kÜreselleŞen dÜnya yÖnetĐmĐnde yerel …docshare01.docshare.tips/files/7824/78241290.pdftablo...
TRANSCRIPT
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri Đlişkileri Anabilim Dalı / Yönetim ve Çalışma Sosyolojisi Bilim Dalı
KÜRESELLEŞEN DÜNYA YÖNETĐMĐNDE YEREL YÖNETĐMLER BAĞLAMINDA
SOSYAL POLĐTĐKA
Engin KARAKIŞ
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı Prof. Dr. Nevzat GÜLDĐKEN
Sivas Mart 2009
KÜRESELLEŞEN DÜNYA YÖNETĐMĐNDE YEREL YÖNETĐMLER BAĞLAMINDA
SOSYAL POLĐTĐKA
Engin KARAKIŞ
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Çalışma Ekonomisi ve Endüstri Đlişkileri Anabilim Dalı Yönetim ve Çalışma Sosyolojisi Bilim Dalı Đçin Öngördüğü
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ Olarak Hazırlanmıştır.
Sivas Mart 2009
KABUL VE ONAY
Engin KARAKIŞ’ın hazırlamış olduğu “Küreselleşen Dünya Yönetiminde, Yerel Yönetimler Bağlamında Sosyal Politika” başlıklı bu çalışma, 23.02.2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda başarılı bulunarak jürimiz tarafından, “Çalışma Ekonomisi ve Endüstri Đlişkileri Anabilim Dalı, Yönetim ve Çalışma Sosyolojisi Bilim Dalı”nda Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.
Prof. Dr. Nevzat GÜLDĐKEN (Başkan, Danışman)
Yrd. Doç. Dr. Mehmet ARSLAN (Üye)
Yrd. Doç. Dr. Recep MAKAS (Üye)
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.23/02/2009
Prof. Dr. Zafer CĐRHĐNLĐOĞLU
Enstitü Müdürü
I
ÖZET
KARAKIŞ, Engin., Küreselleşen Dünya Yönetiminde, Yerel Yönetimler Bağlamında Sosyal Politika, Yüksek Lisans Tezi, Sivas, 2009. Çok boyutlu bir değişim sürecini kapsayan küreselleşme olgusu yerelleşme
tartışmalarını da beraberinde getirmektedir. Küreselleşme kamu yönetimi anlayışını
yeniden şekillendirmekte, merkez karşısında yerel yönetimleri güçlendirmektedir.
Küreselleşme sürecinde yerel yönetimler, yönetimde etkinlik ve ekonomik verimlilik
sağlama yanında demokratikleşmenin de önemli yapıtaşları olarak görülmektedir.
Yeni yönetim anlayışı ile yerel yönetimlerin sosyal politikalarının da içerik
değiştirdiği görülmektedir. Bu değişim süreci ülkemiz kamu yönetimi politikalarını
dolayısıyla yerel yönetimleri ve yerel yönetimlerin sosyal politikalarını
etkilemektedir.
Bu çalışmanın konusu Yerel yönetimlerin, Kamu Yönetim Sistemi
içerisindeki yerinin açıklanması ve Sosyal Politika üreten ve uygulayan birimler
olarak yerel yönetimlerin sosyal politika sorunlarına getirdiği çözümlerdir.
Çalışmada Yerel Yönetimlerin Sosyal Politika bilim dalı açısından önemi
vurgulanarak yerel yönetimlere sosyal politika disiplini açısından bakmaya
çalışılmaktadır.
Çalışmanın birinci bölümünde yerel yönetim kavramı üzerinde durulmuştur.
Yerel yönetimlerin tarihsel değişimi, yönetim sistemi içindeki yeri ve temel işlevleri
ortaya konmaya çalışılmıştır. Đkinci Bölümde Türk Yerel Yönetimlerinin tarihsel
değişimi, Osmanlı’dan günümüze gelinceye kadar genel olarak incelendikten sonra
günümüz yerel yönetim kuruluşları hakkında bilgiler verilmiştir. Üçüncü bölümde
sanayileşme sonrasında ortaya çıkan Sosyal Politika bilim dalının doğuşu, amaçları
ve bu amaçlara ulaşılmasında sosyal politikanın araçları açıklanmıştır. Çalışmanın
dördüncü ve son bölümünde Küreselleşme olgusu açıklanarak bu olgunun ekonomik,
sosyal ve siyasal yaşamda ortaya çıkardığı değişim ve dönüşümler saptanmaya
çalışılmıştır. Bu bölümde küreselleşmeye bağlı olarak devletin işlevlerinde ve kamu
II
yönetimi anlayışında yaşanan değişimler ortaya konarak yaşanan ekonomik ve
siyasal değişimlerin yerel yönetimlerin sosyal politikalarına yansımaları
belirlenmeye çalışılmıştır.
Anahtar Sözcükler Yerel Yönetimler, Sosyal Politika, Küreselleşme, Yerelleşme.
III
ABSTRACT KARAKIŞ, Engin., Social Policy in terms of Local Managements In the Globalizing World Management, Sivas, 2009. The globalization concept which includes a multi-dimensional
differentiation process, also arise the localization arguments together with itself.
Globalization reshapes the public management understanding and strengthens the
local managements against central managements. The local managements in the
globalization process, are considered as important building stones of democracy as
well as effectiveness in management and economical efficiency. Together with
globalization and new public management understanding, the change in the social
political content of local managements can be observed. This period of change,
effects the public management policies of our country and accordingly the local
managements and social politic functions of the local managements.
The subject of this study, is to explain the place of local managements
within the public management system and the solutions that local managements bring
to social policy problems as units that produce and apply social politics. In the study,
the importance and function of local managements in means of social policy was
emphasized and the local managements were considered from the social policy
discipline point of view.
In the first part of the study, the local management concept was
evaluated. The historical change of local managements, their place in the
management system and their basic functions were explained. In the second part, the
historical change of Turkish Local Managements was examined from Ottoman
period until today and information is given about actual local management
institutions. In the third section, the birth of the social policy after industrialization,
its purposes and the means to achieve these purposes were explained. In the fourth
and final section of the study, the globalization concept was explained and the
changes and transformation it caused in economic, social and politic life. In this
IV
section, the changes in state functions and public management understanding were
evaluated and the reflections of the economic and politic changes to the social
politics of the local managements were determined.
Key Words Local Managements, Social Politics, Globalization, Localization,
V
ĐÇĐNDEKĐLER
ÖZET I
ABSTRACT III
ĐÇĐNDEKĐLER V
TABLOLAR VE ŞEKĐLLER LĐSTESĐ IX
KISALTMALAR X
GĐRĐŞ 1
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
YEREL YÖNETĐM KAVRAMI, TARĐHSEL GELĐŞĐMĐ
VE TEORĐK ÇERÇEVE
1.1. YEREL YÖNETĐM KAVRAMI 6
1.2. YEREL YÖNETĐMLERĐN TARĐHSEL GELĐŞĐMĐ 9
1.2.1. Feodalite ve Ortaçağ Kentleri 10
1.2.2. Komün Geleneği ve Ortaçağda Yerel Yönetim 14
1.3. YEREL YÖNETĐM TÜRLERĐ 19
1.3.1. Yönetsel Yerinden Yönetim 19
1.3.1.1. Hizmet Yönünden Yerel Yönetim 19
1.3.1.2. Yer Yönünden Yerel Yönetim 20
1.4. MERKEZĐ YÖNETĐM VE YEREL YÖNETĐM ĐLĐŞKĐLERĐ 21
1.4.1. Yetki Genişliği 25
1.4.2. Đdari Vesayet (Yönetsel Denetim) 26
1.4.3. Özerklik 29
1.5. YEREL YÖNETĐMLERĐN ĐŞLEVLERĐ 31
1.5.1. Ekonomik Đşlevleri 33
1.5.2. Siyasal ve Yönetsel Đşlevleri 35
1.5.2.1. Yerel Yönetimler ve Demokrasi 36
1.6. YEREL YÖNETĐMLERDE ÖLÇEK SORUNU 40
1.7. YEREL YÖNETĐMLERĐN KALKINMADAKĐ ROLÜ 44
VI
1.7.1. Yerinden Yönetimin Yararları 46
1.7.2. Yerinden Yönetimin Sakıncaları 47
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
TÜRKĐYEDE YEREL YÖNETĐMLER, GELĐŞĐMĐ
VE YEREL YÖNETĐM KURULUŞLARI
2.1. TÜRKĐYE’DE YEREL YÖNETĐMLERĐN KISA TARĐHÇESĐ 51
2.1.1. Osmanlı Devletinde Yerel Yönetimler 53
2.1.2. Cumhuriyet Sonrasında Yerel Yönetim 60
2.2. TÜRKĐYE’DE YÖNETSEL ÖRGÜTÜN YAPISI 61
2.3. TÜRKĐYE’DE YEREL YÖNETĐMLERĐN ANAYASAL ÇERÇEVESĐ 63
2.4. TÜRKĐYE’DE YEREL YÖNETĐMLERĐN DAYANDIĞI ĐLKELER 64
2.4.1. Merkezden Yönetim 64
2.4.2. Yerinden Yönetim 65
2.4.3. Yönetsel Denetleme (Đdari Vesayet ) 65
2.4.4. Đdarenin Bütünlüğü 65
2.5. TÜRKĐYE’DE YEREL YÖNETĐM TÜRLERĐ 66
2.5.1. Köyler 67
2.5.2. Đl Özel Đdaresi 70
2.5.3. Belediyeler 76
2.5.4. Büyükşehir Belediyeleri 82
2.6. YEREL YÖNETĐMLERĐN BÜTÇELERĐ 86
2.6.1. Đller Bankası 92
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SOSYAL POLĐTĐKA KAVRAMI,
SOSYAL POLĐTĐKANIN DOĞUŞU VE GELĐŞĐMĐ
3.1. SOSYAL POLĐTĐKA KAVRAMI 95
3.2. SOSYAL POLĐTĐKANIN ORTAYA ÇIKIŞI 99
3.2.1. Klasik Ekonomi Düşüncesi ve Liberal Devlet 103
VII
3.2.2. Keynezyen Ekonomi Düşüncesi ve Müdahaleci Devlet 105
3.3. SOSYAL POLĐTĐKANIN KONUSU VE KAPSAMI 107
3.4. SOSYAL POLĐTĐKANIN AMAÇLARI 108
3.2.3. Sosyal Refah ve Sosyal Gelişme 109
3.2.4. Sosyal Adalet 110
3.2.5. Sosyal Barış ve Sosyal Bütünlük Hedefi 111
3.5. SOSYAL POLĐTĐKANIN ARAÇLARI 112
3.5.1. Kamu Müdahalesi 112
3.5.1.1. Yasa Yapıcı Olarak Devletin Piyasaya Müdahalesi 114
3.5.1.2. Kamu Girişimcisi Olarak Devletin Piyasaya Müdahalesi 115
3.5.1.3. Kurumsal Düzenlemeler Yolu Đle Devletin Piyasaya
Müdahalesi 116
3.5.2. Sendikalar 117
3.5.2.1. Toplu Pazarlık ve Toplu Sözleşme Đle Düzenleme 121
3.5.2.2. Baskı Grubu Olarak Sendikalar 122
3.5.3. Kooperatifler 123
3.5.4. Uluslar Arası Kuruluşlar 124
3.5.4.1. Uluslar Arası Çalıma Örgütü ( ILO) 125
3.5.4.2. Birleşmiş Milletler (BM) 127
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KÜRESELLEŞME VE
YEREL YÖNETĐMLER BAĞLAMINDA SOSYAL POLĐTĐKA
4.1. KÜRESELLEŞME KAVRAMI 128
4.1.1. Ekonomik Boyutuyla Küreselleşme 130
4.1.1.1. Üretimin Küreselleşmesi ve Çok Uluslu
Şirketler(ÇUŞ) 131
4.1.2. Küreselleşme ve Kamu Yönetiminde Dönüşüm 134
4.2. KÜRESELLEŞMEYĐ DOĞURAN VE HIZLANDIRAN
FAKTÖRLER 136
4.2.1. Teknolojik Gelişmeler 136
VIII
4.2.2. Sıkışan Pazarlar ve Azalan Karlar 137
4.3. KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA YERELLEŞME 138
4.4. YENĐ KAMU YÖNETĐMĐ 141
4.4.1. Yeni Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler 143
4.4.2. Avrupa Birliği Özerklik Şartı ve Subsidiarite Đlkesi
(Hizmette Halka Yakınlık) 145
4.5. KÜRESELLEŞME SÜRECĐNDE SOSYAL DEVLET VE YENĐ
SOSYAL POLTĐKA ANLAYIŞI 147
4.5.1. Neoliberal Politikalar 149
4.5.1.1. Bireysel Sorumluluk 150
4.5.1.2. Sivil Toplum Örgütleri 152
4.5.1.3. Sosyal Politikadan Sosyal Yardıma Dönüşüm 153
4.6. SOSYAL DEVLET ĐLKESĐ VE YEREL YÖNETĐMLERĐN
SOSYAL POLĐTĐKA UYGULAMA GEREĞĐ 156
4.6.1. Yerel Yönetimlerde Sosyal Politikadan Sosyal Yardımlara 158
4.6.2. Avrupa’da Yerel Yönetimlerin Sosyal Politika Uygulamaları 159
4.6.2.1. Fransa 161
4.6.2.2. Đsviçre 163
4.7. YEREL YÖNETĐMLERDE SOSYAL POLĐTĐKALAR VE
SOSYAL YARDIMLAR 166
4.8. BELEDĐYELERĐN SOSYAL POLĐTĐKALARI VE
UYGULAMALARI 170
4.8.1. Belediye Đktisadi Teşebbüsleri ve Đstihdam (BĐT) 173
4.8.2. Konut Politikası 176
4.8.3. Piyasa Denetimi ve Tüketicinin Korunması 178
4.8.4. Çevre Politikası ve Çevre Denetimi 179
4.8.5. Sosyal ve Kültürel Hizmetler 181
4.8.6. Sosyal Yardım ve Sağlık Hizmetleri 184
SONUÇ 196
KAYNAKÇA 201
IX
TABLOLAR VE ŞEKĐLLER LĐSTESĐ Tablo - 1 Türkiye’de Yerel Yönetim Türleri ve Organları
Tablo - 2 Türkiye’de Kent ve Kır Nüfusu
Tablo - 3 Türkiye’de Belediye Sayısı
Tablo - 4 Yerel Yönetim Gelirlerinin GSMH Đçindeki Oranı
Tablo - 5 Mahalli Đdarelerin Gelir ve Harcamalarının Yüzde Dağılımı
Tablo - 6 Fransa’da yerel Yönetimler ve Merkezi Yönetimin Yetki ve
Görev Paylaşımı.
Tablo - 7 Đsviçre’de Yerel Yönetimler ve Merkezi Yönetimin Yetki ve Görev
Paylaşımı.
Tablo - 8 5393 Sayılı Belediye Kanununda Belediyenin Görev Alanları
Tablo – 9 Sivas Belediyesi Sosyal Yardım Đşleri Müdürlüğü Performans Raporu
Şekil - 1 Yönetsel Yapının Genel Görünümü
X
KISALTMALAR
AB Avrupa Birliği
ABD Amerika Birleşik devletleri
BĐT Belediye Đktisadi Teşekkülleri
BM Birleşmiş Milletler
ÇUŞ Çok Uluslu Şirketler
DB Dünya bankası
DPT Devlet Planlama Teşkilatı
DTÖ Dünya Ticaret Örgütü
GSMH Gayri Safi Milli Hasıla
ILO Uluslar arası Çalışma Örgütü
IMF Uluslar arası Para Fonu
IULA Avrupa Konseyi ve Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği
KGK Kar Gütmeyen Kuruluşlar
NGO Hükümet Dışı Organizasyonlar
OECD Ekonomik Kalkınma ve Đşbirliği Örgütü
SYDV Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı
TODAĐ Türkiye Ortadoğu ve Amme Đdaresi
TÜĐK Türkiye Đstatistik Kurumu
TÜSĐAD Türkiye Sanayici ve Đş Adamları Derneği
1
GĐRĐŞ
Devlet, üstlendiği işlevler ve kapsadığı alan bakımından insanlığın geliştirdiği
en üst ve en gelişmiş yönetim aygıtıdır. Siyasal ve ekonomik bir örgütlenme biçimi
olan devletin yönetim sistemleri zaman içinde toplumların üretim biçimlerine siyasal,
sosyal ve kültürel yapılarına bağlı olarak değişmiştir. Günümüzde kamu yönetimi
sistemleri merkezi yönetim ve yerel yönetimlerden oluşmakta ve kamusal fayda
düşüncesiyle çalışmaktadır. Merkezi yönetimler ile yerel yönetimler arasındaki güç
paylaşımı, yetki ve görev dağılımı tarihsel süreç içerisinde değişime uğramıştır.
Tarihi çok eskilere dayanan yerel yönetimlerin günümüzdeki biçimiyle ortaya çıkışı
sanayileşme ve modern devletlerden sonra olmuştur. Kamu yönetim sisteminin
önemli bir parçası olan yerel yönetimler merkezi yönetime bağlı, merkezi yönetimi
yönetsel ve işlevsel olarak tamamlayan yönetim birimleridir. Yerel yönetim
birimlerinin sayısı ve türleri ülkeler arasında farklılıklar göstermektedir. Sosyal
Politika üreten en önemli aktör olan devlet, sosyal politikalarını merkezi yönetim ve
yerel yönetim düzeyinde oluşturmaktadır.
Sanayileşme ile birlikte dünyanın üretim merkezleri kentler olmaya başlamış,
kırdan kente göçler hızlanmış ve dünya nüfusu kentlerde toplanmaya başlamıştır.
Buna karşın kırsal alanların nüfusu, tarımsal üretimde makineleşme, toprakların
sürekli bölünerek küçülmesi, kentlerin birçok bakımdan cazibesini artırması nedeni
ile azalmaya başlamıştır. Dünyada kentlerdeki nüfusun artmasına bağlı olarak bu
alanların yönetiminin önemi de sürekli artmıştır. Kentlerde nüfus artarken kentlerin
ekonomik sosyal, kültürel, sorunları da artmıştır. Sanayileşme sürecinde gerek
kentsel yerleşim yerlerinin sayısı gerekse bu kentlerde yaşayan insan nüfusu
artmıştır. Kentleşme demografik verilerden daha kapsamlı ve çok boyutlu bir
kavramdır. Kentleşme tarımsal bir üretim biçiminden daha ileri bir üretim düzeyini
ifade ederken aynı zamanda üretimde işbölümü, uzmanlaşma sağlayan, toplumsal
yapıyı oldukça değiştiren bir olgudur. Kentlerde hızla artan nüfusla birlikte kentlerde
barınma, işsizlik, yoksulluk, çevre ve gıda sağlığı, ulaşım, gibi sorunların doğmasına
neden olmuştur. Kentler üretimin, dağıtımın, bölüşümün yapıldığı yerler olmuştur.
2
Çalışmada kentleşmenin kazandığı hız ve kentlerin önemli yerleşim yerleri olarak
öne çıkması nedeniyle kent yerel yönetimleri olan belediyeler öne çıkmıştır.
Bu çalışmanın konusunu Yerel Yönetimlerin sosyal politikaları
oluşturmaktadır. Başta Yönetim Hukuku olmak üzere bir çok bilim dalının
konusunu oluşturan yerel yönetimler, ekonomik ve sosyal kalkınma yanında
demokratik kültürün geliştirilip, halk tarafından benimsenmesinde önemli işlevleri
olan kuruluşlardır. Çalışmada yerel yönetimler, kamu yönetimi sistemini
tamamlayan, ekonomik, toplumsal, yönetsel işlevleriyle kamu yönetimi sisteminin
önemli bir alt parçası olarak değerlendirilmiştir. Yerel yönetimler ile merkezi
yönetimler birbirilerinin yerini alamayan, işlevleri ayrı olan, ancak bu işlevleri
birlikte ve işbirliği içinde çalışmaları durumunda gerçekleştirebilecek yönetim
kuruluşlarıdır.
Çalışmanın dayandığı temel düşünce olan yönetimin, merkezi ve yerel
birimleri ile bir bütün oluşturduğu düşüncesi çerçevesinde, yerel yönetimlerin sosyal
politika alanındaki rolleri ve önemi ortaya konmaya çalışılmıştır. Kamu yönetimini
oluşturan merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasındaki bütünlük siyasal,
ekonomik, yönetsel alanda olduğu gibi sosyal politika alanındaki uygulamalarda da
etkinliğin önkoşuludur. Kamu yönetimi kuruluşları arasında yetki ve görev
dağılımında gelenekler yanında işlevsellik, ekonomiklik, demokratiklik ölçütleri son
derece önemli etkenler olmuştur. Yerel kamusal gereksinmelerin ve genel kamusal
gereksinmelerin karşılanması gereği, kamu yönetimi kuruluşlarında etkinlik ve
verimliliğe dayalı işlevsel görev dağılımını zorunlu kılmıştır.
Kamusal gereksinimlerin hangi yönetim düzeyinde karşılanmasının daha
uygun olacağı tartışmalarında söz konusu kamusal gereksinimin nitelikleri, kamusal
gereksinimin hangi coğrafi ölçekte ortaya çıktığı, bu gereksinmelere hangi yönetsel
kademenin daha hızlı ve ekonomik çözüm üreteceği, üretilen çözümlerin
dışsallıklarının neler olabileceği, önemli noktalar olarak öne çıkmaktadır. Sosyal
politikaların nitelikleri ve bu politikaların hangi yönetim düzeyinde üretileceği
tartışması diğer kamusal mal ve hizmet tartışmalarında olduğu gibi teknik bir
3
tartışma olma yanında siyasal bir bakış açısı ve siyasal bir tartışma alanı olarak da
ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda kamu yönetiminin ve onun sosyal politikalarının
bütünsel bir bakış açısıyla değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım olacaktır.
Kamu yönetim sisteminin önemli bir yönetim kademesi olan yerel
yönetimlerin sosyal politika üretmeleri zorunluluğu bulunmaktadır. Yerel yönetimler,
sosyal politika üreten önemli bir aktör olan devleti tamamlayan, onun bir parçası ve
alt birimi olması nedeniyle bu işlevleri yerine getirmek zorunda bulunan
kuruluşlardır. Ekonomik ve sosyal olarak kalkınmanın sağlanmasında yerel
yönetimler çok etkin işlevler yüklenmektedir. Ekonomik ve sosyal politikaların
başarılı olabilmesi, merkezi yönetimin ve yerel yönetimlerin sosyal politikalarında
etkinliğin sağlanabilmesi için, yerel yönetim birimleri ile merkezi yönetim birimleri
arasında eşgüdüm ve işbirliği sağlanması gerekli ve zorunludur. Bununla birlikte
devletlerin siyasal , sosyal, yönetsel yapıları ve ekonomileri, yaşanan küreselleşme
sürecinden önemli ölçüde etkilenmekte değişime uğramaktadır.
Küreselleşme süreci sosyal politika alanında önemli değişimleri beraberinde
getirmektedir. Küreselleşme aynı zamanda yererleşmeyi artıran, yerel yönetimlerin
öne çıktığı bir süreçtir. Sosyal Politika açısından bakıldığında ekonomi ve ekonomi
politikaları küresel bir boyut kazanırken, sosyal politika alanı yerel düzeyde
kalmaktadır. Küreselleşme olgusu bir yandan bir bütünleşmeyi ifade ederken diğer
yandan küreselleşme içinde ekonomik ve sosyal alan bütün olmaktan çıkarak küçük
bölümlere, küçük parçalara ayrılarak yerelleşmektedir. Kamusal düzenlemeler,
kamusal girişimler azalırken kamusal kuruluşların ve kamusal düzenlemelerin yerine
sivil toplum kuruluşları toplumsal sistemde yer almaktadırlar. Sivil toplum
kuruluşlarının olumlu sosyal görevler üstlenmelerine karşılık bu süreçte yoksulluğun,
eşitsizliğin ve güvencesizliğin büyük sosyal kesimler için arttığı görülmektedir. Bu
değişim karşısında devlet, merkezi yönetim ve yerel yönetim birimleri ile ekonomik
ve sosyal işleyişe birbiriyle uyumlu politikalar geliştirerek ve birbirini tamamlar
biçimde müdahale etmek zorundadır. Devlet ekonomik ve sosyal sisteme gerek yasal
çerçevenin çizilmesi gerek kurumsal düzenlemeler, gerekse kurduğu ekonomik ve
sosyal girişimleri ile müdahalede bulunmaktadır. Başta ücretli çalışan emek kesimi
4
olmak üzere korunması gereken kesimlerin de bu sürece, örgütleri aracılığı ile
ekonomik sistemin doğurduğu olumsuzluklara karşı kendi kendine yardım
mekanizmalarını çalıştırarak katılmak zorunluluğu bulunmaktadır.
Yerelleşme eğilimleri küreselleşme ile artarak devam etmektedir. Ulusal
ölçekte örgütlenen ekonomik, sosyal ve siyasal sistemler daha küçük bir ölçekte
örgütlenme eğilimine girmektedir. Küreselleşme sürecinde devletlerin uluslar arası
kuruluşlarla olan ilişkileri artarken, bunun yanında yerel birimler de önemli bir
yönetim birimi olarak belirmektedir. Bu değişimin sosyal politika alanında da önemli
değişimler getirdiği görülmektedir. Bu değişim makro ölçekte sosyal politikaların
uygulanmasını olumsuz etkilemektedir. Üretim süreçlerindeki değişimler sonucunda
işgücünün esnekleştirilmesi ile yerelleşme eğilimleri işgücünün dağınıklığına neden
olmuştur. Bu dağınıklığın önemli bir etkisi de işçilerin ortak yararlarını kavrama ve
bu yararları savunma bilincindeki zayıflama olmuştur. Bu süreçte Đşgücünün
sendikal örgütlenme düzeyi bu süreçte gerilemiştir. Đşgücünün yerel ölçekte sıkıştığı
buna karşın ekonomi ve ekonomi politikalarının küresel ölçekte oluştuğu
görülmektedir. Đşgücünün esnek ve parçalı yapısı geniş örgütlenmelere dayalı
muhalefet olanağını ortadan kaldırmaktadır. Bu ölçek kayması ekonomik ve sosyal
nedenlerin ve sonuçların sosyal olarak oluşturulduğu gerçeği dışında yerel ve
birbirlerinden bağımsız olarak algılanması ve açıklanmaya çalışılması sonucunu
doğurmaktadır.
Yerinden yönetim ve merkezi yönetim tartışmaları bir yönüyle de yönetimin
yönetilmesi tartışmaları içerisinde de değerlendirilmektedir. Ademi-i merkeziyetçilik
olarak da ifade edilen yerelleşme ve merkeziyet tartışmaları ağırlıklı olarak
kaynakların etkin ve verimli kullanılması kavramları etrafında toplanmaktadır.
Kaynak etkinliğinin sağlanması ve demokratikleşmenin yerel düzeyde
gerçekleştirilmesi tartışmaları küreselleşme olgusu ışığında birlikte değerlendirilmesi
gereken, bütüncül bir bakış açısına ihtiyaç duyan tartışmalardır. Kamu yönetiminin
kaynak kullanımında etkinliğin ve verimliliğin sağlanması yanında yönetim birimleri
arasında işbirliği ve koordinasyonu diğer bir ifadeyle, yönetimin yönetimini ve
etkinliğini de sağlaması söz konusudur.
5
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
YEREL YÖNETĐM KAVRAMI,
TARĐHSEL GELĐŞĐMĐ VE TEORĐK ÇERÇEVE
Yönetim kavramı ile ilgili olarak farklı tanımlamalar yapılmakla birlikte
yönetim genel olarak, belli bir amacı gerçekleştirmek üzere bir topluluğun
bireylerinin birlikte hareket etmeleri, işbirliğine gitmeleri olarak ifade edilebilir.
Yönetim, amaçları, yapıları ve büyüklükleri ne olursa olsun her örgüt için söz
konusudur. Günümüzde toplumlar modern devlet örgütünün yönetiminde mal ve
hizmet üretmek amacıyla sosyal, ekonomik, siyasal örgütlenmelerini kurarlar. Devlet
belirli bir üretim biçiminin varlığı ve gelişimi için gerekli olan koşulları toplumsal
çapta sağlama uğraşıdır(Eroğul, 1999:42). Devlet bu örgütlenmeyi kurabilmek için
toplum adına güç ve meşruiyete dayalı otoritesini kullanır. Diğer bir ifadeyle devlet
tüm toplum üzerinde yönetsel, yargısal ve siyasal üstünlüğünü sürdürür.
Günümüzdeki biçimiyle modern devletin kurulmasına kadar geçen tarihsel
süreçte devlet, sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel özellikleri farklı toplumlarda
farklı siyasal örgütlenmeler olarak görülmüştür. Devletin farklı toplumlarda
birbirinin aynı olmayan bir yapı göstermesi devleti oluşturan alt yönetim
birimlerinde de farklılıklar doğurmuştur. “Ülkelerin tarihi, sosyo- kültürel yapısının
yanı sıra iktisadi imkan ve araçları, yerel yönetim birimlerinin yapısı ve faaliyetlerini
belirlemektedir”(Toprak, 2006:3 ).
Modern devlet ekonomik ve sosyal sorunların çözümünde ve toplumsal
ihtiyaçların karşılanmasında önemli işlevler üstlenmiştir. Kamu yönetimi, kamu
yararı gözeterek ekonomik ve sosyal politikalar oluşturmakta, mal ve hizmetler
üretmektedir. Devlet kamusal hizmetleri çok farklı tüzel kişilikleri eliyle yerine
getirmektedir. Toplumsal ihtiyaçların giderilmesi için devlet en etkin ve en uygun
yönetim sistemini ve yönetim organizasyonunu kurmak ve geliştirmek
durumundadır. Üzerinde tam bir görüş birliğine varılamayan kamusal ve yarı
kamusal nitelikli mal ve hizmetlerin, en etkin şekilde üretilebilmesi kamu yönetim
6
sistemlerinin başlıca amaçlarından birini oluşturmuştur. Kamusal hizmetlerin
görülmesinde toplumlar merkezden yönetim ve yerinden yönetim sistemlerini
uygulamaktadırlar. Merkezden yönetimde kararlar tek bir merkezden alınırken
yerinden yönetimde ise kararlar yerel yönetim birimlerince alınmaktadır. Yerel
yönetimler, merkezi yönetimle birlikte kamu yönetimi bütününü oluşturan önemli bir
yönetim ve karar birimidir.
1.1. YEREL YÖNETĐM KAVRAMI
Kamu Yönetimi Merkezi Yönetim ve Yerinden yönetim olmak üzere ikiye
ayrılmakta ve incelenmektedir. Yerel Yönetimler Kamu yönetiminin önemli bir
parçasını oluşturmakta organları seçimle işbaşına gelen, ülkelerin yönetsel bütünlüğü
içinde yer alan özerk demokratik kurumlardır. Yerel yönetim ya da yerinden yönetim
günümüzde demokrasinin gelişme süreci içinde giderek önem kazanmaktadır. Kamu
yönetim sistemi, kamusal mal ve hizmetlerin üretiminin tek merkezden sağlanmasını
ifade eden merkezi yönetim ve kamusal mal ve hizmetin farklı merkezlerden
üretilmesini ifade eden yerel yönetim olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Merkezi
yönetim kavramı dar anlamıyla yönetsel fonksiyonların merkezi otoritede
toplanmasını ifade ederken geniş anlamda yasama, yürütme ve yargı gücünü elinde
bulunduran siyasal otoriteyi anlatmaktadır.
“Bir devletin ülkesi içindeki tüm kamu hizmetlerinin bir elde devlet tüzel
kişiliğinde toplanması durumunda merkezden yönetim ilkesi, kamu hizmetlerinin
belli bölümlerinin devletin dışında, başka kuruluşları eliyle yürütülmesine de
yerinden yönetim ilkesi denir”(Gözübüyük, 2006:36). “Yerinden yönetim ya da
yerel yönetim, Yönetim Bilim’inde “adem-i merkeziyet” olarak bilinen bir
kavramdır”(Keleş, 2006: 21). Devlet yönetimi sürecinde kamu gücünün merkezde
toplanmasını savunan merkeziyetçilik düşüncesi ile kamu gücünün yerel birimlere
aktarılmasını savunan adem-i merkeziyet düşüncesi çatışmıştır.
Yerel yönetim kavramı ile ilgili tanımlamalarda Yerel yönetimin vurgulanan
ortak özelliği, belli bir yerde yaşayan insanların ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere
7
kendi aralarında oluşturdukları organları aracılığı ile ortak amaçları ve ihtiyaçları
doğrultusunda o topluluğu yönlendirmeleri ve yönetmeleridir. “Bu kuruluşların temel
olarak a) tüzel kişiliğe, b) merkezden ayrı mal varlığına ve bütçeye, c) seçimle iş
başına gelen karar organlarına, d) sınırlanmış da olsa belli bir özerkliğe sahip
bulunmaları zorunlu birer ön koşul olarak kabul edilmektedir“(Nadaroğlu, 2001: 17).
Yerel hizmetlerin merkezi yönetimce karşılanmaya çalışılması zaman ve
kaynak kaybına yol açacağı için ülkelerin yönetim sistemlerinin merkezi yönetim ve
yerel yönetim birimlerine ayrıldığı görülmektedir. Yerel yönetimlerin varlık
nedenlerine ilişkin olarak ileri sürülen nedenlerin başında “ekonomik etkinlik”
gelmektedir. “Merkezi yönetimin avantajlarına rağmen yerel nitelikli ortak
ihtiyaçların gerek tespiti gerekse karşılanması konusunda etkin bir biçimde faaliyet
gösteremez. Đşte devletler, hem bu sebepten, hem de demokratik düzenin
gereklerinden ötürü merkezi yönetimin yanı sıra ondan ayrı olarak “yerel yönetim”
örgütlerini kurmuşlardır”(Nadaroğlu, 2001: 3).
Merkezi yönetim ile yerel yönetim birimleri arasındaki ilişkiler Anayasa ve
yasalarla oluşturulmaktadır. Yasalarla gösterilen bu ilişki hiyerarşik bir nitelik
göstermez. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki ilişki özerklik niteliğinde
ve merkezi yönetimin denetimine açık bir ilişkidir. Yerel yönetimin kullandığı yetki
ve güç merkezi yönetim tarafından yasalarla verilen yetkilerin ve gücün kullanımıdır.
Bu yetkinin devri, sınırları ve kapsamı başta Anayasalar olmak üzere yasalarda yer
almaktadır. Merkezi yönetimin kendi organları ve kuruluşları arasında hiyerarşik bir
ilişki varken merkezi yönetimin, yerel yönetimler üzerinde yetkilerin yerinde ve
uygun kullanılıp kullanılmadığına ilişkin bir denetim yetkisi bulunmaktadır. Yerel
yönetimler merkezi yönetimden ayrı görev ve yetkilere sahip yasama yetkisi ve
yargısal yetkileri bulunmayan sadece kendisine tanınan yerel nitelikte yürütme
yetkileri bulunan yönetim kuruluşlarıdır. Merkezi yönetim bu yetkilerin içeriğini ve
kapsamını istediği biçimde düzenleyebilmektedir.
Her devlette varolması doğal olan yasama, yürütme ve yargıya ilişkin tüm
yetkileri kısaca kamu gücünün tamamı merkezi bir otoritede toplanır. Yerinden
8
“Yönetim (Adem-i Merkeziyet) ise, kısaca yerel nitelikteki kamusal hizmetlerin
devletin tüzel kişiliği dışındaki kamu tüzel kişilerince gerçekleştirilmesi için bir
kısım kamu güçlerinin daha az yetkili bir otoriteye transfer edilmek amacı ile
merkezi otoriteden geri çekilmesini ifade eder”(Nadaroğlu, 2001: 20).
Ülkeler kamu hizmetlerini merkezi yönetim ve yerel yönetimlerden yalnızca
birinin hakim olduğu bir yönetim sistemi ile kamusal hizmetlerin yürütülmesinin
olanaksızlığı karşısında bu iki yönetim düzeyine gereksinim duymuşlardır. Ülkeler,
Yerel yönetimlerin güç kazanması oranında merkezi yönetimin gücünün ve
görevlerinin azaldığı, merkezi yönetimin güç ve yetki artışına bağlı olarak da yerel
yönetimlerin zayıfladığı, merkeziyetçilik ve yerelleşme eğilimleri arasında farklı
uygulamalara sahiptirler. Bazı ülkelerde merkezi yönetim ağırlıklı bir yönetim
görülürken bazılarında ise merkezi otorite yetkilerinin daha çok yerel yönetimlere
verildiği biçimler görülmektedir.
“Đlk çağ devletleri merkezden yönetimi en geniş şekilde uygulamışlardır.
Zaten bu devletlerin yapıları bir işbölümüne yer vermeyecek kadar ilkel ve devletten
beklenilen hizmetlerde son derece sınırlı idi. Fakat ilk çağlardan orta çağlara
geçerken merkezden yönetim eski durumunu muhafaza edememiştir. Bu devirde
hükümdar merkezin ülke içerisinde güvenlik ve düzeni temin edemediğini, görünce
kuvvet ve yetkilerini derebeyleri ile paylaşmak zorunluluğunu duymuştur. Böylece
görülüyor ki ortaçağ devletleri merkezden yönetimi tamamen kaybetmişlerdir.
Ortaçağdan yeni çağlara geçince merkezden yönetimin yeniden ortaya çıktığını
görüyoruz”(Versan, 1990: 73).
Yerel yönetim kavramı ile mahalli idare kavramlarının birbirinin yerine
kullanıldığı görülmektedir. Ancak mahalli idareler kavramı yer yönünden yerel
yönetimleri anlatan bir kavram olup, mahal “yer”, bölge, alan anlamlarını ifade eden
Arapça kökenli bir kelimedir. Bu nedenle mahalli idare kavramı ile anlatılan yer
yönünden yerel yönetim kuruluşları olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla yerel
yönetim kavramı mahalli idareleri de içine alan daha geniş bir kavramdır. Đleride
değinileceği gibi fonksiyonel ya da teknik yerinden yönetim olarak da ifade edilen
9
hizmet yerinden yönetimde belirli bir kamu hizmetinin yerine getirilmesi merkezin
dışında özerk bir kuruma bırakılmıştır. Burada yer yönünden değil hizmet çeşidi
bakımından alana bağlı kalmaksızın bir yerinden yönetim söz konusudur.
Sonuç olarak yerel yönetimler; “Belirli bir coğrafi alanda(kent, köy, il vb)
yasayan yerel topluluğun bireylerine, bir arada yasamak nedeni ile kendilerini en çok
ilgilendiren konularda hizmet üretmek amacı ile kurulan, karar organları(kimi
durumlarda yürütme organları) yerel toplulukça seçilerek göreve getirilen, yasalarla
belirlenmiş görevlere ve yetkilere, özel gelirlere, bütçeye ve personele sahip, merkez
yönetimi ile ilişkilerinde yönetsel özerklikten yararlanan kamu tüzel
kişileridir”(Yalçındağ, 1991:123).
1.2. YEREL YÖNETĐMLERĐN TARĐHSEL GELĐŞĐMĐ
Yerel yönetimler tarihsel olarak eskilere dayanmaktadır. Đlk kentlerin ortaya
çıkışı ile yerel yönetimlerin ortaya çıktığı söylenebilir. Yerleşik hayat uygarlığın
başlangıcı olmakla birlikte yerel nitelikli ihtiyaçların da ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Đlk kentlerin ortaya çıkışının tarımsal ürün artışına bağlı olarak belirmeye
başlayan işbölümü sonucunda olduğu ifade edilir. Bu artık ürününün ortaya çıkışı ile
tarımsal araç-gereç yapımına yönelik olarak ilk zanaatçılığın başladığı görülür.
Ticaretle tüccarların ortaya çıkışı da bu üretim artışı ile başlamıştır. Đlk kentler
bugünkü kentlerden daha küçük ve nüfusu daha az olan kentlerdir. Tarımsal artık
ürün yaratmaya başlayan köylerin ortasında bu artık ürünlerle beslenen tarımsal bir
yapıdaki kasabalar ilk kentlerin oluşum biçimi olarak görülmektedir. Bugünkü
kentler ise sanayi üretiminin yapıldığı, tüketim ve bölüşüm ilişkilerinin belirlendiği
mekanlardır. Diğer bir ifade ile Đnsanlar yerleşik olarak ve belli bir yerde bir arada
yaşamaktan kaynaklanan yerel nitelikli ihtiyaçları insanlık tarihi kadar eskidir. Bu
yerel ihtiyaçların karşılanması günümüze kadar toplumlarda çeşitli kuruluşlarca ve
farklı tekniklerle yerine getirilmiştir.
Đlk yerleşim yeri ve ilk uygarlık izleri dünyanın farklı yörelerinde ve değişik
zaman dilimlerinde görülmektedir. Đlk yerleşim ve uygarlık merkezleri Mısır-
10
Mezopotamya bölgesinde ırmak kenarlarında kurulan kentler olmuştur. Bu dönemde
kent devletlerinin ortaya çıkışı görülmektedir. Kentin oluşumu için gerekli olan
ekolojik temel teknoloji ve karmaşık organizasyonların sağlandığı ilk bölge olan
Mezopotamya M.Ö. 4000-3500 yıllarında Dicle ve Fırat ırmakları kenarında köylere,
kasabalara ve kentlere ev sahipliği yapmıştır(Görmez, 1997: 19).
Antik çağda Yunan site devletleri demokratik yönetim biçiminin uygulanışı
ile diğerlerinden ayrılmaktadır. Antik Yunan’da Site olarak ifade edilen kent
devletleri, kendi kendini yöneten ve siyasal karar alma yetkisi bulunan kent halkının
oluşturmuş olduğu yönetim biçimidir. Belirli bir toprak parçası üzerinde kurulu bu
kent devletlerinde sınırlı bir katılımla gerçekleştirilen demokratik bir yönetim şekli
vardır. Birbirinden bağımsız site-kent devletleri ancak dış tehlike durumunda bir
araya gelen küçük devletlerdir.
“Antik çağda kendi kendini yöneten, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan
insanların oluşturduğu en küçük demokratik yönetsel birim olarak kabul edilen “site”
Roma imparatorluğu döneminde yönetsel özerklikten yararlanan “municipe” ve
Antik Yunan da toplumsal yaşamın en gelişmiş örgütlenme biçimi olarak kabul
edilen “polis” günümüzdeki anlamı ile mahalli idarelerin ilk ortaya çıktıkları
örnekler olarak kabul edilmektedir”(Tortop,Aykaç, Yayman, Özer, 2006:2).
Tarihsel olarak bakıldığında yerel yönetimler antik çağda devletle birlikte
ortaya çıkmıştır. Kent hizmetleri aynı zamanda yerel yönetim olan bu devlet
örgütlenmesi tarafından sağlanmaktadır. Ancak bu yerel yönetimler günümüzdeki
yapısından faklı olarak, yasama ve yargı yetkilerine sahip, bağımsız yönetimlerdir.
1.2.1. Feodalite ve Ortaçağ Kentleri
Antik çağ sonrası Roma imparatorluğunun ortaya çıkışı ile birlikte kent
devletleri dağılmıştır. Roma imparatorluğu içinde geniş özerkliklere sahip kent
yönetimleri ortaya çıkmıştır. Đmparatorluk dönemi diğer imparatorluklarda olduğu
gibi merkeze bağlı çok sayıda yerel birimden oluşan dağınık bir yapı gibidir. Roma
11
imparatorluğunda da ekonomik gelişmenin yeni topraklar kazanılması ile sağlandığı
görülmektedir. Roma imparatorluğunun barbar Germen saldırıları ile yıkılmasına
kadar Roma kentlerinin varlıklarını sürdürdükleri görülür.
Roma imparatorluğu kentleri Atik-Yunan kentlerinin temeline dayalı olarak
varlıklarını sürdürürler. Đç işlerinde özerk ancak imparatorluk merkezine bağlı idiler.
Kentler üzerinde roma imparatorluğunun otoriter gücü hissettirmektedir. “Kentler
sivil seçkin sınıfının yönetimi altındaydı ve yönetime katılma antik yunanda olduğu
gibi sınırlı bir düzeydeydi”(Pustu, 2006: 134).
“Roma da imparatorluğa yeni katılan topraklara “municipe” adı verilirdi.
“Municipe”ler kimi yerel ve siyasal yetkileri olmakla birlikte, daha çok bir yönetsel
özerklikten yararlanırlardı. Yeni kazanılan topraklar üzerinde yaşayanlara önce
tecimsel(ticari) etkinliklerde bulunma hakkı tanınıyor; sonra da, kentin yönetimine
ilişkin yetkiler bir ölçüde bırakılıyordu”(Keleş, 2006: 32).
Avrupa’da Batı Roma Đmparatorluğunun yıkılışı ile feodalite ortaya çıkmıştır.
Batı roma imparatorluğunun merkezileşmiş gücünün yıkılması, kan bağlarına dayalı
kabile topluluklarının kitlesel olarak yer değiştirmeleri sonucunda merkezi iktidarın
yok olduğu karışıklıklar ve güvensizlik ortamının adeta yerleştiği ticaretin neredeyse
durduğu kent yaşamının önemini yitirdiği böyle bir ortamda öne çıkmıştı
(Ağaoğulları, Köker, 2001:181). Germen istilalarından sonra Batı Roma
Đmparatorluğu çöküş sürecine girmiş buna bağlı olarak ticari ve ekonomik yaşam
sarsılmış Roma Đmparatorluğunun şehir yönetim sistemi yıkılmıştır.
Ortaçağda kilise önemli bir toplumsal, ekonomik ve siyasal güçtür. Ortaçağ
boyunca din adamlarının kentler üzerinde etkisi görülmektedir. Kilise merkezi
yönetimlere karşı oldukça güç kazanmış geniş toprakların sahibi olmuş hatta birçok
kentte yargılama yetkilerine sahip olmuştur. Onuncu yüzyıldan itibaren canlanan
ticaret ile güç kazanan tüccarlar kiliseye karşı mücadeleye başlamışlardır. Ortaçağ
Avrupa’sında Roma Đmparatorluğunun çöküşü siyasal iktidarın merkezi yönetimden
yerel güçlere, derebeylere geçmesine neden olmuş, iktidar yerelleşmeye başlamıştır.
12
Merkezi iktidarın boşluğunda oluşan güvensizlik ve kargaşada ticari yaşamı olumsuz
etkilenirken toprağa bağlı serf’liğin yaygınlaştığı görülür.
“Kilise dinsel bölgeleri imparatorluğun yönetim bölgelerinin modeline uygun
olarak düzenlemişti. Kilise örgütü germen istilaları döneminde değişikliğe
uğramadığından fatihlerin kurdukları yeni krallıklarda da bu ayırıcı özelliğini
korumuştur. Gerçekten altıncı yüz yılın başlangıcından itibaren civitas sözcüğü
piskoposluk kenti piskoposluğun merkezi anlamını kazanmıştır. Bu yüzden kilise
temelinin dayandığı imparatorluktan sonra varlığını sürdürürken Roma kentlerinin
varlığının korunmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuştur”(Pirenne, 2006: 18 ).
Feodalitede Ortaçağ Avrupa’sında otoritenin aralarında paylaşıldığı çok
sayıda derebeyi ve kralların hüküm sürdüğü dağınık bir yapı vardır. Feodal toplumda
üretim toprağa dayalı olarak yapılıp tarımsal bir niteliktedir. Bu tarıma dayalı
toplumsal düzende üretim pazar için yapılmamakta, tüketim için yapılmaktadır.
Toplumsal sınıflar; toprağı işleyerek üretim yapan serfler, toprağın sahibi derebeyler
ve kilise mensubu olan ruhban sınıfıdır. Daha sonra bunlara ekonomik ve sosyal
değişimler sonucu yine feodal toplum içinde doğup büyüyen tüccar(burjuva) sınıfı
eklenmiştir. Bu sınıf işbölümünün artması, paranın kullanılmaya başlaması
sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu yapıda tarımsal üretimin hakim olduğu üretimin
sonundaki ürünlerin ve üretimi sağlayan emeğin değişim değerinin olmadığı görülür.
Üretimi gerçekleştiren serf(köylü) toprağın sahibi olan derebeyine çalışmakta ve
toprağa bağlı olarak çalışmaktadır. Serfler üretimi gerçekleştirmekte ve topraktan
alınan ürüne feodal beyler el koymaktadır. Serfler derebeyi için çalışmakta, kendileri
sadece geçimlerini sürdürebilmektedirler. Serfler köleler gibi bir hukuksal statüsü
olmayıp toprak üzerine yerleşmiş, toprağa bağlı ve sınırlandırılmış bir hareketliliğe
sahip köylülerdi. Serfler her konuda derebeyinin yönetimi altında idi. Öyle ki serfler
malikane sahibi derebeyinin yargılamasına dahi tabi olmuşlardır. Her derebeyinin
kendinden daha üst bir soyluya bağlı olduğu, hiyerarşik bir yapı görülmektedir.
Soylular savaş zamanlarında asker karşılığında sahip oldukları toprakları mülkiyetine
almışlardır. Bu hiyerarşik zincir bütün arazinin kendisine bağlı olduğu bir üst
soyluya kadar uzanmaktadır.
13
Ticaretin gelişmesi ve tüccarlar ortaçağ Avrupa’sında büyük değişikliklere
yol açmıştır. Tüccarlar ticari faaliyetlerini rahatça sürdürebilmek için güvenli ve
ulaşım bakımından stratejik yerler aramışlardır. Feodal dönemde zenginliğin ölçüsü
olan toprak dışında para, mal mübadelesini kolaylaştırarak ticareti teşvik etti
(Huberman, 2003:36). Ticaretle zenginleşen ve gücü artan tüccar sınıfı kendi
faaliyetleri üzerindeki sınırlamaların kaldırılması için ve toplumsal düzenlemelerde
kendilerinin de söz sahibi olabilmeleri için çeşitli taleplerle ortaya çıktı. Yükselen
tüccar sınıfı derebeylere ve krallara karşı güç elde ederken şehirlerin büyümesine ve
büyüyen bu şehirlerde tüccarların yönetimine katıldıkları ilk yerel yönetim biçimleri
görülmeye başlamıştır.
Onuncu yüzyıldan itibaren paranın yaygın kullanımı, ticaretin canlanmaya
başlaması ile komünlerin ortaya çıktığı görülür. Feodal yapı, tarıma dayalı kapalı bir
toplumsal yaşamın hakim olduğu bir yapıdır. Ortaçağda bu yapı sürerken bu
toplumsal yapı içinden kilisenin ticareti ahlaki olmayan bir uğraş olarak görme
tutumunun değişmesi ticaretin canlanması ile ulaşımın kolay sağlandığı ırmak ve
nehir kenarlarında, ticaret dinamiğine bağlı olarak yerleşimler görülmüştür. Tarımsal
ürünlerin üretiminin dışında bir tüccar sınıfının ortay çıkışı ve ticaretin gelişimi ile
birlikte ortaçağ kentleri oluşmaya başlamıştır.
“On birinci yüzyılın sonundan itibaren zanaatkar sınıfı ve tüccar sınıfı hem
sayıca büyüdüklerinden hem de herkesin yaşamı için vazgeçilmez hale
geldiklerinden kentsel kadro içinde giderek daha güçlü bir konum kazanıyorlardı.
Herkesten önce tüccar sınıfı büyük güç kazanıyordu. Çünkü orta çağ ekonomisi bu
belirleyici yılların büyük dönüşüne tanık olmaya başladıkları andan itibaren üretici
tarafından değil tüccar tarafından yönlendirilmiştir. Bu insanlar için küçük bir yer
işgal ettikleri eski ekonomik sistemin üzerinde oluşmuş bulunan eski hukuk artık dar
gelmekteydi. Uygulamaya dönük istekleri ve zihniyetleri onları hukuk sisteminin
içinde sisteminin içine yeni bir kurucu unsur olarak katılmaya zorluyordu”(Bloch,
2005:116).
14
“Ortaçağ kentinin, on ikinci yüzyıldaki durumuyla, kale duvarlarıyla çevrili
bir kapalı alanın sığınağında yaşayan; ona toplumsal, ayrıcalıklı bir kişilik
kazandıran kendine özgü bir yasa, yönetim ve hukuk bilimine sahip bir ticaret
olduğunu söyleyebiliriz"(Pirenne, 2006: 155 ). Kentler krallara, feodal beylere karşı
özgürlüklerin korunduğu kendi kendini yöneten ve ekonomik faaliyetlerin
çeşitlendiği yerler olmuştur. Bu dönemde ekonomik faaliyetler güvenliğin
sağlanmasına paralel olarak sürmekte ve artmaktadır. Güvenliğin sağlanabilmesi için
birlikte hareket edilerek güvenli mekanlar oluşturuluyordu. Ulaşımı kolay,
istilacılara karşı yükseltilmiş duvarlarla güvenliğin sağlandığı, çevrili kale kentler
doğal olarak tüccarların yerleştikleri kentleri kasabaları oluşturuyorlardı. Zamanla
topraktan koparak gelen serflerin göçleri ile kalabalıklaşan kentler dışa doğru
genişlemeye kale duvarlarının dışın doğru taşmaya başlamıştır.
Kentler her dönemde birlikte sosyo-ekonomik gelişmeler sonucu
biçimlenmiştir. Bu biçimleniş her dönemdeki üretim faaliyetlerinden önemli ölçüde
etkilenmiştir. Kentler ortaçağda kentsoyluların, burjuvaların etkili olduğu ve onlar
tarafından şekillendirilen yerler olmuştur. “Hiçbir uygarlıkta kent yaşamı ticaret ve
sanayiden bağımsız gelişmemiştir”(Pirene, 2006: 99).
1.2.2. Komün Geleneği ve Ortaçağda Yerel Yönetim
Yerel yönetimlerin ilk ortaya çıkışını antik Yunan site devletlerine kadar
götürenler olduğu gibi günümüzdeki anlamıyla yerel yönetimlerin ortaçağ komünleri
ile ortaya çıktığı görüşü yaygındır. Bugünkü anlamda organlarının seçimle
belirlendiği ayrı bir bütçeye sahip yerel yönetimlerin ortaya çıkışı ve gelişimi
ortaçağ komünleri ile başlamıştır. Bugünkü şekilde halkın geniş kesimlerinin
yönetimine katıldığı modern yerel yönetim düzenlemeleri ondokuzuncu yüzyıl
ortalarında yapılan düzenlemelere dayanmaktadır.
Komün bir arada yaşayan doğal topluluklar olarak ifade edilebilir. Toplu
halde yaşamak zorunda kalan insanlar kendilerine elverişli gelen belli bir yörede
yerleşip ortak çıkarlarını korumak ve ihtiyaçlarını gidermek üzere örgütlenirler. Bir
15
anlamda ve adeta kendiliğinden ortaya çıktığı için doğal bir özelliğe sahip olan bu tür
topluluklara komün adı verilir(Falay ve Varcan 2007: 3). “Yerel yönetim geleneğinin
tarihi “komün” geleneğinin tarihidir. Belirli bir uzam(mekan) üzerini yaşamını
sürdüren bir toplum birlikte yaşamaktan kaynaklanan sorunlarını çözümlemek ve
toplu gereksinimlerini karşılamak amacıyla oluşturulmuş birlikteliklere ve
örgütlülüklere komün adı verilmektedir. Dikkat edilmesi gereken bir nokta
komün’ün tarihinin modern devletin tarihinden eski oluşudur. Komünlerin tarihi
ortaçağa kadar inmektedir”(Ertan, 2002: 23). Yerel yönetimler başlangıçta tarihsel ve
sosyal bir olgu olarak komün biçiminde ortaya çıkmıştır. “Bu tür klasik mahalli
idarelerin temelinde, belli bir insan topluluğunun bir arada ve komşuca ilişkiler
içinde yasamasının ortaya çıkardığı ihtiyaçların kendileri veya kendilerinin seçtiği
organlar vasıtasıyla giderilmesi olgusu yatar”(Nadaroğlu, 2001: 18). Merkezi
devletlerin zayıflaması ile ortaçağda ortaya çıkan komün yönetimleri batılı anlamda
günümüz mahalli idarelerinin de temelini oluşturmuştur. Komünler doğal bir biçimde
oluşmuş dışarıdan bir güç tarafından kurulmamışlardır.
Ortaçağ monarşilerinde komünlerin ilk yerel yönetim hareketi biçiminde
doğuşu ile yönetilenlerin yönetime katılmaya başlamasını sağlamıştır. Ortaçağın
soylular, serfler sınıfına daha sonra katılan burjuvazi komünlerde siyasal iktidara
ortak olmuşlardır. Burjuvazinin iktidara gelme isteği ve gücü burjuvazinin gelişimine
ve toplumsal yapı içerisinde gücünü artırmasına paralel olarak güçlenmiştir.
Başlangıçta kent; senyör, piskopos gibi bir ya da birkaç senyörün bölgesi üzerinde
kurulmuş olan bu kentlerin sakinleri, yani burjuvalar kentlerin ilk sahipleri ile bazen
savaşarak bazen de anlaşarak farklı bir oluşumun ortaya çıkmasına ön ayak oldular.
Ortaçağ kentleri zenginleşip kuvvetlendikçe, tüccarlar ve kent halkı bazen merkezi
devletle birlik olarak, bazen de Kiliseye karşı savaşarak beratlarını(charte) aldılar
(Görmez, 1997: 25).
Komünler onuncu yüzyıldan itibaren kilise ve feodal beylere karşı kralların
desteğinde gelişmiştir. Monarşinin çıkarı feodalizmin düşmanları olan burjuvaları
desteklemeyi gerekli kılıyordu. Kilise ve beylere karşı oluşan bu ittifak komünlerin
16
doğuşunda etkilidir. “Komün kentsel sistemi güvence altına alan ve düzenleyen,
derebeyliğe karşı doğmuş bir örgütlenme olarak Ortaçağda oluşmuş bir yerel
yönetim birimi kimliğindedir. Komün zaman içinde derebeyi ya da kraldan alınan
“komün charter”ları ile güçlenmiş ve bağımsız bir birim olma yoluna
girmiştir”(Ertan, 2002:25).
Komün charter’ları ile siyasal iktidarı elinde bulunduran derebeyi ve krallar
komünü kabul etmiş ve tanımışlardır. Diğer bir ifadeyle bu tanıma belgeleri
komünün hukuksal ve siyasal gelişiminde önemli belgelerdir. Komüne katılan
burjuvalar yemin ederek komün üyesi olmaktadırlar. Komün zaman içinde
derebeyinin ve kralın sahip olduğu yargılama başta olmak üzere mali ve idari birçok
yetkileri üstlenmiştir. Komünlerin yetkilerinin ve gücünün artışı karşısında
derebeyleri ve kralların yetkileri ve gücü azalmıştır.
Komünlerin ortaya çıkışı modern devletlerin ortaya çıkışından öncedir. Bu
anlamda komün bir kurulum değil bir oluşumu ifade etmektedir. Komünler devlet
tarafından kurulmamıştır. Komünler devletçe kurulmamış ancak daha sonra merkezi
yönetimin güçlenmesi ile devlet tarafından hukuki statü kazandırılmış topluluklardır.
Belirli bir yerde bir arada yaşayan ortak ihtiyaç ve çıkarları olan topluluklar olarak
komün kavramı bugünü de kapsayacak şekilde yerleşim alanlarındaki toplulukları
ifade eder. Ancak ortaçağ komünleri günümüzdekinden farklı olarak yasama
yürütme ve yargı erkine sahip doğal oluşumlar olduğu görülmektedir. Tarihsel
süreçte yerel yönetimler askeri örgütlenme yoluyla savunma, suçluların yargılanması
ve cezalandırılması ve yasal ve idari düzenlemeler yapan yasama organına sahip
olmuş günümüz modern devletlerinin üstlendiği görevleri yerine getirmişlerdir.
Merkezi devletin gelişip güçlenmesi sonucunda komünler zamanla bu yetkilerini
bırakıp merkezi devlete bağlanmak zorunda kalmıştır.
Komünler bugünkü batı demokrasilerinin ve yönetim sistemlerinin
gelişiminde etkili olmuş kaynaklık etmiş kuruluşlardır. Komünler Merkezi yönetime
karşı yerel özgürlüklerin savunulduğu ve yerel yönetim ve kararlara katılımın ilk
başladığı demokratik geleneği başlatan kuruluşlardır. Bu anlamda batı uygarlığında
17
görülen bu özgün kuruluşlar batı uygarlığının temel taşları gibi değerlendirilip
incelenmektedir. Doğuda ise böyle bir geleneğin olmadığı görülmektedir. Doğuda o
dönemde ortaçağ feodal Avrupa’sından farklı olarak daha merkeziyetçi ve özel
mülkiyetin sınırlı ve merkezi otoritenin çok güçlü olduğu daha katı ve kapalı bir yapı
görülmektedir.
Ülkemizde batıdakine benzer bir komün geleneğini yoktur. Ülkemizde
merkeziyetçi yapının devamı olarak yerel yönetimler, devlet tarafından oluşturularak
hukuki statü kazandırılmış kuruluşlar olmuşlardır. Osmanlıdan günümüze gelen
doğal topluluklar köyler olmuştur. Köyler dışında belediye ve diğer idare birimleri ve
kurumlar oluşturulurken Tanzimat dönemi ile birlikte batı kurumları örnek alınarak
oluşturulmuştur.
Halkın kendi kendini yönetmesi olarak tanımlanabilen klasik demokrasi
komünlerde yaşayanların alınan kararlara katılım istekleri ile hayata geçirilmiştir. Bu
nedenle yerel yönetimler halka en yakın birimler olarak ifade edilip halkın yönetime
katılması, alınacak kararlara katılımının sağlanması için en uygun ölçekler olarak
görülmektedir. Hizmetin halka en yakın olan birim tarafından sağlanması ve halkın
katılımının sağlanması ilkesine doğru giden değişim bu temel düşünceden
kaynaklanmaktadır. Bu temel ilke Avrupa Anayasasında(Subsidiarity) Đkincillik
ilkesi olarak da yer almıştır. “Birliğin yetkilerine ilişkin (AB- Anayasa; Başlık III,
md. 1-11 ) temel ilkelerden birisi de Subsidiarity ilkesidir. Yerellik ilkesi ile sahip
bulundukları yetkiler yeterli olmak koşuluyla, her zaman, üst basamaklardaki
yönetimlere değil, alt basamaklarda bulunan halka en yakın bulunan yönetimlere
öncelik tanınması öngörülmektedir”(Toprak, 2006: 16 ).
Ortaçağın sonlarına doğru yaşanan ekonomik ve siyasal değişimler sonucu
yerel yönetimler merkezi otoritelerin etrafında toplanmışlarıdır.16. yüzyıldan itibaren
merkezi idarelerin güçlenmesi ile komün yönetimleri özerkliklerini kaybederek
merkezin otoritesi altına girmişlerdir. Batı Avrupa ortaçağının yerel yönetimleri 16.
yüzyıldan başlayarak sanayi-ticaretin yerel ayrıcalıklar sisteminin sınırlarını zorlayan
gelişmesi ile karşı karşıya kalmışlardır. Bütünleşmiş ve bir örnek bir iç pazar, tek
18
ölçü tartı sistemi, bireysel feodal bağlardan kurtulmuş işgücü, eşit haklara sahip alıcı
ve satıcı, vb. talep eden kapitalist üretim bütün bunlar için merkezileşmiş bir devlet
gücü talep etmiştir(Ayman Güler, 2003:91-92). Bütün bu taleplerin yaşama
geçirilmesi dağınık ve her biri vergilerden yönetim yetkilerine kadar farklı
uygulamalara sahip kent yönetimlerinin ortadan kalkmasını getirmiştir. 17. ve 18.
yüzyıldan itibaren güçlenen ulus devlet anlayışı ile yerel yönetimler bugünkü ulus
devlet modelinde merkezi yönetimlerin alt birimleri haline gelmişlerdir. Burjuva
sınıfının güçlenerek ortaçağ boyunca toplumsal yapıda üstlendiği dönüştürücü rolü
ile yerel yönetim geleneğinin başlangıcını oluşturması sürecinin devamında bugünkü
yerel yönetim anlayışının ilk örneği Đngiltere’de 1835 yılında bir yasayla
getirilmiştir. Bu dönemde seçme ve seçilme hakkı sadece mal sahipleriyle
sınırlandırılmıştır. Daha sonra ise mal sahipleri olmayanların seçilebilmesi
sağlanmıştır.
Mekanların şekillenmesinde temel üretim faaliyetlerinin, ekonomik
faaliyetlerin etkili olduğu görülmektedir. “Yerele dayalı iktidar yapısının çözülüşü ve
ulus-devlet ölçeğinin hakimiyetine doğru ortaya çıkan yönelimin arkasındaki temel
itki, yerel ölçeğin kapitalist üretim ve birikim süreçleri açısından sınırlı kalmasıdır.
Bir kez yerele dayalı toplumsal örgütlenme çözüldüğünde ortaya daha büyük ölçekte
bir mekansal sabitin çıkması kaçınılmazdır. Kapitalist üretim ve yeniden üretim
süreçleri bu tür bir düzenleme olmadan yaşayamaz. Bu çerçevede, ulus-devletin bir
ölçek olarak ortaya çıkması, kapitalizmin kendi yarattığı mekansal eşitsizliklere, belli
ölçeklerde zorlanmış ya da düşlenmiş bir homojenlik kazandırma gereksiniminden
doğmuştur. Ortak bir para birimi, ortak bir mal ve emek pazarı yaratmak, özel
mülkiyeti güvence altına alacak hukuksal yapıları belli bir ölçekte yaratmak
kapitalizm için gereklidir. Kısaca, verili bir tarihsellik içinde ve teknolojik düzeyde,
bu tür bir homojenlik için şehir devlet ölçeği küçük, küresel ölçek ise büyük gelmiş,
bu süreçten, ulus-devlet ölçeği karmaşık siyasal mücadelelerin sonucunda başat
ölçek olarak çıkmıştır”(Şengül, 2000:127). Günümüzde ise yaşanan teknolojik
gelişmeler, ekonomik faaliyetlerin mekana olan bağlılığını azaltırken mekansal
ölçeklerin geçmişe göre öneminin daha zayıfladığı görülmektedir. Mekansal ölçekler
içinde en büyük ölçek olan küresel ölçek günümüzde önemli hale gelmiştir. Zaman
19
ve mekanda daralma yaratan küreselleşme pazarın önündeki engellerin aşılmasında
önemli bir rol oynamaktadır. Bu yeni ölçekte yeni güç ilişkileri ve siyasal iktidar
ilişkileri doğmaktadır. Yerel günümüzdeki küresel pazarda kendiliğinden bir aktör
olarak hareket edebilmektedir. Küresel ekonomi ile doğrudan ilişki kurmakta, kendi
üst ölçeğinden ayrı ilişki kurabilen bir ölçek olarak önemini devam ettirmektedir.
1.3. YEREL YÖNETĐM TÜRLERĐ
Yerel yönetimleri hukuki yapısı, organlarının oluşturulması, işlevleri ve
verdiği hizmetlerin nitelikleri yanında kurulu bulundukları yerin büyüklüğü gibi
kriterlere göre farklı şekillerde sınıflandırmak mümkündür. Yerinden yönetim
kuruluşlarını sınıflandırmada temel hareket noktasını yönetsel ve işlevsel ayrımların
oluşturduğu görülmektedir.
1.3.1. Yönetsel Yerinden Yönetim
Yerel yönetim, yer yönünden yerinden yönetim kuruluşları ve hizmet
yönünden yerel yönetim kuruluşları olarak ikiye ayrılır. Yer yönünden yerel yönetim
kuruluşları bir arada yaşamaktan kaynaklanan ortak nitelikli yerel ihtiyaçların
karşılanması için faaliyet gösterirken Hizmet Yerinden Yönetim kuruluşları hizmete
bağlı olarak o hizmetin teknik bilgi ve uzmanlık gerektiren, daha karmaşık kamu
hizmetlerinin verilmesi için faaliyet gösteren kuruluşlardır(Keleş, 2006: 23).
1.3.1.1. Hizmet Yönünden Yerel Yönetim
Đşlevsel yerinden yönetim olarak da adlandırılan hizmet yönünden yerinden
yönetim kuruluşları, uzmanlık ve teknik bilgi gerektiren işlerin ve hizmetlerin
sunulmasında merkezi yönetim dışında bu hizmetleri sunan ve yerine getiren özerk
kuruluşlardır. Bu kuruluşlar ülkenin tamamına hizmet verebildiği gibi belli bir
bölgesine ya da bir kısmına da hizmet sunabilmektedirler. Bu kuruluşların kendi
bütçeleri ve ayrı ve özerk yönetimleri vardır. Üniversiteler, Sosyal güvenlik
kuruluşları, Ticaret ve sanayi odaları, bu kuruluşlara örnek olarak verilebilir.
20
Hizmet yerinden yerel yönetim kuruluşları teknik özellikler taşıyan kamusal
mal ve hizmetlerin üretimi için oluşturulan yönetsel özerkliği olan kamu tüzel
kişileridir. Bu kuruluşlar bir alan, bir meslek ya da bir yerle ilgili bağımsızlık ve
egemenlik yetkileri taşımazlar yetkilerini yasalar çerçevesinde kullanan
kuruluşlardır. Merkezi yönetimin yer yönünden yerel yönetim kuruluşlarında olduğu
gibi hizmet yerinden yönetim kuruluşları üzerinde de denetimi söz konusudur.
“Hizmet yönünden Yerel Yönetim (Đşlevsel Yerinden Yönetim), teknik bilgi
ve uzmanlık gerektiren belli kamu hizmetlerinin özeğin dışında, merkezi yönetimin
denetimi altında anacak bağımsız bir örgütçe yerine getirilmesidir”(Keleş, 2006: 23).
1.3.1.2. Yer Yönünden Yerel Yönetim
Yer yönünden yerel yönetimler belli bir yerdeki topluluk temel alınarak ve
bu topluluğun yerel nitelikteki ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla oluşturulan
yönetsel özerkliği bulunan kuruluşlardır. Yer yönünden yerel yönetimlerde belli bir
yerdeki topluluğun seçmiş olduğu ve onların temsilcisi olan yönetim organlarının
özerkliği söz konusu iken hizmet yerinden yönetim kuruluşlarında hizmete bağlı bir
özerklik söz konusudur. Yer Yönünden Yerinden Yönetim(Mahalli Adem-i
Merkeziyet) biçiminde ise, bir yerde yaşayanların ortak ve yerel nitelikteki
gereksinmelerini yeterince karşılayabilmek ve bunları kendi organları eliyle
gerçekleştirebilmek için özerklik tanınması söz konusudur.
Bazı yazarlarca siyasal anlamda yerel yönetim ayrımı yapıldığı da
görülmektedir. Ancak bir yerel yönetimden bahsedebilmek için o yerel yönetimi
yasal olarak, coğrafi olarak kuşatan ve tek merkezde toplanmış yasama, yürütme ve
yargı erk’ine sahip olan bir merkezi yönetimin olması gerekir. Bu yetkilerin bir kamu
tüzel kişiliğine verilmesi ise bir merkezi otoriteye bağlı olan tüzel kişiliğin bağımsız
ve merkezden ayrı bir tüzel kişilik oluşturmasını ifade eder. Böyle bir oluşum ise
siyasi, idari ve mali anlamda bir merkezi yönetime bağlı olan yönetimin bu yetkilerle
yerellikten çıkarak merkez konumuna geçmesini ifade eder. Bu ayrı bir siyasal rejim
ve siyasal oluşumdur. Bu durumda başta yasal düzenleme yapma yetkisi olan yasama
21
ve buna dayanılarak yapılan, idari, mali ve hukuksal düzenleme yapma yetkisi
bağımsız olarak kullanılmakta ve bağımsızlığı ifade etmektedir.
1.4. MERKEZĐ YÖNETĐM VE YEREL YÖNETĐM ĐLĐŞKĐLERĐ
Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında hizmet, yetki ve kaynakların
bölüşümü söz konusu olduğu için ilişiklerin siyasi, mali ve yönetsel boyutları vardır.
Hizmet ve yetki bölüşümü doğal olarak yönetsel kuruluşlar arasında kaynak
bölüşümünü de zorunlu kılmaktadır. Yerine getirilmesi gereken hizmetlerin belirli
bir gelire bağlı oluşu nedeniyle bu ilişkilerlin belirleyici ve daha çok üzerinde
durulan yönünün mali ilişlikler olduğu görülmektedir. Öyle ki yönetsel özerkliğin,
tek başına özerkliliği sağlayamayacağı bunun mali özerklik ile tamamlanması
gerektiği, özerkliğin tam olarak bu şekilde sağlanacağı ifade edilmektedir. Gelir
paylaşımı maliye bilimince incelenirken yetki ve görev paylaşımı yönetim hukuku
bilim dalı tarafından incelenmektedir.
“Yerel yönetimlerle merkezi devlet ilişkisini betimlemesi açısından Birleşmiş
Milletler, Avrupa Konseyi ve Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği (IULA)
belgelerinde yer alan ve Türkiye’nin de onayladığı evrensel nitelikler oldukça
önemlidir. Öyle ki, bu belgelere göre yerel yönetimler ülkenin yönetim sisteminin
bütünlüğü içindeki bir kuruluştur ve yerel yönetimlerin kuruluş ilkeleri, görev ve
yetkileri, gelir sistemleri yasama organı tarafından belirlenir. Öte yandan, yerel
yönetimler merkezi yönetimin hiyerarşik denetimi altında olmamakla birlikte
merkezi yönetim, ülke yönetiminde birlik ve bütünlüğü sağlamak amacı ile yerel
yönetimlerin de uymaları gereken ulusal amaçları, hedefleri, ilkeleri ve standartları
belirler”(Ersöz, 2005:761).
Merkezi yönetimle yerel yönetimler ilişkisinin birincisi, “temsilci”, diğeri
“ortaklık” modeli olmak üzere temelde iki şekilde ele alındığı görülmektedir.
Merkezi yönetimin temsilcisi konumundaki yerel yönetimlerin, merkezi yönetimin
yerel düzeydeki bir temsilcisi gibi faaliyet gösterdiği şeklinde ele alınırken, ortaklıkta
22
ise yerel yönetim merkezi yönetim dışında daha çok kararlar alabilen bir karşılıklı
işbirliği ve bağımlılık söz konusudur. Yerel yönetimlerle ilgili politika ve hedefler
ulusal düzeyde merkezi yönetimce belirlenmektedir. Ancak her iki bakış açısında da
daha önce vurguladığımız gibi bir bütünden söz edilmektedir. Yerel yönetimler kamu
yönetimi sisteminin bir parçasıdır. Merkezi yönetim yerel yönetimlere yönelik
politikalarıyla bu kurumların rol yapı ve işlevlerini belirleyebilmekte ve
değiştirebilmektedir.
Merkezi ve yerel yönetimler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi gerekli ve
önemlidir. Aksi halde yönetim birimleri arasındaki eşgüdüm, uyum ve bütünlük
yerini karmaşaya ve kamu hizmetlerinde aksamaya bırakır. Yönetimler arasındaki
ilişkiler genel olarak şu nedenlerle düzenlemelidir;
- Kamu düzeninin korunarak yönetimin bütünlüğünün sağlanarak ve
yönetimler ararsı çekişmelerin önlenmesi
- Kaynak kullanımında etkinliğin sağlanması ve kaynak verimliliğinin
sağlanması
- Kamu yönetim birimleri ararsında rekabet ve yetki çatışmalarının
önlenmesi dolayısıyla yönetsel ve kaynak etkinliğinin sağlanması
- Yönetimler arasında ve hizmetlerde eşitlik sağlanarak iller ve bölgeler
ararsındaki gelişmiş farklarının ortadan kaldırılması
- Görev, yetki ve kaynak dağılımında açıklık sağlanarak sorumluluk
bilincinin kazandırılarak ve denetimde kolaylık sağlanması
Mali tevzin olarak da ifade edilen yönetimler ararsında gelirlerin paylaşımı
konusunda temel yaklaşım, yüklenilen görevleri sağlayacak olan kaynaklara yönetim
kuruluşlarının kavuşturulması gereği yönündedir. Bu konuda görev ve kaynak
dengesi ve uyumunun sağlanması gerektiği açıktır. Bu iki unsur arasındaki bir
uyumsuzluk kamu hizmetlerinin aksaması ve kaynak kaybına yol açacaktır. Aynı
şekilde görev ve yetki paylaşımı konusunda da bir uyum ve dengenin gözetilmesi
23
gereklidir. Çok görev yüklenmiş ancak yetki sıkıntısı yönetsel birimde kilitlenmeye
az görev çok yetki ise yönetsel birimde savurganlık ve sorumsuzluğa neden olacaktır.
Günümüzde çoğulcu demokrasilerde egemen olan anlayış yerel özerkliğin
sağlanması ve idari vesayetin yerine hukuka uygunluk denetiminin getirilmesi
yönündedir. Yönetimler ararsındaki ilişkilerin diğer boyutlarını da etkileyen görev
bölüşümü yapılırken kullanılan ölçütler hizmetlerin ekonomik ve sosyal niteliği
hizmet verilen alanın genişliği ve bu alandaki nüfus büyüklüğü ve hizmet veren
yönetim kuruluşunun nitelikleri olarak öne çıkmaktadır. Bu ölçütler siyasal,
ekonomik ve yönetsel ölçütlerdir. Bu ölçütlerin birbiri ile çeliştiği de olmaktadır. Bir
görevin hangi birim tarafından gerçekleştirileceğine karar verilirken bir ya da birkaç
ölçüt sağlanırken diğer bir ölçüt sağlanamayabilmektedir. Örneğin demokratiklik
ölçütü bazen etkinlik ve ölçek ekonomisi ölçütü ile çelişebilmektedir.
Etkinlik ölçütü kamu hizmetinin en uygun, en az maliyetle en çok faydayı
sağlayacak şekilde karşılanmasını ifade eder. Buna göre kamusal hizmetler etkinlik
maliyet analizi olarak ortaya çıkmaktadır. Merkezi yönetim bazı hizmetlerde yerel
yönetime göre daha etkin ve daha az maliyetle faaliyet gösterirken bazılarında ise
merkezi yönetim daha az maliyetle daha etkin olabilmektedir.
Kamu Hizmetleri ulusal kamu hizmetleri ve yerel kamu hizmetleri şeklinde
ayrılmaktadır. Merkezi idareler genellikle tam kamusal mal ve hizmet sunarken yerel
yönetimlerde yarı kamusal mal ve hizmet sunumunu yapmaktadırlar. Hizmetlerin
bölünebilirliği ile ekonomik olarak anlaşılması gereken mal ve hizmetlerin
fiyatlandırılabilme özelliğidir. Örneğin ulusal savunma adalet gibi kamusal mallar
tam kamusal mallar olarak tanımlanırken sokakların temizliği su ve kanalizasyon
hizmetleri sokak aydınlatmaları yarı kamusal mallara örnek olarak verilebilir. Burada
tam kamusal malların faydalarının bölünemez nitelikte yarı kamusal mal ve
hizmetlerin ise bölünebilir oldukları görülmektedir. Faydanın bölünebilmesi mal ya
da hizmetin fiyatlandırılabilmesidir.
24
Faydanın bölünebilir olması ya da fiyatlandırılabilirlik dışsallık kavramı ile
de ilişkilidir. Dışsallık üretilen mal ve hizmetin fayda ya da maliyetinin taşmasını
ifade eder. Yönetim birimlerince üretilen mal ve hizmetlerde maliyet taşmaları
pozitif ya da negatif dışsal etkiler gösterebilmektedir. Örneğin bir fabrikanın atıkları
negatif dışsal bir etki yaparken Eğitim hizmetlerinin tüm topluma yayılan pozitif
dışsal etkileri söz konusudur.
Bazı durumlarda Kamusal hizmetlerin ölçekleri küçük olan yerel
yönetimlerce yerine getirilmesi kaynak kaybına yol açmakta ortalama maliyetlerin
yüksek seyretmesine engel olunamamaktadır. Örneğin eğitim, sağlık, enerji
hizmetlerinin merkezi yönetimce verilmesi maliyetleri azaltmakta iken yerel
yönetimlerce üretilmesi maliyetlerin artmasına neden olabilmektedir. Yani bu
durumda ölçek ekonomisinden faydalanılamamış olunmaktadır.
Yerel Yönetimler ve merkezi yönetim arasında görev ve yetki paylaşımı üç
yöntem kullanılarak yapılmaktadır. Bunlar Genellik ilkesi, Yetki Đlkesi, Liste ilkesi
olarak ifade edilmektedir. Genellik ilkesine göre yerel yönetimler yasaların açıkça
göstermese dahi yasaklamadığı ve başka bir kuruma vermediği görevleri yerine
getirebilirler. Liste ilkesine göre ise yerel yönetimler açıkça kendilerine verilen ve
tek tek belirtilen görevleri yapabilirler. Yetki ilkesi sistemde ise yerel yönetimler
yapmak istedikleri her görevle ilgili olarak merkezi yönetimden yetki alınmak
durumundadır. Yerel yönetimlerin görevleri sayılmakla beraber sayılan görevler
dışındaki görevleri de yasaklanmadığı ve başka bir kuruma verilmediği sürece yerine
getirebilmektedirler. Yani yerel yönetimlerin görevleri konusunda hem genellik
ilkesi hem de liste ilkesi görülmektedir.
Yerel ve Merkezi yönetimin birimleri ararsında yetki ve görev paylaşımı
yapılırken kullanılan farklı ölçütler yanında bu yönetimlerin yarar ve sakıncalarının
karşılaştırılarak değerlendirilmesi de tartışmalara katkı sağlayacaktır. Yönetimlerin
birbirlerine kıyasla yarar ve sakıncalarına ilerde değinilecektir. Yerel yönetimlerle
ilgili kavramsal çerçeveyi daha iyi çizebilmek için bazı kavramların anlaşılması
yararlı olacaktır.
25
1.4.1. Yetki Genişliği
Merkezi yönetim görevlerini merkezi yönetim örgütü ve merkezden uzaktaki
yönetim birimlerine tanınan yetki genişliği ile yürütür. Merkezi yönetimlerin ülkenin
her yanındaki kamusal mal ve hizmetin sağlanması ve toplumsal düzenin
kurulmasında rol alması çeşitli sorunlara yola açabilmektedir. Bu nedenle merkez
dışındaki yerlerde merkezi yönetimin yetkilerini kullanan ve merkez adına görev
yapan çeşitli yönetim birimleri kurulur. Bu birimler yetki genişliği çerçevesinde
kamusal hizmetleri sağlarlar. Böylece hizmet üretiminde ve sorunların çözümünde
yaşanan gecikmeler önlenerek daha hızlı çözüm sağlanabilmektedir. “Yetki genişliği
merkezden yönetimin bazı sakıncaların gidermek için merkez tarafından kendi
memurlarına bazı yetkilerin devredilmesinden ibarettir”(Nadaroğlu, 1994: 22).
Merkez adına ve merkezin onayı ile görev yapan, yönetim birimlerinin kullanmış
olduğu bu yetki, yetki genişliği olarak ifade edilir. Yetki genişliği ile merkezi
yönetimin yereldeki temsilcisi olan yöneticilerin hızlı karar alabilme ve sorunlara
zamanında çözüm bulabilme olanağı artarak bürokrasi azaltılır. Yetki genişliği ile
yereldeki kamu yöneticisinin karar alma yeteneği artırılarak kamu yönetimine
esneklik kazandırılmış olmaktadır. Yetki genişliği il yönetimlerinde yaygın
uygulama olanağı bulmakla birlikte merkezi yönetim örgütü içindeki birimlerde de
yetki devri söz konusu olabilmektedir. Yetki devri coğrafi uzaklıkla ilişkili ancak
tamamen bu uzaklıkla ilgili bir kavram değildir. Aynı bina içinde de yetki genişliği
ilkesi uygulanabilmektedir. Yerel yönetimler kendilerine yasalar çerçevesinde
tanınan yetkileri olan, seçilmiş organları aracılığı ile yönetilen yetki genişliğinin
dışındaki kuruluşlardır.
Yetki genişliği, merkezi yönetim tarafından sağlanan ve merkezi yönetimin
bir uygulaması olduğu için tüm yetkiler merkezi yönetime aittir. Yerel yönetimin
kendi adına ve bağımsız hareket etme serbestisi yoktur. Yetki genişliği adı verilen bu
sistemde, merkezi yönetimin taşra teşkilatında görev yapan yüksek düzeyde kamu
görevlilerine belirli konularda kararlar alma ve uygulama yetkisi tanınır.
(Gözübüyük, 2006 : 41).
26
Yetki genişliği ile yetki devri kavramları zamana zaman biribirlerinin yerine
kullanılmakla birlikte bu iki kavram farklı anlamlar ifade eder. Merkezi yönetimin
yerel nitelikteki faaliyetlerini, o yerde kurdukları yönetim birimleri ile yürütmeleri
yetki genişliğine dayanan bir uygulamadır. Yetki genişliği, merkezi yönetim
etkinliğini ve esnekliğini arttırmaktadır. “Yetki devrinde yasalar hangi konularda
hangi yetkilerin, hangi makama devredilebileceğini öngörülür. Bu gibi durumlarda,
yönetsel bir işlemle yetki devredilebilir. Yetki devri ile birlikte hem karar alma
yetkisi hem de sorumluluk yetki devredilene geçer”(Gözübüyük,2006:41). Valilerin
kullanmış olduğu yetkiler yetki genişliği uygulamasına örnek olarak verilebilir. Đl
idarelerinin başında bulunan valilere, merkezi hükümet ve onun temsilcisi olan bakan
adına yasalarda belirtilen konularda karar alma, uygulama yetkisinin verilmesi bir
yetki genişliğidir.
Yerel yönetimler yetki genişliği dışında kendi yetkilerini kullanan
kuruluşlardır. Belediyeler yetki genişliği dışında yasalarla belirlenen ve çerçevesi
çizilen görev ve yetkileri seçilmiş organları aracılığı ile kullanan özerk kuruluşlardır.
Yetki genişliği merkezi yönetim örgütünün merkez dışındaki birimlerine kamusal
görevlerini yerine getirebilmeleri amacıyla merkezi yönetimce verilen yetkilerdir.
Yerel yönetim kuruluşları yetki genişliği dışında kalan, kendilerine ait olan yetkileri
kullanan kuruluşlardır. Yetki genişliğinde merkezdeki kuruluşlar merkezden uzakta
bulunan bir örgüte, belli işlevlerin yerine getirilmelerine yetecek yada daha çok
yetkiyi, kendi adlarına kullanmak üzere devrederler. Merkezdeki kuruluşların, kimi
etkinliklerini, taşrada kurdukları örgütler eliyle yürütmeleri, yetki genişliğine
dayanan bir uygulamadır(Ulusoy, Akdemir, 2002:21).
1.4.2. Đdari Vesayet (Yönetsel Denetim)
Yerinden yönetim bir ülkenin yönetim sisteminin bir parçasıdır. Kamu
yönetimi merkezi yönetim ve yerinden yönetimden oluşan bir bütün olduğuna göre
yönetsel bütünlüğün, siyasal bütünlüğün ve her açıdan etkinliğin sağlanabilmesi için
yerel yönetin ve merkezi yönetimler arasında uyum ve birliğin olması gereklidir. Bu
nedenle yerel yönetimlerin merkezi yönetimden ayrı ve merkezi yönetimin
27
tamamıyla kontrolü dışında olmaları olanaklı değildir. Đşte bu bütünlüğün ve
etkinliğin sağlanmasına yönelik olarak yerel yönetimlerin denetimi gereklidir.
Yerel yönetimlerde denetimi kendi organları ile denetimini ifade eden iç
denetim ile devletin diğer birimleri ve organlarınca denetlenmesini ifade eden dış
denetim olarak ikiye ayrılabilir. Yerel yönetimlerde, Đç denetim dışında Sayıştay
tarafından mali denetim, yargı organlarınca yapılan yargısal denetim, parlamento
tarafından yapılan siyasal denetim ve merkezi idare örgütünce yapılan, “idari
vesayet” denetimi olarak da ifade edilen yönetsel denetim uygulanır.
“Kamu hizmetlerinin yürütülmesindeki temel ilkelerden biri de uyum ve
birliğin sağlanmasıdır. Buradaki uyum ve birlik, hizmet alanı itibari ile ülkenin
tümünü kapsamaktadır. Ademi merkeziyet, dolayısıyla mahalli idareler, bu uyumu ve
birliği bozabilecek niteliktedirler. Çünkü mahalli idarelerin her biri, kendine tanınan
özerklikten farklı şekilde faydalanabilirler ve dolayısıyla hizmetleri hem bölgeler
arasındaki ekonomik ve sosyal eşitliksizler de sebep olabilir. Örneğin, geri kalmış
bölgelerin seçenleri de, seçilenleri de çevre sağlığı, kanalizasyon, park vb. konulara
gereken önemi vermek hususunda gelişmiş bölgelerin seçenleri ve seçilenleri kadar
bilinçli ve bilgili olmayabilirler. Bazı bölgelerde de politikacılar duruma hakim olup
parti çıkarları açısından tercihlerin saptırılmasında etken olabilirler. Bütün bunlara
karşılık unutmamak gerekir ki, ülke idare açısından bir bütündür”(Nadaroğlu,
1994:25-26).
Vesayet denetimi merkezi yönetimden ayrı ve özerk olarak çalışan yerinden
yönetim kuruluşlarının merkezi yönetim tarafından yasalarla belirlenen sınırlar
içerisinde denetlenmesidir. Bu denetimin amacı yerel yönetimlerin yasalarla
belirlenen sınırlar içerisinde belirlenen kurallar içerisinde çalışmasını sağlamaktır.
Denetim yönetimin kanunlara uygun olarak çalışmasını ve ülke yönetiminde
bütünlüğün sağlanarak, özerkliğin amaç dışında kullanılması önlemek amacıyla
yapılır.
28
Anayasanın 127. maddesinin hükmüne göre, merkezi yönetime yerel
yönetimler üzerinde şu nedenlerle vesayet hakkı tanınmıştır:
- Yerel hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun biçimde yürütülmesi,
- Kamu görevlerinde birliğin sağlanması,
- Toplum yararının korunması,
- Yerel ihtiyaçların gereği gibi karşılanması (Coşkun, 1996:37).
Kamu yönetimleri etkinliğin ve yasalara uygunluğun sağlanabilmesi amacıyla
denetlenirler. Merkezi yönetim kendisine bağlı olan alt birimlerini hiyerarşik denetim
yoluyla denetler. Hiyerarşik denetim üst makamların alt makamları, ast üst ilişkisi
içerisinde denetlemesini ifade eder. “Hiyerarşik denetim mahalli idarelerin idari ve
mali özelliği ile bağdaşamaz”(Nadaroğlu, 1994:26).
Yerel yönetimlerin gelirleri ile ilgili olarak merkezi yönetimin yerel
yönetimler üzerinde kaynak sağlama bakımından bir mali denetim olanağı
bulunduğu da ifade edilmektedir. Yerel yönetimlerin önemli gelir kaynaklarından
biride merkezi yönetimden aldıkları mali yardımlardır. Mali yardımlar merkezi
yönetimin yerel yönetimler üzerindeki denetim yollarından birisini oluşturmaktadır.
Bu denetimi yönetsel denetim olarak düşünmek de olanaklıdır. Mali yardımlar
yoluyla denetim kaynakları yetersiz olan yerel yönetimler üzerinde uygulanan en
etkili denetim yollarından birisi olmaktadır. Mali yardımlar, belirli bir hizmetin
yerine getirilmesi için verilen şartlı yardımlar ve şartsız yardımlar olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır. Şartlı yardımlar tahsis edildikleri amacın dışında kullanılamaz, şartlı
yardımların verilmesinde objektif kıstas bulunmamaktadır. Yardımın verilmesi ve
miktarı merkezi yönetimin takdirine bağlıdır. Genel kural gereği yardımlar,
kullanacağı alanla ilgili bakanlığın o yardıma ihtiyaç duyduğu konusunda ikna
edilmesine bağlıdır. Düzenleme ve talimat verme yoluyla denetim, “Avrupa’da yerel
yönetimlerin görev alanları çok geniş olduğundan dolayı yerel yönetimlere ilişkin
yasalarda, genellikle bu yasaların nasıl uygulanacağı hususunda düzenleme yapma
yetkisi ilgili bakanlığa bırakılmaktadır. Yasalar genel ilkeler koymakta ve ayrıntılar
29
çoğu zaman bir bakanlık tarafından düzenleyici işlemler ve talimatlarla
düzenlenmektedir”(Ekici,Toker, 2005:15-16).
“Türk mahalli idareleri üzerinde uygulanan vesayet denetimi, esas itibariyle,
belediye idareleri üzerinde bir yoğunluk göstermektedir. Bununda başlıca nedeni,
mahalli idareler arasında en fazla belediyelerin mahalli idare niteliği taşımalarıdır.
Her ne kadar köy idareleri – belediyelere kıyasla – daha özerk iseler de, bu görünüm
daha çok teoride kalmaktadır. Köylerin, merkezi idare taşra yetkililerine hiyerarşik
tabiiyetleri o derecede doğal bir durum almıştır ki, vesayet denetimi, hemen hemen
hiyerarşik denetime dönüşmüştür demekte, fazla abartma yoktur”(Aktan, 1976:22).
1.4.3. Özerklik
“Özerklik kurumların kendi öz sorumlulukları altında ve ülke yararları
doğrultusunda kendi hizmetlerini düzenleme haklarıdır”(Tortop, 1991:3). Özerk
kuruluşlar karar alma ve aldıkları bu kararları uygulama hakkına sahiptirler.
Özerklikte özerk kurumlar hiçbir baskı ve engelleme olmadan karar organlarını
oluşturup karar alabilirler. Karar alırken karar organlarının özgür olması gereklidir.
Ancak bu özgürlük ülke yararına aykırı ve yasal çerçevenin dışında bir özgürlük
anlamı taşımaz. Örneğin karar organları görev ve yetki alanına girmeyen bir konuda
karar alıp o kararı özerklik adına uygulayamazlar.
Özerklik hizmetlerin etkinlik ve verimliliğini ve hızlı bir şekilde halka
sunulması için gereklidir. Özerklik yönetimde etkinlik ve demokratikleşmenin bir
yöntemi olarak görülmektedir. Yönetimde bütünlük ilkesini zedeleyici kişi ve
kurumlara özel çıkarlar sağlayıcı uygulamalar özerklik uygulamasına ters
düşmektedir. Özerklik gerek yer yönünden yerel yönetim kuruluşlarına gerek hizmet
yerinden yönetim kuruluşlarına tanınmıştır. Kamu yönetimi kurumlarının özerklikleri
anayasalarca güvence altına alınarak düzenlenmiştir.
Yerinden yönetimlerin merkezi yönetim dışında seçimle belirlenmiş ayrı
karar organları, ayrı bütçeleri vardır. Yerel yönetimler idari ve mali olarak merkezi
30
yönetim karşısında özerk olmaları söz konusudur. Ancak yerel yönetimlerin
kararlarından bağımsız oluşu bu yönetimlerin merkezi yönetimin kontrolü dışında
bağımsız hareket etmelerini ifade etmez. Yerel yönetimler yasalarda belirtilen
konularda yasalarla çizilmiş çerçeve içerisinde özerktirler. Özerklik hizmetlerde ve
yönetimde etkinlik ve verimliliğin bir aracıdır. Özerklikten yönetimlerde beklenen
başlıca fayda üretkenlik ve yaratıcılığın artmasıdır. Özerklik kuruluşların ve
yöneticilerinin siyasal otoriteden bağımsız onun etkisi altında kalmadan rahat
çalışabilmelerinin de bir yöntemi olarak görülmektedir.
Özerklik yöneticiler ve kurumlar üzerindeki politik baskıların önlenmesi ve
rahat çalışmalarını sağlamanın bir yöntemidir. Özerklik nitelikli ve nesnel insanların
elinde yararı ortaya çıkan bir yöntemdir. Özerklik kavramsal olarak bir anlam ifade
etmemektedir. Uygulama önemlidir. Uygulayıcıların tutumları önemlidir. Özerk
kurumların yetkileri bu yetkilerini iyi kullanmazlar ise, özerklikten beklenen yararlar
sağlanamayacağı gibi büyük bunalımlara neden olabilir. Özerklik bu açıdan bakılırsa
tek çözüm ve seçenek değildir. “Özerk olmadığı halde etkin ve tarafsız bir denetim
sayesinde başarılı çalışmalar yapmış ve özerksizlikten hiç zarar görmemiş
kurumlarda vardır”(Tortop,1991:5). Özerklik uygulaması gerekli olan ancak amaca
uygun olarak kullanılmadığında beklenen yararı sağlayamamaktadır. Özerklik doğru
kullanıldığı zaman ve yetenekli yöneticilerin elinde beklenen yararı sağlayan bir
uygulamadır. Özerkliğin sağlanabilmesi için özerk kuruluşların bağımsız organlara
sahip olmasına, bu organları aracılığı ile karar alma yetkisine ve alınan kararların
uygulanması için bütçe olanaklarına sahip olmaları gerektiği vurgulanmaktadır.
Yerel yönetimleri demokratikleşmenin vazgeçilemez kuruluşları olarak
niteleyen Avrupa Konseyi, Avrupa yerel Yönetimler Özerklik şartını yürürlüğe
sokmuştur. 1980’li yılların başında yürürlüğe giren ve Türkiye’nin 1988 tarihinde
imzaladığı bu şart temel olarak demokratik bir Avrupa için yerel yönetimlerde halkın
katılımının önemini vurgulamaktadır. Yerel yönetimlerin çalışabilmesi için
özerkliklerinin sağlanması, yetki ve mali olanaklara kavuşturulması gerekliliğini
vurgulayan şart yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusunda düzenlemeleri
içermektedir. Şartta Yerel yönetimlerin denetiminin yalnızca belirlenen yöntemlere
31
göre denetleneceği, bu denetimin anayasada ya da yasalarda öngörülmüş olmasını ve
denetimin yalnızca hukuka uygunluğun sağlanması amacıyla yapılacağını
belirtmektedir(Keleş, Mengi, 2002: 13). Türkiye’de yerelleşme sürecinin AB ile
bütünleşme sürecinde, AB’nin de etkisi ve yönlendiriciliği altında olduğu
görülmektedir. Yerelleşme bu anlamda küresel bir aktör olan AB tarafından
desteklenerek, birlik üyesi ülkelerde uygulanması için politikalar geliştirilmektedir.
“Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı şöyle tanımlanmaktadır: “özerk
yerel yönetim kavramı, yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar
çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümü kendi sorumlulukları altında ve yerel
nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını
taşır. Bu hak, doğrudan, eşit ve genel oya dayanan gizli seçim sistemine göre
serbestçe seçilmiş üyelerden oluşan ve kendilerine karşı sorumlu yürütme
organlarına sahip olabilen meclisler veya kurul toplantıları tarafından kullanılacaktır”
(Coşkun, 1996:42).
1.5. YEREL YÖNETĐMLERĐN ĐŞLEVLERĐ
Yerel yönetimlerin ortaya çıkış nedenleri, işlevleri, yararları birbirinden
ayrılamaz niteliktedir. Bu nedenle yerel yönetimler siyasal gücün dağılımını,
ekonomik bölüşümün gerçekleşmesi ve sosyal yaşamın devamında önemli
kuruluşlardır. Devletlerin kamu hizmetlerini merkezi örgütleri mi yoksa yerel
yönetim örgütleri aracılığı ile mi vereceği ya da hangi alanlarda hangi yönetim
örgütünün yetkili ve görevli olacağı, ülkeden ülkeye değişmekte, ekonomik, siyasal,
kültürel bir çok farklı etken tarafından belirlenmektedir.
Yerel yönetimlerin varoluş ya da ortaya çıkış nedenleri olarak ifade edilen
tarihsel köken açıklamaları ile günümüzde yerel yönetim işlevleri arasında ortak
noktalar olmakla birlikte yerel yönetimlerin işlevleri günümüzde hem sayıca artmış
hem de farklılaşmıştır. Üretim biçiminin ve toplumsal yapının değişimine bağlı
olarak yönetsel kuruluşların ekonomik ve siyasal işlevlerinin farklılaştığı
görülmektedir. Yerel yönetimler demokratikleşmenin gerçekleştirilmesi yanında
32
ekonomik ve sosyal kalkınmanın sağlanmasında da önemli işlevleri alan
kuruluşlarıdır. Ortak ihtiyaçlar ekonomik ve sosyal yapıda yaşanan değişimlere bağlı
olarak sürekli artmakta ve çeşitlenmektedir. Đnsanların yerel yönetim kuruluşlarından
ve dolayısı ile merkezi yönetimden beklentileri, değişen yaşam koşulları, ekonomik
ve sosyal sorunlar karşısında sürekli artış göstermektedir. Yerel yönetimler bir
yöredeki su, temizlik, kanalizasyon yapımı, gibi geleneksel işlevler yanında
sanayileşme ile ortaya çıkan, kent imarı, çocukların ve yaşlıların bakımı, eğitim
hizmetleri, sağlık hizmetleri, sosyal yardım ve sosyal hizmetler gibi sosyal nitelikli
olduğu kadar gelirin yeniden dağıtılmasını sağlayan ekonomik nitelikli işlevler de
üstlenmektedirler. Yerel yönetimlerin üstlendikleri işlevleri ekonomik, siyasal ve
sosyal değişmelerden etkilenmektedir. “Yerel yönetimlerin var oluş sebepleri
hakkında kesin şeyler söylemek mümkün değildir. Ayrıca sayabileceğimiz sebepler
arasında hangisinin daha etkili olduğunun belirlenmesi de zor bir iştir. Üstelik yerel
yönetimler var olduktan sonra çoğu zaman yeni işlevler de yüklenmişlerdir”
(Görmez, 1997. 43).
Yerel yönetimin varlığı ile üç amacın gerçekleştirilmek istendiği söylenebilir.
Bunlardan birincisi insanların temel haklarından birini kullanmaya olanak
vermesidir. Kişilerin mali güçleri olanak verdiği ölçüde piyasa mallarını
tüketebilmekte özgür oldukları kabul edilince, aynı kişilerin birlikteki
gereksinmelerini karşılayabilmek için bir araya gelerek kamu mal ve hizmetleri
üretiminde ve dolaysıyla tüketiminde de özgür oldukları kabul edilmek zorundadır.
Böyle bir kurumdan gerçekleştirmesi beklenen ikinci amaç etkinliktir. Toplumda
devletin üreteceği tüm kamu hizmetlerinin merkezi yönetimce üretilmesi gerçekte
çok pahalı bir çözümdür. Kamu hizmetlerinin sunulmasında, hem ekonominin, hem
de üretilen hizmetin yerel taleplere uyumluluğunun sağlanması, merkezi yönetimle
yerel yönetim arasında bir işbölümünün yapılmasını gerektirir. Ama yerel yönetim
olgusu sadece teknik bir işbölümü sorunu olarak algılanamaz. Bu işbölümünün de
ötesinde yerel yönetim anlayışı içinde gerçekleştirilmek istenilen son amaç
demokrasidir(Tekeli, 1983: 3). Organları seçimle belirlenen yerel yönetimler olan
mahalli idareler demokrasi ile yakından ilişkilidir. Mahalli idareler bütün ülkelerde
kamu yönetiminin önemli ve vazgeçilmez unsurudur. Mahalli idarelerin gücü ve
33
etkinliği söz konusu ülkedeki demokrasinin düzeyi ile yakından ilişkilidir. “Mahalli
idareler demokrasi açısından önemli olduğu kadar, yerel hizmetlerde verimliliği ve
etkinliği sağlamada da vazgeçilmez kurumlardır”(Ulusoy, Akdemir, 2002 :18) .Yerel
yönetimlerde halkın yönetime katılma isteği yerel yönetim birimlerinin sayısında
artışı gerektirmekte bu ise yerel yönetim birimlerinin çok küçük yerlerde de
kurularak kaynak dağılımında etkinlikten uzaklaşmaya neden olabilmektedir.
1.5.1. Ekonomik Đşlevleri
Çok geniş bir bakışla yerel yönetimler etkin, demokratik, doğru ekonomik
kararlar alınmasını ve hizmetlerin hızlı olmasını sağlarlar. Yerel yönetimler
ekonomik ve sosyal gelişmenin birer aracıdırlar. Dolayısıyla kıt kaynakların
kullanımı açısında yerel yönetimler özellikle az gelişmiş ülkelerde son derece önemli
ekonomik işlevler üstlenmişlerdir. Yerel yönetimler, merkezi yönetimler tarafından
ulusal ölçekte planlanan ekonomik ve sosyal programların uygulanmasında önemli
araçtırlar. Ekonomik ve sosyal planlar ulusal nitelikli olmalarına rağmen,
programların uygulanması için yerel düzeyde çalışacak olan yerel yönetimlerin
varlığı zorunludur.
Yerel yönetimlere kanunlarda verilen işlev ve görevlerin ekonomik ve sosyal
niteliklerinin birbirinden kesin çizgilerle ayrılamadığı görülmektedir. Yerel
yönetimler alt yapı hizmetleri yanında konut, eğitim sağlık alanında hizmet
vermektedirler. Örneğin belediyelerin, düzenli kentleşmeyi sağlamak amacıyla imarlı
ve altyapılı arsa ile konut ve toplu konut üretme ve yapılan konutları satma veya
belediye konutu olarak kiralama yetkisi vardır. Yerel yönetimlerin birçok faaliyeti
gibi konut yapımı ekonomik olduğu kadar sosyal bir nitelikte taşımaktadır.
Yerel yönetimler ekonomide çok önemli birer karar birimi olarak yer alırlar.
Yerel yönetimler toplumlardaki üretim, bölüşüm ilişkileri içinde yer alırlar. Yerel
yönetimler bir toplumda üretim için gerekli olan altyapının sağlanarak üretimin
yapılamasını sağlayarak çok temel bir işlev görürüler. Kentsel hizmetlerin verilmesi
34
ile işgücünün verimliliği ve kendini yeniden üretime hazır hale getirmesini sağlarlar.
Yerel yönetimler imar yetkileri, piyasayı düzenleme yetkileri, ekonomik girişimleri
yoluyla piyasadaki alıcı ve satıcı konumları, çalıştırdıkları personel bakımından
istihdam sağlayıcı konumları gibi birçok faaliyetleri ile üretimde ve bölüşümde son
derece etkindirler.
“1929 ekonomik krizine kadar yerel yönetim kuruluşlarının rolleri, piyasa
ekonomisinin geliştirilmesi doğrultusundadır. Kriz ve ardından gelen dönemde
gelişen refah iktisadı yaklaşımı çerçevesinde Krizin II. Dünya savaşının ortaya
çıkardığı sorunlar için sosyal programların önem kazanması nedeniyle, merkezi
yönetim ile yerel yönetimler ararsında ekonomik işbirliği dönemi başlamıştır. Yerel
yönetim kuruluşları bu dönemde özellikle sosyal politikaların uygulanmasında rol
almış ve oldukça çeşitlenmiş bulunan kamu hizmetlerinin yerel düzeyde uygulayıcısı
konumuna gelmişlerdir”(Sarıoğlu, 2007: 22).
Liberal düşünceye göre yerel yönetimler kamusal hizmetlerin piyasa
koşullarında üretilmesini sağlamalı ve özel kesimin gelir-gider ve kar mantığı
içerisinde etkinlik göstermesi gereken kuruluşlardır. Bu düşünce doğrultusunda
sadece yerel yönetimler değil diğer kamu yönetim birimleri de piyasa mantığı ile
hareket eden kuruluşlar olarak değerlendirilmektedir. Liberal anlayış çerçevesinde
geliştirilen Tiebout tezi bu savunusu ile dikkat çekicidir. Bu teze göre vatandaşlar
kendilerine en uygun ve en kaliteli hizmet veren yöreleri ve yönetimlerini buralara
göç ederek bu hizmetleri diğer birimlere tercih etmektedirler. Aynı siyasal karar
mekanizmalarının oluşturulmasında olduğu gibi bazı yerel yönetimleri diğerlerine
tercih ederek ayakları ile oylama yapmaktadırlar. Yani tam rekabet varsayımı ille
hareket edilmektedir. Bu teze göre yerel yönetimler en maliyetsiz bir şekilde hizmet
sunarak kaynak kullanımında etkinliği sağlayacaklardır. Bu bakış açısına göre yerel
yönetimler piyasaya en uygun yönetim birimleri olarak yani piyasa mantığı ile
etkinlik sağlamaya en uygun birimler olarak yerel yönetimleri görmektedirler.
Böylece tüketici dengesi ve üretici dengesinin sağlanacağı ifade edilmektedir.
35
Yerel yönetimlerin piyasa mantığı içinde çalışması için serbestçe karar
almaları halinde çeşitli yerel yönetim birimleri arasında tam rekabet koşullarının
bulunmayışı nedeniyle ekonomik etkinlikten uzaklaşılacağı ifade edilerek Tiebout
tezi eleştirilmiştir. Bu durumda hizmetlerin düzenliliği ve standartlarının yönetim
birimleri arasında farklılaşacağı ifade edilmiştir. Böylece kamusal hizmetlerde
standart kalite düzeyinin yakalanması olanaklı olmayacaktır. Farklı gelir düzeyine
sahip vatandaşlar arasında vergi ve hizmet fiyatlarının farklılığı nedeniyle sosyal
faydanın adil dağıtılması olanaklı olamayacaktır.
Yerel yönetimlerin ekonomik etkinlik sağlanmasında önemli bir yönetim
birimi olmaları yanında, gelişmiş ülkelerde yerel yönetim reformlarının daha çok
siyasal işlevlerde odaklandığı görülmektedir. “Bu nedenle gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerde ülkelerin kendine özgü koşullarını göz ardı ederek değerlendirme
yapmak ve yerel yönetimleri değerlendirmek, yerel yönetimlerden beklenen
yararların alınamaması sonucunu doğurabilir. Gelişmekte olan ülkelerin gelişme
sürecinin başlangıcında piyasa ekonomisi ile uyumlu bir ekonomik ve idari yapı
oluşturmak üzere aşağıdan yukarıya(yerelden merkeze) doğru kamu yönetimi
reformlarına girişmeleri, gelişmiş ülkelerin pek çoğunun gelişme yolunda kullandığı
araçlardan mahrum kalmaları anlamına gelmektedir. Bu nedenle gelişmekte olan
ülkelerin öncelikle piyasa ekonomisinin temel hedefleri olan kitle üretimini ve bunu
en düşük maliyetle gerçekleştirmek üzere üretimin belli merkezlerde toplanmasını
sağlamak gibi tercihlerde bulunmaları ekonomik gelişme açısından makul bir tercih
olarak değerlendirilebilir”(Sarıoğlu, 2007: 27).
1.5.2. Siyasal ve Yönetsel Đşlevleri
Yerel yönetim kuruluşları ekonomik işlevleri yanı sıra çok önemli siyasal ve
yönetsel işlevler üstlenen kuruluşlardır. Merkezi yönetim merkezden uzaktaki
birimlerine işlevlerini yerine getirebilmeleri için yetkiler devreder. Bu rasyonel
nitelikli bir yönetim örgütlenmesinin sonucu ve gereğidir. Yetki genişliğinin
temelinde, merkezden yönetim nedeniyle oluşacak sakıncaları gidermek amacı vardır.
Yerel yönetimler yönetimin örgütlenmesini sağlayan kuruluşlardır. Yerel yönetim
36
kuruluşları devlet organizasyonunda pek çok işlev yüklenen ve devletten ayrı olarak
incelenemeyecek bir yapı gösterir.
Merkezden yönetimin yetkilerini yerel yönetimlere bırakması ve yerinden
yönetimi güçlendirmesinin daha demokratik ve katılımcı bir yönetim anlayışı niteliği
taşıdığı ifade edilmektedir. Yerel yönetim kuruluşları devletin önemli bir siyasal
karar mekanizmasıdır. Türkiye’nin de kabul ettiği ve yerel yönetimlerin evrensel
ilkelerini belirleyen en önemli uluslar arası belge, Avrupa Konseyince kabul edilen
"Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı"dır. Bu şart ile yerel yönetimlerin
demokratik toplum yapısının ve demokratik rejimin temeli olduğu vurgulanmaktadır.
Bu belge ile halkın yönetim organlarına ve yönetim etkinliklerine katılımının
sağlanması ile daha katılımcı bir yönetime kavuşulacağını ifade etmektedir. Belge
Avrupa Konseyine üye olan ülkelerce de kabul edilmiştir. Bu belge kısaca
demokratik yönetimin tüm devletlerce paylaşılan bir demokratik ilke olduğunu ve
yerel yönetimlerin demokratik rejimin temel kuruluşlarından biri olduğunu
vurgulamaktadır.
Küreselleşme sürecinde yerel yönetimlerin işlevleri dışında ve ötesinde yerel
yönetimlerin konumunun yeniden tanımlanmakta olduğu görülmektedir. Bu yeniden
tanımlama köklü siyasal ve yönetsel değişimler içermektedir. Yerel yönetimler, kent
yönetimleri küreselleşen dünyada yeni yönetsel, siyasal birimler ve sorumluluk
noktaları olarak öne çıkıyor.
1.5.2.1. Yerel Yönetimler ve Demokrasi
Demokrasi genel bir kavramsal çerçevede halkın kendi kendini yönetmesi,
alınan karalara ve yönetime halkın katılması olarak tanımlanabilir. Yerel yönetim
kuruluşları demokratik yaşamın önemli kuruluşları arasında görülmekte ve
demokratikleşmenin sağlanmasında önemli işlevler üstlenen kuruluşlar olarak
değerlendirilmektedir. “Yerel yönetimlerin demokrasi ile birlikte anılması temelini
komün yönetimlerinden almaktadırlar. Komünler bulundukları dönemde demokrasi
37
hücreleri olarak görülmüşler ve o dönemin iktidarlarına karşı hep özgürlüğün
eşitliğin katılımın ve kendi kendini yönetmenin örneğini oluşturmuşlardır”(Görmez,
1997: 12). Ancak 16. yüzyılda işlevlerini kaybetmeye merkezi devlet yönetimlerinin
bir parçası olmaya başlayarak 19.yüzyıla kadar, merkezi devletlerin sıkı denetimi
altında kalmışlardır(Pustu, 2005, 123). Avrupa yerel Yönetimler özerklik şartı da
yerel yönetimlerin bu işlevine değinerek bu işlevi vurgulamaktadır. Yerel
yönetimlerin seçimle gelen organları aracılığı ile kararlar almaları ve yönetmeleri
halkın kendi kendini yerel ölçekte yönetme hakkının yaşama geçirilmesi olarak
görülmektedir.
Demokratikleşme yerel yönetimlerde halkın katılımının sağlanması ile
artırılabilecektir. Halk katılımının artırılması için gerekli olan yasal düzenlemeler
önemlidir. Merkezden yerele ya da yukarıdan aşağıya doğru şekillenen seçim
süreçleri katılımın yaygınlaşmasını engellemektedir. Tabandan tavana doğru bir
süreç geliştirilerek, memur ve işçi kesimlerinin temsilci olma olanakları yasal
düzenlemelerle sağlanmalıdır. Böylece siyasal alanda iktidar kullanımının serbest
meslek sahiplerinde toplanmış olan siyasal ve yönetsel işlevlerinin tüm topluma
dağıtılması sağlanmalıdır. Böylelikle çoğunluğu oluşturan ücretli kesimlerin yerel
yönetimlerde yer alması sağlanarak, politikaların toplumsal faydayı yaratacak
biçimde oluşturulması yanında bu kesimlerde politik kültürün gelişmesi
sağlanacaktır. Politik kültürün gelişmesi sonucu yönetime katılma istekliliği yanında
toplumsal gelişmenin bir ölçütü de olan toplumun örgütlülüğü artacak, politikaların
toplumsal amaçlarla oluşturulması sağlanacaktır.
Ortaçağda ortaya çıkan komünlerle birlikte siyasi iktidarın kullanımının
soylulardan ve krallardan giderek tabana yayılmaya başladığı görülmektedir.
Demokrasinin temel ilkeleri olan özgürlük ve eşitlik ilkeleri siyasal iktidara katılma
düşüncesinin doğması ve gelişmesi ile ortaya çıkmıştır. Siyasi iktidara katılım
yönetimde bulunma kararlara katılma anlamını taşır. Siyasal iktidara katılma ve
kararlarda söz hakkı elde etmek ekonomik kaynakların kullanımı ve paylaşımında
da söz sahibi olma olanağı yaratır. Dolayısıyla yerel yönetimlerde demokratik
süreçlerin yanlış olması adeta diktatör demokrasi anlayışı bu karar yetkisinde
38
tekelleşme tehlikesini de taşır. Kamusal mal ve hizmetlerin ne zaman, nasıl ve ne
kadar üretileceği sorularının cevapları siyasal karar mekanizmalarınca verilecek
kararlara göre şekillenmektedir.
“Demokrasinin tarihsel kökeninde yerel yönetimler kent devletleri
bulunmaktadır. Yunan- Roma uygarlığının şehir demokrasisi çağdaş dünyanın
siyasal kültürünün başlangıcı olarak kabul edilmektedir”(Pustu, 2005: 123).
Günümüzde yerel yönetimler demokrasinin temel kurumları olarak halkın yönetime
katılmasını sağlayan kuruluşlardır. Yerel yönetimlerde halkın katılımı kararlara
katılım dışında yönetimin yakından denetlenmesini içerir. “Demokratik bir yerel
yönetim, ancak demokratik bir toplum içinde gelişebilir. Yerel yönetimlerde
yönetenlerle yönetilenler arasındaki toplumsal ve mekansal uzaklık en aza
indiğinden, yönetilenler yönetenleri daha etkili ve doğrudan denetleyebilir.
Demokrasi en yalın tanımıyla halkın kendi kendini yönetimidir. Yerel yönetimler
halkın bu imkanı bulabilecekleri ve kullanabilecekleri kuruluşlar olarak demokrasiyi
tabandan tavana yayılmasını sağlarlar”(Pustu, 2005:124) Yerel yönetimler
demokrasinin yerleşmesi ve gelişmesini sağlayarak çok önemli bir işlev üstlenirler.
“Mahalli idareler bunlardan başka toplumun mahalli kademeden başlayarak milli
düzeye kadar siyasal yönetim sürecine katılması yoluyla siyasal yönden gelişmesine
de büyük katkıda bulunur. Siyasal kültürün gelişmesi ise mahalli idarelerin bir başka
kültürel fonksiyonudur”(Başarır 1973:106).
Yerel yönetimler halkın yönetime katılımının sağlanarak demokrasi kültürünü
öğrendiği ve daha üst örgütlerdeki görevler için eğitildiği bir okul olarak da
görülmüştür. Bu anlamda ulusal düzeyde politika yapmak isteyenlerin deneyim ve
beceri kazandığı birimler olma özelliği taşıdıkları görülmektedir. Öyle ki bazı yerel
yöneticilerin birçok ülkenin bütçesinden daha büyük bütçeleri yönettiği, çok daha
fazla nüfusa hizmet verdikleri, bu hizmetleri yönettikleri görülmektedir. Bu anlamda
yerel yönetim uygulamaları bir geçiş ve eğitim süreci olarak düşünmekle birlikte
ülkeye hakim olan siyasal kültürden ve siyasal demokrasiden ayrılamayacağı, yerel
yönetimlerde karar organlarının oluşturulması ve iktidarın kullanılması bakımından
ulusal düzeydekine benzer siyasal iktidar özellikleri göstereceği ifade edilmektedir.
39
Vatandaşların ulusal düzeyde temsil ve katılma olanağı yerel yönetimlere
oranla daha sınırlıdır. Çünkü ulusal düzeyde politik faaliyetler yerel politikaya oranla
daha karmaşık ve zordur. Yerel yönetimler ulusal düzeyde temsilci olma olanağına
sahip olamayan kişilere yerel düzeyde temsilci olma olanağı sunarlar. Ayrıca yerel
yöneticilerin denetlenmesi seçmenlerin yönetimle olan coğrafi yakınlıkları nedeniyle
ulusal düzeyde yönetimlerin denetlenmesine oranla daha kolaydır. Bu açıdan daha
etkili bir denetimin sağlanacağı ileri sürülmektedir. Ancak demokratik yerel
yönetimler için bütün bu olumlu unsurların gerçek anlamda hayata geçirilmesi ve
uygulamada karşılaşılan sorunların giderilmesi gereklidir.
Küreselleşme süreci ile birlikte temsili demokrasilerin içine girdiği krizden
çıkış arayışları katılımcı demokrasi anlayışına ilişkin uygulamaları getirmiş özellikle
kentlerde demokrasinin yetersizliği ilgiyi farklılaştırmıştır(Adıgüzel, 2003: 46).
Yerel yönetimlerde seçim, temsil ve katılma gibi demokrasinin ilke ve unsurlarının
uygulamada yaygınlık kazandırılarak uygulanmasının yerel yönetimlerde
demokratikleşmeyi daha da artıracağı görülmektedir. “Yerel yönetimlerde temsil
üzerine yapılan çalışmalar, temsil temelli demokratik yerel yönetimler inancına gölge
düşürecek sonuçlara ulaşmaktır. Temsil konusunda dile getirilen eleştirilerin başında,
yerel yönetim meclislerinin yerel siyasal seçkinlerden oluşu, temsil ettiği kişilerden
büyük ölçüde farklılaştığı, yerel yönetim meclislerinin çoğu kez halk isteminin
gerçek bir yansımasını oluşturmaktan çok, yerel oligarşileri ve siyasal klikleri
edebileceği, geleneksel bir toplumsal yapının varlığı durumunda kişisel bağlılığa
dayalı tercihlerin egemen olabileceği gibi değerlendirmeler yer almaktadır”(Çitci,
1996:8).
Yerel yönetimler ve demokrasi ilişkisi ve tartışmalarında öne çıkan diğer bir
kavramda “sivil toplum” kavramıdır. Sivil toplumun askeri olanın karşıtı olmayıp
devlet dışındaki kurumları ifade ettiği belirtilmektedir. Yerel yönetimleri bazı
düşünürlerin sivil toplum örgütü olarak niteledikleri görülmektedir. Yerel yönetimler
kamu yönetim sisteminin önemli bir parçası olup devletin kurumsal yapısı dışındaki
kurum ve kuruluşlar olmadıklarından sivil toplum kurumları olarak
değerlendirilmemektedirler
40
1.6. YEREL YÖNETĐMLERDE ÖLÇEK SORUNU
Yerel yönetimlerin kamusal hizmetleri verme zorunluluğu yanında yerel
yönetimlerin kurulu oldukları yerleşim yerlerinin alan büyüklüğü, nüfusu ve yerel
yönetim örgütlerinin büyüklüğü, kamu kaynaklarının etkin kullanımı ve dağılımının
sağlanması açısından yerel yönetimlerde ölçek sorununu ortaya çıkarmaktadır.
Hizmetlerin başarılı ve etkin yönetilmesi bir hizmetin en az maliyetle sunulmasını
gerektirmektedir. Bunun için hizmet sağlanan yerel yönetim biriminin nüfusu ile
yerleşim alanının en uygun büyüklüğe sahip olması gerekir. Politik tercihler sonucu
ve politik baskılarla yerel yönetim kuruluşları oluşturmak yerel yönetimlerde bu
açıdan sıkıntılar doğurmaktadır.
Küçük yerleşim yerleri küçük üretim gerektirmekte bunun için sağlanan
teknolojik ve yönetsel olanaklarla ölçek ekonomisinden faydalanılamamaktadır.
Gelişmiş teknolojiler küçük yerel yönetim birimlerinde kullanılamamaktadır. Bu
yetersizlikler sonucunda yerel yönetim birliklerinin kurulması bu sorunun
çözümünde etkili olabilmektedir. Ayrıca ölçek ekonomisinden faydalanabilmek için
küçük yerel yönetimler arasında birleştirmelerde dünyada kullanılan yaygın bir
çözümdür. Ölçek ekonomilerinden yararlanma düşüncesi ve iller ve bölgeler
arasındaki gelişmişlik tartışmalarının azaltılması amacıyla bölge kavramı ve
kavramla ilgili kurumlardan kalkınma ajansları küreselleşme süreci içinde gündeme
gelmiştir. Bölge kavramı ve bölgesel kalkınma düşüncesi Avrupa Birliği içinde 1991
yılında Maastrich Anlaşması ile uygulamaya konmuştur. Avrupa Birliği ülkeleri
içinde bölge ayrımına gidilerek kalkınma ajansları ve kalkınma fonları
oluşturulmuştur. Avrupa Birliği uyum süreci içerisinde bölgeselleşme Avrupa
konseyi tarafından Türkiye’ye ilerde daha yoğun bir talep olarak getirilecektir.
“Bölgesel farklılıkları kaldırma iddia ve amacına sahip bu ajansların bölgesel
farklılıkları siyasal anlamda derinleştirme olasılığı vardır. Sakıncaların giderilerek
bölgesel farklılıkların ekonomik anlamda azaltılması anlamında ifade edilen amacına
ulaşması için gerekli koşuların yaratılması gerekmektedir”(Apan, 2004:56-57).
Yerel yönetimlerin sundukları hizmetlerde etkinliğin sağlanabilmesi için öncelikle
hizmet alanında ve nüfus büyüklüğünde optimum büyüklüğün belirlenmesi gerekir.
41
Bununla ilgili olarak Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede yerel yönetimlerin
toplam sayısı büyük ölçüde azaltılmıştır. 1960 ve 1970’lerde yapılan reformlarla
Avrupa’da yerel yönetimlerin hizmet üretiminde etkinlik ve verimlilik artmıştır.
Belçika’da 1976 yılında yerel yönetim sayısı 2359’dan 589’a, 1974 yılında
Đngiltere’de 1210’dan 377’ye, Galler’de 185’ten 45’e, Đskoçya’da 430’dan 65’e Yine
Đsveç’te 1862’de 3000 olan belediye sayısı 288’e düşürülmüştür (Akdede, Acartürk,
2005:7-8). Yerel yönetimlerin optimal büyüklüğünde en önemli ölçütün nüfus olarak
ön plana çıktığı görülmektedir. Yasal düzenlemelerin de bu ölçütü kullanarak
yönetsel ayrımlara gittiği görülmektedir.
“Yerel yönetim sistemi bakımından Batı Avrupa ülkelerinde son otuz yıldan
bu yana yaşanan yeniden düzenlemeler, çekiciliğini demokrasi kavramından alan
meşruiyet çerçevesini deyim yerindeyse ezip geçmiştir. Dönem boyunca yüceltilen
kavram etkinlik kavramı olmuştur. Gerekçeler ülke toprağını çok küçük alanlara
bölen çok sayıda yerel birimin var olduğu saptamasından türetilmiştir. Sayıları çok
fazla olan ve ölçekleri çok küçük olan bu birimler kent kır ayrımının kaybolduğu
sanayi ötesi toplumlarında artık bölgesel ölçeği zorlayan kentsel planlamayı olumsuz
yönde etkilemekte; sosyoekonomik gelişmenin temposuna ayak uydurmaları için
gereken uzman ve kaynak yoğunlaşmasına engel olmaktadırlar. O halde yapılması
gereken ölçek ekonomilerinin büyüyen boyutlarına uygun olarak yönetsel-akçal-
mekansal bölünmenin boyutlarını genişletmek bölgesel ve ulusal ölçekte
yoğunlaşmaktır”(Güler Ayman,2006:165). Batı Avrupa’daki ülkelerde çok dağınık
ve çok sayıdaki yerel yönetim birimlerinin sayısı ya azaltılarak ya birleştirilerek ya
da üst kademe oluşturularak ölçek ekonomilerinden yararlanma yoluna gidilmiştir.
Demokratik uygulamalar dışında değerlendirilen ve nitelendirilen bu yöntemler Batı
Avrupa ülkelerinde yönetsel süreçlerle uygulama gerçekleştirilmiştir. Yerel
yönetimlerin kaynak sıkıntısı gelişmekte olan ülkeler düşünüldüğünde gelişmiş
ülkelere göre son derecede yetersizdir.
Türkiye’de politik nedenlerle ve yanlış uygulamalar sonucunda yerel yönetim
sayısının arttığı görülmektedir. Bu sorun nüfus sayımlarında nüfus taşımaları ile de
sürdürülen bir sorun olarak görülmektedir.Ancak bu sayısal artış yerel yönetimlerde
42
olumsuzluklar doğurmaktadır. Birbirine çok yakın belediyelerin tek bir belediye
örgütlenmesi içinde toplanması kaynak kullanımı açısından önemlidir.
Günümüzde giderek önemi artan yerel yönetimlerin etkin ve verimli
çalışabilmesi için tüm ülkelerde düzenlemeler ve reformlar gerçekleştirmektedir.
Yerel yönetimler nüfus artışlarında artan bu nüfusun kentlerde toplanmasında
teknolojik gelişmelerden etkilenmektedir. Ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin
artmasını da ifade eden küreselleşme olgusuyla toplumsal ve ekonomik yapıda
yaşanan değişimler yerel yönetimleri doğrudan etkilemektedir. Teknolojik gelişmeler
iletişim ve ulaştırma olanaklarını son derece arttırmış insanlar bu olanaklardan
yararlanarak daha hareketli bir yaşam biçimi benimsemiş ve kentlerdeki yoğunluk
artmıştır. Yine iletişim olanakları insanların başka coğrafyalardaki yaşam standartları
ile kendilerinin yaşam standartlarını karşılaştırma olanağı vermiştir. Bunun sonucu
insanların yönetimlerden beklentilerinin, isteklerinin artması olmuştur. Hızlı
kentleşmeyle birlikte ekonomik ve sosyal sorunlar artmış bu sorunların çözümünde
ise yerel yönetimlere büyük roller düşmüştür. Artan nüfusla birlikte yerel yönetimler
ölçek olarak büyümüş ve ölçek ekonomisinden yararlanabilmek için yerel yönetim
birimleri birlikler ya da birleşmeler yoluna gitmişlerdir. Đletişim teknolojisindeki
artan olanaklar insanların, farklı yerel yönetimler arasında karşılaştırma yapmalarına
olanak tanıyarak onların yerel yönetimlerden taleplerini arttırmıştır.
Sanayileşmenin artışına bağlı olarak ekonomik kurumların ve kuruluşların
işletmelerin ölçeğini büyütmüş küçük işletmeler yerini büyük işletmelere bırakmış
kitlesel üretim atmıştır. Đşletmelerde yaşanan bu değişim yerel yönetimlerin alt
yapıya ilişkin görevlerini çevreye ve sağlığa ilişkin görevlerini artırmıştır.
“Toplumsal yaşantının ve ekonomik eylemlerin ölçeklerinde ve niteliklerinde
ortaya çıkan bu dönüşümler, yerel yönetim hizmetlerinin salt sayıca ve ölçekçe
artmasına yol açmamış, bunun yanı sıra anılan hizmetlerin giderek daha teknik bir
nitelik kazanmasına neden olmuş ve daha çok uzmanlık bilgisine gereksinim
duyulmuştur. Bunun sonucu olarak pek çok yerel sorunun çözümünde ve hizmet
sunumunda artık yerel bilgi ve deneyim yetersiz kalmaya başlamıştır. Kısacası yerel
43
hizmet kavramında ve anlayışında önemli değişiklikler olmuştur. Yerel yönetim
personelini eğitimi yerel maliye fiziksel planlama projelendirme halkla ilişkiler
özeksel yönetimle ilişişler işçi-işveren ilişkileri sosyal hizmetler uzmanlığı vb gibi
alanlardaki uzmanlık bilgileri ile donatılmak yerel istem ve gereksinmelere karşı
duyarlı ve etkin bir yerel yönetim dizgesi oluşturmanın kaçınılmaz koşullarını
belirlemiştir”(Güven, 1982 : 34).
Teknolojik gelişmeler ölçek ekonomilerini yaratmış bir yerdeki yerel
yönetimin sağladığı yerel hizmetler o yerel yönetim dışındaki birimler üzerinde
dışsal etkiler oluşturmaya başlamış özel sektördeki üretilen mal ve hizmetlerin
tüketimi yerel yönetimlerin mal ve hizmet üretimi üzerinde etkili olmaya başlamış
kısaca yerel yönetimler küçük ve kapalı bir ekonomik sosyal ve siyasal bir yapıda
küresel bir yapıya dönüşen topluma mal ve hizmet üretmek durumuna gelmektedir.
Yerel yönetimlerin en uygun büyüklüğünün saptanması tartışmalarında öne
çıkan ölçütler şu şekilde sıralanabilir:
- Belli bir hizmeti sunmakla yükümlü olan yönetsel alanı, o hizmetin
yararının esas olarak bu alan içinde kalmasını sağlayacak kadar geniş
tutulmalıdır.
- Yönetim birimi ölçek ekonomilerini gerçekleştirmeye olanak tanıyacak
ölçüde büyük tutulmalıdır.
- Belli bir işlev yüklenen yönetim biriminin bu işlevi etkin bir biçimde
sağlayacak gerekli coğrafi alana, yeterli yasal, yönetsel yetki ve mali
kaynaklara sahip olmalıdır.
- Yerel yönetimlerin gördüğü işlevler etkin denetime olanak tanıyacak aynı
zamanda halkın kolay ulaşımına olanak sağlayacak ölçekte olmalıdır.
- Yerel yönetimlerin işlevleri belirlenirken yerel halkın aktif katılımını en
çoğa çıkarma diğer taraftan performans yeterliliğinin gözden kaçırılmama
konusuna özen gösterilmelidir.
- Ülkenin yada bölgenin kentleşme ve ekonomik kalkınma düzeyi, coğrafya
özellikleri, ülkenin sosyal ve siyasal yapısı(Güven, 1982: 37-43).
44
Yerel yönetim birimlerinde ölçek sorunu ve en uygun büyüklük tartışması
birçok bilim dalının konusunu oluşturmakta ve bu sorunun çözümü için farklı
ölçütler getirilmektedir. En uygun ölçeğin bulunması için öne sürülen ölçütler aşağı
yukarı aynı olmakla birlikte en uygun ölçeği belirleyecek ve üzerinde anlaşılmış bir
teknik ortaya konamamaktadır. Ancak bu ölçütlerin seçiminde gelişmekte olan ve
gelişmiş ülkeler için dikkate alınacak ölçütlerin farklı ölçütler olacağı açıktır.
Küreselleşme süreci ile birlikte öne çıkan yerelleşme anlayışı gelişmekte olan
ülkelerin ölçek ekonomilerinden ve dışsallıklardan yeterince yararlanamaması
sonucunu doğurabilmektedir.
Küçük yerel yönetim birimlerinin en başta gelen sorunu kaynak yetersizliği
olmakla birlikte bu yerel yönetimlerde nitelikli personel yetersizliği, alanca, nüfusça
yetersizlik görülmektedir. Günümüzde yerel yönetimlerin teknik ve uzmanlık
bilgilerine ve yetişmiş personele olan gereksinimi artmıştır. Yerel hizmetlerin etkin
ve kaliteli sunulması için yerel yönetimlerin en uygun ölçeğin belirlenmesi
tartışmalarında, merkezi yönetimle görev bölüşümü konusunda olduğu gibi en
yüksek ekonomik yarar ilkesi öne çıkmaktadır.
1.7. YEREL YÖNETĐMLERĐN KALKINMADAKĐ ROLÜ
Kalkınma ekonomik ve sosyal boyutları olan bir kavramdır. Yerel
yönetimlerin ekonomik ve sosyal kalkınmanın gerçekleştirilmesinde ve
sürdürülmesinde önemi son derece büyüktür. Devlet kalkınmayı sağlayabilmek için
kısa, orta ve uzun vadeli hedefler belirleyerek bu hedeflere ulaşılması için planlama
yapar. Ulusal kalkınma anlayışı içerisinde merkezi düzeydeki planlama faaliyetleri
ile bölgesel sorunlar ülke koşullarına uygun biçimde çözülmeye çalışılır. “Ancak bu
yaklaşım yerel kalkınma dinamiklerini ve toplum kalkınması modellerinin göz ardı
edilmesini gerektirmemektedir”(Erençin, 2006: 26). Planlamalar kamu kesimi için
bir zorunluluk ifade ederken özel kesim için yol gösterici niteliktedir. Yerel
yönetimler, üretimin devamının sağlanması için her türlü yerel alt yapı hizmetlerini
vermesi kalkınmayı destekleyen ve sürdüren bir faaliyettir. Yerel nitelikte alt yapı
hizmetleri ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısını oluşturan bir hücre niteliğindedir.
45
Bunun dışında yerel yönetimlerin kamu kurumu olarak ekonomik alanda özel sektör
ile rekabet içine girdiği görülmektedir. Yerel yönetimler özel sektörün girmek
istemediği alanlarda mal ve hizmet üreterek piyasa başarısızlıklarında devletin birimi
olarak müdahale etmektedir. Yerel yönetimlerin etkinlikleri nedeniyle piyasada
önemli bir alıcı ve satıcı olması yanında önemli bir işveren rolü bulunmaktadır. Yerel
yönetimler alt yapı hizmetleri ile piyasa maliyetlerini dolaylı olarak etkilerken
ekonomik girişimleri nedeniyle piyasa fiyatlarını doğrudan etkileyebilmektedir.
Yerel halk yerel yönetimlerden kalkınmaya katkıda bulunmalarını
bekledikleri gözlenmektedir. Yerel yönetimlerden özellikle belediyeler halkın
beklentileri doğrultusunda denetleyici rolü yanı sıra kaynak yaratıcı üretici
belediyeciliğe geçmek, aracı edilgen konumdan kurtarılmak zorundadırlar(Kazancı,
1983: 44). Belediyeler tüketimin düzenlenmesi denetlenmesi konusunda da aktif
görev almak zorundadır. Sağlık şartlarına uygun olarak tüketim maddelerinin halka
ulaştırılması konusunda halkın belediyelerden beklentileri vardır. Aynı şekilde konut
sorununun giderilmesi konusunda da halkın belediyeler üzerinde beklentileri olduğu
görülmektedir. Yerel yönetimler çeşitli faaliyetleri ile halkın beklentileri
doğrultusunda gerek ekonomik ve gerekse sosyal kalkınmaya katılmaktadır. Ancak
ülkelerin ekonomik siyasal, geleneksel gelişimlerinin farklı oluşlarına göre bu
katılımın düzeyi farklı olabilmektedir.
Ekonomik ve sosyal kalkınmanın gerçekleştirilmesi için hazırlanan planların
beklenen yararı sağlayabilmesi için yerel yönetimler ve merkezi yönetimlerin uyum
ve bütünlük içinde çalışması kalkınmayı kolaylaştıracaktır. Böylece yerel olanaklar
ile merkezi olanaklardan en çok fayda sağlanabilecektir. Yerel ihtiyaçlar ve bunların
çözüm yolları yerel yönetimleri planlamalar ve kalkınma faaliyetleri içinde önemli
kılar. Kentleşmenin yarattığı sorunların çözümlenmesi için kişisel ve özel kesim
girişimlerinin gönüllü derneklerin çabalarının yetersiz kalması birçok ülkede hem
daha çok maddi olanağı ve teknik bilgiye sahip olduğu için ve hem de devletin
müdahalesini etkin kılmaktadır. Ulusal politikayı güçlendirecek ve uyum sağlayacak
şekilde istek inisiyatif ve enerjinin bir araya gelmesini sağlayarak kalkınma
46
planlarını yersel halkın gereksinmesine ve koşullarına daha uygun olmasını olanaklı
kılar(Maddick, 1973 : 71).
Üretimin ve kalkınmanın sağlanabilmesi için makro ve mikro ölçekli
planların ve çabaların eşgüdüm içinde yerine getirilmesi zorunludur. Aksi halde
sosyal olan ve ekonomik olanın bütünlüğü gerek yerel ölçekte gerek ulusal ölçekte
göz ardı edilecektir. Ayrıca yerel birimlerin merkezi birimleri ile ve birbirleri ile
yaşayacakları kopukluk kaynak ve zaman israfına neden olacaktır. Yapılacak olan
çalışmaların yerel halkın aşağıdan yukarıya bir şekilde katılımı etkinliği artıracak
ulusal kalkınmayı hızlandıracaktır. Planlama yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya
doğru gerekleşen bir faaliyet olmalıdır. Görüldüğü gibi ekonomik ve sosyal kalkınma
bir bütünlük taşımakta ayrıca ülke kalkınması yönetimler ararsındaki uyum ve
bütünlük içinde etkin şekilde yürütülebilmektedir. “Nasıl yersel yönetimin görüşleri
merkezi yönetimin faaliyetlerine büyük ölçüde ışık tutuyorsa, bunun gibi merkezi
yönetiminde geniş kitleleri ilgilendiren konularda genellikle dar olan görüş açılarını
genişletebilir”(Maddick, 1973:75).
1.7.1. Yerinden Yönetimin Yararları
Yerinden yönetim ve merkezi yönetim karşılaştırıldığında her iki yönetimin
olumlu ve olumsuz yanlar taşıdığı görülmektedir. Yerinden yönetim yerel
ihtiyaçların karşılanması yanında halkın yönetime katılmasına olanak sağlayarak
daha demokratik bir toplumsal yapının gerçekleştirilmesinde etkilidir. Yerinden
yönetimin olumlu yanlarını şu şekilde sıralamak mümkündür;
- Ortak gereksinimleri karşılaması ve organlarının seçiminde halk katılımını
sağlaması nedeni ile demokratik ilkelere daha uygun düşer. Demokratik
toplumun kurulmasında öğretici ve eğitici bir işlev üstlenerek, toplumun
demokratikleşmesine katkıda bulunur.
- Bürokratik zorluklar ve kırtasiyeciliği azaltarak, kararların daha çabuk
alınmasını ve uygulanmasını sağlar. Hızlı ve ihtiyaçlara uygun karar alabilme
olanağı yerel yönetimlerde merkezden yönetime göre oldukça fazladır. Çünkü
47
yörede yaşayan insanlar sorunları, ihtiyaçları ve etkin çözüm yollarını
merkezi yönetime göre çok daha iyi bilirler. Yerinden yönetim yerel
hizmetlerin gereksinmelere uygun yürütülmesini katkıda bulunur.
- Yerel yönetimlerce hizmetlerin sağlanması ve sorunların çözülmesi
merkezi yönetimin bürokrasisinde sıkışıklıkları önleyerek merkezi yönetimin
iş yükünü azaltır.
- Kamu kaynaklarını daha verimli ve etkin kullanmaya olanak tanıdığından
kıt olan ülke kaynaklarında tasarruf sağlar.
1.7.2. Yerinden Yönetimin Sakıncaları
Kamu hizmetlerinin merkezden verilmesinin gerekli ve zorunlu olduğunu
savunan merkeziyetçi görüşler ise yerinden yönetimin sakıncalarına dikkat
çekmişlerdir. Yerinde yönetimin gelişmekte olan ülkelerde güçlenmelerinin
önündeki engeller kaynakların kıtlığı ve verimli kullanma gereği, teknik projelerin
büyük yatırıma ihtiyaç duyması, personel ve mali kaynak yetersizliği olarak
sayılmaktadır(Maddick, 1970: 208). Yerinden yönetimin sakıncaları genel olarak
merkezi yönetimin yararları ile örtüşmektedir. Yerinden yönetimin sakıncalarını ise
şu şekilde sıralamak olanaklıdır;
- Yerinden yönetim ülkenin bütünlüğünü tehlike altına sokabilecek
uygulamalara daha açıktır. Merkezden yönetim ilkesi devlet yönetiminde
bütünlüğün sağlanmasını sağlar. Merkezden yönetim güçlü bir devlet
yönetimi sağlar. Merkezden yönetimin bölgeler arası eşitliği sağlayıcı ve
ulusal birliği güçlendirici etkisi vardır(Gözler, 2007:29).
- Kamu hizmetlerinin verimli bir şekilde yürütülmesi için gereken
uzmanlık, kaynak ve teknolojik araç gereçler, yerel yönetimlerde merkezi
yönetime kıyasla sınırlıdır. Yerel yönetimler uzman, nitelikli personel
sıkıntısı çekmektedir. Yetenekli ve yetişmiş personeli küçük yerleşim
yerlerinde tutmak zor olmaktadır.
- Hizmetlerin ülkenin her yanına adil ve eşit bir düzeyde
yayılamamasına neden olabilir. Yerel yönetimler ararsında rekabetin artması
48
zaman zaman kaynakların etkin ve eşit bir şekilde dağılmasını
önleyebilmektedir.
- Özellikle nüfusu çok az olan yerel yönetimlerde ölçek ekonomilerinden
yararlanılamayarak hizmetler daha yüksek maliyetle sunulabilmekte buda
kaynak etkinliğinden uzaklaşmayı getirmektedir. Bu nedenle Büyükşehir
belediyeleri dışındaki birimlerde ölçek ekonomisinden çok
yararlanılamamaktadır.
- Kamu görevlileri yerel etkilerde kalabilmektedir. Özellikle küçük
yerlerde kamu görevlileri yerel güç ilişkilerinin etkisi ve baskısı altına
girebilmektedirler. Bunun sonucunda kamu yönetiminde ve hizmetlerin
sunulmasında tarafsızlık kaybolmaktadır.
- Dağınık ve küçük çok sayıda yerleşim birimlerine kullanabilecekleri
kıt kaynakların dağıtılması gelişmekte olan ve kıt kaynaklara sahip olan
ülkeler için zorluklar doğurabilmektedir. Eğitim alanı ile ilgili olarak
toplulaştırılmış, taşımalı sistemin uygulanması bu zorluklara verilebilecek bir
örnektir.
- Ulusal düzeyde yürütülmesi gereken, büyük kaynak, organizasyon ve
uzman personel gerektiren hizmetler için kaynakları çeşitli ölçeklerde
birleştirmek yararlı olabilmektedir. Örneğin Türkiye’de yürütülen Güneydoğu
Anadolu Projesi, ya da çeşitli ülkelerdeki nükleer enerji santrali yapım işleri
gibi. Bölgesel kalkınma ajanslarının kurulması ve bölgesel planlar ve
programlar yapılması da kaynakların etkinliği için verilebilecek
uygulamalardır.
Merkezden ve yerinden yönetim sistemleri toplumların ihtiyaçlarını tek
başlarına karşılayamadığından merkezi yönetimin ve yerinden yönetimin bir bütün
oluşturduğu kamu yönetimi sistemi daha yararlı görülmektedir. Merkezden yönetim
ve yerinden yönetim karşılaştırıldığında bu iki yönetim türünün olumlu ve olumsuz
yanları vardır. Merkezi yönetim mal ve hizmetlerin ülke düzeyinde eşit olarak
sunulmasında önemli bir işlevi vardır. Merkezi yönetim bölgeler arası ve şehirler
arasındaki gelişmişlik farklarının giderilmesinde önemli rol oynar(Ulusoy ve
Akdemir, 2002:27)
49
Ülkelerin ulusal politikalarının oluşturulmasında merkezden yönetim
sistemine ihtiyaç duyulmaktadır. Ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınma plan ve
programları merkezden yürütülmektedir. Đnsan kaynakları planlaması, sosyal
güvenlik, bölgesel gelişmişlik farkları, kadın ve gençlik politikası, ulusal düzeyde
çözülmesi gereken politikalara örnek olarak verilebilir.
Çağımızın çeşitli problemleri de merkezden yönetimi bu konularda öne
çıkarmaktadır. Örneğin deprem felaketleri, son yıllarda yaygınlaşan insanlardan
insanlara ya da hayvanlardan insanlara bulaşan viritük hastalık ve salgınlarla
mücadele yerel yönetimlerin olanakları ile sağlanamayacak boyuttadır. Hizmetlerin
merkezi ya da yerel biçimde sunulmasında birçok etken rol alabilmektedir. Yukarıda
saydığımız yerel yönetimin yarar ve sakıncaları kamusal mal ve hizmetlerin hangi
birim tarafından yürütülmesi gerektiği konusunda yararlı olabileceği gibi, sosyal
kalkınma ve sosyal politikaların en etkin hangi birimce sunulmasının daha uygun
olacağı konusunda da ışık tutabilecektir. Makro ölçekli politika ve uygulamaların,
etkilerinin geniş bir coğrafi alana yayılımı da dikkate alınarak merkezi, mikro ölçekli
politika ve uygulamaların ise yerel yönetim birimlerince sağlandığı görülmektedir.
50
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
TÜRKĐYEDE YEREL YÖNETĐMLER, GELĐŞĐMĐ
VE YEREL YÖNETĐM KURULUŞLARI
Batıda yerel yönetimlerin ortaya çıkışı, feodal toplum içinde doğup gelişen
burjuva sınıfının kent yönetimlerinde söz sahibi olma istek ve çabalarına dayanırken
Osmanlı toplumunda batıdaki biçimiyle yerel yönetimlerin ortaya çıkışı Tanzimat
döneminde gerçekleştirilen yönetsel reformlarla olmuştur. Batı Avrupa’da yerel
yönetimlerin Ortaçağ’da merkezi otoritelere karşı toplum tarafından yaratıldığı,
krallara ve güçlü monarşilere rağmen demokratik değerleri içinde barındırarak
oluştuğu ifade edilmektedir.
Ülkemizdeki yerel yönetimler batıdakinden farklı bir biçimde doğmuş ve
gelişmiştir. Yerel yönetimler Ortaçağ Avrupa’sında on ikinci yüzyıla kadar uzanan
tarihsel bir olgudur. Onuncu yüzyıldan itibaren Ortaçağ Avrupa’sında gelişen ticaret
ile birlikte kendi kendini yönetme geleneğine sahip komünler ortaya çıkmıştır. Bu
yönetimler merkezi yönetimden sosyo-ekonomik gelişme süreci içinde özerkliklerini
almışlardır. Komün geleneği ortaçağa kadar inen ve günümüzdeki belediye
örgütlenmesindeki oluşumunda etkili olan Batı Avrupa geleneğidir. Doğuda yerel
yönetimlerin komüne benzer bir geleneğe dayanmadığı ancak yerel yönetimlerin
farklı biçimlerde varlığı görülür. “Ortaçağ da(geniş bakış açısı ile değerlendirilecek
olursa, devletin kendisi olmalarına karşın modern devlet öncesi toplu gereksinimleri
karşılayan birimler olarak) komünler, yasama, yürütme ve yargı erkini ellerinde
bulunduran bağımsız birimlerdi. Daha sonraları mutlak monarşinin burjuvazinin
desteği ile tarih sahnesinde yerini alarak merkezi devletin ortaya çıkması ile
komünlerin yetkileri sınırlandırılmaya başlamış ve özerkliklerini yitirerek bağımsız
konumlarını kaybetmişlerdir. Günümüzde komün geleneğinin uzantısı olarak
yaşamaya devem eden belediye yönetim sisteminde komün geleneğinin belirleyici
etkileri bulunmaktadır”(Ertan, 2002: 24).
51
Đster yönetsel ister ekonomik işlevleri açısından bakılsın yerel topluluk
ihtiyaçlarının varlık temeline bağlı olarak yerel yönetimler her toplumda ve her
dönemde var olmuştur. Her toplum tarihsel dönem içinde ihtiyaçlarının karşılanması
için yerel yönetim örgütlerine sahip olmuştur. Tarihsellik tartışmalarında dikkat
çeken nokta her dönemde bulunduğu vurgulanan yönetim yapılarının birbirinden
farklılık olduğu vurgusunun atlanmasıdır. O halde yerel yönetimler merkezi
yönetimin önemli ve sorunlu bir alt birimi olarak var olmuşlardır. Çünkü yerel
nitelikler gösteren insan ihtiyaçları büyük ya da küçük, gelişmiş yada gelişmemiş her
toplulukta vardır. “Yerel yönetim kurumu devlet aygıtının organik bir parçasıdır; ve
bu parçanın tanımlayıcı özelliği belirleyen değil belirlenen parça olmasıdır. Bu
kurumun ne zaman ortaya çıktığı konusunda entellektüel bir merakımız varsa, bu
merakımızı devletle birlikte ortaya çıktığını söyleyerek doyurmamız mümkündür.
Batı tipi yerel yönetim kurumunun değil evrensel yerel yönetim kurumunun
başlangıcı devletin başlangıcı ile aynıdır”(Ayman Güler, 1993: 92).
Osmanlı tarihine yerel yönetimlerin batıdaki şekli ile girişini aramak üzere
baktığımızda çok eskilere gidilmemektedir. Yerel yönetimler devletle birlikte ortaya
çıktığına göre bütün devletlerde yerel yönetimlerin varlığı söz konusudur. Ancak
bütün devletlerde farklı değişim çizgisine sahip olan yerel yönetimlerden bahsetmek
olanaklıdır. Osmanlı’daki yerel yönetim oluşumu süreci Batı’daki ile aynı
olmadığından, Doğuda yerel yönetimlerin tarihsiz olarak nitelendirilmesi Batı’daki
değişimi temel alan bir yaklaşımdır. “Osmanlı tarihine batı tipi yerel yönetim
kurumu aranmak üzere değil, evrensel çizgiyi kucaklayan bir yerel yönetim tanımı
ile yaklaşıldığında, daha ilk başta önümüze 150 değil 600 yıllık bir araştırma alanı
serilecektir”(Ayman Güler 1993: 94).
2.1. TÜRKĐYE’DE YEREL YÖNETĐMLERĐN KISA TARĐHÇESĐ
Yerel Yönetimler her ülkede farklı sayıda yönetsel basamaktan oluşmakta ve
farklı adlarla adlandırılmaktadır. Farklı adlarla anılan bu yönetim birimi
kademelerinin sayısı ve yönetim sisteminin yapısı tarihsel değişim içinde her ülkede
farklılıklar taşımıştır. Ülkemizdeki yerel yönetim birimleri il özel idaresi, belediye,
52
Büyükşehir belediyesi ve köylerdir. 1984 yılına kadar üç tür olan yerel yönetimler
1984 yılında Büyükşehir belediyelerinin kurulmasıyla yerel yönetimlerin sayısı
dörde çıkmıştır.
Đmparatorlukların geleneksel devlet yapısında yani merkez etrafında ve
merkezden bağımsız birçok birimin olduğu bir yapıdan ulus temeline dayalı üniter
devlet yapısına geçiş on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda yaşanmıştır. Osmanlı
imparatorluğunda bu geleneksel yapıdan merkeziyetçi yapıya geçiş eğilimleri on
dokuzuncu yüzyılda görülmüştür. Osmanlı imparatorluğunda Tanzimat döneminde
bürokraside merkeziyetçi reformlar gerçekleştirilmiştir. Bu merkeziyetçi süreç
öncelikle idari ve hukuki mevzuatta görülmüştür. Bu dönemde gerçekleştirilen
reformlarda Fransa model alınmıştır. Đdari düzenlemelerde görülen Fransa etkisi
devlet örgütlenmesi dışında edebiyattan sanata kadar birçok alana yansımıştır. Batıda
yerel yönetimler ekonomik ve sosyal yapı içinde kendiliğinden doğup gelişirken
doğuda oluşumdan çok kuruluş niteliği göstermiştir.
“Mahalli idare siyasal, hukuki bir kavram ve sosyal idari bir kurum olarak
geç ortaçağ Avrupa’sının ürünüdür. Sahip olduğu mali kaynakları kendi organlarının
kararları doğrultusunda kullanan özerk bir mali idari yapının doğması ve bu yapının
tüzel kişilik kazanması yoluyla şehirlerin özgürleşmesi, gerçekte on ikinci yüzyıl
Avrupa’sında başlayan ve boyutları bu güne kadar uzanan bir tarihsel olgudur. Ne
eski Yunan-Roma şehir yönetimini ne orta çağın Đslam ülkelerindeki veya
Bizans’taki beledi idareyi modern mahalli idarenin başlangıcı ve kaynağı olarak
görmek pek doğru olarak sayılmamalıdır”(Ortaylı, 2006:154).
Yönetsel yapıda batılı tüccarların yoğun olarak yaşadığı liman yerlerinde yine
batı kuruluşları model alınarak merkezi yönetimce oluşturulmaya başlanan yerel
yönetim örgütleri doğunun ekonomik ve sosyal dinamikleri ile gelişen ve ülkeye
özgü kurumlar olamamışlardır. Osmanlı imparatorluğunda batılı anlamda yerel
yönetim kuruluşları Tanzimatla birlikte ve farklı dinamiklerle ortaya çıkmaya
başlamış yönetsel yapı içinde yerel yönetimler geleneksel bir evrim içerisinde değil
merkeziyetçi bir anlayışla merkezi yönetim tarafından kurulmuştur.
53
2.1.1. Osmanlı Devletinde Yerel Yönetimler
Osmanlıda da yerel yönetimler batıda olduğu gibi eskilere dayanmaktadır.
Ancak doğuda yerel yönetimler batıdakinden farklı ekonomik sosyal ve siyasi
dinamiklere dayanmıştır. Batıda güçlenen burjuvazi kent yönetimlerinde merkezi
otoriteye karşı özgürlük ve katılımı sağlamak için çalışırken, tabandan başlayan bir
değişim sürecini yaşanmış, doğuda bu sürecin daha merkezi ve tavandan gelişen bir
sürecin yaşandığı görülmektedir. Bu değişimde Osmanlının merkeziyetçi ve otoriter
yapısının etkileri görülmektedir. Batı’da feodalite, merkezi otorite dışında dağınık
bir çok iktidarın olduğu ve otoritenin sürekli el değiştirdiği bir süreç olarak
yaşanmıştır. Osmanlı imparatorluğu ise kuruluşundan itibaren feodal güç ilişkilerini
kırmak, feodalite karşısında merkezi otoriteyi güçlendirmek için feodal yapı ile
savaşım vermiştir. Merkezi gücün korunması iktidarın otoriter niteliğini ön plana
çıkarmaktadır. Osmanlıda Tımar sistemi vardı Tımar sistemi topraktaki devlet
mülkiyetinin devam etmesi yanından toprakta tasarruf hakkının sipahilere bırakıldığı
bir sistemdir. Osmanlıdaki Tımar sisteminin batıdaki fief’lere karşı gelen bir sistem
olduğunu ifade edenler olduğu gibi bu iki toprak sisteminin farklı olduğunu
düşünenler vardır. Tımar sisteminin yanı sıra yine toprak mülkiyetinin devlete ait
olduğu miri arazi sistemi Osmanlıda merkeziyetçi bir yapının ifadesi olarak tespit
edilmiştir. “Gerçekten Osmanlılarda devletin mülk biçiminde anlaşılması devlet
müdahalesine sınırsız boyutlar kazandırıyor ve özel mülkiyetin statüsünü tehlikeye
düşürüyordu”(Timur, 2001: 241). Osmanlı devlet yapısını açıklamalarımla merkezi
ve despotik bir devlet yapısı olarak niteledim “Osmanlı devleti göçebe ve yerleşik
unsurların karışımından doğmuştu. Ancak kurucu unsurunun göçebe hayvancı bir
aşiretin kan bağlarını henüz çözmemiş bir hanedan teşkil etmişti. Bu yüzden
Osmanlıların devlet anlayışında da aşiret bağlarının unsurları olan askeri demokrasi
kalıntıları ve komünal (ortakçı) fikirler yer aldı”(Timur, 2001: 238,240).
Osmanlı imparatorluğu kuruluş dönemlerinden itibaren doğal bir örgütlenme
ve yerel bir örgütlenme şekli olarak köy dikkat çekicidir. Doğudan Anadolu’ya gelen
göçler Osmanlıda temel yerleşim yeri olarak köy yerleşimlerinin sayısını artırmış ve
yerleşim birimi olarak ağırlığını korumuştur. Osmanlı’da tarımsal üretim yapan
54
köyler aynı zamanda yeni fethedilen topraklarda iskan birimi olmaktaydı. “Aslında
Osmanlı toplumunda üretim ilişkilerinin gelişmesi feodal düzene doğru olmakla
beraber en yaygın ilişkiler komünal ve patriyarkal ilişkilerdi”(Timur, 2001: 287).
Osmanlı imparatorluğunda modern anlamda yerel yönetimler batı ile olan
ilişkilerin arttığı Tanzimat döneminde oluşturulmaya başlamıştır. Osmanlı
imparatorluğunda yerel yönetimlerin değişimini Tanzimat öncesi ve sonrası olarak
ele almak olanaklıdır. Bu döneme gelinceye kadar Osmanlı imparatorluğunda başta
ulusçu, ayrılıkçı düşünce akımları olmak üzere siyasal tartışmalara sıcak bakılmamış
tehlikeli bulunmuştur. Buna bağlı olarak da merkeziyetçi yapıyı zayıflatan yerel
örgütlemelere kuşkuyla yaklaşmıştır. 1908-1914 yıllarında yoğunlaşan tartışmalarda
Prens Sabahattin Osmanlı için “teşebbüsü şahsi, meşrutiyet, adem-i merkeziyet
ilkelerinin yaşama geçirilmesini öngörüyordu(Ayman Güler, 2000: 15).
Osmanlı Đmparatorluğunda yerel yönetim örgütleri kurulmadan önce yerel
yönetim örgütlerinin işleri ve kamusal hizmetler vakıf ve esnaf örgütlerince yerine
getiriliyordu. Şehirlerin ve köylerin idaresi, kamusal hizmetler merkezi yönetimce
atanan ve Padişahın onayladığı kadılar tarafından merkezi yönetimin temsilcisi
olarak sağlanıyordu. Kadılar bu hizmetleri yürütmek için ayrı bir binada çalışmıyor
onların bulundukları ikametgahları hizmetlerin verildiği kamuya ait yerler oluyordu.
Klasik dönemde Osmanlı şehrinin idaresi ve yargı görevi ilmiye sınıfından olan
kadılara bırakılmıştı. Kadı sadece şehrin değil civardaki köy ve nahiyelerin de mülki
amiri ve yargıcı idi(Ortaylı, 2006:155).
Tanzimat’ın ilk yıllarına kadar Osmanlı taşra yönetimi eyalet esasına dayalı
olarak sürdürülmüştür. Eyalet yönetiminde başlıca iki yönetici bulunmaktadır. Eyalet
yöneticisi olan beylerbeyi ve il yöneticisi olan sancak beyi ile yargı işlerinden
sorumlu ve diğer hizmetlerden sorumlu olan kadıdır. Şehirler merkezden atanan bu
görevlerce yönetilmiştir. Tanzimat öncesinde belediyelerin yapmış olduğu hizmetler
halkın ortak çabasıyla yürütülmüştür.
55
“Tanzimat öncesi dönemde, belediyeyle ilgili hizmetler daha çok yerel halkın
bireysel ve ortak çabaları ile yerine getirilmiştir. Yerel hizmetlerde, dikkatleri çeken
bir diğer husus da, hizmetlerin yürütülmesinde vakıflar, loncalar ve mahallelerin
etkin görevler üstlenmesidir. Padişahlar, vezirler ve bireylerin kent ve kasabalardaki
vakıflar yoluyla yaptırdıkları hastane, çeşme, hamam, aşevi ve imarethane gibi
kurumlar, dönemin imar ve sosyal hizmetlerini yapmıştır. Kent ve kasabadaki
sokakların temizlik işleri, sokak sakinlerince; çarşıların temizliği ise esnafça
yapılmıştır”(Ulusoy, Akdemir, 2002:124).
Yerel yönetimler batıda yönetime katılmanın başladığı ve demokratik
toplumun ilk biçimleri olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı imparatorluğunda aynı
şekilde ülkenin tümüne ilişkin genel demokrasi uygulaması başlamadan önce yerel
yönetimlerde ortaya çıktığı görülür. Bu uygulama muhassıllık meclisleri ile
başlamıştır(Eryılmaz, 2002:8).
Osmanlı imparatorluğunda Kadı’lar dışında vakıflar, mahalleler ve lonca
teşkilatı yerel hizmetlerin yerine getirilmesinde önemli roller üstlenmişlerdir. Kadı
belediye işlerinden sorumlu ve devletin temsilcisi olarak çalışmaktaydı. Kadı’nın
belediye işlerinde kendisine yardım eden yardımcısı muhtesiptir. Kadı belediye
zabıtalarının gördüğü işleri yardımcısı ile birlikte yerine getirmektedir. Bu işler genel
olarak; çarşı pazar denetimi, ekonomik faaliyetlerin düzenlenmesi, tartı ve ölçü
aletlerinin kontrolü narh koyma sağlık ve çevrenin denetimidir.
Vakıflar yerel hizmetlerin yerine getirilmesinde önemli görevler üstlenen
diğer kuruluşlardır. Vakıflar hastane, hamam, han, çeşme, ibadethane yapımında ve
su ihtiyacının karşılanmasında etkin olmuşlardır.
Mahalleler Osmanlı devletinde imamların öncülüğünde ve muhtarların
öncülüğünde evlenme boşanma, nüfus işleri başta olmak üzere mahallenin
temizliğinde ve sosyal yardımlaşma konusunda etkin olmuşlardır.
56
Bu kuruluşlar dışında mesleki örgütlenmelerde çarşı ve pazarların yollarının
yapımı temizliği, su ihtiyacının karşılanması, malların kalite ve standardının
sağlanması, kendi aralarında kurmuş oldukları sandıklar aracılığıyla sosyal
dayanışmanın sağlanmasında önemli görevler üstlenmişlerdir.
Batı ile olan ilişkilerin sıklaşması oralardaki belediye örgütlenmelerin
görülmesi ve geleneksel kurumların gereksinmeleri karşılayamaması sonucunda
modern belediye örgütlenmeleri kurulması başlamıştır. “Kırım Savaşı (1854-2856)
esnasındaki yoğun trafiğin sebep olduğu kargaşa ve aksaklık Đstanbul’un birçok
probleminin açıkça ortaya çıkmasına sebep oldu. Çünkü, Đstanbul o sırada bütün
müttefik kuvvetler için merkezi bir üs haline gelmişti. Beledi hizmetlerin yok
denecek durumda bulunuşu, sağlık koşullarının ve kent içi ulaşımın düzensiz ve
yetersiz oluşu kentte büyük bir rahatsızlık yaratmış, huzurun bozulmasına yol
açmıştı. Bu durum, Đstanbul’da modern anlamda bir belediyenin kurulması için acil
olarak girişimde bulunulmasının nedeni oldu. Modern olarak da Fransızların komün
idaresi alındı”(Nadaroğlu 1994:197).
1855 yılında Đstanbul da ilk belediye örgütü şehremaneti adıyla kurulmuştur.
Şehremanetinin kurulmasındaki amaç batılı ülkelerdeki şehirlerin yapmakta olduğu
görevleri yapmaktı. Şehremaneti’nin iki organı bulunmaktaydı. Şehremanetinin
yürütme organı olan Şehremini, karar organı Şehremaneti Meclisi idi. Şehremini
hükümetin seçimi ve padişahın onayı ile belirleniyordu. Şehremaneti Meclisi yine
hükümet tarafından seçilip padişah tarafından onaylanıyordu. Şehir Meclisi esnaftan
ve ileri gelen üst düzey memurlar arasından seçiliyordu. Şehremanetinin çalışmaları
hükümetin denetimi ve gözetimi altında yapılıyordu. Şehremanetinin kararları
hükümetin kararları ile yürürlülüğe giriyordu. Şehremaneti daha önce geleneksel
kurumlar ve kadılar tarafından yerine getirilen belediye hizmetlerinin yerine
getirilmesi için kurulmuş bulunmaktaydı.
“1855 yılında şehremanetinin Avrupa standartlarında çalışmasını temin etmek
ve Đstanbul’da kurulacak belediyenin hangi tarz ve biçimde olması gerektiğine dair
görüş bildirmek üzere intizam-ı şehir komisyonu kurulmuştur. Komisyon kendisine
57
verilen görev doğrultusunda 1857 yılında bir nizamname düzenlemiştir”(Ulusoy ve
Akdemir, 2002:128). Şehremaneti’nin başarılı olamaması üzerine kurulan
komisyonun önerileri doğrultusunda 1858 yılında Đstanbul’da Beyoğlu ve Galata
bölgelerini içine alan Altıncı Belediye Dairesi kuruldu. Bu belediyenin kurulmasında
azınlıkların yoğun olarak yaşadığı bu bölgede Paris örnek alınmıştır. Bu daire daire
müdürü, daire meclisinden oluşmaktaydı. Daire meclisi yedi kişiden oluşmakta daire
meclisi üyeleri ve daire başkanı(müdür) hükümetçe atanmaktaydı. Daire meclisi
üyeleri arasında yabancı uyruklu kişilerde katılmakta ve dairenin resmi dili
Osmanlıca yanında Fransızca idi(Tortop, 1999:2). Altıncı dairenin başında daire
müdürü yürütme organı olarak, daire meclisi de karar organı olarak görev
yapmaktaydı.
Altıcı belediye dairesinin başarılı olmasından sonra tüm Đstanbul’da belediye
örgütü kurulması kararı alınmıştır. “Osmanlı imparatorluğunda sadece Đstanbul’da,
Đstanbul’un da belli bir semtinde bir belediye örgütü kurulmuş ve bu örgüte o tarihe
kadar başka hiçbir kuruluşun sahip olmadığı bazı ayrıcalıklar tanınmıştı. Ancak,
Đstanbul’un diğer semtleri henüz şehremanetinin yetersiz düzeni içinde yaşamını
sürdürmeye devam ediyorlardı. Sonunda, Şürayı Devlet (Danıştay) tarafından
hazırlanan ve 18 Cemaziyelahır 1289 (6 Ekim 1868) tarihinde yürürlüğe konulan bir
Đstanbul Belediye Đdaresi Nizamnamesi (Dersaadet Đdare-i Belediye Nizamnamesi)
ile belediye örgütünün bütün Đstanbul’a yayılması kararlaştırıldı. Bu amaçla
Đstanbul’da Şehremaneti örgütünün yeniden kurulması ve kentin 14 belediye
dairesine ayrılması ön görülüyordu. Bu belediye dairelerinin üstünde Şehremanetinin
şu üç organı bulunacaktı: Şehremini, Şehremaneti Meclisi, Cemiyeti
Umumiye”(Nadaroğlu,1994:198). “Cemiyeti Umumiye üyeleri şehremini
başkanlığında belediye dairelerini başkanları ve bu dairelerin kendi aralarından
seçecekleri üçer kişiden oluşacaktı. Üye olabilmenin şartları en az on yıl Đstanbul’da
ikamet etmek ve Beyoğlu Galata semtinde en az 100.000 kuruşluk bir emlake sahip
olmaktı”(Eryılmaz, 2002:9).
1868 yılına kadar çalışmalar yapılmış ve bu nizamname doğrultusunda
Đstanbul’da bazı belediyeler kurulmuştur. Bu çalışmalar devam ederken 1868 yılında
58
çıkartılan yeni bir nizamnameyle Đstanbul dışındaki vilayetlerde ve kazalarda
belediye örgütü kurulması ön görülmüştü. Bu belediye örgütlerinin organları
belediye başkanı ve belediye meclisinden oluşacaktı. Belediye başkanı hükümet
tarafından atanacak belediye meclisi üyeleri ise beldede emlak sahibi olanlar
tarafından ve erkek hemşehriler tarafından seçiliyordu(Nadaroğlu, 1994:199).
Dersaadet belediye kanunu ve vilayetler belediye kanunu olmak üzere iki
yasanın kabul edildiğini görüyoruz. Đstanbul’un diğer illerden farklı görülmesi
nedeniyle ayrı bir kanunla düzenleme yapıldığı görülmektedir. Đstanbul belediyesinin
kurulmasının diğer illerde ve ilçelerde belediye kurulması çalışmalarında önemli bir
yere sahip olduğu görülmektedir. 1855 ve 1876 Kanuni Esasi arasında belediyelerin
kurulması sürecidir. Dersaadet belediye kanunu daire meclislerinin halk tarafından
seçilmesini öngörmüş ancak bu seçim esası öngörmüşse de uygulamada hayata
geçmemiştir. “Daire meclisleri iki yıllığına halk tarafından seçilecek ve sayıları nüfus
durumlarını göre 8-12 üyeden meydana gelecekti”(Eryılmaz,2002:11).
“Dersaadet belediye kanunu ilk defa tek dereceli seçim esası getirmiş,
demokratik sistemin en önemli ilkeleri olan gizli oy açık tasnif esası benimsenmiştir.
Bununla beraber kanun Avrupa’nın aristokrat geleneğinin bir yansıması olarak seçme
ve seçilme hakkına sahip olabilmek için belirli bir emlak vergisi vermeyi zorunlu
hale getirmiştir”(Eryılmaz, 2002:11).
1876 Kanun-i Esasi Đstanbul ve taşrada kurulacak belediyelerin seçimle iş
başına gelecek meclisler tarafından yönetilmesine ve bunların kuruluş ve görevleri
ile meclis üyelerinin seçim usulünün kanunla belirtilmesini ön görmüştür. Taşrada
kurulacak belediye teşkilatının başında bir başkan, belediye meclisi ve cemiyeti
belediye olmak üzere üç organ bulunacaktı. Belediye başkanı meclis üyeleri
arasından hükümetçe atanacak, üyeler ise halk tarafından seçilecektir, cemiyeti
belediye, belediye meclisi üyeleri ile o zamanki teşkilatlanmada mevcut bulunan
mahalli idare meclisi üyelerinden meydana gelmektedir(Tortop, 1999:3).
59
1868 yılında çıkarılan Dersaadet Belediye Kanunu ile diğer vilayetler
belediye kanunu belediye örgütlenmelerinin kurulması sürecinde temel kanunlar
olmuştur. 1877 tarihinde vilayetler belediye kanunu küçük değişiklikler dışında 1930
tarihinde çıkartılan belediye kanununa kadar yürürlülükte kalmıştır. 1924 tarihinde
Ankara için Ankara şehremaneti kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunda seçme ve seçilme
hakkına sahip olabilmek için emlak vergisi verme kuralı kaldırılmıştır. Osmanlı’dan
“Cumhuriyet yönetimi 389 belediye devralmıştır. Bu sayı 1930 yılında çıkarılan
1580 sayılı belediye kanunu ile 492 ye yükselmiştir”(Eryılmaz, 2002:14).
Osmanlı döneminde il özel idarelerinin ortaya çıkışı 1864 tarihli vilayet
nizamnamesi ile başlamıştır. Bu nizamname ile valinin başkanlık ettiği ve her
sancaktan seçilen dörder üyeden oluşan il genel meclisinin bulunduğu bir il özel
yerel yönetimi de kuruldu(Tortop, 1999:4). Bu nizamname ile eyalet yönetiminden il
yönetimine geçilmiş ülke vilayet, sancak, kaza, köylere ayrılmıştır. Bugünkü il genel
meclisinin oluşumu bu kanuna dayanmaktadır.
1864 yılında yapılan düzenlemeyle mülki idarenin her kademesinde,
üyelerinin bir kısmının seçimle iş başına geldiği, idare meclisleri ortaya çıkmıştır. Bu
dönemde vilayetler için iki türlü meclis oluşturulmuştur. Birincisi “vilayet idare
meclisi”, ikincisi ise “vilayet umumi meclisi”(il genel meclisi)’dir. Vilayet umumi
meclisi bugünkü il genel meclisinin kaynağını ve il özel idaresinin çekirdeğini teşkil
etmiştir(Ulusoy, Akdemir, 2002:129). 1913 tarihli “Đdare-i Umumiye-i Vilayet
Kanun-u Muvakkatı” kanunu ili, ilin genel yönetimi ve ilin özel yönetimi olmak
üzere iki bölüme ayırmıştır.
“Muhassıllık Meclisleri Tanzimat’tan sonra vilayet idaresindeki ilk mahalli
kurul uygulamasıdır. Gülhane Hattı Hümayunu ilkel ve adaletsiz bir vergileme
tekniği olan iltizama son vermişti. Muhassıllık örgütü işte bu alandaki boşluğu
doldurmak maksadıyla gerçekleştirilmiştir. Vergilemeye ilişkin sorunların yanı sıra
kendi bölgelerinin özel ve genel bazı sorunlarını da görüşüp karara bağlayan ve esas
itibari ile defterdar, hakim vb. memurlardan oluşan muhassıllık meclislerine ayrıca
yörenin ileri gelenlerinden dört kişide katılıyordu. Gayr-i Müslim tab’a’nın
60
bulunduğu yerlerdeki metropolit (Ortodoksların ruhani lideri) üyeler arasında yer
alıyordu. Đşte bu nedenlerden ötürü muhassıllık kurumu ve muhassıl meclisleri bazı
yazarlar tarafından “Tanzimat’tan sonra eyalet yönetiminde Müslüman ve Hıristiyan
mahalli nüfus guruplarının yönetime katılması” ve “mahalli idare kurullarının sınırlı
bir anlamda ilk örneği” şeklinde nitelendirilmiştir”(Nadaroğlu, 1994:176).
2.1.2. Cumhuriyet Sonrasında Yerel Yönetim
1912 yılında çıkarılan Dersaadet belediyesi hakkındaki geçici kanunu ile
Đstanbul’daki belediye daireleri kaldırılmış, bunların yerine belediye şubeleri
kurulmuştur. Şehremaneti Meclisi yerine de bir Encümen kurulması öngörülmüştür.
Bu sistem 1930 yılındaki 1580 sayılı kanun yürürlüğe girinceye kadar devam
etmiştir.(Tortop, 1999:4). 1930 tarihli belediye kanunundan sonra 1963 yılında kabul
edilen bir kanunla belediye başkanlarının seçimi halk tarafından doğrudan yapılması
öngörülmüştür. 1580 sayılı belediye kanundan sonra 1982 anayasasıyla getirilen
önemli bir değişiklikte Büyükşehir belediyelerinin kurulmasına olanak
sağlanmasıdır. 1984 yılından itibaren 3030 sayılı Büyükşehir belediyelerinin
yönetimine ilişkin kanun ile Büyükşehir belediyeleri kurulmaya başlanmıştır.1580
sayılı kanun 2005 yılına kadar yürürlükte kalmış bu tarihte 5393 sayılı belediye
kanunu çıkarılmıştır.
Đl idareleri ile ilgili olarak 1864 yılında çıkarılan Vilayet Nizamnamesi ile
başlayan sistem 1913 yılında kabul edilen Đdare-i Umumiye-i Vilayet geçici kanunu
ile il genel yönetimi ve il özel yönetiminin birlikte düzenlenmesinden sonra Đl Genel
Yönetimi 1929 yılında 1426 sayılı kanunla kaldırılmıştır. 1987 tarihinde 3360 sayılı
kanunun arkasından 2005 yılında çıkarılan 5302 sayılı kanunla il özel idareleri
düzenlenmiştir.
Türkiye’de iller hem merkezi yönetimin taşradaki temsilcisi hem de bir yerel
yönetim biriminin bulunduğu yerleşim yerleridir. Ancak illerin yerel yönetim birimi
olma özelliği belediyelere oranla daha az bilinmektedir.
61
2. 2. TÜRKĐYE’DE YÖNETSEL ÖRGÜTÜN YAPISI
Türkiye’de kamu yönetimi merkezden yönetim ve yerinden yönetim olmak
üzere iki temel yönetim ilkesi üzerine kurulmuştur. Kamu yönetiminin merkezi
örgütü genel yönetim olarak ifade edilirken merkezi örgüt ve taşra örgüt olmak üzere
ikiye ayrılmaktadır. Yerinden yönetim kuruluşları ise yer yönünden yerel yönetim ve
hizmet yönünden yerel yönetim kuruluşları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Cumhurbaşkanı merkezi yönetimin en üst basamağı ve yürütmenin de başı olup
yürütmeyle ilgili yönetsel görevler üstlenmektedir. Bakanlar kurulu başbakan ve
bakanlardan oluşmakta ve hükümet adını almaktadır. Hükümet yasama organınca
oluşturulan yasal mevzuatın yerine getirilmesinden sorumludur. Merkezi idarenin
genel yönetiminin oluşturan diğer kurum ve kuruluşlar Danıştay, Sayıştay, milli
güvenlik kuruludur. Genel yönetimin taşra örgütünü ise il, ilçe, bucak yönetimleri
yanında bölge yönetimleri oluşturmaktadır. Genel yönetimin illerdeki temsilcisi ve
yöneticisi vali ilçelerde kaymakamdır.
Yerinden yönetim kuruluşları ise yerel kuruluşlar, hizmetsel kuruluşlar ve
meslek kuruluşları şeklinde oluşmaktadır. Genel yönetimin merkez örgütü ve taşra
örgütü arasında hirerarşik bir yönetsel yapı vardır. Genel yönetim karşısında yerel
yönetim kuruluşlarının özerkliği olup genel yönetimin yerinden yönetim kuruluşları
üzerinde idari vesayet denetimi vardır. Yerinden yönetim kuruluşları idari mali ve
yönetsel özerklikleri ile merkezi idareden ayrılırlar. Ülkemizde yerel yönetim
kuruluşları il özel yönetimi, belediyeler, büyükşehir belediyeleri ve köylerdir.
Bir yerel yönetim birimi olmakla birlikte köyler ayrı bir bütçesi ve tüzel
kişiliği olmadığı gerekçesi ile bazı yazarlarca yerel yönetim birimi olma yönünden
eksiklik olarak değerlendirilmektedir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi köyler ilk
ve geleneksel yerleşim birimi ve yönetim birimleridir.
62
Şekil : 1 Yönetsel Yapının Genel Görünümü
Merkez Örgütü Taşra Örgütü Yerel Kuruluşları
- Cumhurbaşkanı - Đl -Đl Özel yönetimi
- Bakanlar Kurulu - Đlçe - Belediye
- Bakanlıklar -Bucak - Köy
- Yardımcı Kuruluşlar
- Bölge
Hizmetsel kuruluşlar
- Danıştay - Üniversiteler
- Sayıştay - TRT
- Devlet Planlama - KĐT’ler
- Milli Güvenlik Kurulu -Emekli Sandığı
- Diğerleri - Diğerleri
- Diyanet Đşleri Başkanlığı Meslek Kuruluşları
- Baro
- Ticaret Odası
- Diğerleri
Kaynak: GÖZÜBÜYÜK, Şeref, Yönetim Hukuku, Genişletilmiş 24.bası, Ankara, s.67.
T.C. Yönetsel Yapısı
Genel Yönetim Yerinden Yönetim Kuruluşları
63
2.3. TÜRKĐYE’DE YEREL YÖNETĐMLERĐN ANAYASAL
ÇERÇEVESĐ
Yerel yönetim kuruluşları 1982 Anayasasından önce Osmanlı devleti
anayasası olan 1876 Kanuni Esasiden başlayarak 1921, 1924, 1961 Anayasalarında
yer almış ve düzenlenmiştir. Her bir anayasa birbirini tamamlar şekilde yerel
yönetimlerle ilgili düzenlemeler yapmıştır. Türk idari yapılanması Tanzimat
döneminde yapılan düzenlemelerle günümüzdeki şekline ulaşmıştır.
1961 Anayasası mahalli idarelerle ilgili düzenlemelere giden ilk Anayasadır.
Daha sonra ise 1982 Anayasası 123 ve 127 maddelerinde mahalli idareler ile ilgili
düzenlemelere yer vermiştir. Anayasa yerel yönetim kuruluşlarını ayrıca
düzenleyerek 127.maddesinde bu kuruluşlarla ilgili düzenleme yapmıştır. Anayasaya
ve Anayasada belirtilen ilkeleri göz önünde bulundurarak yerel yönetim
kuruluşlarının özellikleri şöyle sıralanabilir:
- Yerel yönetim kuruluşlarının kamu tüzel kişilikleri vardır.
- Yerel yönetim kuruluşları Anayasaya göre yerinden yönetim ilkesine
dayanan özerk kuruluşlardır.
- Yerel yönetim kuruluşlarının genel karar organları seçimle işbaşına gelirler
(Gözübüyük, 2006 :114).
1982 Anayasası yerel yönetimlerle ilgili olarak ayrıca şu temel düzenlemelere
de yer vermiştir;
- Yerel yönetim birimi olarak anayasa il özel idareleri, belediyeler ve
köyleri saymıştır.
- Yerinden yönetim ilkesine göre kurulmalarını öngörmüştür.
- Büyük yerleşim birimleri için özel yönetim biçimleri getirilebileceğini
belirtmiştir.
- Yerel yönetimlerin seçilmiş organlarının sıfatlarını kazanmalarına ve
kaybetmelerine ilişkin konulardaki anlaşmazlıkların karara bağlanmasını
yargıya vermiştir. Bunun dışında görevleri ile ilgili bir suçta ise belediye
başkanlarını yargı kararına göre Đç işleri bakanı görevden alabilir.
64
- Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerinde bir denetim yetkisi olduğunu
belirtmiş ve bunun yönetimde bütünlüğün ve uyumun bir gereği olduğu açıktır.
- Anayasa Bakanlar kurulunun izni ile kendi ararlarında birlik
kurabileceklerini belirtmiştir.
- Yerel yönetimlere görevleri ile ilgili ve orantılı gelir kaynaklarının
sağlanması gerektiği belirtilmiştir.
Yerel idarelerin görev yetkilerinin düzenlenmesi konusundaki, yerel
yönetimlerin yasayla yasaklanmamış ve başka yönetim birimlerine bırakılmamış olan
bütün hizmetleri görmeye yetkili olduğu genellik ilkesinden farklı olarak liste ilkesi
benimsenmiştir. Ancak bunun yerel yönetimler mantığıyla çelişikliği nedeniyle
yaratacağı katılığı gidermek için yasal düzenlemelerde esneklik
getirilmektedir.(Karahanoğulları, 2001:29). Anayasanın 127 maddesinde belirtildiği
gibi yerel yönetimlerde temel varlık nedeni yerel ihtiyaçların giderilmesidir. Ancak
yerel ihtiyaçlarında yasayla belirtilmiş olmasına ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır.
2.4. TÜRKĐYE’DE YEREL YÖNETĐMLERĐN DAYANDIĞI ĐLKELER
Ülkemizde üniter yapıya sahip bir devlettir. Ülkemizin idari yapısı 1982
anayasasında da belirtildiği gibi merkezden yönetim ve yerinden yönetim sistemine
dayanmaktadır. Merkezi yönetim, yönetimin bütünlüğü ilkesi gereğince yerinden
yönetim kuruluşlarını denetleme yetkisine sahiptir. Bu denetleme yetkisi merkezi
yönetimce yerel yönetimlerin görevlerini kamu yararı gözeterek yürütmesini
düzenlemek amacıyla yapılmaktadır.
2.4.1. Merkezden Yönetim
Merkezden Yönetim, yönetsel hizmetlerin merkezde toplanması ve bu
hizmetlerin merkez ve merkezin hiyerarşiye dayanan yönetim yapısı içinde yer alan
örgütlerce yürütülmesidir(Gözübüyük,2006:37). Merkezden yönetim ilkesi tek olarak
ve çok katı bir şekilde uygulanması başta ekonomik siyasal bir çok nedenle olanaklı
değildir. Ülkeler merkezden yönetim ve yerinden yönetim ilkelerini birlikte
65
uygulamaktadırlar. Ülkemizde de merkezden yönetim yanı sıra yerinden yönetim
ilkesi uygulanmaktadır.
2.4.2. Yerinden Yönetim
Yerinden yönetim, yerel kamu hizmetlerinin yerel yönetim kuruluşları
aracılığı ile yürütülmesini ifade eder. Ülkenin yerleşim yerlerindeki yerel nitelikli
hizmetlerin ekonomik, siyasal ve sosyal nedenlerle tamamının merkezce
karşılanması olanaksız olup bu hizmetlerden yerel nitelikteki kısmı yerel
kuruluşlarca yerine getirilir. Bu yönetim ilkesi de ülkemizde merkezden yönetim
ilkesi ile birlikte uygulanmaktadır. Yerel yönetim kuruluşları yer yönünden ve
hizmet yönünden olarak ayrılmaktadır. Yer bakımından yerel yönetim örgütleri yer
yönünden yerel yönetim olarak ifade edilmekte, hizmet ölçütüne göre kurulan diğer
yerel yönetim kuruluşları ise hizmet yönünden yerel yönetim olarak ifade
edilmektedir.
2.4.3. Yönetsel Denetleme (Đdari Vesayet )
Yerinden yönetim kuruluşlarını merkezi yönetim organlarının ülke bütünlüğü
ve yönetsel bütünlüğü sağlamak ve yapılan işlerde kamu yararının sağlanması
amacıyla denetim yetkisi vardır. Merkezi yönetimin yerel yönetim kuruluşlarını
denetleme yetkisi merkezden yönetim kuruluşlarına göre çok değildir. “Merkezden
yönetim ve yetki genişliğine dayanan kuruluşlardaki hiyerarşik denetime karşılık
yerinden yönetim kuruluşlarında yönetsel denetim yani idari vesayet vardır”(Tortop
vd., 2006: 50). Ülkemizdeki yer yönünden yerel yönetim kuruluşları ile hizmet
yerinden yönetim kuruluşları merkezi yönetimin yönetsel denetimine tabidir.
2.4.4. Đdarenin Bütünlüğü
Yerinden yönetim ilkesini benimsemiş olsalar da ülkelerin yönetsel yapıları
üniter devletlerde bütünlük taşır. Ülkemizde de üniter yani tekçi bir yönetim yapısına
uygun olarak yönetim bir bütün oluşturur. Yönetsel bütünlük kamu kuruluşları
66
arasında uyum ve birlikte çalışmayı ifade eder. Kamu hizmetlerinin yerine
getirilmesi için yönetsel kuruluşlar arasında yapılan görev dağılımı, yönetimin bir
sistem içinde çalışmasını ve bütünlüğünü bozmaz. Görev ve yetki paylaşımı kamu
kaynaklarında etkinlik, verimlilik sağlanması ve demokratik karar almanın
gerçekleştirilmesi için yapılmaktadır. Bunun dışında yönetimin bölünmesi anlamını
taşımamaktadır. Bu bütünlüğün sağlanmasında hiyerarşik denetim ve vesayet
denetimi etkili ve önemli birer yönetsel araçtır.
2.5. TÜRKĐYE’DE YEREL YÖNETĐM TÜRLERĐ
Türkiye’de günümüzde yerel yönetim birimleri dört örgütlenme
biçimindedir. Bunlar il özel idareleri, köyler, belediyeler ve daha sonra kanunla
kurulmasına olanak sağlanan Büyükşehir Belediyesi biçiminde sıralanabilir.
Aşağıdaki tabloda yerel yönetimlerin organları toplu bir şekilde gösterilmiştir.
Tablo 1 : Türkiye’de Yerel Yönetim Türleri ve Organları
Yerel Yönetimler Yerel Yönetimlerin Organları
Muhtar
Đhtiyar heyeti
Köy
Köy Derneği
Başkan
Đl Genel Meclisi
Đl Özel Đdaresi
Đl Encümeni
Başkan
Belediye Meclisi
Belediye
Belediye Encümeni
Başkan
Büyükşehir Belediye Meclisi
Büyükşehir Belediyesi
Büyükşehir Belediye Encümeni
Görevlerin merkezle yerel yönetimler ararsında bölüşümü bakımından
özellikle il özel idareleri ve köy yönetimleri, zaman içerisinde önemli ölçüde görev
kaybına uğramış bulunmaktadırlar. Bu kuruluşlar için başlangıçta öngörülmüş olan
67
ve geniş alanları kapsayan çeşitli görevler zamanla merkezi yönetime geçmiş
bulunmaktadır. Dolayısı ile bu iki yerel yönetim birimi günümüzde bir bakıma adları
var, kendileri yok kuruluşlar durumundadırlar(TÜSĐAD, 1995: 33).
2.5.1. Köyler
Köy, bir arada yaşayan insanların oluşturdukları en küçük yönetsel yerleşim
birimidir. Köyler, geleneksel yerleşim yerleri olup insanlık tarihi kadar eskidir.
Köyler, Osmanlı imparatorluğundan önce Selçuklular zamanında ve daha öncesinde
görülen ilk ve temel yerleşim birimleridir.
Đl özel idareleri ve belediyelerden Cumhuriyet dönemi öncesinde tüzel kişilik
kazandığı ülkemizde, Köy idareleri 18 Mart 1924 tarih ve 442 sayılı “Köy
Kanunu”yla tüzel kişilik kazanmış ve ilgili kanun hükümlerince yönetilmektedir. 442
sayılı kanuna göre köyler şu şekilde tanımlanmıştır; Nüfusu iki binden aşağı yurtlara
köy denir(Köy Kanunu Md. 1). Ülkemizde Köy sayısı 34.414'dir.
Köy idareleri yerel yönetimlerin biçimlendiği ilk yerleşim birimleridir.
Köylerin belirlenmesinde en önemli ölçüt nüfustur. Köyler, genellikle nüfusu az ve
ekonomik faaliyetlerin tarıma dayalı geleneksel yerleşim birimleridir. Köyler
sosyolojik anlamda iş bölümü ve uzmanlaşmanın az olduğu, geleneksel aile
ekonomisinin ve informel ilişkilerin hakim olduğu ve akrabalık ilişkilerinin önemli
olduğu yerleşim birimleridir. Köyler de diğer yerel yönetim birimleri gibi ortak
ihtiyaçları olan ve bu ihtiyaçların karşılanması için karar organları halk tarafından
seçilen kamu tüzel kişilikleridir. 1924 tarihli ve 442 sayılı kanunla köylere kamu
tüzel kişiliği verilmiştir.
“Köylerin kurulması il idare kurulu, il genel meclisi ve bayındırlık
bakanlığının mütaalası ile içişleri bakanının kararı ile kurulur”(Tortop vd. 2006:
110). Köylerin tüzel kişilikleri ile ilgili değişiklikler yine aynı yöntemle yapılır. Köy
kamu tüzel kişiliğinin görevleri köy kanununda zorunlu işler ve isteğe bağlı işler
olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
68
Köy kamu tüzel kişiliğinin organları, köy derneği, köy ihtiyar meclisi ve köy
muhtarından oluşmaktadır. Köy derneği günümüzde işlevini yitirmiş bir organdır.
Köy derneği seçmenlerin toplamından oluşan bir organdır. Köy derneğinin temel
görevi ihtiyar meclisini ve muhtarı seçmek yanında zorunlu işleri yerine getirmektir.
Köy ihtiyar meclisi seçim kanunları gereğince muhtarlık seçiminde olduğu
gibi seçmen kütüklerine yazılan köy seçmenleri tarafından yapılmaktadır. Nüfusu
1000’den az olan köylerde 8, 1001 ve 2000 olan köylerde 10 üye, 2000’den fazla
köylerde 12 üye seçilir. Bunlardan en çok oyu alan yarısı asıl kalanı yedek üyedir
(2972 sayılı Kanun Md.30). Köy ihtiyar meclisleri köy kanununda sayılan görevleri
yapan önemli bir karar organıdır. Đhtiyar meclisi köydeki işlerin hangi sırada nasıl
yapılacağına karar verir. Köy imamı ve köy öğretmeni ihtiyar meclisinin doğal
üyeleridir.
Köyün diğer önemli organı ise muhtardır. Köylü seçmenleri tarafından
seçilen muhtar köy kamu tüzel kişiliğinin temsilcisidir. Muhtar köyün yürütme
organıdır. Diğer mahalli idarelerden Diğer bir deyişle yer yönünden yerel
yönetimlerden farklı olarak köy muhtarı siyasi bir parti temsilcisi değildir. Köy
muhtarı ve köy karar organları merkezi yönetimin vesayet denetimine tabidirler.
Muhtarlar, Đl merkezine bağlı köylerde valiler, ilçe merkezlerine bağlı köylerde
kaymakamlar tarafından denetlenirler.
Sanayileşmeyle birlikte kentlerin çekiciliği artmış, mülkiyet hukuku ve
tarımdaki makineleşme sonucunda köylerden kentlere doğru sürekli bir göç
yaşanmaya başlamıştır. Sürekli nüfus kaybeden köyler ekonomik sosyal ve yönetsel
açılardan önemini ve ağırlığını giderek yitirmektedirler. Ülkemizde köyler sayıca çok
olmaları yanında coğrafi olarak da çok dağınık yerleşmişlerdir. Ülkenin coğrafi
özellikleri ve kaynakların kıtlığı dikkate alındığında köyler kamu hizmetlerinden
yeterince yararlanamamaktadır. Kırsal yerleşimler, kamu hizmetlerinin yeterince
sağlanamaması nedeniyle nüfusun kentlere göçmesine ve kentlerin plansız ve
düzensiz bir şekilde büyümesine neden olmaktadır. Nüfusun sürekli göç verdiği
69
kırsal kesimde dağınık yerleşim birimleri, temel hizmetlerin ve alt yapı hizmetlerinin
sağlamasının önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.
Köylerden kentlere doğru yaşanan göçün kentlerde önemli sorunlara neden
olduğu görülmektedir. Ülkenin sanayileşme düzeyine uyumlu olarak gerçekleşmeyen
nüfus hareketleri kentsel sorunların kaynağı haline gelmektedir. Yani kentlerle ilgili
olduğu ifade edilen birçok problemin kaynağı kırsal kesimdedir. Sanayileşme
düzeyine paralel olarak gerçekleşmeyen göç, kentlerde ekonomik ve sosyal
sorunlarında doğmasına yol açarken ekonomik ve sosyal kalkınmanın önünde engel
oluşturmaktadır.
Köy kanununda yer alan zorunlu ve isteğe bağlı görevlerin yerine
getirilebilmesi için gelire gereksinim vardır. Köy gelirleri köy kanununda üç gurupta
toplanmaktadır.
- Salma
- Đmece
- Diğer gelirler
Salma köyde oturanlardan ve köyde oturmamakla birlikte köyle maddi ilişkisi
bulunanlardan köyün zorunlu giderlerinin karşılanması için alınan hane başına
belirlenen zorunlu bir vergi olup, salma tutarını köy ihtiyar meclisi saptamaya
yetkilidir. Đmece ise geleneksel bir yöntem olup köyde yaşayanların yardımlaşma ve
dayanışmasını içeren bir yöntemdir. Đmece köyün işlerini yapmak üzere köylülerin
birlikte ve zorunlu çalışmalarını ifade eder. Köyün salma ve imece dışında kalan
diğer öz kaynakları, köylere yeter derecede gelir getirecek nitelikte değildir.
Köyün diğer gelirleri ise cezalar, kiraya verilen veya işletilen gelirleri ile
bağışlardan oluşmaktadır. Köyün işlerinin yapılmasında okul, yol, su, kanalizasyon
gibi alt yapı hizmetlerinin yerine getirilmesinde il özel idareleri yetkili ve görevli
olarak belirlenmiştir. Köy kamu tüzel kişiliği günümüzde işlevini yitirmiş ve idari
vesayetin en fazla kullanıldığı yerleşim birimleri haline gelmiştir. Köy gelirleri,
70
köylerde kanunla verilmiş görevleri yürütmeye yeterli değildir. Köylere ait hizmetler
büyük oranda il özel idareleri ve Bakanlıkların taşra teşkilatlarınca yürütülmektedir.
Köy giderleri köy kanununda belirtilen gelirlerinin yine köy kanununda
belirtilen zorunlu ve isteğe bağlı görevlerin yerine getirilebilmesi için harcanan
paralardır. Köy kanununu md. 18 ve 19 da köy köyün zorunlu ve isteğe bağlı
giderleri belirtilmiştir. Köy korucu ve imamları ile köyün diğer zorunlu vergi ve
harcamaları zorunlu giderleri olarak belirtilmiştir.
2.5.2. Đl Özel Đdaresi
Đl özel idareleri ile ilgili düzenlemeler 1913 tarihli Đdare-i Umumiye-i Vilayet
Kanununu ile değişikliğe uğrayan Đdare-i Umumiye-i Vilayet yasasına
dayanmaktadır. “Bu Kanun il genel yönetimi ve aynı zamanda il özel yönetimi ile
ilgili hükümler içermekte idi. Adı geçen yasa il özel idareleri ile ilgili yapılan kimi
düzenlemelere rağmen temel metin olma özelliğini muhafaza etmektedir.”(Tortop
vd. ,2006: 128)
“Đdare-i Umumiye-i Vilayet Kanunu yerini 1929 yılında 1426 sayılı Kanuna
bırakmıştır. 1913 tarihli Kanunun, 1929 düzenlemeleriyle il genel yönetimle ilgili
hükümleri kaldırılarak il özel yönetimi ile ilgili düzenlemeleri yürürlükte kalmıştır.
Bu hükümler de 1987 de yayınlanan 3360 sayılı Kanunla değişikliğe uğramıştır. Đl
özel idareleri konusunda yapılan en son değişiklik 2005 yılında yapılmıştır. 5302
sayılı Đl Özel Đdaresi Kanunu 22 Şubat 2005 tarihinde TBMM’de görüşülmüş ve 4
Mart 2005 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir”(Tortop vd. ,2006:
128) Đl özel idareleri kanunla kurulurlar. Türkiye’de illerde kurulu bulunan il özel
idarelerinin sayısı 81’dir.
Đl özel idareleri diğer yerel yönetim kuruluşları ile birlikte Anayasanın 127.
maddesinde gösterilerek organlarının seçimle oluşturulduğu bir kamu tüzel kişiliği
olduğu ifade edilmiştir. 2005 yılında yürürlüğe giren 5302 sayılı kanun il özel
idarelerini ”il halkının mahalli nitelikteki ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan
71
ve karar organları seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve mali özerkliğe
sahip kamu tüzel kişileri” olarak tanımlamış ve daha önceki görev ve
sorumluluklarına oranla daha geniş görev ve sorumluluklar yüklemiştir. Đl özel
idarelerinin görevleri 5302 sayılı Kanunun 6.maddesinde sıralanmıştır. Yeni
düzenlemeyle eski Kanunda tek tek sayılan görevler yerine hizmet alanları
sıralanmıştır. Đl özel idaresinin görev alanları il sınırlarını kapsamaktadır. Đl özel
idaresinin il sınırları içinde yerine getirmesi gereken görevleri:
- Sağlık,
- Tarım,
- Sanayi ve ticaret,
- Đlin çevre düzeni planı,
- Bayındırlık ve iskan,
- Toprağın korunması,
- Erozyonun önlenmesi,
- Sosyal hizmet ve yardımlar,
- Yoksullara mikro kredi verilmesi,
- Çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları,
- Đlk ve ortaöğretim kurumlarına arsa temini, binaların yapımı, bakımı ve
onarımının sağlaması şeklindedir.
Đl özel idarelerinin Belediye sınırları dışındaki görevleri ise:
- Đmar,
- yol, su, kanalizasyon, katı atık,
- Çevre,
- acil yardım ve kurtarma,
- Kültür, turizm,
- Gençlik ve spor,
- Orman köylerinin desteklenmesi,
- Ağaçlandırma park ve bahçe tesisine ilişkin hizmetleri belediye sınırları
dışında yapmak, olarak belirtilmektedir.
72
Đl özel idaresinin görevleriyle, köy ve belediye, büyük şehir belediyeleri
görevleri arasında eşgüdüm ve uyum sağlama görevi il valisine bırakılmıştır. Đl çevre
planının hazırlanmasında ve uygulanmasında ise valinin koordinasyonunda büyük
şehirlerde, büyük şehir belediyeleri, diğer illerde ise il belediyesi ve il özel idaresi
birlikte çalışır. Đl özel idaresi kanununun altıncı maddesi ek fıkrasına göre; Merkezi
idare tarafından yürütülen görev ve hizmetlere ait yatırımlardan ilgili bakanlıkça
uygun görülenler, il özel idareleri eliyle de gerçekleştirilebilir. Bu yatırımlara ait
ödenekler, ilgili kuruluş tarafından o il özel idaresi bütçesine aktarılır. Đl özel idaresi
bu yatırımların yüzde yirmi beşine kadar olan kısmı için kendi bütçesinden harcama
yapabilir. Merkezi idare, ayrıca, desteklemek ve geliştirmek istediği hizmetleri proje
bazında gerekli kaynaklarını ilgili il özel idaresine aktarmak suretiyle onlarla işbirliği
içinde yürütebilir. Bu kaynak ve ödenekler özel idare bütçesi ile ilişkilendirilmez ve
başka amaçla kullanılamaz. Yine aynı ek maddenin ek fıkrasında Đl özel idaresi
bütçesinden, emniyet hizmetlerinin gerektirdiği teçhizat alımıyla ilgili harcamalar
yapılabilir. Đl çevre düzeni plânı; valinin koordinasyonunda, Büyükşehirlerde
Büyükşehir belediyeleri, diğer illerde il belediyesi ve il özel idaresi ile birlikte
yapılır. Đl çevre düzeni plânı belediye meclisi ile il genel meclisi tarafından
onaylanır. Belediye sınırları il sınırı olan Büyükşehir Belediyelerinde il çevre düzeni
planı ilgili Büyükşehir Belediyeleri tarafından yapılır veya yaptırılır ve doğrudan
Belediye Meclisi tarafından onaylanır. Hizmetlerin yerine getirilmesinde öncelik
sırası, il özel idaresinin malî durumu, hizmetin ivediliği ve verildiği yerin gelişmişlik
düzeyi dikkate alınarak belirlenir(Đl Özel Đdaresi kanunu Madde 6).
Đl genel meclisi, il özel idaresinin karar organıdır. “5302 sayılı Đl Özel Đdaresi
Kanununa göre valinin il genel meclisinin başkanı olma görevine son verilmiştir.
Böylelikle il özel idarelerinin özerkliğini zedeleyici bir uygulama yürürlükten
kaldırılmıştır”(Sobacı, 2005: 47). Yeni Đl Özel Đdaresi Kanunu eski kanunda “Đl
Daimi Encümeni” olan kurulun ismini “Đl Encümeni“ olarak değiştirmiştir. Đl
Encümeni, il özel idaresinin yürütme organıdır. Kanun, il genel meclisi
başkanlığından valiyi alırken, il encümeninin başkanlığından almamıştır.
5302 sayılı Kanunun 42 ve 43.maddelerinde il özel idaresinin gelir ve
73
giderleri sıralanmıştır. Buna göre il özel idaresinin gelirleri:
- Kanunlarla gösterilen il özel idaresi vergi, resim, harç ve katılma payları.
- Genel bütçe vergi gelirlerinden ayrılan paylar.
- Genel ve özel bütçeli idarelerden yapılacak ödemeler.
- Taşınır ve taşınmaz malların kira, satış ve başka suretle
değerlendirilmesinden elde edilecek gelirler.
- Đl genel meclisi tarafından belirlenecek tarifelere göre tahsil edilecek
hizmet karşılığı ücretler.
- Faiz ve ceza gelirleri.
- Bağışlar.
- Her türlü girişim, iştirak ve faaliyetler karşılığı sağlanacak gelirler.
- Diğer gelirlerden oluşmaktadır.
5302 sayılı kanunun 43 maddesine göre Đl özel idaresinin giderleri şunlardır:
- Đl özel idaresi binaları, tesisleri ile araç ve malzemelerinin temini,
yapımı, bakımı ve onarımı için yapılan giderler.
- Đl özel idaresinin personeline ve seçilmiş organlarının üyelerine ödenen
maaş, ücret, ödenek, huzur hakkı, yolluklar, hizmete ilişkin eğitim
harcamaları ile diğer giderler.
- Her türlü alt yapı, yapım, onarım ve bakım giderleri.
- Vergi, resim, harç, katılma payı, hizmet karşılığı alınacak ücretler ve
diğer gelirlerin takip ve tahsili için yapılacak giderler.
- Đl genel meclisince belirlenecek ilkeler çerçevesinde köylere veya
köylerin aralarında kurdukları birliklere yapılacak yardımlar.
- Đl özel idaresinin kuruluşuna katıldığı şirket, kuruluş ve birliklerle ilgili
ortaklık payı, üyelik aidatı giderleri.
- Faiz, borçlanmaya ilişkin diğer ödemeler ve sigorta giderleri.
- Yoksul, muhtaç ve kimsesizler ile özürlülere yapılacak sosyal hizmet ve
yardımlar.
- Dava takip ve icra giderleri.
74
- Temsil, tören, ağırlama ve tanıtım giderleri.
- Avukatlık, danışmanlık ve denetim hizmetleri karşılığı yapılacak
ödemeler.
- Yurt içi ve yurt dışı kamu ve özel kesim ile sivil toplum örgütleriyle
birlikte yapılan ortak hizmetler ve diğer proje giderleri.
- Sosyo-kültürel ve bilimsel etkinlikler için yapılan giderler.
- Özel idare hizmetleriyle ilgili olarak yapılan kamuoyu yoklaması ve
araştırması giderleri.
- Doğal afet giderleri.
- Kanunla verilen görevler ve hizmetlerin yürütülmesi için yapılan diğer
giderler.
Đl Özel Đdarelerinin üç organı vardır. Bunlar;
- Vali
- Đl genel meclisi
- Đl Encümeni
Vali Merkezi idarenin illerdeki temsilcisidir. Valiler Đl Özel idarelerinde Đl
özel idarelerinin ve yürütme organının başıdır. Vali merkezi idarenin ildeki en üst
yetkilisidir. Đç işleri bakanlığınca önerilen vali ilde hükümetin temsilcisi olarak özel
idarenin başıdır. Kaymakamlar da aynı şekilde hükümetin ilçedeki temsilcisi ve
idarenin temsilcisidir. Kaymakamlar valilere karşı sorumludurlar.
Đl genel Meclisi il özel idaresinin karar organıdır. Đl genel meclisi üyelerinin
tamamı ve başkanı seçimle belirlenir. Her ildeki nüfus sayısına göre il genel meclisi
seçilmektedir. Buna göre:
- Nüfusu 25.000 e kadar olan ilçelerde 2
- Nüfusu 25.001 den 50.000 e kadar olan ilçelerde 3
- Nüfusu 50.001 den 75.000 e kadar olan ilçelerde 4
- Nüfusu 75.001 den 100.000 e kadar olan ilçelerde 5
75
- Nüfusu 100.000 den yukarı olan ilçelerde her 100.000 nüfus için bir üye ilave
edilerek il genel meclisi sayıca oluşturulmaktadır.
3360 sayılı eski kanunla Đl Daimi Encümeni olarak adlandırılan il Encümeni
Đl özel idaresinin yürütme organı olup valinin başkanlığında 10 üyeden oluşur. Đl
Encümeninin on üyesinden beşini il genel meclisi gizli oyla kendi arasından seçerken
kalan beş üye ise biri ildeki mali işler kuruluşunun başındaki kişi olmak üzere vali
tarafından diğer kurum amirleri arasından seçilir. Tüm encümen üyelerinin süresi bir
yıldır.
Đl özel idareleri yerel yönetim organı olarak faaliyet gösteren birimler iken
uygulamada bu çok fazla bilinmemektedir. Gerçekten il özel idareleri konu ile ilgili
olmayanlar arasında başında valinin bulunduğu ve merkezi hükümetin illerdeki
temsil edildiği yerler olarak bilinmektedir. Görevlerin merkezle yerel yönetimler
arasında bölüşümü bakımından özellikle il özel idareleri ve köy yönetimleri zaman
içinde önemli ölçüde görev kaybına uğramış bulunmaktadırlar. Bu kuruluşlar için
başlangıçta öngörülmüş olan ve geniş alanları kapsayan görevler zamanla merkez
yönetimine geçmiş bulunmakta, dolayısıyla bu yönetim kuruluşlar adları var kendi
yok kuruluşlar haline gelmiştir(TÜSĐAD, 1995: 33). Đl özel idareleri merkezi
hükümetçe de yapılan işleri yapmakla görevli olmaları nedeniyle ayrı bir yönetim
kademesi olarak yer alamamıştır. Yapılan işlerin finansmanında da merkezi
yönetimin etkin oluşu nedeniyle il özel yönetimlerinin merkezi hükümetin temsilcisi
gibi düşünülmesine neden olmuştur. Ayrıca bu kuruluşlarda denetim ve onay
makamı olarak valinin bulunması il özel yönetimlerinin yerel olma niteliğini
zayıflatmaktadır. Avrupa ülkelerinde bizdeki il özel yönetimlerinin görevlerinin
çoğunlukla belediyeler tarafından yerine getirildiği görülmektedir. Aynı şekilde
köyler de başında muhtarın bulunduğu ve merkezi hükümetin işlerini köydeki
takipçisi ve uygulayıcısı olan idare olarak düşünülmektedir. Uygulamada gerçek
anlamda, merkezden özerk olarak bilinen yerel yönetimler belediyeler olarak öne
çıkmıştır.
76
2.5.3. Belediyeler
Toplumlar tarihsel süreçte tarımsal üretimden sanayi üretimine ve sanayi
toplumuna doğru geçerken farklı yerleşim yerleri toplumların siyasal, ekonomik,
sosyal hayatına damgasını vurmuştur. Sanayi devrimi üretimin biçimini ve üretim
ilişkilerini çok köklü bir biçimde değiştirirken, kökenleri devlet kadar eski olan
kentlerin yerine yeni üretim mekanları olarak hızla büyüyen günümüz kentlerinin
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kentsel alanların nüfusu, doğumla artan nüfus
artışları dışında, kırsal alandan gelen göçlerle sürekli artış göstermektedir.
Günümüzde kırsal alanların ağırlığı azalırken kentlerin nüfus yoğunluğu artmakta,
üretim ve tüketimin toplandığı alanlar olarak giderek önem kazanmaktadır. Yeni
üretim yapısına bağlı olarak, nüfus artışları nedeniyle artan ve ağırlaşan ekonomik
sorunlar özellikle kentsel alanlarda pek çok sorun doğurmuştur. Kentler bir yandan
özgürlüğü sembolize ederken diğer taraftan zor koşulların ve sefaletin sembolü
olarak da anılır olmuştur. Sanayi devrimi ile tarih sahnesine çıkan işçi sınıfının
kitlesel üretim yapan fabrikalarda toplanması ve kentlerde yoğunluğun artması,
kentleri üretimin ve tüketimin gerçekleştirildiği mekanlara dönüştürmüştür. Kentsel
alanların üretimin ve tüketimin merkezleri konumuna gelişi, ulaştıkları nüfus
büyüklüğü ve yoğunlukları nedeniyle bu yerleşim alanlarını, dolayısıyla bu alanların
yönetiminin önemini artırmıştır. Sosyal sorunların çözülerek ekonomik ve sosyal
yaşamın sürdürülebilmesi yönetimlerin etkin ekonomik ve sosyal politikalar ortaya
koyması ile olanaklıdır. Sanayi toplumu olarak nitelendirilen yeni toplumsal yapıda
kentsel alanların yönetim ve hizmet birimi olan, yerel yönetimler, kırsal yerleşim
yerlerinin yönetimlerine oranla çok daha ön planda ve çok daha önemli hale
gelmektedir. Yerel yönetim birimi olarak belediye hızlı kentleşmeye bağlı olarak öne
çıkan bir yerel yönetim birimidir.
Belediyeler sayıca çoğalarak, belediyelerin kapsadığı alanlar genişlemekte ve
hizmet sunduğu topluluklar nüfus bakımından giderek büyümektedir. Belediyeler
giderek daha fazla kaynağa ve giderek büyüyen bütçelere sahip yerel yönetim
kuruluşları olmaktadır. Türkiye’de belediyeler, kentleşmenin artmasıyla giderek daha
fazla sayıda nüfusa hizmet veren birimler haline gelmektedir. Aşağıdaki tabloda
77
kentsel alanların kırsal alanlar karşısında nüfus artışı izlenmektedir. Tablo 2 yerleşim
alanlarının nüfus bakımından oranlarını vermektedir. Tabloda yer alana yıllar
kentleşmenin önceki yıllara oranla giderek daha fazla hız kazandığı 1970 yılından
başlamıştır. Tabloya bakıldığında kent nüfusunun artışına bağlı olarak, belediyelerin
yerel yönetimler içerisindeki öneminin önümüzdeki dönemlerde artarak süreceği
görülmektedir. Tabloda yer alan 2008 yılı nüfus rakamları Adrese Dayalı Nüfus
Kayıt Sistemi’ne (ADNKS) göre ortaya çıkan nüfus sayım sonuçlarıdır.
Tablo 2: Türkiye’de Kent ve Kır Nüfusu.
Kaynak: TÜĐK (Genel Nüfus Sayımı Đstatistikleri)
Cumhuriyet dönemindeki belediyelerle ilgili ilk düzenleme 1930 Tarihinde
1580 sayılı yasa ile yapılan Belediye Kanunudur. 2004 yılında yapılan kamu
yönetimi reformu kapsamında yerel yönetim birimleri de bu reformdan etkilenmiş ve
başta Belediye Kanunu olmak üzere değişiklikler yapılmıştır. “Bugün yürürlükte
olan Kanun 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunudur. 1930 Cumhuriyet
ilan edildikten sonra uzun bir süre valiler belediye başkanlığı görevini de
üstlenmişlerdir. 1948 yılında Ankara ve 1954 yılında Đstanbul’da ilk defa belediye
başkanlığı valilik görevinden ayrılmıştır. 1961 Anayasası ile mahalli idare
birimlerinin seçimle işbaşına geleceği belirtilmiştir. 19.07.1963 tarih ve 307 sayılı
kanunla belediye başkanlarının halk tarafından seçilmesi benimsenmiştir. Đlk mahalli
seçimler 1963 yılında yapılmış ve ilk defa seçmenler tarafından seçilmiş belediye
başkanları görev başına gelmiştir”(Tortop vd.,2006: 149).
YIL
TOPLAM NÜFUS
KENT NÜFUSU (ĐL, ĐLÇE)
%
KIR NÜFUSU (BELDE,KÖY)
%
1970 35.605.176 13 691 101 38,45 21 914 075 61,55
1975 40.347.719 16 869 068 41,81 23 478 651 58,19
1980 44.736.957 19 645 007 43,91 25 091 950 56,09
1985 50.664.458 23.926.262 53,03 23 798 701 46,97
1990 56.473.035 33 326 351 59,01 23 146 684 40,99
2000 67.803.927 44 006 274 64,90 23 797 653 35,10
2008 71.517.100 53 611 723 74,96 17 905 377 25.04
78
21 Mart 2008 tarihinde kabul edilen 5747 sayılı büyükşehir belediyesi
sınırları içerisinde ilçe kurulması ve bazı kanunlarda değişiklik yapılması hakkında
kanun’a göre toplamı 3225’i bulan ilk kademe, belde belediyelerinden 1120 tanesinin
tüzel kişilikleri kaldırılarak köy ve mahalleye dönüştürülmüştür. Bu kanun ile
Türkiye’deki belediye sayısı 2105’e düşürülmüştür. Ancak Danıştay tüzel kişilikleri
kaldırılan belediyelerin itiraz etmeleri halinde seçime girebileceğine karar vererek bu
konuda yeni bir tartışmayı başlatmıştır. 5747 sayılı yasa sonrası belediye sayısı tablo
3’deki gibidir.
Tablo 3 : Türkiye’de Belediye Sayısı
BELEDĐYE TÜRÜ SAYISI
BÜYÜKŞEHĐR BELEDĐYESĐ 16
ĐL BELEDĐYESĐ 65
ĐLÇE BELEDĐYESĐ 892
BELDE BELEDĐYESĐ 1132
TOPLAM 2105
Kaynak : www.mahalli- idareler gov.tr (Erişim : 10.06.2008)
Yeni Kanunla belediye kurulması ile ilgili olarak değişiklik yapılmış 1580
sayılı Kanun Belediye kurulması için 2000 nüfusu yeterli ölçüt olarak düzenlerken,
5393 sayılı Belediye Kanunu 5000 nüfusu belediye kurulması için gerekli nüfus
ölçütü olarak düzenlemiştir. 5393 sayılı belediye kanunu madde 4 e göre; Nüfusu
5.000 ve üzerinde olan yerleşim birimlerinde belediye kurulabilir. Đl ve ilçe
merkezlerinde belediye kurulması zorunludur. Đçme ve kullanma suyu havzaları ile
sit ve diğer koruma alanlarında ve meskûn sahası kurulu bir belediyenin sınırlarına
5.000 metreden daha yakın olan yerleşim yerlerinde belediye kurulamaz. Köylerin
veya muhtelif köy kısımlarının birleşerek belediye kurabilmeleri için meskûn
sahalarının, merkez kabul edilecek yerleşim yerinin meskûn sahasına azami 5.000
metre mesafede bulunması ve nüfusları toplamının 5.000 ve üzerinde olması gerekir.
Aynı maddenin devamında belediyelerin kuruluşuna ilişkin olarak düzenlemeye yer
verilmiştir. Buna göre: Danıştayın görüşü alınarak müşterek kararname ile o yerde
belediye kurulur. Yeni iskân nedeniyle oluşturulan ve nüfusu 5.000 ve üzerinde olan
herhangi bir yerleşim yerinde, Đçişleri Bakanlığının önerisi üzerine müşterek
79
kararnameyle belediye kurulabilir. 5393 sayılı belediye kanununun 11.maddesi
belediye tüzel kişiliğinin sona ermesini düzenlemektedir. Buna göre: Nüfusu 2.000'in
altına düşen belediyeler, Danıştayın görüşü alınarak, Đçişleri Bakanlığının önerisi
üzerine müşterek kararname ile köye dönüştürülür. Tüzel kişiliği kaldırılan
belediyenin tasfiyesi il özel idaresi tarafından yapılır. Bu belediyenin taşınır ve
taşınmaz malları ile hak, alacak ve borçları ilgili köy tüzel kişiliğine intikal eder.
5393 sayılı belediye kanununun Belediyelerin görev ve sorumluluklarına
ilişkin düzenlemeler 14.maddesinde gösterilmiştir. Belediyelerin görevleri yeni
düzenlemeyle şu hizmet alanlarında toplanmıştır: Belediye, mahallî müşterek
nitelikte olmak şartıyla;
- Đmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; coğrafî ve kent bilgi
sistemleri; çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; zabıta, itfaiye, acil yardım,
kurtarma ve ambulans; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve
yeşil alanlar; konut; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor; sosyal hizmet
ve yardım, nikâh, meslek ve beceri kazandırma; ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi
hizmetlerini yapar veya yaptırır. Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000'i geçen
belediyeler, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açar.
- Okul öncesi eğitim kurumları açabilir; Devlete ait her derecedeki okul
binalarının inşaatı ile bakım ve onarımını yapabilir veya yaptırabilir, her türlü araç,
gereç ve malzeme ihtiyaçlarını karşılayabilir; sağlıkla ilgili her türlü tesisi açabilir ve
işletebilir; kültür ve tabiat varlıkları ile tarihî dokunun ve kent tarihi bakımından
önem taşıyan mekânların ve işlevlerinin korunmasını sağlayabilir; bu amaçla bakım
ve onarımını yapabilir, korunması mümkün olmayanları aslına uygun olarak yeniden
inşa edebilir. Gerektiğinde, öğrencilere, amatör spor kulüplerine malzeme verir ve
gerekli desteği sağlar, her türlü amatör spor karşılaşmaları düzenler, yurt içi ve yurt
dışı müsabakalarda üstün başarı gösteren veya derece alan sporculara belediye
meclisi kararıyla ödül verebilir. Gıda bankacılığı yapabilir.
80
- Belediye, kanunlarla başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen
mahallî müşterek nitelikteki diğer görev ve hizmetleri de yapar veya yaptırır(5393
sayılı belediye kanunu md.14).
Belediye kanununun 14.maddesinde görüldüğü gibi ülkemizde belediyelerin
görev ve yetkilerinin belirlenmesinde genellik ve liste yöntemleri adeta birlikte
benimsenmiştir. Liste anlayışı belediyelerin yasalarında sayılan görevlerin dışına
çıkamadıkları yeni görevlerin ancak yasal düzenlemelerle verilebileceği bir
yöntemdir. Ancak 5393 sayılı kanunla belediyelerin bir kısım görevleri isteğe bağlı
görevlerle belediyelerin kendi istek ve çabalarına bırakılmıştır.
Belediyelerin organları belediye meclisi, belediye encümeni ve belediye
başkanıdır. Belediye başkanı yürütme, belediye meclisi ve belediye encümeni ise
belediyenin karar organıdır. Belediye başkanı, belediyenin belediye tüzel kişiliğinin
temsilcisidir. Belediyelerin organlarının görev süresi seçimlerin yenilenme süresi
olan 5 yıldır.
Belediye meclisi belediyenin genel karar organı olup belde halkı tarafından
seçilen üyelerden oluşur. Belediye meclisinin alacağı kararlar belediye başkanına
gönderilir. Belediye başkanının geri göndermediği kararlar kendiliğinden kesinleşir.
Kararda meclisin ısrarı karşısında belediye başkanı karar aleyhinde yargıya
başvurabilir. Kesinleşen belediye meclisi kararları yedi gün içerisinde o yerin en
büyük mülki amirine gönderilir. Mülki amire gönderilmeyen kararlar yürürlüğe
girmez. Mülki amiri hukuka uygun bulmadığı kararlar aleyhine yargıda dava açabilir.
Siyasal partiler aldıkları oy oranında belediye meclisinde temsilci bulundururlar.
Buna göre nüfusa orantılı olarak oluşacak olan belediye meclisi üye sayısı şu
şekildedir;
- Nüfusu 10.000 ve daha az olan belediyelerde 9
- Nüfusu 10.001 ve 20.000 ararsında olan belediyelerde 11
- Nüfusu 20.001 ve 50.000 ararsında olan belediyelerde 15
- Nüfusu 50.001 ve 100.000 ararsında olan belediyelerde 25
81
- Nüfusu 100.001 ve 250.000 ararsında olan belediyelerde 31
- Nüfusu 250.001 ve 500.000 ararsında olan belediyelerde 37
- Nüfusu 500.001 ve 1.000.000 ararsında olan belediyelerde 45
- Nüfusu 1.000.000 dan fazla olan belediyelerde meclis üyesi aynı sayıda
üyeden oluşur.
Belediye meclisi kendi arasından seçeceği üyelerden ve belediyenin yetkili
birim amirlerinden oluşan belediye encümenini seçer. Belediye encümeni de
belediyenin karar organıdır.
Belediyelerin kanunla kendilerine verilen görevlerin yürütülebilmesi hiç
kuşkusuz yeterli kaynaklara sahip olmalarına bağlıdır. Belediyelerin öz kaynak
gelirleri vergiler, harçlar ve harcamalara katılım paylarından oluşmaktadır.
Belediyelerin bu gelirlerinin oranlarını ve miktarlarını merkezi yönetim
belirlemektedir. Vergiler emlak, çevre temizlik, ilan ve reklam, eğlence, haberleşme
ve tüketim vergilerin oluşmaktadır. Harçlar ise başta bina yapım ve onarım harcı
olmak üzere ticari işlemlerden kaynaklanan harçlardan oluşmaktadır. Katılım payları
ise su, kanalizasyon yol gibi harcamalara katılım paylarından oluşmaktadır. 2005
yılında yapılan yeni düzenlemeye göre belediye gelirleri şu şekildedir:
- Kanunlarla gösterilen belediye vergi, resim, harç ve katılma payları.
- Genel bütçe vergi gelirlerinden ayrılan pay.
- Genel ve özel bütçeli idarelerden yapılacak ödemeler.
- Taşınır ve taşınmaz malların kira, satış ve başka suretle
değerlendirilmesinden elde edilecek gelirler.
- Belediye meclisi tarafından belirlenecek tarifelere göre tahsil edilecek
hizmet karşılığı ücretler.
- Faiz ve ceza gelirleri.
- Bağışlar.
- Her türlü girişim, iştirak ve faaliyetler karşılığı sağlanacak gelirler.
- Diğer gelirler. (Belediye kanunu md. 59).
82
2.5.4. Büyükşehir Belediyeleri
Hızlı kentleşme sonucunda büyük kentlerin daha çok büyümesi belediye
sınırlarının dışında düzensiz ve plansız gelişmelere yol açarak belediyelerin yetersiz
kalmasına neden olunca metropol kentlerin ve hizmetlerinin yönetimi için aranılan
çözümler Büyükşehir belediyelerini gündeme getirmiştir.
“Türkiye’de ki kentleşme hareketi, bazı farklılıklarına rağmen, az gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerin kentleşme süreçlerine benzemektedir. Sanayileşmiş
toplumlarda kentleşme süreci ile Türkiye’de ki gibi gelişmekte olan ülkelerde
kentleşme süreci sosyo-ekonomik gelişimlerine bağlı olarak birbirinden elbette ki
farklı şekilde gerçekleşmektedir”(Görmez, 1997:13). Sanayileşme ile birlikte
ekonomik ve toplumsal yapı değişirken bu yeni üretim şekli yerleşim yerlerinin de
değişmesine neden olmuştur. Çünkü tarıma dayalı üretim yapısının dağınık ve küçük
yerleşim yerleri sanayileşme ile birlikte yerini makineye dayalı büyük topluca
yaşanılan nüfus yoğunluğunun çok arttığı kentlere bırakmıştır. Kentlerin büyümesi
ile kentlerdeki sorunlarda büyümeye başlamıştır. Ancak kentsel sorunlar özünde
sanayileşme ve sanayileşme sonucunda oluşan sınıfsal toplum yapısının sorunları
olarak ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’de Büyükşehir yönetimlerine ilişkin olarak Anayasada doğrudan bir
düzenleme yer almamakla birlikte; 1982 Anayasasının 127.maddesinin üçüncü
fıkrasında Kanun “büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimleri getirebilir”
denilmek suretiyle dolaylı bir düzenlemenin olduğu tespit edilmektedir. “Büyükşehir
belediyeleri Anayasa’nın 127.maddesinde yer alan hükme bağlı olarak 1984 yılında
çıkarılan 3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanunla
düzenlenmiştir”(Tortop vd.,2006: 215). Daha sonra 2004 tarih ve 5216 sayılı
Büyükşehir Belediyesi kanunu ile düzenleme yapılmıştır.
3030 sayılı kanundan farklı olarak 5216 sayılı kanun Büyükşehir yönetimi
kurulabilmesi için 750.000 bin nüfusu şartını getirmiştir. 5216 sayılı kanuna göre
Büyükşehir belediyesi: En az üç ilçe veya ilk kademe belediyesini kapsayan, bu
83
belediyeler arasında koordinasyonu sağlayan; kanunlarla verilen görev ve
sorumlulukları yerine getiren, yetkileri kullanan; idarî ve malî özerkliğe sahip ve
karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişisini, ifade
ettiği belirtilmiştir.
Kanunda belirtildiği gibi ; “Belediye sınırları içindeki ve bu sınırlara en fazla
10.000 metre uzaklıktaki yerleşim birimlerinin son nüfus sayımına göre toplam
nüfusu 750.000’den fazla olan il belediyeleri, fiziki yerleşim durumları ve ekonomik
gelişmişlik düzeyleri dikkate alınarak kanunla Büyükşehir belediyesine
dönüştürülürler” denmektedir. 5216 sayılı Kanunla Büyükşehir Belediyesi
Kanununa göre bu belediyelerinin yapmakla yükümlü oldukları sosyal görevleri
şöyle sıralanmıştır:
- Sağlık merkezleri, hastaneler, gezici sağlık üniteleri ile yetişkinler, yaşlılar,
engelliler, kadınlar, gençler ve çocuklara yönelik olarak her türlü sosyal ve kültürel
hizmetleri yürütmek, geliştirmek ve bu amaçla sosyal tesisler kurmak, mesleki beceri
kazandırma kursları açmak, işletmek veya işlettirmek. Bu hizmetleri yürütürken
üniversiteler, yüksekokullar, mesleki liseleri, kamu kuruluşları ve sivil toplum
örgütleri ile işbirliği yapmak,
- Afet riski taşıyan veya can ve mal güvenliği açısından tehlike oluşturan
binaları insandan tahliye etmek ve yıkmak,
- Gerektiğinde sağlık, eğitim ve kültür hizmetleri için bina ve tesisler yapmak,
kamu kurum ve kuruluşlarına ait bu hizmetlerle ilgili bina ve tesislerin her türlü
bakım ve onarımlarını yapmak, gerekli malzeme desteğini sağlamak.
Büyükşehir Belediyesinin organları, Belediye Meclisi, Belediye Encümeni ve
Belediye Başkanıdır. Büyükşehir belediye meclisi, Büyükşehir belediyesinin karar
organıdır ve ilgili kanunda gösterilen esas ve usullere göre seçilen üyelerden oluşur.
Büyükşehir belediye başkanı Büyükşehir belediye meclisinin başkanı olup,
Büyükşehir içindeki diğer belediyelerin başkanları, Büyükşehir belediye meclisinin
doğal üyesidir.
84
5216 sayılı Büyükşehir belediyesi kanununun 14. maddesine göre meclis
kararlarının yürürlüğe girmesi düzenlenmiştir. Buna göre Büyükşehir belediye
başkanı, hukuka aykırı gördüğü belediye meclisi kararlarını, yedi gün içinde
gerekçesini de belirterek yeniden görüşülmek üzere belediye meclisine iade edebilir.
Yeniden görüşülmesi istenilmeyen kararlar ile yeniden görüşülmesi istenip de
Büyükşehir belediye meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar
kesinleşir. Büyükşehir belediye başkanı, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar
aleyhine idarî yargıya başvurabilir. Kararlar, kesinleştiği tarihten itibaren en geç yedi
gün içinde mahallin en büyük mülkî idare amirine gönderilir. Mülkî idare amirine
gönderilmeyen kararlar yürürlüğe girmez. Mülkî idare amiri hukuka aykırı gördüğü
kararlar aleyhine on gün içinde idarî yargı mercilerine başvurabilir(5216 sayılı kanun
md.14).
Büyükşehir belediyesinin gelirleri ise kanunun 23. maddesinde şu şekilde
gösterilmiştir;
- Genel bütçe vergi gelirleri tahsilât toplamı üzerinden ilçe ve ilk kadem
belediyelerine verilen paylardan Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek
oranlar içinde ayrılarak Đller Bankası tarafından gönderilecek pay.
- Büyükşehir belediye sınırları içinde yapılan genel bütçe vergi gelirleri
tahsilât toplamı üzerinden Maliye Bakanlığı tarafından hesaplanıp, ertesi ayın
sonuna kadar ilgili Büyükşehir belediyesine yatırılacak % 5 pay.
- 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununda yer alan oran ve esaslara göre
Büyükşehir belediyesince tahsil olunacak at yarışları dahil müşterek
bahislerden elde edilen Eğlence Vergisinin % 20’si müşterek bahislere konu
olan yarışların yapıldığı yerin belediyesine, % 30’u nüfuslarına göre
dağıtılmak üzere diğer ilçe ve ilk kademe belediyelerine ayrıldıktan sonra
kalan % 50'si.
- Büyükşehir belediyesine bırakılan sosyal ve kültürel tesisler, spor, eğlence
ve dinlenme yerleri ile yeşil sahalar içinde tahsil edilecek her türlü belediye
vergi, resim ve harçları.
85
- Hizmetlerin Büyükşehir belediyesi tarafından yapılması şartıyla 2464
sayılı Belediye Gelirleri Kanununda belirtilen oran ve esaslara göre alınacak
yol, su ve kanalizasyon harcamalarına katılma payları.
- Kira, faiz ve ceza gelirleri.
- Kamu idare ve müesseselerinin yardımları.
- Bağlı kuruluşların kesin hesaplarındaki gelirleri ile giderleri arasında
oluşan fazlalık sonucu aktarılacak gelirler.
- Büyükşehir belediyesi iktisadî teşebbüslerinin safi hasılâtından
Büyükşehir belediye meclisi tarafından belirlenecek oranda alınan hisseler.
- Büyükşehir belediyesinin taşınır ve taşınmaz mal gelirleri.
- Yapılacak hizmetler karşılığı alınacak ücretler.
- Şartlı ve şartsız bağışlar.
- Diğer gelirler.
Belediyeler kendilerine verilen zorunlu ve isteğe bağlı görevleri arasında imar
sağlık ve sosyal yardım zabıta ve kentsel hizmetler ile ilgili olanlarıdır. Günümüzde
belediyeler zorunlu görevlerini tam olarak yerine getirmekte zorlanmaktadırlar.
Belediyelerin yeterli kaynaklara sahip olamayışı yeterli teknolojik araç gereç ve
uzman personele sahip olamayışı görevlerini yerine getirememesinin başta gelen
nedenleridir. Büyükşehir yönetimleri dışında Belediyelerin kentsel altyapı ve temel
hizmetler dışında ekonomik ve sosyal uygulamalara sahip olamadıkları
görülmektedir. Bu yetersizlikler içinde belediyelerin sosyal politika işlevleri sosyal
yardım alanı içine sıkışmaktadır. Planlama ve kalkınma programlarının yerini piyasa
ve fiyat mekanizmasına bırakması, yerel yönetimlerin gücünü aşan şekilde görevler
yüklenmesi, sonucunda yerel düzeyde sosyal politikalar yeterince oluşturulamamakta
ve uygulanamamaktadır.
Küreselleşme süreci ile birlikte kamunun daraltılması ve özelleştirilmesi
politikaları yerel yönetimlerde de daralma ve bu yönetimlerin işlevlerinde
özelleştirmeler getirmiştir. Kamu girişimciliğinin savurganlık ve etkinsizlik olarak
değerlendirilmesi sonucunda devletin dolayısıyla yerel yönetimlerin etkinlik
alanlarının daraltılması ile sonuçlanmıştır. Hizmet alanlarındaki özelleştirmeler
86
sonucunda yerel yönetimlerin, yatırımcı, denetleyici, geliri yeniden dağıtıcı
işlevlerinde azalmalar olmuştur. Bu uygulamalar yerel yönetim sosyal politikalarına
olumsuz yansımıştır.
2.6. YEREL YÖNETĐMLERĐN BÜTÇELERĐ
Yerel yönetim bütçelerinin yerel yönetimlerin işlevlerini yerine getirmekteki
önemi daha önce vurgulanmıştı. Ancak yerel yönetimler merkezi yönetime bağlı
yönetim kademeleri olarak bu yönetimlerin bütçe kısıtı ya da sınırı merkezi yönetim
bütçeleri olduğu açıktır. 1929 dünya ekonomik krizinden sonra 1980’li yıllara kadar
özellikle gelişmiş ülkeler daha dengeli bir gelir dağılımı sağlayabilmek için kamu
harcamalarını devamlı olarak artırmışlardır. “Kamu harcamalarının artmasının
nedenleri arasında, geçmişte ortaya çıkan işçi hareketleri ve Sovyetler tehlikesi,
yaşanan büyük ekonomik bunalımlar, iki büyük dünya savaşının ortaya çıkarttığı
yıkımın doğurduğu sefalet gibi nedenler vardır. Bu yüzden, 20. yüzyılın başlarına
kadar devam eden “ekonomide çok küçük bir devlet” anlayışı, yerini 20. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren “ekonomide giderek büyüyen bir devlet” anlayışına
bırakmış, müdahaleci ve dengeleyici devlete duyulan gereksinim artmıştır”(Özdemir,
2006:162).
1980 li yıllara gelindiğinde ise kamu harcamalarında daralma görülmeye
başlanmıştır. Dolayısıyla, 1980’lerden itibaren, vergileri artırıcı baskılar artık
vergilerin azaltılması yönünde olmuştur. Küreselleşme ile birlikte artan uluslar arası
rekabet ülke yönetimleri üzerinde bir baskı yaratmıştır. Ülkeler sermaye çekebilmek
ya da yatırımcıların kaçırılmaması, için vergilerde azaltmaya gitmişlerdir. Bu ise
kamu bütçesini yani içerisinde yerel yönetimlere verilen payları ve sosyal
harcamaların finansman payının da bulunduğu bütçenin daralmasını ifade etmektedir.
Yerel yönetim paylarının görece yükseldiği dönemler bulunmakla birlikte bu daralma
yerel yönetimlerin bütçelerinin dolayısıyla faaliyetlerinin sınırlarının daralmasını
ifade etmesi bakımından önemlidir. Dünyada yaşanan bu konjonktür ülkemizin
kendine özgü koşullarını ortadan kaldırmamakta ancak desteklemektedir. Ülkemiz
yerel yönetimlerinin bütçeleri konjonktürel gelişmelerin dışında ve öncesinde de
87
gelişmiş ülkelerdeki yerel yönetim bütçelerinin oldukça gerisindedir. Daralan kamu
bütçeleri ülkemiz gibi temel gelirleri merkezi hükümetlerin yardımlarından oluşan
yerel yönetimler açısından bir olumsuzluktur.
Belediyeler günlük yaşantımızda ekonomik, sosyal, kültürel nitelikte pek çok
temel kamu hizmeti sunan kuruluşlardır. Yerel yönetimler bu hizmetleri sunarken
kaynağa gereksinim duyarlar. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında kamu
hizmetleri ile görevlerinin hem de gelir kaynaklarının dengeli ve adaletli bir biçimde
bölüştürülmesi mali denkleştirme olarak ifade edilmektedir(Keleş, 1987:65). Yerel
yönetimlere verilen görevlerin yerine getirilebilmesi için kaynaklara sahip olmaları
çok önemli ve gereklidir. Yerel yönetimlerin kaynak sağlama bakımından, merkezi
yönetimden bağımsız vergi alabilme ve kaynak yaratabilme olanağına göre
bağımlılık sistemi ve bağımsızlık sistemi olarak iki grupta ele alınmaktadır. Ancak
bu iki sistemi ülkelerde saf olarak uygulama olanağı bulunamamaktadır. Ülkeler bu
iki sistemi de değişik ağırlıkta birlikte uygulamaktadırlar. Mali denkleştirmede
görevlerin yerine getirilmesinde yeterli kaynak ayrılması, görevlerin sahipsiz
kalmaması, gelir kaynaklarının çifte vergilendirilmemesi, görevlerin ve görev
alanının açıkça belirtilmesi ilkelerine uyulması gerekmektedir. Ülkemizde Yerel
yönetimlerin başlıca gelir kaynakları;
- Devlet gelirlerinden alınan paylar,
- Belediyelerin özkaynakları,
- Devletin, merkezi yönetimin yardımları,
- Borçlanmalardır.
Yerel yönetimlerin Gayri Safi Milli Hasıladan aldıkları pay düşüktür.
Günümüzde kamu harcamalarının çok küçük bir bölümü yerel yönetimlerce büyük
bölümü ise merkezi yönetimce yapılmaktadır. Avrupa ülkelerinin bazılarında bu oran
eşite yakın ya da kimilerinde daha fazladır. Bu oranlar yerel yönetimlerimizin yerel
hizmetlerin önemli bir kesiminin üzerinde yönetim yürütme yetkisinden yoksun
olduğunu açıkça göstermektedir. Türkiye’de yerel yönetimler tüm kamu personelinin
88
%10 unu çalıştırmaktadırlar. Bu oran F.Almanya’ da % 31, Japonya’da % 65,
ABD’de % 60, Norveç’te ve Đsveç’te % 70 dolayındadır(TÜSĐAD, 1995: 33). Bu
durum yerel yönetimlerin işlevlerini ve hizmetlerin yerine getirilmesi önündeki
önemli bir engeldir. “Sağlıksız ve sahte bir kentleşme olgusu özellikle büyük kent
belediyelerinin büyük boyutlara varan akçalı sorunlarının temel kaynağını
oluşturmaktadır”(Güven, 1977:33). Özellikle büyük kentlere olan hızlı nüfus akışı
bu sorunların artışı yönünde gittikçe belirgin bir baskı yaratmaktadır. “Tüm belediye
birimlerinde vergi gelirleri temel kaynak niteliğinde olup özellikle küçük
belediyelerde gelir potansiyelinin düşük olması nedeniyle orta ve büyük birimlerine
kıyasla özel yardım ve fonların payları göreli daha yüksektir”(Falay, 1997:4)
Transfer harcamalarının yerel yönetim bütçeleri içindeki payının arttığı, bunda borç
ödemelerinin önemli bir unsur olduğu görülmektedir. Aşağıdaki tabloda yerel
yönetimlerin belli dönemlerde Gayri Safi Milli Hasılaya oranı görülmektedir. Bu
tabloda yerel yönetimlerin kaynak yapısının yıllar ve dönemler itibari ile çok
değişmediği bunun dışında Avrupa ülkelerine oranla yerel yönetim kaynaklarının
oldukça düşük kaldığı görülmektedir.
Tablo 4 : Yerel Yönetim Gelirlerinin GSMH Đçindeki Oranı (1)
Yıl 1980 1985 1990
1995 2000 2001 2002 2003 2004
%
Oran 1,24 1,94 2,38 3,17 4,33 4,90 3,69 3,61 3,73
Kaynak : DPT
(1)Belediyeler,Đl Özel Đdareleri, Đller Bankası ve Su-Kanalizasyon Đdareleri, Doğalgaz ve Toplu Taşıma Đşletmeleri. Belediyelerde kaynak yetersizliğinin nedenleri arasında en önemlileri,
belediyelerin merkezi yönetime mali bağımlılığı, kentlerde artan nüfus,
belediyelerde bütçe ve vergi, anlayışının gelişmemesi, politik kaygılar nedeniyle
harcama katılım paylarının vatandaşlardan alınamayışı sayılmaktadır. Ancak her
bakımdan özerklik isteyen belediyelerin merkezi yönetimden yardım istemeleri
çelişki oluşturmaktadır. Bunun dışında kaynak yetersizlikleri nedeniyle ülke içinden
89
ve uluslar arası finans piyasalardan borçlanan belediyeler, çeşitli altyapı ve diğer
kent projelerinde zaman zaman ulusal sınırlar dışında küresel finans piyasalarına
kredi için başvurmaktadırlar. Uluslar arası Finans piyasaları için gerçek anlamı ile
yerelleşmenin ötesinde yerel yönetimler kredi pazarı oluşturma tehlikesi vardır.
Hizmetlerin özelleştirilmesi ve fiyatlandırılması da etkinlik tartışmaları saklı kalmak
kaydıyla aynı tehlike içinde olabilmektedir. Đller bankasının belediye kredilerinde ve
teknik hizmetlerindeki gerilemeler bu tehlike kuşkusunu artırmaktadır. Böyle bir
finansman yöntemi hem belediye aktiflerinin küçülmesi sonucunu hem de sermaye
birikiminin dış ülkelere aktarılarak ülke içinde birikimin yetersiz kalması sonucunu
doğurmaktadır.
Belediye gelirlerinin türlerine bakıldığında ise aşağıdaki tabloda görüldüğü
gibi gelirlerin önemli bir bölümünün özel yardım ve fonlar kaleminden oluştuğu
gözlenmektedir. Belediyelerin öz gelirleri toplam içerisinde çok düşük düzeyde
kalmaktadır. Bu nedenle belediyelerin borçlanma oranlarının son derece yükseldiği
ifade edilmektedir. Aşağıdaki tablo yerel yönetim gelir ve harcamalarının yapısı yer
almaktadır. Tablodan anlaşıldığı gibi Yerel yönetimlerin gelirlerindeki kompozisyon
yıllar itibari ile çok büyük değişiklikler göstermemiştir. Belediyelerin gelirleri
ararsında yer alan merkezi yönetimden alınan yardımlar politik bir içerik taşımakta
kriz dönemlerinde ve politik yakınlıklara göre değişmektedir. Bu ise bu gelirlerin
borçlarda olduğu gibi istikrarlı bir kaynak olmadığını göstermektedir.
Yerel yönetimlerin kaynak bakımından merkezi hükümetin yardımlarına
bağımlılığı özellikle belediyelerin özerkliğini tehdit eden bir nokta olarak
vurgulanmaktadır. Belediyelerin istikrarlı ve bağımsız gelir kaynaklarına sahip
olması özerklik açısından son derece önemli sayılmaktadır. Belediyelerin memur
alımlarında merkezi hükümetten izin almaları da aynı şekilde özerkliğe ters bir
uygulama olarak nitelendirilmektedir. Tablo 5’te mahalli idarelerin gelir ve
harcamalarını gösteren veriler yer almaktadır. Tabloda gelir ve harcama tutarları
değil bu turtaların toplam rakamlar içinde kapladığı yer diğer bir ifadeyle toplam
içindeki oranları olarak verilmiştir.
90
Tablo 5. Mahalli Đdarelerin Gelir ve Harcamalarının Yüzde Dağılımı (1)
1980 1985 1990 19995 2000 2003 2004
GELĐRLER 100 100 100 100 100 100 100
1.Vergiler 50 65.2 73.3 65.9 66.4 53.7 58.5
2.Vergi Dışı
Normal Gelirler
37.8 25.9 17.1 17.9 21.9 19.3 17.3
3. Faktör gelirleri 12.2 8.9 9.6 16.2 11.7 27 24.2
HARCAMALAR 100 100 100 100 100 100 100
1.Cari Harcamalar 52 43.1 51.9 33.7 33.4 39.5 48.5
2.Yatırım
Harcamaları
34.7 48.2 28.2 27.1 31.1 35.7 34.9
3.Cari Transferler 4 4.9 16.2 30.1 22.7 12.5 11.7
4.Sermaye
Transferleri
8.3 3.8 3.7 9.1 12.8 12.3 4.9
KAYNAK: DPT
(1) Belediyeler, Đl Özel Đdareleri, Đller Bankası, Su-Kanalizasyon Đdareleri Doğalgaz ve
Toplu Taşıma Đşletmeleri.
Belediyelerin giderlerine bakıldığında ise belediyelerin giderlerinin cari
harcamalarda toplandığı buna karşın yatırım ve transfer harcamalarının payının
toplam giderler içinde düşük kaldığı görülmektedir. Yıllar itibari ile bakıldığında
giderlerin dağılımında çok büyük değişiklik ve farklılıklar söz konusu olmadığı
görülmektedir. Harcamaların cari harcamalar içinde personele ödemeler ve hizmet
yönetimi giderlerine yapıldığı ifade edilmektedir.
Türkiye de yerel yönetimlere ayrılan gelirlerden en büyük payı belediyeler
almaktadır. Belediyeler en çok nüfusa hizmet veren kuruluşlardır. Yerel yönetimlerin
gelir gider dengesini yakalayamaması sonucunda dış finansal piyasalar ile bağlar
kurduğu ve borçlarında bir artış olduğu gözlenmektedir. Đller bankası dışında dış
finansal piyasalardan borç almaları, belediyelerin projelerinin ve harcamalarının
üzerinde uluslar arası şirketlerin daha fazla etkin hale gelmeleri sonucunu
doğurmaktadır.
91
Belediyelerin gelir ve gider yapıları hakkında genel olarak altı çizilecek
noktalar şunlardır;
- Belediye gelirlerinin GSMH’ya olan oranı küçük değişimler dışında aşağı
yukarı aynı olmuştur.
- Belediye gelirlerine bakıldığında devlet yardımları, özgelirler ve
borçlanmalar tablosu borçlanmalar dışında çok değişmemiş , % 35 oranında devlet
yardımlarında oluşmuştur.
- Belediyelerin yatırım harcamalarının % 20 gibi bir oranda gerçekleştiği
görülmekte bu ise Cumhuriyet döneminde giderek azalan bir seviyeyi ifade
etmektedir.
- Belediyelerin gelirleri GSMH karşısında esnek değildir. GSMH’daki
azalışlar çok etkilemektedir.
- Belediye gelirleri politik bir özellik göstermektedir. Hükümete yakın
olan belediyeler bu yardımlardan daha kolay yararlanabilmektedir.
Mali sermaye ile 1980 sonrasında daha fazla ilişki kurulmuş ve finansal
sermayenin belediye gelirleri içindeki payı giderek artmıştır (Güler Ayman, 2006:
211-214). Bu gelişme sonucunda Đller bankası yerel maliye sistemindeki konumunu
yitirme sürecine girmiştir. Bu süreçte altyapı yatırımlarının finansmanında kamu
kaynaklarının kullanımından vazgeçilerek, sektörün yerli ve yabancı mali piyasalara
bağlanmasını öngören politikalar etkili olmuştur(Güler Ayman, 1997b:29 ). Dış
borçlanmalar daha çok büyük belediyelerce gerçekleştirilmekte ve borç alınan
projeler daha çok ulaşım, doğalgaz sistemi, su kanalizasyon sistemleri olmaktadır.
Bu süreç hizmetlerin fiyatlandırılarak piyasaya açılması biçiminde devam
etmektedir. Uluslararası şirketler borçları proje kapsamında vererek denetlemeye ve
yönetmeye çalışmaktadır. “Yeterli sermaye birikiminin olmadığı, adil ve oturmuş bir
vergi düzeninin tesis edilemediği ve yatırımların finansmanına büyük gereksinim
duyulan ülkelerde dış borçlanma, bugüne değin sermaye ve kaynak açığını
gidermede bir çıkış yolu olarak görüle gelmiştir”(Doğanyiğit, 1999: 75).
Borçlanmanın sürekli bir kaynak oluşturmaması ve ilerideki yerel yöneticilerin bütçe
yapma olanağını daralttığı, zorunlu olan ve üretken yatırımlar için borç alınması
92
gerektiği dikkate alınmalıdır. Yerel yönetimlerin gelir ve giderler kompozisyonu
temel olarak devletin sosyo-ekonomik konumunun işlevlerinin değişmesinden
etkilenmektedir.
2.6.1. Đller Bankası Đller bankası yerleşim birimlerinin imar faaliyetlerini ve altyapı faaliyetlerini
desteklemek amacıyla kurulmuştur. Đller bankası 1933 tarihinde 15 milyon TL
sermaye ile belediyeler bankası adıyla kurulmuştur. Bankanın ortakları yerel
yönetimler ve kamu tüzel kişilikleridir. Banka yerel yönetimlere merkezi yönetimce
kaynak aktarımına da aracılık yapmaktadır. Đller bankasının görevleri beş grup olarak
ele alınmaktadır;
- Yerel yönetimlere kentsel planlama ve alt yapı yatırımları için
kredi sağlamak,
- Aynı birimlerin aynı konulardaki yatırımları üstlenerek yapmak
ya da yaptırmak,
- Yerel yönetimlere bu işler için gerekli araç-gereç ve malzemeyi
sağlamak,
- Yine aynı birimlerin taşınır ve taşınmazları sigorta ettirmek,
- Tüzüğünde izin verilen diğer görevleri yapmak(Güler Ayman,
1997a: 55).
Đller bankası yerel yönetimlerin altyapı yatırımlarının finansmanında önemli
bir kuruluş olarak görev yapmıştır. Özellikle mali bakımdan güçsüz olan yerel
yönetimlerin altyapı projelerine teknik destek ve finansman sağlaması iller
bankasının önemini artırmıştır.
Yerel yönetimlerin mali ve teknik destek gereksinimi sonucu kurulan
belediyeler bankasının adı değişerek 1945 yılında iller bankası olmuştur. Đller
bankasının yerel yönetimlerin alt yapı üst yapı ve diğer konulara ilişkin mali,
yönetsel ve teknik desteği önemlidir. Đller bankası ile ilgili olarak bankanın şeffaf
93
olmayışı, sadece banka olarak çalışması gerektiği ve diğer görevlerini bırakması gibi
eleştiriler yapılmaktadır. Đller banksının görevini tamamlamış bir kuruluş mu olduğu
yoksa etkinliğinin artırılarak sürdürülmesi gereken bir kuruluş mu olduğu, sadece bir
kredi bankası gibi çalışması gerektiği konuları tartışılmaktadır. Ancak iller desteğine
sahip olması önemli ve gerekli görülmektedir. Ülkemizdeki çok sayıda küçük
belediye düşünüldüğünde bu belediyelerin kredi ve teknik destek ihtiyacını başka
yerlerden sağlayamayacağı gerçeği dikkate alındığında bu kuruluşun son derece
önemli ve işlevsel bir kuruluş olduğu görülmektedir. Ancak bankanın teknik personel
ve araç-gereç yönünden güçlendirilmesi artan birim sayısı ve nüfus karşısında
yetersiz kalmakta, bankanın her bakımdan güçlendirilmesi gerekmektedir. “Đller
bankası kuruluşundaki gerekçeler belediyelerimizin alt yapı ve bunların
karşılanmasında destek ihtiyacı, geçerliliğini bugün hızlı kentleşme olgusu nedeniyle
daha da fazla korumaktadır”(Çoker, 1997: 35). Bankanın özerk bir kuruluş olması
ancak özerkliğin sağlanmaması nedeniyle bankanın yönetimi ve kararları üzerinde
yerel yönetimlerin etkisinin azalarak merkezi yönetimin etkinliğini zaman içinde
artırdığı diğer bir eleştirisi konusudur. Bu özerliğin sağlanamaması nedeniyle yerel
yönetimlerin gerekli destekten yoksul kaldıkları görülmektedir. Bu açıdan
bakıldığında özerk kuruluşların desteği olan bankanın kendisinin özerk olmayışı
çelişki gibi görünmektedir.
Yerel yönetimlerin yasalarında yapar ya da yaptırır ifadesi yerel yönetimlerin
bu hizmetleri, hatta bu işlere ait projeleri bile dışardan satın alabilme olanağı
vermektedir. Bu olanak bu hizmetlerin yapılması ve işletilmesini piyasaya açarak
fiyatlandırılması biçiminde kamusal mal ve hizmetlerin özel mal ve hizmet gibi
değerlendirilme sürecini tamamlamaktadır. Yerel altyapı yerel yönetimlerin temel
görevleri arasında olup özellikle büyük kentlerde büyük mali kaynak gerektiren ve
girişimcilerin, müteahhitlerin, uluslararası şirketlerin üzerinde durdukları ve
izledikleri karlı bir alandır. Yerel yönetimlerin görev alanlarında yapılan hizmet satın
alınması ve özelleştirmeler ile yerel yönetimlerin özellikle belediyelerin hizmet
alanlarını piyasaya bıraktıkları görülmektedir. Bu durum dar anlamda endüstri
ilişkileri istemine doğrudan önemli etkiler yaparken geniş anlamda sosyal
politikalarını da önemli ölçüde etkilemektedir.
94
“Yerel altyapı finansmanı ve yatırımı teknik değil, öncelikle politik bir
sorundur. Bir yanıyla ulusal çıkarlara bir yanıyla toplumsal eşitlik sorununa uzanır.
Bu nedenle iller bankasının değişimi sıradan bir kurumsal-örgütsel kaderi temsil
etmez. Buna ek olarak yerel maliye sistemini, genel kamu maliyesini, uluslar arası
mali sistemi ve yatırım boyutu ile iç ve dış inşaat sanayi ile inşaat sektörünü içeren
büyük bir alana ilişkindir. Đller bankasının konumunu, rolünü ve geleceğini böyle bir
alanı kucaklayan iktisadi politikalar belirlemektedir”(Güler Ayman, 1997a:66).
Đller Bankası, amacı ve görevi itibariyle tamamen bir yerel yönetim
bankasıdır. Yerel yönetimlere hizmet sunmak için kurulmuştur, yerel yönetimler
dışında başka bir görevi yoktur. Yasal niteliği ve başlangıçtaki kuruluş şekli de,
özerk bir kuruluş olarak, yerel yönetimlerin altyapı sorunlarını gidermek amacıyla
kurulduğunu göstermektedir. Bankanın yerel niteliğini belirleyen bir diğer unsur da
kullandığı kaynaklarının ve sermayesinin hemen hemen tamamının yerel
yönetimlerden gelmesidir. 1995 yılı itibariyle Banka sermayesinin %75’i yerel
yönetimlerden gelmektedir. Bunun %65’i belediyelerden, %5.5’i Đl Özel
Đdarelerinden ve %4.5’i de köy idarelerinden kaynaklanmaktadır
Yerel yönetimlerin projelerinin finansmanında yurt içi kaynakları ve bunun
içinde de kamu kaynaklarına başvurulması yerel yönetimlerde piyasa zorlamaları,
yönlendirmeleri karşısında bağımsızlık açısından önemlidir. Yerel yatırımların
finansman sisteminde kamu kredilerini güçlendirmek, kamu kredilerini özel sermaye
kredileri ile dış kredi kullanımını yönlendirecek, güçlü bir araç olarak kullanmak, bu
amaçla kamu kredileri sistemini merkezi olarak yönetmek amaçlarına yönelik olarak
iller Bankası'nın güçlendirilmesi öncelik taşımalıdır(Berk, 2003: 91).
95
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SOSYAL POLĐTĐKA KAVRAMI,
SOSYAL POLĐTĐKANIN DOĞUŞU VE GELĐŞĐMĐ
Toplumsal düzeni sağlamaya yönelik önlem ve uygulamaları sosyal politika
olarak tanımlamak olanaklıdır. Sosyal politika toplumun, ekonomik, sosyal ve
siyasal sisteminin devamlılığını sağlar. Sosyal politikalar toplumsal olarak zayıf ve
korumasız olan kesim ve sınıflara yönelik politikalar bütünüdür. Sosyal politika da
diğer sosyal bilim dallarının olduğu gibi sosyal disiplinin diğer alanları ile çok yakın
ilişki ve etkileşim içindedir. Sosyal politikanın en yakın ilişkili olduğu alanlar başta
ekonomi, sosyoloji, hukuk ve siyaset bilimi olmak üzere çeşitlidir. Sosyal politika
alanında bilimsel bilgiye, sosyal politikanın diğer bilim dalları ile ilişkilerini ve
etkileşimini diğer bir deyişle toplumsal olanın bir bütün oluşturduğunu göz ardı
ederek ulaşmak olanaklı değildir. Sosyal politika çok disiplinli bir alan özelliği
göstermektedir. Sosyal politika bilim dalının diğer bir özelliği ise normatif bir bilim
dalı oluşudur. Sosyal politika olması gerekenle ilgilenerek, düzetme yönünde bilgiler
ortaya koyan bir bilim dalıdır.
3.1. SOSYAL POLĐTĐKA KAVRAMI
Sosyal politika kavramını dar ve geniş anlamda tanımlamak olanaklıdır.
Sosyal politikanın bir bilim dalı olarak ortaya çıkışı sanayi devrimi ile birlikte
olmuştur. Sosyal politika dar anlamda sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkan işçi
sınıfı ile üretim araçlarının sahibi olan sermayedar sınıfın çıkar çatışmalarını konu
edinen bilim dalıdır. Ancak insanlık tarihi boyunca üretim ilişkilerinin zayıf ve güçlü
kesimleri, grupları ve sınıfları olmuş sosyal politika ihtiyaç olarak her çağda var
olagelmiştir. Sermaye ve emek arasındaki ücret ve kar çelişkisi konusu dar
anlamdaki sosyal politikanın temel ilgi alanıdır. Đşçi sınıfının sermaye karşısında
güçsüz ve korumasız oluşu karşısında, sosyal politikalar işçi sınıfına yönelik
uygulamaları içermektedir. Dar anlamda Sosyal politikanın ortaya çıkışı bu bilim
dalının üretim ve bölüşüm ilişkileri ve ekonomik olgularla çok yakın ilişki içinde
96
olduğunu ifade eder. Çünkü sınıf çelişkileri temelinde üretim ve bölüşüm ilişkilerine
dayalı olarak ortaya çıkmaktadır. Soysa politika dar anlamda kapitalist sistemin
ortaya çıkardığı ve bu sistemin önemli bir parçası olan bilim dalıdır. Sanayi
devriminin ilk dönemlerinde Sermayenin karını daha çoklaştırabilmek için maliyet
unsurlarından birisi olan işçilik ücretlerinde en az gidere ulaşma çabası, işçileri
sefalet koşullarına itmiştir. Đşçilerin bu duruma örgütlü tepkileri ve muhalefeti ve
devletin karışmacı bir rol üstlenmesi ile sosyal politikalar oluşturulmaya başlamış,
işçiler çalışma koşullarında ve ücretlerde iyileştirmeler sağlayabilmişlerdir. Sosyal
politika çalışma barışının, toplumsal düzenin ve devamlılığın bir güvencesi olmuştur.
“Dar anlamda sosyal politika toplumda var olan sınıfsal ilişkiler, devinimler,
savaşımlar ve çelişkiler karşısında devleti ve hukuksal düzeni ayakta tutmaya ve
korumaya dönük çalışmaları içeren bir uğraş alanıdır”(Talas, 1992:15).
Geniş anlamıyla sosyal politika ise sadece işçi sınıfının korunmasına yönelik
olarak değil tüm toplumsal kesimlere yönelik olarak ortaya konan önlemler bütünü
olarak ifade edilebilir. Geniş anlamda sosyal politikanın konuları başta istihdam,
gelir dağılımı, işsizlik, sendikalar, toplu pazarlık, sosyal güvenlik, vergi politikaları,
endüstriyel demokrasi olmak üzere oldukça geniştir. Geniş anlamda sosyal politika
sadece çalışan sınıfları ve onların sorunlarını değil yaşlıları, çocukları, bakıma
muhtaçları, işsizleri, de içine alarak endüstriyel ilişkilerden ve ekonomiden daha çok
konuyu kapsamına almaktadır. Geniş anlamda sosyal politika topluma bir bütün
olarak bakar. Toplumun tüm sınıflarına yönelik olarak eğitim, sağlık, konut, çevre ve
gıda sağlığı, toplumun sosyal ve kültürel gelişimi gibi birçok konuda politikalar
geliştirir.
Sosyal politika temel olarak ekonomik olaylardan doğan toplumsal sorunların
incelenmesini içeren bir bilim dalıdır. Sosyal politika genel olarak tanımlanırsa
ekonomik bakımdan güçsüz olanları korumaya yönelik önlemler bütünüdür. Sosyal
politika toplumun refahı ve mutluluğunu sağlamaya çalışır. Bu bilim dalının konusu
sosyal nitelikteki sorunlardır. Sosyal politika dar anlamda işçi sınıfının çalışma
yaşamındaki sorunlarını inceleyen bilim dalı olarak tanımlanırken geniş anlamda
sosyal politikanın konusu ve kapsamı oldukça geniştir.
97
Geniş anlamda sosyal politika sanayi devrimi sonrasında oluşan yeni
toplumsal yapıda sosyal adaleti, sosyal barışı sağlayan, sanayi toplumunun yarattığı
sosyal riskleri, işsizlikleri, dengesizlikleri gidererek refahı toplumsal tabana yayarak
toplumsal gelişmeyi inceleyen bilim dalı olarak tanımlanabilir.
Günümüzün sosyal politika sorunlarına bakıldığından işsizlik, gelir dağılımı,
ücretler, sosyal güvenlik, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, işçi ve işveren
arasındaki endüstriyel ilişkilerin düzenlenmesi sosyal yardıma ve bakıma muhtaç
kesimlerin korunması belli başlı sosyal politika sorunları olarak görülür.
“Sosyal politika”yı, toplumdaki tüm sosyal grupların barış ve çalışma
ahengini temin etmek, tam istihdamı sağlayarak işsizliği önlemek, çalışma şartlarını
düzelterek insan haysiyetine yaraşır bir çalışma düzeni kurmak herkesin yaptığı işe
uygun insanca yaşamasını sağlayacak düzeyde ücret almasını temin etmek, sosyal
sigortalar ve sosyal yardım kurumları vasıtasıyla kişi ve toplumu yarın endişesinden
kurtaracak sosyal güvenlik sistemini kurmak; vergi adaletiyle milli gelirin adil
dağılımını sağlayıp, sosyal adaleti gerçekleştirerek refahı yaygınlaştırmak toprak ve
tarım reformu ve geri kalmış bölgelere yeni yatırımlar yaparak bölgeler arası
dengesizlikleri ortadan kaldırmak, kadın erkek eşitsizliğini ortadan kaldıracak
önlemleri almak, toplumun sağlıklı bir çevrede yaşaması için çevre ve doğayı
koruyucu önlemeler almak, kısacası toplumu ve bireyleri korumak ve geliştirmek
için alınan, uygulanan ve alınması uygulanması düşünülen sürekli ve dinamik
tedbirler ve önlemler paketi olarak tanımlayabiliriz”(Kocaoğlu, 1997:21-22). Sosyal
politikanın çok geniş bir kapsamının olduğunu ve çok dinamik bir yapıya sahip
olduğunu görmekteyiz. Sosyal politika normatif bir bilim dalıdır. Çünkü sosyal
politika toplumda olması gerekenle ilgilenen düzenleme ve düzeltme amacı taşıyan
bir disiplindir.
Tuna ve Yalçıntaş’a göre geniş manada sosyal siyaset dar manadaki sosyal
siyasetten belli başlı iki noktada ayrılmaktadır;
98
- Dar manadakinin aksine olarak geniş manada sosyal siyaset iki sınıf
sınırının dışına taşmakta ve diğer bütün sosyal sınıf ve gurupların
problemleri ile uğraşmaktadır.
- Zaman ve tarih bakımından da sınır aşılmakta, dar manada sosyal
siyaset sanayi devriminin başladığı XVII. Yüzyılın son çeyreği ile XIX.
Yüzyıldan bu yana olan ve endüstri devrimine bağlı bulunan problemlerle
uğraştığı ve sanayi ihtilalinin bir ürünü olduğu halde geniş manadaki sosyal
siyaset tarifinin içine iki bin yıl öncesinden Roma ve Bizans
Đmparatorluklarından bu yana ortaçağların feodal rejimindeki problemlerle
günümüzün işçi-işveren münasebetleri dışında kalan meseleleri
girmektedir(Tuna ve Yalçıntaş, 1997:30).
Sosyal politika ekonomi bilimini kapsamına almakla birlikte ekonomi
biliminden daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Çünkü çalışanları, çalışmayanları ya
da sendikalı işgücü ile sendikasız çalışanları yani istihdamın tamamını ve sosyal
problemlerin tümünü inceleyen bir kavram olarak sosyal politika çok daha geniş bir
disiplindir. Sosyal politika bu geniş kapsamı ile başta ekonomi olmak üzere birçok
disiplinin bilimsel bilgilerinden yararlanılan çok disiplinli bir bilim dalıdır. Sosyal
politika tüm insanların mutluluğunu sağlamaya çalışan ve toplumsal barış amacı
taşıyan bir bilim dalıdır.
“Bütün ekonomik sistemlerin amacı daha çok üretim değildir. Daha çok
üretim her ekonomik örgütlenmenin amaçlarından yalnızca biridir. Böyle de olmak
gerekir. Çünkü, daha öncede değinmiş olduğumuz üzere, mademki ekonomik
sistemler, son bir tahlilde, kişileri daha çok refaha ulaştırmaya çalışmaktadırlar, o
halde, bu sonuca ulaşmak için ürettiklerini, başka bir deyimle ulusal gelirleri daha
adil bir biçimde dağıtmaya da yönetmelidirler. Tabiatile ulusal gelirin daha adil bir
biçimde dağıtımını sağlamak, başka deyimle ekonomik ve sosyal adalet gelirde
değişiklik istemek değildir. Gereken ve istenen, ulusal gelirin dağılımında yoksula,
gereksinim içinde olanlara, mülksüzlere sosyal politika bakımından bir öncelik
tanıyarak, devletin topluma karşı sorumluluğunu artırmaktır. O halde, söz konusu
olan, gelirin dikey bir biçimde dağılışını sağlamak değildir. Bunun için, gelir eşitliği
99
gözetmeksizin bütün ekonomik sistemlerin temelinde bir sosyal adalet düşüncesi
vardır”(Talas, 1980:13).
3.2. SOSYAL POLĐTĐKANIN ORTAYA ÇIKIŞI
Sosyal politika 18.yüzyılda Đngiltere’de başlayan endüstri devrimi ile birlikte
ortaya çıkmıştır. Endüstri devrimi o zamana kadar kas gücüne dayalı olarak yapılan
tarımsal üretimin yerine mekanik güce dayalı sanayi üretimini getirmiştir. Endüstri
devrimi ile birlikte üretim biçimi ve üretim ilişkileri değişmiş yeni bir toplumsal
sistem ortaya çıkmıştır.
Sosyal politikanın gelişmesi ve önem kazanması sanayi devriminin doğup,
oluşup yayılması siyasal rejimlerin özgürlükçü ve sosyal adaletçi yanlarının ağırlık
kazanması ile olmuştur. “Şu halde sosyal politika ve onun içinde yer alan sosyal
ekonomi bir bilimsel disiplin olarak çok eski bir oluşun adı değildir”(Talas, 1983:1).
“Endüstrileşme gelişmelerin ve zenginliğin kaynağı olduğu kadar sorun ve
çatışmalarında kaynağı; ancak endüstrileşme sonrası ortaya çıkan emek ve sermaye
arasındaki mücadelede batıda siyasal demokrasinin gelişmesinde en büyük
etken”(Koray, 2005b:23). Sanayi devrimi toplumsal yapıyı baştan aşağı değiştirmiş
yeni toplumsal sınıfların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu sınıfların çatışmaları
toplumsal yapı içinde olurken bu yapıyı da değiştirmiştir. Bu çatışmalar
demokrasinin gelişmesinde en büyük etkenlerden birisi olurken demokrasi hak
aramanın bir aracı olmuştur.
Soysal politika batıda ortaya çıkan kapitalizmin kendi içindeki koşullarından
doğup gelişmiştir. Kapitalist sistemin kendine özgü ayırıcı karakteri ayrıcalıklı bir
şekilde, bir ekonomik etkinlik arayışıdır. Teknolojik gelişmeler bilimsel gelişmelere
paralel olarak kapitalizmin sanayi üretimi, toplumsal yaşamı her yönüyle derinden
değiştirmiştir.
100
Sanayi devrimine kadar tarıma dayalı feodal toplumsal yapı sürmektedir. Bu
yapıda temel üretim şekli tarımsaldır. Tarımsal üretim yanında kentlerde zanaata ve
ticarete dönük ekonomik faaliyetler görülmektedir. Ancak bu faaliyetler ekonominin
küçük kısmını oluşturmaktadır. Tarımsal üretimde toprağa ve toprağın sahibi olan
feodal beye bağlı olarak serfler çalışmaktadır. Serfler feodal dönem öncesindeki
köleler gibi alınıp satılmamakta, ancak toprağa ve beye bağlı bir statüde
bulunmaktadırlar. Serfler aileleri ile birlikte toprak beyine çalışmakta topraktan
aldığı üretim sonucunda bu ürünlerden sadece karınlarını doyurmak için
yararlanmakta bunun dışında üretilen ürünün kalanını feodal beye ait olmaktadır.
Kentsel alanlarda ortaçağın bu tarımsal üretimi yanında küçük zanaat ve ticari
faaliyetler sürdürülmektedir. Aynı meslek yada zanaat dalında çalışan kimseler lonca
denilen mesleki örgütlenmeler içinde yer almaktadır. Loncalar hiyerarşik yapıya
sahip meslek kuruluşlarıdır. Lonca düzeni içinde ustanın yanında çalışan kalfa ve
çıraklar aynı çalışma ve yaşam koşullarına sahiptirler aralarındaki ilişkiler
gelenekseldir ve dinsel kurallar bu ilişkilerde son derecede etkilidir. Bu sistem içinde
çalışanlar birbirleri ile yüz yüze ilişkiler kurmakta merkezi dayanışma ve mesleki
öğrenimi bu loncalarda sağlamaktadırlar. Loncalardaki faaliyetler çok küçük çaplı
olup çok sayıda insan çalışmamaktadır.
Lonca düzenin hakim olduğu bu sistemde zanaat üretimi, tarımsal üretimi
destekleyici aletlerin yapıldığı basit faaliyetlerdir. Daha sonraları tekstil üretimi
yaygınlaşmaya başlamıştır. Lonca düzeninde üreticiler arasında rekabet söz konusu
değildir. Loncalar mesleğe giriş ve mesleki kariyerde, üretilen malların piyasa
koşulları, fiyatları belirleyen ayrıcalıklı tekel konumunda kuruluşlardır. On yedi ve
on sekizinci yüzyılda makinenin ve mekanik enerjinin üretime sokulmasıyla büyük
fabrikalar ortaya çıkmıştır. Bu dönemde yapılan buluşlarla teknoloji çok hızlı
gelişerek fabrika üretimini güçlendirmiştir. Bu dönemde teknolojik gelişmeler sadece
üretimin yapısında ve miktarında gelişme sağlamamış üretilen ürünlerin uzak yerlere
taşınmasını sağlayacak ve pazarları genişletecek olan ulaşım teknolojilerinde de
kendilerini göstermişlerdir.
101
Teknolojik gelişmeler sonucunda ortaya çıkan fabrika düzeni küçük üretimi
derinden sarsmıştır. O zamana kadar kas gücüne dayalı olarak az miktarda ve yüksek
maliyetle üretilen ürünler fabrika düzenin ortaya çıkışıyla mekanik enerji sayesinde
çok daha fazla miktarda ve çok daha az maliyetle üretilmeye başlanmıştır.
Fabrika düzeni tarımsal ürünler dışında sanayi ürünlerinin üretilmesini
sağlayarak toplumsal yapıyı derinden değiştirmiştir. Fabrika düzeni üretim biçimin
değişmesiyle birlikte ekonomik ve sosyal yapıda büyük değişmeler ortaya
çıkarmıştır. Üretim teknolojilerindeki gelişmeler büyük fabrikaları orta çıkartmış ve
bu fabrikalar üretimi gerçekleştirebilmek için çok sayıda iş gücü ihtiyacı ortaya
çıkmıştır. Đş gücü ihtiyacının karşılana bilmesi için toprakta çalışan serflerin ve
üretimi kısıtlayan lonca sistemi içinde çalışan usta çırak ve kalfaların fabrikalarda
istihdam edilmeleri gerekliydi. Sanayi devrimi bu iki büyük değişimi
gerçekleştirerek yani feodal sistemi ve lonca sistemini sona erdirerek büyük kitleler
halinde özgür işçilerin ortaya çıkmasını getirdi. Topraktan koparak kente akın eden
serfler ve lonca düzeninde çalışan usta, kalfa ve çıraklar fabrikalara giderek
işçileştiler.
Özgür işçinin ortaya çıkması için gereken şartları Marks’tan aktaran
Baechler’e göre şunlar gerekmiştir;
- “ Toprağa olan bağımlılığın çözülmesi” bir kent örgütlenmesi içinde yeni
bağların dokunması
- “Đnsanın iş araçlarının sahibi olarak gözüktüğü ilişkilerin çözülmesi”
(Orta Çağ zanaatkarlığı)
- Đşçinin belirli bir üretim süreci sırasında, kendini yeniden üretmek için
gerekli tüketim maddelerine sahip olamaması, yani işçinin her tür
birikimden yoksun olması,
- “Đş”in yaşayan gücü olarak işçinin üretimin nesnel koşullardan birisi
olmasını gerektiren ilişkilerin çözülmesi ve onun bu niteliğinden ötürü
ona köle veya serf olarak sahiplenmesinin sona ermesi(Baechler, 1994:
35).
102
Sanayi devrimi ile ortaya çıkan fabrika düzeninde çalışma koşulları o
dönemde oldukça ağırdı. Đşçilerin ücretleri çok düşük ve çalışma saatleri çok uzundu.
Đş sağlığı ve iş güvenliği olmayan fabrika düzeninde iş güvenliği de yoktu. Yaşamın
çok ağır olduğu ve çalışma koşullarının çok zor olduğu bu ortamda kadınlar ve
çocuklarda çalıştırılıyordu.
Sanayi devrimi ile birlikte ortaya çıkan fabrika düzeni çalışanlar açısından
çok olumsuz koşulları beraberinde getirmiştir. Sefalet ve sosyal adaletsizlik işçileri
son derecede zor koşullarla karşı karşıya bırakmıştır. Bunun yanı sıra işverenler daha
rahat daha yüksek bir refah içerisinde bulunmaktadırlar. Sermaye sınıfı edindiği
ekonomik gücün yanı sıra siyasal gücüde kullanabiliyor toplumsal kuralları ve
yasaları belirleye biliyordu.
Sanayi toplumu çalışanları bu yeni toplumsal düzende sözleşme serbestisi
hakkına sahip olan özgür işçiler konumuna getirdi. Ücretliler sayıca çok arttılar.
Sanayileşmiş ülkelerin çalışanlarının büyük bir çoğunluğu ücretli çalışanlardan
oluşmaktadır. Çünkü sanayi üretimi ölçek ekonomilerine dayalı üretim yapısıyla her
sektördeki küçük üreticiyi tasfiye ederek fabrika çalışanı haline getirmiştir. Sosyal
politikanın tarafı ve önemli bir aktörü olan çalışanların gücü bu sayısal çoğunluğa da
dayanmakta sendikal örgütlenmeleri büyük baskı gücü oluşturmaktadır.”Ücretlilerin
sayısındaki bu artış onları ekonomik , siyasal toplumsal açıdan önemli bir güç
durumuna getirmektedir.Siyasal yönden ücretliler demokraside önemli bir seçmen
grubu olarak ortaya çıkmaktadır. Ekonomik yönden ise üretimin en önemli öğesi
olan bu grup aynı zamanda toplumdaki en önemli tüketici grubunu oluşturmaktadır.
Toplumsal açıdan da endüstri ilişkilerinin bir tarafı olarak çalışma barışı ve
toplumsal uzlaşmanın sağlanmasında en fazla söz sahibi olmaktadırlar(Koray,
Topçuoğlu,1995: 16). Bunun yanı sıra hem işin sahibi hem de işi yapan kişilerin,
yani sermaye ve emeğin sahipliğini değiştirdi, emekle sermayeyi birbirinden ayırdı.
Fabrika düzeni mesleki dayanışma yanında sosyal dayanışma ve sosyal güvenceleri
sağlayan lonca sistemini ortadan kalkmıştır. Bunun sonucunda çalışanlar fabrikalarda
sosyal güvenceden yoksun olarak çalışmaya başlamışlardır. Đşsizlik korkusu
çalışanlar üzerinde baskı oluşturmuştur.
103
Sanayi toplumunda iş bölümü ve uzmanlaşma son derece artmıştır. Çalışanlar
artık bir işin tamamı ile ilgili bilgi ve beceriler yerine o işin küçük parçaları üzerinde
uzmanlaşmaya gitmişlerdir. Üretimin yapısındaki bu değişmeyle birlikte genel olarak
eğitim ve özelde mesleki eğitim aile ve loncaların dışına çıkarak kurumsallaşmaya
başlamıştır. Yani informel eğitim yerini formel eğitime bırakmıştır. Sanayi devrimi
çalışma yaşamından eğitime kadar uzanan daha birçok alanda çok köklü değişiklikler
ortaya çıkarmıştır.
Çalışma yaşamının sanayi devrimi ile uğradığı bu değişiklikler birçok sorunu
da beraberinde getirmiştir. Sanayi sonrasında ortaya çıkan bu sorunların çözüme
kavuşturulması sosyal politika biliminin konusunu oluşturmuştur. Sosyal politika
ekonomik üretimin artması, çalışanların örgütlenerek bir güç oluşturması, sosyalist
fikir akımlarının gelişmesi ve refah toplumunun oluşması gibi etkenlerin etkisiyle
gelişmiştir.
Sosyal refah devleti ilk kez Almanya’da 19. yüzyılın sonunda sosyal güvenlik
alanında alınan önlemler nedeniyle kullanılmaya başlanmıştır. Ancak kavramın gerek
gelişimi gerek yaygın anlamda kullanımı ikinci dünya savaşı sonrasındadır.Kapitalist
ekonomilerde endüstrileşme ile ortaya çıkan sorunlar artan eşitsizlik ve güvensizlik
karşısında siyasal akımların da gelişmesiyle devletin seyirci kalamayacağı
düşüncesinden hareketle gelişen bir kavramdır(Koray, Topçuoğlu, 1995:20).
3.2.1. Klasik Ekonomi Düşüncesi ve Liberal Devlet
Klasik ekonomi düşüncesi 1776 tarihinde Adam Smith’in yayınlamış olduğu
eseri Ulusların Zenginliği adlı eseri ile başlayan ve David Ricardo’nun çalışmalarıyla
devam eden dönemle başlamıştır. Klasik ekonomi düşüncesinin getirmiş olduğu yeni
düşünce sistemine Liberalizm adı verilmektedir. Liberalizm ekonomik alanda
devletin ekonomiye karışmaması ve sadece güvenlik ve adalet gibi geleneksel
işlevlerini yerine getirmesini savunan bir düşüncedir.Bu düşünceye göre Bireyler
rasyonel hareket ettiklerinden herkes faydasını en çoklaştırdığında dolayısıyla
toplumsal fayda en çoklaştırılmış olacaktır.Bu düşünceye göre devlet kötü bir
104
girişimcidir. Bu durumda devletin ekonomiye müdahalesi kendiliğinden işleyen
piyasansın dengesini bozacaktır. Devlet ekonomiye müdahale etmezse piyasa
kendiliğinden dengeye ulaşacak ve tam istihdam sağlanacaktır. Yani hiçbir üretim
faktörü atıl olmayacak ve tam istihdamda olacaktır.Bunu sağlayacak olan fiyat
mekanizması piyasanın oluşturduğu ve arz talebe göre olaşan fiyat sistemini ifade
eder. Buna göre fiyat mekanizması ya da serbest piyasa ekonomide kaynakların en
uygun dağılımını gerçekleştirir.
Liberalizm siyasal anlamda da buna paralel olarak devletin sosyal ve siyasal
alana müdahalesine karşı çıkmaktadır. Siyasal boyutu da olan liberal felsefeye göre
devlet bireysel özgürlükler önündeki en büyük engel ve en büyük tehlikedir. Liberal
felsefe göre en iyi devlet en küçük devlet düşüncesini taşır. Buna göre devlet küçük
ama etkin bir yapıda olmalıdır. Ne ekonomiye ne de siyasal alana müdahale
etmemelidir. Liberal felsefeye göre insanlar kendileri için neyin iyi neyin kötü
olacağını en doğru şekilde değerlendirmektedir. Dolayısıyla bireylerden oluşan
toplum müdahaleye gerek kalmadan kendi faydasını çoğaltacaktır.
“Bu düşünce düzeni içinde önce, anamalcı sisteminin işleyişinin ilkeleri
görülmektedir. Her sosyal olayın bir yasası bulunduğu bu yasaların iyi işleye bilmesi
için bu yasalara dokunulmaması temel ilke olarak kabul olunmuştur”(Talas, 1982:1).
Ancak ekonomik yaşamda ve sosyal yaşamda bireylerin rasyonel hareket
edeceği varsayımı her zaman ve bütün bireyler için doğru değildir. Bireyler kendi
faydalarını sağlama konusunda yeterince bilgiye sahip olmayabilirler. Bu durumda
toplumsal faydanın tüm kesimler için sağlandığını söylemek olanaklı değildir. Sanayi
devrimi ile birlikte ekonomik ve sosyal alandaki özgürlükler kişisel fayda arayışı
temelinde dayalı düşünceler sonunda önemli sosyal ve ekonomik problemler ortaya
çıkmıştır. Üretim ve zenginlik sanayi devrimi ile birlikte artarken artan refahtan tüm
toplum kesimleri faydalanamamıştır.
Liberal felsefenin doğal yasaları, müdahaleyi reddeden ekonomik düşünce
sistemi ortaya çıkan sorunlara çözüm üretememiştir. Bu sorunlar üzerine liberal
105
felsefenin kendiliğinden dengeyi sağlayamadığı ve faydayı tüm toplum kesimlerine
aktaramadığı düşüncesi doğmaya başlamıştır.
Liberalizm ekonomik düşüncesine göre devlet müdahalesinin en aza
indirilmesi kamunun ekonomik ve sosyal yaşamın dışında olması ve harcamalarının
da en az olması sonucunu doğurmaktadır. Bu düşüncede kamu harcamalarının
azaltılarak, bütçe denkliğinin sağlanması maliye politikasının ana eksenini
oluşturmaktadır. Buna göre azalan kamu harcamaları en önemli finansman kaynağı
olan vergilerin de azaltılmasını içermektedir. Kamu harcamalarını liberal ekonomik
düşünce sistemine göre devletin klasik görevleri sayılan olan iç güvenlik dış güvenlik
ve adalet hizmetlerinin sağlamasına yönelik harcamalar oluşturmaktadır. Kamu
harcamalarının azaltılması zorunluluğu kamu yararı gözetilerek yapılan sosyal
harcamalara finansman ayrılmaması sonucunu doğurmaktadır.
3.2.2. Keynesyen Ekonomi Düşüncesi ve Müdahaleci Devlet
Liberal felsefenin sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm üretememesi
sonucunda müdahaleci devlet anlayışı doğmaya başlamıştır. Bu düşünce piyasanın
kendiliğinden dengeye ulaşamayacağı bu nedenle devletin tam istihdamın sağlanması
ve dengeli bir kalkınma için ekonomik ve sosyal hayata doğrudan katılarak etkin
olmasını savunuyordu.
“Devletin zayıfı korumaya dönük karışımları yeni bir kurum oluşturuyor:
Sosyal politika doğuyor. Bu politikanın odak noktasına daha adil bir gelir dağılımını
sağlayacak vergi, ücret, sosyal güvenlik önlemleri ile örgütlenme hakkı belirleniyor.
Bu gelişmeler 1929 ekonomik bunalımından ve ikinci dünya savaşından sonra hızla
büyüyüp yayılıyor”(Talas, 1988:3)
1929 dünya ekonomik krizi ile birlikte klasik ekonomi düşüncesi terk
edilmeye başlanmış ve müdahaleci ekonomik düşünce benimsenmeye başlanmıştır.
1929 ekonomik krizi ile birlikte ekonomide durgunluk içinde enflasyon yaşanmıştır.
Yaşanan stagflasyon ekonominin kendiliğinden dengeyi kuramayacağına bu nedenle
106
devletin ekonomiye müdahale ederek ekonomik krizi çözmesi gerektiği fikrini Đngiliz
iktisatçı Keynes ifade etmiştir. Krizle birlikte devletin ekonomiye aktif olarak
katılması ve talebi canlandırarak krizin aşılmasını sağlayan Keynezyen ekonomik
düşüncesi doğmuştur. Müdahaleci devlet anlayışı ekonomik krizin atlatılmasını
sağlayarak refahın tüm toplum kesimlerine yayılmasını sağlayan uygulamalar
geliştirmiştir. Vergilerin artırılması alım gücünün, ücretlerin yükseltilmesi, sosyal
güvenlik önlemlerinin ve harcamalarının artırılması, bütçe denkliği anlayışının terk
edilmesi bu politikalara ve uygulamalar örnek olarak verilir.
“Sosyal politika da kapitalist sistemin bağıt serbestliğine dayanan ve
ekonomik bakımdan güçsüz insanların sömürülmesine ve ezilmesine yol açan
bırakınız yapsıncı ilkesine karşı hem bir tepki hem de bir sistemi ayakta tutabilmenin
bir aracı olarak doğmuştur. Sanayi devrimini ilk yaşayan ve işçiyi en çok sömüren
ülke olan Đngiltere’den başlayarak öteki ülkelere de sanayi sürecine koşut olarak
yayılmıştır. Sosyal politika kapitalist sistemin hem bir ürünü hem de sonradan doğan
bir kurumudur”(Talas, 1983:5).
Ekonomik ve sosyal yaşama zorunlu olarak müdahalesi gereken devlet, aynı
zamanda sosyal politika üreten önemli bir aktör olarak rol almıştır. Devlet ekonomik
işleyişin devam edebilmesi için toplumsal kesimler adına ekonomiye müdahale eder
hale gelmiştir. Devletin ekonomiye müdahalesinin ana nedeni ekonomik işleyişin
kesintisiz sürmesi yanında oluşturulan ekonomik refahın toplumsal kesimler arasında
adaletli bir şekilde dağıtılmasıdır.
Devlet ekonomik gelişmeye, sermaye birikimini sağlamaya dönük olarak
gereken önlemleri alırken zenginliğin toplumda adaletli bir şekilde dağıtılmasını
sağlamaya çalışmaktadır.
1929 Dünya ekonomik krizinden sonra ekonomik ve sosyal hayata devlet
müdahale etmiştir. Bu dönemde Keynesyen iktisat politikaları uygulanmaya
başlamıştır. Devlet üretimin artmasının ve toplumsal refahın artırılmasını sağlarken
sanayi öncesinde var olan geleneksel mekanizmalar yerine yeni kurum ve yöntemler
107
geliştirmiştir. Sosyal güvenlik sanayi öncesi dönemde geleneksel yöntemlerle
sağlanmaya çalışılırken sanayileşme sonrasında devlet toplumun yarınlarını güven
altına alabilmek için sosyal güvenlik sigortaları, sosyal güvenlik kurumları
oluşturmuştur. Aynı şekilde devlet eğitimi sağlık, kentleşme, konut ve sosyal hayatın
birçok alanında yeni kurumsal düzenlemeler getirmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan
sosyal refah devleti anlayışı halkının sosyal durumlarıyla ilgilenen, onlara asgari bir
yaşam düzeyi sağlamayı amaçlayan devlet olarak tanımlanmaktadır.
Refah devleti anlayışına dayalı uygulamalar, özellikle dünya ekonomilerini
sarsan 1929 da yaşanan bunalım sonucu ortaya çıkmıştır. Bu dönemde kamu
harcamalarını artırıcı genişlemeci maliye politikalarının benimsendiği görülmektedir.
Vergilerin ve kamu harcamalarının yüksek olduğu, kamu harcamaları içinde de
sosyal harcamaların arttığı bir dönemdir.
3.3. SOSYAL POLĐTĐKANIN KONUSU VE KAPSAMI
Sosyal politika biliminin konusu sosyal politikanın tanımlanması ile ilişkili
olarak çalışma yaşamına ilişkin sorunlar olarak dar anlamda ifade edilebileceği gibi
sosyal politikanın geniş anlamda konusunu ücret, gelir ve servet dağılımı ergonomi
yönetime katılma, çalışma mevzuatı, verimlilik, istihdam, işsizlik, kadınlar, yaşlılar,
çocuklar, her alandaki sosyal ve ekonomik eşitsizlikler oluşturmaktadır. “Sosyal
politika, gerek kavram gerek kapsam ve gerekse bu politikaların belirlenmesi ve
uygulanmasında rol alan kurumlar bakımından sınırları kesin çizgilerle
belirlenememiş bir çalışma alanıdır”(Ersöz, 2005:759).
“Çalışma yaşamı ve çalışma ilişkilerinin, sosyal politika uygulamalarının ilk
yöneldiği alan olduğuna değinmiştik. Örgütlenme, toplu pazarlık, grev gibi işçilerin
kendi kendilerini korumalarını sağlayacak haklar ise, uzun mücadeleler sonunda
tanınmıştır. Sendika hakları izleyen yıllarda da hastalık ve maluliyet sigortalarını
kapsayan sosyal güvenlik alanı devletin müdahale ettiği alan olmuştur”(Koray,
2005b:87).
108
Sanayi devrimi sonrasında çalışma ilişkileri alanında koruyucu uygulamalar
ile başlayan sosyal politikalar daha sonraları çeşitlenmiş ve yeni boyutlar kazanmıştı.
Sanayi devrimi sonrasında yeni toplumsal yapıda ortaya çıkan sorunlara çözüm
üreten sosyal politikalar geliştirilmiştir. Örneğin çocuk bakım evleri, yaşlı bakım
evleri, hastane ve rehabilitasyon merkezleri, mesleki eğitim sorunları gibi çalışan
guruplara yönelik politikalar geliştirilmiştir. Bunların dışında sanayi toplumlarında
ortaya çıkan sanayileşme sürecinden kaynaklanan sorunların, ekonomik ve sosyal
eşitsizlik sorunlarının giderilmesi için sosyal politikalar üretilmiştir.
Đşte gerek kapsam gerek uygulama olarak son derecede gelişen ve çeşitlenen
sosyal politika hem geniş hem sürekli değişen bir anlam kazanmaktadır. Bu geniş
anlamıyla da sosyal politika toplumun tüm bireylerine yönelmiş onlara belli bir
yaşam düzeyi, kendilerini gerçekleştirme ve geliştirme olanağı sağlayan önlem ve
uygulamalar bütünü olmaktadır. Bu uygulamaların temel amacı toplumda göreceli
olsa da ekonomik ve sosyal eşitlik sağlanmasıdır. Bu ekonomik ve sosyal eşitliğin
sağlanmasında devletin oynayacağı önemli işlevler bulunmaktadır. Devlet toplumsal
refahın artırılması kadar refahın dağılımıyla ilgili önlemler alarak ve ekonomik
olduğu kadar sosyokültürel anlamda eşitlikleri geliştirerek de toplumun yalnızca
belirli kesimleri için değil tüm kesimleri için yaşamı daha yaşanır yapmakla
yükümlüdür.
Sanayi devriminin öncesinde ve ilk yıllarda liberal iktisat politikalarının
etkisiyle ekonomik yaşama karışmayan devlet daha sonraları hakem ve denge kurucu
rol üstlenmiş 20. yüzyılın ilk yarısında müdahaleci devlet anlayışının gelişimine
paralel olarak da sosyal devlet niteliğini kazanmıştır.
3.4. SOSYAL POLĐTĐKANIN AMAÇLARI
Sosyal politika biliminin amaçları sosyal politika sorunlarını çözüme
kavuşturarak sosyal barışın sağlanması olarak ifade edilebilir. Sosyal barışın
sağlanması temelde çalışma barışının sağlanması ile olanaklıdır. Çalışma barışı
toplumsal düzenin ve toplumsal bütünlüğün sağlanması için son derecede önemlidir.
109
Çalışma barışının sağlana bilmesi için başta üretim faktörleri arasında adil bir gelir
dağılımının sağlanması, çalışma sürelerinin ve çalışma koşularının iyileştirilmesi
işsizlik problemini çözülmesi zorunludur.
3.4.1. Sosyal Refah ve Sosyal Gelişme
Kalkınma sadece ekonomik yönü olan bir amaç değildir. Kalkınma
olgusundan bahsederken sosyal gelişme sosyal kalkınmayı da içerdiği görülmektedir.
Ekonomik büyüme yapısal bir gelişmeyi içermeyip sadece kazanç artışını ifade
ederken ekonomik kalkınma yapısal bir değişikliği yani kazançta sağlanan artışın
nasıl gerçekleştiğini bize ifade etmektedir. Kalkınma ise sadece ekonomide yaşanan
yapısal değişimi değil aynı zamanda toplumun tümünü kapsayan bilimsel, kültürel,
ekonomik ve sosyal olanaklarını ifade eder. Ekonomideki büyüme ekonomideki
kalkınmayı ifade etmeyeceği gibi ekonomideki kalkınmada sosyal gelişmeyi ve
sosyal kalkınmayı ifade etmez. Sanayileşme, endüstrileşme toplumların ekonomik
kalkınmalarını ifade ederken, sosyolojik olarak modernitede ifadesini bulmaktadır.
Toplumsal barışın sağlanabilmesi için üretime katılan çalışanların yaratılan
ekonomik değerde verimliliklerine paralel olarak adil bir pay almaları ile olanaklıdır.
Gelir dağılımının iyileştirilmesi ve sosyal refahın sağlanması sosyal politikanın temel
amaçlarından birini oluşturur.
Serbest piyasa ekonomisi ekonomik gelişmeye önen vermekte sosyal gelişme
ve kalkınma ekonomik gelişmenin gerisinde kalmaktadır. Sosyal politika sosyal
kalkınma ve gelişmeyi hedefleyen ve bunun için politikalar üreten bilim dalıdır.
Ekonomik refahın artışı kadar artan bu refahın toplumsal kesimler arasında dengeli,
adil ve verimlilik temeline dayalı olarak dağıtılması yani refahın geniş kitlelere
yaygınlaştırılması da bir ülkenin kalkınması açısından temel bir ölçüttür. Ekonomik
refahın sosyal kesimler arasında yaygınlaştırılması sosyal politikanın sosyal gelişme
hedefine ulaşılması bakımından önemlidir. Bireylerin gelişimi sosyal refahın
sağlanmasıyla olanaklıdır. Kişilerin ekonomik düzeyleri onların sosyal kültürel
mesleki, eğitsel gelişimlerini sağladığı gibi bulundukları yaşam düzeyinden daha iyi
110
koşullara ulaşmada önemli olanaklar sunmaktadır. Kişilerin ekonomik olanakları
aynı zamanda eğitim, sağlık ve diğer toplumsal hizmetlerden yararlanmalarını
sağlayan önemli bir etkendir. Toplumsal yaşamın bir parçasını oluşturan bireylerin
tümünün eğitim, sağlık, konut ve diğer hizmetlerden yararlana bilmeleri sosyal
politikanın ana hedeflerindendir.
Sosyal politika kendi olanakları ile bireysel yaşamını ve gelişmesini
sağlayacak olanaklardan yoksun olan bireylerin korunarak ekonomik ve sosyal
eşitsizliklerin giderilmesini amaçlar. Diğer bir değişle sosyal politika toplumsal
olarak dışta kalan, dışlanmış kesimleri korumaya çalışır. Sosyal dışlanma çok geniş
bir kavram olup ekonomik yoksunluk sosyal dışlanmanın sadece bir yönünü
oluşturur. Örneğin; kadınlar engelliler, çocuklar, ekonomik olarak yoksul olmasalar
bile sosyal olarak toplumsal yaşamın dışında kalabilmektedirler.
3.4.2. Sosyal Adalet
Sosyal politikanın diğer bir hedefi ise sosyal adaleti sağlamaktır. Sosyal
adalet kamu vicdanı açısından son derece önemlidir. Sosyal adalet çalışma barışını,
toplumsal barışın, temelini oluşturur. Sosyal adalet bireylerin verimliliğine ve
üretime olan katkılarına bağlı olarak üretimden pay alması ilkesidir. Ulusal gelirin
üretim faktörleri arasında adil bir dağılımın yanında her üretim faktörünün ulusal
gelirden aldığı payın o üretim faktörü sahibi arasıda da adaletli bir şekilde dağılımı
gereklidir.
Emek ile sermaye arasında ulusal gelirden alınan paylaşım dışında yani kar ve
ücret paylaşımı dışında diğer üretim faktörleri olan doğal kaynaklar ve finansal
sermayenin aldığı rant ve faiz dağılımı da son derece önemlidir. Ekonomilerde
üretim yapa bilmek için yatırımda bulunan ve reel sektör olarak ifade edilen
yatırımcılar dışında finans kuruluşlarının yani finansal sektörün ulusal gelirden
yüksek paylar aldığı görülmektedir. Ekonomilerdeki yapısal problemler nedeniyle
finansal sermaye üretimde bulunan sermaye üzerinde baskı oluşturabilmektedir.
111
Sosyal adalet amacının diğer önemli bir yanı da bireylere ekonomik ve sosyal
gelişmelerini sağlayabilmeleri için fırsat eşitliğinin ve fırsat adaletin tanınmasıdır.
Sosyal gelişme ve sosyal refah hedefi sosyal adalet hedefini sağlanmasında
temel oluşturmaktadır. Sosyal gelişme sosyal adaletin sağlanması ile oluştuğu kadar
sosyal adalette sosyal gelişmeye yardımcı olur. Sosyal adaletten anlaşılması gereken
mutlak eşitlik değildir. Bireyler üretime katılmaya, çalışmaya mutlak eşitlikçi bir
anlamda yönlendirilemezler. Bu nedenle bireylere üretime katkıları ölçüsünde adil
pay verilmelidir. Sosyal adalet amacının somut ifadesi adil ücret politikaları ve gelir
dağılımı adaletinin sağlanmasıdır. Bu amaca yönelik olarak ekonomik ve sosyal
politikaların bütünlüğü son derece önemlidir.
3.4.3. Sosyal Barış ve Sosyal Bütünlük Hedefi
Sosyal politika bilimi tanımlanırken soysal dengenin sosyal bütünlüğün
sağlanması amaç edilen bilim dalı olduğu vurgulanmaktadır. Serbest piyasa
ekonomisinde fiyat mekanizmasının kaynak dağılımında ve gelirin paylaşılmasında
sorunlara yol açtığı görülmektedir. Bunların giderilmesinde sosyal devlet ve sosyal
politikalar önem taşımaktadır. Zaman zaman oluşan piyasa aksaklıkları çalışma
barışını dolayısıyla toplumsal barışı tehdit edebilmektedir. Ekonomik yönden zayıf
ve korunmaya ihtiyaç duyan kesimlerin sosyal politika önlemlerinden
yararlanamaması ve bu kesimlere dönük sosyal politikaların oluşturulamayışı
çalışma barışını uyuşmazlıklar ve çatışmalar yaratarak bozmaktadır. Bir bütün
oluşturan sosyal sistemin birbirine uyumunu yitirmeden birbirine yabancılaşmadan
toplumsal çözülmeye uğramadan varlığını sürdürmesi gereklidir. Gerilimler ve
çatışmalar toplumsal parçalanmaya neden olurlar. Sosyal politikaların geliştirilip
uygulanması ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin azaltılması çalışma barışını ve
dolayısı ile toplumsal bütünlüğün sağlanmasında çok önemlidir. Sosyal politika
sosyal farklılıkları azaltarak toplumsal yapıyı sağlamlaştırmayı amaçlar(Güven,
2001:31).
112
3.5. SOSYAL POLĐTĐKANIN ARAÇLARI
Sosyal politikanın araçları sosyal politika hedeflerine ulaşmayı sağlayan
araçlardır. Sosyal politika araçlarının ulusal düzeydeki araçlar ve uluslar arası araçlar
olarak iki kısımda incelendiği görülmektedir. Sosyal politikanın ulusal araçlarını
kamu karışımı, kendi kendine yardım kuruluşu olan sendikalar kooperatifler ve
sosyal güvenlik oluşturmaktadır. Sosyal politikanın uluslar arası araçları ise uluslar
arası çalışma örgütü ve uluslar arası sendikalar oluşturmaktadır.
3.5.1. Kamu Müdahalesi
Devlet, sanayi devriminden sonra oluşan olumsuz ekonomik ve sosyal
koşullarda demokrasini gelişimi ve farklı düşünce akımlarının ortaya çıkması ile en
önemli sosyal politika aracı olarak etkinliğini artırmıştır. Liberal düşüncenin piyasa
mekanizmasının ekonomik ve sosyal dengenin kendiliğinden sağlanacağı düşüncesi
zayıflamış devletin piyasaya ve sosyal yaşama aktif olarak katılmasını sağlayan
müdahaleci devlet anlayışı güçlenmiştir. Liberal ekonomik felsefenin ekonomik ve
sosyal kalkınmayı fiyat mekanizmasına bırakan anlayışı terk edilmiş devlet
düzenleyici olmanın dışında sosyal politikalar uygulayan önelmiş bir aktör olarak ön
plana çıkmıştır. On dokuzuncu yüzyıl endüstrileşme ile önemli ekonomik gelişmeler
sağlamakla birlikte birçok sosyal sorunu da ortaya çıkarmıştır. Liberal devlet anlayışı
Keynezyen iktisatla birlikte yerini müdahaleci devlet anlayışına, sosyal devlete
bırakmıştır.
Kamu müdahaleleri başta ekonomi alanında olmak üzere, sosyal, siyasal ve
hukuksal alanlar başta olmak üzere tüm alanlarda kendisi çok ciddi şekilde
hissettirmiştir. Kamu müdahalelerinin hem kapsam hem de içerik olarak giderek
genişlemesine bağlı olarak kamu harcamaları artmıştır. Kamu harcamalarını öngören
Keynezyen politikalar ve yüksek harcama düzeyleri, 1970’lerde başlayan dünya
ekonomik krizine kadar devam etmiştir. 1929’daki dünyanın yaşadığı birinci kriz ile
geniş kamu harcamalarına olanak tanıyan politikaların benimsenmesine karşın, ikinci
113
kriz ile yüksek kamu harcamalarının arttırılması düşüncesi ter edilmiş, kamu
harcamaları aleyhine bir cephe oluşmuş, harcamalar olabildiğince azaltılmaya
başlanmış her tür harcamadan kaçınmanın yolları aranmaya başlanmıştır(Özdemir,
2006:156).
Devletin müdahalesini doğuran nedenler, ülkeden ülkeye önemli farklar
göstermekle birlikte, bu müdahaleyi aşağıdaki nitelikler içinde görmek
mümkündür(Ekin, 1994: 12-13).
- Her şeyden önce devlet, doğrudan doğruya çıkaracağı sosyal yasalarla, iş
kanunları ile, endüstri hayatındaki çalışma koşullarının insanca
çalışmaya yaraşır asgari şartlarını sağlamaya yönelik faaliyetlerde
bulunmuştur.
- Devlet zamanın geçişi içinde bununla da yetinmemiş, bizzat çalışanların
kendi hak ve çıkarlarını koruyup sağlayabilecekleri örgütlenme
olanaklarını bir hak olarak onlara vermeye yönelmiş ve “koalisyon”
yasaklarını kaldırarak sendikacılık hareketlerinin başlamasını imkan
dahiline sokacak şartları sağlamıştır.
- Ayrıca devlet ülkedeki sosyal gelişmeyi hızlandırıcı, bütün grup ve
sınıfları dikkate alan politikalara yönelmiş eğitim sağlık gelir dağılımı
sosyal güvenlik istihdam politikaları yoluyla ekonomik ve sosyal refahını
sağlayacak tedbirleri almağa başlamıştır.
Kamu karışımı ekonomik ve sosyal hayata değişik kapsam da politikaları ve
çıkardığı yasalarla müdahale etmektedir. Kamu ekonomik faaliyetleri ekonomik
büyüme ve gelişme, gelir dağılımının adaleti, ekonomik istikrar amacı taşımaktadır.
Böylelikle kamu karışımı ekonomik ve sosyal hayatı düzenlemeyi, yönlendirmeyi ve
sosyal problemleri çözmeyi amaçlamaktadır. Devlet tüm toplumsal hayatı
düzenlediği gibi çalışma hayatını da çalışma mevzuatı ile düzenlemekte ve
114
yönlendirmektedir. Devlet bu yasal mevzuat ile çalıştıranlar ile çalışanlar arasındaki
çalışma ilişkilerini şekillendirmektedir. Çalışma mevzuatı başta bireysel iş hukuku,
sendika toplu sözleşme ve grev kanunu olmak üzere iş güvenliği ve iş sağlığına kadar
çok geliş bir alanı kapsamaktadır. Devlet tarafından yasal çerçevenin çizilmiş olması
sosyal politikanın amaçlarına uymada yeterli görülmemiş yasal mevzuatı belirleme
dışında devlet ekonomik ve toplumsal hayata kurumsal düzenlemeler ile de
müdahale etmiştir. Kurumsal düzenlemeler başta sosyal güvenlik sistemleri, iş gücü
piyasası kurumları ve korunmaya muhtaç kesimlerin korunması amacıyla oluşturulan
kurumları kapsamaktadır.
Sosyal güvenlik ve sosyal yardım sistemleri gelirin ikincil dağılım
mekanizması olarak adlandırılmakta ve bu yönüyle son derece önemli bir sosyal
politika kurumu olmaktadır. Sanayi toplumundan önce geleneksek yöntemlerle
sağlanan sosyal güvenlik ihtiyacı sanayi devrimi ve sosyal devletin ortaya çıkışı ile
birlikte bireyler için bir hak olurken devlet için ise bir ödev niteliği kazanmıştır.
3.5.1.1. Yasa Yapıcı Olarak Devletin Piyasaya Müdahalesi
Devlet birçok alanda düzenlemelerle sosyal, siyasal, kültürel ve daha birçok
alanda olduğu gibi ekonomik alanda da önemli roller üstlenerek piyasalara müdahale
etmektedir. Keynezyen ekonomik düşüncesinden bu yana devlet piyasalara çok daha
fazla karışmaktadır. Devletin piyasaya müdahale araçlarından en önemlisi yasal
düzenlemelerdir. Ekonomide yaşanan değişimler birçok konuda olduğu gibi çalışma
hayatı ve iş piyasasını düzenleyen yasalarında değişmesini yeniden düzenlenmesini
gerekli kılmaktadır. Yaşanan ekonomik ve sosyal değişimler doğrultusunda yasalarla
ekonomik ve sosyal hayat devlet tarafından düzenlenmektedir. Sosyal politika alanı
ile doğrudan ilgili olarak devletin yasal düzenlemelerini iş hukuku ve çalışma
mevzuatı örnek olarak verilebilir. Devlet çalışma mevzuatında toplumsal fayda ve
sosyal adalet ilkelerine uygun olarak ekonomik refahın tüm toplum kesimlerine
dağıtılması amacına uygun düzenlemeler yapmaktadır. Bu düzenlemelerle devlet
toplumun doğal yasların işleyişine terk etmemekte, çalışma hayatına müdahale
etmektedir.
115
3.5.1.2. Kamu Girişimcisi Olarak Devletin Piyasaya Müdahalesi
Devlet sadece yasal ve kurumsal düzenlemeler yoluyla değil kamu girişimcisi
olarak da piyasaya müdahale etmektedir. Devlet girişimci olarak piyasaya doğrudan
müdahale etmektedir. Yasal ve kurumsal düzenlemeler devletin piyasaya müdahale
etmesi dolaylı yöntemler içerisinde değerlendirilmektedir. Çünkü bu yöntemlerle
devlet ekonomide mal ve hizmet üreticisi olarak bulunmamaktadır.
Devlet girişimci olarak piyasaya girdiğinde mal ve hizmet üretmekte
doğrudan arz ve talebe etki etmektedir. Devlet mal ve hizmet üreterek piyasaya
girdiğinde kaynak dağıtımına ve ekonomik dengeye doğrudan müdahalede
bulunmaktadır. Devletin ekonomiye girişimci olarak karışması kaynak dağılımı ve
kaynakların etkinliğinin sağlanması dışında bazı ülkelerde sermaye birikiminin
yetersiz oluşu nedeniyle girişimci azlığından da kaynaklanmaktadır.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler hızlı sanayileşebilmek için kamu
girişimciliğine başvururlar ekonominin işleyişi sırasında bazı sektör ve piyasalarda
tekelleşmenin, monopol ve monopsonların gücünün kırılması içinde kamu
girişimciliği zorunlu bir yöntem olarak ortaya çıkmaktadır.
1970’li yıllarda başlayan petrol krizi ile başlayan süreçte neoliberal ekonomik
politikalarının etkisiyle devletin ekonomik alandan çekilmesi, ekonomiye müdahale
etmemesi düşüncesi ifade edilmeye başlanmıştır. Devletin serbest piyasa
ekonomisinin etkinlik ve işleyişini bozduğu kaynakların etkin ve verimli dağılmasını
önlediği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Bu amaçla devletin elinde bulundurduğu kamu
girişimlerini özelleştirme yoluyla özel girişimlere devretmesi öne sürülmeye ve
uygulanmaya başlandı. Ayrıca kamu girişimlerinin sosyal siyasi ve ekonomik
nedenlerle kötü bir girişimci olduğu belirtilmiştir. Devletin piyasa şartlarına uyum
sağlayamadığı bürokratik işlemlerinin fazlalığı nedeniyle hızlı karar veremediği
görülmektedir. Devletin ekonomik koşullara uygun, piyasa yönelimli girişimcilik
yapamaması nedeniyle piyasa dengesini bozduğu ve rekabet güçlerini olumsuz yönde
etkilediği ileri sürülmektedir. Özelleştirmeler yoluyla devletin ekonomiden
116
çekilmesi, kurumsal, yasal düzenlemelerde en az seviyede piyasaya müdahalesiyle
ekonomik işleyişin sağlanacağı ifade edilmektedir.
Devlet ekonomik girişimci olarak aynı zamanda işveren rolünü de
üstlenmektedir. Devlet günümüzde çalıştırdığı işçi ve memur sayısı nedeniyle en
büyük işveren konumundadırlar. Dolayısıyla devlet emek istihdamının önemli ölçüde
sağlandığı bir yönetim aygıtıdır. Özelleştirme politikaları doğrultusunda devletin
ekonomik alandan çekilmesine paralel olarak devletin işveren rolünde azalmalar
olmaktadır.
Devlet iş piyasasına ve istihdama sadece işveren olarak değil istihdam
politikaları yoluyla da müdahale etmektedir. Devlet işsizlik sorununu çözmek
amacıyla istihdam politikaları üretmekte ve uygulamaktadır. Devlet istihdam
politikaları uygularken vergi politikaları sosyal güvelik politikaları ücret politikaları
gibi daha birçok enstrümanı birlikte ve uyum içerisinde kullanmaya çalışmaktadır.
3.5.1.3. Kurumsal Düzenlemeler Yolu Đle Devletin Piyasaya Müdahalesi
Devlet yasal düzenlemeler ve kamu girişimciliği yoluyla piyasaya müdahale
etmek yanında kurumsal düzelmemeler yoluyla da piyasaya müdahale etmektedir.
Devletin kurumsal düzenlemeler yoluyla piyasaya müdahale etmesinin başlıca
araçları sosyal güvenlik kurumları iş ve işçi bulma kurumları mesleki eğitim
kurumlarıdır.
Sosyal güvenlik kurumları sosyal politika uygulamalarının en çok bilineni, en
hızlı ve en yaygın kullanılanıdır. Sosyal güvenlik ilk olarak sanayileşen ülkelerde ilk
sosyal politika uygulamaları olarak görülmüştür. Çalışanların sosyal güvenliklerinin
sağlanması aile üyelerine sosyal güvencenin sağlanması son derecede önemlidir. Bu
nedenle devlet sosyal güvenlik kurumlarının kurulmasında ve geliştirilmesinde en
etkin rolü üstlenmiştir.
117
Sosyal güvenlik kurumları dışında iş ve işçi bulma kurumları mesleki eğitim
kurumları kurulmasında ve geliştirilmesinde devlet çok etkin olarak piyasaya
müdahale etmiştir. Đşsizlerin iş bulmaları iş bulabilmeleri için gerekli mesleki bilgi
ve becerinin kazanılması için bu kurumlar önemli görevler üstlenmişlerdir. Devlet bu
kurumları kurarak toplumun ekonomik yönden zayıf kesimlerini korumayı
amaçlamıştır.
Devlet kurumsal düzenlemeler yoluyla da piyasada önemli görevler
üstlenmişlerdir. Devletin piyasaya müdahale yöntemleri onun merkezi bir otorite ve
önemli bir güç kaynağı olmasından kaynaklanmaktadır. Devlet piyasadaki bu etkin
rolünden uzaklaştığında bu görevleri etkin bir biçimde yerine getirecek başka bir
aktör görülmemektedir. Daha öncede vurgulandığı gibi devletin tüm toplumsal
kesimleri kapsayan ve tüm toplumsal kesimlerin faydasına yönelik bir yönetim aygıtı
olmak zorunda olduğu açıktır. Devletin piyasaya müdahale yöntemlerinin ortadan
kalkması devletin işlevlerinin özellikle devlete sosyal bir nitelik kazandıran
işlevlerinin ortadan kalkmakta olduğu anlamını taşımaktadır. Devletin piyasaya
müdahalesinin ortadan kalkması çeşitli toplumsal sınıflar arasındaki göreceli
dengenin de ortadan kalkmasıdır.
“1970’li yılların sonundan beri egemen hale gelen yeni liberal anlayış iş gücü
piyasasının düzenlenmesi de içinde olmak üzere devletin rolünü azaltmayı salık
vermektedir. Düzenleme bir dengesizlik faktörü, pazarların iyi işleyişinin dengeli ve
büyüme istihdam ve hatta gelir dağılımı konusunda performansların gerilemesinin bir
nedeni olarak düşünülmüştür. Sanayileşmiş ülkelerde koruyucu devler ve iş gücü
piyasasının düzenlenmesi işsizliğin giderek artışını ve sürekliliğinin başlıca nedenleri
arasında algılanmıştır”(Erdut, 2004:25).
3.5.2. Sendikalar
Sosyal politikanın doğuşunda sendikalar çok önemli rol oynamıştır.
Ücretlilerin ve işçilerin hak ve menfaatlerini korumak amacıyla kurdukları örgütlere
sendika denmektedir. Sendikalar ücretlileri bir araya getirerek önemli bir baskı gücü
118
oluşturan örgütlerdir. Sendikayı çok genel tanımlama ile ; işçi sınıfının ekonomik ve
toplumsal alanlardaki hak ve çıkarlarını savunan, yaşam ve çalışma koşullarını
geliştirmeyi amaçlayan mesleki örgütler şeklinde tanımlayabiliriz(Güven, 2001:
105). Sendikaların doğuşu ve toplu pazarlık yapma hakkını elde etmesi ile birlikte
sosyal politika alanında da önemli gelişmeler olmuştur. Güçlü sendikal
örgütlenmeler yoluyla birleşen ücretliler hem işverenler karşısında toplu pazarlık
gücü kazanarak önemli haklar elde etmişler hem de baskı grubu olarak çalışanlar
lehine düzenlemeler yapması için devlete baskı yapma olanağını elde etmişlerdir.
“Liberal doktrinde sendikalar, işçilerin ekonomik çıkarlarını ve haklarını
savunmanın bir aracı olarak görülmüştü. Bu nedenden ötürü, dün olduğu gibi
bugünde liberal düşüncede sendikacılık hareketine ekonomik işlevler dışında başka
işlevler tanınması esas itibari ile gerekli görülmez. Buna karşılık, sosyalist
doktrininin temel felsefesinde, sendikacılık hareketi bir savaşın aracıdır. Ekonomik
işlevden çok siyasal işlevi önemlidir. Sosyalistlere göre, özel girişim toplumunu
değiştirip sosyalist bir topluma ulaşınca, sınıf sorunu yavaş yavaş ortadan kalkacak
ve işçiler sendikaları yoluyla siyasal güçle birlikte ekonomik gücü de ellerine
alacaklardır. Ancak, bu konuda işçiler başka bir deyimle işçi sınıfı, kurtuluşlarını
kendileri sağlayacaklardır. Bunun içinde örgütlenmek, sendikalarını kurup bu yoldan
gerekli savaşımlara girişmek zorundadırlar”(Talas, 1983:174-175). Sendikalara bakış
açıları farklı olmakla birlikte bu düşüncelerin ortak noktası sendikaların çalışanların
hak ve menfaatlerini korumada temel kuruluş olmalarıdır.
Sendikalar sanayi devrimi sonucunda ortaya çıkmışlardır. Ancak sendikaların
ortaya çıkmasında tek etken sanayileşme olmayıp işçi sınıfının ortak bir bilinç
oluşturması ve sendika fikrinin doğması etkili olmuştur. Makineleşme büyük işçi
guruplarının bir araya gelmesinde ve sendikacılığın gelişmesinde büyük rol
oynamıştır. Eski üretim biçiminin değişmesi kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere
niteliksiz iş gücünü büyük yığınlar halinde fabrikalarda toplamıştır. Küçük miktarda
üretim yapan ve lonca sisteminin hakim olduğu üretim biçimi makineleşmeyle
birlikte ortadan kalkmış buralarda çalışan küçük guruplar fabrikalarda toplanmıştır.
Gerçekten küçük atölye sistemini yıkarak imalathanelerde kalabalık işçiler
119
toplayarak, anamalcı sistem vaktiyle loncalar içinde toplanmış öğeleri ve katları
birbirinden ayırdı ve girişimcinin karşısına durmadan artan, işçi olarak kalması
kaçınılmaz ve sınıf bilincine ulaşmakta bulunan insanları koydu(Talas, 1983:178).
Đşçilerin bir araya gelmesiyle ortak yaşam koşulları ve çalışma koşulları onların
kolayca anlaşmalarını ve birlikte dayanışma zorunluluğunu ortaya çıkardı.
Küreselleşme süreci ile birlikte üretimin yapısına bağlı olarak ortaya çıkan
değişmeler işçilerin niteliklerini de değiştirmiş, aralarındaki ortak yanları ve çalışma
koşullarını farklılaştırmıştır. Đşin ve iş gücünün niteliğinde meydana gelen
değişmeler işçi örgütlenmeleri olan sendikalar üzerinde de etkili olmuştur.
Ücretlilerin sendikal oluşumları karşısında işverenlerde sendikal örgütlerde
bir araya gelmişlerdir. Ancak öncelikle kurulan sendikalar işçi sendikaları olmuştur.
Sendikalar devlete sosyal politikalar oluşturması ve uygulaması konusunda önemli
baskı grupları olmaktadır.Sosyal politikanın dar anlamda işçi işveren ilişkilerinin
düzenlenmesi olduğu düşünüldüğünde oluşturulan sosyal politikalar sendika
üyelerini doğrudan ilgilendirmekte olduğu görülür.Ancak sendikalar sadece çalışma
ilişkileri ve kendi hak ve menfaatleri için baskı grubu oluşturmamakta toplumsal
sorunların çözülmesi sürecinde de etkili demokratik örgütler olarak rol almaktadır.
Küreselleşme sürecinde meydan gelen gelişmelerle, olumsuz dinamik yeni
koşullara rağmen günümüzde bütün dünyada olduğu kadar, özellikle endüstri
toplumlarında da sendikalar, hala toplumun en güçlü, en önemli fonksiyonlar gören
ve çoğulcu toplumların ayrılmaz bir parçasını teşkil eden ve sosyal gelişmenin
hızlanmasında önemli roller oynayan örgütleri ve baskı grupları olmakta devam
etmektedirler(Ekin, 1994: 96).
“Endüstrileşmenin başlaması ile işçiler çalışma koşullarının iyileştirilmesi
için birlikte örgütlenerek mücadele etmeye başlamışlardır. Bu süreçte sendikaların
doğuşu görülmektedir. Endüstrileşmenin ilk başladığı ülke olan Đngiltere’de ilk
örgütlenme hareketleri de görülmüştür. Đlk işçi örgütü 1792’de bir ayakkabıcının
başlattığı ve “Londra Yazışma Derneği” adını taşıyan dernektir. Bu derneğin yayılma
120
eğilimi göstermesi 1799’da derneğin kapatılmasıyla sonuçlanmış ve 1800 yılında her
türlü örgütlenme yasağı getiren Birleşme Yasası çıkarılmıştır. Ancak yasal olmasa da
örgütlenmeler ve iş bırakma eylemleri biçiminde işçi hareketleri bu dönem içinde
sürüp gitmiş ve 1824 yılında Đngiltere’de sendikalaşma serbest bırakılmıştır. ABD’de
1842, Fransa’da 1884, Almanya’da 1869 yıllarında sendikaların yasal olarak
tanınması gerçekleşmiştir”(Koray, Topçuoğlu, 1995: 43).
Sendikalar endüstrileşmeyle doğup büyüyen işçi sınıfının ortaya çıkması ve
demokratik toplum modellerinin ortay çıkması ile doğup gelişen mesleki örgütlerdir.
Sendikalar çok güçlü baskı grubu olmaları dolayısıyla ekonomik yaşam yanında
siyasal yaşamında çok önemli aktörleridir.
Sendikalar üyelerinin halk ve menfaatini korumak ve geliştirmek amacıyla
ekonomik ve sosyal faaliyetlerde bulunurlar. Sendikaların ekonomik faaliyetleri
arasında temel olarak toplu pazarlık yapmak ve uyuşmazlıklar halinde greve gitmek
vardır. Sendikalar ekonomik faaliyetler dışında üyelerinin çıkarlarını korumak
amacıyla sosyal faaliyetlerde de bulunurlar. Bunun için üyeleri arasında dayanışma
mekanizması kurarak maddi ve hukuki yardımlaşmaları sağlamak, kooperatifler
kurmak sağlık ve spor tesisleri kurmak mesleki eğitim çalışmaları yapmak gibi daha
birçok faaliyette bulunurlar.
Sendikalar toplu pazarlık süreci içerisinde işverenle olan uyuşmazlıklarını,
işverene baskı yaparak çözmek üzere greve başvururlar. Grev işçilerin isteklerini
elde etmek için hizmet sözleşmesini geçici olarak yerine getirmeme niyetlerini
açıklayan, topluca ve bir karara uyarak işi bırakmalarıdır(Tokol,1997:27). Grev
işçileri işverenler üzerinde ve toplumsal kurumlar üzerinde baskı kurmak amacıyla
toplu halde gittikleri iş bırakma faaliyetidir. Grev aracını işçiler sadece işverenlere
karşı değil toplumsal olaylar karşısında baskı oluşturabilmek amacıyla devlete ve
diğer kurumlara karşı da kullanırlar. Grev sendikal haklar içinde ondan ayrılamaz bir
unsurdur. Đşçilerin grev kararı karşında işverenlerde lokavt kararı ile işçiler üzerinde
sözleşme imzalamaları için baskı oluşturur.
121
3.5.2.1. Toplu Pazarlık Ve Toplu Sözleşme Đle Düzenleme
Đşçiler adına toplu pazarlık yapmak ve bunun sonucunda iş sözleşmesi
imzalamak sendikaların önde gelen klasik görevini oluşturmaktadır. Đşçilerin
gözünden bakıldığında, toplu iş sözleşmesi, yasal düzenlemelerin de ötesinde bir
anlam ve değer taşımaktadır.Bunun nedeni yasal düzenlemelerin genellikle
ücretlerin ve çalışma koşullarının asgari ölçülerini belirlemesine karşılık, toplu iş
sözleşmelerinin anılan konularda daha üst düzeydeki hakları ve çıkarları
gerçekleştirmenin başlıca aracı olmasıdır.Gerçekten de çalışma yaşamını düzenleyen
yasaların genellikle rejim yasaları olmalarına ve bu yasalarda işçilerin aleyhine
hüküm de bulunabilmesine karşılık toplu sözleşmelerin doğrudan işçilerin özgür
istençlerini yansıtması, yukarıdaki olgunun nedenini açıklamaktadır(Güven,
2001:112).
Bireysel olarak pazarlık gücü düşük olan işçilerin sendikal örgütlenmeleri
aracılığıyla daha güçlü pazarlık olanağına kavuşmaları toplu pazarlık süreci ile
olmuştur. Sosyal refah devletinin gelişimine paralel olarak yaygınlaşan toplu pazarlık
uygulamaları 1970’lerden sonra değişen koşullara bağlı olarak bireysel pazarlık
sistemine doğru kaymaya başlamıştır.
Toplu pazarlık kavramı çok çeşitli şekillerde tanımlanabilmektedir. Bu
kavramı ilk defa kullanan Webb’lere göre, “toplu pazarlık bir tarafta işveren veya
işveren örgütleri diğer tarafta sendikalar olmak üzere ücret ve çalışma koşulları ile
ilgili görüşmeleri” ifade etmektedir. Toplu pazarlık kavramı çoğu kez sözleşme
kavramı ile karıştırılmakta her iki kavramın birbiri yerine kullanıldığı görülmektedir.
Gerçekte toplu sözleşme toplu pazarlığın son aşamasını oluşturmaktadır. Toplu
sözleşme işçiler adına hareket eden sendikalarla işverenler veya onların sendikaları
arasında bir toplu pazarlık sonunda tarafların karşılıklı ha ve menfaatlerini bir süre
için düzenleyen ve belirleyen bir yazılı belgedir(Tokol, 1997:22)
122
3.5.2.2. Baskı Grubu Olarak Sendikalar
Sendikalar toplu pazarlık ve toplu pazarlığın bir unsuru olan grev
mekanizması ile işverenler üzerinde baskı kurarlar. Uyuşmazlıklar ortaya çıktığında
toplu halde grev kararı alarak ve greve giderek ücretlerin yükseltilmesi ve diğer
çalışma koşullarının iyileştirilmesini sağlamak üzere baskı kurmaya çalışırlar. Ancak
sendikalar günümüzde dar anlamda sosyal politika kurumu olmaktan öte bir anlam
ifade ederler. Günümüzde sendikalar toplu pazarlık ve işçi-işveren ilişkileri dışında
toplumsal olaylar karşısında baskı gurubu olarak ortaya çıkarlar.
Çalışan nüfusun büyük bir kesimini oluşturan işçileri temsil eden işçi
kuruluşları genel olarak toplum hayatında büyük bir güce sahiptirler. Ayrıca, işçilerin
sendikalarına kesinti yoluyla ödedikleri aidatlar, sendika faaliyetlerinden sağlanan
gelirlerin de buna eklenmesiyle işçi kuruluşlarının politik güçleri, ekonomik güçle
desteklenerek önemini artırmış olmaktadır. Đşçi kuruluşları karşısında yer alan
işveren kuruluşları da ekonomik olanakları, geniş sermaye kesimini temsil etmeleri
ve üyelerinin çok sayıda işçi çalıştırması nedeniyle toplum hayatında önemli bir güce
sahip bulunmaktadırlar.
Đşçilerin ve işverenlerin sayıları arttıkça ve kuruluşları etrafında birleşip
bunları daha güçlü hale getirdikçe toplum hayatına etkileri de artmaktadır. Đşçi ve
işveren kuruluşlarının ve özellikle işçi kuruluşlarının sayısal ve ekonomik güçlerinin
siyasi hayatta rolü ve ağırlığı büyüktür. Sendikaların siyasal faaliyette bulunmaları
çok tartışılan bir konu olmakla birlikte uygulamada sendikaların siyasal yaşamın
içinde oldukları ve siyasal yaşamı etkiledikleri görülmektedir. Bu kuruluşların
üyelerinin ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerine ilişkin öneri ve faaliyetlerinin
siyasi hayatı etkileyeceği kesindir. Ekonomik ve toplumsal hayatın birbiri ile bir
bütün olduğu ve ekonomik ve sosyal olayların bir bütün oluşturduğu dikkate alınırsa
sendikalar birçok ekonomik ve toplumsal olayda etkileme amacıyla faaliyette
bulunmaktadırlar. Kısaca siyasi hayatı etkilemede önemli rol alan baskı grupları
arasında işçi ve işveren kuruluşlarının önemli bir yeri vardır. Çağdaş yaşamda
ekonomik ile sosyal, ekonomik ile siyasalı ayırmak da olanaklı değildir.
123
Batı Avrupa’da sanayileşmeye işçi örgütlenmelerinin kendilerine yakın
partileri destekledikleri, böylece ülke yönetiminde bulundukları görülmektedir.Bu
kadar büyük bir güç oluşturan sendikaların sosyal ve ekonomik hayatın
düzenlenmesinde aktif roller üstlendikleri ve siyasal yaşamda yer aldıkları
görülmektedir.
3.5.3. Kooperatifler
Kooperatifler de sendikalar gibi sosyal politikanın hedeflerine ulaşılmasını
sağlayan kendi kendine yardım kuruluşlarında birisidir. Kooperatifler günümüzde
tüm dünyada çok yaygın sosyal politika kuruluşlarıdır. Kooperatifçilik daha çok
üretici ve tüketici kesimlerin ekonomik ve sosyal sorunlarının çözülmesinde zayıf
kesimlerin bir araya gelerek oluşturdukları dayanışma kuruluşlarıdır. Kooperatifler
ekonomik tekelleşmenin, spekülatif kazançların, güçsüz üretici ve tüketicinin rekabet
gücünü yitirmesinin önüne geçmek için önemli sosyal politika kuruluşlarıdır.
Kooperatifler zayıf kesimlerin güçlü kesimler karşısında ezilmelerini engelleyen bir
sosyal politika aracıdır.
Kooperatifçilik hareketi bir işçi hareketi olarak Đngiltere ve Fransa da;
birincisi tüketim kooperatifleri ikincisi de üretim kooperatifleri şeklinde başlamıştır.
Bugünkü anlamda ilk kooperatif 1844 yılında Đngiltere’nin Manchester kentindeki
Rochdale kasabasında 128 dokuma işçisinin kurduğu tüketim kooperatifidir(Güven,
2001:130).
Kooperatifçilik ekonomik ve sosyal politika aracı olarak çeşitli evrensel
ilkeler etrafında gelişmiştir. Kooperatiflere üye olmak ve kooperatiflerden çıkmak
serbesttir. Kooperatiflerde üyelerin ortaklık payı ne kadar olursa olsun üye bir oya
sahip olur. Bu kooperatiflerin demokratik yönetim ilkesi olarak ifade edilir. Bu
ilkeyle ekonomik demokrasinin de gerçekleştirileceği de ifade edilmektedir.
Kooperatifler ekonomik bakımdan zayıf kesimlerin kara dayalı olmayan, demokratik
bir şekilde işleyen üyelerinin kendi kendilerine yardım ettikleri sosyal politika
124
aracıdırlar. Kooperatiflerin ana amacı üyeleri arasında yardımlaşma ve dayanışma
olup kooperatiflerde kar amacı güdülmemektedir.
Tüketim ve üretim kooperatifleri birçok alanda kurulmaktadır. Örneğin sanayi
devriminden sonra sanayileşmeye paralel olarak büyüyen kentlerde konut sorunu
ortaya çıkmıştır. Düşük gelirli toplum kesimleri konut gereksinimlerini karşılaya
bilmek için konut kooperatifleri kurmuşlardır. Konut kooperatifleri düşük maliyetle
düşük gelir gurubuna yönelik konut üretmektedirler. Böylece konut maliyetlerini
azaltarak düşük gelir gurubundaki çalışanların konut sahibi olmaları
amaçlanmaktadır. Kooperatifler arsa spekülatörlerine ve müteahhitlere giden karı
ortadan kaldırarak düşük faizli konut kredileri sağlayarak konut maliyetlerini aşağı
çekmektedirler. Konut kooperatiflerinin en önemli ekonomik katkıları şöyle
sıralanabilir: a) Küçük tasarrufların birikimini sağlar, b) Ortakların ferden harekete
geçmeleri haline oranla çok daha düşük faizle kredi sağlayabilirler, c) Ortakların
gerek arsa alımında, gerek konut yaptırmada toplu hareketi yaratarak pazarlık gücünü
yükseltirler, ç) Nihayet büyük çapta inşaata girişmeleri maliyeti düşürmektedir( Tuna
,Yalçıntaş. 1997: 224).
Tüketim ve üretim kooperatifleri günümüzde çok yaygın sosyal politika
aracıdırlar. Kooperatifçilik her alanda ve her sektörde tüm dünyada yaygındır.
Özellikle konut kooperatiflerinin düşük gelirli çalışanların konut sahibi olmalarında
çok önemli görevler üstlenmektedir.
3.5.4. Uluslar Arası Kuruluşlar
Sosyal politikanın amacına ulaşması için çalışan uluslar arası kuruluşlar
vardır. Bu kuruluşlar sosyal politika uygulamalarının tüm dünyada gerçekleşmesi
için çalışan kuruluşlardır. Bu kuruluşların faaliyetlerini iki ana noktada toplamak
olanaklıdır:
- Bu kuruluşlar tüm ülkelerde uygulanmak üzere uluslar arası sosyal
politika norm ve standardı oluştururlar,
125
- Oluşturulan norm ve standartlara ülkelerin uyup uymadıkları denetlenerek,
bu standartlara uymaları konusunda baskı oluşturmak.
Uluslar arası sosyal politika uygulamalarının doğuşunda barışın korunmasına
ulusal olduğu kadar uluslar arası bir sosyal adaletin sağlanmasının ve bu konuda
araştırmalar yapılması tüm insanlığın barışı ve huzuru için gerekli ve zorunlu olduğu
düşüncesi hareket nokrasını oluşturmuştur(Koray, Topçuoğlu, 1995: 50). Bu temel
düşüncenin dışında uluslar arası çalışma hukukun ve tüm ülkelerdeki sosyal politika
uygulamalarının uyumlu olması böylelikle, tam rekabet koşulları altında ekonomik
ve sosyal kalkınmanın gerçekleştirilebileceği düşüncesi rol oynamıştır.
Küreselleşmeyle birlikte piyasalar bütünleşme yoluna girmiştir. Yani ülke
sınırları içinde kalan emek, sermaye, mal ve hizmet piyasaları uluslar arası bir nitelik
kazanarak, uluslar arası piyasalara entegre olmuşlardır. Bu ekonomik koşullarda
sosyal politika uygulamaları yapan ülkeler ile sosyal politika uygulamaları olmayan
ülkeler arasında aksak rekabet doğmaktadır. Sosyal politika uygulayanlar uluslar
arası pazarlardaki rekabet gücü yönünden adeta cezalandırılmış olmaktadırlar. Çünkü
bu ülkelerde soysal politika uygulamaları bu ülkelere ekonomik maliyetler
yükselmektedir.
Uluslar arası kuruluşlar uluslar arası nitelik kazanan pazarlarda rekabetin
sağlanması için ortak norm ve standartlar belirleme yoluna gitmektedirler. Bu amaçla
ülkelerin sosyal politika kuruluşları, uluslar arası üst kuruluşlarda bir araya
gelmektedirler. Bu kuruluşların en önemlisi Uluslar arası Çalışma Örgütüdür(ILO).
3.5.4.1. Uluslar Arası Çalışma Örgütü ( ILO)
ILO, 1919 yılında Versailles Barış Antlaşmasının 8. bölümünde yer alan
hükümlere dayanılarak kurulmuştur. Kuruluşuna egemen olan temel ilke; çalışma
hayatında sosyal barışın ancak sosyal adaletle sağlanabileceği şeklindedir. 1939
yılına değin Milletler Cemiyetine bağlı olarak çalışan ILO, Đkinci Dünya Savaşının
bitimini izleyen 1946 yılında bağımsız uluslar arası uzmanlık kuruluşu statüsünü
126
kazanmıştır. ILO, devletler arası bir kuruluş olup, üyelerini devletler
oluşturmaktadır(Güven, 2001 :161).
Versay Barış Antlaşmasında yer alan aşağıdaki dokuz ilke, örgütün felsefesini
belirtmesi yönünden önemlidir. Bu ilkeler;
- Emeğin bir mal sayılmaması
- dernek kurma ve toplantı hakkının tanınması
- 14 yaşından küçüklerin endüstri ve ticarette çalıştırılmaması
- Normal yaşam düzeyi sağlayacak bir ücret verilmesi
- Eşit işe eşit ücret ödenmesi
- Hafta tatilinin sağlanması
- Haftalık çalışma süresinin 48 saatten fazla olmaması,
- Yabancı işçilere bulundukları ülkelerin işçilerine sağlanan sosyal sigorta
kurallarının uygulanması ve aynı ücretin ödenmesi,
- Çalışma yaşamının denetlenmesi için her ülkede bir denetim organı
kurulması olmaktadır(Koray, Topçuoğlu, 1995:51 -52).
ILO’nun başlıca üç organı vardır. Bunlar Uluslar arası Çalışma Konferansı,
Yönetim Kurulu, Uluslar arası Çalışma Bürosudur. ILO bu organları aracılığıyla
uluslar arası çalışma hukuku ve uluslar arası sosyal politika alanında araştırma ve
yayın faaliyetleri ile teknik yardım faaliyetleri yaparak düzenleyici rol oynamaktadır.
ĐLO ‘nun en önemli ve en yüksek organı olan Uluslararası Çalışma
Konferansı uluslar arası çalışma sözleşmelerini ve önerilerini kabul ederek onaylar
konferansa her üye ülke iki hükümet, bir işçi ve bir işveren temsilcisi olmak üzere 4
üye ile katılır.
Örgütün diğer organı olan yönetim kurulu örgütün yürütme organı olup eş
güdümü sağlamakla görevli organdır. Yönetim kurulu konferansın gündemini saptar,
konferansta alınan kararların yürütülmesini sağlar.
127
Uluslar arası çalışma bürosu ise örgütün sekreterya işlerinin yürütüldüğü
yerdir. Büronun başında yönetim kurulu tarafından belirlenen bir müdür olup,
çalışmalarında hiçbir otorite ve hükümetlerin emrine uymaz.
3.5.4.2. Birleşmiş Milletler (BM)
Birleşmiş milletler çok önemli bir uluslar arası kuruluş olarak birçok uluslar
arası kuruluşun çatısını oluşturmuştur. ILO 1944 de toplanan uluslar arası çalışma
konferansında örgütün amaçlarını ve konularını yeniden belirten bir deklarasyon
kabul edilmiştir. Örgütün çalışma alanını genişleten Philadelphia bildirisi ile
özellikle ücretlilerin durumu üzerinde etkili olan ekonomik sorunlara eğilinmesi
benimsenmiştir. 1946 yılında birleşmiş milletlerle yaptığı bir anlaşma ile birleşmiş
milletlerin özel bir kuruşu olarak tanınmıştır(Koray, Topçuoğlu,1995:52).
128
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KÜRESELLEŞME VE
YEREL YÖNETĐMLER BAĞLAMINDA SOSYAL POLĐTĐKA
Küreselleşme olgusunun ne zaman ortaya çıktığı ve küreselleşme kavramının
tanımı konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Ancak küreselleşme olgusunun
dünya ülkeleri ve insanları için kaçınılmaz bir süreç olduğu düşüncesi yaygındır.
Sosyal olay ve olguların küreselleşme kavramından bağımsız düşünülemeyeceği ve
kavramın dışında değerlendirilemeyeceği düşünülmektedir. Küreselleşme olgusu
ülkeler için olumlu ve olumsuz yanları olan, toplumların yaşamlarını kolaylaştıran
ve zorlaştıran, uluslar arası bütünleşme ve rekabet sürecidir. “Bu çerçevede bir
yandan bu yarışmacı sistem içinde daha iyi bir yer tutabilmek için ne yapılması
gerektiği tartışılırken, diğer yandan da küreselleşme olgusunun ortaya çıkardığı
sorunların nasıl üstesinden gelinebileceği, bir kaygı olarak belirginleşmektedir”
(Şengül, 2000:114). Ekonomiden siyaset bilimine, sanattan kültüre çok çeşitli
boyutları olan küreselleşme kavramını inceleyenler, kavramı kendilerini ilgilendiren
boyutlarını öne çıkararak ele alıp incelemektedirler.
Bu bölümde çok boyutlu bir kavram olan küreselleşmenin, kamu yönetimi
sistemi ve yerel yönetimlerin sosyal politikaları üzerindeki etkileri incelenecektir.
Devletin, kamu yönetimi sistemlerinin, dolayısıyla yerel yönetimlerin, başta sosyal
politika olmak üzere işlevlerinin küreselleşmeden etkilenerek değişime uğradığı
görülmektedir.
4.1. KÜRESELLEŞME KAVRAMI
Küreselleşeme genel olarak bir bütünleşme ve benzeşme süreci olarak
değerlendirilmektedir. Küreselleşmenin hız kazanması ile birlikte ülkeler ararsındaki
sınırların ve her türlü koruma duvarının zayıfladığı, her alanda uluslararası
bütünleşme ve ekonomik rekabet sürecinin hızlandığı ifade edilmektedir.
Küreselleşme sosyal ekonomik, siyasal ve kültürel ilişkilerin dünya üstünde
129
yayılmasıdır. Küreselleşme ile birlikte ulusal nitelikteki kural ve düzenlemelerin
aşındığı görülmektedir. Küreselleşme ekonomik yanıyla sermayenin, mal ve
hizmetlerin ülkeler arasında serbestçe dolaşabildiği, mal, hizmet ve finans
piyasalarının giderek bütünleştiği bir süreçtir. Ulus devletlerin gücünün giderek
zayıflaması, buna karşılık çokuluslu şirketlerin, uluslar arası örgütlerin, uluslar arası
birliklerin önemli birer aktör olarak ortaya çıkmaları küreselleşme sürecinin temel
özellikleri arasında yer almaktadır.
“Bugün, çok hızlı teknolojik gelişmeler yaşandığı, uluslararası iletişimin ve
karşılıklı etkileşimin düne göre epeyce yoğun olduğu, ulusal ve ulus üstü düzeyde
birçok yeni aktörün devreye girdiği, üretim ve tüketim açısından küresel çapta bir
pazarın oluştuğu, siyasal ve kültürel açıdan çok yönlü ve çok düzeyli ilişkilerin
ortaya çıktığı, birden fazla kimliğin benimsendiği ve birçok alanda
uluslararasılaşmanın önem kazandığı dünyamızda tek boyutlu bir küreselleşmeden
söz etmek pek mümkün değil”(Koray, 2005c: 13). Çok boyutlu bir kavram olan
küreselleşmenin ana belirleyicileri arasında gelişen teknolojiler, özellikle bilişim ve
iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle, dünyanın tek bir pazar etrafında
birleşmesi yani ekonomik entegrasyon düşüncesi bulunmaktadır. Küreselleşme,
teknolojik olanakların artması ile iletişim, ulaşım ve nakliye maliyetlerinin azalması
ve ulusal ölçekte faaliyet gösteren firmaların daha geniş pazar olanakları arayışının
hızlanması sonucu giderek artmaktadır. Uluslararası ticaretin önündeki engellerin
kaldırılması yanında, dünyanın çeşitli bölgelerindeki ülkeler arasında yaşanan
ekonomik birlikler, bütünleşmeler küreselleşmeye hız kazandıran diğer faktörlerdir.
Küreselleşmenin hız kazanmasında neoliberal ekonomik ve siyasal düşüncenin önem
kazanması Doğu Blok’unun dağılması da önemli etkenlerdir. Küreselleşmenin en
önemli aktörleri bu sürecin yönetiminde de belirleyici rolü olan ve bu sürecin en
kazançlıları çok uluslu şirketlerdir. Çok uluslu şirketler, ulusal pazarların dışına
çıkarak geniş pazarlara ulaşmak, ulusal pazarlardaki hukuksal, yasal nitelikteki
kısıtlamaları aşarak üretim maliyetlerini düşürmek amacıyla, uluslar arası ekonomik
faaliyetlerin önündeki engellerin kaldırılmasını talep etmektedirler.
130
4.1.1. Ekonomik Boyutuyla Küreselleşme
Küreselleşme olgusu özellikle ekonomik boyutuyla öne çıkmış ve önem
kazanmıştır. 1970’li yıllarda şirketler, üretim teknolojilerindeki değişimlerden,
üretim sistemlerindeki değişimlerden, pazarlardaki değişimlerden ve rekabetin
artmasından etkilenmişlerdir. Pazarların doyuma ulaşması, tüketici tercihleri ile
talepte yaşanan değişim ve dalgalanmalar şirketleri esnek üretim yapmaya ve
pazarlarını genişleterek üretimlerini talebe duyarlı hale getirip, en az maliyetle üretim
yapmaya itmiştir. Bu amaçla esnek üretim, sıfır stok gibi maliyetleri azaltma
yöntemleri geliştirilirken, ortaklık ve yeni girişimler yolu ile dış pazarlara açılarak
üretimi dünya üstüne yaymayı tercih etmişlerdir. Gerek üretim teknolojileri ve gerek
iletişim ulaşım teknolojileri küresel ekonominin genişlemesini sağlamıştır.
Küreselleşeme süreci 20. yüzyılın sonunda hızlanırken bu değişimin
ekonomik boyuttaki ideolojisini neoliberal ekonomi politikaları olmuştur. Neoliberal
ekonomi düşüncesine göre ekonomiye yapılan müdahaleler en aza indirilmeli, devlet
küçülerek dünya pazarının önünü açmalıdır. Bu sağlandığında ekonomilerde ve
dünya ekonomisinde etkinlik sağlanacağını ifade etmişlerdir. Buna karşın
küreselleşme süreci ile birlikte, gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki ekonomik
gelişmişlik farklarının artmaya başladığı ifade edilmektedir. Küreselleşme süreci
ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarını arttırdığı gibi, ülkelerin içindeki gelir
dağılımını da olumsuz etkilediği tespit edilmektedir. Dünyanın en zengin 200
kişisinin sahip oldukları toplam servet, yeryüzündeki en yoksul 2.5 milyar insanın
toplam gelirinden fazladır. Bu 200 zenginin 112’si ABD’li. Dünyanın en zengin 3
kişisinin (ABD) servetlerinin toplamı, en yoksul 48 ülkenin gayri safi yurt içi
hasılasından yüksektir. Dünyanın en yoksul ülkesine kıyasla, en zengin ülkesinde
kişi başına düşen milli gelir 228 kat daha çoktur. Dünya üzerindeki 29 ülke son 10
yıl içinde 23 kat yoksullaşmıştır. Son 10 yılın verilerine göre refah düzeyi yükselen
ülkeler: ABD, Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve Japonya. ABD, Avrupa Birliği ülkeleri
ve Japonya uluslararası üretimin %86’sını, uluslararası ticaretin %82’sini kontrolleri
altında tutarken bu rakam en yoksul 48 ülke için %1'dir(Mürtezaoğlu, 2000: 80).
131
Bu süreçte küreselleşmenin bir çok alanda kurallarını belirleyen gelişmiş ülke
ekonomileri ve firmaları dünya üretiminden daha fazla pay alırken, gelişmekte olan
ülkelerin ise yoksullaştıkları görülmektedir. Bugün için devletin mali alandaki rol ve
fonksiyonlarında belirleyici olan en önemli etken globalleşme olgusudur.
Globalleşme devletin mali alandaki rolünün yeniden sorgulanmasına neden olmuştur.
Globalleşmenin ülkeler için sağladığı avantajlar yanında özellikle gelişmekte olan
ülkeler açısından risk taşıyan yönlerine karşı gerekli tedbirlerin alınmasının
devletlerin görevlerinden biri olduğu savunulmaktadır. Fakat devletlerin bunu nasıl
gerçekleştireceği konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Global risklere karşı
koruyucu ve müdahaleci devlet politikalarının uygulanmasını savunanlar olduğu gibi,
koruma duvarlarıyla örülü dışa kapalı bir ülkenin global bir köy haline gelen
dünyada etkinliğini daha fazla yitireceğini savunan görüşler de mevcuttur(Dileyici
2004: 33). Küreselleşme karşısında sergilenen tutumların karşı olmak, desteklemek
ve bu süreçten nasıl yararlanılabileceği konusunda tartışmak, etrafında toplandığı
görülmektedir.
4.1.1.1. Üretimin Küreselleşmesi ve Çok Uluslu Şirketler(ÇUŞ)
Çok uluslu şirketler genel olarak birden fazla ülkede faaliyet gösteren
firmaları ifade etmektedir. Bu şirketler sermayenin serbest dolaşımı ve pazarların
bütünleşmesini sağlarken, gerek kendi ülkelerinde gerekse faaliyet gösterdikleri
ülkelerde, üretimi ve istihdamı önemli ölçüde etkilemektedirler. ÇUŞ’lar büyük
sermayesi olan çok geniş teknolojik, yönetsel olanaklara sahip olan şirketleridir. Mali
bakımdan çok güçlü olan bu şirketler teknolojik yeniliklerin öncüsü oldukları gibi
faaliyet gösterdikleri ülkeler üzerinde önemli ekonomik ve politik etkilere sahiptir.
Öyle ki çok uluslu şirketlerin bir kısmının cirosu pek çok ülkenin bütçesini aşar
konumdadır. Çok uluslu şirketler piyasalarda faktör fiyatlarının farklı oluşu
nedeniyle dünya üstünde hareketli haldedirler. Ayrıca bu şirketler uluslar arası faktör
piyasalarının oluşmasının önündeki engelleri aşmak için etkin rol oynamaktadırlar.
Sermayenin, üretilen malların ve hizmetlerin serbest dolaşımının sağlanmasına
yönelik faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Buna karşın en önemli üretim faktörü olarak
emeğin serbest dolaşımının sağlanması ise bölgesel düzeyde kalmaktadır. Serbest
132
dolaşım olanağını sağlamış bulunan sermayenin, emeğin serbest dolaşımını, emeğin
ucuz ve maliyetinin düşük olduğu alanlarda yatırım yaparak dolaylı olarak da olsa
sağladığı görülmektedir. Çok uluslu şirketler bu faaliyetlerini, kendi ülke
yönetimlerinin, kurulu bulundukları ülkelerin yönetimleri üzerindeki etkileri ve
yönetiminde etkin veya egemen oldukları Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası,
Birleşmiş Milletler, gibi uluslararası kuruluşların baskı gücü ile sürdürmektedirler.
ÇUŞ’lar gelişmiş ülke firmalarıdır. ÇUŞ’lar daha çok Amerika Birleşik Devletleri,
Avrupa Birliği üyesi ülkeleri gibi gelişmiş bölge ve ülkelerde kurulmuşlardır. ABD
ve AB gibi ekonomik bakımdan gelişmiş bulunan bölgelerdeki ÇUŞ’lar dünyanın
diğer yerlerindeki fabrikalarının karlarının önemli bir kısmını kendi ülkelerine
aktarmakta, bulundukları yörelerde sermaye birikimine, ekonomiye katkıları kendi
ülkelerine yaptıkları katkılara oranla düşük kaldığı görülmektedir. ÇUŞ’lar üretimi
tüm dünya üzerine yayarak aynı zamanda işgücü piyasalarını, hammadde piyasalarını
ve pazarlarını genişletmektedirler. Bu şirketler üretim politikalarıyla kurulu
bulundukları ülkelerin ekonomik yapılarını, gelirlerini ve bu gelirlerin ülke içinde
dağılımını, siyasal karar mekanizmalarının dışında önemli ölçüde etkilemektedir.
Teknolojik olanakları geniş olan ÇUŞ’lar özellikle az gelişmiş ülkelerde ilkel
teknolojili emek yoğun üretim yapılan sektörlerde kendileri için çalışan, kendilerine
bağımlı olarak üretim yapan taşeron firmalar aracılığı ile ekonomiler üzerinde,
istihdam üzerinde etkili olmaktadır.
Küreselleşme sürecinde devletin sosyal ve ekonomik işlevlerinde önemli
değişiklikler olmuştur. Devletin gerek ulusal ekonomide gerekse diğer alanlarda
karar mekanizmalarının dışına çıkarıldığı küreselleşme sürecinde, devletin ekonomik
ve sosyal işlevlerindeki değişim en önemli etkilerini sosyal politika alanında
göstermiştir. Devletin piyasanın dışına çıkarılması ve sosyal alanda etkinliğinin
azalmasında, devletin hem kaynak bakımından gücünün azalması, hem müdahale
araçlarının sayısının ve niteliklerinin zayıflamasının önemli olduğu görülmektedir.
“Tahsis işlevi, diğer bir deyişle kamusal malların üretilmesi işlevi aslında başıbozuk
kapitalist ekonomik modelde klasik liberal devletin tek mali işlevini oluşturmuştur.
Klasik anlayışta bu işlev gereğince devlet sadece güvenlik, diplomasi vb. tam
kamusal mal ve hizmetleri üretmeli, diğer mal-hizmet üretimini piyasaya
133
bırakmalıdır. Sadece tam kamusal-mal üreten devletin tek bütçesi (genel bütçe)
olmalı, böylece devletin ekonomik büyüklük olarak ne kadar yer kapladığı rahatlıkla
görülebilmelidir. Devlet kötü bir tacir, harcamaları da zorunlu kötülük olduğundan
piyasadaki tasarruf ve yatırım eğilimlerini etkilemeden topladığı gelirleri kadar
harcama yapmalı ve söz konusu gelir ve giderler birbirine denk olmalıdır”(Demirbaş,
2003: 88).
Küreselleşme olgusu en olumsuz etkilerini işgücü üzerinde yapmıştır. Ülke
ekonomileri dünya ekonomisinin dışa açılma ve küreselleşme olarak ortaya çıkan
dönüşümünden yararlanarak kalkınma amaçlarını yerine getirmeye çalışmışlardır. Bu
amaçla gelişen ülkeler sanayileşmek, ekonomik olarak gelişmek için finans
piyasalarını, mal ve hizmet piyasalarını uluslar arası alana açmışlardır. Böylelikle
yatırımların çekilmesi amaçlanmıştır. Gelişmekte olana ülkeler yatırımcılar için cazip
yatırım ülkesi niteliği kazanabilmek amacıyla başta vergi mevzuatında, çalışma
mevzuatında, sermaye piyasaları mevzuatında olmak üzere önemli değişikliklere
gitmişlerdir. Yatırım çekebilmek için vergi muafiyetleri yanında, çalışma yaşamında
kuralların esnetildiği, esnek çalışma biçimlerinin mevzuata girdiği işgücünde
esnekleşme ve insan kaynakları yönetimi anlayışı ile birlikte düşünülen bir endüstri
ilişkileri sistemi kurma yönünde değişimlere gidildiği görülmüştür. Böylece ülke
içindeki yatırımcıların dünya küresel pazarındaki rekabet güçlerinin arttırılması,
yabancı yatırımcıların ülke içinde yatırım yapmaları amaçlanmıştır. Bu dönüşümler
işgücü açısından başta işsizlik ve ücretlerin düşüklüğü, sendikalaşma seviyesinin
düşmesi ve örgütsüz bir çalışma yaşamının ortaya çıkması gibi önemli olumsuzluklar
doğurmuştur.
Küreselleşme sürecinde kamunun daraltılmasına bağlı olarak azalan kamu
gelir ve harcamaları sosyal harcamaları çok olumsuz etkilemektedir. Yatırımları
çekmek için küresel rekabet koşullarında hükümetler vergi indirimleri yoluna
girmekte buda kamu maliyesini daraltıcı etkide bulunmaktadır. Kamu maliyesindeki
bu daralma ile yönetimler sosyal harcamalarına ayırdıkları payları azaltmakta,
kaldırmaktadırlar. Kamudaki daralma devletlerin ikincil gelir dağıtımı
mekanizmalarından en önemlisi olan vergi politikalarından, soysal güvenlik
134
politikalarından yararlanma olanağını azaltmakta ya da ortadan kaldırmaktadır. Gelir
dağılımı, sosyal güvenlik, eğitim olanaklarının ve sağlık sisteminin düzenlenmesinde
ve yönetiminde piyasa etkili olmaya başlamaktadır. Diğer taraftan sosyal
harcamalardaki daralma sunulan hizmetlerin kalitesindeki gerilemelere neden
olmakta, işgücü kalitesini ve verimliliğini olumsuz etkilemektedir.
4.1.2. Küreselleşme ve Kamu Yönetiminde Dönüşüm
Küreselleşme kamu yönetimi alanında önemli değişimlerin başlangıcı
olmuştur. 1970 dünya küresel ekonomik krizi ile firmalar maliyetlerini azaltmak için
üretim süreçlerinde ve kamunun da ekonomi içerisindeki rolünde değişikliğe
gidilmesinin başladığı görülmektedir. Kamu kesimi krizin sorumlularından birisi
olarak değerlendirilmiştir. Kitlesel ve standart üretime dayalı fordist üretim biçimi
yerini sıfır stok ve dalgalanan talep koşullarını dikkate alan esnek üretime dayalı
post-fordist üretim biçimine bırakmıştır. Ekonomik yapıdaki bu değişimle birlikte
kamu yönetimlerinde de esneklik ve maliyet, performans kavramları tartışılır
olmuştur. “Küresel ölçekte ekonomik, toplumsal, siyasal yapılanmalara yön veren
birey odaklı ve piyasa ideolojisi eksenli değişimin kamu yönetimlerini etkilemesi;
devletin rolünün, işlevlerinin ve vatandaşlar karşısındaki konumunun tartışılmasını
da beraberinde getirmiştir”(Saran, 2004:311). Liberal felsefi düşüncenin en az devlet,
etkin devlet düşüncesi benimsenmiştir. Kamunun ekonomiden özelleştirmeler,
dışarıdan mal ve hizmet satın alınması gibi yöntemlerle çekilmesi ile birlikte
kamunun faaliyetlerinde yaşanan daralma ile birlikte devletin etkinliği azalmaya
başlamıştır. Piyasa ekonomisinin ağırlık kazanması ve işletmecilik kurallarının temel
alınması kamu sektörüne yansımış kamu sektörünü de etkilemiştir. Kamunun artan
mali sorunları, bürokratik yapının yenilenemeyerek verimsizleşmesi, vatandaşların
beklentilerine cevap verememesi kamu yönetiminde değişimin diğer nedenlerini
oluşturmaktadır. Kamudaki bu değişim yönetim sistemleri ve yönetim anlayışına da
yansımıştır. Yeni kamu yönetimi anlayışı kamunun ekonomik alandan başlayarak
etkinlik alanının daraltılmasını, daralan bu yapıda müşteri odaklı bir yaklaşımın
hakim kılınmasını içermektedir. Kamu etkinliklerinde işlem süreçleri, performans,
işlem maliyetleri kavramları öne çıkmaya başlamıştır. Böylelikle kamu mal ve
135
hizmet sunmamalı eğer sunacaksa verimlilik ve bütçe performansı anlayışı içinde
sunmalı düşüncesi benimsenmiştir. Kamunun hizmet üretiminden çok düzenleme
yapma yol gösterme rolü öne çıkmıştır.
Küreselleşme süreci ekonomide, sosyal ve siyasal yapıda ulus devlet
egemenliğini zayıflatan bir etki göstermektedir. Dolayısıyla bu süreçte kamunun mali
olanakları yanında hukuksal düzenleme yapma olanakları azalmakta, gücü
zayıflamaktadır. Bunun sonucunda ekonomik ve sosyal alanda düzenlemeler
yapmak, sosyal politikalar oluşturmak için kullandığı karar mekanizmalarındaki
konumu zayıflamaktadır. Kamu yönetimlerinin ellerindeki sosyal politika araçları
ellerinden çıkmaktadır. Devletin mali alandaki rol ve fonksiyonlarındaki değişime
neden olan en önemli faktör, 1970’li yılların sonlarından itibaren birçok ülkede
piyasa ekonomisine dayalı sistemin yaygınlaşmaya başlamasıdır. Đngiltere ve ABD
başta olmak üzere birçok ülkede, ekonomide kamu kesiminin payını küçültücü,
piyasa ekonomisinin payını arttırıcı politikalar uygulanmaya konmuştur(Dileyici,
2004: 32).
Devlet müdahalelerinin ekonomik istikrarsızlığın ve krizlerin temel nedeni
olduğu ve devletin ekonomik ve sosyal sorumluluklarının azaltılması gerektiği
düşüncesi, yeni kamu yönetiminin başlangıcını oluşturmuştur. Küreselleşme ile
birlikte demokrasi, insan hakları, özgürlük, çevrenin korunması gibi temel değerler
evrensel nitelik kazanırken, her düzeydeki yönetim aygıtı gibi ulus-devlet de
demokratikleşme, yerelleşme, saydamlık, katılım, esneklik, hesap verilebilirlik gibi
güçlü eğilimlerin yoğun baskısı altında yeniden şekillenmeye zorlanmaktadır. Bu
çerçevede devletin küçülmesi, deregülasyon, özelleştirme, siyasal reformlar, sosyo-
ekonomik politikaların dönüşümü gibi stratejiler, ülkelerin temel politikaları haline
gelmiştir. Bu süreçte ulus-devletin geleneksel politika araçları giderek zayıflamakta,
dünyada hemen her alanda entegrasyonun derinleşmesi ile siyasal iktidarın küresel
kurumlara ve yerelleşme eğiliminin güçlenmesi ile yerel parçalara doğru dağıtılması
sonucu ulus-devlet iki yönlü bir baskının kıskacına girmektedir. Bu kıskaç karşısında
bariz bir şekilde geri çekilen devletin yeniden yapılanması da kaçınılmaz olmakta,
özellikle küreselleşmenin temel dinamiğini oluşturan teknolojik devrim, kurulu
136
devlet hiyerarşileri, örgütsel yapıları, yönetim süreçleri ve hizmet sunma biçimleri
üzerinde büyük baskılar yapmaktadır(Köse, 2003: 3). Küreselleşme sürecinde kamu
yönetimi, piyasanın temel karar mekanizma olma niteliğinin güçlenmesi ile yeni
üretim anlayışına uygun olarak düzenleyici rol üstlenmiş, müşteri odaklı bir yönetim
yaklaşımını benimsemeye başlamıştır.
4.2. KÜRESELLEŞMEYĐ DOĞURAN VE HIZLANDIRAN
FAKTÖRLER
Küreselleşme süreci, temelde üretim yapısındaki değişimi de doğuran
teknolojik ilerlemeler ve liberal ekonomi politikalarının benimsenmesi ile hız
kazanmıştır. Sermayenin uluslar arası bir nitelik kazanması ile yeni bir birikim,
üretim, tüketim, ve çalışma biçimi bu süreçte öne çıkmıştır. Güç, devletler karşısında
uluslar arası örgütlerde ve uluslar arası şirketlerde toplanmaya başlamıştır.
Küreselleşme olgusu, çok uluslu şirketlerin, üretim, tüketim faaliyetleri ile sermaye
birikimini tüm dünya üstünde sağlama taleplerini teknolojik yenilikler dinamiğinin
desteklemesi ile hız kazanmıştır. Piyasaların bütünleşmesi yanında Doğu Blokunun
çökmesi, liberal ekonomik ve siyasal düşüncelerin güç kazanması, küreselleşmeyi
hızlandıran etki göstermiştir.
4.2.1. Teknolojik Gelişmeler
Küreselleşme olgusunun ve küreselleşme sürecin ortaya çıkmasında bilişim
ve iletişim teknolojilerindeki hızlı değişim önemli rol oynamıştır. Teknolojik
yenilikler, üretim teknolojilerini etkilemiş üretimin yapısını değiştirmiş, ulaşım ve
nakliye olanaklarını oldukça arttırmış, maliyetlerini aşağıya çekmiştir. Böylelikle
mal ve hizmet piyasalarının, sermaye piyasalarının bütünleşmesinde teknik altyapı
sağlanmıştır. Ulaştırma maliyetlerindeki azalma ve yeni teknolojilerin üretimde
kullanılması piyasaların bütünleşmesi üzerinde çok önemli etki göstermiştir.
Mekanlar arasındaki coğrafi uzaklıklar azalmış, adeta zaman daralmıştır. Teknolojik
gelişmeler hem bu değişimi sağlamış hem de ekonomik ve sosyal hayatın bir parçası
olmuştur. Ekonomik ve sosyal hayat bilgisayar, iletişim ve bilgi ile biçimlenmeye
137
başlamıştır. “Dünya beyin gücü ekonomisine geçmekte ekonomiler enformasyona ve
bilgi akışına bağlanmaktadır. Böylece de daha ucuza, daha kalitelisi
üretilebilmektedir”(Kocacık, 2003: 164).
Bilgi ve iletişimin arttığı bu süreç dünya ülkelerinde ekonomik ve toplumsal
yasamı çok yönlü olarak etkilemiş ve bu etkileşim kültürel siyasal, sosyal alanlarda
görülmeye başlanmıştır. Küreselleşme bilginin, teknolojinin dağıtılması ve sınırlar
arasında dolaşımının sağlanması, bu alanda dışsallıkları ortaya çıkarmaktadır.
Dolayısıyla bu dışsallıkların faydalarından yararlanma olanağı sunmaktadır.
Teknoloji emek piyasalarını etkilemekte ve değiştirmektedir. Teknoloji ile
birlikte iş ve işgücünün vasfı değişmekte bazı işler ortadan kalkarken vasıflı işgücüne
olan talep artmaktadır. Đşgücüne olan etkileri dışında teknolojinin finansal sermayeye
bir hareketlilik kazandırdığı görülmektedir. Diğer bir ifadeyle teknoloji üretimin en
önemli girdilerinden olan sermaye piyasalarını dünya üstünde hızlı, akışkan hale
getirerek da ekonomilerde önemli değişimler meydana getirmiştir. Sermaye
piyasalarının küresel piyasalarla bütünleşmesi diğer bir ifade ile finansal serbestlik
sağlanarak, dünya finans piyasalarının tüm etkilerine açık bir ekonomik yapıya
geçilmiştir. Teknolojinin ve yeni yatırım araçlarının yardımıyla çok hızlı hareket
edebilen küresel yatırımcılar finansal krizlere neden olurken, merkez bankalarını ve
ulusal ekonomi politikalarını etkisizleştirebilmektedirler. Finansal serbestlik ile
yabancı sermayenin ülkeye çekilerek yatırımların arttırılması amacıyla oluşturulan
teşviklerle desteklenmiştir. Finansal piyasalarda benimsenen politikalar çerçevesinde
yüksek faiz oranları, dolaylı portföy yatırımlarını arttırırken üretim ve istihdam
yaratan reel sektörü olumsuz etkilenmiştir.
4.2.2 Sıkışan Pazarlar ve Azalan Karlar
Küreselleşme aynı zamanda sermaye birikim sürecinin küresel bir pazarda
gerçekleşmesi sürecidir. Yurt içi pazarların doyması, üretim maliyetlerinin artması ve
dalgalanan talep karşısında azalan kar marjlarını artırmak için üretimin yeni
pazarlara açılması, pazarın genişlemesi bir zorunluluk olmuştur. 1970 lerde başlayan
138
ekonomik kriz ile birlikte temel olarak iki önemli gelişme yaşanmıştır. Bunlardan ilki
dünya ekonomileri eskisine oranla daha çok dışa açık hatta ülkeler arasındaki çeşitli
birlikler yolu ile bütünleşmiştir. Diğer bir ifade ile yeni olmayan küreselleşme olgusu
bu yıllarda daha önce olmadığı kadar hız kazanarak artmıştır. Đkinci olarak krizle
başlayan bu küreselleşme süreci ile eski ekonomik ve sosyal politikalar bırakılarak
yeni ekonomik ve sosyal politikalar benimsenmeye başlanmıştır. Dolayısıyla
sermaye birikim sürecinin biçimi değişmiştir.
“Böylece, her türlü kaynak dağılımında varolan devlet-piyasa dengesi,
seksenli yıllarda piyasa lehine değişmiştir. Kamu harcamalarının kısıtlanması veya
kaldırılması, sosyal güvenlik ve sosyal refah programlarında kesinti yapılması, artan
oranlı vergilendirmede indirim, tam istihdam politikalarının terki, sendikalara
getirilen kısıtlamalar, esnek emek piyasalarının oluşturulması, kamu kuruluşlarının
özelleştirilmesi, yeniden yapılanmanın taslarını oluşturmuştur. Yapısal uyumun
serbestleştirme, kuralsızlaştırma ve Özelleştirme politikaları; teknolojik değişim ile
birlikte tüm dünyayı içeren küresel pazarı kaçınılmaz, bir ölçüde kontrol edilemez
bir gerek haline getirmiştir. Kar oranlarındaki düşüş ve şiddetlenen rekabet,
teknolojik yeniliklerin yaratılması ve firma örgütlenmesinde yeni birimlerin ortaya
çıkmasını zorunlu kılarken; ulusal mal, hizmet ve finans piyasalarının
serbestleştirilmesi; uluslararası sermaye akımlarının önündeki tüm idari ve yasal
düzenlemelerin kaldırılması; ulusal üretim ve emek piyasalarının kuralsızlaştırılması
da gerekmiştir”(Özşuca, 2003: 4).
4.3. KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA YERELLEŞME
Küreselleşme ve yerelleşme kavramı iç içe geçmiş birbirinden ayrı
değerlendirilemeyen ve düşünülemeyen kavramlardır. Küreselleşme ile artan
yerelleşme eğilimleri birçok açıdan değerlendirilmektedir. Yerelleşme kavramı bazı
yazarlarca küreselleşme ile gündeme gelen yerelleşme ve merkezi yönetimlerin yetki
devrederek demokratikleşmeyi amaçlayan yerelleşme kavramı olarak ayrılmakta,
incelenmektedir. Merkezi yönetimler karşısında yerel yönetimlerin güçlendirilmesi
demokratikleşme süreci olarak ele alınırken bu süreç aynı zamanda piyasanın
139
egemen kılınması, devletin küçültülmesi süreci olarak da ele alınmaktadır. Bu bakış
açıları yerelleşme süreci içinde ekonomik ve sosyal politikaların değişiminin de
tartışılmasını gerekli kılmaktadır. “Bununla birlikte hemen belirtmemiz gerekir ki, bu
yeni yerelleşme (veya yerelleştirme) olgusu klasik yerelleşmeden farklıdır. Klasik
anlamda yaklaşık 200 yıldır tartışılan yerelleşme(desantralizasyon) olgusu, ulus-
devlet içinde merkezi idareden mahalli idarelere görev, yetki ve kaynak aktarımını
yani merkezi idareye göre mahalli idarenin güçlendirilmesini ifade etmektedir.
Küreselleşme süreci ile gündemimize giren yerelleştirmede ise merkezi idarenin
elinde olan karar verme, planlama, kaynak yaratma vb. yetkilerin sadece yerel
yönetimlere değil, taşra kuruluşlarına, yarı-özerk kurumlara, vakıf-dernekler gibi
gönüllü kurumlara, meslek örgütlerine ve şirketlere aktarılması
önerilmektedir”(Demirbaş, 2003: 96). Küreselleşme sürecinde yaşanan yerelleştirme
kavramının boyutları yerel adem-i merkeziyetçilik tartışmalarını aşan bir boyuttadır.
Günümüzde ise yerelleştirme, merkezi yönetimin elindeki planlama, karar verme,
kaynak oluşturma ve bunları yürütme gibi yönetsel yetkilerin taşra kuruluşlarına,
yerel yönetimlere, yarı özerk kurumlara, meslek kuruluşlarına, gönüllü örgütlere
(vakıflar, dernekler gibi) ve şirketlere aktarılması olarak kabul edilmektedir. Yetki
genişliği, özelleştirme ve sivilleşme kavramları, modern anlamdaki yerelleştirme
teriminin çeşitli uygulamalarıdır. Yerel yönetimler, yerelleştirme politikaları ile
güçlendirilmekte ancak asıl olarak yetkilerin buradan piyasa güçlerine transferi
amaçlanmaktadır. Modern anlamda yerelleştirmenin yöneldiği bu hedef, onu klasik
anlamda yerelleştirmeden ayıran en önemli özelliklerden biridir (DPT Raporu 1999
:10).
Küreselleşme ile birlikte ulus devlet ölçeğinde oluşturulan ekonomik ve
sosyal politikaların yerel düzeylere doğru kaydığı görülmektedir. Küreselleşme bu
yönüyle sosyal politikaların niteliklerinde ve bu politikaların ortaya konması
işlevlerinin dağıtımında önemli değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Seksenli yıllarla
birlikte uygulanmaya konulan ekonomik politikalar, sosyal politika alanında önemli
değişimleri başlatmıştır. Fordist üretim biçiminin yerine post-fordist üretim
yöntemleri üretimde kullanılan işgücünün esnekleştirilmesi sonucunu doğurmuştur.
Yeni çalışma biçimlerinin yaygınlaştığı bu üretim biçiminde sendikalar güç
140
kaybetmiş toplu pazarlık sistemi bireysel pazarlık sistemine doğru kaymaya
başlamıştır. Bir anlamda her bir işletme ekonomik ve sosyal koşullarda bireysel karar
alma ve uygulama olanağı elde etmiştir. Bu işgücünün dağınık, küçük parçalar
şeklinde istihdam edilmesini ve istihdam koşullarının oluşturulmasını getirmiş, bir
anlamda merkezi, standart normlardan ve uygulamalardan uzaklaştırarak yerel
düzeye indirgenmiştir.
Bu süreçte piyasa mekanizmasının kaynak dağılımında optimizasyonu
sağladığı bu nedenle devletin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde ekonomiye
müdahalesinin azalması gerektiği düşüncesiyle devletin piyasadaki işveren konumu
zayıflamıştır. Devletlerin yeni ekonomik politikalara uyum politikaları ile ekonomik
ve sosyal yapıdan çekilmesi düzenleme yapma yetkilerini piyasaya bırakması, dar
anlamda endüstri ilişkileri isteminin dışına çıkmasıyla sosyal politika alanında bir
boşluk doğmuştur. Sosyal politikalar yerel düzeyde ve sivil toplum tarafından
oluşturulmaya başlanmıştır. Devletin ekonomik ve sosyal alanlarda karar alma gücü
sınırlandırılmış, kamunun elindeki güç uluslar arası kuruluşlar ve yerel düzeyde
kuruluşlara devredilerek yeniden şekillendirilmiştir.
Yerelleşme ve yerel yönetimlerin güçlenmesi süreci, iletişim teknolojisindeki
gelişmelerin ulusal sınırların önemini ortadan kaldırarak dünyayı küçültmeleri üst
yönetsel birimlerin etkisini zayıflatarak, yerel toplulukların kendisini daha çok ifade
edebilmesine ve üst yönetimden ayrı olarak dış dünya ile ilişkiler kurmasına olanak
sağlamıştır. Hızla büyüyen küreselleşme sürecinde politik ve ekonomik ilişkilerin
kendi yerel mekanlarından bağımsızlaştığı ifade edilmektedir. Bu süreç aynı
zamanda uluslararası kuruluşlar içinde etkili olmuş etkinlikleri yerelleşme ile birlikte
artmıştır. Post-fordist dönemde devlet gücünün ulus-üstü ve yerel-bölgesel düzeyde
yeniden ölçeklendiğini, bu bağlamda yeni kurumsal yapılar oluşturulduğunu ve
kontrol politikalarının dışsal sermaye biriktirim stratejileri ile uyumlaştırıldığı, dünya
ekonomisinin Fordist-Keynezyen ulus-devlet formlarının eklemlenmesiyle değil
kentlerin eklemlenmesiyle oluştuğu, global ölçekte bir sermaye birikim mekanı
olarak global kentlerin ön plana çıktığı belirtilmektedir(Topal, 2003:57).
141
“Küreselleşme ile yaşanan yerelleşme teziyle, mikro ölçekteki sosyal
ekonomik gelişmelerin teşvik edildiği ve benimsendiği günümüzde; bölgeler veya alt
bölge ile kentler adeta yeniden keşfedilmeye ve onlara yeni-önemli anlamlar
yüklenmeye başlamıştır. Hatta küreselleşme sürecinde bölgelerin toplulukların öne
çıkmaları, söz ve rey sahibi haline gelmeleri, küresel aktörler tarafından -milli devlet
bir yana bırakılarak- muhatap alınmaları karşısında, yaşananın esasında
"globalizasyon"(küreselleşme) değil glokalizasyon"(küyerelleşme) olduğu öne
sürülebilmektedir”(Köse, 2004:40). Küreselleşme sürecinde devletin uğradığı
dönüşümle birlikte yerel yönetimlerin de yeniden konumlandırılmakta, işlevlerinin
artarak, yeniden belirlenmekte olduğu görülmektedir.
4.4. YENĐ KAMU YÖNETĐMĐ
Yeni kamu yönetimi arayışları, dünya ekonomik krizi ile başlayan süreçte
artan kamu açıkları, bürokraside etkilikten uzaklaşılması, verimliliğin düşmesi,
politik süreçlerde kamuya duyulan güvenin sarsılması gibi nedenlerle ortaya
çıkmıştır. Küreselleşme sürecinin desteklediği yeni bir kamu yönetim biçimi
gelişmektedir. OECD Kamu Yönetimi Komitesi yeni kamu yönetimini “kamu
yönetimi için daha az merkeziyetçi bir kamu kesiminde performans yönelimli bir
kültürü desteklemeyi amaçlayan yeni bir yaklaşım” olarak tanımlamaktadır(Erençin,
2002:26). Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi yeni kamu yönetimi yaklaşımı
süreçlerden çok sonuçlarla ilgilenmekte, kamu yönetiminde merkeziyetçilikten
uzaklaşılma vurgulanmaktadır. Sonuçlara ulaşmak için yeni ve farklı yöntemler
geliştirilmeli yönetsel işlerin özelleştirilmesini de içeren alternatif hizmet sunma
şekilleri ile yönetim örgütü yeniden şekillendirilmelidir. Yeni kamu yönetiminde
merkeziyetçilikten uzaklaşma ile etkinlik, hız ve bürokrasinin aza indirilmesi gibi
amaçlarla hareket edilmektedir.
Yönetim kavramı yeni anlayış çerçevesinde “yönetişim” olarak ele alınmaya
başlamıştır. Bu kavramla yönetimde tek yönlülük yerine çok yönlü bir etkileşim, her
kademenin yatay ve dikey olarak yönetime katıldıkları bir yapı ifade edilmektedir.
Ayrıca yönetişim kavramı, bu etkileşimin örgüt içinde çıkarılıp örgüt dışı aktörlerle
142
de yapılacağını öngörmektedir. Sivil toplumun rolü vurgulanarak yönetişimde
yukarıdan aşağıya bir yönetim anlayışı yerine hep birlikte yönetme ifade edilmiştir.
Katılımcılık ile sivil toplum kuruluşları ve özel kesimin yönetime katılımı, karar
süreçlerine ve denetim süreçlerine katılımı öngörülmüştür.
1980’li yıllarla birlikte kamu yönetiminin yeniden düzenlenmesi gündeme
gelmiştir. Liberal politikaların etkisi ve küreselleşen ekonomik ve sosyal yapı siyasal
yapıda ve kamu yönetimi anlayışında dönüşümlere eden olmuştur. Yaşanan hızlı
değişimler toplumsal ve ekonomik örgütleri değişmeye ve yeni durumlara uymaya
zorlamaktadır. Bunun sonucunda kamu yönetimi kuruluşlarında da yeniden
düzenlemeleri gündeme gelmiştir. Bu gelişmeler sonucunda çağdaş devlet
fonksiyonlarının sorgulandığı görülmektedir(Altıntaş, 2003:6). Kamu yönetimdeki
yeniden düzenleme çalışmaları sistemin önemli bir parçası olan yerel yönetimleri de
kapsamaktadır. Kamu yönetimindeki yeniden düzenleme çalışmalarıyla;
- Devletin küçültülmesi
- Bürokrasinin azaltılması
- Yetkilerin yerel birimlere dağıtılması
- Politika oluşturma görevi ile bu politikaları uygulayan birimlerin
birbirinden ayrılması
- Sivil toplum kuruluşlarının yönetim içinde yer almaya başlaması
- Hizmet sunma maliyetlerinin azaltılması
- Hizmetlerin fiyatlandırılması ve olabildiğince kamu dışına çıkartılması
sağlanmaya çalışılmaktadır.
Yönetim kavramı yerine yönetişim kavramı konularak yeni kamu yönetimi
anlayışı tanımlanmaya başlanmıştır. Yeni kamu yönetimi anlayışında politika üreten
birimler ile bu politikaları uygulayan birimlerin birbirinden ayrıldığı ve çok sayıda
küçük birimlere bölündüğü dikkat çekmektedir. Devletin küçültülerek kamu
hizmetlerinin azaltılması amaçlanmış bunu sağlamak amacıyla özelleştirmeler
gündeme gelmiştir. Yeni kamu yönetiminde kurallardan çok amaca ve sonuca
odaklanmış bürokrasi yerine müşterinin ihtiyaçlarına odaklanan yetkilerin
143
merkeziden yerele doğru aktarıldığı bir yapı görülmektedir. Bu süreçte vatandaşın
yerini müşteri almıştır. “Kamu sektörü modernizasyon sürecinde bazı yaygın trentler
vardır: kamu yönetiminin içsel modernizasyon sürecine odaklanmak, kamu hizmet
sunumunda piyasa mekanizmasının ön plana çıkarılması, yerel demokrasinin dirilişi.
Bu sınıflandırmalar çok farklı yaklaşımlara dayansa da kullanılan araçlar ve amaçlar
çerçevesi içinde birçok benzerliklere rastlamak olasıdır”(Altıntaş, 2003: 12). Yeni
kamu yönetimi kamu sektörü karşısında özel sektörü ön plana çıkarmakta, kamunun
ekonomik ve sosyal yaşamdaki rolünü azaltmaktadır. Bu amaçla kamu toplumsal
yaşamdan özelleştirmeler ve yetki devri yöntemleri ile geri çekilmektedir.
4.4.1. Yeni Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler
Yeni kamu yönetimi anlayışı, merkeziyetçilikten uzaklaşma düşüncesinde
hareketle yerel yönetimlerin merkezi yönetim birimlerine göre daha etkin hizmet
sunacağı ileri sürmektedir. Đktisat politikası içinde yerel yönetimler, piyasanın siyasi
eşdeğeri olarak değerlendirilmektedir. Liberal düşünce çerçevesinde yerel
yönetimlerin piyasa kadar etkin olmasalar bile bir hizmetin piyasa tarafından
sağlanamaması durumunda yerel yönetimlerin en iyi ikinci olduğu belirtilmektedir.
Yerel yönetimlere yakınlık nedeniyle vatandaşların etkin bir denetim ve katılım ile
müdahale etme olanağı bulunduğu ifade edilmektedir.
Yeni kamu yönetimi anlayışı yukarıda belirtildiği gibi hizmetlerin piyasadan
alınması eğer mümkün olmuyorsa yerel yönetimlerce verilmesi anlayışı çerçevesinde
yerel yönetimlere giderek artan oranda görev ve sorumluluk vermektedir. Yerel
yönetimlerin işlevleri genişlemekte ve önemi artmaktadır. Ancak bazı ülkelerde bu
görev ve sorumluluk artışına bağlı olarak yetki ve kaynak artışı sağlanmamaktadır.
Yerel yönetimlere üstlendikleri işlevleri piyasaya yaptırma ya da piyasadan satın
alma olanağı getirilmektedir. Bir bütün olarak bakıldığında kamu ekonomik ve
sosyal yaşamdaki ağırlığını piyasa lehine kaybetmektedir. Merkezden yerele
yerelden piyasaya doğru bir geçiş yaşanmaktadır. Yerel yönetimler hizmet sağlayıcı
olmaktan çıkarak sözleşmeler ile bu hizmetlerin sunumunu denetleyen birimler
haline gelmektedirler.
144
Kamu yönetim birimleri bir işletme gibi düşünülmeye başlanmış bunun
sonucunda kamu hizmetlerinin alanının daraltılması kamu harcamalarının
azaltılmasını getirmiş sonuç olarak devletin küçülmesi istenmiştir. Özel işletmelerle
kamusal birimler etkinlik karlılık ölçütleri ile karşılaştırılmaya başlanmıştır. Burada
kamunun sosyal fayda ilkesiyle faaliyet göstermesi göz ardı edilmiştir. Bunun yerel
yönetim birimlerine yansıması aynı çerçeve içerisinde oluşmuş yerel yönetimleri
rekabetçi bir hale getirilerek, yerel yönetimlerin işlevlerinin piyasaya devredilmesi
söz konusu oluştur. Karar alma süreçlerinde teknik sorun ve işlemlerin toplumsal
kaygıların önüne geçmesi, özelleştirme kararlarını siyasi sürecin dışındaymış gibi
göstermektedir(Kartal, 2000: 79,80 ). Yerel yönetimlerde işlev artışına karşın bu
işlevlerin yerine getirilmesi konusunda sorunlar yaşanmaya başladığı görülmektedir.
Bunun sonucunda sosyal politika uygulamalarının kapsamında ve niteliğinde azalma
olmuştur. Yerel yönetimler zorunlu görevlerin dışında eğitim, sağlık, konut gibi
alanlarda etkinlikten uzaklaşmışlardır. “Yeniden düzenleme arayışlarında öne
sürülen bazı yaklaşımlarda merkezi yönetimin yetkilerinin; yerel kamu hizmetlerinin
özelleştirilmesi, çağdaş yönetim tekniklerinin uygulanması ve yap-işlet-devret
modeli gibi bilinen ve uygulanan piyasa yönelimli araçlar yanında yerel yönetimlere
yetki aktarımıyla azaltılması gerektiği savunulmaktadır”(Erençin, 2002:33). Yerel
yönetimlere aktarılan yetkilere paralel olarak merkezi yönetim tarafından bu
yönetimlere kaynak aktarılmaması, yerel yönetimlerin sosyal politika işlevlerinden
uzaklaşarak sınırlı alanlarda faaliyet göstermelerinin başka bir nedenini
oluşturmaktadır.
“Türk yerel yönetim sistemi için öncelikli sorun, merkezi ve yerel yönetimler
arasında bütünleştirici bir yaklaşımın ve adil bir gelir dağılımının
gerçekleştirilememiş olmasıdır”(Erençin, 2002:37). Kamu yönetiminin yeniden
düzenlenmesinde yerel yönetimlerin ve dolayısıyla belediyelerin görev alanının
genişletilmesine ve merkezden görevlerin aktarılmasına paralel olarak gelir
kaynaklarının yeterince artırılmaması kentlerde yaşanan yoksulluk ve yoksunluğu
daha da artıracaktır. Yerel yönetim birimlerinin diğer kamu yönetim birimleri için de
hizmet üreten birimler olması nedeniyle piyasa ve kamu birimlerinin taleplerinin
145
aynı özelliklere sahip olmayışları hizmetlerin devredilmesinde dikkate alınması
gerek bir nokta olarak ileri sürülmektedir.
Yeni kamu yönetiminde merkezilikten uzaklaşma vurgulanırken yeni yönetim
anlayışının kamu yönetiminde eşgüdüm gereksiniminin ihmal edildiği ileri
sürülmektedir. Hızlı teknolojik gelişmelerinde etkisiyle hızlı bir toplumsal gelişme
yaşanmakta vatandaşlar kamuda daha hızlı daha kaliteli ve daha çok hizmet
beklemektedirler. Ülkemizde yerel yönetimlerin sorumluluk ve işlevleri geniş
olmakla birlikte gelirleri bu işlevleri sağlamaya elverişli değildir. Yerel yönetimlerin
merkezi yönetim ile eşgüdümü sağlanarak bütünleştirici bir yaklaşımla genel olarak
kamu yönetimi ve yerel yönetim etkinlikleri için gerekli yeniden düzenlemeler
yapılmalıdır. Bu amaçla hizmetlerin yeni teknolojik olanaklarla basit kolay hızlı bir
şekilde sunulması sağlanmalı, sosyal politikaların bu süreçte daha etkin uygulanması
gerçekleştirilmelidir.
4.4.2. Avrupa Birliği Özerklik Şartı ve Subsidiarite Đlkesi (Hizmette
Halka Yakınlık)
Kavram olarak Subsidiarite yerellik yerindelik hizmette yerellik sözcükleri ile
anlatılmaktadır. Kavram daha çok hizmette yerellik olarak Türkçe’ye çevrilmektedir.
Kavramın dayandığı iki temel düşünce kaynakların etkin kullanımı ve kararlara
katılım olarak ifade edilmektedir. Bu ilke halka en yakın yönetimin hizmet vermesini
öngörürken kamu hizmetlerinin karşılanmasında ilk olarak yerel yönetimlerin görev
üstlenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Subsidiarite ilkesi yerelleşmenin
unsurlarından yani yerelleşmeyi teşvik eden bir ilkedir. Subsidiarite ilkesi gücün
merkezden yerel birimlere aktarılması gerektiğini böylelikle kaynakların etkin
kullanımın ve kararlara halkın katılımının sağlanmasını ifade eder. Subsidiarite ilkesi
hizmet maliyetleri kavramının ve etkin yönetim düşüncesinin çok yakından ilişkili
olduğu bir kavramdır. Kavram küreselleşme sonrasında gündeme gelen yeni kamu
yönetimi anlayışı ile ortaya çıkmıştır. bu kavramda hizmetlere olan talebi en uygun
düzeyde belirlenmesinin sağlanacağı da ifade edilmektedir. Yani kavram kamu
mallarının fiyatlandırılamaması sonucunda ortaya çıkan talep belirsizliğini netleştiren
146
bir kavram olarak sunulmaktadır. “Kamusal mallara olan talebin belirlenmesi için
bireylerin ayaklarıyla gidip oy verebilecekleri düşüncesi, bireylerin yerel yönetimler
konusundaki seçimlerinin tıpkı bireylerin özel mal tercihlerini açıkladığı biçimde
yerel düzeyde sunulan kamu mallarına yönelik tercihlerinin de açıklanacağı
iddiasındadır”(Zeyrekli, Ekizceleroğlu,2007:35).
“Tiebout tezi” olarak adlandırılan tüketicilerin ayaklarıyla oylayarak tercihte
bulunması, çeşitli açılardan eleştirilmektedir. Tiebout tezinin şu varsayımlara
dayanmaktadır.
- Kişiler, yerel yönetimlerin mal ve hizmetleri, vergiler, kendi gelir ve
harcamaları hakkında türlü bilgiye sahiptir,
- Tüketicilerin aralarında seçim yapabileceği çok sayıda seçenek vardır ve bu
coğrafi alanlara göçler bireylerce maliyetsiz ve rahat olarak yapılmaktadır.
- Kamu hizmetlerinin hiçbirisi dışsallıklara sahip değildir.
Seçmenlerin yerel yönetimlerin hizmetleri hakkında bilgilerinin tam
olmaması, seçmenlerin gelirlerinin eşit olmaması ayrıca yerel yönetimler çeşitli
farklılıkları nedeniyle farklı hizmet sunma olanaklarının farklı olması, ve insanların
yer değiştirmesinin zor ve maliyetli oluşu nedenlerine bağlı olarak tez
eleştirilmektedir. Tez piyasa mekanizmasının aksaklık göstermeden işlediği, kamusal
mal ve hizmetlerin dışsallıklarının olmadığı varsayımı ile oluşturulmaktadır.
Bir yerel yönetim biriminin ürettiği belli bir hizmetin toplumsal faydasından ne
kadarının diğer bir yerel yönetim birimi tarafından kullanıldığının saptanması her
zaman olası değildir. Aynı şekilde bir temel hizmetin sunumu bir dizi alt işlevleride
içerdiğinden her bir alt hizmetin diğer topluluklara taşan yararının saptanması güçtür.
Benzer bir güçlük, çevre yönetimlerin faaliyetlerinden bu yönetime yansıyan toplumsal
maliyetlerin ve dışşallıkların ölçülebilmesinde de söz konusudur. Çünkü fayda veya
maliyetlerin tamamı ile ortadan kaldırılması oldukça güçtür. Yerel yönetimlerce
147
görülen hizmetlerden hangilerinin yerel ölçekte, hangilerinin bölgesel ölçekte
sunulması konusundaki diğer bir zorlukta bu hizmetlerin homojen olmayıp bir dizi alt
hizmetleri ve uzmanlıkları içermesidir (Güven, 1982:38).
Subsidiarite ilkesi Avrupa yerel yönetimler özerklik şartında 1985 yılında
düzenlenmiştir. Türkiye şartın kısmi olarak 1991 tarihinde uygun bulmuş ve
onaylamıştır. Türkiye hizmetin yerindeliğini düzenleyen hükmü kabul etmiştir.
“Ancak yerinden yönetim ile Subsidiarite ilkesi aynı şey değildir. Yerinden
yönetimler merkeze bağlı olarak çalışan kuruluşlardır. Subsidiarite ilkesi ise bu
kuruluşlara daha fazla yetki verilerek; hizmetlerin halka en yakın birimler tarafından
gerçekleştirilmesine olanak sağlayan bir düzenleme olmaktadır”(Zeyrekli,
Ekizceleroğlu,2007: 41).
Subsidiarite ilkesi ekonomik etkinlik ve kararlara katılım işlevleri dışında
bölgesel ve yerel toplulukların farklılıklarının korunması ve geliştirilmesi işlevleri
olan bir ilkedir. Subsidiarite ilkesi aynı zamanda devletin ekonomiye aşırı
müdahaleleri önünde engel oluşturmaktadır.(Bezci, Coşkun, 2007:12). Bu ilke
kapsamında, bölgelerin bu ilkeyi doğru ve yerinde kullanmamaları sonucunda ulusal
bütünlüğü ve yönetimde bütünlüğü bozma tehlikesi ortaya çıkabilecektir. “Đlkenin
uygulanmasına ilişkin sabit bir yapının var olmaması, Türkiye açısından Subsidiarite
ilkesini kendi koşulları perspektifinde değerlendirip uygulama imkanı
vermektedir”(Bezci, Coşkun, 2007:23). Merkeziyetçilik ilkesini koruyarak yerel
yönetimleri güçlendirmek ve özerkliği güçlendirmek mümkündür
4.5. KÜRESELLEŞME SÜRECĐNDE SOSYAL DEVLET VE YENĐ
SOSYAL POLĐTĐKA ANLAYIŞI
Küreselleşme sürecinde sosyal devlet anlayışı ve sosyal politikalar önemli
değişimlere uğramaktadır. Devlet anayasalarla kendisine verilen sosyal ödevlerinden,
sorumluluklarından uzaklaşmakta, sosyal politikalar en önemli başrol oyuncusunu
yitirmektedir. Benimsenen yeni sosyal politika anlayışı bu alanın sorumluluğunu,
148
yerel yönetimlere, devlet dışındaki sivil toplum örgütlerine, gönüllü kuruluşlara
vermektedir. Devletin sosyal kaygılarla piyasaya müdahalelerinin kaynak dağılımını
bozacağı ve ekonomiyi etkinlikten uzaklaştıracağı düşüncesi ile devletin görevleri ve
işlevleri azaltılmakta devredilmektedir.
Sosyal devlet vatandaşlarının refah düzeyi ile ilgili olan ve asgari bir yaşam
düzeyini sağlamayı ödev sayan bir devlet olarak tanımlanmaktadır(Giritli ve
Sarmaşık, 2001:112). Sosyal devlet, ulusal geliri artırarak adaletli bir şekilde dağıtan,
bireylere özgürlüklerini gerçekleştireceği fırsat eşitliği ve maddi olanaklar yanında
bireylerin sosyal güvenliklerini sağlayan devlettir. Devletin mali işlevlerinden tahsis
işlevi için yaptığımız açıklamaların dışında yeni devlet anlayışında bölüşüm işlevinin
dayandığı temel felsefe ise piyasa, gelir dağılımına müdahale edilmemesi ve
yoksulluk gibi sorunların çözümünün piyasanın gelişimine bırakılmasıdır(Demirbaş,
2003: 94). Devlet sosyal politikanın hedefinde olan ve korunmaya muhtaç olan
sosyal kesimlere ekonomi politikaları, sosyal koruma ve sosyal bakım programları ile
yardım etmektedir. Böylelikle piyasanın gelir dağılımı başta olmak üzere,
başarısızlıklarının giderilmesi devlete çok önemli sosyal görevler yüklemektedir.
Devletlerin bu görevleri yerine getirmeleri sonucunda toplumdaki sosyal barış ve
sosyal uyum devam ederek gelişmektedir.
“Yapısal uyum tartışmaları, ağırlıklı olarak kaynak dağılımında verimlilik
konusu üzerinde yoğunlaşmıştır. Etkin kaynak dağılımı ekonomik refahın
artırılmasının tek koşulu olup, bu koşulun sağlanması ancak tümüyle
kuralsızlaştırılan serbest pazar ekonomisinden geçmektedir. Bu kurgu, sağlık, eğitim
ve sosyal altyapıya ait tüm yatırımları, diğer yatırım harcamalarından farklı kabul
etmemekte; pazar ekonomisinin arz talep koşullarına göre değerlenmelerini esas
almaktadır. Bu alanlardaki tüm girişimlerin, finansal maliyet -zarar hesabı yönünden
ele alındıklarında verimsiz oldukları ön kabulü; sosyal altyapının süreç içinde piyasa
fiyatlarından maliyetlendirilerek özelleştirilmesini gerektirmektedir. Bu mantık
doğrultusunda, istikrar ve uyum politikalarının, özellikle sosyal hizmet ve refaha
yönelik kamu harcamalarının kısıtlanması veya azaltılmasını şart koşacağı; sağlık ve
eğitimin ticari meta olarak kabul edileceği açıktır”(Özşuca, 2003: 5). Kamu
149
ekonomik ve sosyal alandan en az devlet düşüncesi ile çekilmeye başlamış kamu
harcamaları ile birlikte sosyal harcamaları azalmıştır. Sosyal politikalar devletin
sorumluluğu yanında sivil topluma ve bireysel sorumluluğa bırakılmaya başlanmıştır.
4.5.1. Neoliberal Politikalar
1929 dünya ekonomik krizi ile başlayan ve ikinci dünya savaşından sonra
artarak devam eden müdahaleci devlet anlayışı ve sosyal devlet anlayışı 1970’lerden
sonra yerini neoliberal politikalara bırakmıştır. Liberalizmden müdahaleciliğe,
ekonomik sorunlar bölüşüm yapısındaki bozulma ve tekellerin egemenliğini artırarak
büyük sermayeli girişimlerin ekonomik ve sosyal sorunlara neden oluşu sonucunda
geçilmişti. Devlet eşitsizliklerin ve gelir dağılımı adaletsizliklerinin önüne
geçebilmek, ekonomik ve sosyal sorunları önleyebilmek için müdahaleci anlayışı
benimsemişti. Müdahaleci devlet anlayışı ikinci dünya savaşı sonrasında kamu
girişimleri ile yeni bir boyut kazanmıştır. Sosyal devlet anlayışı ile devlet artık
kuralları koyan yani jandarma devlet konumundan çıkarak düzenleyici rolünün yanı
sıra aynı zamanda ekonomik girişimci olarak da ekonomideki yerini almıştır. Kısaca
liberalizmin toplumun doğal yasaları olduğu düşüncesi ve A.Smith’in görünmez el
ilkesinin toplumsal ekonomik faydayı oluşturamaması sonucu devletin ekonomiye ve
sosyal hayata müdahalesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştı.
Müdahaleci devlet anlayışı ile birlikte üretim ve tüketim dengesi, alt yapının
geliştirilmesi, yüksek büyüme hızlarına erişilmesi ve sosyal politika alanında
gelişmeler sağlanmıştır. “Müdahaleci kapitalizmin tartışmasız en önemli başarısı
sosyal politika alanındaki gelişmelerdir. Liberal kapitalizmin çok ihmal ettiği alan
olan sosyal politika alanında gerçekleşen en olumlu olay daha önce bağıt özgürlüğü
çerçevesinde işleyen işçi-işveren ilişkilerinde toplu sözleşme rejiminin yerleştirilmesi
olmuştur”(Mazgit, 1993:162). Müdahaleci devlet anlayışı eksikliklerine rağmen
sosyal barış ve sosyal adalet konusundaki başarısı açıktır. 1970’lere kadar süren
sosyal devlet anlayışı işsizlik ve enflasyonun yaygınlaşması ile birlikte Keynesyen
iktisat politikalarından uzaklaşmış neoliberal iktisat politikalarını benimsemeye
başlamışlardır. Kamu girişimciliği gelişmiş ülkelerde tekelci piyasa eğilimlerini
150
kırmak, gelişmekte olan ülkelerde ise kalkınma isteği ve özel girişimin yetersizliği
nedeniyle başlamıştır. Ancak 1970’lerde başlayan dünya ekonomik kriz ile birlikte
liberalizmin yeniden benimsenen politikaları sonucu kamu girişimciliği
özelleştirmeler yoluyla özel kesime devredilmeye başlanmıştır. Bu süreç 1980’li
yıllarda bütün ülkelerde yaygınlaşmaya başlamıştır. 1970’lerle birlikte yeniden
ekonominin ve toplumun doğal yasaları bulunduğunu, dolayısıyla müdahale
edilmemesi gerektiğini piyasanın kendiliğinden dengeye ulaşacağını ve toplumsal
faydanın bu şekilde oluşacağını söyleyen liberal düşünceye geçiş başlamıştır.
Neoliberal politikaların benimsenmeye başladığı 1970’li yıllar devletin
ekonomiden çekilerek küçülmeye başladığı başta finans piyasaları olmak üzere mal,
hizmet ve faktör piyasalarının bütünleştiği yani küreselleşmenin başladığı dönem
olmuştur. Ancak gelinen süreç sonunda düşünürlerce günümüzdeki ekonomik ve
sosyal sorunların arttığı, dünya ekonomisindeki gelişmelere rağmen olarak neoliberal
politikaların ekonomik ve sosyal sorunlara yeterince çözüm üretemediği ifade
edilmektedir. Ülkeler arasındaki gelişmişlik farkları, aynı ülke içerisindeki bölgeler,
iller arasındaki gelişmişlik farkları son derece artmıştır. Buna bağlı olarak ülkeler
arasında ve ülkelerin içindeki gelir dağılımı adaleti bozulmuş ekonomik ve sosyal
eşitsizlikler artmıştır.
Neoliberal politikalar devletin ekonomik sosyal ve siyasal özgürlükler
önündeki en büyük engel olduğu düşüncesi ile kamusal müdahale ve düzenlemeleri
en aza indirilmesini öngörmektedir. Bunun sonucunda devletin etkinlikleri azalmakta
ve daralmakta rasyonel insan temeline dayalı liberal anlayışı güçlenmiştir. Neoliberal
bakış açısı bireylerin ve sivil toplum örgütlerinin ekonomik ve sosyal aktörler olarak
devletin yerini almasını öngören politikalar ortaya koymuştur.
4.5.1.1. Bireysel Sorumluluk
Müdahaleci devlet anlayışının gelişmesinden önce ortaya çıkan ekonomik
bunalımlar ekonomik ve sosyal eşitsizlikler, tekelleşme eğilimleri çalışanların sefalet
şartlarına itilmelerine neden olmuştu. Çalışanların ekonomik koşulların ve çalışma
151
koşularının iyileştirilmesi yönünde örgütlenmeye başlaması ve yine bu dönemde
liberal kapitalizme karşı düşünürlerin tepki göstererek çözüm öne sürmeleri ve
demokratik açılımlar sonucunda Almanya’da başta olmak üzere sosyal sigorta ve
sosyal güvenlik önlemleri yaygınlaşmaya başlamıştır. 1880’li yıllarda ilk kez
Almanya’da zorunlu sosyal sigortalar kurulmuştur. Bu dönemden başlayarak devlet
güçsüz bireylerin durumlarını düzeltmek için sosyal politikalar geliştirmeye ve
uygulamaya başlamıştır. Bireysel sözleşme düzeninden toplu sözleşme düzenine
geçilmiş işçilerin örgütlenerek sendikaları aracılığıyla toplu sözleşme yapma
özgürlüğü kazanılmıştır. Sosyal politika alanı gerek dar anlamda gerekse geniş
anlamda kurumsallaşarak birey ve sivil toplumun dışına çıkarılmıştır. Yardım ve
bakımlar hayır ve gönüllülük anlayışından çıkarılarak pozitif statü hakları olarak
vatandaşa bir hak, devlete ise bir ödev olarak verilmiştir.
Neoliberal iktisat politikaları ile birlikte, Fordist üretim yerini Post-Fordist
üretim modellerine bırakmaya başlamıştır. Bunun sonucunda kitle üretimi ve
fabrikasyon üretim yerini küçük ve siparişe dayalı fason üretime dönüşmüştür. Yeni
üretim yapısında daralan çeşitlenen ve dalgalanan talep yapısına uyumlu üretim
yapılması gerekmiştir. Bu süreçte emek üretimdeki yapıya bağlı olarak
esnekleştirilmek istenmiştir. Dolayısıyla emek piyasaları farklılaşmış emek örgütleri
üye kaybederek güçsüzleşmeye başlamıştır. Örgütlenmeden uzak işgücü düşük
ücretli, çalışma koşullarının bozulduğu, iş güvencesinin azaldığı emek piyasalarında
istihdam edilmeye başlanmıştır. Đşletmeler üretim sürecini parçalayarak fabrika
düzeninden küçük, dağınık ve esnek üretime geçmişlerdir. Buna bağlı olarak
sendikasızlaşan ve kuralsızlaştırılan işgücü toplu sözleşme düzeninde bireysel iş
sözleşmesi düzenine kaymıştır.
Küreselleşme ve neoliberal politikaların yükselişi ile birlikte çalışanlar
ekonomik ve sosyal durumlarının düzeltilmesinde bireysel sorumluluk
yüklenmişlerdir. Sosyal Sigortanın dayandığı temel düşünce olan, çalışmanın
toplumsal olarak ortaya çıkışına bağlı olarak risklerin de sosyal olarak karşılanması
ve önlenmesi düşüncesinden uzaklaşılmıştır. Neoliberal politikalar devletin
küçültülerek sosyal ödevlerinden uzaklaşması sonucunu doğurmuştur. Bu
152
politikalara göre devlet sosyal refah ve sosyal adaleti sağlamak ödevi ile birinci
derecede sorumlu değildir. Bireyler ekonomik ve sosyal koşullarını düzeltmede
birinci derecede sorumludurlar. Neoliberal politikalar soysal politikaları bireylerin ve
diğer toplumsal kuruluşların üstlenmeleri sonucunu doğurmaktadır. Neoliberal
politikalar sürecinde sosyal politika sağlayıcı kurumların görevlerinin piyasalara
kaydırılması, kar gütmeyen kuruluşlara(KGK) devlet dışı organizasyonlara
kaydırılması görülmektedir.
4.5.1.2. Sivil Toplum Örgütleri
Neoliberal politikalarla birlikte sosyal sorumluluk yüklenerek öne çıkarılan
bir diğer önemli aktörde sivil toplum örgütleridir. Bu örgütlerden kar gütmeyen
kuruluş, hükümet dışı organizasyon refah karması gibi kavramlarla ifade edildiği de
görülmektedir. Küreselleşme süreci ile birlikte devletin ekonomik sosyal ve siyasal
alandan çekilerek küçültülmesine paralel olarak ortaya çıkan boşluğu doldurmak
amacıyla bireysel sorumluluk, bireysel çaba dışında sivil toplum örgütleri de ön
plana çıkmıştır. Bu örgütler sosyal politika alanında devlet gibi etkinlik göstermeye
çalışmaktadırlar. “Bu bağlamda temel olarak üç yönelimden bahsedilir. Birincisi,
yönetim aygıtının bir parçası da olsa, merkezi yönetime nazaran daha etkin ve
verimli olan yerel yönetimlerin sosyal refah sunumunda artan oranında öne çıkmaya
başlamasıdır. Đkinci hiyerarşik ve bürokratik olmayan kendi kendini yönetim
biçimlerinin(KGK) sosyal refah hizmetlerinin yerine getirilmesinde giderek artan bir
ölçüde rol üstlenmeye başlamasıdır. Üçüncü eğilim ise devlet müdahalesini sınırlama
amacına dönük olarak refah devletinin piyasalara kaydırılmasıdır”(Özdemir, 2004b
:130). Devletin ekonomideki ağırlığını kaybetmesi, ekonomik politikalar belirleme
yanında sosyal politikalar belirleme etkinliği ve gücünü de yitirdiği bu alandaki
rolünü başka kuruluşlara bıraktığı görülmektedir. Devletin sosyal alandan
çekilmesine neden olan en büyük etmen liberal politikalardır. Liberal politikalar
merkezi devlet örgütlenmesini devreden çıkarırken onun yerine yerel yönetimler,
sivil toplum örgütleri ve bireyleri koymaya çalışmaktadır. “Liberal ilkeler
doğrultusunda son yıllarda gittikçe daha belirgin hale geldiği üzere ulus devletin
otorite ve yetkilerinden bir kısmını ya ulus altı(Yerel Yönetimler, KGK, Hükümet
153
Dışı Organizasyonlar) ya da ulus ötesi(IMF, Dünya Bankası ve DTÖ gibi) düzeydeki
kurumlara dağıldığı gözlenmektedir. Bu nedenle belirtilmelidir ki KGK’ın
gelişiminin arkasında yer alan en büyük etmen liberal felsefenin tekrar güçlenmeye
başlamasıdır”(Özdemir, 2004b:142). Küreselleşmeyle birlikte sosyal politikaların
sağlanmasında devletin işlevlerini üstlenen sivil kuruluşlar, dini kurumlar, gönüllü
kuruluşlar, yerel yönetimler ve özel sektörden oluşan sosyal refah sağlayıcı
kurumlar, refah karması, gibi kavramların ön plana çıktığı görülmektedir. Sosyal
refah karması sosyal politika alanında tek başına olan devletin bu niteliğinin
değişmeye başladığı sosyal refahı sağlamada karma bir yapıyı ifade
etmektedir(Özdemir, 2004a:98).
Sanayileşme yeni üretim biçimi ve sosyal yapı sonunda ortaya çıkan
sorunların çözümlenmesinde aile, hayır kurumları, vakıflar, kilise, gibi geleneksel
kurumların yetersiz kalması sonucu bunların yerine bu gereksinimleri yerine
getirecek yeni ve modern kurumlar oluşmasını sağlamıştı. Sanayileşme ile birlikte
devlet bu tür sosyal ve ekonomik işlevler üstlenen bir yapıya kavuşmuştu.
Küreselleşme süreci ile birlikte ve onun ideolojisi olan neoliberal politikalar
gereğince devlet bu işlevlerinden soyutlanarak tanımlanmaya başlanmıştır. Kısaca
devletin ekonomik rolünde olduğu gibi sosyal politika alanındaki işlevlerinde de
önemli bir değişim sürecinin başladığı görülmektedir. Sanayi devrimi öncesinde
sosyal politika uygulamaları devlet organizasyonu dışına gönüllülük, inanç, ahlak,
karşılıklı yardım temellerinde yapılmaktaydı. Ancak geleneksel kuruluşların
yetersizliği devletin sosyal politika alanında işlevler üstlenmesini ve bunu hukuksal
temele oturtarak bir ödev biçimine gelmesinin koşullarını oluşturmuştur. Devlet
yeniden sanayi dönemi öncesi ağırlıklı liberal politikalara yöneldiği kamunun
alanının daralarak devlet dışı organizasyonlar için geniş bir faaliyet alanı açıldığı
görülmektedir.
4.5.1.3. Sosyal Politikadan Sosyal Yardıma Dönüşüm
Sosyal politika alanında en önemli aktör olan devletin bu alandan
çekilmesinin önemli sonuçları olmuştur. Bu sonuçları söyle ifade edebiliriz.
154
- Devletin sosyal politika alanından çekilmesi ile birlikte sosyal yardımları
da içeren sosyal politika uygulamalarında bir gerileme olmuştur.
- Devletin sosyal politika alanında çekilmesi ile birlikte sosyal politikaların
ekonomi politikalarıyla olan uyumu ve bütünlüğü bozulmuş, sosyal
politikalar ekonomik politikalardan ayrılarak sosyal yardıma
indirgenmiştir.
- Devletin sosyal politika alanından çekilmesi ile birlikte sosyal hukuk
devletinin bir ödev olarak yüklendiği sosyal politikalar tekrar gönüllülük,
inanç, ahlak, karşılıklı yardım temellerine dönmüştür.
Devletin sosyal alandan çekilmesi ile birlikte bu alandaki boşluğun bireylere
ve sivil toplum örgütlerine bırakılmaya başlandığı görülmektedir. Bu örgütler tüm
topluma yönelik olarak, ekonominin örgütlenme yapısını değiştirerek yoksulluğun ve
sosyal dışlanmanın ortadan kaldırılmasına yönelik politikalar üretecek büyüklük ve
etkiye sahip olma konusunda devlet kadar etkin olmadıkları görülmektedir.
Gerçekten işsizlik, hastalık, yaşlılık gibi riskler karşısında sürekli ve sistematik bir
biçimde kurumsallaşarak çözüm üretmek gerekmektedir. Bu anlamda refah karması
kurumlarının hiç birisi bu çözümü üretebilecek güce ve olanağa sahip
olamamaktadır. Ekonomik büyümede olduğu gibi bölüşümde de devlet son derece
önemli görevler üstlenmektedir. Ekonomik politika niteliği kadar sosyal politika
niteliği de taşıyan vergi politikaları ve sosyal güvenlik politikaları gelirin ikincil
paylaşım mekanizmaları olarak sadece devletlerin içeriğini ve kapsamını
değiştirmeye yetkili oldukları mekanizmalardır. Devlet bu yetkilerini kullanamadığı
taktirde hem ekonomik büyümeye yön veremeyeceği gibi sosyal politika alanında da
etkin olamayacaktır. Bu alanın sivil topluma bırakılması kıt olan kaynakların etkin
dağılımından, kalkınma odaklı toplumsal eş güdümden, gelirin toplumsal refaha
hizmet etmesinden ve sosyal adaletten uzaklaşmak gibi önemli sonuçları olacaktır.
Devletin sosyal politika alanında üstlendiği işlev, ödev kavramıyla hukuksal
düzenlemelerdeki yerini alırken sosyal politika görevlerini üstlenen ve özel hukuka
tabi kurum ve kuruluşlar için ise ödev kavramından söz etmek olanaklı değildir. Bu
kuruluşlar. Sosyal politika alanında zorunluluk gereği değil gönüllülük temellinde
155
bulundukları için bu alandaki işlevleri sosyal yardım kapsamıyla sınırlı kalmaktadır.
Örneğin bir sivil toplum kuruluşunun ortaya koyduğu sosyal işlevler sosyal ve
ekonomik sorunların önlenmesinden çok olumsuz sonuçlarının giderilmesine
dönüktür. Bunu aktif istihdam politikaları ve pasif istihdam politikaları ile açıklamak
olanaklıdır. Devlet gerek vergi politikalarında gerekse sosyal güvenlik politikalarında
yapacağı değişikliklerle var olan istihdam düzeyini, ücret düzeyini yükseltme
olanağına sahipken sivil toplum kuruluşları böyle bir olanağa sahip değildirler.
Yapılacak olan yardımlar işsizliğin olumsuz sonuçlarını hafifletmeye yönelik olan ve
işsizliği ortadan kaldırmayı sağlamayan sosyal yardımlardan ibarettir. Dolayısıyla
sivil toplum kuruluşları ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin nedenleri üzerinde değil
sonuçları üzerinde durmaktadırlar. Ancak sosyal politikanın en önemli aktörü olan
sosyal devlet, toplumu oluşturan bireylerin tamamının eğitim, sağlık, konut, ve temel
insani ihtiyaçlarını karşılayarak bireylere fırsat eşitliğini sağlamaktadır.
Devlet üretimin yapısını tamamı ile kavrayan ve düzenleyen bir örgüt olarak
son derece geniş yetki ve olanaklara sahiptir. Devlet üretim tüketim ve bölüşüm
üzerinde üst bir organizasyon olma özelliği ile birincil etki ve belirleme yetkilerini
çeşitli enstrümanları aracılığı ile yürütmektedir. Dolayısıyla toplumsal ve ekonomik
sorunların ortaya çıkmadan önce önlenmesi konusunda diğer organizasyonlara göre
öncelikle müdahale etme avantajını elinde bulundurmaktadır. Bu müdahale
avantajını yerel yönetimler gibi yönetim örgütleri, hukuksal düzenleme yetkisini
kullanan merkezi yönetim eliyle kullanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında sosyal
sorunların kaynağında çözümlenmesi hem zaman hem kaynak bakımından etkinliğin
sağlanmasına yol açacaktır. Bu nedenle refah karması olarak adlandırılan kurumlar
yanında kamunun müdahale üstünlüğü çok önemlidir.
Dolayısıyla, 1970’lerde ortaya çıkan krize kadar, devletin fonksiyon ve
görevlerinin sürekli genişlediği, bu tarihten günümüze kadar ise, devletin ekonomik
ve sosyal yaşamdaki konumunun daralması, azaltılması çabalarının başladığı, ancak
yaşanan süreçte yine de devletin sosyal politikanın en büyük aktörü, uygulayıcısı
olmayı sürdürdüğü görülmektedir(Özdemir, 2004a: 112).
156
4.6. SOSYAL DEVLET ĐLKESĐ VE YEREL YÖNETĐMLERĐN
SOSYAL POLĐTĐKA UYGULAMA GEREĞĐ
Devlet uluslararası kuruluşlara, yerel düzeydeki yönetim organlarına oranla
ve sivil toplum kuruluşlarına oranla ekonomik ve sosyal yaşamda düzenleme
yapabilme bakımından en etkili ve en geniş örgütlenme olarak karşımıza
çıkmaktadır. Küreselleşme sürecinde devlet, etkinliğinin azalmasına rağmen gerek
uluslar arası alanda ve gerek ulusal düzeyde temel düzenleyici olma özelliğini
sürdürmektedir. Sanayileşme ile birlikte sosyal politika alanında önemli bir aktör
olarak beliren devlet, üretimin ve toplumsal dengenin sürdürülebilmesi için sosyal
politikalar üretmek zorundadır. Devlet merkezi ve yerel yönetim birimleri eli ile
vatandaşlarına, çalışma, sosyal güvenlik, barınma ve kendi varlıklarını koruyup
geliştirmeleri için eğitim ve sağlık olanakları sağlayan, bunun için gerekli
düzenlemeleri yaparak toplumsal dengeyi sağlayan önemli bir yönetim örgütüdür.
Devlet sosyal politika üreten diğer aktörlerin dışında, o aktörlerinde varlık ve çalışma
koşullarını belirleyebilme yetkilerini de taşıyan en büyük ve en üst tüzel kişidir. Bu
yönüyle bakıldığında devlet sosyal politika aktörleri içinde önemli ve diğerlerine
göre ekonomik bakımdan, yönetsel ve hukuksal bakımdan üstün bir konumdadır. Bu
üstünlük devletin ulusal ve uluslar arası ölçekte ekonomik, sosyal ve siyasal
düzenleme yapma yetkilerini elinde bulundurması, yasal düzenleme yapma olanağını
taşıması, bir bütün olarak toplumsal örgütlenmeyi biçimlendirme olanağı olarak ifade
edilebilir.
Anayasal düzenlemelerle devletin temel niteliği olan “sosyal devlet” genel
olarak, vatandaşlarının sosyal durumlarını iyileştiren, onlara belirli standartlarda
yaşam düzeyi sağlayan ve onlara sosyal güvenlik olanağı sunan devlettir. Sosyal
devlet ya da sosyal hukuk devleti kavramı çok kapsamlı görevleri devlete ödev
olarak vermiştir. Devletin sosyal politikalar üretmek zorunluluğu yasal bir
zorunluluktur. Devlet bu zorunluluğu yönetsel kademeleri aracılığı ile yerine getirir.
Yerel yönetimler kentsel alt yapının yapılması ve günlük gereksinmelerin
sağlanması dışında sosyal politika üretmek zorunluluğu ve görevi vardır. Yerel
157
yönetimler üretim altyapısı sağlayarak, ekonomik girişimler kurarak ve işleterek,
üretim ve bölüşüm etkinliklerini doğrudan etkileyen kuruluşlardır. Kamu yönetimi
kamu maliyesi aracılığıyla üç temel işlev olan ekonomik istikrarın sağlanması, gelir
dağılımı adaletinin sağlanması, ekonomik istikrarın sağlanarak kamu hizmetlerinin
yerine getirilmesi işlevleri bulunmaktadır. “Merkezi yerel yönetim birimleri
arasındaki ilişki bir devlette ikincil bölüşüm ilişkileri, uygulanan toplumsal politika
ve iç güvenlik sorununun düzeyine göre bu üç işlev çerçevesinde formüle
edilir”(Güler Ayman,2006:189). Yerel yönetimler gelirin yeniden bölüşüldüğü yerler
ve devletin ikincil bölüşüm ilişkileri sürecime müdahale araçlarından birisidir. Bu
nedenle gelir dağılımının adil olarak sağlanması için yerel yönetimler önemli bir
sosyal politika birimleridir.
Yerel yönetimler altyapı, eğitim, sağlık, barınma, güvenlik kültürel gelişim
alanlarında önemli işlevler yüklenerek üretimin ve toplumsal yaşamın devamını
sağlamaktadırlar. Sosyal ve ekonomik yapının değişimine, kentleşmenin hız
kazanmasına bağlı olarak yerel yönetimlerin günümüzdeki sosyal politika
fonksiyonları her geçen gün çeşitlenerek artmaktadır. Kadınların çalışma hayatına
girişi, çocukların eğitim bakım ihtiyacı yanında yaşlıların bakım ihtiyacının artışı
sosyal hizmetlerin önemini artırarak yerel yönetimlerin bu alanlarda politika
üretmesini zorunlu kılmıştır. Günümüzde karmaşık ve zor bir hale gelen kent yaşamı,
kentlerde güvenlik ve sosyal koruma programlarının sosyal kültürel faaliyetlerle de
desteklenerek uygulanmasını zorunlu kılmıştır. Gün geçtikçe artan ihtiyaçlar
karşısında yerel yönetimler kurumsal düzenlemeler ve sosyal yardım programları ile
hizmet sunar hale gelmişlerdir. Yerel yönetimler kamu hizmetlerinin yürütülmesinde
uygulayıcı olmuşlardır. Yerel yönetimler merkezi yönetimler tarafından belirlenen
ulusal ölçekli ekonomik ve sosyal plan ve programların uygulanmasında araç rolü
üstlenmişlerdir. Gelişmiş Avrupa ülkesinde yerelleşme politikaları sonucunda yerel
yönetimler daha fazla yetki ve sorumluluk almışlar, yerel yönetimler sosyal
politikaların, refah politikalarının en önemli tamamlayıcı-uygulayıcı ajansı haline
gelmişlerdir. Günlük sosyal ve ekonomik yaşamın çoğunu oluşturan kamu refahı
hizmetleri yerel yönetimler tarafından organize edilmekte ve dağıtımı
yapılmaktadır(Ersöz, 2005:770).Vatandaşlar ise yerel yönetimlerden her geçen gün
158
daha fazla hizmet daha kaliteli hizmet sunmasını beklemektedirler. Yerel düzeyde
demokrasinin gelişmesi, üretim artışı gerçekleşmesi ve refah düzeyinin yükselerek,
sosyal barışın sağlanabilmesi için yerel yönetimlerin soysal politika uygulama gereği
vardır.
Sivil toplum, aile, dini örgütler, özel kesim gibi devlet dışı organizasyonların
sosyal politika işlevleri son derece önemli ve gereklidir. Ancak bunların devletin
alternatifi olamayacağı, dolayısıyla, devletin yerel yönetim birimleri ile birlikte en
önemli sosyal politika aktörü olarak kalacağı görülmektedir. Đnsanlığın örgütlenme
düzeyi basamakları değerlendirildiğinde en üst örgütlenme düzeyi olan devletin
küreselleşme sürecinin koşulları altında önemini koruduğu görülmektedir. Geniş
anlamda sosyal politikanın, sürekliliği olan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi
hizmetlerin sunulmasında devlet gücünün bile yetersiz kaldığı görülmektedir. Bu
nedenle devlet yerel yönetimler ve sivil toplumla birlikte hareket ederek sosyal ve
ekonomik sorunların çözümünü gerçekleştirmesi gereklidir.
4.6.1. Yerel Yönetimlerde Sosyal Politikalardan Sosyal Yardımlara
Küreselleşmenin olumsuz sonuçlarından kurtulmak ya da bu sonuçları
azaltmak bakımından yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları zaman zaman aynı
dezavantajları taşımaktadırlar. Yerel yönetimler devletin küçültülmesine paralel
olarak liberal politikalar gereğince ekonomik girişimlerini özelleştirmeler yoluyla
azaltarak ekonomik alandan çekilmektedirler. Bunun sonucunda yerel ekonomik
ölçekte kaynak dağılımı ve gelir dağılımında önemli bir etken olmaktan
uzaklaşmaktadırlar. Ayrıca ekonomik girişimlerin özel kesimlere devredilmesi
sonucunda ve yerel hizmetlerinde özel kesime yaptırılmaya başlaması sonucunda
yerel yönetimler istihdam yaratmadaki etkilerini de kaybetmektedirler. Kamu
yönetiminde yapılan değişiklikler sonucunda yerel yönetimler ekonomik
girişimcilikten çekilerek, yerel hizmetleri özel kesime aktardıkları görülmektedir.
Küreselleşmenin bir sonucu olarak kanunun daralması, yerel yönetimlerle de devam
etmiştir. Yerel yönetimlerin sundukları hizmetler toplumsal fayda dışında
159
fiyatlandırılarak piyasada alınıp satılan mal ve hizmete dönüşmektedir. Kamu
hizmetlerinin piyasaya aktarılması ile birlikte düşük gelirli kesimler bu hizmetlerden
yararlanamaz hale gelmektedir. Yerel yönetimler ekonomideki üretim ve bölüşümde
etkili olan aktif işlevlerinden uzaklaşarak, sosyal yardım niteliklerinde ağırlık
kazanmaktadırlar. Yerel yönetimlerde özelleştirmenin genel olarak tüm ekonomide
özel olarak yerel yönetimlerde uygulamalarının çalışanlar açısından olumsuz
sonuçları Geray’a göre şunlardır: çalışma koşullarının kötüleşmesi, ikramiye ve fazla
çalışma ücretlerinin kaldırılması, düşük ücretle işçi çalıştırılması, yarı zamanlı işçi
çalıştırarak sigorta primlerinden kaçınılmasıdır(Geray, 2001:14).
Yerelleşmenin anlamında ve amacında sapmalar olduğu düşünülmektedir.
Yerelleşmenin yerel yönetim birimi için organizasyon ve pazarlık gücünde zayıflama
yanında makro düzeyde ekonomik dağınıklığı doğurabileceği ifade edilmektedir.
“Özellikle dünyanın yapısal uyum yöneltilerine (politikalarına) ilişkin söylemler
arasında yerelleşmeye genellikle yabancı çok uluslu sermaye ortaklıklarına karşı
ulusal ekonomiye ilişkin korumacı yöneltiler güden ulus devletini dışlayarak,
çevrimdışı bırakarak yerel toplumlarla ya da yerel iş gücüyle doğrudan ilişkiye
girilmesini amaçlayan bir içerik kazandırmak istenmektedir. Emeğin serbest
dolaşımının engellenmesi yoluna gidilerek, öte yandan sendikaların
işlevsizleştirilmesine çalışılarak işgücünün daha da güçsüzleştirilmesi yoluyla
emeğin yabancı sermayenin sömürüsüne açılması için ulus devletin aşılması
amaçlanmaktadır. Bu anlamıyla yerelleşme küreselleşmenin bir gereği imiş gibi
gösterilmek istenmektedir. Böylece yerelleşme yerinden yönetim (Adem-i
Merkeziyet, decentralizasyon) ve işlerin yerel halka en yakın düzeyde görülmesi
(subsidiarity) ilkelerine göre yerel yönetimlerin güçlendirilmesi anlamından
saptırılmış olmaktadır”(Geray,2001:8).
4.6.2. Avrupa’da Yerel Yönetimlerin Sosyal Politika Uygulamaları
Avrupa’da yerel yönetimlerin kullandığı yetkilerin ülkelerin Anayasalarında
düzenlendiği görülmektedir. Ülkelerde yerel yönetimler ile merkezi yönetimler
arasında yetkilerin ve kaynakların paylaşımında ülkelerin sosyal, ekonomik, siyasal,
160
kültürel, coğrafi bir çok faktörün etkili olduğunu belirtmiştik. Bu nedenle Ülkeler
birbirinden farklı yerel yönetim uygulamaları ortaya koymaktadır. Bütün bu
faktörler yanında Avrupa ülkelerinin yerel yönetim ve merkezi yönetimleri
arasındaki yetki ve görev paylaşımında en öne çıkan temel etkenin ulusal, bölgesel
veya yerel en büyük yarar ilkesi olduğu görülmektedir. Bir ülkede bir görev ve yetki
yerel yönetime tanınmışken aynı görev ve yetkinin başka bir ülkede ülkenin kendine
özgü koşulları, sosyal, ekonomik yapısı nedeniyle merkezi yönetime verildiği
görülmektedir. Yerel yönetimler ile merkezi yönetimlerin görev ve yetki
paylaşımında demokratikleşmenin olabildiğince sağlanması amacı yanında
devletlerin ulusal ekonomi politikaları ile belirlenen ulusal amaçlarla uyumlu,
bölgesel ve yerel kalkınmanın sağlanmasına yönelik olarak hareket edildiği
görülmektedir. Yerel düzeyde hizmetlerin sağlanması için yönetimlerin yeterli gelir
kaynaklarına sahip oldukları görülmektedir.
Avrupa yerel yönetimleri ile ülkemiz uygulamalarına bakıldığında ülkemizde
il özel idarelerinin üstlendikleri görevleri Avrupa ülkelerinin çoğunda belediyelerin
üstlendikleri görülmektedir. Örneğin okulların yapım bakım ve onarımı, belediye
dışında kalan merkeze uzak olan yerleşim yerlerinin imar ve iskanının alt yapısının
yapılmasının belediyelerce üstlenildikleri görülür. Avrupa’da mesleki ve teknik
öğretim ile yetişkinlerin eğitimi yerel düzeyde sağlanmakta iken eğitim
programlarının oluşturulmasının, yüksek öğretimin ve sosyal güvenliğin merkezi
yönetimlerce üstlenildiği görülmektedir. Kuzey Avrupa ülkelerine bakıldığında yetki
ve görev dağılımında diğer Avrupa ülkelerine oranla yerel yönetimlerinin daha güçlü
olduğu görülmektedir. Sosyal politika alanında Kuzey Avrupa ülkelerinin yerel
yönetimlerinin oldukça etkin olduğu düşünülebilir.
Bu çalışmada Avrupa yerel yönetim uygulamalarında Fransa ve Đsviçre yerel
yönetimlerinin görev ve yetkileri çok genel olarak ele alınmaya çalışılacaktır. Fransa
kamu Yönetimi Türk kamu yönetiminin esinlendiği yönetim sistemidir. Ayrıca
çalışmada farklı uygulamalar içermesi ve kuzey Avrupa ülkeleri için örnek
oluşturması bakımından Đsviçre yerel yönetimlerinin görev ve yetkileri kısaca
açıklanacaktır.
161
4.6.2.1. Fransa
Fransa’da devlet ile yerel yönetimler ararsında yetki ve görev dağılımı
Fransız Anayasasında belirtilerek ve özel yasalarla yapılmaktadır. Fransa’da yerel
yönetimler Belediyeler, Đller, denizaşırı yerleşimler ve bölgelerdir. Bu yerel yönetim
birimlerinin karar organları Belediye Meclisi, Đl Genel Meclisi ve Bölge Meclisidir.
Đllerde ve denizaşırı yerleşim yerlerinde bir hükümet temsilcisi bulunur. Bakanlar
kurulunca atanan bu vali bölgede ya da ilde devleti temsil etmektedir. Đlçelerin
başındaysa kaymakam bulunur. “Vali devletin tarım, sağlık, istihdam, çevre ve
sosyal yardım gibi hizmetlerin görülmesini sağlamakla görevlidir. Valiler ve
kaymakamlar yerel yönetim birimlerinin kararları üzerinde yasalara uygunluk ve
bütçe denetimi ile sınırlı olmak üzere bir yönetsel denetim uygularlar”(Erten, 1999:
59).
Fransa da halk sağlığı tamamı ile devletin kontrolü ve denetimi altındadır.
Bununla birlikte bölge yönetimleri ekonomik kalkınmanın hızlandırılması amacıyla
ekonomik ve sosyal planlamaya ilişkin olarak pek çok konuda etkinlik
üstlenmektedirler. Belediyeler ise, daha yerel ölçekli halka en yakın kent içi ulaşım,
şehircilik, kitaplık ve müze hizmetleri gibi günlük hizmetleri sağlarlar. “Fransa’da
devletin yerel yönetimlere bıraktığı ve merkezi yönetimce topladığı vergilere
bakıldığında bina, arazi, oturma, meslek, çöp, imarla ilgili vergiler, işyeri açma,
sinema, ilan ve tanıtım, alkollü içki vergileri, gazinolardaki oyunlar, maden suları
gibi değişik yerlerden alınan vergiler doğrudan yerel yönetimlere
kalmaktadır”(Erten, 1999: 65). Fransa’da yerel yönetimler kendi öz gelirlerin
yanında ayrıca devlet yardımları ile gelir sağlamaktadır. Görev ve yetki paylaşımına
bakıldığında Fransa’da sosyal yardım ve sağlık hizmetlerinde yerel yönetimlerin
merkezi yönetimle birlikte işlevler üstlendikleri görülmektedir. Tablo 6 Fransa’da
yönetimler arasında görev ve yetki paylaşımını göstermektedir.
162
Tablo 6 : Fransa’da yerel Yönetimler ve Merkezi Yönetimin yetki ve Görev Paylaşımı.
KONU BELEDĐYE ĐL BÖLGE DEVLET
Eğitim 1986
dan beri
Đlkokulların
yapım bakım ve
onarımı
Ortaokulların yapım
bakım ve onarımı
Liselerin ve
belli bir
konuda eğitim
veren
kurumların
yapım bakım
ve onarımı
Programların
hazırlanışı
,personelin işe
alınması ve
derslerin
organizasyonu
Öğrenci
taşımacılığı
1984 den beri
Şehir hudutları
içinde
taşımacılığın
finansmanı ve
teşkilatlanması
Belediye hudutları
içinde taşımacılığın
finansmanı ve
teşkilatlanması
Sürekli
mesleki
eğitim ve
çıraklık
eğitimi
Mesleki
çıraklık
eğitiminin
yapılaması
Genel çerçeve
faaliyet alanının
seçimi
Sağlık ve
sosyal
faaliyetler
Đlin
harcamalarına
mali katılım.
Bazı acil yardım
halinde
Tıbbı denetim
çocuklara, ailelere,
özürlülere yaşlılara,
sosyal yardım .Ana
çocuk koruması verem
ve tüberkülozla
mücadele,Đlin sosyal
kurumları üzerinde
vesayet denetimi
Ulusal
dayanışmaya
ilişkin yardımlar.
Geçim yardımları
Uyuşturucu
kullanımı ile
mücadele Devletin
sağlık kurumları
üzerinde vesayet
denetimi Ruh
sağlığını koruma
Şehircilik ,
çevre ve orta
mal varlıkları
Arazi kullanımı,
yapı inşaat
izinlerinin
verilmesi
Đl planlarının , nazım
planlarının
hazırlanması
Bölge
planlarının
hazırlanması,
bölgesel
doğal parklar
Devletin kontrolü ,
milli parklar ve
mimari varlığı
koruma
KAYNAK : (Ünüsan, 1996: 103-104)
163
Fransa’ yerel yönetim birimi olarak bölge yönetimleri dikkat çekicidir. Bölge
yönetimleri gerek planlama gerekse uygulama ve yönetim aşamasında önemli bir
yerel yönetim birimi olarak görülmektedir. Fransa’da bölgeler kendi planlarını
hazırlayarak ulusal planların hazırlanması çalışmalarına katılırlar. Bu yönetsel
düzeyin oluşturulmasının ulusal, etnik, kültürel ya da dil etkenleriyle beslenen bir
özerkleşme akımı biçiminde olmadığı vurgulanmaktadır(Erten 1999: 62).
4.6.2.2. Đsviçre
Đsviçre fedaeral bir devlettir. Đsviçre’de Kantonlar konfederasyonu oluşturan
ayrı ve egemen birer devlettir. Ayrı egemen devlet olmaları nedeniyle her bir
Kantonda yönetim ve yönetim organları arasında yetki dağılımı farklıdır. Đsviçre 26
Kanton ve 3000 belediyeden oluşmaktadır. Yerel yönetim birimi olan belediyelerin
karar organı belediye meclisleridir. Đsviçre’de federe yönetimler olan Kantonlar
kendilerine bağlı yerel yönetim birimleri arasında farklı yetki ve görev dağılımı
yapmaktadırlar. “Kimi komünler sıkı bir merkeziyetçilikle yönetilirken kimileri daha
özgür olarak çalışmalarını sürdürmektedirler”(Erten, 1999: 79). Đsviçre’de yerel polis
kent içi gaz, ısıtma ve elektrik hizmetlerinin yerel yönetim birimlerince
gerçekleştirdiği görülmektedir. Đsviçre yerel yönetimlerin güçlendirilmiş olduğu
ülkelere örnek olarak ele alınmıştır. Neuchatel Kantonunda merkezi yönetim ile
belediyeler ararsındaki görev ve yetki paylaşımı tablo 7’de görülmektedir. Đsviçre’de
Neuchatel Kantonunda yerel yönetimlerde özerkliğin ileri düzeyde olduğu
görülmektedir.
Tablo 7: Đsviçre’de yerel Yönetimler ve Merkezi Yönetimin yetki ve Görev Paylaşımı.
KONU KANTON BELEDĐYE
1. Güvenlik Adalet Polis
- Güvenlik , Polis
- Yangınla
Mücadele
- Sivil savunma
- Adalet
X (Adli ve Trafik)
X
X
X
X (Yerel Polis)
164
2. Eğitim
- Đlk ve orta
öğretim
- Okul öncesi
eğitim
- Mesleki ve
teknik eğitim
- Yüksek öğretim
- Yetişkinlerin
eğitimi
X (orta ve yüksek) X X X X
X (ilk )
X
3. Sağlık
- Hastaneler
- Bireysel sağlık
hizmetleri
X (dar bir gözetim)
X
X (Yönetim)
x
4. Sosyal faaliyetler
- Kreşler ve çocuk
bakımevleri
- Aile yardımı ve
gençlik
- Huzurevleri
- Sosyal güvenlik
X
X
X (Kısmen)
X
X (Tam yetki )
X
5. Konut ve şehircilik
- Konut
- Şehircilik
- Kent ve alan
düzenlemesi
X (Kanton yardımı )
X (Yönlendirme ve gözetim)
X (Belediye Yardımı)
X
X (Belediye planları)
6. Çevre ve kamu esenliği
- Suların arıtılması
- Çöp
- Mezarlıklar ve
itfaiye
- Mezbahalar
- Çevre koruması
X
X (Yakma ve değerlendirme)
X (Yönlendirme ve Gözetim)
X (Toplama)
X
X
X
7. kültür boş zamanların
değerlendirilmesi ve boş
zaman
X
165
- Tiyatro ve Konserler
- Müzeler San’at galerileri
- Parklar ve yeşil alanlar
- Spor ve boş zamanları
değerlendirme
X (Kısmen)
X
X (Esas)
X
x
8. Trafik ve taşımacılık
- Karayolları
- Kent içi toplu
taşıma
- Kent içi
demiryolu
taşımacılığı
- Limanlar
X (Kanton içi )
X (Kent içi )
X
X
X
9. Ekonomik hizmetler
- Gaz
- Kent içi ısıtma
- Đçme suyu
- Tarım
ormancılık
hayvancılık
- Elektrik
- Ticaret
- Turizm
X (Ana hatlar )
X (Kara ve deniz avı)
X (Anahatlar)
X
X
X (Tali şebeke)
X
X
X (Tarım ve orman)
X (Tali şebeke)
KAYNAK : (Ünüsan, 1996: 127-128)
Genel olarak batı Avrupa ülkeleri, Özelliklede kuzey ülkeleri yerel
yönetimleri dikkate alındığında ülkemizden farklı olarak ülkemizde merkezi
yönetimce gerçekleştirilen bazı görevlerin yerel yönetimlerce gerçekleştirildiği
görülmektedir. Örneğin ülkemizde eğitim, sağlık, trafik, güvenlik gibi hizmetler
merkezi yönetimlerce verilirken batı Avrupa ülkelerinde bu hizmetlerin bazılarının
ya da tümünün yerel yönetimlerce de verildiği görülmektedir. Bu ülkelerde yerel
yönetimlerin görev alanının genişlemesine bağlı olarak, makro ekonomik ve sosyal
politikalarda yerel yönetimlerin merkezi yönetimle birlikte etkin işlevler üstlendikleri
görülmektedir.
166
4.7. YEREL YÖNETĐMLERDE SOSYAL POLĐTĐKALAR VE SOSYAL
YARDIMLAR
Tarihsel süreçte yerel yönetimlerin her dönemde önemli işlevler üstlendiği
görülür. Sanayi devrimi ekonomik ve sosyal yapıda köklü değişiklikler ortaya
çıkararak yeni sınıf ve toplum kesimlerinin, yeni yönetim ve örgütlenme biçimlerinin
ve yeni kurumların ortaya çıktığı bir dönemi başlatmıştır. Bu dönemde ekonomik
üretim çok hızlı artarken nüfusta çok hızlı bir şekilde artmış, buna karşın geniş
toplum kesimleri sefalete düşmüştür. Demokrasinin gelişmesi, sefalet şartlarına karşı
geniş kesimlerin örgütlenmeleri ve sosyalist fikir akımlarının etkisiyle müdahaleci
devlet anlayışı ortaya çıkmıştır. Devletin etkinliğinin artışına bağlı olarak yerel
yönetimlerin sosyal politika alandaki işlevlerinde de artış olmuştur. Kentleşme yerel
yönetimleri sosyal politika alanında her geçen gün daha aktif işlevler üstlenmeye iten
bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Sanayileşmeyle hızlanan kentleşme gıda, altyapı,
barınma, çevre, sağlık, eğitim alanlarında sorunlar ortaya çıkarmıştır. Sanayi devrimi
öncesinde gönüllü kuruluşlar, dini örgütler, hayırseverler tarafından çözülmeye
çalışılan sorunlar bu hızlı nüfus artışı ve yerleşim birimlerindeki büyüme sonucu
geleneksel kurumların çözemeyeceği boyutlara ulaşmıştır. Bu koşullarda yerel
yönetimler temel kamu hizmetlerinin yanı sıra sosyal politika işlevleri de
üstlenmişlerdir.
1929 ekonomik krizin ardından devlet toplumsal yaşamda yeniden ağırlıklı
bir rol üstlenmiştir. Bu dönemde yerel yönetimler merkezi yönetimin politikalarının
uygulama birimleri olarak görülmektedir. Đkinci dünya savaşı öncesinde doğan ve
savaşla birlikte sosyal devlet anlayışının gelişmesine bağlı olarak devletin ekonomik
ve sosyal yaşama müdahalesi artmıştır. Bu dönemde devlet sosyal politikaların
uygulanmasında çok etkin bir şekilde işlev yüklenmiş buna paralel olarak yerel
yönetimlerde sosyal politikaların uygulanmasında önemli bir araç haline gelmiştir.
Sosyal devlet anlayışında yerel yönetimler merkezi yönetim tarafından belirlenen
ulusal ekonomik ve sosyal kalkınma planlarının çok önemli birer uygulayıcısı
olmuşlardır. Özellikle Đskandinav ülkelerinde yerel yönetimler sosyal devletin yerel
167
ölçekteki uygulayıcısı haline gelmişlerdir. Ulusal düzeyde belirlenen sosyal
politikalar yerel yönetimler tarafından uygulanırken yine bu ülkelerde refah
belediyesi kavramı yerel yönetimlerin sosyal politika üretimindeki önemli rolüne
dikkat çekmek için kullanılmaktadır(Ersöz, 2005:770). 1970 yıllarındaki ekonomik
krize kadar yerel yönetimler sosyal refah devlet işlevlerinin yerine getirilmesinde
önemli bir araç olmuştur.
1970 dünya ekonomik krizinden bu yana kentlerde ve diğer yerleşim
yerlerinde sosyal politikalara duyulan ihtiyaç azalmamış artmıştır. Sosyal devlet
anlayışı yerel yönetimlerin uygulamalarını ekonomik kaynakların yeniden
dağıtılmasında bir araç olarak kullanılırken günümüzde liberal politikalar
doğrultusunda yerel yönetimlerin ekonomik ve sosyal yaşamdaki rolünün
azaltılmasına bağlı olarak, yerel yönetimlerin yeniden dağıtım işlevi zayıflamıştır.
Yerel nitelikteki kamusal hizmetlerin piyasaya açılması ve fiyatlandırılması
sonucunda zayıf toplum kesimlerinin bu olanaklardan yoksun kalma sonucunu
doğurmuştur. Yerel yönetimlerin sosyal devlet anlayışındaki değişimlere bağlı olarak
dönüşüm geçirdiği görülmektedir.
OECD ülkelerinde refah devletinin geçirdiği değişim süreçlerinde yerel
yönetimler doğrudan etkilenmişlerdir. Bir ülkedeki refah devleti tipi merkezden
yönetilen refah devletinden adem-i merkezi refah merkezine dönüştüğünde yerel
yönetimlerde reorganizasyon süreci yaşanmakta refah devleti rekabet stratejisini
benimsediğinde yerel yönetimlerde piyasa merkezli bir model hakim olmaktadır.
Yerel yönetimler yıllardır refah hizmetlerinin lider üreticilerinden biri olmuştur.
Ancak yerel yönetimlerin refah hizmetlerinin sağlanması rolü de 1980’lerin
sonlarından itibaren büyük değişikliğe uğramıştır. Bu kurumlar refah hizmetlerini
doğrudan üreten kurumları iken refah hizmetlerini piyasadan satın alan veya bu
hizmetlerin sağlanmasında garantör olan güvence veren kurumlar haline gelmişlerdir.
Refah devleti döneminde merkezi devlette olduğu gibi yerel yönetimler için de son
aşama olup yerel yönetimlerin sosyal politika fonksiyonları en üst düzeye
ulaşmıştır(Ersöz, 2005: 771-773).
168
Sosyal politikalar dinamik bir yapıya sahip olup çok geniş bir kapsam
içermektedir. Geniş kapsamdaki bu politikaların çeşitli ekonomik politika ve sosyal
politika araçları ile uygulamaya geçirildiği görülmektedir. Bununla birlikte sosyal
politikaların araçları uygulanan ekonomi politikaları, yasal düzenlemeler, kurumsal
düzenlemelerdir. Günümüzde sosyal güvenlik, vergi politikası, gelirin yeniden
dağıtımını sağlamaya çalışırken soysa hizmet ve sosyal yardım politikaları ise gelirin
dağılımının olumsuz sonuçları üzerinde telafi edici niteliktedir. Ulusal düzeydeki bu
araçlar yanında yerel yönetimlerin uyguladıkları imar düzenlemeleri, vergiler,
harçlar, hizmet fiyatları, kentsel alanların yönetimi, yerel düzeyde gelirin yeniden
dağıtılması, yerel yönetimlerin sosyal politika uygulamaları ve faaliyetleridir. Bütün
bu araçlar dışında yerel yönetimler hem aktif hem de pasif nitelikli sosyal ve
ekonomik politikalar üretmek olanağına sahip kuruluşlardır.
Yerel yönetimler yoksulluğa karşı vatandaşların korunmasını sağlarken
yoksulluğun nedenlerine karşı da kapsamlı sosyal politikalara ihtiyaç vardır. Yerel
yönetimler ekonomik ve sosyal sorunların olumsuz sonuçlarını önlemek için mutlaka
çaba göstermelidir. Ancak yoksulluğu ve sosyal sorunları ortadan kaldırarak
kalkınmayı hedefleyen aktif nitelikli ekonomik ve sosyal politikalar uygulamak yerel
yönetimlerin önemli faaliyet alanıdır. Aksi halde işsizlik, yoksulluk nedeniyle çıkan
sorunlar yerel yönetimlerin sürekli olarak çözmeye çalıştığı bu nedenle kaynak ve
zaman kaybı yaşadığı sorunlar olacaktır. Örneğin gecekondu sorunu arsa ve konut
fiyatları ile alım gücünün temelde belirlediği bir sorundur. Merkezi yönetimlerin
gelir dağılımı politikaları yanında yerel yönetimler gerek arsa arzını artırarak arsa
fiyatları üzerinde ve konut yapımı ile konut arzını artırarak konut fiyatları üzerinde
etkili olma olanağına sahiptir. Aynı şekilde çevre ve gıda sağlığı konusu, kayıt dışı
ekonomilerden türeyen sorunlar, kentsel ölçekte yerel yönetimlerin girişimleri ve
denetimleri ile çözebileceği sorunlar olarak görülmektedir.
Yerel yönetimlerin sosyal yardımlar kapsamında özellikle muhtaç kişilere
maddi ya da nakdi yardımlar yaptıkları görülmektedir. Sosyal yardımlar, ilgilinin
herhangi katkısı bulunmadığı için, primsiz sosyal güvenlik sistemi olarak da
adlandırılmakta yardıma muhtaç durumdaki kişilere, sosyal gelir sağlanması
169
anlamını taşımaktadır. Sosyal yardım sistemi sosyal güvenlik ihtiyacı en fazla olan
kesimlere sosyal güvenlik sağlaması açısından son derece önemlidir. Yerel
yönetimler çeşitli şekillerdeki sosyal yardım faaliyetleri ile yerel düzeyde sosyal
politikalar ortaya koymaktadırlar. Yoksulluğa karşı mücadelede dikkate alınması
gereken önemli konu, yardıma muhtaç kişilerin muhtaçlık ölçütünün belirlenmesinde
objektif, adil, davranılmasıdır. Aksi halde yerel yönetimler politik kaygılarla sosyal
yardım faaliyetlerine yön verebilmektedirler. Ayrıca sosyal yardıma muhtaç kişilerin
karar verme yetkisini ellerinde bulunduranlar karşısında küçük düşmeleri ya da
onurlarının kırılması gibi bir durumla karşı karşıya kalmaları önlenmelidir. Sosyal
yardımlar insan onuruna yakışan bir şekilde yerine getirilmelidir.
Yerel yönetimler daha çok kamu hizmetlerinin verilmesinde rol aldıkları
görülmektedir. Ancak Yerel yönetimlerin merkezi devletle birlikte kamu hizmetlerini
yerine getirirken daha çok geniş anlamda sosyal politikanın konusuna giren
hizmetlerin yerine getirilmesinde görev almışlarıdır. “Çünkü işçi sınıflı merkezli ve
çalışma hayatını düzenleme amaçlı sosyal politika önlemlerinin neredeyse tamamı
yasama erkine sahip merkezi devlet tarafından yürütülebilecek bölgesel nitelikli değil
ulusal düzeydeki politikalardır. Örneğin çalışma koşullarını iyileştirmeye yönelik
yasal düzenlemeler bir ülkedeki tüm işçi ve işverenler için bağlayıcı olup her yerel
yönetimin ayrı ayrı düzenlenmelerine terk edilemez”(Ersöz, 2005:763). Yerel
yönetimlere ilişkin yasal düzenlemeler bu yönetimlere gelir dağılımını düzenleyici ve
gelir dağılımı adaletini sağlayıcı birçok yetki ve uygulama aracı vermesine karşın
yerel yönetimler gerek kaynak gerek nitelikli yönetim ve nitelikli personel gibi
sorunları nedeniyle bu alanda yeterince etkinlik gösterememektedir. Örneğin yerel
yönetimler konut alanında çok önemli işlevler üstlenecek yetki ve araçlara sahip
olmakla birlikte bu alan inşaat müteahhitlerine terk edilmiş görülmektedir. Ayrıca
yerel yönetimler piyasa başarısızlıkları ve yetersizliklerinin olduğu alanda ekonomik
girişimlerde bulunarak hem ekonomik istikrarın sağlanmasında hem de gelir dağılımı
adaletinin sağlanmasında önemli roller üstlenebilirler. Gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerin belediyelerinin ekonomik girişimleri aracılığıyla kaynak dağılımını
etkiledikleri görülmektedir. Böylece oluşturulan ekonomik girişimlerde yerel
yönetimler önemli büyüklükte istihdam sağlayabilmektedirler. Özellikle gelişmiş
170
ülkelerde kamu sektörü istihdamının önemli bir kısmı yerel yönetim birimleri
bünyesinde olup bu ülkelerde dar anlamda sosyal politikanın oluşturulmasında rol
aldıkları ifade edilmektedir. “Bu kurumlar toplu pazarlık müzakerelerindeki
tutumları ve toplu iş sözleşmelerinde ülke genelinde örnek olabilecek çağdaş
düzenlemeleri ile çalışma koşullarının iyileştirilmesine öncülük edebilir, bölgesel
istihdam politikaları uygulayabilirler. Diğer bir ifadeyle yerel yönetimler kamu
hizmetinin sağlanmasına katılımlarının yanı sıra dar anlamda sosyal politika alanında
da fonksiyon icra edebilirler”(Ersöz, 2005:764).
4.8. BELEDĐYELERĐN SOSYAL POLĐTĐKALARI VE
UYGULAMALARI
Yerel yönetimlere yasal düzenlemelerce eğitim, sağlık, konut başta olmak
üzere kadınları çocukları ve bakıma muhtaçları içine alan çok geniş sosyal politika
uygulamalarına ilişkin yetkiler verilmiştir. Ancak bu yetkilere paralel olarak
kaynaklara sahip olamayan yerel yönetimler kıt olan kaynaklarını yerel alt yapı ve su
kanalizasyon temizlik gibi temel kamusal hizmetlerin yerine getirilmesi için
harcamaktadırlar. 2005 tarihinde yürürlülüğe giren 5393 sayılı belediye kanununun
14. maddesinde önce yerel ve ortak nitelikte olmak koşuluyla belediyenin temel
görev alanları ve sonra isteğe bağlı görev alanları sayılmıştır. Bu düzenleme 2.
fıkrada yer alan belediye kanunlarla başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen
mahalli müşterek nitelikteki diğer görev ve hizmetleri de yapar veya yaptırır
hükmüyle birlikte düşünüldüğünde belediye üstlenebileceği yerel ve ortak görevler
bakımından açıkça genel yetkilidir. Ancak herhangi bir kamu kurum yada kuruluşu
belirli bir hizmetin görülmesi konusunda yasa ile yetkilendirildiğinde belediyenin bu
alandaki yetkisi ortadan kalkmaktadır(Erençin, 2006 :23). Bu açıdan bakıldığında
ülkemizde yerel yönetimlerin işlevleri ve faaliyet alanı ile ilgili bir yasal kısıt
bulunmamakla birlikte yerel yönetimlerin geniş işlevleri yerine getirecek mali
olanakların eksikliği ön plana çıkmaktadır. Mali yetersizlikler geniş bir bakışla yerel
yönetimleri bağımlı ve özerklikten uzak bir hale getirmektedir. Dolayısıyla yasal
kısıtlar dışında yerel idarelerin bütçelerinin genişliği ve oluşturulma şekli özerkliğin
ölçülmesinde temel ölçütlerden birisi olarak değerlendirilmektedir.
171
Tablo 8 : 5393 Sayılı Belediye Kanununda Belediyelerin Görev Alanları
Kaynak: Erençin, Arif, Belediye Görevleri Üzerine Bir Đnceleme, Çağdaş Yerel
Yönetimler, Cilt 15, Sayı 1, 2006. s. 23.
Belediyelerin görev alanlarının Tablo 8’de görüldüğü gibi çok geniş olması
belediyelerin yerel yönetim birimi olarak önemini artırmaktadır. Belediyeler
yasasının 14. maddesi sosyal politikaların yerine getirilmesinde çok etkin kuruluşlar
14. Madde
Belediyelerin görev ve Sorumlulukları
14/1-(a) 14/1-(b)
Belediyelerin Temel
Görev Alanları
Belediyelerin Đsteğe Bağlı
Görev Alanları
• Kentsel Altyapı
• Coğrafi Ve Kent Bilgi Sistemleri
• Çevre Ve Çevre Sağlığı
• Temizlik Ve Katı Atık
• Zabıta
• Đtfaiye
• Acil Yardım
• Kurtarma Ve Ambulans
• Şehir Đçi Trafik
• Defin Ve Mezarlıklar
• Ağaçlandırma
• Park Ve Yeşil Alan
• Konut
• Kültür Ve Sanat
• Turizm Ve Tanıtım
• Gençlik Ve Spor
• Sosyal Hizmet Ve Yardım
• Nikah
• Meslek Ve Beceri Kazandırma
• Ekonomi Ve Ticaretin Geliştirilmesi
• Kadınlar Ve Çocuklar Đçin Koruma Evleri
Açma(Büyük Şehir Belediyeleri Ve Nüfusu
50 Bini Geçen Belediyeler)
• Okul Öncesi Eğitim Kurumları
Açmak
• Okul Binalarının Đnşaatı, Bakım Ve
Onarımı, Malzeme Đhtiyaçlarının
Karşılanması
• Sağlık Tesisi Açma Ve Đşletme
• Kültür Ve Tabiat Varlıklarının
Korunması, Bakım Ve Onarımı,
Yeniden Đnşası
• Öğrencilere Ve Amatör Spor
Kulüplerine Destek
• Amatör Spor Karşılaşmaları
Düzenlemek
• Başarılı Sporculara Ödül Vermek
• Gıda Bankacılığı
172
olduğunu göstermektedir. Özellikle gelişmiş ülkelerde eğitim, sağlık ve konut
alanında çok etkin oldukları görülürken ülkemizde Büyükşehir belediye dışındaki
belediyelerin aynı etkinliği gösteremedikleri görülmektedir. Büyükşehir belediyeleri
dışındaki belediyeler çeşitli yetersizlikler ve kaynak yetersizliği nedeniyle kentsel
altyapı ve kamu hizmetlerinin verilmesi konusuna yönelmişlerdir. Ancak yasal
düzenlemeler çerçevesinde bakıldığında belediyeler önemli işlevler üstlenebilecek
yetkilere sahiptirler.
“Yeni belediye yasası ifadesiyle, belediyelerin diğer kamu kurum ve
kuruluşlarına açıkça terk edilmemiş herhangi bir görev konusunda doğrudan harekete
geçebileceklerini düzenlemektedir. Bu, belediyelerin gerçek bir yerel yönetim birimi
olmaları yolunda atılmış önemli bir adım olarak nitelendirilmektedir”(Ersöz, 2006:
136). Bu düzenlemelerle yerel yönetimlerin özelleştirme, yap işlet devret, hizmet
satın alınması gibi alternatif hizmet sunma biçimlerinin yaygınlaştığı, bu
düzenlemelerin alternatif hizmet sunma yöntemlerine bir atıf olduğu
görülmektedir(Yıldırım, 2004: 25).
Sosyal politika alanının genişlemesine bağlı olarak yerel yönetimler
kendilerine kaynak yaratabilecek girişimlerde bulunmak zorundadırlar. Büyükşehir
belediyeleri kaynak bakımından diğer belediyelere oranla merkezi yönetimin
yardımını daha çok almakta ve sosyal politika uygulamalarına daha fazla
yöneldikleri görülmektedir. Özellikle sağlık konut ve eğitim alanında büyükşehir
belediyeleri sosyal politikalar uygulamakta yoksul toplum kesimlerine gelir transfer
edebilmektedirler. Ancak diğer belediyeler temel alt yapı ve temel hizmetleri dışında
çok etkin olamamaktadırlar. Belediyelerin faaliyet alanlarını ele aldığımızda,
belediyeler ekonomik ve sosyal yaşamda son derece etkin oldukları görülür.
Belediyelerin vatandaşların yaşam kalitesini doğrudan ve yakından etkileyen
kuruluşlar oldukları görülür. Belediyelerin önemli faaliyet alanlarından başlıcaları,
ekonomik girişimler kurmak, konut yapımında bulunmak, piyasa denetimleri yapmak
ve toplumun sosyo-kültürel gelişimini sağlamak için geliştirilen etkinlikler olarak
sayılabilir. Çalışmanın bu bölümünde öne çıkan yerel yönetim birimleri olan
173
belediyelerin, sosyal politika konusunda geniş etkinlik alanının ve yerel yönetimlerin
bu alanlardaki öneminin ortaya konabilmesi için sosyal ve ekonomik etkinliklerinin
başlıcaları incelenecektir.
4.8.1. Belediye Đktisadi Teşebbüsleri ve Đstihdam (BĐT)
Türkiye’de yerel yönetimler içinde en önemli ve en güçlü yönetim birimi
belediyelerdir. Belediyeler istihdam açısından bakıldığında en yetkili ve olanakları
en güçlü kuruluştur. Đl özel idareleri ve köyler istihdam oluşturabilme açısından
sınırlı olanaklara sahiptir. Bu özelliği nedeni ile belediyeler çeşitli bağlı kuruluşları
ve kendi bünyelerinde istihdama katkıda bulunma olanağının genişliği ile dar
anlamda sosyal politika konusunda öne çıkarlar. Kalıcı olarak işsizlik sorununun
çözümü için yatırım ve kalkınma zorunludur. Đşsizlik konusunda pasif istihdam
politikaları sosyal güvenlik sisteminin işleyişi bakımından sürekli hale getirilemezler.
Bu nedenle kalkınma programlarının temel amacı sanayileşme düzeyini arttırarak
işsizliği azaltmaktır.
Sanayileşme ve hızlı nüfus artışı ile ortaya çıkan kentsel sorunların çözülmesi
için vatandaşlara sunulan yerel hizmetlerin çeşitlenerek artışı yerel yönetimleri çeşitli
girişimlere zorlamıştır. Ayrıca ekonomide yaşanan piyasa başarısızlıkları da bu
arayışın önemli bir nedenlerinden biri olmuştur. Yerel yönetimler yerel yönetsel ve
siyasal bir kademe olmaktan öte ekonomik girişimlerde bulunmak zorunda kalmıştır.
Yerel yönetimler yerel anlamda sosyal yardım ve hizmetlerin daha etkin, verimli
sunulması, daha düşük maliyetle mal ve hizmet üretmek için faaliyetlerini ekonomik
girişimler yolu ile genişletmişlerdir. Günümüzde kent yönetimleri büyüklükleri
oranında ekonomik girişimler kurmakta ya da kurulmuş bulunan girişimlerde
ortaklıklar kurmaktadırlar. Yerel yönetimler gerek ülke bazında makro ekonomik
sosyal planlamaların bir sonucu gerekse yerel koşulların bir sonucu olarak çeşitli
ekonomik girişimlerde bulunmak zorunda olmuşlardır.
“Bu bağlamda, günümüzde belediye bünyesinde yer alan ve ayrı tüzel kişiliği
bulunan bağlı kuruluş, iktisadi teşekkül ve benzeri örgütlenmelerin yanında, katma
174
bütçe, fon, işletme, sandık gibi çeşitli adlar altında faaliyet gösteren ve tüzel kişiliği
bulunmayan, ancak belirli bir özerklik içerisinde hareket eden çok sayıda oluşuma
yer verildiği bilinmektedir. Bu oluşumlar, genel olarak, belediye iktisadi teşebbüsleri
şeklinde nitelenmektedir”(Berk, 2003: 47) Belediye girişimleri ile diğer yerel
yönetim kademlerinin ekonomik girişimleri mal ve hizmet üreterek ekonomiye katkı
sağlama yanında istihdama büyük katkı sağlamaktadır. Yerel yönetim girişimleri
kamusal fayda ilkesi ile mal ve hizmet üreterek piyasadaki üretim miktarını
arttırmaktadır. Yerel yönetim girişimleri ve özellikle belediye iktisadi teşekkülleri
mal ve hizmet miktarını arttırarak fiyatları etkilerken enflasyonu önleme konusunda
da önemli işlev yüklenmektedir. Günümüzde kent yönetimleri olan belediyeler, dar
gelirli kesimler lehine çeşitli mal ve hizmet üretimini sağlamaktadır. Belediyelerin
tanzim satış mağazaları, ekmek fırınları, altyapıya yönelik mal üretmek amacıyla
asfalt üretimi, yol malzemeleri üretimi bu işletmelere verilebilecek örneklerdir. Bu
işletmeler özel kesimde olduğu gibi kar maksimizasyonu dışında sosyal fayda, sosyal
kar ilkesi ile faaliyet göstermektedir.
Belediye iktisadi teşekkülleri özel hukuk tüzel kişisi olarak faaliyetlerini
sürdürmektedirler. Bu girişimler belediyelerin hisselerinin tamamına sahip olduğu
kuruluşlar olabildikleri gibi hisselerinin bir kısmının sahibi oldukları ortaklıklar
şeklinde de kurulabilmektedir. Bu kuruluş genellikle kar amacı gütmeyen ekmek, su,
ulaşım, gibi halkın temel ihtiyaçlarını karşılamayı, bölge kalkınmasını ya da gider
tasarrufunu amaçlayan kuruluşlardır. Bu girişimlerin bazen otopark işletmeciliği
pazaryeri ve diğer tesislerin kurulması ve işletilmesi gibi kar amaçlı çalıştığı ve
belediyelere gelir sağlamak amacını taşıdığı da görülür.
BĐT’lerin kuruluş nedenlerini Berk şu şekilde sıralamıştır:
- Yerel doğal tekeller: Su, gaz ve ulaşım gibi hizmetler.
- Devletin ve Kamu Đktisadi Teşebbüsleri’nin üstlenmediği temel ihtiyaç
maddelerinin makul fiyatlarla yerel tüketicilere sağlanmasının temini: Ekmek, un, et,
şeker ve kömür gibi ihtiyaçların temini; tanzim satış mağazaları; kreş, düğün ve
nikah salonlarının kurulup işletilmesi, içme suyu temini ve halka ulaştırılması gibi.
175
- Yerel kalkınma girişimlerine öncülük çabaları: Yerel yönetimler, sermaye ve
müteşebbis kıtlığını, yerel vergi gelirleri ve bürokratlarla aşmaya çalışmış, halı,
dokuma, konfeksiyon, kaplıca, tatil köyü gibi kalkınma projelerini üstlenerek yerel
kalkınmaya öncülük etmiştir.
- Hizmet sunumunu olumsuz etkileyen mevcut bürokratik yapının dışına çıkma
isteği.
- Yeni gelir kaynakları yaratma isteği.
- Nitelikli eleman istihdam etme isteği: Belediyelerin tabi olduğu ücret rejimi
nitelikli elemanları istihdam etmeye imkan vermediğinden kurulan şirketlerin
yönetim kademelerine getirilen nitelikli elemanlara ek gelir olanakları
sunulmaktadır.
- Merkezi yönetimin denetiminden kurtulma isteği : Belediyeler kamu
hukukuna tabi olduğundan merkezi yönetimin (Bakanlıklar, Sayıştay vb.) denetimi
altındadırlar. Belediye Đktisadi Teşebbüslerinin çoğu özel hukuka bağlı
olduklarından sadece Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın denetimi altında olup,
denetimleri özel hukuk hükümlerine göre gerçekleşmektedir(Berk, 2003: 56).
Yerel yönetim girişimlerinin temel olarak kurulma nedenleri hizmet genişliği
ve kalitesinin sağlanması için gerekli olan kaynaklarının kıtlığı etrafında
toplanmaktadır. Bunun dışında doğal tekeller, korunmaya muhtaç kesimlere
korumanın sağlanması bu girişimlerin kurulma nedenlerini oluşturmaktadır. Yerel
yönetimler bu girişimlerinde sosyal fayda amacı taşırlar. Belediye kuruluşlarının
belediyeye yakın siyasal düşüncedekilerin iş olanaklarına kavuşturulması ve belediye
başkanlarının kendilerine ek gelir oluşturmak amaçları ile kullanılması eleştirilen bir
nokta olarak görülmektedir. Yerel yönetimlerin son dönemde özelleştirmeler yolu ile
girişimlerini piyasaya açtıkları ya da piyasadan mal ve hizmet satın aldıkları
görülmektedir. Bu süreçte piyasa mekanizmasına ağırlık verilmektedir. Piyasa
mekanizması çerçevesinde piyasa mantığı ile çalışan özel girişimler ise kar amacını
benimsedikleri için sosyal amaçlar taşımamaktadırlar. Bu nedenle düşük gelirli
kesimler özelleştirmeler ve hizmet satın alınmasından olumsuz etkilenmektedir.
Benimsenen yeni politikalar uygulanan sosyal politikaları daraltarak düşük gelir
grupların kurumsal ve yasal yardımlar dışına çıkartılması sonucunu doğurmaktadır.
176
Yerel yönetimlerin ekonomik kuruluşları yerel halk için son derece önemli ve
zorunlu temel hizmetlerin üretilmesinde rol almaktadırlar. Bu anlamda BĐT’lerin
sosyal politika üretmede belediyelerin temel araçlarından birisi olduğu ve bu
araçların sosyal fayda yaratmak amacı ile etkin ve verimli kullanılmasının çok
önemli olduğu görülmektedir.
4.8.2. Konut Politikası
Sanayileşme ile ortaya çıkan sosyal sorunlardan bir tanesi de konut sorunudur.
Kentlerdeki nüfus yoğunluğunun artışı ve yığılmalar kentlerde barınma sorununu
ortaya çıkarmaktadır. Dar gelirli bağımlı çalışanların sayısındaki artış çok sayıda ve
yeterli kalitede konut yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu konuda Đmar yasası
yetkilerini elinde bulunduran belediyeler yetkili ve görevli kılınmıştır. 5393 Sayılı
Belediye Kanununda Belediyenin görev alanları arasında konut sayılmıştır.
Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye bağlı olarak ortaya çıkan kentleşme hızlı nüfus
artışı ve nüfusun alanda yoğunlaşması sonucunu doğurur. Artan nüfusun barınma
sorunlarının çözülmesi sosyal politikanın önemli bir alanı haline gelmiştir. Birçok
ülke konut politikalarını devlete görev olarak yükleyerek konut ihtiyaçlarının
giderilmesini sosyal devlet kapsamı içine almıştır. Kent alanlarının etkin kullanımı
konut ve ekonomik faaliyetlerin sürdürülebilmesi için gerekli olan mekanların
oluşturulmasının önemini artırmış, yönetimlerin bu konu üzerinde kapsamlı
çalışmalar yapmalarını gerektirmiştir.
Günümüzde gelişmekte olan ülkelerde kentleşmenin sanayileşme hızından
kopuk ve sanayileşme hızından daha yüksek oluşu nedeniyle kentlerdeki aşırı nüfus
sadece konut açığı soru ortaya çıkarmamakta ayrıca gecekondulaşma, işsizlik,
marjinal sektörlerin ortaya çıkışı gibi pek çok ekonomik ve sosyal sorun ortaya
çıkarmaktadır. Sınırlı kaynaklara sahip olan gelişmekte olan ülkelerde sorunun
çözümü daha da güçleşmektedir.
Konut sorunu barınma ihtiyacına yönelik olarak sosyal bir sorun olarak ele
alınırken diğer bir yönü ile ise konut sorunu az olan kaynakların etkin kullanımı
177
açısından ve sektörel olarak üretim ve istihdam boyutu ile ekonomik bir nitelik
taşımaktadır. Ayrıca ülkedeki işgücünün barınma sorununun rahat ve sağlıklı
konutlarla çözülmesi işgücünün verimliliği ve motivasyonu üzerinde doğrudan
etkilere sahiptir. Bu yönüyle de sosyal sorun ekonomik niteliği ile bir bütün olarak
görülmektedir. Konut sorununun çözümüne yönelik sermaye birikimini azalttığı ve
kalkınma hızını sağlayacak olan kıt kaynakların verimsiz kullanıldığı ileri sürülmekle
birlikte konut sorununun çok önemli bir sorun olduğu açıktır. Konut sorununun
çözümüne yönelik tedbirlerin ekonomik ve sosyal etkilerini Ertürk şu şekilde
sıralamaktadır;
- Konut sorununun çözümü, adil olmayan gelir dağılımının
iyileştirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
- Konut sorununun çözümü bireylerin toplumsal uyumunda ve
siyasal istikrarın oluşumunda yardımcı olmaktadır.
- Konut sektörü işgücü yoğun bir sektör olduğundan önemli ölçüde
istihdam olanağı yaratmaktadır.
- Barınma koşullarının iyileştirilmesi işgücü verimliliğini
arttırmaktadır (Ertürk, 1997: 193-195).
Konut sorununun çözülmesi için gelir dağılımının iyileştirilerek konut
yapımının düzenlenmesi gereklidir. Bu amaçla imar yasası yetkileri ile arsa arzını
elinde bulunduran ve konut yapımı ile ilgili olarak diğer kuruluşlara göre daha geniş
olanakları elinde bulunduran belediyelerin etkili olması zorunludur. Ayrıca kent
planlaması görevini almış bulunan belediyelerin kent gelişim planlarına uygun olarak
gelişen bir konut politikasını hayata geçirmeleri zorunluluğu vardır. Aksi halde
kentsel gelişime uyumlu olamayan altyapıdan uzak ve estetik olamayan bir
yapılaşma ile karşılaşılacaktır. Oluşturulması gereken toplumsal konut politikasının
taşıması gereken unsurlarını Ertürk şöyle sıralamıştır: Politikanın toplumsal
kalkınma hedefleri ile uyumunun sağlanması, Politikanın ilgili ülkenin gelişme ve
kent politikaları ile uyumunun sağlanması, Politikanın toplumsal sınıf , gelir düzeyi
ve konut standartları bakımından önceliklerinin olması(Ertürk. 1997: 205). Dolayısı
ile ülkemizde hem bir yatırım hem de bir tüketim malı olma özelliği gösteren
178
konutun, devlet yerel yönetimler ve diğer kuruluşlar arasında geniş bir eşgüdüm
gerektiren önemli bir sosyal ve ekonomik sorun olduğu görülmektedir. Düşük
gelirlilere yönelik konut politikasının eşgüdüm halinde geliştirilip uygulanması, etkin
bir kira denetimi sağlanması dar gelirliler açısından son derece önemlidir. Böylelikle
konut sorununu çözümü ile gecekondu sorununun ortadan kalkması sağlanmış
olacaktır. Bunun için imar yasasının verdiği yetkilere dayanarak belediyelerin arsa
arzını artırarak kentsel rantların dar gelirli kesimlere zarar vermemesi sağlanmalıdır.
Kentlerin büyümesi sonucu ortaya çıkan toprak rantı önemli ekonomik ve sosyal
sorunlar çıkarmaktadır. Çünkü toprakların arzının kıt oluşu ve kent merkezlerine
yakınlık gibi konumsal nedenlerle büyüyen toprak rantı aynı zamanda gelir, bölüşüm
sorunudur. Bu amaçla belediyeler arsaların spekülatif amaçlarla kullanılmasının
önüne geçmelidirler. Kent topraklarının toprak rantı nedeni ile spekülatif amaçlarla
kullanılması düşük gelirli kesimlerin konut sorununu ve gecekondu sorununu daha
da büyütmektedir. Bu nedenle belediyeler kentsel toprakların yönetimini bireyler
yanında geniş toplumsal kesimler yararına olacak şekilde yürütmelidirler. Ayrıca
belediyeler pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi piyasanın yanında konut yapımını
üstlenerek konut arzını arttırmalı kentsel rantların dar gelirli kesimleri ezmesinin
önüne geçmelidirler. Aksi halde kırdan göçenlerin ve kentsel işlerde istihdam
edilemeyen yoksul kesimlerce çözüm olarak başvurulan gecekondu sorunu
büyümektedir. Gecekondular konut fiyatlarının yüksek olduğu ve konut yapımı için
kent toprağı arzının yetersizliği sonucunda artmaktadır. Ülkemizde konut yapımı
konusunda Toplu Konut Đdaresince başarılı çalışmalar yapıldığı görülmektedir.
4.8.3. Piyasa Denetimi ve Tüketicinin Korunması
Yerel yönetimler piyasa denetimi ve tüketicinin korunması amacı ile
faaliyetlerde de bulunurlar. Bu faaliyet alanlarından biri de halkın temel
ihtiyaçlarının sağlanmasında gıda güvenliği ile ucuzluğun sağlanmasıdır. Temel
ihtiyaçların fiyatlarının düşük tutulması dar gelirli kesimler açısından çok önemlidir.
Yerel yönetimler fiyat denetimlerini o yörede yaşayan halkın ekonomik yararı
doğrultusunda gerçekleştirirler. Yerel yönetimler ve özellikle kent yönetimini
üstlenen belediyeler tüketiciyi korumak amacıyla faaliyet göstermektedirler. Bu
179
amaçla yaptıkları faaliyetler iki şekilde incelenebilir. Đlk olarak belediyeler yasal
mevzuatın kendilerine vermiş olduğu bir çok yetkiyi kullanarak belediye sınırları
içerisindeki ekonomik faaliyetlerde denetim yapabilmektedir. Özellikle halk sağlığı
ve gıda kontrolü, tartı ve ölçü aletlerinin kontrolü, fiyat denetimleri, çevre sağlığı ve
çevre güvenliği, imar izni ve imar ruhsatları gibi pek çok konuda yasaların vermiş
olduğu denetim yetkilerini kullanırlar. Bu yetkilerini belediyeler ve diğer yerel
yönetim kuruluşları toplumun yararı ve toplum ve çevre sağlığının sağlanması
amacıyla kullanırlar.
Đkinci olarak belediyeler mal ve hizmet piyasasına girişimci olarak katılarak
piyasa denetimini gerçekleştirirler. Belediyeler halka ucuz ve sağlıklı gıda ve temiz
bir çevre sunmak amacıyla çeşitli faaliyetlerde bulunurlar. Belediyelerin bu
faaliyetleri ile ilgili olarak altyapı hizmetlerinin belediye eli ile sunulması, halk
ekmek fabrikaları, alt yapıya ilişkin imalat faaliyetleri, konut yapım faaliyetleri,
örnek olarak verilebilir. Belediyeler halk ekmek fabrikaları yani fırınlar çalıştırarak
dar gelirli ve yoksulların ekmek ihtiyacının karşılanmasını sağlarlar. Bunun dışında
tanzim satış mağazaları ile de gıda ve diğer tüketim maddeleri satışı yaparak yoksul
kesimlerin ucuz ve güvenli alışveriş yapmalarını sağlarlar. Bu faaliyetler günümüzde
özellikle büyük ilçe merkezlerinde ve illerde belediyeler tarafından yürütülmektedir.
Bu temel faaliyetler dışında Büyükşehir belediyeleri geniş bütçe sahip olmaları
nedeniyle olanakları ile çok daha fazla sosyal ve ekonomik hizmetler sunmaktadırlar.
Ülkemizde Đstanbul, Ankara, Đzmir gibi Büyükşehir belediyelerinin tüketicinin
korunmasına yönelik olarak çok daha fazla olanağa sahip oldukları görülmektedir.
Yerel yönetimler bu faaliyetleri ile mevzuat ve düzenleme yetkilisi olarak değil
piyasada rekabet eden bir aktör olarak faaliyet göstermektedir. Bu faaliyetleri ile
yerel yönetimler geniş toplum kesimlerine yönelik yararlar sunarlar. Geniş halk
kesimleri için hizmet verirken aynı zamanda istihdama katkıda bulunurlar.
4.8.4. Çevre Politikası ve Çevre Denetimi
Teknolojik gelişmeler, sanayileşme, nüfus artışı gibi nedenlerle dünyanın
bütün kentlerinde ve diğer yaşam alanlarında çevre sorunları görülmektedir. Bu
180
sorunlar sanayileşmeye bağlı olarak ve sanayi tüketiminin artışına bağlı olarak da
giderek artmaktadır. Çevre sorunu tüm canlı yaşamını tehdit eder boyutlarda her
türlü çevre kirliliğini ifade etmektedir. Canlı yaşamının sağlıklı olarak
sürdürülebilmesi için ülke bazında çabaların yeterli olamayışı neden ile sorunun
çözümü için uluslararası platformda faaliyetler sürdürülmektedir. Bu amaçla her
kentin ülkenin ve dünyanın sağlıklı bir çevre politikası oluşturulması ve bunun
benimsenmesine ihtiyaç vardır. Sorunun büklüğü karşısında her yönetim
kademesinde çevre sağlığı konusunda birimler oluşturulmaktadır. Ülke düzeyinde
bakanlıklar sorunun çözümü ile ilgili çalışırken kentlerde çevre ile ilgili birimler
özellikle belediyelerde kurulmuştur.
Doğadaki ekolojik dengenin bozulması tüm canlıların yaşamını olumsuz
etkilemektedir. Bu nedenle yerel yönetimler halkın temiz ve sağlıklı bir çevrede
yaşaması ve sağlıklı gıdaların tüketilmesi konusunda önemli görevler üstlenmişlerdir.
Çevre sorunu her ne kadar bakanlık düzeyinde ele alınsa da yerel çözümlerin
üretilmesi zorunlu olan önemli bir alandır. Her kentsel alanın kendine özgü sorunları
olmakla birlikte çevre bir bütün oluşturmaktadır. Örneğin bir havzadaki suyu
kilometrelerce uzaktaki bir başka kent kullanabilmektedir. Öyle ki bir kentin çevre
sorunlarını çözmesi dahi yeterli olmamakta çevre sağlığı ve temizliği için yerel,
ulusal hatta uluslar arası düzeyde işbirliği gerekmektedir. Bu konuda ülke
yönetimlerinin ve kent yönetimlerinin son yıllarda artan duyarlılıklarına karşın
sorunun çözülmesi için yeterince yol alınmış değildir.
Kentlerde yaşanan çevre sorunları çok geniş bir çalışma alanını
kapsamaktadır. Bu sorunları şu şekilde sıralamak olanaklıdır: Hava kirliliği, su
kirliliği(içme suları, göl, ırmak, deniz suları,) katı atıklar (çöp), atık suları
(kanalizasyon), cadde ve sokakların düzeni, imar planlarına uygun yapılaşma
(gecekondu), trafik, gürültü kirliliği, bulaşıcı hastalıklar, gıda temizliği gibi. Bu
amaçla yerel yönetimler çevre müdürlükleri kurarak bu sorunları kurumsallaşmış bir
şekilde çözmeye çalışmaktadırlar.
181
Çevre temizliği günümüzde kent yönetimlerinin başarılı olarak
nitelendirilmelerinde önemli ölçütlerden biri haline gelmiştir. Bu amaçla kent
yönetimleri, trafiğin düzenlenmesi, yatırım alanlarının düzenlenmesi, oturma
alanlarının ve binaların düzenlenmesi, diğer bir ifade ile kent imar planlaması,
ısıtma, enerji tüketimi, parklar, bahçeler, spor alanları, oyun ve gezi alanlarını da
içine alan bir çevre politikasına sahip olup uygulamaya başlamışlardır. Çevre
temizliği tüm kentliler açısından çok önemli bir konudur. Çevre sorunu sağlıklı
tarım, sağlıklı gıda, temiz gıda konusu ile de iç içe geçen ve önemli bir sorundur. Son
yıllarda halkın bu konularda daha bilinçli olduğu ve yerel yönetimlerden
beklentilerinin arttığı görülmektedir.
4.8.5. Sosyal ve Kültürel Hizmetler
Yerel yönetimlerin diğer bir hizmet alanını da sosyal ve kültürel hizmetler
oluşturmaktadır. Yerel yönetimlerin sosyal ve kültürel hizmet alanları çok çeşitlidir.
Yerel yönetimler bu amaçla organizasyon yapıları içerisinde bu konuyla ilgili
birimler kurmakta, kurulan bu birimlerde konu ile ilgili uzman personel istihdam
etmektedir. Sosyal ve kültürel hizmetler kentleşmenin getirdiği toplumsal yapıda
toplumsal uyum ve bütünlüğün sağlanmasında son derece önemli birçok işlev
yüklenmektedir. Ağırlaşan ekonomik ve sosyal hayat içerisinde sosyal, kültürel,
sportif etkinlik ve faaliyetler kentlilerin fiziksel sağlık ve ruhsal sağlığının
korunmasında yararlı olmaktadır. Yerel yönetimler ve özellikle belediyelerden
insanların bu yöndeki beklentileri giderek artmış, belediyeler bu konularda çok
başarılı uygulamalara girişmişlerdir.
Sanayileşme ile değişen toplumsal yapı dinamik bir özellik göstermektedir.
Buna bağlı olarak sosyo-ekonomik yapı birçok sosyal sorunu doğurmaktadır.
Sanayileşmenin artmasıyla çekirdek aileye dönüşüm yaşanmaktadır. Değişen sosyo-
ekonomik yapının çekirdek aileyi yaygınlaştırmasıyla yaşlıları ve çocukların bakımı
endüstri toplumlarının önemli sorunlarından birisi olarak ortaya çıkmaktadır. Yine
ekonomik ve sosyal yapıya bağlı olarak kadının çalışma yaşamına girişi ile birlikte
182
çocukların ve yaşlıların bakımı sosyal bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu amaçla
belediyeler çocuk bakım evleri ve yaşlı bakım evleri açarak bu konuda sosyal hizmet
üretmektedirler. Belediyeler çok yaygın olarak çocuk bakımevi ve kreşler,
anasınıfları ile yaşlılar için huzurevi açmaktadırlar. Böylelikle çalışan işgücünün
verim düzeyi arttırılmakta, bunun yanında çalışarak emekli olmuş yaşlıların da huzur
içinde ve mutlu bir şekilde hayatlarını devam ettirtmeleri sağlanmış olmaktadır.
Yerel yönetimler sağlıktan eğitime kültürden spora kadar çok çeşitli
faaliyetleri yürütmek zorunda kalmışlardır. Özellikle belediyelerin konservatuvarlar
kurduklarını, çeşitli sergiler açtıklarını, spor tesisleri açtıklarını, sportif faaliyetlere
katıldıklarını, kütüphaneler açtıklarını, yayınlar, paneller, konferanslar ve
sempozyumlar düzenleyerek daha birçok kültürel hizmet verdikleri görülmektedir.
Bunların dışında belediyelerin faaliyetleri çocuk bakım evleri, kreşler, anaokulları,
eğlence alanları, tiyatrolar, kadın sığınma evleri, düşkünler ve yaşlılar için aş evleri
ve sığınma evleri, özürlülere yönelik kazandırma faaliyetleri, müzeler işletme,
mesleki ve teknik kurslar açmak olarak sıralanabilir. Belediyeler bu görevlerin
dışında Đtfaiye, hizmetleri, mezarlıklar gibi temel hizmetleri de yerine
getirmektedirler.
Yerel yönetimlerin sosyal ve kültürel hizmetlerinin özellikle Büyükşehir
belediyelerinde bütçe olanakları içerisinde oldukça kapsamlı olduğu görülmektedir.
Yerel yönetimlerde soysal ve kültürel hizmetlerin sunulmasında birçok etken yanında
en önemli kısıtlayıcı etkenin bütçe olanakları olduğu görülmektedir. Orta ölçekli bir
kent yerel yönetimi olan Sivas belediyesinin sosyal ve kültürel hizmetlerine
bakıldığında yine önemli hizmetler yürüttüğü görülmektedir. Sivas belediyesi 2007
yılı faaliyet raporuna göre belediyenin gerçekleştirdiği faaliyetler çok çeşitlidir.
Belediye Kültür ve Sosyal işler Müdürlüğü 2007 yılı içerisinde, Her Şey
Yandı Gül Oldu adlı Şiir Programı, Osmanlıca Kursu, Halk Gezileri, II. Buruciye
Şiir Akşamları programı gibi kültürel etkinlikler yürütmüştür. Belediye Kültür ve
Sosyal Đşler Müdürlüğü toplantı salonunda oluşturulan kütüphanede okuma
183
alışkanlığını yaygınlaştırmak ve boş zamanların verimli değerlendirilmesi için
hizmet verilmektedir. Belediyede bulunan halk oyunları araç gereç ve ekiplerinin yıl
içerisinde düzenlenilen tören ve kutlamalarda temsil görevi yanında halk kültürünün
geliştirilmesi bakımından önemli bir rol oynadığı görülmektedir Belediye ayrıca
Büşra Gündüz Bakımevi ve Kreşi ile çocuklara yönelik olarak hizmet vermektedir.
Belediye halkın spor yapmasına olanak sağlamak için belediyeye ait olan Sabahattin
Öztürk Spor Salonunda faydalanmak isteyenlere hizmet vermektedir(SĐVAS
BELEDĐYESĐ 2007 FAALĐYET RAPORU:81-82).
Sivas belediyesinin sosyal hizmetleri kapsamında, belediye bünyesindeki
Özürlüler kültür merkezi bünyesinde yürütülen kurs ve eğitim çalışmaları ile
engellilere beceri ve meslek kazandırıcı faaliyetler yürütülerek engellilerin
toplumdan soyutlanmaları önlenerek topluma kazandırılmaları için çalışıldığı da
görülmektedir. Özürlüler kültür merkezinde özürlülerin istihdamına yönelik ve
topluma kazandırılmalarına yönelik olmak üzere yürütülen diğer çalışmalar faaliyet
raporunda şu şekilde belirtilmiştir:
- Türkiye genelinde engellilerin sorunlarını dile getiren ve özürlü
kuruluşlardan biri olan Türkiye Sakatlar Konfederasyonu, Türkiye Ortopedik
Engelliler Federasyonu ve çeşitli illerden gelen Dernek Başkanları ile birlikte
1.Geleneksel Engelliler Şenliği gerçekleştirilmiştir.
- Engelli Bireylere Yönelik Kurslar verilip Ortopedik Engelliler Derneği ile
ortaklaşa Takı Tasarımcılığı Kursu, Sivas Hizmet Vakfı ile ortaklaşa Webb
Tasarımcılığı ve Grafikerlik Kursu, Görme Engelliler Derneği ile ortaklaşa Đngilizce
Kursu, Beyaz Ay Derneği ile ortaklaşa Bilgisayar kursu gerçekleştirilmiştir.
- On Kursiyerin katılımıyla Ebru kursları düzenlendi ve üretilen eserlerden
oluşan Ebru Kursu Sergisi açılmıştır.
184
- 2007 yılı içerisinde ortopedik engelli olup maddi imkansızlıklar nedeniyle
akülü araba veya tekerlekli sandalye alamayan 30 ortopedik şahsa akülü araba ve
tekerlekli sandalye verilmiştir.
- Đşitme Engelli bireylere yönelik Okuma - Yazma kursları düzenlenmiş
engellilerin katıldığı panel konferans ve bilgilendirici toplantılar düzenlenmiştir.
Özürlüler kültür merkezinde engellilerin rehabilitasyonu çalışmalarının yapıldığı
belirtilmiştir(SĐVAS BELEDĐYESĐ 2007 FAALĐYET RAPORU: 100).
Yine belediye bünyesinde Engelliler Danışma ve Koordinasyon Merkezi
oluşturularak Sivas ilindeki bulunan ancak kültür merkezine gidemeyecek olan
engellilerin sorunlarına çözüm bulup onlara yardım etmeyi, onları kültürel olarak
desteklemeyi amaçlayan bir birim olarak dikkat çekmektedir. Sivas belediyesi ayrıca
kadınlara yönelik mesleki, eğitici ve kültürel faaliyetler yürütmek için Hanımlar
Kültür Merkezi oluşturduğu görülmektedir.
4.8.6. Sosyal Yardım ve Sağlık Hizmetleri
Yerel yönetimlerin sosyal yardımları ayrı bir inceme konusunu
oluşturabilecek kadar zengin içeriğe sahiptir. Sosyal yardım, sosyal güvenlikte en
geç gelişen ve sosyal politikanın giderek önem kazanan bir aracıdır. Sosyal yardımlar
aileleri ve bireyleri yoksulluktan, yoksulluk nedeniyle ve diğer nedenlerle ortaya
çıkan sosyal dışlanmadan koruyan en son başvurulan önlemlerdir. Bu nedenle sosyal
yardımların etkin bir şekilde yapılması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Sosyal yardım sosyal politikanın en eski ve en çok bilinen bir alanıdır. Sosyal yardım
sanayi toplumunun gelişiminden önce sosyal güvenliğin sağlanmasında geleneksel
araçlardan biridir. En eski örneklerini dini inançlarda gördüğümüz sosyal yardımlar,
on dokuzuncu yüzyılda çeşitli ülkelerde uygulanan yoksullara yardım
uygulamalarına dayanmaktadır. Đngiltere’de yardıma muhtaçların korunmasını
amaçlayan Yoksulluk Yasaları’ndan I.Kraliçe Elizabeth tarafından 1601 yılında
çıkarılan yasa sosyal politika açısından önemlidir. Genellikle çalışma gücünü
yitirmiş ve bir gelire sahip olmayan yoksulları ve yaşlıları koruyan sosyal yardımlar
185
primsiz sosyal güvenlik önlemleri olarak sigortalardan daha önce ortaya çıkmıştır.
Sosyal yardımlar geleneksel toplum yapısının çözüldüğü, dayanışma duygusunun
zayıflamasına karşın artan yoksulluk ve işsizlik nedeniyle önemli bir sosyal politika
uygulaması olarak görülmektedir. Ülkemizde sosyal yardım alanında yerel
yönetimler yanında çok sayıda kurum faaliyet göstermektedir. Bu kurumları
şunlardır:
- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü
- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü
- Başbakanlık Özürlüler Đdaresi Başkanlığı
- Vakıflar Genel Müdürlüğü
- Yerel Yönetimler
Belediyeler, Đl özel Đdareleri.
- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı(Emekli sandığı, SSK, Bağ-Kur)
- Sağlık Bakanlığı
Yerel yönetimlerin sosyal yardımları günümüzde artarak ve çeşitlenerek
sürmektedir. Yerel yönetimler genel olarak sosyal politika ve sosyal yardım alanında
giderek artan biçimde rol almaktadırlar. Yerel yönetimlerin sosyal alanda öne
çıkmasındaki etkenleri aşağıdaki şekilde sıralamak olanaklıdır:
- Anayasa ve yasaların yerel yönetimlere sosyal yardım ve sosyal politika işlevlerini görev olarak yüklemesi, - Merkezi yönetimlerin sosyal yardımlarındaki yetersizlik, - Kaynak kullanımında etkinlik arayışı, sosyal yardımların yerel yönetimler eliyle sağlanmasında sağlanan etkinlik, - Yerel halkın yerel yönetim birimlerinden beklenti ve istekleri.
186
Yerel yönetimlerin sosyal yardımlarına değinmeden önce sosyal yardımın
sosyal politikalar içerisindeki yeri hakkında bilgi vermek ve sosyal yardım kavramını
açıklamak yararlı olacaktır.
Sosyal devlet, ekonomik ve sosyal amaçlarına ulaşmak için, çeşitli sosyal
politika araçlarını kullanır. Daha öncede belirtildiği gibi sosyal amaçlara ulaşmak
için kullanılan sosyal politika araçları, ekonomik ve sosyal gelişmeye bağlı olarak ve
izlenen sosyal politikalar doğrultusunda ülkeler arasında ve her ülkede zaman içinde
farklılıklar göstermektedir.
Geniş anlamda sosyal politika araçları, çok çeşitli ve geniştir. Devletin
ekonomiye müdahalede kullandığı kamu politikası kapsamında yer alan tüm araçları
kapsamaktadır. Bu araçlar para ve kredi politikası, maliye politikası olmak üzere çok
geniş ekonomik politikalardan oluşmaktadır. Sosyal devlet, özellikle maliye
politikası araçları ile kamu gelirleri ve kamu harcamalarını kullanarak, ekonomik ve
sosyal hayata müdahale eder ve düzenler. Sosyal politika araçları dar anlamda ele
alındığında ise sosyal sigortalar, sosyal yardım ve sosyal hizmetleri kapsamaktadır.
Dar anlamda sosyal politika araçları, toplumda ekonomik bakımdan güçsüz, yoksul
ve muhtaç durumda olan kişileri koruma, çalışanların durumunu iyileştirme ve
kişilere gelecek güvencesi sağlamaya çalışırken, geniş anlamda sosyal politika
araçları, toplumun tümünün ekonomik ve sosyal düzeyini yükseltmek için kullanılan
araçlardır.
Sosyal sigorta, sosyal yardım, sosyal hizmet ve sosyal tazmin dar anlamda
sosyal politika araçlarıdır. Sosyal sigortalar, ödenen prim karşılığı bireylerin çeşitli
riskler karşısında korunmalarını sağlarken, sosyal yardım ve sosyal hizmet, yoksul
kişilerin zorunlu ihtiyaçlarını karşılayarak korunmalarını sağlamaktadır. Sosyal
sigorta, zorunluluk esasına dayalı, devletçe organize edilmiş, kamu hukuku niteliği
gösteren, çalışan nüfusun gelir elde etme yeteneğinin kaybı ya da gider artışı
durumunda, ölüm ve işsizlik gibi hallerine karşı koruyan bir sigortadır. Sosyal
sigorta, kişilere bir gelir ya da servet ölçütü dikkate alınmadan önceden ödenen
187
primler ya da katkılar karşılığında işsizlik ya da belirli bir yaş sınırına ulaşma gibi
belirli bir riskin gerçekleşmesi halinde işleyen bir sosyal güvenlik mekanizmasıdır.
Sosyal yardım, sosyal sigortanın kapsama dışındakilere yönelik olarak ya da
sosyal sigortaya ilave olarak yoksul kişilere ve ailelere yardım etmek için
düzenlenen, genelde olumsuz sonuçların giderilmesine yöneliktir. Nitelikleri itibari
ile sosyal sigortalar ile sosyal yardımlar arasında derin farklılıklar vardır. Sosyal
yardımlar genellikle vergiler ile finanse edilmektedir. Đkinci olarak herhangi bir
karşılık söz konusu olmadan gereksinim içinde olanları kapsar. Üçüncü olarak sosyal
yardım tek yanlı olarak devlet tarafından yapılır, yararlanan kişinin mali katkısı söz
konusu değildir(Talas, 1983: 331). Sosyal yardımdan yararlanmak için, kişilerin
belirli bir gelirden yoksun olmaları koşuluna bağlanmıştır. Muhtaç olma ifadesi ile
açıklanan yosunluk herhangi bir gelir ve servet sahibi olamama durumundur.
Muhtaçlık kişilerin bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin asgari koşullarda
geçiminin temin edilememesi halidir.
Günümüzde sosyal güvenlik sistemleri içinde sosyal yardım önlemlerinin
sürdürülmesinde çeşitli etkenler rol oynamaktadır. Öncelikle sosyal yardım önlemleri
sosyal güvenlik şemsiyesinin kapsamadığı, sosyal güvenlik sistemlerinin yasal
boşluklarını doldurabilen esnek bir yapısı vardır. Gelir dağılımında uçurumlar
oluştuğunda ve bu gelir dağılımı politikalarıyla giderilemediği toplumlarda yüksek
gelirli gruplardan düşük gelirli gruplara geliri yeniden dağıtarak bu sorunu kısa
vadede çözüm getirmektedir. Đkinci olarak yerleşik sosyal güvenlik sistemlerini
bütünleme ve olgunlaştırma olanağı tanımakta ve sosyal reformlar için uygun bir
araç niteliği taşımaktadır(Güven, 2001:148).
Sosyal hizmetler, bireylerin birbirleriyle ve çevresi ile uyum sağlamasını
kolaylaştıran çalışmalardır. Devletin, kişilere ya da ailelere, sosyal güvenlik, sosyal
refah, sağlık, emeğin korunması, boş zamanların değerlendirilmesi, eğitim-öğretim
ve konut konusunda verilen hizmetleridir. Genel olarak toplumun insan kaynaklarını
üretim gücünü, koruyan ve geliştirilmesini hedefleyen bu hizmetler, yoksullukla
188
mücadele ve insanların asgari bir yaşam seviyesine kavuşturulmaları amacına
yöneliktir. Sosyal hizmetler, sosyal yardımlardan farklı olarak, parasal faydalardan
daha çok hizmet biçiminde sağlanan faydalardır.
Toplumun muhtaç olan bireylerine devlet çeşitli birimleri aracılığı ile ayni ve
nakdi yardımlarda bulunarak mağduriyetlerinin sosyal yardımlarda bulunurlar.
Devlet merkezi yönetim birimleri ve yerel yönetimler aracılığı ile kişilere
mağduriyetlerini gidermek amacıyla sosyal yardımlarda bulunurlar. Ayni yardımlar,
eğitim, tıbbi bakım ve genel olarak düşkünlerin, ruhsal ve fiziksel açıdan sağlıklı
olmayan kişilerin bakımı, yiyecek, giyecek, yakacak, eşya yardımları ile korunmaya
muhtaç çocukların bakımını kapsayan geniş bir faaliyet alanını kapsar. Nakdi
yardımlar ise katkı gerektirmeyen ya da primsiz olup herkese sağlanan yardımlardır.
Bu kapsamda ülkemizde yerel yönetimler sosyal yardım, sağlık ve sosyal
hizmetlerde bulunmaktadır. Türkiye’de yerel yönetimlerin sosyal politika ve sosyal
yardım programları alanında üstlendiği görevlerin uygulamaya yönelik olduğu
görülmektedir. Planlama, düzenleme ve denetleme gibi temel unsurlar merkezi
yönetim tarafından yerine getirilmekle birlikte son yıllarda ülkemizde yerel
yönetimler sosyal politika alanındaki kamu politikalarının oluşturulmasında önemli
olmaya başlamışlardır.
Yerel yönetimler sosyal hizmet faaliyetleri ile de topluma yararlı faaliyetlerde
bulunurlar. Ancak sosyal hizmet alanının eğitim ve sağlık konularında merkezi
yönetimler ağırlıklı olarak rol alırken konut hizmetlerinde imar yetkileri nedeni ile
belediyeler önemli işlevler üstlenmektedirler. Yerel yönetimler primsiz sosyal
güvenlik olarak nitelendirilen sosyal yardım alanında da önemli işlevler
üstelenmektedirler. Özellikle belediyeler muhtaçlara çok geniş ve çeşitli biçimlerde
sosyal yardımlar yapmaktadırlar.
Sağlık hizmetleri tüm topluma yönelik olarak verilen çok önemli bir sosyal
refah hizmetidir. Sağlık hizmetleri özellikle dar gelirli kesimler ve yoksullar
189
açısından son derece önemlidir. Günümüzde pahalı olan sağlık hizmetlerinden geniş
kesimlerin yararlandırılması, gelir dağılımı adaleti ve sosyal refah sağlama yanında
işgücü verimliliğinin yükseltilerek insan kaynağının verimli kullanılması açısından
da gereklidir. Bu amaçla sosyal güvencesi olan kesimlerin sosyal sigortaları aracılığı
ile sigortasız kesimlerin ise yeşil kart, ücretsiz hizmet sunulması gibi yöntemlerle
sağlık sisteminin içine alındığı görülmektedir.
Sağlık hizmetlerinin ülkemizde merkezde yoğunlaştığı görülmektedir.
Bununla birlikte Özellikle Büyükşehir belediyelerinin sağlık hizmetleri verdikleri
görülmektedir. Kentleşme ve nüfus artışı ile hastanelerin yeterli hizmet
sunamamaları karşısında yerel yönetimler bünyelerinde oluşturdukları sağlık
kurumları ile sağlık hizmetleri üretmektedirler. Belediyeler ve il özel idareleri sağlık
hizmetlerine örnek olarak Altınova Belediyesi Demet Hastanesi, Ankara Büyükşehir
belediyesi hastanesi, Đstanbul Eşrefpaşa Belediye Hastanesi, Đstanbul Đl Özel Đdaresi
Ağız ve Diş hastalıkları Hastanesi, Đzmit belediyesi 100. Yıl Hastanesi, örnek olarak
verilebilir. Böylelikle belediyeler sağlık hizmetleri mücavir alanları içindeki en uzak
noktaya kadar ulaştırarak, sağlık hizmetlerinde yaygınlaştırma sağlamakta, koruyucu
sağlık hizmetleri ile sağlık sistemi üzerindeki yükü hafifletmektedirler. Belediyeler
aynı şekilde özürlülere yönelik hizmetleri yürütmek ve özürlüler merkezlerini
oluşturmaktadırlar.
Yerel yönetimlerin sosyal yardım ve hizmetleri orta ölçekli bir kent olan
Sivas Belediyesi örneğinde değerlendirildiğinde belediyenin soysal politika
işlevlerini belediye organizasyonu içinde oluşturduğu çeşitli birimleri aracılığı ile
yürüttüğü görülmektedir. Günümüzde yerel yönetimlerin işlevlerinin artışına, bu
işlevlerin etkinlikle yönetilmesi ve kaliteli bir hizmet sunumu için organizasyonlarını
sürekli bir şekilde geliştirdikleri, bu amaçla örgütsel yapılarının büyüdüğü yeni
hizmet birimleri oluşturulduğu görülmektedir. Sivas Belediyesinin Sosyal Yardım
Đşleri Müdürlüğü bünyesinde hizmetlerin etkinlikle verilebilmesi için :
- Sosyal Đşler Genel Đdari Hizmetler
- Engelliler Danışma ve Koordinasyon Merkezi
- Özürlüler Kültür Merkezi
190
- Hanımlar Kültür Merkezi
- Hayat Ağacı Derneği Gıda Bankası birimleri oluşturulduğu görülmektedir.
Belediye soysal yardım ve hizmetleri belediyenin 2007 yılı faaliyet raporunda
yer almıştır. Buna göre belediye gıda bankası aracılığı ile gıda yardımı, hazır yemek
yardımı, ekmek yardımı, ramazan çadırı, kurban bağışı yardımı, eşya yardımı,
yakacak yardımı, aceze sevki gibi yardım ve hizmetlerin verildiği görülmektedir.
Sosyal Yardım Đşleri Müdürlüğü 2007 yılı faaliyet raporunda Ramazan ayı
içerisinde başvuruda bulunan 3000 ailenin yardıma muhtaç olduğu belirlenmiş bu
ailelerden 1000 aileye belediye bütçesinden, 2000 aileye ise Sivas esnafından alınan
bağışlarla gıda bankasından gıda yardımı yapıldığı belirtilmiştir. Müdürlüğün
bünyesinde yürütülen sosyal yardımların ve diğer faaliyetlerin daha pratik ve etkin
olarak yapılabilmesi amacıyla Belediye öncülüğünde kurulan Hayat Ağacı Sosyal
Yardımlaşma Derneği bünyesinde açılan Gıda Bankası ile sosyal yardımlar daha
planlı ve programlı hale getirildiği belirtilmektedir. Yoksul ve muhtaç aile
çocuklarından 1000 öğrenciye kırtasiye yardımı, Bayram dolayısıyla yoksul ve
muhtaç 1500 aileye kıyafet yardımı yapıldığı belirtilmektedir. Gıda Bankasından
kuru gıda verildiğinde yemek pişirecek konumda olan ailelere gıda yardımı yapıldığı,
kuru gıda maddesini pişiremeyecek derecede hasta, yaşlı ve özürlü 75 aileye hazır
yemek firmasından ihale ile hizmet alımı yapılarak ekmekleri ile birlikte günlük
toplam 200 porsiyon yemeğin verildiği belirtilmektedir(SĐVAS BELEDĐYESĐ 2007
FAALĐYET RAPORU: 98).
2007 yılında gezici ekmek dağıtım araçları ile elli yedi dağıtım istasyonundan
4000 kişilik günlük ekmek yardımı yapılmıştır. Ayrıca Özbelsan A.Ş’nin 18 ayrı
yerde ekmek büfesi olan bölgelerde ise yoksul aileler kendilerine verilen ekmek fişi
ile günlük 1000 ekmek yardımı yapılmış ve yıl boyu ortalama günlük 5000 ekmek
yardımı yapılmıştır. Yardımlarda inşaat sektöründe çalışan aileleri ekonomik yönden
olumsuz etkilediğinden bu eksikliğin karşılanması için bu ailelere kış sezonu ve
eğitim dönemi boyunca yani 7 ay(Kasım-Haziran ayları arası) geçici ekmek yardımı
yapılmıştır.
191
Kurban bayramı ve diğer sair günlerde yapılan bağışlar neticesinde
kurbanlıkların ve adaklık kurbanlıkların bağış ve kesim işlemleri makbuz karşılığı
gerçekleştirilmiştir. Bağışlar sonucunda elde edilen 5 ton et paketlenerek gıda
bankası et reyonunda fakir ailelerin et ihtiyacını karşılamak amacıyla dağıtıma
sunulmuştur. Ayrıca kurban bayramında geniş çaplı bir kurban bağış kampanyası
başlatılmış ve bu kapsamda 30 adet büyükbaş hayvan ve 150 adet de küçükbaş
hayvan kurban edilerek elde edilen etlerin paketlenmiş kavurmalar halinde yoksul
ailelere gıda bankası aracılığıyla dağıtımı sağlanmıştır.
2007 yılında Hayat Ağacı Derneği ve Gönül Dostları Derneği işbirliğiyle
Belediye tarafından kurulan Ramazan çadırında Ramazan ayı boyunca her gün
ortalama 1000 kişiye yemek verilmiştir. Sosyal Yardım Müdürlüğü tarafından kayıt
altına alınan 2000 aileye 250kg’lık yakacak odun (toplam 500 ton ) yardımda
bulunulmuştur. Bu yardımların dışında Sivas belediyesinin ihtiyacı olanlara, ev tamir
etmek veya yeni ev yapmak için müracaat edenler arasından 129 kişiye kum, çimento
ve çeşitli inşaat malzemeleri yardımı yapılmıştır. Sosyal Yardım Đşleri Müdürlüğü’ne
verilen yeni ve kullanılmış ev eşyaları ile her türlü yapı malzemeleri gıda bankası
bünyesinde faaliyet yürüten sosyal market sistemi ile depolanarak yangın, doğal
felaket ve fakirlik gibi ihtiyaçlı duruma düşen aile ve kişilere verildiği ifade
edilmektedir. Đlaçlarını alamayacak durumda olanların reçeteleri, yine sosyal işler
müdürlüğünce karşılanmıştır. Sahipsiz ve mağdur durumda olan kimselerin cenaze
ve defin işleri müdürlük tarafından gerçekleştirilmekte olduğu belirtilmiştir(SĐVAS
BELEDĐYESĐ 2007 FAALĐYET RAPORU: 99).
Mülkiyeti Belediyeye ait olduğu belirtilen toplam 78 adet sosyal konutta
yoksul ailelerin barınma ihtiyaçları karşılanmıştır. Özürlüler kültür merkezi
düzenlediği kurslarla özürlüleri topluma kazandırmayı amaçlayan faaliyetler
yürütmektedir. Yine Müdürlük bünyesinde hanımlara yönelik olarak eğitici ve
meslek kazandırıcı kurslar düzenleyecek, hanımlar için spor ve step hizmetleri
yürütecek, hanımlar için her türlü kültür ve eğitim hizmetleri veren Hanımlar Kültür
merkezi oluşturulduğu görülmektedir.
192
Sivas Belediyesinin dikkat çeken diğer bir sosyal politika uygulaması ise
Toplu Konut organizasyonu olarak görülmektedir. Başbakanlık Toplu Konut Đdaresi
ve Belediye işbirliğiyle alt gelir grubuna yönelik olarak 848 adet konutun yapımı için
çalışmalar yapılmıştır. 2006 yılı içerisinde 384 konutun yapımı ve teslimi
gerçekleştirilmiş kalan 464 konutun inşaatı da 2007 yılında tamamlanmış altyapı
çalışmalarının yapılmakta olduğu ifade edilmektedir(SĐVAS BELEDĐYESĐ 2007
FAALĐYET RAPORU: 100).
Belediyelerin halkın bilgi ve beceri düzeyinin yükseltilerek onlara yeni
mesleki beceriler kazandırılması için kültürel, mesleki ve teknik eğitim programları
geliştirmesi gerekmektedir. Dolayısıyla yerel yönetimler tarafından uygulanan sosyal
yardımların sadece ayni ve nakdi yardımlarla sınırlı kalmaması, sosyal yardımı
sürekli olmaktan çıkaracak sosyal yardımlar ve hizmetler de yapması gerekmektedir.
Bu tür faaliyetlerle işsiz bireylerin kendilerine ve topluma yararlı hale gelmesinde,
meslek edinmesinde, dolayısıyla işsizliğin azaltılmasında, yerel yönetimler
tarafından uygulanan mesleki ve teknik eğitim programları önemli yer tutmaktadır.
Kadınların ve gençlerin işgücüne katılarak iş bulmalarının ve gelir elde etmelerinin
sağlanması, onların ülke ekonomisine kazandırılmaları çok önemli ve gerekli bir
uygulamadır. Bunların dışında belediyelerde kurulan çeşitli birimler aracılığı ile
sokakta yaşayan çocuklara yapılan yardımlar, engelli bireylere yapılan yardımlar ve
engellilere sağlanan olanaklar, çocuklar, gençler, kadınlar ve yaşlılar için kurulan
merkezler ve buralardaki sosyal faaliyetler bireylerin topluma kazandırılmasında çok
önemli yer tutmaktadır.
Yerel yönetimler halka en yakın hizmet birimleri olmaları nedeniyle gerek
sosyal yardım ihtiyacının tespitinde gerekse sosyal yardım çalışmalarının en etkin
biçimde sürdürülmesinde merkezi yönetimlere göre üstünlükleri olan yönetim
kademeleridir. Bu nedenle ülkemizde yerel yönetimler sosyal politika ve sosyal
yardımlarda işlevler yüklenmektedirler. Tablo 9 da Sivas Belediyesinin 2006 ve 2007
yıllarında yapmış olduğu bazı sosyal yardımları topluca görülmektedir.
193
Tablo 9: Sivas Belediyesi Sosyal Yardım Đşleri Müdürlüğü Performans Raporu
Performans Bilgileri 2006 2007
Gıda Yardımı (Gıda
Bankası)(aile/yıl)
5000* 3000**
Yemek Yardımı (aile/gün) 70 75
Ekmek Dağıtımı Kış
Sezonu (adet/gün)
7000 5000
Ekmek Dağıtımı Yaz
Sezonu (adet/gün)
5000 3000
Kurban Bağışı (büyükaş+
küçükbaş adet)
30+150
Ramazan Çadırı (kişi/gün) 1000 1000
Yakacak Yardımı (aile/yıl)
(250 kg/aile)
2000 2000
Đnşaat Malzemesi Yardımı
(kişi/yıl)
129 129
Kırtasiye Yardımı
(Öğrenci/yıl)
1000
Aceze Sevki (kişi/yıl) 187 324
Sosyal Konut Sayısı 70 78
Toplu Sünnet
Organizasyonu (Çocuk
sayısı)
300 300
Resmi Nikah
Organizasyonu (Çift Sayısı)
62 44
Kaynak: Sivas Belediyesi 2007 Yılı Faaliyet Raporu, s. 102.
*2006 yılı Ramazan ayında 5000 aileye bir defada yapılan yardım
** 2007 yılında 1000 aileye her ay, 2000 aileye de değişik periyotlarda yapılan yardım.
Yoksulluk, Türkiye’de ve dünyada yaşanmakta olan günümüzün en önemli
sorunlarındandır. Yoksulluğun azaltılarak ortadan kaldırılması için ülkeleri sosyo-
ekonomik düzeylerine, yönetim yapılarına göre politikalar üretmektedirler. Ülkemizde
yoksulluğa karşı uygulanan sosyal politikalar çerçevesinde değerlendirebileceğimiz
uygulamalardan biri de 1986 yılında 3294 sayılı yasa ile kurulan Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Teşvik Fonu ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarıdır. Ülkemizin
hem kapsam hem bütçe bakımından sosyal yardım alanında en önemli kuruluşu Sosyal
194
Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfıdır. SYDV yoksullukla mücadelede gerek doğrudan
yoksulluğun olumsuz sonuçlarının giderilmesine yönelik yardımları ile ve gerekse
yoksulluğun ortadan kaldırılması ve azaltılması amacıyla hazırlanan proje destek
yardımları ile çok önemli işlevler üstlenmektedir.
5263 sayı ve 01.12.2004 tarihli Kanunla sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Genel Müdürlük, taşradaki sosyal yardım
faaliyetlerini ülke genelinde tüm il ve ilçe bazında oluşturulmuş olan Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı(SYDV) aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Her il
ve ilçede, mülki idare amirlerinin başkanlığında Türk Medeni Kanunu hükümlerine
göre, Sosyal Yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulmuştur. Halen 81 il ve 850
ilçe olmak üzere 931 adet SYDV Türkiye genelinde faaliyetlerini sürdürmektedir.
Vakfın başkanı vakfın kurulu bulunduğu yerdeki mülki amirler, yani vali ve
kaymakamlardır. Đl özel idarelerinin de bir organı olan yerel yöneticiler bu sosyal
yardım amaçlı vakıflarında başkanlığını da yapmaktadır. Merkezi yönetim kuruluşu
olan vakfın yönetimine yerel yöneticiler ve merkezi yönetimin taşra teşkilatı
yöneticileri katılmaktadır. Vakfın yönetiminde yer alan yerel yönetim yöneticileri,
valiler, kaymakamlar, belediye başkanları, muhtarların kendi aralarından seçtikleri
temsilcileridir. Ayrıca sivil toplum kuruluşları da vakfın yönetiminde yer
almaktadırlar. Bu anlamda merkezi yönetimin sosyal yardım kuruluşu, yönetim
hizmetini yerel yöneticilerden alarak vakıfta yerel ve merkezin işbirliği
görülmektedir.
Vakfın sağladığı yardımlar aile yardımları, eğitim yardımları, sağlık
yardımları, özürlü yardımları, özel amaçlı yardımlar ve proje desteklerin
oluşmaktadır. Vakıf yoksulların gıda, yakacak, ilaç v.b. gereksinimlerinin
karşılanması amacı ile cari harcamalarda bulunmaktadır. Vakıf ayrıca sosyal
güvenceden yoksun kişilere sağlık giderlerini karşılamaktadır. Ekonomik ve sosyal
yoksulluk içinde bulunan ve sosyal güvencesi olmayan kişilere Yeşil kart uygulaması
ile sağlık hizmetlerinin verilmesini sağlamaktadır. Vakıf yoksul kişilerin, ailelerin
eğitim çağındaki çocuklarına yönelik eğitim yardımları yapmaktadır. Okul çağındaki
195
fakir aile çocuklarının okul ihtiyaçlarının karşılanması yanında dar gelirli yüksek
öğrenim öğrencilerine de eğitime katkı amacıyla burs vermektedir.
Yerel yönetimler tarafından muhtaçlara yapılan yardımlar toplum açısından
son derece yararlıdır. Bununla birlikte bu yardımların bireylere veya ailelere ulaşıp
ulaşmadığı, amacına ulaştığı konusunda sorunlar çıkmaktadır. Yapılan yardımların
dağınık olduğu, farklı birçok kurum ve kuruluş tarafından eşgüdümden uzak bir
şekilde aynı iş için aynı zamanda para harcandığı tespit edilmektedir. Bir kişi ya da
ailenin birden çok kişi ve kurumdan yardım alabildiği görülmektedir. Bunun
sonucunda kıt kaynakların, yoksullukla mücadele için ayrılan kaynakların etkin
kullanımdan uzaklaşılmaktadır. Ayrıca bu durumun yardım yapanların
vicdanlarındaki yardım etme duygusuna zarar verdiği görülmektedir.
Ülkemizde sosyal yardım ve sosyal hizmet konusunda merkezi yönetim
kurumlarının, yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının kişilere hizmet
götürdüğü ancak bu hizmetlerin bugünkü koşullarda dağınık ve birbirinden kopuk
olduğu görülmektedir. Dağınıklıkları, aksaklıkları ve kıt kaynakların verimsiz
kullanımını ortadan kaldırmak için bu yardım ve hizmetlerin tek elde toplanması
olumlu sonuçlar verecektir. Ayrıca Türkiye’de yerel yönetimler tarafından, sosyal
yardım ve hizmetin bir politika aracı olarak kullanıldığı da görülmektedir. Sosyal
yardım ve hizmetlerin siyasallaştırılmadan objektif ölçütlere göre yapılması
gereklidir. Yapılan yardımların uzman personel tarafından ve gösterişten uzak bir
şekilde yapılması, yardım alanların incitilmeden yardıma kavuşturulmaları açısından
son derece önemlidir.
196
SONUÇ Yerel yönetimler, merkezi yönetimlerin güçlenmesinden önce batının sosyo-
ekonomik koşullarında kendiliğinden doğup gelişen ve komün geleneği üzerinde
durmakta olan kuruluşlardır. Sanayi kapitalizminin gelişmesine ve merkezi
yönetimlerin güçlenmesine kadar yerel yönetimler batıda merkezi yönetim dışında
bağımsız yönetim kuruluşları iken günümüzde yerel yönetimler merkezi yönetim
altında ve ona bağlı yönetim kademeleridir. Batıda sosyo-ekonomik gelişmeye bağlı
olarak kendiliğinden doğup gelişen yerel yönetim kuruluşları bizde merkezi
yönetimce kurulan yönetim kademeleri olarak yer almışlardır.
Kamu yönetimi aygıtının önemli unsurları olarak Yerel yönetimler yerel
nitelikli ortak ihtiyaçların tespiti ve karşılanmasındaki etkinlikleri yanında piyasa
ekonomisinin başarısızlığı veya yetersizliğinden dolayı ekonomik ve sosyal hayata
müdahale ederek çok önemli işlevleri yerine getiren, devletin sorumluluklarını
paylaşan yönetim örgütleridir. Yerel yönetimler ekonomik istikrarın sağlanması,
gelir dağılımının düzenlenmesi ve kamu hizmetlerinin yürütülmesinde önemli
işlevler üstlenmektedirler.
Devletin organik bir parçası olarak yerel yönetimlerin devletin kendisinden
çok farklı işlevler yüklenmedikleri açıktır. Kamu yönetim sisteminin merkezi
yönetimden sonraki en büyük ve en önemli parçası olan yerel yönetimler, kamu
hizmetlerinin yerine getirilmesinde merkezi yönetimle birlikte görev alan
kuruluşlardır. Dolayısıyla yerel yönetimler merkezi yönetimlerin sosyal, ekonomik
politikaları dışında ve bu politikalara karşı, sosyal politika üretme ve uygulama
olanağına sahip değildir. Yerel yönetimlerin özellikleri ve türleri ülkelerin yönetim
sistemlerine, ekonomik ve sosyal yapılarına bağlı olarak değişmektedir. Ülkelerin
yönetim sistemleri içinde yer alan yerel yönetim kuruluşlarının, görevleri, yetkileri,
gelir ve giderleri merkezi yönetimce belirlenmektedir. Yerel yönetimlerin ekonomik
ve sosyal refahın sağlanmasındaki rol ve etkinliği büyük ölçüde merkezi yönetimin
ekonomik ve sosyal yaklaşımına bağlı olarak değişmektedir.
197
Ekonomik yarar ilkesi, yönetimin demokratikleşmesi ve yönetimin
etkinliği nedenleri ile yerel yönetimlerin varlığı bir zorunluluktur. Yerel yönetimlerin
varlığı ekonomik ve sosyal kalkınma için ne kadar gerekli ise aynı şekilde yerel
yönetimlerin ekonomik ve sosyal yapı içindeki işlevlerini planlayarak ulusal
kalkınma çabalarında eşgüdüm sağlayacak olan merkezi yönetim de gerekli ve
önemlidir. Yerel yönetimler ülkenin siyasi, coğrafi bütünlüğü yanında ekonominin ve
kaynakların bir bütün olması gerçeğinden hareketle merkezi yönetimin
koordinasyonu ve yönetiminde, ulusal ve bölgesel planlara uyum sağlayarak etkinlik
kazanabilirler.
Küreselleşme ile yerelleşme artmış, bir anlamda yerelleşme küreselleşmenin
önemli bir unsuru ve küreselleşmenin önemli bir aşamasını oluşturmuştur.
Küreselleşme ve yerelleşme iç içe geçmiş bir sürecin iki farklı yüzü olmuştur.
Küreselleşme süreci kamu yönetimi sistemini ve onun önemli bir parçası olan yerel
yönetimleri önemli ölçüde etkileyerek değiştirmiştir. Bu değişim devletin işlevlerinin
yeniden şekillendirilmesi, dolayısıyla da yönetim sistemlerinin önemli birimleri olan
yerel yönetimlerin işlevlerinin yeniden şekillendirilmesini içermektedir. Yerel
yönetimlerin yetki ve görev alanları değişirken bunun yerel yönetim sosyal
politikalarına ve uygulamalarına önemli etkileri olmuştur.
Küreselleşme sürecinin hız kazanması ile devletin görev ve yetkilerini de
kapsayan bir değişim süreci içine girilmiştir. Bu süreçte devlet sosyal ve ekonomik
yaşama müdahale eden devlet anlayışından düzenleyici devlet anlayışına doğru
çekilmeye başlamıştır. Devlet piyasaya müdahale etmek yerine kuralları koyan ve
uygulamayı denetleyen bir konuma geçmiştir. Küreselleşme sürecinde ulus-devletler
güç kaybederken ulus-devletin önemli birimleri olan yerel yönetimler önem
kazanmaktadır. Bu süreçte küresel kentler ve kent yönetimleri öne çıkmaya
başlamıştır. Bu aşamada sosyal politikaların devlet yerine yerel yönetimler ve sivil
toplum örgütlerince üretilmesi öngörülmüştür. Bu anlayış çerçevesinde yerel
yönetimlerin sosyal politikaları önem kazanmış, sosyal politika alanı yerel
yönetimler için genişlemiştir. Ancak devletin merkezi yönetimlerince bile zorlandığı
198
çok geniş kapsamlı ve süreklilik göstermesi gereken sosyal politikaların
sağlanmasında, merkezi yönetim, yerel yönetimler, piyasa ve diğer sivil toplum
kuruluşları ortak hareket etmelidirler. Bununla birlikte yerel yönetimlerin aktif
nitelikli sosyal politikalar oluşturabilmesi, yerel yönetimlerin merkezi yönetim
koordinasyonunda mali, hukuksal ve yönetsel anlamda güçlendirilmesine bağlıdır.
Kamunun, dolayısıyla kamu hizmetlerinin sunucusu olan yerel yönetimlerin
ekonomik girişimlerden özelleştirmeler ile çekilmesi kamunun işveren konumunun
daralması ile sonuçlanmaktadır. Söz konusu değişimle çalışanlar çok sayıda işyeri ve
işverenle atipik çalışma ilişkileri kurmak durumunda kalmaktadır. Çalışanların
talepleri bu şekilde tek merkez yerine sayısız odağa bölünmektedir. Bunun doğal
sonucu olarak çalışma ilişkilerinde ortak norm ve standarttan bahsetmek olanağı
azalmakta, bu anlamda sosyal politika açısından yerelleşme tek merkezin çok sayıda
alt parçalara ayrılması sonucunu doğurmaktadır. Çalışanlar açısından güçlü
toplumsal talepler oluşturma olanağı azalırken bu taleplerin muhatabı çoğalmakta,
belirsizleşmektedir.
Yerel yönetimler demokrasinin gelişmesi ve yerleşmesini sağlayan
kuruluşlardır. Yerel yönetimlerin özerkliklerinin sağlanarak güçlendirilmesi tek
başına demokratikleşmeyi sağlamada yeterli olamayacaktır Yerel yönetimlerin
demokrasinin temel tapı taşları olarak işlevlerini yerine getirebilmesi için yerel
düzeyde temsil eksikliklerinin ortadan kaldırılarak tüm toplum kesimlerinin
toplumdaki ağırlıkları oranında yerel meclislerde temsil edilmeleri gereklidir. Yerel
yönetimlerde katılımın sağlanamaması yerel güç ilişkilerinin hakim olduğu yönetim
yapılarına yol açmaktadır. Bu nedenle yerel yönetimler tüm toplumsal kesimlerin
katılımının sağlandığı ve kent yönetiminin tüm kentlilerin yararını sağlayacak şekilde
yürütüldüğü yerler olmak zorundadırlar. Bağımlı çalışanların, sosyal kesimlerin ve
meslek odalarının yerel yönetim organlarına katılımı sağlanmalıdır.. Yerel
yönetimlerin demokratikleşmesi, ülkedeki tüm toplumsal gelişmeden bağımsız
düşünülemez.
199
Demokratik yönetim kuruluşları olarak Yerel yönetimler sivil toplum
kuruluşu olarak da değerlendirilmektedir. Yerel yönetimler devlet yönetim sisteminin
önemli alt birimleridir. Dolayısıyla devlet aygıtı içerisinde yer alan yerel
yönetimlerin sivil toplum kuruluşu olarak sayılamayacağı açıktır.
Yerel yönetimler ve merkezi yönetimce yapılan sosyal yardım ve sosyal
hizmetlerin etkin dağıtılmasının sağlanması amacıyla yerel ve merkezi yönetim ve
yardım yapan diğer kurumlar arasında koordinasyon sağlanması gereklidir. Bu
koordinasyon ile yardımların tekrarı önlenerek yardımların objektif kriterlere göre ve
hakkaniyete uygun olarak gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması sağlanmalıdır.
Sosyal yardım ve hizmetlerden yararlanacakların belirlenmesine yönelik olarak
objektif bir sistemin geliştirilerek tüm kurum ve kuruluşlarca benimsenmesi, ve
yardımların insan onurunu incitmeyecek şekilde yapılması, yardımlarda adalet
ilkesinin sağlanmasında yararlı olacaktır.
Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerinde önemli ölçüde gücü ve etkisi
vardır. Bu etki ve güç nedeniyle merkezi iktidarlar ve yerel yönetimlerin ilişkileri
farklı siyasal parti ve düşüncelerce yönetilmeleri halinde mali kaynak temini,
personel sağlama, merkezin her türlü desteğini alma bakımından yerel yönetimler
aleyhine değişebilmektedir. Merkezi iktidar tarafından sağlanan diğer destekler
nedeniyle yerel yönetimlerin özerkliği, merkeze bağımlılık şekline
dönüşebilmektedir. Yerel yönetimlerin merkezi yönetim ve siyasal iktidarla olan
ilişkilerinin bağımlılık şekline dönüşmesi yerel yönetimlerin özerk ve demokratik
olmalarının ve etkin olmalarının önündeki engellerdendir. Özerkliklerinin
sağlanmasına paralel olarak yerel yönetimlerin mali yapısı düzenlenerek görevleri ile
orantılı gelir kaynaklarına kavuşturulmaları gereklidir.
Ülkelerde ekonomik gelişmenin, ekonomik istikrarın sağlanması ve gelir
dağılımının dengeli hale getirilmesinde merkezi yönetimler ağırlıklı rol üstlenilirken,
yerel yönetimler kaynak dağılımı ve kamu hizmetlerinin sağlanmasında daha aktif
işlevler üstlenmektedirler. Yerel yönetimlerin işlevlerindeki önem ve öncelikler
ülkelere göre farklılıklar gösterebilmektedir. Gelişmiş ülkelerde yerel yönetimler tüm
200
ekonomik işlevlerin sağlanmasına daha etkin olarak katılırken, gelişmekte olan ülke
yerel yönetimleri, temel kamusal hizmetlerin sağlanmasına yönelmişlerdir. Birçok
ülkede, ekonomik ve sosyal kalkınmanın önemli bir bölümünün yerel yönetimlerce
gerçekleştirilmesi, ekonomik ve sosyal kalkınmanın yalnızca merkezi yönetimlerin
görevi olmadığını, yerel yönetimlerin de bu alanda desteklenmesi gerektiğini ortaya
koymaktadır.
Ekonomik ve sosyal gelişmenin sağlanarak, değişen koşullara ayak
uydurabilmek için yerel yönetimlerin sosyal politikalarının genişletilerek
geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın yerel olanaklar ve
avantajlarla desteklenmesi gereklidir. Yerel yönetimlerin, sosyal alanlarda planlama,
düzenleme ve uygulama işlevleri üstlenerek, yerel düzeyde sosyal harcamaların
arttırılarak, istihdam, yoksulluğun giderilmesi, sağlık, eğitim ve çevrenin korunması
alanlarını kapsayacak şekilde sosyal programlar üretmeleri çok önemlidir. Yerel
yönetimlerce aktif sosyal politikalar üretilmesi için, yerel yönetim kuruluşlarının
merkezi yönetim karşısındaki kaynak, yetki ve özerkliğinin genişletilerek merkezi
yönetimlerce desteklenmesi gereklidir.
201
KAYNAKÇA ADIGÜZEL, Şenol.
2003 “Yerel Düzeyde Yönetime Katılıma ve Yerel Yönetim Sürecindeki Đşlevleri Açısından “Yerel Gündem 21”: Malatya Belediyesi Yerel Yönetim 21 Örneği”, TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 12, Sayı 1, s.45-63
AKTAN, Tahir.
1976 “Mahalli Đdarelerde Vesayet Denetimi” TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 9, Sayı 3, s.3-24.
AKTAN, C. C. , D. DĐLEYĐCĐ Ve Đ. Y. VURAL.
2006 Kamu Ekonomisi ve Kamu Politikası, Seçkin Yayıncılık, Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Ankara.
AKDEDE, Sacit Hadi. Ve ACARTÜRK, Ertuğrul. 2005 “Türkiye’de Đlçe ve Belediyelerin Optimizasyonu” TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetim Dergisi, Cilt 14, Sayı 3, s.5-17. ALTINTAŞ, Hakan.
2001 “Yerel Yönetimlerin Modernizasyon Süreci ve Yeni Kamu Yöntemi Anlayışı” TODAĐ, Çağdaş Yerel
202
Yönetimler Dergisi, Cilt 12, Sayı 1, s.6-22. ALICI, Orhan Veli.
2007 “Türkiye’de Belediye Reformu ve Yaşanan Değişiklikler” TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 16, Sayı 4, s.7-19
APAN, Ahmet. 2004 “Bölge Kavramı ve Bölgesel Kalkınma Ajansları”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 13, Sayı 4, s.39-58. BAKICI, Zeynel,
2004 “21. Yüzyılda Yönetimler Arası Mali Đlişkiler”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 13, Sayı 1, s.5-32.
2003 “Yönetimler Arası Mali Đlişkileri Düzenleyen Uluslar arası Anlaşmalar ve Organizasyonlar”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt13, Sayı 2, s.5-32. BALABAN, Osman.
2004 “Krizden Kaçış, Krize Kaçış: Türkiye’de Kamu Yönetimi Reformu”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt13, Sayı4, s.4-18.
BAECHLER, Jean.
203
1986 Kapitalizmin Kökenleri, ( Çev. Mehmet Ali Kılıçbay)
Đmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara. BAŞARIR, Aslan,
1973 “Kalkınmada Mahalli Đdarelerimize Düşün Görevler” TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 6, Sayı 3, s.87-108 BAYAR, Doğan.
2002 “Yönetim Yerel Yönetim Ve Đl Özel Đdaresi Đçin Bir Model Önerisi” Sayıştay Dergisi, Sayı 48, s.3-31. (http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der48m1. pdf. 22.09.2008).
BERK, Ahmet.
2003 “Yerel Hizmet Sunumu ve Belediye Đktisadi Teşebbüsleri” Sayıştay Dergisi , Sayı: 49, s. 47-63. http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der49m2. pdf. 24.01.2009).
2002 “Đller Bankası ve Yerel Yönetimler” Sayıştay Dergisi , Sayı: 48, s. 75-92.
(http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der48m4. pdf. 06.05.2008).
BEZCĐ, Bünyamin.
Ve ÇOSKUN, Bayram.
204
2005 “Avrupa Birliği Ve Subsidiarite Đlkesi Đlkenin AB’de Uygulaması Ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme” TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 16, Sayı 3, s.5-27.
BLOCH, Marc.
1939 Feodal Toplum, (1983) , (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Doğu Batı Yayınları, 4. Baskı, Đstanbul. BOSTANOĞLU, Özer
1990 “Türk Belediyeciliğinde Güncel Tarihsellik” TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 23, Sayı 2, s.75-93
2005 “Türk Kentleşmesinde Hakikat: Habire “Habitat”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 14, Sayı 1, s.29-54
BOZLAĞAN, Recep.
2002 “ Sürdürülebilir Gelişme Süresine Giriş”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 11, Sayı 1, s.56-72
ÇELĐK, Abdullah, ve AYKANAT, Şuayip.
2007 “Komünlerin (Belediyelerin) Ortaya Çıkışı ve Đşlevleri” Elektronik Sosyal Bilimler Dergis, Cilt 2 , Sayı: 6
s.101-115. (www.esosder.org. 08.05.2008)
205
ÇELĐK, Abdülhalim. 2006 “Refah Devletinde Kriz ve Yeniden Yapılanma” Sosyal Siyaset Konferansları, s.301-320. (http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/16.pdf 05.06.2008). ÇETĐN, Halis.
2002 “Liberalizmin Tarihsel Kökenleri” Cumhuriyet Üniversitesi, ĐĐBF Dergisi, cilt 3, Sayı 1, s.79-96.
CERĐTLĐ, Đsmail.
2003 Kentleşme Sürecinin Ekonomi –Politiği ve Bir Türkiye Uygulaması, Yargı Yayınevi, Ankara.
ÇĐFÇĐ, Oya.
1996 “Temsil Katılma Ve yerel Demokrasi “ TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 6, s.5-14.
COŞKUN, Bayram.
1994 “Türkiye’de Đdari Vesayet Denetimi Ve Yerel
Yönetimlerin Özerkliği”, TODAĐ, Çağdaş Yerel
Yönetimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 3, s. 35- 47
ÇOKER, Ziya.
1987 “Đl Özel Đdareleri Nasıl Geliştirilir? TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 20, Sayı 3, s. 13-18.
206
1990 “Yerel Yönetimler ve Đller Bankası” TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 22, Sayı 1, s.23-32
1997 “Đller Bankası Ve Yerel Yönetimler” TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, s.34-45
ÇUKURÇAYIR, M. A.
2003 “Dünyada Yerel Yönetimlerin Değişen Rolü ve Yeni Kimliği”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 12, Sayı 3, s.5-21
DEMĐRBAŞ, Tolga.
2003 “Küreselleşmenin Modern Devlet Maliyesine Etkileri “Sayıştay Dergisi, Sayı: 50-51, s. 87-101. (http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der50m5. pdf. 04.05.2008).
DEMĐRCAN SĐVEREKLĐ, Esra.
2006 “Yeni Ekonomik Düzende Küreselleşme Yerelleşme Bağlamında Belediyelerin Yeni Mali Yönetim Anlayışı” Erciyes Üniversitesi, ĐBBF Dergisi, Sayı 29, s.135-159.
DEMĐREL, Demokaan. 2006 “Küresel Eksende Devletin Yeni Kimliği: Etkin Devlet” Sayıştay Dergisi, Sayı: 60, s. 105-128
http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der60m6.
207
pdf 10.03.2008). DĐVĐTÇĐOĞLU, Sencer.
1981 Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Sermet Matbaası, Kırklareli.
DOĞANYĐĞĐT, Sadettin.
1997 “Belediyelerin Dış Borçlanmaları”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 8, Sayı 2, s.75-81
DOOB, M. , P. SWEEZY, C. HILL, K.H. TAKAHASHĐ Ve R. HILTON.
1970 Feodalizmden Kapitalizme Geçiş, ( 1970) ( Çev. Çetin Yetkin) Kaynak Yayınları, 2.Basım, Đstanbul.
DPT, SEKĐZĐNCĐ BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI 2001 Yerel Yönetimler Özel Đhtisas Komisyonu Raporu, Ankara. EKĐCĐ, Birol, ve TOKER,M.C..
2004 “Avrupa’da ve Ülkemizde Yerel Yönetimlerin Denetimi ve Etkinliği”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 14, Sayı 1, s.5-28 Güncelleştirilmiş 9. Baskı, Bursa.
208
EKĐN, Nusret. 1994 Endüstri Đlişkileri, Beta Yayınevi, 6. Bası, Đstanbul, ERDUT, Zeki.
2004 “Liberal Ekonomi Politikaları ve Sosyal Politika” Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı: 2 , s. 11-39. (http://www.calismatoplum.org/sayi2/makale1. pdf, 29.03.2008).
ERENÇĐN, Arif.
2002 “Yerel Yönetimler ve Yeni Kamu Yönetimi Tartışmaları”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 11, Sayı 4, s. 25- 40
2006 “Belediye Görevleri Üzerine Bir Đnceleme” TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 15, Sayı 1, s.17-29. ERYILMAZ, Bilal.
2002 “Belediyelerde Demokrasi Geleneği ve Değişim
Đlkeleri”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 11, Sayı 3, s.6-21
ERSÖZ, Halis Yunus.
2001 “ Yerel Yönetimlerde Özelleştirme Uygulamaları ve
Yaygınlık dereceleri”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 10, Sayı 2, s. 31-50
2005 “Sosyal Politika- Refah Devleti-Yerel Yönetimler
209
Đlişkisi” Sosyal Siyaset Konferansları, s.760-775.
(http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/armaganlar/ tokerdereli /35.pdf , 14.03.2008).
2006 “5272 sayılı Yasa Öncesinde Türkiye’de Belediyelerin Sosyal Politika Alanındaki Deneyimleri,” Sosyal Siyaset Konferansları, s.134-151. (http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/11.pdf 03.01.2008). ERTAN, Birol.
2002 “Yerel Yönetim Kavramı” TODAĐ Çağdaş Yerel
Yönetimler Dergisi, Cilt 11,Sayı 1, s.22-30. “Yerel Yönetimler ve Demokrasi” Review of Social
,Economic & Business Studies, Vol. 2, s.204-215.
ERTEN, Metin
1999 Nasıl Bir Yerel Yönetim ?, Anahtar Kitaplar Yayınevi,
1. Baskı, Đstanbul.
EROĞUL, Cem.
1999 Devlet Nedir?, Đmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara. ERTÜRK, Hasan.
1997 Kent Ekonomisi, Ekin Kitabevi, Genişletilmiş 2. Baskı,
Bursa.
ESEN, Hikmet.
210
1998 “Yerel Yönetimlerde Dış Borçlanma Ve Sonuçları”,
TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 7 Sayı 3, s.3-15
FALAY, Nihat.
1997 Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Mali Yapısına Đlişkin Eğilimler”, TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, s.3-13
1998 “Yerel Yönetimlerde Özelleşmeye Đlişkin Sorunlar”, TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, s.14-20
FALAY, N., M. ŞAHĐN
ve A. KESĐK.
2008 Kamu Maliyesine Yeni Bakış / Teori ve Uygulama, Seçkin Yayıncılık, Ankara.
FALAY, Nihat ve N. VARCAN.
2009 Yerel Yönetimler, Anadolu Üniversitesi Yayını No:1754, Eskişehir.
GERAY, Cevat.
1969 “Đlçe Çapındaki Toplum Kalkınması Çalışmaları,
Mahalli Đdare Birlikleri ve Birkaç Örnek Olay”, TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi,
211
Cilt 2, Sayı 2, s.16-33.
2000 “ Köy Yönetimlerinin Yeniden Yapılandırılması”,TODAĐ,
Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 9 Sayı 3, s. 3-24
2001 “Kentleşme Sorunlarının Çözümü Açısından
Küreselleşme, Özelleştime, Yerelleşme ve Yerel Yönetimler”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 10, Sayı 4, s.7-22
GĐRĐTLĐ, Đsmet. ve Jale SARMAŞIK.
2006 Anayasa Hukuku, Genel Esaslar- Türk Anayas
Hukuku, Beta Yayınları, 2. Baskı, Đstanbul.
GÖRMEZ, Kemal. 1997 Kent ve Siyaset, Gazi Kitabevi, 1. Baskı, Ankara. GÖZLER, Kemal.
2006 Đdare Hukukuna Giriş, Ekin Kitabevi, Güncelleştirilmiş 7. Baskı, Bursa.
GÖZÜBÜYÜK, Şeref.
2007 Yönetim Hukuku, Turhan Kitabevi, Güncelleştirilmiş 24. Bası, Ankara.
GÜLDĐKEN, Nevzat.
2004 “ Ulus, Ulus-Devlet ve Uluslaşma Kavramlarına
212
Đlişkin Tartışmalar ve Türkiye”, Cumhuriyet Üniversitesi, ĐĐBF Dergisi, cilt 7, sayı 2, s.157-168.
GÜLER AYMAN, Birgül.
1993 “Yerel Yönetimler Tarihine Yaklaşım Sorunu”,TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, s.87-96.
1996 “Kentsel Altyapı Finansmanı:Belediyeler Bankası:1945-
1995”,TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 29, Sayı 1, s. 87-105. 1997a “Yerel Altyapı Yatırımı ve Finansmanı: Đller Bankası:1945- 1995”, TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 30, Sayı 1, s.43-67
1997b Yerel Yönetimlerde Dış Borçlanma”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi,, Cilt 6, Sayı 2, s. 20-30.
1997c “Küreselleşme Ve Yerelleşme Yerel Alt Yapı Sektörü”,
TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 6, Sayı 3, s. 62 -77.
2000 “Yerel Yönetimleri Güçlendirmek Mi? Adem-i Merkeziyetçilik Mi?”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 9, Sayı 2, s. 14-29.
2001 “ Yerel Yönetimlerde Reform Sorunu” TODAĐ, Çağdaş
Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 10, Sayı 3, s.7-12
2006 Yerel Yönetimler Liberal Açıklamalara Eleştirel
Yaklaşımlar, Đmge Kitabevi, 3.Baskı, Ankara.
213
GÜVEN, Sami. 1977 “Belediyelerin Akçalı Sorunları” TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 10, Sayı 1, s.18-34.
1982 “Değişen Yerel Hizmet Kavramı ve Yerel Yönetimlerde Ölçek Sorunu”TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 15, Sayı 4, s.27-48.
1995 Sosyal Politikanın Temelleri, Ezgi Kitabevi, 3.Bası, Bursa.
HASANOĞLU, Mürteza.
1998 “Küreselleşmenin Devlet Yönetimine Etkileri” Sayıştay Dergisi sayı: 43, s. 68-82.
(http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der43 m4.pdf 10.01.2008).
HOLTON, R.J.
1986 Kentler kapitalizm ve Uygarlık, (1999),
( Çev. Ruşen Keleş ), Đmge Kitabevi, 1. Baskı, Ankara.
HUBERMAN, Leo.
1938 Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, ( 1974)
(Çev. Murat Belge ), Đletişim Yayınları,
3. Baskı, Đstanbul.
ĐSBĐR, Eyüp. G.
1986 “Şehirleşme ve Meseleleri”, Ocak Yayınları, Ankara.
214
KARABAĞ, Servet,
2002 Mekanın Siyasallaşması, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
KARTAL, Filiz
2000 “Yerel Yönetimlerin Yeniden Yapılanması Çerçevesinde
Belediye Hizmetlerinin Özelleştirilmesi: Ankara’dan Örnekler” TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 9, Sayı 1, s.58-80.
KARAHANOĞULLARI, Onur
2001 “Kamu Hizmetini Kurulmasında Yerel Yönetimlerin
Etkisi”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 10, Sayı 4, s.23-35.
KARAKILÇIK, Yusuf,
ve ÖZCAN, Ayşe.
2007 “Yerellik (Subsidiarite) Đlkesinin Türk Yerel Yönetim Dizgesinde Uygulanabilirliğinin Đrdelenmesi”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 14,Sayı4, s.5-30
KAZANCI, Metin.
1983 “Yerel Yönetimler Üzerinde Birkaç Not”,
TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 16, Sayı 4, s.36-51
215
KELEŞ, Ruşen.
2008 Kentleşme Politikası , Đmge Kitabevi , 7. Baskı , Ankara.
2006 Yerinden Yönetim ve Siyaset, Cem Yayınevi, Genişletilmiş 5. Basım, Ankara. KELEŞ, Ruşen, Ve MENGĐ, Ayşegül.
2002 “Dünya Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na Doğru”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 11, Sayı 4, s. 6-24
KIRAY, B. Mübeccel.
2003 Kentleşme Yazıları, Bağlam Yayınları,
2. Basım, Đstanbul.
KIRIŞIK, Fatih, Ve SEZER, Özcan.
2006 “Türk Anayasalarında Yerel Yönetimler”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, s.5-30
KOCACIK, Faruk.
2003 Toplumbilim Ders Notları, Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları No: 92, Genişletilmiş 3. Baskı, Sivas.
216
KOCAOĞLU, Mehmet.
1999 Sosyal Politika, Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü
Kamu Đşverenleri Sendikası, Ankara. KORAY, Meryem.
1995 Sosyal Politika, Ezgi Kitabevi Yayınları,
3. Baskı, Bursa.
2005a Görülmek Đstenmeyen Gerçek: Sosyal Refah
Politikaları Ve Demokrasi Đlişkisi” Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı: 2 , s.27-59. (http://www.calismatoplum.org/sayi5/Makale5/ makale2. pdf , 30.04.2008).
2005b Sosyal Politika, Đmge Kitabevi, 2. Baskı , Đstanbul.
2005c “Reel“ Küreselleşme veya Küreselleşmenin Realitesi” Çalışma ve Toplum Dergisi , Sayı 4, s.11-46. http://www.calismatoplum.org/sayi7/makale1. pdf, 08.03.2008).
KÖSE, H. Ömer. 2003 “Küreselleşme Sürecinde Devletin Yapısal ve Đşlevsel Dönüşümü” , Sayıştay Dergisi, Sayı: 49 , s.3-46. (http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der49m1. pdf , 20.04.2008).
2004 “Yerel Yönetim Olgusu ve Küreselleşme Sürecindeki Yükselişi”, Sayıştay Dergisi , Sayı: 52 , s.3-43
217
(http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der52m1. pdf , 25.07.2008).
LORDOĞLU, K. ve N. ÖZKAPLAN
1992 Çalışma Đktisadı”, Düzeltilmiş Đkinci Baskı, Der
Yayınları, Đstanbul.
MADDICK, Henry.
1970 “Demokrasi, Yerinden Yönetim ve Kalkınma(çev.
Semay BÜYÜKDAVRAS)”,TODAĐ Amme Đdaresi
Dergisi, Cilt 3, Sayı 3, s.207- 226
1973 “Ekonomik ve Toplumsal Gelişmeye Yerel Yönetimin
Katkısı (çeviren Semay BÜYÜKDAVRAS)”, TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 6, sayı 2, s.69-77
MAZGĐT, Đsmail.
1993 “Kapitalizmde Yeniden Yapılanma Müdahalecilik–
Liberalim Döngüsü” Dokuz Eylül Dergisi ĐBBF Dergisi, Cilt 8, Sayı 1, s.152-174.
NADAROĞLU, Halil. 1994 Mahalli Đdareler, Beta Yayınevi, Yenilenmiş 5. Bası, Đstanbul. 2001 Mahalli Đdareler, Beta Yayınları, Yenilenmiş 7. Bası, Đstanbul.
218
ORTAYLI, Đlber.
2001 Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitapçılık Yayıncılık,
1. Baskı, Đstanbul.
ÖZDEMĐR, Süleyman. 2004a “Sosyal Refah’ın Sağlanmasında Yeni Bir Anlayış: “Refah Karması” ve sosyal Refah Sağlayıcı Kurumlar” Sosyal Siyaset Konferansları, s.97-127. ( http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap48/03. pdf , 28.05.2008). 2004b “Kar Gütmeyen Kuruşlar”(KGK) ve Sosyal Refah’ın Sağlanmasında Srtan Rolü” Sosyal Siyaset Konferansları, s.129-161. http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap48/04. pdf, 16.07.2008). 2006 “Başlangıcından Günümüze Refah Devletlerinde Sosyal Harcamaların Analizi “Sosyal Siyaset Konferansları, s.153-204. http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/12. pdf, 12.06.2008). ÖZER, Mehmet.
2000 “Kamu Yönetiminde Yeni Bir Örgütlenme Đlkesi:
Yerellilik (subsidiaritaet)”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 9 Sayı 3, s.25-43
219
ÖZKALP, Enver.
2005 Sosyolojiye Giriş, Yenilenmiş 13. Baskı,
Ekin Kitabevi, Yayınları, Bursa.
ÖZŞUCA, Şerife Türcan.
2006 “ Yapısal Uyum, Küresel Bütünleşme ve refah devleti “ Kamu-Đş Dergisi, Cilt 7, Sayı 2, s.1-11.
(http://www.kamu-is.org.tr/pdf/7217.pdf 23.10.2008)
PEHLĐVAN, Osman. 2006 Kamu Maliyesi, Derya Kitabevi, Trabzon. PIRENNE, Henrı.
2006 Ortaçağ Kentleri , (1982), ( Çev. Şadan Karadeniz).
Đletişim yayınları, 6. Baskı, Đstanbul.
PUSTU, Yusuf.
2007 “Yerel Yönetimler Ve Demokrasi” Sayıştay Dergisi
Sayı 57,s.121-133. http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der57m5 .pdf , 20.04.2008). 2008 “Küreselleşme Sürecinde Kent Antik Site‘den Dünya kentine” Sayıştay Dergisi, Sayı 60, s.129-151.
http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der60m7. pdf. 25.04.2008).
220
SARAN, Ulvi.
2000 “Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma Kalite
Odaklı Bir Yaklaşım”, Atlas Yayıncılık,
1.Baskı, Ankara.
SARIOĞLU, Fatih.
2007 “ Türkiye’de Yerel Yönetim Reformları Üzerine :
Ekonomik Bir Yaklaşım “ TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 16, Sayı 4, s.21-37.
SĐVAS BELEDĐYESĐ 2008 2007 Faaliyet Raporu. SOBACI, M. Zahid.
2005 “Yeniden Yapılanma Sürecinde Đl Özel Đdarelerinin
Dünü, Bugünü ve Geleceği Üzerine değerlendirmeler”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt14, Sayı 4, 31-50
ŞENGÜL, H. Tarık.
1999 “Yerel Yönetim Kurumları: Yönetimden Yönetişime” TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 8, Sayı 3, s.3-19.
2000 “Siyaset ve Mekansal Ölçek Sorunu : Yerelci Stratejilerin Bir Eleştirisi” E.A. TONAK, K. BORATAV, O. TÜREL, C.SOMEL, T.ŞENGÜL,
221
H. ARSLAN, Küreselleşme, Đmge Kitabevi, Ankara s.111-159.
TÜRKĐYE EKONOMĐK VE TOPLUMSAL TARĐH VAKFI
2002 STK’lar, Yerelleşme ve Yerel Yönetimler, Đstanbul.
TALAS, Cahit.
1980 Ekonomik Sistemler, S Yayınları, Gözden geçirilmiş
4.Bası, Ankara.
1983 Sosyal Ekonomi, S Yayınları, Gözden Geçirilmiş
6.Baskı Ankara.
1992 Türkiye’nin Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi,
Bilgi Yayınevi, 1. Basım, Ankara.
TEKELĐ, Đlhan.
1982 “Yerel Yönetimlerde Demokrasi ve Türkiye’de
Belediyelerin gelişimi”,2003“Siyasal Toplum Đle Sivil Toplum Arasında Yerini Belirlemekte Olan Yerel Yönetimler”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 12, Sayı 2, s.5-15.
TĐMUR, Taner.
2001 Osmanlı Toplumsal Düzeni , Đmge Kitabevi ,
4. Baskı ,Ankara. TOKOL, Aysen.
222
1997 Sosyal Politika, Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yayını No: 20, 2. Baskı, Bursa. TOPAL, A.Kadir
2003 “Global Kapitalizmde Sermaye Birikimi Đçin Yeni
Mekansal Ölçekler: Dünya Kentleri/ Global Kentler”,
TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi
Cilt 12, Sayı 2, s. 41-61.
2004 “ Kavramsal Olarak Kent Nedir ve Türkiye’de kent
Neresidir?” Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı: 1 , s.276-294
TOPRAK, Zerrin. 2006 Yerel Yönetimler, Nobel Yayın Dağıtım, 6. Baskı, Đzmir. TORTOP, Nuri.
1985 “Yönetim Sistemimiz Đçinde Belediyelerin Önemi ve Yeni Düzenlemeler”, TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 18, Sayı 4, s.3-12.
1989 “Özerk, Üretken ve Katılımcı Mahalli Đdare Anlayışı”
TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 24, Sayı 4, s.3-9.
1992 “Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma”, TODAĐ
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 25, Sayı 3, s. 37-50. 1993 “Yerel Kamu Hizmetlerinin Yönetim Biçimi” TODAĐ
223
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 26, Sayı 2, s. 65-72.
1998 “Yerel Yönetimler ve Küçük ve Orta Ölçekli Đşletmeler”, TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, s.71-77 2001 “Yerel Yönetimlerin Sorunları ve Yeniden Düzenlenme Gereksinimleri”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi Cilt 10, Sayı 2, s.5-17.
2002 “Yerel Yönetimlerin Artan Önemi ve Çağdaş Görevleri”
TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetim Dergisi, Cilt 11, sayı 1, s.7-21.
TORTOP, N., B. AYKAÇ, H. YAYMAN ve M. A. ÖZER.
2006 Mahalli Đdareler, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara. TUNA, Orhan ve Nevzat YALÇINTAŞ
1999 Sosyal Siyaset, Filiz Kitabevi, Đstanbul.
TÜRKĐYE KAMU- SEN 2002 Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısına Đlişkin , Türkiye Kamu-Sen Raporu, Türkiye Kamu- Sen Ar-ge yayınları, Yayın No: 9, Ankara.
TÜSĐAD
224
1995 Yerel Yönetimler Sorunlar Çözümler Raporu, Đstanbul. UÇKAN, Banu. “Küreselleşme ve Devletin Đş Piyasasındaki Rolü” (http/www. Cmis.org.tr/dregiDocs/1 mak982.htm. 09.06.2006). ULUSOY, Ahmet Ve AKDEMĐR, Tekin. 2001 Mahalli Đdareler Maliyesi, Seçkin Yayınevi , 1. Baskı, Ankara. ÜNÜSAN, Teoman. 1996 Avrupa’da Yerel Yönetimler, Mahalli Đdareler Genel Müdürlüğü Yayın No : 9, Ankara. VERSAN, Vakur.
1991 Kamu Yönetimi, Đdari ve Siyasi Teşkilat, Der Yayınları, 10. Basım, Đstanbul.
WEBER, Max.
2007 Şehir , Modern Kentin Oluşumu,(1960),
(Çev. Musa Ceylan), Bakış Yayınları, Dördüncü Baskı,
Đstanbul.
YALÇINDAĞ, Selçuk.
1988 “Yerel Yönetimler Đçin Yeni Model Arayışı”, TODAĐ
225
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 21, Sayı 3, s.3-22.
1991 “Türk Yerel Yönetimlerinde Yeniden Yapılanma”
TODAĐ, Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 24, Sayı 3,
s. 123-152.
1993 “Bitmeyen Senfoni: Yerel Yönetimler Reformu”
TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, s. 43-69.
1997 “ Yerel Yönetimlerde Etkinlik”, TODAĐ Çağdaş Yerel
Yönetimler Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, s. 3-15. YAŞAMIŞ, Firuz Demir.
1991 “Hızlı Kentleşmenin Sonuçları ve Belediyelerin
Kurumsal, Örgütsel,Yönetimsel Olanakları” TODAĐ Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 24, Sayı 3, s.163-188. YILDIRIM, Uğur.
2002 “Yeni Belediye Yasaları Çerçevesinde Alternatif Hizmet Sunma Yöntemleri”, TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 13, Sayı 4, s. 19-37
YILDIRIM, Ramazan.
2006 “59. Hükümet Zamanında Yapılan Belediye
Reformunun Kısa Bir Değerlendirilmesi”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, s.31-60.
226
YILDIRIM, U., ÖNER, Ş., AYRIÇAY, Y., TAŞ, Đ.E..
2006 “Đl Özel Đdaresi ve Belediye Gelirleri Yasa Tasarısı
Taslağı: Mali Özerklik mi? Merkez Kaynaklı Gelirlerin Revizyonu mu?”, TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 15, Sayı 3, s.43-61.
YILDIZ, Mete.
1996 “Yönetimler ve Demokrasi” TODAĐ Çağdaş Yerel Yönetim Dergisi, Cilt 5, Sayı 4, s.3-15.
YILMAZ, H. Hakan.
2003 “Yerel Yönetimlerde Planlama, Bütçe, Borçlanma ve Denetim Süreçlerinin Yeni Yasalar Çerçevesine Değerlendirilmesi” Sayıştay Dergisi , Sayı 55 , s.3-40.
ZEYREKLĐ, Sedef. Ve EKĐZCELEROĞLU, Rengül.
2008 “Avrupa Birliği Bağlamında Yerellik (Subsidiarite) Đlkesi Ve Đlkenin Türkiye Açısından Ele Alınışı” TODAĐ, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi,
Cilt 16, Sayı 3, s.29-48.