mesnevi - mevlana

1437

Upload: others

Post on 17-Jun-2022

88 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Mesnevi - MevlanaMEVLÂNÂ CELÂLEDDN RÛMÎ (1207–1273)
30 Eylül 1207’de domu, 17 Aralk 1273’te vefat etmitir. slâm ve tasavvuf dünyasnda tannm bir Türk air, düünce adam ve Mevlevî yolunun öncüsüdür. Mevlânâ bugünkü Afganistan’da bulunan Belh’te domutur. Annesi, Belh Emiri Rükneddin’in kz Mümine Hatun; babaannesi, Harzemahlar hanedanndan Türk prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan’dr. Babas, Sultânü’l-Ulemâ (Alimlerin Sultân) unvan ile tannm, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabas, Ahmed Hatîbî olu Hüseyin Hatîbî’dir. Babasna Sultânü’l-Ulemâ (Alimlerin Sultân) unvannn verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri ile açklamaktadr. “Rûmî” ad, Anadolu’ya yerleip orada yaad için (o dönemde Anadolu’ya “Diyar- Rûm” deniliyordu); “efendimiz” mânâsna gelen Mevlânâ ise, kendisine kar duyulan büyük saygnn belirtisi olarak verilmitir. Mevlânâ’nn en büyük eserlerinden birisi olan Mesnevî’nin yazl öyle nakledilir: Mevlânâ, Çelebi Hüsameddin’in cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükûnet ve hareket halinde daima Mesnevî’yi söylemeye devam etti. Bazen öyle olurdu ki, akamdan balayarak gün aarncaya kadar birbiri arkasndan söyler, yazdrrd. Çelebi Hüsameddin de bunu sür’atle yazar ve yazdktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlânâ’ya okurdu. Cilt tamamlannca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapp tekrar okurdu. Bu ekilde dikkatlice 1259-1261 yllar arasnda yazlmaya balanlan Mesnevî, 1264-1268 yllar arasnda sona erdi.
TÂHRÜ’L-MEVLEVÎ (1877–1951)
“Tâhirü’l-Mevlevî” ad ile anlan Tâhir Ongun, 1877 senesinde stanbul’da domu, 20 Haziran 1951 senesinde ise hayata gözlerini yummutur. air, muharrir, Mevlevî dedesi, gazeteci, müderris, mesnevî-han ve edebiyat tarihçisi gibi çok yönlü bir kiilie sahip olan Tâhirü’l-Mevlevî, Osmanl ile Cumhuriyet nesilleri arasnda âdeta bir kültür köprüsü tekil eden âbide ahsiyetlerimizdendir. Babas Sultan Abdülmecid’in yaz hocas Mevlevî Tahir Efendinin olu Saray Baçavularndan Hac Mustafa Safvet Efendi, annesi de Nazma Sultan’a dadlk yapan Emine Emsal hanmd. Genç yalarndan itibaren yetmi be yla varan ömrünün son günlerine kadar youn bir telif faaliyeti göstererek ardnda irili ufakl yüze yakn yazl eser brakan Tâhir Olgun, Farsça ve Türkçe ile eski nazm formlarnda yazlm yüzlerce manzumeden oluan bir divan sahibi olmak hasebiyle eski edebiyatmzn da son temsilcilerindendir....
KIRKAMBAR YAYINLARI | 86
KLÂSK KTAPLAR | 11
Tercüme | Tâhirü’l-Mevlevî
Kapak ve ç Tasarm | Muhammed Nur Anbarl
Bask Yeri ve Tarihi | 4. basm, 3.000 adet, stanbul, Kasm 2012
Bask-Cilt | Esen Ofset 0 212 549 25 68
Datm | z Yaynclk 0 212 520 72 10
Copyright © 2009 Bu eserin yayn hakk, Krkambar Yaynlar’na aittir.
isbn 978-975-8264-56-8
Yenikap Mevlevîhanesi’nin son Mesnevîhan Tahirü’l-Mevlevî’nin hayatnn büyük bir bölümünü adad Mesnevî derslerinden meydana gelen, daha önce Mesnevî erhi olarak yaynlanan kymetli eserinden imbikle süzerek hazrladmz elinizdeki Mesnevî tercümesini yaynlarken tek gayemiz okuyucuyu Mesnevî ile en iyi ekilde buluturmak, Mesnevî ile ba baa kalmasn salamakt. Bunu büyük ölçüde baardmz düünüyoruz. Her bask öncesinde hummal bir ekilde çalarak eksiklerimizi gidermeye, olabildiince iyi bir sunumla okuyucuyu Mesnevî ile buluturmaya çaltk.
Tahirü’l-Mevlevî’nin bu eserini kaleme almasndan sonra geçen yaklak yarm asrlk zamanda eser üzerinde birtakm düzenlemeler yapmay zorunlu hale getirmitir. Kitabn hazrlanmasnda ilk olarak Mesnevî’yi okumak isteyen ancak geni zaman olmayan okuyucular düünülerek Tahirü’l- Mevlevî’ye ait Mesnevî tercümesi ve erhi birbirinden ayrlm, eserin önceki haline göre çok daha az hacme sahip bir Mesnevî tercümesi ortaya çkmtr. erhin çkartlmasyla oluan boluu gidermek için Mesnevî’de ad geçen kiiler, yerler, tarihî olaylar, dinî ve tarihî baz kavramlar sayfa altlarnda dipnotlarla izah edilmitir. Ayrca âyet ve hadisler ile dier Arapça ve Farsça ibarelerin tercümeleri yine dipnotlarda verilmitir. Dipnotlar ekseriyetle Tahirü’l-Mevlevî’nin beyit tercümesinde veya erhinde Türkçesini belirtmedii âyetler, Mevlevî’nin de muasr olan Elmall Hamdi Yazr’n Kur’ân- Kerîm Meali’nden faydalanlarak dipnotlandrlmtr. Beyitte âyetin Arapçasnn tümü deil de bir veya birkaç kelimesi verilmise, dipnotta âyetin tümünün tercümesi konulmu, beyitte verilen kelimelerin ise alt çizilerek metnin daha kolay anlalmasna çallmtr.
Yeniden hazrlama esnasnda eser, noktalama ve imlâ kurallar bakmndan da yeniden gözden geçirilmi, metnin günümüz imlasna uymas için gereken yerlerde kelimelerin yazm ekilleri dinî literatür göz önünde tutularak güncellenmitir.
Eserde genel okuyucu tarafndan anlalmayacak ama yeri baka kelimelerle doldurulamayan kelimeler Ferid Develiolu’nun Osmanlca Lûgat’ ve Mehmet Doan’n Büyük Türkçe Sözlük’ü bata olmak üzere çeitli lûgatlardan yararlanarak dipnotlarda izah edilmitir. Baz durumlarda ise metnin daha rahat anlalmasn salamak için, eseri dinî ve tarihî balamndan koparmadan ve edebî kymetini düürmeden kelime baznda sadeletirmeler yaplmtr. Artk tedavülden kalkm kelimelerin yerine uydurukça ve çok bilinen yeni kelimeler koymak yerine az da olsa anlalabilen, eseri dinî ve tarihî referans kaynaklarnn dilinden uzaklatrmayan ve edebî kymetini düürmeyen kelimeler tercih edilmitir.
Eserin yayna hazrlanma sürecinde büyük emei geçen Selahattin Tuna’ya kymetli emekleri için siz okuyucular adna, yaynevi olarak teekkür ederiz. Önceki basklarda sayfa tasarm için ciddi emekler harcayan z Yaynclk’n görsel yönetmeni Medine Efe’ye, Editör Hamdi Akyol’a içtenlikle teekkür ederiz. Bu süreçte sürekli fikirlerine bavurduumuz Sayn Prof. Dr. lhan Kutluer Hocama teekkür eder, sayglar sunarm. Sayn Mehmet Kahraman Bey’e ve Yunus Oktar Bey’e bu sürece verdikleri destekten dolay içtenlikle teekkürü borç bilirim. Yepyeni bir tasarmla yeni basky yayna hazrlayan Muhammed Nur Anbarl Bey’e deerli emeklerinden dolay can gönülden teekkür
ederim. Mesnevî’nin yaynlanmas aamasnda desteklerini her zaman yanmda hissettiim M. Doan Bayn Beyefendiye can gönülden teekkür ederim.
Bu çalmann Hazreti Mevlânâ’nn asrlardr insanla yol gösteren, sonsuz bir hikmet deryas olan Mesnevî’nin anlalmasna vesile olmasn Cenab- Allah’tan niyaz ederim.
sterseniz sözü fazla uzatmayalm da hep birlikte Mesnevî’yi can kulayla dinlemeye balayalm. Çünkü ona öyle ihtiyacmz var ki…
— RECEP KBAR
CLT - I
1u ney’in nasl ikâyet etmekte olduunu dinle1. Onun nevâs ayrlk hikâyesidir: 2“Beni kamlktan kestiklerinden beri feryâdmdan erkek ve kadn müteessir olmakta ve
inlemektedir. 3tiyak derdini erh edebilmem için, ayrlk aclaryla erha erha olmu bir kalb isterim. 4Aslndan, vatanndan uzaklam olan kimse, orada geçirmi olduu zaman tekrar arar. 5Ben her cemiyette, her mecliste inledim, durdum. Bedhâl «kötü huylu» olanlarla da, hohâl «iyi
huylu» olanlarla da düüp kalktm. 6Herkes kendi anlayna göre benim yârim oldu. çimdeki esrâr aratrmad. 7Benim srrm, feryadmdan uzak deildir. Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakta onu iitecek
kudret yoktur. 8Beden ruhtan, ruh bedenden gizli deildir. Lâkin herkesin, rûhu görmesine ruhsat yoktur.” 9u ney’in sesi âtetir; hava deildir. Her kimde bu âte yoksa, o kimse yok olsun. 10Neydeki âte ile meydeki kabar, hep ak eseridir. 11Ney, yârinden ayrlm olann arkadadr. Onun makam perdeleri, bizim nûrânî ve zulmânî
perdelerimizi yâni, vuslata manî olan perdelerimizi yrtmtr. 12Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsâz, hem mütak bir eyi kim görmütür? 13Ney, kanl bir yoldan bahseder, Mecnûnâne aklar hikâye eyler. 14Dile kulaktan baka müteri olmad gibi, mâneviyat idrak etmeye de bihû olandan baka
mahrem yoktur. 15Gaml geçen günlerimiz uzad ve sona ermesi gecikti. O günler, mahrûmiyetten ve ayrlktan hâsl
olan atelerle arkada oldu. 16Günler geçip gittiyse varsn, geçsin. Ey pâk ve mübarek olan insân- kâmil; hemen sen var ol!.. 17Balktan bakas onun suyuna kand. Nasipsiz olann da rzk gecikti. 18Ham ervâh olanlar, pikin ve yetikin zevatn hâlinden anlamazlar. O halde sözü ksa kesmek
gerektir vesselam. 19Oul; ban kopar ve kurtul. Ne vakte kadar altn ve gümü kaydnda kalacaksn? 20Denizi bir kâseye dökecek olsan, ne kadar sar? Ancak bir günlük rzk miktâr. 21Hrs ve tamâ ehlinin gözü doymaz. Halbuki sedef, kanâat gösterip kapanmaynca içinde inci
olmaz. 22Her kimin elbisesi, akn pençesiyle parçalanrsa, o kimse hrstan da, bütün ayplardan da
temizlenir. 23Ey kasd yâhut faydas ho olan ve bütün illetlerimizin hekimi bulunan ak; âd ol! 24Ey kibr ü azametimize ilâç ve bize Eflâtun2 ve Calinus3 olan ak, yaa.
25Topraktan yaratlm olan insan cesedi, ak te’sîriyle semâlara çkt, eflâkî oldu. Da bile o tesîr
altnda çeviklik bulup oynamaya balad.4 26Ey âk; ak, Tûr dana ruh gibi tesir etti. Tûr, mest oldu. Mûsâ da kendinden geçti ve dütü. 27Demsâz ve hemrâz olan yarimin dudayla birlemi olsaydm, ben de söylenilebilecek eyleri
ney gibi söylerdim. 28Konutuu dili anlayan kimseden ayrlan, yüzlerce lisan ve name bilse de yine susar. 29Gül mevsimi geçip de gül açmas bitince, artk bülbülün âkâne sergüzetini dinleyemezsin. 30Gül bitip de gül bahçesi harâb olunca gül kokusunu nereden arayp bulalm? Gül suyundan. 31Cümle, mâûktan ibârettir, âk perdedir. Diri olan ancak mâûktur, âk ölüdür. 32Âkta, akn elemlerine sabr ü tahammül bulunmayacak olursa, o, bîçâre kanatsz ku gibi kalr.
Vay onun hâline! 33Yârimin nuru etrafmda bulunmazsa ben nasl önümü, ardm idrâk edebilirim. «yâhut» Yârimin
nuru ilk ve sonla mukayyet olmaynca, ben nasl balangç ve son ile kaytlanabilirim. 34Ak, bu sözün meydana çkmasn istiyor. Ayna, koucu olmaz da ne olabilir? 35Senin ruhun aynas niçin o aksi «yansmay» haber vermiyor biliyor musun? Sath pastan hâlî5
deil de onun için.
Bir pâdiahn bir cariyeye âk olup onu satn almas ve cariyenin hastalanmas, pâdiahn da onu tedavi ettirmek için tedbirde
bulunmas hikâyesi
36Ey dostlar; u hikâyeyi dinleyin ki hakîkatte bizim hâlimizin ayndr. 37Bundan evvel bir pâdiah vard ki hem dünyâ mülkü, hem de dîn mülkü onundu. 38Tesadüfen pâdiah bir gün avlanmak için maiyetiyle ata bindi. 39Pâdiah, yolda bir câriye gördü ve can o cariyenin kulu, kölesi oldu. 40Can kuu, beden kafesinde çrpnnca mal verdi ve o cariyeyi satn ald. 41Câriyeyi ald ve ondan saâdet duydu. Fakat kazâra câriye hastaland. 42Birinin merkebi vard, palan yoktu. Palan buldu; lâkin merkebi kurt paralad. 43Dierinin kâsesi vard, su bulamyordu. Suyu bulunca da kâse krld. 44Pâdiah, sadan soldan, yâni her taraftan hekim toplad. Onlara: “kimizin hâyat da sizin elinizde
ve ustalnza baldr”, dedi. 45“Benin canmn tedavisi kolaydr yâni o, iyileirse ben de iyi olacam, çünkü ruhumun ruhu
odur. Ben dertliyim, hastaym, dermânm da odur. 46Her kim ruhumu yâhut Mercan ismindeki cariyemi tedavi ve iyi edecek olursa, inci ve mercan
hazînemi alp götürecektir.” 47Hekimlerin hepsi dediler ki: “Hastay tedavi için canla, bala çalalm. Anlaymz bir yere
toplayalm, yâni konsültasyon edelim, sonra müterek bir tedaviye balayalm. 48Bizim her birimiz, hasta tedavisinde âlemin sâ’s gibiyiz. Elimizde her derdin merhemi ve
devâs vardr.” 49Hekimler, kibir ve azametlerinden, Allah isterse yâni, inâallah demediler. Cenâb- Hak da
onlara insanln âciz olduunu gösterdi. 50stisna, yâni inâallah demeyi terk etmekten muradm kalbe ârz olan kasvet ve gaflettir. Yoksa
kalben gaflet hâlinde, lisânen inâallah demekten ibaret olan hâlet-i ârzay kastetmiyorum. 51stisnay «nâallâh» lisânen söylemeyen niceleri de vardr ki, onlarn can, istisnann ruhu yâni,
hakîkatiyle ayndr. 52Hekimler, ilaçtan ve tedaviden ne verdilerse ve ne yaptlarsa hastalk artt, istenen ifa hâsl
olmad. 53O câriye hastalktan kl gibi zayflad. Pâdiahn gözleri de alamaktan rmak halini ald. 54Sirkengebîn urubu6, kazâ-y lâhî ile safray artrd. Bademya da kabz verdi. 55Kara halile’den sürgün kesildi, kabz hâsl oldu. Su bile harâreti kesecek yerde neft ya gibi
atei artrd.
bir müjdeci görmesi ve tabîb-i ilâhîyi bulup muradnn husûle gelmesi
56Pâdiah, hekimlerin o aczini görünce, yalnayak mescide kotu. 57Pâdiah mescide gidip mihrapta secdeye kapand. Secde yeri, gözyalarndan srsklam oldu. 58stirak ve fenâ halinden, kendini kaybetme durumundan uur âlemine gelince, güzel bir ifade ile
Allah’ methü senâya balad. 59Pâdiah diyordu ki: “Ey en az ihsan dünyâ hükümdarl olan Vehhâb- Kerîm, ben ne
söyleyeyim? Sen bütün kalplerde gizli olan bilirsin. 60Lâkin sen srlarn bildiin insana: gerçi srrn bilirim; lâkin sen de o srr çabucak izhâr eyle,
demisindir. 61Ey dâima hâcetlerimize melce olan Allah; biz, tekrar yolumuzu ardk.” 62Pâdiahn samîmî ruhundan cû u hurû peydâ olunca, Allah’n lûtf u atâ deryâs da cotu. 63Pâdiah alayp dururken kendisini uyku istîlâ etti. Rüyasnda bir pîrin zuhûr eylediini gördü. 64O pîr diyordu ki: Ey âh; sana müjde! Hacetlerin revâ görüldü yâni, murâdn olacaktr. Yarn
yanna bir garîb gelirse bilesin ki o, bizdendir, bizim tarafmzdan gönderilmitir. 65Gelince onu bil ki usta bir hekim ve sâdk bir emindir yâni. Hakikî bir tabipte bulunmas lâzm
gelen ustalk, emânet ve sadâkat sfatlarna sahiptir. 66Onun verecei ilâçta sihr-i mutlak tesirini, mizacnda ise Hakk’n kudretini müahede eyle.” 67O vaad edilen zaman gelip de gündüz olunca ve Güne fezâda doup da yldzlar sönük
braknca. 68Pâdiah, kendisine gizli olarak gösterilen eyi açkça görmek için pencere önünde beklemeye
koyuldu. 69Fazilet sahibi bir zât gördü ki, gölge arasnda güne gibi parlyordu. 70Hilâl gibi, uzaktan, görünür görünmez bir hâlde geliyordu. Âdeta yok denilecek ve hayâl
saylabilecek bir hâlde idi. 71Ruhtaki hayâl, sûretâ yok gibidir. Lâkin sen bütün cihan halkn birer hayâl peinde gider gör. 72Sulhu da, cengi de, iftihar ve âr da hep hayâlden mütevellittir. 73Evliyâullâha tuzak olan hayâller ise, Hüda bahçesindeki ay yüzlülerin yansmasndan ibârettir. 74ahn rüyasnda gördüü hayâl, gelen misafirin yüzünde aynen zuhûr etti. 75Pâdiah kapc ve perdecilerin yerine ilerledi, gâipten gelen misafirini karlamaya gitti. 76Her ikisi, yekdierini tanm ve örenmi birer denizdi. Her iki rûh dikilmeksizin birbirine
dikilmi, balanmt. 77Pâdiah; “sevgilim câriye deil, sen idin. Lâkin dünyada i, iten husûle gelir” dedi. 78“Ey Hekîm-i gaybî; sen bana Hazreti Mustafa Aleyhisselâm’n vârisisin. Ben de senin hizmetine
kemer balam Ömer mevkiindeyim.”
Kullarna tevfik-i hidâyet veren Allah’tan herhâlde edebe riâyet hususunda muvaffakiyet talebi ve edepsizliin vahâmetinin beyân
79Cenâb- Hak’tan bizi edebe muvaffak klmasn dileyelim. Çünkü edebi olmayan, Allah’n lûtfundan mahrum kalr. 80Edepsizin zarar, yalnz kendisine dokunmaz; belki bütün âfâka ate vermi olur.7 81Zahmet ve ba ars olmakszn; alm-satm yorgunluu bulunmakszn gökten sofra iniyordu.8 82Mûsâ’nn kavmi arasndan birkaç edepsiz; “Hani sarmsak, hani mercimek?” diye edepsizce
söylendiler. 83Semâdan gelen sofra ve ekmek, kesildi. Bldrcn kuuyla kudret helvas bulunmaz oldu. Bize
zirâat, çapa ve orak meakkati kald. 84Tekrar Hazreti sâ efâat edince Allah, sofra ve tabak içinde ganimet gönderdi. 85Küstahlar tekrar edepsizlik ettiler. Yasaa ramen çkn çkn yiyecek alp saklamaya baladlar. 86Hazreti Îsâ onlara yalvarrcasna dedi ki: “Bu sofra dâimidir. Arz üzerinden eksilmeyecektir. 87Büyük bir zâtn sofrasnda bulunup da doyulmayacak diye sûizanna dümek ve hrs ve tama
gösterip açgözlülük etmek, küfrân- nîmet olur.” 88O dilenci suratl, görmemi adamlarn hrs yüzünden, kendilerine o ilâhî rahmet kaps kapand. 89Zekat verilmedii içindir ki; bulut gelip yamur yadrmaz. Zinâdan da etrafta vebâ zuhûr eder. 90Zulmetten, gamdan, kederden sana her ne ârz olursa, onun sebebi kaytszlk ve küstahlktr. 91Dost yolunda kaytszlk eden, bakalarnn da yolunu vurmu olur. Öyle bir ahs mert deil,
nâmerttir. 92Felek9 edebi dolaysyla; nurlu melek de, yine edebi yüzünden masum ve temiz olmutur. 93Günein tutulmas, küstahlk neticesidir. Azâzîl, yâni, eytann rahmet-i lâhiye kapsndan
kovulmas da edepsizce olan cüretindendir.
Görüeceini, rüyasnda tebir ettikleri tabîb-i ilâhî ile pâdiahn mülâkaat
94Elini, kolunu açt ve onu kucaklad. Ona ak gibi kalbinde ve ruhunda yer verdi. 95Pâdiah, tabîb-i lâhînin elini ve alnn öpmeye, makamndan ve yolundan, yâni, nereden
bulunduunu ve ne taraftan geldiini sormaya balad. 96Sora sora meclisin ba sedirine kadar götürdü ve “Nihayet sabr ile mânevî bir hazîne buldum”,
dedi. 97Allah’n hediyesi ve zahmetin, meakkatin gidericisi, «Sabr sevinç anahtardr» Hadîs-i
erifinin mücessem mânâs; dedi. 98Ey görünüü her suâlin cevâb olan hekîm-i lâhî; suâl ve cevâba hacet kalmakszn, insann
mükili, seni görmekle hallolunuverir. 99Ey tabîb-i lâhî; sen, kalbimizdeki srlarn tercüman, çamura saplanp kalm yâni, âciz ve
muhtaç kimselerin arkada ve yardmcssn. 100Ey müctebâ ve mürtezâ olan tabîb-i lâhî; merhaba ho geldin. Sen kaybolursan kaza gelir, feza
daralr. 101Sen, kavmin seyyidisin, senden holanmayan o tabîattan vazgeçmezse helâk olur. 102Mülâkaat ve yemekten sonra pâdiah, tabîb-i lâhînin elinden tuttu ve harem dâiresine götürdü.
Hastann hâlini görmek için pâdiahn tabîb-i ilâhîyi onun baucuna götürmesi
103Hastann ve hastaln geçmiini anlatt. Sonra hekimi, hastann karsna oturttu. 104Tabîb; hastann benzini, nabzn ve idrarn görüp muayene etti. Hastaln hem alâmetlerini,
hem sebeplerini sorup dinledi. 105Dedi ki: öbür hekimlerin yaptklar tedâvî, yapc ve ifal bir tedâvî deildir. Hastay harâb
etmiler ve zayf düürmüler. 106Hastann hâlinden haberdâr olamamlar. Ettikleri iftiradan yâni bilmedikleri halde biliriz (!)
diye eyledikleri dâvâdan Allah’a snrm. 107Tabîb-i lâhî hastal gördü. Gizli hastalk ona belli oldu. Lâkin bildiini gizledi, pâdiaha
söylemedi. 108Cariyenin hastal, safradan ve sevdadan deildi. Her odunun kokusunun dumanndan belli
olduu gibi, hastaln mâhiyetini de bâz arazndan anlamt. 109Tabib-i lâhî, câriyenin zaafndan anlad ki, o kalben zayftr. Vücudu afiyettedir; fakat gönlü
hastadr. 110Âklk derdi, kalbin inlemesinden bellidir. Hiçbir hastalk, gönül hastal gibi deildir. 111Âkn derdi, dier dertlerden ayrdr. Ak, Hudâ’nn srlarn belli eden bir usturlab10 ve bir
vastadr. 112Âklk; gerek bu batan, gerek öbür batan olsun; âkbet, bizi o tarafa götürecek klavuzdur. 113Akn erhi için türlü beyânatta bulunsam, aka gelince; yâni akn tesirini hissedince
söylediklerimden mahçup olurum.
114Lisânn tefsir ve tavzîhi parlak olsa da akn söylenilmemi kalmas ve söylenilmesi deil; hissedilmesi daha parlaktr. 115Kalem ki çarçabuk yazp gidiyordu. Akn tefsiri bahsine gelince, tahammül edemeyerek
yarld. 116Akl, akn erhinde çamura batm merkep gibi âciz kald. Akn da, âkln da erhini yine
ak söyledi. 117Günein delili yine günetir. Onun varlna dâir sana delîl lazmsa ondan yüz çevirme. 118Gölge, güneten nian verse de, güne her an, can nurunu nereder. 119Ayn ikiye ayrlmas mucizesi güne gibi zuhûra gelince, gölge sana masal gibi, uyku getirir. 120Hakîkaten dünyâda, güne gibi acayip bir ey yoktur. Fakat can günei ondan daha acâyiptir ki,
cihan günei fâni olduu hâlde, can günei bâkîdir, onun için «dün», yâni geçmi zamann itibâr olmaz. 121Güne, hâriçte tek olmakla beraber onun tasvirini yapmak mümkündür. 122Can günei ki, âlem-i esîrin haricindedir. Onun zihinde de, hâriçte de benzeri yoktur. 123Can günei zihinlere smaz ki, onun misli tasavvur ve tahayyül edilebilsin. 124Bahis, emsüddîn’in11 cemâline gelince, dördüncü kat göün günei uçup gitti!.. 125ems’in nâm zikredilince, onun nimet ve ihsan iaretinden bir miktârn açklamak vâciptir. 126Bu srada can, Yûsuf’un gömleinin kokusunu ald için, eteimden yakalamtr. 127“Yllarca olan sohbet hakk için, o ho hâllerden, bir hâli olsun îzâh et”, demekte ve ilâve
etmektedir ki: 128“Tâ ki yer ve gök gülsün. Akl, rûh ve göz de, arz ve semânn yüz misli sevinsin.” 129Ey Hüsâmeddin12; “ems’in ahvâlini îzâh etmek hususunu bana teklif etme. Zira ben mânevi
yokluk halindeyim. Anlaym ve anlatm azalmtr. Onun senâsn sayp dökemem” dedi ve devam etti: 130“Akl banda olandan bakasnn, yâni, yokluk denizine gark olmu olan zâtn söyledii her
söz, zahmet de olsa, övünmek de olsa, doru olmaz. 131ems gibi ei ve benzeri bulunmayan bir dostun ahvâlini îzâh için ben ne söyleyeyim ki, bir
damarm bile uur hâlinde deildir. 132Cierimi kan eden bu hicrann erhini; imdilik, baka bir zamana brak.” 133«Can» dedi ki: “beni doyur; çünkü, açm. Hem çabuk ol ki vakit, keskin klç gibidir. 134Ey arkada; sofî vaktin oludur. Yarn ve yarna demek, tarikat artlarndan deildir. 135Yoksa sen sofi deil misin? Veresiye dolaysyla, mevcuda yokluk ârz olur.” 136Ona dedim ki: “Dostun srrnn gizli kalmas, daha hotur. Ona vâkf olmak için sen hikâyeye
kulak ver ve mânâsna dikkat et.”
137Dedi ki: “Ey faziletler sahibi Mevlânâ; beni batan savma; açktan aça ve hiçbir ey saklamakszn söyle. 138Perdeyi kaldr ve açk söyle ki ben, gömlekli bir güzel ile yatmam.” 139Dedim ki: “Eer o, dünyâda aikâre olursa, ne sen kalrsn, ne ucun, ne ortan kalr. 140Arzu göster, lâkin o arzu ölçüne ve tahammülüne göre olsun. Bir saman çöpü bir da
kaldramaz. 141Güne ki âlemi aydnlatmaktadr. Yörüngesinden ayrlp biraz yaklaacak olsa, her eyi yakar,
kül eder. 142Fitne, karklk ve kan dökülmesini isteme. Bundan fazla da ems-i Tebrîzî’den bahsetme. 143Bu bahsin sonu gelmez. Sen balangcna dön de hikâyenin tamamn söyle.”
Cariyenin derdini anlayabilmek için o tabîb-i velînin, pâdiahtan halvet istemesi
144Tabîb-i lâhî dedi ki: “Pâdiahm; akrabay da, yabancy da uzaklatrmak sûretiyle saray tahliye ettir. 145Kimse koridorlarda bulunup dinlemesin ki, bu cariyeden bâz eyler soracam.” 146Ev boald. çinde hekim ile o hastadan baka kimse kalmad. 147Tabîb-i lâhî, hastaya yava yava ve nezâketle “nerelisin?” diye sordu ve “Her memleket
ahâlîsinin ilâc bakadr”, dedi. 148“O ehirde kime yaknln vardr, akrabaln ve balln kime ve neyedir?” 149Elini cariyenin nabzna koydu ve felein cevr ü cefâsndan birer birer suâl etti. 150Bir kimsenin ayana diken batnca, onu dizinin üstüne kor. 151ne ucuyla dikenin ban arar, bulamazsa, diken batan yeri tükürüüyle slatr. 152Ayaa batan diken böyle güç bulunursa, gönüldeki diken nasl bulunur? Cevap ver. 153Eer gönüldeki dikeni herkes görebilseydi; gamlarn, kederlerin bir adama galebe çalmas nasl
mümkün olurdu? 154Meselâ biri, bir merkebin kuyruu altna bir diken kor. Merkep onu nasl çkaracan bilmez,
sçramaya balar. 155Sçradkça diken daha ziyâde batar. Akll bir adam lâzmdr ki o dikeni çeksin, çkarsn.
156O; diken çkaracak hekim, üstâd idi. Elini gezdiriyor, taraf taraf tecrübede bulunuyordu. 157Hikâye yoluyla o cariyeden, dostlarnn hâlini sordu. 158Câriye; memleketine, efendilerine ve hemehrilerine dâir hekime, açk yâni, izâhâ muhtaç
olmayacak sûrette hikâyeler söylüyordu. 159Hekim, bir taraftan cariyenin hikâye söylemesine kulak veriyor, bir taraftan da nabza ve nabzn
atna dikkat ediyordu. 160Hastann nabz, hangi isim söylenildii srada hzlanrsa, cariyenin dünyâda, cannn ne istedii
anlalacakt. 161Câriye, dostlarn ve memleketini saydktan sonra baka bir ehir ismini söyledi. 162Hekim, “Memleketinden nasl çktn, evvelce hangi ehirde idin?” diye sordu. 163Câriye, bir ehir ad söyledi ve geçti. Yüzünün rengi ile nabznn hareketi deimedi. 164Efendilerini ve o ehirde bulunanlar birer birer anlatt; ve tuz, ekmek yedii yerleri söyledi. 165Memleket memleket; ev ev hikâye ettii hâlde, ne nabz hzland, ne de yüzü sarard. 166Hekim, tatl bir gülümseme ile Semerkantl birinden soruncaya kadar, cariyenin nabz tabîî bir
sûrette ve zararsz bir hâlde atyordu. 167Fakat Semerkant’tan sorunca nabzn hareketi artt, yüzü kzarp sararmaya balad. Çünkü
Semerkantl bir kuyumcudan ayrlmt. 168O hekim, o hastadan bu srr anlaynca; o derdin, o belânn asln ve sebebini bulmu oldu. 169Hekim, “Kuyumcunun mahallesi hangi yoldadr?” diye sordu. Câriye de “Köprü banda Gatfer
mahallesinde” cevâbn verdi. 170Hekim, cariyeye: “Hastalnn ne olduunu anladm. Seni çarçabuk bu hastalktan kurtarmak
için himmet göstereceim”, dedi. 171“Sevin, düünmekten vazgeç. Muradna ereceine emin ol. Sana yamurun çemene yaptn
yapacam, yâni, sana âdeta yeniden hayat vereceim. 172Ben senin gamn, kederini düünür, çâresine bakarm. Sen üzülme. Benim sana olan efkatim,
babann evlâda olan efkatinden yüz kat fazladr. 173Pâdiah, senden sk sk sorup anlamak istese bile, bu srr kimseye söyleme. 174Kalbin; srrnn mezar olursa, muradn çabucak husûle gelir.” 175Hazreti Peygamber buyurmutur ki: Her kim srrn gizlerse, muradna çabuk erer. 176Tohum, toprak içinde kalp da bir müddet geçince; onun srr, bostann yeermesi olur. 177Altn ve gümü gizli bulunmasalard, mâden içinde nasl terbiye bulurlard? 178Hekimin vaadleri ve lûtuflar, o hastay korkudan emin kld. 179Vaadler vardr ki hakîkî olduklarndan kalbe itminân verirler. Yine vaadler vardr ki, mecazî
yâni, yalan bulunduklarndan insana sknt ve tasa getirirler. 180Kerem sahiplerinin vaadi, seyyar bir hazîne ve carî bir nakit gibidir. Nâehil olann vaadi ise,
infaz ve icra edilmedii için, daimî bir hastala benzer.
O velî hekimin, hastal tehis ve pâdiaha arz etmesi
181Hekim-i lahî, cariyeden bu malûmat aldktan sonra, kalkt, pâdiahn huzuruna çkt. Ona cariyenin ahvalinden bir parça malûmat verdi. 182Dedi ki: “imdi lâzm gelen tedbir, bu derdin tedavisi için o adam getirtmemizdir. 183Altn ve ziynetli elbise göndermekle kuyumcuyu avutup, o uzak ehirden dâvet et.” 184Pâdiah, hekimin bu tavsiyesini iitince onun nasihatini candan, gönülden kabul etti. 185Sonra o tarafa hâzk, kâfi ve gayet âdil bir iki dâvetçi gönderdi. 186O iki emir, pâdiahtan müjdeci olarak Semerkant’a ve kuyumcunun nezdine geldiler. 187Dediler ki: “Ey marifet ve san’atta kâmil olan nâzik üstad; senin öhret ve san’atn ehirlere
yaylm ve herkesçe duyulmutur. 188te filân pâdiah, seni kuyumcubalna seçti. Çünkü sen büyük bir üstâdsn. 189u güzel elbiseyi, altn ve gümüü al. Padiâhn nezdine gelince de has bendelerinden ve
nedimlerinden olacaksn.” 190Kuyumcu bir çok mal ve elbiseyi görünce onlara kapld, memleketinden, çoluundan,
çocuundan ayrld. 191ahn canna kastettiinden haberi olmayan adamcaz, sevinçle yola çkt. 192Arap atna bindi ve sevinerek sürdü. Kan bedeli olan hediyeyi elbise zannetti. 193Ey yüz türlü rza ile, yân, candan, gönülden râz olarak sefere çkan ve sû’ülkazâya doru
giden! 194Kuyumcunun hayâlinden, izzet, mal ve büyüklük sahibi olmak geçiyordu. Azrail ise ona: “Git
bakalm, getirirsin, götürürsün” diye târîz ediyordu. 195O garîp kuyumcu, yoldan gelince hekîm-i lâhî onu pâdiahn huzuruna götürdü. 196O Trâz13 mumunun, yâni cariyenin ba ucunda yansn diye kuyumcuyu, izzet ü ikram ile
pâdiahn yanna götürdüler. 197ah onu görünce tazimde bulundu. Altn hazînesini ona teslim etti. 198Ondan sonra hekîm-i lâhî Pâdiaha dedi ki: “Ey büyük sultan; o cariyeyi bu efendiye ver.
199Tâ ki bunun visaliyle câriye iyilesin, âb- visali onun hasret ateini söndürsün. 200Pâdiah o ay yüzlü cariyeyi ona balad ve iki hasretzedeyi birletirdi. 201Alt ay müddet bermürâd oldular, câriye de tamâmyla iyileti. 202Ondan sonra hekîm, kuyumcu için bir erbet yapt. O da içince kzn gözü önünde erimeye, yâni
hastalanp zayflamaya balad. 203Kuyumcunun hastalk tesiriyle güzellii kalmaynca, ona kar cariyenin de ilgisi kalmad. 204Renk cazibesiyle husûle gelen aklar, hakîki ak deildir, hevesten ibârettir. Öyle heveslerin
sonu rüsvalkla biter. 205Keke o kuyumcu da çirkinlik timsâli olayd da o kötü hükme uramasayd. 206Onun gözlerinden dere gibi kanl yalar akyordu. Çünkü yüzünün güzellii, cannn düman
olmutu. 207Tâvus kuunun kuyruu ve kanad, kendisinin düman olmu; bir çok hükümdar, kuvvet ve
evketi öldürmütür. 208Kuyumcu diyordu ki: “Ben bir ahûyum ki, göbeimdeki miski almak için bu avc, benim saf ve
temiz kanm döktü. 209Ben o kr tilkisiyim ki, postumu alp kürk yapmak için pusuya saklandlar, beni yakalayp
bam kestiler. 210Ben o filim ki, dilerimi almak için, filciler, yâni, avclarn vücudumda açt yaralar kanm
dökmütür. 211Beni mâdûn14um için öldüren, kanmn uyumayacan, yâni intikamsz kalmayacan bilmiyor
mu?15 212Bugün bana ise yarn onadr. Benim gibi bir adamn kan nasl heder olur? 213Duvarn gölgesi bir müddetçik uzasa bile, yine o gölge duvarn dibine döner. 214Bu dünyâ; daa, ilerimiz de seslenmeye benzer. Akis o sesleri bize iade eder.” 215Kuyumcu bunlar söyledi ve hemen ölüp toprak altna gitti. Câriye de aktan ve hastalktan
kurtuldu. 216Çünkü ölülerin ve öleceklerin yâni, fâni olanlarn ak bâkî deildir. Zira ölü, bizim tarafmza
gelemez. 217Hayy ü lâyezâl olan Mâuk-u Haki-ki’nin, yâni, Allah’n ak, ruhta olsun, gözde olsun her an
goncadan daha ter ü taze olarak durur. 218O zat- ecell ü âlânn akn ihtiyar eyle ki, bütün enbiyâ ve evliyâ hazarât O’nun ak- feyziyle
saâdet ve erefe nâil olmulardr. 219“Bizim için o hakikat sultannn yâni, Allah celle ânühû’nun huzuruna çkmaya izin yoktur”,
deme. Kerîm olanlarla i görmek zor deildir. Allah ise ekremü’l-ekremîndir.
Kuyumcunun zehirlenerek öldürülmesinin, ilâhî iaretle olduunun beyân
220O kuyumcunun hekîm-i lâhî elinde ölmesi, ne bir ümit ile, ne de bir korku dolaysyla idi. 221Allah’n emr ü ilham gelmeden, yâni, pâdiahn hatr için onu öldürmedi. 222Hzr Aleyhisselâm’n bir çocuun boazn kesip öldürmesinin srrn halkn avam ksm
anlayamaz.16 223Allah’tan ilham ve cevap alan kimse, her ne buyurursa, doruluun ta kendisi olur. 224O zât-i erif ki, mânevî hayat vermek kudretini hâizdir, biiznillâh onu öldürmü olsa da lâyktr.
Çünkü Allah’n halîfesi ve naibi yâni, vekilidir. Onun eli, Hakk’n yed-i kudretinde demektir. 225Sen de ey sâlik! Hazreti smail gibi o vâstann ve onu vâsta klan Allah’n hükmü huzurunda
ba e!.. Kahr ve celâli klc önünde sevine sevine can ver.17 226Sen, pâdiah günahkârlk etti sanyorsun. Süzme ameliyesi, saf suda tortu brakr m? 227Bu riyazat ve bu cefâ, ocakta gümüün eriyip cürufunun ayrlmas içindir. 228yinin, kötünün imtihan edilmesi; altnn kaynayp köpüünü atmas, hâlis ayar kalmas içindir. 229Pâdiah; ehvetten, hrstan, hevâ ve hevesten pâk idi. Kuyumcunun yâni, hevâ ve hevesin
giderilmesi hususunda iyi hareket etti. Fakat bu iyilik; kötülük gibi görünen bir iyilikti. 230Eer Hzr, denizde gemiyi sakatladysa o sakatlkta yüzlerce dürüstlük ve menfaat vard. 231O kadar marifet nûruyla beraber Mûsâ Aleyhisselâm’n vehmi, Hzr’n hareketlerindeki
hikmeti anlayamad. O hâlde sen kanatsz uçmaya kalkma. 232Kuyumcunun kan, hakîkatte krmz gül gibidir. Ona kan deme. Ruhu temsil eden pâdiah ise
mest-i âkildir, ona da mecnûn deme. 233Eer pâdiahn murad, bir müslümann kann dökmek olsayd, onun adn andmdan dolay
benim kâfir olmam lâzm gelirdi. 234Bir akinin methi dolaysyla ar- lâhî titrer, muttakî18 olanlar da fâsk methetmek yüzünden
sûizanna düer. 235O pâdiah gâyet anlayl bir hükümdar idi. Böyle olmakla beraber ümmetin mümtaz
insanlarndan ve Allah’n has kullarndand. 236Bir kimseyi ki, böyle bir pâdiah öldürür; onu saadete ve en yüksek mertebeye çekip yükseltir. 237Eer pâdiah, kuyumcunun kahrnda, onun faydasn görmeseydi; kendisi lûtfun ta kendisi iken
nasl kahra kalkar ve onu zehirletirdi. 238Çocuk, hacamat neteri karsnda titrer. efkatli annesi ise evlâdnn o gaml zamannda
memnun bulunur.
239nsana ruhu üflemi olan Allah; yarm can alr, karlnda yüz can verir; hattâ vehm-ü hayâle gelmeyecek eyler ihsan buyurur. 240Sen kendine göre kyâs ediyorsun. Halbuki hakîkatten çok uzak düünüyorsun, iyice bak.
Bakkal ile tûtîsinin hikâyesi, tûtînin bakkal dükkânndaki yalar dökmesi
241Bir bakkal ve onun bir tûtî19 kuu vard. Güzel sesli, yeil renkli ve söz söyler bir hayvand. 242Dükkânda bekçilik eder, çardaki esnaf ve tüccara nükteler söylerdi. 243nsanlarla konuurdu, tûtîlere mahsus ötüü üstatça idi. 244Efendisi bir gün eve gitmiti. Tûtî dükkâna nezâret ediyordu. 245Bir kedi, fare yakalamak için birdenbire dükkâna atld. Tûtî de can korkusundan, 246Sçrad, dükkânn bir köesine kaçt. Lâkin gülya ielerini devirdi, yalarn döktü. 247Efendisi evden geldi. Dükkâna geçip patron tavryla oturdu. 248Bakt ki dükkân ya içinde. Elbisesi de yaa bulanm. Tûtînin yaptn anlad. Bana vurup
tüylerini döktü, kafasn kel hâline getirdi. 249Tûtî birkaç gün konumay kesti. Bakkal da piman olup ah demeye balad. 250Bakkal sakaln yoluyor, “Eyvah, nimet güneim, bulut altna girdi” diyordu. 251“Elim krlsayd, o tatl dilli tûtînin bana nasl vurdum?” diye teessüf ediyordu. 252Kuunun söylemesini bulmak yâni, tûtîyi tekrar konuturmak için fakirlere hediyeler ve
sadakalar veriyordu. 253Üç gün, üç gece sonra bakkal, dükkânda alamakl bir hâlde oturuyordu. 254“Bu ku ne vakit söyleyecek?” diye binlerce gam ve keder ile vakit geçiriyordu. 255Tûtî söze balasn diye ona türlü türlü, acâyip ve garip eyler gösteriyordu. 256Ba çplak bir dervi geçti ki, kafas, tas ve leen gibi cascavlakt. 257 O srada tûtî de dile geldi ve: “ey falan!” diye dervie seslendi. 258“Ey kel; neden kellere kartn? Yoksa sen de ieden ya m döktün?” 259Tûtînin, aba sahibi dervii kendi gibi sanmasndan ve nefsine kyâs etmesinden halk gülmeye
balad.
260Arslan ve süt mânâlarna gelen «îr» lâfz, yazda birbirine benzerse de mânâ yönünden ayrdr. Bunun gibi sen de, ümmetin seçkinlerinin hâlini kendine kyâs etme. 261Bütün âlem, bu kyâs- nefs sebebiyle saptt. Ebdâl-i ilâhîden, yâni: Allah’n seçkin
kullarndan, pek az kimse haberdâr olabildi. 262Peygamberlerle eitlik dâvasna kalktlar, velîleri de kendileri gibi sandlar. 263te biz de insanz, onlar da. Biz de yemeye ve uyumaya mecburuz, onlar da dediler. 264Körlüklerinden unu bilmediler ki, arada ucu buca bulunmaz bir fark vardr. 265Her iki ar, bir yerden yedii hâlde birinde yâni, eek arsnda yalnz ine bulunur, dierinden
bal hâsl olur. 266Her iki nevi âhû da ot yer ve su içer. Lâkin birinden yalnz gübre, öbüründen hâlis misk husûle
gelir. 267ki nevî kam, bir dereden su içtii hâlde biri botur, dieri ekerle doludur. 268Böyle yüz binlerce misâl mevcuttur ki, aralarnda yetmi yllk fark vardr. 269Bu, yâni avamdan biri yer, yedii posa bütün olarak kendisinden ayrlr. Öbürü yâni havasdan
olan yer, yedikleri bütün îlâhî nûr olur. 270Avamdan olan yer, yedii hasislik ve haset olur. Havasdan olan yer, yediinden Allah nûru
husûle gelir. 271Bu, yâni, mü’min temiz ve zirâata kabiliyetli bir arazîdir. Öbürü yâni, kâfir ise, çorak ve kötü
bir yerdir. Yine mü’min, melek gibi masumdur, kâfir ise eytan ve canavar misâlidir. 272ki taraf sûretinin birbirine benzemesi caizdir. Ac suyun da, tatl suyun da duruluu vardr. 273Bilmi ol ki, tatl suyu ac sudan ayrt edecek olan zevk sahibidir. 274Sihri, mucizeye benzetirler. Her ikisinin de hile üzerine, yâni, hokkabazla dayandn
sanrlar. 275Mûsâ ile imtihan olmaya kalkan Msr sihirbazlar, inat ve mücâdele fikriyle onun asâs gibi
birer denek yakalamlard. 276Bu asâ ile onlarn asâs arasnda derin bir fark, Mûsâ’nn mucizesi ile onlarn sihri arasnda
uzun bir yol vard. 277Sihir iinin sonunda Allah’n lâneti, mucize iinin sonunda ise Allah’n rahmeti vard. 278Kâfirler, mücâdele ve inât hususunda maymun tabiatldrlar. Göüs içerisindeki tabiat, bir
âfettir. 279nsann yaptn maymun da yapar, insandan ne görürse onu taklit eder. 280Maymun, ben de insan gibi yaptm sanr. O inatç hayvan, aradaki fark nasl tanr? 281Bu; yâni mü’min-i kâmil mahzâ emre itaat için yapar; dieri yâni kâfir ve fâsk ise mücâdele ve
gösteri olsun diye yapar. O gibi inatç ve taklitçi adamlarn bana toprak saç.
282O münâfk, gerçek mü’minlerle beraber namaza gelirse de, ibadet için deil, gösteri için gelir. 283Namazda, oruçta, hacda, zekâtta mü’minler; münâfklarla urarlar. 284Sonunda mü’minler, münâfklara galebe ederler. Münâfklar âhirette mat olurlar, yâni
kaybederler. 285Her ikisi yâni mü’min ile münafk bir oyun banda bulunuyorlarsa da, birbirlerine nisbetle
Merv’li ve Rey’li gibidirler. 286Her biri kendi makamna ve kendi nâmna icâp ettii yere doru gider. 287Birine mü’min deseler, ruhen mütelezziz olur, houna gider; fakat münafk diyecek olsan
hiddetlenir, ate kesilir. 288Mü’min lâfznn sevilmesi, zât- mü’minin, yahut zât-i îmânn mahbub olmasndandr. Münafk
lâfzna buzedilmesi de nifakn âfetleri dolaysyladr. 289Mü’min kelimesini tekil eden «m-ü- m-i-n» harflerinde erâfet yoktur. Mü’min lâfz, ehl-i
îmânn tarifinden baka bir ey deildir. 290Birisine münafk deyince, bu kötü lafz, akrep gibi onun içerisini sokar. 291Eer bu isim yâni münafk lâfz cehennemden gelmiyorsa, onda neden cehennemi bir tat vardr? 292Münafk lâfznn çirkinlii, lâfznn ve harflerinin tesirinden deildir; nitekim deniz suyunun
acl da konulan kabdan deildir. 293Harf, zarf gibidir. Mânâ, o zarfn içerisindeki suya benzer. Mânâ denizi ise Allah’n yannda
sabit olan ümmü’l-kitabdr. 294Dünyâda ac ve tatl denizler vardr. Aralarnda bir berzah hâildir ki, birbirine karmazlar. 295Malûmun olsun ki bu iki deniz; bir asldan, bir menbadan zuhur eder. Sen ikisinden de geç.
Onlarn kaynana kadar git. 296Kalp altn da, hâlis altn da mihenk tana vurmaynca, anlayamazsn. 297Allah, her kimin ruhuna mihenk ta koymusa, o kimse, yakîni üpheden ayrt eder. 298Diri bir adamn, hattâ hayvann azna bir çöp kaçacak olsa, onu çkarmaynca rahat edemez. 299Binlerce lokma arasnda, ufak bir çöp parças aza girince, canlnn hissi, onu bilir ve bulur. 300Dünyâ ile ilgili his, bu cihann; dîn ile ilgili his ise, asumann «göün» merdivenidir. 301Bu hissin shhatini hekimden, öteki hissin shhatini dosttan talep ediniz. 302Tabiî hissin shhati, bedenin âfiyetindedir. Dînî ve manevî hissin shhati ise cismin
tahrîbindedir. 303Mânâ akyla hânümânn, maln, mülkünü harcayp tasadduk eden cana ne mutlu!20 304Meselâ biri; define için, evini harâb eder; lâkin bulduu hazîne ile o harabeyi eskisinden daha
mâmur yapar.
305Biri de suyu kesip, derenin yatan temizler, ondan sonra, temiz ve içilecek suyu salverir. 306Biri de deriyi yarar, saplanm oku çekip çkarr. Ondan sonra iyileir, yeni deri peydâ olur. 307Biri de, meselâ bir hükümdar, kaleyi tahrîp ederek kâfirden alr, sonra onu tamir ederek
yüzlerce burç ve set ilâve eder. 308Kendisine “nasl ve niçin?” denilemeyen Allah’n iine kim keyfiyet va’zedebilir? u
söylediklerim zaruret icâbdr. 309Bâzan öyle, bâzan da böyle görünür. Onun için din ii, hayretten baka bir ey deildir. 310Bir kimsenin, hakîkî kbleye srtn çevirmek sûretiyle hayran olmas deil; belki dostun mest ve
müstarak21 olmak sûretiyle hayretidir. 311Birinin yüzü dost tarafna dönmütür. Dierinin yüzü ise, hakîkatte onun yüzünden ibârettir. 312Her birinin yüzüne bak ve onlarn evsâfn ezberle. htimâl ki hizmet vâstasyla sen de rûinâs
olursun yâni yüzüne baktn kimselerin, manevî hüviyetlerini anlarsn. 313Madem ki insan yüzlü birçok eytan vardr. O halde, her ele el vermek, yâni intisâb ve bîat
etmek caiz deildir. 314Çünkü kuu aldatp tutmak için, avc slk çalar ve ku gibi ötmeye çalr. 315O ku, hemcinsinin sesini iitince, havadan iner ve tuzaa tutulur. 316Alçak bir herif, birtakm saf kimseleri kandrmak için, dervilerin kelimelerini çalar. 317Erkeklerin yâni tarîkat ricâlinin sözü de, ii de parlak ve scaktr. Alçaklarn ii ise, hile ve
hayâszlktr. 318Dilenmek için yünden arslan yaparlar, Müseylemetü’l-Kezzâb’a22 Ahmed lâkabn takarlar. 319Halbuki Müseyleme’nin lakâb “Kezzab” «yalanc»; Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâm’n
lâkab da “Server-i Ulü’l-Elbâb” kalmtr. 320arâb- lâhînin mührü, hâlis misktir. Malûm olan arâbn sonu ise azâptr.
Kendi millet ve mezhebine taassubu dolaysyla Hristiyanlar öldüren Yahudi pâdiahnn hikâyesi
321Yahudiler arasnda zâlim, Îsâ düman ve hristiyan öldüren bir hükümdar vard. 322Peygamberlik zamân ve nöbeti, sâ’nnd. Mûsâ devri geçmiti. Öyle olmakla beraber O,
Musa’nn; Mûsâ da O’nun ruhu mesâbesindeydi.23
323O a hükümdar, Allah yolunda iki demsâz ve hemdem olan Mûsâ ile Îsâ’y birbirinden ayr gördü. 324Usta, a çrana: “çeriye gir, raftaki ieyi dar çkar”, dedi. 325a çrak: “O iki ieden hangisini getireyim? yice anlat”, dedi. 326Usta: “O iki ie deildir. al brak, fazla görücü olma”, dedi. 327a çrak: “Usta, beni tekdir etme” deyince, ustas: “O iki ieden birini kr”, emrini verdi. 328Çrak, ielerden birini krnca ikisi de gözünün önünden kayboldu. nsan, meyl ve gazap
dolaysyla a olur, biri iki görür. 329ie birdi. Lâkin çran gözüne iki görünüyordu. Birini krnca, öbürü de yok oldu. 330Gazap ve ehvet gibi hâller; insan a yapar ve ruhun istikâmetini deitirir. 331Garaz gelince, yâni insan garazla baknca, hüner gizlenir. Gönülden kalkan yüzlerce perde, göz
önüne gerilir. Rzâ ile bakan bir göz, hiçbir ayp görmez. Nitekim garazla bakan bir göz de, olanca kötülükleri meydana çkarr. 332Kad, kalbinde rüvet almaya karar verince zâlimi, zavall mazlumdan nasl ayrt edebilir? 333Yahudi hükümdar, çftlk24 kîni ile o kadar a oldu ki; aman Yâ Rabbî, sana sndk!.. 334Ben; Mûsâ dîninin hâmî ve yardmcsym diye, yüz binlerce mazlum mü’mini öldürdü.
Hristiyanlarn kaldrlmas için, vezirin pâdiaha hile öretmesi
335Yâhûdî hükümdarn sapk ve hileci bir veziri vard ki, hile ile suyun üstüne düüm vururdu. 336Bu vezir dedi ki, “Hristiyanlar canlarn kurtarmak için, dinlerini hükümdardan gizlerler. 337Onlar öldürme ki, öldürmenin faydas yoktur. Dîn, misk ve öd aac deildir ki kokusu olsun da
ondan anlalsn.” 338Hükümdar, vezire sordu ki, “O halde ne tedbîr alalm? Bu hilenin, bu yalann yâni sevîliin
yaylmasna mâni olmann çâresi nedir? 339Tâ ki dünyâda nasrânîliini îlân eden, yâhut gizli dîn kullanan bir Hristiyan kalmasn.” 340Vezir dedi ki: “ahm; kulam ve elimi kestir ve ac bir hüküm ile burnumu ve dudam
yardr. 341Ondan sonra beni, daraacnn altna getir. O srada bir efaatçi çksn ve senden affm dilesin. 342Bu ii tellâl çarlan ve kalabalk olan dörtyol az bir meydanda yaptr.
343Ondan sonra beni yanndan uzaklatr ve uzak bir ehre sür ki, Hristiyanlar arasnda er ve fitne çkaraym.”
Hristiyanlara kast için, o çft vezîrin eytanl ve onlarn hâlini hükümdarn huzurunda arz etmesi
344“Gizli olarak diyeyim ki: Ben, srren Hristiyanm. Ey srlarn âlimi olan Rabbim, sen bilirsin. 345ah, benim îmânma vâkf oldu. Yahudilik taassubu dolaysyla canma kasdetti. 346Dînimi gizlemek, ahn dînini izhâr etmek istiyordum. 347âh, esrarmdan koku ald. Sözlerim onun nezdinde töhmetli tutuldu. 348âh bana dedi ki: «Senin sözün, içinde ine bulunan ekmek gibidir. Senin kalbinden benim
kalbime pencere vardr. 349Ben o kalp penceresinden, senin hâlini gördüm. Hâlini görüp anladm için, dedikoduna kulak
asmam.» 350Eer Îsâ dîni yardmcm olmasayd, ah beni çftçasna parçalatacakt. 351Îsâ için canm feda eder, bam veririm. Hattâ bundan dolay kendimi yüz bin kere minnettar
sayarm. 352Îsâ’dan canm esirgemem; lâkin onun dînine dâir iyiden iyiye mâlûmâtm vardr. 353O pâk dînin birtakm câhiller arasnda kalp, ziyana urayacana hayflanyorum. 354Allah’a ve sa’ya ükür ki biz, bu hak dînin rehberi olmuuz. 355Yine ükrolsun ki, o çfttan da, çftlktan da kurtulmu, Hristiyanlk zünnârn25 belimize
balamz. 356Ey insanlar; zaman, Îsâ devridir. O’nun dînine âit esrar candan, gönülden dinleyiniz.” 357Vezîr, bu hileyi sayp dökünce, hükümdarn kalbindeki endîeyi tamâmyla izâle etti. 358Hükümdar, vezirin dedii siyâseti, onun hakknda yaptrd. Ahâli ise vezirin cürmü ve cezas
karsnda hayran kald. 359Hükümdar, veziri, Hristiyanlarn bulunduu memlekete sürdü. O da, gittii yerlerde onlar
davete balad.
Vezirin hâli gizli ve kendilerinin idrâki zayf olduundan, Hristiyanlarn onu kabul etmeleri ve rehber bilmeleri
360Yava yava mezhebine girmek sûretiyle yüz binlerce Hristiyan, vezirin bana topland. 361Vezir, o cemâate ncil’in, zünnârn, namazn esrarn gizlice anlatyordu. 362Vezîr, zâhirde din hükümlerinin vaizi idi. Lâkin bâtnda ve hakîkatte kubazlarn sl ile tuza
gibiydi. 363Bundan dolay, ashabdan bâzlar, Resûl-i Ekrem’den[s.a.v.], insan azdran nefsin hilesine dâir
malûmat isterlerdi. 364Nefis; ibâdetlere ve ruhî ihlâslara ne gibi fâsid ve gizli garazlar kartrr, diye sorarlard. 365Ondan, ibâdet ve tâatin fazilet ve sevabn aramazlard. Zâhirî ayplara dâir malûmat ver,
derlerdi. 366Kl ayrr, zerre tefrik eyler ve gül ile kerevizi ayrt eder gibi, nefsin hilelerini bilirlerdi. 367Ashabn aratrc olanlar, nefsin hilesi hususundaki peygamberin beyânlar karsnda, hayran
kalrlard.
Hristiyanlarn vezire tâbi olmalar
368Hristiyanlar, tamamyla o vezire tabî oldular. Zâten avam insanlarn taklit kuvveti nedir ki? 369Vezirin muhabbetini kalplerine ektiler. Kendisini sa’nn vekili farz ettiler. 370O vezir, hakîkatte tek gözlü ve mel’un bir deccâl idi. Ey yardmclarn en güzeli olan Allah;
imdada yeti!.. 371lâhî; dünyâda yüz binlerce tuzak ve dâne vardr. Biz ise aç ve harîs kular gibiyiz. 372Biz, doan kuu da olsak, Zümrüdüankâ kuu26 da olsak, her vakit yeni bir tuzaa tutuluyoruz. 373Bizi her an bir tuzaktan kurtaryorsun. Lâkin ey yüce olan Allah; biz dier bir tuzaa gidiyoruz. 374Biz bu dünyâ ambarnda buday topluyoruz. Fakat topladmz budaylar kaybediyoruz. 375Bir gün aklmz bamza alp da, budayn böyle kayba uramasnn, farenin hilesinden ileri
geldiini idrâk etmiyoruz. 376Fare ambarmz delmi, onun hilesinden ambarmz harâb olmutur. 377Ey can; evvelâ farenin def’i çâresine bak, ondan sonra buday toplamaya çal.
378Büyüklerin büyüü olan sevgili peygamberimizin hadîsleri cümlesinden olan: “Namaz, ancak kalb huzuru ile tamam olur” mealindeki haberi iit. 379Eer bizim ambarda hrsz bir fare bulunmasayd, krk yllk amel buday nereye giderdi? 380Her günkü sdk u istikâmet, velev ki azar azar olsun, ambarmzda niçin toplanmyor? 381Demir, yâni çakmaktan birçok kvlcm sçrad. Uyank gönül de o kvlcm çekti ve kabul etti. 382Lâkin karanlkta gizli bir hrsz var ki, kvlcmlar söndürmek için üstlerine parmak basyor. 383Felekte yâni dünyâda bir kandil yanmasn diye, o karanlktaki hrsz kvlcmlar sön-dürüyor. 384lâhî; sen bizimle beraber olup bizi muhafaza edince, ayak altnda yüz binlerce tuzak olsa da
ehemmiyeti yoktur. 385Yâ Râbbî; Senin inayetlerin bizimle beraber olunca, o alçak hrszdan, yâni eytandan ne
korkumuz olur? 386lâhî; sen her gece ruhlar, ceset tuzandan kurtarr ve onu balayan levhalar, balar
koparrsn. 387Ruhlar her gece ten kafesinden kurtulurlar. Kimsenin hâkimi ve mahkûmu olmakszn âzâde
bulunurlar. 388Zindandaki mahpuslar, gece uyuyunca zindanda bulunduklarndan habersizdirler. Devlet ve
hükümet ricali de uyuyorken vazife ve memûriyetten haberdar deildirler. 389Uykuda ne kazanmak, ne de kaybetmek endiesi vardr. Ne de bu filândr, u falandr düüncesi
mevcuttur. 390Ârif olan zâtn hâli, uyankken de böyledir. Cenâb- Hak Ashâb- Kehf hakknda «Hüm
Rukûd»27 tâbirini kullanmtr. Bundan ürkme. 391Ârif, dünyâya âit ilerde, gece gündüz uykudadr; yâni uyuyan bir adamda nasl irâde ve tasarruf
kalmazsa ârîf de öyle olmutur. O, kalem gibi Allah’n yed-i kudretindedir. 392Yaz yazan eli, görmeyen kimse, kalemin hareketini müahede edince yazma iini ondan sanr. 393Halkn uykuya dalmasyla, yâni uyuyunca istirahate nail olmasyla Allah, ârifin ahvâlinden bir
miktâr numune göstermitir. 394Halkn canlar, nedeni ve niçini olmayan bir sahraya, yâni âlem-i ervaha gider. Orada ruhlar;
yattklar yerde de bedenleri, istirahat eder. 395lâhî; bir iaretle bütün ruhlar tekrar tuzaklarna, yâni cesetlerine getirir, hepsini adalet ve
hükümle mukayyet klarsn. 396Vaktaki seherin nuru görünür, felek akbabas altn kanatlarn çrpar, yâni sabah olur, güne
doar. 397Sabahn fâlk ve Halik olan Allah, srafil gibi bütün ruhlar, ruhlar âleminden sûret âlemine
getirir.
398Münbast ve mücerret olan ruhlar ten eyler, yâni cesetle balar. Bedenleri de tekrar ruhlara yüklü klar. 399Can atlarnn eerini alr. u hâl «Ennevmü ehul mevt»28 hadîsinin srrdr. 400Lâkin sabahleyin tekrar gelmeleri ve cesetle alâkadar olmalar için ruhlarn ayana uzun bir ip
balar. 401O çayrdan ve mer’adan, yâni âlem-i mâ-nâdan sabahleyin tekrar çekip getirmek için. 402Keke Cenâb- Hak, bu ruhu da Ashâb- Kehf gibi, yahut Nuh’un gemisi gibi muhafaza edeydi
de, 403Bu uyanklk ve idrâk tufanndan u kalbi, u gözü ve u kula kurtarm olayd. 404Cihanda ve hâlâ, ne kadar Ashâb- Kehf vardr ki, belki senin yannda ve karndadr. 405Maara da, yâr da onunla nameler terennüm etmektedir. Ne faydas var ki, senin gözün ve
kulan gafletle mühürlü olduu için, onu görüp iitemiyorsun. 406Halîfe, Leylâ’ya dedi ki: “Mecnûn’un perian olmasna ve saptmasna sebep olan Leylâ, sen
misin? 407“Sen, dier güzellerden fazla bir ey deilsin?” Leylâ da cevap verdi ki: “Sen, Mecnûn
olmadn için, sus!” 408Uyank olan, daha ziyâde uyumu demektir. Öylesinin uyankl, uyumuluundan beterdir. 409Ruhumuz, Allah ile uyank olmaynca, o zâhirî uyanklk, bizim için bend ve maniâdr. 410Bütün gün hayâlin tekmelemesinden; kâr, zarar ve eldeki maln zevali korkusundan. 411Ruhun ne safâs, ne letâfet ve nûrâniyeti, ne de yüksek âleme gidecek yolu kalr. 412Uyumu o gafildir ki, her hayâle kar ümide düer ve onunla konumaya kalkar. 413Rüyasnda eytan huri gibi görür ve ona ehvet suyunu aktr. 414Nesil tohumu, nutfesini çorak yere dökünce uyanr, kendine gelir, o vakit de hayâl, gözünün
önünden kaçar. 415Uyannca, ihtilâm oluundan banda yorgunluk, vücudunda mülevveslik29 görür. Ah o görünen
ve görünmeyen naktan ah! 416Bir ku, yüksekten uçar. Gölgesi de toprak üstünde ku gibi koar. 417Budalann biri, o gölgeyi avlamak ister, arkasndan o kadar koar ki, takati kesilir. 418O budala, o gölgeye ok atar da, arayp taramaktan ok torbas bo kalr. 419Gölge avlamak için sürat ve harâretle komaktan ve uraya buraya ok atmaktan ömür sada
boalm ve hayât heder olmu olur. 420Allah’n mânevi gölgesi, o gölge avcsnn mürebbîsi olursa, onu hayâl ve gölge peinde
komaktan kurtarr.
421Sâye-i Yezdan, yâni zll-i lâhî, Allah’n o makbul kuludur ki, bu âleme nisbetle ölüdür ve Allah’a nisbetle diridir. 422O insân- kâmilin eteini geciktirmeksizin yakala ki, âhir zaman fitnelerinden kurtulasn. 423«Keyfe meddezzil»30 nazm- kerîmi, evliyann nak ve müiridir. Onlar, Allah güneinin
nuruna delildir. 424Kur’ân’n bikr olan harfini ve lafzn te’vil ediyorsun. Kur’ân’ deil, kendini te’vil etmenin
çaresine bak. 425Bu vâdide öyle delilsiz gitme. Halil brahim Aleyhisselâm gibi «La ühibbul âfilin», “ben
batanlar sevmem” de.31 426Git, gölgenin delâletiyle günei bul ve âh ems-i Tebrizî’nin eteine sarl. 427Eer bu sur-i sürûru, yâni ems-i Tebrizî’ Hazretlerine giden yolu bilemez ve bulamazsan,
Allah’n hidâyet olan Hüsâmeddin Çelebi’den sor. 428Eer, Hüsâmeddin Çelebi’ye intisâb için giderken; haset, yâni kskançlk, boazna sarlrsa ki
eytann hasette fazla tecâvüzü olur. 429eytan, Âdem’e olan hasedinden, ona secde etmeye utand. Yine o eytan, hasedinden saadetle
cenk etmeye kalkt. 430Sülûk yolunda hasetten daha zor ve daha tehlikeli bir geçit yoktur. Hasût olmayan kimseye ne
mutlu. 431Bu ceset hasethânedir. Malûmun olsun ki hasetten, bütün bir hânedân bulam olur. 432nsann cismi, hasethâne olmakla beraber, Cenâb- Hak, o cisimlerden bâzlarn iyice
temizlemitir. 433Tahhirâ beyti, âyet-i kerîmesi, temizlik niandr.32 Asl toprak olmakla beraber, insan cesedi
nûr hazinesidir. 434Eer, hasûd olmayan bir zâta hile ve haset etmeye kalkarsan, o haset dolaysyla kalbine
zulmetler ârz olur. 435Allah adamlarnn altnda toprak gibi ol Yâni, onlara kar haset etmek deil, fevkalâde tevazu
göster. Hasedin de, bizim yaptmz gibi, bana toprak saç ve ayaklarnn altna alp onu zelil et.
Yahudi vezirin hasedini beyan
436O alçak vezirin asl ve mayas, haset idi. Onun için kulan ve burnunu bâtl yere ve bedava olarak verdi.
437O ümmid ile ki, hasedinin inesinden birtakm zavalllarn canlarna zehir aksn. 438Her kim haset yüzünden burun koparmaya kalkrsa vezir gibi kendini burunsuz ve kulaksz
brakr. 439Burun, koku alan bir uzuvdur ki, ald koku, onu bir mahalle götürür. 440Koku almayan kimsenin burnu yok demektir. Koku da dünyaya deil, dîne ve âhirete müteallik
râyihadr. 441Bir kimse mânevî koku duyup da o nimetin ükrünü ifâ etmezse, küfrân- nimet gelir, onun
burnunu yer ve düürür. 442ükret ve ükredenlerin kulu, kölesi ol. Onlarn huzurunda ölü gibi teslimiyet göster ve
neticesinde bekâ bul. 443Vezîr gibi, halk saptmay kendine sermâye yapma ve herkesi namazdan, niyazdan ve ibâdetten
alkoyma. 444O kâfir vezir, din nasîhatçisi klna girmi, hile ile badem helvasna sarmsak kartrmt.
Hristiyanlar arasndaki akl banda olanlarn, vezirin hilesini anlamalar
445Kuvve-i zâikas olanlar yâni aznn mânevi tad yerinde bulunanlar vezirin sözlerindeki lezzet arasnda bir de aclk duyuyorlard. 446Vezir, nükteli sözler söylüyordu. Lâkin o sözler, içine zehir kartrlm eker erbeti gibiydi. 447Vezirin zâhirî kelâm: “Hak yolunda gayretli ol”, diyordu. Zmnen ve fiilen ise, ruha atâlet ve
miskinlik tavsiye ediyordu. 448Gümüün sath; beyaz ve yeni olmakla beraber, eli ve elbiseyi kirletir. 449Ate, ulesi itibariyle krmz görünür. Öyle iken sen, onun kvlcm ile yakt yeri simsiyah
etmesine bak. 450imek, nazara nûr görünürse de, onda göz kamatrmak hassas vardr. 451Veziri dinleyenlerden her kim anlayl ve zevk sahibi deilse, vezirin sözleri, onun boynuna
halka gibi geçiyordu. 452Hükümdardan ayr olarak, vezîr alt sene müddetle sevîlerin penâh ve muktedâs oldu. 453Halk, yâni Hristiyanlar dîni de, kalbi de ona teslim ettiler, onun emrine ve hükmüne kar can
feda edecek dereceye geldiler.
454Vezir ile hükümdar arasnda gizli haberleme oluyordu. Vezirin vaadlerinden, hükümdarn kalbi rahatlyordu. 455Hükümdar ona: “Ey benim makbulüm; zaman geldi. Kalbimdeki endîeyi çabucak gider”, diye
bir mektup yazd. 456Vezir, “ahm, imdi sâ dînine fitne düürmek iiyle megulüm”, diye cevap gönderdi.
Hristiyanlardan on iki frkann beyân
457sâ kavminin rabt ü zabt hususunda, on iki hâkimi vard. 458Her frka, ayr bir beyin tâbii idi ve tamahkârlk evkiyle onun kulu ve kölesi olmutu. 459Bu on iki bey ile onlarn kavmi, o nian kötü vezirin itaatine girmi ve bendesi olmutu. 460Hristiyan beyleriyle tâbîlerinin hepsi de vezirin sözlerine kanmlar, ahvâl ve harekâtna
ballk göstermilerdi. 461Vezir öleceksin demi olsayd, o beylerden her biri, her an ve saat, huzurunda can verirdi.
Vezirin hristiyanlara kar, ncil’in hükümlerini kartrmas
462Vezir, o beylerden her birinin nâmna bir tomar tanzim etti ki, tomarlarn hepsi de meslek ve mezhep itibaryla bambaka idi. 463O tomarlardan her birinin hükümleri baka türlü ve biri bandan sonuna kadar dierine aykr
idi. 464Tomarn birinde, riyâzat ve açlk yolunu, tevbenin ve günahlardan dönüün rüknü klm. 465Tomarn birinde de demiti ki: “Riyâzatn faydas yoktur. Bu yolda cömertlikten baka
kurtulacak cihet bulunmaz.” 466Tomarn birinde de demiti ki: “Senin açln da, cömertliin de, mabûduna kar irk koman
olur. 467Gamda olsun, rahatta olsun, tevekkül ve teslimden baka, amellerin hepsi hile ve tuzaktan
ibârettir.” 468Tomarn birinde demiti ki: “Vâcip olan hizmettir. Yoksa tevekkül düüncesi bâ’is-i töhmettir.” 469Tomarn birinde demiti ki: “Dinde vârit olan emirler ve nehiyler vardr. Fakat onlar yaplmak
için deildir, bizim aczimizi, onlar yapamayacamz bize anlatmak içindir. 470Tâ ki o emir ve nehiylerde kendi aczimizi ve hakkn kemâl-i kudretini görüp anlayalm.” 471Tomarn birinde demiti ki: “Kendi aczini görme, akln bana al. Kendinde acz görmek,
Allah’n nimetine küfran göstermektir. 472Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandr. Kendindeki kudreti Allah’n bir nimeti bil.” 473Tomarn birinde demiti ki: “Bu ikisinden, yâni kendinde acz ve kudret görmekten geç. Nazara
san, görülebilen her ne varsa tevhît yolunda manevî put saylr.” 474Tomarn birinde demiti ki: “Bu mumu söndürme. Çünkü nazar ve istidlâl33, bir meclisin mumu
gibidir. 475Nazar ve istidlâlden geçersen, vuslat gecesinin yarsnda mumu söndürmü, karanlkta kalm
olursun”, diyor. 476Tomarn birinde demiti ki: “Korkma, nazar ve istidlâl mumunu söndür yâni müessiri bulmak
için esere bakmaktan vazgeç ki, ona mukabil yüzlerce nûr görmü olasn. 477Mum söndürülünce can em’inin nuru artar. Senin Leylân, senin sabrndan mecnûn olur. 478Her kim zühd-ü kanâat gösterip de dünyây terk edecek olursa, dünya ona doru ziyadesiyle
yaklar.” 479Tomarn birinde demiti ki: “Allah, sana ne vermise, onu icât ederken sana irin klmtr. 480Cenâb- Hakk’n sana müyesser kldn holukla kabul et. Kendini zahmet ve meakkate
düürme.” 481Tomarn birinde demiti ki: “Kendi isteini brak. Çünkü senin tabîatnca makbul olan, kötü ve
merdût bir harekettir. 482Muhtelif ve müteaddit yollar, tabîata kolay gelmi, onlardan her birine bir millet ve bir din, can
gibi olmu; yâni ona sarlm kalmtr. 483Eer Hakk’n müyesser etmesi, çkar bir yol olsayd, her Yahudi, hattâ her Mecûsi, ârif-i billâh
olurdu.” 484Tomarn birinde demiti ki: “Allah’n müyesser kld eyler, yâni icrâsn kolaylatrd
hareketler kalbin hayât ve rûhun gdâsdr. 485Tabîata zevk veren bir ey geçince, artk o tabîatta feyiz husûle gelmez. Nebat yetitirmeyen,
çorak yere döner. 486Öyle bir adamn hâsl pimanlktan, alm-satm da zarardan baka bir ey dourmaz.
487Böyle bir hareket yâni ibâdet ve tâat, yahut onlar yapan, müyesser deildir. Belki onun ad muasser olmak lâzm gelir. 488Sen muasserle müyesseri ayrt et ve bununla onun, son hâline bak.” 489Tomarn birinde demiti ki: “Kendine bir üstad bul. Haseb ve neseb dolaysyla âkibet-i umûra
vâkf olamazsn. 490Her millet; fikrince, gelecei gören kimseleri alarak geçinmek istediler. Kendi düünceleriyle
hareket ettikleri için, zillete ve felâkete uradlar. 491Akbeti görebilmek, el örgüsü ve oyuncak kabilinden bir ey deildir. Öyle olsayd, din ve
mezheplerdeki bunca anlamazlk nasl meydana gelirdi?” 492Tomarn birinde demiti ki: “Üstad tandn için, üstâd sensin. 493Adam ol da, birtakm kimselerin tâbii olma. Git, bann çâresine bak, serseriyâne dolama.” 494Tomarn birinde demiti ki: “Bunlarn hepsi birdir. ki gören, a bir zavalldr.” 495Tomarn birinde demiti ki: “Yüz, nasl bir olur? Böyle düünen delidir. 496Her biri dierine zt bir sözdür. Nasl olabilir ki, biri zehir, öbürü ekerdir?” 497Îsâ dîninin düman olan o Yahudi vezîr, bu tarzda ve nevide, on iki tomar yazd.
Bu ihtilâflarn görünüünün sûrette olup, hakîkatte olmadnn beyân
498Yahudi vezir, sâ’nn tek renkliliinden koku almam olduu gibi, sâ küpünün mizacndan da huy edinmemiti. 499Yüz renkteki elbise, o safî küpte, sabâ rüzgâr gibi, sâde ve tek renk olurdu. 500O tek renklik, usandracak bir ey deildi. Belki balk ile tatl su gibidir. 501Karada binlerce renk olmakla beraber, balklarn kurulukla cenkleri vardr. 502Balk kimdir, deniz nedir ki, misâl yoluyla Hüdây-i azze ve celle, onlara benzesin? 503Bu vücûd âleminde, yüz binlerce deniz ve balk, o ikram ve lûtuf sahibinin huzurunda secdeye
kapanr. 504Ne kadar kerem yamuru yamtr ki, onun feyziyle denizler inci yetitirmitir. 505Hakk’n keremi, günei ne kadar k saçmtr ki, bulutlar ve denizler ondan cömertlik
örenmitir.
506O kerem güneinden bir ilim parlts, suya ve çamura aksetmi de toprak, dâneyi kabul eylemi ve yetitirmitir. 507Toprak emindir. Ona her ne ekersen hyânetini görmezsin. Ektiin eyin cinsini ziyadesiyle
alrsn. 508Allah’n adalet günei, topran üstünde parlam; toprak, bu emînlii, o adalet güneinin
emânetinden bulmutur. 509Bahar mevsimi, Hakk’n fermann getirmeyince toprak, dahilindeki srlar izhâr etmez.34 510O sahiy-yi mutlak olan Cenâb- Hak, toprak gibi bir cansza, bu haberleri anlamak ve bu kadar
emîn ve doru olmak hassasn vermi, onu canszlara mahsûs bir idrâk ile yaratmtr. 511Fazl u keremle cansz habîr ve müdrik klan Allah, kahr u celâliyle de bâz akllar kör eder. 512Canda, gönülde, o cû u hurûa takat yoktur. Kime söyleyeyim ki, dünyâda istîdatl ve
kabiliyetli bir kulak mevcut deildir. 513Nerede bir kulak bulunduysa, ondan Allah’n inâyetiyle göz oldu. Nerede bir ta bulunduysa,
yine inâyet-i Hak ile yeim derecesine çkt. 514Allah, kimyâ yapcdr. O’na kar kimyânn ne ehemmiyeti vardr? Allah Peygamberine mûcize
ihsân edicidir. O’na kar simyânn ne deeri olabilir? 515Benim bu senâkârlm, terk-i sena demektir. Zira varlk delildir, darlk ise hatâdr. 516Cenâb- Hakk’n varl huzurunda yok olmak lâzmdr. u varlk dediimiz mevhûm vücut, ona
nisbetle arta kalm, menfaatsiz ve ehemmiyetsiz bir eydir. 517Eer vücut dediimiz, kör ve idraksiz olmasayd, hakîkî varlk güneinin hararetini hisseder ve
o hararetle erirdi. 518Yine o vücut dediimiz mâtemzede bulunmasayd, bu nahiyede nasl buz gibi donard.
Yahudi vezir hikâyesinin devam
519O Yahudi vezir, hükümdar gibi câhil ve gafil idi. Bunun için kadîm ve kabulü zaruri olan bir emr-i lâhî ile pençelemeye kalkt. 520Öyle bir Kâdir-i mutlak ile uramak istedi ki, bunun gibi yüzlerce âlemi bir dem içinde, yâhut
bir “kün” «Ol» emriyle yokluktan vücûda getirir. 521Senin gözüne, kendisiyle görmek kuvvetini verecek olursa, nazarnda bu âlem gibi yüzlercesini
peydâ eder. 522Dünyâ senin nazarnda büyük ve nihayetsiz görünse de, bilmi ol ki, kudret-i lâhîyye karsnda
bir zerre bile deildir. 523Bu dünyâ ruhlarnz için bir hapistir. Sahranz bulunan tarafa doru gidiniz. 524Bu âlem mahdûd35, mânâ âlemi ise gayri mahdûddur. Bu âlemdeki nak ve sûretler, mânâ
âleminin önüne çekilmi sed mesâbesindedir. 525Firavun’un yüz binlerce mzrakl ordusunu, Mûsâ’nn bir asâsyla krd. 526Calinos’un yüz binlerce tbbî devas ve tedavisi de Hazreti sâ’nn nefhas karsnda Allah’n
kudretiyle faydasz kalmt. 527Yüz binlerce iir defteri, ümmî bir zât- akdesin, yâni Peygamber-i mukaddesin tekellümü
karsnda utanç vesilesi olmutu. 528Böyle gâlib ve muktedir bir Allah’n huzurunda bulunan bir kimse, tab’an baya, yâhut çerçöp
gibi deilse nasl ölmez? 529Cenâb- Hak, da gibi sabit bir çok kalbi yerinden koparm, çok kurnaz kuu ökseye tutturup
iki ayandan asvermitir. 530Fehm ve hatr keskinletirmek, yâni herkesin anlamad eylere akl erdirmek yol ve marifet
deildir. Allah’n fazl u keremi, saracak krk ve yapacak ykk arar. 531Sr vâstasyla bulunacak defineden hazinesini doldurmak isteyenler; yahut hazîne bulmak
ümidiyle köeyi buca kazanlar, o hayâle kaplanlara tâbi olurlar. 532Öküz kim oluyor ki onun tâbii bulunuyorsun? Toprak ne oluyor ki onun otu oluyorsun? 533Bir kadnn kötülükten yüzü sararnca, Allah onu mesh ederek zühre yapt. 534Bir kadn zühre yapmak mesh oluyor da toprak ve çamur olmak mesh deil midir, ey anud
kimse? 535Rûh seni felek-i âlâya götürdü. Sen ise su ve çamur tarafna, yâni tinet ve tabiat âlemine
meylederek esfel-i sâfilîne36 dütün. 536Akllarn gpta ettii bir vücuttan süfliyet hasebiyle kendini meshetmisin. 537O halde Allah’n seni u mesh ediine bak ki, öbür meshe nisbetle bu, gayet dûn bir derecede
kalr. 538Himmet atn yldzlara doru sçrattn, meleklerin secde-i ta’zîmine mazhar olan Âdem’i
tanmadn. 539Ey soysuz; sen de Âdem’in torunu olduun hâlde, bu süfliyeti, ne vakte kadar kadr ü eref
sayacaksn? 540“Bu dünyây idare eden benim, cihan dolduran da yine benim!” diye ne vakte kadar atp
tutacaksn? 541Dünya batan baa karla dolsa, günein harareti onlar bir bak eritiverir. 542O vezirin de, onun gibi yüz, hattâ yüz bin vezirin de hilesini Allah, bir kvlcmla mahveder.
543Cenâb- Hak, o Yahudi vezir ve emsalinin düündükleri hileleri, mazlumlar hakknda hikmet hâline getirir. Yine zehirli su gibi olan tezvirlerini madurlar için erbet derecesine çkarr. 544Allah, zan ve üphe dourabilecek bir sözü, yakîne vâsta klar. Kin ve dümanlk
sebeplerinden de muhabbet neticesi çkartr. 545brahim’i ate içerisinde besler; korkuyu, rûhun, emniyetine vâsta klar. 546Allah’n, bâzan sebepleri tesirsiz brakmasnda ben, arm kalmm. Hakk’ tahayyül ve
tasavvur hususunda sofestâiler gibi olmuum.
Hristiyan kavmini dalâlete düürmek için Yahudi vezirin baka bir fitnekârl
547O vezir, kendiliinden baka bir hîle yapt. Va’z brakt, halvette oturdu. 548Krk, elli gün kadar halvette oturup müridlerini ayrlk ateine yakt. 549Halk, o vezirin hâl ü kâli ve zevk-i itiyakndan deli, dîvâne oldu. 550Müridler alayp vezîrin dar çkmas için yalvaryorlard. O ise halvethânesinde riyâzat
yüzünden iki kat olmutu. 551Müridler diyorlard ki: “Sensiz bizim için hidâyet nuru yoktur. Sopasn tutup yol gösteren
bulunmazsa körün hâli nasl olur? 552kram ve ihsan etmi olmak için, ve Allah akna artk bundan fazla bizi kendinden ayrma. 553Biz çocuk gibiyiz ki, sen de dadmz mesâbesindesin. Terbiye ve irad gölgeni bamzdan
eksik etme.” 554Vezir dedi ki; “Ruhum, dostlarmdan uzak deildir. Lâkin darya çkmam için müsâade
yoktur.” 555Hristiyan reisleri efaat için, dierleri de nefislerini kötülemek üzere vezirin yanna geldiler. 556Dediler ki: “Ey kerîm olan vezîr, biz sensiz; gönlümüzden, dinimizden yetim kalm olduk.
Bizim için bu ne bedbahtlktr. 557Sen halvetten çkmamak için bahane buluyorsun. Bizim ise yüreimiz yand için yüreimizi
çekiyoruz. 558Biz senin güzel sözlerine alm, süt gibi olan hikmetlerini bol bol içmitik. 559Allah akna olsun bize bu cefây etme, lûtfeyle de halvetten çkmak için bugünü yarna brakma. 560Bu âklar sana gönül vermilerdir. Sen olmaynca dalâlete düeceklerdir.
561Hepsi de senin firaknda, karada kalm balk gibi çrpnyorlar. Derenin bendini aç da suyu salver. 562Ey u asrda misli bulunmayan; Allah akna olsun halkn feryadna ko ve imdadna yeti.”
Vezirin müridleri savmas
563Vezir dedi ki: “Ey dedikoduya tutulmu gevezeler, ey va’z, söz, dil ve kulak arayanlar! 564Âdi bir hissin mevzi’i bulunan kulanza pamuk tkaynz; bilakis gözünüzdeki his ban çözüp
atnz. 565Gû-i srrn, yâni bâtn kulann pamuu, bu zâhirdeki kulaktr. Bu kulak tkal bulunmadkça
mânevi kulak sar demektir. 566Hissiz, kulaksz ve fikirsiz olun ki, «ircii» “Rabbine dön” hitabn iitesiniz.37 567Sen konuup uyank kaldkça, uyku konumasndan nasl mânâ râyihas alrsn? 568Bizim kavlimizle, fiilimiz de seyr-i haricî, yâni darda yürüyü gibidir. Seyr-i bâtnî ise
semânn üzerindedir. 569His, topraktan yaratld için topra gördü. Can sâ’s ise deniz üstünde seyretti. 570Topraktan olan mahlûkun ve kuru hissin seyri, u toprak zeminin üstündedir. Ruh ise denizin tâ
ortasna ayak basmaktadr. 571Mademki ömrün bâzan dada, bâzan denizde, bâzan ovada olmak üzere toprak âleminde geçti. 572Âb- hayât nerede bulacak, denizin sularn nasl yaracaksn? 573Toprak dalgas; bizim vehmimiz, fehmimiz ve fikrimizden ibârettir. Deniz dalgas mahivdir,
sekir38dir, fenâdr. 574Sen bu eksik sekir içinde bulundukça tam ve hakîkî sekirlikten uzak kalrsn. Bu noksan
nevelerden zevk aldkça hakîkî zevklerden behremend olamazsn. 575Zâhirdeki dedikodu, toz gibidir. Akln bana al da bir müddet sükût et.”
Halvetten çk diye, müridlerinin tekrar rica etmeleri
576Müridlerin hepsi dediler ki: “Ey svmak için frsat arayan hakim; bu hileyi bu cefây bize yapma. 577Yük tayacak hayvana kudretine göre yük vur. Zayf insanlara da tâkatleri kadar i buyur. 578Her kuun yemi cüssesine göre olur. ncir, her kuun lokmas olabilir mi? 579Süt emen bir çocua süt yerine ekmek verecek olursan, o ekmei hazmedemeyecei için bîçâre
çocuu ondan ölmü bil! 580O çocuk di çkarnca ekmei kendiliinden arar. 581Kanat tüyleri çkmam ku yavrusu uçmaya kalkacak olursa, düer ve yrtc bir kedinin
lokmas olur. 582Kanat tüyleri çknca, onu yükseklere doru uçurur, uçmadan zahmet çekmez, külfet etmez;
iyinin, kötünün sln da beklemez. 583Senin nutkun eytan susturur. Nasi-hatlerin de bizim kulamz ayni akl yapar. 584Sen söyleyince bizim kulamz tamamen akl olur. Sen büyük bir deniz olduun için, bizim
kuruluumuz da deniz ekline döner. 585Ey yüksek noktasndan aa noktasna kadar topra ve gözü aydnlatan; seninle birlikte arz
üzerinde bulunuumuz, yalnz bamza göklere çkmamzdan daha iyidir. 586Sen olmaynca bize feleklerin üstü karanlktr. Ey mânevî ay; sana nispetle felek kim olabilir? 587Göklerin sûretâ yükseklii vardr. Fakat manevî yükseklik ve hakîkî ulviyet temiz olan ruhlara
mahsûstur. 588Yüksekliin sûreti cisimlerdedir. Cisimler ise mânâya nisbetle isimlerden ibârettir.”
Vezirin, “halveti bozamam” diye cevap vermesi!
589Vezir müridlere dedi ki: “Delil ve hüccetlerinizi ksa kesiniz. Verdiim nasihatlere kalbiniz ve ruhunuzda yol veriniz. 590Ben sizin nazarnzda emîn isem, göklere yer diyecek olsam bile, suçlandrlmamalym. 591Eer ben kemâl sahibi isem kemâle kar neden inkâra kalkyorsunuz? Deilsem bu eziyet ve
zahmete neden cür’et ediyorsunuz? 592Ben bu halvethaneden dar çkamam. Çünkü kalp ahvâli ile megulüm.”
Vezirin halvette kalmasna müridlerin itiraz
593Müridler hepsi dediler ki: “Ey vezîr; sana söylediimiz sözler, itiraz ve inkâr kabilinden deildir. Bizim temennilerimiz, yabanclarn sözüne benzemez. 594Senin ayrlndan gözümüzün ya akp gidiyor. Teessür ahlar ise samimi ruhumuzdan çkyor. 595Çocuk, dadsyla uramaya kalkmaz, iyiyi-kötüyü bilmedii hâlde alar. 596Biz çeng denilen saz gibiyiz ki mzrab vuran sensin. u hâlde çkan inilti bizden deil,
sendendir. 597Biz ney gibiyiz, nevâmz sendedir; biz da gibiyiz ki bizdeki aks-i sadâ sendedir. 598Biz gâlip ve malûp olmak hususunda satranç tahtas gibiyiz ki galibiyet ve malûbiyetimiz yine
sendendir. 599Ey r&uc