platform dergisi kasım 2011

84
Ahmet Özhan: Eskiden ses sanatkarları hafızlardan çıkardı Funda Müjde: Yaptığım işler dünyamı bütünlüyor Batı’daki müslümanların ailevi kimliği WWW.PLATFORMMEDIA.NL P Aylık düşünce, aktüalite ve haber dergisi Yıl • Jaar 14 • NR: 137 15 NOVEMBER 2011 Benim için sıcak bir yuvanız var mı? Benim için sıcak bir yuvanız var mı? Yabancı kökenli bakıcı aile sayısı düşük Polis hangi durumlarda kimleri gözaltına alır? Uyum mağdurları paralarını nasıl alacak? Sağlık sigortası primleri 2012 yılında artacak Geçmişten günümüze Sömürgecilerin işgal gerekçeleri Hollanda 40 bin Türk beyin istiyor!

Upload: platform-dergisi

Post on 29-Mar-2016

259 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

Platform Dergisi Kasım 2011

TRANSCRIPT

Page 1: Platform Dergisi Kasım 2011

Ahmet Özhan: Eskiden ses sanatkarları hafızlardan

çıkardı

Funda Müjde:Yaptığım işler

dünyamı bütünlüyor

Batı’daki müslümanların ailevi kimliği

WW

W.P

LA

TFO

RM

ME

DIA

.NL

WW

W.P

LA

TFO

RM

ME

DIA

.NL

PA y l ı k d ü ş ü n c e , a k t ü a l i t e v e h a b e r d e r g i s i

Yıl • Jaar 14 • NR: 137 • 15 NOVEMBER 2011

Benim için sıcak bir yuvanız var mı?

Benim için sıcak bir yuvanız var mı?

Yabancı kökenli bakıcı aile sayısı düşük

Polis hangi durumlarda kimleri gözaltına alır?

Uyum mağdurları paralarını nasıl alacak?

Sağlık sigortası primleri 2012 yılında artacak

Geçmişten günümüzeSömürgecilerin işgal gerekçeleri

Hollanda 40 bin Türk beyin istiyor!

Page 2: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 3: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 4: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Haziran 2011 4Platform

A y ı n P a n o r a m a s ı

Page 5: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 6: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 7: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 8: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Eylül 2011Platform 15 Haziran-Temmuz 2011Platform

Ahmet Özhan: Eskiden ses sanatkarları hafızlardan çıkardı

Ik doe heel hard mijn best om in de top te spelen…

Benim için sıcak bir yuvanız var mı?

Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara ve reklamların içeriğinden reklam verenler sorumludur. Doğacak hukuki sorumluluk hiçbir şekilde dergimizi bağlamaz. Dergimizde yer alan yazı, resim, karikatür ismimiz belirtilmek süretiyle kullanılabilir. Reklamlar müsade alınmadan kesinlikle kullanılamaz.

COLOFON/KİMLİK İÇİNDEKİLER

PlatformAylık düşünce, aktüalite ve haber dergisi

Yıl-Jaar 14 • Nr. 137 •15 November 2011

Sahibi / UitgeverPMG

Genel Yayın Yönetmeni / HoofdredacteurEbubekir Turgut

Yazı İşIeri Müdürü / EindredacteurSelim Turan

Kültür ve SanatH. Kerim Ece

Müzik / MagazinSümeyye Betül Turgut

Haber AraştırmaSelim Turan, Enes Akın, Özlem Özyol, Münevver Esra Turgut, Tarık Akgün, Selçuk Öztürk, Muhammed Tahtalı, Mustafa Toga, Hatice Söylemez, Banu Çelik

Danışma KuruluFuat Aslan, Dr. Kutlay Yağmur, Orhan Selim Bayraktar, Dr. Seyfi Özgüzel, Veli Yücesan, Muzaffer Yanık, Sadık Yemni, Bekir Cebeci, Sabahattin Uçar, Prof. Dr. Özcan Hıdır, Hatice Turgut, Mesut Dişli, Dr. Gürkan Çelik

Reklamlarınız için / AdvertentieTel.: 020-6138902 / 06-41780100

Bu sayıda katkıda bulunanlarM. Kübra Turgut, Cezmi Doğaner, Nuray Bossink-Tuna,Okan Akın, Mehmet Çalışkan, Kamil Kopuz, Drs. Armand Sağ, Burhanettin Carlak, Oğuzhan Kılınç, Ali Osman Biçen, Mehtap Kayaoğlu, Özlem Özyol, Şahin Yıldırı

Hukuk danışmanı : Av. Ejder ve Nürsel Köse

Abone Ücreti : Hollanda Senelik 25,- euroBelçika 30,- euro. Diğer ülkeler 50,- euro

ISSN: 1574-022638-4014-29 8-13

Yazışma adresi:Postbus 69026, 1060 CA Amsterdam

Tel.: 020-6138902 • Fax: 020-613 24 23E-mail : [email protected]

www.p la t fo rmmed ia .n l

Prijs € 3,50

Platform Dergisi her ayın 15’inde yayımlanmaktadır

Dağıtım:Hollanda geneli

DOSYA

MÜZİK SPOR

HABER

Tasarım / Lay-out : P-Ajans - [email protected]

80

14

Hollanda 40 bin Türk beyin istiyor!

Polis hangi durumlarda kişiyi yakalayabilir,kimleri gözaltına alır?

Hollanda'da ilk Türk kalp kliniği ‘HAYATKalp Kliniği’ açıldı

Lahey Buyukelciliği Calışma ve Sosyal Güvenlik Muşaviri Mehmet Sevim:Türk çocuklarının parasını kesemezler

8068Fo

toğr

af: E

bru

Özg

üner

Platform Dergisi Ekim Sayısı Kapağı

Page 9: Platform Dergisi Kasım 2011

9

Yayın Üssü’nden

EbubekirTurgut

[email protected]

Her çocuğun sıcak bir yuvaya ihtiyacı vardır

Ölüm, şiddetli geçimsizlik, psikolojik bunalımlar, uyuşturucu bağımlılığı,

çocukların ihmal edilmesi, dövülmesi gibi nedenler ortaya çıktığında

Hollanda’da çocukları koruma altına alan Pleegzorg, Çocuk Esirgeme

kurumu benzeri kuruluşlar harekete geçiyor. Çocuklar ailelerinden kendi

arzularıyla alınamazsa mahkeme kararına başvuruluyor.

Bu sorunları Türk çocukları da yaşıyor. Türk ailelerden alınan çocuklar

kültürel yönden çok farklı, bazı hallerde taban tabana zıt olan koruyucu

ailelere verilebiliyor. Devlet çocuk başına 470 ile 550 Euro aylık yardım

yapıyor. Vergiden muaf olarak. Böylece çocuğu bakmak asla mali külfet

haline dönüşmüyor. Bu dosyanın amacı başta Türk çocukları olmak üzere

bütün çocuklara sahip çıkmak, koruyucu aile olmak isteyecek kimseleri

özendirmek, bu örneklerin sayısını artırmak ve Hollanda’daki kurumları

tanıtmaktır.

Sunucu, köşe yazarı, oyuncu, komedyen ve bunun gibi birçok sanat dalıyla

uğraşan Funda Müjde çok yönlü çalıştığını ama hepsinin bir şekilde birbiriyle

bağlantısı olduğunu söylüyor. Birçoğunuzun tanıdığı Funda Müjde’yi daha

yakından tanıyacaksınız ve ilgi ile okuyacaksınız.

Nota musikinin olmazsa olmazı değildir. Musiki bir yetenek meselesidir.

Bu iş kopya çeker gibi notalara bakarak okumaya başlanalı, nota bilgisini

ses güzelliğinin üstüne çıkaralı beri ses sanatçısı tanımı değişti. Toplumu

peşinden sürükleyici insanlar yetişmez oldu. Nota taassubu yüzünden

bazı kabiliyetler, elden kaçırıldı. Ahmet Özhan ile mesleki serüvenini, Türk

müziğindeki yozlaşma sürecini ve sanatçı kavramını konuştuk.

Değerli okuyucularımız, dergimize abone olarak bizlere olan desteğinizi de-

vam ettireceğinizi umuyoruz.

Gelecek sayımızda buluşmak dileğiyle…

Uyum mağdurları paralarını geri alacak, ama nasıl?

HABER YORUM

AYIN RÖPORTAJI

HUKUK

Sağlık sigortası primleri2012 yılında artacak

SAĞLIK

62

Alışveriş te altın kurallar

MODA

60

39TARIH

Geçmişten günümüze sömürgecilerin işgal gerekçeleri54

Cilt tipiniz hangisi?56BAKIM-GÜZELLİK

Boşanmaya neden olan 5 tipik hata

EVLİLİK OKULU

58

32

26

We gaan hier in Nederland alles meemaken…

Yaptığım işler dünyamı bütünlüyor

Page 10: Platform Dergisi Kasım 2011

10

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Almanya ve Hollanda’da ‘Helal’ sertifikalı dönerler üze-rinde yapılan kontrollerde ürünlerin yüzde 71.6’sında domuz eti çıktığını açıkladı. “Helal ve Sağlıklı Gıda Konferansları”nda ko-nuşan Rotterdam İslam Üniversitesi ...Rek-törü Prof.Dr. Ahmet Akgündüz, “Almanya ve Hollanda’da ‘Helal’ sertifikalı dönerler üzerin-de yapılan bir kontrol ve araştırmada ürün-lerin yüzde 71.6’sında domuz eti çıktı” dedi.İki ülkedeki Müslüman nüfusun yoğunluğu-nun sahtekarların iştahını kabarttığını belir-ten AkgünAvrupa’da tek bir helal standart olmadığı için çeşitli sıkıntılar yaşandığına dik-kat çekerek, “Helal gıdada en önemli prob-lem bilgi eksikliği ve tek bir standart olmama-

sı. Kimi kolaya haram derken, kimi de helal diyor. İslam aleminde ortak bir görüş yok. Mesela İspanya’da kesilen ve helal damgalı etlerin yüzde 90’ının haram olduğunu bizzat gözlemleyen 8-9 profesör arkadaşımız var. Avrupa’da helal gıdanın bütçe yoğunluğu burada yaşayan Müslümanların ekonomik sıkıntısını çözecek şekilde. Bu ülkede 1 milyon Müslüman nüfus var. 150 kişilik parlamentoda 7 Müslüman vatan-daş var. Ama Müslümanlar arasında ittifak olmayışı ve helal gıda konusuna ticari bakış açısı problemleri artırıyor. Hollanda hüküme-ti koşer için özel bütçe veriyor. Aynı şekilde Müslümanlara da ‘Tek bir çatı altında topla-nın, size de helal gıdayla ilgili bütçe verelim’ diyor. Fakat buna rağmen bir birlik maalesef yok. Helal gıda pazarı Avrupa’da 2010 ra-kamlarına göre 67 milyar euroyu bulduğun-dan dolayı müthiş bir helal sahtekârlığı baş-lamış bulunmaktadır. Hollanda’da yapılan bir araştırmada helal dönerler üzerinde yapılan bir kontrol ve araştırmada dönerlerin yüzde 71.6’sında domuz eti çıktı. Bunun mutlaka ahlaki ve hukuki müeyyidelere bağlanması gerekmektedir” şeklinde konuştu.

'Helal ürünler'in yüzde 71'i domuz eti

Nihayet iyi bir haberAvrupa Parlamentosu’nun Sosyal De-mokrat üyesi Emine Bozkurt , Türk hü-kümetinin itirazından sonra Hollanda’nın, Türk işçilerin sosyal haklarını etkileyecek tedbirler konusunu yeniden gündeme ge-tirmediğini bildirdi. Yazılı açıklama yapan Türk asıllı Hollandalı Sosyalist parlamenter Bozkurt, Türkiye’nin ayrıntılı gerekçesiyle yaptığı açıklamadan sonra Hollanda hükü-metinin bir daha konuyu gündeme getir-mediğini ifade etti. Bozkurt şunları söyledi: “Türk hükümeti bu tür tedbirlerin Türkiye ve Hollanda arasındaki sosyal güvenlik sözleşmesine aykırılık teşkil edeceğini dile getirdi. Konu şu anda kapanmış görün-mekte. Hollanda hükümeti Eylül ayından sonra bu konuya geri dönüş yapmamıştır.”

15 Kasım 2011Platform

A y ı n P a n o r a m a s ı

Hollanda'da hükümet kafelerde esrar satışına sınırlandırma getirerek ilaç statüsüne sokacak.

Hükümet dozajı yüksek bazı esrar türlerinin ilaç statüsünde sayılmasını, kokain ve eroin gibi sadece doktor kontrolünde verilmesi için bir yasa tasarısı hazırlığında. Yeni yasa çıkarsa bu ülkede esrar satan kafeler yüzde 80 oranında pazar paylarını kaybedecek.Bu durum ülke ekonomisi için de önemli bir kayıp anlamına geliyor. Yasanın çıkma-sını savunan bazı Hollandalı politikacılar, son yıllarda kafelerde satılan esrar türleri-nin insan sağlığı için daha tehlikeli olmaya başladığını belirterek önlem alınmasını savunuyor. Hollanda'da yeni yasa tasarısı yürürlüğe girerse yüzde 15'den fazla THC

(esrar ve marijuna yapımında kullanılan hint kenevirinin içindeki doğal analjezik madde) içeren esrar yada marihuna çeşitleri sade-ce doktor kontrolünde ve hasta kabul edi-len kişilere verilecek.

SAĞ POLİTİKACILARA TEPKİ Kafelerin sahipleri ise sağ politikacılara tep-kili. Maastricht kentinde esrar satışı yapılan bir kafeyi işleten Marc Josemans, Hollan-da'daki sağ politikacıların esrar satışını "sol-cuların hobisi" olarak gördüğünü, sola ait olarak gördükleri her şeyi yasaklamak için sürekli çaba harcadıklarını iddia etti.

Hollanda esrar satışını yasaklıyor

Page 11: Platform Dergisi Kasım 2011

11 Platform

A y ı n P a n o r a m a s ı

Başbakan'dan çok maaşı vardı, görevinden alındı!

Hollanda'dan 'lale' itirafı

Maaşının yüksekliğiyle Hollanda'nın gündemine oturan COA Yönetim Kurulu Başkanı Nurten Albayrak görevinden alındı.

Hollanda, önümüzdeki yıl düzenlenecek EXPO'da lalenin anavatanının Türkiye olduğunu açıklayacak

Hollanda gündemine oturan Mülte-ciler Kampı Genel Merkezi (COA) Yönetim Kurulu Başkanı Nurten Albayrak, görevinden alındı. Hak-kındaki tüm suçlamaların asılsız olduğunu iddia eden Albayrak, şimdilik suskun kalıyor. Hollanda televizyonu NOS’in, Başbakan Mark Rutte’den yıllık yaklaşık 90 bin Euro fazla ücret aldığı ve göre-vini kötüye kullanmak suçlamasıyla gündeme taşıdığı COA Yönetim Kurulu Başkanı Nurten Albayrak, görevinden alındı. Yıllık 273 bin Euro maaş almakla eleştirilen ve Meclisin hakkında soruşturma başlattığı Albayrak, şimdilik sus-kun kalıyor. Konu hakkında kısa bir açıklama yapan Göç ve Mülteci Bakanı Gerd Leers, soruşturma-nın devam ettiğine vurgu yaparak “Suçlamalar hakkında şu anda bir şey söylemek doğru olmaz. Araştır-ma ve incelemek için bağımsız bir kurul görevlendirildi. Sonucu bek-lemek lazım” dedi. Şimdi Hollanda, ülkenin önde gelen siyasetçileri arasında yer almayı başaran İşçi Partili (PvdA) Nebahat Albayrak’ın yakın derecede akrabası olan Nur-ten Albayrak soruşturmasının nasıl sonuçlanacağının merak ediyor.

Hollanda, Türkiye ile ticari ilişkilerinin 400'üncü yılında büyük bir sürprize hazırlanı-yor.Her yıl milyarlarca Euro para kazandığı la-lenin anavatanının Türkiye olduğunu sonunda kabul eden Hollanda, bunu önümüzdeki yıl Venlo'da düzenlenecek EXPO'da açıklaya-cak. Hollanda'nın Venlo kentinde 5 Nisan-7 Kasım 2012 tarihleri arasında düzenlenecek Floriade Botanik EXPO etkinlikleri çerçeve-sinde lalenin 150 yıl önce Türkiye'den gidişi birebir sembolize edilecek. Şubat ayında

Antalya'dan 13 atın çekeceği faytona laleler yüklenecek. Yaklaşık 2 ay sürecek bir yolculuk sonucu laleler, 150 yıl önceki güzergâhından Rotterdam'a ulaşacak. Buradan da iki ülkenin üst düzey yetkililerinin de katılacağı EXPO açılışı için Venlo'ya getirilecek. Süs Bitkileri ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Osman Bağdatlıoğlu, proje teklifinin Hollanda tarafın-dan geldiğini belirterek, bunun aynı zamanda lalenin anavatanının Türkiye olduğunun kabulü anlamına geldiğini söylüyor.

Türkiye yıllarca kışlalara alınmayan asker analarını ve namaz kılması yasaklanan as-kerleri konuştu. Ancak askerleri topluca namaz kılarken gösteren bu fotoğraf karesi TSK'da bazı tabuların yıkıldığını ortaya koy-du. Ancak yakın bir zamanda dağda vatani görevini yapan askerlerin topluca namaz kı-larken gösteren bu fotoğraf karesi TSK'da bazı tabuların yıkıldığını ortaya koydu. Ne-

rede ve ne zaman çekildiği belli olmayan bu fotoğraf karesinde, vatanını korumak için dağlık alanda vatani görevini yapan as-kerler, muhtemel bir operasyon öncesinde topluca namaz kılarken görülüyor.

Namaz kılan Türk askeri...

Page 12: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 12Platform

A y ı n P a n o r a m a s ı

LAHEY - Türk ve diğer Müslümanla-rın yoğun yaşadığı Amsterdam, Lahey ve Rotterdam gibi büyük şehirlerde, bayramın pazar gününe denk gelme-siyle birlikte camilerde büyük yoğunluk oldu. Camilere sığmayan cemaat na-mazı dışarıda kıldı. Polis, bazı camilerin çevresinde güvenlik önlemi aldı. Müs-lümanların tercih ettiği camilerden biri olan Hollanda Diyanet Vakfı'na (HDV) bağlı Lahey'deki Mescidi Aksa cami-sine sığmayan cemaat, avluya serilen halılarda namazını kıldı. Türkiye'nin La-

hey Büyükelçisi Uğur Doğan da aynı camide vatandaşlarla birlikte bayram namazını kıldı. Namazdan sonra cami içinde cemaatle bayramlaşan Doğan'a halk büyük ilgi gösterdi. Bu bayramın çok özel bir zamanda geldiğini belirten Doğan, Türk milletinin birtakım acılar ve sıkıntılarla imtihan edildiğini söyledi.Van depreminin herkesi üzdüğünü ifa-de eden Doğan, şöyle konuştu: "Arka-sında milletimizin huzurunu, birliğini, beraberliğini bozmak isteyen birtakım güçler, birtakım sıkıntılar yarattılar. Fa-kat milletimiz bütün bunları aşacak güç-te ve kıymette olduğunu bu bayram sa-bahında da kanıtladı. İşte her cinsten, her mekandan, her bölgeden vatan-daşlarımız buraya geldiler ve bu güzel bayram sabahında birlik, beraberlik ve kardeşliğimizi tekrar kanıtladılar. Bu ba-kımdan ben çok memnunum."

M.İsmet Furkan / Amsterdam - Hol-landa Göçmenler Konsorsiyumu'nun öncülüğünde düzenlenen Ahilik sem-pozyumuna, birçok Sivil Toplum Kuru-luşu destek verdi. Sempozyumun açılış konuşmasını, Hollanda Göçmenler Kon-sorsiyumu danışmanı Ronal Lucadie yaptı. Lucardie konuşmasında; ahilik sisteminin daha iyi tanıtılması gerektiğini vurguladı. Daha sonra Mesnevi'yi (Mev-lana) ve Seyahatname'yi ( EvliyaÇelebi)Hollandacaya çeviren ve şu anda ahilik üzerine bir kitap yazmakla meşgul olan Hollandalı araştırmacı, düşünür, yazar Abdulwahid Van Bommel kürsüye geldi.Van Bommel; " Ahilik sitemi, günümüz-de Hollanda ve Batı gündeminde 'sos-yal girişimcilik bilinci'nin karşılığı olarak her zaman tartışılan bir sistemin yüzyıl-

lar önce Anadolu'da uygulanmış biçimi-dir. Günümüzde artan sosyal sorunlar karşısında her şeyi devletten beklemek yerine, sivil toplum ve sosyal girişimcilik adına yenilikçi çözümler üretmek ahi-lik siteminde yer bulmaktadır." ifadesini kullandı. Van Bommel ahiliğin, cehalete karşı ilmi, tembelliğe karşı çalışmayı, mis-kinliğe karşı üretmeyi ve ayrılığa karşı da birliği savunduğunu aktardı.

Bayram coşkuyla kutlandı

Ahilik geleneği tartışıldı

Belçika'da ''kişi başı bin avro''İtalya, Yunanistan ve İrlanda'nın ardından Avro Bölgesi'nde kamu borç oranı en yük-sek ülke olan Belçika'nın makroekonomik göstergeleri, Dexia'ya son kurtarma ope-rasyonuyla daha da bozulmuştu. Kamu borcu gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 98'ine ulaşan Belçika, bu yıl yüzde 3,5 düzeyinde beklenen bütçe açığının gele-cek yıl yüzde 2,8'e düşürmek konusunda AB'ye tahhütte bulunmuştu.Bunun için gelecek yılki bütçesinde 10 milyar ilave kaynak bulması gereken Belçika'nın içinde bulunduğu mali durumu, muhtemel koalisyon ortaklarından Flaman Hristiyan Demokratların Başkanı Wouter Beke ''kişi başına bin avro toplamamız ge-rekli'' diye özetledi. Karamsar mali tabloya rağmen kelle vergisi getirilmesinden yana olmayan Beke, ''kimseye hissettirmeden 10 milyar avro toplamak mümkün değil'' dedi. Flaman Sosyalistlerin Başkanı Bruno Tobback ise Belçika'da yoksulluk ve gelir dağılımında adaletsizliği artıracak önlemler-den kaçınılmasını istedi.

PARA HARCANIRGAYRİMENKUL

KALIRAnkara’da her bütçeye

uygun sahibinden satılıkİMARLI ARSALAR

Tel. 00-31-652675100Tel. 00-90-544-2056837

Page 13: Platform Dergisi Kasım 2011

13 Platform

A y ı n P a n o r a m a s ı

AB ülkeleri içerisinde 2007 yılında bir Likit Değerler Yönetmeliği (Verordening Liquide Middelen-VLM) yürürlüğe girmiştir. Buna göre, yanlarında 10.000 euro’dan daha faz-la nakit para ile AB ülkeleri dışında bir ülkeye yolculuk yapanlar, yanlarında taşıdığı miktarı gümrüğe bildirmek zorundadırlar. Bu kural, ayni değerde olan başka döviz cinsleri ve de-ğerli kâğıtlar (hisse veya tahviller) ile (isme ya-zılı olmayan) seyahat çekleri için de geçerlidir. Diğer döviz cinslerinin değeri, Euro üzerinden hesaplanmalıdır.

Uluslararası zorunlulukBildirim zorunluluğu sadece AB ülkelerinden çıkanları değil, bu ülkelere giren ya da transit geçen yolcuları da kapsamaktadır. Üst sınır yoktur. Prensipte yanınızda istediğiniz kadar para taşıyabilirsiniz, ancak, 10.000 Euro ve üstünde olan miktarları gümrüğe bildirmek zorundasınız. Yönetmelik ile amaç, AB’ye gi-ren ve çıkan para akışı konusunda bilgi sahi-

bi olabilmektir. Devlet bu para akışını kontrol ederek sınır ötesi terörizm finansını ve kara para aklama uygulamalarının önüne geçebilir. Ayrıca, her ne kadar kurallar ülkeden ülkeye farklı olsa da, yanda taşınan nakit değerleri bil-dirmek uluslararası bir zorunluluktur.

KontrolGümrük ve çeşitli araştırma servisleri, yolcu-ların bu kurala uyup uymadıklarını kontrol et-mektedirler. Bu kurala uymamak suç sayılır ve uymayanlar savcılık tarafından kovuşturulabi-lirler. Prensip olarak kurala uymayanlar ceza alabilir, hatta bazı durumlarda, uçaklarını bile kaçırabilirler. Gereksiz, çünkü küçük bir çaba ile bütün bunların önüne geçilebilir. Daha fazla bilgi www.douane.nl/geld internet sayfasında bulunmaktadır.

KampanyaVergi Dairesi/ Gümrük, yolculuk yapanları bildirim zorunluluğu konusunda uyarabilmek

amacıyla bir tanıtma kampanyası başlatmıştır. Vergi Dairesi iletişim görevlisi Sabah Fakhir, kampanyaya Maliye Bakanlığı’ndan katılmış. ‘Bu kampanyayı, yolculuk yapan birçok Hol-landalının bildirim zorunluluğunu konusunda yanlış düşüncelere sahip olduklarını görmüş olduğumuz için uyguluyoruz. Ya da kural in-sanlar tarafından yeterince bilinmiyor. Bunun sonucunda da kural çoğunlukla uygulanmıyor ve yolcular da gereksiz yere sorunlarla karşı-laşıyorlar. Bu kampanyanın en önemli mesajı şu: kişi istediği kadar parayı yanında götürebi-lir, ancak, belirli bir miktarın üzerinde olduğun-da gümrüğe bildirimde bulunmalıdır.’ Sabah bir uyarıda daha bulunuyor: ‘Bu paralar sizin değilse ve bir başkası için taşıyor olsanız bile bildirimde bulunmalısınız. Başka bir deyişle, eğer yakınlarınız ya da tanıdıklarınızdan yanı-nızda götürmek üzere, içinde para bulunan bir zarf aldıysanız, verilen miktarın ne kadar oldu-ğunu sorun. Çünkü bildirim zorunluluğu, yanı-nızda bulunan paranın tamamı için geçerlidir.’

Nakit para ile yolculukYakınlarda yanınızda 10.000 Euro ya da daha fazla para (nakit veya değerli kâğıtlar) ile Türkiye’ye gidecek misiniz? Öyleyse, yanınızdaki miktarı Gümrüğe bildirmeniz gerekir. Tatile çıkan ya da iş seyahati yapan Hollandalılar bu zorunluluktan her zaman haberdar değillerdir. Yazık, çünkü bir kontrol sonucu bildirim yapmadığınız anlaşılırsa, hoş olmayan sonuçlar doğabilir.

Page 14: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 14Platform

D o s y a

Sadık Yemni

Benim için

Sıcak bir yuvanız var mı?

Page 15: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Platform

D o s y a

Sıcak bir yuvanız var mı?

Her çocuğun sıcak bir yuvaya ihtiyacı vardır. Ölüm, şiddetli geçimsizlik, psikolojik bunalımlar, uyuşturucu bağımlılığı, çocukların ihmal edil-mesi, dövülmesi gibi nedenler ortaya çıktığında Hollanda’da çocukları koruma altına alan Ple-egzorg, Çocuk Esirgeme kurumu benzeri ku-ruluşlar harekete geçiyor. Çocuklar ailelerinden kendi arzularıyla alınamazsa mahkeme kararına başvuruluyor. Bu sorunları Türk çocukları da yaşıyor. Türk ailelerden alınan çocuklar kültürel yönden çok farklı, bazı hallerde taban tabana zıt olan koruyucu ailelere verilebiliyor. Bu yazının amacı başta Türk çocukları olmak üzere bütün çocuklara sahip çıkmak, koruyucu aile olmak isteyecek kimseleri özendirmek, bu örnekle-rin sayısını artırmak ve Hollanda’daki kurumları tanıtmaktır. Bu konularla ilgili alanlarda çalışan Mehmet Yıldız ve Arif Çolakkadıoğlu ile Den Haag’daki Türk Müzesinde görüştüm. Bana bu imkânı sağlayan Salih Dadak’a burada hassasi-yetle teşekkür ediyorum.

Mehmet Yıldız:

Biz danışmanlar olarak bu gençle-re kendilerinin isteğiyle, herhangi bir zorlama olmadan yol gösteri-yor, rehberlik yapıyoruz.

Altı yıldır bir Gençlik Danışma Merkezinde çalı-şan Mehmet Yıldız bize bu konudaki deneyimle-rini şöyle özetledi:Ben Mehmet Yıldız. 2005’den beri Gençlik Danışma Merkezine (Jeugdzorg) bağlı Gençlik Müdahale Ekibi, Jeugd Interventie Team’de rehber ve psikolojik danışman olarak çalışmak-tayım. 12-24 yaşlarındaki gençlerin sorunlarına

kendileri, aileleri ve okul işbirliği ile çözümler bulmaya çalışmaktayız. Karşılaştığımız sorunlar ailevi problemler, okul bulamama, okuldan atıl-ma, işsizlik, barınma sorunları, gençlerin borç-ları, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı, psikolojik bozukluklar gibi çok çeşitlilik içermekte. Biz danışmanlar olarak bu gençlere kendilerinin isteğiyle, herhangi bir zorlama olmadan yol gös-teriyor, rehberlik yapıyoruz. Amacımız gençlerin kendilerine ve topluma faydalı bir birey olmaları. Bunu yaparken sadece büroda görüşmüyoruz.

İhtiyaç halinde randevular gençlerin evinde, okulunda ya da dışarıda verilebiliyor0-18 yaş grubundaki bazı çocukların gelişimi çeşitli sorunlar nedeniyle maalesef idealden çok uzak. Bu gibi durumlarda Gençlik Danış-ma Merkezi sorunlu aileye danışmanlık yapıyor. Sorunun cinsine göre gerekli desteği veriyor. Mesela;çocuk eğitimi konusunda ayrıntılı bilgi-lendirme, evde eğitme gibi.Çocuğun içinde yetiştiği aile ortamı gelişimini ciddi bir şekilde engelliyorsa ve söz konusu olan

Tenzile Erdal(Hukukcu)

Aile fertlerinden veya aile yakınlarından bi-risinin hastalandığında, eşler/ebeveynlerin boşanması durumunda, aile içi şiddet oldu-ğunda, çocuğun eğitiminde zorluk yaşandığı durumlarda, ebeveynlerin çocuğu üzerinde sorumluluğunu yerine getirmedikleri du-rumlarda, çocuğun fiziki sağlığı, ruh sağlığı, psikolojik baskı, taciz, gelişimi söz konusu olduğunda çocuk yetiştiği ailenin yanından alınabilir. Prosedür icabı Aile Mahkemesi haberdar edi-lir ve mahkeme süreci başlatılır.Hakim çocuğun evden uzaklaştırmanın ge-rekli olup olmadığına bakar ve bunun ne ka-dar sürebileceğini belirler. Evden uzaklaştır-manın azami süresi 1 yıldır.Çocukların ailelerinden alındığında, o çocu-ğun yetişmiş olduğu aile kültürüne, dinine, sosyal yaşantısına uygun ve benzer bir bakıcı aileye verilmesi çocuğun gelişimi için önemli-dir. Farklı kültürlerden olan ailelerde yerleşti-rilen bir evlatlık çocuk, kendi kimliği ile müca-dele edecektir.

Farklı ırk, bir risk faktörü olarak görülmektedirTürk ailesinden alınan çocuk, Türk bakıcı aile bulunamadığından, farklı ırka sahip ailelere evlatlık olarak verilmektedir.Hollandalı bir çocuk için kolayca o çocuğun etnik durumuna uygun ve benzer bir aile bu-lunmaktadır. Türk çocukları için Türk bakıcı ailelerin çok ama çok az olduğundan, çocu-ğun yerleşiminde sorun yaşanıyor.

Hakimler çocuklar ve aileleri üzerinde önemli kararlar veriyor olması ve bu kararların çocuk-lar ve aileleri için önemli etki yapmaktadır.Hakim kararını vermeden önce Bureau Jeugdzorg’un hazırlamış olduğu rapor’u dik-kate alır. Bu rapor’da çocuğun bakıcı aileye uyumu dikkate alınır. Eğer bu çocuk bakıcı ailenin yaşam şekline uyum sağladıysa ve bu bakıcı ailenin ırk’ı, dini, sosyal yaşantısı ve kültürü çocuğun alınan ailesine benziyor ise, o zaman hakim çocuğu kendi ailesine daha kolay geri verilmesi için karar verebilir.Hedef her zaman çocuğu kendi ailesine geri verilmesidir. Ana hedef bu olduğu için evdeki yaşadığı kültür ve bakıcı ailenin yanında ya-şadığı kültür arasında büyük fark olmaması, çocuğun kendi ailesine geri verilmesi şansı fazlalaştırır. Evden alınan bir çocuk zaten zor dönem geçiriyordur. Evde alışmış olduğu bir ortama koyulur ise, alışması gereken ortama daha kolay alışır.

Türk çocuklarının, evden uzaklaştırılması ve geçici bir bakıcı aileye verilmesiTürk çocukları için Türk bakıcı ailelerin çok ama çok az olduğundan, çocuğun yerleşiminde sorun yaşanıyor.

Page 16: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 16Platform

D o s y a

aileye yardım edilmesi çeşitli nedenlerden müm-kün değilse Gençlik Danışma Merkezi, durumu Çocuk Esirgeme Kurumu’na bildiriyor. Durumun ciddiyetine göre söz konusu olan aile mecburi yardım almaya zorlanıyor veya çocuk evden alı-nıp koruyucu bir aileye veya yetistirme yurtlarına verilebiliyor. Gençlik Danışma Merkezi’nin amacı aile içinde barınması mümkün olmayan çocukları mümkün olduğunca akraba çevresine yerleştirmek, yani çocuğun kendi akrabalarını koruyucu aile yap-mak oluyor. Eğer bu mümkün değilse başka bir koruyucu aile aranıyor veya çocuk bir yurda veriliyor. Bu işi yaparken yaşadığım ve bizzat gördüğüm bazı olayları kısaca anlatmak istiyorum. Duru-mun ciddiyetinin daha iyi kavranmasına yardım edeceğini umuyorum. Beş yaşındaki yabancı kökenli bir çocuğun okula yanında bazen yemek getirmediği ve vücudun-da dövme sonucunda oluşabilecek morluklar olduğu gözlenince bize haber verildi. Eve gidip anneyle konuştuk. Kadının erkek arkaşlarından olma 6-7 çocuğu olduğu, bunların bazılarının zaman içinde elinden alındığı, geriye evde bir ve beş yaşında iki çocuk kaldığı anlaşıldı. Durum çok vahimdi. Beş yaşındaki çocuk annesi evde yokken bir yaşındaki kardeşine bakmaktaydı. Ocağı yakıp çocuğun sütünü falan ısıtıyordu örneğin. Kadın bu çocuğu marketlerde hırsızlık

yapmakta da kullanmaktaydı. Çocuk bazı eşya-ları alıp kameralara görünmeden çocuk arabası-nın altına gizlemekteydi. Kadın uyuşturucu işin-deydi. Çocukları da bu alanda kullanmaktaydı. Böyle aşırı dramatik vakalar mevcut yani.Dört yaşında bir Türk çocuğunun okula vücu-dunda darp izleriyle gelmesi öğretmenin dik-katini çekiyor. Komşular da anne ve babanın bitmeyen kavgalarından şikayetçi durumda. Karı koca kavga edince, kadın da hırsını almak için çocuğu dövüyormuş. Jeugdzorg işe el koydu. Ne olacağı bilinmez, bazen ailelerin tepkileri ag-resif olabiliyor, yanımızda polis eve gittik. Baba bizi kabul etti ve durumu anlattı. Kendi araların-daki şiddetli geçimsizlik çocuğa dayak şeklinde yansımaktaydı. Onlara çocuklarını kaybetmek istemiyorlarsa üç aylık b.ir çocuk eğitimi kursu almalarını önerdik. Bu arada çocuk üç hafta yurtta kaldı. Hiç Hollan-daca bilmiyordu. Öğretil-memişti. Çektiği sıkıntıyı tahmin edin. Çocuk yurt-tan sonra uygun bir akra-banın evine yerleştirildi. Kurs bitiminde de evine döndü. Bu arada anne ve baba yaptıkları hatayı anlamıştı. Çocuklarını

kaybetmek üzereydiler. Barıştılar. Hem evlilikleri kurtuldu, hem de kendi evi çocuk için huzurlu bir hale geldi. Bazı hallerde, özellikle yaşı biraz büyükçe olan, ergenlik çağındaki çocuklar Jeugdzorg’u kendi amaçlarına uygun yönlendirmeyi deneyebiliyor. On altı yaşında bir Türk kızı bu kuruma başvurup bana evde dayak atıyorlar, çalışmamı engelli-yorlar şeklinde beyanatta bulunuyor. Aileleyle görüşünce kızın söylediklerinin doğru olmadığı anlaşıldı. Bir yerde sorunsuzca çalışmaktaydı. Kız Hollandalı ya da bazı Türk arkadaşları gibi serbest olmak, bazen gece arkadaşında kal-mak, eve gelmemek istiyordu. Ailesi buna izin vermiyordu. Bu nedenle kanuni olarak evden alınması için bu sahte beyana başvurmuştu.

Page 17: Platform Dergisi Kasım 2011

17 Platform

D o s y a

Bazen de yanlış anlama meydana gelebiliyor. Bir diğer vaka da şöyleydi. Türk ailenin üç dört yaşlarında bir çocuğu evde kazayla camın üstü-ne düşmüş. Bazı yerleri kesilmiş. Hastahanede dikiş atılmış. Belki bir ihmal ya da çocuğa kasıtlı eziyet söz konusudur diye bu durum rapor edil-miş. Biz işe karıştık. Sonra durumun kaza oldu-ğu anlaşıldı. Bazen dili iyi bilmemek nedeniyle basit bir vakanın çocuğa eziyet durumu gibi al-gılanması tehlikesi mevcut. Buna da dikkat edil-mesi gerekmekte. Bu koruyucu aile meselesi göçmen kökenli Hol-landalılar arasında pek bilinmiyor. Bu kesim aile-lerden gönüllü olarak koruyucu aile olanlar yok denecek kadar az. Özellikle müslüman aileler, çocukları yukarıda belirttiğim nedenlerden ötürü elinden alındığında onların müslüman bir ailede kalmasını istiyorlar. Bu aileler için hem dini, hem de kültürel bakımdan çok önemli. Ben buradan yabancı kökenli ve özellikle Türki-ye kökenli vatandaşlarımızın durumları müsaitse koruyucu aile olmaya davet ediyorum. Bunu za-ten Hollanda devleti de çok destekliyor.

Arif Çolakkadıoğlu

‘Den Haag ve çevresinde 1000’in üzerinde çocuk için aile aranıyor’Arif Çolakkadıoğlu İlk, orta ve lise eğitimini Türkiye de tamamladıktan sonra 1996 yılında Hollanda’ya geldi. Hollanda da Twente Üni-versitesinde bir süre eğitim bilimleri (Onder-wijskunde) okudu ve sonrasında Hogeschool Rotterdam da Türkçe Öğretmenliğini bitirdi. Öğrenim süresi boyunca ve sonrasında çeşitli eğitim kurumlarında farklı idari görevler yaptı. Şu an Dialoog Haaglanden kurumunda Den Haag

Belediyesiyle birlikte, toplumdaki sosyal prob-lemlerin çözümüne yönelik konularda çalışmalar yapmakta. Evli ve bir çocuk babası.

Arif bey hemen konunun merkezine inelim. Şu anda Haaglanden denen bölgede durum nedir?Şu anda Haaglanden denilen, Den Haag ve çev-resinde yaşları 0 ile 18 arasında değişen bin ka-dar çocuğa koruyucu aile aranmakta. Bunların yüzde 45’i yabancı kökenli. Den Haag beledi-yesi koruyucu aile olmayı özendirecek projeler

yapıyor yine de ihtiyacı karşılamıyor.

Koruyucu aile nasıl olmalı?Koruyucu aile her şeyden önce stabil, kararlı bir yapıya sahip olmalıdır. Tabii aileler anne-ba-badan oluşabileceği gibi Hollanda toplumunda kabul gören iki bayan veya iki erkekten de olu-şabilir ve bu sorun teşkil etmiyor. Bu tür kimseler de evlat edinebilmekte.

Peki Müslüman toplum arasında koruyucu aile olma durumu nasıl? Buna talep var mı?

Emel Uzak (Pedagoji son sınıf öğrencisi)

Ben 21 yaşında pedagoji son sınıf öğrenci-siyim. Okuduğum bölüm Hollanda'da 'Peda-gogiek' olarak biliniyor ama ben bunu Türk-çeye 'çocuk psikolojisi' olarak çeviriyorum. Okuduğum bölümü çok seviyorum çünkü iki kültür arasında büyüdüğüm için iki kültüründe olumlu ve olumsuz taraflarını görebiliyorum. Bu 'Koruyucu aile' konunuz benim çok ilgimi çekti. Benim etrafımda gözlemleyebildikle-rim şunlar: Türk aileleri ne yazık ki bu konu-yu pek bilmiyorlar. Aslında derginizde Türk ailelerine bu konu ile daha çok ilgilenme-lerini duyurmanızı isterim. Etrafımda benim bildiğim hiç bir koruyucu aile Türk kökenli değil. Bunun tabi en önemli nedenlerinden biri bence Türk ailelerinin büyük ve geniş olmaları. Olurda bir çocuğun annesi veya babasına bir şey olursa teyze, dayı, amca, dede, bu çocukların bakımını kolayca üst-lenebiliyorlar. Buda bir tür koruyucu ailedir. Ama aksi takdirde bu çocukların yakınları olamaya da bilir veya Türkiye’de yaşıyor ola-bilir. Çocuklar akrabanın yanına yerleşiyorsa alışmak yönünden zorlanmayabilirler ama eğer bu akrabalar mecburiyetten, etrafın baskısından dolayı bu çocukları nüfuslarına geçiriyorlar ise çocuk için çok iyi olacağını sanmıyorum. Ebe ve dede bu çocuğu sev-giyle eğitir tabi ama eğitimlerine ne kadar yardımcı olabilirler?Bir Türk çocuğu bir Hollandalı ailenin yanına yerleşiyorsa tabi ki bu çocuk için çok büyük bir değişim demektir. Annesinden babasın-dan ayrı kalmakla beraber aileye ısınamamak gibi sorunlar doğurabilir. Tabiî ki bazı yaşlar-

da çocuklar bu değişimler için daha hassas olabiliyorlar. Belki de küçük yaştan alışmak daha kolay. 10 yaşında bir çocuk için bunun daha zor olabileceği kanısındayım.Benim demek istediğim aslında biz Türkler çok yardımsever insanlarız, lütfen bu konu-larda duyarlı olalım. Türk çocuklarımıza eğer iyi koşullarda bakabileceksek bunu yapalım, onları sevelim ve koruyalım. Peki, bir Hollandalı ailenin yanında büyüme-nin faydaları ne olabilir? Tabi ki dil yönünden çocuklar için bir avantaj olabilir, Hollanda-cayı daha iyi öğrenebilirler. Daha disiplinli büyüyebilirler (yeme, içme, yatma saatleri). Ve tabi ki Hollandalı ailelerde bu çocuklara çok iyi bakabilirler. Çocuğu olamayan bir sürü aile bu çocuklar için bazen yıllarca sıra bekliyorlar.Burada düşünmemiz gereken çocuktur. Türk aileleri bu konuyla biraz daha ilgilenir-lerse ve bu konuya daha sıcak bakarlarsa ne mutlu bize.

Etrafımda benim bildiğim Türk kökenli bir koruyucu aile yok

Page 18: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 18Platform

D o s y a

Yeterince bilgililer mi? Müslüman toplum bu konuda yeterince bilgili değil. Hollanda’da kendi dillerinde çıkan gaze-te ve dergiler bu konuya eğilmeye başladı. Bu zamanla etkili olacaktır umarım. Kendi çocuk-larımız da söz konusu. Bütün çocuklara sahip çıkarken bu kesime öncelik vermeliyiz.

Bir Türk aile hayal edelim. Bunlar koruyucu aile olmak istediklerinde en sık karşılaşa-

cakları sorun nedir?Mahremiyet en ciddi sorunlardan biri. Bir kızınız ve oğlunuz var diyelim. Evinize bir kız ya da er-kek çocuk almanın getireceği durumları iyi tart-mak lazım. Çocuklar bazen buluğ çağında ya da bu faza yakın yaşlarda oluyor. O zaman erkek ve kız üvey kardeşlerin bir arada olması sıkıntı oluş-turabiliyor. Ya da oluşturabileceği düşünülüyor.

Buluğ çağı başlı başına bir etken olmalı?

Evet. Koruyucu aile arayan çocukların yaşları 0 ile 18 arasında değişiyor malum. Bu yaş gru-buna dahil çocukların gerçek akrabası olmayan kimselerin yanında kalması çeşitli sorunları be-raberinde getirebiliyor. Bu nedenle bu yaş gru-buna dahil çocuklar için yaşlı ebeveynler tercih ediliyor. Bunlar kendileri de çocuk yetiştirip bü-yütmüş oldukları için deneyimli oluyorlar. Evde başka çocuk olmuyor.

Sorunlara yaş üzerinden bakıldığında koru-yucu aile olmak isteyenlerin tercih ettiği bir yaş kategorisi var mı?Genellikle on iki yaşının altı çocuklar tercih edilmekte. Böylece çocuğun aileye ısınması, kültüre alışması ve benimsemesinin daha kolay olacağı düşünülüyor.

Peki bu arada çocuğu elinden alınan ailele-rin durumu nasıl? Bunlar çocuklarının veril-diği ailelerle ilişki içinde oluyor mu?Çoğunlukla oluyor. Belli aralarla esas aileleriyle görüşüyorlar. Bu da koruyucu aile olmak iste-yenleri düşündürten bir başka mesele. Çocu-ğun biyolojik ailesiyle iletişim içinde olunması ve bunu sorunsuzca sürdürmek gerekiyor.

Çocuklarını koruyucu aileye vermek duru-munda olan Müslüman göçmenler ne tür ailelere itibar ediyorlar?Müslüman göçmen aileler çocuklarını kendile-ri gibi göçmen, Müslüman ailelere verilmesini istiyorlar. Bu da haliyle pek mümkün olmuyor. Başta söylediğimiz gibi Müslüman koruyucu ai-lelerin sayısı az.

Bu konuyla ilgili bir haberde koruyucu aile ol-mak isteyen Türklerin, Hollandalılara oranla daha uzun bekletildiğini yazmaktaydı. Bazen koruyucu aile olmak isteyenlerin şartları tam olarak uygun olmayabilir. Bazı ayrıntıların bahsi edilmez, ama bir etken olur. Bazen de ku-rumda çalışan kimselerin şahsi davranışları bu sonucu doğurmakta. Önemli olan bizlerin bilinç-lenmesi ve bu toplumsal yaranın tedavi edilme-sine katkı için harekete geçmemizdir. Üzerimize düşen bir insanlık görevidir.

Arif bey söyleşimize katıldığınız için teşek-kür ederim. Ben de derginizin okurlarına sevgilerimi ve se-lamlarımı gönderiyorum.

Güven Kılıç Güven bey siz bir yıldır koruyucu ailelik yapmaktasınız. Türkler arasında pek az raslanan bir örneksiniz. Bize sıcak bir yuva arayan çocuklarla ilgili meseleyi kısaca

Biz ‘Kriz’ durumlarında devreye giriyoruz. Çocuklar ailelerinden alınır alınmaz bize getiriliyor. Kendilerine sürekli bir yer bulunanan kadar 6-8 hafta bizde kalıyorlar. Böylece ailelerinden alınır alınmaz yine aile ortamına girmiş oluyorlar.

Page 19: Platform Dergisi Kasım 2011

19 Platform

özetleyebilir misiniz?

Yılda 18.000 çocuk şiddetli geçimsizlik, aile içi şiddet, ilgisizlik ve ihmal vb. sebeplerden ötürü ailesinden alınıyor. Bunlara devlet sahip çıkıyor. Çocuklara sıcak bir yuva, bir aile ortamı aranıyor. Bu çocukların yüzde 30’u yabancı kökenli ailele-re ait. Basit bir hesapla 6.000 diyebiliriz. Bütün çocuklara, ama özellikle bu grup çocuklara Türk ve Müslüman toplum olarak sahip çıkmalıyız. Jeugdzorg, jeugdformaat gibi kurumlar bu çocuklara nasıl ulaşıyor?Bir çocuğun ailesiyle sorunu varsa bunu ilk fark edenler komşuları ve okul oluyor. Çocukta yaralar bereler varsa, bakımsızsa, iyi beslenmi-yorsa benziyorsa, davranışları garipse, kısacası bir şeyler yolunda gitmiyor gibiyse bu çevreler hemen fark edip alarma basıyorlar. Kurumlar işe elkoyuyor böylece. Bundan üç yıl kadar önce bir çocuğun evde şid-dete maruz kaldığıyla ilgili bir duyum geldiğinde kurumlar biraz yavaş reaksiyon göstermişti. Psi-kopat olan baba ardından çocuğunu öldürdü ve parçalara ayırarak Maaş nehrine attı. Medyada bomba gibi patlayan olay etkili oldu. Sorunlu ço-

cuklara daha hızlı yardım götürülmeye başlandı. Bütün bunları bilince insan kendine soruyor. Ni-çin ben de bir hayır yapmayayım?

Son bir yıl içinde dört çocuğa ev sahipliği yaptınız. Bu nasıl oluyor? Koruyucu aile de-nince insanın aklına tek ve uzun süreli ba-kım altına alınacak bir çocuk geliyor.O tür koruyucu ailelik de var. Çocukları evlat edinenler de. Biz ‘Kriz’ durumlarında devreye gi-riyoruz. Çocuklar ailelerinden alınır alınmaz bize getiriliyor. Kendilerine sürekli bir yer bulunan ka-dar 6-8 hafta bizde kalıyorlar. Böylece ailelerin-den alınır alınmaz yine aile ortamına girmiş olu-yorlar. Biz olmasak çocuk yurtlara gidecek. Bu tercih edilen ortam değil. Ancak hiçbir aile bu-

lunamazsa bu yola gidiliyor. Önce Türkçe konu-şan çocukları almak istedik. Elde böyleleri yoktu herhalde. Olmayınca diğer çocukları aldık.

Yabancı kökenli çocuklar mıydı bunlar?İkisi Marokan, biri Endonezyalı , diğeri de Suri-nam kökenliydi.

Koruyucu aile olabilmek için ne gibi özellik-lere sahip olmak lazım? Çeşitli kontroller yapılıyor doğal olarak. Evin uy-gun olması lazım. Aile ortamının huzurlu olma-sı önemli. Bir de geçmişte çocuklarla ilgili bir konuda suç kaydının olup olmadığı da gözden geçiriliyor. Her şey tamam olduğunda Çocuk Esirgeme kurumunun listesine giriyorsunuz.

Ölüm, şiddetli geçimsizlik, psikolojik bunalımlar, uyuşturucu bağımlılığı,

çocukların ihmal edilmesi, dövülmesi gibi nedenler ortaya çıktığında Hollanda’da çocukları

koruma altına alan Pleegzorg, Çocuk Esirgeme kurumu benzeri kuruluşlar harekete geçiyor.

D o s y a

Page 20: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 20Platform

D o s y a

Koruyucu aileler yaş tercihi de yapabiliyor anladığım kadarıyla? Evet. Bu mümkün. Bizim tercihimiz 4 ile 8 yaşı arası Müslüman çocuklar. Bunlar akşam erken yatıyorlar. Tabii okula biz götürüyoruz. Spor, müzik gibi alıştıkları etkinlikleri de elden geldi-ğince sağlamaya çalışıyoruz.

Bu çocukların anne ve babaları çocuklarına kimin baktığını biliyor mu?Dört çocuktan biri hariç ebeveynleri çocukları-nın yerini biliyordu. Gizli adres değildik.

Bu çocuklar sonradan kendi evlerine döne-biliyorlar mı?Bu oran maalesef çok düşük. Bu çocukların yüzde 1’i geri dönebilmekte.

Niye bu kadar az?Anne ve babaların çocuklarının ellerinden alın-

masına neden olan şartlardan çıkması lazım. Kendi sorunlarını çözmeleri lazım. Bir çok va-kada anne ve baba daha çok agresifleşiyor. Kurumlarla çatışıyor. Kendi hayatlarını değiştir-mede başarısız olur. Böylece çocuklar geri dö-nemiyor.

Başka ne gibi nedenlere koruyucu aile olu-nuyor? Siz örneğin özellikle Müslüman ço-cuklara yardım etmek istiyorsunuz. Bunun için bir araştırma yapılmış. Sayısal veriler mevcut. Yüzde 40 hümaniter, yani insani ne-denlerle, yüzde 30 misyonerlik idealiyle, diğer yüzde 30’da çocukları istismar amacıyla bu işe girmekteymiş.

Peki bu son grupla ilgili olarak şunu sora-yım. Yapılan ön araştırmalarda bu niyet or-taya çıkmıyor mu?Demek ki, bir şekilde kendilerini gizlemeyi ba-şarıyorlar.

Bazen ailelerin davranışları da yanlış anlaşı-labiliyor diye duydum. Olabilir. Bir Karadenizli aile tanıyordum. 16 adet çocukları vardı. Bunların yarısı ikizdi. Benim o sıralarda bir seyahat bürom vardı. Onlar bilet almaya geldiğinde sevinirdik. Uçağı doldurduk diye. Bir gün ranzada yatan çocuklardan biri düşmüş. Yaralanmış. Çocuk Esirgeme kurumu eve geldi. Durumu gördü. Kasıt yoktu, ama ço-cukların hepsini aldı. Bu tür olaylar bizi uyardı.

Anlıyorum. Koruyucu ailelere devlet mali yardım yapıyor. Öyle değil mi?Devlet çocuk başına 470 ile 550 Euro aylık

yardım yapıyor. Vergiden muaf olarak. Böylece çocuğu bakmak asla mali külfet haline dönüş-müyor. Bu işi sırf kazanç için yapanlar da mev-cut haliyle. Önemli olan bunu hayır için yapmak ve yabancı koruyucu ailelerin sayısını artırmak. Geçenlerde Jeugdformaat’tan geldiler. Birlikte tanıtıcı bir kısa film çektik. Ne kadar çok koruyu-cu aile bulursak o kadar iyi.

Güven bey söyleşimize katıldığınız için size teşekkür ediyorum. Ben de derginizin okurlarına selamlarımı gönde-riyor ve onları bu hayırlı göreve davet ediyorum.

Hollanda’daki Çocuk Esirgeme kurumlarına aşağıdaki linklerden ve telefon numaralarından ulaşabilirsiniz.

Pleegzorg NederlandOp jaarbasis maken ongeveer 22.000 kinde-ren gebruik van pleegzorg. Pleegzorg is er voor kinderen tussen 0 en 18 jaar die vanwege op-voed- en opgroeiproblemen tijdelijk niet bij hun eigen ouders kunnen wonen. Zij trekken dan in bij een pleeggezin. De overheid wil dat kinde-ren zo veel mogelijk opgroeien in een omgeving die dezelfde bescherming biedt als een gezin. 0800 – 0223432 (ücretsiz telefon)www.pleegzorg.nlMail Yollamak isterseniz: [email protected]

Stichting Jeugdformaat (Den Haag ve çevresi için)www.jeugdformaat.nl070-3584076Mail için: [email protected]

Devlet çocuk başına 470 ile 550 euro aylık yardım

yapıyor. Vergiden muaf olarak. Böylece çocuğu

bakmak asla mali külfet haline dönüşmüyor.

Önemli olan bunu hayır için yapmak ve yabancı

koruyucu ailelerin sayısını artırmak.

Page 21: Platform Dergisi Kasım 2011

21 Platform

D o s y a

Yabancı çocukların kendi ana dilinden, kültüründen ve dininden kopmaması için Türklere bakıcı aile olarak çocuklara sahip çıkılması çağrısında bulunmak doğru bir yaklaşım. Aksi takdirde bu çocuklar, farklı bir kültür’e, inanca ve dile sahip olan ai-leler tarafından bakım görmeleri, çocuğun uyum ve yaşamında kendini rahat ve hu-zurlu hissetmesi zorlaşacaktır.Araştırma sonuçlarına göre Hollanda’da 2010 yılında 15.500 bakıcı aile toplam 24.150 çocuğun bakımını üstlendiler. Kısa ve uzun vadeli olmak üzere aynı yıl içerisinde 2991 yeni bakıcı aile başvuruda bulunurken, 3163 bakıcı aile ise bakıcılık hizmetinden ay-rıldı. Hollanda’da 1 Ocak 2010 yılı itibariyle 15.206 çocuk bakıcı ailelerde kaldı.Hollanda’da yetim çocukların sayısı sürekli artış göstermektedir. Bunun sonucu olarak bakıcı ailelere ihtiyacı olan çocukların raka-mı on yıl içerisinde ikiye katlanmış durumda.Bakım kısa ya da uzun süreli olabilmekte-dir. 2010 yılında bakıcılık hizmetinin son-landırılan çocukların %38’i üç aydan kısa bir bakıcı ailede kaldı. %29’u üç aydan bir yıla kadar kaldı. % 34 bir yıldan daha uzun süre bir bakıcı ailede kaldı. Yeni bakıcılığın % 23’ü kriz, %15’i kısa bakım özellikle hafta sonları ya da tatil için. Çoğunlukla % 62’si tam gün bakım.

2010 yılında bakıcı aileye yerleştiri-len çocukların yaş gurupları yüzdelere göre şöyle seyretmiştir;Yaş Yüzde0–4 %365–11 %3612–14 %1315–17 %1418 %1

Bakıcı aile ne demektir?Bakıcı aile, bir çocuğun geçici olarak baş-ka bir ailenin yanında kalması demektir. İlk etapta çocuğun ailedeki sorunlarına bakılır ve sorunun kendi ailesi içersinde

çözümü konusunda çaba gösterilir. Bu imkânsız ise, bakıcı aile ilk seçenek olarak gözükmektedir.Bakım’a ihtiyaç duyan çocuklar 0 – 18 yaş-ları arasında kız veya erkek çocuklardır.

Ne zaman bakım söz konusu olmaktadır?Çocuk öyle hemen evinden uzaklaştırılma-maktadır. Şayet çocuk evde artık kalma imkânı yok ise, ailesi yardım çağrısında bulunur veya çocuk bakım bürosu ( Bureau Jeugdzorg) devreye girer.

Bu şu durumlar ortaya çıktığında ger-çekleşmektedir:1. Annenin acil olarak hastaneye kaldırılma-sı ve çocuk için bakım imkânının olmaması çocuk istismar ve psikolojik sorunlar yaşa-masında;2. Anne babanın geçici olarak kişisel so-runlarından dolayı çocuklarını terbiye ede-memesi3. Çocuğun davranışının kötüleşmesi ve anne babanın bunun düzelmesinde imkânsız kalması.4. Çocuk engelli olması ve ailenin bu bakı-mı üslenmesinde zorlanması5. Çocuğun evden kaçması, örneğin evde sürekli kavga edilmesinden dolayı

Bakıcı ailelik geçicidir:Bakıcı ailelilik prensip olarak geçici bir süre içindir. Amaç çocukların tekrar kendi aile-lerine kazandırılması ve ailelerinin kendileri bu çocukların bakımını üstlenmeleridir. Bir çocuğun ne kadar süre bakıcı bir ailede kalacağı, bir kaç günden başlar ve yıllarca sürebilmektedir. Çocukların aileleri bu za-man içerisinde kendi sorunlarını çözmek için değerlendirmektedirler.

Çeşitli bakıcı aileler:Birden çok bakım şekilleri mevcuttur; ör-neğin tatil esnasında bakıcılık, hafta sonları bakıcılık, günlük bakıcılık, kriz durumların-da bakıcılık ve uzun süreli bakıcılık.

Bakıcı aile, bakım hizmeti sunan kurumun sosyal görevlisi tarafından desteklenir. Pra-tik ve terbiye gibi konularda sosyal görevli-den destek alınmaktadır. Aynı zamanda bu sosyal görevli, çocuk bakım bürosu (Bure-au Jeugdzorg) ile de irtibat içindedir.

Bakıcı aile olmak:Bakıcı aile olmak için en az 21 yaşında ol-malısınız. Bakıcı aile olabilmek için hazırlık programlarına katılmak şartı vardır.

Bakıcı ailelerin hakları:Bakıcı aileler bakım kurumu tarafından des-teklenme, bakım masrafları ve bakım izni gibi haklara sahiptirler. Hukuki konularda iyileştirilmektedir. Bakıcı aileler temel bir miktar ve bazen ek bir ödenek almaktadırlar. Temel ödeneğin miktarı bakım verilen çocuğun yaşına bağlı-dır. 2011 yılı itibariyle bu miktar 600 Euro’ya kadar çıkmaktadır. Önümüzdeki yıllarda bu miktarın çocuk başına yıllık 1000 Euro’ya kadar çıkartılması düşünülmektedir.

Kaynak: www.rijksoverheid.nlKaynak: factsheet pleegzorg 2010

Yabancı kökenli bakıcı aile sayısı düşükHollanda’da bölgesel olarak 28 tane çocuk bakım hizmeti sunan gençlik bakım kuruluşları (Jeugdzorginstellingen) bulunmaktadır. Bu kuruluşlar ülkesel olarak “Pleegzorg Nederland” adı altında çalışmaktadır. Yabancı kökenli bakıcı aile bulamadıkları konusunda bu kuruluşlar, yazılı basın, radyo ve televizyon aracılığı ile reklâm kampanyaları yürütmekte olduğunu görmekteyiz. Böylece, yabancı kökenli ailelerin, bakıcı aile olarak teşvik edilmesi hedeflenmektedir.

Ali Osman Biçen

Ali Osman Biçen

Page 22: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 22Platform

H a b e r

Oğuzhan Kılıç - Uluslararası anlaşma ve sözleşmelerden yana taraf olarak bunları imzalayan her çağdaş ülke’de olduğu gibi Hollanda da taraf olduğu uluslararası an-laşma ve sözleşmelerin, iç hukukta bağla-yıcı olacağını anayasasının 94. maddesine göre güvence altına alınmıştır. Uzun süredir devam eden hukuk mücadelesinin ardın-dan bakanlık tarafından yapılan açıklamaya göre 16 Ağustos’tan itibaren sınava girmiş veya girmemiş herkes ödemiş olduğu pa-rasını geri alabilecek. İadenin son tarihi ise 1 Nisan 2012 olarak belirlendi. Öte yandan mağdur 30 bin’i aşkın Türk vatandaşı kurs-lara ödedikleri paranın iadesi için tazminat davası açmaya hazırlanıyor.

Uyum kurslarına devam zorunluluğunun kaldırılmasıyla beraber Hollanda Türk toplumunun örgütlü kesiminde önemli bir tartışma ve mücadele başladı. Muhafazakâr Demokrat Parti CDA’nın önde gelen tanınmış Türk siyasilerinden Ali Ihsan Ünal’ın kurucularından biri olduğu Uyum Ya-sası Mağdurları Vakfı (Stichting Inburgering-sleed), yaklaşık 30 bin Türk'ün uyum kursla-rı için ödediği paranın 100 milyon Avro’dan fazla olduğunu belirterek avukat olarak Bilal Coşkun’u devreye koydular. Coşkun verdiği beyanata “Vakfın uyum kurslarına ödenen paraların geri alınması için kuruldu. Yapı-lacak iş oldukça basit. Uyum Yasası Mağ-durları Vakfımıza 250 Avro karşılığında üye olmaları gerekmektedir. Biz; dava sonuç-lanana kadar üyelerimizden başka hiç bir şekilde para talep etmeyeceğiz. Eğer mağ-durlar kendi başlarına dava açarlarsa dava-yı kazansalar bile Hollanda hükümetinden alacakları para ancak avukat masraflarına yeter olacağına” ifade etti. Coşkun konuyla ilgili 12 Ekim 2011 tarihinde Hollanda’nın meşhur Pauw & Witteman programına ko-

nuk olarak “uyum kurslarına giren Türklerin sadece maddi değil aynı zamanda manevi açıdan zarar gördüklerini ifade ederek uyum kurslarına ödenilen paranın geri alınması çağrısını yineledi.

Sivil toplum örgütlerinin görüşleriÖte yandan IOT (Inspraakorgaan Turken/Türkler için Danışma Kurulu) Başkanı Ay-dın Akkaya konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Uyum yasası mağdurlarının dikkatli olmaları gerektiğini, masrafların geri istenmesi talebi ki haklı olduğunu ancak yöntemin tartışmaya açık olduğunu” dile getirerek “Vakıf yöneti-cilerinin vatandaşlardan neden 250 Euro gibi yüklü bir kayıt ücreti istediği tarafımız-dan anlaşılamamıştır. Bunun yanı sıra, söz konusu dava için ne kadar para gerektiği, toplanan parayı kimin nasıl denetleyeceği ve davanın kazanılması durumunda bu paranın vatandaşlara geri ödenip ödenmeyeceği de açık değildir. Bu güne kadar Ortaklık Huku-kuyla ilgili birçok davaya bakan avukat Ejder Köse’nin Rotterdam Mahkemesinde Yurtdışı Uyum Yasası mağduru hakkında açtığı İnce davası halen devam etmektedir. Bu davada Yurtdışı Uyum Yasası nedeniyle davacının yaptığı masrafların da karşılanması talep ediliyor. Vatandaşların, bu konuda bir adım atmadan önce, bu davanın sonucunu bekle-

meleri daha iyi olacaktır.” dedi.HTIB (Hollanda Türkiyeli İsçiler Birliği) Baş-kanı Mustafa Ayrancı sert tepki göstererek “Mağdurların tekrar mağdur edilmemeleri gerektiği” sözleriyle “birilerinin rant peşinde olduğu” şeklinde suçlamalarda bulundu.Uyum Mağdurları Vakfı genel sekreteri Ali İh-san Ünal ise gelişmeler hakkında, “Biz birkaç arkadaşımızla bu inisiyatifi aldık. ‘Kesinlikle bu vakfa üye olmayın’ diyen arkadaşlarımız bu güne kadar nerelerdeydi” yorumunu yap-tı. Ünal devamında yaptığı basın açıklamasın-da ”mağdur olan vatandaşlarımızın haklarını alabilmeleri için yapmaları gereken topluca Uyum Yasası Mağdurlar Vakfı’na kayıt olarak, yapmış oldukları masrafları Hollanda Hükü-metinden geri ödenmesini talep etmek ola-caktır. Yani tazminat davası açılacaktır.Ünal, Uyum Yasası Mağdurlar Vakfı, 31 Ara-lık 2011 tarihine kadar başvuru yapan insan-larımız bu uygulama ile ilgili olarak yaptıkları tüm masrafları Hollanda Hükümetinden geri talep edecektir. Yaptığımız hesaba göre bu masrafların toplamı € 1.500- ile € 5.000,- arasında” olduğunu belirterek, konuyla ilgili sorular için iletişime her zaman açık oldu-ğunu belirtti. Anlaşılan mağdurların haklarını kim nasıl savunacak tartışması Hollanda Türk toplumunda bir süre daha devam edecek.

Uyum mağdurları paralarını geri alacak, ama nasıl?Hollanda vatandaşlığı için uyum kurslarına giren Türklerin, uyum kurslarına katılımları nedeniyle ödedikleri paraların; 12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında imzalanan Ankara Anlaşması gereği geçtiğimiz günlerde yüksek mahkememin kararıyla Hollanda içişleri bakanlığı tarafından yapılan yazılı açılamayla geri ödeneceği bildirilmişti.

Mustafa Ayrancı

Page 23: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 24: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 24Platform

H a b e r

Türk çocuklarının parasını kesemezlerHollanda hükümeti, ‘çocuk parası’ olarak bilinen yardımlar ile gelire bağlı olarak yapılan çocuk yardımlarının AB dışında ikamet eden çocuklara yapıl-mamasını öngören bir yasa tasarısı ha-zırladı. Hollanda’daki Türkleri endişeye sevk eden bu adımla ilgili değerlendir-mede bulunan Türkiye’nin Lahey Bü-yükelçiliği Çalışma ve Sosyal Güvenlik Müşaviri Mehmet Sevim, Türklerin en-dişeye kapılmalarına gerek olmadığını söyledi.

“ANKARA ANLAŞMASI VAR”Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında imzalanan Ankara Antlaşması’nı hatırla-tan Mehmet Sevim, ikili sözleşmelerde değişiklik yapılmadan bu adımın Türki-ye’deki çocuklar için uygulanmasının mümkün olmadığını kaydetti. Sevim,

“Tasarısı yasalaşsa bile Türkiye’ye gönderilen çocuk paralarında bir azaltmanın ya da tamamen kesilmesi söz konusu değildir. Bu sebeple va-tandaşlarımızın endişeye kapılmaları-na gerek yoktur” dedi.

2014’TE DEVREYE GİRECEKHollanda’da aşırı sağcı Özgürlükler Partisi’nin dışarıdan desteklediği sağ azınlık hükümeti, AB dışına taşınmış ailelerin çocukları için, 1 Ocak 2014 tarihinden geçerli olmak kaydıyla, çocuk paraları ve gelire bağlı olarak yapılan çocuk yardımları durdurmayı hedefliyor. Hükümetin aldığı karar sa-yesinde devlet bütçesinde 2014’te 3 milyon, 2015 ve 2016 yıllarında ise yıllık olarak 6 milyon euro tasarruf edileceği öngörülüyor.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Müşaviri

Mhmet Sevim

Page 25: Platform Dergisi Kasım 2011

25 Platform

M a k a l e

Günümüz pratiğine baktığımızda, çocuk-lar için evdeki kültür farklı, okuldaki farklı ve sokaktaki daha bir faklı kültür ortamı. Çok kültürlü ve kimi zaman birbirine zıt olan bu ortamda çocuk yetiştirmek ko-lay değil. Çocukların doğduğu yer olan aile ortamı kendine has sosyo-kültürel bir çevre olduğundan, isteğe bağlı ol-madan, çocuklar belirli bir grubun üyesi olarak dünyaya gelirler. Başka bir deyişle çocuk őrneğin anne ve babasını, ailesini, ırkını őnceden seçemez. Bu tamamen kandine has bir ortamdır ve çocuğun sosyalleşmesindeki en temel dinamiktir. Bunun yanında okul, çocuğun yaşıtları, sokak, kitle iletişim araçları ve diğer ku-rumlar çocuğun sosyalleşme sürecinde-ki őnemli faktőrlerdir. Ne zaman ki ailede verilen eğitim, en geniş anlamıyla, ve de-ğerler, diğer alanlardakiyle őrtüşürse bu durum çocuk gelişimi için iyi bir zemin oluşturur. Bunun tersi ise ailede verilen değerlerin, őrneğin sokaktaki ve diğer kurumlardakiyle uyum içinde olmama-

sıdır. Bu durum çocuğun gelişimi için olumsuzdur. Bunu bir őrnekle şu şekile açabiliriz. Siz evinizde çocuğunuza fark-lı düşünen, faklı dine mensup insanlara saygılı olmayı őğretiyorsunuz. Bunun çok őnemli bir erdem olduğunu kendi davra-nışlarınızlada perçinlemeye çalışıyorsu-nuz. Lakin çocuğunuz dış çevrede kimi arkadaşlarının, rengi ve dini farklı olan insanlara olumsuz baktığına tanık oluyor. Televizyonda kimi őnde gelen insanların biraz daha ileri giderek, farklı dinleri dış-ladığına şahit oluyor. Gününün büyük bir bőlümünü geçirdiği okulda ise, mensubu olduğu dine karşı çok sempatiyle yakla-şılmadığını ise bizzat yaşıyor. Bu çok kü-çük gibi gőrünen zıtlıklar, bazı çocukların içinde büyük fırtınalara sebep olabiliyor ve onları olumsuz etkiliyor. Bőyle bir or-tamda yetişen çocuklarda kişilik sorun-ları yaşanabildiği gibi, kişiliğinin oturma-sı ise daha fazla zaman alabiliyor. Daha çok kendi gibi olan çocuklarla arkadaşlık edip, yaşadığı topluma ve değerlerine

mesafeli davranabiliyor. Bir yőnüylede bu çocuklar hayatlarından istenildiği gibi lezzet alamayabiliyorlar; yeterince mutlu değiller yani. İşte bu açıdan anne baba-lara çok iş düşüyor. Onlar çocuklarının farklı kültür ortamı içinde sosyaleştikleri-nin bilincinde olarak hareket etmelidirler. Ve yukarıda belittiğim gibi onlar, çocuğun sağlıklı gelişimi için őnemli olan aile-okul-dış çevre (sosyal çevre) üçgeni arasın-daki uyuma çok őnem vermelidirler. Bu çerçevede anne babalar büyük bir titiz-likle ‘uyumu’ destekleyen faliyetler içinde olmalıdırlar. Bőyle olunduğunda ‘dünya vatandaşı’ çocuklar yetiştiremenin temelleri atılıyor demektir. Bir ayağı kendi kültürü içinde; kendi benliğinin farkında ve kişiliği okur-muş. Diğer ayağı bütün dünyayı dolaşı-yor. Ama korkusuzca, çünkü donanımı iyi. Zor mu bőyle bir çocuk yetiştirmek? Kolay değil tabi ki. Kolay olmasını dü-şünmek komik olur. İnsan yetiştiriyoruz sonuçta.

Çok kültür içinde büyüyen çocuklarımızYaşadığımız ülke de çocuklarımız çok kültürlü bir ortamda sosyalleşip büyüyorlar. Bu çok kültürlü ortamda yetişen çocuklar için sağlıklı kişilik (şahsiyet, benlik) gelişimi son derece önemli. Kendi kültürel kişiliğini sağlıklı bir şekilde kazanmaya başlayan çocuklar, yaşadıkları toplumun değerlerine saygı duyacakları gibi, aynı zamanda bu değerler ile de daha uyum içinde yaşayacaklardır. Bu bağlamda çocuğun yaşantışında çok őnemli bir yer tutan aile-okul-dış çevre (sosyal çevre) üçgeni arasındaki uyum őnemlidir.

Mesut Dişli

Page 26: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 26Platform

A y ı n R ö p o r t a j ı

“Uğraştığım tüm işlerimle çok mutlu oluyorum; sadece köşe yazarlığı yapsaydım üzülürdüm çünkü o zaman insanlardan kopuk kalırdım, sadece kabare yapsaydım o da olmazdı çün-kü fikirlerimi paylaşmak istiyorum, şimdi rad-yoda sunuculuğa başladım, 3 saat canlı ya-yın yapıyorum yurtdışındaki muhabirlerimizle bağlantı kuruyor, birçok ülkeden Endonezya, Mısır, Türkiye, Fas’dan haberdar oluyorum. Yaptığım tüm işlerin ortak yanı aktüel olmaları. Bütün bir toplumu ilgilendiren konularla ilgilen-mek benim dünyamı bir bütün hale getiriyor.” “Adana’da dünyaya gelen Funda Müjde 4 yıl babasından ayrı kaldıktan sonra işçi bir ailenin çocuğu olarak 7 yaşında Hollanda’ya geliyor. Funda Müjde: “Hollanda’ya ilk geldiğimizde bizim de planlarımızda diğer işçi ailelerinde ol-duğu gibi para biriktirip Türkiye’ye dönme dü-şüncesi vardı. Bu düşünceye rağmen sağ ol-sun babam biz çocuklarının burada kaldığımız sürece okumamızı, spor derneklerine gitme-mizi, kültür faaliyetlerine katılmamızı istedi ve buna teşvik etti. Yani burada bir ay bile kalsak

dolu dolu geçmesini, eğitim dolu geçmesini istedi. Buranın nimetlerinden yararlanmamızı, Türkiye’ye dönsek bile en azından burada bir eğitim almış olmamızı isterdi. Bir de babamın çok ilginç bir kişiliği var; kendisi 1935 do-ğumlu ve 1960’lı yıllarda Hollanda’ya gelmiş, ilkokul mezunu bile olmamasına rağmen oto-didakttı yani kendi kendine çok şey öğrenmiş, okumayı çok çok seven, okumaya müptela bir adam ve bunu bize de aşıladı. Babamın şöyle bir mantığı vardı ‘bütün çocuklarımı, kız erkek farksızın okumak isterlerse, zekilerse okuta-cağım’ derdi ve hakikaten de 5 kızı bir oğlu var, hepimizi okuttu.”

‘ADIM HAYALCİYDİ’“Çocukluğum Zaandam’da geçti sonra kız kardeşim Leiden Universitesi’nde okumak için oraya taşındı ben Amterdam’a fizyoterapi oku-mak için geldim ikinci yılımda meslek değiştir-meye karar verdim; Rotterdam’da öğretmen-ler akademisini bitirdim ve üniversite okurken iki yıllık yeminli çevirmenlik yaptım. Fakülteye giderken Amsterdam’da iki dilli bir

tiyatro gurubu vardı ona katıldım. Ben küçük-lüğümden beri tiyatroyu, oyunu çok seviyor-dum. Zaten hep daldığım için ikinci adım ha-yalciydi. Annem hep; ‘yine daldı Funda, yine daldı! Derdi. Hayallere daldığımda kendi ken-dime oyun yapıyordum, annemin eşarplarını, tülbentlerini ve hatta çoraplarını bile başıma takıp uzun saç yapardım, aynanın önünde bir masal düşünürdüm ve birden bire ben Jane olurdum Tarzan’da hayal olurdu, yani bu sü-rekli böyleydi. Tiyatro dışında benim çizimimde çok iyiydi hatta ilkokulda anneme öğretmenlerim res-sam olabileceğimi söylemişler. Maalesef o hobi olarak kaldı. Aslında sanatsal alanda her şey çok ilgimi çekiyor. Ama babamın bu ko-nuda korkuları vardı, yani bir kadın veya kız çocuğu tiyatroyla ekmek parasını kazanamaz derdi, birde o dönem Türkiye’de ‘Yeşil Çam’ dönemiydi. O zaman kadınların rejisörün, yönetmenin, prodüktörün veya işte yapım-cının yatağından geçmeden bu mesleği ya-pamazsın mantığı vardı ve korkuyorlardı. Bu sebepten dolayı babam bana sanatçı ve aynı

Yaptığım işler dünyamı bütünlüyor

Sunucu, köşe yazarı, oyuncu, komedyen ve bunun gibi birçok sanat dalıyla uğraşan Funda Müjde çok yönlü çalıştığını ama hepsinin bir şekilde birbiriyle bağlantısı olduğunu söylüyor.

Röportaj: Banu Çelik Fotograf: Ebru Özgüner

Page 27: Platform Dergisi Kasım 2011

27 Platform

A y ı n R ö p o r t a j ı

zamanda doktor olan Cüneyt Arkın’ı örnek gösterirdi. Önce okuyup sonra artist olmamı tavsiye ederdi. Babam aslında o konuda da çok kurnazlık yaptı çünkü zorlamamış, yasak-lamamış oldu. O dönem diretmedim mantıklı geldi, ama işte Hollanda’da dayanamadım ti-yatrocu arkadaşlarım Meral Tayfun, rahmetli Vafıs Öngören, Türkiye’de ‘Epik tiyatrosunu’ kuran kişiler onların tiyatro ekibine katıldım, hem üniversite öğrencisi hem tiyatro derken film teklifleri, televizyon programı teklifleri, bilgilendirici video filmler teklifi aldım. Der-ken 1994 yılında ‘Kadınlar Koğuşu’ isimli bir hapishane dizisinde büyük bir rolüm oldu. Ar-dından Vrouwenvleugel, Julia’s Geheim, Zeg Eens Aaa gibi dizilerde oynadım ama onları yaparken Hollandacası iyi olan ilk Türk asıllı bir kadın oyuncusu olduğum için bu anlamda bu defa bana artık sürekli kırık Hollandaca ko-nuşan kadınlar, evden kaçan kızlar, o kızların annesi senaryoları geldi ve bu değişmeyince bana bıkkınlık geldi. Oyunculuk hep aynı tip-lemeler olunca, 1994 yılında politik içerikli stand-up şov yapmaya başladım. Yani aslında bu tür stand-up şovlara başlamamın sebe-bi bir nevi protestoydu. Ben zaten kabareyi bir parça protesto olarak görüyorum. Çün-kü sanat eserlerinden ve sanat dallarından stand-up şov, komedi ve keberenin içinde eleştirel mesajlar hep olmuştur. Mesela Zeki Alasya&Metin Akpınar zamanında, onların ka-barelerinde de topluma ders veren, eleştiren, topluma ayna tutan öğeler işlenir di. Başka bir örnek vermem gerekirse Amerika’lı şovmen Eddy Murph’de stand-up şovlarında sürekli eleştiri yapıyor. Ben mesajlarımda yabancılara olan bakış açı-larını ele aldım, tabi yıllar içerisinde kendime de ayna tuttum o da Hollandalıların beğenisini aldı. Aslında kendini eleştirince, hassas ko-numda gösterince, karşı tarafı daha iyi eleş-tirebiliyorsunuz ama sürekli sen işte Hollan-dalısın ırkçısın ve sen Türksün aptalsın, geri kafalısın dersek ve sürekli bunu birbirimize söylersek ne o beni dinler nede ben onu.”

‘HAYRETTİN KARACA KAZADAN ÖNCE AYAKLARIMLA GİTTİĞİM SON KİŞİ”

Şubat 2007’de İstanbul’da feci bir kaza geçirdiniz ve bunun sonucunda tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldınız. Ka-zadan önceki gün yaşadıklarınızı anlata-bilir misiniz? “Kazadan önceki gün Tema Vakfı kurucusu Hayrettin Karaca’yla perşembe akşamı ayak-larımla giderek kendisiyle yemek yediğim son geceydi. Canım benim, geçenlerde İs-tanbul’daydım kaldığım otele geldi, son çıkan

‘Erozyon Dede’ kitabında benden de bahset-miş. Kendisine ‘son yürüyerek evinde ziyaret edip yemek yediğim son kişi sizsiniz ne kadar kıymetlisiniz’ dedim. Kazanın üzerinden 4 sene geçti, şu an daha iyiyim insanoğlu her şeye alışıyormuş meğer gerçekten doğruymuş, insanoğlu büyük bir esnekliğe sahipmiş, insanoğlu psikolo-jisi öyle yaratılmış ki alışıyorsun, hem alışı-yorsun, hem güçlüsün, hem de pozitif bile olabiliyorsun. Çünkü kabullenmekten kabul-lenmeye de fark var. Bizim Türk kültüründe kabullenme kadere bağlanıyor o tabi bir fa-talizm gibi oluyor, onu savunmuyorum. Ka-derci olmamak gerek kaderde olsa bile kötü bir olayı pozitife çevirmek gerekiyor. Tamam kaderi kabullenmek gerekiyor ama o kaderi değiştirmek için değişiklikler yapmak, farklı düşünmek yine o kişiye bağlı. Benim bir de kazadan sonra, ilk zamanlarda çok ağrılarımda vardı, sinir sistemim zede-lendiği için ciddi adele ağrısı, sancısı çektim. Vücudum yanıyor, dikenleniyor hissi oluyordu. Öyle zaman oluyordu ki sırf ağrı olmadığında bile mutlu oluyordum. Ağrını unutunca da mut-lu olabiliyorsun. Bu ağrılarımı çekerken işimde aktif olmak bana ilaç gibi geldi. Dediğim gibi bu ağrıları yaşarken bile işe yaramak işte en

muhteşem duygu o.”DEVAM EDEN OYUNLARINIZ HANGİLERİ?“Yeni oyunumun adı ‘Funda Ziet Ze Vliegen’. Engelli olduğum için bu oyunu sergilerken oyunu zenginleştirmek için teknik birçok güzel çözüm mevcut, ancak buna sponsor ve fon-lar gerekecek ve sanırım sübvansiyon olana-ğı yok gibi. Ben bütün hayatım boyunca tüm işlerimi kendi gayretimle yaptım, 20–25 yılda iki defa (gulden zamanında) biraz subvansiyon aldım. Şimdi isteyebileceğim bir dönem yaşı-yorum fakat politik açıdan mümkün olmadığı için galiba sponsor aramak zorundayım.”

KAZADAN NE KADAR SÜRE SONRA SAH-NELERE DÖNDÜNÜZ?“Kazadan sonra tiyatroya dönmeyeceğimi sanıyordum çünkü hayata küsmüştüm, çok üzgündüm hatta bir dönem rehabilitasyon merkezinde kaldım. Kazadan 1 yıl sonra tiyatroya döndüm, ilk etap-ta zevk almadan azar azar yapmaya başladım, çünkü vücudumu, ayaklarımı özlüyordum, tiyatrodaki, sahnedeki hareketliliğimi özlüyor-dum, artık yapamayacağımı, zevk almayacağı-mı düşünüyordum. Ama birkaç tane söz verdi-ğim kontratlarım vardı ve bunlardan biri de 24 Eylül 2008 tarihinde Den Haag’daydı ve üste-

Page 28: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 28Platform

lik bakanların, Türk Futbol Federasyonu’nun, Hollanda’daki Hockey Kulüplerinin katılacağı büyük bir toplantı ve organizasyondu ve bir spor salonunda gerçekleştiği için ben bisik-letimle, handbike tekerlekli sandalyemle çık-tım. O gün 1 buçuk yıllık aradan sonra dönüm noktası yaşadığım bir tarih, kendimde birçok duygu hissettim, bir şeye yaradığımı anladım.”

HAYATINIZDA KAZADAN SONRA NELER DEĞİŞTİ?“Pratik çok değişti mesela bunlardan biri spor, yarış bisikletim vardı, kayak ayakkabım vardı gurur duyuyordum kendimle 40’ını bulmuş 2 çocuk annesi olmama rağmen birçok dalda spor yapıyordum. Jogging yapıyordum, kayak yapıyordum, aktif tatiller yaparak hem sağlığı-mı hem de formumu koruyordum. Şimdi bun-ları yapamamak bana acı veriyor! Güzel havalarda terasta bir şeyler içmek isti-yorum fakat olmuyor, gidiyorum yapıyorum ama hep eşimle yapmak zorunda kalıyorum ama mesela şimdi kendim araba kullanıyo-rum. Tekerlekli sandalyemi eşim arabaya ko-yuyor, ben arkadaşıma gidiyorum arkadaşım çıkarıyor sandalyemi, ama gittiğim her yerde engel var mı girebilecek miyim, merdiven var mı yok mu diye düşünmek zorunda kalıyorum ve hep planlı yaşamak zorundayım. Mesela tatile Amerika’ya gittik birkaç kez, İstanbul’a gittik, otelleri küvetsiz sadece duşu olan du-şunda da engel olmayan oteller arıyorum. Gerçi İstanbul’da artık tekerlekli sandalyeye uygun oteller var. Ücretleri biraz yüksek ama ne mutlu ben ve benim gibi yaşamak zorunda kalanlar için artık Türkiye’de de öyle bir şart var. Oda sayısı 180 olan otelin mutlaka engel-

liler için ayrı odaları olmak zorunda. Türkiye’de bu konuda olumlu şekilde gelişiyor. Ama bunların dışında meslek hayatımda fazla yapamadığım bir şey yok.”

ŞU AN AKTİF UĞRAŞTIĞINIZ PROJELERİNİZ NELER?‘Resto van Harte’nın’ elçisiyim, Diversity Joy’un yönetim kurulundayım, IVN’ de elçilik yapıyorum, konferanslarda toplantı yönetiyo-rum, şimdi birde Corendon Foundation’de-yim. Bunların dışında Ras tiyatrosuna girdim. Her çarşamba saat 21’den 24’e kadar "Radio 5, AM 747" frekansında radyo sunuculuğu yapıyorum. Ama beni en çok mutlu eden ve heyecanlandıran gelişme 2012 yılında tekrar solo tiyatro performansına başlayacak olmam.Uğraştığım aktiviteler beni motive ediyor, yeni şeyler öğreniyorum, gelişmeleri yakın-dan izlemiş oluyorum. Zaten ben kazadan öncede çok aktif biriydim. İstediğim tek şey kendime ait bir şovumun olması tabi bunu gençken isterdim, ama Hollanda’da Türk kökenli olduğum için böyle bir fırsatın bana tanınmadığını düşünüyorum. Hem Türkiye- Hollanda arasında köprü kurucusu olmak, hem de bizimkilere yönelik olurdu, şu an hala yapmak isterim ama öyle bir istek gel-medi. Şundan eminim ki yabancı olmamın kariyerimde olumsuz etkileri oldu ama yıl-mamak gerekiyor. Ben yaşadığım kaza ve göçmen bir ailenin çocuğu olmam arasında bir paralel görüyorum, belli zaman göçmen çocuğu olmak aslında bana güç vermiş ve kazadan sonra ondan yararlandığımı his-settim. Devam etmeye yılmamaya alışmış bir ruhum varmış, onu anladım. Göçmen

bir ailenin çocuğu olarak sürekli engellerle karşılaştım hiçbir şey hediye veya kendili-ğinden gelmedi.”

‘TEMBEL İNSANA TAHAMMÜLÜM YOK’“Bazen 40 yaşında olduğu için hayattan eli-ni ayağını çekmiş insanlarla karşılaşıyorum, benden geçmiş deyip veya benim gibi işte engelli olduğu için kendini bırakmış insanları görüyorum. Bence özellikle eğer bu kişiler Allah’a inancı çoksa bunu yapmamalı çünkü o zaman Allah’ın verdiği nimetlere hakaret etmiş oluyorlar. Bence o nimetlerden yararlanmak bir boyun burcu. Yani insan tembellik yap-mamalı. Ben engelli olduktan sonra özellikle Türk bayanlarına tavsiyem lütfen spor yapın, eğer spor salonuna gidemiyorsanız yürüyün, her gün 45 dakika yürümeye çalışın. Bizim kadınlarımızda şeker hastalığı çok, sigara içenlerimiz var, sağlığınızı düşünün. Ve birde Hollandaca öğrenmeye çalışın. Sanırım be-nim tembel insanlara tahammülüm yok. Kişi ne olursa olsun üretmeli. Benim inancım her insanın bir konuda kabiliyeti olduğu, kiminde doğuştan var, ya iyi annesindir, ya iyi konuş-macı, ya iyi yazar, ya iyi tiyatrocu, veya sesin güzeldir ne bileyim belki ‘yeşil eller’ dediğimiz yani her türlü bitkiyi ekme-biçme kabiliyetin olabilir. Her insanın mutlaka içinde barındır-dığı bir marifeti var ve bunu ortaya çıkartmalı. O marifetleri kullanmamak, kendini geliştirme-mek, araştırmamak bence çok günah. Tem-bel olmayıp, içinde barındırdığı kabiliyetleri kullanmak bence boyun borcu. Tembellikten sıyrılıp üretirlerse görecekler ki hayatları daha güzel olacak. Anneme hep derim, bütün ba-yanlarımıza da söylüyorum 40, 50 yaşında

A y ı n R ö p o r t a j ı

Page 29: Platform Dergisi Kasım 2011

29 Platform

A y ı n R ö p o r t a j ı

bazen kendini koyu vermiş insanlarımız var, di-yorum ki eğer Tanrı sana daha 40 yıl ömür ver-mişse sen 90 yaşında olacaksın, 40 yıl ne de-mek, sen eğer 40 yıl öncesinden hayatı boş verirsen o yılları nefes alıp, uyuyup ve hiçbir şekilde verimli olmayıp geçirirsen nasıl geçer o hayat, bunu bile benim mantığım almıyor, düşünemiyorum. Ben insanlara şunu söylü-yorum eğer 40 yılın daha varsa o yılları hazme-derek ve ben bu ömrü nasıl tüketeceğim diye düşünün o bile sizi ayaklandırır, enerji verir kesinlikle bir yön değiştirmeye yardımcı olur. Üstelik bu ülkede gönüllü iş yapma şansıda var. Mesela Türkiye’de yaşlı insanlara yardım edilir, yemek yapılır, bakılır. Ama Hollanda’ya gelince bunu yapmıyoruz. Ben Kadın Kolları’nda yıllarca gönüllü çalıştım. Ben gönüllü çalışmayı insanlardan tezavrat beklediğim için yapmıyorum, bu işler bir tür alışveriştir, ben de bunları yaparken birçok yeni şey öğreniyorum.”

5 SENE SONRA KENDİNİZİ NERDE GÖRMEK İSTİYORSUNUZ?“Benim istediğim tek şey sağlığımın gerile-memesi. Sandalyede kilo alma korkusu çok fazla, çok büyük bir savaş, bundan fazla kilo almak istemiyorum ve hatta verirsem güzel olur ama 5 yıl sonra bu kiloda olursam veya daha az olursam benim için harika bir hedef. Bunun dışında çalışmalarıma devam etmek istiyorum, şimdiki çalışmalarım o kadar yoğun ve bana o kadar zevk veriyor ki amacım onlara devam etmek ve sürdürmek. Bir de tekrar yürüyebilmek için bütün her şeyi-mi verebilirim yani kariyerimi, paramı, malımı, mülkümü yeter ki tekrar yürüyebileyim ama biliyorum ki bu imkânsız. Tekrar yürüyebilmek paha biçilmeyecek bir özlem ama bunu fazla düşünmüyor ve hayal etmiyorum çünkü bili-yorum ki teknoloji de sinirleri tekrar iyileştiren bir buluş, bir mucize olmazsa bu imkânsız. Omuriliğim zedelendiği için tekerlekli sandal-yeye mahkûm bir yaşam sürmek zorundayım. Sürekli spor yapıyorum, yüzüyorum, adalele-rimi, kaslarımı sağlam tutuyorum çünkü ben tam felç değilim, kalkabiliyorum, ayaklarımı kaldırabiliyorum, dizlerimi kıpırdatıyor, hoplatı-yorum sadece kendi kendime ayağa kalkamı-yorum. Doktorlara kalsa ben şimdi yaptıklarımı da yapamayacaktım ama ben kendi direncim-le, spor yaparak bu duruma geldim. Benim gibi bu kadar aktif birinin benim duru-muma düşmesi büyük bir felaket, şanssızlık diye adlandırıyorum. O kadar enerji doluyum ki hala, bu da sinirimi bozuyor bazen, ener-jim var ama yürüyemiyorum, koşamıyorum. Koşmayı, terlemeyi nefes nefese kalmayı

özledim. O yüzden etrafımdaki insanlara söy-lüyorum, koşun, yürüyün, hareket edin. Bu kazadan sonra şunu anladım o da yürümenin çok temel bir gereksim olması. O yüzden 5 yıl sonraki hayalim bir yerde müdür olmak, meş-hur olmak, 5 milyon Euro veya şirket sahibi olmak değil, bu tür hedeflerim hiç yok. Gerçi eskiden de yoktu. Var olan hayatı uğraşarak, gönüllü veya çabalayarak geldiğim için de çok şükrediyorum. Her sabah şükrediyorum ki ho-bilerimle, sevdiğim işleri yaparak para kazanı-yorum. Ne mutlu bana ki tekerlekli sandalyeye mahkûm olduktan sonra bile bu işlerim devam ediyor. Şimdi mesela Hollanda kanalında

Adam& Eva dizisinde misafir oyunculuk yap-tım bunun dışında 3 Mayıs’ta başlamış olan bir gençlik dizisinde anne rolündeyim. Hayat bu tür işlerle meşgulken ağır gelmiyor. Yönetme-nin beni düşünüp istemesi sandalyeyi engel görmemesi beni mutlu ediyor, şükrediyorum ve bunlarla doyuyorum. Bir de en sevdiğim sözlerden birini hep söylerim ‘Allah elden ayaktan düşürmesin ben ekmeğimi taştan çıkartırım’. Ayaktan düştüm ama hafızam ve aklım yerinde. Kendi kendime bir karar aldım ve oturduğum yerden ekmeğimi taştan çıkara-cağım dedim ve hiçbir gün elimi açıp ödenek almayacağım dedim ve öyle de oldu.”

Page 30: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 30Platform

S a ğ l ı k

FUAT ASLAN / OISTERWIJK - Tilburg Twee Steden Ziekenhuis’te görev yapan 12 kalp uzmanından biri olan 1969 Kayseri doğumlu Dr. Mustafa Özmen, 6 yıllık tıp eği-timini Rotterdam’da tamamladıktan sonra 6 yıl da Eindhoven Catharina Ziekenhuis’te kalp uzmanlığı eğitimi gördü. Kendisini ikinci kuşak Türk olarak tanımlayan Dr. Özmen: ‘‘Birinci kuşak Türkler Hollanda’ya geleli 40 – 50 yıl olmuş. Birçoğu emek-li yaşını geçmiş. Yaşlanan ve ırk olarak ta kalp-damar hastalıklarına yatkın olan bu yaşlılarda çeşitli hastalıklar baş gösterme-ye başladı. Fazla hareket etmeyen, ağır yiyecekler tüketen, çok sigara içen birinci kuşak kalp-damar hastalıkları için en büyük riziko grubunu oluşturuyor.’’

Türk Türk’ün dilinden anlarTilburg Twee Steden Ziekenhuis işbirliğiyle geçtiğimiz Eylül ayında hizmete giren ‘Ha-yat Kalp Kliniği’nde asistan olarak görev yapan Waalwijk doğumlu Sevilay Yılmaz (33): ‘‘Dil sorunu nedeniyle tereddüt gös-teren hastalarımıza Türkçe olarak, hazır-ladığımız Türkçe broşürlerimizin yanı sıra, randevu alınmasından, ilaçların kullanımla-rına ve ilaçların yan etkilerinin izah edilme-sine varana kadar bir dizi hizmet veriyoruz. Kliniğimize burada yaşayan Türklerin yanı sıra Azerbaycan ve Irak’tan gelen Türkçe konuşan hastalarımız var. Hastalarımızdan olumlu tepkiler alıyoruz. Hastalarımız bura-da kendilerini daha güvende hissettiklerini ve ciddiye alındıklarını söylüyorlar.’’

‘Tek Seansta Tanı Koyma’ metoduyla hizmet sunduklarını anlatan Dr. Musta-fa Özmen: ‘‘Gerek Türk hastaların daha

şikâyetçi olmalarından, gerekse dil soru-nu nedeniyle Hollandalı doktorların Türk hastalarla yeterince ilgilenemediklerinden kaynaklanan anlaşmazlıklar nedeniyle, bi-zim insanlarımız Türkiye’ye izine gittiklerin-de bir ‘Türk Doktora Görünmek’ istiyorlar. Bu kişilerin artık Türkiye’ye gitmelerine gerek yok! Kliniğimizde bir Türk doktoru olarak kendileriyle aynı dili konuşuyoruz. Bir saat gibi kısa sürede hastalığa teşhis koyup, sonuçları bildiriyoruz. Ameliyatları üç hafta içinde bazen daha da erken bir sürede, kliniğimize destek olan Eindhoven Catharina Ziekenhuis’te, yapıyoruz. Ayrıca hastaların Türkiye’ye gidince karşılaştıkları gereksiz tedavilerin, ameliyatların da önü-ne geçiyoruz’’.Hollanda’da ilk Türk Kalp Kliniği’ni açarak özellikle birinci kuşak Türklere büyük bir

jest yaptığını söyleyen Dr. Mustafa Özmen: ‘‘Kliniğimizde verdiğimiz tüm sağlık hizmet-leri ev doktorlarının havale etmeleri duru-munda sigorta kapsamındadır. Kalp şikâyeti olan, ikinci bir teşhis yaptırmak isteyen her-kes, Türkçe olarak şikâyetlerini anlatmak, rahatlamak ve uzun süre beklemeden teda-vi olmak istiyorlarsa bizi tercih etsinler.’’

Hayat Kalp Kliniği Moergestelseweg 32 G, 5062 JW OisterwijkTel: 013- 4654848E-mail: [email protected]

Salı günü saat 13.00-17.00 arası Türk sekreter bulunur. Diğer günler Tel: 013- 4655427 / 4655428

‘HAYAT Kalp Kliniği’ açıldı Hollanda'da ilk Türk kalp kliniği

‘‘Birinci kuşak Türk hastaların hissiyatlarını tercüme etmek pekte kolay olmuyor. Tercümanlar hastalığın ne olduğunu ve nerede olduğunu tercüme edebiliyorlar ancak hastalığın nasıl seyrettiğine dair hastaların duygularını tam olarak aktaramıyorlar. Hastalıkların eksik ya da yanlış tercüme edilmesi, hastaların tedavilerinin uzamasına veya en kötü ihtimalle de yanlış tedavi edilmelerine yol açıyor. Bu durumun önüne geçebilmek için hastalarımıza kendi dillerinde sağlık hizmeti vermek üzere ‘Hayat Kalp Kliniği’ni açmaya karar verdim’’, diyor Twee Steden Ziekenhuis’te görev yapan kalp uzmanı Dr. Mustafa Özmen (42).

Dr. Mustafa Özmen ve asistanı Sevilay Yılmaz

Page 31: Platform Dergisi Kasım 2011

Gentle Incasso, hem şirketten şirkete, hem de şirketten kişiye tahsilat yapan, para tahsil piyasasında uzman bir icra bürosudur. Alacaklı ve borçlu arasında iki tarafı tatmin eden bir sonuç almak için deneyimlidir.

Biz, birçok icra bürolarından farklı olarak 'no-cure-no-pay' esasına göre çalışmıyoruz. Dosya masrafı olarak az bir meblağ ödeyerek, alacağını-zın itinalı bir şekilde incelenmesi garantisini alırsınız. Alacağınızın, 'sulh yoluyla alınamaz' haberiyle sizi hayal kırıklığına uğratmayız. Mahkemeye giden bu uzun ve genellikle pahalı yolu, en medeni ölçüler içinde ve mantık çerçevesinde önlemek bizim işimizdir.

İşletmeci olarak paranızı tahsil etmek için ne kadar uzun beklediğinizi bi-liyoruz. Özellikle ekonomik sıkıntının yaşandığı bu dönemde, borçluların büyük bir kısmı, ödeme süresini uzatıyor ve daha da kötüsü iptal yoluna bile gidiyor. Bu da işletmeci olarak hiç istemediğiniz bir durumdur. Bu konuda sizden de, yapılan anlaşmaları yerine getirmeniz beklenmektedir.

Hizmetlerimizden faydalanmak için ilginizi çektiğimizi umuyo-ruz. İlgi duyarsanız veya hiz-

metlerimiz hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, bizimle

temasa geçiniz.

Gentle IncassoTelefon: 075 771 46 36

Fax: 075 635 70 [email protected]

www.gentleincasso.nl

Page 32: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 32Platform

H a b e r Y o r u m

Het was maandag ochtend negen uur, een dag zoals elke dag in deze wereld. De eco-nomische crisis was nog steeds niet verhol-pen, Nederlandse militairen zaten nog ste-eds zinloos in Afghanistan, Nederland was druk bezig met verkiezingen en een week had nog steeds 5 werkdagen en één we-ekend. Toevallig keek ik vandaag naar NOS jour-naal en zag PVV-leider Geert Wilders een toespraak houden. Deze keer ging het over de “hoofddoektax”. Geert Wilders had na-melijk de Tweede Kamer gevraagd om een onderzoek te doen naar hoeveel geld de moslimse gemeenschap Nederland kostte. Ik had meteen het gevoel dat Geert Wilders weer alle aandacht wilde hebben, want ook eerder heeft hij al pogingen gedaan om aandacht te krijgen door zijn haat zaaiende film, namelijk FITNA 1. En inderdaad is dit hem gelukt met dit onderwerp, want jour-nalisten gaven meer dan genoeg aandacht aan dit onderwerp. In de kranten las je alle-en belachelijke columns en teksten over de hoofddoektax. Dit was weer een goede ac-tie van PVV-leider Geert Wilders om voor de landelijke verkiezingen draagvlak te creëren om uiteindelijk meer zetels te krijgen. Ove-ral, in de trams, bussen werden alleen over dit onderwerp gesproken. Hiermee heeft eigenlijk de PVV- leider zijn doel bereikt, want de peilingen lieten weten dat de Partij van de Vrijheid elke dag meer zetels kreeg. Hierdoor hebben de partijen als de CDA en PVDA zetels verloren, waarna Partij van Vrij-heid uiteindelijk in coalitie kwam als gedo-ogpartij met CDA en VVD. Geert Wilders ging hierna “non-stop “ door. In een andere televisie overlevering zei hij

; ‘Nederland zou weer het oude Nederland zijn als de moslimvrouwen ook een bijdrage zouden leveren aan de Nederlandse econo-mie”. Hij wilde dit voor elkaar krijgen met het invoeren van een hoofddoekbelasting van €1000,-. Geert Wilders probeerde zijn vo-orstel op een heel simpele manier in leven te brengen, maar dat was hem niet gelukt, want de grondwet zou aangepast moeten worden en dat kon niet zo makkelijk. Geert Wilders heeft met dit wetsvoorstel niet alleen kritiek van de moslimgemeens-chap gekregen, maar ook van de andere partijleiders. Gelijk na het voorstel van Ge-ert Wilders hebben de Kamerleden duidelijk gemaakt dat ze er niet mee eens waren met het voorstel. De leider van D66, Alexander

Pechtold, vroeg zich gelijk af of PVV-leider het voorstel serieus diende te nemen. Zo ja, zouden de Joden voor hun keppeltje, de Christenen en Katholieken voor hun zwarte kousen en Hindoestanen voor hun tulband ook een belasting moeten betalen. Je had helemaal gelijk hoor Pechtold, maar hoe kunnen we dit soort problemen voor eeuwig oplossen eigenlijk? Want ook in jaren 1980 van de Centrum Partij werden mensen geconfronteerd met discriminatie en hun afkomst. En tot destijds is eigenlijk niets veranderd. Het probleem herhaalt zich nog steeds, maar nu wordt het anders in de media verschenen. Voorts was de la-atste poging van de PVV- leider te ver ge-gaan, waardoor de moslimgemeenschap

We gaan hier in Nederland alles meemaken… Şahin Yıldırım

Page 33: Platform Dergisi Kasım 2011

33 Platform

H a b e r Y o r u m

gelukkig de uitspraken niet hadden gehapt. Diverse groepen hadden toen het initiatief genomen om naar rechter te stappen. Deze arrogante man, een haat zaaier, moest toch voor de rechter veroordeeld worden? Zo’n persoon kan toch niet over gelijkheid en vrijheid van mening hebben in de paars co-alitie? Zonder respect en talloze uitspraken komen wij in Nederland toch niet verder? Of ben ik nou gek! Maar wat wil Geert Wil-ders eigenlijk met discrimineren en haat zaaien bereiken? Wil hij toch 6 maanden lang in de cel vanwege zijn stompzinnige ideeën en uitspraken? Echt he… De Cent-rum Partij had toch hiermee niets bereikt? Zogenaamd democratisch…Waarom ac-cepteert men elkaar niet zoals ze zijn? Wat maakt het nou uit of je blond of blank bent? Dat bepalen wij toch niet? Maar sssssstt! Waarschijnlijk heeft Geert Wilders voor zich de lat te hoog gelegd. Waarschijnlijk wil hij iets bereiken wat wij niet weten? Zou dat eigenlijk wel kunnen? Volgens mij niet hoor, want in Nederland heb je meer dan 174 verschillende achtergronden en Nederland is een van de landen waar de meeste asi-elzoeker naar toe komen voor een aanvra-ag voor verblijf. De Chinezen zijn al meer dan 100 jaar en de Turken zijn al 50 jaar in Nederland. Kortom: zonder migranten zal Nederland nooit verder komen. Dus, Geert Wilders kan beter gewoon vergeten, want inderdaad heeft hij dit keer de lat te hoog gezet. Als Internationale Stad van Vrede en Recht kan Nederland juist samen met de gedoogpartij een pluriform cultuurbeleid vormen om haar functionaliteit in het Euro-pese ranglijst verhogen. In het eerste artikel van de grondwet is het ook duidelijk gemaakt dat mensen niet op hun ras, afkomst en geloof gediscrimineerd kunnen worden. Zie hieronder:Grondwet 1: Allen die zich in Nederland be-vinden, worden in gelijke gevallen gelijk be-handeld. Discriminatie wegens godsdienst, levensovertuiging, politieke gezindheid, ras, geslacht of op welke grond dan ook, is niet toegestaan.'1Niemand heeft dan toch recht om hoofddo-ek te verbieden, of te wel met een voorstel te komen? Laat dat staan; hoofddoek is een symbool van de islam. Zie onder de vers So-erat Al Ahzab van de Koran.In soerat Al Ahzab vers 59 : "O Profeet, zeg tot jouw echtgenotes en tot jouw dochters en tot de vrouwen van de gelovigen dat zij hun overkleden (Djilab) over zich heen laten hangen. Op die manier is het gemakkelijker

om hen te herkennen en worden zij niet las-tig gevallen. En Allah is Vergevensgezind, Meest Barmhartig." 2Zoals hierboven in het vers te lezen is, duidt het vers aan dat moslimvrouwen niet zonder een hoofddoek en lange kleding naar buiten gaan. De moslimvrouwen accepteren alles van de Koran en nemen het letterlijk over. Ik ben nu erg benieuwd wat Geert Wilders met de komende “Ramadan “ gaat doen. Want de 2 miljoen moslims in Nederland gaan met hun hele gezin naar de moskee voor het gebed en gaan in de zelfde periode een maand lang vasten. Zal Geert Wilders weer blijven blaffen, omdat de moskeeën vol zit-ten? Kan hij na Ramadan ook de Tweede Kamer vragen om een onderzoek te doen naar hoeveel moslims naar moskeeën gaan? Of om het vasten te verbieden?Los van het invoeren van hoofddoektaks nam Geert Wilders ook de actie om ho-ofddoek in provinciehuizen te verbieden, omdat het provinciehuis de Eerste Kamer-leden kiest. Om hier tegenin te gaan droeg PvdA-statenlid Naima Ajouaau op maandag 31 januari 2010 een hoofddoek tijdens de ver-gadering van Provinciale Staten. Zij protes-teerde hiermee tegen het pleidooi van de PVV en CDA-er Meino Schraal om vrouwen met hoofddoek de toegang tot het provinci-ehuis te ontzeggen.''Voor mij doet elk hoofddoekje pijn om te

zien. Op een verbod is door Hero Brink-man gespeculeerd. Het zou in de toe-komst misschien kunnen. We zullen zien hoe het loopt.'4De actie van de PvdA-statenlid Naima Ajo-uaau was zeker heel erg dapper. Hiermee is zij de speculaties rondom provinciehui-zen voorgekomen. Natuurlijk ook de inzet van de diverse groepen die PVV-leider Geert Wilders voor de rechter droegen is noemenswaardig, alhoewel de rechtbank van Amsterdam de afgelopen week uitein-delijk Geert Wilders geheel heeft vrijgesp-roken van het beledigen van moslims, het aanzetten tot haat en het aanzetten tot discriminatie.Advocaat Gerard Spong, een van de ad-vocaten die als eerste aangifte deed tegen Wilders, denkt over een gang naar het Eu-ropese Hof. "Ik ben teleurgesteld, want ik vind dat Wilders over de schreef is gegaan.Maar was dat eigenlijk alles wat we de afge-lopen maanden in Nederland hadden mee gemaakt ? Nee, want de PVV-leider had zelfs onze “heilige profeet en de Koran” in maling genomen met een korte film, “FITNA 1”. Geert Wilders had ook hierdoor kritiek gekregen van de islamitische landen en Engeland, waarna hij door de beide kanten geweigerd werd om zijn film te presenteren. Doch, gaat hij “non- stop” door met zijn be-ledigende en onzinnig kopie-paste film. De tweede deel van de Fitna van Geert Wilders zal pas in 2012 gereed zijn. Deze keer gaat het zo genaamd vooral over 'het barbaar-se leven van de zieke geest Mohammed', liet de PVV-leider afgelopen week weten. Hij voegt eraan toe dat het niet om “een 1 aprilgrap” gaat. De uitspraken en de bedrei-gingen van hem zijn toch “vreselijk”.Ter afsluiting zou ik alles graag nog één keer op een rijtje willen zetten. Discrimineren van waarden en normen van een gelovige, zorgt voor haat onderling, haat op straat en haat in Nederland als geheel. Dus, niemand zal hier iets mee kunnen bereiken. De Cent-rum Partij die in 1980 opgericht werd, is daar een heel goed voorbeeld van. De PVV-leider kan beter na zijn vrijgespraak alles opnieuw overwegen. Ik hoop dat hij dan ook kan beseffen dat Nederland niet zonder migranten verder kan groeien. Hij moet mensen accepteren zodat ze zijn. In plaats van tegen mensen aan gaan kan hij misschien nu eindelijk in dialoog gaan. Wie weet dan gaan misschien zelfs allochtonen voor hem stemmen bij de eerste volgende verkiezingen.

Page 34: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 34Platform

H u k u k ç u

Polis hangi durumlarda kişiyi yakalayabilir, kimleri gözaltına alır?Son günlerde sizlerden gelen yoğun bir takım sorular üzerine, hukukçu Çağlar Akdemir’e konuk olarak Hollanda’da yakalama ve gözaltına alınma ile ilgili bilgi edindik...

Page 35: Platform Dergisi Kasım 2011

35 Platform

H u k u k ç u

Polis herhangi bir kişiyi suç şüphesi üzerine veya daha önce mahkemece hakkında ya-kalama kararı çıkan bir şahıs olduğu için ya-kalayabilir. Yakalama esnasında en başta ki-şinin kimliği tespit edilerek doğru şahıs olup olmadığı teyit edilir. Kişi kendisini yakalamak isteyen polis memuruna kimlik sorabilir, çünkü polis’in yasa gereği vatandaşın talebi üzerine kimlik gösterme mecburiyeti vardır. Polis’in yanı sıra vatandaşın da suç şüphesi üzerine bir kişiyi yakalama ve polis’e teslim etme hakkı olduğunu belirtmekte yarar var. Eğer şüpheli hakkında yakalama kararı çı-kan bir şahıssa kendisi yakalanarak adlî ma-kamlara teslim edilir. Ancak kişi herhangi bir suçu veya suç şüphesi (az önce) belli olmuş bir kişi ise yakalanarak ifadesine başvurulur. Polis sorgusu genellikle polis karakolunda yapılır ve saat 24.00 - 09.00 arası sayılma-mak üzere en fazla 6 saat sürebilir. Flamenk-çesi henüz çok iyi olmayan kişiler tercüman nezaretinde sorguya çekilir.

İlk sorgu ve gözaltı süresi.Polis ilk 6 saatte yapılan sorguyu yeterli bul-mazsa, soruşturma henüz tamamlanmamış-sa, şüphelinin kaçma veya delilleri karartma tehlikesi bulunmakta ise polis ‘Hulpoffecier van Justitie’den (HOvJ) veya savcı’dan gö-zaltı süresinin uzatılmasını talep edebilir. HOvJ genellikle üst düzey polis memurla-rından oluşur. Gözaltı süresinin uzaltılması için Wetboek van Strafvordering(Sv) mad-de 57/1 de belirtildiği gibi gözaltı tedbirinin soruşturma yönünde zorunlu olması gerek-mektedir. Bunun için ise, kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin var olması veya kişinin suç işlediğini gösteren kuvvetli delillerin bulunması yeterli olacak-tır. HOvJ gözaltı süresini uzatmadan önce kişiyi dinlemelidir. Sv madde 58/2 gereği yasal gözaltı süresi 3 gündür (3x24 saat). Öte yandan aynı madde gereği, savcının kararıyla, gözaltı süresinin 3 gün uzatılması mümkündür. Şüpheli gözaltına alındığında yasal haklarının garantiye alınması ve bu haklarından faydalanması sağlanmalıdır, gö-zaltına alınan kişinin soruşturma evresinde savunma ve müdafi i (avukat) yardımından faydalanma hakkı vardır. Eğer şüphelinin kendi avukatı yoksa talebi üzerine barodan bir avukat tayin edilecektir. Bu avukat (kişi-nin gelir durumunu dikkate alarak) ücretsiz hizmet verecektir. Günümüzde ilk sorgudan önce avukatla görüşmek mümkündür! Kişi polis karakolunda günde iki defa, eğer ka-rakol binası buna müsait ise, avluya çıkarak hava alma gibi temel ihtiyaçlarını giderme hakkına sahiptir.

Savcı’ya haber verilmesi.Bu arada Savcıya şüpheli, soruşturma ve olay hakkında bilgi verilir ve emri doğrultu-sunda işlem yapılır. Gözaltı süresinin dolma-sıyla kişi Savcılığa götürülerek savcı huzu-runa çıkartılır ve sorguya çekilir. Gözaltına alınan kişi hakkında gözaltı işlemlerinin ta-mamlanması, gözaltı şartlarının ortadan kalk-ması veya gözaltına alma tedbiri ile güdülen amaca ulaşılması hallerinde, savcı kişiyi ser-best bırakma emri verebilir. Aksi halde, savcı hâkimden şüphelinin tutuklanmasını talep edecektir. Burada hemen belirtelim, savcı şüphelinin hâkim karşısına çıkartılmadan soruşturmayı kapatabilir(seponeren) veya işlenmiş bazı hafi f şuçlarda kişiyi cezalandırabilir(strafbeschikking – tansactie voorstel).

Hâkim huzuruna çıkartılma.3 gün ve 15 saat sonra yasa gereği ve savcı’nın tutuklama istemi ile şüpheli mah-kemede Rechter-Commissaris (yargıç) hu-zuruna çıkartılır ve sorguya çekilir. Yargıç kişinin gözaltına alınmasının gerekli olup olmadığını ve eğer gözaltı süresi uzatılmış ise gözaltı süresinin uzatılmasını öngören koşulların olup olmadığını inceler. Duruşma-da şüpheli veya avukatı tutuksuz yargılanma talep edebilirler. Duruşma sonunda hâkim tarafından gözaltına alınan kişi hakkında ve-rilecek serbest bırakma veya tutuklama ka-rarı ile gözaltına alma tedbiri sona erecektir. Eğer kişi hakkında verilen karar tutuklama ise bu ilk etapta 14 gün olacaktır ve kişi ar-tık kapalı ceza evinde muhafaza edilecektir. Eğer yetkili merciler tutuklunun suçsuz oldu-ğu kanaatine varırlarsa kişi serbest bırakılır.

Konsolosluğa ve(ya) büyükelçiliğe haber verilmesi.Hollanda’da yakalanan, gözaltına alınan ya-bancılar eğer isterlerse vatandaşı olduğu ülkenin dıştemsilciliğine (örng, konsolosluk veya büyükelçilik) gözaltına alındığını haber verebilir. Temsilcilik görevlileri gözaltına alı-nan kişiyi ziyaret edebilirler.

İfade ve tutanak. İfadenin mutlaka ama mutlaka ifadesi alınan kişinin özgür idaresine dayanması şarttır. Kişilere yorucu, aldatıcı veya tahrik edici bir şekilde soru sorulmaması gerekmemekte-dir. Alınan ifade suçla ilgili olması ve suça ilişkin delillerin tartışılması gerekir. Eğer ifa-de bir avukat nezaretinde veriliyorsa avukat sorgunun tarzına müdahalede bulunabilir. Tutanağı imzalarken dikkat edilmesi gereken en başta kimlik bilgilerinin doğru olup olma-dığı, ifadenin gerçeği yansıtıp yansıtmadı-ğının kontrol edilmesinde yarar vardır. Eğer tutanağa verilmiş olan ifadeden başka farklı metinler yazılmış ise buna itiraz edilmelidir. Sorguya çekilen kişinin tutanağın altını imza-lamayı ret etmesi mümkündür.

Sorusu ve(ya) hukuksal problemi olan vatandaşlarımız hiç çekinmeksizin biz-leri arıyarak kafalarında soru işaretlerini giderebilirler. Ofi s telefonlarının yanı sıra [email protected] adresine e-mail gönderebilirler. Dahası, acil durumlarda 06-24516865'den benimle doğrudan iletişim kurabilirler. İlk görüşme için hiç bir ücret talep edilmemektedir zira vatan-daşlarımızın yaralarına melhem olabilme bizi mânen ziyadesiyle mükafatladırır.

Hukukçu: Çağlar AkdemirEast London Juristen

Jan Pieterzoon Coenstraat 72595 WP ‘S-GRAVENHAGE

www.east-london.nl

ADVOCATENKANTOORVAN DER WEIDEJohannes Verhulststraat 113

1071 MZ Amsterdamwww.advocatenkantoorvanderweide.nl

Page 36: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 36Platform

H a b e r

Selçuk Karaçayır / Lahey - Hollanda Türk Gençlik Kuruluşları Federasyonu (HTGF), İsrail Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi’ne (CIDI) iadeyi ziyarette bulundu. Lahey’de ger-çekleşen buluşmada Hollanda Türk Gençlik Kuruluşları Federasyonu (HTGF) Genel Baş-kanı Oğuzhan Kılıç ve Genel Başkan Yardım-cısı Isa Yusibov ile bazı yöneticiler ve CIDI Direktörü Ronny Naftaniel ve CIDI Gençlik Kolu (CIJO) Başkanı Joël Serphos ile yöneti-ciler toplantıda hazır bulundular.HTGF heyetini karşılayan CIDI Direktörü Ronny Naftaniel görüşmede “CIDI olarak, Avrupa’nın en büyük Yahudi sivil toplum ve İsrail lobi örgütlerinden birisi olduğunu” ifa-de ederek, “Değişik etnik ve dinsel grup-larla birlikte çalışmaya gayret ediyoruz. Bu

bağlamda ‘Uluslararası Kültür İttifakı’nı kur-duk. Sivil toplum kuruluşlarıyla diyalog için-de olmaya dikkat ediyoruz. Kuruluşumuz 1974’ten beri Avrupa ve özellikle Hollanda’da anti-semitizm’le mücadelede çok temel bir görev yapmaktadır. İsrail ile Türkiye arasında mevcut olan gerilimin geçici olduğunu umu-yor ve inanmak istiyoruz. Ancak İsrail’in ‘Mavi Marmara olayı’ hakkındaki tutumunun yanlış olduğunun İsrail yetkililerince söylenmesi beklenemez. Umarım nezaket olarak başla-yan bu münasebetlerimiz ortak çalışmaların yaşama geçirilmesinde işbirliğine dönüşür. Nazik yaklaşımınız ve ilginizden ötürü teşek-kür ederim.” Dedi.HTGF Genel Başkanı Oğuzhan Kılıç “Türk ve Yahudi ulusları, devletleri Türkiye ve İs-rail kurulmadan önce de sürekli bir ilişki ve alışveriş için de bulunan insanlardı. Bu bakımdan ‘tarihi dostluktan ve Ortadoğu ve Doğu Akdeniz bölgesinde ‘ortak gele-ceği’ olan iki anavatanın evlatlarıyız. İnanç temelinde düşmanlığın körüklenmesi elbet-te çağcıl bir yaklaşım tarzı değildir. Barış temel alınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş devrinde; Nazi soykırım rejiminden kaçan Yahudiler Türkiye’de sığınma imka-nı bulmuştur. Bu Türk misafirperverliğinin gereğidir. Bize göre; ne Gazze’ye sahip çıkılmasında, ne de uluslararası hukukun ihlalinde inatlaşmamak lazımdır. Bu ısrarlar,

ulusal çıkarlarımızı tehlikeye sokmaktadır. O bakımdan; ayrı noktalardan fazla benzer ve ortak sorunlar daha fazladır. Görüşme-de iki sivil toplum kuruluşunun gelecekte gerçekleştirecekleri araştırma ve think-tank ağırlıklı ortak çalışmalar karara bağlandı.

Hollanda Senatosu, kağıt, kalem ve yığınla belge taşımaktan kurtuluyor. Avrupa’da ilk kez Hollanda Senatosu, senatörlere iPad dağıtarak, belgeleri tablet bilgisayardan takip etmelerini ve bu yolla haberleşmelerini sağlayacak.Senatörlere, senatonun yaz tatilinden sonra çalışmaya başladığı iki hafta önce, basılı dosyalarla çalışmaları için bir hafta süreleri kaldığı, bir haftadan sonra belgeleri basarak kağıt israfın-dan vazgeçmeleri ve kendi iPad’leri için hazırlanan yeni uygulamaları öğrenme-leri istendi. Yeni projenin yaklaşık 150 bin euroya mal olduğu, ilk yıl bile senatonun 140 bin euroluk yazdırma ve kurye masrafın-dan kurtulacağı kaydedildi.

HTGF İsrail diasporasıyla buluştu

Senatörlere iPad kullanma zorunluluğuHollanda Senatosunda senatörlere, kağıt israfının önlenmesi için iPad kullanma zorunluluğu getirildi.

Page 37: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 38: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 38Platform

Page 39: Platform Dergisi Kasım 2011

39 Platform

Uyum Yasası için yapılan masrafları nasıl geri alabilirim?

Yurtdışındaki zorunlu sınav2006 yılında yürürlüğe giren zorunlu uyum sınavı Türkiye’den Hollanda’ya yerleşmek isteyen eşleri kapsıyordu, Türkiye’deki Hollanda konsolosluklarında MVV başvu-rusundan önce uyum sınavından geçme-leri gerekiyordu. Zorunlu uyum sınavı için Hollanda vize departmanına 350 Euro yatırılması gerekiyordu. Sınavı başarıyla tamamlamayanlar her sınava girdiklerinde 350 Euro vize departmanına yatırmaları gerekiyordu.

Hollanda Entegre bakanlığından yapılan açıklamaya göre 16 ağustos 2011 tarihin-den sonra yurtdışında sınava giren Türk vatandaşları sınav için ödedikleri sınav pa-ralarını geri alabileceğini belirtti. Fakat 16 ağustos tarihinden önce sınava giren Türk vatandaşlarının bir hak talep edemiyeciği-ni ve diğer masraflarının da karşılanmaya-cağını belirtti.

Hukukçuların ortak görüşü Danıştayın kararını 1980 yılında(Türk işçisi ve ailesi) yapılan antlaşmasına dayandırdığını ve zorunlu uyum yasasının yeni bir kısıtlama getirdiğinden dolayı zorunlu uyum sınavı için yapılan bütün masrafların alınabilece-ği görüşünde. Fakat şu an net bir sonuç alanmış değil.

Türkiye’de zorunlu uyum yasası için yapılan masrafları Vize departmanından (Visadi-

enst) geri iade talebinde bulunabilirsiniz.

Hollanda’daki zorunlu sınav2007 yılından itibaren Hollanda’da yűrűrlűk te olan uyum yasası, Hollanda’da ikamet eden yabancıları kapsıyordu. Uyum yasasına göre, Hollanda’ya yeni ge-len yabancılar ve yıllardır Hollanda’da otu-rum kartı ile ikamet eden yabancılar uyum yasasına tâbi tutuluyordu.

Zorunlu uyum yasası hakkında açılan Da-

nıştay kararında Ankara antlaşmasının dokuzuncu maddesi ve 1980 yılında im-zalanan ek anlaşmaya dayandırdı. Avru-pa adalet divanının almış olduğu kararları emsal gösteren Danıştay, Tűrk vatandaş-larının uyum yasasına tâbi tutulamıyacaǧını bellirtti.

Hollanda’daki Uyum yasası için yapılan masrafları belediyelerin uyum yasası de-partmanından geri iade talebinde buluna-bilirsiniz. Sagılarımla,

16 ağustos 2011 tarihinde Danıştay Tűrk vatandaşlarını haklı buldu. Ve uyum yasasının Ankara antlaşmasına aykırı olduğunu belirtti. 23 Eylül 2011 tarihinde Entegre bakanlığı, Danıştaydın almış olduğu kararın yurtdışında yapılan zorunlu uyum sınavını da kapsadığını belirtti. Bakanın almış olduğu kararı duyan Türk vatandaşları tazminat davası açmak için kolları sıvadı.

H u k u k

Av. İsmet ÖzkaraTel: 026 - 351 00 04

[email protected]

Page 40: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 40Platform

D ü n y a B ü l t e n i

Şu halde 1960’lardan başlayan bir süreç içerisinde birinci, ikinci, üçüncü kuşaktan sonra dördüncü nesli idrak ettiğimiz Avrupa ve Batı toplumlarında, aileye dair muhtelif sorunlar hemen her kuşağın ama daha ziya-de son neslin alabildiğine hissettiği bir prob-lemdir. Bu problemleri esasen içe dönük, yani Müslümanların kendilerinden kaynak-lanan problemleri ve dışa dönük yani Müs-lüman ailenin, içerisinde yaşadığı ülkelerin kültüründen ve politikalarından kaynaklanan problemleri olarak ele almak mümkündür.

Ancak biz burada meseleyi, bu problemler-den en önemli gördüğümüz, yani “entegras-yon-asimilasyon kıskacında Batı’daki Müs-lümanların ailevi kimliklerinin muhafazasının nasıl olacağı bağlamında bazı önemli nok-talara işaret edeceğiz. Zira sözünü ettiğimiz bu problem, aslında diğer pek çok sorunu da, şu veya bu şekilde, kapsayıcı bir mahiyet arz etmektedir.

Dördüncü nesil ve entegrasyonAvrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlar

için aile kimliği konusu, ilk göçün başladığı günden itibaren her zaman önemli olmuş-tur. Ancak bu önem, son yıllarda iyice öne çıkmıştır. Zira ilk nesil kendi aile kimliklerini içe dönerek ve dışarı açılmayarak bir ölçü-de muhafaza edebilmiştir. İkinci nesli de bir ölçüde bu kategoride sayabiliriz. Ancak üçüncü ve özellikle dördüncü nesilde du-rum, üzerinde durulması gereken dikkat çekici yönler arz etmektedir. Zira dördüncü nesil, entegrasyon veya asimilasyon süreci-nin, doğrudan ve dolaylı olarak, etkili olduğu nesli temsil etmektedir. Tabiatıyla Avrupa’ya olan ilk göç tarihinden bu yana dünya dengelerindeki ve ülkelerara-sı ilişkilerdeki pek çok değişikliğin yanı sıra –ve buna paralel olarak- başlangıçta “misafi r işçiler” olarak nitelenen Avrupa’daki Müslü-manların aile hayatları ve hayat tarzlarında, yaşadıkları ülkelerin siyasi, sosyo-kültürel şartları ve uygulamalarının da sonucu ola-rak, pek çok değişiklik meydana gelmiştir. Tabiatıyla bütün bunlar, onların gerek ailevi gerekse ferdi kimlikleri üzerinde de pek çok açıdan daha ziyade menfi anlamda farklı-laşma, aşınma, yabancılaşma ve İslam aile tasavvurundan uzaklaşmayı da beraberinde getirmiştir. En özlü tabiriyle bu, aileyi ve do-layısıyla Müslümanların kimliğini temelden etkileyen bir durumdur. Bu durum çoğu za-man, aile fertleri arasında da kimlik bunalımı, kimlik buhranı, çift kimlikli davranışlara yol açmaktadır. Bunun neticesinde de “ne Îsâ’ya ne Mûsâ’ya” yaranamama, “iki cami arasında bî namaz” olma durumları ortaya çıkmaktadır.

Entegrasyon-asimilasyon kıskacında Batı’daki Müslümanların Âilevî kimliği Prof.Dr.Özcan Hıdır

Rotterdam İslam Üniversitesiİlahiyat Fakültesi Dekanı

Bugün sayıları 6-7 milyonu bulan Batı’da yaşayan insanımıza, “Bugün en önemli probleminiz nedir?” diye bir soru yöneltilse ve cevaplar alt alta sıralansa, hiç şüphe yok ki birinci sırayı “aile problemleri” ve “ailedeki İslami kimliğin aşınması”na dair sorunlar alacaktır. Kaldı ki zaman zaman yapılan çalışmalar ve ilgili raporlar ile Müslüman aile sorunları ile birebir ilgili imam, psikolog ve sosyal terapistlerin tespitleriyle de bunun böyle olduğu ortaya çıkmaktadır.

Page 41: Platform Dergisi Kasım 2011

41 Platform

Buradan hareketle Avrupa’da yaşayan Tür-kiye kökenli Müslümanların özellikle de dördüncü neslin kimlik konusunda ikilem içerisinde oldukları, bir kimlik bunalımı yaşa-dıkları, ailevi çatışmaların sıkça görüldüğü, evlilik kurumunun içinin boşaldığı, aile kur-manın önemini yitirdiği, aile içinde huzursuz-lukların alabildiğine arttığı ve boşanmaların arttığı (%50’lerin üzerinde) genel olarak göz-lemlenmektedir. Bu itibarla aile kimliğinin muhafazası” belki de Avrupa’daki insanımı-zın üzerinde en fazla kafa yorması gereken sorunlardan biri olarak karşımızdadır. Şurası muhakkaktır ki, Avrupa’daki Türkle-rin aile kimliklerini muhafazada diğer azınlık gruplarına oranla daha iyi durumda olduk-ları genel olarak ifade edilen bir husustur. Bunda çeşitli unsurların elbette ki rolü var-dır. Ancak yukarıda da söylediğimiz üzere, bu kimliğin mult-i kültürel, seküler-hümanist ve Hıristiyan değerlerinin hâkim olduğu bir toplumda uzun vadede nasıl korunacağı hu-susu üzerinde hem Türklerin hem de diğer Müslümanların özelikle düşünmesi gerekir. Bu aynı zamanda Batı’daki Müslüman kurum ve kuruluşların da en temel görevlerinden biri olsa gerektir. Bu durumda şu soruna, Avrupa’da Müslümanlara yön veren kurum ve kuruluşların yanıt araması özel önem arz ediyor. Ancak burada karşımıza son yıllarda Batı’da Müslümanların aile hayatını en çok tehdit eden bir söylem karşımıza çıkıyor: “asimilasyona kapı aralayan entegrasyon”. Yani Müslümanların Avrupa’ya entegre olma-ları gerektiği söylemi. Müslümanlar da aslın-da buna taraftar ama Avrupalı karar vericiler ile Müslümanların entegrasyondan anladık-ları farklılık arz ediyor. Avrupalı entegrasyon derken daha ziyade Avrupa kültürü içinde erimeyi yani asimilasyonu kastederken, Müslümanlar ailede ve toplumdaki İslam kimlikleri, kültürel ve dini haklarını kullanarak uyum içinde yaşamayı anlıyorlar. Bu anlamda da özellikle 11 Eylül sonrası sü-reç dikkat çekici boyutlar içeriyor. Özellikle 11 Eylül sonrasında Batı ülkelerinde özellikle Müslümanlar bağlamında pek çok kanunun olumsuz anlamda ve Müslümanların aile ha-yatını zorlaştıracak boyutta değiştirildiği veya değiştirilme aşamasında olduğu biliniyor. Bu manada daha önce Müslümanların gerek dert gerekse aile olarak yararlandığı haklar bir bir gasp ediliyor. Son dönemde özellikle Fransa’da, Hollanda’da ve Almanya’daki tar-tışmalar, esasen bunun olumsuz yansımala-rından başka bir şey değildir. Şu halde şu soruyu sormak ve cevapları üzerinde düşün-mek burada anlamlı hale gelmektedir:

“Müslümanların (Türklerin) aile kim-liğinin temel unsurlarını koruma ile son yıllarda revaç bulan Avrupa’daki entegrasyon adı altındaki asimilasyon politika ve uygulamaları karşısında ta-kınılacak tavır arasında nasıl bir denge tutturulacaktır?” Bu soruya makul bir cevap verebilmek için “Batı” ve “Avrupa” dediğimiz kavramların bu-gün artık coğrafya değil, “kültür ve kimliğin” adı olduğunu bilmemiz gerekiyor. Yine bu meyanda “Batı” ve “Avrupa” dediğimiz kültü-rel ve ideolojik yapının geçirdiği süreçleri ve ayırıcı vasıfl arı hakkında fi kir sahibi olmamız lazımdır. Yani bu aynı zamanda “modern”, “post-modern”, “multükültürel” toplum ya-pısı ve onların getirdiği kimliğe yönelik so-runlar içinde Müslüman şahsiyetinin korun-ması, bu toplum yapısı içinde Müslüman ailenin nasıl sorunlarla karşılaşabileceği ve bu sorunların nasıl çözülebileceği konusun-da zihin yormayı gerektirir. Bir başka deyişle şu veya bu zamandan bu yana yaşadığımız Avrupa toplumlarında yaşarken ailemizdeki ve dolayısıyla toplumumuzdaki İslami kimli-ğimizi nasıl koruyacağımızla birebir ilişkilidir. Burada da karşımıza, İslâm’ı iyi öğrenmek, öğretmek, fert, aile ve toplum olarak İslâm’ı yaşamak meselesi çıkar. Bu ise, Müslüman ailesinin ve toplumunun her kademedeki fertlerinin aidiyet ve kimliğinin diri ve aktif tu-tacak basın-yayın, konferans, seminer, oku-ma ve araştırma faaliyetlerinin yanında her alanda kurumsallaşma ile kolaylaşacaktır. Bu yönde atılan son dönemlerdeki önemli adımları da memnuniyetle karşıladığımı be-lirtmek istiyorum.

Yine Avrupa’da ailevi kimlik korunmaya ve inşa edilmeye çalışılırken şu husus-lar üzerinde de düşünmeye ve makul ve mantıklı cevaplar vermeye ayrıca ih-tiyaç vardır: “Avrupalı Müslümanlar mıyız yoksa Avrupa’da Müslümanlar mıyız?” “ailemizin İslami kimliğini korumada ne tür problemler-le karşılaşıyor ve ne yapıyoruz?”, Avrupa’da aile kimliği korunarak bu kimliğe uygun ge-lecek nesiller nasıl yetiştirilir?” “aile kimliği korunurken öteki (Yahudi, Hıristiyan, ateist, hümanist, agnostik) ile ilişki aile temelinde nasıl olacak?”, “aile içinde Avrupa kültürün-den farklılıklar çocuklara nasıl anlatılacak?”, “Avrupa’da Müslüman aileler içerisinde baş gösteren ‘çift kimlikli’ olma tehlikesinin önü-ne nasıl geçilecek?”, “Avrupa’da geçicilikten kalıcılığa adım atıldığı bu dönemde İslam ai-lesini inşada kalıcı adımlara nasıl atılacak?” ve nihayet “Alertanif çözümler mesela ‘koru-yucu aile’ konusunda nasıl bir yol izlenmeli, nelere dikkat edilmelidir?”.Bu sorulara verilebilecek sağlıklı cevaplar ışığında, Batı ülkelerindeki insanımızın ya-şayacağı aile kimliğine dair sorunları ve bun-ların çözülmesine yönelik önemli adımlar atabileceği aşikardır. Ve tabi şu sorular üze-rinde de iki kere düşünüp cevap ve cevaplar bulmaya çalışmak gerekir:“Avrupa’da İslamî kimlik noktasında kendim neredeyim ve âilemin, çocuklarımın ve niha-yet sorumlu olduğum kimselerin İslamî kimli-ğine katkım nedir?”“Benim hangi yanlış iş veya hareketimden dolayı İslâm ve Müslümanlar ve ailem zarara uğruyor?”

D ü n y a B ü l t e n i

Page 42: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 43: Platform Dergisi Kasım 2011

43 Platform

G ü n d e m

De Turkse gemeenschap is de grootste etnische minderheid in Nederland. De om-vang van de groep is sterk gegroeid van enkele tintallen Turken in 1960 tot circa 400 duizend in 2011. In Frankrijk wonen vrijwel net zoveel aantallen en in Duistland zelfs enkele miljoenen. De eerste Turken kwamen in de jaren zestig van de vorige eeuw als gastarbeiders naar verschillende West Europese landen. Dit was in het ka-der van bilaterale overeenkomsten. Tussen Nederland en Turkije was het van 1964 tot 1975 om Turkse arbeidsmigranten te wer-ven. Deze migratie van gastarbeiders werd met name voortgezet via gezinsmigratie en huwelijksmigratie. Van het huidige aantal Nederlandse Turken behoren er ongeve-er 190 duizend tot de tweede generatie. Ongeveer 17 duizend van de woonachtige Turken in Nederland hebben minimaal een universitair opleidingsniveau.

Ondanks de opkomst van de derde Turkse generatie ligt nog steeds in het maatschap-pelijk en politiek debat de nadruk op de ar-beids- en sociale integratie van migranten in Nederland. In de Integratienota van het kabinet-Rutte staat de liberale gedachte centraal dat niet de afkomst maar de toe-komst telt en dat migranten voor zichzelf moeten zorgen. Het huidige kabinet heeft de integratie doodverklaard en daarmee het multiculturalisme, oftewel het integra-tiebeleid met behoud van eigen cultuur en het doelgroepenbeleid, afgewezen. Het

liberale ideaal van ‘integratie zonder staat’ is de nieuwe zakelijke koers van Neder-land wat betreft de multiculturele samenle-ving. De Nederlandse overheid kiest voor zelfredzaamheid en legt de verantwoor-delijkheid bij het individu neer, waarbij de Nederlandse cultuur leidend is. Het is de grote vraag of deze zakelijke koers van het kabinet de onvrede over de multiculturele samenleving oplost en hoe de markt en de samenleving hierop gaan reageren. Onder andere wordt beweerd dat moeizame in-tegratie tot isolatie en (r)emigratie leidt.Het al dan niet terugkeren heeft vooral te maken met het herkomstland. Veronders-teld wordt dat het bij de retourmigratie meer gaat om de positieve ontwikkelingen in het herkomstland dan om de negatieve ontwikkelingen in het thuisland. Zo hebben er de laatste decennia vorderingen op so-ciaaleconomisch gebied plaatsgevonden in Turkije, dat kandidaat-lid is van de Eu-ropese Unie (EU). Turkije is een bloeiende economie in de wereld én in Europa. Het land begint steeds meer een belangrijke politieke rol te spelen, in zijn eigen regio en ook elders in de wereld. Het vooru-itzicht dat Turkije lid kan worden van de EU en de economische groei maken re-migratie vermoedelijk aantrekkelijker. Het “Italië-proces’ of het ‘Spanje-proces’ zou zich kunnen herhalen. Bijvoorbeeld, toen Spanje in 1986 lid werd van de EU werden de Spaanse economie en democratie zo sterk dat vrijwel alle Spaanse gastarbei-

ders in West-Europa terugkeerden naar hun moederland. Kan hetzelfde gebeuren als Turkije toetreedt tot de EU? Remigratie is mede afhankelijk van de economische situatie en het maatschappelijke en politi-eke klimaat in Nederland, maar vooral van de groeiende mogelijkheden in Turkije. Turken zijn al sinds jaren de grootste groep remigranten in Nederland; Marokkanen en Surinamers vormen samen met de Turken de drie grootse migrantengroepen in het land. De mogelijkheden in Marokko en Su-riname zijn niet hetzelfde als in Turkije, dat zich de laatste jaren economisch en poli-tiek in snel tempo ontwikkelt. De stijgen-de economie van Turkije beïnvloedt onder hoogopgeleide Turkse professionals en ondernemers in Nederland het verlangen om te vertrekken.

Turkije heeft het laatste decennium een enorme aantrekkingskracht ontwikkeld en is in nieuw vaarwater terechtgekomen. Tur-kije behoort thans tot de G20-economieën en beoogt over tien jaar om een van de (economisch) sterkste tien landen ter wereld te worden. Voor Europa is Turkije interessant met circa 75 miljoen inwo-ners, een jonge bevolking, alsmede haar geografische ligging naast Centraal Azië en de Arabische wereld. Hoger opgelei-de Nederlandse Turken zijn zeer capabel en mijns inziens zullen zij een belangrijke brugfunctie vervullen om Turkije een stra-tegische partner te maken van Europa.

Zijn de Turken een kans voor Europa?

Dr. Gürkan Çelik

De laatste jaren verschijnen er met enige regelmaat analyses in de Europese media over de toetreding van Turkije tot de Europese Unie (EU) en over de mogelijke bedreiging van de influx van migranten in de West-Europa. Dit thema leeft onder de Europese gemeenschappen en heeft vaak de publieke belangstelling.

Page 44: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 44Platform

Page 45: Platform Dergisi Kasım 2011

Ietwat na de reguliere vakantieperiode

werd ik gedwongen om ook eens op va-

kantie te gaan, ik had tenslotte al meer

dan een jaar lang geen vakantieperiode

meer gehad. Ik zou "overwerkt" en een

"workaholic" zijn. Afijn, iemand die van

zijn werk houdt zal dit niet als iets slechts

zien, vandaar mijn reactie: "Ja, dus?"

Maar goed, toen iedereen mij graag op

vakantie wilde sturen, kon ik niet langer

protesteren.

Vakantie was voor mij eigenlijk nutteloos,

in verband met mijn werk reis sowieso al

erg vaak naar academische conferenties

in het buitenland. Zo was ik recent onder

andere in Brussel, Parijs, Barcelona en

Istanbul. Maar goed, voor druk zwicht je

uiteindelijk en aan de éne kant was het

ook goed. Tenslotte heb ik een erg druk-

ke periode achter de

rug, met de oprichting

van het Instituut voor

Turkse Studies.

Afijn, uiteindelijk ben ik

dus op vakantie gega-

an en waar anders dan

Turkije was de bestem-

ming. De complexiteit van Turkije trekt mij

zo dat zelfs tijdens mijn vakantie aldaar,

ik alleen maar inspiratie kon opdoen voor

te schrijven artikelen. Na een kort verb-

lijf van tien dagen, had ik niet minder dan

36 artikelen. Althans, 'artikelen' was een

groot woord want het waren ideeën voor

artikelen; oftewel potentiële artikelen.

Op die manier zag ik in hoeveel invloed

een vakantie kan hebben op iemand en

vooral op de inspiratiebronnen van ie-

mand. Hetgeen ik zag tijdens mijn vakan-

tie en de mensen die ik sprak, hebben

mij genoeg artikelen opgeleverd voor drie

jaar. De som is dat ik maandelijks schrijf

voor Platform en dus 12 artikelen per jaar

moet afleveren. Met 36 artikelen heb ik

precies genoeg voor drie jaar.

Nu snap ik ook waarom correspondenten

in het buitenland en reizigers altijd zoveel

te vertellen hebben. Alles wat je ziet, ho-

ort en onderzoekt wil je namelijk bekend

maken aan de wereld. Vooral als het een

land als Turkije betreft, waar alles en iede-

reen een verhaal heeft. Als onderzoeker,

wetenschappers, academicus, of hoe je

mij ook wilt classificeren, in hart en nie-

ren stond ik tijdens mijn vakantie dan ook

meer om mij heen te kijken dan te geni-

eten van mijn welverdiende rust. Zou ik

dan ooit kunnen stoppen met werken? Of

ben ik inderdaad een workaholic? Het ge-

eft stof tot mijn overpeinzingen van deze

maand…

M i j n o v e r p e i n z i n g e n

Drs. Armand SağBestuursvoorzitter ITS(Instituut voor Turkse Studies)

www.turksestudies.orgHistoricus en turkoloog

www.armandsag.nl

Vakantie en rust

Page 46: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 46Platform

K a r t p o s t a l

IHH Hollanda bu sene Uganda’da kurban kesti.

Rize Valisi ve Belediye Başkanı Hollanda'da Türk işadamlarıyla

bir araya geldi

Çok sayı da Türk vatandaşı bu sene Hollanda’da kurban kesti.Hollanda-Türkiye Dostluk Vakfı (NTFF) tarafından düzenlenen ve

Uluslararası Üniversiteler Konseyi (IUC) Başkanı Orhan Hikmet

Azizoğlu'nun konuşmacı olarak katıldığı konferans yoğun ilgi gördü

Fikret Beydoğan Hollanda’da yılın Ahisi seçildi.Meram Restaurant sahibi Erdoğan Yüce’de Hollaanda’da yılın Ahisi seçilenleri arasındaydı.

Page 47: Platform Dergisi Kasım 2011

47 Platform

K a r t p o s t a l

Hollanda'da başta Rotterdam,Deventer konsolosğunda ve Lahey Büyük elçiliğinde Cumhuriyet coşku içinde kutlandı.

Page 48: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 48Platform

E k o n o m i V i t r i n i

Almanya'ya 50 yıl önce iş için giden Türk-lerin, bugünün Almanyasında en büyük so-runlarının başında işsizlik geliyor. Almanya'da yaşayan yaklaşık 1 milyon 630 bin Türk'ün, 146 bin 427'si işsiz. Çalışma ve Sosyal Gü-venlik Bakanlığı Dış İlişkiler ve Yurtdışı İşçi Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Berlin Çalışma Müşavirliği ve Federal İstatistik Dairesi verile-rinden yapılan hesaplamalara göre, genel iş-sizlik oranı yüzde 6,3 olan Almanya'da, Türk-lerin işsizlik oranı da yüzde 22,2'yi buluyor.Göçün 50. yılında Almanya'da Türkler artık dördüncü nesilleri ile varlıklarını devam et-tirirken, doğum oranının Türk vatandaşları arasında yüksek olması, aile birleşimi kapsa-mında Türkiye'den yeni göçlerin olması, ço-cukların eğitim durumları göz önünde bulun-durularak Türkiye'ye ilk etapta geri dönmek istememeleri nedeniyle, bu ülkede yaşayan Türk nüfusu giderek arttı.Almanya'da yaşayan Türklerin sayısı 1 milyon 629 bin 480 kişiyi bulurken, bu sayının 852 bin 633'ünü erkek, 776 bin 847'sini de ka-dın nüfus oluşturuyor. Alman vatandaşlığına geçmiş Türk kökenlilerin sayısı da 805 bin 750 civarında bulunuyor.

Bu ülkede yaşayan Türklerin istihdam ve ekonomi içindeki yerlerine bakıldığında, birinci kuşak Türk göçmenlerin, istisnaları olmakla birlikte, herhangi bir mesleki eğiti-me ya da beceriye gereksinim duyulmadan istihdam edilebilecek sektörlerde çalışmak için Almanya'ya göç eden kişilerden oluştu-ğu görülüyor. Dünyadaki teknolojik değişimin sonucu olarak daha çok teknik ve mesleki eğitimi gerektiren istihdam alanlarının açılma-sı ve küresel ekonominin olumsuz gelişme-

lerine paralel olarak işsizliğin artması, Almanya'da da belli değişimlere yol açtı. Üretime dayalı bir ekonomik siste-me sahip olan ülkenin, üretim maliye-tini azaltmak için tesislerini insan gücü gerektirmeyen otomasyon sistemine

geçirmesi, vasıfsız iş gücüne olan ihtiyacı da azalttı. Bu gelişmelerin etkisiyle, bugünün Al-manyasında Türklerin en önemli sorunlarının başında işsizlik gelirken, Almanya'daki Türk işsiz sayısı da 146 bin 427'ye ulaştı. Genel işsizlik oranı yüzde 6,3 olan Almanya'da, Türk vatandaşları arasındaki işsizlik oranı da yüzde 22,2'yi buluyor. Ülkede yaşayan yabancı iş-sizlerin sayısı 462 bin 46 iken, yabancılar ara-sındaki işsizlik oranı yüzde 31,6 ile en yüksek olan grubu, Türkler oluşturuyor.

EKONOMİK ALANDA OLUMLU GELİŞMELER DE MEVCUTAlmanya'da yaşayan Türkler için bu olumsuz tablo mevcut iken, ekonomik alanda olumlu gelişmeler de bulunuyor. Türk firmalarının

Almanya'daki yatırımları 8 milyar avroyu bulurken, 50 yıllık süreçte bu ülkede-ki Türk işverenlerin sayısı da 70 bine ulaştı. Türk işletmelerin yıllık cirosu 33 milyar avro iken, bu işletmeler 360 bin kişilik istihdam sağlıyor.Bu arada, Almanya'da yaşayan Türk vatandaşlarına ait bazı sayısal veriler ise şöyle:• Almanya'da yaşayan Türklerin sa-yısı: 1.629.480 (Erkek: 852.633 / Kadın:776.847) • Alman vatandaşlı-ğına geçmiş Türk kökenlilerin sayısı: 805.750 • Çalışan Türklerin sayısı: 474.382 (Erkek: 330.401 / Kadın: 143.981) • Bağımsız çalışan Türkle-rin sayısı: 70.000 • Türk işsiz sayısı: 146.427 • Türk vatandaşları arasında işsizlik oranı: Yüzde 22,2

Türkler Almanya'da işsiz Almanya'da yaşayan Türklerin yüzde 22'den fazlasının işsiz olduğu bildirildi

Page 49: Platform Dergisi Kasım 2011

49 Platform

H a b e r

Page 50: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 50Platform

E k o n o m i V i t r i n i

Hollanda, IT sektöründe ihtiyaç duyduğu en az 40 bin kişilik işgücü ihtiyacını kar-şılayabilmek için dünyadan iki ülke seçti. Bunlardan biri Hindistan, diğeri Türkiye oldu. İstanbul Design Week’e katılan ülke-lerden biri olan Hollanda, Galata Köprüsü üzerinde düzenlenen etkinlikte tasarımcıları kadar ekonomik anlamdaki işbirlikleriyle de dikkat çekti.

İki ülkeden biri TürkiyeHollanda’nın Brainport Bölgesi Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler Bakanı L.W.L Pauli’nin 10 tasarımcı, 15 işadamıyla katıldığı etkinlik sırasındaki görüşmeler sonrasında yaptığı açıklamalar, Galata Köprüsü’nün Hollanda ile Türkiye arasında iş bağlantılarına da sah-ne olduğunu ortaya koydu.Bakan, IT sektöründe ihtiyaç duydukları en az 40 bin kişilik iş gücünü Hindistan ile

birlikte Türkiye’den karşılamayı düşündük-lerini belirterek, “Hollanda nüfusu oldukça yaşlı. Bizim genç ve eğitimli işgücüne ihti-yacımız var. Hedefimiz tüm dünyada sade-ce Türkiye ve Hindistan” dedi.Pauli, beraberindeki 15 işadamının Hollanda’ya önemli iş bağlantılarıyla döne-ceğini de vurguladı. Kurulmuş iş bağlantı-larından biri olarak Avrupa’nın bir numaralı çevre sistemleri üreticisi firmalarından biri olan Techno Trading International’ın Albay-rak Şirketler Grubu ile işbirliğini gösteren Pauli, iki firmanınn gelecekte Türkiye’de birlikte üretim yapabileceğini kaydetti.Bakan Pauli, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Murat Yalçıntaş ve İş Bankası ile de görüş-meler gerçekleştirdiklerini belirtti.

‘Dünyanın akıllı kalbi’nin bakanıL.W.L Pauli’nin bakanlığını yaptığı bölge olan Brainport, Hollanda açısından ileri teknolojide stratejik bir bölge. İleri teknolo-jide konumunu, kendine bağlı şehirlerden biri olan Eindhowen’in New York’ta 400 dünya şehrinin katıldığı uluslararası yarış-mada 1’inci olmasıyla tescil eden bölgede uzmanlaşılan alanlar ileri teknoloji, tarım bilimi, tarım bilimi, sürdürülebilir enerji, oto-motiv ve tasarımdan oluşuyor.

Üretimin % 35’iDünya cep telefonlarında kullanılan chiple-rin yüzde 80’ini üreten ASML’nin de bölge-de bulunduğuna dikkat çeken Pauli, bura-nın Hollanda ekonomisi açısından ulaştığı boyutu ise şu rakamlarla ortaya koydu:- Hollanda’da üretimin yüzde 35’lik kısmını Brainport sağlıyor.- Yabancı yatırımların yüzde 40’ı bölgede yer alıyor.- Hollanda’da alınmış patenlerin yüzde 50’sibölgeye ait

Hollanda 40 bin Türk beyin istiyor! Design Week için Türkiye’ye gelen Hollandalı Bakan, IT sektöründe 40 bin kişilik işgücüne ihtiyaç duyduklarını belirterek “Sadece Hindistan ve Türkiye’yi düşünüyoruz” dedi

Celal Oruç'tan Depremzedelere yardımCelal Oruç, Van'daki depremzedeler için 250 bin TL yardımda bulundu. Oruç, para yardımının ihtiyaç sahip-lerine ulaştırması için Kimse Yok mu Deneği'ne teslim etti. Hollanda ve yurt-dışında yaptığı yardımlarla tanınan Orro Energy'nin sahibi işadamı Celal Oruç, Van'da meydana gelen depreme du-yarsız kalmadı. Daha önce Gazze'ye, Pakistan ve Somali'ye de yardım elini uzatan Hollanda'nın Türk İşadamı Oruç, Van depremzedelerine ulaştırılmak üze-re Kimse Yok mu Derneği aracılığı ile 250 bin TL yardımda bulundu. Rotterdam'da düzenlenen programda yardım çekini Kimse Yok mu Derneği Benelux Temsilcisi Ziya Bekman'a tak-dim eden Oruç, Van'da meydana gelen depremzedelere yardım etmenin vicda-ni bir sorumluluk olduğunu söyledi. Aynı zamanda Avrupa çapında 150 bine yakın işadamına da Van depremzede-lerine yardım etme çağrısında bulunan Oruç, "Van'da yaşanan büyük deprem hepimizce malum. Bu acılı deprem fela-ketini ortak olarak hissedip ve herkesin ortak olarak yardıma koşması duygulan-dırıcı ve manidardır. Bu kampanya ile Türkiye'deki 74 milyon insanı bir vücut gibi birleştirip, ülkenin bu bölgesindeki acıyı kendi bölgesindeki gibi hissedip, kardeşlik, merhamet ve şefkat duygu-larını harekete geçirmemiz bize ait olan güzel hasletlerin çok daha iyi bir gös-tergesi oldu." dedi. Celal Oruç ayrıca İstanbul'daki dayalı döşeli dairesini de Vanlı depremzedelere vereceğini söyle-di. Oruç "Bunun yanında TOKİ aracılığı ile en az 50 dairelik bir apartman yapıp depremzedelere teslim etmek istiyo-rum." İfadelerini kullandı.

Page 51: Platform Dergisi Kasım 2011

H a b e r

Platform51

Page 52: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 52Platform

Y a y ı n d ü n y a s ı

Ders kitaplarında İtalyan asıllı İspanyol kaşif Cristof Colomb'ın Amerika'yı keşfettiği anlatı-lır fakat ne kadar Kızılderiliyi öldürdüğü anla-tılmaz. Laurance Bergreen, Kolomb'un dört seyahatini anlattığı yeni kitabı "Columbus: The Four Voyages"de, Colomb'un amaç-ları ve yaptıkları katliamlarla ilgili açıklayıcı bilgiler veriyor. Kolomb'un seyahatleri hem Avrulpa'nın yayılmacılığı hem de saha sonra-ki keşif hareketleri açısından önem taşıyor.Çünkü Colomb'un açtığı yol üzerinden giden Avrupalılar emperyal yayılmalarını ve keşifl e-rini onu örnek alarak katliamlar üzerinden sürdürmüşlerdir. Colomb aynı zamanda Av-rupa merkezciliği ve bireyciliğin sembol isim-lerinden biri olarak kilise sonrasında yeni Av-rupa hegemonyası ve insan tipolojisinin nasıl olacağının örneğini göstermiştir.Bahama adaları, Haiti, San Salvador ve Küba kıyılarına yaptığı ilk seyahatlerde yerli halkı temas kurmuş bu seyahatlerinde yerli halk için günlüğüne şu kayıtları düşmüştü:"Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Demir silahla-rı ilk kez gördükleri anlaşılıyor. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kes-tiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü ta-nımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok... Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhan-gi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldür-müyorlar. Komsularını kendileri kadar çok seviyorlar. Her zaman gülümsüyorlar."Colomb günlüklerinde yerli halkın beyaz Av-rupa ırkından çok farklı olduğunu kendilerini misafi r eden bu insanlara hediyeler verdikle-rini söylemektedir. Fakat bu hediyeler veba mikrobu taşıyan giysiler olduğu çok son-radan öğrenilecektir. Kilise tarihçilerinden Bartolome de Las Casas, Kolomb'un iyi bir Hıristiyan olmadığını, yerli halka Hıristiyanlığı

yaymak yerine onları öldürdüğünü adamla-rından 40 tayfayı Haiti'de bıraktığını 500 ka-dın ve erkekten oluşan yerli halkı teşhir için İspanya'ya getirdiğini söylemektedir.Colomb'un 1493-1496 tarihleri arasın-da gerçekleştirdiği ikinci gezi bir katliam örneğidir. Colomb 17 gemi ile Küba, İs-panyol adaları,Haiti ve Jamaika'ya gelir. Beraberinde savaşçı ve ateşli silahlar ge-tirmiştir. Haiti'de yerli halk Awarklara salgın mikrobu taşıyan hediyeler verilir. Awarklar, Colomb'un niyetini anlamakta gecikmezler ve mukavemet ederler. Toplu, tüfekli, zırhlı İspanyol savaşçısı iki ay içerisinde 50 bin yerliyi katleer. Daha sonra Kolomb Hispa-nia denilen bölgeye yönelir ve katliamlarını burada devam ettirir. Bu adalarda yaşayan halkın üçte biri bu katliamlardan üçte biri de Avrupalıların getirdikleri salgın mikrobundan hayatını kaybeder.

Colomb üçüncü gezisini Güney Amerika kıyılarına yapar şimdiki Venezuela denilen ülkenin sahiline çıkar burada Maya uygarlı-ğının kalıntılarını taşıyan yerli halkla karşılanır ve Mayalılardakatliamdan nasibini alır ve bin-lercesi öldürülür hayata kalanlar köleleştirilir. Bergreen kitabında bu gazinin bir keşif niteli-ğinde olmadığını Las Casas'ın yazdıklarından çıkarmaktadır. Kolomb'un dördüncü gezisi 1502-1504 tarihleri arasında gerçekleşir. Ko-lomb bu geziye oğlu Ferdinand'ı da götürmüş-tür. Ferdinand'ın yıllar sonra yazdığı "Historie Concerning the Life and Deeds of the Admi-ral Don Christopher Columbus" adlı eserinde babasını savunmasına rağmen İspanyolların yerlilere karşı ne kadar zalim ve gaddar dav-randığına işaret ettiğini belirtmektedir.

Kaynak: Brooke Allen, Barnes and Noble, www.salon.com

Colomb Amerika'ya öldürmek için gitmiş Amerika'ya ilk ayak basan kişi olarak bilinen Cristof Colomb'un Amerika kıtasına keşif için değil, yerlileri öldürmek için gittiği ortaya çıktı

Page 53: Platform Dergisi Kasım 2011

53 Platform

Page 54: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 54Platform

Coğrafi keşifl erle dünyaya açılan Avrupa devletleri sanayi inkılabı ile birlikte artan ham-madde ve Pazar ihtiyaçları için sömürgeciliğe hız verdiler. Başlangıçta işgal için herhangi bir gerekçeye ihtiyaç duymayan bu devletler 19. Yüzyılın başlarından itibaren, kendilerine bazı roller tanzim etmişler ve ilginç savaş ve işgal gerekçeleri ileri sürmüşlerdir. Bu konuda ki ilk örneğimiz Napolyon’un 1798 yılında asırlardır süren dostluğu hiçe saya-rak Osmanlı Devleti’nin elinde ki Mısır’ı işgal etmesidir. Napolyon’un Mısır’ı işgal gerek-çesi oldukça ilginçtir. İskenderiye’de Mısır halkına hitaben kısaca şu bildiriyi yayınla-dı: ‘’Napolyon Mısır’a Osmanlı padişahının dostu olarak geldiğini, amacının Mısır’da bulunan Fransız vatandaşlarına kötü dav-ranan ve padişahın emirlerini dinlemeyen Kölemenleri cezalandırmak olduğunu iddia ediyordu.’’Halbuki Napolyon’un asıl amacı ekonomik ve stratejik açıdan önemini fark ettiği Mısır’a kalıcı olarak yerleşmekti. Fakat siyasi ve askeri açıdan Mısır’da kalması im-kansız hale gelince 1801 yılında Mısır’ı terk etmek zorunda kaldı.İngilizlerin 1839 tarihinde Çin’e savaş ilan etmelerinin nedeni ise bir hayli ilginçti. Çin dünya ticaretine açılmamakta ısrar ediyordu. Buna rağmen İngilizler Çin’e yasal olmayan yollardan afyon sokuyorlar ve büyük paralar kazanıyorlardı.‘ Çin İmparatoru İngilizlerin afyon bağımlısı haline getirdikleri Çinlilere afyon satışını yasaklamış ve afyon satışlarını kontrol altına almaya çalışmıştı. İngilizlerin savaş gerekçesi hazırdı. ‘’Çin bir uygarlık ilkesi olan ticaret serbestliği hakkını engel-lemekteydi.’’ Hemen Çin’e haddi bildirildi. Afyon savaşları sonunda Çin artık uygar dün-yanın en önemli ilkesi olan serbest ticarete kapılarını sonuna kadar açtı.Süveyş Kanalının 1869 yılında açılması İngiltere’nin bütün dikkatini Mısır’a çekmeye yetti. Çünkü Uzakdoğu sömürgelerine giden en kısa yol artık Mısır’dan geçiyordu. Mısır Mehmet Ali Paşa isyanı sonrası 1840 Lond-ra Antlaşması ile neredeyse yarı bağımsız bir hale gelmişti. Sorumsuz hidivler Mısır mali-yesini içinden çıkılmaz bir hale getirmişlerdi. Ekonomik sıkıntı beraberinde ülkede ki istik-

rarı da bozmuştu. Bu arada Osmanlı Devleti 93 harbinin yaralarını sarmaya çalışıyordu. Yani işgal için ortam oldukça müsaitti. Bu fırsatı kaçırmayan İngiltere 1882 tarihinde Mısır’a yerleşti. İşgal gerekçesi ‘’Mısır’da istikrarı sağlamaktı.’’ Amaçlarının kesinlikle işgal olmadığını iddia eden İngiltere 1922 yılına kadar Mısır’dan çekilmedi.Sömürge nöbeti geçiren İtalya ise Trablusgarp’ın işgali için ödüllere layık bir gerekçe buldu. ‘’Trablusgarp ve Bingazi’nin uygarlık yönünden Osmanlı Devleti tarafın-dan geri bırakılmıştı’’. Trablusgarp’a sözde medeniyet götüren İtalya binlerce Müslüma-nı en acımasız yöntemlerle katletti.I.Dünya Savaşının arkasından sömürge-ciliğin cilalanmış yeni bir ismi ortaya çıktı.

Manda yönetimleri… Batının medeni ülkeleri uygarlıktan yoksun kalmış, kendilerini yönet-me kabiliyetinden yoksun milletlerini insanlık adına idare ettiler.Yaşadığımız yüzyılın gerekçeleri ise, uluslarara-sı terörü yok etmek, insanlık için tehdit oluştu-ran ülkelerin elinde ki kitle imha silahlarını yok etmek, demokrasi ve özgürlük götürmek… ABD’de ki 11 Eylül saldırısı yeni bir döneminde başlangıcı oldu. ABD öncülüğünde ilk olarak uluslar arası terörün merkezi olduğu iddia edi-len Afganistan’a harekat düzenlendi. Aradan geçen 10 yılık süreçte halen Afganistan’da istikrar oluşmadı ve ABD Afganistan’dan çekil-medi. New York Times Gazetesi Afganistan’da 1 Trilyonluk madenden söz edince başka bir söze gerek kalmadı…Afganistan müdahalesi daha soğumadan ABD, 20 Mart 2003’te, Saddam Hüseyin’in elinde olduğu iddia edilen kitle imha silah-larını yok etmek, Irak’ı silahsızlandırmak, Ortadoğu’ya demokrasiyi getirmek ve Irak halkını özgürleştirmek söylemi ile Irak işgali gerçekleştirdi. Söylendiği gibi ne Saddam’ın Kitle İmha Silahları bulunabildi ne de Irak halkı aradığı özgürlüğü bulabildi. Tek ger-çek yıkılmış, yakılmış, gözyaşına boğulmuş bir ülke. En tuhafı ise dünyanın en kaliteli ve zengin petrolüne sahip Irak’ta işgal sonrası akaryakıt sıkıntısı yaşanması…Yıl 2011 batının dünya insanlığına medeni-yet, eşitlik, özgürlük, demokrasi dağıtıcıları, kurtarıcıları, koruyucuları, düzen sağlayıcıları vb. görevlerine aralıksız devam ediyorlar.

Kaynak1) Siyasi Tarih(Dr.Rıfat Uçarol, Filiz Kitabevi 1985)2) Siyasi Tarih(Oral Sander, İmge yay. 2005)3) 20.YY.Siyasi Tarihi (Prof.Dr.Fahir Armaoğlu, T.İş B.Yay.1987)4)ABD’nin Uluslar Arası Hukuk Çıkmazı (Mehmet Saydam- http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2010818_mehmet.pdf )5) Obama Dönemi Amerikan Dış Politikasında Böl-gesel Yaklaşımlar (http://busam.bahcesehir.edu.tr/rapordosya/040209obama-donemi-bolgesel-yaklasimlar.pdf )6) ABD’nin Irak’tan Çekilme Süreci ve Bölge Dina-mikleri Açısından Değerlendirilmesi (http://busam.bahcesehir.edu.tr/rapordosya/080109abd-iraktan-cekilme-sureci.pdf )

T a r i h B i l i n c i

Geçmişten günümüze

Sömürgecilerin işgal gerekçeleriSömürge nöbeti geçiren İtalya Trablusgarp’ın işgali için ödüllere layık bir gerekçe buldu. ‘’Trablusgarp ve Bingazi uygarlık yönünden Osmanlı Devleti tarafından geri bırakılmıştı’’.

Enes Akın

Page 55: Platform Dergisi Kasım 2011

55 Platform

Page 56: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 56Platform

B a k ı m

Cilt tipiniz hangisi?Hatice Söylemez

Etiketlerin üzerindeki normal, hassas ve karma cilt tiplerinden hangisinin size uygun olduğunu uzun uzun düşünüyor musunuz? İhtiyacınız olan yağsız, yoğun içerikli ya da hafif jel formunda bir ürün mü? Aşağıdaki testte, tüm bu soruların yanıtlarını bulabilirsiniz.

1- Temizlik sonrasında cildim geriliyor.a- Evetb- Zaman zamanc- Asla

2- Cildimi temizledikten kısa bir süre sonra cildim parlamaya başlıyor.a- Evetb- Sadece T bölgesic- Hayır

3- Cildimin tipi...a- Pürüzsüzb- Normalc- Gözenekli

4- Makyaj yaptığımda cildim kepekleniyor.a- Evet, güçlü bir şekildeb- Zaman zamanc- Hayır

5- Cildim ısı değişikliklerine aşırı reaksiyon veriyor. a- Evetb- Seyrekc- Kesinlikle

6- Cildim çabuk yağlanıyor.a- Evetb- Seyrekc- Hayır

7- Cildim çoğu zaman kaşınıyor, yanıyor ya da kızarıyor.a- Evet, sıkçab- Çok seyrekc- Hayır

8- Güneşe çıktığımda cildim yanıyor.a- Hızlıb- Arada sıradac- Seyrek

9- Yüzümde kırışıklıklar var.a- Evetb- Çok azc- Hayır

10- Yanaklarımda kılcal damarlar var.a- Evetb- Azc- Hayır

Page 57: Platform Dergisi Kasım 2011

57 Platform

B a k ı m

DeğerlendirmeCilt tipi: 1

Hassas, dolayısıyla kuru cilt (a'lar çoğunluktaysa)

Cilt temizliğine sıkça gerginlik hissiyle karşılık veren bir cildiniz var. Gözenekle-riniz küçük ama cildiniz çabuk kuruyor ve özellikle ağız kenarı, göz çevresi ve bo-yun bölgesinde erken yaşlanma belirtileri var. Hassas ciltler yanmaya, kızarıklıklara ve kaşıntıya maruz kalıyor. Isı değişiklikle-rinde çabuk reaksiyon gösteriyor.

Bakım önerileri: Parfüm içerikli bakım kremleri, vücut losyonları ve duş jelleri size göre değil. Alkollü cilt temizlik ürünle-ri de cildinizi yakarak tahriş eder. Hassas ciltler için geliştirilmiş bakım ürünlerini ve bebek ürünlerini tercih edebilirsiniz. Ay-rıca AHA ve meyve asidi bileşenli krem-lerden de cildi hassaslaştırdıkları ve in-celttikleri için uzak durmanızda fayda var. Peeling ürünleri de dikkatli olmanız ge-reken ürünler arasında. Eğer gerçekten çok hassas bir cildiniz varsa, bu tür ürün-lerin ayda bir kez uygulanması yeterli. Kış aylarında en çok ihtiyacınız olan şey yağ. Dolayısıyla nemlendirici maskeler cildini-ze ekstra nem kazandırır.

Cilt tipi 2

Normalden karma cilde(b'ler çoğunluktaysa)

Normal cilt, mükemmel bir cilttir. Asit ko-ruma mantosu ve kan dolaşımı neredey-se kusursuzdur. Parlar, gergin değildir, pürüzsüz ve yumuşak bir dokusu vardır. Cilt pembemsi ve sıhhatlı bir görünüm-dedir. Karma ciltler ise çoğunlukla çene, burun ve alın bölgesini içine alan T böl-gesinin yağlandığı bir cilt tipidir. Yüzün kalan kısmı ise bu bölgeye oranla daha kurudur. Yanaklarda ise geniş bir bölge-ye yayılmış kılcal damarlar gözlenir.

Bakım önerileri: Bu cilt fazla hassas olma-dığı için şanslı sayılabilirsiniz. Ama normal ve karma cildin asla kaldıramadığı şey fazla bakımdır. Özel bitki içerikli bakım ürünlerinden uzak durmalısınız çünkü cil-din dengesini bozabilirler. Derinlemesine

bir temizlik ise bu cilt tipleri için kaçınıl-mazdır. Karma cildin, farklı bir bakıma ih-tiyacı vardır. T bölgesine siyah noktaların oluşumunu engelleyecek temizlik sonra-sında alkol içerikli bir yüz toniği kullanın. T bölgesi temizlik maskesini tercih eder-ken, yanaklar ise nemlendirici maskeye gereksinim duyar.

Cilt tipi 3

Yağlı ve siyah noktalı cilt(c'ler çoğunluktaysa)

Temizliğin hemen ardından tüm yüz parla-maya yatkındır. Geniş gözeneklere sahip-tir. Çizgiler ve kırışıklıklar yaşlanmayla bir-likte ortaya çıkar. Cilt uzun bir süre genç ve sıhhatlı görünür. Siyah noktalardan ve

sivilcelerden şikayetçidir.Bakım önerileri: Bu cilt tipinin hassas ve derinlemesine bir bakıma ihtiyacı vardır. Siyah noktalar için, yıkama jeli ya da salisil asit içeren temizleme ürünleri kullanmanız-da fayda var. Kullandığınız yüz toniği alkol içerebilir. Haftada bir kez yapılan peeling hem cilt yüzeyindeki ölü deri hücrelerini te-mizler hem de gözeneklere yerleşmiş olan kirleri arındırır. Temizleme maskeleri de hızlı ve etkili sonuçlarla mükemmel bir cilt yaratır. Parlamaya karşı ise yağsız güzellik ürünleri etkilidir. Günlük bakımınızda hafif krem jeller kullanmanızda fayda var. Hem cildin nem ihtiyacını karşılar hem de mat bir görünüm kazandırır. Böylelikle cildinizin doğal dengesi sağlanmış olur. Fondöten-lerin de yağsız varyasyonlarını kullanma-nızda fayda var.

Page 58: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 58Platform

E v l i l i k o k u l u

Boşanmaya neden olan 5 tipik hata

Kol kırılır yen içinde kalır ilişkilerden, yiğidin malı meydanda olur sistemine geçiş yapan günümüzde evlilik müessesesini korumak güçleşmeye başladı.Sözü uzatmadan çiftlerde dikkatimi çeken, boşanmaya neden olan 5 tipik hata yazayım hemen;

1. Eşlerin birbirini kötülemesi;Severek veya sevinerek başlayan evlilikler zamanla çeşitli nedenlerle ilişki kalitesini yitiriyor. Çiftler birbirlerine kızmaya başladık-larında, bu öfkeyi etraflarındaki kişilerle pay-

laşmaya başlıyorlar. Zamanın getirisi olan haklı paylaşımlar, süreç ilerledikçe raydan çıkabiliyor ve karşılıklı karalama kampanya-sına dönüyor. Üstelik siyasi partilerin seçim dönemlerinde yaptığı karalamalardan beter şekilde! Eşle ilgili hoşa gitmeyen durumun, tecrübesine/samimiyetine güvendiğiniz bir arkadaşla paylaşılması, aile yuvasını kurtara-cak taktikler alınması doğaldır. Ancak torba değil ki büzesin mukabilinden konuşmalar, hakaret içeren anlatımlar, eşin kişiliğine yönelik suçlayıcı ifadeler ilişkiyi yıpratır. Siz etrafınızla konuşursunuz eşinizin durumunu

ama doğa kanunu söylediğiniz herşey bir biçimde hayat arkadaşınıza ulaşır. Böylece kendisi hakkındaki düşüncelerinizi, ağırlaş-mış ifadeler şeklinde etraftan dinlemek zo-runda kalır. Aranızda düzelecek bir mevzu varsa bile düzelme şansı iyice azalır. Bir süre sonra avukat aramaya başlarsınız maalesef.

2. Hapsolmuşluk duygusu;Kötü giden ilişkilerin en tipik özelliklerinden birisidir hapsolmuşluk. Günlük hayatta “Sen böylesin!” veya “Aynı babası gibi!” şeklinde-ki benzetmeler. Farkında olmadan eşimizi

Mehtap Kayaoğlu

Son dönemlerde boşanmak üzere mahkemelere giden çiftlerde görülen en temel 5 hata oldukça dikkat çekici. İşte evlilği bitiren 5 temel hata....

Page 59: Platform Dergisi Kasım 2011

59 Platform

E v l i l i k o k u l u

belirli bir alana hapsederiz. Onu babasına benzettiğimizde, belirli davranış kalıpları içine kilitleyerek değerlendirmeye başladı-ğımızda, eşimizin gerçek ve doğal halinden uzaklaşmaya başlarız. Davranışlarını, söz-lerini beynimizde oluşturduğumuz zindanın çerçevesiyle yorumlamaya başlarız. Böy-lece onu yorumladığımızı, onu tanıdığımızı düşünürken aslında kendi beynimizde oluş-turduğumuz sanal bir eşi yargılar dururuz. Derken hayat arkadaşımızı baş düşmanımız gibi algılamaya başlayabiliriz. Her söylediği batar, hatta söyledikleri bile bizi acıtır. Akıl okumalar devreye girer. Okunan her akıl, acıdır ki olumsuz içeriklidir. İlişki başlar ge-rilemeye.

3. Mesajı yanlış verme; Bizim insanımız herhangi bir mesajı doğru vermeyi bilmiyor. Hele bu kişiler evli çiftler-se, mesajı vermek adeta olanaksızlaşıyor. Nasıl mı? Örneğin çok önemli bir mesajı gereğinden fazla veriyor. Normal şartlarda insan canlısı bir şeyi bir kez duyduğunda anlar ve öğrenir. Uygulamadaki zorluk, ki-şinin yapmak istemesi veya istememesiyle ilgilidir. Biz bir mesaj veririz, verilen mesaj yerine getirilmeyince duyulmadığını Ya da anlaşılmadığını düşünür bıktırırcasına aynı şeyleri söyler dururuz. Oysa çok önemli biri mesajı bile gereğinden fazla verirsek “sistematik duyarsızlık” gelişir. Mesajı veren çıldırır niye beni anlamıyor diye. Gereğinden fazla duyan zaten istese de anlamaz. Çünkü önemli bilgiye karşı adaptasyon oluşur ve bilgi anlamını yitirir aslında. Sonuçta ailede huzursuzluk oluşur. Biz iletişim kuramıyoruz, birbirimizi anlayamıyoruz diye şikayetlenen ailelerin çoğunun ana problemi budur.

4. Duygusal mesafe; Çok rahatsız edici bir pozisyondur. Eşle-rin birbirine mesafeli, yabancıymış gibi davranması durumudur. Genel-de tek taraflıdır ama bazen çift taraflı mesafeli davranan ai-leler de görüyorum. Maruz kalan insanı deli eder. Aynı evdesiniz, evlisiniz ama sanki uzaydan gelmiş bir varlıkla zoraki aynı orta-mı paylaşmak zorunda kalmışsınız gibi hisset-menize neden olur. Uzak, bomboş, an-lamsızdır eşiniz... ve eviniz... evlimiyim neyim bilemezsi-

niz... duygusal, hassas, kırılgan kişiler daha yatkındır bu ilişkiye. Küserler ama neye küs-tüklerini bile bilemezsiniz. Soğuk dururlar ve sebebini söylemezler. Sen keşfet edasıyla dolanır dururlar. Keşfedemezsiniz de! Sor-sanız cevap alamazsınız da! Olabilecek en kötü evlilik şeklidir. Ve ilişki ilerleyemez, bir yerlerde ayrılmak zorunda kalırsınız.

5. İnsanların çocuklaşması; Çok enteresan bir durum ama evlenince in-sanlar çocuklaşıyorlar sanki! Koskocaman kişiler, yerine göre okullar okumuş, makam mevkilere gelmiş bile olsa farketmeden evli-lik ilişkisinde çocuklaşmaya başlıyorlar. Bu çocukluk, Doğan Cüceloğlu'nun bahsettiği içimizdeki çocuk değil üstelik! Ciddi ciddi küsen, bağıran, haykıran, hoşuna gitme-yen bir durum olduğunda tepinen, eşine lakaplar takan, ağzına gelen her lafı hiç sansürlemeden löppp diye söyleyen çocuk! Tartışma anında kapıları çarpıp çıkan, eline geçen eşyaları ucuz pahalı demeden duvar-lara çarpıp parçalayan, camdan aşağı “im-

datt burda deli var kurtarın beniiii” diye ba-ğıran, intikam olsun diye eşinin en kıymetli giysilerini makasla parça pinçik yapan, evde görmek istemediğinde eşyalarını camdan aşağıya fırlatan,...vs. Heyyy durun bir daki-ka! Çocuklara haksızlık mı yapıyorum ne? Hangi çocuk bunları yapar ki? Ama insanlar evli barklı insan olduklarında bunları yapıyor Maalesef. Davranışlarında zerre yetişkin ko-kusu yok ve farkında bile değil.

Özetlemek gerekirse, son dönemlerde bo-şanmak üzere mahkemelere giden çiftlerde gördüğüm en temel 5 hatayı sizlerle pay-laştım. Önüne arkasına eklenecek pek çok bilgi var elbet. Ama her şeyi yazmak da is-temiyorum, boşlukları sizin bireysel tecrübe-leriniz doldursun diye. Çok belirleyici olmak istemiyorum ki zihninizin hareket alanı kısıt-lanmasın. Sizler kendi serbest çağrışımları-nızla durumu dilediğiniz gibi çeşitlendirebilin.

En değerli hazinemiz... ailemiz...sevgiler...

Page 60: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 60Platform

M o d a

Hatice Söylemez

Alışverişte altın kurallar

Page 61: Platform Dergisi Kasım 2011

61 Platform

M o d a

Gardırobunu boşalt: Baharlık kıyafetlerin gözünün önünde olmadan neye ihtiyacın olup olmadığını kestiremezsin. Bunun için, gerekirse bütün gardırobunu boşaltıp, kı-yafetlerinin hepsini elden geçir. Çöpe atı-lacakları, birisine verilecekleri ve tamir ge-rektirenleri tek tek gruplandır.

İhtiyaçlarını belirle: Sezon ne olursa olsun, temel bazı kıyafetlerin gardırobun-da bulunması şart. Siyah klasik kesim bir pantolon, kaliteli bir jean etek ve her yerde giyebileceğin mevsimlik bir elbise her za-man hayatını kurtarır. Tabii modaya fıran-sız kalmamak için bu kıyafetlerle kombine edebileceğin trendy birkaç parça kıyafete de ihtiyacın olacak.

Trendi takip et: Dergilerden, vitrinlerden, ve TV'deki moda programlarından sezonun trendini öğrenerek, çok sevdiğin, ancak modası geçtiği için artık giyemediğin par-çaları nasıl değerlendirebileceğini öğren. Mesela uzun jean eteğini, sadece bir ma-kas yardımıyla verev keserek asimetrik bir eteğe sahip olabilirsin. Aynı şekilde moda-sı geçen jean ceketlerine, çeşitli biyelerle yeni bir görünüm kazandırabilirsin.

Ucuz yerleri keşfet: Yeni sezonda her şeyin çok pahalı olduğu bir gerçek. Eğer bütçeni zorlamadan modayı takip etmek istiyorsan, kıyıda köşede kalmış ama çok trendy par-çalar satan mağazalardan yararlanabilirsin. Bunları kaliteli temel kıyafetlerinle kom-binlediğinde çok havalı olacağından emin olabilirsin. Paraya kıyıp aldığın kaliteli jean pantolonunla, pazar işi tişörtün kimsenin dikkatini çekmeyecek.

Aksesuara yüklen: Eğer kıyafetlerinin çok sıradan olduğunu düşünüyorsan, tez-

gahlarda satılan değişik aksesuarlarla gö-rünümünü zenginleştirebilirsin. Kıyafetine uygun bilezik, kolye ve son günlerin trendi büyük plastik küpelerden edin. Böylece öyle olmasa bile çok tarz görünebilirsin.

Alışverişte arkadaşın iyisi de kötüsü de zararlıAçken ya da arkadaşlarla yapılan alışveriş-lerde ihtiyaçtan kat kat fazla ürün alındığı, yorgun yada uykusuzken yapılan alışveriş-lerde de ürünlerin yeterince kontrol edilme-den ve rakipleri ile mukayese edilmeden alındığı için, zaman ve para kaybına uğradı-ğımızı unutmayalım.

Alışveriş yapmak için mutlaka, zaman ayırmalıyızAni kararla alışverişe çıkanlar, dolabın bir köşesine atılıp kullanılmayan kıyafetler ala-bilirler.Artık alışveriş merkezlerine gidiyoruz ço-ğunlukla, önce alacağımız ne ise ona yöne-lik, bir araştırma yapıp, en son alalım.Mağazayı gezdik, deneyeceğimiz kıyafetle-ri toplayıp deneyelim. En çok neyi beğen-

diyseniz, onda karar kılabilirsiniz. Yanınızda bir arkadaşınızda olursa fikir alışverişi yap-mış olursunuz hem de arada kendinize va-kit ayırıp, kahve sohbeti dahi yapabilirsiniz.

Kıyafet seçimini yaptınız, şimdi giysini-ze uygun, ayakkabı ve aksesuar seçi-minde sıra. Kabinde kıyafetinizle birlikte deneyip takı ve ayakkabı seçimine karar verelim.Çok beğendiğiniz bir şeyi mutlaka alın, yoksa sonra pişman olabilirsiniz. Tecrübe ile sabittir.Dolabınızda olması gereken, yüksek to-puklu ayakkabı ve mutlaka klasik tarza bir elbiseniz olmalı. Eğer yoksa buğun onu da çıkarın aradan, bu sizin acil durumlarda kurtarıcınız olacaktır.Alışverişe gitmeden önce, gardırobunuzu düzenlerseniz daha sağlıklı alışveriş yapar-sınız. Çünkü birbirinin aynı bir sürü kıyafeti-niz vardır. Elden geçirip kombine yapabile-ceğiniz parçaları bir tarafa toplayıp, ondan sonra alışverişe çıkarsanız, bir ihtiyaç listesi çıkarabilirsiniz kendinize. Bu şekilde daha az para harcamış ve gerçekten ihtiyacınız olan şeyleri almış olursunuz..

Fazla para harcamadan,

sadece temel birkaç parça kıyafetle

bütün sezonu atlatabilirsin. İşte

adım adım yapman gerekenler...

Page 62: Platform Dergisi Kasım 2011

S a ğ l ı k

15 Ekim 2011 62Platform

ROTTERDAM - Konu ile ilgili olarak Be-nimsigortam Hollanda’nın en büyük sağlık sigorta şirketleriyle yapmış olduğu özel an-laşmayla kollektif indirimler sunuyor. AGIS, CZ ve VGZ sigorta şirketlerinin ürünlerinde, tüketicilere yüzde 12'a varan cazip indirim-leri şirket yetkilileri kamuoyuna açıkladı. Rotterdam Stor İş Merkezinde Hollanda’da ki Türk basınına konu ile ilgili olarak Be-nimsigortam Yetkilileri bilgiler verdi. Özel olarak Türk müşteriler için Benimsigortam adı altında sigorta hizmeti veren Mehmet Keskin Benimsigortam isminin çok kısa zamanda benimsendiğini ve beklenenden daha fazla ilgi gördüğünü anlattı.

Yüzde 12 indirim oranları ile Agis ile anlaştık Mehmet Keskin,Hollanda’da sağlık sigortası primleri 2012 yılında aratacak. Biz bu konu-da biraz özel bir çalışma yaptık. Özellikle sağ-lık sigortası Hollanda’da inanılmaz derecede pahalı. BenimsigortaM, AGIS, CZ ve VGZ ile özel anlaşmalar yaptık. Bu sigorta kurumla-rı içinde Agis ön plana çıkıyor. Biliyorsunuz

Türk pazarında yıllardan beri Türkçe ve Hollandaca hizmet vererek vatandaşlarımızı bilgilendiriyorlar. Hollanda’da 110 bine yakın Türk vatandaşımız Agis kurumunda sigortalı. Biz Benimsigortam olarak Agis’e geçmek is-teyenlere ana poliçeden yüzde 6 indirim. Ek poliçeden ve diş sigortasından ise yüzde 12 indirim oranları ile yoğun çalışmalarımız ve görüşmelerimiz sonrasında Agis ile anlaştık. Benimsigortam ortagi André van Aarde, sigorta kurumları ile bu indirimleri sunabil-mek için aylardır Hollanda'nın büyük sigor-ta şirketleriyle çok sıkı görüşmeler yaptıkla-rını söyledi. André van Aarde 2012 yılında Hollanda'da çok sayıda Türk vatandaşın, kendileri aracılığıyla sağlık sigortası yaptıra-caklarını umduklarını söyledi. Aarde, bunun asıl nedeni olarak da somut olarak, bir aile bütçesine yıllık € 400 aşan tasarruf miktarı olduğunu söyledi. Aaarde “AGIS ile geçen yıllarda yüzde 10 olan kolektif indirim anlaş-masını, 2012 yılı için yüzde ana poliçede 6% ek ve diş poliçelerinde ise %12’a çıkar-tarak sağlık sigortasını daha uygun bir prim-le sunacağız.” şeklinde konuştu.

Sağlık sigortası primleri 2012 yılında artacak Hollanda’da sağlık sigortası primleri 2012 yılında ortalama olarak poliçelerin durumlarına göre yükselecek. Bu durum en fazla dar gelirli aileleri yakından etkileyecek.

Avrupa'da yılda 17 bin kişi hastane bakterisinden ölüyorAvrupa'da hastane bakterisinden ölenlerin sayısı her geçen gün artı-yor. 2007 yılına kadar yılda yaklaşık 8 bin kişinin bakteriler nedeniyle haya-tını kaybettiği belirtilirken, bu sayının 2015 yılına kadar yılda 17 bine yük-selmesi bekleniyor. Yıllık vaka sayısı ise 97 bine ulaşmış durumda. Türkiye de bakterinin hızlı yayıldığı ülkeler ara-sında ilk sıralarda yer alıyor. Alman Focus dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, Avrupa'daki hastane-lerde MRSA ve E.coli adı verilen, antibi-yotiklere dirençli iki bakteri çeşidi sıkça görülüyor. Bu bakteriler Avrupa'nın 31 ülkesindeki hastanelere yayılmış du-rumda. Türkiye ve İngiltere ise bakteri vakalarının görülme sıklığı olarak ilk sı-ralarda yer alıyor. Ortalama 4 bin 400 E.coli vakası Türkiye'de ortaya çıkarken 2 bin 800 vaka ise İngiltere de görü-lüyor. Dergi,Hollandalı ve İngiliz bilim adamlarının konuyla ilgili araştırmasına dikkat çekerek, bu tür hastane bakteri-lerinin sadece can kaybına sebep olma-dığını, bunun yanı sıra milyonlarca Euro zarara da yol açtığına dikkat çekti. Tedaviyi geciktiren ve can kaybına se-bep olan hastane bakterilerinin Avru-pa ülkelerine maliyeti yıllık 62 milyon Euro'yu buluyor. Araştırmayı yürüten ekip, bakterilere karşı en önemli korun-ma yolunun hijyen olduğuna dikkat çe-kiyor. Özellikle el temizliğinin önemine vurgu yapan uzmanlar bu sayede bak-terilerden korunmanın yüksek oranda mümkün olduğunu kaydediyor

Page 63: Platform Dergisi Kasım 2011

63 Platform

Page 64: Platform Dergisi Kasım 2011

K ü l t ü r S a n a t Hazirlayan:H.Kerim [email protected]@platformmedia.nl

Zâtî mahlaslı şair bir beytinde şöyle diyor:

“Sanmanuz kim kocalık bükdü belin Zâtînin Nakd-i ömrün yitirmiş egilmiş anı arar"

Şair Zâtî' şöyle demek istiyor: “Zannetmeyin ki Zâtî'nin belini böyle ihtiyarlık bükmüştür. Hayır o ömür denilen nakiti kay-betmiş de eğilmiş onu arıyor."Ne kadar harika bir benzetme. İhtiyarlık zaten insanın belini bükmez mi? Yaşlanan bir kimse zayıfl ar, çöker, beli kambur-laşır, iki büklüm olur, iki kat gibi olur, yürümekte, hareket etmekte aciz kalır. Pek çok yaşlı yüryebilem için baston arar. Bastonuna dayanarak yürür. Bunlar bilinen şeyler.Ancak Zati buna faklı yaklaşıyor. Benim belimi büken, beni böyle iki kat eden, yere doğru eğilmeye mecbur eden ihtiyar-lık, yaşlılık, dede olmak değil. Uzaktan bana bakanlar yaş-landığım için iki kat olduğumu zannederler. Öyle değil, ömür değeri çok nakit para gibidir. “Vakit nakittir” diyenlerin dediği gibi, bahası, değerli, kıymeti yüksek. Ama ben onu değerini bilemedim. Yerinde kullanamadım, gerekli yerlerde harcaya-madım. Gün geldi, elimdem kaydı gitti.

Şimdi eğildim yerde onu arıyorum. Bana bir ömür verilmişti. Bana uzun bir zaman emanet edilmişti. Elime değerli bir fırsat sunulmuştu. Ancak ben onun kıymetini anlayamadım. Öyle hızlı geçti ki... Göz açık kapayıncaya kadar... Bir saat gibi, bir gün doğu, bir gün batışı gibi... Bir baktim ömür sermayesi azalmış, tükenmeye yüz tutmuş. Öyle bir gün geldi ki bir de baktım, onu kaybetmişim. Şimdi her yürüdüğimde onu yerler-de arıyorum. Siz bakmayın benim kamburuma. Bakmayın iki kat oluşuma. Eğilmem yaşlılıktan deği. Eğildim ki yerlerde ömür denilen nakit’i , hayat denen serveti, yaşantı denilen değeri bulayım. Sanmayın ki benim belimi büken yaşlılıktır. Yerlerde bir şey arayanın beli elbette eğik olur. Ben kaybettiğim ömür denilen değeri arıyorum, a dostlar, haberiniz ola!Bu inci gibi sözler söyleyen şair Zati’ye ve onuın gibi ömür sermayesinin değerini bilenlere selam olsun.

Bu sayımızda da 7. Avrupa şiir yarışmasına katılan ve beğeni-len şiirlerden örnekler vermeye devam ediyoruz.

İyi okumlar dileğiyle.

DÜZEN VER AŞK SAZINA

DÜZEN VER AŞK SAZINA VURMADAN MIZRABINIGÖNLÜMÜN TELLERİNE BAM ETME GÜZEL AMAN KENDI RIZASIDIR DE SORANDA HESABINIAŞKINLA PİŞİR BENİ HAM ETME GÜZEL AMAN GEZEYİM MEHTABINI İÇEYIM ŞARABINIŞU KÖRPE GENÇLİĞİMİ GAM ETME GÜZEL AMAN KİMSELERE DUYURMA RUHUMUN AZABINIADIMI DİLDEN DİLE NAM ETME GÜZEL AMAN FEDA ET BENİM İÇİN BİR GECELİK HABINISENSİZ KOCA ÖMRÜ TAM ETME GÜZEL AMAN SEYRETMEK DİLİYORUM OL MÜBAREK CENABINIKAFİ BU DENLİ HASRET ZAM ETME GÜZEL AMAN KAZANMAK PAHASINA KAYBEDER HİCABINIŞU EŞKIYA KALBİMİ RAM ETME GÜZEL AMAN (İsimsiz)

Gelmedim mi?

Kaç gece bekledim insafsız,Kaç gece uykusuz ettim sabahı,Bana bıraktığın bu çile gamı,Bırak da gel dedin. GELMEDİM Mİ ?

Hani bahar gelecekti, bize de gülecek ti kader,Ne baharım geldi, nede bitecek bu keder,Neylesin bu Aşık , dertten olur derbeder,Bırak da gel dedin. GELMEDİM Mİ ?

Bir bakışın etti beni perişan,Seni anlamaya yetmiyor tek bir lisan.Vefasız bu kadar mı olur bir insanBırak da gel dedin. GELMEDİM Mİ ?

Meftunum sana ey güzel kaşlı,Gözlerim bakar, kirpiğim yaşlı,Ölüm karşısında bu can telaşlıÖlde gel dedin. GELMEDİM Mİ ?

Belma Yeşilkaya (Almanya)

Değerli okuyucular!

Page 65: Platform Dergisi Kasım 2011

Sen’siz Geçen Günler

Sensiz geçen günlere bilmem nideyim?Yad ellerde kimsesiz kime ne söyleyim?

***Her ayrılık eder yüreğim pare pare,

Bir şey gelmez elden gönül, buna ne çare?

***Derdetme gönül, kavuşursun elbet yare,

Elemin, derdin duyulmasın hiç ağyare…

Bahri Bölükcü - (Fransa)

Sen’siz Geçen Günler

Sensiz geçen günlere bilmem nideyim?Yad ellerde kimsesiz kime ne söyleyim?

Her ayrılık eder yüreğim pare pare,Bir şey gelmez elden gönül, buna ne çare?

Yokluğuna

Bir şiirin gölgesinde serinlerken yorgun bedenim,Kelimelerin her hecesinde vazgeçilmezliğin şahikasında bulurum kendimiAb-ı Hayat suyunun berraklığı gezinirken gözlerimde, Bir tebessümün büyüsüne kapılır gider yüreğim..

Hayatın en ücra köşelerinde yer alırken avare gönlüm Birde üzerine eklenince beyhude suskunluğum, kalırım yapayalnız..Bir dağın en doruğuna çıkmak gibi tek başınaUfuklara haykırmak yitik sevdanıHüma kuşlarıyla donatmak dört bir yanı..Işte öylesine hasretim uzaktan görünen visaline..Ve böylesine tutkunum ardından yakılan türkülere..

Serinlerken gölgesinde ahenkle dans eden yapraklarınGidişinin nedenlerini düşünürüm usanmadan.. Hayalini canlandırırım..Nihavende ulaşmanın yollarını ararken şehla bakışlarındaÜlkemin ayazlı akşamlarında bulurum benliğimi..Ve bir sabıkadır elime tutuşturulan..Ve yine sürgündür bana düşen..Yüreğinden kovulmanın acı gerçeğidir yüzüme tokat gibi vurulan..

Biliyorum sen güçlü bir yiğitsin ferdalara uzananBen ise yarip bir şeyda, kaldırımlara takılanYüreğinde yerim med ve cezirYüreğimde yerin asırlık bir makam..

Hatice Özdemir - (Nijmegen)

Page 66: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 66Platform

S a n a t v e F i k i r G ü n l ü ğ ü

Okan Akın

AMSTERDAM / Okan Akın - Yıllardan beri bu bayram haftası içinde konusu dil olan birçok bilimsel toplantılar düzenleniyor. Bu toplantılarda birçok fikir ve tezler öne sürülüp, yeni yeni dil stratejilerinin önü açılıyor. Bu durum yıllardan beri süregelen olağan bir durum. Hatta bazen devletin dil politikasında yıllık periyotlara inen strateji de-ğişiklikleri bile olabiliyor. Türkçe’de en büyük stratejik değişim hiç kuşkusuz, Ata-türk önderliğinde yapılan devrim niteliğindeki değişiklik-lerle gerçekleşmiştir. Atatürk, yüksek öngörüsü ve analiz kabiliyeti ile ulusunun kullandığı dilin içine girdiği çıkmazı farketmiş ve derhal konu hakkında bilimsel bir çalışma başlatmıştır.Atatürk, dil konusunda inisiyatif alırken amacı çok açık-tı; Türkçe’yi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtar-mak, yalın, dinamik ve üretken bir dil haline sokmaktı. Bu desturla yola çıkan Atatürk’ü tasarladığı dil projesinde

Türkçe’nin serüveniTarih boyunca birçok etki alanından süzülerek günümüze dek gelen Türkçe, 500’lü yılların Orhun Abideleri’nde belgelenen Türkçe’den oldukça farklı bir yapı sergilemektedir. Her dönemde farklı bir yönelim gösteren Türkçe, özellikle büyük göçlerle bera-ber, karşılaşılan yerli toplumların dillerinin etkisinde kalmış, bu dil-lerden içine birçok sözcük katmıştır. Hatta bazı dönemlerde Türk-çe sadece gündelik sokak dili olmuş, yazışma, devlet ve edebiyat dili olarak başka diller kullanılmıştır. Doğuda Çin etkisinde Çince, batıda İran etkisinde Farsça Türkçe’nin yerine devlet dili olarak kullanılan en önemli dil durumundaydı. Öyle ki Selçuklu’da ve hat-ta Osmanlı’nın ilk dönemlerine kadar, Farsça resmi dil durumun-daydı. Türkçe’yi halk gündelik konuşma dili olarak kullanıyordu.

1277’de yürekli bir adam olan Karamanoğlu Mehmet Bey bir fer-manla kendi etki alanında Türkçe’yi resmi dil olarak ilan etmiştir. Ne yazık ki bu ilan tüm Anadolu’da etkili olamamış fakat anlamlı bir tepki olarak tarihe geçmiştir.

Osmanlı sarayı 1500’lü yıllara değin daha çok Farsça, Ku-zey Afrika’nın fethi ve hilafetin Osmanlı’ya geçişi ile beraber de Arapça’nın etki alanına girmiştir. Yıkılışa değin Türkçe, Farsça, Arapça ve imparatorluk içindeki diğer yerel dillerin etkisinde Os-manlıca denilen apayrı bir dil türemiştir. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte her alanda olduğu gibi dilde de bir yenileşme gereği du-yulmuş, bu amaçla Atatürk önderliğinde günümüze rehber olan birçok bilimsel çalışmanın altına imza atılmıştır.

Dili yabancı unsurlardan arındırıp sadeleştirerek, dinamik bir ya-pıya kavuşturmayı amaçlayan cumhuriyetin yeni dil politikası, Atatürk’ün bizzat kendisinin kurduğu Türk Dil Tarih Kurum’unun inisiyatifine verilerek, bilimsel bir temel üzerine oturması sağlan-mıştır.

Zaman zaman yönetim erkine sahip olan hükümetlerin ideolojik düzenlemelerine, toplumdaki moda ve kültürel değişim hareketle-rine maruz kalan Türkçe, günümüzün yaşayan dil anlayışının tipik bir örneğini yansıtımaktadır. Cumhuriyet hedeflerinden sapılıp sa-pılmadığı sorusunun cevabını ise sokakta rastladığınız tabelalara bakarak siz kendiniz verebilirsiniz.

Sevgiyle ve dostlukla kalınız.

Birinci Türk Dil Kurultayı toplanma günü olan 26 Eylül, “Dil Bayramı” olarak kabul edilmiştir. Milleti millet yapan en önemli ögelerden biri olan dil, elbette uğruna bayram ilan edilebilecek bir konumu haketmektedir.

Cumhuriyetin Türkçe Projesi

Page 67: Platform Dergisi Kasım 2011

67 Platform

S a n a t v e F i k i r G ü n l ü ğ ü

etkisinde kaldığı üç ana gürüş vardı. Biri-si liberal aydınların “Türkçeleştirmecilik” gürüşüdür. Bu görüşte, Türkçe’ye geçmiş yabancı sözcükler atılıp yerine sadece Türkçe karşılıkları kullanılacak, karşılıkla-rı bulunmayanlara ise, Türkçe köklerden karşılıklar üretilecekti. Diğeri ise, devrim-ci aydınların “özleştirmecilik” görüşüydü. Bu görüşte ise tüm yabancı kelimelerin atılması, varsa Türkçe karşılıklarının kulla-nılması, herhangi bir karşılığı yoksa ve hat-ta karşılık olabilecek bir kök dahi yoksa, Türkçe ses uyumuna uygun yeni bir keli-me uydurulması öngörülüyordu. Sonun-cusu ise, muhfazakar aydınların savundu-ğu “Osmanlıcılık” görüşüydü. Bu görüşe göre ise Türkçe’de halen bulunan ve co-ğunluğu Farsça ve Arapça olan yabancı kelimeler aynen kalacak, yeni kelimeler üretilse bile kesinlikle uydurulmayacaktı. 1930’lu yılların başlarında dil devrimindeki ilk uygulamalar kendini özleştirmecilik et-

kisinde gösterdi. 12 Temmuz 1932 yılında Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasıyla beraber kendini gösteren ilk uygulama-larda bariz bir şekilde özleştirmecilerin etkisini hissetmek mümkündür. Bunlara “Tasviyeciler” de diyebiliriz. “Özleştirmeci-lik dönemi” diyebileceğimiz bu dönemde

uygulamalar öylesine ileri gitmişti ki ortaya anlaşılması mümkün olmayan, adeta yeni bir dil çıkmıştı. Bu durumu daha iyi anlamak için Atatürk’ün İsveç Kralı şerefine verdiği yemekte yaptığı konuşmanın küçük bir kıs-mını okumanız yeteli olacaktır. “Altes Rouyal: Bu gece, ulu konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getidriklerini söylerken, duygum, tikel özgü bir kazançtır. Burada kaldığınız uzca, sizi sarmaktan hiç durma-yacak ılık sevgi içinde, bu yurtta, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankusunu bulacaksınız.” İki üç yıl kadar süren bu dönem içinde, alay derecesine varan tepkilerin oluşması, ölçü-nün fazlasıyla aşıldığının işaretiydi ve derhal bu uygulamadan geri dönüldü. Artık yeni bir dönem başlıyordu. Bu döneme “yumuşatıl-mış özleştirmecilik” dönemi de diyebiliriz. Bu dönemde uygulanacak dil stratejisinin ana hatlarını o dönemde Atatürk’ün kendi sözlerinden çıkarabiliriz. Falih Rıfkı Atay’ın aktarımıyla Atatürk şöle demiştir;“ Çocuğum, bak beni dinle. Türkçe’nin hiç bir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddalarını tecrübe ettik. Bir çıkmaza girmişizdir. Dili bu çıkmazda bıra-kırlar mı? Biz bu çıkmazdan kurtulma şere-fini başkalarına bırakmayız.”1936 ya kadar süren bu dönemde dilde devrimin yapılamsının yasalarla, kurallarla, kelime atmalarla, kelime üretmelerle ola-mayacağının bilincine varıldı. Bu dönemin bitmesine delil olacak Atatürk’ün şu sözü

çok manidardır;“ Memleketin en büyük bilginlerini, ya-zarlarını bir komisyon halinde aylarca ça-lıştırdık. Elde edilen netice, şu küçük bir lugatten ibaret. Tarama dergileri ve cep kılavuzları ile bu iş yürümez. Falih Bey, biz Osmanlıca’dan ve Batı dillerinden istifade-ye mecburuz.” Böylelikle Atatürk’ün ölümüne dek sürecek yeni bir döneme giriliyordu. Bu döneme “yaşayan dil dönemi” diyebiliriz. Bu dönem “Güneş Dil” teorisinin etkisi altındaydı ve tüm dillerin kaynağının Türkçe olduğunu savlayan iddealı bir görüştü. Atatürk bu dö-nemin parolasını şu sözüyle belirlemişti;“Türkçe’de kalacak kelimelerin aslında Türkçe olduğu izah edilmelidir” Atatürk’ün Türkçe ile ilgili görüşünün ulaştı-ğı son noktayı “yaşayan dil” olarak kabule-debiliriz. Yaşayan dil görüşü, halkın anladı-ğı, içselleştirdiği, yabancı kelime ve ekleri dışlamayan, yalın, üretken kendi dinamikle-rinde değişime açık bir dil görüşüdür.

Türk Dili Tedkik Cemiyeti üyeleri ve Atatürk bir çalışma esnasında

Atatürk Domabahçe’de Türk dil ve tarihi üzerine çalışırken

2 Eylül 1930 yılında Atatürk’ün elyazı-sıyla Türkçe üzerine düştüğü tarihi not Atatürk dil bilginleriyle beraber

Page 68: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 68Platform

M ü z i k

Eskiden ses sanatkarları hafızlardan çıkardı

Ahmet Özhan:

Nota musikinin olmazsa olmazı değildir. Musiki bir yetenek meselesidir. Bu iş kopya çeker gibi notalara bakarak okumaya başlanalı, nota bilgisini ses güzelliğinin üstüne çıkaralı beri ses sanatçısı tanımı değişti. Toplumu peşinden sürükleyici insanlar yetişmez oldu. Nota taassubu yüzünden bazı kabiliyetler, elden kaçırıldı. Ahmet Özhan ile mesleki serüvenini, Türk müziğindeki yozlaşma sürecini ve sanatçı kavramını konuştuk.

- Günümüzde sanatçı kavramının içeri-ğine dair tartışmalar daha da alevlendi. Size göre sanatçı kimdir?Sanatçı; herkeste olmayan, kendine doğuş-tan verilen estetik anlamdaki artı özelliği, topluma hizmet adına ortaya koyan insandır. Bu müzikte, güzel sesli bir insanın topluma müzikal yönden hizmet üretmesidir. Güzel sanatların şube sayısı kadar misaller çoğal-tılabilir.

- Bir kişinin sanatçı kelimesiyle nitelen-dirilebilmesi için belirli bir süreçten geç-mesi gerekiyor. Son yıllarda bu süreçte

bir yozlaşma gözlemleniyor. Hangi konudaki sürece baktığımızda sağlıklı gözlem yapabiliyoruz ki!.. Deforme devir ya-şıyoruz. İnşaallah geçiş dönemidir; zamanla deformasyon yerini realiteye bırakır. Sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur. Yetenek edilgen değildir. Sporda da böyledir. 60’lı yılların ortalarından beri durum böyle. Eskiden ses sanatkarları hafızlardan çıkardı. Ayrıca şarkı-cı yetiştirme gibi bir formasyon yoktu. Güzel sesli insanlardan hafız olurdu. Sesleri yük-sek perdeliydi. Mikrofon gibi aygıtlar henüz doğru dürüst üretilmediği için güçlü seslere ihtiyaç vardı. Bu kişiler aynı zamanda gazel

okurdu. Gerçi Enderun’dan yetişen insanla-rın da çoğu hıfz altyapılı olan insanlardı. Ses estetiğine sahip oldukları için tartışılmaz-lardı. Sen bunu seversin, şunu sevmezsin durumu olurdu ama onların hepsi doğru in-sanlardı. Sonradan mikrofon marifetiyle küçük ve ye-tersiz sesler de büyütülerek iş görür hale ge-tirildi. Bu, işin teknik tarafı. Zamanla radyoya şöyle insanlar alındı; ‘sesi pek iyi değil ama nota bilgisi kuvvetli.’ Kardeşim nota bilgisiyle mikrofon kabiliyetinin arasında bir alâka var mı? Nota ayrıca bir donanımdır. Olursa çok iyi olur. Ama olmazsa olmazı değildir, musiki-nin. Musiki bir yetenek, kabiliyet meselesi-dir. Musikide meşk nota ile yapılmaz; ezbe-rinizi alamaz notaya bağımlı kalırsınız. Meşk özellikle bizim musıkimizde usta çırak ilişki-siyle olur. Bizim musikimiz üslup musikisidir. Mesela Alaaddin Yavaşça geçecek karşına, o okuyacak sen dinleyeceksin, sonra sen okuyacaksın o dinleyecek. Seni ikaz ede-cek. Hem bir üslup sahibi olacaksın, hem de meşk edeceksin. Bu iş kopya çeker gibi notalara bakarak okumaya başlanalı, nota bilgisini ses güzelliğinin üstüne çıkaralı beri ses sanatçısı tanımı değişti. Toplumu peşin-den sürükleyici insanlar yetişmez oldu. Sesi güzel ama musiki malumatı olmayan insanlar deforme ortamlarda, deforme psikolojilerin ortaya çıkardığı deforme müziklerle iştigal etme durumunda kaldı.

- Yozlaşma dönemine geçiş süreci dedi-niz. Peki bu sürece nasıl itildik, asıl so-rumlular kimler?Çok geniş, Cumhuriyet öncesinde başlayan bir konu. Süreç, Osmanlı Türk devletinin

Özlem Özyol

Page 69: Platform Dergisi Kasım 2011

69 Platform

M ü z i k

belli bir dönemde sistematik olarak birtakım yetersizlikler yaşamaya başlamasına kadar gider. Ekonomik, coğrafi ve siyasi küçül-meler, değişiklikler icap etmesinden, meş-rutiyetlerden itibaren bir deformasyon vardır aslında. Bu, halen devam etmektedir. Hiçbir özel döneme özel kabahatler atfederek izah edilemeyecek bir süreçtir.

- Bu deformasyon süreci nasıl bitecek, bitmesi için ümit ışıkları var mı?Çok romantik olmanın anlamı yok. Ancak ekonomik istikrarı yakaladığımızda kendimi-ze vakit ayırmaya başlayacağız. Kendimize vakit ayırınca da yakamızı paçamızı düzelt-meye yöneliriz. Yakamız paçamız ise örfü-müz, adetimiz, geleneklerimiz, klasisizm ha-line gelen özelliklerimizdir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, para turizmde olduğu için onunla meşgul. Eğer kendimiz birtakım gayretler içinde olmasak çok fazla bir şey üretme im-kanını elde edemeyeceğiz. Anlattıklarım bir genelleme. Çok özel, marjinal insanlar tabii ki vardır. Zaten büyük müzisyenler hayatları boyunca ekonomik sıkıntı çekmişler, hafif psikolojik çarpıklıklar yaşamışlar ama kariz-malarını ortaya koyabilecek üretimde bulun-muşlardır. Batı’da da öyledir, Doğu’da da.

- Sanatta yeteneğe vurgu yapıyorsunuz. İronik bir yaklaşımla, ‘popstar yarışmala-rı’ güzel sesli insanlara bir fırsat olarak görülebilir mi?Görülebilir. Gençlerin kendilerini ispatlaya-cakları imkan ve platform yok. Zamanımda radyo sanatçılığı meslek sahibi olmak kadar

özendirici bir platformdu. Düşünüyorum da, Maksim gibi gazinolar harika müzikallermiş. Sonradan devlet koroları ihdas edildi. Ancak kadrolar şişti, artık eleman alınmıyor. Yeni konservatuvar mezunlarına iş yok. Televiz-yon büyük bir imkan. Bu istismarcı tiplere imkan olduğu gibi, niçin doğru dürüst bir insana da imkan ya da fırsat olmasın!

- Yarışmaları bir çıkış yolu olarak görü-yorsunuz...Bugün Allah aşkına sanatçılar içerisinde kaç tanesi arzu edilen altyapıyı alıp da ye-tişmiştir? Zaten Türk Müziği Konservatuvarı 1976’da kuruldu. Öncesinde insanlar hep kendi meraklarından, usta çırak ilişkisi içe-risinde musiki cemiyetlerinden, kulak dol-gunluğundan bir yerlere gelmiştir. Hakikaten baskın bir kabiliyeti varsa neticede Alaadin Yavaşça doğmuştur. Tıp tahsil ettiği halde, musikimizin duayenidir. Allah başımızdan eksik etmesin. Bekir Sıtkı Sezgin de başka bir örnektir.

- Bu yozlaşma süreci, sizin gibi sağlam duruşlu sanatçılarımızı nasıl etkiledi?Gerçek sanatçı birtakım şeylerin ucuz piya-sa sancılarını çekmez. Manevi ve psikolojik açıdan donanımlıdır. Alaaddin Yavaşça, Zeki Müren ile aynı senelerde ortaya çıkmıştır. Doktorluk yapmasına rağmen besteciliği, konserleri, radyo programları ve prensipçi-liğiyle ülke tarafından tanınmıştır. Ama piya-saya, gazino sahnelerine çıkmamıştır. Teklif almıştır ama tercih etmemiştir. Zeki bey, rah-metli, çok güzel sesi, ilk zamanlarda güzel bir uslûbu olduğu halde tamamen piyasa tarzını tercih etmiştir. Bu kişilik meselesidir.

- Peki sizi nasıl etkiledi? Ahmet Özhan, bir takım donanımları olduğu halde tamamen popüler sanatçı olarak or-taya çıkmıştır. Usta çırak ilişkisiyle donanım sahibi olmuş, konservatuvardan eğitim al-mış, Üsküdar Musiki Cemiyeti’nden ciddi bir eğitim ve reportuvar edinmiştir. Fiziksel özel-liklerinden dolayı genç yaşında çok popüler bir sanatçı olmuştur. Filmler, diziler çevirmiş, plaklar yapmıştır. Sonra sanatçı olma etiğini ön tarafa çıkarmış, hizmet üretmiştir. Onlar-ca yılını popüler günlerine dönüp bakmadan klasik Türk musikisi ile tasavvuf müziğinin kurumsallaşmasına vermiştir. Yaptığıyla mut-lu olmuştur. Cenab-ı Hak insanın rızkını verir. Çalışmakla zahmet artar, rızık artmaz. Rızık neyse o. Bir kere buna iman etmek lazım.

- Türk musikisini bir projeyle herkese sevdirmek mümkün mü? Mesela radyo

ve televizyonlar belirli bir süre gece gün-düz bu tür eserlere yer verse...Olmaz. Musiki bir yaşayış biçiminin melo-dik olarak ortaya çıkmasıdır. Bir düşünüş, hissediş, seviş, iletişim biçimidir. Eğer siz o hayatı yaşamıyorsanız, o hayatın yaşandığı zamanlardaki müziği sevemezsiniz. Doku tutmaz. ‘Vücud ikliminin sultanı sensin’. Bu, sevilmiştir. Hacı Arif Bey dizisinde bu eseri okumuşumdur. Hit olmuştur. Plakları yapıl-mıştır. Hâlâ daha her konserimde isterler. O şarkıdaki özellikleri, duyguları yaşayarak icra ediyorsanız karşı taraf onu alır. Sinatra, İglasyas bir şarkı söylüyor beni fevkalâde etkiliyor. Beni etkileyen onların yorum biçi-mi. O melodik yapının çok dinlenilir biçimde icra edilmesi. Evvela sanatçıların yetişmesi lazım. Bunun görevci anlamda ortaya ko-yabilecek, üstelik de görsel anlamda tercih edilebilecek formasyonlarla halkın karşısına çıkması lazım.

- Ahmet Özhan, acaba yeniden diziler ya da filmler çevirmeyi düşünüyor mu?Teklif gelirse değerlendiririm. İlkelerime uyuyor mu diye bakarım. İçerisinde benim formatımla karşıya ulaştırılacak bir güzellik, bir hizmet, bir mesaj var mı? Varsa, bunca senelik kariyerime yakışan bir teklifse niye değerlendirmeyeyim?

- Verdiğiniz bilgiler için teşekkürlerOkuyucularınıza selamlarımı ulaştırın lütfen.Yayın hayatınızda başarılar diliyorum

Page 70: Platform Dergisi Kasım 2011

H a b e r

Page 71: Platform Dergisi Kasım 2011

PlatformPlatform

Derleyen: ÖMER MUHTAR

397 Temel ve Dursun Trende yolculuk yaparlarken bir sığır çiftliğinin önünden hızla geçerkenTemel:- Ula Dursun burada tam 397 sığır var.Dursun :- Ula uşağım Temel, nasıl saydın bu kadar hızla tren giderken?Kolaydur ayaklarını sayıp dörde boleyrum......

UZMAN Askerin biri bir bakışta herkesin boyunun ölçü-sünü tam olarak söyleye biliyormuş.Askerler durumu komutanlarına anlatmışlar fakat komutan buna inanmamış.Er’in hemen buraya getirilmesi için talimat vermiş.Asker komutanın huzuruna çıkar.- Komutan- Senin herkesin boyunun ölçüsünü bildiğini söylüyorlar doğrumu?- Evet komutanım.- Öyle ise söyle bakalım benim boyum kaç?- Asker komutanı aşağıdan yukarıya iyice süz-dükten sonra 1.75 komutanım demiş.- Doğru hayret bunu nasıl bildin asker?- Bilirim tabii komutanım ben kereste uzmanıyım...

KÖPRÜÜçüncü köprü ihalesini Japon,Amerikan ve Kayserili Türklerden oluşan bir konsorsiyum almış.Köprüyü bitirmişler tam açılış yapıp kurdelenin kesile-ceği an köprü büyük bir gürültü ile çökmüş. Japon:-Gitti tüm emeklerim mahvoldu kumlarım diye yakarıp harakiri yapmışAmerikalı:-Gitti tüm çeliklerim tonlarca çeliklerim yıkıldı diyerek tabancasını çıkararak intihar etmiş.Tüm bunları izleyen Kayserili müteahhit:Lan iyiki hiç çimento koymamışız ha mahvolurdum bun-lar gibi.......

DEVİR NE DEVRİ Yaşı başı bir hayli ilerleyen Temel artık ahiret yurdu için çalışmak lazım geldiğine karar vererek amca oğlu Dursun’a gider:- Ula emice oğlu dursun Hocam pu güne kadar tevamlı kahvehaneye kittuk-geltuk... Şimdide kitelum bir pirun dersini alalım, istifar etup tespiat yapalum Ne dersun?- Dursun:- Ula uşağım Sintiki tevir tarikat tevri değil tiyolok tevri diye cevap verir- Temel :- Ula atamı tinden, imandan çıkarmayın. Ne zamantan peru papazlarla oynamanın ati tiyolok oldu

KAYSERİLİ İLE ADANALIKayserili çiftçi ile Adanalı çiftçi sohbet ediyor-larmış.Bu arada da zenginlikleriyleÖvünüyorlarmış.Adanalı başlamış anlatmaya:- Bizim orada sabah güneş doğmadan bini-yoruz arabaya,akşam oluyor biz hala çiftliğin öteki ucuna yetişemiyoruz. Demiş- Kayserili bu kadar sallamaya karşı duramaz hemen atılır:- Vay bizimde vardı öyle bir eski arabamız ama geçen sattık onu yenisini aldık...

F ı k r a l a r

71

Page 72: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 72Platform

S a ğ l ı k

Page 73: Platform Dergisi Kasım 2011

73 Platform

YAPILIŞIBir kaba bulgurumuzu koyalım. Bulgurun üzerini 1 parmak geçecek kadar sıcak su ile ıslatalım. Kapağını kapatalım. 10-15 dakika bekletelim. Suyunu çekene kadar. Soğanı yemeklik doğrayıp tavada biraz yağ ile kavuralım. Biber salçasını ekleyelim. Ayrı bir kaba domatesi, maydanozu, taze soğanı, salatalık turşusunu ve naneyi ince ince doğrayalım. Kavurduğumuz soğanı su çekilmiş bulgura iyice ye-direlim. Tüm malzemeleri bulgura ekleyelim. Limon, tuz, kırmızı biberi ve biraz daha zeytinyağı ekleyip tekrar karıştıralım. Kısırımız servise hazırdır. Afi yet olsun.

YAPILIŞITepsiyi yağlayın. Bütün bir yufkayı uçları dışarı sarkacak şekilde tepsiye yayın. Kalan yufkaları ufak parçalara bölün. Bütün yufkanın üzerine parçaladığınız yufkaların yarısını döşeyin. Bir kaba patates ve peyniri rendeleyin. Üzerine kıyılmış maydanozu ekleyin, tuz ve tuz ve biberle karıştırın. Hazırladığınız iç malzemeyi yufkaların üzerine yayın. Kalan parçalanmış yufkaları yerleştirin. Dışarı sarkan yufka uçlarını bohça gibi böreğin üzerine kapatın. Bir bıçakla böreği dilimleyin. Derin bir kase içinde yumurta ve yağı çırpın. İki şişe sodayı ilave ederek tekrar karıştırın. Karışımı böreğin üzerine eşit olarak ve tamamını çeke-cek şekilde yavaş yavaş dökün. Önceden kızdırılmış fırında her iki tarafı da kızarana kadar pişirin. Afi yet Olsun

YAPILIŞIBu özel tatlıyı yemek tarifl eri listenize eklemeyi unutmayın. Süt, portakal suyu, irmik ve toz şekeri bir tencereye alıp orta ateşte sürekli karıştırarak kaynayıncaya kadar pişirin. Kaynamaya başlayınca rendelenmiş portakal kabuğunu ilave edip ocaktan alın. Su ile ıslatılmış kalıba karışımı aktarın ve oda sıcaklığına gelinceye kadar bekletin. Buzdolabına alarak en az 2 saat bekletin. Kremayı küçük bir sos tenceresinde kaynatmadan ısıtın. Çikolataları küçük parçalara bölüp kremaya ekleyin ve eriyinceye kadar karıştırın. Tatlıyı kalıptan çıkartıp dilimleyin. Üzerine çikolata sos döküp rendelenmiş portakal kabuğu ile süsleyerek servis yapın. Çikolatalı irmik tatlısı artık hazır, afi yet olsun.

KISIR

KOLAY SODALI BÖREK

ÇİKOLATALI İRMİK TATLISI

MALZEMELER3 Su Bardağı İnce Bulgur 1 Adet Orta Boy Domates 1 Adet Orta Boy Kuru Soğan 1 Yemek Kaşığı Biber Salçası 1 Çay Bardağı Sıvı Yağ 1/2 Çay Bardağı Limon Suyu

Sıcak Su 7-8 Dal Taze Soğan 7-8 Adet Salatalık Turşusu Maydanoz Pul Biber Tuz

MALZEMELERMalzemeler5 yufka 2 şişe soda 1 yumurta 1 çay bardağı sıvıyağ

İÇ HARCI İÇİN1 iri patetes 150 gr beyazpeynir Yarım demet maydanoz Tuz, karabiber

MALZEMELER1 litre süt Yarım çay bardağı portakal suyu 10 yemek kaşığı irmik 2 yemek kaşığı rendelenmiş portakal kabuğu 10 yemek kaşığı toz şeker

ÜZERİ İÇİN80 gr bitter çikolata 1 çay bardağı krema Rendelenmiş portakal kabuğu

PlatformAfi yet olsun

A y ı n Y e m e ğ i

Hatice Turgut

Page 74: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 74Platform

B u l m a c a

Page 75: Platform Dergisi Kasım 2011

75 Platform

Page 76: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 76Platform

B u l m a c a

Page 77: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 78: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 78Platform

A y ı n ç i z g i s i

Page 79: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 80: Platform Dergisi Kasım 2011

15 Kasım 2011 80Platform

Wat droom je te worden?Yasin: “Mijn leven bestaat grotendeels uit voetbal. Ik train drie dagen per week heel hard om zaterdag te spelen. Ik ben op mijn twaalfde bij B.M.T voetbalvereniging als keeper begonnen omdat ik het leuk vond om ballen tegen te houden. Sindsdien ben ik ook blijven keepen. We zijn als keepers constant met elkaar in wedstrijd om onze positie te vast te houden. Daarna ben ik vrij snel naar de voetbal vereniging Haaglandia gegaan om hoger te spelen en het bleek dat ik het aardig kan. We spelen momente-el tweede divisie en we zijn op de tweede plaats. Haaglandia B1 heeft op dit moment twee keepers. Ook hier zijn wij constant in

wedstrijd met elkaar om zaterdags de goal te verdedigen. Mijn droom is natuurlijk net zoals elke voetballer op het hoogste niveau spelen. Ik zou in mijn toekomst heel gra-ag de eerste keeper van de Turkse topper Galatasaray willen worden. Ik vind het su-per om beslissend te zijn voor mijn team. Door een belangrijke redding of actie kan je soms een hele wedstrijd bepalen en daar haal ik mijn voldoening uit ”.

Wat vind je van het niveau van de com-petitie? Yasin: ‘'Het niveau is ontzettend hoog. Er voetballen hele goede spelers bij Haag-landia. Als ik kijk naar de zaterdag- en zon-

dagspelers van de club, dan zie ik bijna geen zwakke spelers.

Wat onderscheidt je van de andere ke-epers?Als voetballer heeft ieder zijn eigen kwalite-iten en ik als keeper heb ik ook mijn eigen kwaliteiten; een goede uitstraling en daar-bij een goede lengte. Verder heb ik goede trap en spelhervatting zodat ik kan funge-ren als extra opbouwer. Daarnaast lees ik in mijn vrije tijd veel over de beroemde keepers die ervaren zijn. Om me zelf te ontwikkelen en steeds groeien luister ik ook naar mensen die mij het bes-te wensen. Vooral de adviezen van de tra-

Ik doe heel hard mijn best om in de top te spelen…

Yasin Yildirim, 17 jaar en zweet al voor het 3e seizoen als “keeper “ voor de voetbalvereniging Haaglandia in Den Haag. “Ik ben begonnen met keepen omdat ik het wel leuk vond om ballen tegen te houden en het bleek dat ik het ook nog wel aardig kon. Ik vind het super om beslissend te zijn voor mijn team…

S p o r

Şahin Yıldırım

Page 81: Platform Dergisi Kasım 2011

81 Platform

iners, zoals mijn hoofdtrainer Peter Spruijt en mijn keeperstrainer Sander probeer ik goed te volgen, omdat zij als ervarende het beste adviezen geven. Behalve de trainers worden ook buiten de club adviezen gege-ven aan mij. Mijn vader zegt het volgende; “Doe je best en nooit opgeven”.

Voel je je een beetje thuis bij Haaglan-dia?Al vanaf de eerste dag begon ik me thuis te voelen bij Haaglandia. Mijn trainer ( Peter Spruijt ) gaf me veel vertrouwen en heeft mij veel kansen aangeboden om mezelf te kunnen bewijzen. In het begin voelde ik me eenzaam, omdat ik nog niemand van mijn medespelers kon. Maar binnen een korte tijd hebben onze trainers een mooie sfeer gecreëerd in onze team en we zijn meer dan een team geworden. Het bevalt uitstekend! Er wordt nogal veel aandacht gegeven aan de spelers en ze worden individueel door de trainers gemotiveerd om hun extra best te doen. Dit is ook bij mij het geval. Mijn tra-iner en keeper-trainer geven voornamelijk op de volgende punten aandacht aan mij; coachen met het team en fungeren als een schild in de goal. Ik doe veel ervaring op en leer elke wedstrijd weer wat bij. Natuurlijk maak je het liefst zo weinig mogelijk fouten, maar daar ontkom je niet aan, en van fouten maken leer je ook. Maak je geen fouten, dan wordt je ook niet beter. Ik heb persoonlijk niks te klagen bij Haag-landia. Tot zover zijn er geen problemen ge-weest met mij en de club zelfs. Ik denk ook dat niemand wat te klagen heeft over mij.

Als keeper heb ik tot zover 3 doelpunten gemaakt. Dit allemaal bij een penalty.

Dus je vindt Haaglandia een goed club voor buitenlandse spelers?Uiteraard! Wat mij betreft als allochtoon zijn er geen problemen tot nu toe bij Haaglan-dia. Hiervoor speelde ik bij V.V. BMT, maar dit was niet meer dan een vriendenteam waar ik al mijn tijd door heb gebracht. Met de tijd ben ik serieuzer en bewuster gewor-den over mijn toekomst. Daarom heb ik toen besloten om naar een betere club te gaan, waar men niet op ras en aard werd gedisc-rimineerd, maar op kwaliteit verwelkomd wordt. Uiteindelijk ben ik via vrienden bij Ha-aglandia terecht gekomen, een van de bes-te club in de regio, waar men sneller door zijn kwaliteitsvermogen hogerop kon gaan.Het was niet zo makkelijk om bij Haaglandia in het elftal terecht te komen. Ik moest een hele weg maken om door de selectieproce-dure heen te komen, want te veel mensen hadden zich toen ingeschreven om deel te kunnen nemen aan de trainingen, waardo-or Haaglandia besloot door middel van een selectieprocedure bepaalde mensen uit te schakelen. Na een aantal selectiefases ben ik bij de C2 van Haaglandia begonnen met keepen, maar dat was niet genoeg voor mij, want ik had mijn lat hoog gelegd en wilde gewoon voor C1 gaan keepen. Ik was vrijsnel bij C1 als wisselkeeper be-gonnen, maar uiteindelijk heb ik een basis plek gekregen en ben deze niet meer kwijt geraakt, waardoor mijn Nederlandse vriend besloot om te stoppen met keepen.

Na een half jaar trainen bij Haaglandia was ik ook gescout door KNVB onder 16 jaar leeftijd. Ik ben samen met het team naar Spanje gegaan en we hebben hier tegen de beste clubs gespeeld. Onder andere de jeugd van Real Madrid, Barcelona, Sevilla en daarnaast ook nog de Braziliaanse en de Mexicaanse elftal onder 17. Voor mij was het afgelopen seizoen uitstekend! Ik weet nou niet of het toevallig is, maar ik heb tot nu toe alleen maar aardige trainers ge-had bij Haaglandia. Iedereen steunt je en geven je duwtje om je doel te realiseren.“Het is makkelijk gezegd, maar buitenge-woon moeilijk te realiseren om tussen de topkwaliteit te spelen. Maar het is mij ge-lukt! En dat ben ik dankbaar aan mijn door-zetting vermogen en trainers”.

Waar zie je jezelf in de toekomst?Ik doe heel hard mijn best en blijf ook mijn best te doen om in de top te spelen. Da-arnaast volg ik ook binnen-buiten wedstrij-den, omdat voetbal gewoon een groot deel is in mijn leven. In Nederland ben ik voor Ado Den Haag. In het buitenland ben ik voor de Turkse topper Galatasaray waar ik later ook voor wil keepen.

S p o r

Wie is Yasin Yildirim?Yasin Yildirim is op 01 januari 1994 geboren in Bursa ( een grote stad in Turkije ). Hij is inmiddels 1.80 meter lang en keept al 3e seizoenen bij de voetbalvereniging Haaglandia in Den Haag. Samen met een keeper die dit jaar van Ajax kwam verdedigt de Turk-se doelman de goal van Haaglandia en is hij tevens in wedstrijd om zijn po-sitie als eerste keeper bij Haaglandia te houden.

Naam: Yasin Achternaam: Yildirim Leeftijd: 17 Voetbalvereniging: v.v. Haaglandia

Page 82: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 83: Platform Dergisi Kasım 2011
Page 84: Platform Dergisi Kasım 2011