tipta uzmanlaŞma Üzerİne nİtel bİr araŞtirmatez.sdu.edu.tr/tezler/ts02053.pdf · v (yilmaz,...
TRANSCRIPT
T. C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
SAĞLIK KURUMLARI YÖNETİMİ ANABİLİM DALI
TIPTA UZMANLAŞMA ÜZERİNE NİTEL BİR ARAŞTIRMA
Necla YILMAZ
1240238515
DOKTORA TEZİ
DANIŞMAN
Prof. Dr. Ramazan ERDEM
ISPARTA – 2016
ii
TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI
iii
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
YEMİN METNİ
iv
(YILMAZ, Necla, Tıpta Uzmanlaşma Üzerine Nitel Bir Araştırma, Doktora
Tezi, Isparta, 2016)
ÖZET Endüstrileşme ile birlikte, ekonomik verimliliğin ve kitlesel üretimin artırılması
amacıyla iş bölümüne gidilmesi, uzmanlaşmaya dayanan işlerin ortaya çıkmasına ve emek
sürecinin değişmesine yol açmıştır. Bilgi birikiminin artmasıyla eski bütüncül dünya anlayışına
sahip insan modeli yerini modern dönemin uzman insanına bırakmıştır. İş bölümü ve
uzmanlaşmanın mesleklere yansıyan yönünde profesyonellik anlayışı gündeme gelmektedir.
Yaşanan gelişmelerle birlikte tıp mesleğinde bölünmeler meydana gelmiş, modern tıp bilimsel
uzmanlık alanlarını temel alan bir sisteme dönüşmüştür. Her bir alandan bir uzman hekimin
sorumlu olduğu bu sistem, içinde bulunduğumuz yüzyılda uzmanlık alanlarının artışıyla kendini
göstermektedir. Makro uzmanlık alanlarının mikro uzmanlık alanlarına doğru yöneldiği tıpta
uzmanlaşma konusu, tıbbi ve sosyolojik manada incelenmesi gereken önemli bir olgudur.
Bu araştırma hekimlerin gözünden tıpta uzmanlaşma nedenlerinin ve sonuçlarının
değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Araştırma ile ayrıca, hekimlerin bütüncül tıp yaklaşımına
yönelik bakış açılarının ele alınması, tıp eğitimi ve tıpta uzmanlık eğitiminin “uzmanlaşma”
çerçevesinden değerlendirilmesi hedeflenmektedir.
Tıpta uzmanlaşma olgusunun hekim görüşleri çerçevesinden derinlemesine incelendiği
bu çalışma nitel araştırma yöntemi ve olgu bilim deseni ile dizayn edilmiştir. Hekimlerin
uzmanlaşma konusuna yönelik deneyimlerini ve görüşlerini ele alan araştırma, amaçlı
örnekleme yönteminden ölçüt örnekleme tipi kullanılarak tasarlanmıştır. Araştırmanın çalışma
grubunu İstanbul ve Isparta şehirlerinde görev yapan 25 uzman hekim oluşturmaktadır.
Araştırmanın verileri derinlemesine görüşmeler yoluyla yarı yapılandırılmış görüşme formu
kullanılarak elde edilmiştir. Görüşme formunda yer alan araştırma soruları; hekimlerin tıpta
uzmanlaşma ve yan dal yapma nedenlerine, tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarına, tıpta
uzmanlaşmanın bütüncül yaklaşım ve tıp eğitimi çerçevesinden değerlendirilmesine yöneliktir.
Görüşmeler neticesinde 323 sayfa veri elde edilmiş olup, elde edilen veriler tematik kodlama
yoluyla çözümlenmiştir. Verilerin analizinde ise, nitel veri analiz programı NVivo 11
kullanılmıştır.
Araştırma sonucunda tıpta uzmanlaşma olgusunun; ekonomik, kendini gerçekleştirme,
mesleki gelişim, tıp biliminin ve teknolojinin gelişimi, sağlık sistemi, toplumsal beklentiler,
sağlık piyasasının yönlendirmesi, hasta ve hastalık kaynaklı nedenler ile iş bölümü şeklindeki
nedenler etrafında şekillendiği tespit edilmiştir. Hekimlerin yan dal yapma nedenleri ise daha
çok toplumsal beklentiler, malpraktisten korunma ve kişisel kariyer hedefleri konuları etrafında
toplanmıştır. Ayrıca, tıpta uzmanlaşmanın hastalar, hekimler ve sağlık sistemi açısından birçok
kritik sonucunun olduğu belirlenmiştir. Uzmanlaşma sonucunda hekimler, malpraktis davaları
nedeniyle daha az riskli branşlarda çalışmakta, bu durum onları defansif tıbba yöneltmektedir.
Spesifik alanda çalışan hekimlerin aşırı uzmanlaşmaya yönelmeleri nedeniyle bütüncül
yaklaşımdan uzaklaşıldığı ve mesleki körleşme yaşandığı ulaşılan sonuçlar arasındadır.
Araştırma sonuçlarından yola çıkarak; tıpta multidisipliner yaklaşımın fonksiyonel hale
getirilmesine, basamaklandırılmış sağlık sistemine, sevk sisteminin işleyişine, tıbbın
iyileştirilmesine, genel hekimlik modeline, temel tıp ve uzmanlık eğitimine ilişkin öneriler
ortaya konmuştur.
Anahtar Kelimeler: tıpta uzmanlaşma, hekimlik mesleği, bütüncül yaklaşım, aşırı
uzmanlaşma, tıp eğitimi, nitel araştırma, fenomenoloji, sağlık sosyolojisi
v
(YILMAZ, Necla, A Qualitative Research on the Specialization in Medicine, Ph.D Thesis,
Isparta, 2016)
ABSTRACT Resorting to division of labor for improving economic efficiency and mass production
accompanying industrialization has led to the occurrence of specialization-based labor and
change in labor process. The human model which has the old holistic cognizance has yielded to
the expert person of the modern era with an increase of information accumulation.
Professionalism cognizance comes to the agenda for division of labor and the reflection of
specialization on occupations. Divisions have occurred in medical profession as parallel to the
experienced developments, and modern medicine has turned into a system based on scientific
specialization fields. A specialist physician from each field is responsible in this system and it is
revealed with the increase of specialization fields in this century. Macro specialization fields
gravitate towards micro specialization fields in medicine and specialization matter is a crucial
phenomenon that needs to be examined in terms of medicine and sociology.
The present research aimed to assess the causes and outcomes of medical specialization
from the perspective of physicians. Furthermore the research aimed to tackle the perspectives of
physicians for holistic medicine and assessment of medical specialization education in the
framework of “specialization”.
This study scrutinized the phenomenon of medical specialization in the framework of
physicians’ opinions and was designed with a qualitative research method and phenomenology
pattern. The research approached the experiences and opinions of physicians about
specialization matter and was designed by using criterion sampling type which is a purposeful
sampling method. 25 specialist physicians serving in İstanbul and Isparta cities made up the
study group. The research data were obtained with in depth interviews by using a semi-
structured interview form. The questions included in the interview form were directed to the
reasons for the physicians to specialize in medicine and sub-branch, the outcomes of
specialization in medicine and evaluation of medical specialization in the framework of holistic
approach and medical education. 323 pages of data were obtained as a result of the interviews
and the data were resolved by thematic coding method. The qualitative data analysis program
NVivo 11 was used for data analysis.
It was determined as a result of the research that medical specialization phenomenon
was shaped with economic, self-realization, professional development, technological reasons,
medical science development, health system-based, social expectations, redirecting by health
market, patient and illness-based reasons and labor division reasons. The causes for sub-branch
specialization of physicians were gathered on social expectations, protection from malpractice
and personal career targets mainly. Moreover, it was determined that medical specialization had
numerous critical outcomes for patients, physicians and the health system. Physicians work in
less risky branches due to malpractice cases as a result of specialization and this situation directs
them to defensive medicine. It was concluded that the physicians who work in a specific field
get away from the holistic approach, and occupational blunting is experienced due to the
physicians gravitating to over specialization. Based on the research results, suggestions were put
forward for making the multidisciplinary approach functional, cascading the health system,
operation of the referring system, improvement of medicine and general medicine model and
basic medicine and specialization education.
Key Words: specialization in medicine, medical profession, holistic approach, over
specialization, medical education, qualitative research, phenomenology, medical
sociology
vi
İÇİNDEKİLER
TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI .............................................................................. ii
YEMİN METNİ ................................................................................................................. iii
ÖZET .................................................................................................................................. iv
ABSTRACT ........................................................................................................................ v
İÇİNDEKİLER ................................................................................................................... vi
KISALTMALAR ................................................................................................................ 1
TABLOLAR ....................................................................................................................... 2
ŞEKİLLER ......................................................................................................................... 3
ÖNSÖZ ............................................................................................................................... 4
GİRİŞ .................................................................................................................................. 5
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1. İŞ BÖLÜMÜNÜN DOĞASINA BAKIŞ ..................................................................... 13
2. SOSYOLOJİK BİR KAVRAM OLARAK UZMANLAŞMA..................................... 19
3. MİKRODAN MAKROYA-PARÇADAN BÜTÜNE: BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM .... 25
İKİNCİ BÖLÜM
HEKİMLİK MESLEĞİ
1. PROFESYONEL BİR TIP MESLEĞİ OLARAK HEKİMLİK ................................... 32
1.1. Hekim, Doktor ve Tabip Kavramları ..................................................................34
2. HEKİMLİK MESLEĞİNDE PROFESYONELLEŞME TEZİ .................................... 36
3. HEKİMLİK MESLEĞİNDE PROLETERLEŞME VE PROFESYONELLİĞİN
YİTİRİLMESİ TEZİ ......................................................................................................... 37
4. HEKİMLİK MESLEĞİNDE PROFESYONELLEŞME-UZMANLAŞMA İLİŞKİSİ 40
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TIPTA UZMANLAŞMA
1. SAĞLIK HİZMETLERİNDE İŞBÖLÜMÜ VE UZMANLAŞMA ............................. 43
1.1. Modern Tıp Öncesi Uzmanlaşmanın Kökenleri .................................................44
1.2. Modern Tıpta Uzmanlaşmanın Sınırları .............................................................48
1.3. Modern Tıpta Uzmanlaşmanın Belirleyicileri ....................................................52
1.4. Uzmanlaşmada Alt Dalların Ortaya Çıkışı .........................................................55
2. TARİHSEL BAĞLAMDA TIP EĞİTİMİ .................................................................... 59
vii
3. TIPTA UZMANLIK EĞİTİMİ VE UZMANLIK SINAVI (TUS) .............................. 62
4. TIPTA UZMANLAŞMANIN SONUÇLARI .............................................................. 64
5. BÜTÜNCÜL TIP YAKLAŞIMI .................................................................................. 71
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ
1. ARAŞTIRMANIN AMACI ......................................................................................... 75
2. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ .................................................................................... 76
3. ARAŞTIRMANIN DESENİ ........................................................................................ 77
4. ARAŞTIRMANIN VERİ TOPLAMA YÖNTEMİ ...................................................... 78
5. ARAŞTIRMANIN KATILIMCILARI......................................................................... 81
6. ARAŞTIRMACININ ROLÜ ........................................................................................ 85
7. ARAŞTIRMANIN VARSAYIMLARI VE KARŞILAŞILAN GÜÇLÜKLER ........... 87
8. ARAŞTIRMA VERİLERİNİN ANALİZİ ................................................................... 88
9. ARAŞTIRMANIN GEÇERLİK VE GÜVENİRLİĞİ .................................................. 92
BEŞİNCİ BÖLÜM
TEORİDEN PRATİĞE: ARAŞTIRMANIN BULGULARI
1. HEKİMLERİN TIPTA UZMANLAŞMA NEDENLERİNE İLİŞKİN BULGULAR . 95
1.1. Ekonomik Nedenler ............................................................................................97
1.2. Kendini Gerçekleştirmek ....................................................................................98
1.3. Mesleki Gelişim Nedenleri ...............................................................................101
1.4. Teknolojik Nedenler .........................................................................................104
1.5. Tıp Biliminin Gelişimi ......................................................................................106
1.6. Sağlık Sisteminden Kaynaklanan Nedenler ......................................................111
1.7. Toplumsal Beklentiler .......................................................................................114
1.8. Sağlık Piyasasının Yönlendirmesi ....................................................................117
1.9. Hasta ve Hastalık Kaynaklı Nedenler ...............................................................121
1.10. İş Bölümü ........................................................................................................124
2. HEKİMLERİN YAN DAL YAPMA NEDENLERİNE İLİŞKİN BULGULAR ...... 125
2.1. Ekonomik Nedenler ..........................................................................................127
2.2. Mesleki Kontrol ................................................................................................128
2.3. Toplumsal Beklentiler .......................................................................................133
2.4. Kişisel Kariyer Hedefleri ..................................................................................136
viii
2.5. Sağlık Bakım Kalitesini Yükseltmek ................................................................138
2.6. Hastalıklarda Görülen Artış ..............................................................................138
2.7. Malpraktisten Korunma Amaçlı .......................................................................139
3. TIPTA UZMANLAŞMANIN SONUÇLARINA İLİŞKİN BULGULAR ................. 140
3.1. Tıpta Uzmanlaşmanın Hastalar Açısından Sonuçlarına İlişkin Bulgular..........140
3.1.1. Olumlu Sonuçlar ......................................................................................... 141
3.1.2. Olumsuz Sonuçlar ...................................................................................... 141
3.2. Tıpta Uzmanlaşmanın Hekimler Açısından Sonuçlarına İlişkin Bulgular ........146
3.2.1. Ekonomik Sonuçlar .................................................................................... 148
3.2.2. İş ve Meslek ile İlgili Sonuçlar ................................................................... 149
3.2.3. Kişisel Sonuçlar .......................................................................................... 166
3.2.4. Sosyal Sonuçlar .......................................................................................... 171
3.3. Tıpta Uzmanlaşmanın Sağlık Sistemi Açısından Sonuçlarına İlişkin Bulgular 172
3.3.1. Üçüncü Basamak Sağlık Hizmetlerine Yüklenme ..................................... 175
3.3.2. Konsültasyon Sistemine İlişkin Sonuçlar ................................................... 177
3.3.3. Mesleki Dönüşüm Süreci ........................................................................... 181
3.3.4. Ekonomik Sonuçlar .................................................................................... 184
3.3.5. Tedavi Yöntemlerine İlişkin Sonuçlar ........................................................ 187
3.3.6. Uzmanlaşmanın Seyri ................................................................................. 187
3.3.7. Modern Tıbbın Geldiği Son Nokta ............................................................. 191
4. TIPTA UZMANLAŞMANIN BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM ÇERÇEVESİNDEN
DEĞERLENDİRİLMESİNE İLİŞKİN BULGULAR .................................................... 196
4.1. Multidisipliner Tıp Yaklaşımı...........................................................................197
4.2. Parçalanmış Tıp Yaklaşımı ...............................................................................199
4.3. Bütüncül Tıp Yaklaşımı ....................................................................................204
5. MEVCUT TIP EĞİTİMİNİN UZMANLAŞMA AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİNE İLİŞKİN BULGULAR .................................................... 207
5.1. Hocalar Açısından .............................................................................................208
5.2. Sınav Sistemi Açısından ...................................................................................209
5.3. Eğitimin Niteliği Açısından ..............................................................................210
5.4. Öğrenci Açısından ............................................................................................212
6. TIPTA UZMANLIK EĞİTİMİNİN UZMANLAŞMA AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİNE İLİŞKİN BULGULAR .................................................... 215
6.1. Hocalar Açısından .............................................................................................216
ix
6.2. Giriş Kriterleri Açısından TUS Kuşağı .............................................................217
6.3. Eğitim Süreci Açısından ...................................................................................220
7. TIPTA UZMANLIK SİSTEMİ ADINA GETİRİLEN ÖNERİLER .......................... 222
7.1. Sağlık Sistemine İlişkin Öneriler ......................................................................223
7.2. Hekimlere İlişkin Öneriler ................................................................................228
7.3. Tıp Eğitimi ve Tıpta Uzmanlık Eğitimine İlişkin Öneriler ...............................230
8. KATILIMCILARIN “HEKİM” VE “UZMAN” HEKİM ALGILARINA İLİŞKİN
BULGULAR .................................................................................................................. 232
9. ARAŞTIRMANIN GENELİNDEN ELDE EDİLEN ÇIKARIMLAR ...................... 239
10. ARAŞTIRMADA TESPİT EDİLEN DİKKAT ÇEKİCİ SÖYLEMLER ................ 248
ALTINCI BÖLÜM
GENEL DEĞERLENDİRME, SONUÇ VE ÖNERİLER
1. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ............................................................... 250
1.1. Hekimlerin Tıpta Uzmanlaşma Nedenlerine İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi
...............................................................................................................................250
1.2. Hekimlerin Yan Dal Yapma Nedenlerine İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi
...............................................................................................................................253
1.3. Tıpta Uzmanlaşmanın Sonuçlarına İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi ........254
1.3.1. Tıpta Uzmanlaşmanın Hastalar Açısından Sonuçlarına İlişkin Bulguların
Değerlendirilmesi ......................................................................................... 254
1.3.2. Tıpta Uzmanlaşmanın Hekimler Açısından Sonuçlarına İlişkin Bulguların
Değerlendirilmesi ......................................................................................... 254
1.3.2. Tıpta Uzmanlaşmanın Sağlık Sistemi Açısından Sonuçlara İlişkin Bulguların
Değerlendirilmesi ......................................................................................... 257
1.4. Tıpta Uzmanlaşmanın Bütüncül Yaklaşım Çerçevesinden Değerlendirilmesine
İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi .....................................................................259
1.5. Mevcut Tıp Eğitiminin Uzmanlaşma Açısından Değerlendirilmesine İlişkin
Bulguların Değerlendirilmesi ............................................................................... 261
1.6. Tıpta Uzmanlık Eğitiminin Tıpta Uzmanlık Sistemi Açısından
Değerlendirilmesine İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi .................................. 263
2. ÖNERİLER ................................................................................................................ 264
KAYNAKLAR ............................................................................................................... 268
EKLER ........................................................................................................................... 287
EK 1. KATILIMCI BİLGİLENDİRME VE YAZILI İZİN FORMU .....................287
EK 2. GÖRÜŞME FORMU ....................................................................................288
x
EK 3. ARAŞTIRMA SONUCUNDA ELDE EDİLEN MODELLER ....................290
ÖZGEÇMİŞ .................................................................................................................... 292
1
KISALTMALAR
TUS : Tıpta Uzmanlık Sınavı
Yy. : Yüzyıl
Çev. : Çeviren
p. : Page
Pub. : Publication
vb. : ve benzeri
Ed. : Editör(ler)
YÖK : Yüksek Öğretim Kurumu
s. : sayfa
vd. : ve diğerleri
vs. : vesaire
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
M.Ö. : Milattan Önce
ABMS : American Board of Medical Specialties
ABIM : American Board of Internal Medicine
Mad. : Maddesi
Nşr. : Neşreden
2
TABLOLAR
Tablo 1. Dönemlere Göre Bilinen Uzman Hekim ve Uzmanlık Alanları ...................... 45
Tablo 2. Tıpta Temel Uzmanlık Dalları ve Onlara Bağlı Yan Dallar ............................ 55
Tablo 3. Yıllara Göre Uzman, Pratisyen ve Asistan Hekim Sayıları ............................. 63
Tablo 4. Katılımcıların Unvan, Birim ve Uzmanlık Alanı Bilgileri............................... 83
Tablo 5. Katılımcıların Mezuniyet, Çalıştığı Kurum ve Görüşme Bilgileri................... 84
Tablo 6. Veri Analiz Sürecinde Kodlama ve Temalaştırma Örneği .............................. 91
Tablo 7. Katılımcıların Hekim ve Uzman Hekim Algıları ........................................... 232
3
ŞEKİLLER
Şekil 1. Tıpta Uzmanlaşmanın Nedenlerine İlişkin Kavram Haritası ......................................... 96
Şekil 2. Hekimlerin Yan Dal Yapma Nedenlerine İlişkin Kavram Haritası ............................. 126
Şekil 3. Tıpta Uzmanlaşmanın Hastalar Açısından Sonuçlarına İlişkin Kavram Haritası ........ 140
Şekil 4. Tıpta Uzmanlaşmanın Hekimler Açısından Sonuçlarına İlişkin Kavram Haritası ..... 147
Şekil 5. Tıpta Uzmanlaşmanın Sağlık sistemi Açısından Sonuçlarına İlişkin Kavram Haritası174
Şekil 6. Tıpta Uzmanlaşmanın Bütüncül Yaklaşım Açısından Değerlendirilmesine İlişkin
Kavram Haritası ........................................................................................................................ 196
Şekil 7. Tıp Eğitiminin Uzmanlaşma Açısından Değerlendirilmesine İlişkin Kavram Haritası
.................................................................................................................................................. 207
Şekil 8. Tıpta Uzmanlık Eğitiminin Uzmanlaşma Açısından Değerlendirilmesine İlişkin
Kavram Haritası ........................................................................................................................ 215
Şekil 9. Tıpta Uzmanlık Sağlık Sistemine İlişkin Getirilen Önerilere Ait Kavram Haritası .... 222
4
ÖNSÖZ
Kaderin gayrete aşkından hâsıl olan bu tez çalışması, uzmana değil
uzmanlaşmaya (körleşmeye), makineye değil makineleşmeye, hekime değil
proleterleşmeye kısacası insanî değerlerin ‘şey’leşmesine (metalaşmasına) karşı bir
iddia niteliğinde yazılmıştır. “Nereye kadar uzmanlaşma?” sorusunun zihnimde
belirdiği günden bu yana bir yolculuktayım. Çıktığım bu yolda beni hedefe ulaştıracak
iki tünel vardı; biri içerisinde hiç ışık olmayan, karanlık ve uzun, hattâ ucunun açık olup
olmadığını bile bilmediğim bir tünel. Diğeri ise, daha kısa ve sonunda ışık görünen bir
tünel. Ben karanlık tüneli tercih ederek bu yolculuğa tek başıma devam ettim. Benim
girdiğim nitel bir tüneldi ve sancılı bir yolculuktan sonra nihayet ışığa kavuştum.
İlhamını aklımdan ve yüreğimden eksiltmediğim; hocam, danışmanım ve
öğretmenim olan Prof. Dr. Ramazan Erdem… Tez yazmanın bir sabır işi olduğunu
tezime ve bana gösterdiğiniz sabır sayesinde öğrendim. Çok teşekkür ederim.
Öğrenmeyi birlikte öğrendiğim yol arkadaşım Elif Akkaş, yardımlarıyla her
daim yanımda olan Ahmet Alkan, tez sürecinde manevi desteklerini esirgemeyen
kıymetli kardeşlerim; Ayşe İspirli, Zuhal Türkmen, Fatma Nur Polat ve Selma
Doğanalp, zor bir katılımcı grubuyla çalışmamın görüşmelerini kolaylaştıran Dilek
Aydın ve Aynur Toraman, çalışma süresince kendilerine çekinmeden başvurduğum
Yrd. Doç. Dr. Ömer Antalyalı, Yrd. Doç. Dr. Emine Şener ve Öğr. Gör. Dr. Mustafa
Demirkıran, uzman olmanın cazibesine kapılmadan mesleğini sürdüren ve görüşleriyle
bana ışık tutan Doç. Dr. Osman Elbek… Hepinize ayrı ayrı teşekkürlerimi sunuyorum.
Akademinin olmazsa olmazları, yapıtaşları, gönüllü yoldaşları, yüksek lisanstan
bu yana birlikte olduğumuz “akademikamele” ailesine, tez sürecinde 7/24 açık
olmasıyla bize destek ve hizmet veren Süleyman Demirel Üniversitesi Bilgi
Merkezi’ne; sıcak çayına, çorbasına da teşekkürler. Yoğunluklarına rağmen görüşme
talebimi olumlu karşılayarak nitel yolculuğumda bana eşlik eden özverili hekimlere ve
bilgileriyle bana destek olan Sağlık Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlilerine can-ı
gönülden teşekkür ediyorum.
“Sıkıştım anne” çağrısına “yetiştim annem” diyerek koşan bir anneye edilecek
teşekkür, bu önsöze sığmayacak kadar azdır sanırım.. Kıymetli annem ve babam; eğitim
sürecim boyunca hep yanımdaydınız. Desteklerinizden dolayı çok teşekkür ediyorum.
Yaşadığı şehri ve hayat akışını benim için değiştiren sevgili eşim Mustafa...
Doktoraya başlama sürecim seninle tanışma dönemimize denk geliyor. Bu yolda, bu
zorlu süreçte senin sabrın ve cesaretinle ilerledim, yanımda olduğun için sonsuz
teşekkürler.
Son olarak, bu çalışmayı 3800-D1-13 nolu doktora tezi projesi olarak
destekleyen Süleyman Demirel Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon
Birimi’ne teşekkür ederim.
Necla YILMAZ
5
GİRİŞ
“Sağlığın iyileştirilmesi adına açılan yollar (sağlıklı bir topluma giden yol),
halisane olduğu varsayılan niyetlerle döşenebilir.”
I. K. Zola (68)*
Düşüncenin eşsizliği, geniş bir alan kapsamasından ve genelliğinden ileri
gelmektedir. Bilginin ve bilimlerin çeşitli alt disiplinlere bölünmesi ve uzmanlaşmasıyla
karakterize edilen içinde bulunduğumuz çağ (Capra, 1996: 81); her şeyin parçalandığı,
uzmanlaşmanın alıp başını gittiği bir metafora benzetilir (Schopenhauer, 2014: 34).
Geçmişten günümüze akıl almaz bir hızla ilerleyerek, devasa hacimlere ulaşan bilgi
birikimi ile baş edemeyen insanlık; mesleki ve kişisel tercihler sonucu bölünen bilgi
alanlarıyla karşı karşıyadır.
Uzmanlaşma ve tıpta uzmanlaşma konuları, yalnızca tıp mesleğini icra edenlerin
araştırma alanına hapsedilmeyecek kadar mühimdir. İbn Haldun’un tarihçiliği “külli bir
ilim” (Timur, 2011: 41) olarak görmesine istinaden tıp bilimi de bir bütünlük içinde
farklı meslek dallarına mensup kişilerce incelenip, değerlendirilebilir. Felsefecilerin
görüşlerini, tıbbi sorunları analiz edip, değerlendirirken kullanmak yönetim zihniyeti ve
insan bedeni arasındaki sistematik yaklaşımı örneklendirmektedir. Bu tarz konuların
geliştirilmesi eleştirel değerlendirilmelerle başlar (Turner, 2011: 9). Tıbbın uygulamalı
bir sosyoloji türü olması, tıbbi problemlerin sosyolojik teoriyi sürekli olarak insan
biyolojisi, fizyolojisi ve sosyo-kültürel olgular arasındaki ilişkiyi sorgulamaya iter.
Hattâ Foucault’ya göre ‘modern tıp gerçekte uygulamalı sosyoloji ve sosyoloji de
uygulamalı tıptır’ Turner (2011: 14). Böylesi konuları incelemek, çağın gerektirdiği
önemli ve derin meselelere tartışma alanı açmak, ayrıca nedensel analizleri ile ortaya
koymak gerekir. Bir meslek grubuna ait meseleleri gün ışığına çıkarmak için bazı
kavram ve olgulara dair nesnel ve öznel gerçekleri de tartışmak gerekmektedir.
Uzmanlık, bilginin kontrolünde kullanılan teknik bir araç olarak kabul edilebilir
ki bu minvalde uzmanlar olmadan ne piramitlerin, ne Roma yollarının ne de Strasburg
Katedrali’nin yapılabilmesinin imkânı yoktur. İnsan ilişkileri dâhi tekniğe dökülüp bir
* I. K. Zola, J. McKnight, J. Caplan, H. Shaiken, (1994), “Profesyoneller İktidarı” Pınar yayınları,
İstanbul.
6
uzmanın eline bırakılmaktadır. Bu noktada uzmanların görevinin ilk olarak; bir alanda
uzmanlaşarak mevcut bilgiyi tarayıp, kendi alanlarıyla ilgili olmayanları eleyerek arda
kalan bilgilerle problemleri çözmek olduğu söylenebilir. Bu yöntem problem
çözümünde teknik bilgi gerektiren ve insanî ilişkilere ters düşmeyen bir özellik arz eder
(Postman, 2014: 87-88).
“İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle” (Buharî, İlim 2) hadisine
göre; bilgi, beceri ve bilumum ehliyet isteyen mesleki yetenekler kişiye verilen emanet
olarak kabul edilirse, bu emanetlerin söz hakkının da en ehil kişide olması
gerekebileceği düşünülebilir. Keza bir toplumda herkes her işi yapmaya kalkıp, fikri
olmadığı halde söz sahibi olursa, ayette de belirtildiği gibi ‘bilmediği bir şeyin ardına
düşmesi’ (İsra 17/36) sebebiyle ortalık kuru ve içi boş bilgiden ibaret kalır, toplumsal
bir kargaşadan ileri gidilemez. Hattâ daha da uç bir söylem ile özelin bilgisine hâkim
olamayan bir kişinin, genelin bilgisinin hakkını veremeyerek cehalet kıyametinin
kopmasına neden olabileceği söylenebilir. Foucault’ya göre, bilim ve ilim insanlarının
evrensel değerlere hitap eden değil, daha ‘özelleşmiş’ bir entelektüel olmaları gerektiği
savunulmaktadır. Yazarın özelleşmiş entelektüel ile kastı, en çok ilgi duyduğu ve
uzmanlaştığı aynı zamanda somut sonuçlar verebileceği bir alanda uğraş veren bir
düşünürdür. Bu düşünürün tüm dünyanın bilgi yükünü belleğinde taşımasına gerek
yoktur ve her alanda ortaya çıkan problemi çözmek onun sorumluluğuna ait değildir
(Furedi, 2014: 67). Uzmanlık, bireylere müphemlikten kurtulmanın dolayısıyla da
yaşam dünyalarını denetlemenin araç ve yetilerini vaat eder; uzmanlara bağımlılığı
bireyin kurtuluşunu bir manada özerklik olarak sunar (Bauman, 2014: 306). Hattâ
mesleki uzmanlaşma, medeniyetin bileşenlerinden birisi olarak dahi görülmektedir
(Renfrew, 1973). Bu görüşler ışığında, uzmanlaşmayı yüceltmekten ziyade, bir nevi
insan ile onun yapacağı iş arasındaki ilişkinin sağlam kurulması halinde ortaya çıkacak
sonucun özgül bir değerlendirmesi sunulmaktadır.
Uzmanlaşmaya ilişkin eleştirel yaklaşımlar yalnızca yazından ibaret kalmış,
herhangi bir kuramsal yaklaşım ortaya konmamıştır. Yazarların düşünsel yaklaşımları
ise, daha çok iş bölümü ve uzmanlaşmanın insanı yadsıyan ciheti üzerine yapılmıştır.
Böylelikle ‘uzmanlaşma’ konusunun kendi bütünselliği içinde ele alındığı söylenebilir.
7
Adam Smith’in görüşlerinin aksine Karl Marx uzmanlaşmayı eleştirerek; bir ve
aynı aleti hayat boyu kullanmanın verdiği uzmanlığın yerini, bir ve aynı makineye
yaşam boyu hizmet etmenin verdiği uzmanlığın almasını konu edinir. Marx’a göre,
makine, işçiyi çocukluğundan itibaren âdete makinenin bir parçasıymışçasına amacı
dışında kullanmaktadır. Ayrıca, el zanaatları ile manüfaktürde işçi aleti kullanırken,
fabrikalaşma sonucu makinenin işçiyi kullandığını söyler. Kısacası; işçi emek araçları
tarafından kullanılmaktadır (Marx, 2003: 365-366). Bu noktada Jean-Baptiste Say’in şu
sözlerine kulak vermek gerekmektedir; “İşçinin yaşamı boyunca yalnızca bir toplu
iğnenin on sekiz parçasından birini yapmış olduğunu görmek çok acıdır. Ama yalnız
tüm yaşamını bir törpü ve bir çekiçle geçiren işçinin bu yüzden doğal niteliklerinin
yozlaşacağı sanılmasın; en yüksek zihinsel yetenekleri benzer biçimde kullanan adam
da bu durumdadır” (Durkheim, 2006: 68). Dönemin tek tip işini yapan insanı; saatlerce
montaj hattında durup, yürüyen bantlar aracılığıyla önüne gelen arabanın belirli bir
vidasını binlerce kez sıkmakla yükümlü olup başka herhangi bir şey yapmaya hattâ
yanında çalışan arkadaşıyla bile sohbet etmeye vakit bulamayan robottan farksız bir
haldedir. Böylesi bir çalışma ortamında makineye ve makinenin hızına göre çalışmak
zorunda olan bu işçinin makineli üretimle birlikte “makineleşmiş” durumda olması
kaçınılmazdır (Dikmen, 2011: 37). Böylelikle, endüstriyel devrimin sonuçları ortaya
konulmuş; aşırı uzmanlaşma bireyi ve çalışma gruplarını, gerçeğin bütünlüğünden
uzaklaştırarak, onların sistem ve yaşam üzerindeki denetimini giderek azaltmıştır. Bir iş
bütün olarak bir kişi yahut birbiriyle iletişimi olan grup tarafından
gerçekleştirilememektedir. Keza, endüstriyel devrim öncesinde bir elbise büyük ölçüde
bir terzinin ve çırağının elinde sonuçlandırılırken günümüzde bu sürecin tamamına vâkıf
olan ancak birkaç kişi bulunabilmektedir. Overlok, ütü, makas, makine, düğme ve
fermuar işiyle uğraşan kişi sayısı fazladır lakin bir elbisenin tamamının bilgisine sahip
çok az kişi kalmıştır (Demir, 2014: 55). Artık ayakkabı fabrikasında çalışan işçiler
ayakkabıcı değildir. Bu işçilerin bir ayakkabıyı baştan sona yapma becerileri
bulunmamaktadır. Bu kişiler basitleştirilmiş iş süreçlerinde, sürekli kendini yineleyen
bir işi yapan vasıfsız elemanlar niteliğindedirler ve yaptıkları işi öğrenmeleri kunduracı
çırağının öğrenme süresinden/sürecinden yüzlerce kat daha kısadır (Dikmen, 2011: 26).
Endüstri döneminde yeni bir işçi sınıfının ortaya çıkmasıyla birlikte, üretimde
maksimum kâr hedefleniyordu ve hedefe giden yolda sanayi işçilerinin, her türlü
8
kullanımının mübah sayıldığı bir sistem oluşturulmuştu. Fabrikalaşma tek tip üretimi
meydana getirmiş, her gün aynı işi yapmakla görevli işçi üretimin sonucunda ortaya
çıkacak üründen bihaber, bütünsellikten uzaklaştırılmış bir vaziyetteydi. Smith bu
verimkârlığın sebebini iş bölümü ve uzmanlaşmaya bağlarken, Marx iş bölümü ve
uzmanlaşmanın insanı tek tipleştirdiğini, nihai ürün ve çevresindekilere
yabancılaştırdığını savunur. İş bölümü sonucunda uzmanlaşmayı ve tabiî olarak uzman
kavramını doğuran bu kapitalist sistem, uzmanlaşmamış insanın; işe, olaylara ve
insanlara bütüncül olarak bakabileceğini de göstermektedir.
İnsan günlük hayatın rutin işlerine daldığında olup biten üzerinde durup
düşünmez; bireysel olandaki sosyal olanı, tikel olandaki genel olanı göremez (Bauman,
2013: 19). Hattâ ünlü fizikçi Niels Bohr’a atfedilen sözlerde, uzman kişinin çalışma
alanının kapsam yönüyle darlığı ve sınırlılığından ötürü hata yapma olasılığının yüksek
olmasından bahsedilmektedir. Uzmanın çalışma alanı hakkında her şeyi bilme ve yorum
yapma durumu değil, bildiği ve yorum yaptığı şeylerin doğru olmasına dikkat etmesi
gerekmektedir. Zira sınırlı bilgi ve bakış açısıyla fikir yürütme ya da düşünme kişiyi
genel bilgiye hâkim olma yetisinden yoksun bırakarak hata yapma durumunu tetikler,
cehle neden olabilir.
Ortega (2007: 109-115), 19. yy’ın kütle (kitle) insanı yarattığını ve bu insan
tipinin bir özelliğinin de uzmanlaşma vasfının olduğunu söyler. İlim adamlarının
çalışmalarında artarak ilerleyen bir ihtisaslaşmanın olduğunu belirtirken, mesleklerinin
dar kalıpları içine hapsolduğundan bahseder. Ortega’ya göre, ilim adamı çalışma alanını
her devirde daraltmayı tercih etmiştir ki böylelikle kainatı bir bütün halinde yorumlama
gücünü zamanla aşındırmıştır. Dönemin ihtisaslaşan insanları ‘ansiklopedik insan’
olarak da adlandırılmış, ilimlerin geneliyle meşgul olan insanlarla birlikte yol kat
etmişlerdir. Fakat 1990’lü yılların ilim adamı tipolojisinde değişme yaşanmış, hüküm
verebilmek için bildikleri arasında yalnızca bir konuyla ilgili yorum yapan, aktif
araştırmalarının dahi küçük bir kısmı hakkında konuşan insanlar türemiştir. Öyle ki, bu
insan kendinin bilhassa işlediği daracık saha dışında kalanlarla ilgilenmediğini ilan
etmeyi de bir fazilet saymıştır. Şenol (2010: 92), Ortega’dan esinlenerek, çağın geniş
bilgiler ağında döndürülen kısır insanı hakkında; ‘uzmanlaşmanın barbar insanı’ diye
bahseder. Bu insan; kendine tapınan, yaptığı işi yalnızca kendisinin yapabileceğine
inanmış, zekâsıyla övünen ve ondan kuşku duymayan, tüketerek ve tüm iletişim ağlarını
9
kullanarak toplumda yer edindiğini düşünen bir özelliktedir. Ortega’nın (2007: 112)
deyişiyle; uzman kendine ait olanı, kâinatın minicik köşesini gayet iyi bilir, “bilir” ama
diğer köşelerin temelden cahilidir.
"Halk uzmanın kendilerine bir ihtiyaç diye yamadığı şeyin eksikliğini duymaya
hazır hale gelmedikçe, uzman meslekler, egemen ve kabiliyetsizleştirici şeylere
dönüşemezlerdi. Ulaşımla felce uğratılan, programlarla uykusuz bırakılan, hormon
tedavisiyle zehirlenen, hoparlörlerle susturulan, yiyeceklerle hasta edilen vatandaşlar
yığını arasındaki bir kaç grup azınlık, örgütlenmiş ve aktif vatandaşlardır. Şu sıralarda
bunlar, yeni yeni büyümeye ve genel muhalefet için yekvücut olmaya başlamaktadırlar.
Öyle sanıyorum ki bu gruplar bir çağı kapatmaya hazırdır. Fakat işinin çabucak bitmesi
için darbe indirici bir isim gereklidir, bu çağa. Ben, yirminci yüzyılın ortalarını,
kabiliyetsizleştirici uzmanlıklar çağı olarak isimlendirmeyi öneriyorum.” (Illich, 2006:
37). Kapitalizmin profesyonel uzmanlar üzerindeki etkisini aktaran bu satırlar, çağın
bağımlısı olduğu erklere yöneltilen akılcı bir muhalif tavır sergilemektedir.
Demir’e (2012: 61) göre günümüz araştırmalarının bir sonucu, bir kısım insanın
sübjektif akıl yoluyla elde ettiği bilgilerin tüm zaman ve mekânlar için doğru olduğu
inancının yanlış olabileceği görüşüdür. Yazara göre, uzmanların doğrusunun mutlak
doğru olabilme olasılığı ise, büsbütün azdır. Uzman incelediği parçanın evrenin tamamı
olduğu yanılsaması içindedir ki uzmanı olduğu alan yalnızca bir parçadan ibarettir
aslında. Doğal dünyayı onu oluşturan parçaların daha detaylı incelenmesiyle en iyi
anlaşılabilecek bir makineler dizisi olarak gören indirgemeci ve mekanik perspektif,
miyop oluşturmaktadır. Karmaşık bütünü incelemek yerine, bütünü karmaşık olamayan
en küçük birime kadar parçalayarak incelemeyi öngören Kartezyen yaklaşımda bütünü
oluşturan bağlantılar ve ilişkiler görülmemektedir. Descartes’e göre, çözümlemeli
düşünce süreci yani bir şeyi en küçük parçalarına ayırmak mutlak bilgiye götürecektir.
Tıbbi doktrinde akıl ile bedenin ayrı birer varlık olarak görülmesi, maddî âlemin maddî
olmayan âlemden ayrılmasının altında yatan sebepler arasındadır. Dolayısıyla tıbbın ve
bilimin disiplinleri fiziksel olarak fark edilebilenin araştırılmasına dönüştü,
görülemeyense başka disiplinlerin alanı oldu. Böylece modern tıbbın gelişimiyle
birlikte, Kartezyen yaklaşım tıp alanı başta olmak üzere diğer alanlarda da kabul
görmeye başlamıştır (Achterberg, 2009: 133).
10
Kartezyen düşüncesinin temelinde bakım ve şifacılığın birbirinden ayrılması
yatar. İnsanın makine olarak algılanması, insanı denetleyen ve anlayan şifacılığın
insancıllıktan uzaklaşmasına sebep olur. Geçmiş dönemlerin en gelişmiş teknik aleti
saat olduğundan, ‘saat gibi çalışan evren’ şeklinde bir metafor oluştu. Dahası bu
metafor insanlara indirgenerek, insanların da saat gibi parçalara ayrılarak
incelenebilecek ve böylece anlaşılabileceklerdi. İnsanın bu tarz bir çözümlenmesiyle
başlatılan süreçte, Batı tıp bilimi sürekli bir gelişim sağlamıştır. Günümüzde ise, sağlık
ve hastalığı anlamada araç olan moleküler biyolojiye yani insan hayatının keşfedilmiş
en küçük birimine bel bağlanmıştır (Achterberg, 2009: 134). İnsanın makine olarak
algılanması, bio-iktidar (Foucault, 2011) felsefesinin bir devamı haline gelerek, insan
bedeni-özne ikilisinden bedenin özneden müstakil bir hâl almasına sebep olmuştur.
Durum böyle olunca ‘beden hastalanınca makine bozulur’ anlayışı doğarak bedeni tamir
görevi hekime atfedilmiştir.
İnsanı anlamak üzere Dostoyevski tarafından yazılmış Karamazov Kardeşler
kitabında (1878) hekim ve tıpta uzmanlaşma ironik bir dille eleştirilmiştir: Coşkun
tabiatlı bir tıbbiyeli tanıyordum, “Ölseniz bile, hastalığınızın ne olduğunu bilerek
öleceksiniz...” demişti. Bir de hastaları uzmanlara yollamak âdetleri var: “Biz sadece
teşhis koyarız, siz falan uzmana gidin, o sizi iyileştirir...” Sana bir şey söyleyeyim mi:
kalmadı o eski, her derde deva doktorlar... Şimdi yalnız uzmanlar var, gazeteler
ilanlarıyla dolu. Burnun ağrıyacak olsa Paris’e yollarlar seni... Bunun tedavisini
Avrupalı uzmanlar yapar diye... Paris’e gelirsin, uzman burnunu muayene eder: “Sağ
burun deliğinize bakarım, ihtisasımdır; ama sol burun deliğinizin tedavisi için
Viyana’ya gidin, bunun uzmanı Viyana’dadır.” (Dostoyevski, 2015).
İnsanının teknolojiden, performanstan, emekten, paradan, meta değerinden,
ilaçtan daha değerli görüldüğü; dâhili olunan sistemde teferruat değil bizzat özne
olduğu bir dünyada hayal etmek doğal bir haktır. Modernleşme ile her bir şey münferit
olarak değerlendirilirken, âlemdeki tüm olgular ayrı ayrı yani birbirinden bağımsız
maddeler olarak ele alınmaktadır. Modern tıbbın uzmanlaşma derecesinin artmasıyla,
tıbbın bütünlüğü üst uzmanlaşmalar, yan dallar şeklinde bölünme yaşarken, tıbbın
varlığına sebep hastalar da bu bölünmeden nasibini ‘hasta yoktur, hastalık vardır’
sözünün tezahürü ile almaktadırlar. Hastayı yalnızca ‘hastalar yığını’ olarak gören bir
anlayış, tıbbın insancıl yönünü nasıl yansıtabileceği tartışmalı bir konudur. Hastalıkların
11
teşhisinde yaşanan gecikmeler, hastalığı yalnızca uzmanlık alanı açısından incelemeler,
hekimler arası konsültasyon ve koordinasyon eksikliği hasta açısından menfi bir
durumdur. Böyle bir durumun hekim yararına da olmadığı katidir, lâkin tıp sisteminin
günah keçisi olma durumu bunun üstünü örtmemektedir. Capra’ya (2012: 184) göre,
vücudun belirli bir parçasıyla belirli bir rahatsızlık arasında bağlantı kurarak oluşturulan
konsültasyon işleyişi, modern tıbbın indirgemeci yaklaşımına yenik düşmüş olabilir.
Uzmanlaşmış disiplinler, doktorların hastalıkları organizmanın tamamını ilgilendiren bir
bozukluk olarak göremeyip ona göre bir tedavi şekli geliştirdikleri bir noktadadır. Sözü
edilen hekimler, yalnızca bir organ ya da bir dokuyu tedavi ederken, hastanın psiko-
sosyal yönlerinin göz ardı ederek yani bedenin geri kalan kısmını dikkate almaksızın
müdahalede bulunurlar. Bu şekilde parçalara bölünmüş (fragmantasyon) tıbbi
müdahaleler amaçlarına ulaşsalar dahi haklı çıkma ihtimalleri düşüktür. Kapsamlı bir
bakış açısı geliştirilmediği müddetçe, acıyı geçici olarak dindiren her şey zorunlu olarak
iyi değildir.
İnsanın bedenen ve ruhen bir ‘bütün’ (vücutta her bir hücrenin birbiriyle bağlantı
içinde) olması, bir hastalığın teşhis ve tedavisinde göz önünde bulundurulması gereken
en önemli hususlardan birisidir. Fakat hekim adayları tıbbi eğitim süresince hastayı
hedeflediği uzmanlık dalı perspektifinden değerlendirmekte, yalnızca hekime
başvurulan şikâyet çerçevesinde, diğer muhtemel faktörlerden uzak olarak ele
almaktadır. Hekimler bu durumun bir sonucu olarak yalnızca kendi spesifik alanlarına
yoğunlaşmakta, tıp fakültesinden mezun olduğu zaman aldığı ‘tabip’ sıfatına ters,
‘uzman’ unvanına uygun olan bir durumun içerisine girmekte, hekimlik yerine uzmanlık
kimliğinin ön plana çıkmasına sebep olabilmektedirler. Dolayısıyla, bahsi geçen kısmi
alanda uzmanlaşma ile teşhis ve tedavi sürelerinde gecikmeler yaşanabilmekte, hasta
açısından zaman kaybı ve bedeli hayatla ödenebilecek muhtemel durumlar hattâ sağlık
sistemi açısından sağlık hizmeti maliyetlerinin artması şeklinde sonuçlar doğabileceği
şüphesi her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.
Disiplinlerarası bilim anlayışına olan ihtiyacın giderek arttığı günümüzde,
disiplinlerarasında yaşanan kopukluk, bilginin parçalanmışlığını gözler önüne
sermektedir. Her bir disiplinin birbiriyle mutlak yoldan bağlantısının olması aslında bu
parçalanmışlığa bir reddiye mahiyetindedir. Tıbbın kendi alt dalları arasında yaşadığı
kopukluk ise, kimi zaman hekimlerde bir durağanlığa ve bilgilerini kullanmada
12
tekdüzeliğe sebebiyet verebilirken, kimi zaman tıbbın hümanistik niteliklerini bastırarak
yerini yozlaşmış değerlere bırakabilmektedir.
Hekimlerin tıpta uzmanlaşma fenomenine bakış açılarını, uzmanlaşma
nedenlerini ve tıbbi metotlarda hastaya bütüncül yaklaşımı nitel araştırma
yöntemlerinden olgu bilim deseni ile değerlendirmeyi amaçlayan bu araştırma, altı
bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; araştırmanın temelini oluşturan kavramsal
harita çıkarılmış, ‘uzmanlaşma’ olgusunun oluşumunda karakterize edilen ‘iş bölümü’
kavramı ve uzmanlaşmanın karşısına aksi bir tez olarak sunulan ‘bütüncül yaklaşım’
konusu kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Araştırmanın ikinci bölümünde; hekimlik
mesleğinin kavramsal açıdan ele alınmasının ardından, mesleğin profesyonel meslekler
arasında yer almasıyla belirginleşen profesyonelleşme, proleterleşme ve
profesyonelliğin yitirilmesi tartışmalarına yer verilmiştir. Tıpta uzmanlaşma olgusuna
yer verilen üçüncü bölümde ise; modern tıp öncesi ve modern tıpta uzmanlaşma,
uzmanlaşmanın belirleyicileri, uzmanlaşmada alt dallar, tıp eğitimi konuları
incelenmiştir. Dördüncü bölümde; nitel araştırma yöntemine dair genel bir çerçeve
sunulmuş; araştırmanın amacı, deseni, veri toplama yöntemi, araştırmanın katılımcıları,
varsayımları, geçerlilik ve güvenilirliği ile araştırmacının rolü hakkında bilgi verilmiştir.
Beşinci bölümünde; veri analizi ile neticelendirilen araştırma soruları kapsamında
araştırma bulguları yer almaktadır. Son bölüm olan altıncı bölümde ise, genel
değerlendirme ve sonuç ile önerilere yer verilmiştir.
13
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1. İŞ BÖLÜMÜNÜN DOĞASINA BAKIŞ
18. ve 19. yüzyılda sanayileşmenin hız kazanması, dünya genelinde nüfusun
artışı ve teknolojinin geçmişe oranla ilerlemesinin bir sonucu olarak iş bölümü ve
uzmanlaşma zorunlu hale gelmiştir (Huntington, 2004). İş bölümü kavramına ilk
kuramsal açıklamayı getiren Adam Smith, toplumların ekonomik manada ilerlemesini
üretim faktörleri aracılığıyla açıklayarak, ekonominin temelini ve emek veriminin
artırılmasını iş bölümüne bağlamıştır.
İş bölümünün net bir biçimde anlatıldığı örnek, aynı zamanda kapitalizmin
tohumlarının atılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bir işçi teli gerer, bir başkası
düzeltir, bir üçüncüsü keser, dördüncüsü ucunu sivriltir, beşincisi ucun takılabilmesi
için tepesini ezer; toplu iğne başının yapımı iki veya üç işlem gerektirir. Toplu iğne
imalatı her biri ayrı işçiler tarafından gerçekleştirilen on sekiz ayrı işleme bölünmüştür.
Daha çok küçük imalathanelerde üretimi yapılan toplu iğneler, günde kırk sekiz bini
bulan sayıya ulaşmaktadır. Hâlbuki Smith, her bir işçi birbirinden bağımsız çalışsa dahi
günde belki de yirmi toplu iğne bile yapamayacağı düşüncesindedir (Smith, 2004: 17-
18). Toplumun ekonomik anlamdaki verimkârlığı tam anlamıyla bu iş bölümüne
bağlanmıştır. 1770’li yıllarda zanaatın her türlüsünde uygulanabilen iş bölümü
sayesinde, işçilerin üretim gücü artmakla kalmıyor, işin bireysel olarak yapıldığında
kaybedilme ihtimali yüksek olan kayıp zaman geri kazanılmış oluyor. İşçiler
uzmanlaşıyor, belli bir işte uzmanlaşan işçiler de (işin niteliğinin düşmesine rağmen)
verimliliği artırıyordu. Böylelikle üretken emek bölündükçe, toplumun ekonomik
manada bir değer oluşturması kaçınılmaz oluyordu.
1800’lerin buharlı makine gücünün keşfedilmesinin ardından modern öncesi
tarım toplumundan insanların daha işlevsel hale geldiği bir toplum inşa edilmiş,
endüstrileşme ile birlikte hammaddenin işleniş şekli değişmiş, önceki dönemlere kıyasla
kitlesel üretim sistemine geçilmiştir. Büyük çaplı sermayeler, yine büyük ölçekli
fabrikalarda güçlü makineler tarafından işlenerek şekillenmişti. El emeğinin (işçilerinin)
yerini binlerce işçiyi temsil eden makineler almış, dönemin üretimin bantları işlerin
14
bölünmesiyle elde edilen ürünleri ortaya koyuyordu. Böylelikle parçalanan ve bölünen
işler daha da küçük birimlere ayrılmış, birimler arasında iş bölümünün ortaya çıkmasına
sebep olmuştur. Bu durumun bir sonucu olarak her bir iş için yeni bir uzmanlık alanının
ortaya çıkması kaçınılmaz bir hâl almıştır.
Hayatında hiçbir zaman tam bir pantolon üretmeden hayatını pantolonun bir
bölümünü üretmekle, örneğin paçalarını kıvırmakla geçiren o dönemin uzman insanları
ortaya çıkmaktadır. Küresel yorum yapma tekeli de görece olarak kapitalist merkezde
kalmakta çevre ise merkezin yaptığı küresel yorumlara göre düşünmeye ve yaşamaya
zorlanmaktadır. 20. yüzyılda doğa ve toplumbilimlerinde gözlemlenen uzmanlaşmanın
ve parçalanmışlığın, sentetik ve kuramsal düşünüşü engellediği, aynı zamanda insanı
fail/eyleyen olmaktan çıkardığı düşünülmektedir. Özellikle çevre ülkelerde
akademisyenler ve aydınlar sadece pantolon paçalarını kıvırmakla hayatını geçiren işçi
gibi, olgu koleksiyonculuğu yapmak veya üretilen bilgi ve teknolojileri nakletmekle
yetinmektedir (Demir, 2012: 65).
Bir üretim sisteminin, ekonomik karşılıklı bağımlılığa sebep olacak biçimde,
uzmanlaşmaya dayanan işlere ya da mesleklere bölünmesiyle teşekkül eden iş bölümü,
bütün toplumlarda, en azından başlangıç düzeyinde, özellikle erkeklere yüklenen
ödevlerle kadınların gerçekleştireceği işler arasında varlığını göstermektedir (Giddens,
2012). İş bölümünün ilkel döneme kadar uzanması, üretici güçlerin gelişmesi ile
toplumda görev dağılımı doğal yoldan doğmasına sebep olmuştu. Erkekler avlanarak
eve yiyecek getirmekle, kadınlar ise, besin toplama ve evin bakımında aile ocağı
düzeninin sürdürülebilmesini sağlıyorlardı (Kerov, 2011). Fıtrata dayalı (bedensel
farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda) olarak erkeklerin ilkel silah yapımı ve
avcılıkla uğraşmaları, kadınların ise doğurganlık özelliği ve çocuk bakımına
yatkınlığından dolayı aileyi oluşturan unsurlar arasında yer alıyordu. Bu durum
cinsiyete dayanan iş bölümü ile kadın ve erkeklerin yaptıkları işlerde uzmanlaşmasına
sebep olarak ilk doğal iş bölümünü meydana getirmiştir. Zijderveld’e (2013) göre, en
eski ve geçerliliğini hâlâ koruyan toplumsal organize biçimi olan iş bölümü, tarihte
kadın ve erkekler arasında görev dağılımı olarak ortaya çıkmıştır. Erkek ve kadınların
yaptıkları işe süreklilik kazandırmalarından ötürü uzmanlaşma olgusu doğmuştur.
15
İş bölümü olgusunun modern iş örgütlenmelerinden çok daha önce bilinmekte ve
uygulanmakta olduğu düşünülmektedir. Bu açıdan tarihteki ilk iş bölümü örneğinin
kadın ve erkek arasında gerçekleştiği söylenebilir. Cinsiyet bu manada ilk temel iş
bölümü olarak ortaya çıkarken, çocukların bakımı ve ilkel toplulukların hayatta kalması
için gerçekleştirilen basit toplumsal iş bölümü bir yandan zorunluluk diğer yandan da iş
bölümünün ilk örneklerini sergilemektedir. İnsanlık tarihinde gördüğümüz ilk iş bölümü
örnekleri doğal, doğal olduğu kadar da kişilerin doğuştan getirdikleri niteliklerinin bir
yansıması olarak ortaya çıktığı söylenebilir. “..dinbilim için ‘ilk günah’ neyse,
toplumlar için de “iş bölümü” o dur.” (Fişek, 2005: 89; Akt. Dikmen, 2011: 43-44).
Toplumsal iş bölümü insanların tarımsal faaliyetlerine ve sonrasında farklı
zanaatlarda gelişen (ilkel aletlerin icat edilmesi) uzmanlaşmaya dayanırken; bilimsel
açıdan iş bölümü kafa ve kol emeğinin birbirinden ayrılmasıyla oluşmuştur
(Hançerlioğlu, 1996: 218). Bu üretim sürecinde yer alan bireylerin farklı işlevlerde
uzmanlaşması ve üretimin ancak bu işlevler yerine getirildiğinde tamamlanması
durumunu ifade eder (Emiroğlu ve vd., 2006: 388). Marshall’a (1999: 356) göre ise bu
durum, bir bütün içindeki faaliyetlerden sorumlu kişilerin ya da grupların koordine
edilmesini sağlarken, istikrarlı bir düzenlilik arz eder.
Toplumsal iş bölümünün toplumsal düzenin en önemli yapıtaşlarından olduğunu
belirten Durkheim (2006), bu kavram ile bireyin özerk bir kişiliğe sahip olmasından
kaynaklanan otonom yapısına rağmen, topluma nasıl bağımlı hale geldiğini
sorgulamaktadır. Yalnız Durkheim kavramı iktisadi açıdan ele alınan iş bölümünden
farklı bir manada ele almaktadır. İktisadi anlamda iş bölümü verimliliği artırırken,
toplumsal anlamdaki iş bölümü ve sonucunda ortaya çıkan uzmanlaşma bunun aksine
karşılaşılan zorluklarda yaşam sürebilmek ve ortaklaşa olan işlevlerin pay edilmesi
manasını taşımaktadır. Keza, bu iş bölümü; toplumun kültür, yönetim, eğitim ve
ekonomik manada örgütlenmesini ve dayanışmasını sağlamaktadır (Durkheim, 2006:
320-321). Toplumların gelişip, büyüyüp ve yoğunlaşmasının iş bölümünü gerektirdiği
söylenebilir. Yani toplumların nüfus büyüklüğü ve yoğunlukları ile doğru orantılı olarak
iş bölümü de değişmektedir. Bireylerin içinde bulunduğu çevrelerin değişkenliği
onlarda farklı yeteneklere ve dolayısıyla değişik yönlerde uzmanlaşmalarına yol
açmaktadır (Durkheim, 2006: 306-307). Yine iş bölümü, salt toplumsal nedenlerden
ötürü ortaya çıkmamakta, aynı zamanda organik ve ruhsal nedenler de iş bölümünü
16
doğurabilmektedir. Bireyler, yaratılıştan kendilerini belli başlı işlere yönlendiren bazı
zevklere ve yetilere sahiptirler. Söz konusu bu eğilimlerin işlerin bölünüş biçimi
üzerindeki etkisi göz ardı edilemez. Doğuştan edinilen bu farklı zevk ve yetilerin
(kalıtımsal nedenler de denilebilir) iş bölümüne sebep olması, Mill’in bakış açısıyla
bireyleri yeteneklerine göre sınıflandırmanın altında yatan nedenler arasında aranabilir
(Durkheim, 2006: 353).
İş bölümü kavramını daha net açıklayabilmek için Taylorizm felsefesine açıklık
getirmek gerekmektedir. Emek sürecinin örgütlenme biçimini şekillendiren Taylorizm
(1880), üretimde belli başlı bilimsel yöntemlerin uygulanmasıyla bilinir. Bu anlamda
Braverman (1974; Akt. Belek, 1999: 55-56) ‘bilimsel yönetimi’ hızla büyüyen kapitalist
işletmelerdeki emek kontrol sorunlarına bilimsel metotların uygulanması olarak
tanımlamıştır. Frederick W. Taylor teorik anlamdaki fikirlerini ‘Bilimsel Yönetimin
İlkeleri’ isimli kitabında toplayarak, Taylorizm olarak bilinen bu yönetim akımının üç
ilkesi olduğunu öne sürmüştür (Taylor, 2005; Belek, 1999: 57):
1. Emek sürecinin basitleştirilmesi,
2. Emek sürecinin dehümanize edilmesi (makineleştirilmesi),
3. Tüm iş aşamalarının merkezi yönetim tarafından planlanması ve örgütlenmesi.
Sistem olabildiğince çok parçalara ayrılarak her işin belirli bir işçi tarafından
yapılması gibi yoğun bir iş bölümü prensibine dayanmaktadır. İş, standart parçalara
bölünmüş ve en vasıfsız işçinin bile becerebileceği oranda basitleştirilmiştir (Dikmen,
2011: 113). Ne ürettiğini ve niçin ürettiğini bilmeden montaj hattında çalışan işçiler,
yalnızca nasıl üretilmesi gerektiği üzerinde odaklandırılmıştır. Endüstriyel devrim
neticesinde, yüksek verim hedeflenmiş fakat üretim sürecindeki vasıflı işçilerin rolü
çarkın dişlisi olmaktan dahi çıkıp, adeta bir bebek bakıcısı konumuna düşürülmüştür.
Vasıflı işçiler, yaptıkları işin ismini ya da mesleklerini belirtmekten ziyade, kölesi
konumunda oldukları kapitalist düzen adına çalıştıklarını belirtir olmuşlardır (Shaiken,
1994).
Taylorist ilkelerin teoriden pratiğe dökülmüş hali olan Fordizm ile işin en küçük
parçalarına ayrılmasını anlatan emek sürecinin ciddi bir eleştirisi ‘Modern Zamanlar’
filmi ile yapılmıştır. Filmin yönetmeni, yapımcısı ve aynı zamanda başrol oyuncusu
olan Charlie Chaplin, genel manada sanayileşme sonrası üretim hattında meydana gelen
17
ağır makineleşme süreci, sömürü haline getirilmiş iş gücü, maksimum kârı hedefleyen
fabrika patronları, emeğin yabancılaşması gibi konuları hicivsel bir tarzda ele almıştır.
Fabrikada yalnızca vida sıkmayla görevli vasıfsız bir eleman olan Şarlo tiplemesi
burnunu kaşımaya dahi fırsat verilmeden bant hattında çalışmaktadır. Şarlo, büyük
çarklar arasında adeta makinelerin dişlisi haline gelmiş, üretimin sonucunda ortaya
konacak üründen bihaberdir. Çalışanlar ise, yaptığı işi benimsemeyen ve işe karşı
yabancılaşan niteliksiz fabrika işçileri konumundadırlar. Fromm (2001: 80), o dönemin
insanlarını tasvir etmek amacıyla ‘makineleşmiş insanlar’ ifadesini kullanmaktadır.
Montaj hattında çalışan işçi çoğu zaman küçük iş parçalarıyla meşguldür, ürün
ile üretim süreci çalışanın kafasında birbirinden kopuk bir biçimde durur ki bu sebeple
işçi üretimin bütününü göremez. Yalnızca kendi yaptığı basit işi görebilen işçi, sürekli
yinelenen bir etkinlikle meşguldür. Üretim bu nedenle çalışanın gözünde bütünlüğünü
yitirmektedir ve bu yüzden çalışanlarda bir tür ‘işe yabancılaşma’ duygusu ortaya çıkar.
Bu sistem altında hiçbir işçi yaptığı işin bütünü hakkında bir fikre sahip değildir, yaptığı
işin önemini kavrayamaz ve işin bütününü görme yeteneğine sahip olamaz (Dikmen,
2011: 118). Söz konusu durum "Günde on beş saat, bir makinenin tek düze hareketini
gözlemek durumunda olan bir kimse, aynı sürede kendi fizik gücünü kullanmasından
daha fazla tükenir. Çok uzun süreli olmamak üzere belki de zihinsel bir jimnastik
hizmeti görebilecek olan bu gözcülük, süre uzun olursa, aşırılığı nedeniyle, zihni de,
vücudu da yorar." şeklindeki Engels’in yorumuyla da özetlenebilir (Marx, 2003: 366).
Sanayi döneminin ekonomik ilerleme adına attığı adımlar sonucu; insan ve insani
değerler üzerinde oluşan travmatik sorunlar, bir açıdan iş bölümü ve uzmanlaşmanın en
yoğun yaşandığı dönemin sonuçlarını da gözler önüne sermektedir.
İş bölümünde görülen bu ileri düzey uzmanlaşmanın post-fordist üretim şekline
geçmesiyle, katı uzmanlaşmanın yerini esnek uzmanlaşmanın aldığı görülmektedir.
Esnek uzmanlaşma ile üretim sürecinde makine yeniden insanın kontrolüne verilmekte,
diğer durumun aksine insan yani emek işçisi üretim sürecinin bir parçası olmaktan
ziyade üretim sürecinde şekillendirici aktif bir rol oynayan, yaratıcılığını ve entelektüel
sermayesini ön plana çıkaran bir konuma gelmiştir (Belek, 1999: 78). Böylece üreten
konumundaki işçi, ürettiği metalara yabancılaşmamış aksine kendisini o ürünle daha net
anlatabilmesinin yolu açılmıştır. Teknolojinin üretimde yer almasının ardından, kafa ve
kol emeği bütünleşik olarak emek sürecine katkı sağlamıştır. Böylesi kapasitede olan
18
üretim faaliyetleri zanaatkârları beceri ve yaratıcılıklarının sınırlarını zorlamaya itmiş,
bir zanaatkâr ya da bireysel kol işçisi üretim sırasında soyut bir bilgiyi değil, pratik
becerileri ve elinin ustalığını kullanmaya başlamıştır. Bu bilgi bir şeyin nasıl izah
edileceğinin değil, nasıl yapılacağının bilgisidir. Bu noktada kafa ve kol emeğinin
birbirinden ayrılma noktasına ‘teknik bilgi’ denilebilir (Rethel, 2011: 124-125).
Modern iş örgütlenmesi iş ve mesleği birbirinden ayırmış, toplumsal iş
bölümünü de fabrika içerisine taşımıştır. Eski üretim tarzında siparişe dayalı ve önceden
belirlenmiş kişiler için üretim yapan meslek erbabı yerini yeni fabrikalı üretime
bırakmış, buna bağlı olarak da üretildiğinde müşterisi belli olmayan ürünler üretilmeye
başlanmıştır. Bu ürünler stoklarda biriktirilerek pazarlanmaktadır. Velhasıl, piyasanın
aklı, üretimden soyutlanmış, tüketime endekslenmiştir (Dikmen, 2011: 27).
Modern toplumsal örgütlenmede bireylerin farklılaşmasından ziyade işin
farklılaşması söz konusudur. İşler aşırı uzmanlaşmaya dayalı bir iş bölümü temelinde
olabildiğince çok küçük parçaya bölünür ve her bir iş farklı bir kişiye yaptırılır. Emek
sürecinde özellikle alt kademeye inildikçe emeğin vasıfsızlaşmasının nedeni de budur.
Farklılığı yaratan bireyler değil, işlerdir. Kapitalizmin, işlev temelli iş bölümü ile
anlatmaya çalıştığı da budur. Uzmanlık temelinde farklılaşan modern toplumsal
örgütler, uzmanlık olgusunu hiyerarşi, otorite ve gücün merkezine yerleştirirler
(Dikmen, 2011: 51). Bu açıdan, uzmanlaşmanın, iş bölümünü temel alarak
yetkinleşmeyi ifade ettiği söylenebilir (Ördek, 2006: 569).
Bireysel becerinin önemini azaltarak kitlesel üretim tekniklerine geçme çabaları
ve emeğin bilimsel örgütlenmesi olarak bilinen Taylorizmin mekanize edilmiş üretim
teknikleri emeği niteliksizleştirmiştir. Horkheimer’ın (2008: 24) Akıl Tutulması isimli
çalışmasında Taylorizm ve Fordizmin ileri işçiliğin (nitelikli emek) belini kırmak için
ortaya sürüldüğü iddia edilmektedir.
Henri Fayol, örgütte işlerin küçük detaylarından ziyade, yönetimin bütün halde
işleyişine odaklanmıştır. Fayol’a (2008) göre, tabiatın doğal bir gereği olarak ortaya
çıkan iş bölümü ile her biri ayrı ayrı dikkat ve özveri isteyen iş parçalarının miktarı
azalmaktadır. Böylece birey ve toplumdan en iyi şekilde faydalanmanın yolu sağlanmış
olacaktır. İşbölümünün yalnızca teknik ve mesleki anlamda uzmanlık gerektiren işlerde
değil, farklı yeteneklere işlerlik kazandıran ve insanları harekete geçiren tüm işlerde
19
uygulanabileceği belirtiliyor. Böylelikle beklenen sonuç, küçük birimlere ayrılan işlerin
her birinden farklı bir çalışanın sorumlu olduğu uzmanlaşmanın ortaya çıkmasıdır.
Bilim insanı ve sanatçıların işlerinde uzmanlaşmadıkça ilerleyemeyeceklerini de
ekleyen Fayol, klasik yönetim ekolü dâhilinde incelediği insanı; yalnızca işin edilgeni,
mekanik, sınırlı ve dar bir çerçevede görmesinden ötürü kendisinden sonra gelen
kuramcılar tarafından eleştirilmiştir.
2. SOSYOLOJİK BİR KAVRAM OLARAK UZMANLAŞMA
“Uzmanlaştıkları konular dışında bu bilim insanları pencere pervazına yapışmış
eşekarıları kadar çaresizdirler… tek kelimeyle, bu kişiler zekâdan yoksun [without
being intelligent] yalnızca malumat sahibidirler.”*
Uzmanlaşma olgusunu anlamaya ve açıklamaya yönelik olarak öncelikli ele
alınması gereken konu, ‘uzman’ kavramı üzerine yapılmış yaklaşımların
değerlendirilmesi üzerinedir. ‘Uzman’, herkesin sahip olmadığı bilgiyi elinde tutan ve
bu bilgi sayesinde belli başlı durumlara karşı ayrıcalık elde eden kişidir. Kendisinin
belirlediği ya da normlarla belirlenen uğraş alanında, bilgi hiyerarşisinin en üst
basamağında yer alır. “Profesyonel”, “ehil”, “eksper”, “mütehassıs”, “erbap”, “bilirkişi”
kavramları da “uzman” yerine kullanılmaktadır.
Her şeyin tek bir kişi tarafından bilinip uygulanması, bilimin ve bürokrasinin
yavaşlamasına neden oluyordu. Aksine işlerin taksim edilerek belli başlı konularda
ihtisaslaşılması gereklilik arz etmekteydi. Zamanla ‘uzman daha az şey hakkında gitgide
daha çok şey bilen, sonunda da hiç hakkında her şeyi bilen adamdır’ şeklindeki deyimin
kullanımı yaygınlaştı. Bu açıdan uzman kişi daha çok konuya hâkim olmak yerine, bir
konuyu derinlemesine her yönüyle bilmeye çabalıyordu (Cündioğlu, 2010: 40-41).
Shanteau’ya (1992) göre, uzman kişinin özellikleri arasında; ilgi alanına dair kapsamlı
ve güncel olmak kaydıyla konunun içerik bilgisine sahip olmak, konuya dair algı
yetenekleri gelişmiş olmak, karmaşık meseleleri basitleştirerek görebilmek ve karar
alırken kendine güvenmek gibi unsurlar yer alır. Pörksen (2011: 93) ise, uzman kişinin
bilirkişi olduğunu söyler ve onun görüşlerinin otorite sayılabileceğinin altını çizer. Her
ne kadar kısmi yetki alanına sahip olsa da ilgili alanın tamamında yalnızca kendisinin
yetkili olduğunu hissettirir. Uzmanlar ayrıca, teorik bilginin pratiğe aktarılmasında aracı
ve arabuluculuk görevi üstlenerek realiteyi üreten konuma sahiptirler.
* Joad, C. E. M., (1947; Akt. Nalbantoğlu, 2011).
20
İnsan eylemlerinin temelinde yatan farklılıkların kaynağı sorgulandığında, bu
eylemlerin sınıflandırılmasının belli başlı eylem türleri üzerinde çalışan, bir konuyu
enine boyuna etraflıca araştırdıktan sonra görüş sunan, ilgilendiği konuya dair yol
göstermeye ve tavsiyede bulunmaya yalnızca kendisinin hakkı olduğu iddiasında
bulunan, bilgili ve güvenilir bir grup çalışan (ki bu kişi uzman olarak adlandırılıyor)
profili ortaya çıkıyor (Bauman, 2013: 13). Bu kişiler politika, ekonomi, matematik,
siyaset, edebiyat ve astronomi gibi çeşitli alanların spesifik bir kısmı üzerine yaptıkları
sınıflandırmalarıyla bilinirler ve kendilerini o alanlarda söz sahibi kılarlar. Bauman’a
(2014: 275) göre uzman, hem kişiye ait bilgilerin edinilmesinde güvenilir bir kaynak
hem de karşısındaki kişilerin duygu ve düşüncelerini anlama ve yorumlama yeteneğine
sahip, nesnel ve öznel dünya arasında bir köprü vazifesi kurabilendir. Illich’e (1994: 15)
göre ise uzmanlar, yeni bir fikir modeli oluşturabilme gücüne, neyin ihtiyaç olup neyin
olmadığı konusunda hüküm ve karar verme yetkisine sahiptirler. Ayrıca toplumu
yönlendirme konusunda güçlü yeteneklerle donanmışlardır. Örneğin, eğitimciler
topluma nelerin öğrenilmesi gerektiğini söylerler. Okul dışında öğrenilenlerin ise, işe
yaramadığını söyleyerek topluma bunu kabul ettirebilecek konumdadırlar. Kurdukları
bu tekel ile insanlarda bir gangster algı mekanizması oluştururlar (Gansgter algıdan
kasıt, bireyleri en ufak bir alışverişte bile uzmanların önderliğinden yoksun bir şekilde
hareket ettirmeme konusunda gerçek bir gangster edasında hareket etme meselesidir).
Hattâ eski devirlerde yaşayan profesyoneller iş üzerinde kontrolü sağlamak (gücü
korumak) için İstanköy adasında yaşayan doktorların mesleki sırlarını kendi
çocuklarından başkasına öğretmeyeceklerine dair yemin ettikleri bilinmektedir.
Toplumsal açıdan bakıldığında, profesyonel bir tasarım sonucu olagelen
ihtiyaçlar parçalara ayrılmış ve her bir parça ayrı bir uzmanın ihtisas alanı içine
sokulmuştur (Illich, 1994: 24). Günümüzde uzman desteğine başvurulması gereken
konuların sayısı ise bir hayli fazladır. “Uzman görüşü almak lâzım”, “alanında uzman”,
“konusunda uzman”, “her bilginin uzmanı”, “işin uzmanına danışmak”, “uzman
görüşüne göre”, “ilgili uzmanlar”, “bir kardiyolog olarak benim görüşüm” şeklindeki
kullanımların oldukça yaygın olduğu ve modern dünyada algılarımızın bu tarz kalıplarla
şekillendirildiği söylenebilir. Bu bağlamda Turner’ın (2011: 242) uzmanlaşmayı bir
‘güç ve statü artışı’ olarak ele alması, toplumun uzmanlık konularıyla kesişme noktasını
gösterir niteliktedir.
21
Giddens’a (2000) göre, geleneksel toplumda insana atfedilen ‘evrensel insan’
profili, modern topluma geçişle birlikte yerini ‘uzman insan’ profiline bırakmıştır.
Debord (2006) ise, entelektüelden uzmana dönüşen profesyonellerin varlığından söz
etmektedir. Yüksek bir uzmanlık düzeyi, entelektüelin toplumu bir bütün olarak
kavrayıp ele alma kabiliyetini zayıflatacak şekilde bilginin gittikçe daha parçalı bir hal
almasını teşvik etmektedir. Bu minvalde yazan Eyerman, “piyasanın gücünün, kültürel
üretimin içeriğini belirleyici bir zorlama yarattığı”na işaret etmektedir (Furedi, 2014:
62). Uzmanlaşmanın artışı, entelektüellerin büyük resme bakmaktan caydırıldıkları ve
kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili anlamların peşinden gitmelerinin özendirildiği bir
kültürden beslenmektedir. Tartışmalar giderek kendine gönderme yapan ve belirli bir
uzmanlık alanındaki insanları dışarıda bırakan tarzda tasarlanmaktadır. Bu tür koşullar
altında; nesnel bilgi, teknik bir karaktere sahip gibi görünmektedir. Uzmanlar ve
teknisyenler daha derin içgörülerin arayışında olanların yerine geçmişlerdir.
Günümüzde ise, bilgi yerine mikro bilgiler geliştirme eğilimi geliştirme çabası vardır
(Furedi, 2014: 97).
“Onaylanmış uzmanların kontrolü dışında bir ev inşa etmeye veya kırık-çıkık bir
kemiği yerine oturtmaya kalkışmak anarşik bir girişim olarak görülür.” Modern hayatın
esir aldığı insan bir uzman tarafından onayı alınmadıkça hareket edemediği hayatını
yaşamaya çabalar (Illich, 2006: 12). Illich burada insan davranışının daimi bir denetim
altına alınmasından ve bu denetimin ‘uzman’ adı verilen kişilerce yapılmasından dem
vurur. Karar alma mekanizmaları elinden alınan insanlar profesyonel uzmanlar
tarafından yönlendirilmekte, kendisine ait yetenekleri dahi unutan insan, ‘mecburiyet’
kıskacında onlara bağımlı halde yaşamaya başlamıştır. Bu bağımlılığı kırmak için
insanın; bir bebeğin bezini değiştirebilmesi, bir istilayı planlayabilmesi, bir hayvan
kesebilmesi, bir gemiyi idare edebilmesi, bir binayı tasarlayabilmesi, kısa bir şiir
yazabilmesi, hesap tutabilmesi, bir duvar inşa edebilmesi, kırık bir kemiği sarabilmesi,
ölmekte olan birini teselli edebilmesi, talimat alabilmesi, emir verebilmesi, tek başına
hareket ettiği kadar ortak hareket edebilmesi, denklem çözebilmesi, bir problemi analiz
edebilmesi, bir bilgisayarı programlayabilmesi, lezzetli bir yemek pişirebilmesi, etkin
bir biçimde dövüşebilmesi gibi farklı tür faaliyetlerle meşgul olması gerektiğini
vurgulayan Heinlein (2014), ‘uzmanlaşma böcekler içindir’ söylemini ise, uzmanların
gölgesindeki insanlara yöneltmektedir. Ne var ki bu uzmanlaşma giderek bütünsel
22
arayışları küçümseyen, yarattığı mikrokozmlar içinde anlamsızlaşan ve sonuç olarak da
disiplinleri kendi kendine yeten kapalı kutulara dönüştüren bir eğilim haline gelmiştir
(Timur, 2014: 480).
Modern toplumların karmaşık bir yapıya bürünmesi ve uzmanlaşma
derecelerinin artması ile herhangi bir durum karşısında kişisel tavır almayan, olayları
tarafsız ve objektif değerlendirebilen uzmanlara olan ihtiyacı artırmıştır. Eski kültürlü
kişi tipinin yerini uzman kişi tipine bırakmasıyla uzmanlık bilgisinin muteberliği
gündeme gelmiştir (Weber, 1993). Foucault, 20. yy’ın evrensel entelektüelinin bilimsel-
rasyonel tekniklere dayanan mesleklerin ortaya çıkmasıyla birlikte, yerini özgül
entelektüle bıraktığını belirtmektedir. Entelektüelin uzmana dönüşüm sürecinde, halka
yol gösteren, bilgilendiren olmaktan ziyade halkın mühendisi haline gelerek; bilgilerini
yalnızca insan davranışlarını yönetmek için kullanan ve mevcut sistemin süreklilik
kazanması için uğraşan kişi haline gelmiştir. Bu sayede uzmanlar ile halk (sıradan
insan) arasındaki uçurum derinleşmiş, uzmanlık bilgisi ile sıradan insanın bilgisizliği
arasındaki mesafe uzmanın otoritesinin varlığına bağlanmıştır (Keskin, 2011: 133).
Tarihsel zaman seyrinde bilgi birikimindeki büyük artış ve bilgiye dair her şeyi
bilme arzusu bilimlerin uzmanlaşması gibi üstesinden gelinemeyen bir sonuç doğurdu.
Tümel bilim olan felsefenin özgün doğası kendisini korudu fakat doğa bilimi,
matematik, tarih gibi çeşitli bilim dalları felsefeden tamamen bağımsız hale gelerek yeni
isimler aldı (Adjukiewicz, 1994). Bir bilgin, eş zamanlı birden çok bilimle uğraşmak
bir yana bir bilimi bile tümden incelemelerine katılamaz hale gelirken, araştırmalarının
alanı belli birkaç ya da hattâ tek bir sorunla sınırlı kaldı. Bu arada bilimsel faaliyetler,
eskiden hekimlik, papazlık, yargıçlık, askerlik gibi daha çok kazanç getiren başka kimi
işlerle birlikte yapılırken günümüzde gitgide artık yalnız başına yapılan bir iş oldu
(Durkheim, 2006: 64).
Sosyal bilimciler faaliyetlerini yürütmede ve karar almada politik profesyoneller
olarak adlandırdıkları uzmanlardan yararlanmaktadırlar. Profesyonellik anlayışına katkı
sağlaması açısından, tıp bilimi ile benzerlik kurulmuş, özellikle hekimlere ait
terimlerden faydalanılmıştır. Ekonomik ve toplumsal sorunlar ‘beden politikaları’
argümanı çerçevesinde değerlendirilmiş ve farklı yönlerden hekim-hasta ilişkisi uzman-
müşteri bağlamında ele alınmıştır. Profesyonel uzmanlar, doktorların hastalara
23
koydukları teşhis ve onlara uyguladıkları tedavi yöntemleri ile benzer durumları kendi
müşterilerine de sunmuşlardır (Keskin, 2011: 106). Vücudunun herhangi bir bölümünde
bir rahatsızlık hisseden kişi, sağlık hizmeti ihtiyacı duyduğunda, hekimlere bu noktada
güven ve inanç duyarak hastaneye başvurur. Giddens’a (2012a: 30-31) göre, uzmanlara
başvuran kişilerin duydukları bu inanç ve güven, yalnızca o kişilerden (uzmanlardan)
kaynaklı değil, söz konusu uzmanlık alanı ve sisteminden kaynaklı olabileceği belirtilir.
Burada kastedilen uzmanlığın ‘teknik bilgi’sinden ibarettir. Hastanın, uzmanlık
sistemine duyduğu inancın, kişi bazında hekim, sistem bazında ise uzmanlık
sisteminden kaynaklandığı düşünülmektedir.
Goffman’ın sahne önü ve sahne arkası kavramları arasındaki ayrımın denetimi,
profesyonelliğin belki de profesyonelleşmenin mecbur bıraktığı uzmanlaşmanın mihenk
noktasını oluşturmaktadır. Giddens (2012a), uzmanların yaptıklarını diğerlerinden
saklama nedenini uzmanların sahip oldukları uzmanlık bilgilerinin yanlış yorumlama ve
bu bilgileri göz ardı ederek yanlış yapma ihtimaline sahip olmaları olduğunu belirtir.
Burada sahne önü ile kastedilen hekimlerin hastalar ile bir araya geldiği yer, sahne
arkası ise, hekimlerin kendileriyle baş başa kaldıkları zihin dünyalarıdır. Buradaki net
ayırım, kusursuz olmayan becerilerin ve insan yanılabilirliğinin etkilerinin azaltmanın
bir aracı olarak davranışları göz önünde bulundurur. Eğer hastalar tedavi süreçleriyle
ilgili tam bilgi sahibi olsalardı, muhtemelen sağlık görevlilerine güven düzeyi bu denli
yüksek olmayacaktır. Buradaki büyük bir risk olasılığını Giddens (2012a: 114) şu
şekilde açıklamaktadır: “Uzmanın kendi bilgi alanı açısından bir bilgisizlik alnının
mevcudiyeti sıradan insanların inancını zayıflatabilir. Bu tür bir gizleyişin sokaktaki
insan tarafından keşfedilmesinden çok daha zararlı olan şey ise, belirli bir tehlikeler
kümesi uzantılarının ve bunlarla ilişkili risklerin uzmanlar tarafından da anlaşılamadığı
durumlardır. Çünkü böyle bir durumda sorgulanacak olan yalnızca uzmanlık bilgisinin
sınırları ya da eksiklikleri değil, uzmanlık düşüncesinin özünü tehlikeye atan bir
yetersizliktir.”
Toffler’in ünlü tezinde, tarihte ikinci dalga olarak belirttiği endüstrileşme
dönemi, yoğun iş bölümü ve üretimde standardizasyona ve kitleselleşmeye sebep olarak
uzmanlaşmayı derinleştirmiştir (Toffler, 1981: 70-79). Üçüncü dalga’da bilgi en yüksek
kalitedeki gücün kaynağıdır. Bu dönem durağan her şeyi değişime zorlayarak kitlesel
üretimi kişisel üretime, kitlesel pazarlamayı mikro pazarlamaya, büyük ulus şirket
24
yapılarından farklı örgütlenme biçimlerine dönüştürmektedir. Hattâ bu dönem
proleteryadan (kol emekçisi) ‘cogniterya’ (bilim/bilim emekçisi) yaratan, yeni bir emek
gücünün varlığıyla anılacak bu grubu yaratan bir dönem olmayı mümkün kılmıştır
(Toffler, 1992: 33-38). Belek (1999) ise ‘cogniterya’ kavramını, üretimde teknoloji,
sermaye gibi unsurlar önemini yitirirken, üretimin en önemli bileşeni olarak bilginin ön
plana çıkmasıyla açıklamaktadır. Bilgiye sahip çıkan bu yeni insan, hiçbir kuruma ve
sermayeye mahkûm kalmayıp istediği şekilde çalışabilir. Bilgi çağında işçiyi kullanan
sermayedar değil, aksine sermayedara kendi isteklerini telâkki ettirebilen, bilgiyi
kafasında taşıyan işçidir, yani bu yeni ve farklı emek gücünün tanımladığı yapı
‘cogniterya’dır.
Elbette ki uzmanlaşma süreci kültürel bağlamdan bağımsız açıklanamaz. Bu
noktada bireylerin düşünme, anlama ve yorumlama biçimleri, bakış açıları, sosyolojik
davranışları, düşünce kalıpları, psikolojik tahlilleri, kavram ve durumları açıklamada
önemlidir. Zıjderveld’e (2013: 25) göre içtimai hayat içerisinde kültür, siyasal ve
ekonomik unsurlardan bağımsız düşünülemez hattâ kültürün mezkûr unsurların temelini
oluşturduğu söylenebilir. Kültür; değerler, normlar ve anlamların yıllanmasıyla oluşan
geleneğe aittir. Japon kültüründe çalışanların Batı'daki meslektaşlarının aksine çok daha
az uzmanlaşmaları (Giddens, 2012), klasik batı yönetim kültürünün temsil edilmediğini
gösterir. Bu açıdan, her kültürün çalışma disiplini, iş kültürü, mesleki anlayışı ve bu
unsurların iş bölümünün işe ve insan üzerinde yansıttığı sonuçlar farklılık
göstermektedir.
Bireyin doğa ve toplumla ilişkisi, uzmanlar ve uzmanlaşmayı besleyen teknoloji
aracılığıyla yürütüldüğü zaman, yaşamın kontrolü söz konusu teknolojiyi yönetenlerin
eline geçiyor. Dünyanın yeniden şekillenmesinde rol alan, dünyayı ifade eden,
gözetleyen ve yeniden tasarlayan uzmanlarla doluyor. Artık bireyin çevresi uzmanların
ürettiği teknikten oluyor (Bauman, 2014: 294-295). Böylece bireyin periferisinde yer
alan uzmanlar sebebiyle uzmanlara olan güven ve gereksinimi artırırken diğerlerine olan
inancı zayıflatıyor. Illich (1994) ise, içinde bulunulan çağı insanların problemlerine
karşılık uzmanların çözümlerinin var olduğu bir durum olarak değerlendirir. Uzmanların
bir yandan problemin ne olduğuna karar vermeleri, öte yandan kendi çözümlerinden
gayrısına hayat hakkı tanımamaları, onlara, olağanüstü bir güç kazandırmakta, gayrısını
köle durumuna düşürmektedir.
25
“Bilimin temel niteliklerinden biri de uzmanlaşmadır. Bilim kendi çalışma
süreçleri içerisinde de ‘uzmanlaşmaktadır.’ Bilimin etkinlikleri iyiden iyiye
profesyonelleşmiş okullar, bölümlendirilmiş araştırma enstitüleri yoluyla
yürütülmektedir. Dünyanın araştırma nesneleri olarak parçalanması ve her parçanın
ayrı bir araştırma konusu olarak uzmanlaşması sağlanmıştır” (Heiddegger, 1977: 125;
Akt. Dikmen, 2011: 203-204). Burada, belirli bir araştırma konusunun belirli bir
parçasında uzmanlaşan ve bütün dünyayı bu parçadan ibaret sayan, fildişi kulesinden
çoktan çıkmış, insanların arasında şatafatlı bir hayat özlemekte, şöhret ve para peşinde
koşan bir akademisyen tipi kastedilmektedir (Dikmen, 2011: 204). Özellikle doğal ve
toplumsal yaşamın bütünü hakkında değil de, sadece bir kısmı hakkında ileri seviyede
uzmanlık kazandıran yükseköğretim kurumlarında bu hastalığa çok yoğun bir şekilde
rastlanmaktadır (Demir, 2012: 58).
3. MİKRODAN MAKROYA-PARÇADAN BÜTÜNE: BÜTÜNCÜL
YAKLAŞIM
Platon: “Geometri bilmeyen buradan giremez.”
Yalnızca matematik ve geometri alanı öğrencileri için değil, akademisinde
eğitim gören tıp ve felsefe öğrencilerini de “Geometri bilmeyen buradan giremez.”
şeklinde bir uyarıyla karşılayan Platon, matematiğin felsefeye giriş niteliğinde bir amaç
taşıdığını düşünmekte idi. Birçok alanın bilgisine vakıf olmaya dayanan bu felsefe,
Thomas Henry Huxley’in "hepimiz dar bir alanda çok şey; geniş bir alanda bir şeyler
bilmek durumundayız" sözünün tezahürünü vurgularken, sadece uzmanı olduğumuz
alanın mahkûmu olarak kalınmaması, diğer tüm ilgili alanlar hakkında asgari düzeyde
bilgi sahibi olunması gerektiğine dikkat çekmektedir.
16. yüzyılda bilimsel devrimin başlaması, Kopernik, Bacon ve Galileo gibi bilim
insanları ile evrene yeni değerler atfeden bir anlayışın hâkim olmasına sebep olmuştur.
Bu yüzyılda bilgi ve bilgiye erişilen yollar daha dogmatik, bilimin icrası gözlem, deney
ve daha çok matematiğe dayanan ölçülebilir ve niceliksel yöntem ile yapılagelmiştir. 17.
yüzyılda ise, evreni büyük ve kusursuz dev bir makine olarak gören, deterministik ve
mekanistik özellikte olan bu makinenin işleyişinin yalnızca akıl tarafından
keşfedilebileceği düşüncesine dayanan Newtoncu anlayış hâkimdi. Yine 18.yy’da
kendisi de hekim olan Lâ Mettrie gerçekte var olanın yalnızca maddeden ibaret
26
olduğunu öne sürdüğü –İnsan, Bir Makine (Man a Machine)- isimli çalışmasında;
insanda ruhun varlığının gereksizliği, insan bedeninin bir tözden yani maddeden ibaret
olduğu ve hayvanlar ile insanların benzer yapıdaki canlılar olduğuna dair görüşlerini
dile getirmiştir. İnsanı tıpkı mekanik bir saat ile benzer kefeye koyan bu anlayış:
“İnsan öylesine karışık bir makinedir ki, onun hakkında kesin bir fikir edinmek ve
dolayısıyla onu tanımlamak ilk başta imkânsız gibi görünür. İnsan vücudu,
zembereklerini kendi başına kuran bir makine olup sürekli hareketin canlı imgesidir.”
cümleleri ile izah edilmeye çalışılmıştır. 20. yy’a gelindiğinde, tüm bilim anlayışlarının
her durumda kabul görülemeyeceğinin altı çizilmiştir. İzafiyet (görecelilik) teorisinin
ortaya atılmasıyla birlikte, olaylara ve bilime daha bütüncül, organik ve indeterminist
bakılmaya başlanmış, insanın da içinde ve aslında merkezinde olduğu parçalardan
ziyade bütüne odaklanan bir bilim anlayışı egemen hale gelmiştir.
Yukarıda bahsedilen bütünsellik ile kuantum teorisinin parçaların bütüne ait
bilgiyi içinde barındırdığı düşüncesi anlatılmak istenmektedir. Kuantum
teorisyenlerinden Einstein, Bohr ve Heisenberg gözlemledikleri dünyanın çok sayıda
bağımsız nesnelerden kurulu bir makine olarak değil daha çok bölünmez bir bütün
içinde ilişkiler ağına sahip olduğunu düşünüyorlardı (Capra, 1996: 16). Bütüncül bilim
paradigması 20. yy’ın yüzyılın başlarında kuantum fiziğindeki buluşlarla birlikte boy
göstermiş ve farklı teoriler tarafından desteklenerek gelişmiştir. Bütüncül bilimin,
pozitivist ve fenomenolojik paradigmaların iki parçalı mekanistik evren anlayışının
dışında çok katlı ve iç içe geçmiş dinamik bir bütün şeklindeki evren algısına dayandığı
bilinmektedir (Dikeçligil, 2010: 58). Fizikçi David Bohm’un dile getirdiği bir bütün
içinde her bir öğenin ‘içrel’ niteliğinin (özeliği, doğası) öteki öğelerden ayrı ve bağımsız
olan bir özellik olmadığını, bunun öteki öğelerle ilişkilerden ortaya çıkan bir nitelik
olduğu (Örs, 1996; Akt. Şahinoğlu Pelin, 2000: 122), evrende var olan hiçbir şeyin
bütünden ayrı düşünülemeyeceği fikri ile bütüncül bilim anlayışına açıklık getirildiği
görülmektedir. Arıtan (2010), bütüncül evren tasarımından yola çıkarak; evrendeki her
bir parçanın aynı bütüne ait olduğu, her bir parçanın evrenin bilgisini içinde taşıdığı ve
tüm bilgilerin her an ve her yerde olduğu görüşünü savunmaktadır. Evrendeki her kesit
evrenin bilgisine sahiptir keza her bir parçacık birbiriyle etkileşim ve ilişki içerisindedir.
İnsan mikro evren kabul edilirse hem bütünün kendisi hem de o bütünün bir parçası
olduğu söylenebilir.
27
Bütüncül yaklaşım Elmacı’ya (2013: 41) göre, ilişkilerin tümüne birden aynı
zamanda bakabilmek, sistemi oluşturan parçaları ve parçaların ilişkilerini bütün olarak
görebilmek, bir parçaya bir etki olduğunda diğer parçalardaki etkiyi görebilmek, bir
parçaya sistemin bütününü ilgilendirecek bir müdahale sürecinde, yapılan müdahalenin
hem sistemin bütününü hem de herhangi bir parçayı etkileme ihtimali olan etkenlerin
göz önünde bulundurularak hareket edilmesidir. Bu düşünce, psikolojide köklü bir
geleneğe sahiptir. Sosyolojide ise, özellikle Frankfurt Okulu eleştirel toplum kuramı
toplumsal bütünlüğünü dikkate alarak, birbirinden bağımsız ögelerle bütün arasındaki
diyalektik ilişkiye dikkat çekmektedir. Keza herhangi bir öğe tek başına
anlamlandırılmak istendiğinde, yetersiz kalınmakta, hattâ bütünün bilgisine ihtiyaç
duyulmaktadır (Mayring, 2011: 38). Bu yaklaşım evrendeki her şeyin aynı bütünün
parçaları olduklarını açıklamaya yöneliktir. Alatlı’ya (2002; 2014) göre, bütüncül dünya
görüşü, klasik fiziğe nispeten yeni fizik anlayışı, bütünü daha iyi anlaşılabilir kılmak ve
sistemlerin doğasını anlamak için parçalara değil, bütüne bakılması gerektiğini
savunurken, eğitim alanında aşırı uzmanlaşmaya karşı doktrinler-arası ilişkilerin
gelişmesi gereğini vurgulayan Sistemler Teorisi’ni ortaya koymaktadır. Bu görüş, tıp
alanında ise, ferdi hastalıkların değil, insan bedeninin bütününe eğilen alternatif tıbbın
revaç bulmasını sağlamıştır.
Batıda bütüncül anlayışının temsilcilerinden Ilya Prigogine’in (2005), “Kaostan
Düzene” isimli kitabının sunuşunda Alvin Toffler’den aldığı ifadeler ile şunları
aktarmaktadır: “Bizim uygarlığımızın en önemli başarılarından biri, bir şeyi
olabildiğince ayrıntılı şekilde görebilmek, anlayabilmek, analiz edebilmek için her şeyi
mümkün olan en küçük parçalara bölmesidir. Fakat bu başarının bir zafiyet noktası var,
o da şu: O kadar çok parçaya bölüyoruz ki, sonra bu parçaların hangi bütünün parçası
olduğunu bulamıyoruz” Toffler’in bu kinayeli ifadesi ile, modern dünyada parçalanan
ve bir o kadar da bölünen bilgi, bakış açımız ve hattâ hayatımızı etkileyen çağın egemen
gücü konumuna gelen uzmanlaşma eleştirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında (Timur,
2014), uzmanlaşma tutkusu ile hareket edenlerin genel kuramları küçük görme konusu,
J. Schumpeter’in yalnızca bir tane Marx’ın varlığına rağmen, “iktisatçı Marx” ve
“sosyolog Marx”ın yanı sıra “peygamber Marx”ı inceleyerek eksikliklerini ortaya
koymakla örneklendirmektedir. Kısacası; “uzmanlık” adı verilen çoğu anlamsız bilgiler
28
yığını içinde “parçaları” eleştirmek, bütünü eleştirmekten çok daha kolay hale gelmiştir
(Timur, 2014: 475-476).
Geleneksel dünyada “ilm-i küll” yani bütüncül bakış ile anlatılmak istenen;
disiplinlere ayrılmayan, dünyayı bir bütün olarak kavramaya imkân veren küllî,
bütüncül ilimdir. Modern sosyal bilimsel terminolojide “bütüncül” anlamında karşılık
bulan “holistik” kavramı ise, “ilm-i küll”den biraz farklıdır. Modern dünyada, aşırı
uzmanlaşma ve ilmî parçalanma sonucu karmaşık sosyal olguları tek sebepli açıklama
eğilimi sonucunda “indirgemecilik” anlayışı doğmuştur. Buradan yola çıkarak Karl
Marx’ın, insanlar arasında var olan sömürü olgusunu, sadece iktisadi sebeplere
bağlayarak açıklaması örnek gösterilebilir. Hâlbuki klasik Aristotelyen bütüncül
perspektifi benimseyen Max Weber gibi sosyal bilimciler, tek-sebepli açıklamalara,
indirgemeciliğe karşı, sömürüye yol açan maddî ve manevî birçok sebebi dikkate
almışlardır. Nihayetinde bu durum indirgemeciliğe karşı holistik yani bütüncül
perspektif olarak tanımlanmaktadır (Gencer, 2012).
Tarihte 1800’lü yıllardan önce ilimler toplanarak bir araya getirilmiş, kısa bir
zaman sonra da bu ilimler konu ve metotlarına göre ayrıştırılarak kendilerine has bir
yapı kazanmaları sağlanmıştır. İlim dallarının farklılaşması ve her bir dalın kendi
metodolojisini oluşturma süreci, yalnızca belli başlı bilgi alanlarının oluşmasıyla sınırlı
kalmamış, bu bilgi alanları da kendi içerisinde sistematik bir biçimde ele alınarak farklı
perspektiflerden tasniflendirilmişlerdir (Üçer, 2014: 65).
Platon, Apollonios, Arşimed, Batlamyus gibi ilim adamları yalnızca düşünme
disiplinlerini değil, geriye kalan bütün disiplinlerin bilgisini dahi Pisagor’dan
almışlardır (Ebû Süleyman es-Sicistânî, 1979). İbn Sina, İbn-i Rüşd, Farabi, Aristoteles
gibi şahsiyetlerin yalnızca bir (b)ilim dalı değil, birden çok (b)ilim alanıyla ilgilendiği
de bilinmektedir. Bu gerçeği Koyne (2000: 21), Aristoteles’in başta mantık olmak üzere
fizik, gökbilim, metafizik, doğa bilimleri, ruh bilim, ahlâk ve siyaset gibi alanlarda fikir
üretmesi ile örneklemektedir. Hattâ Dante, Aristoteles hakkında ‘bilenlerin/öğretenlerin
sultanı’ olarak bahsetmektedir. Ayrıca Koyne (2000: 16), dönemin filozoflarının
birbirlerini anlamak için yalnızca karşı tarafın dilini bilmenin yeterli olmadığı, aynı
zamanda felsefe bilmelerinin de gerekli olduğu vurgusunu yapmaktadır.
29
Weber’in “artık hiç kimse, tam bir uzmanlaşmaya dayanmadan bilim alanında
yetkin bir şeyler yaptığından emin olamaz” şeklindeki ifadeleri, bilim dallarını
uzmanlaşma faktörünü hesaba katarak değerlendirmek gerektiği manasına gelmekteydi.
Burada kastedilen “uzmanlaşma” libido sciendi (bilgi egosu/bilme şehveti) dürtüsüyle
olguların farklı yönlerini araştıran bilim adamlarının tespitinin aksine, kapitalist
gelişmelerle doğan birtakım çıkar ve gereksinimlerin zorladığı akademik bir iş
bölümünün eseriydi. Bu durum, işbölümlerinin sebep olduğu birbirinden bağımsız,
kendilerine özgü dil ve kavramları olan ve birbirini anlamakta zorlanan bir sürü
disiplinin ortaya çıkması ile sonuçlandı (Timur, 2014: 480).
Timur’a (2014: 480) göre bilimsel çabanın işlevi “değiştirme” üzerine değil,
“anlamak” ya da Freudçu anlamda “rasyonelleştirmek” üzerine olmalıydı. Fakat genel
kuramları yok sayarak, bilimi parçalara ayıran bilim insanları ağaçlara bakmaktan,
ormanın bütününü göremez oldular.
Bazen bir dil başka bir dile çevrilirken salt ifadelerin değiştirilmesi, doğru anlam
yüklenmediği takdirde bazı kelimelerin anlam kaybetmesine, çevrilen parçanın
bütünlüğünün kaybedilmesine sebebiyet verebilir. Yapılan çeviri kelime bazına
indirgendiğinde, ifadelerin parçalanmasından mülhem bütünlük anlam kaybeder ve
parçanın özünden ve orijinalinden uzaklaşılmış olur. Bu konuya Pascal’ın fikirleri bir
nevi ışık tutmaktadır (El Cisr, 2005: 153): “Duyu organlarımız bir şeyin gayesini
bilmekten acizdir. Meselâ çok şiddetli bir ses kulağımızı sağır eder, hattâ patlatabilir.
Normalin üstündeki ışık gözümüzü kamaştırır, belki kör eder. Bir şeye son derece yakın
olmak onu görmemek demektir. Çok yakındaki cismi göremediğimiz gibi, çok
uzaklaşınca da onu seçemeyiz. Hattâ böyle bir cisim bizim için yok gibidir.” Demir’e
(2012: 61) göre asıl tehlike, uzmanın aklının diğer akıllardan pek farklı olmaması ve
üstünlük vehminin uzmanın aklını dumura uğratmış olmasındandır. Çünkü bir parçayı
derinlemesine bilmek bütünün bilgisini vermemektedir. Parça bütünü oluşturmaz.
Bütünü diğer parçalarla birlikte anlamamıza yardımcı olabilir. Parçayı görmek için ise,
geri çekilmek gerekir. Çok derine inen uzmanın kuyudan çıkarılması ise zordur. Bu
uzman, derinleştiği uzmanlık konusunu yeryüzünde yer alan tüm konulardan üstün ve
yegâne görüp, diğer tüm konuları önemsizleştiren, yaptığı işi “son tarih uzmanı”
şekliyle yansıtan, konusunda yer alan tüm kelimeleri dahi sahiplenerek, her birinin
üzerine ayrı ayrı kafa yorup uzmancılık oynayan, bu alanda söz söyleme yetkisinin
30
yalnızca kendisine ait olduğuna inan ve inandırmaya çalışan, sahip olduğu uzmanlık
bilgisinin alanın bütününü kapsadığını zannetmektedir. İşini bitirdikten sonra geriye
çekilip resmin bütününe bakan bir ressam misali, yıllar sonra uzmanlaştığı alana geriye
çekilip bakan bir aydın, ancak bütünün bilgisini tam layıkıyla görebilir. İnsan derinlerde
bütünü arayabilir ama bulamaz.
Mesnevi’de (Mevlana, Cilt III.) körlerin bir fili tarif etme hikâyesi
anlatılmaktadır. Hikâyede, kör insanların çözmeye çalıştıkları hayvanın bir fil olduğunu
bilemediği ve bütünü tarif etmede yetersiz kaldığı görülmektedir. Bu çıkarıma binaen,
bütünün parçalardan oluştuğu ama yalnızca bu parçalardan ibaret olmadığı, parçaların
bilgisine sahip olunarak bütünün bilgisine tam olarak ulaşılamayacağı, parçaların tek
başına bir anlam ifade etmede yetersiz kaldığı ancak bütün olarak bir anlam ifade
ettiğinde amacın yerine getirildiği söylenebilir. Kısacası bütün, parçaların toplamına
göre kayda değer derecede farklılık arz etmektedir. İlgili hikâye şu şekildedir:
“Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler.
Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat
ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkânı yoktu. O göz gözü
görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini sürmeye başladılar.
Birisin eline kulağı geçti, “Fil bir oluğa benzer” dedi. Başka birisinin
eline ayağı geçmişti, dedi ki: “Fil bir direğe benzer.” Bir başkası da
sırtını ellemişti. “Fil bir taht gibidir” dedi. Herkes neresini elledi, nasıl
sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu. Onların sözleri, görüşleri
yüzünden birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, öbürü elif. Herkesin
elinde bir mum olsaydı sözlerindeki aykırılık kalmazdı.”
İktisadi alanda başlayan iş bölümü 1920’lerde sonra artan bir hızla insan
bilimleri denilen bilim alanlarında da başat duruma geçmiştir. Bu durum, salt pozitif
bilimlerde çalışan entelektüel için değil, sosyal bilimciler için de bir tür eleştirel
bakıştan uzaklaşmayı anlatır. Bilimlerdeki iş bölümünün aşırılaşması, hayatı total bir
değerlendirme bazında algılama şansını azaltmakta; mesleki deformasyon, entelektüel
çalışmaların ve sistemin etkinlik tutkusu içinde hapsedilmesine neden olabilmektedir
(Oskay, 2004: 226). Schiller, “İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Bir Dizi Mektuplar”
isimli eserinde bilimlerde yaşanan ayrışma sonucu insanın içinde bulunduğu dünyayı
şöyle özetlenmektedir: “Bir yanda zenginleşen deneyim ve daha kesinleşmiş bir
düşünce, bilimlerin daha keskin ayrımı, öte yanda devletlerin daha karmaşık çarkları,
sınıfların ve işlerin daha sert bir farklılaşmasını gerekli kılmasıyla birlikte, insan
doğasının iç bütünlüğü de koptu; mahvedici bir kavga onun uyumlu güçlerini ikiye
31
böldü... Bütünün yalnızca küçük bir parçasına ebedi olarak bağlanmış durumdaki insan
da kendini parça olarak yetiştiriyor.” (Schopenhauer, 2014: 12).
Durkheim, toplumun parçalardan oluştuğunu ve bu parçaları birbirlerine sıkı
sıkıya bağlı olan kendi aralarında bütünleşmiş bir bünyeye benzetmektedir. Benzer
şekilde, Giddens (2012: 145), vücut sisteminin beyin, kalp, akciğer ve karaciğer gibi
uzmanlaşmış organlardan oluştuğunu ve bu parçaların (organların) birbirleriyle entegre
bir halde çalıştığını, aksi bir durumda canlı varlığının tehlikeye girebileceğini söyler.
Parçaları bütünün içinde değerlendirebilme yeteneğine sahip kişiler, tek bir
alanla ilgilenmezler. Birden fazla ilgi alanına sahiptirler. Bu durum onların olay ve
olgulara sosyal, ekonomik ve psikolojik gibi farklı yönlerden bakmalarına imkân
tanıyabilir. Cündioğlu (2010), ‘düşünme’ eylemine ve nesnelerin hakikatlerine
ulaşabilme yolunda bütüncül bakabilmeyi şu cümlelerle anlatmaktadır: “Düşünme
bütüne yöneliktir, salt görünür sebepleri değil, sebeplerin sebebini merak eder,
görülemeyeni görmeye çalışır, tek tek ağaçlarla değil, ormanladır onun işi. Ağaçları
ormanın bütünü içinde görmeyi ister; ormanı görmedikçe ağaçları görmüş olmakla
yetinmez, yetinemez. Adeta bir büyücü gibi, bir kâhin gibi hareket eder ve âlemi bir küre
halinde önüne koyup o küreyi bir bütün halinde temaşa etmeye çalışır. Düşünmek,
ağaca baktığında tohumu, tohuma baktığında ağacı görmektir, hiç değilse bu türden bir
görüşe ulaşmayı talep etmektir.”
32
İKİNCİ BÖLÜM
HEKİMLİK MESLEĞİ
1. PROFESYONEL BİR TIP MESLEĞİ OLARAK HEKİMLİK
Toplumların profesyonelleşme derecesi, sanayileşme düzeyleriyle
ilişkilendirilmiştir (Goode, 1960). Bu derecelerin gelişme aşaması olarak görülen
meslek kavramı; başarılı olmuş bir uğraş, gelişmiş ve özel bilgiye sahip uğraş, bilgi ve
beceriye dayalı uzmanlık ve profesyonel bir uğraş olarak tanımlanmıştır (Freidson,
1986; Macdonald, 1995; Goode, 1960). Mesleklerin profesyonellik kategorisine
girebilmesi için; özel bilgiye sahip olma, meslek üyelerinin bir örgüt etrafında
toplanmaları ve bu örgütlerin devlet karşısında toplumsal konum elde etmiş olmaları
gerekmektedir (Cirhinlioğlu, 1997: 7). Buradan spesifik bilgi gerektirmesi yönüyle
meslek sahiplerinin yani profesyonellerin icra ettikleri işte uzman kişiler oldukları da
söylenebilir. Tıp mesleği üyeleri arasında profesyonelleşme derecesi en yüksek grup
olan hekimlerin, çalışma alanı olarak kompleks bir canlı olan insanı konu edinmeleri ve
sahip oldukları spesifik bilgi ağı sayesinde profesyonel bir konumda oldukları
söylenebilir.
Mesleklerin oluşma sürecinde karşımıza çıkan uzmanlaşma ve iş bölümü
kavramları, mesleki yapıların oluşma sürecinde aktif rol almaktadır. Bu rol dağılımı üç
yolla gerçekleşmektedir: İşlevlerin uzmanlaşması (özgülleşmesi), ekonomiyi
düzenleyen bir kuruluşta görevlerin ve geçim kaynaklarının dışarıdan (mesleklerin
zorunlu olarak ayrımlaşması) ve her mesleğin pazar durumuna göre özerk biçimde
belirlenmesi (mesleklerin özgürce ayrımlaşması) şeklindedir (Weber, 2011: 223-224).
Uzmanlaşma belirli tekelci ayrıcalıklar ve kazançları sürdürmeye yönelik bir
mesleki strateji olarak görülebilir. Uzman mesleki egemenliklerin temelinde mesleki
güç kullanmanın temel bir parçasını oluşturan bir bilgi yapısına sahip olması vardır
fakat bu sistematik bilgi yapısı muğlâktır, zira hem rutinleşmeye hem de yorumlamaya
işaret eder. Sistematik bilgi yapısının bir grubun ayrıcalıklarını zayıflatabileceği, zira
rutin bilginin iş bölümü içinde küçük parçalara ayrılmasının vasıfsızlaşmanın esasını
oluşturacağı düşünülmüştür. Tıp ve hukuk alanı rutin işler ve sistematik prosedürlere
büsbütün bağlı olmayan bir uzmanlık bilgileri bileşenidir (Turner, 2011: 179).
33
Nihayetinde sanayileşme sonrası iş bölümü ve uzmanlaşmanın artması sonucu
mesleklere olan önem ve ihtiyaç da artmıştır. Durkheim (1949), uzmanlaşmanın artması
sonucu mesleklerde profesyonelleşmenin artacağını, bu durumun bir anlamda
mesleklerin doğal tarihi olduğunu belirtmektedir.
Kişisel yatkınlıklar sonucu belli başlı mesleklerde uzmanlaşma bir yönüyle
kaçınılmaz diğer bir yönüyle modern emek piyasasının sebep olduğu bir durumdur.
Bilim adamları, avukatlar, mühendisler, öğretmenler, hekimler, eczacılar ve
muhasebeciler gibi profesyonel mesleklerin çalışma alanı seçimleri ve o alanda
uzmanlaşmaları üniversite yıllarına dayandırılabilir (Malamud, 2010: 359). Durkheim
(2006), Toplumsal İşbölümü kitabında meslek tercihinde yatkınlık ve kalıtımın
etkisinden bahseder. Hipokrat’ın ailede on yedinci hekim olması, eski Yunanlarda
kâhinliğin babadan oğula geçtiğine inanılması gibi bazı örnekler mesleklere yatkınlıkta
kalıtımın etkisine örnek gösterilebilir. Huntington’a (2004: 10) göre ise, uzmanlığı
refere eden şeylerin başında diploma sahibi olmak gelir. Bu açıdan uzmanlık, söz
konusu mesleği, o meslekte bilgi sahibi olmayan insanlardan ayırmak ve meslek
mensuplarının göreceli yeterliğini ölçmek için kullanılan objektif standartların temelini
oluşturur. Bu tür standartlar evrensel olup, bilgi ve beceriye bağlıdırlar, zaman ve
mekâna bakılmaksızın genel kullanımda uygulanabilir özelliktedirler.
Hughes’e (1963: 25) göre, profesyonel ya da profesyonel olmayan diğer tüm
mesleklerin içinde en itibar gören meslek tıp mesleği, yani hekimliktir. Hekim,
mesleğin kutsal yönü açısından itibar kazanmakla ile birlikte, ilgili uzmanlık alanına
duyulan saygıyı da kişiliğinde toplayarak söz konusu itibarı ziyadeleştirmektedir
(Baudrillard, 2000: 164). Bu açıdan tıp meslekleri arasında özellikle hekimliğin
icrasının, uzmanlaşma kaynaklı bir güç ve itibar çizgisinde yürütüldüğü söylenebilir.
Uzman hekim, tıp eğitimi görmüş ve tıbbın belirli bir alanında (iç hastalıkları, genel
cerrahi, aile hekimliği, acil tıp, deri ve zührevi hastalıklar, nöroloji vs.,) bilgi ve
becerilerini dar bir alanda geliştirerek ihtisas yapan kişidir. Bir diğer adıyla mütehassıs;
becerinin gelişmesi ve bilgi genişlemesi yoluyla değil, derinleşmesi yoluyla uzmanlaşır
ve her uzman hekim kendi uzmanlık alanında teşhisleri ve tedavileri ele alabilir. Bu
durum uzman hekimler arasında öylesine bir hâl alır ki, kendi uzmanlık alanı dışında
başkasıyla onun mesleği hakkında konuşmak bir tarafa, başka alanlarda uzmanlık yapan
kendi meslektaşlarıyla bile konuşmaktan kaçınırlar (Zijderveld, 2013: 83).
34
Özellikle hekimler aldıkları eğitim ve uzmanlık bilgisinden kaynaklanan bir
ayrıcalık elde ederek, tıbbi mesleklerin arasında farklı bir konuma gelmişlerdir.
1.1. Hekim, Doktor ve Tabip Kavramları
Hekim kelimesi, Arapça ‘hâkim’ kelimesi ile aynı anlamı taşımakta, cehalete ve
yanlışlığa yol açacak durumlara engel olma görevini üstlenmiştir. Diğer bir ifadeyle
hâkimler hekim, hekimler de hâkim misyonunu üstlenebilmektedir. Kısaca hekimlik,
hastalığa engel olma bilgisidir, hıfzıssıhhadır denilebilir (Yakıt, 2010: 19-22). Freidson
ise hekimi; “bir kişinin hastalığını yasal hale getiren kişi” olarak tanımlamaktadır
(Soyer, 2012).
‘Doktor’ kelimesi ise Fransızca kökenli olup, akademik camia arasında felsefe
doktoru (Doctor of Philosophy/Piled Higher and Deeper) olarak bilinen, lisans ve
yüksek lisans eğitimi sonrası eğitimine devam edilebilen, belli başlı bir alanda süresi ve
ders içerikleri üniversitelere göre değişen bir eğitim sonrası alınan/verilen akademik bir
unvan olarak bilinir. Sıklıkla akademisyenler arasında doktorasını tamamlayan kişiye
tanınan bir hak gibi gözükse de, tıp hekimleri için de bu kelime kullanılmaktadır. Sonuç
itibariyle her iki kelimenin de muhtevası, özünde ‘iyileştiren’ anlamını taşımaktadır.
Keza doktor bilgiyi yoğurarak iyileştirirken, hekim hastayı iyileştirmekte, şifa efsunu
sunmaktadır. Modernleşmenin hasta ile hekim arasındaki hikmet boyutunu aşındırması
sebebiyle, hekimin yerini doktorlara bıraktığı söylenebilir. Tedavi sürecinde ve
sonrasında hekimin görevi bitmez, hastanın yalnızca bedenini değil psiko-sosyal
anlamda da tedavi sürecinde pozitif bir rol alır. Doktor yalnızca iyileştirme rolünü
üstlenirken, hekim hastaya tedavinin yanı sıra şifa dağıtır. Hekimin, hâkim kökünü
temsil etme niteliği yönünden, bütünü görebilme özelliğine sahip olan, basiret sahibi
kişi olduğu söylenebilir.
Hekim ve doktorlar için yaygın anlamda kullanılan bir diğer kelime ise,
‘tabip’’tir. Tabip, Arapça kökenli olup, tıp alanında doktorasını yapmış, tıp mesleğini
icra eden kişiler olarak bilinmektedir. Yakıt’a (2010: 23) göre ‘tabbe’ kökünden gelen
tabip, ‘işin ehli olma’ anlamındadır. Geçmişi Mısır’ın en önemli tıp merkezlerinin yer
aldığı ‘Teb’ şehrine dek uzanırken (Ünver, 1938: 44), aynı zamanda hekimlere verilen
resmi bir unvan olma niteliği taşır.
35
Tarihsel süreçte yaşanan ilk acının ilkel ormanlarda çığlık olarak yansıması bir
hekime yollanan ilk çağrı olarak varsayılabilir. Bu varsayımın kısmi bir yönünü
yardıma gelen bu kişinin tedavi edici bir güç yüklenmesi, bu kişinin ilk hekim ve ilk
mesleğin de hekimlik olabileceği tezini güçlendirmektedir. Bu durumda ilk hekimin
çağrıya nasıl bir cevap verdiği bilinmese de, bu çağrıyı cevaplayan kişinin diğer
insanlardan farklı bir konuma yükselmesi durumu söz konusudur (Robinson, 1943: 1;
Ersoy, 1998: 13-14). Bu konum hekimleri, hastaların kalbine dokunan, onları saat gibi
işleyen bir makine olarak görmekten uzak (mekanikleştirmeyen) bir boyuta
taşımaktadır. Bu anlamda hekim; mesleki gelişiminin dışında bireysel tekâmülünü
tamamlamış, iş ortamında ufku açık ve feraset sahibi, hastaya hikmet nazarıyla bakan ve
hastalarla olan iletişim bağlamında altruistik nitelikte davranışlar sergilemeye özen
gösteren kişidir.
Hekimliğin alâmet-i farikası, hastalığın zamanında ve doğru teşhisini sağlamak,
gerekli tıbbi bilgi ve klinik becerilere sahip, tedavi sürecinde otorite sahibi olmakla
benzerdir. Illich’e (2011: 38-39) göre, nasıl bir yargıç kimin suçlu olacağına karar verir
ya da bir din adamı kutsal değerler hakkında karar verirse, bir hekim de, neyin semptom
ve kimin hasta olduğuna karar veren, düzeltilebilmesi mümkün yanlışları bulmak için
engizisyon memuruna benzer güçlerle donatılmış bir girişimci gibidir. Hangi konunun
hastalık kavramı içerisine gireceğini ve kimin hasta olduğunu, hastaya ve özel risk
altındaki kişilere hangi uygulamaların yapılacağını da bilen kişilerdir hekimler.
Hekimlik doğrudan ve maddi bir karşılık olmadan hizmet veren yetkin bir
meslek olarak bilinir (Turner, 2011: 155). Bu yönüyle insanlara ve topluma hizmet
sunarken etik değerler çerçevesinde, sübjektif amaçlarını öteleyip mesleğin tertip
edilmesini sağlar. Fakat duruma günümüz açısından bakıldığında, hekimlerin yetiştiği
fakültelerin daha çok ahlâki değerlere sahip çıkan hekim yetiştirmek yerine hastaneye
usta-çırak yetiştirmek için çalıştığı ve hekimi sıradanlaştırdığı görülmektedir. Asıl
amacı karakterli hekimler yetiştirmek olan tıp fakülteleri, giderek ideal ve ruhun saf dışı
olduğu kurumlara dönmekte, hekimliğin insanlığa hizmetin arka plana atıldığı, maddi
gelir kapısı ve garanti iş gözüyle bakılan bir meslek konumuna getirildiği
düşünülmektedir.
36
Dr. Abraham Verghese (2011), “Bir Doktorun Dokunuşu” isimli videosunda, bir
hastasının daha önce dört ya da beş kez farklı sağlık kuruluşunda muayene edilmesine
rağmen göğsünde var olan kitlelerin teşhis edilememesini eleştirel bir yaklaşımla
aktarıyor. Günümüzde hastayı fiziki anlamda muayene etmenin neredeyse
unutulduğunu, bunun yerine hemen birtakım testler istendiğini, hasta ile iletişimin
aksatıldığını; böylesi durumların erken teşhis ve tedavi fırsatlarının kaçırılmasına sebep
olduğunu konu ediniyor. Verghese, hekim-hasta ilişkisinde ‘dokunma’ ritüelinin
kaybedildiğini düşünürken, tıpta belki de en etkili yöntem olan insan elinin gücüne
inanıyor. Hastaların ‘ipatien’e dönüştüklerini, gerçek hastaların yerini hastaların
bilgisayarlı tomografilerinin, MR çekimlerinin yer aldığını, hastalıkların tartışıldığı
yerlerin bilgisayar ekranları olduğunu aktarıyor. Kısacası modern tıbbın yani hekimlerin
gözden kaçırdığı noktanın ‘insan dokunuşu’ olduğunu vurguluyor. Capra (2012) bu
konuya istinaden, hastayla güçlü bir ilişki kurulmaktan ziyade, teknoloji ve bilimsel
yarışmanın ön plana çıktığı hastanelerde, hekimliğin değişen yönünü vurgulamaktadır.
2. HEKİMLİK MESLEĞİNDE PROFESYONELLEŞME TEZİ
Wilensky (1964), mesleklerin giderek profesyonelleştiğini dile getirmektedir.
Doktorlar, marangozlar, avukatlar ve oto teknikerlerin emeğinin de profesyonel
anlamda ilerlediği, uzmanlaşmış teknik bilgi içerdiği, birtakım standartlara ve kurallara
tabi olduğu bilinmektedir. El becerisi gerektiren işlerin kişiden kişiye (usta-çırak
ilişkisine benzer) aktarımı sınırlıdır, yalnızca belli başlı sistem ya da makine konusunda
eğitim gerektiren teknik işlerin aktarımı söz konusudur. Bu anlamda profesyonel bir iş
birincisi sistematik bilgi ya da öğretiye dayalı uzun dönemli ‘teknik’ içeren eğitim,
ikincisi ‘mesleki normlar’ şeklinde iki kritere bağlanmıştır. Freidson (1970: 152),
profesyonelliğin; belli bir çevreye uyum sağlama, değer ve tutum gibi üç ana prensip
etrafında oluştuğunu söylemektedir. Belirli bir mesleğe uyum sağlaması da bu açıdan
önemlidir.
Oppenheimer (1973: 152) profesyonelliği üst düzeyde bir eğitimi gerekli kılan,
işin standartlaştırılamadığı, işçinin bireysel inisiyatifi ve karar verme sürecini elinde
bulundurduğu bir iş olarak tanımlanmıştır. Burada profesyonel işçinin ressam olarak bir
resim, yazar olarak bir kitap, mühendis olarak bir köprü ve hekim olarak bir ameliyat
işiyle meşgul olarak tüm üretim sürecini kendisinin yönettiği, işin gidişatını ve çalışma
37
koşullarını kendisinin belirlediği, mal veya hizmetlerin kullanım biçimi üzerindeki
haklara yine kendisinin sahip olduğu bir işleyişten bahsedilebilir. Wilensky’ye (1964)
göre bu işleyiş, yalnızca profesyonelin sahip olduğu, bazen de dile getiremediği zımni
bilgiyle yürütülmektedir. Bir mesleğin profesyonel meslekler kategorisinde yer alması
için kişilerin; uzmanlık bilgisi edinmelerine karşın aynı zamanda yüksek derecede genel
ve sistematik bilgiye (fizik, biyoloji, din bilimleri, vs.) sahip olmak, mesleki bilgiyi
elde etme ve kontrolünü sağlayacak derecede tecrübe kazanma (stajyerlik/çıraklık
dönemi), bireysel çıkarlardan ziyade toplumsal çıkarları gözetme, meslektaşları ile
arasında ortak bir değer ve etik kodlar oluşturması şeklindeki (Barber, 1963; Hopkins
vd., 1996: 365) özellikleri taşıması gerektiği ifade edilir. Ayrıca hekimliğin diğer
profesyonel mesleklerde olduğu gibi entelektüel bir ilgiyle uzmanlaşmaya attığı adım
sayesinde profesyonelliğini ispat ettiği söylenebilir.
Profesyoneller, insan tabiatının gün yüzüne çıkmamış sırlarına yalnızca
kendilerinin sahip olduğuna inanırlar ve bu profesyonel bilgiyi yalnızca kendilerinin
kullanmaya muktedir olduğu görüşündedirler. İnsanların ihtiyaçlarına göre şekil alan
profesyoneller, herkesten daha akıllı olduklarını düşünerek tavsiyede bulunurlar, ayrıca
eğitici ve yönetici rolüne sahiptirler (Illich, 1994: 20).
3. HEKİMLİK MESLEĞİNDE PROLETERLEŞME VE
PROFESYONELLİĞİN YİTİRİLMESİ TEZİ
‘Proleter’ terimi, 18. yüzyılın sonlarında Fransa’da, eski Roma’ya benzetme
yapılarak, sıradan insanları refere etmek üzere kullanılmıştır. 19. yüzyılda terim daha
spesifik olarak, toprakla ilişkisi kesilmiş ve dolayısıyla gelir için istihdam edilmeye
bağımlı duruma gelmiş (şehirli) ücretli-işçiler için kullanılmıştır (Wallerstein, 2004:
169). Bu kavram ile anlatılmak istenen; emek gücü olarak bilinen, herhangi bir
sermayesi bulunmayan ya da sermaye üzerinde hiçbir hakka sahip olmayan, denetime
tabi tutulan, emeğini bir ücret karşılığında kullanan, başkaları tarafından istihdam
ettirilen, Marx’ın ifadesiyle lümpen olarak da adlandırılan emek işçileridir. Bazı
yazarlar ‘proleter’ kavramının profesyonel gruplar için uygun olmadığı görüşünde olup,
profesyonelin bu yeni rolünün yerine gelebilecek bir kavram kullanmak istemişlerse de
emek işçisi kavramına denk bir kavram daha denk gelmemiştir.
38
Wallerstein (2006) proleter’i ‘emeğini satan insan’ olarak da tanımlamaktadır.
Belli miktar gelire bağımlı olan ücretli işçilerdir. Kapitalist sistem dâhilinde, birikmiş
zenginlik olarak da bilinen sermayenin kölesi haline getirilen işçiler üretim sürecine
ivme kazandırarak nihai amaç olan sermayenin daha da zenginleştirilmesine hizmet
ettikleri ölçüde emek işçisidirler. Wallerstein, tarihsel kapitalizm sürecinde işçilerin
giderek proleterleştiğini, proleterleşme sürecinin üreticilere daha çok fayda sağladığını
fakat buna rağmen işçi sayısının yetersiz olduğunu belirtmiştir.
Oppenheimer (1973: 151-152), beyaz yakalı profesyonellerin proleterleşme
sürecinde oldukları ve zamanla profesyonel birer işçi haline geldiklerini belirtmektedir.
İş sürecinde yalnızca bir ya da birkaç görevin yerine getirildiği iş bölümünün olduğu, iş
ile alakalı konuların işçiler tarafında değil birtakım üst yetkililer tarafından ifa edildiği,
işçi ücretlerinin yine bireysel olarak işçi tarafından değil iktisadi süreçler ve geniş
ölçekli piyasa koşullarında belirlendiği ve işçilerin çalışma şartları ağırlaştığında işe dair
kolektif pazarlıkların yapıldığı iş koşullarında proleterleşme kavramından bahsedilebilir
ve proleterleşme koşullarının daha çok bürokratik yapılanmış örgütlerde ortaya çıktığı
söylenebilir. Light ve Levine’e (1988: 15) göre, yaşanan teknolojik gelişmelerin sağlık
profesyonellerini sermayeye daha bağımlı kılması ve sermaye sahiplerinin üretimi
biçimlendirme gücünün büyümesi ile profesyonellerin bilgisine ihtiyaç duyulmayacak
sanayi teknolojisi içinde hekimlerin konum belirsizlikleri (duracakları yeri bilememe
endişesi), 19. yy’da zanaatçıların işlerinin rutinleşmesi ve hünerlerini yitirmeleri konusu
ile benzerlik göstermektedir. Kapitalizmin toplumu kontrol edici bir güç olarak
bürokrasiye sebep olması, hekimlerin zamanla bürokratik örgütlerde çalışmalarına yol
açmıştır
Sağlık hizmetleri üzerindeki proleterleşme tartışmaları daha çok hekimler
üzerinden yürütülmekte, mesleki anlamda bir dönüşüm yaşadıkları, klinik özerkliklerini
ve karar verme yetkilerini kaybettikleri konularına dair birçok tartışmalı alan mevcuttur.
McKinlay ve Arches (1985), hekimlerin proleterleşme sürecini anlatan makalelerinde
mesleki özerkliğin zayıflaması ve nihayetinde kaybolmasına kadar varabilen sürece
değinmektedirler. Scarpaci (1990: 363), hekimlerin proleterleşmesini, hekimin mal ve
hizmetler üzerindeki kontrolünü kaybetmesiyle ilişkilendirmiştir. Ayrıca tıp mesleğine
giriş şartlarının değişmesi, yeni teknolojilerin gelişmesi ve hekim sayısının artışını da
hekimlerin proleterleşme sebepleri arasında görmektedir. Hopkins (1996: 365-366),
39
profesyonel kontrolün aşınmasını; hastaların sağlık hizmetlerine dair bilgilerinde
meydana gelen artışla hekimlik bilgisinin ‘hekime özgü’ olmaktan çıkması ile
açıklamaktadır. Ayrıca, hastaların aşırı uzmanlaşma sonucu yalnızca miyopi lazer
cerrahisi uzmanı ya da sadece kozmetik cerrahi uzmanı ile karşılaşması, hekimlerin
ellerinin maharetinin pratikte diğer servis sağlayıcılarından çok da farklı olmadığını, bu
yolla teknik beceri aşınmasına gidildiğini gösterir niteliktedir.
McKinlay (1984: 161), dinamik bir süreç olan bürokratikleşme ile hekimlerin
üretim araçları üzerindeki kontrollerini kaybettiklerini belirtir. Bürokratikleşme;
merkezileştirilmiş yönetim, ölçek ekonomisi ve rasyonaliteden daha fazlasını sağladığı
gibi, tek kişilik ve küçük tıp uygulamaları rekabetini kesip, tıp teknolojisine girişi
kolaylaştırarak kapitalist genişleme mantığına da ayrıca hizmet eder. Oppenheimer’e
(1973: 153) göre ise; mühendislik, tıp, hukuk, öğretmenlik gibi bürokratik ortamlarda
faaliyet gösteren mesleklerin proleterleşme eğiliminden kaçınamayacağı bir gerçektir.
Freidson (1970) ve Wilensky (1964)’nin profesyonel mesleklerin toplumsal
kontrolü elinde tuttuğu ve mesleki yükselişi artırdığı yönündeki görüşlerin aksine;
profesyonelleşmeme (deprofesyonelleşme) eğiliminin arttığı yönündeki görüşleri ifade
eden Haug (1975), hekimlerin profesyonel rolünün dönüşüm sürecinde olmasını;
geçmişte elde ettikleri özel (ezoterik) bilgi tekeli ayrıcalıklarının aşınmaya uğraması,
toplumun hekime duyduğu güvenin sarsılması ile sağladığı prestijin yitirilmesi ve
hastalar üzerindeki otoritenin azalmasına bağlar. Özellikle teknoloji çağına geçilmesiyle
birlikte yaşanan dönüşüm toplumun eğitimli kesiminin uzman hekimlerin bilgisine
hâkim olduklarını, dolayısıyla hekimlerin profesyonelliğin yitirilmesi tartışmaları içinde
yer aldıklarını göstermektedir.
Profesyonelleşmeme; profesyonellerin bilgi üzerindeki tekel güç olma gibi
kendilerine has niteliklerin, diğer insanların hizmetlerine duydukları inancın, iş
özerkliği ve yapılan işten etkilenenlerin üzerindeki otoritesinin yitirilmesi olarak
tanımlanabilir. Bu açıdan uzmanlaşmanın birçok mesleği derinlik ve hüner gerektiren
dar görev alanlarına bölmesi, tekerleğin cıvatalarını sıkıştırmada uzman bir otomotiv
işçisi ile iç kulak ameliyatında uzmanlaşan bir hekimi aynı kefeye koyabiliyor (Shepard
ve Herrick, 1972; Akt. Haug, 1973). Tam da bu noktada Haug (1973), mesleki açıdan
pratisyen ya da genel bir bilgiye sahip hekim gibi çalışan aile hekimlerinin ortaya
40
çıkışını ‘yeniden toplanma’ olgusuna, yani parçalara ayrılan görevlerin tek bir bünyede
toplanmasına örnek teşkil ettiğini gösteriyor.
Profesyonelleşmeme ve proleterleşme tezlerine karşılık Freidson (1984: 108-
111), hekimlerin profesyonelliklerini yitirdikleri tezinin geçerli olmadığını
söylemektedir. Toplumun eğitim düzeyi ve uzmanlaşmış teknik bilgiyi anlama
kapasitesi gelişirken, uzmanlık bilgisinin nitelik ve niceliğinin de artmakta, toplum ile
hekim arasındaki ‘bilgi açığının’ daralmakta olduğunu savunan Freidson, hekimlerin
göreli prestijlerini, uzmanlık bilgilerini ve uzmanlıklarının uygulamaya aktarılması
hususundaki tekeli kaybetmediklerini öne sürüyor. Aynı şekilde proleterleşme
tartışmalarına da yorum getiren Freidson, hekimlerin kendi iş yerinde çalışarak herhangi
bir özerklik kaybı yaşadığını gösterir nitelikte bir delil olmadığını iddia etmiştir.
Özetlemek gerekirse, bu durum çalışanların istihdam şeklinin iş kontrolü ya da kontrol
eksikliğinin bir ölçüsü değildir.
4. HEKİMLİK MESLEĞİNDE PROFESYONELLEŞME-
UZMANLAŞMA İLİŞKİSİ
Özellikle sanayi devriminden bu yana, toplumun bilgi birikimi yönünden
güçlenmesi beraberinde profesyonelleşmeyi getirmiş, ayrıca enformasyon ve
teknolojide yaşanan gelişmeler mesleki anlamda özelleşmiş bilgiyi zorunlu kılmıştır
(Herdman, 2012). Profesyonelleşme ve proleterleşme konularından yola çıkarak,
uzmanlaşma ve profesyonelleşme konularının birbirleriyle yakın ilişki içerisinde
olduğu, uzmanlaşmanın bir koşulunun profesyonelleşmekten geçtiği, kısacası bir
uğraşının profesyonel anlamda meslek haline geldikten sonra o meslekte
uzmanlaşılabileceği bir durum söz konusudur. Karasu’ya (2001: 192-265) göre,
uzmanlaşma profesyonelleşme sürecinin bir aşamasıdır. Belli bir noktaya kadar aynı
yönde giden bu süreç, bir noktadan sonra farklılaşmakta, birindeki artış diğerinde
azalmaya sebep olabilmektedir. Uzmanlaşmanın artması, işlevlerin bölünmesine neden
olmakta ve bu nedenle profesyonelleri daha dar bir alanda yetki sahibi kılmaktadır.
Profesyonelleşme içerisinde uzmanlaşmayı barındırır fakat profesyonelleşmeyi
açıklamak için farklı değişkenleri de göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Günümüz tıp mesleği bu anlamda, modern tıbbın uzmanlık uygulamalarına dayanan
profesyonel bir meslek konumundadır.
41
Haug (1973), profesyonellerin yalnızca ilgili meslekten olanların kontrolüne açık
uzman kişiler olduğunu belirtmektedir. Siegrist’e (1970) göre, meslekler,
profesyonelleşerek standart ve resmi hale gelerek, sabit müfredata dayalı bir eğitim
sayesinde homojen bir yapıya kavuşmaktadır. Meslekleri profesyonelleşme
çerçevesinde alan Carr Saunders ve Wilson (1933), bir mesleğin uzman meslek olma
özelliğini; güçlü mesleki örgütlenmeye sahip olmaları ve devlet tarafından politik
anlamda sahiplenilmiş olmaları şeklinde belirtmektedir.
Uzmanlaşma konusu bazı araştırmacılar tarafından sosyal bir olgu, sosyolojik bir
model ve profesyonelleşmenin farklı bir boyutu olarak görülmüştür (Halpern, 1988;
Abbott, 1988). Kuşkusuz birbirinden ayrı iki alan olan tıp ve sosyolojinin ortak noktası;
insanı ve insan yaşamını araştıran, sorgulayan ve inceleyen bir yapıda olmasıdır.
Profesyonelleşme, Abbott (1988) ve Larson (1977); tıbbi profesyonelleşme ise Freidson
(1970) tarafından meslekler sosyolojisi kapsamında ele alınmıştır. Freidson (1970), tıp
mesleğinin özel bilgi, beceri ve inanç gerektirdiğini, böylece diğer mesleklerden
ayrıldığını, özelliği gereği otonomik bir yapıda olduğunu belirtmektedir. Bahsi geçen
bilgi ve becerilerin üzerine gelişen uzmanlaşma, bir noktada profesyonelleşmeyi tersine
döndüren bir süreçtir; bu süreçte hekimler özerkliklerini yitiriyor ve bilgi tekelleri
azalıyor (Soyer, 2012: 238).
42
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TIPTA UZMANLAŞMA
Bir farenin nasıl bir şey olduğunu her bir hücresini elektron mikroskobunda
titizlikle inceleyerek anlayamazsınız, tıpkı bir katedralin güzelliğini yapısında kullanılan
her taşın kimyasal analiziyle takdir edemeyeceğiniz gibi.
Hans Selye*
Arslanoğlu’na (2013) göre, tıp mühendisleşerek insanî sıcaklığını
kaybetmektedir. Uzmanlaşmanın artmasıyla fazla merkezileşen tıp, giderek insanlardan
maddi ve manevi anlamda uzaklaşmaktadır. Fakat tıbbın teknolojik gelişmelerden
yararlanması gereken kronik bir hasta kesimi vardır. Yerel hekimler (aile hekimi vs.),
hastaya daha yakın olmaları sebebiyle onları insanî açıdan ele alma şansları daha fazla
iken, ileri tanı ve tedavi imkânları kısıtlıdır. İleri uzmanlaşmış hekimler ise, çok sayıda
hasta ile karşılaştıklarında ‘insani teması’ azaltmak durumunda kalmakta, hızlı ve
teknolojik yaklaşım imkânını artırmaktadır. Stevens’a (1998) göre, tıp mesleğinin
yapısı, uzman niteliklerinin profesyonel bir sistem içerisinde şekillenmesinden ziyade iş
piyasası tarafından tanımlanan bir uzmanlık sistemine doğru ilerlemektedir. Soyer
(2005: 9), mekanik-bireysel anlayışa dayanan tıbbın bu yönünü, insan vücudunun her
bir bölümünü bir makine gibi gören ve vücudun her bir sistemini farklı bir uzmanlık
alanına güdüleyen bir sistem olarak değerlendirmektedir. Böylelikle insan, hasta
olduğunda dolaşım sistemi ya da kalbi hasta, metabolizması bozuk ve midesi rahatsız
olarak algılanmıştır. Kısaca, hastalık ve sağlık kavramlarının makine olarak görülmüş
bir vücutta zuhur etmelerini temel alan bu anlayışta, hekimler yalnızca kendi uzmanlık
alanlarını ilgilendiren bölümler hakkında değerlendirmelerde bulunmaktadırlar.
Hekimler daha genel ve bütüncül bilgi yapısına sahip olmak yerine (burada
hâkim olmanın güçleşmesi söz konusu), daha mikro bilgiye yönelerek belli başlı
konularda uzmanlaşmaktadırlar. Tıp alanında her branşın bilgisini elinde tutamayan
hekim, her alanda yetkin olmak yerine belli bir alana yönelerek uzman hekim olma
yolunu seçmiştir. Böylece hekimlerin etkinlik alanlarının sınırı uzmanlık alanlarının
bilgisiyle çerçevelenmiştir.
* Üresin, Y. (2013), “Kişisel Tıp” içinde Arslanoğlu, İ. (Ed.), (2013), “Tıp Bu Değil 2”, İthaki Yayınları,
İstanbul.
43
1. SAĞLIK HİZMETLERİNDE İŞBÖLÜMÜ VE UZMANLAŞMA
20. yy’da yaşanan politik ve teknolojik gelişmeler dünya tarihi açısından devrim
niteliğindedir. Modern yönetim ile verimlilik artışı, yönetici sınıfının yükselişe geçmesi,
karmaşıklaşan teknoloji ve üretim süreçlerine rağmen ürünlerin basitleştirilerek işgücü
niteliğinde bir vasıfsızlaşma ve bozulmanın meydana gelmesi, çalışanların emekleri ile
ortaya koydukları ürün arasındaki bağın zayıflaması ile sonuçlanmıştır. Rastegar’a
(2004) göre yaşanan bu durumun sağlık hizmetlerine yansıması kaçınılmaz bir sonuç
olarak görülmektedir. 18. yy’da Fransız devrimi sonrası tıp uygulayıcıları üç farklı
meslek grubunda toplanıyordu; hekimler, cerrahlar ve eczacılar. Bu durum tıbbi
faaliyetlerde herhangi bir değişiklik oluşturmazken, uygulayıcılar çalıştıkları kurumlara
göre farklılık göstermekteydi. Uzman (uzman şifacılar) olarak adlandırılan
uygulayıcılar, vücudun belirli bölgelerinde operasyon yapan kişiler olarak bilinir; diş ve
göz hekimliği, ebelik, fıtık cerrahlığı, kırıkçı ve taş kırma cerrahlığı gibi ustalık ve el
becerisi gerektiren teknik işlerle meşgul olurlardı (Weisz, 2006: 3).
Sağlık hizmetlerinde farklı iş bölümü ve uzmanlaşma türleri görülmektedir.
Tıbbi faaliyetlerin ayrışması sonucu hekim, hemşire, ebe, hasta bakıcı, sağlık memuru,
laboratuvar teknisyeni, fizyoterapist, psikolog, biyolog, kimyager gibi mesleki bazda bir
ayrım söz konusudur. Ayrıca, otelcilik, destek hizmetleri, temizlik, güvenlik, sekreterlik
ve yemek hizmetlerinin de ayrı birer işbölümünü temsil etmeleri tıbbi bakımın bir bütün
olarak verilmesine imkân sağlamaktadır. Mesleki iş bölümünün meslek gruplarına göre
dağılımına bakıldığında, hekimler özelinde gerçekleşen teknik iş bölümünün ön planda
olduğu görülmektedir Sağlık bakım hizmetlerindeki bu parçalanma yalnızca hekimler
arasında değil, hemşireler ve hekimlere bakım hizmetlerinde yardımcı olan hekim dışı
klinisyenler arasında da görülmektedir (Rastegar, 2004; Ulutaş, 2011: 59). Bir yüzyıl
öncesine kadar pratisyen hekimlerin çoğunlukta olduğu tıp sisteminde yaşanan bir takım
gelişmelerle birlikte ileri derece uzmanlaşmış hekimlerin sayısında artış yaşanmıştır.
Tıp eğitiminin giderek uzmanlaşmayı merkeze almasıyla, gerekenden fazla uzman
hekim yetiştirilmeye başlanmıştır. Böylece tıp hizmetlerinde hekim emeğinin orantısız
bir dönüşümü söz konusu olmuştur (Fryer Jr, 1991: 213-228). Özellikle, 20. yy’ın ikinci
yarısında, Batılı sanayi toplumu hekimleri esasen hastanın toplumsal görevlerini yerine
getirmesini engelleyen uzun dönemli kronik rahatsızlıklarla karşı karşıya kalmıştır.
Modern rahatsızlıklar yön değiştirmiş, pratisyen hekimler hastalık ve rahatsızlıkların
44
fizyolojik, kimyasal ve biyolojik yönlerine ilişkin aldıkları eğitim hastaların tedavileri
ve kontrolleriyle giderek daha az ilişkili hale gelmiştir. Akut hastalıkların yerini ise,
kronik hastalıkların rutin tıbbi kontrolü almıştır (Turner, 2011: 17). Bu noktada akut
hastalıkların araştırılması rolüyle pratisyen hekim değil, kronik hastalıkların tanı, teşhis
ve tedavisini yürütecek uzman hekimler devreye girdiği söylenebilir.
Geçilen yüzyıl içinde sağlık alanında çok hızlı bir bilgi birikimi kaydedilmiş ve
bu birikim sağlık teknolojisinde gerçekleşen baş döndürücü gelişmelerle süregelmiştir.
Sağlık çalışanları gelişen bu teknoloji karşısında kayıtsız kalmayarak, çıkan bu
teknolojileri kullanabilmek için o alanlarda uzmanlaşma yoluna yönelmiş ve
yönlendirilmişlerdir. Bu durum sağlık hizmetlerinde parçalanmaya, sağlık çalışanlarının
ilgi ve yeterliliklerinde daralmaya, verilen sağlık hizmetleri toplumun genel sağlığına
değil, spesifik bazı hastalıklara ve hastalara odaklanmasına yol açmıştır (Öcek ve
Vatansever, 2012: 53). Rastegar (20014), 20.yy’ın başlarında tıbbi problemleri geniş
açılardan ele alan pratisyen hekimlerin, ilerleyen zamanlarda tıbbın disiplinlere
bölünerek hekimlerin çalışma alanlarının daralması sonucu meydana gelen aşırı
uzmanlaşma ile endüstri dönemindeki Taylorist ilkelerden birisi olan işbölümüne dayalı
üretim sonucu meydana gelen değişimler arasında ilişki kurar. Burada iş bölümü ve
uzmanlaşma sonucu, sistemin hekimler üzerinde bir üstünlük oluşturması
kastedilmektedir.
Profesyonel meslek gruplarından biri olan hekimlik, tıbbi bilgi pastasının
tümüne hâkim olma girişimi yerine, bu pastadan payına düşen dilimde, derinlemesine
uzmanlaşma yoluna girer. Hekimlerin böylesi bir çabaya girmesi ise profesyonel bilgi
tekelini ellerinde tutmak istemeleriyle açıklanabilir (Haug, 1975, 202). Bu açıdan
uzman hekimlerin; yalnızca bir ya da birkaç hastalık grubu üzerinde çalışan, pahalı
teknoloji kullanan, üçüncü basamak sağlık hizmeti veren, birinci basamakta pratisyen
hekimlerin sevk ettikleri ileri düzeydeki hastaların tedavisi yürüten, komplike tıbbi
cihazlarla çalışan bir misyon üstlenerek, pratisyen hekimlerin yerini aldıkları
söylenebilir (Fryer Jr, 1991, 213-228).
1.1. Modern Tıp Öncesi Uzmanlaşmanın Kökenleri
Adamson (1927), uzmanlaşmanın modern tıbbın bir üretimi olmadığını, tarihi
sürecin birçok aşamasında görülebileceğini belirtmektedir. Sümerler (İ.Ö. 2000’ler)
45
döneminde şifacılık faaliyetlerinin ön planda olduğu, şifacılığı Sümer tanrıçalarının
dağıttığı ve zamanla bu işi kadın şifacıların üstlenmesi bu durumu örnekler niteliktedir.
Şifacılığın gelişim göstermesine paralel olarak tıp egemenliği erkek uygulayıcıların
eline geçmiştir. Kadın uygulayıcıların haklarının yasalarla ellerinden alınması da bu
zamana denk gelmektedir (Achterberg, 2009, 10-39). Bu dönemde kral, şef, rahip ya da
hekim şeklinde ortaya çıkan mesleksel farklılaşma, ilk uzmanlaşma belirtilerindendir.
Sümerli ilk hekimlerin büyücü olmaları ya da cin çıkarmayı tedavinin bir parçası olarak
görmeleri o işi detaylıca ve iyi bir şekilde yapmalarından ötürü uzmanlaşmaya
başladıklarının bir göstergesidir. Keza bilinen eski tıp metni sayfalarının yani kil
metinlerinin (tabletlerinin), akıl dışı ve mistik unsurlardan yoksun olarak hazırlanması
büyücü, rahip ya da cadılar tarafından ortaya konulduğunu göstermektedir (Ersoy, 1998:
17; Kramer, 1992: 79).
Eski Mısır hiyeroglif yazı sisteminde hekim ya da doktor kelimelerinin manasını
taşıyan, ‘swnw’ kelimesi kullanılırdı (Ghalionghui, 1983). O çağlarda bilinen toplam
hekim sayısı Tablo 1’de verilmektedir:
Tablo 1. Dönemlere Göre Bilinen Uzman Hekim ve Uzmanlık Alanları
Dönem Tarih
(M.Ö.)
Toplam
Hekim
Sayısı
Uzman
Hekim
Sayısı
Birden Daha
Fazla
Uzmanlık
Yapan Hekim
Sayısı
Uzmanlık Alanı
Antik Krallık 3200-2400 42 12 3
Diş (4), Göz (5),
Göz, Karın, makat ve ‘iç
sıvıların yorumlanması’ (1)
Diş, makat ve gizli sanatın
yorumlanması (1)
Karın ve göz (1)
Orta Krallık 2000-1750 16 - - -
Yeni Krallık 1590-1060 29 - - -
Geç Dönem until 333 11 1 - Diş (1)
Kaynak: F. Jonckheere, (1958), Les médecins de l'Égypte Pharaonique, Fondation Égyptologique Reine
Élizabeth, Brussels.
Milattan önce 2800 yıllarında Antik Mısır’da hekimlik, mimarlık, yazarlık ve
mühendislik gibi işlerle meşgul olan efsanevi kişi Imhotep zamanında yaşamış, bilinen
en eski ilk hekim (swnw) Hesy Ra’dır. ‘Hekimlerin efendisi’ olarak da bilinen Hesy Ra,
diş tedavisine ilişkin konularda çalışmış, insan vücudunun tek bir bölümü ya da
fonksiyonlarında uzmanlıklar geliştirilmiştir. Yani insan vücudunun her bir parçası ayrı
46
bir varlık olarak kabul edilmiştir. Azınlıkta kalan bu uzman hekimler, tek bir
rahatsızlığın tedavisiyle meşgul olurdu. Hekimlerin çoğunluğu ise, daha genel yani
herhangi bir uzmanlık alanına ait olmayan rahatsızlıklarla ilgilenmiştir (Ghalioungui,
1969). Tablo 1’de de görüldüğü üzere antik çağda özellikle diş ve göz rahatsızlıklarının
tedavisiyle başlayan minör uzmanlıklar mevcut hekimlerin arasında azınlık
sayılabilecek kadar azdı. Bu durumun 19. yüzyıla kadar herhangi bir gelişme
göstermediği söylenebilir. Bu dönemde tıbbın ve dinin iç içe olduğu belirgin bir
durumdayken, 15. ve 17. yy arası tıp bilimi; sihirli sözler, koca karı ilaçları, idrardan
tanı ve astroloji içeriyordu. Tıp mesleğinin profesyonelleşme öncesi döneminde lavman,
şişe çekme, hacamat, sülük tedavileri yaygın uygulanmaktadır. Tıp biliminin
profesyonelleştirilmesi; sağlık alanındaki bilgi artışına, uzmanlaştırılmış sağlık hizmeti
talebine ve büyük oranda sağlık kurumlarının gelişimine bağlı olarak tezahür etmiştir
(Achterberg, 2009, 140-165).
15. yy’da İngiltere’de kurulan mesleki loncalar ile modern tıp meslekleri
şekillenmeye başlamıştır. Cellatlar kemik tedavisiyle uğraşırken, berberler şişe çekip,
hacamat ve lavman yapabiliyorlardı. Kadınlar da daha çok ebelik işiyle meşgul olurken,
sırasıyla; cerrahlar ve berberlerin bu yüzyılda kendi localarını kurarak hekimlik
mesleğine devam ettikleri söylenebilir (Acheterberg, 2009: 101). Batı tıbbı kuramsal
anlamda Yunan ve Roma geleneğinden etkilenmiş, alt yapısını Hipokrat ve Galenos
aracılığıyla oluşturmuştur. Galenosçuluk tıp fikriyatındaki egemenliğini 17.yy’a kadar
sürdürürken, Galenosçu tedavi yöntemleri bir yüzyıl daha yaygınlık gösterecekti. Bu
durum nedeniyle fenni tıp aslında ilk çağa kadar uzanmaktadır (Lindemann, 2013: 111).
18.yy boyunca; herhangi bir yüksek statüsü bulunmayan, özellikle elle yapılan
işlemlerde (zührevi hastalıkların tedavisi, diş çıkarma, katarakt, doğum vb.)
uzmanlaşmış ve bu işi ücret karşılığı yapan kişiler mevcuttu. Bu kişiler sayıları az da
olsa Fransa’da ‘uzman’, Almanya’da ise ‘operatör’ olarak bilinirdi. Bu süreçte söz
konusu uzman/operatörler (özellikle cerrahlar) resmi kimlik kazanmaya başlamıştır
(Weisz, 2006: xix).
Cüzzamlı hastalara hizmet verdiği bilinen ‘spital’ isimli evler, tarihsel süreçte
uzmanlaşma temayülünün makro düzeydeki örneklerinden biri olarak düşünülebilir. Bu
evler uzmanlaşan hastanelerin ilk örneğini teşkil etmektedir. Hastalıkların artışına bağlı
47
olarak sayıları artan bu hastaneler, 12. ve 13. yy’da da hizmet vermeye devam etmiştir.
Hastanelere ait bir diğer ihtisaslaşma biçimi akıl hastaneleri alanında görülmektedir. 16.
ve 18. yy’da yaygın olan bu hastane türleri, yalnızca akıl hastalarına hizmet
vermektedir. Hamile kadınlara hizmet vermek amacıyla açılan yataklı hastaneler ise
farklı bir ihtisaslaşma alanı sergilemektedir. Bu hastanelerin gelişimi sistematik bilgiler
üzerine kurulmaması nedeniyle kurumsal nitelik taşımamaktaydı. Modern öncesi çağda
hastaneler ihtisaslaşmış bir temelde tedavi edilmesi zor hastaların son dinlenme yeri
olarak kullanılıyordu. Amaç tedaviden ziyade hastanın bakımının sağlanmasıydı.
Modern dönem hastaneleri ise, belli rahatsızlıklar (hastalıklar) temelinde ihtisaslaşmaya
başlamıştır. 19.yy’da açılan göz, göğüs hastalıkları, kulak, çiçek hastalığı, boğaz
hastalıkları ve kanser hastaneleri bu durumun tipik örneklerindendir (Turner, 2011: 186-
189). İhtisaslaşmış hastane türlerinden olan askeri hastanelerin varlığı ise, ülkelerin
ordularının gelişmişliğine bağlıydı. Askeri tabipler ve ordu cerrahları, saha
hastanelerinde görev yapmak üzere yetiştirilmişlerdir (Lindemann, 2013: 225-230).
Duruma günümüz ışığından bakıldığında, ‘uzman klinikler’ olgusu karşımıza
çıkmaktadır. Mayo Klinik, Methodist vb. klinikler bu durumunun tipik örneklerindendir
(Ersoy, 1998: 28). Özel dal hastanesi, özelleşmiş klinikler, özel sağlık merkezi ya da tıp
merkezi adı altında; göz hastalıkları, psikiyatri, kadın hastalıkları, fizik tedavi ve
rehabilitasyon, çocuk hastalıkları ve onkoloji gibi belirli bir hastalık, organ yahut hücre
grubuna ait hastalara hizmet sunacak branşları bünyesinde toplayan bu sağlık
kuruluşları, spesifik alanlarda sağlık hizmeti vermektedir. Söz konusu hastanelerin
sağlık ihtiyacını giderme açısından sundukları hizmet elbette ki faydalı görünmektedir.
Pratikte diğer tüm branşların bulunduğu hastanelerle sürekli bir irtibat arz etmesi ve
gerektiğinde hastanın ilgili hastaneye sevkinin yapılması gerekmektedir. Gerek genel
sağlık hizmeti veren gerekse de özel dal hastaneleri açısından sakıncalı olarak
görülebilecek bir durum; her iki hastane hekimlerinin de kendilerine ekstra informal
uzmanlık alanları tahsis etmiş olma ihtimalidir. Böylesi bir durumda fiili uzmanlık alanı
içinde informal uzmanlık alanı oluşturan hekim, hem genel hekimlik misyonundan hem
de hizmet verdiği alanın verimli sağlık hizmeti verilmesini engellemiş olacaktır. Verilen
sağlık hizmetinde mihenk noktası ‘hasta’ olan bir sistemin bu dengeyi gözetmesi
gerekmektedir. Iglehart (2005) ile Casalino ve diğerlerinin (2003) çalışmalarında, söz
konusu uzman hekim odaklı hastanelerin genel hastanelerden ayrılan yönlerine ve
48
verdikleri hizmetlere ayrıntılı olarak değinilmiştir. Ulutaş’a (2011: 67) göre, yalnızca
tek bir ürün üretmeye odaklanmış bir fabrika misali, çoğunluğu cerrahi dallardaki bu
hastanelerde, hekimler bir gün içinde farklı hastalar üzerinde aynı işlemi birçok kez
gerçekleştirmektedir. Kimilerine göre bu durum uzmanların niteliğini ve kalitesini
artırmaktadır. Fakat genel hastanelere göre düşük yatırım ve yüksek kâr getiren bu
hastanelerin sayısının giderek artması, insan bedenine bütünsel bakışın terk edildiği
yönündeki görüşleri destekler niteliktedir.
1.2. Modern Tıpta Uzmanlaşmanın Sınırları
Ey sinirler, sinirler; insan denen makinenin gizemleri!
-Charles Dickens *
Çalışmanın bu kısmında, birinci bölümde ele alınan uzmanlaşma kavramının
felsefi temelini oluşturduğu modern tıpta uzmanlaşma konusu, kökenlerinden günümüze
geldiği noktaya değin bir bütün olarak karakterize edilmeye çalışılacaktır.
İnsanlık tarihi kadar eski tıp uygulamaları, yaşanan gelişmeler sayesinde 19.
yy’ın ortalarından itibaren ‘modern tıp’ dönemi adı altında anılmaya başlamıştır. Tarihte
‘bilimsel tıp’ dönemi olarak da bilinen, modern tıbbi sistemlerin geliştirildiği bu dönem,
deneysel uygulamalar ve araştırmalar yapılarak kuşaktan kuşağa aktarılan geleneksel
yöntemin aksine yeni bir dönemi kapsamaktadır (Kaplan, 2010). Rosen (1944), tıpta
görülen uzmanlaşma faaliyetlerinin kökenlerinin bu yüzyıla dayandığını belirtmektedir.
Hem klinik araştırmalar hem de genel araştırmalardan ziyade daha spesifik konularda
bilimsel dergilerin çıkartılması hız kazanmıştı. Dönemin bilim merkezi haline gelen
Paris, bireysel ya da araştırma grupları tarafından yapılan birçok bilimsel araştırmaya
özellikle Paris Tıp Fakültesi aracılığıyla ev sahipliği yapmıştır (Weisz, 1995). Hattâ
tıpta uzmanlaşma fenomeni ağırlıklı olarak 20.yy’a kadar Paris ekolünün hâkimiyetini
sürdürmüştür (Weisz, 2006: xxii). Bu noktada modern tıbbın aslında uzmanlaşma
faaliyetleriyle başladığını söylemek mümkündür.
Modern tıpta uzmanlaşma Paris’te doğmuş ve ilerlemiştir fakat yalnızca Fransa
ile sınırlı kalmamıştır. İngiltere ve Amerika olmak üzere, Almanya’da yaygınlaşan tıpta
uzmanlaşma faaliyetleri bu ülkelerde yapılan çalışmalar neticesinde şekillenmiştir
*Straus ve Straus, 2009: 63.
49
1880’lerin ortalarından itibaren uzman hekim sayısında ciddi artış yaşanmaya
başlanmış, bu süreçte belli bir amaç için elde edilen yani spesifik bilgilerin üretilmesi ve
aynı zamanda pratisyen hekimlerin yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Böylece bilimsel yolla
rahatsızlığı belirlenen hastalar uzman hekimler tarafından tedavi edilmeye başlanmıştır
(Weisz, 2006: xxiv).
Modern tıp çalışmaları, bilimsel bir araştırma grubu tarafından Paris’te
yürütülmekteydi. Tıp biliminin gereklilik olarak gördüğü uzmanlaşma süreci, özellikle
19. yy’ın sonlarına doğru bilimsel faaliyetlerin gelişimi üzerinde oldukça etkili olmuştur
(Weisz, 2003). Özellikle modern batı toplumlarının bilgi ve iş gücünde uzmanlaşma
faaliyetlerinin hız kazanmasıyla birlikte, tıpta uzmanlaşma da bu gelişmelerden nasibini
alıyordu. Weisz’e (2003: 538-539) göre tıp biliminde uzmanlaşmayı gerekli kılan bazı
ön koşullar şöyle açıklanmaktadır: İlk olarak; tıp eğitimi ve araştırmalarının, mesleki
uygulamalar ve bilhassa cerrahinin tıp ile birleştirilmesi, ayrıca tıp bilgisinin alt alanlara
bölünmesi makul bir işlem olarak görülüyordu. İkincisi, başlangıçta yalnızca akademik
çalışmalarda gerekli görülen uzmanlaşma, tıbbi bilgi ağını genişletiyor, klinik
araştırmaların geliştirilmesi amacıyla ortak bir çalışma ağının oluşturulması ve son
olarak, tıpta uzmanlaşmanın kurumsal anlamda yerleşmesi, idari bir rasyonalitenin
oluşması gerekiyordu. Böylelikle, 19. yy. boyunca daha çok araştırma ve öğretim
konusunda ilerleyen uzmanlaşma, yüzyılın sonlarına doğru tıbbi uygulamalar ve
akademik uzmanlıklar açısından gelişim göstermiştir (Weisz, 2006). Tıpta uzmanlaşma
bu süreçte, bilimsel gelişimin yanı sıra yüksek gelir ve önemli sosyal statü imkânları
sunmaya başlamıştır (Sinai and Mills, 1931; Akt. Weisz, 2006).
Tıbbi uzmanlaşma, hekimlerin ilgi alanlarının belli bir noktaya odaklanmasıyla
oluşan tıbbi faaliyetlerin tümü olarak görülebilir. Tıbbi (bilimsel ve teknolojik) ve
sosyolojik faktörlerden de etkilenen uzmanlaşmayı, sosyal bir çıktı olarak görmek de
mümkündür. Bilimsel faktörler hastalıklara bakış açısında yeni anlayışlar ortaya
çıkarırken, teknolojik faktörler hastalıkların tedavi yöntemleri açısından bir takım
prosedürlerin uygulanmasına imkân sağlıyordu. Örneğin laringoskop, bronkoskop,
oftalmoskop ve gastroskop gibi teknolojik tıbbi cihazların teknik anlamda prosedürlerin
profesyoneller tarafından kullanılmaya başlanması gibi. Tıpta uzmanlaşma üzerinde
ayrıca; tıbbi, sosyolojik, ekonomik, demografik ve psikolojik faktörlerin de etkili
olduğu söylenebilir (Rosen, 1944).
50
Rosen (1944), uzmanlaşmanın gelişimini entelektüel ve sosyal yönden ele alan
bir araştırmacıyken, tıp tarihçilerinin çoğu uzmanlığın bu yönünü göz ardı etmiştir. Göç,
şehirleşme vb. sosyal olaylara açıklık getirmeden, uzmanlaşmayı tetikleyen faktörleri
tam olarak tespit etmek eksik kalabilir. Rosen’e (1944) göre uzmanlaşma; ekonomik ve
demografik faktörler kapsamında hastalık ve ölüm oranlarının artışına bağlı olarak şehir
nüfusunda yaşanan büyüme ile yakından ilişkilidir. Ayrıca ekonomik şartlar hekimleri
büyük şehirlere çekmek için ortam oluşturuyordu. Gelfand’a (1976; Akt. Weisz, 2003)
göre, özellikle toplumsal faktörler uzmanlaşmayı avantajlı konuma yükseltti. Kapitalist
toplumlarda ‘iş bölümü’ kavramının ön plana çıkması da uzmanların savunulacak
yönlerini güçlendirmiş oldu.
1950’lerin ortalarından itibaren modern tıbbın tezahür ettiği en etkin alan
uzmanlaşma olmuştur. Bu durumun bir sonucu olarak modern tıbba, temel biyolojik
araştırmalara, teknolojiye, çok merkezli klinik araştırmalara dayanan biyomedikal
perspektif hâkim olmuştur. 1960’lardan bu yana ise, yeni uzmanlık alanlarında sıkı bir
artış gözlenirken, yan dal uzmanlıklarının artmasıyla uzmanlaşma süreci farklı bir boyut
kazanmıştır. Geçmişte bu yeni uzmanlık ve üst uzmanlık alanları akademik araştırma
sektörü (üreme tıbbı, tıbbi genetik) kaynaklı iken, geriatri gibi güncel belli başlı
uzmanlık alanları da bir takım sosyal gereksinimleri karşılamak üzere ortaya çıkmıştır
(Terzi, 2009: 154).
2000’li yılların başından itibaren genel cerrahların yerine uzman cerrahların
tercih edilir olması, tıp uygulamalarında derinleşen biçimde uzmanlaşmaların artışına
işaret etmektedir. Tıp uygulamalarının dar alanlara kayması beraberinde hekimin
tercihiyle seçilen daha sınırlı ve spesifik çalışma alanlarının tercih edilmesine sebep
olmuştur. Böylesi bir ortamda bir yandan tıbbi uygulayıcıların teknik uzmanlaşmaları
artarken diğer yandan sağlık hizmeti maliyetlerinde artışlar meydana gelmiştir. Nihayet
kendilerinden başarı beklentisi artan uzman hekimler, ilaç ve tıbbi cihaz-donanım
sektörüne bağımlı, daha karmaşık bir tıp ortamında hizmet vermektedirler. Bu durum
karmaşıklaşan tıbbi hizmetler hekimler üzerinde endişe, karamsar bir hava ve baskı
yaratırken, mesleğe dair bir takım uygulamaların şekillenmesine de ortam sağlamıştır
(McCulloch, 2006: 177-181). Sağlık alanının giderek derinleşmesi ve genişlemesi
yönündeki değişimler teknoloji gibi üretim araçlarının sahibi sermayedarlar açısından
da bir önem arz etmektedir. Bu açıdan sağlık teknolojilerinin bizzat sağlık unsurları ve
51
sağlık çalışanları üzerinde oldukça etkili olduğu söylenebilir (Ercan, 2013: 20). Sağlık
sektörü temsilcileri tarafından kullanılan radyodiyagnostik ve radyoterapik cihazlar,
bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans, sintigraf, ultrasonografi, radyoterapi, renal
diyaliz ve hemodiyaliz, defibrilatör, suni solunum cihazları ve son olarak da organ ve
doku nakli gibi yoğun cihaz ve tedavi teknolojileri bu anlamda örnek gösterilebilir.
Sağlık sektörünün teknolojik anlamda faydalandığı bilgi teknolojilerinin hekim, hemşire
ve yardımcı sağlık personelinin teori ve pratikteki faaliyetleri üzerinde bir takım
etkisinin olduğu ise aşikârdır (Eren, 2011).
Günümüz tıbbında hekimlere görünmez bir el tarafından uzmanlık alanları
dayatılmakta ve kaçınılmaz bir uzmanlaşma süreci doğmaktadır. Sonrasında ise, makro
uzmanlaşmalar mikro uzmanlaşmaları zorunlu hale getirmektedir. Hekimlere, insan
vücudundaki her hücre türü başına yahut DNA’daki her genetik şifre başına bir
‘uzmanlaşma’ dayatılmaktadır. Böylece bir birey olarak hekim insan vücudundan
uzaklaşmakta ve giderek onu tanıyamaz hale gelmektedir. Uzmanlaşma tıbbın koruyucu
hekimlik dışındaki tüm dallarında yaygınlaştırılırken, uzmanlaşan hekimlerin bir erke
sahip olma durumunu da beraberinde getirmektedir. Uzman kendisiyle ilgili kararlarda
kesin söz sahibidir. Kimin hasta ya da deli olduğuna psikiyatride uzmanlaşmış bir
hekim ya da kurulun karar vermesi bu durumun bir örneğini sergilemektedir (Ersoy,
1998: 30-31). Uzmanlık yönelimli sağlık anlayışı sürekli parçalanma ve spesifik bir
alanda uzmanlaşma mücadelesi verirken, ekstramural (birincil ve hastane dışında ayakta
bakım) sağlık bakımı, hastalıkların tek bir uzmanlık dalı açısından değerlendirmesine
izin vermemekte, aynı zamanda kapsamlı bir bakış açısı sergilemektedir. Tıp ve sağlık
problemlerinin öncelikle geniş bir açıdan bakılarak incelemeyi, klinik dal uzmanları ve
diğer disiplinler ile yakın işbirliği içinde olmayı gerektirmektedir (Ungan ve Yaman,
2004).
“Tıp, gerçeği kendi hazinesinde toplayan, ahlâki açıdan tarafsız ve objektif
olduğu varsayılan, uzmanları nihai kararı verme yetkisiyle donanmış bulunan bir yapı
olarak karşımıza çıkmaktadır. Tıp uzmanları, hükümlerini ne fazilet ve ne de meşruiyet
namına değil, tıp adına vermektedirler” (Zola, 1994: 43).
52
1.3. Modern Tıpta Uzmanlaşmanın Belirleyicileri
Yapılan çalışmalar, tıpta uzmanlaşmanın belirleyicilerine yönelik ortak bir görüş
bulunmadığını fakat karşılıklı olarak birbirlerini etkilediklerini, bazı noktalarda ise
birbirlerini tamamladıklarını göstermektedir. Genel eğilim; hekimlerin tıbbi bilgi
birikimi, yeni teknolojilerin gelişimi, sosyal ve ekonomik güçler, modern tıbbın
gelişmesi gibi faktörlerin etkisiyle uzmanlaşmaya yöneldikleri, bu nedenle çalışmalarını
mikro alanlarla daralttıkları yönündedir.
Modern çağ, birçok şeyi harekete geçirip hızlandırmıştır. Farklı alanlara yayılan
bu değişimin etkisi en çok teknoloji açısından belirgin görünmekte, son iki yüz yılda
tıpta yaşanan dönüşüm büyük oranda tanı, tedavi, teşhis, tıbbi cihaz, tıbbi prosedür ve
yardımcı tekniklere yönelik gelişen teknolojiye bağlanmaktadır (Giddens, 2012a: 13;
Timmermann ve Anderson, 2006; Cook-Deegan, 1988: 134). Her ne kadar tarihte
Bauman’ın (2013) teknolojiye olan ihtiyacı insanın oluşturduğu görüşü yer alsa da,
Basalla (2013), içerisinde en basit bir teknik bilgiyi dahi barındıran ya da özel işlevlere
sahip araç ve gereçler ile üst düzey teknoloji ürünü nesnelerin ihtiyaç üzerine icat
edildiğini savunmaktadır. Hâl böyle iken, uzmanlaşma ve teknolojinin birbirine zemin
hazırladığı, bir anlamda tıbbın kendi teknoloji ihtiyacını oluşturduğu öne sürülebilir.
Teknoloji, tıpta uzmanlaşma alanlarının genişlemesine etki eden önemli
unsurlardan birisidir. Teknolojinin gelişmesi ile insan gücüne bakış açısı değişmiş ve
sonucunda emeğin bölünmesi şeklinde karşımıza uzmanlaşma unsuru çıkmıştır (Terzi,
2012: 178). Fişek’e (1987) göre tıpta uzmanlaşmanın esas nedeni, 20.yy’da yaşanan
tıbba dair bilimsel ve teknolojik gelişmeler karşısında hekimlik mesleğinin icrasının
yalnızca bir kişi tarafından her yönü ile öğrenilir ve uygulanır olmaktan çıkarılmasıdır.
Meslek gruplarının belli başlı alanlarda tekel güç olma istekleri ve bu yoldaki
çabaları uzmanlaşmanın ortaya çıkmasında etkili olan unsurlardan biri olmuştur.
Bireyler daha dar bir alana yönelerek yeni bir kolektif kimlik oluşturmaya
meyletmişlerdir. Öte yandan piyasa güçleri hekimlerin bu yönelimlerini desteklemiş,
uzmanlık alanlarının piyasadan daha çok pay almak için güçlerini birleştirmelerine
sebep olmuştur. Böylelikle deneyimli hekimin önemi anlaşılmış olup, uzman hekime
olan talep artmıştır (Terzi, 2009: 154).
53
19.yy’da tıp teknolojisinin gelişimiyle beraber, stetoskop ve tansiyon gibi teşhis
ve tedavide kullanılan aletlerin icat edilmesi, tıp teknolojisinin giderek
karmaşıklaşmasına sebep olmuş, hekimlerin hastalardan ziyade hastalıklara
odaklanmaları belirginleşerek, tıbbi uzmanlaşmalarda eğilimler artmaya başlamıştır
(Capra, 2012: 152). Uzmanlaşmanın kökenleri yeni tıp bilgilerinin ve yeni teknolojilerin
doğuşuna dayanmaktadır. Böylece özellikli bilginin gelişimi ve eğitim gerektiren
teknolojilerin kullanımı tıbbın her alanında uzmanlaşmaya yol açmıştır (Gritzer ve
Arluke, 1985; Stevens, 2003; Rosen, 1944). Söz konusu uzmanlaşma ve tıbbın alt
uzmanlık dallarına ayrılma süreci, bilginin hızlı bir şekilde birikerek yayılması ve
ekonomik nedenlerle de açıklanabilmektedir (Straus ve Straus, 2009). Geçilen yüzyıl
içinde sağlık alanında çok hızlı bir bilgi birikimi kaydedilmiş ve bu birikim sağlık
teknolojisinde gerçekleşen baş döndürücü gelişmelerle süregelmiştir. Sağlık
çalışanların, gelişen bu teknoloji karşısında kayıtsız kalmayarak, söz konusu
teknolojileri kullanabilmek için o alanlarda uzmanlaşma yoluna yönelmiş ve
yönlendirilmişlerdir. Bu durum sağlık hizmetlerinde parçalanmaya, sağlık çalışanlarının
ilgi ve yeterlilikleri daralmaya, verilen sağlık hizmetleri toplumun genel sağlığına değil,
spesifik bazı hastalıklara ve hastalara odaklanmaya sebep olmuştur (Öcek ve
Vatansever, 2012: 53).
Tıpta uzmanlaşma üç temel faktöre bağlı olarak gelişim göstermiştir (Detsky
vd., 2012: 463):
1. Tıp bilimi ve teknolojisinin ilerlemesi,
2. Mesleki tercihler,
3. Ekonomik hususlar.
Teşhisle ilgili yeni tıbbi cihaz ve yöntemlerin kullanımı özel eğitim gerektiren
hekimlere ihtiyaç oluşturabilir. Bazı yenilikler uzmanlar için gerekli talebi oluştururken,
bazıları ise uzmanların ihtiyaçlarına göre talep oluşturmaktadır. Bazı hekimler ise, tıbbi
uygulamalar üzerinde belirli kontrol sağlaması yönünden uzmanlaşmayı tercih
edebilmektedir. Ayrıca tıp mesleğinin bir takım prestijli ayrıcalıklar ile potansiyel bir
ücret sunması tercih nedenleri arasında sayılabilir. Ekonomik unsurlar ise
uzmanlaşmanın gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Nüfus, gelir, iletişim,
şehirleşme, ulaşımın artışına bağlı olarak tıbbi hizmet pazar payının genişlemesinin de
54
uzmanlaşmanın artışına sebep olduğu söylenebilir. Uzman hekim ile pratisyen hekime
ödenen ücret farklılıklarının ülkeden ülkeye değişiklik göstermesi de hekimlik tercihini
etkileyen faktörler arasında yer almaktadır.
İleri derecede rasyonalize olmuş görevlerin uzmanlaşması ile iş bölümünün bir
dişlisi olarak çalışan işçi, emek sürecini bir bütün olarak kavrayamazken, bir hekimin de
giderek artan tıbbi bilgi kütlesini kavraması ve ona hâkim olması beklenemez. Bu
durum hekimlerin kaçınılmaz olarak uzmanlaşmalarını gerekli kılmıştır. Bu durumun
sonucunda tıp kendi dönüşümüne gebe kalmış, birçok alt dala ayrılmıştır. Hekimler her
alanda bilgili olmak yerine, sınırlı bir etkinlik alanında uzmanlaşmaya teşvik
edilmektedirler (Soyer, 1999: 40).
Nesanır ve diğerlerinin (2007), tıp fakültesi öğrencileri ile yaptıkları araştırma
sonucuna göre, uzmanlaşma eğilimindeki en etkili faktörün; yalnızca bir alanda
uzmanlaşarak, hizmet sunulan alanı derinlemesine bilmek şeklinde olduğu tespit
edilmiştir. Çiçek ve Terzi’nin (2006) araştırmalarına göre ise, hekimlerin uzmanlaşma
yoluna gitmelerinin altında yatan sebeplerden ilki; birinci basamak sağlık
hizmetlerindeki uygulama hataları, olumsuz çalışma koşulları ve pratisyen hekimlerin
karşılaştıkları güçlüklerdir. Ekonomik refahı artırma isteği, uzmanlaşmanın prestijli bir
getiri sağlaması, herhangi bir bilim disiplinine duyulan ihtiyaç ve akademik kariyer gibi
nedenler de hekimlerin uzmanlaşma istekleri arasında yer almaktadır. Cindoğlu’na
(1994) göre, 20. yüzyılda tıbbın uzman meslekler arenasına çıkması; kentleşme, sağlık
sigortalarının yaygınlaşması ve bilimsel tıbbın uygulandığı hastanelerin artışına
bağlanmaktadır. Soyer’e (2012: 232, 238) göre ise, bilimsel bilginin kaçınılmazlığı,
uzmanlaşmayı tetiklemiştir. Uzmanlaşma, hekimin fiilen giderek içine girdiği son
derece parçalı hale gelmiş bir faaliyettir. Genişlemiş ve giderek daha az bilinebilir hale
gelmiş tıp alanının, bilinebilir parçalara ayrılmasının da bir sonucudur. Her şeyi bilen ve
her şeyden anlayan bir hekim yerine, belli bir alanda uzmanlaşmak söz konusudur.
Tıbbi uygulamalardaki bu parçalanma, tıbbın daha fazla anlaşılır ve daha az mistik hale
gelmesine sebebiyet vermiştir.
Öte taraftan hastalıkların giderek uzmanlık bilgisine ve ileri teknoloji
kullanımına dayanan teşhis ve tedavilere ihtiyaç duyması, sağlık çalışanlarının kapitalist
iş süreçlerine ve yönetimine olan bağımlılığını artıran ve güçlendiren bir durumdur.
55
Birden fazla hekim ve yardımcı personelin koordineli bir şekilde çalışmasına ihtiyaç
duyan kronik hastalıklarla uğraşan sağlık çalışanları teşhis, tedavi ve bakım işlerinde
kendi bilgi, deneyim ve inisiyatifleriyle hareket etmekten uzaklaşıp, kapitalist iş
süreçleriyle iştigal olmaktadır (Öngen, 2009).
1.4. Uzmanlaşmada Alt Dalların Ortaya Çıkışı
Tıbbın patolojik anatomi çalışmalarını güçlendirmesi, tıbbi cihaz teknolojisinde
yaşanan gelişmeler ve özellikle 1800’lü yılların sonlarında şehirleşme oranının
artmasının bir sonucu olarak tıbbi uzmanlık alanlarının ortaya çıktığı söylenebilir
(Rosen, 1944). Uzmanlaşma 1930’lardan sonra uluslararasılaşmaya ve gelişimini
gösterdiği dört ülke dışında yaygınlaşmaya başlamıştır. Tüm ülkelerde özellikleri
itibariyle uzman olarak görev yapan hekimler uzmanlıklarını, herhangi bir sertifikasyon
sistemi ve düzenleyici bir unsur olmaksızın icra ediyordu. İlk olarak Amerikan tıp
sisteminde yer alan ‘American Medical Directory’ tarafından bazı uzmanlıklar
tanınmaya başlandı (Weisz, 2006: 192).
Tablo 2. Tıpta Temel Uzmanlık Dalları ve Onlara Bağlı Yan Dallar
Temel Uzmanlık Dalları Tıpta Uzmanlık Yan Dalları
Acil Tıp
Adli Tıp
Aile Hekimliği
Anatomi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Algoloji, Yoğun Bakım
Askeri Sağlık Hizmetleri
Beyin ve Sinir Cerrahisi
Çocuk Cerrahisi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Çocuk Acil, Çocuk Nefrolojisi, Çocuk Nörolojisi,
Çocuk Romatolojisi, Çocuk Ürolojisi, Çocuk
Yoğun Bakımı, Çocuk Metabolizma Hastalıkları,
Çocuk Kardiyolojisi, Çocuk Kalp ve Damar
Cerrahisi, Çocuk İmmünolojisi ve Alerji
Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi,
Çocuk Göğüs Hastalıkları, Çocuk Genetik
Hastalıkları, Çocuk Gastroenterolojisi, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları, Çocuk Endokrinolojisi,
Neonatoloji, Gelişimsel Pediatri
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Deri ve Zührevi Hastalıkları İmmünoloji ve Alerji Hastalıkları
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Yoğun Bakım, Temel İmmünoloji, Epidemiyoloji
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Algoloji, Romatoloji
56
Fizyoloji
Genel Cerrahi
Cerrahi Onkoloji, El Cerrahisi, Gastroenteroloji
Cerrahisi, Göğüs Cerrahisi, Harp Cerrahisi,
Yoğun Bakım
Göğüs Hastalıkları Yoğun Bakım, İmmünoloji ve Alerji Hastalıkları,
İş ve Meslek Hastalıkları
Göz Hastalıkları
Halk Sağlığı Çevre Sağlığı, Epidemiyoloji, İş ve Meslek
Hastalıkları
Hava ve Uzay Hekimliği
Histoloji ve Embriyoloji
İç Hastalıkları
Hematoloji, Geriatri, Endokrinoloji ve
Metabolizma Hastalıkları, Gastroenteroloji,
Romatoloji, Nefroloji, Yoğun Bakım, Tıbbi
Onkoloji, İmmünoloji ve Alerji Hastalıkları, İş ve
Meslek Hastalıkları
Kadın Hastalıkları ve Doğum Perinatoloji, Jinekolojik Onkoloji Cerrahisi
Kalp ve Damar Cerrahisi Çocuk Kalp ve Damar Cerrahisi
Kardiyoloji
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları
Nöroloji Algoloji, Klinik Nörofizyoloji, Yoğun Bakım
Nükleer Tıp
Ortopedi ve Travmatoloji El Cerrahisi
Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi El Cerrahisi
Radyasyon Onkolojisi
Radyoloji Çocuk Radyolojisi
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Askeri Psikiyatri
Spor Hekimliği
Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp
Tıbbi Biyokimya
Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji
Tıbbi Farmakoloji
Tıbbi Genetik
Tıbbi Mikrobiyoloji Tıbbi Viroloji, Tıbbi Parazitoloji, Tıbbi Mikoloji,
Temel İmmünoloji
Tıbbi Patoloji Sitopatoloji
Üroloji Çocuk Ürolojisi
Kaynak: Sağlık Bakanlığı, Tıpta Uzmanlık Kurulu, Uzmanlık ve Yan Dallar, 2016.
Tablo 2’ye göre, Tıpta Uzmanlık Kurulu tarafından 43 adet ana dal ve 45 adet
yan dal belirlenmiştir. Sayıları hızla artan branşlar arasında en yoğun fragmantasyon
“Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları”, “İç Hastalıkları” ve “Genel Cerrahi” branşlarında
görülmektedir.
57
Uran’a (2011) göre uzmanlaşma, insan bedeninin paylaşılmasıdır. Her uzmanlık
dalı insan bedenindeki belli bir organı ya da bölgeyi parsellemiştir. Meselâ,
gastroenteroloji: mide ve bağırsak, karaciğer; endokrinoloji: iç salgı bezleri; kardiyoloji:
kalp, damar sistemi; göğüs hastalıkları: akciğer ve bronşlar; göz hastalıkları: göz ve
ekleri; kulak burun boğaz hastalıkları: kulak, burun, ağız, boğaz, çene; nefroloji:
böbrek; hematoloji: kan, kemik iliği; immunoloji: immün sistem (timus, lökosit, mast
hücreleri, immun globulinler); kadın hastalıkları: uterus, yumurtalık, vajen; üroloji:
erkek üreme organları (penis, testis, prostat); nöroloji: sinir sistemi (beyin, beyin sapı,
omurilik, periferik sinirler); dermatoloji: cilt, cilt altı dokusu; ortopedi: kemik ve
eklemler; genel cerrahi: bozuk her organ ya da fazlalık yapılar (tümör, kist, abse gibi);
fizik tedavi: kas sistemi gibi. Küçükusta’nın (2010) deyimiyle; günümüzde her organı
bir uzman sahiplenmiştir.
1950’li yıllarda yaklaşık yarı yarıya olan uzman-pratisyen dengesi, 1960’lı
yılların ortalarından itibaren uzmanlaşma eğilimli gitmiş ve bu durum 1990’lı yıllara
kadar sürmüştür. Lâkin 1990’lı yıllarda bir tercihten ziyade zorunlu bir durumun sonucu
olarak pratisyen hekimliğe olan ilginin arttığı görülmektedir. Tıp fakültelerinden mezun
olan öğrenci sayılarının artmasına karşın, yeterli sayıda uzman kadrosunun olmayışı
yeni mezun hekimleri birinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışmaya mecbur
bırakmıştır. Sıradan uzmanların belirli bir doygunluğa ulaşması, batıdaki yapılanmaya
benzer ‘alt uzmanlaşmalar’ başka bir adıyla ‘süper ihtisaslar’ın gündeme gelmesine
sebep olmuştur (Soyer, 2005: 53). Yazında; süper-uzman yahut yan dal uzmanı (sub-
speci) olarak bilinen tıp uzmanı; daha az şey hakkında daha çok şey bilen kişiyi
nitelendirmektedir (Patel, 2011). Gastroenteroloji, nefroloji, hematoloji, romatoloji,
endokrinoloji gibi birçok alt uzmanlık dalının ortaya çıkışıyla birlikte bu alanlara
münhasır özerk alanlar meydana gelmiştir. Fakat aralarındaki göreceli tecrit nedeniyle
insan vücudunun bütününü anlama konusunda ileri gidilemez hale gelinmiştir. Bu
durumun en bariz örneklerinden birisi Nöroloji dalında görülmektedir. Bu bilim
dalından ayrılarak gelişen birçok alt alanda kendisine has uzmanlaşmalar yaşanmıştır.
Nörologlar inmeleri, epilepsi hastalarını, bilişsel bozuklukları ve daha birçok nörolojik
bozukluğu anlama ve tedavi etmede yoğunlaşma şansı yakalarlar. Bu durumun aksine,
günümüz intörn hekimleri nöroloji hakkında çok az şey bilerek yetişirken, birçok
58
nörolog da dahili tıp bilimleri alanında donanımsız kalmaktadır (Straus ve Straus, 2009:
234).
Tıbbi bilgi birikimi ve tıbbi teknolojinin hızla artması ve karmaşıklaşması
nedeniyle tıp kısa süre içinde çok sayıda ileri uzmanlık dalına bölünmüştür. Bu doğal
süreç artan bir hızla sürerken, sağlık hizmeti sunumu da bu gelişmelerden payını alarak,
aşırı derecede karmaşıklaşmış, küçük dallara ayrılmıştır. Disiplinlere ayrılan tıbbın
dalları arasında kopuşlar yaşanmış, yüksek ve pahalı teknolojilere bağımlı hale
gelinmiştir (Ünalan, 2004). ABMS (American Board of Medical Specialties) tarafından
1933 yılında 4 uzmanlık alanının oluşturulması ile başlayan süreç, 1936-2011 yılları
arasında ABIM’in (American Board of Internal Medicine) yaklaşık 20 tane alt uzmanlık
alanının resmiyet kazanmasıyla devam etmiştir. Tıbbî birimler arasındaki bu farklılaşma
süreci özellikle bazı hasta grupları için ilgili hastalık üzerine odaklanılmış klinik bilgi
ve bakım hizmeti ile devam etmiştir (Cassel ve Reuben, 2011).
1900’lü yıllarda tıp öğrencileri pratisyen hekimleri rol model alırken,
günümüzde yan dal uzmanları, alt uzmanlık dallarında uğraş veren hekimleri rol model
almaya başlamışlardır. Öğrencilere göre, bu durum hekimlik mesleğinde bir alanda
uzmanlaşmanın verdiği bir prestij ve yine bir uzmanlık alanında çalışmanın getirdiği
ekonomik getirilerin artmasına bağlanmaktadır. Araştırma fonlarının, bursların ve hattâ
ödüllerin alt uzmanlık dallarına verilmesi de spesifik bir uzmanlık alanında çalışmak
için sebep gösterilebilirdi (Spivey, 1972: 28; Akt. Fryer Jr, 1991: 213-228). Uzman
hekimlerin yüksek gelir ve saygınlık elde etme arzusunun yanı sıra, çalışacağı kurumun
itibar ve imaj açısından güçlü bir konumda bulunması da yan dal alanlarında
ilerlemelerine yol açabiliyordu.
Modern tıp hastalığa ardındaki toplumsal anlamı da hesaba katarak bakmak
yerine bir organın düzeltilmesi gereken işlev bozukluğu olarak bakmaktadır (Sayar,
2015). Tıbbın bu indirgemeci yapısı, tıbbi sorunları gitgide küçük parçalara ayırıp (bu
ayırım organ ve dokulardan hücrelere doğrudur), sonrasında hücrelerin parçalarına ve
nihayetinde tekil moleküllere ayrışarak tahlil edilmesi, gerçek olgu olan hastanın farklı
bir konuma getirilmesine sebep olmuştur (Capra, 2012: 164). Fakat bir vakaya bütüncül
yaklaşabilmek için, birden fazla tıp alanının organize bir şekilde çalışması lâzımdır.
Etkin bir tanı ve tedavi sürecini gerçekleştirebilmek için ise, hekimlerin farklı uzmanlık
59
alanlarından teknik bilgi ve desteği alması kaçınılmaz bir hal almıştır. Bu sebeple de
hekimler konsültasyona başvurmaktadırlar (Türk Tabipler Birliği Etik Kurul Görüşleri,
2001).
2. TARİHSEL BAĞLAMDA TIP EĞİTİMİ
Hekimlerin tıp eğitimi yolculuğunda yalnızca kitabi bilgileri değil, başta
hastaları olmak üzere; eşleri, eşyaları, arkadaşları, seyahatleri gibi birçok farklı deneyim
unsurunun şekillendirdiği ‘tıbbi bilgi stok’ları oluşur. Elde edilen bilgiler, deneyimler
ve görüşler hekimin tıp paradigmasını şekillendirerek, hastayı anlama ve
anlamlandırmada reçete olarak kullanacağı kavram stokunu oluşturmuş olur.
Ortaçağ’da hekimler informal eğitim (sistematik eğitim alınmaksızın) alarak
tıbbi bilgi sahibi olurlardı. Bu sayede, kendilerinden önce bu işi icra eden tecrübeli
kişilerin deneyimlerinden faydalanarak, bilumum otlar hakkında ve cerrahi beceriler
üzerine bir şeyler öğrenirlerdi, kısaca çıraklık yaparlardı. Yine o yıllarda rahipler de
manastırlarda klasik metinleri inceleyerek, şifalı bitkiler üzerine çalışıyorlardı. Bu
duruma dayanarak söz konusu dönem hakkında sistematik bir tıp eğitiminin olmadığını
söylemek mümkündür (Gourevitch, 1999). Erken modern dönem olarak ortaçağın sonu
ile aydınlanmaya kadar olan dönemde tıp bilgileri sözlü ya da yazılı resmi ya da gayrı
resmi kaynaklardan elde ediliyordu. Bilgiler genellikle aile üyelerinden birbirine
aktarım yoluyla geçiyordu. Özellikle ‘şifacılık’ yalnızca kadınların yapabileceği bir
uğraşı ve fazla eğitim gerektirmeyen bir iş olarak görülüyor, aile içindeki hasta bakımını
kadınların üstlenmesi bu durumun yaygınlaşmasına sebebiyet veriyordu (Lindemann,
2013: 154-156). Bu dönem Avrupa’sında hekimler, üniversite eğitimi almasına rağmen,
Galenos’un bilgi ve tecrübelerini, tedavi yöntemleri geleneğini sürdürüyordu. Kısacası,
çıraklık sisteminden ve ailevi kanallardan elde edilen bilgilerin genel hüküm sürdüğü
dönem, 18.yy’ın yarısına kadar devam etmiştir (Lindemann, 2013: 192).
11. yy’da tıp doktorlarını eğitmek amacıyla birçok tıp okulu kurulmuştu.
Bunlardan birisi de kurucusu ‘Trotula’ isimli bir kadın olan ‘Salerno’ Tıp Okuludur.
Varlığı 18. yy’a kadar süren ve tıp eğitimine büyük katkıları olan bu okul, Ortaçağ’ın
tıp doktorlarını bilimsel anlamda eğitmek için kurulan önemli merkezlerden biri
sayılmaktadır (Lindemann, 2013: 173; Achterberg, 2009: 60-64). Hekimlerin eğitimi
yüzyıllardır üniversite tabanlı olagelmiştir. Daha çok kuramsal olan tıbbi eğitimde,
60
uygulamaya fazla yer verilmemiştir. Kökenleri ortaçağa dayanan üniversite temelli tıp
eğitimi, ortaçağ sonrası dönemde akademi eğitimli hekimlerin yetişmesiyle devam
etmiştir (Lindemann, 2013: 172).
Modern tıp eğitimi, klinik eğitimi sayesinde süreklilik ve kurumsallık
kazanmıştır. Kliniğin doğuşu ve onunla birlikte hastane tıbbının yükselişi modern tıp
tarihinde kritik bir devredir. Bu devir, modern öncesi tıp bilimi ile tıp eğitiminden
modern tıbba geçişisin dönüm noktasını vurgulamaktadır (Lindemann, 2013: 179).
Hippokrates, hekimlerin statüsünü güvence altına almak için kendi okuluna kayıt
sırasında öğrencilerinden; hastaya her zaman öncelik tanıma, asla onlara zehir vermeme
veya kürtaj yapmama yahut kadın, erkek, köle ve özgür insanları ayartmama konusunda
hekimlik yetkisinden yararlanmayacaklarına dair söz alırdı (Watson, 2015: 194).
17.yy’da eczacılar ve cerrahlar lonca denilen yapı içerisinde yetiştirilir, tatbikî
eğitim alırlardı. Hekimler ise, üniversite okuyarak kuramsal ve ilmi eğitim
almaktaydılar. Dönemin cerrah ya da berber-cerrahları genellikle bir ustanın yanında
çıraklık eğitimi (bu eğitim hem tatbikî hem de kuramsal bir anatomi eğitimi içerir)
alırlardı. 18.yy’a gelindiğinde Fransa’da cerrahlık eğitimi lonca sisteminden ayrılmış,
modern cerrahlık eğitimine geçilmiş ve cerrahlar da hastanelerde görev yapmaya
başlamıştı. Tıp eğitimindeki bu gelişmeler tıp ile cerrahi arasındaki ayrımın incelmesine
sebep olmuştur (Lindemann, 2013: 161-169).
Tıp eğitimi ve uygulamaları Flexner Raporu olarak da bilenen tıbbi eğitim
reformuyla yeniden şekillendirilmiştir. Amerikan tıbbının gözden geçirilmesi ve revize
edilmesi amacıyla hazırlanan rapor, Achterberg’a (2009: 249) göre, üniversite bağıntılı
tıp eğitimi, tıp okullarının sayısındaki azalma, tıp öğrencilerinin klinik deneylerinin
kontrol edilmesi ve tıp eğitimiyle ilişkili olarak bilimsel laboratuvarların kurulması
gereksinimini içeriyordu.
İslam’da tıp eğitimi büyük hastanelerin (Mısır-Kahire; Mansûrî Hastanesi, Şam;
Nûrî Hastanesi gibi) bir işlevi olarak başlamıştır. Meselâ; Şam’daki Nuri hastanesinde
yürütülen tıbbi çalışmalar, tıp eğitimini detaylandırmakta, aynı zamanda tıp öğretiminin
ve klinik araştırmanın yapıldığını da ortaya koymaktadır (Bu okul İran’da kurulan ünlü
bir tıp akademisidir). Muhtemel ki uygulamalar, Bağdat’ta bulunan hastanelere ilk
ilhamı veren ve ilk rehberliğini yapan Cundi Şâpur’un (Alekperli, 2013) tıbbi
61
geleneğinden alınmıştır. Tıp eğitiminin verildiği bu mesleki okullar, medrese ismi
verilen dini tedrisatın yapıldığı kurumların gelişmesine paralellik arz etmiştir. Bu iki
okulun arasındaki fark; medreseler özel vakıflar tarafından desteklenirken, mesleki
okulların yani tıp kurumlarının resmi destek altında tesis edilmesiydi. Devlet destekli ilk
medreseler 11.yy’da Selçuklular tarafından kurulmuştur. Selçuklu hükümdarı
Nizamülmülk ‘bilge vezir’ 1063-65’te Bağdat’ta Nizamiye medresesini kurmuştur.
Medrese ilimlerinin tahsilinde olduğu gibi tıp alanında da öğrenciler genellikle
çalışacakları büyük üstatları ararlardı. Çünkü kurumlar yani medreseler onlar için ikinci
plandaydı. Bir öğrenci hem kitaplar vasıtasıyla hem de bir üstat denetiminde klinik
tecrübe ile belirli konuları öğrendikten ve hocası o öğrencinin yeterliliğini test ettikten
sonra sertifika veya icazeti ders aldığı hocası tarafından verilirdi. Öğrenciler, uzmanlığı
meşhur olan bir hocadan ders almak için İslam dünyasının dört bir köşesine seyahat
edip, alanında uzman hocalar bulurlardı. Örneğin göz hastalıkları üzerine Kahire’de bir
üstatla çalışmak için fırsat kollayan bu öğrenciler aynı şekilde böbrek rahatsızlığı için de
Şam veya Bağdat’ı tercih ederlerdi (Rahman, 1997: 166-117). Tıp eğitimi, medrese
ilimler müfredatına dâhil edildiğinde doktorların sayısında artış gözlenmiştir. Bununla
birlikte, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra 6 yıllık müfredatı olan
külliyeler inşa ettirerek içerisine tıp medresesini de dâhil etmiştir (1463-1471 Sahn-ı
Seman ve Tetimme Medreseleri). Bu medreselerden mezun olan öğrenciler din (fıkıh,
kelam, edebiyat) ve tabiî ilimlerin (felsefe ve tıp bilimleri) birisi üzerinde
uzmanlaşıyordu (Rahman, 1982: 35). Daha sonraki dönemde (10.yy) tıbbi uygulamalara
başlamadan önce hekimin sınava tabi tutulması, Bağdat’taki saray hekimleri hariç diğer
ülkelerdeki hekimlere uygulanmıştır (Yaklaşık 860 hekimin sınava tabi tutulduğu
belinmektedir) (Browne, 1962: 40).
Tıp mesleği 1700’lü yıllarda ilk olarak Avrupa’da tam zamanlı bir meslek olarak
tanınmıştır. Tıbbın profesyonel bir meslek anlamında formal bir eğitim vermeye
başlaması, 1765 yılında, ilk üniversitenin kurulması ise, 1779 yılına denk gelmektedir
(Wilensky, 1964).
Tıp eğitmenlerine yapılacak bir eleştiri, tıp bilimi ilerledikçe tıp eğiticileri
gittikçe daha dar alanlarda uzmanlaşıyorlar, eğitimin bütüncül yanı gözden kaçırılıyor.
Aynı zamanda tıp fakültelerinde eğitici olan hekimlerin ileri derecede uzmanlaşmaları,
öğrencilerin de ilk yıllardan itibaren belli bir alana kaydırılmasına neden olmaktadır.
62
Yolun başlangıcında her hekim adayı öncelikle bir ‘tabip’ misyonu ile
yetiştirilmeliyken, tıp eğitimi müfredatına uzmanlık dallarına ilişkin, ayrıntılı konular
eklenmektedir. Akademisyenler ise, kendi bilim dallarına yoğunlaşmakta, toplumu için
gereksinim duyulan eksiklikler göz ardı edilmektedir. Bu durumun sonucunda
öğrenciler dar alanlara has bilgilerle beslenmekte, derinlemesine bilgilerle
karşılaşmaktadır. Mezun olduktan sonra öğrencilerin durumu toplumsal gerçeklerden
uzak bir hal almaktadır (Terzi, 2011: 20). Özensel ve Koçak’ın (2004) yaptıkları bir
çalışmada, günümüz tıp fakültelerinin eğitim düzeyinin yeterli olmadığı, mezun olan
hekimlerin yeterli bilgi ve beceriyle donatılmadığı tespit edilmiştir. Ayrıca
araştırmacılar, hekimlerin mesleki anlamda saygınlıklarını kaybettiği, bir gün içerisinde
kapasitelerini aşan yoğun bir hasta bakım hizmeti sunmalarından ötürü çalışma
saatlerinin ve kısmi anlamda nöbet saatlerinin de azaltılması gerektiği görüşünü ortaya
koymuşlardır.
Türkiye’de tıp eğitimi kamu, özel ve vakıf üniversiteleri bünyesinde tıp
fakülteleri tarafından verilirken, son yıllarda ortaya konan sağlık politikaları
çerçevesinde sağlık sisteminin pratisyen hekim ve aile hekimi üzerine oturtulması
düşünülse de mevcut sağlık hizmeti temel olarak uzman hekimler ekseninde
yürütülmektedir. Bu durum ile bağlantılı olarak sağlık hizmetlerinin kalitesinin doğru
branşlara doğru kişilerin yerleştirilmesi ve verilecek uzmanlık eğitiminin kalitesi ile
yakından ilintili olduğu söylenebilir (Özen Kutanis vd., 2011: 1992).
3. TIPTA UZMANLIK EĞİTİMİ VE UZMANLIK SINAVI (TUS)
Türkiye’de Tıpta Uzmanlık Sınavı 1987 yılında Resmi Gazetede yayınlanan
yönetmelikle yürürlüğe girmiştir (Tıpta Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği, 1987). Genç
Kuzuca’ya (2007) göre, TUS’tan önce her birim kendi içinde yazılı ve sözlü sınavla
öğrenci almaktaydı. Sınavı ÖSYM’nin yapmasıyla birlikte daha nesnel, geçerliği ve
güvenirliği denetlenebilir bir sınav haline geldi.
Tıpta uzmanlık eğitimi üniversitelere bağlı araştırma hastaneleri ile Sağlık
Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerince ilgili klinikler tarafından
verilmektedir. Tıpta Uzmanlık, “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından
düzenlenen esaslara göre yürütülen ve tıp doktorlarına belirli alanlarda özel yetenek ve
yetki sağlamayı amaçlayan bir yükseköğretim” olarak tanımlanmaktadır (2547 Sayılı
63
Kanun, Mad. 3). Uzman hekim olabilmenin yolunun Tıpta Uzmanlık Sınavı’ndan
geçtiği Türkiye’de adaylar ÖSYM tarafından senede iki defa yapılan sınava girerler.
Tıpta Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği (2014) bu sınavı ‘yarışma esasına dayalı mesleki
bilgi’ sınavı şeklinde tanımlamaktadır.
Tıpta Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği’ne (2014) göre, uzmanlık eğitimine
alınacak asistan öğrenci (hekim öğrenci) kontenjanları “Kurumlar, her sınav dönemi
için açılmasını istedikleri uzmanlık öğrencisi kontenjanlarını bağlı oldukları üst
kurumlar aracılığı ile Bakanlığa bildirir. Bakanlık, Kurulun görüşünü alarak
kontenjanları kurum ve program adı belirtmek suretiyle ÖSYM’ye bildirir. Birden fazla
bağlı ana dalı olan yan dallarda uzmanlık öğrencisi kontenjanları, hangi bağlı ana dal
veya dallardan uzmanlık öğrencisi alınacağı belirtilerek ilan edilir.” şeklindeki ifadeye
göre kabul edilir. Yan dal Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı Yönetmeliği’ne (2007) göre
ise, yan dal uzmanlık eğitimine alınacak uzman tabip sayıları, Tıpta Uzmanlık Kurulu
tarafından, her uzmanlık dalı için üniversite hastaneleri ile eğitim ve araştırma
hastanelerine ait olmak üzere yıllık toplam kontenjan olarak belirlenir. Tıpta Uzmanlık
Kurulu tarafından belirlenen bu kontenjanlar her sınav döneminde üniversiteler için
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı eğitim ve araştırma hastaneleri için Sağlık Bakanlığı
tarafından eğitim kurumlarının kapasitesi ve kurumun eğitim imkânları göz önünde
bulundurularak ülke ihtiyacına göre dağıtılır.
Tablo 3. Yıllara Göre Uzman, Pratisyen ve Asistan Hekim Sayıları
Hekim/Yıllar 2002 2010 2011 2012 2013 2014
Uzman Hekim 45.457 63.563 66.064 70.103 73.886 75.251
Pratisyen Hekim 30.900 38.818 39.712 38.877 38.572 39.045
Asistan Hekim 15.592 21.066 20.253 26.571 21.317 21.320
Toplam Personel
Sayısı 91.949 123.447 126.029 129.772 133.775 135.616
Kaynak: Sağlık Bakanlığı, Sağlık İstatistikleri Yıllığı, 2014.
Tablo 3’te de görüleceği üzere, yıllara göre hekim sayılarında artış
görülmektedir. Uzman hekimlerin ve yetişmekte olan asistan hekimlerin sayısı,
pratisyen hekim toplamının iki katından fazladır. Buna göre Türkiye’de sağlık
64
hizmetleri ‘uzman hekim’ ekseninde gerçekleştirildiği söylenebilir (Özen Kutanis vd.,
2011). Bu açıdan, hekimlerin alacağı uzmanlık eğitiminin kalitesi ve uzmanlık dallarına
doğru kişilerin seçilmesi verilecek sağlık hizmetinin kalitesiyle yakından ilişkilidir.
Söz konusu kaliteyi artırmak, uzmanlık eğitiminde uluslararası standardı
sağlamak, uzmanlık eğitimi veren kurumların niteliklerini belirlemek, ilgili uzmanlık
dalının çekirdek eğitim müfredatı ile uygulama yönetmeliklerini belirlemek ve uzmanlık
dallarının rotasyonları hakkında karar vermek gibi uzmanlık eğitiminin şekillenmesi ve
yürütülmesi amacıyla ‘Tıpta Uzmanlık Kurulu’ oluşturulmuştur. Uzmanlık eğitimi
akreditasyonu ise, her ülkede farklı bir kurum tarafından eğitim standartlarının ne
düzeyde karşılandığının tespit edilmesi amacıyla sağlanmaktadır. ABD’de Uzmanlık
Eğitimi Akreditasyon Komitesi “Accreditation Council for Graduate Medical
Education” ve American Board of Medical Specialties tarafından yürütülen faaliyetler,
ülkemizde Türk Tabipler Birliği tarafınca “Tıpta Uzmanlık Eğitimi Ulusal Standartları”
çerçevesinde sürdürülmektedir (Çiçek ve Terzi, 2006; Sayek ve Batı, 2011).
Yıldız ve diğerleri (2008), tıp fakültesi öğrencilerinin tıpta uzmanlık eğitimi
talebinin giderek artırdığını, bu duruma mukabil olarak tıpta uzmanlık eğitimi veren
kurum sayılarında bir artış meydana geldiğini belirtmişlerdir. Artan talepten hareketle
açılan TUS dershaneleri mesleki anlamda kaygı yaşayan öğrencilerin tıp eğitimindeki
eksikliklerini kısmen tamamlayarak tutunulacak bir dal haline gelmiştir. Çiçek ve
Terzi’ye (2006) göre, TUS’un tıp öğrencilerini yarışma havasına sokarak, mezuniyet
öncesi tıp eğitimini olumsuz etkilediğini belirtmektedir.
4. TIPTA UZMANLAŞMANIN SONUÇLARI
Aşırı uzmanlaşma ile tıp alanı ve hekimler o denli bölünmüştür ki, hasta ile bir
bütün olarak ilgilenme ve hasta olan kişiye özelleşen bir sağlık hizmeti sunma imkânı
azalmıştır (Terzi, 2009: 151). Uzmanlaşan hekim, tıbbın en temel özelliği olan insanla
bütüncül ilişki kurmak yerine, örneğin; göz hekimi ise hastayı göze, hattâ yalnızca
gözün kırma kusurlarına indirgeyen tarzda bir ilişki kurmaya başlamıştır (Üçkuyu,
2012: 173). Tıbbın her alanında meydana gelen uzmanlaşmalar ve dikey uzmanlaşma
olarak da adlandırılan her bir alanın kendi içerisinde uzmanlaşması; hekimin hastasını
yalnızca kendi uzmanlık alanıyla sınırlı olarak düşünmesinin yanında, hekim-hekim
arasındaki kopukluğu da artırmaktadır. Bu noktada tıp alanındaki bu kopukluğu
65
gidererek bütünlüğü koruyacak yeni bir alan ve yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır (Pelin,
2000: 121). Yaşanan bu kopuklukların giderilmesi, hekim-hasta/hekim-hekim
arasındaki bağın kuvvetlendirilmesi ve aşırı uzmanlaşmanın olumsuz yönlerini
iyileştirme adına konsültasyon sistemi önerilebilir.
Tıbbın yoğun uzmanlık uygulamaları; temel iç hastalıkları bilgisi edinmesi
gerekmeyen kardiyologların, romatologların ya da dolaşım sisteminin normal yapısı ve
patolojisi bilgisine ihtiyacı olmayan göğüs cerrahlarının yetişmesi gibi sonuçlara yol
açmıştır. Artan kronik hastalıkların çok sayıda organı ve sistemi etkilediği dikkate
alındığında aşırı uzmanlaşmanın toplum, hasta, sağlık çalışanları ve sağlık sistemi
üzerinde oluşturacağı sakıncaların ve getireceği yükün giderek içinden çıkılmaz hâl
aldığı kolayca anlaşılacaktır. Aşırı uzmanlaşma ile sağlık alanında görülmesi muhtemel
sakıncalar şu şekilde özetlenebilir (Öcek ve Vatansever, 2012: 55):
1. Hastalık-yönelimli bir olgu olan uzmanlaşma sağlık hizmeti anlayışını sağlık-
yönelimli olmaktan çıkarmıştır. Birçok fizyolojik durum hastalık olarak
tanımlanmaya başlamıştır.
2. Tanı ve tedavi alanlarında yoğunlaşan tıbbi teknoloji, uzmanlık alanlarının
giderek parçalara bölünmesine sebebiyet vermiştir. Ancak koruyucu ve
geliştirici sağlık hizmetleri alanında ne tıbbi teknoloji ne de yeni uzmanlık
alanları aynı hızda gelişmemektedir.
3. Uzmanlaşmanın artışıyla birlikte insan bedeni sistemlere, organlara, giderek
organ parçalarına ve dokulara bölünmüş, tıbbın gözünde insan bedeni
bütünlüğünü yitirmiştir.
4. Uzmanlık alanlarının ortak paydaları ve işbirlikleri giderek kısıtlanmış, aynı
kavramlara ilişkin tanımları birbirinden farklılaşmış, disiplinler ve alt uzmanlık
alanları birbirinden uzaklaşarak, bağımsızlaşmıştır. Sağlık hizmetlerinde önemli
bir yere sahip olan ‘ekip anlayışı’ uygulamaları giderek zorlaşmıştır.
Yabancılaşma Marx’a göre işbölümü ve uzmanlaşmanın olası sonuçlarından
birisidir. Bu kavram, Aydınlanma dönemi sonrasında ilk kez Hegel tarafından
kullanılmıştır. Ancak kavramı derinlemesine ve materyalist açıdan inceleyen Karl Marx
olmuştur. Marx ‘1844 El yazmaları’ (2013: 179) kitabında kendine yabancılaşmış
insanın aynı zamanda doğal ve insani özüne de yabancılaşmış bir düşünür olacağından
66
bahsetmektedir. Yine aynı çalışmada emeğin insan özünün gerçekleşmesi olduğunu öne
sürer (Horkheimer, 2008: 34). “Yabancılaşma, insanı, kendi etkinliğinin ürünlerine,
üretken etkinliğinin kendisine, içinde yaşadığı doğaya, kendine, kendi özsel doğasına,
insanlığına, öteki insanlara yabancılaştıran eylemdir.” (Marx, 2003: 11). Marx (1859)
iş bölümü olgusuna daha çok yabancılaşma kavramı ile açıklık getirmiştir. Kafa ve kol
emeğinin birbirinden tamamen ayrılması, hem emeğin bütününe hem de parçaların
birbirine yabancılaştırır. Hattâ uzmanlaşma sonucu bütünden kopan emek, kendi
muhtevasına yabancılaşır. Durum hekimler açısından ele alındığında, uzmanlık
alanlarına ayrılan tıp bilimi içerisinde her bir alandan bir hekimin sorumlu olması
bütüncül yaklaşımdan uzaklaşmaya neden olarak yabancılaşmayı ortaya çıkardığı, hattâ
hasta bakmanın puan kazanma ile doğrudan ilişkili hale gelmesiyle birlikte, hekim-hasta
iletişiminin zayıflamasına neden olduğu söylenebilir.
Sağlık adeta alınıp satılabilen bir meta haline dönüşürken, hasta müşteri olarak,
hekim ise sağlığın, “parası neyse satın alınabileceği” aracı teknikeri haline gelmiştir.
Performans sistemi nedeniyle hekimler daha fazla hasta bakmaya zorlanmakta, aldıkları
eğitim gereği hastalarına nitelikli sağlık hizmeti sunmak yerine, çok sayıda puan
toplayarak, “paraya çevrilecek işlem” yapmaya mecbur bırakılmaktadırlar. Tıpta aşırı
uzmanlaşmanın ve ileri teknoloji kullanımı; tanı ve tedavi sürecinin parçalanmasına
hattâ bütüncül yaklaşımın kaybedilmesine yol açmıştır (Yetener, 2011: 4).
21. yy. tıbbı neredeyse tamamen teknolojiye dayanmaktadır. Stetoskopun
bulunmasıyla, tıp hastadan ziyade hastalıkla meşgul olmaya başlamış, hastalarla
iletişimini dolaylı ve teknik aletlere indirgemiştir. Bu durum sonucunda, salt teknolojik
enformasyonu yorumlayan hekimler ortaya çıkışmıştır. Sübjektif delillerin (hastaların
sözleri) göz ardı edilerek, teknolojik delillerin (makinelerin sözlerine) ön plana çıkması
gündeme gelmiş, bu durum ise, uzman hekimlerin hastaları teknoloji aracılığıyla
değerlendirmesine ve teşhis sürecindeki kontrollerinin azalmasına sebebiyet vermiştir
(Postman, 2014; Reiser, 1978). Tıp teknolojilerinin gelişimiyle birlikte katı
teknolojilerin kullanımı sağlığa mühendisçe bir yaklaşım sergilenmesine sebep olmuş,
hekimlerin yardımcı sağlık personeline olan bağımlılığı artmıştır. Tıbbı bakımın
karmaşık teknolojilere gittikçe artan bu bağımlılığı, uzmanlaşmaya doğru bir eğilimi
hızlandırmış ve hekimlerin bütünlüklü bir kişi olarak hastayla ilgilenmeyi unutarak
bedenin parçalarına bakma eğilimini güçlendirmiştir (Capra, 2012: 174-175). Ayrıca,
67
tıp alanlarının uzmanlaşması ile birlikte, bilimsel bilgi birikiminde bir artış yaşanmış, bu
artış tıbbın bilime katkısını da sağlamıştır (Menke, 1970).
Modern tıp alanında teknoloji, ilaç, tedavi yöntemleri, hekim sayısındaki artış
sebebiyle yaşanan gelişmeler sonucu tıp çalışanları belli alanlarda yoğunlaşmaya
başladılar. Aşırı uzmanlaşmayı beraberinde getiren bu yoğunlaşma, hastaya özel
çözümler sunan, “hastalık yoktur, hasta vardır.” yaklaşımını reddeder duruma
gelmiştir. Bu felsefeyi benimseyen hekimler, bireyselleştirilmiş ve bireye özgü bir tıbbı
benimsemekte, hastalığı değil hastayı tedavi ederek hastaya en uygun tedavi şeklini
uygulamaya çalışmaktadır (Tarhan, 2012). Bu tarz yaklaşımın aksine, aşırı
uzmanlaşmanın getirdiği anlayışla hasta bir birey olarak değil, ‘hasta bir organ’ olarak
görülmüş ve bu hasta organlar tedavi edilmiştir (Sezgin, 2011: 18). Geleneksel tıp
anlayışında da, insanın işlevlerine ve hastalıklarına odaklanılmıştır, insanın
hastalanmasına sebep olan psiko-sosyal ve çevresel nedenler göz ardı edilmiştir. Bu
yönüyle sağlığa bütüncül bir yaklaşım sergileyemeyen biyo-teknolojik tıp daha çok
bireycidir (Terzi, 2001: 22-23). Buradan hareketle, tıp dünyasında hastayı salt bir
organdan ibaret görmeyen, hastayı biyo-psiko-sosyal bütünlüğü içinde
değerlendirebilen, hastaya özel tedaviler sunabilen hekimlere ihtiyaç duyulduğu
söylenebilir. Organların vücut sisteminin bir parçası olmalarının yanı sıra, birbiri ile
etkileşimde olduğu, bazılarının kendi arasında birbirini tamamlayıcı unsurlar taşıdığı
bilinmektedir. Hastanın bir organı asla bütün değildir, vücudun bütününü temsil
etmemektedir. Bu minvalde salt bir organı tedavi etmenin vücudu tedavi etmek
anlamına gelmeyeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Tıp kendi içinde bütünlüğünü
sağlamak zorundadır. Sağlık sistemi ve hekimler farklı dünyaların tıbbına değil, aynı
tıbbın bilgisine ulaşabilmek için çaba göstermelidir.
Aşırı uzmanlaşmanın sağlık maliyetlerini artırdığı yönündeki görüşlerden bir
diğeri ise, kronik hasta tedavisi ve takibi konularında koordinatör görevi üstlenen iç
hastalıkları uzmanının sıradanlaşmasıyla başlayan bir süreçtir ki bu süreç aşırı
branşlaşan sağlık sistemi içerisinde önemini yitirmiş bir uzmanlık dalı olarak kalmıştır.
Dinççağ’a (2014) göre, bu süreçte sağlık sisteminin karmaşası ve sevk zincirinin
zayıflaması nedeniyle, hastaların belli bir dayanak noktası olmadan, kafalarına göre
hekim seçmelerine, bu durumun bir sonucu olarak daha fazla tetkik yapılmasına ve daha
68
çok hekimin meşgul edilmesiyle direk ve dolaylı yönden maliyetlerin artmasına sebep
olunmaktadır.
Uzmanlaşmanın aşırı uzmanlaşma evresine geçişiyle birlikte, bilgisiyle tıp
evreninin bütünü kapsayan birinci basamak hekimi, pratikte halâ var olsa da, ideal
olarak ortadan kalkmış konumdadır. Tıp mesleğinde ilerleyenler farklı yolları seçmek
zorunda kalıyorlar. Birinci basamak hekimleri klinik yahut temel araştırmalardan, klinik
hekimleri gelişen teknolojiyle ilişkili kararlardan, akademisyen hekimler ise birinci
basamak sağlık hizmetinden uzaklaşmışlardır (Cook-Deegan, 1988: 150). Söz konusu
gruplar arasında kopukluk yaşanmasının temel nedeni sağlık hizmetlerine ilişkin
reformlar, sağlığın iyileştirilmesi hedefinden uzaklaşılması, özel sağlık hizmetlerinin
kâr odaklı çalışmaları ve o kurumlarda hastaların müşteri olarak görülmeleri olduğu
söylenebilir. Birinci basamak sağlık hekimliğinin eski saygınlığının kalmaması, bu
anlamda sağlık hizmetlerinin metalaşma sürecinden etkilendiğini ve daha çok
uzmanlaşmanın ön plana çıktığını göstermektedir.
Tıp eğitiminin giderek teknolojiye daha fazla bağımlı hale gelmesi,
bürokratikleşen tıp uygulamalarını beraberinde getirmektedir. Tıbbın aşırı
uzmanlaşmasının sonucu olarak, özellikle bazı uzmanlık alanlarının büyük bürokratik
yapılar dışında var olmasının engellenmesi de bürokratikleşme gerekçeleri arasında
sıralanmaktadır (Mc Kinlay ve Arches, 1985).
Tıbbi birimlerin üst ihtisaslaşma seviyesini John Hopkins Üniversitesi Tıp
Okulunun tıp eğitimini standart hale getirdiği müfredatı hakkında söylenen şu cümleler
özetlemektedir: “Tıp eğitiminin felsefesinde, bir beyin cerrahı, bir aile hekimi, bir
kardiyolog, bir pediatrist ya da bir pratisyen hekim yetiştirmek tam anlamıyla yer
almaz. Tıp eğitimini tamamlayıp mezun olan öğrenci hangi kariyer basamağını seçerse
seçsin; o işi yapmaya iyi hazırlanmış demektir. Tıp eğitiminin esas amacı; birçok
görevde tekemmül etmiş bir ‘stem cell’ (kök hücresi) hekimi yetiştirmektir.” (Johns,
1999). Sayek (2004) söz konusu kök hücreye yüklenen anlamı şöyle açıklıyor, “Kök
hücrenin özelliğine baktığımız zaman, kök hücre her yöne diferansiye olabilen, değişime
açık hücredir. Dolayısıyla biz hekimi de öyle yetiştirirsek, hem birinci basamakta iyi
hekimlik yapacaktır, hem iyi uzman olacaktır, hem iyi araştırıcı olacaktır, hem iyi
akademisyen olacaktır. Nerede çalışırsa hekimliğin iyi yönünü öne çıkartacaktır diye
69
düşünüyorum. Dolayısıyla tıp fakültelerinin temel amacı bu kök hücreyi yetiştirmek
olmalıdır.” Genel anlamda tıp eğitiminin amacı, nitelikli ve hastalara bütüncül
bakabilen hekimlerin yetiştirilmesini sağlamaktır. Bu açıdan, iyi hekimin yetiştirilmesi
uzman hekimlerin de iyi hizmet vermesine imkân saylayacaktır.
Bilimin ilerlemesi üst düzey uzmanlaşmaları kaçınılmaz kılmıştır. Geleneksel tıp
anlayışında insan vücudu bir bütün olarak görülürken, günümüzde birbirinden bağımsız
parçalardan ibaretmiş gibi görülmeye başlamış ve tabiri yerindeyse bu parçaların
dilinden farklı bir hekim anlar olmuştur. Uzmanına giden bir kişi endoskopik
görüntüden ibaret hale gelmesi bu durumun tipik bir örneğidir. Endoskopi sayesinde
ülser hastalığını bütün ayrıntılarıyla görmek mümkün olsa da, bu hastalığa yol açan
sosyal, kültürel, psişik, ekonomik şartlar endoskopinin görüş alanı dışında kalmaktadır
(Belbez, 2008).
Uzmanlaşmanın diğer etkisi de hekimlere büyük bir güç ve ayrıcalık sağlaması
olmuştur. Hekim otoritesi fazlasıyla güçlenmiştir. Hastalar soru sormaktan bile çekinir
hale gelmiş ve sonunda, özellikle kronik bir hastalığı olanlar bu otoriter ilişkiden
rahatsızlık duyar hale gelmişlerdir (Belbez, 2008).
Günümüzde tıpta uzmanlaşmanın üst seviyelere kadar çıktığı bilinmektedir
(Çobanoğlu, 2009: 118). Bu ileri uzmanlaşma, hekimlerin hastayı bütün olarak
görmelerini engellemekte, her uzmanın hastaya kendi uzmanlık alanı perspektifinden
bakmasına sebep olmaktadır. Hekim kendi alanı dışındaki problemleri diğer uzman
hekimlere yönlendirmektedir (Özlü, 2008). Tıpta aşırı uzmanlaşmanın bir sonucu
olarak hekimler hastalıklara tanı koymakta zorlanmakta, hatalı tanılara ve tedavide
gecikmelere sebep olabilmektedir (Dizdar, 2011). Hekimlerin özel bir konuya ilgi
duyması ve o konu hakkında bilgi sahibi olmak istemeleri elbette haklarıdır. Bu noktada
yanılgıya düşülen konu, diğer konuların tümüne karşı bir ilgisizlik ve bilgisizlik/cehalet
içerisinde olmalarıdır. İyi bir hekimin elinden her iş gelmeli tabir-i caizse on
parmağında on marifet olmalı ve bu konulardan birinde de uzman olmalıdır. Meselâ; bir
cerrah obezite hastasını hemen endokrin kliniğine sevk etmek yerine basit diyet
önerilerinde bulunabilmeli, bir jinekolog hafif bir demir eksikliği olan bir hastasını,
anemi kliniğine sevk etmeden önce bunun demir eksikliğine bağlı bir anemi olduğunu
bilip, tedavi etme yeteneğine sahip olmalıdır (Asher, 1949: 358-360).
70
1980’li yıllarda ABD sağlık sistemi aşırı uzmanlaşma sorunuyla karşı karşıya
kalmıştır. Uzman hekim sayısındaki kontrolsüz artışın önüne geçilememiş, bu durum
sağlık hizmeti maliyetlerinin de artmasına sebep olmuştur (Terzi, 2007). Sağlık
hizmetlerine en büyük katkısı olan girdilerden birisi uzman hekim gurubudur ve
hastanelerde uzman hekim oranı arttıkça, genel hekimlerin sağlık hizmeti verme oranı
da giderek düşmektedir. Uzman hekimlerin yoğun olduğu şehirlerde sağlık bakımının
iyileştirilmesi adına yapılan harcamalar daha fazla iken; bakım kalitesi, hasta
memnuniyeti ve ölüm oranlarında herhangi bir iyileşme görülmemektedir. Bu durum;
uzman hekime dayalı iş gücünün daha yüksek harcamalara sebebiyet vererek, daha az
etkili sağlık bakımıyla sonuçlanmaktadır. Böylece sağlık hizmetlerinde aile hekimliğine
olan ihtiyaç gündeme gelmektedir (Baicker ve Chandra, 2004: 357).
Uzmanlık sistemi, yalnızca bir hastalığı olan kişilerin tedavisinde hizmet
bakımının parçalanmasına ve devamsızlığına yol açabilme ihtimali açısından dezavantaj
olarak görülebilmektedir. Özellikle kronik hastaların birincil basamak sağlık
hizmetlerinden yararlanmalarının o hasta grubu açısından daha uygun olacağı, aksi
takdirde çok sayıda ve birbirinden bağımsız uzman hekimin aynı hastayı tedavi etme
çabası çoklu bir iletişim ağı kurma gerekliliği sebebiyle maliyetleri artırıcı bir etki
oluşturabilir. Ayrıca, tek bir hastalığa odaklanarak diğer muhtemel problemleri gözden
kaçırma riski de göz önünde bulundurulmalıdır. Tıpta uzmanlık, eğitim süresinin
uzunluğu ve maliyeti açısından da dezavantajlı görülmektedir (Detsky vd., 2012: 463;
Lipscombe vd., 2005). Asher’e (1949: 358-360) göre, tıbbın yedi günahından
(bilinmezlik, acımasızlık, ahlâksızlık, aşırı uzmanlaşma, nadir hastalıkları görme arzusu,
aptallık ve üşengeçlik) biri olan aşırı uzmanlaşma; yetersiz genelleşmeye zemin
sağladığı düşünüldüğünde hekimler açısından giderek büyüyen bir sorun haline
gelmiştir.
Asher’e (1949: 358-360) göre uzmanlaşmanın en kötü yanı, hekimlerin basit
vakalarda dahi bir diğer uzman hekimin alanına giriyor düşüncesi ile yanlış yapma
korkusu ve bu yüzden müdâhale etmeme durumudur. Özellikle bu durumun diğer
hekimeler tarafından şüphe, saygı ve alay karışımıyla ilgili olarak algılanması
psikiyatrik bir vaka olarak görülebilir.
71
5. BÜTÜNCÜL TIP YAKLAŞIMI
Tıbbi çerçevede bütüncüllük; insan organizmasını tüm yönlerinin birbirine
raptedilmiş ve birbirine muhtaç olması manasında düşünülebilir. Organizmanın doğal
ve sosyal çevresiyle sürekli bir etkileşim içinde olduğunu kabul etmek anlamına da
gelmektedir. Özellikle sağlık ve hastalık hallerinde ruh ve bedenin birbirlerine
bağımlılığını ifade eder (Capra, 1996: 192,198). Tıbbi araştırmaların organ yahut
sistemsel bazda araştırma düzeyinden, hücre bazında araştırmalara ağırlık vermesi,
insanı psiko-sosyal yönden ele alan bütüncül yaklaşımdan uzaklaşılmasına sebebiyet
vermiştir.
Biyopsikososyal model, biyomedikal modelin eksik yanlarını tamamlamak üzere
Engel (1980: 535) tarafından ortaya atılmış bütüncül ve bilimsel bir modeldir.
Hekimlerin hastalara yaklaşımına ve sorun çözme yetenekleri üzerine odaklanan model
ile tıbbın bütüncül ve insancıl yönü üzerine odaklanımaktadır. Kasapoğlu’na (2008: 15)
göre model, hastanın biyolojik, sosyolojik ve psikolojik yönlerine odaklanarak bütüncül
anlamda değerlendirilmesine izin vermektedir.
Bütüncül tıp anlayışı, kişilerin toplumsal ortamları içinde ele alındığı ve bu
nedenle tıbbi algı ve anlayışa modern toplumlardaki rahatsızlıklar konusunda önemli bir
katkı sağladığı varsayımına dayanır. Bütüncül tıp, hastaların kendi atmosferi içinde
fiziksel bir varlık olduğu kadar, toplumsal, zihinsel, duygusal yönden bütüncül olarak
ele aldığı tıbbi bir paradigmadır (Cockerham ve Ritchey: 1997). Örneğin; üroloji ve
jinekoloji branşlarının birleşiminden ortaya çıkan ürojinekoloji yan dalı tıpta bir alt
uzmanlık dalı olarak geçmektedir. Bu tür iki ayrı uzmanlık alanını da kapsayan yan
dallarda olgulara geniş perspektiften bakmayı ve tedaviyi yürütürken hastayı bütün
olarak görmeyi gerektirmektedir (Patel, 2011).
Bütüncül bilim anlayışı çerçevesinde hekimin hastasını parça-bütün ilişkisi
açısından değerlendirip, hastaya herhangi bir teşhis koyarken ya da tedavi aşamasında
onu bir bütün içinde ele alması gerekmektedir. Şahinoğlu Pelin’e (2000: 122) göre
hastanın tanı koyma ve tedavi basamağında birbirini kapsayan bir şekilde yani bütüncül
olarak ele alınışı iki şekilde olabilir. İlk aşama olarak hastanın tedavi edilmesi esnasında
onun biyolojik bir sistem olarak bir bütün içinde görülmesi ve değerlendirilmesidir.
Diğer aşama ise, onun biyolojik sistem olmasının ötesinde psikolojik ve sosyal bir
72
varlık olduğu, tanı ve tedavi aşamalarında bunların onun biyolojik tedavisi kadar
öneminin olduğunun bilinmesidir. Milz’e (1985; Akt. Mayring, 2011) göre; bütüncül
tıp, her bir insanın kendine özgü bir bütüne (nev-i şahsına münhasır) ve kendine özgü
bir ortama sahip olduğunu kabul eder ve bunu tedavinin temeli olarak görür.
Kişi bilimin belli bir alanında uzmanlaştığında, ilgili bilim dalına bütüncül
olarak bakması kısmen de olsa engellenebilmektedir. Keza, hekimler de bir alan ya da
bir organ üzerinde uzmanlaştıkları zaman dâhi hastayı bütüncül anlamda
değerlendirmeden uzaklaşma ihtimalini taşımaktadırlar. Böylece hekimler hastaya ve
hastalığa sadece kendi uzmanlık perspektifinden yaklaşacak, bakış açısında daralma söz
konusu olabilecektir. Bu noktada hekimlerin ‘uzmanlık’ kaygısı taşımaları ve tıp
eğitimine bakış açılarını yalnızca bir alanda uzmanlık kazanmakla sınırlandırmaları,
alınan tıp eğitimi kalitesinin zayıflamasına sebep olduğu söylenebilir. Bu tarz durumlar
hekimlerin hastalara değil hastalıklara odaklanmasına yol açarak, tıbbi bakım kalitesini
sekteye uğratabilmektedir. Hastalar bu durumdan olumsuz anlamda etkilenebilirler.
Günümüzde neredeyse bütün bilim dallarının alt dalları uzmanlaşmadan nasibini
almış ve uzmanlaştıkları alanın sınırlarına hapsolmuşlardır. Artık herkes kendi ilgi
alanında söz sahibi olmaya başlamıştır. Kendi branşları dışına çıkmaya niyetlenenler ve
belirli normları sorgulayanlar adeta yalnızca kendi çalışma alanları hakkında söz sahibi
oldukları yanılgısına sürüklenmekteler. Mevcut sistemin içinde yer edinebilmek,
sistemin sunucuları tarafından şartlanmakta, konu kişinin ilgi alanında değilse, ilgi
alanım ya da branşım değil şeklindeki baştan savmacı ve geçiştirmeci bir yöntemin
kölesi durumuna gelmişlerdir. Aşırı uzmanlaşma ve spesifik branşlaşma, entelektüelliği
kitaplardan ve dünyadaki yansımasından kaldırmak üzeredir. Az şey hakkında çok şey
bilen insanlar, bütünü kavrama konusunda yetersiz kalmakta, bunu denemeye bile
cesaret edememektedir. Bu durum kişinin ömrünü, teknik bilginin körleştirici
zindanında geçirmesine sebep olmaktadır. İnsanın düşünce dünyası, disiplinleri
birbirine bağlayan köprülere ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda körü körüne
uzmanlaşmayı reddedenlerle, bütünleştirici köprüleri kurmaya çalışanlar anlaşılmaya
çalışılmalıdır (Alican, 2010, 351-356).
Türkiye’de bütüncül yaklaşım Nusret Fişek tarafından hazırlanan ‘224 sayılı
Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası’ ile toplum hekimliği çerçevesinde
73
düzenlenmiş ve sağlık sisteminde birinci basamağa yerleştirilmeye çalışılmıştır. Birinci
basamağı sağlık sisteminin merkezine yerleştiren ve sevk zincirini başlatan bu sistem
Alma Ata konferansından çok önce birincil bakımın önemini vurgulamıştır (Güler ve
Akın, 2012). Dünya’da ise, 1923 yılında ilk kez Francis Peabody tarafından sağlık
hizmetlerinin bireysel sağlık hizmeti veren bir uzmanlık dalına olan gerekliliği ve hali
hazırdaki bu eksikliği sağlayabilecek yapının aile hekimliği sistemi olduğu dile
getirilmiştir. Tıp kurumunda görülen aşırı uzmanlaşmanın sağlık hizmeti alımı
esnasında hastaların ortada kalmasına sebep olduğunu belirtmiştir (Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu).
“Tababet sanatı gittikçe iştigal sahaları çoğalan ilimlere dayanmak ve hekimler
de umumi bilgilerini çok genişletmek mecburiyetindedir. Bu saha genişledikçe ihtisaslar
ehemmiyet kazanmaya başlamıştır. Ve zamanımızda tıp tahsilini yenice bitiren bir
hekimce ihtisas en mühim bir umde olmuştur. Evet bu yirminci asırda ilim hayatının bir
ihtiyacıdır. İhtisasta yalnız ufak bir kısmın mütalaası ile iktifa etmek ve ihtisası birçok
fasıllara ayırarak yalnız cüz’i bir kısmı ile uğraşmak çok defa görgüleri çok mahdud bir
sahaya inhisar ettirmek tehlikesini ortaya koymuştur. Onun için kâfi derecede bütün
şubelerde esaslı malûmat ve tecrübe sahibi olduktan sonra teferruatla iştigal etmenin en
doğru bir yol olduğu kanaatine varılmıştır. Mütehassıslar çoğalmakla beraber hakiki
hekimlerin azalmamasını temin etmek lâzımdır. Tababetin yalnız bir istikamette
yürümesinin böyle bir netice vermesinden korkulmalıdır.” Ünver’in (1938: 2) dile
getirdiği bu satırlar Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk yıllarına münhasır bir ihtisaslaşma
anlayışının olduğunu ve tıp açısından bu durumun oldukça ehemmiyet arz ettiğini
belirtmiştir. Uzmanlaşmayı bir ihtiyaç olarak gören Ünver, tıbbi uygulamaların yalnızca
bir alana indirgenmesinden doğabilecek muhtemel tehlikeye dikkat çekerek, genel
hekimlik anlayışını kazandıktan sonra uzmanlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Uzman hekimlerin çoğalmasıyla hakiki hekimlerin yani genel hekimlerin (hastaya
bütüncül yaklaşan eski hekimler) sayısında bir azalma olabileceğini ve bu durumun
tehlikesinin göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtmektedir.
Uzmanlaşma günümüzde modern tıbbın hastalıklara yaklaşımında önemli rol
oynarken, teşhis ve tedavideki başarı oranını artırmaktadır. Hekimler çalışma alanlarını
ne kadar daraltırlarsa, o alandaki birikimleri hayli artmakta ve tıbben daha yararlı
olmaktadır. Tıbbın teşhis ve tedavi açısından geldiği nokta, tıpta uzmanlaşma
74
sayesindedir (Uran, 2011). Fakat birçok araştırma düzenli hizmet kaynağının uzman
hekim değil, birinci basamak hekimi olmasının hastaların hizmete erişimi, sağlık
çıktıları, sadece gerekli tedavilerin uygulanması, sağlık hizmetinin maliyeti vb.
değişkenler açısından çok daha başarılı sonuçlar verdiğini göstermiştir. Sistemsel olarak
yapılan bu yorumun birinci basamakta görülen sağlık sorunlarının ikinci ve üçüncü
basamakta görülen sorunlardan çok temel bazı farklılıklar göstermesine neden
olmaktadır. Ayrıca sağlık hizmetlerinin her aşamasının kendine özgü sorunlara yanıt
verebilecek özellikte sağlık çalışanları gerektirmesine bağlıdır. Birinci basamak sağlık
hizmetleri, toplumda sık görülen, geniş bir yelpazeye yayılan, genellikle erken dönemde
ele alınan ve koruyucu hizmet ağırlıklı sağlık sorunları ile ilgilenirken, ikinci ve üçüncü
basamak hizmetlerinin ilgi alanına toplumda nadir görülen, çeşitlilik açısından dar bir
tanı kapsamındaki, genellikle geç bir dönemde karşılaşılan ve tedavi ağırlıklı hizmete
gereksinim duyan sağlık sorunları girer. Tüm bu sebeplerden ötürü birinci basamakta
çalışan hekim hastalığa değil, sağlıklı bir insana bütüncül bir bakış açısıyla bakabilmeli,
aynı zamanda sağlık hizmetinin farklı basamakları ile eşgüdüm sağlayabilmelidir (Öcek
ve Vatansever, 2012: 54-55).
75
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ
Araştırmanın ilk üç bölümünde “tıpta uzmanlaşma” olgusuna yönelik teorik alt
yapı verilmiştir. Bu bölümde ise, çalışmanın amacı, araştırma deseni, veri toplama
yöntemi, araştırmanın katılımcıları, verilerin toplanma süreci ve analizi çerçevesinde
şekillenen araştırmanın yöntemi kapsamlı bir şekilde aktarılmıştır.
1. ARAŞTIRMANIN AMACI
Bugün tıbbın geldiği nokta uzmanlaşmanın en yoğun yaşandığı döneme tekabül
etmektedir. Tıbbın bu evresinde, hekimler genel hekimlik modelinden uzaklaşırken,
hastaların iyileşme çabaları hekimlerin uzmanlık alanıyla sınırlandırılmaktadır. Bu
araştırma, hekimlerin gözünden tıpta uzmanlaşma nedenlerinin ve sonuçlarının
değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Araştırma ile ayrıca, hekimlerin bütüncül tıp
yaklaşımına bakış açılarının ele alınması, tıp eğitimi ve tıpta uzmanlık eğitiminin
“uzmanlaşma” çerçevesinden değerlendirilmesi hedeflenmektedir. Çalışma,
araştırmacının perspektifinden, hekimlerin öznesi konumunda oldukları uzmanlık
sistemine dair görüşlerini değerlendirmeyi içerir. Ayrıca, bir sosyal bilimcinin tıbbın
doğasına yönelik farklı değerlendirmelerde bulunması araştırmanın konusu yönünden
oldukça önem arz eder.
Araştırmanın problemi, aşağıdaki sorular çerçevesinde şekillendirilmiştir:
Uzmanlaşma olgusu, nedenleri çerçevesinden hekimler tarafından nasıl
algılanmaktadır?
Uzmanlaşma ile birlikte, hekimlerin aile hayatı ve sosyal hayata bakış açıları
mesleki yaşamdan ne kadar bağımsız kalabilmektedir?
Uzmanlaşma, hastaya bütüncül bir yaklaşım ile bakabilmeyi tehlikeye
sokmakta mıdır?
Uzmanlaşmanın nedenleri göz önünde bulundurulduğunda, “nereye kadar
uzmanlaşma?” sorusunun cevabı nedir?
Uzmanlaşmanın sonuçları değerlendirildiğinde ‘hekimler’ ve ‘hastalar’
nerede konumlandırılmıştır?
76
Bu araştırmada, kullanılan nitel araştırma yöntemine yön veren katılımcı
görüşleri bir sıçrama tahtası gibi kullanılmış, tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarının
hekimlerin gözünden güncel bir karakterizasyonu oluşturulmaya çalışılmış ve dönemin
tıp anlayışı farklı bir yaklaşım ile değerlendirilmiştir.
2. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
“Evren hikâyelerden oluşur, atomlardan değil.”
Muriel Rukeyser*
Nitel araştırma özünde merak ve istek barındırır. Araştırmacı sürecin temel
enstrümanıdır ve bu yönüyle araştırmaya kişisel bir özellik atfeder. Denzin ve Lincoln
(2011: 3), nitel araştırmayı, gözlemcinin dünyanın tam ortasına konumlandırıldığı
yerleşik bir aktivite olarak görmektedir. Bu yönüyle araştırmacı; sunum, alan notu,
görüşme, söyleşi, fotoğraf, ses kaydı ve hatırlatıcı kısa notlar şeklindeki belli başlı
materyaller aracılığıyla dünyayı daha görünür hale getirerek insanların olgulara
yükledikleri anlamları yorumlamış olur.
Çalışma kapsamında nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Nitel kelimesi;
nicelik, kapsam, yoğunluk ya da frekans kavramlarıyla kesin olarak sınanıp,
ölçülemeyen süreçlere ya da anlamlara vurguda bulunur (Kuş, 2012: 106). “Nitel
araştırma sosyal ya da beşeri bir probleme bireylerin veya grupların atfettiği anlamları
keşfetme ve anlamaya yönelik bir yaklaşımdır” (Creswell, 2013: 4). İnsanı esnek bir
anlayışla inceleme imkânı sunan nitel araştırma yöntemi, özellikle sosyal bilimler
alanında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. İnsanların sübjektif bir yapıya sahip
olması nedeniyle, birbirleri arasında iletişimsizlik, karmaşıklık ve anlaşılmazlık gibi bir
takım problemler yaşanmaktadır. Bu durum da nitel araştırma yöntemlerine olan
ihtiyacın sebepleri arasında gösterilmiştir (Demir, 2009: 275). Daha çok yorumlayıcı
özelliği olan nitel araştırma yöntemi, araştırmacının deneyimi ve sübjektif görüşleri
çerçevesinde şekillenmektedir. Algı ve durumları öznel bakış açısı ile değerlendirir.
Nitel araştırma yönteminin birçok özelliğinin yanı sıra bütüncül bakış açısı
sergilemesi de oldukça önemlidir. Creswell (2013: 186), nitel araştırmacıların çalışma
kapsamındaki problem veya sorunun bütünsel bir resmini elde etmeye yönelik bir
tutuma sahip olmalarından bahseder. Yazara göre, çoklu bakış açısı sergilemek, birçok
* Patton, M. Q. (2015), Qualitative Research and Evaluation, Methods, Fourth Edition, Sage Publications.
77
faktörü göz önünde bulundurmayı ve büyük resmin taslak bir çizimini içermesini
gerektirebilir. Konunun esasını oluşturan fenomen veya sürecin çoklu yönlerinin görsel
bir prototipi bu bütünsel resmin meydana gelmesinde etkilidir. Bu yönüyle nitel
araştırma, “gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin
kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde
ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği araştırma” olarak tanımlanabilir
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 39).
3. ARAŞTIRMANIN DESENİ
Araştırmada, bireylerin deneyimlerini ve görüşlerini ortaya çıkarmak amacıyla
fenomenoloji (olgu bilim) deseninden yararlanılmıştır. Bu kavramı ilk kullanan Alman
matematikçi filozof Edmund Husserl’dir. Husserl, fenomenolojiyi bir bilim olarak
görmüş, öncelikli olarak bir yöntem ve düşünme biçimi -hattâ bunun felsefi bir
düşünme biçimi olduğunu söyler- olduğuna dikkat çekmiştir (Husserl, 2012: 19). Bir
sosyal bilim disiplini haline gelen fenomenoloji; insan bilimlerinde daha çok insanın iç
dünyasına, onların bilinç yapılarına yönelir. Bu açıdan çözümlemenin temel amacının;
şeylerin varlığının ve özünün kavranmasıdır (Mayring, 2011: 110). Görerek,
aydınlatarak, anlam belirleyerek ve anlam ayrımı yaparak yol alan olgu bilim,
karşılaştırır, ayrım yapar, bağlar, ilişkiye sokar, parçalara böler, öğelerine ayırır. Tüm
bunları yaparken saf bir ‘görme’ yöntemi izler. ‘Phenomenon’ sözcüğü Yunanca
‘görünüş/görünüm’ anlamına gelmektedir. Yine Husserl’in ifadeleriyle bu kavram
‘insanın duyuları ile doğrudan kavranabilecek şeylere ilgi’ olarak tanımlamıştır. Bu
durum fenomenolojinin temel esası olarak kabul edilmiştir, duyularımız yolu ile
deneyimleyebileceğimiz şeyler hakkında bundan daha fazla bir şey bilebileceğimizi
reddeder. Hâlbuki tüm bilgimiz doğrudan duyulara dayanan olaylardan gelir, hattâ bu
durum haricindeki her şey spekülasyondur (Wallace ve Wolf, 2013: 351).
Fenomenolojik araştırma, daha çok deneyimlere ve yaşanmışlıkları anlamlandırmaya
odaklı genel manada nitel araştırmanın bir alt kümesi olma özelliği taşır (Polkinghorne,
1989: 45).
Fenomenoloji deseni, sosyal ve sağlık bilimlerinde özellikle sosyoloji alanındaki
çoğu araştırmacı tarafından kullanılmaktadır (Borgatta ve Borgatta, 1992; Swingewood,
1991; Akt. Creswell, 2013b: 77). Olgular yaşadığımız dünyada olaylar, deneyimler,
algılar, yönelimler, kavramlar ve durumlar gibi farklı adlandırmalarla karşımıza
78
çıkabilmektedir. Bu olgularla şekillenen araştırma deseni, farkında olduğumuz ancak
derinlemesine ve ayrıntılı bir anlayışa sahip olmadığımız olgulara dayanmaktadır
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 72). Creswell’e (2013b) göre, olgu bilim araştırmalarında
genellikle tek bir kavram ya da düşüncenin ifade edildiği bir fenomene
odaklanılmaktadır. Örneğin, eğitimsel bir düşünce olarak “mesleki gelişim”, psikolojik
bir kavram olarak “keder”, sağlıkla ilgili bir düşünce olarak “hasta bakımındaki
ilişkiler” örnek gösterilebilir. Günlük hayatta tıpta uzmanlaşma kavramı ve tıpta uzman
hekimlerle sık sık karşılaşmamıza rağmen, bu kavramın netlik kazandığı, tam olarak
dayandığı sebepler ve bu sebeplerin yol açtığı sonuçların derinlemesine irdelendiği
söylenemez. Araştırma kapsamında “tıpta uzmanlaşma” olgusunun derinlemesine
irdelenmesi hedeflenmiştir. Tıbbi bir kavram olmasının yanı sıra sosyal bir fenomen
olarak da algılanan tıpta uzmanlaşmanın belirleyicileri ve sonuçları üzerine
odaklanılmıştır. Hekimlerin uzmanlaşma sürecinde elde ettikleri deneyimler ve
uzmanlaşma sürecini anlamlandırmaları araştırmaya yön vermektedir.
4. ARAŞTIRMANIN VERİ TOPLAMA YÖNTEMİ
Nitel araştırmaların en belirgin özelliği, araştırma öznelerinin bakış açılarını,
anlam dünyalarını ortaya koyma, dünyayı araştırma öznelerinin gözleriyle görmektir.
Buradan yola çıkarak, nitel araştırmalarda kullanılan görüşme tekniğinin nihai hedefinin
de görüşülen kişilerin bakış açılarını ortaya çıkarmak olduğu söylenebilir (Kuş, 2012:
87). Görüşme, olgu bilim araştırmalarında kullanılan başlıca yöntemlerden birisidir.
Olgulara ilişkin yaşantıları ve anlamları ortaya çıkarmak için görüşmenin
araştırmacılara sunduğu etkileşim, esneklik ve sondalar yoluyla irdeleme özelliklerinin
kullanılması gerekmektedir. Ayrıca yaşantıların derinliğine ortaya konması ve
açıklanması için katılımcılarla yoğun bir etkileşim içine girilmesi gerekmektedir
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 74). Araştırmacının derinlemesine görüşme yapma amacı,
araştırma konusunun ilgi alanına giren görüşmecilerin bilgi ve deneyimlerinden
yararlanmaktır. Bu tür görüşmeler yoluyla araştırmacı, görüşmecilerin deneyimlerini,
onları motive eden unsurları, dünya görüşlerini keşfetme ve detaylandırmayı amaçlar.
Ayrıca kendi perspektiflerinin dışından dünyayı görerek öğrenmektedirler (Rubin ve
Rubin, 2012: 3).
Sıradan konuşmaların aksine, görüşmelerde bir araştırma sorusu üzerine
odaklanılır ve sorunun cevabı derinlemesine irdelenir. Görüşmeyi yapan sosyal bilimci
79
ana araştırma sorusuna odaklanarak, durumun niçin meydana geldiği, hangi anlam ya da
anlamlara geldiği ve nasıl bir süreçte geliştiğine yönelik görüşmeyi sürdürür. Diğer
araştırma soruları ise hassaten süreçle ilgilenir (Rubin ve Rubin, 2012: 5-6).
Görüşmeler başlamadan önce, her katılımcıdan yazılı izin alınmıştır. Ayrıca,
görüşme sürecinin selâmetini sağlamak amacıyla katılımcılara bazı açıklamalarda (sözlü
izin) bulunulmuştur (EK 1):
Uygun görmeniz halinde görüşme esnasında ses kayıt cihazı
kullanılacaktır.
Kişisel bilgi ve görüşlerinizin gizliliği araştırmacı ve tez danışmanı ile
sınırlı kalacaktır.
Verilerin araştırmanın amacı dışında kesinlikle veri olarak
kullanılmayacaktır.
Araştırmanın tamamında gerçek isminiz yerine müstear isim
kullanılacaktır.
Görüşmemizin yaklaşık bir saat sürmesi düşünülmektedir.
Görüşme Soruları
Araştırmanın verileri derinlemesine görüşme yöntemi ile elde edilmiştir.
Araştırmanın şekillendiği görüşme soruları aşağıdaki gibidir:
1. Tıpta uzmanlaşmanın nedenlerini nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce hekimler
neden uzmanlaşıyorlar?
Sonda: Pratisyen hekim olarak kalmama nedeninizi açıklar mısınız?
2. Hekimlerin yan dal uzmanlığını tercih etme nedenlerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Sonda: Siz neden yan dal uzmanlığı yapıyorsunuz? Açıklar mısınız?
3. Tıpta uzmanlaşmanın sonuçları nelerdir? Anlatabilir misiniz?
Sonda: Hastalar açısından tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
80
Sonda: Hekimler açısından tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Sonda: Sağlık sistemi açısından tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
4. Tıpta uzmanlaşma olgusunu bütüncül yaklaşım çerçevesinden
değerlendirebilir misiniz?
Sonda: Hekimlerin hastalara ve hastalıklara bütüncül yaklaşımı nasıl
sağlanabilir? Anlatabilir misiniz?
5. Mevcut tıp eğitimini tıpta uzmanlaşma açısından değerlendirebilir misiniz?
6. Tıpta uzmanlık eğitimini tıpta uzmanlık sistemi açısından değerlendirebilir
misiniz?
7. Tıpta uzmanlık sisteminin iyileştirilmesi adına ne tür öneriler getirebilirsiniz?
Araştırmanın pilot uygulama sürecinde görüşme soruları yeniden gözden
geçirilmiştir. Pilot uygulama kapsamında 10 hekim ile görüşme gerçekleştirilmiştir.
Araştırmacı bu süreçte, görüşme sorularında bir takım değişiklikler yapılmasına,
soruların yeniden gözden geçirilerek geliştirilmesine karar vermiştir.
Araştırmada açık uçlu sorulardan oluşan yarı yapılandırılmış görüşme formu
kullanılmıştır (EK 2). Sorular belli bir sistematik ve usul çerçevesinde, görüşme formu
takip edilerek gerçekleştirilmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşme formunun kullanıldığı
araştırmada (Punch, 2014: 166-167; Mil, 2007: 8; Bilim, 2007: 30), veriler
görüşmecilerle yüz yüze olarak gerçekleştirilmiştir. Araştırma konuları herhangi bir
kişi, kurum ya da kuruluş açısından zararlı bir muhteva içermezken, katılımcıların
araştırma için gönüllü katılım (Maxfield ve Babbie, 2015: 56-59) sergilediği
görülmüştür.
Ses Kayıt Cihazı
Görüşme esnasında, önemli ayrıntıların atlanılmaması adına, katılımcıların izni
(sözlü görüşme onayı) alınarak ses kayıt cihazı kullanılmıştır (EK 1). Merriam’a (2015:
105) göre bu yöntem, konuşulan her şeyin analiz amacıyla korunmasının garantisini
vermektedir. İki katılımcının ses kayıt cihazı kullanımına izin vermemesi sebebiyle,
81
araştırmacı not alarak görüşmeyi gerçekleştirmiştir ve görüşmelerin birçoğu hekimlerin
şahsi odasında gerçekleştirilmiştir.
Veri toplama, döküm ve analiz sürecinde katılımcıların gerçek isimlerinin
kullanılması tercih edilmiştir. Araştırma tamamlandıktan sonraki aşamada bir müstear
isim listesi oluşturularak katılımcıların gerçek isimleriyle yer değiştirilmiştir (Glesne,
2013: 159). Araştırmacı ve katılımcı arasına fazla mesafe koymamak ve kişileri nesne
konumuna düşürmemek adına, katılımcıların gerçek isimleri yerine numara, rakam, harf
vb. kısaltma verilmemiştir. Katılımcıların özne olarak yer aldıkları araştırma sürecinde,
katılımcılara soy isimlerinin baş harfinden oluşan müstear birer isim verilmiştir.
Dökümler sonucu elde edilen veriler toplamda 323 sayfa ve 96.476 sözcükten ibarettir.
Ses kayıtlarının dökümü görüşmelerin ardından bilgisayar ortamında ivedilikle
yapılmış, genel bir kanaate varana dek her bir döküm birçok kez okunmuştur. Her bir
okumada olası kodların neler olabileceğine dair fikirsel altyapı oluşturulmuştur.
Böylelikle veri tabanını keşfetme ve bir bütün olarak anlamlandırma merhalesi
tamamlanmıştır. Dökümler kategorilere ya da soru sırasına göre yığma yapılmadan
kodlama işlemi gerçekleştirilmiştir.
5. ARAŞTIRMANIN KATILIMCILARI
Araştırmaya konu olan katılımcıların belirlenmesi için amaçlı örnekleme
yöntemlerinden ölçüt örnekleme türü kullanılmıştır. Ölçüt örnekleme araştırmacı
tarafından daha önceden belirlenmiş belli başlı ölçütleri karşılayan durumların tespit
edilmesidir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 112). Kriter temelli örneklem olarak da bilinen
ölçüt örneklem araştırılan fenomene yönelik deneyimlere sahip kişileri temsil eden
bireylerden oluştuğunda iyi sonuçlar alınmaktadır (Creswell, 2013b: 155). Bu bilgi
doğrultusunda ve araştırma kapsamında katılımcılar aşağıdaki ölçütler belirlenerek
tespit edilmiştir:
1. Uzman hekim olmak,
2. Bir alanda yan dal yapıyor ya da yapmış olmak,
3. Eğitim ve Araştırma ya da Üniversite Hastanelerinde uzman hekim olarak
görev yapmak ya da akademisyen olmak,
4. Devlet hastanesinde uzman hekim olarak görev yapıyor olmak,
82
5. Dahili Tıp Bilimleri ile Cerrahi Tıp Bilimleri alanlarında uzmanlık yapmış
olmak.
6. İstanbul ve Isparta şehirlerinde görev yapmak.
Bu kapsamda araştırmanın katılımcılarını, üniversite hastanesi, eğitim ve
araştırma ile devlet hastanesinde görev yapan 25 uzman hekim oluşturmaktadır.
Katılımcılar heterojen özellik taşımaktadır. Tablo 4’te görüldüğü gibi, katılımcılar
Dahili Tıp ve Cerrahi Tıp bilimlerde görev yapmaktadırlar. Dahili Tıp Bilimlerinde;
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Hastalıkları, Enfeksiyon Hastalıkları, İç
Hastalıkları ve Acil Tıp dalları bulunmaktayken, Cerrahi Tıp Bilimlerinde ise; Ortopedi
ve Travmatoloji, Üroloji, Genel Cerrahi, Kalp-Damar Cerrahisi, Kulak Burun Boğaz
Hastalıkları ile Kadın Hastalıkları ve Doğum dalları bulunmaktadır. Katılımcıların bir
kısmı; Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları, Gastroenteroloji, Romatoloji, Çocuk Genetik,
Çocuk Kardiyolojisi, Cerrahi Onkoloji, Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi ile
Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları yan dal branşlarında çalışmalarına devam
ederken, bazı katılımcılar ise yalnızca temel uzmanlık alanında çalışmaktadır.
83
Tablo 4. Katılımcıların Unvan, Birim ve Uzmanlık Alanı Bilgileri
No
Katılımcıya
Verilen Müstear
Ad
Birimi Uzmanlık Alanı Yan Dal Uzmanlığı Unvan
1 Adnan Bey Dahili Tıp Bilimleri
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzman Dr.
2 Çetin Bey Dahili Tıp
Bilimleri Göğüs Hastalıkları Yok Uzman Dr.
3 Ülker Hanım Dahili Tıp
Bilimleri
Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzman Dr.
4 Gökhan Bey Dahili Tıp Bilimleri
Kardiyoloji Yok Prof. Dr.
5 Şener Bey Cerrahi Tıp
Bilimleri
Ortopedi ve
Travmatoloji Yok Prof. Dr.
6 Rıdvan Bey Dahili Tıp
Bilimleri
Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Yok Uzman Dr.
7 Tekin Bey Dahili Tıp Bilimleri
İç Hastalıkları Gastroenteroloji Doç. Dr.
8 Ramazan Bey Dahili Tıp
Bilimleri İç Hastalıkları Romatoloji Uzman Dr.
9 Ceyda Hanım Dahili Tıp
Bilimleri
Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Çocuk Genetik Uzman Dr.
10 Alper Bey Cerrahi Tıp Bilimleri
Üroloji Yok Uzman Dr.
11 Erdem Bey Dahili Tıp
Bilimleri
Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Çocuk Kardiyolojisi Uzman Dr.
12 Akif Bey Cerrahi Tıp Bilimleri
Genel Cerrahi Cerrahi Onkoloji Prof. Dr.
13 Coşkun Bey Cerrahi Tıp
Bilimleri Genel Cerrahi Yok Yrd. Doç.
Dr.
14 Kadir Bey Cerrahi Tıp
Bilimleri Genel Cerrahi Yok Prof. Dr.
15 Deniz Bey Dahili Tıp Bilimleri
Göğüs Hastalıkları Yok Doç. Dr.
16 Onur Bey Dahili Tıp
Bilimleri
Enfeksiyon
Hastalıkları Yok Uzman Dr.
17 Selim Bey Cerrahi Tıp
Bilimleri
Kalp-Damar
Cerrahisi Yok Prof. Dr.
18 Tarık Bey Cerrahi Tıp Bilimleri
Üroloji Yok Doç. Dr.
19 Furkan Bey Cerrahi Tıp
Bilimleri
Kulak Burun Boğaz
Hastalıkları Yok Uzman Dr.
20 Savaş Bey Cerrahi Tıp
Bilimleri Genel Cerrahi Yok Uzman Dr.
21 Fatih Bey Dahili Tıp Bilimleri
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi
Prof. Dr.
22 Ahmet Bey Dahili Tıp
Bilimleri İç Hastalıkları yok Uzman Dr.
23 Binnur Hanım Dahili Tıp
Bilimleri Acil Tıp yok
Yrd. Doç.
Dr.
24
Engin Bey
Cerrahi Tıp Bilimleri
Kadın Hastalıkları ve Doğum
yok Prof. Dr.
25 Hale Hanım
Dahili Tıp
Bilimleri İç Hastalıkları
Endokrinoloji ve Metabolizma
Hastalıkları Doç. Dr.
Tablo 4’e göre, katılımcıların unvan dağılımları; “Uzman Doktor”, “Prof. Dr.”,
“Doç. Dr.” ve “Yrd. Doç. Dr.” şeklindedir. Katılımcılar arasında 4 kadın, 21 erkek
hekim bulunmaktadır.
84
Tablo 5. Katılımcıların Mezuniyet, Çalıştığı Kurum ve Görüşme Bilgileri
No
Katılımcıya
Verilen
Müstear Ad
Çalıştığı Kurum Mezuniyet
Yeri
Mezuniyet
Yılı
Görüşme
Yeri
Görüşme
Süresi
(dk)
1 Adnan Bey Eğitim ve Araştırma Hastanesi Erciyes
Üniversitesi 2006
Yan Dal
Odası 53.43
2 Çetin Bey Devlet Hastanesi Ankara Üniversitesi
1999 Poliklinik Odası
53.28
3 Ülker Hanım Eğitim ve Araştırma Hastanesi İstanbul Üniversitesi
2005 Poliklinik Odası
58.47
4 Gökhan Bey Eğitim ve Araştırma Hastanesi İstanbul
Üniversitesi 1987
Akademik
Odası 47.28
5 Şener Bey Üniversite Hastanesi Gata Tıp
Fakültesi 1984
Akademik
Odası 74.56
6 Rıdvan Bey Eğitim ve Araştırma Hastanesi İstanbul
Üniversitesi 2007
Poliklinik
Odası 45.45
7 Tekin Bey Eğitim ve Araştırma Hastanesi Harran
Üniversitesi 2003
Poliklinik
Odası 49.55
8 Ramazan Bey Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hacettepe Üniversitesi
2005 Poliklinik Odası
47.45
9 Ceyda Hanım Eğitim ve Araştırma Hastanesi Akdeniz Üniversitesi
2006 Poliklinik Odası
49.06
10 Alper Bey Devlet Hastanesi Ege
Üniversitesi 2002
Poliklinik
Bahçesi 79.03
11 Erdem Bey Eğitim ve Araştırma Hastanesi Marmara
Üniversitesi 2007
Poliklinik
Odası 43.15
12 Akif Bey Üniversite Hastanesi İstanbul
Üniversitesi 1988
Akademik
Odası 73.25
13 Coşkun Bey Üniversite Hastanesi Selçuk
Üniversitesi 2004
Akademik
Odası 89.36
14 Kadir Bey Üniversite Hastanesi Gazi
Üniversitesi 1992
Akademik
Odası 86.47
15 Deniz Bey Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çukurova Üniversitesi
1993 Akademik Odası
144.25
16 Onur Bey Gülkent Devlet hastanesi Selçuk Üniversitesi
2002 Poliklinik Odası
48.16
17 Selim Bey Üniversite Hastanesi Ankara Üniversitesi
1991 Poliklinik Odası
48.21
18 Tarık Bey Üniversite Hastanesi Ankara
Üniversitesi 2000
İdari Görev
Odası 63.54
19 Furkan Bey Devlet Hastanesi İstanbul
Üniversitesi 2007 Doktor Odası 138.39
20 Savaş Bey Devlet Hastanesi Uludağ
Üniversitesi 2000
Poliklinik
Odası 46.55
21 Fatih Bey Üniversite Hastanesi Dicle
Üniversitesi 1982
Poliklinik
Odası 61.37
22 Ahmet Bey Devlet Hastanesi Ankara Üniversitesi
1985 Hastane Bahçesi
52.05
23 Binnur Hanım Üniversite Hastanesi Akdeniz
Üniversitesi 1998
Hastane
Toplantı Salonu
55.48
24
Engin Bey Üniversite Hastanesi Gazi
Üniversitesi 1998
Akademik
Odası 42.18
25 Hale Hanım Üniversite Hastanesi Hacettepe Üniversitesi
1997 İdari Görev Odası
65.23
85
Tablo 5’te de görüldüğü üzere görüşmeler hekimlerin isteği doğrultusunda yan
dal odası, poliklinik odası, hekimlerin akademik odalarında, idari görev odasında,
hastane toplantı salonunda ve hastane bahçesinde gerçekleştirilmiştir. En kısa görüşme
süresi 42.18 dakika iken, en uzun görüşme süresi 144.25 dakikadır. Poliklinik odasında
görüşme yapmak isteyen hekimlerle gerçekleştirilen görüşmeler kimi zaman hastalar
tarafından zaman ise hekimin yaptığı telefon görüşmesi ile kesintiye uğramıştır. Diğer
görüşme mekânlarına nazaran poliklinik odalarının hareketli bir ortam özelliği taşıması
zaman zaman araştırmacının zorlanmasına neden olmuştur. En rahat görüşmeler ise,
hekimlerin akademik odalarında gerçekleştirilen görüşmeler olmuştur. Bazı görüşmeler
mesai saatleri dahilinde gerçekleştirilirken, bazıları öğle tatili yahut akşam mesai
bitiminde yapılmıştır.
Charmaz (2006), veri toplama sürecinin temaları doygunluğa ulaştığında
sonlandırılması gerektiğini vurgulamaktadır. Yeni verilerin toplanmasıyla ilgili yeni
bakış açıları veya yeni özellikler ortaya çıkmadığında görüşmelerin durdurulmasını
önermiştir (Akt. Creswell, 2013: 189). Bu görüş ışığında, araştırma kapsamındaki 25.
katılımcı itibariyle araştırma süreci kısır bir döngüye girmiş, veriler tekrarlamaya
başlamıştır. Bu sebeple veri toplama süreci 25. katılımcıda sonlandırılmıştır.
Polkinghorne’a (1989) göre, olgu bilim araştırmalarında yapılan görüşme sayılarının 5-
25 kişi arasında olması idealdir. Anderson ve Spencer’in (2002) yaptıkları
fenomenolojik araştırmada 58 AIDS hastasının hastalıklarıyla ilgili düşünce tarzlarını
ve deneyimlerini analiz etmişlerdir. Türkdoğan ve Gökçe (2015: 202)’e göre, bütüncül
yaklaşımı benimseyen nitel araştırmalarda, örneklem büyüklüğü arttıkça ayrıntılı ve
derinlemesine analiz imkânı kısıtlanır. Bu sebepten ötürü olayları kendi bağlamı içinde
keşfetmek ve değerlendirmek için nicel araştırmalara kıyasla az kişiyle görüşülür.
6. ARAŞTIRMACININ ROLÜ
Nitel araştırmanın belirgin özelliklerinden birisi, araştırmacının veri toplama ve
analizinde temel araç olma özelliği taşımasıdır. Araştırmacı elde edilen verilerin,
katılımcının penceresinden görülebilmesini sağlaması yönüyle, araştırma sürecinin baş
aktörü olarak kabul edilir (Merriam, 2015: 14-15). Araştırmacı bu süreçte katılımcı
rolüyle ön plandadır. Bizzat alanda zaman geçirir, araştırma kapsamındaki kişilerle
kendisi görüşme yapar, yeri geldiğinde bu kişilerin deneyimlerini yaşar ayrıca alanda
86
kazandığı deneyim ve bakış açılarını verilerin analizinde kullanır. Bu yönüyle
araştırmacı araştırmanın doğal bir parçası haline gelir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 43).
Öğrenen/araştırmacı rolünü üstlenen araştırmacı, yalnızca ‘araştırmacı’ yahut
‘yeni şeyler öğrenen’ bir konumda bulunmaktan ziyade, her ikisini de yürüten bir
‘sosyal bilim araştırmacısı’ kimliğiyle araştırmayı sürdürmüştür. Çalışmanın araştırma
konusuna ilişkin olarak, araştırmacının ‘hasta rolü’ne sahip olduğunu da belirtmek
gerekmektedir. Patton’a (2015) göre, araştırmacının alt yapısı, deneyimi, aldığı eğitimi,
becerileri, kişilerarası yetenekleri, empati yeterliliği, diğer kültürlere olan ilgisi ve
araştırma/çalışma alanının pozisyonu araştırmanın güvenilirliğini de desteklemektedir.
Araştırmacı, 3-6 Şubat 2013 tarihleri arasında özel bir yayın evi tarafından Ankara’da
düzenlenen, “Nitel Araştırma Yöntemleri” ile “Nvivo10 Başlangıç Düzeyi” eğitimlerine
katılmıştır. Araştırmacının, ilgili konularda bu eğitimi alması araştırmanın yöntemsel alt
yapısının güçlenmesine katkı sağlamıştır.
Ayrıca araştırmacı, Sosyal Bilimler ve Sağlık Yönetimi alanında elde ettiği
deneyimlerden yola çıkarak böyle bir araştırmayı tasarlamıştır. Konumu itibariyle
hekimler başta olmak üzere sağlık çalışanları, hastaneler ve sağlık sektörü üzerine
yapmış olduğu akademik çalışmalardan yola çıkan araştırmacı, elde ettiği tecrübeyi
araştırma konusunun yoğrulması doğrultusunda kullanmıştır.
Glesne (2013), iyi bir görüşmeci olmanın niteliklerini; uzak görüşlü olmak,
öğrenen olmak, analitik düşünmek, tedavi edici olmak, sabırla sorgulamak, tehditkâr
olmamak, gücün ve hiyerarşinin farkında olmak, insancıl ve minnettar olmak şeklinde
sıralarken, bu niteliklerin iyi bir görüşme yapmaya yetmeyebileceğini de belirtmektedir.
Glensne ve Peshkin’in (1992: 21) çalışmasında, araştırmacının çalışma ortamını arka
bahçe olarak adlandırarak, kendi işyerinde, yakın arkadaşları ve meslektaşları ile yaptığı
görüşmelerden elde ettiği bilginin tehlikeli bilgi olduğunu, sonucun risk içerebileceğini
öne sürmüştür. Bu açıdan araştırmacının görüşme yapılan hekimlerle başta mesleki
farklılık arz etmesi ve aynı birimde görev yapmaması olası problemlerin doğmasını
engellemiştir.
87
7. ARAŞTIRMANIN VARSAYIMLARI VE KARŞILAŞILAN
GÜÇLÜKLER
Nitel araştırma sonuçlarının genellenmesi ve doğruluğunun tam olarak
saptanması mümkün değildir. Bu nedenle araştırma sonuçlarının genellenebilirliği,
nesnelliği ve istatistikî manada geçerliliği iddia edilmemektedir (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 97). Araştırma kapsamında yer alan uzman hekimlerin araştırma sorularına
verdikleri cevaplar, doğru ve gerçek durumu yansıttığı varsayılmıştır.
Araştırmanın katılımcılarını sağlık çalışanları arasından “hekim” grubunun
oluşturması, araştırma sürecinde bir takım zorlukların yaşanmasına sebebiyet vermiştir.
Yaşanan en önemli zorluk hekimlerin görüşme talebine olumsuz cevap vermeleri
olmuştur. Araştırmacının sübjektif görüşlerine dayanarak, hekimlerin görüşme
taleplerine olumsuz yanıt vermeleri; hasta yoğunluğu, operasyon öncesi ve sonrası olma
durumu, araştırma konusunu gereksiz bulma, sosyal bilimler alanında yapılan
araştırmaları küçümseme, araştırmacıya yardımcı olma yoksunluğu ve görüşme talebini
“anket” doldurma olarak görme ve hekimin kişilik yapısının görüşmeye müsaade
etmemesi gibi sebeplerden oluşmaktadır. Benzeri sebeplerle araştırma süreci gönüllülük
esasına dayalı olarak yürütülmüştür. Araştırma günlüğünde yer alan bazı olumsuz
ifadeler şu şekilde aktarılabilir:
-“Biz burada hasta canıyla uğraşıyoruz, senin soracağın sorulara vakit
ayıramam! Git eli boş genç asistanlara sor sorunu”
-“Hiç vaktim yok, başka zaman gel?”
Yine bir hekimden görüşme talebi istendiğinde verdiği cevap araştırma
günlüğünden aynen aktarılmıştır:
-“Anket mi cevaplayacağım? Yarım saatten fazla sürerse bu görüşme olmaz,
fazla zaman ayıramam görüşmene!” (Araştırmacı hekime bu görüşmenin anket
olmadığını anlatmasına rağmen, hekim ısrarla anket olarak algılamıştır.)
Bazı katılımcılar ise, görüşmenin başında araştırmacıya “Görüşme ne kadar
sürecek?” sorusunu yönelterek, araştırmacının üzerinde motivasyon eksikliğine sebep
olmuştur. Bundan dolayı, hekimler ile derinlemesine görüşme yapmanın zorluğu
araştırmanın sınırlılıkları arasında yer alabilir. Keza, hekimlerden bir kaçı, sorulara
88
kaçamak cevap vermiş, araştırmacının sorduğu her sorunun sonunda görüşmenin
bitmesi isteği içerisinde olduğu izlenimini oluşturmuştur.
Yukarıda bahsi geçen kısıtlara rağmen, bu araştırma özverili hekimlerin
katkılarıyla gerçekleştirilmiştir.
8. ARAŞTIRMA VERİLERİNİN ANALİZİ
Bilgisayar programları analizimize yardımcı olur.
Ancak bizim yerimize analiz yapmaz.
Ian Dey*
Nitel araştırmanın doğası gereği araştırmacı analiz aşamasında da, katılımcıların
deneyim, algı ve görüşlerini aktarırken ikna edici bir argüman kullanarak, süreç
boyunca elde ettiği becerilerini sergiler (Kvale, 1995). Araştırmacı böylelikle, veri
toplama süreci boyunca sarf ettiği enerjisini, veri analiz sürecinde hünere dönüştürerek
görüşmeleri değerlendirir. Patton (2015: 14) görüşmelerin, kişilerin deneyim, algı, fikir,
duygu ve bilgilerinin doğrudan alıntılar aracılığıyla elde edilmesinden bahsederken,
araştırma verilerinin yorumlanabilir özellikte olması için ise, birbirleriyle ilişkili birebir
alıntıların yer alması gerektiği vurgusunda bulunur.
Tematik İçerik Analizi
Araştırma kapsamında, veri toplama sürecinin sonucunda elde edilen dökümlerin
tematik kodlama yoluyla çözümlenmesinin uygun olacağı düşünülmüştür. Tematik
analiz verilerin içinde gömülü olan temaların tanımlanması, analiz edilmesi ve
raporlanmasını içeren bir süreçtir. Bu analiz türü, araştırmacıya detaylı ve zengin bir
içerik sunumu ile analizi kolaylaştırma açısından esneklik sağlar (Liamputtong, 2009;
Braun ve Clarke, 2006). Tematik içerik analizi olarak da adlandırılan (Burnard vd.,
2008) ve nitel araştırmaların diğer türlerinde de sıklıkla kullanılan bu metot
tümevarımsal bir yol ile izlenir. Nitel araştırmada doğruluğu ya da yanlışlığı test
edilmek üzere önceden oluşturulmuş bir hipotez yoktur, tümevarımsal bir yaklaşım söz
konusudur. Bu açıdan, araştırmacı topladığı tanımlayıcı ve ayrıntılı verileri anlamlı bir
yapıya kavuşturma gayreti içerisindedir (Glaser ve Strauss, 1967; Akt. Yıldırım ve
Şimşek: 2008: 47).
* Kuş Saillard, E. (2009), Nvivo 8 ile Nitel Araştırma Projeleri, Anı Yayıncılık, Ankara.
89
Grbich (2007: 31-32), tematik analizden kavramsal haritalama olarak bahseder.
Elde edilen verilerin düzenli ve kısa bir özetinin görülmesini sağlayan tematik analiz,
verilerin toplu ve parça bloklar halinde görülmesine de imkân sağlar. Miles ve
Huberman (1994) ise, veri özleştirme (data reduction) olarak ele aldığı tematik analizi,
verilerin incelenmesi ve kodlanması yoluyla oluşan veri setinin görsel hale getirilerek
ortaya çıkan kavramlar ve temalar çerçevesinde yorumlanmasına dayandırmaktadır.
Kodlama ve Tema Oluşturma
Bu araştırmada analitik bir teknik olan ‘verilerin kodlanması’ süreci, veri
analizinin ilk basamağını oluşturmaktadır. Punch’a (2014: 194) göre, kodlama işlemi;
çözümlemeyi başlatan kritik bir basamaktır. Ham veriler içerisinden elde edilen kodlar;
“etiket”, “isim” ya da “nitelendirme” olarak da adlandırılabilir. Kodlar tek bir kelime
olabileceği gibi küçük ya da büyük veri kümeleri şeklinde olabilir. Bu amaçla; aynı
yoldan kodlanmış tüm verilerin okunmuş ve tespit edilen kodların özünde hangi
anlamları barındırdığı özümsenmeye çalışılmıştır. Sonrasında, yine bir durum içinde
kodlanmış verilerin diğer faktörler tarafından nasıl etkilendiği incelenmiştir. Son olarak;
olaydan olaya, durumdan duruma ve ortamdan ortama değişiklik gösteren kodlarla,
tematik düşüncelerin ya da kategorilerin nasıl sunulduğu keşfedilmiştir (Gibbs, 2007:
48). Strauss ve Corbin (1990; Akt. Yıldırım ve Şimşek: 2008: 229-232), verilerin
kodlamasının üç yolla yapılabileceğini belirtmektedir: İlki; araştırmanın herhangi bir
kurama dayandığı yahut kavramsal çerçevenin belli olduğu durumlarda “daha önceden
belirlenmiş kavramlara göre yapılan kodlama”. İkincisi; herhangi bir kuramsal temele
dayanmayan araştırmalarda geçerli olan “verilerden çıkarılan kavramlara göre yapılan
kodlama”. Üçüncüsü ise; birinci ve ikinci tür kodlama biçimlerinin birleşimiyle oluşan
“genel bir çerçeve içinde yapılan kodlama” türüdür. Punch’a (2014: 191) göre ise, iki
tür kod vardır: betimleyici kodlar ve çıkarım (örüntü) kodları. Yapılan ilk kodlamalar
temalara ulaşma amacı taşımasının ötesinde herhangi bir çıkarım gerektirmeyen veya
sınırlı çıkarım gerektirebilen özelliktedir. Araştırmacının verileri hissetmesi adına
önemli bir aşamadır. Keza Glaser ve Strauss temellendirilmiş kuram çalışmasında
kodlamasında sürecini in vivo (yaşayan) olarak tanımlamıştır. Cresswell’e (2013b) göre,
in vivo (alıntı) kodlar, katılımcılar tarafından kullanılan doğru kelimeler olan isimlerden
oluşmaktadır.
90
Nitel araştırmada temalar, “ortak bir fikir oluşturmak için bir araya getirilmiş
birkaç koddan oluşan geniş bilgi birikimleridir.” Veri tabanı büyüklüğünün fark
etmediği çalışmalarda, genel olarak 25-30 koddan/bilgi kategorisinden daha fazlası
geliştirilmemekte, analiz sonunda anlatıyı yazmak için kullanılacak 5-6 temaya
indirgenmektedir. Yaklaşık 100-200 kod oluşturulan çalışmalarda dahi, 5-6 temaya
ulaşılma çabası vardır. Elde edilen temalar; çocukları sayılan alt tema ve torunları
sayılan veri parçalarıyla yani kodlarla temsil edilen bir aile olarak görülebilir. Bahsi
geçen az sayıda temaya ulaşma hedefi, bilgi parçalarının 5-6 aileye indirgenmesine
benzetilmekle birlikte oldukça zorlu bir süreçtir (Creswell, 2013b: 184-186). Merriam
(2015: 240) ise, tema ve alt temalara ait alıntıların ne kadar olması gerektiği konusunu
araştırmacıya bırakılmıştır. Okuyucuyu bunaltmayacak kadar alıntıya yer vermek ve
verilerin ayrıntı düzeyini ayarlamak yine araştırmacının inisiyatifine bırakılmıştır.
Araştırmacının üzerinde titizlikle durduğu hususlardan bir tanesi, kodlama
sürecinde verilerin içeriği hakkında değil, altında yatan anlamaların neler olabileceği
üzerinde durmasıdır. “Bahsedilen konu ne hakkındadır?”, “Kastedilen olayın altında
yatan neden ne olabilir?” gibi sorularla çerçevelenen kodlama süreci, tümevarımsal bir
yöntemle devam eder. Tablo 6’da verilerden elde edilen kod ve tema oluşturma süreci
özetlenmiştir:
91
Tablo 6. Veri Analiz Sürecinde Kodlama ve Temalaştırma Örneği
Soru: Tıpta Uzmanlaşmanın Nedenlerini Nasıl Değerlendiriyorsunuz?
Temalar Alt temalar/Kodlar Ham Veri Araştırmacının
Yorumu
Ekonomik
Nedenler
Defansif
Tıbba
İlişkin
Sonuçlar
Yüksek Gelir Beklentisi
Risk Almama Eğilimi
“Daha fazla kazanma
imkânları var yani. Eğer bir
işlem az yapılıyorsa o işlem
değerlidir. Değerli olan işlem
hekime daha fazla getiriyor
yani.” (Erdem, Çocuk Sağlığı
ve Hastalıkları)
“Bir takım kritik
hastalıklarda
örneğin kanserde
tek başımıza karar
vermiyoruz artık.
Bunu genellikle
korku nedeniyle
yapıyoruz. Yarın
bir dava açılır.
Risk almamak açısından.” (Deniz,
Göğüs Hastalıkları)
Tıpta uzmanlaşmanın
gelir ve kazanç
amacıyla tercih
edildiğini, hattâ bu
tercihin hekimin
inisiyatifinden çıkıp,
piyasanın
yönlendirmesiyle
gerçekleştiğini
vurgulayan
katılımcılar, kazanma
imkânı,
uzmanlaşmanın daha
fazla getirmesi,
sosyal imkânları
artırma noktasında
kazanç artırması
yönünden hekimlerin
uzmanlaşma yoluna
gittiklerini
belirtmişlerdir.
Tıpta uzmanlaşmaya
dolaylı yönden bağlı
olarak hekimlerin
çekimser, çekinik ya
da defansif tıp olarak
adlandırdıkları bir
süreçte oldukları
söylenebilir.
Tablo 6’da kısaca özetlenen tematik kodlama işlemi ilk olarak görüşmelerden
elde edilen “Veri Kitapçığı” üzerinde gerçekleştirilmiştir. Sonrasında nitel
yazılımlardan biri olan NVivo 11 Programı* aracılığıyla nitel analize devam edilmiştir.
NVivo Programı vasıtasıyla; veri kaynağı olarak elde edilen görüşme dökümlerinin
* NVivo 11, (2016), http://www.qsrinternational.com/product (Araştırmacı, ilgili programın lisanslı
sürümünün Süleyman Demirel Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri kapsamında satın almıştır.)
92
kodlama ve temalaştırma işlemleri elle yapılacak analize göre daha sistematik bir halde
yürütülmüştür. Ayrıca, verilerin rahat bir şekilde kontrolünü sağlayan bu program ile
“Kavram Haritaları” oluşturulmuştur. Bu sayede, araştırma kapsamında değerlendirilen
“tıpta uzmanlaşma” olgusuna ait birçok bağlantı noktası keşfedilmiştir.
9. ARAŞTIRMANIN GEÇERLİK VE GÜVENİRLİĞİ
Geçerlik
Nitel araştırmalar açısından geçerlik ve güvenirlik konuları, nicel
araştırmalardan belirgin düzeyde farklılaşmaktadır. Nitel araştırmalarda güvenirliği
artıran en önemli etken, katılımcı kontrolüdür. Bu yöntemle araştırmacının katılımcılara
verdiği notlarda eksik yahut hata olmadığının doğrulanması gerekmektedir. Nicel
araştırmada kullanılan veri toplama aracının yerini nitel araştırmada gözlemci rolüyle
araştırmacının alması geçerliği etkileyen bir unsurdur. Veri toplama sürecinin,
analizinin ve verilerin yorumlanmasının araştırmacı tarafından yapılması, araştırmacının
kendi görüşlerini araştırma sonuçlarına yansıtması tehlikesini taşımaktadır. Bu
bakımdan, araştırmacının tarafsız ve ön yargılardan uzak bir şekilde araştırmayı
yürütmesi gerekmektedir (Büyüköztürk vd., 2016: 256-257).
Geçerliği sağlama yönünde atılan adımlar, şu şekilde sıralanabilir (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 256-257; Creswell, 2013: 202):
Pilot görüşmeler sonrasında araştırma soruları yeniden dizayn edilmiş,
farklı bir strateji belirlenerek esas görüşme formu oluşturulmuştur,
Araştırma sürecine yeni görüşmeler eklenmiştir,
Veriler hekimlerin doğal çalışma ortamları olan hastanelerde yüz yüze
olarak ayrıntılı ve derinlemesine toplanmıştır,
Verilerin elde edilme süreci uzun bir süreyi kapsamıştır
(24.04.2015/20.08.2015). 4 aylık süre içerisinde bazı hekimlerin konuya
ilişkin görüşlerine informal olarak başvurulmuştur,
Elde edilen verilerin teyit edilmesi amacıyla veri toplanan alana yakınlık
sağlanmıştır. İstanbul ilinden toplanan verilerin geçerliğinin sağlanması
amacıyla bazı hekimler ile iletişim sürdürülmektedir,
93
Elde edilen bulgular daha önceden oluşturulan kavramsal çerçeve ile
uyumludur,
Anlatımın doğruluğunu zenginleştirmek amacıyla akran
değerlendirilmesi yoluna gidilmiştir,
Betimlemelerin doğruluğu, araştırma soruları ve veriler arasındaki
ilişkiler, verilerin yorumlanması gibi araştırmanın birçok önemli unsuru,
araştırmaya aşina olmayan bir dış denetleyici tarafından araştırmanın
nesnel değerlendirmesini sağlamak amacıyla gerçekleştirilmiştir,
Toplanan veriler ayrıntılı olarak rapor edilmiştir.
Geçerliğin sağlanması yönünde gerçekleştirilen diğer ölçütler şu şekilde
sıralanabilir (Miles ve Huberman, 1994; Yıldırım ve Şimşek, 2008: 258):
Verilerin toplanmasından, bulguların elde edilip raporlaştırılmasına kadar
geçen süreçte tutarlı bir yol takip edilmiştir,
Araştırma sürecindeki unsurların genellenebilirliği, dolaylı ve analitik
yoldan yapılmıştır,
Araştırmada amaçlı örneklem yöntemi tercih edilmiştir,
Araştırma örnekleminin, ortamının ve süreçlerinin özellikleri başka
örneklemlerle karşılaştırma yapılabilecek şekilde açıklanmıştır,
Araştırmanın örneklemi olası genellemelere imkân verecek şekilde
çeşitlendirilmiştir.
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sağlık Kurumları
Yönetimi Doktora programı kapsamında yeterlilik sınavı sonrası oluşturulan ‘Tez
İzleme Komitesi’ ile araştırmacının sunmuş olduğu tez önerisinin değerlendirilmesi,
araştırma süreci boyunca geçtiği aşamaların izlenmesi, topladığı verilerin tartışılması
sağlanmıştır. Komitede; Sosyal Bilimler alanında nitel ve nicel çalışmalarla tecrübe
kazanmış tez danışmanı Prof. Dr. Ramazan Erdem, nitel araştırma yaklaşımı üzerinde
çalışmalarıyla deneyim elde eden Yrd. Doç. Dr. Ömer L. Antalyalı ve yine Sosyal
Bilimler alanında çalışmaları bulunan Doç. Dr. Belma Keklik yer almaktadır. Ayrıca,
araştırmanın kontrolünün ve devamlılığının sağlanması amacıyla aynı üyelerin
94
bulunduğu ‘Geçerlik Komitesi’ oluşturulmuştur. Araştırma süreci boyunda belli
aralıklarla toplanan komite ile araştırmacıya rehberlik edilmesi sağlanmıştır. Özellikle
araştırma sorularının oluşturulmasında, yarı yapılandırılmış görüşme formunun
hazırlanmasında ve veri analizi sürecinde, geçerlik çalışmaları söz konusu komite
üyeleri ile gerçekleştirilmiştir.
Güvenirlik
Kullanılan yöntem fark etmeksizin, sosyal olaylarla ilgili araştırmaların tekrarı
mümkün değildir. O nedenle, gerçeklerin bireylere ve içinde bulunulan ortama göre
sürekli bir mübadele içinde olduğu ve araştırmanın benzer gruplarda tekrarlanmasının
aynı sonuçlara ulaşmayı mümkün kılmadığını baştan kabul etmek gerekir (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 259).
Neuman’a (2016: 288) göre, güvenirlik; tutarlılık ve sağlamlık anlamını
taşımaktadır. Araştırmanın tüm aşamalarında söz konusu güvenirliği ve tutarlılığı
sağlamaya yönelik alınan önlemler şu şekilde özetlenebilir (LeCompte ve Goetz, 1982;
Akt. Yıldırım ve Şimşek, 2008: 260-262, Miles ve Huberman, 1994):
Araştırmacı, araştırma sürecindeki rolünü (katılımcı, öğrenen/araştırmacı
ve hasta) açık bir şekilde belirtmiştir,
Araştırmanın veri kaynağı olan katılımcılara dair bilgiler detaylı bir
şekilde verilmiştir,
Veri toplama ve veri analizi yöntemi ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır,
Görüşme yoluyla elde edilen veriler herhangi bir yorum katılmadan
okuyucuya sunulmuştur,
Araştırma sorularının oluşturulmasında, araştırmanın örneklem grubunun
belirlenmesinde, kodların ve temaların kontrol edilmesinde ve verilerin
analizinde Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Yönetimi Bölümü
doktora ve yüksek lisans öğrencilerinden, iki öğretim üyesinden ve farklı
araştırmacılardan görüş alınmıştır,
Araştırmanın soruları açık ve net bir biçimde ifade edilmiştir.
95
BEŞİNCİ BÖLÜM
TEORİDEN PRATİĞE: ARAŞTIRMANIN BULGULARI
Araştırmanın bu bölümünde, hekimlerin “Tıpta Uzmanlaşma” hakkındaki
görüşlerinden elde edilen verilerin bulgularına ve yorumlarına yer verilmiştir. Altı temel
soru kapsamından elde edilen cevaplar kodlama işlemiyle ayrıntılı olarak analize tabi
tutulmuş olup, belli başlı temalar altında tümevarım yöntemiyle toplanmıştır.
1. HEKİMLERİN TIPTA UZMANLAŞMA NEDENLERİNE
İLİŞKİN BULGULAR
Birinci kısımda, hekimlerin tıpta uzmanlaşma nedenlerine ilişkin verdikleri
cevaplardan elde edilen bulgulara yer verilmiştir. Hekimlere “Tıpta uzmanlaşma
nedenlerini nasıl değerlendirdikleri”, “Neden bir uzmanlık dalına ihtiyaç duydukları”,
“Pratisyen hekim olarak kalmama nedenleri”, “Meslektaşlarının uzmanlık yapma
nedenleri” ve son olarak da “Tıbbın uzmanlık dallarına ayrılma nedenleri” gibi sonda
sorularla desteklenen araştırma soruları yöneltilmiştir. Hekimlerden alınan cevaplara
göre kod ve temalar belirlenmiştir.
On tema altında birleştirilen uzmanlaşma nedenleri sırasıyla şu şekildedir:
“Ekonomik Nedenler”, “Kendini Gerçekleştirmek”, “Mesleki Gelişim Nedenleri”,
“Teknolojik Nedenler”, “Tıp Biliminin Gelişimi”, “Sağlık Sisteminin Yönlendirmesi”,
“Toplumsal Beklentiler”, “Sağlık Piyasası”, “Hastalar ve Hastalıklar” ile “İş
Bölümü”dür. Elde edilen temalara ait Kavram Haritası Şekil 1’de gösterilmiştir.
96
Şekil 1. Tıpta Uzmanlaşmanın Nedenlerine İlişkin Kavram Haritası
97
1.1. Ekonomik Nedenler
Tıpta uzmanlaşmanın belirleyici unsurları arasında görülen “Yüksek Gelir
Beklentisi” ve “Yönlendirilme” kodları/alt temaları “Ekonomik Nedenler” teması
altında birleştirilmiştir.
Yüksek Gelir Beklentisi
Herhangi bir meslek üzerinden kazanç elde etme durumu, bir mesleğin doğasını
oluşturan en temel unsurlar arasındadır. Buradaki en hassas nokta mesleğin amacının
salt gelir elde etme olmaması gerektiğidir. Tıpta uzmanlaşmanın gelir ve kazanç
amacıyla tercih edildiğini, hattâ bu tercihin hekimin inisiyatifinden çıkıp, piyasanın
yönlendirmesiyle gerçekleştiğini vurgulayan katılımcılar, kazanma imkânı,
uzmanlaşmanın daha fazla getirmesi, sosyal imkânları artırma noktasında kazanç
artırması yönünden hekimlerin uzmanlaşma yoluna gittiklerini belirtmişlerdir.
Katılımcılardan Erdem Bey, “Daha fazla kazanma imkânları var yani. Eğer bir
işlem az yapılıyorsa o işlem değerlidir. Değerli olan işlen hekime daha fazla getiriyor
yani.” şeklindeki ifadesiyle uzmanlaşma nedenini bireysel düzeyde ele alırken Şener
Bey ise, “Piyasa bunu istiyor.” diyerek yapılan bu tercihin bireysel bir tercih
olmadığını, hekimlerin uzmanlık tercihini ‘kazanç’ amaçlı görmelerini sağlayan
mekanizmanın piyasa olduğunu ifade etmiştir. Katılımcıların diğer görüşleri aşağıda
verilmiştir.
Hani çocuk uzmanlığı içinde de meselâ çocuk kardiyoloji oldu diyelim. Sadece belli
bir hasta grubunun hem de o yönde ek eğitim alarak, daha iyi eğitim alarak tıbbi
cihazları da kullanarak işte eko idi, anjiyo idi bu tarz şeyleri kullanarak yapabilme
avantajı oluyor. Bir de tabii kazandığı ücret artıyor (Erdem, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Hasta ameliyattan kalkıyor. Çok iyi düşünüyor. İçeride ama tümör çok yayılmıştı
diyorlar. Dokunamadık. Elimizden gelen her şey yapıldı. Ama maalesef
dokunulamıyor. Siz elinizden geleni yaptınız. Ama ameliyata girmeden biliyor o
tümörün çıkarılamayacağını. Girmek artıdır. Sistem böyle çalışıyor. Sizin hastaneniz
sizi eğer bana ne kadar kazandırdığı ile ölçüyorsa hiçbir doktordan kahraman
olması beklenemez, bu sistem bu haliyle rezildir. Ben bunu reddederim. Aç kalır.
Bakkala gittiğinde bulgur istediği zaman kimse kahraman doktora bulgur vermez.
Benim de diyor kredi kartım var. Bir de şu da gerçek. Ben bir orta üst sınıf aileyim.
Çocuk özel okula gidiyor. Bilmem ne olacak. Yarın üniversite derdi var. Ben diyor
belli bir şey kazanmak zorundayım. Sistem de bu, ben seçmedim diyor bu sistemi.
Ona göre uzman seçmek hangi alana gideceğim? Çocukları ne yapacağız? Ama hâlâ
garantili bir meslektir hekimlik (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
98
Gelir, ücret etkili oluyor. Ama şimdi artık aile hekimleri uzman hekimler kadar hattâ
daha fazla para alıyor (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Ekonomik açıdan yaşam koşulları açısından toplumdaki statü hepsi daha olumluya
götürüyor. Yoksa kimse istemez zaten. Gelirimiz artıyor. Ne bileyim belli miktar
(Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Şimdi mühendislik, iktisat, işletme, pazarlama hep böyle hekimleri kendi içine doğru
çekmeye başlıyor ve hekimler de para kazanmak uğruna buralara düşüyor. Esas
yanlış burada. Eğer ben işimi yapacaksam teknolojiye mahkûm olmak değil (Şener,
Ortopedi ve Travmatoloji).
Yönlendirilme
Yönlendirilme alt teması, hekimlerin hocaları ve aileleri tarafından ekonomik
kaygılarla uzmanlaşmaya yönlendirilmeleri konusunu aktarmaktadır.
Binnur Hanım, “Bizim şuan ki eğitim kapasitemiz maksimum 80. Bu sistemsel bir
problem ama bu çocukların anaları arızalı, babaları arızalı. Lisedeki öğretmenlerinin
yüklemeleri bizimki gibi değil. Biz buraya doktor olmaya gelmiştik, hepimiz doktor
olduk. Bunlar doktor olmaya çalışmıyorlar, yarısı tıp isteyerek gelmiyor bunları anne
baba sürüklüyor. Bunların seçme kabiliyetinin özgürlüğü yok. Şimdi bu çocuklar neye
bakıyorlar: Rahat ederim fizik tedavi olursa. Özeti ne: “yarım saat az çalışayım iki lira
fazla kazanayım.” ifadesiyle, uzmanlık tercihi üzerinde aile faktörünün etkisine
değinirken, bu etkinin lisans öğrenimi yıllarına dayandığını vurgulamaktadır. Şener Bey
de aynı minvalde: “Annesi babası diyor ki, sen şundan bundan para kazanıyorsun, şu
mesleği seç ya da bu mesleği seç.” ifadesiyle konuya ilişkin görüşünü belirtmiştir. Tarık
Bey ise, öğrencilerin uzmanlık tercihinde bulunmadıkları takdirde, vasıfsız bir hekime
dönüşebileceklerini söyleyen hocalarını hatırlayarak şu çarpıcı ifadeyi yöneltmiştir: “En
baştaki sebebi şu; biz tıp fakültesinde okurken genel cerrah hocamız vardı. Dedi ki bir
gün amfide, Ankara tıpta, eğer TUS’u kazanıp uzmanlık branşına eğitim yapamazsanız
dedi, gidin bir tane kulübe kiralayın. İğne yapılır, tansiyon ölçülür aynı şey dedi. O
zaman hocalarımızın bize verdiği yönlendirme bu şekildeydi.”
1.2. Kendini Gerçekleştirmek
Araştırma kapsamında görüşülen kişiler, uzmanlık tercihlerinin “Detaylı
Öğrenme Arzusu”, “Kendini Geliştirme Arzusu”, “Odaklanma Arzusu” ve “İlgi Alanına
Göre Farklılaşma Arzusu” alt temalarından oluşmaktadır. “Kendini Gerçekleştirmek”
teması; kişilerin içsel dinamiklerden faydalanarak, temel yeteneklerine odaklanmaları
üzerine kurgulanmıştır.
99
Detaylı Öğrenme Arzusu
Hekimler, detaylı öğrenmenin yolunun uzmanlaşmaktan geçtiğini belirterek,
yeni bir branşı seçmenin arkasındaki başarı gerçeğinin detayda gizli olduğunu
söylemişlerdir. Hekimlerin, uzmanlaşma nedenlerini açıklarken “detay”, “ayrıntı”,
“özel”, “derinlemesine” gibi, altında dar ve mikro anlamları barındıran, bünyesinde
uzmanlaşma havası hissedilen kavramları kullandıklarını belirtmek faydalı olacaktır.
Söz konusu kavramların geçtiği bazı alıntılara aşağıda yer verilmiştir:
Tıbbın belli bir konusu hakkında daha ayrıntılı ve daha verimli olabilmek adına
uzmanlaşma ihtiyacı olduğu için uzmanlaşmaya gidildi (Onur, Enfeksiyon
Hastalıkları).
Küçük cerrahi branşlarda uzmanlaşmak gerekiyor. Sonuçta bir tane özel ameliyatı
yapmak var belli bir sayıda yirmi tane, otuz tane ameliyatı yapmak var. Zaten
pratisyen hekimlikte tıbbi bilgileri alıyorsun yani. Gerekli tıbbi şeyler sana veriliyor.
Ama bunun üstünde yeni ameliyat yapmak için ya da herhangi bir branş için,
herhangi bir branşı öğrenmek için uzmanlaşmak şart (Savaş, Genel Cerrahi).
Tıp çok geniş olduğu için bazı doktorların bazı hastalıklarda daha derinlemesine bilgi
sahibi olması için uzmanlaşma alanına ihtiyaç duyulmuş (Hale, İç Hastalıkları).
Tabii daha detaylı öğrenmek ve o konuda başarılı olmak için yani (Şener, Ortopedi
ve Travmatoloji).
Hastalıkları yeni yeni tanımaya başladık. Altındaki mikro değerleri çözmeye başladık
ve bu artık sizi tek tip kaba hekimlik değil de daha ince ayarlar gerektiren hekimlik
yapmanızı salık veriyor (Tekin, İç Hastalıkları).
Kendini Geliştirme Arzusu
Katılımcıların, uzmanlaşmanın belirleyicilerinden biri olarak belirttikleri kendini
geliştirme alt temasında, hekimlerin gelişim süreçlerini spesifik bir alanda
tamamlayabileceklerini, pratisyen hekim olarak kaldıkları takdirde bu gelişimden
yoksun kalacaklarını şu ifadelerle belirtmişlerdir:
Daha spesifik olup meselâ bir hekim olarak işte her şeye bakmaktansa belli bir branş
alanında sabit kalıp kendini geliştirme (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Pratisyen olduğu zaman devlet politikası gereği sadece hasta bakmakla mükellefsin,
kendini geliştiremezsin pratisyen olarak. Geliştirmek istiyorsan mutlaka uzmanlık
yapman gerekiyor. Uzmanlık yapman için de bir dal bir branş seçmen gerekiyor. O
yüzden uzmanlaşmak gerekiyor (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Hekimlik mesleğinin yalnızca insanlara faydalı olmak adına icra edilebileceğini
ve bu faydanın düzeyini artırmanın kendini geliştirme yolundan geçtiğini ifade eden
100
Tekin Bey durumu şu şekilde açıklamıştır: “Hekimliği insanlar için yaparsanız ne
pratisyenken ne profesörken unvanınıza bakmadan çalışırsınız, okursunuz yeni bilgiler
edinirsiniz, insanlara faydalı olursunuz. Ben de yeni bilgiler almak adına uzman olayım
dedim.”
Odaklanma Arzusu
Hekimler, uzmanlaşma nedenleri arasında kendi spesifik alanlarına
odaklanmanın önemini vurgulamışlardır. “Yerine göre hem sorumluğunu artırır kendine
ilişkin kısımlarda hem de spesifikleştirir yani. Daha kısıtlı bir alanda daha
odaklanabileceğin bir çalışma alanı olur.” şeklindeki bir ifadeyle durumu açıklayan
Furkan Bey “Odaklanma açısından daha rahat” diyerek odaklanmanın ekstra bir
konfor getirdiğini de belirtmiştir. Gökhan Bey ise, “Bir kişinin de ister istemez her şeyi
birden en iyi bilemeyeceği için belli noktada odaklanması, yoğunlaşması uzmanlık
gerekçesi normalde bu.” şeklindeki ifadesinde insan kapasitesinin sınırlı olduğunu ve
yetenekleri dâhilinde belli bir noktada odaklanma isteğini uzmanlaşma gerekçesi olarak
belirtmiştir.
İlgi Alanına Göre Farklılaşma Arzusu
Hekimlerin ilgi alanlarına göre farklılaşma arzusu amacıyla uzmanlaşma
eğiliminin olduğunu belirttikleri alt tema; “ilgi alanı” ve “farklılaşma” kodlarının
birleşiminden ibarettir. “İlgi alanı”; hekimlerin farklı tıp branşlarına ilgi duymalarını ve
duyulan her bir ilgi alanı üzerinde uzmanlaştığını anlatmaktadır. Kısacası Binnur
Hanım’ın ifadesinde de görüldüğü üzere, her bir uzmanlık alanı, farklı bir ilgi alanının
tezahüründen meydana gelmiştir.
Bilimin gelişmesiyle artık insanlar detaylı bilgilere ulaşabiliyorlar. Siz detaylı bilgilere
ulaştığınız sürece o detay üzerinde işlem yapmaya başlıyorsunuz. Eskiden genel
cerrahi göze de, beyine de, kalp damara da bakardı. Ama bakıverdiğinizde
komplikasyonlar ve ölüm oranları da fazlaydı. Genel cerrahiden alındı göğüs, kalp
damar cerrahisi, beyin cerrahisi genel cerrahiydi daha önce. Sonra göğüs, kalp damar
cerrahisi hem akciğer hem kardiyovasküler ilgilenmesinin komplikasyonları arttırdığı,
spesifikleşmesi gerektiği görülünce bu sefer insanlar ilgi alanlarına göre biraz da
doktorun ilgi alanına göre göğüs cerrahisi ve kalp damar cerrahisi diye ayrıldı.
Günümüzde artık genel cerrahi, onkolojik cerrahi, endokrin cerrahi diye ayrılıyor
(Binnur, Acil Tıp).
Ben farklı olayım. Aradan sıyrılayım değil mi? İşte her meslekte var. Her insanda bir
öne çıkmak, kendini göstermek, bir farklılaşmak ama bu sırf kişisel değil bilgi
dönüşüyor. Eskiden bu kadar bilgi olmadığı için ney farklılaşacak. Yoktu ki.
Okuyan yoktu. Ben Cumhuriyet’in ilk yıllarında bilmem kaç tane memur lâzım olmuş.
101
O kadar okur-yazar adam yokmuş. Şimdi üniversite mezunu olmak bir şey ifade
etmiyor. Senin işe girme garantin olmuyor yani (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
İnsanlar da böyle olduğu için çıkış yakalamak, farklı olmak istiyor (Şener, Ortopedi
ve Travmatoloji).
1.3. Mesleki Gelişim Nedenleri
Mesleğini hem kişisel hem de mesleki katkı sağlamak üzere konumlandırmış
hekimlerin uzmanlaşma nedenleri, “Tıbbi Pratiği Artırma Arzusu”, “Genel Alanda
Çalışma Zorluğu”, “İyi Hizmet Verme Arzusu” ve “Mesleki Tatmin Sağlamak” alt
temaları çerçevesinde şekillenmiştir.
Tıbbi Pratiği Artırma Arzusu
Hekimlerin tıbbi pratiği artırmak adına uzmanlaştıklarını belirttikleri bu alt tema,
“pratik sahibi olmak” ve “yetkinleşmek” konularını kapsamaktadır. Engin Bey ve Ülker
Hanım’ın özellikle cerrahi branşlara vurgu yaparak tıbbi pratik sahibi olmak için
uzmanlaşılması gerektiğini belirttikleri ifadeler şu şekildedir:
Bir konuda daha iyi bilgiye sahip olabilmek için, pratik sahibi olmak için, belirli
hastalıkları daha iyi tedavi edebilmek için bu branşlaşma şart. Bu branşlaşma da iki
şekilde başlıyor. Önce dahili branşlaşma daha sonra cerrahi branşlaşma. Cerrahi
branşlaşmada olan kişiler hastalıkların önce cerrahi tedaviyle ilgili olanları öğreniyor
ve o konuda daha sonra ayrı dallar içerisinde dağılıyor. Cerrahi branşların ayrı dalları
var (Engin, Kadın Hastalıkları ve Doğum).
Cerrahi bir alan düşünüyorsanız uzmanlaşmak zorundasınız. Yasa gereği de yetkiniz
yok zaten hiçbir şekilde (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Yine Ülker Hanım tıp eğitimi esnasında teorik bilgiler almanın uzmanlaşma
adına tek başına yetersiz kalabileceğini, tıbbi pratiği artırmanın yolunun o alanda
uzmanlaşmaktan geçtiğini “Görerek, yaparak yani teoride biten bir alan değil aslında
pratiği de çok fazla var hani, pratik hayatın pratik de çok fazla yapmanız gerektiği için
sadece okuyarak olmuyor, yani sadece bir kitabı okuyarak uzman olmuyorsunuz.”
şeklindeki ifadesiyle belirtmiştir. Ayrıca, “İnsanla uğraştığınız için ana malzemeniz
insan olduğu için ne kadar yetkin olursanız o kadar az hata yaparsınız.” ifadesiyle,
pratik anlamda ilerlemenin mesleki deneyimi artırarak yetkinleşmeyi beraberinde
getireceğini dile getirmiştir. Konu hakkında son yorumu ekleyen Ahmet Bey ise, hem
temel uzmanlık alanının hem de yan dal alanının yetenek ve tecrübe olmaksızın
yapılamayacağını, tıbbi alet ve cihaz kullanımının kişinin becerileriyle ilgili olduğunu
ve bunları kullanarak tıbbi pratiğin kazanılacağını şu ifadelerle dile getirmiştir:
102
Bir insanın bir uzmanlık alanı oluyor meselâ atıyorum bir kardiyoloji konusunda
uzmanlaşmış veya kalp damar konusunda uzmanlaşmış. Bu uzmanların da içinden de
herkes daha uzmanlaşamıyor. Daha yetenekli olan bu aletleri daha iyi kullanabilen
ve buna merakı olan insanlar örneğin bir kalp damar kullandığı bir aleti bir başkası
kullanamıyor. Laparoskopik dediğimiz veya insansız bazı ameliyatlar yapılıyor. Bu da
kişinin becerileri ile ilgili. Bunun için ayrı bir uzmanlık gerekmiyor ama tecrübe
gerekiyor. Kullandıkça daha tecrübeli oluyor (Ahmet, İç Hastalıkları).
Genel Alanda Çalışma Zorluğu
Araştırma kapsamında görüşülen hekimler, tıpta uzmanlaşmanın nedenlerini
tıbbın çok geniş bir alan olduğunu, bu genellik içinde bir alana odaklanılmadığı takdirde
verimli olunamayacağını, tıbbın tüm konularını bilmenin ve tıbbın geneline hâkim
olmanın dar ve belirli alanlarda çalışma gerekliliğini doğurduğunu belirtmişlerdir.
Daha genel alan derken şöyle yine kendi alanımdan örnek verecek olursam, çocuk
hastalıkları çok geniş bir alan yani bir tiroid endokrin hastalığı da çocuğun içerisinde
bir hasta zatürre olsa da çocuğun içerisinde ya da daha ileri herhangi bir çocuğun
genetik hastalığı (down sendromu) da çocuğun içerisinde. Şimdi böyle genel olunca
aslında siz bir noktaya odaklanmakta zorluk çekebilirsiniz ve hani her şeyi
yapayım derken hiçbir şey yapamayabilirsiniz. Ama bir şeyi daha iyi bilirseniz o
noktada daha güzel sonuçlar alabilirsiniz (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Genel her şeyi bilmek imkânsız. Tanı koymak, tedavi etmek her şeyi bilebilmek
imkânsızdır. Çünkü her bir konu her bir alt dal bile tıpta derya deniz yani çok geniş
kapsamlı olarak düşünülmelidir. Tanı yöntemleri de öyle. O yüzden de uzmanlaşmak
ihtiyacı oldu. Ama bu biraz genel hekimliği azaltmış olabilir. Bence bu da bir eksiklik
(Onur, Enfeksiyon Hastalıkları).
Bilgi çok değerli ve meselâ örnek vereyim. Aile hekimi, aile hekimi dediğimiz
arkadaşlar bir uzmanlık dalı aslında. Ama tüm hastalıklarla ilgili yüzeysel bilgileri
olup sadece meselâ ürolojiyle ilgili bir hastalık mı var? Onu tespit edip üroloji
uzmanına yönlendirmek. Yani tüm taş tedavilerini veya cerrahiyi bilme şansı yok
ve bununla ilgili teknolojiyi takip etme olanağı yok. Ben bile şuanda öyle oldu ki
üroloji kendi içinde pediatrik üroloji, onkoloji gibi alt dallara ayrılıyor. Bütün branşlar
içinde geçerli. Bu konuda mecburuz. Çünkü tıp çok hızlı ilerliyor ve takip etmesi zor
bir branş. Bir de hatayı kabul etmeyen bir branş (Tarık, Üroloji).
Her şeyin bütün olguların, bütün tıp ile ilgili uzmanlık süreçlerinin ya da
konuların içine giremiyorsunuz. İster istemez daha dar bir anlamada ama daha derin
bir şekilde çalışma imkânınız var (Ramazan, İç Hastalıkları).
İfadelerden de anlaşılacağı üzere, hekimin genel alan olarak kast ettiği
uzmanlaşmanın olmadığı bir hekimlik sürecine “imkânsızlık”, “zorluk”, “ihtiyaç”
“mecburiyet” ve “zor” anlamları atfedilmiştir. Her şeyi bilmenin insan kapasitesini aşan
bir durum olduğu gerçeği göz önüne alındığında, özellikle sınırları belli olan bir alanda
çalışmanın sağladığı rahatlık hekimler tarafından aranmaktadır.
103
Genel alanda çalışma konusu ile ilgili uzmanlaşma nedenlerine ilişkin diğer alt
temalar; “Tıbbın Geniş Alan Olması” “İnsan Kapasitesinin Yetersizliği”, “Hâkimiyet
Güçlüğü” iken, yan dal tercihinin nedenlerine yönelik yönelik alt temalara ise; “Mesleki
Kontrol” teması altında değinilmiştir.
İyi Hizmet Verme Arzusu
Sağlık hizmetleri kapsamında başta hekimler olmak üzere, diğer tüm sağlık
personelinin ve hastanelerin temel gayesi hizmet vermektir. Hastanelerin hizmet
kurumu olma yönü, kâr amacı güdülmemesi gereken özelliğine vurguda bulunmaktadır.
Maalesef sağlığın bir meta haline dönüşerek, tıbbın ise bünyesinde yalnızca kâr
maksimizasyonu amacıyla hizmet veren kurumları barındığı günümüzde, uzmanlaşma
nedenini iyi hizmet vermekle açıklayan hekimlerin varlığı umut vaat etmektedir.
Bu noktada katılımcılardan Engin Bey uzmanlaşmayla başarılı tedavi
sağlayabilme arasındaki ilişkiyi anlattığı “Tıpta uzmanlaşmanın nedeni belirli
hastalıklar üzerinde daha yoğun, daha iyi bir eğitim alarak belirli hastalıklar üzerinde
daha başarılı tedavi sağlanabilmesi.” genel ifadesinin ardından, “Kanser hastalarını
daha başarılı tedavi edebilmek. Hastalarıma daha iyi faydası olsun diye, o hastalarım
daha uzun yaşasın diye.” ifadesini kişisel tercih nedeni olarak belirtmiştir. Konuya
ilişkin diğer ifadeler ise şu şekildedir:
Daha spesifik alana bakıp o konuda daha iyi olup daha iyi hizmet vermek. Tıp
çok geniş olduğu için daha spesifik bir alana bakıp sadece o alanla ilgilenip tabii ki
gerektiğinde acil kısımlarını unutmayıp ama sadece o alanda ilgilenip insanlara daha
iyi hizmet vermek (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Daha doğru, daha ayrıntılı tanı koyabilmek için uzmanlaşması lâzım yani. Genel tıp
ayrı bir şey, dal ayrı bir şey. Hastalıklara daha iyi teşhis koyabilmek daha iyi
tedavi yapabilmek için uzmanlaşmak gerekiyor. Teknoloji ilerledikçe, tanı
yöntemleri ilerledikçe bunları doğru kullanan uzman hekimlere ihtiyaç var. Eski
usulde genel tıp bilgisiyle tanı koymak yerine her şeyde teknolojik özellikte tanı
yöntemlerinden faydalanmak gerekir, çok iyi tanı yöntemleri var. Bunları da
kullanacak, değerlendirecek uzman hekimlere ihtiyaç var. O yüzden hem tanı
koymada hem de tedavi yöntemleri için uzmanlaşmak gerekiyor (Ahmet, İç
Hastalıkları).
Artı hem bilimsel anlamda hem de hastalara daha derinlikli bir hizmet sunabilmek
için (Ramazan, İç Hastalıkları).
Mesleki Tatmin Sağlamak
Mesleki tatminin; sağlandığında hekimi mutlu edecek, sağlanmadığındaysa
sürekli bir verimsizlik, tükenmişlik, tatminsizlik sağlayacağı düşünülen bir olgu olduğu
104
söylenebilir. Ayrıca, kişilerin meslek hayatlarından beklentileriyle de doğrudan
ilişiklidir. Mesleki tatmin, kişiden kişiye farklılık arz etmekle birlikte, kişinin karakteri,
kişilik yapısı ve tercihlerinin sonuçları arasında yer alabilir. Gökhan Bey’in, mesleki
tatmini uzman olmakta bulacağını, mesleğe, topluma ve insanlara katkı sağladığında
tatmin oranının yüksek olacağını, pratisyen hekim olarak mesleğe devam ettiği sürece
tatminsizlik yaşayacağını belirttiği ifadeleri şu şekildedir: “Benim zamanımda da, o
zaman da pratisyen hekim olarak kaldığımda var olan sağlık örgütlenmesi içeresinde
(ülkede şuanda hemen hemen benzer durum geçerli) çok fazla mesleki katkımın
olamayacağını, mesleki tatmin bulamayacağımı mesleki katkım olamayacak bir
insanlara ve topluma.” Aynı şekilde Ahmet Bey, Türkiye’deki mevcut sağlık
sisteminde herhangi bir alanda uzmanlaşılmadığı sürece tatminsizlik yaşanabileceğini,
“Mesleki tatmin bulamayacağımı düşündüm.” şeklindeki ifadesiyle uzmanlaşmanın
yalnızca içsel değil, dışsal faktörlere bağlı olduğunu, mesleki anlamda daha iyi
koşullarda çalışarak tatmin sağlayabileceğini belirttiği ifadesi şu şekildedir:
Hem ekonomik olarak rahat ediyor, hem sosyal olarak çevre edinmiş oluyor, hem
mesleki tatmin açısından kendi becerilerini geliştirebileceği bir ortam buluyor. Hem
daha iyi bir ekipte, daha iyi bir hastanede, daha iyi koşullarda çalışıyor. Bu da bir
hekimin isteyeceği bir şeydir. Her akademisyenin, her mesleğinde gelişmek isteyen
insanın isteyeceği bir şeydir. Ama hekimin farklı beklentileri vardır, gider kasabaya
yiyip içmeyi seviyordur, güzel hava, çok ağır işleri sevmiyordur orada kalır. Ama
entelektüel mesleki olarak hırslı olan doktorların tercih etmesi çok normal bir şey
yani. Sadece ekonomik değil kişisel tatmin açısından da önemli (Ahmet, İç
Hastalıkları).
1.4. Teknolojik Nedenler
Teknolojik Gelişmeler
Katılımcıların yöneltilen sorulara verdikleri cevaplar arasında teknolojiye ilişkin
görüşlerin yer alması, “Teknolojik Gelişmeler” alt temasının oluşmasına neden
olmuştur. Temaya ilişkin kodlar ise, “tıbbi işlem”, “teknolojik gelişme” ve “tıbbi cihaz”
gibi teknolojik nedenleri açıklayıcı kavramlardan oluşmaktadır.
Teknolojinin gelişimiyle birlikte artan cihaz kullanımına bağlı olarak, hekimlerin
tüm cihazlara birden hâkim olması güçleşmiş, daha özel cihaz kullanımına talep
artmıştır. Böylelikle uzman hekimlerin yahut herhangi bir yan dal üzerine uzmanlık
yapan hekimlerin teknolojiye bağımlılıkları da artmıştır. Özellikle cerrahi branşlarda
uygulanan endoskopi, kolonoskopi, laringoskopi, oftalmoloji, robotik cerrahi,
bronkoskopi ve kardiyovasküler cihazlar gibi daha birçok cihazın kullanımını öğrenmek
105
hekimi diğer hekimlerden farklı kılacak, istenilen cihaz üzerinde ya da cihazın yer aldığı
alanda uzmanlaşmayı zorunlu kılacaktır. Bu durumu örneklendiren Erdem Bey
“Meselâ, şu bölümde yeni bir işlem yapılabiliyor. Tabii ki teknolojik gelişmeler de
etkiliyor. Sırf o işlemleri yapmak için “ben tek kişi olayım, bu işlemleri yapayım” diye
seçenler de var elbette.” ifadesini belirtirken, Savaş Bey “Cerrahi branş olarak meselâ
bizim zamanımızdaki teknolojik bilgileri görerek yapıyoruz. Yeni teknolojik şeylerin
buraya gelmesi zor. Robotik cerrahiler belki devlet hastanesine gelmesi elli sene sonra
olacak bir şey. Ama üniversitelerde yapılıyor. Teknoloji bize hemen gelmiyor. O yüzden
yeni teknoloji oluştukça insanlar o branşa kayacak. Meselâ kardiyoloji, buradaki
bütün kardiyologlar anjiyo yapmasını biliyor mu? Bence bilmiyor. Benim demek
istediğim o. Ama anjiyo yapan doktor artık sürekli anjiyo yapmaya başlıyor. Meselâ
bizim genel cerrahide endoskopi, kolonoskopi vardır. Kolonoskopi hastaları bana
gelsin diyor. Aletleri gördükçe insanlar o şeyi yapıyor.” şeklinde görüş bildirmiştir.
Aynı minvâldeki görüşlerden bir diğeri ise Ramazan Bey’in ifadelerinde şu şekilde yer
almaktadır: “Teknik tedavi yöntemleri gelişiyor, çok dallanıp budaklanıyor. Bir şeye
hâkim olmak mümkün değil. Meselâ, gastroenteroloji düşünün; işte endoskopi,
kolonoskopi vs. öğrenmeniz lâzım. Bir yerden kemoterapi yapmanız, böbrek biyopsisi
yapmanız ya da kemik iliği biyopsisi yapıp hematolojik hastalıkları takip etmeniz
gerekiyor.”
Konuya teknoloji ve piyasa perspektifinden bakan katılımcıların görüşleri şu
şekildedir:
Bu piyasacı görüş! Piyasa bilimden teknoloji üretirse yani teknolojiye döndürürse
elde edilen bilgiyi, tabii ki onu piyasanın gerekleri çerçevesinde arz ve talep
dengesini sağlamak açısından kullanabilir yani (Akif, Genel Cerrahi).
Bu kirlenmeyle ilgili. Dizilerle şunlarla bunlarla o kirlenmeyi yapıyorlar. Meselâ önce
böyle bir kanser türü var diyor veya virüs var diyor. Laboratuvarda üretiyor ve
yayıyor. Ondan sonra onunla ilgili teknolojik olarak aşı üretiyor. Önce hastalığı
üretiyorlar sonra tedavisini (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Bir başka bilim dalı diğer bilim dalını etkiliyor. Şöyle söyleyeyim. Mühendislik
dediğin dalla çoğu mühendislik dalları kendi içlerindeki bilgiyi ürettiler. Makine
mühendisliğinde ne vardı? Dıştan yanmalı motor vardı, içten yanmalı motor. Yani
ısıtıyorsun buhar makinesini, buharın gücüyle çalışan makineler. Bir de sonra ne oldu?
Yok bu makineyi dıştan ısıtmayayım, benzini içinde yakayım, patlasın pistonu insin.
Şimdi makine mühendisliği işi bitirdi. Makine mühendisliği o zaman kendine yeni
alanlar bulması lâzım. O zaman ben makine mühendisliğinde bulduğum bazı şeyleri
getirip tıp da uygulayıp tıp buna müsaade etmedi. Ama elektrik mühendisliği,
elektronik mühendisliğinde kendi alanlarını bitirdiler. Ama ben bunu tıpta nasıl
106
uyarlarım diye düşünmeye başladı. Tıp da işte ne olur, ben elektrik mühendisliği ile
elektrik akımıyla kasları uyarırım. Parmakları oynatırım diye düşündü ve buna göre
bir iş yapmaya başladı (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Tıp kendi içinde kalsaydı hiç böyle ayrılmaya gerek duymayacaktı. Ama tıbbı bir
başka bilim dalı elektrikçiler, elektronikçiler gelip içine kendi branşını soktuğu zaman
tıbbı dejenere etmeye başladı. Tıpçı da zannediyor ki, ben bu teknolojiyi alıp sisteme
uygulayarak bu işi yaparım. Şimdi o zaman insanların şöyle bir beklentisi olmaya
başladı. Hastalıksız bir dünya. Dünya hastalıksızların dünyası değil. Dünya insanların
doğup ondan sonra hastalanıp ölmesiyle ilgili bir dünya. Ama mühendislik böyle bir
şeye bir türlü inanmıyor. Mühendislik üretti. Ben dedi insana istediğimi yaparım.
İnsan benim yaptığımla doğayı yener. İnsan benim yaptığımla hastalığı yener,
sonsuzlaşır. Hayır böyle bir şey yok. Tıbbın orijinalinde böyle bir şey yok. Kardeşim
tıp bozulur ve ölür. Bozulan ve ölene müdahale eder. Ama sen tıbbı bunun dışında
mühendislikle iç içe getirirsen o zaman tıp orijinalitesini kaybeder. Esas hikâye
buradan çıktı (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Ama o günkü genleri veya o günkü gripleri bilmediğin için bunları o gün böyle izah
edemiyordun. Ama bugün diyorsun ki “a bak şu gen varmış” işte bu genin hasarı olan
insanlarda immünite yetmez oluyor. İmmünite yetmez olunca bunlar daha çok grip
oluyor diyorsun. Yoksa lösemi o zaman da vardı. Ama o zaman teşhis edilemiyor
olması teknolojinin olmaması ile ilgiliydi (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
İnsanların bir konuyu algılayabilmesi için teknolojiyi kullanması geçmişte çeşitli
tıbbi alt branşların çıkmasına sebep oldu. Biyokimya dediğin iş ne yapıyordur? İşte
şu kalsiyumu ölç bilmem neyi ölç. Şimdi bunları ölçüyor ama bunlarla ilgili yorumu
biyokimyacı yapmıyor. Bunlarla ilgili yorumu hekim yapıyor (Şener, Ortopedi ve
Travmatoloji).
Tabi o yüzden geliyorlar tomografiler çekiliyor. Güzel tomografiler gerçekten üç beş
yıl sen benle birlikte yaşayacaksın dedirten cinsten. Eskiden hocam bunlar yok
muydu? Yoktu. Teknoloji bu kadar ileri değildi. Bunların yüzde sekseni de hiçbir
şey değil. O zaman bırakayım. Vallahi diyorum bırakabilirsin. Ama yüzde yirmisinde
de problem var. Bunu söylemem lâzım. Hocam ben ne zaman geleyim? Üç ay sonra
bir daha tomografi. Böyle beş yıl çekilir mi? (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
1.5. Tıp Biliminin Gelişimi
Tıpta Uzmanlaşmanın “Tıp Biliminin Gelişimi” ile ilgili nedenleri arasında “Tıp
Biliminin Genişliği”, “Bilimsel Gereklilik”, “İnsan Kapasitesinin Yetersizliği” ile
“Bilginin Bölünmesi ve Artışı” alt temaları bulunmaktadır.
Tıp Biliminin Genişliği
Tıp; eski çağlardan beri süregelen bilgi birikimi ve uygulamalarıyla, olgusunu
insan denen karmaşık bir canlının oluşturduğu sistematik bir yapıyla var olagelmiştir.
Günümüzde temel, dâhili ve cerrahi tıp bilimleri olmak üzere üç ana bilim dalı
bünyesinde yüzden fazla farklı bilim dalını barındıran bir özelliktedir. Vücut
sistemlerinden ziyade, her biri birer hastalık, organ ya da hücre adedince tıp uzmanının
yer aldığı tıp sistemi, aşırı uzmanlıklar çağı olarak da adlandırılmaktadır. Ayrıca,
107
mesleki uygulamalar açısından multidisipliner çalışma standartlarına sahip olan tıp,
hekim, hemşire, eczacı, fizyoterapist gibi bir çok farklı profesyonel meslek erbabının
birlikte çalışmasına fırsat sunar. Bu açıdan tıbbın genişliğini tasvir eden “derya deniz”
metaforu, bu temayı birçok yönden güzel bir şekilde anlatmaktadır. Hâl böyleyken,
hekimler “uçsuz bucaksız bir deniz” olarak görülen tıp sisteminde uzmanlaşmalarını
kaçınılmaz bir durum, ciddi bir gereklilik hattâ sistemsel bir zorunluluk olarak
görmektedirler.
Katılımcılardan Savaş Bey, kendi uzmanlık alanından örnek vererek ameliyat
sayısının fazlalığına binaen cerrahi branşlarda uzmanlaşmanın kaçınılmaz olduğunu şu
sözlerle ifade etmiştir:
Tıp bir derya deniz. Uçsuz bucaksız bir deniz. Her şeyi çok iyi bilmek çok iyi
öğrenmek imkânsız. Farklı genel cerrahi branşları düşündüğün zaman tüm cerrahi
branşları içine kattığın zaman binlerce ameliyat sayabilirsin. Küçük cerrahi
branşlarda uzmanlaşmak gerekiyor.
Katılımcılardan Fatih Bey, tıbbın genişliği içerisinde farklı hastalık
gruplarının olabileceğini ve hekimin pratisyen hekim olarak kaldığı müddetçe
bu hastalıkların bilgisine güç yetiremeyeceğini belirtmiş, hassaten bu durumun
tıbbın genişliğinden kaynaklandığını eklemiştir.
Tabii ki bunu birim de yönlendiriyor sizi. Meselâ bir sağlık ocağında oturduğunuz
zaman yeni mezunsunuz. Pratisyen hekimsiniz, henüz branşınız yok. Bir felçli hasta
gelebiliyor. Yeni doğan bir bebek gelebiliyor. Kanamalı bir kadın geliyor size. Bir
kulak zarı delinmesi geliyor. Bir kırık geliyor. Bunların tümüyle baş etmeniz olası
değil. Onun için branş kaçınılmaz yani. Bu insanın yetersizliğinden değil tıp ilminin
derinliğinden kaynaklana bir şey.
Konuya ilişkin bir diğer yorum ise Ülker Hanım’a aittir:
Genel olarak tıp zaten çok geniş bir alan, insan vücudu diyoruz ama insan vücudu
çok geniş içinde çok fazla konunun olduğu bir alan. 6 yıllık tıp eğitimi bütün baştan
aşağıya bir hastaya tamamıyla yaklaşmaya izin vermiyor.
Bu tema altında açıklanan alt temalar “İnsan Vücudunun Büyüklüğü” ve
“Hakimiyet Güçlüğü” şeklindeki, tıbbın kapsamından kaynaklanan konuları
içermektedir.
İnsan Vücudunun Büyüklüğü
Tıbbın devasa bilgi birikimi ve kapsamının genişliğinin yanı sıra, başat unsuru
olan insan da karmaşık bir yapıya sahiptir. Katılımcılar bu durumu baştan sona hâkim
olunamayacak kadar zor bir özellikte olan insana atıfta bulunarak uzmanlaşma yoluna
108
gittiklerini belirtmişlerdir. Yine bir gereklilik ve ihtiyaç olarak gördükleri uzmanlaşma
nedenlerine ait ifadeler aşağıda gösterilmiştir:
Her neresinden bakarsanız bakın insan vücudu bir derya denizdir. Hattâ buna ilim
ehli, tasavvuf ehli kâinatın tüm evrenin bir özetidir derler insan vücudu için. Şimdi
evren madem ki şuan fiziki boyutları ölçemediğimiz bir genişlikte kapsam, o zaman
insan da öyle. Yani eğer o onun özeti ise tıpla uğraşınca bunu hissediyorsunuz. Böyle
derin bir şeyin illâ ki branşlaşması lâzım (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
İnsan vücudu diyoruz ama insan vücudu çok geniş (Ülker, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Muhtemelen her şeyi bilememekle alâkalı bir durum, insan vücudu büyük varlık.
Açıklanması mümkün olmayan halâ birçok unsur var. Hâl böyle iken, bir insanın
bütün insan vücuduna hükmetmesi hekim bazında söylüyorum; çok zor görünüyor
(Alper, Üroloji).
Hâkimiyet Güçlüğü
Bütüne hâkim olma güçlüğünün, tıp biliminin ve insan vücudunun tümüne
hâkim olamamakla bağlantılı olduğu söylenebilir. Bu açıdan katılımcılardan Erdem
Bey, dar hasta grubuyla çalışma çabası içinde olduğunu dile getirdiği ifadesinde şunları
aktarmaktadır. “Uğraştığın hasta grubu ne kadar küçük olursa, ne kadar spesifik
olursan, bu konuda o kadar daha iyi bilirsin. Daha iyi hâkim olursun. Hastaları tanı,
tedavi vs. yönlendirebilirsin.” Fatih Bey ise, mutlak bir şart olarak gördüğü
uzmanlaşma pratiğini çıkış yolu olarak görmekte, hekimin uzmanlık alanı dışında bir
hastalığa ve hasta grubuna bakmasını ütopya olarak görmektedir. “Uzmanlık mutlaka
şart. İnsan bünyesi ya da geçirdiği hastalıklar çok farklı boyutta ortaya çıkıyor. Bir
hekimin bütün hastalıklara hâkim olması mümkün değil. Meselâ bir çocuğu düşünün.
Bir dahiliye doktorunun çocuğa baktığını düşünebilir misiniz? Genel cerrahın kulak,
burun, boğazcı kadar anladığını, bir gözcünün bir ürolog kadar konuya hâkim
olduğunu…Bunları düşünmek hayal yani. Böyle bir şey yok, gücü yetmez hekimin.
Bunların tümüne birden hâkim olması olası bir durum değil.” Fatih Bey’in ifadesinden
de anlaşılacağı üzere, tıbbi genişliğin hâkimiyet güçlüğü doğurduğunu, hekimlerin farklı
branşlarda kendi branşında olduğu kadar yetkin olamayacağını savunmaktadır.
Bilimsel Gereklilik
Konuya ilişkin iki katılımcının yorum yaptığı “Bilimsel Gereklilik” alt teması,
hekimlerin bilimsel bir “mecburiyet” nedeniyle uzmanlaşma yoluna gitmelerini konu
edinmiştir.
109
Dünya tarihinde bilimin geldiği bir şey. Yani senin dışındaki diğer bilimlerde de aynı
şey olmaya başladı. Senin dışındaki bilim buraya doğru geliyorsa sen de o zaman
diyorsun ki ama bilim başka bir şey istiyor (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Şener Bey, tıp biliminin gelişimine bağlı olarak gerekçelendirdiği
uzmanlaşmayı, “hücrenin kromozomlarının, aminoasitlerin üzerinde
çalışıyoruz” şeklindeki ifadesiyle uzmanlaşmanın bugünkü geldiği noktayı
özetlemiştir:
Bilimin çok hızlı artması, sen hücreyi baz alıyorsun. Biz hücrenin kromozomlarının
aminoasitlerin üzerinde çalışıyoruz. Artık iş o kadar detaya iniyor ki, detaya
indiğimiz zaman da konulara ayrılmak zorunda kalıyoruz. Ne kadar çok bilgi o
kadar kol.
Bu temanın oluşmasında ön plana çıkan kavramlara ek olarak “gereklilik”,
“lâzım olma özelliği” ve “ihtiyaç” gibi zorunluluk durumunu hatırlatarak,
uzmanlaşmanın olmazsa olmazı olarak görülmesine yol açan kavramlar da verilebilir.
Hekimlerin, uzmanlaşmaya olan ihtiyacı hastaların ve hastalıkların seyrinin
belirlediğini, sağlık alanının genişliğinden ötürü uzmanlaşmanın lâzım olduğunu ve
uzmanlaşmanın hekimlik mesleğinde ilerleme adına gerekli olduğuna dikkat çektikleri
ifadeler şu şekildedir:
Ben tıpta uzmanlaşmayı bir gereklilik olarak görüyorum. Spesifikleşmeyi gereklilik
olarak görüyorum (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Zaten daha önce yurt dışında bizden önceki uzmanlaşma gerekliliğinden olduğunu
düşünüyorum. Böyle bir ihtiyaç oldu. Çünkü belli tıp dallarında hastaya daha faydalı
olabilmek için daha fazla o konu üzerinde eğilmek gerekiyordu. O yüzden de o tıp
dalında uzman ihtiyaç oldu (Onur, Enfeksiyon Hastalıkları).
İhtiyaç yoksa uzmanlaşma da olmaz. Meselâ sen ayak bileği cerrahisi diye bir şey
koysan belki hasta olmadığı için kimse gelmez. Demek ki ihtiyaca göre uzmanlaşma
oluyor (Savaş, Genel Cerrahi).
Tabii ki öyle o tartışılmaz bir şey tabii ki, tıpta uzmanlık olacak olması lâzım olması
gereken bir şey. Çünkü sağlık dediğiniz şey birçok organı, birçok sistemi ilgilendiren
bir şey çok parçası olan bir şey, tabii ki tıpta uzmanlık olmak zorunda (…) Yani
retinanın şu hastalığına bakan doktorların da olması gerekiyor. Olması lâzım. Ya da
işte kalın bağırsak kanseri olmuş bir kişinin ya da mide kanseri olmuş bir kişinin
oradaki organının alındıktan sonra yerine yeni bir organ yapılması için o işle uğraşan,
sırf o işle uğraşan, bilgisi yeteneği o işle gelişen çok özel cerrahlar da gerekiyor.
Bunlar gereken şeyler (Gökhan, Kardiyoloji).
Efektif ve iyi yapman için bir alanda yoğunlaşmanız lâzım. Bu her meslekte bence
böyle yani. Her meslekte böyle. İyi ve efektif olabilmeniz için spesifikleşmeniz lâzım
(Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Gerekli, çünkü ilerlemek için uzmanlaşmanız gerekiyor (Ülker, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
110
İnsan Kapasitesinin Yetersizliği
Hekimler, içinde bulunduğumuz çağda bilgi artışının fazlalaştığını ve insanın
tıbbın tüm bilgilerini öğrenmede yetersiz kalacağını belirttikleri ifadelere “İnsan
Kapasitesinin Yetersizliği” alt temasında yer verilmiştir.
Bir kişinin de ister istemez her şeyi birden, en iyi bilemeyeceği (Gökhan,
Kardiyoloji).
Aynı gerekçeyle siz ilk mezun olduğunuzda acile indiğinizi fark ediyorsunuz. Çünkü
her türden hasta geliyor. Az önce sağlık ocağı örneğinde verdiğim hastalık türlerinde
hastalar geliyor. Orada yetersizliğinizi hissettiğiniz anda diyorsunuz ki benim
branşlaşmam lâzım. Bunlara cevap veremiyorum. Kendini kandırır bir hekim. Ben
branşı bir ihtiyaç görmüyorum, her şeyle baş edebilirim diyorsa o hekim kendini
kandırır sadece (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Bir miktar öyle, vakti zaten ona yetmiyor ama bütün yayınları takip etme şansımız
yok. Kafanı o kadar geniş şeye yayamıyorsun. Kendi spesifik branşlarıyla ilgili
yayınlar yapıyor. Kendi çalışmalarını, o konudaki yayınları takip ediyor. Benim
gözlemlediğim (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Bilginin çok hızlı üremesi, sen insan olarak ona yetişemiyorsun (Şener, Ortopedi ve
Travmatoloji).
Bu temada dikkat çeken bir husus hekimlerin, insan beyninin sınırsız bilgi
kapasitesine sahip bir özellikte olduğunu göz önünde bulundurmamış olmalarıdır. Şener
Bey, “Bilgi çok fazlalaştı. Çok fazlalaşınca kişisel bir insanın aklı bu kadar bu bilgiyi
kaldıramaz.” şeklindeki söylemiyle söz konusu hususu desteklemektedir.
Bilginin Bölünmesi ve Artışı
Hekimlerin uzmanlaşma nedenlerine verdikleri cevapların toplandığı temalardan
biri de “Bilginin Bölünmesi ve Artışı”dır. Temaya ilişkin elde edilen durum tespitleri
aşağıda verilmiştir.
Tıpta uzmanlaşmanın nedenleri tabii ki sağlıkla ilgili bilgilerimizin artması her
bilginin kendi içinde küçük küçük alanlara bölünmesidir (Gökhan, Kardiyoloji).
Bilgi çok fazlalaştı (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Onun için insanoğlu da belli bir yere doğru bilgisi artmaya başladıkça o zaman
kendine diyor ki bir dakika benim de hafızam yetmeyecek o zaman benim sistemde
kalabilmeme için belli bir uzmanlığa gideyim diye de düşünüyor. Yani bu kendi
şeyiyle ilgili değil (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Bilgi çok artıyor ve çok hızlı dolaşıyor. Eskisi gibi değil. Eskiden bir tane yazma
kitap olacak da o okuyacak ötekine anlatacak öyle yani. Bir tane yazma kitaptan yüz
tane kişi faydalanıyordu. Ama şimdi öyle değil ki herkesin kitabı elinde. Bir tane
değil on bin tanesi elinde. Bilginin çok hızlı üremesi (Şener, Ortopedi ve
Travmatoloji).
111
Katılımcıların ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, bilginin bölünerek hızla
çoğalması ve eski dönemlerdeki kitap sayısı ile günümüzdeki kitap sayısının
kıyaslanamayacak derecede fazlalaşması uzmanlaşma nedeni olarak görülmüştür.
Katılımcılardan Alper Bey, tıbbi bilgi birikiminin anlatmak için “dehliz” metaforunu
kullandığı söyleminde şunları aktarmıştır: “Bence bilginin artması. Yani İbn-i Sina
dönemindeki tıbbı ele alırsak insan vücudunun bilindiği kısmıyla şuan bilen kısmı
arasında dağlar kadar fark var. Bildikçe, gördükçe, fark ettikçe insanı daha hayatta
tutmaya ve hayatta tutmaya çabaladıkça o dehlizin ne kadar derin olduğunu daha
fazla görmüş oluyoruz. O derinliği görünce de her tabakanın içine birinin oturması
gerekiyor.”
Tıbbın gelişimi ile birlikte artan bilgi birikimine dikkat çeken katılımcılar, bu
durumu tarihsel bir konseptte açıklamışlardır:
Tıpta uzmanlaşmanın en önemli sebebi tıbbın çok geniş bir bilim dalı olması ve
sürekli çok hızlı ilerleyen bir bilim dalı olması. Çünkü genel tıp dediğimiz bundan yüz
yıllar önce İbn-i Sina bütün hastalıklara bakıyormuş. Çünkü konuyla ilgili bilinen
bilgiler çok sınırlıymış. Ama geldiğimiz noktada tıpla ilgili genel bir nosyona
yüzeysel sahip olabilirsiniz ama mecburen uzmanlık dallarına ayrılmak zorundasınız.
Çünkü detay bilgileri bilmek zorundasınız ve çok fazla hızlı gelişmeler var ve çok
büyük bir bilgi yumağı yani (Tarık, Üroloji).
Tıp gelişiyor, yeni yeni gelişmeler oluyor. Bütün yeni yeni gelişmelere hâkim
olamazsınız. Bu zaten bilgisayar programı bir robot gibi bir şeyle olur yani. Bir
insanın buna yönelmesi şeydir yani çünkü bilgiyi kullanmak da önemli. Siz o bilgiyi
kullanmayacaksanız öğrenmenizin de bir anlamı yok (Ülker, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Tıp her seferinde genişliyor. Biz 20 yıl önceki tıptan da bambaşkayız. 50 yıl önceki
tıptan da bambaşkayız. 1800’li yıllardaki tıptan da çok bambaşkayız. O zamanki
uzmanlaşma dediğimiz kısım çok farklıyken şimdi her şey çok farklı. Şimdi cerrahi
branşlarda bile değişebilir bu. Gözün içinde bile ayrı ayrı alanlar var. Retina cerrahisi
var kornea cerrahisi var. Hepsi birbirine göre deşiyor (Ülker, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Tıp çok gelişti. Dünyada gelişti çok bilgi yükü olduğu için her branşı daha iyi bilmek
için uzmanlaşmak yan dallaşmak uygundur, olması lâzım (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
1.6. Sağlık Sisteminden Kaynaklanan Nedenler
“Sağlık Siteminden Kaynaklanan Nedenler” teması kapsamında değerlendirilen
hekimlerin uzmanlaşma nedenlerine ait bulgular, “Sistemsel Zorunluluk Olarak
Görülmesi”, “Pratisyen Hekimliğin Fonksiyon Kaybı” ve “Sistemin Sunduğu Şartlar”
olarak üç alt temadan oluşmaktadır.
112
Türkiye’nin mevcut sağlık örgütlenmesi kapsamında hekimlerin bir çıkış yolu
olarak uzmanlaşmayı tercih ettiklerini belirttikleri bu tema kapsamında, uzmanlaşmanın
zorunluluk olduğu görüşü tartışılmıştır.
Sistemsel Zorunluluk Olarak Görülmesi
Araştırma bulgularına göre, hekimlerin uzmanlaşma nedenlerini “gereklilik”
temasına benzer şekilde açıkladıkları alt tema uzmanlaşmanın zorunluluk olarak
görülmesine dayandırılmaktadır. Hekimler uzmanlaşma olgusuna “doğrusu şart”,
“zorunluluk”, “tüm bilim dalları branşlaşıyor” gibi ifadelerle anlam kazandırmışlardır.
İlgili ifadeler şu şekilde anlatılmıştır.
O nedenle Türkiye’de ileriki yıllarda bu bölümlerde yeni bölümler oluşacak, belki alt
dallarında daha da spesifikleşme gelişecek olarak düşünüyorum. Onun için
spesifikleşme bir gereklilik ve uygun olduğunu düşünüyorum (Adnan, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları).
Bence çok açık yani. Zorunluluk gibi görüyorum yani şu açıdan benim açımdan,
bilgi açısından bakacak olursak, gerçekten ortada bir zorunluluk var. Çok büyük bir
zorunluluk var (Akif, Genel Cerrahi).
Onun için insanoğlu da belli bir yere doğru bilgisi artmaya başladıkça. O zaman
kendine diyor ki bir dakika benim de hafızam yetmeyecek o zaman benim sistemde
kalabilmem için belli bir uzmanlığa gideyim diye de düşünüyor. Yani bu kendi
şeyiyle ilgili değil (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Artık diğer branşlarda öyle. Meselâ hakimlere bile artık ağır ceza hakimi deniyor.
Sulh ceza hakimi deniyor. Avukatlar da öyle. Aslında sırf hekimlikte değil bütün
bilim dallarında bir branşlaşma var (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Pratisyen doktor ne zaman yetişiyor? Hasta yükünden bir şey öğrenemiyor ki, sadece
hasta bakıyor, nöbet tutuyor. Eğitim yeterli olmasına rağmen pratik olarak çok
yükleniyor. Hasta yükü fazla olduğu için yetiştirilemiyorlar. Doğrusu uzmanlık şart
(Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Muhtemelen her şeyi bilememekle alâkalı bir durum, insan vücudu büyük varlık.
Açıklanması mümkün olmayan hâlâ birçok unsur var. Hâl böyle iken bir insanın bütün
insan vücuduna hükmetmesi hekim bazında söylüyorum; çok zor görünüyor. Yani bu
uzmanlaşma ya da yan dal, üst dal, alt dal yani diseksiyonlaşma bir zorunluluk
haline geldi. Aslında bunu biraz mühendislik gibi düşünebiliriz (Alper, Üroloji).
Pratisyen Hekimliğin Fonksiyon Kaybı
Mevcut sağlık sisteminde pratisyen hekimliğin konumunun aşındırıldığından ve
anlam kaybettiğinden bahseden Erdem Bey, pratisyen hekimlerin sistem içerisinde
yalnızca “reçete yazan” bir konumda olduğunu vurgulamıştır: “Son sağlık politikaları
sebebiyle pratisyenlerin de artık bir anlamı kalmadı yani. Etkili bir pratisyenlik, sağlık
ocağı doktorluğu eskisi kadar yapılamıyor. Pratisyenler sadece bir iki reçete
113
yazıyorlar, gönderiyorlar. Doğru düzgün hasta bakamıyorlar.” Buradan pratisyen
hekimliğin konumunun vasıfsızlaşma sürecinde olduğu anlamını çıkarmak mümkündür.
Ayrıca eski sağlık sisteminde fonksiyonel olan “Sağlık Ocakları”na olumlu manada
atıfta bulunulmuştur. Kendisinin de pratisyen hekim olarak kalması durumunda işlevsiz
bir hekim olabileceğini dile getiren Gökhan Bey ise, “Çok fazla işlevi olmuyordu
pratisyen hekimin var olan sağlık örgütlenmesinde benim zamanımda ve şimdi.”
şeklindeki ifadeleri kullanmıştır. Uzmanlık odaklı şuanki sistemin iyileştirilmesi halinde
pratisyen hekimlik yahut genel hekimlik modelinin birinci basamak sağlık hizmetlerinin
verdiği koruyucu sağlık hizmetlerinin de daha iyi şartlar altında verilebileceğine dikkat
çeken Gökhan Bey, uzmanlaşma nedenini sağlık sistemine bağlayarak konuyu şu
şekilde izah etmiştir:
Sağlıklı düzgün bir sağlık sistemi olsa hekimlerin çoğunluğunun bizim ülkemizde de
dünyada da çoğunluğunun pratisyen hekim ya da genel pratisyen hekim olarak
kalması sağlığın korunması açısından daha uygun, daha ekonomik ve daha insancıl
(Gökhan, Kardiyoloji).
Sistemin Sunduğu Şartlar
Sağlık sisteminin sunduğu şartlar nedeniyle uzmanlaşma yoluna gittiklerini
belirten hekimlerden biri olan Akif Bey, sağlık sisteminin içinde bulunduğu vaziyeti şu
ifadelerle özetlemiştir:
Bu tüketici bir sağlık sistemi, piyasaya ait bir sağlık sistemi, bize ait insanlığa ait bir
sağlık sistemi değil. Piyasa bunu gerektiriyor, gayet açık. Ben ses çıkarabiliyor
muyum buna? Sen geldin bana dedin ki aşağıda konuştuk. Ben dedim ki sana saydım
saydım senin önce aile hekimine gitmen gerekir. İkinci hastaya derim. Dördüncü
hastada bıkarım. Bunları anlatmaktansa bakmayı tercih ederim. Bir de senle kavga
edeceğim, tartışacağım (Akif, Genel Cerrahi).
Katılımcılardan Kadir Bey, birinci basamak sağlık hizmetlerinin işlevsizliğine;
Deniz Bey, pratisyen hekimliğin itibarına; Gökhan Bey, Türkiye’deki sağlık sisteminin
mevcut durumuna ve hastanelerdeki çalışma şartlarına; Fatih Bey, Türkiye’deki sağlık
sisteminin uzmanlaşmayı zorunlu kılması yönüne; Rıdvan Bey, pratisyen hekimliğin var
olduğu sistemin yetersiz eğitim alt yapısına; Ülker Hanım ve Ramazan Bey ise,
sistemdeki mesleki yetkilerin sınırlarına değinerek uzmanlaşma nedenlerini sistemsel
bir zorunlulukla açıklamaktadırlar.
Aslolan uzmanlaşma değil. Niye değil? Birinci basamak sağlık hizmetleri
toplumun hastalıklarına çözüm bulamıyor. Asıl hedef pratisyen hekimlik. Dolu bir
şekilde yetişsin (Kadir, Genel Cerrahi).
114
Ama bu oradan kurtarmanın, pratisyen hekim olmamanın yolu uzmanlıktan
geçiyor. Uzmanlaşmaya gitmeye çalışıyoruz (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
İyi de bu hekim Ay’da çalışmayacak ki, Mars’ta çalışmayacak. Bu hekim Türkiye’de
çalışacak. Türkiye’nin var olan sağlık sisteminde çalışacak. Türkiye’nin
hastanelerinde çalışacak. Türkiye’nin hastanelerinde çalışan hekim uzmanlaşmayı
seçerken neye göre karar verecek? Türkiye’nin sağlık sistemine bakacak (Gökhan,
Kardiyoloji).
Benim davranışım çok önemli ben üniversite hastanesinde mi çalışacağım başka bir
hastaneden mi çalışacağım. Üniversite hastanesinde beni hangi şartlar bekliyor
(Gökhan, Kardiyoloji).
Türkiye'deki sağlık sistemi uzmanlaşmayı teşvik ediyor. Ama sunduğu alt yapıyla
buna zemin hazırlayamıyor. Meselâ branşında tamamen uzman olmuş x branşından
birisini tutup taşradaki bir hastaneye, alt yapısı olmayan bir yere gönderebiliyor. O
kişi orada öğrendiklerini uygulayamayacak asla. Daha donanımlı bir hastanede ancak
o insandan yararlanabilirsiniz (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Genel hepsi yani hangi bölgeyi ameliyat edecekseniz? Hiçbir pratisyenin ameliyat
etme yetkisi yok, cerrah olmadığınız sürece ameliyat edemezsiniz. Cerrahi uzman
olmadıktan sonra (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Hekim hasta açısından kendini geliştirmesi lâzım. Türkiye’de dediğim gibi eğer
pratisyen hekim yeterli olarak eğitim alabilseydi ama alamadığı için mecburen bir
dal seçerek o dalda uzmanlaşması lâzım. (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları)
Atıyorum, gözünde bir şey var hastanın ya da olma ihtimali var. Göz doktoruna
gitmek zorundasın. Teknik olarak gözün incelemesini göz doktorundan başka hiçbir
doktor bilmez. Onların özel aletleri var. Onları nasıl kullanacaklarını onlar biliyorlar.
Ne gördüklerini onlar yorumluyorlar. Bazı konularda kesinlikle birbirine ihtiyaç
duyuyorlar doktorlar, bir de bazı konularda sistem zaten bunu böyle getirmiş oluyor.
Meselâ hepatit oluyorsunuz. Onun özel bir ilacı var. Başka bir doktor yazamıyor.
Gastroenteloji yazabiliyor. Biraz da sistem uzmanlığa itiyor aslında (Ramazan, İç
Hastalıkları).
1.7. Toplumsal Beklentiler
Hekimlerin tıpta uzmanlaşma nedenleri “Toplumsal Beklentiler” teması altında,
“Toplumsal Statü” ve “Prestij” şeklindeki iki farklı alt tema altında birleştirilmiştir.
Toplumsal Statü
Hekimlik mesleğinin toplum tarafından belirlenen konumunu makam, mevki ve
bulunduğu pozisyonla açıklayan “Toplumsal Statü” alt teması, hekime ve bağlı olduğu
mesleğe toplum tarafından yüklenen anlamı ve değeri açıklayıcı ifadelerle
konumlandırılmıştır.
Katılımcılardan Coşkun Bey, toplumsal beklentileri karşılamanın pratisyen
hekimlikte değil, uzman hekimlikte olduğunu belirtmiştir. Görüşmesinin tamamında da
115
sık sık vurguladığı toplumsal statünün hekimin hayatındaki önemini en çarpıcı
ifadesinde şöyle özetlemektedir:
Artı bir de yoldan geçerken “ne iş yapıyorsunuz?” denildiğinde “doktorum!” sorusu
söylendiğinden. Bir sonraki soru genelde hep ne doktorusun? İşte bunun karşılığını
verebilmek için.
Uzmanlaşma yolunun, ekonomik ve yaşam koşullarını iyileştirmesinin yanı sıra
toplumsal statüyü de artırdığı yönündeki görüşünde Çetin Bey şu ifadeleri kullanmıştır:
Ekonomik açıdan, yaşam koşulları açısından ve toplumdaki statü hepsi daha
olumluya götürüyor. Yoksa kimse istemez zaten (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Coşkun Bey gibi Deniz Bey de hekimin mesleki anlamdaki konumunun “Ne
uzmanı olacaksın?” sorusuna verilecek cevap ile açıklanabileceğini vurgulayarak izah
etmektedir:
Türkiye’de diş hekimine şey sorar mısınız? Ne doktorusun? Diş hekimi der çıkar.
Ama tıp fakültesinin üçüncü sınıfından itibaren herkese şunu sorarlar. Ne olacaksın?
Doktor olacağım. Ne uzmanı olacaksın? Şimdi dünyada bu anlamda çok ters bir
yerdeyiz. Çok uzun yıllar Türkiye’de sağlık politikası birinci basamakta çalışan
hekimi kambur olarak görürdü. Sağlık Bakanlığı’nın açıklamaları pratisyenler bizim
kamburumuz. Şimdi dolaylı olarak hekim şunu yaşıyor. Ben okuma yapıyorum. Kabul
ettiğim anlamında değil. Bu ülkenin en zekilerinden biriyim. Deli gibi çalıştım.
Arkadaşlarımın hepsi gezerken ben dershanelere gittim, onu yaptım bunu yaptım, gece
geç yattım, dirseklerimi çürüttüm. Tıp fakültesini kazandım. Tıp fakültesinde de
inanılmaz bir vaziyette işkenceden geçtim. Sonra herkes bana diyor ki koçum
doktor olacaksın. İşte kızınız ne oldu, oğlunuz ne oldu? Doktor oldu falan. Politika
diyor ki; sen bir kambursun. Hasta geliyor ilaç yazacaksın. Kızım oğlum sen bunu
biliyor musun? Sen ne doktorusun bir söyle? Şimdi ne kadar bir değersizleşme
yaşıyor hekim ya. Hayatımın tümünü okuyarak geçiren insana bir çöp muamelesi
yapıyorsun. Biz altıncı sınıfta görmeye başlamıştık. Şimdi üçüncü sınıflarımız bunu
görüyor. Benim bir uzmanlık alanı bulmam lâzım diyor. Toplumsal statü
kazanabilmemin yolu bu. Bir sosyal sermaye kazanacak (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Hiç şüphesiz. Dedik ya entelektüel bir sosyal sermaye. Para kazanırım sorun değil.
Pratisyen hekim olarak para kazanabilirim. Ama bu para, ekonomik sermaye yetmiyor
bana. Bir de doktor üzerinden bir sosyal sermaye kazanayım da kazanamamış yazık.
Pratisyen kelimesini alt edebilmek için ben bilmem ne. Kendi adımızda da bir
yanlışlık var. Ne? Şunu kazanmış yazık. Aralarında bir hiyerarşik ilişki. Hiyerarşik
ilişkiyi neye göre bakıyorsun? Çok tipik olarak piyasa ilişkilerine göre tanımlarsınız
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Deniz Bey’in aynı soruya verdiği bir diğer cevap da hekimlik mesleğinde
ayrıcalıklı bir konumu olan cerrahların ve cerrahi işlemlerin statüyü artırdığı yönündeki
görüş ile aktarılmaktadır:
Bir de cerrahlar var. Keser biçer kolay. Siz o tahlili yaparsınız, bu tahlili yaparsınız
dahili bakış açısı, biz gireriz işi bitiririz. Toplumsal yaşam böyle öngörüyordu çünkü.
116
Şimdi yeni bir üretim sistemine doğru yönelim var global dünyada. Bize bir şey daha
aktardılar. Bunun bir bedeli var dediler. Kesmenin biçmenin bir bedeli var. Sana
müthiş bir statü getiriyor doğru (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Deniz Bey’in toplumsal statüye ilişkin bir diğer görüşü, toplumdan ziyade
ailelerin çocuklarının geleceğine yüklediği mesleki anlamla ilişkilidir. Hekimlik
mesleğinin hâlâ görünürde “garanti meslek”, “garanti iş kapısı” olarak görülmesinden
ve toplumsal statüsü yüksek profesyonel meslek grubuna mensup olmalarından dolayı
ailelerin de çocuklarını bu perspektif kapsamında ele aldığı düşünülmektedir.
Şu çok önemli bir şey. Ailelere sorarsanız şu var. Bitirdiği zaman işi olacak.
Atanacak. Gidecek bir yerde üç kuruş para alacak. Gittiği yerde de çöpçülük
yapmayacak. Doktor bey, doktor hanım diyecek. Her ne kadar pozisyon düne oranla
tamburun kasnağını biraz aşağı insek de hâlâ doktor bey, doktor hanımız. Bunu da
kabul etmek lâzım. Doktorlara göre bu çok kötü bir yıpranmadır falan ama hâlâ çok
önemlidir. Garanti gelir, garanti iş ve iyi bir doktor. O yüzden üniversite sınav
sonuçları bunları gösteriyor (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Prestij
Prestij alt teması “prestij” ve “imaj” şeklinde kodlanarak oluşturulmuştur.
Katılımcılardan Coşkun Bey ve Deniz Bey, hekimlik mesleğinin saygınlık yönünden
oldukça yüksek bir düzeyde olduğunu belirterek, tıp fakültesi öğrencilerinin mesleğin
bu yönünü düşünerek tercihte bulunduğunu söylemişlerdir. Her iki hekimin diğer
söylemleri göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu imajın mesleğin tüm sürecinde
devam ettiği ve uzmanlık sürecini de kapsadığı çıkarımı yapılabilir.
Bu direkt olarak kişinin tercihi ile ilgili bir tablo olduğundan dolayı öğrenciler tıp
fakültesine gelirken çok büyük bir kısmı bizim tahmin ettiğimiz düzeyde
konuşuyorum. İş garantisi ya da doktor olayım, para kazanayım, prestiji var gibi
sebeplerden. Beyaz yakalı olmak niyetiyle buraya geliyor (Coşkun, Genel Cerrahi).
Ama imaj çağındayız. Simgeler önemli değil miydi? Bize bunu söylediler Sosyal
Bilimciler. Şimdi biz de ona göre bir tıp sektörü yapıyoruz. Her şey imaj. O yüzden
içeriden birinin çıkıp böyle cümleler söylemesi yıldızlarımızı dökmek olarak
algılanıyor. Hiç hoş değil. Dışarıdan birinin bu yıldızların arkasında ne var diye
araştırması hiç hoş olacak bir iş değil. Bunlar kötü. Yıldızlar parlasın orada (Deniz,
Göğüs Hastalıkları).
Pratisyen hekimlik ve uzman hekimlik karşılaştırması yapan Tarık Bey,
uzmanlık tercih nedenini pratisyen hekimliğin prestij yönünden düşük bir konumda
olduğuna bağlamıştır. İlgili ifadesi şu şekilde ele alınmıştır:
Şöyle pratisyen hekimin ülkemizde saygınlığı daha az. Aslında değerli ve önemli bir
şey. Koruyucu hekimliğin birinci basamağı olması gereken şey ama ben spesifik
olarak ürolojiyi tercih ettim (Tarık, Üroloji).
117
Mevcut sağlık sistemi içeresinde pratisyen hekimliğin fonksiyonel anlamda
değer kaybettiğini belirten Gökhan Bey ise, uzman hekimliği tercih etme nedenini şu
şekilde belirtmiştir:
Pratisyen hekim olursam işlevsiz kalacaksam tabii ki uzman olmak isterim
(Gökhan, Kardiyoloji).
1.8. Sağlık Piyasasının Yönlendirmesi
Tıpta uzmanlaşmanın sağlık piyasasına dayandırılan nedenleri arasında
“Piyasanın İşleyişi”, “Sektörel Nedenler” ve “Büyük Şehirde Çalışma İsteği” alt
temaları yer almaktadır.
Piyasanın İşleyişi
Katılımcılar arasından Kadir Bey, tıbbın ve sağlık hizmetlerinin işletme ve
piyasa mantığıyla biçimlendiğine, hastanelerin işletme pozisyonuna dönüştüğüne ve
sağlık planlamasının bu şartlar altında yapıldığına dikkat çekmektedir. Ayrıca uzmanlık
alanlarına rağbeti artıran bu sistemin, birinci basamak sağlık hizmetlerine olan talebi
azalttığı yönündeki ifadesi şu şekildedir:
Hastaneler işletme pozisyonunda tıpkı bir işletme mantığıyla hizmet verdiriliyorlar.
Topluma hizmetin ötesinde hastane işletmeleri kâr amacı güden kuruluşlara dönmüş
durumdalar. Topluma hizmet yaklaşımının da ötesinde. Hizmet satıyormuş gibi
görünse de. Sosyal devletin görevi bu. İşte bu işletme mantığı diğer %90’a da göz
dikmektedir. Çok basit faranjit, grip, nezle, enfeksiyon, çocuk hastalıklarından
pnömoni gibi hastalıklara sağlık ocakları tanısını koyup tedaviyi yapabilen bir hastalık
grubuyken devlette pediatri, dahiliye bakıyorsunuz hasta dolu (Kadir, Genel Cerrahi).
İşletmecilik mantığı özel, üniversite aynı pozisyona geldiği için. 1. Basamağa talep
azalmaktadır. Spesifik alanda hizmet veren, işin ehli olan insanlar hekim olmalı
(Kadir, Genel Cerrahi).
Akif Bey “stepne” metaforu vasıtasıyla açıkladığı üçüncü basamak sağlık
hizmeti veren ve uzmanlaşmanın yoğun görüldüğü üniversite hastanelerinin konumunu
piyasalaşma perspektifiyle ele alarak şunları söylemiştir:
Yani bugün piyasanın bir stepnesi, koltuk değneğiymiş gibi düşünüyor herkes. Yani
piyasaya hizmet vermesi, ne işi var piyasaya, niye hizmet versin ki yani. Üniversitenin
ne öyle bir kuruluş amacı oldu ne de öyle gitmeli yani. O zaman bambaşka bir yere
gideriz biz yani sanayinin kontrolünde ve denetiminde, ne bilimsel özerklik olur, ne
bilimsel özgürlük olur (Akif, Genel Cerrahi).
Piyasalaşma konjektöründen “ölçemediğinizi yönetemezsiniz” mantığı ile
hareket ettirilen hastanelerde her bir işlem ile değer kazanan hekimlerin, yaptıkları işlem
118
başına ücret almanın yolunun uzmanlaşmaktan geçtiğini belirten Deniz Bey, piyasanın
uzmanlık alanlarını şekillendirdiğini de eklediği ifadeleri şu şekildedir:
Neoliberal piyasanın işleyişi parça başı hizmettir. Eğer hizmeti de anlayabilirseniz
onu ölçebilirsiniz ve ücretlendirebilirsiniz. Ölçebildiğiniz her şeyden de kâr
maksimizasyonunu artırabilirsiniz. Artık biz şuraya doğru gitmeye başladık.
Bronkoskopi yapıyor mu? Yapıyor. Kaç dakikada sürer bir bronkoskopi? On beş
dakika sürer. Ölçelim o zaman. Diyelim ki on beş dakikayı aşıyorsa doğru
yapmıyordur. On beş dakika içerisinde tamamlamamız lâzım. Şunu ölçüyorsunuz. Bir
ayda kaç bronkoskopi yaptı? Kırk tane yaptı. O zaman size ayakta şeyi getiriyor bana.
Standart ölçümleri. Kırka tane. Benim hasta grubumda elli tane ise ne yapacağım?
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Üniversite sınav sonuçları bunları gösteriyor. Hâlâ seçilen popüler bir meslek. Ama
ben seçilmeyecek olarak düşünmüyorum. Uzmanlık artarak devam edecek.
Uzmanlaşma sağlık sorunlarıyla hiç ilişkili olmayacak. Tamamen piyasanın
belirlediği bir şey olacak (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Biz de kendimizi bu piyasada ne geçerli ise o uzmanlık alanına doğru gidiyoruz.
Benim TUS denilen hikâye altıncı sınıfta aklıma geldi. Altıncı sınıfta oturup
çalışmaya başladım. Evet öyle bir çalışma standardını da bilmiyordum TUS’un falan.
Garip bir çalışma tarzıydı. Kazamadım. Gittim mecburi hizmete. Mecburi hizmette ne
oluyor dedim. Askere kadar böyle (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Piyasanın görünmez elini “üst akıl” olarak nitelendiren Selim Bey, ilk olarak
hastalıkların üretildiğini, sonrasında hastalıklara göre uzmanlık alanlarının
belirlendiğini düşündüğü görüşlerinde şunları aktarmıştır:
Bilginin artışından spesifikleşme değil de tabii ki bir de spesifikleştiren bazı üst
akıllar var. Yurt dışında Amerika’da falan her spesifik branş oluştukça onunla ilgili
kullanılan malzemelerde spesifikleşiyor (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Tüp bebek on beş yirmi sene önce bu kadar yoktu. Şimdi hemen herkes tüp bebek
tedavisi oluyor. Hastalığı ürettiler artık yeterince. Piyasa oluşturdular.
Savaşmasına gerek yok. Tıbbi malzemelerden daha fazla para kazanıyorlar (Selim,
Kalp-Damar Cerrahisi).
Bazı bilim alanlarının tıbbın içine dâhil olmasıyla belirginleşen farklı uzmanlık
alanlarına dikkat çekilen görüşler şu şekildedir:
Hekim burada kendi alanında uzmanlaşmıyor. Elektronikçiler kendi malını satmak
için kendi alanıyla ilgili fason bir hekim getiriyor. Tıbbın orijinali o değil. O adam
tıbbı yapmıyor. O adam doktor değil ki. O adam elektronikçinin fasonu. Ben
ultrasonla hep bunu yaparım, buna tanı koyarım. Tıpçının amacı o değil ki (Şener,
Ortopedi ve Travmatoloji).
Halk gözünde zararlı kanser yapıyor değil mi? Şimdi plastik ne zamanın ürünü?
1940’lar ya da 1950’lerin ürünü. 1940’lar ya da 1950’lerden önce plastiğin
bulunmasından önce insan ömrü 60 yıl, şimdi ise 80 yıl. Niye 60 yıl buralarda? O
zaman enfeksiyon hastalıkları bulaşıcı hastalıklar çok. Teknolojinin orada koruyucu
hekimlikte plastiği vurarak bu işi başka işlere yaptırıyor. Ama sen şimdi aynı plastikle
119
enjektör imal edersen ben enjeksiyon için kullanıyorum onu. Ama önceden cam
enjektörler vardı. Kokardı leş gibi. Şimdi tek kullanımlık neden? Plastik ucuz. Ama bu
şu demek değil. Sen plastiği kullanarak koruyucu hekimlikte bunları hekimlere
yaptırmayarak birçok işi yaptın. Şimdi mühendislik, iktisat, işletme, pazarlama hep
böyle hekimleri kendi içine doğru çekmeye başlıyor ve hekimler de para kazanmak
uğruna buralara düşüyor. Esas yanlış burada. Eğer ben işimi yapacaksam teknolojiye
mahkûm olmak değil (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Piyasanın yönlendirici yönüne değinen Ramazan Bey’in, yeni üretilen tıbbi
cihazlar, ilaçlar ya da hastalıkların hekimlerin uzmanlaşma nedenleri üzerinde etkili
olduğunu düşündüğü görüşleri şu şekildedir:
Bazı alanlar için olabilir. Meselâ gastroenterolojide bu böyle. Cerrahi branşlarda
böyle. Piyasaya yeni sunulan cihazlar onlar için daha önemli hale geliyor
(Ramazan, İç Hastalıkları).
Aslında şöyle hastalık artmamıştır belki de nüfusla birlikte hastalık da artıyor. Meselâ
yüz sene önce kaç hastalık vardı derseniz? Toplasanız yüz, yüz elliyi geçmez. Ama
şuanda binlerce hastalık türü var. Genetik var, metabolik, endokrinolojik var. Özel
sektör olabilir ya da ilaç olabilir. İnsanlar çok makul görüyorlar. İlaçların özel firmalar
tarafından üretildiğini, sonuçta o mekanizmada öyle işleyen bir sistemde hasta ile
hekim arasında yönlendirici ya da araya giren bir şeyin olması çok saçma olur aslında.
Meselâ bir ilaç çıkıyor. Çok pahalı bir ilaç ona göre çalışmalar çıkıyor. Ona göre
detaylar çıkıyor. Yani hekim yönlendiriliyor bir noktada (Ramazan, İç
Hastalıkları).
Sektörel Nedenler
Uzmanlaşma nedenleri arasında “Sağlık Sektörü” alt temasının da yer aldığı
araştırma kapsamında, sağlık sektörünün etkinliğine dikkat çeken Alper Bey görüşünü,
“Sağlık da öyle. Silah sektöründen sonra en büyük sektör sağlık sektörü, ilaç sektörü.”
şeklindeki söylemiyle aktarmıştır. Akif Bey de sağlık sektörü ile ilgili “Sonuçta sistem
diyelim, sağlık sektörü diyelim, sağlık sektörü açısından da ciddi, sağlığın bir kere
sektörel olduğunu kabul etmek lâzım. Yani ben herkesin parası yani ben işte herkesin
parasız sağlık hizmetine ulaşmasını söylüyorum falan filan ama bu sektör günümüzde
dünyadaki en büyük üçüncü sektör.” ifadesiyle Alper Bey ile aynı doğrultuda fikir
beyan etmiştir. Akif Bey’in sağlık sektörü temasına ilişkin diğer görüşleri konuyu
oldukça aydınlatıcı özelliktedir:
Bir de işin sektörel yönüne bakmak lâzım yani sektörler bunu dayatıyor. Bir
sektördeki bilgi birikimi de giderek yoğunlaşıyor. Sektör daha rafine işler bekliyor
yani. Çünkü aynı şeyleri üretemez yani kendisini yenilemesi lâzım (Akif, Genel
Cerrahi).
Sektörün de bu yenilemeyi sağlayacak bilgi birikimine haiz insan sayısı az (Akif,
Genel Cerrahi).
120
Sağlık da aynı şekilde tabii tabii yani faktörlerinden birisi de bu tabii yani. Yeni yeni
adamlar üretiyorsun yani. Sektör özellikle ister bunu yani ee ürünleri ayrı ayrı
insanlara sanki yeni ürünlermiş gibi pazarlamayı çok sever yani, acayip sever yani,
yani sektör bunu zorluyor (Akif, Genel Cerrahi).
Büyük Şehirde Çalışma İsteği
Katılımcılar, hekimlerin uzmanlaşma ya da yan dal yapma nedenleri arasında
“Büyük Şehirlerde Yaşamak” konusunun da olduğunu belirtmişlerdir. Kentleşme
oranının yüksek olduğu günümüzde, üçüncü ve ikinci basamak sağlık hizmeti sunan
hastanelerin büyük şehirlerde konumlandırıldığı düşünüldüğünde hekimlerin konuyu
uzmanlaşma nedenleri arasına taşımaları yerinde bir tespittir.
Bir de böyle daha büyük cerrahileri yapabileceğim bir merkezde çalışmak istedim,
o yüzden (Tarık, Üroloji).
Yok normal artık pratisyen hekimlik diye bir şey kalmadı. Aile hekimliği olarak.
Bunun için daha çok bunu yapmasının sebebi tayin. Büyük yerlerde çalışmak. Daha
spesifik olmak (…) Aslında spesifikleştikçe iş bulma durumu özellerde azalır. Çünkü
genetik uzmanı olsan her yerde iş bulamazsın. Ama bu zamanda büyük yerlerde
bulursun. Furkan yan dal yapıyor. Endokrin uzmanı oluyor ama netice de iş bulma
oranı dahiliyeciye göre daha az (…) Sadece senin için uzman olduğun zaman veya
yan dalcı olduğun zaman bir de Türkiye’de bir ilçeye verilmeyebiliyorsun veya
çok büyük ilçelere verilebiliyorsun. Rahatlık o açıdan olabilir belki, o da senin yaşam
yeri açısından. Yoksa iş yükünü rahatlatmıyor yani (Furkan, Kulak Burun Boğaz
Hastalıkları).
Tabii ki hekimler için uzmanlaşmadan hekimlik yapmak zorlaştı. Neden zorlaştı?
Genel hekimlik yaparsanız nöbeti, icabı, yorgunluğu işte belli branşlarda belli
yerlerde hekimlik yapabilirsin. Ama ne kadar uzmanlaşırsanız daha büyük
şehirlerde daha istediğiniz yerlerde doktorluk yapma şansınız var (Ahmet, İç
Hastalıkları).
Atıyorum şimdi bir dalak alanında az bulunan bir hekim. Kimse onu doğuya
göndermeye çalışmaz. Büyük şehirlerde, önemli merkezlerde çalışır. Bu da birçok
hekimin isteyeceği bir şeydir. Kimse gidip de bir kasabada hekimlik yapmak istemez.
Çünkü oradaki imkânlar yeterli değil yani (Ahmet, İç Hastalıkları).
Genel pratisyenliğin veya genel dahiliye veya genel cerrahinin bir sistem problemi var
ancak küçük yerlere gidip çalışabiliyorlar. Büyük kentlerde yaşayamıyor. Gelir
seviyeleri düşük (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
En büyük parametre bu! Büyük kentlerde ya da iyi yerleşim yerlerinde
yaşayamıyorsun. Gelirin düşük ama sen yan dal uzmanı olursan daha spesifik sayısı
az olan bir branşa kavuşursan hem daha büyük merkezlerde çalışıp hem daha büyük
gelir elde edersin. O yüzden herkes yan dala daha spesifik branşa kaymaya
çalışıyor (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Memnun değiller hep küçük ilçelerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Mesleğin 25-30.
yılına kadar büyük kentlere gidemiyorlar. Dahiliye uzmanı gene öyle, genel pratisyen
diyorlar onlara hep. Dahiliye uzmanı mesleğinin sonuna gelmesine rağmen büyük
bir kente gidemiyor (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
121
Bir endokrinci mezun olur olmaz büyük bir kente gidiyor. Kadrosu orda var, bir çocuk
psikiyatristi (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
1.9. Hasta ve Hastalık Kaynaklı Nedenler
Hekimler görüşmeler esnasında, hastaların ve hastalıkların uzmanlaşma
nedenleri arasında sayılabileceğini ifade etmişlerdir. Bu ifadeler “Hastaların ve
Hastalıkların Farklılaşması” ve “Hastaların Talebi” şeklinde iki alt temada kodlanmıştır.
Hastaların ve Hastalıkların Farklılaşması
Hekimlerin, tarihsel seyirde hastalıkların farklılaşmasına ve hekime başvuran her
hastanın farklı bir özellik göstermesine yönelik verdikleri cevaplar “Hastaların ve
Hastalıkların Farklılaşması” alt temasında toplanmıştır.
Hastalıkların farklılaşmasına eş olarak, hastalık yahut hastalık grubu adedince
branş gerekliliğinden bahseden hekimlerin olması, günümüz tıbbının içinde bulunduğu
yoğun uzmanlaşma çabası açısından oldukça düşündürücüdür. İlgili ifadeler sırasıyla
verilmiştir:
Eskiden dünyada ee yani ee rönesansa kadar yaklaşık 900 milyon insan vardı. 1
milyarın altındaydı insan nüfusu, son iki yüzyılda iki katına çıktı. Şimdi 7 milyardan
bahsediyoruz. Ya 21.yy’da 7 milyardan bahsediyoruz. 1 milyar insanın içinde
hastalıkların görülme sıklığıyla 7 milyar insanın içinde bir hastalığın görülme
sıklığı arasında sıklık açısından istatistiksel anlamda belki bir fark
görmeyebilirsiniz ama sayısal anlamda inanılmaz bir fark var. Bu o zaman çok ciddi
bir sağlık problemi haline gelir. Ya bununla uğraşmak, toplum sağlığı açısından
bakarsanız bununla uğraşılması gerekir. Bununla uğraşacak adamlarınız bununla
uğraşacak ekiplerinizin olması gerekir (Akif, Genel Cerrahi).
Eskiden sadece ülser varmış. Ama teknoloji ilerliyor, yeni hastalıklar bulunuyor,
yeni teşhis imkânları bulunuyor, moleküler düzeye indi artık işler. Ben cerrahım ben
şunu biliyorum ki önümüzdeki belki elli yüz yıl sonra bize şunu diyecekler; ne kadar
ilkel işler yapıyorlar! Adamın organını çıkarıyorlarmış. Moleküler tedavi çıkacak
adam verecek böbrek tümörü temizlenecek. Ama şuanın geçerli olan yöntemi bu. O
zaman belki daha spesifik olacak işler (Tarık, Üroloji).
İlk başta tıp ilminin derinliğinden bahsederken yine oraya getireceğiz konuyu zaten.
Çocuk hekimliği de aynı şekilde. İnsanı genel olarak düşündüğümüz zaman çocukta
adeta onun bir kopyası. Çocuk varlığıyla, çocuk bünyesiyle uğraşırken yine
acizliğinizi fark ediyorsunuz? Çünkü yaş gruplarına göre farklı fizyolojik
özellikleri var bir çocuğun. Şuan bilimsel olarak dünyanın kabul ettiği yeni doğan
döneminden itibaren on sekiz yaşına kadar çocuk kabul ediliyor. Şimdi yaş grubu
içinde öyle dönemlerden geçiliyor ki bu dönemler çok farklı fizyolojik ve biyolojik
özellikler gösteriyor. Yani yeni doğan bir bebeğin alabileceği ilaçlar,
karşılaşabileceği hastalıklar tamamen farklı. Beş yaşındaki bir çocuğun farklı.
On beş yaşındaki bir çocuğun farklı. Bunların her bir döneminin kendine özgü
fizyolojik ve biyolojik özellikleri var. Bunları da tanımak ve kavramak için ayrı
122
branşlara ihtiyaç var. Meselâ bir genel cerrah erişkinlerin ameliyatlarını yapan bir
kişi çocuk ameliyatlarında çok yetersiz kalır (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Az önce söyledim. Anatomisi biyolojisi, fizyolojisi farklı. Onun için çocuk
cerrahisi diye ayrı bir branş var. Psikiyatri, çocuğun duygu özellikleri erişkinden
çok farklıdır. Onun için çocuk psikiyatrisi diye ayrı bir şey var. Çocuk hekimliği
içinde de kendine özgü yan dallar var. Meselâ çocuğun kalp sistemi erişkinden çok
farklıdır. Onun için çocuk kardiyolojisi diye ayrı bir yan dal var. Çocuğun kullandığı
ilaçlar ve dozları çok farklıdır. Onun için çocuk onkolojisi diye ayrı bir yan dal var.
Çocuğun böbrek sistemi erişkinden farklıdır. Bu ayrı bir ilim gerektiriyor. Onun için
çocuk nefrolojisi diye ayrı bir yan dal var. Çocuğun gelişimi, büyümesi erişkinden çok
çok farklıdır. Endokrin ayrı, bir çocuk endokrinoloji diye ayrı bir yan dal var. Bunu
yaklaşık on üç kadar şuan çocuğa ait yan dal branşı var ve her birisi ihtiyaçtan
dolayı ortaya çıkmış branşlar (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Günümüzde artık hastalıklarla ilgili bilgiler çok fazla arttı. Teknoloji ilerliyor. Her bir
hastalık için farklı, yeni, her gün takip etmen gereken kendini güncellemen gereken
hatalıklar, yenilikler var (Engin, Kadın Hastalıkları ve Doğum).
Bir çocukla bir yetişkin hasta da birbirinden farklı. Bu kadar geniş alana hâkim
olmak önemli, bir de çalıştığınız şey insan (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Tıp bilgisinin çok artmasından ziyade insanların teşhis noktasında hastalıklar
çeşitlendi. Biz hastalıkları yeni yeni tanımaya başladık. Altındaki mikro değerleri
çözmeye başladık ve bu artık size tek tip kaba hekimlik değil de daha ince ayarlar
gerektiren hekimlik yapmanızı salık veriyor (Tekin, İç Hastalıkları).
Hastaların Talebi
Hastaların işin uzmanına muayene olma arzusu, işin ehli olarak gördükleri
uzman hekimlere olan talebi artırmıştır. Hastaların hastane tercihlerinde ikinci basamak,
üçüncü basamak ve yan dal hastanelerinin yoğunlukta olduğu düşünüldüğünde, “güven”
unsurunun da etkili olduğu düşünülebilir.
Hastalar işi kökten çözeyim diyor. İşin uzmanını istiyor! Sana bir örnek vereyim.
Hasta geliyor. Senin annen var. Anneni çok seviyorsun doğal olarak. Kim annesini
çok sevmez. Geldi. Anneni dışarıya çıkartıyorsun. Meme kanseri. Hocam diyorsun
lütfen ameliyatı siz yapın. Bu lâfı duyunca ben hemen ya diyorum bir dakika bir şey
söyleyeceğim. Otursana iki dakika. Ben diyorum anamdan cerrah mı doğdum?
Doğmadım. Evet diyor. Nasıl öğrendim cerrahiyi? Benim gibi ağabeylerim ablalarım
vardı. Bana iyi niyetli yaklaşan ve bana öğretme sorumluluğunu hisseden, onların
sayesinde öğrendim. Ben de öleceğim diyorum. Bu dünyaya kazık çakmayacağım..
Benden sonra benim gibi insanların olmasını istemez misiniz? diyorum. Birilerine
öğretmek zorundayım. Yetişecek birileri yapacak yani. Basit örnek. Adam ona bile
cevaz vermiyor. Ben nasıl oldum? Bana güvenen ağabeylerimin, ablalarımın
sayesinde bugüne geldim. Sen yetenekli diyorsun, güvenip geliyorsun ama ben de
çalıştım ama insanlar bana güvendi sorumluluk verdiler, eğittiler onun sayesinde
bugüne geldim. O kadar kötüyüz ki bunu bile düşünemeyecek durumdayız artık (Akif,
Genel Cerrahi).
Hastalar da tabii kendi değerlendiriyor. İşte şu daha iyi yapıyormuş deyip ona
gidiyor yani (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
123
Uzman seçiminde şöyle hiç kimseye güvenmiyorlar. Bir kaç yere gidiyorlar veya
gittiğinde sabahtan akşama bir düzelme bekliyor. Olmadığı zaman hemen bir daha
hekime gidiyor. Tedavinin değerlendirilmesi için en az kırk sekiz saat veya yetmiş iki
saat beklemek lâzım. O şekilde davranılıyor. Bir de çevre faktörü çok önemli. Birisi
başka bir doktora gitmişse onun önerisi ile gidiyor (Furkan, Kulak Burun Boğaz
Hastalıkları).
Ben de çocuğumu ya da kendimi kendi hastalığımla ilgili olarak o işi en iyi bilen
insana götürmek isterim. Sokaktaki herkes de bunu tercih eder (Gökhan,
Kardiyoloji).
Sokaktaki adam önce hangi hastaneye geliyor. Pratisyen hekime mi geliyor
muayenehaneye mi gidiyor üniversite hastanesini mi tercih ediyor? Hastaların
topluma bakış açısı çok önemli. İnsanların bir şeyi seçmek noktasında (Gökhan,
Kardiyoloji).
Hastalarda şu var. Ben uzman birine muayene olursam daha iyi muayene ediyor
(Binnur, Acil Tıp).
Sevk sisteminin rayında işlemediği düşünüldüğünde, hastaların ilk tercihlerinin
uzman hekim olmasını eleştiren Hale Hanım vaziyeti, “Çok temel hastalıklar var.
Tiroid ilacı kullanan hastalarda ilaç dozunun ayarlanması gibi şeyler var. Meselâ böyle
bir hastalığı dahiliye hekimi çok rahatlıkla takip edebilir. Aslında hastanın bana
gelmesine hiç gerek yok. Ama şimdi hastalar tamamen bir uzmana görünmek niyetinde
ama biz sağlık sistemimizi tam oturtamadık.” ifadeleriyle aktarmıştır. Konuyla ilişkili
olarak Engin Bey de, hastaların hekim talebi noktasında yüksek beklenti içinde
olduklarını şu şekilde ifade etmiştir:
Birinci basamak, ikinci basamak, üçüncü basamak önce aile hekimine görünüp o sevk
ediyordu ama bunda tabii toplumun bilinçlendirilmesi lâzım. Hasta aile hekimine
güvenmiyor ki. Niye bana bir uzman bakmıyor diyor. Uzman bakıyorsa niye bana
hoca bakmıyor diyor. Bu da hastanın bilgi düzeyiyle alâkalı bir durum, bana hoca
baksın diyor (Engin, Kadın Hastalıkları ve Doğum).
Hastalara ilişkin olarak konunun arz talep meselesi olduğunu, birçok hastanın
uzman hekimi dahi atlayıp bir üst konumda yer alan profesör hocalara muayene olmak
istediklerini aktaran Şener Bey’in düşünceleri ile sisteme hafif sitem dolu cümleler
yöneltilmiştir:
İnsanlar bir de çıkış yakalamak istiyor. Sen dahiliyeciye mi gidiyorsun direkt olarak.
Gitmiyorsun. Diyorsun ki göğüse gideyim (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Böyle bir arz talep meselesi var (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Beş bin tane. Herkes profesöre muayene olmak istiyor. Bu profesör yirmi dört saat
çalışsa, sabahtan akşama hiç ara vermeden uyumayacak, yirmi dört saat çalışsa yine
muayene edemez. Şimdi arz talep meseleleri yanlış Türkiye’de. Meselâ İngiltere’de
bütün doğumları ebeler yaptırıyor. Ancak çok riskli olursa doktor gidiyor. İngiltere’de
124
halen öyle. Türkiye’de sağlık sisteminde bir tuhaflık var (Şener, Ortopedi ve
Travmatoloji).
Hepimiz memur çocuğuyuz. Biz de öyle büyüdük. Şimdi hoca olduk ama biz de öyle
büyüdük. Biz o zaman ne yapabiliyorduk. Senede iki kere pastırma yiyorduk veya
yemiyorduk. Hiç yaz tatiline gitmedik. Anamızın babamızın hâlâ arabası yok. Bizim
hakkımız değil miydi? Arabaya binmek, onları yemek. Herkesin hakkı. İnsan doğası
değil mi? Ama sağlığa gelince herkes profesöre muayene olmak istiyor (Şener,
Ortopedi ve Travmatoloji).
Hoca baksın. Ne uzmanı? Asistanı beğenmiyor. Bizim buradaki asistanımız ne
demek biliyor musun? Mastır yaparak mezun oluyor. Artı üstüne dört yıl okuyor.
Zaten hekim adam. Beni öğreniciye bırakma. Sen amca ne kadar okudun? Adam
ilkokulu bitirmemiş, beğenmediği adam mastırlı, adamı beğenmiyor. Şimdi
Türkiye’de böyle bir algı var. Bizim tıp işin içine girince her şey alt üst (Şener,
Ortopedi ve Travmatoloji).
1.10. İş Bölümü
İş Bölümü
Katılımcılar tarafından tıpta uzmanlaşmanın belirleyicileri arasında belirtilen “İş
Bölümü” teması, “görev ayrışması” ve “bölünme” şeklinde kodlanmıştır.
Hekimler iş bölümünün uzmanlaşmaya neden olduğunu, temelinin kapitalist
üretim paradigmasına dayanması yönüyle konuya açıklık getirerek aktarmışlardır.
Katılımcılardan Akif Bey süreci şu ifadelerle anlatmıştır:
Aynen öyle yani, sonuçta evet yani, düzenli bilimsel birikimin ne zaman
yoğunlaştığına bakıldığında 16.yy’dan sonra yani 17.yy ile beraber rönesansın etkileri
ve işte o kapitalist dönemde görülen değişmeler. İşte Fransız devriminden önceki
yaşanan radikal değişiklikler ee sonuçta bilimsel bilgi birikiminin özellikle yani 17. ve
18. yy’da patlama şeklinde nerdeyse 19.yy’da özellikle daha çok olmak üzere
gerçekleşmesini görüyoruz (Akif, Genel Cerrahi).
Cerrahi onkolog temel olarak bir kavram. Yani kanserle uğraşan cerrah aslında. Ama
benim açımdan bakarsan yani kanser çok büyük bir alan. Oluşumundan yayılım
yollarından, ee işte tedavi tanısından, ee tedavi süreçlerden takip süreçlerinden oluşan,
sorunların çözümü konusundaki palyatif yaklaşımlardan, işte efendime söyleyeyim
terminal dönemden yani hastanın ölüme hazırlanacağı dönemden bu döneme kadar,
yani inanılmaz büyük bir bilgi birikimi var. Bu bilgi birikimi içinde görev alan çok
sayıda insan var (Akif, Genel Cerrahi).
Alper Bey, tarihsel planda bilinen iş bölümünün klasik örneğini “saat yapımı”
üzerinden anlatarak, mesleklerdeki tezahürü ile bağlantı kurmuştur:
Gelişmiş ülkelere baktığımda bizim gibi gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırdığımda
küçük mesleklerde bile ciddi anlamda bölünmeler var. Meselâ Almanya’da bir saat
fabrikasına giderseniz çalışan çok fazla departman görürsünüz. Adam otuz yıl
boyunca sadece pim takar. Başka bir şey yapmaz. Kordonu da ben yapayım yoktur.
Kordonu da bir ekip yapar. Pimi bir ekip yapar. Yelkovan, akrebi bir ekip yapar. Öyle
gider. Mühendislik bile o hale gelmiş. Dolayısıyla da tıp da bir şeyle uğraşayım ama
125
en iyisi olayım düşüncesiyle uzmanlaşma bence doğru bir tercih. Yan dal ve üst
ihtisas yapmak da doğru bir tercih (Alper, Üroloji).
“Hâlbuki hekim ve tıbbı sen akciğerin şurasındaki bu bölümünden sorumlusunuz
dediğiniz zaman artık o bir zanaat işinden çıkıp teknik bir iş haline gelmeye başlıyor.”
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Mikro anlamda, herhangi bir organın ufak bir bölümünden sorumlu olmak, tıpta
şuan görülen aşırı uzmanlaşmayı nitelendirmektedir. Makro anlamda bir meslek
grubunun bir bölümünden sorumlu olmak ise, sağlık işgücü piyasasının şekillenmesine
neden olmuştur.
2. HEKİMLERİN YAN DAL YAPMA NEDENLERİNE İLİŞKİN
BULGULAR
“Hekimlerin yan dal uzmanlığını tercih etme nedenlerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?” şeklindeki araştırmanın ikinci sorusuna verilen cevaplar
neticesinde “Ekonomik Nedenler”, “Mesleki Kontrol”, “Toplumsal Beklentiler”,
“Kişisel Kariyer”, “Sağlık Bakım Kalitesini Yükseltmek”, “Tıbbi Bilginin Artması” ve
“Malpraktis” şeklindeki temalar oluşmuştur. Bahsi geçen temalar ve alt temalara Şekil
2’de yer verilmiştir.
126
Şekil 2. Hekimlerin Yan Dal Yapma Nedenlerine İlişkin Kavram Haritası
127
2.1. Ekonomik Nedenler
“Ekonomik Nedenler” teması; “Yüksek Gelir Beklentisi” şeklindeki bir alt
temayı kapsamaktadır.
Yüksek Gelir Beklentisi
Hekimlerin ikinci soruya yönelik verdiği cevaplar ilk olarak “gelir” ve “kazanç”
kavramı etrafında şekillenmiştir.
Katılımcılardan Akif Bey yan dal yapmanın kişiyi özel kılacağını, kişinin
piyasada gözle görünür bir fark oluşturacağını ve nadir bulunan uzman hekimlerinin
gelir anlamında diğer uzman hekimlere göre fazla kazandığını belirtmiştir: “Çok fazla
genel cerrahi varsa genel cerrahiler çalışabilmek, yaşayabilmek için imkân
bulabilirler mi? Bulamazlar ve daha ucuz paralara çalışmaya başlarlar. Piyasada bunu
çok istiyor yani. O nedenle bu sayılar bu yüzden de artıyor yani. Şimdi on beş, yirmi
milyara sözleşme imzalayan hekimleri mi istersin, beş, altı milyara sözleşme yapmak
isteyen hekimleri mi istersin? Tabii ki beş, altı milyarı istersin. Çünkü emek maliyetin
azalır. Hekim maliyeti yüksek özel sağlık işletmeleri için. Hekimler tabii bu anlamda
daha yüksek gelir elde edebilmek için uzmanlaşmayı tercih ediyorlar.”
Deniz Bey, cezbedici yan dalların tercih edilmesi halinde ekonomik refahın
arttığı yönündeki “Bu yüzden hangi yan dal popüler yine o sosyal ve ekonomik
sermayeyle ilişkili.” şeklindeki görüşünde, Selim Bey, spesifik alanlarda
uzmanlaşmanın ekonomik getirisinin yüksek olacağı “Gerçekçi olmak gerekirse
öncelikle ekonomik nedenlerle tıpta daha spesifik uzmanlık yapmak istiyorlar. Çünkü
o zaman daha spesifik işlerle uğraşarak ekonomik olarak daha güçlü olacaklarını
daha az bilinen bir branşa seçerek de özellikle daha çok hastanın geleceğini düşünüyor
olabilir.” şeklindeki görüşünde, yine Selim Bey, “Bir kısmı herhalde daha çok hakim
olup meselâ branş içerisine bu benim daha çok ilgimi çekiyor. Bir de tek olup gelir
anlamında tek olduğun zaman bir süre sonra hakikaten tek oluyorsunuz.” ifadesinde
yer alan “tek olmak” mottosunda, aranan kişi olma hevesine bağlı olarak gelir
artırmanın yolunu vurgulamıştır.
Gökhan Bey, gelir ve ücret tatmini açısından olduğu “Size uzun vadede
getireceği ekonomik geri dönüşü biraz daha fazla. Gelir ve ücret tatmini de etkili
oluyor herhalde. Evet etkili oluyor.” cümleleriyle açıkladığı düşüncesinde, Binnur
128
Hanım, “Dahiliye dediğin zaman hormon sistemi, böbrek sistemi, karaciğer, safra
kesesi sistemi, mide, bağırsak sistemi derya deniz. Daha konsantre tutman gerekiyor
beynini. Uzman, pratisyenden; yan dalcı, uzmandan daha fazla kazanıyor.” hiyerarşik
bir ilişki kurduğu gelir oranına ilişkin görüşlerinde, Hale Hanım, “Kısmen prestij
olarak, kısmen de gelir olarak.” gelir ve prestij olarak ikiye ayırdığı hissiyatında, Çetin
Bey, büyük merkezlerde çalışarak büyük kazançlar elde edilebileceğini “Yan dal
uzmanı olursan daha spesifik sayısı az olan bir branşa kavuşursan hem daha büyük
merkezlerde çalışıp hem daha büyük gelir elde edersin.” ifadeleriyle aktardığı
görüşünde, yine Çetin Bey’in bir diğer görüşünde, nadir bulunan yan dal hekimlerinin
daha çok arandığını ve buna bağlı olarak daha çok kazandıklarını belirttiği “Hasta
sayısında azalma oluyor ama daha özelleşmiş daha spesifik bir hekim oluyorsun. Bugün
dahiliye uzmanı ülkede 15 bin tane ise, endokrinci 500 tanedir. Kardiyolog 2000
tanedir ya da 1000 tanedir. Daha çok aranıyorsunuz ve hem istihdamınız daha rahat ve
iyi oluyor hem de daha yüksek bir gelir elde etmiş oluyorsunuz.” şeklindeki ifadesinde,
“Gelir ve Ücretin” yan dal hekimliğini tercih noktasında ne denli önemli olduğunu
belirtmişlerdir.
Deniz Bey’e ait son ifade ise, hekim camiası olarak “gelir” odaklı
düşünüldüğünü kanıtlamaktadır:
Daha önemlisi ister pratisyen ister uzman olsun veya olmasın, ister aile hekimi ister
herhangi bir uzmanlık alanından olsun hepimiz kafamızı “ne kadar alırız ne kadar
almayız?” ona döndürmeye başladık (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
2.2. Mesleki Kontrol
Hekimler, yan dal yapma nedenlerini “Hâkimiyet Güçlüğü”, “Bir Alanın Verdiği
Rahatlık”, “Spesifik Bir İşle Uğraşma”, “Mesleki Tatmin”, “Genel Alanda Çalışma
Zorluğu”, “Mesleki Yetkinlik” ve “Mesleki Gereklilik” şeklinde yedi alt tema
kapsamında değerlendirmişlerdir.
Hâkimiyet Güçlüğü
Günümüz şartlarında bilgi bombardımanı olduğunu görüşme esnasında belirten
Gökhan Bey, kendi alanının içinde de birden fazla alt dalın bulunduğunu belirtmiştir.
“Kardiyolojinin de kendi içinde bir sürü alanı var. İşte aritmi kardiyolojisi var, kalp
yetersizliği kardiyolojisi var, kapak kardiyolojisi var, koroner anjiyo yapan stent takan
kardiyologlar var gibi gibi.” ifadelerle açıklayan Gökhan Bey, yalnızca bir uzmanlık
129
alanına hâkim olmanın zorluğunun ötesinde kendi içeresinde bile bu kadar fazla alt dala
ayrılan bir uzmanlık alanına hâkim olmanın çok daha güç olduğunu ima etmiştir.
Selim Bey de benzer ifadelerle, kendi içinde farklı dallara ayrılan uzmanlık
alanlarına hâkim olmada hekimin yetersiz kalacağını belirtmiştir. “Uzmanlaşma gerekli
ve gerektiği şeklide uygulanırsa olmak zorunda. Çünkü şöyle düşün. Kalp damar
cerrahisi var. Erişkin kalp damar cerrahisi var. Bunların hepsini düşündüğün zaman
hepsine birden hâkim olup hepsini bilmeniz mümkün değil. Spesifikleşmek çok
önemli. Hastaya faydayı artırır ama işte handikaplarını da çözmek lâzım.”
Tekin Bey ise, dahiliye branşının çok dağınık olduğunu ve bir hekimin bu
branşın bütününe hâkim olamayacağını dile getirdiği görüşünde, “Meselâ dahiliyenin
yan dallaşma süreci farklıdır. Çocuğun yan dallaşma süreci farklıdır. Ürolojinin veya
başka bir kliniğin yan dallaşma süreci farklıdır. Dahiliyede konular çok geniş. Çok
dağılmış ve siz tek başına hepsine yetişemeyebilirsiniz. Çünkü teksiniz, tek hareket
ediyorsunuz ama karşınızda birbiriyle iletişim içinde olan bir sürü organ var. Bir sürü
hücre var. Hepsinin ilişkilerini çözmek zorundasınız. Bir sürü mekanizma var. Onun
için ben şu yan dalı iyi yapabilirim deyip oraya yöneliyorsunuz.” şeklindeki ifadelerle
aktarmıştır.
Bir Alanın Rahatlığı
Hasta profilinin ve potansiyelinin belli olması yönüyle yan dal uzmanlığının
tercih edildiğini belirten hekimler; az olan şeylerin bir rahatlık getireceğini, hekimlerin
performanslarını daha geniş bir alan yerine daha dar bir alanda daha verimli
kullanabileceklerini, kafalarının daha rahat olacağını ve mesleki anlamda avantajlı
konumda olacaklarını aktardıkları düşünceleri şu şekilde sıralanabilir:
Meselâ endokrin olsa hasta profilin bellidir ve onlara daha çok verimli olabilirsin.
Faydalı olabilirsin, o konuda daha çok araştırma yapabilirsin, zaman ayırabilirsin.
Ama genel dahiliye dediğimiz derya deniz yani (Onur, Enfeksiyon Hastalıkları).
Meselâ az olan şeyler daha rahat oluyor. Özel sektörde çalışmak isteyen hekimler
için de öyle. Aynı zamanda daha spesifik bir iş yapmak, bu işe daha rahat sarılmanızı
ve daha başarılı olmanızı getiriyor. Yani bir dahiliye hekimi her şeye bakarken
birçok şeyi atlıyor belki (Tarık, Üroloji).
Hem rahatlık. Bana doçent olduğum zaman dediler ki bir hastane bana bizimle çalış
ama genel dahiliyeye bak, tüm dahiliyeye bak dediler. Ben genel dahiliyede kalmak
isteseydim endokrin yapmazdım. Endokrin yaptıktan sonra genel dahiliyeye dönemem
dedim. Zor, çok zor tekrar o tarafa dönmek, o kadar zor ki (Hale, İç Hastalıkları).
130
Daha tatmin edici oluyor o konuda, daha da uzmanlaşıyorsun, daha iyi biliyorsun.
Bizim bildiğimizin hepsini bilmek zorundasın göğüs dalında. Ama meselâ bir yoğun
bakımcı olduğu zaman sadece yoğun bakıma gelen hastaları spesifik
ilgilenebiliyorsun. O sebeple ona kayma oluyor (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Evet akademisyenlik için ya da şey için, çünkü her alanda bir şey yapamazsınız.
Bunu efektif ve iyi yapamazsınız (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Biz biraz da kaçış noktası görüyoruz. Bu kadar şeyle uğraşacağıma giderim bir
bölümle uğraşırım kafam biraz daha rahat olur. O yönü de var (Tekin, İç
Hastalıkları).
Bu alanda hasta potansiyelim daha belli (Ramazan, İç Hastalıkları).
Çocuk uzmanı doktoru olarak çalışmak çok zor. Günde yüz hasta falan
baktırıyorlar size nöbetler çok ağır. Yaşınız ne olursa olsun nöbet tutuyorsunuz. İcap,
sürekli telefonlar çalıyor. Aslında biraz da bundan kurtuluş (Ceyda, Çocuk Sağlığı
ve Hastalıkları).
Tabii ki yan dal akademik açıdan daha avantajlı. Uzman olarak yaptığınızda her gün
aynı şeyi yapıyorsunuz. Belli hastalara bakıyorsunuz. Üst solunum yolu enfeksiyonu
vs. meslek olarak da kendinizi tatmin edemiyorsunuz. Sıkıntılı hastaları sevk etmek
zorunda kalıyorsunuz. Yan dal olduğunda daha spesifik bir alana, daha dar bir
alana daha rahat bakıyorsunuz. Aslında pek çok alanda örneğin göz doktorlarının ya
da ortopedistlerin işte kalça ameliyatına bakan kişinin ayrı olması lâzım. Ama
Türkiye’de doktor sayısı yetersiz olduğu için olmuyor (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Spesifik Bir İşle Uğraşma
Görüşme yapılan hekimler, yan dal yapma nedenlerine ait düşüncelerini mesleki
anlamada spesifik bir işle meşgul olma perspektifinden açıklamaktadırlar. Baktıkları
hasta kesiminin belli olması ve spesifik hastalıklarla ilgilenmeleri halinde; alan
bilgilerini daha rahat güncelleyebileceklerini, işe bağlılığın ve odaklanmanın yüksek
düzeyde olacağını, ilgi daralmasının verdiği bir rahatlıkla mesleklerini icra edeceklerini
ve yaptıkları işi en iyi yapabileceklerini ifade etmişlerdir. Konuya ilişkin katılımcı
görüşleri şu şekildedir:
Spesifikleşmenin faydalarından biri belki o. Güncelleme şansım daha kolay çünkü.
Aynı bölümün tüm hastalıklarıyla ilgilendiğiniz zaman takibiniz daha zor. Ama
spesifik olunca onunla ilgili veriler size daha çok gelmeye başlıyor. İlgilenen
medikal firmalar, ilaç sektörü, kongrelerde spesifik konularda uğraştıkça
bilgilerinizi daha çok güncelliyorsunuz (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Meselâ az olan şeyler daha rahat oluyor. Özel sektörde çalışmak isteyen hekimler
için de öyle. Aynı zamanda daha spesifik bir iş yapmak, bu işe daha rahat
sarılmanızı ve daha başarılı olmanızı getiriyor. Yani bir dahiliye hekimin her şeye
bakarken birçok şeyi atlıyor belki (Tarık, Üroloji).
İlgi daralması, yaptığın işi en iyi yapabilmek bence o. Meselâ bir endokrin cerrahisi
sadece yaptığı ameliyatlara baktığımız zaman akut bakım açmaz meselâ. Daha çok
guatr, meme, göbek üstü bezi, pankreas bu şekilde ameliyatlar yapar. Biraz daha dar
131
alanda çalışmak, spesifik alanda hastalıklara bakmak amaçlı ama onlar da daha çok
büyük yerlerde hasta bulabilirler (Savaş, Genel Cerrahi).
Ben meselâ genel tıp için daha spesifik alanda uzmanlaşma yapmak için. Her şeyden
biraz anlamaktansa diyabeti çok iyi bileyim, endokrini çok iyi bileyim. Ama
meselâ karşıma bir hasta geldiği zaman o hastanın bir mide kanseri olduğundan da
anlayabileyim. Yani o kadar da uzak olmayayım. Temel yaklaşım açısından çok uzak
olmayayım hastanın akciğer kanserinden de anlayayım. Nefes darlığını da anlayayım,
ayağındaki tümörü de anlayayım temel yaklaşım olarak tanı koyabileyim ama tedavi,
takip ve daha detaylı incelemeye geldiği zaman çok daha iyi tedavi edebileyim (Hale,
İç Hastalıkları).
Yani daha spesifik çalışıyorsun. Buradan baktığımızda 100 hastanın içinde koahlı,
bronşiti varken alerji uzmanı oluyor veya yoğun bakımcı oluyor bu kişi böyle olunca
daha spesifik bir hastalık grubuna bakıyorsun (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Daha özellikli bir iş yapıyorum (Ramazan, İç Hastalıkları).
Mesleki Tatmin
Hekimler, uzmanlıktan bir adım öteye giderek daha spesifik alanlarda çalışma
nedenlerini mesleki tatmine bağlamışlardır. Alt branşlarda çalışmanın iyi ve kötü
yönlerinin de göz önünde bulundurulmasına dikkat çeken Selim Bey konuyla ilgili şu
ifadelerde bulunmuştur:
Biraz tatminle ilgili yaptığı işte tatmin olmak. Mesleki tatminle ilgili. Tabii gittikçe
alt branşlara ayrılmasının iyi tarafları da var kötü tarafları da var. Ama ben ekonomik
neden ve tatmin konusunun ön planda olduğunu düşünüyorum. Yoksa eskiden
genel bir dahiliye vardı. Değeri çok iyi olan bir yerdi (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Gökhan Bey ise, kısa bir ifadeyle “Yani bu kişisel mesleki tatmin
meselesi.” diyerek konu hakkında kısa bir yorum yapmıştır.
Genel Alanda Çalışma Zorluğu
Genel dahiliye ve genel cerrahi gibi hasta kesiminin heterojen yapıda olduğu
branşlarda çalışan hekimlerin alanlarını çok geniş bulmaları, yaygın bilinen bir görüştür.
Katılımcılardan Onur Bey, genel alanda çalışıldığı takdirde daha yüzeysel bilgi sahibi
olunacağını “Genel dahiliye uzmanı olmak demek her şeyi iyi kötü bilmek demek ama
aynı zamanda bilememek demek. Bir şey küçük parçalara ayrıldığı zaman daha çok
şey bilirsin. O konu hakkında uzmanlaştığın zaman daha çok faydalı olursun. Tanı ve
tedavi yöntemlerini bilirsin. Daha çok mantıklıdır.” ifadeleriyle anlatmıştır.
Ceyda Hanım ise, çalıştığı alanı tıbbın genişliğiyle kıyaslayarak “Çocuk
uzmanıyım. Çok zor bir alan. Yani tıp ne kadar genişse çocuk uzmanlığı da o kadar
geniş. Daha da spesifikleşmek istedim.” şeklindeki ifadesiyle yan dal eğitimi aldığını
belirtmiştir.
132
Mesleki Yetkinlik
Uzmanlık sonrası yan dal tercihinde bulunan hekimlerin, üst ihtisaslaşmanın
mesleki yetkinlik sağlaması nedeniyle tercih edildiğini belirtmişlerdir. Alanında uzman
ve yetkin hekimlere olan ihtiyaç açısından Deniz Bey’in konuya ilişkin görüşleri şu
şekildedir:
Şuna ihtiyaç var. Bir kere tabip olarak gelişim açısından bir sorun yok. Ama belli
sayıda alanlarda kimi konularda daha yetkin isimlere ihtiyaç var. Bunlar güncel
tedavi hizmetlerini sunmazlar. Bunlar birazcık daha danışman pozisyonunda olurlar.
Ana hizmet böyle gider zaten. Alerji sorunlarının yüzde doksanını standart bir hekim
çözer zaten. Yüzde onunun danışabileceğinin bir şeyinin olması lâzım. Ama bir kere
uzmanlaşma başladıktan sonra örneğin alerji testleri bizim sorumluluğumuz dışında
yapılmasın. Neden? Çok riskli. Hayır Bu başka bir kavram. Göğüsçüler solunum
testlerini sadece biz yapalım. Biz eskiden şöyle yazardık. Birinci basamakta akciğer
sorunuyla başvuran herkese birinci basamaktaki yapsın. Ona göre tanı koysun. Doğru
tedavi uygulansın. Şimdi bundan sonra birinci basamakta pek yapılmasın. Biz bu özel
yetenek isteyen bir bilgidir. Göğüs hastalıkları uzmanları yapmalı, neden? Çünkü
SGK bana para kazandırıyor. Ben bu gücümü paylaşmam. Şimdi bir güç savaşına
döndü her şey elindeki gücü artırmaya çalışıyor. Yoğun bakımdaki bunlar sadece
benim olsun toplumsal sağlık üzerinden çalışmayan bir sistem ortada. Yoksa her
uzmanlaşmadan belirli bir alanda tedavi edici tarafı daha az olmak üzere bir
uzmanlaşmaya ihtiyacımız var. Ama bu bugünküyle hiç kıyaslanacak bir şey değil.
(Deniz, Göğüs Hastalıkları)
Savaş Bey’in, hekimlerin çalıştıkları spesifik branş üzerinden bildiğin konuları
daha iyi bilmeyi, böylece mesleki anlamda olgunluğa erişilebileceğini açıkladığı
görüşleri şu şekildedir:
Bence hasta sayısında artış olmaz. Endokrine gider meselâ guatr hastası gider. Ama
bir fıtık gitmez meselâ. Hasta çoğalması olmaz. Daha çok bilgi sahibi olur. Her şeyi
bilir o konuda. Bütün genel cerrahiyi bir kitaba sığdırmışlar. Ama sadece guatr ile
ilgili de bir kitap koyabilirsin. Benim onların hepsini bilmem imkânsız. Bildiğini
daha iyi bilmek için olabilir.
Gökhan Bey, günümüz aşırı uzmanlıklar çağında, yoğun bilgi seli ile kontrollü
bir şekilde baş edebilmek amacıyla bir konu üzerinde çalışıp, yalnızca o konu açısından
yetkin olmak gerektiğini açıklamaktadır. İlgili ifadeler görüşmeden şu şekilde
aktarılmıştır:
Bir şeyde yoğunlaştıkça odaklandıkça işiniz nispeten daha sınırlı oluyor. Ve bugünkü
devirde her tarafta bilgi bombardımanı var yani tıbbın her alanında. Ben
kardiyoloğum, kardiyolojinin de kendi içinde bir sürü alanı var. Sadece hasta takip
eden herhangi bir yöntem kullanmayan klinik kardiyologlar var vs. tam bilmiyorum.
Çok fazla bilgi bombardımanı var, ister istemez insanlar bir konuyla yoğunlaşıp o
konuda yeterli ve yetkin olmayı tercih ediyorlar (Gökhan, Kardiyoloji).
133
Mesleki Gereklilik
Katılımcıların yan dal yapma nedenleri arasında yer alan “Mesleki Gereklilik”
alt temasına ilişkin görüşler, uzmanlık alanında yer alan yan dalların tıp mesleği
açısından gerekliliğine ve ehemmiyetine binaen yer verilmiş görüşler çerçevesinde
şekillenmiştir.
Tabii sadece bu değil örnek, uzmanlaşma da gerektiğini düşündüm ben. Çünkü
çocuk hasta, her tür gelen şeye bakıyorsunuz gerçekten hani belki bi endokrini bir
endokrinci kadar bilemezsiniz (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Üst ihtisaslaşma da aslında bunun bir uzantısı. Sonuçta alanlar genişledikçe bir
takım ihtiyaçlar artıyor. Bizim alanımızla ilgili yoğun bakım üst ihtisasına gidildi.
Çünkü yoğun bakım bir sektör olarak burayı devam ettirecek bir insan gücüne ihtiyaç
var. Bununla ilgili bir bilgi birikiyor ve bu bilgiyi kendi içerisinde dönüştürecek
sistem var. Yararı var mı? Var. Hep aynı gri alanlarda kalan bir adamımdır hayat
boyu. Zinhar kötü, zinhar iyilerden hep uzağımdır. Yara var ama kantarın topuzu
kaçmış mıdır? Kaçmıştır. Hiç tereddütsüz bir vaziyette kaçmıştır. Yan dallarda da
meslek hastalıkları yan dalı Türkiye için çok önemli bir yan dal. Çünkü hem tanı
konulamıyor hem de çoğu insanımızı biz buradan kaybediyoruz (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Kütüphaneler dolusu kitapların yazıldığı bir arşive sahip her bir branş ve bu branşların
da doğal olarak aynı nedenden dolayı alt branşları ortaya çıkıyor. Yani branşlaşma
kesinlikle gerekli ve branş altı bizim yan dal dediğimiz alt branşların da ortaya çıktığı
bir gerçek. Bunlar hep ihtiyaçtan dolayı doğmuş hekimin doğal süreci. Hastaya daha
doğru bir yaklaşım daha iyisini verebilmek için bunun olması şart (Fatih, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları).
Anatomisi biyolojisi, fizyolojisi farklı. Onun için çocuk cerrahisi diye ayrı bir branş
var. Psikiyatri, çocuğun duygu özellikleri erişkinden çok farklıdır. Onun için çocuk
psikiyatrisi diye ayrı bir şey var. Çocuk hekimliği içinde de kendine özgü yan dallar
var. Meselâ, çocuğun kalp sistemi erişkinden çok farklıdır. Onun için çocuk
kardiyolojisi diye ayrı bir yan dal var. Çocuğun kullandığı ilaçlar ve dozları çok
farklıdır. Onun için çocuk onkolojisi diye ayrı bir yan dal var. Çocuğun böbrek
sistemi erişkinden farklıdır. Bu ayrı bir ilim gerektiriyor. Onun için çocuk nefrolojisi
diye ayrı bir yan dal var. Çocuğun gelişimi, büyümesi erişkinden çok çok farklıdır.
Endokrin ayrı bir çocuk endokrinoloji diye ayrı bir yan dal var. Bunu yaklaşık on üç
kadar şuan çocuğa ait yan dal branşı var ve her birisi ihtiyaçtan dolayı ortaya
çıkmış branşlar (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
2.3. Toplumsal Beklentiler
Hekimler, tıpta uzmanlaşma nedenleri arasında yer alan tema ile benzer bir
şekilde “Toplumsal Beklentiler”i karşılamak gerekçesiyle yan dal tercihinde
bulunduklarını ifade etmişlerdir. “Aranan Kişi Olmak ve “Prestij” şeklinde iki alt
temadan oluşan ana temanın odak noktası “farklı” ve “aranan kişi” olmak üzerinedir.
134
Aranan Kişi Olmak
Hekimler, spesifik bir branşta çalıştıkları zaman daha deneyimli ve bilgi
yönünden daha dolu oldukları sürece, alanlarında parmakla gösterilen kişi
olabileceklerini, sayısı az alanlarda hizmet vermenin bir çok avantajı olabileceğini
bildirmişlerdir.
Haa şimdi çünkü benim için değerli bir hasta yani. Tedavi etmişim, takip etmişim yan
dal problemi var, işte meme kanserli bir hasta. Romatizmal problemleri var.
Romatizmal problemlerini çözebilecek deneyimli bir insan arıyorum. Nereden
bulacağım bu deneyimli insanı? Mutlak suretle dahiliyenin içinden bulmam lâzım
yani. Ama kimi tercih ederim bu konuda? Deneyimli bilgisi en yoğun olan insanı
arar bulurum doğal olarak. Böyle oluyor. Çünkü hastan değerli. Yani zaten şimdi
meme kanseri nedeniyle tedavi etmişsin, ee meme kanseri nedeniyle takip ediyorsun.
Açıkçası çok emek harcamışsın ya onun ötesinde ekonomik anlamda çok değeri var.
Ee o hastayı sen hâlâ senin için bir değeri olan hastanın ee tedavisini ve tanısını ve
takibini sürdürmek konusunda yardım talep ediyorsun. Bu yardımı sağlayabilecek
deneyimli insanlara ihtiyacın var (Akif, Genel Cerrahi).
Ya bak şu farklı bir şey, bir insanın, bir hekimin hastanın tıbbi sorunlarını çözmek için
hastayı bir organizma olarak ele alması bir bütün olarak değerlendirmesi başka bir
şey, müdahale etmesi bambaşka bir şey. Şimdi ben yani tansiyon nedeniyle
çıkabilecek problemleri biliyorum. Cerrahi müdahalelerimi ona göre düzenliyorum.
Önlemlerimi ona göre alıyorum ama onlara müdahale için yetkisi olan güvenilir olan
insanları tercih ediyorum. İkisi arasında dağlar kadar fark var (Akif, Genel Cerrahi).
Bir şey çoksa kıymeti az oluyor (Savaş, Genel Cerrahi).
Hasta sayısında azalma oluyor ama daha özelleşmiş, daha spesifik bir hekim
oluyorsun. Bugün dahiliye uzmanı ülkede 15 bin tane ise, endokrinci 500 tanedir.
Kardiyolog 2000 tanedir ya da 1000 tanedir. Daha çok aranıyorsunuz (Çetin, Göğüs
Hastalıkları).
Türkiye gerçekleri açısından konuşursak daha az kişi yan dal uzmanı oluyor. Onun
belki bir etkisi olabilir (Ramazan, İç Hastalıkları).
Prestij
Üst ihtisaslaşmanın prestijle ilgili nedenleri ilgili yan dalın popülerliğini,
hekimin ün sağlamasını, hekimin itibarının artmasını ifade etmektedir. Alt temayı
örneklendiren hekim görüşleri ilgili ifadelerin de belirginleştirilmesiyle aşağıda
verilmiştir:
Göğüs hastalıkları, alanın yan dallarından biridir. Ama herkes yoğun bakım, uyku ve
alerji yan dalı yapmak istiyor. Ama kimse meslek hastalıkları yan dalı yapmak
istemiyor. Uykuda kurtarabildiğimiz can sayısı çok azdır. Alerjide kimse ölmez
hemen hemen. Yoğun bakımda biraz daha yaşamsal. Ama meslek hastalıkları
hepsinden daha fazla ölümcül ve yıkımcı sonuçlar doğuruyor. Ama asla kimse meslek
hastalıkları uzmanı olmak istemiyor. Türkiye’de sekiz tane uzmanımız var. Bu
adam popüler değil riskin ötesinde piyasada değeri yok. Ama ben bir yoğun
bakımcı olduğum zaman iş güvencem var. İstediğim paraya da bakarım. Sizin ne
135
uzmanısınız? Meslek hastalıkları uzmanı. Yani işte maden çalışma ortamları falan
piyasada ederi yok. Bu yüzden hangi yan dal popüler yine o sosyal ve ekonomik
sermayeyle ilişkili. Bence kimi alanlarda derinleşmeye ihtiyaç var. Ama bunu için
toplumsal ne kadar sorun var onu takip etmek lâzım öncelikle (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Bir de aslında özellikle sosyal medyanın değişmesi ve gelişmesi, haber kanallarının
artması. Sosyal medyada da özellikle sağlıkla ilgili tedaviyle ilgili hekimlerin aslında
kendi reklamını yapmak için kurduğu sitelerin sonucunda insanlar yalan yanlış da olsa
bir bilgi seviyesine geldiler. Özellikle sağlıkla ilgili biliyorsunuz cinsel konularda, saç
dökülmesi sağlıkla ilgili televizyon programı yaparsanız izlenme oranları artıyor.
Şimdi burada aslında yalan yanlış insanların, böyle televizyon başına çekmek için
yalan yanlış iddialarda bulunarak bazen hekimler yapıyor bunu tartışmalı dikkat
çekmeye çalışıyorlar. Bu dikkat çektikçe hastalarda belirli bir bilgi seviyesi doğru
veya yanlış bilgi önemli değil bir bilgi seviyesi oluşuyor. Bu da beklentiyi artırıyor.
Hasta gelince spesifik şeyler istiyor. Meselâ kalp damar cerrahı olmamıza rağmen
“varisi siz tedavi ediyor musunuz?” gibi saçma sorularla geliyor. Grubun tamamını
veya bölümün tamamını bilmemesine rağmen internetten araştırıyor (Selim, Kalp-
Damar Cerrahisi).
Ün sağlanıyor. Sadece uğraşmaya başladığında ün sağlıyorsunuz. Çok tecrübeli
diyorlar (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Spesifik şeylerle uğraşınca daha çok bilgi sahibi oluyorsun daha çok tecrübeli
oluyorsunuz. Bu da size özgüven veriyor, hastaya daha fazla faydalı olunduğu için ün
anlamında da para anlamında da getirisi fazla oluyor (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
İnsanların gözündeki prestijiniz farklı. Yani spesifikleştikçe Türkiye’de prestij
olarak daha iyi (Tarık, Üroloji).
Tabii bir işte pratisyen hekim, dahiliyeci yan dala gönderiyor. Bunlar o hasta da daha
prestijli hale getiriyor. Tabii ekonomik kısmı var işin. (Tarık, Üroloji)
Bu da bi gerçek bir konu hakkında uzmanlaştıkça ister istemez katma değeriniz
artıyor. Piyasa deyimi bu ama prestij artıyor (Gökhan, Kardiyoloji).
İtibarın da artıyor o da teşvik edici bir faktör. Daha çok itibarlı oluyor. Genel
dahiliyeci olsan bir ilçe devlet hastanesinde 10 dahiliyeciden biri olursun. Ama
bir endokrinci veya kardiyolog olursan tek olursun orda. O daha spesifik bir
durum (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Tekin Bey hekimlikteki prestij algısını, “Ön tarafta curcuna da değil de
arkadaki sakin odalarda.” şeklindeki istisnai bir söylemde, “arkadaki sakin oda”
metaforunu kullanarak açıklamış ve “Biraz daha fazla para alacağım, biraz daha
itibar sahibi olacağım. İşte o ön tarafta ki curcunadan sıyrılacağım deyip beklentiler
karşılanmadığı zaman şikâyet etmeye başlarsın.” ifadesiyle konuya ilişkin görüşlerini
tamamlamıştır.
136
2.4. Kişisel Kariyer Hedefleri
Hekimlerin yan dal üzerinde yoğunlaşma nedenlerine dair elde edilen bulgular,
“Akademik Anlamda İlerleme” ve “Kişisel Nedenler” şeklindeki iki alt temadan
oluşmaktadır.
Akademik Anlamda İlerleme
Kişisel kariyer hedeflerinden biri olarak düşünülen “Akademik Anlamda
İlerleme” alt teması, hekimlerin akademik kariyer yapmak için yan dal yapmanın şart
olduğunu belirttikleri ifadeleri içermektedir.
Kendisi de halen yan dal eğitimine devam eden Adnan Bey, herhangi bir devlet
hastanesinde çalışan uzman hekimin akademisyenlik yapma hedefini gerçekleştirmenin
yolunun yan daldan geçtiğini “Kendi şahsi görüşüm bir akademik açıdan biliyorsunuz
Türkiye’de akademisyenlik istiyorsanız burada yan da yapmak şartı oluyor. Yani
genel pediatrist olarak dışarıda kaldığınızda akademik olarak yayın yapmanız,
ilerlemeniz birtakım akademik kadrolar almak zor değil imkânsız. Meselâ bir Nevşehir
Devlet Hastanesindeki bir uzman arkadaşın yan dal yapmadan akademik olarak bir
şey yapması mümkün değil. Benim açımdan primer etken buydu, akademisyenlik
açısından.” şeklindeki ifadesinde açıklamıştır.
Tarık Bey, akademik kariyerine devam etmeyi kişisel bir sebep olarak
gördüğünü, devlet hastanesinde iş yükü fazlalığı nedeniyle işin rutinleştiğini ve kendi
alanında özel cerrahi ameliyatları yapma nedenini “Devlet Hastanesinde de çalıştım ben
zaten mecburi hizmeti X hastanesinde daha sonra Isparta devlette bir süre çalıştıktan
sonra ama hep hayalim akademisyen olmaktı. Yazı yazmak, araştırma yapmak,
konuşmak, eğitmek yani dolayısıyla kendimi hep geliştirmek istedim yani. Çünkü devlet
hastanesinde işler çok sırtınıza biniyor ve standart işinizi yapıyorsunuz. Bir de böyle
daha büyük cerrahileri yapabileceğim bir merkezde çalışmak istedim o yüzden.”
şeklindeki ifadesinde ele almıştır.
“Akademisyenlik” ve “akademik kariyer” ifadelerine vurgu yapan katılımcı
görüşlerine aşağıda yer verilmiştir:
Çok farklı tabii ki. İşin bilimsel yönünü neden, nasıl öğrenmek için akademisyenlik
ayrı bir konfor sağlıyor size. Bilgiye ulaşmada konfor sağlıyor. Çünkü mesleğiniz
akademisyenlik. Bunu yapmanız lâzım sizin, araştırma yapmanız lâzım (Fatih, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları).
137
Ya şimdi yan dallaşma, ya kariyer yapmanız için bir alana yönelmeniz lâzım
(Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Türkiye şartlarında da akademik kariyer yapmanız gerekiyorsa da akademik kariyer
için de bunlar şart. Sadece Türkiye içinde böyle değil dünyada da bunlar böyle yani.
Bir alanda bilimsel çalışma yapmak da böyle yani siz çünkü bir bilimsel çalışma
yaparken bir alan üzerinden yapabilirsiniz (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Kişisel Nedenler
Kişisel nedenler alt temasına ilişkin görüşler, hekimlerin daha çok şahsi
görüşlerine dayanan, kendi içsel nedenlerden dolayı anlamlandırdıkları konulardan
oluşmaktadır.
Katılımcılardan Tarık Bey, uzmanlıkta ileri derecede yoğunlaşmanın kişinin
olanı merak etmesinden kaynaklandığını ifade ettiği görüşü şu şekildedir:
Ben pediatrik ürolojiyi merak etmedim. Öyle bir şey ki yani bir tıp eğitimi var. Ondan
sonra dahiliye var. O da devasa bir şey. Bilgi yumağı. Onunda altında nefroloji,
bağırsak sistemi apayrı özelliği olan gerçekten çok bilgi olan bölümler. Dolayısıyla
merakla ilgili olduğunu düşünüyorum. Dahiliye hekiminin nefrolojiyi seçmesi bence
tamamen ben böbrek hastaları ile ilgileneceğim demesinden kaynaklanıyor. Sadece bu
değil belki ekonomik durumlar da vardır (Tarık, Üroloji).
Hedefini yüksek tutmuş ve hekimlik mesleğine dair yüksek idealleri olan
hekimlerin herhangi bir yan dal üzerine çalıştıklarını belirten katılımcıların görüşleri şu
şekildedir:
Tercihten ziyade hedefini yüksek tutmuş bir hekimin yapabileceği bir şeydir
branşlaşma. Yetersiz kalırsınız siz. Hastaya yanıt veremezsiniz. Bir de biliyormuş
gibi bir algı yaratırsanız orada hastaya zarar verirsiniz, yanlış ilaç yazarsınız, yanlış
teşhis koyarsınız. İnsan vücuduyla oyun olmaz yani (Fatih, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Sanırım mükemmeliyeti yakalamaya çalışmak ile ilgili bir şey bu. Doğada nedir?
En hızlı koşan ceylan ayakta kalır. Genetiği daha kötü olan, geri kalan ya da geride
kalan aslana yem olur. Biz işte hepimiz ayakta kalalım diye uğraşıyoruz. Biraz onunla
alâkalı. “Nasip, ömrü buraya kadarmış” demek yerine herkesi yaşatacağız. Her
hastalıktan kurtaracağız. Yani tabiri caizse ölümsüzlüğü yakalamaya çalışıyoruz
çabasıyla alakalı bir şey (Alper, Üroloji).
Yetenek meselesinin de üst ihtisaslaşma yapma nedenleri açısından önemli bir
unsur olduğunu belirten hekimin ifadelerine de bu alt temada yer verilmiştir:
Meselâ kadın doğumdan örnek verirsek kadın doğumda bazı hocalar daha çok
jinekolojik kanserlerde iyidir. Buna da ihtiyaç var. Bazıları da doğum yaptırıyor
olabilir. Yani doğum sürecinde kadın hastalıklarında bazıları da jinekolojik kanser
ayrı bir dal. Bununla ilgili çok söz söyleyen hocalara ihtiyaç var. Bunların hepsi
ihtiyaç olduğu için çıkmış şeyler ve gereklidir diye düşünüyorum (Onur, Enfeksiyon
Hastalıkları).
138
Yalnızca Ceyda Hanım’ın açıklık getirdiği mecburi hizmet yapmamak için yan
dal yapan hekimlerin konumuna ilişkin görüşe aşağıda yer verilmiştir:
Mecburi hizmet yapmamak için de yan dallaşma olabiliyor. Çok fazla adil bir
dağılım yok ve bir yerden sonra hep aynı hastanede çalışanlarda var. Eğer hani bu
doğru kurulursa bu doğudaki bir insanında yararlanmaya hakkı var. Dolayısıyla yirmi
sene bir hocanın aynı yerde kökleşmesi mi? Yoksa herkesin aynı hocadan
yararlanması mı? (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
2.5. Sağlık Bakım Kalitesini Yükseltmek
Sağlık Bakım Kalitesini Yükseltmek
Uzmanlık derecesi arttıkça, hekimlerde sağlık hizmet kalitesini yükseltme ve
insan ömrünü uzatma idealinin yükseldiğinin görüldüğü ifadeler “kaliteyi artırmak” ve
“insan ömrünü uzatmak” şeklindeki kodlardan oluşmuştur.
Yani o açıdan çocuğun uzmanlaşması bu yönüyle hasta hizmetlerinde de bence
kaliteyi artıracağını düşünüyorum (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Sanırım mükemmeliyeti yakalamaya çalışmak ilgili bir şey bu. Doğada nedir? En hızlı
koşan ceylan ayakta kalır. Genetiği daha kötü olan, geri kalan ya da geride kalan
aslana yem olur. Biz işte hepimiz ayakta kalalım diye uğraşıyoruz. Biraz onunla
alakalı. “Nasip, ömrü buraya kadarmış” demek yerine herkesi yaşatacağız. Her
hastalıktan kurtaracağız. Yani tabiri caizse ölümsüzlüğü yakalamaya çalışıyoruz
çabasıyla alakalı bir şey (Alper, Üroloji).
2.6. Hastalıklarda Görülen Artış
Hastalıklarda Görülen Artış
Hekimler, üst ihtisaslaşma üzerinde hastalıkların artışının da etkili olduğunu
belirtmişlerdir.
İnsanın organizmasında çok fazla doku var ve o çok fazla dokuların hepsinin kendine
has kanserleri var. Ve bunların alt tipleri var. Eee bunların alt tipleriyle ilgili bir sürü
tanı yöntemlerinde bir sürü farklılıklar var. Tedavi yöntemlerinde farklıklar var.
Takipte farklılıklar var. Sonuçta inanılmaz büyük bir bilgi yumağı oluşmuş durumda
kanser. Üstelik de kanser yani. Yaşlanan insan topluluğunda yani işte ben öğrenciyken
55-56’lardaydı kadın kanserli yaş ortalaması. Yaş ortalaması 1 yaşındaki ee bir kız
çocuğunun beklenen yaş ortalaması 55-56 idi. Şimdi bugün bize açıklanan söylenen
şey yani bizim için Türkiye için 70-75 inanılmaz yüksek yani. Manyakça bir örnek.
Almanya’da 85’e ulaşmış vaziyette 85-86 (Akif, Genel Cerrahi).
1970, 80 ve 90’lı yıllardan itibaren dünyanın hepsinde İngiltere ve Amerika’daki bazı
kadın doğumcular önce hastalık ürettiler (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Yan dallaşmanın sebebi vücut sistemi o kadar karışık ve tedavi gerektiren durumlar o
kadar karışık. Yan dallaşma da bir şart. Örneğin dahiliyede kan hastalıkları sistemi
bambaşka bir sistem. Kan hastalıklarının tedavisini yapmak için o konuda
uzmanlaşıp başarılı bir şekilde yapması gerekiyor. Kadın doğumda meselâ gebelik
takibi ayrı bir yan dal, kanser cerrahisi ayrı bir yan dal. Şimdi gebe hasta doğumla
139
ilgili bir branş, kanser bambaşka bir branş. O yüzden yan dallaşma da şart oluyor
(Engin, Kadın Hastalıkları ve Doğum).
2.7. Malpraktisten Korunma Amaçlı
Tıbbi Hatadan Kaçınma
Akif Bey hekimlerin daha spesifik branşlarda çalışma isteğine, “tıbbi hata”
perspektifinden açıklık getirmiştir. Sigorta şirketlerinin genel alanda çalışan hekimlerin
hata yapmaya daha açık oldukları düşüncesiyle hareket ettiklerini, herhangi bir hukuki
durumda hekimlerin ehil olup olunmadığının sorgulanabileceğini vurgulayan Akif Bey,
hekimlerin spesifik branşlarda yan dal yapma gerekçesini şu ifadelerle açıklamıştır:
Haa yok sigorta şirketleri kendine az sigorta bedeli ödemek ister. Ben sigorta
veriyorum. Şöyle düşün ben bir genel cerrahım kanser ameliyatının ve hatalı bir
kanser ameliyatı yapan cerrahla mı daha rahat sigorta mahkeme süreçlerini
giderirsin, hata yapmış bir cerrahın cerrahi onkolog ile mi kanser cerrahıyla mı
sigorta işini halledersin? Benim sana soracağın ilk soru şu olur mahkemede sen bu
konuda ehil misin sorusunu sorarım. Sen bu konuda ehil misin ben genel cerrahım
ama bak hani sen cerrahi kanseri misin diye sorar adam. Yani sen bunu açık açık
soruyor yani. Çok açık bu konudaki deneyiminiz nedir sorusu yani. Bu açıdan yani
bu işler ee sigortacılık açısından da bakıldığında çok zorlayıcı bir unsur. Yani
sigortacılar da elbette ehil insanların daha az hata yapma olasılığı var. Bir hata
yaptıklarında ee cezalandırılma olasılığı daha düşük, daha düşük tabii, sigorta
şirketleri de bunun böyle olmasını talep ediyor. Ben sana basit bir örnek vereyim,
bizde daha yan dal uzmanlığı verilmezken mahkemedeyken bile sigorta şirketlerinin
içinde cerrahi onkoloji diye ayrı bir şey vardı (Akif, Genel Cerrahi).
Şimdi sigorta şirketleri de bu kadar çok tıbbi hatanın olduğu yerde ne ister kendini
güvenceye almak istiyor (Akif, Genel Cerrahi).
Tekin Bey ise, hekimlerin daha az hata yapma ve kendini güvenceye alma
konusuna işaret ederek, yan dallaşmanın verdiği informal bir mesleki güvenceden “Bir
de gerçekten Türkiye’de bunların sayısı azdır. Pratisyenlik veya profesörlük unvanına
bakmadan gerçekten bir şeyler öğrenmek istiyorum, işimi daha iyi yapmak istiyorum
deyip yan dallaşanlar da var. Bizim dahiliye için böyle. Daha az hata yapayım.
Ekseriyesi çok işle uğraşmayayım, çok iş yapmayayım. Kendimi biraz daha garantiye
alayım. O sağlığın giriş kapısındaki curcunasında değil de arkadaki sakin odalarda
oturayım. Acil, poliklinikler, dahiliye sonrasında yan dal. Hasta süzülür süzülür.”
şeklindeki ifadelerle bahsetmiştir.
140
3. TIPTA UZMANLAŞMANIN SONUÇLARINA İLİŞKİN
BULGULAR
Araştırma kapsamında tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarına ait bulgular hastalar,
hekimler ve sağlık sistemi açısından olmak üzere üç kısımda değerlendirilmiştir.
3.1. Tıpta Uzmanlaşmanın Hastalar Açısından Sonuçlarına İlişkin Bulgular
Tıpta uzmanlaşmanın hastalar açısından sonuçları olumlu ve olumsuz sonuçlar
şeklinde iki alt tema altında derlenmiştir (Şekil 3).
Şekil 3. Tıpta Uzmanlaşmanın Hastalar Açısından Sonuçlarına İlişkin Kavram
Haritası
141
3.1.1. Olumlu Sonuçlar
Katılımcılara göre, tıpta uzmanlaşmanın artmasıyla hastaların teşhis, tedavi ve
bakım kalitesi üzerinde bir takım olumlu değişimlerin olduğu görülmüştür. Ortaya
çıkan olumlu sonuçlar araştırma kapsamında “Tıbbi Bakım Kalitesinin Artması”
şeklinde temalaştırılmıştır.
Tıbbi Bakım Kalitesinin Artması
Yan dallaşmanın olmadığı bir sağlık hizmeti sürecinde hastaların bakım
kalitesinde bir azalma olabileceğini ve uzmanlaşmanın bakım kalitesini artırabileceğini
”Gerçekten çocuk enfeksiyonuna ihtiyaç olan zamandan ziyade çünkü ben eğer 70-80
hasta bakarsam bu aradaki ciddi çocuk enfeksiyonu olan hastalar atlanır ya da
onların bakım kalitesi azalır.” ifadesiyle Adnan Bey dile getirmiştir.
3.1.2. Olumsuz Sonuçlar
Yapılan analizler neticesinde katılımcılar uzmanlaşmanın hastalar açısından
olumsuz bir takım sonuçlarının olduğunu belirtmişlerdir. Uzmanlaşmanın hasta
açısından olumsuz sonuçları; “Hastanın Ortada Kalması”, “Hastanın Meta Olarak
Görülmesi”, “Tedavi Süreci Açısından” ve “Hekim-Hasta İletişimi Açısından” şeklinde
dört alt temada incelenmiştir.
Hastanın Ortada Kalması
Katılımcı hekimler, uzmanlık dallarının artmasıyla özellikle kronik rahatsızlığı
olan hastaların sahipsiz kaldıklarını ifade etmişlerdir.
Hastanın farklı şeyleri var ise, ee belli hani belli kesim de primer kardiyoloji
düşünüp ben yatırmıyorum diyor ise, bu tür hastaların belki genel dahiliye
üstlenip ondan sonra gerekli bölümlere yönlendirilmeli. İşte kardiyolojik şeyi varsa
ne bileyim, başka enfeksiyon yönü varsa, az önceki söylediğim gibi onlarla
multisistemik hastayı takip ederek bu şekilde çözülebilir (Adnan, Çocuk Enfeksiyon
Hastalıkları).
Temel tedaviye başladık ama fayda görmedik, hastanın daha farklı bir şey. Ama
hastaları biz reflüsüyle uğraşmak istemediğimiz zaman sen bir de göğüse git,
oradan da gastroya uğra, oradan da buraya uğra (…) Aile hekimleri de bunu
bazen kötüye kullanabiliyor. Hastanın endokrini ilgilendiren bir durumda bu basit bir
şeydir. Gerek yok göndermeye diyerek göndermiyor. Ama bazen de hasta haklı
çıkıyor. Meselâ aylarca orada burada sürünüyor. Aile hekimi de hastayı bırakmak
istemez (…) Hastanın bütün olarak değerlendirilememesi bence uzmanlaşmanın
dezavantajı olarak görülebilir. Hastanın oradan oraya sürekli olarak dolaşmak
zorunda kalması. Bizim de öyle bir hasta grubuz var. Enfeksiyonu vardır hastanın,
şekeri vardır. Plastik cerrahinin müdahale etmesi lâzımdır. Plastik cerrahi tansiyonu
var, şekeri var ben bakmam der. O nedenle ortada kalır (Hale, İç Hastalıkları).
142
Gerek acil serviste gerek diğer birimlerde. Bir hastalık zaten pür göğüs hastası
veya pür kalp hastası olmuyor. O hastada kalp yetmezliği oluyor, kronik bronşit
oluyor ya da diyabeti oluyor. Yanında tiroidi az çalışıyor. Yani her hastanın yanında
bir şeyler oluyor muhakkak. Uygulamada ne oluyor? En çok hangi doktor
ilgileniyorsa o üstleniyor bu vakaları. O da bir inisiyatif meselesi tabii. Hangisi
daha çok onu rahatsız ediyor? Bronşiti mi tiroid bezinin iyi çalışıp çalışmaması mı
yoksa kalp yetmezliği mi? Yoksa şekeri mi? Onun bir tartısı yok ki sadece hekim bu
arada inisiyatifini kullanıyor. Yani doktor o vakayla çok uğraşmak istemiyorsa
kendiyle ilgili sorumluluğu küçültüp diğer ikincil üçüncül sorunları daha ön
plana çıkartarak bu benlik değil diyebiliyor. O da hekimin kullandığı bir inisiyatif.
Doğru ya da yanlış. O da hastanın mağduriyetine tabi ki yol açar (Çetin, Göğüs
Hastalıkları).
Yönlendirdiği doktor da icabında onu almıyor. Bakmak istemiyor. Kardiyolojiye
gönderiyor. Kardiyoloji uzmanı diyor ki tamam kalp yetmezliği var bunun ama bunun
yanında biz diyabete bakmalıyız, bunun şekerini ben ayarlayamıyorum şekerci
baksın diyor, şekerci de kalp yetmezliği var diyo, bunun bir de astımı var diyo
yanında (…) Yan dal ve uzmanlaşmanın getirdiği bir sonuç, sorun da bu tabi. Acil
servislerde hastalar ortada kalıyor. Kimse yatırmıyor (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Bilginin yanında yine sorumluluktan kurtulmak adına. Meselâ bugün mide ilacı
var. Bir yan etkisi var. Benim bunu ne yapmam gerekiyor. Değiştirebilirim. Ama
takip eden bölüm var. O değişsin. Çünkü o başlamış. Hasta bu şekilde etkileniyor.
Sorumluluktan kurtulmak adına (…) Çünkü benim hastaya nerelere gittin, hangi
tetkikler istendi bunu bakacağım edeceğim vaktim yok. Bir de hastaya sormuyorum
ki sen bugün başka bölümlere gidecek misin? İşime yarayan soruları soruyorum
(Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Tıpta uzmanlaşmanın olumsuz yönleri “Bu benim alanım değil git ne halin varsa
gör.” anlayışıdır. Bu doğru bir tavır değil. Sen uzmanlık sınavına girerken diğer
dalların ve yan dalların hepsini okuyarak girdin (Tekin, İç Hastalıkları).
Hastalarınızın hepsi bir taraftan bilgiye erişim arttı. Bir taraftan siz de televizyonlarda
görüyorsunuz yumurtanın yaraları zararları anlaşamayan bir şeyler. Bu şunu getirdi.
Belki risk kavramına da girersek bunlar kendi aralarında bile anlaşamamışlar. Çok
riski bir şey. Yumurta yemek riskli midir, değil midir? Eskiden toplum şunu bilirdi.
Bir doktor bir şey söylerse tamam o doğrudur. Şimdi gene bir doktor çıkıyor
diyor ki; yok yok o doktorlar sizi yanıltıyor. Böyle toplum tam post modern sistem
üzerine çoklu hakikatlerin üzerine o mu doğru bu mu doğru. Bu bize güvensizliği
getirdi. Şeyi düşünün hekimin tarihine de baktığımız zaman antik çağda filan beyaz
sağlamdı. Bir şey vücudun içerisine girerse hastalık yapardı. İşte ruh oradan çıksın
ama beden orijinalinde sağlam. Şimdi bize post modern yön veren dünya şunu diyor.
Bedeninin inanılmaz risklerle dolu. Kolesterolün risk, biliyor musun; kolesterol
puanını, şekerini biliyor musun? Risk o. Eğer şekerin hep uzun sürerse bedenin artık
eskisi gibi sağlam bir organizma değil (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Hastanın Meta Olarak Görülmesi
Sağlık arzı sunanların aynı işlemleri tekrarlamaları sonucu oluşabilmesi
muhtemel rutinleşme durumu, sağlık-emek sürecinin en hayatî unsuru olan hastaların
nesneleşmesine sebep olmuştur. Keza, hekimlere göre, hastayı yalnızca bir alanın
uzmanına mahkûm etmek hastayı metalaşma sürecinin içine sokmaktadır. Bu durumda,
143
“hasta ile hekim” ve “hasta ile hastalık” bağı zayıflamış, sağlığın tüketim aracı haline
gelmesiyle sonuçlanan süreçte sağlık sisteminin bir çok unsuru bu durumdan olumsuz
yönde etkilenmiştir.
Katılımcılardan Akif Bey’in konuya ilişkin verdiği örnek şu şekildedir:
Şöyle yani bir insanı insan olarak görmekten uzaklaşıyorsun, yani bu çok açık,
yani ee ben kendi işim üzerinden örnek vereyim yani. Meme ağrısı şikâyetiyle çok
yaygın bir şikâyet, çoğu insanda var ya öyle söyleniyor ki işte kadınların dörtte
üçünde çeşitli dönemlerde meme ağrısı şikâyeti oluyor. Şimdi meme ağrısı
şikâyetiyle gelen kadınları bizim toplumumuz için öngörelim. Yani bak geçtiğimiz yıl
1450 bilmem kaç tane kadın şiddetine bağlı ölüm olmuş. Ya demek ki sosyal statü
açısından son derece düşük düzeydeler kadınlar, cinsiyet ayrımcılığı hat safhada, bir
sürü sosyal problemleri var, bir sürü psikolojik problemleri var. Sen o kadar
özelleşiyorsun ki artık karşına gelen adamların kim olduğundan haberin bile yok.
Yani kadınlar hangi dinsel inançlara aitler, o kadınlar hangi sosyal gruplara aitler, o
kadınlar hangi ekonomik gruplara aitler, sınıfsal açıdan değerlendirme yapmıyorsun.
Bir meme olarak değerlendirmeye, görmeye başlıyorsun. Yalnızca meme diye
bakıyorsun (Akif, Genel Cerrahi).
Deniz Bey ise, görüşme esnasında birçok kez metalaşma konusuna değinmiştir.
Sağlığın tüketim haline gelmesini vurgulayan katılımcı, hastaların birer “rahim”,
“akciğer” kısacası hastadan bağımsız bir organ haline gelmesini eleştirmektedir.
Hekimin görüşlerine aşağıda yer verilmiştir:
Zaten insan ne hissediyor ise onu yaşar. Ama Türkiye’de jinekolojik web sayfası var.
Şunu yaptılar. İki akademisyen kadınlara çağrıda bulundular. Dediler ki kadınlar
kadın doğum hekimleriyle yaptıkları deneyimlerini yazsınlar. Birçok kadın tam da o
hiyerarşinin en üst kademesi kadın doğum muayenesinde, hani şu, örneğin hastanın
biri kürtaj oluyor, sonra doktoruna geliyor, beş dakika sonra bir şey soracak.
Hani ben bundan sonra şunu mu yapmalıyım bunu mu yapmalıyım? Doktorum
cümlesi şöyle oluyor. Siz kimdiniz? Sadece sen benim için rahimsin (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Kim o alanın uzmanı hadi gelsin demeye başlıyorsunuz. O zaman doğal olarak
hasta sizin için bir akciğer haline gelmeye başlıyor (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Amerika şöyle bir şey yapmaya başladı. Tüm dünyada uzmanlık dernekleriyle her
insanın hakkıdır nitelikli sağlık hizmetine ulaşmak. Tabii ki hiç tereddütsüz.
Amerika’daki Teksas’taki de öyle olsun. Hindistan’daki de öyle olsun, Türkiye’deki
de öyle olsun. O zaman hekimlerin mesleki yaşamlarını standardize etmemiz lâzım ki
her hasta gittiği zaman nitelikli sağlık hizmetine ulaşsın. Şimdi Amerika’da akşama
kadar radyoloji üniteleri film çekiyorlar. Yani Amerika yirmi dört saatlik üretimin
sonuna geldiği zaman, gece üretimine, onların hepsi internet üzerinden Hindistan’a
gidiyor. Hindistan o arada güne uyanmış oluyor. Hindistan radyoloji uzmanları daha
muayenehanelerine yeni gitmiş oluyorlar. Akşama kadar Amerikalı adamların
filmlerine bakıyorlar. Amerikalılar elli bin dolara bakıyorken, bin dolara bakıyorlar.
Hindistan akşama doğru onların hepsini okuyor internetten gönderirken, Amerika
144
sabaha daha yeni uyanmış oluyor. Yirmi dört saat üretim ve elli bin dolara
okutulabilecek filmlerin bin dolar üzerinden okutulup… (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Araştırmacının okunan filmlerin aslında bir “insan” yani bir “değer” olduğunu
hekime hatırlatmasının üzerine hekimin cevabı, üst uzmanlaşmalar çağında metalaşma
açısından hastanın konumunu özetlemektedir.
Değil o bir film. Çünkü şöyle Hindistan’da karşınızda film var. Radyoloji ünitesi
kaldırıyor bize diyor ki bu hastaya sorsanıza eskiden bir ameliyat geçirmiş mi? Bir
şeyi var mı? (…) O sadece film okuyacak. Hastanın cinsi, yaşı, mesleği
sorabileceği şeyleri yok. O bir sadece filmden ibaret. Bugün Türkiye’de Sağlık
Bakanlığı da böyle bir hizmet satın alıyor. Sağlık Bakanlığı Elazığ Devlet
Hastanesine radyolog bulamıyor. Artı gitmek istemiyor. Gereksiz bir maliyet. O
zaman Elazığ’da iki tane tomografi ünitem olsun makine kurayım. Onu zaten şirket
kuruyor. O şirket çeksin akşama kadar filmleri Ankara’da radyoloji doktoru
okusun. Radyoloji doktoru da diyor ki geldi bir film karşıma ama ne bu? (…) İki tane
cümle var. Öksürüğü olan hastanın filmi ektedir. Bu kadar. Ben de orada standart
bir okuma yapıyorum. Tekrar gönderiyorum. Hastayla film arasında eskiden
hastanın filmi şimdi film ayrı, hasta ayrı. O yüzden teknoloji o kadar. Hastayla
görüşürken şey olarak görüşüyoruz. Atıyorum CHP’si osu busu nasıl biliyor. Bir
laboratuvar hayatını tarif ediyoruz. Önemli mi? Hiç şüphesiz önemli. Hiç tereddütsüz
ama hekimlik şu hale geldi. Hastanın kendisi önemli artık kimse gözüne bakmıyor
hastanın. Hasta ben onu bilmem diyor. Ben kendimi kötü hissediyorum diyor. Yok
yok psikolojik diyorsun en fazla. Aslında bir tür laboratuvar değeri haline gelmeye
başladı. Hekimlere de çok yüklenmeyelim burada şöyle de bir sorun var. Hastanın
iyi olma veya iyi olmama durumunu ölçebilmenin yolu nedir? Yok böyle bir yol.
Bunu için ancak hasta ile uzun bir temas lâzım. Hastayla biraz sohbet edeceğim
yani niye bugün kötüsün. İşte gelmiştir dün akşam çocuklarının morali bozulmuştur
falan. Bunun için biraz zamana ihtiyacım var (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Deniz Bey’in, bir organdan öte, cansız birer “numara” konumuna
getirilen hastalar hakkında yaptığı yorum şöyledir:
Aynı şeye dönüyor. Dört yüz otuz numaradaki hasta nasıl? Şimdi bunu gene
Amerikan kaynaklarına bakarsanız bu profesyonalizm laflarını da değiştirmeye
çalışıyorlar. İşte hastaya ismiyle hitap edin. Baş sallayın, hı hı deyin. Tipik suflörlük
yaptırıyorlar. Bu içten olduğu sürece, kendiliğinden olduğu sürece bir anlamı var.
Yoksa şimdi kafamı sallamam lâzım çünkü öyle bir doktorum. Şimdi siz
öksürüğünüzün olduğunu söylüyorsunuz doğru mu anlıyorum falan. Tipik bir tiyatro
oyunu. Eğer gerçekliğini yitirmiş çünkü bir tarafta sağlık sistemi sana iyilik için falan
gitmiyor. Sağlık sistemi para kazanmak üzere gidiyor. Sen de dâhil olmak üzere. Biz
sonra bu mutsuzluktan kafa sallayacağız. Gözüne bakın. Bunları yapın (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Tedavi Süreci Açısından
Katılımcılardan Binnur Hanım, uzmanlaşmanın öznesi konumunda olan uzman
hekimlerin yürüttükleri tedavileri hastalar açısından yorumlayarak; tedavi süreçlerinin
uzadığını ve tıkandığı belirtmiştir:
145
Dezavantajı ne? Dahiliyeyi böldüğümüzde endokrin, nefroloji siz bunu böldüğünüzde
endokrine hasta yatırıyorsunuz, verdiğiniz ilacın böbrek etkileri varsa eğer hormona
yatırdığınız böbrek etkileri varsa, endokrinde uzmanlaşan adam böbreği çok eski
geçmişte gördüğü için böbrekçinin gelip bakmasını bekliyor. Bu işleyiş sürecini
uzatıyor. Hastanede yatışı uzatıyor. Artık doktorlar komple doktor değil.
Komple doktor olan sadece şuanda acil tıp uzmanları (…) Süreci uzatıyor. Hastanın
şikâyeti sadece o organda olmuş bitmiş veya başka bir yerden yansıması ya da başka
bir sistemin etkileri söz konusu değilse meselâ apandisit bir şekilde tıkanmıştır,
iltihaplanmıştır, kolorektar cerrah sizi ameliyat eder biter. Ama birden farklı organ
sistemini etkileyen bir hastalığınız varsa o zaman işte branş belli bir yerde
tıkanıp kalıyor. Diğer branşlardan, diğer yan dalcılardan tedavi edilebilmesi için
görüş almanız gerekiyor. Bu süreci uzatıyor (Binnur, Acil Tıp).
Hale Hanım’ın öneri niteliğinde görüşü, uzmanlaşmanın hasta yararına
kullanılmadığı yönündedir:
Olumlu yönleri; belli bir branşta daha uzmanlaşmış bir hekimin takibi daha iyi olur.
Sonuçta o konu hakkında bilgisi daha fazla olduğu için, güncel gelişmeleri takip
edebildiği için. Tanı ve tedavi de ayrı yapılması lâzım. Genel tanısını koyabilmeli.
Tedavideki gelişmeler, güncel olanları uzman bilmeli. Bizdeki uzmanlaşma kötü
bir şey değil ama hastaların yararına olan tarafını kullanmıyoruz. Kulak burun
boğaza öksürükle giden bir hastanın midesindeki reflüden olduğunu algılayabilmeli.
İlk temel tedavisine başlayabilmeli (Hale, İç Hastalıkları).
3.1.6. Hekim-Hasta İletişimi Açısından
Araştırma kapsamında hekim-hasta iletişiminin değişen yönü hakkında görüş
bildiren hekimler de mevcuttur.
Hiç tereddütsüz ama hekimlik şu hale geldi. Hastanın kendisi önemli artık kimse
gözüne bakmıyor hastanın. Hasta ben onu bilmem diyor. Ben kendimi kötü
hissediyorum diyor. Yok yok psikolojik diyorsun en fazla. Aslında bir tür laboratuvar
değeri haline gelmeye başladı. Hekimlere de çok yüklenmeyelim burada şöyle de bir
sorun var. Hastanın iyi olma veya iyi olmama durumunu ölçebilmenin yolu nedir?
Yok böyle bir yol. Bunu için ancak hasta ile uzun bir temas lâzım. Hastayla biraz
sohbet edeceğim yani niye bugün kötüsün. İşte gelmiştir dün akşam çocuklarının
morali bozulmuştur falan. Bunun için biraz zamana ihtiyacım var (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Hekim yönlendiriliyor bir noktada. Hasta ile olan ilişkisi de bozulmaya başlıyor.
Sitem de biraz öyle. Yani hasta kendi daha yalnız ya da hekim kendini daha yalnız ve
yetersiz hissetmeye başlıyor. Bu muhtemel Amerika’da da böyle, Türkiye’de de
böyle. Daha çok hasta görmek ya da hastayı görmekten daha bağımsız bir şeye
(Ramazan, İç Hastalıkları).
İnsanlar arasındaki bütün iletişimleri tamamen profesyonel gözle. Ne kadar
profesyonel yaparsan o kadar duygusuz oluyor. Bu hekimlik olabilir. Başka bir
şey olabilir (Ramazan, İç Hastalıkları).
Hekimler artık hastayı görmek istemiyorlar. Çok fazla muhatap olmak istemiyorlar
(Binnur, Acil Tıp).
146
3.2. Tıpta Uzmanlaşmanın Hekimler Açısından Sonuçlarına İlişkin
Bulgular
Araştırma kapsamında uzman hekimlere tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarına
yönelik “Hekimler açısından tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?” sorusu yöneltilmiştir. Yapılan tematik analiz neticesinde ise,
katılımcıların tıpta uzmanlaşmanın hekimler açısından sonuçlarını değerlendirdikleri
görüşler, “Ekonomik Sonuçlar”, “İş ve Meslek ile İlgili Sonuçlar”, “Kişisel Sonuçlar”
ve “Sosyal Sonuçlar” şeklinde dört temel tema altında toplanmış olup, “İş ve Meslek ile
İlgili Sonuçlar” teması kendi içinde “Mesleki Gelişim ve Kariyer Hedefleri”, “Defansif
Tıbba İlişkin Sonuçlar”, “Mesleki Körleşme” ve “İş Yükü” şeklinde dört alt temaya
ayrılmaktadır. Şekil 4, tıpta uzmanlaşmanın hekimler açısından sonuçlarını
özetlemektedir.
147
Şekil 4. Tıpta Uzmanlaşmanın Hekimler Açısından Sonuçlarına İlişkin Kavram Haritası
148
3.2.1. Ekonomik Sonuçlar
Gelir Artışı
Tıpta uzmanlaşmanın ekonomik düzeyde bir sonucu olan “Gelir Artışı” alt
teması, “gelir artışı”, “para”, “bedel”, “kazanç”, “ücret” kavramları etrafında
şekillenmiştir.
Uzmanlaşmanın doğası ve süreci gereği zorlanan hekimlerin, bu durumun
bedelini “para” olarak gördüklerini aktaran Akif Bey şunları dile getirmiştir:
Uzmanlaşma ağır tahribat yaptığı için hem psikolojik olarak hem bedensel olarak
hekimler giderek kaçıyorlar ya da bunun bir bedeli olması lâzım diyorlar. Bunun
bedeli de para oluyor ne yazık ki. O zaman aldıkları parayı hak ettiklerini düşünmeye
başlıyorlar ve gözleri hiçbir şey görmemeye başlıyor (Akif, Genel Cerrahi).
Özellikle alanında tek olan yani aşırı uzman olarak adlandırılabilecek
hekimlerin, muayene ve ameliyat karşılığında devasa ücretler elde ettiklerini de
belirtmiştir:
Bir muayene olacaksın beş yüz lira. Bırak sonucu falan akıllara ziyan ya. Asgari
ücret şuanda dokuz yüz elli yedi. Muayene ücreti beş yüz lira.(Akif, Genel Cerrahi).
“Bu durum istisnai bir örnek midir?” sorusunu kendisine yöneltildiğinde,
uzmanlaşmanın ciddi kazançlar getirdiği tespitinde bulunarak, hekimlerin bin bir emek
vererek geldikleri mesleki mücadelenin karşılığının para olmaması gerektiğine de dikkat
çekmiştir:
Ben istisna olduğunu düşünmüyorum. Uzmanlaşmak çok büyük kazanç getiriyor.
Cumhurbaşkanını ameliyat eden kalın bağırsağından ameliyat eden adam. Bizim bu
saydığımız eleştirileri daha da yüceltiyor yani. X hekimi ben sana İstanbul’dan
isimlerini söyleyeyim (Akif, Genel Cerrahi).
Hiç ağzını açabilir misin? Adam söke söke alıyor. Ama çok aşağılık bir şey. Bak öyle
adamlara en çok onlar kazanıyor (Akif, Genel Cerrahi).
Hayatımı ona adadım diyor. Kimse seni zorla buna hayatını ada diye peşine düşmedi.
Ama sen kendi tercihin olduğunu unutuyorsun ve bunun bir bedeli olması lâzım
diyorsun. Benim evimde yatamadığım gecelerin, çocuklarımla beraber geçiremediğim
günlerin, sen gidip maaş için mücadele ettin mi? Şimdi hastayı kekliyorsun yani.
Hasta bana mahkum diyorsun. Hekimler de bunu istiyorlar. Bundan yararlanıyorlar
(Akif, Genel Cerrahi).
Katılımcılardan Onur Bey, operasyon işlemlerinden elde edilen gelirin arttığı
yönündeki durum tespiti şu şekildedir:
149
Kamu hastaneleri bağlamında düşündüğüm zaman zaten o kamu hastanelerinin geliri
bellidir. Çok fazla performansa dayalı bir sistem var. Bu onda farklılık yaratır. Bu
farklılık tabi ki gelirini etkiler. Zaten yeni tasarıda da organ nakli gibi veya işte
diyaliz gibi bakım hastalarına bakanlara daha fazla ücret verileceği yeni
sistemde var. Ama kamu hastanelerinde uzman hekimlikte özel sektör olmadığı için
bu tip şeylerde kendini geliştirmiş olanlar performans puanlarını artırdıkları zaman
ancak gelirleri artar. Ama tabii bu kazanımları elde etmiş bir kişi özel sektörde bunun
kat ve katını kazanabilir (Onur, Enfeksiyon Hastalıkları).
Selim Bey’in ise, her meslekte olduğu gibi, hekimlikte de belli bir alanda
çalışmanın getirisinin “para” olduğuna dikkat çektiği ifadeleri şöyledir:
Spesifik şeylerle uğraşınca daha çok bilgi sahibi oluyorsun, daha çok tecrübeli
oluyorsunuz. Bu da size özgüven veriyor, hastaya daha fazla faydalı olunduğu için ün
anlamında da para anlamında da getirisi fazla oluyor (Selim, Kalp-Damar
Cerrahisi).
3.2.2. İş ve Meslek ile İlgili Sonuçlar
Tıpta uzmanlaşmanın iş hayatı ve hekimlik mesleğine dair sonuçları; “Mesleki
Gelişim ve Kariyer Hedefleri”, “Defansif Tıbba İlişkin Sonuçlar”, “Mesleki Körleşme”
ve “İş Yükü” olmak üzere dört alt tema altında birleştirilmiştir.
3.2.2.1. Mesleki Gelişim ve Kariyer Hedefleri Açısından
“Mesleki Gelişim ve Kariyer Hedefleri” temasının içeriği; “Yayın Takip
Edememe”, “Tecrübe Kazanma”, Kongreye Katılım” ve “Akademik Eğitim” gibi
hekimlerin uzman hekim olarak görev yaptıkları süreçte deneyimledikleri sonuçlara
ilişkin bulguları içerir.
Yayın Takip Edememe
Uzmanlık eğitimi süreci ve uzman hekimlik döneminin; eğitim ve pratik
beceriler kazanma yönünden birçok unsuru bünyesinde toplaması yönüyle uzun soluklu
bir özellikte olduğu söylenebilir. Bu süreç hekimin zinde kalması ve mesleki anlamda
başarı sağlayabilmesi açısından kendini sürekli güncelleyebilmesi adına oldukça
önemlidir. Özellikle Öğretim Üyesi uzman hekimlerin, tıbbi gelişmelerden haberdar
olmak ve ders müfredatlarına dair bilgileri taze tutmak adına güncel yayınları takip
etmesi gerekmektedir.
Görüşme gerçekleştirilen hekimler arasından Selim Bey, yayın sayısının
çokluğundan dem vurarak, kendi alanlarında çıkan bilimsel yayınların takibinin ne denli
zor olduğunu “Kongrelerde eğer onunla ilgili bir şey olursa biz de ancak medya
vasıtasıyla duyuyoruz. Yoksa kendi branşınızı bile çok yakın takip edemiyorsunuz.
150
Kalp damar cerrahisi ve kardiyoloji ile ilgili yılda altı bin civarında makale
yayımlanıyor. Sadece o branşta. Tüm branşlarda diyelim ki altı yüz bin makale birer
saniye ayırsan altı yüz bin saniye.” ifadeleriyle açıklamıştır.
Tarık Bey, kendi alanı dışında tıbbi yayınları takip etmediğini aktardığı
düşüncelerinde “Medikal dergilerden takip edebiliyorsunuz ama ben alanımla ilgili
medikal dergiler okuyorum. Gidip de çocuk psikiyatrisi alanında hiçbir şey
okumuyorum. Yani bana çocuk psikiyatrisi alanında bir şey sorsanız bilmem. Ama
nedir? Şema bozukluğu olan bir çocuğun altında başka şeylerin yattığı konusunu
bilirim. Böyle bir hasta geldiğinde ben çocuk psikiyatrisini ve çocuğun psikiyatrisini
düşünürüm. Orayı atlamam.” şeklindeki fikirlere yer vermiştir. Çetin Bey de aynı
doğrultudaki görüşlerinde hekimlerin genelinin yayın takibi noktasında kendi
branşlarıyla sınırlı kaldıklarını “Kendi branşlarına göre yenilikleri takip ediyorlar tabi.
Akademik kariyer yapan doçent yardımcı doçent olan kişiler kendi branşlarıyla ilgili
tıbbi yayınları takip ediyor, kendi de yayın yapıyor. Ama genelde büyük bir çoğunluğu
kendi branşıyla ilgili sınırlı kalıyor. Bir göğüs hatalıkları doçenti kendi branşıyla ilgili
şeyleri takip ediyor. Beyin cerrahi, kadın doğum, genel dahiliye kendi alanını takip
ediyor.” şeklinde açıkladığı ifadelerle aktarmıştır.
Konuya ilişkin çarpıcı bir söylem ile görüş sunan Ceyda Hanım, kendi
alanlarında çıkan yayınlara yetişmekte zorlandıklarını, diğer alanların yayınlarının takip
edilmesinin gereksiz olduğuna değindiği ifadeler şu şekildedir:
Bence güncel tıp bilgilerini takip edemiyorlar ama bunu da yapmalarına gerek
yok. Yani spiarda 3/1 yapılıyorken 5/1 çıkmıştır. Hani bunu takip edebilirsiniz
okuyabilirsiniz ama zaten tüm tıp bilimlerini takip etmek diye bir kavram yok.
Tutup da ben ortopedistin, beyin cerrahının, kardiyoloğun tüm bilgilerini takip
edemem. Kendi bilgilerimize bile yetişemiyoruz. O konuda siz iyi olacaksınız size
yönlendirecek. Diğer bilgilere gerek yok (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Yayın takibini önemseyen görüşlerinde Hale Hanım şu ifadeleri aktarmıştır:
Hekimin yayın okumaya da vakit ayırması şart mutlaka. Birisi çok daha rahat
takip eder, doçenttir, profesördür, eğitim veren bir yerdedir, eğitim sisteminin
içerisindedir. Onun çok daha yakın, çok daha detaylı, daha iyi bir takip yapması
gerekir belki. Ama diğeri meselâ devlet hastanesinde uzman olarak çalışıyordur belki
o kadar detaylı yapamaz (Hale, İç Hastalıkları).
Tecrübe Kazanma
Katılımcıların “Tecrübe Kazanma” temasının belirlenmesinde; aynı işlemi
sürekli tekrar etmekten kazanılan tecrübe, spesifik konularla meşgul olmanın verdiği bir
151
tecrübe, aynı ameliyatı yapmaktan beceri ve bilgide kazanılan tecrübe gibi farklı tecrübe
anlamları rol oynamıştır. Uzmanlaşma sürecinde tecrübe kazanıldığını belirten
hekimlerin görüşleri sırasıyla şöyledir:
Ben de kendi branşım içerisinde spesifikleşmeye başladığım şeyler var. Yıllardır
yaptığım. Spesifik şeylerle uğraşınca daha çok bilgi sahibi oluyorsun, daha çok
tecrübeli oluyorsunuz (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Belli bir alanda çalıştığınız için sadece hep aynı işi yaptığınız için zaten o konudaki
hem beceriniz artıyor, hem tecrübeniz artıyor. Tecrübe çok önemli tıpta. Sadece
okuyarak olmaz. Yaşayarak olur. Dolayısıyla ben sürekli böbrek hastalarıyla
ilgilenerek böbrek konusundaki tecrübemi de birikimimi de artırmış oluyorum.
Ama işte bir başka arkadaşım dahiliye konusunda yapıyor. Ama dahiliye birçok
hastaya baka baka genel şeyleri yaparken gastroenteroloji, endoskopi yani midesini
görmüş oluyor hastanın. Dahiliye hekimi göremiyor meselâ. Görmekle bir tanı
koymak farklı ya da üzerinizde çalıştığınız organı görmek bile farklı bir tecrübe
yani. Bir dahiliyeci onu görmeden işini yapar ama gastroenterolog onu görerek yapar
(Tarık, Üroloji).
Hem gözden kaçan şeyler azalıyor branşlaşmada hem de yaptığın işi daha da iyi
yapmaya çalışıyorsun. Meselâ yeni asistanlığı bitirmiş bir doktorla on sene, on beş
sene görev yapmış bir doktor arasında çok büyük bir fark var. Asistanlığı bitirmiş
daha yeni doktor olmuş her şeyi biliyor falan öyle değil. Hastayı göre göre tecrübe
ediniyorsun. Bazı komplikasyonlardan çıka çıka öğreniyorsun. O yüzden
branşlaşma önemli. Çünkü ben sadece branşlaşma olmasa meselâ sadece branşlaşma
olmasa sadece dahili branşlar cerrahi branşlar olarak günde ne kadar ameliyat
yapabiliyorsun? Beş, altı tane ameliyat yapabiliyorsun. Binlerce ameliyat var. Çünkü
bu ameliyatı bugün yaptın. Belki aynı ameliyatı üç ay sonra beş ay sonra tekrar
yapacaksın. Ama şimdi böyle değil. Belli ameliyatları yapıyorsun hem el becerin
artıyor hem bilgin artıyor hem çıkabilecek komplikasyonları biliyorsun. Başka
tedavi yöntemleri var mı onları araştırıyorsun. Öğrenme ve bilgi alanın azaldıkça daha
iyi iş yapıyorsun (Savaş, Genel Cerrahi).
Evet çünkü onu takip edebilecek kişi varken tıp denen şey tecrübeye bakıyor. Siz bir
alanda ne kadar tecrübeliyseniz hastayı o kadar iyi muayene edebilirsiniz (Ülker,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Kongreye Katılım Algısı
Spesifik alanlarda çalışan uzman hekimlerin, kendilerini güncelleme amacıyla
kongrelere katıldıklarını belirten Erdem Bey “Yılda iki defa olan pediatri kongresi var.
Büyük pediatri kongresi var. Oraya uzmanlığını almış olanlar da gidiyor. Gittikleri
zaman diğerlerine bakıyorlar hani, diğer oturumlarda neler varmış benim böyle ilgimi
çeken benimle alakalı olabilecek, merak ettiğim, unuttuğum konu var mıdır, yok mudur?
Onlara katılıyorlar. Bunun dışında mezuniyet sonrası eğitimler de var. Ama az yerde
var. Onlar belki daha sık olsa daha iyi olabilir. Kişiler katılmak ister diye
düşünüyorum.” Hale Hanım ise bazı hekimlerin tıp kongrelerini amacı dışında
152
kullandığını ve şahsının kongrelere katılım amacının yalnızca eğitim olduğunu “Bizim
meselâ çok yoğun bir kongre trafiğimiz var. Ulusal, uluslararası kongreler bir yandan
bakılınca gerçekten hekimlerin bunları çok kötüye kullandığını biliyoruz. Ama bunu
eğitim amaçlı kullanan insanlarda var. Ben kendi alanımla ilgili gelişmeleri
kongrelerde takip ediyorum.” şeklindeki ifadesiyle belirtmiştir.
Akademik Eğitim
Tıpta uzmanlaşmanın akademik eğitim açısından sonuçları arasında görüş
bildiren Adnan Bey, hastanede görev yaptığı süre zarfında akademik eğitimlerin devam
ettiğini, farklı bilimsel araştırmalar yaptığını ve uzmanlık eğitimi sürecinin “öğrenci”
gibiymişçesine devam etmesini aşağıdaki şekilde açıklamıştır.
Bunun yanında burada sonuçta eğitim de oluyor. Az önce de bahsettik akademisyenlik
adına birtakım yapmanız gereken çalışmalar, araştırmalar, yayınlar oluyor. Bunun
da getirdiği ekstra bir yük var, ben çoğu akşam halâ öğrenciymişsiniz gibi
bilgisayar başında devam ediyor (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Aynı hekimin, konuya ilişkin diğer görüşlerinin yer aldığı ifadeleri şu şekildedir:
Kendi alanınızla ilgili takip ediyorsunuz. Bizim işte haftalık makale saatlerimiz var,
en güncel, en son, en güzel dergilerde. Bu Avrupa’nın bizim meselâ temel dergilerden
birisi Journal of Pediatric Infections Disease’dır. Meselâ burada güzel yayınlar yapılır
biz en son sayısından onları hep takip ederiz. Hangi ne çıkmış diye (Adnan, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları).
Genellikle o tıp dergileri çok nadir genellikle enfeksiyon oluyor. %90 çok nadir bazen
ihtiyaç oluyor, merak ediyorsun bakıyorsun, o çok az yani. Oranı çok az. Büyük
ihtimal kendi alanınızla ilgili oluyor (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
3.2.2.2. Defansif Tıbba İlişkin Sonuçlar
Araştırmanın bu kısmında elde edilen bulgular, risk içerdiği düşünülen hastalık
gruplarının tedavisinden, riskli hastalardan ve özellikle sorumluluk almaktan kaçınan
hekimlere dair görüşlere aittir. “Defansif Tıbba İlişkin Sonuçlar” teması, “Risk Almama
Eğilimi”, “Risk Artışı”, “Hata Payının Azalması” ve “Malpraktis Korkusu” şeklindeki
dört alt tema çerçevesinde açıklanmaktadır.
Risk Almama Eğilimi
Tıpta uzmanlaşmaya dolaylı yönden bağlı olarak hekimlerin çekimser, çekinik
ya da defansif tıp olarak adlandırdıkları bir süreçte oldukları söylenebilir. Özellikle
spesifik alanlarda çalışan hekimlerin yargılanma risklerinin yüksek olduğunu belirten
Kadir Bey, kendisinin de defansif tıbba zaman zaman yöneldiğini söylediği ifadeleri şu
şekilde aktarılmıştır:
153
Siyasetçinin gözünde değeri ile alakası var. Toplumda şiddet çok arttı ama sağlık
personeline şiddet en fazla arttı. Savunmasız olan insanın sağlığı ile tamamen
ilgilenen onu iyileştirmeye çalışan insanlara şiddet göstermekten daha vicdansızca,
daha acımasızca yaklaşım olamaz ve bu maalesef günümüz siyasetçileri tarafından da
göz ardı edilmektedir. Bu konuyu kayıt altına alan herhangi bir yasa yoktur. Şiddet
yasası çıkmamıştır. Yapanın yanına da kâr kalmaktadır. Bunu gören sağlık personeli o
zaman daha çekimser bir tıbba yönelmektedir. Defansif tıp ya da çekimser tıbba
yönelmektedir. Bir cerraha zorla ameliyat yaptıramazsınız. Ben cerrahım değil mi?
Kimse bana zorla ameliyat yaptıramaz. Eğer yargılanma riskim artıyorsa ve bunun
karşılığında maddi ve manevi karşılığı alamıyorsam o zaman ben yaptığım
ameliyatları sınırlandırırım (Kadir, Genel Cerrahi).
Kadir Bey’in, hekimlerin riskli işlemlerden kaçınma nedenlerini açıkladığı
ifadeleri ise şöyle sıralanabilir:
Sigortacılıkla da alakalı. Kasko ödüyorum. Mesleki sigorta ödüyorum. En yüksek
riskte primi ben ödüyorum ama devletin bana bu konudaki katkısı sadece yüzde elli
prim anlamında yüzde elli. Adamın biri bir gün dava etse yaptığım ameliyatın
sonuçlarından dolayı, ben şöyle şöyle hayati bir tehlike yaşadım diye, o zaman
gidiyorsun mahkemelerde sürünüyorsun (Kadir, Genel Cerrahi).
Beni üçüncü basamaktan ikinci basamağa yönlendiriyor. Ayrıca hastanelerin
işletmecilik mantığı açısından düşünürsen üçüncü basamak sağlık hizmeti kuruluşu
olan üniversitede hastanelerine gelen hastaların yapısı değişik. Bunu Bakanlık da
biliyor, SGK da biliyor ama hiçbir işlem yapmıyor. Ne meselâ, devlet hastanesine
giden bir hasta genel cerrah uzman soruyor. Diyor ki; senin şekerin var mı, kalbin var
mı, tansiyonun var mı? Eğer böyle bir özellik varsa hemen üniversite hastanesine
gönderiyor hastayı (Kadir, Genel Cerrahi).
Daha fazla hastaya baktığı için değil sistem bu şekilde olduğu için hastalar da
maalesef öyle. Avukatlar da bunu destekliyor. Bir gün işim yoktu dışarı çıktım, dışarı
da hasta otoparkı var. Orayı dolaştım. AV plakalı on yedi tane araç gördüm. On yedi
tane avukatın hepsi aynı gün mü hastalandı geldi? Elinde çantayla dışarıda dolaşan
insanlar var. Hasta yakınına gelmiş, banka oturmuş, doktorunuzdan memnun
musunuz? Sıkıntınız var mı? Gel mahkemeye verelim. Tazminat alalım, para alalım,
örgütlüyor yani bir de böyle bir sektör oluştu yani. Bu pozisyonda olan hekim riskli
işlere girer mi? Riskli ameliyatlar yapar mı? Yapmaz. Riske girmez. O zaman
büyük ameliyatlar işte nitelik gerektiren, özellik gerektiren benim gibi insanların
yapabileceği ameliyatlar toplumda daha az yapılır hale geldi. Nerede? Kamuda.
Özelde daha fazla yapılır hale geldi. Neden? Bedelini karşılığını aldığı için
yargılansam bile avukat ücretini veririm, bilmem ne yaparım diye adam o ameliyatı
yapmaktan kaçınmıyor. Ama ben burada kaçınıyorum. Niye? Beni burada koruyan
yok. Beni burada koruyan hiçbir sistem yok. Beyaz kod uygulamasıymış. Allah
korusun, şurada bir hastanın yakını gelse dese ki kardeşim ağzımı, burnumu kırmaya
kalksa kim koruyacak beni burada korumasızım. Silah mı taşıyalım sürekli. Böyle
olunca defansif tıbba yöneliyor insanlar. Çekinik tıp. Yani riskli işlerden kendini
uzak tutmak mümkün günü kurtarmak tabiri caizse (Kadir, Genel Cerrahi).
Deniz Bey, “malpraktis” konusunu vurguladığı açıklamasında, “uzman
olmadığın alana girmeyeceksin” şeklindeki keskin ifadesiyle, kendi alanının dışındaki
tüm alanları riskli gördüğünü belirtmiştir:
154
Malpraktis bunu söylüyor bana. Uzman olmadığın alana giremeyeceksin. Ben o
zaman ya gittim, ben bu hastaya inisülin yapsam, hadi dozu fazla kaçarsa, şekeri de
fazla düşerse, başına bir iş gelirse… Niye başıma belayı alayım ki? Siz olsanız alır
mısınız? (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Çekimser tıbba yönelen hekimlerin hastaları adeta bir meta olarak gördüğünü
belirten Deniz Bey, uzmanlaşmanın aynı zamanda “risk almama” anlamına geldiğini
kast etmektedir. Hekimin riskli alanlardan kaçınmasını yine malpraktis nedenine
bağlamaktadır:
Doğal olarak çekilmeye başlarım. Kim o alanın uzmanı hadi gelsin demeye
başlıyorsunuz. O zaman doğal olarak hasta sizin için bir akciğer haline gelmeye
başlıyor. Öbür tarafa bakarsam başım ağrıyabilir. Orada risk var (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Bir güzel örnek vereyim size. Amerika’da en pahalı emek gücü radyoloji film
okumaları ve radyoloji tetkikler bizim burada da yüksek hekimler artık film
okuyayım hiç derdim olmasın. En zor alanlardan biri örneğin gebe kadının ultrason
yaptırması. Çünkü hekim yaptığı zaman diyelim ki beşinci parmağını görmedi.
Milyon dolar tazminat. O yüzden kimse ultrasona girmiyor. Hekimlerin hiçbiri
yapmıyor artık ultrasonografi. Ultrasonografi teknisyenleri var, onlar yapıyorlar.
Teknisyen atladığı zaman malpraktis olmuyor. Hekim atladığı zaman malpraktis
oluyor (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Deniz Bey, defansif tıbba yönelen hekimlerin kritik hastalıkların tanı ve
tedavisine yönelik alınan kararları tek başlarına almadıklarını ve bu durumun altında
yatan nedenin “dava korkusu” korkusu olduğunu belirttiği ifadesi şu şekildedir:
Bir takım kritik hastalıklarda, örneğin kanserde tek başımıza karar vermiyoruz artık.
Bunu genellikle korku nedeniyle yapıyoruz. Yarın bir dava açılır. Risk almamak
açısından (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Selim Bey, hekimlerin uzmanlık alanı dışındaki hastalıklarla ilgilenmediğini, bu
durumun risk almamak adına yapıldığını ve yine hekimlerin daha az riskli alanlara
yöneldiğini belirttiği ifadeleri şu şekildedir:
Bir şişlik görüyorlar. Damarla ilgili, bizimle ilgili değil diyorlar. Hâlbuki bel fıtığı
var. Beyin cerrahisi gönderiyor (…) Risk almak istemiyorlar. Bir de özellikle bu
mahkeme süreçleri artmaya başladı. Uğraşmak istemiyorlar. Rahatına bakan çok
böyle. Bulaşmadan zarara bulaşmayacak işlere bakıyorlar (…) Şuanda risk almak
istemiyorum. Her türlü riski alıyordur. Bana ne ya elin itiyle kopuğuyla ne
uğraşacağım diyor. Daha az riskli işlerle uğraşırım (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Katılımcılardan Savaş Bey, “Çoğu şeyde tedavi vermez uzmanlar!” şeklinde bir
söylemle konuya ilişkin görüşlerini aktarmıştır. Araştırmacının “Sistemden kaynaklı bir
durum değil mi?” şeklindeki yönelttiği sorusuna, “Zarar vereceğini düşünüyorsa veya
tam bilgisi yoksa o konu hakkında tedavi vermez. Daha iyi tedavi verecek birisine
155
gönderir. Eğer ulaşamayacak durumda ise illâ ki kendisi açar. Bakar tedavisini verir.”
ifadeleriyle cevap vermiştir.
Uzman hekimlerin dava, soruşturma ya da malpraktis korkusu içinde olduklarını
ifade eden Ahmet Bey, kendisinin de ekseriyetle riskli durumlardan kaçındığını
belirtmiştir:
Hekimliğin belli yasal sınırları çizildi. Biz hekimlik yaparken yasal zorunluluklarımız
var. Örneğin, bir kalp problemi olan hastaya genel hekimlik bilgilerinizle ilk tedaviyi
uygulayabilirsiniz. Ama asıl tedavisini bir kalp doktoruna sormak zorundasınız yasal
olarak. Çünkü yanlış bir şey yaptığınızda ya da o hastayla ilgili bir sorun
olduğunda sorumlu oluyorsunuz. Direkt hakkınızda bir soruşturma açılıyor. O
yüzden tabii ki bu doktorlar üzerinde bir baskı oluşturuyor. Eskisi gibi “doktora bir
güven işte manevi duygular bizim için çaba sarf ediyor” yok. Her şey daha farklı bazı
hekimlerde kendini koruma amaçlı ben de aynı görüşteyim birçok yapabileceğim
şeyleri yapmıyorum (Ahmet, İç Hastalıkları).
Direkt benim uzmanlığım değil ama sonuçta yapabilirim yani ben bir dahiliye
uzmanıyım. Kardiyolojik hastaları da tedavi edebilirim. O yüzden hastanın sağlığını
düşünerek yapıyordum. Ama belli bir süre sonra meselâ bir gün bir hastayı
kaybettik. Hasta yakını dedi ki; tıpa götürseydik hocam daha mı iyi olurdu,
yaşar mıydı? Bu gibi tepkiler gelince doğal olarak ben sorumluluğu almamaya
başladım. Yolda da ölse benim sorumluluğumda değil yani (Ahmet, İç Hastalıkları).
Risk almama durumunu hekimin “inisiyatif” kullanması olarak açıklayan Çetin
Bey’in ifadeleri şöyle aktarılmıştır:
Doktor o vakayla çok uğraşmak istemiyorsa kendiyle ilgili sorumluluğu küçültüp
diğer ikincil üçüncül sorunları daha ön plana çıkartarak bu benlik değil
diyebiliyor. O da hekimin kullandığı bir inisiyatif (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Risk Artışı
Hekimlerin alanlarının darlaşması sonucunda, daha riskli ve komplike
ameliyatların arttığını kısacası risk artışının meydana geldiğini, aşırı uzman hekimlerin
sıradan hastalıklarla karşılaşmadıklarını belirten Kadir Bey’in açıklamaları şu
şekildedir:
Spesifikleştikçe ameliyatın tekniği ve riskleri artar. Yani hemoroit ameliyatını
devlet hastanesindeki adam yapıyor. Belki günde beş tane yapıyor. Ama çıkan
komplikasyon ameliyatını üniversite hastanesindeki adam yapıyor. Bu işin uzmanı
yapıyor. Atıyorum mesel karaciğer kist ameliyatını devlet hastanesindeki uzmanlar
yapıyor. Ama ameliyattan sonra komplikasyon oluyor. Gönderiyor üniversite
hastanesine. Daha riskli ve daha komplike durumlarla karşılaşıyoruz. Spesifik
çalışan insanlar basit hastalıklarla karşılaşmıyor. O yüzden komplikasyon riskleri çok
daha yüksek bu ameliyatların bu hastalıkların (Kadir, Genel Cerrahi).
156
Genel bilgileri bir devlet hastanesinde olduğun için birçok branş yanında oluyor.
Şüphelendiğin bir konuda hemen sorabiliyorsun. Bir vatandaşın başı ağrısa bile hemen
nörolojiye gidiyor. Ama riskin artıyor (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Araştırmacının risk artışının altında yatan nedeni sormasına karşılık Furkan Bey
durumu şu şeklide izah etmiştir:
Müdahale aşamasına geçiyorsun. İşte hastanın şekeri çıkmış dört yüz beş yüz olmuş.
Şimdi sen pratisyen olsan acilde gördün, hasta geliyor şekeri beş yüz hemen
dahiliyeciye diyorsun ki böyle böyle bir hasta geldi. Bunu al. Sen bak demiyor ki.
Servise yatırıyor, ilaçlarına başlıyor (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Hata Payının Azalması
Katılımcılardan Binnur Hanım diğer katılımcıların aksine, uzmanlaşmanın hata
oranlarını azalttığını belirttiği ifadeleri şu şekildedir:
Günümüzde artık genel cerrahi, onkolojik cerrahi, endokrin cerrahi diye ayrılıyor.
Bunun yararı ne? Herhangi bir bilgisayar üretimi hakkında bir kişi bilgisayarın her
şeyiyle uğraşıyor mu? Hayır. Sadece önüne gelen kısım ne ise orayı yapıyor ve sıfır
hatayla yapıyor. Bize sunduğu en büyük fayda sıfıra yakın hatayla çalışmak
avantajı (Binnur, Acil Tıp).
Tarık Bey de, kendi branşında olduğu gibi spesifik branşların hatayı kabul
etmediğini, uzmanlaştıkça hata oranının düştüğünü ancak uzmanı olmadığı alanlarla
ilgili bazı şeyleri kaçırabildiklerini ifade ettiği görüşlere aşağıda yer verilmiştir:
Üroloji kendi içinde pediatrik üroloji, onkoloji gibi alt dallara ayrılıyor. Bütün
branşlar için de geçerli. Bu konuda mecburuz. Çünkü tıp çok hızlı ilerliyor ve takip
etmesi zor bir branş. Bir de hatayı kabul etmeyen bir branş (…) Hata oranını
azaltmış da oluyoruz bir anlamda. Bu olması gereken kısımla ilgili konuştuğumuz
ama diğer konuda da çok haklısın. Böyle spesifikleştiğiniz zaman da diğer branşlarla
ilgili de kaçırdığınız şeyler de olabiliyor (Tarık, Üroloji).
Malpraktis Korkusu
Tıbbi uygulama hataları olarak bilinen malpraktis kavramı, katılımcıların risk
artışıyla bağlantılı olduğunu düşündükleri ve uzmanlaşmayla ilişkilendirdiği konulardan
birisidir.
Katılımcılardan Erdem Bey, hekimlerin malpraktis davaları karşısında riskli
tedavilerden kaçınarak konsültasyona yöneldiklerini “Malpraktisten korktukları için bu
şekilde yönlendiriyorlar. Yoksa hani dört yıl, beş yıl temel şeyler durur. Diyelim ki
çocuk kardiyolojisi olduysa çocuk uzmanlığının temel şeyleri vardır zaten. Ama ilgili
bölüme ya şüpheleniyordur ya yönlendiriyordur ama malpraktis almamak adına
yönlendiriyordur.” şeklindeki bir ifadeyle açıklamıştır.
157
Deniz Bey’in malpraktisin uzman hekim üzerindeki algısı ise oldukça dikkat
çekicidir: “Diyor ki ‘Yanlış yaparsan canını yakarım!’ Tazminat ödersin. İçeri
düşersin. Şimdi bizim bugüne kadar hiç farkında olmadığımız toplumun üstünde bir
demoklasin kılıcı gibi bir şey koydular. İşte malpraktis hata yaparsınız.”
Malpraktis karşısında güvencesiz kaldıklarını belirten Deniz Bey, devletin
işlemecilik mantığı çerçevesinde tüm sorumluluğu hekime yüklediğine dair yorumları
şu şekildedir:
Ben anlatıyorum. Kolesterol kötüdür. Şeker kötüdür. Şimdi tüketici olarak siz karar
verirsiniz bu bedene. Bedeninize iyi bakarsanız sağlıklı uzun ömür yaşarsınız. Belki
de ölümsüzlüğü dört yüz yaşına kadar en azından yaşarsınız teorik olarak. Kötü
yaşarsan sigara içtin, şeker yedin, bedene iyi bakmadın sonuçlarına da sen katlanırsın.
Çünkü klasik refah modelinde devlet toplumun bedenine bakmak zorundaydı. Şimdi
de herkes kendi bedenine bakar. Sen diyor, kötü bakmışsan diyor, onun sonuçlarına
sen katlanırsın diyor. Para ödersin daha fazla sigorta primi ödersin vs. haksızlığa şöyle
koruyor. Sen bedenine kötü davranıyorsun yanındaki iyi davranıyor. Niye toplumsal
eşitsizlik olsun. Sana niye toplumsal kaynak tipik bir ekonomik model. Olur ama
bizim alanımıza yansıması şu şekilde oluyor. Devlet dedi ki sigorta şirketleri
kapsamında. Ben dedi artık bu adamı size bırakacağım. Siz iyi bedenlere düşük prim
verirsiniz, kötü bakanlara yüksek prim vererek ciro dağıtırsınız. Sigorta şirket mantığı
da bana diyor ki eğer yanlış ameliyat yaparsan kusura bakma eskiden doktor
öldürürdü kaldırırdı. Hikmetinden sual olunmaz derlerdi. Şimdi ben bunlara
bakacağım senin yaptığın doğru ameliyat mıdır, eğri ameliyat mıdır? (Deniz,
Göğüs Hastalıkları)
Teknisyen atladığı zaman malpraktis olmuyor. Hekim atladığı zaman malpraktis
oluyor. O zaman radyoloji üzerine bir revizyonu atladığınız zaman, bir kitleyi, bir
patolojiyi atladığınız zaman bedeli çok ağır oluyor. Çünkü yıllar sonra o filmler
kaldırıldığı zaman bak burada varmış. Aklandı. Radyoloji, bu işe girenler doğal olarak
çok yüksek ücret istiyorlar. Kendi hayatları ve güvenceleri açısından (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Malpraktis konusuyla ilgili görüş bildiren Tarık Bey, tıbbi hatalar dolayısıyla
gerekli gereksiz birçok dava açıldığını ve hekim ile hastalar arasında güven ilişkisinin
yıprandığını “arkadan vurulmuş gibi olmak” şeklindeki çarpıcı söylemiyle açıklamıştır.
“Bu doktor bilemedi şöyle yaptı bilmem ne. Çok gereksiz davalar açıldı. Şimdi siz
hekim olarak faydalı olmak için çalışıyorsunuz. Bir şekilde o size dava soruşturma
bilmem ne olarak dönünce arkadan vurulmuş gibi hissediyorsunuz ve yüzde sekseni
doksanı anlamsız dava olarak kapandı. O süreçte hekimler çok yıprandı.”
Sigorta şirketlerinin hekimlerin aleyhine davrandıklarını belirten son yorum
Furkan Bey’e aittir.
158
Bir işi yaparken herkesin taşın altına elini koyması lâzım. Hasta geliyor bana ameliyat
oluyor. Hocam bir şey olur mu? Bu riski sana yıkıyor. Ondan sonra sigorta
yaptırıyorsun. Devlet işte hastane olarak aradan çekiliyor, sigorta şirketini sana
bırakıyor. Sigorta şirketi de hastaya para ödememek için hekimin hatasını araştırıyor.
Sigorta şirketleri hekimlerin lehine çalışması gerekiyorken aleyhine çalışıyor
(Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
3.2.2.3. Mesleki Körleşme
Tıpta uzmanlaşmanın “Mesleki Körleşme” ile ilgili sonuçları, genel manada
uzmanlık alanına mahkûmiyetin getirdiği körleşmeye ilişkin görüşlerin yer aldığı
“Mesleki Körlük”, uzaklaşma anlamına karşılık açıklık getirilen körleşme türü olarak
“Mesleki Körleşme Olarak Uzaklaşma” ile körelme çerçevesinden açıklanan “Mesleki
Körleşme Olarak Körelme” alt temaları altında birleştirilmiştir.
Mesleki Körlük
Hekimler, spesifik bir alanda çalışmanın getirdiği sonuç olarak görülen mesleki
körleşmeyi; “kör olma”, “belli şeylere odaklanma”, “miyopi” ve “kendi alanına
yoğunlaşma” şeklinde adlandırmışlardır. İlgili ifadeler şu şekildedir:
Ayağının ağrımasıyla akciğerine verdiğim tedavi arasında bir bağlantı kurduğunu fark
edeceğim. Bu sefer de başka meslektaşıma ihtiyacım olduğunu fark edeceğim.
Çünkü artık bir gerçek ki ben ayaktan anlamıyorum. Burada körüm. O zaman bir
meslektaş arası dayanışma ilişkisine ihtiyacım olduğunu göreceğim (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Olabilir yani sonuçta insan hep belirli şeylere yoğunlaştığı zaman ister istemez hep
belirli şeyleri görmeye çalışıyor (Gökhan, Kardiyoloji).
Kişisel de değil sistemle ilgili bir sorun Devletin tıp eğitimine sağlık örgütlenmesine
doğru dürüst el atması gerekiyor. Mesleki körlük her meslekte vardır. Tuzaktır
kaçınılmazdır. Ama bunu önlemenin yolu uzmanlığı yapmak değil uzmanlığı
engellemek değil, tam tersine devletin uzmanlık dağılımını yapması yani bir tarafta
uzmanlaşmayı devam ettirirken devlet uzmanlaşmayı yaparken bi tarafta
uzmanlaşmanın önünü açarken diğer tarafta da herhangi bir uzmanlık gerektirmeyen
genel sağlık sorunları takip edecek pratisyen hekimliği unutuyor. Unutan devlet.
Uzmanlığı seçen doktorun burada hiçbir suçu yok (Gökhan, Kardiyoloji).
Sırf o yan dal için baktığınız zaman sıkıntı olabileceğini düşünmüyorum. Adama hep
aynı hasta popülasyonu, geliyorsa hep o yan dalla alakalı hasta geliyorsa, tamam o
sadece kendi alanına yoğunlaşmıştır. Diğer yan dalın alakalı bilgilerini güncel
yayınlarını takip etmiyordur (Erdem, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Aynayı kendine çevirmezsen kendini mükemmel zannedersin. Körleşmeden çok
miyopiyle başlıyor. Bütüncüllüğünü kaybetmediyse eğer olmaz (Binnur, Acil Tıp).
Mesleki Körleşme Olarak Uzaklaşma
Tıpta uzmanlaşmanın getirdiği bir sonuç olan mesleki körleşme teması
“uzaklaşma” çerçevesinden tanımlanmış, “klinik yaklaşımdan uzaklaşma”, “diğer
159
yaklaşımlardan geri kalmak”, “solma”, “geri çekilme”, “ilgi azalması” şeklindeki
kavramlar vasıtasıyla açıklanmıştır:
Az önce aslında kısaca bahsettik körleşmeden, kasıt bir alana spesifikleşirken diğer
alanı unutma değil de klinik yaklaşımdan uzaklaşma, körleşme, uzaklaşma diye
biliyorum. Yanlış bilmiyorsam öyle tarifleyebiliriz. Bizim tabi spesifikleşince ister
istemez bazı yaklaşımlardan geri kalabiliyorsunuz. Diğer alanlardaki (Adnan, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları).
Körleşme değil de solma oluyor. Yaş geçtikçe ben görüyorum. Solma da değil aslında
biraz geri plana çekilme. Çok fazla risk almama. Körleşme değil artık yaşın verdiği
şe (Savaş, Genel Cerrahi).
Yani sonuçta ne kadar spesifikleşirseniz diğer alanlarla olan ilginiz de azalabilir.
Sonuçta bir alan yani teorik ya da pratik olarak bakmak lâzım (Ülker, Çocuk Sağlığı
ve Hastalıkları).
Sürekli aynı ameliyatları yaptığı için diğer ameliyatları iyi yapamayabilir (Şener,
Ortopedi ve Travmatoloji).
Mesleki Körleşme Olarak Körelme
Katılımcılar arasında, mesleki körleşmenin tıpta uzmanlaşmanın bir sonucu
olduğunu, bunun mesleki körelme olarak da adlandırılabileceğini belirtenler olmuştur.
Adnan Bey, bir alanda uzmanlaşmanın verdiği bilgi yoğunluğunun, diğer
alanlara karşı duyduğunuz ilgiyi ve sahip olduğunuz bilgiyi azaltabileceğine dair
aktardığı fikirleri şu şekildedir:
Yani illâ ki her sistemin eksiklikleri vardır. Yüzde yüz hiçbir sistem her şeyiyle
olumlu gibi değildir illâ ki. Hani olumlu şeylerini konuştuk hasta açısından. Olumsuz
yönleri ne diye sorarsanız uzmanlaşmanın, çocuk için konuşursak yani hani kendimce
düşünüyorum yani bi endokrin hastasına endokrin belki meselâ diğer yaklaşımlarınız
asistanken kazandığınız meselâ ben her bölüme orada biliyorsunuz. Nöroloji hastası
da şeyi de bir kısmını biliyorsunuz ama üzerine az önce de konuştuk, güncel
yaklaşımları okumayınca, güncel hasta görmeyince, pratikte çok onları ayrı kalınca
kendi alanınız dışındaki hastalarla ayrı kalınca ister istemez bunlar sizin hani bir
alanda spesifikleşirken diğer alandaki şeyinizi köreltiyor (Adnan, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları).
Akif Bey ve Ceyda Hanım da bir önceki görüşe koşut olarak belirttiği
görüşlerinde diğer alanlara ait yaşadığı körelmeyi şöyle aktarmaktadır:
Sor bana de ki kaç yıldan beri tansiyon ilacı yazmadınız de ben sana söyleyeyim
asistanlıktan beri hiç tansiyon ilacı yazmadım (Akif, Genel Cerrahi).
Ben şuanda asistanlığa başladığım yıldaki bildiğim bilgileri tabi ki bilmiyorum
şuanda. EKG okumasını unuttum. Hastaya ilk acil müdahaleyi unuttum. Ama
zaten bence insanlar uzmanlaştıkça bu alana girmemesi gerekiyor yani. Sonuçta
benim acille bir işimin kalmaması gerekiyor. Bu alanda başka insanların yetiştirilip o
alana başka insanların bakması gerekiyor. Tabii ki atıyorum trafik kazasına nasıl
160
müdahale edileceğini bilsen unutmazsın. Bisiklet binmek gibi bir şey. Yani
unuttuğunuzu zannedersiniz bisikleti ilk sürmeye başladığınızda, her şey olduğu gibi
devam eder. Acil müdahale de öyle bir şey. Hastaya müdahale etmeye başladığınızda
her şey, olmuştur. Tabi ki yeni bilgileri okuyamazsınız vs. ama hastayı stabil olarak
acil olan kısmı yapabilirsiniz. Ama mesleki körelme tabii ki ben şuanda erişkin
hastaya bile dokunmam, erişkin hastayı unutuyorsunuz bir süre sonra (Ceyda, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları).
Selim Bey, mesleki körleşmenin diğer alanlara karşı kişisel ilgi azlığından
kaynaklandığını belirterek, hekimlerin günü kurtarmaya yetecek kadar bilgi sahibi
olduklarını aktardığı anlatımı şu şekildedir:
Mesleki körleşme aslında tüm branşları ilgilendiren bir şey. Özellikle ülkemizde
ekonomik kaygılar çok ön plana geçtiği için herkes kolay para kazanmak istiyor. Ama
mesleği ile ilgili gereken çabayı aynı şekilde göstermiyor. Bunun için ulusal ve
uluslararası kongrelere katılma ücretlerinin yüksek olması parasal anlamda buralara
katılmaların zor olması etkiliyor. Günlük yayınları takip etmek istemiyor insanlar,
fazla okumak istemiyor. Sistemi kurduktan sonra yeni bir bilgi edinmekten ziyade
günlüğünü kurtaracak bilgi edinmeye çalışıyor. Bu da körelmeye neden oluyor.
Meselâ çok bilinen güncel olan, dünyada en çok ölüme neden olan, çok iyi yönetenler
var. Uyguluyorum ben, meslektaşlarımız diyor o neymiş, böyle bir şeye inanmıyorum
diyor. Hâlbuki çok güncel bir tedavi yöntemi, başarı oranı çok yüksek. Kendi
branşındakiler bile bunu bilmeyebiliyor. Dolayısıyla mesleki körleşme bütün
branşlarda var diye düşünüyorum. Bu biraz da kişisel çabanın azlığı ile ilgili (Selim,
Kalp-Damar Cerrahisi).
Konuya ilişkin diğer katılımcıların görüşleri şu şekildedir:
Mesleki körleşme kendini yenilemezsin, öyle olur. Vizyonun daralır, bir de geçmiş
bilgileri gittikçe unutursun. Sadece öğrendiğinle kalırsın. Yerinde saymak gibi bir
şey (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Mutlaka bu kaçınılmaz bir şey. Ancak kaçırdığınız şey belli bir alt branşın yani yan
dalın hasta grubuysa buna karşı da çok vicdan azabı duymamak lâzım. Diyelim
ki ben çocuk kardiyolojisi noktasında köreldim. Körel zaten onun branşı o. Senin
işin değil o. Ama çocuk kanserleri dışında genel pediatri ile alâkalı. Meselâ aşılama,
bebek beslenmesi, büyüme, gelişme çocuğa ait sık karşılaşılan çocuk hastalıkları.
Bunlara ait yetersiz kalıyorsam ben, bu benim suçumdur. Ama branşı ilgilendiren
doğrudan çocuk nörolojisi, çocuk endokrin, çocuk kardiyolojisi onlara ait bilgilerimde
körelme olursa bu beni çok rahatsız etmemeli ki kaçınılmaz yani. Çünkü onun branşı
var. Bu hastaları o branşlara danışmıyorsam o hatadır zaten (Fatih, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Genel anlamda bakarsan toplumsal olarak uzmanlaşmak birazcık hekimlik kalitesini
düşürmekte. Neden? Herkes kendi işine yöneldiği için bilse de veyahut da diğer
konuları araştırmadığı için, ilgilenmediği için zamanla o bilgileri köreliyor. Veya
bilse de bu bilgisini kullanma gereği duymuyor (Ahmet, İç Hastalıkları).
O mesleğin gelişmelerini takip edemediğin için veya durdukça unuttuğun için bir süre
sonra bilgi eksikliğinden, maharet, beceri körelmesinden dolayı daha az becerikli
bir hekim haline gelmen (Hale, İç Hastalıkları).
161
Pratik olarak da unutabilirsiniz yani onun üzerinde çalışmadığınız sürece, öğrendiğiniz
her konuda, her bölümde, her alanda, her şeyde, üniversitedeki bilgileriniz gider yani
kullanmazsanız unutursunuz. Unutursunuz da unutursunuz ,unutmanız çok normal
(Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
3.2.2.4. Mesleki İş Yükünün Artması
Hekimler, tıpta uzmanlaşmanın sonuçları arasında iş yükü konusuna
değinmişlerdir. Çalışma kapsamında “Hasta Yükü” ve “Akademik İş Yükü” olarak alt
temalaştırılan iş yükü; hekimlerin çalışma saatleri içerisinde bakmakla yükümlü olduğu
hasta sayısının fazlalığından ve akademik anlamda yaşanan yoğunluktan kaynaklanan
durumla açıklanabilir.
Hasta Yükü
Üniversite hastanesinde görev yapan Adnan Bey, yan dal eğitimine devam
etmesine ek olarak hasta bakmakla da yükümlüdür. Bu durumu hasta hizmetleri yükü
olarak adlandırmaktadır. Hastaların kendi tercihleri doğrultusunda uzman hekim tercihi
yaptıklarını, yan dal alanlarına yapılan bilinçsiz tercihlerin gereksiz hasta yoğunluğu
doğurduğunu belirten Adnan Bey’in ifadeleri şu şekildedir:
Üniversite hastanesinde olmanın getirdiği ekstra bir çalışma yükü diyelim. Hitap ettiği
kesim açısından daha ağır daha komplike hastaları da takip ettiği için, yani daha
efektif, daha özellikli vakalar takip edildiği için zaten yani ciddi bir hasta hizmetleri
yükü var. Çünkü biliyorsunuz, iki gündür buradasınız, yoğun bir poliklinik var.
Servisteki yoğunluğu gördünüz yani, buradaki her bir arkadaş o hasta hizmetlerini
aksatmamak için belki kendi mesaisini de aşıyor (Adnan, Çocuk Enfeksiyon
Hastalıkları).
Benim de şimdi aklıma geldi, bu sistemin bir eksi yanı da eğer sistemi iyi
işlemezseniz gerekli gereksiz hasta yoğunluğu doğurur. Ben meselâ çocuk
enfeksiyonu doktoruyum. Her hasta çocuk enfeksiyonundan randevu alıp direk çocuk
enfeksiyonuna başvurabilirse o zaman bilemeyen aileler de tiroid bozukluğu vardır ya
da basit çocuk hekiminin de yapacağı gribal tablosu vardır. Ona da benim
bakmamam gerekiyor (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Üniversitede Profesör olarak çalışan Selim Bey, hastaların hekimlere karşı bir
güven problemi yaşadığının vurgusunu yaparak, birinci ve ikinci basamak sağlık
kurumlarının verebileceği hizmeti de üçüncü basamak sağlık kurumlarının verdiğini,
üçüncü basamak uzman hekimlerin asıl görevleri dışına çıktığını ve böylece gereksiz bir
hasta yoğunluğuyla karşı karşıya kaldıklarını belirtmiştir. Selim Bey’in ifadesi şu
şekildedir:
Aile hekimliği sistemine tam manasıyla geçilebilirse ancak bize en çok ayrılmış
üçüncü aşamaya uygun hastalar gelecek. Devlet hastanesine gidiyor, beğenmedim ben
bunu diyor, sana geliyor. Sizi meşgul ediyor bu seferde. Üçüncü basamak hastalara
162
bakacakken, her hasta geliyor. Be devlet hastanesine gittim. Bir de size sormaya
geldim diyor (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Tarık Bey, basit hastalıklarda dahi aile hekimi yerine üçüncü basamak uzman
hekime başvuru yapan hastaların, iş yükünü artıkları yönündeki görüşünü şu ifadelerle
aktarmaktadır:
Meselâ Amerika’da bir üroloji uzmanının randevusu üç ay. Aciller dışından
bahsediyorum. “Buram ağrıyor bir üroloğu göreyim” kısmı yaklaşık üç ay. Bizim
hem iş yükümüzü artırıyor. Hastayla ilgilenme süremizi kısaltıyor. İdeali şu
Almanya’da olan dediğim gibi aile hekimi gerekli ise uzmanından randevusunu alır.
Eğer zaten o almazsa uzman hekim sigortası ödeme yapmaz. Yani aile hekimine
görünmeden uzmana giderse orada özel sigorta olduğu için biz de SGK devlet ödediği
için şu anda her şeyi karşılıyor. Bir sürü şeyler var. Siyasi, prim olayı var. Gerçekten
sağlıkta şuandaki hükümetimiz, çok memnun halk ama! (Tarık, Üroloji).
Üniversite hastanelerinde görev yapan uzman hekimleri, sevk sisteminin son
basamağı olarak gören Furkan Bey, hasta yoğunluğunun sebebini uzman hekim
hiyerarşisinde en üst nokta olarak görülen hocaların bakmaya mecbur bırakıldığı
hastalardan kaynaklandığını belirttiği ifadeleri şu şekildedir:
Rahat çalışma olmuyor, spesifikleştikçe sen son nokta oluyorsun. Son nokta olduğun
zaman da bir pratisyen hekim bir hastayı gördüğünde diyor ki bu benlik değil sen
bir uzmana git diyor, uzmana gönderebiliyor. Uzmanlara gittiği zaman o da
üniversiteye git diyor gönderebiliyor. Ama en sonunda üniversitedeki hoca bir yere
gönderemeyebiliyor. O yönüyle iş yükünü artırıyor. Ama gelirin bununla orantılı
olarak artmıyor (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Rıdvan Bey ise, uzmanlık eğitimi sürecindeki hekimlerin hasta yüküne işaret
etmektedir:
Beş yıl önce ben asistanlığa başladığımdaki asistanların durumuyla şuandaki
asistanların durumu aynı değil. Hasta yükü azdı, daha çok kendini geliştirebiliyordu
uzmanlar, bitiren asistanlar da. Ama şimdi bu yükün daha fazla olduğuna
inanıyorum ve görüyorum (…) Eğitim aslında kaliteli ama eğitim almaya zaman
yok hasta yükünden (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Akademik İş Yükü
Uzmanlaşma sürecinin devam ettiği eğitimler esnasında hasta yükünün yanı sıra
akademik iş yükünün de olduğunu belirten Adnan Bey, hastanedeki iş yüküne ek olarak
akademik işlerini akşamları eve götürdüğünü “Bunun yanında burada sonuçta eğitim de
oluyor. Az önce de bahsettik, akademisyenlik adına birtakım yapmanız gereken
çalışmalar, araştırmalar, yayınlar oluyor. Bunun da getirdiği ekstra bir yük var. Ben
çoğu akşam hâlâ öğrenciymişsiniz gibi bilgisayar başında devam ediyorum. Onların da
yükü var.” şeklindeki ifadesiyle belirtmiştir.
163
3.2.2.5. Hekimlik Mesleğine Dair Sonuçlar
Araştırmaya katılan hekimler tıpta uzmanlaşmanın hekimlik mesleğini doğrudan
ya da dolaylı yönden ilgilendiren sonuçları arasında “Mesleki Tatmin”, “Mesleki
Yetkinlik”, “Seçilmiş Hasta Profili”, “Mesleki Yıpranmışlık” ve “Mesleki Saygınlık”
şeklinde adlandırılan alt temaları belirtmişlerdir.
Mesleki Tatmin
Üniversite hastanelerinde uzman hekimlerin maddi ve manevi anlamda tatmin
edilmediği gerekçesiyle, hekimlerin özel hastanelere kaydığının altını çizen Kadir Bey,
alanında uzman hekimlerin sürekli yargılanma riski altında olmalarından dem vurduğu
olumsuz ifadeleri şu şekildedir:
Akademisyenler şuanda cezalandırılıyor pozisyondadır. Hele spesifik çalışıyorsanız
tamamen batakta pozisyondasınız. O yüzden de bu spesifik çalışan insanlar spesifik
hizmet veren özel hastanelere kaçmaktadırlar. Biraz daha dayanırım, yeni profesör
oldum. Altı ay oldu bir buçuk senemi doldurur, dışarıda profesör olarak
kullanabileceğim alan bulurum, basarım istifayı, buranın beş misli maaşla çalışmaya
başlarım. Maddi manevi olarak tatmin etmezseniz insanları o zaman üniversitedeki
kaçışların önüne geçemezsiniz. Bir profesör kolay yetişmiyor, bir doçent kolay
yetişmiyor, bir öğretim üyesi kolay yetişmiyor. Alanında uzman insanlar kolay
yetişmiyor. Bunlar harcanıyor o zaman. Biz öğütüyoruz değirmen gibi akademisyen
öğütüyoruz. Nerede şuanda? (Kadir, Genel Cerrahi).
Şu dönemde sağlık personeli olmanın dezavantajları var. İster pratisyen hekim olsun,
ister uzman hekim olsun, ister akademisyen olsun hiç fark etmez. Çocuklarımın
sağlık personeli olmalarını asla istemiyorum ve aynen şunu öğütlüyorum.
Kesinlikle ama kesinlikle bu sektörde çalışmayacaksınız diyorum. Bu ne demek?
Mesleki tatminsizliği en üst seviyeye getirmiş ki çocuklarına bunu önermiyor yani.
Eşine dostuna akrabasına önermiyor yani. Neden? Maddi ve manevi olarak
istediğini bu meslekten alamamış oluyorsun. Benim gibi düşünen insanların
sayısı yüzde yetmiş yüzde seksen. Bir gerçek daha söyleyeyim o zaman. Şikâyet
edilen ve de soruşturma geçiren ya da mahkemeye düşen hekim oranı yüzde seksen.
Yüzde doksanı uzman bunların. Bunların yüzde sekseni ya soruşturma geçirmiş ya
kovuşturma geçirmiş en az bir kere, en çok da cerrahlar ve kadın doğumcular, acil
tıpçılar. Uzmanlık alanı olarak topluma en fazla hizmeti veren bu kesim, şuanda
en fazla taşlanan en fazla yargılanan kesim (Kadir, Genel Cerrahi).
Bazı hekimler ise, mesleki tatmin sağlamayı, mutlu olmakla açıklamışlardır:
Eskiden biz sağlık ocağında bedavadan hastaya ilaç verirdik. Temel cümle bu
“bedavadan ilaç verirdik.” Oradan bulurduk, buradan bulurduk. O yardım ve
dayanışma duygusu bu insanın eksikliğini kapatıyordu. Şimdi onu aldı senin elinden.
Şimdi iyi her şey güzel. Ama ben insani sıcaklığı yitirdim. Bu yüzden ben de bunu
duymamak için hayat budur, dünya budur, hayatın reel politiği budur. Dünyayı ben
kurtarmayacağım. Ben yapmazsam başka biri yapacak. O zaman ben de kendimi
başka alanlarda mutlu ederim. Saz öğreneyim, ut öğreneyim (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
164
Tabi yani bir sağlık ocağı hekimi de yaptığı işten eğer yeterince ekonomik olarak
tatmin ediliyorsa o işinden mutlu olması lâzım (Fatih, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Uzmanlaşmaya karşı bir negatiflik olmadı kendi açımdan konuşacak olursak ama
hekimin birazda doğasıyla, tabiatıyla alâkalı bu. Acaba sabır açısından, hoşgörüsü
var mı? Biraz da hekimin psikolojik alt yapısıyla alâkalı. Otokontrol, empati yeteneği
olan, empatisi gelişkin bir hekim zannediyorum kolay kolay havlu atmayacaktır
çalışmasında ya da bıkkınlığa gelmeyecektir. Hepimiz insanız hekim de bir insan
olduğu için tatminkâr şeyler var mı bir de? Yaptığı işin arkasında o kişiyi tatmin
eden beklentilerine yanıt veren bir getirisi var mı bu işin? Bu da önemli (Fatih,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Akademisyenliği bilinçli olarak istiyorsanız yani ben öyle bilinçli olarak sınava girdim
çalışmaları da yapıyoruz bu da insanı hani mutlu ediyor. Ya tamam, yoruculuğu var
bazen hani şey yapıyorsunuz ama.. (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Mesleki Yetkinlik
Bu alt tema ile, bilgi sağlama ve güncelleme açısından mesleki yetkinliğin
sürdürülebilirliği üzerinde durulmuştur.
Bir taraftan bir şeyler kazandı. Kazandığı en önemli şey mesleki yetkinliğini artırdı.
Teknik yetkinliğini artırdı. Bilgi kapasitesini artırdı. Ama şöyle bir hayat başladı. Bu
mesleki ve teknik bilgi kapasitesine teknisyen üzerinde kullanacağı bir hayat başladı
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Spesifikleşmenin faydalarından biri belki o. Güncelleme şansım daha kolay çünkü.
Aynı bölümün tüm hastalıklarıyla ilgilendiğiniz zaman takibiniz daha zor. Ama
spesifik olunca onunla ilgili veriler size daha çok gelmeye başlıyor. İlgilenen medikal
firmalar, ilaç sektörü, kongrelerde spesifik konularda uğraştıkça bilgilerinizi daha
çok güncelliyorsunuz (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Belli bir konuda odaklanmanız, sınırlarınızın, çerçevenizin belli olması dolayısıyla bir
yerde odaklandığınız için de o konuyu daha iyi öğrenmeniz. Daha iyi güncel bilgileri
takip edebilmeniz (Gökhan, Kardiyoloji).
Ama işte dediğimiz bu ama o da eğitimden geçiyor yani her türlü uzmanlaşıldığı
zaman diğer alanlarla olan ilişkini kaybetmiyorsun. Sadece o alandaki yetkinliğin
azalıyor (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Seçilmiş Hasta Profili
Uzmanlaşan hekimlerin tanı ve tedavi aşamasında seçilmiş hasta kesimiyle
karşılaşmaları ifadelerden de anlaşılacağı üzere belli bir rahatlık getirmektedir.
Hekimlerin elde ettikleri bu rahatlığa yönelik görüşleri şu şekildedir:
Baktığım hasta kesimi belli, görev sorumluluklarım belli, onları zaten yeterince
enfeksiyon olarak yapıyorum (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Yan dal eğitimi almış olmak ya da yan dal hastalarıyla uğraşıyor olmak size biraz
daha zaman kazandırıyor. İşte biz diyelim ki çocukta burada beş, altı yan dalla
uğraşan arkadaş varsa onların hepsi size gelmiyor. Sadece sizinle ilgili olan size
geliyor. Onun için biraz daha zamanınız oluyor kendinize ayırabileceğiniz ve diyelim
165
ki bir çocuk kardiyolojisi sizden bunu istemiyor. İnsanlar, hastalar bunun için size
gelmiyor. Çocuk nörolojisi bunun için size gelmiyor insanlar. Çocuk kanserleri ile
alakalı sizin kapınız çalındığı için belli bir işle uğraşıyorsunuz. Bu size biraz daha
zaman kazandırıyor (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Mesleki Yıpranmışlık
Hekimler, “Mesleki Yıpranmışlık” konusunu “yıpranma” ve “tahribat”
kavramları üzerinden açıklamayı tercih etmişlerdir.
Katılımcılardan Akif Bey, hekimlerin mesleğin verdiği yükü tahribat olarak
algıladıklarını, bu sebeple ya uzmanlaşmadan uzaklaştıklarını ya da uzmanlıklarını
aldıktan sonra bunun uzmanlığın bedeline bir karşılık biçtiklerini “Uzmanlaşma ağır
tahribat yaptığı için hem psikolojik olarak hem bedensel olarak hekimler giderek
kaçıyorlar ya da bunun bir bedeli olması lâzım diyorlar.” şeklindeki vurucu ifadesiyle
dile getirmiştir.
Binnur Hanım, uzman hekimlerin diğer hekimlere göre mesleki anlamda
dezavantajlı konumda olduklarını “Uzman hekimler diğer hekimlere göre daha
yıpranmışlar. Hiç kimse gece pratisyen hekim düşmüş mü kalkmış mı diye merak edip
aramaz ya da gecenin ikisinde ameliyata çağırmaz.” söylemiyle aktarmıştır.
Ramazan Bey ise, yan dal yapan hekimlerin uzmanlığını alan hekimlere göre
daha fazla yıpranmış olduğunu, hasta kesiminin genel hastalar arasından süzülerek
geldiğini ve alanı dışında hastalarla karşılaştığı zaman yaşadığı yetersizlik hissinin
kendisini yıpratacağını belirttiği görüşleri aynen aktarılmıştır:
Bu biraz da şeyi getiriyor beraberinde, mesleki yıpranmışlığı getiriyor beraberinde.
Yan dalda meselâ mesleki yıpranmışlık daha az olabilir. Çünkü nispeten daha
süzülerek geliyor. En azından bence romatolojide bu nasıl bir hastalık diyeceğim oran
daha düşük oluyor. Kendi işimi yapıyorum. İşte bu diğer alt branş kademedeki
doktorlarda böyle bir hissiyat olmamış olabilir. O yüzden insanların kendi sınırlarını
belirlemek sorumlu olduklarını yapması gerekmekte. Bu sadece hekim için değil
herkes için geçerli. Meselâ siz dışarıda bir iş yerinde çalışıyorsunuz diyelim. Sizin iş
sınırız yok. Diyor ki işte Ayşe, Fatma sen şu şu işi yapacaksın senden beklentim bu.
Bu tanımlı olduğu zaman daha net olabilir. Tıpta sınır bu kadar net olamaz da ama en
azından kişinin kendi kendini ifade edebilmesi yaptığı işi evet benden beklenen bu
bana böyle bir hasta geldi. Romatolojiye bir göz hastası gelse benim bilgim ve ilgim
olmayan yetersizlik duygusu hissedebileceğim gibi hastaya da iyi bir hizmet
veremem. Artı bende yıpranmışlık mesleki yıpranmışlık dediğimiz şey daha çok
ortaya çıkar. Motivasyonum düşer (Ramazan, İç Hastalıkları).
166
Mesleki Saygınlık
Araştırmanın katılımcıları “Mesleki Saygınlık” alt temasını, “saygınlık” ve
“itibar” kavramları üzerinden yorumlamışlardır.
Deniz Bey, hekimin uzmanlık bilgisinden aldığı gücü “artı değer” olarak
nitelendirmiştir. “Piyasada kimin artı değeri daha fazlaysa onun mesleki saygınlığı
daha fazla oluyor.” şeklindeki yorumu artı değerin mesleki saygınlığı artırdığını
destekler özelliktedir.
Üniversite hastanesinde uzman hekim olarak görev yapan Şener Bey, mesleki
saygınlık ve performans ilişkisine değinmiştir.
Saygı görmemek. Üniversitedeki performans sistemi ile saygınlık kazandırılmaya
çalışılıyor doğru bir sistem değil (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Alper Bey, konuya diğer hekimlerden farklı bir yorum getirerek, hekimin
kalbine temas edilmeme durumunu eksik bir nokta olarak gördüğünü belirtmiştir.
Özellikle üçüncü basamakta çalışan uzman hekimlerin çok kolay ulaşılabilirliğini
eleştiren Alper Bey, hekimin ülkenin sağlık konjektöründen kaynaklı bir itibar kaybı
yaşadığını aktardığı ifadeler şu şekilde alıntılanmıştır:
Geçenlerde şöyle bir konuşma oldu. Başhekimin danışmanıyla konuşuyoruz.
Başhekimin yaptığı iyi şeyleri özetledi bana ve kabul ettim doğru. O bakışla yaptığını
biliyorum. Doğru ve güzel yaptığını biliyorum. Ama çok büyük bir eksikliği var
dedim Başhekimin. Nedir, dedi. Hekim egosu yüksek bir adamdır. Sen hekimin
kalbine temas etmezsen yaptığın hiçbir şeyin anlamı kalmaz. Şimdi bu politikaları
uygularken maalesef hükümetin düştüğü en büyük hatası oldu. Hekimin halkın
gözündeki itibarı çok düştü. Çok kolay ulaşılabilir bir pozisyona geldi. Söylenen
sözlerle halkın o derse ben de derime geldi. Filanca siyasetçi hekime böyle
davranıyorsa ben de davranırım ne olacak durumuna geçti. Kolay ulaşılabilir oldu.
Seçme şansın oldu, şikâyet etme hakkın oldu (Alper, Üroloji).
3.2.3. Kişisel Sonuçlar
Tıpta uzmanlaşmanın hekimi ilgilendiren sonuçları arasında; hekimin
cinsiyetinden, kişilik tipinden, çalışma şeklinden, dünya anlayışı ve mesleğe bakış
akışından kısacası kişilik yapısından kaynaklandığı düşünülen konular yer almaktadır.
Bu konular; “Tükenmişlik”, “Uzmanlık Egosu”, “Yorgunluk”, “Vakit Yetersizliği” ve
“Yoğunluk” şeklindeki beş alt tema altında toplanmıştır.
Tükenmişlik
Tükenmişlik konusunun hemen hemen meslekte sıklıkla görüldüğü söylenebilir.
Kişilerde duygusal yönden ağır tahribat oluşturabildiği gibi, kişilerin işlerine karşı
167
duyarsızlaşmalarına neden olan tükenmişliğin mesleki başarıyı etkilediği bilinen bir
gerçektir.
Katılımcıların makro anlamda hekimlik mesleğine, mikro anlamda ise uzman
hekimlerin tükenmişlik duygu durumlarına karşı belirttikleri görüşler; “yorucu bir
süreç”, “yıpratıcı bir süreç”, “tükenmişlik sendromu”, “manevi yorgunluk”, “tükenme”
ve “yıpranma” kavramları etrafında şekillenmiştir.
Katılımcılar arasında tükenmişlik yaşadığını belirten Akif Bey, uzmanlık
alanının verdiği yıpratıcı bir hekim-hasta ilişkisine, mesleğin verdiği psikolojik
tahribata, empati yapmanın manevi ve merhametten kaynaklanan yorgunluğuna bağlı
olarak bir tükenmişlik içerisinde olduğunu belirtmiştir:
Ben şimdi eve gidiyorum. Bir tarla aldım. Kendimi avutmak için. Dört dönümlük
bir tarlaya ev yaptım. Bir insan yani günde dört tane hastaya kanser olduğunu
söyleyeceksin ve onları tedavi konusunda da motive edeceksin ve yanlarında da
aileleri olacak. Bunu inandırıcı bir şekilde yapman lâzım ki hasta inansın. Ben
inandırıcı bir şekilde yapmak istiyorum. Ama eve gittiğim zaman konuşmaya
mecalim kalmıyor. Benim için sıradan bir şey gibi gelebilir. Zaten öyle bir şey
oluyor. Ama sen hayatında ilk defa kanser hastalığı ile karşı karşıyasın. Senin
yanında eşin var, çocukların var. Seni seven akrabaların var. Hepsi kaygı içinde, senin
öleceğini düşünüyorlar (…) Hep onları düşünüyorum yani kafamda. Bu benim annem,
benim babam veya benim kardeşim. Ama beni çok tüketiyor yani. Bırakacağım
dayanamıyorum. Çünkü sürekli insanların öleceklerini, ölme olasılıklarının yüksek
olduğunu mücadele etmeleri gerektiğini söylemek çok zor işler (Akif, Genel
Cerrahi).
Katılımcılar arasından Furkan Bey, hastalardan kaynaklanan bir tükenmişlik
içerisinde olduğunu belirtmiştir. Uzmanlık alanına giren hastaların tatminkârsızlığını ve
nezaketsizliğini sebep gösteren katılımcı, yaşadığı tükenmişlik durumunu şu şekilde
özetlemektedir:
Bir de şu var. Hastalara ne kadar konfor sağlarsan yaptığın işi o kadar basite alıyor.
Silikon tamponu koyuyorum, hastayı ertesi gün taburcu ediyorum. Üç dört gün sonra
tamponunu alıyorum. Tampon çıkarken de hissetmiyor. Ameliyatı yapıyorsun,
tamponunu koyuyorsun her şey iyi mi? İyi. Hadi geçmiş olsun diyorsun. Evine sağlıklı
bir şekilde gidiyor. Bugün sen sanayideki ameleye teşekkür etmiyor musun?
Duvarcıya teşekkür etmiyor musun? Hadi hekimin para almasından geçtim. Diyelim
ki hasta cahil zaten, yüzde doksan dokuzu cahil bu milletin, hep ahkâm kesiyoruz.
Adam tahlil yaptırıyor altmış yaşında, teyze kolesterol tahlili yaptıracak. Niye teyze?
Risk faktörü var mı, kalp, şeker, tansiyon var mı? Yok. Baktıracağım. Bakmasan
öbürüne gidiyor (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Gökhan Bey, uzmanlaşma ve tükenmişlik ilişkisinin dolaylı yönden birbirini
etkilediğine dikkat çekerken, “Uzmanlıkla ilişkili tükenmişlik durumu her zaman vardır.
168
Her meslekte özellikle hekimlerde özellikle çoktur. Ama uzmanlıkla direkt ilgili
olduğunu zannetmiyorum.”, cümlelerini kullanmakta, Deniz Bey ise, uzmanlaşmanın
tükenmişlikle direk ilişkisinin olduğunu şu ifadelerle açıklamaktadır:
Şimdi böyle yaratıcılık potansiyeli olan mesleklere, hep ölçmeye, hep biçmeye, hep
uzmanlaşma, hep standardizasyon olursa yaratıcılık ölüyor. Bu sefer teknik bir hâl
almaya başlıyor meslek. Teknik hâl almaya başlayınca da yaratıcı potansiyeli olan
birey tükeniyor. Ne yapacağım ben şimdi. Bu yüzden yan yollar arıyor. Herkesin bir
hobisinin olmaya başlaması işte beşten sonra istediğimi yapmaya başlarım falan diye.
Mesleğin kendisi çünkü mutlu etmiyor. Bugünlerde hekimlerdeki en büyük sorun
da bunun yarattığı tükenmişlik. Bunun bir kısmı uzmanlaşmadan kaynaklanıyor
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Erdem Bey, yan dal eğitimi sürecinin uzun ve yıpratıcı olması yönüyle hekimi
tükenmişliğe sevk edebileceğini ve başta hekimin kendisi olmak üzere, ailevi ve sosyal
yönden mutsuz olabileceğini “Çok yorucu bir süreç aslında. Şuanda içinde
bulunduğumuz sistem çok yorucu. Bir uzmanlık öğrencisinin yaşı yirmi sekiz, otuz yani.
Bitirdiği zaman en erken otuz yaşında oluyor. Bunun üzerine bir de yan dal yapmaya
kalktığı zaman güzel bir şey, baktığında ama çok yıpratıcı bir süreç. Zaten tabiri caizse
yolun yarısına gelmişsin, ne doğru düzgün bir ailen var, ne sosyal hayatın var, ne eve
doğru düzgün gidiyorsun hani bu süreçten gelmişsin. Bunun üzerine bir de eğitim
devam ediyor. Bir de bakıyorsun çok kıymeti de kalmamış gibi geliyor açıkçası. O
yüzden gerçekten bilim uğruna çalışıp bu yolda ilerleyip çok faydalı olabilecek
arkadaşlarımızı seçmeyebiliyorlar bu işi. Bu da tükenmişlikten dolayı.” şeklindeki
ifadelerle belirtmiştir.
Hekimlerin meslektaşlarının yaşadıkları tükenmişlik durumları hakkında
yaptıkları yorumlar ise aşağıda verilmiştir:
Şuan hekimin bugün neden mutsuz olduğunu düşünmek lâzım. Evet bir kısmı
piyasadaki basit dişçi konumuna girdiği için. Bir kısmı da eskiden biz hasta için
bir şey yapardık. Kendisini öyle tarif ederdi. Yapıyordu yapmıyordu. Ayrı bir
tartışma. Bir insan var ortada. Bir otururduk falan. Şimdi yetişemiyoruz. Hasta
koşturuyor. Dolanıyor böyle. Mutluluğu şimdi haftaları altı gün çalışayım. Artık
cumartesi de çalışıyor özeller. Gece gündüz çok güzel bir ev yaptırıyorum milyarlık.
Ama artık yaşadığı hayat onu mutlu etmiyor. Hekimlerin artık kırk, kırk beş, elli,
elli beşte emekli olayım. Ayrılayım. Tarlaya falan döneyim. Öyle bir değişim olmaya
başladı. Organik tarım yapayım. Çiftlik alayım. Deniz işleri falan yapayım (Deniz,
Göğüs Hastalıkları).
Yoğun olarak hasta bakma tabii ki hekimlerde bir yıpranma, bir tükenmişlik
yaratacaktır. Genel olarak son zamanlarda hekimler üzerindeki şiddet ve baskı
psikolojik olarak hekimleri etkilemekte. Bu da doğal olarak bir tükenmişliğe sebep
olmakta (Ahmet, İç Hastalıkları).
169
Yüzde yüz. Ben meselâ tükenmiş saymıyorum kendimi. Halen daha devam ediyorum.
Ama arkadaşlarım açısından diyorum. Çok ciddi tükenen arkadaşlarım var. Yüzde
yetmişin üzerinde (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Tükenmişlik o da biraz branşa bağlı olabilir. Hangi çeşit hastalarla
karşılaşıyorsunuz. İş yoğunluğunuz ne kadar? Günün sonunda kendinizi ne kadar
enerjik ve psikolojik olarak yıpranmamış hissediyorsunuz? Buna bağlı. Branşa göre
de değişebilir aslında (Ramazan, İç Hastalıkları).
Manevi tatmin sağlayan hekimlerde tükenmişlik duygusunun azalabileceğini,
yaptığı işi seven her hekimin de yaşadığı tükenmişliği başka duygularla telafi ettiğini
belirten hekimlere ait görüşler şu şekildedir:
Tabii ki de insanın şeyleri var, bu yük kimi zaman dinlenme ihtiyacı bir takım şeyler
oluşturuyor. Ama şu da var şunu da göz ardı etmemek lâzım. Yaptığınız işi
seviyorsanız yani hani tamam hasta hizmetleri yoğun ama hekimliği seviyorsanız
çocuk uzmanlığını seviyorsanız, yaptığınız işten sonuç alıp bunu görüyorsanız,
bu tükenmişliği biraz kompanse ediyor daha doğrusu ve tükenmişlik miktarını
azaltıyor (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Mesleğini icra ederken mutlulukla ya da mutsuzlukla ilişkilidir. Maddi tatmin ve
manevi tatmin sağlanıyorsa tükenmişlik olmaz. Ama günümüzde tüm sağlık
personelinde spesifik alanda çalışanlarda değil, sadece hekimlerde değil, tüm sağlık
personelinde hemşire, sağlık memuru, tıbbi sekreter hepsinde bir tükenmişlik
sendromu var. Maddi ve manevi olarak yaptığı hizmetin karşılığını alamıyor bu
insanlar (Kadir, Genel Cerrahi).
Uzmanlık Egosu
Uzmanlık egosunun; uzmanlık bilgisinden aldığı güçle kendi alanı dışındaki
bilgilere ihtiyacı olmadığını düşünen hekimlerde var olan kişisel bir duygu durumu
olduğu söylenebilir.
Alper Bey hekimlik sürecinde yaşadığı bir olayı “uzmanlık egosu”
perspektifinden açıklamaktadır. Örnek olayda bahsi geçen hekimin kendi uzmanlık
bilgileriyle hareket ettiği ve kişisel merakının yalnızca kendi alanıyla sınırlı kaldığı
söylenebilir. Bu durum, hekimin uzmanlık egosundan kaynaklı bir davranış içinde
olduğunu resmetmektedir. İlgili örnek olay şu şekildedir:
Şimdi bir çift çocuk benim uzaktan akrabam. Eşi de hemşire. Çocukları olmuyor.
Konuştuk bir akşam, tetkiklerine baktım. Çocuğun sperm tahlilinde bazı bozukluklar
var. Ben de bunlara işte bazı fitoterapi ajanda verdim, besin destekli. Gitti bunlar,
şimdi bir süre sonra kız hemşire ya, kendi doktoru da demiş ki, eşin bir sperm tahlili
yaptırsın bakalım. Üstüne vazife değil ama neyse sonra yaptırmış tabii aradan geçen
süreçte inanılmaz bir pozitif bir değişim olmuş. Kadın doğumcu bakmış. Allah Allah
demiş. Bu ne kadar değişim pozitif bir değişim var. Bu çok güzel çıktı. Ne oldu ki
demiş. Hemşire hanım da demiş ki benim eşimin akrabası ürolog, ona bazı besin
destekleri verdi. Sonra böyle oldu. Bundan kadın doğumcunun reaksiyonu şu olmuş.
‘Hakikaten çok işe yaramış. Kendisini tebrik ediyorum. Lütfen bunları kullanmaya
170
devam et.’ Bak pozitif yaklaşım budur. Ama ne verdin, ne kullandın, şu doktorun
telefonunu versene, ben bir sorayım. Merak yok. Sormamış yani. Kabul de ediyor.
Bravo çok işe yaramış. Tebrik ediyorum. Kullanmaya devam et. Ama nedir bu?
Merak yok. Benim verdiğim şeyler içerik olarak etken maddeleri bir kağıda yazayım.
Götür yüz tane üroloğa sor. Hattâ yüz tane kadın doğumcuya sor. Evet bunlar
kısırlıkta kullanılır der. Ama sen veriyor musun? Hayır der. Çünkü ilaç değil (Alper,
Üroloji).
Yorgunluk
Hekimlerin, tıpta uzmanlaşmanın bir sonucu olarak yorgunluk üzerine
söyledikleri ifadeler şu şekildedir:
Ben hastaya iyi bakmayı, hastayı angarya olarak görmem. Yoğunluk, yorgunluk,
bıkkınlık olabilir ama sonuçta sabah geldiğim zaman ilk hastaya da hemen olumsuz
tavırlarla başlamam yani (Hale, İç Hastalıkları).
Bedelini düşünmek daha dram gibi oluyor ama hani bir şeyler de oluyor. Yani siz
daha çabuk yaşlanabiliyorsunuz. İşten çıktınız eve geldiniz yani oturup dinlenmek
yerine hâlâ çalışabiliyorsunuz (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Vakit Yetersizliği
Tıpta uzmanlaşmanın hekimler açısından bir diğer sonucu, yoğun çalışma
temposu ve hasta yükünden kaynaklanan vakit yetersizliği durumudur.
Şener Bey’in diğer alanların gelişmelerini takip etmek adına vakit olmadığını
belirttiği “Ben bir ortopedist olarak gözcünün şeyini takip etmem. O da benim branşımı
takip etmez. Edemez zaten vakit de bulamaz.” şeklindeki görüşü, Rıdvan Bey’in
“Akademik düşünen çok kişi var ama yeteri kadar onu hakkıyla yapamıyorlar. Zaman
yok. Üniversitede sadece hasta yükü altındasın. Eve gittiğinde aile hayatından özveri
yapacaksın.” şeklindeki görüşü ile aynı minvaldedir.
Yoğunluk
Hekimler tıpta uzmanlaşmanın ekstra bir yoğunluk getirdiğini belirtmişlerdir:
Çaba gösterirseniz ayırıyorsunuz, çaba göstermezseniz tüm hayatınız burası da
olabilir. Tabii ki adanmış hayat şu demek, bayramınız seyranınız hiçbir şeyiniz
olmuyor. Standart insan gibi yaşayamıyorsunuz. Daha az bir zamanınız oluyor. Her
şeyi erteliyorsunuz. Ertelenmiş bir hayat. Hobilerinizi veya hayata dair bir şeyinizi
tam yapamıyorsunuz yani. Şuan bir kursa gitmek istesen hemen başka bir şey çıkıyor
(Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Bu yoğunluktan dolayı ona bakacak zamanım yok. İki, sistem çok sorunlu. Yüklenen
sistem çok sorunlu, çok yavaş, Medula çok yavaş bir sistem (…) Yoğunluktan dolayı
o tarafıyla ilgilenemeyebiliyorum (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
171
3.2.4. Sosyal Sonuçlar
Tıpta uzmanlaşmanın hekimler açısından sonuçları “Sosyal Hayattan Kopma” ve
“Aileye Az Vakit Ayırma” şeklindeki iki alt temadan oluşmaktadır.
Sosyal Hayattan Kopma
Hekimlerin yoğun iş temposundan sıyrılıp, sosyal hayatta aktif olup
olmadıklarına ilişkin ortaya çıkan “Sosyal Hayat” alt temasına ilişkin görüşler
aktarılmıştır.
Katılımcılardan Alper Bey, “Şimdi uzmanlaşmış kişileri uzmanlaşmış ve
uzmanlaşmaya çalışan olarak ikiye ayırmak gerekir. Çabalayanlar ismi tanına kadar o
çabayı sarf ediyor. Birkaç yılını kapatıyor tabii ki. Olabilir. Bu eğitim maliyeti gibidir.
Göze almak zorundadır. Ama gittiği nokta neresi olduğunu çok bilmeden gidiyor.
Çünkü o noktaya geldiğinde artık tanınmış kişi olduğunda da bu sefer talep çok fazla
oluyor. Sosyal hayatından kopuyor.” şeklindeki anlatımında, uzmanlaşma sürecini
tamamlamış, aşırı uzman olarak nitelendirilebilecek kişilerin sosyal hayattan kendilerini
soyutladıklarına dair görüşler aktarmıştır.
Selim Bey, genel anlamda hekimlerin sosyal yönlerinin zayıflamasını göze
alarak ekonomik durumlarını yükselttiklerini fakat halktan kopuk yaşadıklarını
“Hekimlerin sosyal yönü çok zayıf. Ekonomik durumda belki daha iyi yaşıyorlar ama
bir de koşturmacaları çok oluyor daha böyle kompakt bir şeyin içerisinde yaşıyorlar.
Halkın içerisine çok girmiyorlar.” şeklindeki ifadeyle aktarmıştır.
Ülker Hanım ise, sosyal yönün eksikliğini feragat etme olarak adlandırmaktadır:
Ama siz bir şeyleri yaparken bir şeylerden feragat etmeniz gerekiyor. Yani bu oluyor
yani, bu hani, bu olmak zorunda tabi sosyal hayatınızı etkiliyor tabi. Kafanızda her
zaman bir şey olmuş oluyor (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Tekin Bey’in ise, bir hekimin sosyal yönünün yalnızca hekimin kendisine bağlı
olduğunu, eğer bir hekim istediği takdirde mesleğinin icra alanını sosyal hayatın içine
taşıyabileceğinin altını çizdiği görüşleri şu şekildedir:
Bir şeyi bir defa öğrenirsiniz. O artık sizde kalır. Ama üstüne koyarsınız. Her gün her
gün aynı şeyi defalarca tekrar etmiyorsunuz zaten. Okuma açısından. Takip
ediyorsunuz yeni bilgileri ekliyorsunuz ve hastane de geçirdiğiniz zaman belli. Bunun
üstüne ne yapılabilir sorusu, farklı ne yapabiliriz? Bakıyorsunuz mecliste bir sürü
doktor var. Demek ki bunlar başka şeylerle de ilgilenmiş. Sadece doktorluğundan
kaynaklı değildir. Doktorluk yaparken kendi mesleğini sosyal hayatın içine
sürüklemiş. Burası kapalı bir oda, biz dışarı çıkınca hayatın içine giriyoruz diye
172
bir şey yok. Burası hayatın içi. Öyle olunca biz çalışırken daha sosyaliz aslında ve
burada dışarıdayken o katmanlara ayrılmış sınıflar diye bir şey yok. Sınıfların içinde
herkesle, her sınıftan, her milletten, her dinden, her inançtan insanla aynı yerde
buluşuyorsun burada. Öyle olunca sosyallik açısından da çok sıkıntı olmuyor (Tekin,
İç Hastalıkları).
Aileye Az Vakit Ayırma
Hekimlerin meslek hayatlarında ya da uzmanlaşma sürecinde ailelerine az vakit
ayırdıklarına dair görüşlerin yer aldığı temanın içeriği; uzmanlaşma sürecinde
hekimlerin sosyal hayattan koptukları, uzmanlaşma sonrası ise iş yoğunluğundan ötürü
aileye vakit ayıramama ve aileyle az görüşme konularını kapsamaktadır. Alt temaya
ilişkin katılımcı görüşlerinin ifadeleri şu şekildedir:
Şimdi uzmanlaşmış kişileri uzmanlaşmış ve uzmanlaşmaya çalışan olarak ikiye
ayırmak gerekir. Çabalayanlar ismi tanına kadar o çabayı sarf ediyor. Birkaç yılını
kapatıyor tabi ki. Olabilir. Bu eğitim maliyeti gibidir. Göze almak zorundadır.
Ama gittiği nokta neresi olduğunu çok bilmeden gidiyor. Çünkü o noktaya
geldiğinde artık tanımmış kişi olduğunda da bu sefer talep çok fazla oluyor. Sosyal
hayatından kopuyor (Alper, Üroloji).
Belki bazen akşam ailesinden, mesaisinden, öğle yemeğinden harcıyor yani. Bunu
gördünüz. Şahit oldunuz (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Yani evet evet ama bunu yapabiliyorsunuz ama yapıyorsunuz işte ailenizle daha az
görüşebiliyorsunuz, işte çocuğunuz varsa daha az ilgilenebiliyorsunuz. Okuluyla
daha az ilgilenebiliyorsunuz. Çocuğunuza ayırdığınız zaman daha az oluyor. Ama
size ve ailenize getirdikleri de çok değişebiliyor (Ülker, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Aileye zaman ayırma konusunda sıkıntı olabiliyor. Burada sosyal hayatın içinde
olabiliyorsun ama ailenin içinde olmakla sosyal hayatın içinde olmak farklı şeyler.
Aile hayatı konusunda sıkıntı olabiliyor. Özellikle de uzmanlık eğitimini alırken
asistanlık döneminde farklı olabiliyor. Eğer akademik kariyer düşünüyorsan diğer
uzmanlardan artı çalışman lâzım. O da aileni etkiliyor (Tekin, İç Hastalıkları).
3.3. Tıpta Uzmanlaşmanın Sağlık Sistemi Açısından Sonuçlarına İlişkin
Bulgular
Araştırmanın bu kısmında, katılımcılara yöneltilen “Sağlık sistemi açısından
tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?” şeklindeki araştırma
sorusundan elde edilen veriler değerlendirilmiştir. Sağlık sistemine ilişkin cevaplar
“Üçüncü Basamak Sağlık Hizmetlerine Yüklenme”, “Konsültasyon Sistemine İlişkin
Sonuçlar”, “Mesleki Dönüşüm Sürecine İlişkin Sonuçlar”, “Ekonomik Sonuçlar”,
“Tedavi Yöntemlerine İlişkin Sonuçlar”, “Uzmanlaşmanın Seyri”, ve “Modern Tıbbın
Geldiği Son Nokta” olmak üzere yedi temada birleştirilmiştir. Şekli 5, uzmanlaşmanın
173
sağlık sistemine ait sonuçlarından elde edilen temalara ilişkin Kavram Haritasını
göstermektedir.
174
Şekil 5. Tıpta Uzmanlaşmanın Sağlık Sistemi Açısından Sonuçlarına İlişkin Kavram
Haritası
175
3.3.1. Üçüncü Basamak Sağlık Hizmetlerine Yüklenme
Türkiye’nin bugünkü sağlık sisteminde sevk zinciri yasal bir zorunluluk
kapsamında uygulanmamaktadır. Üçüncü basamak sağlık hizmeti veren kuruluşlar da
dâhil olmak üzere, hastaların sağlık kurumuna başvurusunda herhangi bir kısıtlama
yoktur. Hastalar diledikleri sağlık sistemine kendi iradeleriyle başvuru
yapabilmektedirler. Bu durum üçüncü basamak sağlık hizmeti veren üniversite
hastanelerinde yoğun bir hasta sirkülasyonuna neden olabilmektedir. Tedavisi birinci
basamakta yapılabilecek hastaların basit sağlık sorunlarıyla üniversite hastanelerinde
uzman hekim ve yan dal uzmanlarına muayene olma istekleri, hekimlerin her düzeyde
hastayla karşılaşmasıyla sonuçlanmakta ve bu durum gereksiz hasta yoğunluğuna ve iş
yüküne dönüşebilmektedir.
Katılımcıların sevk sistemine ve hasta yoğunluğuna ilişkin cevapları “Üçüncü
Basamak Sağlık Hizmetlerine Yüklenme” teması altında toplanmıştır.
Sevk Sisteminin İşleyişi
Katılımcılar, uzman hekimlerin yoğunlukta olduğu üçüncü basamak sağlık
hizmetlerine erişim konusunu “Sevk Sisteminin İşleyişi” açısından ele almışlardır.
Birinci ve ikinci basamak sağlık hizmeti sunan kuruluşların ileri derece
komplike hastalıkların tedavisinde yetersiz kalıp üçüncü basamak sağlık kuruluşlarına
sevkini uygun görmesi durumunda yan dal uzmanlarına olan ihtiyacın gündeme
geldiğini “Zaten biliyorsunuz günümüz sağlık sisteminde de bu tür komplike dediğimiz
farklı yaklaşımların değerlendirilmesi gereken hastalar da zaten buralara sevk
edilmekte. Oralarda bakılmamaktadır. Hani pnömoni bi çocuk uzmanı belki orda
antibiyotiğini verip tedavi edebilir ama bunu çocuğun pnömonisi ileri bir pnömoniyse,
eşlik eden farklı hastalıkları varsa o zaman zaten orda bu hastaları sevk ediyorlar. Onu
da üçüncü basamağa gönderiyorlar.” şeklindeki ifadesiyle aktaran Adnan Bey, sevk
sisteminin informal olarak işleyiş mantığını anlatmıştır.
Araştırmacı tarafından Kadir Bey’e yöneltilen, hastaların tedavilerinin sevk
edilmeden de yürütülüp yürütülmeyeceği, aynı işlemlerin ikinci basamak sağlık
kuruluşunda yapılıp yapılmayacağı yönündeki sorusuna, “Yapılmıyor işte. Şeker hastası
bir hasta gelse o hastanın önce şekerinin düzene sokulması lâzım. Onun için ne
yapılması lâzım? İnsüline geçilmesi lâzım, ameliyattan önce bir gün yatırılması lâzım,
176
beraberinde bir de tansiyon hastası ise tansiyonunun düzenlenmesi lâzım, kardiyoloji
kalbini kontrol etmesi lâzım, anestezi risklerini en aza indirmeye çalışması lâzım.
Ameliyat öncesindeki hazırlıklar ne oluyor o zaman? Kocaman bir dosyaya ulaşıyor.”
şeklindeki tasviriyle, devlet hastanesinin komplike hastalarla uğraşmaktan ziyade
üniversite hastanesine sevkini uygun gördüğünü belirtmektedir. Bu zorunlu gönderimin
altında yatan neden yine Kadir Bey tarafından, tıpta uzmanlaşmanın ekonomik sonuçları
altında yer alan “Maliyetlerin Artması” alt temasında açıklanmıştır.
Sevk sistemine ilişkin diğer katılımcı görüşleri şu şekildedir:
Aile hekimleri aktif olmuyor. İşin şey tarafı bu. Bir dönem sevk zinciri başlatıldı.
Bence iyi bir uygulamaydı. Ama bu sefer aile hekimlerine çok yığılma oldu, neden?
insanlar geliyor. Beni şuraya sevk et. Yığılma oluyor. Aile hekimleri orada sanki
şeymiş gibi. Orada sonuçta randevu sistemi olmalı ve günde elli kişinin üstüne
çıkmamalı. Ama bu tabi şikâyetler olunca hükümet siyasi olarak zor durumda kaldı.
Aslında projesi iyi bir proje. Yani yapabilmesi ama işte (Tarık, Üroloji).
Genel kısmı kaybolmuş değil; çünkü zaten şöyle bir şey olmuyor. Aslında siz bir hasta
olarak direk spesifik uzmanlaşmış ileri uzmanlık alanına spesifik olarak ben geldim
demeniz de çok saçma olmuyor yani saçma. Kişinin hiçbir muayeneden hiçbir genel
muayeneden hiçbir şeyden geçmeyip direk bir retina cerrahına da gitmesi olmuyor.
Çünkü fiziksel olarak olmaması gereken bir şey (…) Sevk sistemi dediğimiz şey
aslında bu sizin dediğiniz spesifikleşmiş ileri uzman olmuş o alanla bayağı
yoğunlaşmış kişileri bir refere edildikten sonra gidilmesi gerekiyor. Sevk edilmeleri
gerekiyor (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Hasta Yoğunluğu
Hasta yoğunluğu alt temasında ikinci ve üçüncü basamak sağlık kuruluşlarında
görev yapan uzman hekimlerin hasta yükümlülükleri konusu işlenmiştir:
Meselâ Sağlık Bakanlığı’na bağlı devlet hastanelerinde ya da eğitim hastanelerinde
doktorun günde bakacağı hasta sayısının sınır yok. Ama SGK Nisan ayında bir
genelge yayımladı. Özel hastanelerde, bir uzman hekimin maksimum altmış tane
hastaya bakabileceğini açıkladı. Altmış hastanın ödemesini yaparım. Daha fazlasının
ödemesini yapmam diyor. O yüzden altmışla sınırlandırırken SGK günde iki yüz
hastaya bakan yerleri var Türkiye’de. Hasta bakıyor muayene etmiyor zaten (Kadir,
Genel Cerrahi).
Yan dal uzmanlarına o kadar dışarıdan gitmek çok kolay değil ama aciller çok
suiistimal ediliyor. Acile gelen hastaların belki yüzde ellisi, yüzde altmışı belki acil
değil. Dolayısıyla acil hekimlerinin yükü arttıkça onlarda yükümlülüğü
uzmanlarla paylaşmak istiyorlar. Uzmanlarla paylaşmak istiyorlar. Bu da bence aile
hekimliği sistemini iyi çalışmamasından kaynaklanıyor. İnsanların aile hekimine
güvenmemesinden kaynaklanıyor (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
177
3.3.2. Konsültasyon Sistemine İlişkin Sonuçlar
Konsültasyon, hekimin kendi uzmanlık alanı dışındaki diğer hekimlerden
hastalıkların teşhis ve tedavisine ilişkin fikir almalarını sağlayan sisteme verilen isimdir.
Günümüzde uzmanlık alanlarının çoğalmasıyla zorunlu bir ihtiyaç halini alan
konsültasyon sistemiyle birlikte tıbba bütüncül yaklaşımın eksikliği giderilmeye
çalışılmaktadır.
Hekimler, tıpta uzmanlaşmanın konsültasyon sistemine ilişkin sonuçlarını
“konsültasyon sistemi işliyor” ve “konsültasyon sistemi işlemiyor” şeklinde
anlamlandırmışlardır.
Konsültasyon Sistemi İşliyor
Görüşme kapsamında katılımcılar, sağlık hizmetlerinde konsültasyon sisteminin
işlediğine dair görüş bildirmişlerdir. Bu görüşler; “Yönlendirme Amacıyla”,
“Yetememe Hissi”, “Sorumluluk Almamak Adına”, “İşin İçinden Çıkamadığında”,
“Danışma Amaçlı”, “Farklı Gözün Görmesi”, “Fikir Almak Adına” şeklinde yedi alt
tema altında birleştirilmiştir.
Yönlendirme
Katılımcıların, konsültasyon sisteminin işlerliğine yönelik bildirdikleri görüşler
“yönlendirme” teması altında toplanmıştır. Hekimlerin hastalarını farklı branşlara
yönlendirme işini aktardıkları ifadeler aşağıda verilmiştir:
Çözüm olmadığında uzman hekime yönlendirme yapılmalı. (Kadir, Genel Cerrahi)
Yaa takip ediyor bunu. Bunu gözden kaçırmıyor takip etme metotlarını kullanıyor.
Laboratuvarla, radyolojiyle bunları kullanıyor. Ama yani ııı onu kullanıyor. Ama bir
problem olduğu zaman bunu yönetmeyi kendisi yapmıyor. İlgili branşa
yönlendiriyor. Ama fark edebilir. Yani körleşme dediğiniz kısım (Ülker, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları).
Meselâ adamın kalbinde ritim bozukluğu varsa onu her doktor yakalar burada. Ama
detayını bilemeyebilir. Kardiyolojiye yollar. Endokrin ile ilgili bir problemden
şüphelendiyse endokrine yollar. Onlar inceler ne ise cevabını yazarlar. Şu vardır bu
vardır. Tıp da iletişim olmadan olmaz. Ben bu bölümünü aldım. Sen o bölümünü al,
olmaz. Çünkü yaşayan bir canlı var (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Sadece ne yapıyor hızlı gitmesi için rutinleri öğreniyor. Meselâ karın ağrısı geldiği
zaman ne bakayım. Buna buna bakayım. Ultrason isteyeyim. Çıkan sonuçlara bak
yan dala yönlendir bitti (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Pratisyenken en iyi pratisyen, profesörken en iyi profesör. Bilinçli olarak süzme. Daha
kapıda karşılarken sen onu curcunadan ayıracaksın sonra ikinci kapıya
gönderdiğinde hasta artık şaşırmayacak yolunu (Tekin, İç Hastalıkları).
178
Arkadaş bu benim alanımla ilgili değil. Ancak şöyle şöyle bir yol takip edebilirsin
şeklinde bir öneride bulunacak bir bilgiye sahipsin sen zaten bu eksi tarafı (Tekin, İç
Hastalıkları).
Ama en azından hastayı yönlendirebilir. Sen de şu da olabilir. Senin şuraya gitmen
lâzım. Ben kulağına bakarım. Başka şey beni ilgilendirmez değil de en azından
bakmasa bile sonuçta dahiliye uzmanları var. En azından hastayı o anda
yönlendirebilir. Çünkü o hasta sadece KBB’ye gidecek. Başka hiçbir yere
gitmeyecek. Dolayısıyla en azından meselâ hasta orada bir semptom verdiğinde çok su
içiyorum, çok sık idrara gidiyorum dediğinde şeker olabileceğini düşünüp bir dahiliye
doktoruna görünsen iyi olur diyebilir. Başım ağrıyor dediğinde tansiyonuna
bakılabilir (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Meselâ işte kronik hastaların bizim de burada çokça takip ettiğimiz hastalar var. İşte
kistik fibroz hastası, diyabet hastası başka sayabileceğim farklı serebral parsi hastaları,
nörolojinin meselâ fazlaca oluyor zaten bu hastalar gerekli bölümde takip ediliyor.
Meselâ bunun üzerine bir pnömoni gelişmişse konsültasyon dediğimiz biliyorsunuz,
hasta gerekli bölümlere konsülte ediliyor. Gerekli bölümlerde konsültasyon
sonucunda tedavisini öneriyor veyahut da bu hastayı devralıyor (Adnan, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları).
Meselâ bir böbrek kisti tanısını yine koyarsınız. Ama bunu nasıl yapılacak bundan
sonraki aşamalarda nasıl yapılacak o noktada zaten gerekli bölüme (Adnan, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları).
Yetememe Hissi
Hekimlerin konsültasyona ihtiyaç duyma durumları “yetememe” hissi etrafında
şekillenmiştir. İlgili ifadeler aşağıda aktarılmıştır:
Tecrübe ve deneyim. Aslında sistemler tabii ki bir bütün. Ama bağlantıları zaten
mesel böbrek taşı hastalığını biz incelerken zaten bunun sebeplerini de işte
bağırsaklarda da problem olabilir, karaciğerde de problem olabilir. Bunları zaten
biliyoruz. Oralara kafamız gidiyor. Ayırıcı tanılarda esas biz konsültasyon isteriz.
Meselâ nedir? Ben karnı ağrıyan bir hastaya baktığım zaman börek taşı mı değil mi
bakarım. Üriner sistem, böbrek sistemleri normal taş değilse ne olabilir? Genel cerrahi
bağırsaklarda olabilir. O zaman konsültasyon istiyorum. Zaten ben böbrek taşını tespit
etmişsem ben hastada konsültasyon istemiyorum. Ama tabi ne oluyor? Genelde arada.
Ama tabi ne oluyor? Devlet hastanesine gittiğinde dahiliye uzmanı bir genel şeye
bakıyor. Bir ilaç veriyor. O zaman bakılmış olarak gidiyorsun. Tıp fakültesinde oradan
oraya gönderiyorlar diyorlar ya araştırma diyorlar ama hâlbuki dahiliye uzmanına sen
gidiyorsun ama yetişemiyorsun bir daha gidemiyorsun başka bir doktora gitmen
gerekiyor. Ama hastanede işin çabuk bitmiş oluyor. Ama bu senin rahatsızlığının
çözüldüğü anlamına gelmiyor (Tarık, Üroloji).
Altından kalkamadığımız kuşkulu bir problemde mutlaka bunun ilgili branşla konsülte
edilmesi lâzım. Bu biraz hekimin refleksiyle alakalı bir şey. Siz hasta diyelim ki
öksürük şikâyetiyle gelmiştir. Sadece öksürüğüne odaklanıp gönderebilirsiniz. Bu
doğru bir yaklaşım olmaz. Tepeden tırnağa imkânlarınız ölçüsünde, bilgileriniz
doğrultusunda değerlendirmelisiniz ve gördüğünüz bir takım aksaklıklar varsa
öksürük dışında onları da sizin dışınızdaki branşlarla mutlaka konsülte etmeniz lâzım.
Ben mutlaka konsültasyondan yanayımdır. Beni ilgilendiren problemi mutlaka
çözebiliyorsam çözerim. Benim dışımda bir sıkıntısı varsa ilgili branşa mutlaka
179
konsülte ederim hastayı. Bunun yapılması gerekiyor. Yapıyor mu? insanlar, takip
etmiyorum (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Diğer branşları konuşmuyorum. Dahiliye için konuşuyorum ve üstüne bir de
gastroenterolog olduğunuz diyelim. O zaman gastroenteroloji gözüyle dâhiliyeye
dönüp bakıyorsunuz. Karaciğerden diğer organlara dönüp bakıyorsunuz. Bunun
sebepleri ne olabilir? Siz çözüm üretmiyorsanız dahi sizinle ilgili çözüm gerektiren
nokta yoksa dahi siz başka tarafa rahatlıkla yönlendirebiliyorsunuz. Bu böyle
ancak kendiniz yetmediğiniz için sadece gastroenteroloji gerek yasal olarak bazı
gerekçeleri var. Gerekse de bilgi, donanım eksikliği olduğu için hasta başka tarafa
gidiyor. Hasta için sakıncası oluyor. Yoksa hasta o bölümle alakalı bir hastalık
taşıyorsa hasta için hedefi on ikiden vurmak gibi bir şey oluyor. Hasta orada tüm
sorunlarını halledebiliyor (Tekin, İç Hastalıkları).
Sorumluluk Almamak Adına
Bazı hekimler, konsültasyon sistemini hastanın teşhis ve tedavisine yönelik
sorumluluklardan kaçma adına kullandıklarını belirtmişlerdir. Hekimler bu tarz bir
konsültasyonun altında yatan nedenin malpraktis ve yoğunluk kaynaklı olabileceğini
aktarmışlardır:
Malpraktisten korktukları için bu şekilde yönlendiriyorlar. Yoksa hani dört yıl, beş yıl
temel şeyler durur. Diyelim ki çocuk kardiyolojisi olduysa çocuk uzmanlığının temel
şeyleri vardır zaten. Ama ilgili bölüme ya şüpheleniyordur ya yönlendiriyordur ama
malpraktis almamak adına yönlendiriyordur (Erdem, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Aile hekimliği iyi bir şey. Ama bu ortamda yeterli şeyi alabiliyor mu? Bu hasta
yoğunluğuyla yeterli aile hekimi eğitimi alabiliyor mu? Çünkü şöyle bir şey çocuk
hastalarda yeterli takip alabiliyorlar mı? Çok emin değilim. Kardiyoloji hastalarını
aslında bir kardiyolojiyi görselerdi bitirdiği zaman kardiyolojik hastaları takip etme en
azından tanı koymada yeterliler mi? Emin değilim. Bu nedenle sağlık ocaklarından
yönlendirilen hastalar hemen hemen tüm tetkiklere bakılıp şikâyetine bakılıp falan
bölüme git diyorlar. Triaj o da yine sistemden dolayı hekim çok büyük sorumluluk
altında o yüzden özellikli bir hasta geldiği zaman sorumluluktan bir an önce
kurtulmaya çalışıyorlar (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Tabi tabi başka sorunu var mı diye soramayabiliyorsun yoğunluktan dolayı. Bir
sorunu varsa gidin doktoruna gösterin. O sırada gidip randevu alıyor mu, almıyor mu,
gidiyor mu, gitmiyor mu? Bilmiyorum. Meselâ kalbinden bir üfürüm duydum.
Sistemden konsültasyon giriyorum git o bölüme (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
İşin İçinden Çıkamadığında
Katılımcılardan yalnızca Onur Bey, kompleks hastalıkları olan hastaların
tedavisi ve takibi ile ilgili süreçte yaşanılan durumu “sıkışmak” ve “tıkanmak”
kavramları ile ifade etmiştir. Onur Bey’in konsültasyon işleyişine ilişkin görüşleri şu
şekildedir:
180
Bir defa altı yıllık bir tıp eğitimi nosyonu var zaten. Bu tıp nosyonu genel bir fikir
veriyor hekimlere hoca da olsa uzman da olsa başka dallar hakkında. Sıkıştığı
noktada da konsültasyon şeklinde bu iş yürür (Onur, Enfeksiyon Hastalıkları).
Tüm doktorların takip ettiği hasta zaten tek bir hasta profili olamaz zaten. Ya kronik
hastalıkları vardır üzerine enfeksiyon vardır. Meselâ biz kendi açımızdan veya kronik
hastalığı olanın da enfeksiyonu olabilir veya kanser olabilir. Hastada çok şey birlikte
olabilir. Herkes bu tür hastaları takip edebilir. Ama konsültasyonlar bu şekilde
tıkandığı noktalarda konsültasyon istersin. Tabi ki ilk önce sen kendi açından
bakarsın. Bakış açın odur yani. Meselâ dahiliyeciysen dahili problemleri çözmeye
çalışırsın. Enfeksiyon noktasında çözemiyorlarsa enfeksiyondan konsültasyon isterler
(Onur, Enfeksiyon Hastalıkları).
Danışma Amaçlı
Katılımcılar arasında konsültasyon sisteminin hekimler tarafından danışma
amacıyla da kullanılabildiğine dikkat çekenler de mevcuttur. Katılımcılardan Selim
Bey, konsültasyon sistemi sayesinde diğer meslektaşlarından güncel bilgileri aldığını ve
böylece kendi bilgilerini yenilediğini belirttiği ifadelerine araştırma kapsamında yer
vermiştir:
Kalp damar cerrahisi diğer branşları çok ilgilendirdiği için özellikle kalbi durdurarak
ameliyat ediyoruz ya dolayısıyla akciğeri de mideyi de diğer kanama sistemlerinin
hepsini bilmek zorunda kalıyoruz biz. İnsanın kendini geliştirebilmesinin en kolay
yolu şu; konsültasyon hekimliği. Konsültasyon hekimliği sayesinde bilgini
güncelleyebiliyorsun. Çünkü böyle bir şikâyet var. Hastayı bir değerlendirin
diyorsun. Yazı geliyor. Bu durumda yeni bilgiler buymuş diyorsun. En hızlı takip
yöntemi konsültasyon takip yöntemi (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Hekimler arasından Binnur Hanım’ın, bilmediği alanın mahkûmu olmadığı,
diğer uzman hekimlerin bilgilerinden de yararlandığı “Şimdi biz verdiğimiz ilacın başka
organdaki etkisini çok net bilemeyebiliyoruz. Eğer bir problem çıkıyorsa o organla ilgili
hekime soruyorsunuz.” şeklindeki ifadesinden anlaşılabilir.
Akif Bey’in, hastalara yönelik tanı ve tedavi sürecinde arkadaşlarına danıştığını
belirttiği ifadeler, hekimin uzmanlık egosuna kapılmadığını gösterir niteliktedir:
Müdahale için kendimde o hakkı görmüyorum neden? O kadar bilgi birikimim yok,
yeni tedavileri bilmiyorum, uzun süreli tedavi deneyimim yok, başarısız olma
ihtimalim çok yüksek hastanın sağlığı için bu konuda hekim arkadaşlarımdan o
konuda deneyimli yani müdahale konusunda deneyimli hasta takip etmiş hasta tedavi
etmiş yeni-eski-klasik tedavileri bilen arkadaşlarıma danışıyorum (Akif, Genel
Cerrahi).
Farklı Gözün Görmesi
Katılımcılardan Furkan Bey, konsültasyonun farklı bir gözün görmesi anlamına
geldiğini belirttiği görüşünü şu ifadelerle aktarmıştır:
181
Hastayı muayene ediyorsun işte baş ağrısı var. Bakıyorsun sinüzit yok nörolojik
olabilir onu düşünüyorsun. Farklı bir göz görmüş oluyor. Burada hekimlerin yaptığı
kendileri alakalı tedavisini uygularken gerek poliklinik muayenesi olsun gerek yatan
hasta olsun hasta diyelim ki KBB’de yatıyor. Ama kardiyolojik bir sıkıntısı oldu.
Tansiyonu düştü ya da çarpıntısı oldu. Bu gibi durumlarda kendisi değerlendiriyor
ama gözden kaçan bir şey olmaması açısından daha iyi bir göz baksın manasında ilgili
branşa da konsülte ediyorsun (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Fikir Almak Adına
Konsültasyonun fikir almak anlamına geldiğini belirten Engin Bey, aynı
zamanda ne anlama gelmediğini “Konsülte etmek demek şu demek; fikir almak
demektir konsültasyon. Konsülte bugün yanlış kullanılıyor. Şöyle ki; ben bunu
bilmiyorum kardeşim, hiçbir şeyine de karışmam, ben sana soruyorum, sen ne dersen
ben onu yapıyorum. Ama bu konsültasyon değildir. Konsültasyon o konuda fikir almak
demektir. Konuyla ilgili senden daha bilgisi derinleşmiş birisi varsa onun fikrini
almak demektir. Ama onun dediğini yapmak demek değildir.” şeklindeki ifadeleriyle
aktarmıştır.
Konsültasyon Sistemi İşlemiyor
Tıpta uzmanlaşmayla yakın ilişki içerisinde olan konsültasyon sisteminin iyi
işlemediğine değinen bir hekim de katılımcılar arasında mevcuttur. Hale Hanım’ın,
ikinci basamak sağlık kuruluşlarında konsültasyon sisteminin ödeme politikaları
yüzünden işlemediğini, devlet hastanelerinde hekimlere ekstra yük olduğunu ve
hekimlerin konsültasyona yanaşmadıklarını belirttiği aktarımı şu şekildedir:
Konsültasyon sistemi iyi işlemiyor. Konsültasyon sistemi iyi işlese gerçekten işe
yarayan bir sistemdir. Meselâ, devlet hastanelerinde sağlık politikaları, ödeme
politikaları yüzünden konsültasyon işlemiyor. Devlet hastanelerinde bir de iş yükünü
artırıyor. Zaten ben yüz tane hasta baktım. Kendi hastalarıma baktım bir de onun
hastasıyla mı ilgileneceğim. Hasta için yapmıyoruz kendimiz için yapıyoruz (Hale, İç
Hastalıkları).
3.3.3. Mesleki Dönüşüm Süreci
Proleterleşme en basit tanımıyla, kişilerin yaptıkları iş üzerindeki denetimlerini
kaybetmeleri şeklinde açıklanabilir. Neoliberal politikaların etkisiyle hastaların
müşteriye dönüşmesi, sağlığın metalaşma süreci ve kapitalizmin gölgesi altında verilen
sağlık hizmetleri proleterleşme ile bağdaştırılabilecek konular arasındadır. Bu
kapsamda, mesleki dönüşüm sürecini açıklayan alt temalar “Proleterleşme”, “Bilgiye
Erişimin Artması”, “Fordist Üretim Mantığı” ve “Makineleşme” şeklindedir.
182
Proleterleşme
Hekimlik mesleğinin proleterleşme eğilimi içerisinde olduğunu belirten katılımcı
görüşlerine aşağıda yer verilmiştir:
Yarın bir hasta gelse dese ki, benim safra kesemi alsanıza. Alır mısınız? Hocam dedi
bireysel bir hayat yaşamıyor hayat kendisinin hayatı. O zaman diyor safra kesesinin
alınmasını istemiş alınması da çok büyük soruna mı neden oluyor? Ben almasam
benim başıma kalacak. Kusura bakmayın alırım. Bir de üstüne reklam çizdik. Coco
colanın şişesini buraya çizer misin? Eskiden bir doktor olarak bunu yapmam. İstediği
kadar istesin. Benim kırmız çizgim var ben bunu çizmem. Şimdi diyor ki anlatırım
isterse yaparım. Tümüyle hekim bir teknisyen. Sen söyle ben de onu yapayım.
Bunun bir ücreti var. Oturup anlaşırız. Hemen sana söylüyorum. Ne yapayım senin
hayatın tümüyle buraya geldi (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Proleterleşme olanın bir tarafı bu evet. Bu sonuç itibariyle ürünün üstündeki tüm
güç bizim elimizdeydi. Tüm güç bizim elimizden çıktı. Proleterleşmenin asıl şeyi
biz ya SGK’ya ya özel sigorta şirketlerinin proleterleri haline geliyoruz. SGK şunu
yapabilirsin yapamazsın. Provizyon verdin vermedin. Tartışma bunun üstünden. Onla
anlaşmaya başlıyoruz. Bu yüzden de yeni hekim kitlesinin etiği başka bir etik
olmaya başladı. Biraz müşteri etiğine benziyor. Müşteri şikâyet eder, müşteriyi ben
bilgilendiririm. Almak istiyorsa alır. Ne yapayım diyor yani. Ben de safra kesesini
alırım. Ya komplikasyonu çıkarsa. Çıkarmamaya çalışırım hocam. Çıkarsa kendisi
istemişti. Hani bizim koruyacağımız o değerlerimiz ben yapmazsam başka biri
yapacak hocam. Buna karışamayız (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Bizim hastalarımızın hepsi yarım tıp fakültesi mezunu olduğu için teşhislerini
kendileri koyabiliyor. İşte bende şu var diyor. Sırf bilgisiz olarak değerlendirmeyelim
ama netice olarak belli bir noktada tahmin edebilir o konuda bilgi sahibi olabilir, daha
önce geçirmiş bir rahatsızlığı olabilir ama her seferinde hastalığın seviyesini
bilemeyebilir. Ama ilerlemiştir belki komplikasyona ulaşmıştır. Daha sonrasında
sürekli olarak kendi bilgisinden dolayı hekimi baskılıyor. Hekim o konuda bir
tahlil isteyebilir. Test isteyebilir. O konuda sürekli benim zaten aynı hastalığım diyor.
Hasta kulağım çınlıyor diye geliyor ondan sonra bir teste bakalım kontrolünü bir
sene önce yaptırmışsın bir teste bakalım ilerleme mi var? Yok direk bana bir ilaç
yaz da ben gideyim ya da bir alerjisi var hapşırıyorum ben bana bir ilaç yazda
ben gideyim. Hattâ hastalar çoğunluğu ilacı kendisi söylüyor. Bana şu ağrı kesiciyi
yaz, antibiyotik yaz gibi şeylerle yazmadığın zamanda kendisini haklı görüp meselâ
hastanın boğazı ağrıyor çoğunluğu antibiyotik gerektirmez faranjit olur. Hasta illa ki
antibiyotik istiyor. Eğer vermezsen de başka bir hekime gidiyor veya kendini haklı
görüp şikâyet bile edebiliyor (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Bilgiye Erişiminin Artması
Hekimlik mesleğinin dönüşüm sürecinde yaşanan gelişmeleri bilgiye erişimin
artması ve tıbba yönelik eleştirel fikirlerin yöneltilebilmesi şeklinde
kategorileştirebiliriz.
Bir şey daha gördü hekimler bu uzmanlaşma sürecinde bilgiye erişim arttı. Bilgi,
evet bir taraftan köleleştiriyor. Böyle yapmanız lâzım. Şöyle yapmanız lâzım. Şu
rehberler olması lâzım ama bilgi bir taraftan şunu da açıyor. Eskiden bilmem ne işte
183
Amerikan Göğüs Derneğinin açıkladığı bir açıklamaya kutsal kitap gibi tapıyordu.
Şimdi onunla temas artmaya başladı. O benim kongreme geliyor ben onun kongresine
geliyorum. Küreselleşmenin getirdiği etkiler var. Şunu görmeye çalıştım. O zaman
şunu görüyorsun. Bu bilgi aslında hiç de böyle temiz bir bilgi değil. Zaten genel
olarak güvensizliğin hâkim olduğu bir dünya her şeyden kuşkulanılan bir dünya. Ama
ben en azından şunu gördüm. Bilginin kutsallığı falan söküldü. İyi bir şey aslında bu.
O zaman hekim bu bilgiyle bir taraftan köleleşirken bir taraftan da eskisi gibi
inanmamaya başladı. O zaman şöyle bir sorun çıktı. Ortada kaldım ya. Eskiden ne
güzeldi ben bilimin sözcüsüydüm. Mutlak hakikatten konuşuyorum. Şimdi hakikat
parçalandı gitti. Bu bir kısım hekimi tükenişe sürükledi. Bir kısım hekimi de hasbel
kader bunun içerisinde başka bir dünya yaratacağız. Eskisi gibi değil. İyi ki değil bu
dünya. İyi ki bu işlerin hepsini gördük falan. Ama şimdi bir başka kırılma yaratmamız
lâzım. Ben giderek bu yönün güçlendiğini düşünüyorum. Hele bir de dünyanın politik
ekseni tüm dünyayı birlikte düşünen bir durum haline gelmeye başladıkça bir dakika
kardeşim her bir tarafta aynı sorunlar var falan. Yaptığım iş, iş değil ben gideyim dağa
taşa ormana falan. Bir grup insan da hep birlikte başka bir şeyi de vaat edebiliyoruz
içinde şekillendiriyor. Bizim uzmanlaşmamızın yarattığı en büyük katkı bence
eleştirel pratiğe ulaşabilme şeklini kazandı. Küçük bir grup. Büyük bir grup
teknisyen oldu ve o alanda mutsuzlar. O alanda yaptıkları işe artık inanmıyorlar
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Fordist Üretim
Üretim işletmeleri açısından kurgulanan fordist sistem, bant sistemi üzerinden
üretimi hızlandırmak ve artırmak amacıyla uygulanmıştır. Bant üzerinde yürüyen her bir
parça üzerine odaklanan işçi, seri üretime hizmet etmekle birlikte ürünün bütününe
odaklanmaktan yoksundur. İşçi ürünü yalnızca satış mağazasında görebilmektedir. Söz
konusu fordist üretim katılımcılardan Deniz Bey tarafından, hizmet işletmesi olan
hastaneler için düşünülmüştür. Her bir muayene odasını üretim bandına benzeten
hekim, hastaları işçilerin önüne gelen ürüne benzetmiştir. Tıbbın ve uzmanlık alanlarına
göre hekimlik mesleğinin dönüşümünü anlatan katılımcının ifadeleri şu şekildedir:
Fordist üretim. Her bir tezgâhın başında bir işçi. Muayene odalarını böyle
düşünün. Her bir tezgâh ayrı çalışıyor. Birbirimizi düşünüyoruz. O elli birinci
vidayı sıktı. Ben ellinci vidadayım. Bir tane daha sıkmam lâzım. Ama bu hasta
sistemi de böyle bir şeye neden oldu. Bizim şimdi bunu sağlamamız lâzım. Oturalım
birbirimizle çay içelim muhabbet edelim. Artık bir süre sonra klinikte muhabbet
ettiğim hocayla çok iyi arkadaş şey diyebilir miyim? Enfeksiyon bile bilmezler. Nasıl
bilmezler? Demem zaten onu diyemem. Ama şimdi onu diyorum. Ben onun hastasını
almaya çalışıyorum. Acildeki zatürre bana gelsin enfeksiyoncuya gitmesin diyorum.
Sistem rekabet üstüne kurulu çünkü. Ama sağlık dayanışma isteyen bir şey. Ekonomik
ve sosyal hakları düşüneceğiz biz hastaya diyeceğiz el birliğiyle Allah razı olsun
senden de razı olsun ama Ahmet olmasaydı Tekin olmasaydı Ayşe olmasaydı bu iş
olmazdı. Tek değiliz hep birlikte yaptık bu işi. Sen de bu işin içerisindeydin. Hastayı
da temel bir aktör olarak koymamız lâzım. Hastayı müşteriden çıkarmak lâzım
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
184
Makineleşme
Geleneksel hekimlik modelinin yerini modern hekimliğe bıraktığı günümüzde,
hekimin makineye bağımlı hale gelmesini dile getiren katılımcıların görüşleri şu
şekildedir:
Hekim makineye hizmet etmemeli ya da bir laboratuvar tetkik de aynı şekilde
değerlendirilebilir. Bir tahlil sonucu sizi tamamen yönlendirmemeli, siz tahlil
sonucuna göre yorumlar yapmalısınız. Bilgi bunu gerektirir. Makineleşme kavramı
yanlış tabi ki böyle bir şeye gidiş varsa bu yanlış. O zaman ne olur? Hekimin meslek
yetileri, meslek refleksleri körelir. Makineye bağımlı kalırsa gelişen teknoloji hekimin
arzu ettiği, hekimin ihtiyaç duyduğu eksikleri ancak giderecek şekilde gelişmeli
(Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Kimya uzmanı olmanın manası yok. Doktor bile olman gerekmiyor. Bir damla kanı
veriyorsun makineye bütün değerleri çıkarıyor. Eskiden onları meselâ insanlar
yapıyordu ve laboratuvarda insan uğraşıyordu. Şimdi işe bile gitmesine gerek yok.
Zaman içinde değişiyor. Teknoloji ya da bilgisayar yorumlama işini yapmaz. Ama
bilgisayar normal rutin birçok işi yapar (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Biz hekimleri aslında uzmanlaşmadan ziyade bizi sıkıntıya sokan ne biliyor musun?
Hastaya genel muayenesini yapmamak direkt tetkike ve röntgene göndermek.
Elle muayene yapmıyoruz. Direkt teste gönderiyoruz. Görüntüleme yöntemleri. Ama
bir elle muayene kalmadı (Tarık, Üroloji).
3.3.4. Ekonomik Sonuçlar
Tıpta uzmanlaşmanın ekonomik sonuçları “Maliyet Azalması”, “Maliyet
Artması” ve “Gereksiz Tetkik” olarak üç başlık altında temalaştırılmıştır.
Maliyet Azalması
Adnan Bey, uzmanlık sisteminin sağlık hizmetlerinde maliyeti azalttığına
yönelik görüşünü “Bence maliyetler azalıyor. Eğer bir işi tam bilmezseniz o zaman
tetkik isteme şeyiniz daha fazladır. Ama gerçekten o alanda uzmansanız neyi
isteyeceğinizi bilirsiniz, neyi isteyeceğinizi bildiğinizde de sadece o kısmını istersiniz ve
maliyetler azalır. Yani uzmanlaşmak maliyetleri artırıyor değil, tam tersine, maliyetleri
azaltıyor.” şeklinde ifade etmiştir.
Katılımcının ifadesinden de anlaşılacağı üzere, teşhis ve tedavi konusunda tam
bilgi sahibi olan hekimler daha az tetkik isteyerek sağlık hizmeti maliyetlerini
artırmaktadırlar.
Maliyet Artması
Tıbbın bölünmesiyle oluşan uzmanlık alanlarının her biri ayrı bir hastalıkla
ilgilenmektedir. Uzman hekimlere erişimin kolaylaştırıldığı günümüz sağlık sisteminde,
185
hastaların diledikleri zaman hekimlerinden tetkik istemeleri gereksiz maliyete sebebiyet
vermektedir. Adnan Bey, “Gidip bir alerji testi yaptırtayım diyor, belki de hiç alerjisi
yok gidip çocuk alerjiden şey alıyor. Bu da maliyetleri artırıyor gereksiz tetkik olarak.”
şeklinde belirttiği ifadesinde bu durumu örneklendirmiştir. Aynı şekilde Erdem Bey ise,
gerçekten üçüncü basamak sağlık hizmetine ihtiyacı olmadığı halde, insanların birilerini
devreye sokarak uzman hekime ulaştığını, bu tarz örneklerin sağlık maliyetlerini
artırdığını “Hem maliyeti arttırıyor, devlete zarar hem de gerçekten gelmesi gereken
ama sağda solda tanıdığı olmayan hasta gelemiyor. Aslında o gelecekti. Onun yerine
başka birileri geldiği için gelemedi.” şeklindeki ifadesiyle aktarmaktadır.
Kadir Bey, ikinci basamak sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlerin maliyeti
artıracağını düşündüğü hastaları üçüncü basamak sağlık kuruluşuna yönlendirmesinden
dolayı artan maliyetlere değinmiştir:
..Diyor ki; senin şekerin var mı, kalbin var mı, tansiyonun var mı? Eğer böyle bir
özellik varsa hemen üniversite hastanesine gönderiyor hastayı… Çünkü bu hastanın
ameliyata hazırlanması için yapılması gereken işlemler, muayeneler, tetkikler
maliyeti yükseltiyor. SGK’nın o ameliyat için ödemiş olduğu rakamın üstüne çıkıyor
bu sefer maliyet. Dedim ya hastaneler hastanecilik mantığıyla işletmeci mantığıyla
çalışıyor ya. O zaman cillop gibi hiçbir sıkıntısı olmayan hastayı ben ameliyat edeyim.
Mümkün olduğunca fazla kâr edeyim. Tetkik yapmayayım. Basit bir tetkik yapayım.
Bir kan tahlili, bir EKG çekeyim alayım hastayı ameliyata diyor (Kadir, Genel
Cerrahi).
Şimdi bu dosyaya ulaşıyor. Atıyorum bir safra kesesi ameliyatına devler sekiz yüz lira
para ödüyor. Paket program safra kesesi ameliyatı sekiz yüz lira. Ben şimdi bu hastayı
ameliyata hazırlarken harcadığım para bin beş yüz lira. Bin beş yüz liraya ben hastayı
ameliyata hazırlıyorum. Ameliyattan sonra harcadığım bir de bakımı da öyle normal
bir hastayı ameliyat ediyorsun ertesi günü gönderiyorsun. Ama bir şeker hastasını,
kalp hastasını, tansiyon hastasını üç dört gün hastanede tutuyorum. Maliyetleri
artırıyorum. O hastanın bana maliyeti sekiz yüz lira değil atıyorum üç bin lira oluyor.
O zaman ne oluyor? Üçüncü basamak sağlık hizmeti veren kuruluşlar ikinci basamak
sağlık hizmeti veren kuruluşlarla aynı fiyatlandırmaya, faturalandırmaya tabi
olduğundan dolayı bütün üniversite hastaneleri zarar ediyor (…) Risk almak değil o da
işletme mantığıyla düşünüyor (Kadir, Genel Cerrahi).
Gereksiz Tetkik
Hastanelerde gereksiz tetkik ve tedaviler sağlık hizmeti maliyetini artıran başlıca
unsurlar arasında olduğu bilinmektedir. Ekonomik maliyetinin yanı sıra hastaları
memnun ve tatmin etmenin yolunun gereksiz tetkik isteminden geçtiği bir sistem ile
sosyal maliyetler de artırılmış oluyor. Uzmanlık dallarının arasındaki koordinasyon
eksikliği katılımcılar tarafından belirtilen gereksiz tetkik nedenlerinden birisidir.
186
Katılımcılardan Deniz Bey, gereksiz tetkik kullanımını sağlığın tüketim haline
gelmesiyle açıklamaktadır:
Sağlığın tüketim haline getirilmesi bu. Bugün de aynı şekilde ayda iki kuru ilaç
kullanan bir toplum sağlıklı falan. Ne sağlıklısı ya. 2011 rakamlarından yine bildiğim
için söyleyebilirim. Her on kişiden biri ameliyat oldu. Eğer on yıl daha böyle
olursa hepimiz ameliyat olacağız. Şimdi bu nasıl bir durumdur. Böyle bir hasta
tablosu yok. Her dokuz kişiden birinin bir tomografisi var. Öyle diyorum ben de
hastaya. Öğrencilere de aynısını anlatıyorum. Dikili ağacımız yok elimizde paramız
yok mutlu değiliz. En azından tomografimiz var elimizde cd’den (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Tablo, bu kadar açık ve net. Biz de daha usturuplu diyelim bu işe. Ama sonuçta
hastane yönetimi bizi şöyle uyarıyor. Değersiz bir hekimsiniz. Siz gecenin bilemem
kaçında ölümcül bir ameliyat yapmış olabilirsiniz. Çocuklar evde perişandır da siz
burada o hasta için yapmış olabilirsiniz değer yok. Değeri ne? SGK bu yapmış
olduğunuz şeye hiçbir şey ödemiyor. Bizim açımızdan düşünürseniz grip hastası
bakmak daha kolay. Çıktısı da yok. Grip bakın diyor. Tetkikte istemeyin diyor.
Gönderin. Öyle bir sistem kurulmuş ki tetkik istedikçe siz hastanenizi zarara
uğratıyorsunuz (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Tıp ilerledi mi? İlerledi. Bir açıdan ilerledi evet. Ama böyle gereksiz bunu bilmesem
ne olacak. Ben doksanında ölürken yüzde doksan prostatımda kanser olacak. Ama bu
kanser benim hayatımı etkilemiyorsa, benim yaşantımı değiştirmiyorsa, kemiklerimi
kırmıyorsa ben prostatımda kanser olduğunu bilsem ne olacak bilmesem ne olacak.
Hiçbir şey olmayacak. Ama o prostat bezine iğneyi sokan birinin para kazanması
lâzım. O yüzden üç yılda bir bezinin bilmem ne tahlilini yapın şunu yapın bunun
yapın. Gelin biyopsi yapalım. Niye? Yaşamdan bu kadar korkmuyorum. Ölümden
bu kadar korkmuyorum. Ama yaşamı yaşayabilirseniz ölümden korkmazsınız (Deniz,
Göğüs Hastalıkları).
Hasta ameliyattan kalkıyor. Çok iyi düşünüyor. İçeride ama tümör çok yayılmıştı
diyorlar. Dokunamadık. Elimizden gelen her şey yapıldı. Ama maalesef
dokunulamıyor. Siz elinizden geleni yaptınız. Ama ameliyata girmeden biliyor o
tümörün çıkarılamayacağını. Girmek artıdır. Sistem böyle çalışıyor. Sizin
hastaneniz sizi eğer bana ne kadar kazandırdığı ile ölçüyorsa hiçbir doktordan
kahraman olacak bu sistem rezildir. Ben bunu reddederim (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Genel bilgiyi kullansa bak meselâ ortopedi kemik kırığı oluyor. İşte kalp damara git.
Gereksiz konsültasyon (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Özellikle tedavi yaklaşımları açısından bakıldığında. Uzman bir insan gereksiz ilaç
kullanımlarına, gereksiz tedavi yöntemlerine başvurmayacaktır. Ama o işin
uzmanı olmayan insan hâkim değildir o konuya. Rastlantı usulü şunu da uygulayayım
şeklinde deneme yanılma yöntemlerine başvuracaktır (Fatih, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Uzmanlaşma değil işte o. O koordine çalışmama sistemden dolayı. Bir uzman
baktığında daha net tetkikler istiyor. Bir asistan baktığı zaman daha çok tetkik
istiyor. Ama şöyle bir durum var. Burada da uzman tarafından izleniyor. Aramızda
koordinasyon yok diye yoğunluktan dolayı. Ben de burada tetkik istiyorum. Aynı gün
187
içinde oraya gidiyor. O da aynı tetkikleri istiyor (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Bir kulak burun boğazcının bir lafı var. Bademcik ameliyatının endikasyonu nedir?
diye. İki endikasyonu var; bir bademciğinin olması iki parasının olması derdi.
Böyle bakarsan dört bin beş bin TL kazanacak hasta çıkar zaten (Alper, Üroloji).
Gidip bir alerji testi yaptırtayım diyor belki de hiç alerjisi yok gidip çocuk alerjiden
şey alıyor (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
3.3.5. Tedavi Yöntemlerine İlişkin Sonuçlar
Tedavi Yöntemleri
Hekimler, tıpta uzmanlaşmanın tedavi yöntemleri üzerindeki rolüne ilişkin
görüşlerini tıbbın ve teknolojinin gelişmesine bağlı olarak tedavi yöntemlerinin
gelişmesi perspektifi üzerinden açıklamışlardır. Hekimlerin görüşlerine aşağıda yer
verilmiştir:
Tedavi yaklaşımlarınızı daha kestirme ve daha pratik şeyler biliyorsunuz.
Hantallıktan uzak kalıyorsunuz öyle olunca (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Teknoloji geliştikçe tetkik ve tedavi yöntemleri çok ilerledi. Şimdi hemen hemen
her insan basit bir şey de bile gitse bugün rutin kan tetkikleri yapılıyor. Onlarda bir
belirti veriyor yani ciddi hastalığı olanlar. Zaten önemsizse atlamasının bir önemi yok.
Artık cihazlar o kadar ilerledi bir batın ultrasonografisi yapılıyor kanser türleri hemen
anında görülebiliyor. Endoskopi yaygın kullanılıyor (…) Sonuçta, eskiden hiçbir
şekilde tedavi edilemeyen birçok şey şimdi tedavi ediliyor (Ahmet, İç Hastalıkları).
Tıp tabii ki insanların yaşam süresini uzattı tanı ve tedavi yöntemleri gelişti. Ama
bizim hekimliğimizin fizik muayene kısmını zayıflattı. Çünkü tanıya yönelik
laboratuvar kullanıyoruz biz artık (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Erdem Bey, diğer hekimlerden farklı olarak önemli bir noktaya değinmiştir.
Uzman hekimlerin, tedavi yöntemleri açısından yaşadığı bilgi eksikliğini konsültasyon
sistemiyle kapattığını ayrıca bu durumun kolaycılıktan kaynaklandığını belirtmiştir:
Esas ihtiyacı olanlar faydalanamıyor. Meselâ yan tarafımızda çocuk nöroloji var.
Gerçekten çok sıkıntılı durumlar. Diyelim ki çocuk sinüzit aslında antibiyotik
tedavisiyle baş ağrısı geçecek. Ama baş ağrısı var diye sen nörolojiye git. Ama,
aslında basit bir tedaviyle geçecek bu şikâyeti. Fakat o buraya gelmek için o kadar
çok çabalıyor ki yani ihtiyacı olmadığı için çok çabalıyor. O çabaladığı için birilerini
arıyor. İşte başhekimliğe gidiyor, aşağıya gidiyor, şuraya gidiyor, buraya gidiyor,
birilerini devreye sokuyor geliyor. Ama onun gibi gelen çok kişi var (Erdem, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları).
3.3.6. Uzmanlaşmanın Seyri
Uzmanlaşma, ilk çağlardan beri varlığını gösterse de bilimsel anlamda modern
tıbbın gelişimiyle sistematik bir işlerlik kazanmıştır. Hekimlerde uzmanlaşmanın
bugünkü konumu, sağlık sisteminin hâlihazırdaki güncel resmini göstermektedir.
188
Uzmanlaşmanın seyri üzerine elde edilen katılımcı görüşleri, “Kontrolsüz
Uzmanlaşma”, “Hastalık Üzerine Uzmanlaşma” ve “Orantısız Uzmanlaşma” şeklinde
üç alt tema altında toplanmıştır.
Kontrolsüz Uzmanlaşma
Katılımcıların “Kontrolsüz Uzmanlaşma” alt temasına ilişkin belirttiği görüşler;
“uzman hekim sayısı”, “plansız uzmanlaşma”, “kontrolsüz uzmanlaşma”, “uzmanlık
tercihleri” kodları etrafında şekillenmiştir.
Hekimlerin uzmanlık sisteminin hâlihazırdaki durumu ve gidişatına yönelik
aktardığı görüşlerine aşağıda yer verilmiştir:
Kontrolsüz uzmanlaşma var. Bakıyorsunuz kalp damar cerrahisinde kontrolsüz
uzmanlaşma, şöyle oldu. Baktılar haliyle bu hastadan normalde poliklinikte on
hastandan yedisi buradan geliyor. Hem kolay hem de para kazandırıcı. Hep
oraya yöneldiler. Kontrolsüz uzmanlık. Halbûki onunla ilgili temel bir eğitim
almadan. Önce genel kalp damar cerrahisi bileceksin, sonra uzmanlaşman gerekir.
Kontrolsüz uzmanlaşma genelde her branşta var (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
İşte, bu aşamada yetersizlikler devreye giriyor. Yani aslında sistem tam oturmadığı
için uzman sayısı, doktor sayısı yeterli olmadığı için planlı, programlı bir şey
yapılmadığı için sıkıntılar çıkabiliyor. Doktorlar yetmiyor. Çocuk doktorları yetmiyor.
Uzmanları nöbete çekiyorlar. Asistanlar yetmiyor. Çocuk uzmanlarını acil nöbetlerine
çekiyorlar vs. (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Şimdi uzmanlaşmış kişileri uzmanlaşmış ve uzmanlaşmaya çalışan olarak ikiye
ayırmak gerekir. Çabalayanlar ismi tanınana kadar o çabayı sarf ediyor. Birkaç yılını
kapatıyor tabi ki. Olabilir. Bu eğitim maliyeti gibidir. Göze almak zorundadır. Ama
gittiği nokta neresi olduğunu çok bilmeden gidiyor. Çünkü o noktaya geldiğinde
artık tanınmış kişi olduğunda da bu sefer talep çok fazla oluyor. Sosyal hayatından
kopuyor. Burada tabi bence plansız bir gidişat var. Plansız bir uzmanlaşma var.
Aslında bu değişimleri şöyle özetleyebiliriz. Ben doksan yılında üniversiteye girdim.
Doksan altıda mezun oldum. Ben mezun olurken en revaçtaki branş beyin
cerrahisiydi, genel cerrahiydi. En yüksek puanla beyin cerrahi ne kadar zor bir şey,
gidilmez, puanı yüksek falan. Ben ihtisasa başlayacağım zaman genel cerrahi en
diplerdeydi. Beyin cerrahi ondan da dipteydi. Kadın doğum ve kardiyoloji çok
yukarıdaydı. Çocuk biraz yukarıdaydı. Şimdi öğreniyorum, kadın doğum filan
yerlerde sürünüyor. Niye? Çünkü ihtiyaçla beraber değişiyor. Şimdi iki kişilik risk
alıyorsunuz. Riskin azaldığı bir alan seçiyor. Dermatoloji, fizik tedavi, biyokimya
daha rahat, daha riski var, daha az hasta temasındasın. Daha iyi para kazanıyorsun.
Bunlar çıkmaya başladı. Uzmanlaşmada buraya döndü. Yani çocuk onkoloğu,
çocuk hematoloğu kaç tane var? İstanbul’da çocuk hematoloğu desen bir tane çıkar.
Nefroloğu bir tane çıkar. Ama adam diyor ki, ben onunla uğraşacağıma şu branşı
seçerim. Dermatolog olurum. İki tane estetistik kırışı gideririm. Bin katı para
kazanırım bundan. Kontrolsüz uzmanlaşmadan kastettiğim bu. Gerçekten neyin
peşinden gidiyor bu uzman. Severek mi girmiş? Yoksa başka bir şey mi var? (Alper,
Üroloji).
189
Genel hekimliği de kendi içinde genel meselâ dahiliyenin çok fazla yan dal uzmanlığı
var. Genel dahiliye adı altında da onu da genişletmekte fayda var. Ayrıca bir dal
olarak ama dediğim gibi yan dal ihtiyaç var. İhtiyaç olduğu için yapıldı. Bize meselâ
bir hocanın anlattığı bir şey vardı. Biyokimyada bile tıp öncesi dallardan bir tanesi
orada bile sadece enzim verebilen bazı araştırmacılar biyokimyanın alt dallarında
uzmanlaşmış araştırmacılar diğer konular hakkında çok fazla bilgisi olmamasına
rağmen kendi konusu hakkında literatür konusunda veya bilimsel konularda çok fazla
şeyi bilmenin bir getirisi bazen olmaz yani. Faydası olamayabilir teorik olarak. Yani
literatür veya pratikte bu şekilde uzmanlaşmak ihtiyacı oluyor. Ama tabi genel
pratisyen, genel hekimliği de göz ardı etmemekte fayda var (Onur, Enfeksiyon
Hastalıkları).
Hastalık Üzerine Uzmanlaşma
Vücut sistemleri üzerine uzmanlaşmalarının yanı sıra tek bir hastalık hattâ hücre,
organ, virüs ya da birden çok hastalık üzerine uzmanlaşan hekimlerin var olduğuna
işaret eden katılımcılar, “hücre”, “immün yetmezliği”, “tüberküloz”, “menenjit”,
“tiroid”, “sürrenal bez”, “meme”, “hemoroit”, “guatr”, “dalak”, “karaciğer”, “kellik”,
“kırık”, kulak-burun-boğaz”, “şeker” gibi örneklerin yaygın olabileceğini
belirtmişlerdir.
Hücre ve sadece bir hastalığa spesifikleşmiş sadece AIB’yi takip ediyor. Kliniği var
oraya sadece AIB hastaları yatıyor. O uzman onun üzerine kendini eğitmiş (Adnan,
Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
İmmün yetmezliklerinin hastalığı diye birim var, enfeksiyonun içerisinde ama böyle
alt dallar olacak gibime geliyor (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Benim gerçekten benim alanım tüberkülozdur, menenjittir (Adnan, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları).
Eskiden bütün cerrahiyi genel cerrahlar yaparken yani genel cerrahi değil cerrahlar
yaparken bugün hepsini özelleşmiş cerrahlar yapıyor. Bugün de artık meselâ genel
cerrahi pratiğinden örnekler vermek gerekirse genel cerrahi içinde de laparoskopi
cerrahi var laparoskopik işlemleri halledenler var. Konvansiyonel yöntemlerle
halledenler var. İşte organlar konusunda uzmanlaşmışlar var örnek vermek
gerekirse, endokrin organlaştı, tiroid, sürrenal bez, meme gibi uzmanlık alanları
var (Akif, Genel Cerrahi).
Evet, bizim kendi devlet hastanesi içerisinde de böyle durumlar var. Kendi konularım
hakkında biraz daha uzmanlaşma örneğin, bir plastik cerrahi saç ekimi konusunda
uzmanlaşması. Saç ekimi konusunda uzmanlaşıyor veya meme cerrahisi konusunda
uzmanlaşıyor. Bu da ona artı getiriler sağlıyor. Bu konuda da çok muzdarip olan hasta
kesimi var. Bu amaçlar var yani. Bu ileride de kazanımlar sağlayabilir. Bunlarda güzel
şeyler. Çünkü kellik önemli bir sorun. Herkes için enfeksiyon bile kendi konusunda
HIV konusunda uzmanlaşmak güzel bir şey. Yani o da derya deniz. Hepatit
konusunda uzmanlaşmak faydalı (Onur, Enfeksiyon Hastalıkları).
Bir beyin tümörü farklı bir branştır. Kırık ayrı bir branştır. Üroloji farklı bir
şeydir. Kulak burun boğaz öyledir. Genetik öyledir meselâ (Fatih, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
190
Tabii hattâ o dalda uzmanlaşmış daha kendini geliştirmiş insanlar var. Genel cerrahi
de herkesin yapabileceği bir şeydir ama Türkiye’de işte kolon kanseri dediğimiz belli
kanser türlerinde belli hocalar daha uzmanlaşmıştır (Ahmet, İç Hastalıkları).
İşte kimisi cilt hastalıkları üzerinde kimisi dahili hastalıklar üzerinde yoğunlaşıyor.
Daha sonra bunlar da kendi içinde bir üst dallara ayrılıyor. Nefroloji oluyor. Bir
endokrin oluyor. Biri şeker hastalığına bakıyor, diğeri endokrin hastalığına bakıyor.
Kansere bakan ayrı oluyor, kan hastalıklarına bakan ayrı oluyor (Engin, Kadın
Hastalıkları ve Doğum).
Türkiye’de de örnekleri var yurtdışında da örnekleri var. Meselâ, siz çocuk
enfeksiyoncusunuz çocuk enfeksiyonu üzerinde de uzmanlaşıyorsunuz. HİV
uzmanlığı diye bir alan var meselâ dünyada. Sadece bir virüs ama bunun uzmanlığı
var (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Engin Bey sistem üzerinde Kadın Hastalıkları ve Doğum branşında görev
yapmasına rağmen kendisini, “Ama gebe hasta bakmıyorum. Kadın hastalıkları uzmanı
olarak diğer kadın doğumcu arkadaşlara yönlendiriyorum.” şeklindeki bir ifadeyle
anlatması ise, uzmanlık sisteminde hekimin ilgi alanına göre informal uzmanlık
alanlarının mevcudiyetini göstermektedir. Keza, diğer hekimler de aynı minvalde
“dalakçı”, “karaciğerci” şeklinde ifadeler kullanmışlardır.
Katılımcılar arasından alıntılanan “guatr yapıyorum”, “dalak yapıyorum”,
“karaciğer yasa” şeklindeki ifadeler hekimin hastayı, ilgili organı ve hastalığı algılama
biçimini ortaya koyması bakımından oldukça dikkat çekicidir:
Bir kişi buna yöneliyor ise aykırı başka davranışı vardır işin içerisinde. Hakikaten
bilimsel manada bir niyetten dolayı bu tarafa yöneliyorsa o farklı bir şey. Meselâ, ben
çalışacağım. Biz on tane cerrahız burada. On cerrah genel cerrahı meselâ. Bu on
cerrah ben hemoroit yapıyorum. Guatr yapıyorum. Dalak yapıyorum. Kanser
yapıyorum. Öteki yine aynı yapıyor. Her şeyi yapan on kişi ya bunu şöyle yapsak.
Ben hep hemoroit yapsam. Öteki hep dalak yapsa. Öteki hep karaciğer yapsa. İşte
bu ikisi aynı değil. Belki aynı hasta tedavi olacak uzun zaman içerisinde. Sayıda hiçbir
değişiklik olmayacak. Ama ben o zaman ek olarak spesifikleşeceğim. Bunun ne
katkısı var? İnsan defalarca belli bölümleri yaparsa daha güvenli yapar. Birisi gözünü
kapatsa bile o ameliyatı yapabilecek hale gelir. Ötesi bir sonraki süreçte ne geleceğini
merak ederek (Coşkun, Genel Cerrahi).
Orantısız Uzmanlaşma
Uzmanlaşmanın seyrine yönelik açıklamaların yer aldığı bir diğer alt tema ise,
“Orantısız Uzmanlaşma” alt temasıdır.
Akif Bey Türkiye’de orantısız uzmanlaşmanın varlığına “Çok fazla genel
cerrahi varsa genel cerrahiler çalışabilmek, yaşayabilmek için imkân bulabilirler mi?
Bulamazlar ve daha ucuz paralara çalışmaya başlarlar. Piyasa da bunu çok istiyor
191
yani. O nedenle bu sayılar bu yüzden de artıyor yani.” şeklindeki ifadesiyle vurguda
bulunurken, durumun sebebini piyasanın görünmez gücüne bağlamıştır.
Diğer iki katılımcının görüşleri ise, tıpta uzmanlık kontenjanlarının dengesiz
dağılımını konu edinmiştir. İlgili ifadelere aşağıda yer verilmiştir:
Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde eğitim hastanelerindeki kliniklere asistan
kadroları yağdırılırken, üniversite hastanelerine hiç kadro verilmiyor. Bu yüzden de
üniversite hastaneleri çok mağdur durumda (…) Aynı Bakanlık, on bin tane uzman
açığı var diyor. Şu şu branşlarda. Diyor ki; çocuk cerrahi sayısı vermiyor. Aynı
Bakanlık iki farklı açıklamayla (Kadir, Genel Cerrahi).
Orantısız bir uzmanlaşma dağılımı var. Uzman hekim dağılımı var. Meselâ bizim
asistanlığa girdiğimiz zamanda bazı branşlara imtihansız alıyorlardı. İşte radyolojiye,
fizik tedaviye adam bulamıyorlardı. Nükleer tıpa adam bulamıyorlardı. Çünkü bizim
yetiştiğimiz dönemde tababet demek, hastaya dokunmak demekti. Biz meselâ
istemiyorduk ya. İmtihana giriyorduk istemiyorduk. Ben hastaya dokunmak istiyorum,
hastayı görmeden ne yapayım. Ama şimdi toplumdaki değişiklikler var (Şener,
Ortopedi ve Travmatoloji).
3.3.7. Modern Tıbbın Geldiği Son Nokta
Tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarını detaylı bir şekilde ele almak amacıyla
hekimlere yöneltilen soruların analizinden “Aşırı Uzmanlaşma” ve “Vasıfsızlaşma”
şeklinde iki alt tema elde edilmiştir.
Aşırı Uzmanlaşma
Araştırma kapsamında katılımcılar, tıpta uzmanlaşmanın geldiği noktayı tarif
ederken, “tek olma”, “aynı organ üzerinde çalışma”, “sayılı insanın çalışması”,
“organların en ince ayrıntılarıyla uğraşıyor olunması”, “teknoloji sayesinde milimetrik
modüller üzerinde çalışılması”, “makro konulardan ziyade mikro konuların ele
alınması“, “mikro iktidar alanları”, “işlemlerin her biri için devasa ücretler alınması”,
“tüm vücudun tek bir organ gibi görülmesi”, “tek bir organın tek bir hastalığına
bakılması”, “az ve seyrek görülen hastalıklar üzerinde çalışma”, “çok az insanın
çalışması”, “hekime ödenen ücretle doğrudan ilgili olması”, “uzmanı olmadığı hiçbir
şeyle ilgisi olmayan”, “tek bir organın ameliyatının sürekli yapılması”, “hücre
uzmanlarının artması”, “makroskopik uzmanlıkların azalması”, “mikroskopik
uzmanlıkların artması”, “sağlık sisteminden kaynaklanan ilgi daralması”, “virus
uzmanlarının artması”, “tek bir konunun tüm yönleri üzerinde çalışılması”, “bir şeyin
daha iyi yapılması”, “uzman egosu”, “tek bir yöntem üzerinde çalışılması”, “işin rutine
bağlanması” şeklindeki ifadeleri kullanmışlardır.
192
Benim burada yaptığım ameliyatlar için adam altmış, yetmiş milyar para istiyor. Yüz
milyar istiyor yani. Adam şöyle diyor: “Ben tekim kardeşim ve anam ağlıyor yani.
Gecenin on birinde ameliyat yapıyorum. Poliklinik yapıyorum.” Bunları söylüyor ve
ben bunu hak ediyorum diyor. Bana geliyorsa bedelini ödeyecek diyor. Ben onu bana
gelmesi için ikna etmedim diyor. O geliyor diyor (Akif, Genel Cerrahi).
Kızımız bize geldi. İshalim dedi. Sen doktor olsan. Öteki doktor olsa ve elinde tetkikin
tahlilin olmasa yüz elli tane hasta bakmak zorunda olsan buna ne yarsın? Ne olarak
düşünürsün onun hastalığını? İlaç verir gönderirsin değil mi? Doğru. Şimdi bunu hep
böyle yapa yapa bir müddet sonra ciddi hasta varsa bile artık onu irdelemek
zorunda hissetmiyorsun kendini. Ben bu ilacı vereyim. Sıkıntı devam ederse ilgili
birime göndereyim onlar araştırsınlar (Coşkun, Genel Cerrahi).
Şuanda kamuda karaciğer cerrahisi atıyorum meselâ, kamuda çalışan üç beş kişi bir
elin parmaklarını geçmiyor. Ama elli kişi özel hastanelerde çalışıyor şuanda. Ama
özel hastanelere bu hastalar gittiklerinde kendi ceplerinden ekstra olarak elli, altmış
milyon para ödemek durumunda kalıyorlar (Kadir, Genel Cerrahi).
Standart tedavi veriyor. Meselâ pediatri diyelim ki, ihtisası yapıyor göğüste ya da
kulak burun boğazda standart yaklaşım arıyor. Yani yüz tane hasta içerisinde üç
tane alerji hastası geliyor. Ama alerji uzmanı sabahtan akşama kadar yüz tane hasta
görüyorsa, yüzü de alerji hastası. Ben meselâ son altı yıldır sadece karaciğer,
pankreas ve safra işiyle uğraşıyorum. Bir insan sabahtan akşama kadar aynı işle
uğraşsın uzmanı olur değil mi? (Kadir, Genel Cerrahi).
Yapmayalım diyor ameliyatı. İstanbul’ a gitsin diyorlar. Çünkü tırnak içerisinde o
hastadan alacağımız rakam diyelim ki iki bin lira. Bunun için diyor, “bu riske girmeye
değmez.” Ama İstanbul’da da otuz beş binin altında kimse bu hastayla uğraşmaz.
Şimdi oralara kim gidiyor? Ancak onu verebilen insanlar gidiyor. Kimi o ameliyatı
yaptıramayacak bakıyoruz. Hâlbuki bu adam otuz beş bin lira verecek halde değil. O
zaman diyoruz ilaç tedavisine gidelim. (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Artık öyle bir yerdesiniz ki akciğerin içerisinde hava yollarıyla uğraşıyorsunuz.
Tamam onunla uğraşıyorum, onu yapıyorum, bunu yapıyorum, sonra bazen bir
haberleri okuyorsun işte bir tane termik santral yapıldı. Her tarafta hava kirliliği (…)
Ben ne yapıyorum burada. O sitokin buradan mı olsun buradan mı olsun? (Deniz,
Göğüs Hastalıkları).
Tabii teknoloji ilerledi. Milimetrik şeyleri görüyoruz. Akciğer, teknoloji, ilerledi.
Tomografi çekiyoruz. Milimetrik olarak görüyoruz. Bu milimetrik modüller şöyle
diyebilirim. Sigara içen iki insanın birinde var. Bunların yaklaşık yüzde otuzu da
kanserleşiyor. Sigara içmeyen üç insanın birinde var. Yüzde doksan beşi
kanserleşmiyor. Milimetrik modül bulduğumuz an, bu hastayı üç yıl izliyorum.
Bazısını da beş yıl izliyorum. Geliyor tomografi çektiriyor. Adam kafasında acaba
kanser miyim? Acaba oldun mu? Sonra da şöyle söylüyorum. Bak emin değilim
olabilirsin de olmayabilirsin de. Bu nasıl? Adamı beş yıl nasıl yaşatıyoruz. Eğer şey
yapamıyorsan ameliyatla orayı çıkarmamız lâzım. Hocam ben kafama çok taktım.
Yatamıyorum. Hadi gel çıkaralım. Peki çıkaralım. Çıkardığımızda kesin kanser midir?
Bilmiyorum. Kanser de çıkmayabilir. Peki, onu bulabilir misiniz? Yok, o çok
milimetrik o yüzden. Ne yapacağım? Onun etrafında iki santim keseceğim. İki
santimlik dört santimlik yer çıkartacağım. Bazen de gereksiz yere çıkarıyoruz.
Ne yapacağız o zaman? Hadi çıkaralım. Çıkardık bitti. Temizmiş. Ne oldu? Teknoloji
ilerledi harika ne oldu? İyi bir şey mi? (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
193
Her bir parçasıyla ince ince uğraşmak lâzım. Kapitalist sistemin hegemonyasında
benim hastanemde bu iş nasıl dönüyor? Bunu göreyim. Buradaki küçük şeylerle orayı
birleştirmem lâzım. O yüzden uzmanlaşma bunun içerisinde okunabiliyorsa çok
değerli bir şeydir. Yok, teknik bir sorun göğüsçü şu kadar falan bu boş. O yüzden çok
değerli olduğunu düşünüyorum o küçük alanların. Oraları daha çok çalışmamız
lâzım. Mikro iktidarlar nasıl oluşuyor? (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Aynı branş içerisinde meselâ diyorlar ki, beyin cerrahisinde, bel fıtığında, falanca
hoca iyi diyorlar. Adamın aylık geliri yüz, yüz elli bin liradan sonra böyle oluyor
işte (…) Ben bütün vücudu kalp olarak düşünüyorum. Kalp olarak görüyorum
derken aslında tek bir hücre olarak görüyorum. Biri kalp görevini görüyor biri böbrek
görevini görüyor biri beyin görevini görüyor (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Böbreğe o kadar konsantre oluyorsunuz ki, adamın atıyorum pankreas tümörü de
vardır. Ama hasta esas şikâyetiyle gelir. Benim buram ağrıyor diye gelen hastaya ben
baktım, böbreğinde taş varsa gidip pankreasını araştırmam ki! Acaba o da mı var, bu
da mı var diye veya gözünde katarak var mı diye bir araştırma yapmam (Tarık,
Üroloji).
Yoksa tabii ki gerekecek; retinanın çok özel hastalıklarına bakan çok özel doktor
olsun isterim (…) Bazı durumlar var ki, bazı hastalıklar çok seyrek görülüyor az
görülüyor ama o işi yapan çok az. Ama birinin bunu yapması lâzım. Bunu çok az
insan yapıyor Türkiye’de, dünyada da birisinin bunu yapması lâzım (Gökhan,
Kardiyoloji).
Şimdi bir dalak alanında az bulunan bir hekim…(Ahmet, İç Hastalıkları).
Tıptaki aşırı uzmanlaşma sağlık politikasının getirdiği bir şey yani. İnsanların
isteyerek yaptığı bir şey değil. Siz pratisyenken dahiliyeci olana daha fazla
ödüyorsanız, dahiliyeci hekim gastrocu olana daha fazla ödüyorsanız, gastrocuyken
ercp yapana daha fazla ödüyorsanız uzmanlaşmaya doğru gidersiniz (Binnur,
Acil Tıp).
Endokrin uzmanı. Artık ne kardiyolojiyle alakası kalıyor, ne onunla alâkası
kalıyor, ne bununla. Hiçbir şeyle alâkası kalmıyor (Hale, İç Hastalıkları).
Sadece pankreas ameliyatı yapmak bir yandan güzel bir cerrahım tek bir organın
ameliyatını sürekli yapması güzel bir şey ama sonuçta mide, bağırsak sistemi
ameliyatları ile ilgileniyordur kabul. Ama hasta bir tiroid hastalığıyla geldiği zaman
ilk yapacağı şeyleri tabii ki bilmeli (Hale, İç Hastalıkları).
Uzmanlaşırken şuanda nasıl bir sistem kurmuşuz? Temel bilimler, dahili bilimler,
cerrahi bilimler. Kalp damar cerrahisi, guatr cerrahisi, üroloji cerrahisi yani vücut
sistemlerine göre bir uzmanlık alanı. Şimdi tedavi ve takipler o kadar derine indi ki,
şuanda hücre üzerine tedavi yapılmaya başlandığı için uzmanlık alanı meselâ
diyecek ki; o grup hastalıklar gözde olabilir, dizde olabilir, karında olabilir, kolda
olabilir. Makroskopik uzmanlıktan mikroskopik uzmanlığa geçiyoruz (…)
Makroskopik dediğim yani büyük görünen sistemlerin dışında şimdi mikroskopik
sistemlere kayıyor (Hale, İç Hastalıkları).
Zaten pratikte ya da sağlık sistemi uzmanlaşma üzerine olduğu için zaten sebep seni
senin dışındaki alanlarla ilgilenmemeni içeriyor (Ülker, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Meselâ, siz çocuk enfeksiyoncususunuz. Çocuk enfeksiyonu üzerinde de
uzmanlaşıyorsunuz. HİV uzmanlığı diye bir alan var meselâ dünyada. Sadece bir
194
virüs ama bunun uzmanlığı var. Ama işte bu gerektiren bir şey, aşırı uzmanlaşmanın
da olması gereken bir şey. Bu kişilerin sayısı fazla değil (Ülker, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Sen hücreyi baz alıyorsun. Biz hücrenin kromozomlarının aminoasitlerin üzerinde
çalışıyoruz. Artık iş o kadar detaya iniyor (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Bu bir süreçse ve süreç devam ediyorsa bilgi birikiminin, teknolojinin daha iyi
ilerlemesi ile beraber daha da fazla bölünmeye neden olabilecek bir süreç. İşte
romatolojinin altında sadece bir hastalığa bakan doktorlar belki… (Ramazan, İç
Hastalıkları).
Aslında yurt dışında bu işler daha da sıkıştırılarak yapılıyor. Genetik
sendromlarından bir tanesi üzerinde bir kişi çalışıyor. Ama o konuda her şeyi
çalışıyor yani. Her şeyiyle o konuyu ele alıyor. Ne kadar bu konuda alanı
daraltırsanız o konuda aslında çalışma yapmanız yayın çıkarmanız ve o konuda
uzmanlaşmanız o kadar geniş olur (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Şimdi her şeyi iyi yapmak yerine, bir şeyi daha iyi yapmak. Olması gereken bu!
Ben hiçbir şeyi yapmayayım, sadece bir şeyi yapayıma döndü iş. Yanlış olan da o
(…) Olmalı ama bence bu biraz daha araştırma bazında kalmalı. Yani yüz tane
hekimin üç dört tanesini bu şekilde olmalı. Geri kalanı yine güncel hayatı
uygulayan taraf olmalı burada. Hani çok denk gelmez ama Amerika’da bir kalp damar
cerrahisi profesörü Türk onun bir konuşmasına şahit olmuştum. Üçe ayırmışlar eğitim
üyelerini bir grup sadece ameliyat yapıyor yani hasta bakıyor, klinisyenlik yapıyor.
Bir grup sadece bilimsel araştırma yapıyor. Bir grup da sadece eğitimlere giriyor.
Öğrenici asistan eğitimine kısmen bunun gibi. Evet bu olmalı. Ama bunu yapan
kişinin doktor sayısının belli bir çizim üzerin çıkmamalı. Herkes araştırmacı
olmayacak (Alper, Üroloji).
Adam meselâ bir yöntemi öğrenmiş. Bir yöntem üzerine çok spesifikleşmiş. Her
şeyde onu kullanmaya çalışıyor. Onun iyi olduğunu iddia ediyor. Öbür yöntemi
bilmiyor çünkü (Alper, Üroloji).
Vasıfsızlaşma
Aşırı uzmanlaşma kapsamında değerlendirilen “Vasıfsızlaşma” alt teması, hekim
bilgi tekelinin yıpranmasına, hekimlik mesleğinin vasıflarının giderek aşınmasına atıfta
bulunmaktadır. Bir önceki kısımda hekimlerin de belirttiği gibi aynı işlemin defalarca
uygulanmasıyla yapılan işin rutinleşmesi, hekimlerde karar mekanizmasının zayıflaması
vasıfsızlaşmaya neden olabilmektedir.
Deniz Bey, hekimin yalnızca ‘akciğer’e odaklanması halinde hekimlik
mesleğinin zanaat özelliğini yitirip, teknik bir işe dönüşme hikâyesini şu ifadelerle
aktarmıştır:
Şu bir sorun bir hekim hem aynı zamanda tırnak içerisinde akciğere bakacak, hem
hastanın sosyal duygu durumunu görecek, hem evde eşi var mıdır yok mudur?
İşte bir kadın eşinden dayak yedi mi yemedi mi? Arabanın tümünü ilan etmeye
kalkarsa verimi düşer. Hâlbuki hekim ve tıbbı sen akciğerin şurasındaki bu
bölümünden sorumlusunuz dediğiniz zaman, artık o bir zanaat işinden çıkıp
195
teknik bir iş haline gelmeye başlıyor. Diyelim ki, akciğerin içerisine
girebiliyorsunuz. Harika ama cerrahi bir boru haline gelmeye başladı ve buradan çok
ciddi sirkülasyon, yani tipik insanlar üretimin içerisine girdi (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Alper Bey’in, hekime ve hekimlik mesleğine duyulan saygının yitirilmesiyle
hekimlerin teknik bir elemana dönüşme hikâyesini ve hekimlik mesleğinin aşınmasını
aktardığı vasıfsızlaşma temasına ilişkin görüşleri şu şekildedir:
Maalesef şu göz ardı edildi. Biraz cehaletle alâkalı. Bir laf var ya “çingeneye bir
beylik verseler önce babasını keser” diye. Onun dengesini halkımız tutturamadı.
Bunun arkasından da hekimlerden bir reaksiyon gelişti. Sen bana bunu layık
görüyorsan ben de karşılığında bunu yapıyorum başladı. İşte hasta bakmamalar, hasta
seçmeler, kötü davranmalar… reaksiyon reaksiyonu doğurdu. Burada her zaman için
kimse kimseden üstün değil, meslek de üstün değil ama en kötü senaryo gerçekleşti.
Halkın gözünde hekimliğin değeri düşmek değil daha kötüsü oldu. Hekimin
gözünde hekimin değeri düştü. Biz mesleğe olan saygınlığımızı yitirmeye
başladık. Sırdan hani o saatin pimini takan adamdan farksız hale geldik! (Alper,
Üroloji).
Bak ben sana onkoloji ile ilgili bir fikrimi söyleyeyim (…) Yani o onkolog da bu çok
iyi denilen onkolog da, Türkiye’nin bir numarası denilen onkolog da aynı şeyi
söyledi. Ne fark var niye o daha iyi o zaman. Aynı şeyi yapıyorsa. Ben onkolojiyi
kötülemiyorum. En iyi denilen onkolog hiç duymamış bir onkoloji uzmanının
söylediği aynı şeyleri söyledi ise niye daha iyi o? Dahiliye bilgisi ne kadar iyiyse o
kadar iyi. Çünkü onkoloji hastası tansiyonu yükselecek, şekeri değişecek, saçı
dökülecek, kansızlık gelişecek onları takip edip gelişimleri görüp anında müdahale
etmek için senin dahili tıbbın çok iyi olması lâzım. Genel tıp bilgisi iyi olan ‘onkolog’,
‘iyi onkolog’tur. Yoksa onkoloji olarak hepsi standart işi yapıyorlar (Alper, Üroloji).
Nefrolog bir arkadaşım şunu söyledi. Bir hasta gelmiş. Neyin var demiş. Başım
ağrıyor demiş. Niye bana geldin demiş. Böbreğimden olduğunu düşünüyorum. Bir
böbrek tahlili yaptırmaya geldim demiş. Şimdi düşünsene yüz tane nefrolog yok
bu ülkede. Binlerce böbrek hastası kapıda. Ama sen baş ağrısından bakmak zorunda
kalıyorsun. İyi niyetle çıktılar politikada politikacılar ama çizginin gittiği noktayı
saptayamadılar. Kontrol edemiyorlar. Benim eşim aile hekimi idi, bıraktı. Çünkü aile
hekimlerine de gidip işte buram ağrıyor, şu ilacı almaya geldim diye geliyorlar.
Şimdi diyor ki, ben onun istediği ilacı yazmazsam benden kaydını aldırıyor
diyor. Kaydını aldırırsa benim hasta sayım düşüyor ya sözleşmem fes oluyor ya
az para kazanıyorum diyor. Öbür taraftan hekim diyor ki ben rapor isteyene
rapor veriyorum. İlaç isteyene ilacını yazıyorum. Neyi istiyorsa onu yapıyorum
diyor. Hasta sayısı tavanda. Aldığı para da tavanda. Üstelik hasta tarafından çok
sevilen hekim oluyor (Alper, Üroloji).
196
4. TIPTA UZMANLAŞMANIN BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM
ÇERÇEVESİNDEN DEĞERLENDİRİLMESİNE İLİŞKİN
BULGULAR
Araştırmanın bu kısmında, tıpta uzmanlaşma olgusunun bütüncül yaklaşım
çerçevesinden değerlendirilmesine yönelik bulgulara yer verilmiştir. Yapılan analiz
sonuçlarına göre katılımcıların verdiği cevaplar “Multidisipliner Tıp Yaklaşımı”,
“Parçalanmış Tıp Yaklaşımı” ve “Bütüncül Tıp Yaklaşımı” olmak üzere üç temada
toplanmıştır. Söz konusu temalara Şekil 6’da yer verilmiştir.
Şekil 6. Tıpta Uzmanlaşmanın Bütüncül Yaklaşım Açısından Değerlendirilmesine
İlişkin Kavram Haritası
197
4.1. Multidisipliner Tıp Yaklaşımı
Multidisipliner Tıp Yaklaşım
Multidisipliner yaklaşım; hastalıkların tanı, teşhis ve tedavi sürecine birden çok
branşın dâhil olması anlamına gelmektedir. Multisistemik hastalıkların artmasıyla
birlikte, multidisipliner yaklaşıma olan ihtiyacın da arttığı günümüzde birden çok
disiplinin ortak hareket etmesi hayati önem arz etmektedir.
Multidisipliner yaklaşım temasına ilişkin görüşler, hastalıkların koordineli ve
ekip çalışmasına dayalı yürütülmesi gerektiği yönündedir:
Adnan Bey’in, hastalıklara yaklaşımda tıbbi disiplinlerin “ortak” hareket etmesi
gerektiğini ve hastaya genel yaklaşımın önemini vurguladığı ifadesine aşağıda yer
verilmiştir:
Eğer ki, multisistemik yaklaşım yani işte endokrin kısmını endokrin bölümü
enfeksiyon hastalıklarının enfeksiyon bölümü ortak takip eder. Ortak çalışırsa daha
güzel bir sonuç alınır. Çünkü herkes kendi alanında daha uzman olduğu için genel
yaklaşımdan itibaren o alana kendi alanında yaklaşımı çok daha kaliteli çok daha iyi
bilir. O alanı daha iyi yönetir diye düşünüyorum ( Adnan, Çocuk Enfeksiyon
Hastalıkları).
Deniz Bey, kanser hastalarının tedavisinde birden çok disiplinin aktif bir şekilde
rol oynadığını belirtmektedir. Üzülerek belirttiği nokta ise, hekimlerin birlikte hareket
etmeme durumunu risk almamak adına yaptıklarıdır. Ayrıca, ekip çalışmasında maddi
kaygıların güdüldüğünün altını çizmektedir. Hekime ait görüşlere aşağıda yer
verilmiştir:
Yavaş yavaş başladı. Bir takım kritik hastalıklarda. Örneğin, kanserde tek başımıza
karar vermiyoruz artık. Bunu genellikle korku nedeniyle yapıyoruz. Yarın bir dava
açılır. Risk almamak açısından. Şimdi bu gene de arkadaşım ben göğüsçü olarak bunu
koydum. Bak bu cerrah iyi ki burada bunu yaptı. Patolog geldi. Bu iyi bir şey. Ama
bunu korkudan ziyade biz artık bu kadar parçalanmış bir tıpta tek başımıza bir
şeyi götüremeyiz. Bir başkasında en az bizim kadar işin içerisinde olmalı (Deniz,
Göğüs Hastalıkları).
Bir tek şey lâzım. Bu ne kadar ekonomik. Şöyle bir şey düşünün, konseye
gidiyorsunuz. Bir tane akciğer kanseri hastası var. Akciğer kanserinin genelinde
göğüsçü tanı koyar. Cerrah eğer ameliyat derse ameliyat eder. Herkes kendince
bir şey yapar ve sonuçta o hastanın sağlığının iyi olabilmesinin yolu herkesin
kendi tabiri caizse rolünü iyi oynamasından geçiyor. O zaman tiyatro iyi oynar.
Şimdi bu güzel. Ama şöyle bir hayat getirdiğiniz zaman göğüsçü örnek veriyorum;
sen bu hastadan iki lira kazanırsın, cerrah beş lira kazanır, radyolog yedi lira, nükleer
tıpçı bir lira öbürü elli kuruş. Şimdi hepsi şöyle diyor: “Biz hepimiz iyi yaparsak bu
oluyordu. Birimizi çektiğiniz zaman bu iş gitmiyor.” O zaman bizim uzmanlık
alanları arasında nasıl bir ilişki kurabiliyorsun da biri yedi lira alırken biri elli kuruş
198
alıyor. Elli kuruş alan da görevini iyi yapmasa bu akciğer kanseri iyi tedavi olmuyor
mu? Olmuyor. O zaman bu eşittir. Eğer bunu demezseniz otomatikman bir hiyerarşik
ilişki kuruyor. Çünkü kapitalizmin içindeyiz. Bir süre sonra elli kuruştaki fikre çok
değerli bir adamsa şöyle demeye başlıyor: “Kararı benim üstümden alıyorsunuz çok
güzel tüm riskleri burada paylaşıyoruz ama biz hastanede apaçık geziyoruz. Biz iki
bin lira ile giderken siz on iki bin liralarla gidiyorsunuz. Kusura bakmayın bu hafta
benim işim var, gelmeyin.” Geliyorum oturuyorum yatıyorum. Bu yüzden eşitler
ilişkisine çevirmemiz lâzım ki kendi aramızda cerrah da bizi bu kadar yoracak biz
de radyolog kadar yorulacağız takım olacağız arkadaşlar. Takım denilen şey
ekonomik ve sosyal ne ise, o artı değer onu birlikte paylaşanlardır. Takımın
tepesindeki her şeyi götürüyor. Bunlara da ne kalırsa öyle değil. Biz burada bir sosyal
değer üretmişiz. Nedir? Hasta kalkmış gelmiş demiş ki: “Allah razı olsun. Siz beni
kanserden kurtardınız.” cerrahın eline kapanmış. Cerrah da orada şunu diyecek.
“Bak Deniz hoca sana da tanı koymuş yoksa olmazdı. Ben de diyeceğim ki iyi ki
filmine şu hoca baktı. Yoksa biz bu işleri yapamazdık. Biz onu birlikte bölüşeceğiz.”
Bunun içinde çalışma ortamında birbirimizle iyi ilişkiler kurmamız lâzım (Deniz,
Göğüs Hastalıkları).
Selim Bey, multidisipliner yaklaşımın sürdürülebilirliği adına, olgu sorularının
oluşturularak fikir alışverişinde bulunulmasına değinmiştir:
Olgu soruları yapılması lâzım. Meselâ, cerrahi bilimler bir cerrahi bilimlere ait
hastayı bir genel cerrahiye sorabilirsiniz. “Bak! bunda böyle şikâyetler var, ne
düşünürsünüz?” Böyle olgu sorusu makale sorusu yazan yerler var? Diyorsun ki; “şu
şu şikayetlerde bir hasta geldi. Şu tetkikler yapıldı. Tanınız nedir?” diye sorular
soruyorsunuz. Herkes fikrini söylüyor. Diyor ki, ben bunların içerisinde bulundum. O
zaman hastada her şeyi düşünüyorsunuz. Diyor ki, genel cerrah işte ben de şu var.
Gastroenterolog başka bir şey söylüyor. Kalp damar cerrahı başka bir şey söylüyor.
Herkes birbirini dinlerken keşfetmiş oluyor (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Araştırma bulguları arasında, hastalıklara multidisipliner yaklaşımın koşulunun
ekip çalışmasından geçtiğini bildiren katılımcı görüşleri de vardır:
Belli merkezlerde yapılan işlemlerde her şeyin uzmanı var artık veya ameliyatlar
ekip halinde yapılıyor. Aynı seansta iki ayrı uzman girip, iki ayrı ameliyatı yapıyor.
Şimdi meselâ, belli cerrahiler ekip halinde yapılıyor. Birden fazla doktor giriyor
(Ahmet, İç Hastalıkları).
Her şeyi sen yapmak zorunda değilsin ki! Senden daha iyi bilgili birisi niye
yapmasın. Niye ben cilt hastalığını tedavi edeyim. Genel pratisyen diye bir şey var.
Çözemiyorsa cildiyeye göndersin. Bu işi yapmak üzere başka insanlar var. Her şeyi
ben yapacaksam öteki insanlara ne gerek var. Önemli olan ekip çalışmasını
sağlayabilmek (Engin, Kadın Hastalıkları ve Doğum).
El cerrahı bu işleri kendi başına yapamaz. El cerrahının bu işleri yapabilmesi için
hastayı ameliyathaneye alıp, anestezistin uyutması lâzım (Şener, Ortopedi ve
Travmatoloji).
Şimdi insan faktörü var ya insan canlı bir organizma. O canlı ve yaşıyor. Onun için
öyle tamamen ben işimi yaptım git olmaz. Bir işi yapabilmen için diğer
branşlarla beraber problemleri çözmek zorundasınız. Onun için böyle bir şey
olduğu zaman genel tababeti bilir. Büyük şeyler kimsenin gözünden kaçmaz. Meselâ,
199
adamın kalbinde ritim bozukluğu varsa onu her doktor yakalar burada. Ama detayını
bilemeyebilir (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Konuya, farklı hastalıkların bir arada nüks etmesiyle çıkan hastalık gruplarının
multisistemik yaklaşım gerektirmesi yönüyle değinen hekim görüşlerine ise aşağıda yer
verilmiştir:
Meselâ, hastanınız kistik pibroz hastasıdır, ama kistik pibrozla ilgili bi düzensizlik
yoktur. Ön planda enfeksiyonu vardır. Zaten göğüs hastalıkları gerekli bölüm
enfeksiyonu konsülte ettiğinden bunun şu an kistik pibrozu stabil, ama enfeksiyon
açısından dediğimde zaten onu biz devralıp, enfeksiyonu tedavi ediyoruz (Adnan,
Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Biz yatırdığımız hastalarda her türlü hastayı görüyoruz; diyabetli hasta geliyor,
astımlısı geliyor, ameliyattan sonra göğüs ağrısı çekip de… Meselâ benim yarın
ameliyat edeceğim hastaların arasında astım hastası var. Daha önce stent takılmış
hasta var kalbine. Biz bir şekilde bilgi sahibi oluyoruz. Bilmemiz lâzım bizim. Ama
başka branşlarda böyle değil. Her branşta böyle değil. Bir biyokimyacı hastayla çok
ilişkili değildir yani. Bir cilt doktorunun bizim gibi yatırıp takip etme hastası yoktur.
Bir fizik tedavi doktorunun yatırıp takip ettiği hasta fazla yoktur. Bazı branşlarda
bunun eksikliği görülebilir (Savaş, Genel Cerrahi).
4.2. Parçalanmış Tıp Yaklaşımı
Hastaya ve hastalıklara karşı bütüncül yaklaşımın sağlanamadığına dair
görüşlerin yer aldığı “Parçalanmış Tıp” teması; “Bilgide Körleşme”, “Bütünü
Görememe”, “Bütünlüğün Sağlanamaması” ve “Diğer Alanın Riski” şeklindeki dört
nedensel alt temadan oluşmaktadır.
Bilgide Körleşme
Eski hekimlere nazaran multidisipliner hastalıkların yönetimi konusunda
eksiklik yaşadığını belirten Deniz Bey, farklı alanlara ait bilgisinde körleşme olduğunu
“Bizden iki kuşak öncesine gittiğiniz zaman o doktor hem astımınızı tedavi ederdi hem
şekerinizi tedavi ederdi hem de tansiyonunuza bakardı. Bilirdi. Ben şimdi o alana dair
gerçekten hiçbir şey bilmiyorum.” şeklindeki ifadesinde belirtmiştir.
Katılımcının bilgide körleşme alt temasına ilişkin bir diğer görüşü ise,
hastalıkların sebebinin hekim tarafından ayırt edilebilmesi gerektiğiyle ilgilidir:
Meselâ, öksürük diye kulak burun boğaza giden hasta da hekim kendi hastalık
grubuyla ilgili olanları zaten biliyor. Faranjiti varsa biliyor, hastanın. Sinüziti varsa
biliyor ama sorun akciğerle ilgili, romatoloji ile ilgili veya kardiyoloji ile ilgili ise
kulak burun boğazcı bunu algılıyor. Daha doğrusu şöyle benim dışımda bir hadise var
ama bu kalpten midir, mideden midir, göğüs hastalıklarından mıdır onu ayırt
edemiyor. Burası sorun bunun ayrımını da yapması lâzım (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
200
Bütünü Görememe
Katılımcılardan Akif Bey, aşırı uzmanlaşmış hekimleri kast ettiği “Hastayı
bütüncül değerlendiremezler. Ben imkân olmadığını düşünüyorum. Onlar artık kapılıp
gidiyorlar. Sel gibi kapılıp gidiyorlar yani. Artık bir kere o işe girdin mi geri dönüşün
yok yani. O piyasanın adamı olduğun zaman. İşte git bak. Adamlardan randevu
alamazsın yani. Gece on bir de on iki de randevu verirler sana muayene olabilmek için
ve üstelik muayene parası beş yüz lira yani. Bir muayene olacaksın beş yüz lira. Bırak
sonucu falan akıllara ziyan ya. Asgari ücret şuanda dokuz yüz elli yedi. Muayene ücreti
beş yüz lira. Bu çılgınlık ya! Bu adam bütüncül bakış açısını nereden sergileyecek.
Tek sergilediği bakış para olur.” şeklindeki görüşünde, maddi kaygı güden bu tarz
hekimlerin bütüncül bakış açısından yoksun olabilecekleri vurgusunda bulunmuştur.
Savaş Bey, “Herkes branşlaşırsa pratisyen hekim açığı, aile hekimi açığı bunlar
olabiliyor. Bu ilk aile hekimliğine geçildiği zaman, sistemdeki bütün doktor arkadaşlar
acilden çekildiği zaman branş doktorları acilde nöbet tutmak zorunda kaldı. Meselâ o
zaman da genel tıptan insanlar o kadar kopmuş ki bir biyokimyacı acil durumlarda ne
yapacağını unutmuş.” diyerek hekimlerin tıptan kopuşuna, Gökhan Bey ise, “Hastanın
bütününü kaçırma tehlikesi her zaman var. Sadece tıpta değil. Muhtemelen mimaride
de bu vardır diye düşünüyorum. Ekonomide de keza var. Ağaçlara bakmaktan ormanı
görmezsiniz. Tıpta da özellikle var. Bir de bizim ülkemizde hem sağlık örgütlenmesi
hem de tıp eğitiminin kendine özel sorunları var.” şeklindeki ifadesiyle bir şeye
odaklanmanın bütünü görmeyi engelleme durumuna dikkat çekmektedir.
Katılımcıların, spesifik bir alanla ilgilenen hekimlerin hastanın ve hastalığın
bütünü gözden kaçırdıklarına dair belirttikleri ifadeler ise şu şekildedir:
Ya bütünü gözden kaçırıyorlar. Şu bi gerçek hep enfeksiyonla ilgilendiğiniz için
zaman içerisinde diğer bilgilerinizde belki şey olabilir. Meselâ nefroloji bilgilerinde
belki böbrek kistine yaklaşımdan uzaklaştığınız için yıllar içerisinde güncel nasıldır,
bundan uzaklaşabilirsiniz (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Uygulamada bitiyor işte. Buradaki pratikteki uygulamalar zaten herkese kendi
branşını kendi spesifik alanını yönelttiğin için çok olmaz gözden kaçabilir bunlar.
Sadece bir organa bir şeye bakıp hani diğer sistemlerle ilgilenmemek de gözden
kaçabilir (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Alper Bey’in temaya ilişkin görüşlerine aşağıda yer verilmiştir:
201
Onun bütünü yakalıyorum dediği şey şu: Belli bir süre tecrübe kazandığında,
sokakta da otururken bir insanın yüzüne baktığında, aşağı yukarı neresinde ne
olduğunu tahmin edebiliyorsun. Bu adam kanser olabilir. Yakaladığım dedi o.
Başka türlü mümkün değil yakalayamaz (…) Sistemi iyi bir çizgi üzerinde
öğrenemeyince de ben böbreğe bakarım, prostat beni ilgilendirmez (Alper,
Üroloji).
Bütünlüğün Sağlanamaması
Araştırma kapsamında hekimler, tıpta bütünlüğün sağlanamadığı yönünde görüş
bildirmişlerdir. İlgili görüşlerin ortak noktası, tıpta bütüncül bakış açısının
sergilenemediği konusudur. Hekimler genel olarak; sistemin bir bütün halinde anlam
ifade edebileceği, bütüncül bilginin ehemmiyeti, genel hekimlikten uzaklaşmanın
bütüncül bakış açısından uzaklaşmayı etkileyebileceği, genel hekimlik becerisinin
kazanılabilmesi için diğer branşlarda teorik ve pratik anlamda bir noktaya kadar belli bir
düzeyde bilgi ve beceri sahibi olunması gerektiği, bir hastanede gerekli yan dallar
bulunmadığı sürece tıpta bütünlüğün sağlanamayacağı konusuna değinmişlerdir.
Katılımcıların görüşlerine aşağıda yer verilmiştir:
Bütüncül bir tıbba dönüş yok. Kapitalist sistem bu kadar egemenken seni hiç
yaşatırlar mı? (Akif, Genel Cerrahi).
Sanırım yoğun hasta sayısının olduğu yerlerde daha derinlemesine incelemeleri
mümkün değil. Bu yani fiziki olarak hekimin biyolojik yetenekleri olarak mümkün
değil. Bir hastaya yaklaşık on, on beş dakika ayırmalısınız ki problemleri net olarak
görebilesiniz. Ama çok kalabalık polikliniklerde mümkün değil. O zaman hekimin de
atladığı bir takım problem kaçınılmaz (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Uzmanlıktan kaynaklanıyor. Siz tek bir organa spesifikleştiğinizde o organda
mükemmel hale gelebilirsiniz? Ama o organ sistemin içerisinde bir çarklı. Siz o
çarkın tek bir parçasında mükemmelsiniz. Ama o bir bütün içerisinde düzgün
çalışıyor. O bütünü gözden kaçırdığın anda senin o çarkın dişlisinde
mükemmelleşmenin çok büyük bir önemi kalmıyor (Binnur, Acil Tıp).
Sen sağ omzunda ağrısı olan bir hastanın karaciğerinde bir problem olabileceğini
düşünmezsen eğer, fizik tedavide oyalarsın hastayı. Bunu düşünebilmen için bütüncül
yaklaşman lâzım. Bütüncül yaklaşma bütüncül bilgiyle gelir. Çünkü hasta ağrıdığı
yer için gidecektir doktora. Fizik tedavicinin aklına bunun safra kesesi, karaciğer
kaynaklı olduğu gelmezse eğer aylarca fizik tedavi yapar ve hasta şifa bulamaz
(Binnur, Acil Tıp).
Hekimler dahiliyeciydiler. Kardiyolojisinden de anlardı, göğsünden de anlardı. Daha
ön planda genel dahiliyeciydiler. Genel tababet bilgisi diye bir şey vardı. Şimdi öyle
değil (Hale, İç Hastalıkları).
Evet. Genel pratisyenlik eğitimi de çok zayıf ve yetersiz daha sonra uzmanlaşma
durumunda da gene herkes kendi branşında spesifik olarak kendini yetiştiriyor. O
zaman yan dallardan tamamıyla uzaklaştığı için diğer branşlardan hastaya tanı
koymada bu büyük sıkıntıya yol açıyor. Herkes kendi branşıyla ilgili bir bakış açısıyla
bakıyor olaya. Göğüsçü sadece göğüs açısından bakıyor, kardiyolojik, nefrolojik,
202
dahiliye problemlerini bilmiyor, bilse bile yeterince bilmiyor zaten (Çetin, Göğüs
Hastalıkları).
Daha spesifiğe kaydığın zaman genel hekimlikten uzaklaşıyorsun. Bir alerji
uzmanı artık genel cerrahiye, endokrine dair, kadın doğum, çocuk artık bilmiyor.
Psikiyatri, cildiye bilmiyor. Onları anlamıyorsun. Çünkü onları okumuyoruz hiçbir
zaman (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Yok sadece iyi bir hekim olmanız için bilgi olarak spesifikleşmeniz gerekir ama
bütünden de kopmamanız gerekir. Yani bir göz doktoru da bütün vücudu bilmeli
(Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Sistemden konsültasyon giriyorum, git o bölüme. O bölüme gidiyor randevu
veriyorlar. Ondan sonra o hastadan ben koptum artık. Ne olacak bilmiyorum.
Buraya not ediyorum sadece, kardiyolojiye yönlendirildi. Üç ay, dört ay sonra bana
kontrole gelecek veya altı ay sonra kontrole çağırıyorum. Altı aya kadar ne oldu
bilmiyoruz. Koordinasyon sorunu yoğunluktan dolayıdır. Ama çocuk uzmanı olmuş
ve gelip yan dala almış hasta doktorun gözünden kaçmaması lâzım. Kaçmaz da genel
şeyler (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Bu benzerlik bir noktada tıkanır zaten. Sonuçta o kişinin o saatin tamamını görme
ihtiyacı var mı yok mu? Asıl mesele o. Var tabii. Ama bizim bunu görmemiz için
bunu yaparken tıbbın geri kalan kısmını belli bir noktaya kadar bilmemiz şart. Yani
buradaki en büyük handikap o yurt dışında böyle hakkıyla tıp eğitim veren yerlerde
sonuna kadar her şeyi öğrenirsiniz. Sonuna kadar üzerine gidersiniz. Ben üroloji
uzmanı olmama rağmen beyin cerrahisini de, dahiliyeyi de, çocuğu da, kadın
doğumu da bir noktaya kadar bilmeliyim. Türkiye’de de aslında böyle ama teorikte
böyle pratikte çok işlemiyor (Alper, Üroloji).
Üçüncü basamaktan ikinci, birinci basamağa doğru gerilediğinizde bütünlük
sağlanamıyordur. Sebebi de yeterli uzmanlık alanlarının bi eğitim araştırma
hastanesinde meselâ çocuk enfeksiyon uzmanı çok az eğitim alır kısıtlı yerlerde
vardır. Ya da ne bileyim birinci basamakta Nevşehir Devlet Hastanesi ya da ne
bileyim herhangi bir tuzla devlet hastanesi burada şey olmadığı için, yandalar
olmadığı için burada bütünlük sağlanamaz (Adnan, Çocuk Enfeksiyon
Hastalıkları).
4.3. Diğer Alanın Riski
Hekimler, kendi alanları dışında bir hastayla karşılaştıkları vakit sorumluluk ve
risk almamak adına hastayı diğer branşlara yönlendirdiklerini belirtmektedirler.
Hekimlerin işlemlerini gerçekleştirirken “malpraktis” baskısı altında kalmalarının,
hastaya bütüncül yaklaşımı engellediği düşünülmektedir.
Yine bilse bile sorumluluk sebebiyle başka yere yönlendiriyor. Bize bir sürü
konsültasyonlar geliyor. Gelen kişi de bilmiyor mu hangi ilacı vereceğimizi biliyor.
Diyelim ki, ben çocuk kardiyolojiyim. İşte ben ekomu yaptım. İşte kalp grafiğini
çektim değerlendirdim. Meselâ, bir tane konsültasyon var kapıda bekleyen. Ağzının
kenarında uçuk çıkmış, bu yüzden enfeksiyona gönderiyorum diyor. Şimdi hasta bize
geldi. Hani yani bu sebepten. Sorumluluk almıyor adam uğraşmak istemiyor.
Kendi alanıyla uğraşmak istiyor. O da işte bu mapraktisler sebebiyle (Erdem,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
203
Bir de şöyle bir şey başladı bizim açımızdan benim şeker hastasına dair bir tedavi
edici bir şey yaptığım zaman hata edersem ben suçlanırım (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Bazı noktalarda sınırlar daha belirgin bazı noktalarda iç içe. İç içe olanlarda yerlerde
sıkıntı yok. Göğüs hastalıkları uzmanı ciltte bir lezyon gördüğü zaman: “Bu
benim işim değil dermatolojinin işi!” diyor. Ama bu kaçınılmaz bir sorun gibi bence.
Çünkü bu iki insan arasındaki hasta ve doktor arasındaki ilişkinin derinlikle ilgili
olmasıyla ilgili bir kavram. Çünkü o zaman tek bir hastayla ya da çok az hastayla
bütün gün uğraşabilirsiniz. Bu biraz özellikle bu kadar hasta hizmetinin ön planda
olduğu bir sistemde, yan dal uzmanlıkları, bence hastanın doğru bir şekilde
yönlendirilmesi için daha efektif bir yöntem olabilir (Ramazan, İç Hastalıkları).
Ülker Hanım’ın meslektaşlarının risk almadığını, basit işlemlerde dahi
yönlendirme yaptıklarını belirttiği ifadesinin ardından, kendisinin de tedavi ve takip
kısmında sorumluluk almaktan çekindiği gözlenmiştir. Hekimin aktardığı görüşlere
aşağıda yer verilmiştir:
Yani hekim olarak bilmek zorunda ama iş pratik kısma geldiği zaman tedavi kısmına
geldiği zaman kendi alanındakini tedavi eder. Başka bir alana girmek de istemez.
Daha az, deneyimi olmadığı için hem de hukuken de uygun olmadığı için (Ülker,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Yoksa hani ben bir göz doktorunun bile eğer çok spesifik… Meselâ, bir hastalık var
göz damlası yerine ağızdan şurup vermek istiyor. Ağızdan şurup verme gerekliliğini
biliyor. Ama verirken takibi ve dozunu bir dahiliye ve pediatriste bırakıyor
(Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Tanıyı koyabilirim ama tedavi ve takip kısmını o uzmanına bırakırım yani çünkü
başlıca yapacağınız şey önce hasta hastaya zarar vermeyeceksiniz. Yani hiçbir hekim
de ben bu alanı az biliyorum, biliyorum ama az biliyorum yine de bunu ben tedavi
edeceğim demez. Edeceğini zannetmiyorum (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Bütüncül yaklaşımın uygulanabilmesinde konsültasyon hekimliğinin önemi
büyüktür fakat hekimlerin hastaları yönlendirme işinde asıl amacın konsültasyon olması
yerine sorumluluk almamaya ve riskten kaçışa dönüşmüş olması olumsuz bir durum
olarak algılanabilir. Rıdvan Bey’in ifadeleri tıbbın bugünkü vaziyetini sergilemesi
açısından oldukça manidardır:
Dahil branşlar tam işini yapamıyor. Bir an önce yan dala yönlendirmekle
uğraşıyorlar. Aslında birçok bölümden keşke bana izin verilseydi onu yapmama.
Yarın bir gün bir sorun çıktığı zaman atıyorum gastroenteroloji olarak bir uzmanlığım
olmadığı için o müdahaleden dolayı soruşturma açılır. O sorumluluktan kurtulmak
için bir an önce onlara gidin diyorum (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Ben zaten uzmanım onu yapabiliyorum. Ama sorumluluktan dolayı ve
yoğunluktan dolayı gönderiyorum. Ben şimdi kalkıp onun öksürüğüyle uğraşsam
normal hastalarım kalır (Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
204
4.3. Bütüncül Tıp Yaklaşımı
“Hastalık yoktur, hasta vardır” ilkesinin düstur edinildiği ve hastayı
biyopsikososyal manada bir bütün olarak ele alan bütüncül tıp yaklaşımı; hastanın
mekanik bir varlık olmadığını, aynı zamanda psiko-sosyal yönü olduğuna da dikkat
çekmektedir. Tıbbın her bir branşının, her bir yan dalın ayrı bir organ ve hücre ile
meşgul olduğu uzmanlaşmanın yoğunluğunu giderek artırdığı günümüzde, bütüncül
tıbbın ne düzeyde uygulanabilir olduğu merak konusudur.
Araştırmanın bu kısmında, katılımcıların bütüncül tıbbın sağlandığı yönündeki
görüşlerine ve bütüncül tıbbın asgari düzeyde sağlanabilmesinin niteliklerine yer
verilmiştir. Bu kapsamda “Bütüncül Tıp Yaklaşımı” teması; “Hastalıklararası Bağ
Kurmak” ve “Bütünlüğün Sağlanması” şeklindeki iki alt temadan oluşmaktadır.
Hastalıklararası Bağ Kurmak
Katılımcılardan Deniz Bey ve Hale Hanım, bütüncül yaklaşımın, multidisipliner
hastalıkların birbirleri arasında ilişkinin kurulması halinde sağlanabileceğini
belirtmişlerdir.
Şimdi bizim hastane işletim sistemimiz de buna doğru döndü. Hiç şüphesiz bu sadece
insanların isteğiyle değil ama daha başka bir yapı var. Örneğin, size diyor ki bir
hastayı yatırıyorsunuz. Diyelim ki, ben göz hastalıkları açısından hastayı yatırıyorum.
Hasta bir taraftan da şeker hastası çıkar. Şimdi artık ben ikisini bilmiyorum ben. Ben
şekerin nasıl tedavi edileceğini hakikaten unuttum. Çünkü bana hiç anlatmadılar. Ama
bizden iki kuşak öncesine gittiğiniz zaman o doktor hem astımınızı tedavi ederdi
hem şekerinizi tedavi ederdi hem de tansiyonunuza bakardı. Bilirdi. Ben şimdi o
alana dair gerçekten hiçbir şey bilmiyorum (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Sadece pankreas ameliyatı yapmak bir yandan güzel, bir cerrahın tek bir organın
ameliyatını sürekli yapması güzel bir şey. Ama sonuçta mide, bağırsak sistemi
ameliyatları ile ilgileniyordur kabul. Ama hasta bir tiroid hastalığıyla geldiği zaman
ilk yapacağı şeyleri tabii ki bilmeli (Hale, İç Hastalıkları).
O zor gerçekten ama şuna bir kere ihtiyacımız var. Hiçbir tedavi yöntemi ve hiçbir
tanı yöntemi sadece bir organın spesifik olmadığını görecek. Akciğere yönelik
yaptığımız bir şey böbrekle ilgili bilmem ne yapıyor (…) Onu etkiliyor veya
akciğere yönelik yaptığımızı zannettiğimiz bir tanısal yöntem gidiyor başka bir yerde
başka bir şey yapıyor. Şimdi bu bağlantıları kurabilmenin yolu, hastayla
kurduğunuz özellikle eğitim sürecinde ve sonrasındaki ilişkiler hastanın genel
hatırını sorabilecek bir zamana ihtiyacınız var (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Ayağının ağrımasıyla akciğerinin verdiğim tedavi arasında bir bağlantı
kurduğunu fark edeceğim. Bu sefer de başka meslektaşıma ihtiyacım olduğunu fark
edeceğim (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Deniz Bey’in bütüncül bakış hakkındaki görüşleri şöyledir:
205
Biz şimdi üniversitede beş yıldır tıp Türk sanat diye bir program yürütüyoruz. Orada
edebiyat, felsefe, tarih, antropoloji, sosyal bilimler çok daha öte. Kitap tartışmaları
yapıyoruz. Üç arkeolojik müze ziyareti yapıyoruz. Birinci ve ikinci sınıf öğrencilerle.
Onlara anlatmaya çalıştığımız temel şu; eğer bir hekim hastasına bütüncül
bakabiliyor olması için insana bütüncül olarak bakıyor olması lâzım. İnsana
bütüncül bakabilmeni yolu da tarih bileceksin, edebiyat bileceksin, felsefe,
arkeoloji, antropoloji bileceksin. Bir uzman olarak bilmene gerek yok. Hititlerin
bilmem ne noktasını bilmezsin, ama bu topraklarda ne oldu ne bitti. Bugünkü
alışkanlıklarımız içerisinde hangi kültürel pratikler var. İki çok kültürlü olacaksın.
Senin karşına öyle hasta grupları gelecek ki senin belki inancına, politik görüşüne yüz
seksen görüşüne zıt olacak. Senin ona gerek sözel olarak gerek bedenen herhangi bir
reaksiyon vermemen lâzım. Çünkü nötr olmak zorundasınız. Sen bunu yapmak
zorunda değilsin buna inanmak zorunda değilsin. Bunun için çok kültürlü bir hayata
ihtiyacımız var. Aksi takdirde egemen güç ne ise onun gözünden bakıyorsun hastaya.
Bunun içinde Türkiye’de az yürütülen bir program yürütüyoruz. Ama en büyük
sorumuz şu; çok kötü bir lise döneminden geliyor öğrenciler (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Selim Bey, hastalara ve hastalıklara bütüncül bakış sergilemenin yolunun tıp
eğitimini tamamladıktan sonra, genel hekimlik yani pratisyen hekimlik yapmaktan
geçtiğini belirttiği ifadesine aşağıda yer verilmiştir:
Ben genel hekimlik yaptığım için tecrübeli bir hekimim. İki yıl pratisyen hekimlik de
yaptım. O diğer branşlara karşı ilgilimi artırıyorum. Meselâ, serviste gezerken
bakıyorum bunun bağırsaklarına bir şey olur, buna baktırın diyorum. O yüzden genel
hekimliğin yapılması lâzım (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Katılımcılardan Şener Bey, hekimlerin hastaları değerlendirirken salt biyolojik
değil, psiko-sosyal yönden de bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğine yönelik bir
görüş belirtirken, elde edilen bilgiler arasında söz konusu bağın bütüncül yaklaşım
çerçevesinde kurulması gerektiği yönündedir:
Parmağını ameliyat ediyorsun ama bütün tetkiklerini yapıp hastanın hastalığı var mı?,
geçmişinde ameliyat olmuş mu?, ailesinde bir şey var mı? El cerrahı olman bunları
bilerek ameliyata girmen gerekiyor. Tamamen kopman mümkün değil (Şener,
Ortopedi ve Travmatoloji).
İbn-i Sina bütüncül yaklaşıyordu. Bütüncül yaklaştığı için de vereceği göz
damlasının, böbreğin hangi bölümünde ne etkisi olacağını da biliyordu. Şimdi biz
verdiğimiz ilacın başka organdaki etkisini çok net bilemeyebiliyoruz (Binnur, Acil
Tıp).
Matematik yapıyor, astronomi yapıyor bu adamalar. Kimyayı yapıyor. Meselâ adam
hem muayene yapıyor hem gidiyor ilacını yapıyor. Onu da veriyor. Asıl bilim bu ama
şimdi bilim o kadar genişledi ki, bir insanın bunların hepsini bilmesi mümkün değil
(Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
206
Bütünlüğün Sağlanması
Adnan Bey, hastanelerde konsültasyon sisteminin doğru işlemesiyle
bütüncüllüğün sağlanabileceğini belirtmiştir:
Yani bir çocuk geldiğinde siz bunun hani kendi alanınız olmasa da, meselâ ee
enfeksiyon olmasa da… Çocuğun aldığınız öykü, yaptığınız muayenede bir takım
şeylerden şüphelenebilir, tetkik yapabilir ve tanı koyarsınız. Meselâ bir böbrek kisti
tanısını yine koyarsınız. Ama bunu nasıl yapılacak bundan sonraki aşamalarda nasıl
yapılacak o noktada zaten gerekli bölüme. Yani genel yaklaşımdan aslında
tamamıyla kopmuyorsunuz, öyle söyleyeyim ben (Adnan, Çocuk Enfeksiyon
Hastalıkları).
Üniversite hastanelerinin yan dal çeşitliliği ve bünyesinde tüm branşların
bulunması ile bütüncül bakışın sağlandığı yönündeki katılımcı görüşleri şu şekildedir:
O bütünlük üniversite hastanelerinde büyük ihtimalle sağlanıyor, diyebilir. Bu
üniversiteden üniversiteye de değişebilir, alandan alana da değişebilir (Adnan, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları).
Artık komple uzmanlık gerekiyor. Şimdi atıyorum sen bir tanı koyacakken işte
laboratuvar elemanına, röntgen uzmanına başka uzmanlıklara da ihtiyaç duyuyorsun.
Artık hekimlik komple bir sanat haline geldi. Veyahut da konsültasyon istiyorsun,
başka bir hekimin bilgisine başvuruyorsun. O sırada işte bir nedenle yatırdın kalp
sorunu çıktı kalp doktoru bakıyor, mide sorunu çıktı, mide uzmanı bakıyor (Ahmet, İç
Hastalıkları).
Yan dal çeşitliliğinin bütüncüllüğü sağladığı yönündeki görüşlere aşağıda yer
verilmiştir:
Tabii daha hâkim bir şeklide mezun olabilsin. Meselâ örnek veriyorum. Bizim burada
olmayan yan dallar var. Çocuk hematolojisi, çocuk kardiyolojisi, çocuk nörolojisi,
çocuk enfeksiyon hastalıkları gibi olmayan önemli yan dallarımız var. Bir tıp
fakültesinde bunların da bulunması lâzım. Her tıp fakültesinde çok zengin bir yan
dal mozaiği, çeşitliliği olmalı (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Bir kanser hastasının, kanserli bir çocuğun nasıl tedavi edildiğini, nasıl teşhis
konulduğunu bilmesi gerektiği gibi bir diyabet hastasını da bilmeli. Diyabetli bir
çocuk, bir kalp yetmezliği bir çocuğunda nasıl olduğunu bilmeli özellikle tıp
fakültelerinde bu işlerin yapıldığı eğitim kurumlarında çok yan dal çeşitliliği ile
mümkün (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Multidisipliner yaklaşım şöyle. Meselâ, ben dahiliyeciyim. Benim hastanemde eğer
romatoloji, hematoloji, onkoloji, gastroenteroloji, endokrinoloji, nefroloji gibi
temel yan dal branşlar varsa o hasta mağdur olmuyor. Meselâ bu odaya geliyor ben
onu yönlendiriyorum. Yan odaya gidiyor. Bir hastanede hepsi varsa, onda sıkıntı
yok. Koordineli çok rahat oluyor (Tekin, İç Hastalıkları).
207
5. MEVCUT TIP EĞİTİMİNİN UZMANLAŞMA AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİNE İLİŞKİN BULGULAR
Araştırmanın bu kısmında, tıp eğitiminin uzmanlaşma açısından
değerlendirilmesine ilişkin görüşlere yer verilmiştir. Bu kapsamda katılımcılara “Tıp
eğitimini uzmanlaşma perspektifinden değerlendirebilir misiniz?” şeklindeki soru
yöneltilmiş, yapılan analiz neticesinde “Hocalar Açısından”, “Sınav Sistemi Açısından”,
“Eğitimin Niteliği Açısından” ve “Öğrenci Açısından” şeklinde dört tema
oluşturulmuştur. Elde edilen temaların gösterildiği kavram haritası Şekil 7’de
verilmiştir.
Şekil 7. Tıp Eğitiminin Uzmanlaşma Açısından Değerlendirilmesine İlişkin
Kavram Haritası
208
5.1. Hocalar Açısından
Katılımcıların ifadelerine göre elde edilen veriler, “hocanın niteliği” ve “hocanın
pozisyonu” şeklinde kodlanmıştır. Bu tema, tıp eğitimi sunan öğretim elemanlarının
akademik yeterliliklerini, teorik ve pratik becerilerini aktarma yeteneklerini,
niteliklerini, eğitime ayırdıkları süreyi ve performans sisteminden etkilenme
durumlarını kapsamaktadır. Bu temayla ilgili olarak katılımcılardan Selim Bey, tıp
eğitimi veren hocaların özel hastanelere kaymasından dolayı eğitimin azaldığı yönünde
görüşleri dile getirmiştir:
Birincisi; öğretim üyeleri akademik anlamda değil de ekonomik alanda
kendilerini geliştirme düşüncesiyle özele çok kaymaya başladı. Özel üniversite,
özel hastane veya poliklinik yapmaya başladılar. Daha doğrusu özel poliklinik
yapmaya başladılar. Böylece tıp eğitimi azaldı (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Akademisyenin vasfının kendini yaptığı işe adamış olmasından ileri geldiğinden
bahseden Savaş Bey’in görüşleri aşağıda verilmiştir:
Şu anda seçilmiş insanlar üniversiteye geliyor. Nasıl seçilmiş insanlar? Adam şu şu
niteliklere sahip. Sen önüne geleni üniversiteye kabul edersen bu adam yeterli mi?
değil mi? ya da bilgisi çok olur ama bilgiyi veremez. Bilgiyi verecek kendini bu işe
adamış, sırf ben isim yapayım, çok para kazanayım diye üniversiteye giren
insanlardan değil de bunların dışında hocalar gerekli (Savaş, Genel Cerrahi).
Engin Bey ise, üniversitedeki hocaların performans kaygısıyla hasta bakmalarına
değinerek, akademisyenin öğrenci yetiştirme misyonuna vurguda bulunduğu ifadelerine
aşağıda yer verilmiştir:
Performans sistemi üniversitedeki hocaların sadece hasta bakmakla görevlendirilmesi
asıl işlerinin akademisyenlik veya öğretim üyesi, öğrenci yetiştirmek değil de hasta
bakmak gibi olması ve hattâ tabii ki buradaki öğretim üyesi de hasta bakar. Ama
üniversitedeki öğretim üyesi işte birinci veya ikinci basamakta tedavi edilebilecek bir
hasta varsa vaktini ona harcar. Sadece bunlarla uğraşırsa eğitim bozuluyor. Buradaki
akademisyen öğrenci yetiştirmek zorunda. Asistan yetiştirmek zorunda veya
kendinden daha tecrübesiz birini yetiştirmek zorunda. Sonuçta herkes birbirine bilgi
aktarımı yapmak zorunda. Dışarıda tedavisi riskli olan hastaların tedavisiyle
ilgilenmek zorunda. Bunları yapmalı yani o zaman eğitim iyi olur (Engin, Kadın
Hastalıkları ve Doğum).
Şuanki eğitimde hocaların vakitleri hasta bakmaktan geçiyor (Engin, Kadın
Hastalıkları ve Doğum).
“Hocalar Açısından” temasına ilişkin diğer katılımcı görüşleri ise şu şekildedir:
209
Hem bilgiler, hem kendi deneyimleri…Eğer hastaları olmuşsa böyle ilginç onu da
bazen derse yansıtıyor anlatıyor öğrencilere hem de güncel çalışma meselâ (Adnan,
Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
İyi bir hekim yetiştirecek kadar her yerde çok vaka yoktur çoğu yerde. Ama daha iyi
yerler, meselâ büyük yerler. Hacettepe gibi büyük yerler ne kadar büyük o kadar
kaliteli yani. Tıbbı yükselten şey hoca kalitesi. Hocaların iyi olursa sen de iyi eğitim
alırsın yani. Sen buraya cihazı koy hoca yapmıyorsa hiçbir anlamı yok. Çünkü devlet
artık her şeyi sağlıyor. Cihazdır şudur budur alınıyor (Furkan, Kulak Burun Boğaz
Hastalıkları).
5.2. Sınav Sistemi Açısından
Tıp fakültesine giriş sınavına ilişkin görüşlerin yer aldığı “Sınav Sistemi
Açısından” teması; “sınav/eğitim sistemi”, “kontrol mekanizması” ve “kontenjanlar”
şeklinde kategorize edilmiştir. Hekimler arasından Tekin Bey’in, sınav sistemini
eleştirdiği görüşleri şu şekildedir:
Fakülteye giren herkes doktor oluyorsa orada bir sıkıntı var. Sen belli bir puan
alıyorsun alırken bir sıkıntı var demek ki (Tekin, İç Hastalıkları).
Açılan tıp fakültesi sayısının fazlalığını dile getiren Ahmet Bey, sistem
kapsamında herhangi bir kontrol mekanizmasının işlevinin olmadığını kastettiği
görüşleri şu şekildedir:
Bu uzmanlıkla ilgili değil. Sebebi şu belli politikalar. Türkiye’de belli yıllardan sonra
90’lı yıllardan sonra çok fazla tıp fakültesi açıldı. Türkiye koşullarını kaldıracak
koşullarda değil aslında. Doktorlar iyi yetişmediği için bundan kaynaklanıyor. Ama
daha önceki üç büyük şehirde yetişen ve belli tıp fakültelerinden mezun hekimler
daha becerikli daha yetenekli. Onun için eski hekimler daha bilgili oluyordu. Belli
bir süre sonra eğitim yetersiz, o insanlar yetersiz demiyorum her İl’e tıp fakültesi
açarsan bugün işte doğuda da var. Ama işte hocası yok! (Ahmet, İç Hastalıkları).
Tekin Bey’in, tıp eğitimi sisteminin kendi içerisinde öğrencilerin niteliğini
değerlendirecek bir kontrol mekanizmasından yoksun olduğunu belirttiği görüşleri şu
şekildedir:
Tıp fakültesine giren herkse kendisi istemediği sürece mezun olabilir. Dahiliyeyi
kazanan herkse kendisi istemediği sürece uzman olabilir. Kendisi bırakmak ister,
yapmak istemez ama bir şekilde bitiyor. Kendisi karar verir değiştirir doktor olmaz
başka bir şey olur. Ama diğer şekilde bir sene aksatıyor, iki sene aksatıyor ama
doktor oluyor. Şimdi bu adamın yeterli olup olmadığını nereden anlarsın? (Tekin,
İç Hastalıkları).
Akif Bey, Erdem Bey ve Selim Bey ise, tıp fakültesi kontenjanlarında dengesiz
bir dağılımın varlığından söz ederek, fakülte kapasitesi açısından öğrenci
kontenjanlarının fazlalığına dikkat çekmişlerdir:
210
Şu anda tıp eğitimi piyasa ucuz emek sürebilmek adına gereksiz yere pompalanıyor
yani hekim sayısı. İhtiyacımız olmadığı kadar adam eğitiyoruz. Ben buraya
geldiğimde otuz kişiydi bir sınıf. Şuanda iki yüz yetmiş kişiye çıkmış vaziyette. Bir
daha ki seneye bize gelecek adamlar iki yüz yetmiş kişi olacak (Akif, Genel Cerrahi).
Doktor sayısı az diye mezun sayılarını arttırmak adına tıp fakültesindeki
kontenjanları çok fazla arttırdılar. Yıllardır işte, yavaş yavaş yüzde yirmi, yirmi beş
derken bayağı bir attı. Bizim girdiğimiz zamana göre bayağı bir artmıştır. Mezun olan
sayısı da çok fazla artıyor. Yani pratisyen bolluğu olacak birkaç yıl sonra. Bu
pratisyen bolluğu da işte çalışma şartlarını zorlaştıracak. Sözleşmeli daha çok olacak.
Aile hekimliğini de herkes rahat seçemeyecek belki. Yani dolayısıyla eskiden nasıl
öğretmen azlığı vardı. Öğretmen çokluğu olduğu zaman şimdi böyle açıkta
bekliyorlar. Aynı şekilde. Pratisyen fazlalığı yaptırıp ucuz iş gücü (Erdem, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları).
Çok fazla tıp fakültesi kuruldu. Alt yapısı kurulmadan bu sefer eğitimsiz tıp
fakülteleri oluşmaya başladı. İki yüz tane öğrenci alıyor. Halbuki önce alt yapını
kuracaksın simülasyon eğitimleri kurman lâzım öğrenci çıktığı zaman ilk yardımı
veya genel olarak yapması gerekir. İlk yardımı meselâ sağlık memurları bile yaparken
adam tıp mezunu yapmıyor. Ben bilmem benim işim değil diyor. Bu herkesin işi
aslında (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
5.3. Eğitimin Niteliği Açısından
Nitelikli eğitim sağlandığı takdirde nitelikli hekimlerin yetiştirileceği
söylenebilir. Katılımcıların tıp eğitimine ilişkin değerlendirmelerinden oluşan bu tema;
“tıp eğitiminin niteliği”, “tıp eğitiminin bütünselliği” ve “tıp eğitiminde
standardizasyon” şeklindeki eleştirel görüşlerden oluşmaktadır.
Katılımcılar arasından Kadir Bey, tıp eğitimin mevcut kalitesi üzerinde durarak,
“ileride kendimizi emanet edecek hekim bulamayacağız” diyerek konuyu özetlemiştir:
Standardizasyon olmadığı zaman kalite her geçen gün düşüyor. Standardizasyon
sağlanamadığı için yüzde sekseni tıp fakültesini istiyor. Ama olamıyor herkes olamaz
(Kadir, Genel Cerrahi).
On sen sonra ben emekliyim. Benim yerime benim gibi bir adamı koymazsan,
eğitimdeki devamlılığı sağlamazsan, o standardizasyonu sağlamazsan on sene sonra
kendimi emanet edecek adam bulamam. Vatandaşı bırak ben kendimi emanet
edecek adam bulamayacağım. Burada bir hoca dün soruyor. Kızının bir alerjik
durumu var. Alerji uzmanı insan arıyor. İstanbul’a gidecek İstanbul’da işi var.
Araştırdık bulduk İstanbul’da (Kadir, Genel Cerrahi).
Tıp eğitimi niteliğinin öğrencilerin daha çok hasta görmesiyle iyi bir yere
geleceğini belirten Ahmet Bey, Akif Bey ile aynı doğrultuda bir görüş bildirerek
yetişmiş hocaların özel hastanelere gitmesini şu ifadelerle dile getirmiştir:
Bir de hocalara uygulanan bir takım haksızlıklar. Bir üniversite eğitim kurumu ne
kadar kurumsallaşmışsa gelişmişse, imkânları da o derece artıyor. Bütçesi o derece,
kullandığı alet edevat, personeline kadar o derece artıyor. Tabii ki bunun sonucu
211
olarak da yatak kapasitesi, hasta kapasitesi artıyor. Yetiştirme kapasitesi artması doğal
yani. Daha çok hasta görerek. Sonuçta daha iyi bir üretimden geçen bir doktor daha
faydalı oluyor. Ama yeterli hoca ki son dönemlerde çok hoca sıkıntısı çekildi. Yeterli
yetişmiş hocların çoğu üniversiteleri bıraktı. Özel hastanelere kaydılar. Yapılması
gereken yetişmiş, değerli insanları oralarda tutmak. Tutabilmek içinde bir kere sen
yıllarını, hayatını bilime vermiş bir insana maddi sıkıntı yaşatmayacaksın (Ahmet, İç
Hastalıkları).
Tıp eğitimini olumsuz buluyorum. Tıp eğitimi daha eskiye göre bozuldu diye
düşünüyorum (Engin, Kadın Hastalıkları ve Doğum).
Genel pratisyenlik eğitimi de çok zayıf ve yetersiz (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Tıp eğitimi için tek kelimeyle korkunç diyebilirim (…) Yaşadığım bir örnek
herhalde bunun için çok belirleyici olur. Tıp fakültesi birinci sınıf çok başlardayız. İlk
hafta belki bir çocuk doktoru profesörü derse başladı. İşte temel bir şeylerden
bahsediyor. Şurada şöyle olur diye bir cümle kullandı. El kaldırdım, söz istedim söyle
dedi. Neden öyle olur hocam dedim. Bu nedenlerle uğraşırsan bu iş bitmez. Onun
öyle olduğunu bil ve geç. Sebebini araştırma. Türkiye’de 5N 1K diye bir şey yoktur.
Çok nadir kişiler bunu yapar. Yani zihnen böyle başlar aslında tıp öğrencileri ama
devamı böyle gelmez. Yapmak isteyenin de bir süre sonra şevki kırılır. Çünkü sorduğu
kişiden genellikle bu cevabı alır. O da bilmiyordur zaten (Alper, Üroloji).
İlk eski dönem hekimlerinin dâhil olduğu eğitim sürecinin bütünsellik arz
ettiğini aktaran Akif Bey, günümüz uzmanlık sistemine eleştirel yaklaşmaktadır. Ülker
Hanım ise, mevcut tıp eğitiminin hastalıklara yaklaşımını aktarmaktadır. İlgili ifadelere
aşağıda yer vermiştir:
Süreç içinde bir süre sonra işte, ortaçağdan sonra, özellikle işte Rönesans ve ardından
gelen süreçte tıp fakültelerinde birtakım insanlar yetiştirilmeye çalışılıyor. Ama eğitim
sürecini düşünecek olursak eğitimde bütünsellik arz ediyor (…) Yani şimdiki gibi
uzmanlaşmış bir eğitim yok. İktisatçı diye bir şey yok. Bilim insanı yetiştirmeye
dayanıyor. Yani bi teologlar var bi de canlılık bilimleriyle uğraşan insanlar var (Akif,
Genel Cerrahi).
Şuandaki tıp fakültesi eğitimi tamamıyla şey, tıp fakültesi eğitiminde de bütün
hastalıkların tamamıyla etkin bir şekilde tedavisini düzenleme fırsatı da vermiyor
(Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Bazı katılımcılar ise, tıp eğitiminde standardizasyonun sağlanmadığını, tıp
eğitimi veren kurumların akredite olamadıklarını ve mezuniyet kriterlerinin durumunu
özetlemişlerdir:
Eğitimin standardize olmadığını söyleyebilirim. Hem tıp eğitimi hem de uzmanlık
eğitimi hem de yan dal eğitimi standardize değil. Standardizasyon dediğimiz zaman
eğer bu eğitimi veren kurumdaki eğitim seviyesini bir standarda oturtması lâzım
(Kadir, Genel Cerrahi).
Tıp eğitiminde standardizasyonu sağlayan bir kurum var. Akreditasyon üst kurulu
denilen şuanda yüzün üzerinde tıp fakültesi olduğu halde Türkiye’de akreditasyon
belgesi olan yani akreditasyon şu demek; standart tıp eğitimi modelini gerçekleştirdiği
212
belgelendirilmiş olan tıp fakültesi sayısı on beş. Başvuranlar var, çalışanlar var. Bu
standardizasyonu biz sağlayabiliyoruz deyip belgelendiremeye çalışan yerlerde var.
Bunlardan bir tanesi de bizim burası. Akreditasyonu sağlayan on beş tane yer var. Bu
akreditasyonu almayan üniversitelerin derhal akredite olması tıp eğitimini
akreditasyonunu sağlayacak en önemli yaklaşımdır. Eğer tığ eğitimindeki
standardizasyon sağlanamazsa o zaman ne olur? Hekimler arasında standart bir seviye
oluşmaz. Bu yüzden de verilen hizmetin kalitesi ister birinci basamak olsun, ister
ikinci basamak olsun, ister üçüncü basamak olsun verilen hizmeti standart olmaz
(Kadir, Genel Cerrahi).
Bu standardizasyonu sağlayacak çekirdek eğitim programlarına uygunluktur. Bunu
gerçekleştirmektir. Örneğin Türk Cerrahi Derneği bir çalışma başlattı. Bütün şeylere
eğitim veren kurumlara eğitim hastanesidir, üniversite hastanesidir çekirdek eğitim
programı ya da asistan karnesi programı öyle başladı zaten ne düşünüyorsunuz? diye
(Kadir, Genel Cerrahi).
Bir hastayı iki kişiye gönderirsin, ikisi de farklı teşhisler koyar. Birinin teşhisi
doğruysa diğerinde sıkıntı vardır. O zaman sen bunu mezun ederken neye göre
mezun ettin ya da doğru teşhis koyan hastaya doğru yaklaşımda bulunanı neye göre
mezun ettin. Dahiliye uzmanı için de aynı şey geçerli. Sistem böyle olunca sanki biz
tıp fakültesini kazanırken doktor olmaya hak kazanmışız gibi oluyor. Artık o bir
doktor. Kimse onun elinden alamaz (Tekin, İç Hastalıkları).
Temel tıp eğitiminin yetersizliğine değinen Tekin Bey’in görüşü şu şekildedir:
Meselâ, koah hastalığı olan bir hasta, kardiyolojik veya endokrin problemleri bir sürü
bir sürü yan hastalıkları olabilir. Komorbit deniyor buna ek hastalık. Pek çok ek
hastalık da olabiliyor yani bu ek hastalıkları yeterince bilmezsen, sadece kendi
spesifik hastalıklarını tedavi yapıyorsun o da sağlıksız sonuçlar doğuruyor. O da temel
eğitimimizin yetersiz olmasından kaynaklanıyor (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
5.4. Öğrenci Açısından
Tıp eğitiminin niteliğini belirleyen önemli unsurlardan birisinin öğrenci kalitesi
olduğunu vurgulayan Kadir Bey “Herkes tıbbı kazanamaz. Önce buna bir bak yani.
Adam mezun olmuş hâlâ bütünleme sınavına giriyor. Daha ay kaç, yirmi iki Temmuz
tatil matil yapmamış bu çocuk. Herkse tatilde sahilde, yaylada bilmem nerede tatil
yaparken tıp fakültesindeki öğrenci dördüncü sınıftan beşinci sınıf olacak geçerse.
Adam bütünleme sınavına giriyor yirmi iki Temmuz’da. Sonuçta yüzde seksenden belli
bir kesim yüzde birlik yüzde ikilik bir kesim ancak tıp fakültesini kazanıyor.” şeklinde
bir açıklamayla araştırmaya katkı sağlamıştır.
Öğrencilerin üçüncü ve dördüncü sınıftan itibaren TUS odaklı olduklarını, tıp
eğitimi sürecinin eş zamanlı olarak TUS’a çalışma anlayışına indirgendiğini ve
öğrencilerinin yetersizliklerini dile getiren Deniz Bey ve Hale Hanım’ın görüşleri şu
şekildedir:
213
Ama şimdi tablo başka bir yere geldi. Orada TUS kazanırken artık nasıl çalışılır
TUS’a hangi kitaptan çalışılır falan oturmuştu. Şimdi üçüncü sınıftı. Geçen öğrenciye
TUS dershanesi teklif götürüyor. Siz başarılısınız işte bizim dershaneyi seçerseniz size
şöyle yaparız böyle yaparız (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Altıncı sınıfın içerisinde giriyor. Çünkü üçten altıya kadar “ben ileride şu uzmanı
olacağım, bu uzmanı olacağım.” Altıya geliyor, yeterince çalışamamış, o öngördüğü
şeyleri yapamamış, çünkü ağır bir tıp eğitiminden geçiyor. Bir tarafta da bakıyor ki,
TUS denilen şeyi iyi ihtimalle on beş kişi kazanıyor. Demek ki on bir kişi açıkta
kalıyor. Benim on bir kişiden biri olma ihtimalim daha yüksek. O zaman şunu
söylüyor. Ben gideceğim ne yapacağım hiçbir şey bilmiyorum. İlaç yazamıyorum. O
yüzden tıp eğitimine fakülteyi bitiren öğrencilerin tümünün konuşması şey. Yeterli
değiliz. Birkaç yıl önce Akdeniz Üniversitesi birincisi annemi ve babamı sınıf
arkadaşlarıma emanet etmem dedi (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Artık insanlar pratisyen hekim olarak itibarlarının olmadığını düşündüğünden
TUS’a odaklılar. Sürekli ders çalışmak ve mümkün olduğunca çok test çözmeye
çalışıyorlar. Bu arada hastanın nasıl muayene edildiğini, öyküsünün nasıl
alındığını o öyküyle muayenenin birleştirilerek nasıl tanıya götürüldüğü yani
usta çırak ilişkisi tamamen yayından çıkmış durumda. Ben acilde intörnleri
zorluyorum. Öykü almaya muayene yapmaya. Acile kalbi durmuş bir hasta geldiği
zaman nadir olan bir şeydir. Her zaman görecekleri bir şey değil. Onun müdahalesine
dahil olmaya ben öğrencileri zorluyorum. Normalde öğrencinin koşa koşa gelmesi
lâzım (Binnur, Acil Tıp).
Araştırmacının Binnur Hanım’a öğrencilerin isteksizliklerinin altında yatan
nedeni sormasıyla “Çünkü TUS çalışıyor. TUS’ta ne kadar yüksek puan alırsa o kadar
iyi bir meslek icra edecek.” şeklinde bir cevap alması, öğrencilerin TUS odaklı bir bakış
açısına sahip olduklarını göstermektedir.
Tabii ışık vermen lâzım onlara. Hiç kimse ben iyi bir pratisyen hekim olacağım diye
tıp fakültesine girmiyor. İş garantisi var diye geliyor. İş garantisi olan sadece tıp
şuanda çünkü. Boş kalmıyorsunuz, KPSS derdiniz yok. Yüzde doksan giriş nedeni o
(…) Hocasının alanını seçtiyse o alanda başarılı oluyor zaten. Ama ben risk
almayayım, hastayla çok fazla muhatap olmayayım, nöbet tutmayayım, çok para
kazanayım diyende üç, beş defa TUS’a girip çıkıyorlar (Binnur, Acil Tıp).
Tarık Bey ve Ahmet Bey; öğrenci sayısının fazlalığından ve kontenjanların
sürekli artırılmasından ve yeni açılan tıp fakültelerinin alt yapı yetersizliğinden
kaynaklanan bir olumsuzluğu dile getirmiştir. Hekimlerin ifadelerine aşağıda yer
verilmiştir:
Tıp eğitimini ne yazık ki, ben kötü görüyorum. Çünkü çok fazla öğrenci sayısı var.
Şimdi hekim olarak çıkardığın kişinin iyi hekim olması önemli. Hasta hekimi görür.
Sen devlet olarak doktor başına hasta sayısını düşürerek yani hekime ulaşmayı
kısaltabilirsin. Kolaylaştırabilirsin ama kaliteyi artışmış anlamına gelmez bu. Ne
olacak? Biz bu arkadaşları amfilere zor sığdırıyoruz. Stajlarda daha kalabalık
oluyorlar. Dolayısıyla daha zor öğrenecekler. Süreçte öğrenecekler. Hepimizde onlara
emanet edeceğiz. Hekimi açığı yok mu? Var. Ama bu bir planlamadır. Hekim açığı
214
var diye birden yüklenmekte doğru değil. Belli bir sürede kapanması lâzım. Çok fazla
tıp fakültesi açıldı. Birazda şunu hissediyoruz. Hekimler az olunca mali yük az oluyor
bunun sayısını artırıp mali yükünü azaltalım diye bir politika yürütülüyorsa bu en
kötüsü (Tarık, Üroloji).
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde hekim ihtiyacı var. İnsana göre yeterli yetişmiş
hekimimiz yok. Ama biz hekim sayısı az diye bu açığı kapatmak için hızlı üretim
yaparsak o zaman ortaya kalitesiz bir ürün çıkar değil mi? (Ahmet, İç
Hastalıkları).
Şimdi bir tıp fakültesinde üç yüz dört yüz kişiye ders veriyor olur mu? Biz bire bir
üç kişi beş kişi ders alırdık hocalarımızdan eskiden. Şimdi topluca yüz kişiye anlatıyor
adamın bir kulağından giriyor öbüründen çıkıyor. Veyahut da biz hepimiz tek tek
deney yapıyorduk hasta muayene ediyorduk. Uzaktan bakarak bazı branşların… ben
biliyorum meselâ Diyarbakır’da, Elazığ’da tıp fakülteleri var. O dersin hocası bile yok
yani. Görmüyor bile o dersi. Şimdi oradaki teknik imkânlar bir de şöyle bir şey var.
Hastalar belli merkezlere gider. Yani Elazığ’daki tıp fakültesine kim gidecek? O
civardaki vatandaş gidecek. Ama Ankara’daki bir tıp fakültesine Türkiye’nin her
yerinden değişik, ilginç ve zor vakalar geliyor. Orada birçok vakayı, hastalığı görüyor.
Cildiye bölümünde biz nepralı hasta gördük. Şimdi Türkiye’de kaç tane hekim nepralı
hasta bilir? Neprayı görmeyen bir hekim tanı koyamaz. Nepralı bir adam gördüm.
Elleri falan değişik. İşte cüzam dediğimiz hastalık meselâ o nadiren Ankara’da,
İstanbul’da belli merkezlerde görürsün belli vakaları. Onun gibi örnek olarak. O
yüzden de hızlı üretim kaliteyi düşürdü (Ahmet, İç Hastalıkları).
Öğrencilerin tıp eğitimine bakış açılarının hatalı olduğunu ve tıp eğitimi
sisteminin yetersizliğini konu edinen Hale Hanım, Tekin Bey ile aynı doğrultuda görüş
bildirmiştir:
Sadece tıp eğitimi değil belki de tüm üniversite eğitim sistemi iyi değil. Ama bir kere
eğitim sistemlerimiz hiç iyi değil. Öğrenci tıp fakültesine girdiği anda belki bilinçle
ilgili, belki istekle ilgili, belki öğrencinin farkındalığı ile ilgili. Adam tıpa giriyor
Hangi ders var? Ne zaman sınav var? Kaç almam lâzım? bu değil ki. Yani bakış
açımızın bu olması kötü (Hale, İç Hastalıkları).
Tıp eğitiminde ben beyin cerrahı olacağım deyip de, her şeyi bir kenara koyup
yapamaz. Beyin cerrahi uzmanlığına girdikten sonra onu yapabilir. Dahili stajı almak
zorunda. Ama tıp eğitiminde belki istekle, arzuyla ilgili, bilinçlendirme ile ilgili tüm
eğitim sistemimizle ilgili sorun var. Kaçla geçerim, eski sorular çıkmış mı böyleler?
(Hale, İç Hastalıkları).
Şimdi tıp eğitimi konusunda her şey doktorda biter. Çalış oku öğren. Hocanın peşine
takıl. Asistanın peşine takıl, kıdemlinin peşine takıl öğren. Ancak kimse her nedense
fakülteye giren herkes doktor oluyor (Tekin, İç Hastalıkları).
Tıp fakültesinde öğrenim gören öğrencilerin niteliğine değinen Furkan Bey’in
görüşleri şu şekildedir:
Eskiden yüz öğrenci geliyorken, şimdi bin öğrenci geliyor. Tıp fakültelerine önceden
ilk bin kişi, on bin kişi girerken şimdi kırk bininci kişi giriyor yani. Neticede sınav
şöyle iyi olabilir ya da adaletsiz olabilir ama aynı sınava giriyor herkes. Kalite düştü
215
herkse iş bulalım diye tıbba yöneliyor. Ama gel gelelim vasıfsız (Furkan, Kulak
Burun Boğaz Hastalıkları).
6. TIPTA UZMANLIK EĞİTİMİNİN UZMANLAŞMA AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİNE İLİŞKİN BULGULAR
Tıpta uzmanlık sisteminin katılımcıların gözünden değerlendirilmesine ilişkin
bulgular; “Hocalar Açısından”, “Giriş Kriterleri Açısından TUS Kuşağı” ve “Eğitim
Süreci Açısından” olmak üzere üç tema altında toplanmıştır. Elde edilen tema ve alt
temalara ilişkin kavram haritası Şekil 8’de gösterilmektedir.
Şekil 8. Tıpta Uzmanlık Eğitiminin Uzmanlaşma Açısından Değerlendirilmesine
İlişkin Kavram Haritası
216
6.1. Hocalar Açısından
Tıpta uzmanlık eğitimi sürecinde etkin rol oynayan üniversite hocalarına ilişkin
bulguların yer aldığı “Hocalar Açısından” teması, hocaların kendi alanlarına yönelik
derslere girmeleri ve yine hocaların performans sistemi etkisi altında kalarak “eğitim”
yerine “hasta bakma” ve “performans puanı” odaklı bir anlayış güttüklerini konu
edinmektedir. Hekimlerin görüşlerine aşağıda yer verilmiştir:
Tabii belli derslerin müfredatı belli. Gireceğiniz derste ne anlatacaksınız, hangi konu
üzerine olacağı zaten belli. Gerekli bölümler tarafından sene başında program yapılıp
dağıtılıyor. Öyle de olunca herkesin kendi alanına yönelik dersler veriliyor. Yani bir
menenjit dersini enfeksiyoncu anlatır. Tutup da bir menenjit dersini gastroenterolog
anlatmaz. Öyle de olunca girdiğiniz dersler zaten kendi alanınız oluyor ona yönelik
hazırlık yapılıyor ona yönelik anlatıyorsunuz (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Yani tabii anlatırken çocuk cerrahı bir pediatriste bir şey anlatırken çocuk cerrahı
gözüyle anlatıyor. Pediatriste pediatrik anlamda anlatmıyor. Bir çocuk cerrahı gözüyle
pediatrik herhangi bir alan neyse o onu anlatıyor. Yani anlatırken de eğitim verirken
de bu şekilde oluyor. Kendi alanını anlatıyor (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Tam gün yasası ve performans uygulaması gittikçe kötüye gidiyor. Tıp fakültelerinde
ve eğitim veren eğitim hastaneleri de dâhil olmak üzere performans olamaz. Çünkü
eğitim veren hastanenin misyonu üçüncü basamak hizmet vermektir. Bu yasa diyor ki,
“kardeşim sen üçüncü basamak olarak hizmet verme toplumda en sık görülen
hastalıklara bak çokça bak çok para al diyor.” O zaman ne yapıyor hoca?
Karaciğer ameliyatı yapmak yerine beni ona zorluyor. Beş tane fıtık ameliyatı yap o
gün diyor (Kadir, Genel Cerrahi).
Muayene etmek lâzım. Önemli bir şey bu. Genel bir hasta muayenesi. Bu daha önemli
dediğimiz konularda. Ben hep söylüyorum asistanlarımı eğitirken. En önemlisi bence
eğitimin güzel verilmesidir. Hocaların bunun üzerine vakit ayırabilmesi, performans,
hasta bakmak yerine bu eğitimlere daha çok vakit ayırabilmesini sağlayan
şeylerdir (Tarık, Üroloji).
Esnafça yaklaşım. Bu neye sevk ediyor tıp fakültesi hocasını? Normalde eğitimden
sorumlu olması gereken insan polikliniğine otur, akşama kadar hasta bak para kazan.
Bu kapıyı açtı şuna sistem. Bu çirkin bir şey. Öyle olmaması lâzım (Fatih, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları).
Performansa dayalı bir gelir öğretim üyesini zıvanadan çıkarır. Bu sisteme
müsaade etmemek lâzım. Şuan özellikle tıp fakültelerinde çok ciddi bir problemidir
bu. Performansa dayalı gelir takdir etmek hocalar için bu hem eğitimi kökünden
katleden bir sistem hem de hekimin karakter bozukluğunu açığa çıkaran bir
sistem. Çok yanlış (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Uzman hekim birçok yerde tıp fakültesi açıldı, yeni bölümler açıldı oralarda okuyan
asistan arkadaşlarım var. Bir arkadaşım Kütahya’da hocaları yok. Hocaları
ilgilenmiyor. Ondan sonra işte ne ameliyat yaptırıyorlar. Özellerle ilişkisi var sadece
özel kliniklerde kendi ameliyat yapıyor. Asistan bir şey yapmıyor. Bu durumda asistan
oradan ameliyat yapamadan mezun oluyor. Ama bir sürü uzman oluyor. Adam çıkıyor
ama boş (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
217
Fakülteler arasında çok fark olduğunu düşünüyorum. Aynı kinlikte beş tane hoca var.
Beş tane hoca arasında bilgi farklılığı olduğunu düşünüyorum. Asistanlara öğretmem
ben de kalsın, öğrenmesin diyen var. Burada bu yapılmasın, burada bu yapılırsa ben
buna müdahale edemem. Ben bu işi bilmiyorum. Hem bilgiyi saklıyor, hem yeni şeyi
kabullenmiyor. Bu üniversitelerde olan bir şey (Savaş, Genel Cerrahi).
6.2. Giriş Kriterleri Açısından TUS Kuşağı
Altı yıllık tıp eğitimi sonrası hekimlik sürecinin başka bir boyut kazanmasıyla
başlayan uzmanlaşma sürecinin genel kriterleri, eski tıp sistemine göre “TUS Kuşağı”
olarak adlandırılan hekimleri daha fazla ilgilendiren ve kaygılandıran bir sisteme aittir.
Bu kısım, “Kontenjanlar ve Asistan Kadroları”, “Sınav Sistemi” ve “Branş
Tercihi ve Sınav Puanları” şeklindeki üç alt temadan oluşmaktadır.
Kontenjanlar ve Asistan Kadroları
Tıpta uzmanlık kontenjanlarının ve asistan kadrolarının belirlenmesinde
herhangi bir standart olmadığını ve dengesiz bir dağılım olduğunu belirten katılımcılar,
tayin edilecek kontenjan ve kadroların ihtiyaca göre belirlenmesi noktasında hemfikir
görünmektedirler:
Uzmanlar eğitimi iyi verirler düşüncesiyle bütün asistan kadroları eğitim
hastanelerine veriliyor. Şuanda bizim üç tane asistanımız var meselâ genel cerrahide.
Ama günde yedi sekiz tane ameliyat yapıyoruz. Çocuk burada daha iyi öğrenecek
aslında. Ama asistan olarak buraya vermiyor. Sebep ne? Sebep işte üniversite
hastanelerindeki akademik kadroları, akademisyenleri öğütmek (Kadir, Genel
Cerrahi).
Girdiğiniz bölüme göre, şuanda azaldı zaten. Asistan gelmiyor zaten. Geçmiş yıllarda
dokuz tane asistanımız vardı şuanda ürolojide hiç yok. Tercih değil açılmıyor (Tarık,
Üroloji).
Sağlık sisteminin problemi olmuyor. Hekimlerimizin bilinçli olarak ve sağlık
üzerindeki o eğitim kadrolarını dağıtmasında problem oluyor. Yoksa sağlık
sisteminin problemi değil. Dağıtma nasıl? Dahiliyeciyim ben, ben şuanda sınava
gireyim. Açılmış kontenjan kadar tercih yapabilirim. Bu kontenjanlar ihtiyaca göre
mi belirleniyor yoksa başka bir şeye göre mi belirleniyor? (Tekin, İç Hastalıkları).
Orasını düşünmek lâzım, bence sınav sisteminin değişmesinde fayda olacak. İllâ
şöyle şöyle yapalım değil de ihtiyaca göre. Hematoloji de ihtiyacımız var bu kadar.
Neticede dahiliye uzmanı dahiliye uzmanı olmuş o adam gelip hematoloji asistanlığı
yapabilir burada bir sakınca yok. İlla onu bir sınava tabi tutup yani o sınav stresi
dediğin sınavdan bir hafta, iki hafta sonra bilgilerin hepsi gidiyor. Sonra kendi alanına
gidiyorsun. Orada bile sıkıntı olabilir yoksa hekim branşlaşma açısından sayı yeterli
olursa yan dal bir nimet olur bir hastane için. Çünkü ben hepsine takdir edersiniz ki
vakıf olamam. Her dahiliye gelişiminin araştırmasının takipçisi olamayabilirim
(Tekin, İç Hastalıkları).
218
Örneğin eğitim araştırma hastanelerinde çalışan uzmanlar benim yetiştirdiğim tayin
yaptırmış Ankara’daki bir eğitim araştırma hastanesine gitmiş. Uzmanlar eğitim
kadrosunda görülürken dolayısıyla çok fazla eğitim kadrosu olduğundan çok fazla
sayıda asistan veriyor oraya. Uzman adam standart asistanlık eğitimini tamamlamış
yine eğitime muhtaç olan kimsedir (Kadir, Genel Cerrahi).
Sınav Sistemi
Tıpta Uzmanlık sınavının Türkiye sağlık sorunlarına göre planlanmadığını
anlatan Akif Bey’in görüşleri şu şekildedir:
İlk defa TUS sınavı yapılacak Türkiye’de işte ben o ilk defa TUS sınavına girecek
zamandaydım. 1987’de. Daha önce hiç yapılmamış yani. Ben oturdum, düşündüm.
Dedim ki, kendi kendime “biz pratisyen hekim olarak mezun oluyoruz Türkiye’deki
sağlık problemlerini pratisyenleri sınıyorlar. Bizim aramızda bir seçim yapacaklar.
Türkiye’nin sağlık problemlerini bir göz önüne alayım” dedim. Ona göre bir sağlık
problemi çıkartayım dedim. O sırada işte TBC tüberküloz yeniden bir atak yapmıştı
Türkiye’de inan çok çalıştım tüberküloza. Bir tane tüberküloz sorusu gelmedi.
Hacettepe’ye hazırladım. Böbrek tüberküloz sorusu geldi. Ben o zaman anladım ki bu
heriflerin böyle bakışı falan yok. Bunlar elemek için sınav yapıyorlar. Bir fark
yaratmaya çalışıyorlar. Bu adamlar Türkiye’nin sağlık sorunlarını biliyorlar mı?
Türkiye’nin sağlık sorunlarını en iyi bilen hekimleri seçelim onlardan iyi uzman
yapalım diye değil. Bizim aramızda bir fark yaratacaklar. Sıralama elde edecekler,
onun için (Akif, Genel Cerrahi).
TUS sistemini eleştiren Tekin Bey, sınava her girenin geçtiğini bu duruma bir
kısıtlama getirilmesi gerektiği görüşündedir:
Uygunluğun göz önünde bulundurulması lâzım. Uzmanlık sınavına giren kişi için de
aynı şekilde. Birilerinin bu sınavdan kalabilmesi lâzım. Geçebilmesi lâzım
demiyorum. Çünkü herkes geçiyor. Herkes bir uzmanlık dalına atanıyor yani.
Böyle olmaması lâzım. Çünkü kendi eğitim uzmanlık sürecinden ve çevremdeki
gördüğüm süreçten yola çıkarak böyle olmaması gerektiğini düşünüyorum (Tekin, İç
Hastalıkları).
Branş Tercihi ve Sınav Puanları
Araştırma kapsamında branş puanlarının seyri, yapılan tercihlerin altında yatan
nedenler, en çok ve en az tercih edilmeyen branşlar, hastane yönetiminin uzmanlık
dalına verdiği önem, risk durumuna göre branş tercihi gibi tıpta uzmanlık tercihini
doğrudan etkileyen konular hakkında fikir beyan eden hekimler de bulunmaktadır:
Hekimlerde şöyle bir düşünce var. Doğru. “Deli gibi çalıştım bu kadar fedakârlık
yaptım. Gecenin bir saatinde geliyorum. Sabahım yok, hafta sonum yok, gündüzüm
yok, gecem yok. Bir de üstüne küfür yiyorum, dayak yiyorum. Giderim kardeşim iki
tane tüpte kan veririm onaylarım gönderirim ya da filmi okurum, hasta yok, hasta
yakını yok, hastanın sıkıntısı yok, birini okurum yazarım gönderirim.” Şimdi en
yüksek puanlar buraya doğru dönmeye başladı (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Şimdi toplumda, bizim bir sürü yeni mezunlar hepsi şuanda bu dediğim imtihansız
yerlerin puanları en yüksek. Niye? Hastada bir risk yok. Adam gelip hasta
219
saldırmıyor. Nöbet tutmuyor. Hasta ile ilgili mahkemelik olmuyor. Hiçbir doktor
hastasına bir şey olsun istemez. Bir şey oluyorsa hiçbir doktor ne hata yapmak ister ne
de hastasına zarar vermek ister. Ama bazı şeyler oluyor. Trafik kazasını yapan adam
kaza yapmak istiyor mu? Bu hayat yani. Onun için şimdi bazı branşlaşmalar o dalların
meselâ puanı çok yüksek. Bu demek değil ki bu dal çok iyi. Bunun puanı çok yüksek
değil. Bir algı değişmesi var. Tıp çok farklı bir şey (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Genel cerrahiyi kimse kurtarmıyor. Herkes panikte. En düşük TUS’ta girişte kadın
doğum, genel cerrahi bunlar en düşük. Ellinin altına düşmüş vaziyette. Bir değerin
yok, çok fazla sayıdasın. İki çok fazla şikâyet var uğraşmak çok zor ve hasta yükü
ağır. Koşullar ağır tercih etmiyorlar. İşte fizik tedavi, dermatoloji, radyolojiyi tercih
ediyorlar. Son derece önemli bir şey. Çok fazla genel cerrahi varsa genel cerrahiler
çalışabilmek, yaşayabilmek için imkân bulabilirler mi? (Akif, Genel Cerrahi).
Bu 2014 Eylül TUS’unda bizim bir tane araştırma görevlisine ihtiyacımız vardı. Tıpta
uzmanlık kurumuna gönderdik, YÖK’e gönderdik ve kadro ilan edildi. Kimse tercih
etmediği için kimse gelmedi bize. Riskli olduğu için. Az para kazandığı için, iş yükü
çok olduğu için. Risksiz bölümler tercih ediliyor. Neresi? Cildiye, fizik tedavi.
Herkes kadın doğumcu olmak isterdi. Yargılanmayan, şikâyet edilmeyen kadın
doğumcu yok. Şuanda kadın doğum bölümünün puanı düşmüş durumda. En düşük
puana gelmiş durumda. Çocuk cerhi asistan istiyor. Asistansız çalışıyorlar (Kadir,
Genel Cerrahi).
Tıpta Uzmanlık Kurulu vermiyor. Uzmanlığı kısıtlamaya çalışıyor (Kadir, Genel
Cerrahi).
Eskiden bizim en yüksek TUS’ta alanlar kadın doğumdu. Şimdi kimse seçmiyor.
Riski yüksek. Şimdi bizler risk almamaya başladık. Gidersem kadın doğumcu olurum.
Girdiğim zaman karşılığını alırım. Malpraktis varken uzmanlığa önem veririm.
Hayatınız artık girdi çıktıya dönüşmeye başlıyor. Son yılın TUS sonuçlarına
bakıyorum. Analiz etmeye çalıştığımda da tamamen temel bilimlere doğru kayma
var. Şuan için sınıfların en çalışkanları en zekileri hastayla en az temas edecek yerleri
seçiyorlar (…) Hangi uzmanlaşmaya gidiyor? Örneğin şimdi hekimler arasında adli
tıpa dair bir ilgi arttı. Hemen hemen yeni hekim profiline baktığımız zaman hepsinin
ağzında bir adli tıp dolaşıyor (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Bu uzmanlık sınavında tercih edilen branşlara bak. İlk yüzde cerrahi branşlar yok.
Paran da aynı, doktor musun? Doktorsun. Sadece böyle istekli olan hekimler seçiyor
(Tarık, Üroloji).
Onları etkileyen, ben mezun olduğum zaman nerde çalışırım? ne kadar kazanırım?
benim acilim olacak mı? icabım çok yoğun geçer mi? Şimdi artık bu kriterlere
bakıyor. En çok kazandıran, en az yoran, en risksiz. Üç tane temel kriterimiz var
(…) Plastik cerrahiyi istiyor. Cildiye istiyor. Cildiye benim uzmanlık zamanımda hiç
istenmezdi. En baş puanla alırdı. Ama şimdi cazip (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Ben doksan yılında üniversiteye girdim. Doksan altıda mezun oldum. Ben mezun
olurken en rövanşta branş beyin cerrahisiydi, genel cerrahiydi. En yüksek puanla
beyin cerrahi ne kadar zor bir şey, gidilmez, puanı yüksek falan. Ben ihtisasa
başlayacağım zaman genel cerrahi en diplerdeydi. Beyin cerrahi ondan da dipteydi.
Kadın doğum ve kardiyoloji çok yukarıdaydı. Çocuk biraz yukarıdaydı. Şimdi
öğreniyorum, kadın doğum filan yerlerde sürünüyor. Niye? Çünkü ihtiyaçla
beraber değişiyor. Şimdi iki kişilik risk alıyorsunuz, riskin azaldığı bir alan seçiyor.
Dermatoloji, fizik tedavi, biyokimya daha rahat, daha az riski var, daha az hasta
220
temasındasın. Daha iyi para kazanıyorsun. Bunlar çıkmaya başladı. Uzmanlaşmada
buraya döndü. Yani çocuk onkoloğu, çocuk hematoloğu kaç tane var? İstanbul’da
çocuk hematoloğu desen bir tane çıkar. Nefroloğu bir tane çıkar. Ama adam diyor ki
ben onunla uğraşacağıma şu branşı seçerim. Dermatolog olurum. İki tane estetistik
kırışı gideririm. Bin katı para kazanırım bundan (Alper, Üroloji).
6.3. Eğitim Süreci Açısından
Tıpta uzmanlaşmanın eğitim sürecine ait değerlendirmelerin yer aldığı “Eğitim
Süreci Açısından” teması; “Teorik ve Pratik eğitim Eksikliği” ile “Niteliksiz Uzmanlık
Eğitimi” şeklinde iki alt temadan oluşmaktadır.
Teorik ve Pratik Eğitim Eksikliği
Katılımcıların, tıpta uzmanlık eğitimine ilişkin belirttiği görüşler; asistan
hekimlerin pratik eğitim noktasındaki eksiklikleri, asistan hekimlerin hasta yükü ve
nöbet sürelerinin uzunluğu ile sistemsel eksiklikler üzerine odaklanmıştır.
Sen istediğin kadar doğum izle, istediğin kadar dikiş atmasını izle, bunu yapmadığın
sürece öğrenemezsin. Asistanlıkta ne yapıyorsun? Seni veriyorlar asistan doktor
arkadaş hastaya bakıyor sen onu izliyorsun. Sen muayene etmiyorsun (Savaş,
Genel Cerrahi).
Cerrahi branşlarda cerrahlık dediğimiz şey, yani o mekanik kısmı, el kısmı, yani
çalışma kısmı, zaten hani sadece tıp fakültesinde verilen eğitimle zaten olmuyor.
Böyle bir eğitim verilmiyor zaten tıp fakültesinde. Bir ameliyat şeklinde bir eğitim
verilmiyor (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Bir asistan sabah saat sekizden gelip akşam dört buçuk beşe kadar falan kadar hasta
bakıyor tek başına eğitim nerede yok. Akşamda nöbete kalıyor. Nöbette sabaha kadar
çalışıyor. Sabah ve gitmiyor, gene akşama kadar çalışıyor. Akşam dört buçuk beşte
çıkıyorsa evine gidip yatıyorsa burada eğitimden bahsetmek mümkün değil
(Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Klinisyen anlamında doktor yetiştirme anlamında çok eksik olduğunu düşünmüyorum.
Çünkü doktorun her şey, hasta görmektir. Bilginizi arttırmak için insan maddesi
olması lâzım. Ürününüzün olması lâzım ki onun üzerinde çalışıyorsunuz. Orada
gördükleriniz, orada aldığınız beceriler bilgilerle birleştiği zaman deneyimli oluyor.
Öyle kendinizi geliştirebiliyorsunuz ama bilimsel anlamda Türkiye’nin çok yeterli
olmadığını üniversitelerde dâhil hepsini katarak konuşuyorum. O dediğimiz hasta
yükünden ve sistemsizlikten oluyor. Çünkü bir şeyi iyi yapabilmek için sistem olması
gerekir (Ramazan, İç Hastalıkları).
Niteliksiz Uzmanlık Eğitimi
Katılımcılardan Akif Bey’in, eğitim sürecinde oluşturulan deformasyona ve
mesleki saygınlığın yitirilmesine ilişkin görüşlerine aşağıda yer verilmiştir:
Bu koşullarda eğitim, meğitim olmaz. Neden hekimlerle hastalar daha çok kavga
ediyorlar. Çok ciddi bir deformasyon var. Adamları hekim olarak doğru dürüst
eğitemiyorsun ki sen yani. Demek ki hekimlerde bu şiddeti hak edecek pek çok şey
yapıyorlar yani. Bizim hastanede doçent asistanına tokat atmış yani. Başka bir
221
hocayla telefonla konuşuyor diye. Bu adamlar tabi ki sokaktaki adamdan dayak yer
yani. Meslektaşınızdan bir şey isterken mutlaka saygılarımla deyin. Demek
zorundasın. Karşındaki meslektaşın. Sen adama saygı göstermezsen kimse göstermez
yani. Önce sen saygı göstereceksin ki ondan sonra başkaları saygı göstersin. Bunu
bilmeyen adam yetiştirmişsin sen. Bu eğitimden bir şey çıkmaz. Uzmanlık da bu
yüzden (Akif, Genel Cerrahi).
Uzmanlık eğitiminde standardın yakalanamadığını belirten Selim Bey’in
görüşleri şu şekildedir:
Uzmanlık eğitiminde de sıkıntı var. Standardizasyonu yok. Asistan sayısın artması
angarya sayısını artırıyor. Standart bir eğitimi tarzı yok. Yani çıkınca kalp damar
cerrahı şu şu işlemleri yapmalı gibi bir standardizasyon yok. Dolayısıyla herkes
kendine göre bir eğitim veriyor. Standardizasyon sağlanırsa, herkes yapacağı hizmeti
bilir. Her çıkanın aynı işlemi yaptığını bilirsin (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Katılımcılardan Fatih Bey, uzmanlık eğitimi sürecinde kendi branşlarına ait
farklı hocaların deneyimlerinden faydalanmaları gerektiğine değinmiş, Rıdvan Bey ise,
asistan hekimlerin hasta ve nöbet yükü altında eğitim sürecinden verim alamadıklarına
dair görüş bildirmiştir. İlgili ifadelere aşağıda yer verilmiştir:
Bir branş asistanı ilgili branşta uzmanlaşırken bu branşa ait ne kadar çok hoca görse o
kadar iyi yetişir. Çocuk hekimi genel pediatrist yetiştiriyoruz biz aslında. Ben meselâ
çocuk onkolojisi uzmanı yetiştirmiyorum. Endokrin hocamız endokrin çocuk uzmanı
yetiştirmiyor burada. Genel çocukçu olarak bu tür uzmanlaşma sürecinde ilgili branşın
mümkünse tüm yan dala hocalarını görmeli hoca adayları (Fatih, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
O kadar hasta yükü altında uzmanlık eğitim alınmaz. Mümkün değil eğitim almak
(Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Onikide izne ayrılıyoruz. On ikiden ikiye kadar öğle arası var. Eğitimi de bu araya
koyuyorlar. Ben yemek mi yiyip dinleneceğim eğitim mi alacağım. Toplantıda herkes
uyuyor mecburen. İki de poliklinik kaç oluyor? Birden randevu vermeye başlıyorlar.
Yedi hastada orada birikiyor. Beklemesi sorun değil. Dikkat çekmek istediğim nokta
bu saat iki de ben geldim. İki de açılmış randevu bakmaya başladım. On dakika sonra
diğeri on dakika sonra diğeri. Peki bu altı hastayı nereye sıkıştıracağım (Rıdvan,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Uzmanlık eğitimin teorik kısmın eksik kaldığına dair görüş bildiren Ceyda
Hanım, benzer şekilde nöbet sayısının azaltılması gerektiği yönünde fikir beyan
etmiştir:
Tıpta uzmanlık eğitimi biraz daha teorik, biraz daha ders ve okuma ağırlıklı daha az
hasta görerek nöbet sayısının ve süresinin azaltılarak daha bilim odaklı olabilir
(Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
222
7. TIPTA UZMANLIK SİSTEMİ ADINA GETİRİLEN ÖNERİLER
Katılımcılar tarafından tıpta uzmanlaşmanın olumsuz yanlarını minimuma
indirmek, bütüncül yaklaşımı yakalamak ve bilhassa tıbbın insancıl yönünü ortaya
çıkarmak adına getirilen önerilere yer verilen araştırmanın bu kısmı; “Sağlık Sistemine
İlişkin Öneriler”, “Hekimlere İlişkin Öneriler” ve “Tıp Eğitimine İlişkin Öneriler”
şeklinde üç temadan oluşmaktadır. Elde edilen tema ve alt temalar Şekil 9’da
gösterilmiştir.
Şekil 9. Tıpta Uzmanlık Sağlık Sistemine İlişkin Getirilen Önerilere Ait Kavram
Haritası
223
7.1. Sağlık Sistemine İlişkin Öneriler
Sağlık sistemine ilişkin getirilen öneriler; “Tıpta Multidisipliner Yaklaşımın
Fonksiyonel Hale Getirilmesine İlişkin”, “Basamaklandırılmış Sağlık Sistemine
İlişkin”, “Sevk Sisteminin İşleyişine İlişkin” ve “Tıbbın İyileştirilmesine İlişkin” ve
“Tıpta Multidisipliner Yaklaşımın Fonksiyonel Hale Getirilmesine İlişkin” öneriler
şeklindeki alt temalar altında birleştirilmiştir.
Tıpta Multidisipliner Yaklaşımın Fonksiyonel Hale Getirilmesine İlişkin
Öneriler
Tıpta uzmanlaşmayla birlikte hastaların ve hastalıkların tek bir uzman hekim
tarafından değerlendirilmesi söz konusu olmuştur. Hekimin, kendi alanında uzman
olmasına rağmen diğer branş bilgilerinde körleşme ihtimalinin göz önünde
bulundurulması ile hastalara ve hastalıklara multidisipliner bakış açısının ve ekip
çalışmasının fonksiyonel hale getirilmesi konusu katılımcılar tarafından öneri
kategorisinde değerlendirilmiştir.
Adnan Bey kendi çalıştığı hastanede multidisipliner bakış açısı kazanma
amacıyla konseylerin toplandığından bahsetmiştir. Bu uygulamanın Türkiye’de pek de
yaygın olmadığından bahseden katılımcının ifadeleri şu şekildedir:
Aslında çok güzel bir noktaya dokundunuz. Hani bunun negatif yanı nedir? diye ben
bahsetmiştim multisistemik yaklaşım diye bir şey var. Yani hastanın farklı şeyleri
olabilir. Orda da farklı hekimler bir araya gelip konuşabilmeli. Yani hastayı en iyi
takip edebilmek adına konuşulmalı. Bakın bizim üniversite hastanesinde konseyler
oluyor. O hasta için üç dört bölüm hocalarıyla birlikte geliyor toplanıyor. Masaya
hasta konuyor dosyaları anlatılıyor. Nesi var nesi yok bunla ilgili ne düşünülebilir ne
yapılabilir istişare ediliyor, konuşuluyor, tartışılıyor. Onun ismi de konsey oluyor
zaten bu üniversite hastanesinde var (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Şey olmasa konsey de yapılır gerekli tedavisi düzenlenir. Ha her tarafta bu böyle mi?
Ne yazık ki olmadığını siz de söylüyorsunuz bence de değil hani o getirdiği sistemin
şeyi multisistem. Buna bir düzenleme getirilebilir mi? Getirilebilir. Burada da şey
çözülebilir. Öncelikle bi genel değerlendirmeden sonra ilgili bölüme yönlendirilebilir.
O var aslında hani genel pediatri değerlendirip ilgili bölüme yönlendirilebilir (Adnan,
Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Aslında belki şu olabilir. Birbirine yakın branşlar arada konsey yaparak hasta
tartışmaları yapabilirler. Meselâ karışık vakaları hastane yönetimleri yapabilir. Şu da
olabilir bu da olabilir gibi tartışmalar yapılırsa faydalı olacağına inanıyorum (Selim,
Kalp-Damar Cerrahisi).
224
Mutlidisipliner yaklaşımın kazanılmasını branşların birbirine olan ihtiyacı ile
açıklayan Alper Bey, hastayı genel anlamda muayene eden dahiliye branşının önemine
dikkat çekmiştir:
O araştırmanın sonucunun gerçek hayata uygulanması için birilerinin bu işi yapıyor
olması lâzım. O yüzden halen dahiliyeci diye bir şey var. Yani hematolog, onkolog vs
çıkıyor olmasına rağmen ısrarla bir dahiliyeci güruhu devam ediyor. Etmek zorunda
kalıyor bu yüzden. Bir nefroloğun bir dahiliyeci kadar genel dahiliye biliyor olması
lâzım ki dahiliyeciye ihtiyaç olmaması lâzım. Dahiliyeciye ihtiyaç varsa o zaman
nefroloji ihtiyaç yoktur (Alper, Üroloji).
Basamaklandırılmış Sağlık Sistemine İlişkin Öneriler
Hastaya külli manada yaklaşan ve genel hekimlik modelinin uygulama alanı
olarak bilinen birinci basamak sağlık hizmetlerine olan ihtiyaca ve basamaklandırılmış
sağlık sisteminin yeniden gündeme getirilmesine ilişkin önerilerin yer aldığı bu
kısımda; aile hekimliğine, koruyucu sağlık hizmetlerine, basamaklandırılmış sağlık
hizmetine ve uzman hekim polikliniklerinin yoğunluğuna değinilmiştir.
Uzman hekim polikliniklerinde görülen hasta yoğunluğunun aile hekimliğinin
daha aktif hale getirilmesiyle azaltılabileceğine değinen Onur Bey’in görüşleri şu
şekildedir:
Aile hekimliği sistemi bunun için kuruldu aslında. Orada hastaların ayıklanması
kime gitmesi gerektiği, hattâ yönlendirilmesi yetkinin elinde olması lâzım ama
şuanda öyle bir sistem yok. Bu bizim uzman polikliniklerde aslında bu kadar
yoğunluğun olmaması lâzım. Kamu hastaneleri polikliniklerinde eğer sen kendinle
ilgili bir şey yoksa eğer genel de not yazıp gönderiyor başka polikliniklere
yönlendireceğimiz zaman (…) Şu anki sistemde biraz aile hekimliğinde toplumdan
gelen hastaların ayıklanması da faydalı olabilir (Onur, Enfeksiyon Hastalıkları).
Katılımcıların diğer görüşlerine bu kısımda yer verilmiştir:
1963’te çıkan sosyalizasyon yasası çerçevesindeki kendi sağlık ocağındaki hekimle iyi
bir ilişki kursan hekimin senin kim olduğunu bilir. Memenin üç aşağı beş yukarı
neden ağrıdığını iyi bilir (…) Paralı sağlık sistemi parasız olmalı bence. Sağlık sistemi
böyle olmamalı bence. Tıp kesinlikle sosyalizasyon olmalı. Koruyucu sağlık
hizmetlerinin öncelikli olduğu bir sağlık sistemini konuşmalıyız. SGK’da 8,4
ortalaması bir kişinin Türkiye’de başvuru ortalaması. Herkes soluğu doktorda alıyor
(Akif, Genel Cerrahi).
Aile hekimliği aslında önemli. Birinci basamak tıp hizmeti önemli bir hizmet ve
bunun aktifleştirilmesi çok önemli. Hem bizi gereksiz yükten kurtarır (…) Sistemsel
bir problem. Ben Almanya’da çalıştım. Şöyledir; aile hekiminize gidersiniz. Meselâ
ürolojik bir rahatsızlığınız var. Aile hekiminiz uzmanından randevu alır. Ama
hiçbir zaman anında muayene dünyanın hiçbir yerinde yok. Sadece Türkiye’de var.
Uzman üroloğun hastayı aynı gün aynı saatte muayene etmesi bir tek Türkiye’de bu
süper diyorlar ama bence olay tamam doktorla karşılaşıyorsun ama yapılan işin
niteliğini ve kalitesini azaltıyor (Tarık, Üroloji).
225
Basamaklandırılmış sağlık hizmeti olması lâzım. Buradaki en tabandaki en büyük
hizmet ve en önemli hizmet pratisyen hekimlik aslında. Normalde ben pratisyen
hekim olmak isterdim (…) Daha genel baktıkları için, daha koruyucu gördükleri için
çevresiyle beraber hastayı gördükleri için ailesiyle tanıdığı için bütün olarak
gördükleri için pratisyen hekim (Gökhan, Kardiyoloji).
Biz şuan için gelen hastaya sana bakmıyoruz diyemeyiz. Vaktimiz ölçüsünde,
imkânlarımız ölçüsünde gelen herkese bakacağız. Burnu akan hastada tıp fakültesine
geliyor şuan. Biz bakmakla yükümlüyüz. Geri gönderemezsiniz. Bunun çözümü
yöneticiler bulmak zorunda. Hükümet, Sağlık Bakanlığı bunların yönlendirme
yapması lâzım. Bu çarpıklığı, bu bozukluğu düzeltmek için onlar formül bulmalı
(Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları)
Sayı yeteri kadar fazla. Hasta önce genel dahiliye uzmanına görünmeli, genel
dahiliye uzmanı da ben hastayı endokrine göndermeyeyim dememeli. Dediğim gibi
basamak basamak olmalı (Hale, İç Hastalıkları).
O tür olaylarda aslında bir merkezin koordine edip ondan sonra gerekli
bölümlere göndermesi lâzım. Yani, yan dalların olduğu kadar genel alanların da
olması lâzım. Genel pediatri olmadığı sürece pediatrinin yan dallarının da olmaması
lâzım (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Hekimi sadece hekim olarak düşünürsen sağlık danışmanı, aile dostu, çok yönlü bir
meslek. Hekimi sadece hekim olarak düşünürsen ağzını aç bak geç. Yirmi bir puan bu
değil. Devlet bunu istemiyor senden zaten. Devlet tüm vatandaşına hizmet götürmenin
derdinde. Ne olursa olsun bir vatandaş geldi mi hastanenin kapısından geri
dönmemeli. Öyle olması lâzım ama vatandaşın her zaman hastane kapısına değil de
aile hekimliğine devletin dengeli bir dağılım yapması lâzım (Tekin, İç
Hastalıkları).
Katılımcıların görüşlerinden de anlaşılacağı üzere, hastaların sağlık kuruluşuna
yaptıkları ilk başvurunun direk uzman hekime yahut bir yan dal uzmanı hekime değil,
aile hekimi ya da pratisyen hekimlere yapılması gerektiği yönündedir. Katılımcılara
göre, sağlık sisteminde bu tarz bir basamaklandırılmış sistemin olması hem üçüncü
basamak sağlık kuruluşlarının hasta yoğunluğunu azaltacak hem de sağlık sisteminin
etkin bir şekilde işlemesi sağlanmış olacaktır.
Sevk Sisteminin İşleyişine İlişkin Öneriler
Katılımcılar, birinci basamak, ikinci basamak ve üçüncü basamak sağlık hizmeti
veren kuruluşlar arasında ve hastanenin kendi içinde branşlar arası bir sevk zincirinin
işlemesi gerektiği önerisinde bulunmuşlarıdır.
Birinci basamak sağlık hizmetleri hastalıklara % 90-95 çözüm bulunabilmektedir.
Eskiden sağlık ocakları yapardı bunu şimdi aile hekimliği yapıyor. Ufak tetkikler,
biyokimyasal analizler, basit işlemler yapılırsa % 95 yoksa % 90 fiziki muayene ile
falan saptanıp tedavi edilebiliyordu. İkinci basamak devlet hastanelerinin %5’lik
kısma çözüm bulması gerekiyor. Birinci basamakta çözümü bulunamayan hasta ikinci
basamak sağlık hizmetine sevk ediliyor, gönderiliyor, orda da çözüm bulunamadığı
için. Üçüncü basamak üniversiteler devreye giriyor. Yan dal merkezleri, travma,
226
yanık, kanser, onkoloji hastaneleri toplumda görülen hastalıkların %1-3 arasına çözüm
araması gereken yerler. Dünya sağlık örgütü de belli başlı standartlar da bunu
söylüyor. Arada sevk zincirinin olması gerekir (Kadir, Genel Cerrahi).
Sistemdeki bozukluk böyle olabilir yani o hasta meselâ ilk önce bir dahiliyeye veya
bir acile gidip ondan sonra ilgili merkezlere gitse meselâ böyle bir sistem kurulması
gerekiyor (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Duyma değil zaten refere edilmeli ya da aile hekimi görmeli çocuk uzmanına sevk
edilmeli. Örneğin öksürüklü bir çocuk aile hekimi görmeli öksürüğü devam ediyorsa
çocuk uzmanına sevk etmeli daha da devem ediyorsa çocuk göğüs uzmanına sevk
etmeli (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Tıbbın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler
Tıbbın tüm yönleriyle iyileştirilmesi, olumsuz yönlerinin giderilmesi ve daha iyi
sağlık çıktıları almak üzere yapılması gerekenler üzerinden öneride bulunan hekim
görüşlerine aşağıda yer verilmiştir:
Teknolojinin uzmanlık alanında olumlu katkıları var. Ama makinenin esiri olmamalı
hekim. Kendi iradesini, inisiyatifini daima kendi bilgisi yönünde kullanmalı,
makine ona hizmet etmeli. Hekim makineye hizmet etmemeli ya da bir laboratuvar
tetkik de aynı şekilde değerlendirilebilir. Bir tahlil sonucu sizi tamamen
yönlendirmemeli, siz tahlil sonucuna göre yorumlar yapmalısınız. Bilgi bunu
gerektirir. Makineleşme kavramı yanlış tabi ki böyle bir şeye gidiş varsa bu yanlış. O
zaman ne olur? Hekimin meslek yetileri, meslek refleksleri körelir. Makineye bağımlı
kalırsa gelişen teknoloji hekimin arzu ettiği, hekimin ihtiyaç duyduğu eksikleri ancak
giderecek şekilde gelişmeli (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Makroskopik uzmanlık alanlarından mikroskopik uzmanlık alanlarına geçmemiz
lâzım (Hale, İç Hastalıkları).
Hastayı tedavi etmektense hastalandırmamak öncelikle ne yapıyoruz? Aşılıyoruz, bir
takım şeyler yapıyoruz. Koruyucu hekimlik, sterilizasyon asıl olan şey o.
Hastalandırmama şeylerine ağırlık vermek lâzım. Bunlar toplumun, bulunduğunuz
ülkenin ekonomik şartlarına bağlı şeyler. Tıbbın daha iyi olması demek daha çok araç
gereç demek, daha çok hekim daha az hasta, yardımcı elemanların o kadar olması
bunların hepsi daha çok para demek. Yatırım gerekiyor ama bu ölü bir yatırım (Şener,
Ortopedi ve Travmatoloji).
İnsanlar özel bir hastanede sağlık hizmeti almak isteyebilir. Ama bu devlet
hastanesinde sağlık hizmeti alacak birine ceza olarak dönmemeli (…) Eksiklik
buradan kaynaklanıyor yani. Şimdi sen doktordan bekliyorsun öyle bir şeyi ona bir
şey demiyorum. Neticede insanlar senden sağlık hizmeti bekliyor. Senin akılcı bir
sağlık politikasıyla o hastaya yine bakarsın. Günde bir milyon kişi Türkiye
hastanelerinde, sağlık ocaklarında, aile hekimliklerinde muayene oluyor. Bunun bir
milyonunun beş yüz bini hastanelerde değil de üç yüz bini hastanelerde olursa ve
hekim bu iki yüz bin, üç yüz bin farktan dolayı ücret kaybı yaşamazsa o zaman daha
kaliteli olur diye düşünüyorum. Sevk zinciri düşünülebilir burada. Sağlık sistemi
olarak düşünürsen güven verici ama ulaşım, sosyal hayat o yönden düşünürsen
yıpratıcı (Tekin, İç Hastalıkları).
227
Bazı katılımcılara göre, performans sistemi hem genel manada hekimler için
hem de uzman hekimler için uygun bir sistem değildir. Sağlığın “para” üzerinden
ölçülebildiği bir sağlık sistemi üzerine eleştiri getiren hekimler, uzman hekimler
arasında hiyerarşi oluşturabilme ihtimali olan performansın sisteminin kaldırılması
görüşündedirler. İlgili ifadeler şu şekildedir:
Fazla hasta yükünü çözmek lâzım. Bir de tabii ki performans sistemi ne kadar hasta
bakarsan o kadar hasta dersen uzman da uzmanlığını hakkıyla yapamaz tabi. Bir
dahiliye uzmanı ben günde yüz hasta bakıyorum diyemez. Bakamaz (Ceyda, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları).
Sistemde performansı tamamen kaldıracaksın. Yani ne kadar köfte o kadar ekmek
olmaz sağlıkta (…) Hekimlere çalıştığınız kadar ben size prim veririm dediğiniz
sürece sistemi çözemezsiniz (Binnur, Acil Tıp).
İlk olarak sağlığı maliyet üzerinden ölçmeyi bırakacağız. Sağlığın insani çıktıları
olduğunu göreceğiz. Her şeyi ölçüt üretim tarzı olarak değerlendiremeyeceğiz. Bir de
dayanışma özelliğini geliştirecek işler yapacağız (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Ortaya ticareti ve kârı koyduğunuz müddetçe biz ne uzmanlaşmadan ne bu yükten
kurtulamayız. Onları olabildiğince koruyacağız. Ne kadar koruyabilirsek o kadar
koruyacağız. Sonra hakikaten tarihte olduğu gibi şifahaneler hakikaten şifa
veren yerler olacak. Şimdi öyle değil yaptığımız araştırma işte hastaya soruyorsunuz.
Hastaneler sağlıktan çok ticaret para kazanmayı mı düşünüyor? Yüzde sekseni evet
diyorsa bir dakika bir yerde bir şeyi kaçırmışız demektir. Buraya çevirebilirseniz o
zaman alana da yansıması olacak. Mesleğe de yansıması olacak. Okula yansıması da
olacak. Ama orası öyle olduğu müddetçe hele ileride alışveriş hastanelerine gidiyoruz
yani avm tipi hastaneler siz istediğiniz kadar dayanışma anlatın. Her uzmanlık alanı
öteki uzmanlık alanına piyasada daha güçlü olduğunu anlatmaya çalışacak
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Bütüncül Yaklaşımın Gerekliliğine İlişkin Öneriler
Katılımcılar arasından yalnızca Deniz Bey, bütüncül yaklaşıma ilişkin görüş
bildirmiştir. Derinlemesine görüşmelerden elde edilen bulgular arasında; tıpta bütüncül
yaklaşımın sağlanabilmesinin yolunun tıp öğrencilerine mezuniyet öncesi eğitimleri
süresince bu hassasiyetin kazandırılabilmesi, temel bilimler ve klinik bilimlere ek olarak
tıp öğrencilerinin sosyal bilimler alanında ders alabilmesine imkân sağlaması konuları
vardır.
Biz şimdi üniversitede beş yıldır tıp Türk sanatı diye bir program yürütüyoruz. Orada
edebiyat, felsefe, tarih, antropoloji, sosyal bilimler çok daha öte. Kitap tartışmaları
yapıyoruz. Üç arkeoloji, müze ziyareti yapıyoruz. Birinci ve ikinci sınıf öğrencilerle.
Onlara anlatmaya çalıştığımız temel şu, eğer bir hekim hastasına bütüncül
bakabiliyor olması için insana bütüncül olarak bakıyor olması lâzım. İnsana
bütüncül bakabilmeni yolu da tarih bileceksin, edebiyat bileceksin, felsefe,
arkeoloji, antropoloji bileceksin. Bir uzman olarak bilmene gerek yok. Hititlerin
bilmem ne noktasını bilmezsin ama bu topraklarda ne oldu ne bitti... Bugünkü
228
alışkanlıklarımız içerisinde hangi kültürel pratikler var. İki çok kültürlü olacaksın.
Senin karşına öyle hasta grupları gelecek ki senin belki inancına, politik görüşüne
yüzde seksen görüşüne zıt olacak. Senin ona gerek sözel olarak gerek bedenen
herhangi bir reaksiyon vermemen lâzım. Çünkü nötr olmak zorundasınız. Sen bunu
yapmak zorunda değilsin buna inanmak zorunda değilsin. Bunun için çok kültürlü bir
hayata ihtiyacımız var. Aksi takdirde egemen güç ne ise onun gözünden
bakıyorsun hastaya. Bunun içinde Türkiye’de az yürütülen bir program yürütüyoruz.
Ama en büyük sorumuz şu; çok kötü bir lise döneminden geliyor öğrenciler (Deniz,
Göğüs Hastalıkları).
Bizim en azından daha klinik kirlenmeden önce o hasta o hiyerarşi piyasa mantığına
girmeden önce mümkün olduğunca hekimi kültürel sanatsal politik yönlerden
zenginleştirecek bir ortam lâzım. Arkadaş hangisini görürsen gör, neyi seçeceksen
seç, umurumda değil. Türkiye’deki en büyük sorun, şu adam devşirme üzerinden
çalışır böyle sistemler hep. Biz nerede isek oranın mahallesine adam taşıyalım.
Liberaller böyle bakar, Marksistler böyle bakar bunlar vardır hayatta. Memlekette
cemaat vardır, tarikat vardır politik de vardır. Hepsinden hasta vardır. Hepsi gelecek
sana ya. O zaman senin onların hayat görüşünü bilmen lâzım. Temel düzeyde
çünkü, bir hastaya öneride bulunacağız. Bunun için çok sosyal bir yaklaşım lâzım
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Radikal önerim şu. Tıp eğitimi iki paradigma üzerine gider. Temel tıp eğitimi, klinik
tıp eğitimi. Temel tıp eğitiminde; mikro biyoloji, farmakoloji, fizik, kimya gibi
temelleri öğreniriz. Klinikte de hasta, hastalık sağlık üzerine yaparız. Bir ayak eksik.
Bence tıp eğitimi temel bilim, klinik bilim ve sosyal bilim ayağıyla gidecek. Böyle
sosyal bilime biz geçen yıl on yedi tane konferans vermişiz. On civarı kitap
tartışmışız. İşte herkese de bir kere arkeoloji müzesinde rehberlik böyle değil.
Harmanlanmış bir şekilde bunun içerisinde temelini alırken bunun arkeolojisini de
gören tarihini de gören kliniğe gittiği zaman bazen diyorum işte vurursun masaya
hasta niye bunu yaptı bu kültürel aktarımını da görerek o yüzden bir sosyal bilimci
hastanelerimizde vizit yapacak. Kalkacak sosyolog gidecek öğrencilerimizle vizit
yapacak tıp eğitiminin içerisinde sosyoloji kadar bir toplumsal hastalık kurgusu
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
7.2. Hekimlere İlişkin Öneriler
Hekimlere yönelik getirilen öneriler; “Genel Hekimlik Modeline İlişkin” ve
“Hekim Sayısına İlişkin” öneriler şeklindeki iki alt tema altında birleştirilmiştir.
Genel Hekimlik Modeline İlişkin Öneriler
Araştırma kapsamında katılımcılar tarafından “Genel Hekimlik” söyleminin
sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. Selim Bey, pratisyen hekimlerin uzmanlık eğitimine
başlamadan önce genel hekimlik yapmalarının gerekliliğine “Aslında görünüşte
rahatlık sağlıyor ama genelde ben bunun başarıyı azalttığını düşünüyorum. Çünkü her
hekim mutlaka en az iki sene genel hekimlik yapmalı diye düşünüyorum. Çünkü tıp
fakültesini bitiriyor hemen spesifik branşa başlıyor. Böylece aslında genel hekimsel
yaklaşım genel hasta yaklaşımını bilmeden spesifik konularla uğraşıyor. Meselâ
229
gastroenterolojiyle uğraşıyor. Her hasta böbrek hastası, her yediğinin mideye zarar
vereceğini düşünüyor. Hâlbuki gözünde kararma olanlarda tansiyon yüksekliği, göz
dibinde kanama olabileceğini düşünmeli. Kulak sorunu olabileceğini düşünebilmeli.
Bunun içinde genel hekimlik yapmalı. En az iki sene genel hekimlik yapmalı. O zaman
daha olgun hekimler oluşuyor. Ondan sonra branşlaşınca genel tababet içerisinde
olmuş oluyorsun.” şeklindeki ifadeler aracılığıyla değinmiştir. Mezuniyet sonrası
deneyim kazanmadan spesifik bir branşa yönelmenin hekimlerde “hamlık”
oluşturabileceğini belirten katılımcının bu görüşü “Üniversiteden mezun olup da reçete
yazmadan mezun olan insan çok gördüm. O yüzden mutlaka pratisyen hekimlik
yapılması lâzım.” şeklinde çarpıcı bir açıklama yapan Savaş Bey’in görüşleriyle
örtüşmektedir. Savaş Bey’in konuya ilişkin bir diğer görüşüne aşağıda yer verilmiştir:
Uzmanlığa pratisyen eğitimi veremezsin. Herhangi bir branşı kazanmış doktora sen git
şurada çalış diyemezsin ama bazı üniversitelerde, acilde bir staj vardır. Burada gece
serviste nöbet tutarken bir acil müdahale yapman gerekebiliyor. Cildiyeci de
olabilirsin, fizik tedavicide olabilirsin. O yüzden kurum içinde bizim burada sık sık
bunların eğitimine gidiyorum. Acil doktoru anlatıyor, kalp doktoru kalbi anlatıyor.
Ama çok katılım olmuyor açıkçası. Belli bir süre pratisyen hekimlik yapması şart
koşulabilir (Savaş, Genel Cerrahi).
Mezuniyet sonrası gerekli görülen deneyim konusunun dışında, hastayı fiziki
olarak muayene yapmanın önemine değinen Binnur Hanım, genel hekimlik yaklaşımına
yönelik farklı bir görüş sergilemiştir:
Her gelen hastayı tepeden tırnağa muayene etmesi yeterli. Zaten eğer düzgün fiziki
muayene yaparsan birçok tahlile gerek kalmadan tanısını koyabiliyorsun hastanın.
Şuan süreci tıkayan biyokimya tahlillerinin geç çıkıyor olması. Röntgenin, ultrasonun
randevuyla çekiliyor olması. Yani sen hekimlik sanatını icra edebiliyorsan senin
istediğin tüm tahliller ve radyolojik yöntemler senin tanını destekleyecek şeylerdir.
Önce bir ön tanı oluşturursun sen hastayla bire bir görüşüp muayene ederek ön tanını
destekleyecek testleri istersin (Binnur, Acil Tıp).
Hızlı uzmanlaşmaya dikkat çeken Hale Hanım, hekimlerin genel bilgilerini
oturtmadan uzmanlaşma çabası içinde olduklarını, yan dal yapmak isteyen hekimlerin
ise temel uzmanlık alanına dair bilgileri sağlamlaştırdıktan spesifik uzmanlık alanına
yönelmeleri gerektiğini belirtmiştir. Hekimin söz konusu ifadeleri şu şekildedir:
Gerekli mi? Evet, gerekli ama eğitim sistemlerindeki aksaklıklardan dolayı hızlı
uzmanlaşma. Evet, uzmanlaşma şart ama biz hızlı uzmanlaşıyoruz. Hızlı
uzmanlaşmaya gidildiği zaman genel tıbbi bilgileri tam öğrenemeden sadece bir
alana yönelmiş oluyorsunuz. Problem orada. Önce temel alan eğitimini almamız
lâzım (…) Uzmanlaşma şart ama hızlı değil. Daha yavaş basamaklarla çıkılması
lâzım. İşte uzmanlaşma basamak basamak olacak. Bir kulak burun boğazcı rotasyon
230
süreleri daha geniş uzmanlık süreleri çok daha geniş olsun. Uzmanlaşmadan önce bir
asistanın meselâ bir yıl genel tıp bilgisini tam anlamıyla öğrenmesi lâzım. Meselâ,
mide kanserinden de bir parça anlaması lâzım. Göğüs hastalıklarında da (Hale, İç
Hastalıkları).
Bütüncül bakış açısında hekimler kendilerini daha az yormak için daha spesifik, daha
özel, daha kısa ve daha dar alanda çalışmak istiyorlar. Kendilerini sürekli
daraltıyorlar. Daraldıkça hasta azalıyor mu? Yok. Bütüncül yaklaşımı genel dahiliye
uzmanlarının desteklenmesi veya hastanın basamak tanı ve tedavi olarak
kazanılabilir (Hale, İç Hastalıkları).
“Vasıfsızlaşma” alt temasında verdiği örnek üzerinden genel hekimliği tasvir
eden Alper Bey, hekimin genel tıp bilgisine vurguda bulunmuştur:
Genel tıp bilgisi iyi olan ‘onkolog’, ‘iyi onkolog’tur. Yoksa onkoloji olarak hepsi
standart işi yapıyorlar (Alper, Üroloji).
Hekim Sayısının Artırılmasına İlişkin Öneriler
Hekim sayısının yetersiz olduğu yönünde bir tespitte bulunan Tekin Bey’in
önerisi ise şu şekildedir:
Aksaklıklar hasta sayısı, hasta sayısı çok yoğun. Buna çözüm olarak da belki dediğim
gibi yeterli kadar sınavda kontenjanın maliye bakanlığının değil de yeterli miktarda
Sağlık Bakanlığı’nın belirlemesi gerekir ve ihtiyaca yönelik yapılması gerekir (Tekin,
İç Hastalıkları).
7.3. Tıp Eğitimi ve Tıpta Uzmanlık Eğitimine İlişkin Öneriler
Katılımcıların tıp eğitiminin iyileştirilmesi yönündeki önerilerinden oluşan bu
kısım; “Tıp Eğitimine İlişkin” ve “Uzmanlık Eğitimine İlişkin” öneriler şeklindeki iki
alt temadan oluşmaktadır.
Tıp Eğitimine İlişkin Öneriler
Tıp eğitimin ilişkin öneriler; mesleki yetkinleşme, eğitim programlarının içeriği
ve eğitimin denetlenmesi şeklindeki konuları içermektedir. Katılımcıların görüşleri şu
şekildedir:
Tıp eğitiminde de, hekimlik pratiğinde de, sonuçta mesleki yetkinleşme olsun.
Mesleki yetkinleşmeyi sadece teknik anlamda değil. Bakanlık bazen kursları zorunlu
kılacak sertife edecek. Sertife ederken biraz tarih, biraz sosyal bilim bunlarla
bağlantısını artıran ama en önemlisi yaşamı nerede öğretiyoruz? Hastanede mi?
Hastanenin sistemi rekabetçi olmayacak. Yoksa siz istediğiniz kadar kurs alın her
tarafa sertifika asın (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Eğitim programlarının daha iyi olması gerekir. Sonuçta birçok yerde müfredatlar var.
Çoğu kağıt üzerinde kalıyor. Daha yoğun meselâ günlük hocaların bazı kısımları işte
daha eğitimden sorumlu olur. Rotasyon şeklinde de olur (Ramazan, İç Hastalıkları).
231
Bir kere bizim ülkemizde sorun denetleme sorunu. Hangi sektörü konuşursak
konuşalım. İyi denetleyemiyoruz hiçbir şeyi. Aslında çok iyi denetleyebilsek tıp
fakültesini, eğitim araştırma hastanelerini eğitim kısımlarını çok iyi
denetleyebilirsek çok iyi hekim yetiştirebiliriz. Muazzam zeka sahibi insanlar var bu
ülkede. Ama eğitimlerimiz kötü. Denetlenmediği için yani bana 1950’lerde terk
edilmiş bir ameliyat yöntemini savunan bir hekim hocalık yapmamalı. Bir bilgisayarın
nasıl açıldığını bilmeyen adam hocalık yapmamalı. Yani 69 yaşına kadar emekli
olmadan bilfiil oturup benim ihtisas süremden bahsedilmiyor. Beş yıl ihtisas süremde
bir tane muayene etmeyen ameliyat demiyorum bak. Muayene etmeyen, bir tek derse
gitmeyen böyle bir eğitim sistemi olamamalı (Alper, Üroloji).
Uzmanlık Eğitimine İlişkin Öneriler
Tıp eğitiminde standardizasyon sağlanması, bilgileri güncel tutmak adına
katılınması gereken eğitimler, mezuniyet sonrası genel dahiliye alanında deneyim
kazanma gibi tıpta uzmanlık eğitimi üzerine görüş bildiren hekimlerin ifadelerine
aşağıda yer verişmiştir:
Yan daldan sonra bizde akademisyenlik geliyor. Yardımcı doçent, doçent hani kişi
ona yönelebilir veya bazı üniversitelerin mezuniyet sonrası eğitimleri oluyor.
Hacettepe’nin var meselâ her sene ya da iki senede bir yapıyorlar. Tabi her bölümlerin
olmayabilir ama belki bu tarz eğitimlere katılabilir. Genel uzmanlık bilgisi güncel
tutmak adına. Ama bunu yapan az yer var. Uzmanlık sonrası yıllık böyle güncel
şeyleri değerlendirmek adına. Güncel tutuyorlar (Erdem, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Eğer tıp eğitimindeki standardizasyon sağlanamazsa o zaman ne olur? Hekimler
arasında standart bir seviye oluşmaz. Bu yüzden de verilen hizmetin kalitesi ister
birinci basamak olsun, ister ikinci basamak olsun, ister üçüncü basamak olsun verilen
hizmeti standart olmaz. Esas mesele bunun standardizasyonunun sağlanmasıdır.
(…) Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi’nden örnek veriyorum uzman olmuş
birisiyle bizim yetiştirdiğimiz uzman aynı seviyede değildir. Bu yüzden de bunların
hizmet verdikleri uzman olduktan sonra hizmet vermiş oldukları ikinci basamak sağlık
hizmeti kuruluşlarında özel hastanelerde, devlet hastanelerinde verilen hizmette
standart değildir o yüzden. Bu bir zincir. Bu zinciri standardize etmek lâzım
(Kadir, Genel Cerrahi).
Şimdi Amerika’da uzmanlık eğitimi tıptan mezun olur. Tıpları zaten altı yıl değil, tıp
mezuniyetleri daha kısa belki o da bir parça etkin daha sonra genel bir dahili uzmanlık
alanına girer. İki veya üç yıl genel dahili uzmanlık alanında kalıyor ondan sonra
onun içinde endokrin, enfeksiyon vs. eğitimi basamak basamak alıyorlar. Öyle bir
sisteme dönmemiz lâzım (Hale, İç Hastalıkları).
O zaman yapmamız gereken ne? Gerekli bilgi ve gereksiz bilgi üzerinde
yoğunlaşmak. Gerekli uzmanlıklar ve gereksiz uzmanlıklar üzerinde
yoğunlaşmayı getiriyor yani bize. Her şeyde derinlemesine öğrenmek, her şeyde
olaya hâkim olmak doğru ama böyle öğrendiğin yeni bir şeyi de kanun gibi sunmak
yanlış. Bilgimiz arttı. Bu bilgiyi ne kadar kullanabiliyoruz? Çünkü doksanlarda
kullandığımız bir ilacı şuan kullanmıyoruz zararlı diye. Doğru bilgiler üzerinde
uzmanlaşma doğru olursa o zaman çok mükemmel olur (Tekin, İç Hastalıkları).
232
Eğitim sorumlumuz olan bir hoca grubu olabilir. Bunlar aylık ya da haftalık
belirledikleri takvime ya da çerçeveye göre rotasyon şeklinde günlük eğitim
verebilirler belli saatlerde. Hasta bulgularından, hastalığın tedavisine yaklaşım uzun
vadede yaklaşım nasıl olacak onunla ilgili olabilir. Kesinlikle bilimsel araştırma için
uzmanlıkların belli bir yılı tamamen bu araştırma işine ayrılabilir. Diğer ülkelerde bu
ayrılıyor. Meselâ üç yıllık bir yan dalın bir yılı araştırma olabilir. İşte dört yıl
dahiliyenin bir yılı araştırma olabilir. En azından temel düzeyde bilimsel araştırma
yapabilecek, hipotez kurabilecek ona yönelik uygulama hastaları seçebilen, ona uygun
verileri toplayabilen doğru şekilde istatistiğini yapabilen analiz edebilen bir hekim
grubu yetiştirmek bence önemli (Ramazan, İç Hastalıkları).
İkinci basamakta uzman olan ve yardımcı doçentin de eğitimi standart olmalı ki devlet
hastanesinde şunları yapabileyim. İkinci basamak almış olduğum eğitimin üstüne
bir şeyler koyarak devam edebileyim (Kadir, Genel Cerrahi).
8. KATILIMCILARIN “HEKİM” VE “UZMAN” HEKİM
ALGILARINA İLİŞKİN BULGULAR
Araştırmanın bu kısmında “hekim” ve “uzman hekim” kimliklerini ön plana
çıkaran bazı ifadeler derlenmiştir. İfadeler, genel anlamda hekimlik mesleğini tasvir
eden ve hekimlere özgü nitelikleri açıklayan kodlamalar aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.
Tablo 7. Katılımcıların Hekim ve Uzman Hekim Algıları
Katılımcıların Hekim ve Uzman Hekim Algıları
Usta-Çırak
Tıp aslında usta-çırak ilişkisinin de hâlâ var olduğu bir alan yani o
yüzden bir alanda da sizin gerçekten de bir ustanızın olması gerekiyor
(Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Ego
Hekimlikte öyle değil. Hasta geliyor çok panik halde örneğin kan
tükürerek benim karşıma hasta gelmiş artık tıp tabiri caizse iki seksen
yerde. Sen onun üstünde tepine bilir misin? Tepiniyor. Bana şeyi
söylüyor. Kurtar bizi doktor ne yaparsan yap babamı annemi, kardeşimi
kurtar. Çok büyük bir ego şişmesi var. Tırnak içerisinde onun iyiliği için
zaman zaman fedakârlıkta bulunarak bir şeyler söylüyorsun. O zaman
klinik branşlar otomatikman temel branşların üstünde kalıyor.
Çünkü bir iktidar pratiği var orada. Şimdi şöyle bir çatallaşma oldu. Peki,
bu klinik içerisine nasıl dağılacağız (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Korkum şu biz biraz hekim özverilidir, hekim fedakârdır, hekim parayı
düşünmez hocalarımız bize hep böyle anlatırdı. Biz bu gazı aldık. Bu
gazın şöyle bir kötülüğü vardı. Biz dünyayı kurtaracağız diye egomuz
şişti. Hastaya bazen kötülükler yaptık ama içimizde de şey vardı. Biz
hekimiz para önemli değil falan da derdik. Şimdiki çağda yetişen
hekimlerin doğal olarak bunu anlatıyoruz etik şudur budur. Hekim buna
bakmaz (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Fikir almak tıpta çok önemlidir. Doktorlar bazen egoları yüksek
insanlardır. Ben her şeyi bilirim. Ama aslında tıp en çok danışılması ve
beraber konuşulması gereken bilimlerden biri (Tarık, Üroloji).
Her hastalıktan kurtaracağız. Yani tabiri caizse ölümsüzlüğü yakalamaya
çalışıyoruz çabasıyla alakalı bir şey. Zaten hekimlerde ve hekimlikte bir
233
küçük Tanrı kompleksi var. Bilhassa biz cerrahilerde (Alper, Üroloji).
Yaratılmış mükemmel varlıkla uğraşırken, hekimliği diğer mesleklerden
üstün kılan bakış açısı insanla uğraşıyor olmak. Makineyle değil, bir
canla uğraşıyor olmak. Bir canın emanet edilmesi ve bir insanın hayatına
hayatının devam edip etmeyeceği ile ilgili bütün çizgi senin vereceğin
karara bağlı olduğu için bir süre sonra o egoyu şişirmeye başlıyor. Tabi
bir de şu var. Yaşanan olumsuzluktan etkilenmemek gerekiyor. Hekim
açısından. Zor bir şey ama hani biraz katı, biraz duygusuz olmak
gerekiyor olaylarda. Çünkü olumsuzluk hepimiz yaşıyoruz. İstatistik ve
pozitif bilim herkes için var. Yüz de bir ya da on binde bir ya da yüz bin
bir o fark etmez. O bir olumsuzluk işin içine duyguyu katarsan özgüveni
yitirmene sebep oluyor. Bunu engellemen için de egoyu şişirmen
gerekiyor. Ama kantarın topuzu kaçabiliyor bir yerde (Alper, Üroloji).
Geçenlerde şöyle bir konuşma oldu. Başhekimin danışmanıyla
konuşuyoruz. Başhekimin yaptığı iyi şeyleri özetledi bana ve kabul ettim
doğru. O bakışla yaptığını biliyorum. Doğru ve güzel yaptığını
biliyorum. Ama çok büyük bir eksikliği var dedim Başhekimin. Nedir?
Dedi. Hekim egosu yüksek bir adamdır. Sen hekimin kalbine temas
etmezsen yaptığın hiçbir şeyin anlamı kalmaz (Alper, Üroloji).
Mesleki Saygınlık
Hekimin halkın gözündeki itibarı çok düştü. Çok kolay ulaşılabilir bir
pozisyona geldi (Alper, Üroloji).
“Sen bana bunu layık görüyorsan ben de karşılığında bunu yapıyorum”
başladı. İşte hasta bakmamalar, hasta seçmeler, kötü davranmalar
reaksiyon reaksiyonu doğurdu. Burada her zaman için kimse kimseden
üstün değil meslek de üstün değil ama en kötü senaryo gerçekleşti.
Halkın gözünde hekimliğin değeri düşmek değil daha kötüsü oldu.
Hekimin gözünde hekimin değeri düştü. Biz mesleğe olan
saygınlığımızı yitirmeye başladık (Alper, Üroloji).
Bak ben sana yaşadığım bir örneğin anlatayım. Özel hastanede
çalışıyordum eskiden. Bir gün Başhekim yardımcısı geldi dedi ki:
“Bundan sonra hekimlerin öğle arası hariç kantine gidip oturması
yasak.” Şimdi bakış açısı şu. Boş hekim hastanede çalışmıyor imajı
veriyor ya da hasta orada beklerken aslında başka hekim bekliyor ama
buradaki önlüklü bir adam oturduğu zaman hasta gelip “merhaba”,
hasta hekim bekliyor. Hekim orada çay içiyor. Aslında beklediği başka
da öyle görüyor. Bu imajı silmek için yapıyor. Şimdi diyor ki “beyin
cerrahı bak” diyor. “Ben bütün gün hasta bakmışım. O saat itibariyle
beyin tümörü ameliyatına gireceğim” diyor. “Adam ölebilir.” diyor.
“Ben o ameliyata girmeden önce gidip bir kahvemi içip, bir çayımı içip
böyle bir relaks olup konsantre olup girmek istiyorum.” diyor ameliyata
ve sen beni engelliyorsun diyor. Beyaz yakalı ya da mavi yakalı
çalışanlara döndürüyorsun diyor. Daha önce söylediğim saat pimi
takma hikayesi o. Yani hekimin mesleği ile ilgili duygusal tarafını
baskılamaya kalkarsa çok kötü (Alper, Üroloji).
Para
Oradaki tamamen bir şov yani. Adam burada çalışıyor altı ay sonra
devletten özele geçiyor. Aynı adam hiçbir fark yok. Kişi aynı kişi, aynı
yerden mezun. Çok bir fark yok. Adam bileğinin hakkıyla hoca olduysa
iyi hekimi nereye koyarsan koy bugün devlet hastanesinde de olsa o
ameliyatı yapıyor, özelde de olsa o ameliyatı yapıyor. İnsanların
aradığı bence daha çok karşılığını alma. Özelde daha az hasta alıp
daha çok para alıyor. Çünkü devlette böyle bir imkân yok (Furkan,
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Ben on iki yıl özel sektörde çalışıp ondan sonra devlete çektim. Özel
sektörde çeşitli hastanelerde de çalıştım. A plaslarda da çalıştım. D grubu
234
hastanede de çalıştım. Devlete geçmemdeki sebep şuydu. Mesleğimle
para ilişkisini kesmektir. Bir geldim ki en büyük özel devletmiş zaten.
O ayrı bir hayal kırıklığı. Çünkü burada performans diye bir şey var.
Yaptığın kadar para alıyorsun. Bence bir hekimin mesleğini icra
ederken kesinlikle onunla geçinmeyi bir tutmaması lâzım (Alper,
Üroloji).
Parayı ortadan kaldır. Para düşüncesini ortadan kaldır. Zaten vicdanı
olanlar hekimlik yapar. Başka kimse yapmaz. Benim ne kadar maaş
aldığımı biliyor musun? İki bin iki yüz lira maaş alıyorum. Döner
sermaye ile üç bin yedi yüz hadi biz ona dört bin diyelim (Alper,
Üroloji).
Zaten aslında bakarsan daha önce ben hekimlikle ilgili ben ne demiştim.
Gerçek hekimlik görmek istiyorsan parayla ilişiğini kesmen lâzım diye (Alper, Üroloji).
Kutsal Kimlik
Sağlığın, tıbbın daha doğrusu yani taa geçmiş zamanlardan beri
insanların eski tarihlerinden beri bi kutsal kimliği var. (Akif, Genel
Cerrahi)
Toplum içinde çok değerli kutsal bir yanı var. Onların hepsinin çok
ayrı bir yeri var. Ama sonuçta para kazanılmak için de yapılan bir
meslek. Tolum içinde hekimlik kutsal iyi ama hekimlik dışı bir algı var.
Benimde saat sekiz beş arası mesaim var ama biz de gece de olur. Gece
arar. Hasta arar, hocam yarın şöyle böyle sizi aramaz belki. Çok rahat
hissediyor. Bizi öyle görmüyorlar hastalarımız. Aramakta da sakınca
görmüyorlar. Kötü değil bu. Ama bazen zorlandığımız kısımlar oluyor
(Tarık, Üroloji).
Hiçbir hekimde para için çalışmak istemez. Hepsinin idealleri vardır.
Çünkü bu iş para için yapılacak bir iş değil. Kutsal bir iş, zor bir iş gece
gündüz, ama bu işte caydırıcı şeyle işte mesleki itibarsızlaştırma,
ekonomik zorluklar hekimleri bu meslekten soğutuyor doğal olarak.
Ama sen hekime yetişmiş hocalara yeterli ekonomik gücü verirsen o
zaman onlarda üniversitede kalıp insan yetiştirirler (Ahmet, İç
Hastalıkları).
Manevi Yorgunluk
Bunu sıradan bir şeymiş gibi söyleyebilir misin? Ne kadar aşağılık bir
şey, insanlığa aykırı yani. Sen bir şeyler söyleyeceksin ve insanlar senin
o söylediklerinle hastalığa yaklaşacaklar ve bu konuda yönlerini
çizecekler. Büyük bir ciddiyetle ve büyük bir inandırıcılıkla oynaman
lâzım ama çok iyi oynaman lâzım. Oynamıyorum diyen yalan söylemiş
olur. Böyle bir saçmalık yok. Ben kendi annemi de babamı da kanserden
kaybettim. Hep onları düşünüyorum yani kafamda. Bu benim annem,
benim babam veya benim kardeşim. Ama beni çok tüketiyor yani.
Bırakacağım dayanamıyorum. Çünkü sürekli insanların öleceklerini,
ölme olasılıklarının yüksek olduğunu mücadele etmeleri gerektiğini
söylemek çok zor işler (Akif, Genel Cerrahi).
Ben bir ameliyat yaptığım zaman bütün ameliyatlar iyi gitmiyor ki. Bir
sürü terslik oluyor ameliyatta. Kimseye söylemiyorsun. Ne karına, ne
çocuklarına, ne etrafındaki insanlara onun kaygısıyla gece yatağında sen
düşünüyorsun. Bu acaba böyle mi olacak, şöyle mi olacak. Olduğu
zaman şöyle oldu, böyle oldu. İnan hiç umurumda bile değil hastaların
şikâyet edip etmemesi. Sırf kendi açımdan bakıyorum olaya. Çektiğim
yürek sıkıntısının haddi hesabı yok yani. Onu ben bilirim (Akif, Genel
Cerrahi).
Hakiki Meslek Hiç umurumda değil böyle adamlar. Ben kendi öğrencilerime hekimliği
böyle gösteriyorum. Bu iş böyle yani. Dünyada kalan birkaç meslekten
235
bir tanesi yani. Dünyada meslek kalmadı. İktisatçılık diye bir meslek
olmaz. İşletmecilik diye bir meslek olmaz. Avukatlık olabilir, doktorluk
olabilir, öğretmenlik olabilir. Dünyada birkaç tane meslek kaldı. Geri
kalan hepsini herkes yapıyor zaten. Ciddiyet gerektirir. Biz insandan
bahsediyoruz. Bunların akılları var, ruhları var, kalpleri var. Önce
erdemli bir insan olacaksın. Ondan sonra bir hekim olacaksın (Akif,
Genel Cerrahi).
Zor Meslek Önce erdemli bir insan olacaksın. Bu dönemde hekimlik çok zor. Bırak
uzmanlığı falan (Akif, Genel Cerrahi).
Tabip Tabipler aynı zamanda filozof, filozoflar aynı zamanda tabip (Deniz,
Göğüs Hastalıkları).
İktidar Pratiği
Temel tıp gibi. Hani bilimin temeli olarak fizik, kimya üzerinden
konuşursak tanımlar bilinecek. Uzmanlık alanlarımız oldukça geride.
Yazık orada kalmış. Bunun içerisinde hastayla uğraşmanın şöyle de bir
artısı var. Hastaya müdahale etmek bir iktidar pratik aslında. Siz
hastaya bunu yapın veya yapmayın diyorsunuz. Ben sizin ciğerinize bir
boru sokacağım veya sokmayacağım. Şimdi bir biyokimyacıyı düşünün.
Hastada yok ortada. Bir kan var. Cam makine çalıştırıyor gönderiyor
onu. Bir iktidar pratiği kurmuyor (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Cerrah
Eskiden bedeni işleri daha fazla yapan neşter tutabilen ben sadece size
diyebiliyorum ki şekerli şeyle yemeyin. Bu sizin tercihiniz. Yersiniz
veya yemezsiniz. Ama sizin atıyorum bağırsağınızda bir hastalık var.
Ameliyat edeceğim. Bana bağlı bir şey. O zaman bıçak tutmak çok kritik
bir şey. Bir daha bizim aramızda bir hiyerarşi oldu. Bıçak tutup bedeni
kesebilenler ve kesemeyenler. Aslında tarihin gerisine baktığımızda
kesebilenleri hep berber yapmışlardı. Ama şimdi o iktidar pratiğinde bu
anlamda çok doğru bir tespitte bulunuyor bize. Müdahale edebilen
tahakküm kurabilen ve sen ameliyat masasında anestezisiz yatarsın.
Benim elimdesin. Her şeyi yapabilirim. Bu doğal olarak bir hiyerarşi
getirdi bize ve genel cerrahi çok öne çıkmaya başladı (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Ben de var demem. Ama biz cerrahlarda çok vardır. Maalesef öyleyiz
(Alper, Üroloji).
Uzman Hekim
Bilimsel olarak yok ama karakter olarak tabi ki olabilir. Bir çocuğun
eline silah verirseniz nasıl kullanacağını bilmez. Eğer hekimde bir
karakter zaafı varsa uzmanlığını kötüye kullanabilir. Der ki “bu işi ben
biliyorum.” Televizyonlara çıkar. Hasta arttırmak için gereksiz reklam
yollarına girer. Etik olmayan yollara başvurabilir. Yani hekimin
karakteriyle alakalıdır. Yoksa genel olarak hekim karakterli ve düzgünse
uzmanlığın hiçbir zararı yoktur. Sadece faydası vardır (Fatih, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları).
Şimdi meselâ bir atomu parçalama olayı. Meselâ bununla siz nükleer
denizaltı, nükleer santral de yapabilirsiniz, atom bombası da
yapabilirsiniz. Uzmanlık böyle bir şeydir. Hiçbir zararı yoktur doğru
ellerde olduktan sonra olması gerekir (Fatih, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Adı üstünde uzman. Şimdi artık hekimlik sanatı çok farklı bir şey.
Hastalıklar çok ilerledi. Tanı yöntemleri çok ilerledi. Eskisi gibi sadece
bir pratisyen hekimin yapabileceği şeyler bellidir. Pratisyen hekimin
görevi şudur; hastayı görür, genelde doğru uzmana yönlendirir. Artık
pratisyen hekimin tedavide yeri kalmadı (Ahmet, İç Hastalıkları).
Sonuçta her doktor, her uzman 6 yıllık eğitiminde bütün her şeyi
öğrenir. Bu sadece klinik bilimler de değil. Anatomiyi de öğrenir
236
mikrobiyolojiyi de öğrenir ve bunları bilir. Hasta bakarken de sonuçta
bunlar üzerinden kendi uzmanlığını yaparken de bunlar üzerinden yapar
yani. Yani bir enfeksiyon uzmanı, bir pediatrist mikrobiyolojiyi bilmezse
enfeksiyon tedavi edemez. Yani bir cerrah anatomi bilmezse zaten
ameliyat edemez. Bunlar zaten bunların üzerine olmuş bir şey. Bunların
temelinden ayrılmaz (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Garanti Meslek
Bakkala gittiğinde bulgur istediği zaman kimse kahraman doktora bulgur
vermez. Benimde diyor kredi kartım var. Bir de şu da gerçek. Ben bir
orta üst sınıf aileyim. Çocuk özel okula gidiyor. Bilmem ne olacak.
Yarın üniversite derdi var. Ben diyor belli bir şey kazanmak zorundayım.
Sistemde bu ben seçmedim diyor bu sistemi. Ona göre uzman seçmek
hangi alana gideceğim? Çocukları ne yapacağız? Ama hâlâ garantili bir
meslektir hekimlik (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Garanti gelir, garanti iş ve iyi bir doktor. O yüzden üniversite sınav
sonuçları bunları gösteriyor (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Nobran Hekim
Nobran hekimlik tarafından uzaklaşalım derken evet kötü bir tarzdı
gerçekten şimdi tümüyle müşteri memnuniyeti, tüketici hattına doğru
yönelme var. Hasta falan değil bu insanlar. Bir müşteriler. Bunun
üzerinden tarif ediyoruz (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Eski Hekimlik
Aslında çok temel bir şey var. Biz hekimleri aslında uzmanlaşmadan
ziyade bizi sıkıntıya sokan ne biliyor musun? Hastaya genel muayenesini
yapmamak, direkt tetkike ve röntgene göndermek. Elle muayene
yapmıyoruz. Direkt teste gönderiyoruz. Görüntüleme yöntemleri. Ama
bir elle muayene kalmadı (Tarık, Üroloji).
1934’teki sıtmayla, şarbonla, veremden insanlar ölüyorken bütüncül tıpla
yaklaşabilirsiniz ama akciğer hastalığının en iyi tedavisi ona yönelik ilaç
vermekse o olmayabilir. O biraz çağla ilgili bir şey bence. 1930 ile 1960
arasında Türkiye’deki hastanelerle ilgili çekilen fotoğraflar var. Onu
görmüştüm, orada o hissiyatı almıştım. Orada insan var ortada. Doktor
var ve hastaya yardımcı oluyor. Onu hissediyorsunuz. Orada ilginç bir
şey de var ama. Doktor ne kadar bilgili, deneyimli ve becerikli olsa da
aslında çok düzgün, doğru tedavi hastaya çok daha iyi hekimlik yapıyor
belki de. Belki biz şuan onlar gibi hekim değiliz. Eski doktorlar gibi. O
kadar insancıl tarafı da kalmamış gerçekten. Bu aslında insan olmayla
ilgili bir durum. Şuan için insanlık beraber teknolojinin gelişimi insani
duyguların belki biraz daha baskılanmasına neden oluyor gibi
(Ramazan, İç Hastalıkları).
Hikmet
Kesinlikle hikmet kayboldu. Popüler kanalların birindeydi. Bir
kardiyovasküler cerrah iki hastaya kalp ameliyatı yapmış kapaklarını
değiştirmiş. İki hastada birbirleriyle anlaşmışlar sevgili olmuşlar
evlenecekler. Bizim medyanın içinde çok popüler bir konu işte bu.
Hocam kalbi kırık olan insanlar acaba birbirlerini kırmazlar mı? Gibi
geyik bir haber var ortada. İşte soruyorlar sizin kalbiniz kırık öbürünün
kalbi kırık siz kalbinizi düzelttiniz acaba birbirinizin daha az mı
kırarsınız falan? Doktorada sordular. Doktor güldü çekti. Sonra biraz
daha sıkıştırdılar. Hocam gerçekten böyle bir etkisi var mıdır? Felsefi
düzeyde bu kadar sığ. Kalbi kırık olan insanlar, kalbi kırık olan insanlar
acaba birbirinin kalplerini kırmazlar mı? Doktor da dedi ki; bu soru dedi
hekimin yanıtlayacağı bir sorudur dedi. Ben doktorum. Çok iyi bir
uzman (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Eskiden o çok iyi bir doktor, çok iyi bir teknisyen çok iyi bir kapak
değiştiricisi ama o kapağın takıldığı kalbin insanın dilinden
anlayamayacak düzeyde hikmeti kopmuş. Çünkü dünya hikmetle
237
uğraşacak düzeyde değil (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Olgun Hekim En az iki sene genel hekimlik yapmalı. O zaman daha olgun hekimler
oluşuyor (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Konsültasyon Hekimliği
Bence en önemlisi konsültasyon hekimliğinin çok iyi işlemesi. En son
bilgileri öğrenmiş olursunuz (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Fikir almak tıpta çok önemlidir. Doktorlar bazen egoları yüksek
insanlardır. Ben her şeyi bilirim. Ama aslında tıp en çok danışılması ve
beraber konuşulması gereken bilimlerden biri (Tarık, Üroloji).
Ahlâklı Hekim
İyi hekim ahlakla yetişir. Ne olursan ol ahlaklı ol. Her şey iyi bir
zeminde yetişir zemin önemli. Sen en iyi tohumu da diksen toprak
verimsizse hiçbir manası yok. Hem hovarda olup hem de ahlaklı
olunmuyor yani. Sistem şöyle, hem para hem saygı hem de yaptığın işten
zevk alman lâzım (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
İyi hekim nasıl yetişir derseniz? Önce ona erdemli olma öğretilmeli.
Hekimlik eğitiminden önce insan olmayı öğretmek lâzım. bu da
eğitimcilerin problemidir (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
İyi Hekim
Iyi hekim istekle yetişir. Zorlayarak hiç kimseye bir şey öğretemezsin.
Severek isteyerek yapıyorsa yetişir. Konsültasyona hekim çağırdığında
hekimin yanında duruyorsa ben neyi yanlış yapmışım, hangi soruyu
sormayı unutmuşum? İyi hekim bu şekilde yetişir (Binnur, Acil Tıp).
Sağlık Danışmanı
Hepsinden bir şey edinerek girdin. O yönden sen artık hekimlik değil
sağlık danışmanlığı olarak görev yapacaksın. Senin görevin orada bir
gastroenterolog, bir endokrinolog olmaktan çıkar bir sağlık danışmanı
pozisyonuna gelirsin. O zaman şunu yaparsın. Arkadaş bu benim
alanımla ilgili değil (Tekin, İç Hastalıkları).
Refere Edilen Refere edilmesi gereken yerler, refere edilen yerlerdir aslında
uzmanlar (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Şifacılar
Milattan önce 2000den itibaren bu zamana gelirsek yaklaşık 5bin yıllık
zaman dilimi içinde de çok farklı değil yani süreç genellikle bu işle
uğraşan insanlar dinsel kimliği olan insanlar yani şifacılar (Akif,
Genel Cerrahi).
Yabancılaşma
Hiç şüphesiz, işte şeyi yitirmeye başladık. Hastalığın özgünlüğünü
eskiden bize hep şey derlerdi. Hastalık yok hasta var. Şimdi paradigma
rehberler var. Standartlar var. Sizin bu standarda uymanız lâzım. Bu
standart bronkoskopi on beş dakika sürer. Beş dakikada çıktığım
bronkoskopi de var. Bir saatte çıkmadığımda var. İstisnadır bunlar. Sizi
bir tür çok tipik bir yabancılaşmayı tanımlayabiliriz. Yaptığınız işle
hasta arasındaki o özel sırrı sihri kaybedip standart paket istiyor
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Artık mesleğini kendisinin bir parçası olarak görmüyor. Ben giderim
sekiz beş mesai yaparım denizi dalgalandırmayalım bulandırmayalım
hiçbir şeyi araziye uyum sağlayalım ama öne çıkmayalım (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Rehber
Rehberleri bu insanlar oluşturuyor aslında yani siz bu rehberlere göre
bu kitaplara göre hastaları muayene ediyorsunuz. Geriye döndüğünüz
zaman da bu geriye dönük ana branşlara dönüyorsunuz. Bir çocuk
hekimi ya da dahiliye hekimine ne zaman neyi göndermesi gerektiğini
öğretiyor. Yani aslında bir döngü onlar bir. Birbirini besleyen şeyler
(Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Tecrübe Tıp denen şey tecrübeye bakıyor. Siz bir alanda ne kadar
tecrübeliyseniz hastayla o kadar iyi muayene edebilirsiniz (Ülker, Çocuk
238
Sağlığı ve Hastalıkları).
Hayat Kurtaran
Hizmettir yani. Ama mühendis hizmet sektöründe çalışmaz. Yapar
karşılığını almak ister. Sen burada hasta arrest oluyor. Hayatını
kazandırıyorsun karşılığı ne hiç. Normal yine maaşını alıyorsun. Ekstra
adam bana malının yarısını veriyor mu? Beni yeniden canlandırdın.
Dünyaya döndürdün diye… Doktor Rahmi Koç’un hayatını kurtardı.
Senin hayatını kurtardı tamam mı? Rahmi Koç’un yüz milyar lirası var.
Diyoruz ki Rahmi senin hayatını kurtardık. Elli milyarı senin olsun, elli
milyarını bana ver. Sen de yok, sen ne isteyeceğim? Aynı işi yaptım
(Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Hizmet Veren
Mühendis bir şey ürettiği zaman veyahut da başka biri ürettiği zaman
onun parasal olarak karşılığını alıyor. O bölümde o üretiyor, sen
pazarlıyorsun. Bir problem yok. Ben üretiyorum ama
pazarlayamıyorum (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Doktorluğu siz kendiniz için yaparsanız zaten pratisyen olarak da doktor
kalırsınız. Profesör olarak da doktor olabilirsiniz. Pratisyen olarak doktor
kalmakla profesör olarak doktor kalmak arasında sadece bilgi olarak
biraz fazlalık vardır. Ama hekimliği insanlar için yaparsanız ne
pratisyenken ne profesörken unvanınıza bakmadan çalışırsınız,
okursunuz yeni bilgiler edinirsiniz insanlara faydalı olursunuz (Tekin, İç
Hastalıkları).
Bütün Bakabilen Hekim
Artık doktorlar komple doktor değil. Komple doktor olan sadece şuanda
acil tıp uzmanları (Binnur, Acil Tıp).
Risk alanın düşmüş oluyor ama aslında gerçekten iyi bir hekimsen risk
alman lâzım. İyi bir hekimsen bu hasta grubuna her şeyiyle hakim
olman lâzım (Hale, İç Hastalıkları).
Çocuk hastalıkları da öyle. Onların da yeni doğanı var. Bebekler var,
erişkin var. Büyüme çağında çok geniş hasta ve hastalık grubu var ki
onların da çok geniştir meselâ. Ama iyi hekim olmanın gereği bu senin
uzmanlık alanına şu kadarcık giriyordur ama sen şurasını da bilmek
zorundasın yani (Hale, İç Hastalıkları).
Hekimlikte bir bütünlük vardır. Diğer bilim dalları gibi
düşünmüyorum. İşletme bilirim ama iktisatı bilmeyebilirim. Az da olsa
bütün doktorlar kalple ilgili bir problem varsa majör problemi atlamaz
(Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
239
9. ARAŞTIRMANIN GENELİNDEN ELDE EDİLEN ÇIKARIMLAR
Araştırmanın bu kısmında, araştırmacının konuya ilişkin bulguların tümünden
elde ettiği çıkarımlara yer verilmiştir. Araştırmacı, elde edilen temalar haricinde tıpta
uzmanlaşma olgusunu açıklamaya yönelik değerli bulduğu görüşleri bu kısımda
aktarmıştır. Her bir çıkarım teması; uzmanlaşmanın, hekimin ve sağlık sisteminin
konumunu resmetmesi açısından oldukça önemlidir. İlgili çıkarımlar “Yurtdışı-Türkiye
Mukayesesine Dayanan Çıkarımlar”, “Metafor Kullanımı”, “Performans Sistemine
İlişkin Çıkarımlar” ve “Geçmiş Günümüz Mukayesesine Dayanan Çıkarımlar” şeklinde
temalaştırılmıştır.
Yurtdışı-Türkiye Mukayesesine Dayanan Çıkarımlar
Katılımcılar, görüşmeler esnasında sık sık yurtdışına vurguda bulunarak,
uzmanlaşmanın yalnızca Türkiye'de değil yurtdışındaki birçok ülkede de görüldüğü ve
hekimlerin bir alanda yoğunlaşma içerisinde olduğunu belirtmişlerdir. İlgili ifadelere
aşağıda yer verilmiştir:
Yurtdışında da baktığımız zaman hani çocuk kendi alanımdan örnek verirsem
çocuk, çocuk enfeksiyonu hattâ bizden daha ileri yurtdışında çocuk enfeksiyonu
içerisinde immüne yetmezliği çocuk enfeksiyon genel çocuk enfeksiyon diye
enfeksiyonun da spesifikleştiğini görüyoruz. O nedenle Türkiye’de ileriki yıllarda bu
bölümlerde yeni bölümler oluşacak belki alt dallarında daha da spesifikleşme
gelişecek olarak düşünüyorum (…) Az önce de bahsettim yurtdışı eğitime de
gideceğim orda biraz baktım ben nasıl oluyor ya insanlar bizde bir çocuk enfeksiyon
var ama orda enfeksiyonun içerisine işte immüne yetmezlik enfeksiyonu hattâ
AIB’lerin takip edildiği spesifik bir hastanın takip edildiği ayrı klinik var. Ama ilerde
ben inanıyorum onlar da Türkiye’ye gelecek. Çocuk enfeksiyon tek başına
olamayacak. Belki çocuk bakteriyel enfeksiyon diye olacak belki immüne
yetmezliklerinin enfeksiyonu bilemiyorum yani yurtdışında var immüne
yetmezliklerinin hastalığı diye birim var enfeksiyonun içerisinde ama böyle alt dallar
olacak gibime geliyor (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Zaten daha önce yurt dışında bizden önceki uzmanlaşma gerekliliğinden olduğunu
düşünüyorum (Onur, Enfeksiyon Hastalıkları).
Türkiye’de de var dünyada da var her alanda bu var (…) Bunu çok az insan yapıyor
Türkiye’de dünyada da birisinin bunu yapması lâzım (Gökhan, Kardiyoloji).
Türkiye şartlarında da akademik kariyer yapmanız gerekiyorsa da akademik kariyer
için de bunlar şart. Sadece Türkiye içinde böyle değil dünyada da bunlar böyle
yani (…) Türkiye’de de örnekleri var yurtdışında da örnekleri var (Ülker, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları).
Uzmanlaşma 1980’ler sonrası çok daha gündeme gelen yani bu sadece Türkiye
orijinli değil bu biraz da yurt dışı da orijinliği yani 1980’ler sonrası bütün dünya da
240
aslında iş şeye doğru dönüyor (…) Dünyada bilimin geldiği bir şey. Yani senin
dışındaki diğer bilimlerde de aynı şey olmaya başladı (Şener, Ortopedi ve
Travmatoloji).
Siz bilgiyi gereksiz yere çoğaltırsanız neden? 1990’larda bilgi çoktu bize göre,
seksenlerde de bilgi çoktu bize göre şimdi daha çok bize göre. Ama seksenlerdeki bazı
bilgileri kullanmıyoruz. Doksanlardaki bazı bilgileri de kullanmıyoruz. Şimdiki bazı
bilgileri de kullanmıyoruz. Hani uzmanlıklarımızda ona göre artıyor (Tekin, İç
Hastalıkları).
Aslında yurt dışında bu işler daha da sıkıştırılarak yapılıyor. Genetik
sendromlarından bir tanesi bir kişi çalışıyor. Ama o konuda her şeyi çalışıyor yani.
Her şeyiyle o konuyu ele alıyor. Ne kadar bu konuda alanı daraltırsanız o konuda
aslında çalışma yapmanız yayın çıkarmanız ve o konuda uzmanlaşmanız o kadar geniş
olur (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Gelişmiş ülkelere baktığımda bizim gibi gelişmekte olan ülkelerle
karşılaştırdığımda küçük mesleklerde bile ciddi anlamda bölünmeler var (Alper,
Üroloji).
Metafor Kullanımı
Metafor; benzetmenin alenen yapılmadığı durumlarda kullanılan bir retoriktir.
Araştırma kapsamında hekimler uzmanlaşma sürecini anlatırken birçok kez metafor
kullanım yoluna gitmiştir. Kullanılan metaforlar Fontanier’in (1968; Akt. Derrida, J.
and Moore, F. C. T., 1974) fiziki ve metafiziki şeklinde yaptığı sınıflamaya göre
kategorize edilmiştir. Bu sınıflama, fiziki (canlı) ve fiziki olmayan (cansız) nesnelerin
kendi aralarında yapılan benzetmelerine dayanmaktadır.
Canlı fiziki bir nesnenin yine fiziki bir nesneye benzetilmesiyle elde edilen
çıkarımlar şu şekildedir:
Ben bütün vücudu kalp olarak düşünüyorum. Kalp olarak görüyorum derken aslında
tek bir hücre olarak görüyorum. Biri kalp görevini görüyor biri böbrek görevini
görüyor biri beyin görevini görüyor (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Ondan sonra branşlaşınca genel tababet içerisinde olmuş oluyorsun. Şunun gibi bir
tamirci geliyor. Sadece lastik tamircisiyim diyor. Hayatında başka bir şey görmemiş.
Arabayı sadece lastik olarak görüyor. Hâlbuki arabanın genelini bilmek zorunda. En
azından bir fikri olmak zorunda (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Meselâ sanayi de belki bir tamir dükkânı açıp birçok marka otomobile
bakabilirsiniz. Birbirine yakınlar ama hekimlikte bunu yapamazsınız. İnsan vücuduyla
oyun olmaz. Bir deneyelim oluyorsa devam edelim hekim yapmamalı bunu yani. Etik
olmaz (…) Meselâ bir motor ustası düşünün sesinden anlayabilir problemini. Daha
hiç açmadan motoru uzmanlık böyle bir konfor sağlıyor (Fatih, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları).
Farklı bir şey yapacaksa o ormandaki kırmızı ağaç olmalısın. Siyah ormandaki eğer
çok farklı bir şey yapıyorsan. Ama arkandaki siyah ormandan soyutlayamazsın
kendini (Binnur, Acil Tıp).
241
Bence teknolojide de böyle. Mühendislikte de böyle. Sadece arabaların bir şeyiyle
uzmanlaşan insanlar var (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Bu yüzden uzmanlaşma oluyor. Bu bütün her yerde oluyor sadece tıpta değil. Diğer
bilim dallarında da oluyor. Sanayi de bile oluyor. Kamyon tamircisi başka, otobüs
tamircisi başka, araba tamircisi başka. Araba tamircisi de kimisi Volvo’yu iyi tamir
ediyor, kimisi mercedesi iyi tamir ediyor (…) Sen şimdi araba almaya gittiğinde tofaş
var, Mercedes var her biri farklı (Engin, Kadın Hastalıkları ve Doğum).
Cansız fizikî bir nesnenin fiziki olmayan cansız bir nesneye benzetilmesiyleelde
edilen çıkarımlar şu şekildedir:
Tabii ki atıyorum trafik kazasına nasıl müdahale edileceğini bilsen unutmazsın.
Bisiklet binmek gibi bir şey. Yani unuttuğunuzu zannedersiniz bisikleti ilk sürmeye
başladığınızda her şey olduğu gibi devam eder. Acil müdahale de öyle bir şey (Deniz,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Basit bir örnek vermek istiyorum. Meselâ Murat 124 araba. Murat 124’ün ABS’si
yok, elektronik diferansiyeli yok. İşte otomatik camları yok. Isıtması yok. Bunlar
yoksa bozulamaz da değil mi? Yani teknik olarak. Onun üç beş tane parçası var.
Onlara ihtiyacı var o kadar. Bunun ustası da o kadarını biliyor. Ama üst düzey bir
araba geldiğinde bir sürü özelliği var. Mecburen bir usta artık her şeyini bilemiyor. Ne
oluyor? Elektrikçi diyorsun. Bu elektrik kısmına bakıyor sadece. Öteki motorcu ama
işte otomatik vites tamircisi, otomatik vitesinde kuru tiplerinin tamircisi gibi. Çünkü
her şey çok detaya girmiş. Hepsine hâkim olmak zor, olmuyor. Hâl böyle olunca
bizim tıp sektörü de böyle oldu. Yani detaylar artık insanlar dediler ki ihtiyaç
hissettiler. Ben falan filanla ilgileneyim. Türkiye’de bu biraz geriden geliyor. Niye?
Türkiye’de hâlâ ciddi oranda halkın tıbba bakış açısında yetersizlik var (Coşkun,
Genel Cerrahi).
Hematoloji dalağını al demiş ama bu olay böyle arabanın motorunu sök oradan
bujisini çıkart o tarz bir şey değil. Bir bütün az önce dediğiniz gibi. Genel cerrahi de
dahiliye de çalıştığı birimin bütün sistemlerle ilişkisi olduğu hastalık gruplarında
meselâ kalp damar cerrahisi sadece kalp ve damarla ilgileniyor ama kan her şey kan
her tarafa gidiyor ona bakarsan (Coşkun, Genel Cerrahi).
Bak şimdi marangoz gibi değil doktorluk. Marangoz alır meselâ sadece masa yapar.
Ama adam dolap yapamaz. Şimdi doktorlukta sen bir hastayı ameliyatı o kadar basit
değil (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Meselâ Almanya’da bir saat fabrikasına giderseniz çalışan çok fazla departman
görürsünüz. Adam otuz yıl boyunca sadece pim takar. Başka bir şey yapmaz. Kordonu
da ben yapayım yoktur. Kordonu da bir ekip yapar. Pimi bir ekip yapar. Yelkovan,
akrebi bir ekip yapar. Öyle gider. Mühendislik bile o hale gelmiş. Dolayısıyla da tıp
da bir şeyle uğraşayım ama en iyisi olayım düşüncesiyle uzmanlaşma bence doğru
bir tercih (Alper, Üroloji).
Ford’un arabaları kullanması ve vidaları sıkması. Oraya bakarsanız o işçi arabanın
tümünü üretme kalktığı zaman daha uzun zamanda daha az araba üretiyor. Ama
sadece bir vidayı sıkmaya çalıştığı zaman bu otuz tane kişiyi o arabaya verdiğiniz
zaman üretimi hızlandırıyorsunuz artı değeri yükseltiyorsunuz kar maksimizasyonu
tıpta böyle yani (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
242
Tıp bir derya deniz. Uçsuz bucaksız bir deniz. Her şeyi çok iyi bilmek çok iyi
öğrenmek imkânsız (Savaş, Genel Cerrahi).
Her bir konu her bir alt dal bile tıpta derya deniz yani çok geniş kapsamlı olarak
düşünülmelidir (…) Ama genel dahiliye dediğimiz derya deniz yani (Onur,
Enfeksiyon Hastalıkları).
İkisi bir biriyle özdeş. Yani eğer siz uğraştığınız işi en iyisine taşımak istiyorsanız
meselâ küçük bir bakkal açtınız bunu büyük bir markete dönüştürmek istiyorsanız
daha çok çalışmanız lâzım. Ama bakkalla siz tatmin oluyorsanız eğer ancak bir
mahalleye, bir sokağa hitap edersiniz. Hekimlikte bundan çok farklı değil (Fatih,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Günümüzde artık genel cerrahi, onkolojik cerrahi, endokrin cerrahi diye ayrılıyor.
Bunun yararı ne? Herhangi bir bilgisayar üretimi hakkında bir kişi bilgisayarın her
şeyiyle uğraşıyor mu? Hayır. Sadece önüne gelen kısım ne ise orayı yapıyor ve sıfır
hatayla yapıyor (Binnur, Acil Tıp).
Diyelim ki yüz bin bytlık bir bilgi var ama insan hafızası iki yüz bin bytlık. O zaman
ne yapacak? Artı sekiz bytı insan yapamaz. O zaman biz beş tane insan yaparız iki
bytlık. Her biri birimin bir kısmını bilir. Böylece bilim şey olur. Yani uzmanlaşma
birazcık bu anlamda ortaya çıkmış bir şey. Yani bilginin bu kadar çoğalmasıyla. O
zaman da ne yapmaya başladı insanlar? Belli yöne doğru yönelelim ve bunlara
bakalım (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Yapacak çok şey var. Ne kadar alanı daraltırsanız o kadar çok şey yapma ihtimaliniz
olur. Ne kadar alanı geniş bırakırsanız o kadar olayı kaçırma ihtimaliniz olur. Yani bu
şuna benziyor. Bir kilometrelik bir alanda koşun derlerse her alana basamazsınız.
Ama elli metrelik bir alanda koşun derlerse her alana basar her alanı adınız gibi
bilirsiniz (Ceyda, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Canlı fiziki bir nesnenin cansız bir nesneye benzetilmesiyle elde edilen
çıkarımlar şu şekildedir:
Herkes forvet olamaz futbol takımında (Alper, Üroloji).
Bizim gördüğümüz hasta sayısı binlercedir. Bu otuz senelik bir hekim olduğunu
düşünürsen gördüğü meme sayısı memleketin meme sayısı kadar vardır yani. Ama bu
onun zihnideki meme kavramını değiştirmez. Çünkü o masaya yatan kişi birey senin
karşındaki bir hasta. Ben hattâ bazen şey yaparım. Muayene masasına yatırırım.
Acaba hastalar nasıl hissediyorlar diye? O farklı bir olay. Bu kadın doğumcuyu
düşünürsen onun işi daha zor ona bakarsan. Hayatı bozulur, psikolojisi bozulur ama
bu dışarıdaki insanlarla alakalı bir olay değil. Benim gözümde bir hasta vardır. Bir de
arkadaş vardır, sosyal insan vardır ayrı. Hasta artık benim gözümde irdelenecek bir
bulmacadır. Onu sosyal hayatın içine de koyarım. Onu hiçbir zaman bu benim
sevgilimdi, annemdi, bu babamdı gibisinden ayırt etmeye başlarsan artık o bulmacayı
çözemezsin. Çünkü o anda o masaya yattığında senin kafan elli bin tane ihtimalle
çalışıyor. Benim kafam bu kadar sene bütün bilgiyi aldı ama ne zaman işe yarayacak
bu? İşte o hastayı muayene ederken işe yarayacak (Coşkun, Genel Cerrahi).
Bilakis sen kendi bedenine yatırım yapmak zorundasın. Aynı bir işletmeye yatırım
yaptığın gibi. Yoksa iflas eder. Böbreklerin iflas eder. Dilimiz tümüyle ekonomi
terimlerine gitmeye başladı. Böbrekler iflas etmiş cihaza bağlamışlar. Beden artık bir
243
kaynak gerçekten. İnsan kaynağı siz buna yatırım yapabilirseniz bu benim
sorumluluğumda (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Canlı bir nesnenin cansız bir nesneye benzetilmesiyle elde edilen çıkarımlar şu
şekildedir:
Tek başına yapmadan özgüvenin gelişmez. Sorumluluğu tek başına alacaksın. Sen
orada kaç sene çalışırsan çalış intörn olarak faydası olur ama tek başına illaki o
direksiyona senin geçmen lâzım (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Kullanılan metaforlar hekimlerin gözünden; tıbbın, sağlığın, hekimlerin ve
uzmanlaşma sürecinin metalaşma eğilimi içerisinde olduğunu göstermektedir.
Performans Sistemine İlişkin Çıkarımlar
Araştırmanın katılımcıları, görüşme boyunca sağlık sistemi içerisindeki hekimin
mevcut konumunu, hekim-hasta ilişkisini ve mesleki değerlere ilişkin konuları
performans sistemi çerçevesinden aktarmışlardır. Ele alınan konular; performans
sisteminin sağlık anlayışına uygun olmadığı, sağlık çıktılarının “para” üzerinden
ölçülmemesi gerektiği, hekimlerin performansının daha insancıl bir yöntemle
değerlendirilmesi gerektiği hususundadır.
Tam gün yasası ve performans uygulaması gittikçe kötüye gidiyor. Tıp fakültelerinde
ve eğitim veren eğitim hastaneleri de dâhil olmak üzere performans olamaz. Çünkü
eğitim veren hastanenin misyonu üçüncü basamak hizmet vermektir. Bu yasa
diyor ki; kardeşim sen üçüncü basamak olarak hizmet verme toplumda en sık görülen
hastalıklara bak çokça bak çok para al diyor. O zaman ne yapıyor hoca? Karaciğer
ameliyatı yapmak yerine beni ona zorluyor. Beş tane fıtık ameliyatı yap o gün
diyor (…) Güya sağlık hizmeti güzel işliyor. Sağlık hizmeti burada kamu hastanesi
olmasına rağmen burada verilmesi gerekirken burada değerini almadığı için ben
burada karaciğer ameliyatı yapıyorum yüz lira veriyor bana atıyorum fıtık ameliyatı
yapıyorum ona da yüz lira veriyor. Standardizasyon yok yani. Ama ben bir fıtık
ameliyatını asistanıma bırakırsam bir saat on beş dakika sürüyor. Kendim yaparsam
kırk dakika sürüyor. Karaciğer ameliyatını ben beş saatte yapıyorum (Kadir, Genel
Cerrahi).
Şimdi düşünebiliyor musunuz? Benim performansımı ölçebilmenin yolunu bana diyor
ki, ne kadar fazla bronkoskopi yapabilirsen o kadar fazla işte şöyle bir şeyimiz
yok ki ben gelen her hastaya bronkoskopi yapsam hastanenin en iyi hekimiyim. Tıp
fakültesi için konuşuyorum. Görevce daha etik diyelim. Daha akademik daha bilimsel
ay sonunda bana listeler geliyor. Toplantı yapıyoruz. Bu ay en fazla X doktor
kazandırmıştır. Teşekkür ederiz. Prof. Dr. Orada bilmem kimin adı. Biraz nasıl
yapabiliriz nasıl katkı sağlayabiliriz. Tıp fakültesinde en azından böyle söylüyorum.
Nasıl bu ciroyu artırabilecek katkılar yapabiliriz. Özel hastanedeki adam diyor ki;
gelecek ay böyle yapmadığınız zaman kusura bakmayın sözleşmeyi yenileyemem
(Deniz, Göğüs Hastalıkları).
On dakika sonra başka bir hastaya geçmeniz lâzım. O zaman ben ölçülebilir değerler
koymak zorundayım. İyi hissediyorum kötü hissediyorum on iki dakika içerisinde
244
benim bunu halletmem lâzım. Sen iyisin eğer bir problemin varsa psikolojiktir sen
oraya git. Hasta ölçülebilir bir hale gelmeye başladı. Standart o makineleşme hali
başlıyor (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Çok fazla hasta bakamazsın ama performans sistemi bunu gerektiriyor. İnsanlar
performans sisteminden kaynaklanan nedenlerden dolayı daha fazla hasta bakmak
istiyorlar. Maddi açıdan da ama çok fazla hasta bakmak poliklinikte bunun katkısı
olmuyor. Tabi çok fazla hasta bakmak çok verimli olmak demek anlamına da
gelmiyor. Ama insanları da çevirmemek lâzım. eşit dağılım her hastaya yeterli zaman
ayırmak da gerekiyor (Onur, Enfeksiyon Hastalıkları).
Performans ile iş herkese eşit verilmeli. Performansı böyle yaparsan kıskançlıklara
neden oluyor. Herkse performans yapacağım diye asli işlerini aksatıyor. Meselâ,
akademik anlamda araştırma yapmıyor. Gereksiz ameliyatlar çok oluyor. Performans
için yapıyorlar. Şimdi siz adamdan dört bin lira alacakken on dört bin lira verirseniz o
da su istimal edilebiliyor (Selim, Kalp-Damar Cerrahisi).
Şimdi yeni performans getiriyor. Ne oldu? Adam basit ameliyatları çok yapıp daha
çok para kazanırken meselâ, onkolojik cerrahi sekiz saat ameliyata giren adam daha az
para kazanıyor. Bu hak mı yani? Baktı ki böyle onkolojik cerrahi yapan hekimler
kalmadı. Diyor ki, ben yapamam git sen başka yerde ol. Onun yerine üç tane prostat
yaparım daha çok alırım. Daha az riskli. Öbürkünde ölme riski var aslında sonra sen
uğraşacaksın. Sonuçta sen kendin için yapmıyorsun. Tamam, mesleki bir şeyin ama bu
hastaneye hizmet ediyorsun, bakanlığa hizmet ediyorsun. Oranın memurusun yani.
Seni görevlendirmiş. Arkanda onun desteğini hissetmemem kötü bir his. Kötü
durumlarda yalnız hissettiğin zaman ben niye kendimi şey yapayım? (Tarık, Üroloji).
Hekimlere performans sistemi uyguluyorsun cildiye doktoru adam elli bin puan,
beyin cerrahı da alıyor elli bin puan. Aynı, risk. Ama sinir sistemiyle uğraşıyor.
Hocam şurada bir sivilce çıktıda, mantar varda ayağımın arası kaşınıyor da falan krem
veriyor, kaşıntıyı giderci hap veriyor bizle aynı parayı alıyor. O da yanlış. Bir de şu
yanlış, ben üç senelik hekimim öbürü beş senelik hekim. Ay sonunda çok az hasta
bakmışım, çok az ameliyat yapmışım, senden fazla sen. Diyelim ki üç günde izin
kullanmışsın hattâ ay sonu geliyor atıyorum bana yatıyor altı bin lira sen benden üç
sene kıdemlisin diye ben altmış bin puan yapmışım sen kırk beş bin puan yapmışsın
aynı puan değil sen bir de üç gün izin kullanmışsın bana altı bin yatıyor sana yedi bin
beş yüz puan yatıyor. Benim hizmetim niye yok ortada? Diyor ki sana elli bin puanda
ben öderim diyor. Altmış bin puanı ödemem diyor (Furkan, Kulak Burun Boğaz
Hastalıkları).
Tek başına performans olarak düşünürsen ne kadar çok hasta o kadar çok puan, o
kadar çok para gözüyle bakar. Ben acilde on beş santimlik koldaki kesiği diktiği
zaman aldığım puanla kadın doğumun sezaryen yaptığı puan aynı. Bizim amacımız
puan toplayıp para kazanmak olmamalı (Binnur, Acil Tıp).
Hastanelerde uygulanan performansa dayalı sistemin kalkması lâzım. Çok çok fazla
sakıncası var. Ücret sisteminin performansla direk böyle bağlantılı olması yanlış bir
şey (Çetin, Göğüs Hastalıkları).
Burası hizmete hastanesi değil. Burada öğrenci yetiştiriyorsun. Nasıl öğrenci
yetiştiriyorsun? Tıp fakültesi öğrencisi yetiştiriyorsun. Uzmanlık öğrencisi
yetiştiriyorsun. Yardımcı doçent de aslında öğrencidir. Doçent de öğrencidir. Asistan
da öğrenci. O kadar kişiye hizmet vermen gerekiyor. Burada sadece hasta bakman
değil. Belki hasta bakma bizim üçüncü işimiz veya dördüncü işimiz olması gerekiyor.
245
Bu arada ders anlatman gerekiyor. Yazı yazman lâzım. Kendini geliştirmen lâzım.
Şimdi devlet hastanesinde çalışan hekim farklı. Kariyer düşünmüyor. Eğiteceği asistan
yok. Ders anlatması, yazı yazması, kendini geliştirmesi, isterse yapabilir. İsterse
yapar, isterse yapmaz. Ama akademisyenliğe girdiğiniz zaman bunların yapılması
bekleniyor artık. Meselâ atabilmen için şu kadar puanı tuttur. Benim o puanı tutturman
için yazı yazmam lâzım, araştırma yapmama lâzım. ne zaman yapacağım. Bir taraftan
hasta bakarsam ne zaman yapacağım. Devlet hastanesiyle üniversite hastanesini bir
görmemek lâzım. ikisi farklı şey (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Bir parodi var hattâ trajik komik bir parodidir. İşte hekim koridorda hasta geliyor.
Sonucunu gösteriyor. Hocam bir bakar mısınız? Önce tersliyor hastayı. Bakıyor,
“tamam bir şeyin yok git” diyor hastaya. Tam gider eşi arıyor adamın. Hayatım diyor
“çok güzel bir mobilya takımı beğendim. Almak istiyorum.” bunu falan diyor. Ne
kadar üç bin lira üf tamam al al diyor. Hastayı geri çağırıyor. Gel bakayım diyor.
Senin safra kesende taş var. Ameliyat etmemiz lâzım. Ne kadar üç bin lira. Derken eşi
tekrar arıyor. İşte perde de alalım. Ne kadar? İki bin lira. Gel gel diyor. Senin işte
böbreğinde de bir şey varmış. Gel onu da alalım. Bu olmamalı yani. Hastaya bakarken
hekim bu ameliyatı yaparsam elektrik faturamı öderim. Bu kadar hasta bakarsam
arabamın benzinin çıkartırım dememeli (…) Bir kulak burun boğazcının bir lafı var.
Bademcik ameliyatının endikasyonu nedir? diye. İki endikasyonu; bir bademciğinin
olması iki parasının olması derdi. Böyle bakarsan dört bin beş bin TL kazanacak
hasta çıkar zaten (Alper, Üroloji).
8.6.1. Sağlık Fabrikası
Hekimleri değerlendirebilmenin yolunun performansa dayalı ödeme sistemine
dayandırılmasıyla hekimler, yaptıkları iş kadar ücret almakla yükümlü tutulmuştur. Ne
kadar “çok hasta”, o kadar “çok para” anlayışının hâkim olduğu sağlık kuruluşları
Deniz Bey’in gözünden adeta bir “sağlık fabrikası” perspektifiyle okunmaktadır:
Çünkü neoliberal piyasanın işleyişi parça başı hizmettir. Eğer hizmeti de
anlayabilirseniz onu ölçebilirsiniz ve ücretlendirebilirsiniz. Ölçebildiğiniz her şeyden
de kâr maksimizasyonunu artırabilirsiniz. Artık biz şuraya doğru gitmeye başladık.
Bronkoskopi yapıyor mu? Yapıyor. Kaç dakikada sürer bir bronkoskopi on beş dakika
sürer. Ölçelim o zaman. Diyelim ki on beş dakikayı açıyorsa doğru yapmıyordur. On
beş dakika içerisinde tamamlamamız lâzım. Şunu ölçüyorsunuz. Bir ayda kaç
bronkoskopi yaptı. Kırk tane yaptı. O zaman size ayakta şeyi getiriyor bana. Standart
ölçümleri. Kırk tane. Benim hasta grubumda elli tane ise ne yapacağım (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Geçmiş-Günümüz Mukayesesine Dayanan Çıkarımlar
Hekimler uzmanlaşmanın nedenlerini, geçmiş-günümüz kıyaslarına dayanan
ifadeler aracılığıyla açıklamışlardır. Tarihsel süreç içerisinde yaşanan değişimi kimi
zaman mekânlar, kimi zaman olaylar, kimi zamansa şahıslar üzerinden aktararak
vermişlerdir.
Öğrencilik dönemi ile günümüz branşlarını kıyaslayarak uzmanlaşmanın gelişim
sürecini anlatan Akif Bey’in görüşleri şu şekildedir:
246
Ben kendi öğrenciliğimden bile biliyorum. Pek çok branşın şu anda bizim
birbirinden ayrı olarak gördüğümüz branşın aslında bi yerde toplanmış olduğu yerler
vardı meselâ yani cerrahiler açısından söylenecek olursa ben öğrenciliğe başladığımda
1980’de üroloji yeni ayrılmıştı, genel cerrahiden şimdi ortopedi vardı ee kadın doğum
ayrıydı meselâ plastik cerrahi, göğüs-kalp-damar cerrahisi ee kalp-damar cerrahisi,
beyin cerrahisi onların hepsi genel cerrahi ihtisasından sonra ee belli bir dönem genel
cerrahi ihtisası görülüp ardından işte branşlaşıyordu yani. Ee çok yeni aslında bu süreç
yani. Eski bir tarihsel açıdan da bakarsanız eskiye dayanan bir şey değil bir işin bu
yönü var yani (Akif, Genel Cerrahi).
“Türkiye ve dünya” şeklinde bir kıyaslama ile Kadir Bey’in,
Türkiye ve dünya gerçeği farklı. Birinci basamak sağlık hizmetleri hastalıklara %90-
95 çözüm bulunabilmektedir. Eskiden sağlık ocakları şimdi aile hekimliği yapardı.
Ufak tetkikleri biyokimyasal analizleri basit işlemler yapılırsa 95 yoksa %90 fizik
muayene ile falan saptanıp tedavi edilebiliyordu (Kadir, Genel Cerrahi).
Aristo dönemindeki hekimlerin tabip yönü üzerinden bir aktarımla Deniz
Bey’in,
Tıbbın uzmanlaşması gerekiyor muydu? İlk bilgi denilen şey. Aristo bizim için en
büyük damara ‘aort’a adını veren kişi hem de felsefeci filozof. Bunların ikisi arasında
bir ayrım yok hiçbir zaman. Doğrudan bakarsanız tabipler aynı zamanda filozof,
filozoflar aynı zamanda tabip. O zaman böyle değerlendiriliyordu (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
İbn-i Sina dönemi tıp bilgilerinden günümüze uzanan tıbbi bilgi birikiminin
değişimi üzerinden örnek veren Tarık Bey ve Alper Bey’in,
Genel tıp dediğimiz bundan yüz yıllar önce İbn-i Sina bütün hastalıklara bakıyormuş.
Çünkü konuyla ilgili bilinen bilgiler çok sınırlıymış. Ama geldiğimiz noktada tıpla
ilgili genel bir nosyona yüzeysel sahip olabilirsiniz ama mecburen uzmanlık dallarına
ayrılmak zorundasınız (Tarık, Üroloji).
Bence bilginin artması. Yani İbn-i Sina döneminde ki tıbbı ele alırsak insan
vücudunun bilindiği kısmıyla şuan bilen kısmı arasında dağlar kadar fark var. (Alper,
Üroloji).
“Otuz-kırk yıl önce” ifadesiyle, genel cerrahinin branşlara ayrılma serüvenini
aktaran ve uzmanlaşmaya övgü gönderen Savaş Bey’in,
Kalp damar cerrahisi bundan otuz, kırk yıl önce genel cerrahinin içindeymiş bizim
hocalar hep anlatır. Zamanla hep ayrılmış. Şimdi genel cerrahi de kendi arasında
ayrılıyor. Endokrin cerrahi, tümör cerrahisi diye ayrılıyor. Hem hasta takibi için iyi
hem de yaptığın işin daha iyi olması için iyi (Savaş, Genel Cerrahi).
“Bizim zamanımızda” diyerek bundan çeyrek asır önceki pratisyen hekimlerin
daha donanımlı olduğuna dikkat çeken Ahmet Bey’in,
Bizim zamanımızda pratisyen hekimken biz uzmanın yapamayacağı şeyleri de
yapıyorduk yeri geldiğinde. Her türlü vakaya bulaşıyorduk. Ben meselâ mecburi
247
hizmette kalça kırığı geldi. Bir ortopedi uzmanı gibi onu tedavi ettim. Ateli aldım, ağrı
kesicisini yaptım, ağrısını dindirdim. Ertesi gün geldi gördü ortopedistler. Bir gün
bekletebiliyordum (…) Şimdi bir tıp fakültesinde üç yüz dört yüz kişiye ders
veriyor olur mu? Biz bire bir üç kişi beş kişi ders alırdık hocalarımızdan eskiden.
Şimdi topluca yüz kişiye anlatıyor adamın bir kulağından giriyor öbüründen çıkıyor.
Veyahut da biz hepimiz tek tek deney yapıyorduk hasta muayene ediyorduk. Uzaktan
bakarak bazı branşların…(Ahmet, İç Hastalıkları).
Çağımızın getirdiği bir hastalık herkes asosyalleşiyor. Paylaşma, yardımlaşma. Çünkü
bizim seksenlerin dönemlerindeki nesil kalmadı. Biz daha hümanist insanlardık,
hekimler olarak da toplumsal olarak da farklı bakış açılarımız vardı (Ahmet, İç
Hastalıkları).
Eski dönem tıbbı ile günümüz tıbbının farklı olduğundan bahseden Ülker
Hanım’ın,
Biz 20 yıl önceki tıptan da bambaşkayız 50 yıl önceki tıptan da bambaşkayız. 1800’li
yıllardaki tıptan da çok bambaşkayız (Ülker, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
1980’li yıllardan sonra uzmanlaşma faaliyetlerinin hız kazandığına ve
uzmanlaşmanın geldiği noktanın bilimsel gelişmelere dayanması konusuna değinen
Şener Bey’in,
Uzmanlaşma 1980’ler sonrası çok daha gündeme gelen yani bu sadece Türkiye
orijinliği değil bu biraz da yurt dışı da orijinliği yani 1980’ler sonrası bütün dünya da
aslında iş şeye doğru dönüyor (Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Fizik bildiğin fizik değil ki optik ya da mekanik, elektrik şimdi böyleyken tamam
güzel ama elektrik nereden bakarsan bak Aristo’nun zamanında ya da şeyin
zamanındaki elektrik veya Sokrat’ın zamanındaki elektrik sadece statik elektrikti.
1920’lerde Edison’lar bu alternatif elektrik çıkınca o zaman elektrik başka bir boyut
olmaya başladı. Başka bir boyut almaya başlayınca o zaman fiziksel Aristo’nun bildiği
fizik temel bir fizikti. Ama sen fiziğin daha alt branşlarına gittin. Şimdi bunu şeye
yüklemek doğru değil bence. Bilimin de getirdiği bir yer burası. Senin dışındaki bilim
buraya doğru geliyorsa sen de o zaman diyorsun ki ama bilim başka bir şey istiyor
(Şener, Ortopedi ve Travmatoloji).
Daha derin öğrendikçe eskiden daha doktorluk da yokken. İbn-i Sina, Hipokrat
diyelim şimdi o adamlara baktığın zaman bunlar sadece tabip mi? (…) Şimdi onlar
biliyordu ama onlarda sınırlıydı. Şimdiki yapılan her şeyi onlarda yapmıyordu yani.
(…) Eskisi gibi değil. Eskiden bir tane yazma kitap olacak da o okuyacak ötekine
anlatacak öyle yani. Bir tane yazma kitaptan yüz tane kişi faydalanıyordu. Ama şimdi
öyle değil ki herkesin kitabı elinde. Bir tane değil on bin tanesi elinde (Şener,
Ortopedi ve Travmatoloji).
şeklindeki görüşlerine sırasıyla yer verilmişti.
248
10. ARAŞTIRMADA TESPİT EDİLEN DİKKAT ÇEKİCİ
SÖYLEMLER
Şimdi böyle genel olunca aslında siz bir noktaya odaklanmakta zorluk çekebilirsiniz ve hani her
şeyi yapayım derken hiç birey yapamayabilirsiniz. Ama bir şeyi daha iyi bilirseniz o
noktada daha güzel sonuçlar alabilirsiniz (Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Bazı hastalar gerçekten tek bir alanın olmuyor. Çok bulguları oluyor ve çözülemiyor
(Adnan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları).
Muayene ücreti beş yüz lira. Bu çılgınlık ya! Bu adam bütüncül bakış açısını nereden
sergileyecek. Tek sergilediği bakış para olur (Akif, Genel Cerrahi).
Tabipler aynı zamanda filozof, filozoflar aynı zamanda tabip (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
İki tane cümle var. Öksürüğü olan hastanın filmi ektedir. Bu kadar. Ben de orada standart bir
okuma yapıyorum. Tekrar gönderiyorum. Hastayla film arasında eskiden hastanın filmi şimdi
film ayrı hasta ayrı (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Şimdi paradigma sermayenin kâr maksimizasyonu için ölümsüzlük vaat ediyor. Yok öleceğiz.
Ölümlü bir canlıyız bunu kabul edelim (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Her bir parçasıyla ince ince uğraşmak lâzım. Türkiye’deki muhalif daha çok soldan
gördüğüm hareketlerin en büyük sorunun bu olduğunu düşünüyorum. çok toptancı konuşuyorlar.
IMF, Dünya Bankası hayır hiç tereddütsüz evet. Kapitalist sistemin hegemonyasında benim
hastanemde bu iş nasıl dönüyor? Bunu göreyim. Buradaki küçük şeylerle orayı birleştirmem
lâzım. O yüzden uzmanlaşma bunun içerisinde okunabiliyorsa çok değerli bir şeydir. Yok teknik
bir sorun göğüsçü şu kadar falan bu boş. O yüzden çok değerli olduğunu düşünüyorum o küçük
alanların. Oraları daha çok çalışmamız lâzım. Mikro iktidarlar nasıl oluşuyor? (Deniz, Göğüs
Hastalıkları).
Her dokuz kişiden birinin bir tomografisi var. Öyle diyorum ben hastaya. Öğrencilere de aynısını
anlatıyorum. Dikili ağacımız yok. elimizde paramız yok mutlu değiliz. En azından tomografimiz
var cd’den (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Bizdeki örneği uzmanlaşmaya bağlarsak ilgi çoğaldı anlam kayboldu. Niye yapıyoruz?
Bilmem. Film şirketten (Deniz, Göğüs Hastalıkları).
Meselâ az olan şeyler daha rahat oluyor. Özel sektörde çalışmak isteyen hekimler için de öyle
aynı zamanda daha spesifik bir iş yapmak bu işe daha rahat sarılmanızı ve daha başarılı olmanızı
getiriyor (Tarık, Üroloji).
Ama esas bizi yoran ve bizi bıktıran zorlayan kısım şu oldu. Hekimler sizin emrinize amade.
Gidin ne istiyorsanız yapmak zorunda (Tarık, Üroloji).
Bizim hastalarımızın hepsi yarım tıp fakültesi mezunu olduğu için teşhislerini kendileri
koyabiliyor. İşte bende şu var diyorlar (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Hekim hastaya bakar. İşi o zaten. Niye bakmasın ki? Hekimin hasta bakmayla çok hasta bakma
problemi o değil ki. Yaptığın işe saygı duyulmuyor. Hem şahsına duyulmuyor hem de yaptığın
işe şimdi her şey artık maddileştirildiği için hastalar para verdikleri yere daha iyi gözle
bakıyorlar (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Diyor ki özele götüreyim. Niye? Özeldeki doktor adı özel ya işte daha iyi bakacaklar öyle
görüyor. İyi doktor diyor kötü doktor olsa devlette kalır mıydı? Diyor. İyi doktor ki para
vermişler oraya transfer etmişler (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
Sistem kanser olmuş! (Furkan, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları).
249
Bir şey çoksa kıymeti az oluyor (Savaş, Genel Cerrahi).
Üniversiteden mezun olup da reçete yazmadan mezun olan insan çok gördüm (Savaş, Genel
Cerrahi).
İnsan doğası gereği tıp fakültesi mezunları da uzmanlık tercihlerini yazarken TUS sınavlarında
işte iyi bir şehir, nöbetin az olduğu bir branş, daha az çileli branşlar, gelirinin daha fazla olduğu
branşlar çünkü şu an esnaflığa döküldü iş. Ne kadar çok hasta varsa o branşlar biraz daha
pirim yapıyor şu an. Böyle olmamalı (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
İnsan yetiştirelim hekim arkasından gelir zaten (Fatih, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
Farklı bir şey yapacaksa o ormandaki kırmızı ağaç olmalısın. Siyah ormandaki eğer çok farklı bir
şey yapıyorsan. Ama arkandaki siyah ormandan soyutlayamazsın kendini (Binnur, Acil Tıp).
Hastalık yok hasta vardır. Her şey kitapta yazıldığı gibi olmaz. Sağ kulak memesi ağrısıyla kalp
krizi teşhisi konulur. Normalde kalp krizi nasıldır diye yoldaki adama sorsanız sol omuzla
çeneye, kola yayılan ağrı der (Binnur, Acil Tıp).
Uzmanlaşmanın mantığında da böl yönet kısa ve küçük belirli sistemler üzerine. Sistemden
performansı tamamen kaldıracaksın. Yani ne kadar köfte o kadar ekmek olmaz sağlıkta (Binnur,
Acil Tıp).
Ne kardiyolojiyle alakası kalıyor ne onunla alakası kalıyor ne bununla. Hiçbir şeyle alakası
kalmıyor (Hale, İç Hastalıkları).
Makroskopik uzmanlıktan mikroskopik uzmanlığa geçiyoruz (Hale, İç Hastalıkları).
Benim gözümden hiçbir şey kaçmaz. Çocuk uzmanlığı almış birisi olarak bahsediyorum
(Rıdvan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları).
250
ALTINCI BÖLÜM
GENEL DEĞERLENDİRME, SONUÇ VE ÖNERİLER
1. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Nitel araştırma yöntemi kapsamında olgu bilim deseniyle kurgulanan
araştırmanın bu bölümünde, tematik analiz neticesinde elde edilen bulguların
değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Uzman hekimlerle görüşmelerden elde edilen
bulgular; hekimlerin tıpta uzmanlaşma nedenlerine, yan dal yapma nedenlerine, tıpta
uzmanlaşmanın hasta, hekim ve sağlık sistemi açısından sonuçlarına, tıpta
uzmanlaşmanın bütüncül yaklaşım çerçevesinden değerlendirilmesine, tıp eğitimi ile
tıpta uzmanlık eğitimlerinin uzmanlaşma açısından değerlendirilmesine ilişkin
konularda temalaştırılmıştır. Ayrıca araştırmada, hekimlerin “hekim” ve “uzman hekim”
algılarına, araştırmanın genelinden elde edilen çıkarımlara ve araştırmacının tüm veriler
arasından derlediği dikkat çekici söylemlere yer verilmiştir. Son olarak katılımcıların
tıbba ve tıpta uzmanlık sistemine ilişkin yönelttikleri öneriler de araştırma kapsamında
değerlendirilmeye alınmıştır.
Uzman hekimlerin tıpta uzmanlaşma konusuna ilişkin görüşleri, deneyimleri ve
algıları araştırmacının “seyyah rolü” (Kvale, 1994) üzerinden kurgulanmış, kişisel ve
mesleki görüşlerinden süzülerek birçok alıntı değerlendirilmeye alınmıştır.
21. yy’da uzmanlaşmanın geldiği nokta, katılımcı görüşlerinden de anlaşılacağı
üzere, bilimsel bir gereklilik ve zorunluluk sonucu ortaya çıkmış, dolayısıyla kaçınılmaz
bir hâl almıştır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere paralel olarak artan bilgi birikimi ile
baş edemeyen insanlık tarihi; çalışma alanlarının ve bilginin bölünmüş rolleriyle karşı
karşıyadır. Hâkimiyet güçlüğü yaşadıklarını belirten hekimler, makro alanlar yerine
mikro alanlara yönelmektedirler. Bu durum insan vücudunun bölümlere ayrılmasıyla
sonuçlanarak; her bir sistem, organ ve hücre ile ilgilenen bir uzman hekimin ortaya
çıkmasına sebebiyet vermiştir.
1.1. Hekimlerin Tıpta Uzmanlaşma Nedenlerine İlişkin Bulguların
Değerlendirilmesi
Katılımcıların tıpta uzmanlaşma nedenlerine ilişkin görüşleri; tıbbın uzmanlık
alanlarına ayrılma nedenleri bağlamında hekimlerin uzmanlaşma tercihleri üzerinden
251
değerlendirilmeye alınmıştır. Söz konusu nedenler; ekonomik nedenler, kendini
gerçekleştirme üzerine nedenler, mesleki gelişim nedenleri, teknolojik nedenler, tıp
biliminin gelişimi, sağlık sisteminden kaynaklanan nedenler, toplumsal beklentiler,
sağlık piyasasının yönlendirmesi, hasta ve hastalık kaynaklı nedenler ile iş bölümü
şeklindeki temalardan oluşmaktadır.
Yukarıda belirtilen temalardan da anlaşılacağı üzere, tıpta uzmanlaşmanın
nedenlerini açıklamaya yönelik çok sayıda alt tema ortaya konmuştur. Örnekleriyle
verilen anlatılar kimi zaman hekimlerin kişisel nedenlerine dayanırken kimi zaman da
tıbbın geldiği son nokta açısından açıklanmıştır. Her bir tema kendi içerisinde birçok
örnek, yaşantı, deneyim ve gözlem içermektedir. Elde edilen deneyimlerden yola
çıkarak hekimlerin tıpta uzmanlaşma konusunu anlamlandırma biçimleri ve
uzmanlaşma eğiliminin altında yatan nedenler detaylı bir şekilde ortaya çıkarılmıştır.
Ekonomik nedenler arasında yer alan yüksek gelir beklentisi realist bakış açısı
ile yorumlanacak olursa sosyal bir gerçeklik içermektedir. Keza, katılımcılar arasından
bir hekimin “Uzman, pratisyenden; yan dalcı, uzmandan daha fazla kazanıyor.”
şeklinde bir ifade belirtmesi, ekonomik beklentinin nedenine yönelik bahsi geçen sosyal
gerçekliği özetlemektedir. Kutsiyet atfedilen böylesi bir mesleğin “kazanç” kapısı
olarak görülmesinden öte, mesleğe “rant” elde etme arzusuyla girilmesi, hattâ bu
nedenle uzmanlaşma yoluna gidilmesi, mesleğin geldiği son durumu gözler önüne
sermektedir.
Hekimlerin kendini gerçekleştirme ve mesleki gelişim temalarında belirttikleri
nedenler ile kişisel ve mesleki anlamda idealist bir tutum sergiledikleri söylenebilir.
Dışsal bir faktör olarak da tıbbın ve teknolojinin gelişmesi, uzmanlaşma eğiliminde
meydana gelen bir artışı beraberinde getirmiştir. Bu duruma bağlı olarak
uzmanlaşmanın hekimler tarafından bilimsel bir gereklilik hattâ zorunluluk olarak
algılandığı söylenebilir. Öte yandan bilimsel bilgi birikiminin artışı –ki hekimler
günümüz tıbbını derya deniz olarak nitelendirmektedirler- ve insan vücudunun büyük
ve kompleks bir sistem olarak görülmesi karşısında hekimler kendilerini yetersiz
hissetmektedirler. Bu açıdan söz konusu bilgi birikimi karşısından hâkimiyetsizlik
hissiyle hemhal oldukları ve uzmanlaşmaya yöneldikleri söylenebilir.
252
Araştırma kapsamındaki hekimler, teknolojik gelişmelerin uzmanlaşma
nedenleri arasında yer alabileceğini belirtmişlerdir. Benzer şekilde Bell (2008: 2181) ve
Jordan’a (1985: 541) göre, teknik bilginin ve teknolojinin gelişimi ile cerrahi alandaki
klinik uygulamalarda bir takım değişimler meydana gelmiştir. Bilgi ve karmaşıklık
artarak devam ettikçe yeni alanların ortaya çıkması kaçınılmaz bir hâl almıştır. Hatun’a
(2002: 129) göre, geçmişe kıyasla yoğun teknolojik sağlık hizmetlerinin sunulması,
giderek artan tıp bilgisi karşısında kendini güçsüz hisseden hekimlerin var olmasına
sebep olmuştur. Böylelikle hekimler mesleki uygulamalarda giderek dar çalışma
alanlarına kaymışlar ve beraberinde ‘aşırı uzmanlaşma’ gibi bir sonucun meydana
gelmesine sebebiyet vermişlerdir.
Tıpta uzmanlaşmanın gelişimi ve yaygınlaşmasına bağlı olarak tıbbi mesleklerin
itibar ve statüsünde artış görüldüğü söylenebilir (Turner, 2011: 190). Bu minvalde
uzmanlaşma nedenlerini toplumsal statü ve prestij bağlamında açıklayan katılımcı
görüşleri, hiyerarşik anlamda uzmanlık derecesinin artmasına bağlı olarak artan
saygınlık çerçevesinde şekillenmiştir.
Katılımcılara göre, hekimlerin herhangi bir branşta uzmanlaşma nedeni,
Türkiye’nin sağlık örgütlenmesinde pratisyen hekimliğe gereken önemin verilmemesi
ile açıklanmaktadır. Bu durumu, sağlık sisteminin sunduğu şartlar açısından açıklayan
hekimler, birinci basamak sağlık hizmetlerinin hastalar tarafından tercih edilmediğini
belirtmişlerdir. Ayrıca hastaların uzman hekimlere olan talebi, ikinci ve üçüncü
basamak sağlık kuruluşlarında yoğunluk oluşturmuş, piyasada bir uzman hekimin
görüşüyle tatmin olmayıp bir ya da birkaç uzman hekime başvuran hasta zihniyetinin
oluşmasına sebebiyet vermiştir.
Sağlığın, piyasa kapitalizmi dinamiklerince şekillendirildiği bir dönüşüm
sürecinde piyasa dinamiklerinin sebep olduğu farklılaşma sonucu hekimler işbölümüne
dayalı olarak uzmanlaşma eğilimi içindedirler (Adaş, 2013: 205). ABD’de sağlık
sisteminin hekimlerin uzmanlaşmalarını özendirici nitelikte olması ve uzman
hekimlerin pratisyen hekimlere göre daha fazla gelir elde etmeleri tıp öğrencilerinin
mezuniyet sonrası bir alanda uzmanlaşmayı tercih etmelerine sebep olmaktadır (Terzi,
2007). Bu sebebe dayanan katılımcı görüşleri, piyasanın biçimlendirdiği yeni bir
uzmanlık algısı çerçevesinden okunabilir.
253
Nesanır ve diğerlerinin (2007) yaptığı bir araştırma sonucuna göre, tıp
fakültesinde okuyan öğrenciler "tek bir branşta uzmanlaşarak hizmet sunulan alanı
derinlemesine bilmek" şeklinde bir ifade ile uzmanlaşma nedenini belirtmişlerdir.
Ayrıca, maddi tatmin sağlamak, bir alanda derinlemesine hizmet sunmak, toplumun
uzmanlara duyduğu güven, akademik kariyer gibi uzmanlaşma nedenleri de bu kapsam
içerisindedir. Benzer şekilde araştırma kapsamındaki hekimler, genel alanda çalışmanın
zorluğundan bahsederek, bir alana odaklandıkları takdirde detaylı öğrenme süreci
hızlanacak ve bu şekilde iyi bir tıbbi hizmet süreci işlemiş olacaktır.
1.2. Hekimlerin Yan Dal Yapma Nedenlerine İlişkin Bulguların
Değerlendirilmesi
Uzmanlaşmanın asla durdurulamayacak bir trend olduğunu ifade eden Britnell
(2011), uzman hekimlerin sağlık hizmetlerindeki rolünün artarak devam edeceğini
belirtmiştir. Katılımcılar, hekimlerin bir üst ihtisasa yönelme nedenlerini, uzmanlaşma
nedenlerine benzer ifadeler kullanarak aktarmışlardır. Ekonomik nedenler, toplumsal
beklentiler, hastalık kaynaklı nedenler, mesleki tatmin sağlamak, genel alanda çalışma
zorluğu ve hakimiyet güçlüğü gibi nedenler hem uzmanlaşma hem de yan dal yapma
nedenleri arasındadır. Yan dal yapma nedenlerinin uzmanlaşma nedenlerinden
ayrıldığını gösteren konular ise; hekimlerin aranan kişi olma isteği, akademik kariyer ve
malpraktis konuları yer almaktadır.
Genel cerrahi alanına özel olarak yapılmış değerlendirme sonuçlarına göre;
hekimlerin genel cerrahi branşını cerrahinin yan dal branşlarına göre daha az tercih
ettiği tespit edilmiştir. Daha az nöbet tutarak hem iş yükünün azaltılması hem de
stresten kaçınma eğilimi, gelecek kaygısı ve belirsizlik yaşamamak, maddi imkânlarını
artırma beklentisi, daha iyi şartlar altında akademik kariyer yapma isteği ve hastaların
talebi gibi nedenlerin yan dal tercihi üzerinde etkili olduğu düşünülmüştür (Ağalar vd.,
2009). Söz konusu nedenlere benzer şekilde; mesleki kontrolü ve hakimiyeti
sağlamanın, yüksek gelir elde etmenin, büyük merkezlerde çalışmanın, spesifik
alanların sağladığı rahatlığın ve akademik alanda ilerlemenin yolunun daha spesifik
branşlarda çalışmaktan geçtiğini belirten katılımcı görüşleri tespit edilmiştir. Ayrıca
hastalıkların çoğalmasına bağlı olarak artan bilgi birikimiyle baş edemeyeceğini
düşünen hekimler spesifik bir yan dala yönelmektedirler.
254
Civaner ve diğerlerine (2011: 10) göre hekimler, herhangi bir tıbbi hata riski
karşısında sorumluluk almamak adına kendilerini defansif tıbba yönelttiklerini
belirtmişlerdir. Bu araştırmadan elde edilen bulgular ışığında; hekimlerin hatalı tıbbi
uygulamalardan kaçınma amacıyla çalışma alanlarını daralttıkları, tedavi, tıbbi
müdahale ve cerrahi işlemlerde uzmanlık alanına girmeyen konulara uzak kaldıkları ve
özellikle daha az hata yapma çabasıyla olabildiğince spesifik ve riski az konulara
yöneldikleri söylenebilir.
1.3. Tıpta Uzmanlaşmanın Sonuçlarına İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi
Araştırma bulgularına göre, tıpta uzmanlaşmanın sonuçları hastalar, hekimler ve
sağlık sistemi olmak üzere üç tema altında değerlendirilmiştir.
1.3.1. Tıpta Uzmanlaşmanın Hastalar Açısından Sonuçlarına İlişkin Bulguların
Değerlendirilmesi
Tıpta uzmanlaşmanın hastalar açısından sonuçları olumlu ve olumsuz açıdan
değerlendirilmiştir. Uzmanlaşmanın olumlu sonuçları arasında yalnızca tıbbi bakım
kalitesinin arttığı yönünde bir görüş yer almaktadır. Bu durum uzmanlaşmanın yalnızca
tedavi boyutunu ilgilendirmesi yönüyle bir üst branşta uzmanlaşmanın önemini
göstermektedir. Fryer Jr’a (1991: 213-228) göre, ABD’de 1970’li yıllarda pratisyen
hekim sayısında düşüş yaşanırken, uzman hekimlerin sayısında ciddi bir artış olmuştur.
Bu durum teknolojik anlamda ilerlemeye ve tıp bilgisinde yaşanan gelişmelere
dayanmaktadır. Bilimsel gelişmelerin de bu sebepler arasında yer alması, hastalar
açısından yeni tedavi yöntemlerinin keşfedilmesi sonucunu doğurmuştur.
Olumsuz sonuçlar arasında katılımcılar tarafından dile getirilen konular; tek bir
hastalığı olmayan hastaların ortada kaldıkları, hastaların meta olarak görülmesi, tedavi
süreçlerinin uzaması ve hekim-hasta iletişiminin aşınması etrafında şekillenmiştir.
1.3.2. Tıpta Uzmanlaşmanın Hekimler Açısından Sonuçlarına İlişkin Bulguların
Değerlendirilmesi
Sağlık profesyonelleri arasında nitelikli iş gücü olarak bilinen ve sağlık
sisteminde, pratisyen hekim olarak var olmak istemeyen hekimler uzman hekim
grubunu oluşturmaktadır.
Sağlık sisteminin şekillendirdiği ve sunduğu şartlara göre hareket eden hekimler,
Yetener’e (2011: 4) göre, mesleki uygulamaları üzerindeki denetimlerini fazla yitirdiler.
255
Bu durum kimlik ve mesleki değer kaybı ile beraber yürüyen bir süreç oldu. Sağlıkta
dönüşümle birlikte hekimler mesleki bağımsızlıklarını, meslekleri üzerindeki
denetimlerini, yaratıcılıklarını ve planlayıcılıklarını tümüyle kaybettiler. Rastegar’a
(2004) göre ise, günümüz hekimleri dış faktörler olarak adlandırılabilecek sigorta
şirketleri, devlet politikaları, yönetim şekli ve yapısı ile şekillendirilmektir.
Mevcut sağlık sisteminde hekimler, daha çok ve fazla sayıda hasta bakmak
durumunda kalmaktadır. Ritzer (2011) bu durumu tıbbın mcdonaldlaştırılması şeklinde
okumaktadır. Benzer şekilde katılımcılar da özellikle üçüncü basamak sağlık
kuruluşlarında hizmet veren uzman hekimlerin yoğun hasta yükü ile karşı karşıya
olduklarını belirtmişlerdir. Hastaların uzman hekime duydukları güven ve ehillik algısı
üniversite hastanelerinde gerekli gereksiz hasta yoğunluğu doğurmaktadır. Birinci ve
ikinci basamak sağlık kuruluşunda görev yapan hekimin teşhis koyup, hastanın
tedavisini yürütebileceği hastalıklar için dahi üniversite hastanelerinin tercih edilmesi,
hekimler açısından iş yükünü artırmakta ve üniversite hastanelerinin kapasitesini doğru
işler için harcamamasına neden olabilmektedir. Bu durum aynı zamanda, asli
görevlerinden biri öğrenci yetiştirmek olan öğretim üyelerinin performanslarının
düşmesine neden olmaktadır.
Uzman hekimlerin en fazla üzerinde durdukları konu uzmanlık sistemi içerisinde
defansif tıbba yönelme durumlarıdır. Malpraktis endişesiyle risk almama eğilimi
gösteren hekimler riskli gördükleri hastaların tedavisine karşı çekinik bir tutum
sergilemekte ve konsültasyona yönelmektedirler. Malpraktis korkusunun temelinde
yatan düşünce ise herhangi bir dava ile karşılaşma ve yargılanma riskidir. Hekimler bu
noktada kendilerini güvencesiz ve sahipsiz olarak görmektedirler. Defansif tıp, tanımı
itibariyle (Yılmaz vd., 2014), hekimin gerekliliği olmayan testlere yönelmesi ve yüksek
riskli görülen hastalardan kaçınılması anlamını içermektedir. Altındiş (2014) defansif
tıbbı; hekimin herhangi bir dava ile karşılaşmamak ve sigorta poliçe primlerini
artırmamak üzere tanı ve tedaviye yönelik gereksiz tıbbi uygulamalara yönelerek
malpraktis davasıyla sonuçlanma riski yüksek olan uygulamalara karşı çekinik durması
olarak tanımlanmıştır. Araştırma kapsamındaki hekimlerin bu noktada kendilerini
güvence altına almak amacıyla defansif tıbba yöneldikleri, ayrıca riskli gördükleri
durumlar karşısında kaçınma davranışı sergiledikleri söylenebilir. Bu durum hiç
şüphesiz uzun vadede hekim-hasta iletişimine zarar verebilir.
256
Araştırmanın hekimlik mesleğini doğrudan ilgilendiren sonuçları arasında
spesifik bir alanda çalışan hekimlerin hastalardan ziyade devletin gözünde değer
kaybetmesi ve bunun mesleki tatminsizlikle sonuçlanması durumu yer almaktadır. Bazı
hekimler uzmanlaşmanın sonucunu tatminsizlikle açıklarken bazıları ise uzmanlaşmanın
mutluluk getirdiğini belirtmiştir. Ayrıca dar alanda ve seçilmiş hasta grubuyla
çalışmanın dolaylı yönden mesleki yetkinliği artırdığı ve yine uzmanlaşma derecesinin
artmasıyla mesleki saygınlığın da arttığı araştırma sonuçları arasında yer almaktadır.
Tıpta uzmanlaşmanın, uzman hekimler açısından bazı kişisel sonuçlar
doğurduğu araştırma temaları çerçevesinde tespit edilmiştir. İş yükü ve uzmanlık
alanının verdiği yoğunluk ile yorgunluktan ötürü tükenmişlik yaşanıldığını belirten
hekimler, tükenmişlik miktarını azaltmak amacıyla belirli hasta grubuyla çalışarak iş
yükünü azaltma yoluna gitmektedirler. Ayrıca hekimler, kast edilen hasta ve akademik
iş yükü karşısında ailelerine az vakit ayırmakta, zaman zaman sosyal hayattan
kopmaktadırlar.
Hekimlik mesleğine atfedilen “yarı tanrı” rolü, uzman hekimlerde “uzmanlık
egosu”na dönüşebilmektedir. Uzmanlık bilgisinden alınan güç, hekimin diğer başka
alanlara muhtaç olmadığını düşündürecek kadar acımasızdır. Belki de bu gücün esiri
altında kalan hekimler, “hekimlikten doktorluğa, şifa elinin değişen yüzünü”
sergilemektedirler. Breton’a (2010) göre, “organlar üstünde yoğunlaşma, bir mesleki
savunma biçimi hattâ bir tür sabırsızlık ve sinirlilik belirtisidir; hekim bu yolla uzmanlık
ayrıcalığından vazgeçmeden hastalık üstündeki egemenliğini sürdürmeye çalışır.” Öte
yandan sağlık sektörünün hekime dayattığı kapitalist paradigma, uzmanlık gücünün de
üstünde görülebilir.
Tıpta uzmanlaşmanın hekimler açısından sonuçları arasında mesleki körleşme
konusu da yer almaktadır. Uzmanlaşmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak belirtilen
körleşme olgusu araştırma kapsamında; körlük, uzaklaşma ve körelme olarak
betimlenmiştir. Mesleki körlük olarak da adlandırılabilecek bu durum, herhangi bir
mesleğe mensup kişinin yalnızca tek bir işe odaklanmasından dolayı kendisini diğer
işlerden ve dünyanın geri kalanından tecrit etmesiyle ortaya çıkabilir. Körleşme
konusunu edebiyat dünyasında entelektüellerin yaşadığı bilgi daralması açısından ele
alan Canetti (1994), konuyu romanında yer verdiği Kien karakteri üzerinden anlatır.
257
Üniversitede Profesör olan Kien, kendi okuduğu kitaplar dışında başka bir dünya kabul
etmeyen, yalnızca kendi bildiklerini üstün sayan ve kafasının içindeki dünyanın
egemenliği doğrultusunda kişisel değerler üreten bir entelektüel tipidir. Kien’in sahip
olduğu üstünlük vehmi, kişinin ilgi alanı dışındaki konulara karşı körlüğünü temsil eder.
Uzman hekimlerin körleşme algıları ise, spesifik bir işin getirisi olarak belirmektedir.
Uzmanlık alanı dışındaki konulara karşı körleşme yaşayan hekimler, kendi alanına
yoğunlaşarak diğer alanlara karşı bir uzaklaşma içerisine girip, körelmektedirler. Bu
durumun hekimlerin bütüncül yaklaşım yeteneklerini yitirmelerine sebebiyet
verebileceği söylenebilir.
1.3.2. Tıpta Uzmanlaşmanın Sağlık Sistemi Açısından Sonuçlara İlişkin Bulguların
Değerlendirilmesi
Katılımcılar, tıpta uzmanlaşmanın ekonomik sonuçları arasında gereksiz tetkik
istemi ve sağlık hizmeti maliyetlerine yönelik konuların olduğunu belirtmişlerdir.
Uzman hekimlerin kendi alanlarında ehil olması gereksiz tetkiki azaltacak, bu durum
dolaylı yönden sağlık hizmeti maliyetlerinin azalmasına neden olacaktır. Hastaların
basit rahatsızlıklarında üçüncü basamak sağlık kuruluşunda çalışan uzman hekimlere
yönelmeleri gereksiz sağlık hizmeti kullanımına ve dolayısıyla maliyetlerin artışına
neden olmaktadır. Sağlık sisteminden kaynaklanan nedenlerle, aralarında koordinasyon
eksikliği bulunan hekimler, birbirinden habersiz tetkik istemine gitmekte, bu durum da
maliyetlerin artmasına sebep olmaktadır. Performans sisteminin uzman hekimleri
ekonomik kaygılarla gereksiz tetkike sevk ettiği de araştırma sonuçları arasındadır.
Tedavi yöntemlerine ilişkin sonuçların varlığına işaret eden hekimler, tıbbın
gelişimiyle teşhis ve tedavi yöntemlerinin geliştiğini belirtmişlerdir. Bu durumun
hekimleri biyomedikal yaklaşıma çektiği, biyopsikososyal yaklaşımdan ise
uzaklaştırdığı söylenebilir.
Tıpta uzmanlaşmanın sağlık sisteminde konsültasyon hareketliliğine yol açtığı
da araştırmanın sonuçları arasında yer almaktadır. Şahinoğlu Pelin’e (2000: 119) göre
hekimler, kendi uzmanlık alanı dışındaki konularda diğer hekimlerden farklı amaçlarla
fikir alabilirler. Eksik bilginin tamamlanması, hastanın psikolojik durumu ve hasta ile
hekim arasındaki ilişkinin etik boyutunun sorgulanması şeklindeki konular,
konsültasyon istenen durumları örnek teşkil edebilir. Bu noktada uzmanlık alanı kadar
konsültasyon çeşidinden de bahsedilebilir. Araştırmada uzman hekimlerin konsültasyon
258
kullanım amaçları; hastayı farklı bir uzman hekime yönlendirme, hekimin kendisini
yetersiz hissetmesi, kendi alanı dışındaki konular hakkında sorumluluk almaması,
herhangi bir hasta ya da hastalık karşısında çıkış noktası bulamaması, farklı bir uzman
hekime danışması, farklı bir uzman hekimin deneyiminden faydalanması ve yine farklı
bir uzman hekimin fikrini alması şeklindeki konulardan oluşmaktadır.
Katılımcılar açısından, modern tıbbın geldiği son nokta olarak görülen “aşırı
uzmanlaşma” ile hekimler, çalışma alanlarının daraltıldığını yalnızca bir organ ya da
hücre yahut spesifik bir hastalık üzerinde çalışılma çabası içinde olunduğunu
belirtmişlerdir. Jordan (1985: 543) fragmantasyon açısından aşırı uzmanlaşmada gelinen
noktayı endişeli bir durum olarak görürken, cerrahi alanlarda çalışan hekimlerin hastaya
bütün olarak bakabilme yolunun tıbbi bakım bilgisinin tümüne hâkim olmayı
gerektirdiğini belirtmiştir. Sayek’e (2009) göre ise, aşırı yan dallaşma temel branşların
çekiciliğini yitirmesine ve çalışma alanlarının daralmasına sebep olmuştur. Özellikle
genel cerrahi ve genel dahiliye gibi bütünün bilgisine hâkim olmayı ve geniş tıbbi
problemlerle baş edebilecek bilgi temeli gerektiren alanların kontrolsüz bir eğilim
içerisinde olduğu belirtilmektedir.
Giddens’a (2012) göre, tıbbi bilgi ağı genişledikçe ve hekimlerde uzmanlaşma
derecesi arttığı sürece, kamu sağlığı konusunda sağlam ve süreklilik arz eden gelişmeler
yaşanması da beklenebilir. Katılımcılar, hekimlerin tıbbi bilgi ağının genişlemesi
sonucunda dar alanlara yöneldiğini; hastalık, organ ve hücre üzerinde uzmanlaşmaların
arttığını belirtmişlerdir.
Günümüz tıp dünyasında bilgilerin birbirinden kopuk olması, hekimlerin hastayı
bir bütün olarak görmelerine engel olmaktadır. Her bir organa ayrı bir hekimin bakması
ya da vücudun her bir parçası üzerine bir hekimin üst uzmanlık eğitimi alması tıbbın
aşırı branşlaşmasına yol açmaktadır. Bu durumun sonucunda, insanlar bir makinenin
parçası şeklinde algılanmaya başlamıştır (Dizdar, 2013). İnsan bedeninin ‘makine’
metaforu vasıtasıyla tasvir edilmesi, herhangi bir makine geliştirilirken insan
bedeninden faydalanılmasını örnek teşkil etmektedir. Bu konum, insanın makine ile
değil, makinenin insan ile sorununu ortaya koymaktadır. Hekimler bu durumu
makineleşme serüveni içinde aktarmışlardır.
259
Modern tıbbın geldiği son noktada ihtisaslaşma düzeyini gösteren aşırı
uzmanlaşma konusu, kontrolsüz ve orantısız bir uzmanlaşmanın sonucunda ortaya
çıkmıştır. Genel hekimlik modelinden uzaklaşan hekimler; riski az, spesifik ve rahat
alanlara yönelmektedirler. Hekimlerin bir kısmı risksiz kabul ettiği bir alanda
uzmanlaşırken, bir kısmı ise kendince belirlediği informal uzmanlık alanlarında
çalışmaktadırlar. Örneğin; genel cerrah olarak hizmet veren bir hekim yalnızca
“karaciğer” ameliyatı yapmakta, kulak burun boğaz uzmanı bir hekim komplikasyon
riski az “bademcik” ameliyatı yapmakta, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı hekim ise
yalnızca “kanserli kadın”lara bakmaktadır. Bu durum hastalık ve herhangi bir organ
üzerinde uzmanlıkların artmasına neden olmaktadır.
Hekimlerin görüşleri doğrultusunda makroskopik uzmanlıkların azaldığı,
mikroskopik uzmanlıkların arttığı sonucuna varılmıştır. Bu durum, hekimlerin ilgi
daralması yaşayarak tek bir konunun tüm yönleri üzerine hâkim olma çabasından ileri
gelmektedir. Farklı olarak tanınma çabasıyla hareket eden hekimler için, tek bir yöntem
üzerinde yahut seyrek görülen hastalıklar üzerinde yoğunlaşarak aslında aynı işlerin
tekrarından kaynaklanan bir vasıfsızlaşma durumu söz konusu olduğu söylenebillir.
Aynı ameliyatın defalarca yapılması ve hekimin farklı hasta görmemesi hem diğer
alanlara karşı beceri körelmesine sebep olmakta hem de işin teknikleşmesine neden
olmaktadır. Böylece hekimler, katılımcı bir hekimin ifadesine göre saatin pimini takan
adamdan farksız hale gelmektedirler.
1.4. Tıpta Uzmanlaşmanın Bütüncül Yaklaşım Çerçevesinden
Değerlendirilmesine İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi
Katılımcılara göre tıp; bütüncül tıp yaklaşımı ve parçalanmış tıp yaklaşımı
olarak iki grupta değerlendirilmiştir. Bütüncüllüğün sağlanması adına ise,
multidisipliner yaklaşım önerisi getirilmiştir.
21. yy. uzman hekimi, hastayı iyileştirmekten çok hastalıkları iyileştirmeye
odaklanmıştır. Dolayısıyla hasta, sayısız uzmanlıkların servis ve odalarında öncelikle
hastalığının başvurduğu hekimin uzmanlık alanıyla ilgili olup olmadığını öğrenmek için
dolaşmak zorunda bırakılmaktadır. Bir lüks otomobil fabrikasındaki tornacının bu
otomobili ne fikir ne de ürün olarak göremeden yaşamını sürdürebilmesi gibi, uzman
hekim de insanın/hastanın bütünlüğünü gözetmeksizin iç rahatlığı içinde vazifesini
260
yapabildiğini sanmaktadır. Bölüm ve alt bölümlere parçalanmış tıp alanında da organik
bütünlüğün tamamı içinde değerlendirme yapabilen hekim sayısının giderek azalmış
olduğu tespiti Demir (2014: 63-64) tarafından yapılmıştır. Bahsi geçen parçalanmışlığın
önüne geçebilmek adına hastaların birden fazla hekim tarafından koordineli bir şekilde
takip edilmesi ve alan dışı hekimlerin görüşüne başvurulması gerekmektedir. Ayrıca,
her bir alt branşın özerkliğini kaybetmeden istikrarlı bir uyum içinde koordineli bir
biçimde çalışması, aralarında yapısal bağlantının sağlanması gerekmektedir. Elbette tıp
sistemi içerisinde tek bir branşın ya da merkezi bir tedavi sürecinin yürütülmesi
imkânsızdır. Tıp sistemi içerisinde alt branşlar arasında koordinasyon eksikliğinin
giderilmesi de verimli ve etkili sağlık çıktılarının edinilmesini sağlayacaktır. Bu amacın,
başta uzman hekimler olmak üzere, diğer tüm sağlık çalışanlarınca gerçekleştirilmesi
gerekmektedir.
Katılımcılardan bazılarına göre, tıbbın parçalanmışlığının sebebi bütünü
görememekten kaynaklanmaktadır. Kendi uzmanlık alanına odaklanan hekimlerin
bilgilerinde körleşme yaşadıkları, tek bir organa odaklanmalarından dolayı hastanın
bütününü gözden kaçırdıkları söylenebilir. Ayrıca hastayı bütüncül manada
değerlendirebilmek için bir hastanede birçok yan dalın bulunması gerekmektedir.
Modern tıbbın insanı makine anlayışıyla ele al(dır)ması karşısında geleneksel tıp
insanı parçadan ziyade bütüncül yaklaşımla ele alıyordu. Geldiği noktadan insan
bedeninin daha küçük parçaları üzerinde yoğunlaşarak, çoğu zaman hastanın bir ‘insan’
olduğunu göremez hale gelmiştir. Meselenin bu noktasında unutulan şeyin geleneksel
tıp anlayışına egemen olan sağaltım yani şifa vermek olduğu göz ardı edilmemelidir
(Kaplan, 2010).
Sağlık bakım hizmetlerindeki parçalanma yalnızca hekimler arasında değil,
hemşireler ve hekimlere bakım hizmetlerinde yardımcı olan hekim dışı klinisyenler
arasında da görülmektedir (Rastegar, 2004). Söz konusu parçalanmanın ortadan
kaldırılması için, hastalara karşı biyopsikososyal yönden yaklaşım gerekmektedir.
261
1.5. Mevcut Tıp Eğitiminin Uzmanlaşma Açısından Değerlendirilmesine
İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi
Katılımcılar; tıp eğitiminin uzmanlaşmayı etkileyen yönlerini eğitimin niteliği,
ders veren hocalar, sınav sistemi ve sistemin en önemli unsuru olan öğrenciler açısından
açıklamışlardır.
Genel hekimlikten, uzman hekim odaklı bir sisteme dönüşümde tıbbın ‘eğitim’
faktörü etkilidir. Özellikle akademisyenlik yapan hekimler klinik konularda araştırma
amaçlı çalışmalar yapmaktadır. Bazı hastalıkların bu çalışmalar için ‘özellikli bilgi’
gerektirmesi, tedavinin de özel olmasını gerektirmekte, bu durum da eğitime olan
ihtiyacı özetlemektedir (Fryer Jr, 1991: 213-228). Nitelikli eğitimin önemine değinen
Fryer Jr (1991) gibi, araştırmanın katılımcıları da tıp eğitiminin bütünselliğine ve
eğitimin standart hale getirilmesine yönelik görüş bildirmişlerdir. Tıp eğitiminin kalitesi
her geçen gün düşmektedir. Bu durumun, tıp öğrencilerinin ilgisizliğinden, az hasta
görmelerinden ve yetersiz tıp eğitiminden kaynaklandığı söylenebilir. Öğrenciler,
mezuniyet öncesi TUS odaklı bir bakış açısıyla eğitimlerini sürdürmektedirler. Sağlık
sisteminde pratisyen hekim olarak itibar görmeyeceğini ve daha az kazanacağını
düşünen öğrenciler temel tıp eğitimini verimli bir şekilde değerlendirmek yerine
mesleki hayatının geleceğine odaklanmaktadır. Hâlen garanti meslek olarak görülen tıp
mesleği yani hekimlik, öğrencilerin gözünde “uzmanlık” alınca değer kazanmaktadır.
Civaner ve diğerlerinin (2011: 10,34) yaptıkları bir araştırma sonucuna göre,
katılımcıların bir çoğu mezuniyet öncesi ve sonrası eğitimlerinin malpraktisi önlemek
ya da azaltmak açısından yetersiz olduğunu düşünmektedir (% 73.8). Ayrıca iki
hekimden biri, günlük pratiğinde kendisini yetersiz hissettiği en az bir uygulama
olduğunu belirtmiştir (% 53.1). Katılımcılar ayrıca, tıbbi bilgi ve teknolojinin hızla
geliştiğini ve bu gelişmelere ayak uydurabilmek amacıyla tıp fakültesi sayılarının
arttığını fakat mezuniyet öncesi ve sonrası eğitimin yetersiz kaldığını, eğitimin hasta
odaklı değil hastalık temelli verildiğini, kontrolsüz uzmanlaşma sonucu ortaya çıkan
aşırı uzmanlaşmanın bütüncül bakışın yitirilmesine yol açtığını vurgulamışlardır. Bu
oranların yüksekliği mesleğin geleceği açısından oldukça kaygı vericidir. Türkiye’deki
tıp eğitiminin yetersiz olma yönü yalnızca öğrenci faktörü ile açıklanamaz. Üniversite
hocalarının performans sistemi neticesinde eğitim yerine hasta bakma eğilimleri tıp
eğitiminin niteliksizliğinin altında yatan nedeni net bir şekilde açıklamaktadır.
262
Risk almayacağı, hastayla daha az muhatap olacağı, nöbet tutmayacağı, çok para
kazanacağı branşları tercih eden öğrenciler açısından, tercih edilecek branşın itibarının
önemli olmadığı söylenebilir. Batı’nın (2016) tespitlerine göre, TUS tercihleri (İlk 100
kişiye göre); Dermatoloji (23), Göz (18), Radyoloji (16), Fizik Tedavi ve
Rehabilitasyon (12) şeklindeyken, Kardiyoloji (2), Çocuk Hastalıkları (1), Beyin
Cerrahisi (1) ve Kadın Hastalıkları ve Doğum (-) şeklindedir. Bu tabloya göre
öğrencilerin, cerrahi branşlar yerine dahili ve temel tıp bilimlerinde yer alan branşları
tercih ettiği görülmektedir. Cerrahi branşlardaki uzmanlıkların yüksek risk düzeyinde
yer alması, komplikasyona açık özellik taşıması, hastayla daha fazla muhatap olması ve
malpraktise açık olması yönüyle tercih edilmedikleri söylenebilir. Tıp fakültesi
kontenjanlarının sürekli artırılması konusu da katılımcı görüşleri arasında yer
almaktadır. Piyasaya kontrolsüz sunulan öğrenci arzı, hem mesleğin prestijini
azaltmakta hem de öğrencilerin kendi aralarında “TUS yarışına” girmelerine sebep
olmaktadır. Bu durum kontrolsüz uzmanlaşmanın önünü açmaktadır.
Türkiye’de performansa dayalı ek ödeme sisteminin uygulamaya girme amacı
Performansa Dayalı Ek Ödeme Yönetmeliği’nde (Sağlık Bakanlığı, 2012), “Sağlık
Bakanlığına bağlı sağlık kurum ve kuruluşlarında, Bakanlıkça belirlenen hizmet sunum
şartları ve kriterleri dikkate alınmak suretiyle, personelin unvanı, görevi, çalışma
şartları ve süresi, hizmete katkısı, performansı, eğitim, öğretim, inceleme ve araştırma
faaliyetleri ile yapılan muayene, ameliyat, anestezi, girişimsel işlemler ve özellik arz
eden riskli bölümlerde çalışma gibi unsurlar esas alınarak, döner sermayeden
yapılacak ek ödemenin oran, usul ve esaslarını belirlemek, sağlık hizmetlerini
iyileştirmek, kaliteli ve verimli hizmet sunumunu teşvik etmektir.” şeklinde yer
almaktadır. Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında herkese sağlık ulaştırılma
hedefiyle ve iyi niyetle ortaya çıktığı belirtilen sistemin, sağlıkta kalite ve performansı
artırma amacı taşıdığı katılımcıların görüşleriyle de sabittir (Bkz; Alper Bey, Deniz
Bey). Gelinen noktada bu iyi niyetin suiistimal edildiği görülmektedir. Sistemin bu
denli çarpık hale getirilmesindeki en önemli etken sağlığın “nicelik” ile ölçülmesi
durumudur. Baktıkları hasta sayısına odaklanan hekim profilinin ortaya çıkması,
hekimlerin uzmanlık tercihinde bulunurken “gelir artışı” odaklı düşünmeleriyle
açıklanabilir. Saltman ve Figueras’a (2004) göre, hekime yapılan ödemelerin yetersiz
olması durumunda performansa dayalı ek ödeme sistemi uzman hekimin “ücret”
263
beklentisini değiştirebilir hattâ gelirini yükseltmek amacıyla eline geçen fırsatları
değerlendirebilir. Nitekim katılımcılar bu meyanda ilgili görüşü destekleyen ifadelerde
bulunmuşlardır (Bkz; Performansa İlişkin Çıkarımlar Teması).
1.6. Tıpta Uzmanlık Eğitiminin Tıpta Uzmanlık Sistemi Açısından
Değerlendirilmesine İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi
Yapılan analiz neticesinde tıpta uzmanlık sisteminin değerlendirilmesine
ilişkin sonuçlar; eğitim kriterleri açısından, hocalar açısından ve giriş kriterleri
açısından olmak üzere üç kategoride toplanmıştır.
Tıpta uzmanlık eğitiminde rol alan hocaların performans kaygısıyla hasta
bakma eğilimde oldukları söylenebilir. Bu durumun eğitimin niteliği üzerinde doğrudan
etkili olduğu söylenebilir. Ayrıca tıpta uzmanlık eğitimine devam eden asistan
hekimlerin hasta ve nöbet yüklerinin fazlalığı nedeniyle eğitimin niteliğinde bir azalma
söz konusudur.
Tıpta uzmanlaşma eğilimi “TUS kuşağıyla” birlikte nitelikten çok niceliğe
önem verilen bir eksende yürütülmektedir. Hekimler, TUS ile ilgi ve yetenekleri
çerçevesinde değil elde ettikleri puan çerçevesinde herhangi bir branşa
yerleşmektedirler. Bu durumun uzun vadede hem sağlık sistemi hem hastalar ve
hekimler açısından olumsuz bir neticeye varabileceği düşünülmektedir.
Sağlık Bakanlığı ve YÖK’ten talep edilen kontenjanlar, belli bir dönem
içerisinde planlanmasına rağmen, katılımcı görüşleri tıpta uzmanlık kontenjanlarında
dengesiz bir dağılımın söz konusu olduğunu, ihtiyaca göre bir dağılım yapılmadığını
belirtmişlerdir.
264
2. ÖNERİLER
Nitel araştırma yöntemiyle kurgulanmış bu araştırma ile hekimlerin tıpta
uzmanlaşma olgusu hakkındaki görüşleri derinlemesine incelenmiştir. Tıpta
uzmanlaşmanın sonuçları, bütüncül yaklaşım ve tıp eğitimi konularında da birçok kritik
sonuca ulaşılmıştır. Araştırma sonuçlarından yola çıkılarak geliştirilen önerilere aşağıda
yer verilmiştir:
Birinci basamak sağlık kuruluşlarındaki hekimlerin, hastaları yalnızca ikinci ve
üçüncü basamak sağlık kuruluşlarına sevk etmekle görevli olduğu algısının
değiştirilmesi adına sağlık sisteminde somut değişikliklere gidilmelidir. Ayrıca,
sağlık kuruluşlarına yapılacak ilk başvurunun kontrol altına alınması
gerekmektedir. Hastaların hastaneye yaptıkları ilk başvurunun kendi tercihleri
doğrultusunda değil, aile hekimi ya da dahiliye hekiminin yönlendirmesi
sonucunda olmalıdır. Böylece gereksiz sağlık hizmeti kullanımının önüne
geçilmiş olacaktır. Birinci basamak sağlık hizmetinin işleyişinin iyileştirilmesi
durumunda ise, hekimlerin zorunlu uzmanlaşma istekleri ortadan kalkacak,
sağlık iş gücü piyasasında sağlıklı bir pratisyen hekim/uzman hekim dağılımı
sağlanmış olacaktır. Bu açıdan birinci basamak sağlık hizmetleri anlayışından,
yalnızca gerektiğinde bir üst aşamaya sevk eden bir hekimlik anlayışına
geçilmelidir.
Üçüncü basamak sağlık kuruluşlarında yaşanan hasta yükünün azaltılabilmesi ve
gerçekten ihtiyacı olan hastaların üçüncü basamak sağlık hizmetlerine
başvurması adına; hastaların hangi ihtiyaçlarla, hangi hekime başvurması
gerektiği konusuna yönelik çalışmaların sağlık paydaşları tarafından yapılması
gerekmektedir. Ayrıca üniversitelerde ve eğitim ve araştırma hastanelerinde
görev yapan uzman hekimlerin (akademisyenlerin) hasta yükünün azaltılması ve
klinik araştırmalara yoğunluk verilmesine imkân sağlanmalıdır.
Mevcut sağlık sisteminde aile hekimliği; ikinci ve üçüncü basamak sağlık
kuruluşlarında çalışan uzman hekimlere erişimi engelleyici bir unsur olarak
görülmektedir. Aile hekimliğinin yalnızca reçete yazan, rapor veren bir
görünümde olması ve hastaların uzman hekimlere fazla güven duymaları sağlık
hizmeti basamakları arasında dengesiz bir dağılıma neden olmaktadır. Bu
265
sebeple, basamaklararası koordinasyonun sağlanması noktasında çalışmalar
yürütülmelidir.
Uzmanlık odaklı sağlık sistemi yerine koruyucu sağlık hizmetlerinin ön planda
olduğu bir sağlık sistemi anlayışına geçilmelidir. Pratisyen hekimliğin eski
itibarının ve fonksiyonunun kazandırılması adına sağlık sistemi ve tıp eğitimi
temelli çalışmalar yürütülmelidir. Bu çerçevede, halk sağlığı uzmanlarının
mevcut sağlık sistemi içerisine daha fazla entegre edilmesi gerekmektedir.
Sağlık hizmetlerinde uzmanlık ağırlıklı bir dağılımından vazgeçilmesi, sistemin
yararına olacaktır. İçinde bulunulan toplumun ihtiyaçları ve hastalıkların
dağılımı doğrultusunda gerçekleştirilmelidir. Bu noktada görev sağlık politika
yapıcılarına düşmektedir. Uzmanlaşmayı zorunlu kılan bir sağlık sistemi
anlayışından uzaklaşılmalı, şartlar hekimlerin görüşleri noktasında revize
edilmelidir.
Sağlığın nicelikle ölçüldüğü bir anlayış olan performansa dayalı ödeme
sisteminin özellikle üniversite hastanelerinde uygulanmasının sakıncalı yönleri
üzerinde durulmalıdır. Bu uygulama Sağlık Bakanlığı tarafından objektif bir
şekilde değerlendirilmeye alınmalıdır.
Hekimlerin nihai amacının iyi sağlık hizmeti vermek olduğu düşünüldüğünde,
hasta bedenlerinin bir bütün olarak ele alınması kritik bir durumdur. Her şeyden
önce bir tabip olarak mesleğini sürdüren hekimin, hastayı uzmanlık piramitinin
en alt basamağında, tüm uzmanlık alanlarından bağımsız olarak değerlendirmeye
alması gerekmektedir. İkinci aşamada uzmanlık alanı açısından değerlendirmeli;
hastanın ve hastalığın bütün bir sistem olduğu, hastanın yalnızca medikal bir
modelden ibaret olmadığı ve biyopsikososyal yönlerinin bulunduğu dikkate
alınmalıdır. Ayrıca, bütüncül yaklaşımın ve multidisipliner bakış açısının
kazandırılması adına; güncel teşhis ve tedavi yöntemlerinin tartışıldığı tıbbi
konseylerin öneminin hastanelerde çalışan tüm hekimler tarafından
benimsenmesi sağlanmalıdır. Bu sayede branşlar arasında yaşanan bilgi eksikliği
ve kopukluğu giderilmiş olacaktır.
Hekim adaylarının tıp eğitimi sürecinde yahut sonrasında, birkaç aylık ek bir tıp
eğitimi almalarının yanı sıra, hastayı anlama ve okuma açısından farklı
paradigmalar kazandırabilecek seminerler, sosyal etkinlikler, sanat dallarından
266
herhangi biriyle meşgul olma şeklindeki etkinliklerin düzenlenmesi tıp
eğitiminin iyileştirilmesinde oldukça önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir.
Bu tür etkinlikleri herhangi bir puan toplama ya da not alma kaygısı gütmeden
gerçekleştirmek ise hem öğrenci hekim adayı hem de mezun hekimin psiko-
sosyal gelişimi açısından bir hayli önemlidir.
Bir ülkede uzmanlık düzeyinin artması, daha etkin sağlık çıktılarının olacağına
dair bir kanıt sunmaz. Bu nedenle daha genel bakabilen, bütüncül bakış açısına
sahip hekimlerin yetiştirilmesi önemlidir. Standart tıp eğitimi ders
müfredatlarının dışında, öğrencilerin kültürel, iletişimsel becerilerinin
arttırılmasına yönelik derslere yer verilmesi de söz konusu anlayışı sağlayacak
unsurlar arasındadır.
Tıp eğitimini tamamlayan her pratisyen hekim en az iki sene genel hekimlik
yapmalıdır. Bu yolla hekimlerin bütüncül tıp bilgilerinin pratize edilmesi
sağlanmış olacaktır.
Tıp makrokosmos, ilgili bilim dalı mezokosmos, hastalık bilgisi ise
mikrokosmos olarak ele alındığında; aşırı uzmanlaşma eğiliminde olan
hekimlerin makrokosmosta yer alan hastaların, hastalıklardan daha öncelikli
olduğu üzerinde durulmalıdır. Bu açıdan, hastaların farklı olmasının yanı sıra her
hastalığın da aynı seyirde, sıklıkta görülmediği hattâ etnik, kültürel, demografik,
ekonomik vb. farklılıklarla yer edindiği göz önünde bulundurulduğunda,
hastaların aşırı uzmanlaşma kıskacından bağımsız olarak ele alınması gerektiği
söylenebilir.
Hekim adayının mezuniyet öncesi tıbbi bilgi birikimi ve klinik becerisini
denetlemek amacıyla tıp fakültelerinden bağımsız (uzmanlık dernekleri vb.)
kurumlar tarafından yeterlilik kurulu oluşturulabilir ve akredite çalışmaları
yapılabilir.
Tez kapsamında bahsi geçen kontrolsüz uzmanlaşmanın önüne geçebilmek adına
Türkiye’nin mevcut sağlık sisteminde ihtiyaca göre yan dal planlaması yapılması
gerekmektedir. Uzman hekim iş gücü dağılımının ve kontrolünün sağlanması
bağımsız dernekler ve kurumlar tarafından yapılmalıdır. Uzmanlık branşlarına
açılan kontenjanlar ülke ihtiyaçlarına göre belirlenmelidir. Açılması planlanan
267
tıp fakültelerinin de alt yapı çalışmaları ve iş gücü planlaması ülkenin hekim
ihtiyacı göz önünde bulundurularak yapılmalıdır.
Temel tıp eğitimi alan öğrencilere, uzmanlaşma eğilimli bir eğitim sistemi yerine
daha kapsayıcı, bütüncül bir anlayışın hâkim olduğu bir eğitim sistemi
sunulmalıdır. İyi hekim olmanın yolunun TUS’tan yüksek puan almaktan değil,
hekimlik bilgi ve becerilerinin kaliteli olmasından geçtiği de yine öğrencilere
aşılanmalıdır.
Disiplinlerarası kopukluğun giderildiği, hekim-hasta iletişiminin iyileştirildiği
bir sağlık sistemi anlayışının getirilmesinin; yalnızca hekimler ile değil hastalar
ve politika yapıcıların ortak gayretleriyle gerçekleştirileceği unutulmamalıdır.
Bu araştırma dahili ve cerrahi tıp bilimlerinde çalışan 25 uzman hekim ile
gerçekleştirilmiştir. Araştırma örnekleminin kapsamı değiştirilerek hastalar, aile
hekimleri ve pratisyen hekimler ile görüşme yapılması diğer araştırmacılara
yöneltilecek öneriler arasındadır.
268
KAYNAKLAR
KİTAPLAR
Abbott, A., (1988), The System of Professions: An Essay on the Division of Expert
Labor, Chicago: University of Chicago Press.
Achterberg, J., (2009), Kadın Şifacılar, (Çev. B. Altınok), İstanbul: Everest Yayınları.
Adaş, E. B., (2013), Piyasa ve Toplum Kıskacında Hekimlik, içinde; Elbek, O., (2013),
Kapitalizm Sağlığa Zararlıdır, İstanbul: Hayy Kitap.
Adjukiewicz, K., (1994), Felsefeye Giriş Temel Kavramlar ve Kuramlar, (Çev. A.
Cevizci), Ankara: Gündoğan Yayınları.
Alatlı, A., (2014), Batıya Yön Veren Metinler 4, İstanbul: Alfa Yayınları.
Arıtan, A., (2010), Holistik Evren Tasarımı, İstanbul: Arıtan Yayınevi.
Arslanoğlu, İ., (2013), Tıp Bu Değil 2, İthaki Yayınları, İstanbul.
Basalla, G., (2013), Teknolojinin Evrimi, (Çev. C. Soydemir), Ankara: Doğubatı
Yayınları.
Baudrillard, J., (2000), Tüketim Toplumu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z., (2013), Sosyolojik Düşünmek, (Çev. A. Yılmaz), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Bauman, Z., (2014), Modernlik ve Müphemlik, (Çev. İ. Türkmen), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Belek, İ., (1999), Postkapitalist Paradigmalar, İstanbul: Sorun Yayınları.
Bilim, Y., (2007), Görüşme Tekniği ve Araştırmalarda Kullanımı, içinde Yüksel, A.,
Mil, B., ve Bilim, Y., (Ed.), (2007), Nitel Araştırma: Neden, Nasıl, Niçin,
Ankara: Detay Yayıncılık.
Breton, D. L., (2010), Acının Antropolojisi, (Çev. İ. Yerguz), İstanbul: Sel Yayıncılık.
Browne, E. G., (1962), Arabian Medicine, Cambridge: Cambridge University Press.
Büyüköztürk, Ş. vd., (2016), Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Ankara: Pegem Akademi.
269
Canetti, E., (1994), Körleşme, (Çev. A. Cemal), İstanbul: Payel Yayınevi.
Capra, F., (1996), Yeni Bir Düşünce, (Çev. M. Armağan), İstanbul: İz Yayıncılık.
Capra, F., (2012), Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, (Çev. M. Armağan), İstanbul:
İnsan Yayınları.
Carr-Saunders, A. M. and Wilson, P. A., (1933), The Professions, Oxford: Clarendon
Press.
Civaner, M. Yürür K. ve Pala, K., (2011), Sağlık Alanında Hizmet Kaynaklı Zarar:
Hekimler Ne Diyor?, Türk Tabipleri Birliği Yayınları, Ankara.
Cockerham, W. C. and Ritchey, F. J., (1997), Dictionary of Medical Sociology, United
States of America: Greenwood Press.
Cook-Deegan, R. M., (1988), The Physician and Technological Change, in, The
Physician as Captain of the Ship: A Critical Reappraisal, (Edt: N. M. P. King,
L.R. Churchill, A. W. Cross), Netherlands: Reidel Publishing.
Creswell, J. W., (2013), Araştırma Deseni: Nitel, Nicel ve Karma Yöntem Yaklaşımları,
(Çev. S. B . Demir), Ankara: Eğiten Kitap.
Creswell, J. W., (2013b), Nitel Araştırma Yöntemleri, (Çev. M. Bütün ve S. B. Demir),
Ankara: Siyasal Kitabevi.
Cündioğlu, D., (2010), Daire’ye Dair, İstanbul: Kapı Yayınları.
Çiçek, C. ve Terzi, C., (2006), Tıpta Uzmanlık Eğitimi (İzmir Ölçekli İki Araştırma ve
Karşılaştırmalı Sonuçları), Türk Tabipleri Birliği Yayınları, Birinci Baskı,
Ankara.
Debord, G., (2006), Gösteri Toplumu, (Çev. A. Ekmekçi ve O. Taşkent), İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Demir, F., (2012), Bulaşıcı Salaklık Epidemiyolojisine Giriş, İstanbul: Phoenix
Yayınevi.
Demir, O. Ö., (2009), Nitel Araştırma Yöntemleri, içinde K. Böke (Ed.), Sosyal
Bilimlerde Araştırma Yöntemleri (s. 274-306), İstanbul: Alfa Yayınları.
270
Denzin, N.K., and Lincoln, Y. S., (2011), The Sage Handbook of Qualitative Research,
(4th ed.), Los Angeles: Sage Publication.
Dikmen, A. A., (2011), Makine İş Kapitalizm ve İnsan, Ankara: Tan Yayınları.
Dostoyevski, F. M., (2015), Karamazov Kardeşler, (Çev. N. Y. Taluy), İstanbul: Kültür
Yayınları.
Durkheim, E., (1949), Meslek Ahlâkı, (Çev. M. Karasan), Ankara: Milli Eğitim
Basımevi.
Durkheim, E., (2006), Toplumsal İşbölümü (Çev. Ö. Ozankaya), İstanbul: Cem
Yayınevi.
Freidson, E., (1986), Professional Powers: A Study of the Institutionalization of Formal
Knowledge, London: The University of Chicago Press.
Ebû Süleyman es-Sicistânî, (1979), Müntehabu Sıvâni’l-Hikme, (Nşr. D. M. Dunlop),
The Hague: Mouton Publishers.
El Cisr, A. N., (2005), İlim-Felsefe-Kur’an Işığında İman, (Çev. R. Barışık), İstanbul:
Kitabevi Yayınları.
Elmacı, N., (2013), Sağlık Antropolojisi: Diyarbakır Örnekleri, Ankara: Siyasal
Kitabevi.
Emiroğlu, K., Danışoğlu B. ve Berberoğlu, B., (2006), Ekonomi Sözlüğü, Ankara: Bilim
ve Sanat Yayınları.
Ercan, F., (2013), Meta Neleri İçerir? Sağlık Hizmetlerinin Metalaşması, içinde Elbek,
O., (2013), Kapitalizm Sağlığa Zararlıdır, İstanbul: Hayy Kitap.
Ersoy, T., (1998), İatokrasi Tıp ve Kültür, İstanbul: Sorun Yayınları.
Fayol, H., (2008), Genel ve Endüstriyel Yönetim, Ankara: Adres Yayınları.
Foucault, M., (2011), Özne ve İktidar, (Çev. O. Akınhay), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Freidson, E., (1984), Mesleksel Kontrolün Değişen Doğası, içinde Cirhinlioğlu, Z.,
(1996), Meslekler ve Sosyoloji, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Freidson, E., (1970), Profession of Medicine: A Study of the Sociology of Applied
Knowledge, London: The University of Chicago Press.
271
Freidson, E., (1970), Professional Dominance: The Social Structure of Medical Care,
New York: Atherton Press.
Fromm, E., (2001), İtaatsizlik Üzerine, İstanbul: Kariyer Yayıncılık.
Furedi, F., (2014), Nereye Gitti Bu Entelektüeller?, (Çev. A. E. Koca), Ankara: Atıf
Yayınları.
Gibbs, G. R., (2007), Analyzing Qualitative Data, in Flick, U., (Ed.), London: Sage
Publications.
Giddens, A., (2000), Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori, (Çev. T. Birkan), İstanbul:
Metis Yayınları.
Giddens, A., (2012), Sosyoloji, (Çev. İ. Yılmaz), İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Giddens, A., (2012a), Modernliğin Sonuçları, (Çev. E. Kuşdil), Ayrıntı Yayınları,
İstanbul.
Glensne, C. and Peshkin, A., (1992), Becoming Qualitative Researchers: An
Introduction, White Plains, New York: Longman.
Glesne, C., (2013), Nitel Araştırmaya Giriş, (Çev. A. Ersoy ve P. Yalçınoğlu), Ankara:
Anı Yayıncılık.
Grbich, C., (2007), And Introduction: Qualitative Data Analysis, CA: Sage
Publications.
Gritzer, G., and Arluke, A., (1985), The Making of Rehabilitation: A Political Economy
of Medical Specialization, 1890-1980, California: University of California Press.
Güler, Ç, ve Akın, L., (2012), Halk Sağlığı Temel Bilgiler, Cilt III, Ankara: Hacettepe
Yayınları.
Halpern, S. A., (1988), American Pediatrics: The Social Dynamics of Professionalism,
Berkeley: University of California Press.
Hançerlioğlu, O., (1996), ToplumBilim Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Hatun, Ş., (2002), Hekim Kendisini de Tedavinin Bir Parçası olarak Sunar, İstanbul:
İletişim Yayınları.
272
Haug, M. R., (1973), Profesyonelleşmeme: Gelecek için Alternatif Bir Hipotez, içinde
Cirhinlioğlu, Z., (1996), Meslekler ve Sosyoloji, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Horkheimer, M., (2008), Akıl Tutulması, (Çev. O. Koçak), İstanbul: Metis Yayınları.
Hughes, E., (1963), Meslekler, içinde Cirhinlioğlu, Z., (1996), Meslekler ve Sosyoloji,
Ankara: Gündoğan Yayınları.
Huntington, S. P., (2004), Asker ve Devlet: Sivil-Asker İlişkilerinin Kuram ve Siyaseti,
(Çev. K. U. Kızılaslan), İstanbul: Salyangoz Yayınları.
Husserl, E., (2012), Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, (Çev. H. Tepe), Ankara: BilgeSu
Yayıncılık.
Illich I., (1994), Körelten Meslekler, s.11-43, içinde Illich, I., I. K. Zola, J. McKnight,
J. Caplan, H. Shaiken, (1994), Profesyoneller İktidarı, İstanbul: Pınar Yayınları.
Illich I., (2011), Sağlığın Gaspı, (Çev. S. Sertabiboğlu), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Illich, I., (2006), Tüketim Köleliği, (Çev. M. Karaşahan), İstanbul: Pınar Yayınları.
Julian Offray de La Mettrie, (1748), L’Homme Machine, (İnsan Makine) (Çev. E.
Bayramoğlu), İstanbul: Havass Yayınları.
Jonckheere, F., (1958), Les médecins de l'Égypte Pharaonique, Fondation
Égyptologique Reine Élizabeth, Brussels, in P. Ghalioungui, (1983), The
Physicians of Pharaonic Egypt, Al-Ahram Center for Scientific Translations,
Cairo.
Kaplan, M., (2010), Geleneksel Tıbbın Yeniden Üretim Sürecinde Kadın, Ankara Kent
Örneğinde Kuşaklar Arası Çalışma, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları:
257.
Karasu, K., (2001), Profesyonelleşme Olgusu ve Kamu Yönetimi, Ankara: Mülkiyeliler
Birliği Vakfı Yayınları.
Kasapoğlu, A., (2008), Madalyonun İki Yüzü: Hastalık ve Sağlık, Ankara: Phoenix
Yayınevi.
Kerov, Z. M., (2011), İlkel Topluluk-Köleci Toplum-Feodal Toplum, Ankara: Sol
Yayınları.
273
Keskin, F., (2011), Politik Profesyoneller ve Uzmanlar, Ankara: De Ki Basım Yayım.
Koyre, A., (2000), Bilim Tarihi Yazıları, (Çev. K. Dinçer), Ankara: Tübitak Yayınları.
Kramer, S. N., (1992), Tarih Sümer’de Başlar, (Çev. K. İren), İstanbul: Kabalcı
Yayınları.
Kuş Saillard, E., (2009), Nvivo 8 ile Nitel Araştırma Projeleri, Ankara: Anı Yayıncılık.
Kuş, E., (2012), Nicel-Nitel Araştırma Teknikleri, Ankara: Anı Yayıncılık.
Küçükusta, A. R., (2010), Adamın Biri Doktora Gitmiş Gidiş O Gidiş, İstanbul:
Hayykitap.
Larson, M. S., (1977), The Rise of Professionalism: A Sociological Analysis, Berkeley:
University of California Press.
Lindemann, M., (2013), Erken Modern Avrupa’da Tıp ve Toplum, (Çev. M. Doğan),
İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
Macdonald, K. M., (1995), The Sociology of the Professions, London: Sage
Publications.
Marshall, G., (1999), Sosyoloji Sözlüğü, (Çev. O. Akınhay), Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları.
Marx, K., (2003 ), Yabancılaşma, (Çev. K. Somer, A. Karadam, S. Belli, A. Gelen, Y.
Fincancı, A. Bilgi), Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K., (2003), Kapital, (Çev. A. Bilgi), Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K., (2013), 1844 El Yazmaları, (Çev. M. Belge), İstanbul: Birikim Yayınları.
Maxfield M. G. and E. R. Babbie, (2015), Research Methods for Criminal Justice and
Criminology, Seventh Edition, Berkeley: Cengage Learning.
Mayring, P., (2011), Nitel Sosyal Araştırmaya Giriş, (Çev. A. Gümüş ve M. S. Durgun),
1. Baskı, Ankara: BilgeSu Yayınları.
McKinlay, J., (1984), Introduction, (The Political Economy of Health Care), J.
McKinlay (Ed.), New York: Tavistock.
Merriam, S. B., (2015), Nitel Araştırma Desen ve Uygulama için Bir Rehber, (Çev. S.
Turan), Ankara: Nobel Yayıncılık.
274
Michael M. E. and Johns, M. D., (1999), Edit., Catherine D. De Angelis, M. D.,
“Foreword” The Johns Hopkins University School of Medicine Curriculum for
the Twenty-first Century, p. vii, Baltimore: The Johns Hopkins University Press.
Mil, B., (2007), Nitel Araştırma Tekniği Olarak Görüşme, içinde Yüksel, A., Mil, B., ve
Bilim, Y., (Ed.), (2007), Nitel Araştırma: Neden, Nasıl, Niçin, Ankara: Detay
Yayıncılık.
Miles, M. B, and Huberman, A. M. (1994), Qualitative Data Analysis, Second
Educations, p. 10-12, Sage Publications.
Nalbantoğlu, H. Ü., (2011), Arayışlar: Bilim, Kültür, Üniversite, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Neuman, W. L., (2013). Toplumsal Araştırma Yöntemleri Nitel ve Nicel Yaklaşımlar, 1.
Cilt, İstanbul: Yayınodası.
Oppenheimer, M., (1973), Profesyonelin Proleterleşmesi, içinde Cirhinlioğlu, Z.,
(1996), Meslekler ve Sosyoloji, (1996), Ankara: Gündoğan Yayınları.
Gasset, J. Ortega, y., (2007), Kütlelerin İsyanı, (Çev. N. Muallimoğlu), İstanbul:
Erguvan Yayınları.
Oskay, Ü., (2004), Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Ördek, A., (2006), Uzman/Uzmanlaşma, Kavram Sözlüğü II, Söylem ve Gerçek, (Ed: F.
Başkaya), Ankara: Özgür Üniversite Yayınları.
Özensel, E. ve Koçak, A., (2004), Hekimler ve Hekimlik, Konya: Çizgi Kitabevi.
Patton, M. Q., (2015), Qualitative Research and Evaluation Methods, Fourth Edition,
London: Sage Publications.
Polkinghorne, D. E., (1989). Phenomenological Research Methods, in R.S. Valle and S.
Halling (Ed.), Existential-Phenomenological Perspectives in Psychology:
Exploring the Breadth of Human Experience, (p. 41-60), New York: Plenum
Press.
Postman, N., (2014), Teknopoli, (Çev. M. E. Yılmaz), Ankara: Sentez Yayıncılık.
Pörksen, U., (2011), Plastik Kelimeler, İstanbul: Açılım Kitap.
275
Prigogine, I., (2005), Kaostan Düzene, İstanbul: İz Yayıncılık.
Punch, K. F., (2014), Sosyal Araştırmalara Giriş- Nicel ve Nitel Yaklaşımlar, (Çev. D.
Bayrak, H. B. Arslan, Z. Akyüz), Ankara: Siyasal Kitabevi.
Rahman, F., (1982), Islam and Modernity, Chicago: University of Chicago Press.
Rahman, F., (1997), İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, Ankara: Ankara Okulu Yayınları.
Reiser, J. S., (1978), Medicine and Reign of Technology, Cambridge: Cambridge
University Publishing.
Renfrew, C., (1973), Before Civilisation, Londra: Cape.
Rethel, A. S., (2011), Zihin Emeği Kol Emeği, İstanbul: Metis Yayınları.
Ritzer, G., (2011), Toplumun McDonaldlaştırılması: Çağdaş Toplum Yaşamının
Değişen Karakteri Üzerine Bir Deneme, (Çev. Ş. S. Kaya), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Robinson, V., (1943), The Story of Medicine, New York: The New Home Library
Edition Published.
Rosen, G., (1944), The Specialization of Medicine With Particular Reference to
Ophthalmology, New York: Froben Press.
Rubin, H. J., and Rubin, I. S., (2012), Qualitative Data the Art of Hearing Data, Third
Edition, Los Angeles: Sage Publications.
Schopenhauer, A., (2014), Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine, İstanbul: Şule
Yayınları.
Sezgin, D., (2011), Tıbbileştirilen Yaşam Bireyselleştirilen Sağlık, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Shaiken, H., (1994), Bebek Bakıcısına Dönen Zanaatkâr, s.111-127, içinde Illich, I., I.
K. Zola, J. McKnight, J. Caplan, H. Shaiken, (1994), Profesyoneller İktidarı,
İstanbul: Pınar Yayınları.
Shanteau, J., (1992), The Psychology of Experts: An Alternative View, in Wright, G.,
Bolger, F. (Ed.), Expertise and Decision Support, p. 11–23. New York: Plenum
Press.
276
Siegrist, H., (1990), Professionalization as a Process: Patterns, Progression and
Discontinuity, in Burrage, M. and Torstendahl, R., (Ed.), Professions in Theory
and History: Rethinking the Study of Professions, London: Sage Publication.
Smith, A., (2004), Ulusların Zenginliği, I. Cilt, (Çev. A. Yunus ve Bakırcı, M.),
İstanbul: Alan Yayıncılık.
Soyer, A., (2005), Hekimlerin Sınıfsal Kökeni, İstanbul: Sorun Yayınları.
Soyer, A., (2012), Profesyonelden Proletere, Hekimler; Değişen Ne?, İçinde Soyer, A.
(2012), Sağlığın Siyasal Ekonomisi Hekim/Sağlıkçı Emek Tartışmaları, İstanbul:
Sorun Yayınları.
Stevens, R., (2003), Medical Practice in Modern England: The Impact of Specialization
and State, New Jersey: Transaction Publishers.
Stevens, R., (1998), American Medicine and the Public Interest: A History of
Specialization, Berkeley: University of California Press.
Straus, E. W. and Straus, A., (2009), Tıbbi Mucizeler, İstanbul: Domingo Yayıncılık.
Şenol, M., (2010), Keşfini Bekleyen İnsan, Ankara: Kadim Yayınları.
Taylor, F. W., (2005), Bilimsel Yönetimin Temel İlkeleri, Ankara: Adres Yayınları.
Terzi, C., (2001), Toplum Sağlığına Bir Köprü Tıp Eğitimi, İstanbul: İletişim Yayınları.
Terzi, C., (2012), Tıpta Uzmanlaşma ve Aşırı Uzmanlaşma Genel Cerrahi Alanına Özel
Olarak Odaklanarak, İçinde Soyer, A. (2012), Sağlığın Siyasal Ekonomisi
Hekim/Sağlıkçı Emek Tartışmaları, İstanbul: Sorun Yayınları.
Timmermann, C, and Anderson, J., (2006), Introduction: Devices, Designs and the
History of Technology in Medicine, in Timmermann C, and J., Anderson (Ed.),
Devices and Designs, Medical Technologies in Historical Perspective,
Hampshire: Palgrave Macmillan.
Timur, T., (2014), Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, İstanbul: Yordam Kitap.
Toffler, A., (1981), Üçüncü Dalga, (Çev. A. Seden), İstanbul: Altın Kitaplar.
Toffler, A., (1992), Yeni Güçler Yeni Şoklar, (B. Çorakçı), İstanbul: Altın Kitaplar.
277
Turner, B. S., (2011), Tıbbî Güç ve Toplumsal Bilgi, (Çev. Ü. Tatlıcan), Bursa: Sentez
Yayıncılık.
Türkdoğan, O., ve Gökçe, O., (2015), Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemi, Konya:
Çizgi Kitabevi.
Üçer, İ. H., (2014), El-Fihrist’te Felsefe Tarihi: Kadim’in Mukaddes’e Yolculuğu,
içinde Felsefe Tıp ve Tarih, M. Arıcı, (Ed.), Klasik Yayınları: İstanbul.
Üçkuyu, Y., (2012), Hekimlerin Sınıfsal Konumu Hekim Emeğine Nasıl Bakmalı?,
İçinde Soyer, A., (2012), Sağlığın Siyasal Ekonomisi Hekim/Sağlıkçı Emek
Tartışmaları, İstanbul: Sorun Yayınları.
Ünver, A. S., (1938), Tıb Tarihi, İstanbul: Matbaai Ebüzziya.
Üresin, Y., (2013), Kişisel Tıp, Arslanoğlu, İ., (Ed.), (2013), Tıp Bu Değil 2, İstanbul:
İthaki Yayınları.
Wallace, R. A. and Wolf, A., (2013), Çağdaş Sosyoloji Kurumları, (Çev. L. Elburuz ve
M. R. Ayas), Ankara: DoğuBatı Yayınları.
Wallerstein, I., (2004), Dünya Sistemleri Analizi: Bir Giriş, (Çev. E. Abadoğlu ve N.
Ersoy), İstanbul: bgst Yayınları.
Wallerstein, I., (2006), Tarihsel Kapitalizm, (Çev. N. Alpay), İstanbul: Metis Yayınları.
Watson, P., (2015), Fikirler Tarihi-Ateşten Freud’a, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Weber, M., (1993), Sosyoloji Yazıları, (Çev. T. Parla), İstanbul: Hürriyet Vakfı
Yayınları.
Weber, M., (2011), Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, (Çev. Ö. Ozankaya),
İstanbul: Cem Yayınevi.
Weisz, G., (1995), The Medical Mandarins: The French Academy of Medicine in the
Nineteenth and Early Twentieth Centuries, New York: Oxford University Press.
Weisz, G., (2006), Divide and Conquer: A Comparative History of Medical
Specialization, New York: Oxford University Press.
Yakıt, İ., (2010), Tıp Felsefesi ve Etiği Üzerine, İstanbul: Ötüken Yayınları.
278
Yıldırım, A. ve Şimşek, H., (2008), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, 7.
Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Zijderveld, A. C., (2013), Kültür Sosyolojisi, (Çev. K. Canatan), İstanbul: Açılım Kitap.
Zola, I. K., (1994), Sağlık ve Köreltici Tıp, s.43-68, içinde Illich, I., I. K. Zola, J.
McKnight, J. Caplan, H. Shaiken, (Ed.), (1994), Profesyoneller İktidarı,
İstanbul: Pınar Yayınları.
MAKALELER
Adamson, J. D., (1927), Specialization in Medicine, The Canadian Medical Association
Journal, Oct; 17(10), p. 1214-1216.
Alican, M., (2010), Kitap Tanıtım ve Değerlendirme: Tarih ve Psikanaliz, Bilim ile
Kurgu Arasında, Tarih Okulu, Ocak-Nisan, Sayı VI, s. 251-256.
Anderson, E. H. and Spencer, M. H., (2002), Cognitive Representations of AIDS: A
Phenomenological Study, Qualitative Health Research, December, 12, p. 1338-
1352.
Asher, R., (1949), The Seven Sins of Medicine, Lancet, Vol. 254 (6574), Aug. 27; 2, p.
358-360.
Baicker, K. and Chandra, A., (2004), The Productivity of Physician Specialization:
Evidence from the Medicare Program, American Economic Review, 94(2), p.
357-361.
Bell, R. H., (2008), Graduate Education in General Surgery and İts Related Specialties
and Subspecialties in The United States, World Journal of Surgery, 32(10), p.
2178- 84.
Braun, V. and Clarke, V., (2006), Using Thematic Analysis in Psychology, Qualitative
Research in Psychology, 3(2), p. 77-101.
Britnell, M., (2011), The Role of The ‘Specialist’ in Healthcare, Clinical Medicine, Vol.
11, No.4, p. 329–31.
Burnard, P., et al., (2008), Analysing and Presenting Qualitative Data, British Dental
Journal, Vol. 204, No.8, p. 429-432.
279
Casalino L. P., Devers K. J. and Brewster, L. R., (2003), Focused Factories? Physician-
Owned Specialty Facilities, Health Affairs, 22(6), 352(1), p. 56-67.
Cassel C. K. and Reuben, D. B., (2011), Specialization, Subspecialization and
Subsubspecialization in Internal Medicine, The New England Journal of
Medicine, 364(12), p. 1169- 1173.
Cindoğlu, D., (1994), Türk Hekimlerinin Mesleki Prestijlerine Sosyolojik Bir Yaklaşım,
Toplum ve Hekim, Mayıs-Haziran, Cilt 9, Sayı 61, s. 53-55.
Çobanoğlu, U., (2009), Bir Üniversite Hastanesinde Göğüs Cerrahisi Konsültasyonu
Yapılan Olguların Değerlendirilmesi, Türk Toraks Dergisi, September, Cilt 10,
Sayı 3, s. 117-121.
Derrida, J. and Moore, F. C. T., (1974), White Mythology: Metaphor in the Text of
Philosophy, New Literary History, Vol. 6, No. 1, On Metaphor (Autumn, 1974),
p. 5-74.
Detsky, A. S., Gauthier S. R. and Fuchs, V. R., (2012), Specialization in Medicine: How
Much is Appropriate? The Journal of the American Medical Association,
307(5), p. 463-464.
Dikeçligil, B., (2010), Bilimsel Paradigmaların Oluşumunda ve Dönüşümünde
Sosyolojik Bağlam, Toplum Bilimleri, Haziran, 1-3, s. 53-61.
Engel, G. L., (1980), The Clinical Application of the Biopsychosocial Model, The
American Journal of Psychiatry, 137: 5, May, p. 535-544.
Fişek, N., (1987), Tıpta Uzmanlık Sorunu, Prof. Dr. Nusret Fişek’in Yayınlanmamış
Yazıları III., TTB Haber Bülteni, Sayı 13.
Fryer Jr, G. E., (1991), The United States Medical Profession: An Abnormal Form of
the Division of Labour, Sociology of Health & Illness, Vol. 13 Issue 2, p. 213-
248.
Ghalioungui, P., (1969), Early Specialization in Ancient Egyptian Medicine and its
Possible Relation to an Archetypal Image of the Human Organism, Medical
History, Vol.13, Issue 04, October, p. 383-386.
280
Goode, W. J., (1960), Encroachment, Charlatanism and Emerging Profession:
Psychology, Sociology and Medicine, American Sociological Review, 25(6), p.
902-914.
Gourevitch, D., (1999), The History of Medical Teaching, The Lancet, Vol. 354, Special
Issue, SIV 33, December, p. 33.
Haug, M. R., (1975), The Deproffessionalization of Everyone?, Sociological Focus,
Vol. 8, No. 3, August, p. 197-213.
Herdman, E. A., (2012), Meslekler ve Profesyonellik, Hemşirelikte Eğitim ve Araştırma
Dergisi, 9 (2), p. 3-7.
Hopkins, A., Solomon J. and Abelson, J., (1996), Shifting Boundaries in Professional
Care, Journal of the Royal Society of Medicine, Vol. 89, No. 7, p. 364-371.
Iglehart, J. K., (2005), The Emergence of Physician Owned Specialty Hospitals, The
New England Journal of Medicine, January 6, 352(1), p. 78-84.
Jordan, G. L., (1985), Presidential Address: The Impact of Specialization on Health
Care, Annals of Surgery, 201, p. 537- 44.
Kvale, S., (1995), The Social Construction of Validity, Qualitative Inquiry, Vol. 1, No 1,
p. 19-40.
Liamputton, P., (2009), Qualitative Data Analysis: Conceptual and Practical
Considerations, Health Promotion Journal of Australia, 20(2), p. 133-139.
Light, D. W. and S. Levine,, (1988), The Changing Character of Medical Profession: A
Theoretical Overview, Milbank Quarterly, Vol. 66(2), p. 10-32.
Lipscombe, L. L., Hux J. E., and Booth, G. L., (2005), Reduced Screening
Mammography Among Women with Diabetes, Archives Internal Medicine,165
(18), p. 2090-2095.
Malamud, O., (2010), Breadth versus Depth: The Timing of Specialization in Higher
Education, Labour, Vol. 24, Issue 4, December, p. 359–390.
McCulloch, P., (2006), Surgical Professionalism in the 21st Century, Lancet, No: 9505,
Vol. 367, p. 177-181.
281
McKinlay, J. B., J. Arches, (1985), Towards the Proletarianization of Physicians,
International Journal of Health Services, 15(2), p.161-95.
Menke, W. G., (1970), Divided Labor: The Doctor as Specialist, Annals of Internal
Medicine, 72(6), p. 943-50.
Nesanır, N., vd., (2007), Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrencilerinin
Mezuniyet Sonrası Çalışma Koşulları Hakkındaki Bilgi ve Düşünceleri, Sürekli
Tıp Eğitimi Dergisi, Cilt 16, Sayı 6, Haziran.
Öngen, T., (2009), Marks (Sınıf) ve Weber (Statü) Çözümlemelerinde Bir Uğrak Olarak
Meslek ve Hekimlik, Toplum ve Hekim, Mart-Nisan, Cilt 24, Sayı 2, s. 83-90.
Özen Kutanis, R., Tunç T. ve Tunç, M., (2011), Tıpta Uzmanlık Eğiticileri ve Uzmanlık
Öğrencileri Tıpta Uzmanlık Sınavı’nı (TUS) Nasıl Algılıyor?, Kuram ve
Uygulamada Eğitim Bilimleri, 11(4), Güz, s. 1991-2004.
Patel, A., (2011), From Super-specialist to Generalist? The Way Forward, Journal of
Mid-Life Health, Jan-Jun; 2(1), p. 1-2.
Rastegar, D. A., (2004), Health Care Becomes an Industry, Annals of Family Medicine,
C. 2, S. 1, p.79- 83.
Saltman, R. B. ve Figueras, J., (2004), Hekim Ödeme Sistemleri, (Çev. İ. Belek),
Toplum ve Hekim, Mayıs-Haziran, Cilt 19, Sayı 3, s. 210-212.
Scarpaci, J. L., (1990), Physician Proletarianization and Medical Care Restructuring in
Argentina and Uruguay, Economic Geography, Vol. 66, No. 4, Production and
Reproduction in Latin American Cities: Concepts, Linkages, and Empirical
Trends (Oct., 1990), p. 362-377.
Şahinoğlu Pelin, S., (2000), Tıp Evrimi Açısından ve Psikiyatri Özelinde Konsültasyon
Kurumu, Klinik Psikiyatri, Sayı 3, s. 117-125.
Terzi, C., (2009), Tıpta Uzmanlaşma ve Aşırı Uzmanlaşma: Genel Cerrahi Alanına
Özel Olarak Odaklanarak, Toplum ve Hekim, Mart-Nisan, Cilt 24, Sayı 2, s.
151-158.
Weisz, G., (2003), The Emergence of Medical Specialization in the Nineteenth Century,
Bulletin of the History of Medicine, 77, p. 536-575.
282
Wilensky, H. L., (1964), The Professionalization of Everyone?, American Journal of
Sociology, Vol. 70, No. 2 (Sep.), p. 137-158.
Yıldız, A. N., vd., (2008), Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem VI
Öğrencilerinin Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) Hakkındaki Görüşleri, Hacettepe
Tıp Dergisi, 39, p. 60-67.
Yılmaz, K., Polat, O. ve Kocamaz, B., (2014), Defansif Tıp Uygulamalarının Tıp
Açısından İncelenmesi, TAAD, Ocak, 5, Sayı 16, s. 19-50.
DİĞER KAYNAKLAR
Ağalar, F., Saygun, O. ve Aydınuraz, K., (2009), Genel Cerrahi Uzmanlık Alanında Yan
Dal İhtisası Raporu: Çeşitli Ülkeler ve Avrupa Perspektifi, Terzi, C. (Ed.), Türk
Cerrahi Derneği Genel Cerrahi Uzmanlığı Eğitimi ve Yan Dalları, Ankara: Türk
Cerrahi Derneği Yayınları, 57-77.
Alatlı, A., (2002), Bütüncül Düşünce Devrimi,
http://www.alevalatli.com.tr/makale.asp?s=detay&ID=38 (Erişim Tarihi:
19.11.2014).
Alekperli, F., (2013), Karabağ Hekimleri,
http://irs-az.com/new/pdf/201302/1362060436979494615.pdf (Erişim Tarihi:
09.12.14)
Altındiş, M., (2014), Tıbbi Etik, Malpraktis ve Defansif Tıp,
http://www.sdplatform.com/Dergi/806/Tibbi-etik-malpraktis-ve-defansif-
tip.aspx, (Erişim Tarihi: 21.5.2016).
Batı, F., (2016), Kaygı Verici Araştırma: Doktorlar Artık Hasta ve Hasta Yakınlarından
Uzak Duran Bölümleri Seçiyor,
http://doktorlarsitesi.net/2015/08/08/kaygi-verici-arastirma-doktorlar-artik-
hasta-ve-hasta-yakinlarindan-uzak-duran-bolumleri-seciyor/ (Erişim Tarihi:
28.05.2016).
Belbez, Z., (2008), Sağlıkta Zihin ve Beden İlişkisi,
283
http://ztbb.org/festival/geleneksel-tip-festivali-2008/saglikta-zihin-ve-beden-
iliskisi/ (Erişim Tarihi: 29.05.2015)
Dinççağ, M. E., (2014), Dahiliye Aşırı Branşlaşma Olunca Sıradanlaştı,
http://www.medimagazin.com.tr/hekim/genel/tr-dahiliye-asiri-branslasma-
olunca-siradanlasti-2-12-61978.html (Erişim tarihi: 19.10.2014).
Dizdar, Y., (2011), İstanbul’dan Bir “Maymun (primat) Araştırması” Nasıl Çıkar?,
https://bulenttuzcu.wordpress.com/author/bulenttuzcu/page/7/ (Erişim Tarihi:
03.08.2015).
Dizdar, Y., (2013), Kanserde Erken Teşhisin Ömrü Uzattığına Dair Hiçbir Bilgi Yok,
http://www.aktuel.com.tr/dergi/2013/12/04/kanserde-erken-teshisin-omru-
uzattigina-dair-hicbir-bilgi-yok (Erişim Tarihi: 19.10.2014).
Eren, U., (2011), Teknoloji Sağlık Sektöründe Neredeydi, Nereye Doğru Yol Alıyor?,
http://www.ufukeren.com/teknoloji-saglik-sektorunde-neredeydi-nereye-dogru-
yol-aliyor-506.htm (Erişim Tarihi: 10.12.14).
Gencer, B., (2012), Prof. Dr. Bedri Gencer: Modernleşme, Tarihi Hızlandırıyor,
http://yazar-okur.blogspot.com.tr/2012/10/prof-dr-bedri-gencer-modernlesme-
tarihi.html (Erişim Tarihi: 21.01.2015).
Genç Kuzuca, İ., (2007), Türkiye’ de Tıpta Uzmanlık ve Akademisyenlik Aşamalarında
Cinsiyetçi Yaklaşımlar, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kadın
Çalışmaları Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi.
Heinlein, R,, (2014), Specialization is for Insects,
http://c2.com/cgi/wiki?SpecializationIsForInsects (Erişim Tarihi: 15.12.2014).
Mevlana, Mesnevi, Cilt III.,
http://onlinemesnevi.blogspot.com.tr/2007/09/hikaye66.html (Erişim Tarihi:
11.05.2015).
NVivo 11, (2016),
http://www.qsrinternational.com/product (Erişim Tarihi: 30.04.2016).
Öcek, Z. ve Vatansever, K., (2012), Uzmanlık Hizmeti Ağırlıklı Sağlık Sistemlerinin
Toplum Sağlığı ve Sağlık Emek-Gücü Üzerindeki Etkilerine Yönelik bir
284
Değerlendirme, Diş hekimi Dergisi, Süreli Yayın, Ocak Sayısı,
http://izdo.org/dosya/dergi/dishekimi-45-sayi.pdf (Erişim Tarihi: 03.08.2015).
Özlü, T., (2008), Her Hastanın Bir Sahibi Olmalı,
http://www.medimagazin.com.tr/authors/tevfik-ozlu/tr-her-hastanin-bir-sahibi-
olmali-72-45-1770.html (Erişim Tarihi: 31.05.2015).
Tıpta Uzmanlık Kurulu, Uzmanlık ve Yan Dallar, (2016),
http://www.tuk.saglik.gov.tr/index.html, (Erişim Tarihi: 15.05.2016).
Sağlık İstatistikleri Yıllığı, (2014), http://www.saglik.gov.tr/TR/dosya/1-
101702/h/yilliktr.pdf, (Erişim Tarihi: 289.05.2016).
Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurum ve Kuruluşlarında Görevli Personele Döner
Sermaye Gelirlerinden Ek Ödeme Yapılmasına Dair Yönetmelik, (2012),
https://kalite.saglik.gov.tr/content/files/duyurular_2011/2011/12_mart_2012/120
3ekodeme.pdf, (Erişim Tarihi, 29.05.2016).
Dünyada Aile Hekimliği, http://ailehekimligi.gov.tr/aile-hekimlii/duenyada-aile-
hekimlii.html (Erişim Tarihi: 17.11.2014)
Sayar, K., (2015), Güzel Ölme Sanatı, http://serbestiyet.com/Yazarlar/guzel-olme-
sanati-153402 (Erişim Tarihi: 10.07.2015).
Sayek, İ. ve Batı, H., (2011), Tıpta Uzmanlık Eğitimi Ulusal Standartları,
https://www.ttb.org.tr/kutuphane/udekstandartlar.pdf (Erişim Tarihi:
07.12.2015).
Sayek, İ., (2004), İskender Sayek: Tıp Fakülteleri ‘Kök Hücre’ Yetiştirmeli,
http://www.medimagazin.com.tr/medimagazin/tr-iskender-sayek-tip-fakulteleri-
8220kok-hucre8221-yetistirmeli-676-0-900.html (Erişim Tarihi: 08.12.2015).
Sayek, İ., (2009), Genel Cerrahi Uzmanlık Alanında Yan Dal İhtisas Raporu: Çeşitli
Ülkeler ve Avrupa Perspektifi, içinde Terzi, C. (Ed.), Türk Cerrahi Derneği
Genel Cerrahi Uzmanlık Eğitimi ve Yan Dallar Çalıştayı Sonuç Bildirgesi, s.
41-44, Ankara.
http://www.turkcer.org.tr/files/publications/10/1990584412d79acc77b319be70f4
2ae8.pdf (Erişim Tarihi: 04.04.2016).
285
Soyer, A., (1999), Sağlık Çalışanlarının ve Özel Olarak Hekimlerin Değişen Toplumsal
ve Sınıfsal Konumu, Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 1. Ulusal Kongresi, 26-28
Kasım, Ankara.
Tarhan, O., (2012), Hastaya Bütüncül Yaklaşım: Genel Dahiliye Uzmanlığı,
http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/okuyucudan/tr-hastaya-butuncul-
yaklasim-genel-dahiliye-uzmanligi-1-79-40592.html(Erişim Tarihi: 17.10.2014).
Terzi, C., (2007), Sağlık Çalışanlarının Dağılım ve Aşırı Uzmanlaşama Sorunu,
http://arsiv.sol.org.tr/?yazino=26713 (Erişim Tarihi: 03.08.2015).
Tıpta Uzmanlık Eğitimi için Öğrenci Seçme Sınavları Hakkındaki Yönetmelik, (1987),
http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=7.5.8336&MevzuatIliski=
0&sourceXmlSearch=T%C4%B1pta%20Uzmanl%C4%B1k%20E%C4%9Fitim
i%20%C4%B0%C3%A7in%20%C3%96%C4%9Frenci%20Se%C3%A7me%20
S%C4%B1navlar%C4%B1%20Hakk%C4%B1ndaki%20Y%C3%B6netmelik,
(Erişim Tarihi: 24.04.2016).
Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği, (2009),
http://www.tuk.saglik.gov.tr/pdfdosyalar/mevzuat/TUEY.pdf (Erişim Tarihi:
07.12.2015).
Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği, (2014),
http://www.tuk.saglik.gov.tr/tuey-2014.pdf (Erişim Tarihi: 01.12.2015).
Türk Tabipler Birliği Etik Kurul Görüşleri, (2001), Türk Tabipler Birliği Yayınları,
http://www.ttb.org.tr/kutuphane/etik_gorus.pdf ) (Erişim Tarihi: 01.28.2015).
Ungan, M. ve Yaman, H., (2004), Aile Hekimliği Pratiğinde Araştırma ve Konuları,
İçinde Aile Doktorları için Kurs Notları, T. C. Sağlık Bakanlığı, Ata Ofset, 1.
Basım, Ankara,
http://www.adiyamanhsm.gov.tr/Images/ckfile/files/AH%20%C4%B0%C3%87
%C4%B0N%20KURS%20NOTLARI.pdf (Erişim Tarihi: 31.05.2015).
Uran, B., (2011), Tıptan Psikiyatri Uzmanlığı Kaldırılmalıdır,
http://www.derki.com/hekim/tiptan-psikiyatri-uzmanligi-kaldirilmalidir (Erişim
tarihi: 02.08.2015).
286
Ünalan, P., (2004), Aile Hekimliğinin Tanımı ve Temel İlkeleri, içinde Aile Doktorları
için Kurs Notları, T. C. Sağlık Bakanlığı, Ata Ofset, 1. Basım, Ankara.
http://www.adiyamanhsm.gov.tr/Images/ckfile/files/AH%20%C4%B0%C3%87
%C4%B0N%20KURS%20NOTLARI.pdf (Erişim Tarihi: 29.05.2015).
Ünlütürk Ulutaş, Ç., (2011), Türkiye’de Sağlık Hizmeti Üretiminin Dönüşümü, Ankara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri
Anabilim Dalı, Basılmış Doktora Tezi.
Verghese, A., (2011),
http://www.ted.com/talks/abraham_verghese_a_doctor_s_touch?language=tr
(Erişim Tarihi: 22.01.2015).
Yan Dal Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı Yönetmeliği, (2007),
http://www.yok.gov.tr/web/guest/icerik//journal_content/56_INSTANCE_rEHF
8BIsfYRx/10279/17853, (Erişim Tarihi: 24.04.2016).
Yetener, M., (2011), Hekimlere ve Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet,
http://static.ato.org.tr/fs/4f4d055e67cde9030a00000d/nisan.pdf (Erişim Tarihi:
02.08.2015).
Yüksek Öğretim Kanunu (2547 Sayılı),
http://www.yok.gov.tr/documents/10279/29816/2547+say%C4%B1l%C4%B1%
20Y%C3%BCksek%C3%B6%C4%9Fretim+Kanunu/f439f90b-7786-464a-a48f-
9d9299ba8895 (Erişim Tarihi: 06.04.2015)
287
EKLER
EK 1. KATILIMCI BİLGİLENDİRME VE YAZILI İZİN FORMU
Merhaba, ismim Necla Yılmaz. Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Yönetimi
Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak görev yapmaktayım. Ayrıca, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Sağlık Kurumları Yönetimi Anabilim Dalı’nda doktora öğrencisiyim.
Danışman Hocam Prof. Dr. Ramazan Erdem ile 2012 senesinden beri yürüttüğüm
“Tıpta Uzmanlaşman Üzerine Nitel Bir Araştırma” başlıklı tez konum ile ilgili bir
görüşme yapmak üzere burada bulunuyorum.
Tıpta uzmanlaşmanın başta hekimler olmak üzere hastalar ve sağlık sistemi
üzerinde önemli sonuçlarının olduğu düşünülmektedir. Bu duruma yönelik olarak,
hekimlerin uzmanlaşma nedenleri, yan dal tercih etme sebepleri, uzmanlaşmanın
muhtemel sonuçları ile hekimlerin bütüncül yaklaşıma olan bakış açılarını araştırmak
üzere bir tez çalışması hazırlamaktayım. Araştırmada kapsamında siz hekimlerden elde
edilecek görüşler bizim açımızdan oldukça değerlidir.
Kişisel bilgi ve görüşlerinizin gizliliği yalnızca araştırmacı ile tez danışmanı ile
sınırlı kalacaktır. Çalıştığınız hastane ismi araştırmada verilmeyecek olup, gerçek isim
yerine birtakım kodlar kullanılacaktır. Araştırma sonunda elde edilecek bilgiler bilimsel
amaçlı değerlendirilecek ve bu araştırma haricinde erişime açık hiçbir yerde
kullanılmayacaktır.
Eğer siz de uygun görürseniz, görüşmeyi ses kayıt cihazına kaydetmek
istiyorum. Bu durum görüşmeyi daha net ve doğru hatırlamak adına kolaylaştırıcı bir
unsur olacaktır. Görüşme sonlandıktan sonra dilerseniz dinleyebilirsiniz, istemediğiniz
kısımlar silinebilir.
Görüşmemizin yaklaşık bir saat sürmesi düşünülmektedir. İzin verirseniz
görüşmeye başlayabiliriz.
Katkılarınız için şimdiden çok teşekkür ederim.
Yukarıdaki metni okudum. Araştırmaya katılmayı gönüllülük esasına göre kabul
ediyorum.
Tarih/ İmza
288
EK 2. GÖRÜŞME FORMU
……………………. Bey/ Hanım
Sizinle ……….. tarihinde, saat: …………., ………..……... İlinde, “Hekimlerde Aşırı
Uzmanlaşma” konulu bir görüşme yapmak üzere burada bulunmaktayım.
Az önce size yönelttiğim katılımcı bilgilendirme ve yazılı izin formunu okudunuz ve
araştırmaya gönüllü olarak katılmayı kabul ettiniz. Yapacağımız görüşmenin ses kayıt
cihazına kaydedilmesinde sizin için bir sakınca var mı? …………………….
Teşekkür ederim. İzin verirseniz görüşme sorularına geçmek istiyorum.
1. Tıpta uzmanlaşmanın nedenlerini nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce hekimler
neden uzmanlaşıyorlar?
Sonda: Pratisyen hekim olarak kalmama nedeninizi açıklar mısınız?
2. Hekimlerin yan dal uzmanlığını tercih etme nedenlerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Sonda: Siz neden yan dal uzmanlığı yapıyorsunuz? Açıklar mısınız?
3. Tıpta uzmanlaşmanın sonuçları nelerdir? Anlatabilir misiniz?
Sonda: Hastalar açısından tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Sonda: Hekimler açısından tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Sonda: Sağlık sistemi açısından tıpta uzmanlaşmanın sonuçlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
4. Tıpta uzmanlaşma olgusunu bütüncül yaklaşım çerçevesinden değerlendirebilir
misiniz?
Sonda: Hekimlerin hastalara ve hastalıklara bütüncül yaklaşımı nasıl
sağlanabilir? Anlatabilir misiniz?
5. Mevcut tıp eğitimini tıpta uzmanlaşma açısından değerlendirebilir misiniz?
6. Tıpta uzmanlık eğitimini tıpta uzmanlık sistemi açısından değerlendirebilir
misiniz?
7. Tıpta uzmanlık sisteminin iyileştirilmesi adına ne tür öneriler getirebilirsiniz?
289
Katılımcı Bilgileri
1-Çalıştığınız Birim Bilgisi
a) Dahili Tıp Bilimleri…. b) Cerrahi Tıp Bilimleri …
2-Mezun Olduğunuz Üniversite Bilgisi ………………….
3- Mezuniyet Yılınız ……………………..
4- Uzmanlık Alanı …………………
5- Yan Dal Yaptığınız Uzmanlık Alanı ………………….
6- Unvanınız …………………………..
Saat: ……….. görüşmemiz burada sona erdi. Görüşmeyi kabul edip, zaman ayırdığınız
için tekrar teşekkür ederim. Konu ile ilgili öneri sunmak ya da katkı sağlamak isterseniz
sizinle her zaman iletişim halinde olmak isterim. Bana ulaşabileceğiniz iletişim adresim:
e-posta: [email protected].
290
EK 3. ARAŞTIRMA SONUCUNDA ELDE EDİLEN MODELLER
TIPTA UZMANLAŞMA HEKİMLER AÇISINDAN
SONUÇLARI
SAĞLIK SİSTEMİ AÇISINDAN
SONUÇLARI
HASTALAR AÇISINDAN
SONUÇLARI
Ekonomik Sonuçlar
İş ve Meslek ile İlgili Sonuçlar
Üçüncü Basamak Sağlık
Hizmetlerine Yüklenme
Konsültasyon Sistemine İlişkin
Sonuçlar
Mesleki Dönüşüm Süreci
Ekonomik Sonuçlar
Tedavi Yöntemlerine İlişkin
Sonuçlar
Olumlu
Sonuçlar
Sonuclar Olumsuz
Sonuclar
YAN DAL NEDENLERİ
Ekonomik Nedenler
Mesleki Kontrol
Toplumsal Beklentiler
Kişisel Kariyer Hedefleri
Sağlık Bakım Kalitesini
Yükseltmek
TIPTA UZMANLAŞMANIN NEDENLERİ VE
SONUÇLARI
Hastalıklarda Görülen Artış
Malpraktisten Korunma Amaçlı
Kişisel Sonuçlar
Sosyal Sonuçlar
UZMANLAŞMA
NEDENLERİ
NEDENLERİ
Ekonomik Nedenler
Kendini Gerçekleştirmek
Mesleki Gelişim Nedenleri
Teknolojik Nedenler
Tıp Biliminin Gelişimi
Sağlık Sisteminden Kaynaklanan
Nedenler Toplumsal Beklentiler
Uzmanlaşmanın Seyri
Modern Tıbbın Geldiği Son
Nokta
Hastanın Ortada
Kalması
Kalması Hastanın Meta Olarak
Görülmesi
Tedavi Süreci Açısından
Tıbbi Bakım Kalitesinin
Artması
Hekim-Hasta İletişimi
Açısından
Sağlık Piyasasının Yönlendirmesi
Hasta ve Hastalık
Kaynaklı Nedenler İş Bölümü
291
UZMANLAŞMANIN SEYRİ
Kontrolsüz Uzmanlaşma
Aşırı Uzmanlaşma Orantısız Uzmanlaşma Vasıfsızlaşma
Hastalık Üzerine Uzmanlaşma
TIPTA UZMANLAŞMANIN SEYRİ
292
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler:
Adı ve Soyadı: Necla YILMAZ
Doğum Yeri ve Yılı: Senirkent/1986
Medeni Hali: Evli
Eğitim Durumu:
Lisans Öğrenimi:
Süleyman Demirel Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü,
(2009).
Yüksek Lisans Öğrenimi:
Süleyman Demirel Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Sağlık Yönetimi,
(2012).
Doktora Öğrenimi:
Süleyman Demirel Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Sağlık Kurumları
Yönetimi, (2012-2016).
Yabancı Dil Düzeyi:
İngilizce (Orta Düzey)
İş Deneyimi: Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Araştırma
Görevlisi, (2011-…).
Bilimsel Yayınlar ve Çalışmalar:
1. Ulusal hakemli dergilerde yayımlanan makale
Erdem, R., N. Bardak, “Türkiye’deki Yönetim ve Organizasyon Otoritelerinin
‘Ekşi Sözlük’ Perspektifi İle İncelenmesi”, Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi,
2(2), 105-110 (2010).
2. Ulusal toplantıda sunularak tam metin olarak yayımlanan bildiri
Çelik R., N. Bardak, E. Akkaş, R. Erdem, A. Alkan, İ. Erdem, "Doçentlik
Sürecinin Karoşi (Karoshi) ve Yoğun Çalışma Çerçevesinde Değerlendirilmesi",
22. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, 22-24 Mayıs, s. 563-572,
Konya, 2014.
Yılmaz, N., R. Erdem, "Sağlık Yönetimi Alanı Lisansüstü Tezleri Üzerine Bir
Değerlendirme: Yöntemlerin Döngüsü ya da Yöntemler Değişiyor", 8. Sağlık ve
Hastane İdaresi Kongresi, Girne, 10-12 Eylül, 2014.
293
Erdem R., R. Çelik, N. Bardak, E. Akkaş, T. Saygın, N. Kara, "Orta Düzey
Yöneticilerde Efendi/Köle İkilemi", 21. Yönetim ve Organizasyon Kongresi,
s.460-465, Kütahya, 2013.
Çelik, R., R. Erdem, E. Akkaş, N. Bardak, “Karikatürlerin Yönetsel Analizi”,
20. Yönetim ve Organizasyon Kongresi, s.398-402, İzmir, 2012.
Çelik, R., Akkaş, E., Bardak, N., Erdem,R., “İnsan Yapımı Hastalıklar”, 6.
Sağlık ve Hastane İdaresi Kongresi Bildiri Kitabı (459-463), 13-15 Eylül,
Isparta, 2012.
Erdem, R., Bardak, N., Akkaş, E., Çelik, R. “Illich Haksız mı?”, 6. Sağlık ve
Hastane İdaresi Kongresi Bildiri Kitabı (487-491), 13-15 Eylül, Isparta, 2012.
Bardak, N., R. Erdem, R. Çelik, E. Akkaş, O. Adıgüzel, “Örgütsel Sinizm-
Örgütsel Vatandaşlık Paradoksu ve Bu Bağlamdan Sinik İnsan Tutumuna Bir
Bakış: SDU Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nde Hemşireler Üzerinde Bir
Araştırma”, 19. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, 621-625,
Çanakkale, 2011.
Erdem, R., Ö. L. Antalyalı, N. Bardak, R. Çelik, “Türkiye’deki Yönetim ve
Organizasyon Alanı Akademisyenlerinin Akademik ilgi odaklarını Belirlemeye
Yönelik Bir Çalışma”, 19. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, 207-211,
Çanakkale, 2011.
Yılmaz, N. S. Doğanalp ve T. Varol, “Lisansüstü Öğrencilerde Tezden
Kaytarma Davranışları”, V. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi, 12-15
Mayıs, Isparta, 2016.
3. Ulusal toplantıda sunulan poster
Kaya, A., Erdem, R., N. Bardak, H. Alkan, "Hekim ve Hemşirelerin Zamanı
Kullanma Eğilimlerinin Araştırılması", 4. Sağlık ve Hastane İdaresi Kongresi, 4-
7 Şubat, Antalya, 2010.
4. Uluslararası toplantıda sunularak tam metin olarak basılan yayımlanan bildiri
Yılmaz, N., R. Erdem, "Balanced Scorecard Applications in Health Care",
International Healthcare Management Conference, Gümüşhane, 15-17 June,
2015.
Akkaş, E., R. Erdem, R. Çelik, N. Bardak; “Tanı ve Tedavi Hizmetlerinde
Kullanılan İleri teknoloji Ürünü Cihazların Yan Etkilerinden Ne Kadar
Haberdarız?”, Uluslararası Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi (International
Congress on Knowledge, Economy & Management), Bosnia and Herzegovina,
Sarajevo, Jun 23-25, p.3192-3198, 2011.
Erdem, R., E. Akkaş, R. Çelik, N. Bardak; “İnformal Bilgi Kaynağı Olarak
Sosyal Paylaşım Siteleri: Facebook Kullanıcıları Üzerinde Bir Araştırma”,
Uluslararası Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi (International Congress on
Knowledge, Economy & Management), Bosnia and Herzegovina, Sarajevo, Jun
23-25, p.461-472, 2011.
Erdem, R., R. Çelik, Ö. L. Antalyalı, N. Bardak; “Akademik Bilgi Üretimine
Eleştirel Bir Bakış: Akademisyenlerin Görüşleri Çerçevesinde Bir
294
Değerlendirme”, Uluslararası Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi
(International Congress on Knowledge, Economy & Management), Bosnia and
Herzegovina, Sarajevo, Jun 23-25, p.685-693, 2011.
Erdem, R., İ.H. Çarıkçı, Ö.L. Antalyalı, A. Oksay, G. Atilla, N. Bardak; "The
Evaluation of Health Sector Managers Regarding the Health Management
Department", Sixth International Conference on Healthcare Systems, Gaziantep,
October 20-22, p.206-215, 2010.
5. Uluslararası toplantıda sunularak özet metin olarak yayımlanan bildiri
Erdem, R., N. Bardak, İ. Erdem, E. Akkaş, B. Keklik; Sağlık Sektörü
Çalışanlarının Sağlık Yöneticiliğine Bakış Açılarının Değerlendirilmesi ", 3.
Uluslararası Sağlık ve Hastane Yönetimi Kongresi, Antalya, Aralık 12-15, 2012.
Bardak N., R. Erdem, R. Çelik, N. Oral Kara; "Tam Gün Yasası Kapsamında
Mesleki Mali Sorumluluk Sigortasına Hekimlerin Bakış Açılarının
Değerlendirilmesi" 3. Uluslararası Sağlık ve Hastane Yönetimi Kongresi,
Antalya, Aralık 12-15, 2012.
6. Uluslararası hakemli dergilerde yayınlanan makaleler
Yılmaz, N., R. Erdem, "Balanced Scorecard Applications in Health Care", of
International Health Sciences and Management, Vol 1, No 1, Journal, 2015.