cadı kazanı sayı 35

24
Sayı 35 EKİM- 2 0 1 4 Yıl: 6 ARALIK Mağaraya dair

Upload: anadolu-speleoloji-grubu-dernegi

Post on 29-Jul-2016

239 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

ASPEG'in 3 ayda 1 çıkan elektronik bültenidir

TRANSCRIPT

Sayı 35EKİM-

2014 Yıl: 6

ARALIK

Mağaraya dair

2

Yayın KuruluHakan Eğilmez

Mehmet Sait Taylan

Ender Usuloğlu

Katkıda Bulunanlar

Emrah Dirmit

Ender Usuloğlu

Selin Tezcan

Murat Yiğitbaşı

Fotoğraflar

Ön Kapak: Taşeli, Ender Usuloğlu

Arka Kapak: Akseki, Ender Usuloğlu

Bu dergide yer alan yazılar ve fotoğraflar, kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Websitemiz: www.aspeg.org.tr

Facebook: ASPEG grup sayfası ve dernek sayfasıBize ulaşmak ve(ya) mağaracı olmak istiyorsanız: [email protected]

Mağaraya Dair...

Ekim-Aralık , dernekleşmenin getirdiği genel kurul ve yeni üyeler, eğitimleri ile geçti.

Bu dönemde en önemli etkinliğimiz ise Çeklerle beraber yaptığımız Altınbeşik etkinliği oldu. Yapılan son çalışmalarda Altınbeşik 5km vardı.

Bu sayıya aldığımız ve hikayesini yazdığımız diğer etkinlik Eylül’de yaptığımız Yarık Düdeni etkinliği idi. Yarık düdeni büyük bir ihtimalle Antalya’nın en derin mağarası olma yolunda hızla ilerliyor. Selin arkadaşımız kaleme aldı.

Emrah Dirmit, aldığı jeoloji eğitiminin verdiği bilgilerle, mağara jeolojisi konusunda bu sefer mağara çökelim şekilleri ve oluşumlardan bahsediyor.

mağaracılığa yeni ama geç yaşta başlayan Ender Usuloğlu’nun arkadaşı Murat Yiğitbaşı’nın kendi dilinden mağaracılığa başlama hikayesini okuyacağız.

Yine mağaracılık açısından önemli gördüğümüz etkinlik olan 7. Ulusal Sempozyum 30 Ekim 2 Kasım tarihleri arasında İzmir’de yapıldı. DEUMAK’a teşekkürler. Bizde dernek olarak sunum ve video gösterimi yaptık.

Herkese İyi okumalar !

3

Ekim-Aralıkİçindekiler

Foto

ğraf

: End

er U

sulo

ğlu

Mağaracılıkta Dernekleşme Sayfa 4-7

Mağara Çökelim Şekilleri ve Oluşumlarıb Sayfa 8-12

Mağaracılık mı? Haydi Oradan!Sayfa 12-15

Yarık’ın HikayesiSayfa 16-20

4

Mağaracılıkta Dernekleşme

Ender Usuloğlu

Foto

ğraf

: End

er U

sulo

ğlu

5

Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyerek başlayayım. Kurumsallaşma, paranın yani sermayenin ortaklar için azami artırılması, sermaye/para akışının kontrol edilmesinden (yani birilerinin gayri yollardan el koymaması, çalmaması) başka bir hizmete yaramaz.

Yıllardır yabancı şirketlerde çalıştıktan sonra gördüğüm budur. Mesela, herkesin bir görev tanımı vardır, çalışanlar arasında performans geri bildirim vardır, İSO belgeleri vardır, 6 sigma pratikleri vardır, kalite kontrol ve güvence pratikleri vardır, belli endüstrilerde en iyi kıyaslamalar vardır mesela: Fabrikalarda, normal bakım, yatırım toplamının %3’nü geçmemelidir. Bunların hepsi, insanların verimli çalışması dolayısıyla maliyetlerin azaltılması ve nihayet, gerçekleşen karın fazlalaştırılması içindir. Kurumsallaşma, sermayedarın, rekabetçi kalmasını ve büyüyen/büyük şirketlerindeki paranın kontrolünü kolaylaştırır. Genelde küçük şirketlerde kurumsallaşmaya çok önem verilmez zaten patron işin başındadır, parayı kontrol eder ve karını artırmak için kendisi de bir fiil uğraşır.

Kurumsallaşma kelimesinin anlamı şirketler haricindeki VAKIF, DERNEK gibi sosyal kuruluşlarda çeşitlenir. Burada herkes bir fikir üretir çünkü ortalıkta para olmayınca veya az olunca, anlamı herkese göre değişir. Bu iktisadi işletmeleri olan, para döngüsünün çok olduğu büyük dernek ve vakıflar için çok geçerli değildir. Çünkü ortada kar yapmak amacı olmamakla beraber yine de kurumsallaşmada, devletçe kanunlarla belirlenen yetkili organlar (yönetim kurulu, genel kurul, denetleme kurulu v.b.) haricinde, paranın doğru harcanması (gene sermayedar, ortaklar) veya kontrolü önem kazanır ve hala birinci plandadır.

Ufak ve parasal anlamda kendi halinde kavrulan derneklerde ise zaten kurumsal bir yapıda çalışabilmesi için devlet tarafından kanunla düzenlenmiş

yetkili organları, görev tanımları, neyi nasıl yapacakları, az olan paranın kontrolünü nasıl yapacağı zaten düzenlenmiştir. Buna da dernek tüzüğü deniyor. Dernek amacı ve üyelik koşulları kurucu üyeler (ortaklar, sermayedar) belirlendikten sonra dernek organlarının ne olacağı nasıl işleyeceği kanunen belirlenmiştir ve tüzükler derneklerin amacı ne olursa olsun birçok derneğin kurumsal işlemesi için yeterli düzenlemedir.

Bir diğer kurumsallaşmadan anladığımız ise, dernek hafızasının kaybolmamasıdır. Dernekler yıllar içinde yaptığı işleri, ürettikleri projeleri ve amacına uygun olarak ortaya koyduğu ürünlerin (kitap, rapor, görseller vb.) belli bir yerde toplanmasıdır. Genelde de bir dernek veya kulüp çok kurumsaldır deyince aslında aklımıza gelen uzun yıllar faaliyet gösterdiği ve bu faaliyetlerin sonucunun bir şekilde matbu ya da bilgisayar ortamında saklı olmasıdır. Bu depolama faaliyeti geriye doğru giderek amaç doğrultusunda oluşturulan politikalara, ürünlere bakmak, tekrar kullanmak ve geleceğe bir referans olma niteliğinde olup gelecek politikaları, projeleri ve işleri belirlemek için referans olarak kullanılan bir depodur.

Yine yukarıdaki ile ilintili olarak, kurumsallaşmadan anladığımız, bir derneğin uzun yıllar faaliyet göstermesidir. Uzun yıllar faaliyet gösteren dernekler: uzaktan algı, dernek üyelerinin bir şekilde çalışıp, maddi manevi destek verip, derneğin imajına kurumsallaşma algısının oturmasıdır. Bugün, herhangi bir mağaracıya sorsanız, BÜMAK (hem de üniversite kulübü) kurumsal mıdır diye? Otomatikman aklına kuruluş yılı veya çok eski bir kulüp olması gelecektir (1973) ve sonra son zamanlardaki faaliyetleri gelecektir ve %90 “evet” kurumsaldır diyecektir. Uzun yıllar faaliyet göstermesi, derneklerin ve kurumun “bir şeyleri” düzene oturtma kabiliyetidir ve böyle görülmektedir.

Bir diğer kurumsallaşmadan anladığımız, dernek faaliyetlerinde çok amaçlılık ve bazen tüzüklerde yer almayan ama dernek üyelerinin derneğin amacına uygun bir şekilde davranışlarda bulunmasını sağlamak için çıkartılan ek yönergeler veya yönetmeliklerdir. Bu daha çok, kalabalık ve birden fazla şubesi olan dernekler için geçerli bir uygulamadır. Her ne kadar tüzükler, amaç ve genel bir takım kurulları belirlemişse de, yönetmelikler, kalabalık derneklerde tüzükte olmayan görev dağılımlarının net olmasına, dernek vizyon ve misyonuna göre üyelerin hareketlerini düzenlemesine ve ekip ruhunun kaybolmamasına hizmet eder. Kalabalık derneklerde herkesten çok fazla fikrin, gönüllülüğün, aynı amaç için farklı davranmanın, bireyselliğin, çok değişik kişisel doyumların/beklentilerin açacağı kakafoniye meydan vermemek için ek yönergeler uygulamaya konur.

Mağaracılık, içinde riskleri, tehlikeleri, bilimselliği ve en önemlisi KEŞFİ barındıran ve ekiple yapılan bir doğa sporu/bilimidir. Mağaracılıkta ki en büyük sürücü etken “keşif”tir. Yeni bir mağaranın keşfi, ülkenin veya belki de dünyanın en büyük, en derin, en uzun, ulaşılmamış en bakir yerleri, bulunmamış endemik türlerin içinde barındığı ortamların keşfidir bu keşif. Dünya tarihindeki KEŞİF’lere baktığımızda her zaman riskli ortamlar, kaza veya ölüm görürüz ama en önemlisi bu keşiflerin hemen hemen aklıma gelen hepsi, bir ekipçe veya arkasında büyük bir ekibin desteğini almış keşiflerdir. Dolayısıyla, mağaracılık, ekiple yapılan, ekibin birbirine uyum sağladığı, görevlerin dağıtıldığı ve herkesçe bilinen, birbirine güven duyulan bir faaliyettir.

Mağaracılık yapanlar, yerin altında keşif yapan insanlar hayatlarını riske attıkları içindir ki, beraberce keşif yaptıkları insanlara güven duymaları lazımdır. Dolayısıyla hem yer üstünde hem yer altında,

6

arkadaştan öte bir kavramla birbirlerine bağlı olmaları tezi kuvvetli bir tezdir. Günün sonunda, keşif yaparken başına bir şey geldiğinde ki bu son derece olasılığı yüksek bir ihtimaldir, yanındaki insana bir şekilde hayatını teslim ediyorsun ve o da sana teslim etmektedir. Arkadaşlığın ötesinde bir güven duymak, mağaracılığı diğer doğa sporlarından ayıran bir yöndür.

Türkiye’deki mağaracılık derneklerine bakarsak, ortalama üye sayısı 30’u geçmez. Dolayısıyla, üye sayısı bakımından çok ufak gruplardır. Ayrıca bu derneklerin faaliyetlerine baktığımızda sadece ve sadece mağaracılık ile faaliyetleri kısıtlıdır. Yani çok üyeli bir dernekte çeşitli amaçlar olduğunda herkesin başka yöne çekecek gibi değişik amaçlarda yoktur. Tek amaç var: Mağaraları keşfetmek. Tüzükte olmayıp da, yönetmeliklerle netleştirmeye çalışılan diğer rollere baktığımızda örneğin: Halkla İlişkiler, Yayın, v.b. kurullar, özünde çalışmamaktadır. Bugün en faal mağaracılık derneklerine baksanız bile, bu var edilen kurulların çalışmadığını görürüz. Eğitim kurulu hariç, bizim dernekte de durum budur,

İşin özü, mağaracılık derneklerindeki kurumsallaşmaktan benim anladığım aşağıdaki gibidir.

1. Ortada büyük iktisadi işletmelere sahip olan mağaracılık derneği olmadığı için bu derneklerde kurumsallaşmaya itecek büyüklükte bir para akışı ve bunun kontrolüne gerek yoktur.

2. Çok fazla üyeleri de yoktur ve çok amaçlı da değildir. Örneğin MAD, Mağara Araştırma Derneği’dir, Doğa sporları derneği değildir. Tek amaç vardır ve üye sayısı da, aktif mağaracılık yapan yapmayan toplamı 30-40 üyeyi geçmemektedir. Dolayısıyla, genel klasik tüzüklerde belirlenen kurullar yeterlidir.

3. Bu derneklerin, belli bir hafızası olmalıdır. Kurumsallaşmadan kısmen anladığım budur.

Dolayısıyla, ürettikleri raporlar, faaliyet sonuçları, haritalar, videolar, yazışmalar v.b. tüm ürünler ve iletişim hafızası mutlaka bir yerde toplanmalıdır.

4. Bu derneklerde üyeler birbirine arkadaşlığın ötesinde güven duyacak şekilde dost olmalıdır, başka türlü ciddi keşifler yapamazlar. Bununla birlikte, gelen yeni üyeleri ise, sıkı bir “dernek etik kodu” eğitiminden geçirmeleri, yeni üyeleri kolayca adapte edebilmeleri için elzemdir.

5. Dostluğun olduğu ve birbirine güvenin olduğu yerde gereksiz fazla bürokrasi, zaten üyesi az olan (hele birde hepsi aktif mağaracılık yapmıyorsa) bir dernekte, insanların gönüllü olarak, cebinden para vererek ve vaktinden zaman ayırarak yaptığı bu doğa sporundan çok çabuk bir şekilde soğutacaktır. Üyelerin birbirleriyle olan beşeri ilişkileri, dostluğa ve güvene dayalı olduğu için, derneği idare etme de yetmelidir.

6. Mağaracılık, teknik aletleri kullanmayı ve riski içinde barındıran hem bir doğa sporu hem de bir bilim dalı olduğu için, bir kaza anında kanunlardan doğan sorumluluğu kısmen atlatmanın yolu, EĞİTİM’den geçmektedir. Mağaracılık derneklerinde, kurumsallaşma da ki en büyük adımlardan biri üyelere verilecek eğitimin kalitesi ve standardının çok ama çok yüksek olmasıdır. Bu eğitimlerle en azından riskin büyük bir kısmı bertaraf edilsin.

Bu maddeler, şu an ki halleriyle, mağaracılık derneklerinin kurumsallaşmasında etkin rol oynamaktadır, oynamalıdır. Bu maddeler, yeter koşuldur.

Bu koşullardan bir tanesi değişirse örneğin: bir “cafe” açıp, işletmek ve kazancının derneğe kalması gibi para akışını artıracak haller, şartları değiştirir, o zaman daha detaylı bir takım yazılı çizili uygun yönetmelikler çıkartılabilir.

Fotoğraflar: ASPEG Arşivinden

7

8

Mağara Çökelim Şekilleri ve Oluşumları

Emrah Dirmit

9

MAĞARA ÇÖKELİM ŞEKiLLERİ ve OlUŞUMLARI

Yeraltı mağara sistemlerinde, ikincil olarak oluşan çökeller görsel açıdan insaları büyülemekte ve merak uyandırmaktadır. Bu oluşumlar çeşitli fiziksel ve kimyasal süreçler sonucunda, yavaş ve uzun bir zaman geçmesi ile meydana gelmektedir. Bu sebepledir ki, her biri birbirinden farklı değerli birer sanat eseri olarak düşünmek ve korunması için özen göstermek gereklidir.Yeraltı sularının mağaralara giriş şekilleri ve mağara içerisinde bulunuş şekillerine göre beş gruba ayrılmaktadır.

1. Damlama ve Sızma Yolu ile oluşan damlataşlar; Soda tüpü, sarkıt, dikit, sütun, duvar damlataşları, göğüslük, sayvan, soğan sarkıt, filayağı sarkıt, mantar dikit v.b2. Aykırı (Erriatik) Şekiller; heliktit veya eksantrik, mağara kalkanı, mağara çiçeği, mağara iğnesi, mağara karnabaharı, patlamış mısır şekilleri vb.3. Suyun yüzeyde serbest

akımı ile oluşanlar örtü damlataşı, damlataş köprüsü, şelale damlataşları vb. 4. Su altında ve yüzeyinde oluşanlar; damlataş havuzu, mağara incisi, mağara sütü vb.5. Buz oluşumları

MAĞARA ÇÖKELİM ŞEKiLLERİ ve OlUŞUMLARIYeraltı mağara sistemlerinde, ikincil olarak oluşan çökeller görsel açıdan insaları büyülemekte ve merak uyandırmaktadır. Bu oluşumlar çeşitli fiziksel ve kimyasal süreçler sonucunda, yavaş ve uzun bir zaman geçmesi ile meydana gelmektedir. Bu sebepledir ki, her biri birbirinden farklı değerli birer sanat eseri olarak düşünmek ve korunması için özen göstermek gereklidir.Yeraltı sularının mağaralara giriş şekilleri ve mağara içerisinde bulunuş şekillerine göre beş gruba ayrılmaktadır.

1. Damlama ve Sızma Yolu ile oluşan damlataşlar; Soda tüpü, sarkıt, dikit, sütun, duvar damlataşları, göğüslük, sayvan, soğan sarkıt, filayağı sarkıt, Soda

Tüpü( Soda Straw)

Soda tüpleri sarkıt oluşumlarının ilk hallerini gösterirler. İçleri boş, dar ve uzun, genellikle yarı saydam olan CaCO3 birikmesi ile oluşan silindir tüplerdir. Genellikle, mağara tavanlarında, çatlaklardan çok yavaş şekilde süzülen suların damladığı yerlerde bulunur. Damlacık bu tüp içinden aşağı akarken bir an duraklar. İçindeki CO2’i mağara atmosferine bırakarak çökelmeyi hızlandırır ve içerdiği CaCO3’ ın bir kısmını oraya bırakır. Bu CaCO3, ince soda tüpünün ağzına eklenir ve aşağıya doğru uzama gelişir. Bu oluşum aşamasında soda tüpleri çok kırılgan bir yapıdadır. Bu yüzden bu bölgelere girilmesi mağaracılar tarafından pek istenmemektedir.

Sarkıt (Speleothem)

Yunancada stalasso, damla anlamına gelen kelimeden türetilmiştir. Mağara tavanlarında çatlaklar boyunca birikerek sarkan oluşumlardır. Onlarca metre uzunluğunda

10

oluşabilirler. Sarkıtlar; enine kesitlerinde yuvarlak, elipsoid veya yivli şekildedir. Boyuna kesitleri ise koniktir. Üstte kalın, aşağı tarafları ise incelmiştir. Sarkıtların büyümesi ise şöyledir: Kalsiyum karbonatça doygun bir su damlası mağara tavanında toplanır; karbondioksit kaybedilir ve damlanın yüzeyi üzerinde karbonat malzemesinin ince tabakası çökelir. Damla, daha fazla su biriktirirse, ağarlaşmaya başlayacaktır. Sallanmalar başlar ve bu salınımlar kalsit filminin tavanın yukarısına doğru hareket etmesini sağlar ve yüzey gerilmesinin etkisiyle orada yapışır kalır. Damla mağaranın tabanına doğru düşerse karbonat tabakası tavanda kalır. Böylece sarkıtın ilk büyümesi başlamış olur. Bir sarkıtın şekli, boyutları, bileşimi ve yüzey dokusu pek çok etkene bağlıdır; Damlanın oranı, hava dolaşımı, buharlaşma, nemlilik, sıcaklık, çözeltinin derişimi, hidrostatik basınç, karbondioksitin kısmi basıncı ve çözeltideki pislikler sarkıtın nasıl oluşacağını belirler.

Dikit (Stalagmite)

Yunancada stalagmias, düşen damla anlamına gelen kelimeden türetilmiştir. Dikitler mineral, çamur, kum gibi malzemelerden de oluşabilir.Dikitler de tıpkı sarkıtlar gibi mağaralarda en çok karşılaşılan ve en iyi bilinen, oluşumlardır Dikitler sarkıtlardan damlayan sularla oluşabildikleri gibi tavandan damlayan sularla da oluşurlar. Genellikle sarkıtlarda çapça daha geniştirler. Bunun nedeni, CaCO3 zengin su damlası mağara tabanına çarpmanın şiddetiyle etrafa dağılır. Bu dağılmada kalsitin daha geniş bir alanda birikmesine, yani altında oluştuğu sarkıttan daha geniş bir çapa sahip olmasına neden olur. Düşme mesafesi, damlama oranı, içerdiği bikarbonat miktarı ve buharlaşma şekli bu çapın büyüklüğünü ve dikitin gelişim hızını etkileyen faktörlerdir.

Sütun (Column)

Bu yapıların oluşum şekli dikit

veya sarkıt oluşumundan farklı değildir. Bir sütun ilk gelişim aşamasına dikit olarak başlayabileceği gibi sarkıt olarak da başlayabilir. Önemli olan yeterli süre geçtikten sonra sarkıtın mağara tabanıyla, dikitin mağara tavanıyla birleşmesidir. Sütunların bir diğer oluşum şekli ise, sarkıt ve dikitin altlı üstlü gelişmesi sonucu bir süre sonra birleşerek o alandaki tavan yüksekliğine bağlı olarak, bazen devasa büyüklükteki sütun yapılarını oluşturmalarıdır.

Akmataşı (Flowstone)

Akmataşı, mağara oluşumları içerisinde, en yaygın olanlardandır. Mağara duvarlarından veya mağara yüzeyi üzerinde akan CaCO3’ ca zengin su ile oluşmaktadır. Kalsit tabakaları ince ve renklidir (Sarı, kırmızı, portakal rengi). Akmataşları, su akışının geniş bir yüzey üzerinde ince film tabakası şeklinde olduğu yerlerde oluşur. Karbondioksit kaybolur ve karbonat çökelir. Suyun mağara

11

tabanına aktığı yerlerde, onlarca metre kalınlıkta oluşurlar.

Perde Oluşumları (Drapery)

Mağara tavan ve duvarlarından aşağı doğru sarkan perdeye benzer oluşumlardır. Akmataşı ve damlataşı oluşumlarının karışımı şeklinde oluşmuşlardır. Büyümeleri, eğik yüzey üzerinde aşağıya doğru akan suların etkisi ile ve hemen hemen bir doğru boyuncadır.

Düzensiz Sarkıtlar (Helictic)

Heliktit olarak ta adlandırılan düzensiz sarkıtlar, herhangi bir yönde burkularak oluşmuşlardır. Bu oluşumlar mağara tavanlarında, mağara duvarlarında veya diğer oluşumların üzerinde büyürler. Genellikle beyazdır. Koyu renkleri ise nadir olarak bulunur. Kayıtlara geçen heliktitlerin uzunluğu 1 mm.lik küçük parçalardan, 4m.’ ye kadar değişir. Bunlar pek çok mağarada yaygın olarak bulunur.

Mağara kalkanları

Oval, dairesel oluşumlardır. Bunlar bir çatlakla ayrılan bir cm. veya daha kalın iki küresel, paralel levha içerirler. En hızlı kristal büyümesi levha düzleminde ve kalkanın kenarının etrafında radyal şekildedir. Bu oluşumların kristal zonları kırmızı renktedir. Fakat kalkanlar genellikle beyaz renktedir. Kalkan diskinin çapı birkaç santimden üç metreye kadar değişiklik gösterir. Mağara tavanları, duvarları veya mağara tabanlarında oluşabilirler. Kalkanlar içerisine çatlak vasıtasıyla su girebilir. Bu su hidrostatik basınç altındadır. Kalkan kırıldığında, bu su dışarıya hızlı bir şekilde akar. Sarkık durumlardaki kalkanlar, alt taraflarına yapışık durumda damlataşları içerebilirler. Bu durumda oluşum paraşüt şeklini alır. Ülkemizde Mersin- Gilindire Mağarasında bulunmaktadır. rsin- Gilindire Mağarasında bulunmaktadır.

Lehman Cave, ABD

Yararlanılan Kaynaklar

1- HÜMAK Mağara Oluşumları Eğitim Notları

2- http://www.mta.gov.tr/v2.0/daire-baskanliklari/jed/index.php?id=tasari MTA Karst ve Mağara Araştırma Birimi web Sitesi

12

Mağaracılık mı? Haydi Ordan !

Murat yiğitbaşı

13

Bir insan neden mağaracı olmak veya neden mağaraya girmek ister ki? Doğa sevgisi veya doğa sporları yapmak için mi? Hem mağaraya girmenin neresi spor olabilir ki? Alt tarafı yürüyüş. Tamam, bazı resimlerde kendilerini iple falan sarkıttıklarını gördüm ama… Ne bileyim illa doğa sporu falan diyorsan, hafta sonu trekking yap, iki değişik ağaç, birkaç kuş muş gör. Ne bileyim, işin içinde dereye düşmek veya elbiselerle ıslanmak olmasa rafting de eğlenceli olabilir. Hadi çok deliysen, adrenalin sevip, anne babanı sevmiyorsan yamaç paraşütü yap. Ama mağara, karanlık bir yer. Eğlencesi yok, heyecanı yok, bir numarası yok yani. Binlerce yarasa başının üstünde uçacak, illaki çarpanı da çıkacak (ıyiii). İki sarkıt bir dikitten başka görülecek ne var ki? Bildiğin taş işte.

Çocukluk arkadaşım Ender Usuloğlu, üniversite yıllarından beri bu işi yapar. Zaman zaman yaptığı “gel seni de götüreyim oğlum, çok zevkli lan” şeklindeki teklifleri de itinayla geri çevrilir. Ta ki sakin bir Ekim akşamı kafayı çekmişken Ender arayana kadar. - Mağaraya gidiyorum yarın gelsene.- Gelirim len ne olacak?- İyi bende tulum, kask falan var, getiririm. Çizmen var mı?- Tulumu, kaskı ne yapıcam? Balıkta giydiğim bir çizme var. Nereye gidiyoruz?- Trakya sınırında bi yer. Yarın sabah erken buluşacağız ama.

İçki kötü şey. Sağlıklı karar veremiyorsun. Sabah kalktık İstanbul’dan koyulduk yola. Gideceğimiz yer benim hala ismini Dipnusa diye yanlış söylediğim, dilimin dönmediği bi yer. Dinlenme tesisinde mola verildi. Ekibin diğer üyeleriyle tanışıldı. Bu arada daha yeni ayılmak üzereyim ve başladım ekibi incelemeye.

Bizim Ender zaten öteden beri zaten benim gözümde deli. Eray (Güngör) diye bir çocuk var. İyi çocuğa benziyor ama “mağaracılığa yeni başladım”

dedi. Çok hevesli. O da normal değil bence. Eray’ın eşi Nihal var, öğretim görevlisiymiş ve araştırma yapmak için mağaraya gidiyor. Kabul edilebilir bir mazeret, hayat ve iş şartlarının getirdiği zorunluluk. Nihal’in kız öğrencisi ve onun erkek arkadaşı var. İlk defa mağaraya girecekler. Öğrenci hocanın, erkek arkadaş da sevgilisinin gözüne girmek için gelmiş bence. Eray’ın bir arkadaşı daha var, adam ben mağaraya falan girmem, kamp için geldim, ateşin başında kafa çekeriz dedi. Ehh normali bu işte.

Neyse kamp alanına gelindi, çadırlar atıldı, odun toplandı falan. Bu arada bende çok ama çok uzun zaman önce birkaç kere kaldığım ve hiç sevmediğim çadır olayına tekrar girmek zorundayım.

Her şeyi halledip, düzeni kurduktan sonra, iç-dış tulumlar giyildi ve Kızıl Urbalılar şeklinde (anlamak için yaşı tutmayanlar Çelik Bilek’e baksın) mağaraya doğru yürüyüşe geçildi.Tam mağaraya girerken, tesislerin bekçisi bizim Ender’e seslendi.

- Oğlum hiç bıkmadın mı buraya yıllardır gelmekten?

Anlaşılan Ender üniversite yıllarında, bekçimiz de mesleğinin baharındayken tanışıyorlar. Adamın emekliliği gelmiş, bir dahaki yıla çıkmaz, bizimki hala gelmeye devam ediyor.Sonunda mağaraya girdik. Tahtadan yapılmış geçişler, güzel bir yürüyüş yolu. Ama o da ne? Milletin (turist olarak gelenlerin) geçmemesi için konulan ipleri Ender kaldırdı ve “karanlık tarafa” geçiverdi. Mağara tulumlarını giyerken bu işin orada kalmayacağını anlamaydım zaten.

Başta her şey bir süre normaldi, bir müddet yürüdükten sonra ilk mağaracılık hayatımdaki ilk şoku yaşadım. Mağaranın içinde ufak bir gölet gibi bir şey vardı. Mağaranın içinde niye su olsun? Bu kadar su nerden geldi? Hem tüm geçişi kapatmış, nasıl geçeceğiz ki?

- Ender, burada su var oğlum- Eee- Eee si burdan geçemeyizAdam suların içine girdi ve yürüdü. Hayır, aylardan Ekim. Dışarısı soğuk, mağara soğuk. Suya girilir mi lan. Böyle konuşmamıştık. Gerçi mağaralar hakkında bir şey konuşmamıştık. Mağaraların tren tünelleri gibi düz ve kuru olması gerekmiyor muydu yaa? Mecburen bizde girdik. Su derinleşti, derinleşti, kalçalara kadar geldi ve sonunda çıktık.- Ender, donuma kadar ıslandım- Ender çizmelerime de su girdi - Ender nasıl kuruyacak bunlarSadece yüzüme baktı, pis pis sırıttı, kurumayacak dedi ve yürüdü.

Yürüdük, yürüdük, yürüdük… Artık dünyanın düz olmadığını öğrendiğim gibi yatay mağaralarında düz olmadığını öğrenmiş bulunmaktaydım. Allah’ım iniyorsun, çıkıyorsun, atlıyorsun, zıplıyorsun. Ben soğuktan donacağım diye düşünürken ter bastı. Mağara böyle mi olur yaa. Hadi su neyse, bu mağarada ufak bir tepe bile varmış be. Çıkmaktan öldüm bittim. Bazen bir yere geliyoruz, lan diyorum bu kızlar burayı hayatta tırmanamaz, ben arkada kalayım da, bunlar tırmanamadığı zaman “kızları yalnız bırakamayız dönelim” derim diye düşünüyorum, kızlar inat ediyor her yere çıkıyorlar. Bizde çıktık. Sonunda mağaradan da çıkabildik. Bir şeye uzun zamandır bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum. Kamp alanına geldik, gece bastırmış, yorgunluktan bitmiş haldeyim. Bu sırada Ender, Eray’a dönerek; - Hadi biz gidip kayaya ip döşeyelim, yarın çalışırız dedi.Bu teklif, bu ahlaksız teklif, o an, o kadar yorgunluktan ve mağaradan hemen çıktıktan sonra bana yapılsaydı burada yazamayacağım şekilde hemen cevabını verirdim. Ama Eray’ın gözleri ışıldadı ve hemen tamam

14

ağabey dedi. Bu normal değildi. Normal olmayan insanlar ve olaylar içine düştüğümü hissediyordum.

Tabii gece çadırda yatma denememde, orama burama taş batması sonucu başarısızlıkla sonuçlandı. Bende gittim arabada yattım. Meğer arabada yatmaman gerekiyormuş. Soğuk olabiliyormuş. Gerçekten soğuk olabiliyormuş. Üst üste giydiğin polarlar da bir işe yaramıyormuş.Nihayet Pazar akşamı evimdeydim. Yatağımı bu kadar özlediğimi hatırlamıyorum. Her yerim ağrıyor, bir yandan da Ender’e küfredip duruyordum. Bir daha asla bir mağaraya gitmeyecek, o akşamki kadar çok içmeyecektim.

Sonraki birkaç gün içinde garip bir şeyler olmaya başladı. Mağarayı, mağarada olmayı özlemeye başlamıştım. Mağarada bulunmanın verdiği o tuhaf hissi, kendine has kokusunu, zifiri karanlığı, mağara oluşumlarını, mağara içinde verilen mücadeleyi özledim. Daha sonra Ender’in söylediği gibi “zehirlenmiştim”

galiba. Bundan sonraki gelişmeleri de gelecek sayıda aktarmayı düşünüyorum.

Başta Ender olmak üzere tüm mağara arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Nasıl bir belaya bulaştırdınız beni lennnnnnn……

15

16

Antalya’nın en derin mağarası olma yolunda YARIK’ın hikayesi

Selin Tezcan

17

11 Eylül 2014 Perşembe günü öğleden sonra 20:00 Sabiha Gökçen Havalimanı kalkışlı uçağa trafiğe takılmadan yetişmek için 16:00-17:00 gibi yola çıktık. Havalimanında check-in yaptıktan sonra uçuş öncesi bir şeyler yedik ve zaten kapı açılış saati geldi. Bir an evvel gidip mağaraya girmek isteğiyle bekleme süresi bizi sabırsızlaştırıyordu. Biz sabırsızlaştıkça uçuş saati bir o kadar ertelieniyordu sanki. O kadar sabırsızdık ki hakikaten uçuş bir saat gecikmeli olarak kalktı. Gazipaşa havalimanına vardığımzıda saat 22:30 civarıydı. Bizi orada Orman İşletme Müdürlüğü’nde görevli Kazım TAŞDEMİR karşıladı. Misafirhaneye eşyalarımızı yerleştirdikten sonra biraz hava almak için dışarı çıktık. Yakın çevrede kısa bir yürüyüş yaptık ve aynı zamanda bolca hoş sohbet... 12 Eylül 2014 Cuma sabahı kalkıp kahvaltılarımızı yaptıktan sonra Gazipaşa Orman İşletme Müdürü Halil KISACIK beyin ziyaretine gittik. Bölge ve mağaralarla ilgili olarak yapılan sohbette mağara turizmi, bölge halkının doğal güzelliklerin korunmasına yönelik bilinçlendirilmesinin ormancılar tarafından yöre halkıyla birebir görüşmeler ile daha etkili olacağı gibi önemli konular üzeründe duruldu. Bizim bölgeye nereden ve nasıl ulaşacağımızı, bahsettiğimiz mevkiinin uydu görüntüleri üzerinden tam olarak nereye düştüğünün tespit edilerek güzergahın belirlenmesi üzerine vedalaşarak ayrıldık Halil beyin yanından. Saat 11:00 gibi yaylaya doğru yola koyulduk. Yol boyunca Kazım beyin rehberliğinde bölgenin bitki örtüsü ve yöre halkının yaşam tarzıyla ilgili sohbet ettik. Ortalama bir buçuk saat süren yolculuğun ardından yaylaya eşyalarımızı indiriyorduk ki kamp atmak için gözümüze kestirdiğimiz çimenliğin karşı tarafındaki evin sahibi Musa ÖZEN bey merakla yanımıza gelerek burada kalıp kalmayacağımızı sordu. “Madem burada kalacaksınız, gelin bizim evimizin üst katı boş bakın nereyi beğenirseniz orada

18

kalırsınız.” diyerek bizi evine davet etti. Kendine kapalı bir mekan arayan Doğay için bu reddedilemeyecek bir teklifti. Hep birlikte kararlaştırarak kamp atmak yerine bu ince teklifi değerlendirmeyi seçtik. Çantalarımızı üst kata çıkartıp yemeğimizi yedikten sonra mağara girişi için hazırlanmaya başladık. Musa bey ve komşuları merakla bizi izliyorlardı. Ben de son hazırlıklarımı yaparken Ender ve Doğay’ın yola çıktığını gören komşu dayı benim alacak olduğum çantayı sırtlanıp gidiverdi. Hayretler içerisinde kalakaldım bir an... hoşuma gitti, hevesle giden dayıdan çantayı istemedim bile. Hep birlikte uğurlamaya geldiler bizi düdenin ağzına kadar. Bir yandan sorular soruyorlardı nasıl yapıyoruz bu işleri diye . Mağara giriş saatimiz 14:30 idi. Çantalarımızı belimize, döşeme için gerekli malzemeleri üzerimize takıp son konrtolleri yaptıktan sonra başladık inmeye. İlk olarak 15 m. bir ip ile esas girişe indik. Ender döşemeye devam ediyordu altımızda, biz de büyük sıkışık kayaların üstündeydik yukarıda. Aradaki boşluktan Ender’i izliyordum. Çekiçle kayaya vururken kıvılcım çıkarttı bir an. Emin olmak için ona da sordum “O gördüğüm kıvılcım mıydı?” diye; hakikaten kıvılcım çıkmıştı. Sanırım bir iki kez daha gördüm o kıvılcımlardan. Döşeme yavaş yapılan bir şey. Ender aşağıya bir istasyon daha kurduktan sonra ben indim; sonrasında Doğay. Sırasıyla çaka, ine, çaka ilerledik mağarada. 0-1 ve 1-2 istasyonlar arasına birer saptırma koydu. 2. istasyonun olduğu yerde bir balkon vardı. Sürtünmeden uzaklaşarak 2. istasyonun biraz altına 3. bir istasyon kurdu ve indi aşağıya. Arada bir sürtünme yastığı kullandı; fakat dönüşte, ipin esneme payı herkeste farklı olduğu için oraya bir istasyon daha yapmanın daha iyi olacağını düşündük. Ölçümlerde bu inişin toplam 81 metre olduğunu öğrendik. Bu inişin altında su yoluna göre sağda bir buçuk metrelik tırmanılarak çıkılan bir yer vardı. Ben oradan çıktım ve nereye gittiğine baktım. Tabanı toprak, tavanı deniz yıldızı gibi görünen oluşumlarla kaplı, yer

yer kuş iskeletlerinin olduğu değişik bir odaya açılıyordu bu kol. Aşağıdan tekrar ana hattın biraz ilerisine bağlanıyordu. Buradan Ender ve Doğay’ın önüne geçmiş oldum. Su yolunun üzerinde sıkışık bir kaya vardı. Doğal bağlantılarla bu geçişte de 10-15 m. bir ip kullanarak tabanında küçük bir göl olan küçük bir odaya iniyoruz. Islanmadan gölün kıyısından geçmeye çalışıyoruz. Sağa kıvrılan yoldan devam edince hemen önümüze bir iniş daha geliyor. Kısa bir yan geçiş yapıp önümüzdeki sıkışık kayanın üzerinden çift kulak sekizli atarak ipi boşluğa ortalayıp iniyoruz. Yuvarlak düz bir iniş. Sürtünmeden indiriyor bizi 40 metre aşağıya. Burada yemek molası veriyoruz. Ender jetboilinde su ısıtırken ben döşemeye devam ediyorum. 3-5 metrelik bir iniş önümüzde; sonrası görülmüyor tabi. Boltları çaktıktan sonra istasyonu kurması için Doğay’a devrediyorum döşemeyi ve ben yemeğe geçiyorum. Karnımızı doyurduktan sonra Doğay’ın yanına iniyoruz. 15 metrelik bir iniş yapıyoruz burada da. Soldan yukarıdan bir kol daha geliyor buraya. Hemen ilerde bir döşeme daha yapmamız gerekiyor. Doğay devam ediyor döşemeye; 3-5 metre aşağıda tekrar dönüyor mağara. Aşağıda ben geçiyorum döşemeye. Su yolu aşağıda kalıyor bu sefer. Sağda uygun bir yere bir bolt daha çakıp tavandan sürünerek aşağı doğru eğimle ilerliyorum... mağara devam ediyor.

Çıkışa geçiyoruz buradan. Dışarı çıktığımızda saat 04:30 idi. Musa Beyin bize açtığı güzel evinin kapısını tıklatıyoruz sabahın köründe. Sağolsunlar içtenlikle karşılıyorlar bizi. Hemen tulumlarımızın içine girip yorgun bedenlerimizi istirahate çekiyoruz. 13 Eylül 2014 saat 12:00 gibi uyanıyoruz...kahvaltı ve hazırlanma ile mağaraya giriş saatimiz yine 14:30’u buluyor. En son döşediğimiz yere kadar iniyoruz video çekimleri de yaparak. Fazla ipimiz kalmadığı için matkaba yeni batarya getirmedik. Kalan batarya ile bir kaç tane daha çakarız diye

düşünmüştük; ama bir tane için bile yetmedi. Doğal bağlantı yaparak indik. Mağara menderes yaparak ilerliyordu. Menderesten geçip 18 metrelik bir ip ile indik. Burada sağdan bir kol geliyordu ve indiğimiz yerden tavan yüksekliği 50 m. civarında idi. Son 20 m. ipimiz kalmıştı elimizde mağara daha devam ediyordu. Ender jetboilini çıkardı. Doğay çakmaya başladı. Doğay kahve içmeye gitti. Ben çakmaya devam ettim. Ben yemeğimi yemeye gittim. Doğay çakmaya devam etti. Yemek molamız dönüşümlü olarak bittikten sonra Ender aşağıya indi. Sonrasında ben indim. Doğay bir bolt daha çakarken yukarıda, biz ölçüme başladık... saat 20:30 idi. Ender ölçüm alıp çizim yapıyordu. Ben poligon olup döşemeyi topluyordum. İlk çanta dolduktan sonra döşemeyi toplamaya Doğay devam etti. Ben de bir poligon oldum bir çantaya ip bastım. Sonra Doğay ip bastı. Ölçümü bitirdiğimizde saat 02:20 herkesin mağaradan çıkma saati ise 03:20 idi. Yine sabahın köründe Musa beyin evinin kapısını tıklatıyoruz. Yatmadan vücuda bir sıvı takviyesi yapıyoruz ve yine yorgun bedenlerimizi istirahate çekiyoruz. 14 Eylül 2014 Doğay saat 10:00 dan beri yerinde yok. 12:00 gibi kalkıyoruz gene. Doğay erken kalkıp malzemeleri suya basmış. Kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra malzemeleri toparlayıp cula deliğine bakmaya gideceğiz; fakat az bir malzeme kalmışken bir güneş çıkıp yandığımız, bir bulut gelip üşüdüğümüz yaylada bir de yağmur çişelemeye başladı. Çiseleyen yağmur çoğaldı. Çoğalan yağmur doluya döndü... bir de baktık kapıdan yağmuru izliyoruz sisli dağlara karşı. O kadar dolu yağdı ki bir ara yerler bembeyaz oldu.

Yağan yağmurla birlikte bizim cula değili çıkartmamız da iptal oldu. Musa bey abi, Ayşe hanım abla ve onların komşularıyla çay, meyve, sohbet, muhabbet derken beden ağırlaştı. Üçümüz de sıra sıra kestirmeye çıktık. Çok geçmeden Kazım bey geldi bizi almaya, hava da açılmıştı biraz şansımıza. Dışarıda kalan son malzemeleri de topladıktan

19

20

sonra geri dönüş yoluna geçtik. Kazım bey bize yol üstündeki her meyveden ikram etmek istedi. Sedirleri kara çamları gösterdi. Şehre inmeden yaylanın üzerinde açan gök kuşağını da gördük... muhteşemdi. Tertemiz bir hava. Pırıl pırıl güneşte ışıldayan yapraklar. Rüzgar.

Kazım bey bizi gazipaşanın şişmanın yeri olarak bilinen bakir bir güzelliğin içine getirdi. Doğal setlerden oluşan göller... ara ara atılmış şezlonglar. Sakin bir gün batımı... Rekabetin olmadığı, herkesin herkesi bildiği tek bir işletmeden gelen tek bir müzik. Denizden çıkıp buz gibi soğuk biranı içerken taptaze daha yeni kavrulmuş yerfıstığını yediğin muz ağaçları altına kurulmuş masalar. Muhteşem bir gün batımından sonra misafirhaneye uğrayıp duş alıyoruz. Gitmeden akşam yemeğimizi Gazipaşa’nınn merkezindeki balıkçılardan günlük balık çıkartan yerlerden birinde Grida adında bir balık beğeniyoruz vitrinden. Mısır unu ile yapıyorlar bu balığı, leziz bir balık. Zıpkınla avlıyorlarmış bu balıkları kayalıkların arasından. Yemeğimizi afiyetle yedikten sonra dönüş yoluna geçiyoruz.

Tüm bu gezi boyunca yaşadığım her şey için size çok minnettarım. Teşekkürler.

21

22

23

24