kızıl bayrak 2013-11

32
Sayı: 2013 / 11 15 Mart 2013 1 TL www.kizilbayrak.net 8 Mart, Newroz, 1 Mayıs… Devrimci baharın coşkusuyla mücadeleyi büyütelim!

Upload: kizilbayrak

Post on 08-Mar-2016

246 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-11/15 Mart

TRANSCRIPT

Page 1: Kızıl Bayrak 2013-11

Sayı: 2013 / 11 15 Mart 2013 1 TL

w w w. k i z i l b a y r a k . n e t

8 Mart, Newroz,

1 Mayıs…

Devrimci baharın

coşkusuyla mücadeleyi büyütelim!

Page 2: Kızıl Bayrak 2013-11

2 * Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Esmat MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mh. Yüksel Sk. No 19

Güngören / İSTANBUL Tel: 0 (212) 637 10 35

Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

8 Mart'la birlikte yeni bir bahar dönemine dahagirmiş bulunuyoruz. Her açıdan hareketli ve yoğungeçecek olan bu dönemde iki temel gündem öneçıkıyor. Biri gün be gün tırmandırılan ve bölgehalklarını büyük bir yıkıma sürükleyen emperyalistsavaş ve saldırganlık. Diğeri ise yine bölgeselgelişmelerden bağımsız olarak ele alınamayacak olanKürt sorunu. Özellikle Kürt sorunu, son dönemdeyaşanan gelişmelerle birlikte Türkiye'nin iç politikatmosferine belirgin bir şekilde ağırlığını koymuşbulunuyor.

Sınıf devrimcileri, öne çıkan bu iki siyasal gündemüzerinden işçi sınıfına dönük etkin bir politik müdahalezeminine çevirmek ve bu gündemler temelinde sınıfınınbağımsız devrimci sınıf tutumunu maddi bir gücedönüştürmek için “İşçilerin birliği halkların kardeşliği”şiarıyla çalışmalarına hız verdiler. Önümüzdekigünlerde 6 ilde toplanacak olan “Sınıfa Karşı Sınıf”kurultayları da bu bakışın ürünü olarak gündeme geldi.İstanbul hariç diğer kentlerde yapılacak olankurultayların programları netleşmiş bulunuyor.

Sınıf devrimcileri ve kurultay çağırısına yanıt verenöncü-devrimci işçiler, 1 Mayıs’ın ön günlerindetoplanacak olan kurultayların güçlü, kitlesel ve başarılıgeçmesi için geriye kalan zamanı en etkili ve en verimlibir şekilde değerlendirmeyi başarabilmelidirler. Bununyolu ise her şeyden önce kurultayın politik gündemleriüzerinden yaratıcı, dinamik ve inisiyatifli etkin veyaygın bir sınıf-kitle çalışmasından geçmektedir. 1Mayıs’a dönük hazırlıkların şimdiden somutlanması vekurultayla ilişkisi içerisinde örgütlenmesi ise bufaaliyetin bir diğer yönünü oluşturmaktadır.

***Daiyang-SK'da yaşanan grev süreci uzlaşmacı-

pasifist sendikal anlayıştan kaynaklı dağılma aşamasınagelmiş bulunuyor. Sürecin her adımında mücadeleyidizginleyen, her ileri çıkma eğilimini bir biçimdesabote ederek boşa düşüren bu anlayışı aşmanınyakıcılığı bir kez daha Daiyang deneyimi ile gözlerönüne serilmiş bulunuyor.

Daiyang-SK deneyimi aynı zamanda icazetçi-

reformist solun sınıf mücadelesindeki bozucu etkisinitüm çıplaklığıyla gösterdi. Daiyang-SK grevi,uzlaşmacı-pasifist sendikal anlayışın siyasal temsilcileriolan bu türden liberal-reformist çevrelere karşıverilmesi gereken mücadelenin önemini pratik olarakortaya koydu.

***DİSK'te yaşanan ayrışma ve iç mücadeleler,

konfederasyonu Olağanüstü Genel Kurul toplamayagötürecek kadar şiddetlenmiş bulunuyor. AdnanSerdaroğlu ve Birleşik Metal-İş Sendikasıyöneticilerinin DİSK Genel Merkez görevlerindenistifasıyla hız kazanan bu iç mücadelenin sınıfmücadelesinin ihtiyaçlarıyla uzaktan yakından birilişkisi bulunmuyor. Zira bürokratik hesaplar üzerindentaraflaşanların, son bir yılda gündeme gelen sınıfayönelik sayısız saldırı karşısındaki aldıkları tutumlarortadadır. Tablo buyken DİSK içerisinde mücadeleyetutuşan tarafların birbirlerini sendikal anlayışlarıüzerinden eleştirmeleri ve ayrışmayı bu temeldeyaşanıyormuş gibi gösterme çabaları ise gerçeklerinüzerini örtmeye yetmiyor.

Yaşanan bu gelişmeler bir kez daha mevcut sendikalanlayışın aşılma ihtiyacını tüm yakıcılığı ile gösteriyor.

Devrimci baharın yüklediği

güncel sorumluluklar. . . . . . . . . . . . . . . . . 3

PYD gerici muhalefetle anlaştı… . . . . . . 4

Newroz piroz be! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5

4. Yargı Paketi açıklandı!. . . . . . . . . . . . . . 6

18. yılında

Gazi Katliamı lanetlendi . . . . . . . . . . . . . . 7

DİSK Olağanüstü Genel Kurula gidiyor…8

Demiryolları özelleştirme kıskacında . . . . 9

Özelleştirme yasasını püskürtebilecek

gücümüz var! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10

Sınıf hareketinden.... . . . . . . . . . . . . . . . . 11

Daiyang-SK grevi üzerine... . . . . . . . 12-13

İşçilerin birliği halkların kardeşliği için

Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları’na

hazırlanıyoruz! . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14-15

Kürt sorunu üzerine konferanslar... / 2

Kürt açılımının sınırları

H. Fırat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-18

Newroz’da

mücadele alanlarına! . . . . . . . . . . . . . . 19

25 yıldan bu yana

Halepçe’nin anıları taze . . . . . . . . . . . . 20

Devrimci Kadın Kurultayı

tebliğlerinden... / 5 . . . . . . . . . . . . . 21-22

8 Mart’ın ardından….. . . . . . . . . . . 23-24

8 Mart eylemlerinden . . . . . . . . . . . . . . 25

Üçlü gerici cephe

Irak’ta da işbaşında! . . . . . . . . . . . . . . . 26

Dünyanın sokaklarında

grev ve direnişler . . . . . . . . . . . . . . . . . 27

Sınav gündemli çalışma ve

görevlerimiz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28

Ankara Üniversitesi’nde

ücretsiz yemek!! . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29

Seyit, Necati ve Ethem’i saygıyla

anıyoruz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Page 3: Kızıl Bayrak 2013-11

Türkiye’de baharın kutlamalar, devrimciyıldönümleri ve anmalarla şekillenen bir çehresi var.Yaklaşık olarak 8 Mart hazırlıklarıyla başlayıp 1Mayıs’la doruğuna varan, 6 ve 18 Mayıs’a kadar uzananbir dönem bu. Her biri devrimin onur hanesine yazılıgünler/yıldönümleri, sürmekte olan kavgaya yenisoluklar taşır, yeni itilimler sağlar. Türkiye’nin devrimleilişkisini çoktandır kesmiş bir dizi liberal-reformist akımıdahi, bu dönem boyunca devrim ve sosyalizm şiarınıdillerinden düşür(e)mezler. Zira 8 Mart, Gazi, Beyazıtdevrimcidir. Halepçe ezenlerin ezilen bir halka yönelikvahşetini ve kıyımını hatırlatır. Newroz’un isyan veözgürlük çağrısı, yakın tarih Çağdaş Kawaları’nınbedeninde devrim tutkusuna dönüşür. Kızıldere, Nurhak,1 Mayıs, 6 Mayıs, 18 Mayıs gibi bütün tarihsel miraslar,tepeden tırnağa devrimcidir. Her biri düzen-devrimçatışmasına yeniden ve yeniden ayna tutmakla kalmaz,reformizm ile devrim arasındaki çizgiyi debelirginleştirir. Tüm bunlardan dolayı bahar mevsimiTürkiye’de çoktandır “devrimci bahar” olarakadlandırılıyor.

8 Mart eylemleri ve solun tablosu

8 Mart eylemleri 2013 baharında devrimciolanaklarının gereğince değerlendirilipdeğerlendirilemeyeceğinin ilk ipuçlarını vermiş oldu.Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak devrimci 8 Mart ileDünya Kadınlar Günü olarak erkeksiz-mor 8 Martayrışmasının son tablosu, toplumsal-siyasal atmosferdekireformist tonun giderek yoğunlaştığını gösterdi. Kürtsorunu üzerinden yaşanan gelişmelerin, dinci-gericiiktidarın tasfiyeci oyunla toplumda yaratmayı başardığıbeklentilerin bunda tartışmasız bir payı olduğuna şüpheyoktur.

Fakat asıl etken, Türkiye solunun büyük birkesiminin yıllardır yaşadığı savrulmaların en uçnoktalara varması ve bununolağan karşılanmasıdır. Bukoşullarda örneğin bir-ikiyıl önceye kadar zar zorkızıl 8 Mart saflarındaduran kimi çevreler, buelverişli atmosferinyardımıyla gönlü rahat birbiçimde mor 8 Mart’laraaktılar. Elbette hala aradaduranlar da var; bazıkentlerde ayrı, bazılarındabirine, bazılarında diğerinekatılanlar. Onuru tümüyledünya sosyalist hareketininmücadelesine ait tarihsel birmirası sınıfsal özünden veanlamından koparmaya yeltenenler karşısında gerçektearada durmak diye bir tutum yoktur. Hala devrimcilikiddiasında olanlar payına, tartışmasız bir ilkeselayrışmada söz konusu tutumu sürdürmek en kabasındanbir oportünizmdir ve küçük-burjuva solunun evrimiiçinde hiç de şaşırtıcı değildir. Bu arada bu savrulmalarıbir kayıp saymadığımızı da ekleyelim. Nihayetinde“Herkes kendi bayrağı altına” çekiliyor.

Derinleşen ayrışma...

8 Mart eylemleri bir kez daha reformizm ile devrimarasındaki bu ayrışmanın derinleşerek sürdüğüne tanıklıketti. Güya “objektif habercilik” yapmak iddiasında olanbir dizi reformist çevre Devrimci 8 Mart eylemlerinitümüyle görmezden geldi. Bu yok saymanın artıkdevrimle lafzi bağların bile koparılmasından başka biranlamı olduğunu sanmıyoruz. Kürt hareketinin politikgücü üzerinden parlamenter heveslerini gerçekleştirmeyetüm benlikleriyle kilitlenmelerinin doğal evrimidir bu.

İki ayrı dünya olgusu 8 Mart alanlarından da yansıdı.Bir yanda sorunu düzenin temellerine dokunmaksızınçözme hayali yayan mor renkli kitleler, diğer yandasorunun kaynağı olan düzene karşı devrime çağıran kızıleylemler... Devrimci 8 Mart eylemlerinin örgütleyicibileşenlerinde bir daralma yaşanmasına rağmen, militanduruş, canlılık ve coşku geçmiş yıllardaki gibi devametti. Örgütleyici bileşenlerdeki dökülmeler haliyle toplamkitle katılımına da yansıdı. Önden bunun bilinciylehareket eden komünistler, ön hazırlığa büyük bir önemvermişler, bu çerçevede Devrimci Kadın Kurultayıörgütlemişlerdi. Belli başlı kentlerde komünistlerinkortej ağırlığını oluşturmaları bu ön hazırlık sürecininürünü sayılmalı. Fakat ayrışmanın önemi ve anlamıdüşünüldüğünde mevcut tablo henüz hak edileninoldukça uzağındadır. Bunu değiştirmek, baştakomünistler olmak üzere devrimcilik iddiasını koruyantüm güçlerin bu tür süreçleri bütünlüğü içinde elealmalarına ve buna uygun bir yüklenme içine girmelerinebağlıdır.

Devrimden kaçışın, tasfiyeci savruluşların, devrimciilke ve moral değerlerdeki erozyonun bu denli kaba birhale geldiği günümüz Türkiye’sinde devrim bayrağınıgönderde tutmanın başka olanağı yoktur. Devrimcisaflardaki her zayıflık, ister istemez tasfiyeci reformist

atmosferi besleyecek,reformizmin hareket alanınıbüyütecektir. Nitekimtasfiyeci legalizmin, birbaşka deyişle liberalreformizmin yığınlarınpolitize olmuş kesimlerinikolayındanetkileyebilmeleriningerisinde, devrimcihareketin ‘90’larınortasından başlayıp bugünedek artarak sürenzayıflaması var.

Bunun sermayedevletinin çok yönlüsaldırıları altında adım adım

geliştirildiği biliniyor. 1999 İmralı süreci ve F tipisaldırısı bu sürecin dönüm noktaları oldular. Devamı ise“AB demokratikleşmesi” aldatmacası ve devrimci örgütve çevrelere yönelik sistematik saldırılarla getirildi.Düzenin yoğun ve kesintisiz saldırıları karşısında işçi veemekçi kitleler edilgenlik içinde tutuldukça, her türlüdejenerasyon ve sapma kendine geniş bir yaşama alanıbuldu. Buna paralel olarak tasfiyeci-reformist atmosfer

giderek yoğunlaştı. Bu koşullar altında ilkeseldevrimciliğin küçümsenmesiyle birlikte her türlüanormalliğin kanıksanması olağan hale geldi. Bu açıdanreformizmin bugünkü gücü, her şeyden önce düzeninbaşarısının ürünüdür.

Reformizmin 8 Mart’ı ve feministlerin dayanakları

Dünya Kadınlar Günü olarak erkeksiz-mor 8Martlar’a öncelikle bu gerçek üzerinden bakılmalıdır.Küçük-burjuva feminizminin, söylemde bile kalsa haladevrim ve sosyalizm lafazanlığı yapan reformistakımların kitle gücü üzerinden kolayından ideolojikhegemonya alanı bulması, yine ancak bununla birlikteanlaşılabilir. Kadın sorunundaki bu savrulma zeminininyaratılmasındaki belirleyici rolü, şüphesiz yine Kürthareketi oynadı. Tarihsel olarak aşılmış, Türkiye’deesamisi okunmayan küçük-burjuva feminizmi, gelinenyerde Kürt kadınının kitle gücüne yaslanarak politiksahnede görünme imkanı elde etti. Dahası Türkiyesolunun önemli bir kesimine kendi rengini benimsetmeyibaşardı. Fakat yalnızca 8 Mart’tan 8 Mart’a... Gerçektefeministlerin, bunun dışında politik mücadele sahnesindevar olup olmadıkları bile tartışmalıdır.

Bu yıl Kadın Platformları’nın 8 Mart eylemlerindekinispi kitlesellik de esasta Kürt kadınlarının katılımınadayanıyordu. Dinci-gerici iktidarın tasfiyeci oyunununyarattığı beklentilerin genel bir politizasyona yol açması,haliyle kadın eylemlerine yansıdı. Kürt kadınlarının 8Mart’a görece kitlesel katılımları şimdilik feminist-reformist akımların hanesine yazılmış olabilir. FakatKürt kadınının devrimci dinamizminin, geçmişte olduğugibi reformist cendereyi parçalayacağından kuşkuduyulmamalıdır. Zira kadını-erkeğiyle Kürt halkınıngerçek çözüm, kalıcı barış ve özgürlük umutları, düzensınırlarında kalınarak gerçekleştirilemez.

Oyun er geç deşifre olacaktır

AKP iktidarı tarafından gündeme getirilen ve Kürthareketi tarafından büyük beklentilere konu edilen yeni“çözüm süreci” şimdilik bunun üstünü örtebilmektedir.Kürt hareketi bu dönemi doğal olarak kendi “çözüm”stratejisini kitlelere maletmek çerçevesindedeğerlendirmeye bakacaktır. 8 Mart’tan sonrakutlamalarına başlanmış olan Newroz’un politik hattı dabuna uygun seçilmiştir. Nedir ki “Öcalan’a özgürlük,Kürtlere statü” talebiyle AKP’nin tasfiyeci entegre“çözümü” arasında, mevcut siyasal düzende kolayındangiderilemeyecek bir açı var. Demek oluyor ki tasfiyecioyuna dair gerçeğin kitleler tarafından anlaşılması sadecebir zaman sorunudur.

Bunun ne kadar süreceğini ise Kürt halkıyla birliktetüm işçi ve emekçilerin siyasal mücadele sahnesineçıkması belirleyecektir. Dolayısıyla tasfiyeci oyununkitleler nezdinde deşifre olması bir yönüyle devrimcibahar dönemi olanaklarının, işçi ve emekçilere devrimcimüdahale çerçevesinde gereğincedeğerlendirilebilmesine de bağlıdır. 8 Mart’tın dersleriyleNewroz’dan 1 Mayıs’a uzanan tüm devrimci gündemlerebu bilinçle yaklaşılmalıdır.

Kapak Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

8 Mart’tan yansıyanlar...

Devrimci baharın yüklediği güncel sorumluluklar

Devrimci saflardaki her zayıflık, isteristemez tasfiyeci reformist atmosferibesleyecek, reformizmin hareketalanını büyütecektir. Nitekimtasfiyeci legalizmin, bir başka deyişleliberal reformizmin yığınların politizeolmuş kesimlerini kolayındanetkileyebilmelerinin gerisinde,devrimci hareketin ‘90’larınortasından başlayıp bugüne dekartarak süren zayıflaması var.

Page 4: Kızıl Bayrak 2013-11

Güncel4 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Haftalara yayılan şiddetli çatışmaların ardından,PYD (Demokratik Birlik Partisi) ile ÖSO (ÖzgürSuriye Ordusu), 11 maddelik bir anlaşma imzalayarak,Baas yönetimine karşı ortak hareket edeceklerini ilanettiler. Bu anlaşma ile “PKK’nin Suriye’deki kanadı”kabul edilen PYD, emperyalistler güdümündeki gericimuhalefetle resmen işbirliği yapmaya hazır olduğunuilan etmiş oldu.

Anlaşma, Türk sermaye devletinin desteklediğisilahlı çetelerin tanklar eşliğinde Serekaniye’ye(Rasulayn) saldırmalarından iki hafta sonra imzalandı.Anlaşmanın, Türkiye üzerinden Serekaniye’ye gidenve aralarında Michel Kilo’nun da bulunduğu Suriyelimuhaliflerin arabuluculuğuyla gerçekleştirildiğiaçıklandı. AKP iktidarıyla işbirliği yapan ÖSO şefi,“anlaşmayı tanımadığını, PYD’nin PKK uzantısı birterör örgütü olduğunu” iddia etse de, ÖSO’nun PYDile ortak kontrol noktaları oluşturmaya başladığına dairhaberler, tarafların birlikte hareket etmeye başladığınıgösteriyor.

“PYD-ÖSO kentleri birlikte kurtaracak”

11 maddelik anlaşmaya göre silahlı gruplar,Rasulayn’ı terk edecek. Arap ve Kürtler’in temsiledildiği ortak şehir yönetimi kurulacak, ortak kontrolnoktaları oluşturulacak. Rejim denetimindeki şehirlerinele geçirilmesi için PYD-ÖSO birlikte hareket edecek.Her iki taraf, basın yoluyla birbirlerine karşısaldırılardan vazgeçecek…

Bu anlaşma ile ÖSO hem PYD’nin denetlediğikentlerin yönetiminde söz sahibi oluyor hem şu anakadar Baas yönetimiyle savaşmaktan kaçınan Kürthareketini, gerici savaşa dahil etmenin koşullarınıhazırlamış oluyor. Rejim denetimindeki şehirlerin elegeçirilmesi için PYD’nin ÖSO ile birlikte Baasyönetimine karşı savaşmayı kabul etmesi, Kürthareketinin karşı-devrimci muhalefetle aynı safta yeralması anlamına geliyor.

Milliyet gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş’a konuşanPYD lideri Salih Müslim, Kürtler’in yaşamadıklarıkentlerdeki savaşa katılmayacaklarını söylüyor. Aksiolsaydı, bu, PYD’nin kendi ayağına kurşun sıkmasıanlamına gelirdi. Ancak bu, PYD’nin ÖSO ile aynımevziye girdiği gerçeğini de ortadan kaldırmıyor.

PYD adına geri adım

2003’te kurulan PYD, “demokratik sosyalizmisavunan, Kürt milliyetçisi solcu bir parti” olaraktanımlıyor kendini. İşbirliği yaptığı ÖSO ise,emperyalistlerin ve bölgedeki karşı-devrimci üçlünün(Türkiye-Katar-Suudi Arabistan) işbirlikçisi olan gericibir güçtür. ÖSO’nun işbirliği yaptığı güçler, sadeceKürt halkının değil, bölge halklarının da başdüşmanlarıdır. Bu güçler Suriye’deki yıkıcı savaşıkörükleyen ve bu ülke halklarını ağır bedel ödemekzorunda bırakanlardır aynı zamanda.

Suriye’deki gerici iktidar savaşının silahlı kolu olanÖSO ise, düne kadar, AKP iktidarınınyönlendirmesiyle Kürt halkına düşmanca saldıran birgüçtü. Kaldı ki, bu anlaşmaya uyup uymayacağı da

belli değil. Ne ÖSO ne kökten dinci çeteler ne debunların arkasındaki güçler, Kürt halkının demokratiktaleplerine destek verebilecek niteliktedirler. Zira kendiiçinde de parçalı olan bu gerici cephenin ideolojik-politik çizgisi, her türden demokratik hak veözgürlüklere doğası gereği karşıdır.

Hal böyleyken PYD’nin bu hareketle ortak hareketetme kararı alması, salt ulusal sorun ve talepler üzerineinşa edilen hareketlerin nasıl da kaygan bir zeminüzerinde bulunduğunu gösteriyor. PYD’nin songünlere kadar devam eden tutumuyla kıyaslandığında,anlaşmayı, Kürt hareketi cephesinden geriye atılmış biradım saymak gerekiyor.

PYD-ÖSO anlaşmasının AKP-Öcalan arasındadevam eden pazarlıkla bağlantılı olduğuna dairdeğerlendirmeler de var. Müslim Salih’in Türkiye’yesempatilerinin olduğunu açıklaması ve “Baas rejimi yagidecek ya gidecek” türünden söylemleri, budeğerlendirmenin yabana atılmaması gerektiğinihatırlatıyor.

Gerici güçlerden anlaşmaya destek

Arabulucuların Türkiye üzerinden geçiş yapmaları,anlaşmaya ÖSO adına imza atanların ise, AKPiktidarıyla yakın işbirliği ve suç ortaklığı içindeoldukları dikkate alındığında, bu işin kimler tarafındanyönlendirildiği kolaylıkla tahmin edilebilir. NitekimTürk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Levent Gümrükçüiki grup arasındaki anlaşmayı olumlu karşıladıklarınıaçıklayan ilk kişi oldu. Bu da Ankara’daki dinci-Amerikancı iktidarın dolaylı veya doğrudan bu işteparmağı olduğuna işaret ediyor. Böylece AKP, öncesilahlı çeteleri Kürt halkının üzerine salıyor, ardındaise PYD’yi geri adım atmak zorunda bırakananlaşmaya, destek ilan ediyor.

Kökten dinci çetelerin anlaşmaya destek ilanetmeleri de, atılan bu adımın kimlere yaradığı

hakkında fikir veriyor. Arabulucu Michel Kilo, AFP’yeyaptığı açıklamada, anlaşmaya başta destek vermeyenüç muhalif grubu ikna ettiğini belirtti. Kilo’nunaçıklamasına göre (kökten-dinci silahlı çetelerdenoluşan) El Nusra Cephesi, Guaraba El Şam ve Ahrar ElŞam grupları da ateşkese destek verecek. Bu aradaemperyalistlerin kucağındaki muhalefetin şefi Muaz elHatip’te anlaşmaya destek verdiğini açıkladı.

Gerici çetelerin anlaşmaya destek vermelerianlaşılır bir durum. Zira bu anlaşma ile PYDkendileriyle aynı safa geçmiş oluyor. ÖSO çapulcularıile kökten dinci çetelerin bölgedeki karşı-devrimciüçlü (Türkiye-Katar-Suudi Arabistan) veemperyalistlerle işbirliği yaptıkları göz önünealındığında, PYD’nin böyle bir anlaşmaya imza atmasıtalihsizlik olmuştur. Zira ezilen halkların kurtuluşu,emperyalistler güdümündeki gerici güçlerle işbirliğiyapılarak değil, emperyalizme ve gericiliğe karşımücadele eden safta yer alınarak sağlanabilir ancak.

PYD gerici muhalefetle anlaştı…

Page 5: Kızıl Bayrak 2013-11

Güncel Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

2600 yıldan fazla bir geçmişi olan Newroz, Kürthalkının mücadele tarihinde önemli bir yer tutmaktadır.Efsaneye göre milattan önce 612 yılında DemirciKawa’nın zalim Dehak’a başkaldırısı ile yanmayabaşlayan Newroz ateşi, Diyarbakır hapishanesindenbatının metropollerine,, Şırnak ve Cizre sokaklarındanNusaybin’e 30 yıldır Kürt ulusunun haklı istemlerindedirenişin adı olmuştur. Kürtler için zulme karşımücadelede, özgürlüğe kavuşma günü olan Newroz,günümüzde milyonlarca insanın katılımıyla,Ortadoğu’nun en önemli ve en kitlesel politik kitleetkinliğidir. Kürtçe “Nû roj (yeni gün)” anlamına gelenNewroz’u Kürt halkı, direnişin, özgürlüğün ve yenibaşlangıçların sembolü olarak kutlamaktadır. Kürthalkının talepleri karşısında imha, inkar veasimlasyondan başka bir “açılımı” olmayan Türksermaye devletinin ise Newrozlar’a yaklaşımı baskı,işkence ve katliamlar olmuştur.

1970’li yıllarda Kürt illerinin yüksek dağyamaçlarında ateşler yakılarak kutlanan Newroz, 12Eylül askeri-faşist darbesinin ardından bir sürekutlanamadı. Ne var ki yine aynı dönemlerdeDiyarbakır zindanında, Kürt halkının belleğine“Çağdaş Kawa” olarak adını yazdığı PKK’nin öncükadrolarından Mazlum Doğan’ın, 20 Mart 1982’deNewroz gecesi gerçekleştirdiği eylemle, Newrozateşinin Kürt halkını aydınlatmasını sağladı. Kürt tarihiiçinde ayrı bir öneme sahip olan bu eylemi 17 Mayıs1982′de “Dörtlerin”; Ferhat Kurtay, Eşref Anyık,Necmi Öner ve Mahmut Zengin’in eylemleri izledi.

Newroz, 1980’li yılların sonlarında Cizre veNusaybin’de on binlerce insanın katıldığı kitleselgösterilerle kutlanmaya başlandı. Yine bugünlerdeDiyarbakır surlarında Zekiye Alkan ve İzmirKadifekale’de Rahşan Demirel Newroz ateşinibedenleriyle tutuşturdular. 1991 yılında, Nusaybin’denİstanbul, Adana, Cizre, Kulp, Hani, Diyarbakır’a kadarbinlerce kişi Newroz kutlamalarına katıldı. Asker vepolislerin gösteri yapanların üzerine açtığı ateş sonucu31 kişi yaşamını yitirdi.

1992’ye gelindiğinde ise Kürt halkında iyimser birhava oluşmaktaydı. Kürt milletvekillileri SHP çatısıaltında Meclis’e girmişlerdi. TBMM Başkan Vekili veSHP Diyarbakır Milletvekili Fehmi Işıklar’ınbaşkanlığında HEP’li bazı milletvekilleri döneminBaşbakanı Demirel’i ziyaret ederek “Newroz’daistenmeyen olayların yaşanmaması” için tedbirlerinalınması istendi. Bu görüşmelerden sonra Demirelyaptığı açıklamada şunları söyledi: “Nevruzu herkeshukuk kuralları içinde kalarak, provokasyona vetahrike kapılmadan, serbestçe kutlayacak.”

Devletin resmi “Nevruz” programında ise “BaharBayramı”, “Türklerin Ergenekon’dan çıktıkları gün”gibi tanımlamalar vardı. Sermaye devleti, Kürt halkıtarafından kitlesel sahiplenişine karşı Newroz’un içiniboşaltmaya, politik etkisini zayıflatmaya dönükhamleler yapmayı da elden bırakmadı. Devleterkanının “ilkbaharın gelmesiyle doğanın bolluk veberekete yönelmesinden duyulan sevinç” ile kutladığıbu resmi “nevruzlarda” pilavlar pişirildi, yumurtalaratıldı, kompozisyon yarışmaları düzenlendi, yakılan

ateşlerin üzerinden atlandı, Milli Piyango çekilişleriyapıldı ve camilerde Nevruz hutbesi okutuldu. Elbettebu kutlamalara bazı Türkî Cumhuriyetler öğrencilerive devlet erkânından başka kimse katılmadı.

Kürt halkının serhıldanına dönüşen ‘92Newrozu’nda ise Şırnak, Gercüş ve Cizre gibiKürdistan illerinde 23 Mart’a kadar süren eylemlerdeözel hareket polisinin halkın üzerine açtığı ateş sonucu94 kişi yaşamını yitirdi. Cizre, devlet güçlerince top vekurşun atışına tutuldu. 19 Mart akşamı korucuevlerinden ve MİT binasından halka ateş edildi.Olayları izleyen Sabah gazetesi muhabiri İzzet Kezerde açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi.

Kürt halkının Newroz kutlamalarında ‘91 ve ‘92Newrozu’nun ayrı bir önemi vardır. Bu önem sadeceNewroz’un kitlesel bir sahiplenişe konu olmasındandeğil, bu gösterilerin aynı zamanda militan bir karaktertaşıması, Filistin intifadasının Kürdistan’da serhıldanadönüşen bir halk hareketi olması nedeniyle ayrıcaönemlidir.

1993 yılında Özal ile PKK arasında kurulan dolaylıdiyalog sonucunda PKK, ‘93 Newroz’u öncesindeateşkes ilan etmişti. 1992 yılında militan kitleeylemlerine sahne olan Newroz, 1993 yılında PKK’ninateşkes kararı ve Kürt halkına “alanlara çıkmamaçağrısı” üzerine sakin geçmiş, ancak Kürt halkınınbeklentileri karşılanmamıştı.

1994 Newroz döneminde sermaye devletinin“topyekûn savaş” konsepti yürürlükteydi. Provokatifaçıklamalar ve davranışlar, 21 Mart yaklaştıkçayoğunlaştı. Bölgedeki güvenlik önlemleri ve baskılarda arttı. Ancak PKK’nin Newroz’un bu yıl evlerdekutlanması yönünde çağrı yapması sonucu Newrozgenelde sakin geçti. 1995’te ise yine önemli bir olayyaşanmadı. ‘96’ya PKK’nin ‘95 Ağustos’unda ilanettiği tek taraflı ateşkesle girilmiş olsa da devletinNewroz’a yaklaşımı yine baskı ve engelleme olmuştu.

1996 yılından itibaren Newroz Kürt halkının

kitlesel sahiplenişiyle kutlandı. 1999’da Öcalan’ınyakalanması sonrası gerçekleşen Newroz’da ise yineyoğun baskı ve gözaltılar yaşandı. Newroz kutlamalarıbu çerçeve de bugünlere geldi. Newroz ateşi Kürthalkının kavgaya olan inancını daha da harladı,büyüttü. Devletin Newrozları engellemek için askeri,polisiye önlemleri, içini boşaltma hamleleri hepyetersiz kaldı.

Milyonlarca Kürt tarafından ulusal bir bayramolarak kutlanmaya devam edilen Newrozlarıngerisinde Kürt halkının ödediği bedeller vardır. Devlether ne kadar bu günü Nevruzlaştırmaya çalışsa dabunu başaramamıştır. Başta Diyarbakır gibi Kürt illeriolmak üzere Kürtler yaşadıkları her yerde binler, onbinler olup alanlara akmış, Newroz ateşleriniyakmıştır. Kürt halkı için Newroz ateşlerinin gerisindeMazlum Doğan’ın yaktığı “3 kibrit” vardır. Dörtlerinalevler arasından gelen “ateşi söndürmeyin, ateşisöndürmek ihanettir, ateşi harlayın” haykırışları vardır.

Kürt halkı elbette bu uğurda kaybettiklerideğerlerini asla unutmayacaklardır. Kürt halkınınmücadelelerinin birikimlerine, deneyimlerineyaslanarak görecekleri gerçek oldukça açık ve nettir.Nihai kurtuluşa giden yol, sömürgecilerin sözde“çözüm” labirentlerinde oyalanmak değildir. Kürtulusunun kendi kaderini özgürce tayin edebileceğigerçek çözüm sosyalizmdir. Yine elbette bu ortakkurtuluşa giden yolda işçi sınıfına da büyük görevlerdüşmektedir.

Çünkü ancak o zaman: “Sınıf bilinçli proletarya,Kürtlere karşı enternasyonalist görevlerini şimdidenlayıkıyla yerine getirirse, ve yarının muzaffer sosyalistdevrimi Kürtlerin özgürlüğünü gerçekleştirirse, birucu Avrupa’ya bir ucu Ortadoğu’ya uzanan, özgürcumhuriyetlerin eşit ve gönüllü birliğini temsil eden,büyük bir birleşik sosyalist cumhuriyetler birliği, hiçde bir ütopya olmayacaktır.” (Ekim 1. GenelKonferansı Bildirisi’nden...)

Newroz piroz be!

Kürt halkına özgürlük!

Page 6: Kızıl Bayrak 2013-11

Güncel6 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Türk sermaye devletinin yargısının nasıl bir adaletiçerdiğini gösteren pek çok örnek bulunmaktadır. Öylebir adalettir ki bu; hak aramak suçtur, puşi takmaksuçtur, halay çekmek suçtur vb. Hak ve özgürlüklerinkorunmasına dair hiçbir kaygının güdülmediği yasalarçıkmaktadır. AKP hükümetinin, yaptığı her hakgaspını demokrasi sosuna bulandırarak toplumasunma konusunda bir hayli başarısı bulunmaktadır.Hak ve özgürlükler bir bir gasp edilirken bunların adı“demokratikleşme” masallarıyla birlikte anılır. Ancakgerçekte biliriz ki onbinlerce devrimci, siyasi tutsakhapishanelerdedir, öğrencilerden, avukatlara,akademisyenlerden sendikacılara her muhalif kesimyargı terörüyle susturulmaktadır.

İşte yine demokratikleşme sosuna bandırılmış yenibir “yargı reformu” karşımızdadır. Adına “İnsanHakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında BazıKanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair KanunTasarısı” denmesi nedeniyle 4. Yargı Paketi’nin“düşünce ve ifade özgürlüğü” önündeki engellerikaldıracağı yönünde beklentiler yayılmıştı.

Oysa Adalet Bakanı Sadullah Ergin, yapılandüzenlemeleri, AİHM kararları doğrultusunda sistemidüzeltmek amacıyla hazırladıklarını açıktan ifadeetmiş, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engellerikaldırmak niyetinde olmadıklarını açıkça söylemişti.Avrupa Konseyi’nin 47 üye ülkesi arasında hakkındaAİHM tarafından en çok ihlal kararı verilen ikinciülke Türkiye’dir. Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin Türkiye aleyhine verdiği ihlalkararlarını gidermeyi hedefleyen 4. Yargı Paketi, ABGenişleme Komiseri Stefan Füle, tarafından damemnuniyetle karşılanarak, Türkiye’de temel haklarasaygı açısından “çok önemli bir gelişme” olacağınıbelirtti. Zaten bu bile, bu paketten işçiler ve ezilenleraçısından demokratik hiçbir yasanın çıkmayacağınıgöstermektedir.

Kürt sorununun girdiği son “çözüm süreci”nekatkısı olacağı beklentisi yayılan 4. Yargı Paketi’yle,özellikle Kürt hareketinde de bir beklenti yaratılmıştı.Ancak pakette, KCK tutuklularının tahliyesinisağlayabilecek hiçbir düzenleme yer almıyor. Dahası,paketle, Terörle Mücadele Kanunu’na yeni suç vecezaların girmesi ve bazı resimleri taşımak dahi suçhaline getirildi.

4. Yargı Paketi’nde neler var?

Meclise sunulan tasarıda, hak ve özgürlükleraçısından eleştiri alan hiçbir konuda bir değişimgörülmemektedir. Pakette özetle şunlar yeralmaktadır...

Pakette, Türk Ceza Kanunu’nun “örgüt üyesiolmamakla birlikte örgüt adına faaliyet” suçunudüzenleyen 220/6. maddesine ilişkin düzenleme ve“örgüt üyeliği” suçunda da yeni bir düzenleme yeralmamıştır. Tasarının 5. maddesinde daha çok basınyayın hakkına dair, bu anlamda haberleşme hakkınadair TMK’nın 6. maddesinde değişiklik yapılmış,esasen sadece ceza miktarının üst sınırında azalmayagidilmiştir. Dolayısıyla “yasa dışı örgütle” ilgiliyayınlanan bir haber veya açıklama halen yargıkıskacında durmaktadır. Buna göre, “terörörgütlerinin” açıklamasını, bildirisini yayınlamak yada örgütün propagandasını yapmak suç olmayacaktır,

ancak “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerinimeşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlerebaşvurmayı” teşvik ediyorsa cezalandırılacaktır.Tasarıda “örgütün amacının propagandası” suçolmaktan çıkarılacaktır denilmektedir. Ancak bu,sadece propaganda suçuna ilişkin yasauygulayıcılarının keyfi yorumlarını kısmensınırlandırmaktadır.

Paket yeni cezalar da getiriyor. Halen toplantı vegösteri yürüyüşü sırasındaki bazı fiillere“propaganda” suçundan ceza verilirken, toplantı vegösteri dışında da bu fiiller cezalandırılacaktır. Bunagöre örgüte ait amblem, resim veya işaretleri asanlar,taşıyanlar, slogan atanlar, ses cihazları ile yayınyapanlar, örgüte ait amblem veya işaretlerin üzerindebulunduğu üniforma giyenlere 1-5 yıl arası hapisverilecektir. Bu düzenlemeyle internetteki ve sosyalmedyadaki birçok paylaşıma da “propaganda” cezasıverilebilecektir. Ayrıca “örgüte ait resim” tanımıgetirilerek bu tür resimleri taşıyanlara da cezaverilecek. Örgütü çağrıştıran resimlerin bulunduğugiysiler bile üniforma sayılarak ceza verilecek.

Hakkında dava açılmayan tutukluların, tutuklulukhaline ilişkin 30 günde bir karar verilirken şüpheliveya avukatı dinlenilecek. Tutuklama kararlarındasavcının görüşü şüpheliye bildirilecek. Davaaçıldıktan sonra duruşma dışında yapılan tahliyetaleplerinde ise savcı, şüpheli veya avukatın görüşüalınmak zorunda olmayacak. Yakalama veyatutuklama işlemine karşı başvuru imkânlarındanyararlandırılmayanlara tazminat ödenecek. Haksızgözaltı ve tutukluluk süresi başka birhükümlülüğünden indirilenler de tazminat alabilecek.

AİHM, takipsizlik kararının, etkin soruşturmayapılmadan verildiğine karar verirse, 3 ay içinde talepedilmesi halinde yeniden soruşturma açılabilecektir.Ancak AİHM’in bundan önceki kararları için bu sözkonusu olmayacaktır. Bu yüzden Hrant Dink cinayetiile diğer işkence ve faili meçhullerle ilgili kamugörevlileri hakkında yeniden soruşturmaaçılamayacak.

İşkence suçunda zamanaşımı olmayacağıbelirtilmektedir. Ancak yargının çoğu işkencedavasında işlettiği “eziyet ya da kamu görevlilerininkasten yaralaması” suçlarında zamanaşımı olacaktır.

Askeri ve sivil idari yargı davalarında, davaaçılırken talep edilen tazminat miktarı, kesin kararverilinceye kadar artırılabilecektir. İdari yargıdavaları, AİHM’in mahkumiyet vermesi halindeyeniden görülecektir. Özellikle “TSK’dan ihraçedilenler, Genelkurmay uygulama ve emirlerindenmağdur olanlar, haksız yere terfi ettirilmeyenler veyasicili hukuksuzca bozulanlar” açısından bir değişimolacaktır. Esasında bu da yine dinci-gerici AKPçizgisinin ihtiyaçlarına göre bir değişimdir.Zamanında irtica vb. nedeniyle uzaklaştırılan askerlergeri dönebilecektir.

Suçu veya suçluyu övme suçu için “kamu düzeniaçısından açık ve yakın tehlike” şartı getirilirken,“Halkı askerlikten soğutma” suçu yerine “Askerlerifirara sevk edecek veya askerlik yapacaklarıvazgeçirecek” açıklamalara ceza verilecektir. Ancakdüzenleme, vicdani retçileri hala suçlu göstermektedir.

Dava giderlerini ödemekte güçlü çekenler“taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması”

halinde adli yardımdan yararlanacaklar. Talebireddedilen kişi “ödeme gücündeki azalmaya”dayanarak tekrar talepte bulunulabilecektir. Davayıkaybetmesi halinde giderleri geri ödemesininmağduriyetine neden olacağı anlaşılırsa, borcutamamen veya kısmen silinecektir.

*4. Yargı Paketi’nde özetle hak ve özgürlükleri

güvenceye alan hiçbir madde yoktur. Türk devleti 4.Yargı Paketi’yle işe yarar hiçbir adım atmamıştır. Herdüzenleme diğer düzenlemelerle çelişmekte, değişikyasalarda aynı suça ilişkin birden fazla tanımyapılmakta, tanımlar muğlak olmakta ve yasauygulayıcılarının kendi siyasi ve ideolojik görüşleridoğrultusunda yoruma açıktır. Özcesi dinci-gericiAKP çizgisinde suç tespiti ve ceza tayinine yolaçmaktadır. Sonuçta bir kez daha teyit edilmiştir ki,sermaye devletinin yasalarında adalet yoktur!

Hak ve özgürlüklerörgütlü mücadeleyle kazanılır!

Biliyoruz ki hak ve özgürlükler burjuvademokrasisinde biçimsel koruma altındadır. Yargıpaketinde kimi hak ve özgürlüklerin önü açılsaydıdahi uygulamada işçi, emekçiler ve ezilen halklaraçısından bunun bir geçerliliği olamayacağınıbiliyoruz. Çünkü yargı egemen sınıfın, burjuvazinin,çıkarına göre düzenlenmektedir. Bundan dolayımevcut yargıya göre, Roboski’de üzerlerine bombaatılan insanlar suçludur, atanlar değil... Panzertarafından ezilen ya da polis kurşunuyla ölen ya dakarakollarda işkenceye maruz kalanlar suçluduryapanlar değil... Çevreyi katledenler değil de derelerözgür aksın, nükleere hayır diyenler suçludur...Sendikalaşan işçi suçludur, sendikalaştığı için iştenatan patronlar değil... İş cinayetinde ölenler suçludur...İşçi, öğrenci, kamu emekçisi fark etmez hakkınıarayan suçludur bu ülkede. Bundan dolayı hak veözgürlükler hiçbir zaman yargı paketleriylegelmeyecektir. Her zaman olduğu gibi örgütlümücadeleyle, sokakta, eylem alanlarında söke sökealınacaktır. Bunun için tutulması gereken yol fiili-meşru mücadele yoluyla, her alanda sermaye sınıfınakarşı mücadeleyi büyütmektir.

Son reform aldatmacası...

4. Yargı Paketi açıklandı!

Page 7: Kızıl Bayrak 2013-11

Güncel Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Gazi Katliamı’nın 18. yılında, devrimci ve ilericikurumlar eylemlerle katliamı lanetledi, direnişiselamladı.

İlk anma programını Gazi 12 Mart Platformugerçekleştirdi. Eski Karakol Durağı’nda toplanmayabaşlayan platform bileşenleri burada kortej düzenioluşturdular. En önde “Gazi’yi unutmadıkunutturmayacağız! / Gazi 12 Mart Platformu” yazılıortak pankart açıldı. Ardından PDD, BDSP, MücadeleBirliği, Devrimci Hareket ve DHF yer aldı. Gazi 12Mart Platformu ile yürüyen Alınteri ve Kaldıraç daplatform bileşenlerinin ardından yürüyüş kolunda yerinialdılar.

Yürüyüş sonunda Gazi Mezarlığı’nda anmaprogramı gerçekleştirildi. Gazi Katliamı’ndaölümsüzleşenler şahsında devrim şehitleri için saygıduruşu gerçekleştirilirken Gazi ve Ümraniye’de şehitdüşenlerin adları okunarak “Kavgamızda yaşıyorlar!”denildi.

Gazi 12 Mart Platformu adına Gamze Kayhan ortakaçıklamayı okudu. Ortak açıklamada, GaziMahallesi’nde gerçekleştirilen katliamın devletin planlıkatliamı olduğu söylendi. Sermaye devletinin sömürüçarkını döndürmek için katliamlarını sürdüreceği,bunun önüne geçmenin tek yolunun düzene karşıdevrim mücadelesini büyütmek olduğu vurgulandı.

Ortak açıklamanın ardından Grup Emeğe Ezgi’ninseslendirdiği marşlar ve hep birlikte söylenen Çav Bellamarşı ile anma programı sonlandırıldı.

Komünistler anmaya “Yaşasın Gazi direnişimiz!“yazılı pankartla katıldılar. Yürüyüş boyunca emekçilereyönelik konuşmalar ile devrim ve sosyalizmmücadelesini büyütme çağrısı yaptılar. Gazi Mahallesiİsmet Paşa Caddesi üzerine “Gazi Katliamı’nıunutmadık! Haramilerin saltanatını yıkacağız.Sosyalizmi kuracağız!” yazılı ve BDSP imzalı pankartastılar. Mezar anmasının sonlanmasının ardından tekrarkortej düzeni alan komünistler Gazi Mahallesisokaklarında yürüyüş gerçekleştirerek emekçilere işçisınıfının komünist partisi saflarında birleşme çağrısıyaptılar.

İkinci anma eylemi Ezilenlerin Sosyalist Partisi

(ESP) tarafından gerçekleştirdi. Eski KarakolDurağı’nda toplanan ESP’liler buradan mezarlığa doğruyürüyüşe geçtiler. Ağırlıklı olarak kızıl flamalarıntaşındığı ESP kortejinin ardında ise SGD korteji yeraldı.

ESP‘liler anmayı Gazi Katliamı’nın ardından polistarafından kaybedilen ve işkence ile katledildiği açığaçıkan Hasan Ocak’ın mezarı başında gerçekleştirdiler.

Anma eylemleri arasında MLKP de korsan eylemyaptı.

Gazi Katliamı’nı lanetlemek için Eski Karakol

Durağı’nda buluşan Halkların Demokratik Kongresi(HDK) bileşenleri, buradan Gazi Mezarlığı’nayürüdüler. BDP’nin kitlesel katılımının göze çarptığıyürüyüşün ardından mezarlığa gelen HDK bileşenleri,burada yaptıkları konuşmalar ile anmayı sonlandırdılar.

Son anma etkinliğini Gazi ve Ümraniye ŞehitAileleri gerçekleştirdi. Önde Gazi ve Ümraniye ŞehitAileleri’nin pankartı yer aldı. Halk Cephesi, TKP, ÖDPve Halkevleri de şehit ailelerinin arkasında yürüdüler.Şehit aileleri de mezarlıkta bir anma programıgerçekleştirdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Adana’da Gazi Katliamı protestosu

Gazi Katliamı’nın 18. yıldönümünde,Adana’daki ilerici kurumlar tarafından eylemgerçekleştirildi.

Eylem için 5 Ocak Meydanı’nda toplanankitle buradan İnönü Parkı’na yürümek istedi.Ancak yürüyüşe “hava karardığı” bahanesiylekolluk güçleri tarafından izin verilmedi.Yapılan uzun tartışmalar sonucu, yarım saatiaşkın bir bekleyişin ardından zinciroluşturularak yürüyüşe geçildi. Yürüyüş birsüre böyle devam ederken, ÇakmakCaddesi’nde gençler tarafından inisiyatifgösterilerek yol kapatıldı. Pankart önegetirilerek İnönü Parkı’na yüründü.

İnönü Parkı’nda yapılan basın açıklamasıkatılımcı kurumlar adına Güven Boğatarafından okundu. Katliamlara, saldırılarave anti-demokratik uygulamalara değinilen

açıklamada Alevilere yönelik saldırılar dahatırlatıldı. Gazi Katliamı dosyasının yeniden açılmasının ve “1000 operasyon” yapanların bu kapsamdayargılanmasının istendiği açıklama sloganlarla bitirildi.

Eylemi Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Alevi Kültür Dernekleri, Tuncelililer Derneği, KESK Adana ŞubelerPlatformu, DİSK Adana Bölge, Adana Tabip Odası, İnsan Hakları Derneği, Halkevleri, Devrimci Harekat, ÖDPve HDK örgütledi.

Kızıl Bayrak / Adana

12 Mart 2013 / Gazi

12 Mart 2013 / Gazi

Gazi Katliamı 18. yılında lanetlendi

Page 8: Kızıl Bayrak 2013-11

Sınıf8 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Bir süredir Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonu’nda (DİSK) yaşanan iç çekişmelerinNisan ayında yapılacak olağanüstü genel kurullaçözülmesi hedefleniyor. Hatırlanacağı gibi 1 yıl öncegerçekleşen olağan genel kurulda başa gelen yeniyönetim, DİSK’i yeniden mücadeleci kimliğinekavuşturacaklarına dair hayli iddialı bir söylemle iş başıyapmıştı. Fakat aradan kısa bir süre geçmesine rağmenDİSK genel sekreterliği görevini yürüten BirleşikMetal-İş sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu veekibi istifalarını sunarak yönetimden çekildikleriniduyurmuşlardı. Böylelikle DİSK’te yaşanan iç sıkıntılarda bu vesileyle gün yüzüne çıkmıştı. Son genel başkanErol Ekici’nin ise DİSK ve Genel-İş yöneticiliğigörevlerinden istifa etti ve Devrimci İşçi Hareketi(DİH) ile ilişkisinin kesildiği açıklandı. Gerekçe olarakise Genel-İş Şişli Şubesi’nde yaşananlar gösterildi.

Gelinen yerde Nisan ayının ilk haftasındaolağanüstü genel kurula gidilerek bir anlamda“kozların” paylaşılması gündemde.

Öte yandan DİSK’te yaşanan süreç sendikalharekette yaşanan krizi bir kez daha gözler önünesermiştir. Öyle ki sınıfa dönük ağır ve kapsamlısaldırıların devreye sokulduğu bir dönemde sınıfınbirleşik, militan mücadelesinin örgütlenmesidoğrultusunda geçmişin mücadeleci kimliğini dekuşanarak öne çıkabilecek, tekrardan bir çekim merkeziolabilecek DİSK’in bu beklentileri karşılamak yerinebu dönemi kendi iç sorunlarıyla uğraşarak geçirmişolması yaşanan tıkanmanın boyutlarını ve sınıf hareketiaçısından anlamını göstermiştir.

Elbette sendikal harekette yaşanan tıkanma DİSK’inson süreciyle açığa çıkan bir olgu değildir. Esasındayıllardır yaşanan güç kaybı ve sermaye sınıfınınburadan güç alarak sınıfa dönük saldırılarını dahapervasızca ve cüretkârca arttırmış olması bu durumutüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Fakat butıkanmanın gerisindeki nedenler ve buna ilişkin çözümyolları ise herkesçe farklı anlayışlar çerçevesinde dilegetiriliyor ve mücadele yöntemleri bu bakışlarüzerinden şekilleniyor. Örneğin bu tıkanmanıngerisindeki nedenlerin başında olan “sendikalbürokrasi” gerçeği âdete bir tekerleme gibi her fırsattadile getiriliyor. Fakat sendikal bürokrasiyi oluşturan,besleyen nesnel olgular, ona kaynaklık eden ideolojikyaklaşım ve buna karşı nasıl bir mücadele anlayışıylahareket edileceğine dair esaslı bir değerlendirme vepratikte bütünleşecek ilkesel bir yaklaşım ortayakonulmuyor. Sendikal bürokrasinin panzehiri olantaban inisiyatiflerinin açığa çıkartılması ve tabanörgütlülükleri mekanizmalarının yaratılması sorunu isegörmezden geliniyor.

Bu yüzden de sendikal hareketin yaşadığıtıkanmaya karşı ya da sendikal bürokrasiye karşımücadele için her bir araya geliş, oluşturulan herplatform, yönetimi ele geçirmeyi hedefleyen ittifaklarınötesine geç(e)miyor. Hatta bu hedef doğrultusundakurulan ittifakların yaşatılması adına her türlüilkesizliğe, pazarlıklara, uzlaşmalara kapı aralanaraksözde karşı durulan sendikal bürokrasinin bizzat alta

doğru yayılmasına hizmet ediliyor. Dahası budoğrultuda her türlü sendikal anlayışı ve perspektifi birarada tutabilmeyi sağlamak, önemli bir “beceri” vebaşarılı bir sendikal anlayış olarak kabul edilebiliyor.

Bu tepeden yönetimleri ele geçirme anlayışı vekolaycılığın gerisinde ise aslında sınıfın değiştirici vedönüştürücü gücüne duyulan güvensizlik yatmaktadır.Tabandan kopukluk ise bu anlayışı pekiştirmektedir.Nitekim sermaye saldırılarını boyutlandıraraksürdürdüğü bir dönemde sınıfa militan bir mücadeleçağrısında bulunamamak bu güvensizliğin esasgöstergelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Vebu durum sadece konfederasyon yönetimleri açsındandeğil uzun yıllardır alt kademe sendikal yönetimler içinde geçerli bir hal almıştır.

Bugün DİSK’in yaşadığı süreci ve sendikalhareketin toplam tablosunu da bu değerlendirmelerışığında ele almak gerekir. DİSK’in geçen yıl yaptığıolağan kongre ile seçilen yeni yönetimin tüm iddialısöylemlerine karşın bu gün yeniden bir olağanüstükongreye gidiyor olması bize neyi anlatıyor? Elbetteöyle dönemler olur ki sınıf mücadelesinin ihtiyaçları vesancılı seyri bir iç mücadeleyi gerektirir ve bumücadele içinde ayrışmalar, çatışmalar kaçınılmaz olur.Tıpkı DİSK’in de tarihsel doğuşunu koşullayan süreçlergibi böylesi çatışmalar bir ileriye çıkışın, sıçramalıgelişmelerin vesilesi olan olumlu sonuçlara yol açar.

Fakat bugün olağanüstü kongreyi gündemine almışolan DİSK yönetimini bu karara iten nedenler acabayine böyle sınıf mücadelesinin gündemleri üzerindenşekillenen bir anlaşmazlıktan mı ileri geliyor? Örneğin,özelikle de DİSK’i hedef alan “sendikalar ve toplu işilişkiler yasasına” karşı ya da Ulusal İstihdamStratejisi’nin başlıklarına karşı verilen mücadeleüzerinden yaşanan fikir ayrılıkları vb. türden ayrışmalar

mı bu kararın alınmasına yol açmıştır? Ki böyle olsasınıf ve sendikal hareket açısından çok daha anlamlısonuçları olabilirdi. Zira DİSK’in yeni yönetiminin sonbir yıllık icraatı bu konuda hiç de ümit vaat eden birpratik sunmamıştır.

Oysaki gerek bu süreç üzerinden gerekse de sınıfınmücadele gündemleri üzerinden bir ayrışmanın, bir içmücadelenin yaşanmadığı biliniyor. Geriye daha çokyönetime gelmeyi belli siyasal anlayışların ittifaklarıüzerine kuran hesapların gelinen yerde değişen güçdengeleri çerçevesinde yeniden kurulması üzerinegerçekleştiği sonucu kalıyor. Ki kamuoyuna yansıyansınırlı düzeyde bilgilerden bile bu rahatlıkla anlaşılıyor.

Ve bir kez daha sınıf kitleleri, sermayenin ağır vekapsamlı saldırıları karşısında sendikal bürokrasininkendi iç mücadelelerine ve mevzi kapma yarışınakurban ediliyor. Elbette DİSK’te yaşanan süreç benzermahiyette ama farklı biçimlerde Sendikal Güç BirliğiPlatformu ile Türk-İş’te yaşanıyor.

Sendikal harekette yaşanan bu tıkanma sınıfhareketinde yeni bir çıkışın sağlanmasıyla aşılabilirancak. Bunun için her şeyden önce çeşitli siyasalittifaklardan medet ummak ve sendikal yönetimlereyerleşmenin hesabını yapmaktan ziyade sermayeninsaldırılarına karşı bir mücadele programıyla tabanagitmek gerekiyor. Bu perspektifle hareket etmek için detabanla bütünleşen ve yaşamını, mücadelesini hiçbirçıkar gözetmeden sınıf mücadelesine adayan bir duruşgerekir. Doğal olarak bunu yapabilecek unsurlar sınıfınkendi içinden çıkaracağı doğal öncülerle tüm amacınısınıfın tarihsel çıkarlarına adayan sınıf devrimcileriolacaktır. Varsın sendikal bürokrasi kendi iç didişmeleriarasında bu anlayışı “dışarıdan gazel okumak” olaraknitelesin dursun. Tarihin akışı sınıfın bir kez dahasorumluluklarına sahip çıkmasını sağlayacaktır.

DİSK Olağanüstü Genel Kurula gidiyor…

Sınıf eksenli bir mücadele yoksagerici çatışmalar hep olacaktır!

Page 9: Kızıl Bayrak 2013-11

Sınıf Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Ulaştırma sektöründe özelleştirme hazırlıkları tümhızıyla sürüyor. Daha önce Karayolları GenelMüdürlüğü’nün 59 yıllık teşkilat yasasınıözelleştirilmeye uygun hale gelmesi için değiştirmişlerdi.Şimdi sırada Demiryolları var. Ulaştırma Bakanı BinaliYıldırım demiryollarının özelleştirilmesine ilişkin kanuntasarısının meclise gönderildiğini açıkladı.

Ulaştırma Bakanı’nın özelleştirmeye yönelikaçıklamaları ve gerçekler

Binali Yıldırım konuyla ilgili olarak yaptığıaçıklamada şunları söyledi: “Dün itibariyle yeniDemiryolları kanun tasarısı TBMM’ye sevk edildi. Bukanun ne getiriyor, bu kanunun getirdiği şu;Demiryollarını artık özel şirketlerin de kullanımınaaçıyoruz. Şimdiye kadar demiryolları sadece DevletDemiryolları tarafından yolcu ve yük taşımacılığı içinkullanılabiliyordu. Aynen havaalanlarında olduğu gibiartık alt yapıyı herkes kullanabilecek, demiryollarıişletmeye devam edecek. Demiryollarının yanı sırabelirli güzergahlarda yük taşımacılığı, yolcu taşımacılığıyapmak isteyenler de bakanlığımız DemiryollarıDüzenleme Genel Müdürlüğünün vereceği izinlerçerçevesinde işletmecilik yapabilecekler. En önemligetirdiği yenilik budur.”

Meclise gönderilen yasa demiryollarınınpiyasalaştırılmasının önündeki tüm engelleri kaldırmayayöneliktir. Kanunda özelleştirmelerin Türk girişimcilerikapsayacağı ifade ediliyor. Bir yandan da Türkburjuvazisinin uluslararası sermaye ile birlikteözelleştirme ihalelerine katılmasına destek veriliyor.Yasa demiryolu sistemini tümüyle yargının denetiminindışına çıkarıyor. Yasa tasarısı TCDD’nin öncelikleparçalara ayrılmasını içeriyor. Buna göre altyapı da dahiltüm hizmet üretimi piyasalaştırılmak isteniyor. Her türlüözelleştirme için Ulaştırma Bakanlığı bürokratlarınınönerisi ve bakanın imzalı onayının yeterli olması esasalınıyor.

Yasa tasarısında demiryolu çalışanı işçi veemekçilerin üzerindeki baskıların artmasına yönelikhükümlerde yer alıyor. Demiryollarında çalışan işçi veemekçiler “mesleki yeterlilik” vb. söylemlerle kıskacaalınmak isteniyor. Ayrıca kamu çalışanlarının sayısınınazaltılması da özelleştirme yasasının hedefleri arasındayer alıyor. Demiryolu hizmetinin, yani kamu hizmetinintümüyle tasfiyesine yönelik hükümlere de yasatasarısında yer veriliyor.

Son yıllarda Ulaştırma Bakanlığı demiryollarınayönelik yatırımlara hız veriyor. Ulaştırma Bakanlığıbütçesi içinde demiryolu ve karayolu ödenekleri ciddi birşekilde artıyor. 2008 yılından itibarıyla ulaştırmaödenekleri sürekli arttı. Demiryolu ödenek payı %45,8gibi yüksek bir düzeye çıkarıldı. Peki, bu yatırım aşkınıngerçek nedeni nedir? Demiryollarına ayrılan ödeneklerin,esasen, özelleştirme sürecinde demiryollarınınpazarlanması, sermayenin özelleştirmeden karlıçıkmasına yöneliktir. Örneğin 2007 yılında TCDD için869 milyon 645 bin YTL yatırım ödeneği, yüksek hızlıtren içinse 810 milyon 500 bin YTL ödenek, toplamdaise 1 milyar 680 milyon 145 bin YTL ayrılmıştır.2008’de ise TCDD yatırımlarına 870 milyon 500 binYTL, yüksek hızlı trene de 685 milyon 315 bin YTL,toplamda 1 milyar 555 milyon 815 YTL ayrılmıştır.2009’un TCDD ve yüksek hızlı tren yatırımları toplamı

da 1 milyar 350 milyon TL’dir. Etüt projelerinde planlanan yatırım harcamaları ile

gerçekleşenler karşılaştırıldığında kaynakların güvenlibir altyapı ve kamusal ulaşım hizmetleri içinkullanılmadığı tüm çıplaklığı ile ortaya çıkıyor. Binlercekilometrelik demiryolu ağı kaderine terk ediliyor. Ulaşımsektöründe bulunan sendikaların, meslek odaları ve biliminsanlarının yaptığı uyarılara rağmen, yürütülüş biçimitümüyle yanlış olan yüksek hızlı tren projesi ısrarısürüyor. Demiryolu bütçesinin aslan payı da yüksek hızlıtren yatırımlarına ayrılıyor. Öte yandan demiryollarındakullanılan teknoloji 1963 yıllarında kullanılanteknolojiyle aynı kalırken, kullanım kapasitesi de giderekküçülmektedir.

Sermaye devleti tarihi boyunca karayolu-denizyolu-demiryolu-havayolunu tek bir taşıma zinciri oluşturacakşekilde düzenlemekten özenle kaçındı. Yeterli fizikikapasiteye sahip yükleme, boşaltma ve aktarmaterminalleri kurmaktan uzak durdu. Bu zincirin sağlıklıve verimli çalışmasını sağlayacak elektronik ağ veişlemlere önem vermedi. Kombine taşımacılığıkolaylaştırmadı. Her taşıma türüne göre düzenlenmişolan mevzuatta bütünleşme sağlamadı. Gümrükişlemlerini hızlandırmak için değişiklik yapmadı. Hemyurt içi hem de uluslararası taşımacılık antlaşmalarına vemevzuatlara uymadı.

Sermaye devleti ulaşım deyince sadece karayolu vekarayolunda alınacak önlemleri önemsedi. Karayoluulaşımını tüm ulaşım çeşitlerinin merkezine oturttu. AKPiktidarının yürüttüğü ulaşım politikaları da insan ve yüktaşımacılığını genellikle karayolu ile yapmayıöngörmektedir. Oysa 2009 yılı itibarıyla kapitalistAvrupa ülkelerinde demiryolu ana hat uzunluğu sürekliartmaktadır. İtalya’da 16 bin 667 km, İngiltere’de 31 bin471 km, Fransa’da 29 bin 903 km iken Türkiye’dedemiryollarının yüksek hızlı tren hattı dahil toplam anahat uzunluğu 9 bin 80 km’dir. Üstelik Türkiye’ninyüzölçümü İtalya’dan 2.6, İngiltere’den 3.2 ve Fransa’da1.4 kat daha büyüktür.

Demiryollarının özelleştirilmesinedur demek için...

Yapılan özelleştirmelerin sonrasında yaşananlarortadadır. Devlete ait en kârlı kuruluşlar burjuvaziyepeşkeş çekildi. Yapılan tüm özelleştirmelerden burjuvazikârlı çıktı. Yağlı lokmaları sermaye kodamanları yuttular.

Bir yandan da “hisse satışı” adı altında işçi ve emekçilerisoydular. Böylece devasa kaynaklar elde ettiler.

Yaşanan özelleştirme örnekleri, demiryolları vekarayollarının özelleştirilmesi durumunda işçilerinbaşına gelecekler konusunda yeterli açıklık sunuyor.Yapılan özelleştirmelerin ardından işçilerin ezici birçoğunluğu işinden, ekmeğinden oldu. Sendikasızlaştırmaaldı başını yürüdü. Taşeronlaştırma genelleşti. Ücretlerbudandı. İşçilerin sosyal hakları ve ikramiyeleri ortadankaldırıldı.

Özelleştirme durumunda karayollarında vedemiryollarında daimi ve sözleşmeli statüde çalışanbinlerce sendikalı işçi sendikal hak ve özgürlüklerinintümünü kaybedeceklerdir. Demiryollarının vekarayollarının özelleştirilmesi saldırısı ulaşım işçilerininelindeki tüm kazanımları ve hakları gasp etmesaldırısıdır. Tıpkı diğer özelleştirmelerde olduğu gibisendikal örgütlülük hedefe çakılacak ve taşeron işçilikgenelleşecektir. Ücretler budanacaktır. Ekonomik vesosyal haklar tümüyle tasfiye edilecektir.

AKP iktidarının cüretinin kaynağı yıllardırsürdürdüğü özelleştirme saldırısının püskürtülememişolmasıdır. Yanı sıra sendika ağalarının işçi sınıfıüzerindeki denetimine duydukları güven, onları daha dasaldırganlaştırmaktadır. Bu güven sayesinde ayrı ücretskalası uygulamasını sürdürüyorlar. Bu güven sayesindeeşit iş yapan işçilerin eşit ücret almasını engelliyorlar. Bugüven sayesinde ihaleye giren firmalar yıllardır taşeronişçileri asgari ücret karşılığında çalıştırdılar.

Ulaşım sektörüne yönelik özelleştirme saldırısıkarşısında şu ana kadar ortaya çıkan tablo fazla umutvermeyebilir, ama her şey bitmiş değildir. Geçmişinderslerinden gereği gibi yararlanılır, bu dersler ışığındamücadele yükseltilirse, özelleştirilme saldırısıengellenebilir. Bu da şu an ortaya çıkan olanakları en iyişekilde değerlendirmeyi, ulaşım işçileri arasında tam birörgütlenme ve bilinçlenme seferberliği başlatmayıgerekli kılmaktadır.

Eksik olan ise ulaşım işçilerinin öncü rolüoynayacak, bu dinamikleri kendi etrafında toplayacak veharekete geçirecek bir birlik ve örgütlülükten yoksunoluşudur. Ulaşım işçilerinin sendika ağalarınınetkinliğini kıracak mekanizmaları yaratamamışolmasıdır. Her yere yayılan bir genel direnişinörülebilmesi için, öncelikli sorumluluk bu eksiklerikapatacak bir hareketi başlatmaktır. Bu konuda görevyine öncü işçilere düşmektedir.

Madenciler yeraltından çıkmadı

TTK Karadon Müessese Müdürlüğü’ne ait maden ocağında, çalışma şartlarının iyileştirilmesini vebaskıların son bulmasını isteyen yüzlerce maden işçisi, 11 Mart’ta ocaktan çıkmayarak eylem yaptı.

08.00-16.00 vardiyasında çalışan işçiler, Karadon Müessese Müdürü Mustafa Özçelik’in, madeneindikten sonra dışarı çıkmamaları için giriş kapılarını kilitlemesine tepki olarak ocaktan çıkmama kararı aldı.Müessese Müdürü Özçelik’in aldığı kararı geri çekmesini isteyen maden işçileri ocaktan çıkmayınca saat16.00-24.00 vardiyasında çalışacak işçiler de ocağa inmeyerek eyleme destek verdi.

İşçilerin eylemi nedeniyle Karadon’a gelen Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) Başkanı Eyüp Alabaş’ınMüessese Müdürü Mustafa Özçelik ve TTK yetkilileriyle yaptığı görüşme sırasında dışarıda bekleyen madenişçileri ocak ağzından ayrılmayarak içerdeki arkadaşlarına destek oldu.

Görüşmenin ardından ocak önüne gelen GMİS Başkanı Eyüp Alabaş, ocak girişlerinde kapılara kilitvurularak işçilere psikolojik bir baskı uygulandığını ve medin işçilerinin bu baskıdan kurtulmak için eylemyaptıklarını belirtti.

3 saatlik eylemin ardından ocaktan çıkan işçileri, dışarıda bekleyen arkadaşları alkışlarla karşıladı.

Demiryolları özelleştirme kıskacında

Page 10: Kızıl Bayrak 2013-11

Sınıf10 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Bağımsız Taşımacılık Sendikası (BTS) İzmir ŞubeBaşkanı Bülent Çuhadar’ın, demiryollarının

özelleştirilmesi konusunda gazetemiz için kalemealdığı yazıyı sunuyoruz...

TCDD’nin özelleştirilmesini öngören yasa teklifiTBMM’ye verildi. Uzunca bir süredir tartışmasıyapılan ve adına “Demiryollarının serbestleştirilmesi”denilen, ancak “özelleştirmeden” başka bir şeyolmayan yasa teklifi, TBMM’ye verilerek düğmeyebasıldı. Yasa; TCDD’nin kamusal özelliğini ortadankaldırarak, kamu eliyle yürütülen demiryolutaşımacılığının bundan böyle özel şirketler vetaşeronlar eliyle yapılmasını öngörüyor.

Böylelikle, ekonomik ve kâr getirmeyen hatlardatren işletmeciliği yapılmayacak, tek elden yürütülendemiryolu işletmeciliği yeni düzenlemeyle birbirindenkopuk ve bağımsız şirketler tarafından yürütülecek.Bu, demiryolu ulaşımının hem eskisinden daha pahalıhem de güvensiz olacağı anlamına gelmektedir. Bunuöngörmek için kahin olmaya gerek yok. Demiryolusistemini özelleşitiren ülkelere baktığımızda bu çoknet görülüyor.

Yasa iş güvencesini kaldırıyor!

Yasa çalışanların iş güvencesini de ortadankaldıracak, bugüne kadar TCDD personeli olançalışanlar, yasadan sonra kurulacak olan “TCDDtaşımacılık A.Ş.” personeli haline getirilecek. Personelsayısını azaltmak içinse emekliliğe teşvik getirilmişve;

-Emekliliğine 5 yıldan fazla kalan personelin,emekli ikramiyesine %40,

-Emekliliğine, 1-5 yıl kalan personelin emekliikramiyesine %25 ve %30 teşvik getirerek personelsayısını indirmeyi hedeflemektedir.

Bir başka tehlikeli nokta ise, özel şirketlerin kendidemiryolu ağını oluşturabileceği, kendilerine ait veyakontrollerinde bulunan demiryolu alt yapısının

kullanım ücretlerini kendilerinin belirleyeceğihükmüdür.

Bu yasa ile demiryolu işletmeciliği kamu hizmetiolmaktan çıkarılıp, parası olanın bu hizmettenyararlanabileceği, aynı sağlıkta ve eğitimde olduğugibi, parası olmayanın hizmetten yararlanamayacağıbir sistem oluşturulmak istenmektedir. Yasa, ucuz-işgüvencesiz bir çalışan kitlesi oluşturmanın veTCDD’nin tamamen tasfiye edilerek sermayenintalanına sunulmasının önünü açmaktadır.

Özelleştirme yasasını püskürtebilecekgücümüz var!

Bizler, demiryollarında örgütlü sendika vedernekler olarak, oluşturduğumuz platformda buyasaya karşı direneceğimizi deklare etmiştik.(Platformda Memur-Sen ve Demiryol-İşbulunmamaktadır). Bu yasayı püskürtebilecekgücümüz var. Ancak, bu yasayı püskürtme görevisadece demiryolcuların değil, demiryolundan hizmetalan tüm halkımızın, özelleştirmeye, taşeronlaşmayakarşı çıkan, kamu kaynaklarının sermayeye peşkeşçekilmesine rıza göstermeyen herkesin göreviolduğunu düşünüyor, vereceğimiz mücadeleye tümhalkımızın destek vermesini bekliyoruz.

İzmir BTS Şube Başkanı Bülent Çuhadar

Özelleştirme yasasınıpüskürtebilecek gücümüz var!

Senkromeç işçisidirendi, örgütlendi!

İzmir Senkromeç Fabrikası’nda yıllardır sürensendikal örgütlenme faaliyeti sona doğruyaklaşmaya başladı. Şimdiye kadar üç kez sendikaldeneyim yaşanan fabrikada her seferindepatronun işten atma saldırısıyla karşılaşılmıştı.2012 Temmuzu’nda ise yine Senkromeçpatronunun örgütlenmeye yöneliktahammülsüzlüğü sonucu işten atma saldırısıolmuştu. Metal İşçileri Birliği çalışanı MuharremSubaşı işten çıkarılmış ve 75 günlük bir direnişyaşanmıştı. Direnişten sonra aradan geçen zamaniçerisinde fabrikada hak kayıpları daha da fazlayaşanarak devam etmişti.

Patron terörüne karşı direniş!

Son iki ay içerisinde de Senkromeç işçileri birkez daha örgütlenme yolunu seçerek BirleşikMetal-İş Sendikası’yla görüşmelere başladılar.Sendika üyeliklerinin yapılmaya başlanmasıylabirlikte Senkromeç patronu da süreçten birhaberdar oldu ve karşı saldırıya geçti. Dolaplarıarayarak sahte tutanak tutan patron, hırsızlıkgerekçesiyle 60 işçiye 10 Mart akşam saat19.00’da cep telefonlarına iş akitlerinin sonaerdirildiği mesajları çekildi.

Bu onursuz ve ahlaksız saldırıya karşı 11 Martsabahı işçiler sendikada toplandı ve direniş kararıaldı. Toplantı sonrası Senkromeç fabrikası önünegelindi ve Çiğli AOSB’deki diğer metal işçilerinin dedesteğiyle eyleme geçildi.

Patron, vardiyası biten işçileri içeriye kapattıancak işçiler tepki göstererek kapıları açtılar. Diğervardiyadaki sendikalı işçiler de kapı önündekileredestek verdiler.

Kararlılık patronu dize getirdi

Üç saat boyunca işçilerin bu kararlı duruşusonuç getirdi ve yıllardır sendikanın “S” sinetahammül edemeyen Senkromeç patronu BMİSİzmir Şube Başkanı Ali Çeltek ile fabrika binasındagörüşme talep etti. Görüşme sonucunda patrongeri adım attığını duyurdu.

Görüşmenin ardından Ali Çeltek ve patronvekili insan kaynakları müdürü Kenan Bekan dışarıçıkarak işçilere açıklamalarda bulundular. AliÇeltek yaptığı açıklamada sendikanı kabuledildiğini ve atılan işçilerin 10 günlük ücretli izindesayılacağını duyurdu.

12 Mart sabahı ise İnsan Kaynakları Müdürüişçilerle bir toplantı yaparak sendikayı kabulettiklerini söyledi. Toplantının ardından 80 işçidaha üye oldu. Üye sayısının şimdiden yetkiyialmak için yeterli olduğu belirtiliyor.

Kızıl Bayrak / Çiğli

Subaşı: “Binlerce işçi ve emekçiye ulaşılacak!”

İzmir’de yürütülen kurultay ve beyanname çalışmalarıyla ilgili Kurultay Hazırlık Komitesi SözcüsüMuharrem Ulaş Subaşı ile konuştuk. Gazetemize değerlendirmede bulunan Subaşı, 16 Mart günübeyanname standlarından ilkini Konak’ta açacaklarını, bu vesileyle bir basın açıklamasıgerçekleştireceklerini belirtiyor. Sonrasında ise standların kentin belli merkezlerinde ve özellikle fabrikaönlerinde periyodik olarak açılacağını ifade ediliyor.

Çalışmanın esas yürütüleceği alanların ise fabrikalar olacağını belirten Subaşı, komitede yapılanplanlamalar doğrultusunda emekçi evlerinin kapısının da çalınacağını, binlerce işçi ve emekçiyle yüz yüzegörüşülmesinin hedeflendiğini sözlerine ekliyor.

Kurultaya kadar olan süreç boyunca “birlik ve kardeşlik toplantıları” adı altında fabrika ve ev toplantılarıdüzenleyeceklerini aktaran kurultay sözcüsü, sendikalar, kitle örgütleri ve yöre derneklerinde sunumlargerçekleştirmeyi de önlerine koyduklarını kaydediyor.

Fabrika dağıtımları ve ev gezmelerinden önce yapılacak 2 bin afişle beyannamenin İzmir emekçi halkınaduyurulacağını sözlerine ekleyen Subaşı, çalışmanın sonuçlarının kurultaya sunulacağını, bu kapsamda birfaaliyet için kurultaya kadar olan sürecin zaman olarak sınırlı kalacağını bildiklerini, beyanname çalışmasınındevam edip etmeyeceğine kurultayın karar vereceğini ama işçilerin birliği halkların kardeşliği şiarınınkurultaydan 1 Mayıs’a ve sonrasına muhakkak taşınacağının da altını çiziyor.

Subaşı, Kürt halkının Newroz bayramını kutlamayı ve tüm işçi, emekçileri çalışmalara destek olmayaçağırmayı da ihmal etmiyor.

Page 11: Kızıl Bayrak 2013-11

Sınıf Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Sermaye, sömürü düzenini sürdürmek uğrunaişçileri tehlikeli koşullara maruz bırakıyor, insani biryaşam ve çalışma koşullarından mahrum ediyor. İşçilerbu koşullar altında yaşamlarını kaybetme tehlikesialtında sömürü çarkları içerisinde öğütülüyor. Bukoşullara karşı örgütlenerek karşı duran işçiler, insancabir yaşam için mücadele yolunu tutuyor.

Yurtiçi’nden TİS’e red! Nakliyat-İş Sendikası, Yurtiçi Kargo’nun Maslak’ta

bulunan genel merkez binası önünde 12 Mart Salıgünü eylem yaptı. Bina önünde DİSK Genel BaşkanYardımcısı ve Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı AliRıza Küçükosmanoğlu bir açıklama yaparak, Çalışmave Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın sözleşme içinyetkiyi sendikaya verdiğini, TİS teklifini kargoyetkililerine vermek için geldiklerini ve mücadelelerinisonuna kadar sürdüreceklerini belirtti.Küçükosmanoğlu, sendikaya üye oldukları için iştenatılan işçilerin geri alınması ve Toplu İş Sözleşmesi(TİS) görüşmeleri için yetkililere çağrı yaptı.

Açıklamadan sonra TİS teklifini vermek isteyensendika yöneticileri, Yurtiçi Kargo yöneticilerinden“Postayla yollayın” yanıtı aldı. Belgeyi elden vermekkonusunda ısrar eden işçiler, uzun süre kapı önündehalaylar ve sloganlarla bekledi. İşçiler, TİS belgelerininoter aracılığı ile yönetime ulaştırma kararı alarakeyleme son verdiler.

Esenyurt’ta yanarak ölen 11 işçianıldı

11 Mart 2012’de Esenyurt’ta Marmara ParkAVM inşaatında çalışan işçilere barınmak içinkullandırılan çadırlarda meydana gelen yangında11 işçi yanarak hayatını kaybetmişti. Vahimolayın üzerinden 1 yıl geçti. 18 Ekim 2012’deMarmara Park AVM açıldı; yangında yaşamınıyitiren işçiler açılış kutlamaları, kampanyalar,reklamlar sonrasında unutuldu.

AVM’nin açılışını protesto eden aileler,yangının 1. yıldönümünde de unutturmamak,kaybettiklerini anmak, adalet arayışlarındanvazgeçmediklerini dile getirmek için aynı

yerdeydiler. Marmara Park AVM önünde yaptıklarıbasın açıklaması sonrasında çadır yangınının meydanageldiği alana yürüyen aileler, yangında hayatınıkaybeden yakınlarının fotoğraflarının önünde saygıduruşunda bulunarak karanfil bıraktı.

ITF’den TÜMTİS’e destek ziyaretiDHL işçilerinin direnişinin 270. gününde

Uluslararası Taşıma İşçileri Federasyonu ITF KaraTaşımacılığı Koordinatörü Mac Urata ve ITFPolitikalar Koordinatörü Sarah Finke, DHL Gebze’dedirenişini sürdüren işçileri ziyaret etti. Ziyaretinardından TÜMTİS yöneticileri ve direnişçi işçiler veişçi ailelerinin katılımıyla bir basın açıklamasıgerçekleştirildi. Mac Urata, DHL işçileriyle dayanışmakampanyası çerçevesinde küresel eylem günü olarakilan ettikleri 26 Mart 2013 tarihinde Almankonsoloslukları önünde eş zamanlı eylemlergerçekleştireceklerini söyledi.

Cumartesi yürüyüşleri sürüyor Hakları için direnen işçilerin Taksim’de

gerçekleştirdikleri Cumartesi yürüyüşleri devamediyor.

Hey Tekstil ve Kazova işçilerine bu hafta ŞişliBelediyesi’nde çalışan işçiler de katıldılar.

İşçiler, yürüyüş sırasında Mango satış mağazasıönüne geldiklerinde durarak sloganlarla boykot çağrısıyaptılar.

Galatasaray Lisesi önüne gelindiğinde ilk olarakŞişli Belediyesi işçilerinden Savaş Doğan bir konuşmayaptı. Doğan, Genel İş Sendikası 3 No’lu Şubeseçimlerinde galip geldiklerini, fakat Şişli BelediyeBaşkanı Mustafa Sarıgül ve Disk Genel İş Sendikasımerkez yöneticilerinin işbirliği yaparak, kendilerinitasfiye etmeye çalıştıklarını vurguladı. Doğan, SeçimKurulu’nun satın alındığını, kazandıkları seçimin iptaledildiğini belirterek, patron-sendika işbirliğine izinvermeyeceklerini ifade etti.

Hey Tekstil ve Kazova direnişleri adına da birerkonuşma yapılarak, haklar alınana kadar direnişlerinsürdürüleceği vurgulandı. Eylem, hep birlikte söylenenÇav Bella marşı ile sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul - Mersin

Sınıf hareketinden...

10 Mart 2013 / Marmara Park AVM önü

Liman işçilerinden coşkulu eylem!

Mersin Liman işçilerinin toplu görüşmeleri sürerken, 22 işçi, patronların taşeron ATAPOL firmasınılimana sokmasını protesto ettikleri gerekçesiyle işten çıkartılmıştı. 4 Mart gününden beri Liman A Kapısıönünde bekleyen işçilerle dayanışma sürüyor.

Liman işçileriyle dayanışma amacıyla 13 Mart’ta eylem gerçekleştirildi. Saat 12.00’de aileleriyle birlikteeylem yapan liman işçileri, sloganlarla Liman A Kapısı önüne gelerek içeriden gelen işçilerle buluştu.İşçilerin buluşmasının ardından liman kapısında basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasını Liman-İş İdari Sekreteri Ürfet Deveci okudu.

Açıklamada liman işçilerinin mücadele kararlılığı dile getirilirken Mersin Uluslararası Limanİşletmeciliği’nin (MIP) halen yürürlükte olan Toplu İş Sözleşmesi hükümlerini çiğnediği belirtildi. MIP’nin TİSsürecinin tıkandığı bir aşamada işçileri baskı altına almak ve örgütlülüğünü dağıtmak için, liman işçilerinegözdağı vererek işçi kıyımına gittiği vurgulandı. Açıklamada işçilerin geri alınması istendi.

Basın açıklamasından sonra liman işçileri sloganlarla MIP Ana Binası’na yürüyüşe geçti. Yürüyüşün enönünde babalarına destek olan çocuklar taşıdıkları dövizlerle yer alırken, desteğe gelen demokratik kitleörgütlerinin katılımıyla ve gür sloganlarla oldukça coşkulu bir yürüyüş gerçekleştirildi. Ana bina önünde deişçilerin mücadele kararlılığı dile getirilerek, sıklıkla sloganlar atıldı.

“Atılan işçiler geri alınsın!”, “Toplu sözleşme hakkımız engellenemez!”, “MIP baksana kaç işçiyizsaysana!”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” ve “Yaşasın sınıf dayanışması!”sloganlarının coşkuyla atıldığı eylem kitleselliğiyle de dikkat çekti.

Kızıl Bayrak / Mersin

Page 12: Kızıl Bayrak 2013-11

Sınıf12 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Çorlu Avrupa Serbest Bölgesi’nde kurulu bulunanDaiyang-SK Metal Fabrikası 14 Kasım 2012tarihinden beri grevde. Daiyang grevinin bölgeaçısından önemi büyük, zira burası yüzbinlerce işçininçalıştığı büyük bir işçi havzası. Salt Çorlu ASB değil,Çerkezköy, Lüleburgaz, Kapaklı da içiçe geçmişyoğunluklu işçi bölgeleri.

Daiyang-SK Metal Fabrikası’nda yaşananlar bölgegenelinde yaşanan ağır çalışma ve sömürükoşullarından bağımsız değildir. Dolayısıyla, buradagüçlü bir mücadeleyi örgütlemek, bölgede hemsendikal hem de hak mücadelesi planında kalıcımevzilerin yaratılmasının önünü açabilirdi. OysaDİSK Birleşik Metal-İş öncülüğünde dört aydır grevdeolan Daiyang işçilerinin mücadele isteği ve enerjisisistematik müdahalelerle eritilmiş, gelinen aşamada isegrev bitme noktasına getirilmiştir. Bu dağılmanınbaşlıca sorumlusu sendikaya egemen uzlaşmacı-icazetçi anlayıştır.

Gençlerin ağırlıkta olduğu Daiyang’da, işçilerinneredeyse tamamı ilk kez böyle pratik bir süreçtengeçiyor. Sınıf bilinci zayıf, pratik deneyimi yetersizolan işçiler, buna rağmen “grev oylaması”nda ezici birçoğunlukla mücadeleden yana tutum alabilmişlerdir.

Grev sendika tarafından iki ay boyunca suskunlukiçinde sürdürüldü. Ancak tabanın zorlamasıyla altmışlıgünlerden sonra Avrupa Serbest Bölgesi’ne iki kezyürüyüş yapıldı ve kolluk güçlerinin saldırısına maruzkalındı. Bu iki eylem grevin kamuoyunaduyurulmasında önemli bir rol oynadı. Mücadelenin buzeminde ileriye taşınması gerekirken, sendika, Çorlumerkezde açlık grevi eylemini dayattı.

Uzlaşmacı sendikal anlayış, açlık grevi ile hemişçileri pasif bir bekleyişe itmiş hem de grevi AvrupaSerbest Bölgesi’nden koparmıştır. Oysa ASB’degerçekleştirilen iki eylem diğer işçiler tarafındansempatiyle karşılanmış, ASB patronlarına korkusalmıştır. Nitekim ASB’de bulunan birçok fabrikadaişçilere 100-150 TL zam yapılmıştır.

Grevin yaratacağı olanaklar reformist-icazetçisendikal anlayış tarafından heba edilmiştir. Oysa

Daiyang’da kazanılacak mevzi sadece bu fabrikanınişçileri değil, tüm bölge işçileri açısından önemtaşıyordu. Ancak Çorlu merkezde kurulan iğreti biraçlık grevi çadırı ile direnişi ileriye taşımanın önükesilmiştir. Kendi başına açlık grevi çadırının dahigrevin sembolü olduğu düşünülebilir. Fakat açlık greviancak eylemlerle güçlendirilerek gerçek işlevini yerinegetirebilir. Örneğin yürüyüşlerle desteklenebilir, genişişçi ve emekçi yığınlar grevi sahiplenmeye çağrılabilir,vb... Açlık grevi, 5 işçiyle 5’er günlük dönüşümlüşekilde yapılmaktadır. Geriye kalan 105 işçi bunaltıcıbir atalete itilmiş, oyalayıcı yöntemlerle mücadeleistekleri köreltilmiştir.

Bir diğer zayıflık, grev sürecinin komiteleredayanmamış olmasıdır. Her ne kadar bir “grevkomitesi” varsa da, bu komite bir süre sonra işlevsizhale gelmiştir. Oysa bir grevin can damarı komiteyedayalı bir örgütlülüktür.

Sorunların en tahrip edici olanı ise, sendikanınişçilere mali açıdan sahip çıkmamasıdır. Genelkurullarını beş yıldızlı otellerde yapanlar, Daiyanggrevine kaynak aktarmaktan kaçınmışlardır. İşçileryaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumagelmişler, buna rağmen sendika son derece umursamazdavranmıştır. İşçiler sorunu sürekli gündeme getirselerde, Birleşik Metal-İş yönetimi, “MESS toplu işsözleşmesi sürecinde olası bir grev sürecine kaynakaktarılacağı” bahanesine sığınmıştır. Oysa önceliğin“olası” bir greve değil fiilen devam eden grevetanınması gerektiği yeterince açık olmalıdır.

Özetle bu süreç göz göre göre heba edilmiştir.Bunun sorumluluğunu, genel merkezden şubesinekadar, pasif ve icazetçi hattın savunucularıtaşımaktadır.

DİSK de grevi sahiplenmemiştir

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu daicazetçi-uzlaşmacı anlayışa uygun hareket etmiştir.Sınıf hareketi açısından önemli bir grev DİSKtarafından da sahiplenilmemiştir. Bunun nedenlerinden

biri Birleşik Metal-İş Genel Merkezi ile DİSKyönetimi arasındaki çatışmadır. DİSK’in 46. yıletkinliğini Çorlu’da gerçekleştirmiş olması bugerçekliği değiştirmemektedir. DİSK’in 46. yılyürüyüşünün bir yasak savma olduğu, gerek katılım,gerekse de meydanda sergilenen pratik üzerindenaçıkça görülmüştür. DİSK Genel Başkanı ErolEkici’nin konuşmasının ardından eylem bitirilmiş,kitle dağıtılmış ve ardından Birleşik Metal-İş GenelBaşkanı Daiyang işçilerine seslenmiştir. Kendiaralarındaki çatışma üzerinden sergilenen tutum tambir sorumsuzluk örneğidir.

Birleşik Metal-İş’in pasif ve geri tutumu

Birleşik Metal-İş yönetimi Daiyang pratiği ile birkez daha sınıfta kalmıştır. Trakya Şubesi de, Daiyanggrevini yasal süreçlere hapseden, işçilerin eylemiradesini kıran, bıktırıcı oyalamalarla dağılmayıkolaylaştıran bir tutum içinde olmuştur. Grevi farklıeylem biçimlerini içeren bir süreç olarak işletmekyerine işçilerin eylemli süreçlere yönelmesiniengellemeye çalışmıştır. ASB’de gerçekleşen çatışmalıiki eylemde, “herkes hapis cezası alacak” diyerek,işçileri korkutmayı hedefleyen utanç verici bir tutumsergilemiştir.

Öte yandan yerel şube üzerine dedikodularyayılmış, bu çürütücü bir ortamın oluşmasına zeminhazırlamış, dahası grevci işçiler de bu zemineçekilmeye çalışılmıştır. Sadece Trakya Şube yönetimideğil, genel merkez de bu konuda tam birsorumsuzlukla hareket etmiştir.

Gelinen son nokta ise Çalışma Bakanı’nın ziyaretinedeniyle grev çadırını, rica üzerine bir günlüğünekaldırmak olmuştur.

TKP’nin oynadığı uğursuz rol!

Dayiang grevinin başarısızlığa uğramasının önemlinedenlerinden biri de TKP’nin sergilediği tutumlardır.TKP birçok işçi direnişinde oynadığı uğursuz rolünüburada da oynamış, grevin en geri noktaya çekilmesineönemli bir katkı sunmuştur. TKP bunu hem parti olarakhem de Birleşik Metal-İş Genel Merkezi ve bazışubelerdeki uzantıları üzerinden yapmıştır.

TKP tarafından grev aşamasında sendikanın TrakyaŞube Başkanı ile ilgili olarak yoğun şekilde anti-propaganda yapılmasının gerisinde sendikaiçerisindeki uzantılarına koltuk hazırlama çabasıolduğu, Trakya’da hemen herkes tarafındanbilinmektedir. Trakya Şube Başkanı’nı kuşkusuzsavunacak değiliz. Ancak bu karalama çalışması,işçinin geri düzeyi de düşünüldüğünde, zamanlasendika düşmanlığına dönüşmüştür. Böylece işçilerisendikadan, dolayısıyla mücadeleden koparan TKP’ninderdi, kafa-kol ilişkilerine yaslanarak işçileri partiyeüye yapmak ve sendika içerisindeki TKP uzantılarınagelecek genel kurul için koltuk hazırlama çabasıolmuştur.

TKP’nin büyük reklamlar eşliğinde yaptığı gıdayardımı tek “olumlu” pratiğidir! Oysa işçilerin maddi

Daiyang-SK grevi üzerine...

Sınıf hareketi önüne dikilenreformist engeller aşılmalıdır!

Page 13: Kızıl Bayrak 2013-11

sıkıntılarını çözebilmesi grevin başarıylailerlemesinden, dolayısıyla meşru bir mücadele hattınıörmekten geçmektedir. Fakat TKP’nin böyle birsorunu olmadığı için, “gıda yardımı” üzerinden işçilerietkilemeye, üye yapmaya çalışmıştır.

Sınıf devrimcilerine saldırılar

TKP’liler başlangıçta şube başkanı ileçatışmalarından dolayı, işçileri sendikayadüşmanlaştıran bir tutum sergilediler. Sınıfdevrimcilerinin greve müdahalesi karşısında ise biranda sendika savunucusu kesiliverdiler. “Sendikamızdemokratik bir yapıya sahiptir” sözlerini sıklıklakullanmaya başladılar. “Ne yaparsanız sendika çatısıaltında yapın” propagandasını işçiler arasında yaymayaçalışarak, arsızlıkta sınır tanımadıklarını gösterdiler.

Elbette sınıf devrimcileri olarak, sendikayönetiminin olumsuz pratiklerine net bir tutumla karşıçıkarken, yanı sıra, işçilerin kendi özgüçleri veiradeleri doğrultusunda sendikaya sahip çıkmalarıgerektiğini sıklıkla vurguluyorduk. Mecalini yitirmişsendikal anlayışa karşı inisiyatifi ellerine almalarını veyönetimi önlerine katarak eylemli bir süreciörgütlemeleri için pratik adımlar atmalarını sağlamayaçalışıyorduk. Fakat her seferinde TKP’yi sürece ketvuran tavrıyla karşımızda gördük. Kimi zamanTKP’nin Birleşik Metal-İş Genel Merkezi içerisindekiuzantıları, kimi zaman da Trakya Şube içerisindekiuzantıları üzerinden...

Sendikanın Trakya Şubesi’nde gelecek genelkurulda koltuk kapma hesaplarıyla hareket eden TKP,her türlü düzenbazlığı, burjuva siyasetine özgüdavranışları kendine iş edindi. Bu yetmiyormuş gibi,grevci işçileri de bu bataklığın içerisine çekmek içindidinip durdu. Oysa sınıf devrimcileri olarak bizler,grev sürecinde tıkanmanın yaşandığı bir süreçte, bununaşılması için tabana dayalı eylemli bir hattınörgütlenmesi doğrultusunda önemli bir mesafekatetmiştik.

Grev bir dağılmayla yüz yüzeydi. İşçiler yenilgi ruhhalini yaşıyorlardı. Greve katılan işçilerin sayısıoldukça düşmüştü. Böylesi bir süreçte bir işgaleyleminin örgütlenebileceği, bu eylemin geride duranişçileri harekete geçirebileceği düşüncesiyle işçiarkadaşlarla yoğun görüşmeler yapıyorduk. Bir işgalkomitesi kurmuştuk. Bu komite eyleme katılabilecekişçilerle görüşmeler gerçekleştirdi. Olumlu bir havavardı. Bütün hazırlıklarımızı yaptığımız bir anda, birkez daha karşımızda TKP çıktı.

İşgal eylemimizi paylaştığımız bir işçi, bunuiyiniyetle, bir TKP yöneticisine aktarmıştı. Bununardından, ortalıkta pek görünmeyen TKP’liler yenidensahneye çıktılar. Bunu bir sır olarak saklayıp eylemidesteklemeleri gerekirken, uluorta konuşarak etrafayayma yolunu tuttular. Bununla da yetinmediler, işgaleylemini engellemek için ellerinden geleni yaptılar.

Sendikanın Trakya Şubesi’nde görevli olan TKP’lişahıs sendikanın genel merkezini arayarak durumuanlatmış, ertesi gün genel merkezden bir yöneticigelerek işçilerle işgal gündemli bir toplantı yapmıştır.

Sendikada görevli aynı TKP’li, işçilerle tek tekgörüşerek, işgal eyleminin “hapis cezası” ilesonuçlanacağını özellikle vurgulamış, eylemekatılmamaları için onları ikna etmeye çalışmıştır.İşçilerin geri yanlarına yaslanarak, onların korkularınaseslenerek bölge açısından etkili olabilecek bir eylemisabote etmeye çalışmıştır.

Her seferinde sınıf devrimcileri hedef gösterilerek,“onlarla görüşmeyin, onlar tehlikeli insanlar, onlarlagörüşürseniz 25 yıl hapis yatarsınız” denilerek,işçilerin geri yanlarına seslenilmiştir.

Dahası var. Sınıf devrimcilerinin de yoğunçabalarının olduğu “Daiyang-SK Metal GreviyleDayanışma Platformu” özel hedef seçilmiş, ilkkurulduğu andan itibaren çalışmaları baltalanmaya

çalışılmış, işçilerin gözünden düşürülmek istenmiştir.İşçilere “size sormadan platform kuruldu, tepkinizigösterin” bayağılığı sergilenebilmiştir. Oysa sınıfdevrimcileri daha platform kurulmadan, sendikanınyanı sıra grevci işçilerin de platformda yer almalarıgerektiğini vurgulamışlardır. Platform toplantılarınadüzenli olarak grevci işçiler adına katılım olduğuhalde, TKP bu söylemlerle işçileri platforma karşıkışkırtabilmiştir.

Bu arada, sahiplenen olmamakla birlikte, birskandala da imza atılmıştır. Sendikada bulunan,dayanışma platformunun dayanışma etkinliği içinçıkardığı bin afiş ortadan kaybolmuş, daha doğrusuyokedilmiştir. Sendika başkanı afişlerin kurumlaradağıtıldığını açıklamış, kurumlar araştırılmış ve böylebir dağıtımın olmadığı anlaşılmıştır. Bu araştırmasırasında, sendika baştemsilcisine sobada yakması içinyüzlerce afişin verildiği ortaya çıkmıştır.

Tüm bu rezilliklere başvuranlarla toplanıpkonuştuğumuzda, kuşkusuz hepsini reddettiler.TKP’nin ahlakından ve ilkelerinden dem vurdular.Ertesi gün karşılarına muhatap bir işçiyiçıkardığımızda ise, bir gün önce söylediklerini inkârettiler.

TKP’nin çizgisi, ilkeleleri ve ahlak anlayışısayesinde Dayiang grevi bugünkü noktaya gelmiştir.Bizler TKP’nin bu tutumunun başka örnekleriyle deyüzyüze kaldık. TEKEL işçilerinin Ankara’daki 78günlük direnişinde de devrimcilerin kurduğu platformasaldırmışlardı. TEKEL işçilerinin, Tek Gıda-İşSendikası’nın ihaneti ve işçileri çadırlara hapsetmepratiği karşısında devrimcilerin koyduğu inisiyatifiözel bir bildiri çıkararak bloke etmeye çalışan yineaynı TKP olmuştu. Bildirilerinde, “Karar verelim, dargruplarla hareket ederek mi kazanacağız, ilk gündenberi omuz omuza mücadele ettiğimiz tüm işçikardeşlerimizle birliğimizi koruyarak mı?” diyebilen,mücadeleyi ileriye taşımak isteyen işçilerin önünedikilen aynı pespaye reformist-icazetçi anlayıştır. TekGıda-İş Sendikası’nı düştüğü bataklıktan kurtarmış,TEKEL işçisiyle ilgili Danıştay kararını zafernidalarıyla karşılamışlardır!

Çünkü işçi sınıfının militan mücadeleye yönelmesi,düzenin icazet alanına boylu boyunca uzananların enbüyük korkusudur. Onların sorunu elbette işçi sınıfınındevrimci mücadelesini geliştirmek değil, işçilerin çıkışarayışlarını yasalcı-reformist çizgiye hapsetmektir.Onun içindir ki, mücadeleyi ileriye taşımaya çalışan,bunun için büyük bir emek harcayan sınıfdevrimcilerine burjuvazinin söylemleriyle saldırmakta,açıkça devrimci düşmanlığı yapmaktadırlar. İşgaleylemi yaparsanız hepinizi içeri atarlar, sınıfdevrimcileriyle hareket ederseniz 25 yıl içerdekalırsınız türünden, işçileri korkutup militan birmücadeleden ve devrimcilerden uzaklaştırmayıhedefleyen kirli propagandalar, reformist-yasalcıçizginin ötesinde bir siyasi çürümeyi anlatmaktadır.

Elbette TKP’nin legalist-reformist bir parti olaraksınıfın mücadelesini en geri bir çizgide tutma çabası,üye sayısını artırma ve sendika koltuğu kapma dışındabir kaygısının olmaması anlaşılırdır. Anlaşılır olmayan,bu nedenle de “çürüme” nitelemesini kullanmamızayol açan, bu uğurda başvurdukları burjuva ayakoyunları, kirli yol ve yöntemlerdir. Düzenin kullandığısilahları kullanmakta, düzen gericiliğinin söylemlerinitam bir arsızlıkla işçilerin önüne sürebilmektedirler.

Daiyang süreci reformist-icazetçi anlayışındevrimci bir sınıf hareketinin geliştirilmesinin önündenasıl bir engel olduğunu bir kez daha çarpıcı birbiçimde ortaya koymuştur. Bu anlayışın tümsavunucuları, sınıf hareketi ileriye doğru bir adımatmaya çalıştığı, mücadele yasal sınırları zorlamayabaşladığı andan itibaren işçilerin önüne dikilmekte,böylece hem sendika bürokrasisinin hem de düzeninyardımına koşmaktadırlar.

Trakya’dan sınıf devrimcileri

Sınıf Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

İnşaat işçileriörgütleniyor!

Bizler inşaatlarda, en ağır çalışma koşullarıaltında alın teri döken inşaat işçileri bir arayageldik. Yaşadığımız hak gasplarına, köleceçalışma koşullarına, iş cinayetlerine,geleceksizliğe ve güvencesizliğe karşı sesimizidaha gür çıkarabilmek için örgütleniyoruz!

Kardeşler! Ağır çalışma koşulları altında günde 12 saatin

üzerinde çalışıyoruz. Sigortalarımız ya yapılmıyorya da sık sık çıkış gösterilerek primlerimizyatırılmıyor. Emeklilik için “hak kazanmak” bilebu koşullar altında imkânsız hale getiriliyor.Çoğumuz ailelerimizi memleketlerimizdebırakarak geldiği bu şehirde yıllarca bukoşullarda çalışıyor, buna rağmen başımızısokacak bir ev alabilecek bir birikim dahiyapamıyoruz.

Baret ve ayakkabı sınırında ele alınan işgüvenliği önlemleri, işçi sağlığını hiçbir şekildegözetmeden uygulanıyor. Kaldığımız koğuşlar birinsanın yaşayabileceği koşulların çok altında. Kışkoşullarında çadırlarda kalıyor ya dakonteynırlarda kalsak bile sağlıksız bir biçimdeyaşamaya zorlanıyoruz. Geçtiğimiz yıl,Esenyurt’ta bir alışveriş merkezi inşaatında,kaldıkları çadırın yanması sonucu ölüme terkedilen inşaat işçileri bu ülkede inşaat işçilerinereva görülen kaderi göstermiştir. Yaşanan işcinayeti sonrasında patronlara dönük hiçbiryaptırım uygulanmazken, cinayete kurban gidenişçiler çabuk unutulmuş, inşaatı tamamlananalışveriş merkezi şaşalı kutlama törenleri ileaçılmıştı.

Bu koşullar altında çok düşük ücretlereçalıştığımız halde bir de ücretlerimizi alamıyor,patronların iki dudağı arasında geçim sıkıntısıyaşıyoruz. Yakın zamanda ücretlerini alamayanTeknopark İnşaatı işçileri de en basit ücretsorununun dahi mücadele etmedenkazanılamayacağını göstermiştir.

En temel hak ve ihtiyaçlarımızın dahi yoksayıldığı, adeta orman kanunlarının geçerliolduğu inşaat sektöründe yok olup gitmemekiçin birlikte hareket etmek dışında bir şansımızbulunmuyor. Biz de bu sebeple, sesimize sesgücümüze güç katmak için yan yana geldik. OSB-İMES İşçileri Derneği’nde İnşaat İşçileriKomisyonu’nu kurarak, bundan sonrayaşadığımız sorunlara karşı birlikte mücadeleedeceğiz!

Bu koşullar altında çalışan tüm inşaat işçisikardeşlerimize çağrımız; dil, din, ırkgözetmeksizin bir çatı altında bir araya gelerekiçinde bulunduğumuz cendereyi birlikteyıkmaktır!

İşçilerin birliği patronları yenecek! Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği! Bijî bratîya gelan, yekitiya karkeran!”

OSB-İMES İşçileri Derneğiİnşaat İşçileri Komisyonu

İletişim: OSB-İMES İşçileri Derneği(İnönü Mah., Serkan Sok., No: 3

Sancaktepe / İstanbul)TEL: (0 216) 621 25 22 – (0 531) 889 32 35

Page 14: Kızıl Bayrak 2013-11

Sınıf14 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

İşçilerin birliği halkların kardeşliği için Sınıfa KarşıSınıf Kurultayları’nın hazırlıkları devam ediyor. 6kentte gerçekleştirilecek olan kurultayların temelgündemini Kürt sorunu ve emperyalist savaşoluşturuyor. Kurultaylar vesilesiyle her iki konuda işçisınıfının devrimci tutumunu, temel yaklaşımlarını veçözüm platformunu gündemleştireceğiz.

Bu temel amaca bağlı olarak kurultaylarınhedeflerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Emperyalist saldırganlık ve savaş ile Kürtsorunu konusunda işçi sınıfı içerisindeki şoven,milliyetçi önyargıları kırmak, “özgürlük ve eşitlik”anlayışı temelinde farklı milliyetlerden işçilerin sınıfbirliğini sağlamak, mücadelesini geliştirmek.

2. Kürt sorunu ve emperyalist savaş konusundadevrimci bir tutum ve çözüm yolu olduğunugöstermek. Kurultayları sınıfın kitlesel katıldığı,devrimci ve militan bir ruhun egemen olduğuetkinlikler biçiminde gerçekleştirerek güçlü ve tok birdevrimci çözüm iradesi ortaya koymak.

3. İşçi sınıfının ileri ve öncü unsurlarını devrimcisınıf çizgisine kazanmak. Bu doğrultuda onlarıaydınlatmak ve giderek aktif bir tutumun içerisinesokmak.

İşte bu hedeflere ulaşmak üzere örgütlenen kurultayçalışmalarımızın üç ayağı var. Bunlardan birincisikurultayların konusunu oluşturan temel sorunlardakidevrimci yaklaşımların işçi ve emekçilere taşınmasıdır.İkincisi duyarlılıkların örgütlenmesi ve giderek bellisomut biçimler üzerinden aktif tutumlaradönüştürülmesi. Üçüncüsü ise kurultayların amacauygun bir kitlesellik ve devrimci atmosferdegerçekleştirilmesine yönelik hazırlıklardan oluşuyor.

Etkili bir ajitasyon-propagandafaaliyeti yürütmeliyiz

Öncelikle belirtmek gerekir ki kurultayımızkendinden menkul bir kitle etkinliği değil, yukarıdaözetlediğimiz politik hedeflere hizmet etmektedir.Kurultay hazırlıklarının önemli bir boyutu bu nedenle,bu politik hedeflere bağlı olarak ortaya konulmuşdüşünce ve çağrıları işçi sınıfı ve emekçi yığınlaraulaştırmaktır. Bunun için kurultay hazırlıklarımızın enönemli ayaklarından biri etkili bir ajitasyon-propaganda çalışması yürütmektir.

Ajitasyon-propagandanın konusunu kurultayıngündemini oluşturan emperyalist savaş ve saldırganlıkile Kürt sorununa ilişkin devrimci yaklaşımlaroluşturmaktadır. İşçi ve emekçilere bu konularlabağlantılı olarak sunulan görüntünün aldatıcılığını,politik sahnedeki tarafların siyasal-sınıfsalkonumlarını, çözümlerinin çıkışsızlığını ve sığlığınıgöstermeli, devrimci sınıfın politik platformunuanlatmalıyız.

Kurultaya katılım çağrısı da ancak ancak politikdüşüncelerle sıkı bağı içerisinde karşılık bulacaktır.Öyle ki kurultaya katılmak, emperyalist savaş vesaldırganlık politikalarına, şovenizme, Kürt sorununda

inkar ve imha politikalarına karşı “işçilerin birliği,halkların kardeşliği” çizgisinde bir tutum almakihtiyacı ve sorumluluğu haline gelmelidir.

Ajitasyon-propaganda denildiğinde ise sadecebildiri, afiş gibi araçların en yaygın kullanımıbiçiminde algılanmamalıdır. Elbette bunlar olacaktır,ama asıl önemlisi işçi ve emekçilerle yüzyüze gelmek,onları giderek bir tartışma süreci içerisine sokmaktır.Bunun için fabrikalarda, sanayi havzalarında, kentmerkezlerinde ve semtlerde buna uygun araç vezeminleri yaratmak büyük önem taşımaktadır. Bununanlamı bildiri, deklarasyon vb. araçları da kullanarak,ama bazen onlar da olmadan tartışma zeminleriyaratmak demektir. Bu elbette önden belirlenmiş veaçık çağrısı yapılmış toplantılar olabildiği gibi, aynızamanda daha doğal zeminler üzerinden yapılmışgörüşmeler, sohbetler vb. biçiminde de olabilir. Öyle kikurultayın gündemleri son derece günceldir. İşçi sınıfıve emekçiler bu konular üzerinden tartışmakta, çoğuzaman burjuva ideolojisi ve politikalarının etkisialtında taraflaşmaktadır. İşte başta çalışma alanlarımızolmak üzere, bu doğal ortamlara ulaşmalı, onlara nüfuzedebilmeyi başarmalıyız.

Diğer taraftan unutmamak gerekir ki, güncelsiyasal gelişmeleri konu edinen, zamanında ve yerindegerçekleşen eylemler de ajitasyon-propagandaçalışmasının etkisini güçlendirecektir. Öyle ki çoğuzaman binlerce bildirinin yapamadığını, zamanında veyerinde yapılan bir eylem fazlasıyla sağlayabilir.Bunun için eylemli bir tarzı aynı zamanda ajitasyon-propaganda çalışmasının özel bir boyutu olarakdüşünmek gerekir. Bu çerçevede çeşitli eylem veetkinlikler ile Newroz alanlarını da bu amaçladeğerlendirmeyi ihmal etmemeliyiz.

Bunun için özellikle konular üzerinde başlayaneğitim çalışmaları, seminer ve söyleşilerisürdürmeliyiz.

Enerjik bir örgütlenme çalışmasıyürütmeliyiz

Örgütlenme kurultay çalışmalarının en önemliboyutlarından biridir. Zira örgütlenme demek, düşünceve politikanın gücünü açığa çıkarmak, amaca ulaşmaküzere her türlü enerji zerresini değerlendirmek,emekçileri bir fikre kazanmak ve o fikirlerin taşıyıcısıhaline getirmek demektir. Eğer politik tutumunuzubaşarılı bir örgütlenme faaliyeti ile birleştiremezseniz,sözünüz kendi içerisinde ne kadar anlamlı ve doğruolursa olsun hayata geçme gücü bulamaz.

Daha önceki deneyimlerimizden de biliyoruz ki,Kurultay gibi etkinlikler için en uygun örgütsel biçim,kurultay hazırlık komiteleridir. Kuşkusuz halihazırdaKHK’ların oluşturulması konusunda saflarımızdaasgari bir bilinç vardır ve hemen her yerde kurultayçalışmaları KHK’ların oluşturulmasıyla startalmaktadır. Ama KHK’ları süreç içerisinde ajitasyon-propaganda faaliyetimizin ortaya çıkardığı imkanlarlabeslemekte zorlanıyor, ama daha çok da KHK’larıyerelleştiremiyoruz. Bu da bizi doğru bir şekildegidildiğinde kazanılabilecek işçi ve emekçilerden uzakbırakmaktadır. İşte bundan dolayı ya yerel KHK’larkurmak yoluyla ya da çoğu zaman böyle bir biçime debaşvurmaksızın, kurultayın konusunu oluşturandevrimci yaklaşımlarımıza kazandığımız-duyarlıkıldığımız ilişkilerin katkılarını kendi zeminlerindeörgütlemeyi başarabilmeliyiz. Bunun için gerekliazami dikkati, sabrı ve çabayı göstermeliyiz.

Bilinci aktif ve eylemli tutumadönüştürmeliyiz

Politik duyarlılıklar ve düşünceler ile onların etekemiğe büründüğü örgütlülükler, ancak aktif birtutumla-demek oluyor ki eylemli süreçlerlebirleştirildiğinde tüm sonuçlarına ulaşmış olurlar.Kuşkusuz Kurultay toplantıları politik bilinç veduyarlılığın kendisini aktif bir tutum olarakgöstereceği-yansıtacağı aynalar olacaktır.Olabildiğince kitlesel bir katılımın ve devrimci biratmosferin hakim olduğu kurultaylar, devrimciişçilerin Kürt sorunu ve emperyalist savaş

İşçilerin birliği halkların kardeşliği için

Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları’nahazırlanıyoruz!

Page 15: Kızıl Bayrak 2013-11

Kızıl Bayrak * 15SınıfSayı: 2013/11 * 15 Mart 2013.

konusundaki düşüncelerinin ifade bulduğu birer eylemalanı işlevi görecektir.

Fakat kurultayların kendinden menkul bir etkinlikolmanın ötesine geçmesi sürecin her aşamasındaduyarlılık ve bilincin aktif bir tutumadönüştürülmesine bağlıdır. Öyle ki işçi ve emekçilerisadece kurultaylara katılmaya değil, kurultaylaryoluyla tavrını göstermeye, ama kurultaylardan daöteye kurultay gündemlerini oluşturan sorunlarayönelik tutum almaya çağırmalı, sadece çağırmakla dakalmamalı bu tutuma somut biçimler kazandırmalıyız.Diğeri ise güncel gelişmelerden yola çıkarak eylemlerdüzenlemek ya da düzenlenen eylemlere katılımısağlamak olmalıdır. Örneğin kurultayların hemenöncesine denk gelen Newroz’a etkin katılımısağlamaya yönelik bir faaliyet örgütleyebilmeliyiz.

Bu konuda diğer işlevsel araçlar ise “imzakampanyası, beyanname vb.” çalışmalardır. Bu tür birçalışma bize hem propagandayı yüz yüze yapmaolanağı, hem de bilinç alanında sağladığımız gelişmeyiaktif bir tutuma dönüştürmenin zeminini sağlayacaktır.Böylelikle politik tutumumuz, kurultay salonunataşıdığımız niceliğin ötesinde bir sınıfsal ve toplumsalsahiplenme ile karşılaşmış olacaktır.

Kurultaylar kitleseldevrimci etkinlikler olmalıdır

Kurultaylarımız kendinden menkul etkinliklerolmayacaktır ama bu kurultayların katılım, atmosfer veiçerik olarak başarılı etkinlikler olarak örgütlenmesiihtiyacının tali olduğu anlamına gelmez. Aksine tümemeklerimiz başarılı bir kurultay üzerinden yansıyacakve başarılı bir kurultay da kazanımlarımızıpekiştirecektir. Daha özelde ise politik mücadelenin birmevzisi olarak kurultaylar, kitlesel olduğu kadardevrimci bir atmosferde gerçekleştirildiği ölçüdemücadele ve örgütlenmenin gelişim seyrinde olumluetkilerde bulunacaktır. Her şey bir yana kurultaylarakitle çalışmasının sonucunda katılan işçi veemekçilerle bağlarımızın geleceğinde önemli bir roloynayacaktır.

Bunun için kurultaylara canlı, coşkulu ve devrimcibir atmosferin hakim olması, politik mesajlarının netve güçlü biçimde verilmesi için mekanın içdüzenlenmesinden programın akışına kadar bir dizikonuda ayrıntılı planlamalar yapmalı, bu amaçlaözellikle yakın dönemin olumlu ve olumsuzdeneyimlerinden yararlanmayı bilmeliyiz.

***

Son olarak belirtelim ki, İşçilerin birliği halklarınkardeşliği için Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları’nı 1Mayıs’ın ön günlerinde başarıya örgütleyerekkomünist hareketin “devrime hazırlanıyoruz” iddiasıçerçevesinde ortaya koyduğu politik-örgütsel hedeflerebir adım daha yakınlaşacağız. Bu bilinçlegörevlerimizi ele almalı ve azami birenerji ve sorumluluk duygusuylahareket etmeliyiz.

İşçi ve emekçilerin yaşamlarını çalışmaları ileçevrelemeye çalışan sınıf devrimcileri faaliyetlerinisürdürüyor, Çiğli İşçi Bülteni ve Metal İşçileri Bültenidağıtımları ile sınıfa seslenerek örgütlü mücadeleyiyükseltme çağrısını taşıyorlar.

İzmir“İşten atmalar yasaklansın!” şiarının öne

çıkarıldığı ve 2013’ün ilk aylarından itibarenyaşanan işten atmaları başyazısında konu edinenÇiğli İşçi Bülteni, 8 Mart’ın öngünlerinde işçi ve

emekçilere ulaştırıldı. Bu kapsamda, Çiğli İşçiBülteni 7 Mart Perşembe günü Organize SanayiBölgesi’nde bulunan EMC, Tanmak gibi metalfabrikalarına ulaştırıldı. Aynı zamanda, BirleşikMetal’de örgütlü bulunan ZF Lenförder işçilerine debülten dağıtıldı.

8 Mart Cuma günü de sabah servis saatlerinde,organize işçilerinin bekleme ve geçiş yoğunluğubulunduğu Serinkuyu, Dedebaşı, Soğukkuyunoktalarında, işçilere sesli ajitasyonlar eşliğindeÇiğli İşçi Bülteni ulaştırıldı.

Bursa Metal İşçileri Birliği, MESS-Türk Metal

görüşmelerinde tutulan uyuşmazlık zaptının biroyun olduğu, sonucun yine bir satışla biteceğiniişleyen “MESS-Türk Metal’in satış oyununda sonperde: TİS’te uyuşmazlık! Oyunu bozalım, MESS-Türk Metal’i yıkalım!” başlıklı bildirinin dağıtımıBursa’da gerçekleştirildi.

Sabah işe gidiş saatinde Mesken servisgüzergahına gerçekleşen dağıtımda, metalişçilerinin ilgisinin yoğun olduğu gözlendi.

Kızıl Bayrak / İzmir - Bursa

Kurultay hazırlıklarından...

KayseriKurultay hazırlıkları 10 Mart’ta yapılan hazırlık toplantısı ile sürdü. Hazırlık toplantısına sendikalaşma

sürecinin devam ettiği Ceha’nın da içinde bulunduğu 6 metal fabrikasından katılım sağlandı. Ayrıca ağaçsektörü içinde yer alan 4 mobilya fabrikasından gelen işçiler de toplantıya katıldılar. Bölgenin en büyüktekstil fabrikası olan Orta Anadolu’dan işçiler, gıda işçileri, kargo işçileri de toplantıda yer aldı.

Toplantıda ilk olarak Kayseri Kurultay Hazırlık Komitesi sözcüsü kurultay konusunda bilgi verdi.Kurultay’ın siyasal içeriği aktarıldı.

Özelleştirme kıskacında bulunan Karayolu işçileri adına toplantıya katılan bir öncü işçi karayollarındayaşanan özelleştirme sürecini özetledi.

Toplantıya katılan fabrika temsilcileri işçilerin birliğinin önemi konusunda ortaklaştılar. Savaşa karşıhalkların kardeşliğine sahip çıkmak gerektiğini belirttiler. Kurultayı güçlendirmek için toplantının havasınıfabrikalarına taşıyacaklarını söylediler.

Toplantıda kurultaya hazırlık çerçevesinde iş yerlerinde toplantıların örgütlenmesi planlandı. Kurultayınişçi sınıfının bölüklerine taşınması için, Kayseri İşçi Bülteni ve Karayolu İşçileri Bülteni etkin bir şekildekullanılacak. Oluşturulan basın komitesi kurultayla bağlantılı haber ve yorumları yerel basına taşıyacak.Yerel radyolarla görüşülüp kurultay konulu program yapılacak.

Kartal Sınıf devrimcileri kurultay hazırlıkları kapsamında 10 Mart Pazar günü Kartal İşçi Kültür Evi’nde kahvaltı

ve ardından “emperyalizm” gündemli hazırlık toplantısı gerçekleştirdi.Kahvaltının ardından kurultayın amaçları dorultusunda tekrar kısa bir konuşma yapıldı. Konuşmaların

sonrasında güncel gelişmelere ilişkin de tartışmalar yürütüldü. Canlı geçen tartışmaların son ve geniş bir kısmında ise kurultay gündemini işçilere, emekçilere ve diğer

toplumsal kesimlere hangi araçlarla taşıyabiliriz oldu.

GebzeKurultay hazırlıkları çerçevesinde 10 Mart Pazar günü gerçekleştirilen toplantı ile siyasal gelişmeler ile

ilgili sohbet edildi ve gerçekleşecek kurultayın içeriği ve hedefleri üzerine konuşuldu. Kurultayın gündemlerinden bahsedilen konuşmanın ardından, Kürt sorunu ile ilgili güncel gelişmeler

gündeme alındı. Emperyalist savaşın ve Kürt sorunundaki gelişmelerin işçi ve emekçilere yansımasındanbahsedildi.

Daha önce yerelde yapılan işçi kurultayının sonuç bildirgesi de ele alındı ve çalışma yöntemi olarakeksik bırakılan noktaların geride bırakılması gerektiğinin altı çizildi.

Bursa7 Nisan Pazar günü Bursa Baro Lokali’nde gerçekleştirilecek olan kurultayın çalışmaları kurultay

bildirilerinin dağıtımıyla devam ediyor. Kurultay bildirileri servis güzergahı olan Mesken, Yeşilyayla,Merinos-Santral GaraJ ve Arabayatağı’na dağıtıldı. Dağıtımlar sırasında yüzlerce bildiri başta Bursa’dakitemel fabrikalar olmak üzere onlarca yere ulaştırıldı.

Kızıl Bayrak / Kartal – Gebze - Bursa

Devrimci sınıf faaliyetlerinden...

Page 16: Kızıl Bayrak 2013-11

CMYKCMYK

Kürt sorununda yeni olan, devletin bir açılımpolitikası iddiasıyla ortaya çıkmış bulunmasıdır. Devletdiyorum, çünkü bu ilk kez olarak devletin başıdurumundaki cumhurbaşkanının İran ziyaretidönüşünde dile getirildi. Abdullah Gül, Türkiye’nin bukonuda tarihi fırsat zemininde bulunduğunu, ziradevletin zirvesinde ilk kez olarak bu konuda bu denlibir mutabakat sağlandığını söyledi. Göründüğükadarıyla devlet katında, daha somut olarakcumhurbaşkanlığı, hükümet ve ordu arasında, bukonuda sağlanmış bir mutabakat var.

Belli sınırları ve hedefleri olan bu girişiminarkasında gerçekte devletten öteye bir irade var: ABDemperyalizmi ve ona bağlı olarak işbirlikçi büyükburjuvazi. Kürt sorununda belli adımlar atmak, böyleceonu olanaklı olabildiğince yatıştırıp denetim altınaalmak, gelinen yerde Türkiye’nin iç ve dış efendileriiçin artık kendini dayatan bir ihtiyaç. Açılımıngerisindeki uluslararası güç ABD’dir. Bu olmasaydıeğer, hele de düzen güçlerinin iç bölünmüşlük içindeolduğu bir sırada, Kürt sorunu gibi temel bir siyasalsorun üzerinden bir açılımı gündeme getirmek kolayolmazdı. Bugünün Türkiyesi’nde bir rejim krizi, bir içbölünme, belli safhalar halinde ilerleyen bir içmücadele var. Buna rağmen ama devlet eğer bir millimutabakatla gündeme Kürt sorunu üzerinden bir takımadımlar getirmeyi düşünebiliyorsa, bu egemen sınıfınve dolayısıyla da rejimin dizginlerini tutan büyükemperyalist gücün bir ağırlık koyması sayesindeolanaklı olabilmektedir.

Bu etkenin özel önemini görmeli, ama yine desorunu tek boyutlu olarak ele almamalıyız. Zamaniçerisinde giderek örtüşen çıkarlar gerçeğini degörmeliyiz. ABD, Kürt sorununu bir reformlayatıştırma politikasını Türk devletine yirmi yıldır telkinedip duruyor. Yirmi yıldır sonuç vermeyen butelkinlerin bugün belli sonuçlar vermesinin bir mantığıvar kuşkusuz. Öncelikle irdelenmesi gereken budur.

Emperyalizme bölgesel taşeronluk

İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde hızlanankapitalist gelişmenin ve artan sermaye birikiminin gelipvardığı bir gelişme düzeyi olarak, Türkiye burjuvazisibugün dikkate değer bir ekonomik ve mali güce ulaşmışbulunuyor. İşbirlikçi büyük burjuvazi artık uluslararasıpiyasalarda da iş yapabilme kapasitesine sahip.Dışarıya yalnızca mal değil sermaye de ihraç ediyor.Çeşitli ülkelerde yatırımlar yapıyor, özellikle inşaatüzerinden olmak üzere bazı sektörlerde hissedilir biretkinliği var. Ulaştığı ekonomik ve mali gelişmedüzeyi, Türk burjuvazisinin dışarıya daha çokbakmasını, bölgesel güç olmak hedefiyle hareketetmesini olanaklı hale getiriyor.

Türk burjuvazisinin böyle bir gelişme düzeyineulaştığı aşama kabaca ‘90’lı yılların başına denkgeliyor. 12 Eylül askeri faşist rejiminin düzlediğizeminde uygulanan yoğun sömürü ve talanpolitikalarıyla hızlanan sermaye birikimi, ‘90’lı yıllaraulaşıldığında Türk burjuvazisini dikkate değer bir güçhaline getirmişti. Ama aynı ‘90’lı yılların başı, aynızamanda Doğu Bloku’nun çökmesi ve SovyetlerBirliği’nin dağılmasına tanıklık etti. Bu çöküş vedağılma, Balkanlar’dan Kafkasya’ya ve İç Asya’yauzanan geniş bir alanda, düne kadar Sovyetler Birliğitarafından doldurulan önemli bir boşluk alanı yarattı.Buna kısmen Ortadoğu da dahildi, Sovyetler Birliği’nindünkü müttefikleri bir boşluğa düştükleri ölçüde.Toplamında bunlar, büyük petrol ve doğal gaz yataklarıbarındıran, enerji kaynakları ve yollarının yoğunlaştığıbölgelerdi ve dolayısıyla da dünya egemenliğibakımından büyük stratejik önemi sahip idiler. Türkiyeise bütün bu bölgenin tam orta yerinde bulunuyordu.

İşte böyle bir bölgede, işbirlikçi büyük burjuvazi,Amerikan emperyalizminin vazgeçilmez bir dayanağıve bir bölgesel kolu olarak, ortaya çıkan yenikoşullardan en iyi biçimde yararlanmaya baktı.Ekonomik gelişmenin yarattığı dışa yayılma ihtiyacınınötesinde, bir bölgesel güç olarak sivrilebilmek niyet vehesabıyla hareket etti. Bunu yaparken de, kitlelereyönelik propagandada yüksek düzeyde iddialar ortayaatsa da, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türklük dünyasınaliderlik” balonları şişirse de, aslında fazlasıylagerçekçiydi. Ortadoğu, Kafkasya ve İç Asya, petrol vedoğalgaz depoları olarak dünyanın en stratejik bölgeleriidiler ve burada ancak büyük güçler söz sahibi olabilir,ancak onlar hakimiyet peşinde koşabilirlerdi.

Dolayısıyla emperyalist çekişme ve çatışma da, ancakonlar arasında yaşanabilirdi. Böyle bir bölgede Türkburjuvazisi en fazla taşeron olabilirdi. O da bunugözeterek davrandı; Amerikan emperyalizmine etkintaşeronluğa soyundu.

İşbirlikçi büyük burjuvazinin buradaki avantajı,Türkiye’nin kendine özgü konumuydu. BölgedeAmerikan emperyalizminin, bir bütün olarak batıemperyalizminin, iki temel önemde dayanağı vardı:İsrail ile Türkiye. İsrail bir olanak olduğu kadar birhandikaptı da. Hatta bir olanak olmaktan çok birhandikaptı. Ortadoğu’ya dışardan şırınga edilmiş bir türyabancı unsurdu. Oysa Türkiye, önemli tarihi vekültürel avantajları olan, tümüyle yerli bir unsurdu.

Türk burjuvazisi bütün bunları görerek, yenidönemde ABD hesabına etkin taşeronluk yapabildiğiölçüde bölgede önemli bir güç haline gelebileceğidüşüncesiyle hareket etti. Özal döneminde, ‘90’lıyılların başında demek istiyorum, “ikinciCumhuriyetçilik” ya da “yeni Osmanlıcılık” adı altındagündeme getirilen eğilimler, bu yönelimin düşünselyansımalarından başka birşey değildi. Tam da budönemde İsrail ile ilişkiler geliştirildi, yeni bir düzeyeçıkarıldı. ‘90’ların ortasına doğru bir dizi açık-gizlianlaşmayla bu ilişkiler pekiştirildi. ABD, İsrail veTürkiye arasında üçlü bir politik-askeri eksen kuruldu.Bu ittifak Akdeniz’de deniz tatbikatları, KonyaOvası’nda hava tatbikatları yapmaya başladı.

Üçlü ittifakın handikapı

Bu, tarihi temelleri olan sağlam bir ittifaktı. Ziraİkinci Dünya Savaşı’nı izleyen bütün bir dönemdeTürkiye’nin ABD emperyalizmine her alanda uşakçabağımlılığına dayanıyordu. Özellikle ‘50’li yıllarlabirlikte, yani Bayar-Menderes diktatörlüğü döneminde,İsrail’le de kurulmuş çok yönlü ilişkiler, kendiyönünden bunu tamamlıyordu. Arap-İslam dünyasınıntepkisi gözetilerek gerçek kapsamı hep gizlenmeyeçalışılan bu ilişkiler, ‘90’lı yıllarla birlikte artık dahaaçık hale getirildi. ‘90’lı yılların başında SovyetlerBirliği dağılınca, ilerici devrimci güçler bölgesel plandabüyük bir güç kaybına uğrayınca, bir bütün olarakhalkların direnişi gerileyince, dünyanın yeni düzeniiçerisinde Amerikan emperyalizmi tek süper güç olaraketkin bir biçimde önplana çıkınca, bu arada Oslo Barışıaldatmacasıyla Filistin sorunu da yumuşatılıp denetimaltına alınınca, Türk burjuvazisi için İsrail ile ilişkilerdebütün arsızlığı ele almak zamanı da gelmiş oldu.İlişkiler açık hale getirildi, bir dizi açık-gizli politik-askeri antlaşmayla en ileri noktaya vardırıldı. BöyleceOrtadoğu’da, Kafkasya’da ve İç Asya’da birliktehareket edilebilir oldu.

Ama bu üçlü ittifakın belli pürüzleri de vardı.Bunlardan biri ve yeni dönemde en önemlisi, Kürtsorunu idi. ABD ve İsrail geçmişten beri Türkburjuvazisinden farklı bir Kürt politikası izleye geldiler.

Kürt sorunu üzerine konferanslar... / 2

Kürt açılımı

Kürt sorunu üzerine 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Page 17: Kızıl Bayrak 2013-11

Elbette Türkiye’nin bünyesindeki değil fakat bölgeselplandaki Kürt sorunu üzerinden. Kürt sorunununbölgesel karakterinin getirdiği son derece kendine özgübir durumdu bu. Kürt sorunu sadece Türkiye’ye özgübir sorun olsaydı, esasa ilişkin bir anlaşmazlık konusuolmazdı. Türk devleti bütün bir Cumhuriyet dönemiboyunca Kürt sorununda inkarcı bir çizginintemsilcisiydi. Türkiye de İkinci Dünya Savaşısonrasından beri Amerikan emperyalizmine göbektenbağlı bir ülkeydi. Ama bilindiği gibi, ‘90’ların başınakadar, Türkiye ile ABD arasında Kürt sorunuyla ilgiliherhangi bir anlaşmazlık ya da uyuşmazlık yaşanmadı.Kürt ulusal varlığının inkarına dayalı çizgi, Amerikanemperyalizmi tarafından her zaman tam olarakdesteklendi.

Faşist 12 Mart darbesi, ‘60’lı yılları boydan boyakapsayan o büyük ilerici toplumsal uyanışıhedeflemişti. Bunun içerisinde aynı zamanda Kürtulusal uyanışı da vardı. Faşist darbe, yalnızca geneltoplumsal muhalefeti değil, fakat bunun organik biröğesi olarak Kürt ulusal hareketini de ezdi. Ve 12 Martfaşist darbesinin arkasında, dolaysız olarak Amerikanemperyalizmi vardı. Türkiye’deki toplumsal-siyasaluyanışa ezmeye yönelen ikinci büyük saldırı, 1980yılında 12 Eylül askeri faşist darbesiyle geldi.Birincisinden çok daha kapsamlı bu ikincisiyle,Türkiye’nin ilerici devrimci hareketi bir bütün olarakezildi. Ama daha beteri Kürdistan’da ve Kürtyurtseverlerine karşı yapıldı. 12 Eylül de dört dörtlükbir Amerikan darbesiydi. Arkasında ABD’nin yanısıraNATO vardı.

Yakın dönemin bu tarihsel gerçekleri açıklıklagösteriyor ki, eğer Kürt sorunu salt Türkiye’yle sınırlıbir sorun olsaydı, ABD ve İsrail’in bu konuda gericiTürk rejimine desteği tam olurdu. Nitekim Türkiye’dekiKürt sorunu sözkonusu olduğu sürece böyle deolageldi. Ama Kürt sorunu aynı zamanda İran’ı, Irak’ıve Suriye’yi kesen bölgesel boyutlarda bir sorundu. Veİran, Irak ve Suriye, düne kadar Amerikan-İsrail karşıtıbir cephede idiler. İran ve Suriye halen de öyle.

1982 yılında İsrail’in hazırladığı son derece önemlive zamanında gizli bir stratejik belge var. Gelinen yerdeartık bilimsel incelemelere, kitaplara konu olacak kadarda deşifre olmuş bir belge. Burada düşman sayılan birdizi ülkenin, Lübnan’ın, Suriye’nin, İran’ın, Irak’ınetnik, dini ve mezhepsel temellerde nasıl ve kaçabölünebileceği üzerine stratejik planlar var. Belge’deörneğin Irak’ın Şii bölgesi, Sünni bölgesi ve Kürtbölgesi olarak üçe bölünebileceği öngörülüyor. Tam daemperyalist müdahalenin ardından halen gerçekleşmişbulunduğu gibi. Bölgesel boyutlarıyla Kürt sorunuİsrail için işte böylesine stratejik olanaklar ifade edenbir sorun.

ABD cephesine gelince. Doğal olarak İsrail’in tümbu hesaplarına tam destek veriliyordu. Nitekim Irak’tatam da İsrail’in yirmi yıl önceden arzuladığı vehedeflediği sonuç bizzat ABD eliyle yaratılmış oldu.

Ama sistemin hegemon gücü olarak onun bundan çokdaha öteye, çok daha kapsamlı kendi hedefleri vardı. Vebu hedeflerin gerçekleştirilmesinde bölgeselboyutlarıyla Kürt sorunu onun için bulunmaz birolanaktı. Irak savaşının somut olarak gösterdiği gibi.

Bu bizi ABD ve İsrail’in Kürt sorunu üzerindenTürk devletiyle farklılaşan politikalarına getiriyor. ABDve İsrail bu soruna Ortadoğu’nun toplamı ve dolayısıyladüşman saydıkları devletlerin zayıflatılması hedefiüzerinden bakıyorlardı. Oysa Türk devleti bu aynıdevletlerle, İran, Irak ve Suriye rejimleri ile Kürtsorunu üzerinden hep bir ittifak içinde oldu. Kürtlerebölgede bir devlet kurdurmamak, bu dört devletin ortakkırmızı çizgisiydi.

Emperyalist ve siyonist ikiliyle Kürt sorunuüzerinden yaşanan handikapın aşılması, dolayıslabölgesel düzeyde uyumlu bir işbirliği, Türkburjuvazisinin bu türden kırmızı çizgileriniterketmesiyle olanaklı olabilirdi. Nitekim olaylarınseyri de bu yönde oldu. Biraz sancılı oldu, biraz zamanaldı ve sonuçta yaşanan bu oldu.

Tayyip Erdoğan’ın 2007 5 Kasımı’ndaki ABDziyareti burada bir dönüm noktasıdır. Sağlanan yenimutabakatla Güney Kürdistan’la ilgili eski kırmızıçizgiler bir yana bırakıldı. ABD’nin Irak müdahalesi buçizgileri zaten yıkmıştı, fiili durum oluşmuştu. GüneyKürdistan, resmen tanınmasa da, geniş hareketkabiliyeti olan fiili bir devlet olarak kurulmuşbulunuyordu. Türk burjuvazisinin yaptığı bu gerçekliğiresmen de kabul etmek oldu.

Elbette karşılığında aldığı tavizler az şey değil. 5Kasım mutabakatından beri Güney Kürdistantopraklarına dilediğince girebilir oldu. Daha önceleri

böyle girişimleri sert direnişe karşılayacaklarını dönedöne açıklayan Güneyli Kürt liderler de çaresizce olupbitene boyun eğdiler. Böylece sırtını emperyalistABD’ye dayayarak devlet olmanın sınırlarını da tümdünyaya göstermiş oldular. Tüm bu gelişmelerden asılkazançlı çıkanlar, doğal olarak ABD ve İsrail oldular.Zira bu gelişme Türkiye, İsrail ve Güney Kürdistan’ıüçlü bir saçayağı olarak birleştirmiş oldu. GüneyKürdistan ile Türkiye artık aynı safta, amerikancıçizgide mütttefik durumundalar.

Ama Güney’de bir federal devleti kabul etmekzorunda kalması, Türk devletini kendi bünyesindekisorun konusunda daha büyük bir açmaza düşürdü.“Kürt açılımı” işte bu açmazı aşmak ihtiyacının birürünü olarak gündeme geldi.

Düzenin efendileri ne istiyorsa o!

Türk burjuvazisinin buradaki perspektifleri bugününötesindedir. Sorun Güney’de bir federal devlet veTürkiye’de reforme edilmiş bir Kürt sorunu sınırlarıiçinde kalamaz. Bu istikrarsız ve dolayısıyla geçici birdurum olabilir ancak. İlkin Irak’ta işlerin nereyevaracağı henüz tümüyle belirsizdir. ABD Irak’tançekiliyor, çekilmek zorunda artık. Altı senelik bir işgalsonrasında bunu artık Iraklı işbirlikçiler de ondanistiyor. Kaldı ki buna daha fazla güç de yetiremiyorartık. Çatışmanın esas alanı Afganistan-Pakistan hattınakaymış durumda. Orada ise büyük bir zorlanmasözkonusu, Taliban’a yenilmek büyüyen bir ihtimal.Gücünü oraya aktarmak, dikkatini oraya vermek istiyor.Ama çekildiği andan itibaren, Irak’ta kazandığı

CMYKCMYK

nın sınırları H. Fırat

(3 Ekim 2009)

e konferanslar... / 2 Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Kızıl Bayrak 2013-11

Kürt sorunu üzerine konferanslar... / 218 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

mevzilerin de korunabilmesi gerekir. Irak üzerindekiegemenliğinin bir bütün olarak korunabilmesi, birArap-Kürt çatışmasının da dizginlenebilmesine bağlı.Güney Kürtleri sahipsiz kalırlarsa Araplar tarafındanezilebilirler. Ezilmeseler bile yeniden fiili bir savaşdurumu oluşabilir. Bunun için de bir koruyucuya,bölgesel bir hamiye ihtiyaçları var. ABD bu konudaplanlarını Türkiye üzerine yapmış görünüyor. Türkiyeile Güney Kürdistan arasındaki ilişkileri geliştirmekihtiyacı buradan doğuyordu. Türkiye’nin GüneyKürdistan’a hamiliği bir bakıma fiilen gerçekleşmişbulunuyor.

Türk burjuvazisi bunu epeydir istiyor, fakat devletiyönetenler buna direniyordu. Türk burjuvazisinin bunuistemesi, dolaysız ekonomik çıkarları ile sıkı sıkıyabağlantılıdır. Büyük tekeller halen Güney Kürdistan’dason derece karlı işler yapıyorlar. Büyük burjuvazisoruna ekonomik çıkarları ve bunu olanaklı kılanekonomik gücü üzerinden baktığı için, GüneyKürdistan’ı rahatlıkla yutabileceğine inanıyor.Ekonomik ve ticari ilişkilerin mevcut tablosu bundaçok haksız olmadığını da gösteriyor. Büyük petrolrantından pay kapmak umudu da cabası. Buncaekonomik çıkar, artı siyasal hamilik, bu sayede Irak’ınbir bölümü üzerinde söz sahibi olmak olanağı, hele debunlar ABD tarafından sunuluyorsa, niye reddedilsinki?

Bu böyleyse eğer, devletin buna bir dönemki budirenişi neyin nesi diye sorulabilir. Toplumsal yaşamdasiyaset ve ekonomi bire bir çakışmaz. Burjuvazi bir şeyistedi diye, devlet ya da politik planda etkin olanlar,onu hemen yerine getirmeyebilirler. Politikayla, politikgüçlerle, devleti yönetenlerle, adına devletin yönetildiğisınıfların karşı karşıya geldikleri durumlar tarihte azrastlanır şeyler değildir. Bazen politikacılar temsilettikleri sınıfların belirli tercih ve eğilimlerine rağmeniş yaparlar. Egemen sınıfın çıkarlarına uygun bir adımıdevlet dümenini tutanlar geciktirebilirler, hatta karşısınaengel olarak bile çıkabilirler. Yakın zaman Türkiye’sibunun bir örneği olarak duruyordu önümüzde. Türkdevletinin Kürt sorunu konusundaki katı, esnemekaldırmaz, kireçlenmiş bir direnci bunun bir ifadesiydi.Sorunun inkarıyla mayalanmış bir devlet ne de olsa.Türk milli kimliği üzerinden, Kürtlerin ve öteki etniktoplulukların yok sayılması üzerinden çimentosukarılmış bir devlet. Bu devlette inkarcı direnişinkırılması kolay değildi. Burjuvazi bu konuda kendidevletinden daha esnek davranmayı başardı. Ne de olsao kendi çıkarları konusunda daha pratik, dolaysızsömürüye, yağmaya, talana bakmak onun esas önceliği.Burjuvazi Güney Kürdistan üzerinden dolaysızekonomik çıkarlarını gördü, görmekten öte fiilen eldeetti ve bu da onu hızla yumuşamaya götürdü. Amaülkeyi yönetenler, Kürt sorununun önü bir açılırsaarkası tutulamaz korkusuyla bu direnişlerinisürdürdüler bir dönem.

Ama sonuçta sürdürülebilir bir direniş değildi bu.Son tahlilde sosyo-ekonomik etkenin hükmü her zamanegemen hale gelir. Burjuvazinin çıkarları gerektiriyorsa,burjuva politik güçler buna direnseler bile, bu aşılabilir

zaman içerisinde. İşte somut olarak izliyoruz, sonuçtaaşılıyor. Ordu ile AKP hükümeti Kürt açılımı çizgisindebirleşiyor. Bu da bir ihtiyaca yanıt veriyor. Demek kidışardan ABD ve içerden işbirlikçi büyük burjuvaziisteyince bunlar olabiliyor. ABD ve Türk burjuvazisiçakışmış çıkarları üzerinden bir şey istiyorlarsa eğer,devletin şu veya bu odağının buna direnişi umutsuz birgirişim olarak kalmaya mahkumdur. Buna uzun süreliolarak direnmek olanağı yoktur. Sonunda düzenin iç vedış efendileri ne istiyorsa o olur, ama biraz erken amabiraz geç. Kürt sorununda da öyle oldu. ABD’nin çıkarve tercihleri ile Türk burjuvazisinin çıkar ve tercihleriçakışınca, Kürt açılımı bir devlet mutabakatı olarakçıkageldi.

Açılımının başı sonu

Öncelikli soru, gündemdeki açılımın içeriğinin neolduğudur. Bu sorunun yanıtını halen kimse bilmiyor.Bu kaba belirsizlik artık düzen medyasında bileesprilere, alaylara konu oluyor. Ortada bir açılım lafıvar, ama neyin ne kadar açılacağı üzerine bir açıklıkyok. Açılımın lafı var fakat paketi yok. Yine de bizimiçin bu çok esasa ilişkin bir sorun değil, zira hiç değilseneyin verilmeyeceğini bilebilecek durumdayız. Ziraneyi verecekleri konusunda ketum olanlar neyivermeyecekleri konusunda fazlasıyla açıkkonuşuyorlar.

Tayyip Erdoğan yakın zamanda ABD’ye gitti,başkan Obama’yla da görüştü, G-20’ler toplantısınakatıldı. Dönüşte, anayasa değişikliği yok, af yok,Kürtçe’nin eğitim dili olarak kabul edilmesi yok dedi.Bu açıklama, neyi veremeyecekleri konusunda bir fikirveriyor. Oysa bunlar, bu yok yok dedikleri, gerçekte enkolay verilebilir şeyler.

Bu açılımın en temel amaçlarından biri, en önceliklihedeflerinden ilki, PKK’yi silahsızlandırmak, böylecesilahlı Kürt direnişini sona erdirmektir. İyi ama Kürthareketi silahlı direnişini, uğruna mücadele ettiğiistemler üzerine yapılacak bir pazarlık ve böylece eldeedilecek kazanımlarla bitirmeye bakıyor. Doğrudanmuhatap alınmayı ve bir pazarlık masasına taraf olarakoturmayı istiyor. Ama birileri daha onları affedipedemeyeceklerini tartışıyorlar. Bu Türk devletininyapmak istediklerinin ne denli güdük bir içeriğe sahipolduğunun bir göstergesidir.

Oysa aftan da önemli olan, Kürtçe’nin eğitim dilihaline gelmesidir ve bu da gerçekte karşılanması çok dazor olmayan bir istemdir. Bunu yapmadan Kürtsorununu çözmek bir yana bir nebze olsun hafifletmeyibile başaramasınız. Bunu bile kabul etmiyorsanız eğer,o zaman çözüm üzerine bunca lafın anlamı ne? Yine deKürtçe’nin eğitim dili olarak kabul edilmesikonusundaki zorlanmayı anlamak güç değildir. Zira dilsorunu bir bütündür. Eğitim bir kamu hizmetidir. Birdile bir yerinden kamu yaşamında alan açarsanız, bukaçınılmaz olarak tüm öteki alanlara doğru dagenişletmek durumunda kalırsınız. Eğitimde alan açıpda örneğin yargıda ya da kamu yaşamının bir ötekialanında bundan geri duramazsınız. Bir dilin kamuyaşamına girmesi, o dilin giderek resmi dil düzeyineyükselmesini birlikte getirir. Böylece tek ve zorakiresmi dil tekeli aşılmış olur.

Sonuçta, Anayasa değişikliği yok, af yok,Kürtçe’nin eğitim dili olarak kabul edilmesi yokdiyorlar. Bunların kesinlikle olamayacağınıvurguluyorlar, bizzat başbakan üzerinden. Bu, neyin nekadar olabileceği konusunda zaten yeterli bir fikirveriyor. Paketin bir yanı bu, yeterince belli,verilmeyenlerden verilecekleri çıkartmakta bir güçlükyok.

Ama öte yandan Tayyip Erdoğan’ın açıklayıcıdeğerde bir başka sözü daha var. Paket nerde diyenlere,paket yok süreç var diyor. Bu hazmede ede,hazmettirele ettirile ilerleyecek bir süreç diye deekliyor. Evet, bu söylemde bir şeyler gizli. Bunlar yarın

Kürtçe’yi eğitim dili olarak kabul etmek durumunagelebilirler, ucunda PKK’yi silahlı biçimiyle tasfiyeedebilmek imkanı da varsa. Ama bunu bugün söyleselerTürkiye’de kıyamet kopar. Onun için bunu bugünsöylemeyi tercih etmezler. O, paket yok süreç var,hazmede ede, hazmettire ettire ilerleyeceğiz sözününgizli şifresinin açık karşılığı bu.

Tabii ki daha ileri bazı şeyler de verebilirler.Örneğin isteyen Kürdistan’da Kürtçe eğitim alabilirdiyebilirler. Ama bütçeden Kürtçe eğitime kaynakaktarılmıyorsa, bunun için öğretmenler devletbütçesinden eğitilmiyorlarsa, Kürt dili, edebiyatı vekültürü için çok özel çalışmalar yoksa, isteyen Kürtçeeğitim alabilir deseniz ne olur ki? Dil hakkını kendiniyönetme hakkıyla birlikte vermediğiz zaman, o güdükve pratikte önemli ölçüde kullanılamaz bir hak olarakkalır. Siz bir dili geliştirecek ve kamu yaşamında onagenişçe yer açacaksınız ki, ona talep, ona kullanmayaeğilim olabilsin. Bütün bir cumhuriyet dönemi boyuncabaskı altına alınmış, yasaklanmış, kamu yaşamınıntümüyle dışında tutulmuş, yazılı kullanımına izinverilmemiş bir dilden, Kürtçe’den sözediyoruz. Böylebir dilin geliştirilmesi bilimsel, kültürel ve kamusalalanda işlevsel biçimde kullanılabilir hale gelmesi,bunun için kamu kaynaklarının cömertçe seferberedilmesi ile olabilir ancak. Bunu da hiç değilseözerkliğe sahip bölgesel bir Kürt yönetimi yapabilir.Kürtlere de bu hakkı, kendi kendini yönetme hakkınıtanımadığınız bir durumda, sözümona dil serbestliğifiilen fazlaca bir anlam taşımaz, büyük ölçüde kağıtüzerinde bir hak olarak kalır. İnsanlar ona eğilimduymazlar, zira bilimsel, kültürel ve mesleki açıdanfazlaca bir işlevi olmaz. Türkçe’nin bugünkü gelişmedüzeyine ulaşılabilmesi bile devletin çok özelçabalarıyla olmuştur ve bu da onyılları bulmuştur.Osmanlıca’nın etkisi ancak onyıllara yayılan sistemliçabalarla kırılabilmiştir. Türk Dil Kurumu zamanındabunun için kurulmuştur. Devletlerin müdahalesiolmadan, kamu kaynakları kullanılmadan hiçbir dilgelişip serpilemez. Bilim, kültür ve eğitim dili halinegelemez. Devletin o dili geliştirmeye yönelik özel birçabası olmadıkça ve bütün bir toplumsal ve kamusalyaşam o dil üzerinden şekillendirilmedikçe bubaşarılamaz.

Neyi ne kadar verebileceklerini yapılanaçıklamalardan çıkarabiliriz, demiştim.Cumhurbaşkanı’nın iki gün önceki (1 Ekim 2009)konuşması bunun bir başka örneği. Sözkonusu olandevletin başı tarafından yeni yasama yılı vesilesiylemecliste yapılan bir konuşma olduğu için, gerçektefazlası ile önemli ve açıklayıcıdır. Söylediklerinin özüözeti şudur: Ulusal birliğimiz, devlet bütünlüğümüztartışma dışıdır. Ama bu birliği ve bütünlüğüpekiştirmek için, farklılıklarımızı da tanımak, onları birzenginlik saymak ve kucaklamak durumundayız.Bunları tek kalıpta eritmek gerekmez, bunda başarı dasağlanamaz. Ama farklılıkları tanıma işini, ulus içindeulusal adacıklar yaratmaya da vardırmamak gerekir vb.

Cumhurbaşkanı’nın konuşması, devlet katındakibakışın sınırlarını bütün açıklığı ile ortaya koyuyor.Başı ve sonu belli söylenenlerin. Tek ulus, tek devlet,tek bayrak ve tek resmi dil çizgisi olduğu gibikorunacak, ama etnik ve kültürel farklılıklar birzenginlik kabul edilerek kucaklanacak. Kürtler birkültürel zenginlik olarak kabul edilecek, bu sınırlardakucaklanacak ama işte orada durulacak, daha ötesinegeçilmeyecek. Burada elbette Kürt sorununun çözümüyok. Devletin başı olarak verilebilecek tavizlerinsınırlarını böyle çizen de bunun farkında. Nitekim aynıkonuşmasında, çağdaş devletler sorunlarıçözemeyebilirler, fakat onları denetim altına almasınıve yönetmesini bilmelidirler diyor.

İşte size devletin Kürt açılımının hedefleri vesınırları. Bizzat devletin başının söyledikleriüzerinden...

(Devam edecek...)

Page 19: Kızıl Bayrak 2013-11

Newroz piroz be! Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

İşçiler, emekçiler, kardeşler!Başında AKP’nin bulunduğu sermaye devleti bir kez daha “Kürt

sorununda çözüm” iddiasıyla sahnede. 2013 yılının ilk günlerinden buyana gerçekte Kürt hareketini tasfiyeyi hedefleyen bir “açılım”gösterisi sergileniyor. Kürt halkıyla birlikte tüm işçi ve emekçilerdenbu oyunu desteklemeleri isteniyor. Bu yılın Newroz kutlamalarına dabu desteğin yansıtılması bekleniyor.

Oysa son on yıl içinde gündeme gelen “demokratikleşmeler”in,“açılımlar”ın, “müzakereler”in kime ve neye hizmet ettiğini hepbirlikte gördük. İşçilere, emekçilere, Kürt halkına defalarca çözümvadeden dinci-gerici iktidar, her defasında kirli savaşı şiddetlendirdi.Silahlı Kürt direnişçilerine yönelik imha saldırılarına KCKtutuklamaları, Roboski katliamları, sınırötesi bombalamalar, yurtdışısuikastleri eşlik etti.

Çözüm diye koparılan yaygaraya rağmen, Kürt düşmanlığında enufak bir gerileme yoktur. Çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden tutuklananbinlerce Kürt hala F tiplerinde tutulmaktadır. Kürt halkının Güney’densonra Batı Kürdistan’daki kazanımları büyük bir hazımsızlıkla vesaldırganlıkla karşılanmaktır.

Bu saldırılar Türkiyeli tüm işçi ve emekçilere yönelik ekonomik,sosyal, siyasal hak gasplarıyla içiçe yürütülüyor. Son on yıl içindekiyasal düzenlemelerle çalışma ve yaşam koşulları iyice ağırlaştırıldı.Çalışma saatleri uzatıldı, taşeronlaştırma ve esnek çalıştırmayaygınlaştırıldı. Özelleştirme “açılımlarıyla” eğitim, sağlık ve diğerkamusal hizmetlerin paralı hale getirilmesinin son vuruşları yapıldı.“Demokratikleştirme” adı altında polis devleti uygulamalarıolağanlaştırıldı. Polis kurşunlarının, keyfi gözaltıların, işkencelerin vekitle gösterilerine vahşi saldırıların yolu sonuna dek açıldı. Tümüyledinci-gerici AKP-cemaat iktidarının kontrolüne geçen burjuvamahkemeleri, her türlü muhalefete ceza yağdıran, burjuva hukukunudahi ayaklar altına alan birer engizisyona dönüştüler.

Yine bu dönemde Türkiye’nin kan emici burjuvazisi batılıemperyalistler hesabına Ortadoğu’nun mazlum halklarına karşı yeni birsavaş cephesi açtı. “Komşularla sıfır sorun” söyleminin yerini, baştaSuriye ve İran olmak üzere komşu halklara yönelik düşmanca birsiyaset aldı. Türkiye, emperyalizm hesabına Suriye’de sürekli yenivahşetlere imza atan tetikçi çetelerin karargahına dönüştürüldü. Diğeryandan, yeni radar üsleriyle, NATO’nun patriot yığınağıyla siyonistİsrail’in kalkanı ve emperyalizmin savaş üssü haline getirildi.

Tüm bunlara rağmen Tayyip Erdoğan ve öteki dinci-gerici zorbalarsözde siyonizm karşıtı ikiyüzlü şovlarını arsızca sürdürüyorlar. Filistindavasını ve kardeş komşu halkları düşündüklerini iddia edebiliyorlar.

İşçiler, emekçiler!Din taciri AKP bir yandan işçilere, emekçilere, Kürt halkına ve

komşu halklara karşı sinsi ve saldırgan politikalar yürütürken, diğeryandan başta kendi yandaşları olmak üzere tekelci Türk burjuvazisininiyice palazlanıp semirmesini sağladı. Karşısındaki tepkilerin cılızlığıve sahip olduğu oy desteği sayesinde iktidar mevzilerini süreklibüyüttü. Yeri geldi geçmiş yıkımların korkularına oynadı, yeri geldiilkel etnik ve mezhepsel düşmanlıkları kaşıdı. Emperyalist-kapitalizmin çok boyutlu krizi koşullarında dahi işçi sınıfı ve emekçikitleleri denetim altında tutmayı başardıkça, üstüne bir de düzencephesindeki rakiplerini alt ettikçe, aldatmaca, hile ve zorbalıkta tümsınırları aştı.

Yalan ve zorbalıkla süren onbir yıllık saltanat bugününDehaklar’ına yetmiyor. Daha fazlasını istiyorlar. Bunun için iktidar

mevzilerini pekiştirmeleri, kendi anayasalarını yapmaları, despotikbaşkanlık sistemine geçmeleri, ardından 2014 seçimlerini kazanmalarıgerekiyor. İşçi ve emekçileri bu süreçte uyutabilmeleri ise, Kürtsorununu bir parça kontrol altına almalarına, Suriye’deki kirlipolitikanın başarısına, Güney ve Batı Kürdistan’a dair şoven kaygılarıyatıştırabilmelerine vb.’ne bağlıdır. Zaten bu başta ABD olmak üzeretüm emperyalist efendilerin de isteğidir.

Dinci-gerici iktidar “demokratikleşme”, “açılım”, “müzakere”,“çözüm” aldatmacası ile işçileri, emekçileri ve Kürt halkını bir yılboyunca oyalayabilmeyi umuyor. Reformist Kürt hareketi ve Türkiyesolunun kuyrukçu kesiminin yeni “çözüm” oyununa kapılmaları, buumudun çok da temelsiz olmadığını gösteriyor.

Kardeşler! Bugüne kadar hak ve özgürlüklerin hiçbiri masalarda kazanılmadı.

Kürt halkının varlığının tanınması dahi devrimci mücadele sayesindemümkün olabildi. Sermaye devletinin budayarak “açılım” diyeyutturmaya kalktığı tüm öteki kazanımlar da devrimci mücadeledöneminin ürünleridir. Kürt halkının başta eşitlik ve özgürlük olmaküzere haklı ve meşru tüm taleplerini elde etmesinin yolu da, tasfiyecipazarlık masalarından değil, devrimci militan mücadeledengeçmektedir. Egemenlerin ehlileştirme çabalarına rağmen özünde isyanve özgürlük çağrısı olan Newroz, her bahar döne döne bu gerçeğihatırlatmaya devam edecektir.

TKİP, tüm işçi ve emekçileri Newroz’un devrimci çağrısınısahiplenmeye, 2013 Newroz’unda sermaye devletinin tasfiyecialdatmacalarına gereken yanıtı vermeye, halklarımızın özgürlük veeşitliğe dayalı kardeşliğinin biricik yolu olan devrim ve sosyalizmmücadelesine omuz vermeye çağırıyor.

Newroza we pîroz be!Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği! Özgürlük, eşitlik, gönüllü birlik!Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm!

Türkiye Komünist İşçi Partisi Mart 2013

“İşçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarıyla

Newroz’damücadele alanlarına!

Page 20: Kızıl Bayrak 2013-11

Kadın Sayı: 2013/11 * 15 Mart 201320 * Kızıl Bayrak

Ortadoğu gibi emperyalizmin hegemonyasavaşlarının en kritik bölgesinde yaşayan tüm halklar,sefalet ve açlık kadar katliamlara ve soykırımlara daalışıktır. Değişen güç dengeleri, tekelci sermayenindönemsel ihtiyaçları ve çekişmeleri sürekli olarak yeniaktörler yaratır. Dün “kahraman” ve “dost” olanlarertesi gün “terörist” ilan edilir. Katliamdan kaçanYahudiler bir bakarsın Ortadoğu’nun yeni cellatlarıolmuş. Ya da dün “kızıl tehdit”e karşı beslenenlerbirden terörist olarak anılmaya başlanır...

İşte bu değişen güç dengeleri arasında Kürt halkı,yakın tarih boyunca sayısız katliam ve zulüm yaşamışhalklardan biridir. Özellikle bölgenin gerici sömürgecidevletlerinin topraklarına dağılmış Kürtler, budevletlerin aralarında yaşadığı tüm sorunlara rağmengerici bölge devletlerinin ortak düşmanı kabuledilmiştir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye her dem Kürthalkına karşı işbirliğini korumuş, kirli ittifak gizlianlaşmalarla perçinlenmiş ve Kürt halkınınOrtadoğu’da bir aktör haline gelmesinin önüne geçmekiçin görülmemiş bir vahşet sergilenmiştir. Bukatliamların en trajik olanı ise, insanlık tarihine birbüyük soykırım ve katliam olarak geçen Halepçe’dir.

Gerici rejimlerin kanlı hesaplaşması

Çok değil on yıl sonra ABD’nin baş düşmanı ilanedeceği Saddam Hüseyin, o dönemler ABDemperyalizmin sadık dostu ve müttefikidir. İran’aaçtığı savaşı sonuna kadar destekleyen ABD, Saddam’ıtürlü silahlarla donatır ve İran-Irak savaşındaemperyalizmin teşviki ile bir milyon kişi hayatınıkaybeder.

ABD’nin desteğini alan Saddam rejimi elindekisilahları yalnızca İran’a karşı kullanmaz. CelalTalabani ve Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin İran’ıdesteklemesi nedeniyle BAAS rejimi Kürtler’e dersvermeye karar verir.

1988 Mart ayı boyunca Güney Kürdistan’ın 70 binnüfuslu Halepçe kenti konvansiyonel silahlarlabombalanır. 16 Mart tarihinde ise BAAS rejimiHalepçe’yi kimyasal silahlar ile vurur. VX, Sarin veTabun gazlarının yanı sıra Birinci paylaşımSavaşı’ndan kalma hardal gazı barındıran bombalarIrak Hava Kuvvetleri tarafından Halepçe halkınınüzerine yağar.

Birkaç saniye içerisinde 5 bin kişinin öldüğü 7 binkişinin ise ağır yaralandığı kayıtlara geçer. Kimikaynaklar ölü sayısının çok daha fazla olduğunusöylese de gerçek rakam hiçbir zaman ortaya çıkmaz.

Katliamın hemen ardından çekilen fotoğraflar iseyaşanan vahşeti gözler önüne serer. Bir anda gelenölüm kimini yemek yerken, kimini çocuğunasarılırken, kimini kahkahalarla gülerken yakalamış vebu halde kaskatı kesilen bedenler günler sonrasındakente gelen gazetecileri dehşete düşürmeye yetmiştir.

Hemen ölecek kadar şanslı olamayanlar ise çokdaha acılı bir ölüm -ya da yaşam- ile yüz yüzekalmıştır. Yaralıların büyük kısmı da katliamınardından kenti terk etmeye çalışırken ya dasaklandıkları mağaralarda hayatlarını kaybetmiştir.

Saldırını üzerinden geçen onlarca yıla rağmen

özellikle hardal gazının halen daha kentte bulunduğu,yoğunlaşan gazın belli noktalarda toplanarak ciddisağlık sorunlarına sebep olduğu biliniyor. Öyle kiHalepçe’nin suyu bile halen daha içilemiyor...

Tanıklar gözüyle Halepçe...

Katliamın gerçek boyutunu anlamak için sağkalanların tanıklıkları çok şey anlatmakta. Katliamgünü Halepçe yakınında asker olan Serbest Akoyangördüklerini şöyle anlatıyor: “Katliamla birlikteavlularda, bahçelerde oynayan çocuklar artık cansızbedenleriyle yerde yatıyordu. Kadınlar merdivenlerdenaşağıya inme fırsatı bulamadan can vermişlerdi.Anneler hiç ayrılmamacasına sarılmışlardıçocuklarına. Adeta bir fırtına kopmuştu. Nasıl da biranda her şey ölüm sessizliğine gömülmüştü? Hayattaolduğum müddetçe bu anları unutmam mümkün değil.Halepçe’de yaşadığım tüm anılarım bir anda bir filmgibi gözlerimin önünden geçerken yaşananları birvahşet olarak nitelendiriyorum” (ANF)

Hacı Mahmut Muhammed Dalamberi ise 16 Mart’ışu sözlerle anlatıyor: “8 uçak Halepçe’nin üzerinegeldi. Her seferinde üçü vuruyordu. Kimyasal vebomba atıyorlardı. Tüm hayvanlar insanlar caddedeyere düştüler. Gözlerimle gördüm. Caddede o kadarçok insan vardı ki uçaklar geldiklerindesaklanamadılar. Hepsini öldürdüler. Bir kadınınayaklarının parçalandığını gördüm. Yardımedemedim.” (ANF)

Katliamın ardından Halepçe’ye ilk gidengazetecilerden olan John Simpson tanık olduğu vahşetişöyle ifade ediyor:

“Irak hava kuvvetlerinin bıraktığı bu gazbombaları ani etki göstermişti. Bu bombalardanbirinin düştüğü bir odada yemek yeniliyordu.

Herkes ölmüştü; ama her şeyin bir-iki saniye içindegerçekleştiği belliydi. Yaşlı bir adam ekmeğini ısırırkenölmüştü. Bir başkasının ise gülümsemesi sanki birfıkranın ortasında asılı kalmıştı.

Vücudu neredeyse bir çember gibi kıvrılmış, başıayaklarına değen bir kadın görmüştüm. Giysileri kanve kusmukla kaplı, yüzü dayanılmaz bir acıylaburuşmuştu.” (BBC Türkçe)

Türkiyeli bir gazeteci Ramazan Öztürk isekatliamın ardından gördüğü manzarayı şöyleözetlemişti: “Her şey yerli yerindeydi ama bütüncanlılar ölmüştü!”

Katliam ile hesaplaşmak

Katliamın üzerinden yıllar geçti. İran-Irak savaşıgeride bir milyonu aşkın ölü bırakarak ve galibiolmaksızın sona erdi. Ama Ortadoğu’da savaşdurmadı! Emperyalistler her daim bir yolunu bulupbölgeyi kana buladı. Dün işbirliği yapılan Saddam bukez terörist ilan edilerek ABD tarafından yenikatliamların bahanesi yapıldı. Gerici Saddam rejiminideviren ABD, Irak halkını bir başka gericiliğin vevahşetin kucağına attı.

Saddam’ı idam ederek sözde cezalandıranlar dahaişgal sırasında binlerce Iraklı’yı katletti. Saddam’ıriyakarlıkla “suçlu”, “katil”, “kasap” ilan edenler özelsavaş ordularıyla, son teknoloji silahlarıyla Ortadoğuhalklarını yeni katliamların hedefi haline getirdiler.Afganistan’da, Libya’da ve birçok ülkede eskiSaddamlar ile hesaplaşanlar, Suriye’de yenileriniyaratmak için ellerinden geleni yapmayı sürdürüyorlar.

Kısacası Halepçe’nin tetikçisi bizzat hamileritarafından harcandı. Ama tetiği çektirenler halengörevlerinin başındalar. Ve yeni tetikçileryetiştirmekten de geri durmuyorlar.

25 yıldan bu yana Halepçe’nin anıları taze...

“Herşey yerli yerindeydi ama bütün canlılar ölmüştü!”

Page 21: Kızıl Bayrak 2013-11

Kızıl Bayrak * 21KadınSayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Kadın sorununun ortaya çıkışının sınıflıtoplumların tarihi ile eş ve sorunun kökeninde özelmülkiyetin olduğu gerçeği bizi kadın sorunununortadan kalkması için bu koşulların ortadankaldırılması gerekliliğine götürmektedir. Kadınınkurtuluşuna giden yolun açılması için özel mülkiyetinortadan kalkması yani sınıflı toplum düzeninin sonbulması gerekmektedir. Kadının kurtuluşu içinizlenmesi gereken yol ile ilgili en somut deneyimi isebizlere Ekim Devrimi ve Sovyetler deneyimigöstermektedir.

Kapitalist sistem içerisindekadın sorunu çözülemez!

Kapitalist sistem kadın sorununu kendisindenönceki sınıflı toplumlardan devralmıştır. Onu kendiihtiyaçlarına göre yorumlamıştır. Kapitalist sisteminkadının ezilmişliğinin korumasında çıkarı büyüktür.Bu yüzden de sorunu çözmek yerinederinleştirmektedir.

Kapitalizm kadına baskı, şiddet, sömürü, sefalet,savaş ve yıkım getirmiştir. Ama diğer yandan dagitgide daha çok kadını üretim sürecine çekerek,kendisine karşı verilecek savaşta proletarya için dahagüçlü ve daha sağlam bir birliğin, kadın/erkekemekçilerin birlikte mücadelesinin koşullarınıyaratmıştır.

Kadının kurtuluşu için ilk adım:Mücadele!

Kadınların yararlanabildiği tüm haklar, sömürü veköleliğe karşı verilen çetin mücadelelerlekazanılmıştır. Anayasal düzlemde kadın-erkek eşitliği,seçme ve seçilme hakkı, iş yaşamında elde edilmiş tümhaklar uğruna, kadın/erkek işçi ve emekçiler mücadeleetmiş, ağır bedeller ödemiştir.

İşçi ve emekçi kadınlar verdikleri mücadeleler ileözgürleşme yolunda ilk adımlarını atmış, kadınınkurtuluşunun koşulu olan toplumsal devrim içinönemli deneyimler biriktirmişlerdir. Kadın işçi ve

emekçilerin gerek tek başlarına gerekse de erkek sınıfkardeşleri ile omuz omuza yükselttikleri mücadele,kadınların özgürleşme aşamaları olmaktadır.

Emekçi kadınların hak eşitliği mücadelesine etkinbir biçimde katılmasını sağlamak ve sınıfmücadelesinin etkin bir bileşeni haline getirmekkadının kurtuluşu için bugünden atılacak önemliadımlardır. Çünkü emekçi kadını mücadeleyeçekemeyen bir devrimci sınıf hareketinin kapitalistsömürü düzenini alaşağı etmesi neredeyseolanaksızdır. Tersinden emekçi kadınların bumücadeleye katılmadan özgürleşmeleri de aynı orandaolanaksızdır. Dolayısıyla kadının kurtuluşu ileproletaryanın kurtuluş mücadelesi her açıdan birbirinesıkı sıkıya bağlıdır.

Kadının kurtuluşu devrimde, sosyalizmde!

İşçi sınıfının iktidarı ele alması ile birliktetoplumsal hayatın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliğisağlanacaktır. Toplumsal devrim kadının gerçekanlamıyla kurtuluşu için gerekli koşulları yaratacaktır.Kuşkusuz ki toplumsal devrimin hemen ardındankadının gerçek anlamda özgürleşmesigerçekleşemeyecektir.

Binlerce yıllık olumsuz mirasın etkilerinin tamanlamıyla silinmesi zaman alacaktır. Ancak Sovyetlerdeneyimi de göstermiştir ki işçi sınıfının iktidardaolduğu bir yönetim biçiminde kadının özgürleşmesi veeşitliği doğrultusunda en gelişmiş ve demokratikburjuva devletlerin kadına sağladığı haklar daha ilkyıllarda katbekat aşılacaktır.

Devrimin zaferiyle birlikte alınacak ilk önlemlerkapsamında, “Kadının kurtuluşu” sorunu şöyle ortayakonabilir:

- Toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadın-erkekeşitliğinin sağlanması için kararlı ve sistematik birmücadele yürütülür. Eski toplumdan miras fiilieşitsizliklerin giderilmesi için her alanda kadın lehineayrımcılık gözetilir.

- Analık toplumsal bir işlevdir, kadının bundandoğan tüm hakları tanınır. Eski düzende kadınıköleleştiren çocuk bakımı ve ev işleri toplumsalkurumlaşmalar yoluyla çözülür.

- Kadının tarihsel ezilmişliğinin yarattığı fiilieşitsizliklerin tüm izleriyle silinmesi yeni toplumuninşası ve yeni insanın biçimlenmesi eşliğinde uzun birtarihi döneme yayılacaktır. Bu bilinçle, kadınıköleleştiren ve aşağılayan ideoloji ve geleneklere karşısistematik bir mücadele yürütülür.

Ekim Devrimi ve Sovyetler deneyimi deincelendiğinde bu kapsamda önlemlerin alındığıgörülmektedir.

Kadının kurtuluşu veEkim Devrimi deneyimi

Siyasi iktidarın proletarya tarafından elegeçirilmesi ile insanın insan tarafından sömürülmesineve özel mülkiyete son veren Sosyalist Ekim Devrimikadının tarihsel ezilmişliğinin temellerini ortadan

kaldırmıştır. Bu sayede üretim araçlarının üzerindekitoplumsal mülkiyet kadın cinsinin tam özgürlük veeşitliğinin temel dayanağı haline getirilmiştir.

Sovyetler deneyiminde kadının özgürleşmesidoğrultusunda sağlanan temel önemde bir diziilerlemeye rağmen, kadın sorunu tam anlamıylaçözülemedi. Kadının özgürleşmesi doğrultusunda sonderece önemli adımlar atılmıştır. Ancak yine de, tamda ataerkil kültür ve alışkanlıklar yeterli birmücadeleye konu edilemediği için kadın ve erkekarasındaki eşitsizlik tam olarak yok edilememiştir.Bunda başka nedenlerin yanında, bürokratik yozlaşmasüreçlerinin de önemli bir rolü olmuştur. Kısacası,kadının kurtuluşu alanındaki yetersizlik, yeni temellerüzerinde sosyalist bir toplumun kuruluşu vekomünizme doğru ilerletilmesi alanındaki genelyetersizliğin dolaysız yansıması olmuştur.

Ancak toplumsal hayatın her alanında gerçekleşenbir dizi önlem ve uygulama ile kadın sorununçözümünde dünyanın en ileri kapitalist ülkelerinin 130senede yapamadıklarını Sovyet iktidarı 1917 EkimDevrimi’nin ikinci yılında siyasal, ekonomik vetoplumsal alanlarda hayata geçirmeyi başarmıştır.

Üretim

Yaşamın tüm alanlarında kadının hak eşitliğini ilaneden ve yasal güvence altına alan Ekim Devrimi’nindaha ilk günlerinde “eşit işe eşit ücret”, 8 saatlikişgünü, kadın emeğinin korunmasına, anne ve çocuğunkorunmasına dair yasaları ilan eden kararnameleryayınlandı. Sovyet iktidarı, annelik ve ev kadınının eviçi faaliyetlerini, toplumsal üretimdeki çalışmaya denk,toplumsal fonksiyonlar olarak tanıdı. Köylüye toprakdağıtımında, ailelere değil, bireylere kendi parseliniverme yöntemini izledi.

Kadınların toplumsal üretime katılabilmeleri içinçocuklarını emanet edebilecekleri ve çocuklarınınyetiştirilmesine yardımcı olacak yaygın bir çocukbakım/eğitim kuruluşları (kreşler, yurtlar, yatılı okullar,etüt merkezleri vb.) ağı yaratıldı. Kadınlarınyaşantısını kolaylaştırmak için, mahallelere, tek tekfabrikalara dek örgütlenen yemekhaneler, kantinler,çamaşırhaneler, terzihaneler, alınan diğer önlemlerinbaşında geliyordu.

1954 yılında çalışabilir yaştaki bütün kadınların%70-80’i çalışıyordu. Sanayide çalışan kadınlarınoranı, bütün işçi ve hizmetlilerin %45,5’inioluşturuyordu. Yine, yüksekokul mezunu kalifiyeelemanların %53’ünü, orta dereceli kalifiyeelemanların %66’sını, ekonomi, istatistik, planlamaelemanları ve ürünlerin kalitesini denetleyenelemanların %69’unu, doktorların %76’sını, tüm sağlıkçalışanlarının %91’ini, hukukçuların %31’ini,öğretmenlerin %70’ini ve kültür ve kütüphanealanında çalışanların %72’sini kadınlar oluşturuyordu.

Politika

Sovyetlerde kadını politik hak eşitliğine, seçme veseçilme hakkına kavuşturan ilk belge, Ocak 1918’de

Devrimci Kadın Kurultayı tebliğlerinden... / 5

Sosyalizm, kadının kurtuluşu vetarihsel deneyimler

Page 22: Kızıl Bayrak 2013-11

22 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013Kadın

III. Tüm Rusya Sovyet Kongresi tarafından karar altınaalan “Emekçi ve Sömürülen Halkın HaklarıDeklarasyonu” oldu. Temmuz 1918’de kabul edilen ilkSovyet Anayasası, bu hakları yasa biçiminde güvencealtına aldı. Kadınların hayatın her alanında tam hakeşitliğine gerçekte kavuşması için SovyetlerBirliği’nde bu uğurda izlenen yol, emekçi kadınlarıntoplumsal üretimin her alanına, ülkenin kamusal vepolitik hayatına, devlet ile kamu kurum vekuruluşlarının bütün mercilerine olabildiğinceyaygınlıkta çekilmesi ve bunun için gerekli koşullarınyaratılmasıydı.

Ekim Devrimi’nden 10 yıl sonra, Sovyetseçimlerine kadınların katılımı şehirlerde %49,8, kırda%31,1 iken, 1934’lere varıldığında bu oran şehirlerde%89,4 ve kırda %80,3’e çıktı.

1936’da yürürlüğe giren yeni Anayasa’dan sonrakadınların yerel sovyetlerde temsil oranı %30’larınüzerine çıktı. %50’lik hedefe varılamamış olsa dakadınların yerel sovyetlerde 1/3 oranında temsilediliyor olmasını, başlangıçtaki durum göz önünealındığında büyük bir başarı olarak kaydetmek gerekir.

1920’de 8. Tüm Rusya Sovyet Kongresi’nde kadındelegelerin oranı %2,1’di. Aralık 1922’de yapılan 1.Sovyet Kongresi’nde bu oran %3,9’du ve bunlardan5’i Merkez Yürütme Komitesi’ne seçilmişti.

1928’de 5. Sovyet Kongresi’nde bu oran %15,5’eçıktı. Şubat 1935’teki, 58 milliyeti temsil etmesiyleözel bir öneme sahip olan VII. Sovyet Kongresi’ndekadınların oranı %19’du. Bu kadın delegelerin içindeartık azınlık milliyetleri temsil eden bir dizi kadın dayer alıyordu.

Eğitim

Sovyet kadının eğitim hakkını pratikte kullanmayabaşlamasının ilk adımını okuma-yazma bilmezliğintasfiyesi oluşturdu. Okuma-yazma kampanyası, tümhalkın meselesi haline getirilerek “okuma-yazma bilenherkesin bilmeyen birine öğretmesi” şiarıyla başlatıldı.Bu kampanyada kadın delege toplantıları ve diğer

kadın örgütlenmeleri önemli bir rol oynadı.Devrimden hemen sonra uygulamaya konan kız ve

erkek çocuklar için parasız genel zorunlu eğitimuygulaması, kadınların eğitim alanındaki hakeşitliğinin bir diğer halkasını oluşturdu. Bu uygulamasanayi kentlerinde yedi yıllık, kırsal alanda dört yıllıkbir temel eğitimi kapsıyordu. 1940’tan sonra her yerde7 yıllık eğitim zorunluluğuna geçildi. Aynı süreçte ortaöğrenim de giderek yaygınlaştırıldı ve 50’li yıllarınortalarında özellikle büyük kent ve sanayimerkezlerinde fiili olarak genel on yıllık eğitimegeçildi.

Ayrıca tüm işçi ve emekçilere, özellikle kadınlaramesleki vasıflarını geliştirebilmeleri için geniş bireğitim ağı kuruldu. İşçi ve köylü kadınlara,çalışmalarına ara vermek zorunda kalmadanalanlarında mesleki eğitim ve bunların yüksekeğitimini görme olanağı sunuldu. Kurulan akşamokulları ve uzaktan eğitim (evde eğitim) sistemiyle yüzbinlerce kadın kalifiye işçi oldu, büyük bir bölümü deyükseköğrenim gördü. Birçok büyük işletmeninbünyesinde eğitim kombinaları yaratıldı. Buradaemekçiler orta ve yüksek öğrenimlerini tamamlayarakkendilerini geliştirme fırsatı buldular.

1947’de Sovyetler Birliği’nde yalnızca 250 binkadın teknisyen ve mühendis ve 100 bin kadın doktorolarak çalışıyor; üç milyon kadın zihinsel mesleklericra ediyordu. Bunların bir milyonu öğretmenken, 33bin kadın bilimsel alanda çalışıyordu.

Sağlık

Devrimden yalnızca iki ay sonra özel birkararnameyle, anne ve çocuğun korunmasının“doğrudan devletin yükümlülüğü” olduğu ilan edildi.Dönemin tüm zorluklarına karşın ülkenin her yerindeçocuklar için kurum ve kuruluşlar inşa edilmeyebaşlandı.

Her türlü sağlık hizmetini parasız sağlayan Sovyetdevleti, kadına bir gebelik yardımı ve önemli bir ekbeslenme ödeneği ayırdı. Doğum için de anne ve

çocuğun yaşamını ve sağlığını en geniş anlamdagüvence altına almak üzere çok çeşitli düzenlemelerdebulundu. SSCB’de kadın ve çocuklara hekimdanışmanlığı sağlayan binlerce sağlık kuruluşu,hamileler ve emzirenler için özel yurtlar, fabrikalardakreşler, garlarda vb. kamusal alanlarda anne ve çocukiçin özel odalar yaratıldı.

Hukuk ve aile

“Sovyet iktidarı eski, adaletsiz, emekçi yığınlarınsavunucuları için katlanılamaz olan yasaları yerle biretti.” (Lenin)

Bu yasalar dini kurumların, evlilik ve aile kurumuüzerindeki etkisine karşı mücadelenin bir parçasıydı.Kilise evliliği, imam nikahı geçersiz kılınıyor, yalnızcamedeni evlilik yasalar önünde geçerli sayılıyordu.Kadına boşanma hakkı tanındı. Öte yandan isteküzerine devrimden önce kıyılmış dini nikahların kayıtaltına alınarak tanınması sağlandı. Yine, devrimdensonra ilan edilen kararnamelerin getirdiği en büyükyeniliklerden biri de evlilik içi doğan çocuklarla evlilikdışı doğan çocukların yasa önünde eşit haklara sahipkılınmasıydı.

Kültür ve sanat

Sovyetlerin en önemli başarılarından biri degerçekleştirdiği kültür devrimiydi.

1956’da kadınların kültür kurumlarındaki temsiloranlarına bakıldığında, bunu daha da açık bir biçimdegörmek mümkün: Yayınevlerinde ve gazetelerde %53,7; kitap evlerinde %79,8; kültür bakanlığına bağlıeğitim kurumlarında %64,4; müzelerde %72 vekulüplerde %50,6; kütüphanelerde %96; kültürbakanlığının tüm yönetim organlarında %47,6.

Sosyalizmi inşa sürecinde geleneksel zincirlerinikırarak özgürleşmede önemli mesafe kat eden Sovyetkadını, sosyalizmin kazanımlarının tasfiye edilmesiyleyeniden büyük hak kayıplarına uğramıştır. Tıpkı işçisınıfı ve emekçiler gibi…

Kapitalist sömürü çarkları döndükçe bu düzeniçerisinde kadın sorunu da büyüyor. Kadının cins olarakezilmişliği, çifte sömürüsü katmerleniyor. Kadınayönelik şiddet, taciz, tecavüz olayları, kadın cinayetlerigün be gün artıyor.

Adalet Bakanlığı verilerine göre kadın cinayetleri2002-2009 yılları arasında %1400 arttı. 2002-2012yılları arasında 4675 kadın cinayeti yaşandı. “KadınCinayetlerini Durduracağız Platformu”nun en sonverilerine göre 2012 yılında 210 kadın öldürüldü.bianet.org’un derlediği istatistiklere göre ise 2012yılında 150 kadına tecavüz edildi, 210 kadın yaralandı,137 kadın tacize uğradı. Koruma talep ettikleri, tedbirkararı çıkarttıkları halde 24 kadın öldürüldü, 21 kadınağır yaralandı.

Geçtiğimiz günlerde 8 Mart Dünya Emekçi KadınlarGünü vesilesiyle Gözaltında Taciz ve Tecavüze KarşıHukuki Yardım Bürosu’nun yayınladığı rapor “devletgözetiminde” gerçekleşen taciz ve tecavüz olaylarınıgözler önüne seriyor. Rapor işçilere, emekçilere,öğrencilere, ilericilere ve devrimcilere yönelen polisterörünün en üst aşamalarından biri olan gözaltındataciz ve tecavüz olaylarını ortaya koyuyor.

Yardım Bürosu’nun kuruluş tarihi olan 1997’denbugüne kadar yaşanan gözaltındaki cinsel taciz vetecavüz olaylarına ilişkin raporunu incelerken raporunsadece yaşadıklarını anlatmaya karar veren kadınlarıkapsadığını dikkate almak gerekiyor. Dolayısıyla

raporlardaki rakamlar gerçeğin sadece bir kısmınıyansıtıyor. “Toplumsal baskı”, “töre”, “namus” gibinedenlerle yaşadıklarını ortaya koyamayan kadınlarınazımsanamayacak kadar fazla olduğu ise biliniyor.

Rapora göre, 16 yıl içinde büroya cinsel taciz vetecavüz vakası yaşadığını söyleyerek başvuran kadınsayısı 366. Bu 366 kadından 83’ü gözaltında güvenlikgüçlerinin tecavüzüne uğradığını açıkladı. 2 kadıntecavüze uğradıktan sonra intihar etti, bir kadınişkence sonucu öldürüldü, 14 yaşındaki bir kız çocuğuise tecavüze uğradıktan sonra akrabaları tarafından“namus” gerekçesiyle öldürüldü. Bir kadın daişkencenin uzun vadeli etkisi sonucu Aralık 1999’dahayatını kaybetti. Tecavüze maruz kalan bir kadınhakkında da ailesi “ölüm kararı” aldı.

Rapor, tecavüz vakalarının yanı sıra “zorla fuhuş”,“basın yoluyla cinsel taciz”, “işkence sonucu bebeğinidüşürme”, “bekaret kontrolüne maruz kalma” gibivakaları da içeriyor. Mağdur 363 kadının 45’i ise 10-18yaş arasında. Vakaların bir kısmı ile ilgili hukuki süreçdevam etmekte. Ayrıca 28’si AİHM’de sonuçlanan,16’sı da AİHM’de görülmeye devam eden davabulunmakta. 114 kadının “korktuğu için” hukuki işlembaşlatmaması, 14 kadının davası sürerken şikayetindenvazgeçmesi, 40 kadının uğradığı baskılar nedeniyleyaşadığı yeri terk etmek zorunda kalması ise yaşadıklarışiddet, taciz, tecavüz olayları karşısında kadınların karşıkarşıya kaldıkları toplumsal baskıyı en açık şekilde

gösteriyor. Yardım Bürosu’nun yayınladığı rapor, kadına

yönelik şiddet, taciz, tecavüz olayları ve kadıncinayetlerinin ulaştığı boyutu gözler önüne sermekaçısından çarpıcı veriler ortaya koymaktadır. Rapor biryandan da günümüzde tırmandırılan çok yönlü devletterörünü de yansıtmaktadır. Başta devrimciler olmaküzere toplumsal muhalefetin her kesimine cop, bibergazı ile azgınca saldıran, gözaltı, tutuklama terörünüdevreye sokan sermaye devletinin estirdiği faşistdevlet terörü gözaltında kadına yönelik taciz, tecavüz,şiddet olayları ile sürmektedir. Rapor verilerine göretaciz ve tecavüz suçunu işleyenlerin 266’sı polis, 96’sıjandarma/asker, 17’si ise özel timdir.

Özgürlük, eşitlik, demokrasi söylemleri sermayedüzeninin temsilcileri tarafından sıkça dile getirilirken,bu söylemlerin birer aldatmacadan ibaret olduğuortadadır. Kadınlar da Gözaltında Taciz ve TecavüzeKarşı Hukuki Yardım Bürosu’nun raporundan yansıdığıgibi kadına yönelik “özgürlük, eşitlik, demokrasisöylemleri”nden paylarına düşeni gözaltında taciz vetecavüz olarak almaktadırlar.

10 Mart günü 8 Mart Kadın Platformu’nunKadıköy’de gerçekleştirdiği 8 Mart mitinginin çıkışındaBursaspor taraftarı faşistlerin kolluk güçlerigözetiminde Kürt kadınlarına saldırması ve 10 kadınıyaralaması da bu durumun güncel örneklerindenbirisidir. Kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz olayları,kadın cinayetleri ve devlet terörü karşısında toplumiçerisinde yaratılmış olan kanıksanmış algıyı kırmaktanve mücadeleyi büyütmekten başka bir seçenekbulunmamaktadır.

Gözaltında taciz ve tecavüz devam ediyor!

Page 23: Kızıl Bayrak 2013-11

Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013 Kadın

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, geçtiğimizhafta içerisinde dünyada ve Türkiye’de çeşitli eylemve etkinliklerle kutlandı. On binlerce işçi ve emekçidünyanın dört bir yanında 8 Mart vesilesiyle mücadeletaleplerini dillendirmek için alanlara indi.

8 Martlar’ın günümüze kadar işçi sınıfı veemekçiler tarafından bir mücadele günü olarak elealınması ve kutlanmasından doğal başka bir şeyolamaz. Zira 8 Mart işçi sınıfının mücadele tarihine aitbir gündür, çıkışı ve gelişimi sınıfsal bir öztaşımaktadır. “8 Mart kapitalizmde de ezilen bir cinsolarak kalan kadının özgürlük ve eşitlik arayışını vemücadelesini sembolize etmektedir ve onun tarihiuluslararası işçi hareketi ve sosyalizmin tarihi ile sıkısıkıya bağlantılıdır. En ufak bir abartmayadüşmeksizin söylenmelidir ki, bugünün dünyasındakadının sahip bulunduğu tüm medeni, politik ve sosyalhaklar, tümüyle, uluslararası işçi sınıfı hareketi ve onaönderlik eden sosyalizm mücadelesininürünüdürler.”(SY Kızıl Bayrak Sayı: 49, 9 Mart 2002)Özetle 8 Martlar; çıkışından günümüze kadar işçisınıfının ve emekçi kadınların sermaye sınıfı ilehesaplaşmak için alanlara indiği bir kavga günü olarakşekillenmiştir.

İşte burjuvaziyi rahatsız eden de 8 Mart’ın busınıfsal ve tarihsel içeriğidir. On yıllardır 8 Martlar’ınyasaklanmasının, bunun yetmediği yerde uygulananazgın devlet terörünün gerisinde burjuvazinin bukaygıları yer almaktadır. 8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsalkimliğinin törpülenerek içinin boşaltılmasına dönükoperasyonların gerisinde de burjuvazinin aynı sınıfsalkaygıları yatmaktadır. 8 Mart Dünya Emekçi KadınlarGünü’nün, “Dünya Kadınlar Günü’ne” dönüştürülerekhediye gününe indirgenmeye çalışılması, ya da sınıfsalayrımlar ortadan kaldırılarak “sadece kadın cinsinin”bir araya geldiği karnavallara çevrilmek istenmesi deburjuvazinin 8 Mart üzerinde yapmak istediğitahribatın bir başka alanını oluşturmaktadır.

Bu bilinen sürecin gerisinde ise burjuvazi adına birsınıf tutumu, dünya görüşü ve ideolojisi yeralmaktadır. Yıllardır 8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsalözünün karartılmasına dönük gündeme gelen her türlümanevra bu açıdan ideolojiktir ve asla biçimsel olarakele alınmamalıdır.

8 Mart ayrışmasının anlamı

12 Eylül yenilgisinin ardından solun büyük birkesimini kapsayan tasfiyeci rüzgar siyasal yaşamın heralanında kendi sonuçlarını da üretti. Dünün devrimcisibir dizi parti ve örgütün bu tasfiyeci sürecin ardındanbir bir liberal-reformist örgütlere dönüşürken bu aynıdönüşüm süreci kendisini tüm temel siyasal sorunlarüzerinden de ortaya koydu.

Bu sürecin 8 Martlar’a yansıması ise gecikmedi.Devrimle yollarını çoktan ayıran ve feministlerle kolkola giren liberal-reformist sol, düzenle kurdukları çokyönlü bağların dolaysız bir sonucu olarak burjuvazinin8 Mart’ın içini boşaltmaya dönük politikalarının dadolgu malzemesine dönüştü. “Erkeksiz 8 Mart”larıngündeme gelmesi ve gerçekte 8 Mart’ındevrimcilerden arındırılmasına dönük hesaplarıngiderek somut dayatmalara dönüşmesi bu aynı yıllaradenk düşmektedir. Liberal-reformist sol adına bunun

kendisi, 8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsal içeriğine gölgedüşürmek kadar yaratılan devrimci geleneğe de sırtçevirmek anlamına gelmektedir.

Bundan 9 yıl önce başta sınıf devrimcileri olmaküzere devrimci ve ilerici güçler, 8 Mart’ın tarihsel,sınıfsal ve devrimci özüne sahip çıkarak 8 Mart’ınmücadele tarihine gölge düşüren, liberal-reformist vefeminist çevrelerden yollarını ayırdılar. Devrimci 8Mart Platformları’nda yan yana gelen devrimci-ilerici güçler 2000’li yılların başından itibaren 8Martlar’ı ayrı alanlarda örgütlüyorlar. “Komünistlerdaha en baştan bu gerici oportünist eğilimin karşısınaçıktılar ve kadın sorununa marksist yaklaşımüzerinden bu burjuva reformist çabanın içyüzünüteşhir ettiler. Bu çaba devrimci hareketin öteki bazıçevrelerinden destek gördü ve böylece 8 Martkutlamalarındaki kaçınılmaz ayrışma gündeme geldi.Bir yanda 8 Mart’ı emekçi ve devrimci içeriği vegelenekleri ile ele alan Devrimci 8 Mart Platformu, öteyanda onu salt bir kadın eylemine indirgeyen, böyleceemekçi ve devrimci karakterinden arındırarak içiniboşaltan reformist feminist cephe.” (Ekim, Sayı:252,Mayıs 2008)

Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılacağı üzere,yaşanan ayrışma esasen sınıfsal bir temeledayanmaktadır. Dolayısıyla biçimsel değil tersine“ideolojiktir, ilkeseldir”. Bir tarafta burjuvaideolojisinin farklı tezahürleri olan liberal-reformist vefeminist çevreler, öte yanda devrimci ve ilerici güçler.Ayrışmanın anlamı ve önemi de buradan gelmektedirve sınıf devrimcileri bu nedenle 9 yıldır bu sürecefazlasıyla önem vermektedir.

Kopanlar kapılanlar

Fakat süreç içerisinde solda derinleşen tasfiyecisürükleniş ve devrimci iddialarda yaşanan erozyon,Devrimci 8 Mart Platformu bileşeni kimi çevrelerüzerinde de sonuçlarını üretti. Dün 8 Mart’ın devrimciözüne sahip çıkma iddiası ile platformda yer alan kimiyapılar bugün doğrudan ya da utanarak liberal solcenahın içerisinde kendilerine yer açmaya çalışıyorlar.Bunu son üç yıl üzerinden ele aldığımızda, Devrimci 8Mart Platformu’nda daha önce yer alan DHF, Partizanve kimi çevreleri üzerinden rahatlıkla görebiliriz.

Bu yaşanan gelişmeler elbette 8 Martlarlasınırlanamaz. Tersine, yıllardır 8 Mart süreçlerindekarşılaştığımız tutarsız yaklaşımların gerisinde, soldayaşanan yeni “tasfiyeci sürükleniş” yer almaktadır.

Sınıf devrimcileri olarak bunun altını bugüne kadarhep kalınca çizdik ve gerek yer aldığımızplatformlarda gerekse genel siyasal mücadeleiçerisinde bu türden anlayışlarla kesintisiz bir ideolojikmücadele yürüttük. Devrimci 8 Mart Platformu’nuhemen her yıl reformist sol çevrelerle ve feministlerleyan yana getirmeye çalışan, esasta ilkesel olanayrışmayı deforme etmek için elinden geleni yapan buçevreler, gelinen yerde bir bir platformdan kopmuşbulunuyorlar.

Bu kopuş, bu yılki 8 Mart sürecinde de devam etti.Toplam 8 Mart tablosuna bakıldığında ideolojik vesınıfsal kimliği tutarsız kimi çevreler de soluğu liberalsolun ya da feminist çevrelerin yanında aldılar. Buaçıdan henüz 2008 Mayısı’nda kaleme alınan şudeğerlendirme, esas olarak bugünün tablosunu dagüncel olarak yansıtmaktadır:

“Bu iki temel platformun bağdaşmazlığı vedevrimciler cephesinde devrimci anlayış ve ilkeleredayalı olarak karşı platformun teşhiri, kuyrukçu bazıara akımları bir dönem için sallantılı bir tavra itti.İçlerinden bazıları bir kereliğine de olsa Devrimci 8Mart Platformu içinde yer almak zorunda bile kaldılar.Fakat bu çok sürmedi, bu yıl pek az istisna ile herkesyerli yerini buldu. Reformist akımlardan bir tek TKPhariç tüm ötekiler feminist platformda bir arayageldiler. Kuyrukçu oportünizm de son ve kesin kararınıortaya koyarak yeniden bu cepheye döndü. Üstelik buayrım noktalarını belirgin biçimde aydınlatan sonyılların tüm tartışmalarına rağmen böyle oldu. Demekki herkes safını bilerek isteyerek seçmiş oldu. Bu yıloluşan ayrışma tablosu, işte bu nedenle paha biçilmezdeğerdir.” (Ekim, Sayı: 252, Mayıs 2008)

8 Mart ayrışması günceldir

Devrimci 8 Mart Platformları’nın gündeme gelişkoşulları ve siyasal gerekçeleri yerli yerinde durmakta,yaşanan ayrışmanın ideolojik ve ilkesel mahiyeti tümönemini hala daha korumaktadır. Zira burjuvazinin 8Mart’ın tarihsel, sınıfsal ve devrimci içeriğiniboşaltmaya dönük çabası, dahası liberal-reformistsolun burjuvazinin bu çabasını kolaylaştıran pratiğiyerli yerinde durmaktadır. Hatta solun verili tablosuüzerinden denilebilir ki; bu uğursuz misyonları dünenazaran çok daha güçlenmiş durumdadır.

Düne kadar bir şekliyle platformda yer alan, fakatbaşından beri tutarsız bir çizgi izleyen çevreler, bugünkopuşlarını platformu eleştirerek gerekçelendirmeye

8 Mart’ın ardından...

Page 24: Kızıl Bayrak 2013-11

Kadın24 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

çalışıyorlar. Dün ilkesel ve ideolojik ayrımları hervesileyle silikleştirmeye çalışanlar, bugün platformunilkesel ve politik zeminini tartışmaya kalkıyorlar. Onlaradiyecek tek sözümüz şudur: 9 yıl önce yaşanan ayrışmahala daha günceldir. Aradan geçen zaman dilimiiçerisinde değişen şey ise başta Partizan ve DHF olmaküzere bu çevrelerin erozyona uğramış bulunan devrimciiddialarıdır. 9 yıl önce kurulan birlikteliğin ideolojiketkisi ve gücü ile platforma katılan kimi tutarsızçevrelerin platformdan kopuşlarını ise olağan görmekgerekir.

Dayatmacı tutumlarplatformun işleyişini zedelemektedir

Bu yılki Devrimci 8 Mart Platformları üzerindenözellikle İstanbul’da yaşananlar ise ayrıcadeğerlendirmeyi gerektirmektedir. Zira İstanbul merkezliyaşanan gelişmeler bu türden platformlar açısındanbelirleyici bir öneme sahiptir.

İstanbul Devrimci 8 Mart süreci üzerinden öne çıkanen temel olgu, sürecin örgütlenmesinde yaşanangecikmedir. Platformun örgütlediği 8 Mart mitingineredeyse son bir haftaya kadar belirsizliğe mahkumedilmiştir. Bunun gerisinde ise kimi çevrelerin temelsiztartışmalarla platforma zaman kaybettirmesi kadar HalkCephesi’nin başından beri kendini dayatan tutumları yeralmaktadır.

Zira tüm gecikmişliğine rağmen henüz daha erkendenilebilecek bir tarihte miting alanı üzerinden birkarara varılmış, fakat Halk Cephesi yine toplantısürecinde altına imza attığı bu kararı dahi boşa çıkararaksürecin uzamasına vesile olmuştur. Bu türden dayatmacıtutumlar sürecin örgütlenmesinin neredeyse heradımında karşımıza çıkmış ve zaten sınırlı olan zamanböylelikle heba edilmiştir.

Yaşanan zaman kaybı işin sadece bir tarafıdır. Ziradaha da önemlisi ilkesel olandır. Sınıf devrimcileriolarak içerisinde yer aldığımız platformlarda “kendisinidayatan” tutumları ilkesel olarak hiçbir biçimde kabuletmedik. Bu türden tutum ve yaklaşımları cephedenmahkum ettik. Platformlarda karşımıza çıkan dayatmacıyaklaşımların var olan birlikteliklerin zeminini tahripetmekten başkaca bir işe yaramadığını döne dönehatırlattık. Bu vesileyle bir kez daha altını çizmekgerekirse; Halk Cephesi’nin 8 Mart sürecinde sergilediğidayatmacı tutum ve yaklaşımlar kabul edilemez. Bututum birlikte hareket etmenin ruhuna ve gereklerineaykırıdır.

Bu tarz dayatmacı tutumlar ortaya konan ortakpolitik tavrı ayrıca zayıflatmaktadır. Son 8 Martdeneyimi bunu tüm açıklığıyla bir kez daha gözler önünesermektedir. Zira kendisini dayatan tutumlar ortakiradeyi yıpratmış, platformun politik gücünü ve etkisinizayıflatan bir etkene dönmüştür.

8 Mart kızıldır kızıl kalacak!

Bu topraklarda on yıllardır uygulanan baskı vezorbalığa, içinin boşaltılmasına dönük türlümanipülasyonlara rağmen 8 Mart’ın tarihsel, sınıfsal vedevrimci mahiyeti karartılamadıysa, bunda devrimci veilerici güçlerin payı büyüktür. Zira bugüne kadar baştasınıf devrimcileri olmak üzere devrimci-ilerici güçler,işçi sınıfı ve emekçiler, yani 8 Mart’ın gerçek sahiplerikızıl 8 Martlar’ı tarihsel ve sınıfsal özüne uygun birşekilde örgütlemek için türlü bedeller ödeyerek her türlüçabayı ortaya koydular.

Bundan sonra da ne liberal-reformist çevreler, ne desermaye düzeninin türlü ayak oyunları 8 Martlar’a gölgedüşüremeyecektir. Sınıf devrimcileri tek başlarına daolsa 8 Mart’ın kızıl ruhunu ve devrimci özünü geleceğetaşıyacaklardır. 8 Martlar, dün olduğu gibi bugün veyarın da işçi sınıfının tarihsel mücadelesindeki kızılyerini koruyacaktır.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, çeşitliillerde yapılan devrimci 8 Mart mitingleri ilekutlandı.

İstanbulKadıköy Numune Hastanesi önünde buluşan

Devrimci 8 Mart Platformu bileşenleri ve destekçigüçler kortejler halinde Kadıköy İskele Meydanı’nayürüdüler. Yürüyüş kolunda en önde Devrimci 8Mart Platformu pankartı bir erkek ve bir kadıntarafından taşınırken ardından devrimci ilerici güçlerkendi pankartlarıyla sıralandılar.

Yürüyüşe sınıf devrimcileri “Emperyalist savaşa,kapitalist sömürüye, karşı özgürlük, eşitlik,sosyalizm! / BDSP” pankartı ile katıldı. Kortejin enönünde komünist kadın önderlerin flamalarıtaşınırken kortej genelinde kızıl flamalar ve 8 Martgündemli taleplerin yer aldığı Türkçe-Kürtçe dövizlertaşındı. Kortej coşkusu ve kitleselliği ile dikkat çekti.

Kamu emekçileri ise KESK’e yönelik baskı veoperasyonları gündemleştirdiler.

Yürüyüşün sonunda kortejler aramanoktalarından geçerken KESK korteji tüm kitletarafından “KESK’li tutsaklar onurumuzdur!” sloganıile karşılandı.

Miting programında ilk olarak Devrimci 8 MartPlatformu adına ortak açıklama Dilan Balcıtarafından okundu.

Mitingde ÇHD adına konuşan İstanbul Şubeyöneticilerinden Gülvin Aydın’ın ardından KESKadına SES üyesi Ebru Erbulan ise çocuklarıyla çıktığıkürsüde bir konuşma yaptı.

Adalılar müzik grubunun dintesinin ardındandirenişçe kadınlar konuşma yaptı. İTO-Teknoparkişçileri ve İnşaat Mühendisleri Odası’nda direnenCansel Malatyalı “Direnen işçiler onurumuzdur!”sloganı eşliğinde sahneye çıktı.

Miting Grup Yorum’un ezgileriyle son buldu.

Ankara Kolej Meydanı’nda başlayan eylemde platform

bileşenleri alanda kendi pankart ve flamalarıylayerlerini aldılar. En önde “Kadına yönelik şiddete,baskıya, gericiliğe, cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye,devlet terörüne, emperyalist savaş ve saldırganlığakarşı mücadeleye!” şiarlı ortak pankart taşındı.

Komünistler eyleme “Sömürüye, eşitsizliğe,gericiliğe karşı örgütlü mücadeleye!” pankartı veçeşitli şarların olduğu dövizlerle katıldılar.

Ziya Gökalp Caddesi’nin trafiğe kapatıldığıyürüyüşün ardından Sakarya Caddesi’ne ulaşaneylem bileşenleri burada bir programgerçekleştirdiler. Saygı duruşunun ardındanDevrimci 8 Mart Platformu adına yapılan basınaçıklamasında kadınların yaşadığı baskı ve eşitsizlik,güncel sorunlar ve dinci-gerici AKP hükümetininkadın düşmanı politikaları ve söylemleri üzerindendeğerlendirildi.

TAYAD’lı bir ananın yaptığı konuşmanın ardındanMamak İşçi Kültür Evi Müzik Topluluğu’nunseslendirdiği ezgi ve halaylarla devam eden eylemkürsüden okunan “Ekmek ve Gül” şiiriyle son buldu.

İzmirKarşıyaka İzban’da toplanmaya başlayan kitle,

sloganlar ve halaylar eşliğinde kortej düzenini aldı.Kortejin en önünde “Kadın erkek elele örgütlümücadeleye!” şiarlı pankart taşındı.

Komünistler de “Emperyalist savaşa, kapitalistsömürüye, eşitsizliğe, şiddete, kadın cinayetlerinekarşı özgürlük, eşitlik, sosyalizm!” şiarlı BDSPpankartının önünde üzerinde devrimci kadınönderlerin ve Ölüm Orucu Şehidi Hatice Yürekli’ninportrelerinin olduğu “Vardık, varız, varolacağız!”şiarlı pankartlar taşıdı. Kızıl renklerin hakim olduğucoşkulu BDSP korteji, disiplinli ve canlı duruşuyla,yürüyüş boyunca ilgi çekti.

Karşıyaka İş Bankası önünde yapılan mitingdetarih boyunca direnen kadınlar selamlanarak,devrimci kadın önderler şahsında saygı duruşunageçildi. Saygı duruşunun ardından, devrimci 8 Martbileşenleri tarafından hazırlanan basın açıklamasıokundu.

Açıklamayı İzmir Hareket Tiyatrosu’nunhazırladığı, “Minyatür Krallık” adlı oyun izledi.

Oyunun arkasından Grup Günışığı’nın çaldığıezgilerle, halaylar ve sloganlar eşliğinde mitingprogramı devam etti. Son olarak Çav Bella hep birağızdan okundu.

AdanaBDSP ve Halk Cepheli kadınlar tarafından

oluşturulan Devrimci 8 Mart Platformu tarafındanİnönü Parkı’nda yapılan açıklamada, 8 Mart’ıntarihsel ve sınıfsal özüne sahip çıkmak için bir arayagelindiği vurgulanarak, 8 Mart’ın işçi ve emekçikadınların mücadelesinin simgesi olduğu belirtildi.

Açıklama, sömürüye, köleliğe, eşitsizliğe vegeleceksizliğe, emperyalist savaş ve saldırganlığa,evde, işte, sokakta şiddete, yoksulluğa ve işsizliğekarşı kadın-erkek omuz omuza örgütlü mücadeleyiyükseltme çağrısıyla son buldu.

KayseriBDSP’nin yanısıra bir çok emek örgütü ve ilerici

siyasi yapının içinde yer aldığı Kayseri’de Emek veDemokrasi Platformu’nun çağrısıyla bir araya gelenkitle, Sivas Caddesi’nde kortej oluşturarak, KayseriMeydanı’na yürüdü. Emek ve Demokrasi Platformuadına yapılan basın açıklamasında şunlar söylendi:Kayseri’de işçi kadınlar eşit işe eşitsiz ücret alıyorlar.Kölece çalışma koşulları karşısında aldıkları ücretleronları yoksulluk ve sefalet sınırına o kadaryakınlaştırdığı halde, daha çok, daha çokçalışmalarını istiyor kan emiciler. Sömürü çarklarıarasında alın terleri ve emekleriyle birlikte, umutları,gelecekleri ve çocuk yaşta bedenleri de öğütülür.Kadın olmak, daha vahşi ve katmerleşen sömürüdemektir onlar için.”

Devrimci 8 Mart mitinglerle kutlandı...

“8 Mart kızıldır, kızıl kalacak!”

Page 25: Kızıl Bayrak 2013-11

Kadın Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013..

8 Mart eylemlerinden...

İstanbul Emekçi Kadınlar’ın (EKA), Tünel’den meydana

yaptıkları yürüyüşte kadınlar kızıl ve yıldızlı berelertakarken, kadın önderlerin resimlerinin taşındığı kortejdekızıl bir görsellik göze çarptı. Eylemde Emeğe Ezgi demüzik dinletisi sundu.

İstanbul Feminist Kolektif’in Taksim’de yaptığıeylem ise kitleselliği ve çok sesliği ile dikkat çekti.Eylem boyunca, kadın cinayetleri, cinsiyetçi politikalarve aile kurumu eleştirilirken, trans kimliğinin varlığısloganlarla dile getirildi.

ESP SKM üyeleri Kadıköy Yoğurtçu Parkı’ndanKilise Meydanı’na kadar yaptıkları yürüyüşün ardındanbasın açıklaması gerçekleştirdiler.

10 Mart günü Ümraniye’deki Vatan İlköğretim Okuluönünde toplanan Demokratik Kadın Hareketi (DKH),“Yeni kadını yaratma iradesi ile özgür dünya içinmücadeleye!” pankartı açarak, Festival Alanı’na kadaryürüyüş gerçekleştirdi.

İstanbul 8 Mart Kadın Platformu, 10 Mart günüKadıköy’de gerçekleştirdiği mitingle 8 Mart’ı kutladı.

“Cinsiyetçi politikalara, savaşa, yoksulluğa, kadınkatliamlarına ve emeğimizin sömürüsüne karşı direnerekörgütleniyoruz” pankartının arkasında buluşanbileşenlerin ortak vurgusu, kadınların yaşadığı baskı vesaldırılara karşı örgütlenmeydi. Miting programındasunuş ve ortak açıklama Kürtçe ve Türkçe okundu. Basınaçıklamasının ardından “Sadece kadın oldukları içinöldürülen” kadınlar için bir dakikalık saygı duruşundabulunuldu. Dalepa Nena’nın ezgilerinden sonra BDPİstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel bir konuşma yaptı.

Kadın Kapısı’ndan Şeval Kılıç ise konuşmasındakadına yönelik şiddet artarken trans kadınlara yönelikşiddetin daha fazla arttığını söyleyerek trans bireylerinsorunlarını aktardı.

THY direnişçisi Deniz Eralp kadınların patron, bakanolabildiğini fakat işçi, emekçi olan kadınlarınsömürüldüğüne dikkat çekti.

Miting müzik dinletisi ve çekilen halaylarla sonbuldu.

Mitingin sonunda Bursasporlu taraftarlardan oluşanfaşist güruhlar eylemden dağılan kadınlara saldırdılar. 10kadının yaralandığı öğrenildi.

GebzeHDK Kadın Meclisi tarafından yapılan eylemde ilk

olarak Paris’te katledilen 3 Kürt kadın anısına saygıduruşunda bulundu. Saygı duruşunun ardından basınaçıklaması gerçekleştirildi. Açıklamada, kadınların barıştalebi ön plandaydı.

Birleşik Metal-İş ve Petrol-İş sendikaları daGebze’de etkinlikler yaparak 8 Mart’ı kutladılar.

BursaBursa Kadın Platformu tarafından örgütlenen

eylemde Orhangazi Parkı’na yürüyen kitleAltıparmak’tan yolu trafiğe kapatarak yürürken,Orhangazi Parkı’na gelindiğinde basın açıklamasıgerçekleştirildi. Açıklamada kadına yönelik gericiuygulamalar, şiddet teşhir edilirken, çalışma yaşamındakadınların güvencesizlikle karşı karşıya bırakıldıklarınadeğinildi.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği de 9 Mart günüDünya Emekçi Kadınlar Günü etkinliği gerçekleştirdi.

Didim7 Mart günü SES Didim temsilciliği tarafından

“Eleni’den Mektuplar” adlı tiyatro oyunu sergilendi. 8Mart günü ise “8 Mart Emekçi Kadınlar Parkı”ndatoplanan kadınlar kortejler oluşturarak eski adliyebinasına kadar alkışlar ve sloganlarla yürüdü.

9 Mart günü “Bu bahar önce emekçi kadınlaryürüyecek” adlı belegesel film gösterimiyle birlikte“Kapitalizm ve kadın” ve “Kadına şidettinsosyoekonomik boyutları” konulu paneller yapıldı.

İzmir8 Mart günü Konak Pier önünde toplanan Emekçi

Kadınlar (EKA), Eski Sümerbank önüne yaptıkları

yürüyüşün ardından basın açıklaması yaptılar. İçerisindeEğitim Sen ve Emekli Sen’in de bulunduğu AliağaEmek ve Demokrasi Platformu da Aliağa’da biryürüyüş gerçekleştirdi.

HDK İzmir Kadın Meclisi 9 Mart günü BasmaneMeydanı’ndan Konak Meydanı’na yürüyüşgerçekleştirdi. Kürtçe ve Türkçe konuşmalar yapılanmiting, konuşmaların ardından sunulan müzik dinletisive halaylarla sona erdi. Eylem müzik dinletisi ve çekilenhalaylarla bitirildi.

ÇanakkaleÇanakkale Kadın Platformu imzası ile örgütlenen

eylemde Salı Pazarı Caddesi’nden CumhuriyetMeydanı’na yürüyen kadınlar, erkeklerle alanda buluştu.Eylemde konuşmaların yanısıra müzik ve şiir dinletilerisunuldu.

DenizliCardoğan Parkı’nda başlayan eylemde ilk olarak

çeşitli tiyatro ve müzik etkinlikleri gerçekleştirildi vehalaylar çekildi. Etkinliğin ardından kadınlar basınaçıklaması yapmak üzere Bayramyeri Meydanı’na doğruyürüyüşe geçti. Yürüyüşün başında kadınların önünükesen polis, kadınlara vahşice saldırdı. Eylem barikatınönünde çekilen halaylar ve polis terörünün kınanmasıylasona erdi.

AdanaAdana Kadın Platformu tarafından 10 Mart Pazar

günü yapılan eylem için Mimar Sinan AçıkhavaTiyatrosu önünden Uğur Mumcu alanına yüründü.Yürüyüş esnasında bir-iki noktada çıkarılmak istenenfaşist provokasyon Kürt kadınlarının tutumlarıyla boşadüşürüldü.

Türkçe, Kürtçe ve Arapça selamlama ile başlayanmitingde çeşitli konuşmalar yapıldı. Mitinge, BDPDiyarbakır Milletvekili Emine Ayna da katıldı. SanatçıRojda’nın sahne aldığı miting, çekilen zılgıt ve halaylarlason buldu.

TokatEmekçi Kadınlar Platformu tarafından yapılan miting

için Gaziosmanpaşa Bulvarı’nda toplanan kitle,Cumhuriyet Meydanı’na kadar yürüdü. Miting,konuşmaların ardından çekilen halaylarla sonlandırıldı.Akşam da bir salon etkinliği gerçekleştirildi.

Faşist saldırı lanetlendi!

8 Mart Kadın Platformu’nun 10 Mart günü Kadıköy’de gerçekleştirdiği mitingin ardından Kürt kadınlarınayönelik ırkçı-faşist saldırı Avcılar’da BDSP tarafından gerçekleştirilen yürüyüş ve basın açıklamasıyla protestoedildi. Faşist saldırının lanetlendiği eylemde sermaye devletinin “barış” söylemlerinin sahteliği de teşhir edildi.

Akşam Marmara Caddesi girişinde toplanmaya başlayan BDSP’liler cadde girişine gerçekleştirdikleriyürüyüşte “Kızıl 8 Mart’ın direniş ruhuyla faşizme geçit yok!” pankartı ve kızıl flamalar açtılar.

Cadde sonuna gelindiğinde BDSP adına yapılan konuşmada, faşist saldırılara geçit verilmeyeceği belirtildi. Yapılan konuşmanın ardından sıkılı yumruklar eşliğinde söylenen Gündoğdu marşıyla eylem sona erdi.

Basın açıklamasını izleyen birçok kişi alkışlar ve marşlara eşlik ederek eyleme destek verdi. Eyleme HDKtemsilcisi ve Yurtiçi Kargo işçilerini temsilen bir işçi de katılarak destek verdi.

Kadın Platformu’ndan saldırı protestosu

Bursaspor taraftarlarının Kürt kadınlarına saldırması, Kadıköy Altıyol’dan Eminönü Vapur İskelesi’neyapılan yürüyüşle protesto edildi.

Yaşanan saldırı “kışkırtılmış ırkçılığın saldırısı” olarak tanımlanırken açıklama yapan Havali Mengi AKP’nincinsiyetçi politikalarına, ayrımcılığa, yok sayılmaya, ucuz işgücü görülmeye karşı alana çıkmalarından duyulanrahatsızlığın sonucunda faşist saldırıların gerçekleştiğini ifade etti. Faşist saldırı sırasında polisin “saygıduruşu”nda olduğu söyleyen Mengi, polisin sadece seyretmekle kalmadığını ayrıca BDP Parti Meclisi üyesiSerhat Bingöl’ün kardeşi Mücahit Bingöl’e işkence yapıp miting alana yakın bir yere yarı baygın attığını aktardı.

Page 26: Kızıl Bayrak 2013-11

Dünya26 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Suriye’deki yıkıcı savaşta taraf olan gerici cephe(Türkiye, Katar, Suudi Arabistan üçlüsü), Irak’ıniçişlerine de pervasızca müdahale ediyor. Suriye’desilahlı çeteleri finanse eden, silahlandıran, eğiten veböylece yıkım ve katliamların suç ortağı olan bucephe, Irak’taki El Kaide uzantıları ve bazı siyasalgüçleri yönlendirerek, kirli ellerini bu komşu ülkeye dearsızca uzatıyor.

Irak Başbakanı Nuri El Maliki ile diğer Iraklıyetkililerin defalarca dikkat çektikleri bu sorun,gelinen yerde ciddi bir tehdit olarak algılanmayabaşladı. El Maliki’nin son günlerde Arap medyasınaverdiği demeçlerde açık bir dille, isim anarak gericicephe devletlerini, mezhep çatışmalarını kışkırtmaklasuçlaması, Irak’ta gerilimin tırmandığına işaret ediyor.Zira El Maliki, ilk defa bu açıklıkla Iraklılar’ın olasıbir mezhep çatışması ve parçalanmaya karşı uyanıkolmalarını istedi.

Emperyalist işgalin mirası parçalanma

On yıl önce Irak’ın emperyalist ordular tarafındanişgal edilmesi, 1.5 milyon insanın katline, milyonlarınsakat kalmasına, ülkenin yakılıp yıkılması veyağmalanmasına neden oldu. Ancak vahşi işgalin Irakhalklarının başına musallat ettiği parçalanma, ülkeningeleceği açısından en tehlikeli olanıdır.

İşgal ordularının gölgesinde oluşturulan Irakyönetimi, federatif ve etnik, mezhepsel temeledayandırıldı. Fransız emperyalizminin Lübnan’ınbaşına bela ettiği türden bir yönetimin oluşturulmasınısağlayan ABD ve işbirlikçileri, toplum geneline hitapeden siyasal partiler yerine Kürt, Şii Arap, Sünni Arap,Sünni Türkmen, Şii Türkmen gibi etnik veyamezhepsel temele dayalı partilerin kurulmasınıdayattılar.

Bu siyaset tarzı, farklı burjuva siyasal programlarınSünni, Şii, Kürt, Türkmen gibi isimler altında boyvermesine alan açtı. Saddam Hüseyin dönemindeiktidarı elinde tutan “Sünni” burjuvazi, işgalsonrasında bu ayrıcalıklı konumun yitirdi. İşgalin Baasyönetimini yıkması hem Şii kökenli burjuva kesimlerinhem Kürt burjuvazisinin iktidar ve (emperyalistyağmadan arta kalan pastanın bölüşümünden) ranttandaya büyük bir pay almasına fırsat tanıdı.

İktidar ve rant paylaşımından payına düşenleyetinmek istemeyen Sünni burjuvazi ile elegeçirdiklerini korumaya çalışan Şii burjuvazisi ve elegeçirdiklerini korumak, hatta geliştirmek için çaba sarfeden Kürt burjuvazisi… Bu atmosferde cereyan edeniktidar savaşına bölgesel güçlerin müdahale etmesi,sorunu daha da karmaşık hale getiriyor. El Kaidebağlantılı silahlı çetelerin Şiileri hedef alan intiharsaldırılarına devam etmesi ise, ortamı iyice zehirliyor.

Bölgesel çatışmadaEl Maliki yönetimi de hedefte

Suriye, Hizbullah, Filistin direnişi ve İran’ı hedefalan emperyalist/siyonist güçlerle bölgedeki üçlügerici cephe devletleri, El Maliki yönetimindende kurtulmak istiyorlar. Zira El Maliki’yi İranve Suriye ile kurduğu ilişkilerden dolayı,“düşman” addediyorlar. Bu amaçla Sünni

Arapların yaşadığı kentlerde iki aydan beri gösterilerörgütleyen gerici cephenin Irak’taki işbirlikçileri, yeryer ordu güçleriyle silahlı çatışmaya da girdiler.Emekçilerin öfkelerini de istismar eden bu güçler,henüz kayda değer bir başarıyla ulaşmış değiller. Zirasiyaset mezhepsel temelde bölünmüş olsa da, halkhenüz mezhepsel parçalanma için kıvamagetirilebilmiş değil. El Kaide uzantılarınınsilahlandırılıp ortalığa salınması, MİT ile Katar veSuudi Arabistan istihbarat örgütlerinin Irak’ta, dahaözel planda Sünniler’in ağırlıkta olduğu kentlerdeişbaşı yapmaları bu hedefe ulaşmak içindir.

Gerçekçi olduğu kadar pragmatist görünen ElMaliki’yi saf dışı etmek kolay değil. ABDvesayetinden tam kurtulamasa da yer yer kendi tavrınıkoyan El Maliki, söylemde Irak’ın bütünlüğünüsavunuyor. Ancak siyaset alanının mezhepçi temeldebölünmesinden da yararlanan El Maliki yönetimi, buolanağı elden kaçırmak da istemiyor. Bundan dolayıArap-Kürt, Sünni-Şii kardeşliğini savunuyor. Şiiburjuvazisinin önemli bir kesiminin desteğini arkasınaalmış görünen El Maliki, halk arasında mezhepselparçalanma ve çatışmaya karşı durmaya çalışıyor. ZiraEl Maliki, üçlü gerici cephenin kirli planını bozmanınyolunun bu çatışmayı önlemekten geçtiğininfarkındadır. Bunu başarıp başarmayacağı ise,önümüzdeki süreçte belli olacaktır..

El Maliki yönetimini yıkmak için çırpınan Türkiye-Katar-Suudi Arabistan koalisyonun elinde kirlisilahlardan başka bir şey bulunmuyor. Bu plan mezhepçatışmalarını kışkırtmak, Suriye’deki çatışmaları Irak’ataşımak ve Irak-Suriye sınırına yakın bölgelerde,“İslamcı bir Sünni devletçik” kurmanın yollarınıaramak şeklinde kendini gösteriyor. El Maliki’yi yıkıpBağdat’taki yönetime hakim olmanın kolay olmadığıyerde, mümkünse eğer Kürtleri de kendi saflarınaçekerek Irak’ı bölme seçeneği de bu gerici cepheningündemindedir.

Bölgedeki karmaşık olaylarımezhep çatışmalarına havale etmek

isteyen emperyalist/siyonistgüçlerin, İsrail destekli bir

“Sünni eksen” oluşturmaplanları daha önce açıkça

gündeme gelmişti. Yanigerici cephe ilesiyonist rejimin

planları stratejikplanda

çakışmaktadır.

El Maliki’yi tedirgin eden olaylar

El Maliki’nin Türkiye’yi, daha doğrudan birifadeyle Tayyip Erdoğan’la hükümetini, -Katar-Suudiikilisiyle birlikte- Irak’ta mezhep çatışmalarınıkışkırtmakla suçlaması, ciddi bir olaydır. Türkiye ileişbirliği yapmakta çıkarı olan komşu bir ülkeninbaşbakanı, durduk yerde böyle bir suçlama yöneltmez.Ancak AKP iktidarının Suriye’deki savaşta pervasızbir şekilde taraf olması ve Irak’ın içişlerine doğrudankarışması, belli ki, El Maliki’nin sabrını taşırmıştır.

Üçlü gerici cephenin El Anbar bölgesindeki ElKaide uzantıları ve siyasi destekçileriyle işbirliğiiçinde olmaları, bir takım “alim” kılıklıların bubölgede “İslami devlet kurma” çağrıları yükseltmeleri,Suriye’deki silahlı çetelerin bu bölgedeki güçlerleişbirliği içinde olmaları, bölgeye akan petro-dolarlar,gerici cephe hizmetindeki medyanın fütursuzcamezhep çatışmalarını kışkırtmaları, kökten dinci silahlıçetelerin neredeyse her gün gerçekleştirdikleri intiharsaldırıları vb…. Tüm bunlar, Irak’ta durumun nasıl davahamet kazandığının göstergeleridir.

Üçlü gerici cephenin Suriye’deki savaşınbitirilmesini engellemeye çalıştığı, dahası çatışmalarıLübnan’a da taşımak için girişimlerde bulunduğu dagöz önüne alındığında, El Maliki’nin kaygılanmasınınboşuna olmadığı anlaşılır. Bu arada Irak kollukkuvvetlerinin El Anbar bölgesinde kışkırtıcılık yapanbir grup istihbaratçıyı yakaladığına dair haberler devar. Tam bu günlerde Bağdat’ta bulunan Irak’ın Katarbüyükelçisinin Manama’ya dönmeyeceğininaçıklanması, ortada ciddi gerilimlerin yaşandığınındelili kabul ediliyor.

Gerici cepheye karşı halkların kardeşliği

Arkasında emperyalist/siyonist güçlerin,merkezinde Türkiye-Katar-Suudi Arabistan üçlüsününbulunduğu gerici cephenin icraatları, artık bölgehalklarının geleceği açısından ciddi bir tehditoluşturuyor.

Halklar lehine atılan her ilerici adıma düşman olanbu cephenin elinin altında petro-dolar, medya, “alim”kılıklı din adamları, kökten dinci silahlı çeteler veresmi militarist güçler var. Göz önünde olan Suriyeörneği, bu gerici cephenin sefil emellerine ulaşabilmekiçin ülkelerin yıkımına da, halkların kıyımdangeçirilmesine de gözlerin kırpmadan destekverebileceğini kanıtlıyor.

Gerici olduğu kadar rezil de olan emellerineulaşabilmek için mezhep çatışmalarını kışkırtan bucephe, etnik/mezhepsel parçalanmayı derinleştirmek,

böylece halkların kardeşliğini dinamitlemek gibiuğursuz bir rol de oynamaktadır. Dolayısıyla başta

ilerici-devrimci güçler olmak üzere, tüm bölgehalklarının bu vahim planlara karşı birleşik bir

direnişi örmenin yollarını bulmalarıgerekiyor. Halkların kardeşliği şiarını

yükseltmek ve halkları bu şiar etrafındamücadele alanlarında birleştirmek,

verili koşullarda Ortadoğuhalklarının en acil ihtiyacıdır.

Üçlü gerici cepheIrak’ta da işbaşında!

Page 27: Kızıl Bayrak 2013-11

Dünya Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Ekonomik krizin faturasını ödemeyi reddedenemekçiler dünyanın dört bir yanında alanlara çıkıyor.Militan eylemlerle haklarını savunuyor, insanca yaşamtalebini haykırıyor.

Fransa’da PSA işçilerinin 8 haftadır eylemlerisürerken, Hindistan’da otomobil parçası üreten Boschişçileri greve gitti, İspanya ve Bulgaristan’da krizkitleleri sokaklara döktü. ediyor. Almanya’dahavaalanlarında çalışan güvenlik elemanları iş bıraktı.Macaristan’da anayasa değişikliği protesto ediliyor

Fransa’nın başkenti Paris’teki Aulnay-sous-Bois’tePSA Peugeot Citroen işçileri İşverenler SendikasıUIMM binasını işgal etti. Binaya giren 100 işçi taleplerikabul edilene kadar işgallerine devam edecekleriniaçıkladılar. İşçiler süresiz çalışma sözleşmesi ve 55yaşında emekliye ayrılabilme hakkı talep ediyorlar.Aulnay’deki fabrikada çalışan işçiler 8 haftadır grevde.

Hindistan’da Bangalore’de otomobil parçası üretenBosch firmasında 2 bin 500 işçi 7 Mart Perşembe günügreve gitti. İşçiler yeni iş saatleri düzenlemesine karşıdireniyorlar. Bosch, grevin 7 gün önce haberverilmediğini gerekçe göstererek grevin illegalolduğunu iddia ediyor.

Almanya’nın Duesseldorf kentinde bulunanhavaalanında çalışan güvenlik görevlileri yenidengrevdeydi. Hizmet Sektörü Sendikası Ver.di, Kuzey RenVesfalya bölgesinde güvenlik bölümünde çalışan 34 binişçi için 2,50 veya 3,6 euro daha fazla saat ücreti talepediyor. İşveren ise, saat ücretine 40 cent zam öneriyor.

İspanya’da 300 binden fazla işçi ve emekçi, sosyalhakların kısıtlanmasını ve rekor düzeyinde seyredenişsizliği protesto etmek için alanlara çıktı. Protestolarülkede 60 yerde gerçekleşti. En büyük gösteri başkentMadrid’de gerçekleşti. Protesto gösterilerineİspanya’nın en büyük sendikaları CCOO, UGT ile 150demokratik kurum ve kuruluş çağrı yaptı. Gösterilerdekısıtlamalara karşı acil ve radikal dönüş talebiyükseltildi. Emekçiler eylemlerinde “Hükümet istifa!”şiarını yükselttiler.

Belçika’da demir çelik üreticisi Arcelor Mittaltesislerindeki işten çıkarmaları protesto eden çok sayıdagösterici otoyolları trafiğe kapattı.

Bulgaristan’da protestoların arkası kesilmiyor. 10Mart Pazar günü binlerce işçi ve emekçi tüm ülkeçapında gerçekleşen gösterilerde elektrik fiyatlarınındüşürülmesini ve ücretlerinin yükseltilmesini talep etti.Sofya’da ise, göstericiler ilk kez uluslararası istasyonu

işgal ettiler. İşgal eylemi ile Demiryolları İşletmeleri’nin(BDZ) yük trenlerini özelleştirme planları protestoedildi.

Karadeniz kıyısındaki Varna’da da şehrin en önemliköprüsü işgal edilerek Burgaz yönüne giden yol trafiğekapatıldı.

Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de binlerce kişi 9Mart Cumartesi günü yeni anayasa karşıtı gösteridüzenledi. Protestocular, yapılan yeni düzenlemelerinözgürlükleri kısıtladığını belirtiyor.

Gösteriler önce parlamento binası, ardından AnayasaMahkemesi önünde gerçekleştirildi. Macar işçi veemekçileri anayasa düzenlemesi ile yargının veüniversitelerin bağımsızlıklarına sınırlamalargetireceğinden endişe duyuyorlar.

Şili’nin başkenti Santiago’da öğrenciler, eğitimsisteminde reform talepleri için, sokağa çıktı. Eylemleresaldıran polis öğrencilere karşı tazyikli su ve gözyaşartıcı gaz kullandı. Gösterilerde 17 öğrenci gözaltınaalındı. Öğrenciler de polisin saldırısına karşı taş vesopalarla karşı koyarak direndiler.

Kanada’nın başkentinde binlerce yüksek okulöğrencisi Québec eyaletinde yeni kurulan hükümetiprotesto etmek için sokaklarda gösteriler yaptılar.Montreal’da da öğrencilere copla saldıran polis 60öğrenciyi gözaltına aldı.

Dünyanın sokaklarındagrev ve direnişler...

Milyonlar Chavez’iuğurladı

Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, 8Mart’ta yapılan törenle son yolculuğunauğurlandı. Ölümümün ardından ülkenin dört biryanından başkent Karakas’a akın eden Venezuelalıişçi ve emekçiler, Chavez’i son bir kez dahagörmek için Askeri Akademi’yi ziyaret etti.Milyonlarca işçi ve emekçi Chavez’in camdantabutun içindeki askeri üniformalı cenazesinigörebilmek için Venezuela Askeri Akademisi’nidoldurdu.

Kalp krizi nedeniyle yaşamını yitiren Chavez’inyerel saatle 11.00’de yapılan cenaze töreninedünyanın bir dizi ülkesinden devlet başkanları vetemsilciler katıldı. En az 50 ülke temsilcisininkatıldığı belirtilen cenaze töreninde Küba lideriRaul Castro, Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales,Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff, ArjantinDevlet Başkanı Cristina Krichner, KolombiyaDevlet Başkanı Juan Manuel Santos ve UruguayDevlet Başkanı Jose Mejicia da yer aldı.

Türkiye’den de Başbakan Yardımcısı BeşirAtalay’ın katıldığı cenaze töreni için sabah erkensaatlerde Caracas’a inen İran CumhurbaşkanıMahmud Ahmedinecad, Venezuela DevletTelevizyonu’na yaptığı açıklamada “O, dünyada vebölgede bütün devrimcilerin ve özgürlükmücadelesi verenlerin yakın bir dostuydu” dedi.

Naaşı mumyalanacak

Geçici olarak devlet başkanlığı göreviniüstlenen Venezuela Devlet Başkan YardımcısıNicolas Maduro, cenaze töreni öncesi devlettelevizyonundan yaptığı açıklamada Caheviz’innaaşının mumyalanacağını belirtti. Maduro,“Kumandanımızın cenazesini halka her zaman açıkolabilmesi için mumyalamaya karar verdik. AynıHoşimin, Lenin, Mao Zedung gibi...” dedi.

Maduro, ayrıca, Chavez’in“ölümsüzleştirilmesi” için mumyalanarak cam birtabutta sergileneceğini ve sevenlerinin her zamanonunla olabileceğini ifade etti.

Filistinliler Chavez’i andı

Filistinliler, İsrail işgaline karşı yanlarında olanVenezuela lideri Hugo Chavez’i anıyor. Chavez’inhayatını kaybetmesi üzerine, FilistinlilerVenezuela bayrakları ve Chavez posterleriyleGazze ve Batı Şeria sokaklarına döküldü. 2011yılında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a mektup yazan Chavez, Filistin sorununun“Ortadoğu sorunu” değil, sömürgeciliğin veemperyalizmin damgasını taşıyan bir “Avrupasorunu” olduğunu ifade etmişti.

Goodyear işçileri polisleçatıştı

Amerikan Titan firmasıyla yaptığı anlaşma iptalolan Goodyear lastik firması, Fransa'dakifabrikasının bir bölümünü kapatma kararı aldı.Kapatılma kararına tepki gösteren Goodyearişçilerinin eylemine polis saldırınca çatışma çıktı.

Goodyear lastik fabrikası, Amerikan Titanfirmasıyla yaptığı anlaşmanın iptal olması üzerineFransa'daki fabrikasının bir bölümünü kapatmakararı aldı. Kapatma ile birlikte işsiz kalacak olanişçiler de karara tepki göstererek eylem yaptı.Yaklaşık 600 işçi Goodyear-Dunlop şirketinin Parisyakınlarındaki merkezine yürümek istedi.

İşçilerin önünü kesen polis, işçilere biber gazı vecopla saldırdı. Lastik yakan işçiler kendilerini kameraile kaydeden bir polis aracını da etkisiz hala getirdi.

Page 28: Kızıl Bayrak 2013-11

Gençlik28 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Kapitalizmin dünya ölçeğinde derinleşen krizi,başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bir dizi ülkeyisaran grev ve eylem dalgaları ile emperyalistlerinişgal planlarının hız kazandığı bir dönemde liseligenç komünistler sermaye iktidarının eğitimalanındaki gerici ve piyasacı adımlarına karşı liseligençliği devrim ve sosyalizm mücadelesinde tarafhaline getirmek için adımlarını sıklaştırıyorlar.

Sermayenin eğitim alanındaki neoliberaldönüşüm hedefleriyle bağlantılı olarak derin birgeleceksizlikle yüz yüze kalan liseli gençliğiönümüzdeki günlerde önemli mücadele gündemleribekliyor. Yarı yıl tatilinin ardından çeşitli illerde liseve dershanelerde başlatılan “Eşit, parasız eğitim!Sınavsız üniversite!” başlıklı kampanya bu adımlarıntemel halkasını oluşturuyor. Bu kapsamda çeşitliyerellerde sınav gündemli faaliyet ekseninde ısrarlıbir çalışma yürütüyoruz.

Liseli gençlik çalışmamızı büyütme vegüçlendirme hedefleri koyduğumuz bir dönemdemevcut tabloyu doğru biçimde değerlendirmek veliseli gençlik çalışmamızda ileriye yönelik sonuçlarçıkarmak ihtiyacı orta yerde duruyor. Öncelikleeğitim alanında nasıl bir tablonun hakim olduğunabakalım.

Eğitim alanı sermayenin hizmetinde...

İçeride işçi sınıfı ve emekçilere yönelik kapsamlısaldırıları hayata geçirmek için canhıraş çalışansermaye hükümeti AKP, sermayenin ihtiyaçlarıdoğrultusunda eğitim alanını da rant ve yağmauğruna sınırsızca kullanıyor. Bir yandan toplumgenelinde dinci-gericilik hakim kılınmayaçalışılırken eğitim alanı da rant ve kâr uğrunaucubeye çevriliyor.

Kampüs liseler projesi, dershanelerin kapatılaraközel okula dönüştürülmesi ve dershane patronlarınaverilen teşvik garantisi, 4+4+4 gerici, ırkçı, piyasacıuygulaması, çalışma yaşının 16’ya indirilmesi ilemeslek liselerinin ucuz emek cennetine dönüşmesigibi bir dizi hamle ile sefil çıkarları doğrultusundaseferber olan dinci-gerici iktidar, henüz sert birdirenişle karşılaşmamış olmasının verdiği rahatlıklapervasızca davranmaktan geri durmuyor. YGS veLYS adı altında “daha iyi bir gelecek” umuduylauyutulan gençlik kitleleri geleceksizliğin dipsizkuyusuna atılıyor. Milyonlarca öğrenci daha iyi birgelecek ve yaşam sağlamak amacıyla tamameneşitsizlik ve ticarileşme üzerine kurulu olan busistemin çarklarında öğütülüyor.

Liseli gençliği taraflaştırma görevi...

Böylesi bir süreçte, sermaye iktidarı ve AKP’nindayatmalarına karşı liseli gençliği taraf halinegetirmek için adımlarını hızlandıran liseli gençkomünistler de önemli bir eşiğe ulaşmışbulunuyorlar.

Geçtiğimiz yıllarda yaşanan şifre skandallarıylaipliği pazara çıkan sınav ve eğitim sisteminin liseligençlik kitleleri arasında hayli teşhir olmasına

rağmen daha ileri bir aşamaya evrilememesi bugüniçin liseli gençlik çalışmamızın önemine bir kez dahaişaret ediyor.

Bir süredir Devrimci Liseliler Birliği tarafındanbelli alanlarda yürütülen sınav gündemli faaliyet, ilkelden ilerici liseli gençlikle tanışmak, birliğinkurumsallaşmasını güçlendirmek, liseli gençlikiçerisinde odak olmak ve bu çabayı eylemsel hatlabirleştirmek bakımından bir dizi olanağı barındırıyor.Halihazırda sadece son aylar üzerinden dahideğerlendirdiğimizde çeşitli yerellerde özel biryüklenme sağlandığında verimli sonuçlar alınabildiğigörülüyor. Ancak tüm olumlu yanlarına rağmenhalen belirlenmiş liseler ve dershaneler üzerindenalınması gereken önemli bir mesafe olduğunu davurgulamak gerekiyor.

Bazı yerellerde ortaya konan yoğun çabanınçalışmanın tümüne mal edilmesi, çalışmanınolmadığı yerlerde ise çeşitli olanakların yaratılmasıöncelikli bir görev olmalıdır. Zira, çalışmaalanlarımızda liseli gençlik faaliyetimiz açısındanpolitik bir atmosferi egemen kılmanın tek yolu liselibirliğimizin sesini her liseye, her dershaneyetaşımaktan ve liseli kitleye yönelik faaliyetiniyaygınlaştırmaktan geçiyor.

Bu çalışmada gözden kaçırılmaması gerekenönemli noktalardan bir diğeri ise, liseli gençliğinpolitikaya olan ilgisini etkili biçimde kullanmaktır.Önümüzdeki günlerde sınav gündemli çalışmanınyanısıra Kızıldere ve Newroz gibi gündemleri etkinbir faaliyet konusu yapmak, 1 Mayıs’a uzanan budönemde yeni güçlerle tanışmak ve birliğimizikurumsallaştırmak için seferber olmalıyız.

Çalışmaya her açıdan devrimci bir ruh ve militanlıkkazandırmak ise yeni mevziler kazanarak ilerlemeninolmazsa olmaz koşuludur.

Sosyalist propagandayı yükseltmesorumluluğu...

Diğer yandan sınav gündemli çalışma, liseligençliği gelecek ve özgürlük mücadelesinde devrimve sosyalizme çağırmanın bir zeminine çevrilmelidir.Liseli gençlik içerisinde sosyalist propagandayıyükseltmek, kapitalizmin etkili bir teşhirini yapmak,gençliği devrim ve sosyalizm mücadelesineyakınlaştırmanın bir basamağı olabilir. Diğer yandan,sermayenin eğitim alanındaki planlarınınuygulayıcısı AKP gericiliğini de etkili bir teşhirekonu edilebilmelidir.

Bu çalışmada yeni güçlerle tanışmak ve liselerlebağlarımızı güçlendirmek için imza kampanyası,anket, broşür, sticker ve dergi satışları gibi çeşitliaraçların da gözle görülür bir etkisi olduğunurahatlıkla söyleyebiliriz. Sınav gündemli faaliyetteen önemli halkanın liseli gençliği eylemsel bir hattaçekmek olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Zira, ağırsorunlar ve geleceksizlik girdabında bunalan liseligençlik ancak ve ancak mücadele alanlarında, eylemiçinde bilincini geliştirir ve inisiyatif kazanarak ileriçıkabilir.

1 Mayıs’a uzanan bahar sürecinde liseli gençkomünistler sınav gündemli çalışmayı liseli gençlikiçerisinde yaymak ve adımlarını hızlandırmakyolunda güçlendirmelidirler.

Devrimci Liseliler Birliği

Sınav gündemli çalışma ve görevlerimiz....

Sokağın, eylemin gücüylegeleceği ve özgürlüğü kazanalım!

DLB’nin sesi yükseliyor!

“Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim! Sınavsız üniversite!” şiarını Esenyurt’taki liseler ve dershanelerdeyükselten Esenyurt DLB, 24 Mart Pazar günü yüzbinlerce öğrencinin ter dökeceği Yükseköğretime GeçişSınavı (YGS) öncesinde yoğun ve tempolu bir faaliyet örüyor.

DLB’nin “Sana sunulanı değil, layık olduğunu iste!” çağrısını içeren broşürleri bölgedeki liselere dağıtanve Esenyurt’un birçok bölgesini DLB afişleriyle donatan DLB’liler, sınav gündemli faaliyet kapsamında YGS-LYS anketini ve imza metinlerini de etkin biçimde kullanıyorlar.

Belirlenen liseler üzerinden güçlü bir faaliyet yürüten DLB’liler “Eşit, parasız eğitim! Sınavsız üniversite!”talebiyle Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderilmek üzere başlatılan imza kampanyasında yoğun bir ilgiylekarşılaştılar.

Okul içlerinde imzaya açılan metinler elden ele dolaşırken kısa süre içerisinde yüzlerce liseli DLB’nin imzakampanyasına destek verdi. İmza kampanyasına bazı okullarda öğretmenler dahi imza attı.

Liselilerle yapılan birebir anketler üzerinden eşitsiz eğitim ve sınav sistemi de teşhir edilirken sınavsistemini reddetme çağrısı yaptı. Ankete katılan liseliler DLB’nin düzenlediği etkinliklerde yer alacaklarınıifade ettiler.

Geçtiğimiz haftalarda çeşitli bölgelere yapılan afişler Saadetdere Mahallesi civarına, Tabela’ya,Balıkyolu’nda da yaygın biçimde kullanıldı. Sınav gündemli çalışmanın önemli bir ayağı olarak 22 Mart’taEsenyurt yerelinde yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirme kararı alan DLB’liler, eyleme güçlü bir hazırlıkyapmayı da önlerine koydular. Yürütülen çalışma sırasında 22 Mart eyleminin çağrısı yapılırken liselilerözgürlük ve gelecek için sosyalizm mücadelesine çağrıldı.

DLB’liler, Ali Kul Lisesi’nin çıkış saatinde yaptıkları broşür dağıtımının ardından Fatih Sultan MehmetLisesi çevresini de afişlerle donattılar.

Bölgede yaptıkları yazılamalarla “Parasız eğitim haktır!” şiarını yayan DLB’liler çeşitli noktalara DLB imzalıyazılamalar yaptılar.

Liselilerin Sesi / Esenyurt

Page 29: Kızıl Bayrak 2013-11

Ankara Üniversitesi, bahar dönemine yemekfiyatlarına gelen zamlarla başlamıştı. Zamlara karşıbinlerce imza toplanmış ancak rektör zamları geriçekmeyeceğini ilan etmişti. Rektörün bu tutumunave yemekhane zamlarına karşı devrimci, ilericiöğrenciler 11 Mart günü Ankara Üniversitesi CebeciKampüsü’nde “ücretsiz yemek yiyoruz” eylemigerçekleştirdiler.

Geçtiğimiz haftalarda bir araya gelen öğrencigençlik örgütleri (Ankara Gençlik Derneği, DYG,Ekim Gençliği, Emek Gençliği, Kaldıraç, ÖGD, SGD,Söz Dergisi, SYK, Tüm-İGD), yapılan toplantılardayemekhane zamlarına karşı “ücretsiz yemek yeme”eylemi kararı aldılar. Bu kararı yemekhaneişçileriyle paylaşan öğrenciler, işçilerin olumlutepkileriyle karşılaştılar.

İş güvencesinde yoksun olan, sosyal haklarından(yol parası, ücretli izin, vs ) mahrum bırakılanyemekhane işçilerinin de taleplerini içeren birtalepler listesi hazırlanarak, bu talepler el ilanı veozalit şeklinde Cebeci Kampüsü’nün her köşesineasıldı. “Taleplerimiz kabul edilene kadar ücretsizyemek yiyoruz” şiarlı pankart yemekhanelere asıldı.Ardından yemek fişi alınan yerlere talepler asılarak,öğrenciler ücretsiz, nitelikli, sağlıklı beslenmehakkına sahip çıkmaya çağrıldı.

ÖGB’nin provokasyonu boşa düşürüldü

Yemek saati yaklaşırken merkez yemekhaneyegiden devrimci, ilerici öğrencilerin peşi sıra ÖGB deyemekhaneye geldi. “Öğrencilere fiziki müdahaledebulunmayın, burada iki güvenlik görevlisibekleyecek, bir şey olursa müdahale edecek”diyerek yemekhaneye gelen öğrenciler üzerinde

baskı kurmaya ve devrimcileri fişlemeye çalışanÖGB yemekhaneden çıkarılmaya çalışıldığı sıradakısa süreli gerginlik yaşandı. Ardından ÖGByemekhaneyi terk etti.

Öğrencilerden eyleme aktif katılım!

Yemek saati geldiğinde, yemekhane girişlerinde,öğrencilere bu eylemin neden gerçekleştirildiğianlatılarak, öğrencilerden destek vermesi,oluşturulacak komitelerde görev alması istendi.Bazı öğrenciler yemek yedikten sonra bildiridağıtımına destek verdi. Yemekhanede sık sıkyapılan ajitasyon konuşmalarıyla öğrencilerbeslenme haklarına sahip çıkmaya, işçilerinhaklarını savunmaya ve eylemin örgütlenmesinde

görev almaya çağrıldı. Bir yandan yemekhanelerde ücretsiz yemek

yeme eylemi yapılırken diğer yandan da kantinlerdolaşılarak öğrenciler eyleme destek vermeyeçağrıldı.

Taleplerin tamamı şöyle:- Yemek ücreti 1 lira olsun, - Nitelikli, sağlıklı yemek istiyoruz!- İşçilere iş güvencesi sağlansın, sosyal hakları

verilsin!

Şirket ve üniversite eylemden rahatsız

Eylemin gerçekleştiği sıralarda Sağlık, Kültür veSpor Daire Başkanlığı’ndan yemekhane işçileriylegörüşmeye gelen görevli, şirket sorumlusuylagörüşmek istedi. Devrimcilerin inisiyatifi dışındagörüşme olmayacağının bildirilmesi üzerine 2devrimci öğrenci, SKS’den gelen görevli ve şirketsorumlusu konuşmaya başladı. SKS görevlisi, şirketsorumlusunu ve yemekhane işçilerini tehdit edensöylemlerde bulundu. “Yemekleri neden ücretsizdağıtıyorsunuz, nasıl hesap vereceksiniz, iştençıkarılabilirsiniz” söylemi üzerine araya girendevrimci öğrenciler, işçilerin bir tanesinin bile işineson verildiği taktirde ayrı bir eylem biçiminebaşvuracaklarını söylediler. Ayrıca amaçlarınınsadece ucuz yemek olmadığını, işçilere iş güvencesisağlanmadığı koşullarda eylemlerinisürdüreceklerini belirttiler. Bunun üzerine SKS’dengelen görevli, rektörle konuşacaklarını ifadeederek okuldan ayrıldı.

Talepler karşılanana kadar eylemlerdevam edecek

Taleplerin tamamı karşılanmadan eylemlerineson vermeyeceklerini açıklayan devrimci, ilericigençlik örgütlerinin örgütlediği eyleme yaklaşık 2bin öğrenci katıldı. Yemekhane şirketinin veüniversitenin yaklaşık 9 bin Tl zarar ettiği tahminediliyor.

Ekim Gençliği / Ankara Üniversitesi

Gençlik Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Ankara Üniversitesi’nde ücretsiz yemek!

DLB sınava mücadeleyle hazırlanıyor...

24 Mart Pazar günü yapılacak YGS öncesinde Devrimci Liseliler Birliği liseli gençliğe seslenmeyedevam ediyor.

İstanbul 10 Mart Pazar günü Sarıgazi Demokrasi Caddesi’nde “Sana sunulanı değil, layık olanı iste”

başlığındaki broşürlerin dağıtımı gerçekleştirildi. Broşürlerin yanında YGS-LYS üzerine yapılan anketlerve sınavların kaldırılması, eşit, parasız, bilimsel eğitim taleplerini içeren imza metinleri kullanıldı.

Anket, imza metni, Liselilerin Sesi dergisinin yer aldığı standa liseli gençliğin ilgisi oldukça yoğundu.

Adana Devrimci Liseliler Birliği imzalı broşürler Adana İsmet İnönü Meslek Lisesi’nde ve dershane önlerinde

liseli gençliğe ulaştırıldı. Broşür dağıtımlarının yanı sıra bugün de “Eşit, parasız eğitim! Sınavsız üniversite!” şiarlı afişler

meslek liselerinin bulunduğu güzergahlarda kullanıldı.

BursaMimar Sinan Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nde önünde öğle arasına çıkan liselilerden YGS ve

LYS’nin kaldırılması ve eğitimin parasız ve nitelikli olarak sunulması taleplerini içeren imzalar toplandı.Bu çalışma boyunca pek çok liseli ile sohbet edilirken, liselilerin ağırlıklı olarak maddi koşullarının kötüolduğu ve üniversite beklentilerinin olmadığı görüldü. Bazı liseliler imza metinlerinden alarak okuldatoplayabileceklerini söylediler.

Ayrıca öğrencilere DLB’nin sınav broşürlerinden dağıtıldı. Liselilerin Sesi / Esenyurt-Ümraniye-Adana-Bursa

Page 30: Kızıl Bayrak 2013-11

Mücadele tarihimiz30 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/11 * 15 Mart 2013

Hüseyin Temizmezar başında anıldı...

Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) üyesiHüseyin Temiz, ölümünün 4. yıldönümünde mezarbaşında yapılan etkinlikle anıldı.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu tarafındanyapılan anma için, Yenibosna Mezarlığı önündetoplanıldı. Mezarlık girişinde oluşturulan kortejinen önünde Hüseyin Temiz’in fotoğrafı ve“Devrimciler ölmez devrim davası yenilmezdir!”pankartı taşındı.

Giriş kapısından Temiz’in mezarına kadargerçekleştirilen yürüyüşün ardından anmaprogramına geçildi. Mezar başında, ölümünün 4.yılında Hüseyin Temiz’i anmak için birarayagelindiği belirtildikten sonra tüm devrim şehitleriiçin bir dakikalık saygı duruşu gerçekleştirildi.“Devrim şehitleri ölümsüzdür!” sloganıyla bitirilensaygı duruşunun ardından, Temiz’in bir yoldaşı,şair Rahime Henden’in Hüseyin Temiz için kalemealdığı “Devrimin oğlu” adlı şiiri okudu.

Anma programı Temiz’in mücadele içindegeçen yaşamına vurgu yapan sunum ile sürdü.Temiz’in devrimci kimliğinin yanında,çalışkanlığına, işçilerle olan yakın ilişkilerine veöncü kimliğine işaret edildi.

Sunumun ardından BDSP temsilcisi bir konuşmagerçekleştirdi. Temiz’in devrimci kimliğini anlatantemsilci, Temiz’in her an devrim ve sosyalizmmücadelesinin ihtiyaçlarına kafa yoran sınıf bilinçlibir devrimci olduğunu belirtti. “Başka yolu yok,başaracağız!” sözü hatırlatılarak, Hüseyin Temiz’inkararlılığının altı çizildi. Devrim şehitlerininbıraktığı sorumlulukların bugün sınıfdevrimcilerinin omuzlarında olduğunu belirtentemsilci, dünya genelinde yaşanan savaşlar, krizlerve isyanları vurgulayarak, Türkiye’nin de bucereyandan etkilenmesinin yakın olduğunu ifadeetti. Komünistlerin güncel görevlerine de işareteden temsilci, kurultaylar ve bahar süreçlerineyüklenmek gerektiğini belirterek, insanlığınkurtuluşunun tek yolunun devrim ve sosyalizmolduğunu söyleyerek sözlerini bitirdi.

Konuşmanın ardından anma etkinliği, hepbirlikte söylenen türkü ve marşlarla bitirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından cunta biryandan devrimci hareketi tasfiye etmek içingörülmemiş bir sürek avı başlatıp baskı ve işkenceyitırmandırırken bir yandan da zindanlardakidevrimcileri idam etmeye başlamıştı. Görüntüde “sağve sol” a eşit mesafedeymiş gibi bir tablo çizmek içinkimi faşist tetikçileri de idam eden cuntanın asılhedefinin devrimci hareket olduğu ise aşikardı.

Darbenin ardından Necdet Adalı’nın 7 Ekim1980’de idam edilmesiyle başlayan idam furyası,aralarında 17 yaşındaki Erdal Eren’in de olduğu 16devrimcinin katledilmesiyle tamamlandı. 1984’e kadarsüren idamlar, bu tarihten sonra meclisin idamlarıonaylamaması nedeniyle durdurulmuş oldu. İdamcezası alan tutsakların cezaları ise müebbet hapseçevrildi.

Buca zindanında üç devrimci

13 Mart 1982’de İzmir’in Buca zindanı da 20’liyaşlardaki üç genç devrimcinin idamına tanıklık etti.Türkiye Komünist Emek Partisi militanı üç genç işçi,‘80 yılında yakalandıktan sonra yoğun işkence altındaBuca hapishanesine getirildiler. Darbenin ardından herbiri ayrı işkencehaneye dönmüş zindanlarda iki yılkalan Necati Vardar, Seyit Konuk ve İbrahim EthemCoşkun, İzmir 1 Numaralı Askeri Mahkemesi’ndeyargılanarak idam cezasına çarptırıldı ve Bucahapishanesinde idam edildi.

Tokat doğumlu Seyit Konuk 18 yaşında devrimcimücadele ile tanışmıştı. İzmir’e geldikten sonraTARİŞ Üzüm İşletmeleri’nde çalıştı ve TARİŞdirenişini örgütleyenler arasında yer aldı. İplik-İş veBirleşik Maden-İş’in kuruluşunda da görev alanKonuk, faşist müteahhit Nuri Yapıcı ve MHP ilsekreteri Turan İbrim’in öldürülmesi sırasındayakalandı ve bu suçlama ile yargılandı.

Boşnak kökenli Necati Vardar, Çamdibi’nde anti-faşist mücadelede yer aldı. TARİŞ Üzüm İşletmesi’ndeve BMC’de işçi olarak çalıştı ve örgütlenmefaaliyetleri yürüttü. Faşist Müteahhit Nuri Yapıcı’nıncezalandırılması eyleminde yer aldı ve aynı eylemdeyakalandı.

İbrahim Ethem Coşkun, doğum yeri olanGaziantep’te devrimci mücadeleye katıldı ve 1979’daİzmir’de görevlendirildi. Birleşik Maden İşSendikası’nın kurucusu ve başkanı idi. MHP ilsekreteri Turan İbrahim’in cezalandırılması eylemindeyer aldı ve bu eylem sırasında yakalandı.

Mektuplar halen daha kayıp

Üç genç devrimci de faşizmin zindanlarındayaşadıkları tüm baskı ve işkenceye rağmen darağacınaonurluca yürüdüler. 1 Mayıs günü çıkarıldıklarımahkemede söz verilen Seyit Konuk, savunmayapmak yerine cüppeli cellatların suratına şu sözlerihaykırdı:

“Bugün işçi sınıfını birlik, dayanışma ve mücadelegünüdür. Bu şerefli günde yargılanmayı reddediyor,sizleri 1 Mayıs’ta ölümsüzleşenlerimiz için birdakikalık saygı duruşuna davet ediyoruz.”

Ve göstermelik yargılamaların ardından üçdevrimci 13 Mart 1982’de idam edildi. Faşist cuntanındevrimcilere duyduğu düşmanlık öylesine derindi ki,ölüm bile bu kini ortadan kaldırmadı. Üç devrimcininson mektuplarına dahi “sakıncalı” olduğu gerekçesiyleel konuldu ve mektuplar ailelerine ulaştırılmadı.

Geçtiğimiz yıl ailelerine teslim edilen idamdosyalarında mektuplara dair şu ifade yer alıyordu:“Mektuplar münderacatları itibariyle TCK’nın 142.maddesi (komünizm propagandası yapmak) ve 159.maddelerine muhalif muhteviyat taşıdıkları bilaharetetkikleri sonucu anlaşılmış bulunmaktadır.Hükümlülerin infazları sırasında baba ve annelerineverilmek üzere yazdıkları bu mektupları yukarıdabelirtildiği üzere suç teşkil eder mahiyette görülmüş,sebeple ilgililere verilmesinde tereddüde düşülmüştür.”

Anıları mücadelemizde yaşayacak!

Necati Vardar, Seyit Konuk ve İbrahim EthemCoşkun’un idamının üzerinden 21 yıl geçti. Aradangeçen bunca yılda belki cuntanın doğrudan iktidarıortadan kalktı, ancak aynı cuntayı besleyen sermayedüzeni halen daha tüm vahşiliği ile hüküm sürmeyedevam ediyor.

Bugün belki devrimciler darağaçlarına çekilmiyorama sermaye devletinin kolluk güçleri 12 yaşındaçocukları dahi kurşun yağmuruna tutarak katletmeyisürdürüyor. Askeri mahkemelerin yerine DGM ve ÖzelYetkili Ağır Cezalar geliyor ama aynı cüppeli cellatlarkalemleri kırmaya devam ediyor.

Necati Vardar, Seyit Konuk ve İbrahim EthemCoşkun’un 21. yılında anarken katillerin düzeninekarşı mücadelenin de boynumuzun borcu olduğunu biran bile unutmuyoruz.

Anıları mücadelemizde yaşayacak...

Seyit, Necati ve Ethem’isaygıyla anıyoruz...

Page 31: Kızıl Bayrak 2013-11

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 Atatürk Bulvarı 109/19 Erciyes İşhanı, Kızılay / ANKARA

Ve bir kızıl 8 Mart daha!Ulusal, sınıfsal, cinsel, kimliksel sömürülere

karşı susmuyor alanlara koşuyoruz. Kadın-erkekel ele mücadeleye diye haykırıyoruz. Çünkü bizimasıl sorunumuz sistemin ta kendisidir biliyoruz.Ve devrimci ruhumuzla alanlara gidiyor omuzomuza halay çekip bayrağımızı dalgalandırıyoruz.Bizler 8 Mart’ı devrimci temellerdenuzaklaştırmadan alanlarda taleplerimizihaykırıyoruz.

Tarlalarda, evde, fabrikalarda kiyorgunluğumuz alanlara koşmamıza engel değiltamda bugün bu yorgunluğa, sömürüye karşıhaykırış günümüzdür. Kapitalizmin vahşisömürüsüne karşı İnsanca yaşamı talep etmegünüdür.

Bizim bedenimiz üzerine tahakküm kuranlarakarşı öfkemizi gösterme günüdür!

Bizleri prangalarla bağlamaya çalışan bu vahşisisteme karşı baş kaldırış günüdür!

Bizler Ayşelerik , Fatmalarık, Güllülerik,Hatcelerik 8 Martta tüm emekçi kadınlara selamederik!

Mersin’den tüm emekçi kadınlarınhaykırışlarına selam olsun!

Yaşasın devrimci 8 Mart Dünya emekçikadınlar günü!

Yaşasın kadın ve erkeğin el ele örgütlümücadelesi!

Mersin Üniversitesi’nden K. Karabalık

Mücadele Postası

Ben 24 yaşında üç çocuklu emekçi bir kadınım.Sizlere kendi yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.Aslında uzun bir süredir böyle bir yazı yazmakistiyordum. Çünkü etrafımdaki bir çok kadın hemevliliklerinde hem de çalışma yaşamlarında kötükoşullardalar, baskı görüyorlar, şiddete uğruyorlar.Korktukları için ses çıkaramıyorlar. Onları gördükçeve kendi yaşadıklarımı düşündükçe insanlaraseslenmeyi bir ihtiyaç olarak gördüm.

Küçük yaşta evlendim. Kalabalık bir aileyegirdim. Ben aleviyim ama eşim ve ailesi Kürt. Bizimadetlerimiz ile onların adetleri çok farklıydı. Küçükyaşta evlendiğim için korku çok fazlaydı bende.Ailemin de bu yönlü desteği yoktu. Ben onlar nederse bunu yapıyordum. İki odalı bir evde 15 kişibirlikte yaşıyorduk. Evde bir köle gibiydim. Çocukyaşta olduğum için ve kadın olduğum için daha fazlaezildim ve köle gibi yaşadım. Sabahtan geceye kadaronlara hizmet ediyordum. Çamaşır, bulaşık yemekher türlü ihtiyaçlarını ben karşılıyordum. Dışarıçıkmama izin vermiyorlardı. Bir insan, gelin olarakdeğil aldıkları köle gibi görüyorlardı beni. Zorlabaşımı kapattılar, tüm sosyal yaşantımı veözgürlüğümü elimden aldılar. Eşim aslında benimyanımda yer alıyordu ama aile baskısı altında o dabana baskı uyguluyordu.

Bu yaşadığım zulüm sürecinde İşçi KültürEvi’ndeki arkadaşlarla tanıştım. İlk başta kötü olarakgördüm onları, içlerine girmek istemedim. Aslındaonları bana kötü tanıttılar. Ama içlerine girmeyiistedim. Uzun bir süre gidip geldim. Onların yanınagidip geldikçe anladım ki onlar bize anlatılan gibideğiller. Bana ve çocuklarıma sahip çıktılar. Sahipçıkmanın ötesinde onların yanında gücümü,insanlığımı fark ettim. Emekçilerin onlarıtanımalarını isterim çünkü bize hep kötü anlatıldılar.Yakından tanıdıkça istediğimiz sürece bir çok şeyideğiştirebileceğimizi gördüm. İlk önce kendiyaşantımızda değiştirdiklerimi anlatmak istiyorum.İlk olarak kalabalık aileden ayrılıp kendimiz eveçıktık, eşim ve çocuklarımla birlikte. Kalabalık aileyapılarında bunu başarabilmek zordur. Yavaş yavaşonların beni kullandıklarını ve benim istediğimyaşamın daha farklı olduğunu fark ettim. Yaşamanlamında araya mesafe koydum. Kendime dair iseilk zamanlar pantolon bile giyemezdim. Gücümüfark ettikten sonra ilk olarak istediğim tarzdagiyindim ve başımdaki örtüyü attım. Bu benim içinve aynı zamanda onlara kabul ettirebilmekanlamında çok önemliydi. Çünkü başımdaki örtüyüisteyerek takmıyordum. Ben gücümü farkedip başımıdik tuttuktan sonra eşim de saygı duymaya başladı vebenim yanımda oldu.

Bu sürede aile tarafında benimle kimsekonuşmadı, gelip gitmediler. Yalnızlaştırmayaçalıştılar. Ama ben yalnız değildim. Bu sürede kitapokudum, gazete okudum, İşçi Kültür Evi’ne gidipgeldim. Kendimi ifade edebildiğim, değer verildiğimve değer gördüğüm bir ortamdaydım. Bu yüzdenonlara yenilmedim, yalnızlaşmadım. Ve işte ondansonra beni kabullendiler, gelip gitmeye başladılar.İstediklerimi yapabildiğim için bu onlarda bir korkuyarattı. Bu korkuya rağmen hala bir yandan da baskıuyguluyorlar, başımı kapatmam için. Ben deyenilmiyorum. Biliyorum ki bunları yaşayan tekkadın ben değilim. Birçok kadın Kürt, Türk farketmez küçük yaşta zorla ya da isteyerek evlenip aynısorunlarla yüz yüze kalıyor. Buradan kadınlaraseslenmek istiyorum. Hiçbir zaman korkmayın,korkunuzu yenin. Baskılar altında kalmayın,baskılara yenik düşmeyin. İnsan korkularınıyendiğinde gücünü farkına varıyor. O zulümkoşullarında yaşamaya gücümüz varsa eğer zulümortamını değiştirmeye de gücümüz var sadecefarkına varalım.

Emekçiler aslında her yerde eziliyor. Evde,fabrikada, işyerinde, sokakta her yerde ve herkesteaynı baskı ve korku var. Bizler korkularımızıyenelim, birlikte hareket edelim ancak gücümüzün ozaman farkına varır, yaşamdan zevk alır vedeğiştirebiliriz. Yaşasın örgütlü mücadelemiz.

Emekçi bir kadın

Emekçi bir kadından haykırış...

“Korkularımızı yenelim!”Yaşasın 8 MartDünya EmekçiKadınlar Günü!

Page 32: Kızıl Bayrak 2013-11

7 Nisan Pazar★İstanbul ★İzmir★Bursa ★Adana

14 Nisan Pazar★Ankara★Kayseri

“Kurultayımızı, ‘sınıfa karşı sınıf’ duruşuyla, emperyalizme ve burjuvaziye karşı tüm milliyetlerden işçi sınıfı ve emekçilerin birliğini sağlama hedefiyle topluyoruz...”