kızıl bayrak 13-08

32

Upload: kizilbayrak

Post on 08-Mar-2016

229 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 13-08/22 Şubat

TRANSCRIPT

Page 1: Kızıl Bayrak 13-08
Page 2: Kızıl Bayrak 13-08

2 * Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Esmat MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mh. Yüksel Sk. No 19

Güngören / İSTANBUL Tel: 0 (212) 637 10 35

Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Faşist devlet terörü, devrimci-ilerici kamuemekçilerini hedef alan polis operasyonları ve gözaltısaldırılarıyla, Kürt halkına ve ilerici-sol güçlere yönelikorganize edilen linç girişimleriyle kesintisiz bir şekildedevam ediyor.

Arkası kesilmeyen ve gün be gün tırmandırılandevlet terörünün hedefinde geçtiğimiz hafta KESK’likamu emekçileri ve HDK vardı. HDK’nin Karadenizgezisi ve kimi illere yönelik ziyaretleri sırasında iplerisermaye devletinin elinde olan faşist çeteler tarafındangerçekleştirilen saldırılar ve linç girişimleri yaşandı.Sermaye devleti tarafından organize edilen saldırılardayabancı olmadığımız görüntüler sahnelendi. İlericikurumlar faşistler tarafından kuşatılıp tahrip edildi,HDK heyetinin araçları ve bulundukları binalar da yinefaşist çapulcuların saldırılarına hedef oldu.

Bu aynı sürece paralel olarak bir dizi kenttedevrimci ve ilerici kamu emekçilerini hedef alan polisterörü devreye sokuldu. Onlarca kamu emekçisi“DHKP-C Operasyonu” adı altında gözaltına alındı,işkenceden geçirildi. Devrimci-ilerici kamuemekçilerini hedef alan polis terörü sırasında KESKGenel Merkezi dahil olmak üzere birçok yer basıldı vetalan edildi.

Bütün bu gelişmeler bir kez daha göstermektedir ki,faşist devlet terörü her geçen gün tırmanmaktadır.Biçimi, yöntemi değişse de sermaye devletininsaldırıları hız kesmeden devam etmektedir. Dolayısıylaönümüzdeki süreçte faşist devlet terörüne ve bunaparalel bir şekilde yükseltilen ırkçı-şoven saldırılarakarşı yükseltilecek mücadele büyük bir önemtaşımaktadır. Sınıf devrimcileri olarak bahar sürecindeyükselteceğimiz “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği”çağırısını, aynı zamanda faşist devlet terörüne ve ırkçı-şoven kudurganlığa karşı mücadeleyi büyütmebakışıyla birleştirebilmeliyiz.

***8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne sayılı

günler kaldı. Bir kez daha ayrışmalara konu olan 8Mart’ın tarihsel, sınıfsal ve devrimci özüne uygun birşekilde örgütlenmesi ve kutlanması büyük bir önem

taşımaktadır. Zira ayrışma biçimsel değil ideolojiktir,politik ve pratik olarak düzenle devrim arasındayaşanmaktadır. Dolayısıyla bugün 8 Mart’ın devrimcimahiyetinin karartılmasına hizmet eden her türdenyaklaşımla mücadele etmek, aynı zamanda 8 Mart’akarşı temel ve güncel bir sorumluluk olarak önümüzdedurmaktadır.

Bu nedenle sınıf devrimcileri “Devrimci 8 Mart”çağırısını önümüzdeki günlerde çok dahagüçlendirmeli, bunu en başta sınıf ve emekçi kitlelerinbilincine güçlü bir şekilde taşımalıdırlar. Sınıfdevrimcileri geriye kalan sınırlı zaman içerisinde buyönlü çabayı yoğunlaştırmalı ve 8 Mart sürecinitarihsel, sınıfsal ve devrimci içeriğine uygun birmücadele pratiği ile örmelidirler. Zira 8 Martalanlarının ve bu çerçevede gündeme gelecek olaneylem ve etkinliklerin her açıdan güçlü şekillenmesi,ancak böylesi bir çabanın ürünü olabilir.

***Liselilerin Sesi dergisinin 49., Ekim Gençliği’nin

143. sayıları çıktı. Okurlarımız dergiye kitapçılardan veEksen Yayıncılık bürolarından ulaşabilir.

“Heyet krizi”, İmralı masasıve şovenist histeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3Beşir Atalay devrimcilere“terörist” dedi… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4Sermaye devleti faşist baskı veterörü tırmandırıyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . 5KESK operasyonuna yaygın vekitlesel tepki. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6KESK’e yönelik saldırı kınandı . . . . . . . . 7ÇHD Genel Merkez Yöneticisi Av. ZeycanBalcı Şimşek ile AKP’nin yargı alanındakisaldırıları üzerine konuştuk... . . . . . . . . . . 8Sendikal harekette örgütlenme “atağı”! . . 9Karanlıklar içinden güneşle gelen grev:NETAŞ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10Kayseri İşçilerin Birliği Derneğikuruldu... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11Kurultay hazırlıkları eylem vetoplantılarla sürüyor. . . . . . . . . . . . . . . . . 12“Vergi haftasındane kutlanacak!” . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13Devrimci sınıf faaliyetlerinden . . . . . . . . 14Sınıf hareketinden . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15Çalışma tarzında köklü bir değişimihtiyacı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-19Devrimci Kadın Kurultayı’nınardından . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20Devrimci Kadın Kurultayıtebliğleri - 2 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21Tarihte kadın hareketleri / 3 . . . . . . . . . 22Halep kentinin yağmalanmasından Erdoğan ve hükümetisorumludur!.....….. . . . . . . . . . . . . . 23-24İslamcı Hamas gerici rejimlerinsaflarında!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25Meclis komisyonu Mısır’da direniş yeniden yayılıyor. . . . 26Emekçilerin öfkesi hükümetlerideviriyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27Hegemonya krizi - “savaşları” / 2 -Volkan Yaraşır . . . . . . . . . . . . . . . . . 28-29Yeni YÖK Yasası hükümetin gündeminden çıktı mı?. . . . 30Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kitapçılarda...

Page 3: Kızıl Bayrak 13-08

Kapak Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

“İmralı görüşmeleri” süreci, çoktandır adayagidecek heyet sorununda düğümlenmiş gibigösteriliyor. Bu tıkanmayı yaratansa AKP şefiningörüşmecilere koyduğu şerhlerdi. Tayyip Erdoğan,görüşme heyeti gündeme geldiğinde “teröristlerlekucaklaşanlara” ve “(teveccüh gösterip) kendileriniadaya gönderen bir başbakanı ‘halkın üzerine bombayağdırıyor’ diye suçlayanlara” görüşme iznivermeyeceklerini açıklamıştı. Fakat bizzat Tayyip’inadamları o “teröristlerle” güya bir “barış ve çözüm”masasına oturmuş iş kotarmaya çalışmaktalar.Abdullah Öcalan’ın kardeşi aracılığıyla söylediği gibihaberler “kuşlar” aracılığıyla gidip gelemeyeceğinegöre, heyet görüşmesinin bir krize dönüştürülmesi biledevletin gerçek niyetine ve samimiyetsizliğine yeni birgösterge oldu. Yine de AKP şefi dediğinden dönmedi.Buradaki akılalmaz pişkinlik yenilir yutulur cinstenolmasa da yenilip yutuldu. Bağımsız kurumsalkimliğini tartıştırmayacağını iddia eden BDP, haftaortasında Tayyip Erdoğan’ın rahatça rıza göstereceğiyeni bir heyet belirlediğini açıkladı. Muhtemelen“çözüm ve barış sürecini tıkayıcı taraf olarakgörünmemek” kaygısı BDP’ye bu adımı attırdı.

Oysa bu kaygıyı bizzat AKP iktidarının duymasıgerekiyor. Lakin samimiyetsizliğini defalarcakanıtlamış olan odur. Bu son oyunu başlatırken, biryandan da saldırılarını yoğunlaştıran kendisidir.Toplumu tasfiyeci oyuna inandırmaya ihtiyacı olan daAKP’dir. Ama Kürt hareketi kendini “görüşmesürecine” öyle bir ciddiyetle kaptırmış durumda kiAKP ve Tayyip Erdoğan buna tenezzül bile etmiyor.Nasıl olsa muhatapları kamuoyunda ciddiyet-samimiyet algısı oluşturmakta fazlasıyla hevesli veaktifler.

Biz yine de Kürt hareketi (dolayısıyla HDKbileşenleri) payına, “sürecin tıkayan tarafı olmama”kaygısının hiçbir anlamı olmadığını söyleyelim. ZiraKürt hareketinin son 15, hatta 1992-93’den alırsak 20yıldır “barış ve parlamenter siyasal çözüm” yolundayaptıkları, aklı olan kimsede bir şüphe bırakmış değil.Kürt hareketinin “Kürdistan için demokratik özerklik”ve bu temelde Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendiiçinde demokratikleştirilmesi projesine bağlı hareketettiğini cümle alem biliyor. Keza Türk egemenlerininpazarlık masasına oturtulmasıyla bu projenin hayatageçirilebileceğinin umulduğunu da... Elbette kurulusiyasal düzene dokunmaksızın, dolayısıyla mevcutdevlet yapısını parçalamaksızın bunungerçekleşemeyeceği görmezden geliniyor. GünümüzTürkiyesi’nde ulusal sorunun burjuva bir çözümününbile ancak devrimci mücadeleyle sağlanabileceği,ancak devrimci sürecin bir ürünü olabileceği bir yanabırakılıyor. Ortada böyle bir süreç yokken kurulan birmasa en iyi durumda bile iyi niyetli bir denemeolmaktan öteye geçemez.

“Masa”lar neden kuruluyor?

Bugün devletin masaya oturması elbette Kürtulusal mücadelesinin bir ürünüdür. Böyle bir mücadeleolmasaydı herhalde kimse “Kürt halkı yoktur, Kürtsorunu yoktur” gibi bir anlayıştan çıkıp, durup

dururken yalandan da olsa “gelin bu sorunu çözelim”demezdi. Nedir ki Kürt hareketinin ‘son iki yıldakimücadele sayesinde masaya oturmak zorunda kaldılar’iddiası büyük bir yanılgıya kapı aralamaktadır. ZiraTürk egemenleri hiç de kirli savaşı sürdürmeyi gözealamadıkları ya da “bilekleri büküldüğü” için değil,Kürt halkına yönelik kapsamlı bir saldırının, Kürthareketini tasfiye etme politikasının bir “enstrümanı”olarak gördükleri için kuruyorlar masayı. Daha öncedenediklerinden istedikleri sonucu almışlardı. AKP,biraz da bu manevraları sayesinde hatırı sayılır oydesteğini korumayı, hatta tam da bu aldatmacalardöneminde arttırmayı başarmıştı.

Ayrıca Türk egemenleri Kürt halkına karşıyürüttükleri 30 yıllık kirli savaşla “Kürt sorunubelası”ndan kurtulmamış olabilir. Ama bu hiç desermaye devletini yıkılmanın eşiğine getirmedi. Türkburjuvazisi bu savaş boyunca devleti sürekli tahkimetti. Savaşın tüm ağır faturasını Kürt’üyle, Türk’üylebütün işçi ve emekçi kitlelerin sırtına yıktı. 2010’laragelindiğinde uluslararası konjonktürün de yardımıylabölgede emperyalizmin başlıca taşeronu olabilecekdenli palazlandı. AKP iktidarının şimdilerde Suriye’yive İran’ı bir yana itmesini, Güney Kürdistan (hattaBatı) üzerine hayaller kurmasını (pazara hakimiyetbakımından hayal aşamasını geçmiş sayılır) başkatürlü anlayabilmek mümkün olmazdı. Bu süreçteegemenler ırkçılığı, şovenizm histerisini, terördemagojisini olabildiğince etkin bir şekildekullanmayı da bildiler. Bilinçli ve sistemli politikalarlaİç Anadolu ve Karadeniz hattı başta olmak üzereTürkiye’nin dört bir yanında azımsanmayacaknicelikte bir ırkçı-şoven kitle tabanı yarattılar. İşçisınıfının, emekçi kitlelerin ve gençliğin her türlümücadelesinde en başta bu şovenizm zehirinesarıldılar. İhtiyaç duyuldukça sosyal mücadeleninkarşısına linç ekipleri çıkarılabilecek bir toplummühendisliği gerçekleştirdiler.

Bunlara ek olarak, bugüne dek Türk burjuvazisinin,hele de onun bugün iktidarlaşmış bir parçası olandinci-gerici kesiminin iyi niyetli olduğunu gösterenherhangi bir belirti de görülmüş değil. Kaldı ki bunubeklemek için hiçbir neden de yok. Türk sermayedevletinin tek hedefi, ne yapıp edip “Kürt sorununuhalletmektir”; naif kesimin anladığı anlamda Kürthalkına bugün istenen hakları verip çözmek değil.Kürt sorununu kendince çözmüş olmak, daha doğrudeyimle bastırıp-kontrol altına almak en başta Kürthareketinin silahlı direnişini tasfiye etmeyigerektiriyor. Bunun için kırıntı düzeyinde taleplerinkarşılanmasının göze alınabileceği gösterilmişti (ki bukadarı, Kürt halkının mücadelesinin ürünü fiilikazanımların peyderpey tanınmasından ibaret birkabullenmeydi). Türk burjuvazisi, Kürt silahlıgüçlerinin tasfiyesini gerçekleştirmek hesabına, dahailerisine bile bir dönem katlanmayı göze alabilir.

İflasla başlamış tasfiye politikası

Fakat daha ilerisi henüz açıklandığı biçimiyle“demokratik özerklik”i içermiyor. İçeremez, zira bukadarı dahi kurulu siyasal yapıya, devlet düzenine

dokunmak anlamına gelir. Dolayısıyla salt anayasalkırıntılarla ve göstermelik adımlarla silahlı direnişitasfiye etme hesabı şimdilik gerçeklikten uzaktır.Şayet Öcalan bilinen projesinde ısrar ederse, AKPiktidarının “çözüm” politikası daha baştan iflasetmiştir. Ortada bir iflas değil de gerçekten yol alan bir“çözüm” süreci varsa, bu durumda AKP’nin, İmralıüzerine yaptığı büyük hesapların bir karşılığı vardemektir. Kısacası her iki durum da Kürt hareketi vekuyruğuna takılanların umduğu türden bir “barış veçözüm” süreci anlamına gelmiyor.

Kaldı ki eğer Öcalan sayesinde Kürt hareketindeyeni bir tarihi kırılma yaratmak gibi büyük hesaplarınkarşılığı yoksa, AKP’nin bu seferki “çözüm sürecinin”tek bir anlamı vardır: 2014 hedeflerini gerçekleştirenekadar ortalığın sütliman kalmasını sağlayacak biroyalama... Geçmiş aldatmacaları bir yana bıraksak bileson iki ayın gelişmeleri bile kendi başına bunudoğrular niteliktedir.

Tasfiyeci oyunun semeresi

Bu arada AKP iktidarı bunu salt bir oyun olmanınötesinde ele aldığını da göstermiş bulunuyor. Kürthareketinin (ve “anayasal çözüm” heveslisikesimlerin) ne pahasına olursa olsun müzakeremasasına oturma tutkusundan da en verimli şekildeyararlanmaya bakıyor. Bu, klasik deyimle bir taşlabirkaç kuş vurma hesabıdır. Ki dinci-gerici akım bukonuda şeytana bile pabucunu ters giydireceğinisayısız kez göstermiş oldu. Şimdi de bir yandan Kürthareketinin bu zaafını istediği müddetçe istismaredebileceği bir “görüşme süreci” yürütürken, diğeryandan şiddet politikasının dozunu arttırıyor. Biryandan Kürt hareketinin parlamenter iradesini keyfidayatmalarla aşağılarken, diğer yandan Kürtsorununun çözümüne dair toplumsal hassasiyetlerdenprim topluyor.

Muhataplarının durumu bu oyunun en kaba haliylesahnelenmesine dahi imkan vermektedir. Örneğinyönetmen koltuğundaki Tayyip, HDK’nin Karadenizturunda lince uğramasından bile çok yönlünemalanmasını biliyor. Örneğin bu saldırının polisgözetiminde ve yerel AKP kodamanlarının yönetimialtında olduğu belliyken, Tayyip, olayı salt CHP veMHP’nin hesabına yazmayı başardı. Üstelik bizzatHDK heyeti nazarında bile. Oysa bu ülkede AKP rejimdalaşında henüz üstünlüğü yakalamamışken dahi Türkpolis teşkilatı, neredeyse tamamen cemaatin ordusunadönüşmüştü. Ve polisin AKP hükümetinin, en başta dapolis sürüleri tarafından dokunulmaz ilah kabul edilenTayyip Erdoğan’ın izni ve onayı olmadan şoven linçgüruhlarına izin vermesi mümkün değil.

Kürt sorununu masada çözebileceğini düşünenanlayışın bütün bunları bir yana bırakması sebepsizdeğil. Zira bu anlayış, denklemi “Kürt sorunuçözülmeden diğer hiçbir sorun (emek sorunları vs)çözülmez” gibi bir eksenden kurmaktadır. Oysaemeğin kurtuluşu kavgası güçlendirilmeden, Kürthalkının mücadelesi emek mücadelesiylebirleştirilmeden ne şovenizm zehiri kurutulabilir ne deKürt halkının meşru ulusal hakları kazanılabilir.

“Heyet krizi”, İmralı masasıve şovenist histeri

Page 4: Kızıl Bayrak 13-08

Güncel4 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Emeğin sömürüsü üzerine kurulu olan kapitalistsistemin savunucularının yaşamlarını diken üstündesürdürmelerine neden olan, saltanatlarını sürdürdükleridüzenin gayri meşruluğudur. Haksız kazançlakendilerine hayatı cennet yapanlar, yaşamlarınıcehenneme çevirdikleri işçi ve emekçilerin bir günuyanıp, kendilerinden hesap soracakları günlerinkorkusunu duymaktadırlar. Bu öylesine bir kabustur kigüçler dengesinin görünen gerçekliğinde üstün olmalarıonların bu endişelerini ortadan kaldırmaz. Haramilerin,çaldıklarıyla biriken hazinelerine bir gün gerçek sahipleritarafından el konulacağını bilmekten gelen bu büyükendişesi, beklenenin aksine yaşamlarını huzur içindesürdürmelerine olanak sağlamaz. Tüm bu baskılarının,katliamlarının, işkencelerinin, sürekli çoğalanzindanların gerisinde işte bu büyük korku yatmaktadır.

Bazen öyle bir ruh haline kapılırlar ki, kimi zaman nesöylediklerini ya bilmezler ya da bir gün yakalarınayapışacaklardan duydukları nefreti açıkça belli ederler.Son olarak da Beşir Atalay “terör sempozyumu” diyeanılan etkinlikte konuşurken sözü marksist-leninistörgütlere getirdi ve “terörü” bu örgütlerin ‘70’li yıllardabaşlattığını iddia etti. Antalya’da “Parlamentolar arasıDeğişim ve Diyalog Projesi Terör Sempozyumu”başlığıyla düzenlenen ve Avrupa’dan parlamenterlerin dekatıldığı sempozyumda söz alan Atalay, “Türkiye’yitehdit eden üç terör unsuru”nu şu sözlerle anlattı:

“Ülkemizde terörizm faaliyetleri ‘70’li yıllardabaşlamıştır. Marksist, leninist ideolojiyi benimseyengrupların çeşitli ülkelerde başlattığı terör olaylarıTürkiye’de de görülmüştür. ‘80’li yıllarda bölücü terörörgütü PKK yine daha çok marksist bir söylemlebaşlayarak etnik söyleme dönen bir terör örgütü halinegelmiştir.”

Atalay’ın hatırlarken tüylerini diken diken eden o‘70’li yıllar, işçi ve emekçilerin mücadelelerini sadeceekonomik taleplerle sınırlamadığı, aynı zamanda bukavganın devrim mücadelesiyle birlikte sürdürüldüğü birzaman dilimidir. Devrimin “yarın yaşanılabilecek” kadaryakın olduğu duygusunun toplumun büyükçoğunluğunca paylaşıldığı, devrim davasının milyonlarıpeşinden sürüklediği yıllardır ‘70’ler. İşçi ve emekçilerindevrimci örgütler etrafında kenetlendiği, devrimcilerinve devrimciliğin emekçilerin bilincinde göz bebeği

olduğu bu yıllardan, sömürücülerin rahatsız olmalarıelbette şaşırtıcı değildir. Sermaye devleti için kabusadönen bu yıllar aynı zamanda, Kürt ulusunun haklıistemlerinin yeniden filizlendiği bir tarihsel süreçtir.

Sömürücülerin kabusla hatırladığı o günlerinsonrasında 12 Eylül faşizminin karanlığında büyük birsevinçle konuşan kapitalistlerin “bugüne kadar işçilergüldü, şimdi gülme sırası bizde” ortak görüşü burjuvadüzenin tüm aktörleri için geçerlidir. Atalay için “terör”tanımı, kapitalistlerin bir sınıf olarak ellerinde zoryoluyla tuttukları devlet mekanizmasına ve bu sistemeyönelik her girişim ve başkaldırıyı kapsamaktadır.Sermaye devleti tarafından sergilenen şiddeti ise doğalolarak terör olarak görmezler. Bu bakış ezen ve ezilenüzerine kurulu olan tüm düzenlerde egemen sınıflarınortak düşüncesidir. Olur olmadık her fırsatta ecdatlarıylaövünenlerin “Kuyucu Murat Paşalar’dan” devraldıklarıkirli bir mirastır bu aynı zamanda. Bedrettin ve 10 binmüridinin kılıçtan geçirilmesi, Yavuz Sultan Selim’inkıyımdan geçirdiği Alevilerin, Pir Sultanlar’ın, BabaIshaklar’ın, Börklüceler’in katli onların gözünde bir“terör” değildir.

Burjuva cumhuriyetin devam ettirdiği gelenek dezaten budur. Mustafa Suphi ve onbeşlerin katledilmesiburjuva cumhuriyetin ilk organize terör eylemidir.Sonrasında kanla bastırılan Kürt isyanları, İstiklalMahkemeleri’nde kurulan darağaçları, Şeyh Saitler’in,Seyit Rızalar’ın katli, derelerinden kan akan Dersim’deöyledir. Tehcirler, sürgünler ve mübadele adı altındayerlerinden, yurtlarından zorla göç ettirilen Rumların,Ermenilerin yaşadıkları nasıl açıklanabilir? Tüm busüreçlerde soykırıma uğrayan Ermenilerin, devamındaKürt ulusunun yaşadıklarını hangi cümlelerbetimleyebilir.

Tarihe “6-7 Eylül olayları” ve “Kanlı Pazar” olarakgeçen katliam ve provokasyonlar, bugünün modasözcüğüyle “dindar neslin” ilk icraatlarından değil midir?İşbirlikçiler için, 6. Filo’da emperyalist ABD askerlerinindenize dökülmesi bir “terör” eylemidir ancak bu eyleminhemen arkasından intikam almak için üniversiteöğrencisi Vedat Demircioğlu’nun katledilmesi ve bir yılsonra yine 6. Filo’nun gelişi için düzenlenen eyleminardından gerçekleşen “Kanlı Pazar” bir “terör” eylemideğildir. ODTÜ’de Vietnam kasabı Kommer’in

arabasının yakılması elbette emperyalistler veişbirlikçileri için bir terör eylemidir. Ancak ODTÜgeleneğinin yaratıcılarından Taylan Özgür’ün katli deburjuva yasalarınca bir “terör” eylemi değildir.

Maraş, Çorum, Sivas, ‘77 1 Mayıs katliamları,devrimci gençlerin sokak ortasında kurşunlanmasısermaye devletinin meşru müdafaa yöntemlerindenbiridir. Ki, zaten bu haksız düzene yönelik gerçekleşenher eylem biçimi “terör” olarak tanımlanırken, benzerleride o yıllarda “bana sağcılar adam öldürüyordedirtemezsiniz” diyebilmekteydi. Keza bugünün“badem bıyıklılarının”, “kurşun atan da yiyen de” diyenÇillerler’le, “bin karanlık operasyonla” övünenAğarlar’la ve diğerleriyle ne kadar benzediğini anlatmakhiç de zor değildir. Sivas kıyımını savunmak içincübbelerine sığınarak katliam faillerinin avukatlığınasoyunan AKP’liler, dün “Kanlı Pazar”da eylemcilerlekarışmasın diye mavi kurdele takanlardır.

Ey bu düzenin efendileri, korkmaktahaklısınız!

Diyarbakır işkencehanelerinde katledilen İbrahimKaypakkaya sizler için adına bile tahammül edilemeyenbir büyük “teröristtir.” Tıpkı Kızıldere’de katledilenMahirler gibi. Sizin aklınıza Denizler her geldiğinde,dudaklarınızdan “teröristler” kelimesinin dökülmesinedensiz değildir.

Şimdilerde sizlerin sermayeye ve emperyalistlerehizmette kusur etmediği parlamentonuzunkoltuklarından, Denizler’in idamı oylanırken “üç, üç,üç...” diye tempo tutanları tarih nasıl yazmışsa emin olunsizi de öyle yazacaktır. Darağaçlarında “YaşasınMarksizm-Leninizm, yaşasın Türk ve Kürt halkınınkardeşliği!” sloganlarıyla idam sehpalarınıtekmeleyenleri belleğine kaydeden bu tarih, içiniz rahatolsun, sizlere ve nefret kusan sözcüklerinize de hak ettiğideğeri verecektir.

Tüm bunların özeti olarak Numan Kurtuluş’un 2 yılönce 6. Filo’ya karşı yürüyenler için söylediği şu sözlerihatırlatmakta fayda vardır: “Keşke dindar, muhafazakarkitleler de sol olarak tanımlanan gençlerle birlikte ABD6. Filosu’nu protesto etselerdi.” Aynı zat bukonuşmasında Deniz Gezmiş’in mezarını ziyaretetmekten gocunmayacağını da dile getirmişti.

Ancak bizler sermaye sınıfı tarafından hep teröristolarak anılmayı, burjuva politikacılar tarafından iyisözcüklerle yad edilmeye yeğleriz. Bunun içinErdoğan’dan başlayarak aynı safta sermayeye veemperyalizme secde etmekte olan Numan Kurtulmuş’akadar, sağından soluna hepinize yakışan, Beşir Atalaygibi konuşmaktır.

Emperyalistler ve işbirlikçilerinin, kapitalist sisteminsavunucularının, emek hırsızlarının biz devrimcilere,komünistlere “terörist” demeleri ise asıl gerçeği asladeğiştirmez. Gerçek bir terörizmden bahsedileceksevakti zamanında Nazım Hikmet’in kendisine “vatanhaini” diyenler için yazdığı, “sizler vatanperverseniz,sizler yurtseverseniz, ben vatan hainiyim, yurt hainiyim”şiirini hatırlatmak fazlasıyla yeterlidir. Öte taraftan,tarihin yazacağı “terör” eylemlerinin başında hep “devletterörü” olmaya da devam edecektir.

Beşir Atalay devrimcilere “terörist” dedi...

Sizler ne kadar “demokrat”sanız,bizler de o kadar “teröristiz”!

Page 5: Kızıl Bayrak 13-08

Güncel Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Sermaye devletinin baskı ve devlet terörü, bir kaçgün içerisinde yaşanan bir dizi örnekle ayyuka çıktı.Pervasızlıkta sınır tanımayan düzen güçleri devrimciavukatları adliyede copladı, direnen işçilerin çadırlarınıbaşlarına yıktı. HDK’lilere yönelik ırkçı saldırıtezgahlayanlar Silivri’deki ulusalcıları dahi polisterörüne maruz bıraktı. Devlet terörü dalgası ertesi günise KESK’e operasyon ile sürdü. Bir yandan sürek avıbaşlatan polis KESK’lileri gözaltına alırken linç veprovokasyon haberleri de gelmeye devam etti.

Baskı ve terör her alanda!

AKP iktidarından liberaller dahi umudu keseli çokoldu. Ancak faşist baskı ve devlet terörünün gün be günpervasızlaştığı ve şiddetin dozunun arttığı da bir gerçek.İktidarını perçinlemek için her tür yasal düzenlemeyiyapan ve gün be gün tek adam diktatörlüğünün hukukialtyapısını oluşturan AKP, bununla paralel olarak dış veiç politikada da aynı saldırganlığı devreye sokuyor.Zaten içerdeki diktatörlüğün gereği de dışardaki busaldırganlığın ve hareket kolaylığınınsağlanabilmesinden geçiyor.

Suriye üzerinden savaş taşeronluğuna soyunaniktidar, çıkaracağı yasalarla şekilsel bir kuvvetlerayrılığına dahi tahammül edemezken, yeni anayasa ilefiili olarak uygulanan faşist politikaları resmiyetedökme hazırlıkları yapıyor. Başkanlık sistemi ilebirlikte yapılacak yasal düzenlemeler, devlet erkiiçerisinde yetkinin ağırlıklı kısmını başkana ve iktidarpartisine veriyor. Böylece görünürdeki bir burjuvademokrasisinin dahi eline ayağına dolanmasının önünegeçilmek isteniyor.

Ancak AKP’lilerin itiraflarında sokaktan duyduklarıkorku da her fırsatta ifade ediliyor. Bu korku nedeniyledünün kimi liberal özgürlükleri dahi tırpanlanırkenkazanılmış haklar bir bir ortadan kaldırılıyor. Korkuparanoyası ve terör demagojisi, iktidarın temel birargümanı olarak her gün karşımıza çıkıyor. 18-19 Şubattarihlerinde yaşanan bir dizi vaka devletin vahşiyüzünün ispatları sadece.

Ulusalcı kliğe taviz yok!

Düzen içi iktidar mücadelesinde artık başarısınıgarantileyen dinci partinin bu alanda son derecepervasız hareket edebildiği biliniyor. Geçtiğimiz yılın29 Ekimi’nde kitlenin üzerine saldıran AKP, 18

Şubat’ta da Silivri’ye giden ulusalcı güçleri tazyikli suile püskürttü.

Bir başka düzen kliğinin peşindeki bu kitle AKP’ninsaldırısına hedef olmak için sadece Ergenekondavasının görüldüğü salona girmek istedi. Ancak düzenpartisi CHP’nin vekilleri dahi saldırıda yaralandı.

Ergenekon duruşması ise bildik bir tiyatrobiçiminde herhangi bir gelişme yaşanmaksızıntamamlandı.

Linç eşliğinde “barış ve müzakere”

Devlet terörünün ırkçı faşist kışkırtma biçimindekendini gösterdiği bir başka alan ise Sinop ve Samsunoldu. HDK’nin Karadeniz turu, devlet destekli linçgirişimi ile karşılandı. Günlerdir saldırı tehditlerisavuran faşist çeteler, 18 Şubat’ta, turun ilk durağı olanSinop’ta HDK heyetinin bulunduğu öğretmenevinisardı ancak polis bir türlü bu çapulcuları kontrol altınaal(a)madı.

Gün boyu bayrak ve pankartlar açıp ırkçı sloganlaratan, küfürler eden grup polis ile kolkola beklerkenHDK’lilere tahliye teklifinde bulunuldu.

HDK’lilerin Sinop’u zırhlı polis araçları ileterketmesinin ardından ise linç kışkırtıcılığının yenidurağı Samsun oldu. Faşistler daha HDK toplantısı dahigerçekleştirilmeden TKP, EDP, Halkevi’nin bulunduğubinaya saldırdı. HDK’lilerin yanına bu kezyaklaştırılmayan faşistler, gün boyu sol güçlerinbulunduğu binayı taşladı. Yüzlerce kişi küfürler ederekbinaları taşlarken devlet yine “sağduyulu” davrandı veizlemek ile yetindi.

HDK, provokasyonlar nedeniyle gezisini iptaletmek zorunda kalırken düzen güçleri halen dahaarsızca HDK’yi suçluyordu.

Devrimci avukatlar halen hedefte!

Devrimci avukatları hedef alan ve düzmeceiddialarla ÇHD’lileri zindanlara kapatan sermayedevleti, yaptığı açıklamalarla bunun da “münferit”olmadığını göstermişti. AKP şefi Erdoğan yalnızcatutuklanan avukatları değil onlara sahip çıkanları datehdit etmişti.

Tehditlerin ardından beklenen oldu ve eylem yapanavukatlar önce adliye özel güvenliğinin, ardından isepolisin saldırısına maruz kaldı. “Devrimci avukatlaronurumuzdur!” pankartı ise saldırıya bahane edildi.

Başsavcı sıfatlı bir kişinin saldırıyı meşrulaştırmakiçin “Avukat cüppeli” ifadelerini kullanması ve“kapıları kırdılar” gibi yalanlara sarılması ise hukukunkepazeliğinin ifadesi.

Üstelik avukatlar saldırıya uğradığı sırada yapılaneylem sona ermişti ve avukatlar altında hepsininimzasının bulunduğu bir dilekçeyi savcılığagötürüyorlardı. Ancak sermayenin kini, avukatlarıçoktan hedef seçmişti. Dünyanın en büyükadliyelerinden olan İstanbul Adliyesi ile övünenler,artık bu adliyeden avukatların yerlerde sürüklendiği vedövülerek gözaltına alındığı bir adliye diyebahsedileceğini de bilmeliler.

Direnen işçilere saldırı

Direnen Farabi işçilerine yönelik saldırı da devletterörü tablosunu tamamlamak için önemli bir halka.Belki Trabzon’da olduğu için gündemin dışında kalsave fazla ilgi görmese de 68 işçinin yeni yılın ilkgünlerinden beri sürdürdüğü direniş, taşerona karşıverilen önemli bir mücadele.

Bunun bilincinde olan sermaye devleti bugün birkez daha işçilere saldırdı ve çadırlarını yıktı. Hastaneözel güvenliği eliyle gerçekleştirilen saldırıda çoksayıda işçi de yaralandı.

KESK’e yönelik operasyon ve 150 gözaltı!

18 Şubat’ta başlayan devlet terörü dalgası, 19 Şubatsabahı 150’yi aşkın kamu emekçisinin evleri basılarakgözaltına alınmaları ile sürdü. Sabahın erkensaatlerinde evleri basılan KESK üyesi kamu emekçileriapar topar gözaltına alındı. Bildik “terör örgütü”demagojilerine başvuran devlet kamu emekçileriniterörist ilan ederek ülke çapında saldırıya konu etti.

Aralarında KESK yöneticilerinin de bulunduğu çoksayıda devrimci, gözaltına alınırken sendika binasındada arama yapıldı. KESK’lilere yönelik pervasızlıkgözaltında da sürdü, emekçilere su ve şeker dahiverilmedi. Henüz soruşturma bile yeni başlamışkenburjuva basının tüm gözaltıları çoktan “terörist” ilanettiğini söylemeye dahi gerek yok.

Sendikal örgütlenmeyi imkansız hale getirenyasaları bir bir geçiren devlet, böylece sendikacıları datoplayarak soruna daha köklü bir çözüm bulmuş oldu.

Hedefte tüm muhalif güçler!

Bu tabloya baktığımızda AKP iktidarının bugünkendisine tehlike arz ettiğini düşündüğü her kesimebenzer bir pervasızlıkla saldırdığını söyleyebiliriz.Ulusalcı tabir edilen düzen içi muhalefeti dahi gazaboğanlar kadim düşmanları işçilerin her fırsatta başınıezmekte, devrimcilere yönelik saldırılarını avukatlarşahsında sürdürmekte, devrimci kamu emekçilerinizindanlara tıkmakta. Kürt halkına düşmanlık ise ırkçılinçlerle ortaya serilmekte.

İki güne sığan bu örnekler ise her gün yenilerieklenen devlet terörü uygulamaları ile birliktedüşünüldüğünde çok daha tehlikeli bir döneminkapısının aralandığını da göstermekte.

İşçiler, emekçiler, Kürtler, ilericiler, devrimciler, muhalifler hedefte...

Sermaye devleti faşist baskı veterörü tırmandırıyor!

Page 6: Kızıl Bayrak 13-08

Güncel6 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

KESK üyesi kamu emekçilerine yönelik olarakyapılan baskınlar ve gözaltılar, 19 Şubat akşamı birçokilde düzenlenen eylemlerle protesto edildi. “Baskılarbizi yıldıramaz!” sloganı tüm eylemlerin ortak şiarıolurken emekçiler operasyonlar ve baskılar karşısındamücadelenin süreceğini sokaklarda gösterdi.

İstanbul İstanbul’da bir araya gelen yüzlerce kişi, yaptıkları

kitlesel eylemle baskınları protesto etti. TaksimTramvay Durağı’nda toplanan kitle coşkulu sloganlarlaGalatasaray Lisesi önüne yürüdü. Yürüyüşe BDSP’ninde içerisinde olduğu birçok kurum destek verdi.

Yürüyüşün ardından basın açıklamasını KESKDönem Sözcüsü Arzu Erdoğan okudu. Erdoğan, Sinopve Samsun’da HDK heyetine yönelik saldırıları,Antakya’da KESK’e yönelik baskınlara karşı yapılaneyleme polisin saldırısını kınayarak sözlerine başladı.Gözaltı ve tutuklama furyasının neredeyse her günyaşandığı hatırlatılan açıklamada, “Kısacası siyasiiktidarın dikta düzenine karşı sesini yükselten herkesgözaltına alınmakta, tutuklanmaktadır” denildi.

KESK’e yapılan operasyonun ilk olmadığıbelirtilen açıklamada, hangi neden gösterilirsegösterilsin yapılanın “Emek ve Demokrasi güçlerinisindirme operasyonu” olduğu belirtildi.

Adana KESK Adana Şubeler Platformu tarafından İnönü

Parkı’nda gerçekleştirilen basın açıklamasını SESŞube Başkanı Muzaffer Yüksel okudu.

AKP’nin “ileri demokrasi”sinin her gün gözaltıve tutuklamalarla devam ettiğinin vurgulandığıaçıklamada Yüksel, KESK ve bağlı sendikalarınsürekli olarak bu saldırıların hedefinde olduğunubelirtti.

Yüksel, AKP’nin kendine muhalefet edenherkesi suçlu saydığı dile getirirken, ayrıcaşunları ifade etti: “Bilinmelidir ki, KESK vedostları emek ve demokrasi mücadelesiniyükselterek her türlü hukuk dışı uygulamalarınkarşısında olmaya, emek ve demokrasi güçleriiçin her geçen gün kararan bu tabloyu ortadankaldırma mücadelesini kararlılıkla sürdürmeye

devam edecektir.”

Ankara KESK, Ankara’da YKM önünde toplanarak bir

basın açıklaması yaptı. YKM önünden AdaletBakanlığı’na kadar yapılan yürüyüş sonrası basınaçıklamasını KESK Ankara Şubeler Platformu dönemsözcüsü Devrim Kahraman okudu. Baskı veoperasyonları kınayan Kahraman, gözaltına alınanKESK üyelerinin derhal serbest bırakılmasını istedi.Açıklamanın ardından KESK Genel Başkanı LamiÖzgen bir konuşma gerçekleştirdi. Özgen, geçen seneKESK’e yapılan operasyonu hatırlatarak baskılarıneşitlik ve demokrasi mücadelesiniengelleyemeyeceğini vurguladı. BDSP’nin destekverdiği eyleme birçok ilerici ve devrimci kurumkatıldı.

19.00’da ise Ankara Halk Cephesi kamuemekçilerine yönelik operasyonu Yüksel Caddesiİnsan Hakları Anıtı önünde protesto etti. “Komplolarıboşa çıkartacağız!” yazılı Halk Cephesi ozaliti açıldı.Kaldıraç, ESP ve BDSP’nin destek verdiği eylem basınaçıklamasının okunmasıyla bitirildi.

Bursa KESK Bursa Şubeler Platformu Fomara

Meydanı’nda gerçekleştirdiği kitlesel bir eylemleAKP’nin gözaltı terörünü protesto etti. HalkCephesi’nin kendi pankartıyla katıldığı eylemdegenel merkezden gelen KESK üyeleri de yer aldı.

Basın açıklamasını KESK Yürütme Kurulu adınaMali Sekreter Ali Berberoğlu gerçekleştirdi.AKP’nin sözde ileri demokrasisine muhalefet edenherkesin gözaltına alındığının belirterekkonuşmasına başlayan Berberoğlu, son bir yıldırKESK’e yönelik ardı ardına yapılan operasyonlarsonucu 59 KESK’linin sendikal faaliyetleryüzünden demir parmaklıkların ardında olduğunuhatırlattı.

Manisa Manolya Meydanı’nda gerçekleştirilen

eylemde basın açıklamasını KESK Manisa DönemSözcüsü ve SES Manisa Şube Başkanı SerpilDeniz okudu.

Deniz konuşmasında “muhalif her ses, farklı

olan her düşünce baskı ve gözaltı uygulamaları ilesusturulmak, sindirilmek isteniyor” diyerek artansaldırılara dikkat çekerken konuşmasının devamındaşunları ifade etti: “Yarattığı korku imparatorluğunungölgesinin ulaşmadığı hiçbir alan bırakmamaktakararlı olan AKP, insanca bir yaşam ve demokratik birülke isteyen herkesi hedef tahtasına koymuştur.”

AydınAydın KESK binasında biraraya gelen emekçiler

önce Sulupark’ta HDK bileşenlerinin çağrısı ileSinop’ta yapılan faşist saldırıyı protesto ettiler.

Açıklamadan sonra sendika binasına dönülerekilçelerden gelen emekçilerle buluşulup Sulupark’adoğru kortej oluşturularak yürüyüşe geçildi. Yolutrafiğe kapatarak yürümek isteyen kamu emekçileripolis barikatı ile karşılaştı. Polisin tüm provokasyonçabalarına ve yürütmeme ısrarına rağmen kamuemekçileri de yolu kapatarak yürüme ısrarınısürdürdüler. Yaşanan kısa bir arbededen sonra yürüyüşkaldırımdan devam etti.

Basın açıklamasından hemen sonra kitledeemniyete yürüme ve gözaltındaki arkadaşlarınaseslerini duyurarak moral desteği verme eğilimiçıkmasına rağmen KESK şube başkanları 10 dakikaoturma eylemi yapma kararı aldıklarını ve örgütdisiplini gereği karara uyulmasını istediler. Oturmaeylemi sonunda sendika bürokratları kitleye sendikabinasında beklemeleri ve kendilerinin emniyetegideceklerini söylediler.

Kısa süreli tartışmalardan sonra kitle sendikabinasına kortej yaparak yürümek istedi. Polisin kortejibu şekilde yürütmeyeceğini ve pankartı toplamasınıistemesi üzerine tekrar kısa süreli bir arbede yaşandı.KESK yöneticilerinin müdahalesi ile pankart toplandı.Kitle sloganlar atarak sendika binasına döndü.

İzmir KESK İzmir Şubeler Platformu saldırıları protesto

etmek amacıyla 19 Şubat akşamı bir yürüyüş ve basınaçıklaması yaptı. YKM önünden Eski Sümerbankönüne dek süren yürüyüşten sonra, dönem sözcüsüEğitim Sen İzmir 4 No’lu Şube Başkanı İsmail Akyolbasın metnini okudu. Akyol, bu sabah yapılangözaltıları ve toplamda yaşanan baskıları, saldırılarıbelirterek, KESK’in mücadele kararlılığını vurguladı.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Adana-Ankara-Bursa-Manisa-Aydın-İzmir

19 Şubat 2013 / Taksim

19 Şubat 2013 / Adana

KESK operasyonuna yaygın ve kitlesel tepki...

“Baskılar bizi yıldıramaz!”

19 Şubat 2013 / Aydın

Page 7: Kızıl Bayrak 13-08

Güncel Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

KESK’e yönelik devlet terörü, bir dizi kurumtarafından yapılan açıklamalarla kınandı.

DİSK Genel Başkanı Erol Ekici yaptığıaçıklamada AKP’nin pek çok kesimden muhalifhareketlere düzenlediği operasyonlar sonucunda kamuçalışanlarından hukukçulara, gazetecilerdenöğrencilere, bilim insanlarından sanatçılara, Kürtsiyasetçilerden CHP’lilere, devrimcilerden sosyaldemokratlara varıncaya kadar binlerce muhalificezaevlerine doldurduğunu belirtti

AKP’nin diktatörlüğünü pekiştirmek için dışarıdabir tek muhalif kalmayıncaya kadar operasyonlarınadevam edeceğini vurgulayan Ekici AKP’nin suçlarınıise şöyle tanımladı:

“AKP bizzat Başbakan’ın ağzından, halkı karşıkarşıya getiren nefret söylemleri kullanarak, ırkçıyaklaşımları besleyerek, bu ülkede adalet, hukuk,eşitlik ve özgürlük isteyenleri hedef göstererek de suçişlemektedir.”

Çağdaş Hukukçular Derneği adına yapılanaçıklamada “Her gün, acaba bu hafta kime operasyonyapılacak endişesiyle uyanmaktayız” denilerek devletterörünün geldiği boyut teşhir edildi.

KESK’in kamu emekçilerinin, ekonomik,demokratik ve sendikal alanda verdiği mücadeleninteminatı olduğunun belirtildiği açıklamada saldırı 12Eylül ile kıyaslanarak şunlar söylendi:

“Bugün 12 Eylül döneminden farklı olarak TMKKapsamında başlatılan operasyonlarda, kurumlarıntüzel kişiliğine karşı herhangi bir işlem yapılmamakta,ancak yönetici ve üyelerine sayısız soruşturma ve davaaçılarak demokratik kurumlar çalışılmaz halegetirilmektedir. Bu iktidarın Ali-Cengiz oyunudur”

İHD İstanbul Şubesi’nin yaptığı açıklamadaHDK’ye yönelik linç girişimi, Çağlayan’da avukatlarasaldırı ve KESK’e operasyon gibi örnekler sıralanarakdevlet terörü tablosu çizildi. Açıklama şu sözlerle sonbuldu:

“Tüm bu anti- demokratik uygulamaları, linçgirişimlerini, saldırıları ve gözaltıları bir kez dahakınıyor, herkesi temel hak ve özgürlükleri

sahiplenmeye, devlet saldırganlığına dur demeyeçağırıyoruz.”

BDP Genel Merkezi’nin yaptığı açıklamada iseAKP hükümetinin kendisine muhalif hiçbir sesistemediği vurgulanarak “defalarca görüldüğü gibibu operasyonlarla toplumsal muhalefetisusturamayacaktır” denildi.

Açıklamada şunlar söylendi: “Sendika basmanın,gözaltına almanın, aylarca tutmanın, zorlamaiddianamelerle yargılamanın demokratikleşmeyleilgisi yoktur.”

EMEP tarafından yapılan açıklamadaoperasyonun devletin emek ve demokrasi güçlerikarşısında gösterdiği tahammülsüzlüğün son örneğiolduğu vurgulanarak “Kamu emekçilerinin işgüvencesini ortadan kaldıran yasal düzenlemeleringündemde olduğu bir dönemde, bu saldırılarıngerçekleşmesi ise oldukça manidardır” denildi.Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) de yaptığı

açıklamayla “Devlet terörüne karşı birleşelim!” çağrısıyaptı. Geçmişte de KESK üye ve yöneticilerinin benzersaldırılara maruz kaldığını hatırlatan ESP, “AKPiktidarı faşizmi demokrasi diye yutturmaya çalışmaktaama artık mızrak çuvala sığmamaktadır” ifadelerinikullandı.

Halkevleri, yaptığı açıklamada KESK’e yöneliksaldırılarla birlikte Samsun’da yaşanan linç girişiminiele aldı. “Karadeniz’de ‘provokasyon’, KESK’te‘operasyon’ işte AKP faşizmi” başlıklı açıklamaKaradeniz’deki saldırılara ve KESK’e yönelikoperasyona karşı mücadele edileceğinin ilanı ile sonbuldu.

ÖDP adına yapılan açıklamada “OperasyonlarKESK`in meşru mücadelesini geriletmeye dönüktür”denilerek şunlar kaydedildi: “KESK, yıllardıremekçilerin meşru mücadelesi üzerine yükselmiş,iktidarların her tür baskı ve saldırılarını göğüsleyerekvar olmuştur. Bugün de sonuç bundan farklıolmayacaktır.”

Devlet terörülanetlendi!

Karadeniz turuna çıkan HDK heyetine yönelikyaşanan linç girişimi ve KESK’e yönelik operasyonyapılan eylemlerle lanetlendi.

19 Şubat akşamı Sarıgazi’de Aka-Der, BDP,BDSP, DHF, EMEP, ESP, Partizan’ın örgütlediğieylem, Demokrasi Caddesi Üçler Marketinönünde yürüyüşle başladı. Sloganlarla SarıgaziMeydanı’na gelinerek basın açıklaması yapıldı.Faşist saldırılar ve operasyonlar kınandı.

20 Şubat’ta ise Kartal’da protesto yürüyüşügeçekleştirildi. Ahmet Şimşek Koleji’nin önündetoplanan ve yolu trafiğe kapatan kitle Kartalbabageçidine geldi. Buradan Banklar Caddesi ve çaybahçelerinden geçerek Kartal Meydanı’na vardı.

Meydanda KESK MYK üyesi Ali Kılıç birkonuşma gerçekleştirdi. Konuşmasında KESK’eyönelik gerçekleştirilen operasyonları kınayarakasla mücadelenin engellenemeyeceğini belirtenKılıç, KESK’e destek veren herkese teşekkürederek konuşmasını sonlandırdı. Eyleme BDSP dedestek verdi.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği İstanbulŞubeleri de 20 Şubat akşamı gerçekleştirdiklerieylemle KESK üyesi kamu emekçilerine yapılanoperasyonu protesto etti. Galatasaray Lisesiönünde toplanan PSAKD üyeleri adına yönetimkurulu üyesi Atilla Özdemir bir konuşma yaptı.Özdemir, “Müslüman Kardeşler’in Türkiye kolu”dediği AKP’nin hak arayan her kesime saldırdığınısöyledi. AKP’nin ABD’nin Ortadoğu planları içinçalıştığını söyleyen Özdemir, “Başkanımız serbestbırakılıncaya kadar, gözaltındaki arkadaşlarımızserbest bırakılıncaya kadar mücadelemize devamedeceğimizi buradan kamuoyuna bir kez daha ilanediyoruz” dedi.

Basın metninin okunmasının ardından eylem,gözaltındakileri mahkeme süreçlerinde de yalnızbırakmama çağrısı yapılarak bitirildi.

Kızıl Bayrak / Kartal - Ümraniye

Trakya BDSP’den basın toplantısı

Trakya’da BDSP’lilere dönük baskı ve polis tacizi ile ilgili olarak 20 Şubat’ta bir basın toplantısıdüzenlendi.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu tarafından yapılan açıklamada devlet terörünün yaygınlaştığına veolağan hale getirildiğine vurgu yapılırken Sinop ve Samsun’daki saldırgan faşist güruhun iplerininsermayenin elinde olduğu belirtildi. KESK üyesi kamu emekçilerine ve ÇHD’li avukatlara dönük saldırganlığınaslında tüm toplumsal muhalefeti hedeflediği belirtilen açıklamada, Çorlu Sağlık Mahallesi’nde ikamet edenMurat Bal ve arkadaşlarına dönük kesintisiz polis tacizi ve baskının devlet merkezli genel bir saldırınınparçası olduğu vurgulandı. Son olarak da işçi sınıfı ve emekçilerin kızıl bayrağının Trakya semalarındadalgalanmaya devam edeceği belirtildi.

Ardından söz Murat Bal’a verildi. Bal, sürekli olarak ailesinin polis tarafından aranıp taciz edildiğini,Çorlu’da sıklıkla kimlik kontrolüne maruz kaldığını anlattı. Son olarak da Connect marka beyaz bir sivil polisotosunun mahalleyi gezerek kendileriyle ilgili şaibe yaratmaya çalıştığını, mahallelinin korkutulduğunu vekendisinin mahalle emekçilerinden tecrit edilmeye çalışıldığını anlattı.

Konuyla ilgili olarak savcılığa suç duyurusunda bulunulacağının belirtildiği açıklamaya ESP de destekverdi.

Kızıl Bayrak / Trakya

KESK’e yönelik saldırıkınandı

Page 8: Kızıl Bayrak 13-08

Güncel8 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

- Yargıda son dönemde yeni düzenlemeler gündemegeliyor. Temelde yargı sisteminin değişikliğiniamaçlayan bu planlar arasında Danıştay’ın,Yargıtay’ın kaldırılıp “Temyiz Mahkemesi” kurulması,Anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi tartışmalarıda yer alıyor.

Siz yargı kurumlarına yönelik bu değişiklikplanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Yargı ile siyasi iktidarı arasında güç savaşlarınınsonuna yaklaşıldığı, AKP’nin yargıyı çepeçevre sararakhegemonyası altına aldığı ve yargıyı yeniden dizaynettiği bir gerçektir. TMK, PVSK ve terör mahkemelerieliyle ve keyfi uygulamalarla temel hak ve özgürlükleryok edilmekte, toplumsal, siyasal ve sendikal muhalefet“terörle mücadele” adı altında her hafta gece yarısıyapılan operasyonlarla azgın bir baskıyla sindirilmeyeçalışılmaktadır.

Adil yargılanma hakkının yok edilmekte, davadosyalarındaki en önemli delil “internet sitelerindenalınmış çıktılar” oluşturmakta, evrensel ceza normu olansilahların eşitliği ilkesi mahkeme ve Yargıtaykararlarıyla bertaraf edilmektedir. AKP’nin ileridemokrasisi sayesinde mahkemeler, salt kolluğun bilgifişiyle yetinmekte, delile dahi ihtiyaç duymadanyargılamaya son vermektedir. Mahkemelerin buhukuksuz ve yargısız tutumu sayesinde kolluğunpervasızlığı, devlet terörü ve linç kültürü hat safhayaçıkmış, ezilenlerin, Kürtlerin, devrimcilerin,öğrencilerin, sanatçıların delilsiz ve hukuksuz birbiçimde uzun yıllar tutuklu kalmalarını ve çok ağırcezalar almalarını sağlamıştır.

Yine aynı mahkemeler ve savcılar üç devrimci yanyana geldiğinde dahi örgüt yaratmayı becermişken,Hrant Dink davasında, Sivas, Maraş, Çorumkatliamlarında olduğu gibi Samsun ve Sinop’ta HDKheyetine saldıran ırkçı-faşist çetelerin suçlarını“milliyetçi hassasiyet” olarak ele almıştır. Sokakortasında polislerce katledilenlerin yargısız infazdosyalarına polisin “görev gereği” olarak addetmiş veceza vermemeyi ilke edinmiştir. Böylece yargınınfaşistleri, dinci-gerici güruhu, cemaatleri, eli kanlıkolluk görevlilerini cezalandırmama pratiği son on yıldaiyice perçinlenmiş ve yargı getirilmek istendiği hizayatam olarak oturtulmuştur.

Şimdi ise yargının yeniden dizayn edilmesi,topyekûn bir değişikliğe gidilmesi gündemde. AKPHSYK’da ve yüksek yargıda 2011 başında yapılandüzenlemelerin yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığınısağlama söyleminin aksine vesayet merkezine AKPlehine tesis etmek dışında bir işlev taşımadığıanlaşılmıştı. Bugün ise bir revizyonla birlikte AKP,“başkanlık sistemi” ne uygun bir yargı istiyor. Çünkühedef; anayasa değişikliği ile Tayyip Erdoğan’ın tekadam olacağı “başkanlık sistemi”. Yapılmak istenen buköklü değişim, Yargıtay ve Danıştay’ı sil baştanyaratarak, bu hedefe uygun, yargı organları oluşturmakve yargıyı “başkanlık sistemine” entegre etme yolundamesafe katetmektir.

- Yargıda bu değişikliğin gündeme geldiği birsüreçte avukatlar tutuklanmakta İstanbul Barosuüzerinde açılan davayla baskı kurulmaya çalışılmakta.Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

- Siyasi iktidar, ardı ardına yürüttüğü operasyonlar

ve Özel Yetkili Mahkemeler eliyle uyguladığı tutuklamave gözaltı terörüyle, tüm muhaliflerini sindirme vetoplumsal muhalefete yön veren kurumlarıitibarsızlaştırma politikasına hızla devam ediyor.“Ergenekon’’la başlatılan ve “Devrimci Karargah”ladevam ederek dalga dalga süren gözaltı ve tutuklamalarve “KCK’’ adı altında yürütülen ve Kürt siyasetçilerin,gazetecilerin, öğrencilerin, avukatların tutuklandığıoperasyonları son olarak da “DHKP-C operasyonu” adıaltında aralarında ÇHD yöneticilerinin de bulunduğudevrimci avukatların tutuklanması ve hemen peşi sıra167 kamu emekçisinin gözaltına alınması izledi.

Siyasi iktidarın bu baskı ve yıldırmapolitikalarından, 21 Ocak 2013 tarihinde halkın hakarama özgürlüğünün savunucusu olan dokuzmeslektaşımız aynı “KCK operasyonları”nda tutuklananavukatlar gibi mesleki faaliyetlerinden ötürü, siyasi birlinç operasyonuyla ve basının kirli dezenformasyonueşliğinde tutuklandı. Savunmaya yapılan saldırılarbununla da kalmadı. Bu kez baskı ve zorun son adresimeslek örgütümüz İstanbul Barosu’ydu. Silivriyerleşkesinde yapılan “Balyoz davası” yargılamalarındasanık müdafilerine yönelik mahkemenin hukuk ve yasatanımaz tavrı karşısında savunma mesleğinin onurunasahip çıkan, meslek örgütü olmanın gereğini yerinegetirmek üzere duruşmaya katılarak meslektaşlarınasahip çıkan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyelerihakkında, “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’’suçundan, cezalandırılmaları istemiyle dava açıldı .Davanın asıl savcısı izindeyken, yerine bakan savcıtarafından açılması, davaya bakan hakim ile başsavcınınevli olması, 6352 Sayılı Yasa’nın uygulanarak cezanınalt sınırının düşürülmesi gereği ise davanın açılmasebebini gözler önüne sermeye yeterli deliller olarakkarşımızda duruyor. Tüm bu süreç yargının üçayağından biri olan bir türlü uslanmaz “savunma”nınhizaya getirilme ve yeniden dizayn edilme çabalarındanbaşka bir şey değildir. İstanbul Barosu alınmaya muhtaç

bir kale gibi AKP’nin hedefinde durmaktadır. Kaleninyıkılması için ise her yolun mübah sayıldığını anlamakbizim için zor değildir. Siyasi iktidarın tutuklanmasınıistediği kişi ve kurumları hedef gösterdiği, hakim vesavcılara açıkça talimat verdiği, soruşturması gizlidosyalar hakkında nasıl edindikleri malum olan bilgilerikamuoyuyla paylaştıkları ve soruşturması gizliyürütülen dosyalar hakkında açıkça delil uydurduklarıve yalan söyledikleri bir dönemden geçiyoruz.

Siyasi iktidarın bu sistemli saldırısına karşı verilenen tok yanıt; savunma mesleğine, barolara, toplumsaldavaların, işten atılan, iş cinayetlerinde ölen işçilerin,sokak ortasında kolluk tarafından katledilendevrimcilerin, gece yarısı evleri basılan memurların,okuldan atılan öğrencilerin savunmanlığını üstlenendevrimci avukatlara, ÇHD’ye, Halkın Hukuk Bürosu’nave meslektaşlarımıza sahip çıkmak vemeslektaşlarımızın tutuklanmasıyla ivme kazanantoplumsal muhalefetin daha da yükseltilmesi vekavganın sokakta verileceğinin AKP’yehissettirilmesidir.

Kızıl Bayrak / İstanbul

ÇHD Genel Merkez Yöneticisi Av. Zeycan Balcı Şimşek ile AKP’nin yargı alanındaki saldırıları üzerine konuştuk...

“Toplumsal muhalefet yükseltilmeli vekavga sokakta verilmeli!”

Roboski: “Masumane güvenlik operasyonu!”

Bir yılı aşkın zamandır aydınlatılmayan Roboski katliamı ile ilgili oluşturulan Meclis AraştırmaKomisyonu’nun Şubat sonunda raporunu yayınlayacağı duyuruldu. Ancak rapora dair komisyon başkanınınsözleri, beklentileri de baştan yanıtladı.

TBMM İnsan Hakları Uludere Alt Komisyonu Başkanı, AK Parti Ordu Milletvekili İhsan Şener, yaptığıaçıklamada Roboski için “masumane bir güvenlik operasyonu ya da bir yanlışlık olmuş olabilir” ifadelerinikullandı.

Gelecek hafta rapora son şeklini vereceklerini belirten Şener, üst komisyonun da Şubat ayı bitmedenraporu ele alabileceğini ifade etti. Sermaye devletinin böyle bir katliamı aydınlatmasının beklenmemesigerektiği ise bizzat Şener’in şu sözleriyle kabul edilmiş oldu: “‘her şeyi bu rapor halledecek’ beklentisiylekamuoyuna sunulması doğru değil. O çerçevenin içinde kalması gerekiyor, biz de o çerçeve içinderaporumuzu tanzim etmiş olacağız.”

“Saldırı emrimi kimin verdiği raporda yer alacak mı?” sorusuna ise Şener’in yanıtı “Bunlar bizim işimizdeğil” oldu. “Bu, masumane bir güvenlik operasyonu ya da bir yanlışlık olmuş olabilir, bunu bilemeyiz”diyen Şener sözlerini katliamı adeta haklı çıkartan şu ifadelerle sürdürdü:

“Sınır bölgesindeki güvenlik birimlerine sınırdan geçişlerde vur emri vardır. Çünkü ülke güvenliği sözkonusudur ve illegal bir giriş vardır. Dolayısıyla sınır ötesinden sınıra kadar gelmiş bir yapıya, müteyakkızdurumdaki güvenlik güçlerinin bu tür bir operasyon yapması olağan karşılanabilir.”

Şener’in açıklaması, raporun sermaye devletinin katliamı meşrulaştırma ve katilleri aklamaoperasyonunun parçası olduğunu bir kez daha gösterdi.

Page 9: Kızıl Bayrak 13-08

Sınıf Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Sermaye devletinin Sendikalar ve TİS Yasası’ylabirlikte gündeme getirdiği ve geçtiğimiz günlerdeaçıkladığı sendikalı işçi sayısı verileri, örgütlenmeplanında uzun yıllardır içler acısı bir tablonun hakimolduğu bilinen sendikal harekette büyük bir korku vepanikle karşılandı. Sendikalar, kendilerini bekleyen acıtabloyu çok önceden görmüş ve hissetmiş olmalarınarağmen hükümetin hamlesi karşısında tam bir bozgunauğradılar. Hatta, Mustafa Türkel gibi kimi sendikabürokratlarının “hükümet gerçek istatistikleriaçıklayabilecek cesarete sahip değil” tezleri de fosçıkmış oldu.

Sınıf ve kitle hareketinin verili durumunda gözlegörülür bir etkinliği olmayan, birçoğu bürokrasibatağına saplanmış olan sendikal hareket gelinen yerdevar gücüyle bir çıkış arıyor. Arka arkaya örgütlenmekampanyaları başlatılıyor, tüm işçiler sendikalara vehaklarına sahip çıkmaya çağrılıyor. Peki, işçi sınıfınınçalışma ve yaşam koşulları her geçen gün kötüleşirkenbirer sınıf örgütü olarak asıl misyonları sınıfıörgütlemek olan sendikalar neredeydiler? Daha birkaçay önce asgari ücret belirlenirken mevcut sendikalyapılar neredeydiler?

Elbette ki tüm bu sorulara verilebilecek pek çokyanıt vardır. En başta belirtilmesi gereken ise, işbirlikçive uzlaşmacı bir çizgiye oturan sendikal yapıların işçisınıfı hareketinin ihtiyaçlarına yanıt verecek birmücadele pratiğinden uzak olmalarıdır.

Örgütlenme atağı mı,günü kurtarma çabası mı?

Yeni sendikalar ve TİS yasasının ardından sendikalbarajlar için esas alınacak SGK işkolu istatistikleri,sendikal hareketin memuriyet olarak gördüğüörgütlenme ve mücadele alanında yeni gibi görünenancak özünde eski olan acizliğini de gözler önüneserdi. Yasanın yürürlüğe girmesinin ardından kısa birşok yaşayan sendikalar ise örgütlenme atağınakalktılar. Adı sanı pek duyulmayan ve yıllardır kağıtüzerinde var olmalarına rağmen herhangi bir

etkinlikleri olamayan sendikalar birden bire ortayaçıkarak örgütlenmesi gereken bir işçi kitlesi olduğunuhatırladılar.

Öncelikle, yaşananları işçi sınıfı cephesinden netbiçimde tanımlamak gerekiyor. İşkolu barajının ilketapta yüzde 1’e, ardından kademeli olarak önce yüzde2’ye ve nihai olarak yüzde 3’e çıkartılması ile bazısendikaların TİS yetkilerini kaybetmelerinin adı enbasit tabirle satıştır. Sermayeye hizmette sınırtanımayan işbirlikçi sendikalar (Hak-İş ve Türk-İş)yüzbinlerce işçinin TİS yetkisini sermaye ve AKPhükümetine altın tepside sunmuştur.

Ağızlarına bir parmak bal çalınan ve ince istatistikoyunlarıyla varlıklarını bir süre daha sürdürme şansıelde eden sendikalar hükümetin bu hamlesiyle sert birtokat yemişlerdir. İlerleyen dönemde oluşacak tablo iseşimdikinden daha da içler acısı olacaktır. Bundankuşku duymamak gerekir. Yeni yasa ile birlikte 27sendika baraj altında kalırken, daha öncetoplusözleşme yetkisi alabilen 52 sendikadan sadece23’ü yetki alabilecek.

Sendikal harekete “ayar verme” operasyonu

Barajın kademeli olarak yükseltilmesiyle birliktesendikal alanın şekillenişinde de büyük değişikliklerolması kaçınılmazdır. Nitekim, uzun bir süredirtoplumu gericileştirme adımlarını hayata geçirmek içincanhıraş çalışan ve bu konuda bir hayli yol katedendinci-gerici iktidar, sendikal alanın dizaynı konusundada tıkır tıkır işleyen bir plan yürütmektedir.

İşçi düşmanı yasalar çıkartıp sınıfın örgütlenmesive mücadelesini baltalamaya çalışan hükümet vesermaye son yasayla birlikte kaleyi içten fethetmeninadımlarını da atmıştır. Sendikal alanı Hak-İş’leştirmeplanının bir aşaması olan son yasa, büyük ölçüdeişbirlikçi yönetimlerin hakim olduğu, sermaye vedevlet tarafından kollanan sendikalar dışında birsendikal hareket istememektedir. Sermaye, taleplerikarşısında uysal ve itaatkar davranan sendikal yapılarinşaa etmek için çabalamaktadır.

Tasfiye saldırıları gündemde...

Nitekim bunun adımları, yasa yürürlüğe girmedençok önce atılmıştı. Türk-İş’e bağlı sendikaların dahiörgütlenmelerinin tasfiye edilmek istendiği bu süreçte,örneğin medya işkolunda örgütlenme çalışmalarıyürüten Türk-İş’e bağlı Türkiye Gazeteciler Sendikası(TGS) AKP desteğiyle kurulan Hak-İş’e bağlı Medya-İş Sendikası eliyle tasfiye edilmek istenmişti.

TGS’nin Anadolu Ajansı’daki örgütlülüğüneyandaş sendika aracılığıyla saldıran hükümetin buplanı şu an için kesin bir sonuç üretemese de bu tasfiyeplanında büyük ölçüde mesafe alınmıştır. Yine kargove taşımacılık işkolunda TÜMTİS’in yürüttüğümücadele sürecinde de benzer bir yöntem devreyesokulmuştur. Alman tekeli DHL Lojistik’tekiörgütlenme mücadelesini baltalamak amacıyla Hak-İşbünyesinde Taşıma-İş adında paravan bir sendikakurularak bu sendika etkin hale getirilmekistenmektedir. Ve son olarak Türk-İş’e bağlı Liman-İşSendikası’nın Hak-İş’e geçme kararı alması hükümetinyürüttüğü operasyonun sonuç üretmeye başladığının dagöstergesidir.

Gelelim, yeni sendikalar yasasının hayatageçirilmesinin ardından özellikle DİSK’e bağlı kimisendikaların başlattığı örgütlenme atağına.

Bu açıdan, yıllardır atıl durumda olan, yönetimkurulları bulunan ancak fiilen örgütlülükleribulunmayan (Gıda-İş, Bank Sen, Basın-İş...)sendikaların uyanışa geçmesi oldukça anlamlıdır.Ancak, geçmişten bugüne ne değişmiştir ki, busendikalar bir anda örgütlenmesi gereken binlerceişçinin olduğuna inanmışlardır.

Yeni yasanın yarattığı bir diğer tablo ise kimiişkollarında yaşanan birleşmelerle örgütlenme alanlarıgenişleyen sendikalar arasındaki rekabettir. Örneğinbasın işkolu ile matbaacılık işkollarının birleşmesisonucu bu işkolunda dört sendikanın varlığından sözedilebilir. Türk-İş’e bağlı Basın-İş ve TGS, Hak-İş’ebağlı Medya-İş ile DİSK’e bağlı Basın-İş sendikalarıyaptıkları açıklamalarla kendi işkollarına giren işçilereörgütlenme çağrısı yükseltmektedirler.

Özetle, yüzbinlerce işçinin toplu sözleşmehakkından mahrum kalması ve sınıfın iradesine barajkonulması anlamına gelen yeni sendikalar yasası ilebarajın aşamalı olarak artacağı ve 2018’de %3 olacağıdüşünüldüğünde sendikal hareketin geleceğinin büyükbir tehdit altında olduğu görülecektir.

Bu açıdan, sendikaların işçi havzalarındaörgütlenme atağına kalkması oldukça anlamlı olmaklabirlikte günü kurtarma bakışı daha en başta bu sürecibaltalamaktadır. Zira sınıfı örgütlemek, sadece işkolubarajını aşmak veya istatistiki olarak yasal sınırlarızorlamakla olacak bir iş değildir. İşçi sınıfınınsermayeye karşı mücadelesinde asıl üzerindedurulması gereken, meşru-militan bir çizgiye dayanandevrimci sınıf sendikacılığı anlayışıdır. 12 Eylül askerifaşist darbesi koşullarını aratmayan bir saldırganlıkkarşısında tutulması gereken yegane yol budur.

Ancak bu ruhla davranıldığı koşullarda işçilergerçek örgütlülüklerine kavuşur ve sınıfın önündekibarajlar yıkılabilir. İşçi sınıfı örgütlerinin önünde buseçenek dışında bir çıkış yoktur.

Sendikal harekette örgütlenme “atağı”!

Türk Metal pasta kesti

Yetki mahkemesinde yaşanan hukuksuzluğu bir sevinç gösterisine çevirmeye ve Bosch işçilerindekargaşa ve moral bozukluğu yaratmaya çalışan Türk Metal’in oyunu Bosch işçilerinin onurlu duruşusayesinde boşa çıkıyor.

Türk Metal çetesi zafer havası yaratmak için fabrikada öğle arasında kutlama pastası kesti. Boschişçisinde kargaşa ve moral bozukluğu yaratmaya çalışan Türk Metal’in oyunu işçilerin kararlı duruşusayesinde boşa düşmüş durumda.

Bosch’ta yaşanan son gelişmeleri gazetemize değerlendiren Birleşik Metal-İş Sendikası Bursa ŞubeBaşkanı Ayhan Ekinci, bugüne kadar sermayenin bu tarz oyunlarına alışkın olduklarını, ancak ilk celsede bumahkemenin bitmesini beklemediklerini ve bu kararın ilk başta kendilerinde de bir şaşkınlık yarattığınıbelirtti. Mahkemenin birkaç duruşma sonrası böyle bir karar vermesinin süreci uzatacağı için kötüolabileceğini belirten Ekinci, bu kararın süreci kısaltması bakımdan iyi de olduğunu ifade etti. Şu andafabrikadaki işçilerin durumunun iyi olduğunu, düzenli toplantılar gerçekleştirdiklerini ve işçilerin moralyönünden sıkıntı yaşamadıklarını da ekledi.

Mahkemenin, dosyadaki yüzlerce belgeyi okumak istememesi ve dosyayı başından savarak üstmahkemeye atmak istemesi nedeniyle de böyle bir karar vermiş olabileceği düşünülüyor.

Fabrikadan aldığımız bilgiler, işçilerde suskunluk hakim olsa da moral açıdan iyi oldukları yönünde. Kızıl Bayrak / Bursa

Page 10: Kızıl Bayrak 13-08

Sınıf10 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

‘Evet, biz işçiler... kaldırılamaz bir baskı ve acılarladolu bir yaşam sürdürüyoruz. Bizim kuşağın karşıkarşıya oldukları güçlükler, babalarımızın çektiklerindendaha da zordur. Ama bir yönden, biz, babalarımızdandaha şanslı sayılırız. Biz dövüşmeyi öğrenmeye başladıkve hızla öğreniyoruz, hem de en iyisini. Babalarımızınyaptığı gibi, birey olarak dövüşmek değil, ... burjuvalafebelerinin sloganları için değil, kendi sloganlarımıziçin, sınıfımızın sloganları için dövüşmeyi öğrendik.Babalarımızdan daha iyi dövüşüyoruz. Çocuklarımızbizden daha iyi dövüşecekler ve zafer onların olacaktır.’(İşçi Sınıfı ve Yeni Maltusçuluk - Lenin)

Türkiye’de kapitalizm ‘50’li yıllardan itibaren dünyaölçeğindeki gelişmelere de bağlı olarak güçlenmeyebaşladı. Kapitalizmin ‘50’li yıllarda başlayan gelişmişliği‘60’lı yıllarda sıçrama noktasına ulaştı. 2. EmperyalistPaylaşım Savaşı’ndan güçlü bir şekilde çıkan ABDemperyalizmi, ekonomisi ve politikasıyla Türkiye’yehızlı bir akış sağladı. Kapitalizmin güçlendiği aşama,aynı zamanda işçi sınıfı hareketinin de açığa çıktığı vegüçlenme potansiyeli taşıdığı bir dönemeçti.Emperyalizmin ideologlarının da telkiniyle işçi sınıfımücadelesini dizginlemek amaçlı Türk-İş kuruldu. Türk-İş sarı sendikal anlayışın en önemli isimlerindendir.Ancak işçi sınıfının mücadelesi gittikçe güçleniyordu.

‘60’lı yıllardan başlayan güçlü işçi eylemleri odöneme güçlü bir şekilde damgasını vurur. ‘61 yılındagerçekleşen büyük Saraçhane Mitingi ile dalga dalgayayılan süreç, ‘63 yılında Kavel fiili greviyle sürdü.‘65’te Zonguldak ve Kozlu maden işçilerinin direnişi,‘66’da Paşabahçe, ‘68’de Derby, ‘69’da Singer veDemirdöküm işçilerinin direnişleri başta olmak üzerepek çok eylemle devam etti. İşçi eylemleri ‘69-70yıllarında zirvesine ulaştı. 15-16 Haziran şanlı işçidirenişi bu eylemlerin birikimi ve deneyimi üzerindenyükseldi. Sermayeyi en çok korkutan bir işçi direnişiolarak tarihte hak ettiği yeri aldı...

Türkiye işçi sınıfının mücadelesi açısından ‘80sonrası önemli bir dönemeci işaretliyordu. SovyetlerBirliği’nin dağılması ile başlayan ve dünya ölçeğindebelirgin hale gelen tasfiyecilik en uç boyutlarıylayaşanıyordu. İşçi sınıfının kazanmış olduğu tümmevziler birer birer kaybedilmişti. ‘60’lı ve ‘70’li yıllaraegemen iyimser havadan eser kalmamıştı. Zira odönemler sınıf mücadeleleri tarihi açısından son dereceönemli süreçlerdi. İşçi sınıfı kabına sığmıyordu.

Türkiye’de siyasal arenada ‘80 sonrası süreçtetasfiyecilik cereyanı bütün derinliği ile kendinigösteriyordu. Zira emperyalist merkezlerce burjuvaziyebir kurtuluş reçetesi olarak sunulan 24 OcakKararları’nın uygulanabilmesi için toplumsalmuhalefetin tüm diri unsurlarının ezilmesi, moral olarakçöküntüye uğratılması gerekiyordu. Ordu devreye girdive 12 Eylül askeri faşist darbesi gerçekleştirildi. Cunta,işçi sınıfı ve emekçilerin üzerinden adeta bir silindir gibigeçti. Mücadeleyle kazanılmış tüm haklara el konuldu.Örgütlülükler dağıtıldı. Öncü işçi ve emekçiler iledevrimciler işkencelerden geçirildi. Öncüler zindanlaradolduruldu. Devrimciler ya işkencehanelerde ya dadarağaçlarında katledildi. Tüm yasalar burjuvazininihtiyaçları çerçevesinde yeniden şekillendirildi.

Tüm olumsuzluklara rağmen, ‘80 sonrası dönemdeilk hareketlenen yine işçi sınıfı oldu. Cunta tehdidialtında grevler gerçekleştiriliyordu. İlk grevler Tuzlatersanelerinde 1984 yılında Dok Gemi-İş Sendikası’nda

örgütlü Yıldırım ve Desan tersaneleri tarafındangerçekleştirildi. 1985 yılında Nur Suni Deri’de kazanılangrev bu coğrafyada her şeye rağmen mücadeleninsürdüğünün kanıtıydı. 1986 yılında NETAŞ’ta başlayangrev, gerek kitlesellik, gerekse de nitelik anlamında 12Eylül sonrası en önemli grevdir. Ümraniye’de Kurulubulunan NETAŞ Fabrikası işçileri, 12 Eylül’de kapatılanMaden-İş Sendikası’ndan sonra açılan Otomobil-İşSendikası’nda örgütlüydü. TİS sürecinin tıkanmasıylaberaber grev başlar. 3150 işçi 93 gün direnir.

Grev sürecinde163 grev gözcüsü vardı ve her gün enaz 500 işçi aktif bir görev üstleniyordu. İşçiler 88maddelik toplu sözleşme taslağını kendilerihazırlayarak NETAŞ sermayesine dayattılar. İstedikleriücret artışını sağlayabildikleri gibi bazı sosyal hakları dakazanabildiler. Örneğin 12 Eylül yasalarında yer alanyıllık 4 ikramiye hakkını 6 ikramiyeye çıkardılar. Ayrıcaişten atılan işçiye 3 maaş tutarında işsizlik parasıödenecekti. Disiplin kurullarında işçi ve patron eşitsayıda temsil edilecek, başkanlık dönüşümlü olacaktı.

Yıllar sonra bugün NETAŞ grevinden deneyimlerçıkarmak ve pratikte yaşama geçirmek sorumluluğuylayüz yüzeyiz. NETAŞ grevi, faşist 12 Eylül yasalarınınişçi sınıfı tarafından tanınmadığını açıkça göstermiştir.Bugün de gördüğümüz üzere sendikaların döneme ilişkinhavası “bu yasalarla grev olmaz” havasıdır. Bu anlayışNETAŞ grevcileri tarafından tuzla buz edilmiştir.Yasalara saplanmayan, fiili bir mücadele anlayışıylahareket eden NETAŞ işçisi, sendikanın pasif çizgisiniaşarak, yönetimi önüne katarak 93 gün boyuncagerçekleştirdiği grevle tarih sahnesindeki onurlu yerinialmıştır. İşçi sınıfının taban iradesinin açığa çıktığı vegrevi başarıyla yönettiği gerçekliği tüm yönleriyleönümüzde durmakta, günümüz mücadelelerine esinkaynağı olmaktadır.

Görüldüğü üzere işçi sınıfı cuntanın karanlığınarağmen, inisiyatif kullanabiliyor ve başarılı olabiliyor.

‘80 sonrası mücadele cılız olmasına rağmenböylesi işçi grev ve direnişleri, gelişebilecek önemli sınıfhareketlerinin işaretidir. NETAŞ grevinin ardından 1987yılında Kazlıçeşme Deri işçilerinin grevi de başarıylasonuçlanmıştır. Tüm baskı ve tehditlere rağmenBayrampaşa’da kitlesel bir miting yapılmış, patronmasaya çekilmiş ve toplu sözleşme sürecinde %214 zamalınmıştır. Dahası toplu sözleşme taslağına “1 Mayıs’ınresmi tatil olması” maddesi de eklenmiştir. Sonrası ‘89büyük bahar eylemleridir. Sınıf mücadelesi 12 Eylülsonrası yeniden boy vermeye başlamıştır. BaharEylemleri, ‘91 yılında kendini madenci yürüyüşünebırakmıştır.

Kuşkusuz ‘60’lı yıllardan itibaren gelişip güçlenensınıf hareketi, ‘80 faşist cuntasıyla sekteye uğrasa dakendi varlığını hep hissettirmiştir. Hissettirmeye dedevam edecektir. Sınıf hareketi gerek sermayeninsaldırılarını, gerek sarı sendikal anlayışı, gerekse deicazetçi-uzlaşmacı sendikal anlayışı aşarak tarihsahnesinde değiştirici bir güç olduğunu sayısız örnekleortaya koymuştur. NETAŞ grevi de bu sürecin önemli birparçası olarak tarihteki yerini almıştır.

Grev-direniş komiteleri ne işe yarar?

(...) Grev, sadece fabrika önüne konulan birkaç grev gözcüsünden ibaret olamaz. İşçi sınıfı olarak tarihimizson derece zengin eylemlere sahiptir. Fabrika işgalleri, grevler ve direnişlerle dolu kocaman bir tarihimiz var.Tarihimizden öğrenmek ve uygulamak sorumluluğuyla yüz yüzeyiz.

İşçiler komitelere! Sendikaya üye olmak demek, örgütlü olmak demek değildir. Sendika üyeliği örgütlenmenin ilk adımıdır.

Sendika çatısı altında, dağınık duran işçilere örgütlü denemez. Gerçek örgütlülük komite esasına dayanmaklaolanaklıdır. Bir grev komitesiz düşünülemez. Komite grevin motor gücüdür, grevi yönetir, ona yön verir. Birlokomotif düşünün! Diğer tüm vagonları harekete geçiren en önde makinistin olduğu kısımdır. Tüm vagonlarısürükler ve hedefe yönlendirir. Fakat bir direniş veya grevde tek bir komite yeterli değildir. “Basın yayınkomitesi”, “dayanışma komitesi” gibi herkes komitelerde örgütlenmeli ve sorumluluk almalıdır. En deneyimliişçilerden oluşan bir üst komite kurulur. Bu üst komiteye bağlı, alta doğru birçok komite kurulur ve her işçimutlaka görev alır. Üstten alta, alttan üste doğru sürekli birbirini denetler. Eğitim çalışması yapar, tartışır,planlar ve kesintisiz bir eylem takvimi çıkarır. Bunu yaparken sendikayı dıştalamaz. Sendikanın tepesindekianlayış işçileri eylemsizliğe ve beklemeciliğe sürüklese bile, komiteler, sendika yöneticilerini önlerine katmairadesi gösterir. Bu aynı zamanda sınıf sendikacılığının zorunlu koşuludur. Üzüm salkımı gibi üstten alta doğrubirbirine kenetlenmiş komitelere dayanmayan, onların iradesini tanımayan sendikacılık, sınıf sendikası olamaz.Sınıf çıkarlarını savunamaz.

Dördüncü ayına giren Daiyang-SK Metal grevinin en büyük eksikliği bu yukarıda sayılanlardır. Bu eksiklergiderilmeden grevi kazanmak olanaksızdır. Şimdi grevin üzerine atılan ölü toprağını kaldırma zamanıdır. Şimdicanlı dinamik, eylemli bir süreç örgütleme zamanıdır. Tüm işçileri komitelerde örgütlenmeye, söz yetki vekararı ellerine almaya çağırıyoruz.

(Daiyang-SK Metal Grev Bülteni’nin 2. sayısından alınmıştır...)

Karanlıklar içinden güneşle gelen grev:NETAŞ

Page 11: Kızıl Bayrak 13-08

Sınıf Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Ülkede servet-sefalet uçurumu büyüyor. Bir yandadolar milyarderleri, öte yanda milyonların yoksulluğuve sefaleti sürüyor. Resmi rakamlara göre bilemilyonlarca insanımız açlık ve yoksulluk sınırındayaşıyor. Çalışan her iki kişiden biri sosyal güvencedentümüyle yoksun. İşsizlik had safhada ve bu, işi olanlarıaçlık sınırında ve kölece koşullarda çalıştırmak içinkullanılıyor. Eğitim, sağlık gibi temel haklar sistemlibiçimde gaspediliyor. “Paran yoksa okuma, paranyoksa hasta kal ve öl” diyorlar. İşçilerin ve memurlarıngerçek ücret ve emekçilerin maaşları sürekli biçimdedüşürülüyor. Sosyal yıkım politikalarıyla ülke tarımıçökertiliyor.

Kayseri’de bini aşkın fabrika yer alıyor. KayseriOrganize Sanayi Bölgesi’nde 845, Mimar SinanOrganize Bölgesi’nde 50, Kayseri Serbest Bölgesi’nde38 fabrika bulunuyor. Kayıt dışı çalışmanın yoğunolduğu kentte işçilerin yüzde 60’ı sigortalı çalışırkenyüzde 40’ı ise sigortasız, güvencesi çalıştırılıyor.

Kayseri de işçilerin yüzde 40’ı sigortasız çalışıyor.Dahası işçilerin yüzde 60’ının sigortalı hale gelmesininson birkaç yıla dayandığını Kayseri Organize Sanayibölgesi müdürü de itiraf etmek zorunda kalıyor.

Kayseri’de sendikalı işçi oranı ise yüzde 5düzeyinde bulunuyor. Sendikalı işçilerin yüzde 70’idevlete ait işyerlerinde çalışırken sadece yüzde 30’uorganize sanayide bulunan işçilerden oluşuyor.

Kayseri’de işçilerin çalışan sürelerininbelirsizleştirilmesi, işçilerin çalışma sürelerinin uzunsüreli olarak çalıştırma konusunda patronlar tam biranlayış birliği içinde bulunuyorlar.

Kayseri’de işçilerin yüzde 95’i asgari ücrete talimediyorlar. Patronlar ücret politikasını asgari ücreti aşanbir şekilde düzenlememe konusunda ortaklaşıyorlar.

Kayseri’de asalak patronlar işçilerin birliğinikırmak için ulusal, mezhepsel, cinsel farklılıklarıkullanıyorlar. Bununla birlikte işçileri sınıfsal itirazlargeliştirmeye zorlayabiliyor: Kayseri’de hızlı büyümekentsel yaşamı daha pahalı kılmakta, aynı zamandasınıfsal ayrışma zemini büyüyor. Kayseri’de hakimolan asgari ücret rejimine karşı işçilerin tepkisibüyüyor. Sanayide işçi kadınların çalışma oranı artıyor.İşçi kadınlar çok daha zor koşullarda fabrikalardaçalışıyorlar ve erkek egemen fabrika disiplinialtındalar. Kayseri’de yerleşik şehir ve aile hayatı ciddideğişiklikler yaşıyor ve bunlar üretim sürecinde

süregelen sınıf ilişkileriyle çatışmalı bir durumyaratmaktadır.

Anadolu Kaplanları efsanesini yaratanlar, işçilerindinsel ve ulusal inançlarını sömürüyor. Kayıt dışı,sağlıksız koşullarda, esnek çalışmanın iş yaşamındakiegemenliği büyüyor. Öte yandan giderek daha fazlateknoloji-yoğun yatırımları gündeme geliyor, bununemek-yoğun nitelikte üretimin hakim olduğu sanayininciddi bir işçi-fazlası sorunu ortaya çıkaracağı aşikar.Bu süreçte Kayseri işçi sınıfının başta deneyimsizlikolmak üzere ciddi handikaplarla birlikte, yoğun veyaygın sömürü koşulları karşısında mücadele etmeheyecanı ve hızla büyüme olanağı artıyor.

Kayseri’de güvencesiz çalışma da hızlayaygınlaşıyor. Geçici bir işte çalışanların yüzde 64’ü,kısmi zamanlı çalışanların yüzde 84’ü kayıt dışıçalışıyor. Fiili çalışma süresi 50 saatin üzerindeolanların iş başında olanlara oranı yüzde 45’ten yüzde55’e çıkarken, 60 saat ve üzeri çalışanların sayısı15’den 18’e çıkarıldı.

İşçi sınıfının öncüleri işçi sınıfının hakları vegelecekleri için mücadele sahnesine çıkarmak içinbugüne kadar birçok aracı kullandılar. Zira örgütlüolan sınıfın örgütsüz olan sınıfı yönetip, yönlendirmegücünün bilinciyle hareket ettiler. Kayseri’de

düzenlenen 3 işçi kurultayı ve 2 sempozyum işçisınıfının örgütlenmesi hedefine hizmet eden anlamlıadımlardı. Gelinen noktada işçi sınıfının mücadelebirliğini büyütme yolunda önemli bir araç olan Kayseriİşçilerin Birliği Derneği kuruldu.

Kayseri İşçilerin Birliği Derneği sigortasız işçiçalıştırmanın yasaklanması, Kayseri sendikasız işçikalmaması mücadelesinin öznesi olacaktır.

Kayseri İşçilerin Birliği Derneği herkese iş, tümçalışanlara iş güvencesi taleplerinin mücadelesiniverecektir. Kayseri’de işçilerin çalışan sürelerininbelirsizleştirilmesi, işçilerin çalışma sürelerinin uzunsüreli olmasına karşı işçilerin birliği ve mücadelesininaraçlarından biri olacaktır.

Kayseri İşçilerin Birliği Derneği asgari sefaletücretine karşı insanca yaşamaya yeten asgari ücretmücadelesinin kaldıracı olacaktır. Kayseri’de işçilerinyüzde 95’i asgari ücrete talim ediyorlar. Patronlar ücretpolitikasını asgari ücreti aşan bir şekilde düzenlememekonusunda ortaklaşıyorlar.

Kayseri İşçilerin Birliği Derneği şovenizme,sınıfsal baskı ve eşitsizliğe, kölelik düzenine karşımücadelenin mevzilerinden biri olacaktır. Ulusal baskıve eşitsizlik sınıfsal baskı ve eşitsizlikten ayrı olarakele alınamaz. Her türden baskı ve şiddetin son bulması,her şeyden önce, tüm sorunların kaynağı olankapitalizmin yıkımıyla mümkün olabilir.

Kayseri İşçilerin Birliği Derneği “sınıfa karşısınıf” duruşuyla, emperyalizme ve burjuvaziye karşıtüm milliyetlerden işçi sınıfı ve emekçilerin birliğineinanıyor.

Kayseri İşçilerin Birliği Derneği tüm halklarınkardeşçe yaşayacağı bir dünyayı kuracak biricik temelgücün işçi sınıfı ve emekçiler olduğuna inanıyor.Çünkü her türlü baskı ve eşitsizliğin gerisindeemperyalist-kapitalist dünya düzeni var. Bu düzeninefendileri sınırsız bir sömürü ve yağma uğruna emekçihalkları bölüyorlar. Halklar arasındaki eşitsizliklerikörüklüyor, düşmanlık tohumları ekiyor, savaşpolitikalarına sarılıyorlar. Böyle yaparak işçilerinbirliğini engelliyorlar.

Kayseri İşçilerin Birliği Derneği “sınıfa karşısınıf” duruşuyla, emperyalizme ve burjuvaziye karşıtüm milliyetlerden işçi sınıfı ve emekçilerin birliğinisağlama hedefine sıkı sıkı bağlı kalacaktır.

Kayseri İşçilerin Birliği Derneği kuruldu...

Birleşen işçiler yenilmezdir!

Nevşehir’de karayolu işçilerinden eylem

Nevşehir’de özelleştirme kapsamındaki Karayolları işçileri, taşeronlaştırma saldırılarına karşı 15 Şubat’taeylemdeydi.

Avanos yolu üzerindeki Karayolları 67. Şube Şefliği önünde toplanan karayolu işçileri, özelleştirme vetaşeron çalışmaya tepki gösterdiler. Basın açıklamasını Yol-İş Sendikası üyesi Yusuf Erdinç okudu. Erdinç, 28Ocak’ta Ankara’da Karayolları Genel Müdürlüğü önünde yapılan eyleme dikkat çekerek “İşimiz ve işyerlerimiz onurumuzdur” eylemine 5 bini aşkın işçinin katıldığını vurguladı.

Erdinç, açıklamada şunları ifade etti: “Karayolları, İl Özel İdareleri, Bayındırlık Bakanlığı, DLH ve özelşantiyeler kısaca sınıf kardeşlerimizin emek harcadığı her yer işimiz ve iş yerlerimizdir. Bu iş yerlerindemeydana gelen her gelişme doğrudan aşımızı, işimizi ve geleceğimizi etkilemektedir. Duyarsız kalmadık,duyarsız kalamayız ve duyarsız kalmayacağız. Karayollarına taşeron girmesin dedik. 5 bin genç işçininkadroya alınması ve sendika üyesi olarak toplu iş sözleşmesinden yararlanması ve 2. ücret skalası içinmücadele ettik. Bundan sonra da güvenceli çalışma için sürdürdüğümüz mücadelemiz sürecek.”

Açıklamanın ardından karayolu işçileri, özelleştirme saldırıları ve taşeronlaştırmaya karşı mücadeleninsüreceğini ifade ederek eylemi bitirdiler.

Kızıl Bayrak / Nevşehir

Page 12: Kızıl Bayrak 13-08

Sınıf12 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği için SınıfaKarşı Sınıf Kurultayı hazırlıkları kapsamında 17 ŞubatPazar günü İstanbul’da bir toplantı ve ardından dabasın açıklaması gerçekleştirildi. Toplantıda kurultayıngündemleri ve çalışmaları konuşuldu, eylemdeemperyalist saldırganlığa karşı mücadele öne çıktı.

Kurultay gündemleri tartışıldı!

Kurultay hazırlık toplantısına çeşitli işkollarındançok sayıda işçi ve emekçi katıldı. İlk bölümdekurultayın ana başlıklarından olan “Emperyalist savaşve saldırganlık”, “Ulusal sorun ve işçilerin birliğihalkların kardeşliği”, “devlet terörü” gündemleri elealındı. Bu üç gündemin birbiri ile bağlantısı vekurultayın hedefi üzerine kısa bir giriş konuşmasıyapıldı.

“Emperyalist savaş ve saldırganlık” sunumundaemperyalizmin tanımı, kapsamı tanımlandıktan sonragüncel yansımaları vurgulandı. Anti emperyalistmücadelenin kapsamı, anti kapitalist mücadele ilebağı, emperyalizmin çalışma yaşamındaki yansımalarıüzerine konuşuldu.

“Ulusal sorun ve işçilerin birliği halklarınkardeşliği” sunumu kapsamında ilk olarak Kürt ulusalhareketinin tarihsel süreci ortaya koyuldu. Kürthalkının haklı ve meşru taleplerinin aynı zamanda tümişçi ve emekçilerin talepleri olması gerektiğivurgulanırken kurultayın bunu en etkin biçimde ifadeetmesi gerektiği ifade edildi.

“Devlet terörü” başlıklı sunumda ise içerde vedışarda saldırganlığın tırmandığı belirtildi.

Devrimci avukatlara, direnişte olan işçilere,öğrencilere, mücadele eden her kesime uygulanandevlet terörüne örnekler verildi ve amaçlanın toplumusindirmek olduğu vurgulandı.

Son olarak kurultay çalışmasında yapılacaklarüzerine söz alındı. Toplantıya katılan bir çok işçi veemekçi kurultay çalışmalarına dair fikirlerini ifade etti,önerilerde bulundu. Yapılan verimli tartışmalarınardından kurultay çalışmalarının yerellerde sorunlara

birleştirilerek ele alınması gerektiği vurgulanaraktoplantı bitirildi.

İşçilerin birliği halkların kardeşliği çağrısı!

Toplantının ardından Eminönü İskelesi önündebiraraya gelen BDSP’liler kızıl flamalar taşıyarak,“İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği için SınıfaKarşı Sınıf Kurultayları’na!” pankartını açtılar.Eylem boyunca “Emperyalizm yenilecek direnenhalklar kazanacak!”, “Yaşasın işçilerin birliği,halkların kardeşliği!”, “İşçi sınıfı savaşacak,sosyalizm kazanacak!”, “Yaşasın devrim vesosyalizm!”, “Bıji bratiya gelan!” sloganlarıhaykırıldı.

BDSP adına okunan açıklamada, Türk sermayedevletinin dinci-gerici AKP hükümeti eliyle

emperyalizmin Ortadoğu’daki savaş ve saldırganlıkpolitikalarına aktif taşeronluk yaptığı, bir yandankardeş halklar emperyalist namluların hedefiyapılmaya, öte yandan ise ülke topraklarını gericiboğazlaşmaların merkezi haline getirilmeye devamedildiği belirtildi.

Emperyalist haydutların, gerici çıkarlarını bir kezdaha “demokrasi ve özgürlük götürme” yalanlarıylamaskelemeye çalıştığı belitilen açıklama şu sözlerlesürdürüldü: “Şu çok açıktır ki, ülke topraklarındankardeş halklara doğrultulan namluların bir ucu dabizleri, yani Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halklarınıhedef almaktadır. Füze kalkanından Patriotlar’a tümsavaş ve saldırganlık adımlarının faturası dahaşimdiden işçi ve emekçilere ödetilmeye başlanmıştır.”

Açıklamada, emperyalizmin bölgedeki ‘ilerikarakolu’ olma sıfatını pekiştirmeye çalışan Türksermaye devletinin, aynı zamanda işçi ve emekçileredönük sosyal yıkım saldırılarını derinleştirmekte, Kürthalkı başta olmak üzere ezilen halklara dönük baskıpolitikalarını katmerleştirmekte, tüm bunlarıtamamlayacak biçimde ise faşist baskı ve devletterörünü olanca gücüyle tırmandırmakta olduğuvurgulandı.

‘Sınıfa Karşı Sınıf’ çizgisinde mücadeleye!

Bu ülkenin işçi ve emekçilerine büyüksorumluluklar düştüğünün belirtildiği açıklamada,güncel olarak yapılması gereken hakkında şu sözlerifade edildi: “Suriye başta olmak üzere tüm bölgehalkları ve emekçilerinin geleceğini tehdit eden busaldırganlığı engellemek için emperyalist-kapitalistsömürü düzeni karşısında ‘sınıfa karşı sınıf’ çizgisindeörgütlenmeli, ‘işçilerin birliği, halkların kardeşliği’şiarını yükselterek mücadeleyi büyütmeliyiz.”

Eylem, tüm işçi, emekçi ve ilerici güçler ‘SınıfaKarşı Sınıf Kurultayları’na omuz vermeye, emperyalisthaydutlara ve sömürücü asalaklara işçi sınıfının birliğive kardeşliğinin gücünü hep birlikte göstermeyeçağrılarak bitirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

17 Şubat 2013 / Kadıköy

Kurultay hazırlıkları eylem ve toplantılarla sürüyor...

“Sınıfa karşı sınıf!”

“Sınıfa Karşı SınıfKurultayı”

hazırlıklarından...

Adana ve Kayseri’de, Kurultay HazırlıkKomiteleri tarafından yapılan açıklamalar ilekurultayların gerçekleştirileceği yer ve tarihkamuoyuna deklare edildi.

Adana’da kurultay 7 Nisan’da...

Kurultay Hazırlık Komitesi tarafından Sanayiİşçileri Derneği’nde yapılan toplantı ileAdana’da İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliğiİçin Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayıgerçekleştirileceği kamuoyuna deklare edildi.

Basın toplantısında işçi kurultayının amaçlarıanlatılarak, İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliğiiçin Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı deklarasyonuokundu.

Açıklamada, bir dizi Ortadoğu ülkesini hedefalan emperyalist saldırganlığa değinilerekTürkiye’nin bu süreçte üstlendiği taşeronlukvurgulandı. Türk sermaye devletinin dışarıdaemperyalistlerin hizmetinde işgal politikalarınahizmet ederken içerde de işçileri, emekçileri veKürt halkının özgürlük mücadelesini hedef alansaldırılarını tırmandırdığı ifade edildi. Sermayedevletinin Kürt halkının mücadelesini tasfiyeetmek için giriştiği manevralara da değinilerekİşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği İçin SınıfaKarşı Sınıf Kurultayı’na tüm işçi ve emekçilerkatılmaya, sözünü söylemeye çağırıldı.Kurultayın sömürüsüz, eşit, özgür bir ülke vedünya mücadelesi için atılan tok bir adım olmasıiçin mücadelenin yükseltilmesi gerektiğibelirtildi.

7 Nisan Pazar günü İnşaat MühendisleriOdasına ait toplantı salonunda yapılacak olankurultaya hazırlık amaçlı kurulan komiteninçalışmalarına güç verme çağrısıyla açıklama sonbuldu.

Kurultay Hazırlık Komitesi şimdiye kadarkurultayın öne çıkan gündemleriyle ilgili 2seminer gerçekleştirmişti. İlki “Emperyalistsavaş ve tutumumuz” üzerine olan seminerdensonra, son olarak geçtiğimiz Pazar günü “Kürtsorunu ve tutumumuz” başlıklı seminer yapıldı.Seminerde Kürt halkının tarihsel süreçleriylebirlikte geçirdiği mücadele evreleri vegünümüzde gelinen nokta ele alındı. Kürtsorununda devrimci çözüm konusu da ayrıntılarlaişlenmişti.

Kayseri’de kurultay tarihi 14 Nisan

İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği içinSınıfa Karşı Sınıf Kurultayı Hazırlık Komitesi,daha önce Kayseri’de kurultay yapılacağını birdeklarasyonla duyurmuştu. KHK 15 Şubat’tayaptığı toplantıyla kurultayın gerçekleştirileceğiyer ve tarihi kamuoyuyla paylaştı.

Kurultay 14 Nisan Pazar günü saat 13.00’teKayseri İnşaat Mühendisleri Odası’ndagerçekleştirilecek. Kurultay Hazırlık Komitesiyapılacak olan İşçilerin Birliği, HalklarınKardeşliği için Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayınatüm işçi ve emekçileri katılmaya, sözünüsöylemeye, kurultay çalışmalarında yer alarakmücadeleyi büyütmeye çağırdı.

Kızıl Bayrak / Adana - Kayseri

Page 13: Kızıl Bayrak 13-08

BES İzmir Şube Başkanı Ramis Sağlam’ıngazetemizle paylaştığı, iş kollarında yaşanan sorunlarve 27 Şubat günü yapacakları grevi anlatan yazısınısunuyoruz....

Maliye Bakanlığı’na bağlı Gelir İdaresi BaşkanlığıŞubat ayının son haftasını Vergi Haftası etkinlikleriolarak kutlamaktadır. Aslında bu hafta eskiden MaliyeHaftası olarak kutlanırdı.

Maliye emekçilerinin her geçen gün artan sorunları,diğer emekçilerin sorunlarından çok da farklıolmamakla birlikte, özgün sorunları da içindebarındırıyor. Maliye emekçileri yaşadıkları sorunlarkarşısında açtıkları davalardan sonrasında, Gelir İdaresiBaşkanlığı, bir olan Hukuk Bürosunu dörde çıkarmakzorunda kalmıştır.

2005 yılından sonra Maliye Bakanlığı’nın gelir-gider ayrımının fiziksel-yapısal ayrımından sonra sorunyumağı daha da artmıştır. Maliye emekçileri ile kurumarasında büyüyen hukuksal sorunlar neredeyse heraşamada yargıya taşınmak zorunda kalınmıştır. Busorunlar karşısında Maliye üst bürokratları herhalde II.Meşrutiyet döneminde iki defa Maarif Nezareti (MilliEğitim Bakanlığı) görevine getirilen EmrullahEfendi’nin şaka amacıyla söylediği “Şu mekteplerolmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim” sözündenesinlenerek, “Şu maliye emekçileri olmasaydı, vergidairelerini ne güzel idare ederdim” demişler midir,bilmiyorum… Fakat uygulamalara bakılırsademesellerde düşündükleri çok açık…

Ücrette adalet yoktur, fazla mesai ücreti kaldırılmış,liyakat ayaklar altındadır. Bugüne kadar hiçgörülmemiş hak kayıpları yaşanmaktadır.

Maliye emekçileri dertlidir. Fakat vergipolitikalarından etkilenen milyonlarca yurttaşındurumu daha vahimdir. Bütçe gelirleri emekçilerinsırtına yıkılmış, 2013 yılında toplam vergi yükü % 24olması hedeflenmektedir.

Vergi yükünün dolaylı vergilerle emekçilerin sırtınayüklenen ülkemiz adeta gariplikler ülkesi halinegelmiştir. 2004 yılından buyana pırlanta da dâhil elmas,yakut, zümrüt ve incinin KDV’si sıfıra indirildi!

İçim acıyor! Bu ülke de ekmek, peynir, zeytin, süt,yumurta, meyve, sebze, su, odun, kömür, tezek, gübre,kalem, defter, silgi, ilaç, doktor hatta kefen bezi bile

KDV’ye tabi olmasını ve pırlanta da KDV oranınınsıfır olmasını hazmedemiyorum.

Ekmekte bile KDV oranı % 1’dir. Kimse buyazıdan sonra ukalalık yapıp pırlantadan ÖTV alınıyorgibi abuk-subuk cevaplar vermeye de kalmasın, tıraşsabunundan da ÖTV alınıyor.

Bu ülkede 2009 yılından bu yana karşılaştırılmalıOECD (Ekonomik Kalkınma İşbirliği Örgütü)rakamları yayınlanmıyor. En son veriler 2006 yılınaaittir. AKP Hükümetinin OECD rakamlarınıyayınlamamakta ki amacı nedir? Yine birbilgilendirmeyi paylaşayım, OECD rakamları 3 yıldabir yayınlandığı için, 2002 yılının rakamlarıistatistiklerde arz-ı endam etmektedir.

Durun çarpıcı birkaç bilgiyi daha vererek VergiHaftası’ na katkı koyalım. Vergi dağılımında Meksika,Şili’den sonra sondan üçüncüyüz.

Gelir Vergisinin % 68’i bizlerin yani emekçilerinsırtındadır.

Denetimsiz bir vergi sistemi karşımıza 2003-2008yılları arasında %3’lük denetim çıkarmıştır. Yineçarpıcı bir rakamı daha paylaşayım, 2010 yılı vergiasıllarının %92’si uzlaşma sonucunda vazgeçilmiştir.Bu oran vergi cezalarında % 99 çıkmaktadır.

Bu rakamları neden veriyorum, bizi nedenilgilendiriyor diye sormayacağınızı çok iyi biliyorum.Bu rakamlar daha fazla yoksullaşmamıza nedenolmaktadır. Bütçeden emekçilerin sırtına yüklenenpaylar arttıkça, fazla mesailer gidiyor. Ücretadaletsizliği daha da büyüyor. Ek ödemeler, emeklimaaşına yansıtılmadığı için emekli olan kamuemekçileri daha fazla yoksullaşıyor.

Maliye emekçileri olarak bu nedenden dolayı VergiHaftası etkinliklerinin içinde yer almayacağız. İşte buyüzden Maliye emekçilerinin örgütlü olduğu ikisendika BES ve T. Büro-Sen 27 Şubat’ta GREVyapacağız.

27 Şubat’ta yapılacak GREV sadece, maliye ilesınırlı değil; adliye, sosyal güvenlik ve tüm büroişkolundaki emekçileri kapsamaktadır. Hatta BESİzmir Şubesi’nin basın toplantısında da dediği gibi bugrev bir halk grevine dönüştürülmelidir.

Çünkü vergi politikaları sonuçlarıyla birlikte tümhalkımızı ilgilendirmektedir.

Sınıf Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

“Vergi haftasındane kutlanacak!”

BES’ten grev çağrısı!

İzmirBES İzmir Şube 27 Şubat günü yapacağı grev

için 15 Şubat’ta basın toplantısı gerçekleştirdi. Sendika binasında yapılan toplantıda basın

metnini BES Şube Başkanı Ramis Sağlam okudu.Sağlam açıklamaya, AKP iktidarının son 10 yılınıdeğerlendirerek başladı. 2013 bütçesinedeğinerek yoksulluğun, açlığın daha da arttığınıifade etti.

KHK’lara da değinen Sağlam, 666 Sayılı KanunHükmünde Kararname ile “Eşit işe eşit ücret”ilkesini hayata geçireceğini iddia edilenuygulamanın eşitsizliği daha daderinleştirdiğinden bahsetti. Vergi yükünüsırtlarında taşıyan milyonlar gibi kamu hizmetiyürüten emekçilerin de mağduriyetlerininderinleştiği ifade edildi.

BES’in çağrısıyla binlerce emekçinin 20 Aralık2012 tarihinde siyasi iktidarı uyarmak için yarımgün iş bıraktıklarını hatırlatan Sağlam, taleplerininkarşılanmadığını ve bu yüzden de 27 Şubat’tayeniden greve çıkacaklarını duyurdu. Toplantı 27Şubat grevine destek çağrısı ile son buldu.

İstanbulBüro Emekçileri Sendikası (BES) İstanbul 3

No’lu Şube Bostancı Vergi Daireleri kompleksiönünde bir basın açıklaması yaptı. KESK’e dönükgözaltı ve tutuklamaların da protesto edildiğieylemde “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Eşit işe eşitücret!”, “Sözleşmeli köle olmayacağız!” sloganlarıatıldı. Basın metni şube başkanı Salih Aksoytarafından okundu. Emekçilerin yaşadığı maddikayıpları ve çalışma koyullarındaki olumsuzluklarıanlatan Aksoy, sözlerini kamu emekçilerine dönükyaşanan gözaltı ve baskınlar ile sürdürdü.

AKP hükümetinin, kamuda esnek, kuralsız vegüvencesiz çalışmayı hayata geçirirken, karşısınaçıkacak her türlü direnci yok etmeye, toplumsalmuhalefeti bastırmaya çalıştığını anlatan AksoyKESK’in bu saldırılar sonucu yılmayacağını yineledive 27 Şubat’ta her şeye rağmen greve çıkılacağınıbelirterek açıklamayı sonlandırdı.

Kızıl Bayrak / İzmir - İstanbul

Norm kadro uygulamasına tepki!

Adana’da kamu emekçileri 20 Şubat’ta yaptıkları eylemle norm kadro uygulaması nedeniyle mağduriyetyaşayan öğretmenlerin sorunlarına dikkat çektiler.

İnönü Parkı’nda düzenlenen basın açıklaması Eğitim-Sen, Türk Eğitim Sen, Eğitim-Bir-Sen ve Eğitim-İş’inAdana şubeleri tarafından gerçekleştirildi. Basın metnini kurumlar adına Eğitim Sen Adana Şube BaşkanıKamuran Karaca okudu.

Açıklamada, hiçbir hazırlık ve altyapı yatırımı yapılmadan hayata geçirilmeye çalışılan 4+4+4 kademelieğitim dayatmasına değinilerek, bir taraftan eğitimin tamamen piyasalaştırılması ile toplumun geleceğininipotek altına alındığı, diğer taraftan on binlerce öğretmenin ciddi anlamda mağdur edildiği belirtildi.

Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nce yapılan resen atamaların mağduriyetlere sebebiyet verdiğibelirtilen açıklamada, aynı zamanda Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer DeğiştirmeYönetmeliği’ne de aykırı bir uygulama olduğuna dikkat çekildi.

Açıklama, mağdur edilen öğretmenlerin bu haksızlıklara karşı dava açtıkları, sendikalar olarak her türlümücadelede yanlarında olunacağı ifade edilerek bitirildi.

Kızıl Bayrak / Adana

Page 14: Kızıl Bayrak 13-08

Sınıf14 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Adana İşçi Bülteni’nin son sayısının dağıtımlarısürüyor. İşçi servis güzergahlarında ve fabrikaönlerinde bin adet bülten işçilere ulaştırıldı. AdanaOrganize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Öz İplik-İş’teörgütlü Bossa ve Tek Gıda-İş’te örgütlü AmylumNişasta fabrikalarının vardiya çıkışlarında da dağıtımyapıldı.

Yanı sıra Öz Gıda-İş’te örgütlü MarsaFabrikası’nda, Obalar Caddesi’nde, Barkal kavşağında,Bakım Yurdu Caddesi’nde, Fevzipaşa’da bulunanservis noktalarında ve Şakirpaşa Yeni Metal Sanayigirişinde işçilere bültenler ulaştırıldı.

Bülten dağıtımları esnasında işçilerle çalışmakoşulları hakkında sohbet edilirken, bültenin kapağındayer alan kıdem tazminatı ile ilgili haberlerin dikkatçektiği gözlendi.

Ümraniye’de, devletin faşist yüzünü teşhir etmekve işçi ve emekçileri mücadeleye çağırmak amacıylasınıf devrimcileri “KESK’e gözaltı, HDK’ya linçgirişimi… Faşist baskı ve teröre karşı mücadeleyiyükseltelim!” yazılı ve BDSP imzalı ozalitleri İMES,Dudullu, Madenler, Sarıgazi’de kullandılar.

Birçok fabrikada işten çıkarmaların yaşanmasınedeni ile Metal İşçileri Birliği bu gelişmelere karşıişçileri tutum almaya çağırdı. Bu çerçevede, “İşçikıyımına son! İşten atmalar yasaklansın!” şiarlı MİBafişleri Dudullu OSB çevresine ve İMES’e yapıldı.

Esenyurt’ta asalak patronların keyfi işten atmasaldırıları ve kölelik uygulamalarına karşı başta metalişçileri olmak üzere tüm işçi ve emekçileri mücadeleyeçağıran Metal İşçileri Birliği, yeni çıkardığı afişlerlemücadele çağrısı yükseltiyor.

“İşçi kıyımına son! İşten atmalar yasaklansın!”talebiyle faaliyet yürüten MİB, aynı taleple çıkardığıafişleri Esenyurt-Kıraç bölgesinde de yaygın olarakkullandı. MİB çalışanları Kıraç ve Kuruçeşmebölgesinde yoğun olarak bulunan metal fabrikalarınıncivarını MİB afişleriyle donattılar. İşçilerin geçişgüzergahlarına yapılan afişlerin yanısıra KöyiçiMeydanı ve Esenyurt Devlet Hastanesi civarındakimerkezi yerlere de afişler yapıldı.

Kartal’da dağıtım yapan Metal İşçileri Birliği,2012-2014 MESS Grup TİS sözleşmelerine yönelik

faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyor. Kartal’da bulunan Anadolu Motor ve ABB

fabrikalarında Metal İşçileri Bülteni’nin son sayısınındağıtımı ile Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye işçilereTİS sürecine seyirci kalmama, bu süreçte yaşanan iştenatma saldırılarına karşı mücadeleyi büyütme çağrısıyapıldı.

Türk Metal çetesinin örgütlü olduğu fabrikalardaçalışan işçilerin yoğun olarak servise bindikleri BetonYol Durağı’nda ise hazırlanan yerel bildirilerindağıtımı yapıldı. MESS Grup TİS sürecine dair songelişmelerin yer aldığı bildiride metal işçileri, TürkMetal-MESS ittifakına karşı mücadeleyi büyütmeye vesermayeye karşı işyeri komitelerinde birleşmeyeçağrıldı.

Kızıl Bayrak / Adana - Ümraniye - Esenyurt - Kartal

Devrimci sınıffaaliyetlerinden...

BDSP’den İSMACOdirenişine ziyaret

BDSP, Deri-İş Sendikası’nda örgütlendikleriiçin işten atılan ve direnişe başlayan İSMACOişçilerine destek ziyareti gerçekleştirdi.BDSP’liler direniş çadırına kızıl flamalar vesloganlarla geldiler. “İSMACO işçileri yalnızdeğildir!”, “Zafer direnen işçilerin olacak!” ve“Direne direne kazanacağız!” sloganlarınıattılar.

BDSP temsilcisi konuşmasında sermayenindaha serbest sömürü uygulaması için serbestbölgelerin kurulduğunu ve buralarda verilenmücadelenin önemli olduğunu belirtti.Direnşin destek ve dayanışma ile büyütülmesigerektiğini belirterek, BDSP olarak direnişçi işçilerinyanlarında olduklarını ve direnişin kazanılması içinellerinden geleni yapacaklarını ifade etti.

İSMACO direnişçileri adına konuşan işçi dedirenişin kazanımlarla sonuçlanması için daha çok

destek verilmesi gerektiğini belirterek,desteklerinden dolayı BDSP’ye teşekkür etti.

Ziyaret sohbetler eşliğinde sürdü. Kızıl Bayrak / Tuzla

‘Plaket değil insancaçalışmak istiyoruz!’

Her sene, sömürü altında tutulan işçiler Abdiİbrahim patronu tarafından kokteyllerle yeni yılaöfkesi törpülenerek hazırlanıyor. Bu sene dedüzenlenen kokteylde 10-15 yıldır alın teri dökerekAbdi İbrahim patronunu zengin eden işçilere plaketverildi. “Bu plaket fedakarlığınızın karşılığı” diyenAbdi İbrahim patronu 10-15 yıllık işçileri tazminatsızolarak bir çırpıda kapının önüne koyan, 200’e yakınişçiyi keyfi şekilde işten atabiliyor. Abdi İbrahimtekeli böylelikle ‘günah çıkarmayı’ hedefliyor. Ancakbu iki yüzlü tutuma kanmayan işten atılınca kapıönünü direniş alanına çeviren işçiler bugün dealdatmacaya sessiz kalmadı. “İşimizi geri istiyoruz”şiarlı pankartla kokteyl günü 15 Şubat’ta kapınınönüne gelerek eylem yapan işçiler gerçek tabloyubir kez daha gün yüzüne çıkarttı. Eylem boyunca“Plaket değil iş güvencesi istiyoruz!”, “Plaket değilinsanca çalışmak istiyoruz!” sloganları haykırıldı.

İçerde çalışmaya devam eden işçi arkadaşlarınaseslenen işten atılan Abdi İbrahim işçisi tabloyuşöyle özetledi: “Yıllarca ağır koşullarda çalıştırılarakdeğer ürettik. Patron Nezih Barut ürettiğimizdeğerlere el koyarken bize ancak yaşamamızayetecek bir ücret reva gördü. Ağır çalışmakoşullarını da bir kenara koyalım birde işsizlik sopasıçıktı karşımıza. Şimdi kendisine köleceçalıştırıldığımız için kokteyl yapıp sözde biziödüllendiriyor. Plaketiniz de, kölelik düzeniniz deyerin dibine batsın. İçerdeki işçi arkadaşlarasesleniyorum. Birleşelim, örgütlenelim. Tekkurtuluşumuz örgütlü mücadele. Verilen plaketlerialmayı da reddedin. Bizleri bunlarla kandırmalarınaizin vermeyin.”

Konuşmalarla işçilere seslenilirken sık sık ‘’Abdiİbrahim işçisi köle değildir!”, “Zafer direnenemekçinin olacak!”, “Tazminat hakkımızengellenemez!” sloganları atıldı.

Son olarak Abdi İbrahim direnişçisi MehmetErgül, Abdi İbrahim patronu Nezih Barut’u rahatbırakmayacaklarını ifade edip bundan sonra daçeşitli eylemlerle mücadeleye devam edeceklerinibelirterek eylemi sonlandırdı.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

19 Şubat 2013 / Tuzla

Page 15: Kızıl Bayrak 13-08

Kızıl Bayrak * 15SınıfSayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013.

Sermayenin ücret ve örgütlenme hakkına saldırıları,işçiler tarafından eylemlerle karşılanıyor. Emekçiler,karşı karşıya kaldıkları her türlü saldırı karşısında yinesokaklara çıkarak, örgütlenerek sermayeye anladığıdilden cevap veriyorlar.

Yurtiçi Kargo işçilerinden işgalDirenişte olan Yurtiçi Kargo işçileri, sendikal

taleplerinin kabul edilmesi için işgal eylemigerçekleştirdi. Nakliyat İş’te örgütlendikten sonra iştençıkarılan ve direnişe geçen işçiler, 19 Şubat’ta sesleriniduyurmak için İstiklal Caddesi’nde bulunan FransızBaşkonsolosluğu’nu ve aynı alandaki Fransız KültürMerkezi’ni işgal etti.

Yurtiçi Kargo’nun yüzde 25’ine sahip olan FransızGeopost dağıtım şirketini protesto için binanın çatısınaçıkan işçiler talepleri kabul edilene kadar aşağıinmeyeceklerini bildirdiler. DİSK Genel BaşkanYardımcısı ve Nakliyat İş Genel Başkanı Ali RızaKüçükosmanoğlu, Nakliyat İş Örgütlenme Daire BaşkanıErdal Kopal ve yöneticiler de işçiler ile birlikte eylemekatıldılar.

Sloganlarla taleplerini dile getiren işçiler bir süresonra polisin gerçekleştirdiği müdahale ile gözaltınaalındı. İşçiler ilerleyen saatlerde serbet bırakıldı.

Dev Sağlık-İş’ten ücret gaspıprotestosu

Dev Sağlık-İş Sendikası üyesi taşeron sağlık işçileri,19 Şubat’ta Cerrahpaşa Hastenesi’nde yaptıklarıyürüyüşle, ücret kesintilerini protesto ettiler.

Yürüyüş sonrası basın açıklamasını sağlık işçilerininişyeri temsilcisi Güzide Atacan okudu. Hastanede 2012Temmuz ayında hasta bakıcı, tıbbi sekreter ve veri kayıtgrubunda çalışanların ücretlerinin düşürüldüğühatırlatılarak, şimdi de temizlik grubunda çalışanlaraaynı uygulamanın dayatıldığı belirtildi. Rektörlüktarafından maliyet hesaplarının gerekçe gösterildiğibelirtilen açıklamada, asıl amacın kar elde etmek olduğu,yapılan kesintinin, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 62. ve 22.maddelerine aykırı olduğu vurgulandı.

Ekşioğlu işçileri haklarını istiyorEkşioğulları İnşaat için Kocaeli Belediyesi’ne ait

Kent Konut AŞ Kentsel Dönüşüm Konutları projesindeçalışan işçiler, hakları için 15 Şubat’ta Üsküdar eylem

gerçekleştirdiler. Üsküdar Evlendirme Dairesi önünde toplanan işçiler,

Ekşioğulları İnşaat’ın da bulunduğu Hasek İş Merkeziönüne kadar yürüyüş gerçekleştirdi. İşçiler adına basınaçıklamasını okuyan İnşaat İşçilerinin Derneği BaşkanıMustafa Adnan Akyol, işçilerin alacaklarının 3 ile 30 binTL arasında değiştiğini, aradan geçen 1.5 yıla rağmenödeme yapılmadığını ifade etti. 30 işçi için buradaolduklarını belirten Akyol, öğrendikleri kadarıylayaklaşık 110 işçinin ücretlerinin gasp edildiğini ifadeetti. Ekşioğulları İnşaat işçilerinin haklarını isteyen kısakonuşmalarının ardından eylem sonlandırıldı.

“Hırsızlara karşı direniyoruz!”Hey Tekstil işçileri 16 Şubat’ta Taksim’de

yaptıkları yürüyüşle, gasp edilen haklarını talep ettiler.9 Şubat 2013’ten beri haklarını arayan işçiler, zaferi

kazana kadar sokaklarda olacaklarını haykırdılar. İşçiler, yürüyüş sırasında Mango satış mağazası

önüne geldiklerinde durarak sloganlarla boykot çağrısıyaptılar. “Mango’ya boykot direnişe destek!” sloganıatan işçiler, çevredekilere konuşma yaparakdirenişlerinin amacını anlattılar.

Galatasaray Lisesi önünde sona eren eylemdeişçiler adına basın açıklamasını Zeki Gördeğir okudu.

Açıklamanın ardından eyleme katılarak destekveren, sanatçı Pınar Aydınlar ve Grup İklim de birerkonuşma yaparak desteklerini belirttiler. Eylemmüzik dinletisi ve halaylarla sonlandırıldı.

Hastanede şiddet tehlikesibüyüyor

Eyüp Devlet Hastanesi’nde sağlık çalışanlarınayönelik saldırılara tepki için, İstanbul Tabip Odası

(İTO) ile hastanede çalışan emekçiler Acil Servis önündeöğle saatinde olayı alkışlarla protesto ettiler. Basınaçıklamasının okunmasıyla eylem sonlandırıldı.

East Balt işçisi kazandı!Tek Gıda-İş Sendikası, Mc Donalds restoran zincirine

ekmek tedarik eden ABD merkezli East Balt firmasındaörgütlenmiş, şirketin yanıtı ise 8 işçiyi işten atmakolmuştu. Sendika işten atma saldırısına karşı direnişebaşladıklarını açıklamış ve Mc Donaldslar’ın da eylemalanı haline getirileceğini duyurmuştu.

İşçilerin ve sendikanın kararlılığı hızla sonuç verdi.Tek Gıda İş 16 Şubat’ta yaptığı açıklamayla patronunişçileri geri alacağını ve sendikal yetkileri tanıyacağınıduyurdu.

18 Şubat 2013 / Eyüp

BMC işçilerinden “Emek Yürüyüşü”

10 aydır ücretlerini alamadıkları için BMC fabrikasının önünde direnişe başlayan işçiler, 15 gün boyuncafabrika önünde bekleyerek, zaman zaman da İzmir Kemalpaşa yolunu keserek seslerini duyurmaya çalıştı.İşçiler, kararlılıklarıyla Türk Metal’i de hareket etmek zorunda bıraktı.

Direnişlerinin 15. gününe kadar bir sonuç alamayan işçiler, İstanbul ve Ankara’ya doğru “Emekyürüyüşü” gerçekleştirme kararı alarak yola çıktılar.

18 Şubat’ta öğle saatlerinde fabrika bahçesinde basın açıklaması yapan BMC işçileri adına konuşanTürk Metal Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Yıldırım, önce Manisa’ya gideceklerini, oradan da800 işçinin Balıkesir üzerinden İstanbul’a, 800 işçinin ise Afyon üzerinden Ankara’ya hareket edeceğiniduyurdu.

İzmir’den ayrılan işçiler akşam saatlerinde Manisa’ya ulaştılar. İlk durak olarak Manisa’ya gelen 1500işçi yaptıkları basın açıklamasının ardından geceyi Atatürk Spor Salonu’nda geçirdi. Gece Manisa’dakonaklayan işçiler, 19 Şubat’ta ikiye ayrılarak İstanbul ve Ankara’ya doğru yola çıktı. Ankara kolu ise önceUşak’a geldi. Kent Meydanı’na gelen işçileri burada çeşitli sendikaların temsilcileri ve milletvekillerikarşıladı. Atılan sloganlar ve yapılan konuşmaların ardından işçiler geceyi Uşak’ta geçirdi. İstanbul kolunundurağı ise Balıkesir oldu.

Uşak’ta geceyi geçiren işçiler 20 Ocak’ta sabah erken saatlerde sloganlar eşliğinde yola çıkarak Afyon’adoğru harekete geçti. Afyon’a ulaşan işçileri burada da kentin emek örgütleri temsilcileri karşıladı. BuradaTürk Metal Sendikası İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Halil İbrahim Tosun, işçilere ve destekçilere hitaben birkonuşma yaptı.

BMC yürüyüşünün İstanbul ayağı ise Balıkesir’in ardından Bursa’ya geldi. Kente gelen BMC işçileriniFatih Sultan Mehmet Bulvarı’nda çeşitli sendika ve siyasal kurum temsilcileri karşıladı.

İşçiler buradan sloganlar ve davul zurna eşliğinde Emek’e kadar yürüdü. Burada ise işçiler adına TürkMetal Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Yıldırım bir konuşma yaptı. Konuşmada “10 aydırmaaşlarını alamayan arkadaşlarımızla birlikte mücadele ediyoruz” denildi.

19 Şubat 2013 / Taksim

Sınıf hareketinden...

Page 16: Kızıl Bayrak 13-08

CMYKCMYK

Öncelikli yüklenme alanı: Darlığı kırmak!

Parti uzun bir dönemdir gelişmesini zora sokansorun alanlarına dönük yoğun bir yüklenmeiçerisindedir. Özellikle III. Kongre’den bu yana, sınıf-kitle çalışmasında mesafe almamızı güçleştiren tümörgütsel ve politik yetersizlikler, zaaflar ve zayıflıklarçok yönlü bir mücadelenin konusudur. Son olarak IV.Kongre partinin gelişme süreçlerine ilişkin toplu birdeğerlendirme yapmış, bu çerçevede önümüzdekidönemde yüklenilmesi gereken temel zayıflık alanlarınet bir biçimde ortaya koymuştur.

Yaratıcı ve etkin bir sınıf-kitle çalışması üzerinden“darlığı kırmak” sorunu, kongrenin en temelbelirlemelerinden biri, hatta birincisidir. Bu sorun hem“yeni tarihsel dönem”in ihtiyaçları, hem de partiningelişme süreçleri açısından apayrı bir önem kazanmışbulunmaktadır.

Özellikle son yıllarda partinin uğraştığı tümsorunlar, sınıf hareketini devrimcileştirme çabasını herbakımdan geliştirip güçlendirmek içindir. Kadrosorunu, bunun bir boyutu olarak ideolojik-teorik eğitimve donanım; devrimci örgütün inşası vesağlamlaştırılması, bununla bağlantılı olarak güvenliksorunları; politik önderliğe dayalı çalışma tarzınınhayata geçirilmesi, bu çerçevede yayın cephesinemüdahale vb., tümü de bu aynı hedefe dönüktür.

Partinin yaşadığı “darlığı kırma”nın ancak verimli,yaratıcı, inisiyatifli, sistemli ve hedefli bir sınıf-kitleçalışmasıyla başarılabileceği konusunda elbettesaflarımızla yeterli bir açıklık vardır. Sınıf çalışmasınınsorunları son yıllarda MK toplantılarında, partikongrelerinde ve parti okullarında tartışılan en temelgündemlerden biridir. Sorun her vesileyle çok yönlüolarak ele alınmakta, zaaflar ve zayıflıklar açıklıklatanımlanmaktadır. Fakat pratikteki tüm çabalara vezorlamalara rağmen partinin dayanmış bulunduğu eşikbir türlü aşılamamaktadır.

Kuşkusuz hep ileriye doğru bir mesafe alınmış,deneyim ve birikim planında anlamlı bir gelişmeyaşanmıştır. Fakat tanımlanan hedefler üzerindenbunun yetersizliği ortadadır. Bu “yetersizlik” gelinenyerde partiyi fazlasıyla zorlamakta, aşılamadığıkoşullarda gelişme süreçlerini zaafa uğratma tehlikesiile yüzyüze bırakmaktadır.

Parti olarak her zaman nesnel güçlükler konusundabir açıklık taşıdığımız içindir ki, hiçbir zamandayanaksız hayallere kapılmadık, kolay başarıbeklentileriyle hareket etmedik. Öznel zayıflıklarımızıortaya koymak planında da bir zayıflıktansözedilemez. Tersine, tüm tartışma vedeğerlendirmelerde bunlara hep işaret edilmekte,partiye sunulan raporlarda da bunlar açıklıkla ortayakonulmaktadır.

Fakat bu kendi başına sorunları aşmak için yeterlideğildir. Zira zayıflıklar tespit edilip nedenleri ortayakonulmakta, yani daha çok bir durum tespiti

yapılmaktadır. Oysa asıl önemli olan, zayıflıklarımızınnedenlerine açıklık getirmenin ötesine geçebilmek,bunları pratikte nasıl aşabileceğimiz üzerindeyoğunlaşmak ve sorunları bizzat pratik içindeçözmektir.

Nesnel koşulların oluşturduğu çok yönlü güçlüklerigörmezden gelmemeli, fakat gelinen yerde bizi darlığamahkum eden zayıflıklarımıza daha güçlü biryüklenmeyi de başarabilmeliyiz. Uzun bir dönemdiryürüttüğümüz tartışmalar üzerinden ulaştığımızaçıklıklara ve çok yönlü müdahale çabalarına rağmensınıf-kitle çalışmasında sonuç alıcı bir mesafeyialmakta neden hala zorlandığımızı ciddi birsorgulamanın konusu yapabilmeliyiz.

Sorunların ele alınışındayöntemsel bakışın önemi

Zayıflıkları ve zorlanma alanlarını tespit etmekönemlidir fakat sorunların çözümü için kendi başınayeterli değildir. Sorunlar yöntemsel bir bakışla elealınamadığında, tek tek zaaf, zayıflık ve yetersizliklerüzerinden açıklanmaya çalışılır ve bunlar aşıldığıölçüde hedeflenen mesafenin alınabileceğiyanılsaması, temel sorun alanını/yüklenilmesi gerekenesas halkayı saptamayı, dolayısıyla sorunun çözümünüzora sokar.

Öncelikle genelde bilinen temel önemde şu noktayıbir kez daha hatırlatalım: Örgütsel-siyasal faaliyettekarşımıza çıkan sorunlar, yetersizlikler ve zayıflıklarkendi dar sınırları içinde müdahalelerle çözülemez.Örneğin, devrimci bir parti için kadro sorununun kendiiçinde bir çözümü yoktur ve bunun neden böyle olduğuda az çok bilinir. Bugün sınıf-kitle çalışmasındayaşadığımız zorlanmada kadrosal planda yaşadığımızsorunlar temel önemde bir rol oynamakta, deneyimlive birikimli yeterli sayıda kadrodan yoksunluk, sonuçalıcı bir faaliyeti örgütlemeyi zora sokan temel birgüçlük alanı olarak karşımıza çıkmaktır. Fakat kendiiçinde bu saptamayı yapmak bizi bir adım bile ileriyegötürmez. Eğer parti, kadrolarının serpilip gelişmesinisağlayabilecek bir siyasal sınıf-kitle çalışmasınıörgütlemenin sorunlarına yüklenip buradan mesafealamıyorsa, kendi içinde kadrolaşma sorunuyla nekadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadrolarının niteliğinigeliştirmeyi ne de yeni kadrosal rezervleriniçoğaltmayı başarabilir.

Öte yandan, yılların oluşturduğu tarz üzerindenşekillenen bir kadrosal gerçekliğimiz var. Bu nedenle,sınıf-kitle çalışmamız mevcut kadrosal birikimindüzeyi üzerinden kendini üretmekte, sorun da zatenburadan kaynaklanmaktadır denilebilir. Sorununkuşkusuz böyle bir yanı vardır. Sınıf çalışmasındaizlenmesi gereken tarz kadrolara gerçek kapsamıylakavratılamadığı, doğru bir politik önderlikle değişik birpratiğin içine sokulmaları başarılamadığı koşullarda,onlar elbette kendi kavrayışları ve alışkanlıkları

Çalışma tarzında

Çalışma tarzında kökl 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Page 17: Kızıl Bayrak 13-08

üzerinden hareket edeceklerdir. Fakat parti özellikle son yıllarda hem sınıf-kitle

çalışmasının sorunlarını mevcut deneyimler üzerindenayrıntılara inen tartışmalarla ele almakta, hem deberaberinde bir dizi soruna müdahale etmeyeçalışmaktadır. Gelinen yerde ise öncelikli yüklenmealanını, sonuç alıcı bir sınıf-kitle çalışması üzerindenyaşanan darlığı kırmak, bunu sağlayabilecek bir siyasalçalışmayı hayata geçirebilmek olarak tanımlamaktadır.Zira, başarılı bir sınıf-kitle çalışmasını hayatageçirmede kuşkusuz büyük bir önem taşıyan bir dizisorun alanında da, ancak başarılı bir sınıf-kitleçalışması pratiğinde alınacak mesafe üzerinden çözümüretilebilir.

Dün, devrimci örgütü güçlendirme sorunu, kadrosorunu, bu çerçevede ideolojik eğitim ve donanımsorunu, politik önderliğe dayalı çalışma tarzı sorunu,yerel önderlikler sorunu vb. üzerinden yaşananyoğunlaşma ve müdahaleler, tam da bu alana etkili biryüklenmeyi başarabilmek içindi. Elbette müdahaleninkonusu olan bu sorun alanlarında dünden bugüneköklü bir değişim yaşanmış ve bunlar geride kalmışdeğildir. Fakat bu sorunlarda bir kavrayış açıklığıyaratılmış, bunun üzerinden mesafe almayı sağlayacakbir yönelim içine girilmiştir. Önemli olan da budur.Zira tüm bu sorunların çözümünü kolaylaştıracak olan,etkili bir siyasal faaliyettir, etkin bir sınıf ve kitleçalışması pratiğidir.

Buradaki karşılıklı diyalektik ilişkinin bilinceçıkartılması, sorunların gerçek kapsamıyla kavranmasıönemlidir. Tabloyu bütünselliği üzerinden elealamayan bir bakışla, sorunlara başarılı ve çözücümüdahaleler mümkün değildir.

Çalışma tarzımızaköklü bir müdahale ihtiyacı!

Sınıf-kitle çalışmasında mesafe almaktayaşadığımız zorlanmanın gerisinde çalışma tarzımızyatmaktadır ve bu tespit yeni de değildir. Fakatpartinin tüm müdahale çabalarına karşın bu doğrultudaatılan adımlar hala da sınırlıdır. Yıllar içinde oluşmuşbulunan tarzımız hedeflenen gelişme çizgisininyakalanmasını zora sokmaktadır. Faaliyetinörgütlenmesinde kullanılan araç ve yöntemlerin nispizenginliğine rağmen rutinleşmiş faaliyet ve müdahalepratiği esası yönünden hala da aşılmış değildir.

Kuşkusuz, özellikle pratikte sınıf-kitle çalışmasınayüklenilmekte, eski tarzı aşmayı hedefleyen bir çabasergilenmektedir. Ancak onu her açıdan ve köklü birbiçimde nasıl aşabileceğimiz üzerinde yeterli biryoğunlaşma henüz yoktur. Bu mevcut pratiğimizinenine boyuna irdelenmesini, sürecin pratikteki seyrinindikkatle izlenmesini, döne döne tartışmalara,değerlendirmelere, eleştirilere konu edilmesinigerektirir. Bunu da en iyi çalışmanın başındakiyönetici kadrolar yapabilir. Oysa bunun pek de

yapılmadığını, sürecin pratik seyrinin verimli ve yolaçıcı değerlendirmelere konu edilmediğini biliyoruz.Bu önemle ve öncelikle ele alınması gereken birzaafiyettir.

Kendi içinde rutinleşen bir tarzın sorunlarıyla değil,bizzat bu tarzın kendisiyle uğraşmak, bunu aşmamızısağlayacak bir düşünsel çaba ve pratik yönelim içinegirmek zorundayız. Tarzımızda köklü bir yenilenmeyibaşarmakta zorlandığımız ölçüde, pratikte bugünekadar yaptığımız daha çok mevcut tarzın sorunlarıylauğraşmak olmuştur. Sınıf hareketine nasıl birmüdahale, bu çerçevede nasıl bir tarz izlememizgerektiğinin genel çerçevesini doğru tanımlasak da,sorunun pratik çözümünde yaşadığımız zorlanmalarbuna yol açmıştır.

Bir sorunun çözümü doğrultusunda mesafealabilmek ancak o sorunun gerçek kapsamının bilinceçıkarılmasıyla, böylece asıl yüklenilmesi gerekenin neolduğunun anlaşılabilmesiyle mümkündür. Bu açıdanbakıldığında, öncelikli sorunumuz, sınıf-kitleçalışmasındaki sorunların kaynağında çalışmatarzımızın yattığını saptamanın ötesine geçmektezorlanmak, bu tarzı nasıl aşabileceğimizin sorunlarıüzerine yeterince yoğunlaşamamaktır. Bugünyayınlarımızda bu konuda canlı ve işlevseltartışmaların yapılamıyor olmasının gerisinde de buvardır.

Artık, tarzımız şöyle olmalıdır demek yerine, sonyıllarda döne döne tartıştığımız ve az-çok da biraçıklığa ulaştığımız doğru tarzı neden hayatageçiremediğimize ve bunu başarmanın yolununnereden geçtiğine odaklanmak durumundayız.

Kısacası sorun, çalışma tarzımızı değiştirmemizizora sokan zaaf ve zayıflıkların nasıl aşılabileceği,buna ilişkin dönüştürücü bir müdahale sorunudur. Ziraaslolan saptamak, yorumlamak, tahlil etmek değil,

fakat pratikte değiştirip dönüştürmektir. Dolayısıyla dabunun sorunları ile uğraşabilmektir. Elbette mevcutpratiğimiz, somut deneyimlerimiz üzerinden,sürecimizin somut seyri üzerinden, ayrıntı gibi görünsede gerçekte fazlasıyla önem taşıyan sorunlarüzerinden...

Bugün öncelikle yönelinmesi gereken sorun alanıbudur!

Sorunun çözümü hayatın içindedir!

Sorunun çözümünde özellikle çalışmayı pratikteörgütleyen önderlik kadrolarına büyük bir sorumlulukdüşmektedir. Sorunun çözümü hayatın içindedirvurgusu bunu anlatmaktadır. Zira çözüm yolu çalışmatarzına ilişkin genel ve soyut tanımlamalar üzerindenaçılamaz. Çalışmaya pratikte yön veren önderlikkadroları, neden mesafe alamıyoruz, nerede zorlanıyorya da tıkanıyoruz, bu nereden kaynaklanıyor, bununasıl aşabiliriz vb. türden soruların yanıtlarını bulmayaçalışmak, mevcut siyasal çalışmamızı bu gözle sürekliolarak izlemek, incelemek, irdelemekdurumundadırlar. Bu yapılırken de, sorunları salt veriliöznel yetersizliklerimiz üzerinden açıklama çabasındanözenle uzak durulmalıdır. Önemli olan, bu türdenyetersizlikleri aşmayı da kolaylaştıracak asıl sorunalanlarını ortaya çıkarabilmek, dolayısıyla çözümyollarını bulabilmektir.

Sınıf-kitle çalışmasında doğru bir tarzın geliştirilipoturtulabilmesi, mevcut pratiğimizin döne döneirdelenip eleştirilmesini, bundan gerekli sonuçlarçıkartılabilmesini ve bunun özellikle de yayın organlarıüzerinden sürekli ve sistemli biçimde müdahalelerekonu edilmesini gerektirmektedir. Merkezi ve yerelplanda politik önderlik sorumluluğunun önemineilişkin tüm tartışma ve değerlendirmelere rağmen bu

CMYKCMYK

köklü bir değişim ihtiyacı

lü bir değişim ihtiyacı Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Kızıl Bayrak 13-08

Çalışma tarzında köklü bir değişim ihtiyacı18 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

alandaki zaafiyet halen de sürmektedir. Bu zaafiyet,çalışma tarzında köklü bir değişim yoluna henüzgirilemediğinin de göstergelerinden biridir. Gerekörgüt raporları gerekse merkezi yayınlarımız, yenidönemde sınıf-kitle çalışması pratiğimizde nasıl birdeğişimin yaşandığını ne yazık ki yansıtamamaktadır.

Somut pratiğimiz üzerinden sorunlarımızı aşmayızorlaştıran zayıflık alanlarının saptanması, bunlaragenel planda müdahaleyi de kolaylaştıracaktır. Zirasorunlar her bir yerellik üzerinden bazı özgünlüklertaşısa da, temelinde benzer zaaflar ve zayıflıklaryatmaktadır.

Sınıf-kitle çalışmasında öne çıkan sorunlar

Kampanyalar üzerinden siyasal yoğunlaşmasorunu:

Sınıf-kitle çalışmasında en temel, dolayısıyla enöncelikli sorun alanı, direnişlere müdahaleler ilekampanyalara endeksli ve materyal kullanımının bellibir ağırlık taşıdığı siyasal faaliyet tarzının ötesinegeçmekte yaşanan zorlanmadır. Bunu şöyle de ifadeedebiliriz: Belirlenmiş alanlar/hedeflerde derinleşen veyoğunlaşan, sürecin öne çıkardığı gündemlerüzerinden gündelik olarak kendini üretebilen birdevrimci siyasal faaliyetin örgütlenmesinde yaşananzorlanma, sonuçta kampanyalara dayalı bir pratiğeeğilimi beslemektedir. Kampanyalar üzerinden birsiyasal yoğunlaşma yaşansa da, sonuçta bu, belli araçve yöntemlere dayalı bir propaganda-ajitasyonçalışması üzerinden rutinleşen/kendini tekrar eden birsiyasal çalışma pratiğinden öteye gidememektedir.

Uzun bir dönemdir tartışıp eleştirdiğimiz busorunun üzerine gitmeye çalışıyoruz ve kuşkusuzgiderek belli bir mesafe de alıyoruz. Son dönemdegerçekleştirdiğimiz kitlesel etkinlikler, çalışmada dahaçok propaganda materyallerinin kullanımının öneçıktığı tekyanlılığın belli bakımlardan kırılmaktaolduğunu gösteriyor. Bunu, kitlelerle yüzyüze gelenısrarlı bir faaliyetin sonuçlarının alınması olarakgörmek gerekir.

Fakat bu, verimli ve belli hedefler üzerinden sonuçalmaya kilitlenen bir sınıf-kitle çalışması yürütmedeyaşadığımız zayıflığın artık geride kalmakta olduğuanlamına gelmiyor henüz. Halihazırda, önemli olanpratikte böyle bir yönelimin içine girilmiş olmasıdır,sonuçlarının alınması zaman meselesidir diyebilecekdurumda değiliz. Biz geçmiş yıllarda da yoğunyüklenmelerle kitlesel etkinlikler gerçekleştirmeyibaşarabildik. Ancak, kurultay, sempozyum vb.üzerinden örgütlenen bu faaliyetlerin, harcanan zaman,emek ve çabayla kıyaslandığında, maddi-örgütselkazanımları son derece sınırlı olmuş, hedef çalışmaalanları üzerinden siyasal çalışmamızı veörgütlülüğümüzü güçlendiren çok az sonuçyaratabilmiştir. Bu, yıllardır bir türlü aşamadığımız,bizi “darlık” sorunu ile yüzyüze bırakan temel önemde

bir zaafiyet alanı olarak süregelmiştir. Sınıf hareketi açısından önem taşıyan gündemleri

öne çıkaran kampanyalar üzerinden yoğunlaşmış birpolitik çalışma yürütmek kuşkusuz bir ihtiyaçtır.Kampanyalar, kitlesel etkinlikler, seçim dönemifaaliyetleri, kurultay, sempozyum vb. türdençalışmalar, parti güçlerinin etkin bir biçimde hareketegeçirilmesini, yoğunlaşmış bir siyasal faaliyetinörgütlenmesini kolaylaştırmaktadır. Bu açıdan, kendiiçindeki eksiklik ve zayıflıkları ne olursa olsun, bellibir başarının da sahibiyiz.

Fakat kendi başına bu tür bir yüklenmenin verimlive sonuç alıcı bir sınıf-kitle çalışması anlamınagelmediğinin altını, bizzat özdeneyimlerimizüzerinden, bir kez daha çizmeliyiz. Dahası bu tür birfaaliyet yoğunlaşması sınıf çalışmasındahedeflediğimiz tarzı oturtmayı zora sokmakta, zirabunun kendisi başlı başına bir tarza dönüşmektedir.

Devrimci bir parti gelişmelerin öne çıkardığıgündemler üzerinden devrimci siyasal faaliyetinihedeflediği alanlar/fabrikalar üzerinden gündelikolarak örgütleyebilmek durumundadır. Fakat bu, bellibir gündem üzerinden kimi zaman birkaç aya yayılankampanyalardan tümüyle farklı bir çalışma tarzıdemektir. Halihazırdaki biçimiyle kampanyalar, bunahizmet etmek bir yana, çoğu durumda bu tarzınoluşmasını ve oturmasını zora sokmakta, hatta hattaboşa çıkarmaktadır. Kampanyalar döneminde,toplumda öne çıkan gündemler kampanya gündemineparalel bir yüklenmenin konusu olamadığı ölçüde, yazayıf bir propaganda faaliyeti üzerinden ele alınmaktaya da çoğu durumda tümden atlanabilmektedir.

Daha da önemli olan ise, kampanya gündemiüzerinden yoğunlaşmanın, hedef alanlara/fabrikalaradönük faaliyeti güçlendirmesi gerekirken, tersinebunda zayıflamaya yol açmasıdır. Oysa kampanyalaryerel faaliyetin hedeflerine uygun bir yoğunlaşmayı vederinleşmeyi sağlayabilmek durumundadır. Böyleolabildikleri bir durumda işlevsel olurlar ve amacahizmet ederler. Tüm örgüt raporlarında işaret edilen buzayıflık, kampanyaların örgütleniş tarzının somutpratiğimiz üzerinden irdelenmesinin önemini ortayakoymaktadır.

Sınıf-kitle çalışmasında, belli bir yoğunlaşmaylayürütülen kampanyalara paralel olarak, dönemin öneçıkardığı gündemleri atlamayan gündelik bir siyasalfaaliyet, elbette öncelikle hedef alanlarımız üzerindenörgütlenebilmek durumundadır. Kampanya ilehedeflenen sınıf çalışmasını güçlendirmek olduğunagöre, buna hizmet edecek her yeni gündem önemlidir,dahası bu kampanya gündeminin önüne bile geçebilir.Böyle bir durumda, öne çıkan gündem, kampanya ilebağı kurularak ya da paralel bir tarzda, etkili birfaaliyetin konusu olabilmelidir. Dolayısıyla sorunkampanyaların bir yana bırakılması değil, nasıl elealınması ve örgütlenmesi gerektiğidir.

Bugüne kadar kampanya faaliyeti çerçevesinde

karşımıza çıkan en önemli sorun, afiş, bildiri, anket,stand vb. araçların “yaygın” kullanımının belirgin birağırlık taşıyabilmesi olmuştur. Güçlerimizin sınırlılığı,ileri kadrolarımızın bu işleri üstlenmesine yol açmakta,bu pratik yükler de hedefler üzerinden derinleşen birçalışmayı zora sokmaktadır.

Değişik araç ve yöntemleri kullanıyor olmanınbaşarılı ve etkili bir sınıf-kitle çalışması anlamınagelmediğini de en iyi kampanya pratiklerimiz ortayakoymaktadır. Nispeten zengin araç ve yöntemlerüzerinden yürütülen faaliyetlerin sonuçlarınabaktığımızda, genelde politik etkimizi yaymanınötesinde, işçi ve emekçi kitlelerle anlamlı bağlarınkurulabildiği bir sonucu üretememesi, en temelzayıflık alanıdır. Güçlerimizin sınırlılığı koşullarında,olabildiğince zengin değil, en işlevsel araç veyöntemler üzerinden kitlelere gitmek, onlarıhedeflerimize uygun bir tarzda kullanmayıbaşarabilmek durumundayız. Pratiğimiz üzerinden elealınıp sorgulanması gereken önemli sorunlardan biri debudur.

Fabrika zeminli çalışmanın sorunları:Parti özellikle son yıllarda hedef

sektörler/fabrikalar üzerinden derinleşen bir çalışmayaözel bir tarzda çubuk bükmektedir. Yerel örgütlerimizsaptadıkları fabrikalar üzerinden böyle bir çalışmayıörgütleme çabası içindedir ve belli adımlar daatılmaktadır.

Ancak aşmakta zorlandığımız tarz, kendinifabrikalar üzerinden de üretmektedir. Eğer sendikalörgütlenme, işten atılma, toplusözleşme, zamlar vb.türden hareketli süreçler sözkonusuysa müdahalede bircanlanma yaşanmakta, bu süreçler geride kaldıktansonra ise önemli ölçüde rutin tarza dönülmektedir.Zaman zaman hedef fabrikalara dönük özgün bildiri yada bülten pratikleri olsa da, bu da sistemli olmaktanuzaktır. Eğer sendikalaşma çabası ya da işten atılmanedeniyle bir direnişin örgütlenmesi sözkonusu ise,etkin bir müdahalede zorlanma yaşanmamakta, güçlürefleksler sergilenebilmektedir. Ancak, hedeflenenfabrikalar olmasa da, bu tür direnişlere benzermüdahaleler yapılabilmektedir. Dolayısıyla, fabrikaçalışmasında derinleşmenin bu olmadığı açıktır.Dahası, sistemli bir çalışmaya, dolayısıyla bir önhazırlığa dayanmayan, bütünsel bir müdahalenin birparçası olmayan bu tür pratikler, henüz yeni yeni güçve olanak yaratmaya başladığımız fabrikalardansökülüp atılmamıza yol açabilmektedir.

Derinleşmeyi hedefleyen bir çalışma, fabrikaözgülünde belirlenecek politikalar temelinde solukluve uzun erimli olarak örgütlenebilmek durumundadır.Sürekli ve sistemli bir devrimci kuşatıcı yoğunlaşmaolmadan, kendini gündelik olarak üreten bir siyasalfaaliyet örgütlenemeden, bugünün koşullarında mesafealmak mümkün değildir.

Gündelik faaliyetin sorunları: Hedefimiz her yolla işçi sınıfının devrimci bilincini

ve eylemini geliştirmek olduğuna göre, buna dayanakolabilecek her türlü ekonomik sorunun hareket noktasıolması, siyasal çalışmanın doğası gereğidir. Fakatbizim için aslolan, sınıfın bu çerçevedeki sorunlarınakendi içinde çözüm üretmeye çalışmak değil, busorunların gerisindeki temel siyasi gerçeklerianlatmak, işçilerin bizzat mücadeleler içinde bunlarıgörebilmelerini sağlamaktır. Dolayısıyla, devrimcisiyasal faaliyet, ekonomik-sendikal mücadeleyi hiçbirbiçimde küçümsememek, fakat aynı zamanda, sadeceöne çıkan siyasal gündemler de değil, temel toplumsalve siyasal sorunlar üzerinden de propaganda-ajitasyonve siyasal teşhire dayalı bir faaliyeti yürütebilmekdurumundadır. İşçilerin fabrikalarında yaşadığısorunlar ile temel toplumsal ve siyasal gerçeklerarasındaki bağ başarıyla kurulamadığı, bu kendisinigündelik faaliyet üzerinden üretemediği koşullarda,

Page 19: Kızıl Bayrak 13-08

Çalışma tarzında köklü bir değişim ihtiyacı Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

başarılı bir devrimci siyasal çalışmadan sözedilemez. Dolayısıyla, siyasal gündemler ile fabrikanın

özgün sorunlarının birleştirilmesi de kendi başınayeterli değildir. Temel sorun, toplumsal ve siyasalsorunlar, sınıfa yönelik genel saldırılar ile fabrikadayaşanan sorunlar arasındaki bağın nasıl ve neredenkurulacağıdır. Aynı baskı ve terörle yüzyüze kalmak,ezilmek, aşağılanmak vb. üzerinden yüzeysel birpropagandayla emekçilerin bilinçlerini geliştirmekmümkün değildir. Kapitalist düzen gerçeği, devletgerçeği, sınıflar gerçeği vb., her gündelik sorun ve herpolitik gelişme üzerinden döne döne işlenerek, sıradanemekçinin bilincinde devrimci açıklıklar yaratmakgerekmektedir.

Bugün işçiler çekilmez hale gelen çalışma veyaşam koşullarını düzeltme mücadelesinekendiliğinden yönelmekte, bu sayede düzen ve devleteilişkin bazı gerçekleri daha yakından görme imkanıbulmaktadırlar. Bu tür mücadeleler bu düzenin nedenaşılması gerektiğine ilişkin temel gerçeklerianlatabilmek için önemli bir olanaktır. Ancak sınıfhareketinin bir türlü ileri bir mecraya akamaması,yerel direnişlerin bunun yolunu açmaya yetmemesi,bizim üzerimizde de etkili olmakta, bu olanakları etkinbir biçimde değerlendirmeyi zora sokmaktadır. Deyimuygunsa, sınıf hareketinin geriliği bizi de geriyeçekmekte, perspektif planında sahip olduğumuz tümaçıklıklara rağmen, politik propaganda veajitasyonumuzun içeriğini zayıflatan bir roloynayabilmektedir.

Genel planda devrim ve sosyalizminpropagandasını yapmak, buna ilişkin şiarlarımızıaçıklıkla formüle etmek ve yaymak doğrultusunda birzaafiyeti elbette taşımıyoruz. Ancak gündelikfaaliyetimizi örgütlerken, bunu aynı başarıylayaptığımızı söyleyebilecek durumda değiliz. Karşıkarşıya kaldığı saldırılar ya da politik sorunlarüzerinden bildirilerimizle, bültenlerimizle işçilereseslenirken bu zaafiyet kendini dışa vurmakta, sınıfabilinç planındaki müdahalemiz düzenin ürettiğikötülüklerin teşhirinin ötesine çok az geçebilmektedir.Geçen yıl çıkardığımız mahalli bültenler, bildirilerimizbu gözle incelendiğinde, işaret edilen sorun çok dahakolay anlaşılacaktır.

Direnişlere müdahale pratiğimiz:Özellikle son yıllarda direnişlere önderlik etme,

onları politik zemine taşıma ve propagandasını güçlübir biçimde yapma planında anlamlı bir pratiksergiledik. Sınıfa dönük çalışmamız sayesinde budirenişlerle bir biçimde bağ kurmada ve müdahaledezorlanmıyoruz. Bir ön çalışma sürecinden yoksunolmamıza rağmen bu imkanları değerlendirmeyibaşarabiliyoruz. Fakat genelde bu direnişler hedefli,kararlı ve soluklu bir sınıf çalışmasının ürünü değil.Dolayısıyla, sınıf çalışmasında aldığımız mesafeüzerinden sınıfa eylemli önderlik aşamasınageldiğimiz anlamına gelmiyor.

Öte yandan, önderlik ettiğimiz direnişleri geneldesınıf hareketinin sorunlarına ilişkin etkili birkampanyaya çevirmede yeterince başarılı değiliz.Direnişe kaynaklık eden sorun taşeronlaştırma,sendikal hakkın gaspedilmesi ya da sendikalbürokrasiye karşı sendikal demokrasi sorunuolabiliyor. Dolayısıyla, her bir direnişin politik özünüsoyutlayıp bunu genelleştirmeyi, bir kampanyanınkonusu haline getirmeyi başarabilmek durumundayız.

Eylemli süreçleri örgütlemek:Denilebilir ki, darlığı kırmayı başarabilmemiz için

yüklenilmesi gereken en kritik halka budur. Kapsamlıolarak ele alınması gereken temel önemde bir zayıflıkalanı olduğu için, burada sorunun kendisine işaretetmekle yetineceğiz.

Etkili bir propaganda-ajitasyon faaliyeti önemliolmakla birlikte, işçi ve emekçilerin bilincini salt

propaganda araçları üzerinden geliştirmek mümkündeğildir. Emekçilerin gerçek eğitimi kitlemücadeleleri/eylemsel süreçler üzerindensağlanabileceği, tam da böyle süreçler sayesindedevrimci propagandaya daha açık hale gelecekleriiçin, propaganda-ajitasyon çalışması mutlaka eylemlisüreçleri geliştirme amacına bağlanabilmelidir.Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde, işçi ve emekçileriharekete geçiren, eyleme yönelten, eylemlilik içindegüç toplamayı sağlayan bir çalışma tarzınıgeliştirmenin sorunlarına yoğunlaşmak durumundayız.

Eylemli süreçler örgütlenemeden mevcut darlığınkırılamayacağına önemle işaret eden IV. Kongre AçılışKonuşması, bu konuda partiyi bekleyen görevleriyeterli açıklıkta ortaya koymaktadır:

“Devrimci parti bir propaganda örgütü değil fakatdevrimci bir eylem örgütüdür. Faaliyetini ele alırken,kitleleri nasıl hareketlendirebileceği, nasıl eylemeçekebileceği, eyleme geçen kitlelere nasıl önderlikedebileceği onun için her zaman temel bir kaygıdır.Parti organları artık kitlelere şu veya bu propaganda-ajitasyon materyalini nasıl ulaştıracağından çok,şurada ya da burada, fabrikada ya da bir sanayihavzasında kitleleri nasıl harekete geçirebileceğini,direnişe sürükleyebileceğini, protesto eyleminetaşıyabileceğini, gösteriye çekebileceğinidüşünmelidir, bunun üzerine yoğunlaşmalıdır. Ufkunuböyle oluşturmalı, planlarını buna göre yapmalı,pratiğine böyle bakmalı, yetersizliğini buradangörmelidir. Yeni dönem parti için kitle eylemlerineönderlik, kitlelere eylem içinde önderlik dönemiolabilmelidir. Kitlelerle güçlü bağlar kurmak, kitleleregüven vermek, onların diri kesimlerini örgütlü saflarakazanmak ve nihayet güç olmak, dolayısıyla politik birgüç odağı olarak öne çıkmak da ancak ve yalnızcabununla olanaklıdır.”

Yerel önderlik sorumluluğu

Partinin bugünkü gelişmişlik düzeyinde, yanimevcut darlığı koşullarında, sınıf-kitle çalışmasınınörgütlenmesinde birinci derecede sorumluluküstlenmesi gerekenler, yerel faaliyet alanının başındakiönderlik kadrolarıdır. Politik önderlik sorumluluğu,açıktır ki, yerel önderlik kadrolarının sınıftan/sınıfçalışmasından kopmaları anlamına gelmemektedir.Politik önderliğe dayalı çalışma tarzı sorunu elealınırken, örgütü kendi içinde yönetmek değil, sınıfhareketine önderlik pratiğine yöneltebilmekgerektiğine işaret edilmiş, bu alandaki zayıflıkeleştirilmiştir. Yarın alacağımız mesafe ölçüsündekuşkusuz durum daha farklı olacaktır, fakat bugün,alttaki kadrolara organ toplantıları üzerindenperspektif vermek, eğitmek ve yürütülen faaliyetidenetlemek üzerinden bunun başarılamadığıgörülmektedir. Dolayısıyla, en deneyimli ve birikimligüçlerimiz olan yerel önderlik kadrolarımız, başarılıbir sınıf-kitle çalışması örülmesinin sorumluluğunupratikte bizzat üstlenmek durumundadırlar.

Yerel önderlik kadrolarının sınıf çalışmasındankopmamaları, kuşkusuz çalışmanın dar pratik alanınailişkin yüklerini üstlenmek değil fakat çalışmanınadım adım örülmesinin tüm sorumluluğunu taşımak,çalışmanın sorunlarına ayrıntıları üzerinden hakimolabilmek, sürekli bir denetimle faaliyete yönvermenin yanısıra gerektiğinde çalışmanın bizzatiçinde yer alarak pratikte yönlendirmek vb., vb.,anlamına gelmektedir. Nitekim, çalışma alanlarındaaltta bir takım komiteler kurarak sorumluluk alanlarıtanımlamak ve sonra da organ toplantıları üzerindenonlara perspektif vermek ve denetlemekle bu sorunuaşamayacağımız mevcut pratiğimiz üzerindengörülerek müdahale edilmiştir.

Örneğin, öne çıkan işçilerle bizzat ilgilenmek,onların politik eğitimini üstlenmek vb. türden birpratik içine girmek, “politik önderlik sorumluluğu”nun

gerekleriyle çelişmek bir yana, tersine, özellikle bugüniçin temel önemde bir ihtiyaçtır. Bugüne kadar öneçıkan ya da bu potansiyeli taşıyan işçilerle gereğinceilgilenilemediği için de, mevcut darlığımızı aşmaktazorlanıyoruz. Alttaki kadroların yetersizliği etkin birsınıf-kitle çalışmasını örgütlemeyi zora soktuğuölçüde, yerel önderlik kadrolarının bu vb. daha özelsorumluluklar üstlenmeleri, faaliyetteki tıkanıklığıaşmayı kolaylaştıracaktır.

Köklü bir zihniyet değişimi!

Saflarımızda elbette sorunların üzerine gitme veyüklenme çabası, bununla birlikte alınan bir mesafevar. Fakat bu hala da alışılmış tarzın sorunlarınınüzerine gitmenin ötesine geçemiyor, henüz çalışmatarzının köklü değişimi çerçevesinde kararlı biryönelim anlamına gelmiyor.

Çalışma tarzında köklü bir değişime yönelebilmek,yıllar içinde oluşan alışkanlıkları, ölçüleri ve kalıplarıgeride bırakabilmek öncelikle zihniyet değişiminigerektiriyor. Zira, sorunlar üzerine yoğunlaşma vegüçlü bir iradi yüklenme ancak köklü bir zihniyetdeğişimi üzerinden mümkündür.

Bu çerçevede saflarımızda yer yer kendinigösterebilen bazı zayıflıklara işaret etmek istiyoruz.

İçinden geçilen dönem, sınıf hareketinin verilidurumu vb. üzerinden nesnel güçlüklere ilişkindeğerlendirmelerimiz, bir rehavete ve sürecikendiliğinden gelişmenin akışına bırakan bir ruhhaline yol açabilmektedir. Sınıf çalışmasında sabırlı vesoluklu davranmak gerektiğine ilişkin vurgular, zaafve zayıflıklarımızın üzerine gidilmesini güçleştiren birrol oynayabilmektedir. Zayıflıklar partinin olağangelişme süreci içerisinde aşılabilecek sorunlarkapsamında görüldüğü ölçüde, sıçramalı gelişmeihtiyacına yanıt verebilecek bir yenilenmeyaşanamamaktadır.

Bir diğer etken ise, partinin sahip olduğu birikimve üstünlük alanlarıdır. Partinin hem bakış hem depratik yönelim planındaki üstünlüğüne rağmen nedensınıf-kitle çalışmasında başarısız kaldığımızsaflarımızda elbette tartışılmakta, fakat ihtiyaçlarayanıt veren bir sorgulamanın konusu halinegetirilememektedir. Partinin sahip olduğu üstünlükler,zamana gereğinden fazla güvenmeye, zamanıgeldiğinde harcanan emeğin sonuçlarını üreteceğidüşüncesiyle hareket etmeye yol açabilmektedir.

Ne yapıp edip hedefler üzerinden sonuç almayakilitlenen, bunun sorunlarına yoğunlaşan değil dahaçok emek harcamaya dayanan pratiğimiz de işimizizora sokan bir başka sorun alanıdır. Pratik faaliyetteyoğunlaşmak, yoğun emek harcıyor olmak, partininüstünlükleriyle de birleşince, manevi bir rahatlamaduygusu yaratabilmektedir.

Tüm bunların sonucu mevcut gidişatın giderekkanıksanması olmaktadır. Soruna ilişkin canlıtartışmaların yapılamaması bunun somutgöstergelerinden biridir.

Saflarımızda şu ya da bu ölçüde etkili olabilen buruh hali, yaklaşım ve davranış tarzı kesin bir biçimdeaşılmak durumundadır. Çünkü bugün tartışılan birpartinin olağan gelişme süreçlerinin sorunları değildir.Bu sorunun üzerine kararlılıkla gitmek, sonuç alıcımüdahalelerle partinin ileriye sıçramasına ayakbağıolan engelleri bir bir aşmak durumundayız.

Partinin 25 yıllık birikimi, üstünlükleri vekazanımları üzerinden yaşanan zorlanmaları aşmanınimkanlarına fazlasıyla sahibiz. Bu ise sorunlarıngerçek kapsamıyla bilince çıkarılabilmesi, güçlü biriradi yüklenmenin konusu olabilmesi, “gerçek bir sınıfpartisi olmanın bilinci, özgüveni ve iddiası ile sınıfkitleleriyle etkin bir birleşme çabası içine”girilebilmesiyle başarılabilir.

EKİM / Sayı: 287 / Şubat 2013 www.tkip.org

Page 20: Kızıl Bayrak 13-08

Kadın Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 201320 * Kızıl Bayrak

Devrimci Kadın Kurultayı, sol hareket ve ilericigüçlerin kadın sorunu konusunda yaşadığı savrulmanınderinleşmesi nedeniyle, kadın sorununu ve kadınınkurtuluş mücadelesini Marksizm’in ışığında ele almaihtiyacının ürünü olarak gündeme geldi. Haftalarcasüren hazırlıkların ardından 10 Şubat günü başarıylagerçekleştirildi.

Uzun bir dönemdir kadın sorununun tarihsel vesınıfsal özü karartılarak cinsiyet eşitsizliğineindirgenmesiyle yaratılan bilinç bulanıklığı giderekdaha da derinleşmektedir. Reformistlerin egemenolduğu sendika, kitle örgütü vb.’de kadınlarınörgütlenmesi adına emekçilerin birleşik mücadelesizedelenip tahrip edilmektedir. 8 Martlar’ın sınıfsal vetarihsel özüne uygun olarak kutlanması amacıyladokuz yıl önce yaşanan ayrışmada tutum alankimilerinin de reformist saflara yönelmesiyle, kadınsorunu çerçevesindeki ideolojik tahribat daha daartmaktadır. Gelinen yerde dünün devrimcileri defeminizmin etki alanında hareket etmekte, bununtaşıyıcısı olan reformistlerin peşindensürüklenmektedir.

İşte bu tablodan yola çıkan Devrimci KadınKurultayı, kadın sorununun tarihsel-sınıfsal kökeni ilekadının kurtuluşu mücadelesini Marksizm’in ilkeleriışığında ele alarak, komünistlerin soruna bakışını tokbir şekilde ortaya koymayı hedeflemiştir. Aynızamanda kadın sorunu üzerinden ideolojik donanımıngüçlendirilmesi, ilerici-öncü emekçi kadınlarındevrimci mücadele saflarına çekilmesi ve 8 Mart’ınsınıfsal ve tarihsel özüne uygun olarak kutlanmasıçabasının güçlendirilmesi bakışı ile hareket edilmiştir.

Devrimci Kadın Kurultayı, tek güne sıkışan biretkinlik olarak değil bir süreç olarak ele alınmış, canlıbir hazırlık çalışması ve politik faaliyet yürütülmüştür.Sınıf devrimcilerinin kadın sorununa yönelik devrimcibakışaçısı, çalışma alanlarında seminerler ve tartışmatoplantıları ile işlenmiştir. Kurultay tebliğlerininhazırlanması da önemli ölçüde seminer ve tartışmalarüzerinden gerçekleşmiştir.

Devrimci Kadın Kurultayı temelde kadınsorununda devrimci bakışaçısının ortaya konulacağıbir etkinlik olarak planlansa da, kurultay hazırlıksürecinde kadınların öne çıkan güncel sorunlarını(şiddet, emperyalist savaş hazırlığı vb.) kadınlarıngerçek kurtuluşu eksenine bağlayan çalışmalaryürütülmüş, aynı zamanda eylemli süreçlerörgütlenmiştir. Çalışma alanlarında kurultayın politikiçeriğinin tanıtılması amacıyla gerçekleştirilen evtoplantıları, ziyaretler, paneller vb. etkinlikleri, aynızamanda kadınların güncel planda yaşadıklarısorunların tartışıldığı zeminler olmuştur. Ancak emekçikadınların devrimci mücadele saflarına katılmasıhedefiyle yürütülen çalışmaların faaliyet alanlarıaçısından parçalı ve yer yer inişli-çıkışlı bir seyirizlediği ifade edilmelidir.

Kurultay çalışmasının bir diğer başlığını ise, 8 MartDünya Emekçi Kadınlar Günü hazırlığı oluşturuyordu.8 Mart’ta alınan tutumların kadın sorununa bakışındolaysız bir yansıması olduğu düşünüldüğünde,Devrimci Kadın Kurultayı sürecinin, 8 Mart’ın sınıfsalve tarihsel önemine uygun bir tazda örgütlenmesi, bu

çerçevede devrimci temelde taraflaştırma çabası önemtaşıyordu. Ancak kurultay iç gündemleri, ileri güçlereyönelik olarak 8 Mart’ın politik muhtevasına ilişkintartışma ve taraflaştırma çabasını belli açılardansınırlayabilmiştir.

Kurultayda tek renk kızıl!

Politik içeriği, teknik organizasyonu, katılımı vecoşkusu ile bir arada ele alındığında, hedefleriyleuyumlu ve başarılı bir kurultay etkinliğiningerçekleştirildiği rahatlıkla ifade edilebilir.

Farklı illerin katılımı olmakla birlikte, ağırlıklıolarak İstanbul’dan yüzlerce işçi ve emekçinin katılımıile gerçekleşen kurultay bileşeninin yarısını kadınemekçiler oluşturmuş ve etkinlik kadınların belirgininisiyatifi ile gerçekleşmiştir.

Görsel planda kızıllığın hakim olduğu kurultayelbette içeriği ile de “kızıl” rengini ortaya koymuştur.Kurultayın ilk bölümünde kadın sorunu, marksistbakışaçısı ışığında hazırlanan beş ayrı tebliğde elealınmıştır. “Kadın sorununun tarihsel kökeni vekadınların kurtuluşu”, “Kadın sorununa yaklaşımlar”,“Sosyalizm, kadının kurtuluşu ve tarihsel deneyimler”,“Kadınların mücadelesi ve örgütlenme sorunu” ve “8Mart’ın sınıfsal-tarihsel önemi ve 8 Mart tutumumuz”başlıklı tebliğlerde kapsamlı bir şekilde kadın sorunuişlenmiştir.

Kurultayın ilk bölümünde kadın sorunununideolojik-teorik çerçevesi ortaya konulurken, ikincibölümde kadınların örgütlenmesi ve mücadelesininsorunları ele alınmış, kadınların güncel sorunları veistemleri, kadınların gerçek kurtuluşuyla bağı içindeişlenmiştir. “Günümüzde kadınların güncel sorunları”başlığını taşıyan sinevizyon gösteriminin ardından,kadına yönelik şiddetten emperyalist savaşa, Kürtkadınlarına yönelik ulusal baskı ve eşitsizlikten işçikadınların sorunlarına, toplumsal mücadelenin farklıalanlarında (kamu emekçileri, mimar-mühendis vb.)yaşanan sorunlardan kadın ve erkek emekçilerinbirlikte mücadelesinin sorunlarına kadar bir dizi başlıküzerinden konuşmalar yapılmıştır. Sorunların ortayakonulmasının ötesinde mücadele perspektifi çizilmiştir.

Dolayısıyla, Devrimci Kadın Kurultayı vesilesiylebir kez daha, kadın sorununa devrimin ve sınıfmücadelesinin ihtiyaçları ekseninden bakıldığı ortayakonulmuş, kadın sorunu çerçevesindeki ideolojikmücadele emekçi kadınların örgütlenmesiperspektifiyle ele alınmış, somut görevlere başarıylaişaret edilebilmiştir.

Devrimci Kadın Kurultayı’ndandevrimci 8 Mart’a!

Solda tasfiyeciliğin derinleştiği, politik iddialarınzayıfladığı, devrim ufkunun karardığı bir dönemde,Devrimci Kadın Kurultayı ile, kadın sorunundaMarksizm’in ilkeleri ışığında şekillenen ve bugünkomünist harekette temsil edilen devrimci yaklaşımtok bir şekilde ortaya konulmuştur.

Bugün kurultayın somut çağrısı, devrimcidüşünceleri emekçi kadınlar içinde yaymak, onlarıdevrimci mücadeleye çekmektir. İlerici güçler içindereformist etkinin kırılmasının yolu da, emekçi kitleleriçinde devrimci fikirlerin kök salmasındangeçmektedir.

Önümüzdeki 8 Mart’a da kurultayın işaret ettiğigörevler ışığında bakmak gerekmektedir. Birincisi,emekçi kitleleri, somutta da emekçi kadınları,günümüz toplumunda kadınların karşı karşıya kaldığıen önemli sorunlara (kadına yönelik şiddet,emperyalist savaş ve saldırganlık, baskı, ezilmişlik,gericilik vb.) karşı mücadeleye çağıran, ancak gerçekkurtuluşun tüm bunların kaynağı olan kapitalistsömürü düzeninin alaşağı edilmesinden geçtiğiniortaya koyan bir mücadele hattı izlemek, güncelgörevlerimizin başında gelmektedir.

İkincisi, feminist-reformist anlayışın ilerici-solgüçler üzerindeki etkisini kırmak, 8 Mart’ın devrimcizeminlerde daha güçlü kutlanmasını sağlamakamacıyla etkin bir çaba göstermek gerekmektedir. 8Mart’ın tarihsel ve sınıfsal özü her fırsatta ortayakonulmalı, reformizmin yarattığı tahribat teşhiredilmelidir.

Devrimci baharı kucaklayabilmek için devrimci biriddiayla somut görevlere yüklenmeliyiz.

Devrimci Kadın Kurultayı’nın ardından...

Kurultay: Kadının kurtuluş mücadelesinindevrimci kürsüsü!

Page 21: Kızıl Bayrak 13-08

Kızıl Bayrak * 21KadınSayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Devrimci Kadın Kurultayımızı, kadının kurtuluşmücadelesini ve kadının yaşadığı sorunların çözümünüMarksizm’in ışığında ortaya koymak, kadın sorununucinsiyetçi temele indirgeyen reformist/feministanlayışlara karşı devrimci sınıf alternatifini yükseltmekamacıyla gerçekleştiriyoruz.

Kadının kurtuluşu mücadelesini bir kurultaydatartışmayı zorunlu kılan, uzun bir dönemdir solharekette kadın sorununda feminist çizginin belirginbir ağırlık kazanmasıdır. Bu savrulma, devrim vesosyalizm mücadelesinden uzaklaşmanın, kadınsorununa karşı alınan pratik tutuma yansımasındanbaşka bir şey değildir.

8 Mart kutlamalarında yaşanan ayrışmalardabelirgin bir hal alan bu çizgi, dünün devrimcilerinin,gelinen yerde burjuva bir akım olan feminizminpeşinde sürüklenmelerinin yolunu açmıştır. Bu vahimtablo, sınıf mücadelesini bölen ve parçalayaneğilimlere karşı her zeminde mücadeleninyükseltilmesini zorunlu kılıyor.

Her toplumsal soruna olduğu gibi, kadın sorununabakış da sınıfsal bir nitelik taşır. Feminist hareketintarihsel evrimine bakıldığında da bu gerçek net birşekilde görülür.

18. yüzyılın ortalarında kadının hak eşitliğiistemiyle ortaya çıkan, burjuva kadınlarının damgasınıvurduğu kadın hareketi, “oy hakkı, mülkiyet hakkı,eğitim hakkı, siyaset hakkı”nı talep ediyor, burjuvakadının burjuva erkeğiyle eşitliğini istiyordu. Toplumölçeğinde kadın haklarının insan haklarının bir parçasıolması ve kadınların hak eşitliği taleplerinin (burjuvave orta-burjuva kesimlerin talepleri olmakla birlikte)meşrulaştırılmasının ötesinde, burjuva kadınhareketinin kadınların hak kazanımlarına özel birkatkısı olmamıştır.

19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarında, işçi sınıfıpartilerinin yol göstericiliğinde, sınıf hareketinin birparçası olan proleter kadın mücadelesi gelişmeyebaşlamış ve o günden bu güne önemli kazanımlar eldeedilmiştir. Dolayısıyla, bugün kadınların sahip olduğutüm temel demokratik ve sosyal haklar, tam da kuruluburjuva düzene karşı gelişen sosyal-siyasalmücadelelerde, önemli ölçüde işçi hareketi sayesindeve işçi sınıfı partilerinin önderliğinde kazanılmıştır.

Feminizm burjuva bir akımdır

1960’lı yıllarda şekillenen feminizm ise, dönemintoplumsal hareketlilikleri ile bağlar kurmayıbaşarabilmiştir. Bu dönemde feministler, toplumsalcinsiyet rollerinin bütünüyle yıkılmasını ve tam bireşitliği savunmuşlar. Dönemin toplumsal hareketlerinede yaslanarak, kürtaj hakkı, doğum kontrolü vb.alanlarda kazanımlar elde etmişlerdir. (Aynı döneminsosyalist feministleri ise, bugünkülerden farklı olarakMarksizm ile bağ kuran daha özgün bir akımdı.)

Burada feminist hareketin tarihsel gelişim süreciniayrıntılı olarak ele almak gerekmiyor. Vurgulamakistediğimiz birinci nokta, feminist hareketin sınıfsalkarakteridir. Başlangıçta kadının hak eşitliğimücadelesi tümüyle burjuva kadınlara dayanmıştır.‘60’lı yıllardaki kadın hareketi ise orta ve küçükburjuva kadınlarına dayanmakla birlikte, burjuva kadınhareketinin uzantısı olarak şekillenmiştir. Ufku burjuvasınırların ötesine geçememiş, sorun, düzen sınırlarıiçinde kadının biçimsel hak eşitliği temelinde ele

alınmıştır.Vurgulanması gereken ikinci nokta ise, kadınların

en temel kazanımlarının işçi sınıfı ve onun partilerininmücadeleleri sayesinde elde edilmiş olduğudur.‘60’lardaki kısmi kazanımlar da, dönemin yükselentoplumsal hareketliliği ve onun devrimci dinamizmininetkisiyle sağlanabilmiştir.

Kadın sorununda feminizme savrulanlar, devrim iddialarını yitirenlerdir...

Türkiye’de ise süreç farklı gelişmiştir. 1980’deki12 Eylül faşist darbesi Türkiye’de toplumsal hareketingelişimi açısından önemli bir dönemeci ifade eder:Dünya ölçeğinde esen gerici, liberal dalga, Türkiye’defaşist darbenin yarattığı ağır baskı vegericilik, SSCB’nin çöküşü vb... Bu dönemkapitalizmin ebediliğinin kutsandığı, “sosyalizminöldüğü” naralarının atıldığı, koyu gerici bir dönemiifade eder. Türkiye’de feminizm, tam da bu gericidalganın, solda yarattığı tasfiyeciliğin ve yenilgininürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de feminizm, tam da bu gerici dalga ilesoldaki yenilgi ve tasfiyeciliğin ürünüdür. ‘80darbesinin ardından, geçmişte kimi sol örgütlerinbünyesinde yer alan kadınların, kendilerinin deyimiyle“sınıfsal, kimliksel farklılıklar parantez dışınaatılarak, tek bir ortaklıkla (kadınlık)” bir arayagelmesiyle ortaya çıkmıştır.

Dünyada da bu dönemde esen liberal gerici rüzgaraparalel bir feminist hareket şekillenir. ‘60’lı yıllardafeministler toplumsal cinsiyet rollerinin yıkılmasınıtalep ederken, bu dönemin feministleri tarafından buroller kabullenilir. Erkek kimliğinin eril bir iktidarasahip olmasından yola çıkılarak “ezen” olduğu ifadeedilir ve kadın kimliğinin “ezme” misyonu olmadığı,yaşatılması gerektiği söylenir. Mücadelesi de öncelikliolarak bu “eril iktidara” yani erkeğe yönelir.Türkiye’de ‘80’lerde ortaya çıkan feministler de, kadıncinsinin ezilmişliği temelinde erkek egemenliğine karşımücadeleyi esas alırlar.

Türkiye’de feminizm, sol harekette tasfiyecisavrulmanın derinleşmesiyle etki alanını genişletti.Halkçı küçük-burjuva devrimci akımların önemli birbölümünün “reformizm”e evrimi, ‘90’larınortalarından itibaren işçi hareketinin geri çekilişi ilebirlikte hız kazandı. Bu gelişme giderek toplumsalmücadelenin çeşitli alanlarında sonuçlarını üretti. Bualanlardan biri ise kadın sorunu ve mücadelesi oldu.Reformist sol akımlar feminist düşünce ile buluştularve “sosyalist feminizm” adı altında gerçekte “burjuvafeminizmi”ne yöneldiler.

Kürt hareketinin sistemle barışma çizgisineyerleşmesi ile bu tasfiyeci eğilim, bir-iki örnek dışındahalkçı akımların tümünü girdabına almıştır.Reformizmin bayrağı altında toplananlar, hızlı birbiçimde feminist çizgi ile buluştular ve “sosyalistfeminizm” söylemiyle, “sosyalizm” ile “burjuvafeminizmi”ni birleştirme çabasına girdiler.

Burjuvazinin egemenliğine boyun eğenler, “erkekegemenliğine” karşı mücadele ile teselli bulmayabaşladılar. “Emekçi kadın” mücadelesi, salt “kadın”mücadelesiyle, kızıl renk mor renkle yer değiştirdi.Dolayısıyla, bugün kadın sorununa yaklaşımdakisavrulmanın kaynağında, sol hareketin ağırlıklıbölümünün iktidar perspektifini yitirmesi ve devrim

ufkunun kararması var. 8 Martlar’da yaşanan tablo, buvahim savrulmanın yansımasından ibarettir.

Sonuçta, kadın ve erkeğin ortak mücadelesinidışlayan bağımsız bir kadın hareketi, birleşik emekçimücadelesini bölmeye ve kadın emekçilerinmücadelesini burjuva toplum sınırlarına hapsetmeyehizmet etmektedir. Böylece sadece kadın-erkek işçi veemekçilerin ortak mücadelesini değil, aynı zamandaemekçi kadın mücadelesinin kendisini de sakatlayıpzayıflatan bir rol oynamaktadır.

Kadın sorununun tarihsel ve sınıfsal özünü yoksayan, kadının ezilmişliğinin nedenlerine ve kökeninebakma yeteneğinden yoksun olan feminizm, kadınsorununu, kadın-erkek eşitsizliğine indirgemekte,sorunun sınıfsal boyutunu inkar etmekte, kadın-erkekeşitliğini kapitalist düzen temeli üzerinde biçimselhakların elde edilmesine indirgemektedir.

Sonuçta, sınıflar mücadelesinden bağımsız birkadın hareketini savunanlar, kadın emekçileri burjuvaufkunun dar sınırlarına hapsetmekle kalmıyor, sınıfınbirliği ve mücadelesini bölen, zayıflatan, sakatlayanbir rol de oynuyorlar. Hal böyleyken, bazılarının buçizgiyi devrim ve sosyalizm adına savunmalarını,ciddiyet ve samimiyet bunalımı içinde olduklarınınkanıtı saymak gerek.

Kadın sorununda biricik gerçek çözümbilimsel sosyalizmdir!

Kadın sorununun toplumsal bir sorun olduğunuortaya koyan Marksizm, tüm diğer temel toplumsalsorunlarda olduğu gibi kadın sorununda da gerçek veköklü çözümün, bu sorunu yaratan toplumsalkoşulların yok edilmesiyle olanaklı olacağını ifadeeder. Bu nedenle toplumsal düzenin ürettiği sonuçlarakarşı değil, temellerine karşı mücadeleyi esas alır.

Sınıf ilişkilerini, yani toplumsal koşulları yoksayarak cinsler arası ilişkileri açıklamak olanaklı değil.Marksist dünya görüşü, kadın sorunu ve cinsler arasıilişkileri sınıfsal temelleriyle ele alır. Cinsiyeteşitsizliğinin, sınıfsal eşitsizliğe dayanan toplumsalsistemin sadece bir parçası olduğunu ortaya koyar.

İşçi sınıfının ideolojisi olan bilimsel sosyalizm hemkadının sınıfsal ve cinsel ezilmişliğinin kaynağına hembu kölelikten kurtulmanın yollarına ışık tutar. Burjuvadüzen koşullarında kadının özgürlüğü ve eşitliğimücadelesine elbette gereken önemi verir, fakathukuksal planda çok ileri kazanımlar elde edilse bile,tam da sınıfsal ezilmişlikten dolayı bunların önemliölçüde kağıt üzerinde kalmaya mahkum olduğunu daortaya koyar. Zira kadının ezilmişliği hakyoksunluğundan değil kapitalizmin ekonomikkarakterinden kaynaklanır.

İşçi sınıfının felsefesi olan bu dünya görüşü,kadının kurtuluşunun yegane yolunun, kadın/erkek işçive emekçilerin özel mülkiyet ve sömürüye dayalıkapitalizme karşı sınıfsal temelde birleşerek mücadeleetmesinden geçtiğini söyler.

Kurultayımız vesilesiyle bir kez daha vurgulayalımki, işçi ve emekçi kadınların yeri, tüm işçi veemekçilerin olduğu gibi, kadın sorununun da gerçek vekalıcı çözümünü sağlayacak olan devrim ve sosyalizmmücadelesinin saflarıdır.

Kadının kurtuluşu sosyalizmde!Yaşasın devrim ve sosyalizm!

Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri-2

Kadın sorununa yaklaşımlar...

Page 22: Kızıl Bayrak 13-08

22 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013Kadın

Fransa’da 1870 yılı; ikinci imparatorluğun 1857 ve1867 iktisadi bunalımların ağır iktisadi etkilerinin yolaçtığı siyasi ve toplumsal sonuçlarla boğuşmasınatanıklık ediyordu. Bu süreçte gelişen sınıf mücadelesigrevlerle büyüyor, bu mücadele içerisinde işçi sınıfıkendi örgütlülüklerini yaratıyordu. İşçi sınıfınınmücadelesi ulusal sınırları aşıyor, “enternasyonal” herulustan işçi sınıfının birliğini sağlıyordu. İmparatorluğunkurtuluş yolu olarak gördüğü Fransa-Prusya Savaşı sonuhazırlayacaktı. Elbette bu savaş, sona giden yolu döşeyentaşlardan sadece biriydi ve denebilinir ki; ayırt edici teközelliği, oluşan toplumsal öfkeyi açığa çıkarıcı iticirolüydü.

Fransız işçi sınıfı, 1871 yılında, savaşın ağır yenilgisialtında imparatorluğu deviriyordu. Sürece yönetimiburjuvazinin temsilcilerine bırakacak denli hazırlıksızyakalansa da güçlerini toparlaması zaman almayacaktı.Ulusal savunma hükümetinin ihanetleri karşısında ulusalmuhafızı örgütleyecek ve ikili iktidarın baş gösterdiği budöneme 18 Mart ayaklanması ile Paris’in denetimini elegeçirerek son verecekti. Fransız işçi sınıfı, 1789 burjuvadevriminin üç renkli bayrağının gölgesinden sıyrılarakLyon barikatlarında akan kanlarının kızıllığınıbağışladıkları bayrağın altında artık kendi sınıf çıkarlarıiçin dövüşüyorlardı. Kızıl bayraklarını dalgalandırarakyükselttikleri bu savaşımda Paris Komünü’nü inşaederek iktidarı ele geçiriyorlar ve Marks’ın tabiriyle“göğü fethe” çıkıyorlardı.

Komüncüler’in içinde bulundukları tarihi günlerdeyaptıkları hatalar ve düşmanın kuşatması yenilgiyikaçınılmaz kılıyordu. Marks’ın ayaklanmadan önceyaptığı temkinlilik çağrıları boşuna değildi, ancakdövüşene selamda gecikmemiş, yenilgisi ya da zaferiyleişçi sınıfı tarihine deneyim bırakacak bu ayaklanma tümsosyalist-devrimcilerce sahiplenilmiş hatta Komünbarikatlarında omuz omuza saf tutulmuştu. Mücadeleyoluna bir kere çıkılmış, barikatlar kurulmuştu, bundangayrısı insanlık onurunun barikatlarda tabi tutulduğu birsınavdan ibaretti. Ve tarih; Fransız işçi sınıfı ile birlikteher ulustan sosyalistlerin bu sınavdan alınların akıylaçıktığını kaydedecekti.

Birbirleriyle boğaz boğaza verdikleri savaşınardından işçi sınıfının iktidarına karşı birleşen Prusya veFransız ordularının sayısal veniteliksel gücü altındaKomüncüler fiziksel açıdanyenilecek ancak Komün,bilimsel sosyalizm adına ortayaçıkardığı sonuçlar bakımındanzafere ulaşacaktı. Pere-LachaiseMezarlığı’ndaki duvar önündekurşuna dizilmek üzerezincirlenmiş ardı ardınasıralanarak yürütülen Komünarlarabir pencerenin seyrinden adananEnternasyonal Marşı ise işçi sınıfınıntok sesinde yankı bulacaktı.

Komün barikatlarında kadınlar

Paris sokaklarında kurulan barikatlarda işçi sınıfıkadın-erkek, çocuk demeden bir bütün olarakdövüşüyordu. 1800’lerin başından farklı olarak Komünbarikatlarında kadınların örgütlü birliği de sağlanıyordu.Kadınlar Birliği’nde örgütlü Parisli işçi kadınlar Komünbarikatlarında dövüşüyor, yaralıların tedavileriniüstleniyor, cephe gerisinde görev alıyordu. 18 Mayıs’ta“Emekçi Kadınlar Federasyonu”nu kuracak delegeseçimlerine katılım çağrısı yapılıyordu. Buörgütlenmelerin her bir aşamasında kadın öncülersorumluluklar alıyor ve erkek komünarcılar ile birliktebir bütün olarak Paris Komünü’nü savunuyorlardı.

“Paris’in savunulması ve yaralılara yardım içinKadınlar Birliği”nin kurucularından olan ve aynızamanda büyük bir toprak sahibinin kızı olan YelizavetaDimitriyeva Tomanovski; 1870’a kadar Rusya’dayaşamış ardından ise Avrupa’nın çeşitli ülkelerindebulunmuştu. En son Fransa’ya gelerek buradakimücadelenin bir parçası olarak, Uluslararası İşçiDerneği’ne bağlı olarak Kadınlar Birliği bünyesinde 11Nisan’dan 14 Mayıs’a kadar 24 genel toplantıdüzenleyen Dimitriyeva, kendi kurdukları barikatlardakahramanca çarpışan kadın müfrezesi içerisindeki her birkomünarcı kadın gibi Komün için dövüşecekti. Her nekadar yaşamı mücadeleyle geçse de Komününyenilgisinin ardından Rusya’ya kaçacak ve sürgünhayatında siyasal yaşantıdan uzaklaşarak kendi halindebir yaşam kurma yoluna gidecekti. Böyle olsa daDimitriyeva’nın adının hala bugün anılıyor olması onunsiyasi yaşamdan kopuşundan çok Komün günlerindegösterdiği örgütçü kimliğinin açığa çıkardığı başarılısonuçlardan ötürüdür. Bu bakımdan tarihte enderrastlanan öncü örgütçü kadınlar arasında adı saygıylaanılmaya hak kazanmıştır.

Louise Michel ise Komün öncesi ve sonrasıylahayatını mücadeleye adamış kadınlardandır. Komüngünlerinde “Kadınlar Birliği”ni örgütleyenler arasındayer almış bunun yanı sıra kadın meslek okulları ve laikyetimhaneler ile ilgili girişimlerde bulunmuştur. LouiseMichel’ın Komün’de özel bir isim olarak öne çıkaranolgu ise Paris’i silahsızlandırmaya ve kuşatmaya gelen

birlikleri karşılayan 18. ilçe güvenlikkomitesini Ferre ile birlikte yöneten isimoluşudur. Komün günlerinde LouıseMichel’in bir kadın olarak oynadığı rolüise Komün’ün yenilgisi ardından askeri

savcının Michel’e yüklediği suçlardanrahatlıkla görebiliriz:

“18 Mart’ta General Lecomte veClement Thomas’ın tutuklanmalarında

suç ortaklığı yapmak, ‘onları bırakmayın!’diyerek öldürülmeleri eylemlerine katılmak,

19 Mart’ta Belleville ve Villettemahallelerinin silahlandırılması

sorumluluğunu üstlenmek, bu eylemlersırasında ulusal muhafız üniforması giymek;Komün’ün ilan edilmesinden sonra Moralisationdes ouvrieres par le travail (Kadın

İşçilerin Çalışarak AhlaklıYaşaması

Komitesi) sekreteri olarak Comite Centrale de ı’uniondes Femmes’i (Kadınlar Birliği Merkez Komitesi)kurmak; komün’ü Versailles güçlerine karşı savunmaksöz konusu olduğunda, kadınlar arasında sağlık hizmetiveren ambülansçı, barikatlarda dövüşecek savaşçı, hattayangınlar çıkarmak üzere kundakçı bölükleri örgütlemek..... Devrim Kulübü başkanı olarak 18 Mayıs’ta alınanmahkemelerin kapatılması, ibadet özgürlüğününyasaklanması, rahiplerin tutuklanması, Blangui’ninserbest bırakılmasına kadar her 24 saatte Versaillestutuklularından birinin kurşuna dizilmesi kararlarınakatılmak; Issy, Clamart ve Montmartre çatışmalarındabilfiil yer almak.”

Genel olarak anarşist düşünceleri paylaşan ve yayanMichel, Komün’ün yenilgisinin ardından defalarca ölümcezalarına çarptırılmış, son olarak 1886’da kamuoyubaskısıyla mahkûmiyeti kısaltılarak serbest bırakılmıştır.Duvarların arasından özgürlüğüne kavuşan Michel,yazılarıyla, konferanslarıyla mücadelesini sürdürmeyedevam etmiştir, Komün’ün anılarını diri tutmayıbaşarmıştır.

Kadınlar için Komün

Paris Komünü 72 günlük kısa yaşamı boyunca işçi veemekçiler için birçok düzenlemeye imza atıyordu.Bunlar arasında fırıncılar için gece çalışmasınınyasaklanması, dinsel tarikat okullarının kapatılması,patronların ücretler üzerindeki ceza ve kesintiuygulamalarının yasaklanması, kiracıların ödemelerininaltı ay geciktirilmesi vs. sayılabilir. Tüm bunlariçerisinde kadınlara yönelik uygulamalarda hayatageçirildi. Savaşta ölen federelerin dul ve yetimaylıklarının ödenmesi, evli olan ve olmayan kadınlarla,meşru olan ve olmayan çocuklar arasında hiçbir ayrımgözetilmemesi, ilkokul öğretmenlerinin aylıklarınınyükseltilmesini öngören uygulama ile birlikte ilk olarakerkek ve kadınlar arasında eşit ücretin ilan edilmesi gibiolumlu bir dizi adım atılmıştır. Komün müfrezelerindeyönetici olarak rol oynayan kadınlara Komünseçimlerinde oy hakkı verilmemiş olması Komünarlar’ındönem içerisindeki politik yetersizlikleri ile açıklanabilirancak. Paris Komünü’nün, kuşatma altında yaşam vesavunma savaşımı verdiği 72 günlük iktidar dönemindeimza attığı dönüşümler, aldığı ancak hayata geçirmeyefırsat bulamadığı kararlar toplamı işçi sınıfıdiktatörlüğünün bu ilk nüvesinin politik ve pratikbaşarılarını oluşturduğu kadar yetersizliklerini vehatalarını da barındırıyordu.

Sonuç yerine...

Paris Komünü Komünist Manifesto’nun yolundayürüyerek işçi sınıfı diktatörlüğünü sosyalizmin bilimselsonuçlarına katmayı başarmıştı. Bundan sonra dostdüşman sınıfın gücünü ve yapabileceklerini görmüş,sınıfın iktidara uzanan nasırlı ellerini boğazlarındahisseden burjuvazi de bileklerinin gücünün farkına varanişçi sınıfı da sınıf savaşımında silahlarını bilemeyedevam edecekti.

Paris Komünü’nün ardından 46 yıl sonra Rusyatopraklarında işçi sınıfının iktidara uzanan yolundakimücadele Lenin’in yükselttiği “Bütün iktidarSovyetlere!” şiarında somutlanıyordu. Devrimcikalkışmanın fitilini ise Rus işçi kadınlarının “ekmek vegül” talebiyle sokakları doldurması tutuşturacaktı.

Tarihte kadın hareketleri / 3

Komün barikatlarında kadınlar

Page 23: Kızıl Bayrak 13-08

Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013 Ortadoğu

Halep kenti hem Suriye’nin hem de bölgenin enbüyük sanayi ve ticaret merkeziydi. Kökten dinciçeteler, geçen yılın ilk aylarında savaşı Halep’etaşıdılar. Kritik öneminden dolayı, kenti elegeçirmek için büyük bir yığınak yapan Özgür SuriyeOrdusu’na (ÖSO) bağlı çapulcularla kökten dinciçeteler, Türk sermaye devleti ve Körfez şeyhlerininçok yönlü desteklerine dayanarak tüm güçleriylekenti ele geçirmeye çalıştılar. Ancak başaramadılar.

Kent düşerse Baas yönetiminin yıkılacağınıvarsayan emperyalistler ve Ankara’dakiişbirlikçileriyle Körfez şeyhleri, ellerini ovuşturarakbeklediler. Bu amaçla kent ve çevresinde yığınakyapan silahlı çeteler savaşı Halep kentine taşıdılar.Geçen yılın ilk aylarında başlayan çatışmalar halendevam ediyor.

Orta sınıfla işçi sınıfının güçlü, Kürt ve Hristiyannüfusunun yaygın olduğu Halep’te, rejim karşıtıgösterilere katılım baştan beri sınırlıydı. Köktendincilerin etkili olduğu bazı mahalleler olsa da,Halep sakinlerinin çoğunluğu, Müslüman Kardeşlerveya diğer dinci çetelere destek vermedi. NitekimTürk sermaye devletinin etkin desteği veyönlendirmesiyle saldırıya geçen dinci çeteler,güçlerinin önemli bir kısmını bu kente yığmasınarağmen, Halep’in ancak bir kısmını elegeçirebildiler.

“Seçilmiş Kent” Halep düşürülemedi

Silahlı çapulcuların arkasında duran Katar, SuudiArabistan, Ankara’daki dinci-Amerikancılar veemperyalist güçler, Halep’i düşürüp Baas yönetiminiyıkma planını hayata geçirmek üzere, silahlıçapulcuları kentin üzerine saldılar; ama tüm çabalara

rağmen emellerine ulaşamadılar. Gelinen yerde buumutlarını yitirmiş görünüyorlar. Fakat yaklaşık biryıldan beri devam eden çatışmalar sonucu, kentinbirçok noktasının harabeye çevrilmesi konusundatam bir başarı sağladılar.

Kentin bir kısmının tahrip edilmesi, altyapınınenkaza çevrilmesi, hastane, okul gibi toplumsalhizmet kurumlarının büyük ölçüde işlemez halegetirilmesi, ticari işletmelerin tarumar edilmesi, AKPiktidarı tarafından desteklenen silahlı çetelerin“özgürlük” anlayışlarının göstergesi oldu. Halep’tekibinlerce fabrika ve atölyenin sökülüp Türkiye’yetaşınması ile bu gözü dönmüşlük doruğa çıktı.

Fabrika ve atölyelerin çalınıp Türkiye’yetaşınması, örneği az görülen bir pervasızlıkörneğidir. 1982 yılında İsrail işgal ordusu Beyrut’agirdiği zaman bile bu kadarını yapmamıştı. Siyonistişgalciler, mağazaları yağmalamakla yetinmişlerdi.Ama AKP iktidarı ve Körfez şeyhleri tarafındandesteklenen kökten dinci çeteler, Türk sermayedevletinin işbirliğiyle fabrika ve atölyeleri söküpTürkiye’ye taşıyarak, tam bir yağmacı olduklarınıtartışmasız bir şekilde ortaya koydular.

Yağma Birleşmiş Milletlergündemine taşınıyor

Halep’teki fabrika ve atölyelerin yağmalanması,Suriye tarafından açıklandığında AKP şefleri,iddiaları “yarım ağızla” yalanlamakla yetindiler.Suçlama büyük ama silahlı çetelerin Ankara’dakihamileri meseleyi büyütmemeyi tercih ettiler.Sessizlikle geçiştirerek olayın kapanacağınıhesaplıyorlardı. Ama öyle olmadı…

Görünen o ki, Tayyip Erdoğan’la müritleri bir kez

daha suçüstü yakalanacaklar. Zira Lübnan’da yayınyapan Al Mayadin televizyon kanalında canlıyayınlanan bir programa katılan Suriye CumhuriyetiBaş Müftüsü Ahmet Bedrettin Hassun, doğrudanTayyip Erdoğan’ın adını anarak, Halep kentinin Türkdevletinin desteğiyle silahlı çeteler tarafındanyağmalandığını, fabrika ve atölyelerin sökülüpTürkiye’ye taşındığını, tüm bunların belgelerininellerinde olduğunu belirtti. Yağma olayının BMgündemine taşınacağını belirten baş müftü, ellerindebulunan belgelerin BM’ye takdim edileceğini ifadeetti.

Meseleyle doğrudan ilgilenen Halep Sanayi veTicaret Odası (HSTO) ise, Suriye Dışişleri Bakanlığınezdinde girişimde bulunarak, yağma olayının BMgündemine taşınmasını istediler. Yağma olayınınarkasının bırakılmayacağını açıklayan HSTOyöneticileri, -Suriye’deki çatışmalar nasılsonuçlanırsa sonuçlansın- bunun hesabını mutlakasoracaklarını belirttiler.

Suriye Sanayi Odaları Birliği Başkanı Faris AlŞahabi’nin ifadeleri daha sert oldu. Arapça yayınyapan Rusya al Yevm televizyonunda canlı yayınakatılan Al Şahabi, binlerce fabrika, işletme veatölyenin makine ve teçhizatlarının sökülüp tırlarlaTürkiye’ye taşındığını, bin ton incirin de aynıyöntemlerle gasp edildiğini açıkladı. Olayların kayıtaltına alındığını, yüzlerce tanık bulunduğunu ifadeeden Al Şahabi, Tayyip Erdoğan’ın “Halep korsanı,Halep hırsızı” olarak anıldığını belirtti. Uluslararasımahkemelerde haklarını arayacaklarını ifade eden AlŞahabi, yağmalanan mallarının bedelini alabilmekiçin Tayyip Erdoğan ve hükümeti aleyhine davaaçacaklarını söyledi.

“Halep hırsızı, Halep korsanı” Tayyip Erdoğan

İşe üç bin işçinin çalıştığı büyük bir fabrikayıateşe vererek, bazı işadamlarının çocuklarını kaçırıpfidye isteyerek, bazılarını katlederek başlayan köktendinci çeteler, medyadaki tetikçilerin katkılarıyla suçuBaas yönetiminin üstüne atmaya çalıştı. Ama bu kirliplan tutmadı. Zira hem çeteler kendilerine destekvermedikleri için Haleplileri cezalandırdıklarınıaçıkça ilan ettiler hem yakıp yıkma, katliamlar,kaçırmalar ve yağmanın sayısız şahidi var. Zaten buçapta bir yağmanın gözlerden saklanması teknikolarak da mümkün değil.

Fabrikaların yakılması, işletme sahiplerininçocukları ve kentin farklı mesleklerden tanınmışsimalarının kaçırılıp katledilmesi veya ancak büyükmeblağlar tutan fidye karşılığında serbestbırakılması, Şam ve diğer kentlere taşınan mallarınyağmalanması, yakılan fabrikaların işçilerinin baskıve vaatlerle Özgür Suriye Ordusu veya dinci çetelerekatılmaya zorlanması… Çapulcu takımının bu türdenicraatlarının yaygınlaşması ve kentte yaşanan şiddetliçatışmalar sonucunda Halep’teki sanayi üretimi

Halep kentinin yağmalanmasından Erdoğan ve hükümeti sorumludur!

Page 24: Kızıl Bayrak 13-08

Ortadoğu24 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

durma noktasına geldi. Ticari merkez olan kenttemal taşıyan araçlarla depoların yağmalanması iseticareti de bitme noktasına getirdi.

Sınırın açık tutulması, çapulcu takımınınTürkiye’de eğitim görmesi, parası Körfez şeyhleritarafından ödenen silahların AKP iktidarıaracılığıyla silahlı çetelere aktarılması vb. olaylarabinlerce fabrika ve işletmenin yağmalanması daeklenince, Suriye halkında Tayyip Erdoğan vehükümetine karşı büyük bir tepki oluştu.

Halep’teki olaylar ve yağma ile ilgili Lübnan AlAkhbar gazetesinde yayınlanan Basel Dayub imzalı“Suriye sanayisinin kalesi böyle ufalandı” başlıklımakalede, Halepliler’in Tayyip Erdoğan’ınfotoğrafına bakarak “Halep hırsızı” dedikleriniaktarıyor. Gazeteye konuşan Halep Sanayi Odasıyetkilileri, binlerce işletmenin, Türk devletinindesteğiyle yağmalandığını, zararın ise, 300 milyarSuriye lirası boyutuna ulaştığını, bunun sonucundaHalep’teki işletmelerde çalışan 500 bini aşkınişçinin büyük çoğunluğunun işsiz kaldığınıbelirtiyorlar.

Halep halkının AKP şefini böyle anması anlaşılırbir durum. Silahlı çetelerin AKP iktidarındanaldıkları sınırsız destek herkesin malumu idi. Amaolay bundan ibaret değil. Aralarında büyükfabrikaların da bulunduğu binlerce işletmeninmakinelerinin sökülüp Türkiye’ye taşıması büyükbir organizasyon demektir. Açık ki, böyle birorganizasyon ancak Türk devletinin işbirliği vedoğrudan katkısı sayesinde mümkün olmuştur. İştebu aleni suç ortaklığı, Tayyip Erdoğan’a “Halephırsızı/Halep korsanı” unvanı kazandırmıştır.

Pazar alanları açmak veihale alabilmek için yakıp yıkmak!

AKP iktidarı ile Körfez şeyhlerinin oluşturduğukarşı-devrimci koalisyon ve emperyalistler birkaçayda Baas yönetiminin defterini dürmeyiumuyorlardı. Ancak bu hesap tutmadı. Tam birhezeyana düşen AKP şefleri, defalarca Beşar Esad’ahaftalarla sınırlanmış ömürler biçtiler. Ama nafile!..

Yanlış hesapları Şam’dan dönüp, bölgesel dışpolitikaları ise iflas edince iyice saldırganlaşan AKPiktidarı, Suriye’yi yakıp yıkma stratejisinin başdestekçisi oldu. Bu strateji ile bir taşla birkaç kuşvurma hesapları yapıldı: İlki, Baas yönetiminiekonomik açıdan zayıflatmak, böylece işsizliğin,yoksulluğun ve açlığın had safhaya ulaştırılması;ikincisi, sanayi üretiminin sabote edilmesi veticaretin durması ile oluşan pazarı, AKP destekçisikapitalistlere açmak, üçüncüsü ve geleceğe dönükolanı ise, harabeye dönen kentlerin yeniden inşasısırasında oluşacak pastadan, ihaleler yoluyla büyükbir pay kapabilmek...

Sanayi ve ticaret kenti Halep’in özel olarak hedefseçilmesi bu sefil hesaplara dayanıyor.

Bu politika Türk burjuvazisi ve onun vurucugücü AKP iktidarına has bir özellik değildir.Emperyalist saldırganların klasikleşmiş taktiğidir.Zira tahrip edilen bir ülkenin yeniden inşası, büyükkapitalist şirketler için yağlı ihaleler demektir.Nitekim AKP şefleri, şimdiden Suriye’nin yenideninşasında oluşacak pastadan büyük bir pay almayahazırlandıklarını beyan ediyorlar. Eğer AKPdestekçisi kapitalistlerin payına yağlı ihalelerdüşecekse, Halep şehri neden yakılıp yıkılmasın ki?

Suriye’nin içişlerine pervasızca müdahale edenAmerikancı AKP iktidarı, “kimse benden hesapsoramaz, ne de olsa emperyalist/siyonist plana görehareket ediyorum” havalarındaydı. Kuşkusuz ki, butürden ağır suçların hesabını ancak halklar sorabilir.Ama görünen o ki, Halep kentininyağmalanmasındaki suç ortaklıkları, AKP şeflerininbaşına bela olabilir.

Solun önde gelen liderlerinden Şükri Belayid’inkatledilmesi, dinci Nahda hükümetine karşı birikenöfkenin sokaklara taşmasına neden oldu. TayyipErdoğan’ın AKP’sini örnek alan Nahda’nın ekonomi,dış politika ve toplumsal hareketi şiddetle ezmekonusunda, devrik diktatör Bin Ali’nin izindengitmesi, kısa sürede Tunuslu işçi ve emekçilernezdinde teşhir olmasını sağladı.

Dinci Nahda’nın günahları bundan ibaret değil.Kökten dinci Selefilerle işbirliği yapan Nahdahükümeti, oluşturduğu “sivil” silahlı çetelerle işçiler,emekçiler ve muhalifler üzerinde terör estiriyor.Grevdeki işçiye saldıran, gazete büroları basan,sol/sosyalist partileri ve liderlerini hedef alan buçeteler, ortalıkta elini kollunu sallayarak geziyor.

Belli ki, Nahda ve işbirlikçileri, iktidarı bir an önceele geçirme ve tüm muhalifleri zorbalıkla susturmahevesine kapılmıştı. Uzun yıllardan sonra iktidarı elegeçirme fırsatı bulduğunu var sayan Nahda’nınşefleri, bu işi bir an önce sonuca bağlamayaçalıştılar.

Oysa unuttukları çok önemli bir şey vardı;Tunuslu işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar iki yılönce isyan etmiş ve diktatörü devirmişlerdi. 25 yıllıkdiktatörü devirenler, çiçeği burnunda diktarejimlerine boyun eğecek değillerdi elbet. Nitekimeğmediler…

Sokak gösterileri, grevler, direnişler, hükümetikısa sürede düşürdü. Nahda ile koalisyon hükümetikuran dekor partiler dağılma noktasına geldi. Nahdaise, hem hareketin genel başkanı hem başbakanolan Hamadi El Cibali ile ayrı düştü. Bundan dolayıNahda’nın da parçalanabileceğine dair rivayetlerdolaşmaya başladı.

Rüzgarın ters esmeye başladığını fark edenNahda şefi Raşid Gannuşi, iktidara sımsıkı yapışmayaçalıştı. Destekçilerine çağrıda bulunarak sokaklardagövde gösterisi yaptırdı, hükümetin seçilmiş olduğugerekçesiyle, Cibali’nin, krizi aşmak için teknokratlar

hükümeti kurma önerisini reddetti, muhalifleri BinAli yönetiminin artıklarıyla işbirliği yapmakla suçladıvb. Fakat tüm bunlara rağmen, Nahda ağırlıklı birhükümet kurmaya muvaffak olmayan Gannuşi,Cibali’nin fikir değiştirmesini de sağlayamadı.Başbakanlıktan istifa eden Cibali, tüm siyasalgüçlerle ortak toplantı düzenlenmesini ve bir geçişhükümeti kurulması gerektiğini açıkladı. Cibali, ilkdefa silahlı milislerin dağıtılması gerektiğini de kabuletti. Oysa Nahda, silahlı çeteler oluşturduğunureddediyordu.

Güçlenme trendi yakalayan ilerici-solmuhalefetin önemli bir bölümünü kapsayan “HalkCephesi” ile diğer muhalif partiler, Nahda ağırlıklı birhükümete destek vermeyeceklerini, tüm taraflarınkatılımıyla bir “ulusal kurtuluş hükümeti”kurulmasını istiyor. Taraflar henüz bir anlaşmayavarmış değil. Ancak Cibali’nin, muhalefetin serttepki gösterdiği silahlı milislerin dağıtılmasıgerektiğini savunması, ilerici-sol muhalefetin baskısıaltında olduğuna işaret ediyor.

Nahda’nın iktidarda kalma konusunda ısrarlıolması halinde, Tunus’un iç çatışma ve kaosasürükleneceği yönünde yorumlar yapılırken, ilerici-sol muhalefetin liderleri mücadelede ısrarlı/kararlıolduklarını, devrimin kazanımlarını korumaya vegeliştirmeye devam edeceklerini ilan ediyorlar.

Tunus’un en büyük sınıf örgütü olan Tunus Genelİşçi Birliği Sendikası lideri Hüseyin El Abbasi’nin,olaylara seyirci kalmayacakları yönündekiaçıklaması, genelde Nahda karşıtı muhalefeti,özelde ise sos/sosyalist parti ve hareketlerigüçlendiriyor.

Tunus toplumsal ve siyasal alanlarda hareketligünler yaşıyor. İsyan halinin devam ettiği ülkede,sol/sosyalist güçlerle işçi sınıfının dinamikkesimlerinin mücadele alanlarında buluşmasısağlanabilirse, Tunus’ta işçi ve emekçiler lehine yenigelişmelerin yaşanması kaçınılmaz görünüyor.

Tunus’ta hareketli günlerdevam ediyor…

Page 25: Kızıl Bayrak 13-08

Ortadoğu Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013..

İslamcı Hamas gerici rejimlerin saflarında!

İslami direniş hareketi diye anılan Hamas, halenFilistin direniş hareketinin bileşenlerinden biri kabulediliyor. İsrail ordusunun geçen yılın sonhaftalarında Gazze’ye karşı giriştiği saldırınınpüskürtülmesinde önemli bir rol oynadığı da kabulediliyor. Gazze’deki direnişçi damardan beslenenHamas, dini esaslara dayalı geri ideolojik çizgisindendolayı, farklı uçlara savrulmaya müsait bir yapıdadıraynı zamanda.

2007’de yapılan seçimlerden sonra Gazzebölgesinin kontrolünü ele geçiren Hamas’ın kurduğuyönetim, anti-demokratik bir polis rejimi olmanınötesine geçemedi. Bölge devletleriyle kurduğuilişkilerde de yalpalayan Hamas -merkezi, yakınzamana kadar Suriye’de olmasına rağmen- Mısır,Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi bölgeninAmerikancı rejimlerine yakın durdu.

Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olanHamas’ın Amerikancı rejimlerle ilişkisi yeni değilelbet. Ama son aylarda, -Mısır’ın yanısıra- bölgegericiliğinin merkezi güç odağı haline gelen Türkiye-Katar-Suudi Arabistan üçlüsüyle özel bir yakınlıkkuran Hamas, Suriye’deki olayların şiddetlendiği birzamanda, merkezini Şam’dan taşıdı. Siyasi lideriHalit Meşal da Suriye’yi terk etti.

Suriye’den çıkışı, bu ülkedeki olaylara bakışaçılarının Baas yönetimi ve İran’dan farklı olmasıylaizah eden Meşal, yerleşmek için neden Katar’ı tercihettiğine dair ise, herhangi bir açıklama yapmadı.

Farklı bir dönemde Katar’a gitmiş olsaydı -ki, bumümkün değildi. Zira Suriye’deki olaylar olmasaydıKatar ne Hamas’a ne liderine kapılarını açardı- bu,olağan bir olay olarak karşılanabilirdi. Ancak Kataremirinin, gelinen yerde, Arap halklarının direnişininyolundan saptırılması ve daha da kötüsüemperyalizmin ve gerici güçlerin elinde bir oyuncağaçevrilmesi noktasında oynadığı uğursuz rolortadayken, Katar’a taşınmak, siyasi bir tercihinürünü olabilir ancak.

Kökten dincileri finanse ederek halkların başınamusallat eden bir despotun kanatlarının altınasığınmak, ilkeli bir direniş hareketinin, hele deFilistinli bir direniş hareketinin işi olamaz. Bunarağmen bu gerçekleştiyse, dini temeller üzerinde inşaedilen bir hareketin, direnişçi de olsa, kritik anlardailkesel bir tutum alma ufku ve gücünden yoksunolmasıyla açıklanabilir ancak. Zira olaylara diniaçıdan bakanların pusulayı şaşırmaları kaçınılmazdır.Hamas’ın sonunda vardığı yer de burası oldu.

Dinci bir akımın gerici güç odaklarıyla aynısaflarda yer alması şaşırtıcı değil. Bilakis, işin doğasıgereği, böylesi akımların yeri gericiler cephesidir.Buna karşın onu var eden koşullar ve hareketindayandığı toplumsal taban, Hamas’ı belli açılardanfarklı kılıyordu.

Filistin direnişinin en güçlü kalesi kabul edilenGazze’de kurulan Hamas, ilk döneminde direniştenuzak duran bir hareketti. Birinci İntifada dalgasınabinerek yükselen hareket, alttan gelen basınçla,direnişçi bir çizgiye kaydı. Çelişkilerin sertyaşandığı, siyonist işgale ve sosyal sorunlaryumağına karşı biriken öfkenin militan direnişlerledışa vurduğu bu küçük toprak parçasında, siyasalvarlık gösterebilmenin tek yolu, siyonist işgale ve

işgalciye karşı direniştir. Kuruluş döneminde Hamas, siyonist işgalcilerin

cömert hoşgörülerine mazhar olmuştu. İsrail’e göre,Marksizm’in etkisi altında olan Filistin’in direnişçisol örgütlerini zayıflatmak için İslamcı Hamas,bulunmaz bir nimetti. Nitekim -başlangıcında pek birrolü olmamasına rağmen- birinci intifada dalgasınabinmeyi başaran Hamas, 90’lı yıllarda, Gazze’nin engüçlü hareketi olmayı başardı. Direnişçi damardanbeslenerek güçlenen Hamas, siyonist işgale karşıkayda değer bir direniş odağı oldu. Dinci birhareketin Gazze’de güçlenmesi, sadece El Fetih’indeğil, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) gibidevrimci hareketlerin de zayıflamasında rol oynadı.

Direnişin yanısıra, Körfez şeyhlerinden aldığıcömert yardımlar sayesinde bir sosyal yardım ağı daoluşturan Hamas, 2007’ye gelindiğinde, Gazze’ninyönetimini ele geçirecek güce ulaşmıştı. Ama bugüçlenmeye dayanarak El Fetih’le iktidar savaşınatutuşan Hamas, bir çeşit darbe ile Gazze’ninyönetimini ele geçirdi. Bu ise, Gazze ile El Fetihyönetimindeki Batı Şeria’ın birbirinden ayrılmasınaneden oldu. Olayların bu aşamaya gelmesinde ElFetih’in en az Hamas kadar payı olduğu bir gerçek.Fakat Hamas’da artık bir iktidar gücü olarak hareketediyor ve Gazze’yi polisiye bir rejimle yönetiyordu.

Defalarca yapılan görüşmelere, “anlaştık,birleşeceğiz” türünden açıklamalara rağmen, Filistinhalen kendi içinde parçalı durumdadır. Bugünlerdeise, yakında yapılacak seçimlere hazırlanan Hamas-El Fetih ikilisinin önceliği, bu seçimlerden galipçıkmak. Oysa Filistin halkının sorunları da gündemide farklıdır. Hamas-El Fetih ikilisinin gücü, halenFilistin direnişini tek bayrak altında birleştirecekdevrimci bir hareketin olmamasından kaynaklanıyor.Onlar da İsrail’le uğraşmaktan çok birbiriyledidişiyorlar.

Son günlerde çıkan haberlerde ise, Hamas’ınMısır aracılığıyla İsrailli heyetlerle görüşmelerebaşladığı belirtiliyor. Görünen o ki, bu görüşmeleri

kabul eden Hamas, Amerikancı rejimleri memnuneden adımlar atmaya başladı.

Gelinen aşamada, bölge halklarını hedef alanemperyalist/siyonist planın -Suudi kralı ve TayyipErdoğan’la birlikte- en küstah savunucusu olan KatarEmiri, aynı anda Hamas’a kol kanat geriyor. Suriye-İran koalisyonundan uzaklaşıp, merkezini Katar’ınbaşkenti Doha’ya taşıması, Hamas’ı Katar emiriningözdesi yapmış görünüyor.

Hamas’ın içinde düştüğü vahim durum, direnişçide olsalar, dini ideolojiyi temel alan hareketlerin,aşma gücünden yoksun oldukları yapısal zaaflarıhakkında fikir veriyor. Varılan nokta, halen Filistindirenişinin bir paçası kabul edilen Hamas’ın,emperyalizmin en berbat işbirlikçileri tarafındannasıl yönlendirilebildiğini göstermesi açısından ibretvericidir.

Page 26: Kızıl Bayrak 13-08

Dünya26 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Mısır’da direniş yeniden yayılıyor

İsyanın ikinci yıldönümü olan 25 Ocak’taMısır’da başlayan kitle eylemleri, grevler, direnişler,gösteriler devam ediyor. Müslüman Kardeşler’in(İhvan) maskelerinden soyunmasına neden olan sonolaylar, safların netleşmesini sağlıyor. İhvanyönetimi, Hüsnü Mübarek’in izinden gideceğini,farklı bir politika izleme derdi, isteği, gücüiradesinden yoksun olduğunu kısa sürede ispatladı.

Böyle bir yönetime işçilerin, emekçilerin, -Mısır’da halen büyük bir oran oluşturan- yoksulköylülerin, genç kuşakların ve sık sık vahşisaldırılara maruz kalan kadınların güvenmesimümkün değil. Kitlesel, militan eylemlerin devametmesi, Port Sait’teki direnişin genel grevi içerecekşekilde genişlemesi, aralarında başkent Kahire veİskenderiye’nin de bulunduğu beş kentte 22Şubat’tan itibaren direnişin yeniden başlayacağınınilan edilmesi vb. Tüm bunlar İhvan yönetimine karşıbiriken öfkenin yansımalarıdır. Bu arada olaylarıngelişimi, dinci koalisyonda çatlama sinyali vermeyede başladı. Son günlerde İhvanla Selefiler arasındayaşanan sert polemikler basına da yansımaya başladı.

Hüsnü Mübarek döneminde bile işçi veemekçilerin grevlerine, direnişlerine düşmancasaldıran Müslüman Kardeşler, iktidara gelince,eylem yapan herkesi “eski rejim artığı” ilan etmeyebaşladı. “Siz eski rejimin artıklarısınız ve devrimibaltalamaya çalışıyorsunuz” demagojisine başvuranİhvan yönetimi, yürüyüş ve gösterilere saldırarakonlarca cinayet işlemekten kaçınmadı.

Oysa eski rejimin artıklarıyla, daha da önemlisieski rejimin ordusuyla koalisyon kuran İhvan, eskirejimin şeflerini de birer birer serbest bırakmayabaşladı. Görünen o ki, yakında Hüsnü Mübarekdahil, -önceki suçları bir yana- isyanda 1000’denfazla gencin katledilmesinden sorumlu olanlarıntümü serbest bırakılacak.

Tutuklanan bakanların bir kısmını serbest bırakanİhvan, belli ki, bunları geleceğin müttefiki olarakgörüyor. Demokratik hak ve özürlükler içinmücadele eden iş, aş, özgürlük isteyen gençlerizindanlara kapatıp işkenceden geçiren İhvanyönetimi, 25 Ocak isyanına katılan gençlerinkatledilmesinden sorumlu olanları ise, serbestbırakıyor.

Eski rejimin şeflerinin serbest bırakılması, dinci-gerici İhvan yönetiminin müttefik arayışı olarakdeğerlendiriliyor. Henüz iktidara iyice yerleşmedenbu kadar sert bir toplumsal muhalefetle karşılanİhvan yönetiminin karşı-devrimci müttefiklereihtiyaç duyduğuna kuşku yok. Hele de Selefilerlearalarının açılmasının da gündeme gelmesindensonra.

Görüldüğü üzere İhvan yönetiminin şefleri,karşı-devrimin temsilcisi olduklarını gizlemiyor vegerektiğinde Mübarek rejiminin artıklarıyla ittifakyapıp toplumsal hareketi ezmeye girişebileceklerininsinyalini vermeye başladılar.

Bu hazırlık, İhvan şeflerinin işçi ve emekçilerdengelen meydan okumaların farkına vardıklarınıgösteriyor. Eski rejim artıklarını salıvermelerinin, budeğerlendirmeden bağımsız gündeme gelmesi olasıgörünmüyor. Kitlelere şirin görünmek için olsa bile,devrik rejimin artıklarını hapiste tutmak İhvan için

amaca daha uygun olurdu. Hal böyleykenemekçilerin tepkisini daha da arttıracak bir tercihtebulunulması, İhvan yönetiminin eski rejimartıklarıyla ittifak yapma ihtiyacıyla izah edilebilirancak.

Dinci-gerici iktidarın bu korkuları yersiz değil.Zira Mısır’da işçi sınıfı ve emekçilerin ilerikesimleri ile 25 Ocak isyanında yükselttiklerişiarların arkasında duran genç kuşaklar, uzun soluklubir mücadeleyi örgütleyebilecek birikim ve deneyimesahipler. Ülke ticaretinin önemli bir merkezi olanPort Said işçilerinin greve gitmesi bile, İhvancıCumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve adamlarınıkorkutmaya yeter. Bu eylemlerin Kahire veİskenderiye’ye yayılma ihtimalleri ise, İhvanyönetiminin kabusudur.

Eğer planlandığı gibi, bir süreden beri direnişteolan Port Said’in yanısıra başkent Kahire veİskenderiye’nin de aralarında bulunduğu beş kenttedireniş yeniden başlarsa, İhvan yönetimi iyiceköşeye sıkışacak. Bununla birlikte, Mısır’daönümüzdeki günler, her hâlükârda hareketli olacaktır.

“Özgürlük Tutsakları” açlık grevinde, Filistin halkı sokaklarda!

İsrail zindanlarında bulunan 5 bine yakın Filistinlitutsaktan 800’ü, 20 Şubat’ta açlık grevine başladı.Aylardır süresiz açlık grevini sürdüren dokuz tutsakladayanışma ve siyonist rejimin zindanlarda estirdiğivahşi terörü protesto etmek amacıylagerçekleştirilen açlık grevi, dokuz tutsağın hayatınıkurtarmayı da hedefliyor.

Dayanışma açlık grevine katılan farklı direnişçiörgütlere mensup 800 kişi, aylardır süresiz açlık grevieylemini sürdüren tutsakların taleplerinin kabuledilmesini istiyor. Haklarında mahkumiyet kararıbulunmayan veya serbest bırakıldıktan hemen sonrakeyfi bir şekilde tekrar siyonist zindanlara atılandokuz tutsağın talebi, serbest bırakılmak.

Irkçı-siyonist rejimin “idari tutukluluk” adınıverdiği bir uygulamaya dayanarak, yüzlerce Filistinli,haklarında hiçbir resmi suçlama veya mahkeme kararı bulunmadan, yıllarca İsrail zindanlarında tutuldu.Süresiz açlık grevini sürdüren tutsaklar da, bu faşist uygulamanın kurbanlarından.

Geçerken belirtelim ki, İsrail’e, “Ortadoğu’nun tek demokratik devleti” payesi vehmeden batılıemperyalistler, tüm yasa, kural ve uluslararası anlaşmaları ayaklar altına alan bu faşist uygulamaya dair enufak bir itirazda bulunmuyorlar.

Dayanışma açlık grevi, İsrail devletinin bu faşist uygulamasını dünya kamuoyu nezdinde teşhir etmeninde vesilesi sayılıyor. Açlık grevi, bir kısmı ölümün eşiğinde bulunan dokuz tutsağın sorunlarının yanısıra, birbütün olarak Filistinli tutsakların İsrail zindanlarında maruz kaldıkları vahşi icraatları uluslararasıkamuoyunun gündemine taşıma çabalarına ivme de katıyor. Nitekim Filistinli diplomatlar sorunu BMgündemine de taşımaya hazırlanıyorlar.

Açlık grevi devam ederken, kuşatma altındaki Filistin kentlerinde ise tutsaklarla dayanışma eylemleriyoğunlaştırıldı. Bazı kentlerde açlık greviyle dayanışma çadırları kuran tutsak yakınlarıyla Filistinli tutsaklarınsorunlarıyla ilgilenen örgütler, her gün eylem yapıyorlar.

Tutsakları, İsrail işgaline karşı direnişin ve özgürlüğün simgesi kabul eden Filistin halkı, ırkçı-siyonizmekarşı direnenleri yüceltiyor, onların mücadelesinin kazanımla sonuçlanması için dayanışma eylemleriylezindanlar sorununu gündemde tutuyor.

“Özgürlük tutsaklarına özgürlük!” şiarıyla gerçekleştirilen dayanışma eylemlerinin, tutsakların taleplerikabul edilene kadar devam edeceğini belirten tutuklu yakınları ile konuyla ilgili örgütler, İsrail’in zindanlardaestirdiği terörü teşhir etmeye de devam edeceklerinin altını çiziyorlar.

Page 27: Kızıl Bayrak 13-08

Dünya Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

İşçi ve emekçiler dünyanın bir çok yerinde ayağakalktı. Avrupa ülkelerinde işçiler, kapitalist krizinfaturasının kendilerine kesilmesine karşı sokağa çıktı.Grev ve eylemlerle öfkelerini alanlara akıttı.

Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da emekçiler, on yıllardırbaskı ve zorbalıkla saltanatını sürdüren diktatörlerindevrilmesinin ikinci yılında bir kez daha diktatörlüğe vediktatörlere karşı alanları doldurdu. Halkayaklanmalarının kazanımlarına sahip çıkan emekçilerazgın polis saldırılarıyla sindirilmek istendi. Fakat yanıtbir kez daha direniş oldu.

Yunanistan’da yılın ilk genel grevi

Yunanistan’da işçi ve emekçiler 20 Şubat’ta yılın ilkgenel grevini gerçekleştirdi. 24 saatlik grev nedeniyleülkede toplu taşıma araçları çalışmadı, okullar ve devletdaireleri kapalı kaldı.

Yapılan genel grev “kurtarma paketi” kapsamındaYunanistan’a kredi sağlayan ve emekçilere sefaletdayatan kuruluşların temsilcilerinin Atina’ya yapacaklarıziyaretin birkaç gün öncesine rastlıyor.

Bulgaristan’da hükümet düştü

Bulgaristan’da elektriğe yapılan zammın ardındanemekçiler alanlara çıkmış, ülkenin dört bir tarafındayapılan eylemlere onbinlerce kişi katılmıştı. Polisineylemle saldırması sonucunda 25 kişi yaralanmıştı.

Emekçilerin tepkisi karşısında zamların geriçekileceğini açıklayan hükümet, enerji sektörününözelleştirilmesinin ardından fiyatları arttıran yabancışirketleri de cezalandıracağını belirtmişti. Ancak bunlaremekçilerin öfkesini dizginlemeye yetmedi.

Bunun üzerine Bulgaristan hükümeti istifasınıparlamentoya sundu.

Tunus başbakanı istifa etti

Tunus’ta ilerici lider Şükrü Belaid’in suikastleöldürülmesinin ardından emekçilerin sokakları kuşatmasıhükümeti devirmişti. Tunus Başbakanı Hammadi Cibaliise hükümetin devrilmesinin ardından teknokratlarhükümeti kurma girişiminde bulunmuş, ancak bugirişimi koalisyon partileri tarafından kabul görmemişti.

Başbakan, mensubu olduğu İslamcı An-Nahdapartisinin teknokratlar hükümeti kurma planına destekvermemesi üzerine istifa etti.

Mısır’da sivil itaatsizlik sürdü

Mısır’da üçüncü gününe giren “sivil itaatsizlik”eylemlerinde, Port Said kentindeki emekçiler SüveyşKanalı’na giden yolları, limandan gelen kargoaraçlarının geçişini engellemek amacıyla kapattı.Tersane yetkilileri, eylemlerin devam etmesi halindeMısır ekonomisinin milyonlarca dolar zararauğrayacağını dile getirdi.

Eylemciler, geçen ay kentte düzenlenen ve yaklaşık40 kişinin ölmesi, 150 kişinin yaralanmasıylasonuçlanan olaylarla ilgili davaya bağımsız yeni birhakimin atanmasını talep ediyor.

Hindistan’da iki günlük grev

Hindistan’da sendikaların fiyat artışlarına karşı ilanettiği iki günlük genel grevden dolayı kamu ulaşımı vebankacılık sektöründe hayat durdu. Grevin ilk günündeözellikle akaryakıt fiyatının yükselmesine öfkeli işçilertrafiği keserken polis ile çatışmalar yaşandı. Bu sırada birsendika lideri öldürüldü.

ABD tarihinin en büyük çevre eylemi

ABD’nin iklim politikasına karşı, 17 Şubat’ta ABDtarihinin en büyük çevre eylemi yapıldı. Emperyalistdevletin uyguladığı çevre yıkımı politikaları protestolarınhedefindeydi.

Kar amaçlı kapitalist üretimin gezegenimizingeleceğini tehdit ettiği görüşünün dile getirildiğieylemlerde, çevre için yeni bir felaket anlamına gelenkatran enerji üretiminin ve taşınmasının durdurulmasıtalep edildi.

Gazeteciler grevde, grev manşette!

BBC yönetiminin uygulamaya koyduğu DeliveringQuality First (DQF) programı nedeniyle 2 bin kişiyikademeli olarak işten çıkaracağını açıklamasıçalışanların tepkisi ile karşılandı. Ulusal GazetecilerSendikası (NUJ) kararın ardından bir dizi toplantıyaparak grev ve iş yavaşlatma yönünde planlamalaryaptı. 18 Şubat günü gerçekleştirilen grev nedeniyle birdizi ülkede haber akışı aksarken özellikle BBC Türkçeservisi de tamamen durdu.

İberya’da işçiler sokakta!

İspanya’da binlerce kişi ülke çapında evlerindentahliye edilmelerini protesto etti.

En kitlesel gösteri Barcelona’da gerçekleşti. Buradaakşam saatlerinde gerçekleşen yürüyüşe 80 bine yakınkişinin katıldığı ifade ediliyor. Eylem sırasındakapitalizmin simgesi banka şubelerinin önünde sefaletdayatmalarına karşı mücadeleyi yükseltmeye çağırankonuşmalar yapıldı.

İspanya’da krizin patlak vermesinden bu yana 400bine yakın aile kredilerini ödeyemediği için evindenatıldı.

Portekiz’de de durum çok farklı değil. Onbinlerceişçi ve emekçi kemer sıkma politikalarını protesto içinsokağa çıkarak hükümeti istifaya çağırdı.

“Yoksullaşmaya ve sömürüye karşı” sloganı altında 24kentte onbinlerce işçi gösterilere katıldı.

Gürcistan’da demiryolu işçileri grevde

Gürcistan’ın Khashuri kentinde demiryolu çalışanı800 kişi daha fazla ücret talep ederek greve başladı. 240dolar aylık alan demiryolu işçileri aylıklarına %50 zamistiyorlar.

Demiryolu işçileri taleplerinin kabul edilmemesidurumunda merkezi tren yollarını işgal edeceklerinibildirerek grevle başlayan kararlılıklarını gösterdiler.

Tayland’da General Motor işçileri grevde

Tayland’ın Rayong şehrinde General Motor’daçalışan 5 bin işçinin 8 Şubat’ta başlattığı grev sürüyor.Müdürlerin işçilere fazla mesai ücreti ödemedenCumartesi günü de çalışmayı dayatması üzerine işçilereyleme başlamışlardı. Rayong’da bulunan fabrikadagünde 600 Chevrolets üretiliyordu.

Kamboçya işçilerinin grevi büyüyor

Bavet kentinin Manhattan Özel EkonomikBölgesi’nde işçilerin, ücretlerinin yükseltilmesi veçalışma koşullarının düzeltilmesi için başlattıkları grevbüyüyor.

5 bin işçiyle başlayan grev işçi havzasındayaygınlaşarak, kısa sürede grevci işçi sayısı 20 bineulaştı. Günlerdir süren grevde sermayenin güçleriyleişçiler arasında ciddi gerilimler yaşanıyor. Bu bölgedegeçen yıl da direniş olmuş ve çıkan çatışmada 20 Şubatgünü devlet güçleri, üç kadın işçiyi katletmişti. Katliamınyıl dönümünde, gerilim daha da arttı.

ArcelorMittal işçileri Strasburg’da polisle çatıştı

ArcelorMittal, Avrupa’daki fabrikalarını kapatacağınıaçıkladı. Belçika ve Fransa’da ki ArcelorMittal işçileriişsiz kalma tehlikesine karşı direnişe geçtiler.

Parlamento binasına doğru yürüyüşe geçenArcelorMittal işçileri burada polisin gaz bombaları, bibergazları ile durduruldu. Öfkeli işçiler de polise taşlakarşılık verdi. İşçiler polisle çatıştı.

İrlanda’da 100 bin kişilik protesto gösterisi

İrlanda hükümetinin İrlanda bankalarını kurtarmakiçin Avrupa Merkez Bankası’ndan aldığı krediler ülkegenelinde 100 bin kişinin katıldığı gösterilerle protestoedildi. Gösteriler son 4 yıl içinde gerçekleşen en kitleselprotesto eylemleriydi.

Kolombiya’da binlerce madenci grevde

Kolombiya’da en büyük kömür ihracatçısı Cerrejonve ortakları Avusturyalı BHP Billiton ve Anglo-Amerikan (GB) tekellerine ait madenlerde binlerce işçigreve gitti.

Madenciler, iki sene geçerli olmak üzere daha fazlaücret ve işyerlerinde güvenliğin artırılmasını talepediyorlar. Bu 1990 yılından beri gerçekleşen ilk grev.

19 Şubat 2013 / İspanya

Emekçilerin öfkesi hükümetleri deviriyor!

“Enternasyonalle kurtulur insanlık!”

Page 28: Kızıl Bayrak 13-08

Dünya28 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Mali’nin önemi

2000’li yıllar Çin’in yeni ve hızlı yükselen biremperyalist güç olarak, küresel düzeyde ekonomik venüfuz alanlarını genişlettiği bir dönem oldu.

Çin, muazzam kapitalist büyümenin ihtiyaçlarınıkarşılamak ve emperyalist projeksiyonlarına uygun sonderece iyi hesaplanmış adımlar attı.

Çin özellikle enerji ve hammadde ihtiyacını ve buihtiyaçların düzenliliğini ve güvenliğini sağlamakyönünde kompleks politikalar geliştirdi. Afrika Kıtasıbu anlamda Çin’in erken temas kurduğu ve ekonomikilişkilerini hızla geliştirdiği bir coğrafya oldu.

ABD’nin Ortadoğu bataklığına saplanması, Çin’ekıtada göreceli rahat hamleler yapma şansı kazandırdı.

2008’de kapitalizmin yapısal krizinin küreseldüzeyde yarattığı sarsıntı ve ortaya çıkardığı yüksekkonjonktür kıtanın emperyalist özneler tarafından yenibir av sahasına dönüşmesini beraberinde getirdi.

Özellikle Mısır ve Tunus’ta yaşanan isyan veayaklanmalar Arap coğrafyasını sarstı ve muazzam biraura yarattı. Aşağıdan devrim tehlikesi, MüslümanKardeşler’in aktif rol oynadığı emperyalist restorasyonpolitikalarıyla engellendi. Libya’da Kaddafi rejimiNATO müdahalesiyle yıkıldı. Kaddafi rejimininyıkılması bölge statükolarını etkiledi. Arapcoğrafyasını saran dalganın etkileri kırılmaya çalışıldı.Batı Afrika’nın bu süreçten şiddetle etkilenmesininönüne geçildi.

Libya müdahalesi, bir başka bağlamda Rusya veÇin’in Afrika kıtası için atlama taşı olarak gördükleriLibya’da devre dışı kalmalarına yol açtı.

Kuzey Afrika’da gerçekleşen farklı eksenlerdekiemperyalist stabilizasyon politikaları, hızla BatıAfrika’da kendini hissettirdi.

Mali operasyonu bu sürecin bir devamı oldu.Fransa Libya’dan sonra Mali’de de agresyon politikasıizledi. Fransa, Mali’nin kuzeyinde konumlanan vebölgeyi kontrolleri altında tutan El-Kaide’ci İslamcıgüçlere karşı operasyon yapıldığını açıkladı.

Mali hükümeti, Batı Afrika Ülkeleri EkonomikÖrgütü-ECOWAS ve Afrika Birliği’ne bağlı 14 ülkedaha önce Mali’ye uluslararası bir güç gönderilmesiiçin Birleşmiş Milletler’e çağrı yapmıştı. Bu çağrıyı ve“İslami tehdidi” Fransa, askeri müdahale için meşrulukzemini olarak kullandı.

Mali hükümeti yaygın yolsuzluk ve ekonomideyaşanan kriz ve şiddetli yoksullukla dünyakomuoyunun gündeminegirmişti. Mali zenginhammadde kaynaklarınasahip olsa da, ekonomisipamuk ihracatına dayanıyor.2011 ve 2012 yılındaABD’deki pamuküreticilerinin yükseksübvansiyonlar alması,dünya pamuk fiyatlarındaönemli düşüşlere yol açtı. Bugelişme Mali ekonomisinisarstı ve ülkede hızlı biryoksullaşma yaşandı.

2012 yılında gerçekleşenaskeri darbe Mali’yi yenidengündeme taşıdı.

Mali hükümetiTuareglerin isyanını kontroledememesi ve ülkedekisiyasal tansiyonun hızla yükselmesi darbenin gerekçesioldu. Darbe sonrasında geçici bir hükümet oluştu.

Mali’nin kuzeyinde etkili olan Tuareg hareketiseküler bir yapıya sahip ve Anzawad’ın Bağımsızlığıiçin Ulusal Hareketi (MNLA) içinde örgütlü. Uzun birmücadele geleneğine sahip Anzawad örgütlenmesiiçinden yakın dönemde İslamcı bir kanat koptu. Bukanat Ansar Dine adında bir örgütlenme kurdu. AnsarDine Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki siyasal İslam’ıngelişmesine paralel olarak hızla güçlendi ve MNLA’yıkısa zamanda zayıflattı ve marjinalleştirdi.

Mali’nin kuzeyi yine aynı faktörlerden dolayı ve

özellikle Cezayir’deki FIS süreci ve Libya’dakiKaddafi rejiminin yıkılmasından sonra İslamcıörgütlerin kontrolüne geçti.

Bölgeye Magrip El-Kaidesi ve Batı Afrika’da Cihatİçin Birlik adındaki iki grup hakim. Ansar DineMagrip El-Kaidesi’yle ittifak yapıyor.

Libya’da Kaddafi iktidarının yıkılmasıyla İslamcıgruplar ve Tuareglerin eline ağır silahlar geçti. İttifakbazı kuzey kentlerini ele geçirdi. Ensar Dine Gao,Kidal gibi güney kentlerini kontrolleri altına aldı.İslamcı örgütlenmeler hem askeri olarak, hem definansal anlamda son derece güçlü bir yapıya sahipler.Kuzeyde MNLA’nın devre dışı bırakılmasıyla bölgeninbütün denetimi İslamcıların eline geçti. Ayrıca buörgütler içinde uluslararası İslamcı kadrolar dabulunuyor. Ve bu İslamcı güçler gençlik içinde sonderece örgütlü bir yapıya sahipler. Özellikle Cezayiriçsavaşı sonrası FIS kadroları bu bölgeye kaydı. KatarLibya operasyonunda koordinasyon rolü oynayarak,ABD onaylı çok miktarda askeri malzemeyi İslamcıgüçlere devretmişti. Bu mühimmatın büyük bir kısmıda Mali’deki İslamcı güçlerin eline geçti.

Tuaregler etnik grup olarak, Burkina-Faso, Cezayir,Moritanya, Nijerya ve Mali’de yaşıyorlar. Gelişmelerhem Tuareglerin bulunduğu coğrafyayı, hem de KuzeyAfika’yı etkiliyor. İslamcı grupların Cezayir veLibya’da geniş ilişkileri var. Ayrıca Nijerya’da BokoHaram, Somali’de El Şebab gibi İslamcı örgütlerönemli bir güce sahip. Bu durum Kuzey ve BatıAfrika’da bazı bölgelerin “kontrolsüzleşmesine” yol

açıyor. Özellikle Mali’dekigelişmeler“kontrolsüzlüğü” artırıcıbir etken olarakdeğerlendirildi. Bundandolayı bölgede çıkarı olanküresel güçler acilendevreye girdi. Bölgeülkeleri ve Mali hükümetiharekete geçti.

ECOWAS ve AfrikaBirliği’nin acil müdahaleçağrısı BM GüvenlikKonseyi’nde onay gördü.20 Aralık 2012 tarihli ve2085 Nolu BirleşmişMilletler Kararı alındı.Karar, bir anlamda Mali’yemüdahalenin yol haritasınıortaya koydu.

Fransa’nın Mali’ye müdahalesiyle, Batı Afrika birav sahasına dönüşüyor. Fransa’nın müdahalesi ABD veİngiltere tarafından desteklendi. ABD’nin Africombirliklerinin bir kısmının Mali’ye kaydırılmasıbekleniyor.

ABD, bölgede belirleyici inisiyatifini kaybetmeden,iyi tasarlanmış, Fransa’nın da devrede olduğu, bölgeülkelerinin iştirak ettiği bir savaşın organizasyonunuyapıyor. Mali’deki savaşın “Afrikalılaştırılması”yönünde düzenlemelere girişiyor.

Batı Afrika’da yürütülen kaynak savaşlarında (BatıAfrika enerji kaynaklarının dışında, zengin mineraller

Hegemonya krizi - “savaşları” / 2

Emperyalizmin yeni av sahası:Afrika ve Mali’ye askeri müdahale

Volkan Yaraşır

Özellikle Mısır ve Tunus’ta yaşananisyan ve ayaklanmalar Arapcoğrafyasını sarstı ve muazzam biraura yarattı. Aşağıdan devrimtehlikesi, Müslüman Kardeşler’inaktif rol oynadığı emperyalistrestorasyon politikalarıylaengellendi. Libya’da Kaddafi rejimiNATO müdahalesiyle yıkıldı.Kaddafi rejiminin yıkılması bölgestatükolarını etkiledi. Arapcoğrafyasını saran dalganın etkilerikırılmaya çalışıldı.

Page 29: Kızıl Bayrak 13-08

Dünya Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

ve kıymetli madenlere sahip bir coğrafyadır.) yereldevletlerin devreye girmesiyle, sadece Mali değil,bölgenin bütününün savaş coğrafyasına dönüşmesiyüksek bir olasılıktır. Savaşın Afrikalılaştırılması biranlamda bölgesel savaşın zeminlerinin örülmesi olarakokunabilir.

Altın, uranyum ve fosfat: Mali

Batı Afrika’nın yeniden sömürgeleştirilmesiyönünde Mali bir sıçrama alanıdır. Mali son derecezengin altın, uranyum ve fosfat kaynaklarına sahip birülkedir. Mali, Güney Afrika ve Gana’dan sonraAfrika’daki üçüncü büyük altın üreticisidir. Altınüretimi 2011 yılında %20 oranında arttı, 43.5 tonayükseldi. Mali aynı zamanda zengin fosfat yataklarınasahiptir. Ülkenin kuzey bölgesinde son derece zenginuranyum yatakları da bulunuyor. Bu stratejik madenlerMali’yi emperyalist güçlerin odak coğrafyası halinegetiriyor.

Çin Ortadoğu’ya olan enerji bağımlılığını azaltmakiçin 2000’li yılların başlarında Afrika’ya yöneldi. BatıAfrika sahip olduğu enerji kaynakları, mineral vekıymetli madenleriyle Çin’in Afrika’daki odakcoğrafyalarından biri olarak öne çıktı.

ABD aynı tarihlerde Africom’u kurarak Afrika’yıhedef coğrafya olarak belirledi. Africom G. Bushdöneminde kuruldu ve Afrika’da sivil ve askerioperasyonlar düzenleme misyonlarıyla hareket etti.Africom’un faaliyet alanı bütün kıtayı kapsıyor.Africom Mali’de 12 yıldan beri süren savaşta aktif roloynadı. Başkent Bamako ve çevresinde çok sayıdaABD üssü bulunuyor. ABD bugüne kadar Afrika’da birdizi operasyon gerçekleştirdi. Nijerya ve Somali’ylebirlikte kıtada doğrudan askeri müdahalelerdebulundu. ABD, özellikle Çin’in Afrika’da artanekonomik ve nüfuz alanlarını daraltmayı ve kırmayıhedefliyor.

Libya’da gerçekleşen NATOmüdahalesiyle hem Çin’in, hemde Rusya’nın Afrika’ya yönelikbazı hamleleri boşa çıkarıldı.ABD aynı zamanda Africom’unAlmanya Stuttgart’ta bulunanüssünü Afrika’ya taşıma şansıbuldu. ABD 2013 yılındaAfrika’da daimi bir askeri üskurmayı hedefliyor. Bu yıl içindePentagon Afrika’daki askersayısını 3 bine yükseltti. ABDAfricom aracılığıyla Afrika’yıbütünüyle denetlemeyi hedefliyor.Özellikle enerji kaynaklarının vekıymetli madenlerin bulunduğubirçok ülkede (Mali, Gine,Somali, Kamerun, Botsvana,Senegal gibi) savaş provalarıolarak ortak askeri tatbikatlargerçekleştirdi. Ayrıcamobilizasyon gücü yüksek olan askeri birliklerini,dönüşümlü olarak Güney Afrika, Fas, Gabon, Tunus veLibya’da konuşlandırdı.

Africom tarafından yapılan açıklamalardaAfrika’daki birçok ülkenin ordularıyla “teröre veayaklanmalara” karşı ortak mücadele ve ortak hareketedileceği bildirildi. Pentagon 2013 yılına girerken 35Afrika ülkesine asker gönderme kararı aldı.Pentagon’un kısa bir zaman içinde asker göndereceğiülkelerin başında Mali bulunuyor. Mali’yi Nijerya,Sudan, Cezayir, Kenya ve Somali izliyor. Ayrıca birdizi eski Fransız sömürgesi olan ülkeyle Pentagon’undirekt ve yakın ilişkisi var.

ABD stratejik önem atfettiği yerlerin başında NijerDeltası petrol bölgesi bulunuyor. Bu stratejik yönelimWikileaks belgelerinde açığa çıktı. ABD GineKörfezi’ne petrol aramalarını yoğunlaştırdı.

ABD Nijer Deltası petrol bölgelerinden eldeedeceği petrolün 2015 yılında, ithalatının %25’inikarşılayacağı hesaplanıyor. Bu durum ABD’ninDelta’nın güvenliğine stratejik önem vermesine yolaçıyor. Hatta Pentagon yetkilileri Afrika’daki askerikuvvetlerin esas misyonunun bölgedeki güvenliğisağlamak olduğunu açıkladı. ABD Batı Afrikaülkelerine 2011 yılında 400 milyon dolar yardım etti.Mali bu yardım paketinden 150 milyon dolar aldı.ABD petrolün yanında kıtanın bütün kaynaklarınıdenetim altına almayı hedefliyor.

Afrika Kıtası emperyalizmin av sahasınadönüşüyor.

Kıta düzeyindeÇin ve ABD arasındaşiddetlenenhegemonya ataklarıkarşısında, Fransaetkisini kaybediyor.Fransa yaşadığı buhegemonyaaşınmasını yenihamleler yaparak,aşmaya çalışıyor.Özellikle eskisömürgelerindenüfuzunu yenideninşa etmek içinadımlar atıyor. Fransaeski sömürgelerineaskeri birlikleryolladı. Gabon, Orta

Afrika Cumhuriyeti, Kongo, Fildişi Sahili ve Çad’da 9bin Fransız askeri konuşlanmış durumda. Fransa’nınMali’ye müdahalesi bu adımlardan biri oldu.

Mali Fransa açısından stratejik önem taşıyor.Ülkenin uranyum açısından zengin rezervleriFransa’nın Mali’ye yoğunlaşmasına yol açıyor.Mali’yle aynı coğrafyada olan Nijerya, Fransa’nınnükleer enerji santrallerinin uranyum ihtiyacının1/3’ini karşılıyor. Fransa’da 58 nükleer enerji santralibulunuyor. Nijerya’dan gelen uranyumun ve Mali’denelde edilecek uranyumun Fransa açısından stratejikönemi var. Fransa nükleer enerji tekeli Areva’nınMali’ye askeri müdahale yapılması için yoğunkampanyalar gerçekleştirmesi boşuna değil. Mali’dekidestabilize bir ortamın Nijerya’yı etkilemesi Fransaiçin yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Ayrıca bölgedeki“istikrarsızlık” Mali’nin diğer komşusu olan Cezayir

de etkili olabilir. Cezayir Fransa’nın en önemlipazarlarından biridir. Ayrıca Cezayir Avrupa’nındoğalgaz ve petrol ihtiyacının önemli bir kısmınıkarşılıyor. Fransa’nın Suriye’de vahabizmi ve El-Kaide’ye bağlı örgütleri desteklerken, Mali’de El-Kaide’ci İslami yapıları terör ve tehdit unsuru olarakgörmesi boşuna değil. Bu söylemlerle Fransa askerimüdahalesini meşrulaştırmaya çalışıyor. Reelpolitikaya uygun adımlar atıyor. Ve burjuvaoportünizmin tipik örneğini gösteriyor.

Fransa’nın Mali’ye askeri müdahalesi Batı Afrikave Kuzey Afrika’da bir dizi gelişmeyi tetikleyebilir.Savaşın bölgeye yayılması yüksek bir olasılıktır.

Kanla İmza Atanlar adlı örgütün Cezayir’de BP’nindoğalgaz üretim tesislerine saldırarak, Avrupa ve Japonkökenli 200’ün üzerinde çalışanı rehin alması,bölgenin savaş atmosferi içine girdiğini gösteriyor.Cezayir güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu 20’ninüzerinde rehinenin öldürülmesi Mali’deki savaşınCezayir’e hızla sıçrayabileceğini ortaya koydu. İslamiörgüt BP operasyonunun, Fransa’ya ve Fransa’ya havasahasını açan Cezayir’e karşı gerçekleştirildiğiniaçıkladı.

Somali’de faaliyet gösteren El Şebab ve Nijerya’daBoko Haram’ın benzer eylemler yapma ihtimaliyüksektir. Süreç Batı Afrika’yı saran, hatta KuzeyAfrika’ya sıçrayan bölgesel bir savaşa dönüşebilir.

Savaş, emperyal öznelerin Batı Afrika’yı yenidensömürgeleştirilmesinde son derece önemli işlevgörecektir.

Bölgenin destabilizasyonunu engellemek adınamüdahale eden emperyal güçler, bölgeyi tam anlamıyladestabilize ederek, savaşın bölgeselleştirilmesini veyayılmasını sağlayacaktır. İslami terör ve tehdit budestabilizasyonun temel argümantasyonudur veemperyal müdahaleye meşruluk aracıdır. Savaş aynızamanda Batı Afrika’nın tüm yer altı ve yerüstükaynaklarının talan ve yağma edilmesi anlamınagelecektir. Mali’ye askeri müdahale bu talan veyağmanın başlangıcına işarettir. Mali Batı Afrika’nınyeniden sömürgeleştirilmesinin sıçrama alanı ve kıtadaizlenecek sömürgeleştirilme politikalarınınlaboratuvarıdır.

Kıtadaki büyük kapışmanın en önemli coğrafibölgesi olan Batı Afrika’nın dikkatle izlenmesi gerekir.Bölgenin bir savaş coğrafyasına dönüşmesi yüksek birolasılıktır. Batı Afrika emperyal özneler arası kaynaksavaşlarının en kanlı ve en yıkıcı geçeceği bölgelerdenbiri olacaktır.

Bölgenin destabilizasyonunuengellemek adına müdahale edenemperyal güçler, bölgeyi tamanlamıyla destabilize ederek,savaşın bölgeselleştirilmesini veyayılmasını sağlayacaktır. İslamiterör ve tehdit bu destabilizasyonuntemel argümantasyonudur veemperyal müdahaleye meşrulukaracıdır. Savaş aynı zamanda BatıAfrika’nın tüm yer altı ve yerüstükaynaklarının talan ve yağmaedilmesi anlamına gelecektir.

Page 30: Kızıl Bayrak 13-08

Gençlik30 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/08 * 22 Şubat 2013

Son dönemde AKP iktidarı, uluslararası piyasalardaTürk burjuvazisinin rekabet gücünü arttırmak içineğitimde kimi değişiklikleri gündeme getirmişti. Bugündemlerden biri de YÖK Yasası’nındeğiştirilmesiydi. Gençlik içinde birçok örgüt bu konuüzerine yoğunlaştı, Eğitim-Sen öğretim elemanlarıarasında bu konuyu yoğun bir şekilde gündemine aldı.Şimdi ise bu konu pek fazla gündemde değilmiş gibibir hava oluşmuş durumda. En azından MEB’e yeniyasa tasarısı sunulduktan sonra, Patent Yasasıdeğişikliği dışında somut olarak “Yeni YÖK Yasası”gündemden kalkmış gibi gözüküyor. Peki acaba buduruma gelinmesinin arkasında yatan dinamiklerneler? AKP iktidarının adım atmasını zorlaştıransebepler neler, ya da AKP hükümeti ne yapmayaçalışıyor?

Çeşitli yayınlar aracılığıyla, bu yasayla birlikte,sermayeye “Üniversite Konseyleri” aracılığıylaüniversiteleri doğrudan kontrol etme imkanısağlayacağı, öğretim elemanları arasındaki rekabetiperformans sistemi ve sözleşmeli statüler aracılığıylakızıştırarak emek sömürüsünü arttıracağı, “teknolojitransfer ofisleri”yle doğrudan özel şirket işlevinde altbirimlerin kurulacağı, özel üniversitelerin açılmasınınönündeki yasal engellerin kalkacağı ortaya konmuştu.Bu adımların bir bütün olarak sermayenin eğitimalanındaki egemenliğinin arttırılması -yani özelşirketlere yatırım alanları yaratılması ve eğitimalanındaki karlılığın arttırılması- için yasal zemininoluşturulması anlamına geldiği konusunda sınırlıyaygınlıkta da olsa bir bilinç açıklığı sağlandı.

Özellikle 2012 sonunda gerçekleşen ODTÜolaylarının kamuoyunun gündemine oturması, çeşitlirektörlerin AKP şefi Tayyip Erdoğan’ı destekleyenaçıklamalarına karşı bazı akademisyenlerin veöğrencilerin yaratmış olduğu muhalefet, YÖKYasası’yla ilgili kamuoyunun gündemine yansımayanve hala yürütülen tartışmaların kamuoyundaki biryansıması olarak değerlendirilebilir. AKP ve anti-AKPkutuplaşmanın keskinleştiği bir ortamda, AKPhükümeti de kontrollü adım atmak, Yeni YÖKYasası’nı yumuşatmak zorunda kaldı. Her bir başlığıüzerinden düşünüldüğünde sermayenin çıkarlarını bukadar açıktan gözeten, kamu emekçilerinin ve emekçiçocuklarının eğitim alanında ciddi bir saldırıya maruzkalmasının önünü açan bu yasa, şu sıralarda düzen içihiyerarşide yönetenlere yakın “muhalefet”odaklarıyla (sermaye çevreleriyle, rektörlerle,senatolarla, sendikalarla) işbirliği içindeyumuşatılmaya çalışılıyor.

Yeni göreve gelen Milli Eğitim Bakanı NabiAvcı’nın eski açıklamalarından da anlaşılacağı üzereMEB’e sunulan yasa taslağı değiştirilecek. Bizzat NabiAvcı ise göreve gelmeden önce bu taslağın eksiklerinivurgulamıştı. Örneğin, yasada “çeşitlilik” ilkesi altındageçen farklı yapıdaki üniversitelerin ve araştırmabirimlerinin, somut olarak nasıl işleyeceği -öğretimelemanlarının, öğrencilerin nasıl seçileceği vedeğerlendirileceği vb.- belirtilmiyor. Yasanın somutolarak belirlenmiş, birkaç yıllık değişikliklerikapsamaması; uzun vadede kullanılabilecek çok genelbir çerçeve olması da ayrıca eleştiriliyor. Bunlardandaha da önemlisi, bir bütün olarak değiştirilmesi

gündemde olan 12 Eylül Anayasası’nda var olan bazımaddeler, Yeni YÖK Yasası’nda geçen “özel üniversiteaçılması”, “sermayedarların üniversite konseylerindeyer alması” başlıklarının önünde engel teşkil ediyor.

Yeni YÖK Yasası tartışmalarının gelmiş olduğu bunoktada, anayasa değişikliğinin gündemde tutulmasıda ayrıca anlamlıdır. Sömürülen, baskıya uğrayanyığınları “demokratik”, “çoğulcu” anayasa hayalleriyleuyutmaya çalışan AKP hükümeti, Kürt sorununçözümü gibi Yeni YÖK Yasası’nın geçmesini de bugündeme bağlamış bulunuyor. Akademisyençevrelerinde yasa hala gündem konusu olmaya devamediyor, tartışmalar “nasıl daha az zarar görebiliriz” için

yapılıyor. Oysa ki, AKP hükümetinin elini kolunubağlayacak olan her alanda direnişleriyaygınlaştırmaktır, sermayenin çıkarlarını hedefalmaktır. Bugün bize düşen görev, yaygın bir şekildesermayenin ve onun siyasi iktidarı AKP’ninhesaplarını somut ve canlı örneklerle teşhir etmek,yeni anayasanın ve YÖK Yasası’nın hangiişbirlikçilerin işine yaradığını somut olarakgöstermek, sömürülen, baskılanan yığınları sermayeiktidarının saldırılarına karşı somut talepler etrafındaharekete geçirmektir!

Yeni YÖK Yasası hükümetin gündeminden çıktı mı?

DLB’den liselileregeleceklerine sahip çıkma çağrısı

Yeni dönemin başlamasıyla beraber DLB’nin sınav gündemli çalışmaları da başladı. Bursa’da Demirtaşpaşa Meslek Lisesi, Necatibey Kız Teknik Meslek Lisesi ve Tophane Meslek Lisesi ile

çeşitli dershanelerin çevrelerinde ve liselilerin kullandığı güzergahlarda DLB’nin “Eşit, parasız eğitim,sınavsız üniversite!”, “YGS-LYS’ye hayır! Gelecek sınav salonlarında değil, mücadele alanlarında!” ve“Sermayenin kölesi olmayacağız! Staj sömürüsüne son!” pulları yaygın olarak yapıldı. Bunların yanısıraLiselilerin Sesi’nin Şubat sayısının tanıtımının yapıldığı afişler de kullanıldı.

Ümraniye DLB ise 17 Şubat günü “Parasız, nitelikli eğitim, sınavsız üniversite istiyoruz!” başlığıaltında bir toplantı gerçekleştirdi.

Toplantıda eğitimin ticarileşme boyutuyla birlikte niteliksizleştirildiğine, sınav merkezli bir eğitimsürecinin işlediğine ve bunun lise öğrencileri açısından psikolojik sorunlara sebep olduğuna, hattaölümlerin yaşandığına değinildi. Diğer konu ise liselerde yaşanan güncel gelişmeler oldu.

Son olarak sınav gündemine dair dershanelerde ve liselerde sınav gündemli bir referandum çalışmasıyapılması planlandı.

Ayrıca “Eşit, parasız eğitim; sınavsız üniversite istiyoruz!” şiarlı bildiriler Çekmeköy TOKİ Lisesi veSarıgazi Ticaret Meslek Lisesi’ne dağıtıldı. Ticaret Meslek Lisesi’nin çevresine DLB imzalı stickerlaryapıldı.

Liselilerin Sesi / İstanbul-Bursa

Page 31: Kızıl Bayrak 13-08

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 Atatürk Bulvarı 109/19 Erciyes İşhanı, Kızılay / ANKARA

“Adalet”! Sürekli duyuyoruz ama onuuygulamıyoruz.

Adalet sadece cümle arasında geçen birkelime olmuş. Çocuklar bebekleriyle,arabalarıyla oynamaları gerekirken otobandapeçete, su vb. satıyorlar. Nerede bu adaletisağlayan devlet? Eğitim göremeyen milyonlarcaçocuk var. Peki nerede bu “eğitim haktır!” diyendevlet? 4+4+4’ü getiren bilinçsiz devlet? Devlet,bu derece bilinçsizse eğer otursun oturduğuyerde, istemiyoruz!

Çocuklar 5-14 yaşları arasında aile zoruylaveya başka sebeplerden dolayı zorunluçalıştırılıyorlar. Otobanda peçete satmak, susatmak, simit satmak, ayakkabı boyamak vb.Farkında mısınız bilmiyorum ama bu çocuklarınçalışması değil okuması gerek. 9-10 yaşındahayata atılan çocuğun bir şeylere karşı çıktığını,sorguladığını görüyorsanız eğer, unutmayınyaşamın bir sonucu bu! Adaletten mahrum kalmışbir çocuktur bu.

Sizce ne kadar doğru 7-8 yaşında bir çocuğunçalışması? 12-13 yaşında bir çocuğun fabrikadasaatlerce çalışması? Nike ayakkabısı yapanVietnamlı çocukların 11 saat çalışıp oayakkabıları elleriyle yapmaları? Göz yummayınartık bunlara! Doğru değil çalışmaları. Belki dearalarında hiç oyuncak arabayla oynamamış,evcilik oynamamış çocuklar var. Yürek dediğinizşey burkulsun biraz!

7. sınıf öğrencisi / Gebze

Çocukken işçiolanlar…

Mücadele Postası

Yıllardır çalışarak hak sahibi oldukları tapularınınEsenyurt Belediyesi tarafından başkalarına satılan vetapularına tanımadıkları yeni ortaklar çıkarılan Ardıçlıve Yenikent Mahallesi emekçileri bir kez dahaeylemdeydi.

20 Şubat günü avukat ve mühendislerin katılımıylaEsenyurt Belediyesi yönetimiyle görüşmeden öncemahalle halkı, görüşme öncesinde belediye yönetiminiuyarmak için bir kez daha basın açıklamasıgerçekleştirdi.

Sabah saatlerinden itibaren Ardıçlı’daki İnci Kasap

önünde toplanmaya başlayan emekçiler “Elinizievlerimizden çekin! Evlerimizi yıktırmayacağız”şiarlı pankartı açarak yürüyüşe geçtiler.

En önde kadınların yürüdüğü yürüyüş boyunca“Söz değil tapu istiyoruz!”, “Rantçılar gelecekhesap verecek!”, “Ardıçlı-Yenikent omuz omuza!”sloganlarını atan emekçiler seçim dönemlerindeoy için kapılarına gelen AKP’ye de “Sandıklarıkırarız tapuları alırız!” sloganıyla seslendiler.

Uzun bir yürüyüşün ardından KöyiçiMeydanı’na ulaşan kitle buradan da EsenyurtBelediye Başkanlığı’na doğru yürüyüşe geçti.Zaman zaman araç trafiğinin kapatıldığıyürüyüşün ardından belediye binası önünegelindi.

Emekçilerin eylemi devam ederken BelediyeBaşkan Yardımcısı Emin Batmazoğlu kapıyagelerek açıklama yapmaya çalıştı. Belediyenin

“veremeyeceği hesabı olmadığını” söyleyenBatmazoğlu, daha önce yaptıkları görüşmede her

şeyi açıkladıklarını iddia etti. Batmazoğlu’nun açıklamalarına “hırsızlar, bizlerin

tapularımızı başkalarına sattınız” diyerek tepkigösteren emekçiler Batmazoğlu’nu yuhalayarakprotesto ettiler.

Belediye ile gerçekleştirilecek görüşme öncesindeemekçiler, kapı önünde yapılan basın açıklamasısonrasında Köyiçi Meydanı’na yürüyerek bir açıklamada burada yaptılar. Yürüyüş, hep birlikte mahalleyedönülmesiyle son buldu.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

Emekçilerden belediyeye uyarı

20 Şubat 2013 /Ardıçlı

Page 32: Kızıl Bayrak 13-08