hezeyan fanzin 4

28
Hezeyan Fanzin 4 1 Mehmet Aycı – Çırpı. .………………………………………………………………………2 Mekselina Sultan Cica Tarihin Yiğidi Olan Asker…..…………………………………….3 Birol Öztürk – Ve Çocuklar Ölür Suskunluklar Bilenir ...………………………………..…4 Eray Sarıçam – Braveheart……………………………...…………..………………….....5 Eray Sarıçam – Körsel ġiirler I: Parnasyen Küfür ……….………………………………….6 Tugay Özdemir – ġerh ……………………………………………….………………………7 Fatma Nur Aydın – Bu Maviyi Ġlk ÖzleyiĢimdir ………………………….……….…………9 Tugay Özdemir – Güvercin Odası II ………………………………………………………..12 Rabia Kıran – Kendimle KonuĢmalar: Son Söz…………...…………………………….…..14 Onur Akbudak - Artık ………………………………………….……………………..……..15 Eray Sarıçam – Bir Fil Müddeti‘nde Siyasi Söylem …….…………………………….…….16 Tugay Özdemir – Sosyal Medyada Soma, Gazze ve Ortadoğu……..………………………18 Recep Akay Sünnet AnlayıĢımız ………………………………………………………….19 Muhammed Aydın – Habil ile Kabil ………………………………………………………..23 Eray Sarıçam – Ġskele‘nin Ġki Güzel Adamı ……………………………………...…………24 Tuğba Aktepe – ―..‖ …………………………………………………………………………25 Muhammed Aydın – ErtelenmiĢ Sükûtlar …………………………………………………..26 Mustafa Ünver – Nedense …………………………………………………………………..27

Upload: tugay-oezdemir

Post on 07-Apr-2016

255 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Hezeyan fanzin 4

Hezeyan Fanzin 4 1

Mehmet Aycı – Çırpı. .………………………………………………………………………2

Mekselina Sultan Cica – Tarihin Yiğidi Olan Asker…..…………………………………….3

Birol Öztürk – Ve Çocuklar Ölür Suskunluklar Bilenir ...………………………………..…4

Eray Sarıçam – Braveheart……………………………...…………..…………………...…..5

Eray Sarıçam – Körsel ġiirler I: Parnasyen Küfür ……….………………………………….6

Tugay Özdemir – ġerh ……………………………………………….………………………7

Fatma Nur Aydın – Bu Maviyi Ġlk ÖzleyiĢimdir ………………………….……….…………9

Tugay Özdemir – Güvercin Odası II ………………………………………………………..12

Rabia Kıran – Kendimle KonuĢmalar: Son Söz…………...…………………………….…..14

Onur Akbudak - Artık ………………………………………….……………………..……..15

Eray Sarıçam – Bir Fil Müddeti‘nde Siyasi Söylem …….…………………………….…….16

Tugay Özdemir – Sosyal Medyada Soma, Gazze ve Ortadoğu……..………………………18

Recep Akay – Sünnet AnlayıĢımız ………………………………………………………….19

Muhammed Aydın – Habil ile Kabil ………………………………………………………..23

Eray Sarıçam – Ġskele‘nin Ġki Güzel Adamı ……………………………………...…………24

Tuğba Aktepe – ―..‖ …………………………………………………………………………25

Muhammed Aydın – ErtelenmiĢ Sükûtlar …………………………………………………..26

Mustafa Ünver – Nedense …………………………………………………………………..27

Page 2: Hezeyan fanzin 4

Mehmet Aycı

Hezeyan Fanzin 4 2

Çırpı

Elinde süpürgesi:

Bilmek için acıtıyor nasıl arındığını!

Ellerin sevilmekten baĢka dil bilmez miydi?

Gönül kırıklarından, göz yanılmalarından

Bu kirli yağmur Ģimdi?

Önce yerleri ıslat, tozmasın, acımasın!

Sonra geceyi!

Kandillerde simit, karnelerde pekiyi

ġapkalarda tavĢan, çayda limon

YaĢadığımıza bakıp iç çekince sevgilim

Kaçırdık gösteriyi!

Peki!

Page 3: Hezeyan fanzin 4

Mekselina Sultan Cica

Hezeyan Fanzin 4 3

Tarihin Yiğidi Olan Asker

Ey düĢmanı darma dağın eden, nefer!

Fedailer toprağında

ġehitlik ettiniz tüm ecellerinizi

Bombalara galip geldiniz

ArĢı inleten tekbirlerle

Kabre, kırmızı sular içinde girip

Zifiri karanlıklarda getirdiniz

O en içten Ģahadetlerinizi

Ey cehennemleri denize taĢıyan nefer!

MahĢer yeri gibiydi

Kızgın cephelerin ve ellerin

GiymiĢtin mücadele isteğini

Yenilgiyle filizlenebilen devlere karĢı

Memleketi, yâri

Ve ananızı Allah‘a emanet edip

Her seferinde ―Önce Vatan‖ dediniz.

Önce vatan dediniz ve yendiniz.

Ey Ģehit, kefensiz naĢın gönüllerde mahzun

Su ve yemek yerine geçmiĢ

Birkaç kurĢun

Bedende bir kol kalmıĢ

Bir de el

Buna rağmen vazgeçmemiĢ hiçbir nefer

Ey ölmeyen sevdalı nefer,

Bilirim

Bir tek zaferle tatmin olurdu

Kalbindeki iman

Gözlerin uykuya hasret, içinde vatan aĢkı

Sanadır dualar

Sanadır açılan eller,

Sen rahat uyu

Ey tarihin yiğidi olan asker!

Page 4: Hezeyan fanzin 4

Birol Öztürk

Hezeyan Fanzin 4 4

Ve Çocuklar Ölür Suskunluklar Bilenir

Gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin Dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları

İsmet ÖZEL

demek ki yetmiyormuĢ Ġsmet Abi

vatandaĢın kanı, çocukların gözyaĢları

iyice alevlendirmekte bu acı kar tufanını

ıslanmıĢ olan sadece namlular mı kaldı

iĢte bundandır ki susarım

ironik bir tavrı olsa da göğün

kızsa da gevrek gülüĢlü çocuklar uçurtmalara

susarım

weifeng‘den yayılır uçurtmalar Avrupa‘ya

susarım

haykırsam ne çare küçüğüm

Ģarkılar söylemek gelmez gayrı içimden

oysa son dizelerine iliĢir kuĢlar çocuk Ģarkılarının

kelebekler ölür ve mahzunlaĢır tüm maviler

bir çocuk düĢer kızgın toprağa yüzükoyun

Anadolu‘dan, Orta Doğu‘dan, tedirgin gecelerden

akĢama doğru iyice kömürleĢen gözlerinden

çocuklar düĢer kaldırıma ve çocuklar enselenir kaldırımlarda

ekmek düĢer, umut düĢer, kan düĢer, çocuklar…

analar sonra…

sonra Soma!

kara kelimesi hüzün biçer Ģiirime alın terinden

mayası zehirden ekmek ve kömür bileĢeni

ve gözlerinde o sönük ıĢığı çocukların

elleri avurtlarında yetim bir çocuğun düĢkünlüğü

karanın ölüm boyutuna denk düĢer

iliĢmeyin kuĢlara ve hiçbir Ģey sormayın çocuklardan baĢka

bu yıkık, beklentisiz kelamımın atı

terkisinde bir acı suskunluk ve öfke

heybesinde çürümüĢ vicdanlarımızın artığı durur

çocuklar ve uçurtmalar güvercinleri hayatın

Barış kokar bir çocuğun uçurtma uçuran elleri

ekmek kavgası, can davası ve aydınlık

onların gözlerinden yayılır

kağıda, kaleme, esnafa, mütevazi sofralara

Sonra bir kömür bir de karanfil kalır elde avuçta

Page 5: Hezeyan fanzin 4

Eray Sarıçam

Hezeyan Fanzin 4 5

Braveheart “Topu gâvur bunların”

Dedem

Mevzuu:

"Zulüm 1453'te baĢladı"

ĠĢte Ģairin

Tanrıdandır dediği ilk dize

Hakikat:

Yıl 2014

Erbain hâlâ kâbusu küffarın

Of Not Being A Jew kemiriyor beynimi

SavaĢmayı öğrenmeliyim

Parayla malla ve kelime-i Ģehadet

Çok uzaklarda memleketimden

Tam ortasında memleketimin

Ama nerede

Bir Ġngiliz saldırısına hazır adamlar

ġiir susmuĢ Ģair ne söylüyor

Anlamıyorum sol olmuĢ ya sağ

Yine de yolunda giden bir Ģeyler

Yok değil

Tarih ve gerçekler üzerine.

vatan somuttur, hepiniz gelin

9 dokuzluk: gezi‟den soma‟ya

Yazık

Kimin amentüsü hâlâ

O yüce duyguları Ģairin bu körlük

Dergiler: korkak

Fanzinler: beyefendi

Ġçgüveysi bültenler

Canımı sıkıyor paklamıyor beni

Dinozorlar ve orospular

Nerden geldiğimi biliyorum

Nereye gideceğimi nereye varır

Yolun sonu

Yıl 2014

Biliyorum

Demokrasi:

"Zulüm 1453'te baĢladı"

William Wallace olamayacağım

Çok üzgünüm

Ne de Ġsmet Özel

Page 6: Hezeyan fanzin 4

Eray Sarıçam

Hezeyan Fanzin 4 6

Körsel Şiirler I: Parnasyen Küfür

Page 7: Hezeyan fanzin 4

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 4 7

Şerh

I

ne aydınlatır dünyanın karanlık yüzünü

nereye çıkar Ģu art arda sıralanmıĢ çizgiler

güz yapraklarının düĢerken okuduğu ağıt

ne fısıldar insanın kulağına

intiharı düĢünen bir astronot

kabuslar görüyor uzay boĢluğunda

öğrenir kuĢlardan uçmayı

özgürlüğü anlamaya çalıĢan uçurtmalar

uçup konmayı bir trafonun üstüne akĢam üstleri

ışıklar söndüğünde ellerim dirilir

II

elimizde

önünü alamadığımız pazarlar

ve sonraya bırakılan çocuk istekleri

yetiĢmek için asrına mağara adamlarının

çizilen resimler duvarlara

bir Ģehirden baĢka bir Ģehre uzanıp

Ģehirlere kafa tutan dağlar

ve dağları içine hapseden

dağınık kumları çölün

yol üstündeki çizgiler de yorgun

―nereye çıkar art arda sıralanmıĢ çizgiler‖

tefekkür şiir okumanın başka adı

Page 8: Hezeyan fanzin 4

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 4 8

III

ayrılık yollarla yarıĢır

hüzün ağıtlarla

kervan

tüm göçlerin özeti

tevekkül imanın açıklaması

bir darb-ı mesel

―kitap dostudur insanın

televizyon Ģeytanın modern icadı‖

dua

suyun kendi kendine mırıldanması

kibir

kabilin suçunu üstlenmeye benzer

ve bunca kan kusmak

iç kanamadan değil

IV

yatsılar annemle eĢ değer

annemden ilk kez bir Ģiirde bahsetme mutluluğu

daha fazla devam edemem çünkü anne

çünkü anne nimettir olmayanın canı çeker

şiir hayata karşı etkisiz bir silahtı ellerimde

Page 9: Hezeyan fanzin 4

Fatma Nur Aydın

Hezeyan Fanzin 4 9

Bu Maviyi İlk Özleyişimdir

I

Yüzünü kapatmıĢ gazetesi ve onu tutan eski elleri vardı. Dakikalardır karĢısında oturuyordum ama bir

kere indirmemiĢti gazeteyi aĢağı. Farkında olmadan koyulmuĢtum incelemeye. Kalın, ütüsü düzgün,

paçaları hafif kısa, haki rengi kumaĢ pantolonunu; gri, sünmüĢ, kol ağızlarından ipleri çıkmıĢ, bel

lastiği eskimiĢ, tüm düğmeleri ilikli triko hırkasını; kahverengi, bağcıksız, kösele ayakkabılarını.

Ben sabahın bu erken saatinde yeni dünyalar tanımaya, yeni gülen gözler görmeye, yeni sokaklardan

geçmeye ve bunları ölümsüzleĢtirmeye gidiyordum. Peki ya bu zamanla tanıĢıklığı benden çok uzun

yıllar öncesine dayanan adam niye buradaydı? Nereyeydi yolculuğu, niyeydi? Sabahla ne alıp

veremediği vardı da kalkıp erkenden konmuĢtu durağa. Damarlı ellerindeydi gözlerim Ģimdi, güneĢ

lekeleri vardı ellerinde yaĢlılığının ona hediyesi ama uzun hayatı boyunca hiç güneĢ görmemiĢçesine

beyazdı kırıĢık derisi. Arada bir sayfayı değiĢtirmese yüzyıllardır orada öylece duruyor sanabilirdim.

Sonra derin bir nefes alıp "ÜĢürsün" dedi hırıltılı ıslak sesiyle. Ġlk seferde kime, niye dediğini

anlamadım. Tekrar etti: "Üstündeki ince üĢürsün, bakma havanın güneĢli olduğuna serin eser." dedi.

Üstüme alınmam gerektiğini çok iyi biliyordum, bu yüzden tereddüt etmeden cevap verdim. "ÜĢümek

güzeldir, yaĢadığını hatırlatır insana.". Gazeteyi indirdiğinde mavi gözlü gülümseyen bir yüz gördüm.

O kadar tanıdık bir duyguydu ki. Mavi gözlerinin arkasına sakladığı bir kamburu vardı, gazeteden

görememiĢim. O zaman fark ettim aslında ellerinin titrediğini, gazetenin 20 yıl öncesine ait olduğunu.

Nereye gittiğimi sordu, ilgiyle dinledi anlattıklarımı; heyecanla dinledim anlattıklarını. Ġkimiz de

erkenciydik, öyleyse otobüs gelene kadar konuĢabilirdik. "Konarı" dedim. "Dünyanın en güzel

turkuazını görmeye gidiyorum."

Muzip bakıĢlarla etrafına baktı, kimsenin olmadığını fark edince eğilip kainatın anahtarını verecekmiĢ

gizliliğinde bir ses tonuyla fısıldadı. "Oraya giden gizli bir yol biliyorum, hem daha da eğlenceli.

Ġstersen sana gösterebilirim.". Ve çocuksu bir tebessüm belirdi suratında. Nasıl hayır diyebilirdim?

Beraber yola koyulduk. Kıran köyün bitip eski çarĢının göründüğü uzun yokuĢun baĢına geldiğimizde

durduk ikimizde. GüneĢ hala tazeydi gün için. Derin bir nefes alıp bir kaç dakika izledik zamanın

eskitemediği Ģehri. Öyle duru, öyle sakin, öyle huzurlu.

"Adını hiç sormadım, adın ne?" dedim. Gülümsedi, sadece gülümsedi ve adını söylemedi. Ben de

tekrar etmedim sorumu. Böylesi daha iyiydi belki de.

Sonra bana baktı, gülümsüyordu sanki hayatının en mutlu günüymüĢçesine. "KoĢalım mı?" dedi.

"YokuĢ aĢağı koĢalım mı?". Evet koĢalımdı. YokuĢ aĢağı koĢmayı benim kadar seven biri varken niye

duralımdı. "Ama.." dedim devamını getirmeye korkarak. Yürümekte bile zorlanan, sırtında sanki koca

dünyayı, bütün yaĢadıklarını, acılarını-anılarını taĢıyormuĢ gibi bir kamburu olan bu tozlu adam nasıl

koĢardı? Cümlemi tamamlamadım. Olsundu, o söylüyorsa bir bildiği vardı, olurdu.

KoĢmaya baĢladık kollarımızı iki yana açıp. Uçuyorduk, evet kesinlikle uçuyorduk. Gittikçe

gençleĢiyordu yüzü buğulu adam. Sırtı dikleĢiyor, bacakları kuvvetleniyor, gözlerinde bin muhteĢem

güneĢ doğuyordu. YokuĢun sonuna vardığımızda artık ikimiz de 19 yaĢındaydık. on dokuz. Çocuksu

hayallerini hala kaybetmemiĢ gençlerin yaĢı. Nasıl olduğu umurumda değildi, bir Ģekilde genç ruhuna

hediye genç bedeni vardı Ģimdi. Nasıl olduğu umurumuzda değildi. KuĢlar gibi özgürdük artık. Bir

Ģarkı tutturdu diline, yüzünde hala tebessümüyle:

"All these things you do come back to you

sing with me, sing for the real

Sing for the laughter, sing for the year

Sing with me, just for today

Maybe tomorrow, we will go away

Page 10: Hezeyan fanzin 4

Fatma Nur Aydın

Hezeyan Fanzin 4 10

Dream on dream on dream on dream until your dreams come true"

"O Ģarkı öyle değil." diye geçirdim içimden, "Uyduruyorsun" gülümseyerek. Ama söylemedim ona,

"böylesi daha doğru onun için belki" dedim sadece. Erken saatli sokakta "dream on" diye diye

ilerledik. Hiç kimse yoktu etrafta. Biz de hazır boĢ bulmuĢken etrafı hunharca hayal ettik.

Cinci Han'a yürüdük. Ben onu takip ediyordum, o yolu gösteriyordu. Kapının büyük tokmağıyla çaldı

devasa kapıyı. Biraz sonra içeriden gıcırdayan bir kapının sesi ve beraberinde sürüyerek yüründüğü

anlaĢılan ayak sesleri geldi. 3 yıldır Cinci Han'ın kapısının kapalı olduğunu ilk kez fark etmiĢtim.

Hatta Kapı açıldığında karĢımda böyle birini göreceğimi hiç düĢünmemiĢtim. Cinci Hüseyin Efendi.

Bacaklarından biri yoktu, tahta bir değnekten tutunuyordu. Onun dıĢında her Ģey idamındaki gibiydi.

Sanki hiç ölmemiĢti hatta aksine zamanı bükmüĢ de durdurmuĢ gibiydi. Peki ya bacağına ne olmuĢtu?

Gözlerim ĢaĢkınlıktan büyümüĢ olsa gerek "korkma" dedi 19 yaĢındaki mavi gözlü delikanlı. Tanıdık

yüzlerdi birbirlerine belli ki.

Kapıdan bakıldığında her Ģey normaldi ama içeri girdiğimizde sanki 400 yıl geriye gitmiĢtik. Eski

kıyafetli kadınlar, fesli adamlar görür gibi oldum ama çok da irdelemedim. Bir masaya tabure çekip

oturduk. Cinci hocayla mavi gözlü delikanlı sanki susarak konuĢuyordu, dakikalarca tek bir soluk bile

çıkmadı ağızlarından. Sessizliği bozan cinci hocaydı. "Uzun zaman oldu o kapıyı açmayalı, biz sanki

hep sizi bekliyormuĢuz da siz geç kalmıĢsınız." dedi. Cinci'nin bakıĢları deliciydi. Baktığında sanki

bana değil de direk zihnime, düĢüncelerime, aklımdan geçenlere bakıyordu. Bana değil de kalbim de

sakladıklarıma, sırlarıma, düĢünmekten bile sakındıklarıma.

Sonra küçük ama telaĢlı adımlarla bir erkek cüce gelip eski yapraklı, tozlu bir kitap verdi Cinci'ye.

Kitabı alır almaz Cinci eliyle koymuĢ gibi bir sayfa açtı. Ġnsanların aciz aklıyla hayal bile edemeyeceği

kadar güzel bir bahçe gösterdi bize. Siyah beyaz motiflerle süslü, minyatürlerle tasvirlenmiĢ, eski

kitaba bakınca gördüğümüz çok daha fazlasıydı. Bütün renkleri görebiliyorduk, en güzel sesleri

duyuyorduk ve pek güzel kokular geliyordu burnumuza bu bahçenin çiçeklerinden.

Ne çok kuĢ vardı burada böyle. Cinci daha ben bir Ģey sormadan cevapladı bile: "Buradaki bülbüller

Farsça konuĢur. Evet, konuĢurlar tıpkı papağanlar gibi. Ama onlara baĢka dil öğretmek imkânsızdır,

sadece Farsça konuĢurlar. O bülbüller her konuda konuĢurlar: politika, sinema, doğa hatta mizah. AĢk

hariç her konuda.". Etrafta gezinen cüce insanlardan daha ĢaĢırtıcıydı bir bülbülün aĢk hakkında

konuĢmaması. Bülbül değil miydi güle ölesiye âĢık? "Ama neden?" diyebildim sadece. "AĢk hakkında

konuĢmak kabalıktır, kimi inciteceğin belli olmaz." diye cevaplayınca aslında zaten cevabı bildiğimi

fark ettim ve hafif gülümsediğimi.

Birden ciddileĢti gözleri, çatıldı kaĢları. Neredeyse var olduğuna inandığım bu adam endiĢeli cümleler

kurmaya hazırlanıyordu. "ÇıkıĢta sizi bekleyen zor bir soru var. Eğer cevabınız kabul görürse

sonsuzluğa kanat açmıĢ gibi özgürsünüz, kuĢlar gibi özgürsünüz, okyanus balıkları gibi özgürsünüz.

Ama önemli olan doğru cevabı vermek değil inandığınız cevabı vermek." Ancak masallara yakıĢacak

bir serüvenin içine sürükleniyorduk. Soru da nereden çıkmıĢtı, neydi soru? Ama bu hanın içinde

zaman o kadar tuhaf ilerliyordu ki bazen dakikalarca yelkovan yerinde sayıyorken, bazen

düĢündüklerimi yakalamak bile zor oluyordu. Bunları düĢünecek zamanımız yoktu. Çok vakit

kaybetmeden yolumuza devam etmeliydik, gün yarı olmadan.

Dua değildi ama Arapça olduğunu anladığım cümlelerle bir Ģeyler okudu bize kapıyı açmadan önce.

Sanki bir taĢ meclise girecektik de muhafızlar yüce divanın yüksek kapılarını açacaktı. Ama aksine bu

kapı ortalama bir insanın eğilerek geçeceği Ģekilde yapılmıĢtı. Handaki cüceler bu yüzden miydi,

yoksa cüceler yüzünden mi kapı böyleydi? Kapı tüm hantallığıyla, yaĢlılığıyla Arapça cümlelere

karĢılık verdi ve daha Cinci dokunmadan kımıldayıverdi. Cincinin kapıyı itiĢine kapının gıcırdayan

ayak sesleri eĢlik etti. Mavi gözlü delikanlı heyecanlı, hiç düĢünmeden karanlık geçite attı adımlarını.

Benimse baĢka sorularım vardı.

Page 11: Hezeyan fanzin 4

Fatma Nur Aydın

Hezeyan Fanzin 4 11

"Ya soruyu bilemezsek?" dedim titrek ve titrediğine ĢaĢkın bir ses tonuyla. Cincinin gözleri

korkutmuyordu artık, endiĢelendiriyordu. Gölge düĢtü delici gözlerine. "Geçitten geçtikten sonra

zaman farklı akar. 'kırmızı zaman'dır artık adı. Bu zamanın acımasızlığını anlatır. Bazen saatlerce

yürürsünüz ve sadece dakikalar geçmiĢtir. Bazense zamana en çok ihtiyacınız olduğu anda su gibi

akar. Eğer soruyu bilemezseniz zamanın düz çizgisi artık düz değildir sizin için. Pek çok gerçekliğe

çatallanır. Aynı anı pek çok kez yaĢarsınız, bir Ģeye defalarca yeniden baĢlarsınız, bazen günlerce

güneĢ batmaz ya da hiç doğmaz. Yani kırmızı zaman, zamanda kaybolmuĢsunuz demektir."

Cincinin cevabı beni Cincinin gözlerinden daha az korkutmuĢtu. Belki meraktan, belki heyecandan

tereddütsüzce attım adımımı ben de. Ama sormadan kapıdan geçemeyeceğim bir soruyu taĢıyordum

zihnimde. "Peki, bacağına ne oldu?" dedim. Cinci o gün ilk defa gülümsemiĢ olabilirdi. "DüĢmek

uçmanın yarısıdır." dedi. Bu cevap da bana yetti.

Kapıdan geçince gözlerimin karanlığa alıĢmasını bekledim. Ama etrafın aydınlanması

gözbebeklerimle değil kapının kapanmasıyla ilgiliymiĢ gibiydi. Kapı kapanır kapanmaz yerin altına

doğru inen sonsuz sayıda basamak belirdi ayakuçlarımızda. Bu toprak merdiven sanki dünyanın

merkezine iniyordu, dibi karanlıktı. YavaĢ yavaĢ inmeye baĢladık. Hava serinlemiĢti. Derin bir

labirentin içine doğru yürüyormuĢuz gibi bir his belirdi içimde. Toprak zemin, toprak duvarlar ve en

korkuncu toprak tavan... Ama neyse ki nasıl oldu anlamadan sonuna geldik. Ve burada da bir kapı

vardı.

Mavi gözlü delikanlı kapıyı bir hamlede açmıĢtı bile. Ġçeri girdiğimizde yine her yer siyahtı, kapıyı

kapatana kadar. Kapıyı kapatınca belirginleĢmeye baĢlamıĢtı her Ģey. Buranın hikayesi de buydu: bir

kapının sırrı diğerine geçmemeliydi. Etraf netleĢince gördük ki her yer de yıldızlar vardı, baĢımızı

kaldırıp baktığımız her yerde. Biz gökyüzüne inmiĢtik.

Karanlık bir kubbenin altında sayamayacağımız kadar çok yıldızla ödüllendirilmiĢtik. Gökyüzü

üzerimizdeydi, evren üzerimizde... Uzandık sonsuza yıldızları topladık. Ceplerimiz hayallerimizle,

yıldızlarla doluydu. Mavi gözlü delikanlı bir ara avucunu yıldızla doldurup dakikalarca izledi.

Gözlerinde heyecanın parıltısı yıldızların parıltısıyla yekpare olmuĢtu. Ne kadar mutlu olmuĢtu, ne

kadar ĢaĢkındı. Oysa bu yolu bildiğini söylemiĢti, neyeydi bu ĢaĢkınlığı? Doyumsuzca sahip olmak

istiyordu her bir parıltıya ve o her avuçlayıĢında daha çok yıldız beliriyordu gök kürede.

Artık hayallerimize bile sığdıramadığımızda yıldızlarımızı toprak yolda yürümeye devam ettik. Sanki

bir tek bu yol vardı kapının ardında. Geri kalan her yerde; yukarıda, aĢağıda, sağımızda ve solumuzda,

önümüzde ve arkamızda ama her yerde gökyüzü vardı. BoĢlukta asılı eskimiĢ bir toprak yolda adeta

Ģuursuzca yürüyorduk.

Eğer hayret etmekten vakit bulup etrafımıza da baksaydık bir uçurumun dibine doğru yürüdüğümüzü

fark edebilirdik. Ama bu sonsuzluk paradoksu bizi kara delikmiĢçesine soğurmuĢtu ve biz kendimizi

bir uçurumun dibinde bulmuĢtuk. Yeni bir kapı yoktu, yeni biri de. Ne yapacağımızı bilemezken

Cinci'nin son sözleri geldi aklıma. Bir iki adım geriye çekildim, son bir kez sonsuzluğu izlemek için

baĢımı yukarıya kaldırdım. Buradan gitmesi çok zor olacaktı, zamanda kaybolmak buydu belki de.

Gerçekliğini yitiriyordu her Ģey. En son gördüğüm Ģey gökyüzü olsun diye gözlerimi sıkıca kapattım,

nefesimi tutup koĢmaya baĢladım ve emin olduğumu düĢündüğüm zaman kendimi uçurumdan aĢağı

bıraktım. "DüĢmek uçmanın yarısı..."

Mavi gözlü delikanlı ya çok cesurdu ya da çok heyecanlı. Sorgulamadan benim peĢimden koĢarak

kendini sonsuzluğun kucağına bıraktı o da. AĢağı düĢerken serin havanın bize karĢı koyması ne kadar

da güzeldi. Tenimize kesik kesik çarpması. Yerçekimiyle yapılan en güzel anlaĢmaydı bu. Sen teslim

oluyordun o da sana hayallerinin kapısını açıyordu. Belki ölecektik ama bu ölmek için ne kadar da

güzel bir zamandı. Gözlerime en son sonsuzluk dokunmuĢ olacaktı.

Ama öyle olmadı

Page 12: Hezeyan fanzin 4

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 4 12

Güvercin Odası

II

O hazin olaydan sonra yine ne kadar boĢ kaldığımı bilmiyorum. Sanki her Ģey baĢa dönmüĢ

gibi olmuĢtu. Bir yerlerde o ilk duyduğum sesler yankılanır gibi oluyordu. Duvarlarımda ki

güvercinler ara sıra oradan oraya uçuyor, kimi zaman diğer odalara göç ediyor, sonra tekrar

geliyor diye düĢünüyordum. O günden sonra benim içimdeki ne kadar eĢya varsa hepsini alıp

götürmüĢlerdi. Büyük ihtimal evin diğer bölgelerinde de durum böyleydi

Bundan bir süre sonra iki genç eve bakmaya geldiler. Bana geldiklerinde bir adam

burada yaĢanan olaydan da bahsetti

—ĠĢte, dedi. Tam Ģurada kendini asmıĢ. Karısı, polislerin eve geldiklerinde korkutucu bir

sessizlik içinde kocasına bakıyormuĢ. Gençlerden kısa olanı elini çenesine götürdü.

—Peki, neden, neden yapmıĢ. Adam bu soruyu bekliyormuĢ gibi düĢünceli bir tavır takındı.

-Sanırım borçları varmıĢ, karısıyla atıĢmalarını da çoğu komĢu duymuĢ. Depresyon ilaçları

kullandığını söyleyenler de var.

-Anlıyoruz, bu olay bizim için sorun değil, dedi diğer, gözleri doğduğundan beri

ağlıyormuĢçasına kırmızı olan genç. Yalnız Ģu güvercinler dikkatimi çekti. Bunları onlar mı

yapmıĢ.

-Evet, karısı yaptırmıĢ. Adam devam edecekti ki aynı genç müdahale etti.

-Peki, tutuyoruz.

Sanırım birkaç gün daha geçti. Sonra gençler yavaĢ yavaĢ eĢyalarını getirmiĢ. Eve

yerleĢmiĢlerdi. Bu kez oturma odası olmuĢtum. Güvercinlere dokunmamıĢlardı. Onları bir

miras gibi tutuyorlardı. L biçiminde rengi mavi mi yeĢil mi belli olmayan bir koltuk takımını

odaya yerleĢtirmiĢlerdi. Ortaya ayakları kahverengi, ortasındaki cam s biçiminde çatlamıĢ bir

sehpa koymuĢlardı. Onun altında da yarı kirli, kırmızı bir halı duruyordu. ĠĢte bu kadardı.

Bu gençler üniversite öğrencisiydi. Diğer ev sahiplerimden ziyade bu çocuklar daha

çok evde vakit geçiriyorlardı. Ġkisinin suratlarında da süreklilik taĢıyan bir hüzün vardı. Çok

nadir gülüyorlar, çok nadir dıĢarı çıkıyorlardı. Vakitlerinin çoğu iĢte Ģu koltuklara uzanıp

kitap okumak veya oturmakla geçiyordu. Oda kendilerinin de ―duman altı‖ dediği bir

durumda idi. Ama bundan bir tek kiĢi sorumluydu. O da gözleri sürekli kan çanağı olan

Ayhan‘dı. ArkadaĢı Alpay bir gün:

-Neden bu kadar çok sigara içiyorsun?, diye sordu.

-Bilmiyorum, diye yanıtladı Ayhan. Gözleri bulutluydu. Gören sigarayı çektiğinde içi

bulutlanıyor sanırdı. Ama bu içtiği sigaradan mı yoksa aklına hatıraların üĢüĢmesinden mi

bilinemezdi. Bir süre kanlı gözlerini boĢluğa dikti, sonra devam etti:

-Bilmiyorum. Nasıl baĢladığımı da bilmiyorum ama özenerek olmadı bu. Bunu iyi biliyorum.

Ben roman kahramanlarının dahi derdini yüklenen bir insanım. Belki öyle anlarımdan birinde

olmuĢ olabilir. Bazen düĢünüyorum, intihar edenler neden kastediyorlar canlarına? Mesela,

iĢte Ģurada kendini asan adam, boğazından son nefesi aldığında aklında ne vardı? Huzura mı

ermiĢti yoksa intihar edenlerin o söylenen gazabına mı uğramıĢtı? Belki neden yaĢadığını

yahut neden intihar ettiğini o da bilmiyordur. Karısı hangi amaçlarla Ģu güvercinleri duvara

resmettirmiĢti kim bilir. Neyse, peki sen neden hiç içmiyorsun?

-Ben de bilmiyorum. O adamın ölümü kadar müphem bu durum. Bir kitapta okuyucuya

seslenip ―Sevgili okuyucu Ģu an senin elinin sigaraya gittiğini biliyorum‖ diyordu. Hâlbuki

Page 13: Hezeyan fanzin 4

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 4 13

ben ne alaka demiĢtim ama canım bir kahve içmek istemiĢti doğrusu. Ama sen içtikçe ben de

içmiĢ kadar oluyorum.

Ayhan gülümsedi. Gülümsememesi gülümsemesinden bin kat daha iyi diyeceğiniz bir olaydı.

Sonrasında elindeki sigarayı söndürürken diğer eli cebinden sigara paketini çıkarıyordu.

Ayhan ve Alpay geç vakit gelmiĢlerdi. Ġçeriden seslerini duymuĢtum. Bana hiç uğramadılar.

Sanırım yatmıĢlardı. Bir süre sonra derinden bir ses geldi. Duvarlarım çatlama baĢladı.

Güvercinler kaçacak yer arar gibi oldu ama yapamadılar. Hatta bir kaçı yere düĢmüĢtü.

Üzerimde bulunduğum yapı sağa sola gitti. Ġçerinden gürültüler geldi. Duvarlarımdaki eĢyalar

yere düĢtü. Sonra her Ģey eski haline döndü. Bir yerlerden bağrıĢlar geliyordu. Bir yakım

uzun, kesik sesler vardı. Ayhan ve Alpay geldiler. IĢıkları açtılar. Ġkisi de ĢaĢkınlığını

atamamıĢtı. Neden dıĢarı çıkmamıĢlardı. Neden kaçıp gitmiyorlardı? Ġlk konuĢan Alpay oldu:

-Ġyi misin Ayhan?

-Ġyiyim, daha önce de yaĢamıĢtım ben. Bizim oralar deprem bölgesi zaten. Bundan sonra

olmaz sanırım, dedi. Bunları derken ceplerinde bir Ģey aradı. Sonra sağ cebinden sigara

paketini çıkarıp yaktı. Gözleri hem uykulu, hem kanlı oldukça korkunç görünüyordu. Alpay‘a

döndü. Sigara dumanını üflerken sordu:

-Sen nasılsın?

-Ġyiyim. Ben alıĢık değilim. Belki baĢıma ilk kez geliyor. Ölümü ensende hissetmek bu olsa

gerek. Oda sallanırken kanım çekiliyor sandım. Neden aĢağıya inmiyoruz?

-Bundan sonra olma…

Ayhan sözlerini tamamlayamadı. Üzerine tavanımın bir parçası düĢmüĢtü. Alpay‘ın ĢaĢkınlığı

kısa sürmüĢtü. ġimdi onun da üstüne duvarlarım düĢüyordu. Biraz öncekinden daha Ģiddetli

bir gürültü olmuĢtu. Neden kaçmamıĢlardı? Ayhan olacakları biliyordu belki. Yalnız ölmek

istememiĢti. ĠĢte ben de paramparça oluyordum. Ġçimde yaĢayan herkesi tek tek öldürmüĢtüm.

Ġçimde bir yerlerde o ilk duyduğum sesler yankılanıyordu:

―Deniz kumu mu?, Bunun vebali…, Vebal mi?.., Burada oturanın kaderi de burada ölmek…‖

Page 14: Hezeyan fanzin 4

Rabia Kıran

Hezeyan Fanzin 4 14

Kendimle Konuşmalar: Son Söz

''Ģıp, Ģıp, Ģıp...''

Alnıma damlayan üç damlanın da tesiriyle sağ gözümü yavaĢça açabilmiĢtim. Etrafım, uzandığım

yer, olabildiğince soğuktu. Ġlk defa uyandığım yer, yılların eskitmiĢ olduğu oysa benim bir ömür hayat

arkadaĢım olabilmeyi baĢarmıĢ yatağım değildi. Bu durumda bana çok yabancı olan kuvvetli ihtimal

de bir daha uğramayacağım bu yerden kalkıyorum. Soğuktan bacaklarım tutulmuĢ olacak ki birkaç

kiĢinin yardımı ile ancak bedenim uzaklaĢıyor oradan.

DıĢarı çıkıyorum. Bugün güneĢ gözlerimi kıstıracak kadar kızgın değil sanırım bana, çevremi hiç

olmadığım kadar dikkatli süzüyorum. Yol boyunca çokça tanıdık yüz görüyorum, hepsinin yüzü asık,

belki aynaya baksalar kendilerine bile gülümseyecek halleri yok. ''Acizlik bu!'' diye düĢünmeden,

kızmadan edemiyorum. Yine de altın bilezik olarak edindiğim bu sükunetimi korumayı yeğliyorum.

Ben bu sükunet içindeyken, insanların bana ilginç ilginç, sanki halime üzülüyorlar gibi bakmasına

anlam veremiyorum. Meraklı gözlere meydan bırakmadan çabucak geçiveriyorum oradan. Eve

yaklaĢmak üzere olduğumu fark edip içimdeki rahatlığı gökyüzüne dikili gözlerim sayesinde kuĢlarla

paylaĢabiliyorum ancak. Sokağın giriĢine geldiğimde bu sessizliğe alıĢmamıĢ kulaklarım çocuk

gürültülerini arıyor: ''Haydi Nuri amca, top sende.'' Duyamadığım seslerin hüznüyle köĢeden evimi

görünce buruk da olsa gülümsüyorum. Yıllar önce evin sokağın baĢından görünen kısmına çizdiğim

kuĢ resmini görüp hiç olmadığım kadar mutlu oluyorum. Tam orda duruyorum nedenini bilmeden,

sabit bir noktada çakılı kalmıĢ, istesem dahi hareket edemeyecek gibi. Gözümü ayırmıyor, sadece ona

bakıyordum. Belki de hatırlattıklarına. Yağmur yağsa dahi uçup gitmezdi evimin duvarından diyorum

ve gülüyorum kendi kendime. Hatırlıyorum boyayı alırken boyacı adama söylediklerimi: '' Aman

diyeyim, karda da kıĢta da uçup gitmeyen bir Ģey olsun!'' Kendi iç sesimle ĢakalaĢtığım sırada bugün

yalnız olmadığımı fark ediyorum. Evimde misafirlerim var, gördükçe hepsini ĢaĢırıyorum. ġaĢkınlıkla

odanın ortasına geçiveriyorum. Yılların vermiĢ olduğu yabancılaĢmadan olsa gerek hiçbiri baĢını

kaldırıp da selam vermiyor. Uzun bir süre sessizce oturuyoruz, sürekli sesine aĢina olduğum

televizyonum bugün kapalı. Misafirlerin yanında açmanın da hoĢ olmayacağını düĢünüp oturduğum

yerde insanların yüzlerine bakmaya devam ediyorum. Nerdeydiniz bu zamana kadar demek geliyor

içimden ama bir cesaret alıp söyleyemiyorum, hepsinin yüzünde aynı mahzun ifade beni de

mahzunlaĢtırıyor. Sessizlikten sıkılmıĢ olacaklar ki benimle tek kelime bile konuĢmadan ayağa

kalkıyorlar. Yanlarında yürüme gereksinimi duyuyorum bir süre. Gidecekleri yere gitmek istemiyor

gibi yavaĢ yavaĢ yürüyorlar. Derken sokağın baĢından imam efendi çıkıyor bizimkilere katılarak

yürümeye devam ediyor. DüĢünüyorum: ''Vay be bizim imam yürüyüĢe de çıkmayı severmiĢ.'' Ġmam

efendinin gelmesi ile geride kalan bir kaç kadın görüyorum, bakmaya devam ettikçe azalıyor sayıları.

''Ah be imam efendi'' diyorum, ''tam da zamanında geldin!'' Uzakta bir tanesinin kaldığını görüyorum,

bileklerine kadar uzanan siyah bir elbisesi var üzerinde. Gözlerim yaĢlılıktan olsa gerek pek seçemiyor

kim olduğunu ama yanına gidip durmasının sebebini sormak istiyorum. Tabii yanımda yürüyen onca

insana ayıp olur düĢüncesi ile yola devam ediyorum.

DeğiĢik bir kapıdan giriyoruz ve tüm havam değiĢiyor, ferahlıyor içim ağaçların bolluğundan. Fazla

dolambaçlara sapmadan düz ilerliyoruz, değiĢik bir mekan diye geçiriyorum içimden. Bilseydim daha

önce gelirdim diyorum. Gözüm hala arkada siyah elbiseli kadını arıyor, kapı giriĢinde uzaklara dalmıĢ

bir Ģekilde bekliyor. O arada kendimi serin bir yerde uzanırken buluyorum, bol toprak kokulu. Kafamı

yattığım yerden kaldırıp kendisine iĢaret etmek istiyorum ama kafam nerden geldiğini anlamadığım bir

tahtaya vuruyor. Anladıklarım o an bana yetiyor. Geri uzanıyorum. Tüm yolu benimle yürüyen

insanların teker teker yanımdan ayrıldığına tanık oluyorum ama ĢaĢırmıyorum. Sonra birden gözüm

takılıyor, siyah elbiseli kadın bana doğru yaklaĢıyor. YaklaĢtıkça görmekten aciz gözlerim, tüm duyu

organlarımın ayrı ayrı yaptığı iĢlevleri tek baĢına yapıyor. Duyuyor, hissediyor, kokusunu alıyor. Bu

ġükran'dı. Heyecanlanıyorum, yıllarca büyük bir aĢkla seni beklemiĢken diyorum, Ģimdi olacak iĢ mi!

Söyleyecekleri var gibi oluyor, bekliyorum. Ġlk ve son konuĢmamızı iĢte o zaman yapmıĢ

bulunuyoruz:

''Ġmam efendi sorduğunda cevap verememiĢtim, bizzat sana söylemek istedim.

''Ġyi bilirdik. Hem de çok iyi...''

Page 15: Hezeyan fanzin 4

Onur Akbudak

Hezeyan Fanzin 4 15

Artık

KıĢ birdenbire geldi... Önceleri kendini gösterir, ağaçların yapraklarına usulca dokunur kılcal

damarlarını ağır ağır soğutarak dökerdi.

GüneĢten çatlamıĢ toprak gözlerini gökyüzüne bırakıp keyiflice beklerdi. Tüm bunlar olmadı,

kıĢ birdenbire geldi. ġu bildiğimiz kırlangıçlar da birdenbire kayboldu. Soğudu hava...

Yağmur da yağmadı. Sadece soğudu. Mevsime uyan kıyafetlerini yüklükteki hurçlarından

çıkarıp giymiĢlerdi.

Her türlü soğuk, sıcak havaya en az dayanaklı canlıydı insan evladı.

Soğuk vardı...

(Artık, mümkün değil sıcak olmazdı.)

Hava dört beĢ ay böyle giderdi.

Yağmur da ne kadar yağar bilinmezdi.

AlıĢırlardı.

Soğuk havaya...

Nefes alıp veriĢleri de buğulaĢırdı. Ellerini ovuĢturarak avuçlarına hohlarlardı.

Önceleri kendini gösterirdi mevsim, kül rengi yaprakların üzerine basarlar çıtırtılar

çıkarırlardı.

Sonbahar...

Adını kaybetti.

Birdenbire evlerine çekildiler... Henüz kömür sobalarını da kurmadılar.

Çok sürmez Ģu uzaktaki bacalardan duman tütmeye de baĢlar...

Kimse gelmiyor artık. Benim kadar yalnız piknik masaları. Salıncaklar ve kaydıraklar boĢ.

Karıncalar kıĢlık erzaklarını çoktan yemeye koyuldu, yuvalarının kapısı kapalı. Artık yoklar.

Yaz da bitti. Koca kıĢı nasıl geçirecekler...

Tüylerim eskisi kadar korumuyor. YaĢlandım. Ve Ģu yaĢıma geldim bir insan evim

olmadı. Hani bazılarımızı alıp besleyip, sıkılınca bir süre sonra bırakmıĢlar duydum...

Benim dıĢımda da pek kimse kalmıyor burda. Defalarca Recep ― Merkezde bir

lokanta var gel sen de...‖ diye üstelese de sanki gidince oralarda kaybolacakmıĢım hissine

kapıldım.

―Sen gel, halimi hatrımı sor yeter‖ desem de Recep‘in bugüne kadar hiç bir kıĢ

geldiğini görmedim.

Büyük bir dere var, hemen Ģurada... Yazın sürekli açık olan büfeyi geçince...

KıĢ olunca dağlar fazla gelen suyunu bu yola bırakır. Bazen yol taĢar... ĠĢte, artık taĢan

sudan bana ne düĢerse karnımı doyururum.

Eskisi gibi yağmur da yok.

Kuru soğuk, Ģimdi olduğundan da... Ne adı ne tadı kaldı mevsimlerin.

Daha önce hiç görmediğim bazı evsizler de görünür buralarda, ne ara gözden

kaybolurlar anlayamam. Bir ara üniformalı insanların biz yurtsuzlara bıraktıkları yemeklerden

zehirlendiklerinin dedikodusunu duymuĢtum. Bugüne kadar hiçbir benzerimin ölüsüne tanık

olmadım.

Artık...

Beni gökyüzü sevsin,

Bağrına bassın.

Bu kadar kısa kıĢ mı olurdu Recep?

Page 16: Hezeyan fanzin 4

Eray Sarıçam

Hezeyan Fanzin 4 16

Bir Fil Müddeti'nde Siyasi Söylem

Bir Fil Müddeti* Cihat Duman'ın üçüncü Ģiir kitabı. Haziran ayında yayımlanan

eserden önce Duman'ın, KızkardeĢleĢmek ve Ya da PiĢman Değilim adlı kitapları mevcuttu.

Bir Fil Müddeti için Cihat Duman'ın siyasi Ģiir yazımına ağırlık verdiğini söyleyebiliriz.

Kitabın geneline yayılan bu siyasi söylemin, artık genç sayılmayacak bir yaĢta olan Ģairin, bu

zamana kadar sürdürdüğü Ģiir anlayıĢı etrafında oluĢtuğu görülüyor. Yani siyasi söylemin ağır

bastığı bu Ģiirler ne epik ne de popülisttir. Daha önceki kitaplarında da gördüğümüz üzere

bariz bir Ece Ayhan etkisi söz konusudur. Ancak Duman'ın bir Ece Ayhan olmadığı da

aĢikârdır. Birçok kere onun ulaĢtığı noktanın aĢağısında kalır. Ki Ece Ayhan'ın da çok yüksek

noktalara ulaĢtığını söylemek güçtür. Açıkçası "Ölü, neyin cinsel organıdır ölümden

koparılınca" gibi mısralarıyla küçük Ġskender ile aynı seviyeye düĢmüĢ oluyor. Elbet bu

kaçabileceği bir Ģey değil Ģairin. Biçim ile uğraĢan hemen her Ģairde karĢılaĢırız bu sorunla.

Nasıl ki Ece Ayhan'ın "cehennet"i Efe Murad'da "Ģeytanrı" olmuĢsa, biçimin ön olanda

olduğu siyasi Ģiirlerde de böyle bir sorunun olması doğaldır. Özellikle günümüz Ģiirinde biçin

son haddine varmıĢtır. Eldeki verilerle Ģairden orijinal bir Ģey beklemek boĢa bir çabadır.

Bir Fil Müddeti'de karĢımıza sıkça "devlet", "ölüm", "kan", "kefen", "savaĢ",

"katliam", "uludere" ve sair kelimeler çıkıyor. Kitabın hemen ilk baĢında bulunan parça

elimize bu anlamda bolca malzeme veren bir kaynak. Parçanın baĢından sonuna kadar süren

"battaniye" kelimesi üzeri örtülmeye çalıĢılan durumları imliyor. Ġlk elden "kan"," kefen",

"devlet" kelimeleri çıkıyor karĢımıza. Bundan sonra "sivil", "savaĢ", "bölücü", "cinayet",

"kin", "katliam" gibi kelimler. ġairin bunca sayıp dökmesine rağmen durum, yalnızca değinip

geçmek Ģeklinde meydana geliyor. Mesela Uludere katliamı diyor. Fakat bunun hakkında bize

bir Ģey söylemiyor, yorum yapmıyor. Yazımızın ilk baĢında dediğimiz epik ve popülist Ģiirden

burada ayrılıyor Ģair. Epik Ģiirde Ģairin söylemek istediği bir Ģey varsa bunu lafı gevelemeden

olduğu gibi söyler okuyucuya. Yalnızca hatırlatmakla yetinmez. Bunu yine Ece Ayhan

etkisine bağlayabiliriz. O da Duman gibi açıkça konuĢmak yerine imgelerle konuĢmayı tercih

etmiĢti. Hâl böyle olunca okuyucuyla arada bir kopukluk meydana geliyor. Siz eğer politik bir

Ģiirde yol alıyorsanız okuyucu ile aradaki engelleri mümkün mertebe en aĢağı seviyeye

indirmelisiniz. Yok, eğer Yunan mitolojisinden bahseden bir Melih Cevdet iseniz sizin böyle

bir derdiniz elbette olmaz. ġairin derdini alalen söylediği, lafı evirip çevirmediği nadir

zamanlar da yok değil. "Ġçimden Sesleniyorum: Kimsin?" adlı Ģiirde "Ģur'da bir Ģehit cenazesi

olacaktı/politik bir mesaj verme kaygısı//doğuĢtan ölü olduğu için/en iyi yardımcı kürt oyuncu

ödülünü aldı" mısraları, Ģehit cenazesiyle girip, "en iyi Kürt ölü Kürttür" gibi bir sözün ortaya

çıkmasını sağlayan zihniyete cevap oluyor. Bu noktada Ģairin konuĢtuğunu, yorum yaptığını

yani sadece değinip geçmediğini görebiliriz. "Sahibinden Kiralık ġiir"de ise Ģair Gezi olayları

sırasında Ģiir yazan zevata sesleniyor olmalı. Bahsettiği kiĢiler Neslihan Yalman, Muarrem

Can ve sair gelenekçi sol Ģairler olsa gerek. ġiirden Gezi'ye katılmıĢ bir Ģairin Gezi'yi hafife

aldığı çıkarılamaz. Bu olsa olsa sanat farkından gelen bir alay olabilir. Ayrıca bu Ģiirde de

Duman bahsettiğimiz hataya düĢüyor ve yalnızca değinilerle yetiniyor "SAHĠBĠNDEN

KĠRALIK DEVRĠME YÜRÜYÜġ MESAFESĠNDE GEZĠ PARKI LOKASYONUNDA AZ

MASRAFLI 1+1 DOĞAL BĠBER GAZ SOBALI ġĠĠR" Özellikle "doğal biber gazı" söylemi

hükümetin biber gazı kullanımıyla ilgili yaptığı açıklamaya yavan bir hatırlatmadan öteye

geçmiyor. "Arabamız Olmadığı Ġçin Saçım" adlı Ģiirde yine Gezi'ye selam çakıyor. Selam

çakıyor diyoruz çünkü gerçekten yaptığı baĢka bir Ģey yok. Bunu basit Ģekilde söylevcilikten

kaçtığı için yaptığını sanmıyorum. "günlerdir çekilmemiĢ bir sifonu çekerek baĢladım

anlatmaya" diye bir dize kurmak, "gel gör ki çocuk öldü/on altı kilo öldü çocuk on altı

kilo/biz bir daha görüĢemedik/farklı yerlerde aynı maça yatmıĢız/bu da böyle bir anımdır" gibi

Page 17: Hezeyan fanzin 4

Eray Sarıçam

Hezeyan Fanzin 4 17

bir bölüme ister istemez halel getiriyor. Cihat Duman'ın Kürt kimliği de Ģiirlere yön veren

önemli bir etken. Biraz önce gösterdiğim örnek dıĢında Ģairin, Kürtlüğü ile "devlet"in

karĢısına dikildiği görülür. "Cinsel yolla bulaĢan hastalıklara Ģiir denmiyorken. Kürdistan'a

Kürdistan" Kürdistan derken bile aklına cinsel yolla bulaĢan hastalıklar geldiğine göre,

buradan siyasi bir tavır takınmaktansa estetiğin önce geldiğini söyleyebiliriz Ģair için. Siyasi

bir konuya bu denli estetik yaklaĢım ister istemez plastik bir hava katıyor Ģiire. "Allah

büyüktür çünkü Türk'tür" mısraı ile Kürtlüğün karĢısına ırkçı devletin alındığı söylenebilir.

Çünkü bu mısra Kürt bir gencin yıllarca beslediği ve söyleyemediği düĢüncelerin dıĢa

vurumudur. Ve belki de kitap boyunca hiç bu kadar cesur değildir Cihat Duman. Filistin'e de

değinmeden edemiyor Duman. Ancak Filistin gibi önemli bir mevzuun yolu "Allah VE

Karım" adlı Ģiirde kerhaneye çıkıyor. "Dün Gece Attığın Tivitleyi Okudum" Ģirinde "filistin

halkı yalnız değildir" diyen Ģair, iki alt mısrada "biz ol deyiz ve seveyiz olmayanlayı" Ģeklinde

alaya alınmıĢ bir Ayet- i Kerime ile bu sloganın altı boĢaltıĢmıĢ oluyor. Bununla beraber,

çeĢitli yerlerde Hadis-i ġerifler ve Ayet-i Kerimelerin deformasyona uğradığını görüyoruz

eserde. "Bütün savaĢların anası dindir", "Her Bomba Ölümü Tadacaktır" gibi. Bu yalnızca

basit bir biçim arayıĢı ve hiciv merakı değil, siyasi Ģiirler yazmaya çalıĢan bir Ģairin halkından

ve halkının değerlerinden ne denli uzak olduğunun göstergesidir.

Son olarak diyebiliriz ki, Bir Fil Müddeti bıkmıĢlığın, umutsuzluğun, cesaretsizliğin

bastırdığı isyanın, habis bir eseri olarak Ģiir dünyamıza girmiĢtir.

* Cihat Duman, Bir Fil Müddeti, Pan Yayıncılık, Ġstanbul, Haziran 2014

Page 18: Hezeyan fanzin 4

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 4 18

Sosyal Medya’da Soma, Gezi ve Ortadoğu

Biz derginin son sayısını ülkede ve Ortadoğu‘da gerçekleĢen ölümler üzerine ölüm temasıyla

çıkarmıĢtık. O günden Ģu an yazıyı yazdığım ana kadar değiĢen bir Ģey yok ne yazık ki. Derginin son

sayısından hemen sonra Soma faciası gerçekleĢti. Daha sonraki aylarda Gazze siyonist Ġsrail‘in

saldırılarına maruz kaldı. ġu günlerde ise IĢid denilen sözde Ġslamcı olduğunu savunan terör örgütü her

zaman olduğu gibi Amerika ve Ġsrail eliyle Ortadoğu‘da kargaĢa çıkarıyor. Bunlar uzun uzun

tartıĢılacak siyasî konular. Ben bunlardan ziyade sosyal medyada yani son 3 senede devrimler yapılan,

isyanlar çıkarılan, gündemin döndüğü yerde bu olayların nasıl yankılandığını aktarmaya çalıĢacağım.

Sosyal medya bazı psikologlara göre insanların gerçek hayatta muhatabına söyleyemediklerini

rahat rahat paylaĢtığı yer olarak görülüyor. Bir bakıma Katharsis yani. Doğrusu Ġzdiham ―Sosyal

medyada insanlık dıĢında her Ģey var.‖ Haklılarda: devrimler, isyanlar, olaylar, aĢklar, yemekler,

fenomenler… Bunları da geçecek olursak öncelikle Soma‘dan bahsetmek istiyorum. Arada sırada

yemeklerin ve aĢkların geri planda kaldığı olaylar olmuyor değil sosyal medyada. Soma‘da ne yazık ki

onlardan bir tanesi oldu. Soma faciasından sonra sosyal medya büyük bir isyana gitti. Profil

fotoğrafları değiĢti. Madenci kızının çizdiği bir resim paylaĢıldı. Herkes kendi yorumunu yaptı. Acıda

birleĢilmeyerek herkes birbirine olmadık küfürler etti. ―Rabia‘ya üzülenler buna da üzülsün. Arap‘a

ağlayan buna niye ağlamıyor‖ diyenler gizli ırkçılığını da ortaya çıkardı vesaire vesaire… Yani bu

olanlar herhangi bir kurtuluĢ mücadelesi olduğunda birleĢilemeyeceğini göstermiĢ oldu.

Aradan bir ay geçti. Soma unutuldu. Fotoğraflar değiĢti. ĠĢçinin hakkını savunanlar

mağaralarına çekildi. Arada bir facia oldu 3 kiĢi öldüğü için kimse umursamadı. Çünkü vicdanlar artık

rahatlatılmıĢtı. Bir ay daha geçti. Siyonist Ġsrail, 3 askerini bahane ederek Gazze‘ye havadan, karadan

ve denizden saldırıya baĢladı. Çoluk çocuk dinlemedi. Evleri, barkları, parkları hatta camileri gözünü

kırpmadan yaktı, yıktı. Gazze‘ye yapılan saldıralar da sosyal medyada Soma‘ya benzer Ģekilde yankı

buldu. Yine profil fotoğrafları değiĢti. Bu kez kimi sağ kesimdekiler sola laf atmaya baĢladı. Siz insan

değilsiniz denildi. Ġsrail yandaĢları denildi. Bunun yanında ne kadar etkili oldu bilinmez Koka Kolaya

karĢı tepki oluĢturuldu. Bununla ilgili fotoğraflar paylaĢıldı. Reklam filmleri değiĢtirildi. Ġsrail ürünleri

listelendi, yayınlandı. Bu kez sol kesim ―siz geri zekâlı mısınız, siz bunları almayarak Ġsrail‘i batıracak

mısınız‖ diyerek her zamanki gibi halkı aĢağıladı. Halkın elinden gelenin o olduğuna bakılmadı.

Bunun yanında Koka Kola ise Ġsrail‘e destek vermediğini açıklamadı ama yaptıklarından dolayı

Ġsrail‘e de herhangi bir tepki göstermedi. Her iki taraftan da insanlar acıyı yaĢayamadı. Bu acıyı

kendilerine karĢı kullanmak istiyorlardı. Kendi kin ve nefretlerini bu hazin olaylar üzerinden

aktardılar. Yine kimi kesimlerden ―zamanında topraklarını satmasalarmıĢ‖ gibi sözler iĢitildi.

Atalarının yükü sahilde bombalarla öldürülen çocukların üstüne kalmıĢtı. Yine herkes bildiğini sandığı

Ģeyi söyledi. Çoğunluk ayrıydı. Nadir kesimler birlik çağrıları yaptı ama sesleri duyulmadı. Türkiye‘de

içte veya dıĢta olsun her acı bir Ģekilde siyasete dönüĢebiliyordu. Tertemiz ölüp Hakk‘a yürüyen

çocuklar siyaset lağımına atılıyordu.

Son günlerde ise sosyal medyada Orta Doğu‘yu kana bulayan IĢid gündemde. Belki

Amerika‘nın kötü giden ekonomisini düzeltmek için kurduğu ve bol bol silah gönderdiği IĢid‘in

Kobane‘ye saldırması üzerine yine Amerika‘nın desteklediği ve bol silah sağladığı aynı çatı altında

birleĢen terör örgütleri de Türkiye‘de oraya buraya saldırmaya baĢladı. Bu terör örgütü karĢıtı

insanlarda ise IĢid‘e karĢı bir sempati uyandı. Sosyal medyada IĢid taraftarlığı bile baĢladı. Hatta

―göndereceksin bunları IĢid‘e‖ gibi paylaĢımları da gördüm. Bu insanların o kadar boĢlukta kaldığını

gösteriyordu ki kendilerini illa bir tarafa bağlı göreceklerdi. Bu ya PKK ya da IĢid olacaktı.

Disturbed adlı bir metal grubu Land of Confusion parçasında ―Neden burası kargaĢa

toprakları‖ diyor. Klibini izlerseniz Türk bayrağını dahi görebilirsiniz. Klibin sonunda ise büyük güç

Amerika düĢürülüyor. ABD‘nin Orta Doğu‘da ne gibi amacı olduğu, buraya kargaĢa toprakları

yapmak istediği malum. Biz Müslümanca bir tavırla bu kargaĢaya elimizden geldiğince imkan

vermemeye çalıĢacağız.

Page 19: Hezeyan fanzin 4

Recep Akay

Hezeyan Fanzin 4 19

Sünnet Anlayışımız

Bismillahirrahmanirrahim,

Sünnet, Kur‘ani bir kavramdır. Kur‘an-ı

Kerim‘de 14 yerde tekil, 2 yerde çoğul isim

olarak gelir. Kavram, Mekki ve Medeni sureler

arasında nisbeten dengeli bir dağılım gösterir,

vahyin iniĢ sürecinde, semantik bir değiĢim

göstermez.

Hz. Peygamber‘e isnat edilen rivayetler, tüm

rivayetler gibi Kur‘an‘a arz edilmelidir.

Kur‘an‘a arz yöntemlerinden biri de, rivayeti

Kur‘an‘ın diline arz etmektir. Burada cevabı

hayati önem arzeden bir soru gündeme geliyor:

.Ġçinde sünnet lafzı geçen hadislerden ―Kim

güzel bir sünnet koyarsa‖ hadisi, kavramın

Arap dilindeki konuluĢ anlamıyla en uyumlu

rivayetlerden biri olarak görünüyor. Zira bu

hadise göre sünnet koymak sadece Nebi‘ye has

bir hususiyet olmadığı gibi, sünnet sadece

olumlu davranıĢlara da hasredilmiyor. Zaten

sahabe döneminde de sünnet koymaktan bu

anlaĢılmıyor. Nehcü‟l-Belâğa‘da Hz. Ali‘den

nakledilen bir hutbede geçen ―Nebi‘nin

sünneti‖ terkibi de bu vurguyla kullanılıyor.

Sünnet kavramının mücerret olarak Hz.

Peygamber‘in davranıĢlarını ifade etmesi için,

yaklaĢık iki asır geçmesi gerekmiĢtir. Sünnet

kavramına Kur‘ani bir karĢılık arayan ilk kiĢi

Ġmam ġafii‘dir.imam ġafii üç Ģey yapıyor:

1. Kendisinden önce Evzai gibi rey karĢıtı

isimler tarafından dile getirilen sünnet ve

hadisin vahiy olduğu tezini açıktan savunuyor.

Bu arada sünnet ile hadis arasındaki ayrımı da

belirsizleĢtiriyor. El-Umm isimli eserinde,

Sunnetu rasulillah vahyun (Allah Rasulü‘nün

sünneti vahiydir) iddiasında bulunuyor.

2. Bu iddianın bir devamı olarak sünnet‘in

hükmünü Kur‘an‘la eĢitliyor ve ona uymanın

Allah tarafından farz kılındığını öne sürüyor:

Faradallahu „ale‟n-nâsi ittibaa vahyihi ve

suneni rasûlihi (Allah insanlara vahye ve

Rasulü‘nün sünnetine uymayı farz kıldı).

3. Hz. AiĢe‘nin ―Onun ahlakı Kur‘an‘dı‖

anlayıĢının yerine, ―Onun sünneti/hadisleri

vahiydir‖ anlayıĢını yerleĢtiriyor. Şafii bir

yandan “Sünnet‟in aslı Kur‟an‟dır” derken,

öte yandan vahiy ilan ettiği “sünnet”i,

Kur‟an‟a paralel ikinci bir asıl olarak vaz

ediyor. Sonunda sünnet, “Kur‟an‟ın ortağı”

haline getiriliyor.

Ancak imam Ģafii çok temel bir sorunu

çözmesi lazım geldiğini görüyor. Kasdettiği

manada ―sünnet‖in Kur‘an‘da yer almadığının

o da farkında. Bu kez sünnet kavramının

Kur‘an‘da karĢılığını arıyor. Bu, gerçekten

ĢaĢırtıcı bir durumdur. Zira bu kavram

Kur‘an‘da tekil olarak 14 kez aynen geçiyor.

Bu bir Ģeyi gösteriyor: ġafii‘nin, Kur‘an‘da

geçen sünnet kavramında aradığını

bulamadığını. ġafii, er-Risale‘de sünnet‘in

Kur‘an‘daki karĢılığının ―hikmet‖ kavramı

olduğunu söylüyor. Buna da Bakara 129, 151,

231; Âl-i Ġmran 164; Cuma 2; Nisa 113; Ahzab

34 gibi ayetleri Ģahit gösteriyor.

Öte yandan, Kur‘an‘da içinde hikmet geçen

ayetleri kendi içinde bir bütün olarak

incelediğimizde, bu ayetlerde geçen el-kitâb

ve‟l-hikme ibarelerindeki kitâb lafızlarının

Kur‘an‘a has değil, onu da içeren genel bir

lafız olduğunu görüyoruz. ġafii‘nin Ģahit

gösterdiği yedi ayetin hiç birinde de hikmet

―Sünnet-i Muhammed‖ anlamında

kullanılmıyor. Mesela Âl-i Ġmran 48 ve 79‘da

―kitab ve hikmet‖ Ġsa b. Meryem‘e isnatla

kullanılıyor. Âl-i Ġmran 81‘de Ġsa‘nın kavmine,

Nisa 54‘te Ġbrahim Ailesi‘ne isnatla

kullanılıyor. Yine Ġsrailoğulları ve Ġbrahim

kavmini muhatap alan Casiye 16 ve En‘am

89‘da terkip ―kitab ve hüküm‖ olarak geliyor.

Bu ayetler de gösteriyor ki, ―kitab ve

hikmet/hüküm‖ iki elemanlı bir terkiptir ve

Muhammedi risalete hasredilemez. Mesela

―Doğrusu Biz Ġsrailoğullarına kitab ve hüküm

verdik‖ (Casiye 16) veya ―Biz Ġbrahim

Ailesine kitab ve hikmet verdik‖ (Nisa 54)

ayetinden yola çıkarak, ―İsrailoğullarına

verilen sünnet de ne ola ki?‖ veya ―İmran

Ailesi‟ne verilen sünnet de ne ola ki?‖ soruları

cevapsız kalıyor. Hepsinden öte, ne Hz.

Nebi‘den, ne de sahabeden bu yorumu

destekleyen bir tek yorum gelmiĢken, hikmet‘i

sünnet‘in yerine ikame etmenin ne kadar

isabetli bir yaklaĢım olduğu ortadadır.

Nebevi örnekliğe (sünnete) bakıĢ

Muhakkik sahabenin nebevi örnekliğe

bakıĢıyla ġafii‘ninki arasında hayli fark var.

Muhakkik sahabe sadece Hz. Rasul‘ün ne

yaptığına bakmıyor, ―niçin yaptı‖ sorusunun da

peĢine düĢüyor.

Allah‘ın emrinin teşebbuh (taklit ve

benzemek) değil teessi (örnek almak)

olduğunu biliyor. Onun için Hz. Peygamber‘in

yaptığını taklit etmeyi değil, maksadını

gözetmeyi hedefliyorlar. Onlara göre ‗sünnet‘,

Kur‘an‘ın Hz. Peygamber‘in davranıĢlarındaki

yansıması.

ĠĢte bir örnek: Halife Ömer hac döneminde

umreyi yasakladı. Oğlu Abdullah bu yasağa

Page 20: Hezeyan fanzin 4

Recep Akay

Hezeyan Fanzin 4 20

uymadı ve Ģöyle itiraz etti: ―Rasulullah yaptığı

halde babam yasaklamıĢsa, babamın emrine mi

Rasulullah‘ın emrine mi uyacağız, ne

dersiniz?‖ (Tirmizi, Hac 12) Hz. Ömer‘in bu

tasarrufunu Cassas ve Ġbn Kayyım tevil

etmiĢler. Fakat bu tür teviller ölüye elbise

dikme kabilinden olduğu için, olanı izaha kâfi

gelmiyor. Belli ki Hz. Ömer Nebi‘nin

davranıĢlarına sonrakilerin zihni kalıplarıyla

bakmıyor. Kaldı ki, bu tek örnek değil.

Ġkindiden sonra kılınan sünnet, teravihin

cemaatle kılınması, bir seferde üç talak gibi

daha birçok örnek var. Bu Hz. Ömer‘le sınırlı

da değil.

Mesela Hz. Osman Cuma namazında ikinci bir

ezan ihdas ediyor. Zira ihtiyaç hâsıl oluyor.

Buna ―Osman‘ın sünneti‖ adı veriliyor. Hz.

Ali‘nin de benzer uygulamaları oluyor.

Ehl-i Rey bu tahkikçi damarın takipçisi oluyor.

Nebevi örnekliği Peygamber‘i taklit olarak

anlamıyorlar. Aksine Peygamber‘in

yaptıklarını anlamak ve onları onun maksadını

gerçekleĢtirmek için yapmak olarak anlıyorlar.

Ehl-i Rey‘den Rebia b. Abdurrahman, ―suça

eĢdeğer bir karĢılık‖ anlamına gelen kısas

konusunda akleden kalbini çalıĢtırıyor.

Ehl-i Rey‘in en ünlüsü Ġmam Azam Ebu

Hanife‘dir. Ebu Hanife ve arkadaĢlarının

sünnete bakıĢı özetle Ģudur: Sünnet ve Hadisler

Peygamberimizin Kur‘an‘a dair reyidir. Risalet

misyonuna dair olanları (nebevi örneklik

anlamında) sünnettir, risalet misyonu dıĢında

kalanları içtihattır.

Ebu Hanife mümeyyiz bir aklı temsil

etmektedir. Ona göre sahabe hepsi de

planyadan çıkmıĢ bir topluluk değildir.

Ġçlerinde dinde derin anlayıĢ sahibi olanlar

olduğu gibi olmayanlar da vardır. Bu

ikincilerden gelen rivayetler, ―nakleden sahabe

fakih değildir‖ gerekçesiyle göz ardı

edilebiliyor. Ebu Hanife hadisleri Kur‘an‘a arz

ediyor. Tıpkı ―Bir mü‘min, bir kâfire karĢılık

(kısasen) öldürülemez‖ rivayetinde olduğu

gibi. Bu tür tasarruflara karĢı yapılan itirazları

Ebu Hanife; ―Kur‘an‘a aykırı hadisi red

Nebi‘yi red değildir‖ diye cevaplıyor.

Ebu Hanife‘nin bu tavrı Hanefi usulcülerince

Ģöyle formüle edilmiĢtir:

Sünnet hadise tercih edilir,

kıyas haber-i vahide tercih edilir,

istihsan (alimin kendisini ikna eden Ģahsi

kanaati) kıyasa tercih edilir.

Bu formülün kendi içinde hayli cesur olduğu

su götürmez.

Ebu Hanife bu yüzden iftiralara uğrar. Ġbn Ebi

Davud, ―Ebu Hanife‘yi kötüleme hususunda

ulemanın icmaı vardır‖ diyebiliyor. Tabi ki

onun ―ulema‖ dediği hadisçiler. Süfyan b.

Uyeyne ve Süfyan es-Sevri, Ebu Hanife‘nin iki

kere tevbeye çağrıldığını söylüyorlar.

―Tevbeye çağırmak‖, dinden çıkan için

kullanılan bir ıstılah. Bu nasıl bir iĢ? ĠĢin aslını

Ebu Nuaym‘ın Kitabu‟d-Duafa‘sından

öğreniyoruz: ―Ebu Hanife Kur‘an‘ın mahlûk

olduğunu söyledi. Bu rezil sözünden dolayı

birçok defa tevbeye davet edildi.‖ Ebu

Nuaym‘ın insaf Ģakülünün ne kadar kaydığına

bakın ki, sözün arkasına ―Sözünden dönmediği

için zindandan ölüsü‖ çıktı diye ekleyemiyor.

Bunun çevrisi Ģudur: Ebu Hanife iktidarın

tezini savunmadı, zalim yöneticilerin çanağını

yalamadı ve bu yüzden de iĢkencelere uğradı

ve sonunda zulmen öldürüldü.

Bilindiği gibi Ebu Hanife Mansur‘un zindanına

diri girmiĢ ölüsü çıkmıĢ, Ģehid edilmiĢtir.

Hadisçi Süfyan es-Sevri‘nin onun Ģahadetine

tepkisi Ģöyle olmuĢ: ―Elhamdülillah! O Ġslam‘ı

ilmek ilmek çözen birisiydi! Ġslam‘da ondan

daha uğursuz biri doğmamıĢtır‖. Bildiğiniz

bilmediğiniz hadisçilerin hemen tamamının

onu itibarsızlaĢtırma korosuna katıldığını

görürsünüz. Hepsini nakledersek sayfalar tutar.

Hadisçi Ġbn Ebi ġeybe, hızını alamamıĢ olacak

ki, ―Onun bir Yahudi olduğu kanaatindeyim‖

der. Ebu Hanife‘ye hadisçi kininin nerelere

kadar çıktığını hadisçi Ukayli‘de görüyoruz:

―Yalancı, güvenilmez, sahtekâr, küfre düĢen

biri‖… Sunu söyleyeyim de gerisini anlayın:

Bir hadisin sahih olup olmadığı tarafgirlikle

kantarlarının topuzu hepten kaymıĢ olan bu

gibi cerh ve tadil ulemasının koyduğu ölçülerle

sabit oluyor. Eğer ‗hadisler vahiydir‘ diyenlere

inanırsanız, bir sözün vahiy olup olmadığını,

insaf ve adalet ölçüsünü kaçırmıĢ olan bu gibi

isimler belirliyor.

Okuyan insanı hayrete düĢüren ve Kur‘an

hakkında Ģaibe uyandıran rivayetler nasıl sahih

addedildi, nasıl en muteber hadis kitaplarına

girebildi?

Ehl-i hadisten Yahya b. Ebi Kesir‘in Ģu sözüne

bakar mısınız: ―Sünnet Kur‘an‘ın yargıcıdır,

fakat Kur‘an sünnetin yargıcı değildir (es-

sunnetu kâdıyetun „ale‟l-Kur‟an ve leyse‟l-

Kur‟an bi kâdın „ale‟s-sunne) (Darimi, Muk.,

49) Ġktidar adına muhalif alimlere ölüm fetvası

vermesiyle ünlü Evzai bunu nakleder. Bu ne

cür‘et! Bunu söylemenin cüretkarlık olduğunu,

Ahmed b. Hanbel de fark etmiĢ olmalıdır ki,

Ģöyle söyler: ―Ben bunu söylemeye cesaret

Page 21: Hezeyan fanzin 4

Recep Akay

Hezeyan Fanzin 4 21

edemem, fakat sünnet kitabı tefsir eder derim‖

(Ġbn Abdilberr, Cami, II, 1194)

Sünnet ilahi norma uygun nebevi formdur

Kur‘an peygamberin görev alanını tesbit

ederken Ģu açık ve net çerçeveyi çizer:

―Eğer yüz çevirirseniz iyi bilin ki Rasule düĢen

mesajı apaçık tebliğ etmekten ibarettir.‖ (5:92)

―Elçiye apaçık tebliğ dıĢında bir Ģey düĢer

mi?‖ (Nahl 16:35)

Bir elçiye düĢen Ģeyin tebliğ olduğu açık seçik

ifade ediliyor. Peki, yine elçiye tebyin görevi

yükleyen ayetler bu çerçevenin dıĢında mı

değerlendirilmeli? Yani ―alınan mesajı aynen

iletmek‖ anlamına gelen tebliğ ile tebyin

arasında fark var mıdır? Veya Hz.

Peygamber‘in görevleri arasında sayılan

―tebyin‖ nasıl anlaĢılmalıdır?

Ayetlerde yer alan tebyin, hem ―iletme,

duyurma, bildirme‖, hem de ―tarif etme‖ ve

―uygulamalı olarak gösterme‖ anlamında

―açıklama‖dır.

Kur‘an‘da beyyene fiili kimi yerde bu en geniĢ

çağrıĢımlarıyla, kimi yerde ise sadece

―duyurma-iletme‖ anlamıyla kullanılmıĢtır.

Mesela 2:159; 3:187; 5:15 gibi ayetlerde, hepsi

de kitap ehliyle ilgili olarak ―gizleme‖ (hafâ)

ve ―saklamanın‖ (keteme) zıddına ―eksiksiz

iletme, duyurma‖ anlamına kullanılır.

Fakat tüm dil otoritelerinin de ifade ettiği gibi,

tebyin, sözü de içine alan fakat ondan daha

kapsamlı bir anlam taĢır. Nahl suresinin 39.

ayetinde ve baĢka ayetlerde (Msl: 2:159; 4:26;

5:75 vd.) Allah‘a izafe edilen beyyene fiili,

Nahl 64. ayette (ayrıca 14:4) yine aynı anlam

içeriğiyle Hz. Peygamber‘e izafe edilir. Ġlgili

ayetler birlikte okunduğunda, Hz.

Peygamber‘in beyan ve tebyin misyonunun

sadece ―iletmekle‖ sınırlı olmadığı,

uygulamaya konu olan talimatların nasıl

uygulanacağını bizzat göstermenin de bu

misyona dahil olduğu görülecektir. Zaten

vahyin onu ―güzel örnek‖ olarak nitelemesi

bunun teyididir (33:21).

Allah Rasulü‘nün tebyin alanına teşri‘yi de

dahil etmiĢlerdir. Muteşerri (Ģeriata uyucu)

olan Sevgili Peygamberimiz, şari (Ģeriat

koyucu) olana dönüĢtürülmüĢtür. Tahrim

suresindeki açık ve net yasağa rağmen Allah

Rasulü‘nün haram koyacağını ifade edenler,

Kur‘an‘da 16 yerde gelen ―sana soruyorlar‖

veya ―senden fetva istiyorlar‖ diyen hitapları

görmemiĢlerdir. Kur‘an‘ın bir tek yerinde de

―Sorulan Ģu konuda sen hüküm ver‖ yoktur. Bu

soruların tümünden çıkan sonuç Ģudur:

1. Hz. Peygamber‟e sorulan bu soruların hepsi

de doğrudan Allah tarafından cevaplanır:

Nebi sorulara cevap veren değil, soruyu vahye

sunan konumundadır. Vahiy kendisine sorulan

tüm sorularda Nebi‘ye kendi önüne

geçmemesini emretmektedir (6:50; 10:15;

46:9).

2. Nebi vahiyden bağımsız bir tavır

geliştiremez:

Son Saat, Zulkarneyn gibi sadece uhrevi

soruları değil, hayız, ganimet, ayın evreleri ve

dağlar gibi dünyevi soruları da vahiy

cevaplamaktadır. Adeta vahiy Nebi‘nin önüne

geçmekte, Nebi‘nin vahyin önüne geçmesi

engellenmektedir. Hz. Peygamber‘in vahiy

inmeden hattuhareket tayin ettiği için

kınanmıĢtır. Bunun örnekleri arasında; Abese

2-3, Âl-i Ġmran 128, Bakara 272, Tevbe 43,

En‘âm 65, Enfal 67, Nisa 105, Ahzab 1, En‘âm

116, Ġsra 73-75, Nahl 126, Tevbe 80, 84, 113

gibi birçok ayet yer alır.

3. Hz. Peygamber kendisi hüküm vermez,

hükmü vahye bırakır: Nisa 7, Nisa 95, Nisa

176, Bakara 218, Bakara 223, Bakara 229,

Bakara 256, Hûd 114 ve daha birçok ayetin

nüzul sebebi bu hakikati ortaya koyar.

Kur‘an‘la inĢa olmuĢ bir akıl için Ģu hakikat

güneĢ gibi zahirdir: Allah Rasulü din dilini

tesis eden değil, tebliğ eden konumundadır.

Allah Ģaridir, Nebi müteĢerridir. Bu meyanda

Serahsi‘nin Ģu tesbitini örnek kabilinden

nakledelim: ―Eğer Nebi yasakları kendi

koysaydı, içkiyi yasaklamak için o kadar

beklemezdi?‖

Kıyametin saati kendisine sorulan nebiye vahiy

Ģöyle der: ―de ki: Kesin bilgi Allah katındadır.

Bana gelince… Ben sadece apaçık bir

uyarıcıyım.‖ (67:26) Bu ayette Nebi‘ye demesi

emredilen ―Ben mubîn bir nezirim‖deki mubîn

ile tebyin özünde aynıdır. Aynı kelimenin biri

ism-i fail formu, diğeri mastarıdır. ġu halde

kıyametin vakti sorulan Nebi‘nin ―kesin bilgi

Allah katındadır‖ demesi bir tebyîn olmaktadır.

Rabbi ona ―de ki‖ (kul) diyor, o da rabbinden

aldığı emri tebliğ ve teybin ediyor, yani

―iletiyor‖.

Allah sünnet koyar, Nebi ise örnek davranıĢ

ortaya koyar (33:21 Bir misal: Temizlik ilkesi

normdur. Bunu Allah koyar. Bu ilke

sünnetullah olur. Bu temizliğin ağza iliĢkin

olanını (misvaklamak) Nebi‘nin erak ağacıyla

yapması bir ―norm‖ değil bir formdur. Yani

―nebevi örnekliktir‖.

Nebevi örnekliğe uymak Nebi‘nin

üstümüzdeki hakkıdır

Page 22: Hezeyan fanzin 4

Recep Akay

Hezeyan Fanzin 4 22

Bize Allah‘ın vahyini taĢıyan sevgili

Peygamberimiz bizim için ebeveynimizden,

hatta kendi benliğimizden daha önceliklidir

(33:6). Zira ebeveynimiz bize Ģu kısa dünya

hayatında rehberlik etti. Ahlakı Kur‘an olan

güzeller güzeli Nebi ise bize iki cihan saadeti

için örneklik etti.

Kur‘an onu mü‘minlere örnek olarak gösterdi.

Nebevi örneklik, sonradan ―sünnet‖ adı altında

ıstılahlaĢtı. Nebevi sünnete ittiba nasıl

anlaĢılmalıydı? Nebevi örneklik ile Kur‘an

neyi kasdetmiĢti? ĠĢte tüm mesele burada

düğümleniyordu.

Nebi ölümlü bir beĢer, bir insandı. Bir melek

değildi. Ona ―Ben de sizin gibi bir beĢerim‖

demesini emreden Allah‘tı. Ondan gelen

onlarca rivayet ―Ben de sizin gibi bir insanım;

ben hata da ederim, isabet de ederim (ene

uhti‟u ve usîbu)‖ Ģeklinde baĢlıyordu.

Örnekler :

Bir önceki yıl hamile annelerin emzirmesini

yasaklıyor, bunun bir zarar vermediğini

öğrendiğinde yasağı kaldırıyordu. Bir yıl önce

hurma aĢılamayı yasaklıyor, bunun iyi bir Ģey

olduğunu öğrenince serbest bırakıyordu.

Kendisine bir dava geliyor, o haksız tarafın

Müslüman oluĢuna aldanıp hatalı karar veriyor,

hemen ardından inen ayet, onu sert bir Ģekilde

uyarıyordu: ―Sakın hainlerden yana olma!‖

(4:105) O helal bir Ģeyi kendisine haram

ediyor, bu yüzden Rabbinden azar iĢitiyordu

(66:1). Buna benzer bir dolu örnek…

.Rivayetin değil hakikatin otoritesini önceleyen

hadis âlimleri kuĢağının yetiĢmesi önemlidir.

Ümmetin II. Tedvin Asrı‘na mutlaka girmesi

gerekir.Tedvin asrında hadis ilmine ve hadis

âlimlerine çok iĢ düĢmektedir.. Yapılması

gereken iĢ bellidir:

Füru‘da tecdit yetmez. Hadisi aslına ircaya

dayalı yeni bir hadis usulü ortaya koymak

Ģarttır.

Bu usul çerçevesinde hadis edebiyatının

tamamını Kur‘an‘a ve arz edilmesi gereken

diğer ilkelere arz etmeli. Kaynağından

uzaklaĢtıkça kabaran ve köpüren hadis

deryasını Allah Rasulü‘nün fem-i saadetinden

çıktığı hale geri döndürmek hedeflenmeli.

Senediyle birlikte Allah Rasulü adına

uydurulup onun ağzına yerleĢtirilmiĢ, bununla

da kalmayıp vahiy ilan edilmiĢ spekülatif bilgi,

‗din‘ hanesinden çıkartılıp ‗kültür‘ hanesine

konulmalı, istifade edilecekse, oradan alınıp

istifade edilmelidir.

Sonuç

ÖzeleĢtiri farzın da farzı olan efrazdır. Zira

eleĢtiri istiğfardır. Kur‘an istiğfarı emreder.

Müslümanların hep mazeretleri vardır. Nebevi

örneklik konusunda iki tavır hep olacaktır: Ebu

Bekir tavrı, Ömer tavrı… Hz. Ebu Bekir Hz.

Peygamber‘in Ģahsına bakarak Müslüman

oldu. Hz. Ömer Kur‘an‘a bakarak Müslüman

oldu.

Sözün Özü

Allah sünnet koyar, Nebi ise örnek davranıĢ

ortaya koyar (33:21). Allah ım: Bize

canımızdan evla olan Nebi‘nin örnekliğini

Ģimdi ve buradasına taĢıyan ve hayatında

yaĢayan bahtiyarlardan kıl.

Faydalandığım Kaynaklar

1-Kur‘an-ı Hayat Dergisi 31. Sayı

2-Ġslam DüĢüncesinde Sünnet – Hayri

KırbaĢoğlu

3-Hadislerin Kur‘an‘a Arzı - Ahmet KeleĢ

4-E‘r-risale – Ġmam ġafii

Page 23: Hezeyan fanzin 4

Muhammed Aydın

Hezeyan Fanzin 4 23

Habil ile Kabil

Aslına bakarsak aslımızda bir tezat görür ve bu tezadı ömrümüzün sonuna dek yaĢarız.

Asıl nedir? Hz. Âdem? Habil ve Kabil? Hangi tarafı seçmek gerek! Tarafsızlık –ki hakikat ve

hurafede boğulma eğilimine girmeme çabasıdır- en önemli erdem midir?

Toplumumuz genellikle bunu dile getirmese de hep Kabil‘in tarafında olmuĢtur.

Tarafımız hakikat; Bu tarafa yönelenler kendini kandırma ve kendini ispat edememe

durumuna düĢtükleri için beden ve ruhlarının hakikat içerisinde yüzdüklerini sanırlar. Kabil

de bir sanrı ile baĢlamıĢtı hayatına; ta ki saman çöpünü kendine mabet edininceye dek…

Bu sanrıyı tanımada fayda olsa gerek. Yaratıcıya karĢı ilk yüz çeviriĢ ile baĢlayan

kendini beğenme, iman edepten ibarettir sırrına vakıf olamama, cimrilik ( kalbin cimri olması

söz konusu), haset ve dünyaya meylediĢ bu sanrının ilk açık ifadeleridir. Dünyaya, dünyanın

hali nedir sorusunun cevabını değil de dünyada bizim halimiz nedir sorusuna cevap verme

bahtiyarlığına erenler Habil ile Kabil arası bocalamaya baĢlayanlardır ve bu durumda umut

vardır.

Ġyi ile kötü, Ģeytan ile melek, hakikat ve hurafe ve Habil ile Kabil mutlak birine

yönelip bir süreç iĢlenmek zorundadır. Bir dere düĢünelim; bunun tam ortasında akıntıya

doğru yüzmek o furyaya meydan okumaktır. Akıntıya kapılmak ise; her ne kadar kendilerini

tatmin etseler de( söyledikleri cümlelere geceleri kendilerinin dahi inanmadıkları…) burada

kaybediĢ vardır. Burada yoksunluk, burada düĢüĢ, burada kaos ( kaos gazlama anlamına gelir

ki kiĢinin kendi nefsini okĢaması söz konudur ve kargaĢa) vardır. Burası neresi? Habil ile

kabil? Ya da Ģeytan ile melek?

Hz. Âdem duruşun remzidir. İlk insan; bir yaşantının ve bir yaşamın resmidir.

Habil masumdur. Yeni doğan bir bebek kadar ya da dilinden dualar eksik olmayan yaĢlı bir

amca kadar… Habil omuzdur; bu uzuv insanı yücelten bir basamak ve insanı insan eden bir

anlayıĢtır. Habil ile Kerbela‘da Ģehit düĢen zulme alkıĢ etmeyen Hz. Hüseyin aynı saftadır.

Durumu biraz daha karmaĢık hale getiren düzenbaz düzenciler insanların ahlak

algılarını değiĢtirip odalarının giriĢindeki sıfatlara sığınırlar. Uygun olmayan bir durum varsa

yaĢantı ve yaĢamlarının paralelliğini tutturamayanlardır. Bu ikircikli bir hayatı tercih edip

sürekli tereddütlere kucak açmak anlamına gelir.

Ġnsan zayıftır, insan acelecidir, insan unutandır…

Sözlerimizde de ikircikli ifadeler varken, kim hangi tarafta olduğunu net olarak

söyleyebilir?

Page 24: Hezeyan fanzin 4

Eray Sarıçam

Hezeyan Fanzin 4 24

İskele’nin İki Güzel Adamı

2010-13 yılları arasında dört sayı çıkmıĢ mevsimlik bir dergi Ġskele. Dört sayı çıkmasına

rağmen derin tesirler uyandırmıĢtır bende. Aydın‘a üniversite için geldiğim ilk iki yıl tanıyamadım

Ġskele‘yi. Sadece dergiyi değil. Ġskele‘yi çıkaran Safa Arslan ve Mücteba Sezen ağabeyleri de

tanıyamadım haliyle. Üçüncü sınıfta bizim alt sınıflardan Engin Güler‘in üniversite bünyesinde dergi

çıkarma niyeti olduğunu öğrendik. Ben, Tugay Özdemir, Sertaç Bıçkın ve Birol Öztürk‘te çıkacak

dergide görev aldık. Biz iki sayı beraber olduk Güler‘le. ġu sıralar tekrar çıkacakmıĢ sanırım. EĢik,

bizim için önemlidir. Safa ve Mücteba ağabeyler ve dolayısıyla Ġskele ile tanıĢmamıza vesile olmuĢtur.

Bahsettiğim iki güzel adama gitmiĢtik dergiyi nasıl çıkarabiliriz, ne yapabiliriz diye. Ġskele

Demhanesi‘nin önünde buluĢmuĢtuk ilkin. Açıkçası bize dergi iĢleri için söylediklerine layık bir dergi

olmamıĢtı EĢik. Bundan dolayı mahcup olduğumu söylemeliyim. Ġlk sayıda Safa ağabeyin Ģiirinin son

iki üç dizesini matbaa hatasında dolayı basmamıĢız. Üstüne üstlük bunun farkında bile değiliz. Ġskele

Demhanesi‘nin yaz dönemi açılıĢına gitmiĢtim orada, gülerek, söylemiĢti Safa ağabey. Yerin dibine

geçmiĢtim. Ama o, olur böyle Ģeyler demiĢ, konuyu kapatmıĢtı. Mücteba ağabey ile daha önceden

tanıĢmıĢtım. TanıĢmıĢtım diyorum çünkü tam anlamıyla bir muhabbet olmamıĢtı aramızda. Sanırım o

ara önemli bir iĢi vardı Demhanede beni hiç sallamamıĢtı. Sonradan sordum hatırlamıyorum dedi.

Ġskele, ilk sayısında, diğer üç sayıya nazaran daha büyük boyda çıkmıĢtı. Safa ağabeye göre

istedikleri gibi olmamıĢ bu sayı. ĠĢte bildiğimiz matbaa hataları filan. Ġkinci sayı ise kanımca en

sağlam olanı. Rasim Özdenören ile kapsamlı bir söyleĢi yapılmıĢ. Bunun dıĢında dizgi de kusursuz

görünüyor. Sonra üçüncü sayı. Necip Fazıl‘ın daha önce yayımlanmamıĢ Konya konferansının ilk

parçası yer alıyor bu sayıda. Müstear isimler ve isimsiz Ģiirler de kendine yer bulmuĢ. Sayfa sayısı

daha da artmıĢ. Son sayıdan aklımda kalan Safa ağabeyin Ben Ġskeledeyken isimli yazısı oldu. Yer yer

güldüm yer yer hüzün çöktü. Son sayı olduğunu söylüyordu yazı, Ġskelenin. Dergi hakkında böyle kısa

kısa cümleler kurmam derginin edebi anlamda baĢarısız olduğunu anlamına gelmiyor. Biz çok Ģey

öğrendik Ġskele‘den. Fakat inanıyorum ki dostluk, kardeĢlik gibi kavramlar çoğu zaman edebiyattan

daha önemlidir. Bu yüzden, derginin nitelik ve nicelik özelliklerini çabucak geçtim.

Biraz da Ġskele Demhanesi‘nden bahsedeyim. Adnan Menderes Camii altındaki mekân

Demhane. Dergi burada çıkıyordu. Bunun dıĢında ağabeyler burada; okuma günleri, film gösterimleri,

sohbetler tertip ediyordu. Sohbet derken normal sohbetlerden söz ediyorum. Yoksa ağabeyler cemaat

abileri değildi Ġkisinin de Demhane‘ye ne kadar önem verdiklerini onları tanıyan hemen herkes

bilir. Önceden dediğim, Ġskelenin yaz dönemi açılıĢında Safa ağabey kendi elleriyle kurabiyeler

yapmıĢ, Mücteba ağabey adeta damat olmuĢ, jilet gibi giyinmiĢti. HoĢ kendisi her zaman jilet gibi

giyinir orası ayrı mesele. Sadece bu söylediklerim bile Demhane‘ye ne kadar önem verdiklerini

gösterir. ġimdi Safa ağabey MaraĢ‘ta hekimliğe devam ediyor. Mücteba ağabeyin ise tıpta son yılı.

Demhane‘yi bize bıraktılar. Yani Hezeyan‘a. Gerçi dıĢ mihraklar burası sizin değil kardeĢim diyor,

gerçi kimileri Demhane‘yi ticarethaneye dönüĢtürmeye çalıĢıyor ammaaa… Neyse. Sanırım iki güzel

adam da Demhane‘yi bize bıraktıkları için piĢman olmuĢlardır. Çünkü onların zamanındaki gibi aktif

hale getiremedik Demhane‘yi. Yazım, bir af bahanesi olsun. Üniversitede son yılımız inĢallah geçen

yıl yaptığımız 4-5 etkinliğin sayısını arttıracağız. Belki de en anlamlı özür bu olur.

Ġskele bizim için bir mekteb oldu. Edebiyata bakıĢ açımızı elbet etkiledi. Kendi adıma

konuĢmam gerekirse. Ağabeyler ile tanıĢmadan önce edebi anlamda kendi fikirlerimi mutlak doğru

kabul ederdim çoğu zaman. Cahilliğimin farkına geçen sürede vardım. Çünkü karĢımda bu alanda

daha önceden çok at koĢturmuĢ kiĢiler vardı. Beni ve fikirlerimi hep o gülen yüzleriyle törpülediler.

Yol göstermeseler, yaptığımız her hatada, yanımızda olmasalar belki de Hezeyan‘ı çıkarmaya cesaret

edemeyecektik. Hezeyan‘ın en baĢından beri yanımızdaydılar. Güzelleme yapmak için yazmıyor.

Neden susayım ortada bir gerçek varken değil mi? Dediğim gibi edebiyattan önce geliyor bazen bazı

kiĢiler. ĠĢte Safa ve Mücteba ağabeylerde o kiĢilerden. Aydın‘da daha ne kadar kalırım bilmiyorum.

Ama Ģu bir gerçek ki, Aydın deyince aklıma ilk gelecek kiĢiler, bana bu yazıyı yazdıran ağabeylerdir.

Ġkisinin arasındaki bitimsiz dostluğa hiç değinmedim, değinemedim. Dostluklarını yazmaya gücüm

yetmez benim. Yazılacaksa – ki yazılmalı- yalnız kendileri yazabilirler. Yazmalılar. Vesselam.

Page 25: Hezeyan fanzin 4

Tuğba Aktepe

Hezeyan Fanzin 4 25

“..”

bir küçük kız vardı mavi bir adama yandı

kız yandı adam baktı

pervane oldu kız döne döne

kül oldu kız yana yana

o mavi bir adam

miniminnacık bir eldi ona uzanan

uzattı yandı pervanenin elleri

koskoca adam bir üf bile demedi

pervane pes etmedi

yanan yalnızca eldi

sokuldu dokunmadan

çırpındı hiç durmadan

bir ateĢ ki düĢtü bu sefer içine

büyüdü vardı ta yüreğine

ah etti pervane yanıyor içim

su ver Allah aĢkına bir içim

döndü durdu pervane

yandı durdu pervane

koca bir yangındı

pervaneyi yaktı

pervane yandı

bir yüreği kaldı

ateĢ ateĢi yakar mıydı

Page 26: Hezeyan fanzin 4

Muhammed Aydın

Hezeyan Fanzin 4 26

Ertelenmiş Sükûtlar

Rampa tırmanıyorum yeğlemiĢken hep mezarlığa

Uzun uzadıya yalan anlatımlarda

ErtelenmiĢ sükûtlar boğar beni.

Tutkunken eĢiklere dudaklar

EprimiĢ kumaĢa gizlenen benliğe

Soğuk benizden fırlayan söz

Hakikate uzak ney sesi kaybeder beni!

Koca gövdeye barınan ölü tanım

Sürgüne gerisince gittiğinde

Rabbe buruk iblise taraf

Ankaya bir baĢ eğilmemiĢken

Bir veli kaybeder beni

Page 27: Hezeyan fanzin 4

Mustafa Ünver

Hezeyan Fanzin 4 27

Nedense

sözcükler hafıza gerektirmiyor paylaĢmaya

yitik bir sabaha teslim olmuĢ söyleyiciler

en eski belleklerde takılı saatlerini ayarlıyor

içi geçik yabanıl otlara tutunmuĢ çiğ tanesi

yıkasam arınmaz yüzlerin anlamsızlığı

unutmaya elveriĢli değildi vakitler

zaman kimin yüzünü siliyor aynalarda

bulaĢığı havlularda ekĢi yorgunluk kokusu

yırtılır mı suretim anılardan

kısılmıyor zamanın geçmiĢteki sesi

dingin bir özlem besliyor göğsümün kafesinde acılar

gün ortasında karanlık elimin yordamı

imgeler ölü doğumlara gebe

gecikmiĢ güneĢlerde hayat arıyor

kendi yüzüyle yaĢlanıyor insan

nedense?

Page 28: Hezeyan fanzin 4

İletişim

Hezeyan Fanzin 4 28

Tugay Özdemir

[email protected]

twitter.com/tugayozdmr

facebook.com/tugayozdmr

saatleriayarlamaenstitusubaskani.tumblr.com

alimeczuplar.com/tugayozdemir

Eray Sarıçam

twitter.com/erysrcm

facebook.com/eraysrcm

[email protected]

Sertaç Bıçkın

twitter.com/sertacbickin

[email protected]

twitter.com/hezeyanfanzin

facebook.com/hezeyanfanzin

Gönderilen ürünlerin yayımlanıp yayımlanmaması tamamıyla hezeyan fanzin‟i ırgalar.