Özel savaş gerçeği

136
EMPERYALİZMİN YENİ KOÇBAŞI: “ÖZEL SAVAŞ” Neoliberalizm rüzgârlarının estiği ve dünya çapında yeni bir fetih savaşının sürdürüldüğü günümüzde, dünya, “küresel köy” haline getirilirken, “küresel köy”ümüzde talan ve yağma gündelikleşmiştir. Üçüncü Dünya’da insana ait bütün değerler ayaklar altına alınır, soykırım ve katliamlar süreklileşirken emperyalist metropollerde tüketim çılgınlığı içinde çürütülen insanlar yabancılaşmanın had safhasını yaşamaktalar. Dünyanın bir yarısındaki insanların “refah”ı öte yarısındaki talan ve ölümle sağlanıyor. Bütün olarak bu sistemi yaratan devlet organizasyonları, George Orwell’ın, 1984’üne taş çıkarır hale gelmiştir. Çeteler ve faili meçhul cinayetler, yaşamımızın doğal parçaları haline getirilip, onlara alıştırılmaya çalışılıyoruz. Parçalarla oyalanıp bütünle ilişkilerimiz kesilmeye çalışılıyor. Sürüleştirilen insan ilişkilerine karşı çıkanlar kurtlara yem ediliyor. Bütün bunlara neden olan “Büyük Birader” dünyayı, kapitalist enternasyonalin merkezinden yönetmeye devam ediyor. Tarihsel geleneği, devletin ilk ortaya çıktığı döneme kadar uzanan baskı politikaları, zamanla sistemli ve profesyonel bir biçimde uygulanır hale gelmiş, egemen sınıfların, ezilenlere karşı sindirme ve etkisizleştirme uygulamalarının aracı olmuştur. Günümüzde son derece planlı ve merkezi olarak uygulanan baskı politikaları, sınıflar savaşının her aşamasında dersler çıkarılarak daha da yetkinleştiriliyor. Sınıflar savaşı kavramını oluşturan dinamiklerden “savaş”, egemen sınıfların çıkarları uğruna biçim değiştirerek gündelik yaşamımızın kopmaz bir parçası haline getiriliyor. Emperyalist politikanın; “yaşamsal çıkar alanı kesinlikle askeri güçle denetlenmelidir” kuralı, gerek emperyalist ülkeler arasındaki rekabette, gerekse de ezilen halklara karşı tavır alışta değişmez bir ilke olarak uygulanıyor. Önceleri, klasik sömürgeciliğin devamını sağlayabilmek için oluşturulan devasa organizasyonlar, hem sömürgeciliğe başkaldıran halkların mücadelesi, hem de sömürgeci devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmaları sonucunda daha basit organizasyonlardan, kompleks organizasyonlara doğru evrilmiştir. Her dönemde de elde edilen tecrübeler, ezilenler aleyhine, ezenlerin

Upload: rosa-clara

Post on 27-Jan-2017

131 views

Category:

News & Politics


4 download

TRANSCRIPT

Page 1: Özel Savaş Gerçeği

EMPERYALİZMİN YENİ KOÇBAŞI:

“ÖZEL SAVAŞ”

Neoliberalizm rüzgârlarının estiği ve dünya çapında yeni bir fetih savaşının sürdürüldüğü günümüzde, dünya, “küresel köy” haline getirilirken, “küresel köy”ümüzde talan ve yağma gündelikleşmiştir. Üçüncü Dünya’da insana ait bütün değerler ayaklar altına alınır, soykırım ve katliamlar süreklileşirken emperyalist metropollerde tüketim çılgınlığı içinde çürütülen insanlar yabancılaşmanın had safhasını yaşamaktalar. Dünyanın bir yarısındaki insanların “refah”ı öte yarısındaki talan ve ölümle sağlanıyor. Bütün olarak bu sistemi yaratan devlet organizasyonları, George Orwell’ın, 1984’üne taş çıkarır hale gelmiştir.

Çeteler ve faili meçhul cinayetler, yaşamımızın doğal parçaları haline getirilip, onlara alıştırılmaya çalışılıyoruz. Parçalarla oyalanıp bütünle ilişkilerimiz kesilmeye çalışılıyor. Sürüleştirilen insan ilişkilerine karşı çıkanlar kurtlara yem ediliyor. Bütün bunlara neden olan “Büyük Birader” dünyayı, kapitalist enternasyonalin merkezinden yönetmeye devam ediyor.

Tarihsel geleneği, devletin ilk ortaya çıktığı döneme kadar uzanan baskı politikaları, zamanla sistemli ve profesyonel bir biçimde uygulanır hale gelmiş, egemen sınıfların, ezilenlere karşı sindirme ve etkisizleştirme uygulamalarının aracı olmuştur.

Günümüzde son derece planlı ve merkezi olarak uygulanan baskı politikaları, sınıflar savaşının her aşamasında dersler çıkarılarak daha da yetkinleştiriliyor. Sınıflar savaşı kavramını oluşturan dinamiklerden “savaş”, egemen sınıfların çıkarları uğruna biçim değiştirerek gündelik yaşamımızın kopmaz bir parçası haline getiriliyor. Emperyalist politikanın; “yaşamsal çıkar alanı kesinlikle askeri güçle denetlenmelidir” kuralı, gerek emperyalist ülkeler arasındaki rekabette, gerekse de ezilen halklara karşı tavır alışta değişmez bir ilke olarak uygulanıyor.

Önceleri, klasik sömürgeciliğin devamını sağlayabilmek için oluşturulan devasa organizasyonlar, hem sömürgeciliğe başkaldıran halkların mücadelesi, hem de sömürgeci devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmaları sonucunda daha basit organizasyonlardan, kompleks organizasyonlara doğru evrilmiştir. Her dönemde de elde edilen tecrübeler, ezilenler aleyhine, ezenlerin sınıf dayanışması çerçevesinde birbirlerine ve gelecek yönetimlere aktarılmıştır. Bu anlamıyla tarihsel süreklilik sağlanmıştır.

Her dönem bu politikalar belli ülkelerde kristalize olmuştur. Üzerinde güneş batmayan imparatorluk, Büyük Britanya, dünyanın büyük bölümünün yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürürken, sömürge ülkelerinde halk ayaklanmalarına karşı oluşturduğu kompleks mekanizmaları ile klasik sömürgeci dönemin ve yeni sömürgeciliğin başlangıç döneminin koçbaşı olmuştur. Asya’dan Avustralya’ya, Amerika kıtasından Britanya adalarına dek ahtapot kollarını sarmış olan imparatorluk, 1910’lu yıllardan itibaren gücünü ve uluslararası etkinliğini yitirmeye başlamış, uluslaşma süreci ve ulusal kurtuluş savaşları ile hegemonyası adım adım geriletilmiştir. 1. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun etkinliği altındaki Arabistan Yarımadası gibi coğrafyalarda İngiltere’nin yürüttüğü ayaklanma çabaları, Albay Lawrence’ları yaratırken başka Lawrence’lar öteki coğrafyalarda ya yeni ayaklanmalar çıkartma ya da ayaklanmaları bastırma harekâtları yürütüyorlardı.

1. Dünya Savaşı sonrasında patlayan Ekim Devrimi ile kurulan Sovyetler Birliği, emperyalizmin etkinliğini sürdürdüğü tek kutuplu dünyada dengeleri değiştiren bir sonuç yaratmıştır. Emperyalizm,

Page 2: Özel Savaş Gerçeği

sömürgeci politikalarında sosyalist devleti de hesaba katarak davranmak zorunda kalmıştır. Ancak bu ideolojik ve siyasal alternatife karşı, “kapitalizm, sosyalizme -Sovyetler Birliği’ne- topyekün bir saldırıya geçebilmek için Alman faşizmi ölçüsünde hayvanlaşmaktan başka bir yol bulamadı. Tek ülkede sosyalizm, faşizmin haçlı seferiyle yok edilememekle kalmadı, sosyalizm bir tek ülkenin sınırlarını aşan, ülkeler grubunu kucaklayan yeni bir sistem oldu.” (1)

2. Dünya Savaşı sonrasında emperyalizmin hegemonik önderliği İngiltere’den Amerika’ya geçmiştir. Savaşın öncesinde büyük sermayesiyle, teknolojik üstünlüğünü birleştiren ABD, savaş sürecinde de üretimini sürdürebilmiş ve savaş sırasında yıkıma uğrayan diğer emperyalist devletler arasından sıyrılmış, ekonomik ve askeri üstünlüğü ele geçirmiştir. Sosyalizm safında ise 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist bir blok oluşmuş ve emperyalizme karşı cephelenmiştir. “2. Dünya Savaşı sonrasına damgasını vuran bir diğer olgu bağımsızlık hareketlerinin yaygınlık kazanmasıdır.” (2) Klasik sömürgeciliğin 1920’lerde gerilemeye başlamasıyla birlikte kurulmaya başlayan ulus-devletler, emperyalizmden “bağımsızlaşmaları” sürecinde, hem de “bağımsızlıklarını” kazandıktan sonra emperyalist güçlerle çatışmalar yaşamışlar. Emperyalizmin hammadde, ucuz işgücü vb. kaynağı olarak kullanıldığı topraklarda sosyalist sistemle belli düzeyde ilişkiler kurmuşlardır.

Emperyalist sistemi hem ideolojik hem de siyasal olarak zor durumda bırakan sosyalizmin varlığı, Alman faşizmi ile bertaraf edilemeyince, tam tersi yönde gelişmeler olmuştur. Soğuk Savaş 1948’de ilan edildiğinde, ABD’de Ulusal Güvenlik Konseyi özel savaşın kimin tarafından yürütüleceğini görüşmüş ve yetki CIA’ya verilmişti. Faşizm Almanya’sının istihbarat örgütü kalıntıları, Sovyetler Birliği’ne karşı yarım kalmış işini tamamlamak için kadrolarını CIA’nın hizmetine vermiş ve böylece soğuk savaşın yürütücü örgütü CIA, faşizm Almanya’sı istihbarat örgüt artığı kadrolarla destekli olarak soğuk savaş içindeki yerini boylu boyunca almıştır.

Soğuk savaş döneminin diğer bir önemli gücü olan NATO, kurulduğu 1949 yılından itibaren sosyalist sisteme karşı “üyelerinin savunma ve güvenliğini” sağlamak amacıyla “savunma işbirliği” örgütü olarak organize edilmiştir. Sosyalist devletleri, devrimci hareketleri ve ulusal kurtuluş savaşlarını engellemek amacıyla kapitalist enternasyonal örgütü olarak kurulan NATO “Özgür dünya” demagojisiyle anti-komünist bir kampanya geliştirmiştir.

Soğuk savaş dönemine rengini veren emperyalist politikalar Truman doktrininde cisimleşmişti. Truman doktrininde stratejik önemde yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin bulunduğu bölgeler belirlenmiş, bu bölgelerin emperyalist sistemle ilişkileri değerlendirilmiş, bahsedilen bölgelerde Amerika’nın dünya rapor, soğuk savaş dinamiklerini göstermesi bakımından oldukça aydınlatıcıdır. “Bizim güvenliğimizi sadece açık saldırılar tehdit etmiyor. Bu açık saldırıların yanında, ondan daha tehlikeli, fakat saldırı görünüşünde olmayan başka cins tehditler vardır. Bu tehditler içerisinden yapılmak istenen değişme ve dönüşümlerdir. Bu maskeli saldırılar bazen iç harp şeklinde, bazen demokratik akımlar şeklinde karşımıza çıkıyor.” (3)

Soğuk savaş sürecinde kapitalist dünya üç yönlü tavır geliştirmek zorunda kalmıştır. Kısaca özetlersek, birincisi sitem olarak sosyalizme karşıdır. Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu ülkelerine karşı geliştirilen politikalar silahlanma yarışı, ideolojik planda yürütülen anti-komünist kampanyalar, ekonomik abluka uygulaması ana başlıkları olarak sıralanabilir. Silahlanma yarışı özellikle Sovyetler Birliği’nde sanayinin önemli ölçüde silah ve savunma sanayi olarak biçimlenmesine neden olmuştur. Büyük bir silahlanma hareketi konvansiyonel silahlarda sosyalist sistem lehine bir durum yaratmışsa da nükleer savaş tehdidi tüm dünyaya bir kâbus gibi çökmüştür.

Page 3: Özel Savaş Gerçeği

Ekonomik abluka özellikle Sovyetler Birliğinin kuruluşunun ilk yıllarında etkili olmuştur, sistem kendi ihtiyaçlarını giderecek düzeye geldiğinde etkisi kırılmışsa da sistemin gelişim hızını azaltan bir işlev görmüştür. İdeolojik planda yapılan saldırılar psikolojik savaş yöntemleriyle desteklenmiş, sosyalist ideoloji karşısına demagojik “özgür dünya”, “demokrasi” sloganlarıyla çıkılmıştır.

İkincisi, emperyalist merkezlerin kendi ülkelerindeki devrimci dinamikleri sönümlendirmeye yöneliktir. Sosyalist sistemin halklarına sunduğu imkânların baskıyla kurulan “refah devletleri”, 3. Dünya ülkelerindeki zenginlikleri sömürülüp, yoksullaştırılması pahasına kurulmuştur. Emperyalist devletler sosyalizm etkisinin kendi ülkelerindeki yansımaları önleyebilmek için “sosyal devlet” ve “parlamenter demokrasi” uygulamalarına girişmiş, böylece batı proletaryasının, burjuvaziyle uzlaşmasının zeminini oluşturmuştur. Ancak bu “sosyal iyileştirme” yönelişini baskı ve zor aygıtıyla desteklemeden yapamamıştır. NATO bünyesinde oluşturulan ve genel olarak “Gladio” olarak adlandırılan gizli örgütler kapitalist merkezlerde sisteme muhalif veya ayaklanma ihtimali olan güçlere karşı legal ve illegal olarak organize edilmiştir. Böylece toplumsal uzlaşma baskı aygıtlarıyla garanti altına alınmaya çalışılmıştır. NATO üyesi her ülkede -NATO üyesi olmayan bazı kapitalist ülkelerde de- CIA tarafından eğitilip, yönlendirilen “Gladio” ağları oluşturulmuştur. “Komünist işgali önleme” gerekçesiyle, 3. Dünya’nın talan edilmesiyle elde edilenlerden çöplendirilen emekçiler, çizgi dışına taşma ihtimaline karşı prangalanmış oluyordu.

Üçüncüsü, 3. Dünya ülkelerine yöneliktir. Emperyalist metropollerde toplumsal uzlaşmanın sürmesi, 3. Dünya ülkelerinin emperyalizmin rotasında olmalarına ve sömürü ilişkilerinin devamına bağlıdır. Bu ülkelerde meydana gelen ulusal kurtuluş savaşları, sosyalizmin etkisi sebebiyle sosyalizme yönelmeyi, en azından -programatik de olsa- sosyalist sistemle iyi ilişkiler kurmayı denemişlerdir. Bu, emperyalist kamp için tam bir kâbus olmuştur. Ancak ulusal kurtuluş savaşlarının, özce burjuva olmaları ve emperyalist devletlerin bu ülkelerdeki ayaklanmaları ve emperyalizmin etkinlik alanından çıkmalarını önlemek için geliştirdiği “düşük yoğunluklu çatışma” doktrini ile birlikte Sovyetler Birliği’nin “kapitalizmden sosyalizme barışçıl geçiş” ve 3. Dünya ülkelerinin “kapitalist olmayan yol”dan yürümelerini öngörmesi bu ülkelerdeki hareketlenmelerin başarısızlığına yol açmıştır. Bu da 3. Dünya ülkelerinin emperyalizmin etkinlik alanında kalmaları sonucunu doğurmuştur.

Sosyalizm-kapitalizm dengesinin askeri alanda “nükleer savaş” tehdidi noktasında bir yere oturması, yaşanan iki dünya savaşının yarattığı yıkım ve özellikle emperyalist metropollerin böylesi bir yıkımı kendi toprakları üzerinde göze almalarının zorlaşması sistemlerin çatışma noktasını 3. Dünya’ya taşımıştır. Emperyalist ülkelerdeki halkların gözünden uzak, gündelik yaşamını direkt olarak etkilemeyen böylesi bir çatışma, taşıdığı yıkıcılık özellikleri bakımından -adı her ne kadar düşük yoğunluklu olsa da- diğer savaşlardan geri kalmamış emperyalist devletler bu dönemde uygulanan “ulusal kalkınma” modelleriyle 3. Dünya ülkelerinde -kendileri gibi- “refah devletleri” oluşturulabileceği beklentisini yaratmışlardır. Dünya Bankası ve IMF bu ülkelerin kanını emmiştir. Bu döneme rengini veren bir başka olgu emperyalist devletler tarafından yapılan “dış yardımlar”dır. Yardım yapılan ülkede emperyalizmin aleyhine olabilecek bir politik bir istikrarsızlığı engellemek şeklinde özetlenebilecek bu beklenti, politik istikrarın bozulması durumunda, istikrarı yeniden sağlama operasyonlarıyla desteklenmiştir. Yalnızca para olarak yapılmayan dış yardım, emperyalizmin hizmetinde “maşa” yönetimler doğurmuş, sağladığı askeri, ekonomik ve diplomatik yararları açısından emperyalizmin -özellikle ABD’nin- çıkarına hizmet etmiştir. Böylece 3. Dünya emperyalizm açısından kendi ülkesinde toplumsal istikrarı sağlama ve sosyalizmin yayılmasının durdurulmasının sağlandığı bir çatışma alanı olmuştur.

Page 4: Özel Savaş Gerçeği

Ancak sosyalizmin çözülmesiyle beraber dengeler yeniden değişmiş, yeni bir paylaşım döneminin kapısı açılmıştır. Sosyalist sistemin çözülmesinin sonuçlarını dengeler açısından kısaca değerlendirecek olursak:

• Sovyetler Birliği’nin caydırıcılığı olmadığından ABD askeri güç kullanımında artık daha serbesttir. Hatta sahip olduğu bu gücü hiç bir rakip olmadan sürdürme niyetindedir. Bu da güç denemelerine girişerek ekonomi ve sanayi alanında yaşadığı gerilemeyi, elindeki güç tekelini kullanarak dengelemesi tavrını doğurmuştur.

• Dünyanın yeni bir emperyalist paylaşıma tabi tutulmasına zemin sağlamıştır. Doğu Bloğu ülkeleri, özellikle Yugoslavya ve -Sovyetler Birliği’nin etkisinden dolayı yeterince müdahale edilemeyen- Ortadoğu bu sürecin ne demek olduğunu yaşayarak görmüşlerdir.

• Dünyadaki devrimci hareketler güçlü bir dayanak noktasını, “dış yedek güçleri” kaybetmişlerdir.

• Dünya ekonomik olarak 3 kutuplu, askeri olarak tek kutuplu hale gelmiştir. Sosyalizm-kapitalizm dengesinin sosyalizm aleyhine değişmesiyle dünya düzensiz bırakılmayacaktı elbette. Sosyalizmin yıkılmasının ardından kapitalizmin ideologları tarafından “Liberal demokrasinin insanın ideolojik evriminin sonucu ve en son yönetim biçimi olduğu” ilan edildi. Artık tarihin sonuna gelinmişti! İdeolojik boyutuyla! Böyle tanımlanan tarihin sonunun ne olduğu Bush tarafından Körfez Savaşı sırasında ilan edilerek öğrenilmiş olundu. Bush, Körfez Savaşı sebebiyle televizyonda yaptığı konuşmada “Yeni Dünya Düzeni”ni ilan etti. Değişen dengelerin ardından artık dünyamızın yeni bir düzeni vardı. Dünyanın yeni düzeni Körfez Savaşı sırasında dile getirilerek son derece açık bir mesaj veriliyordu, aslında. ABD, Körfez Savaşı ile birlikte: *Soğuk savaş sonrasında kendi liderliğine darbe olarak nitelendirdiği durumlarda gerekirse kendi gücünü zorbalıkla dayatacağını göstermiş ve gözdağı vermiştir. *Kapitalist sistemi “savunmak” üzere, gerektiğinde dünyanın herhangi bir yerine savaş gücünü yığacak olanaklara sadece kendisinin sahip olduğunu göstermiştir.

• Körfez petrolüne, Japonya ve AB ülkelerine göre çok daha az bağımlı olduğu halde (Japonya %80’ler, AB %40–60 arasında, ABD %10) körfez petrolü üzerinde kesin ve askeri boyutları olan bir denetim sağlayarak emperyalist rakiplerine karşı avantaj elde etmiştir.

• Körfez Savaşı sonunda Japonya’nın Irak’la hemen savaş öncesinde imzaladığı petrol anlaşması geçersizleşmiştir.

• ABD, o döneme kadar gerek sosyalist sistemin etkisiyle, gerek bölge ülkelerinin karşı çıkması sebebiyle sağlayamadığı ve sadece Akdeniz’de uçak gemisi dolaştırma seviyesinde kalan askeri varlığı savaş sonrasında Suudi Arabistan ve Kuveyt’te ileri karakol ve üs kurmasını sağlamıştır.

Yeni Dünya Düzeni ile emperyalizm, dünyayı, kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenleme saldırısına girişmiştir. Bu saldırıyı geliştirirken yeni düzenin hukuk normlarını ve kanunlarını oluşturmaya çalışmaktadır. Hukuk normlarını yaratma sürecinin başında bir “uluslararası müdahale hukuku” oluşturmak vardır. Böylece emperyalist devletler, uygun gördükleri yerlere askeri müdahalede bulunabilecekleridir. Bunun örgütü olarak uluslararası müdahale gücü oluşmuştur. Emperyalizm, uygun gördüğü yerlerde gerekli bahaneleri yaratacak, karaları alacak ve askeri gücü ile gerekli müdahalede bulunacaktır. Sonuçta Emperyalist çıkarların kutsallığı sağlanacak, müdahaleler

Page 5: Özel Savaş Gerçeği

yasallaşacaktır. Böylece dünyanın düzeni sağlanmış olacaktır. Hemen anlaşılacağı gibi “YDD’nin en gözde ilkesi şiddettir ve şiddet ABD’de somutlanıp, ABD kanalıyla globalleşiyor.” (5)

YDD ile emperyalizm bir fetih savaşı başlatmıştır. İdeal YDD’de bütün devletler “demokratik” olacaklar ve bu “demokrasi” cihadına göz yumacaklardır. YDD ile birlikte öncelikle sosyal ve ulusal kurtuluş mücadeleleri ve halklara karşı uygulanan baskı ve zor uygulamaları yaygınlaşmış, soğuk savaşın bitmesinden itibaren onlarca Düşük Yoğunluklu Savaş (DYS) yaşanmıştır. YDD kapsamında uygulamaya konulan politikalar, toplumsal çelişkileri iyice derinleştirmekte, çatışmaları yoğunlaştırmaktadır. Doğal olarak ortaya çıkan “düzen”sizliği gidermek gerekmiştir. Her şeyi düzene sokacak araç bellidir: Şiddet.

Toplumda yaşanan çelişkilerin nitelikleri ve seviyesi göz önüne alınarak kategorize edilmiş şiddet uygulamaları, bizzat kurucuları tarafından “modern savaş” olarak adlandırılan, bilinen “savaş”lardan insanlığa yaşattığı yıkım ve ölüm açısından hiçbir farkı olmayan, yalnızca taktik ve teknik farkı olan bir savaş türü olarak daha etkin bir biçimde uygulamaya konmuştur.

DÜŞÜK YOĞUNLUKLU SAVAŞ

2. Dünya Savaşı sonrasında değişen güç dengeleri çerçevesinde emperyalist ülkeler, dünyanın denetim kuramadıkları alanlarında denetimlerini sağlamak, etkileri altındaki alanlarda ise sosyal ve ulusal kurtuluşçu hareketlere karşı genel bir strateji geliştirme ihtiyacından kaynaklı olarak, “Modern savaş, kirli savaş, düşük yoğunluklu savaş vb.” farklı isimlerle adlandırılsalar da uygulamada aynı olan, “ayaklanmalara karşı koyma” stratejisini geliştirdiler.

Tarih boyunca yaşanan savaşlarda karşı karşıya gelen güçler nasıl birbirlerine karşı üstünlük sağlayabilmek için taktik ve teknik yeniliklere girişmişler ve bir süre sonra karşısındaki de bu taktik ve teknik seviyeyi yakaladığında yeni adımlar atıp, avantaj elde etmeye çalışmışlarsa, bu birbirini koşullayarak yaşayan değişim günümüzde de sürmektedir. Artık savaş ilkeleri, çağımızda gerek stratejik, gerekse de taktik ve teknik olarak oldukça kompleks bir biçim almıştır.

Dünyada sosyalizm-kapitalizm dengesinin yarattığı ekonomi-politik ortam ile birlikte, gerilla savaşlarının yarattığı etki ve belli başarılar önceleri emperyalizmi, askeri olarak bu savaş tarzına hazır hale gelmeye ama daha sonra bu tarz savaşın avantajlarını özellikle bölgesel çatışmalarda kullanmaya doğru itmiştir.

“Ayaklanmaya karşı koyma” stratejisinin bugünkü hale gelmesinin yolunu, önemli ölçüde, üzerinde güneş batmayan imparatorluk, İngiltere döşemiştir. Gerek sömürgelerindeki ayaklanmaları bastırmak gerekse de nüfuz alanını genişletmek için kendisinin düzenlediği ayaklanmalar, İngiltere’ye bu konuda ciddi bir birikim sağlamıştır. Filistin, Kıbrıs, Malaya, İrlanda’daki deneyimleri hem kent hem de kır ayaklanmalarına karşı hareket yeteneği kazandırmıştır. Bununla birlikte sömürgeci politikalar uygulamış tüm ülkeler bu konuda belli deneyimler de etmiştir. Bu konuda İngiltere dışında en tecrübeli olan ülkeler, Amerika (özellikle Vietnam, Kore ve artık dünyanın dört bir köşesinde), Fransa (Hindistan, Cezayir), İsrail (İngiltere ve Filistin’de) bu deneyimleri oluşturmuşlardır.

Soğuk savaşın başlamasıyla birlikte örgütlenmeye başlayan ve kısa zamanda ahtapot gibi yayılan “Gladio ağları, ayaklanmalara karşı koyma” stratejisinin temel ayağı olmuştur. Kuruldukları ülkelerde isimleri değişse de tek merkezden ve birbirlerine benzer yöntemlerle faaliyet gösteren bu örgütler ülkelerdeki çatışmanın seviyesine göre örgütlülüklerini genişletip, çeşitlendirebilmekteler.

Page 6: Özel Savaş Gerçeği

Ayaklanmalara karşı koymanın örgütsel nüvesi olmuştur, Gladio. Ayaklanmaları bastırma harekâtı ile başlayıp, açık ya da gizli, askeri politik harekâtlarda derinleşen uygulamalar, emperyalist çıkarların “kutsallığını” güvence altına alır.

2. Dünya Savaşı sonrasında derinleşerek sürdürülen harekâta ilk olarak Reagan Döneminde “Düşük Yoğunluklu Savaş”(Low Intensity Warfare) adı kullanılsa da uygulanacak yöntemlerin kapsamı Kennedy döneminde dile getirilmeye başlanmıştır. “Dünyamız daha uzun yıllar süreceği anlaşılan yeni bir döneme girmektedir. Bu dönem Hindiçini tipi partizan harpler dönemi olacaktır. Bu durum tamamen yeni nitelikte strateji ve tamamen yeni cins silahlı kuvvete sahip olmamızı gerektiriyor. Bu dönemin zorunlu kıldığı yepyeni silahlı kuvvetler özel eğitime, özel silahlara ve teçhizata ihtiyaç vardır.”(5) şeklinde açıklanan bu yeni savaş stratejisi, açık bir savaş olarak silahlı kuvvetlerin doğrudan kullanılmasıyla yapılan konvansiyonel savaşlardan ciddi farklılıklar taşıyordu. Büyük miktarda askeri birlik ve büyük çapta silahların yerini- bunlar çatışmanın geldiği seviyeye göre yine kullanılmakla birlikte- gerilla ve anti gerilla taktik ve biçimleri öğrenmiş ve ona göre organize olmuş, özel silahlarla donatılmış, küçük birlikler almıştır. Kennedy’den sonra Reagan imzaladığı bir direktif ile bu tür mücadeleler için bütün bürokrasinin bir milli strateji oluşturup bunu uygulamasını istiyor, yetkili makamlar bu konuda rapor üstüne rapor hazırlıyorlardı. Çatışmalar “düşük”,”orta” ve “yüksek” dereceli olarak sınıflandırılıyordu. İran-Irak Savaşı “orta”, 1. ve 2. dünya Savaşları yüksek dereceli çatışmalar olarak kabul ediliyor.”(6) Devrimci ve ulusal kurtuluş savaşlarına karşı girişilen Vietnam tarzı operasyonlar ise “düşük”,”orta2 ya da “yüksek2 dereceli savaşlardan geri kalır tarafı olmayan “DYS” soğuk savaş yıllarında sosyalist b. loğa, soğuk savaş sonrasında ise emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki çıkar farklılıklarına karşı bir mücadele ve denge aracı olarak da kullanılmıştır.

Hedef alınan ülkelerdeki ulusal kaynakları denetim altına almak, bunları kendi çıkarına değerlendirmek, sosyalist bloğun ve diğer rakip güçlerin etkinliğini korumak için yapılan uygulamalar ABD tarafından çeşitli doktrinler üretilerek temellendirilmiştir. Amerikan çıkarlarının garanti altına alınması ve ulusal güvenliği çerçevesinde oluşturulan doktrinler ABD’nin emperyalist amaçlarına ulaşabilmek için barış ve savaş zamanlarında silahlı kuvvetlerini ve çıkarı olduğu ülkelerin ya da bölgelerin politik, askeri ve ekonomik güçlerini geliştirme, yönlendirme operasyonları uygulamasıyla hayat buluyordu. Bütün bu doktrinlerin ana teması daha ABD’nin kuruluş yıllarında “kurucu atalar” tarafından belirlenmişti:

• Silahlı kuvvetlerin dış politikada anlaşmazlıkları çözmenin ana ve nihai aracı, “sonsözü” söyleyen olması, “Kendi çıkarlarının bilincinde olmak”, Birleşik Devletlerin uluslararası ilişkilerdeki tutumunu şekillendiren temel unsur olması ve

• “Birleşik Devletler daha önce benzeri görülmemiş, kendine özgü bir ulustur” şovenizmiyle kısaca özetlenebilecek bu ilkeler ardılları tarafından muhafazakârca uygulanmıştır.

Soğuk savaş döneminin en büyük korkusu üçüncü dünya ülkelerinde başlayacak devrimci ya da ulusal kurtuluşçu ayaklanmaların, domino taşları gibi birbiri ardı sıra sürmesi ve böylece bu ülkelerin emperyalizmin etkinlik sahası dışına çıkmamasıydı. Eisenhower doktrini olarak bilinen bu doktrine göre, “rejimlerden biri düşerken yanındakini de devirecek, bunu diğeri ve bir başkası izleyecekti-ta ki hepsi düşene kadar.” Emperyalizmin bölgesel devrim dinamiklerini bastırmak üzere ihtiyaç duyduğu panzehir, Kennedy döneminde üretildi. Sosyal ya da Ulusal kurtuluşçu ayaklanmaları “önce bir ülkede yok etmeyi, sonra diğerine geçmeyi ve böyle bir zincirleme reaksiyon başlatarak tüm dünyada suların çekilmesini tersine çevirmeyi öngören bir plan kararlaştırıldı. Böylece ayaklanmalara karşı koyma

Page 7: Özel Savaş Gerçeği

taktikleri soğuk savaş döneminin en önemli araçları haline geldi. Soğuk savaş dinamiklerinin daha çok ABD’de soyutlanmasından dolayı ABD politikaları bu anlamda güçlü veriler taşımaktaydı.

ABD, dünya çapında girişeceği böylesi kapsamlı bir operasyonlar zincirinin temel ilkelerini belirleyerek, kendini bu yeni döneme göre biçimlendirmeye başladı:

“1. ABD silahlı kuvvetlerinin yeterliliği muhafaza edilmelidir. Yani ABD askeri makinesi diğer ulusların silahlı kuvvetlerinden mutlak olarak ve tamamen üstün olmalıdır.

2. Stratejik planlamada Birleşik Devletlerce gelişmelerin mümkün olan, en kötü yöne gideceği varsayımı yol göstermelidir.

3. Kuvvetlerin bazıları ileri üslere yerleştirilmelidir.

4. ABD silahlı kuvvetleri yaygın bir askeri üs ağından işlev görmelidir.

5. ABD, nükleer saldırı da dâhil ‘misilleme ve cezalandırma’ saldırıları için gerekli araçlara sahip olmak zorundadır.

6. ABD, yurt dışındaki askeri, ekonomik, politik ve teknolojik gelişmeler hakkında bilgi sağlayacak ve böylece düşmana niyet ve yetenekler hakkında önceden gerekli uyarıyı yapacak istihbarat sistemi kurmalıdır.

7. ABD stratejisi, gelişmiş askeri teknolojilere dayanmalıdır. Buna karşılık bunlarda ‘üstün mekanik ve endüstriyel yeteneklere dayanmalıdır.

8. ABD, acil ve uygun eylemler için yeterli güce, bileşime ve hazırlığa sahip kuvvetli vurucu güçler bulundurmak ve bu gibi kuvvetlere gerekli sabit ve lojistik desteği sağlamak durumundadır.

9. Ulus, seferberlik ve savaş için yüksek bir hazırlık durumunda bulundurmalı ve uygun bir askeri-endüstriyel üs muhafaza edilmelidir,” biçiminde sıralanan ilkeler uyarınca:

a) Evrensel askeri eğitim

b) Savaşa hazır bir personel ve malzeme yedeği bulundurmak,

c) Sivil havacılığın ve ticari denizciliğin askeri seferberliğe katılma olasılığı,

d) Sivil ve askeri araştırma ve geliştirme arasında yakın koordinasyon,

e) Endüstriyel üretimin “tahrip edilmeye karşı maksimum güvenliği için” dağınıklılaştırılması

f) Kritik stratejik malzemenin depolanması” (7) gibi önlemler öngörülmekteydi. ABD başkanı tarafından onaylanmış olan Bir Askeri-Politika Formülasyonu adlı bu belge ABD’nin soğuk savaş ve sonrası yönelişlerini oldukça iyi açıklar niteliktedir. Ana başlıklarıyla belirtilen bu maddelerin her biri kendi alanında “ulusal güvenlik” ve “ulusal çıkarlar” merkezli yönelişleri kıble edinmiş ve bir dizi düzenleme sonucunda merkezi politika ile uyumlu halde uygulanmıştır.

Yalnızca ABD tarafından değil, benzeri uygulamalar NATO içindeki diğer ülkeler tarafından da benzer şekillerde uygulanmıştır. Böylece ortak düşman olarak kabul edilen sosyalist sisteme karşı cephelenmenin biçimi ortaya çıkmaya başlamıştır.

Page 8: Özel Savaş Gerçeği

“Ayaklanmaları bastırma harekâtları”, “çetelere karşı harekât” vb. adlarla talimnamelerde askeri stratejinin öğelerinden biri olarak yer alan bu harekâtlar 2. Dünya savaşı sonrasında politik-askeri durum çözümlemeleri geliştirilerek dönemin temel yönelişlerinden olmuştur. Yalnızca NATO bünyesindeki ülkelerde değil, NATO üyesi olmayan kapitalist ülkelerde de organize edilen gladio vb. örgütlenmeler, ayaklanma tehdidi olsun olmasın olası bir ayaklanma veya “Sovyet işgaline” karşı alınacak önlemleri ve kurulacak örgütlenmeleri içeren yapısıyla kapitalist enternasyonalin tüm birikimlerini bu ülkelere aktarmıştır. Böylece, açıkça ilan edilmemiş, ancak merkezi olarak son derece kapsamlı bir şekilde yürütülen savaş hazırlıkları ile istenilen alt yapıya ulaşılabilmiş, Sovyetler Birliği ve devrimci, yurtsever hareketlere karşı organize edilen örgütler “gerekli şiddet” ve örgütlenme seviyesini belirleyip harekete geçirmişleridir. Sığınak, silah deposu vb. hazırlamaktan, çeşitli komplo ve darbe hareketlerine kadar pek çok gizli operasyon da düzenleyen bu örgütler resmi illegalitenin şemsiyesi altında kapitalist enternasyonalin devrimci ve yurtsever güçler üzerindeki “kılıcı” olmuşlardır.

Uygulama özellikleri:

Emperyalist güçlerin, “ayaklanmalara karşı harekât” ekseninde elde ettikleri birikim ve tecrübeler sonunda tanımladıkları DYS, salt askeri güç kullanılarak yürütülen bir harekât değildir. Dünyanın dört bir yanında yürütülen DYS’da göze çarpan şey, ayaklanmaların başlamasına neden olan olgular nasıl ekonomik-politik gerekçelerden temelleniyorsa, ayaklanmayı bastırma çabası da yine ekonomik-politik dayanaklara sahip olmalıdır. Bu anlamıyla DYS, askeri yönüyle birlikte, onun kadar önemli olan bir siyasi boyuta sahiptir. Bundan dolayı DYS askeri-politik çözümlemeler çerçevesinde yürütülür. Bu, gerçekte, daha başlangıç anından itibaren askeri yöntemlerle başarıya ulaşılamayacağının, siyasi yaklaşımlara da gerek duyulduğunun ifadesidir.

Ayaklanmalara karşı harekât stratejisi, ayaklanmanın sahip olduğu seviyeye göre operasyonlarını düzenler. Ayaklanmanın başlangıç-hazırlık aşamasında, ayaklanmayı kontrol altına almaya çalışır. Eğer bu aşamada kontrolü sağlayamadıysa ayaklanma hareketi faaliyetlerinde bir süreklilik ve yaygınlaşma sağlamakla birlikte gerilla taktikleri uygulamaya başlayacaktır. Ayaklanmaya karşı harekâtın, ayaklanmayı bastırmak amacıyla üzerine oturduğu üç temel ayak vardır:

1) Topyekün savaş, olarak adlandırılan bu aşama, tüm devlet gücünün ayaklanmayı bastırmak için seferber edilmesidir. Ayaklanma harekâtına karşı ordudan mahkemelere, sağlıktan spora, medyaya kadar tüm devlet gücü tek hedefe kilitlenir ve onunla uyumlu hale getirilir. Devlet güçlerinin tamamı savaşın hizmetindedir.

2) Nötralizasyon olarak adlandırılan, ayaklanma hareketini halktan tecrit etmek için uygulanan operasyonları kapsar. Tüm toplumsal güçler ayaklanma karşısındaki tavrına göre kategorize edilir. Bulundukları pozisyon ve takındıkları tavırlara göre değerlendirilir. Ayaklanma lehine tavır alanlara baskı ve zor uygulamalarına, ayaklanma saflarında bozgun yaratmak amaçlanır. Ayaklanma aleyhine olanlar aktifleştirilerek örgütlü olarak ayaklanmanın karşısına çıkartılır. Arada kalanlar ise çatışmanın her iki tarafı için kazanılmış veya tarafsız kalası gereken kitledir. Devlet, bu kitleyi denetiminde tutmak için medya manipülasyonlarının yanı sıra “sivil” önlemlere almayı da unutmaz. Ayaklanma hareketinin ittifak gücü bulmasını engellemeye çalışırlar.

3) Kalkınma operasyonları devlet güçlerinin, ayaklanmanın ekonomik, politik, kültürel temellerine yönelik adımlarıyla birlikte ayaklanması güçleri karşı askeri güçlerin modernize olması için

Page 9: Özel Savaş Gerçeği

alınması gereken önlemleri kapsar. Ayaklanmanın etkisinden dolayı işleyişi bozulan veya tamamen işlemez olan devletin kurumsal işleyişi oturtulmaya çalışılarak, “istikrar” sağlanmasına çalışılır.

Ayaklanmanın sosyal köklerine ilişkin “iyileştirme” önlemleri belirlenerek, altının oyulması hedeflenir. Bir yandan da askeri güç, ayaklanmayı bastırabilecek pozisyona getirilmeye çalışılır.

- Polis müdürleri

- Okul idaresi ve müdürleri,

- Önde gelen din temsilcileri,

- Yargıçlar ve diğer hukuk temsilcileri,

- Sendika liderleri veya lideri,

- Etkili basın-yayın araçları,

- Büyük iş ve ticaret kuruluşlarından temsilciler,

- Ve diğer etkili kişilerden” (8) oluşan bir kesim aktif hale getirilir.

Burada kısa bir hatırlatma yapmak gerekiyor: “ayaklanmalara karşı koyma” stratejisi, ayaklanmanın yaşandığı veya yaşanması muhtemel bir ülkede devlet eliyle bir karşı ayaklanma yaratmak çabasındadır. Bu çaba kapsamında, gerilla hareketlerini ve tabanını hedef alan “kontrgerilla” harekâtı, ayaklanmaya karşı koyma stratejisinin öğelerinden biridir. Bu konudaki genel kanı, kontrgerillanın “örgüt” olduğu yönündedir. Kontrgerilla bir yöntemdir, örgüt değil.” (9)

I) Askeri Uygulamalar: Düşük Yoğunluklu Savaş uygulamasının militarist güçler tarafından uygulanan bölümü asker, polis ve kirli savaş uyarınca silahlandırılmış unsurlar tarafından yürütülen operasyonları kapsar. DYS’ın askeri uygulaması nizami (klasik) savaştan farklılıkları olan bir çatışma tazıdır. Nizami savaş, “muharebe” ve “sefer” gibi konvansiyonel elemanlardan oluşur. Ordular savaş alanında toplanmıştır. Cepheler bellidir. Savaş araçları açık ve ortada, ordunun emir komuta zincirleri gizli değildir. Hatta düşman güçler birbirlerindin ayrı bayrak, flama gibi işaretlerle de ayrılmışlardır. Her ne kadar uyulmasa da belli bir savaş hukuku, uluslararası an9laşmalarla uygulanmaya çalışılır. DYS’nin temeli olan gayri nizami savaş ise bütün olarak savaş eyleminin parçası, araçlarından biri olmuştur, uzun süre. Klasik savaşlar içinde, düşmanın cephe gerisine sızma, sabotaj ve suikastlar, psikolojik harekâtlar hayata geçirilmekle birlikte, düzensiz küçük güçlere karşı da kullanılmıştır. Klasik savaşın bir unsuru olarak uzun yılar kullanılan bu yöntem dünyada büyük konvansiyonel çatışmaların varolan güç dengelerinde oldukça zorlaştığı ve sonuçlarının kolay kolay göze alınamadığı bir ortamda, artık Yalnızca savaş unsurlarından biri değil çatışmalarda uygulanan ana yöntem olar geliştirilmiştir. Gayri nizami savaş yöntemleri sistemli ve sürekli bir baskı uygulayarak elde edilebilecek en yüksek kazanca ulaşmak için taktiksel ve araçsal olarak geliştirilip savaş teorisi ve pratiğindeki yerini alır.

Toplumsal ve siyasal gerekçeler giydirilerek makyajlanan savaş, “özel savaş”tır artık. Başlayan ayaklanmayı bastırmak için öncelikle ayaklanmanın şiddetlenmesi ve yılmasını önlemeyi planlayan özel savaş ayaklanmanın objektif nedenleriyle ilgilenmekten çok, statükonun korunmasıyla ilgilidir. Amacı ayaklanmaya neden olan şartları ortadan kaldırmak değil, ayaklanmacı güçleri ortadan kaldırmaktır. Bu anlamıyla nihai bir zaferden değil dönemsel kazançlardan söz edilebilir ancak.

Page 10: Özel Savaş Gerçeği

-I-

DYS stratejisi uygulayan ülkelerde ordu ve polis güçleri yapılarını DYS uygulamalarına uygun hale getirir. Ordular yapılarını konvansiyonel, nükleer bir savaşla birlikte DYS’de yürütebilecek bir seviyeye getirmek durumunda kalmışlardır. Böylece, bölgesel ve uluslararası çatışmalarda da kısa zamanda büyük sonuçlar yaratma özelliğinde olan son derece hızlı ve hareketli birlikler önemli ölçüde kullanılmaya başlanmıştır. Bu anlamıyla orduların güçlerinin yaptığı düzenlemeler aynı zamanda bölgesel çıkar ve çatışmalara müdahale etme açısından da önem taşımaktadır. DYS’ye uyumlu hale gelme süreci silahlı güçlerin modernizasyonu, yeni savaş biçimine göre eğitim, istihbarat vb. çalışmaların yeniden düzenlenmesi şeklinde hayata geçer. Böylece ordu güçleri hem bir iç savaşa hem de bölgesel çıkarlara müdahale etme yeteneği kazanırlar. DYS askeri uygulamasında, sürekli askeri operasyonlar küçük komando birlikleri ile birlikte yapılır. “Gerillaya karşı gerilla taktikleri uygulama” mantığıyla yapılan bu yöneliş sonucunda eğitimlerde de küçük birlik operasyonları üzerinde dururlar. Yürütecekleri operasyonların özelliklerine göre “görev kuvveti” olarak organize olurlar. Ayaklanan güçlerin yaşadığı alanlarda ve koşullarda yaşamaya çalışan bu birlikler, gerilla taktiklerini gerillaya karşı kullanmaya çalışırlar. DYS konusunda uzman olan İngiltere ve Fransa gibi ülkeler 1969’dan itibaren askeri yapılarında özel eğitimli küçük birlikler oluşturmaya başladılar. Ordu yapısının “özel savaş” ayağını oluşturan bu yapılar, yine ordu bünyesinde oluşturulan “özel savaş merkezleri” tarafından yönlendirilirler.

İngiltere altmışlı yılların sonlarına doğru özel savaş hakkında bir talimname hazırlamıştır. İngiliz polisi, eski komandolar ve SAS komandoları tarafından uygulanması istenenler:

- Ayaklanmacı güçlerin bulundukları yer ve hareket tarzı hakkında bilgi toplama,

- Ayaklanmacı güçlere karşı silahlı çatışmalarda bulunup, pusular kurarak onları sürekli olarak taciz ve tedirgin etmek,

- Ayaklanmacı güçlerin egemen oldukları araziye sabotaj, cinayet ve tahrip için sızmak,

- Toplumla ayaklanmayı engellemek amacıyla bazı ilişkilerde bulunmak,

- Ortak düşmana karşı savaşan dost kuvvetlerle irtibat sağlamak, onları örgütlemek, eğitmek ve kontrol etmek,

- Sınırları gözetlemek şeklinde belirtilmiştir.

Yine ABD, 80’li yılların başından itibaren çeşitli özel birlikler kurmuştur. Green Berets, SEAL, Delta Force, SOF gibi isimlerle anılan komando timleri dışında, hafif piyade tümenleri ve CIA tarafından yönlendirilen pek çok paramiliter kuvvet oluşturmuştur.

Ordu ve polis güçlerini özel timler çerçevesinde örgütlenmesi yanında şiddet “özelleştirilir”. Özel savaş eğitim kamplarında eğitilip, yetiştirilen paramiliter unsurlar “özelleştirilmiş” şiddet örgütleri haline getirilir. Kelle avcılığı yaparak özel savaş ekonomisi içinde yerlerini alırlar.

Özel savaş operasyonları, özel savaş merkezlerinde planlanıp yürütülürler. Askeri operasyonlarla siyasi adımların iç içeliği bu merkezlerde koordine edilir.

Page 11: Özel Savaş Gerçeği

Askeri operasyonlarda küçük birliklerle birlikte çatışma alanlarında kuşatma veya süpürme harekâtları için büyük çapta birlikler de devreye girer. Ancak bunlar operasyonlar sonunda eski konumlarına dönmelerine rağmen, küçük birlik harekâtları süreklidir. Son dönemde göze çarpan bu değişim ordularda, komandı vb. küçük birlik harekâtlarında yer alabilecek asker sayısı artırılmaya çalışılırken eğitimlerde de bu hareket tarzının ağırlık kazanmasıdır. Vurucu gücü yüksek, mekanize yetenekler sahip, ağırlıklı komandı eğitimi görmüş bu birlikler, ayaklanmaya karşı harekâtlarda kullanılabildiği gibi bölgesel çatışmalara müdahale için de kullanılırlar.

Bölgesel çatışmalarda müdahalede “çevik kuvvet” adıyla tanımlanan birlikler, emperyalizmin bölgesel çıkarlar uyarınca yürütülecek harekâtlarda veya bir bölgenin denetim altına alınmasında kullanılırlar. Emperyalizmin bölgesel jandarmalığı uyarınca örgütlenen birliklere son derece hareketli, vurucu gücü yüksek, savaşkan yeteneklere sahip özellikler kazandırılmıştır.

Çevik kuvvet konsepti uyarınca ordularda sayısal azalmaya gidilmesi planlanırken arttırılan teknik kapasitelerin yanı sıra hareketliliğin ve vuruş gücünün en etkili hale getirilmesi, tugay düzenine geçilmesi gibi çalışmalar devam etmektedir.

Eğitim:

Özel savaşın, küçük birlik harekâtlarına dayalı yapısı, konvansiyonel savaş yöntemlerine göre eğitilmiş birliklerin bu”özel savaş tarzı” uyarınca da eğitilmelerini gerektirir. DYS yürüten ülkelerde bu tür özel savaş eğitim kampları mevcuttur. Özellikle DYS konusunda uzmanlaşmış ABD, İngiltere, Fransa, İsrail gibi ülkelerde verilen eğitimler uyarınca, kadrolarını eğiten ülkeler, yine bu ülkelerden gelen uzman ve eğitimciler aracılığıyla kendi özel savaş kamp ve okullarına sahip olmaktalar. Bu kamp ve okullar emperyalist terörizmi ihraç etme misyonuyla çalışmaktalar. Kontrgerilla kamplarında yetiştirilenlerin bir bölümü emperyalist çıkarlar doğrultusunda terör uygulamakla görevli uluslarüstü teröristler olduğu gibi, bir bölümü de yönetici kademelere gelmiş kişilerdir. Örneğin; “ABD’nin Southern Command isimli bir okulu vardır Panama’da. Bu okulda şimdiye kadar en az 100 bin Latin Amerikalı askerin eğitim gördüğü söyleniyor. Dahası, 1940 yılından beri bu okulda eğitim görenlerden 170’nin “kendi ülkelerinde” başbakanlık, bakanlık, ordu komutanlığı gibi görevlerde bulunduğu ortaya çıkmıştır”. (10) Bu okullarda yetiştirilen kadrolar, bir taraftan emperyalist çıkarlar doğrultusunda biçimlendirilip, Amerikan yaşam tarzını kabul eden ve çıkarlarını kendi ülke çıkarlarının bile üstünde tutan kapitalist enternasyonal kadroları haline geliyorlar.

Ordu güçleri ile birlikte polis güçleri de DYS kapsamında bir düzenleme ve eğitime tabi tutulmaktadır. Kontrgerilla kamplarında, uluslararası polis akademilerinde veya orduların “özel” tesislerinde verilen eğitimlerle polis örgütleri de biçimlendirilmektedir.

Eğitimin temelini, karşı ayaklanma taktikleri oluşturmaktadır. Küçük birliklerle hareket, gece operasyonları, arama ve yol kesme, baskın, pusu gibi gerilla taktiklerini de içeren eğitimlerde, sorgulama ve işkence yöntemleri, operasyonel istihbaratın toplanması ve kullanılması gibi konularda eğitim verilmektedir. Uygulamalarda bir eğitim süreci olarak kabul edilmekte, uygulamada karşılaşılan her olgu, uygulanan her yeni teknik, oluşturulan “eğitim-doktrin komutanlıkları” tarafından anında yeni birliklerin eğitiminde kullanılmaktadır. Eğitimlerde, ayaklanmanın yaşandığı coğrafya, sosyo-kültürel özellikleri, ayaklanmacı örgütlerin tarihi, siyasi talepleri, önderleri, politik taktikleriyle birlikte psikolojik savaş, medyanın kullanılması gibi olguları da içeren bir teorik eğitimde yapılmaktadır. Yine ayaklanmanın kır veya kent kökenli olmasına göre eğitim farklılaşmaktadır.

Page 12: Özel Savaş Gerçeği

Oluşturulan birikimler talimname ya da “hizmete özel” kitapçıklar haline getirilip, her yeni bilginin bu kitapçıklara eklenmesiyle dinamik bir eğitim uygulanmaktadır.

Özel savaş çerçevesindeki eğitim, kadroların görevlerine göre değişim göstermektedir. Er düzeyindekilere günlük çatışma taktikleri ve karşılarındaki gücü asgari ölçüde tanımalarını sağlayacak bir eğitim programı uygulanırken subay veya yönetici unsurlara stratejik, taktik sorunları içeren bir eğitim uygulanmaktadır. İstihbarat eğitiminden, bölgenin dili, coğrafi ve sosyolojik özelliklerini içeren bir dizi uzmanlık eğitimi uygulanmaktadır.

Özel savaş eğitiminin bir başka parçasını, sivil unsurların eğitimi oluşturmaktadır. Daha çok koruculuk çerçevesinde bulundukları bölgeyi ayaklanmacı güçlere karşı savunma ve askeri operasyonları destekleme amaçlı yapılan eğitim, bu paramiliter güçleri ordunun ya da polisin hareket tarzlarıyla uyumlu hale getirme, istihbaratta değerlendirme ve bölgeyi tanımalarından dolayı kılavuz olarak kullanma çerçevesinde yapılmaktadır. DYS’nin örtülü operasyonlarında kullanılacak unsurlar ise yine özel harekât kamplarında eğitilmekte ve devletin açıkça yapamadığı operasyonları gerçekleştirerek DYS’nin illegal ayağını oluşturmaktadırlar. Yine bunların en ileri çıkmış unsurları CIA yönetimindeki terör merkezlerinde eğitilerek uluslararası teröristler olarak faaliyet yapmaktadırlar.

DYS kapsamında çalışma yürütülen ülkelerin ordu güçleri, askeri akademilerde özel savaş eğitimi vermekte “eğitim ve doktrin komutanlıkları” kurmaktalar. Yine polis güçleri de oluşturdukları özel harekât büroları ve eğitim kamplarıyla DYS’ye uyumlu hale gelmişlerdir.

İstihbarat:

Özel savaşın önemli organizasyonlarından bir diğeri istihbarat faaliyetidir. Ayaklanmayı bastırma amacında olan güçler ayrıntılı olarak ekonomik, siyasal, kültürel, jeografik ve emniyetle ilgili konularda istihbarat çalışması yürütür. Muhtemel ayaklanma belirtilerini, halkın ayaklanmacı güçlerle ilişkisini tespit etmek ve engellemek, ayaklanmanın yapısını, hedeflerini, önderliğini, potansiyel gücünü, eylem yöntemlerini saptamak, ayaklanmacı gücünü, eylemlerini ve istihbarat çalışmasını önlemek amacıyla yürütülen istihbarat faaliyeti özel savaşın olmazsa olmaz örgütlenmesidir.

Emperyalizmin çıkarları doğrultusunda, işbirliği içinde bulunan istihbarat örgütleri bilgi alışverişi dışında ortak operasyonlar da düzenlemekte, birbirlerinin istihbarat örgütlerini eğitmektedirler. DYS’nin yürütümünde merkezi rolü olan CIA neredeyse bütün çatışma ortamlarında faaliyet yürütmekte ve çıkarına paralel davranan güçleri destekleyerek ayaklanmaya karşı faaliyetlerin aktif olarak içinde yer almaktadır. Ayaklanmalara karşı harekât güçlü bir istihbarat örgütlenmesi gerektirmektedir. Bu durum ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet yürüten istihbarat örgütlerinin yanı sıra, örneğin hava istihbarat, deniz istihbarat, polis istihbarat vb. örgütlerinin kurulmasına neden olmuştur. Ortaya çıkan pek çok istihbarat örgütleriyle birlikte, bu örgütlerin tek merkezden yönlendirilmesi sorunu gündeme gelmiştir. Ayaklanmacı güce karşı istihbarat faaliyetinin merkezileştirilmesi tüm DYS uygulamalarında rastlanılan bir olgudur. İstihbaratın birleştirilmesi merkezi organizasyonlarla sağlanmakta, böylece ayaklanmaya karşı operasyonlar daha detaylı ve etkili planlanabilmektedir.

Ayaklanmaya karşı istihbarat faaliyeti, ayaklanmanın ekonomi-politik nedenlerinden dolayı kısa zamanda toplumun fişlenmesi sonucunu doğurmuştur. Ayaklanmacı güçlerle ilişkisi bulunsun bulunmasın, toplumsal çelişkilerin bulunduğu alanlarda yaşayan insanlar potansiyel sistem karşıtı

Page 13: Özel Savaş Gerçeği

olarak değerlendirilmektedir. İşçi, öğrenci, aydın herkes sistem tarafından izlenip, gözetlenmesi gereken, en azından hakkında “bilgi” sahibi olunması gereken kişilerdir.

Ayaklanmaya karşı yürütülen istihbarat faaliyetinin hedefleri, ayaklanmacı güç, halk ve dış etkenlerdir. Ayaklanmacı güç, önderlerinden kadrolarına kadar bilinir olmalı, halk kontrol edilmeli, dış etkenler etkisizleştirilmelidir. Bu mantıkla davranan sistem yeterli istihbarat bilgisine sahip olmadığında kör ve sağır kalmaktadır. Bu DYS yürütümünü başarısızlığa götüren etkenlerden biridir. Ayaklanmacı güç ve halk üzerinde kontrolün kaybolması anlamına gelir. İstihbarat zayıflığı, özel savaş örgütlerinin etkili olmasını engelleyecek ve ayaklanmacı güçlerin hareket alanını genişletecektir. Özel savaş örgütlerinin istihbarat eksikliklerini gidermekte profesyonel istihbarat örgütleri dışında kullandıkları bir diğer yöntem -dünyadaki deneyimlerde de sık rastlanan bir olgudur- en etkili bilgiyi ajan ve itirafçılaştırılmış unsurlardan almaktadırlar. Bu gibi unsurları elde edebilmek için özel çaba gösterilmektedir. Böylece örgütsel yapıların çalışma mantığı, hedefleri, maddi birikimlerine daha kolay ulaşılabilmekte, aynı zamanda psikolojik harekâta zemin sağlanabilmektedir. Ajan ve itirafçılaştırılmış unsurlar kullanılarak ayaklanma hareketi karalama ve yalan kampanyaları yürütülebilmektedir.

İstihbarat faaliyeti teknik olarak dört ayrı işlemden geçirilerek tamamlanır:

a) İstihbaratın ihtiyaçlarının belirlenip, bu ihtiyaçlara göre eldeki örgütlerin yönlendirilmesi,

b) Belirlenen konularda en geniş ve detaylı bilginin toplanması,

c) Toplanan bilgilerin ham halden kullanılabilir hale getirilmesi, istihbari bilginin işlenmesi,

d) İşlenmiş bilginin değerlendirilmesini sağlayacak yayılması ve pratik karşılıklarının alınması şeklinde kısaca sıralanabilecek işlemler istihbaratın toplanmasından operasyonel aşamaya gelişini anlatır. Yine istihbarat, açık istihbarat yani, gazete, dergi, radyo, televizyon, devlet kurumlarıyla girilen resmi kayıtlardan elde edilen ve kapalı istihbarat, yani gizli, dinleme, takip, sızma vb. yöntem ve teknik araçlar kullanılarak toplananlar olarak ikiye ayrılmaktadır. İstihbarat örgütleri tarafından sık sık dile getirilen bir başka olgu, istihbari bilginin % 80’inin açık istihbarat kanallarıyla elde edildiği şeklindedir.

Destek Faaliyetleri:

Destek faaliyetleri olarak adlandırılan, operasyonlarla dolaylı bağlantıları bulunan çalışmalar, özel savaşın etki gücünü arttıran özelliklerinden dolayı önemli yönelişlerden olmuştur. Operasyonlarda “azami verim” sağlamaya, özel savaş aygıtlarının hareket hızlarını arttırmaya ve yüksek manevra yeteneği sağlamaya yönelik adımlar atılır. Kır operasyonlarında helikopter ve uçak kullanmak bunun en tipik örneğidir. Ayaklanmacı güçleri havadan kuşatabilme, kritik alanlarda özel savaş güçlerini hızla dağıtıp toplayabilme özellikleriyle taktik manevra yeteneğini arttıran helikopterler önem kazanmaya başlamışlardır. Yine, gece görüş sistemleri, termal kameralar vb. gece operasyonlarında teknik üstünlük sağlama açısından özel savaş aygıtlarının yaygın olarak kullanmaya başladığı yöntemlerdir. Kentlerde ise alanda hareket hızını arttıran, denetimin daha etkili bir biçimde kurulmasını sağlayan mobil araçlar, dinleme ve izlemede elektronik aygıtlar yaygın olarak kullanılmaktadır. Özel savaş örgütü böylece ayaklanmacı güçlerin taktik avantajlarını teknik gelişmelerle dengeleme yönünde bir çaba göstermektedir.

Page 14: Özel Savaş Gerçeği

Gerek bu teknik yeteneklere olan ihtiyacın belirlenmesi, gerekse bulunup kullanıma açılması destek faaliyetinin sonucudur. Artık lojistik kavramı içinde stratejik ve taktik planlamaların, çatışmaya yönelik ihtimal hesaplarının yapılması, doktrin oluşturulması da anılmaktadır.

-II-

Özel savaş kapsamında yaşanan çatışmalarda özel savaş aygıtı tarafından uyulması gereken “zorunluluklar” şöyle sıralanmıştır:

a) Çaba birliği sağlamak,

b) Düşmanın zayıf taraflarına etkin saldırılar düzenlemek,

c) Temel hareketi belirlemek ve bundan sapmamak,

d) Savaşı sürekli kılmak,

e) Çabuk hareket, sert darbe, süratle bitirme,

f) Coğrafi koşullardan yararlanmak,

g) Kuvvet korumak.”(11)

Özel savaş ihtiyaçlarını belirlenmesi, hükümet güçleriyle tam bir uyum sağlanarak bu ihtiyaçların giderilmesi, alınacak önlemler konusunda devlet kurumlarının hassas hale getirilmesi, güçlerin koordine edilmesi, özel savaş uygulamasının zeminini sağlar. Böylece özel savaş uygulamasının ilk adımlarından olan “meşruluk” sağlanmaya çalışılır. Meşruluk zor ve baskı uygulamalarına temel olmaktan çok, bu zor ve baskının gerekçelerini açıklamak için kullanılır. Ayaklanmaya neden olan zemin baştan reddedilip, görmezden gelinir ya da ertelenerek, öncelik ayaklanmacı güçlerin etkisizleştirilmesine verilir. “Meşru” zemin sağlanabilmesi için alanda bulunan ayaklanma karşıtlarının veya tarafsızların desteği sağlanmaya çalışılır. “Meşruluğun” ayağı önemli ölçüde alanda bulunan işbirlikçilerin üzerine oturtulur. Bur taraftan medya desteği bir taraftan da yerel işbirlikçi unsurların elbirliğiyle kapsamlı bur biçimde uygulanan psikolojik harekâtla, özel savaş politikalarına zemin sağlanır.

Alanda yürütülen istihbarat çalışmaları sonunda ayaklanmacı güçler, coğrafya ve halk hakkında bilgi toplayan özel savaş aygıtı, yaptığı askeri-politik çözümlemeler sonucu hedeflerini belirler. “Gerekli güç” kullanımı çerçevesinde operasyonlar düzenlenir. “Azami verim ve en az kayıp” ilkesiyle yürütülen operasyonlarda yerel destekçiler aktif hale getirilip özel savaş aygıtına eklemlendirilirler. Çatışma alanının özelliklerine göre asker, polis ve işbirlikçi örgütleri beraber kullanılır. Ayaklanmacıları halktan ayırmak halkı ayaklanmacılar aleyhine çevirmek için baskı ve zor süreklileştirilir. Savaş gündelik taktik çatışmalarla boyutlandırılır.

Ayaklanmacı güçleri büyük operasyonlarla imha etmek yerine -bu yöntemi de dönem dönem uygulamakla birlikte, daha çok onun kullandığı taktiklere benzer taktikler uygulayarak, pusu, takip, taciz vb. saldırı yöntemleri yanında üslerin imha edilmeye çalışılması, taktik güçlerinin pasifize edilmesi gibi uygulamalara gidilir. Ayaklanmacı güçlerin hareket alanını daraltmak ve üzerinde belli bir kontrol oluşturabilmek amacıyla “sınır güvenliği”nin arttırılması n oluşturulan denetimli (tampon) bölgeler uygulaması ve teknik kullanım (termal kameralar, mayınlar vb.) devreye girer.

Page 15: Özel Savaş Gerçeği

Ayaklanmacı güçlere karşı, onun gibi yaşayan, onun gibi hafif silahlarla donanmış güçlerle birlikte, yerleşim alanlarının birbirlerine yollarla bağlanması suretiyle zırhlı mekanize kuvvetler de açık çatışmada yerini alır. Ordular ellerindeki bütün araçları elden geldiğince çatışma alanında kullanmaya, en azından güç gösterisi yaparak psikolojik etki yaratmaya çabalarla. Yine çatışma alanlarını ellerindeki silahların denendiği bir alan olarak görürler. Napalm vb. kimyasal silahlar denemeden de öte, özel savaşlarda resmi illegalite örtüsü altında düzenli olarak kullanılmışlardır.

Özel savaşın yerüstü güçlerince yürütülen bu operasyonların yanı sıra, askeri polis, askeri istihbarat, diğer istihbarata örgütleri, paramiliter örgütler aracılığıyla yeraltı operasyonlarını yürütür. Devlet illegalitesini kullanan bu örgütler kirli savaşın kayıp, kaçırma, suikast, gasp vb. uygulamalarını “özel operasyonlar” kapsamında hayata geçirirler. Saldırıyı yapan da, saldırının gerekçeleri de -hatta bazı durumlarda saldırının yapılacağı da- bilindiği halde “failler” devletin yasal organlarınca “meçhul” bırakılır. Böylece yılgınlık ve korku ortamı beslenerek, gelecek yeni operasyonlara zemin sağlanır.

Özel savaşın şiddet uygulamaları gündelikleşmiştir. Sistem kurduğu mekanizmalarla anında ve etkili müdahale etme yeteneği kazanmıştır.

Uygulaması kır ve kent özelliklerine göre farklılık gösterse de ilkeleri aynen uygulanır. Kentlerdeki yoğun nüfus, yerleşim alanlarının iç içe geçmiş olması özellikleri dikkate alınarak oluşturulan özel savaş aygıtı, istihbarat ve denetim mekanizmalarını daha gelişkin ve teknik donanımlı yaparak, askeri operasyonların da şehir koşullarına uyarlayarak karşı önlemlerini almıştır. Uygulama farklılıkları pratik boyutuyla yaşanmaktadır. Teorik kapsam aynıdır. Zaten kırda faaliyetlerini yoğunlaştırmış ayaklanma hareketlerinin, kent bağlantıları olması, kent merkezli gelişen hareketlerin kır ayağını kurmaları sebebiyle özel savaş aygıtı her iki yönde bir hareket kabiliyeti kazanma ihtiyacı duymuştur.

-III-

Özel savaş uygulamasını, bataklığı kurutmak mantığıyla hayata geçirmeye çalıştığı bir başka yöntem çatışmanın yürütüldüğü “alanda kontrol”ü sağlamak ve “alan hâkimiyeti”ne sahip olmaktır. Ayaklanma güçlerinin yoğun olarak bulunduğu kamplara, üslere sahip olduğu, faaliyetinde süreklilik sağladığı, bölgelerde yapılan büyük çaplı ve uzun süreli operasyonlarla, bölge, ayaklanmacı güçlerden temizlenmeye çalışılır. Bunun ardından alanın kontrol altında tutulmasını sağlayabilmek için ayaklanmacı güçlerin bölgeye geri dönmesini engelleyecek askeri kuvvetler bırakılır. Bunlarla birlikte hem kontrol altına alınmaya çalışılan alanda hem de çevre alanlarda tespit edilen ayaklanmacı güçlere karşı operasyonlar düzenleyerek alan kontrol altına alınmaya çalışılır. Ayaklanmacı gücün etkinliği zayıfladığı oranda halka ilişkisini kesme imkânı artmaktadır. Alan hâkimiyeti kavramı kapsamında, çatışma alanında bulunan bütün yollarda gece gündüz yol güvenliği sağlanmaya ve bu yolların kontrol altında tutulmasıyla alanda konumlanmış büyük birliklerin ihtiyaç duyduğu malzemelerin ulaştırılmasının güvenliği sağlanmaya çalışılır. Yol güvenliği aynı zamanda psikolojik savaş malzemesi olarak da kullanılır. Alan hâkimiyeti için, birliklerin sorumlu oldukları alanlar tespit edilip, büyük güçler şeklinde burada konumlandırılırlar. Alana hâkimiyetlerini güçlendirecek şekilde birliklerin ateş gücü, hareket yetenekleri arttırılırken, özellikle yol güvenliği için zırhlı birlikler bölgeye kaydırılır. Böylece alanda konumlandırılan büyük birlikler, kuşatma vb. taktiklerle denetim sağlamaya çalışırken, küçük birlikler de gece-gündüz operasyonlarıyla sürekli hareket halinde bulunup ayaklanmacı güçleri imhaya çalışmaktadır. Bir bölgede temas edilen ayaklanmacı güçler burada sıkıştırılmakta buradan kurtulduğunda öteki bölgede yine özel savaş güçlerinde karşılanmaya çalışılmaktadır.

Page 16: Özel Savaş Gerçeği

Alan kontrolü ve hâkimiyeti taktiğinin temeli, “beyaz bölgeler” mantığından kaynak alır. Ayaklanmacı gücün etkinliğinin geriletildiği alanlara büyük güçler yığarak, yeniden etkinlik kurması engellenecek, alanda halka yönelik başlatılacak işbirlikçilik, muhbirlik dayatmaları ile hem ayaklanmacı gücün gizli faaliyetleri tasfiye edilmeye çalışılır hem de uygulamaya konan kitlesel cezalandırma yöntemleriyle halk yıldırılarak ayaklanmacılara desteğinin engellenmesi amaçlanır.

-IV-

Özel savaş, ne kadar baskı ve katliam yaparsa yapsın, ayaklanmaya karşı savaş ilkelerine ne kadar uyarsa uysun bilmek gereken bir gerçek var ki, konvansiyonel savaşlarda elde edilen nihai zafer DYS’da asla ortaya çıkmayacaktır. Çatışmanın ekonomik-politik nedenlerinden dolayı ayaklanmacı güç askeri olarak etkisizleştirilebilse bile onu yaratan sosyal çelişkiler ortamı devam ettiğinden ya yeniden güçlenecek ya da yerini bir başkası dolduracaktır. Bunun bilincinde olan özel savaş teorisyenleri “kabul edilebilir şiddet seviyesi” olarak tanımladıkları kavramı kullanıma sokmuşlardır. Ayaklanmaya neden olan sorunları çözemeyecek olmanın bir itirafı olan kavram, toplumu, ayaklanmanın yarattığı şiddet ve çatışma ile yaşamaya alıştırmayı önermektedir. Ayaklanmanın çatışma seviyesi kabul edilebilir yani toplum tarafından kanıksanabilecek bir noktaya çekilmek için hem askeri önlemlerle ayaklanmanın etkisizleşmesine çaba gösterilmekte, gerekse de toplumsal dinamiklerin tehdit ve kontrol altında tutulmasına zemin sağlamaktadır. Varolan çatışma etkisinin azaltılmış olmasından dolayı sistem güçlerinin hanesine “başarı” yazarken, diğer taraftan çatışmanın “etkisiz” de olsa halen sürmesinden dolayı toplumsal baskı ve denetim mekanizmaları varlığını sürdürmeye devam edecektir.

Kabul edilebilir şiddet seviyesiyle birlikte askeri olarak etkisizleştirilmeye çalışılan ayaklanmacı gücün, siyasi olarak da tasfiye edilmesine yönelik operasyonların başlatılması sürecidir aynı zamanda. “DYS sadece askeri güçle ne durdurabilir ne de kazanabilir. Tüm milli gücün, çatışmayı yaratan kaynaklar üzerine senkronize edilerek yönetilmesini gerektirir.” (12)

2) Hükümet Uygulamaları DYS konsepti temelinde oluşturulan ulusal strateji uyarınca askeri önlemlerle senkronize olarak “sivil” tedbirler uygulamaya konur. Topyekün savaş ilanı gereği, devlet bürokrasisinin tüm kurumlarıyla nötralizasyon ve kalkınma hamlelerine aktif olarak katılımı sağlanır. Ayaklanmanın bulunduğu seviyeye göre hükümet tedbirleri de farklılık gösterir. Ayaklanmanın başlangıç aşamasında “siyasi, ekonomik, kültürel vb. toplumsal koşulların geliştirilip, düzeltilmesi” olarak formüle edilen adım ile halk arasında örgütsel ve psikolojik bağların güçlendirilmesi hedeflenir. Doğal olarak bu adımlar askeri hamlelerle paralel olarak planlanıp, hayata geçer. Ayaklanma yayılmaya devam ettiği taktirde, ayaklanmacı güçleri öncelikle askeri olarak dengeleme ve bunun ardından “kalkınma” adımlarının atılması süreci yaşanır.

Özel savaşın uygulanmasında hükümetlere düşen en önemli görevlerden biri, özel savaşın uygulanması için gereken “meşruluk” ortamını yaratmaktır. Özel savaş kapsamında ortaya çıkacak yıkım ve imhaların zeminini hazırlayıp, doğal ve normal şeylermiş gibi göstermek hükümetlerin asli görevlerindendir. Hükümet elindeki her türlü kurumu yürütülen kirli savaşın hizmetine sokar ve sağlıktan eğitime, hukuktan spora hepsi birer kirli savaş aygıtına dönüştürülür.

Devlet kurumlarının oluşturulan ulusal stratejiyle kendi özgüllerinde uyumlu halde olmaları özel savaşın temel ilkelerindendir. Bu uyumun sağlanabilmesi için öncelikle özel savaşın merkezi yürütücülüğünü sağlayacak komuta sistemi oluşturulur. Bu komuta kademesinde ordu, polis,

Page 17: Özel Savaş Gerçeği

istihbarat birimleri ve hükümet “en yetkili” kişilerce temsil edilir. Böylece ulusal stratejiyi uygulayacak güçler birliği sağlanmış olur. Ancak, böylesi bir merkezileşme, çatışmaların niteliğinden dolayı, bölgedeki devlet güçlerinin kendi inisiyatifleriyle çalışmalarını engellemeyecektir elbette. Özel savaşın merkezi komuta kademesinde ulusal strateji uyarınca uygulanacak ana taktik düzenlemeler, ihtiyaçlar belirlenir, taktiklerin uygulanma inisiyatifleri çatışma alanındaki devlet örgütlerine bırakılmıştır. Normal devlet işleyişinde yan yana gelmeyecek kişi ve kurumlar özel savaşın bir sonucu olarak yan yana gelebilirler. Bu yan yana gelişleri en verimli hale getirebilmek için stratejik önemdeki devlet kurumlarındaki (haberleşme, enerji, madenler, ulaşım, eğitim vb.) yönetici kadrolara özel savaş eğitimi verilir. Bu eğitimler, “brifingler” şeklinde olabildiği gibi dönemsel düzenlenen kurslar şeklinde de olur.

DYS konsepti uygulayan devletlerde görülen eğilim, iktidarın elden geldiğince merkezileşmesini sağlayacak düzenlemelere gidilmesidir. Genel olarak “koordinasyon” adıyla adlandırılan bu merkezileşme eğilimi, özel savaş uygulaması gereği ortaya çıkan güç merkezlerini de aynı hedefte tutabilmenin aracı olabilmektedir. Özel savaşta, karakteri gereği refleksif ve inisiyatifli müdahalelerle yürütüldüğü için klasik devlet aygıtlarının mevcut hızlarıyla süreçlere müdahalesinin yetersiz kaldığı görülmüş olmalıdır ki böylesi bir yönelişe gidilmiştir.

Alanların özelliğine göre, kurumların kirli savaşa uyumlu hale getirilmesinin bir biçimidir koordinasyonlar. Toplumsal denetim mekanizmalarının -devlet işleyişinin hız ve etkinliği artırılarak- derinlemesine düzenlenmesidir. DYS koşullarında her şey özel savaşa hizmet etmelidir! Diğer şeyler ikinci önemdedir.

OHAL Uygulaması

Özel savaş uygulaması, çatışma alanlarında kurulabilecek azami denetim gerektirir. Oluşturulacak toplumsal denetim, ayaklanmacı güçlerin hareketlerini kısıtlayabileceği, halkla temasını da engellemeye yöneliktir. Bu amaca uygun olarak başvurulan yöntem “Olağanüstü Hal Uygulaması”dır. Hemen hemen bütün DYS uygulamalarında başvurulan bir yöntemdir. Olağanüstü Hal Uygulaması ile çatışma alanında “sivil” görüntü altında sistemli zor ve baskı politikaları hayata geçmeye başlar. OHAL ilanı bir yanıyla alanda, çatışmanın ulaştığı seviyeyi anlattığı gibi, bir yanıyla “da sivil” unsurlarca “demokratik” yöntemlerle uygulanan örtülü bir savaşın ifadesidir. Görüntüde denetim “sivil”lerdedir ancak, yürütüm tamamen militarist güçlerdedir. OHAL ilanı ile genellikle benzer uygulamalar hayata geçirilir. Kısa başlıklarla sıralayacak olursak:

- Alana yerleşmeyi yasaklamak, giriş çıkışı sınırlamak, belli yerleşim yerlerini boşaltmak başka yerlere göçertmek,

- Alandaki tüm haberleşmeyi sınırlamak ve denetime almak,

- Gıda maddesi ambargosu uygulamak, tarımsal ve hayvansal faaliyete sınırlama getirmek,

- Sokağa çıkmayı sınırlamak veya yasaklamak,

- Kişilik ve özlük haklarına yönelik sınırlamalar yapmak,

- Basına sansür uygulamak, alana dışarıdan gelen yayınları engellemek,

- Alandaki toplulukları fişlemek,

Page 18: Özel Savaş Gerçeği

- Demokratik zemindeki tüm talep ve eylemleri sınırlandırıp, engellemek,

- Sınır ötesi hareket düzenlemek, gibi uygulamalar devreye sokulur.

OHAL uygulaması için oluşturulan koordinasyonlar, alandaki tüm yerleşim birimleri arasında bağlantıyı ve eşgüdümü sağlar. Sivil ve askeri denetim ile kontrol mekanizmaları çatışma alanlarında merkezileşir. Özellikle militarist örgütlerin senkronize bir şekilde çalışmaları sağlanır.

Özel savaş uygulamalarına gereken maddi zemini sağlayan OHAL, alanda uygulanabilecek en yüksek denetimi, toplumsal yaşamın tek bir kontrolünü sağlayarak, devlet işleyişinde ortaya çıkan veya çıkması muhtemel istikrarsızlıkları engellemeyi amaçlar. OHAL uygulamasının olmadığı ya da kaldırıldığı ortamlarda ismi değişse de aynı içerikteki yöntemler başka devlet organizasyonlarıyla hayata geçirilir.

Özel savaşın, “nötralizasyon” mantığıyla uygulamaya koyduğu OHAL uygulamaları çatışma alanlarındaki ayaklanmacı güçlerin hareket alanlarını daraltmayı planlamakla birlikte, halk ile olan temaslarını da engelleyerek hem lojistik imkânlarını denetim altına almayı hem de halk hareketlerini pasifize etmeyi denemektedir.

Koruculuk (Ev Bekçileri) ve Göçe zorlama Uygulaması:

Nötralizasyon mantığının bir başka uygulama biçimidir. Bir taraftan ayaklanmacı güçlere karşı saldırılar gerçekleştirirken, diğer taraftan ayaklanma bölgelerinde yaşayan halk kitleleri çatışma karşısında aldıkları tavırlara göre farklı uygulamalara maruz bırakılırlar. Ayaklanmanın lehinde taraf olan kitleler devlet terörü, katliam ve göç politikalarına tabi tutularak, halk saflarında yılgınlık ve teslimiyet yaratılmaya çalışılır. Ayaklanmaya karşı olan unsurlar ise devlet güçleri lehine aktifleştirilir. DYS literatüründe “home quard” (ev bekçileri) olarak adlandırılan koruculuk sistemi, özel savaş içerisinde ayaklanmaya karşı kullanılan yöntemlerden biridir. Ayaklanma bölgesini ve ayaklanmacıları tanımaları nedeniyle askeri organizasyonlara dahil edildikleri gibi, psikolojik savaş ve istihbarat konularında da özel savaşa hizmet ederler. Ayaklanma hareketi aleyhine işbirlikçi unsurlar, oluşturulan kuşatma ve barikat malzemeleridir. Çatışma alanlarının özelliklerine göre koruculuk farklı biçimlerde uygulanabilir. Köyde başka, kentte başka biçimler alabilir.

Uygulamanın bir diğer yanı ize devlet güçleri ile işbirliğine yanaşmayan veya ayaklanmacı güçleri destekleyen halk kitlelerinin göçe zorlanmasıdır. Suyu kurutup, sudaki balığı avlama sevdasındaki devlet güçleri bu yerleşim alanlarında yaşayan halk kitlelerinin kendi denetimlerinin daha fazla olduğu alanlara göçe zorlar. Bu uygulamayla ayaklanma hareketinin yeni yeni alanlara sıçrama ihtimaline karşı, tamamen devlet güçlerinin denetiminde olan, “özel yerleşim alanları” kurulup, halk bu alanlarda yaşamaya zorlanmıştır. Kitle hareketinin rehabilitasyonunu amaçlayan bu uygulamalarda, ayaklanmaya neden olan ekonomik-politik gerekçeler tamamen propagandif amaçlı olarak giderilmeye çalışılmakta, böylece ayaklanma lehine taraf olanların, tarafsızlaştırılmalarından öteye ayaklanma hareketi aleyhine aktif tavır alması hedeflenmektedir. Göç uygulamasının bir başka amacı -ayaklanmaya taraf olsun ya da olmasın- halk kitlelerinin göç sonunda açlık, yoksulluk, işsizlik ve hastalıklarla kırdırılarak cezalandırılmasıdır.

“Kalkınma” Uygulaması:

Page 19: Özel Savaş Gerçeği

Kalkınma politikalarının iç temel başlığı verdir. İlki, ayaklanmanın ekonomik, politik, kültürel gerekçelerine yönelik öne çıkartılan “iyileştirme” çabalarını kapsar. İkincisi, ayaklanma bölgesinde bozulan ya da tamamen ortadan kalkan devlet işleyişini yeniden kurumsallaştırmaya yöneliktir. Üçüncüsü de, ayaklanmacı gücü askeri olarak imha edebilmesi amacıyla yürütülecek askeri operasyonların maddi ihtiyaçlarını karşılayıp, uygulama zeminlerini hazırlamaya yöneliktir.

Saydığımız bu üç başlık çerçevesinde, hükümet, halka, ayaklanmacı güçlere ve dış faktörlere ayaklanmayı direkt ya da dolaylı olarak etkileyebilecek güçlere karşı farklı tavırlar içinde olacaktır.

Ayaklanmanın henüz başlamadığı veya etkisiz olduğu alanlarda, “güven artırıcı tedbirler” alınır. Bu alanlarda devlet işleyişini istikrarlı halde tutmaya, halkın ekonomik yaşamını iyileştirmeye, toplumsal dinamikleri denetim altında tutup, bunlar üzerinde kuşatma uygulamaya çalışır. Bu alanlarda toplumsal yaşamı kendi belirlediği gündemler etrafında sürdürerek, ayaklanmanın gerekçe ve gerçeklerine yabancılaştırmaya çabalar. Bütün bunlara rağmen ortaya çıkan çatlak sesler rejim düşmanı, terörist ilan edilip, cezalandırılır. topyekün savaşın ilanından itibaren ayaklanmacı güçlerle ilişkili olsun veya olmasın-sisteme karşı en ufak bir tepki sert karşılık alır. Özel savaş, devlet güçlerinde öyle refleksler oluşturur ki sistem içi unsurlar tarafından bile dile getirilse her türlü eleştiriye tahammülsüz yaklaşılır. Devletin bütünü özel savaşa göre pozisyon aldığı ve kadrolarını buna göre eğittiği için, ortaya çıkan disiplin en sıradan talepleri bile sistem karşıtlığı olarak algılar.

Çatışma alanına yönelik uygulamasında ise, ayaklanmanın varlık gerekçelerini dikkate alan bir yaklaşımdan öte, bu -gerekçeleri -elden geldiğince- ortadan kaldırmayan, ancak toplumsal uzlaşmalar yaratmayı hedefleyen, hatta ayaklanmacı güçleri reforme etmeyi planlayan kısmi “iyileştirmeler” yapılabilir. “Ayaklanmanın ilk safhalarında, şiddetin seviyesi henüz düşük iken, kamuoyunun enerjik gayretleriyle gerekli reformların uygulanması, polis ve yönetim baskısı, yargı organının canlılığı ile bunlara ordunun tehlikeli bölgelerin kontrolünü ele geçirmesi eklenince”(13) ayaklanmacı gücün reformist zemine çekilmesinin ortamı oluşmuştur. Bu politika sonucunda ayaklanmacı güçler, reformist zemine çekilemiyorsa bile ittifak güçlerinden ayrıştırılmaya ve marjinalleştirilmeye çalışılır.

Sistemin “iyileştirme” adımı atabilecek yeteneği varsa, toplumun ihtiyaçlarına cevap veremese de bir umut ev beklenti yaratabilmesi durumunda dahi halk ile ayaklanmacı güçleri birbirinden ayırabilmenin imkânını yaratabilir. Ayaklanmanın etkisini sınırlayan, gelişimini geciktiren bir hamle olarak bu adımın “istikrarı” sağlamada yine de tek başına başarı şansı yoktur. Devreye mutlaka caydırıcılık yaratmak amacıyla militarist güçler girer ve esas olarak bu güçlerin etkisini tamamlayan bir öğe olur “iyileştirme” adımları. Bu noktadaki sihirli sözcük “uzlaşmadır”. Sistem çözme yeteneği olmadığını bildiği sorunları bir şekilde toplumsal uzlaşmalar yaratarak sönümlendirmeye, gündemden düşürmeye çalışır. Bu süreç krizler sürecidir, sistem için. Yaşanan krizlerin nedenleri olan ekonomik politik gerekçeler ortadan kaldırılamayınca sistem, krizlerle birlikte yaşama yeteneği kazanmaya çalışır. Kriz yönetimi bu açıdan önem kazanır, sistem için. Ona krizi en iyi yönetebilecek kadro ve örgütler gereklidir. Bundan dolayı da iktidarını merkezileştirmeyi ve daha fazla merkezileştirmeye, krizleri yönetecek merkezler kurmaya yönelir.

Dış faktörlere yönelik ise; ayaklanmacıların ideolojik benzerlik veya bölgesel çelişki ayrımları değerlendirmesi YDD koşullarında gerekli bir hamledir. Halkların kaderlerinin iç içe geçmiş olması ve emperyalizmin bölgesel politikaları, böylesi dayanışmaların zeminini sağlamaktadır. Halkların kardeşliği temelinde yaşanacak dayanışmalar bölgesel devrim olanakları açısından da önemlidir. Bu gerçekliğin bilincinde olan emperyalist sistem DYS yürüten devletlerle birlikte davranıp, destek

Page 20: Özel Savaş Gerçeği

vermektedir. Hükümetler, ayaklanmacı güçlerin dış yedek güçlerden yoksun bırakmak için uluslararası anlaşmalardan, ekonomik tavizlere kadar bir dizi hamle yaparak müdahalede bulunmaktalar.

Kalkınma başlığı altında toplanan uygulamalardan anlaşılacağı gibi yönelişlerin özünde, toplumsal sorunları çözmeye yönelik değil, halk kitlelerini pasifize ederek veya manipülasyonlarla yönlendirerek sistem politikalarının kuyruğuna takma ve karşı devrimci bir ayaklanma yaratma çabası vardır. “Kalkınma” projeleri olarak uygulananlar gerçek sorunlarla ancak dolaylı ilgisi olan, uygulamayı basit, fazla maliyeti olmayan ve medyatik gösterilere en fazla imkân tanıyanlardır. “Kalkınma” programları ilan edildiğinde dikkat çeken olgu, büyük oranda savaş ve bölgesel çatışmalara müdahaleler uyarınca modernize edilmesi bunun sadece ilk adımıdır. Emperyal niyetlerle de desteklenen özel savaş uygulaması silah sanayiinin bu çatışmalara göre kurulması veya düzenlenmesini de gerektirir. Askeri sınaî kompleks boyutunda ortaya çıkan gelişmeler bu ihtiyacın ürünüdür.

Ayaklanma bölgelerinde devlet işleyişinin “olağanüstü” yöntemlerle sağlanabilmesi bu bölgelere özgü bir ekonomik işleyiş yaratır. Özel savaş koşullarında bölgenin hem ekonomik hem siyasi hem de askeri yönelişlerinin elinde toplayan güçler bu denetim dışı ortamdan faydalanarak, uyuşturucudan nükleer maddeye, silahtan petrole kadar bir dizi kaçakçılık mekanizması kurarlar. Bizzat çatışma bölgelerindeki devlet güçleri tarafından organize edilen ve özel savaş uygulamasının oluşturduğu bir ekonomi oluşur. Özel savaşın büyük askeri modernizasyon planları ve bunların aracılıkları da hesaba katıldığında ülke ekonomisinde önemli bir “gelir” kaynağı haline gelir, özel savaş. Bu özel savaş ekonomisidir.

“Kalkınma” hamlesinin resmi olarak idle getirilmeyen ve ağırlıklı olarak istihbarat örgütleri kanalıyla örgütlendirilmiş kısmıdır. Sivil faşist örgütlenmeler özel savaşta aldıkları görevlerin yanında bu özel savaş ekonomisinin de önemli ayaklarındandır.

AYAKLANMAYA KARŞI HESAPLAR VE AMERİKAN BARIŞI

DYS uygulamasında hükümetler, ayaklanmaların niteliği, siyasi hedefleri uyarınca bir plana sahiptirler. Böylesi plana sahip olmadıklarında inisiyatifin ve etkinliğin ayaklanmacı güçlerde olması kaçınılmazdır. Plansızlığın sonuçlarının ne olduğunu bilen kapitalist sistem, doğal sınıf refleksleriyle davranıp, dayanışmasını göstermektedir. Özellikle dünyanın paylaşımı kapsamında emperyalist çıkarlara hizmet edecek en ufak bir kaya parçası hakkında bilgi ve istemlere sahip olan emperyalist sistem, ayaklanmanın yaşandığı ülke egemenlerinin böylesi planları yoksa dahi, danışmanlar ve uzmanlar göndererek bu tür planlara sahip olmalarını sağlamaktadır.

Planlar, yalnızca ayaklanmanın bastırılması üzerine değil, ayaklanmanın yayılması ve daha da güçlenmesi durumunda takınılacak tavırları da kapsamaktadır. Yaşanan örneklerden görünebildiği kadarıyla, ayaklanma denetim dışına çıkmaya, sitemin temellerini sarsmaya başladığı andan itibaren ara çözümler yaratma anlamında, siyasal-ekonomik-kültürel tavizler verme durumu ortaya çıkmaktadır. Ayaklanmanın niteliğine göre; kültürel özerklik, siyasal temsiliyet, ekonomik düzenleme, federasyon vb. biçimler alan önermeler sistemin devamı için verilmiş tavizler olmakla birlikte ayaklanmanın gelişimini bir seviyede kontrol altına almak ve reforme etmeye yönelik bir adımıdır. Emperyalizmin, DYS yürütülen ve ayaklanma hareketinin engellenemediği ülkelere yönelik somut önermesi “Pax Americana”dır. Özelde ABD’nin genelde emperyalizmin çıkarlarının tehlikeye girdiği durumlarda, emperyalist güçlerin açık taraf olmaktan, uzlaşma yaratıcı, ara çözüm bulma amacıyla “hakemlik” rolüne soyunmasıyla emperyalizmin çıkarlarının bir şekilde sürdürülmesinin adıdır “Pax

Page 21: Özel Savaş Gerçeği

Americana”. Ayaklanmacı güç, emperyalist çıkarları ideolojik ve pratik olarak tehdit etmiyorsa, “her şeye rağmen kabul edilebilir bir şeydir. Eğer ayaklanmanın önderliği emperyalist çıkarlar uyarınca ikna edilemiyorsa, böylesi bir önderlik yaratılmaya varolan önderlik rehabilite edilene kadar uğraşılır. Filistin’de, Güney Afrika’da benzer süreçler yaşanmıştır. Aynı zamanda, çatışmada gelinen yeni bir denge durumu ve ayaklanma hareketinin iradesini kabullenmeyi de ifade eden Pax Americana, sistem içinde bir çözüm arayışıdır. Özellikle siyasi temsiliyet boyutunda ortaya çıkan gelişmeler, bazen burjuvazinin çıkarlarını bizzat ayaklanma hareketine savundurma durumu dahi yaratabilir. Ara çözümleri kabulleniş -daha güçlü bir saldırı için güç toplama, ortamı hazırlama değilse bu reformizmi doğurur. Amerikan barışı sorunların köklü çözümünü değil, ertelenmesini veya geçiştirilmesini hedefler. “Pax Americana” döneminde sistem, çatışmalar duracağı veya asgari seviyeye ineceğinden kendi tahribatını onarma sürecidir aynı zamanda. Hatta bazı durumlarda sorunların çözümünü -sistem değişmeden- ayaklanma hareketinin sırtına yüklediğinden, ayaklanma hareketinin güç kaybettiği, sistem güçlerinin güç kazandığı bir yöne doğru da akabilir.

Çatışma, taraflardan birinin diğerine göre daha güçlenip, dengeleri bozacağı zamana kadar ertelenmiştir. Bütün dengelerde olduğu gibi Pax Americana’nın da zamansal bir sınırı vardır. Ya kurulan dengeler oturacak ve taraflar tarafından kabullenip sistem kendisini onaracak veya ayaklanma hareketi tahribatlarını onarıp, güç biriktirip, yeni ittifaklarla birlikte ayaklanma hareketini sistemin yıkılması hedefine doğru geliştirecektir.

Amerikan barışının en önemli ilkesi, ayaklanma hareketinin silahlarını teslim etmesidir. Askeri teslimiyeti ifade eden böylesi bir talep reformist politikaları kabul etmenin istenilen ilk bedelidir. Böyle bir kabullenişten sonra adım adım ayaklanma hareketini yaratan hangi kimlik, iradi güç varsa hepsi etkisizleştirilmeye çalışılacaktır. Silahlarla kurulan denge silahlarla korunur.

Tüm bunlarla birlikte, uzun süreli çatışmaların uğrayacağı konaklardan biridir barış. Özellikle, ulusal kurtuluşçu hareketler açısından bu böyle gözüküyor. Her ulusal kurtuluş mücadelesi aynı zamanda sosyal kurtuluş ile taçlanmalıdır. Bu açıdan baktığımızda ayaklanma hareketinin güç toplama, tahribatını onarma, siyasi iradesini ve temsiliyetini kabul ettirme, kitlesini dinlendirme, uluslararası alanda meşruluğunu güçlendirme adımı olarak taktik yönelişleri veya geçiş süreçlerini hedefleyen “barış” adımları hem gerekli hem de kaçınılmazdır. Ayaklanma hareketini sosyal kurtuluşa taşıma iddiasını kaybetmediği ve bu yönlü adımlarını sürdürdüğü sürece bu konak, geçici bir durumu ifade eder.

Düşük Yoğunluklu Demokrasi:

DYS stratejisinin temel unsurlarından bir diğeri Düşük Yoğunluklu Demokrasidir. Özel savaş uygulamalarını bütünleyen, kirli yüzünü perdeleyen bir araçtır. Çatışmanın yaşandığı ortamda, toplumsal güçlerin demokratik, devrimci taleplerini sistem içinde sönümlendirip, demokrasi maskesi altında özel savaş uygulamalarının meşruluğunu sağlar. Kavramsal yapısından anlaşılacağı gibi ortada bir demokrasi vardır. Bu adı var kendi yok bir demokrasidir. Bu adı var kendi yok bir demokrasidir. Parlamento seçimlerinin yapılması ve sistemin böylece onaylatılmasıdır. Militarist politikaların “seçilmiş” ve “sivil” kişilerce uygulanması olan DYD, toplumdaki muhalif hareketleri etkisizleştirirken, statükocu, muhafazakâr bir sistemin baskılarını simgelemektedir. DYD, sahip olduğu “demokrasinin, yoğunluğunun düşüklüğü” durumu, baskı yoğunluğunun yüksekliğinin ifadesidir. Emperyalizmin, özellikle sosyalist sisteme karşı demagojik bir olgu olarak dile getirdiği “demokrasi” kavramı imha ve baskı politikalarının üzerine koyulan sostur. DYD koşullarında toplumsal muhalefet; sistemin -düşük

Page 22: Özel Savaş Gerçeği

yoğunlukta da olsa- “demokrasinin” koşullarından faydalanıp, sistem içi kanallarda kendi taleplerini ifade etme veya zor ve baskı uygulamalarıyla marjinalleştirme arasında bir seçime zorlanmaktadır. Ya düzen içi çalışıp, reformist zemine çekilecektir -ki sistem toplumsal muhalefeti bir zeminde eritmek için belli esneklikler gösterebilmektedir- ya da radikal zeminde kalınacak ise, yargısız infaz, katliam vb. uygulamalara maruz bırakılarak halkla ilişkilerini kesmeye ve marjinalleşmeye itilecektir. Bu toplumsal bir rehabilitasyon programıdır.

Özellikle DYS uygulamasında bir tiyatro sahnesi olan parlamento ve figüranları olan parlamenterleriyle, göstermelik bir işleyiş olarak, yalnızca seçim ve parlamento kavramlarına sıkıştırılan demokrasi, devletin işleyişinde sağladığı resmi illegaliteye meşruluk sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün bir kısmı, reformist zemine çekilerek sistemin rehabilitasyonuna olan unsurların sırtındadır. Sistemin değişmesi talebinden, sistemin “iyileşmesine” ikna edilen reformcular, toplumsal dinamiklerin pasifize edilmesi işini üstlenirler.

DYD, ayaklanmanın yaşandığı veya askeri darbeler sonrasındaki sistemin askeri yönetimlerden sivil maskeli yönetimlere geçtiği, toplumsal muhalefetin bastırıldığı süreçlerde uygulamaya konur. Devlet işleyişinde istikrar sağlamanın aracıdır.

Ayaklanma bölgelerinin dışında kalan yerlerde, toplumsal muhalefeti denetim altında tutma ve ayaklanmacı güçlerle rezonansa gelmesini engellemeye yönelik bir adımdır aynı zamandı. Bu yönüyle toplumsal çatışmanın yayılmasını karşı bir süspansiyondur.

Darbeler sonrasında, toplumsal muhalefetin, siyaset arenasında yerini alması sürecinde, daha toplumsal dinamikler, dönemin etkisini üzerlerinden atmadan kuşatıp, etkisizleştirme, önderliklerini tasfiye etme çabasında olur. Bu uygulamanın temel özelliği, toplumsal öfke, daha birikim aşamasındayken, sisteme zarar verme aşamasına gelmeden, bu birikimleri sönümlendirmeye yönelik organizasyonlara sahip olmasıdır. Toplumsal dinamikleri dıştan devlet zoru ile kuşatan, içten ise işbirlikçi unsurlarla denetlemeye yönelik örgütlülükler kurar. Böylece birikimler, niteliksel dönüşüm yapma noktasına yükselmeden etkisiz kılınmaya çalışılır. Bütün bunlar demokrasi maskesiyle yapılır.

Mücadeleyi radikal zeminde güçleri düzeniçileştirip, reforme etme ya da yargısız infaz ve katliamlarla marjinalleştirmeye çalışan sistem, bu ikisi arasında bir tercihe zorlamaktadır, radikal zeminde bulunanları. Böylece uçlara itmektedir ayaklanmacı güçleri. İkisinden birini tercih, sistemin önermesidir ancak sistem nasıl ki bir olguya tek bir araçla yaklaşmıyorsa ayaklanmacı güçler de olgulara tek bir araçla yaklaşamazlar. Ne demokratik zeminde faaliyet reformizmdir, ne de faaliyeti süreklileştirici ve yıkıcı araçlar kullanmak marjinalliğe neden olur. Bu ikisinin sentezini, faaliyet özellikleri iyi ayırt edip yapabilmek gerekir. Bir taraftan meydanı reformist eğilimlere bırakmamak ve demokratik zemini iyi değerlendirmek diğer taraftan sistemi yıkacak araçlara sahip olmak bir zorunluluktur. Sistemin hamlesi böyle boşa çıkartılır.

DESTABİLİZASYON UYGULAMASI

DYS uygulaması çerçevesinde ülke düzenlerini gerektiğinde istikrarsız hale getirmek (destabilize etmek) ve bu evreden sonra Amerikan yanlısı askeri darbeleri gündeme getirmek bulunduğunu da belirtmek gerekir. Sistem, işleyişini verili koşullarda devam ettiremeyecek noktaya geldiğinde, toplumsal dengeler sistemin ihtiyaç duyduğu ekonomi politik uygulamalarının hayata geçmesine izin vermediğinde, atacağı adımların meşruluk zemini kalmadığında artık ihtiyacı olan yönelişleri zor ve

Page 23: Özel Savaş Gerçeği

baskı ile hayata geçirmeye çalışır. Meşruluk sorununun anlamı, ekonomi politik uygulamalarının zeminini hazırlamaktan, zor ve baskı uygulamalarının gerekçelerini hazırlamaya doğru kayar. Bu kez baskı uygulamasının meşruluğunu ispatlamak zorundadır. Bunu ise kontrgerilla taktiklerinden olan toplumsal yaşamı destabilize ederek yapar. Yani toplumsal yaşamı istikrarsızlaştırarak, istikrarın yaratılmasını toplumsal bir ihtiyaç olarak lanse ederek Böylece toplumsal sorunlar karşısında “taraf” olan devlet gizlenmeye çalışılarak, sorunların çözümünün tek aracı ve hakemi rolüne soyunulur.

Destabilizasyon harekâtında, toplumsal yaşam terörize edilir. Toplumsal yaşamda ölüm, katliam, baskı vs. olağanlaştırılır. Bu politikalar bizzat devlet tarafından organize edilir ve yönetilir. Toplumsal çelişkilerden doğan çatışma ortamları provoke edilerek tepkilerin bilinçli ve doğru hedeflere yönlendirilmesi hedeflenir. Bütün bu çatışmalarda devletin hakem rolü ve mazlum imajını besleyen operasyonlar yapılır. Toplumdaki bütün dinamikler din, kültür, sınıf farklılıkları keskinleştirilip provokasyon ortamı güçlendirilir. Birbirleriyle çelişkisi olan her dinamik birbirleriyle çakıştırılır. Böylece istikrarsızlaştırma sağlanır. Bütün bu uygulamalar, egemenlerin hedefledikleri ekonomi-politikalarının baskı yoluyla çatışmalardan dolayı yorgun düşürülmüş kitleler üzerinde uygulanmasının en önemli aracı olan askeri darbelere gerekçe hazırlamak içindir.

Askeri darbeler yapılır, tüm demokratik haklar gasp edilir ve ordu baskısı altında egemenlerin önceki dengelerle uygulamaya cesaret edemedikleri ekonomi politikaları toplumsal dinamiklerin baskı altına alındığı, ayaklanmacı güçlere karşı savaş yürütüldüğü koşullarda uygulamaya çalışılır. Oluşan yeni denge durumunda devlet, kendini yeniden biçimlendirir. İstikrar, sistemin sömürü mekanizmalarının düzenli çalışmasıdır. Bunun için de en ufak muhalif sesin susturulması gerekir. Darbelerle birlikte başlatılan devrimci dinamiklerin rehabilitasyonu, ileriki dönemlerde olası ayaklanma ihtimallerini engellemeye yöneliktir.

CEZAEVLERİ VE AF UYGULAMASI

Özel savaş, ayaklanma hareketinin yalnızca fiziksel tasfiyesi yönüyle değil ayaklanma hareketinin bilincini, kararlılığını, geleneğini sürdürdüğü tüm alanlara karşı bir saldırı içindedir. Saldırının odağına koyduğu alanlardan biri de cezaevleridir. Dışarıda zor ve baskı uygulamaları ile tasfiye ve imha etmeye çalıştığı ayaklanma güçlerine saldırıları cezaevlerinde de devam eder. Bu anlamıyla şiddeti bütünlük ve süreklilik arz eder. NATO, nasıl “gladio” örgütlenmesiyle örgütsel bir model önermesine sahipse yine cezaevleri açısından da üye ülkelerde uygulanmak üzere önermelere sahiptir. Özel savaşın cezaevlerine saldırısının temelinde ayaklanmacı güçlere yönelik olarak, teslimiyet, moral yıkım, örgütsel tasfiye yaratma çabası yatarken, yapılan katliam ve taciz saldırılarıyla halkın gözü korkutularak, ayaklanma hareketine destekleri engellenmeye çalışılır. Yine cezaevlerinde işbirlikçilik ve itirafçılık dayatmalarıyla ayaklanma hareketinin tasfiye edilmesi denenmekle birlikte halka, ayaklanmacı güçlere yönelik güven kaybı yaratılmaya çalışılır.

Ayaklanma hareketinin örgütsel sürekliliğini de zaafa uğratma ve böylece güç yaratma mantığına dayanan operasyonlar, öncüleri cezaevlerine doldurup burada teslim alma ve rehabilitasyon politikalarıyla devam eder. Saldırının hedefi direkt olarak irade, kararlılığı zaafa uğratmaya yöneliktir. Bu anlamıyla, sistemin güçlülüğünü, ayaklanma hareketinin zayıflığını propaganda etmeye yönelik psikolojik harekât alanları olarak da kullanılır cezaevleri.

Yine tasfiye ve teslimiyet politikalarının bir diğer örneği “af” uygulamasıdır. Ayaklanma saflarında teslimiyet ve güç kaybı yaratmak, işbirlikçiliği yaygınlaştırmak amacıyla af çıkartılır. Affedilenler hem

Page 24: Özel Savaş Gerçeği

ayaklanma hareketi hakkında bilgi kaynağı hem de psikolojik savaşta kullanılacak malzemelerdir. Hemen her özel savaş harekâtı dönem dönem af uygulamasına başvurmuştur. Yenilgi ruh halinin yaşandığı bir ortamda etkili olabilen “af” uygulamasını başarıyla sürdürülen ayaklanma hareketlerine karşı psikolojik saldırı akmacıyla başvurulan bir yöntemdir.

3) PSİKOLOJİK SAVAŞ

DYS stratejisinin her bir aşamasında psikolojik savaş yöntemleri uygulanır. Psikolojik savaş, psikolojik harekâtlarla hayata geçirilir. Özellikle 2. Dünya Savaşıyla birlikte yaygın olarak uygulanmaya başlanan psikolojik savaş, savaş eyleminin destek faaliyeti içinde yer alır. Psikolojik savaşın başlıca uygulanma alanları, ayaklanmacı güçler, ayaklanmayı destekleyen halk kitlesi, tarafsız halk kitlesi, kamu personeli ve yabancı gözlemcilerdir. Her bir hedefin özellikleri çözümlenerek, ona uygun psikolojik harekât yürütülür.

Temel amacı ayaklanma hareketini gözden düşürüp, halktan tecrit etmek, ayaklanma hareketinin moral değerlerini zayıflatmak ayaklanma hareketi saflarında huzursuzluk, güvensizlik yaratmak, ayrım noktaları oluşturmak, bölünmelere, ayrılmalara neden olmaktır.

Böylece ayaklanmaya aktif destek, kitle ile ayaklanma hareketinin ilişkisi kesilmeye çalışılarak, bu kitle tarafsızlaştırılmaya ya da ayaklanmaya karşı taraf olmaya doğru itilmeye çalışılır. Diğer halk kitlelerine yönelik ise, ayaklanma hareketinin başarıları gizlenip, başarısızlıkları abartılarak sistemini güçlülüğünü vurgulayarak gerçeklerin bilinmesini engelleyen bir çaba içinde olunur.

Psikolojik savaş uygulamasının önem verdiği bir başka alan kamu personelidir. Özellikle çakışma alanlarında devletin görünen yüzü olan personelin devlete bağlılığının korunmasına önem verilir. Ekonomik ve idari denetim mekanizmalarıyla bu sağlanmaya çalışılır. Ayaklanmaya karşı yürütülecek harekâtlarla uyumlu çalışmaları ve ayaklanma hareketinin etkisini azaltmaya yönelik çalışmaların içine katılırlar. Konularıyla ilgili özel kurslardan geçirilirler. Tarafsız ya da tarafsızlaştırılmaya uğraşılan kitleleri ikna etmek, onlarla ilişkileri düzenlemek ayaklanma hareketine yapılan destek ve yardımları caydırma konularında harekâtlara katılmakla görevlendirilirler. Bu amaçla yürütülen psikolojik harekâtlara katılırlar.

DYS’nin toplumda yarattığı yıkım ve tahribat her ne kadar gizlenmeye uğraşılsa da bu çok da mümkün değildir. Uygulanan insanlık dışı yöntemlere uluslararası kamuoyunun tepki göstermesini engellemek ve uygulanan yöntemlerin meşruluğunu sağlamak amacıyla uluslararası boyutta da psikolojik harekât yürütülür. Ayaklanma hareketinin haksızlığına bu unsurları inandırmak, ayaklanmanın uluslararası boyutta etki yaratmasını ve destek görmesini engellemek mantığıyla bir yığın provokasyon ve demagojiye girişilir. İlkel savaş mantığı çerçevesinde ayaklanma hareketine yönelik her sempati ve destek düşmanca karşılanıp harekât bu ülkeleri de kapsayacak şekilde genişletilir.

Psikolojik harekâtlar, hedef kitle üzerine günlük saldırılar şeklinde süreklileştirilir. Böylesi bir operasyon için gereken tüm kurum v kuruluşlar özel savaş gereği bilinçlendirilip, eğitilirler. Spordan eğitime, sağlıktan medyaya kadar hepsi psikolojik savaş aygıtları olarak kullanılırlar. Bu alanların kilit noktalarına özel savaş kadroları yerleştirilerek “yüksek verim” alınması hedeflenir.

Psikolojik savaşın temel aracı propagandadır. Yazılı, sözlü basın vb. pek çok araç propagandanın ulaştırılabilmesi için kullanılır. Genel olarak üç çeşit propaganda vardır. Beyaz, siyah ve gri propaganda. Kısaca değinmek gerekirse;

Page 25: Özel Savaş Gerçeği

Beyaz propaganda; kaynağı belli olan, resmi kurum veya kişilerce dile getirile doğruluğu kesin olan propaganda çeşididir. Burada propagandanın resmi kaynaklardan dile getirilmiş olması, doğruluğu için yeterli koşul sayılmaktadır. Son derece planlı operasyonlar kapsamında, devletin kaynaklarına dayanılarak eksik veya yalan haber de yayılabilmektedir. Kaynak devletin denetiminde olduğu için doğruluğunun ya da yanlışlığının araştırılıp bulunması çoğu zaman zor veya imkânsızdır.

Siyah propaganda; Kaynağı belli olmayan ya da iddiaların aksine başka kaynaktan ortaya çıkan yalan ve söylentilerden faydalanarak kullanılan propagandadır. Toplumda yanlış bilinçlenmeyi destekleyen, genellikle ilan edilmesinden kapsamlı beklentilerin olmadığı, yalan olduğunun kısa zamanda ortaya çıkabileceği propaganda çeşididir. Kısa vadeli veya anlık bilinç yanılmaları oluşturmaya yönelik bir çabadır.

Gri propaganda: Kaynağı çoğu zaman belirsiz olan, içinde yanlış ve yala bilgilerle birlikte doğru bilgileri de barındırabilen, daha çok rivayet ya da olması muhtemel olgulardan yola çıkılarak, hızla yayılan, doğruluğunun denetlenmesi pek de mümkün olmayan propaganda çeşididir.

Özellikle, burjuva basın tarafından çokça kullanılan, “minik kuşların” köşe yazarlarının kulaklarına fısıldadıklarıyla kurulan propaganda gri propagandadır. Resmi kurumlar, kendilerinin direkt yaymayı uygun görmediği bilgileri, kulaklara fısıldayarak çığırtkanlar tarafından yaydıkları, yayılmasından hiçbir üstlenme ve sorumluluk zorunluluğu olmayan bir propagandadır.

Psikolojik harekâtlar özel savaş merkezlerinde planlanıp, yürütülürler. Yine her bölgesel psikolojik savaş uygulamasında, özel savaş kurmayları tarafından hayata geçirilirler.

Psikolojik savaşın en etkili silahlarından biri medyadır. Toplumda özel savaş politikalarına uygun bir bilinç ve tepki yaratmaya yarayan ideolojik saldırı yeteneği de olan bir araçtır medya, özel savaş açısından. Bundan dolayı özel savaş merkezleri medya kuruluşlarıyla ilişkilere büyük önem verirler. Teşvik ve kredilerle zatın alıp, toplumdan gerçeklerin saklanmasını, bilinç çarpılması yaratılmasını sağlarlar. Psikolojik savaş kadroları etkili medya kuruluşlarına yerleşirler ve böylece medyayı özel savaş çıkarlarına göre yönetir, yönlendirirler.

SONUÇ OLARAK:

Dünyadaki yeni denge koşullarında “dünyanın efendileri” her ne kadar sosyalizm tehlikesini bir daha geri gelmemek üzere savuşturduklarını sansalar da, attıkları her adımda “dünyanın lanetlilerinin” nefesini enselerinde hissediyorlar. “Dünyanın efendileri”, günümüz koşullarında dünyaya hükmeder hale gelen iki yüz çokuluslu şirket ile devletler satın alıp, ordular kurarken yarattıkları yoksulluk ve sefaletin dağlar gibi büyüyen öfkesinin altında boğulup gitmenin korkusunu da yaşıyorlar. Bu korkunun sonucudur ki Amerika’nın “Avrasya jeostratejisi”ni belirlerken, hesaplarını bozabilecek yegâne güç olarak tanımladığı “almaşık uluslararası anarşiyi”, NATO’nun son toplantısında “21. yüzyılın tehdidi” olarak görüyoruz karşımızda.

21. yy.ın ayaklanmalar yüzyılı olacağını söyleyen emperyalist stratejilerin, ayaklanmaların merkezleri olarak tespit ettikleri, Ortadoğu, Basra Körfezi çevresi, Kuzeybatı Avrupa, Kafkasya ve Latin Amerika gibi bölgelerin yine doğal kaynaklar ve özellikle petrol bakımından dünyanın önemli merkezleri olması dikkat çekici. Hem emperyalistler arası çelişkilerin yarattığı rekabet ve güç ilişkileri, hem de bu bölgelerde varolan -ya da olabilecek- sosyal veya ulusal kurtuluşçu ayaklanma hareketlerinin yarattığı tehdit dünyanın bu bölgelerinin nasıl çatışmalara gebe olduğunu gösteriyor. Son NATO toplantısında

Page 26: Özel Savaş Gerçeği

düşman güç olarak “Sovyet tehdidi” yerine “ayaklanma riskini” koyan egemenler “bir ayaklanma çağı başlamıştır” tespitinden yola çıkarak, sosyal ve ulusal kurtuluşçu ayaklanmalara karşı NATO’nun “uygar ülkelerin” polis gücü haline getirilmesi gerektiğini belirtirler. Kurduğu gizli kontrgerilla örgütleriyle milyonlarca insanın katili olan NATO gibi bir gücün açıktan açığa “polis gücü” olmayı tartışması yüzsüzlüğün ve gözü dönmüşlüğün eşsiz bir örneğidir.

Emperyalizmin bu genel stratejik saldırısının yanında coğrafyamızda yaşanan Kürt ulusal kurtuluş savaşı, oyunun nasıl bozulacağının iyi bir örneği olarak yanı başımızda duruyor. Karşı karşıya olduğumuz yeni fetih savaşı karşısında emperyalizm merkezli saldırıları boşa çıkartacak “kazandıran tarzı” yaratılmak zorundadır. Bu tarzı yaratmak ilk olarak karşıdaki düşmanı tanımakla başlar. Ne kadar ili tanırsan, o kadar ili hazırlanırsın. Ne kadar iye hazırlanırsan, o kadar ile savaşırsın.

KAYNAKLAR

1- Değişen Dünya Dengesi ve Devrim Sorunu- M. Yılmazer, Yol sayı: 2, syf: 10

2- Azgelişmişliğin Sürekliliği- Fikret Başkaya, syf: 85, İmge Yay.

3- Osmanlıdan Günümüze Gizli Devlet- Suat Parlar, syf: 215, Bibliotek Yay.

4- YDD Türkiye ve Sosyalizm- Haluk Gerger, syf: Belge Yay.

5- Amerikan Savaş Stratejileri-. syf: 356

6- Güneydoğu Düşük Yoğunluklu Çatışma- Mehmet Kışlalı, syf: 10, Ümit Yay.

7- Amerikan Savaş Stratejileri-. syf: 54

8- Mafya, Gladio, Çete- H. Akyol, Yön Yay.

9- Kontrgerilla Cumhuriyeti- Talat Turhan, Tüm zamanlar Yay.

10-Mafya, Gladio, Çete

11-Kontrgerilla Operasyonları, syf: 20, Haziran Yay.

12- Güneydoğu DYÇ, syf: 10

13- Güneydoğu DYÇ, syf: 73

TC’YE GELENEĞİNDEN KALAN MİRAS: ÖZEL SAVAŞ

TC devleti siyaset geleneği açısından”büyük bir mirasyedidir” diyebiliriz. Bugün sahip olduğu davranış açısından, devletin örgüt anlayışına hatta bazı siyasi sorunlarına kadar pek çok açıdan Osmanlı devletinin devamcısı olmuştur. Osmanlı devlet aygıtının özellikle son dönemlerinde histerik bir şekilde kendini kaptırdığı topraklarını ayaklanmalardan ve işgallerden korumaya yönelik uygulamaları günümüzde bile rehber olmaktadır”esrarlı devlet” aygıtına. Balkanlarda patlak veren Sırp, Bulgar, Yunan, Makedon ayaklanmaları karşısında gayri-nizami savaş yöntemleri uygulayan Osmanlı devleti, buradan önemli tecrübeler elde etmiştir. Birinci olarak: ayaklanmaları bastırmakla görevli olan 3. Ordu”ayaklanmalara karşı” uygulanacak askeri yöntemleri öğrenmiştir. İkinci olarak: Ayaklanmaya karşı harekete katılan subaylar, ayaklanmayı siyaset silahı olarak kullanmış. Üçüncü olarak da:

Page 27: Özel Savaş Gerçeği

Ayaklanma örgütlenmelerinin analizi sonucu siyasette kullanılacak”yeni” örgütsel biçimleri öğrenmişlerdir. Önce ittihat Terakki ve ardından onun askeri-istihbarat örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa (özel örgüt) bu sürecin ürünüdür. Osmanlı devlet hiyerarşisinde bir yerlere gelmenin öncelikli etkenlerinden biri “ayaklanmalara karşı hareket”lerde yer almaktadır. Balkanlarda ulusal kurtuluşçu ayaklanmalara karşı uygulanan yargısız infaz, toplu katliam, zorla göç ettirme, köyleri yakma, talan, mallara el koyma gibi bize hiç de yabancı gelmeyen uygulamalar, Balkanların ardından Anadolu’da hatta Arap yarımadasında bile devam etmiştir. İmha ve inkârcılık devletin genlerine işlemiştir.

Bir halklar hapishanesine dönüşen Osmanlı devleti egemenliğini sürdürebilmek için devlet aygıtını, daha da kompleks hale getirmiş, Avrupa’dan getirdiği uzmanlarla”ıslah” ve “tanzim” etmiştir. Sonuçta ortaya çıkan dev gibi bürokratik aygıt, muhbir ağıyla tüm toplumsal dinamiklerin içine sızmış, gizli polis örgütü denetimi ve baskıyı arttırmıştır. Batı ekolüne göre düzenlenen ordunun yanı sıra açılan Harp ve Tıp okulları ile aygıt desteklenmiştir. Toplumsal çatışmalar arttıkça daha fazla kontrol, daha fazla denetim kaygısında olan iktidar, çözümü devlet örgütünü daha da merkezileştirmekte bulmuştur. Değişik tarihsel dönemlerde birbirini izleyen, bir biçimde devreye sokulan bu uygulamaların temel mantığını “devleti korumak ve kurtarma” çabası temellendirmektedir. Devlet aygıtının temeli olan bu mantık, sürekli bir bilinç, örgüt tarzı, kadro siyaseti konularında özellikle siyasi çalışmaların derinliği dönemlerde kullana gelmiştir.

Osmanlı devletinden kalan miraslarından biri olan Teşkilat-ı Mahsusa geleneği bir yanıyla milli mücadele yıllarında örgütsel kalıntılarıyla, kurulan örgütlenmelere altyapı ve örgütlenme tecrübesi açısından zemin sağlamış, diğer yanıyla MİT’in önceli olan MAH’ın TC’nin ilk istihbarat örgütü olarak kurulmasına, TM sürecinden kalan kadrolarıyla önayak olmuştur. Askeri-İstihbarat yapılarının iktidar klikleri arasındaki çatışmalarda kullanılmasında kanlı örnekler vermiş olan TM bu açıdan da TC’ye “derin” birikimler bırakmıştır. Yeni oluşan sermaye sınıfına sırtını dayayıp onlar çıkarına tehcir uygulamaları organize eden Rum, Ermeni, Yahudi azınlıkların mallarına el koyma, provokasyonlar yaratıp-ki Osmanlı kışkırtıcı ajan kullanmakta ustadır- katliam uygulamaktan geri durmayan bir devlet anlayışına sahiptirler ki 6-7 Eylül olaylarında aynı katliamcı yaklaşım kendini göstermiştir.

Osmanlı istihbarat örgütlenmesi büyük ağırlıkla iç istihbarata göre biçimlenmiştir. Aynı geleneğin devamcıları olarak, önce MAH ve ardından MİT de ağırlıklı olarak iç istihbarata göre biçimlenmişlerdir. Tarihi boyunca sürekli ayaklanmalarla karşılaşmış olan Osmanlı devleti, aynı zamanda sistem içi iktidar kavgaları sebebiyle böylesi bir yönelişe germe zorunluluğu hissetmiş aynı yaklaşım TC sürecinde de devam etmiştir.

Toplumsal dinamikleri, oluşturduğu muhbir-istihbarat ağıyla kuşatmış, kışkırtıcı ajanlar kullanarak harekete geçirdiği kitleleri, kendi siyasi rotasına sokabilmiştir. Bu amaçla işçisinden, köylüsüne, öğrencisine, Alevi’sine, Sünni'sine kadar tüm toplumsal dinamiklerin içine sızmış ve dinsel duyarlılıklarından, ulusal farklılıklara kadar her şeyi kullanmaya çalışmıştır. Toplumsal dinamikleri kontrol etmeyi, ayaklanmaları bastırmanın bir yöntemi olarak sürekli uygulamış ve büyük bir kuşatma mekanizması oluşturmuştur. Yargısız infazlar, kayıplar, çeşitli işkence yöntemleri Osmanlı devletinin, devlet etme yöntemleri arasındadır.

Ayaklanmaların başladığı durumlarda ise yine öncelikli olarak istihbarat örgütünü kullanmış karşısındaki güç gibi davranarak (baskın, pusu, sabotaj, suikast vb. yöntemlerle) ayaklanmayı bastırmak için çete harbi yapılmıştır. Günümüzde özel savaş teorisyenlerine nazire yaparcasına “etkili” yöntemler denenmiş, ayaklanmacıların halkla teması engellenmeye çalışılmış, becerilemediği

Page 28: Özel Savaş Gerçeği

noktada toplu katliamlar uygulamaktan geri kalmamıştır. Hamidiye alaylarıyla veya Bektaşilerden oluşan gayrinizamî birliklerle yapılan katliamlar bugün bile gizlenmeye çalışılmaktadır. Ayaklanma bölgelerinde koruculuk uygulaması olarak temelleri atılan bu uygulamalar kısa zamanda talancı, soyguncu karakterini ortaya koymuştur ve hükümet üyelerinin bile “eleştirilerini” almıştır. Tarihin tekerrürü bugün çeteleşme şeklinde karşımıza çıkmıştır. Halka yabancılaşmış, iliklerine kadar hainleşmiş, ekonomik ve sosyal imtiyazlarla donanmış olan güruh, devletin döne döne uyguladığı şiddete önayak olmuşlardır.

Ayaklanmayı siyasi bir silah olarak da kullanmaya çalışan TM kadroları I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz denetimine geçen bölgelerde ayaklanmalar çıkarmaz çalışarak bunun ilk örneklerini vermişlerdir. Bu yönlü adımlar Osmanlı devletinin I. Dünya Savaşını kaybetmesinin ardından da devam etmiş, Kafkasya’ya geçen Enver Paşa burada Sovyet iktidarına karşı ayaklanmalar düzenlemiş ve bu çatışmalardan birinde de ölmüştür zaten. Enver Paşa’nın Kafkasya’ya olan ilgisi TC tarafından devralınmıştır. Azerbaycan’da darbe yapmayı deneyen, Gürcistan devlet başkanına suikastta adı geçen TC ilgisini devam ettirmektedir. Enver Paşa’nın yaklaşımlarının ekonomik temeli olan “milli iktisat” anlayışını devam ettiren kendi sermaye sınıfını kendi yaratmaya çalışan devlet, bugün de fidelikte yetiştirdiği finans-kapitalin çıkarları uyarınca ABD emperyalizmiyle rezonansta, benzer politik hamleleri denemektedir Kafkasya’da. Gayrinizamî harp uzmanı olan Enver Paşa gibi, ardılları da burayı gayrinizamî harp alanı olarak değerlendirmektedirler.

Osmanlı devleti gayrinizamî harp uyarınca, kanun kaçaklarını, katilleri, eski askerleri kullanmaktan kaçınmış, aksine bu unsurlardan oluşan birlikler örgütlenmiştir. Amaca ulaşmak için her yolu mubah gören bu anlayış nice ilerici aydın, yurtseverin katili olmuş, devamcıları Mustafa Suphileri katletmişlerdir. Bu anlamıyla TC aynı tarzı devam ettirmiş, günün koşullarına göre derinleştirmiştir. Millet meclisinde Topal Osmanların katliamlarını, halka çektirdiği eziyetleri savunan Mustafa Kemal -ki kendi de bir özel savaş kadrosudur- yine aynı mecliste Çatlı’yı kahraman ilan eden Çiller aynı kamışta donarak ölmesine neden olan, TC’nin sahip olduğu faşist zihniyetin temellerini atan birinin mezarının, (ülkenin yarısında iç savaş yaşandığı ve her türlü faşist baskının gündelik olarak uygulana geldiği bir dönemde) getirilmesi ve devlet töreniyle gömülmesi TC’nin devlet anlayışının açık bir ifadesidir. Bir gayrinizamî savaş uzmanı, soykırımcı, yine bir gayrinizamî savaşın en üst seviyede sürdürüldüğü bir dönemde baş tacı edilmiştir. TC’nin şanına yakışmaktadır.

Osmanlıdan, TC’ye özel savaş aygıtı ve tecrübesiyle birlikte, özel savaşın sonuçları da miras kalmış görünmektedir. I. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi ardından isim değiştiren ve kontrollü bir geri çekiliş planlayan TM, bunun aksini yaşamış ve örgütsel bir dağılışa uğramıştır. Merkezi denetim ve yönlendiriciliğin kaybolması ile sahip olduğu farklı kimliklerin etkisiyle kadrolarının kimi işgal kuvvetleriyle işbirliği yaparken, kimi padişaha hizmet etme, kimisi de ulusal kimlikleri uyarınca faaliyet içinde bulunmuşlardır. Bir kısmı da milli mücadeleye destek vermiş, alt yapı sağlamışlardır. Ayaklanmaları ve işgallere karşı harekât ekseninde örgütlenmiş bir yapının böyle farklı uçlara savrulması, hatta birbirleriyle çatışan bir pozisyona sahip olabilmeleri, gayrinizamî harp örgütlerinin dağılma v denetiminden çıkma süreçleri sonucunda nerelere savrulabileceklerini göstermesi açısından ili bir örnek teşkil eder. Her özel savaş örgütü gibi “denetimden çıkma”, kendi hesabına çalışma, çeteleşme yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Sahip oldukları siyasi, hukuki imtiyazları kullanış, iç savaşın neden olduğu istikrarsızlık ortamında devlet eliyle gerçekleştirilen kara ekonominin (uyuşturucu, silah vb. kaçakçılığı...) içinde palazlanıp, bunun iktidar aygıtındaki karşılığını isteyen

Page 29: Özel Savaş Gerçeği

çabalar, özel savaşın doğasında vardır. TM’nin yaşadığı süreç, TC’nin de başına gelmiştir. “Vatan için kurşun sıkın ve kurşun yiyen kahramanlar!” güneşin altındaki yerlerini istemekteler...

Osmanlı “Bizantizm”i Bizans’tan öğrendi, “Bizantizm”; “Osmanlı da oyun çok” oldu. Osmanlı’nın mirasçısı TC, “Osmanlı oyunlarını” CIA deneyimleriyle harmanlandı, artık TC’de oyun daha çok. Ancak bu anlayışın tarihsel panzehiri de hep olagelmiştir. Tiranların egemen olduğu yerde ateşi çalacak ve halkına hediye edecek Prometheus’lar her zaman çıkacaktır. Enver paşaya devlet töreni yapan, Çatlı’yı kahraman ilan eden bir devlete karşı Nazım’lar tabi ki vatan hainliğine devam edecekler.

EMPERYALİST ÇIKARLAR EKSENİNDE TC VE ÖZEL SAVAŞ:

Soğuk savaşın sona ermesinin ardından ortaya çıkan durum, yeni güç dengeleri yaratırken, dünya coğrafyasında da yeni talan ve ölümleri gündeme getirmiştir. Sosyalist, sistemin yaşadığı çözülme sonucu dünya da ABD hegemonyası daha da güçlendi. Artık emperyalist kampın karşısında en büyük düşmanı yoktu ama bu kez emperyalistler arası rekabet, ortalığı toz duman içinde bıraktı. Emperyalist devletlerin dünyadaki enerji ve hammadde kaynaklarını denetim altında tutma, kontrol etme arzuları doğu Avrupa devletlerinin ve Sovyetlerin yaşadığı çözülüş ile depreşti. Yeni Dünya Düzeni, yeni paylaşım ilişkilerinin adı oldu. Sovyetlerin nüfuz alanında bulunan bölgelerdeki doğal zenginlikler ve sahip oldukları büyük pazar imkânları kısa zamanda emperyalistleri harekete geçirdi. “Tek süper güç” haline gelen ABD, körfez savaşı ile yeni düzenin eksende inşa edileceğini hem emperyalist rakiplerine hem de dünya halklarına gösterdi.

Yeni düzen yine silahların gölgesinde kurulacaktı.

Soğuk savaş döneminde, Sovyetlerin etkisi sebebiyle yeterince denetim kurulamayan Ortadoğu ve Doğu Bloğu ülkeleri üzerinde başlayan paylaşım savaşı bir yandan Yugoslavya sorununu yaratırken, diğer yandan Körfez savaşı yaratmıştır. Yugoslavya üzerinde güç denemesine girişip, birbirinin gücünü tartan emperyalist güçler arasında ABD Körfez savaşıyla yeni paylaşım ilişkilerinde birkaç adım öne geçti. Başta Japonya olmak üzere tüm AB ülkelerinin muhtaç oldukları Körfez petrolünün vanası büyük ölçüde ABD’nin eline geçmesi, ona büyük bir avantaj ve güç sağladı. ABD, Japonya ve Almanya (AB) ile oradan sıyrılmaya çalışan Rusya’da cisimleşen emperyalist güç merkezleri oynak bir zeminde hegemonik rekabet yaşamaktalar. Bu noktada ABD’nin belirlediği stratejik yaklaşımların oturduğu zemin, rekabet ilişkileri ve çatışmaların geçeceği coğrafya ve kullanılacak araçlar açısından önemli ipuçları taşımaktadır. ABD stratejisini hedeflediği coğrafya, dünya nüfusunun %75’ine, GSMH’nın %60’ına ve enerji kaynaklarının %75’ine sahip olan “Avrasya”dır. Bu, “Avrasya’ya hakim olan ülkenin otomatik olarak Ortadoğu ve Afrika’yı denetleyeceğini gösterir” (1). Kıyametin kopacağı coğrafya bellidir ve kopacak kıyamet herkesi etkileyecektir.

Yeni dengelerin ortaya çıkması, eski dengeler koşulunda ortaya çıkmış olan ve ağırlıklı olarak soğuk savaş döneminin izlerini taşıyan araçların yeniden düzenlenmesi sorununu gündeme getirmiştir. Bu noktada NATO’nun yeni sürece uyumlandırılması ve yeni dengelerin yarattığı koşullarda sahip olacağı pozisyon, yükleneceği misyon, tartışmaları oluşan yeni güç dengeleri açısından oldukça açıklayıcıdır. Soğuk savaş döneminin emperyalist savaş aygıtı olan NATO Sosyalist sisteme karşı açık-gizli konumlanışıyla önemli bir güç merkezi olmuştur. Sosyalist sistemin gelişimini dizginlemek, kapitalist ülkelerde ortaya çıkabilecek devrimci yöneliş veya ayaklanmaları -Sovyet işgalini önleme adı altında- bastırmaya yönelik oluşturduğu Gladio vb. örgütleriyle gizli, NATO üyesi ülkelerin ordu güçleriyle açık bir pozisyona sahip olmuştur. Soğuk savaşın sona ermesi ve Sosyalist sistemin çözülüşe uğraması

Page 30: Özel Savaş Gerçeği

sonucunda NATO, alacağı pozisyon bağlamında “yeni” değerlendirmeler içine girdi. Komünist düşman yerine yeni tehlikeler ve düşmanlar keşfedilmeliydi. Bu, kapitalist sistem için hiç de zor olmadı. NATO söyleminde tehdit kavramının yerini risk kavramı aldı. Risk kavramı ile devrimci akımlar ima edilmektedir. NATO’nun son toplantısında 21. yy.ın ayaklanmalar yüzyılı olacağı tespiti yapılmış ve olası ayaklanmalar merkezinin Ortadoğu, Basra Körfezi çevresi, Kuzeybatı Avrupa, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Latin Amerika olacağı belirtilmiştir. Sayılan bölgelerin petrol ve doğal kaynakları açısından zengin bölgeler oluşu dikkat çekicidir. Bir yanıyla -varolan devrimci ayaklanma hareketleri sebebiyle- bir gerçeği ifade eden bu yaklaşım diğer yanıyla emperyalist ülkelerin niyetlerinin açığa vurumudur. Bir karşı-devrim aygıtı olarak NATO, “ayaklanmalar çağı başlamıştır” tespitinin ardından, devrimci ayaklanmalara karşı “uygar ülkelerin polis gücü” olmaya doğru evrilirken gerçek misyonuna uygun davranmaya devam edecektir. NATO’nun genişleme adımı ise bir diğer gerçeğin ifadesidir. “NATO, Amerika’nın Avrasya anakıtasındaki siyasi etki ve askeri gücünün dayanağıdır” (2). Planlanan NATO genişlemesiyle Doğu Avrupa ülkeleri Amerika ve Batı Avrupa silah sanayiine yeni pazar olurken, Rusya’nın potansiyel gelişim dinamiği dizginlenmiş oluyordu. Bu anlamıyla NATO’nun genişlemesi (Çek, Macar ve Polonya’nın katılması) Rusya’nın kuşatılmasının batıdaki ayağını örmeye yöneliktir. Böylece emperyalist eğilimleri uyarınca adım adım kendi etkisini yaymaya yönelen ve eski sosyalist ülkeler ile bu bağlamda ilişkilerini geliştirmeye çabalayan Rusya’nın gelişiminin dizginlenmesi için ABD çıkarlarına uygun bir adım atılmış oluyordu. NATO tartışmalarının en az bunlar kadar önemli bir diğer yönü ise AB ülkelerinin ortak askeri güç oluşturma planının bilinmez bir zamana ertelenmesiyle ABD’nin Avrupa’daki varlığının sürmesi teyit edilmiş oldu.

Çıkar çatışmalarının daha yoğun yaşandığı ve kıyametin koptuğu yer Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasya’dır. Zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip bu bölgeler büyük stratejik öneme sahiptir. Özellikle Hazar petrolleri, Ortadoğu’ya alternatif olabilecek rezervleriyle emperyalist ülkelerin iştahını kabartmaktadır. ABD, Avrupa ülkeleri, Japonya, Rusya ve Çin arasında yaşanan stratejik avantaj elde etmeye dayalı (ilişki ve çelişkileriyle süren) rekabet bu bölgeleri aynı zamanda bir çatışma alanı haline getirmektedir. Emperyalist ülkelerin yanı sıra bölge ülkelerinin beklentileri de eklendiğinde (İran, Türkiye, vb...) ortaya tam bir cadı kazanı çıkmakta.

Emperyalist çıkar çatışmalarında kullanılan “ikna” aygıtları bizler için oldukça bilindik şeylerdir; ekonomik ve askeri zor. Çatışma bölgelerindeki ülkelere ekonomik yardım yaparak kendine bağımlı kılma yönündeki çabalar mutlak suretle askeri tehditle desteklenmektedir. Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan’a yapılan ABD yardımları ekonomik bağ kurma yönündeki çabaların önemli adımlarıdır. Bunu askeri güç gösterisi izlemek durumundaydı ki; Körfez’de yaşanan ikinci kriz, içinde bu amacı da taşımaktadır.

Türkiye bu çatışma ortamında emperyalizmin uç karakolluğunu aşan beklentiler içinde olsa da öncelikle kendisine biçilmiş misyonun gereğini yerine getirmeye çalışacaktır. “Özellikle doğu Türkiye’nin önemi arttı. Çünkü ittifak içinde insan fazlası olan tek ülke Türkiye; cepheye birbiri ardına dizi dizi insan sürebilir. Avrupalılar bunları yapmakta Kore savaşından beri isteksiz. Doğu Türkiye’de bu bağlamda çok önem taşıyacak. Bu üsler her ne kadar kâğıt üzerinde Basra Körfezi ile irtibatlanıyorsa da muhtemel bir kriz ananda büyük hizmetleri geçecek.”(3) Açıktır ki Türkiye, ABD için Ortadoğu ve Kafkasya’da uç karakolluk ve enerji jandarmalığı yapacaktır. Jandarmalığın yanı sıra özellikle Türkî cumhuriyetlerle olan “tarihsel” ilişkiler sebebiyle emperyalist çıkar ilişkilerinin aracılığını yapma misyonu da yüklenmiştir. Yine NATO’nun stratejik yaklaşımları da -ABD’ninkiyle uyumlu olarak- Türkiye’ye biçilen misyonu Ortadoğu ve Kafkaslar’ı kapsayan geniş bir alanda

Page 31: Özel Savaş Gerçeği

çıkabilecek çatışmalarda hazır bir güç olunması biçiminde ifade etmektedir. Avrupa’daki emperyalist ülkelerin bile tek bir politik tavır gösteremedikleri göz önüne alınırsa korunacak çıkarların daha çok ABD çıkarları olacağı açıktır.

Petrole yönelik ekonomi-politik stratejiler, askeri stratejilerle desteklenmektedir. ABD bu konudaki “öncülük” misyonunu sürdürmektedir. ABD’nin uygulamaya başladığı yeni savaş stratejisi, “ABD’nin 21. yy.ın tek süper gücü” olmasını amaçlamaktadır. Girdiği tüm savaşları kazanmayı ve en az kayıpla, hatta tek bir kayıp vermeden saldırı gerçekleştirmeye dayalı bir strateji planlanmıştır. Körfez savaşı sırasında denenen bu yaklaşım uygulanan yüksek teknolojiyi daha da geliştirip sadece dış tehlikelere karşı değil, aynı zamanda “iç tehdit” ve ayaklanmaları bastırmaya yönelik olarak da, ordu gücünün düzenlenmesini içermektedir.

“ABD ordusu son zamanlarda jandarma kuvvetlerini güçlendirirken, dış saldırılara karış ise klasik kara savaşları taktiğini terkederek daha çok yüksek teknoloji ile donanmış uçak gemisi, tank vb. silahlarla uyduların yardımıyla önceden belirlenen hedefleri bir bir ortadan kaldırmayı hedefliyor. Geleceğin savaşlarını daha çok elektronik savaşlar olacağını söyleyen ABD Pentagon yetkileri, lazer vb. silahlarla donatılmış füze sistemleri savaşlarda artık psikolojik savaş boyutunun da daha çok kullanılacağını belirtiyorlar.” (4) Körfez savaşında denediği gibi askerlerini elden geldiğince çatışma alanına sokmayan ve kaybı en aza indirmeye çalışarak, en yüksek tahribatı ve vuruş gücünü elde etmeye yönelik olarak kullanılmaya başlayan bu metodun yanı sıra, nükleer tehdit de önemli oranda kullanılmaya devam edilecektir. Temelde özel savaş tarzının teknoloji ağırlıklı yeniden üretimi olan bu stratejik yaklaşım NATO’nun son toplantısında ki görüşlerle de uyum içindedir. Askeri gücü hem bölgesel çatışmalarda hem de ayaklanmaları bastırma harekâtında kullanmaya dayalı anlayış “Avrasya Jeopolitiği” çerçevesinde uygulamalarını yoğunlaştırmaya başlamıştır. Örneğin ABD birlikleri kayın zaman önce çölündeki en uzun askeri tatbikatı gerçekleştirmişlerdir. Yine bölgede gerilimi bilinçli olarak yüksek tutarak bu “gerilim”ler sonucu kendisi dışındaki emperyalist güçlerin bölgede geliştirebilecekleri ilişkileri veya çalışmaları engellemektedirler.

Belki de son yılların en gerici ittifakı olan ABD-Türkiye-İsrail ittifakı yine bu çıkar ilişkileri ekseninde gelişen bir ittifaktır. Ortadoğu halklarının en büyük düşmanı ve dünyadaki özel savaş uygulamalarının en gelişmişini uygulayan bu üçlü, ABD çıkarlarını merkeze alan politikalar uyarınca yanyana gelmişlerdir. Kanlı ittifakın Ortadoğu ayağı İsrail, Orta Asya ve Kafkasya ayağı Türkiye olurken, bölgedeki su, petrol, doğalgaz gibi zenginliklerin denetim altına alınması planlanmaktadır. Türkiye’nin Özal’la başlayan “bir koyup üç alma” sevdası dış politikanın ana rengi haline geldi. Bölge sorunlarına daha aktif yaklaşan, her krizden bur fırsat çıkmasını kollayan “bölge merkezli” dış politika anlayışı, doğası gereği militarist bir saldırganlığı gerektiriyor. Türkiye’nin Güney Kürdistan’a yaklaşımında da, Hazar, Kazakistan, Azerbaycan petrolüne vb. yaklaşımında da bu mantığın izleri vardır. AB kapısından kovulan, İslam Konferansından kaçarcasına ayrılan TC elindeki kanlı ittifak kozunu oynayarak dış politika uygulamaya mahkûm kalmıştır.

TC devleti yıllardır uyguladığı özel savaş tarzını özgürlük hareketini bastırmaya yönelik bir araç olarak gördüğü gibi aynı zamanda bölgesel dinamiklere müdahale etmenin aracı olarak da görmektedir. On yıllardır gerilla karşısında savaşan ve bir ordu için oldukça önemli bir özellik olan savaşkanlık yeteneği yurt dışında da Kore, Kıbrıs, Somali ve Bosna tecrübelerini yaşamıştır. Böyle bir savaş tecrübesi Ortadoğu topraklarında güç olabilmenin olmazsa olmaz koşuludur. Ancak tek başına yeterli değildir

Page 32: Özel Savaş Gerçeği

ki, bunun bilincinde olan TC askeri-sınaî kompleks oluşuma yönelmiştir. Kanlı ittifakla bu boyutta da ilişkiler geliştirmektedir.

TC’nin yürüttüğü özel savaş Güney Kürdistan’a taşmıştır, öyle ki Musul-Kerkük hayalleri bile görebilmektedir. Yine, Azerbaycan, Gürcistan’da darbe, suikast düzenlemeye kadar varan, Karabağ’a özel savaş kadrosu gönderip bölgesel çıkar peşinde koşan bir mantığa sahiptir. Ancak Kürdistan’daki ulusal kurtuluş mücadelesi bu yaklaşımları önemli ölçüde engelleyen bir güce sahip olduğundan, öncelik özgürlük hareketini bastırmaya verilmiştir. Türkiye içinde bulunduğu kanlı ittifakı bu konuda değerlendirmeye çalışıyor...

Genel olarak, ordular küçülüp daha hareketli, vuruş gücü yükseltilmiş, yüksek teknoloji ile donanmış özel savaş orduları haline gelmektedir. Bölgesel çıkar çatışmaları büyük konvansiyonel kuvvetler kullanılmadan, daha az kuvvetle, daha kısa zamanda büyük yıkımları doğurabilecek harekâtlarla yürütülmeye çalışılıyor. Bu savaş tarzı askeri stratejileri merkeze oturtuyor. Savaş sanayi bu anlayışa hizmet edecek savaş araçları üretmeye başlıyor. Dünyadaki bu gelişmelerden TC devleti de geri kalırsa “batılılaşmasına” halel gelir! Bundan dolayıdır ki o da “büyük” modernizasyon hamleleri gerçekleştiriyor. Özel kuvvetleri yaygınlaştırıyor. Emperyalist çıkarlar ekseninde, Türkiye’nin “aktör” rolünü oynayabilmesi önemli ölçüde bölgede yaşanan özel savaş uygulamalarıyla rezonansa gelmesine bağlıdır. Kendi de bir özel savaş uygulayıcısı olan ve ekonomisini neredeyse özel savaşın, özel sonucu olara kara para ile işleten Türkiye, hem özgürlük hareketinin sahip olduğu güç hem de bölgesel çıkar ilişkilerinden pay kapabilmek sebebiyle özel savaş onu hem yurtiçinde hem de yurt dışında yalnızlaştırmaktadır. Israr ettiği çizgi kendisini yıkıma götürmektedir. Bu konuda sahip olduğu histerik yaklaşımlar TC’yi tarihsel örneklerden ders çıkarma yeteneğini bile kaybettirmiştir. Bedel TC için oldukça ağır olacaktır.

Kaynaklar:

1-Bir Avrasya Jeostratejisi. Z. Brzezinski, Hepileri Dergisi, sayı: 8

2- A. g. E

3- Çevik Kuvvet Gölgesinde Türkiye, Ufuk Güldemir

4- Ülkede Gündem Gazetesi, İrfan Dayıoğlu, 09. 02. 1998

ÖZEL SAVAŞ VE TC

Özel savaş uygulamasının Türkiye topraklarındaki kökleri çok eskidir. Osmanlıdan, TC’ye tarihsel süreklilik içinde taşınmıştır. Bölünme, parçalanma paranoyası ile kanlı krizlere kapılan Türk egemenleri, katliamlarla dolu tarih yaratmışlardır. Kürtleri, Türkmenleri, Lazları, Çerkezleri, Gürcüleri, Ermenileri, Rumları vb. inkâr ve imha politikalarıyla yok etmek yok saymak yalnız Osmanlı döneminde değil, Cumhuriyet döneminde de saldırganlığı artarak devam etmiştir. Cumhuriyetin daha kuruluş yıllarında Mustafa Suphi ve yoldaşlarını Karadeniz’de katlederek komünist harekete tavrını ortaya koymuştur. Katliamın kendisi bir özel savaş operasyonudur ve Teşkilat-ı Mahsusa kökenli, Mustafa Kemal’in “tosuncuğu” Koçgiri de Kürt halkının cellâdı olmuş, Topal Osman tarafından gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren özel savaşın muhatapları bellidir. Kürt coğrafyasında ardı ardına Koçgiri’den, Palu’ya, Genç-Hani’ye oradan Ağrı-Zilan’a ardından Dersim’e ulaşan isyanlar fırtınası ancak büyük katliam ve göçlerle Dersim’de bastırılabilmiştir. Yine bu süreç

Page 33: Özel Savaş Gerçeği

içinde komünist avını bırakmayan devlet her iki cephede de saldırıları yoğunlaştırmıştır. Kemalist Cumhuriyetin her yönden muhalefeti sindirme ve yok etme politikasının kapsamlı bir uygulamaya konuşu Takriri Sükûn ile olmuştur. Şeyh Said ayaklanmasının bastırılmasıyla başlayan süreç muhalif gazetelerin kapatılması, komünist avı ve düzen içi muhalefetin susturulması (TPCF kapatılması) ile sonuçlanmıştır. Kurulan istiklal mahkemelerinde Şeyh Said ayaklanmasına katılanlar dışında, düzenin muhalifleri de yargılanmış ve cezalandırılmışlardır. Bugünkü DGM’lerin öncüleri olan istiklal mahkemeleri, mevcut yasalara uyma gibi bir çaba içinde dahi olmadan, hızla muhalefeti tasfiye işine soyunmuştur. İktidarını korumak için her yolu mubah gören bir anlayışa sahip olan Kemalizm, böylece iktidarını sağlamlaştırabilmiştir. Dikkat çekisidir TC daha kuruluş yıllarında ayaklanmaları bastırma harekâtını, muhaliflerini, iktidara ortak olmak isteyenleri tasfiye harekâtına dönüştürmüştür. Bu daha sonraki dönemlerde de sık sık tekrarlana bir şey olmuştur.

Baskı ve zor uygulamalarının yanı sıra ideolojik bir saldırı süreci başlatılmış, Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi gibi bilim dışı yaklaşımlarla inkâr ve imha politikaları yeni bir biçim almıştır. “Ayaklanmaları bastırma harekâtı” askeri uygulamaları dışında, “ideoloji” alanında da sürdürülmüştür. “Tek ulus, tek dil, tek bayrak” tanımlaması böylece hayata geçirilmeye başlanmıştır. II. Dünya Savaşı süreciyle başta orduda olmak üzere, bürokraside de kendini hissettiren Nazi etkisi Alman emperyalizmiyle sahip olunan tarihsel bir “dostluk” ilişkisinin olduğu kadar, ideolojik yakınlığın ve ekonomik çıkar ilişkilerinin de sonucudur. Mustafa Kemal her ne kadar “tek adam” olmak için eski İttihat Terakki ve TM kadrolarının bir bölümünü Takrir-i Sükûn döneminde tasfiye etmiş olsa da o dönemlerden kalan kadro ve anlayışın etkisi hala güçlüdür. II. Dünya Savaşı sürecinde ortaya çıkan “savaş zengin”lerine yanı sıra faşist zihniyetin ilkel sermaye birikim yöntemi olarak azınlık mallarına el koyma yönünde ortaya çıkan uygulamalar yine provokasyon vb. özel savaş taktiklerinin uygulamaya konmasının sonucudur. Devlet aygıtı cumhuriyetin ilk yıllarında uyguladığı şeyleri, daha sonra yine denemiştir.

II. Dünya Savaşı sonrası ise siyasi ortamda derin isler bırakan bir süreç olmuştur. ABD ile gelişen ilişkiler, Kore savaşı ile uluslararası düzeyde Anti-komünist cephede yer alış ve NATO’ya girilmesi, birbirleriyle bağlantılı ve bağlantısında bile gelecek süreçlerinin hangi düzlemde geçeceğini gösteren bir özelliğe sahiptir. NATO gibi kapitalist enternasyonal örgütünde yer almak, TC’de hem siyasi hem de askeri etkiler yaratmıştır. Siyasi etkisi Truman Doktrini ile daha iyi anlaşılabilir, çünkü bu doktrin II. Dünya Savaşı sorası Türk politikasını temel öğedir neredeyse. 1947 yılında ABD ile askeri yardım anlaşması imzalayan Türkiye, 1947 yılının Kasım ayından itibaren Amerika ve Türkiye’yi özellikle ilgilendiren Truman Doktrini Sovyetler Birliği’ne karşı bir anti-komünist cephe ve Ortadoğu’da ABD çıkarlarına hizmet edecek jandarma karakolları oluşturma çabasıdır. Ekonomik ve askeri yardımlarla kontrol altına alınan ekonomi ve politikalar artık ABD çıkarlarına uyumla bir şekilde işleyecektir. Ardından NATO içinde, CIA kontrolünde örgütlenmeye başlayan “Gladio” örgütleri, üye ülkeleri içten ve dıştan gelebilecek komünizm tehlikesine karşı korumak için faaliyete geçirildi. Dönem dönem sıcak savaşa da dönüşen soğuk savaş yılları bu örgütlerin oldukça aktif faaliyet yürüttükleri yıllar oldu. Türkiye’de Gladio örgütü, NATO’ya girdikten bir yıl sonra seferberlik tetkik kurul arayla kuruldu (1952). Milli savunma yüksek kurulunun kararıyla kurulan Türk Gladiosu daha sonra özel harp dairesi adını aldı ve bugün özel kuvvetler komutanlığı adıyla adını sürdürmekte. Türklerin devlet aygıtlarını aynan taklit etmekten hiç sakınca duymazlar, önemli olan devletin kürekliliğidir. Bu nedenledir ki kapitalist sistemin devlet etme tarzına dönüşen kontrgerilla cumhuriyetine dönüşmekten geri kalmamışlardır. Amerikan ordusunun sahra talimnamelerinin elifi elifine çevrilip uygulamaya konulması bu mantığın ürünüdür.

Page 34: Özel Savaş Gerçeği

Türkiye özel savaş aygıtını oluşturma konusunda oldukça becerikli davranmış, tarihsel birikimlerini CIA ekolüyle uyumlulaştırarak gerçekleştirmiştir. Bur yandan gayrinizamî savaşın yer üstü örgütlenmesini yaratan ordu, polis, istihbarat güçlerini buna göre işleyen devlet bir yandan da yer altı örgütlerini geliştirmiş bu amaçla MHP gibi sivil faşist yapılar örgütlendirmiş ve özel savaş araçlarıyla özellikle de istihbarat örgütleriyle yönsenmiştir. Başında faşist Türkeş gibi bir özel savaş subayı bulunan bur yapının yönlendirmesi hiç de zor olmamıştır.

İstihbarat, lojistik, operasyon, psikolojik savaş gibi örgütlenmelere sahip olan özel savaş aygıtı ile kuruluşundan itibaren adım adım örgütlenmesini derinleştirmiş olan Türk Gladiosu 27 Mayıs darbesinin sonrasında oluşturulan MGK’nın Milli Güvenlik Stratejisine göre faaliyetine devam etmemiştir. Böylece bir “ulusal strateji” çerçevesinde çalışmaya başlamıştır. Devletin çelik çekirdek yapılanmasında vurucu güç olarak önemli bir işleve sahip olan bu örgütün yanı sıra siyasi kadroların CIA kurslarıyla yetiştirilesi özel savaşın askeri ayağının yanına siyasi yanını da oturtmuştur. Amerikan yaşam tarzına göre yetiştirilmiş Anti-komünist kadrolar devlet hiyerarşisinde yavaş yavaş yükseltilerek yönetici kademelere gelmişlerdir. Dönem özel savaş aygıtının 60’ların sonuna kadar hem asker hem de siyasi olarak ülkenin tamamına örgütlülüğünü yaydığı bir dönem olmuştur. 1960’ların ortalarından itibaren yükselmeye başlayan gençlik hareketi dünyadaki ulusal kurtuluş savaşlarının da etkisiyle radikalleşme yaşamıştır.

ABD’nin yaşadığı Vietnam savaşının etkileri yeni bir doktrin gereği askeri darbelerle askeri yöntemler iktidara gelecek ve devletin tüm görevlerini devrimci hareketin ezilmesini sağlayarak “devletin sürekliliğini” sağlayacaktı. Yaşanan 12 Mart muhtırası öyle bir sonuç yaratmak için devreye girdi. Toplumsal muhalefette de yoğun saldırılar yaşamıştır. DGM’ler açıldı ve devlet “garanti” altına alındı. Sinan Cemgillerin Toros, Nurhaklarda, Mahirlerin Orta Karadeniz’de, Kızıldere’de katledilmesi, Denizlerin Sivas’ta esir düşmesi ve daha sonra katledilmeleri, İbrahim Kaypakkaya’nın Dersim Koçgiri’de esir düşüp Diyarbakır’da katledilmesi 12 Mart sonrasının gelişmeleri olarak ortaya çıkmıştır. Özel savaş rejimi devrimcilere karşı uygulamaları ortaya koymaya başlamıştır. Özel savaş rejimi devrimcilere karşı uygulamaları ortaya koymaya başlamıştır. Bu katliamların yönetimine gelmişlerdir. Özel savaş hiyerarşisi de üst makamlara gelmek katliamın özelliklerine bağlıdır.

1970’ler sonrasında kitleselleşerek büyüyen devrimci hareket karşısında özel savaş aygıtı da örgütlemesini derinleştirmiş tek tek öncü kadroları katledilmesinin dışında kitle hareketini bu süreçte devreye yoğun olarak sokulan MHP, kontrgerilla kamplarında eğittiği faşist militanlarıyla halka ve devrimci güçlere geliştirilen saldırıların en önünde yer almıştır. Çorum’da, Sivas’ta, Maraş’ta, Malatya’da gerçekleştirilen katliamlarla MHP faşistleri özel savaş aygıtına hizmet etmiştir. 1 Mayıs 77 katliamı, Ümraniye katliamı da eklendiğinde toplumsal yapıda din, kültür, ulusal farklılıkları bir çatışma yaratmak için körüklenip karşı karşıya getirilmeye çalışarak, sınıfsal ve dolayısıyla sosyal kurtuluş mücadelesinin önü kesilmeye çalışılmıştır. Yapılanlar ST-31’e uygun olarak hayat bulmuştur. CIA güdümlü kontrgerilla, özel savaş ile karşımızdadır. Yoğun bir psikolojik savaşın da yürütüldüğü bu dönemde profesörler aydınlar, gazeteciler katledilerek destabilizasyon zemini oluşturulmuştur. Aynı zamanda sivil faşist unsurların kullanılması devrimcilerin mücadelesini genişletirken gizlenen devlet eli yeterince deşifre edilememiştir. 1974’te gerçekleştirilen Kıbrıs işgali ile özel kuvvetlerin ayaklanmaları bastırma görevleri yanında işgallere katılma misyonu da yerine getirdiğini gördük. Bölgesel çatışmalara müdahale, Sovyetler Birliği’nin faaliyetleridir...

Page 35: Özel Savaş Gerçeği

12 Eylül darbesiyle destabilizasyon sona erdirilmiş, her düzeyde geliştirilen saldırılarla öncelikle devrimci hareket darbelenmiş, toplumsal muhalefet örgütsüz bırakılmış ve ezilmiştir. Düzen kendi ekonomi politikalarını bu örgütsüzlük ortamda uygulamaya koymuştur. Darbenin ardından hem dışarıda hem de cezaevinden yoğun saldırılara maruz kalan devrimci hareket yenilgiye maruz kalmıştır. Zor ve baskı uygulamaların toplumun bireycileştirmeye yönelik ideolojik, kültürel saldırılar izlemiş ve asimile edilmiş yeni bir kuşak yetiştirilmiştir.

1980 sonrasında kontrgerilla örgütlenmesi 84 atılımını yapan PKK’yi yok etmek için yoğunlaştırdı. Çatışma bölgelerinde daha kapsamlı bir örgütlenmeye gitti. Askeri ve polis güçleri yapılarını bölgedeki çatışmaya göre düzenlemeye başladılar. Kuruluşundan itibaren Sovyetler Birliği ve komünizmle mücadeleye göre konumlanmış Gladiosu yeni düşmanı ulusal kurtuluş mücadelesine karşı geniş bir örgütlenme yarattı.

Kısa başlıklar halinde özetlediğimiz Türkiye özel savaş aygıtının ve faaliyetinin gelişiminin başlıca

1-Cumhuriyetin kuruluşundan NATO’ya girilişine kadar olan dönem,

2- NATO’ya girişten, 84 atılımına kadar olan dönem,

3- 84 atılımı sonrası dönem olarak üç döneme ayırabiliriz.

1. dönem tarihsel tecrübelerinin yönlendiriciliğinde geçmiştir. Farklı toplumsal dinamikler birbirine -Ermeni, Kürt’e, Kürt’ü Türk’e, Laz’a, Alevi’yi Sünni’ye kırdırma yaklaşımı egemen olmuştur. Yürütülen büyük asimilasyon operasyonları ulus-devlet yaratma uğruna ulusal kültürel zenginliklerin yok edilmeye çalışıldığı dönem oluyor. Bu dönem de daha İttihat-Terakki’nin ideolojik argümanları etkilidir. Üniter devlet, milli iktisat politikaları bu anlayışın ürünüdür. Devlet aygıtının yapısında komitacı anlayış belirleyicidir. II. Dönem komita anlayışıyla CIA güdümü gayrinizamî savaş anlayışının birleştirilip, sentezleştiği ve ABD politikaları gölgesinde bir pozisyona oturduğu bir süreçtir. I. Dönemin anti-komünist anlayışı özel savaş aygıtının II. dönemine olmuştur. II. Dünya Savaşı’nda Nazi istihbarat örgütünün ABD hizmetine geçişiyle II. Dünya savaşı yıllarında Türk egemenlerinin Nazi hayranlığının (ki bu hayranlığın hangi çıkar ilişkilerine dayandığı çok yazılıp çizilmiştir.) Türkiye’nin, II. Dünya savaşı sonrasında ABD emperyalizmi yörüngesine girmesi açısından bir etkisi olmuştur mutlaka. II. Dönem gayri-nizami Harp anlayışının egemen olduğu ve bu noktada ciddi bir derinleşmenin yaşandığı bir dönemdir. NATO bünyesinde istihbarat ve güvenlik örgütlerine paralel olarak kurulan “Gladio” örgütü sahip olduğu milliyetçi ve anti-komünist kadrolarıyla kapitalist enternasyonale hizmet etmişlerdir. Mason locaları ve mafya örgütleriyle de iç içe geçen bu örgüt gayrinizamî savaşın kompleks bir örgütlenmeyle yürütülmesini sağlamıştır. Bu süreçte aktif olarak yer alan Türkiye, gladio örgütünün yanı sıra açtığı üstler ve özellikle Türkî cumhuriyetler üzeride yürüttüğü istihbarat faaliyetleriyle ABD emperyalizmine hizmette kusur etmemiştir.

Ayaklanmaları bastırma ve işgalleri önlemeye yönelik her örgütlenme iç savaş süreçlerine, sistem içi tasfiye hareketlerine karşı kullanıldığı gibi örgütsel çıkar ilişkilerine de kullanılırlar. Bu örgütlenmenin amacı gereğidir. Örneğin Türkiye’nin Kıbrıs işgalinde özel kuvvetlerin kullanılmasının, konvansiyonel savaş tarzı içinde destek amacıyla küçük tim harekâtlarının ötesinde bilgiye sahiptir. Bu işgal harekâtı başlamadan, hatta işgalin gerekçelerini hazırlanmasında dahi sürecin içindedirler.

Uygulama tarihiyle genel özellikleri oldukça eskilere dayanan gayrinizamî savaş tarzı gladio örgütlenmesi ile bir askeri-politik yoruma uğramıştı. Bu daha sonraki süreçte düşük yoğunluklu

Page 36: Özel Savaş Gerçeği

çatışma vb. isimlerle ayaklanma veya ayaklanma ihtimali bulunduğu emperyalizmin kutsal çıkarları açısından önemli görülen bölgelerin kontrol altına alınması, sosyalist sistem karşıtı ayaklanmalarının çıkarılması gibi amaçlar çerçevesinde yeniden askeri-politik bir yoruma uğramış. Genel stratejik bir seviyeye yükseltilmiştir. Özel savaş tarzı bu anlayışın ürünüdür. Devlet aygıtları bu anlayışa göre biçim almaktalar. Bu bir açıdan gizli devlet aygıtını derinleştirme yaşadığı bir süreçtir. Türkiye bu sürece büyük bir uyum göstermiştir.

III. dönem özel savaş örgütlenmesi ve uygulanması açısından ciddi bir gelişme göstermektedir. Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin başlattığı gerilla savaşı devleti bir açıdan hazırlıksız yakalamıştır. 80 öncesinde yapılan belli gerilla faaliyetleri her ne kadar devleti bir tecrübe yaratmışsa da bu oldukça sınırlı bir tecrübedir. Denetim mekanizmalarının ağırlıklı olarak konumlandırılmış olan devlet Kürdistan kırlarında başlayan isyan hareketlerine karşı klasik mekanizmalarıyla yaklaşmıştı. Önceki Kürt ayaklanmalarının konvansiyonel tarzda sürmüş olması devletin karşısındaki güce yaklaşımında hata yapmasına sebep olmuştur. Ancak kısa zamanda karşı tedbirlerini uygulamaya koymuştur. Gerilla tarzına göre yapılanmasını biçimlendiren devlet büyük askeri birliklerinin yanı sıra küçük timler şeklinde örgütlenmiş birimleri devreye sokmuştur. İstihbarat faaliyetlerini bölgede yoğunlaştırmış, polis özel timleri kurmuş, OHAL ve Olağanüstü bölge valiliği uygulamasına gitmiş, büyük silahlanma harcamaları yapmıştır. Gerilla ile halkı birbirinden ayırmak için her türlü baskı, katliam, yargısız infaz, kaçırma gibi kontrgerilla yöntemlerini deneyen devlet koruculuk uygulamasının yanı sıra zorla göç ettirme uygulaması başlatmış, binlerce köyü yakmış, yıkmıştır. Özel savaşın ağırlıklı uygulaması Kürdistan coğrafyasında yaşanırken batı metropollerindeki devrimci ve toplumsal mücadeleye de özel savaş aygıtı ve refleksleriyle yaklaşmıştır. Özgürlük hareketinin 84 atılımından sonra 70’li yıllarda katliamlara karışan ve Türk Gladiosuna çalışan yurtdışına devlet eliyle kaçırılıp pasaport, kimlik verilen sivil faşistler bölgeye getirilerek devlet adına savaşa başladılar. Devletin yaptığı sınır ötesi harekâtlar ve özellikle Güney Kürdistan güçleri PKK’ya karşı kullanma çabası sonunu uluslararası bir platforma taşımış tüm bölge ülkeleri ve emperyalist ülkeler belli bir tavır belirlemek durum unda kalmışlardır. Güney işgali denemeleri Güney ve Kuzey Kürdistan fiili olarak iyileştirirken, devlet bir yandan da bölgesel çıkar çatışmalarından pay kapma hayalleri başlamıştır...

Üçüncü Dönem Özel Savaş Stratejisi’nin tüm uygulamalarıyla hayata geçirilmeye çalışıldığı, bu amaçla uluslararası ittifakların kurulduğu bir dönemdir ve hala sürmektedir. Bu noktada devletin özel savaş aygıtının yapısal özelliklerine değinmeden bunun iç yapısını görmeye çalışalım. Ardından sürecin askeri politik sonuçlarına yeniden değineceğiz.

ÖZEL SAVAŞIN STRATEJİSİ VE TAKTİĞİ

Devlet, on yılı aşkın bir süredir devam eden Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi karşısında pek çık strateji ve taktik denemiştir. Her yeni strateji uygulamasını kirli savaş bataklığına daha da saplamasına neden oldu. Özgürlük hareketinin çıkışını yaptığı 15 Ağustos’tan sonra, isyanın niteliğini ve stratejisini yeterince kavramayan devlet, bu isyanı önceki Kürt isyanlarının askeri yenilgisinin temel sebeplerinden biri olan konvansiyonel savaş tarzı bu kes tekrarlanmış, belli bir hazırlık yaşamış olan gerilla tarzı uygulanmıştır. Hazırlığı ve biçimlenişi bu tarz çatışmaya uygun olmayan ordu güçleri hızla bu yönlü hazırlıklara girişmiş ve biçimlenişlerini gerilla tarzına karşı düzenlediler. 1984’ten 1992’ye kadar olan dönemde ağırlıklı olarak gerilla hareketini imha etmeye yönelik bir strateji belirledi. “Sudaki balığı avlama” çabası olarak da özetlenebilecek bir dönem boyunca devlet güçleri hem yoğun bir eğitim ve hazırlık yaparken hem de “karşı ayaklanma” önlemlerini almaya başladı. 1987 yılında

Page 37: Özel Savaş Gerçeği

OHAL ilanı ve OHAL valiliği uygulamasının başlaması ile birlikte çatışma alanlarında devletin kontrolünü arttırmaya ve devlet güçlerinin eşzamanlı kullanmaya başlamasına yönelik adımlarda yoğunlaştı.

Ayaklanmanın ilk yıllarında devletin hazırlıksızlığına karşı UKM’de sınırlı bir güce sahipti. Devlet güçlerinin başlattıkları yoğun operasyonlarla gerilla hareketlerini bitirdiklerine yönelik erken zafer çığlıkları kısa zamanda kesildi. Gerilla hareketinin önüne ordulaşma perspektifini koyması. Devlete karşısındaki gücün kısa zamanda yenilgiye uğratılmayacak bir güç olduğunu hissettirdi. Devlet güçleri bundan sonra uçun sürebilecek bir çatışmaya göre güçlerini hazırlamaya, düzenlemeye girişti. Kontrgerilla talimnamelerine göre örgütlenen devlet güçleri bu süreçten sonra sürekli askeri operasyonların yanı sıra yer üstü örgütünü güçlendirmeye başladı. İşte OHAL ilanı ve OHAL valiliği böyle bir momentte ortaya çıktı. OHAL ile birlikte koruculuk uygulaması yaygınlaştırılmaya başlandı. TC’nin bu uygulamalarının örnek alındığı sistem İngiliz sistemidir ağırlıklı olarak. İngiltere’nin sömürgelerinde uyguladığı sömürge valiliği ve homeguard (evbekçileri) uygulamaları Kürdistan’da uygulanmaya başlanarak bir açıdan Kürdistan’ın sömürge statüsü açıkça ilan edilmiş oluyordu. Devlet güçleri tarafından yürütülen “karşı ayaklanma” faaliyetleri ordu merkezli stratejilerle hayata geçiriliyordu.

Devlet güçleri, bütün güç yoğunlaştırmalarına rağmen gerilla hareketi karşısında üstünlük kuramayınca (aksine gerilla hareketinin belirgin bir yaygınlık göstermeye başlamasının ardından) yeni stratejik arayışlar içine girdi. Şehirlerde başlayan serhıldan hareketlerine karşı başlattığı saldırılar bir açıdan savaşta yeni bir cephe açılması anlamına geliyordu. Hem gerilla karşı, hem de şehirler de halka karşı yürütülen operasyonlar ve başlayan “güney” seferleri yeni stratejisinin habercisiydi. Gerilla hareketini stratejik dayanaklarından ve halk desteğinden yoksun bırakmayı, halka saldırıları yoğunlaştırarak en ileri kesimlerini etkisiz kıldıktan sonra belli “düzenlemelerle” süreci karşılamayı hedefliyordu. Özal tarafından öne çıkarılan bu stratejinin temelinde PKK hareketini etkisizleştirerek, sınırlayacak güney operasyonlarının ardından “iyileştirme” hamleleriyle suyu zehirleyip devletin siyasi yörüngesine hapsetme amacı yatmaktaydı. Ancak güney operasyonlarının devlet açısından hüsranla sonuçlanmasının ardından PKK’nin ilan ettiği ateşkes süreci devleti oldukça zor durumda bıraktı. Özgürlük hareketinin askeri olarak ortadan kaldırılamayacağının görülmesi devlette belli bir tartışma yarattı. Özal ve Eşref Bitlis kişiliklerinde somutlanan emperyalist planlardan da hız alan, alttan alta siyasal görüşme, daha çok ta PKK hareketi dışında “siyasal muhatap” yaratma arayışları bu ekibin tasfiyesiyle sonuçlandı. Güney savaşı ve Körfez savaşı ardından gücünü arttıran ulusal kurtuluş hareketine karşı Topyekün savaş ilan edildi. 1992 sonunda Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş tarafından açıkça ifade edilen düşük yoğunluklu çatışma stratejisi uygulanmaya kondu. Belli bir süredir sürdürülen hazırlıklar ardından ordu ve polis güçleri yoğun bir saldırı başlattı. Özel savaşın sonucu devlet açısından ağır oldu. Siyasal güç merkezleri iyici dağıldı, işleyişini istikrarsızlaştı. Yapısal sorunları derinleşti, ekonomi iflas etti, özel timleri “çete”leşerek kendilerinin bile kabul edemedikleri bir seviyeye ulaştı, kara para ekonomisi bütçeye denk gelir getirmeye başladı.

Topyekün savaş saldırısının da başarısızlığa uğramasının ardından devlet yönelimleri tartışmaya başladı. Topyekün savaş gerilla hareketini etkisizleştiremediği gibi uyguladığı zorla göç ettirme politikasıyla gerillanın halkla olan ilişkisini kesememiş olmakla birlikte ayaklanma tehlikesini metropollere taşımış oldu. “Bu noktada iki politik eğilim oluştu. Birincisi; PKK kabul edilebilir şiddet düzeyine geldikten sonra, ekonomik, sosyal ve kültürel çözümlerin devreye sokulmasını benimseyen eğilim, İkincisi; Askeri şiddetle PKK’nin askeri gücünü tasfiye etmek mümkün görünmüyor, kabul

Page 38: Özel Savaş Gerçeği

edilebilir şiddet düzeyine getirmek mümkün olmuyor düşüncesinden hareketle; problemin sosyal, ekonomik ve kültürel yanlarını silahlı mücadeleyle birlikte devreye sokalım görüşünü benimseyen eğilim” (1). Hem “suyu” zehirlemeyi hem “balığı” avlamayı planlayan bu yaklaşım Topyekün saldırının sürdürülmesinin yanı sıra “kalkınma” hamlelerini birlikte uygulamayı öngörüyor. Çatışma alanlarına büyük askeri güçler yığarak “alan tutmayı” ve ardından gerilla hareketini sınırlandırıldığı bu alanlarda bozulan, dağılan devlet aygıtının askerin eliyle kurarak “kalkınma” sağlamayı hedefliyor. Art arda yapılan Güney operasyonlarıyla gerillanın stratejik dayanak noktalarının dağıtılmasına, hatta tampon bölge uygulanmasına çalışırken bir yandan da -büyük ölçüde koruculardan oluşan- kitlelerle yiyecek, sağlık, eğitim vb. götürülerek su zehirleniyor.

Kaldığımız yerden devam etmek kaydıyla buraya kadar sıraladığımız özel savaş uygulamalarının stratejik ve taktik açılımını yapmaya çalışalım.

TC devleti ayaklanmanın ilk yıllarında kontrgerilla yöntemlerine göre düzenlenmiş olan sahra talimnamesine (ST-31) göre strateji ve taktiğini belirlemiştir. Önceliği daha yeni ve güçsüz olan gerilla hareketini ortadan kaldırmaya vermiş, bu süreçte kendi askeri yapısını kontrgerilla yöntemlerine göre düzenlemeye çalışmıştır. Ordu güçlerinin teçhizatı, eğitimi kontrgerilla yöntemlerine göre yenilenirken, çatışma bölgelerinde istihbarat örgütlerinin faaliyeti genişletilmiştir. JİTEM 1984 yılında kurulmuştur. İlk dönemde uygulanan strateji balığı avlamaya yöneliktir. Halkta ayaklanmaya yönelik büyük hareketlenmeler görülmediği için halka yönelik klasik sindirme, asimilasyon politikaları uygulanmaya devam etmiştir. Askeri darbeden dolayı bölge zaten sıkı yönetim ile yönetildiğinden, devletin yürütme vb. yetkisi askerlerin elindedir. Ancak batıda devrimci hareket önemli ölçüde etkisizleştirildiğinden devlet bu açıdan rahattır ve 28 kez bastırılan Kür ayaklanmalarının, bastırılacak olan 29. ’su olarak görmüştür yeni ayaklanmayı. Devletin Kürt sorununa inkâr-imha yaklaşımı stratejilerinin temel mayası olmuştur. İlk dönemdeki uygulamalarda, sonraki konsept değişiklikleri de hep bu mantıktan kaynaklanmıştır. Ayaklanmanın, öncü gücünün hareketlerini kontrol altına almaya ve onu darbelemeye devam ederken halk kitleleri ile temasını engellemeye yönelik atılan “iyileştirme” adımları düşük yoğunluklu çatışma stratejisinin klasik uygulamaları aldığı halde TC devleti inkâr-imhacı mantığından dolayı soruna sadece baskı ve zor politikalarıyla yaklaşmıştır. Klasik DYÇ uygulamalarına göre yaptığı bu stratejik hata özgürlük hareketinin güçlenmesini hızlandıran bir olgu olmuştur. Devlet ayaklanmaya karşı sistemini bir kez böyle bir katı tutum üzerine bu yönelişin türevleri benzer sonuçlar doğurmuştur. Kürdistan gerçekliğini görmek istememek, inkâr etmenin bedeli TC için ağır olmuştur. Gerçekler inatçı şeylerdir. Ne kadar inkâr edilirse edilsin varlıklarını hissettirirler.

TC’nin özel savaş uygulamalarını derinleştirmeye 1987’de OHAL ilanı ile başlamıştır. OHAL valiliğinin de kurulmasıyla yürütülen özel savaş stratejisine “sivil” maske takılmıştır. DYS stratejisinin halk ile gerilla hareketini bir birinden ayırmak, çatışma bölgesinde azami denetim ve kontrolü sağlayarak devlet güçlerinin koordinasyonunu amaçlayan OHAL, özel savaşın güvenlik örgütleri aracılığıyla yürütülmesi esasına dayalı bir yönelimdir. Ancak Türkiye’de hiçbir zaman özel savaş stratejisinin uygulanması askerlerin denetim ve yürütümü dışına çıkmamıştır (bilinen nedenlerle). Bu anlamda OHAL ‘tüm devlet gücünün ayaklanma karşıtı harekâtta, uyumlu ve eşzamanlı çalışmasını sağlayan” bir araç olmuştur, askerlerin elinde. Esas yetki sürekli olarak bölge Asayiş Komutanlığının elindedir. Bu dönemde uygulanmaya başlayan bir başka stratejik yöneliş “koruculuk” oluştur. Geçici köy koruculuğu olarak adlandırılan yöneliş ile birlikte halk kitlelerini parçalamak ve güç bölünmesi yaratmak, hatta ilerde “karşı ayaklanma hareketine” zemin sağlamak gibi stratejik kazanımlarla

Page 39: Özel Savaş Gerçeği

birlikte, gerilla hareketini sınırlamak, saldırı cephesini genişletmek, lojistik imkânlarını daraltmak, karşı-istihbarat kaynağı sağlamak ve aktif olarak savaşta yer almak gibi taktik kazanımlar sağlanmıştır.

Özel savaş askeri, siyasi, enformasyonel yönleri olan bir stratejidir. Bir kere ayaklanma karşı harekât başladı mı bütün güçler bu tek noktaya kilitlenir ve onun hizmetine girer. DYS’nin temel ilkelerinden olan bu önermeye TC de büyük önem vermiş ve hassas bir şekilde uygulanmıştır. Zaten askeri yönetimin gölgesi henüz ortadan kaybolmadığı için, devlet örgütlenmelerinin yanı sıra “sivil” unsurların bu yönelişe uyumu oldukça kolay olmuştur. Özel savaşın hizmetine girilecek denmiştir ve girilmiştir. Özellikle yürütülecek olan ve yine karşı ayaklanma hareketinin temel ilkelerinden olan -psikolojik savaş konusunda bu uyum devlete büyük kolaylık sağlamıştır. Zamanla özel savaş kadroları medyaya yerleşip televizyon programı, köşe yazarı olurken, medya patronları başta gelmek üzere gazeteci ve yazarlar vb. özel savaş brifingleriyle eğitilerek çizgiye çekilmiştir. Zaten OHAL sebebiyle hiçbir bilginin girip-çıkmadığı bir bölgede tek bilgi kaynağı OHAL valiliği ve askeri kaynaklar olmuştur.

Bu dönem de devletin başlattığı “yeni” hazırlıkların temeli DYÇ stratejisine hayata geçirme planı oluşturmaktadır. Ayaklanma hareketini önceleri Jandarma ve polisle bastırmaya çalışan anlayış bunun yetersizliğini görünce TSK güçlerini daha fazla sürecin içine sokmuştur. DYÇ stratejisinde sürekli operasyonlar “tim” halinde örgütlemiş yapılarla hayata geçirilir. Hızla bu yönlü bir çaba içine giren ordu güçleri Tim eğitimlerine başladılar ve jandarmadan polise kadar tüm militarist güçlere bu örgütlenme tarzını yaydılar. Sonuçta jandarma komando taburları, polis özel timleri, komando timleri, özel kuvvetler bölgedeki çatışmanın içinde aktif olarak yer almaya başladı. Eğitim işine büyük önem veren devlet stratejik eğitimden taktik eğitime kadar bir dizi eğitim verecek imkânları kurmaya başladı. Bütün bu yönelişlere rağmen çalışmalarda büyük konvansiyonel güçler kullanmaktan da vazgeçmedi.

TC’nin stratejik saldırılarından bir başkası Güney Kürdistan operasyonlarını daraltmak, hatta tamamen elinden almak biçimindeydi. Böylece gerillanın hareket imkânı daraltılacak, bir bölgeye hapsedilecekti. Ama hedefe ulaşılamadı ve sonuçta gerilla güney cephesinde daha da güçlenmeye başladı. Güney savaşı bir açıdan devletin stratejik yenilgiyi tartıştığı bir dönem oldu. Madem gerilla yenilgiye uğratılamıyordu öyleyse onunla diyalog kurmaktan, başka muhataplar yaratmaya kadar bir çok ihtimal tartışıldı “devlet katında”. Gerillanın “ateşkes” hamlesi bu tartışmayı derinleştirdi. Körfez savaşı döneminde Özal’ın ifade ettiği “bir koyup üç alma” mantığının altında Körfez petrolünün gelirinden çöplenmek, Amerika’nın “taktirini” elde etmek kadar, bölgedeki işbirlikçi Kürt unsurlarla bir oluşuma gitmek ve bunlara hamilik yapmak özgürlük hareketinin askeri gücünü arttıracak gelişmeler TC’nin üzerine kâbus gibi çökmüştür. Ortaya çıkan bu gelişmelerin bedelini Özal ve Bitlis canlarıyla ödediler. TC tarihinin klasikleşmiş kanlı tasfiyelerinden birini yaşadılar.

Güreş-Çiller-Demirel üçlüsünün başını çektiği kliğe topyekün savaş kliği denebilir. Özal’ın ardından Cumhurbaşkanı olan Demirel, Başbakan olan Çiller Genelkurmay güdümünde oldukça titiz ve disiplinli emirerleri olarak hizmet yaptılar. DYS literatüründe tüm resmi ve sivil güçlerin özel savaş uyarınca seferber edilmesi anlamına gelen topyekün savaş ilanı kapsamında faili meçhul cinayetler, bombalama, kaçırma, yargısız infaz, demokratik kitle örgütlerine saldırılarda büyük patlama oldu. Topyekün savaş uyarınca seferber olan bütün gizli-açık, resmi, sivil güçler kendi alanlarında bu saldırı dalgasında yerlerini aldılar. Serhıldanlara yönelik saldırılar, ilçelerin topa tutulması, köy yakmalar, köy boşaltmalar topyekün savaş uyarınca yaygınlaştırıldı. Sistemin en iyi Kürt ölü Kürt’tür mantığı neredeyse bir soykırıma yöneldi.

Page 40: Özel Savaş Gerçeği

Topyekün savaş saldırısının amacı “suyu kurutmak ve balığı avlamaktı”. Bunun için su yani halk koruculaşmak ya da göç etmek arasında bir seçime zorlandı. Binlerce köy bu kapsamda boşaltılırken, gerillanın lojistik imkânları sınırlandırılmaya çalışılıyordu. Kürdistan’ın insansızlaştırılmasıyla gerillanın gerilla etkinliği kırılmaya çalışılırken, büyük kentlere yaşanan göç, ayaklanma hareketi açısından yeni imkânlara işaret ediyor. Su böyle kurutulurken gerillanın etkinliğinin olduğu stratejik önemdeki bölgelere on binlerce asker yığarak “alan tutma” uygulamasına başlandı. Arazinin gerilladan “temizlenmesi”nin ardından “alan kontrolü”ne gidilmesi ve büyük operasyonlarla gerillanın bölgeden sürülmesi hedeflendi. Böylece gerilla marjinalleşecek ve “şiddet kabul edilebilir düzeye” gelecekti. “Alan tutma” uygulaması Güney Kürdistan’a kadar taşındı. 1995 gerillanın tamamen yenilgiye uğratılacağı yıl olarak ilan edilmesine rağmen hedeflere ulaşılamaması devleti yeni arayışlara itti. “Terörün belinin kırılacağı bahar”lar bir türlü gelmiyordu. 1997 Nisan’ında yapılan MGK toplantısı sonucunda “ekonomik, kültürel, sosyal destek” planlamasından bahsedilmeye başlandı. Aynı zaman diliminde askerler tarafından açıkça konuşulmaya başlanan “terör tamamen bitmez ama marjinal seviyeye getirdik” “bundan sonra iş sivillerin” gibi ifadeler özel savaşın çözümsüzlüğünün dile gelişidir.

1997 yılıyla birlikte devletin uyguladığı özel savaş yeni bir stratejiyi uygulamaya başladı. Bu stratejinin öncekinden farkı “suyu kurutma” yerine “suyu zehirleme”yi hedeflemesi, “balığı avlama” mantığında bir değişiklik yok, yöntemlerini değiştirme, örgütsel yapısını düzenleme çabası var. Gerillanın içinde hareket ettiği kitle dinamiklerinin kontrol altına alınması, öncüye olan güvenin kırılması, kapitalist sistemin yozlaştırıcı, çürütücü etkileriyle başbaşa bırakılması, ekonomik ve sosyal “iyileştirme”ler ile sistem içselleştirilmesi hedefleniyor. Kitle içindeki sosyal farklılıklar kullanılarak parçalanmaya, işbirlikçiliğe yatkın unsurlar sivrileştirilmeye çalışılıyor. Kürt halkına yönelik bu uygulamalar planlanırken gerillaya yönelik alan tutma ve alan hâkimiyeti yönelişine devam edilecek bu alanda devlet işleyişini oturtacak ve yeni köy-kent projelerine alt yapı sağlanacak, yeni “marjinalleştirme” yönünde iddialar gerçekleştirilmeye çalışılacak, ideolojik boyutta kayma ve sapmalar zorlanacak.

Ana başlıklarıyla sıraladığımız bu özel savaş yönelişleri gerçekte TC’nin bir türlü “kitabına” göre uygulayamadığı DYÇ ilkelerinin, kitabına uydurularak yeniden pişirilip masaya getirilmesinden başka bir şey değildir. TC her başarısızlığında döne döne eski yöntemleri allayıp pullayıp gündeme sokuyor. İnkâr ve imha politikasından vazgeçilmemiştir ve bundan vazgeçilmediği sürece biçimsel farklılıklar dışında stratejilerin özünde büyük değişiklikler olmayacaktır. Bugünkü yönelişinde eskiye göre daha fazla vurgu yaptığı noktalar vardır. Gelişimin iyi izlenmesi ve her ihtimalin değerlendirilmesi açısından bu vurguları anlamak gereklidir.

Son günlerde sık sık gündeme getirilen eğitim, sağlık, vb,” hizmet”lerin askerler aracılığıyla devreye sokulması, yiyecek yardımlara uygulamalar devletin halkı kendine örgütleme, sisteme bağlama yaklaşımının işaretleridir. Devlet kendi Kürdünü yaratmayı hedeflemektedir. Göç ettirilenlere iskân sağlama, köy-kent projesi gibi planlar DYÇ stratejisinde, “beyaz bölgeler” yaratma çabası olarak tanımlanmaktadır. Devlet ayaklanma etkisinin hissedilmediği, tamamen pasifize edilmiş, asimile edilmiş, Kürt’ü yaratmaya çalışıyor. 8yıllık eğitim planı da bu asimilasyon kapsamında değerlendirmek gerekir. Devlet kendi Kürtünü yaratırken üzerinde hareket edeceği geniş bir zemini vardır. Halis Toprak’tan Şerafettin Elçi’ye, PDK’dan, Kemal Burkay’a, korucular, itirafçılardan Hüseyin Yıldırım gibilerine kadar bu konuda gönüllü ve belli bir etkisi de olan kesim devletin kullanımına sonuna kadar açıktır.

Page 41: Özel Savaş Gerçeği

Devletin stratejik hedefleri içinde Kürt “UNİTA”sını yaratmak vardır ve saydığımız kesimler bu noktada çalışmaya açıktır. Bu adımın hayata geçmesini, başarısını engelleyen şey PKK'nin varlığıdır. PKK gücünü koruduğu sürece bu yönelişin kısa vadeli başarı şansı yoktur. Bundan dolayıdır ki TC’nin yönelişleri bir yanıyla PKK’yi etkisizleştirmeye yönelikken diğer yandan Kürt kitlesinde çürüme yaratarak işbirlikçi bir yapıyı kabullenmesine çalışılmaktadır.

Özel savaş ideolojik, kültürel, askeri, siyasal, psikolojik düzenlerde yürüttüğü saldırılara her cephede karşılık vermek zorunludur. Hayat hiçbir boşluğu kabul etmemektedir. En ufak bir boşlukta sızan düzen çürütücü etkisi egemen kılabilmektedir. Savaş sürdükçe daha kompleks hale gelmekte, olasılıkları artmaktadır. Olasılıkları en iyi değerlendiren, ihtimal hesaplarını en ustaca yapan güçleri en iyi konumlandıran kazanacaktır ve bu konuda ibre genel olarak özgürlük hareketinden yanadır.

Sistem, özel savaş stratejilerini uluslararası, bölgesel güç ilişkilerini de hesaplayarak oluşturmaktadır. “Durumdan vazife çıkarmak” şeklinde dile getirilen yöntemsel yaklaşım pozitivist çözümleri içermektedir. Sistemin iç çelişkileri, baş çelişki, bunlara karşı hayata geçirilecek politik, askeri, ekonomik uygulamalar. Siyasi çelişkilerin uluslararası boyutları, bölgesel karşılıklar ve alınması gereken “önlemleri” içeren genel bir stratejik planlar dizisi hazırlanır. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi olarak yürürlükte bulunan “gizil anayasa” devletin stratejik yaklaşımlarını ana hatlarıyla belirtmektedir. 1992 yılında MGSB belirlenen ilk stratejik düşman, ulusal kurtuluş hareketidir.

1997’de birinci sırayı siyasal İslam almış, UKM ikinci sırada yer almıştır. Sıranın değişmesinin ilk anlamı ulusal kurtuluş hareketine yürütülen savaş sonunda “marjinalleşme” kabul edilebilir şiddet seviyesi” çizgisine gelindiği UKM’nin geriletildiğine yönelik iddiadır. UKM’ne karşı zaten sürekli savaş halinde olan ve bu noktada gücünün önemli bir bölümü bu savaşa ayrılmış olan sistem, “kalkınma” adımlarına meşruluk sağlayabilmek için böylesi bir sıralama yapmıştır. Diğer etken ise siyasal İslam'ın ulaştığı örgütlenme seviyesi, maddi gücü dikkate alındığında hala yeterince ehlileştirilemediği, sistemin rahatlıkla hazmedemediği bir konumda olmasıdır. Siyasal İslam'ın düzeni rahatsız eden yönü potansiyel gücüdür. Bir yandan tekeller arasında kedi kendine yer açmak çabası, diğer yandan iktidar talepleri ve ideolojik farklılıklar siyasal İslam'ı aynı zamanda merkez kaç kuvvet yapmaktadır. Özellikle Kürdistan’da UKM ile rezonansa gelme “ihtimali” sistemi rahatsız etmektedir. Sistem devlet dini yaratma mantığı ile bir yandan İslami duyarlılığı kontrol altına almaya, alınamayanları ezmeye yönelirken diğer yandan işbirlikçi işler yaratarak yedek güçlerini kuvvetlendirmiş ve politikalarına yedeklenmiştir. Şimdi kontrol ettiği, denetim altında tuttuğu, belirli bir ekonomik güce ulaşan ve siyasallaşan İslam güneşi altındaki, tekellerin arasındaki yerini istiyor. Finans-kapital düzeninin karşı olduğu ve Milli Güvenlik Siyasetinde onu birinci sıraya çıkması bu gerçekliğe dayanmaktadır.

Sistem, politik-askeri bir strateji olan özel savaş stratejisini, askeri uygulamalarını “milli askeri stratejik konseptler”le planlar, strateji ve taktik kurma, değerlendirme yapma konusunda özel bir örgütlenmeye giden ordu eğitim ve doktrin komutanlığı (EDOK) ile ABD’den sonra ikinci olarak böyle bir örgütlenmeye sahiptir. Kara kuvvetler komutanlığına bağlı olan EDOK 1994 yılında kurulmuş 1997 yılına kadar gizli faaliyet yürütmüştür. “Kara kuvvetlerini savaşa hazırlamak için gerekli altyapıyı oluşturmak; geleceği şekillendirmede, ana faaliyet alanlarından olan, konsept doktrin, eğitim, geliştirme, teşkilata malzeme geliştiren asker geliştirme konularında” çalışmaktadır.

Bu konuda emperyalizmin özellikle de ABD’nin stratejik yaklaşımları, sistem tarafından amentü bellenmektedir. “Uluslararası toplum”la birlikte davranmaya özel önem gösteren sistem, stratejisini belirlenen ve hayata geçirme noktasında “krizlere müdahale kabiliyeti” kazanmış “çevik kuvvet”

Page 42: Özel Savaş Gerçeği

yapılanması ya da “teritoryal savunma” anlayışı askeri stratejisinde yerini almıştır. TSK tarafından 200’li yılların stratejisi olarak ilan edilen “2. 5 savaş stratejisi”ne göre, TSK merkezli bölgelerde konumlandırılacak zırhlı kolordular (havuz kuvveti) kurmayı amaçlıyor. Bu kolordularla ordu güçleri hem doğu hem de batı bölgelerinde savaşabilecek ve bunlarla birlikte ayaklanmaları bastıma harekâtları da düzenleyebilecek yetenek kazanacak EDOK tarafından hazırlanan konsepte göre “Türkiye’nin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’dan oluşan sorunlu üçgen bölgesinde, terörizmden, kitle imha silahlarının kullanılabileceği genel savaş kadar, önceden tahmini güç, çok yönlü ve çok farklı tehdit risk ortamında” bulunduğu tespiti yapılıyor. Konseptin “yarım” olarak adlandırılan bölümü ise “savaş dışı harekât” kapsamında “dinsel ve etnik kökenli çatışmalar, terör, bölücü terör”e karşı büyütülecek uygulamaları içeriyor. Bu konuda siyasal İslam'a karşı “Batı Çalışma Grubu” gibi istihbarat yapılanmasına giden genelkurmay, aynı mantıkla “terör ve bölücü terör”e karşı da istihbarat sınıfı oluşturmayı planlıyor. Bu kapsamda EDOK’a bağlı taktik istihbarat okulu kurulması çalışmalara başlandı.

“Bölgesel çatışmalar ve istikrar, bozucu faktörler, dini fanatizm, uluslararası uyuşturucu kaçakçılığı, uluslararası terörizm" gibi "düşman”lara karşı pozisyon alan sistem klasik DYÇ ilçesi olan ve çatışmaları Jandarma ve polis kuvvetleri gibi “güvenlik” örgütleri de geliştirilerek askeri organizasyonlara destek verecek.

ÖZEL SAVAŞ SİYASETİNİN EGEMEN RENGİ: HAKİ YEŞİL

Türk devlet manifestosunun temel ilkelerinden biri olarak, “devlette süreklilik esastır” şeklinde kristalize olan mantık, Türk devlet tarihi boyunca ordu güçlerinin etkisi ve belirleyiciliği altında işlenmiştir.

Ayaklanmaları bastırma işgalleri önleme “amacıyla oluşturulan örgütlemelerin önemli bölümünü militarist unsurlar tarafından hayata geçirilmiştir. Ordu kendini, devletin sürekliliğinin teminatı olarak görmektedir. Türkiye’deki siyasi ortamda sürekli bir “Haki Yeşil” gölge gezinmekte ve bilinen momentlerde de açık müdahalelerle, siyasetin, ekonominin akacağı yönü belirlemektedir. Bundan dolayıdır ki oluşturulan “gladio” tipi örgütlenmelere uyum sağlaması ve çok kısa zamanda uygulamaya koyması kolay olmuştur. Zaten kullanıla gelen yöntemler, uluslararası “deneyimlerle” zenginleştirilmiş, derinleştirilmiştir. Sosyalist sisteme karşı oluşturulan anti-komünist kamp geleneksel yöntemlerin, uluslararası çıkar ilişkileri bazında yeniden ve daha gelişmiş yöntemlerle uygulamasına imkân tanımıştır. Tarihsel olarak “yenilikler” hep orduda uygulanmaya başlanıp, daha sonra yaygınlaştırılmıştır, böylesi “yeni” yeni bir siyaset etme yöntemi de ilk ordu güçlerince uygulanmaya konmuştur.

Savaş eyleminin unsurlarından biri olan “gayri-nizami harp” olgusunun dönemin ekonomik, siyasi özelliklerinin temelinde yeniden yorumlanıp, düzenlenmesi olan özel savaş uygulamasının Genel Kurmay Başkanlığı denetimi altında yeniden örgütlendirilmesi, ABD’ye gidip eğitim alan kadrolar tarafından kısa zamanda hayata geçirilmiştir. Gayri-nizami harbin hem yeraltı, hem de yerüstü örgütlenmesi özel savaş eğitimi almış kurmaylar tarafından oluşturulmuştur. Yeraltı faaliyetinin “azami gizlilik” içinde, hücrelerdeki kadrolar birbirini tanımayacak şekilde yürütülmesi, birbirleriyle gizli haberleşme teknikleri kullanarak istihbaratı sabotaj, pasif mukavemet ve propaganda faaliyetleri yürütülmesi, harekâtın ileriki safhalarında şehir gerillasına kadar ulaşabilecek bir dizi organizasyon oluşturulması öngörülmüş ve harfiyen yerine getirilmiş silah, pasaport, para vb. ihtiyaçları örtülü-örtüsüz ödeneklerden karşılanmıştır. Yerüstü örgütlenmesi ise en az yeraltı örgütü kadar sinsi bir

Page 43: Özel Savaş Gerçeği

faaliyet yürütür. CIA kurumlarından burs almış devlet yöneticilerinden başta MHP olmak üzere “profesörleri” “aydınlara”, gazetecilere kadar geniş bir örgütlenme ağı vardır. Devlet aygıtına stratejik, taktik önermeler yapan, sivil faşistler aracılığıyla katliam yürüten, psikolojik savaş veren, devlet kurumları arasında koordinasyonun kurulmasında aktif görevler alan bu unsurlar, özel savaşın yerüstü ayaklarıdır. Gayri-nizami harbin yeraltı örgütü, üniforma, resmi kimlik, yeşil pasaport ile resmi devlet illegalitesini kullanıp, konumlanırken, yerüstü örgütlenmesi de gizli toplantı, burs, konferans, Marmara toplantılarıyla aynı resmiyetin adına gizlenmekteler. Bütün bu organizasyonun komuta merkezi MGK iken, altında onlarca koordinasyonuyla, özel bürosuyla geniş bir örgüt ağı bulunmaktadır. Oldukça detaylı bir işbölümüne sahip olan bu aygıt gizli devletin ana gövdesini oluşturmaktadır.

190 sonrasında oluşturulan MGK, ordu güçlerinin ülke siyasetini belirlemesini sağlamak amacıyla oluşturulan bir kurum olarak kurulmuş ve kısa zamanda Milli Güvenlik Siyaseti çerçevesinde iç savaşın koordinasyonu misyonu yüklenmiştir. Anayasal bir kurum olan MGK “devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve korunması hususunda zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararların Bakanlar Kurulunca önceden dikkate alınacağı” bir yürütme (aynı zamanda fiili olarak yasama ve yargı) organlarıdır. Askerlerin sayısal üstünlüğünün olduğu MGK’da alınan kararlar esastır ve tartışmasız uygulanır. Böylece “durumdan vazife çıkartan” askerler, yasal sorumluluğu olmayan bir devlet örgütü aracılığıyla ülke siyasetinin önemli bir belirleyeni oluyorlar. Yürütülen özel savaş sebebiyle (zaten kadro siyasetini “karşı ayaklanma faaliyeti” pratiği üzerinde tanımlayan) devlette devlet kadrosu, özel savaş kadrosu ayrımı kalmamıştır ve bunların tüm faaliyetleri ve koordinasyonları MGK’da kararlaştırılır.

MGK’ya siyasi gücü sağlayan şey -açım militarist örgütleriyle birlikte- gizli altyapı örgütleridir. Başta MGK genel sekreterliği olmak üzere, ona bağlı örgütler ve devlet hiyerarşisinde mahallelere kadar yayılan gizli zincir, tüm toplumsal dinamikleri kontrol etmeye yönelik ahtapot kollarını oluşturmuştur. “Gölge” başbakanlık kurumu olarak çalışan MGK genel sekreterliği, sahip olduğu örtülü ödenek, resmi-özel tüm kurumların her türlü bilgisine elde etme yetkisi, gizli çalışan kadroları ile gizli devletin en önemli stratejik örgütlerindendir. MGK genel sekreterliğin “ana hizmet” kurumları sıralandığında dahi misyonu ve etkinliği hemen anlaşılabilir; Milli Güvenlik Siyaseti başkanlığı, Toplumla ilişkiler başkanlığı, topyekün savunma sivil hizmetleri başkanlığı, Bilgi toplama ve değerlendirme grup başkanlığı, Devlet aygıtının strateji belirlemesi stratejiye göre konumlanmasını sağlayan mekanizmalarıyla Milli Güvenlik Siyasetinin hazırlayıcısı ve güdücüsüdür.

Devlet, örgütlerinin ve siyasetinin sürekliliğini, etkinliğini stratejisin uygun araçlar yaratarak ve en önemlisi stratejik araçlarını yaratarak sağlamaktadır. Gizli devlet aranacaksa onu susurlukta, “çete”lerde değil Genelkurmayda, MGK’da aramak gerekir. “Türkiye cumhuriyeti ilelebet var olacaktır” diyen anlayışın güvenliği ve sırtını dayadığı örgütler bunlardır. Düzenin çıkarına strateji belirleyen, onun taktiklerini ve aygıtlarını oluşturan, sonra strateji değiştirip yeni taktik ve aygıtlarını oluşturan güçler dengesine göre uyumlu olmaya çalışmasından alıyor. Toplumsal hareketliliği denetleme ve kontrol yeteneği sağlayan, bilgi tekelini elinde tutan, strateji belirleyen stratejiye, taktik kuran, zorunu son derece hızlı ve gündelik uygulayabilen, aygıtlarıyla devlet her türlü bilgiyi iktidar gücüne dönüştürmeyi becerebilmektedir. Ayaklanma hareketlerinde karşı ideolojik, politik, kültürel, teknik vs. boyutlarındaki stratejik aygıtlarla çıkmaktadır.

Page 44: Özel Savaş Gerçeği

TC devleti belirlediği ulusal strateji (Milli Güvenlik Siyaseti) uyarınca stratejinin uygulamaya geçmesini sağlayacak temelini de atmaktadır. Devlet aygıtını merkezileştirme eğilimi olarak ortaya çıkan bu durum OHAL, eşgüdüm planlama merkezi, kriz koordinasyon merkezi, iller idaresi yasası vb. ile bunu uygulamaya koymaktadır. Bir taraftan iktidar (stratejik) araçlarını merkezileştirirken diğer yandan bölgesel güçlerine, özel savaş uygulamalarını refleksif bir şekilde uygulamaya koyacak yetenekler ve yetkiler kazandırmaktadır.

Bahsettiğimiz bütün bu adımların planlayıcısı ve uygulamasını sağlamaya çalışana ana güç ordudur. Siyasetin haki rengi egemenliğini bütün ağırlığıyla hissettiriyor. “Çalışma” grupları, istihbarat örgütleriyle, TC’nin Makedonya politikasından, pasaportlarda elektromanyetik kodlamalar geçilmesine kadar ülkenin “güvenliği”nden siyasetine her konuda “fikir” sahibidir. Özel savaş siyaseti ordunun iç politikadaki etkinliğini iyice artırırken bölgesel çıkar çatışmalarında da kendine misyon biçmesine sebep olmuştur. Askeri gücünü hem iç savaş, hem bölgesel çıkar ilişkilerine kullanacağı bir şekilde düzenlemeye yönelmiştir. Kendine göre “durumdan görev çıkartmakta” ve özel savaş stratejileri belirlemektedir. Genelkurmay ordu partisinin genel merkezi olarak çalışmakta, hemen her konuda açıklama yapılmakta, fiilen müdahale edilmektedir. Bu öyle bir yönetim erkidir ki başbakanı azarlayabilmekte veya Beşiktaş antrenörünün kulağını çekebilmektedir. Yaşananlar şu gerçeğinde ifadesidir. Ayaklanma hareketi, perdenin önündeki devlet, yenilgiye uğrattığı andan itibaren gizli devlet açığa çıkmakta ve ipleri daha fazla ele almaktadır. Sistemin yaşadığı yönetememe krizi sonucu onlarca çeşit koordinasyon merkezi oluşurken, yönetim krizini yaratan ayaklanma hareketine karşı sistem, mevzilerini güçlendirmeye, iç yapısı sıkılaştırmaya çalışmaktadır. Yaldızlar kazanınca ortaya gerçek devlet çıkmakta ama çarpışma devlette kendini şartlara uydurma-hatta krizle birlikte yaşama- çabası yaratmaktadır. Kendini en hızlı yenileyen ve stratejik aygıtlarını geliştirip halkı örgütleyen kazanacaktır. Unutmamak gerekir devletin uyguladığı özel savaş aynı zamanda ayaklanma hareketine karşı bir “karşı ayaklanma” yaratma hareketidir. Devlet de halk kitlelerini kendi ideolojisi, örgütleri vb. aracılığıyla örgütlenme kaygısındadır ve örgütlüyor da. Sistemin yaptığı anketlerde ordunun en güvenilir parti-kurum olarak birinci sırada almasının -tüm çabalarına rağmen- bir gerçekliğe denk düştüğünü görmek gerekiyor.

Sürekliliğini sağlayabilen ve bunu belli bir tarihsel dönemin üzerinde tanımlayan ordu, finans-kapital gemisinin hem bir parçası, hem de kaptanı olarak yönetim erkini, sahip olduğu ve kontrol ettiği stratejik araçlarla elinde tutuyor.

ÖZEL SAVAŞIN STRATEJİSİ VE TAKTİĞİ

NATO’ya girdikten sonra devlet aygıtını kontrgerilla yöntemlerine göre yeniden düzenleyip, geleneksel devlet yapılanmasıyla sentezleşmesini sağlayan TC devleti, ulusal güvenlik siyasetine de emperyalist politikalar ekseninde belirleyerek anti-komünist kampta boylu boyunca yerini almıştı. Sovyetler birliğine karşı emperyalizmin uç karakolluğu görevi gereği açılan NATO ve ABD üsleriyle bölgesel ve ideolojik tartışma alanlarına yönelik stratejik duruşunu belirlemişti. Dış ilişkilerde emperyalizm merkezli bu konumlanışın uzantıları iç politikada da devam etmiş ve “Gladio” türü örgütlenmelerle ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerine karşı net bir pozisyon almıştı. Sistemin stratejik konumu özgürlük hareketinin 84 atılımına kadar kontrgerilla yöntemlerinin ağırlıklı olarak kent merkezlerinde uygulanması eksenindeydi. 1970 sonrasında devrimci mücadelenin örgütsel kitlesel gelişim göstermesi ayaklanmalara karşı harekât stratejisi uyarınca daha kapsamlı taktilerin devreye sokulmasına sebep oldu. Sistemin “komünizme karşı mücadele” şeklinde adlandırıldığı süreç

Page 45: Özel Savaş Gerçeği

devlet güçlerinin polis, jandarma istihbarat örgütlerinin, sivil faşist unsurlar tarafından sürdürülüyordu. On yılda bir yaşanan darbeler sebebiyle ordu güçleri çatışmanın yönlendiriciliğini üstlenmiş durumdaydı. Özel harp dairesi stratejik ve taktik yönlendiricilik misyonuyla bu çatışmaların içindeydi. Sistemin devrimci mücadeleye karşı geliştirdiği “öncülerin yok edilmesi, kitlenin denetim altına alınması” şeklindeki stratejik devrimci örgütlerin güç ve etkinliklerinin artması ardından “öncülere sürekli saldırılarla etkinliklerinin kırılması, kitleye yönelik ise provokasyonlar yaratarak toplu katliamlarla yıldırıp, sindirme” biçimine sıçradı. Bu süreçte sivil faşist unsurların halka karşı giriştiği saldırıların yönlendiricisi olan ÖHD “provokasyonlarla yönetme” taktiğini benimsemiştir. Kontrgerilla yöntemleri içinde destabilizasyon olarak adlandırılan, toplumsal ortamdaki çatışmaları yoğunlaştırarak zaten istikrarsız olan ortamda çatışmaları daha da yoğunlaştırıp, ayaklanan hareketin siyasal taleplerini geri plana itip, yaşanan yoğun çatışmanın baskısı altında siyasal taleplerin üstünü örtüp, hedeflerin daraltılmasına, belirsizleşmesine yol açmak, toplumsal ortamın “hakem” misyonuna soyunmuş ordu güçleri tarafından “istikrara” (stabilizasyonuna) kavuşturulmasına zemin sağlayacak bir strateji güdülmüştü: Bu süreçte devlet sicil faşist unsurları yoğun olarak kullanarak bir açıdan devrimci hareketin anti-faşist mücadelesini sivil faşistlere karşı mücadele şeklinde darlaştırmasını denemiş ve belli ölçülerde başarılı olmuştur.

12 Eylül’ü faşist darbesiyle birlikte devrimci yapılara büyük bir saldırı geliştiren TC devrimci harekete ciddi darbeler indirmiş ve halkı da sindirebilmiştir. Bu dönemden itibaren devrimci harekete karşı kontrol altında tutma, örgütsel sürekliliğe kavuşmasını engelleme ve kitle hareketini kuşatarak, ideolojik saldırılarla çürüterek devrimci hareketle rezonansa gelmesini engellemeyi amaçlayan bir strateji uygulamıştır.

Devlet bu paradigmasını daha tam özgürlük hareketin 15 Ağustos atılımı olmuştur. Önceleri bu ayaklanmayı daha önce yaşamış olan 28 Kürt ayaklanmasını bastırılacak bir 29. su olarak değerlendiren sistem öncekiler gibi konvansiyonel kuvvetleriyle engellemeye çalışılan gerilla faaliyeti karşısında yaşanan yenilgiler sistemde yeni düzenlemelere gidilmesi sonucunu doğurmuştur. Gerilla tarzına karşı yeniden biçimleniş olarak ortaya çıkan bu durum devlet aygıtının da askeri yapılanmadan, sivil yapılanmaya kadar bir dizi yeni biçimleniş yaratmıştır. Bu dönemin temel stratejisi gerillayı yok etmek, halkla teması engelleme ve halkı kontrol altına almak olarak özetlenebilir. Sistemin uygulamaları ayaklanmanın ilk yıllarından itibaren kontrgerilla yöntemlerine göre hayata geçirilmiştir. Ordu güçlerinin teçhizat, eğitimi, kontrgerilla yöntemleriyle yenilenirken, çatışma bölgelerinde istihbarat faaliyetlerini derinleştirmiştir. JİTEM’in 1984 yılında kurulmuş olması rastlantı değildir.

Askeri darbeden dolayı bölge zaten sıkı yönetim ile yönetildiğinden devletin yürütme vb. yetkileri askerin elindedir. Batı devrimci hareketin ciddi darbeler vurulduğundan ayaklanmanın ittifak güçlerinin zayıflatılmış olması devlete belirli bir avantaj sağlamıştır. Devletin ayaklanmaya karşı klasik siyaseti olan inkâr-imha zemininde yaklaşılmış, uygulanan tüm konseptler bu temelde biçimlenmiştir.

Sistem özel savaş uygulamalarını derinleştirmeye 1987’den OHAL ilanı ile başlamıştır. Sıkı yönetimini kaldırıp OHAL sistemine geçilmesiyle bölgede OHAL valiliği kurulmuş ve özel savaş uygulamalarına “sivil” maske takılmıştır. Ayaklanma bölgelerinde azami denetimi sağlamak, devlet kontrolü artırmak, halk ile gerilla hareketinin ilişkilerini kesmek için tüm devlet güçlerinin koordinasyon çerçevesinde bir statüye sahiptir. OHAL hemen hemen tüm ayaklanmaya karşı hareketlerde başvurulan bir yöntem olmuş ve DYS stratejisi içinde yerini almıştır, sıkıyönetim kaldırılması yani ordu etkinliğinin yasal

Page 46: Özel Savaş Gerçeği

olarak sınırlandırılması fiili olarak uygulanmış, sıkıyönetimden OHAL’e geçiş Batı’ya hoş görünmenin “demokrasiye geçişin” makyajı olmuştur. Özel savaşın yürütümünde esas yetki bölge asayiş komutanlığında olmuştur bu anlamıyla OHAL ordunun elinden bölgedeki tüm devlet gücünü özel savaş kapsamında uyumlu ve eş zamanlı çalışmasını sağlayan bir araç olmuştur. İngiltere, Fransa gibi ülkelerin sömürgelerinde uyguladığı bir yöntem olarak OHAL ve OHAL valiliği uygulamasının Kürdistan’da uygulanması bir açıdan da sömürge statüsüne uygun bir yönetim tarzı oluyordu.

Ayaklanma başladıktan sonra, kontrgerilla tarzı uyarınca uygulanmaya koyduğu koruculuk sistemi yeni dünyadaki özel savaş uygulamalarında yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. İngiliz homeguard (ev bekçileri) sistemin bir uyarlanması olan koruculuk 1985 yılından itibaren uygulanmaya başlamış olan OHAL ilanı ardından yaygınlaştırılmıştır. Geçici köy koruculuğu ismiyle uygulanmaya başlayan yöntemle ayaklanma hareketine karşı devlet yanlısı bir kitle yaratmak amaçlamış, halkı parçalayıp göçünü(?) amaçlayan bu yöntemle korucular gerilla hareketine karşı operasyonlara katılmış, kılavuz, istihbarat kaynağı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Koruculuğa paralel olarak uygulamaya geçirilen zorla göç ettirmeler sonunda binlerce köy boşaltıldı, yıkıldı. Kürdistan’ı insansızlaştırmayı böylece gerilla etkinliğini kırmayı amaçlayan bu yönelim sonunda kentlere yaşanan göç, ayaklanma hareketinin bu alanlara taşımasına da sebep oldu.

Özel savaş askeri, siyasi, enformasyonel yönleri olan bir stratejisidir. Ayaklanmaya karşı harekât bir kere başladıktan sonra sistem güçlerini bu noktaya kilitleme ihtiyacı duyar. TC bu noktayı oldukça önemsemiş, genelkurmay yönlendiriciliğinde “sivil” unsurlarla senkronizasyon sağlamıştır. Özel savaş uygulamalarının siyasal ayağı brifing vb. örülmüş profesörler, aydınlar, gazeteciler, hukukçular özel savaş hizmetine sokulmuştur. Geliştirilen istihbarat faaliyeti kapsamlı bir psikolojik savaşa girilmiştir.

Önceleri jandarma ve polis tarafından yürütülmeye çalışılan ayaklanmaya karşı harekât kısa zamanda TSK güçlerini de kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Klasik DYS uygulamalarında da olduğu gibi gerillaya karşı sürekli operasyonlar “tim!” esasına göre örgütlenmiş unsurlar tarafından hayata geçirilmeye başlanmış bu yöneliş doğrultusunda sistem eğitim faaliyetlerini geliştirmiştir. Sonuçta jandarma komando taburları, polis özel timleri, komando timleri ve özel kuvvetler gibi DYS güçleri çıktı. Büyük konvansiyonel kuvvetlerle birlikte timlerde yaygın olarak kullanılmaya başlandı.

Özel savaş zemininin ulusal kurtuluş mücadelesine karşı ilk dönemlerden itibaren uygulamaya koyduğu bu yönelişler sonraki dönemlerde daha da derinleşmiş ve daha da yaygınlaşmıştır.

Devlet güçlerinin gerillaya karşı ilk stratejik adımı “balığı avlamaya, suyu kontrol altına almaya” dayanıyordu. Ancak devlet güçlerinin pozisyonunun gerillaya karşı koyabilecek şekilde değildi. Gerilla savaşına hazırlıksız yakalanmıştı. Tekniği ve taktiği gerillaya karşı koyabilecek yeteneklere sahip değildi bundan dolayı gerilla hareketine karşı “balığı avlama”ya yönelik çabası başarılı olamadı.

Gerçi gerilla hareketi de (belli bir hazırlık süreci yaşamasına rağmen) önemli örgütsel eksikliklere sahipti. Fakat sisteme karşı stratejik üstünlüğü örgütsel kayıp ve eksiklerini gidermesine zemin sağladı. Önderliğinde ve kadrolarında süreklilik sağlanmasına yol açan kamp ve eğitim imkânları ile örgüte de süreklilik sağlamasına yol açtı. Bu başlangıç için oldukça önemli stratejik avantajdır. Devlet güçleri, gerillayı yok etme çabalarından başarısız olunmasının ardından yeni yönelişler içine girdiler. Hedefleri gerillanın stratejik örgütlenmelerini dağıtmak ve halka ilişkilerini yok etmek, halkı devlet lehine taraf haline getirmekti. Güney operasyonları ve serhıldanlara saldırılar bu dönemde yoğunlaştı.

Page 47: Özel Savaş Gerçeği

Gerilla hareketini etkisizleştirilmesi ve halkın öncüsüz bırakıp kontrol altına almayı amaçlayan bu adımlar sonucu köy yakma, yargısız infaz, toplu cezalar, kaçırmalar daha da yoğun bir şekilde devlet güçlerinin daha kapsamlı bir saldırı için hazırlıkları yavaş yavaş tamamladığı ve uygulamaya koymaya başladığı bir dönem oldu. TSK güçlerinin tamamen savaşın içine girdiği eğitim imkânlarının yaygınlaştırıldığı yabancı savaş uzmanlarının getirildiği ve tüm “sivil” güçlerin özel savaş hizmetine sokulduğu bir dönemde “Özal tarzı” denilen yaklaşıma deyinmekte fayda var. Gerçekte klasik uygulamaların temel esaslarından birinin uygulanması olun “Özal tarzı” gerillanın etkisizleştirilmesini ve halkın devlet tarafından kazanılmasını amaçlayan bir stratejik yaklaşımıdır. Gerilla hareketi Güney operasyonlarıyla etkisizleştirilecek, ardından Kürt halkı kültürel iyileştirme özellikle vb. “reformlar”la kazanılacaktı. Gerillanın içinde yüzdüğü “suyun zehirlenmesi”ni amaçlayan Özal tarzı başlayan Körfez kriziyle paralel olarak uygulanmaya çalışıldı. Özal'ı “bir koyup üç alma” sevdasına düşüren körfez sonrasında Musul-Kerkük petrolleri üzerinde TC denetimi ele geçirecek, bölge askeri kuvvetlerle denetim altına alınacak böylece gerilla hareketi sınırlandırılacak ve ardından Güney Kürtlerini de kapsayan TC’nin hamiliğinde de bir oluşuma gidilecekti. Amerikan stratejileriyle de bir paralellik taşıyan bu anlayış Özal’ın orduyu tüm zorlamalarına rağmen uygulanamadı. Dönemin genelkurmay başkanının istifası bu zorlamalara rağmen ordunun inkâr-imhacı çizgide ısrarının bir başka göstergesidir. Yapılan Güney operasyonlarının başarısızlığa uğramasının yanı sıra Körfez Savaşı sonrasında güçlenen PKK’nin ateşkesi devlet içinde bu görüş ayrılığının iyece derinleştirdi. Özal’ın Kürt sorunu karşısında PKK dışında bir muhatap yaratılıp onun üzerinden siyasal hamleler yapma çabaları “Özal tarzı”nın tasfiyesiyle sona erdi. Özal, Eşref Bitlis ve kadrosunun ölümüyle sonuçlanan tasfiye ardından zaten hazırlıkları alttan alta sürdürülen topyekün savaş ilan edildi. Düşük yoğunluklu savaş stratejisinin uygulamaya başladığı 1992 yılında genelkurmay başkanı Doğan Güreş tarafından ilan edildi. DYS uyarınca uygulamaya konan topyekün savaş “suyu kurutmayı, balığı avlamayı” amaçlıyordu. İç savaşa göre yeniden düzenlenen “ulusal strateji” çerçevesinde düzenin tüm sivil-askeri güçlerinin uyumu ve senkronizasyonunun sağlanması için çalışmalar başlatıldı. Devlet güçlerinde ortak “düşman”a karşı merkezileştirilmesinin yanı sıra halkın çalışma karşısında tarafının belirlenmesine yönelik bir saldırı harekâtına girişildi. Doğan Güreş’in deyimiyle “ya devletin yanında, ya da düşmanın yanındı” olunacaktı. Bu anlayış üzerinden halka yönelik yoğunlaşan saldırılarda koruculuk yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Gerilla hareketini destekleyen devlet yanlısı tavır almayan köyler, yerleşim yerleri boşaltıldı, yakıldı, gıda ambargosu vb. ile toplu cezalandırmalar yaygınlaştırıldı. Psikolojik savaş harekâtıyla ajanlık, işbirlikçilik, itirafçılık yayılmaya çalışıldı. Ayaklanma bölgelerinde spordan, sağlığa her şey özel savaş silahı haline getirildi. Bu süreçte binlerce köy boşaltıldı, yüzlerce insan kaçırılıp öldürüldü, bir milyondan fazla insan göç ettirildi. Devlet güçlerinin bu dönemde uygulamaya çalıştığı alna hâkimiyeti (alan kontrolü, köy boşaltma ve yakmaların, zorla göç ettirmelerin birden bire katlanarak artmasının sebebidir, aynı zamanda) ile büyük askeri güçler bölgeye yığıldı. 1994 yılından itibaren uygulanmaya çalışılan bu anlayışa göre ordu gerilla hareketinin ana üslerinin bulunduğu alanlara büyük çaplı (süpürme) operasyonlarına girmiş gerillanın bu alanda konumlanması engellemek için de, büyük askeri güçleri bölgede konumlanmıştır.

Böylece alan kontrolüne çalışılmış, alan dışında tespit edilen gerilla hareketlerine yönelik tim operasyonlarıyla alan gerillanın girişi engellenmeye çalışılmıştır. Alan kontrolü kapsamında sınırda kilometrelerce alan insansızlaştırılmış veya koruculaştırılmıştır. Tim harekâtlarının hızlandıracak ve lojistik ihtiyaçlarını giderecek yeni karakollarının açılması, ordu kuvvetlerinin güçlenip bölgeye yaymalara sebep olmuş bu da gerilla için uygun saldırı imkânları yaratmıştır.

Page 48: Özel Savaş Gerçeği

1994 yılından itibaren tem çalışmasıyla ile gerilla karşı sızma, pusu vb. taktikleri kullanan askeri güçler bu operasyonların yanında birlik operasyonlarına da düzenli olarak uygulamışlardır.

Alan hâkimiyeti anlayışına bağlı sınır boylarını kontrol altına almaya çalışan sistem, termal kameralar, gece görüş sistemleriyle, bunları kontrol altına almaya çalışmaktadır. İsrail’in uyguladığı yöntemleri kullanmaya başlayan özel savaş rejimi kontrolünü Güney Kürdistan içlerine yayarak burada kalıcı olmanın hazırlıklarına girişmiştir. Tampon bölge oluşturma yönünde planlarını hayata geçirmek için uygun fırsat kollayan sistem ilk fırsatta bu yönlü faaliyete girişmiştir.

Özel savaş rejimi kendine öyle güveniyordu ki her baharda “terörün” belinin kırılacağını ilan etti ama o “bahar”lar bir türlü gelmedi. Tam tersine topyekün savaşın sonucu devlet açısından ağır oldu. Siyasal güç merkezleri iyice dağıldı, yapısal sorunları derinleşti. Özel timleri “çete”leşti. Topyekün savaş saldırısıyla hedeflerine ulaşamayan sistem bu kez psikolojik savaşa ağırlık vererek başarısızlığı gizlemeye başladı. Gazetecilerle, yazarlarla yapılan bölge gezilerinde: Çatışma kabul edilebilir şiddet seviyesine getirdiği artık askerlerin yapabileceğini yaptığını bundan sonrasının siyasilerin işi olduğunu dile getirmeye başladılar. Özel savaş rejimi yeni bir konsept uygulama noktasına geldi. Bu noktada, yürütülen tartışmalardan iki farklı eğilim olduğu anlaşılıyor. Birincisi, gerillayı kabul edilebilir şiddet seviyesine getiriş, ondan sonra, ekonomik, sosyal ve kültürel çözümlerin devreye sokulmasını, ikincisi; askeri şiddetle gerilla hareketini tasfiye etmenin mümkün olmadığı gerçekliğinden yola çıkarak kabul edilebilir şiddet seviyesine de getirilemeyen gerilla hareketine karşı sosyal, kültürel, ekonomik çözüm adımlarının askeri yönelişlerle birlikte devreye sokulması sağlanarak anlayış olarak ortaya çıktı. Birinci anlayış topyekün savaş çizgisinin sürdürülmesinde ısrar eden ve “iyileştirmeyi”gerillanın geriletilmesi sonrasına erteleyen bir mantığa sahipti. Dikkat edilirse, şiddetin devamında ve ekonomik, sosyal, kültürel iyileşme adımı atılmasında bir ayrım yok. Sadece bunun zamanlaması ile ilgili bir farklılık var. Uygulamaya konan ikinci önerme oldu. Hem “suyu zehirlemeyi” hem de “balığı avlamayı” hedefleyen bu yaklaşım topyekün saldırının sürdürülmesinin yanı sıra “kalkınma” hamlelerini birarada uygulamayı amaçlıyor. Çatışma alanlarında bozulan, dağılan devlet aygıtını asker eliyle onararak, yeniden yapılandırmayı, sonrasında sivil yönetimin bu faaliyetleri devralmasını hedefliyor.

Gerillanın tabanının kontrol altına alınması, operasyon ve psikolojik harekâtlarla öncüye olan güveninin kırılması, sistemin yozlaştırıcı halkın çürütülmesine yönelik politikalar uygulanmaya başlanmıştır.

Sistemin başlattığı bu “yeni” süreç gerçekte DYS ilkelerinin kitabına uygun bir şekilde uygulanmasından başka bir şey değildir. Klasik DYS uygulamalarında askeri saldırılarla, siyasal, ekonomik, kültürel yönelişler birbirini destekler şekilde uygulanmaya konmuştur. Sistemin Kürt sorununa karşı inkâr-imhacı yaklaşımı siyasal, ekonomik, kültürel boyutlu uygulamalar bir yana tartışılmasını bile engellemiştir. Sistemin önemli zaaflarından biri olan bu yaklaşımı iyi değerlendiren özgürlük hareketi uluslararası bir güç haline gelmiştir. Sistemin bugünkü yaklaşımında inkâr-imhacı anlayışın terkedilmesi durumu var mıdır? Yoktur. Yalnız bunu daha örtülü yapmaya çalışacağına yönelik ipuçları var. Halkı devlet yanına kazanana kadar sürecektir. Bu örtülü yaklaşım, önceleri dile getirilen Kürt realitesini tanımak şeklindeki yaklaşımın birden benzeri uygulamaya konuyor. Özgürlük hareketini değil ama Kürt gerçekliğini tanıması, devletin kendi Kürt’ünü yaratması şeklinde bir yaklaşım ortaya çıkıyor.

Askeri planda uygulanması başlanan tampon bölge uygulaması, merkezi köyler projesiyle birleştirilip Güney Kürdistan’a kadar taşırılmıştır. Köy-kent projesi, yatılı bölge okulları, 8 yıllık eğitim, istihdam

Page 49: Özel Savaş Gerçeği

olanaklarının geliştirilmesi, koruculuk silahı gibi yönelişler “kalkınmanın” pratik karşılıklarıdır. Asimilasyon ve pasifikasyon saldırılarıyla devlet Kürdü yaratma çabasının maddi zemini de vardır. Halis Toprak’tan, Şerafettin Elçi’ye, PDK’dan Kemal Burkay’a, koruculardan, itirafçılardan Hüseyin Yıldırım gibilerine kadar bu konuda gönüllü olacak bir kesim devletin kullanımına açıktır. Kürt hareketine karşı onu etkisizleştirmek için oluşturulması planlanan Kürt “unitasının” saydığımız bu zemin üzerinde askeri ve siyasi bir pozisyon alması muhtemeldir. Böylesi işbirlikçi bir yapılanma yaratmak savaşın yeni döneminde TC’nin stratejik hedefleri arasındadır.

TAMPON BÖLGE UYGULAMASI:

Özel savaş rejiminin Güney Kürdistan sınırında oluşturmak istediği tampon bölge planı adım adım uygulamaya konmaya başlandı. İsrail’in kuzey kısmı, Lübnan’ı Hizbullah eylemlerinden korumak için uyguladığı tampon bölge yöntemi, Güney Kürdistan’da uygulanmaya çalışılıyor. Son yıllarda İsrail ile stratejik işbirliği geliştirmeye başlayan TC bu işbirliği kapsamında İsrail’in özel savaş tecrübelerinden de faydalanıyor. İsrail’in 60 km.lik Lübnan sınırına da uyguladığı bu yöntem “güvenliğin” başka ülke topraklarını işgal ederek buralarda “beyaz bölgeler” oluşturulması esasına dayanıyor. İsrail’in 1985’te Lübnan’a ve Golan tepelerinde uyguladığı tampon bölge uygulamasının Türkiye tarafından uygulanması ilk olarak 1995 yılında tartışılmaya başlandı. Aynı yıl 50 kadar İsrailli uzman gelerek orduya tampon bölge uygulaması konusunda brifing verdi. Yine 1995’te üç bin askerle gerçekleştirilen çevik harekâtı sonrası ordunu Güney Kürdistan’da bir süre kalacağı belirtildi. Kamuoyu yavaş yavaş tampon bölge fikrine alıştırılmaya çalışıldı. Çevik Bir’in İsrail savunma bakanı ile 1996 yılında imzaladığı “askeri eğitim ve işbirliği anlaşmasıyla” bu planın uygulanması resmiyete dökülmüş oldu. 1997 Mayısında güneye yapılan operasyon sonrasında sekiz bin askerini güneyde bırakan TC burada KDP ile birlikte “ortak” karakollar oluşturmaya başladı. Böylece gerillanın Türkiye’ye sızmasını engellemek için “geçici tehlikeli bölgelerde” tampon bölge oluşumuna başlandı. Ortak karakolların yanı sıra askeri gözetleme kuleleri de inşa edilmeye başlandı. Sınıra İsrail’den alınmış termal kameralar yerleştirilmeye başlandı. 1993’ten beri kullanılan termal kameralara 24 yeni kamera ve 4 monitör eklendi. 25 kulenin yapımını ise Doğuş Holding üstlendi. Güney Kürdistan Türkiye sınırına paralel bölgelerinde bulunan stratejik noktalara kurulan kule ve karakollar ilk askeri ve peşmergelerce ortak korunacak. Tampon bölge boyunca 100’e yakın karakol ve kule yapımı hedefleniyor. Sınır boyunca 15-20 km. derinliğinde planlanan tampon bölgenin denetimi aynı zamanda Türksat uydusuyla da sağlanacaktı.

İsrail de başarılı olamadığından dolayı İsrail sınırları içinde yeni bir savunma güvenlik planlamaları ile sona erdirilmesi planlanan tampon bölgenin İsrail-Lübnan sınırına göre çok sarp ve dağlık olan Güney Kürdistan sınırında başarı şansının az olduğu yine düzen güçleri tarafından dile getiriliyor.

TC tarafından güneyi işgal planı çerçevesinde dile getirilen tampon bölge uygulamasına paralel yürütülmesi hedeflenen köy-kent projesi bu planı destekliyor. Güney Kürdistan’daki işbirlikçi unsurları da kapsayıcı biçimde genişletilen köy-kent projesi bu açıdan özel savaş rejimi tarafından yeni bir Hatay veya Kıbrıs yaratma hayalini içeriyordu. 1. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı vilayeti olan Musul’un yeniden Türk topraklarına katılması amacını da taşıyan bu yaklaşım konusunda Demirel’in “Irak’la sınırların değiştirilmesi gerektiği” şeklindeki açıklaması özel savaş rejiminin hevesini gösteriyor. Bu amaçla bölgede Türkmenleri örgütleyip hem özgürlük hareketine karşı kullanan, hem de bölge merkezli politikalarda basamak olarak kullanılmaya başlayan TC kendisine yeni bir bataklık hazırlıyor.

Page 50: Özel Savaş Gerçeği

ÖZEL SAVAŞTA İSTİHBARAT VE PSİKOLOJİK SAVAŞ:

Özel savaş stratejisinin önemli unsurlarından biri de istihbarat faaliyetleridir. Ayaklanmaları bastırma harekâtı yürütenlerin, ayaklanmanın siyasal, örgütsel, kültürel, coğrafi vb. nitelikleri konusunda bilgi sahibi olmak amacıyla yürüttükleri bir çalışmadır. İstihbarat örgütlerinin yanı sıra, ordu ve polis güçlerinin de yürüttükleri bir faaliyet olan istihbarat uygulanmış tüm DYÇ’lerin en önemli ayağını oluşturur. İstihbarat faaliyetlerinde başarısız bir özel savaş kör ve sağır kalmış demektir. Bunun bilincinde olan emperyalist sistem bu konuya özel önem göstermekte, sınıf dayanışması yapmaktadır.

Özel savaş stratejisi ve taktiklerinin belirlenip, planlanması, uygulamaya konması kategorik olarak birbirinden farklı, birbirini koşullayan istihbarat faaliyetlerini gerektirmiş ve bu amaçla başlıca stratejik ve taktik istihbarat faaliyetleri olmak üzere bir dizi istihbarat örgütlenmesi yaratılmıştır. Toplumdaki tüm dinamiklerin kontrol altında tutulmasından tek tek kişilerin fişlenmesine kadar pek çok kontrol ve denetleme mekanizması yaratılmıştır.

TC devleti sosyal ve ulusal kurtuluşçu hareketleri bastırmak için istihbarat çalışmasının öneminin farkına varmış ve özellikle son yıllarda bu konuda ciddi gelişmeler sağlamıştır. İstihbarat faaliyetlerini ağırlıklı olarak iç istihbarat olarak organize etmiş olan sistem bu konuda Osmanlıdan bugüne belli bir tarihselliğe de sahiptir. Daha Osmanlı döneminde sistem içi iktidar kavgalarında ve ulusal kurtuluşçu hareketlere karşı yoğun bir iç istihbarat faaliyeti gösterilmesi bir gelenek haline gelip TC döneminde de devam etmiştir. TC dönemi de istihbarat örgütlerinin üç ana faaliyet konusu olmuştur; komünist hareket, Kürt ayaklanmaları, iktidar klikleri arası çatışma. Süreç içinde “sistemin düşmanları”arttığından, istihbarat faaliyetleri de çeşitlenmiş ama üç unsur üzerinde yoğunlaşması istihbarat faaliyetlerinin ana gövdesini oluşturmuştur.

Sistemin istihbarat örgütlenmesi MİT dışında, ordu ve polis istihbarat örgütlerinin yanı sıra bakanlıkların kendi alanlarıyla ilgili olarak bu yeni istihbarat birimlerinden destek alarak oluşturdukları istihbarat bürolarından oluşmaktadır. Sistemin temel istihbarat örgütü olan MİT dışında ordunun sahip olduğu genelkurmay istihbarat, jandarma istihbarat, hava - deniz - kara kuvvetlerinin kendi istihbarat örgütlenmeleri ile birlikte genelkurmaya bağlı batı çalışma grubu gibi istihbarat büroları, emniyet istihbarat yapılanmaları toplumdaki, coğrafyadaki tüm alanları bir ahtapot gibi sarmıştır. Devletin sürekliliğini sağlamak için her şeyi bilme, kontrol etme çabası istihbarat faaliyetinin stratejik bir devlet aygıtı olarak gizli devletin merkezine yerleştirilmiştir.

Özel savaş uygulamasıyla faaliyetini daha da geliştiren istihbarat yapılanmaları, özel savaşın gelişim seyrinden dolaysız biçimde etkilenerek “ona” göre şekillenmişlerdir. Buna iki örnekle değinilebilir. Birincisi MİT’in yaşadığı değişimdir. MİT kuruluşunda operasyon, sorgulama “hak”kına sahip değildi. Bu işi fiili olarak kontrgerilla faaliyeti için oluşturduğu ekiplerle yerine getiriyordu. Ancak özel savaşın gelişim seyri MİT’te operasyonel bir yapılanmaya gidilmesi sonucunu yaratmıştır. İkincisi, JİTEM olgusuyla karşımıza çıkar. Jandarma istihbarat grup komutanlığı olarak yasal statüye sahip olan yapı tamamen özel savaş konseptine uygun olarak operasyonel bir faaliyet içine girerek “tim”ler biçiminde örgütlenmiş ve bu “tim”lerin ve bu faaliyeti JİTEM olarak örtülmüştür. İstihbarat kurumları özel savaş konseptine göre biçimlendirilmiştir. Kadroları Amerika’da Avrupa’da eğitilen istihbarat örgütleri teknik teçhizat olarak yine CIA ve MI5 vb. istihbarat örgütlerinden destek görmüştür. Son dönemde gazetelere yansıyan MİT’in Avrupa’da en ileri teknoloji kullanan örgüt olduğu haberleri özellikle dinleme ve izleme “teknikleri” de ASELSAN gibi kurumların geldiği teknolojik seviye gözönüne alındığında belli bir doğruluğa sahip görünmektedir.

Page 51: Özel Savaş Gerçeği

İstihbaratta kullanılan, araştırma, sızma, dinleme, gizleme, sorgulama gibi yöntemler istihbarat bilgi toplamanın temel yöntemleridir. Teknik kullanımından devşirmeye, işkenceye kadar pek çok uygulama bu süreçte hayata geçirilir. İstihbarat konusunda sistemin genel bir işbölümü olmasına rağmen özel savaşta yaşanan başarısızlıklar ve sistem içi iktidar çekişmeleri istihbarat faaliyetlerine de yansımıştır. Polisin özel savaş uygulamasıyla uğraştığı güç karşılığında bunun ekonomik, siyasal karşılığını istemesi, doğal olarak emniyet istihbaratın bu yönlü faaliyet içinde bulunması sonucu doğurmuştur. Özel savaş ekonomisinden “parayı toplamaya” çalışan güçler tüm çürümüşlüklerini sergilemişlerdir. Çekişme genelkurmayın dinlenmesine dek varınca ipler iyice gerilmiştir. Boğazına kadar özel savaş pisliğine saplanan sistem debelendikçe pisliği daha fazla ortaya serilmektedir.

Daha çok stratejik konularda istihbarat yapmakla görevli olan MİT özel savaş sürecinde taktik istihbarattan, operasyonel değerlendirmeye kadar geniş bir faaliyet içinde bulunmuştur. Yani genel olarak taktik istihbarat yapması öngörülen askeri istihbarat örgütleri bunun yanında yut dışında da istihbarat faaliyetlerinde bulunmuştur. Özel savaşta yaşanan başarısızlıklar “boşluklar” yaratmış, bu boşluklar sistem içi çatışmalarda daha iyi bir pozisyona sahip olma kaygısıyla doldurulmaya çalışılmıştır.

Bilgiyi istihbarat gücüne dönüştürme aracı olan istihbarat faaliyeti, özel savaş kapsamında her düzeyde özel savaş gücü tarafından kullanılır. Çatışma alanlarında faaliyet gösteren timlerden, resmi kurumlardaki personele kadar herkese istihbarat formasyonu kazandırılır. Özellikle timler kendi istihbaratlarını kendileri toplayacak şekilde eğitilirler ki işkence vb. zor yöntemleri temel istihbarat toplama yöntemleridir. Operasyonel istihbarat konusunda itirafçılar, işbirlikçiler, ajanlar ve çözülmüş unsurlar yoğun olarak değerlendirilmektedir. Bu konuda özel bir yoğunlaşma vardır. Ucu cezaevine kadar geniş bir uygulama alanı bulunan bu özel savaş politikası, itirafçılaştırma vb. aracılığıyla aynı zamanda moral değerlere saldırılmaktadır.

Özel savaş konsepti uyarınca yalnız iç savaşlara değil bölgesel çatışmalara karşı da belli bir biçimlenmeye giden sistem bu konudaki ihtiyacını bir istihbarat okuluyla karşılamaya yönelik bir adım atmıştır. Yurt dışında görev yapacak resmi görevlileri (zaman içinde özel sektörü de kapsayacak şekilde) de kapsayacak bir istihbarat eğitimi planlanmaktadır. İstihbarat kurumlaşmasıyla bir diğer adım istihbaratın merkezileştirilmesiyle ilgilidir. Tüm istihbarat örgütlerinin koordinasyonunu yaparak eşgüdümlü ve merkezi bir şekilde çalışmaları saklamak amacıyla milli istihbarat koordinasyon kurulu “MİKK” oluşturuldu. MİT müsteşarlığının başkanlığında MGK genel sekreterliği (ki bir çeşit istihbarat örgütüdür). Genelkurmay istihbaratın, emniyet istihbarat bakanlıklardaki istihbarat daireleri ve diğer istihbarat yapıları bu koordinasyonla koordine edilir. Böylece özel savaş gücü merkezileştirilirken, bir yandan da istihbarat örgütlerinin “sivil” ellerce siyasi güç elde etmek için kullanılması engellenmeye çalışılmıştır. İstihbarat faaliyeti burjuva siyasetinin gerçek belirleyicisi orduya hizmet edecek şekilde düzenlenmiştir. MİKK istihbaratın hızlı bir şekilde değerlendirilip özel savaş uygulamalarının daha etkili uygulanmasının aracıdır. Emniyet istihbaratın bilgisayarlarının MİT’e bağlanıp, MİT’in kontrolüne açılması emniyet istihbarat üzerinde kontrol sağlama amacının yanı sıra aynı zamanda, istihbarat hızını artırmaya yönelik bir adımdır. Milli Siyaset Belgesi’nde bahsedilen her bir başlık stratejik istihbaratın konusudur. Bu anlamıyla MGSB, yürütülecek istihbarat faaliyetini de yönsemiştir. Belirlenen stratejik duruş, istihbarat örgütlerinin çalışmasıyla altyapıya kavuşturularak üzerlerinde sürekli bir denetim sağlanmaktadır. Siyasal İslam'a karşı kurulan batı çalışma grubu istihbarat örgütleri süreç içinde yaygınlaştırıp meşrulaştırılacaktır. Özel savaş stratejisinin önem verdiği bir diğer uygulama psikolojik savaştır. Psikolojik savaşın hedefleri çeşitlidir. Sistemin kendi saflarında moral

Page 52: Özel Savaş Gerçeği

yaratmak devrimci saflarda moral bozukluğu yaratmak, ayrılıkları derinleştirmek, değerlere inancı zayıflatmak amacıyla uygulanan psikolojik savaş aynı zamanda halkı devrimci hareketten uzaklaştırarak, devrimci hareketi yalnızlaştırmak gibi sonuçları hedefler. Propaganda silahını kullanarak hayata geçirilen psikolojik savaş konusunda sistem gelişkin araçlara sahiptir. On yılı aşkın zamandır süren savaş sonucu psikolojik savaş kitleleri etkileme konusunda belli bir seviyeyi yakalamıştır. İstihbarat örgütlerinden, özel kuvvetlere, genelkurmay başkanlığına kadar hemen hemen tüm özel savaş güçlerinin psikolojik savaş örgütlenmeleri vardır. Hedef direkt moral değerler olan psikolojik savaş medyanın desteğiyle de günlük, anlık olarak uygulanabilmektedir. Brifinglerle, konferanslarla yönlendirilen, teşvik primlerle beslenen burjuva medyası artık kadrolu psikolojik savaş kadroları çalıştırarak özel savaşa hizmet etmektedir. Üniversitelerde yardım kuruluşlarına kadar geniş bir kadrosal birikime sahip olan psikolojik örgütlenmesi sistemin atacağı her adımdan önce saldırılarını yoğunlaştırıp gündemler yaratan veya değiştiren özel savaş uygulamalarına zemin hazırlamaktadır.

Çatışmaların başından sonuna kadar her bir aşamasında uygulanan psikolojik savaş, bilinçten daha çok duygulara hitap eder. Bizim gibi doğu toplumlarında inanmak, bilmekten önce geldiğinden kitleler psikolojik savaş yönlendiriciliğine oldukça açıktır. Bunun farkında olan sistem özellikle halkın dini, ahlaki, vb. inançlarını kullanarak geliştirmektedir psikolojik savaşı.

ÖZEL SAVAŞIN ÖZEL EĞİTİMİ:

Özel savaş uygulaması önem verdiği süreçlerden biri olan eğitim ve devlet güçlerinin biçimlenmesini ve uyumlu hale gelmesini sağlayan bir olgudur. Ayaklanmaları bastırmaya yönelik çaba içerisinde her düzeyde hiyerarşik yapının yaşadığı bir süreç olan eğitim süreci başlıca stratejik ve taktik eğitim olarak iki düzeyde yaşanmakta: Emperyalist güçlerin oldukça yetkin oldukları eğitim süreci bir yandan özel savaş tecrübelerinin aktarıldığı bir süreçten, diğer yandan, silah tekellerine pazar açan ekonomik altyapı imkânları olarak değerlendirilmekte. Emperyalist ülkeler verdikleri özel savaş eğitimi ile birlikte kullanılacak silahları, teknik cihazları vb. pazarlamaktalar.

Bir ülkede ortaya çıkan bir sosyal ulusal ayaklanmanın emperyalizmin çıkarlarını tehlikeye sokan bir hale gelmemesi için “sınıf” dayanışması gösteren emperyalist sistem böylece “Hindistan’da uçan bir kelebeğin kanat çırpmasının Amerika’da koparacağı kasırgayı engellemeye” çalışırlar. Her türlü terörizmin kaynağı olan ABD özel savaş eğitiminin de merkezidir. Oluşturduğu kontrgerilla okullarında yüz binlerce kişiyi eğitmiştir. ABD savunma bakanlığının (Pentagon) yayınladığı belgede United School of Americans (ABD ordusu okulu-SOA-)Kaliforniya’da bulunan okulun elli yıl boyunca, çoğu Latin Amerika’da 57 bin kişiyi eğittiği açıklandı. CIA’nın kontrolü de bulunan okulda, işkence ve adam öldürme teknikleri, kontrgerilla, sabotaj teknikleri ve bilgi sızdırma gibi yöntemlerin öğretildiği açıklandı. Bu okul gibi onlarcasının bulunduğu düşünülürse ABD terörizminin dünyayı sarmış ahtapot kolları daha iyi kavranılabilir. Bunların yanında ABD’nin harp okullarında polis okullarına da yetiştirilen dost unsurlar da hesaba katıldığında Almanya, İngiltere, Fransa, İsrail gibi ülkeler de uluslararası eğitim merkezlerine sahiptir. Kapitalist enternasyonal için “eğitim” sürecinin stratejik önemde olduğu ortadadır. TC devletinin de üst düzey kurmaylarının tamamı dış ülkelerin harp akademilerinde, polis okullarında eğitim görmüşlerdir. 1940’lı yılların sonundan itibaren düzenli bir şekilde yurt dışında eğitime gönderilmektedirler. ABD, Almanya başta gelmek üzere İngiltere ve Fransa’nın deneyimlerinden de yararlanmaktadır. Doğan Güreş DYÇ konusunda İngiltere’ye gidip geldiğinde araştırma-inceleme yaptığını söylemesi, Eşref Bitlis’in Almanya’da aldığı eğitimin gereklerini

Page 53: Özel Savaş Gerçeği

Kürdistan’da uygulaması en açık örneklerdendir. Devrimci hareketlere karşı uluslararası işbirliği belki en iyi, eğitim konusunda gösterilen duyarlılık gizlenerek anlaşılabilir. Kapitalist enternasyonalin duyarlılığı bu konuda oldukça yüksektir.

Özellikle son yıllarda TC’nin İsrail ile giriştiği işbirliği özel savaş eğitimi konusunu da içermektedir. İsrail’den bu konuda açıkça yardım isteyen TC bu işbirliğinin “Öcalan” suikastı denemesinde görüldüğü gibi oldukça boyutlu. Emniyet müdürlüğü öncesinde oluşturulan bir özel harekât tim grubu 1994 yılında Antalya’da MOSSAD ajanları tarafından eğitilmiştir. Eğitim süreci özel savaş kadrolarının “rastlantısal” yanyana gelişine de sahne olmuştur. Dönemin Antalya emniyet müdürü olan Özel Harekât Dairesi eski başkanı Mete Altan eğitime altyapı sağlamıştır. Antalya’da milli eğitim vakfı otelinde 3 ay süreyle kalan özel tim elemanları sık sık Korkut Eken tarafından ziyaret edilmiştir. Yanyana gelen ilişkiler özel savaşın ulusal-uluslararası ittifak boyutunu açığa çıkarmakta. Bir yandan TC devletinin emniyet müdürü, milli eğitim - neyin eğitimi olduğu açık- vakfı eski ÖHD yönetici kadrosu, bomba uzmanı Korkut Eken, İbrahim Şahin ve içlerinde “çete davalarında” yargılananların da bulunduğu 80 özel harekât polisi, diğer yanda MOSSAD ve MİT eğitim sürecinde yakın muharebe, kamp baskınları, atış düzeltme, makyaj, kılık-kıyafet değiştirme, takip kursu, istihbarat, çilingircilik, sağlık-ilkyardım, sığınak yapma, kamuflaj-dağcılık konularında özel eğitim verildi. Özel harekât dairesi danışmanı olan Korkut Eken tarafından planlanan eğitim, devletin özel savaş yeteneklerini geliştirmek için uyguladığı özel eğitim süreci olduğu açıktır. Devlet kurmaylarıyla özel savaşa yüklenmiştir ve bu konuda her türlü dayanışmaya açıktır.

Strateji eğitimi “milli güvenlik doktrini”çerçevesinde yapılmaktadır. Belirlenen milli güvenlik doktrini, siyasete, ekonomiye, kültüre, ideolojiye yönelik yansımaları ve hayata geçmesi planlanan harekâtlar, özel eğitim süreçleriyle önce strateji aygıt yöneticilerinin bilincini kazanır. Oluşturulan milli güvenlik akademisi bu amaca göre çalışmaktadır. Devletin üst düzey yöneticilerini milli güvenlik siyaseti planlamasına, planlanan uygulamalarına hazırlamak, eşgüdümü sağlamaya yönelik yetenekleri kazandırmak devlet aygıtında bu konuda ortak bir bilinç yaratmak ve uygulamalara aktif katılım sağlanmaya yönelik çalışılır. Harp akademileri komutanlığı bünyesinde eğitim yapan kurum tüm devlet aygıtını özel savaş eğitimine tabi tutar. Düzenlenen konferans, brifing vb. toplantılar özel savaşın stratejik konumlanmasını sağlamlaştırmaya ve devlet kadrolarının sürece ortak bilinçle katılımlarını sağlar. Bunun için bir gün medya patronlarına, gazetecilere, yazarlara; bir başka gün hakimlere, savcılara brifing verilerek eşgüdüm vermeye çalışılır.

Bununla birlikte ordunun harp akademileri ile polisin, polis akademileri ile yürüttüğü eğitim içinde özel savaş eğitimi önemli bir yer tutmaktadır. Medyaya karşı davranıştan, psikolojik savaşın “inceliklerine” kadar bir dizi konu, özel savaş gereği eğitimde yer almaktadır. Bu okullar devlet kadrolarını hem stratejik hem de taktik konularda eğitmektedirler.

Özel savaş kapsamında yürütülen taktik eğitimin ana konusu “tim” harekâtına dayalı eğitimdir. “Terörle mücadele” başlığı altında özel savaş eğitimi verilmektedir. Dünyada yaşanan teknik, taktik gelişme ve uygulamalarında faydalanarak yürütülen tim eğitimi, işkence, sorgu, baskın, pusu, sabotaj, istihbarat, lojistik, sürgün vb. konuları kapsamaktadır. Harp okullarında başlayan eğitim sınıf okullarında verilen kurslarda sürmektedir. Yine çatışma bölgelerinde pekiştirme eğitimi verilmektedir. Özel savaşa yönelik taktik eğitimin ana merkezi özel kuvvetler komutanlığıdır. ÖKK’nin eğitim merkezlerinde subaylar, astsubaylar ve uzman çavuşlar eğitilirler. Uluslararası kurslar hesaba katıldığında geniş bir eğitim süreci yaşanır. Yine polisin oluşturduğu özel harekât dairesi kendine ait

Page 54: Özel Savaş Gerçeği

eğitim mekânlarına sahiptir ve ordudan destek almaktadır. Jandarma birlikleri de özel savaş gereği komando eğitime tabi tutulmuş, teçhizatı yenilenmiştir.

Kürdistan’da ilçelere kadar komando taburları ve birlikleri konumlanmıştır. Bunlarla birlikte sürekli operasyonlar için özel timler eğitilmiş ve çatışmalarda yaşananların düzenli değerlendirmesini yapan eğitim-doktrin komutanları aracılığıyla dinamik bir sistemi yaratmıştır.

TC bugün yürüttüğü özel savaşta özel kuvvetlerden, özel harekât timlerden, iç güvenlik birimlerden, polis özel harekât timlerinden, köy koruculardan, TSK’dan, jandarmadan ve faşistlerden oluşturduğu paramiliter unsurlardan faydalanmaktadır. Bütün bunlara ek olarak operasyon yetkisi olmayan ama operasyon yapan MİT ile adı kabul edilmeyen ama kendi varolan JİTEM de özel savaşın vurucu gücü olarak kullanılmaktadır. “Ani çıkan hedeflere karşı etkili ateş alışkanlığı, gece atışları, hücum atışları, yakın dövüş, sürünme ve hedef çekme, gece görüş sistemlerinin etkili biçimde kullanılması, gece eğitiminin 5 km.lik tam teçhizatlı koşu, manga tem eğitimleri, gece ve gündüz savunma, pusu kurma ve pusudan kurtulma, sızma eğitimleri” (I). Tim eğitiminin başlıklarıdır.

Askeri eğitim talimnamelerle yazılı materyal haline getirilirken, sivil personelle de çatışma alanında görevlendirildiğinde “hizmet içi” eğitim verilerek özel savaşa uyumlu olması sağlanmaktadır.

Özel savaş tecrübesiyle kendi tarzını yaratan TC (Amerika ve İsrail de aldığı yardımlarla birlikte) bu “birikimleri” başka ülkelere de aktarmaya da başlamıştır. Türkî cumhuriyetlerin de, Pakistan’dan bazı Afrika ülkelerden subaylardan bu konularda eğitildiği bilinmektedir. Özellikle bölgesel çatışmalarda, tarafını tuttuğu güçlere kamp, lojistik vb. destekleri sağlamaktadır. Çeçenlere, Omon birliklerine, Özbek General Dostum’a, Müslüman kardeşlere bu konuda yaptığı destekler buna örnektir.

(I) Güneydoğu DYÇ. M. Ali Kışlalı sayfa: 194 Ümit Yay.

KONTRGERİLLA CUMHURİYETİNDE, İKTİDARI MERKESİLEŞTİRME ÇABALARI:

Yıllardır yaşanan iç savaş sebebiyle bir kontrgerilla cumhuriyetine dönüşen sistem, yaşadığı tıkanıklığı aşamamanın sancılarını yaşamakta. Yüzlerce yıllık devlet geleneğinin tecrübesiyle süreci yine iktidarını daha da merkezileştirerek, merkezi aygıtının irade ve gücünü ülkenin her bir noktasına refleksif müdahale yetenekleri de kazandırarak yaymaya çalışıyor. Siyaset gündemine giren Milli güvenlik siyaset belgesi, Kriz Koordinasyon Merkezi, Başkanlık Sistemi vb. gibi, kimi kısa dönemlik, kimi uzun erimli plan ve düzenlemeleri içeren yaklaşımlar yavaş yavaş uygulama sahasına alındılar bile. Devlet aygıtı yeni bir “Islahat” ve “Tanzimat” mı yaşıyor? Yoksa sistemde açılan gedikler “biçimsel” tedbirlerle yamanmaya mı çalışılıyor? Bu sorulara net bir karşılık verebilmek için öncelikle Kemalist (siz kontrgerillacı okuyabilirsiniz) Cumhuriyetin iç ve dış politikada yaşadığı süreçlere değinmek gerekiyor.

Değerlendirmeye iç politika da yaşanan iflastan başlayalım. Öncelikle yetmiş yıllık cumhuriyetin ideolojik yaklaşımlarına temel olan “inkâr ve imhacı” mantığın -tüm ısrara rağmen- yerle bir olduğunu söylemek gerekir. Cumhuriyetin başta Kürt Ulusal gerçekliği olmak üçere, ulusal ve kültürel zenginlikleri yok etmeyi amaçlaşan asimilasyoncu ve katliamcı yaklaşımları başarısız olmuş ve Kürdistan’da yükselen özgürlük hareketi sistemin kuşatmasını kırmış açtığı yolda diğer ulusal ve kültürel zenginlikler henüz ağır da olsa boy vermeye başlamışlardır. Kemalist cumhuriyetin diğer saç ayağını oluşturan, devlet dini olarak laikliği kullanarak İslami duyarlılığı devlet aygıtına yedekleme yaklaşımı, Anadolu burjuvazisinin, siyasal İslam çıkışıyla sistem açısından tehlikeli ihtimalleri

Page 55: Özel Savaş Gerçeği

doğurmuştur. “Sınıfsız imtiyazsız kitle” demagojisi içinde bir başka açıdan inkârı yaşayan sınıf gerçekliği ise, henüz “kendi için sınıf” bilincine ulaşamamış da olsa, Kemalist ideolojinin ilk dönemlerindeki inkâr zincirini kurmuş ve sınıf mücadelesi açısından tarihsel örnekler yaratmıştır.

Sistemin siyasal düzlemde yaşadığı tıkanma ise “yönetim krizi” olarak karşımızda durmaktadır. Cumhuriyetin ideolojik iflasını yaratan olgular, yönetim krizinin de nedenidir. Özellikle de Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi, devletin kurumsal işleyişindeki tıkanmanın temel nedenidir. Burjuva partileri, parlamento, hükümet başta olmak üzere pek çok şey süreçten nasibini almıştır. Sistem klasik yaklaşımlarında ısrar ettiği sürece de sorunları daha da derinleşmiştir. Resmi ideolojinin ve onun siyaset anlayışının dayatılmış, halkın direniş tavrı karşısında çözümsüzlük batağına saplanmıştır. Her çırpınışında siyasal güç merkezindeki parçalanma artmıştır. Sonuçta “kriz hükümetleri ve hükümet krizleri” süreci egemenlerin yönetememesinin göstergesi olarak karşımıza çıkmıştır.

Dış politikada ise, ortaya çıkan yeni dünya dengesizliği ve bölgesel ilişki-çelişkiler bir açıdan sisteme yeni gerilimler yüklerken, bir yandan da emperyal özlemlerini kışkırtmaktadır. Soğuk savaşın son ermesi ardından değişen dünya dengeleri yeni dünya dengesizliğini yarattı. Sosyalist sistem karşısında belli bir bütünlük sağlayabilen emperyalist ülkeler, ortaya çıkan yeni koşullarda bu bütünlüğü önemli ölçüde kaybetti. Sosyalist sistemin sahip olduğu sınırlar ve etkisinin olduğu bölgeler yeni paylaşım ilişkilerinin yaşadığı bölgeler olunca, Türkiye de bu süreçten dolaysızca etkilendi. Doğu Avrupa ülkelerinden, Orta Asya ve Ortadoğu’ya kadar geniş bir bölgede yaşanan gelişmeler, Türkiye’yi de etkiliyor. Özellikle Ortadoğu ve Kafkasya bölgelerindeki petrol ve ona bağlı ilişkiler bir yandan Türkiye’nin iştahını kabartırken diğer yandan “ulus devletler”da yaşanan değişim eğilimi üniter TC devletini korkutmakta. Körfez krizi sebebiyle Musul-Kerkük hayali görürken, Amerika’nın “Kürdistan” politikası bu hayali kâbusa dönüştürebiliyor. Böylesi iç içe geçmiş, çok ihtimalli sorunlarda, belirleyen olabilmek güç olmaya, özellikle de askeri güç olmaya bağlıdır. Ekonomik ve siyasal ilişkilerle Ortadoğu politikasında yer almaya çalışan Almanya ve Fransa’nın konumları bu açıdan örnektir. Rusya, Almanya, Japonya, Çin ve ABD’nin karşılıklı çıkarlarının bulunduğu ve kanlı bar rekabetin sürdüğü coğrafyada Türkiye, ABD ve İsrail ittifakı ile enerji jandarmalığı yaparak gelişmelerden pay kapma derdindedir. Bütün bunlarla birlikte Kürt özgürlük hareketinin uluslararası düzeyde ulaştığı seviye, Türkiye’nin dış politikasını önemli ölçüde etkilemekte, bölgesel çıkarlar ekseninde hareketle Kürt sorunu ve insan hakları sorunu, Türkiye’ye karşı koz olarak değerlendirilmektedir. AB rüyası sona eren ve İngiltere dışında ikinci bir ABD işbirlikçisi olarak kapıdan içeri sokulmayan Türkiye nezdinde, Amerika’ya karşı tavır alış, uluslararası politikadaki oynak ve girift ilişkilerin bir göstergesidir. AB’den sonra İslam konferansından da beklediğini bulamayan Türkiye son yılların en gerici ittifakına mahkûm olmuştur. Artık elinde Ortadoğu halklarını kanı olan bir ittifakın ortağıdır. Bunun getirdiği yeni sorun ve sorumluluklarla yüzyüzedir.

Anlaşılacağı gibi, içerde bir savaş yaşanırken ve diğer toplumsal dinamiklerin özellikle metropoldeki halk hareketinin, ulusal kurtuluş mücadelesiyle rezonansa gelmesi ve ittifak zeminini güçlendirmesi tehlikesinden dolayı sistemi karabasanlar basarken, sistem için kanallarda hareket eden fakat en azından tabanda daha radikal kanallara akma tehlikesini barındıran siyasi İslami hareketin yine KUM ile rezonansa gelme tehlikesi sistemi korkutmaktadır. Yanı başında oluşan yeni “Ortadoğu” sebebiyle dış çatışma görevi yine ordu güçlerine düşmüştür. On yılı aşkın bir süredir iç savaş güdücüsü olarak, sahip olduğu gücü (geleneksel tavrından da hız alarak) sistemin onarılmasına yoğunlaştırmıştır. Burjuva partilerinin, parlamentosunun, hükümetinin yapamadığını yapma işi artık modern bir parti gibi çalışan Genelkurmaya düşmüştür. İç savaş koşullarından dolayı dağılan devlet işleyişini

Page 56: Özel Savaş Gerçeği

düzenlemek, bozulan istikrarını sağlamak, hatta sistemin geleceğine dair projeler üretmek Genelkurmayın üstlendiği görevlerdir. Devletin Makedonya’da izleyeceği politikaları onlar düşünür, pasaportlarda elektromanyetik kodlamanın gerekliliğini onlar keşfederler. Sistemin elindeki en etkili mekanizma tarihsel bir göreve soyunmuştur; Burjuva sistemin merkez kaç güçleri olan polis ve ülkücü hareketin “çizgiye” çekilmesinden, bölgesel çatışmalarda aktif rol almasına kadar bir dizi politik konuda adımları içeren restorasyon süreci başlamıştır, 28 Şubat “postmodern darbesiyle” önce Refah partisinin iktidardan düşürülmesi ardından kapatılması sağlanmış Susurluk olayı ardından süreç iktidar güneşi altındaki yerini isteyen polis güçlerine sınırları hatırlatılmış, denetim dışına çıkan ve fazla deşifre olan sicil-asker militarist unsurlar ayıklanmış, en azından belli bir dönem için “uykuya yatırılmış”, HADEP’e ardarda yapılan saldırılarla hem Kürt kitlesine mesaj verirken hem de “Kürt Unita”sı yaratama adımları hızlandırılmış, sol aydınlara saldırılar hızlanmış, Haluk Gerger cezaevine atılırken, Yağmurdereli için tutuklanma kararı çıkartılmış, Sosyalist basına ve demokratik kitle örgütlerine yoğun saldırıları, yargısız infazlar izlemiştir. Bütün bunlara ordunun Güney Kürdistan’ı İşgal ve tampon bölge oluşturma çabalarını eklersek restorasyonun nasıl adım adım uygulamaya başladığı görülecektir. Restorasyon aynı zamanda sistemin yeni bir saldırı dalgasıdır. Tam bir kısır döngüdür, sistem kendini yenilemek için daha fazla saldırgan olmak zorunda kalmakta saldırganlaştıkça yenilenmesi zorlaşmaktadır.

Özellikle son on yılda yaşanan gelişmeler sistemin klasik devlet aygıtı ve kurumlarıyla karşılayamayacağı kadar boyutludur. Sistemin gelişmelere uyum sağlama çabası, sele kapılan yaprak parçası gibi özel savaş tarzında sürüklenmesine sebep oldu. Şimdi bulunduğu yerden deforme olmuş yapısını rasyonel bir formasyona getirme telaşı içine girdi. Hem günün ihtiyaçlarını giderecek, günü kurtaracak yaklaşımlara ihtiyaç duyuyor, hem de stratejik yaklaşımları dolayısıyla uçun erimli planlara sahip. Öncelikleriyle, zorunluluklarını bir arada karşılamak zorunda. Bunun için bir yandan stratejik tespitler yapıp, ardından buna uygun günlük organizasyonlarını düzenliyor.

Gelinen noktada 12 Eylül anayasası gibi faşist bir anayasa bile ihtiyaçlarını gidermektedir. Sisteme kendi gerçekliğiyle uyumlu bir anayasa gerekliydi. On küsur yıldır süren iç savaşın yaldızlarını kazıdığı ve “gizil” çıplaklığıyla karşımızda duran devletin gerçekliğine uygun anayasa da gizli olmalıydı. Ülkenin temel konulardaki politikaları, yasaları, kararnameleri, yönetmelikleri, uluslararası anlaşmaları hatta anayasası bile bu gerçek “gizli” anayasaya uyumlu olmalı, değilse uyumlandırılmalıydı ki, restorasyon başarıyla uygulanabilsin. Ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi “bilinmeyin” kişilerce basına sızdırıldı, tartışmaya açıldı. Restorasyon tartışmalarının sürdüğü bir dönemde, bu belgenin tartışmak için sızdırılmasının bir anlamı var tabi ki; Burjuva devletlerin klasik metodudur, aykırı, saklı olan bir şeyi sanki denetimleri dışında ortaya çıkmış gibi davranıp gündeme sokarlar, tartışılıp “meşrulaşan” artık bildik bir şey olduğu için de kimsenin saklamak zorunda olmadığı bir olgu haline getirilen şey (aykırı bir kaç sesi de uyarılması-etkisizleştirilmesi sonrasında) gönül rahatlığıyla uygulanır. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin basına sızması tam da böyle bir olaydı. MGK tarafından hazırlanan Milli askeri stratejik konsept uyarınca biçimlenen belge artık TC’nin yeni anayasasıdır. Belli bir dönem devlet siyasetinin temel taşı olacaktır.

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde iç tehdit unsuru olarak birinci özgürlük hareketi, daha sonra siyasal İslam sayılmakta onları “yumuşama” eğilimleri hissedilen devrimci hareket ve sistemin tosuncukları ülkücüler izlemekte. Dış tehdit olarak “klasik düşmanlar” özellikle de ulusal kurtuluş hareketi ile ilişkili ülkeler sıralanmakta, bir yandan da bölgesel gelişim dinamikleri gizlenmektedir.

Page 57: Özel Savaş Gerçeği

Gizli devletin, gizli anayasası olur. Kendi yapısını görünen kurumlarla örten, ana perdenin ardından asli faaliyetlerini yürüten, gerçeklikleri sanal görüntülerle gizleyen bir mekanizma, gerçek iktidarını bütün yasal, hukuksal sorumluluklardan uzak tutup koruyan bir sistem var karşımızda. Kemalist TC devletinin altından, kontrgerilla cumhuriyeti, onun altından MİT çıkıyor, spor müsabakalarını kaldırıyorsun özel savaş rejimi çıkıyor... Bu anlamıyla TC devleti bir “Matruşka Cumhuriyetidir” diyebiliriz.

Özel savaş rejimi uygulandığı bütün taktiklere rağmen iç savaşı durduramamaktadır. “Terörün belini baharda kıracağız” iddiası hep başka baharlara kaldı. Sonunda, “tamamen bitiremeyiz ama kontrol altına aldık” diyerek başarısızlıklarını itiraf etmek zorunda kaldılar. Şu günlerde en fazla dile getirdikleri kavram “marjinalleştirme”, özgürlük hareketin marjinalleştirdiklerini iddia ediyorlar bunun bir gerçekliği ifade etmemesi bir yana sistemin uluslararası ilişkilerde yaşadığı durum kimin marjinalleştiğini daha iyi gösteriyor. Sistemin topyekün savaş saldırısı savuşturulmuş, belli zeminlerde geri adım atılmasına rağmen, stratejik denge durumu ortaya çıkmış, özgürlük hareketi siyasi etkinliği katlayarak arttırmıştır. Böylesi bir durumda sistem Ecevit planı olarak bilinen tampon bölge yönelişi ile yeni bir hamle yaptı. 2. Körfez krizi sebebiyle oluşan toz duman dalgası arasında kalıcılaşmayı deneyecekse de uluslararası dengeler ve TC’nin sahip olduğu güç bu hamlenin sınırlarını gösterecektir. Sistem açısından “Vietnam bataklığına” saplanma ciddi bir tehlike olarak gündemdedir. Uygulanmaya çalışılan alan kontrolü taktiği Güney Kürdistan’a kadar yayılmıştır. Hedeflenen olgu “şiddeti kabul edebilir seviyeye” getirmektir. Özel savaşın hedeflediği uzun erimli kazanımlardan biri yaşanan çatışmayı sistem açısından kabul edilebilir, onunla birlikte yaşanabilir bir noktaya getirmektir. Varolan çatışmayı sona erdirebilme gücü olmadığını bilen sistem, hiç olmazsa onunla birlikte yaşayabilmeyi ve ayaklanmayı uzun bir zamana yayarak sönümlendirmeyi planlamaktadır. Bu sistem açısından krizlerle yaşamaya alışmak anlamına geliyor. Aslında Cem Boyner’in ısrarla dile getirdiği “kriz yönetimi” ve krizleri aynı zamanda “fırsat” olarak değerlendirme mantığı, sistem tarafından uygulanmaya konuyor denebilir. Kapitalizm üzerinde hassasiyetle durduğu “kriz yönetimi” onun devlet anlayışında da yer etmiştir. Sorunları köklü çözüm yeteneği bulunmadığının ve geçici önermelerle çözümün daha hazırlıklı ve donanımlı dönemlere ertelenmesi veya süreç içinde karşı güçlerin direncinin yitirilmesine bağlı yaklaşımlar, kriz yönetim aygıtlarını doğurmuştur. Sistemin kriz yönetim merkezi de bu amaçla oluşturulmuş bir örgütlenmedir.

Özel savaş rejiminin OHAL ile başlayıp, İller İdaresi Yasası ile tüm ülke çapına yayılmaya çalışan kontrol ve denetim mekanizması aynı zamanda “iktidarın yerel yönetim ayaklarına operasyonel inisiyatif vermektedir. Dünya çapında gelişim gösteren yerinden yönetim anlayışı, kontrgerilla cumhuriyetlerinde ancak böyle karşılık bulabiliyor demek ki. Valilere olağan üstü yetkiler veren askeri güçlerin yetkilerini artıran İller İdaresi Yasası, Milli Güvenlik Siyasetinin yerel uygulamalarının çerçevesini çizmektedir. Sistem olası ayaklanmalara karşı refleksif yeteneklerini güçlendirmektedir.

Başkanlık kriz yönetim merkezinin anayasaya aykırı olup olmadığı konusunda bir sürü tartışma yaşandı. BU tartışmaların tamamı önemsizdir. BKYM gerçek anayasa, MGSB’ne uygundur ve Milli Güvenlik Siyasetinin bir sonucudur. Krizin artık olağan üstü bir şey olmaktan çıktığı bir dönemde, krizler yaşamayı olağanlaştırmak olağanüstü önlemleri, tüm ülkeye yeni ve yıpranmamış biçimlerle uygulamaya koymakla mümkündür. Kriz dönemlerinde Genelkurmayın, başbakanlığı by-pass yapması anlamına da gelen BKYM, MGK genel sekreterlerine geniş yetkiler tanıyarak, zaten gizli devletin, gizli bakanı MGK genel sekreterliği yönetimdeki etkisini genişletiyor. “MGK genel sekreteri, bu yönetmelik esasları dahilinde yürütülen kriz yönetim faaliyetlerini Başbakan (veya krizden sorumlu bakanı) adına

Page 58: Özel Savaş Gerçeği

koordine etmekten ve Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi’nin devamlı faal halde tutulmasından, sistem içerisinde yer alan birimlerin bilgilendirilmesinden sorumlu “tutulmakta. Şiddet hareketlerine, tabii afetlere, tehlikeli salgın hastalıklara, büyük yangınlara, radyasyon ve hava kirliliği gibi önemli nitelikteki kimyasal ve teknolojik olaylara, iltica ve büyük nüfus hareketlerine ağır ekonomik bunalımlara, terör olayları, kanunsuz grev, lokavt, iş bırakma eylemleri, etnik yapı, din ve mezhep ayrılıklarından kaynaklanan olaylara müdahaleyi hedeflemektedir. Krizin tespit edilmesinden, engellenmesine yönelik kararların alınmasına ve sürecin takip ve kontrolüne kadar bir dizi işi görev bilen BKYM, sistemin “sürekliliğinin” dayanak noktalarından biridir. Toplumsal ortamın sürekli denetim ve kontrol altında tutulmasını yani bir çeşit istihbarat faaliyetlerini uygulamaya koyan kriz yönetim merkezi, MGK genel sekreterliği, bilgi toplama, araştırma ve değerlendirme başkanı, başkanlığında gizli devlet kadroları tarafından faaliyete sokulmuştur. Kriz süreçlerinde diğer devlet ve özel kurumları kendi faaliyeti ile uyumlu kılmaya çalışacak olan merkez, tam özel savaş ihtiyaçlarına göre organize edilmiştir

Klasik devlet aygıtlarıyla karşılanamayan süreç olağanüstü hal örgütlenmesinin sistemin günlük işleyişine egemen kılınmasıyla aşılmaya çalışılıyor. Cumhuriyetin güçler ayrılığı ilkesi bir demagoji olmuştur. Daha yetkin ve boyutlu bir özel savaş için güçler birliğine gidilmiştir. Yasama, Yürütme ve Yargı özel savaşın hizmetindedir. Böyle akan pratik süreç sistemin yeniden örgütlenmesini zorlarken ortaya çıkan Başkanlık Sistemi tartışması, merkezileşme eğilimini yönetsel önermesi olarak sık sık gündeme sokulmaktadır. İlkönce Özal tarafından dile getirilen, ölümünün ardından halefi Demirel tarafından yeniden gündeme sokulan Başkanlık veya Yarı Başkanlık sistemi tartışmaları, devlet aygıtını günlük tavır alışların bunca önemli olduğu bir ortamda bu hızı yakalamayan ve güç merkezileşmesini sağlayamayan parlamento ve partilerin yapamadıkları yeni bir aygıtla yapma çabasını ifade ediyor. Sistemin yönetim krizine en üst perdeden cevap arama mantığının sonucudur. Sistemin daha hızlı karar alma, alınan kararları aynı hızla uygulamaya koyma, bunun önündeki parlamento, parti vb. gibi engelleri ortadan kaldırma amacını taşıyor. İktidar gücünün merkezileştirilmesini, özel savaş tarzı açısından daha verimli hale getirilmesinin hedeflendiği bu önerme finans-kapital patronlarıyla, ordudan destek görmektedir. Zaten bu tartışmaların ardında biraz da bunlar vardır. Şimdilik burjuva siyasi ortamındaki iç parçalanmışlık yeterince hızlı ve sonuç alıcı olmayı engellemektedir. Sistemin merkezileşme programının temel hedeflerinden biri olmayı sürdürecek görülen Başkanlık veya Yarı Başkanlık Sistemi önermesi yıllardır küçük Amerika olma hayali kuran sistemin, biçimsel düzenlemelerinin belki de en önemlilerinden biridir. Uygun momentte yeniden gündeme girecektir.

Sistem köklü yapısal sorunlarını biçimsel uygulamalarla aşmakta ısrar ediyor. Sorunlara biçimsel ve yüzeysel yaklaşımları bir açıdan siyasetin sınırlarını da göstermekte. Günü kurtarmak için her çırpınışında siyasi ortamı daha da kirletiyor. Siyasetini özel savaş uygulamalarına havale ediyor. Sistem tam bir girdapta kendi doğal çıkışı içinde daha da yabancılaşıyor. Yaldızları dökülen devlet aygıtının koordinasyonlarla, istihbarat merkezleriyle bir ağ gibi örülmüş yapısı özel savaş çeteleriyle desteklenmiş olarak karşımızda duruyor. Özel savaş aygıtını dönüşmüş devlet yapısı burjuva siyasetçileri bile panikletirken bu aygıtın nasıl dağıtılacağı tartışılıyor. Devlet aygıtının gerçekliğini ne ortaya çıkarmıştır; devrimci ayaklanma. Öyleyse onu en ufak parçasına kadar dağıtacak olan da yine devrimci ayaklanma olacaktır.

ÖZEL SAVAŞ YAPILANMASI VE “YENİDEN “YAPILANMASI

Page 59: Özel Savaş Gerçeği

Özel savaş stratejisinin yapısal biçimlenmesinde esas olan, çatışma alanlarında azami denetimin sağlanması ve zorun sistemli olarak kullanılmasıdır. Bu amaçla askeri ve sivil güçler arasında senkronizasyon ve özel savaş uygulamalarına hukuksal ve idari dayanaklar sağlayacak “sivil” hükümet uygulamalarına gidilmektedir. Böylece özel savaş uygulamalarının meşrulaştırılması sağlanırken, yapılan insanlık dışı uygulamalarda yasal perdeler ardına gizlenir. Çatışma bölgelerinde gerilla ile halkı birbirinden ayırmayı, gerillayı imha etmeyi, halkı sindirmeyi amaçlayan yönelişler bu “yasal” dayanaklar üzerinden hayata geçirilir. Hemen hemen bütün DYÇ uygulamalarında kullanılmış olan olağanüstü hal, koruculuk ve zorla göç ettirme (köy boşaltma) uygulamaları TC’nin de hiç yabancı olmadığı yöntemlerdir. “Ayaklanmaları bastırma harekat”lafına defalarca girmiş olan sistem için bu uygulamalar artık neredeyse normal önlemler olmuştur. Cumhuriyet 75. yılına girerken bunun 37 yılında olağanüstü yönetim uygulamalarına başvuran sistem, ömrünün yaklaşık %50 sini olağanüstü uygulamalarla geçirmiştir. Devletin olağanüstü yöntemlerde yönetme alışkanlığı oldukça eskiye dayanır. Daha 1876 tarihli kanuni esasında OHAL uygulamalarına benzeyen düzenlemeler mevcuttur. Cumhuriyet tarihinde uygulamaya konan 4 anayasadan yalnızca 1992 Anayasası ile anayasal statü ile tanımlanan ve detaylı bir çerçevesi çizilen OHAL rejimi, devletin temel devlet etme yöntemlerinden biri olmuştur. 1978 yılında ilan edilen sıkıyönetim uygulaması 1987 yılında olağanüstü hal uygulamasına çevrilerek Kürdistan’da uygulanmaya devam etti. Bugün devletin OHAL uygulamalarının sonuçlarına baktığımızda (iki milyonu aşkın göç, üç milyonu aşkın yakılan köy, üç bini aşkın faili “devlet” cinayetine, üç yüzü aşkın kayıp ve otuz bine yakın ölü) halk açısından büyük bir yıkım ve sindirme harekâtı olduğunu görüyoruz.

Cumhuriyet tarihi aynı zamanda özel yöne timler, umumi valilikler, sıkıyönetimler, olağanüstü haller tarihidir. Devrimci hareketi engellemek sömürge politikalarını sürdürebilmek için yöntemlere başvuran sistem, aynı zamanda bu bölgeleri devlet kadrolarını yetiştirmek için de kullanmıştır. Devlet hiyerarşisinde yer almanın önemli bir koşulu da özel savaş pratiğinde yer almış olmaktır. Bu anlamıyla OHAL uygulanan bölgeler sistem için bir laboratuar görevini de görmüştür.

OHAL “... temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağının veya nasıl durdurulacağının, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve suretle alınacağını, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceğine, görevlilerin durumunda ne gibi değişiklikler yapılacağının ve olağanüstü yönetim usullerine ilişkin” (2) bin kanuna sahiptir. MGK’nın görüşü alındıktan sonra ilan edilebilen OHAL, 6 ayı geçmemek koşulu ile ilan edilir.

Ayaklanma alanlarında yerleşimi, girişi, çıkışı yasaklamak, sınırlamak gibi hükümleri OHAL uygulaması, yerleşim yerlerini boşaltmak ve başka yerlere göç ettirme yetkisine sahip. Böylece zorla göç ettirme, köy yakma gibi uygulamaların “yasal” altyapısı hazırlanmış oluyor. Bölgede tüm basın, yayım, haberleşme yasağı ilanından, sanat, spor gibi etkinlikler hep OHAL valisinin yetkisindedir. OHAL valiliğine sınırötesi harekât düzenleme yetkisi de veren kanun özel savaş uygulamalarını “yasal” statü içine sokmuş.

Sömürge yönetimlerinin tipik biçimi OHAL valiliğince hayata geçirilen kanun OHAL valisine, jandarma asayiş komutanına “görev” verme, özel ve genel kolluk kuvvetlerine emir ve komite yetkisi vermiştir. Özel savaşın (teorisi gereği) “sivil” ellerce uygulanması üzerine planlanmış olan bu durum hiçbir zaman geçerli olmamış bölge yönetimi fiilen askeri ellerce yürütülmüştür. Sistemin siyasi gerçekliğine uygun olarak fiili durumlar gerektiğinde yasal statüleri kolaylıkla belirleyebilmiştir. OHAL valisinin bölgede yürütülen askeri-politik faaliyetlerde hükümet ve sivil kurumlarla koordinasyon sağlamak

Page 60: Özel Savaş Gerçeği

dışında pratik bir yetkisi olmamıştır. Daha çok dışarıya karşı sivil görüntü sağlamak gibi misyona sahiptir.

Düzen son yıllarda OHAL’in kaldırılması ile ilgili tartışmalar başlatmış, önce Mardin’e sonra Batman, Bitlis ve Bingöl’de kaldırmış ve 1998 yılının sonuna kadar tamamen kaldırmayı planladığını açıklamıştır. Bu açıklama ne anlama gelmektedir. Düzen açısından OHAL uygulamasına ihtiyaç kalmamış mıdır? Özgürlük hareketi yenilgiye uğratılmıştır da ondan mı böyle bir tartışma başlatılmıştır. her iki sorununda cevabı olumsuzdur. Düzen hala yönetmek için olağanüstü yöntemlere -belki eskisinden daha da fazla- ihtiyaç duymaktadır. Özgürlük hareketinin yenilgiye uğratılması bir yana Karadeniz ve Akdeniz’e cılız da olsa yapılan açılım Karadeniz ve Hatay’da OHAL ilanı gündeme getirmiş ve fiili olarak da uygulamaya başlamıştır. Ortada açık bir gerçeklik var. 10 yılı aşkın bir süredir devam eden savaş düzenin aygıtlarını yıpratmış, deşifre etmiştir. Başlattığı konsept değişikliği uyarınca özel savaşın “yeni” araçlarla yürütme kararındadır. Durum böyle olunca hem dünya hem ülke kamuoyunda iyice deşifre olmuş ve tepki duyulan uygulamalar yenilenmeye, vitrin değişikliği yapmaya yönelmiştir. Özellikle bölge siyasetindeki askeri etkinliği perdeleyip, “sivil” bir görüntü verilmesi hedeflenmektedir. OHAL uygulamalarının hiç birinde değişiklik olmayan hatta yeni ve daha dinamik ve daha hızlı araçlarla etkinlik arttırılmaya çalışılacaktır.

OHAL sömürgeci politikalarının sonucunda çıkmıştır ve tamamen ortadan kalkması sömürgeciliğin kaderine bağlıdır.

İşlevsizleşen mevcut örgütlenme ve yöntemleriyle yaşanan savaş seviyesini karşılamayan OHAL’in yerine önerilen yapı “Eşgüdüm planlama birimi”dir. OHAL’in kalkması ile ilgili tartışmaların sürdüğü bir dönemde devlet bakanı Salih Bilican devletin amacını açıkça ifade etmiştir. “Askeri unsurların kendi aralarında askeri unsurlar ile, sivil unsurlar arasındaki koordinasyonu ve eşgüdümü sağlayacak kurumlar gerekli olacak, ama OHAL kalkmış olacak, yöredeki insan artık normal yasalarla yönetiliyorum imajına ihtiyaç duyuyor. Dışarıda da artık yöredeki topluma iki kesimli insanlar dedirtmemek gerekiyor.” (3). İller idaresi yasasıyla her ilin valisine “OHAL” yetkisi veren sistem, böylece OHAL uygulamasını tüm ülkeyi kapsayacak biçimde yaygınlaştırmıştır. Ardından atılan adım gereken yerlerde, güçlerin eşgüdümünü koordinasyonlarla sağlamaktır. MASK kapsamında uygulaması planlanan “zırhlı tugay”lar veya “özel kolordu”lar gibi askeri yönelişlerin hukuksal ve idari destekçisi olan “eşgüdüm planlama birimi” özel savaşı yeniden düzenleme çabasının sonucudur. Özel timin, koruculuğunun yeniden düzenlenmesi ile de desteklenecek bu yeniden planlama süreci özel savaşın “kalkınma” yönelişine altyapı sağlayacaktır.

Özel savaş rejiminin bölgede uygulamaya koyduğu bir başka taktik de koruculuktur. Ayaklanma bölgesindeki halkı bölmek, karşı karşıya getirip kardeş kavgası yaratarak halkın gücünü parçalamayı amaçlayan koruculuk uygulaması, ayaklanma hareketini, ihanet harekâtı yaratarak dizginleme çabasıdır. Özellikle İngilizlerin sömürgelerinde uyguladığı bir yöntem olan (homeguard) DYÇ’nin taktik kuvvetlerindendir. Tarih Kazakların Rus Çarı’na yaptığı koruculuk sayesinde Çarlık Rusya’yı halklar hapishanesine çevirmesi gibi bir koruculuk uygulamasına sahne olmuştur. Çar’ın iktidarını pekiştirmesini sağlayan korucu Kazaklar Sovyet iktidarı ile etkisizleştirilebilmiştir. Osmanlı, tarihinde koruculuk konusunda önemli bir örneğe sahiptir. Abdülhamit döneminde ulusal bilinci gelişmeye başlayan Ermeni hareketini bastırmak için 1891 yılında oluşturulan Hamidiye alayları Abdülhamit İstibdadı tarafından Kürt kırımında da kullanılmıştır. 36 alaydan oluşan Hamidiye Alayları’nın komutanları aşiret reislerinden oluşmaktaydı. Kürdistan’da aşiretler arası kavgaların bazılarının

Page 61: Özel Savaş Gerçeği

kökleri bu Hamidiye Alayları’na kadar dayanmaktadır. İttihat- Terakki döneminde dağıtılan Hamidiye Alayları’nın denetim dışına çıkmaları, İttihat-Terakki gibi özel savaş uzmanı bir partiyi bile rahatsız etmiştir. Hamidiye Alayları’nın dağıtılması kararının “göç kanunu” çıkartan İttihat-Terakki olası bir Kürt hareketini böyle bir önlemle engellemeyi denemiştir. Devletin her önemli taktiğini bir “okul”la destekleme adımıyla burada da karşılaşıyoruz. Hamidiye Alayları’ndaki korucu başlarının çocuklarının okuması için açılan “aşiret mektep”leri bir yanıyla bu kesimi iyice sistemiçileştirip, rehabilite etmeye, devlet Kürt’ü yaratmayı hedeflerken, diğer yanıyla korucu çocuklarının “rehin” olarak tutulması ile özel savaşın “gönülden” yapmaları sağlanmıştır.

Koruculuk Cumhuriyet tarihinde ‘80 sonrası yaygınlaştırılmıştır. PKK’nin 15 Ağustos atılımının ardından 1985 yılında örgütlendirilen koruculuk, uygulamayı meşrulaştıracak bir kanun olmaması sebebiyle “köy kanunu”na iki yeni madde eklenerek yasallaştırılmıştır. Aynı İttihat-Terakki döneminde olduğu gibi sabıkalı, kaçak, kan davalı kişiler bu yapılanmada kullanılmışlardır. Zamanla askeri eğitim de verilip bölgedeki operasyonlara katılımları sağlama, askeri teçhizatla donanmış korucular, istihbarat, kılavuzluk gibi işlerde gerillaya karşı yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Halka ihanetin belki de en dip noktası olan koruculuk sayesinde bölge ekonomisinden pay kapma yarışına giren aşiret reisleri “hizmet”lerinin karşılığında milletvekilliği ve ihaleler ile ödüllendirilmiştir. Bölgede oluşan kara ekonominin temelleri koruculuğa dayanmaktadır. Uyuşturucu kaçakçılığı, gasp, silah kaçakçılığı, benzin-mazot kaçakçılığı, kaçak orman kesimi gibi şeylerle özel savaş ekonomisi içinden “pay”larını alıyorlar. Oldukça başına buyruk davranıp gasp, soygun, tecavüz gibi şeylerle sık sık gündeme gelmeleri devleti bile rahatsız etmiş olacak ki restorasyonun devlet aygıtını yeniden yapılandırma planları içine koruculuğun ıslah edilmesi de dahil edilmiştir.

Toplam 21 ilde, yaklaşık 90 bin korucu devlet bütçesinden 16 trilyon pay almaktadırlar. Her üç korucudan birinin suç işlediği hesaba katılırsa bölgede yaşanan korucu terörünün boyutları daha iyi anlaşılabilir.

Sistem koruculuk aracılığıyla halkı savaşta taraf olmaya zorlamaktadır. OHAL’in 1987 yılında ilanı ile tüm bölgede yaygınlaştırılmaya başlanan koruculuk “topyekün” savaş ilanı sonrasında turnusol kâğıdı olarak kullanılmıştır. “Ya devlete dost olacaksın, yani koruculuğu kabul edeceksin, yada kabul etmeyecek ve düşman olacaksın” şeklinde bir tercihe zorlanmış, koruculuğu kabul etmeyenler ya zorla göç ettirilmiş ya da devlet korkusundan, göçmüşlerdir. Bu anlamda koruculuk zorla göç ettirme ve Kürdistan’ı insansızlaştırma politikası uyarınca kullanılmıştır.

Sisteme, koruculuk gibi kaleyi içten fethedilmesinde işbirlikçilik yapan bir kurumun ıslahatını tartıştıran olgular nelerdir? Düzenlemelerin sınırları nereye kadar uzanabilir? Sitem koruculardan vazgeçebilir mi? Kürdistan’daki savaşın ulaştığı boyut dikkate alındığında devletin koruculuktan vazgeçmesi mümkün görünmüyor. Hatta aynı OHAL konusunda olduğu gibi koruculuk konusunda da Karadeniz’de yeni bir süreç başlatma çabasındadır. Tutup tutmayacağı ayrı bir tartışma konusu ama bu yönde belli adımlar atma çabasında. Durum böyleyken koruculuk konusunda “radikal” uygulamalara gidilmesi mümkün değildir (özellikle Güney Kürdistan’daki gelişmeler ve KDP’nin işbirlikçi yaklaşımları bu uygulamanın Güney’de de yapılacağının işaretlerini veriyor). Devleti koruculuk konusunda düzenleme yapmaya iten ilk neden koruculuğun ekonomik maliyetidir. Özellikle boşaltılan köylerin fazla olduğu alanlarda koruculuk neredeyse işlevsizleşmiştir. Bu alanlardaki korucular başka işlerle uğraşmaya başlamışlar, kendilerine giderek burada iş kurmuşlar, belli zamanlarda da askeri operasyonlara katılır olmuşlardır. İkinci neden ise; devlet içindeki ordu-polis

Page 62: Özel Savaş Gerçeği

çatışmasında korucu başların polisin ve dolayısıyla neredeyse bir polis partisi olan DYP içinde olmalarından kaynaklanan pozisyonlarıdır. Ordu, polise silahlı bir kitle tabanı olabilecek bir güç istememektedir. Bu noktada ki işareti anlayan bazı korucu başları DYP’den ayrılmış ANAP’a geçmişlerdir. Hem ekonomik hem de siyasal olarak sisteme belli ağırlıklar ve riskler yükleyen koruculuğun daraltılarak, askeri eğitim ve disiplin altında jandarma kuvvetlerine yedeklenmesi şeklindeki bir plan tartışılmaktadır. Böylece koruculuğun sistem açısından taşıdığı risk bertaraf edilmiş ve ekonomik yükü hafifletilmiş olacaktır. Yine korucuların yaptığı bazı “yasa dışı” işlerle ilgili mahkemeler açılarak, kamuoyunun tepkisini de sönümlendirilmesi gibi yönelişe gidilebilir.

Özel savaş rejiminin koruculuk uygulamasıyla birlikte özel önem verdiği bir başka taktik zorla göç ettirme uygulamasıdır. Hemen hemen bütün savaşların doğal sonucu olarak ortaya çıkan bu olgu özel savaş tarzı içinde taktiksel bir seviyeye yükseltilmiştir. Gerillayı yalnızlaştırmak ve “suyu kurutmak için” uygulanan bu yöntem Osmanlı’dan beri Türk devletinin uygulamakta oldukça uzman olduğu bir konudur. Osmanlı tarafından tehcir (Bir toprak parçasını boşaltma, nüfus yapısını kökten ve temelli değiştirmeyi amaçlayan) boyutuyla Rum, Ermeni’lere karşı uygulanan yöntem artık Kurtlara karşı yoğun bir şekliyle uygulanmıştır. Özel savaş rejiminin baskı ve zor uygulamaları sonucu 2 milyonu aşkın insan kentlere göç etmiştir. Göçe neden olan iki olgu bugün Kürt halkının başına beladır; Devlet zoru ve sömürge politikasıyla ilişkili olan ekonomik zorluklar halkın göç nedenleridir. Burada devlet zoru daha baskındır.

Göç zorlamasıyla insansızlaştırılan topraklarda yoğun askeri operasyonlarla gerilla etkisi kırılmaya çalışılıyor. Bu anlamıyla göç tehdidi bir süredir Güney’in de gündemindedir. Devletin düzenlediği Güney Operasyonları ardından gerilla etkisini kırmak bir yana, özgürlük hareketinin yeni mevziler elde etmesi, Güney’de de göç olgusunu gündeme getirmiştir. İtalya sahillerine yapılan Kürt çıkarmasının nedeni bu gerçekliktir. Sistem Kürtlere karşı tam bir soykırıma girişmiştir. Klasik yöntemlerini tarihsel deneyimleri ışığında yeniden uygulamaya koymaktadır. Hatay ve Kıbrıs’ta yaptığı gibi boşaltılan alanları Türkleştirmek için buraya başka bölgelerden Türklerin yerleştirilmesi bugün Güney Kürdistan için uygulanmaya çalışılıyor. Sistem özel savaş konusunda akıl hocalığını yapan İsrail’den bu konudaki deneyimlerin almaktadır. İsrail’in Filistinlilere yaptığını, TC Güney’de yapmayı denemektedir. JİTEM, KDP ve Türkmen cephesi dört elle bu işe soyunmuş durumdalar.

Halk göç ederek özel savaşın “özel politika”ları olan tehcir ve asimilasyondan kurtulmuş olmuyor. özel savaş halkı asimile edemediği taktirde şehirlerde yoğunlaşan halkın, öfkesini bu alanlarda patlamasına engel olmak için bakı ve sindirme operasyonlarının burada da sürdürür. Özel savaşın yeniden yapılanma planı, göçler sonucu şehirlerde yoğunlaşan halk kitlelerine yönelik önermeleri de içermektedir. Köyünden göç ettirilenler üç seçenek sunulmaktadır: İlki, “güvenliği tam olarak sağlandığı” ve ekonomik olanakları yeterli düzeyde olan köylere dönüş, devlet katkılarıyla özendirilecektir (Buna inanan köylülere koruculuğu kabul şartı getirilmekte, silah, malzeme, elbise parasını da kendi ödemektedir. Kabul etmeyenler geri sokulmamaktadır). İkinci olarak; kentlerde kalmak isteyenlere bulundukları yerlerde istihdam, geçinme ve barınma olanağı sağlaması vaat ediliyor. Üçüncü olarak da, hazinenin sağlayacağı elverişli arazilerde toplu yerleşim merkezleri kurulması hedefleniyor ki bu proje “merkez köyler”, “köy-kent” ve “cazibe merkezleri” gibi adlarla anılmaktadır... Önermenin tarihi 80 öncesinde Ecevit’in iktidar yıllarına kadar dayanmaktadır. Ecevit’in her fırsatta dile getirdiği proje yine iktidar da olduğu bir dönemde hayata geçirilmeye çalışılıyor. Vietnam’da, Malatya’da ya da bazı Latin Amerika ülkelerinde denenmiş olan proje devletin tam denetiminin olduğu bölgelerde yerleşimi ve devletin yöneticiliği altında ekonomik işleyişin

Page 63: Özel Savaş Gerçeği

yapılandırılmasını içeriyor. İsrail ile geliştirilen özel savaş ilişkileri bu konuda etkisini göstermiştir. İsrail’in uyguladığı “Kibutz” modelinin bu projede uygulanması hedeflenmektedir. Ecevit, “çağdaş üretim ve ekonomik sosyal işbirliği düzeni kurulacaktır” şeklinde ifade ettiği modelin açıkça Kibutz modeli olduğunu söylemiştir. Sistemin yeni konsepti olan “kalkınma” uygulamalarının önemli bir başlığı olan “köy-kent” projesi “kalkınma” hamlesinin ekonomik-sosyal iyileştirme boyutundaki uygulamasıdır. Sistemin Kürt halkından bu iyileştirme karşılığında beklediği, asimilasyonu kabul etmesidir. Kürtler için planlanmış toplama kamplarından başka bir şey olmayan köy-kent projesi için pilot uygulama alanları seçilmiştir. Batman, Diyarbakır ve Van pilot bölge alanları belirlenmiştir. Bazı köy ve mezraların büyük köylere bağlanması kararı ile başlayan çalışmalar, finansal kaynağın belirlenmesi için yürütülen toplantılarla devam ediyor. Diyarbakır’da yürütülen çalışmaları yerinde incelemek için buraya giden Ecevit, halk tarafından protesto edilip kovalanınca istediği şovu yapma konusunda hevesi kursağında kalmıştır.

Sistemin “kalkınma” hamlesi oldukça kapsamlı bir plana sahiptir ve planların güdücüsü Kürdistan fatihi olmaya niyetli gözüken Ecevit’tir. Yaşanan savaşla ilgili olarak oluşturulan koordinasyonların hepsine katılan Ecevit, “terörle mücadele koordinasyon kurulu” ve “doğu ve güneydoğu illerinde uygulanacak kalkınma programlarını takip ve koordinasyon kurulu”na başkanlık etmektedir. Bu koordinasyonlardan ilki OHAL ve koruculukla ilgili yeni organizasyonları, tampon bölge gibi yönelişleri planlarken, ikincisi, göç sonucu yürütülecek asimilasyon politikalarını, Kürdistan’da 8 yıllık eğitimin nasıl organize edileceğini, vb. ile köy-kent gibi projeleri yürütmektedir. Yine Karadeniz’deki gelişmeler her iki koordinasyonda değerlendirilmiştir. Ecevit, “kalkınma” konseptinin “yükünü” sırtlamış görünüyor. Köy-kent, tampon bölge, koruculuk ıslahı gibi projeler Ecevit patentlidir ve istediğine şimdilik kavuşmuştur: Ecevit, özel savaşın Kürt masası şefidir.

Bazı projelerini ise şimdilik uygulayamamaktadır. Yakın bir zaman önce dile getirdiği bölgede toprak reformu önermesini “GAP Koordinasyon Kurulu”nda dile getirmesinin ardından başka toprak ağaları ve korucu başları olmak üzere egemenlerden tepki alınca yeniden dile getirmemiştir.

RESTORASYON SÜRECİNDE 8 YILLIK EĞİTİMİN YERİ:

Özel savaş rejiminin yeni konsepti olan “kalkınmacı” yönelişinin uygulama alanlarından biri de eğitimdir. 28 Şubat MGK toplantısı ardından tartışma gündemine sokulan 8 yıllık zorunlu, kesintisiz eğitim konusu, düzen güçlerinin restorasyonu süreciyle birlikte değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Sistem “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”yle yeni stratejisini belirlemiş ve tehdit unsuru olarak gördüğü güçlere karşı uygulayacağı politikaları belirlemiştir. Devrimci harekete karşı zaten bir savaş sürdüren sistem, bu sürekli yönelişin yanına yeni bir cephe daha açmış ve (yeterince ehlileştiremediği) Siyasal İslam’a karşı da daha kapsamlı bir operasyona girmiştir. Bu operasyonun sonucu Refah Partisi’nin iktidardan düşürülmesi olarak gelişmiş ardından RP’nin kapatılmasıyla yeni bir düzeye sıçramıştır. Daha RP iktidardayken MGK’da gündeme getirilen ve kabul ettirilmeye çalışılan 8 yıllık kesintisiz eğitim planı RP iktidardan düştükten sonra uygulanmaya kondu. Haftalarca, hatta aylarca yapılan tartışmalar üzerinden bakıldığında 8 yıllık eğitimin yalnızca Siyasal İslam’a karşı bir yöneliş şeklinde algılanması eksik bir değerlendirme olarak kabul edilmelidir. Konunun daha çok imam hatiplerin orta kısımlarının kapatılıp kapatılmaması zemininde (5+3, vb.) Siyasal İslam’ın önünün kesilmesi, vb. biçiminde tartışılması sonucunu doğurmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Kemalizm’in argümanlarının, düşünce kalıplarının, “tarih” ve “bilim” anlayışının çerçevesinde insanların şekillendirilmesini amaçlayan “eğitim” kurumları, sistemin

Page 64: Özel Savaş Gerçeği

devamını sağlayan temel ideolojik aygıtlardır. Asimilasyoncu, şoven bir anlayışla biçimlendirilmiş olan eğitim kurumları sosyal, ulusal, kültürel farklılıkları yok sayan, insanları, “tek tip”leştirici bir anlayışa sahiptir. Eğitim, sistemin elinde her zaman önemli bir silah olmuştur. Dinin denetim altına alınmasını, devletin denetimi dışında dini faaliyet yürütülmesine fırsat vermemeyi amaçlayan Kemalist laiklik, sistemin “yapılacak her şeyi devlet yapmalı” anlayışı uyarınca din eğitimini de din adamı yetiştirmeyi de devletin “görevi” saymıştır. İşte imam hatip okulları bu anlayışını ürünü olarak, daha cumhuriyetin ilk yıllarında kurulmuştur. Amaç Kemalist din adamları, yetiştirmek olan okullar yine devlet eliyle yaygınlaştırılmıştır. Devletçi bir çizgiye sahip kaderci, güçlü bir kul anlayışına sahip, sistemin kolaylıkla yönetilebildiği, devrimci harekete karşı kullanabildiği bir insan tipolojisi yaratmıştır. Ancak süreç içinde İslami sermayenin güçlenmesi Siyasal İslam'ı siyaset sahnesine daha etkin olarak sokmuştur. İslami sermayenin güneşin altındaki yerini istemesi ve bunu siyasal bir hareketle i1fade etmesi finans-kapitali rahatsız etmiştir. Bu momentte devletin değirmenine su taşısın diye kurulmuş bir aygıt olan imam hatipler siyasal İslam'ın etki alanının güçlenmesine basamak olmuşlardır. Bu açıdan bakıldığında imam hatip okulları İslami sermaye ile finans-kapital arasında geçen ekonomik siyasal ideolojik çekişmenin yaşandığı alanlardan biri olmuştur. Ne devlet imam hatipleri kaybetmiş ne de siyasal İslam'ın etkinliği bu adımla kırılmıştır. Yaşanan karşılıklı güç denemeleridir. Siyasal İslam hem fiziksel hem düşünsel olarak sistem içi olduğuna göre onu siyaset belgesine sokan nedenler nedir?

Bu sorunun yanıtı ortadadır. Süreç içinde gelişen devrimci, yurtsever hareket Kemalist ideolojinin temel argümanlarını darbelemiştir. Bu darbelenme sonucu ortaya çıkan siyasal boşluklar devrimci, yurtsever hareket tarafından değerlendirildiği gibi, Kemalizm’in düzen içine çekmek ve eritmek için halkın yoksulluğunu, yaşadığı sefaleti demagojik düzeyde de olsa dile getirmesi siyasal İslam'ın bu halk kesimleri içinde yer etmesine ve kitle tabanını geliştirmesine yol açmıştır. Düzenin, İslami hareketi sistem içi tutabilmek için devlet ayağı düzen içinde olan diğer ayağıyla da etki alanını genişletmek için siyasal boşlukları değerlendiren ve boşlukları genişletmeye çalışan bir hareket ortaya çıkmıştır. İşte milli güvenlik siyaset belgesinde yeni düzenlemeye iten neden burada saklıdır. Sistem açısından siyaset güç merkezinin dışında merkez kaç bir eğilime sahip Siyasal İslam'ı en kısa zamanda sınırlandırma, kontrol altına alma ve süreç içinde güçlenme olanaklarının ortadan kaldırmayı hedefleyen bir plan ortaya çıkmıştır.

Çözüm Kemalizm’in klasik yaklaşımlarının yeniden ısıtılıp masaya getirilmesinde bulunmuştur. Devreye giren özel savaş aygıtı “kalkınma” konsepti içine 8 yıllık eğitim konusunu ekleyerek “yeni bir saldırıya girişmiştir. Özel savaş uygulamasında yeni bir aşamayı gösteren bu yöneliş, ulusal kurtuluş hareketine karşı “karşı ayaklanma” yaratmak amacı taşımaktadır. Yiyecek, giyecek yardımı, sağlık hizmetleri sunma, kitap yardımı yapma şeklinde ilk uygulamaların ortaya koymaya başlamıştır. Kürt halkını devlet yanında örgütlenmeye yönelik olan bu adımlar uzun vadede yetişen yeni nesli asimile ederek devlet yanına kazanma perspektifiyle katmerlenmektedir. Devlet, savaşın uzun süreceği ihtimali karşısında önlemler almakta, yetişecek kuşakların ayaklanma hareketine katılmalarının önünü kesmeyi amaçlamaktadır. İşte 8 yıllık zorunlu kesintisiz eğitim bu noktada önem kazanmaktadır. Pilot uygulamalarına başlanan köy-kent uygulamasıyla paralel olarak açılması planlanan “yatılı bölge okulları”yla 7 yaşında okula alınan çocuklar 8 yıl boyunca Kemalist, şoven ideolojisiyle yoğrulup “kazanılmış” bir nesil yaratılacaktır. Bu anlamıyla 8 yıllık eğitim Kürdistan’da yeni bir asimilasyon saldırısının adıdır. Yaklaşık 70 yıllık geçmişi olan yatılı bölge okullarında, kışla eğitimi altında, Kemalist, ırkçı, şoven, Türk-İslam sentezcisi, asimile olmuş bireyler yetiştirmeyi hedefleyen sistem, yaklaşık 5-6 milyon Kürt çocuğuna gözünü dikmiştir. Ailelerinden 7 yaşında kopartılan çocuklar okulları

Page 65: Özel Savaş Gerçeği

bitirdiklerinde, ana dillerine, ülkelerine, ailelerine yabancılaşmış, kimliksizleşmiş, kişiliksizleştirilmiş, kompleksli, sisteme itaat eden, korkak bireyler olacaklardır.

Bu yönelişlerin köy-kent uygulamasıyla birleştirildiği düşünüldüğünde özel savaş rejimini inkâr-imhacı politikaların yeniden üretimiyle karşı karşıya olduğumuz açıktır. Özel savaş rejiminin bu yönelişi bir taşla iki kuş vurmayı hedeflemektedir. Hem siyasal İslam'ı kontrol altına almayı, onun gelişimin dizginlemeyi, hem de ulusal kurtuluş mücadelesine yeni bir asimilasyon, yalnızlaştırma saldırısı düzenlenmektedir. Belirtmek gerekir ki düzenin imam hatiplerden vazgeçmesi mümkün olduğuna göre hedeflenen onları “cumhuriyetin okulları” haline getirmektir. Yani siyasa İslam'ın etkisi dizginlenip kontrol altına alınarak, biçimsel düzenlemelere gidilmesi hedeflenmektedir. Yoksa bu okullardan mezun olanların karşı-devrimci aktif faaliyet yürütmek için kullanılmaya devam edileceği aşikârdır. ama ulusal kurtuluş hareketine karşı girişilen saldırı yüklüdür. Hedef “tüm Kürtleri Türk kabul etmesi”dir. 8 yıllık eğitim tartışmalarında yeterince gündeme getirilmeyen ve üzerinde fazla durulmayan yön budur.

8 yıllık eğitim tartışmalarında dikkat çeken bir diğer oldu da 8 yıllık eğitime başlanması için altyapı ve finansman sorunlarının gündeme sokulmasıyla yardım kampanyaları vb. düzenlenmesidir. Sistem “laik-anti laik çatışması” üzerinden tartışmaları körükleyerek “8 yıllık eğitim” için yardım kampanyaları düzenlemiş ve “laikleri” laikliklerini ispatlamaya devam etmiştir. Özel savaş medyası tarafından pohpohlanan bu yönelişler açıktır ki özel savaşın finansmanı için düzenlenmiş kampanyalardır. Sistem yürüttüğü özel savaşın finansmanını kaldıramadığından böylesi iki yüzül yönelişlere gitmektedir.

Özel savaş rejiminin “iyileştirme” hamlesinin kontrgerilla literatüründeki adı askeri konsolidasyondur. Bunu siyasi konsolidasyon izler. Ordu son zamanlardı sık sık dile getirdiği “asker yapacağını yaptı, şimdi sıra sivillerde” sözlerinin pratik karşılığı, ordunun eğitim, sağlık beslenme hatta barınma konularında kendi kadrolarını kullanarak ayaklanma bölgelerinde (özellikle korucular aracılığıyla) devlet işleyişini yeniden düzenlemeye çalışması olarak görülmektedir. Bunu adım izleyecek devletin bu “hizmet”leri yerine getirmesidir. Hedef budur. Başarılıp, başarılamayacağı taktiği, nesnel ortama uygunluğuyla ilgilidir ki Kürdistan&da ne gerilla gücü ne de halkın gerillaya olan desteği ve güveni gerilemediğine göre bu düzen açısından bitmiş duaya amin demekten başka bir anlama gelmez. Düzen daha çok dua etmek zorunda kalacaktır.

SİLAHLANMA VE TÜRKİYE

NATO içinde ABD’den sonra ikinci büyük orduya sahip olan Türkiye, dünya da trafik kazalarıyla, çocuk ölümleriyle olduğu gibi silahlanmada da üst sıralarda. Her yönüyle ölüm saçan bir ülke haline geldi. Dünya da silaha en fazla para harcayan 7. ülke Türkiye 1992-96 yılları arasında 7. 433 milyon dolarlık silah ithal etti. On yılı aşkın bir süreden beri yaşanan iç savaşın yanı sıra “bölge merkezli dış politika” anlayışından dolayı kronik savaş konsepti yaşayan sistem hem “tarihsel” düşmanlarına karşı hem de “iç düşmanlarına” karşı silahlanmayı tercih ediyor. Türkiye Ortadoğu’da S. Arabistan’dan sonra silahlanmaya en fazla para harcayan ülke, 720 bin kişilik ordusuyla (ki ihtiyaç halinde 1 milyona çıkartabiliyor) dünya silah tüccarlarının olduğu kadar yerli sermayenin de iştahını kabartan bir konuma sahip. Türkiye milli askeri stratejisinde belirtilen hedeflere varmak üzere hazırlanan on yıllık tedarik planı uyarınca önümüzdeki 25-30 yılda TSK savunma sanayi için 150 milyar dolar kaynak harcayacağı şeklinde ki planı açıkladı. NATO ülkeleri içinde en fazla “savunma” teçhizat ihale eden, ülke olan Türkiye ABD’nin NATO ülkelerine yaptığı 3. 9 milyar dolarlık ihracatın 1. 1 milyar dolarlık

Page 66: Özel Savaş Gerçeği

bölümüne sahip. Yine bölge de Rusya ve İsrail’den sora savunma sanayiine en fazla harcama yapan ülke Türkiye.

TSK için hazırlanan çok sayıda projede önceliği komuta, kontrol, muharebe, bilgisayar ve istihbarat sistemleri ile elektronik harp ve hassas güdümlü füzeler alıyor. İç savaş ve bölgesel çıkar planına sahip Türkiye silahlanmasını bu planlara göre yapıyor. Diğer silahlanma kalemleri de yine iç savaş ve bölgesel çatışmalar hesaba katılarak planlanıyor. Bu noktada dünyadaki silahlanma eğiliminin temel verilerinin Türkiye içinde geçerli olduğu görülüyor; silahlanmaya harcanan paranın büyük bölümünün küçük, fakat iyi donanmış ordular kurmak için harcanması olgusu tartışmalardan anlaşıldığı kadarıyla TSK’nin da gündeminde olan bir olgu. Profesyonel ordu, personel sayısının teknik gelişmelere uyumlu olarak azaltılması konuları zaman zaman gündeme geliyor. Sistemin hızlı vurucu gücü yüksek, kısa zamanda sonuç alabilecek bir askeri yapı hayali kuruyor. İkinci olarak, kendi silah endüstrisini kurma yönünde çabası yoğunlaşıyor. Askeri sınaî kompleksi yönünde atılan adımlar silah ticaretinin azaltılması ihtimaline karış silah teknolojisi ithalini öne çıkartmaya başlayacaktır. TSK’nin “modernizasyonu” çerçevesinde harcamayı planladığı 150 milyar doların önemli bir bölümü için dünya bankasından alınan kredi ile karşılanacak. Türkiye’nin silah ihtiyacının giderilmesinde diğer kurumlarla koordinasyon haline çalışıp ihtiyaçları temin eden “savunma sanayii müsteşarlığı”nın almayı planladığı savaş sistemleri:

1. Uzun menzilli füzeler

2. Modern ana muharebe tankı

3. Taşıma ve muharebe amaçlı helikopter

4. Orta ve kısa menzilliği hava savunma sistemi

5. Mühendis destekli mayın arama ve tarama üniteleri

6. Elektronik muharebe sistemleri

7. Piyade tüfeği

8. İnsansız uçaklar şeklinde sıralanabilir.

- 1993 yılından bu yana Stinger füzelerinin bir bölümünün ASELSAN aracılığıyla Türkiye’de üretilebiliyor. TSK’nin füze ihtiyacının %40’ı yerli üretim yoluyla karşılanıyor. 2010 yılına kadar 3 bin 627 tank daha almayı planlayan Türkiye ayrıca tank üretimini geliştirmeyi planlıyor.

- 90 Skorsky Black Hawk helikopter siparişinde yarısı teslim alan TC ayrıca 10 süper Kobra, 28 adet de Kobra helikoptere sahip ve üretim planında 150 saldırı helikopteri üretmek olan TC’nin ihalesine Agusta, Kazan, Eurocopter, Boeing, Mcdonnel Douglas ve Skorsky katıyor.

- Piyade tüfeklerini yenileyecek olan TC, 500 bin adet 5. 56 mm.lik tüfeği yeni teknolojisiyle donanmış 7. 62’liklerle değiştirecek ve ihale sonucu seçilecek modeli üretmeye başlayacak.

- Ayrıca insansız uçak sistemine ihtiyaç duyan TC (her bir 6 uçaktan oluşan 10 adet insansız uçak sistemi) bunların yanında sahil güvenlik botu alımı, F 16 uçakların elektronik harp sistemlerinin geliştirilmesi F 4 uçaklarının modernizasyonu amacıyla AB ülkeleri ve İsrail ile işbirliği içinde. Bunlarla

Page 67: Özel Savaş Gerçeği

birlikte “geleceğin büyük uçağı” FLA projesinde 7 kurucu üyeyle birlikte Türkiye de kurucu üye olarak bulunuyor.

Görüldüğü gibi bin türlü kemer sıkma teorileri üreten sistem için, silahlanma ve savaş söz konusu olduğunda akan su duruyor. Artık Türkiye’nin sanayi yatırımları da silahlanma ihtiyaçlarına göre şekillenmeye başladı. Tatlı kar peşinde koşan sermaye sırtını askeri-sınaî kompleks projelerine dayadı. Özel savaş rejiminin bu konudaki pervasızlığı “Kürt illerine yatırım yapmak için” kurulan doğu holdingin ilk yatırımını Elazığ’da silah fabrikası kurmasıyla açık şekilde görülüyor.

Finans kapital önceleri ordunun, yiyecek, giyecek, taşeronluk, müteahhitlik gibi ihtiyaçlarını giderirken tatlı karın farkına varıp kar marjı yüksek olan, yüksek teknoloji gerektiren sektörlerde askeri ihtiyaçları gidermeye yöneldi. Özellikle de Türkiye Odalar ve Borsalar birliği bu alana göz dikmiş durumda. TSK’nin sistem bazında ihtiyaçlarının %21’ini yurtiçinden %79’unu ise yurtdışından sağladığı gözönüne alınırsa parababalarının bu oranı büyük ölçüde değiştirmeyi hedeflediği söylenebilir. Bunun için ABD de ordu gibi yüksek teknoloji yatırımı yapan firmaların korunması gerektiğini dile getiren sermaye grupları hükümeti bu konuda sıkıştırıyorlar.

Savunma sanayinin çekirdeğini kurduklarının söyleyen düzen güçleri bu konuda devletin yaptığı yatırımların yanı sıra özel sermaye yatırımlarının da önünü açmakta. Silah sanayi alanında var güçleriyle faaliyet gösteren sermaye kuruluşlarının belli başlılarını: Otokar, Kamatsu, STFA Savronik Elektronik Sanayi Ticaret A. Ş., FMC Nurol Savunma Sanayi A. Ş., Varo, Marconi Komünikasyon A. Ş., Mikez Mikro Dalga Elektronik Sitemler Sanayi ve Tic. A. Ş., Mercedes Benz, Hema Şirketler Grubu, Man Kamyon ve Otobüs Sanayi A. Ş., Otosan, Otomarsan A. Ş., Aydın Yazılım, Metis İnşaat ve Ticaret LTD. ŞTİ. şeklinde sıralamakta. Devlet ağırlıklı silah sanayi kuruluşları ise şunlar: Makine Kimya Endüstri Kurum, Tusaş Havacılık ve Uzay Sanayi, Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A. Ş., Tusaş Derospace Industries, Mıtır Sanayi A. Ş. ve Roket San. Savaşı ekonomisi canlandıracak bir faktör olarak kullanmayı deneyen sistem böylece endüstri militarize ederek savaş konseptine eklemlendiriyor.

II. BÖLÜM

OSMANLI’DAN TC’YE DEVLET SINIFLARI GELENEĞİ

“Gerici sömürgenler, tabanda üretici güçlerini, üstyapıda devlet güçlerini (ikide bir böbürlendikleri gibi) Anayasa ve “meşru” kanunlarla değil, domuzuna örgütlü ve domuzuna gizli çalışan telli kurşun ve yalın süngü gücüne dayanmış, kanunsuzluklarla tekelinde tutuyor ve tahakkümünü sürdürüyor.” (1)

Toplumdaki sömürü ilişkilerinin devamı için ezilenler üzerinde tahakkümü sürdürmenin aygıtı olarak örgütlendirilmiş olan devlet, zor ve baskı uygulamaları ile bu tahakkümünü sağlar. Bu anlamıyla egemenlik ilişkilerinin (ve dolaysız olarak sömürü ilişkilerinin) sürmesi, devletinin hem aygıtının hem de uygulamalarının sürekliliği ile direkt ilişkilidir. Toplumdaki üretim ilişkilerine göre bir biçim alan, üretim ilişkilerindeki değişim uyarınca basitten karışığa doğru bir evrim yaşayan devlet aygıtının, merkezinde bir “çekirdek” ve çeperinde “bürokratik mekanizma”lardan oluştuğu söylenebilir. Devletin sürekliliğinin sağlanması ve siyasetinin belirlenmesi “çekirdek” yapının faaliyetleri tarafından sağlanır. Bürokratik aygıt işin “hizmet” yani görünen yönünü temsil eder. Parlamento, yasalar, mahkemeler, cezaevleri, eğitim hatta sağlık ve spor bile bir yanıyla “hizmet” işlevini yerine getiren diğer yönüyle “çekirdeğin” belirlediği ideolojik yaklaşımları hayata geçiren ve bu anlamıyla çekirdeği gizleyen bir işlev de yüklenmiştir.

Page 68: Özel Savaş Gerçeği

Devletin sürekliliğini kesintiye uğratacak olgular genel olarak halk ayaklanmaları ve dışardan gelebilecek saldırılar olarak sayılabileceği gibi dönem dönem iktidar klikleri arasında ortaya çıkan çatışmalarda sürekliliği kesintiye uğratabilmektedir. Devlet aygıtının biçimlenişini ayaklanmaları bastırma ve işgalleri önlemeye yönelik çabalar sağlamıştır. Devletin ilk ortaya çıktığı zamanlardan itibaren geçirdiği evrim bu temel amaçlar uyarınca olmuştur. İlk zamanlardan beri toplumsal yaşamın denetlenmesi, baskı uygulaması ve toprakların korunmasında temel amaç olarak işlev gören askeri yapılanma bu misyonunu sürdürmekle birlikte, özellikle silahsızlandırılmış toplum yığınlarını egemen sistem dahilinde tutabilmek ve gütmek için askeri aygıtın yanı sıra bürokratik aygıtlar eklenmiştir. Devletin yaşadığı evrim sonucu ulaştığı noktada her şeyi belirlemek, her şeyi denetlemek, baskısını anlık uygulayabilmek amacıyla, neredeyse insanın insan olmaktan kaynaklı tüm aktivitelerini kontrol etme yönünde çabası ortaya çıkmıştır. İnsan yabancılaşmasının bir sonucu olan devlet günümüzde bunun en tepe noktasını temsil etmektedir. İnsanın “yapma”sının değil “yapmayı düşünmesinin” bile engellenmeye çalışıldığı günlerdeyiz.

Önüne yabancılaşmanın tüm cenderelerini yerle bir edip, özgürlüğü olanaklı hale getirme idealini koyan biz devrimciler, karşımızda duran bu aygıtı iyi tanımalıyız. Karşımızdaki ne bir kâğıttan kaplandır, ne de ebed - müddet yıkılmaz bir tanrı yaratığı. Biz tarihsel olarak değiştirme misyonuyla yüklenmiş olanlar, değiştirmek için önce düşmanımızı tanımalı, onun yapısını tarihselliğini, hareket tarzını bilince çıkartmalı ve yorumlamalıyız ki değiştirmek için gerekli olan gücü oluşturup karşısına çıkartalım.

Karşımızda yüzlerce yıllık devlet geleneği olan bir güç durmakta; “TC devleti”. TC devleti, kökü Osmanlı devletleşmesine hatta orta barbar toplum alışkanlıklarına dek uzanan bir geleneğin ürünüdür. Yaşadığı her tarihsel dönemin üretim ilişkilerine göre bir biçim alan devlet, yine her dönemin bir takım izlerini - kalıntılarını da günümüze kadar taşımıştır. Bugün sahip olduğu modern devlet bu gelenekten güç almaktadır. Bundan dolayı TC devletini anlamak için onun tarihselliğini anlamak gerekir.

TC devletinin kapısında “devlette süreklilik esastır”yazmaktadır. Sürekliliğiyle övünen ve onu idealleştiren (kutsal devlet, devlet baba gibi söylem geliştiren) bir karaktere sahiptir. TC devletinin bu yaklaşımlarının temelinde geleneğinin yarattığı dinamiklerin hala etkili ve güçlü olması olgusu yatmaktadır.

Devletin “gizli” yapılanması olan çekirdek yapı Türklerde yine, orta barbar toplum alışkanlıklardan, -geç- devletleşmeyle, devlet sınıflarının ortaya çıkmasına doğru bir evrim içinde biçimlenmiştir. İmparatorluk devletleşmesinde ortaya çıkan devlet sınıflarının, imparatorluk kurucuları ve korucuları şeklindeki misyonları, imparatorluğun yıkılış sürecinde “devlet kurtarıcılığı”na verilmiş ve bu yaklaşım TC’nin kuruluşu sonraki süreçlerde etkisini sürdürmüştür. İmparatorluk devletinin kadro siyasetinin ürünü olan devlet sınıfları derebeyleşmeyle çürümeye uğramış ancak yeni kadro siyasetinin kurumları olan batı ekolüne göre biçimlenmiş harp okulları, tıp fakülteleri, içinden çıkan Jön Türkler, devlet sınıfları geleneğinin devamcısı olmuşlardır. İçinde vatansever unsurlar da taşıyan Jön-Türk hareketi burjuva ideolojik bilinç ile girdiği rezonans sonucu İttihat Terakki partisi ortaya çıkmış ve TC devletine önemli “devlet etme” yöntemleri miras bırakmıştır. Gayri- nizami savaş, istihbarat yapılanması ve bin bir Osmanlı oyunu miras bırakmıştır TC’ye.

Bu süreç başlangıç noktasından yani Osmanlı devletleşmesinden itibaren değerlendirerek tarihsel sürekliliğin nedenlerini çelik çekirdek yapılanmanın gelişim özelliklerini gözlemeye çalıştık...

Page 69: Özel Savaş Gerçeği

A) Osmanlı Devletleşmesi:

“Osmanlı devletinin doğuşu çadırdan saraya geçiş tipinde oldu. Kayı boyundaki ilkel komünist kan örgütü, kentlerde tarımla birlikte beliren sınıf ayrımına uğramaksızın, doğrudan doğruya devlet örgütü biçimine atladı. Bütün bir sosyal gelişim konağını (kent kurmuş yukarı barbarlık basamağını) atlayıvermek, kendiliğinden anlaşılacağı gibi hayli güç bir “tehlikeli parende” atmaktı.

Osmanlı Türkleri bu parendeyi attılar. Bir toplum “aşamasını yakarak” devletleştiler. Ama kan örgütünden dolaysızca devlet örgütüne geçiş, ister istemez iki tarafın (hem kanın, hem devletin) sonsuz karşılıklı etki tepkileri altında yapıldı. Kan örgütü devlet örgütü üzerine epey damgalar vurdu. Kan eriyip devletleşirken, devletin karakterinde türlü kan bağları kalıntıları bıraktı. (2) Kan örgütü çobanıl bir toplum olarak “çalışmanın” aynı zamanda “savaşmak” olduğu bir yapıya sahipti. Savaşlarda elde edilenler ortak savaşın “ortamalıydı”. Birlikte savaşanlar ortakça paylaşırlardı. Toplum ilişkilerini düzenlemek için kan örgütünün kendi iç örgütlenmesi barışta “kan” (şaman) adlı şef, savaşta ise “ham” adlı savaşçı şeften oluşuyordu. Şefler çalışırken- savaşırken gösterdikleri beceri, yiğitlik vb. değerlendirilerek toplumun eril üyeleri tarafından seçilirdi. Askercil demokrasiyle işleyen kan örgütü ilk değişimi İslam medeniyetinin sınıflı sosyal ve kültürel ilişkileri içine girince yaşadı. Gerek zor kullanılarak, gerekse gönüllü alınarak İslam dini ve medeniyeti ile tanışan Türkler kendi toplum anlayışlarıyla (daha medeniyet soysuzlaşmasıyla kirlenmemiş) İslam’ın ilk dönemlerindeki anlayış arasında benzerlik kurdular. İslam’daki gaza anlayışıyla, savaşçıl gelenekleri arasında bağ kuran göçebe toplum ilbleri gazi olup, İslam’ın kılıcı haline gelirler. İçine girip tanıdıkları İslam medeniyetinin devlet yapılanmasını böylece tanıyan Türkler, devletleştiklerinde de onu taklit etmişlerdir. Örneğin Selçuklu devletinin yapılanmasında büyük ölçüde Arap ve Fars devlet biçiminden etkilenmiştir. Selçuklu devleti Moğol istilasıyla yıkılınca, “şah”sız kalan beylikler içinde devletleşmeyi sağlayan Osmanlılarda bu etki devam etmiştir. Orta barbar komünal geleneklerin sürdüğü Osmanlı uç beyliği yayılmasını çökkün Bizans medeniyeti üzerine doğru yaptığından, devletleşmesinde Bizans devlet biçiminin de etkisi olmuştur.

“Osmanlılar, ikisi de çöken iki kadim orijinal medeniyetin, Roma ve İslam medeniyetinin yıkıntılarından yepyeni bir sentez olarak doğdu. İslam’dan, onun en sağlam temelini, ilk hülafayi Raşidiyn (cennetle müjdelenmiş ülkücü halifeleri) çağındaki toprak düzeni aldı. Derebeyleşmiş doğu soysuzluklarını attı, Bizans’ın ise üst yapısından çok biçimler alırken, Bizans’ın temellerini aşındıran derebeyleşmiş toprak ekonomisi özünü havaya uçurdu”(3). Türkler akınları sonucu yıktıkları medeniyetlerdeki toplum ilişkilerinin ekonomi- politik alanda düzenlenmesini topraklar üzerinde ülkücül İslam toprak sistemi olan “miri” toprak düzeni kurarak “dirlik” sağlamıştır. Devletleşme ise üretim yordamı olarak toprak ekonomisini düzenleyecek ve koruyacak kurumsallaşmanın oluşmasıyla yaşanmıştır.

Devletleşme süreçleri açısından baktığımızda, Osmanlı devleti, orta barbar yaşam alışkanlıklarıyla, medeniyet ilişkilerinin “karma” düzenidir. Sosyal sınıflara sahip olmayan barbarlıktan medeniyete tehlikeli bir parende atarak geçmiş olmanın izleri vardır ilk Osmanlı devletleşmesinde. Bir taraftan komünal alışkanlıklar, bir taraftan kendisinden daha ileri bir toplum düzeni olan medeniyetin güdülmesi zorunluluğu bu devletleşme izlerini kazımıştır. İlk Osmanlı devleti fethedenlerin fethedilmesi aşamasıdır. Medeniyet ilişkilerinin, sınıfsız toplum ilişkisini çözmesi Yıldırım Beyazıt döneminde bariz bir hal almıştır. Bu dönemde miri topraklar üzerindeki dirlik düzeninin bozulması “eşit beyler” arasından Çandarlı beyin kayrılması ve saltanata ait usullerin oturtulmaya çalışılması

Page 70: Özel Savaş Gerçeği

toplum düzeninde tepkiler yaratmıştır. Tam da bu dönemde, henüz medeniyet ilişkileriyle yozlaşmamış olan Tatarların göçü, yüzyılı aşkın medeniyetlerle belli ilişkiler içinde olan ilk Osmanlı devletinin sonunu getirmiştir. “Timur adına bağlı ulusların göçü” Yıldırım Beyazıt’ı kafes içine hapsederken Osmanlılıkta komünal insan ve kuralları kesince sokup yerleştirme sonucunu doğurmuştur. Osmanlı derebeyleşmesinin bir sonucu olarak yaşanmış olan bu süreç, toplum yapısındaki çelişkilerin yeni ilişki tarzlarını zorunlu kılmasının bir sonucudur. Derebeyleşme, önce toprakta dirlik sisteminin bozulmaya başlamasıyla köylülerde yoksulluk ve yeni ilişki tarzlarına öfke yaratırken, adım adım “merkezi” bir yönetim olmaya evrilen Osmanlı sülalesinin “eşit beyleri” artık birer derebeyi halini almış olan beyler arasında kayırmalarda bulunmaya başlanması da çelişkileri değiştiren bir diğer olgu olmuştur. Saltanat oluşturma yönünde oldukça pervasız davranıp, toplumsal gelenek göreneklere (ki dönemin önemli üretici güçlerindedir) duyarlı davranmayan Yıldırım Beyazıt, kendi dönemine kadar alttan alta biriken sınıf çatışmalarının bedelini barbar aşısıyla ödemiştir.

İkinci Osmanlı devletleşmesi ortaya çıkmadan Fetret (anarşi) dönemi yaşanmıştır. Timur ordularının çekilmesinin ardından başlayan “anarşi” döneminde, Tatar barbarlarının akını öncesi başlamış olan çatışmalar derinleşerek devam etmiştir. Bu çatışma ortamında “gazi”lik geleneğini savunan “eşit beyler” ezilip ehlileştirilirken, saltanata rakip olan diğer beyler de tasfiye edildi. Halk tepkisiyle başlayan ayaklanmalar bastırıldı...

Fetret dönemi dışarıdan bakıldığında Yıldırım Beyazıt’ın oğulları arasındaki taht kavgaları gibi görünse de (Türkmenlerin ve uç beylerinin desteklediği Süleyman Çelebi ile devşirme aristokratların ve yeniçerilerin desteklediği 1. Çelebi Mehmet) özünde mülkiyet ilişkileriyle bağlantılı olarak devlet etme farklılıkların çatıştığı bir dönem olmuştur.

2. Osmanlı devletinin kurucusu olan 1. Çelebi Mehmet devletini devşirme derebeylerine ve yeniçerilerden aldığı destek üzerine kurdu. Burada karşımıza “devşirme” olgusu çıkmakta;kökeni Orta Asya Türklerine dek uzanan bir uygulamanın adıdır devşirme. Savaşlarda esir alınmış olanların komün içinde “dost” edilmesine dayanır.

Sınırların genişlemesi ve devletleşme olgusu ortaya çıktığında, memlekette azınlıkta kalınacağı görüldüğünden, doğrudan devlet yöneticisine bağlı yalnız askerliği iş edinmiş unsurlarla bir askeri güç oluşturma yolunu tuttular. Özellikle Selçuklular tarafından etkin bir şekilde kullanılmaya başlanan bu yöntem, Osmanlı devletleşmesinin önemli bir konağıdır.

Osmanlı yönetimi “devşirme” olgusu ile yeniçerilik aracılığıyla, Türk kökenli askeri güçlerin ayaklanmasını engellemeyi, merkezi yönetimin kendisine ait, toplumsal yapının özelliklerinden etkilenmeden, ona karşı kullanabileceği bir güce olan ihtiyacı gidermeyi amaçlamıştı. Böylece Türkmen kökenli beyler ezilirken diğerleri denetim altına alınmış halk ayaklanmaları ile Türk kökenli askerlerin taleplerinin rezonansa gelmesi engellenmiştir.

Askeri alanda devşirme sisteminin başarıları kanıtlanınca, sadakati ve başarılarıyla kendini kanıtlamış asker kökenli devşirmeler bey olarak atanmaya başlandı ve ikinci Osmanlı devletinin kurumsallaşmasında önemli görevler aldılar. Yavaş yavaş devlet kademelerinin tümünde devşirmeler kullanılmaya başlandı. Böylece devletin topluma yabancılaşmasında önemli bir konak, saltanat ve iktidar adına aşılmış oluyordu. Devlette bu biçimlenmenin zemininde ayaklanmalara karşı iktidarını korumak ve sağlamlaştırma güdüsü yatmaktadır. Bunun için ayaklanma dinamiği taşıyan tüm bileşenlerin dışında ve onları denetleyebilecek bir mekanizmanın yaratılması süreci yaşanmıştır.

Page 71: Özel Savaş Gerçeği

2. Osmanlı devletleşmesi 1. Mehmet Çelebi döneminde sağlanmıştır ancak Fatih’e kadar olan dönemde “yazısız” ve beylerin aralarındaki denge ile yürüyen bir devlet vardı. Daha çok Fetret döneminin etkilerinden kurtulunmaya çalışılan, “eski” gelenek ve göreneklerin terk edilmeye başlandığı bir süreçtir. Fatih’le birlikte süreç imparatorluk devletleşmesine dönüşür. Yazılı kanunların çıkarıldığı, devletin tek hükümdar etrafında örgütlendiği, İstanbul’un “fethi” ile Bizans devlet biçimlenişinin neredeyse elifi elifine taklit edildiği bir devletleşmedir. 1. Mehmet Çelebi ile başlayan Türk derebeylerinin yönetimden uzaklaştırılıp, etkisizleştirilmesi iyice yaygınlık kazanır. Askerliğin yanı sıra diğer devlet kademelerinde devşirmelerin yer alması genel bir uygulama halini aldı. Fatih dönemi boyunca saltanat kurumsallaştırılmış, halk ile yönetenleri arasına saray “aracıları” girmiş, yönetim ayrıcalıkları kanunlarla örülmüştür. Padişah devlet yönetim işlerini payitahta devretmiş, memleket işleriyle de onları görevlendirmiştir. Devlet yönetimindeki uzmanlaşmalar toplum yapısında genel olarak varolan örgütlenmelerin yanı sıra yeni örgütlenmeler yarattı. Osmanlı devlet geleneğine damgasını vuran bu örgütlenmeler devlet sınıfları olarak karşımıza çıkar.

DEVLET SINIFLARI:

Osmanlı’da memleket toprakları genişleyip, imparatorluk aşamasına gelinince, devlet kurumsallaşmasının dallanıp budaklanması süreci yaşanmıştır. Toplum altyapısında tarım ekonomisi egemenken; üstyapısında (göçebe toplum örgütlenmesinden de izler taşıyan) mevcut mülkiyet ilişkilerini “düzenleyip” devletin süreklileşmesini sağlayan bir devlet sınıflaşması ortaya çıkmıştır.

“Bütün antika toplumların üretim temelleri gibi, Osmanlılığın üretim temeli de toprak ekonomisine dayanır. Toprak -sözde- devletin olunca, toprak ekonomisinde yaşayan insanlara “Devlet Nüfusu”denir. Toprak politikasında yaşayanlara da “sünufu devlet” (devlet sınıfları) adı verilir. (4) Toplum üzerinde bir çeşit kastlaşma olan devlet sınıfları ilk Osmanlı devletinde yoktur.

Güdülen fetih siyaseti başarılı olunca ele geçen topraklar toplumdaki üretim ilişkilerini yeni aşamaya getirmiş, toprağa dayalı üretim biçimi temel olmuştur. Toprak ekonomisine bağlı olarak ortaya çıkan sosyal sınıflaşmayla birlikte politik üst yapı organları belirlemeye başlar. Göçebe toplum yapısında varolan işbölümünde ortaya çıkan kan ve ilb, medeniyet ilişkileri içinde İlmiye ve Seyfiye olmuştur. İmparatorlaşmayla birlikte bunlara yeni iki işbölümü daha eklenmiştir. Fethedilen topraklardaki ekonomi-politik yapının örgütlenmesi ihtiyacından doğan bu iki yeni işbölümü Kalemiye ve Mülkiyedir. Kalemiye; toprak ekonomisinin düzenlenmesinde uzmanlaşmalara, Mülkiye; politik ortamın düzenlenmesinde uzmanlaşmalara verilen addır. İlmiye ve Seyfiye içinde yer alanlar bu yeni işbölümünün hayata geçiricileri olmuşlardır.

Devlet sınıfları, Osmanlı Devleti Bizans’ı yıkıp, imparatorlaştıktan sonra ortaya çıkmış, Fatih devrinde “kanunnamede” hiyerarşik özellikleriyle yerini almıştır. Buna göre Osmanlı devlet sınıfları 1. İlmiye: Din(şeriat- fıkıh) ve hukuk adamları 2. Seyfiye: Savaş adamları 3. Mülkiye: Siyasi düzen adamları 4. Kalemiye: Ekonomik düzen adamları olarak sıralanırlar.

Toprakta yerleşik yaşama geçildikten sonra “İlb’in, padişah- paşa- vezir olmasıyla birlikte ansızın su yüzüne çıkan politika, ister istemez İlmiye ve Seyfiye unsurlarından yetişmiş bulunmayışına bakılmaksızın, Mülkiye sınıfını tepeye getirir. Görünüşte, lafta gene İlmiye ve öncelik veriliyormuş gibi yapılır. Ama eylemce ve gerçekte öncelik Mülkiye’ye geçer.”(5) Devletin gündelik işleyişinde Mülkiye’nin sahip olduğu rolün yanı sıra, devletin sürekliliğini ve fetih siyasetinin hayata geçmesini sağlayan da Seyfiye’dir. Göçebe toplum ilişkilerinde barış zamanlarının yöneticisi olan “kan” kurumu

Page 72: Özel Savaş Gerçeği

şaman dini etkisiyle biçimlenmişken, İslamiyet'in “kabulü” ile birlikte, bu İslam hukuku ile güdümlenmiştir. Göçebe toplumun İlb’leri ise, yine İslamiyet'in kabulü ile İslamiyet'in kılıcı, Seyfiye (kılıçlar) olmuştur. Göçebe toplumda ekonominin motoru olan savaşçı gelenek, devletleşince de ağılığını sürdürmüş, fetihçi siyasetin yıllar boyu sürdürülmesini sağlamış, toplumda yaşanan ayaklanmaları bastırma görevi yanı sıra iç tasfiye süreçlerinde etkin rol almıştır.

Türkler her toplum konağını aştıklarında, üretim ilişkileriyle bağlantılı olarak askercil örgütlenmeleri biçim değiştirmiştir; İlkel komünada İlbler medeniyete ilk gündelikçi askerlerden piyade güçlerine, Türk asıllı olanlar devşirmelere, Yeniçeriliğe ve ileride göreceğimiz gibi kapitalizmle ilk ilişkilerle birlikte Nizam-ı Cedide’ye doğru...

İlk Osmanlıda ayrı bir ordu gücü bulunmuyordu, toplumda herkes savaşçı idi. İlişki tarzı “ordu-boy” idi. Toplum devletleşince, toprak ekonomisi de devlet mülkiyetine bağlı olunca “ordu-devlet” olundu. Ama ordu doğarken toplumun ve toprak ekonomisinin gelişimi de devletleşiyordu. (Bu gelişim çizgisi izlendiğinde “asker-millet” demagojisinin kaynağı da ortaya çıkmış oluyor.) Fatih ile birlikte Seyfiye “devlet sınıfları”içinde yerini alınca toplumun motoru olan askercil örgütlenmeden, toplumda bir kast olan askercil örgütlenmeye doğru evrim başlamıştır.

B) İkinci Osmanlı Devleti’nde “İmparatorluk Derebeyleşmesi” ve sonuçları: Osmanlının, Fatih ile birlikte imparatorluk halini almasının ardından ülke sınırları Kanuni döneminde en geniş sınırlarına ulaştı. Fetih çizgisinin bir sonucu olan bu genişlemenin yanı sıra, ordunun Viyana kapılarından geri döndüğü bir dönemdir Kanuni dönemi. Bu geri dönüş Fetih çizgisinin sonunun başlangıcıdır.

Kanuni döneminde dirlik düzeninin kaldırılması ve kesim sistemine geçiş, imparatorluk derebeyleşmesi neredeyse resmileşmiştir. Tımarların satılması ekonomik yapıda para-rant sistemini doğururken, yine aynı dönemlerde ilan edilen kapitülasyonlar devletin önemli bir gelir kaynağı olan gümrük gelirlerini düşürmüştür. Bu gelişmeler sonuçlarını hemen Kanuni sonrası dönemde hissettirmeye başlayacaktır.

Osmanlı fetihler sonunda ticaret yollarını ele geçirip “oturaklaşınca” açılan ticaret yolları üzerinde tefecilik ve bezirgânlık alabildiğine gelişti. Zamanla topraktaki dirlik düzeni içine sızan tefeci-bezirgân sermaye süreç içinde devlete el attı. Topraklar köylülerin tasarrufundan alınıp kesimcilere peşkeş çekildi. Toprağın kişi mülkü yapılması kitabına uydurulup (şeriata rağmen) satış yapılmadan bedeli kısmen peşin alınmış kiralama yapılıyor ve “mukataa yoluyla hazineye para sağlanıyor” ya da “vakıf yoluyla toprak Allah'a adanıyordu”. Dirlik düzenini sağlayan devlet sınıfları kesim düzeninde de devlet yapısındaki yerlerini aynen korudular, rolleri değişti. “Devlet nüfuzu” ile “Devlet nüfusu” arasına tefeci- bezirgân sermaye girdi ve “devlet nüfusunun yarattığı bütün değerleri tefeci-bezirgân sınıfı topladı, onlardan “devlet nüfuzunun” sınıfına bir pay ayrıldı.” (6) Böylece tefeci-bezirgânlık devlet sınıflarını ele geçirdi. Kesim düzeninde toprağı kişi mülkü yapanlar, tefeci-bezirgânlar dışında paşalar, beyler, hocalar, efendilerdi.

Yeni ticaret yolları devreye girip, yaşanan teknik gelişmelerden faydalanmaya başlamış olan Avrupa devletlerinin orduları yeni savaş araçlarıyla donanırken Osmanlı devleti bu gelişmelere yabancı kalmıştır. Bu gelişmeler Osmanlı’nın fetih siyasetini sürdürmesini engellemiş, böylece devlet temel gelir kaynağından yoksun kalmış, gümrük gelirlerinin düşmesi, tımarların kapanın elinde kalması gibi olgular birleşince devlet gelirleri önemli ölçüde düşmüş, ekonomi dış borçlara ihtiyaç duymaya başlamıştır. Ekonomik düzlemde yaşanan bu gelişmelerin sosyal yaşamda karşılıkları kısa zamanda

Page 73: Özel Savaş Gerçeği

görülmeye başlanmış topraklarını kaybedip yoksullaşan, mülksüzleşen köylüler kentlere göçmüş, esnaf ve küçük tacirlerde yönetime karşı tepkiler artmış, özellikle köylü tepkileri ayaklanmalara dönüşmüştür. Sürecin bir diğer yansıması yeniçeri kurumunda görülmüş, ateşli silahlarla donanmış ordulara karşı başarılı olamayan yeniçeriler, modern savaş araçlarının kullanımına yönelik adımlara tepki göstermişlerdir. Yine evlenmenin ticaret yapmanın yasak olduğu yeniçerilerde bu yasaklar uygulanamaz olmuştur. Yeniçerilikte esas bozulmanın göstergesi “devşirme” geleneğinden vazgeçilmeye başlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Parası ödenmeyen yeniçerilerin ayaklanması, görevin oğla bırakılması, alınır satılır olması sıradan uygulamalar haline gelmiştir zamanla.

Osmanlı devletinin kadro siyasetinin temelini oluşturan devşirme uygulaması 17. yy. başından itibaren uygulanamaz olacaktır gitgide. Sarayın özel odalarında, medreselerde devlet politikası uyarınca eğitilen devşirme kadrolar yerine, zengin toprak sahiplerinin ve devlet adamlarının çocukları devlet yönetiminde yer almaya başlamışlar ve bürokrasi içinde etkileri artmıştır. Devlet yönetimini aile saltanatına dönüştürmenin, beyliklerle güç dengelerinin kurulmasının ve devletin yetkin bir biçimde yönetilmesinin bir aracı olarak başvurulan “devşirme” uygulaması “devlete kulluk” ekseninde örgütlenmiş bir kadro siyasetidir ki zengin toprak sahiplerinin, paşa çocuklarının devlet yönetiminde yer almaya başlaması değişen güç dengelerinin sonucudur. Padişahların yetersizliği, hükümet otoritesinin zayıflaması, yerel ayaklanmalar, zengin toprak sahiplerinin ve tefeci-bezirgânların etkinliğinin artması güç dengelerinin değişmesine neden olan olgulardır.

Toprak ekonomisini ve toprak politikasını düzenleyip, yürütmekle görevli olan, devletin sürekliliğini sağlayan bunun için özel olarak yetiştirilen devlet kadrolarının yerini, bozulmuş toprak ekonomisinin ve politikasının “ürünleri” alınmaya başlanınca, devlet yönetiminde prekapitalizm belirleyici olmuştur, ancak Avrupa’da gelişen kapitalizmin Osmanlı ile teması, iki üretim tarzı ilişki-çelişkilerinin toplum yaşantısına yansımalarını göstermekte gecikmemiştir.

1. Abdülhamit döneminde özellikle Ruslar karşısında alınan yenilgi ile toprak kaybı başlamıştır. Yaşanan yenilgi dikkatleri askeri yapılanmaya (yeniçerilik sistemine) çekmiş, sorun, sık sık ayaklanan yeniçerilerin düzenli talime razı edilmesiyle çözülür sanılmıştır. Yaşanan yenilgilerin sebepleri yeniçerilerin disiplinsizliğinin ötesinde nedenleri olduğu az çok görüldüğünden “yeniçerilikçilik”, “reformculuk” olarak isimlendirilen yaklaşımlar her zaman olduğu gibi devlet mekanizmasında düzenlemeler yapılarak uygulamaya geçmiştir. Batıdaki ekonomik yapılanmaya, teknik gelişmelere, toplumsal yapıya yabancı kalmış, hakir görüldüğünden elçi göndermeye bile tenezzül etmemiş olan Osmanlı Devleti bu küçümsemenin bedelini yavaş yavaş ödemeye başlamıştır.

Yenilikçi padişah olarak adlandırılan 3. Selim “yenilik”çiliği sürecinde Osmanlı tarihinde hiç de yeni olmayan bir süreç göstererek, devlet yönetimini merkezileştirmeye ve denetimi artırmaya yönelik adımlar atmıştır. Böylece ekonomik sıkıntının yarattığı toplumsal tepkiler denetim altına alınmaya çalışılırken, vergiler arttırılmış ve buradan elde edilenlerle Rus ve Avusturya ile girilen savaşlar finanse edilmiştir. Avrupalı kapitalistlerle ilişkiler geliştirilirken, bunun yarattığı hoşnutsuzluklar, merkezileşmiş devlet aygıtlarıyla bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Osmanlı’ya iyiden iyiye sızıp kapitülasyonlarla yerleşen yeni üretim ilişkileriyle eskinin çatışması iktidar kavgaları olarak ortaya çıkmaktadır.

Devlet gücünü merkezileştirme adımı atan 3. Selim, bu adımın başarılı olabilmesi için denetim altına alma çabası gütmüş, yeniçeri yapılanmasında idari ve askeri işleri birbirinden ayırarak hem statü hem de “sınıf” ayrımına dayalı bir güçleri bölme hamlesi yapmıştır. Bunun dışında kendine sadık bir askeri

Page 74: Özel Savaş Gerçeği

yapılanma ihtiyacı sonunda Nizam-ı Cedit (yeni örgütleniş) adı altında Avrupa’daki askeri yapılanma usulüne göre örgütlenmiş, kendine has maddi olanaklarla donanmış, daha çok Anadolu’dan asker toplamış bir piyade gücü oluşturmuştur (1794).

Devlet aygıtını yeniden örgütleme çabasına bağlı olarak Avrupa’ya elçiler göndertmiştir. Avrupa’daki gelişmeleri Osmanlı’ya taşımak için gönderilmiş bu elçiler, Avrupa kültüründen etkilenerek daha gelişmiş üretim tarzı yerine Avrupa kültürünün taşıyıcısı olmuşlar, Avrupa’nın daha gelişmiş olması olgusunun özünü gözden kaçırmışlardır.

Devlet örgütünü dünyadaki yeni şartlara uyumlandırma temelinde gelişen “reform” yönelişine karşı tepkiler 3. Selim’i tahttan indiren bir ayaklanmayla sonuçlanmıştır. Yaşanan ayaklanmayı reform karşıtı unsurların tepkisi olarak görmek olgulara dar bir pencereden bakmak olur. “Reform” olarak uygulananların halk kitlelerine daha fazla yoksulluk ve baskıdan başka bir şey getirmemiştir (ki ayaklanma sonrası da bu gerçeklik değişmeyecektir).

3. Selim’den sonra tahta çıkan 4. Mustafa döneminde atılan yenilenme adımları geri alınmış, mülkü elinden alınanların zararları karşılanmış ve Nizam-ı Cedit kapatılmıştır. Böylece devlet örgütünü yeni şartlara göre yeniden düzenleme yönündeki çabalar geleneklerin, alışkanlıkların ve ayrıcalıkları yitirme korkusunun oluşturduğu sete takılıp kalmıştır.

İmparatorluk topraklarının sahip olduğu büyük potansiyelin bilincinde olan büyük devletler bir yandan Osmanlı Devleti’nin Ülkesel egemenliğini daraltmak amacıyla, bir yandan da ticari etkilerini artırma çabasındaydılar. Artık Osmanlı Devleti bütün cephelerde savunma halindeydi ve toprakları elde tutabilme kaygısına düşmüştür. Merkezi idarenin zayıflaması, eyaletler üzerinde denetimin azalmasına yol açarken, aynı zamanda devletin çekirdek yapısında yaşanan bozulma sürecinin, Osmanlı Devleti açısından daha sancılı yaşanmasına neden oluyordu. Osmanlı Devleti’nin çekirdek yapısının temeli olan devlet sınıflarının durumu yaşanan sürecin nedenlerini açıklamaktadır. İlk göze çarpan olgu, devşirme uygulamasının sona ermesi sonucunda merkezi idarede görev alanların ayrıcalıklı zengin aileler etrafından seçilmeye başlamasıdır ki devletin kadim siyasetini dumura uğratmıştır. Saray odalarında, medreselerde yaşanılan dönemin ilerisinde verilen eğitimle biçimlendirilen kadrolardan oluşan devlet sınıflarının eğitimi zamanla dönemin gerisinde kalmış ve tutuculaşmıştır. Toprak ekonomisinde yaşanan derebeyleşme, bu ekonomiyi ve politikayı belirleyen Mülkiye ve Kalemiye'yi kısa zamanda kendine benzetmiş ancak en derin izleri Seyfiye’de yaşananlar bırakmıştır. Tımarların satılması ve tımar sisteminin kaldırılması belli bir güç kaybı yaratırken, yeniçerilikteki bozulmalar ve sık sık yaşanan yeniçeri ayaklanmaları devletin sürekliliğini içten tehdit eden bir şekle bürünmüştür. Savaşlarda başarılı olamayan ve toprak kaybını engelleyemeyen askeri yapılanma (özelde yeniçeriler) iç sorunların bir parçası olunca, ekonomik problemleri aşabilmenin toprak kaybını engellemenin yolunu “batılılaşma”da gören “yenilikçi”yöneticilerle, geleneksel yapılanmanın devamını savunan “statükocular” arasında çalışma “git-gel”lerle sürmüştür. Devletin kemikleşmiş idari sisteminde düzenlemelere gidilmesi yönünde çabalar II. Mahmut döneminde yeniden görülmeye başlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma tehlikesinden artık hiçte uzak olmadığı bir dönemde yeniden gündeme giren “yenilikçi” uygulamaları batıda bulunmuş, eğitimini orada yapmış kadrolar aracılığıyla hayata geçirmeye çalışmıştır. Düzenlemelerde yine orduya yönelik adımlar atılmış, kapatılan Nizam-i Cedit adlı yeni bir askeri yapılanmaya gidildiyse de yeniçeri ayaklanmasıyla Nizam-i Cedid’de kapatılmıştır. Mülkiyede yapılmasına uğraşılan düzenlemelere ise eyalet eşrafı ile ulemalar tepki göstermiştir. Kendi ayrıcalıklarından çok, devleti

Page 75: Özel Savaş Gerçeği

savunmaya kararlı bir askeri güce dayanmadıkça bu düzenlemeleri yapamayacağının farkında olan yönetim uygun fırsatı, Yunanlıların bağımsızlıklarını kazanması Mısır’da yaşanan ayaklanmalarda yeniçerilerin başarısızlık göstermesi ile bulmuştur. Bazı yeniçeri ağalarının satın alınması ve Sekban-ı Cedit komutanları yardımıyla kanlı bir tasfiye gerçekleştirilmiş, otuz bin yeniçeri kılıçtan geçirilmiştir (1826). Yeniçeriliğin kaldırılmasıyla yerine Asker-i Mansure-i Muhammediye (Muhammed’in Zafer Kazanmış Ordusu) kurulmuştur. Batı usulüne göre sınıflanıp donatılmış orduda kuruluşundan kısa bir süre sonra yabancı eğitmenlerce eğitim başlamıştır. Bu süreç harp okullarının açılmasıyla devam etmiştir. Böylece devlet sınıfları, devletin yenilenmesi-düzenlenmesi sürecine katılmış, her alanda bir devlet hiyerarşisi inşa edilmiştir. Devlet sınıfları “kul cinsinden” değil, memurdur artık. Devlet idaresinde merkezileşmeyi, işleyişinde “modernleşmeyi” amaçlayan bu yönelişler özellikle hukuk ve eğitimde dinden göreli bağımsızlaşmaya yönelik çabalarla desteklenmiştir. Siyasette yukarıdan dayatmacı tarzın bir gelenek olarak devam ettiği bu süreçte, devlet yapılanması, başlayan ulusal ayaklanmalara karşı, sömürgeci güçlerin didiklemelerine karşı ve iç çatışma tehdidine karşı biçimleniyordu.

Geleneksel siyaset tarzı uyarınca “reform” önermeleri yukarıdan dikte edildiği gibi, karşı çabalarda yukarıdan dile getirilir. Geleneksel devlet yapılanmasını ve alışkanlıklarını savunanlara karşı “reform ve tanzim”i savunanlar arasındaki çatışma devlet sınıfları içinde (ve her iki eğilimin devlet sınıfları içindeki temsilcileri arasında...) yürütülür. Devletin siyaset geleneği devlet sınıfları üzerine oturunca, siyasete etki devlet sınıfları üzerinden yapılmaya çalışılır.

Değinilmesi gereken bir diğer olgu, yeniçeriliğin kaldırılması ile iktidardan uzaklaştırılan “kılıçlılar” devletin yeni kadrolaşma siyasetinin üzerine oturduğu askeri okullar, tıp okulları, vb. devreye girmeye başlamasıyla yeniden devlet iktidarındaki yerlerini alana dek belli bir süre geçecektir. Osmanlı tarihinde Seyfiye ilk kez iktidardan bu denli uzak kalmıştır. Ancak geri dönüşü eski geleneklerin üzerinden “devlet kurtarıcısı” misyonu yüklenmiş biçimiyle olacaktır.

Genç Osmanlılardan Jön Türklere:

Osmanlı Devleti’nde ilk kapitalist uyumlanma orduda başlamıştır. Derebeyleşme sebebiyle yozlaşan ve ticaret, vb. işlerle uğraşmaya başlayan, sayıca en kalabalık askeri güç olması sebebiyle iktidarda belirleyici etkilere sahip olan yeniçerilerin durumu devletteki çürümenin boyutlarını göstermesi açısından iyi bir örnektir. Tefeci-bezirgân sermaye egemenliğini devlet sınıflarını kullanarak adım adım örmüştür. Bundan dolayıdır ki orduda başlayan kapitalistleşme otuz binin üzerinde yeniçerinin öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Hemen anlaşılacağı gibi prekapitalist sermaye egemenliğindeki Osmanlı’ya kapitalizmin girişi git-gellerin yaşandığı ciddi çatışmalara sahne olmuştur. Kapitalizmin orduya girmesinin anlamı vardır: Ekonomik yapısı önemli ölçüde fetih siyasetindeki başarıları üzerine oturan Osmanlı Devleti, yeni fetihler yapılması bir yana toprak kayıpları yaşanmaya başladığında, elinde döneme göre geri savaş araçlarıyla donanmış savaşmaya niyeti olmayan ve “padişahın ordusu olmaktan çıkmış, devleti denetleyen bir güç haline gelmiş”(7) olan orduda “ıslahat” yapmak kaçınılmaz olmuştur. Devletin sürekliliğine yönelik önemli bir tehdit olan yeniçerilik, yine devletin sürekliliği adına dağıtıldığında devletteki yeni yapılanmanın ip uçları da belli olmuştur artık. Aynı zamanda devlet katında “yenilikçiler-batılılaşma isteyenler” ile geleneksel (artık derebeyleşmiş) devlet tarzını savunanlar arasındaki çatışmalı bir süreç başlamıştır. Avrupa ülkelerini görmüş ve kültüründen etkilenmiş aydınların “yenilikçi” çabaları devletteki çürüme ve yozlaşmaya ıslahatçı

Page 76: Özel Savaş Gerçeği

çözümler önerme şeklinde olmuştur. Gülhane Hattı Hümayunu (1839) ile başlayan süreç, Tanzimat’la birlikte (1876) ilk Osmanlı Anayasası’nın ilanı, anayasal monarşinin kurulmasına doğru evrilmiştir.

Mutlakıyete karşı “adalet ve hürriyet” sloganlarıyla öne çıkan Genç Osmanlılar özlem duydukları anayasalı devletin kurulmasından kısa bir süre sonra yine dönemin padişahı II. Abdülhamit tarafından tasfiye edilmişlerdir. İmparatorluğu “kurtarma” amacıyla gösterdikleri çabalarla, devlet idaresinde merkeziyetçilik, devlet çarkının çağdaşlaştırılması, hukuk ve eğitimin dinden bağımsızlaştırılması gibi yönelişleri denemişlerdir. Bu sürecin bir başka yansıması kapitalist devletlerin etkilerinin artması ve bürokrasinin içinde işbirlikçiliğin yaygınlaşması şeklinde olmuştur.

II. Abdülhamid’in tahta geçmesinin ardından ilan edilen meşrutiyet 1877-78 Rus Harbi gerekçe gösterilerek rafa kaldırılmıştır. Bundan sonra Abdülhamit İstibdadı adıyla anılan dönem başlamış, devlet yapılanması bu istibdat dönemi boyunca yeniden şekillendirilmiştir. Dağılışın, otorite ve alabildiğine merkeziyetçi bir devlet yapılanmasıyla engelleneceği düşünülmüş ve özellikle muhbir ağıyla örülmüş bir devlet yapısı ortaya çıkmıştır. Devlet yapılanması bir taraftan Tanzimat Dönemi’nde ortaya çıkmış olan sultanın iktidardaki zayıflığına, dolayısıyla Tanzimat siyaseti ve siyasetçilerine (başta Mithat Paşa olmak üzere) diğer tarafta imparatorluk topraklarında patlak veren ulusal kurtuluş hareketlerine karşı biçim alırken en ufak bir halk tepkisi şiddetle bastırılmıştır.

Abdülhamit istibdat boyunca Panislamizm'i öne çıkarmış ve “anayasacı”lara karşı bunlarla ittifak içinde bulunmuştur. Halifelik söylemi etkili bir silah olarak kullanılmıştır. Ulusal kurtuluşçu hareketleri bastırma amacıyla ilk “gayri nizami savaş” uygulamalarına başlanmış göç, sürgün, “çetelere karşı” harekât uygulamaları hayata geçirilmiştir. Kurulan Hamidiye Alayları bir taraftan Panislamizm'i, ayaklanmaları bastırmada kullanılan bir araç haline getirilirken bugünkü koruculuğun temelleri atılmıştır.

Abdülhamit istibdadı ortalığı kasıp kavururken genç Osmanlıların attığı tohum harbiye öğrencileri içinde tıp okullarında, genç subaylar içinde yeşermeye başlamıştı. Batı eğitim tarzına göre eğitim yapması için kurulan askeri tıp, vb. okulların öğrencileri istibdada karşı tepkilerini dile getirmeye başlamışlardır.

Balkanlar’da patlak veren ayaklanmaları bastırmak için oraya gönderilen “Harbiye’nin genç mezunları bir despotun hesabına ulusal hareketlerle mücadele etmek için Makedonya’da bulunmaktadır. Çoğu insan için Makedonya ulusal düşüncenin bir tür laboratuarı olacaktır böylece.”(8)

Devlet yapısındaki bozulmaya karşı yeni kadro politikasının ayakları olarak kurulan askeri okul ve tıbbiyenin öğrencileri “devleti kurtarmak” için, genç Osmanlıların başlattıkları hareketlerin devamcısı oldular, ama daha yaygın ve örgütlü olarak. Askeri yapılanmanın iktidardaki gücünü yitirmesinin ardından Mülkiye’ye görev verilerek onun iktidardaki ağırlığını artırıp ordunun politikleşmesinin önünü kesmeye çalışan istibdat rejimi, bunda dönemsel olarak başarılı olmuştur. Ancak istibdat koşullarında “gizli örgüt” pratiğine giren Jön Türk Hareketi Makedonya’da elde ettiği ayaklanmaya karşı hareket birikimlerini, siyasi etkinliğini örmenin bir aracı olarak kullanmıştır. Böylece devletin yeni kadro siyasetini inşa ederek, sürekliliğini sağlamak için kurulan okulların bağrından “devleti kurtarmak” için hareket eden bir gençlik hareketi çıkmıştır. Gizli örgüt deneyimi ile de harmanlanmış bu hareket İttihat Terakki Partisi’yle siyasi güce kavuştu.

İttihat Terakki:

Page 77: Özel Savaş Gerçeği

Osmanlı devlet sistemini modernize etmenin aracı olarak kurulan askeri okullar devlet sınıflarının yeniden iktidara yönelmesinin yolunu döşemiştir. Prusya ekolüne göre şekillenmiş bu okuldan mezun olan genç subaylar Balkanlar’da patlak veren ayaklanmaları bastırmakla görevlendirilmiştir. Balkanlar’da ayaklanan Bulgar, Sırp, Arnavutluk, Yunan, Makedonlar kurdukları hücrelerle oldukça etkili olabiliyorlardı. Bu bölgelerde başlayan ulusal ayaklanmaları bastırmakla görevli subaylar yürüttükleri ayaklanmaya karşı harekâtlar çerçevesinde “çete” savaşının inceliklerini de öğrenmiş oldular. İmparatorluğun parçalanmasını engelleme çabası aynı zamanda bu kadrolarda “milliyetçi” fikirlerin yer etmesini de sağlamıştır.

Jön Türkler 1902 Şubatı’nda yaklaşık elli kişinin katılımıyla yaptıkları kongrede ayrı gruplar halindeki hareketi birleştirmişlerdir. Ağırlıklı olarak asker kadrolardan oluşan Selanik Grubu’yla ağırlıklı olarak aydınlardan oluşan Paris’teki Jön Türkler yanyana gelirken “Merkezi Umumi” Selanik merkezli kurulmuştur. Balkanlar’daki ulusal ayaklanmaları bastırma çabası içinde önemli bir siyasi ve örgütsel birikim sağlayan İttihat Terakki yeni burjuva sınıf, 3. Ordu ve askeri okullar ekseninde bir yapıya sahipti. Çete savaşından edindiği deneyimler sebebiyle gizlilik temelinde örgütlenen İttihat Terakki saray bürokrasisi, tarikat şeyhleri, zengin Müslüman aileleri ve İstanbul kompradorları tarafından desteklenen Abdülhamit istibdadına karşı ayaklanmadan çok siyasal mesaj anlamı taşıyan dağa çıkma eylemi gerçekleştirmiştir. Resneli Niyazi’nin dağa çıkışında öne çıkardığı slogan “hürriyet isteriz” olmuştur.

Bir saray darbesiyle iktidara gelen İttihat Terakki Partisi 1908’de (1876 Anayasası’nın yeniden yürürlüğe konmasıyla) Meşrutiyet’in ilanını ve Sait Paşa’nın sadrazam olarak atanmasını sağlamıştır. Ancak kısa bir süre sonra 31 Mart olayları olarak bilinen süreç yaşanmış (1909), medrese öğrencileri, I. Ordu ve din adamları tarafından yürütülen ayaklanma kısa zamanda yayılmıştır. Ayaklanmayı Abdülhamit’e bağlı avcı taburlarının desteklemesi iktidardaki güçler arası çatışmanın niteliğini göstermektedir. Genç subayların silahlarını alan, İttihatçı avına çıkılan ayaklanma 3. Ordu’nun müdahalesi ile bastırılmıştır. Abdülhamit tahttan indirilmiş, yerine Mehmet Reşit geçirilmiştir. Jön Türk Hareketi padişahlığa karşı bir tutuma sahip değildir. İttihat Terakki sürecinde de bu tutum değişmemiştir.

İmparatorluk sürecinin egemen ideolojik motifi olan “Panosmanlıcılık”, özellikle İslamiyet'in egemen olduğu toprakların ele geçirilmesi ve Yavuz Sultan Selim döneminde halifeliğin getirilmesi, sonrasında “Panislâmcılık” ile desteklenmiştir. Abdülhamit istibdadı döneminde oldukça etkili bir şekilde kullanılan Panislâmcı yaklaşıma, ulusal kurtuluşçu ayaklanmaların başlaması sonucunda “Pantürkçülük” eklenmiştir. Devleti kurtarma ve ulusal ayaklanmaları bastırma bilinciyle şekillenmiş olan İttihat Terakki asıl ideolojik motif olarak Pantürkçülüğü öne çıkarsa da pragmatik siyaset tarzından kaynaklı olarak Panosmanlıcılık ve Panislâmcılığı da kullanmıştır. İmparatorluğun dört bir yanında kadrosu bulunan İttihat Terakki Panosmanlıcılığı, Türk ve Müslüman olmayan halkları kapsayan imparatorluk bilincine vurgu yapan bir motif olarak Panislâmcılığı, özellikle İslamiyet’in egemen olduğu toprak parçalarının ortak birleştiricisi olarak, Pantürkçülüğü ise egemen ulus bilinciyle özellikle Türk topraklarını aynı bayrak altında birleştirme ülküsünün motifi olarak görüyordu. Milliyetçiliğin etkin bir şekilde öne çıkmasının nedeni “azınlıklara” ve ulusal kurtuluş çabalarına duyulan öfkedir.

Kadro yapısı ağırlıklı olarak asker ve memurlardan oluşan İttihat Terakki Partisi kapitalist sınıf ve devletlerle iyi ilişkiler geliştirmiştir. Militarist ve bürokratik bir devlet yaratan İttihat Terakki, iktidara

Page 78: Özel Savaş Gerçeği

geldikten sonra Abdülhamit’in oluşturduğu devlet aygıtlarını önemli ölçüde korumuş ve geliştirmiştir. Bu anlamıyla gelişmemiş, tam doğu toplumlarına özgü bir burjuva ideolojik anlayışa sahiptir.

Hem iktidar olmadan önce hem de iktidar olduktan sonra emperyalizmle (özellikle Alman emperyalizmiyle) çeşitli seviyede ilişkiler geliştirmiştir. Örgütsel olarak güçlenmesinde, kapitalist enternasyonalin en yaygın araçları olan mason localarıyla geliştirdiği ilişkilerin özel bir yeri olan İttihat Terakki hiçbir zaman anti-emperyalist olmamıştır.

Siyasal biçimlenişinde “devletin sahibi” olmak ve “devleti kurtarma” yaklaşımlarından kaynak alan İttihat Terakki siyasal bilinci ve bu bilincin pratik karşılığı olarak ortaya çıkan örgütsel yapılanmasında sürece;

- İmparatorluk topraklarının kaybını engellemek,

- Toprak kaybının bir başka biçimi olan ulusal kurtuluş hareketlerini bastırmak,

- Sisteme, halk tepkileri de dahil olmak üzere muhalif en ufak hareketi denetlemek ve bastırmak mantığıyla yaklaşmıştır.

Bu yaklaşım iktidar ele geçirildikten sonra devlet aygıtlarına rengini vermiştir. Devletin (dolayısıyla imparatorluğun) parçalanmasını önlemek için Balkanlar’da öğrendiği gayri-nizami savaş esaslarını geliştirerek uygulayan İttihat Terakki Anadolu’da Rum ve Ermeni katliamlarını gerçekleştirmiştir. Günümüzde uygulanan “özel savaş” stratejisinin temellerini atan ve “örnek” uygulamalar sergileyen İttihat Terakki 1909’da kurduğu askeri istihbarat örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa (özel örgüt) ile Türk devletinin politik araçlarının “derinliğine” örnek olacak bir örgüt kurulmuştur.

İttihat Terakki’yle aynı ideolojik yaklaşımlara sahip olan Teşkilat-ı Mahsusa, İttihat Terakki’nin sahip olduğu asker kadrolar sebebiyle hızlı bir gelişme gösterdi. Yapısında asker, eski asker, emniyetten kadrolar bulunan T.M., kısa zaman içinde her meslek grubundan, her sosyal dinamikten insanların yer aldığı bir örgüt halini aldı. Tam bir gizli (buna resmi devlet illegalitesi de dahil) özel savaş örgütü olarak örgütlenen T.M. ayaklanmaları bastırma ve işgalleri önleme çabası içinde oldu. Toplumdaki tüm sosyal dinamiklerin içine sızan, onları denetleyip, yönetme çabasında olan T.M. kanun kaçaklarından, ağı ceza mahkûmlarından oluşturduğu birliklerle T.C. ’ye öncü olmuştur. Tarikatlarla ilişkiler geliştiren, özellikle Bektaşi Tekkesi’yle geliştirdiği ilişkiler sonucunda onlardan Çanakkale’de savaşacak birlikler oluşturan T.M. her türlü toplumsal dinamiği devletin bekası için kullanmaktan çekinmemiştir. “İttihat Terakki, özlem duyduğu Türk-İslam sermaye sınıfının yaratılması”(9) için bir milli iktisat stratejisi belirlemiş, hayata geçmesi için ekonomik adımlar dışında T.M. eliyle tehcir uygulamaktan da geri kalmamıştır. Milli iktisat stratejisi çerçevesinde milli burjuvazi yaratma işi TC’nin kuruluş yıllarında da devam etmiştir.

I. Dünya Savaşı sürecinde etkili bir şekilde yer alan ve dünyanın en gelişmiş istihbarat örgütleriyle (özellikle İngiliz istihbaratıyla) rekabet ve çatışma içinde bulunan T.M savaş ardıllarına çok sayıda kadro, birikim ve maddi imkân bırakmıştır. Savaşın kaybedilmesinin ardından İttihat Terakki önderleri yurt dışına kaçmıştır. Bu süreçte ismi “Umumi Alem İslam İhtilal Cemiyeti” olarak değiştirilen T.M. her ne kadar planlı bir şekilde geri çekilmeye çalışsa da bunu becerememiş ve dağılış yaşamıştır.

Sayfiyenin iktidarda “yeniden” yer almasının sonuçları açısından sürece bakarsak:

Page 79: Özel Savaş Gerçeği

İttihat Terakki’nin gelişi bir açıdan yeniçeriliğin tasfiyesi sonucu iktidar ilişkilerinde uzaklaştırılan seyfiyenin yeniden iktidara gelişidir. Devlet sınıflarının, kendini devletin sahibi gören anlayışından tarihsel hareket dinamiğini alan ve imparatorluk devletindeki çözülme karşısında devleti kurtarmaya soyunan ordu gençliği, kendi ardıllarına önemli bir miras bırakmıştır. önceleri devletin sürekliliğini sağlamak ve “memleket” topraklarıyla ilişkisini düzenlemek amacıyla organize olan devlet sınıfları, derebeylik yozlaşmasına uğraması ardından, değişen üretim yordamı ve bunun üst yapıdaki yansımalarına tam bir duyarsızlık ile yaklaşınca, kendinde daha ileri üretici güçlere ve üretim ilişkilerin sahip olan Avrupa ülkeleri karşısında güçsüz kalmıştır, içine düştüğü durumun iş işten geçtikten sonra farkına varan yöneticiler çareyi güçlü olanı taklitte yeni “batılılaşmada” buldular.

Ordunun batı ekolüne göre düzenlenmesiyle “batılılaşma” yolunun nasıl yürüyeceğinin ilk “ip uçlarını” veren Osmanlı da bu bile ciddi direnişlerle karşılandı. Toplum yaşamını kendi içinde kısır döngüye mahkûm eden tefeci-bezirgân derebeyleşmesi kendi çarkını tehdit ettiğini düşündüğü şeylere saldırmaktan çekinmedi. Tabi böyle bir süreçte halk yığınlarına söz söylemek düşmezdi. Osmanlının son sürecini, devletin sürekliliğini kapitalizm ürünü devlet aygıtlarıyla salama çabasında olanlar ile, geleneksel yapılanmanın devamından yana olanlar arasındaki gel-gitli çatışma biçiminde özetleyebiliriz. Üst yapıda yaşanan buydu, üst yapıda bu biçimde yansıyan anlayışın alt yapısal karakteri ise; geleneksel yapılanmayı savunanların tefeci-bezirgân sermaye, zengin toprak sahipleri Ulema ve işbirlikçi devlet yöneticileri ile kristalize olurken, “Hürriyet ve adalet” isteyenler ise, kendileri bir sınıf olmadığı halde sınıf adına davranan ama kısa zamanda sınıfsal köksüzlüklerini kapitalizmle ideolojik ve ekonomik rezonansa gelmeleriyle giderip, ulusal burjuvazi yaratma sevdasına düşen Jön Türk gelenekli devlet sınıfları oldu. Devletin değişimin sağlayanlar, devletin içinden gelenlerdi ve bunu tarihselliklerinden gelen bilincin örgütsel güce dönüşmesiyle gerçekleştirdiler.

Osmanlının son döneminde yaşananlar hem bir geleneğin sonucudur, hem de bir gelenek yaratmıştır. Geleneğin kökü Türklerin orta barbar toplum örgütlemesinin unsurları olan “ham” ve “kan”a kadar dayanır. İlk Osmanlı devletleşmesinde İslam ve Fars devlet tarzıyla harmanlanıp İlmiye ve Seyfiye'ye dönüşmüş, İmparatorluk devletleşmesinde “devlet sınıfları” adıyla anılan ve İlmiye ile Seyfiye’den çıkan Kalemiye ve Mülkiye olarak devlet örgütündeki merkezi yerin askercil bir feodal bir devlet olmasının ardından yaşanan tefeci-bezirgân yozlaşması dört devlet sınıfını da yozlaşmaya ve çürümeye uğratmıştır. Devlet sınıflarındaki çürüme en derin sonuçlarını ayaklanmaları bastıramama ve toprak kaybını önleyememe yani “devletin asli görevini” yerine getirememesi şeklinde göstermiştir. Çözüm daha önce denenen yöntemlerin uygulanmasında yani daha ileri medeniyet devleti örgütlenmelerinin tekliğinde görülmüştür. Doğal olarak bu süreç Osmanlı devlet geleneğinde izlerin içinde taşıyan bir “sentez”leşmeye doğru akmıştır. Tez; tıkanmış, geleneksel devlet aygıtı, Antitez; “Batılı” devlet yapılanması, Sentez; devlet sınıflarının tarihsel ve sosyal kalıntılarıyla harmanlanmış burjuva devlet aygıtıdır. Özellikle tarihsel devrim gelenek ve görenekleriyle kurulmuş toplumlarda “sosyal sınıfların yönünde neredeyse bağımsızcasına görüntüler alan bir vurucu güç vardır. Bu vurucu güç “devlet” ve “memleket”i koruma ve kurtarma sorumluluğu duyan antika Osmanlı “sünufu devlet” (ilmiye+seyfiye+mülkiye+kalemiye) diye adlandırılan dört devlet sınıflarının tarihsel ve sosyal kalıntısıdır. Bu olumluluk “kalıntı”dır diye hor görülemez.” (10)

Devlet sınıflarının işgallere ve ayaklanmalara karşı devleti koruma yaklaşımı, onu da devletin sürekliliğini sağlama yönünde tarihsel bir bilinç yaratmıştır. Devletin sürekliliğini sağlayana bu örgütün, özel mülkiyet koşullarında devletin diğer bürokratik araçlarından hatta toplumdaki egemen sınıftan ayrıcalıklı özerk bir konuda olması sonucu ortaya çıkmıştır. Devleti kurtarma yönünde belli

Page 80: Özel Savaş Gerçeği

dönemlerde attığı adımlar onun ayrıcalıklı ve özerk pozisyonunu güçlendirmiştir. Devlet sınıflarının bu özelliğinden dolayı devlet kendi sürekliliğini devam ettirebilmesi için devlet sınıflarını sahip olduğu özerkliği korumuş ve desteklemiştir. Bundan dolayıdır ki Türklerin tarihinde devlet egemen sınıflarının adına onlara rağmen de davranmış ve egemen sınıfların istedikleri gibi yönettikleri “basit bir araç” olmamıştır. Kendisi sosyal bir sınıf olmadığı halde sosyal devrimlerde oynamış olduğu rol, Osmanlı egemenliği altında yaşamış Irak, Suriye, Mısır, Sudan, Libya gibi ülkelerde de etkinliğini göstermiştir. Devlet sınıfları içinde seyfiye (ordu)nun Gordion düğümlerini kılıcıyla kesmesi sağlanan “çözümler” ordunun devlet sınıfları içinde daha önde bir rol oynamasına neden olmuştur.

“Gelenek görenek adıyla özetlenecek tarihcil üretici güçler ile kolektif aksiyon elbirliğiyle eylem insancıl üretici güçler vardır. Türkiye devrimler tarihinde ordu, o beş yüz yıllık dirilişçi ülkücü İlb İn (tarihsel gelenek-görenek+insancıl kolektif aksiyon) güçlerine en orijinal adık(?) olmuştur ve olmaktadır. (11) Osmanlı devletleşmesinde kent devletleşmesinden farklı olarak “memleketten çıkmış devlet” değil “devletten çıkmış memleket” olgusu olduğundan devlet sosyal sınıflar oluşup, keskin çelişkilerle birbirinde ayrılmadan kurulmuş, uzun süre “sınıflar üstü” hakem rolünü oynayabilmiş, böylece halkın bilincinde neredeyse kutsal bir şey olarak yer edebilmiştir. Bu bilinci sağlayan şey büyük ölçüde “sürekliliği” olmuştur. Etrafında yıkılıp tarih sahnesinde silinen nice medeniyet olmasına rağmen Osmanlı devletinin bu ölçüde süreklilik sağlayabilmesi ve bunca halk ayaklanmalarına ve dış saldırılarına rağmen ayakta kalması bu mistizmin nedenidir.

Jön Türklerde görülen olgu, gerici iktidara karşı tavır alan ama kendisi “sosyal bir sınıf” olmayan bir hareketin özgüce dayanmasını zorunlu kılmıştır. Jön Türklerin dayandığı “özgüç” kapitalist sınıf olunca hareket İttihat Terakki partisine doğru evrilmiş, hareketin dinamizmi devlet sınıflarının tarihsel davranış özellikleri birleşince özel savaş uygulamasına kadar varan bir siyasal panorama çıkmıştır ortaya. TC: sürecinde de benzer süreç yaşanmış ordu gençliğini halkçı yaklaşımları sonucu ortaya çıkan 27 Mayıs veya 9 Mart olaylarından ders çıkartan devlet ordu kurumunun kapitalist üretim sürecini oldukça ayrıcalıklı bir şekilde dahil edip, tabandaki halkçı unsurları tasfiye ederek bu geleneği ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Böylece devletin sürekliliğini tehdit edebilecek dinamikler sönümlendirilmeye çalışılmıştır. Ordu kitlesinin tamamı özerk ve ayrıcalıklı bir konuma sokulmuş kapitalizm katarının lokomotifi haline gelmiştir. Bugün büyük bir sermayedar olan ordu siyasette geleneksel ağırlığını sürdüren, bir sınıf adına davranan zümre olmaktan oldukça uzaklaşmıştır.

OSMANLI’DA “ESRARLI SARAY DEVLETİ”:

“Müslüman dini aşikare”ydi. Kim kimden neyi saklayacaktı? Kayı boyu içinde hak ve görevler kan kardeşliği temeline dayanıyordu. Hiçbir İlbin çıkarı diğerinkinden ne aşırı ne eksikti. “Bey” ise, o Türkçe “beğenmek”ten geliyordu. Kandaşlar kendisini beğendikleri için, içlerinde en beceriklisi boy oluyordu... Beylik bir imtiyaz değil; verilen yetki, yüklenilen sorumluluktu. Geri kalan her iş ortamalıydı. Ortada çözülecek düğüm açık konulurdu. “Devlet esrarı” denilen şey ancak tefeci-bezirgân vurgunculuğunun derebeyi soygunu ve baskısıyla toplumu işkenceli bir mahşer yerine çevirdiği gün, alınıp satılan bir meta haline getirdi. O zaman bir takım “medeni” haydutlar, kırk haramileri yataklık eden mağara-saray kumkuması içine çekilip halkı kazıklayacaklardı. (12)

“Devlet esrarı” ilk olarak Medeniyet ilişkileri içinde ortaya çıkmış bir olgudur. Medeniyet devleti, koruyucusu olduğu özel mülkiyet sistemini hem dışarıdan gelecek saldırılara hem egemenler arası rekabetin yarattığı çatışmalara hem de ezilen yığınların ayaklanmalarını karşı korurken, komünal sistem ilişki tarzı olan, toplumda açık-seçik ilişkilerin hepsini yerle bir etmiş, devletleşme

Page 81: Özel Savaş Gerçeği

yabancılaşması içinde toplumun geneline karşı bir örgütlenme içine girmiştir. Artık özel mülkiyet çıkarlarına dayalı toplum yapılanmasında yönetim ilişkileri gizli kapaklıdır. Devlet egemen sınıfların, ezilen sınıflara karşı bir zor aygıtı olarak bir dizi kurumlaşma yaratmıştır. Bu kurumlaşmanın bir yönü, toplumun gündelik işleyişinde gözle görünür olan, toplumun yaşantısını sistem çıkarına örgütleyen yapılanmasıdır. Diğer yönü ise devletin siyasetini belirleyen, devlet örgütünü örgütleyen yapısıdır.

Devletin günlük işleyişinde görünür yüzü gerçekte, onun iç ilişki tarzını, örgütleme yöntemlerini, siyaset mantığını gizleyen bir perdedir. Aynı zamanda görünen yüz karşımıza çıkan “hizmet” yapılanması devlet sisteminin kabuğudur.

Devleti devlet yapan onun çekirdek yapısıdır. Örgütsel geleneği, “örgütlenme tarzı, siyaset mantığı bu çekirdek yapısında gizlidir. İlk devletleşmeden itibaren embriyon halden gelişkin hale doğru bir evrim gösteren bu çekirdek yapı, değişen üretim ilişkilerine doğru gelişmiştir.

Devletin merkezinde bulunan bu çekirdeğin “devletin sürekliliğini” sağlayacak bir kadro politikası olmuştur. Toplumsal ilişki-çelişkiler içerisinde bu kadro ihtiyacını karşılayacak dinamiklere yaslanmıştır. Örgütlenme tazındaki ve siyaset mantığındaki temel yaklaşımlar günün ihtiyaçlarının geleneğin etkisiyle harmanlanması sonucu ortaya çıkmıştır.

Çekirdek yapı, devletin açık-gizli kurumlarını bu örgütsel gelenek ve siyaset mantığıyla örmüş çeperden merkeze yaklaştıkça bu yapılanma tarzı daha belirgin olarak görülebilecek bir hal almıştır.

Kapitalizmle birlikte devlet yapısı gizli örgütlenmelerini derinleştirmiş, gizli devlet yetkin biçimine kavuşmuştur. Bugün de baktığımızda ilk medeniyet döneminin “gizli devlet” yapılanmasını günümüze göre, embriyon halindedir. Köklü medeniyetler kurmuş olan Çin, Fars, Arap, Bizans devletleri, devlet etme yöntemleri açısından dönemlerin belirgin örnekleri olmuştur. Savaş hileleri geliştirme, casus kullanma, devletler arası dengeler kurabilmek için “evlenme”, suikast, hanedanın devamı için kardeş, akraba öldürmeleri gibi uygulamaları, devlet etme yöntemleri olarak sistemli bir şekilde uygulanması, devlet kurumlarında özel kadro politikası gütme gibi uygulamalar “embriyon” halin, devlet etme yöntemlerinden olmuş ve geliştirilip, örgütlü hale getirilerek günümüze kadar süregelmiştir.

Gizli devlet, devletin ayaklanmaları bastırma, işgalleri önleme, eksenindeki faaliyetlerinin “araçsal” karşılıklarını üretip sürekli kılmasıyla embriyon halinden ayrılıp günümüzdeki yapılanmasının ilk örneklerini ortaya koymuştur.

Türklerde, savaş ekonomisinden kaynaklı olarak, savaşlarda hile kullanma ve istihbarat yapma yaygın olarak kullanılan yöntemler olmuştur. Ancak bunlar daha çok dışarıya karşı uygulanmıştır. Ne zaman ki yerleşik yaşama geçilip, fethedilen topraklarda egemenliğin sağlanması için devlet aygıtı inşa edilmeye başlanmıştır. Yaratılan devlet aygıtları dönemin ileri uygarlıkların devlet biçimleri taklit edilerek alınmıştır. Moğol imparatorluk devletinde; Çin devletinin, Selçuklu devletinde, Fars devlet biçimi, Osmanlılarda Bizans (ve Fars-Arap) devlet biçimleri neredeyse aynen uygulanmıştır. Türklerde devletleşmenin ardından hile ve istihbarat daha yaygın ve etkili olarak uygulanmaya başlanmıştır. Bunun en gelişmiş örneği Moğol İmparatorluğu’dur. Savaş sanatında oldukça gelişmiş olan Moğollar, işgal edilecek topraklara önceden casuslar gönderip ekonomik, coğrafi, siyasal durumla ilgili bilgi toplar, ardından savaş hazırlıklarında köprüsü olmayan bir nehre köprü kurmak ya da duvarları oldukça kalın kalelerin duvarlarını yıkacak kadar güçlü toplar imal etmek, bunun için teknik geliştirmek ki Moğollarda savaş teknikleri oldukça gelişkindi- gibi şeylerin yanı sıra devlet arası

Page 82: Özel Savaş Gerçeği

çatışmaları, iktidar kavgalarını değerlendirmek gibi adımlar atılırdı. Bütün bunlar neden önemlidir. Tek tek olgular olarak ele alındığında teknik ya da casus kullanımı belki belli avantajlar sağlayan şeyler olarak değerlendirilebilir, ancak bunlar birleştirilip bir sistem olarak kullanılmaya başlandığında “bilgiyi iktidar gücüne dönüştürmenin” adımları atılıyor demektir ki, bu, bir devlet etme mantığına ve kadın siyaseti uygulanmasına kolaylıkla zemin sağlamıştır. Türkler kent yaşamına başladıktan sonra yeni toprakları egemenlik altına alma çabası yanı sıra elindekini koruma çabası da ortay çıkmıştır. Özellikle iktidar kavgaları ve ayaklanmalar içte denetimin arttırılması yönünde adımlar atılmasına neden olmuştur. Burada karşımıza muhbirlik olgusu çıkar. Bir çeşit dış istihbarat olan casusluğun yanı sıra iç istihbaratın bileşenlerinden biri olan muhbirlik uygulanmaya konur. Osmanlılar muhbirlik uygulamalarını daha çok Bizans’tan almışlardır. İmparator ve derebeyler arasındaki ayrılıkların yanı sıra yaşanan yoksulluktan kaynaklı olarak halk tepkilerinin yoğun olduğu Bizans’ta “eldekini koruma” refleksinin sonucu olarak geniş bir muhbir ağı kurulmuştu. Fatihle birlikte bu birimler Osmanlı tarafından devralınmıştır. Öyle ki ünlü “Bizantizm”, “Osmanlıda oyun çok” olmuştur.

Osmanlıda kan gelenekleri çözüldüğü ölçüde “esrarlı saray devleti”güçlenmiştir. Kan geleneklerindeki çözülmenin adımlarından biri olan saltanatın kurulması ve devlet yönetiminin “eşit beylerden” devşirmelere geçiş devletinin derinleşmesinde yeni kadro siyaseti ve yönetim tarzı açısından önemli bir konaktır. Saltanat memlekete rağmen ona karşıdır. Bu süreç devlet sınıflarının oluşmasıyla merkezde çekirdekleşmeyi tüm memleketi saracak şekilde ortay çıkarmıştır. Fetih siyasetinin sona ermesi ve toprak ekonomisindeki değişim yansımalarını çekirdek yapıda da göstermiştir. Ortaya çıkan halk ayaklanmalarını insafsızca bastıran devlet aygıtı, saray içi entrika ve çatışmalarda da boylu boyunca yerini almıştır. Elindeki askeri güç sebebiyle önemli bir güç odağı haline gelen devlet sınıfları, iktidarı doğrudan belirleyen bir güç olabilmiştir. Derebeyleşme sebebiyle çürümeye başlayan ve işlevini yerine getirmeyen (Toprak kaybını engellemeye ve kendisi devletin sürekliliğini kesintiye uğratan) devlet aygıtında yenilenme, bugün bize hiç de yabancı gelmeyen bir yöntemle yapılamaya çalışılmıştır. III. Selim döneminde başlayan devlet aygıtını yenileme çabası uzun bir süreç sonunda tamamlanabilmiştir. Devletin normal hiyerarşik işleyişi dışında ve onun üstünde bir yürütme organı oluşturmuş, iktisadi, askeri ve siyasi alanla uyumu sağlanmaya uğraşılmıştır. Ancak bu uygulamaların her bir başlığının uygulanması yoğun çatışmalara sebep olmuştur. İktidarda denetim kuran ve bunu kaybetmek istemeyen devlet güçleriyle birlikte, tefeci-bezirgân sermaye ve ulemanın ayak diretmeleri kanlı bir sürecin yaşanmasına neden olmuştur. “Gizli komite, toplu sürgün, yargısız infaz, devlet içi hesaplaşmalar, saray darbeleri, devlet olanaklarının silahlı bürokrasiye peşkeş çekilmesi ve bütün bunların tarihe reform hareketleri olarak geçmesi modern Türkiye tarihinin akışına derin izler bırakmıştır”. (13)

Osmanlıda devlet aygıtının tarihsel işlevini yerine getirebilmesi (işgalleri önleme-ayaklanmaları bastırma) için öncelik askeri yapılanmada düzenlemeler başlamış, böylece devletin devamı garanti altına alındıktan sonra adım adım diğer aygıtlara doğru yayılmıştır. Farklı toplumsal dinamikleri denetim altlında tutabilecek birleştirici kimlikler öne çıkarılmaya başlanmıştır. (Panosmanlılığın yanı sıra Panislamizm ve daha sonra Türk milliyetçiliği). Yeni kadro siyaseti hayata geçirilmeye başlanmış, zaten süreç içinde uygulamadan kalkmış olan devşirmelik yerine devlet memurluğu geçmiştir. Yeni kadrolar batı ekolüne göre eğitilmişlerdir. Yeni devlet kadroları (özellikle asker ve tıp okullarındakiler) savaş alanlarında imparatorluk sınırlarını korumaya ve parçalanmayı engellemeye çaba göstermişler ve bu süreç aynı zamanda yeni siyasal ve örgütsel tecrübeler elde etmelerine sebep olmuştur. Devlet aygıtına iç denetimi arttırmak amacıyla yeni eklemeler yapılmıştır. Muhbir ağı daha da yaygınlaştırılmış, gizli polis ve istihbarat örgütleri kurulmuştur. İmparatorluğa karşı dış tehditler ve

Page 83: Özel Savaş Gerçeği

ayaklanmalar arttıkça araçlar çeşitlenmiş ve yaygınlaştırılmıştır. Devlet kadrolarının günün koşullarına göre eğitilmesi ve daha yetkin araçlarla donanması biçiminde akan süreç, ayaklanmaları ve toprak kayıplarını durduramamıştır. Osmanlı devleti, hem kendi topraklarındaki hem de toprakları dışındaki gelişmelere ilgisiz kalmasının bedelini ağır ödemiştir. Sürecin farkına vardığında iş işten geçmiştir. Oluşturduğu muazzam gizli devlet örgütlenmesi bile gidişe dur diyememiştir.

Batı ekolüne göre yeniden düzenlenen devlette bu sürecin güdücüsü, “çekirdek” devlet sınıfları geleneği olmuştur. Önce eğitim, ardından istihbarat ve gizli polisin güçlendirilmesi ayaklanma bölgelerinde “koruyuculuğun” oluşturulması diğer uluslara tehcir uygulaması orduya iç savaşa müdahale yeteneği kazandırılması devletin konusunda nasıl derinleştiğinin örnekleridir. Devlet sınıflarının eldeki bu gücü iktidar gücü haline dönüştürecekleri, İttihat Terakki’nin darbeyle yönetime gelmesi, bugünden baktığımızda hiç de yabancı olmadığımız uygulamalardır.

Gizli devlet aygıtı tüm faaliyetleri boyunca sermaye sınıfıyla yoğun ilişki içinde olmuştur. Özellikle örgütlenmesinde mason localarıyla içli dışlıdır. Devlet kadroları için mason olma kapitalist enternasyonalist gizli örgütlerine üye olmak anlamındadır. Bugün de aynı gelenek devam etmektedir. Masonik ilişkiler ağı sermaye iktidarının doğal uzantısı olarak devletle sürekli temas halindedir.

Devletin çekirdek yapısının kadro siyasetinde yaşadığı dönemlerin özellikleri açısından bir değerlendirme yaparsak; devletleşmeyle temel kadro siyaseti haline gelen devşirme uygulanmasının ilk ayaklanmaları bastırma ve yönetim içindeki tasfiye hareketinde kullanılması dikkat çekicidir. Bedrettinlerden, Celalilere kadar bir sürü ayaklanmayı bastırmış olar devşirmeler, “eşit beyler” arasındaki egemenlik çekişmelerine de son verilmesini sağlayan bir güç olmuştur. Miri toprak ekonomisi ve fetih siyaseti boyunca süren devşirmelik, miri toprak sisteminin çözülmeye uğraması ve tefeci-bezirgân yozlaşmasından payını almış ve bu süreç etkisini devlet aygıtında göstermiştir. Fetih siyasetinin sonunu getiren bu süreç devletin kadro siyasetinde değişikliğe sebep olmuş, kadrolaşmasında özel bir çaba gösteren devletin bu hassasiyeti, özel mülkiyet ilişkileri karşısında çözülmeye uğramıştır. Bundan sonra Harp okulları ve akademilerin açıldığı döneme kadar temelde devşirme uygulamasının sona erdiği ve yerine özel olarak belirlenmiş ve inşa edilmiş bir kadro siyaseti konmamıştır. Devşirme ekolü gerçekten de okulludur. Sarayda medreselerde ve devşirmeler için kurulmuş ocaklarda uzmanlaşacakları konulara göre eğitilirlerdi. Devşirme ekolünün sona ermesinden sonra paşaların, zengin toprak sahiplerinin vb. çocukları devlet aygıtında yer almaya başlamışlar ve kendi sınıflarına imtiyaz sağlama işini hızlandırmışlardır.

Osmanlı devletinin kadro siyasetindeki bir sonraki ekol, Jön Türklerle hatta genç Osmanlılarda başlayan ve İttihat Terakki partisinde en örgütlü halini alan ekoldür. Buna İttihat Terakki ekolü diyeceğiz. Devlet aygıtında “ıslahat” yaparak toprak kaybını ve iktidarda yaşanan ayaklanmaları engellemek ve devleti eski güçlü günlerine döndürme çabasının bir ürünüdür. Devlet aygıtını düzenlemenin amacı ayaklanmaları bastırma ve toprak kaybını engellemek olunca, “ıslahat”ın başlayacağı yer ordu olmuştur. Ordu batı sistemine göre düzenlenince bunu harp ve tıp okulları açılması izlemiş ve devletin yeni kadro siyaseti bunların üzerine oturtulmuştur. İdeolojik boyutta etkisini gösteren “batılılaşma” pratik karşılığını batıdaki gibi “ayaklanma bastırma ve işgalleri önleme” aygıtına sahip olma şeklinde göstermiştir. Devlet aygıtı iktidarın daha da merkezileşmesini sağlamış, gizli polis istihbarat ayaklarını organize etmiş, ordu modernize edilmiştir. Devlet aygıtının yaşadığı bu değişime “batı” düşünce ve politikalarından etkilenmiş kadrolar ön ayak olmuş ve bu anlayış uyarınca kurulan okullarla kadro politikası haline gelmiştir. Politik deneyimini Balkanlardaki ulusal kurtuluş

Page 84: Özel Savaş Gerçeği

hareketlerini bastırma süreciyle edinmiş olan bu ekol, devlet sınıfları geleneğinden aldıkları güçle devlet “koruyuculuğu ve kurtarıcılığı” misyonu yüklemişlerdir. Osmanlı’da geleneksel tarzlardan biri olan darbeyle iktidara göre, İttihat Terakki partisi sahip olduğu hücre tipi örgütlenme, askeri istihbarat yapılanması ve emperyalist güçlerle içli dışlı pozisyonuyla bir yanıyla modern devlet aygıtının yaratılmasına zemin sağlarken, tarihsel geleneğin üzerinde yükselmiştir. Nasıl ki devşirme ekolü imparatorluk koruyuculuğunda önemli bir misyonuna sahip olduğu söylenebilirse İttihat Terakki ekolü, TC kuruculuğunda önemli bir misyon yerine getirmiştir. Osmanlı devleti I.. Dünya Savaşı’nı kaybettiğinde İttihat Terakkiciler yurt dışına kaçıp Teşkilat-ı Mahsusa isim değiştirmişse de bürokrasi, ordu ve gizli polis örgütü içindeki etkileri ve özellikle T. M’nin sahip olduğu gayri nizami savaş gücü milli mücadelede önemli bir temel olmuştur. TC’nin kurucu kadrolarının neredeyse tamamı İttihat Terakki veya T. M kökenlidir.” Bu ayaklanmaları bastırma ve işgalleri” önleme sürecinde biçimlenmiş kadrolar sahip oldukları tecrübeleri TC sürecinde kullanmaya devam etmişlerdir. Ermeni, Rum, Kürt katliamları TC öncesinde olduğu gibi sonrasında da sürmüştür. Ulusal soruna inkâr imhayı yaklaşımın sonucu olan bu yaklaşımlar tarihsel bir süreklilik arz etmektedir. Sınıfsal çatışma gerekliliğin üstünü örten “imtiyazsız-sınıfsız kitle” yaklaşımı da aynı mantıkla köklenmiştir. Sosyal ve ulusal gerçekliklere inkâr-imhayla yaklaşım Anti-Bolşevik, anti-komünist teşhirci bir yaklaşıma sahiptirler. Ahmet Mithat’tan, Enver Paşaya oradan Mustafa Kemale, İsmet İnönü, Celal Bayar vb. kadar uzanan belirleyiciliği bu ekolün önemli bir özelliğidir.

TC’nin, ABD ile ilişkilerini geliştirme ve NATO’ya girmesiyle başlayan süreci CIA ekolü olarak adlandırabiliriz. Devlet kadrolaşmasında CIA burslarından faydalanarak eğitim almış sivil ve askerlerle yürütülen kadro siyaseti devletin geleneksel özellikleriyle sentezleşme süreci yaşamış ve sentezleşmeyi 12 Mart’la tamamlamıştır. Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan, Özal gibiler de öne çıkan ama devletin bürokratik aygıtlarında da ha bir çok temsilcisi olan CIA merkezli bir kadro siyaseti güdülmüş bu devletin kadro siyaseti halini almıştır. Tarihsel bir geleneğe sahip orduda böylesi bir süreç ancak 27 Mayıs sonrası süreçte tamamlanabilmiş “ordu gençliği”nin halkçı tepkileri politik ve ekonomik tasfiye hareketleriyle ortadan kaldırılmış ve sermaye düzenine entegrasyon ordu kitlesinin tamamına yayılmıştır. Böylece 27 Mayıs gibi sistemi tehdit eden “devlet kurtarma” adımları önlemiştir. NATO’ya girilmesinin ardından kurulan Gladio örgütü anti-komünist bir yaklaşımla, sosyal ve ulusal kurtuluşçu “ayaklanmaları bastırma yönünde devlet tecrübesini pekiştirmiş ve kapitalist enternasyonalle senkronize davranışın zemini sağlamıştır.

Yüzlerce yıllık devlet geleneğine sahip olan TC devleti böylece emperyalizm işçi sınıfı ve ezilen halkların ayaklanmalarını bastırma tecrübesine de sahip olduğu tecrübelere eklemiştir. NATO bünyesinde kurulan Gladio örgütünün bir benzerini kuran TC devleti bölgede hem emperyalizmin ileri karakolu durumuna gelirken, içerde de gayri nizami savaş esaslarını uygulama ya koymuştur. Toplumdaki ayaklanma dinamiklerini bastırma yönelişi Mahirlerin, Denizlerin, Sinanların, İboların katledilmesi ile hayata geçmiştir. Bir yandan devrimcilere yönelik saldırılarını geliştiren bu aygıt diğer yandan toplumsal dinamikleri provokasyonlarla vb. adımlarla pasifize etmeye çalışmış sonuçta Maraş, Sivas, Çorum faşist katliamları ortaya çıkmıştır. CIA ekolünün uygulamaları olan bu katliamlarda görev alan kadrolar (örneğin, Kızıldere’de Hiram Abas, Maraş'ta Ökkeş Şemdiller vb.) sonraki süreçte devletin yönetici katlarında “görevlerini” sürdürmüşlerdir. Karşı ayaklanma hareketlerinde yer almış kadroların büyük bölümü devlette bunun karşılığını almış ve “hizmetlerini “sürdürmüşlerdir. CIA ekolünün sonucu olarak TC süreç içinde kendi ekolünü yaratmış, özellikle Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine karşı görev alan kadrolar TC’nin önümüzdeki dönemlerde de kadro rezervleri olarak değerlendirilecektir, şüphesiz. TC’nin yeni kadro ekolü 1980 öncesi devrimci harekete karşı aldığı

Page 85: Özel Savaş Gerçeği

pozisyon ile biçimlenmeye başlamış, KUKM’nin ulaştığı seviye sonucu, biçimlenmesini derinleştirmiştir. CIA, MOSSAD, M15, BND gibi istihbarat örgütlerinin birikimlerinden de faydalanan bu ekol TC’nin Türkî cumhuriyetleri ve Ortadoğu’ya yönelik emperyal niyetlerine de önayak olmaktadır. TC, KUKM ve TDH karşısında uyguladığı “özel savaş” stratejisinde elde ettiği örgütsel güç ve birikimi ihraç eder, eder hale gelmiştir. Nasıl CIA, MOSSAD kendisinden geri olan ülkelere birikimlerin “ihraç ediyor” ise TC de iç birikimlerin Türkî Cumhuriyetlere ve batı Afrika ülkelerin “ihraç etmektedir.” İç savaş birikimlerinin yanı sıra Kore ve Kıbrıs’ta savaşmış, Bosna, Somali’ye emperyalist çıkarlar uyarınca asker göndermiş bir orduya sahip olan TC kadro siyasetini doğal olarak savaş” gerçekliği üzerinde tanımlamak zorundadır. Osmanlıdan günümüze sürekli gerek iç gerek dış savaş içinde bulunmuş bir devletin aygıtlarını buna göre geliştirmesi şaşılacak bir şey değildir. Bununla birlikte devletin süreklilik sorununu militarist yapılar üzerinden çözümlemesi yine doğası gereğidir. Diğer devlet kurumları bu çekirdek yapıyla uyumlu olduğu sürece fonksiyonel olmuşlar, aksi durumda tasfiye olmuşlardır. Osmanlı da “esrarlı saray devletin”den günümüzdeki kontrgerilla cumhuriyetine gelinceye değin hep aynı mantık devlete kılavuzluk etmiştir. “Ayaklanmaları bastırma-işgalleri önleme” kaygısı belirleyici öğedir. TC’nin önümüzdeki dönem yöneticilerinin günümüzde yaşanan ayaklanmaları bastırma hareketinde yer alanların olacağını söylemek hiç de zor değildir. Geleneği ve pozisyonu bunu doğurmaktadır. Yaşanan ayaklanma çatışmalar devletin geleneğini ve özellikle gizli aygıtını görünür hale getirmektedir.