çocukların aynaya bakmaları doğru bulunmaz. Bilhassa Çocukların korkabileceklerine ve güzelliklini yitirebileceklerine inanılır. Gece aynaya bakan loğusa kadını cinlerin çarpacağına, yüzünün gece gibi kara olacağına ayrıca kırık aynaya bakana da, kırık aynanın uğursuz getireceğine inanılır. Türk kültür coğrafyası halklarından Lezgiler’le görüşürken Kesik başlarla ilgili bir efsane dinledik. Hz. Muhammed (s.a.v), Hz. Ali (r.a) ve Hz. Selman (r.a) bir kuyuya inerler, Hz. Ali’nin savaşarak uçurduğu kafalar yığın oluşturur Bu kesik başlar Hz. Ali ile savaşa devam ederler. Bunun üzerine kendilerine kim oldukları sorulur ve Cinli Cafer’in koşumları / askeri birlikleri oldukları öğrenilir. Hz. Ali’ye çocuğumun olması için dua ederseniz savaştan vaz geçeriz, derler. Hz. Ali dua eder ve Cinli Cafer Tayfasının komutanının çocuğu olur. Bunun üzerine komutan Hz. Ali’ye sizin kulluğunuzdayım / emrinizdeyim, der. Anlatıya göre bu tayfa Kerbela olayında tozu dumana katarak yardıma gelenlerdir. O zaman Hz. Ali kendilerine ‘bu dünya işidir’. Karışmayın diyip müdahalelerini önlemiştir. İnsanlara hayvanlardaki bitkilerde ve cansız bilinen varlıklarda da görülebilen Cinli olmak İslam kültür coğrafyasının kökü eskilere varan bir inancıdır. Azerbaycan Türk kültür coğrafyası halklarından PatarlardaKaracuha inancı vardır. Her insanın bir karacuhası vardır ve Karacuha bazen yatar ve bazen da kalkar. Kişinin karacuhası kalkmış ise, uyanık ise, bahtı da açıktır. Karacuhası yapan yani uykuda olan kişinin işleri de iyi gitmiyor demektir. Bir ovraz / ruh olan karacuhasın Karabağ’da, Ağdaş’daki karşılığı adı Nahış’dır. Nağıllarda / Masallarda nahış ile akılın tartışmaları olur. Nahış kişioğlunun işlerinin iyi gitmesini uyanık olmakla sağlar. Yahut da tersi olur. Karacuha ait olduğu kişiyi onun adını kullanarak onun donuna girerek korur. Doğu Anadolu’da tanıdık bir kimsenin sesini kullanarak görünmeden seslenen bir iyenin olduğuna inanılır. Bu sesi biz de bizzat hayatımızdan tanıyoruz. İnanca göre kendisine seslenildiğini duyan kimse arkasına dönüp sesin geldiği yere bakmadan ‘Değirmene tuza gitti’ demelidir.

Kara İye inancı cin kavramı ile ne derece örtüşebilmektedir? Gözle görülemeyen ancak fonksiyonlarıyla mevcudiyetlerine inanılan ve onların muhtemel zararlarından kaçınılmaya çalışan bu varlıkların bazen yiyici bazen giyici ve bazen da sahiplenici gücü olduğuna inanılmaktadır. Mesela birçok yerde olduğu gibi Bingöl’de de boş beşik sallanılmaz böyle hallerde beşiğin görünmeyenler tarafından sahiplenilebileceğine bu halin bebeğin hastalanmasına yol açabileceğine inanılır. Tedbir olarak bebek her beşiğe konuluşunda annesi euzü besmele çeker. Keza ilk defa giyilen bir elbise bilhassa baştan geçirilerek giyilen iç çamaşırı giyilmeden besmele çekilir aksi halde daha evvel iyi saatte olsunlar tarafından giyilmiş olabileceği inancı vardır. Bingöl’de de bilhassa geceleri su kaplarının ağızları açık bırakılmaz, bu suların cinler tarafından içilerek artıklanabileceğine inanılır. Keza yemeklerin akşamdan kirlenmiş tabaklarının temizlenmeleri aynı inançtan hareketle ertesi güne bırakılmayıp muhakkak yıkanılmaları istenir. Türk Kültür coğrafyasının halk inançlarından yola çıkarak, insanlar âlemi gibi bir de cinler âleminin olduğunu öğrenebiliyoruz. Edinilen bilgilere göre, Cinlerin kendi iç dünyaları olduğu gibi insanlar âlemi ile ilişkileri de olabiliyor. Bu ilişkiler insan hayatına çeşitli şekillerde yansımalar da yapabiliyorlar. ‘Cini Başına Çıkmak’ deyimi kişide bulunan veya bir şekilde kişiye müdahil olabilen cinin, kişinin kontrolünü ele alabildiği, Onu normalin dışında davranışlara sevk edebildiği anlamında kullanılmaktadır. Bu teşhisi kültür coğrafyamızın çeşitli kesimlerinden ve mitolojik dönemin verilerinden doğrulayabiliyoruz.

33

Sivas’ta Söylenmiş Harp Ağıtları

Yrd. Doç. Dr. Doğan Kaya

Başta ölüm olmak üzere ayrılığın yahut üzüntünün doğurduğu ıstırap sebebiyle ortaya konulan lirik ve manzum ürünlere ağıt denir. Şayet ölenler için söyleniliyorsa, kendisine has makamla terennüm edilir. Söylenen sözler ölenle ilgili düşünce, duygu ve izlenimleri ihtiva eder. Yaygın şekliyle ağıt olarak bilinen söz muhtelif devirlerde, muhtelif Türk toplulukları tarafından değişik şekilde kullanılmıştır. Edebiyatımızda, divan şairleri de bu konuda kayıtsız kalmamış, ağıt niteliğinde mersiye adını verdikleri şiirler söylemişlerdir. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında ehl-i beyt sevgisini dile getiren ve Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi ile ilgili olarak da pek çok mersiye vücuda getirilmiştir ve bunlar maktel adı ile ün salmıştır. Ölenin arkasından yas töreni yapmak, bu arada şiirler terennüm etmek eski çağdan itibaren, hemen hemen bütün toplumlarda rastlanılan hususlardır. Türklerde de ağıt söyleme geleneği, ilk çağlardan beri var olan ve tarihin çeşitli devirlerinde, çeşitli Türk boyları tarafından günümüze kadar yaşatılan bir gelenektir. Anadolu’nun hemen her yerinde ölünün arkasından, asker uğurlanırken, geline kına yakılırken yahut gelin evden çıkarken ağıt söyleme geleneği vardır. Ağıtlar, yanık bir ezgi ile terennüm edilmeleridir. Ölü için söylenen ağıtlar, ferdi karakterde olan ürünlerdir. Ölüye, yakınlarının ağlaması tabiî bir hadisedir. Bunlar, ana, baba, kardeş, oğul, karı veya koca, nişanlı genç, gelin, torun, komşu, akraba veya arkadaştır. Ne var ki, bazı yörelerde ölüye ağlaması için, bu işi meslek edinmiş ve büyük çoğunluğu kadın olan, ağıtçı denilen kimseler davet edilir. Ağıtın, ölünün başında söylenmesi yaygın bir gelenektir. Sözler, o anda ağıtı söyleyen şahsın ruh halini yansıtan ifadelerdir ve coşkun bir lirizmle doludur. Diğerleri ise (yani, kına ve askerleri uğurlama türküleri), sözleri bütün yöre halkı tarafından bilinen kolektif karakterde eserlerdir. Söylenen ağıtlarda ölenin iyi vasıfları, mutsuzluğu, yokluğunun bırakacağı derin izler gibi hususlar dile getirilir. Ölü evine ağlamaya gelenler, ağıtlarında, acıklı ortamın da etkisiyle; hasretlik, dert, umutsuzluk, kimsesizlik, felaketler ve talihsizlik gibi hususlara da yer verirler. Bilhassa Toroslar, Çukurova, Kayseri ve Kahramanmaraş civarında yaşayan, Türk ve Yörük olan halkımız arasında ağıt söyleme geleneği daha yaygındır. Ağıtlar yapı, konu ve söylendiği yerler olmak üzere çeşitli gruplara ayrılabilirler. Konularına göre ağıtları şöyle tasnif edebiliriz:1. Kişiler için yakılan ağıtlar a. Hastalık üzerine yakılan ağıtlar b. Ayrılık üzerine yakılan ağıtlar

Page 19: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

34 35

c. Kayıp kişiler için yakılan ağıtlar ç. Mutsuzluk ve acı üzerine yakılan ağıtlard. Ölen kimseler için yakılan ağıtlar e. Öldürülen kimseler için yakılan ağıtlar 2. Sosyal olaylar üzerine söylenen ağıtlar a. Askerlik ve savaş ağıtları b. Sevdalıların kavuşamaması üzerine yakılan ağıtlar c. Boşanma üzerine yakılan ağıtlar ç. Kaçak, kayıp yahut esir kişiler için yakılan ağıtlar 3. Gelin ağıtları a. Kına türküleri b. Başöğme türküleri c. Gelin alma türküleri 4. Asker uğurlama ağıtları 5. Hayvanlar için yakılan ağıtlar a. Yabani hayvanlar için yakılan ağıtlar b. Evcil hayvanlar için yakılan ağıtlar 6. Belde, mekân ve tabiat parçaları için yakılan ağıtlar a. Sular için yakılanlar b. Belde ve mekânlar için yakılan ağıtlar 7. Afet ve felâket ağıtları a. Deprem üzerine yakılan ağıtlar, b. Sel felâketi üzerine yakılan ağıtlar c. Yangın üzerine yakılan ağıtlar Beyit yahut üçlüklerle söylenen ağıtlar 11 heceli olup, her birim kendi arasında kafiyelidir. Dörtlük olarak söylenen ağıtlar daha çok 8 heceli, bazen de 11 hecelidir. Bunların kafiye düzenleri aaaa, aaab, aaba, abcb şeklinde farklı olabilmektedir. Ağıtlar anonim ürünler olmakla beraber bazılarının sahipleri bellidir. Edebiyatımızda halk şairlerine ait ağıt türünden eserlerin ilk örneklerine XIV. yüzyılda rastlamaktayız. Sivas’ta ağıt söyleme geleneği, Şarkışla, Gemerek ve Yıldızeli yörelerinde daha yaygındır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ağıtlar, konularına göre çok çeşitlilik gösterir. Ancak biz burada Sivas yöresinde savaşta söylenmiş ağıtlar üzerinde duracağız. Sözkonusu ağıtlar yukarıdaki tasnifte ikinci gruba girmektedir. Burada değerlendirmeye tabi tuttuğumuz ağıtların bir kısmının sahibi vardır. Bazılarının kimin tarafından yakıldığını tespit etme imkânımız olmadı. Ağıtlar içinde, savaşa bağlı olarak yakılmış ağıtlar, muhteva itibariyle çeşitlilik gösterir. Burada zikredeceğimiz ağıtlardan hareketle söz konusu ağıtları şöyle tasnif edebiliriz.1. Savaşta şehit olanlar için yakılan ağıtlar, 2. Namus için yakılan ağıtlar, 3. Mustafa Kemal için umut ve gurur ağıtları, 4. Savaşın doğurduğu sosyal yaralarla ilgili yakılmış ağıtlar, 5. Sılasına dönmeyenler için yakılan ağıtlar, 6. Terör mücadelesinde şehit olanlar için yakılan ağıtlar. Askerlik döneminin her Türk’ün hayatında ayrı bir yeri vardır. Bu, askerlik yapan kişi için önemli olmakla beraber, yakınları için de o derece önemlidir. Seferberlik yıllarında yıllarca süren (6, 7 yıl...) askerlik sebebiyle, evden ayrı kalmanın doğurduğu acı ve sıkıntılar, ana, baba, eş ve hatta çocukları derinden etkilemiştir. O yüzden askere gitme vakti, asker aileleri için hüzünlü günler olmakla beraber, gurur ve şeref duyulan, iftihar edilen vakitler olarak telakki edilmiştir. Evladı askere gönderme düşüncesi, duygusu ve inancı Türk toplumunda o derece yer etmiştir ki, ilerleyen zaman içerisinde kendiliğinden asker uğurlama geleneği ortaya çıkmıştır. Savaş yıllarında nice ocaklar sönmüş, nice ümitler yıkılmıştır. Bundan dolayıdır ki

savaş ağıtları, milletin sosyal psikolojisini ortaya koyması bakımından son derece önem arz eder ve bu alanda çalışma yapacak olanların hassasiyetle ve ciddiyetle üzerinde durmaları gereken bir konudur. Ömrünün baharında vatan için canını feda eden yiğitlerin geride bıraktıkları acılar dayanılır gibi değildir. “Öz ağlamazsa göz ağlamaz.” atasözünde anlamını bulan ve özlü, kalıcı ve anlamlı bir şekilde ortaya konulmuş olan bu etkileyici ağıtlar, orijinal ifadelere yer vermesi bakımından edebiyatımıza katkıda bulunmakla beraber, sosyal ve psikolojik hususları da ihtiva etmektedirler. Diğer taraftan sadece yöresinde bilinen mahalli hüviyette olan ağıtlar da vardır. Bizim burada gün yüzüne çıkardığımız ağıtlar da Sivas yöresinde söylenmiş olanlardır.1. SİVAS’TA ŞEHİT OLANLAR İÇİN YAKILAN AĞITLAR Bilhassa Seferberlik zamanında milletin gönlünde derin yaralar açmış acı kayıplar nice ağıtların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Yanık ezgilerle söylenen bu ağıtlar, millete mal olmuş türkü şeklinde söylenen ağıtlardır. Elimizdeki üç ağıtta şu hususlara dikkat çekilmiştir:a. Ülke savunması için 1416- yaşındakiler (R. 1312 ve 1314 doğumlular) dahi askere alınmıştır. Bunlar henüz dağda bayırda çobanlık yapmaktadır. b. Orta yaşlılardan redif kuvveti oluşturulmuş, ıssızlaşan evlerde gelin ve yaşlı kadından başka kimse kalmamıştır. c. Tarihte, Sarıkamış’taki ölüm gibi bir ölüm vuku bulmamıştırç. Ordu cepheden cepheye (Kafkasya, Bağdat, Şam…) gitmekte, erler bir bir hayata veda etmektedir. d. Şehit olanların haberi geldikçe yürekler yanmaktadır Seferberlik Ağıdı Şöyle çıktım baktım idi Gadanı alıyım kese Issız dede-baba yurdu Aldı beni kaygı tasa On dörtlüden asker m’olur Oğlum yolda yoz sürüyor Çanta kesmiş ağrır kolu Birer birer basa basa

Kaman’da kimse kalmadı Sarıkamış ne karalı Redif gitti sürüyünen Kimi ölmüş kimi yaralı Hangi eve vardımısa Daha bunu duyan var mı Bir gelin var karıyınan Dünya âlem bulunalı 1

Rumi. (1314= Miladi 1898)

Abidin’e Ağıt Seferberlik zamanında, cepheye, Altınyayla’dan 150 kişi gider ve bunların içinden sadece iki kişi sağ gelir. Oğlunun şehit haberini alan Ayşe Kaya, onun ardından şu ağıtı yakar:Abidin’im 12’li Abidin’im yeni yetti Kayışta durmuş dikili Hasan’ım yerini tuttu Nasıl kıydın Kadir Mevlâ’m Ağlasana Gülsüm Hatun Büyük hanenin vekili Gene kör ocağın battı Abidin’im oy oy Abidin’im oy oy

Ocak Abidin’im ocak Harmanda kalmış abası Derdin hangisini seçek Elinde dikili yabası Taburu Bağdat’a kalkmış Tuzla Çayı’nda ölmüş Cümlemiz önüne geçek Nafiye kızın babası

1 Derleyen. Hikmet Zorlu, Kaynak işinin adı soyadı: Kadriye Yula, Doğum Tarihi: 01.07.1923, Memleketi: Yıldızeli-Kaman köyü, Tahsili: İlkokul 4’e kadar okumuştur. Derleme tarihi: 2008

Page 20: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

36 37

Abidin’im oy oy Abidin’im oy oy 2 (Rumî 1312: Hicrî 1896)

2. NAMUS İÇİN YAKILAN AĞITLAR, Namus, Türk’ün düşünce dünyasında vatan, din, bayrakla beraber uğrunda ölünecek kutsal değer olarak kabul edilir. Bunun tarihte yüzlerce binlerce örneği vardır. Aynı hassasiyet, Kurtuluş Savaşında da gösterilmiştir. Namus, bayrak ve din için ülke savunmasında kadını ve erkeği seferber olmuş, bu uğurda nice canlar vermiştir. Kara Fatma, Kör Adile, Kartal Pero, Nene Hatun bunlardan bazılarıdır. Bütün bunlara rağmen, halkın çaresiz kaldığı anlar da olmuştur. Ülke topraklarına içine kadar giren Rus askeri Türk kızlarının namusuna ilişmiş, bu hadise halkın beyninde unutulmaz yaralar açmıştır. Diğer taraftan Ege’de olanlar da Doğu’da olanlardan farklı değildir. Türk’ün namusu ayaklar altına alınmış, bu da yetmiyormuş gibi Yunan kaçarken yanına Türk kızlarını da almıştır. Aşağıda örneğini verdiğimiz Nazik kızın ağıtı, bu hadise üzerine yakılmıştır.

Kırk Kız Ağıtı Seferberlik sırasında Kars’a gelen Ruslar, kırk Türk kızını toplayıp kırk askerin eline verir. Kızlar düşman askerine ellerinden geldiğince direnmişlerse de onlara güçleri yetmemiş. Bu acı hadise sonrasında ağıtlar söylenmiş. Ağıt, Kars’tan Sivas’a göçenler tarafından zaman zaman söylenerek yaşatılmaya çalışılmaktadır.Asker Asker derler bir küçük uşak Akşam oldu günler niye aşmıyor Beline bağlamış palaska kuşak Deli gönül bildiğinden şaşmıyor Siz de talim olun bizler ağlaşak Doldurdum badeyi verdim eline O Yemen yoluna giden gelir mi Sar-askeri kahır eylemiş içmiyor

Kırkımızı bir odaya koydular Koğuşun önünde çift pınar akar Üstümüzü başımızı soydular Anam ağlar babam yollara bakar Kırkımızı kırk gâvura verdiler Ser-tabip duyar da koğuşu yıkar Yetiş Kemal Paşa çar sende kaldı Emriniz ne diye geldik albayım 3

Fırsatına getirip kızın kurdelesini pencereden aşağı atar, ona kurdelenin düştüğünü, gidip getirmesini söyler. O sırada aşağıda bekleyen Yunan subayı kızı kolundan kapıp, hemen oradan uzaklaşır. Bu arada düşman da geri püskürtülür. Nazik’i Yunanistan’a götüren subay, onunla evlenir, çünkü onu çok sevmiştir. Nazik, birkaç kere intihara teşebbüs ederse de başaramaz. Aradan yedi sene geçer. Sevmediği Yunan subayından Nazik’in üç çocuğu olur. Bütün düşüncesi Türkiye’ye kaçmak olan Nazik, uçan kuşa, denizdeki martılara, burnunda tüten anası, babası, kardeşi, nişanlısı, en çok da vatanı için türküler söyler. Birgün fırsatını bulur, çocuklarıyla birlikte bir gemiye binip Türkiye’ye doğru yol alır. Yolda düşünceye dalar: “Bu çocuklarla memlekete gidersem; „Sen geldin ya, bu Yunan döllerini niye getirdin?’ derler. Çocukları denize atsam, nasıl atayım. Ne de olsa benim evladım.” Bir çıkış yolu bulamaz. Sonunda üç çocuğunu beline bağlayıp, Ege’nin sularına atlar. Dördü de oracıkta ölür. Bu acıklı olay Türkiye’de duyulunca, yanan yürekleri soğutmak için, annesi, nişanlısı, yakınları ve onu sevenler ağıtlar yakarlar.

Bahçemizin al gülü Atina’nın harmanı Ötmez daha bülbülü Yandan çıkar dumanı Kurdelemi alırken Hiç kimsenin suçu yok2 Derleyen: Birol Özkan, Kaynak işinin adı soyadı: Naciye Alacahan, Doğum tarihi: 1945, Memleketi: Altınyayla ilçesi Tahtyurt Köyü, Tahsili: Yok, Derleme tarihi: 2008.3 Kaynak Kişi: Fadime Karataş, Doğum Tarihi: 1924, Memleketi: Ulaş ilçesinin Karataş Köyü, Tahsili: Yok, Derleme Tarihi: 28.02.2005.

Yunan tuttu kolumu Öldürsünler imamı

Tabancalar yağlanmış Kara koyun yayılır Mor boyaya boyanmış Saçakları sayılır Beni götüren imam Çıkma Nazik dışarı Zincirlere bağlanmış Seni gören bayılır

Fusulüye pişer mi Yumurtanın sarısı Pişer pişer şişer mi Yere düştü yarısı Sen gâvur ben Müslüman Yaşım on beş demeden Bize nikâh düşer mi Oldum Yunan karısı

Kılıcımın kını yok Oturdum bakakaldım Türklere zulümü çok İnce fikire daldım Nasıl kabul edeyim Gemi düdük çalınca Yunan’ın imanı yok Efendim seni sandım

İki gemi yan durdu Pencereye çıkarım Gözlerime kan durdu Limanlara bakarım Ben Yunan’a düşeli Türkiye’ye gidersem Yedi yıl tamam oldu Koçu kurban yıkarım

İki gemi dayanır Adana’nın üzümü Al kanlara boyanır Ben yürüttüm sözümü Sür gemici gemiyi Üç uşağı atarken Şimdi Yunan uyanır Yumuverdim gözümü

Gemilerin urganı Elma attım denize Telli olur yorganı Gidiyor yüze yüze Çocukları sorarsan Atma bizi denize Balıkların kurbanı Gidek Türk ebemize

Arabayı atladım Yumurtanın kulpu yok Al fistanı katladım Ela gözde uyku yok Ben Nazik’i yitirdim Sür gemici gemiyi Gül aklımı çatlattım Pis Yunan’dan korkum yok

Arabanın mazısı Atina’da bir kuş var Şu alnımın yazısı Kanadında gümüş var Ne deyim de ağlayım Gelin çocuklar gelin Pis Yunan’ın kuzusu Annenizde bir iş var

İlen gelin buz gibi Çarşıya üzüm geldi Yanıyorum köz gibi Mevlâ’dan izin geldi Kız kaç da gel kraldan Aç kapıyı annesi Kabul ettim kız gibi Kıraldan kızın geldİ 4

4 Demet Can, “Nazik Kızın Ağıtı”, Kızılırmak, 11. 1992, s. 3940-. S. Burhaneddin Akbaş, “Bünyan Ağıtları”, Erciyes, 10. 1986, s. 2829-. Bu ağıtın bir varyantı Batı Trakya’da da söylenmektedir. Atina’nın çayırı Atina’nın hamamı Dik yukarı bayırı Yandan çıkar dumanı Üç çocuğumu attım denize Hiç kimseden şüphem yok

Page 21: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

38 39

3. MUSTAFA KEMAL İÇİN UMUT VE GURUR AĞITLARI Kurtuluş Savaşı sırasında yürekleri yanan, karalar giyinen, hayat mücadelesi veren Türk milleti, hiçbir zaman umutsuzluğu düşmemiştir. Nitekim Mustafa kemal Atatürk’ün ülkeyi kurtarma gayretleri halkın kulağına geldiğinde kısmen de olsa yürekleri soğutabilmiştir. Sevinç, umut ve acının olduğu ağıtlar yakılmıştır.Kemal Paşa Kurtuluş Savaşı sırasında Sivas’ta, Ruslar’ın Erzincan-Çardaklı’ya’a kadar geldiği, yakın zamanda Sivas’a da gireceği haberi yayılır. Eli silah tutan herkesi askere çağrılır. Tarlalarda çalışacak erkek kalmaz. Derken kıtlık baş gösterir. Halk, telaşa kapılır. Günlerce uyku, dinlenme demeden çalışır. Bu arada Mustafa Kemal, ülkeyi kurtarma gayreti içindedir. Halk, bunu duyar sevinir. Sivas’ta Kamer Hanım bu haberi duyunca içi coşkuyla dolar ve dilinden şunlar dökülür:

Urus bek dayanır kışa Diyar-ı Rum’dan devletler Tayyaresi benzer kuşa Bize neydecek ki itler Ankara’da Kemal Paşa Yürüyün civan yiğitler Ömrümden al sen çok yaşa Kelle verin baştan başa

Çifte mavzer çifte fişek Hak’tan başka korkum yoktur Diken oldu kutnu döşek Candan başka narhım yoktur Emreyle düveller aşak Kemal Paşa olsun doktur Emeklerin gitmez boşa İstiklal kat tatlı aşa 5

4. SAVAŞIN DOĞURDUĞU SOSYAL YARALARLA İLGİLİ YAKILMIŞ AĞITLAR Anadolu’da savaş sırasında ocakların sönmesi, acıların ve feryatların ayyuka çıkmasının yanında başka sosyolojik acılar da yaşanmıştır. Üç sene, beş sene, hatta yedi sene cepheden cepheye giden yiğitlerin çok azı geriye gelebilmiştir. Kimileri hakkında peş peşe şehit oldukları haberleri gelir, umutlar tersine döner. Nice gelin dul kalır. Kimi ailelerde dul kalan gelinler geri gönderilmez, hatta ne acıdır ki evdeki kayınbaba onu kendisine eş alır. Böyle bir hadise Sivas’ın Doğanşar ilçesinde vuku bulmuştur. Kimi aileler de gelini evden kovalar. Bütün bunlar farklı ağıtların vücut bulması için yeterli olabilmiştir.Talihsiz Asker Doğanşar ilçesinden köylünün biri oğlunu askere gönderir. Delikanlının normal askerlik süresi dolar, fakat askerden gelmez. Aradan epey zaman geçer. Herkesin delikanlının geleceğine dair umudu tükenir. Zaman uzayınca baba, oğlunun nişanlısını başkasına kaptırmak istemez ve gelinini kendine zevce yapar.Delikanlının askere gitmesinin ardından yedi yıl geçmiştir. Günün birinde delikanlı çıkıp gelir. Köyün çeşmesinde nişanlısı olduğu kızı görür. Kız, olup biteni delikanlıya anlatır. Delikanlı-Baba-Gelin arasında şöyle bir deyişme olur. Deyişme muhteva itibariyle ağıttır. Ağıda Doğanşar’da “las” denilir.Oğlan: Pınarın başında söylenen sözler İlerde gelinler geride kızlar Beni de yakıyor yardaki gözler Baba sende yok mu utanır yüzler

Balıkların kurbanı Öldürsünler imamı [Feyyaz Sağlam, Yunanistan (Batı Trakya) Türkleri Edebiyatı Üzerine İncelemeler, C. 3, İzmir, 1994, s. 40.]

5 Derleyen: Birol Özkan, Kaynak işinin adı soyadı: Naciye Alacahan, Doğum tarihi: 1945, Memleketi: Altınyayla ilçesi Tahtyurt Köyü, Tahsili: Yok, Derleme tarihi: 2008.

İnsan bir oğlunun yolunu gözler Gâvur baba nasıl aldın yârimi

Baba: Pınarın başına vardım oturur Ellerini soğuk suya batırır Oğul ben almazsam eller götürür Geline kıymadım ben kendim aldım

Oğul: Pınarın başında varsın otursun Ellerini soğuk suya batırsın Baba sen alma da eller götürsün Gâvur baba nasıl aldın yârimi

Gelin: Oturdum oturdum oturamadım Terazim kırıldı tartılamadım Yiğit dertli dertli söylüyor ama Şu zalim babandan kurtulamadım 6

Oğlan: Babamın kolları sıkı sarılmış Dini olan Müslümanlar darılmış Dört kitabın hangisinde var imiş Gâvur baba nasıl aldın yârimi

Gelin: Keten gömlek giymiş yanı işleme Yanıma gelmeden naza başlamaAllah’ı seversen öp de dişleme Şu zalim babandan kurtulamadım

Fadik Gelin’in Ağıdı Birinci Dünya Savaşında kocası Musa’nın düşmana esir düşmesi, daha sonra da ölüm haberi gelmesi üzerine Fadik Gelin, kaynanası tarafından evden kovulur. Hayattaki tek varlığı çocuklarından ve pek çok hatırasını yaşadığı evden kovulmak Fadik Gelin’e zor gelir. Acılarını şu sözlerle hafifletmeye çalışır

Keklik senin kumda pişer yemeğin Ayşe kuzumun da yüzü gülmüyor Cılk oldu yumurtan zaydır emeğin Ahmet oğlum hiç yanıma gelmiyor

Eşim gitti ıssız kaldı düneğim Emek ile büyüttüğüm yavrular Bir yâr için ağlıyorum burada Zalim eller hiç yanıma salmıyor

Kaynım sen söyle de ben de tutayım Avu yutulur mu avu yutayım 6 Derleyen: Önder Çağlar, Kaynak şahıslar: Doğanşar’da muhtelif şahıslar, Derleme tarihi: 2008.

Page 22: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

40 41

Eğer kaynatam da beni kovarsa İt olayım çöplüğünde yatayım 7 (dünek: barınacak yer, ev, salmak: göndermek)

5. SILASINA DÖNMEYENLER İÇİN YAKILAN AĞITLAR Cephede, ölümü göze almadan düşmanla savaşmak ne kadar zorsa, sılada o yiğidi beklemek de bekleyenler için dayanılır acı değildir. Anadolu’da binlerce Türk kadını bu acıyı yaşamıştır. Acısını hafifletmek için kara bağrını dövmesi yetmemiş, kimileri de bunu hafifletmenin yolunu ağıt yakmada bulmuştur. Bu konuda söylenmiş pek çok ağıt vardır. Dolayısıyla ağıtlar bir bakıma insanın içini rahatlatma gibi bir fonksiyonu da icra etmişlerdir.

Esir Kocaya Ağıt Sivas Koyuncu köyünden Fadik, seferberlikte esir düşen kocasının arkasından şu türküyü söyler:Mürekkep şişeni direğe astım Atın doru idi demir kır idiAldım mektubunu bağrıma bastım Başının püskülü ipek mor idi Ben de şu eşime gayeten küstüm Asker kalktı karlı dağı bürüdü Dokuz aydır bir mektubu gelmiyor Dokuz aydır bir mektubu gelmiyor

Elim ile yaptıcağım yuvalar Dilim ile çaldıcağım sıvalar Birgün olur beni eller kovalar Dokuz aydır bir mektubu gelmiyor 8

6. TERÖR MÜCADELESĠNDE ŞEHİT OLANLAR ĠÇĠN YAKILAN AĞITLAR Ülkenin birliği için düzenin bozulmaması için son 3040- yıldır terörle mücadele yapılmaktadır. Terör yüzünden 35.000 kadar vatandaşımız hayatından olmuştur. Türk askeri, Türk emniyet kuvvetlerinin ülke için mücadele etmesini ve bu uğurda kaybedilen canlar için söylenen ağıtlar da bu konu çerçevesinde değerlendirilebilir. Ülkenin hemen her yerinde olduğu gibi Sivas’ın yüzlerce asker ve polis şehidi vardır. Âşıkların en çok yörelerden biri olma özelliğini gösteren Sivas’ta bu konuda da şiirler vücuda getirmişlerdir. Biz burada birisi asker, diğeri de polis için söylenmiş iki ağıt örneğini vermek istiyoruz.

Şehit Polise Ağıt Âşık Enverî’nin kardeşi Mansur, Diyarbakır’a polistir. Birgün evden çıkarken eşine; “Hanım! Ben bu topraklarda şehit olursam, üç tane yavrum var onlar da polis olsunlar.” der. Takdir-i ilahi, aynı gün teröristler tarafından şehit edilir. Bu haberi alan âşık Enverî ardından aşağıdaki ağıdı söyler. Şiir, Sivas Emniyet Müdürlüğü’ndeki şehitler köşesinde asılıdır. Şehit polisin arzusu gerçek olur ve üç çocuğu da bugün polis memurudur.

Ömrün hayatında otuz beş yaşın Şark görevin çıktı uzak diyara Dem ü devran sürüp tığlayamadın Ne bilem gurbetlik açacak yara Kara dumanlara yem oldu başın Adaş Mansur gibi sen düştün dara Çırpındın bir fayda sağlayamadın Kesildi nefesin ağlayamadın

Üç yavrun bıraktın nazlı yâr baksın Volkan’ın Neslihan Hacer kuzular Şehit madalyanı göğsüne taksın Nasıl dayanırım yürek sızılar Seni yakan odlar cehennem yaksın Ana baba kardeş seni arzular Feleğin okunu eyleyemedin Feleğin okunu eyleyemedin

7 Kaynak şahıs: Sivas Karalar köyünden Vezzuha Pürlü. Şiir, Kadir Pürlü’nün arşivinden alınmıştır.8 Kaynak şahıs: Sivas Karalar köyünden Vezzuha Pürlü. Şiir, Kadir Pürlü’nün arşivinden alınmıştır.

Diyarbakır derler dört yanı kale Enver’im tamam yazma bir daha Babam mezarına diksin gül lale Coşar duygularım biçilmez paha Kavruldu bedenim düştüm bu hale Fatiha ile Yasin kalkarken şaha Merhem sürüp yaran yağlayamadım Okuyup Kur’an’ı bağlayamadım

Şehit Asker Ağıdı Âşık Cefaî, Güneydoğu Anadolu’da şehit edilen bir askerin acısına dayanamaz ve şu ağıtı söyler: Yüreğim yanıyor nasıl anlatam Üzülmek faydasız buymuş kaderin Hain teröristin işini oğul Ne adın silinir ne dolar yerin Nasıl sabır edem nasıl unutam Bize ulaşmadan kara haberin Yaktın ciğerimin başını oğul Gördüm bir gün evvel düşünü oğul

Yavrum sana yanmayan can kalmadı Kundaklar beledim beşikler burdum Ağlamayan hiçbir insan kalmadı Yirmi yıl seninle avundum durdum Dizimde fer damarda kan kalmadı Yuvamdan uçurdum yuvanı kurdum Kuruttun gözümün yaşını oğul Ya kime bıraktın eşini oğul

Taze çiçeğimi erken derdiler Dedim hele açın nerden vurulmuş Takdir-i İlâhi seni vurdular Civan kollar tüfeğine sarılmış Çınar teslim ettim tabut verdiler Elbisen üstünde kepin sır olmuş Koydular önüme na’şını oğul Sancağa sarmışlar başını oğul

Yaptılar örf adet makam töreni Dedim Cefaî’ye gel bir ağıt koş Dedim ki seyredem bakam töreni O dedi Fatiha Yasin daha hoş Açtım al bayrağı takam töreni Allah’ın hikmeti her gün iki kuş Kurşunlar süslemiş döşünü oğul Bekliyorlar mezar taşını oğul 9

Sonuç: Ağıtlar,, acı şiirleridir. Genellikle ölümler üzerine söylenmekle beraber, her ne çeşit acı olursa olsun çekilen her acı için ağıt yakılabilir. Seferberlik yılları, Türk tarihinde gerek askeri gerekse içtimai bakımdan çok önemli yere sahiptir. Bu çerçevede Anadolu’nun hemen her yerinde, sayısız ağıt vücuda getirilmiştir. Biz bu çalışmamızda Sivas’ta söylenmiş olan ve tespit edebildiğimiz ağıtları gün yüzüne çıkarmaya çalıştık. Anadolu halkının genlerinden gelen karakteristik özelliklerinin ve sosyal yapısının ortaya konulmasında bu tarz eserlerin belirleyici vasfı vardır. Türk’ü daha iyi tanımak, gelecek nesillere gerçek kimliğinin ne olduğu şuurunu vermek açısından, başta üniversiteler olmak üzere kişi ve kurumlarca bütün illerde ağıt derleme çalışmalarının yapılmasını ve hizmete sunulmasını elzem görüyoruz.

9 Şiiri söyleyen: Enver Artunç (Enverî), Doğum Tarihi: 1946, Memleketi: Sivas-Tutmaç Köyü, Tahsili: İlkokul, Derleme Tarihi: 17. 03. 2013. 10 Doğan Kaya, Âşık Edebiyatı Araştırmaları……………………

Page 23: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

42 43

Azerbaycan`da Sovyet İhtilalı:Toplum, Sanat, Edebiyat

Doç. Dr. Lütviyye AsgerzadeAzerbaycan Milli Blimler Akademisi

XX y.y. başlarında mefkure mücadeleleri Doğu`da Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulması ile sonuçlandı. Bu Azerbaycan milli düşüncesinin, ulusal, kültürel ve ruhsal intibahın parlak tarihi tezahürü idi. Yaşananlar (XX) edebiyatda iki farklı yaratıcılık metodunun, iki edebi akımın; eleştirel gerçekçilik ve romantizmin oluşmasına da ortam yaratmış oldu. Bu edebi akımlarda Azedrbaycan`ın sovyet işğalına kadar milli kendini idrak aparıcı idi. M.E. Resulzadə 28 Haziran 1919`da Azerbaycan qazetesi`nde “Matbuatın, edebiyatın kalbine milliyet ve istiklal tohumu saçan bir amel olduğundan bahisediyordu. Cumhuriyet döneminin edip ve şairleri; Ü.Hacıbeyli, M.Hadi, A.Şaik, C.Cabbarlı, A.Cavad, S.Mansur tam da bu yolla getdiler. İmge gibi kabul görülen Ay, Yıldız milli simvolikaya - üçrengli bayrağa ve armaya poeziyadan, romantik nesir ve publisistikadan geçerek gelmişti. Türkçülük amalı, milli düşünce malesef 1920` 28 Nisan işgali Sovyet ihtilaline «kırmizi karanlıklar»a (A.Hüseyinzade) kadar devam etti. Lenin’in Çarlık Rusyası mahkumu milletlere» Tayini - mukadderat «hakkı vaat etmesine rağmen” bolşevik orduları 28 Nisan 1920` yılında Azerbaycan’ı işgal ettiler. Korkunç totalitar ideolojik baskıları altında Hüseyn Cavid, Abdulla Şaik, H.K.Sanılı, Samet Mansur, Ali Nezmi, Ahmet Cavad, Almas Yıldırım bu ihtilalla barışmazken ihtilali şiirle, şarkıyla taclandıranlar da çoktu. Sovyetler’e uyum sallamaya çalışan genç yazarlar daha çok Sovyetleri övmekle meşkul idiler ve kendilerince bu yenilik idi. Örneğin; yeni devrin revanşizmin yansıtan Nazım Hikmet «Güneşi içenleri türküsü» kitabında yazırdı:»Bana bak,/Hey Avanak!/Elinden o zırıltıyı buraksana/Sana üç telinde,/Üç sıska bülbül öten,/Üç

telli saz,/Yaraşmaz!» Nâzım’ın bu şiirinden esinlenen S.Rüstem` ise; «Tar oylanır» şiirinde; «Kes sesini,/Ötme dedim,/Ötme Tar!/İstemiyor çalınsın sende Gatar.» O`na oy veren eleştirmenlerde «tarı yeni toplum”, “yeni sanat” için gereksiz sayıyordu. İkiye bölünmüş Azerbaycan şiirinde Süleyman Rüstem`e cevab olarak Mikayıl Müşfik «Oku tar, / Oku tar, seni kim unutar!? şiirini yazar. Bu yalnız musiki aletinin korunması gayesi ile değil, genel olarak her şeye marksist sosiologizmi nazarı ile bakan, edebiyatı, sözü siyasileştiren sovetler`e “2030-`lu yıllarda cövlan eden proletkultçu nihilizme - milli medeniyyeti inkar edenlere tutarlı cavab idiSovyet`ler halkın hafizasından milli kimliğini, gelenek ve göreneklerini, müziğini, edebiyatını, kültürünü kazımakta ve kendilerinin ülkemize getirdikleri yabancı kültürü, yabancı edebiyatı, yabancı dil ve

yabancı gelenekleri, yabancı müziği bizlere ekspansiya etmekte kökten ve tümden değişimde katiyyetli idi. Milli manevi değerler sisteminde kökten ve tümden değişim eden Sovyet`ler tüm ideolojik terbiye, propoganda sistemini dağıdır, genc nesil yeni sovyet manevi ahlaki değerlerinin oluşmasına seferber ediliyordu. Bunlar; bir halkın kimliğinin, dilinin, dininin, edebiyatı ve kültürünün üzerinden hat cizmek, o halkı yok etmekti. Yeni dönem, yeni insan, Sovyet ahlakı, Sovyet düşünceli imansız, ateist Sovyet adamı formalaştırırdı. Milli - manevi değerler, Sovyet - komünist bilinci ruhunda yaranırdı. Sovyetler kasıtlı olarak eski değerler sistemini dağıdır, halkı bin yıllık tarihinden, kültüründen, geçmişinden koparıyordu; dini değerler inkar, edebiyat teftiş ediliyordu. 1917 Ekim Devrimi sonra Rusya’da, 1920’den sonra Azerbaycan`da proletar edebiyatı oluşmuştur. Lenin’in «Edebiyat işi sosyal - demokrat mekanizmasının» tekerleği ve vintciyi «olmalıdır sloganı tüm ülkeyi kapsamışdı. Bu slogana uymayanlar, edebiyatın milliliğini koruyanlar; E.Abid, A.Musahanlı, C. Efendizade, M.F.Köprülü, İ.Hikmet, B.Çobanzade, M.Müşfik, A.Cavad ve H.Cavid ideolojik saldırıya maruz kalıyordu. Örneğin, H.Cavid`in «Benim tanrım güzelliktir, sevgidir» - mısralarına karşılık C.Cabbarlı Tanrı`sının Sovyetler olduğunu, «tanrısını bulduğunu», göksüne taktığını», bazı komsomol şairlerin; «Tüm tercihler gülüyor yarına, /Hayaldan ilhamlar duymamak için, / Bakıyorum Lenin’in kitaplarına, / Desteden geride kalmamak için», -diye saflarını beyan ediyordu. Desteden geri kalanları, H.Cavid`i, M.Müşfik`i, A.Cavad`ı da bu yola davet ediyorlar, seslerine ses vermeyenlerse “halk duşmanı” ilan edilerek represe ediliyordu. Böylece, her şeye marksist sosiologizmi nazarları ile bakan, edebiyatı, sözü siyasileştiren Sovyetler toplu katliamlar, sürgünlerle birlikte, halkın milli ve manevi değerlerinin yok edilmesi, «Pantürkizm», «Panislâmizm» damgaları ile halkın kendi soykökünden ve milli manevi değerlerinden mahrum edilmesi, dine karşı mücadele amacıyla Allahsızlar toplumları`nın

yaradılması hesabına «formaca milli, içerik sosyalist kültürü oluşturulmasını esas amaca dönüştürdü ve Azerbaycan`da milli denilen bir şey: dil, din, edebiyat ve kültür bırakmadı.

Anahtar kelimeler: Azerbaycan, Sovyet ihtilali, toplum, sanat, edebiyat

XX y.y. başlarındakı mefkure mücadeleleri 28 Mayıs 1918`de Doğu`da ilk cumhuriyetin - Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kurulması ile sonuçlandı. Tabii ki cumhuriyetin kazanılması edebiyata da etkisiz kalmadı. Azerbaycan`da iki edebi birlik yarandı: “Kırmızı kalemler” ve “Yeşil kalemler.” Edebiyatın “kırmızı” ve “yeşil”le “renglenmesi”, onun inkilabi kolu ile (kırmızı), Turan`cılık ve müslümancılık (yeşil) kolunun ifadesi idi.Muhammed Emin Resulzade, Hüseyin Cavid, Seyid Hüseyin, Necef bey Vezirof, Üzeyir bey Hacıbeyof, Abdulla Şaik, Ahmed Cavad, Cafer Cabbarlı, Salman Mümtaz, Ali Yusif ve diğerleri “Yeşil kalemler”de toplaşmıştı. Bu edebi birliğin - “Yeşil kalemler”in temelini atan cumhuriyetin kurucusu M.E.Resulzade`nin akrabası, yazar Seyid Hüseyin`di. Azerbaycan edebiyatındakı yenileşme meyillerini güclendirmeğe, edebi dilin sadeleşmesine, ideolojinin türkleşmesine büyük hizmetler vermiş “Yeşil kalemler”in üyeleri bağımsızlığa, üç rengli bayrağa yazdıkları şiirlerle karşılık verir, sevinc ve türklük düşüncelerini mısralara fısıldayırdılar. Genc, musavatcı Cafer Cabbarlı`nın güzel kız, meleksima gibi takttim etdiği “Yeşil donlu, mavi gözlü, al yanaklı sevdiği” - bayrak ünvanlı sevgisi bunun en güzel örneğidir: Burakınız, seyr edeğim, düşüneğim, okşayayım,Şu sevimli üç boyalı, üç manalı bayrağı.Meleklerin kanadımı üzerime kölge salan?Ne imiş bu, aman Allah?! Od yurdunun yaprağı!Göy yapraklı, al çiçekli yeşil otlar topasımı?Hayır, hayır? Çiçek solur, otlar yerde tapdanır.Fakat bizim bayrağımız ucaları pek seviyor,Yıldızlardan hilaldan da yükseklerde

Page 24: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

44 45

fırlanıyor.Milli hökümetin, ilk parlamentosunun stenografı gibi çalışan, üç rengli bayrağımızı bir kız gibi sevip okşamaya doyamayan Cafer Cabbarlı, “Azerbaycan bayrağına” şiirinde ise onu öyle bir manalandırır ki:Bu göy boya Göy Moğol`dan kalmış bir Türk nişanı,Bir Türk oğlu olmalı!Yeşil boya İslamlığın sarsılmayan imanı,Yüreklere dolmalı!Şu al boya azadlığın, teceddütün fermanı,Medeniyet bulmalı!Sekiz uclu şu yıldız da sekiz harflı od yurdu,Asaretin gecesinden fırsat bulmuş kuş gibiSeherlere uçmuştur.Cümhuriyetin, nazlı-gamzeli, işveli sevgilisi üç rengli bayrağın terennümü “İstiqlal şairi” Ahmed Cavat`ın “Türk ordusuna”, “Şehitlere”, “Azerbaycan bayrağına”, “İlin bayrağı”, “İngilis”, “İstanbul”, “Bakü deyir ki” şiirlerinde de büyük coşku ile yer alır: Hakim olup bir toprağa,Ona etmek böyle nazSenden başka bir güzeleSöyle, nicin yaraşmaz?Cumhuriyyetin ilk devlet himninin metnini yazmak şerefi de Ahmet Cavat`a kısmet olmuş. Musikisi dahi Üzeyir bey Hacıbeyof tarafından bestelenmiş eser bu gün de bağımsız Azerbaycan Respublikası`nın devlet himni gibi seslenmektedir.Bağımsızlığın verdiği yüksek coşku ile kaleme sarılarak eserler yazan Ahmet Cavatla yanaşı, Hüseyin Cavid, Üzeyir bey Hacıbeyof, Cafer Cabbarlı, Abdulla Şaik, Ümgülsüm ve diğerlerinin yazdıklarında Azerbaycan`ın devlet bağımsızlığı, ülkemize hilaskarlık misionu ile gelmiş Türk ordusunun zaferleri, Azerbaycan asgerlerinin kahramanlığı, üçrengli milli bayrak hararetli bir şekilde terennüm edilirdi. Bütün bunlar Azerbaycan milli düşüncesinin, ulusal, kültürel ve ruhsal intibahın parlak tarihi tezahürü idi. Yaşananlar (XX) edebiyatda iki farklı yaratıcılık metodunun, iki edebi akımın; eleştirel gerçekçilik ve romantizmin oluşmasına da ortam yaratmış oldu. Bu edebi akımlarda milli kendini idrak Azedrbaycan`ın sovyet ihtilalına kadar

aparıcı oldu. Malesef Türkçülük amalı, Milli düşünce 1920` 28 Nisan Sovyet ihtilaline - «kırmizi karanlıklar»a (A.Hüseyinzade) kadar devam etti. Lenin’in Çarlık Rusyası mahkumu milletlere» Tayini - mukadderat «hakkı vaat etmesine rağmen” bolşevik orduları 28 Nisan 1920` yılında Azerbaycan’ı işgal etti. Sovyet Rusiyası`nın uluslararası hukuk normalarını taptalayan harbi müdahilesi ve XI. Kırmızı Ordu`nun kanlı döyüş manevraları sonucunda Azerbaycan yeniden Rusiya`nın terkibine gecti. Azerbaycan Halk Cumhuriyyeti`nin ömrü kısa olsa da (23 ay), bu devr Azerbaycan`ın siyasi hayatında olduğu gibi sanatda, edebiyatda da önemli izler koydu. 23 aylık cumhuriyet siyasi bağımsızlıkla yanaşı, hem de halka fikir, mefkure bağımsızlığını, bağımsız, hür edebiyatı dadızdırmış oldu. Sovyetler`in Azerbaycan`ı ihlalinden sonra da sanat ve edebiyat adamları cumhuriyet ideallerini eserlerinde yaşattı, ta ki korkunc 193739-` represesine kadar. Milli mücadile savaşı veren her kes represeye maruz kaldı. Cumhuriyetden ihlala: İctimai hayatın bütün sahalarında esaslı değişikliklerle sonuclanan 1917` Ekim Devrimi Azerbaycan edebi tenkiti fikrinin farklı mecrada inkişafında da büyük rol oynadı. Devrimden sonra Rusya’da, 1920’den sonra Azerbaycan`da proletar edebiyatı oluşturuldu. V.İ.Lenin’in «Edebiyat işi sosyal - demokrat mekanizmasının» tekerleği ve vintciyi» olmalıdır, sloganı tüm ülkeyi kapsadı. Parti yaratmak ve onun programını, platformasını ilan etmek vazifesini matbuatla reallaştıran V.İ.Lenin hem edebiyatın, hem de matbuatın gücünü kullanarak önce matbuatda azad sözün karşısını aldı, akabinde parti edebiyatı, parti matbuatının yaratılmasına start verdi; bütün yazarlar, gazeteciler karşısında17` Ekim devrimi`nin mahiyetini medh etmeleri şartı konuldu. Bu sebebden yazarlar, gazeteciler partinin her bir kararını övmeğe, gazete sayfalarında onların siyasetinin propogandası ile uğraş vermeğe başladılar. Tabii ki, bu zaman geçmiş SSCB`de yaranmış ilkin senzura olan Glavlit - Baş Edebiyat İdaresi onlara öncüllük etdi. SSCB`de yaratılan partili-sovyet matbuatı

iktidar partinin ideolojisinin propagandası rolunu üstlendi. Yapılanların sonucu olarak bolşevik ruhu, komünist düşüncesi getdikce edebi muhiti (192030-) güclü etkisi altına aldı. V.İ.Lenin`in «Parti teşkilatı ve parti edebiyatı” (1906) eserindeki siyasi mantıkı esas alarak «Fükarayi-kasibe” medeniyetinin yaratılması talep edilerek elitar medeniyet tipine karşı sınıflı, siyasi savaş açıldı. Bu savaşın esas hedefi milli ruhlu matbuat, edebiyat ve onun yazarları idi. Gazeteci ve yazarlara karşı acılan bu savaşın şiddetlenmesinin sebebi, matbuatın bağımsızlık, türkçülük, millilik ideyalarının propagandasını yapmaları idi. Oysa, Sovyet`ler halkın hafizasından milli kimliğini, gelenek ve göreneklerini, müziğini, edebiyatını, kültürünü kazımakta ve kendilerinin ülkemize getirdikleri yabancı kültürü, yabancı edebiyatı, yabancı dil ve yabancı gelenekleri, yabancı müziği halka ekspansiya etmekte kökten ve tümden değişimde katiyetli idi. Milli manevi değerler sisteminde kökten ve tümden değişim eden Sovyet`ler tüm ideolojik terbiye, propoganda sistemini dağıdır, genc beyinler yeni sovyet manevi ahlaki değerlerinin oluşmasına seferber ediliyordu. Bütün bunlar; bir halkın kimliğinin, dilinin, dininin, edebiyatı ve kültürünün üzerinden hat cizmek, o halkı yok etmekti. Yeni dönem, Sovyet ahlaklı, Sovyet düşünceli, imansız, ateist ruhlu, gecmişinden kopmuş, Sovyet adamı - yeni insan formalaştırırdı. Milli, manevi değerler, Sovyet komünist bilinci ruhunda yeniden yaranırdı. Sovyetler kasıtlı olarak eski değerler sistemini dağıdır, halkı bin yıllık tarihinden, kültüründen, geçmişinden koparıyordu; dini değerler inkar edilirdi. Edebiyat teftiş edilir, Lenin’in tüm ülkeyi kapsayan «Edebiyat işi sosyal-demokrat mekanizmasının tekerleği ve vintciyi» olmalıdır,- sloganına uymayanlar; Emin Abid, A.Musahanlı, Cabbar Efendizade, Fuat Köprülü, İsmayıl Hikmet, Bekir Çobanzade, Mikayıl Müşfik, Ahmet Cavad ve Hüseyn Cavid kendi kalem kardeşleri tarafından ideolojik saldırıya maruz kalıyordı. Örneğin, Cavid efendin`in «Benim tanrım güzelliktir, sevgidir» - mısralarına karşılık

olarak, gecmiş musavatcı Cafer Cabbarlı Tanrı`sının Sovyetler olduğunu, «tanrısını bulduğunu» ve göksüne taktığını» beyan ediyordu. Bazı “komsomol” şairlerin; «Tüm tercihler gülüyor yarına, /Hayalden ilhamlar duymamak için, / Bakıyorum Lenin’in kitaplarına, / Desteden geride kalmamak için» - beyanı örnek veriliyor, “desteden geri kalanları - korkunç totalitar rejimin ideolojik baskıları altında kendi yollarına davam etmekte olan cumhuriyet döneminin edip ve şairlerini; Üzeyir Hacıbeyli, Abdulla Şaik, Ahmet Cavad, Samet Mansur, Hüseyin Cavid, Mikayıl Müşfik de bu yola davet edilir, “doğru yol”a gelmeyenler tenkit ve takip edilirdi. H.Cavid, A.Şaik, H.K.Sanılı, S.Mansur, A.Nezmi, ə.Cavad, A.Yıldırım sovyet ihtilalı ile barışmazken, ihtilali şiirle, şarkıyla taclandıranlar daha çoktu. Genç yazarlar: Samet Vurğun, Memmed Rahim, Süleyman Rüstem, Resul Rza, komünist Nazım Hikmet ve b. daha çok Sovyetler`i, Lenin`i, Komünist partisi`ni, Stalin`i övmekle meşkul idiler ve kendilerince bu yenilik idi. Bu yenilik milli olan her şeyi gömerek yaratılırdı. Örneğin; yeni devrin revanşizmin yansıtan “üc telli sazın zırıltısını bırakmak” tavsiyesinde bulunan Nazım yazıyordu: «Bana bak,Hey Avanak!Elinden o zırıltıyı buraksanaSana üç telinde,Üç sıska bülbül öten,Üç telli saz,Yaraşmaz!» Nazım’ın bu şiirinden esinlenen Süleyman Rüstem`se Moskov`dakı komünist kardeşinin sesine «Tar oylanır» şiiri ile ses verirdi: «Kes sesini,Ötme dedim,Ötme Tar!İstemiyor proletarçalınsın sende Gatar.» S.Rüstem`in sesine ses veren eleştirmenler de «tarı yeni toplum”, “yeni sanat” için gereksiz sayıyordu. İkiye bölünmüş Azerbaycan şiirinde S.Rüstem`e cevaben genc M.Müşfik “Oku tar” şiirini yazır: «Oku tar,

Page 25: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

46 47

Oku tar, seni kim unutar!? Müşfik`in bu şiiri yalnız musiki aletinin korunması gayesi ile değil, genel olarak her şeye marksist sosiologizmi nazarı ile bakan, edebiyatı, sözü siyasileştiren Sovetler`e “192030-`lu yıllarda cövlan eden proletkultçu nihilizme - milli medeniyyeti inkar edenlere tutarlı cevab olsa da fakat bu şiir münakişeni hall etmir, Azerbaycan`ın milli musiki aleti olan “Tar” 11 Ocak 1929`da mühakime olunur. Önceden “mühakime”nin yeri ve zamanı “Komünist” gazetesi`nde duyrulur: “Şenbe günü Ocak ayının 12`de akşamleyin saet 7`de Bünyatzade adına Devlet Türk Teatrosu binasında bir musiki aleti olmak üzre lazım olup olmadığı hakkında büyük tartışma ve mübahise meclisi cağrılır. Müzakirede Halk Eğitim müdiri, Kuliyof ve musiki bilicileri iştirak edecektir” (Komünist gazetesi, 11 Ocak, 1929). Not edelim ki, mühakime edilen yalnız milli musiki aleti “Tar” değildi. “Edebi mahkemeler” düzenleniyor, yazılan edebi eserler burada mühakime edilirdi. “Edebi mahkemeler”de yazarlar, biri ittihamcı, digeri ittiham olunan kısım gibi yüz yüze bırakılırdı. Celil Muhammedkuluzade`nin “Ölüler`i, Hüseyin Cavid`in “Şeyh-i Senan”ı ve b. mühakime olunan edebi eserlerin arasında idi. Cavid`in “yol”, mefkure değişmemesi, Sovyetlerin “trenine oturmaması” onları bayağı bir rahatsız etmişti. Önceler Cavid sanatından yaradıcı şekilde behrelenen genc Cabbarlı`nı Sovyetler Cavid`e karşı kullanmıştı. Zamanında her ikisi de Türkcülüğe hizmet vermesine rağmen yolunu değişen genc Cabbarlı Cabbarlı, savcı kısmında “Edebi mahkemeler”de Hüseyin Cavid`e ganim kesilmişti. 1921`de “Komünist” gazetinin öncüllüğünde edebi eserler ve imgeler üzerinde mühakimeler kurulması karara alındığından sonra gazetede, yakınlarda “Şeyh-i Senan” üzerinde mühakime kurulacağı haberi verilmişti. Bu mühakimede “Cim” (Cafer cabbarlı) “muhterem şairimiz” adlandırdığı Cavid`i keskin şekilde eleştirilmişti. Bir yıl sonra ise, “Zahmet” gazetesinde (1922) bir birinin ardınca 20, 23, 24, 27 ve 28 Haziran tarihli saylarında verilen tenkiti yazılarda

“Kаfkаsiyа`dа sеvimli ve hürmetli şаir оlduğunu inkаr еtmediği” Cаvid`e yalnız şairlikle meşkul olmağı tavsiye edir” ( Cim. ədəbi mübahisələr/Cavidşünaslıq. 10 cilddə, II-III c. Bakı:Elm, 2007, s. 173175-). Cabbarlı`nın dilinden Cavid`e söylenen bu ilk iratlar sonralar çokları tarafından söylenecekti, şairin yeni dönemi medh etmeme sebebleri üzerinde baş sındırılıp, yaratıcılığında gayri milli, Azerbaycan edebiyatına yad notlar aranacaktı. Bütün bunların mayasında devrana, rejme kulluk, yalakalık meselesi dayanırdı. Cavid`e karşı bu münasibetin –tenkitin esasının konulmasında genc Cabbarlı Sovyetler tarafından vasıtaya cevrilmişti. Hüseyin Cavid`in “Benim tanrım” şiirine alternatif olarak “Komünist” gazetesinde çap olunan bir şiirinde Cafer Cabbarlı “yeni Tanrısını” “bulup” ona sedakatla sitayiş etdiğini, “Gönlünden, eski dünyanı çıkardığını”, “artık fikrim, ruhum, duyğum senindir”, - dediği “yeni tanrı”sından “okşa beni”, “sevindir” (Cаbbаrlı C. əsərləri 4 cilddə, I c., Bakı: Şərq-Qərb, 2005, s.71) ricalarında bulunmuştu. Kendince “doğru yol”u bulan Cafer Cabbarlı 1927`de “Sevil”, “Almaz”, 1931`de “1905` ylında” 1932`de “Dönüş” pyeslerini yazarak Azerbaycan sovyet dramaturgiyasının temelini atmıştı. Cabbarlıdan farklı olarak ne tenkitler, ne de takipler Cavid`i yolundan saptıramamış, cümhuriyet idealerini sadakat gösteren yazar ölene kadar mefkuresine ihanet etmemiş, bu yolda canından gecmişti. Yanii Cavid büyük edebiyat adamı olduğu gibi, büyük şahsiyet olarak da ismini Azerbaycan edebiyatı tarihine yazmıştı. Genelikte, Hüseyin Cavid yaratıcılığı Azerbaycan edebiyatında nadir edebi olaydır. Türkcülük, Turan`cılık mefkuresi ile yazıp yaratdığı eserleri ile siyasi mahiyet taşıyan, toplumda yaşanmış olaylara, facialara bigane kalmayan Cavid`in yaratıcılığında “mübаrizlik, insаn, оnun hukuklаrı ve оnlаrın bоzulmаsı, bütövlükte sоsiyаl adаletsizlik bir bütün оlаrаk taktim оlunur. Karakter olarak hürriyet ve millet vurğunu olan yazar çаğdаş siyаsi herekatda, hiç bir pаrti ve kurumdа оlmаsа dа, kendi mevkiyini bildirmeği de unutmur, vahşi еrmeni dаşnаklаrının

Bаkü`de ve diğer bölgelerde töretdiği kаnlı fаcialara sоydаşlаrı gibi, bizzat kendisi de zarar gören, menfur niyet sаhiblerine lanet okuyan şаirin “rengаreng yаrаtıcılığındа insаn ve оnun kaderi çаğdаş muhitimizin istekleri sоrаğındа rоmаntik üsuldа оrtаyа kоnulurdu” (Asger, 458) ki, bunlаr da Cavid efendi`ni milli düşünce olarak Muhammed Emin Resulzade, Ali bey Hüsеynzаde ve diger istiklаl mücаhitleri ile birleştirirdi. Toplumda yaşanan değişime, devrimlere şahidlik etmiş Cаvid efendi bu sаhada hemfikirlerinden gеri kаlmır, mübаrizeni esаs vаsıta hеsаb еdirdi. Cavid efendi`nin 1918`yılında “Bаkü etrаfı işci, kırmızı asger, kentli ve mаtrоs” şurаsının “Ahbаrı”nda “Hаkkını sen mübаrize ile аlаrsаn” şiirinin sayfalar hаlındа yаyılması bunun tastikidir. Azerbaycan`ın zor günlerinde daima halkla birlikte fealiyet gösteren Kazım Karabekir Paşa ile dost olan Cavid Türk-Aras Respublikası`nın vekaleti ile Dış İşleri Bakanı Bahram Han Nahçıvanski ile birlikte 1919` yılında “Nahçıvan camatının vekili gibi Bakü`ye “Güney Kafkaz`ın ve Nahçıvan`ın siyasi harbi çıkarlarını müzakire etmek için” siyasi misiyonla gönderilmişti. 1937`de soruşturma dindirilmelerinde Hüseyin Cavid cumhuriyet devrinde M.E.Resulzade ile hiç bir alaka ve yakınlığının olmadığını söylese de, aslında, “bu yıllarda Cavid`le Resulzade arasında sıcak alakaların mevcutluğunu kanıtlayan deliller vardır. Hanefi Zeynallı 1937`de soruşturma zamanı verdiği cavabta “Azerbaycan`ın Türkler tarafından işğalı zamanında propaganda ile meşkul olan Cavid Müsavat`ın ideologuydu”,- deye bildirmiştir. “Hanefi haklıdır, çünki Cavid Müsavat partisi`nin üyesi olmasa da, Müsavat hökümeti`nin esas ideologlarından bir gibi tanınır ve kabul görülürdü” ve bütün bunlar Cavid`in sonunu getirmiş, represe edilmişti. Represe olunan yalnız Cavid değildi.Genellikle, cumhuriyeti şiirlerde, şarkılarda, zihniyetde yaşatanlar hepsi: bilim adamlarımız, filozoflarımız, “milletin lisanül-qaybı olan” şairlerimiz 1937`de represe edildi. Represeden onların ailesi de nesipini almış, “halk dusmanları”nı hanımları Kazakistan bozkırlarına sürülmüş, çocukları

Rusiya`nın yetimhane`lerine gönderilmiştir Represe olunanlar arasında bayanlar da vardı. Bu bayanlar daha cok kocaları represe edildiği için “vatan haini” eşleri gibi sürülmüşlerdi. Fakat bunlardan biri var ki, şaire Ümgülsüm Sadıkzade yalnız eşine göre değil, hem de kendi milli düşüncesine ve şiirlerine, milli ideologumuz, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti`nin yaratıcılarından olan Muhammed Emin Resulzade`nin amca kızı olması göre Kazakistan`a sürülmüştü. Represe olunanların ekseriyeti gibi, Ümgülsüm`ün de suçü “1918`de Azerbaycan Halk Cumhuriyet`ni sevincle karşılaması, cumhuriyeti vasf etmesi, en önemlisi de cumhuriyetin devrilmesine üzülmesi, şiirlerinde bunu dile getirmesiydi: Yazık seni Bayrağım, endirdiler, öylemi?Seni yıkıp deviren o zehirli ruzigar,O hakk yeyen haksızlar, vashşiler, tanrısızlarYanar ocağımı da söndürdüler, öylemi?Bir röyamı oldu o gördüklerimin hepsi?Bağlandımı yüzüme Türk elinin kapısı?”Şair Gültekin zülm görmüş azerbaycanlı kardeşlerıne ithaf etdiği şiirine “Buzlu cehennem” ismini verirken bunları düşünmüş, Rus esaretinde kalan diyarı için “intikam”-diye hakırmıştı: “Azeri kanıyla yuyundun, yeter/Etdiğin Nero`nun zulmünden beter.../Kaldıkca ruslarda diyarım benim/İntikam olacak şüarım benim! Sovyet istilasından kaçarak Türkiye`ye sığınan, “Ben toprağı ateşle yoğrulan bir diyarın,/Doğdum yad çekmelerle, tapdanan yakasında” - diğen Almas Yıldırım`da vatan dertlerini şiirlerine fısıldamış, Sovyetler`e karşı savaşı veren Cavid “evler yıkan”, çıldırmış hükümete “yeter”, - diye bağırmıştı: “Yeter çıldırdınız, hökümet!- değe,/Evleri yıktınız, adalet!- değe./Söyle, övündüğün adalet bumu?/Hökümet dediğin rezalet bumu? (Cavid H. əsərləri. Beş cilddə, IV c., Bakı, Elm, 2007, 251).Aslında, Cavid`in “Seyavuş” eseri bir nevi siyasi lider M.E.Resulzade`nin “Asrımızın Seyavuşu” siyasi felsefi eserinin bedii dilde ifadesi idi. Resulzade`nin eserinde (Rəsulzadə M.ə. əsrimizin Səyavuşu,

Page 26: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

48

Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatı. Bakı, 1990, 61) Seyavuş Azerbaycan`ı temsil edir. Seyavuş`un hayatını Azerbaycan Cumhuriyeti`ne benzeden Resulzade`nin kanahetince, İran`la Turan arasında kalan Seyavuş`la, Rusiya ve İran arasında bölüştürülemeğen Azerbaycan aynı kaderi yaşıyor. Fakat Firdovsi`nin Seyavuş`undan farklı olarak Resulzade`nin Azerbaycan Cumhuriyeti adlı idealinin bir gün azadlığa kavuşacağı eserde büyük bir inamla vurğulanır. Büyük inamla vurğulanmış o gün 1991`de geldi, tarih yeniden tekrarlandı, Azerbaycan kendi bağımsızlığına kavuştu. Bağımsızlığına kavuşmuş Azerbaycan halkı ne kendinden sonra 100 yıllar boyu unudulmayacak derin izler koyup getmiş cumhuriyeti, ne de cumhuriyet uğruna kurban geden insanları unutmadı. “Turk milli medeniyetinin, muasır Avrupa demokratiyasının ve islam sivilizasiyasının simvolu” (1, 248) olan 3 rengli; göy (Türkcülük), kırmızı (muasırlık), yeşil (İslam) bayrağımız Azerbaycan`ın milli bayrağı gibi yıllar sonra yeniden yükseldi ve vatan, bayrak, bağımsızlık uğruna kurban gedenlerin de ruhu rahatlık buldu.Sonuc: Yeni dönem – Sovyetler, yeni insan - Sovyet adamı formalaştırırdı. Milli - manevi değerler, yeniden Sovyet - komünist bilinci ruhunda yaranırdı. Sovyetler kasıtlı olarak eski değerler sistemini dağıdır, halkı bin yıllık tarihinden, kültüründen, geçmişinden koparıyordu; dini değerler inkar, edebiyat teftiş ediliyor, Sovyetler`i alkışlamayanlar «halk düşmanı» ilan edilir, ya Sibirya`ya sürülür, ya da hemen gülleye dizilirdi. Halkın hafizasından milli kimliğini, gelenek ve göreneklerini, müziğini, edebiyatını, kültürünün kazımakta, milli manevi değerler sisteminde kökten ve tümden değişim etmekte kararlı olan Sovyet`ler tüm ideolojik terbiye, propoganda sistemini dağıdır, genc beyinleri yeni sovyet manevi ahlaki değerlerinin oluşmasına seferber ediliyordu. Halkın kimliğinin, dilinin, dininin, kültürü ve edebiyatının üzerinden hat cizerek kendilerinin ülkemize getirdikleri yabancı kültürü, yabancı edebiyatı, yabancı dili, yabancı gelenekleri, yabancı müziği halka ekspansiya ediyor, halkın gecmişi

yok ediliyordu. Sovet siyaseti toplumun her sahasına sıçramıştı.Tüm ülkeyi kapsamış «Edebiyat işi sosyal - demokrat mekanizmasının» tekerleği ve vintciyi «olmalıdır sloganının hayata gecmesi için Sovyetler topluma, edebiyata, kültüre yeni, fakat yabancı; sosialist realizmi, proletar edebiyatı, sovyet ahlakı, sovyet adamı, sovyet düşüncesi, “Edebi mahkemeler” gibi kelmeler getirdi. “Hucum”, “İnkilap ve medeniyet” yan yana getirilerek dergi ismi oldu. Kendimizden kendimize keskin, korkunc bir hucum başlatıldı, bu oyunda hucumcu da, kaleci de, oyuncu da kendimiz idik, fakat her kesin ipleri SSCB`nin elinde idi. Bu kadar zor bir zamanda Azerbaycan toplumu siyasileşmiş edebiyatda, sanatda, kültürde var olmak için savaşa girmişti. 193739-` represesinde milli düşünce, milli kimlik, milli mücadile için savaşanların bir kısmı Uzak Sibirya`ya sürülerek, bir kısmı da gülleye dizilerek mahv edilsede eserlerinde cumhuriyet ideallerini yaşatmağı becerdiler.

Kaynakca

Azerbaycan tarihi. Editör İ. Aliyev. Bakü, Elm, 1993.Aliyev H. Edebiyatın yüksek borcu ve amalı. Bakü, Ozan, 2000Asgerzade L. Ali bey Hüseyinzade ve Hüseyin Cavid / Büyük edib ve mütefekkir Ali bey Hüseyin-zade. Bakü, Elm, 2015, s. 452465-Cavid H. Eserleri. Beş ciltte, I c., Bakü, Elm, 2007.Cavid H. Eserleri. Beş ciltte, IV c., Bakü, Elm, 2007, 251Cаbbаrlı C. Eserleri. Dört ciltte, I c., Bakü, Şark-Grab, 2005, s.71 Cim. Edebi mübahiseler/Cavidşünaslık. 10 ciltt, II-III c., Bakü ,Elm, 2007, s. 173175-Duyru: Tar`ın muhakimesi/Komünist gazetesi, 11 Ocak, 1929Resulzade M.E. Asrımzın Seyavuşu, Çağdaş Azerbaycan edebiyatı. Bakü, 1990

49

Yoldaşım arayıp beni bildiysecanı verem ona minnet itmezemDar günde durup bana güldüyseona hizmeçiyem eziyet itmezem

*****

Yoldaş diş yoldaşı benimnen olsagelen kiden yolçı canına dolsaKötülernen dorse muhebet bulsasilirem defterden izzet itmezem

*****

Ayıbe dolanıp nefsin arasadilde sözlerine buhten katarsaDar günde bizleri salıp kaçarsakafaram onu ben hurmet itmezem

*****

Sözünde laf itse dolansa kaşa Bani salsa bir nam gelende başaKonakı sevmese kıymasa aşaben onu kendime millet itmezem

*****

Bir muhebet olsa birde bekleremsadık yollarınan gönlüm egleremGönlümü bulasa onu ögleremdüşer gözlerimden kıymet itmezem

*****BABA OĞLU dosta canım kurbandıgönül doğru olsa gerçek imandıYoldaş hayın çıksa harap yamandıataram gönülden sohbet itmezem

İtmezem

Casım Babaoğlu

Page 27: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

50 51

Şiir Üzerine Düşünceler

Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı

1/ Şiir ve BizÇoğu zaman neden şiiri seviyoruz, neden horyatı seviyoruz! Ya da neden şiir ya-zıyor, horyat yazıyoruz diye bir soruyla karşı karşıya buluruz kendimizi. Böylesi bir soruya alışılmış bir biçimde olduğu, olabileceği gibi, alışılmışın dışına çıkarak da bir yanıt verme olanağı vardır elbette ki. Yanı felsefe yaparak bir yanıt verme olanağı. An-cak biz burada felsefe yapmak niyetinde değiliz. Soruyu belirli çizgilerin sınırı içinde tutmak istiyoruz. Genel olarak Türkmen toplumunun neden şiiri sevdiğini, neden horya-tı sevdiğini, neden şiir için bayıldığını, horyat için bayıldığını, neden şiir için can attığını, hoyrat için can attığını açmak-açıklamak istiyoruz.Türkmen toplumunun şiir severliğinden, horyat severliğinden söz açmak, şiir se-sinin yükseldiği kimi gelenek göreneklerimizden göz geçirmeyi gerektiriyor.Toylarımızda, düğünlerimizde, şenliklerimizde, sevinçleri- mizi, sevinç duygula-rımızı dile getirmek için şiire sığınır, horyata başvururuz.Mezarlığa uğurladığımız insanlarımızın ardından ağıtlarımızı şiir ile yakar, horyat ile yakarız.Mezara indirdiğimiz insanlarımızın ruhlarını şad etmek için, mezar taşlarına bir parça şiir yazmayı, ya da bir horyat kazmayı unutmayız.Yalnız kaldığımız zamanlar, korkuyu çevremizden şiir ile kovar, horyat ile uzak-laştırırız.Acılar yüreklerimize tırnaklarını soktuğu zaman, şiir ile horyat ile kendimizi avutu-ruz.Annelerimizin beşiklik kardeşlerimiz için tutturdukları ninniler de, bir bakıma şiir-dir.Atasözlerimizin birçoğu iki dizeli şiirler niteliğindedir.Kişisel yazışmalarımızda bir parça şiire, ya da bir parça horyata yer verdiğimiz gi-bi, genel sohbetlerimizde, konuşmalarımızda, dostluk meclislerimizde sözlerimize yine şiir karışır, yine horyat karışır.Yazınımızda da şiirin, diğer yazın türlerinin önünde yer aldığı kuşku götürmez gerçeklerden biri.Dergi ve gazetelerimizde en çok yer verdiğimiz yazım türü şiirdir. Bugüne değin basılan kitaplarımızın yüzde altmış oranını şiir kitapları oluşturur.

Derler; insanlar doğarlarken kaderlerini avuçlarında getirirler. Bana öyle geliyor ki, Türkmen toplumu bir avucunda şiiri, bir avucunda kaderini getirmiş gelmiştir. Tarih boyunca avucundan düşmemiştir şiir Türkmen toplumunun.Tarihimizin en çetin evrelerinde, en karışık devrelerinde insanlarımızla birlikte en büyük kavgaları, mücadeleleri şiir vermiştir. Hiç bir yazın türü, şiir denli yoğunlaşma-mıştır tarihi- mizin hiç bir evresinde. Savaş meydanlarında savaşçılarımızın yardımına koşmuştur. Sömürgecilerin zulmüne karşı ilk ayaklanan şiir olmuştur. Silahlardan önce, şiir patlatmıştır karanlıkların yüzüne mermilerini, tarihimizin tüm evrelerinde. Şehitleri-mizin ardından gözyaşı dökerken, öç almada yine önde olacağına söz vermiştir. Kurtu-luş günlerinin, utku

günlerinin tadına tat katmıştır. Barış için türkülerin en güzelini yak-mıştır.Böylece yüksek bir şiir birikimi oluşmuştur yazınımızda. Oradan alıp yürümüş yayılmıştır dünyamıza, işlemiştir yürek- lerimize, dağılmıştır damarlarımıza..Böylesi bir ortamda gözlerini açan, büyüyen, beslenen, yaşayan bir insan elbette ki kendini şiirin içinde bulacak, şiirin değerini derinine kavrayacak, şiiri sevecek, şiir için bayılacak ölecektir.Şiiri sevmemizin diğer nedenleri de vardır. Bunlardan biri öğretimimiz-eğitimimiz ile ilgilidir. Şiir hepimizin bildiği gibi kısa tümcelerle yazılan bir yazın türüdür. Şiirin bu özelliği yüzündendir, kendi dilleriyle öğretim görmeyen gençlerimizin şiire yakınlık gös-termeleri, horyata gönül kaptırmaları. Çünkü kısa tümcelerden –ya da terimsel bir dille: en kısa yedi ve en uzun on dört heceden- oluşan bir dize kurmak elbette ki, üç dört satır-lık bir tümceyi, gramer kurallarına dikkat ederek yazmaktan daha kolay bizim insanlar için. Yanı, uzun tümceler yazmak, kendi dillerinde öğretim görmediklerinden dolayı, bizim insanlar için bir dereceye kadar zor. Gençlerimiz bu zorluğu öz öğrenim öz eğitim ile atlıyorlar. Uzun bir zamana mal oluyor bu da. Hele dilde öz öğrenim, yazında öz eği-tim kolay değildir bir türlü, azından konuşma dilini yeniden gramer makinesinden ge-çirmeyi gerektirir.Toplum olarak şiiri sevmemizin diğer bir nedeni psikolojiktir. Türkmen toplumu, tüm doğu toplumları gibi duygusal, ya da en azından duygusallığın ağır bastığı bir top-lumdur. Duygunun toplanabilecek en uygun potası da şiirdir. Duygu en güzel biçimlen-dirilse, şiirde biçimlendirilir, en güzel, şiirle dile getirilir.Ancak şiiri sevmek, şair olmak için yetmez..Şiiri sevmek ile şair olmak arasında uzun bir mesafe vardır. Şairliğe giderken, yolda aksamaman için beraberinde çağını, çağının kültürünü götürecek, çağını, çağının kültürünü yükleneceksin sırtına. Çağının nabzını atacaksın yüreğinle. Bütün bunlar tat-min etmeyecek seni, birde, bir elinle gününü yoklayacak, bir elinle geleceği deneyecek-sin. Geleceği denemen düşlemen, özlemen ile belirecek. «Ozanın düşlemesi, geleceğe uzantısıdır.. Ozanın özlemesi, gelecek için güzel dünyalar düşünmesidir. Özlemeyen, düşlemeyen ozan, kendini aşamaz, çevresindeki insanlar için güzel dünyalar düşüne-mez.» 2/ Şiirin GöreviÇok klasik bir soru vardır. Her şairden sorulabilen bir sorudur bu. Şiir nedir? Şiir ne demedir? diye sorulur.Neyi amaçlar bu soru? Çoğunlukla şiiri tanımlamayı, tarif etmeyi.. Oysa şiir, şöyle kolay tanımlanabilen veya tarif edile bilen türlerden değildir… İnsanlık tarihine veya insanlık tarihi içerisinde edebiyat tarihine şöyle bir kuş bakışı kaydırmış olursak, şiir için yüzlerce, hatta binlerce tanımların ileri sürüldüğünü göreceğiz. Ancak bu tanımların hiç biri şiiri etraflıca tanımlamamış, dikkatlice tarif edememiş, yani şiirin hakkını vere-memiştir.Şiiri tanımlamaktan daha önemli olan şiirin görevini algılamak, anlamak ve bu gö-rev doğrultusunda şiir yazmak, şiir işlevini yürütmektir.Şair şiiri tek kendisi için yazamaz, coşku dünyasını başkasıyla paylaşmak için ve-ya başkalarının coşku dünyalarına ortak olmak için yazar. Şiir şairin öz bilincidir, öz duygusudur, daha doğrusu, bilincinin salığı, duygusunun özü ve özetidir. Şair, ayrıca, toplumun bir insanı, toplumun bir parçasıdır. Böylece şairin bilinci toplumun bilinci ola-rak nitelenebilir, şairin duygusu toplumun duygusu anlamına gelebilir. Bu, bir bakıma şu demektir; şiir bir kişinin, yani tek şairin durumunu, duygusunu, düşüncesini anlat-makla sınırlanamaz veya böylesi sınırlı bir görevle yola çıktığı söylenemez. Tüm bir top-lumun, özellikle şairin intisap ettiği toplumun durumunu, coşkusunu, bilincini açıklamak görevini üstlenir. Böylece şiirin görevi geniştir denebilir, büyüktür denebilir.Şiir, yaşamı analiz etmek, yaşamın sorunlarını ele almak, yaşamı yorumlamak için yazılır denebilir. Bu şiir için bir tanım değildir, şiirin görevini anlamaya yardımcı olabi-len bir açık- lamadır. Ancak şiir, ele aldığı sorunlara çözüm getirmek yollarını denemez. Sorunlara

Page 28: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

52 53

çözüm aramak, şiirin görevinin dışındadır.Şiirin işlevini gerektiği gibi yürütmek için, insan beklemeli, yani: güzel şiirler yazmak için veya başarılı bir şair olmak için sabırlı olmalı, dayanımlı, dayanıklı olmalı, anıları olmalı, deneyimleri olmalı, anıları oluncaya değin, deneyimler biriktirinceye de-ğim beklemeli. Anıların, deneyimlerin birikimlerinden çıkan şiirlerin daha etkin, daha olgun olacaklarına inanmaktayım. Tek duygu ile şiirin yazılabileceğinin savuna gidenle-rin yancısı değilim doğrusu.Duygu insanda doğuştan vardır, oysa şaire, duygu ile birlikte deneyim gerek, kül-tür gerek... Kültür dedim, kültürün her türünü kastediyorum: dil kültürünü, edebiyat kültürünü, tarih kültürünü, bilimsel kültürü, sosyoekonomik kültürü. Dünyayı girdi çık-tılarıyla, güzellikleriyle, çirkinlikleriyle, iyilikleriyle, kötülükleriyle, çelişkileriyle anla-maya yardımcı olabilen her kültürü.. Bugünün şiiri, yalnız bir ruh ihtiyacı olarak doğ-mamakta, yaşamı yorumlamak gereğinden ortaya çıkmaktadır. Bu sorun bizzat şairin kültürlü olması gerekliliğini ortaya bırakmakta, açığa çıkarmaktadır.Kültür sözcüğü geniş anlamlar kapsar. Ancak kültürlü insan, dolayısıyla kültürlü şair, tek bir anlamı örtünen insandır. Kendisini anlayan, anlatan, anlatabilen, duygusunu, düşüncesini güzel bir dille, etkili, etkin bir dille yansıtabilen insandır, kendisini her za-man sorgulayan insandır, sürekli arayış içinde olan insandır, vardığı aşamayla yetinme-yen, hem kendisi için, hem de toplumu için, yani çevresi, ortamı ve hatta zamanı için, yeni değerler, normalin dışında değerler arayan insandır.Kültürlü insan, bütün bu özellikleri taşıdığı için, düşünen, duyan, arayış içinde olan, hedefi ileri ve hep ileri doğru adımlar atmak, fakat bilinçli adımlar atmasını bilen insan olduğu için, dili de, davranışı da, düşünüş tarzı da bu seviyededir. Konuşurken güzel konuşur, düşünürken güzel düşünür, yapıcı düşünür, davranırken disiplinli, olum-lu, objektif davranır.Yaşamı en iyi anlarsa, en iyi analiz ederse, kültürlü insan eder. Şiiri ve şiirin göre-vini de en iyi anlayan, en iyi algılayan, kuşkusuz ki, kültürlü şairdir. Topluma, nasıl ki zararın en büyüğü yarı kültürlü insanlardan gelirse, şiire de zararın en büyüğü yarı kül-türlü şairlerden gelir. Bu zarar bir bakıma, şiirin görevini anlamamaktan kaynaklanmak-tadır.

3/ Eski Şiir Yeni Şiir1980 den bu yana, genel bir yargılamayla söyleyebilirim ki, Türkmen şiiri geniş ilerlemeler kaydetmekte, temkinli adımlarla ileri doğru gelişmeler göstermektedir.Genel olarak bu gelişmeleri üç ayrı boyutta saptamak olanağı vardır. Bir: dil boyutu. İki: içerik boyutu, buna konu boyutu da söyleyebiliriz. Üç: biçem boyutu veya stil boyutuBu üç boyutla Türkmen şiirinin 1980 den günümüze gösterdiği gelişmelerin üs-tünde ciddi olarak durmak, geniş bir araştırma, kapsamlı bir inceleme gerektirir. Ancak biz bu naçiz yazının verdiği olanak içerisinde bu boyutlardan kısa, hem de çok kısa ola-rak söz edeceğiz. Eskiden şiir alışılmış ölçülere dayanılarak yazılan edebi eserlerdi. Bu ölçülerin ba-şında, dünkü deyimiyle vezin ile kafiye, bugünkü deyimiyle, ölçü ile uyak gelirdi. Bu iki değer ölçüsünün dışına çıkan veya bu iki değer ölçüsünün sırırlarını zorlayan eserlere, şiir adını takmak çok görülürdü. O zamanlar için haklı bir tutumdu bu. Çünkü eski şiir anlayışı sınırlı bir anlayıştı. Bu iki değer ölçüsüyle, yani vezin ve kafiye ile kuşatılmış, çevrilmiş, sarılmıştı. Eski şiirde aşk, ahlak, din, şarap ile ilgili soyut konular ele alınırdı. Birer somut gerçek olan yaşam ve yaşamın çelişkileri, zorlukları, güçlükleri, güzellikleri, çirkinlikle-ri, ayrıca doğa, doğanın çekici yönleri, şairleri o denli ilgilendirmezdi. Hele toplumsal sorunlara yaklaşım göstermek şairler için söz konusu değildi, olsa da, nadirdi, azdı. Şiirde değer ölçülerinin belirli, ele alınan konuların sınırlı oluşu, şairler arasında anlatıma önem verme hızını, hatta yarışını artırmaktaydı. Ancak anlatım dolaylı bir tarz-da yapılmaktaydı çoğu zaman, çünkü doğrudan doğruya veya direkt anlatım, bir ölçüde

pürüz sayılırdı eski şiirde. Başka bir deyimle, benzetme-teşbih, alma/istiare, mecazlı de-yiş, tevriye, cinas, tibak gibi söz sanatlarını kullanımdaki ustalık, şiirde başarının önemli ölçülerindendi. Ve her zaman tekrarlanan konularda, yeni istiareye giden, yeni benzet-meler getiren, yeni mecazlı deyişler kullanan şairler, diğerlerine üstün sayılırdı. Bütün bunlar bir takım nazım biçimlerinin çerçevesi içerisinde yapılırdı. Bu biçim-lerin birçoğu, temelde diğer edebiyatların nazım biçimleriydi. Bir gazel biçimi vardı söz-gelimi, bir kaside, bir mesnevi, bir rubai, bir humasi, bir terkibi bent, bir tercihi bent bi-çimleri ve saire biçimler de bulunmaktaydı. Bu biçimlerde de önemli olan “beyit”ti. Her beyit başlı başına bir “anlam” taşıyan bir “birim”di, bir bütündü. Diğer beyitlerle ilişki-si yoktu, varsa güçlü bir ilişki değildi, gevşek bir ilişki, bir bağlantıydı bu. Dolayısıyla, bir kasidede birden çok konunun, hatta birbirinden uzak çeşitli konuların ele alındığı görülürdü. Yani bütünlük “beyit”te idi, “kaside”de değildi. Ayrıca, eski şiirin dili ağır bir dildi, ağdalı, zor anlaşılan bir dildi. Diğer dillerden, çoğunlukla Arapça ile Farsçadan alınan sözcüklerle dopdoluydu. Kimi zaman da, bu dillerin anlatım tarzları, tabir şekilleri kullanılarak şiirler yazılırdı. Bu sözlerimizden eski şiiri, özellikle divan şiirini yerdiğimiz veya beğenmediğimiz anlaşılmasın. O şiirin özel-liklerini ortaya koymak için söylenildiğinin anlaşılır olmasını dilerim. Türkmen edebiyatında şiirin ilk gelişmesi 1958 den bu yana görülmeye başladı. Daha sonraki gelişmeler daha olumlu, daha bilinçli olarak sürdü. 1958 ile 1980 yılları arasında yazılan Türkmen şiirine şöyle bir göz gezdirmiş olursak, bu süre içerisinde ya-zılan şiirlerimizde bir “iki”lik yaşandığını göreceğiz. Kimi şairler sade, arı dili benimsemekte, kimi şairler ağır ve yabancı sözcüklerle aşılanmış dili kullanmaktaydı. Kimi şairler yeni nazım biçimlerini benimsemekte, kimi şairlerimiz eski nazım biçimlerine bağlı kalmaktaydı. Kimi şairler hece ölçüsü ile serbest stile önem vermekte, kimi şairler uruz ölçüsünü diğerlerine yeğ tutmaktaydı. Kimi şair-lerimiz somut konuları işlemekte, kimi şairlerimiz soyut konulara eğilmekteydi. 1980 den bu yana, Türkmen şiirinde bu karmaşıklığın ayrımına varan gençler bir şeyler yapma gerekçesini hissederekten, yeni yollar denemeye, yeni örnekler üretmeye başladılar. Sanırım ki, bu dönemde verilen şiir örneklerinin birçoğu, her bakımdan de-ğilse, birçok bakımdan mükemmel denebilecek örneklerdir. Bu dönemin eleştirisini yapmak istemiyorum, çünkü ben de bu dönemden bir parça sayılırım. Ancak bu dönem şiirimizin özelliklerinde her bakımdan çağdaşlığın söz konusu olduğu bir gerçek… Bu-günkü şiirimize çağın bütün olayları, bütün çelişkileri, bütün acıları, sevinçleri konu ol-maktadır. Bugünkü şiirimizde konu birliği, bütünlüğü ağır basmak- tadır. Ancak şurası-nı da belirtmek gerekir ki, her verilen örneğin iyi sayılabileceği düşünülmesin. Her za-man güzel örnekler, kaliteli ürünler yanında, kalitesiz ürünlerin, düzeysiz veya kötü ör-neklerin bulunabileceği bir gerçek...

Page 29: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

54 55

17- 19 Nisan 2018 Tarihinde Kastamonu’da Gerçekleştirilen 9. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi’nden Hatıralar

Yerle Göy Arasında

Vüsal Nuru1.KASTAMONUYA İLK ADDIM Hava limanı. Gecə saat üçün yarısı. Gözləmə zalında üç nəfər oturub – Südabə Ağabalayeva, Nəzakət Məmmədova və mən. Radio qovşağından bir neçə dəfə elan olundu ki, İstanbula gedəcək təyyarə uçuşa hazırdı və yolçulardan qapıya yaxınlaşmaq xahiş olunur. Elanı eşitsəm də, Nəzakət xanımın sözünü yarıda kəsmək istəmirdim. Bu arada bir nəfər uçuşa məsul şəxslərdən biri bizə yaxınlaşdı və tənbeh elədi:– Siz elanı eşitmirsiniz? Bütün təyyarə sərnişinlə dolub, sizi gözləyir. Gecikirik. Pərtliyimiz özümüzə bəs idi. Mən də elə hesab edirdim ki, hələ vaxtımıza var. Bəlkə də, həmin anlarda zamanı unutmuşduq. Biz təyyarəyə doğru yeyin addımlarla getdik. Türk Hava Yollarının stüardessləri qüsurumuza baxmadan, bizi təbəssümlə qarşıladı. Boş qalmış üç yerdə əyləşdik. Qırmızı kəmərlərimizi bağladıq və bizi qəzaya hazırlayan monitorlara baxdıq. Təyyarə havaya qalxdıqca Bakı kiçilir, getdikcə uzaqlaşırdı. Biz bulud səhrasının üstünə çıxanda səma ulduz-ulduz çiçəkləmişdi. Zamanın əksinə, bir saat geriyə uçurduq. Salon yatırdı. Üç saat başımı nə ilə qatacağımı bilmirdim. Əslində, oxumaqçün xeyli kitabım, jurnalım vardı. Getdiyimiz konfransda görüşəcəyim adamlara çatdırmalıydım. Amma səmada süzməyin ləzzətini çıxarmağa çalışırdım. Üç saatdan sonra İstanbul özünü göstərdi. Təyyarə dəli dalğalarda nəhəng gəmi kimi yırğalandı və səmadan pillə-pillə aşağı endiyi hiss olundu. Bulud səhrasından aşağı endikcə yer görünürdü. Uçuş daha maraqlı olmağa başladı. Qulaqlarım bir neçə dəfə tutulub-açılsa da, gözlərim bir sifətlik pəncərədən aşağı baxmaqdan doymurdu.

Uzanıb gedən upuzun, dolama-dolama işıqlı yollar İstanbulun qan dolu damarlarıydı. Bir-birindən şaxələnib hərəsi bir tərəfə gedirdi. Aşağıdan yuxarı qarışqagöz işıqlar qırpınırdı. Bir yerə, bir də göyə baxdım. İstanbulun işıqları səmadakı ulduzlardan daha parlaq, daha çox idi. Və mənə elə gəlirdi ki, iki səmanın ortasıyla uçuruq. Bir yuxu kimiydi hər şey. Təbii ki, qarışqagöz işıqlar yerdə nəhəng binalar, evlər idi, amma yerlə göyün arasından baxanda orda nə ev görünürdü, nə evdə yaşayan adamlar, nə də adamların hisləri... Yəni nə məsciddə axund, nə barda sərxoş, nə küçədə fahişə, nə də evinə tələsən ananı göydən baxanda görmək olur. Ancaq işıqlar, işıqlardan qurulmuş naxışlar heyrətləndirirdi. Odur ki, göydən baxanda ancaq əməl görünür, o da əgər işıqlıdırsa. Yerə enirdik və yer getdikcə böyüyürdü. Təyyarə göydəkilərə görə qarışqagöz işıqlardan birinə çevrilirdi. ...Atatürk Hava Limanı çox böyükdür, içində azacaq qədər böyük. Düzünü deyim ki, bu qədər təyyarəni bir arada heç vaxt görməmişdim. Mənə elə gəlirdi ki, bu təyyarələr insan kimi

doğub artıblar. Kiçiyi də vardı, böyüyü də, ortancılı da... Özündən müştəbeh, hamıdan ağıllı və hamıdan yaxşı olduğunu bilən adamların arasına qarışdıq. Təbii ki, biz də fərqli deyildik. Daxili xətlərə keçib bizi Kastamonuya aparacaq təyyarəni tapmağa yollandıq. Avrasiya Yazarlar Birliyi, Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı, (TÜRKSOY) ilə Türk İşbirliği ve Koordinasiyon Ajansı Başkanlığının (TİKA) birlikdə təşkil etdiyi IX. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Konqresi bu il mədəniyyət paytaxtı seçilmiş Kastamonuda düzənlənmişdi. 17-19 aprel tarixində keçiriləcək konqresdə Südabə Ağabalayeva “Azərbaycan” jurnalını, mən “Ulduz”u, Nəzakət Məmmədova “Yada düşdü”nü təmsil edəcəkdik. Tarixi Kastamonunu görmək fürsəti əlimizə taleyin hədiyyəsi kimi düşmüşdü. O yerləri gəzmək, görmək çox maraqlı idi. Odur ki, keçid xəttində üç saatdan da çox gözləməkdən yorulmadıq və günəşin doğuşunu səbirlə gözlədik. Nəhayət, bizi Kastamonuya aparacaq təyyarə səhər qaranquşu kimi uçub gəldi. Bizə ürəyində yer ayırmışdı. Əyləşdik və yenə yerdə hər şey getdikçə kiçildi, yenə adamlar itdi, görünmədi. Yenə əməl görünürdü. Dənizin üstünə qalxmışdıq. Aşağıda saman çöpünə bənzəyən gəmilər şahmat taxtasında fiqurlar kimi düzülmüşdü. Yerdə əsib-çoşan, özünü qayalara sevdirən dəli dalğalar yuxarıdan baxanda donmuş görünürdü. Yenə qatı buludlar yerlə aramıza girdi. Göyün üstünə qar yağmışdı. Günəşin şəfəqləri göz qamaşdırırdı. Pilotların verdiyi xəbərə görə, əlli dəqiqəyə Kastomonuya çatacaqdıq. Bu müddət ərzində başımızı pendir-çörəklə qatmağa çalışdılar. Müxtəlif alkaqolsuz içkilər təklif etdilər. Mənim kimi yuxusuz adamların əksəriyyəti qəhvə içirdi. Servis bitən kimi yenə təyyarə

pillə-pillə aşağı enməyə başladı və Kastamonu gözəl üzünü göstərdi. Qismətimə yenə pəncərə düşmüşdü və heyrətimi özümdən gizlədə bilmirdim. Aşağıda, Kastamonu dağlarının başında, ətəyində bir möcüzə var idi. Yerlə göyün arasından baxanda adama elə gəlirdi ki, Kastamonunun çölləri, düzləri bir vaxtlar nənələrin tikdiyi quramalardı. Birləşdirib yorğan kimi səriblər. Parça-parça tarlalar, zəmilər, əkin, otlaq sahələri, yatıb dincələn qara torpaqlar... Dərzi nənə parçaları o qədər səliqəli kəsib, rəngləri bir-birinə elə uyğunlaşdırmışdı ki, baxdıqca adamın ürəyi böyüyürdü. Qara dənizin sahilləri, sahilə uzanan cığırlar, koma-koma evlər bir rəssamın fantaziyası idi. Günəşin şüalarından parlayan damlar, damların üstündəki günəş panelləri elə parlayırdı ki, mənə elə gəlirdi, bu yerlərdən nəhəng bir ilbiz sürünərək zərli izini qoyub keçib. Damar-damar yollar ən uzaqdakı evləri də bir-birinə bağlamışdı. Kastamonuya səfərimizin olacağını bildiyim gün şəhəri internet üzərindən axtardım, virtual olaraq gəzdim, şəkillərə baxdım. Gedəcəyim yeri əvvəlcədən tanımaq istəmişdim. Kastamonunun bizə məlum tarixi Hitit İmperatorluğu ilə başlayır. Hititlərdən sonra Frigiya və Lidya Krallıqlarının hökmranlıq etdiyi torpaqlara çevrilib. Miladdan öncə IV yüzildə Persler buranı işğal edib. Miladdan öncə IV yüzildə Böyük İsgəndər Anadolu ilə birlikdə Kastamonu torpaqlarını da Makedoniyaya birləşdirmişdi. İsgəndərdən sonra hakimiyyəti ələ keçirən Pontus Krallığı miladdan öncə I yüzildə romalıların əlinə keçmişdi. Uzun illər Roma İmperatorluğunun sərhədlərinə aid olan Kastamonu bizim eranın 395 ilində İmperatorluğun bölünməsiylə bütün Anadolu kimi Bizans İmperatorluğuna qarışmışdı. Romalılar dövründə adına Paflagonya deyilən Qasların saldığı şəhərlərdən biridir Kastamonu. Bəzi rəvayətlərə görə, Kastamonu adının kökü “Qas” kəlməsi ilə “Timoni” və ya “Tumanna” kəlməsinin (Qas ölkəsi mənasında) birləşməsindən yaranıb. İkinci ehtimala görə, romalılar dövründə Daşkörpünün əyalət mərkəzi olduğu zamanlar Kastamonu kiçik bir qəsəbə olub. Bizans dövründə və əsasən, Kommenlər sülaləsi

Page 30: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

56 57

zamanı inkişaf etməyə başlayıb. Bu sülalənin hakimiyyəti zamanında burada bir qala tikdirmişdilər və həmin qalanı Kommenlərin şərəfinə “Kastra Kommen” adlandırmışdılar. Kastamonu ilk dəfə 1105-ci ildə Danişmentlilər zamanında Ahmet Gazinin oğlu Gümüş Tekin dövründə türklərin əlinə keçmişdi. Günümüzə qədər Kastamonu dəfələrlə işğal olunub, döyüş meydanına çevilib. Böyük Öndər Mustafa Kamal Atatürkün 2331- avqust, 1925-ci ildə Kastamonuda keçirdiyi “Qiyafət və Şapqa inqilabı” Cümhuriyyət dövrünün tarixinə “Küldür, Tarix və Sənət” həftəsi adıyla düşmüşdü. Bu il Kastamonunun Türk Dünyası Kültür Başkenti seçilməsi, göründüyü kimi, təsadüfi deyil. 2018-ci ilə təsadüf etmiş IX Türk Dünyası Ədəbiyyat Dərgiləri Konqresinin burada keçirilməsi, 16 Türk dövlət və topluluğundan 28 ədəbiyyat dərgisinin təmsilçilərini bu əzəmətli, bu tarixi şəhərdə sözün, ədəbiyyatın, sevginin oduna yığmışdı. Kastamonu ilin bütün fəsillərində qonaqlı-qaralıdır. Küçələri turistlə doludur. Təbəssümlü qapısı qonaqlarının üzünə həmişə açıqdır.Avrasiya Yazarlar Birliyinin təşkil etdiyi IX Türk Dünyası Ədəbiyyat Dərgiləri Konqresi, qeyd etdiyim kimi, aprelin 1719- aralığında keçiriləcəkdi. AYB-nin başkanı, hörmətli yazıçı Yakup Ömeroğlunun dəvətiylə Kastamonuya biz ayın 16-sında çatmışdıq. Kastamonunun kiçik Hava Limanında bizi AYB-nin əli, qolu hesab olunan İlyas Eren bəy və Türksoyda çalışan tərcüməçi Şahnaz Burhanidinova təbəssümlə qarşıladı. Tanış olduq. Hava limanının qapıları Yakup Ömeroğlunun gülər üzünə açıldı. Görüşdük və bizi bağrına basdı. İlk görüşdə Yakup bəyin necə mehriban, səmimi və gülərüz olduğunu gördüm. O, başqalarına bənzəmirdi,

məsələn, bizim tez-tez gördüyümüz vəzifəli, səlahiyyətli adamlara. O, böyük olduğu qədər sadəydi. Şəxsən tanıyan hər kəs bilir ki, Yakup Ömeroğlu bir insanlıq nümunəsidir. Buna səfər boyu şahid olduq. Bizimlə bir təyyarədə ötən il “İlin ədəbiyyat adamı” seçilmiş görkəmli tatar şairi Zinnur Mansurov da gəlmişdi. Və heç kəs bu böyük şəxsiyyətin yanında durduğunun fərqində deyildi. Qəribədir, əməli göydən görünən adamları bəzən lap yaxından tanımırıq. Onları tanımaq, görmək üçün uzaqlara çəkilmək lazımdır.Tatarıstandan, Özbəkistandan, Makedoniyadan, İrak-Türkmen elindən, Qaqauziyadan gəlmiş soydaşlarımızla avtobusa əyləşdik. İlyas Eren bizi günün proqramıyla tanış etdi. Biz öncə hotelə, orada qəhfəaltıya, sonra da Kastamonu gəzintisinə çıxacaqdıq. Dünya necə də kiçikdir. Biz evimizdən minlərlə kilometr uzaqda olsaq da, özümüzü doğma bir şəhərdə, doğma adamların arasında rahat və xoşbəxt hiss edirdik. Nə qədər yorğun olsaq da, əhvalımız yaxşı və gümrah idik. Hamı şəhəri görmək istəyirdi.

2.DƏRƏLƏRDƏN ZİRVƏLƏRƏ

Qaldığımız hotel şəhərin mərkəzindəydi. Təklif olunduğu kimi, Kastamonunun mərkəzi parkına piyada getdik. Nəsrullah meydanından keçdik, bazar küçələrində gəzişdik. Qədim tarixi olan bir məkanda Kurşunlu Xan karvansarayında qəhvə içdik. Kastamonu küçələrində gəzmək mənim üçün buraya gəlməmişdən öncə baxdığım şəkillərə qərq olmaq idi. Həmin şəkillərin çəkildiyi zamana geri qayıdıb həmin yerlərə düşmüşdüm. Şəhərin ortasıyla gedən çayın kənarı, üstündən aşan piyada körpüləri, çiyin-çiyinə dayanıb keçmişini unutmayan evlər və ensiz küçələr. Görünən hər şey Kastamonuya aid idi. Bir reklam, bir elan lövhəsi, bir hotel, mağaza adı görmədim ki, ingiliscə, ərəbcə yazılmış olsun. Şəhərdə hər tərəfdən gəlmiş turistlər qaynasa da, onlara xoş görünmək üçün bir kəlmə yad söz yazmamışdılar. Hər yerdən türk musiqisi eşidilirdi. Əsasən də, Qara dəniz nəğmələri könül açırdı. Bazarda,

dükanlarda yalnız Kastamonu istehsalı olan məhsullar təklif olunurdu. Yad-yabançı Kastamonuya qarışa bilməmişdi. Parkın mərkəzində çox maraqlı heykəltəraşlıq nümunəsi diqqətimizi çəkdi. Ortada Mustafa Kamal Atatürk panamasını sinəsinə sıxıb dayanmışdı. Bir qadın mərmiylə dolu öküz arabasını dartırdı. Arxa tərəfdə, yanlarda döyüşə atılan məhmətçiklər silahıyla, çiynindəki mərmiylə təsvir olunmuşdu. Çox maraqlı kompozisiya idi. Hər kəs Ulu Öndərin ətrafında birləşib mətin olmuşdu. Qadını ilə, erkəyi ilə döyüşən xalq zəfərini əbədiləşdirmişdi. Parkda oturan hər kəsin üzündə bir rahatlıq, oturuşunda bir arxayınlıq var idi. Balaca park səliqəli və təmiz görünürdü. Nə qoca süpürgəçi nənə gözə dəyirdi, nə də qoca baba zibil qutularını boşaldırdı. Qocalar rahat-rahat dincəlirdi. Bizi ətrafdakı binalarla Yakup Ömeroğlu tanış edirdi. Dayandığımız hər tarixi binanın keçmişini qısa və aydın danışırdı. Təklif etdi ki, şəhəri daha yaxşı görmək üçün Saat meydanına çıxaq. Saat meydanı haqqında danışanda bildik ki, o dövrdə saat bahalı olduğu üçün hər kəs alıb taxa bilmirmiş. Burada çox hörmətli şəxslərdən biri istəyirmiş ki, hamı işini zamana uyğun bölsün. Odur ki, şəhərin hər yerindən görünən bir təpədə saat qülləsi tikdirir. Və o gündən bu günə qədər həmin saat işləyir. Yakup bəyin dediyinə görə, Kastamonu təpəliklərində bu məqsədlə ucaldılmış bir neçə saat qülləsi var, hamısının memarı fərqli olduğundan saat qüllələri də bir-birinə bənzəmir. Təəssüf ki, biz birinin qarşısına qalxa bildik. Pillələri qalxdıqca şəhər aşağı enirdi. Qarşı tərəfdəki təpənin başında təyyarə dayanmışdı. O nə

restorandı, nə də turistləri cəlb etmək üçün əyləncə mərkəzi. Tələbələrə o təyyarənin içində dərslər keçirilirdi. O boyda təyyarəni satmamışdılar, öyrəncilərin ixtiyarına vermişdilər; ölkənin gələcəyi naminə. Yuxarıdan baxanda bütün evlərin qırmızı kirəmitli damları aşağıda qalmışdı. Və burdan baxanda hansı evin kasıba, hansı evin varlıya aid olduğu bilinmirdi. Bütün evlər qədimliyini qoruyub saxlamışdı. Kastamonuya məxsus arxitektura hər evdə görünürdü. Evlərin arasından məscidlərin minarələri bir-birinə boylanırdı. Bəzi küçənin başında da, ayağında da məsçid var idi və azan vaxtı səslər qarışıb dağlarda əks olunurdu. Şəhərdə nə bir göydələn, nə də kiminsə dəm-dəsgahlı villası gözə dəyirdi. Yaşıllığa batmış şəhər sakit və rahat yaşayırdı. Sol tərəfdəki ən hündür təpədə Kastamonu qalası başındakı al-qırmızı bayrağını yelləyərək bizə “gəl-gəl” deyirdi. Saat qülləsində bir stol arxasında oturduq. Çay, ayran içdik, danışdıq, tanışdıq, doğmalaşdıq. Yakup Ömeroğlu elə bir səmimi ortam yaratmışdı ki, mənə elə gəlirdi, uzaq-uzaq ellərdən gəlmiş adamları ilk dəfə deyil, uzun illərdi tanıyıram. Tatarıstandan gəlmiş dostlarımızın dediklərini ana dilim kimi başa düşməsəm də, bir az dinləyəndən sonra anlamağa başladım. Sonra avtobusla meşənin “Aşıklar Köprüsü”nə getdik. Meşənin içində yerləşən istirahət mərkəzlərini gəzdik. Ordan dağlara qalxdıq. Saatlarla yuxarı dırmandı avtobus. Proqrama görə, iki kamyona gedəcəkdik. Get ki, gedəsən. Nəhayət, adını bilmədiyim bir dağın başında yerləşən kəndə gəldik. Ordan bir kilometr meşənin içiylə dərənin dibinə, dibindən zirvəsinə qədər pay-piyada qalxdıq. Dağın zirvəsinə qalxan pilləkən düzəltmişdilər. Pilləkən geniş bir meydana açılırdı. Ordan

Page 31: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

58 59

bütün Kastamonu dağları, dərələri ovucunda görünürdü. İki gün şəhəri küçə-küçə dolaşdıq. Kastamonu dağlarını dərədən zirvəyə qədər gəzdik. Gecə hotelə qayıtdıq. Səhər Şerifebacı öyretmenevində tədbirlər başlayacaqdı. Proqrama görə, ötən il “İlin ədəbiyyat adamı” elan olunmuş Tatarıstanın sayılan-seçilən şairi Zinnur Mansurov təltif olunacaqdı. Anar müəllimin səksən illik yubileyi qeyd ediləcəkdi. Sonra IX. Türk Dünyası Ədebiyyat Dərgileri Konqresi başlayacaqdı.

3. DANIŞAN DƏRGİLƏR.

Şerifebacı öyretmenevinin qapısı hamının üzünə açıq idi. Tədbirin keçiriləcəyi zal dolurdu. Təmsil etdiyimiz dərgiləri xüsusi ayrılmış stola düzür, maraqlanan qonaqlara təqdim edirdik. Nəhayət ki, gözlənən qonaqlar; Kastamonu Valisi Yaşar Karadeniz, TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen Keseinov, Belediye Başkan Vekili Eşref Can və Anar müəllim gəldi. Hamı gedib yerində əyləşdi. Tədbirin başladığı elan edildi. Yakup Ömeroğlu kürsüyə dəvət olundu. Valiyə göstərdiyi diqqətə görə təşəkkürünü bildirdi. Tədbirlərin Kastamonuda keçirildiyini əlamətdar bir hadisə hesab etdiyini dedi. Anar müəllimi və Zinnur Mansurovu təbrik etdi. Sonra Kürsüyə yazıçı İsmayıl Bozkurt dəvət olundu. Kərkükdən gəlmiş doktor, şair Sabah Abdullah Kerküklü və doktor, şair-yazar Mehmet Ömer Kazancı çıxış etdilər. Gətirdikləri hədiyyələri sahiblərinə çatdırılar.

Mükafatlandırma mərasimi başladı. Baxdıqca adam qürur duyurdu. İstər Zinnur bəy, istərsə də Anar müəllim ədəbiyyat dünyasına örnək bir şəxsiyyətlərdi və onların ölkələrindən çox-çox uzaqda dəyərləndirilməsi, onlara olan diqqət fərəhləndirirdi. Çıxış edən hər kəs onların şəninə ürək sözlərini bildirdi. Anar müəllimin “Çağdaşlarım” adlı yeni çap olunmuş kitabı sevənlərə təqdim olundu. Onlar əlidolu getdilər, biz ürəyidolu qaldıq. Sonra Anar müəllimlə və onunla gələn kiçik heyətlə xudahafizləşdik. Ankaraya gedirdilər. Anar müəllimlə bağlı növbəti tədbirə. Nəhayət, dəgilərin kongresi başladı. Yakup Ömeroğlunun açılış nitqindən sonra birinci hissənin rəhbəri İsmayıl Bozkurt bəy dərgiləri təqdim etdi. İlk olaraq “Azərbaycan” jurnalını təmsil edən baş redaktor müavini Südabə Ağabalayevaya söz verdi. Südabə xanım kürsüyə çıxıb “Azərbaycan” jurnalından danışdı. Bu il 95 illik yubileyini qeyd edən jurnalın tarixindən, məqsəd və məramından, türk dünyasında yerindən, mövqeyindən söhbət açdı. Südabə xanım Avrasiya Yazarlar Birliyinin özünəməxsus himninin yazılmasını təklif etdi. Və bu təklif maraqla qarşılandı. İkinci təqdim olunan “Ulduz” jurnalı oldu. Kürsüyə həvəslə çıxdım və dedim: – Hörmətli, sayğılı dostlar, qardaşlar, bu müqəddəs sənədə, bu tarixi Kastamonuda sizi odlar yurdu, türk eli Azərbaycandan gətirdiyim isti və səmimi qardaş sevgisiylə salamlayıram. Burada, bu qədim torpaqda sizinlə birikdə gələcəyin tarixinə düşmək

mənim üçün şərəfdir, onurdu. Bizim burada bir araya gəlməyimiz soyumuza, kökümüzə, babalarımızın, dədələrimizin ruhuna sahib çıxmağımızın bir örnəyidir. Bizi burada ayrı-ayrı ürəklərin bir sevgisi birləşdirir, bu bir-birimizə olan sevgimizdir. Həqiqətən, aramızda qəribə bir bağ vardı, heç kim özünü bir-birinə yad hiss etmirdi. Bəlkə də, bu elə sözün, ədəbiyyatın bizə təsiri idi. Bir ananın ayrı-ayrı bölgələrdə yaşayan və indi görüşən övladları kimiydik. Bilmirəm, bəlkə də, mənə belə gəlirdi. Amma, məncə, burda soy-kök faktoru da var. Çıxışımda elə bunu da nəzərə çatdırdım ki, Azərbaycan türkləri 70 sənə Sovetlər birliyində yaşasa da, öz soyunu, kökünü unutmadı, unutdurmadı. Hardan gəlib, hara gedəcəyini hər zaman bildi. O dönəmlər də Özbək, Türkmən, Qaqauz, Başqırt, Kosova, Qazaxıstan və başqa türk elləri bizə doğma idi, indi də. Biz kim olduğumuzu öncə analarımızın laylalarıyla, ninniləriylə bildik, böyüdük, keçmişimizi kitablar öyrətdi bizə. Ədəbiyyat bizi türk oğlu türk olaraq böyütdü. Alp Ər Tonqadan, Tonyukukdan, Bilgə xaqandan qopduq, Tomris anadan gəldik. Dədəm Qorquddan ad aldıq, Metə xandan, Alp Arslandan, Atilladan igidliyi, ərənliyi, vətənə, torpağa sahib çıxmağı öyrəndik. Qəribə bir faktı tapmışdım. Tarixi vərəqləyən hər kəs bunu görə bilər. Və istəyirdim, bunu hamıya deyim. Odur ki, çıxışıma əlavə eləmişdim ki, hamının nəzərinə çatdırım:– Bundan 250 il geriyə getsək, bir amerikalı tapmazsınız, – dedim. – 900 il geriyə

getsəniz, qarşınıza bir rus çıxmaz. 1200 il geriyə getsəniz, sizi bir ingilis qarşılamaz, 17002000- il geri getsəniz nə bir fransız sizə “Müsyö” deyər, nə bir alman “Guten Tag”. Amma insanlıq tarixində nə qədər geriyə getsəniz, orda sizə “Hoş gəldin, qardaş” deyib gülümsəyəcək bir türk mütləq var. Bunu bizə “Bilqamış” deyir, bunu “Orxon-Yenisey” deyir, bunu “Şu” dastanı deyir, bunu kitabələr deyir. Biz bax bu qədər uluyuq. Və bunu bizə ədəbiyyatımız öyrədir. Məncə, biz ədəbiyyatın çocuklarıyıq. Çalışdığımız dərgilərin cəmiyyətdə önəmi, yeri də burada daha aydın görünür. Çıxışımda onu da bildirdim ki, bu gün əlimizdə qələm dəyərlərimizi qorumaqla qəlbən, ruhən görəvlənmişik. Məqsədimiz dədələrimizin əmanətini torunlarımızın torunlarına ötürməkdir. Bu səngərdə olmaq fəxarətdir, şərəfdir. Qalaya çevrilmiş dərgilərimiz nəyi qoruyacağını bilir. Keçmişin örnəkləriylə, bu günün ədəbiyyatı sabah üçün yazılır. Bizim görəvimiz aldığımız əmanəti sabahın etibarlı çiyinlərinə qoymaqdır. “Ulduz” dərgisi bu görəvinə 1967-ci ildən başlayıb. Heç bir təzyiq, heç bir məcburiyyət, siyasi oyunlar onu yolundan, amalından döndərə bilmədi. O hər zaman ədəbiyyat səmasında parladı. “Ulduz”un şanlı səhifələrində hər zaman soyuna, xalqına, gələnəyinə bağlı imzalar cəsarətlə sözünü dedi. Məncə, “Ulduz”un taleyi həmişə gülümsəyib. Yarandığı ilk gündən bu günə qədər baş redaktorları öz soyuna, kökünə bağlı şəxsiyyətlər olub, öz məsuliyyətlərini də bilib, görəvlərini də. Bu gün də bu görəvin başında imzası çox sevilən şair Qulu Ağsəs durur. Baş redaktorumun sevgisini, sayğısını, salamlarını bütün konqres iştirakçılarına

Page 32: Türkmen Kardeşlik Ocağı · 2018. 9. 3. · Türkmen Kardeşlik Ocağı kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 342 - 343 - 344 Nisan - Mayıs - Haziran 2018 Mayıs

60 61

çatdırdım. Onu da bildirdim ki, biz Azərbaycan türkləri öz türk qardaşlarımıza ruhdan, könüldən bir sevgiylə bağlıyıq. Dərgimizin hər sayında bu sevgini göstərməyə çalışırıq. Türk xalqlarının dəyərli imzaları, gənclər səhifələrimizdə yer alır. Ədəbiyyat bizə kim olduğumuzu unutdurmayacaq bir gücdür. Harda ədəbiyyat varsa, orda Anar müəllim var. Bizə Dədə Qorqud torunu olduğumuzu Anar müəllim öyrədib. Biz onun sayəsində Qazan xanın səsin eşitdik, Aruzu anladıq, Bayandur xanı dinlədik, Burla xatunu sevdik. İstədim ki, bunları da orda hər kəs bilsin:– Mən təsadüfən bu ilə “müqəddəs sənə” demədim. Bu il Azərbaycan Türk Cümhuriyyətinin 100 ilidir. Ürəyi türk torpaqlarında döyünən Məmməd Əmin Rəsulzadənin qələbəsidir. Şanlı tariximizin bayramıdır. Bu il dünyada Anar adının 80 ilidir. O möhtərəm insan ki, onu bütün Türk dünyası tanıyır və sevir. O şəxsiyyət ki, adını ən yüksək zirvəyə yazmağı bacarıb. Hocamızı, Azərbaycan ədəbiyyatında türkçülüyü qoruyan Orgeneralımızı, Anarımızı fürsətdən istifadə edib bir də bu kürsüdən təbrik edirəm. Yəqin ki, Anar müəllimlə bağlı tədbirdə onun haqqında çox söz eşitdiniz. Anar müəllimin burada olması bütün Azərbaycan xalqının Türkiyədə olması deməkdir. Tək varlığı ilə bir xalqı, bir dövləti, bir ölkəni təmsil edəcək ağırlıqda bir möhtərəmdir. Çıxışımı Yakup Ömeroğlunun “İki çinar” hekayəsini xatırlatmaqla bitirdim. Hekayədə Osmanlıdan qalma qoca bir çinar məzarıqda aşır. Hər kəs onun yerində bir fidan əkməyi tövsiyə edir. Deyirlər ki, fidanın əkilməsi keçmişlə gələcəyi simvolizə edər. Hər kəs bu fikri bəyənər. Amma sadəcə kanadalı qadın Meri fidan alınması və dikilməsi üçün bir adama para verib bazara göndərir. Adam gəlib fidanı çinarın köklərinin üstündə əkir. Meri adama fidana baxmaq üçün para da ayırır. Fidan dikiləndə deyir ki, çinar Kanadanın simgəsidir. Amma o fidana bir deyil, yüz Meri də gəlib Kanada simgəsi kimi baxsa da, o, əski kökünün üstündə bitəcək. O, Babasının kökündən güc alıb buludlara qalxacaq və əsla kanadalı bir çinar olmayacaq. O Bir türk

çinarıdır! – dedim. Bir türk oğlu dünyanın hansı yerində olursa-olsun, böyüsün, türk oğlu türk olduğunu ölüncə biləcəkdir. Nə mutlu “Türküm!” deyənə! Alqışlardan sonra yerimdə rahat əyləşdim. Üstümdən ağır bir yükün götürüldüyünü hiss elədim. Nəhayət, söz “Yada düşdü” jurnalına verildi. Nəzakət xanım, Azərbaycanın Xocalı dərdindən tutmuş, jurnalın məqsədinə, məramına qədər danışdı. Sözünü şeiriylə bitirdi və alqış qazandı. Qazaxıstanda nəşr olunan “Adırna” dərgisinin baş redaktoru Meyirxan bəy öz jurnalını təqdim elədi. Jurnalın çox sadə bir üzü var idi, səhra rəngində sadə bir qapaq. Amma bu sarılıq jurnalın səhra istisini hiss etdirirdi. Bir-birindən maraqlı çıxışlardan sonra çay fasiləsinə ayrıldıq. Tədbirin ikinci hissəsi on beş dəqiqədən sonra başlayacaqdı. Bu hissənin koordinatorları Kərkükdən təşrif buyurmuş iki şair, professor, Mehmet Ömer Kazancı və Sabah Abdullah Kerküklü olacaqdı. Yaddaşımda xoş xatirələrlə qalan bu iki şəxsiyyət mənə o qədər mehriban, o qədər doğma idilər ki, onları uzun illərdi tanıdığımı hesab edirdim. Hələ Kastamonuya gəldiyimiz və onlarla tanış olduğumuz Mehmet Ömer Kazancı kitablarını hədiyyə vermişdi. Açıb bir neçə şeir oxumuşdum. Ana laylası kimi səslənirdi. Doğma, həzin və kövrək: “Dayanabilir gibi değilim, sal yakamı,Aşk adına kalbimi bu kadar sıkma, yeter.

Olduğun gibi görün, karıştırma kafamı,Her gün bir maske ile karşıma çıkma, yeter”. Bir axşam Mehmet Ömer bəy bizi kafelərin birine dəvət elədi, əyləşib qəhvə içdik. Daha çox Sabah Abdullah bəyin sözü, söhbəti yumor hissi bizi məmnun elədi. O, şirin şivəsiylə gözümüzü yaşardana qədər güldürdü. Sabah bəyin koordinatorluğuyla növbəti içlas başladı. Kazandan gəlmiş Sönbel Nurislamqızı öz jurnalını təqdim etdi. Kazanda yaşayan türklərin keçmişindən, bugünkü həyatından danışdı. Krımdan Renetta Gafarova, İran Türkmən elindən Maya Saparova, Tatarıstandan Radik Sabirov, Özbəkistandan Devranbey... həm ölkəsini, həm mədəniyyətini, həm də ədəbiyyatını layiqincə tanıtdı, təmsil etdi. Makedoniyadan gəlimş Mehmet Ariflə tanış oldum. Canayaxın biridi. Çox maraqlı şeirləri var. “Kardelen” və “Köprü” adlı uşaq jurnallarını təmsil edirdi. Onun təsvir və hisləriylə Makedoniyanı gəzdim, tanıdım. Makedoniya türkləri ədəbiyyatda, əsasən, şeir yazırlar. Mehmetin dediyinə görə, nəsr yazan gənclik, demək olar ki, heç yoxdur. Bəxtləri gətirib ki, əsgərlik çəkmirlər, çünki ölkənin əsgərə ehtiyacı yoxdur. Bu konqresin ən ali məqsədi hamını belə doğmalaşdırmaq idi. Hər kəs əlaqə qurmaq, xəbərləri paylaşmaq istəyirdi. Burdan görünürdü ki, əslində, Turana çıxmaq, çap olunmaq çox asandır. Sadəcə, dərgilərlə maraqlanmaq, tanış olmaq və əsər göndərmək

lazımdır. Əksər dərgi nümayəndələri bildirdilər ki, dünyanın hər yerindən onlara əsərlər gəlir və “Ulduz” kimi, onlar da sevə-sevə çap edirlər. Konqresin bağlanış törəni ayın 19-da keçiriləcəkdi. Səhəri gün yenə həmin konfras zalında görüşdük, bir araya gəldik. Bu dəfə koordinator Südabə Ağabalayeva idi. Yenə çıxışları dinlədik, bir-birindən uzaq olan türk ellərinin problemlərini, dərdlərini eşitdik, hadisələriylə tanış olduq. Sevindiyimiz, kədərləndiyimiz anlar oldu. Yekun olaraq ən əsas məsələ – “Türk dünyasında İlin ədəbiyyat adamı”nın seçilməsini Yakup Ömeroğlu təklif etdi. Hər kəsin razılığı ilə bu şərəfli ad Qərbi Trakyada yaşayan şair Rahmi Aliyə verildi. Builki konqres ürək sözləri və alqışlarla bitdi. Kastamonu Valisinin dəvətiylə ziyafətə yollandıq. Səhər bizi buralara gətirən təyyarələr geri qaytaracaqdı. Biz ürəyimizdə sevgiylə, yaddaşımızda xatirələrlə evimizə dönəcəkdik. Bu həm də dörd gündə tanış olub dostlaşdığımız adamlardan növbəti il mədəniyyət paytaxtında görüşənə qədər ayrılmaq idi. Biz Kastamonudan ayrıldığımız gün narın yaz yağışı yağdı. Kastamonu bir ana kimi arxamızca su atırdı. Təyyarə havaya qalxdıqca dağlar, təpələr getdikcə kiçilirdi, Kastamonu bayraqlarını yellədərək bizimlə vidalaşdı...