kızıl bayrak 2013 41
DESCRIPTION
Kızıl Bayrak 2013-41/25 EkimTRANSCRIPT
Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 41 • 25 Ekim 2013 • 1 TL
KESK’e hakim çizginin iflası... » s.16-17 Mahir’in çizgisi devrimin ve sosyalizmin çizgisidir! » s.3
Allayıp pulladığı “barış sürecini”
kendi eliyle sabote eden AKP
iktidarı, Kürt halkına karşı
küstahça saldırganlığını sürdürmekle
kalmıyor, aynı anda Kürt hareketini
dizayn etme işine de soyunuyor. Şef
Tayyip Erdoğan’la müritleri, Kürt
hareketini hedef alan vaazlara son
dönemde ağırlık vermeye başladılar.
Kürt hareketini hedef alan saldırgan bir
üslup kullanan dinci-gerici şefler, bu
hareket içindeki farklı görüşleri istismar
ederek Kürtleri birbirine düşürme
taktiğine de sarılmış görünüyorlar.
» sayfa 4
ODTÜ’de yıllardır süren yol
meselesi artık daha kritik bir
sürece girmiş bulunuyor.
Dönem başlamadan önce ODTÜ’de
başlayan direniş daha da büyüyerek
devam ediyor. Direnişin korkusu ise
sermaye devletini ve yol savunucularını
daha da azgınlaştırıyor. Bir gün içerisinde
okulda kimsenin olmamasını fırsat
bilerek ağaçları kesmek bunun en net
örneği iken, Gökçek’in ‘marjinaller olay
çıkartıyor’ söylemi bu korkuyu kanıtlar
niteliktedir. Bu süreçte, AKP şefleri de
konum ve kimliklerini ortaya koymuş
oldular. » sayfa 24
» »
Devrimci sınıfkavgasını büyütelim!
Bir yandan işçi sınıfına veemekçilere yönelik kapsamlıyıkım programlarının
dayatıldığı, öte yandan Kürt sorunubaşta olmak üzere demokrasi sorunu,emperyalist savaş, yerel seçimler, polisdevleti uygulamaları gibi birbiri ile iç içegeçmiş politik gündemlerin giderek daha
belirgin bir şekilde toplumsal yaşamdaöne çıktığı bir döneme giriyoruz.
Tablonun bütününe bakarak, bugelişmelerin sınıf ve emekçi kitlelerinhoşnutsuzluğunu büyüteceğini, giderekpolitize edeceğini, dahası, kitleleridevrimci siyasal mücadeleye kazanmakiçin daha uygun koşullar yaratacağını
söylemek yanlış olmayacaktır. Ziratarihsel gelişim bu yöndedir.
Tüm bunlara Haziran Direnişi’ninyarattığı olumlu atmosferi ve sarsıcıetkiyi de eklemek gerekiyor. Yenidönemin devrimci görevlerine bubütünlük üzerinden bakmak ise kritik birönem taşıyor. » devamı s.2’de...
Bir yandan işçi sınıfına ve emekçilere yönelikkapsamlı yıkım programlarının dayatıldığı, öte yandanKürt sorunu başta olmak üzere demokrasi sorunu,emperyalist savaş, yerel seçimler, polis devletiuygulamaları gibi birbiri ile iç içe geçmiş politikgündemlerin giderek daha belirgin bir şekildetoplumsal yaşamda öne çıktığı bir döneme giriyoruz.
Tablonun bütününe bakarak, bu gelişmelerin sınıfve emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğunu büyüteceğini,giderek politize edeceğini, dahası, kitleleri devrimcisiyasal mücadeleye kazanmak için daha uygun koşullaryaratacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Zira tarihselgelişim bu yöndedir.
Tüm bunlara Haziran Direnişi’nin yarattığı olumluatmosferi ve sarsıcı etkiyi de eklemek gerekiyor. Yenidönemin devrimci görevlerine bu bütünlük üzerindenbakmak ise kritik bir önem taşıyor.
On yıllardır uygulanan saldırı programlarıkölelik koşullarını derinleştiriyor
Emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını doğrudanetkileyecek olan kıdem tazminatının fona devri, kiralıkişçilik, özel istihdam büroları, taşeron köleliğininyasalaşması gibi yeni bir takım düzenlemelerin AKPiktidarının masasında durduğu biliniyor. Dahası 2013yılı çıkmadan bu düzenlemeler doğrultusunda ilkadımların atılması için AKP şefleri her fırsatıdeğerlendiriyor.
AKP iktidarının Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS)üzerinden gündeme getirdiği bu saldırılar, öncekilerinbir devamı niteliğindedir. Sermaye düzeninin on yıllarıbulan neoliberal saldırılarının güncel halkalarıdır.“2001 krizinin ardından milyonlarca işçi ve emekçininyıkıma sürüklenmesi pahasına dev şirketlere dönüşenbugünkü birinci ve ikinci 500 büyükler, Derviş’in veDervişgillerin yıkım politikaları üzerinden yükselmiştir.Kemal Derviş bunca yılın sadık uşaklığının deneyimleriüzerinden tüccar Erdoğan ve avanesine akılvermektedir, ‘azar azar değil saldırıları birden hayatageçirin!’ Tüccar Erdoğan ve müritlerinin ise Derviş’tenaşağı kalır yanları bulunmuyor. Emperyalizme vesermayeye uşaklıkta gelmiş geçmiş hiçbir hükümetineline su dökemeyeceği AKP hükümetinin emekçilereyıkım politikalarını dayatması için kimsenin akılvermesine de gerek bulunmuyor. Zira Derviş gibi,tüccar Erdoğan da aynı emperyalizmin tezgahındangeçmiştir.” (Sosyalizm için Kızıl Bayrak, Sayı: 2009/29,31 Temmuz 2009)
AKP iktidarı aradan geçen yıllar içerisinde KemalDerviş’ten devraldığı saldırı programını eksiksiz birşekilde uyguladı. Kapitalist krizin çok yönlü faturasınıdöne döne işçi ve emekçilere ödeterek Türkiye’yi adetasermaye için cennete, işçi ve emekçiler için tam bircehenneme çevirdi. Bugünün Türkiye’sinde işçisınıfının büyük bir kesimi açlık sınırının altında asgariücrete çalıştırılıyor. İşsizlik oranı yaklaşık %15’e, işsizsayısı da 5 milyon kişiye ulaşmış durumda. Çıkarılan
saldırı yasalarıyla sağlık, eğitim, ulaşım vb. en temel
sosyal haklar sermaye için yağlı birer kâr kapısına
çevrildi. İşçi sınıfının çalışma koşulları büyük oranda
esnekleştirilerek güvencesizlik yaygınlaştırıldı. Kuralsız
çalışma ve taşeronluk artık çalışma koşullarının kuralı
haline getirildi vb... İşte on yıllardır uygulanan
neoliberal politikaların yarattığı Türkiye tablosunun en
kaba özeti bu.
AKP’nin yıkım paketlerisosyal sorunları derinleştiriyor
Gelinen yerde ise, gündeme getirilen saldırı
paketleri ile işçi sınıfına tam kölelik dayatılıyor. Geriye
kalan kırıntı düzeydeki haklar da gaspedilmek isteniyor.
Fakat sermaye devletinin “Ulusal İstihdam
Stratejisi” adıyla kodladığı güncel saldırıların
önümüzdeki günlerde sosyal sorunları daha da
derinleştireceği, emekçilerin öfkesini büyüteceği,
mücadele istek ve eğilimlerini güçlendireceği, sınıf
merkezli eylem ve direnişlerin artmasına yol açacağı
ise açıktır. Zira bugüne kadar örgütsüz ve dağınık
olmasından kaynaklı bu saldırılara karşı güçlü bir yanıt
vermekten uzak olan işçi sınıfı, on yılların birikimi veağırlığı altında her geçen gün daha da ezilmektedir.Ancak bunun kendisi aynı zamanda büyük bir enerjibirikimine yol açmaktadır. Koşulları oluştuğunda buenerjinin büyük bir patlama ve sarsıcı etkiler yaratarakaçığa çıkacağından kuşku duymamak gerekiyor.
İşte böyle süreçlere hazırlık, en başta işçi sınıfınıesas alan sistematik bir devrimci faaliyet ve butemelde mevziler yaratmak anlamına gelmektedir. İşçisınıfını devrimci siyasal mücadeleye kazanma bakışıylagünün görevlerine yüklenmek demektir. Güncel siyasalgelişmeler ve işçi sınıfını hedef alan kapsamlı saldırıprogramları bu türden bir hazırlığın zeminlerini ayrıcagüçlendirecektir.
Önümüzdeki günlerde, AKP iktidarının kırmızıkurdelelerle sunduğu yıkım paketlerinin iç yüzünüetkili bir şekilde teşhir etmek, bunu sınıfın bağrındamevzilenmenin olanaklarına çevirmek bakış açısıylahayata geçirmek, büyük patlamalara hazırlık ve sınıfıdevrime kazanmak bakımından büyük önemtaşımaktadır. Zira bu çaba sınıfın bilinç ve örgütlenmedüzeyinin yükseltilmesi ve emekçi kitlelerde birikenöfke ve mücadele isteğinin doğru bir kanalaakıtılabilmesi için ayrıca önemlidir.
Güncel gelişmeler ve devrimci görevler!
İmarlı’ya giden heyetler aracılığıyla, gündeme dairaçıklamalar yapan PKK lideri Abdullah Öcalan, geçenhafta yerel seçimlere hazırlık kapsamında kurulanHDP’ye de mesaj gönderdi.
İmralı’ya giden heyette yer alan BDP GrupBaşkanvekili ve Bingöl Milletvekili İdris Baluken’inaktardığına göre, Öcalan, HDP’ye şu mesajı gönderdi;
“Ben Mahir Çayan’ın çizgisiyle, onun
sempatizanlığıyla başladım bu mücadeleye. 40 yıldır
Mahir’in çizgisinin kavgasını yürütüyorum. Mahir’in
bana verdiği bir emanettir ve ben 40 yıllık süre
içerisinde bu emaneti kavga boyutu ile en iyi şekilde
yerine getirmek için uğraştım. Şu anda da bu emaneti
teslim ediyorum.”
Öcalan’ın HDP’ye özel mesaj göndermesininnedeni, Kürt hareketi-reformist sol ittifakının Batıillerinde bu parti bayrağı altında yerel seçimlerekatılacak olmasıdır. Bu yönüyle Öcalan’ın sözleri, yerelseçimlere dönük bir ilk mesaj olma özelliği de taşıyor.
Öcalan’ın mücadeleye Mahir Çayansempatizanlığıyla başladığı biliniyor. Ancak, gelinenyerde Mahir Çayan’ın burjuva devleti yıkmayıhedefleyen devrimci çizgisi ile Öcalan’ın devletlebarışmaya endeksli çizgisi arasında derin bir uçurumbulunuyor. Zira ilki, işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilenhalkların kurtuluşunu bu düzenin yıkılmasındagörürken, ikincisi ise, yıllardan beri bu düzeni vekurumlarını çözüm platformu kabul eden, düzenlebarışmayı temel alan bir çizgide durmaktadır.
Mahir’in çizgisi:Kapitalist sisteme karşı devrim!
‘71 devrimci hareketinin ayırtedici özelliği,reformist cendereyi kırıp devrimci bir sıçramagerçekleştirmiş olmasıdır. Burjuvazinin siyasal sınıfiktidarını yıkacak bir devrimi temel alan ‘71 devrimcihareketi, daha özel planda ise Mahir Çayan veyoldaşları, kurtuluşun devrimle mümkün olacağınısavundular ve hayatları pahasına buna uygun birmücadele yürüttüler.
O dönem güçlü olan biri parlamentarist ötekidarbeci iki reformist sol akıma bayrak açan Mahirler,Denizler, İbrahimler düzen kurumlarıyla uzlaşmayıdeğil, tersine, düzeni yıkacak devrimi temel alan birçizgi inşa etmenin mücadelesini verdiler ve bu çizgiyesadık kaldılar.
Devrimci militanlık, davaya adanmışlık ve siperyoldaşlığı gibi alanlardaki üstünlüklerinin yanı sıra,
Mahir Çayan çizgisi, reformizmi mahkum etmesi veburjuva iktidarı yıkacak devrimi temel almasıylabelirgindir.
Öcalan’ın çizgisi: Devletle barış…
Öcalan’ın, ‘71 devrimcilerinin yıkmak içinmücadele ettikleri burjuva devletle kurduğu ilişkiler,40 yıldır Mahir’in çizgisinin kavgasını yürüttüğüiddiasıyla çelişmektedir. Zira Öcalan’ın stratejisi,burjuva devletle anlaşmaya/barışmaya odaklıdır. Türkburjuvazisinin siyasal sınıf iktidarının simgesi veemperyalizmin savaş aygıtı NATO’nun vurucu gücüolan devletle barışmaya odaklanan bir çizgi ileMahirler’in devrimci çizgisi arasında, derin bir uçurumvardır.
Kürt hareketinin Öcalan tarafından belirlenenstratejisi, her yönüyle bir reform çizgisine tekabülediyor. Kürt sorunu konusunda belli tavizlerkarşılığında devletle barışmaya odaklanan bu çizgi,burjuva devleti yıkmak bir yana, onu güçlendirmeyivaat ediyor. Kürt hareketi liderlerinin sık sık, “Türkdevleti Kürt sorununu çözerse bölgenin en güçlüdevleti olur” türünden açıklamalar yapmaları,Mahirler’in çizgisi ile Öcalan’ın çizgisi arasındaki nitelikfarkını, tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Bu, taktik değil, stratejik bir farktır. Zira hedefi burjuvazinin siyasal sınıf iktidarını
yıkmak ve sosyalizmi kurmak olan devrimci bir çizgi ile“bu sorunu çözersen, bölgenin en güçlü devletisensin” diyen, sistemi reforme etmek isteyen birçizginin iki farklı dünya görüşüne tekabül ettiği kolaycaanlaşılır. İlki, yani Mahirler’in çizgisi, egemen sınıfolarak örgütlenmiş burjuva iktidarını yıkmayı, işçi sınıfıve emekçilerin iktidarını kurmayı stratejik bir hedefolarak saptıyor. İkincisi, yani Öcalan’ın çizgisi ise, bukokuşmuş sistemin sivriliklerini törpülemeye odaklıdır.Nitekim “Kürt sorununu çözerseniz bölgesel güçolursunuz” söylemi, -sermaye iktidarının böyle birgücü veya niyetinin olup olmamasından bağımsızolarak- burjuva sistemi güçlendirecek bir yolönerildiğine işaret ediyor.
Sonuç olarak vurgulayalım ki, Öcalan’ın mesajınındevamında yer alan, “İsyanı 40 yıldır yaptık biz ve şuanbarış ve müzakere sürecini yürütüyoruz. DolayısıylaHDP bu isyanı yaptığımız için barış ve müzakeresürecini güçlendirecek şekilde bir tavır ortayakoymalı…” şeklindeki ifadeler, HDP’nin, gerçekteMahirler’in emanetini devralma gücünden yoksunolduğunu zaten ortaya koyuyor.
Siyasal gelişmeler ve işçi sınıfına politikgündemler üzerinden müdahalenin önemi
Siyasal gelişmeler bakımından hayli hareketli bir
dönemden geçiyoruz. Dışarıda Suriye sorunu ve
emperyalist saldırganlık, bölgesel bir boyut kazanan
Kürt sorunu, içeride öne çıkan halk hareketi, AKP
paketleri, seçimler vb. gündemler, kitlelerin politik
duyarlılıklarını arttırmakta, politik yaşama ve
mücadeleye ilgiyi güçlendirmektedir.
Buradaki temel zaafiyet alanı ise halihazırda bu
gündemlerin büyük oranda burjuvazi ve düzen siyaseti
tarafından belirleniyor ve yönetiliyor olmasıdır. İşçi
sınıfı ve emekçilerin bu gündemlere karşı kendi sınıf
konumları üzerinden bağımsız-politik bir tutum
geliştiremiyor olmaları, yazık ki, dönüp burjuva
politikalarının arkasında sürüklenmelerine yol
açmaktadır.
Öte yandan bu aynı gerçeklik, işçi sınıfına politik
gündemler üzerinden müdahale etmenin önemini ve
yakıcılığını döne döne ortaya koymaktadır. Dahası
güncel siyasal gelişmeler bu açıdan giderek daha çok
olanak sunmaktadır. Zira sermaye devletinin politik
açıdan yaşadığı açmazlar bir dizi cephede
derinleşmekte, kitleler nezdinde giderek tartışmalı
hale gelmekte ve yıpranmaktadır. Bunun en çarpıcı
örneği Suriye’de saplandıkları bataklıktır. Yine AKP
iktidarı şahsında sermaye devletinin Kürt sorunu
üzerinden yaşadığı açmazlar her geçen gün
derinleşmekte, “demokrasi paketleri” ya da müzakere
aldatmacaları çizilen imajlarını örtmeye
yetmemektedir. Bu ve benzeri gelişmeler işçi ve
emekçilerin düzen siyasetine olan güvenlerini
zayıflatmakta, dahası politizasyon süreçlerini
hızlandırmaktadır.
Bu türden gelişmelerin önümüzdeki günlerde sınıf
ve emekçi kitleleri giderek devrimci politikaya daha
açık bir hale getireceğinden ise kuşku duymamak
gerekiyor.
Günün çağırısı: Devrime hazırlık!
Özetle, önümüzdeki dönemde gerek politik
gündemler üzerinden, gerekse iktisadi-sosyal sorunlar
temelinde sınıf ve emekçi kitlelere etkili, sürekli ve
bütünlüklü müdahaleler gerçekleştirmenin önemi çok
daha artmış bulunmaktadır. Bir taraftan iktisadi-sosyal
sorunlar ile politik gündemlerin ilişkisini kurarak etkili
bir düzen teşhiri yapmak, öte yandan sınıf ve emekçi
kitleleri devrime kazanmak ve devrimin gücünü
örgütlemek; günün en temel görevi budur.
Bunun yolu ise iktisadi-sosyal sorunlarla bir arada
politik gündemlere dayalı etkin bir faaliyet düzeyi
ortaya koymaktan geçmektedir.
“Bütün bunlardan günümüz dünyasında her gerçek
devrimci partiyi bekleyen en temel, en dolaysız, en
öncelikli görev de kendiliğinden çıkmaktadır: Kendi
toplumunun işçi sınıfını devrime hazırlamak, kendi
devrimci hazırlığının esas kapsamını bununla
anlamlandırmak, aynı anlama gelmek üzere, parti ile
sınıfın devrimci birliğini her günkü mücadele içinde
geliştirip güçlendirerek geleceğe taşımak. Bu aynı
zamanda bugünkü koşullarda proleter dünya devrimi
sürecine en büyük, en anlamlı katkı, dolayısıyla
proletarya enternasyonalizminin de en temel
gereklerindendir.” (TKİP IV. Kongre Bildirisi -www.tkip.org)
Mahir’in çizgisi,devrim vesosyalizminçizgisidir!
Yerel seçimler yaklaşırken hem içeride hemdışarıda sıkışan AKP iktidarı, Kürt hareketini seçimtarihine kadar oyalamakta zorlanmaya başladı. Kürthareketinin gerillayı sınır dışına çekmeye başlamasınınüzerinden aylar geçmesine rağmen, sermayeiktidarının Kürt sorununun düzen içi/iğreti çözümüyönünde bile tek bir adım atmaması üzerine, “barışsüreci”nde başlayan sorunlar farklı boyutlar kazanarakdevam ediyor.
AKP iktidarının demagojilerine bakılırsa, “barışsüreci” sağlıklı bir şekilde ilerliyor. Oysa Kürt halkınıntemel sorunlarının çözümü yönünde en ufak bir adımbile atılmadığı gibi, “demokratikleşme” diyepazarlanan “AKP’nin paketi”nden, polis devletinintahkim edilmesi ve dinci gericiliğin daha dayaygınlaştırılmasından öte bir şey çıkmadı. Bir kezdaha görüldü ki, gösteri yapma hakkını kullanangençleri bile katledecek kadar zorbalaşan,demokratikleşme adıyla polis devletini tahkim edenbir iktidardan Kürt sorununa çözüm beklemek,“olmayacak duaya amin” demekten başka bir anlamtaşımıyor.
Dinci-gericiliğin harcı olmayan işler…
Kapitalizmin yarattığı ve döne döne yenidenürettiği ulusal baskı ve inkâr, özü itibarıyla demokratikbir sorundur. Teorik olarak bu sistem içindeçözülebilecek bir sorun olmasına rağmen, burjuvazinintarihsel olarak bu yeteneğini yitirmiş olması,yaşadığımız çağda ulusal sorunun gerçek çözümünü,bir devrim sorunu olarak karşımıza çıkartıyor.
Köklü çözüm bir yana, düzen içi, iğreti bir araçözüm bile sistemin belli ölçülerdedemokratikleşmesini zorunlu kılıyor. Demek ki, böylebir çözüm için ilkin düzen içi sınırlarda da olsa Kürthalkının bazı demokratik taleplerini -tabir uygunsa-sindirebilecek bir burjuva iktidarın olması gerekiyor.İkincisi bu burjuva iktidarın sistemin iğreti de olsa“demokratikleşmesi”nden işçi ve emekçilerin de şuveya bu şekilde yararlanmasına tahammül edebilecekbir durumda olması gerekiyor.
Bu iki meziyet, dinci-gerici burjuva akımda olmayanve tarihsel olarak olması da mümkün olmayanşeylerdir. AKP iktidarının yıllardır Kürt sorunuylaoynaması, ancak bu konuda tek bir somut adımatmaması bir rastlantı değil. Abdullah Öcalan’ı beşdefa aldatan, PKK’nin dokuz kez ilan ettiği ateşkessüreçlerini sabote eden, Kürt hareketiyle seçimlerikazanmaya endeksli oyalayıcı görüşmeler yapan dinci-gerici iktidarın bu rezil tutumu, sınırlarını da gösteriyoraynı zamanda.
Dinci-gerici burjuva akım, asgari sınırlarda bile,burjuva demokratik hakların Kürt halkı veya emekçilertarafından kullanılmasını gözü dönmüş bir zorbalıklaengellemeye çalışıyor. On yılı aşan pratiği ile zorbalığınıdünya aleme göstermiş, kullanıp bir kenara attığıburjuva liberaller bile AKP iktidarının polis devletinitahkim ettiğini itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Bu
böyleyse eğer, dinci-gericilikten özelde Kürt sorununagenelde demokratik sorunlara çözüm üretmesi değil,bu sorunları daha da derinleştirmesi beklenebilirancak. Kürt halkı, işçi-emekçiler ve tüm ezilenler enbasit bir demokratik kazanım için bile, bu gerici-zorbaiktidara karşı mücadele etmek zorundadırlar.
Dinci-gerici burjuva iktidarın aymazlığı
Allayıp pulladığı “barış sürecini” kendi eliyle saboteeden AKP iktidarı, Kürt halkına karşı küstahçasaldırganlığını sürdürmekle kalmıyor, aynı anda Kürthareketini dizayn etme işine de soyunuyor. Şef TayyipErdoğan’la müritleri, Kürt hareketini hedef alanvaazlara son dönemde ağırlık vermeye başladılar. Kürthareketini hedef alan saldırgan bir üslup kullanandinci-gerici şefler, bu hareket içindeki farklı görüşleriistismar ederek Kürtleri birbirine düşürme taktiğine desarılmış görünüyorlar.
Her şeyi dizayn etme cüretini kendinde bulan dinci-Amerikancı burjuva akım, işi Kürt hareketine ayarçekme noktasına vardırabildi. Bu haddini bilmeztutum, Kürt hareketinin dinci-gerici akımla kurduğu“hayırhah” ilişkiden bağımsız ele alınamaz elbet.Özgürlük ve eşitlik talebi için mücadele eden Kürthalkının önemli bir kesiminin desteğine dayanan Kürthareketini bile kendine göre dizayn etmeye kalkışanAKP iktidarı, haddini aşan işlere de kalkışmaya başladı.Dinci-Amerikancıların bu dengesiz teşebbüslerininhangi noktaya varacağı, Kürt hareketinin tutumunabağlı olacaktır.
Çıkış yolu Kürt halkınıngerçek dostlarıyla buluşmasıdır
Dinci-gerici burjuva iktidarın haddini aşmasınafırsat veren, Kürt hareketinin bu iktidardan beklentiiçinde olması ve arayı iyi tutmak için çaba sarfetmesidir. AKP’nin bu cüreti sürdürüpsürdüremeyeceğini, bu aşamadan sonra Kürthareketinin tutumu belirleyecektir.
Kürt liderler, dinci-Amerikancı iktidarın niyetini çok
iyi biliyorlar. Nitekim KCK yöneticilerinin AKP’ninzihniyetiyle ilgili saptamaları bunu somut olarak ortayakoyuyor.
Stêrk TV’de yayınlanan özel bir programa katılanKCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, tabloyuşöyle çiziyor: “Süreci biz geliştirirken diğer taraftanhükümet, devlet ciddi bir tasfiye planı içerisinde oldu.Devlet ve AKP tarafından sürecin ilerlemesi buanlamda yasal bir prosedüre kavuşturulması içinherhangi bir adım olmadı…”
Keza aynı programda, AKP’nin süreci bir oyalamasiyasetiyle götürdüğünü, ateşkes sürecinin tıkandığını,hatta kendileri açısından bittiğini belirten KCK liderleri,bunun nedeninin Kürt hareketinin tüm çabalarınarağmen Türk devletinin çözüme kapalı, demokratik birzihniyetten uzak, her şeyi kendi tekeli altındageliştirmek isteyen yaklaşımından kaynaklandığınıvurguluyorlar.
Öte yandan avukatlarıyla görüşen Abdullah Öcalanise, Mahir Çayan’ın emanetini 40 yıldır taşıdığını iddiaetti. Bu açıklama, pratik bir tutumla birleştirilecek mi?Bu pek olası görünmüyor. Zira Çayan ve yoldaşlarınınyıkmak için mücadele ettikleri burjuva devletleanlaşmak için çaba sarf eden Öcalan liderliğindeki Kürthareketi, bu haliyle farklı bir yerde duruyor.
Kürt hareketinin pratik tutumu ile liderlerinaçıklamaları arasında ciddi bir açı oluşmuş görünüyor.Dinci-gerici burjuva iktidarın giderekpervasızlaşmasına fırsat veren temel etmenlerden biri,Kürt hareketinin yaşadığı bu ikilem olsa gerek.
Dinci-Amerikancı iktidarın politikaları, bu ikileminzaman geçirmeden aşılmasını dayatıyor. Aksi haldeKürt halkına bölgesel çapta düşmanlık yapan AKPiktidarı, bir kez daha siyasi konumunu güçlendirmekiçin Kürt hareketini kullanabilme fırsatınıyakalayacaktır.
Bu koşullarda ikilemin aşılması, Kürt hareketinintemelden yoksun beklentileri bir kenara atması,yüzünü dinci-Amerikancılara değil, Kürt halkınıngerçek dostları olan işçi sınıfına, emekçilere ve ilerici-devrimci güçlere çevirmesi anlamına gelir. Vurgulamakgerekiyor ki, Kürt halkının temel talepleriningerçekleşmesinin yegane yolu da buradan geçiyor.
Kürt hareketine “ayar çekme” manevraları
İşbirlikçi sermaye iktidarının saldırgan, mezhepçi veçihatcı terör yanlısı dış politikasının belirli birevresinde sona gelindi. İşbirlikçi iktidarın kraldan çokkralcı politikaları efendilerinin taktik hamlelerindekideğişiklik sonucu suya düştü. Mazlum edebiyatı ilebirlikte asıp kesmeler ve kükremelerin yerini bir keredaha başı öne eğik uşaklık politikası aldı. Sonhaftalarda yaşanılan değişimler “bağımsız, başı dik dışpolitika” sözünün işbirlikçi AKP iktidarında bir hiçiifade etiğini bir kez daha teyit etmiş oldu. Keza onlarınen başı dik dış politikası ancak o başa çuval girenekadar olabilir.
Suriye’deki kirli savaşın başından bugüne el Kaideçizgisindeki çeteleri silahlandıran, lojistik desteksağlayan ve söylemleriyle onlara arka çıkan AKPiktidarı, Suriye bataklığında yapayalnız kalınca“özgürlük savaşçıları”na olan destek politikasınamakyaj yapmak zorunda kaldı. Bunun üzerine el Kaide,silah ve lojistik desteğin kesilmesi durumundaTürkiye’de yeni Reyhanlılar yaratacağını açıkladı.Hatırlanacağı gibi AKP iktidarı Reyhanlı saldırısınıSuriye’deki cihatçıların yaptığını kabul etmemiş, hattaakan kanı Suriye’ye yönelik askeri saldırı için birsıçrama tahtası olarak değerlendirmek istemişti.Saldırının üzerinden az bir süre geçmesine rağmenolay kimi sol gruplara ve Esad rejimine yüklenmişti.Ama yıllardır Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaştakullanılan bu tür kontra eylemler failin de kimlerolduğunu gayet iyi gösteriyordu. Türk istihbaratı ve elKaide ortak yapımı bir provokasyon ile onlarca kişihayatını kaybetti. Bunca kara propagandanın ardındancihatçıların eylemi üstlenmesi de AKP’yi köşeyesıkıştıran noktalardan biri oldu.
İktidarı aslolarak zora sokan ve iflasa sürükleyen isepervasız, saldırgan dış politika çizgisiydi. Bu “bağımsız”,saldırgan politika, emperyalistlerin Suriye’ye şimdiliksaldırmaktan vazgeçmeleri üzerine çöktü. Üç gündeŞam’a girecek Türk ordusu ise zalimin zulmünüizlemeye devam etti. Sadece ABD önderliğindeki batılıemperyalistlerin şimdilik askeri operasyonu uygungörmediği için. İşte bu yüzden Erdoğan’ın ağzındanBatı emperyalizmine sitem dolu sözler dökülmeyebaşladı. Gelinen nokada ise besledikleri “özgürlüksavaşçılarını” tutuklamak ya da top ateşiyle vurmakzorunda kalıyorlar. Suriye’yi fethetme pahasınaçetelere verilen destek şu an kendine özgü bir Pakistanolma korkusuna dönüşmüş bulunuyor.
Batı medyası da öte yandan Erdoğan’ın Suriye’dekiteröre destek verdiğini dillendirmeye başladı. İnsanhakları örgütlerinin Lazkiye’deki katliamın başlıcasorumlularından birinin Türk devleti olduğunusöylemeleri AKP’yi oldukça zor bir durumda bıraktı.Bundan kaynaklı bazı taktik değişikliklere imza atmakzorunda kaldılar. Ancak girdikleri bataklıktan çıkıpçıkamayacakları ise meçhul. Esad rejiminin sahada vediplomaside yaptığı ataklar ile yalnızlaşan gerici iktidar,şimdi yaralarını sararak imajını tazelemeye çalışacak.Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, AKP’nin Suriye politikasıtam anlamıyla iflas noktasına gelmiş bulunuyor.
Batı medyasının amiral gemilerinden Türk
devletine atılan toplar da aslolarak bahsettiğimiz“kraldan çok kralcı” olma tutumunu hedeflemektedir.Zira Batılı emperyalistler de cihatçıları destekleyipbeslemiş, ancak özellikle ABD, bu gruplar içerisinde elKaide çizgisindekileri istemediğini ifade etmi ve,ÖSO’dan el Kaide ile aralarına set çekmesini istemişti.İlk başta bu tutumdan rahatsız olan ÖSO’cularilerleyen zamanlarda efendilerini dinleyerek Kaide’yekarşı Kuzey Fırtınası’nı kurdular. El Kaide’ye en büyükdestek, ÖSO onlarla çatışırken dahi Türk sermayedevletinden gitti. AKP iktidarı Esad karşıtı cepheninbölünmesini istemedi. Tabi emperyalist efendileriuşaklarının kulaklarını çekene kadar.
Şu anda AKP iktidarı Suriye’deki cihatçılara dahasert davranışlar sergiliyor. Daha önce cihatçılarınsarılıp saklanması, açığa çıktıklarında apar-topargözden kaçırılmarına şahit olmuştuk. Gelinen yerdeKuzey Fırtınası üyelerinin birinin tutuklanıpdiğerlerinin sınırdışı edilmesi ve El Kaide mevzilerininbombalanması gibi imaj tazeleme yönünde atılanadımlar atmak zorunda kalmımış bulunuyorlar. FakatTürk sermaye devleti bu grupları Rojava halkınınyükselttiği özgürlük bayrağına karşı da kullanmakisteyecektir. Ayrıca Batı’nın istemediği grupları devre
dışı bırakarak sahada ve eğer yapılabilirse Cenevre’desöz sahibi olmak amacı gütmektedir.
Son dönemde Batı medyasında gündeme gelenMİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik eleştiriler onunşahsında Türk devletine yöneliktir. Batı medyasındakisiyonist-neo-conların bazı abartılarını çıkartırsak,sermaye devletinin emperyalist merkezlerinçizgisinden sapmaması yönünde uyarılar olarak daokunabilirler. Yoksa Dışişleri’nin ve MİT’in emperyalistmerkezlerin çıkarlarına ters düşecek adımlar atmasınapek de fazla müsamaha gösterilmez. Zira bu hatalaraptallık boyutuna varırsa bunun emperyalist dünyadabazı yaptırımları olacağını en iyi ve en dolaysız birşekilde Türk sermaye devleti bilmektedir.
AKP iktidarının 2. Cenevre görüşmelerinin tekrargündeme gelmesi ve Suriye’ye dönük savaşalternatifinin şimdilik rafa kaldırılmasındanhoşlanmadığı açık. Ancak bunu değiştirebilecek birgüce de sahip değil. Zira oyunun kuralları emperyalistmerkezlerde yazılıyor. Tüm bunlarla birlikteemperyalist ABD’nin Washington’daki sözcülerinin debelittiği gibi, Türk devleti belli sapmalar yaşasa da halaonların “stratejik müttefiki” ve bölgedeki başlıcatetikçilerinden birisidir.
Dış politikada hazin çırpınışlar!
Suriye’de gerici çetelerin kısır terör dışında bir şeyyapamamaları, gelinen yerde Baas yönetimini yıkmaumudunu yitirmeleri, bu güdümlü güçlerde bir yandanparçalanmalara neden oldu. Öte yandan yenioluşumlara gitme arayışını beraberinde getirdi. Rusyaile ABD’nin 2. Cenevre Konferansı’nı toplamakonusunda anlaşmaya varmaları ise, bu süreci daha dahızlandırdı.
Gelişmeler, bu çetelere destek veren AKP iktidarınıda şaşırtmış görünüyor. Zira ne pahasına olursa olsunEsad yönetimini yıkmaya odaklanan AKP politikasınıntutunduğu dallar çürük çıktı. İlke, ahlak yoksunugüdümlü silahlı çetelerin Baas yönetimini yıkmalarınıbeklemek, Tayyip Erdoğan’la müritlerini, “kendini darıambarında hisseden aç tavuk” durumuna düşürdü.Çetelerden umudu kesen dinci-Amerikancı iktidar, budefa emperyalist savaştan medet ummaya başladı.Zira en az sekiz ay sürecek NATO bombardımanıylaSuriye’nin sağlam kalan yerlerinin de yıkılması nasılsaEsad’ın defterini dürerdi…
Gelin görün ki, NATO füzelerine bağlanan umutlarda boşa düştü. Rusya’nın kullandığı inisiyatif ve ABDhükümetinin iflasın eşiğinde olması savaşı engelledi.İki hesabı da çürük çıkan Erdoğan-Davutoğlu ikilisi,haliyle derin bir hayal kırıklığına sürüklendi.
Olayların bu noktaya gelmesi nedeniyle, dünekadar “Suriye’nin tek meşru temsilcisi” ilan ettiklerigerici terör örgütlerine karşı tutumlarında, zorunluolarak bazı “değişiklikler” yaptılar.
Önce 2.5 yıldan beri tam destek verdikleri cihatçılariçin terör örgütü tanımı kabul edildi. Ardından malvarlıklarını dondurma kararı çıkarıldı. Son iki günde ise,sınır hattında top atışı ile karşılık verildi ve Türkiye’yekaçan Kuzey Kasırgası Tugayı üyelerinden biritutuklandı.
Zorunluluktan dolayı cihatçı çetelere karşı atılan bu
adımlar, sermaye hükümeti AKP’nin temel politikası
olan savaş ve saldırganlık isteğinin geri çekildiği
anlamına gelmiyor. Fakat emperyalist efendilerinden
bağımsız bir işgal politikası uygulama gücünden
yoksun olan AKP, Cenevre Konferansı ve kimyasal
silahların imhasının başladığı bir süreçte, emperyalist
savaş çığırtkanlığında yalnız kalınca, efendileri için
pratiğini değiştirmek zorunda kaldı.
Suriye’deki gerici çetelere yönelik destek ve himaye
devam ettirilirken, çetelere karşı alınan bazı
önlemlerle savaş kışkırtıcılığı unutturulmak isteniyor.
Suriye sınırına atılan 4 top mermisi ve 85 kişilik sınırı
geçen Kuzey Kasırgası Tugayı’ndan, sadece bir kişinin
tutuklanmasının bundan öteye bir anlamı yoktur.
AKP iktidarının cihatçı çetelere karşı attığı bazı
göstermelik adımlar üzerinden “çetelere savaş ilan
edildi” havası yaratmaya çalışıyorlar. Oysa gerici
çetelerin mülteci kamplarındaki etkinliğinden, lojistik
kaynaklarının Türkiye üzerinden sağlanmasına kadar
yıllardır yürütülen pratikte, kayda değer bir değişiklik
görünmüyor.
Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz aylarda El Kaide
üyeleri Adana’da sarin gazıyla birlikte yakalanmış, dava
sürecinde tutuklu çete üyeleri serbest bırakılıp dosya
örtbas edilmişti. Yine sözde Suriye’deki çetecilere
yönelik yaptırım uygulayan AKP iktidarı, aynı zamanda
bu çetelerin katliama imza attığı Reyhanlı’da bir dizi
çete üyesini toplayarak, kendisiyle uyumlu yeni bir
oluşum şekillendiriyor. Çeteciler artık Anadolu’nun bir
dizi kentinde tetikçi devşirme faaliyetleri yürütürken,
kendi okullarını, sağlık merkezlerini açarken gündeme
getirilen yaptırımlar, görüntüyü kurtarma çabasından
öte bir anlam taşımıyor.
AKP-cihatçı çeteler ittifakısona mı eriyor?
AKP iktidarı çete şefleriniReyhanlı’da topladı…
Yüzlerce kişinin öldüğü veya yaralandığı
saldırının üstünü örtmeye çalışan AKP iktidarı,
Reyhanlı halkına nispet yaparcasına, çete şeflerini
bu ilçede biraraya getirdi.
Türk devletinin organize ettiği toplantıya
katılmak için Suriye’nin farklı kentlerinden
gelenlerin, silahlı veya sivil 106 farklı çete, örgüt ve
gruba bağlı oldukları bildirildi.
Toplantı sonrasında ortak bir bildiri yayınlayan
güdümlü muhalefetin bu kesimi, “Özgür Suriyeliler
Birliği” kurduklarını ilan ettiler. Suriye’de rejimi
yıkmak için savaşa devam edeceğini açıklayan yeni
oluşum, kuracakları yeni rejimin çoğulcu olacağını,
Suriye’nin 1950 anayasasını temel alacağını ve farklı
etnik, dinsel, mezhepsel aidiyetlere mensup
Suriyelileri temsil edeceğini iddia ettiler.
Sayının kabarık olmasına rağmen, oluşuma
katılanların, doğrudan AKP iktidarıyla işbirliği içinde
olanlardan ibaret kaldığı gözlendi. Zira çatışmalarda
yer alan ve kayda değer gücü olan çetelerin hiçbiri
bu oluşuma dahil değil. Belli başlı muhalif siyasal
güçler de bu oluşumdan uzak kaldı.
Görünen o ki, AKP iktidarı, yerel çeteler dışında
dayanak olarak kullanabileceği kuklalardan yoksun
kalmıştır. 2.5 yıldır çetelere her türlü yardımı
sağlayarak Suriyelilerin kanına batan iktidar, belli ki,
emperyalistlerin ve körfez şeyhlerinin güttüğü
muhalefetin temel güçleri üzerindeki etkisini,
önemli ölçüde yitirmiştir.
Rusya-ABD ikilisinin 2. Cenevre Konferansı’nı
toplamak için hazırlığa başlaması, AKP iktidarını,
“koz” olarak kullanabileceği bir güç devşirme
telaşına düşürmüş görünüyor. Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu’nun “Türkiye de 2. Cenevre
Konferansı’na katılmalıdır” açıklamasıyla aynı
günlerde gerçekleşen Reyhanlı toplantısı, dinci-
Amerikancı iktidarın, muhatap alınabilmek için bu
toplantıyı organize etmiş olma ihtimalini arttırıyor.
Bu girişime rağmen, AKP iktidarının –toplanırsa
eğer- 2. Cenevre Konferansı’nda söz sahibi olması
kolay değil. AKP iktidarıyla sıkı işbirliği içinde olduğu
gözlenen bu yeni oluşumun, Suriye rejimini yıkıp
yeni bir rejim kuracağı iddiasının ciddiye
alınabilecek bir yanı bulunmuyor. Kaldı ki, AKP gibi
dinci-Amerikancı bir güce umut bağlayanlardan,
yıkıcı savaşın ağır bedelini ödeyen Suriye halkına
zerre kadar fayda gelemez…
Sermaye devletinin Alevilere yönelik saldırılarısürüyor. Cami-cemevi projesi geçtiğimiz günlerdegündeme gelmişti. Şimdi de Alevi dedelerine maaşbağlanmasını, tüm Alevi derneklerinin mal varlıkları ilebirlikte Cem Vakfı bünyesine alınmasına yönelikhazırlıklar gündeme geldi. Alevilere yönelik saldırılarınparçası olan bu girişimlere yönelik ilerici Alevi örgütleritepki gösterdiler.
Asimilasyon saldırılarının taşıyıcısı Cem Vakfı
Fethullah Gülen patentli cami-cemevi asimilasyonprojesinin de altında imzası olan Cem Vakfı, 2 Kasım’da1500 Alevi dedesi ile İstanbul’da toplantı yapmayahazırlanıyor. Bostancı Gösteri Merkezi’nde yapılacakolan toplantı ile Alevi dedelerinin Diyanetin denetimialtına alınması, Aleviler’in inancının Diyanet’in kalınduvarları arasında boğulmasına dair planlar elealınacak. Daha şimdiden Alevilerin Diyanet’e bağlıAlevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı bünyesinealınması tartışılmaya başlandı. Aleviler’inasimilasyonuna yönelik saldırı planları içinde Aleviderneklerinin kapatılarak mal varlıklarının CemVakfı’na devredilmesi de var.
Alevilere yönelik asimilasyon, aynı anlama gelmeküzere sünnileştirme projesinin taşeronluğunu CemVakfı üstlendi. Cem Vakfı’nın önderi pozlarında AKPiktidarının dümenine su taşıyan ve Fethullah Gülen’leyan yana olmaktan zerre kadar utanç duymayanİzzettin Doğan daha önce de cami-cemevi projesinetam destek vermişti. Bu desteğin karşılıksız kalmadığıortaya çıktı. Alevi örgütlerinin Cem Vakfı tahakkümüaltına alınması ve mal varlıklarının Cem Vakfı’na devriAKP iktidarının İzzetti Doğan’ı ödüllendirdiği gerçeğininaçık kanıtıdır.
Cem Vakfı’nın başında bulunan çağımızın HızırPaşası İzzettin Doğan hayatını yaşamının her Aleviemekçileri devletle bütünleştirme alçaklığına adadı.Aleviler’in haklarına ve geleceklerine sahip çıkmayayönelik mücadelesi karşısında devletin faşistsaldırılarına tam destek verdi. Her dönemdesermayenin faşist devletinin eteklerinde konakladı.Sermaye devletinin Alevilere yönelik asimilasyonpolitikalarının Aleviler içinde pazarlamacılığınasoyundu. Bu alçaklıklarından dolayı düzen İzzettinDoğan ve örgütünü el üstünde tuttu, ödüllendirdi.
AKP iktidarı neden Cem Vakfı ve lideriniödüllendiriyor? AKP iktidarının desteğinin
nedenlerinden birincisi; Cem Vakfı ve liderinin Alevileriemperyalistlerce ortaya atılan “Ilımlı İslam” projesiçerçevesinde İslam’ın içinde eritmek, sermayedüzenine yamamak için tüm hünerini sergilemedegösterdiği maharettir. Aleviler’in sol hareketlerle, Kürthareketiyle bir araya gelmemesi için, bir başka deyişledevletin güdümünden çıkmaması ve düzenle barışıkolması için çaba göstermesidir. Bu hizmetlerindendolayı İzzettin Doğan’a, Süleyman Demirel ve TansuÇiller tarafından örtülü ödenekten para aktarılmıştı.Alevileri yanıltmak için Aleviliği çağrıştıracak bir isimseçilerek ‘Cumhuriyetçi Eğitim Merkezi’ (CEM) vakfıkurdurulmuştu.
Cem Vakfı ve lideri İzzettin Doğan daha bundanbirkaç yıl öncesine kadar Alevileri düzen partileri CHPve MHP’ye oy vermeye çağırıyordu. 2007’de ayyukaçıkan düzenin klikleri arasındaki çatışmada ordumerkezli kliğin cephesinde yer almıştı. Kliklerarasındaki çatışmadan kârlı çıkan AKP oldu. Ordumerkezli kliğe yönelik operasyonlar nedeniyle etekleritutuşan Cem Vakfı ve lideri İzzettin Doğan AKPiktidarına göz kırpmaya başladı. Fethullah Gülen,İzzettin Doğan birlikteliği de bu dönemde ete-kemiğebüründü.
İlerici Alevi örgütlerinin haklı tepkileri…
Demokratik Alevi hareketinin içinde yer alan ilericiAlevi örgütleri, AKP iktidarının Cem Vakfı’nı kullanarakAlevi dedelerini Diyanet çatısı altına alma çabasınadönük tepkilerini ortaya koydular. Sermaye devletininasimilasyon politikalarına hizmet eden ve Alevileridüzene bağlamak için var gücüyle çalışan Cem Vakfı’nada tepki gösterdiler. “Bu saatten sonra biz Alevilerolarak işbirlikçi, asimilasyon projelerinde yer alanlaraasla taviz vermeyiz” dediler.
İlerici Alevi örgütleri Aleviliği esir almaya yöneliksaldırıları kınadılar. Diyanetin esaretini kabuletmeyeceklerini gösterdiler. AKP’nin geleneksel Türkİslamcı aklı ve İzzettin Doğan’ı bir arada kullandığınıifade ettiler. İzzettin Doğan eliyle türetilmeye çalışılandevşirme bir Alevilik yaratma çabalarına geçitvermeyeceklerini ilan ettiler.
İlerici Alevi örgütleri AKP hükümetinin vereceğirüşvetlere kanacak dedelerin, “Yol Düşkünü”olacaklarını yaptıkları açıklamalarda dile getirdiler.Dedeleri AKP iktidarı ve Cem Vakfı ortak yapımı olanbu oyuna gelmeyeceklerini ortaya koyan demokratik
Alevi kurumları 2 Kasım’da yapılacak düşkünler
toplantısına katılmamaları için dedeleri uyardılar.
Dinci parti ve Hızır Paşalar’ın oyununuboşa çıkarmak için…
Kuşkusuz Alevi toplumunun içinde değerlerine
ihanet eden, devlet imkânlarından yararlanmak için
çırpınan İzzettin Doğan türünden Hızır Paşalar ve CEM
Vakfı benzeri ihanet örgütleri ortaya çıkıp
sünnileştirme politikalarına omuz vereceklerdir.
Böylesi düşkünler, gerici devlet politikasına da destek
sunmaktadırlar. Ancak bu devlet Aleviciliğinin
temsilcileri Alevi emekçilerini hiçbir dönemde temsil
etmediler. Bundan sonra da temsil etmeyi
başaramayacaklardır.
Alevi emekçileri yaşadıkları baskı ve asimilasyon
politikalarına karşı, özgürlük ve eşitlik taleplerini, hak
ve özgürlüklerin tek tutarlı temsilcisi olan devrimci işçi
sınıfının öncülüğünde verilecek mücadele ile elde
edebilirler. Çünkü tutarlı bir demokrasi ve laiklik ancak
işçi sınıfının devrimci iktidarı altında mümkündür.
“İnanç ve vicdan özgürlüğü, din ve devlet işlerinin tam
ayrılığı, Diyanet’in dağıtılması, devletin dinsel
kurumlara her türlü yardımına son verilmesi, gericilik
yuvası tarikat ve cemaatlerin dağıtılması, mezhepsel
ayrıcalıklara ve baskılara son verilmesi” gibi taleplerin
tam olarak gerçekleşmesi ve inanç sömürüsünün kalıcı
olarak son bulması ancak sosyalizmle mümkündür.
Asimilasyon saldırılarınıntaşeronları işbaşında!
Aleviler 3 Kasım’daKadıköy’de!
Alevi örgütleri, ayrımcılığa, baskı ve asimilasyonpolitikalarına karşı meydanlara çıkmaya hazırlanıyor.Yaptıkları basın toplantısıyla 3 Kasım’da KadıköyMeydanı’nda olacaklarını duyuran Alevi örgütleri,talepleri için mücadeleyi büyüteceklerini ifadeettiler.
İstanbul’da Garip Dede Dergahı’nda yapılanbasın toplantısına Pir Sultan Abdal Kültür Derneği,Alevi Bektaşi Federasyonu, Avrupa Alevi BirlikleriFederasyonu ve diğer Alevi dernekleri katıldı.Açıklamada konuşma yapan Alevi kurum temsilcileriinkarcı, asimilasyoncu politikalara karşı eşityurttaşlık ve inanç özgürlüğü için alanlarda olacağızdedi. AKP iktidarının sermaye devletinin gerici-faşistpolitikalarını devam ettirdiği, gündeme gelendemokrasi paketlerinin birer aldatmaca olduğu veAleviler’e hiçbir şey vaat etmediği, AKP iktidarınıncami-cemevi benzeri uygulamalarla asimilasyonpolitikalarını derinleştirdiği yapılan konuşmalardaözellikle vurgulandı.
Basın toplantısı, talepleri için milyonlarcaAlevinin 3 Kasım’da Kadıköy’de olacağı belirtilereksona erdi.
Sermaye devleti işçi ve emekçiler üzerindekibaskısını arttırmak için zor aygıtlarını sürekli olarakyeniden tahkim ediyor.
Dinci-gerici sermaye hükümeti son birkaç yıldaEmniyet Müdürlüğü, istihbarat teşkilatları başta olmaküzere devletin zor aygıtlarına devasa harcamalaryaparak toplum üzerindeki baskısını arttırıyor. Sonbütçe döneminde açığa çıkan bir dizi gelişme budurumu tüm açıklığı ile ortaya seriyor.
Kamu kurumlarına ayrılan bütçe harcamalarınıdenetleyen Sayıştay’ın raporunda açığa çıkan verilerdevletin zor aygıtlarına ayırdığı bütçenin dışında kendiyasalarında dahi yeri olmayan harcamaların yapıldığınıgösterdi. Sayıştay’ın raporundan yansıyan bilgileregöre bütçeden kamu kurumlarına ayrılan payın dışında15 milyar harcandığı tespit edildi. Harcamaların büyükbir kısmının ise Emniyet Müdürlüğü, MİT Müsteşarlığıvb. gibi devletin zor aygıtlarına gittiği görülüyor.Burjuva düzenin yasalarına dahi aykırı yapılan ekharcamalar devletin kendi koyduğu yasaları dahi kâğıtparçasından ibaret gördüğünün kanıtı niteliğindedir.
Sayıştay raporunda ancak savaş ve seferberlikdönemlerinde yapılabileceği ifade edilen harcamalarınyapıldığı ifade ediliyor. Sayıştay’ın raporundanyansıyan 15 milyarlık açık sermaye hükümetininemekçilere karşı açık bir savaşa girdiğini gösteriyor.Devlet yıllık bütçe oluştururken en büyük payı ve ekharcamaları; içerde işçi ve emekçilerin haklı ve meşrumücadelelerini bastırmak için, dışarda ise Suriye’dekiçihatcı savaş çetelerine ve onların hizmetindeki Türkistihbarat birimlerinin faaliyetlerini güçlendirmek içinayırıyor.
Emekçiye biber gazı, cop, sefalet...
Yıllık bütçe hesaplarında işçi ve emekçilere her yılolduğu gibi yine sefalet öngörülüyor. Eğitim ve sağlıkbaşta olmak üzere toplumun en geniş kesimlerinesunulan hizmetlerin karşılanması için bütçeden ayrılanpay bu hizmetten yararlanması gerekenler göz önündebulundurulduğunda sürekli olarak azalıyor. Fakatemekçilerin en ufak hak talebini bastırmak için dahizor aygıtlarına ayrılan bütçe payı sürekli artıyor.İşçilerin ve emekçilerin ödediği vergiler ve dolaylıvergilerden oluşan bütçe emekçilere polis copu, bibergazı olarak geri dönüyor.
Milyonlarca işçi ve emekçinin sefalet koşullarında
yaşadığı, binlerce insanın sokaklarda yaşamayamahkum edildiği, on binlerce çocuğun yeterlibeslenemediği için öldüğü, yüz binlerce çocuğunmaddi nedenlerden kaynaklı ilköğretim okullarına dahigidemediği, yeterli öğretmen olmadığı için eğitimalamadığı bir ülkede bunlar sorun olarak görülmüyor.Bu sorunların çözümüne bütçede yer verilmiyor.
Militarizmi ve devlet terörünü artırmak için hiçbirharcamayı yapmaktan ise geri durmuyorlar.
Düzenin korkusu emekçilerin devrimci öfke patlaması ihtimalidir!
Sermaye düzeni zor aygıtlarını korkularındankaynaklı güçlendiriyor. İşçilerin, emekçilerin vetoplumun diğer ezilen kesimlerinin üzerindeki sömürüve baskı uygulamalarına karşı kitlelerin öfkepatlamasından korkuyorlar. Bunun için emekçileribaskı altına almak için her türlü kirli yöntemi hayatageçiriyorlar. Yıllık bütçeden baskı aygıtlarına ayrılanpaydaki artışlar bunun önemli bir göstergesidir. Bununda yetmediği yerde ek ödeneklerle baskı ve terörfaaliyetlerini arttırıyorlar. Sermaye devletininemekçilerden duyduğu korkuyu gerçeğe çevirmekdevrimci ve ilerici güçlerin en temel görevidir. Bununiçin işçi ve emekçileri düzenin baskı ve terörüne, açlıkve sefalet dayatmalarına, geleceksizliğe karşı mücadeleiçerisine çekmek öncelikli görevimizdir. İşçilerin veemekçilerin baskı düzenine karşı mücadelesinibüyütmediğimiz müddetçe alınan vergiler (haraçlar)baskı ve geleceksizlik olarak artarak geri dönecektir.
Sermaye düzeninin emperyalistler ve yerliişbirlikçilerinin çıkarları için hayata geçirdiğisilahlanmaya, polis terörüne, kardeş halklara karşıgerçekleştirilen saldırganlığa karşı mücadele etmeliyiz.“İşçilerin birliği halkların kardeşliği!” şiarınıyükseltmeliyiz. Toplumun ve insanlığın çıkarına birbütçenin oluşturulması için mücadeleyi büyütmeliyiz.Fakat unutmayalım ki emek sömürüsü üzerindenkendini üreten bu düzen varolduğu müddetçetoplumun ve insanlığın çıkarını gözeten bütçeleroluşturulmayacaktır. Bunun için eğitime, sağlığa vediğer toplumsal hizmetlere bütçeden daha fazla payayrılması mücadelesini bu düzeni teşhir eden ve işçisınıfının devrimci iktidarını alternatif olarak gösterenbir faaliyete konu etmeliyiz.
Sermaye düzenizor aygıtlarını güçlendiriyor!
2014 bütçesi emekçininvergi yükünü artıracak!
AKP iktidarı 2014 yılı bütçesini açıkladı.Açıklanan bütçenin yine emekçilerin omuzlarınabüyük bir vergi yükü bindireceği ise açık. Zira MaliyeBakanı Mehmet Şimşek, “Bütçe gelirlerinin 403,2milyar TL, vergi gelirlerinin 348,4 milyar TL, vergi dışıgelirlerin 54,8 milyar TL olarak gerçekleşmesinibekliyoruz” dedi. Açıklanan rakamlara göre sadeceÖTV’den 90 milyar gelir bekleniyor. Bunun kendisi,hedeflenen bütçenin 4’te 3’ünün vergiler üzerindensağlanacağı anlamına geliyor.
Maliye Bakanlığı tarafından duyurulan gelirvergisi tablosu şöyle:
- Gelir vergisi 70.8 milyar TL- Kurumlar vergisi 31.1 milyar TL- ÖTV 89.4 milyar TL- Dahilde alınan KDV 39.6 milyar TL- İthalatta alınan KDV 64.8 milyar TLYaptığı açıklamalarda 2014 Yılı Bütçesi’nin bir
seçim bütçesi olmadığını iddia eden Şimşek, “Malidisipline devam ediyoruz” dedi.
Bakan’dan özelleştimelere övgü
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bu yıl içerisindegerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarını ve 2Bkapsamında orman arazilerinin ranta açılmasıkonusunda atılan adımları övmekten de geridurmadı. Bakan Şimşek, binlerce işçinin çalışma veyaşam koşullarını derinden etkileyen, yinebinlercesinin işsiz kalmasına neden olanözelleştirme saldırıları ve 2B uygulamaları hakkındaşunları söyledi:
“Bu yıl özelleştirme gelir beklentimiz 4 milyar TLiken Eylül sonu itibarıyla bu hedefimizi ikiye katladıkve yaklaşık 8,3 milyar TL’lik gelire ulaştık. Öteyandan, 2B kapsamında 1 Ekim 2013 itibarıylatoplam satış bedeli 2,6 milyar TL’ye, tahsil edilengelir tutarı da 1,2 milyar TL’ye ulaşmıştır.Tahsilatların artarak devam etmesi beklenmesinerağmen 2B kapsamında elde edilmesi öngörülengelir tutarı 4,8 milyar TL’den 3 milyar TL’ye revizeedilmiştir.”
Savaş sanayisi pazarı geçtiğimiz günlerde önemligelişmelere sahne oldu. Dünyanın dört bir yanındaemperyalist-kapitalist güçlerin silahlanmaya ayırdıklarıbütçelerle yeni anlaşmalar imzalanıyor. Geçtiğimiz yıl‘savunma harcamaları’ adı altında dünyada 1,75trilyon dolar harcandığı ifade ediliyor. Bu anlaşmalardolaysız olarak yakın vadedeki savaş hazırlıklarına daişaret ettiği için ayrıca dikkate değer.
Savaş sanayindeki hareketlenmede bir özne deTürk sermaye devleti ve Türkiye’deki savaş sanayişirketleri. Türk sermaye devletinin palazlandırdığısavaş sanayi ihracatta önemli bir eşiğe gelmişbulunuyor. Bir dizi ülkenin silahlanmaya ayrılanbütçelerini de arttırdığı, sektörde önemli alışverişlerinyaşandığı bir dönemde Türkiye’deki şirketler de hedefbüyütüyor. Milyar dolarlarla ifade edilen bu alışverişlerelbette tek başına Türk burjuvazisini değil sektördekiemperyalist tekellerin de hareketlenmesine nedenoluyor.
Bu noktada Türk sermaye devletinin Çin’den füzesistemleri alma kararı önemli tartışmaların yaşandığıbir arenaya döndü.
Türk sermaye devleti uzun süredir alımı içinhazırlıklarını yaptığı karadan havaya füze savunmasistemi için açtığı ihalede kararını Çinli CPMIECşirketinden yana verdi. Çinli şirketin açıklanması baştaABD’li emperyalistler olmak üzere bir dizi efenditakımından eleştiriyle karşılandı. Patriot sistemininalınacağı üzerinden planlar kuran ABD ile ikincilseçenek sayılan İtalyan-Fransız ortak üretimi Samp-Tarasında bir tercih beklenirken Çinli şirket ihaleyi aldı.
İhaleyi hangi şirketin aldığına dair yapılanaçıklamalarsa bu alanda orta vadeli hedefler güdenTürk sermaye devletinin heveslerini gösteriyor. ZiraÇinli şirketin ucuz olmasından öte teknoloji transferi veortak üretim sunuyor olması tercihi belirledi. Savaşsanayinde daha ağır silahlar ve füzelerin üretimineyönelmek isteyenler için altyapıyı sağlayacakteknolojinin buradan sağlanması planlanıyor.
Elbette bu ihale sonucundan savaş sanayindepazarın büyük paylarını ellerinde tutan emperyalistülkeler ve tekelleri rahatsız oldular. Bundan dolayıdaha ihalenin ilk kararı açıklandığı andan itibaren ABDve NATO şeflerinden açıklamalarla uyarılar ardı ardınageldi.
“Türk yetkililerin son kararı vermeden önce bunugöz önüne alacağını düşünüyorum” diyen NATO GenelSekreteri Rasmussen, Brüksel’deki NATO SavunmaBakanları toplantısı sonrasında şu uyarılarınıtekrarladı: “Bu konudaki duruşumuz oldukça açıktır.Hangi ekipmanın satın alınacağı ulusal bir karardır veöyle kalacaktır. Ancak NATO’nun perspektifindenbakıldığında, elbette ki ulusların almayı planladıklarısistemlerin müttefik devletlerdeki benzer sistemlerleuyumlu olarak çalışabilmesi büyük önem arzetmektedir. Buna birlikte çalışabilirlik diyoruz.”
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf da “Türkhükümetinin, NATO sistemleriyle veya kolektifsavunma kabiliyetleriyle birlikte çalışmayacak bir füze
savunma sistemi için ABD’nin yaptırım uyguladığı birşirketle sözleşme görüşmeleri hakkında ciddikaygılarımızı ilettik” dedi.
Sözcü ayrıca ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin,Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile New York’taki BMGenel Kurulu sırasında, ABD’nin bu konudakikaygılarını konuştuğunu vurgulaması ABD’nin konuyaverdiği önemi gösteriyor.
Temelde uyarı NATO sistemleri ile füzelerinkoordine edilemeyeceği mazereti arkasına saklansa daasıl rahatsızlığın rakip şirkete ihale verilmesi veTürkiye’nin de pazara girme hevesi olduğu aşikar.Ayrıca CPMIEC’in ABD’nin daimi düşman listesindekiİran, Suriye ve Kuzey Kore devletlerine de satış yapıyorolması rahatsızlığın bir diğer boyutunu oluşturuyor.Ayrıca Çin’in bu önemli ihaleyi alması bir dizi ihaleyi dezincirleme etkileyecek, Çin’in pazarda söz sahibiolması için bir örnek oluşturacaktır. Çin devletininemperyalistlerle rekabet edecek etkinliğe ulaştığı birdizi sektörde olduğu gibi birçok tekelin önünü bualanda da kapatmaya başlaması efendileri huzursuzediyor. Düne kadar egemen oldukları pazarlarda şimdiucuz işgücü ile önemli bir avantaja sahip olan Çinkapitalizmi sahneye çıkıyor.
Türk sermaye devletinin Çinli CPMIEC kararındavurgulanan ‘bağımlılık’ ilişkisini bitirme iddiaları dabuna işaret ediyor. AKP iktidarının emperyalistefendilerden elbette bağımsız yürüyecekleri bir yolyok. Lakin daha etkin bir taşeronlukla pastadan alınanpayı büyütme derdine düşen başta AKP iktidarı olmaküzere bir bütün olarak Türk sermaye devleti, bu alandayatırımlarını ve ilişkilerini güçlendiriyor. Bugüne kadarküçük silah ve zırhlı araç pazarında dünyaya önemlisatışlar yapan Türk silah şirketleri artık helikopter,tank, İnsansız Hava Aracı, füze satışı hesapları yapıyor.Bu alandaki adımlardan biri olan “milli savaşhelikopteri” ATAK’ın ihracat girişimleri bunun sonörneklerinden birini oluşturuyor. Bizzat AKP şefleriningörevlendirildiği satış için Pakistan’a giden bakanlarınantlaşma çabası ABD engeline takıldı. Her ne kadar adı“milli” olsa da bugün tamamen yerli üretimyapabilecek teknolojiye sahip olunmadığındanhelikopterin motoru ABD lisansı ile üretiliyor. ABD’nin,ATAK helikopterlerinin motorundaki üretim şartnamesiile ihracatı engellediği haberleri yansıyor. Buhaberlerle ABD’nin füze ihalesi sonrası ikinci bir ihalekrizine izin vermeyerek Türk sermaye devletine yerinigösterdiği de görülüyor. ZiraAKP’li bakanlar, Pakistan’a ATAKhelikopterlerini ABD üretimihelikopterlere alternatif olaraklanse ediyordu. ABD kendipazarına satış girişimini‘bağımlılık’ilişkisininsözleşmeleriyledurdurmuş oldu.
ABD bir yandanşartnamelerdeki bağlayıcı kararlarla alttan alta mesaj
verirken on yıllardır uyguladığı askeri yardım ilemüdahaleyi pekiştiriyor. Hem Türkiye hem de Pakistanile kurulan ilişkilerde son günlerdeki yeni askerianlaşmalarla bu açıkça görülüyor. İki yıldır durdurulanPakistan’a askeri malzeme yardımı Pakistan BaşbakanıNazaf Şerif’in Washington ziyareti öncesi yenidenbaşlatılacağı açıklanırken diğer yandan Türkiye’de 108Skorsky askeri helikopterinin üretimi için sözleşmeimzalanıyor. Elbette üretilen helikopterlere silahmonte edilebilmesi ABD’nin vereceği izinlere bağlıolmak şartıyla.
ABD yönetimi sunduğu askeri anlaşmalarla işbirlikçidevletlerden isteklerini almaya devam ediyor. Savaşsanayinde bu kısa süre içerisinde yaşanan gelişmelerbile emperyalist-kapitalist sistemin çıkar ilişkileriniortaya seriyor. Savaş sanayi, emperyalist-kapitalistlerarasındaki çıkar hesaplarını ve savaş politikalarını dadolaysız olarak yansıtıyor.
Savaş sanayinde bu iki haftalık yoğun trafiksavaşlardan beslenen emperyalist düzenin, dünyanınemekçi halklarına kan ve gözyaşı dışında bir yol vaatetmediğini gösteriyor.
Türk sermaye devleti de bir yandan Esad yönetimikarşısında manipülatif açıklamalarla sözde barışsavunuculuğu yaparken diğer yandan emperyalistsavaşlarda etkin rol almak, dünyaya silah satmak içinçabalıyor. Bir dizi bilimsel kuruluşunu füze geliştirme,bomba araştırma-geliştirme için seferber ediyor.Sığınak delici akıllı bomba başlıklarından kısa menzillifüze denemelerine kadar devasa bütçeler ayrılan savaşsanayisinin tek başına ihracat için olmadığı dagörülüyor. Etkin taşeronluk kadar bölgede hegemonyahayalleri kuran AKP iktidarı, kendi savaşı için kendisilahlarını da üretiyor. Önümüzdeki süreçte gizliyürütülen nice savaş hazırlığının ete-kemiğe bürünmüşhaliyle karşımıza çıkacağı kesindir. Bugün övünülereksunulan her bir silahın kardeş halklara olduğu kadar buülkenin işçi sınıfına, ezilen halklara da doğrultulduğuunutulmamalıdır. Emperyalist işgal politikalarına,işbirlikçi savaş çığırtkanlığına, Kürt halkına dayatılanimha politikalarına karşı mücadele örülürken AKP’ninsavaş sanayine verdiği önem de teşhir edilmeli,
ikiyüzlü barış söylevlerinin arkasınagizlenen savaş hazırlıklarına işaretedilmelidir. Dünyanın içinden geçtiği
savaşlar ve bunalımlar dönemine kendicephesinden büyüme hayalleriylehazırlanan AKP iktidarına karşı
gerçek barışın sosyalizmdeolduğunun altını çizen bir
mücadeleyle çıkılabilmelidir.
Silaha yatırım dahegemonya krizi de büyüyor!
Direniş bir buçuk ayı geride bıraktı. Otuzlugünlerde bir protokol imzalandı ve protokolüngörüşme-imzalanma süreçleri bekleme ile geçirilerekeylemlere bile ara verildi. Protokolün imzalanması tekbaşına kritik ve belirleyici gibi kararı alınmış tümeylemlerden kopartılarak işletildi. Oysa protokolü bunoktaya getiren, belli taleplerin kabul edilmesine
neden olan direnişimizi gündeme taşıyan vepatronu sıkıştıran eylemlerdir. Protokolünimzalanması bir kazanım ancak henüz elde bir şeyyok. Protokolün imzalanması hiçbirimizdekazanma havasını yaratmamalıdır.
En şiddetli savaşlarda dahi bu tür görüşmeleryapılmakta, protokoller imzalanmaktadır. Diğertaraftan savaşların öncesinde saldırmazlıkanlaşmaları bile imzalanmakta ama savaştan geridurulmamaktadır. Çoğu kere işçilere kazanımdiye sunulan şeylerin nasıl kayıplara yol açtığı daunutulmamalıdır. Mahkemelerde kazananişçilerin patronun malına dokunamadığı gibi birgerçek varken protokolün veya başkagörüşmelerin tek başına bağlayıcı olduğudüşünülüp eylemsizlikle bu direniş
boğulmamalıdır. Gün be gün rehavete kapılmak enbüyük tehlikedir. Karşımızda hala vicdana gelmesi
beklenilen bir insan değil, son derece tecrübeli, işininehli bir hırsız olduğu unutulmamalıdır. Bugüne kadardiğer sömürücü asalaklar gibi bizlerin emeğindençalarak, hakkımızı vermeyerek saltanatını büyüttü.Ücretlerimizi almadığımızda, borçlarımızıödeyemediğimizde ufacık bir dert bile edinmedi. Yıldabinin üzerinde iş cinayetlerinde ölen sınıfkardeşlerimizin, elinde kanı olan bir sınıfın temsilcisidir
Aloğlu. Kar hırsı ne Aloğlu’nda ne de başka bir asalakpatronda işçinin sorunları ne olacak gibi bir kaygıyaratmaz. Bu gerçek bundan sonrası için de geçerlidir.Bu gerçek bizlere Aloğlu’nun karşısına daha güçlüçıkmamız gerektiğini göstermektedir. Aloğlu nasıl kiegemenlerin sınıf bilinci ile karşımıza çıkıyorsa, bizlerinde kendi sınıf kimliğimiz ve bilincimizle onlarınkarşısına çıkmamız gerektiğini göstermektedir. Çünkükarşımızda hırsızlıklarını kolayından yapmalarınısağlayan yasaları, örgütleri ile bir sermaye sınıfı vardır.
Bürokratlaşmış bir sendika
patronlara hizmet eder
Sendikal hareketin tarihinde eşine az rastlanır birolay yaşadık. FENİŞ işçileri olarak bağlı olduğumuzHAK-İş’e gidip destek istendi. Her an yanımızda olmasıgereken, dayanışmayı örgütlemesi, direnişin sürmesiiçin maddi kaynaklarını harekete geçirmesi gerekensendika bugüne kadar konfederasyon olarak bir keredahi uğramadı. Kör, sağır ve dilsizi oynadı. Çelik-İşbaşkanı ise eylemin ilk günü geldi, sonrasında apartopar kaçtı gitti. Ardından bir ara Aloğlu ile meclistegörüldü, Aloğlu hırsızı ile gülücükler saçıyordu. Hiçbirsosyal mücadelede yoklar, çıkan onca hak gaspıyasasına karşı işçilere bilgi vermeyi bırakalım hakgasplarını onaylayan patronların atanmış uşakları gibidavranıyorlar. Bugüne kadar başka yerlerden Çelik-İşveya HAK-İŞ üyesi kim geldi dayanışmaya hatırlayanbile yok. Eğer gözlerimiz bağlı yaşamıyorsak,görmüyorsak nerede durduklarını, bir şeyleryapacaklar mı bekleyişimiz safça devam eder.Yanımızda olmalarını beklememeliyiz, aldığımızkararları uygulamaları ve ihtiyaçlarımızı karşılamalarıiçin zorlamalıyız. Onlar her ne kadar köşe bucakkaçsalar, yardım etmemek için bin türlü bahaneuydursalar da gerek sendikanın gerekse dekonfederasyonun her ay aidatlarını veren üyeleriyiz.
Sendika bizi ortada bırakıyorsa bizden çok patronlayan yanaysa hesabını sormasını bilmeliyiz. Onlarınipliğini pazara çıkarmak bizim görevimizdir. Yönetimkararlarını, mali hesaplarını şeffaflaştırmak, yönetimibu insanlardan temizlemek, sendikayı gerçekanlamıyla bizim sendikamız yapmak görevimizdir.Bunu gerçekleştirmeye yönelik adımlar attığımızdaAloğlu ve onun gibi asalakların bizi bölen, hakgasplarında bizi hareketsiz bırakan, hırsızlığa geçitveren, Aloğlu’na zaman kazandıran düşüncelerin dearamızdan atılmasını sağlarız. Bunu yapamazsakAloğlu başka görüntülerle aramızda dolaşmaya devameder, direnişin kaderi Aloğlu’nun ihtiyaçlarınıkarşılayacak şekilde bu görüntülerin ağzından çıkancümlelerle belirlenir.
Dün birliğimizi korumak ne kadar önemli ise bugünde önemlidir. Maddi anlamda işçilere kaynak ayırmasıgerekirken, işçilerin fabrika içerisinde birliğini
Beklemenin değil,eylemin zamanıdır!
koruması gerekirken sendika neden bu yönde adımatmamaktadır? Bu soru dün olduğu gibi bugün desorulmaktadır. Gün gün maddi sorunlardan dolayı işegiren ve direniş alanını terk edenlere, “yapacak bir şeyyok gidebilirsin” denilmektedir. Direnişte üç beş kişikaldığında da ‘işçiler hak arama bilincinden uzak’diyerek nutuk atan bu anlayışların karşısınadikilmeliyiz. Bu anlayışa teslim olmak direnişin güngün erimesi anlamına gelmektedir. Giden her birdirenişçi ile direniş güç kaybeder. Eylemsiz, hareketsizgeçen her bir gün direnişe zarar verir.
Kazanmak için birliğimizi güçlendirelim,irademizi ortaya koyalım!
Bu tespitleri birçok arkadaş dile getiriyor. Bu yönlüsorunların yarattığı yıkıcı sonuçları yaşıyor. Görmenin,dile getirmenin ötesinde üzerimize düşenleriyapmamız gerekiyor. Direniş için belirleyici olacak birdönemin içerisindeyiz. Ya haftalardır sürenhareketsizliği kıracağız ya da direnişimizin bugünekadar yarattıkları gözümüzün önünden akıp gidecek vekazanmaktan uzaklaşacağız.
Bizler direnişimize zarar verecek hiçbir şeye izinvermemeliyiz. Sendikanın maddi kaynaklarınınşeffaflaştırması yönünde tek tek değil, hep beraberdaha güçlü bir şekilde hesap sormalıyız. Yapılacakeylemler bir daha ertelenmeye veya iptal edilmeyekalkıldığında eylemlerimizi hayata geçirecek iradeyigöstermeliyiz. Kazanımımız geleceğimizi güvencealtına alacaktır, tüm fabrikalarda sömürü koşullarınakarşı harekete geçmeye çalışan işçilere örnek olacaktır.
Arkadaşlar, Birliğimizi güçlendirelim, içimizden birinin daha
gitmesine izin vermeyelim. Birliğimizi güçlendirelim, hakkımızı alana kadar
Aloğlu’nun ve örgütü TÜSİAD’ın peşindenayrılmayalım.
Birliğimizi güçlendirelim, sendikal bürokrasinindirenişi kırmasına göz yummayalım.
Şimdi bugüne kadar yaşadıklarımızı gözümüzünönüne getirip kinimizi bilemenin, kazanmak içinirademizi ortaya koymanın zamanıdır. Zamanıyakalayalım, direnişi güçlendirelim.
(Direnişin Sesi’nin 6. sayısından alınmıştır...)
Feniş işçileri, direnişin sesini yaymak içineylemlerine devam ediyor. İşçiler hem yaptıklarıeylemlerle hem de katıldıkları toplantı ve etkinliklerledirenişin sesini yaymaya devam ediyorlar.
Feniş işçileri Ankara’da
23 Ekim’de Türkiye Barolar Birliği, Ankara Balgat’tabulunan genel merkezinde Hava-İş’in grev sürecini veçalışma yaşamını konu alan bir toplantı düzenledi.Akademisyenlerin, sendikacıların ve avukatlarınsunumlar yaptığı toplantıya Feniş işçileri de katıldı.Toplantıya Baro’nun tuttuğu otobüslerle yaklaşık 100Feniş işçisi katıldı.
Feniş işçileri ayrıca Hak-İş’in kuruluş yıldönümü ileilgili Ankara Rixos Otel’de yapılan etkinliği de katıldı.Hak-İş şu ana kadar Feniş işçilerini gündemine almadığıiçin işçilerin ciddi bir tepkisi ile karşı karşıya.
Hükümetin arka bahçesi olan, sosyal hak gasplarınıonaylayan ve işçi sınıfının denetim altında tutulmasıiçin uğursuz bir rol üstlenen Hak-İş yöneticilerini
sloganları ile rahatsız eden Feniş işçileri
konfederasyonun tepkisi ile karşılandı. İşçiler,
“İlgileneceğiz”, “Bu işler böyle yapılmaz” sözleri ile
geçiştirilmeye çalışıldı. Feniş işçileri ise yine sloganlarla
tepkilerini ortaya koydular.
Direnişin Sesi işçilere ulaştırıldı
Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP),
direnişteki Feniş işçilerine “Sömürüye Karşı Direnişin
Sesi” bülteninin 6. sayısı ile seslendi.
BDSP, bültende sürecin seyrini değerlendiren
yazısında “Feniş’te beklemenin değil eylemin, iradeyi
teslim etmenin değil kararlı olmanın zamanıdır” dedi.
Bültende ayrıca Metal İşçileri Birliği’nin “Engels’i şu
an en iyi FENİŞ işçileri anlar” başlıklı açıklaması, greve
çıkarak kazanan Leroy Merlin işçilerinin haberi, FENİŞ
işçilerinin direnişinin ve BDSP’nin yürüttüğü
dayanışma çalışmalarının haberleri yer alıyor.
Kızıl Bayrak / Ankara
Feniş işçileridirenişin sesini yayıyor
OSİM-DER’de işçi toplantısı
OSB-İMES İşçileri Derneği, her ay düzenli olarak yapmayı kararlaştırdığı işçi toplantılarına devam ediyor. 20 Ekim Pazar günü yapılan toplantıda öncelikle sermaye sınıfının ekonomik krizde olduğu ve sermaye
sınıfının rahatlaması için sınıfa dönük saldırıları bir an önce hayata geçirmek zorunda olduğu hatırlatıldı.Esnek çalışma, taşeronlaştırma, evden çalışma gibi saldırılarla beraber kıdem tazminatının gaspınıngündemde olduğu söylendi.
Ardından sözü Çağdaş Hukukçular Derneği’den bir avukat alarak kıdem tazminatı ile ilgili sunumgerçekleştirdi. Sunumda ilk olarak kıdem tazminatının yasalarda şu anda ne anlama geldiği ve tarihianlatıldı. Sonrasında kıdem tazminatının patronların bir lütfu olmadığı, işçilerin mücadelesiyle kazanıldığıve işçilerin iş güvencesi olduğu vurgulandı. Yeni düzenlemenin içeriğinin çok ayrıntılı anlatılmadığı fakatgeçmiş dönemlerde çeşitli güzellemelerle çıkan hiçbir yasanın işçilerin faydasına olmadığı söylenerek kıdemtazminatının fona devredilmesinin işçilerin çıkarlarına saldırı olduğu belirtildi. Yeni yasanın birçokbölümüne değinen avukat, “Nasıl ki geçmiş dönemlerde işçi sınıfı mücadele ederek bu hakları kazanmışsaşimdi de mücadele ederek hem korumalı hem de daha fazlasını kazanmalı” diyerek sunumunu sonlandırdı.
Sonrasında, toplantıya katılanların birçoğunun söz aldığı sohbet gerçekleştirildi. Sohbet sırasında sınıfadönük saldırılara karşı çeşitli örgütlenme ve mücadele önerileri öne çıktı. Sendikalı işçiler sendikalbürokrasiye vurgu yaptı. Her alanda teşhir çalışmaları yapılarak işyeri bazlı toplantılar yapılmasıkararlaştırıldı.
Son olarak, 16 Kasım’da yapılacak olan etkinliğin içeriği anlatıldı. Etkinliğin ön çalışmasına güç katılmasıçağrısı yapıldı ve toplantı sonlandırıldı.
Kızıl Bayrak / Ümraniye
Sermaye hükümetinin işçi sınıfına yönelik saldırılarıarasında yer alan kiralık işçiliğin önümüzdeki aylardameclise taşınması düşünülüyor.
Çalışma Bakanlığı’nın yeniden gündeme getirereknabız yokladığı saldırı için genel taslak da şekillenmeyebaşladı. Torba yasa içinde kiralık işçiliğin de bulunmasıiçin bakanlık çalışmalarını sürdürüyor.
Taslağa göre Özel İstihdam Büroları’na bağlı olarakçalışacak kiralık işçilerin ücreti, yerine çalıştıklarıişçinin ücretiyle aynı olacak. Aynı işyerinde çalışmasüresi 3+3 ay olmak üzere en fazla altı ay olacak.
Yapılan düzenlemeleri ‘iyileştirme’ olaraktanımlayan bakanlık, kelime oyunlarıyla kiralık işçiliğihayata geçirmek istiyor. Yasanın daha önceki halindeyapılan bu değişiklikler iyileştirme olmaktan çok uzak.Keza eşit maaş şartı da, 3+3 ay çalışma şartı da kağıtüzerinde kalacaktır. Fiilen girdi-çıktı ile işçilerin çalışmasüreleriyle oynanması bugün bile uygulanıyor. Kaldı kine kadar iyileştirme yapılırsa yapılsın kiralık işçilik,
ücretli kölelik düzenin palazlanması, temel haklarıntırpanlaması anlamına gelmektedir. Sabit işçi sayısınıdüşürülerek bir dizi hakkın gasp edilmesi amacı taşıyanbu saldırıyla, ayrıca, Özel İstihdam Büroları eliyleişçinin sırtından kazanan yeni asalaklar yaratılacaktır.Taşeronla büyüyen kölelik dayatmalarının yeni birevresi olan Özel İstihdam Büroları için patronlarınhevesli olduğuysa bilinen bir gerçek. Patronlar yasanıngeçmesini uzun süredir AKP hükümetinden istiyor.
Türkiye İş Kurumu da buna dayanarak uygulamanınistihdam sayısını artıracağını iddia ediyor. Fakat çalışansayısı artarken hakların ve işçi ücretlerinin düştüğüters orantı aktarılmıyor.
Çalışma Bakanlığı kıdem tazminatının fona devrinide kapsayan torba yasa paketine kiralık işçiliği deekleyerek işçi sınıfına yönelik saldırılarını sürdürüyor.Ücretli kölelik düzenini bir kat daha katmerlemeyiamaçlayan yasanın önümüzdeki aylarda meclisetaşınması bekleniyor.
Kiralık işçilikyeniden geliyor!
İstihdam Yasası’nakarşı faaliyet...
Sınıf devrimcileri OSTİM ve Batıkent’te, Kasım
ayında meclis gündemine getirilmesi beklenen
“İstihdam Yasası”nı ve yasanın içerisinde yer alan
kıdem tazminatının gaspını, esnek çalışmayı ve
taşeron köleliğini teşhir eden çok yönlü bir faaliyet
örgütlüyor.
Sınıf devrimcileri hafta başından itibaren
astıkları afiş ve dağıttıkları bildirilerle OSTİM
işçilerine seslenişlerini sürdürüyorlar. Ayrıca
Batıkent BDSP’nin 3 Kasım’da yapacağı “İstihdam
Yasası” konulu söyleşinin çağrıları da işçi ve
emekçilere ulaştırılıyor.
İstihdam Yasası olarak adlandırılan, işçi ve
emekçiler için yıkım anlamına gelen yasayı teşhir
eden ve 3 Kasım’da gerçekleştirilecek söyleşiye
çağrı yapan afişler 21 ve 22 Ekim günleri Batıkent
ve OSTİM’de yaygın bir şekilde kullanıldı.
22 Ekim günü iş çıkış saatinde “Sermaye
hükümeti istihdam paketi adı altında işçi ve
emekçilere kölelik koşullarını dayatıyor... Saldırı
yasalarına karşı örgütlü mücadeleye!” başlıklı
bildiriler OSTİM Metro’da dağıtıldı.
Ayrıca 22 ve 23 Ekim günleri öğle aralarında
işçilerin yemek yediği lokantalar dolaşılarak
bildiriler OSTİM işçilerine ulaştırıldı. Öğlearası
yapılan bildiri dağıtımlarında Ankara İşçiden İşçiye
Bülteni de işçilere ulaştırıldı.
Kızıl Bayrak / Ankara
Taşeron İşçiliğe KarşıMücadele Sempozyumu
hazırlıkları
Kayseri’de 27 Ekim günü yapılacak Taşeronİşçiliğe Karşı Mücadele Sempozyumu’nun hazırlıkları22 Ekim günü Nevşehir ve Kayseri’de yapılan hazırlıktoplantılarıyla devam etti.
22 Ekim günü gerçekleşen toplantılarda,sempozyumun tanıtımıyla ilgili olarak Taşeron İşçiliğeKarşı Mücadele Sempozyumu Hazırlık Komitesi adınayapılan konuşmalarla başladı. Konuşmalarda,işçilerin yaşadığı sorunlara ve sorunların kaynağıolan düzen gerçeğine dair açıklamalarda bulunuldu.Kıdem tazminatı konusundaki son gelişmeleredeğinildi. 12 Eylül koşullarında bile kıdemtazminatına dokunulamadığı, ama gelinen yerde AKPiktidarının kıdem tazminatı hakkını yok etmek içinharekete geçtiği ifade edildi. Sendikaların sessizliğisomut örneklerle anlatıldı.
Toplantıya katılan işçiler yaşadıkları sorunlarıanlattılar. Taşeron işçiler arasında birlik olmadığınıifade ettiler. İşçi sınıfına yönelik saldırılar konusunda,bu saldırıların yaşamlarında yarattığı tahribatlarıörneklerle anlattılar. Hazırlık toplantısına katılanişçiler sempozyuma katılımı arttırmak için çabagöstereceklerini dile getirdiler.
Kızıl Bayrak / Nevşehir-Kayseri
Leroy Merlin’de grev kazanımlarla bitti!
Türkiye’nin ilk AVM grevi olan Leroy Merlin grevi sona erdi. 16 günlük grevin ardından Sosyal-İş ileLeroy Merlin yöneticileri arasında saatler süren görüşme anlaşmayla sonuçlandı.
Yapılan anlaşmayla AVM sektöründeki sendikalaşmanın en büyük engeli olan toplu sözleşme sorunu daçözülürken, alınan bilgilere göre sözleşmede, 1 senelik toplu sözleşmede ısrarlı olan Leroy Merlinyöneticileri sendikanın 3 yıllık toplu sözleşme isteğini kabul etti. Anlaşma ile işçilerin zam konusundakiisteklerine kısmen cevap verildi. Yaklaşık 3 senedir zam almadan asgari ücretin biraz üstünde çalışanişçilere maaşta iyileştirme yapıldı. Bu yıl için %6 zam alan işçiler ayrıca yol, yemek gibi ihtiyaçları için de 500TL zam aldılar. İşçilerin önümüzdeki 3 yıl süresinde enflasyon baz alınarak hem maaşlarına hem de sosyalyardımlara zam yapılacak.
Grev genel olarak kazanımlarla sonuçlanmış olsa da sözleşmedeki kapsam sorunu çözülemedi. Toplusözleşmeden sadece hizmet biriminden çalışacakların faydalanıyor olması diğer birimlerde çalışan işçilerikapsam dışı bıraktı.
Demiryolu inşaatında iş cinayeti
Bakü-Tiflis-Kars demiryolu tüneli için Kars’ınArpaçay İlçesine bağlı Güvercin Köyü yakınlarındasüren inşaatta 20 Ekim’de bir işçi hayatını kaybetti.
Tünel inşaatı için kullanılan beton vinçledökülürken ‘iş kazası’ meydana geldi. Kasnak bağlantısıkopması nedeniyle Bünyamin Arslantaş, GökhanTunçsoy ve onları kurtarmaya çalışan Mustafa Özentonlarca ağırlıktaki beton kalıbın altında kaldı.
İşçilerden Gökhan Tunçsoy ile Mustafa Özenkurtarılarak Kars Devlet Hastanesi’ne gönderildi.Adana doğumlu Bünyamin Arslantaş’ın cansız bedeniise yaklaşık 1 saat süren çalışmalar sonucu sıkıştığıyerden alınarak ambulansla Arpaçay Devlet Hastanesimorguna götürüldü.
Vinçlerle yapılan çalışmalarda gerekli işçi güvenliğiönlemleri alınmadığı için her ‘kaza’ bir ölüme işaretediyor. Tersanelerde, inşaatlarda vinç etrafında çalışanişçilerin güvenlik önlemleri çalışmayı yavaşlattığı içinpatronlar tarafından gözardı ediliyor.
Maden ocağında yangın:1 işçi yaşamını yitirdi!
Manisa’nın Soma İlçesi’ndeki Darkale mevkisindekiözel bir işletmeye ait kömür madeninde 20 Ekim günüsabah saatlerinde yangın meydana geldi. Madendeki
elektrik panosunun alev almasıyla çıkan yangında 21işçi madende kaldı.
Olay üzerine bölgeye, çevredeki kömürmadenlerinden gelen ekipler, kurtarma çalışmalarınabaşladı.
Yapılan ilk müdahalede 6 işçi kurtarılarakhastaneye kaldırıldı. Kalan 15 işçi de kısa bir süre sonrakurtarıldı. Tüm işçiler hastaneye kaldırıldı.
İşçilerin yangında oluşan duman nedeniylezehirlendi ve hastaneye kaldırılan işçilerden birihayatını kaybetti.
Gaziantep’te halı fabrikasında iş cinayeti...
Gaziantep’te bir halı fabrikasının buhar kazanınınpatlaması sonucunda bir işçi öldü, iki işçi yaralandı.
Gaziantep’te 19 Ekim günü 4. Organize SanayiBölgesi’nde bulunan bir halı fabrikasının buharkazanının patlaması sonucunda üç işçi yaralandı.Yaralanan işçiler ambulanslarla farklı hastanelerekaldırılarak tedavi altına alındı.
Şehitkamil Devlet Hastanesi’ne kaldırılan HakanBozkurt hastanede yaşamını yitirdi. Hastaneyekaldırılan Ömer Serin ve Hatice Bozdemir’indurumunun iyi olduğu bildirildi.
İş cinayetlerine gereken cezaların verilmediğisömürü sisteminde hergün yeni iş cinayetleriyaşanmaya devam ediyor.
Patronların “kurbanı”işçiler...
Renault ve EmiroğluTekstil’de işçi kıyımı
Geçen yılın aynı dönemine göre 363 bin kişiartan işsizler ordusu 2 milyon 686 bine yükseldi.
Renault ve Emiroğlu Tekstil’de yaşanan iştenatmalarla onlarca işçi de her geçen gün artan işsizlerkervanına katıldı.
Adana Emiroğlu Tekstil’de işçi kıyımı
Adana’da faaliyet gösteren Emiroğlu Tekstil’de100 işçi işten çıkarıldı. İşten çıkarma gerekçesi iseüretimde daralma olarak gösterildi. Emiroğlu Tekstilsahibi Murat Emiroğlu mali bir kriz yaşadıklarıyalanıyla işçileri kandırmaya çalıştı. Patron Emiroğlu,aynı zamanda işçilere alacakları olmadığına dair birbelge imzalatılması için çaba gösterdi.
Emiroğlu Tekstil işçileri, geçtiğimiz Ağustos aynınsonunda ellerinden servis hakkının alınması üzerinebir eylem gerçekleştirmişlerdi. Servis haklarınıyaptıkları eylemle kazanan işçiler bu kez depatronun yıldırma saldırılarına maruz kalmışlardı. Bueylemden sonra da yaklaşık 100 işçi sırayla iştençıkarılmıştı. Son olarak bayram arifesinde de 100 işçiişten çıkarıldı.
Ayrıca fabrikada yetkisi olan ve hala fabrikadaüyeleri bulunan Tüm Tekstil-İş Sendikası ise iştençıkarmalara karşı kayıtsız davranmakta. İşçilerse busendikayı patronun kurdurduğunu ifade etmekteler.
Renault’da işçi kıyımı
Oyak Renault yönetimi bayram arifesindeonlarca işçiyi işten attı. Yaklaşık 7-8 ay öncesözleşmeli olarak alınan işçiler, kapının önünekonuldu.
İŞKUR ile anlaşmalı olarak alınan işçilerin ücretinide devlet ödemekteydi. Ağır sömürü koşullarındaasgari ücrete çalıştırılan işçiler, “kullanım süresi”nindolması üzerine işten atıldı.
Kölelikten de beter bu sistemle Renault karınakar katarken, işçilerin payına bir kez daha enbeterinden bir sömürü ve aşağılanma düştü.
Durum böyleyken fabrikada örgütlü Türk MetalSendikası’nın yöneticileri konuya dair tek bir satıraçıklama yapmadılar. Çünkü onların derdi değil bu.Onlar fabrika yönetimiyle bozuşmadan Renaultişçisinin aidatıyla ağalar beyler gibi yaşamaya devamediyorlar nasıl olsa...
- Öncelikle Sincan Organize’deki çalışmakoşullarından biraz bahseder misiniz?
- Aslında Sincan Organize’ye ya da bölgede yer alanfabrikalara baktığımızda, özellikle çalışma koşullarıaçısından Türkiye işçi sınıfı gerçeğinin doğal biryansımasını görürsünüz. Düşük ücretler, her geçen günağırlaşan çalışma temposu, işsizlik sopası ile işçilerinüzerinde her geçen gün yoğunlaşan baskılar, bukoşulların en temel yanlarını oluşturuyor. Tabii ki bunageniş bir örgütsüzlük tablosu eşlik ediyor. Arçelik,Hidromek ve Kabel’de Türk Metal çetesinin varlığını biryana koyarsanız bölgede en dar anlamda bir sendikalörgütlülük dahi bulunmuyor. Bu saydığım fabrikalarda,özellikle bir Koç firması olan Arçelik’te ise Türk Metalçetesinin varlığının işçiler için anlamını zaten hepimizbiliyoruz.
İlk başta da söylediğim gibi bu açıdan Sincan’dakitablo da kuşkusuz Türkiye gerçeğinin basit biryansıması. Ama bunun dışında ya da bu durumuyaratan daha özel koşullar da Sincan için yok değil. Herşeyden önce her geçen gün genişleyen bir sanayihavzası olmakla birlikte Sincan’da sanayinin gelişimiesas olarak ‘90’lı yıllarla birlikte başlıyor. SincanOrganize dediğimiz Ankara 1. OSB, 1990 yılındakuruluyor ve her geçen gün genişleyerek büyümeyedevam ediyor. Bugün, bu bölge ilk kuruluş alanınınyaklaşık 5 katı büyüklüğe ulaşmış durumda ve yaklaşık20 bin işçi buradaki fabrikalarda çalışıyor. Buranındışında ise henüz yapım aşamasında olan ve sınırlısayıdaki fabrikada üretimin başladığı Temelli Bölgesivar ki, burada açılan üç OSB’de toplam 50 bincivarında işçinin çalışacağı 300 civarında fabrikakurulacağı söyleniyor. Bunu şunun için vurguluyorum,yaklaşık 20 yıllık bir sanayi geçmişi demek, aynızamanda buralarda çalışan insanlar için yeni birişçileşme süreci anlamına geliyor. Yani Sincan
üzerinden konuştuğumuzda ikinci kuşak işçiliğin henüzsınırlı olduğu bir sanayi bölgesinden bahsediyoruz ki,bunu ilçenin nüfus gelişimine baktığınızda da rahatlıklagörebiliyorsunuz. Bu sözünü ettiğim 20 yıl içindeilçenin nüfusu tamı tamına 5 katına çıkmış bulunuyor.
Bu insanların büyük oranda Orta Anadolu’nunçeşitli kentlerinden geldiklerini düşündüğümüzde isehem mevcut olan çalışma koşullarını, hem de işçimücadelesi adına mevcut tabloyu tanımlamak da birbakıma kolaylaşıyor. Yeni işçileşme süreci bir yana buinsanların belli bir bölümü için köyleriyle kurduklarıekonomik bağ halen güncelliğini koruyor, hatta TemelliBölgesi’nde halen işçiliğin tarımsal üretimin yanındabir ek iş olarak görüldüğü bir tablo karşımıza çıkıyor.Bununla birlikte Anadolu insanının itaatkar, şükürcüyapısı ile bilikte dinsel ve milliyetçi değerlere bağlılığımücadele dinamikleri açısından temel bir engel olarakönümüze çıkabiliyor.
Bunlarla birlikte her yeri kesen bir veri olsa dasermayenin işçi sınıfının örgütlenmesinedüşmanlığının Sincan’da çok daha çıplak bir şekildeyaşandığını söyleyebiliriz. Özellikle Organize içindeişçilere seslenen en küçük bir çalışmaya daha büyükbir tahammülsüzlük ile yaklaşılıyor. Fabrikalardayaşanan iç huzursuzluklara karşı ise butahammülsüzlüğün çok daha katı bir şekilde açığaçıktığını söyleyebiliriz. Örneğin metal sektöründegeçtiğimiz toplu sözleşme döneminde Arçelik’te ortayaçıkan küçük bir tepki 50 kişinin işten atılması ilesonuçlanmıştı. Bu senenin başında ise Serdar Plastik’tesendika adının duyulması ile birlikte 50 civarında işçiişten atıldı. Yine TEGA’da sağlıksız yemeklere karşıgösterilen anlık bir tepki sonucu 5 kişi işten atılmışoldu. Geçtiğimiz günlerde ise bir ambalaj fabrikasındabenzer bir gelişmenin yaşandığına dair duyumlarımızvar.
Bunlar aslında son bir yılın sınırlı örnekleri. BizSincan Organize’de sermayenin işçilerinörgütlenmesine yaklaşımını esas olarak Ekstrametal veTEGA örneklerinden biliyoruz. Daha önceki yıllarda buiki fabrikada Birleşik Metal bir örgütlenme çalışmasıyürütmüş ve bu girişimler Sincan Organizepatronlarının topyekûn saldırısı ile karşılanmıştı.Yansıdığı kadarıyla TEGA’da direnişin başladığı ilk günSincan Organize’nin belkemiğini oluşturan bir gruppatron hızla biraraya gelmiş ve ne olursa olsun SincanOrganize’ye sendika girmesine izin vermeyeceklerinisöylemişler. Hatta işçilere üç kuruş zam yapmayı çokgören bu asalaklar TEGA patronunun bu süre zarfındauğradığı zararı da büyük bir rahatlıkla kendiceplerinden karşılama yolunu tutmuşlar.
Yani işin özüne dönecek olursak Sincan’abaktığımızda işçiler adına geniş bir örgütsüzlük vebilinçsizlik tablosunun yanında sermaye adına güçlübir sınıf bilinci ve kini göze çarpıyor. Ancak bu kinin vetahammülsüzlüğün aslında büyük bir korkunun daifadesi olduğunu söyleyebilirim.
- Korku derken…- Evet korku. Aslında her yerde sermaye işçi
sınıfından yüzyıllar önce insanlığın vebadan vekoleradan duyduğu korku gibi büyük bir korkuduyuyor. Çünkü işçiler henüz farkında olmasa dasermaye işçi sınıfının elinde kendisini mezaragönderecek kürekleri taşıdığını çok iyi biliyor. Yoksaböyle bir bilinçsizlik ve örgütsüzlük tablosunda buderece tahammülsüzlüğü nasıl açıklayabilirsiniz?Görünürde her şey sermayenin istediği gibi gidiyor.İşçiler bilinçsiz, örgütsüz, hükümete istedikleri heryasayı istedikleri an çıkarttırmak gibi bir avantajları var(hoş yasaya da ihtiyaç duydukları yok ya), ama yine dekorkuyorlar. Çünkü görüntüdeki bu sessizliğin altında,derin bir öfkenin mayalandığını çok iyi biliyorlar.
Geçtiğimiz günlerde bir fabrikadan bir grup işçiarkadaş ile sohbet ediyorduk. Bu arkadaşlar “acababizim fabrikamıza sendika gelir mi, gelirse nasıl olur”diye bir düşünce içerisindeydiler. Ve bu arkadaşlardoğal refleksleri ile bir gerçeği o kadar yalın bir şekildeifade ettiler ki: “Biz eğer bu işe girer ve başarırsak
Sincan Organize’de devrim olur!” dedi örneğin buarkadaşlar. İşte bir işçinin doğal refleksi ile ve belki deiçinde bulunduğu koşullardan bunaldığı anda bilinceçıkardığı bu gerçek sermayenin her gün zihnindeyankılanıyor. O her gün “ya bugün bir kıvılcım çakarda
orman yanarsa!” korkusu ile yaşıyor. Dediğim gibi bukorkuyu duymakta da fazlası ile hakkı var. Dahası bizonların bu korkusunu gerçeğe çevirmek gibi bir iddiayasahibiz.
- O zaman biraz Sincan İşçi Birliği’ndenbahsedelim?
- Sincan İşçi Birliği Sincan’da patronların bukorkusunu gerçeğe çevirmenin adı. Daha doğrusu bu
“Görüntüdeki sessizliğin altında derin bir öfke mayalanıyor!”
doğrultuda attığımız bir ilk adım. Çünkü sermayeninher cepheden örgütlü olduğu ve sınıf bilinci iledavrandığı koşullarda işçilerin de kendi birliğine vesınıf bilincine çok daha fazla ihtiyacı bulunuyor. Helehele Sincan gibi örgütsüz, dağınık bir işçi bileşimininolduğu bir bölgede bu çok daha önemli bir ihtiyaç. İştebiz de bu ihtiyacı karşılamak adına yola çıktık.
Aslına bakarsanız Sincan İşçi Birliği bu açıdan yenibir proje ya da adım da değil. Bugün aramızda dahaönce bölgede kurulan Sincan İşçi Derneği’ninçalışmalarını yürüten arkadaşlar da bulunuyor. Ve bizaslında yaklaşık bir senedir benzer bir adımı atabilmekadına bir tartışma ve hazırlık süreci işletiyorduk. Butartışmalarda ise derneğin bir amaç değil araç olduğu,asıl yapmamız gerekenin Sincan’da işçilerin birliğinisağlamak, yani hem kendi sorunlarına sahip çıkmasınıhem de toplumsal sorunlarda kendi sınıf kimliği ile birtutum alabilmesini sağlamak olduğu sonucuna vardık.Bir süredir bu açıdan çeşitli adımlar atmakla birlikte iseözellikle son bir iki aydır bu açıdan daha sistematik biryönelime de girmiş olduk.
Bu açıdan geçtiğimiz ay çeşitli fabrikalardan birgrup işçi olarak bir toplantı gerçekleştirdik. Butoplantıda düzenli olarak biraraya gelme, hemkendimizi eğiteceğimiz hem de diğer işçi arkadaşlarında katılımını sağlayabileceğimiz etkinliklergerçekleştirme kararı aldık.
Bu çerçevede 26 Ekim’de bir avukat dostumuzunda katılımı ile bir panel söyleşi gerçekleştireceğiz. Busöyleşide hem yasal haklarımızı öğrenmeyi, hem de buhaklara nasıl yaklaşmamız gerektiğini tartışmayıplanlıyoruz. Çünkü öyle bir tablo ile karşı karşıyayız ki,birçok işçi arkadaşımız halen yasal planda sahip olduğuhakları bile bilmiyor. Durum böyle olunca patronlarınistedikleri gibi at oynatması da çok daha kolay oluyor.
Önümüzdeki dönemde de iş kazaları, ücretsorunları, kıdem tazminatı vb. konularda benzeretkinlikleri sürdürmeyi planlıyoruz.
Bu hedeflerimizi gerçekleştirebildiğimiz orandaSincan’da işçi sınıfının bir toplumsal güç olarakkendisini hissettirebileceğine de inanıyoruz. Az öncede ifade ettiğim gibi patronlar korkuyor ve bu korkuboş bir korku değil. Her yerde olduğu gibi Sincan’da damücadeleye atılmanın önünde birçok engel olsa daişçiler arasında büyük bir huzursuzluk var. Ve buhuzursuzluk aslında kendisini ifade edebileceği birkanal arıyor. Az önce bahsettiğim çalışmaları asgari birbaşarı ile gerçekleştirebilirsek, yani Sincanlı işçilereyalnız olmadıklarını hissettirebilir ve bugün için öncüpotansiyeli şahsında da olsa onları biraraya getirmeyibaşarabilirsek Sincan Organize için gerçek anlamda birdevrim olacaktır. Bu tablo az önce ifade ettiğim birçoksorun alanını da hızla geride bırakmayı sağlayacak, işçisınıfının toplumsal bir güç olarak mücadelesahnesindeki yerini almasını sağlayacaktır.
- İşçi sınıfının toplumsal bir güç olması demişken,Sincan’da işçilerin Haziran Direnişi’neyaklaşımlarından biraz bahseder misin?
- Kuşkusuz bugün için bu açıdan hiç de iç açıcı birtablo bulunmuyor. Sonuçta Sincan az önce de ifadeettiğim gibi dinsel ve milliyetçi düşüncelerin ağırlıktaolduğu bir bölge. Dahası AKP’nin temel bir kalesidurumunda. Kuşkusuz sosyal temelleri olsa da HaziranDirenişi’nin görünen yüzünün daha çok laiklik-dincilikeksenine sıkışması bu açıdan Sincan’daki tabloyu dahada olumsuz bir şekilde etkilemiş oldu aslında. İşçilerbüyük oranda sermayenin yarattığı o sahtekutuplaşmada taraflaşmış oldular. Doğal olarak ezicibir çoğunluğu AKP’nin arkasında konumlanırken sınırlı
bir kesiminin de meseleyi AKP karşıtlığına indirgemesisınıfsal birleşme noktalarını da zaafa uğratan bir yantaşımış oldu.
Ancak biz bu durumun geçici olduğuna inanıyoruz.Çünkü sermaye o kadar pervasız saldırıyor ki, işçileraçısından bu sahte ayrımları bir kenara iterek birarayagelebilmek yakıcı bir ihtiyaç olarak ön plana çıkıyor.
Ama elbette ki bu durum tek başına böyle birgelişmenin ürünü olarak kendiliğinden bir şekilde deyaşanmayacak. Bu açıdan bize oldukça önemli görevlerdüştüğü kanısındayız. Aslında az önce çalışmaplanlarımızdan bahsederken üzerinden atlamış oldum.Çeşitli etkinliklerle birlikte önümüzdeki dönem için“Reddediyoruz!” başlığını taşıyan bir çalışma planımızvar. Mevcut koşulları ve sermayenin saldırı planlarınınher birini bu başlık altında reddettiğimiz bir çalışmaörgütleyeceğiz. Bunu ise aslında bir yandan da HaziranDirenişi ile ruhsal planda da olsa bir bağ kurabilmekhedefi ile gündemimize aldık. Çünkü HaziranDirenişi’ne baktığımızda insanların mevcutuygulamaları kabul etmedikleri, bir reddetme tutumuile birlikte sokağa döküldüklerini söyleyebiliriz. Biz deburada sermayenin çeşitli uygulamaları karşısında birreddetme tutumu açığa çıkartabilirsek bu hem yereldebaskın bir eğilim olan şükürcülüğe vurulmuş bir darbeolacaktır, hem de bugün için fiziksel bir birleşmeanlamına gelmese de ruhsal planda Haziran Direnişi ilebağ kurabilmek adına mütevazi bir adım olacaktır.
Bu işin bir yanı. İşin diğer yanında ise HaziranDirenişi’ni ortaya çıkaran dinamikler ile buradakigündelik yaşam arasında dolaysız bir bağ kurabilmekgibi bir sorumluluğumuz var. Özellikle çalışma yaşamıaçısından. Örneğin polis devleti dediğiniz uygulamaher birimizin işyerlerinde de doğrudan karşımızaçıkıyor. Kendileri de işçi olsa da birçok fabrikadaformen ya da şefler patronun bekçiliğini yapan polislerolarak tepemize dikiliyor. Ya da hangi fabrikayagiderseniz gidin fabrikanın en ücra köşesine kadarsürekli kameralar ile denetim altında tutulduğunuz birtablo ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Ya da yaşamalanlarına müdahale açısından düşündüğünüzde tepkigöstermenize de gerek yok, bir gün yemeğibeğenmeyip yemek yemeseniz ya da evdengetirdiğiniz sandviçi yemeye kalksanız anında isyançıkartmaya çalışmak ile suçlanabiliyorsunuz. Yanidemeye çalıştığım şu ki gündelik çalışma yaşamındabile aslında Haziran Direnişi ile bağ kurabilecek o kadarçok örnek ile karşılaşıyoruz ki. Yeter ki bu olanaklarıdeğerlendirmeyi bilelim. Yeter ki yaşadığımız buolaylar ile bugün karşı çıktıkları o büyük direnişinnedenleri arasındaki o kopmaz bağı işçiarkadaşlarımıza göstermeyi başarabilelim.
İşte bu yüzden bu konudaki mevcut tablonun geçiciolduğuna inanıyoruz. Çünkü bu bahsettiğimiz
uygulamalardan bir tekinden bile memnun olan tek bir
işçi dahi bulamazsınız. Belki bugün birçok arkadaşımız
bu yaşananlara tepki göstermekten çekiniyor ya da
nasıl tepki göstereceğini bilemiyor. Ama biz Sincan İşçi
Birliği ile birlikte bir çoban ateşi yakmış olduk. Bu
çoban ateşi elbet çevresine ışık saçacak ve yayılacak.
İşte o ateş ile birlikte Sincan’da da Haziran Direnişi ile
birlikte sıkça kullanılan bir deyimi tekrarlarsak: “Hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak!”.
- Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?- Sonuçta işçi sınıfı adına arzuladığımız gelecek tek
başına Sincan’da ya da Sincan İşçi Birliği ile
gerçekleşmeyecek. Bugün biz tek bir fabrikada
sendikalaşmak üzerine konuşurken bile Organize’de
patronların ne kadar örgütlü olduğunu, tek başına bir
fabrikada yaşanacak bir girişimin patronların nasıl
azgınca saldırısı ile karşılanabileceğini konuşuyor,
bunun karşısında Organize’nin ya da Sincan’ın
toplamında işçilerin biraraya gelmesi, sosyal-kültürel-
ekonomik her anlamda birleşmesi ve dayanışması için
adımlar atıyorsak Ankara’nın toplamında ve aslında
ülkenin dört bir yanında işçilerin biraraya gelmesi ve
örgütlenmesi gerekiyor. Biz ülkenin dört bir yanında
bizim gibi düşünen, bizim verdiğimiz çabayı kendi
yaşadıkları alanlarda veren kardeşlerimiz, dostlarımız
olduğunu biliyoruz. Onlardan da aldığımız güç ile
birlikte işçi sınıfının onurlu geleceği için verilen
mücadeleyi Sincan’da da büyüteceğimizi söylüyoruz.
Sizlere de bu mücadelede bizlere verdiğiniz
destekler için teşekkür ediyoruz.
Kızıl Bayrak / Ankara
Sincan’da devrimcisınıf çalışması
Sincan İşçi Birliği, 26 Ekim’de yapacağı etkinlik için
hazırlıklarını sürdürüyor.
Bu kapsamda Sincan’da yaygın bir faaliyet
yürütülüyor. İşçilerle birebir görüşülerek etkinliğe
çağrılıyor.
Ayrıca Etimesgut, Elvankent, Fatih, Ayaş Yolu,
Cimşit, 12. Cadde, Sincan Merkez, Sincan OSB, Plevne
ve birçok yerde etkinliğe çağrı yapan stickerlar yapıldı.
Sabah erken saatlerdeyse işçi servis güzergâhlarına
etkinlik çağrı bildirisinin dağıtımı yapıldı.
İşçilerin yoğun ilgisi ile karşılanan çalışmalar
etkinlik gününe kadar artarak devam edecek.
Kızıl Bayrak / Ankara
2014-2015 yıllarını kapsayan kamu Toplu İşSözleşmeleri Memur Sen’in Şeker Bayramı arifesindeimzaladığı ihanet sözleşmesi ile sonuçlandı. AKP’ninyandaş sendikası Memur Sen, hükümete olan diyetborcunu, hükümetin ilk önerisinin de gerisinde birsözleşmeye imza atarak ödemiş oldu. Kamuemekçilerinin hiçbir temel talebini içermeyen,ücretlerde ise kraldan daha kralcı bir tutumlahükümetin ilk önerisinin dahi gerisinde bir artışıöngören bir sözleşmeye imza atan Memur Sen,
hükümetle kol kola, imzalanan sözleşmeyi kamuemekçilerine “müjde” olarak sunma arsızlığınıgöstermekten de çekinmedi.
Memur Sen’in satış sözleşmesini imzalaması vebunu arsızca “müjde” olarak sunması şaşırtıcı değil.Burada dikkate değer olan, Ağustos başındabaşlayan ve bir ay sürmesi beklenen görüşmesürecinin, bir haftada ve üstelik KESK ve KamuSen’in bypass edilerek bitirilmesidir. Sözleşmeninbayram öncesi bitirilmesi, AKP hükümetinin, kamuemekçilerinde gelişebilecek tepkileri eritme vebayram süresince bu tepkileri çaresiz birkabullenişe dönüştürme niyetiyle davrandığınıortaya koymaktadır. Bu durum, hükümetin,Haziran Direnişi sonrası yaşadığı panik ve korkuyuortaya koyması bakımından anlamlıdır. KESK ve
Kamu-Sen’in bypass edilmesinin de, hiç değilsegörüşme sürecinin kısa tutulması açısından hükümetinbu niyetiyle örtüştüğü söylenebilir.
Ne var ki, bu aynı tablo, KESK ve Kamu-Sen’in kamuemekçilerini harekete geçirebilecek bir konumdanuzak bulunduğunun hükümet tarafından iyialgılandığına da işaret etmektedir. Kısacası bu,hükümetin gerici Kamu-Sen bir yana, KESK’ten gelecektepkileri de ciddiye almadığını ortaya koymaktadır.Hükümet attığı adımlarla görüşme süreciniuzatabilecek ayak bağlarından sıyrılmış, ama bu ayakbağlarının kamu emekçilerinin tepkisini geliştirip
örgütleyecek bir konumda olmadığını da görerek elirahat davranabilmiştir. Nihayetinde satış sözleşmesisonrasında bu konfederasyonların kamu emekçileriniharekete geçirecek bir tutum geliştirememiş olmasıda, hükümetin yanılmadığını göstermiştir. Kısacasıhükümetin kaygısı KESK ve Kamu Sen değil, görüşmesürecinin uzamasının Haziran Direnişi’nin de sıcaketkisiyle kamu emekçilerinde yaratabileceği tepkilerolmuştur.
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir
ya da bürokratik-reformist çizginin iflası
2014-2015 Toplu İş Sözleşmeleri Memur Sen’inihanetçi kimliğini, KESK’in (ve bağlı sendikaların) isebürokratik-reformist sendikal çizgisinin iflasınıtescillemiştir. Kuşkusuz bu iflas yeni bir durum değil.Bu toplu sözleşme sürecinin ayırt edici yanı, KESK’ehakim icazetçi çizginin iflasını tescillemiş olması değil(ki bu, kaçıncı tescil?), bu tescillemenin “kör gözün”görebileceği kadar açık biçimde gerçekleşmişolmasıdır. Öyle ki, mevcut çizginin tabandakidayanağını oluşturan ve reformist solun etrafındakümelenmiş kadrolar dahi süreçten duyduklarırahatsızlığı daha yüksek sesle dile getirir olmuştur.Zaten, değil kamu emekçilerinin geniş kitlesi, hakimçizginin dayandığı sendikal gruplar içerisinde yer alankadrolar dahi, düne kadar tabandan gelen tepkilerekulak tıkayan KESK’in çağrılarına benzer şekilde yanıtvermiş ve kulak tıkamıştır. Kuşkusuz kadrolardayaşanan ‘umursamazlık’ bir olumluluğa değil, icazetçi-bürokratik-reformist çizginin yarattığı tahribatınboyutlarına işaret etmesi bakımından önemtaşımaktadır.
Memur Sen’in yaptığına “ihanet” demek bir ölçüdeMemur Sen’e olumlu bir anlam yüklemek anlamına dageliyor. Bu yüzden de “ihanet” sözü kamu emekçilerinezdinde etkin bir teşhir aracı olarak kullanılabilir (vekullanılması gereken) bir söz olsa da, siyasalterminolojide pek de Memur Sen’e uymuyor.Nihayetinde Memur Sen misyonunu oynamış vebekleneni yapmıştır. Bu durumda siyasal terminolojide“ihanet” sözcüğü, ancak kendisinden olumlu anlamdabir şeyler beklenene yöneltilebilir. Peki KESK “ihanet”mi etmiştir? Kuşkusuz KESK ihanet etmiştir demiyoruz(“demeye dilimiz varmıyor!”). KESK bu toplusözleşmeler sürecinde “ihanet” etmemiş, “iflas”etmiştir. Memur Sen’in böyle kolayından bir satışsözleşmesine imza atabilmesinin gerisinde de bu“iflas” tablosu vardır. Bu toplu sözleşmelerde KESK’inbelirleyici hiçbir rol oynayamayacağı ise çarşambadanbellidir. Çok gerilere gitmeye gerek yok. Kamuda ilktoplu sözleşmelerin imzalandığı döneme bir gözatmak, bugünkü iflas tablosunun dünkü izlerinigörmek açısından yeterli olacaktır.
KESK’e hakim çizginin iflası
2012 yılında gerçekleştirilen ilk toplu sözleşmelerede KESK bütünüyle hazırlıksız girmiş, ancak hükümetinsefalet dayatmasının kamu emekçilerinde yarattığıgeniş tepki KESK’i grev kararı almaya itmiş, kamuemekçilerinde gelişen güçlü mücadele dinamikleriMemur Sen tabanının ve kimi sendikalarının dahi 23Mayıs grevine katılması sonucunu doğurmuştu. Bugelişmeler Memur Sen’in masadaki dilenciliğini genişkitleler önünde mahkum ederken, KESK’i bir kez dahakamu emekçilerinin fiili mücadele adresi haline,sokaktaki sözcüsü konumuna getirmişti. 23 Mayıs grevigeniş kitlelerin Memur Sen’den yalıtılması açısındanda önemli olanaklar sunmasına karşın KESK, tabandangelen eleştirileri de görmezden gelmiş, Kamu Sen ilebirlikte Memur Sen’e “hakem kuruluna katılmama”çağrısı yapmasına karşın, kendisi de bu çağrıyauymayarak “hakem kuruluna” katılmıştır. Böylece,kamu emekçilerinde gelişen özgüveni ve mücadeledinamiklerini sokakta geliştirmek yerine düzenin“yasal” cenderesine hapsetmiştir. Kısacası KESK enuygun koşullarda 23 Mayıs grevine ve bu grevleözgüven kazanan kamu emekçilerinin mücadeledinamiklerine -ihanet etmiştir demiyoruz- sırtınıdönmüş, hakem kurulunu yeni bir grevle karşılamakyerine, gerisin geri Memur Sen’in kuyruğunayedeklenmiştir.
KESK’in (ve bağlı sendikaların) son toplusözleşmelerdeki durumuna ilişkin olarak hemen birçokkişinin diline dolanan “okullar kapalıydı, izin
dönemiydi” vb. söylemlere dayalı bir “bahaneler”zinciri yaratılabilir. Bunu en yukarısından en aşağısınakadar hemen her kademede yapan yeterince“mazeretçi” de var zaten. Peki kamu emekçilerinintaleplerini mücadele konusu haline getirmek için illabir toplu sözleşme döneminin gelmesi şart mı?Örneğin “her türlü ek ve yan ödemenin emekli
keseneğine dahil edilmesi” talebi bugün kamuemekçilerinin en yakıcı taleplerinin başında geliyorsa,bu ve benzer talepler uğruna bir mücadele programıortaya koymak ve emekçileri mücadeleye yöneltmekiçin illa da bir “toplu sözleşme(!) masası” mıkurulmalı? Toplu sözleşmenin Ağustos ayındabaşlayacağı kanunda açık seçik yazılı iken, KESK vebağlı sendikalar kamu emekçilerini aylar öncesindentalepleri doğrultusunda örgütlemeye ve bir mücadeleprogramı etrafında birleştirmeye yönelmişler midir?
Tüm bu soruları ve bugünkü toplu sözleşmesürecinde KESK’in yaşadığı iflası anlamak için, 23Mayıs grevi sonrasında KESK’in izlediği çizginin, bir“çaresizlikten” değil, bir “tercihten” ileri geldiğinikavramak gerekir. Nihayetinde 23 Mayıs sonrası,kitlelerde mücadele beklentileri ve dinamikleridoruğundaydı. Kamu emekçilerinin KESK’e duyduğugüvenin zayıflaması, örgütlü-öncü kadroların dahiKESK’e ve bağlı sendikalara güvensizlik duyması, bir
neden değil, KESK’e hakim icazetçi-reformist ve hergeçen gün katılaşan bürokratik çizginin yarattığı birsonuçtur. Süreçlerin döne döne gözümüze soktuğu bugerçeği yine de görmezden gelip “okullar kapalıydı, izin
dönemiydi” gibi bahaneler üretenlere, toplusözleşmenin iki yıllık bir dönemde yalnızca bir aylık birsüreci kapsadığını, oysa bu iki yıllık dönemin yirmi dörtaydan oluştuğunu hatırlatmak sanırız yeterli bir cevapoluşturacaktır.
“Satış sözleşmesini tanımama” tutumunun
örgütlenmesi ve bütçe dönemi
Memur Sen’in imzaladığı satış sözleşmesininprogramlı bir mücadele ile yırtılması, Memur Sen’inetkili bir teşhirini de içeren “satış sözleşmesinitanımıyoruz” eksenli bir kampanyanın örgütlenmesibugün önemli bir ihtiyaç olarak durmaktadır. KESKve bağlı sendikalar toplu sözleşme sonrası bırakalımbir mücadele programı ortaya koymayı, MemurSen’in etkili bir teşhirine dahi yönelmemiş, ikide biryapılan açıklamaların ötesine geçen bir tutumgeliştirilmemiştir. Her ne kadar sefalet artışlarınıöngören toplu sözleşme imzalanmış olsa da, kamuemekçilerinin yakıcı talepleri orta yerde duruyor.Her türlü ek ve yan ödemenin emekli keseneğinedahil edilmesinden iş güvencesine, insanca birücret ve ücret adaleti talebinden geçmiş kayıplarıngiderilmesi talebine kadar bir dizi talep ile kamuemekçilerini harekete geçirmek ve önümüzdekibütçe dönemini bir mücadele sürecinedönüştürmek bugünün güncel görevleri olarakdurmaktadır. “Yaz dönemi”nden şikayet edenlere
“kış”ın geldiğini hatırlatmak ise öncü kamuemekçilerine düşmektedir.
Meclisin açılması ile birlikte AKP hükümeti yenisosyal yıkım saldırılarına hazırlandığını da ilan etmişbulunuyor. Kıdem tazminatı, esnek çalışma, taşeronlukgibi başlıklar altında gelecek olan yeni saldırı dalgasıişçi-memur ayrımının kaldırılarak “çalışan” kavramıaltında kamu emekçilerinin iş güvencesinin tehditedilmesini de kapsamaktadır. Gerek satış sözleşmesiniyırtmak ve gerekse de bu yeni saldırıları püskürtmek,fiili meşru mücadeleyi eksen alan programlı ve greveksenli bir mücadele çizgisinin ete kemiğebüründürülmesine bağlıdır. Bu görev ise icazetçisendika bürokratlarının değil, öncü kamuemekçilerinin omuzlarındadır.
Sosyalist Kamu Emekçileri
olarak toplu sözleşme süreci
Başını ABD emperyalizminin çektiği “Suriye’nin
Dostları” adlı gerici/saldırgan oluşum, İngiltere’nin
başkenti Londra’da toplandı.
“Londra 11” diye adlandırılan toplantıya
Türkiye’nin yanı sıra, ABD, Fransa, Mısır, Almanya,
İtalya, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap
Emirlikleri ve İngiltere dışişleri bakanları katıldı.
2. Cenevre Konferansı’na hazırlık çerçevesinde
gerçekleştirilen toplantının ardından sonuç bildirisi
yayınlayan oluşum, tüm güçlerini, Suriye sorunu için
en uygun çözüm yolu olarak gördükleri bu konferansın
hazırlıklarına yöneltme kararı aldıklarını belirtti.
Bildiride, 27 Eylül’de BM Güvenlik Konseyi’nde,
Suriye’de acil siyasi geçiş sürecine ihtiyaç olduğu
yönündeki anlaşmadan duyulan memnuniyet de ifade
edildi.
Hem sonuç bildirisinde yer alan ifadeler hem ABD
ve İngiltere dışişleri bakanları John Kerry-William Huge
ikilisinin açıklamaları, bu gerici oluşumun Cenevre
Konferansı’na katılma eğiliminde olduğuna işaret
ediyor. Ancak bu oluşumda yer alan Türkiye-Suudi
Arabistan ikilisi, alınan karardan hoşnut kalmadı. Zira
bölge gericiliğinin bu iki kalesi, ne pahasına olursa
olsun, Suriye’de sağlam kalan yerlerin de emperyalist
savaşla yakılıp yıkılmasını istiyordu.
Karardan hoşnut olmayan bir diğer taraf ise,
emperyalistler güdümündeki muhalefetin
düşkünleşmiş şefleridir. Konferansa katılmak için Beşar
Esad’ın çekilmesini, seçimlerde aday olmamasını,
kendilerinin Suriye muhalefetinin tek temsilcisi kabul
edilmesini ve Esad’ın bu talepleri kabul etmemesi
durumunda Birleşmiş Milletler’in 7. Madde’yi (askeri
saldırı) uygulamasını şart koşan güdümlü muhalefet,
umduğunu bulamadı.
Kerry-Huge ikilisi, Esad’ın istifasının konferans şartı
olmadığını dile getirerek, tabir uygunsa güdümlü
muhalefete, “haddini bil” mesajı verdiler. Efendileri,
“katılın” diye emir verirlerse, Londra’da kabadayılık
taslayan güdümlülerin soluğu Cenevre’de
alacaklarından kuşku duymamak gerek.
Konferansın toplanması, Esad yönetiminin, 2.5 yıl
aradan sonra düşmanları tarafından, kerhen de olsa
muhatap kabul edilmesi anlamına gelecek. Elbette bu
kadarı Suriye’deki yıkıcı savaşın sona ermesi anlamına
gelmeyecek. Zira güdümlü muhalefetle onun savaş
alanındaki uzantıları süreci sabote etmek için
ellerinden geleni yapacaklar. Öte yandan Esad’a ilkel
bir kinle saldıran dinci-Amerikancı AKP iktidarı ile
Ortaçağ kalıntısı Suudi Arabistan rejimi de, yıkıcı savaşı
uzatmak için son kozlarını masaya sürecekler. buna
karşın efendileri ABD’nin icazeti olmazsa, bunların
hareket alanları da sınırlı kalacaktır.
Başını ABD’nin çektiği oluşumun Cenevre
Konferansı’na katılması, bu emperyalist odağın Suriye
ve Ortadoğu planlarının ciddi bir darbe alması
anlamına geliyor. Lübnan merkezli El Meyadin kanalına
konuşan Beşar Esad’ın, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
aday olmasının önünde bir engel görmediğini ilan
etmesi ise şimdiden kendini çatışmanın kazanan tarafı
olarak kabul ettiğini gösteriyor.
“Suriye’nin Dostları”Londra’da toplandı
Rehine takası,AKP-cihatçı çete işbirliği
Lübnan Genel Güvenlik Müdürü TümgeneralAbbas İbrahim öncülüğünde yürütülen arabuluculukgörüşmeleri olumlu sonuç verince, 17 aydan bericihatçı çeteler elinde rehin tutulan 9 Lübnanlı hacıserbest bırakıldı. Bunun karşılığında 9 Ağustos’tanbu yana Beyrut’ta alıkonan iki Türk pilot ve Suriye’detutuklu bulunan 100’ü aşkın kadın serbest bırakıldı.
Türkiye, Katar, Suriye hükümetleriyle görüşmeleryapan İbrahim, anlaşmaya vardıkları için, her üçülkeye de teşekkür etti.
Türk pilotlar kaçırılmadan önce de çaba harcayanAbbas İbrahim, önceki girişimlerinden olumlu sonuçalamamıştı. Belli ki, Türk pilotların da pazarlığa dahiledilmesi, anlaşma sağlanmasında özel bir roloynamıştır. Katar çetelere fidye öderken, göründüğükadarıyla AKP iktidarı da, cihatçı çete şeflerini takasarazı etmişler.
Bu olay, AKP iktidarının kökten dinci çetelerleyakın işbirliği içinde olduğunu bir kez dahakanıtlamıştır.
Belirtmek gerekiyor ki, pilotların ödediği bedel,AKP iktidarının Suriye politikasından kaynaklanıyor.Zira Lübnanlı hacılar Türkiye sınırında rehin alınmışve sivilleri hedef alan bu saldırıya Türk devletinin deortak olduğu, rehine aileleri tarafından defalarcadile getirilmişti. Türkiye’nin Beyrut büyükelçiliği veTürk Hava Yolları bürosu önünde sık sık eylem yapanrehine aileleri, doğrudan Tayyip Erdoğan’aseslenerek, yakınlarının serbest bırakılmasınıistemişlerdi.
Suriye yönetimi daha önce rehineler karşılığındatutuklu kadınları serbest bırakmayı kabul etmiş,Katar emiri de çetelere fidye ödeme vaadindebulunmuş, ancak buna rağmen anlaşmasağlanamamıştı. Bu da anlaşmaya varılmasında,pilotların denkleme dahil edilmesinin oynadığı roleişaret ediyor.
Tüm veriler, Türk pilotların alıkonmasının,Lübnanlı rehinelerin serbest bırakılmasında önemlibir rolü olduğunu ortaya koyuyor. Hal böyleykenAKP şefi Tayyip Erdoğan’ın Beyrut’tan dönenpilotları havaalanında karşılaması, kaba bir pişkinlikörneği olmuştur. Zira pilotlar, AKP iktidarının izlediğisaldırgan dış politikanın kurbanı oldular.
AKP iktidarı, pilotların serbest bırakılmasında roloynamıştır. Ancak rehin alınmalarının sorumlusu dabu aynı dinci-Amerikancı iktidardır. Dolayısıylaburadan AKP payına onur düşmez. Bu olay, dinci-Amerikancı iktidarın, sivilleri hedef alan cihatçıçetelerle suç ortaklığı yaptığı gerçeğini bir kez dahahatırlatmıştır.
Yıkıcı savaşın Suriye’de devam etmesini isteyençevreleri rahatsız eden 2. Cenevre Konferansı’nınönümüzdeki Kasım ayında toplanması gündemde.Cenevre Konferansı gündemli diplomatik trafiğinyoğunlaşması, savaşın sürmesi için çaba harcayan Türkdevleti, Suudi Arabistan gibi güçlerin de bu yöndehazırlıklara başlamaları, konferansın toplanmaolasılığının yüksek olduğuna işaret ediyor.
Konferans gündemiyle bölge ülkelerinde tura çıkanBirleşmiş Milletler ve Arap Birliği Suriye Özel TemsilcisiEl-Ahdar el-İbrahimi Irak, Katar, Türkiye, İran veSuriye’de temaslarda bulunacağını belirtti.
Mısır’ın başkenti Kahire’de Arap Birliği GenelSekreteri Nebil el-Arabi ile görüşen El-İbrahimi, bölgeturunun ardından Amerikalı ve Rus yetkililerle degörüşeceğini kaydetti. El İbrahimi ile görüşen El Arabiise, 2. Cenevre Konferansı’nın 23 Kasım’da yapılmasıiçin anlaştıklarını açıkladı. Bu tarih üzerinde henüzgenel bir mutabakat sağlanamasa da, Rusya-ABDikilisi, konferansın Kasım ayında toplanması içinçalışmaları hızlandırdılar.
Bu arada El-İbrahimi’nin bölge turu devamederken, Rusya ve ABD dışişleri bakanlarının özeltemsilcileri de, Moskova’da buluştu. Taraflarıngündeminde de konferansa hazırlık var. Öte yandanABD yönetiminin, güdümlü Esad muhaliflerinibirleştirmek için girişimlerini yoğunlaştırdığı dagözleniyor.
2. Cenevre Konferansı’na hazırlık yapan diğer taraf
ise, Fransa-İngiltere ikilisidir. Güdümlü muhalefetinAvrupa’daki kanadını birleştirmeye çalışan buemperyalist ikili, destek verdikleri kuklalar aracılığıylakonferansta söz sahibi olmanın arayışı içindeler.
Esad yönetimi ve emperyalistlerin güdümünüreddeden Suriye’nin ilerici muhalefeti ise, konferansaen sıcak yaklaşan taraflar olarak görülüyor. Esadyönetimine karşı olan ilerici muhalefet hemdemokratik bir Suriye için mücadele ediyor hemkökten dinci ithal çetelerin Suriye dışına çıkarılmasınıtalep ediyor ve Cenevre konferansını hedeflerineulaşmanın bir olanağı olarak değerlendiriyor.
Konferans hazırlığı devam ederken, sahadaki savaşda tüm şiddetiyle devam ediyor. Görünen o ki,konferans toplansa bile savaşın kısa sürede sonaermesi olası değil. Zira Esad yönetimi ithal dinciçeteleri Suriye’den sürüp atma konusunda kararlıolduğunu ilan ederken, cihatçı çeteler ile onlarıfinanse eden güçler ise, Esad yönetimini yıkıp Suriye’yiparçalama planından henüz vazgeçmiş değiller. Bu dayıkıcı savaşın belli bir süre daha devam edeceğineişaret ediyor.
2.5 yıldan beri devam eden çatışmaların bedeliniağır bir şekilde ödeyen Suriye halkının acil ihtiyacı ise,yıkıcı savaşın bitirilmesi ve hem etnik, dinsel,mezhepsel parçalanma riskini önleyecek hem tümSuriye için demokrasi, siyasal özgürlük ve sosyaladaleti sağlayabilecek bir yönetimin işbaşınagelmesidir.
2. Cenevre Konferansıhazırlıkları yoğunlaşıyor
ABD’den Pakistan’a
askeri yardımlar
ABD, Pakistan devletine askeri yardımları
yeniden başlatıyor. Daha önce Pakistan’ı taş devrine
döndürmekle tehdit eden Amerikan emperyalizmi,
yeniden askeri yardım kozunu kullanıyor.
ABD İnsansız Hava Araçları’yla gerçekleştirdiği
saldırılarda son on yıl içinde Pakistan’da yüzlerce
sivili katletmişti. ABD’nin pervasız katliamları
karşısında halkın kitlesel eylemler
gerçekleştirmesiyle işbirlikçi Pakistan devleti bir dizi
yaptırım kararı almak zorunda kalmıştı.
ABD, Pakistan devletinin askeri eğitmenlerini
ülkeden çıkarması ve ordunun “etkin savaş”
yürütmediği gerekçesiyle “ceza” olarak yardımı
durdurmuştu. 2011’de ABD’nin Pakistan’la
ilişkilerinde çıkan ‘gerginlikler’ üzerine Washington
Pakistan’ı tehdit edip yardımları askıya alınan
yardımlar şimdi yeniden devreye sokuluyor.
ABD’nin işbirlikçi ülkelere, emperyalizmin
hegemonyasını perçinlemek amacıyla yaptığı askeri
hibeler, aynı zamanda o ülkelere yönelik tehdit
malzemesi olarak da kullanılıyor.
Acınacak halde olan işbirlikçi Pakistan devleti ise
ABD’ye tekrar avucunu açmış görünüyor. Amerikalı
yetkililer yardımların kesilmesinin ardından,
ilişkilerin düzelmesi halinde yardımların tekrar
başlayacağını duyurmuştu.
ABD Dışişleri Bakanlığı yardımların tekrar
başlatılacağını açıkladı. ABD Dışişleri Bakanlığı
Sözcüsü Marie Harf, yardımların 1.6 milyar dolar
olduğunu ifade etti. Pakistan’ın sermaye
hükümetinin yeni başbakanı Navaz Şerif bu hafta
Washington’a gidecek. Şerif’in ziyaretinden hemen
önce yardımların yeniden başlatılacağı kararı
alınmasıysa açık bir mesaj olarak okunuyor.
“İHA kaç kişi öldürdü?”
İHA’ların yol açtığı sivil ölümlerini araştıran“terörle mücadele alanında insan hakları”konusunda özel raportör Ben Emmerson hazırladığıraporu açıkladı. Raporda, Afganistan’da 2013 yılınınilk yarısında 7 İHA operasyonu sırasında 15 kişininöldüğü ve 7 kişinin yaralandığının BM tarafındankanıtlandığı aktarıldı. Yemen’de ise değişik verileregöre hayatını kaybedenlerin sayısının 21 ile 58arasında değiştiği belirtiliyor.
Hazırlanan raporda elde edilen verilerin gerçekverileri altında olabileceği belirtilerek ABD’nin İHAkullanımıyla ilgili bilgi vermesi ve ölen sivillerinsayısını netleştirmesi için çağrı yapıldı.Raporda, “Pakistan ve Yemen’de CIA’nın terör karşıtısilahlı girişimlere katılması, İHA kullanımındaşeffaflık açısından fiili olarak aşılamayan gerçek birengel olduğu” da belirtiliyor.
2012 verilerine göre ABD Pakistan’da 337insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenledi, busaldırılarda 852 sivil,175 çocuk olmak üzeretoplam 3 bin 247 kişi hayatını kaybetti. Saldırılardatoplam bin 330 kişinin de yaralandığı bildiriliyor.
ABD hükümetinin kepenk indirmesi ve dışborçlarını ödeyemez duruma düşmesine neden olanyönetim krizi, beklendiği üzere bir “son dakika”gelişmesiyle, ertelendi. Taraflar, geçici bir çözümeulaşabilmek için, zorunlu olarak anlaştılar. Aksi haldekapitalist/emperyalist sistemin felaketine yol açacaksürecin kapıları açılacaktı.
Felaketin kıyısına kadar gelen Amerikan rejimi,şimdilik çöküşü ertelemeye muvaffak oldu. Fakat bubir çözüm değil, zira krizi tetikleyen sorunların hiçbiriçözülebilmiş değil.
Sistemin çözümü yok
Bu geçici uzlaşma, emperyalist ABD rejiminin –malikrizin yansıması olan- yönetim krizini aştığı anlamınagelmiyor. Bu sadece bir erteleme. Yani verilikoşullarda, bu sorunun daha da ağırlaşarak yenidengündeme gelmesi kaçınılmaz görünüyor.
Anlaşmaya göre federal hükümet 15 Ocak’a kadarkepenklerini açacak, borç tavanı 7 Şubat’a kadaryükseltilecek, iki partiden Kongre üyelerinin de yeralacağı, ülkenin “uzun vadeli mali istikrarı” içinçalışacak bir “bütçe konferans komitesi”, 13 Aralık’akadar kurulacak.
Görüldüğü üzere ABD hükümetinin saygınlığını beşparalık etmesine, “emperyalist heybeti”ne etkili birşamar indirmesine rağmen, kriz aşılabilmiş değil.Geçici anlaşma, kapitalist/emperyalist sisteminfelaketini önleme çabasından öte bir şey değil.
Krizin bu boyuta varmasına rağmen, iktidarodaklarının anlaşamaması, halenkapitalist/emperyalist sistemin merkezi olan ABD’nin,gerçek bir çözüme ulaşma olanaklarından yoksunolduğunun göstergesidir. Pek çok gözlemci, Amerikan
egemen güçleri arasındaki çatlağın, uzun zamandan
beri bu kadar derinleşmediğini kabul ediyor. ABD
egemenlerinin içine düştükleri bu çözümsüzlük,
kapitalist/emperyalist sistemin çözümsüzlüğüdür aynı
zamanda.
“Çay Partisi” geri adım atmıyor
Cumhuriyetçi kanat içinde “Çay Partisi” diye
adlandırılan ırkçı Amerikan burjuvazisinin temsilcileri,
Obama’nın sağlık reformunu engellemeye kararlı
olduklarını bir kez daha ilan ettiler. “Felaketi önlemek
için geçici anlaşmaya razı olduk, ama sağlık reformuna
izin veremeyiz” diye açıklama yapan “çay partisi”nin
temsilcileri, yoksulların sağlık hizmetlerinden kısmen
de olsa yararlanmasına olanak sağlayacak reformun,
bütçeye ek yükler getireceği için reddediyorlar.
Görüldüğü üzere Amerikan burjuvazisinin bir
kesimi, yoksulların kısmen de olsa sağlık hizmetinden
yararlanmasına bile katlanmak istemiyor. Bu durum
burjuvazinin ne kadar barbarlaştığını göstermesi
açısından çarpıcıdır. Ama sorunun boyutu bundan
ötedir ve gırtlağına kadar borç batağına saplanmış
dünyanın en büyük ekonomisinin derin açmazını da
gözler önüne seriyor.
ABD devlet bonolarından kurtulma arayışı…
ABD ekonomisindeki kriz, tüm sistemi diken
üstünde bırakıyor. Zira dolar halen “rezerv para” olarak
kullanılıyor. Yani birçok devletin mali rezervleri halen
dolar cinsindendir. Satılan ABD devlet bonolarının
miktarı ise, trilyonlarca dolara ulaşmıştır. Örneğin
sadece Çin (1.3 trilyon), Japonya (1 trilyon), Brezilya
(800 milyar) üçlüsünün elindeki bonoların değeri 3trilyon doları aşmış durumda.
ABD’nin iflası, hem tüm alacaklı ülkeleri etkileyecekhem yağmalar gibi tüketen Amerikan toplumununsatın alma gücünü aşağı çekecektir. Bu da, ABDpazarına odaklı çalışan şirketleri ciddi bir krizle yüzyüze bırakacaktır. Bundan dolayı ABD bonolarınayatırım yapan devletler, süreci derin bir kaygıylaizliyorlar. Henüz açıkça dile getirilmese de, ABDbonolarını elden çıkarıp olası bir krizin faturasınıödemekten kurtulma arayışının başladığını söylemekmümkündür. Tabi söz konusu bonoları satın alacakbirilerini bulabilirlerse…
Sistem çöküşe mahkûmdur
İçinde bulunduğu mali ve siyasi krize rağmen, ABDyönetimi işleri bir şekilde idare edebiliyor. Felaketinkıyısına gelse de, son anda uçuruma yuvarlanmayıerteleyebilmesi, bunu gösteriyor. Ancak uçurumunkıyısına kadar varması, sistemin çözüm üretmeyeteneğinin de giderek sınırlandığını somut olarakgözler önüne sermiştir.
Doların rezerv para olarak kullanılması, halen ABDemperyalizminin temel dayanaklarından biridir. Dünyajandarmalığını finanse etmek için dolar basıp piyasayasüren ABD, dolardan kaçışın başlaması ile bu olanağınıyitirecektir.
Kriz o noktaya geldiğinde ABD’nin mali, askeri,politik ve diplomatik alanlarda ağır darbeler yemesikaçınılmaz olacaktır. Nitekim Suriye’ye ilan ettiği savaşıgerçekleştirme gücünü kendinde bulamaması, sözkonusu alanlardaki gerilemenin dolaysız sonucuduraynı zamanda.
Verili koşullarda, ABD’nin rakipleri de sorunun buboyutlara ulaşmasını tercih ediyorlar. Fakat ABD’ninyaşayacağı dramatik bir çöküş, bu ülkelerin çıkarlarınada ciddi zararlar verecektir.
Hal böyleyken, ABD’nin rakipleri, bu hegamongücün zayıflaması için ellerinden geleni de yapıyorlar.Ancak bunlar, sisteme fazla zarar vermeden, ABDhegemonyasını geriletmeye çalışıyorlar. Yani hegamongüç sarsılırken, bu sarsıntının kendi kalelerinde çatlakyaratmamasını sağlayacak bir formül arayışındalar.“Çok kutuplu bir döneme girdik” söylemi, bu arayışınifadesidir. Elbette böyle bir formül bulmak kolay değilve olayların ne zaman kontrolden çıkacağını da kimsekestiremez.
Ancak bu karmaşık, iç içe geçmiş çıkarlar yumağınarağmen, sürecin ABD’deki krizi derinleştirmesini vedoların, zamanla rezerv para vasfını yitirmesiniönleyecek sihirli bir formül icat edilebilmiş değil.
2008’de derinleşen kapitalizmin küresel krizininertelenmesi için trilyonlarca dolar harcanmıştı. Krizertelenebilse de aşılamadı. Nitekim 2008’deki küreselkrizin devamı olan ABD’deki mali ve siyasi krizler, derinaçmazı göstermekte ve sistemin çöküşe mahkumolduğun saptamasına güçlü kanıtlar sunmaktadır.
ABD’de ‘felaket’ ertelendi,kriz devam ediyor!
Ufukta gördüğünüz ışıksa, bazen karanlıktırgölgede saklanan. Denize açıldığınızda farketmediğiniz, emeğinizle yelkenleri dolduran umut olsada bazen yanlış rotaya yol alırsınız. Zira yolun sonubeterin beteridir...
Bir deniz ayırır ülkeleri, bir denizin ayırdığı ikiülkede iki yaşam var olur. Birinde ölümle umutdiğerinde yaşamla düşkırıklığı bulunur. Hangi ülkededoğarsanız doğun sınıfınızdır sizi ölümle-yaşamarasında dolaştırıp umudunu alıp düşkırıklığıdağıttıran...
İki ülke, birinde doğduğun için diğerine gitmemecburiyeti yaşatır insana. Zira doğduğunuz toprakkurak ve sefalet koyarken sofranıza diğerinde neonışıkları altında takım elbiseli kendi sınıfınızdaninsanların size hizmet ettiği sofralarda et yemeklerininkokusunu alırsınız. Adı yabancı, kendi yabancı olanaduyulan istekle sizi ya kendi toprağınızda ya dakarşıdaki ülkede umutlarınızdan sandal yapar yolaçıkarsınız. Çıkılan yolun sonu bazen yoktur. Bazendeniz tabut olur, bazen 8 metrekarelik odalardakiyaşam zindan olur. Her ikisinde de sınıfınızdır sizesunulanın özü. Sınıfınızı unuttuğunuz an esir alınırsınız.İşte bu Afrika’nın göç hikayesidir. Akdeniz’de ölümlerlesıkça duyulur. Karşı kıyıya varansa Avrupa’nın tümyükünü omuzlarında taşıyan kölelikle hiçbir zamanduyulmaz, yok sayılır ‘ötekileşir’...
Afrika’nın hikayesi diye sunulanın bizimhikayemizden ne farkı var? Onlar umut tacirlerininnehirde bile kullanılamayacak gemilerinde denizlere,okyanuslara yollarken kardeşlerimizi biz ya Avrupa’daya da Türkiye’de aynı burjuvazinin çarklarını kanımızlayıkamıyor muyuz? Dünyanın 80 küsur ülkesindesendikalı iken burada asgari ücrete zamdan kaçan aynıhayalleri çalan burjuvazi değil mi? Ha Akdeniz’de birgemide gelen dalga kapmış bizi ha organize sanayibölgesinde döküm kazanı yakmış sizi. Ya daBangladeş’te çöken tekstil fabrikasında ölen yüzlerceişçiden biri olmuşsunuz. Hepsi aynı rüya Avrupa’sınınhayalinde olmayan gerçeği değil mi?
Evet aynı gerçek. Avrupa burjuvazisinin güneşgözlüklerinde yüksek standart yazısı ile kapatılmış amayaşam ağacının en yeşil dalının kurutulduğu yerdir aynınokta.
Bunun için geçtiğimiz iki hafta içinde 300’ünüzerinde Afrikalı Akdeniz’in derinliklerinde hayallerinedalıp giderken göçmenler için çözüm sınır güvenliğininyoğunlaştırılmasıdır Avrupa Birliği’nin emperyalistefendileri için. Bir kıtayı kölelikle anlamlandıran ilkefendiler için ya madenleriniz ve emeğinizle varsınız yada yoksunuz. Bunun için boğulan umutlara sunduklarıvaat ölmemek için yola çıkmamaktır. Nasıl yaşanacağıgibi nasıl ölüneceğine de karar verir burjuvazi. Kenditopraklarınızda da Avrupa’da da. Zira kapitalizmin nebaşkenti var ne anavatanı. Bundandır Amerika’dageçtiğimiz hafta Nobel Ödülü alan bilim insanlarınıngöçmen olması gerçeği. Harvard Üniversitesi’ndenAvusturya kökenli Martin Karplus veya İsrail kökenli
Arieh Warshel yaşamları sistemin çarklarına yaradığısürece göçleri karşılanacak olanlardan.
Sizin göç etmeniz onların çıkarlarına hizmet ettiğisürece Akdeniz’de ölmek zorunda kalmazsınız. Bununiçin 2. emperyalist paylaşım savaşının bitimiyaklaştıkça faşist Nazi artıklarının batıya göçü kucakaçılarak karşılandı. Binlerce işkenceyi yöneten, topluölümlerin mucidi katillerin ‘engin bilgileri’ bir sonrakikuşağın katliamlarına aktarılmak için göçleri karşılandı.“Paperclip Harekâtı” adıyla savaş suçlusu isimlerindahil olduğu yüzlerce isim ABD’ye götürülmüştü,ölümü Nazi üyelikleriyle değil ABD adınagerçekleştirmek için tarihin en karanlık göçüyle...
İşleri bittiğindeyse bazıları yargılandı bazılarısınırdışı edildi. Zira göç etmenin sonu yoktur. Hizmetetsen de ömrün bittiğinde toplama kamplarındaki gibisenden alacağını alır sana bir çukur bırakılır.Kapitalizmin ruhundaki göç bundandır Nazileri zamaniçinde arındırması.
Bir de bugünlerde yeni bir göç hikayesi var sisteminyarattığı. En genç Nobel Barış Ödülü adayı denerekvitrine çıkarılan Pakistanlı Malala gibi bir anlamyüklenirse size Obama’nın beyaz odasında ya da yanıbaşınızdaki kardeş Afgan halklarını acıya boğan İngilizKrallığı’nın sarayında dahi ağırlanırsınız. Ülkenizdengöç etmek zorunda kalmadan yeni bir hayat sunarlarsize. Her gün ülkenizde yaşıtlarınız aynı ABD’nininsansız hava araçlarıyla vurulurken.
Denizaşırı gitmeseniz de kendi topraklarınızdakalsanız da onlar için değerli olmak bu ince çizgiarasındadır...
Ama denizlere gömülen isimsiz göçmenlerdenyüzlerce var. Yüzlerce isimsiz proleter, yüzlerce isimsizişsiz ve yüzlerce isimsiz kaçak ve her biri insan olan.Modern kölelik olan kapitalizmin ana kıtada 880 binköle çalıştırdığı düşünüldüğünde denizi aşmak yolunsonunda da yeni bir kabus demektir. Bunların 270biniyse cinsel istismara maruz kalıyor uygar ahlak
bekçileri diyarında. Avrupa rüyasında bu dagörünmüyor elbet. İnanırsanız kanınızı zehirler busistem. Daha iyi bir hayat algısı yerleştikçebilinçaltınıza onlar hatırlatır biz istedikçe daha iyi birhayat diye. Bundandır 16 yaşlarında bir liseli göçmenisınırdışı etmek için okul gezisinin ortasında, tümarkadaşlarının arasından zorla alıp götürmek. AmaFransa’da burjuvaların rüyasında kara delik açıldı işte.Binlerce liseli okulları boykot edip göçmen liseli içinbarikatlarını kurdu. Yeni bir dünyanın ruhlarındakikıvılcımıyla “biz aynıyız, tekiz” dediler. Ve Fransadevleti birkaç gün dayanamadan sınırlarını açtıLeonardo Dibrani’ye. Dibrani bir isim, bir göçmen vebir sembol. Adil davranmayan düzene bir tepkinin adı.Fransa devleti gibi siyahileri öteki sayan, romanlarısınırdışı etmenin politikalarını yapanlara bir ihtar. 16-17 yaşında sistemin çarklarında öğütülmeyehazırlanan gençliğin din, dil, ırk gözetmeden birolduklarını haykırması kadar güçlü bir silah hangiburjuvanın korkusu olmaz ki!..
Göç ettik yıldızlara umudu bulmak için sonragördük ki yaşlı kıtada efendiler onu da köle yapmış.Anladık ki umut var olduğun, alınterinin damladığıyerde. Tornaya kaptırılan kolun kırıldığı yerde. Açlıktanölümü beklediğin, yaşamınsa ücretli kölelik olduğukentte. Mesele umudu yıldızlarda aramayı bırakıpavuçtaki çekici daha sıkı kavramakta. Çarklara yağyapılan kanını bayraklaştırmakta. Zira ne yıldızlar, neAvrupa ne de ‘cennet’ sunmayacak güzel günleri. İlkköleden ilk köle isyanına kadar göç eden umut, varılanyerde yine köleydi. Efendilerin göğsüne saplananhançerdir özgürlük ve eşitlik. Yeni bir dünyayaratmadan rüyalarla aldatılmaya devam edileceğigerçeğiyle... Son söz ölümü göç yollarında değil köleliğisürgün etme kavgasında yaşayanlara ithaf ediliyor...
“Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecekleri
şeyleri yok, kazanacakları bir dünya var. Bütün
ülkelerin işçileri, birleşin! ”
Göç etmeyen kuşlarkanatlarında umut taşır
T. Kor
Portekiz, İngiltere, İtalya ve Kıbrıs’ta işçilerüretimden gelen güçlerini kullanarak kemer sıkmapolitikalarına kayıtsız kalmayacaklarını, ücretkesintilerini kabul etmeyeceklerini gösterdiler.
KıbrısKıbrıs’ta İngiliz üslerinde çalışan işçilere 3 yıl daha
zam yapılmayacağının açıklanması üzerine uyarı grevidüzenlendi.
Greve Kıbrıs’ın Ağrotur, Piskobu, Dikelya ve Ay-Nik(Mağusa) üslerinde örgütlü bulunan AS-SEN, SEK, PEOve PASİDY sendikalarına üye işçiler katıldı. İşçiler sabahmesai saatinin başlamasıyla iki saat çalışmadı.Sendikalar ortak gerçekleştirdikleri grevlekararlılıklarını gösterdiler.
İngiliz devleti iki yıl önce krizi bahane ederek sıfırzam dayatmasını devreye sokmuştu. Ayrıca iştençıkarma ve özelleştirme yoluyla tasfiye politikasıhayata geçirilmişti. Şimdi de üç yıllık zamsız çalışmakararı ile işçiler sefalete mahkum edilmek isteniyor.
İngiltere hükümetinin İngiltere’de çalışanlarayapılan artış oranını Kıbrıs’taki üslerde çalışan İngilizkökenli çalışanlara da Ağustos ayından itibarenyansıttığına dikkat çeken işçiler, aynı işi yapan işçilerarasında yaratılan ayrımcılığı da protesto ettiler.
İngiltereİngiltere’de öğretmenlerin, eğitim sistemindeki
değişiklikleri protesto etmek için başlattığı bölgeselgrevde 3492 okulda eğitime ara verildi. İngiltere’nin enbüyük iki eğitim sendikası Ulusal Öğretmenler Birliği(NUT) ve Ulusal Okul Müdürleri ve Kadın ÖğretmenlerBirliği’nin (NASUWT) üyeleri, mesai ücreti, emeklimaaşı ve iş yükü tartışmalarının ardından başkentLondra, Cumbria ile güneydoğu, kuzeydoğu vegüneybatı İngiltere’de bölgesel greve gitti. Bir günlükgrev nedeniyle ülkede yaklaşık 3492 okul eğitimveremedi.
Öğretmenler, artan iş yükü, bu dönem uygulamayagirecek performans orantılı maaş artışı ve emeklimaaşlarında yapılan değişikliklere uzun süredir tepkigösteriyor.
PortekizPortekiz’de krizin faturasını ödemek istemeyen
emekçiler sokaklara döküldü. Portekiz hükümetininaçlık ve köleliği dayatan 2014 bütçesini açıklamasıemekçilerde büyük öfke yarattı. Lizbon ve Porto’da
sokaklara çıkan emekçiler hükümeti istifaya çağırdı. Almeida’yı Lizbon’a bağlayan 25 Nisan Köprüsü’nü
yürüyerek geçmek isteyen CGTP üyesi işçiler kollukgüçlerinin engeliyle karşılaştı. Bunun üzerine 400araçlık konvoy ile köprüyü aşan işçiler başkentLizbon’da eyleme başladılar. Porto’daki eylemciler iseLuis Köprüsü’nü yürüyerek geçmeyi başardı.Hükümetin planına göre kamu emekçilerinin veemeklilerin maaşlarında büyük kesintiler yapılacak.2014 bütçesine göre kamu emekçilerinin maaşlarındayüzde 12, emeklilerin maaşlarında yüzde 10 kesintiolacak.
İtalyaİtalya’da sendikaların çağrısı üzerine bir günlük
genel grev ve merkezi eylem gerçekleştirildi.Ulaşım, taşımacılık, sağlık başta olmak üzere bir dizi
temel sektördeki kamu çalışanlarının greve katılımıhayatı durdurdu. Genel grev nedeniyle ülkenin birçokbölgesinde kitlesel yürüyüşler de gerçekleştirildi.Sendikalar genel greve katılımın yüzde 80 dolayındaolduğunu açıkladı.
On binlerin katıldığı grevin ardından Roma’damerkezi bir eylem gerçekleştirildi. Roma’da yapılaneyleme de on binlerce kişi katıldı. Önceki geceden SanGiovanni Meydanı’nda kamp kuran emekçilere güniçinde on binlerce kişi daha katıldı.
Eğitim sektöründeki kesintileri protesto edenöğrenciler, “Şehri işgal ediyoruz” sloganıyla yürürken,sendikalar politikacılara uygulanan imtiyazlarınkaldırılmasını ve işçi haklarının artırılmasını talep etti.No-TAV grubu ise, hızlı tren gibi projelere ayrılanbütçenin sosyal hizmetler için kullanılmasını istedi.
70 bin kişinin katıldığı belirtilen yürüyüşte yer yerpolisle gerginlik yaşandı. Özellikle Ekonomi Bakanlığıve faşist Casa Pound hareketinin binası gibi kilitnoktalarda çatışmalar yaşandı.
İtalya’da işçi ve emekçiler meydanları terk etmiyor.Sermaye hükümetinin izlediği politikalara karşı PortaPia Meydanı işgal edildi.
İtalya’da işçi ve emekçilere “kemer sıkma” adıylaücret kesintisi ve ek vergiler dayatılıyor. Buna karşın,yaşanan sefalete dikkat çekmek ve barınmanın temelbir hak olduğunu ifade etmek için Porta PiaMeydanı’nda işgal başlatıldı. Kriz gerekçesiyleuygulanan politikalarla evlerini kaybetmiş olan İtalyalıişçi ve emekçiler ile sığınma hakkı talep edengöçmenler işgalin temelini oluşturdu.
Avrupa’da hayatgrevle durdu!
Avrupa’da ırkçılarpervasızlaşıyor
Avrupa’da son dönemde ırkçı-faşist güruhlarınsiyahilere yönelik baskı, aşağılama ve hakaretleriyeniden yaygınlaşıyor.
Fransa’da ırkçılık siyahileri hedef almaya devamediyor. Son olarak ırkçı parti üyeleri, siyahi olduğuiçin Adalet Bakanı Christian Taubira’yı ‘maymuna’benzeten açıklamalar yaptı.
Fransa’da faşist ve ırkçı Ulusal Cephe’ninArdennes’den aday gösterdiği Anne-Sophie Leclere,Adalet Bakanı Christian Taubira’ya siyahi olduğu içinhakaret etti. Irkçı Ulusal Cephe’nin adayı Leclere,geçtiğimiz Ağustos ayında da siyahi Adalet BakanıChristian Taubira’yı ‘maymuna’ benzeten birfotomontaj yayınlamıştı.
İtalya’da ırkçı saldırılar artıyor
Avrupa’da tırmanan ırkçı saldırılar İtalya’da dasiyahileri hedef almış, İtalya’nın ilk siyahi bakanıCécile Kyenge saldırıların hedefi olmuş,“orangutana”, “fahişeye” benzetilmişti.
Avrupa’da son dönemde ırkçı, faşist güruhlarınsiyahilere yönelik baskı, aşağılama ve hakaretleriyeniden yaygınlaşıyor. Irkçı, faşist partilerin önüaçılarak işçi ve emekçilerin karşısına bir set olarakkonulmak isteniyor. Avrupa Birliği’ni oluşturanemperyalist güçler başta olmak üzere diğerkapitalistler devletler de ırkçı-faşist partileribesleyerek dizginlerini ellerinde tutuyor.
Hakları ve özgürlükleri için mücadele edenişçiler, emekçiler ve gençlerse Fransa’da zorla sınırdışı edilen gençlere sahip çıkarak, Yunanistan’daAltın Şafak karşıtı militan eylemler gerçekleştirerekfaşizme ve ırkçılığa boyun eğmeyeceklerinigösteriyorlar.
BİR-KAR Almanya’nın başlattığı paneller dizisininilki, 18 Ekim’de Bielefeld kentinde, ikincisi ise 20Ekim’de Wuppertal kentinde gerçekleştirildi.
Yazar Temel Demirer ve BİR-KAR temsilcisininkonuşma yaptığı paneller Haziran Direnişi ve devrimmücadelesinde şehit düşenler anısına saygıduruşuyla başladı.
“Yakın bir gelecekte daha kitlesel,daha militan isyanlar yaşanacak!”
Panellerde konuşan Temel Demirer Hazirangünlerinin neo-liberal saldırıya karşı bir halk isyanıolduğunu, milyonlarca kişinin katıldığı bu isyanın,ezilenlerin özgürlük arayışı olduğunu ifade etti.İsyanı, kendiliğinden patlak veren bir halk hareketiolarak tanımlayan Demirer, gençlerin, kadınların,işçilerin, emekçilerin, Alevilerin ve diğer ezilenlerinisyanda, zor aygıtı olduğu bir kez daha kanıtlanandevlete karşı, coşkuyla dövüştüğünü vurguladı.Harekete katılan milyonların heterojen bir yapıoluşturduğunu, ancak işçi-emekçi katılımının belirginolduğunu vurguladı. Devrimcilerin isyana önderlikedemediğini belirten Demirer, buna karşınbarikatlarda en önde dövüşenlerin devrimcilerolduğu gerçeğinin altını çizdi.
Kürt hareketinin Haziran günlerinde sınıftakaldığını dile getiren Demirer, Haziran günlerinin birbaşlangıç olduğunu, uzak olmayan bir gelecektedaha yaygın, daha kitlesel, daha militan isyanlarınpatlak vereceğini vurguladı.
Haziran İsyanı: Krizler, halk isyanlarıdöneminin Türkiye’deki yansıması
Her iki panelde de konuşma yapan BİR-KAR
temsilcisi, Haziran isyanının, komünistlerin dönem
değerlendirmesini doğruladığını vurguladı. Krizler,
savaşlar, halk isyanları ve devrimler dönemi tespitine
Türkiye’nin de dahil olduğunu, bu yönüyle Haziran
isyanının, zamanı önden kestirilemese de, sınıf
devrimcileri tarafından beklenen bir gelişme
olduğunu belirtti.
Komünistlerin, tarihsel dönem
değerlendirmesiyle 21. yüzyılın “halk isyanları ve
proleter devrimler çağı” olacağını saptadıklarını
ifade eden BİR-KAR temsilcisi, 1994’te Meksika’nın
Chiapas bölgesinde patlak veren Zapatista
önderliğindeki köylü isyanıyla bu dönemin
başladığını, Latin Amerika’daki halk hareketleri,
Avrupa’daki genel grevler ve Tunus, Mısır halk
isyanlarıyla devam ettiğini belirtti.
Haziran isyanının da krizler, savaşlar, halk
isyanları, devrimler döneminin Türkiye’deki
yansıması olduğunu ifade eden BİR-KAR temsilcisi,
bu dönemde harekete önderlik edecek devrimci sınıf
partilerinin eksikliğinin belirgin bir şekilde
hissedildiğini ve bu isyanların halen en zayıf
noktalarının önderlik alanında görüldüğünü
vurguladı.
Ekim Devrimi’nin Bolşevik partinin önderliği
sayesinde zafere ulaştığını belirten BİR-KAR
temsilcisi, Alman devriminin ise, devrimci sınıf
partisinin önderliğinden yoksun kaldığı için yenilgiye
uğradığını hatırlatarak, devrimci sınıf partilerinin
halk isyanlarında oynayacakları tarihsel role işaret
ederek sözlerini noktaladı.
Katılımcıların soru ve görüşlerini dile getirdiği
panellerde, Haziran isyanının sınıf karakteri,
Rojava’daki gelişmeler ve Kürt sorunu üzerine
tartışmalar gerçekleştirildi.
Kızıl Bayrak / Bielefeld-Wuppertal
İtalya’da ‘Taksim’ işgali
İtalya’da sermaye hükümetinin kemer sıkmapolitikalarında öğrencileri hedef alması ve yurtolanaklarının iyice daraltılması üzerine öğrenciler,kamuya ait ve kullanılmayan bir binayı işgal etti.Haziran Direnişi’nden aldıkları fiili meşrumücadele gücüne atfen işgal binasına “StudentatoOccupato Taksim” (Taksim Öğrenci Evi İşgali) adınıverdiler.
Öğrenciler, devletin imkanlarını yurt ihtiyacınıkarşılayacak düzeye çekmediğini belirtiyor. Mevcutyurtlar içinde masrafın 200 Euro’ya, kiralık ev veodalarınsa 700 Euro’ya kadar çıktığını belirtiyorlar.Acilen düşük fiyatlı kira talebini yükseltenöğrenciler, Bolonga’da 10 bin evin terk edilmişhalde durduğuna işaret ederek yeni işgallergerçekleştirebileceklerini ifade etiler.
Öğrenciler ayrıca Haziran Direnişi sürecindedayanışma için meydanda bir ağaç dikimigerçekleştirmişlerdi. Fakat ağaç bir süre sonrabelediye tarafından yerinden sökülmüştü.Öğrenciler yeniden eyleme çıktıkları bu süreçteağacı da tekrar meydana dikti. Öğrenciler,diktikleri fotinyanın altına Nazım Hikmet’in“Sebastian Bach’ın do majör konçertosu” şiirindenbir bölüm eklediler.
Haziran Direnişi’nin dünya üzerinde yarattığıetki varlığını koruyor. Yunanistan ve Brezilya’daeyleme çıkan kitlelerin Türkiye’deki direnişeyolladıkları selam şimdi de İtalya’dan geldi. Haklarıve gelecekleri için mücadele eden, direnen kitlelerbirbirlerinden öğrenip etkileniyor. HaziranDirenişi’nin Taksim’de kurduğu fiili meşrubirliktelik ve komün İtalya’daki öğrencilere deumut verdi. İşgalin adına konan ‘Taksim’ vurgusubu etkiyi en açık şekilde yansıtıyor. Bu da direnişindönüştürücü gücünün sadece bu ülketopraklarında sınırlı kalmadığını bir kez dahagösteriyor.
Almanya’daHaziran Direnişi panelleri
Direnişin korkusu sermaye devletini ve yolsavunucularını daha da azgınlaştırıyor. Bir güniçerisinde okulda kimsenin olmamasını fırsat bilerekağaçları kesmek bunun en net örneği iken, Gökçek’in‘marjinaller olay çıkartıyor’ söylemi bu korkuyukanıtlar niteliktedir.
“Yolu ağaçlandırma” pasif eylemi boşa düştü
Tüm bunların yanı sıra ise bu saldırılara karşıtepkiler forumlarda örgütlenerek daha da genişliyor.Son saldırıdan sonra kesilen ağaçların yerine fidandikme kararı üniversite bileşenlerinin birleşmesinisağladı. Bu birleşme sonucu 21 Ekim günü binlercekişi ile birlikte A4’e yürüyüş gerçekleştirildi. Buradayapılan eylem, normalde yola dikilmesi gerekenağaçlar öğretim elemanlarının ve reformistlerinmüdahalesi ile ODTÜ’nün ormanlık alanına dikilerek,yolun etrafını ağaçlandırmanın ötesine geçemedi.Yaşanan bu duruma müdahale edildi. Ağaçların yolunkenarına değil, kesilen ağaçların yerine dikilmesigerektiği vurgulandı. Bunun üzerinden reformistlerleçıkan tartışmada ‘toplantıda alınan kararın çiğnendiği,toplantıda, kesilen ağaçların yerine fidan dikme kararıçıktığı, burada çevre düzenlemesinin ötesinde birşeyin yapılmadığı’ belirtildi. Bunu bir kazanım olarakgören ve bu eylemin ötesinde bir şey yapılmamasınısavunan reformistlerle ortaklaşamayınca, tekrar A4’edönülerek burada akşam gerçekleşecek olan forumakatılım çağrısı yapıldı.
Alanda ağaç dikmek için kalan sınırlı sayıdaöğrenciye kitle dağıldıktan sonra saldırılması üzerinetekrar toplanılarak şantiye alanına yüründü. Buradabulunan iş makinelerine müdahale edildi. Bununsonrasında ise Gökçek’in artık çeteleşmiş hale gelenözel güvenlikleri ile kısa süreli bir çatışma yaşandı.Daha sonrasında okula gelen polis ise öğrencilereazgınca saldırdı. Tüm bu saldırılara karşı saatlercesüren bir çatışma yaşandı. Reformistlerin “kitleyikaybederiz” korkusu ile sabah militan bir eylemgerçekleştirmekten duydukları çekince adeta yerle biredildi. Polisin saldırması ile birlikte 700’ü aşkınöğrenci kısa sürede A4’te toplandı ve gece saat01.00’e kadar burada çatışmayı sürdürdü. Polisinkullandığı yüzlerce gaza, ses bombasına karşı tek birgeri adım bile atılmadı. Polisin ara ara okulagirmesine ise öğrenciler taşlarla ve havai fişeklekarşılık verdi. Eylem daha sonrasında ise iradi olaraksona erdirildi.
Belediye-AKP-polisODTÜ’lüleri bölmeye çalışıyor
Yaşanan bu eylemin sonrasında ise sermayesözcüleri ardı ardına açıklamalarda bulunmayabaşladılar. Bülent Arınç’ın “Gezi benzeri olaylar
gerçekleştirmeye çalışıyorlar” söylemi halaüzerlerinde bulunan Haziran Direnişi korkusunu açığavururken, Erdoğan’ın “Yol bir medeniyettir, gerekirsebiz cami yıkar yerine yol yaparız, yola karşı olanlargünümüzün eşkıyalarıdır” sözleri ise, Gezi sürecinde“camiye ayakkabıları ile girdiler” diyerek halkıkışkırtmaya çalışmasını gölgede bıraktı. Böylece AKPşefleri sermayenin çıkarları için “gerekirse camiyi bileyıkarız” diyerek bir kez daha toplum nezdinde gerçekkonum ve kimliklerini ortaya koymuş oldular.İnsanların dini duygularını sömürerek siyaset yapanAKP iktidarının aslında sermaye ekseninde yürüttüğüpolitikalar da böylelikle bir kez daha ortaya çıkmışoldu. İ. Melih Gökçek ise yolun kendisine sürprizolduğunu söyledikten sonra, “marjinaller olayçıkartıyordu bu nedenle gece yarısı gidildi” diyerek,öğrencilerden korkusunu göstermiş oldu. YaşamınıAnkaralı işçi ve emekçilerin emeklerini çalarak devamettiren Gökçek, bugüne kadar yolun yapılmasıekseninde ODTÜ’yü bölmek için birçok yöntemdenedi. Ağaçlara karşılık adeta sus payı olarakgönderdiği para ise kendisine tekrar iade edildi. Sonaçıklamasında ise adeta rektörü tehdit ederek şunlarışöyledi: “ODTÜ’de kaçak yapılar olduğunu, eğerRektör yola karşı olursa ben de bunları mahkemeyesunarım, bunun mahkemede cezası ise 2-3 senedenbaşlamaktadır, haberleri olsun.”
CHP-Rektör-reformistler-öğretim elemanlarıgerçekliği
Yaptığı açıklamalarda net bir yerde durmayanrektör ise sorunu salt ağaç meselesine indirgemeyeve böylelikle ODTÜ kamuoyunun tepkisiniçekmemeye çalışmaktadır. Kesilen ağaçların yerinedeğil ODTÜ yerleşkesi içinde ağaç dikme çağrısıyapmaktadır. Gösterdiği tepki ise yolun yapımınadeğil, bakanlık onayı sonrası projedeki ufakdeğişikliklere ve ODTÜ rektörlüğünün itiraz haklarıçiğnenerek gece baskını yapar gibi gelinmesinedir.Oysa ki sermayenin çıkarları için gerçekleşecek bu yolartık ağaç meselesinden çıkmıştır. Bu nedenlerektörün açıktan ODTÜ öğrencilerinin yanında yeralması gerekir. Ayrıca öğretim elemanlarınıneylemlerde öne çıkanları da kendi zayıflıklarıekseninde öğrencileri “barışçıl eylemlere” çekmeye,“taş atmamaya” çağırmakta, bu doğrultuda diğeröğretim görevlilerini ve öğrencileri etkilemektedir.Reformist örgütler eylemlerdeki pratikleriyle veforumlardaki tartışmalarıyla bu tutumu desteklerşekilde hareket etmektedir. Fidan dikme eyleminekatılan CHP’li milletvekilleri eylemi adeta kendişovlarına dönüştürdüler. Reformistlerin eylemdekitutumu ise adeta CHP’nin şovunu desteklermahiyetteydi.
ODTÜ Ekim Gençliği
ODTÜ’de ağaç talanısonrasında yol ilerlerken...
Hep böyle korkarakgece yarıları geleceksiniz!
Sermayenin yıllardır iştahını kabartan ODTÜormanının yıkımı dün başladı. Gece yarısı yapılanbaskınla adeta ODTÜ’ye çıkarma yapıldı.Üniversitenin kapalı olmasını fırsat bilen Gökçek’inadamları ve yüzlerce polis yıkım için ellerindesopalar, gaz bombaları ve TOMA’larla bir kez dahasahiplerinin emrinde olduklarını gösterdiler. Onlarcaiş makinesini ODTÜ’deki yıkım için seferber ederekve bir günde yüzlerce ağacı keserek yol yapımınıhızlandırdılar. Bununla da yetinmeyen sermayeninkolluk güçleri Mezunlar Derneği’ne ve görüntüalmak isteyen gazetecilere de saldırdılar.
Tüm bunlara karşı ise ODTÜ’lüler sayıları kaçolursa olsun direneceklerini bir kez daha dostadüşmana göstermiş oldu. Eli sopalılar ve polisterörüne karşı ormanına sahip çıkan ODTÜ’lülersaldırılara karşı direnmenin tek yol olduğunu bir kezdaha gösterdiler. Sermayenin uşaklarına ODTÜ’denkolay kolay yol geçirtmeyeceklerini bir kez dahapratikleriyle kanıtladılar.
Bizler biliyoruz ki bu saldırı sadece ODTÜ’debulunan ağaçlara yönelik değil, onu var edenODTÜ’nün devrimci geleneğine yöneliktir. Bunedenle bugün daha fazla Deniz, Mahir, İboolacağız. ODTÜ’nün tarihi direniş tarihidir. Bugün dedireniş devam edecektir. Tarihimizden aldığımızdeneyimlerle geleceğe yürüyeceğiz.
Bizler Ekim Gençliği olarak bir kez dahabelirtiyoruz ki, ODTÜ ormanını rantsal dönüşümeyedirtmeyeceğiz. Patronların çıkarları için AVM’lerinkurulmasını öngören bir projeye ODTÜ’de geçitvermeyeceğiz. Sizler ancak geceleri gelmeyibilirsiniz. Korkaklığınızı ancak gece baskınları ilesaklayabiliyorsunuz. Ancak her seferinde karşınızdadirenen gençliği bulacaksınız. Er ya da geç busaltanatınız yıkılacak ve o zaman bizler doğanınbütün renkleriyle yaşamı yeniden var edeceğiz.
Sermayedarların rant için yaptıkları talana karşıyaşamı yeniden inşa etmek için örgütlenelim,ODTÜ’ye ve yaşam alanlarımıza sahip çıkalım.Unutulmasın ki tarihte son sözü hep direnenlersöyler. Er ya da geç korkularını kabusa çevireceğiz,şimdi ‘Gençlik direnişe!’ şiarını bir kez dahahaykırma ve üniversitemize sahip çıkma zamanı.
ODTÜ Ekim Gençliği19.10.13
ODTÜ ormanının talanına karşı ODTÜöğrencilerinin ve mahalle sakinlerinin başlattığı direnişODTÜ için hazırlanan Koruma Amaçlı İmar Planı’nınonaylanması ile başka bir boyut kazandı. AnkaraBüyükşehir Belediyesi, plana itiraz için gerekli süreolan bir aylık askıda kalma süresini beklemedenbayram tatilinde gece yarısı ansızın baskın düzenledive ağaçları kesmeye başladı. Sermaye hükümetinin busaldırısı ODTÜ’lülerin ve mahalle sakinlerinin direnişiile karşılanırken, belediye önlüklü çeteler de ağaçlarınsökülmesini engellemeye çalışan direnişçilere saldırdı.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin tatil günügerçekleştirdiği gece yarısı baskını, sermaye düzeninODTÜ’deki direnişten duyduğu büyük korkunungöstergesi olurken, gece yarısı baskına karşı ODTÜ’debaşlayan direniş kısa sürede Türkiye’nin dört bir yanınayayıldı ve ODTÜ için destek eylemleri gerçekleştirildi.
ODTÜ’de neler oluyor?
ODTÜ’de direnişçilerin karşı çıktığı yol projesiincelendiğinde “ODTÜ’den yol geçirilmesi”tartışmalarının yeni başlamadığı görülmekte. OrtaDoğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğü Eylül ayı başında,Anadolu Bulvarı’nın devamı olarak ODTÜ arazisinindoğu sınır bölgesinden ve 100. Yıl-Çiğdemmahallelerinden geçecek yolun yapımınınbaşlamasının ardından bir açıklama yaptı. Açıklamametninde ODTÜ’den iki yol geçirilmek istendiğibelirtildi ve ODTÜ’nün karşı olduğu yol şu şekildeaçıklandı:
“… ODTÜ arazisinden geçmesi istenilen iki ayrı yol
vardır. Medyaya yansıyan tartışmalarda bu iki yolunkarıştırıldığı anlaşılmaktadır. ODTÜ, AnadoluBulvarı’nın devamı olan yolun doğu sınır bölgesindengeçmesine 1994 yılından itibaren onay vermiştir.ODTÜ’nün kabul etmediği yol, Ankara BŞB tarafından2007 tarihinde ‘Ankara Nazım Planı 2023’ önerisine
eklenen ikinci bir yoldur. Bu ikinci yol, ODTÜKampüsü’nün Bilkent (YÖK) Yolu üzerindeki kapısındangirerek kampüsü doğu-batı yönünde ikiye bölecek birhemzemin yol olarak tasarlanmıştır. ODTÜ, kampüsünüikiye ayıracak, eğitim ve araştırma binalarını vealtyapısını tahrip edecek, can ve mal riski yaratacak vedoğal sit alanlarını tahrip edecek bu hemzemin yolönerisine itiraz etmiştir. Ankara BŞB’nin hemzemin yolüzerinde ısrar etmesi üzerine, ODTÜ 2007 yılında iptaldavası açmıştır. Dava ilk önce bölge mahkemesinde veAnkara BŞB’nin mahkeme kararını temyiz etmesiüzerine de Danıştay’da ODTÜ lehine sonuçlanmış veKampusu ikiye bölecek olan bu ikinci yol önerisi iptaledilmiştir.
ODTÜ, Ankara’nın ulaşım planı için önemi ve katkısıda tartışmalı olan bu yolun ancak tünel olarakyapılması halinde kabul edilebileceğini yaklaşık 10yıldır ifade etmiştir.”
Yeni plan ODTÜ’ye AVM ve cami inşaatınınönünü açıyor
Rektörlüğün yaptığı açıklamada kampüsü ikiyebölecek yolun iptal edildiği belirtilmekte. Ancaksermaye hükümetinin sermayeye hizmet hedefleridoğrultusunda “rant projelerini hayata geçirmebakanlığı” olarak işlettiği Çevre ve ŞehircilikBakanlığı’nın kurulması ile ODTÜ’ye yol yapımı tekrargündeme gelmiştir. Geçtiğimiz günlerde de “ODTÜKoruma Amaçlı İmar Planı” Çevre ve ŞehircilikBakanlığı tarafından onaylandı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın onayladığı “ODTÜKoruma Amaçlı İmar Planı” incelendiğinde AnkaraBüyükşehir Belediyesi’nin gerçekleştirdiği gece yarısıbaskının sebebi daha net anlaşılmakta. Çevre veŞehircilik Bakanlığı’nın onayladığı planın üniversiteyönetiminden habersiz plan değişikliği içerdiğininortaya çıkmasının ardından ODTÜ’ye yol yapmaısrarının ardında rant projelerinin yattığı anlaşıldı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın plana ODTÜyönetiminden habersiz eklediği “Düzenleme OrtaklıkPayı (DOP)” seçeneği ile Ankara BüyükşehirBelediyesi’ne “yolların geçtiği yerlerde belirlenenoranda inşaat hakkı” sağlandı. Böylece ODTÜ’ye AVM,benzinlik gibi rant projelerinin yanında camiyapılmasının önü açılmış oldu. Ayrıca ODTÜ öğretimüyesi ve şehir plancısı Doç. Dr. Tarık Şengül de yaptığıaçıklama ile ODTÜ yönetiminin talebi olan, tünelolarak geçirilmesi planlanan yolun da belirsiz olduğunubelirterek planı şöyle değerlendirdi:“… taslakta kampüsü ortadan böleceği için tünel
olarak geçirileceği söylenen Eskişehir yoluna paralel
yolun nasıl bir teknikle yapılacağı konusunda belirsizlik
taşıyan bir ifade biçimi var. Benzer biçimde bu yol için
taslakta, ‘Üniversite ve belediye arasında mutabakat
metni imzalanmadan uygulamaya geçilemez’ ibaresi
yerine askıya çıkan planda ‘Üniversite ve belediye
arasında değerlendirmeler sonucunda belirlenebilir’
notu konulmuş.”
ODTÜ’de direniş kazanacak!
ODTÜ’de gece yarısı baskını ile gerçekleştirilen ağaçkesimlerinin ardından yükselen direniş ve sahiplenmekarşısında düzen temsilcileri cephesinden “ODTÜ ve
Büyükşehir Belediyesi ile tekrar biraraya geleceğiz.
Birtakım yanlış yorumlamalara sebep verecek plan
notları, terimler varsa, bunları düzeltebiliriz. Kampüsü
daha iyi hale getirecek, üniversitenin bütünlüğünü ve
mülkiyetini koruyacak her türlü düzenlemeyi yaparız”
açıklaması ile açık bir kapı bırakıldığı mesajı verilmeyeçalışılmaktadır. Ancak bu açıklamaların direnişi bitirmehamleleri olduğu ve hiçbir samimiyetinin olmadığıortadadır. Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı EGOyetkililerinin “aracın arka motor kaputunu açarak gaz
kelebeği kablolarını kopartan, doğalgaz boruları ve
klima borularını kıran, gaz kesicinin borusunu kesen
grupların, otobüsü her an patlama tehlikesi ile karşı
karşıya getirdiği” iddiası ile ODTÜ’ye otobüs seferlerinidurdurması bile bu samimiyetsizliğin açık bir kanıtıniteliğindedir.
AKP hükümeti “ODTÜ projesi” ile açık bir şekildebir rant projesini daha hayata geçirmeye çalışmaktadır.Sayısız örneği verilebilecek projelerde olduğu gibiODTÜ’de de orman alanları ranta kurban edilmeyeçalışılmaktadır. Rant uğruna bir kez daha sermayedüzeni kendi yasalarını çiğnemekten dahiçekinmemekte, planının askıda kalma süresini dahibeklemeden orman alanının talanına devametmektedir. Ancak nasıl ki Gezi Parkı’nın “TopçuKışlası” adı altında talan edilmesi ve ranta kurbanedilmesi hedefi direniş barikatına çarptıysa, ODTÜormanlarının talanı ve ranta kurban edilmesi de aynıdireniş barikatlarına çarpmıştır. Açıktır ki ODTÜ’debaşlayan ve Türkiye’nin dört bir yanında sahiplenilenbu direniş ODTÜ ormanlarını kurtaracak tek yoldur.Ancak bu yolla ODTÜ ormanlarının talan edilmesiengellenecektir.
ODTÜ ranta karşı direniyor!
DTCFDTCF Ekim Gençliği, 22 Ekim günü Orta Bahçe’de
stand açarak öğrencilerle gündemi tartıştı. ODTÜ’de yaşanan polis saldırısını DTCF’de teşhir
etmek üzere alkış eylemi yapılabileceğikonuşuldu. Ekim Gençliği’nin çağrısıyla Orta Bahçe’dealkışlarla eylem başladı. ODTÜ’de yaşanan gecebaskınını ve ağaç dikme eyleminin ardından yaşananpolis terörünü teşhir eden bir ajitasyon konuşmasıyapıldı. Ardından “Her yer ODTÜ her yer Direniş!”,“Diren ODTÜ, Dil-Tarih seninle!” sloganları atılarakeylem sonlandırıldı.
Eyleme Yurtsever Gençlik, Öğrenci Kolektifleri,Gençlik Muhalefeti ve FKF’nin yanı sıra OrtaBahçe’deki birçok öğrenci de destek verdi.
Eylemin ardından standa gelen öğrencilerle ODTÜdirenişi ve kitlesel eylemlerin ve forumların nasılörgütlenmesi gerektiği üzerine sohbetler edildi. EkimGençliği’nin ve Kızıl Bayrak gazetesinin son sayılarıöğrencilere verildi.
UÜ22 Ekim akşamı Görükle yerleşkesinde toplanan
üniversiteliler ODTÜ’ye destek yürüyüşü yaptı. Öğrenciler yürüyüşlerini Kazım Koyuncu Sanat
Sokağı’ndaki amfide sonlandırıp forum yaptılar. 23 Ekim günü yapılan forumun ardından da
öğrenciler fidan dikerek ODTÜ’de direnenarkadaşlarına ses verdiler.
Çardaklarda başlayan yürüyüşte “Her yer ODTÜ heryer direniş” pankartı açıldı. Öğrenciler ellerindefidanlarla Mediko önüne yürüdü.
Buradaki öğrenciler alkışlayarak eyleme destekverdi.
Ardından fidanlar Mediko önündeki yeşil alanadikildi. Fidanlar Gezi şehitlerine, Van depremininyıldönümü olması sebebiyle Van depremzedelerine,Berkin’e, Taksim Direnişi’ne ve ODTÜ direnişineadandı.
Öğrenciler daha sonra çardaklara da fidan diktiler.
KOÜKocaeli Üniversitesi öğrencileri ODTÜ’de ağaçların
kesilmesini protesto etmek ve ODTÜ direnişine destek
vermek için 22 Ekim günü sosyal tesisler çimlerine
fidan dikti. Dikilen fidanlar ODTÜ öğrencilerine ve “üç
fidana” ithaf edilirken, “Her fidan için direneceğiz’’
pankartı ile “Sistemi yıkacağız ağaç dikeceğiz” ve Melih
Gökçek’in fotoğrafının bulunduğu “Yolun yol değil”
yazılı dövizler taşındı. Birçok öğrencinin katılımıyla
dikilen fidanların ardından halaylar çekilip Çav Bella
marşı söylendi.
İÜİstanbul Üniversitesi öğrencileri, 23 Ekim günü,
Beyazıt Meydanı’nda ODTÜ ile dayanışma eylemi
gerçekleştirdi. Öğrenciler aynı zamanda önceki akşam
Taksim’de gerçekleştirdikleri eyleme yapılan polis
saldırısını da protesto etti.
Edebiyat Fakültesi’nden Beyazıt Meydanı’na
yürüyüş yaparak gelen İÜ öğrencileri, ana kampüs
önüne fidan diktiler. Burada yapılan konuşmada
baskıların gençliği yıldıramayacağı ve ağaçlar
söküldükçe kendilerinin yenilerini dikeceğini ifade
ettiler.
Daha sonra topluca meydana inen öğrenciler
burada “duran insan” eylemi gerçekleştirdi. Çevreden
de destek verilen eylem Beyazıt Marşı’nın
okunmasının ardından bitirildi.
Liseliler de ODTÜ için yürüdü21 Ekim günü üçüncüsü gerçekleşen Abbasağa
Liseli Forumu’nda alınan refleks eylem kararı ile
liseliler Beşiktaş’ta ODTÜ için yürüyüş gerçekleştirdi.
21 Ekim günü toplanan Abbasağa Liseli
Forumu’nda ODTÜ gündemi tartışıldı. Tartışmalar
sonucunda ODTÜ’ye destek eylemi yapılması ve
Abbasağa Liseli Forumu olarak ODTÜ’deki direnişle
dayanışma amaçlı bir bildiri kaleme alınması
kararlaştırılarak komite oluşturuldu.
ODTÜ’de polis saldırısının başladığı haberinin
gelmesinin ardından Barbaros Bulvarı üzerinden
Beşiktaş kartal heykeline yürüyüş gerçekleştirildi.
Eylem Gezi şehitlerinin anılması ile sonlandırıldı.
Ekim Gençliği / Ankara-Bursa-Kocaeli-İstanbul
Üniversitelerde ODTÜ’yedestek eylemleri
Üniversiteforumlarından…
DEÜ 23 Ekim günü Dokuz Eylül Üniversitesi’nde
yapılan forum iki oturum halinde hayata geçirildi. İlkoturumda 25 Ekim’deki temizlik eylemi ve 29Ekim’de Kırıklar F Tipi Hapishanesi önündegerçekleştirilecek uçurtma eylemi üzerineplanlamalar konuşuldu.
İkinci oturumda ise 6 Kasım ve YÖK üzerinetartışmalar yapıldı. Daha çok biçim tartışmalarınadönen forum, genç komünistlerin de müdahalesiüzerine içeriğin tartışılmasına çekildi. Üst başlık“Gezi’den üniversiteye YÖK tarihin çöplüğüne!”olarak belirlendi. Kitlesel bir 6 Kasım eylemi içinöncesinde yapılacak etkinliklerin günleri belirlendi.4 ve 5 Kasım’da panel ve tiyatro gösterimi yapılmasıplanlandı. 6 Kasım günü ise kampüs içinde biryürüyüş yapılması kararlaştırıldı.
Aynı zamanda 6 Kasım akşamı Ege ÜniversitesiForumu ile birlikte İzmir’de ortak bir eylemyapılması kararı alındı.
EÜ23 Ekim günü Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’nin çimlerinde yapılan forumda 6 Kasımüzerine tartışıldı. 6 Kasım’da hem üniversiteiçerisinde hem de merkezde eylem yapılması kararıalındı. Bu tarihten önce, sürecin iyi örülmesiaçısından bir takım etkinlikler yapılması tartışıldı vepanel örgütleme kararı alındı.
Dokuz Eylül Üniversitesi Forumu’nun Gezi tutsağıöğrencilerle dayanışmayı yükseltmek için yapacağıuçurtma uçurma etkinliğinin duyurusu yapıldı veEge Üniversitesi Forumu olarak etkinliğe katılmayakarar verildi.
Beytepe6 Kasım, ODTÜ direnişi ve satışa çıkarılan
Beytepe arazisi gündemleriyle 21 Ekim günütoplanan forum, Rektör Murat Tuncer’in satışaçıkardığı araziye dair bir sunum/bilgilendirme ilebaşladı. İlerleyen dakikalarda ODTÜ öğrencilerineyönelik saldırı haberi alınması üzerine forumertelenerek topluca ODTÜ’ye geçildi.
Ekim Gençliği / İzmir-Ankara
Gençliğin 1 Mayıs’ı olarak adlandırabileceğimiz,YÖK’ün kuruluşunun yıldönümü olan 6 Kasımyaklaşıyor. Gençlik hareketinin yükseldiği dönemlerdekitlesel, militan eylemlerle protesto edilen YÖK’ünkuruluşu, gençlik hareketinin geriye düştüğüdönemlerde bile ileri gençlik kitleleri tarafından ilgiyekonu olmuştur. Her koşulda da sermayenin eğitimalanındaki politikalarına karşı mücadelede bir diziolanak yaratan 6 Kasım gündemi gençliğin geleceğiiçin, kendisine yönelik saldırılar konusunda bilinçtaşınacağı ve harekete geçirileceği süreçler olarak elealınmalıdır. Her dönem gençliğin gündemleri nasıl kiYÖK’e ve YÖK düzenine karşı mücadeleyebağlanabilmişse bugün de aynı hat geniş gençlikkitlelerini harekete geçirecek tarzda ortayakonabilmelidir.
Devrimci politik hattın önemi
Haziran Direnişi ile geniş gençlik kesimlerigelecekleri ve özgürlükleri için alanları doldururken,korku duvarlarını yıkıp düzenin tüm baskılarına göğüsgererken bugün söylediğimiz hiçbir sözün boşagitmediği bilinmelidir. Ancak şunu da bilmeliyiz ki,devrimci politik bir hat ortaya koymadan ve bunugeniş gençlik kesimlerine maletmeden düzenin “EylülSendromu”nu hiçbir zaman gerçek kılamayız. ODTÜsüreci gençlikteki potansiyelin ve doğru politik birhattın öneminin bir kez daha göstergesi olmuştur.ODTÜ Direnişi tüm gençliğin sahip çıkması, yayması,büyütmesi gereken bir ateştir. Bu gelişmelerin toplamgençlikle bağını kurmak, örgütlü bir tarzdagündemleştirmek önemlidir. Üniversitelerdekisaldırılar, ÖGB terörü, polis saldırıları ise düzeningençlikten duyduğu korkunun birer ifadesidir ve bugünkarşı bir duruş, politik bir hat örülemediği koşullardagençlik hareketini zayıflatacaktır. Bunların yanısıra herokulda gerçekleşen paralı eğitim, ticari eğitimpolitikalarıyla, barınma, beslenme, ulaşım sorunlarıkendinden menkul değildir. Bu türden sorunlara karşıverilecek mücadele, düzenin eğitim alanındakipolitikalarıyla bağı içerisinde YÖK ve YÖK düzenininteşhiriyle birleştirildiğinde anlamlı sonuçlarüretecektir. Tüm bu politik gündemleri düzeninteşhirine ve sosyalizm alternatifine bağlamak, burjuvaeğitim ile sosyalist eğitim arasındaki uçurumu ortayakoymak gerekir. Yoksa eğitim sistemini reforme etmeçıkmazının içine düşeriz ki, bu düzenin değirmenine sutaşıyan politik bir hattı doğurur.
Örgütsel zeminleri güçlendirmenin önemi
Her geçen yıl gençlik siyasetlerinin 6 Kasımlar’aolan ilgisi azalmaktadır. Bunun temel nedeni isetoplamında gençlik siyasetlerinin gençliğe yönelikpolitikasızlığıdır. “Dostlar alışverişte görsün” bakışıylaörgütlenen, hatta örgütlenemeyen eylemler gençlikhareketine hiçbir şey vermemektedir. 6 Kasım’ı ilerigençlik güçleri ile devlet arasındaki bir hesaplaşmayaindirgemektedir.
Eylemler, etkinlikler birer amaç değil araçtır.
Araçlar politikaya hizmet etmelidir. Politikayı kitlelere
en açık şekilde ulaştırmaya hizmet etmelidir. Bir eylem
ve etkinliğin yeri, zamanı, sloganı kadar hedefleri,
öncesinde örülecek süreçlerin niteliği ve sonrasına
bırakacaklarıdır önemli olan. Bu yüzden bizler için en
önemli kazanım, süreç içerisinde oluşturacağımız ve
geliştireceğemiz örgütsel zeminlerdir. Dahası devrimci
politikayı ulaştıracağımız, harkete geçireceğimiz ve
devrime kazanacağımız gençlik kitleleridir.
6 Kasım’a sayılı günler kala gençlik içinde
oluşturulmuş tüm birlikteliklerde, topluluklarda,
forumlarda güncel politik hedefler doğrultusunda 6
Kasım gündemleştirilmeli, dinamik süreçler
örülmelidir. Bu açıdan yerellerde örülecek güçlü
süreçler çok önemlidir. Yerelin özgünlüklerinin yaratıcı
bir tarzda işlenmesi, gençlikte YÖK’ün misyonuna dair
bir kafa açıklığının yaratılması bakımından önemlidir.
Bunu anlatabilecek araçlar, politikalar ise bütünlüklü
bir şekilde işlenmelidir. Bu türden örgütsel zeminleri
gençliği özneleştirecek araçlar olarak işletebilmeliyiz.
Üniversiteler ve kent merkezlerieylem alanına çevrilmelidir
Bunun için üniversite kampüslerinde yapılacak
etkinlikler tüm üniversite bileşenlerini katacak,
gündemlerine sokacak ve yaşam alanlarına girecek bir
tarzda hayata geçirilmelidir. Üniversite meydanlarında,
kantinlerinde, amfilerinde yapılacak kitle etkinlikleri
eylemli bir tarzla birleştirilmeli, üniversiteler eylem
alanlarına çevrilebilmelidir. Üniversitelerde bir dizi
saldırı hayata geçirilirken ve siyasal faaliyet
engellenmeye çalışılırken, saldırıların yaşandığı heralan eylem alanına dönüştürülmeli, kazanılmışmevziler savunulmalı ve bu saldırılar karşısındaöğrenci gençlik kitleleri harekete geçirilmelidir.
Örgütlenecek eylemler dar örgüt eylemlerindençıkartılmalı, geniş gençlik kesimlerini parçası yapacakeylemlere dönüştürülmelidir. Üniversitelerdekieylemler kadar kent merkezlerinde yapılacak eylemlerde çok önemli bir yerde durmaktadır. Toplam siyasalsüreçlerle bağı kurulduğu oranda, düzenin kentmerkezlerine, kent meydanlarına yönelik ablukasınıdelecek eylemler mümkün olan her yerdekonulabilmeli, farklı üniversitlerden gençlik kitlelerininbuluşması sağlanmalıdır. Ancak yerel ve merkez bağıiyi kurulmalı, güçlü yerel süreçlerin örülmediğindekent merkezindeki eylemlerin de eyleminamaçlaştırıldığı süreçlere döndüğü unutulmamalıdır.
Geleceği kazanma bakışıyla hareket edelim
Sonuç olarak yaklaşan 6 Kasım sadece tek bir gün,tek bir eylem değildir. 6 Kasım hiç bir zaman sadece 6Kasım olmamıştır. 6 Kasım gençliğe yönelik saldırıpolitikalarına güçlü bir yanıtın verileceği, tüm bir yılboyunca gençlik hareketinin biriktirdiklerinin ortayakonulacağı bir gün ve bir süreçtir. Dönem boyuncaortaya koyduğumuz emeğin sonucunu eldeedeceğimiz açıktır. Devrimci politik bir hat, gençliğiözneleştirecek örgütsel zeminler ve bunların sonucuolan kitle etkinlikleri ve eylemleri 6 Kasım sonrasınaanlamlı sonuçlar bırakacaktır. Bu yüzden sadece 6Kasım’ı değil, geleceği kazanma bakışıyla hareketetmeliyiz.
Ekim Gençliği
2013 6 Kasımı’na doğru...
İÜ’de sol içi şiddet
21 Ekim günü, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’nde Öğrenci Kolektifleri, stand açan ve
afiş çalışması yapan Devrimci Yol’da Devrimci
Gençlik’e demir ve tahta sopalarla saldırdı.
Hergele Meydanı’nda gerçekleşen olayı
önlemek isteyen ve aralarında Ekim Gençliği
okurlarının da bulunduğu ilerici-devrimci
öğrenciler de Öğrenci Kolektifleri tarafından
sopalarla darp edildi. Saldırının gerekçesi ise
‘’Devrimci Gençlik’’ imzasının afişlerde
kullanılması.
Saldırı sonucu Devrimci Yol’da Devrimci
Gençlik’in afişleri yırtıldı ve masası dağıtıldı. Araya
giren devrimci ve ilerici güçlere de Öğrenci
Kolektifleri tarafından ‘’Siz kimsiniz, haddinizi
bilin!’’ gibi sözler sarfedildi.
Ekim Gençliği afişleri yırtıldı
22 Ekim günü devrimci faaliyeti sürdüren ve
Feniş işçilerinin katıldığı etkinliğin çağrısını yapan
Ekim Gençliği okurları, bir gün önceki olaylar
nedeniyle 3 Ekim tarihli ve “Sol içi yasakçı
zihniyet ve şiddet hiçbir koşulda kabul edilemez’’
başlıklı açıklamayı Hergele Meydanı’na ve
üniversitenin çeşitli noktalarına astılar.
Bu açıklamada “kendilerinin hedef alındığını”
ve bir “karalama politikası” uygulandığını ileri
süren Öğrenci Kolektifleri, okul duvarlarına asılan
açıklamayı Ekim Gençliği okurları alanda yokken
yırttı. Bu durum karşısında gidip afişi soran Ekim
Gençliği okurlarını, Öğrenci Kolektifleri, “bir daha
böyle bir şeyin tekrarlanmaması gerektiğini”,
“okula bir daha böyle bir açıklama asılırsa yine
indireceklerini” söyleyerek tehdit etmekten geri
durmadı. Öğrenci Kolektifleri’ne açıklama ile bir
sorunları varsa bunu yazılı-sözlü eleştiri yoluyla
belirtmeleri gerektiği, kimsenin başka bir siyasetin
materyalini indirmeye hakkı olmadığı söylendi.
Bunun üzerine Öğrenci Kolektifleri bunu
tartışmayacaklarını söyleyerek yasakçı, keyfi
tutumlarını devam ettirdi.
Ekim Gençliği okurları Hergele Meydanı’nda bu
açıklamayı sesli bir şekilde okuyarak bu keyfi ve
sorumsuzca tutumu teşhir ettiler ve okullarda
günlerdir hayata geçen saldırganlığa karşı seyirci
kalmayacaklarını yinelediler.
Afişler tekrar asıldı
22 Ekim günü yırtılan açıklama ve bu tutuma
karşı yapılan yeni açıklama 23 Ekim günü tekrar
Hergele Meydanı’na asıldı.
Öğrenci Kolektifleri bu kez açıklama karşısında
her hangi bir tutum geliştirmedi. Afişin yırtıldığını
daha sonra öğrenen birçok gençlik örgütü de 23
Ekim günü Ekim Gençliği okurlarının yanına
gelerek açıklamayı sahiplendiklerini ve
sorumsuzca ve saldırgan bir tutum karşısında
açıklamayı savunacaklarını belirtti.
Ekim Gençliği / İstanbul Üniversitesi
22 Ekim günü İstanbul Üniversitesi’ne
astığımız “Sol içi yasakçı zihniyet ve şiddet hiçbir
koşulda kabul edilemez!” başlıklı açıklamamız
Öğrenci Kolektifleri tarafından
tahammülsüzlükle karşılandı ve yırtıldı.
Açıklamayı yapma gerekçemiz zaten Öğrenci
Kolektifleri’nin gençlik hareketine karşı
sorumsuz davranışları, Devrimci Yol’da Devrimci
Gençlik’e karşı sopalı saldırıya varan yasakçı
tutumlarıydı. Öğrenci Kolektifleri aynı tutumunu
sol içi şiddeti engellemeye çalışan öğrencilere ve
siyasetlere karşı “haddinizi bilin” deme
pervasızlığı ile devam ettirdi.
Son olarak benzer olaylar 21 Ekim günü
tekrar yaşandı. Bu nedenle Ekim Gençliği olarak
3 Ekim tarihli açıklamamızı İstanbul
Üniversitesi’ne asarak sol içi şiddete dair
tutumumuzu öğrenci gençlik kitleleriyle
paylaştık. Bu bizim devrimci sorumluluğumuz ve
gençlik hareketine karşı görevimizdir. İstanbul
Üniversitesi’ne astığımız afişler aynı gün
içerisinde Öğrenci Kolektifleri tarafından yırtıldı.
Devrimci faaliyet engel tanımaz!
Öğrenci Kolektifleri’nin bu tutumunu hiçbir
koşulda kabul etmiyoruz. Kendi ideolojisinegüvensiz, düşüncesini zorbalıkla kabul ettirmeyeçalışan bu tutumu kınıyoruz. Düzenin hiç birbaskı aygıtı, katliamları ve terörü bizleri devrimcifaaliyetimizden alıkoyamamışken ÖğrenciKolektifleri’nin bu tutumu ibretliktir, aymazlıktır,kendini bilmezliktir.
Öğrenci Kolektifleri bu tutumlarından derhalvaz geçmelidir. Zira dost-düşman herkes bilir kizorbalıkla, yasaklarla devrimciler yollarındanalıkonamaz. Kim tarafından gerçekleştirilirsegerçekleştirilsin, yırtılan ya da indirilenafişlerimizi, faaliyetimizin olduğu her alandaasmaya devam edeceğiz. Bu konuda zerre kadartereddütümüzün olmadığı bilinmelidir. Gençkomünistler olarak devrimci faaliyetimiziAlaattinler’den aldığımız güç ve kararlılıklaölümüne savunacağımızdan kimsenin kuşkusuolmasın.
Eğer ki Öğrenci Kolektifleri’nin bu konudasöyleyecek bir sözü varsa ideolojik mücadeleyolunu seçmelidir. Zira sol içi ilişkilerde doğru veilkesel olan da budur. Diğer yol onlar için birçıkmaz ve çürüme zemini olabilir. Tercihkendilerinindir.
Ekim Gençliği22 Ekim 2013
Hiçbir zorbalık bizleridevrimci faaliyetimizden
alıkoyamaz!
- Günümüz toplumunda kadınlar çok yönlüşiddetle karşılaşıyor. Bu konuda düşünceleriniznelerdir?
Plastik işçisi: Öncelikle, ben 33 yaşındayım veyıllardır fabrikalarda çalışıyorum. Son çalıştığım yerdede çoğunluğu kadın işçiler oluşturmaktadır. Fabrikadakadınlar sürekli patronların ve ustabaşılarınınhakaretlerine uğruyor. Bunun da bir şiddet olduğunudüşünüyorum. Yine kadın olduğumuz için daha azücretle çalıştırılıyoruz.
Çalıştığım yerde ve çevremde, çocuklarına bakacakkimse olmadığı için her gün endişe ve tedirginlik içindeçalışan kadınları görüyorum. Çalıştığım fabrikada100’den fazla kadın olmasına rağmen kreş talepedemiyoruz. Ve çocuklarımıza bakabilme psikolojisiylebirçok şeye sessiz kalıyoruz.
Güvencesiz bir şekilde çalışıyoruz. Çalıştığımızfabrikada yaşadığımız baskılar, psikolojik baskıyetmiyormuş gibi, her gün televizyon ekranlarından,gazetelerden kadın cinayetlerini, kadına yönelikşiddetleri okuyoruz ve görüyoruz. Kadın olduğumuziçin her an biz de aynı şeylere maruz kalacakmışız gibikaygıları duyuyorum. Ve bunların sadece gün yüzüneçıkan haberler olduğunu düşünüyorum.
Bu toplum bize biçilen kadınlık rolümüzüoynamamızı istiyor. Ve kadın olduğumuz için yaşamınher alanında aşağılanıyoruz. Sesimizi çıkardığımızdaşiddete maruz kalıyoruz.
Tekstil işçisi: Bugün dünyada kadın olmak kendibaşına sorun zaten. Erkeğin egemen olduğu busistemde kadının düşüncesi önemsenmez. Bu kadınınyaşadığı en büyük şiddettir.
Kadının düşüncesi önemsenmeyince de kadınayönelik her türlü şiddet meşrulaştırılıyor. Tecavüzbile... Bugün dönüp kendi ülkemize baktığımızdadurum daha da vahim. Çocuk yaşta evlilikler, törecinayetleri, kendisine tecavüz edilen erkekleevlendirilme, aile içi tecavüz, sokak ortasında kadıncinayetleri ve şiddet uygulaması vb. Daha dasayabiliriz. Bu yaşananlar sorun değil, aslında tam birvahşettir. Ve devletin vahşeti benimsemesi vedesteklemesi, bunların yaşanacağının ve devamedeceğinin bir göstergesidir.
Kadın olmak zor bu memlekette. Hep bir tehditlekarşı karşıyasın. Eğer zamanında işine, okuluna, hernereye gidip gelmesen, babana, kocana, abine isyanedersen başına geleceklerden sen sorumlusun ve okadın her şeyi hak etmiştir.
- Sizce kadına yönelik şiddete karşı nasıl birmücadele örülmeli ve örgütlenme hattı ne olmalıdır?
Plastik işçisi: Öncelikle kadınların yaşadıklarışiddeti yalnızca bir erkeğe mal etmenin doğruolduğunu düşünmüyorum. Önemli olan, erkek şiddetbilincini kültürünü nasıl alıyor, bunu görüp bu konudainsanları bilinçlendirmek. Kadın tecavüze uğruyor, eşitarafından dayak yiyor vb. Gidiyorsun şikayetediyorsun, mahkemenin bulduğu çözüm tecavüze
uğradığın insanla evlenmen oluyor. Ya da eşini şikayetediyorsun, kocandır denip eve gönderiliyorsun. Aradanbir süre geçiyor, kadın eşi tarafından öldürülüyor.Sanırım devlet tecavüzcüleri koruduğu sürece, kadınkatillerini koruduğu sürece bunun önüne geçilmez.
Onun için, önce kadının bilinçlenmesi ve neyapması gerektiğini öğrenmesi gerekiyor. Bencemahallelerde, semtlerde kadınları bilinçlendirmek içinkadın komiteleri oluşturulmalıdır. Kadın ve erkeğin eşithaklara sahip olduğu bilinci verilmeli, erkek ve kadınınbirlikte mücadele etmesi gerektiği anlatılmalıdır.Özellikle emekçi kadınlar yaşadıkları her sorun,haksızlık, şiddete karşı bulunduğu her alandamücadele etmeli. Ama önce kendisini bilinçlendirmelive geliştirmelidir. Bunun en iyi örneğini Gezieylemlerinde en önde mücadele eden, direnenkadınlardan görebiliyoruz. Eylemlerde en öndekadınlar vardı. Kadınlar kendine kurduğu dört duvarıyıkıp alanlara çıktılar. Gezi’de nasıl kadın ve erkek yanyana mücadele ettiyse, birlikte gaz yediyse, yaralarınıbirlikte sardıysa, yaşanan haksızlıklara karşı da, kadınınuğradığı şiddete karşı da birlikte mücadele etmeli veörgütlenmeli.
Tekstil işçisi: Kadınların yaşadıklarını daha daçoğaltabiliriz tabi. Bunlar için neler yapmak gerek diyedüşünmemiz lazım. Erkek egemen toplumdanbahsediyoruz. Öyleyse yaşadıklarımızın faturasınıyalnızca erkeğe keserek çözemeyiz. Erkeğin o bilincinereden aldığını düşünmeliyiz. Kadınların buyaşadıkları karşısında ne yapması gerektiği konusundadüşünmeli, okumalı ve tartışmalıyız. Bunun için öncekadının “Ben bu yaşadıklarımı hak etmiyorum” demesilazım. Kendini tanıması, erkekten farksız olarak birbirey olduğunu anlaması, bunu içselleştirmesi gerek.Yaşamın her alanında, çalıştığı fabrikada, okulda, evdeyaşadıklarına karşı örgütlü mücadele yürütmesigerekir.
Bu da ancak politik bilincin gelişmesiyle oluşur. Bunoktada kadının politik bilinçle donanımlı olmasıgerekiyor ki en azından kocası karşısında, çalıştığıyerde yaşadığı çifte ayrımcılığa karşı bir duruşsergileyebilsin.
Bu tek başına yeterli değildir. Kadının kurtuluşununaslında erkeğin kurtuluşuyla birleştirilmesi gerekir.Kadın ve erkeğin kurtuluşu birlikte mücadelededir.
Kızıl Bayrak / İzmir
Burcu Koçluserbest bırakılsın!
Emekçi Kadın Komisyonları hasta tutsak BurcuKoçlu’nun serbest bırakılması için başlatılan imzakampanyasını Adana, İzmirve Ankara’da açtıklarıstandlarla işçi ve emekçilere taşıdı.
AdanaGezi Direnişi tutsağı sınıf devrimcisi Burcu
Koçlu’nun serbest bırakılması talebiyle 12 Ekim’deAdana’da imza toplandı. Emekçi Kadın Komisyonutarafından Kültür Sokak’ta açılan standda, ŞakranKapalı Kadın Cezaevi’nde olan ve %52 engelli raporubulunan Burcu Koçlu’nun serbest bırakılması içinimza toplandı.
İmza standında, Burcu Koçlu’nun durumuhakkında emekçilere bilgi verilirken, hastatutsakların durumuna dikkat çekilen konuşmalaryapıldı. Ayrıca Emekçi Kadın Bülteni dağıtıldı.
İzmirHaziran Direnişi’nin ardından tutuklanan Burcu
Koçlu, %52 engeli olmasına karşın tutuklu olarakyargılanmaya devam ediyor. Hapishane koşullarıhastalığının tedavisi ve gidişatı için uygun olmayanKoçlu, 3 aydır görüşçülerinin araştırılıyor olmasıgerekçesi ile arkadaş görüşü yapamıyor.
Ülke genelinde Koçlu için başlatılan imzakampanyasına destek olmak ve yaygınlaştırmakamacıyla, Emekçi Kadın Komisyonları da standaçarak Burcu Koçlu’nun serbest bırakılmasını talepetti.
12 Ekim Cumartesi günü saat 16.00’da KonakKemeraltı girişinde açılan standa İzmirli emekçilerinilgisi çoktu. “Burcu Koçlu’ya özgürlük” ve “BurcuKoçlu serbest bırakılsın” yazılı dövizlerin asılı olduğustandda, ajitasyon konuşmaları yapılarak Gezitutuklularına değinildi. Hasta tutsakların derhalserbest bırakılmasının ifade edildiği konuşmalarda,Burcu Koçlu’nun polis fezlekeleri ile yargılanarak,kasıtlı bir biçimde hapishanede tutulduğuvurgulandı.
AnkaraAnkara Emekçi Kadın Komisyonu, tedavisi
engellenen, hasta BDSP’li tutsak Burcu Koçlu içinYüksel Caddesi’nde açtığı standla “Hasta tutsaklaraözgürlük” talebini gündemleştirdi.
Standda “Gezi Direnişi’nin hasta tutsağı BurcuKoçlu’ya özgürlük!” ve “Gezi tutsaklarına özgürlük”şiarlı dövizler ve Burcu Koçlu’nun resimlerikullanıldı. Emekçi Kadın Bülteni’nin de dağıtımınınyapıldığı standda birçok kişi ile Haziran Direnişi vehasta tutsaklar üzerine sohbetler gerçekleştirildi.Yaklaşık iki saat boyunca onlarca kişiden imza alındı.
Kızıl Bayrak / İzmir-Adana-Ankara
“Şiddete karşıörgütlenmeli!”
İstanbul Galatasaray Lisesi önünde, Gezi şehitlerinin
resimlerinin olduğu pankartı açarak oturma eyleminibaşlatan aileler, hem kendi yaşadıkları hem deyakınlarının yaşadığı sıkıntıları anlattılar.
Eylemde, bayram nedeniyle cezaevlerinde yapılanaçık görüşler üzerinde duruldu. Görüşme yapan ailelerhapishane şartlarının insanca yaşama uygunolmadığını belirtti. Yemeklerin kalitesiz ve oldukçakötü olduğu, sıcak suyun sınırlı sunulması nedeniyletutukluların banyo yapamadıkları, Bingöl’de yaşananfirar eylemi nedeniyle hapishanede baskıların daha daarttığı ifade edildi. Firar öncesi çok seyrek yapılankoğuş aramalarının şimdi neredeyse iki günde bir vegece gündüz demeden yapıldığı belirtildi. Ayrıcagardiyanların geceleri kapıları tekmeleyerekmahkumları uyandırdıkları, psikolojik baskı yaratmayaçalıştıkları da aktarıldı.
Hasan Tunç’un annesi Leyla Tunç, yaptığıkonuşmada, oğlunun bulunduğu cezaevinde ısınmasorunu yaşandığını ve mahkumların su şişelerine sıcaksu koyarak ısındıklarını belirtti.
Eylem katılımcılarından Feride Elçin, GeziDirenişi’ne katılmanın doğal bir hak olduğunu vetutsakların sisteme verdiği tepkinin doğal olduğunubelirtti. Elçin sözlerine şöyle devam etti: “Bu sistembizi yarattı. Ben ve benim gibiler sistemin bizdenbeklediklerini yapmak yerine burada yer alıyorsak, buinsanların acısını paylaşıyorsak bu sistem tabii kikorkmalı.”
Elçin’in konuşmasının ardından Berfu Canbay basınmetnini okudu. Yoğun polis ablukası altındagerçekleştirilen eylem basın açıklamasının ardındansonlandırıldı.
İzmir İzmir’de 12 haftadır Gezi tutsaklarına sahip çıkmak
için YKM önünde toplanan tutsak aileleri, yakınları veyoldaşları bir kez daha ilk günkü gibi kararlıduruşlarıyla eylemdeydiler.
Konak YKM önünde toplanan kitle, Kemeraltıgirişine doğru yürüyüşe geçti. Gezi tutsaklarınınresimleri ile kortej oluşturan kitlenin ön saflarındatutsak resimleri taşınarak özgürlük talebi haykırıldı.
Sloganların atıldığı yürüyüşte, çeteler tarafındanGülsuyu’nda katledilen Hasan Ferit Gedik unutulmadıve Gezi şehitleri kervanında ismini bir direniş evladıolarak yazdırdı.
Yürüyüş sırasında ODTÜ’ye gece yapılan baskınhatırlatılarak, ODTÜ’den geçecek tek yolun devrimolacağı vurgulandı.
İlk önce Gezi tutsak aileleri ve yakınları adınahazırlanan basın açıklaması okundu. Açıklamanınardından Sokak Orkestrası kısa bir müzik dinletisisundu. Eylem Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu adınaNazım Hikmet’e ait olan “28. Kanunisaniyi unutma”adlı şiirinin okunmasıyla devam etti.
Eylem son olarak, tutsakların duruşmalarına çağrıyapılarak bitirildi.
Kızıl Bayrak / İstanbul - İzmir
Gezi tutsaklarınatecrit ve baskı!
“Bu dava kapanmayacak!”
Cumartesi Anneleri, eylemlerinin 447.haftasında da Galatasaray Lisesi önündeydi. 447.haftanın ana gündemi 19 Ekim 1995’te, Avcılar’dakievinin önünden kaçırılan Fehmi Tosun oldu.
Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun konuşmasınıKürtçe yaptı. Tosun konuşmasında paketlerinanlamsız olduğunu, sürekli parlatılan paketlerden“adalet” çıkmadığını söyledi. Tosun “Devlet eğeryüzleşmek istiyorsa kayıp arşivlerini açsın” dedi.
Basın metnini ise Vildan Kıran okudu. MetindeFehmi Tosun’un kaçırılma süreci ve ardından verilenmücadelenin seyri aktarıldı. Basın açıklaması şusözlerle son buldu: “Kayıplarımızın akıbetleriniaçıklayın, failleri yargılayın! Unutmayın; HanımTosun eşini, çocukları babasını, şimdi de torunlarıdedesini arıyor. Fehmi Tosun bulunana, onukaybedenler yargılanana kadar bu dava bizim içinkapanmayacak.”
Kızıl Bayrak / İstanbul
Ali Akın gözaltındaöldürüldü!
Geçtiğimiz yıl üvey kardeşinin yaptığı kazasonrası çıkan kavgada, GSM şebekesi kayıtları vegörgü tanıklarının ve şikayetçi ifadeleriyle kavgadaolmadığının kanıtlamasına rağmen gözaltına alınanAli Akın karakolda öldürülmüştü.
Ancak karakolda ‘intihar’ ettiği iddia edilen AliAkın’ın annesi Naciye Çakıcı, İHD İstanbulŞubesi’nde yaptığı basın toplantısıyla 14 aydıruğraşmasına rağmen dosyaya ve olay yerifotoğraflarına yeni ulaşabildiğini, oğlunun intiharetmediğini kanıtlamalarının engellendiğini açıkladı.
Delillerin ve bir dizi görüntünün kaybedilmesininoğlunun karakolda cinayete kurban gittiğini ortayakoyduğunu, defalarca adliyeye gitmesine rağmendosyanın kendisine verilmediğini, BüyükçekmeceAdliyesi’ndeki savcılardan Handan Bağcı’nınkendisinin yaptığı itirazları reddettiğini, Bakırköy’debir lokantada oturduğu masaya gelen birininkendisine silah göstererek tehdit ettiğini ve bununkarşısında kendisinin oradan kaçarak savcılığa suçduyurusunda bulunduğunu ancak lokanta veyakındaki MOBESE kayıtlarının polislerce silindiğinianlattı.
Çakıcı kendisinin de ölüm tehdidiyle karşı karşıyaolduğunu belirtti.
Kızıl Bayrak / İstanbul
EsenyurtEsenyurt’ta sınıf devrimcileri 30 Kasım’da yapılacak
“Özgürlük, Devrim, Sosyalizm Gecesi”nehazırlanıyorlar.
10 Ekim akşamı Beylikdüzü ve Avcılar Yeşilkent’tegerçekleştirilen eşzamanlı toplantılarda gecehazırlıkları üzerine planlamalar yapılırken etkinliğinbaşlıkları ve Haziran Direnişi’nin kazanımları üzerinegeniş sohbetler gerçekleştirildi.
İlerleyen günlerde ise emekçi semtlerinde kurulangece hazırlık komiteleri gecenin hazırlıklarıkapsamında biraraya geldi. Yeşilkent, Saadetdere,Talatpaşa, Örnek mahalleleri ve Beylikdüzü, Avcılar’dahazırlık komiteleri toplantılar gerçekleştirdi. Haftalıkperiyotlarda biraraya gelen komiteler etkinliğinduyurusunun planlanmasının yanısıra “Özgürlük,devrim, sosyalizm!” şiarlarının nasılyaygınlaştırılabileceği üzerine tartışmalar yürüttü.
Ayrıca Esenyurt’un Yeşilkent, Saadetdere, Örnek,Talatpaşa, Kıraç Kuruşeşme, Yenimahalle ve Avcılar,Beylikdüzü gibi birçok bölgesine ise “Özgürlük, devrim,sosyalizm” şiarlı BDSP afişleri yapıldı. YanısıraSaadetdere ve Kıraç mahalleleri devrim ve sosyalizmşiarlı yazılamalarla donatıldı. Depo Durağı ÜstGeçidi’ne ise “Özgürlük, devrim, sosyalizm!” şiarlı veBDSP-DLB imzalı pankart asıldı.
Daha sonra bu pankartın belediye ekipleritarafından sökülmesinin ardından BDSP’liler dahabüyük bir pankartla emekçilere seslendiler.
ÜmraniyeÜmraniye’de, 16 Kasım günü, “Haziran Direnişi
ruhuyla, özgürlük, devrim, sosyalizm kavgasınıbüyütelim” şiarı ile Sarıgazi Yıldırımlar DüğünSalonu’nda gerçekleştirilecek etkinlik çalışmalarıkapsamında stand açıldı.
13 Ekim’de Sarıgazi Meydanı’nda açılan standa“Ekim Devrimi’nin 96., yeni Ekimler’in Partisi’nin 15.yılında, özgürlük, devrim, sosyalizm için buluşuyoruz!”başlıklı ve arkasında etkinliğin duyurusu olan
broşürlerin dağıtımı gerçekleşti. Kızıl Bayrak satışınında yapıldığı standda, Gezi direnişçisi hasta tutsakBurcu Koçlu için imza toplandı, el ilanları dağıtıldı.
Daha sonraki günlerde davetiyeler ulaştırılırken, biryandan standlar açılarak etkinliğin çağrısının yer aldığıbildiriler dağıtıldı. Emekçilerle ev toplantılarıplanlanması yapılarak etkinliğin içeriği, anlamı veönemi hakkında tartışmalar gerçekleştirildi.
Ayrıca, etkinliğe çağrı yapan afişler Sancaktepe’ninAtatürk, Kemal Türkler, İnönü, Meclis, Merkezmahalleleri, Çekmeköy Aydınlar Mahallesi veÜmraniye Huzur Mahallesi’nde yaygın bir şekildeyapıldı.
GebzeGebze BDSP, Ekim Devrimi’nin 96., Yeni Ekimler’in
Partisi’nin 15. yılı vesilesiyle gerçekleştireceğietkinliğin hazırlık toplantısını gerçekleştirdi. İşçilerin,emekçilerin ve gençlerin özgürlük, devrim vesosyalizmin tarafında olmaya çağrılacağı etkinlik“Yaşasın sosyalist işçi-emekçi iktidarı” şiarıylaörgütleniyor.
21 Ekim Pazartesi akşamı yapılan hazırlık toplantısıile etkinliğin içeriği ve çalışmalar üzerine tartışmalaryürütülüp, planlamalar yapıldı.
Yapılan konuşmalarda dünyanın birçok yerindeyaşanan sokak eylemleri, Haziran Direnişi, emperyalistsavaş, hak gaspları, ülkedeki siyasal gelişmelerüzerinde duruldu. İşçi sınıfının politik tutumunu ortayakoymanın ve taraflaştırmanın etkinlik çalışmasınınönemli bir noktası olduğu vurgulandı. Kitleleridevrimcileştirme çabasının yoğunlaştırılması gerektiğiifade edildi. Kitle çalışmasının, işçi toplantılarının, evtoplantılarının çalışmanın önemli ayakları olduğusöylendi.
Kitle çalışması ve materyallerin kullanımı açısındanbelli planlamalar yapıldı. Ayrıca Yeni Ekimler’inPartisi’nin tarihine dair bir söyleşinin yapılmasına kararverildi.
Kızıl Bayrak / Esenyurt - Ümraniye - Gebze
Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete
Yönetim Adresi:
Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25
e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet
http://www.kizilbayrak.net
Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19
Güngören / İstanbul
Sayı: 2013/41 * 25 Ekim 2013Fiyatı: 1 TL
Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.
Yayın türü: Süreli Yaygın
Devrimci sınıf faaliyetleri
İzmir “Özgürlük, devrim, sosyalizm!” ve “Faşist polis
terörüne karşı direnişe!” şiarlı afişler İzmir’deAlsancak, Bayraklı hattına ve Menemen’de işçiservis güzergahlarına yapıldı.
Çalışma ilk önce Alsancak Garı yakınında devamederken sınıf devrimcileri resmi polis ekipleritarafından durduruldu. Daha sonra Alsancak Camiyakınlarında bu sefer sivil polis ekipleri tarafındançalışma engellenmek istendi. Ancak burada da birkez daha GBT kontrolü dışında bir şey yapılmadı.Afiş çalışması Alsancak’ta bitirildikten sonra Bayraklıyolu güzergahına yapıldı.
Menemen’de de yine afiş çalışması devamederken sivil polis ekipleri tarafından sınıfdevrimcileri bir kez daha GBT kontrolüne maruzbırakıldı. “Özgürlük, devrim, sosyalizm!” afişlerinesorun çıkarmayan polisler “Faşist polis terörünekarşı direnişe!” şiarlı afişlerin yapılmasınıengellemek istediler. Ancak sınıf devrimcileritarafından toplatma kararı olmayan afişleriengelleyemeyecekleri söylendi. Menemen’de deafişler belirlenen noktalara yapıldıktan sonrafaaliyet bitirildi.
Adana “Özgürlük, devrim, sosyalizm!” ve “Faşist polis
terörüne karşı direnişe!” şiarlı afişler, çarşımerkezde, Akkapı, Meydan ve Şakirpaşa gibi emekçisemtlerinde yaygın olarak yapıldı.
Yapıldıktan kısa bir süre sonra bazı yerlerdeafişler parçalandı.
Ankara Ankara BDSP, 18 Ekim’de Kızılay ve çevresine
yaptığı afişlerle emekçilere seslenmeye devam etti.Kurtuluş, Sakarya Caddesi, Yüksel, Ziya GökalpCaddesi ve Sıhhiye Pazarı çevresine yaygın birşekilde “Özgürlük, devrim, sosyalizm!” ve “Faşistpolis terörüne karşı direnişe!” şiarlı afişler yapıldı.
Emekçilerin özellikle polis terörü afişineyorumları olumluydu. Yol üzerindeki afişlerin devlettarafından sökülmesi ise faaliyete yöneliktahammülsüzlüğü gösterdi.
Kızıl Bayrak / İzmir – Adana - Ankara
“Özgürlük, Devrim,Sosyalizm” için ileri!
Etkinliklerden ilki 7 Kasım’da Kartal’da yapılacak. Kartal ve çevresindeyaygın olarak çağrısı yapılan etkinliğin programı ve bilgileri şöyle:
Program* Abdal / Haluk Tolga İlhan* Musa Kurt* Volkan Şahin* Öteki Sesler Korosu* Halk oyunlarıTarih: 7 Kasım – PerşembeSaat: 19.00Yer: Hasan Ali Yücel Külter Merkezi İletişim: 0539 429 02 09
“Özgürlük, devrim, sosyalizm!” şiarı ikinci olarak Sarıgazi’de yankılanacak.Sarıgazi’de yapılacak etkinliğin programı ve bilgileri şöyle:
Program* Erdoğan Emir* Abdal / Haluk Tolga İlhan* OSİM-DER Müzik AtölyesiTarih: 16 Kasım – CumartesiSaat: 19.00Yer: Yıldırımlar Düğün Salonu (Demokrasi Caddesi / Sarıgazi)İletişim: 0216 621 25 22 / 0531 889 32 35
BDSP, yapacağı etkinlik ile “Özgürlük, devrim, sosyalizm” şiarını Gebzeli işçi veemekçilere taşıyacak. Gebze’de yapılacak etkinliğin programı ve bilgileri şöyle:
Program* Adalılar* Hasan Karayol* Meyman* Pendik PSAKD Müzik GrubuTarih: 17 Kasım - PazarSaat: 13.00 - 16.00Yer: Saray Cafe (Cuma Pazarı içi, No: 34)İletişim: 0542 843 16 01 / facebook: gebze.bdsp
Bursa’da “Direniş, devrim, özgürlük!” şiarıyla yapılacak etkinliğin programı vebilgileri şöyle:
Program* Grup Abdal* Mamak İşçi Kültür Evi Müzik Topluluğu* Nilüfer Sokak Oyuncuları* Gezi şehitleri aileleriTarih: 17 Kasım PazarSaat: 16.00Yer: Nazım Hikmet Kültür Merkezi(Yüzüncü Yıl Metro İstasyonu çıkışı – Nilüfer)İletişim: 0553 409 16 18 / facebook: bdsp.bursa
Etkinliklerin son ayağı Esenyurt’ta yapılacak. Esenyurt’ta yapılacak etkinliğinprogram ve bilgileri şöyle:
Program* Ali Ekber Eren* Abdal / Haluk Tolga İlhan* Ötekilerin Sesleri Korosu* Aliye Fişenk* Esenyurt İKE Tanyeri Şiir Topluluğu* Sinevizyon gösterimi Tarih: 30 Kasım – CumartesiSaat: 18.00Yer: Derya-1 Düğün Salonu(İncirtepe Mh., Tabela Durağı, M.K.Paşa Cd., No:9)İletişim: 0539 414 35 45
Özgürlük, devrim, sosyalizmiçin buluşuyoruz!