2. sayi için tıklayınız

94
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ AKŞEHİR MESLEK YÜKSEK OKULU SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Cilt 1 Sayı 2 ISSN 1309-6729 Ocak 2011 Sahibi Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Adına Prof. Dr. Fehmi KARASİOĞLU Editör Öğr. Gör. İbrahim Emre GÖKTÜRK Yayın Kurulu Prof. Dr. Fehmi KARASİOĞLU & Doç. Dr. Mikail ALTAN Doç. Dr. Aykut BEDÜK & Yrd. Doç. Dr. Kadir ÖZTAŞ Yazışma Adresi Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Dergisi Editörlüğü Kozağaç Mevkii 42550 – Akşehir – Konya Telefon: 0 332 814 01 11 E-mail: [email protected] http://www.akmyo.com/ Dergide yayınlanan makalelerdeki her türlü sorumluluk yazarlara aittir. Makale yazım kurallarını internet adresimizden öğrenebilirsiniz.

Upload: truongdang

Post on 02-Feb-2017

238 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 2. SAYI için tıklayınız

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ AKŞEHİR MESLEK YÜKSEK OKULU

SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Cilt 1 ● Sayı 2 ● ISSN 1309-6729 ● Ocak 2011

Sahibi Selçuk Üniversitesi

Akşehir Meslek Yüksek Okulu Adına

Prof. Dr. Fehmi KARASİOĞLU

Editör Öğr. Gör. İbrahim Emre GÖKTÜRK

Yayın Kurulu Prof. Dr. Fehmi KARASİOĞLU & Doç. Dr. Mikail ALTAN

Doç. Dr. Aykut BEDÜK & Yrd. Doç. Dr. Kadir ÖZTAŞ

Yazışma Adresi Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Dergisi Editörlüğü

Kozağaç Mevkii 42550 – Akşehir – Konya

Telefon: 0 332 814 01 11

E-mail: [email protected]

http://www.akmyo.com/

Dergide yayınlanan makalelerdeki her türlü sorumluluk yazarlara aittir.

Makale yazım kurallarını internet adresimizden öğrenebilirsiniz.

Page 2: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

HAKEMLER Prof. Dr. Abdulkadir BULUŞ, Selçuk Ün. Prof. Dr. Adem ESEN, Sebahattin Zaim Ün. Prof. Dr. Adem ÖĞÜT, Selçuk Ün. Prof. Dr. Ali ACAR, Selçuk Ün. Prof. Dr. Birol AKGÜN, Selçuk Ün. Prof. Dr. Çağatay ÜNÜSAN, Selçuk Ün. Prof. Dr. Fehmi KARASİOĞLU, Selçuk Ün. Prof. Dr. Hasan Hüseyin BAYRAKLI, Kocatepe Ün. Prof. Dr. Hasan kürşat GÜLEŞ, Selçuk Ün. Prof. Dr. M. Akif ÇUKURÇAYIR, Selçuk Ün. Prof. Dr. M. Şerif ŞİMŞEK, Selçuk Ün. Prof. Dr. Mahmut TEKİN, Selçuk Ün. Prof. Dr. Meryem Akoğlu KOZAK, Anadolu Ün. Prof. Dr. Naim Ata ATABEY, Selçuk Ün. Prof. Dr. Orhan ÇOBAN, Selçuk Ün. Prof. Dr. Orhan GÖKÇE, Selçuk Ün. Prof. Dr. Osman OKKA, Selçuk Ün. Prof. Dr. Önder KUTLU, Selçuk Ün. Prof. Dr. Şaban ÇALIŞ, Selçuk Ün. Prof. Dr. Tahir AKGEMİCİ, Selçuk Ün. Doç. Dr. Ahmet AY, Selçuk Ün. Doç. Dr. Ali ALAGÖZ, Selçuk Ün. Doç. Dr. Ali ŞAHİN, Selçuk Ün. Doç. Dr. Aykut BEDÜK, Selçuk Ün. Doç. Dr. Çetin BEKTAŞ, Uşak Ün. Doç. Dr. Doğan UYSAL, Selçuk Ün. Doç. Dr. Gülise GÖKÇE, Selçuk Ün. Doç. Dr. H. Serdar ÖGE, Selçuk Ün. Doç. Dr. Hamza ATEŞ, Kocaeli Ün. Doç. Dr. Kurtuluş KARAMUSTAFA, Erciyes Ün. Doç. Dr. Mehmet Sarı IŞIK, Sakarya Ün.

Doç. Dr. Mikail ALTAN, Selçuk Ün. Doç. Dr. Muammer ZERENLER, Selçuk Ün. Doç. Dr. Murat ÇEMREK, Selçuk Ün. Doç. Dr. Rıfat IRAZ, Selçuk Ün. Doç. Dr. Süleyman KARAÇOR, Selçuk Ün. Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Fahri KURŞUNEL, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Ahmet KAYA, Ege Ün. Yrd. Doç. Dr. Baki YILMAZ, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Burcu GÜVENEK, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Erdal BAYRAKÇI, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Fatih MANGIR, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Filiz Tuğba EMİNİ, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. H. Tuğba EROĞLU, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Hakan ACET, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Haldun SOYDAL, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Haluk TANRIVERDİ, Sakarya Ün. Yrd. Doç. Dr. Hasan Hüseyin TÜRKMEN, Niğde Ün. Yrd. Doç. Dr. Hülya Eşki UĞUZ, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. İsmail SEVİNÇ, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Lütfü BAYRAK, Nevşehir Ün. Yrd. Doç. Dr. M. Okan TAŞAR, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Mehmet GÖKÜŞ, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Mehmet MUCUK, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Mehmet YILDIZ, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Melek Acar BOYACIOĞLU, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Metin AKSOY, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Savaş ÇEVİK, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Savaş ERDOĞAN, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Volkan ALPTEKİN, Selçuk Ün. Yrd. Doç. Dr. Zekeriya MIZIRAK, Selçuk Ün.

Page 3: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

İÇİNDEKİLER

Haluk DUMAN Fehmi KARASİOĞLU

KAMUNUN AYDINLATILMASI İLKESİ KAPSAMINDA ŞİRKET PERFORMANSININ ÖLÇÜLMESİNDE ETKİLİ OLAN FAKTÖRLER: İMKB’ DE BİR UYGULAMA

..... 1

Asiye Ayben GÜRMAN Hakan ARACI Burak KARTAL

DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE TÜRK ENERJİ PİYASASINDAKİ SINIR ÖTESİ İŞLETME BİRLEŞME VE SATIN ALMALARI

..... 19

Burcu GÜVENEK Esra KABAKLARLI M. Göktuğ KAYA

YÖNETİMDE YENİ BİR YAKLAŞIM: FARKLILIK YÖNETİMİ (FARKLILIK YÖNETİMİ SÜRECİ) ..... 31

Ahmet KAYA Cengiz ÇELİKOĞLU Serdar KURT

YÜKSEKÖĞRETİMDE AKTİF VE İNTERAKTİF ÖĞRETİM YAKLAŞIMLARI .....39

Yeşim KUBAR Göktuğ KAYA A. Esra PEKER

TÜRKİYE VE AB ÜLKELERİNE MORTGAGE KRİZİNİN ETKİLERİ ..... 45

Veli ÖZER Fehmi KARASİOĞLU

İÇERİDEN ÖĞRENENLERİN TİCARETİ VE ÖZEL DURUM AÇIKLAMALARI ..... 55

Ali ŞAHİN Erdal BAYRAKÇI Kübra ŞAHİN

BELEDİYELERDE HİZMET KALİTESİ VE VATANDAŞ MEMNUNİYETİ VE KARATAY BELEDİYESİ’NDE BİR UYGULAMA ..... 67

Hüseyin Serdar YALÇINKAYA Mutlu Başaran ÖZTÜRK İbrahim Emre GÖKTÜRK

AR-GE FAALİYETLERİNİN FİNANSMANI VE AR-GE FAALİYETLERİNİN FİRMA DEĞERİNE ETKİSİ VE İMKB’DE İŞLEM GÖREN FİRMALAR ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA

..... 77

Dergi Yazım Kuralları ..... 89

Page 4: 2. SAYI için tıklayınız
Page 5: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

KAMUNUN AYDINLATILMASI İLKESİ KAPSAMINDA ŞİRKET PERFORMANSININ ÖLÇÜLMESİNDE ETKİLİ OLAN FAKTÖRLER:

İMKB’ DE BİR UYGULAMA

Öğr. Gör. Dr. Haluk DUMAN*

Prof. Dr. Fehmi KARASİOĞLU**

ÖZET

Günümüz rekabet ortamında şirket ve çevresi finansal bilginin yanında finansal olmayan bilgiye ihtiyaç duymaktadır. Özellikle şirketler tarafından yapılan hileler şirket performansının değerlendirilmesinde kamunun aydınlatılması ilkesinin önemini artırmıştır.

Bu bağlamda 2005 – 2008 yılları arasında İMKB’ de işlem gören şirketlerin performansı üzerinde etkili olan faktörler regresyon modelleri ile tespit edilmeye çalışılacaktır.

Anahtar kelimeler: Kamuyu Aydınlatma, Şirket Performansı, İMKB

THE FACTORS AFFECTING THE MEASUREMENT OF COMPANY PERFORMANCE IN THE CONTEXT OF THE PRINCIPLE OF PUBLIC

DISCLOSURE: A PRACTICAL STUDY IN ISTANBUL STOCK EXCHANGE

ABSTRACT

Today’s competetive environment the company and its enviroment need non – financial information in addition to the financial information. Especially made by companies of financial frauds that evaluation of the company performance increased the importance of the principle of disclosure.

In this context 2005 – 2008 years between the effective factors on the performance of the companies listed in ISE will be determined by regression models.

Keywords: Public Disclosure, Corporate Performance, ISE

GİRİŞ

Şirketler vizyon ve misyonlarını kısa dönemde hayata geçirecek planları hazırlamaktadır. Planlarda ortaya konan hedef ve amaçlar bütçeler vasıtası ile sayılara dökülerek somut hale getirilmektedir.

Bir dönem boyunca belirlenen hedeflerin gerçekleşme düzeyinin tespit edilmesi ve mevcut ve geleceğe ilişkin ekonomik, yönetsel vb karar alma sürecinde kurumsal performansın ölçülmesi büyük önem arz etmektedir. Bu sayede şirketi geleceğe başarılı ve sağlıklı bir şekilde taşıyabilmek için güçlü – zayıf yönlerin belirlenmesi, fırsatların ve risklerin öngörümlenmesi sağlanabilecektir. Bu şirketin ticari faaliyetlerine has bir özellik arz etmektedir.

Mevcut ve potansiyel yatırımcılar açısından ise yatırımlarının mevcut ve geleceğe ilişkin risk – karlılık arasındaki karar alma sürecinde ve performans değerlemesinde finansal ve finansal olmayan çok yönlü bilgi ihtiyacı duymaktadırlar. Örneğin şirket politikalarını belirleme yetkisine sahip ortaklar, denetim şirketi, varlıkların etkin ve verimli yönetimi, şirkete ilişkin önemli olaylara ait bilgiler vb sayılabilir. Bu bağlamda şirket yönetimi kamunun ihtiyaç duyduğu önemli bilgileri eksiksiz, doğru, zamanında ve en hızlı iletişim araçları ile simetrik olarak sunması gerekmektedir.

* Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Kazım Karabekir Meslek Yüksekokulu, [email protected] ** Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, [email protected]

Page 6: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

2

ŞİRKET PERFORMANSININ ÖLÇÜLMESİNİN ÖNEMİ

Şirketin amaçlarının neler olduğunun, bu amaçları gerçekleştirecek üretim faktörlerinin, yapılacak işlerin bölümlere ve organizasyona katkısının, çalışanların yetki ve sorumluluklarının ortaya konması gerekir. Bu sayede kişisel, bölümsel ve örgütsel performansın tespit edilmesinde ölçülebilir, objektif ve etkin performans kriterlerine ulaşılabilir.

Yönetim, performans ölçümünü tanımlayarak yönetim faaliyetini sağlıklı yürütebilmek amacıyla kullanır. Bunlar:

• Performans boyutları kötüden iyiye doğru derecelendirilir,

• Tanımlanan performans standartlarına bağlı olarak elde edilen sonuçların hangisinin iyi hangisinin kötü olduğuna ilişkin göstergeler tespit edilir,

• Belirlenen hedefleri gerçekleştirenlere ödül gerçekleştiremeyenlere ise ceza verilir (Wetman,2003: 717).

Performans kriterlerine bağlı olarak belirlenen hedeflerin gerçekleşme düzeyi ve finansal başarı ya da başarısızlık ortaya konmaktadır. Finansal performansın ölçülmesi muhasebe verileri ile yapılmaktadır. Finansal performans ölçümü ile şirketin mali yapısı ortaya konmaktadır. Finansal performans ölçümü ile şirket yöneticilerine ve çevresine geleceğe ilişkin karar almaları için gerekli bilgi sunulur (Yükçü ve Atağan, 2010).

Kurumun finansal başarısızlığı vadesi gelmiş finansal yükümlülüklerini ifa edememesi durumudur. Örneğin tahvil taksitinin ve imtiyazlı hisse senetlerine ilişkin temettünün ödenememesi, üç yıl üst üste zarar etmesi, şirkete kayyum atanması veya iflas etmesi sayılabilir. Finansal başarısızlığın temelinde ise makro ekonomi, sektörel ve şirkete özgün faktörler yer almaktadır.

Makro faktörler arasında durgunluk, sıkı para politikaları, enflasyon ve yüksek faiz oranları sayılabilir. Sektörel faktörler arasında sektörde yaşanan ani şoklar, yasal düzenlemeler ve rekabetin boyutu, tedarikçi ve müşteri ilişkileri, ikame sektörler ve teknolojik gelişmeler sayılabilir.

Şirketlere özgü faktörler ise yöneticilerin sahip olması gereken bilgi, yetenek ve tecrübe noksanlığı başarısızlığın temelinde yer alan en temel faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanında finansal planlamada ki yetersizlikler, aşırı finansal kaldıraç kullanımı ve özkaynak yetersizliği, stok ve alacak yönetiminde ki yanlış politikalar finansal başarısızlıkta önemli faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır (Kutay,2005).

Kurum performansının kısa dönemde başarı ya da başarısızlığının temel ölçütü “kar” olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü kar şirketlerin faaliyetlerini sürdürülebilmesi, rakipleri ile rekabet edebilmek amacıyla gerekli yatırımları ve AR- GE harcamalarını yapabilmesi, hissedarların kar payı beklentilerini vb yükümlülükleri ile amaçlarını gerçekleştirmesi açısından büyük önem arz etmektedir.

Başka bir ifade ile şirket çevresi aktif kalitesi, sermaye yapısı ve karlılığı üzerinde odaklanmaktadır. Örneğin kredi kuruluşları zarar etmeyen kar elde eden şirketlere kredi vermeyi tercih etmektedir. Çünkü gelecekte zarar eden şirketler krediye ilişkin anapara ve taksitlerini ödeme yeteneğini kaybedecektir. Tedarikçiler ise zarar eden şirketlere kredili mal ve hizmet satmaktan imtina edecektir. Kar elde edemeyen şirket kar payı dağıtamayacağı için piyasa değeri düşecektir.

Diğer taraftan sermayesi ve varlık kalitesi zayıf ve / veya eksik şirketler, ticari faaliyetlerini etkin ve verimli olarak yürütebilmeleri için sabit varlık yatırımlarının yapılamaması, hammadde, yarı mamul, ticari malların ve işgücünün istenilen nitelik ve nicelikte tedarik edememesine yol açacaktır. Başka bir ifade ile üretimin aksamasına yol açacaktır.

Bu durum ise müşterilerin beklentilerinin karşılanamamasına, eksik yatırımlara bağlı olarak ölçek ekonomisinden mahrum kalma, maliyetlerin yükselmesi, senetli ve senetsiz borçların zamanında ödenememesine, kardan ziyade zarar ile karşı karşıya kalınmasına yol açacaktır. Sonuç olarak büyük beklenti ve emekler ile kurulan şirketler yönetim hataları ve finansal yetersizliğe bağlı olarak bir zaman sonra ticari itibarlarını kaybetme, el değiştirme ya da iflas süreci ile karşı karşıya kalmaktadır.

Ayrıca günümüzde şirketlerin performansının ölçülmesinde finansal bilginin yanında finansal olmayan bilgi de büyük önem arz etmektedir. Örneğin müşteri ilişkileri, müşteri tatmini, pazar segmentlerindeki dağılım, yönetimin gelecek planları, risk yönetimi vb sayılabilir.

Page 7: 2. SAYI için tıklayınız

Haluk DUMAN – Fehmi KARASİOĞLU

3

Kaynakça: Işığıçok, 2009,www.ekonometridernegi.com

Şekil 1. Organizasyonel Performans Ölçüm ve Değerlendirmesinde Kullanılan Kriterler ve Performans Yönetiminin Çerçevesi

Şirket performansının ölçülmesi ile (Işığıçok,2009):

• Şirket vizyon ve stratejilerine göre belirlenen organizasyon hedeflerinin bölümlere ve bireylere ulaştırılması ve entegrasyonu sağlanır.

• Bölümlerin hedefleri ile bireysel hedeflerin katkılarının ayırt edilmesi sağlanır. Bölümlerin ve çalışanların performanslarının kontrolü sağlanır.

• Eğitim, gelişim planlaması, işgücü planlaması, ücret yönetimi, terfi ve işten ayırma vb konularda insan kaynaklarına bilgi sağlanır.

• Şirket bünyesinde katma değer sağlayan ve sağlamayan faaliyetler tespit edilir. Kıt kaynaklar yüksek katma değer sağlayan faaliyetlere yatırılır, maliyetlerin minimize edilmesi ve karlılığın artırılması sağlanır.

• Talebe göre esnek ve pazarın ihtiyaçlarına uygun mal ve hizmetler üretilir. Sürekli gelişim ve yenilik için AR-GE faaliyetleri üzerinde odaklanması sağlanır. Bu sayede doğru işin doğru zamanda doğru insan ve uygun kaynaklarla yapılması sağlanır (Akal, 2005: 29).

• Şirketin ekonomik faaliyetleri sonucu ortaya çıkan maliyetler, satışlar, gelirler – giderler ile karlılığa ve varlık – kaynak dağılımına ilişkin finansal göstergelerdeki değişimin takip edilmesi sağlanır.

• Rakiplerle rekabetin boyutu, varlık ve kaynakların kalitesi, yeterliliği ve geleceğe ilişkin yatırım kararlarının alınmasında üst yönetime bilgi sağlanır.

PERFORMANS BOYUTLARI

Şirketin performansının ölçülmesi ile örgüt bir bütün olarak ele alınarak tüm hedeflerin gerçekleşme ya da gerçekleşmeme düzeyi üzerinde etkili olan faktörlerin etkilerinin çok boyutlu tespit edilmesi sağlanır. Başlıca performans boyutları; etkinlik, verimlilik, kalite, yenilik, çalışan memnuniyeti, maliyet, karlılık, müşteri memnuniyeti, gelişim ve yenilik sayılabilir.

Etkinlik: Örgütsel planlarda belirlenen amaçlar ile bu amaçları gerçekleştirmek amacıyla yapılan faaliyetlerden elde edilen sonuçların karşılaştırılması ile elde edilir. Bu performans ölçütü toplam örgüt performansının ölçülmesinde yol göstermektedir (Akal, 2005: 34).

Verimlilik: Örgüt faaliyetleri ile minimum kaynak kullanarak maksimum çıktı elde etmek şeklinde tanımlanabilir. Burada verimliliğin üç boyutlu olarak ele alınması gerekir. aynı girdi ile daha fazla çıktı sağlama, aynı çıktıyı daha az girdi ile elde etme ve çıktıyı girdi artışından daha fazla oranda artırmak olarak ifade edilebilir (Akal, 2005: 34).

Page 8: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

4

Kalite: Şirket bünyesinde yer alan mal ve hizmetlerin müşterilerin beklentilerine ve yürürlükteki yasa ve standartlara uygun olarak sunulmasını sağlayan performans göstergesidir.

Gelişim ve yenilik: Örgütsel performansı artırmak amacıyla öğrenen örgüt kültürünün şirket bünyesine yerleştirilmesi gelişim ve yenilik için önemli bir boyuttur. Örgüt bu sayede dışa açık bir yapıya kavuşmaktadır. Örgüt içinde ve dışında meydana gelen olaylara bağlı olarak iyileştirici çalışmalar yapılabilmektedir.

Diğer taraftan ise örgütün katma değer yaratma kapasitesi olan “ yenilik yeteneği” öğrenen örgüt sayesinde örgüt bünyesine yerleştirilir. Çevresindeki gelişme ve değişimlere ayak uyduramayan şirketler rakiplerine karşı rekabette dezavantajlı bir konuma geçmektedir. Yenilikçi şirketler ise rekabet avantajı sağlamakta ve lider konumunu elde etmektedirler.

Çalışan memnuniyeti: Çalışanların ücret ve ekleri, çalışma koşullar, işbirliği ve iletişim, karar alma sürecine katılma şeklinde ifade edilmektedir. Bu kavram ile çalışanların çalışma kalitesi artırılarak örgütsel performansın artırılması hedeflenir. Uygun çalışma ortamı ile çalışanların örgüt hedef ve amaçlarını gerçekleştirmek için odaklanmaları sağlanır.

Müşteri memnuniyeti: Örgütün satış ile başlayıp satış sonrası hizmetleri sunulması ve beklentileri zamanında karşılama yeteneğini ifade etmektedir. Bu kavram ile müşteri odaklı üretim, satış ve satış sonrası hizmet ifade edilmektedir. Bu sayede müşterinin tercih, zevk, gelirindeki değişim ile beklenti ve şikâyetleri dikkate alınarak ürün ve hizmetlerin özellikleri üzerinde sürekli geliştirme ve yenilikler yapılmaktadır. Bu sayede müşteri memnuniyeti sağlanmakta mevcut pazar korunmakta ve yeni pazar ve müşterilere ulaşabilme imkanı kolaylaşmaktadır.

Maliyet: Günümüz rekabet ortamında mal ve hizmetlerin fiyatı piyasada arz ve talebe bağlı olarak tespit edilmektedir. Başka bir ifade ile hiçbir alıcı veya satıcı fiyatı tek başına etkileme imkanına sahip değildir. Bu durum karşısında pazarda istenilen kalite ve özellikte mal ve hizmet sunumunun yapılması ve istenilen karlılığın elde edilmesi maliyetler üzerinde odaklanmayı zorunlu hale getirmektedir. Bu durumda tedarik ile başlayan ve nihai ürün haline gelinceye kadar katlanılan bütün faaliyetler üzerinde odaklanarak maliyet minimizasyonu sağlanmaya çalışılır. Bu kavram örgüt kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı ve yönetimi üzerinde odaklanmaktadır.

Karlılık: Bir dönem boyunca yapılan faaliyetler sonucunda elde edilen gelirler ve giderler arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir. Dönem karının satışlara bölünmesiyle bulunan bu oran şirketin kaynaklarını yatırdığı varlıkları bir dönem boyunca yönetim etkinliğini ve hissedarlara olan katma değerini ortaya koymaktadır.

Finansal raporlama kapsamında performans ölçümünün yapılabilmesi için iki unsurun var olması gerekir. Birincisi iki an arasını ifade eden zaman parçasının yani dönemin varlığıdır. İkincisi ise performans ölçümünde kullanılacak verimlilik, üretkenlik, kar vb performans kriterinin belirlenmiş olması gerekir (Pekdemir, 2005).

ŞİRKET PERFORMANSI KAZANÇ YÖNETİMİ İLİŞKİSİ

Ticari işlemlerin ekonomik sonuçları şirketin finansal pozisyonunu etkilemektedir. Ticari işlemlerdeki değişim şirketin piyasa değerini olumlu ya da olumsuz olarak etkileyebilir (Needles ve ark, 1999: 53).

Şirketin performansının ölçülmesi ile aynı zamanda yöneticilerin örgütsel amaçları gerçekleştirme düzeyi belirlenir. Başka bir ifade ile varlıklar ve risk yönetimi konusunda bilgi sağlamaktadır. Bu sayede örgütsel performansın ölçülmesi ile yöneticilerin performansını da ortaya konmaktadır. Geçmiş performansın ölçülmesi hissedarları temsil eden yöneticilerin yeteneklerinin ortaya çıkarılmasında ve şirketin piyasa değerinin ölçülmesinde önemli rol oynar (Hwang, 2005: 7).

Kazanç kalitesi; raporlanan kazancın gerçek ekonomik kazançla uyumlu olmasıdır. Bu durumda kazanç kalitesi, raporlanan kazançla pozitif buna karşılık beklenen büyüme ile negatif ilişkilidir (Lee, Li ve Yue, 2006) .

Beklenen performansı karşılayamayan ya da kötü performansa sahip yöneticiler gerek şirkete gerekse kendilerine yönelik çevrenin olumsuz tepkilerini ortadan kaldırmak ve beklentileri karşılayabilmek amacıyla yasal ve yasal olmayan yollar ile kazanç yönetimine başvurmaktadır. Şirketin bir döneme ilişkin kötü performansı sonuçları gizlenmektedir. Kang ve Shivdasani (1995), Japon şirketlerinin performansında ki değişim ile icracı yöneticiler arasında önemli bir ilişki tespit etmişlerdir. Dönem başında belirlenen hedefler ile fiili durum arasında farklılığa:

• Yönetimsel problem ve hatalar,

• Finansal yetersizlik,

• Sektörel problemler ve riskler,

• Konjükrürel (Ulusal ve uluslararası ) gelişmeler,

• Şirketin faaliyette kullandığı makine ve gereçlerin yetersizliği

Page 9: 2. SAYI için tıklayınız

Haluk DUMAN – Fehmi KARASİOĞLU

5

• Rekabet,

• Çalışanlar,

• Teknolojik gelişme vb birçok faktöre ilişkin problem ve riskler neden olmaktadır.

Bu durum ise kazanç yönetimi ile yöneticilerin, şirket çevresinin beklentilerini karşılamak üzerinde odaklanmalarına neden olmaktadır. Bu sayede şirketin gerçek performansının çevresine açıklayarak oluşacak kötü durumdan korunmakta fakat gerçekler ortaya çıktığında ise şirket ve çevresi arasındaki güven ortadan kalkmakta, yasal müeyyideler ile karşı karşıya kalınmaktadır.

Yöneticilerin, katma değer ortaya çıkaran faaliyetler üzerinde odaklanmaları yönetimin doğası gereğidir. Yönetici ve yatırımcıların bu açıdan bakıldığında kısa vadeli karlılık kriterleri yerine şirketin uzun vadede piyasa değerini maksimize edecek hem finansal duruma hem de faaliyet sonuçlarına ilişkin bilanço ve gelir tablosunda yer alan göstergelere bakılarak performans analizinin yapılması gerekir (Üreten ve Ercan, 2000: 27). Bugün kurumsal yatırımcılar kara dayalı getiri hesaplamaları yerine risk, büyüme beklentileri ve sermayenin geri dönüşüm hızına dayalı daha kompleks ölçüm tekniklerini kullanmayı tercih etmektedir (Black ve ark., 1998: 45).

Örneğin şirket çok karlı fakat finansal kaldıraç kullanımına bağlı olarak gelecek dönemde riskli bir finansal duruma sahip olabilir. Diğer taraftan karlılığı ve finansal riski düşük buna karşılık ise riski minimize etmeyi tercih edebilir. Olumsuz bir durum veya kriz durumunda karlı olan şirket piyasada meydana gelen talep daralması veya maliyet artışları karşısında finansal yükümlülüklerini yerine getirememe durumu ile karşı karşıya kalabilir. Buna karşılık ihtiyatlı finansal kaldıraç kullanımına bağlı olarak piyasanın olumsuz etkilerini minimize etme hatta krizi fırsata dönüştürme imkanı elde edebilir.

Yatırımcılar açısından bir finansal varlığın gerçek değerinin tespit edebilmesi çok önemlidir. Çünkü yatırımcı yatırım kararını; piyasada ki dalgalanmalara bağlı olarak finansal varlığın gerçek değerini sürekli olarak analiz etmektedir (Gürbüz ve Ergincan: 6). Burada en önemli değerlendirme araçlarının başında şirketlerin bir faaliyet dönemi boyunca gösterdikleri performansı sonucu oluşan nakit akışlarına ilişkin finansal bilgiler büyük önem arz etmektedir.

Çünkü şirketin piyasa değeri gelecekteki nakit akışlarının bir fonksiyonudur. Örneğin analistler bu yıl ki net geliri kullanarak geleceğe ilişkin nakit akışını tahmin etmektedir. Bu nakit akışının ne kadarının esas faaliyetlerden ne kadarının ise esas faaliyetin dışından elde edileceğini hesaplayarak risk, karlılık ve nakit akışını değerlemektedir. Değerlemeler ışığında şirketin piyasa değerini tahmin etmektedir (Kimmel, Weygant ve Kieso, 2004: 656).

ŞİRKET PERFORMANSI KAMUYU AYDINLATMA İLİŞKİSİ

Şirket bünyesinde üretilen bilgiler periyodik olarak zorunlu ve gönüllü olmak üzere iki yolla sunulmaktadır. Zorunlu bilgi sunulmalarının büyük kısmı finansal, gönüllü bilgi sunumları ise çoğunlukla finansal olmayan bilgiden oluşmaktadır. Şirket yönetimleri, şirketin performansı vb bilgilerin içerisinde daha çok olumlu bilgiyi sunmayı tercih etmektedir. Olumsuz bilgiyi ya hiç sunmamayı ya da etkisinin geçmesi için sunumunu ertelemeyi tercih etmektedir.

Şirket çevresi arasında sağlıklı bir iletişimin kurulması taraflar arasında güven ortamının inşa edilmesini sağlayacaktır. Aynı zamanda şirket ve çevresinin ekonomik kararlar alma konusunda doğruluğunu ve etkinliğini artıracaktır. Bu açıdan şirket yönetimi olumlu ve olumsuz her türlü önemli finansal ve finansal olmayan bilgiyi en hızlı iletişim araçları ile çevresine ulaştırarak şeffaf olmalıdır.

Bu şeffaflığın şirket bünyesinde sürekli olarak sağlanabilmesi ve performansın artırılabilmesi için kurumsal yönetim ilkelerin uygulanması, kurumsal yapının gelişmesi için CEO ve yönetim kurulu başkanlığının ayrılması, eski ve başarısız yöneticileri emekli etmek veya yetkilerini sınırlandırma yerine genç ve yetenekli yöneticilerin atamasının yapılması gerekir (Core ve ark., 1999).

Bu durum yönetimin başarı ya da başarısızlığının sebeplerinin ve etkilerinin doğru bir şekilde anlaşılması, mevcut ve geleceğe ilişkin karar alma konusunda şirket ve çevresine yol gösterici olacaktır. Bu sayede kötü performans sahibi yöneticiler, hatalarını düzeltme ve yeteneklerini ispat edebilmek amacıyla bir fırsat bulma imkanı elde etmektedir.

Page 10: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

6

ŞİRKET PERFORMANSI VE FİNANSAL RAPORLAMA İLİŞKİSİ

Bir döneme ilişkin performansın ölçülmesinde en önemli araçların başında finansal raporlar gelmektedir. Finansal raporların geçmiş ve geleceğe ilişkin finansal ve finansal olmayan bilgileri bünyesinde taşımaktadır. Bu sayede mevcut performansın belirlenmesi, geçmiş ile karlılaştırılması ve geleceğe ilişkin stratejilerin belirlenmesinde yol gösterici olmaktadır.

Bir dönem boyunca yapılan yönetsel ve finansal faaliyetler sonucu ortaya çıkan veya elde edilen gelir / gider ile kar- zarara ulaşılmaktadır. Geniş anlamda kar - zarar kalemi tüm işlem ve olayların ekonomik sonuçlarını olağan veya olağan olmayan şeklinde bakmaksızın içermesi gerekir. Bu sayede dönemden döneme faaliyet aktivitelerine ilişkin sürecin takip edilmesi ve olağan faaliyetler üzerinde odaklanması sağlanır. Burada önemli olan nokta bir defa veya nadiren yapılan işlemler tanımlanmadığı ve mali tablolarda sunulmadığı taktirde muhasebe periyodunda ve geleceğe ilişkin hazırlanan performans sonuçlarında farklılıklar ortaya çıkacaktır. Bu açıdan şirket üzerinde önemli ekonomik etkiler meydana getirebilecek olağan, olağanüstü ve geleceğe ilişkin beklentilerin tanımlanması gerekir. O zaman bir döneme ilişkin performans sonuçları doğru olarak tespit edilebilir (Benedict ve Elliott, 2001: 673).

Finansal tabloların hazırlanmasında gösterilen özen, titizlik ve yürürlükteki mevzuata uygunluk ile şirketin ve yöneticilerin performansı doğru ve zamanında ilgililere sunulmaktadır. Bu sayede gerekli tedbirler zamanında alınmakta ve ortaya çıkan fırsatlardan yararlanılabilmektedir.

Altay ve Anıl (2004), kamuyu aydınlatma kapsamında sunulan finansal raporların açıklandığı periyot ile hisse senetlerinin performansı arasında istatistiksel olarak önemli bir ilişki tespit edememiştir. Bu durum bilgi teknolojileri sayesinde şirket bünyesinde ortaya çıkan önemli bilginin ilgililere anında sunulduğu ve yatırımcılar; şirketin performansına bağlı olarak bu bilgilere ilişkin beklentilerini hisse senetlerinin fiyatına önceden yansıttığı, finansal raporlarda sunulan bilgilerinin güvenilirliliğinin yetersiz olması veya değerlendirme aşamasında finansal raporlardan ziyade başka kriterleri benimsemiş olabileceğini ifade etmektedir.

Bir döneme ilişkin sağlıklı finansal raporlamanın yapılabilmesi; yönetim ile büyük hissedarlar arasında ki ilişkinin kesilmesi veya yönetimin profesyonelleşmesi, iç denetçi ve bağımsız denetimin mahiyeti ve yönetim kurulunda finansal tecrübeye sahip yöneticilerin varlığı etkili olacaktır (Bowen, Rajgopal ve Venkatachalam, 2008).

ŞİRKET PERFORMANSINA AİT MODELİN KURULMASI VE DEĞİŞKENLERİN BELİRLENMESİ

Finansal raporlama ve kurumsal yönetim uygulamaları ile sunulan bilgiler şirket performansını, sermaye maliyetini, sermaye yapısını, yeni kaynaklara kolayca ulaşma ve piyasa değerini etkileme vb etkiler meydana getirmektedir. Bu bölümde finansal raporlama, kurumsal yönetim ilkeleri ile şirket performansı arasındaki ilişkinin ölçülmesinde etkili olan faktörler tespit edilmeye çalışılacaktır. Faktörlerin tespit edilebilmesi için finansal göstergelere dayalı modeller kurulmuştur. Bu modeller:

• Aktif karlılığı,

• Özkaynak karlılığı,

• Fiyat kazanç oranı,

• Piyasa değeri / defter değeri,

• Fiyat / satış oranı,

• Net kar marjına ilişkin modeller kurulmuştur.

Araştırmanın Amacı Kamunun aydınlatılması ilkesi kapsamında şirket çevresinin şirket performansını değerlendirme sürecinde ne tür finansal

ve finansal olamayan bilgiye ulaşmak istediği tespit edilmeye çalışılacaktır.

Page 11: 2. SAYI için tıklayınız

Haluk DUMAN – Fehmi KARASİOĞLU

7

Araştırmanın Önemi Kamuya sunulan bilginin şirket performansının ölçülmesine ve benzer şirketlerle karşılaştırılabilir olması, zamanında

eksiksiz, doğru ve tutarlı olması gerekir. Aksi takdirde şirket ve çevresinin yanlış kararlar almasına yol açacaktır.

Bu durum ise şirket kaynakların verimsiz alanlara yatırılmasına, sermaye maliyetinin yükselmesine, uygun kaynaklara ulaşamama ve kaynak yetersizliği ile karşı karşıya kalabilir. Bu bağlamda şirket bünyesinde üretilen finansal ve finansal olmayan önemli bilginin şirket ve çevresine en hızlı iletişim araçları ile ulaştırılması sağlanmalıdır.

Araştırmanın Kapsamı ve Örneklemi Araştırmanın ana kütlesi OECD tarafından açıklanan “Kurumsal Yönetim İlkeleri” ne uyum çerçevesinde SPK’nın 2005

yılında yayınladığı Kurumsal Yönetim İlkelerine bağlı olarak İMKB’ sına kayıtlı 286 şirketten oluşmaktadır.

Modele mali sektörde, holdingler, 2005 yılından sonra hisse senetlerini halka arz eden ve mali ve mali olmayan bilgileri eksik olan şirketler örneklemden çıkarılmıştır. Bu bağlamda 132 şirkete ait 2005-2008 yıllarında faaliyet raporu, temel mali tabloları çerçevesinde örneklem modele dahil edilmiştir.

Araştırma Değişkenlerinin Belirlenmesi ve Modelin Uygulanması Bu bölümde ki araştırma kamuyu aydınlatma ilkesini de kapsayan kurumsal yönetim indeksine bağlı olarak çalışma

yapılmıştır. Uygulama da Major ve Marques (2008)’ in Portekiz şirketleri üzerinde yaptığı araştırmada ki kullandığı modelden uyarlanmıştır.

Gösterge Kodlar

Bu bağlamda Major ve Marques (2008)’ in kurumsal yönetim indeksi modeli araştırmada 2005- 2008 yıllarını kapsayacak şekilde oluşturulmuştur. Bağımlı değişken kurumsal yönetim indeksi (KYİn)’ nin hesaplanmasında kullanılan gösterge kodlar:

• Ortaklık hakları,

• Menfaat sahiplerinin haklarının korunması konusunda değerlendirme,

• Kamuyu aydınlatma konusunda değerlendirme,

• Risk analizi,

• Yönetim kurulunun yapısı ve isleyişine ilişkin sunulan bilgiler.

Yıllar itibarı ile toplanan değişkenlerin aritmetik ortalaması alınarak örnekleme katılan her bir şirkete ait KYİ kat sayısı hesaplanmıştır.

Kurumsal yönetim İndeksi

Yıllar itibarı ile toplanan değişkenlerin aritmetik ortalaması alınarak örnekleme katılan her bir şirkete ait KYİ kat sayısı hesaplanmıştır.

• Değişkenlerin modele dahil edilmesinde:

• Büyüme (Growth): Satışlar 1t1tt )/SatSat(Sat −−−

• Büyüklük (Size): Şirket aktif toplamının logaritması

• Sermaye Yapısı (Capital Structure): Toplam Borç / Toplam Aktif

Denetim Firması (Audite): Beş Büyük denetim şirketi Pricewaterhouse Cooper, Deloitte, Ernst&Young, BDO ve KPMG olarak kabul edilmiş ve gerekli standartlaştırmalar yapılmıştır.

Kurumsal yönetim ilkelerinin uygulanması zorunlu olduğu için İMKB’ ye kayıtlı şirketlerin pay sahiplerinin haklarını kullanmada, kamuyu aydınlatma ve şeffaflık, menfaat ilişkilerine ilişkin şirket politikası ve yönetim kurulu konusunda şirket çevresini aydınlattığı tespit edilmiştir. Bu gösterge kodların açıklanması zorunlu olduğu için dikkate alınmamıştır. Son gösterge kod olan hissedarlar arasındaki adi / imtiyazlı hisse senedine bağlı olarak β1 oluşturulmuştur. Çünkü hissedarlara kar payı dağıtımı, yönetim kurulu seçimi, oy kullanma ve denetçi seçiminde vb imtiyazlar sağlandığı için şirket politikalarına müdahale ve diğer gösterge kodları şirket çevresinin aleyhine bozma imkânı oluşmaktadır.

Page 12: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

8

Şirketlerin toplam borç, toplam aktif, özkaynak toplamı, net satışlar, net kar, IFRS, denetim şirketi, gösterge kodlar, hissedar yapısı faaliyet raporu ve içerisinde yer alan finansal tablolardan elde edilmiştir. Hisse senedinin fiyatı ve hisse başına kar bilgiler ise İMKB’ den elde edilmiştir.

Kamunun aydınlatılması bağlamında şirket performansının ölçülmesi için şirket ve çevresinin ihtiyaç duyduğu finansal ve finansal olmayan bilgileri belirleme aşamasında:

• Aktif Karlılığı (ROA) Modeli,

• Özsermaye Karlılığı (ROE) Modeli,

• Fiyat / Kazanç Oranı Modeli,

• Piyasa Değeri / Defter Değeri Oranı Modeli,

• Fiyat / Satış Oranı Modeli kurulmuştur.

Aktif Karlılığı (ROA) Modeli ve Uygulaması Şirketin faaliyetlerini sürdürebilmek amacıyla edindiği varlıkları ne ölçüde etkin kullandığını gösteren bir orandır. Bu

oran şirketin net karının toplam varlıklara bölünmesi yoluyla hesaplanır. Bu oran her 1 TL’ lik varlığın yüzde kaç getiri sağladığını gösterir (Ercan ve Ban,2005: 46).

Aktif karlılık modeli

ROAit: β0 + β1 GKit + β2 KONTit + β3 BYMit+ β4 SRMYPit + β5 DENFRit + β6 IFRSit + β7 KYİit 6.1

Formülde :

ROAit: Aktif karlılığı,

GKt: 2005 ve 2008 yılları içinde i şirketlere ait gösterge kodları,

KONTit: Hissedar yapısı,

BYMit: t yılı satışları t-1 yılı satışlarının farkının logaritması,

SRMYPit: Toplam borç / toplam aktif,

DENFRit: 5 büyük bağımsız denetim şirketi,

IFRSit: Uluslararası finansal raporlama standartları,

KYİit: Kurumsal yönetim indeksini i yılları itibarı ile göstermektedir.

Aktif karlılığını etkileyen bağımsız değişkenlere kantitatif verilerin yanında kantitatif olmayan verilerde eklenmiştir. Günümüzde en önemli sermaye faktörü artık “bilgi” dir. Bu bağlamda şirketin finansal verilerinin yanında şirket bünyesinde üretilen sağlıklı bilgiler gerek şirketin gerekse varlıkların yönetiminde ve şirket çevresi ile sağlıklı iletişimin kurulmasında en büyük etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

Modelin uygulaması:

Bağımsız değişkenler bağımlı değişkeni %18 düzeyinde açıklamaktadır.

Page 13: 2. SAYI için tıklayınız

Haluk DUMAN – Fehmi KARASİOĞLU

9

Model sig< 0,05 olduğu için model genel olarak anlamlı bulunmuştur. Modelde aktif karlılığı üzerinde seçilen denetim

şirketi ve sermaye yapısı etkili olduğu görülmektedir. Son yıllarda yaşanan şirket skandalları yatırımcıların şirketin ticari faaliyetleri sonucu ortaya çıkan mali bilgilerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı konusunda asgari güveni sağlayan denetim şirketinin önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

Modele göre, Aktif Karlılığı (ROA) üzerinde şirketin sermaye yapısının önemli olması; faaliyetlerini sağlıklı olarak yerine getirecek asgari sermayeye sahip olup olmadığı ve sermayenin dağılımında önemli olan hakim ortak ve azınlık ilişkileridir. Çünkü özkaynak yetersizliği eksik veya yetersiz sabit ve çalışma sermayesi yatırımına ya da aşırı finansal kaldıraç kullanımına yol açacaktır.

Sermayenin büyük kısmını elinde tutan hakim ortak ise şirket yönetiminde ve kararlarında en önemli etken olduğu için varlıkların etkin ve verimli yönetiminde önemlidir. Ayrıca hakim ortağın güvenilir ve saygın bir kurum veya şahıs olması mevcut ve potansiyel yatırımcılar için asgari güvenin oluşmasını sağlayacaktır.

Sonuç olarak yatırımcılar şirket varlıklarının etkin yönetildiğinin ve yöneticilerin dolayısıyla şirketin performans

göstergesi olan aktif karlılık oranının da yer alan mali bilgilerin gerçeği yansıtması konusunda denetim şirketine ve yönetim kadrosunu seçen hakim sermayedarlara ve sermaye kalitesine önem verdikleri anlaşılmaktadır.

Özsermaye Karlılığı (ROE) Modeli ve Uygulaması Hissedarlar için temel amaç uzun vadede şirketin piyasa değerinin artmasıdır. Bu oran ise kısa vadede hissedarların

şirkete vermiş olduğu sermayenin etkin olarak yönetilip yönetilmediğinin göstergesidir. Özsermaye karlılık oranı net karın özsermaye toplamına bölünmesi ile hesaplanmaktadır. Bu oranın aktif karlılık oranından temel farkı finansal kaldıraç seviyesinin etkisidir. Şirketin finansal kaldıraçları iyi yönetilmişse özsermaye karlılık oranı yüksek olur ( Okka, 2005: 98 ). Fakat aşırı finansal kaldıraç, riski de beraberinde getirmektedir. Bu durum hem borç verenler hem de hissedarlar açısından risk artışına bağlı olarak sermaye maliyetinin artmasına yol açabilir.

Özsermaye karlılığı modeli :

ROEit = β0 + β1 GKit + β2 KONTit + β3 BYMit + β4BYKLit + β5 DENFRit + β6 IFRSit + β7 KYİit 6. 2

Özsermaye karlılık modeline, aktif karlılık modelinden farklı olarak bağımsız değişken sermaye yapısı (SRMYP) çıkarılmış yerine aktif büyüklüğü (BYKL) bağımsız değişkeni eklenmiştir.

Modelin uygulaması:

Page 14: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

10

Bağımsız değişkenler bağımlı değişkeni % 2,7 düzeyinde açıklamaktadır

Özsermaye için kurulan model anlamsız çıkmıştır sig>0,05 olduğundan model kurulamaz. Özsermaye karlılığı üzerine

kurulan modelde yer alan bağımsız değişkenlerin hiçbiri modeli açıklamadığı için model ret edilmiştir. Özsermaye karlılığı üzerinde nispeten aktif büyüklüğü ve hissedar yapısı etkilidir.

Bu durum aynı zamanda mevcut hissedarların şirketin kısa süreli performansından ziyade uzun vadeli performansı

üzerinde odaklandıklarının göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu durumun sonucu olarak hissedarlar, hisse senedi alım – satımı yoluyla kısa süreli kar elde etme ve kısa süreli ortak olmak yerine uzun vadeli kalıcı bir ortaklık düşündükleri ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca kısa sürede şirket varlıklarının iyi yönetildiği ve hisse başına karların yüksek olduğu muhasebe numaraları ile gösterilebilir. Fakat bu durum uzun vadede sürdürülemeyeceği için uzun vadeli performans göstergeleri üzerinde odaklanmak daha sağlıklı ve doğru karar almayı beraberinde getireceği muhakkaktır.

Fiyat / Kazanç Oranı Modeli ve Uygulaması Fiyat / kazanç oranı hisse senedi fiyatının hisse başına kara bölünerek hesaplanmaktadır. Şirketin 1 TL’ lik hisse başına

düşen net karına karşılık yatırımcıların kaç TL ödemeye razı olduklarını gösteren bir orandır (İvgen,2003: 120). Hisse senedinin fiyatı borsada arz ve talebe bağlı olarak oluşmaktadır. Hisse senedinin fiyatı üzerinde şirketin performansı, varlık kalitesi, kaynak yapısı, faaliyet ve finansal kaldıraç derecesi, kamuya açıklanan zorunlu ve gönüllü bilginin seviyesi, yatırım

Page 15: 2. SAYI için tıklayınız

Haluk DUMAN – Fehmi KARASİOĞLU

11

politikaları, yatırımcıların beklentileri, ekonomi, siyasi vb birçok faktörü içerisinde barındırmaktadır. Dolayısıyla şirketin hisse başına karı ile hisse senedinin piyasa değeri arasında doğrusal bir ilişki söz konusudur.

Sarıoğlu ve Sarıoğlu (2007), açıklanan kar rakamları ile hisse senedinin getirileri arsındaki ilişkiyi ölçmek üzere kurduğu regresyon modelinin bu ilişkiyi açıklama gücü yıldan yıla büyük değişimler göstermektedir. Ayrıca çalışma sonucunda yatırımcıların aldıkları kararlarda finansal tablolarda yer almayan bilgilerden daha çok yararlandıklarını tespit etmişlerdir.

Özer (2002), kurmuş olduğu regresyon modelinde hisse senedinin getirilerinin yalnız karların düzeyiyle değil aynı zamanda bu karlarda meydana gelen değişimle de ilgili olduğunu tespit etmiştir. Ayrıca piyasanın, hisse senedinin getirileri üzerinde karlardaki değişmeyi kar düzeyinden daha fazla önemsediğini tespit etmiştir.

Fiyat / kazanç oranı modeli

FİYKAZit = β0 + β1 GKit + β2 KONTit + β3 BYMit + β4 BYKLit + β5 SRMYPit + β6 DENFRit + β7 IFRSit + β8 KYİit 6.3

Modelin uygulanması

Bağımsız değişkenler bağımlı değişkeni %12,1 düzeyinde açıklamaktadır.

Model sig < 0,05 olduğu için model genel olarak anlamlı bulunmuştur.

Fiyat/ Kazanç oranı ile şirketin aktif büyüklüğü arasında bir ilişki bulunmaktadır. Şirketin hisse başına karı üzerinde aktif kalitesi büyük etkiye sahiptir. Çünkü karlılık ile aktif büyüklüğü arasında doğrusal bir ilişki söz konusudur. Eksik yatırım veya eksik kapasite piyasanın talebinin karşılanamaması veya zamanında teslim edilememesi dolayısıyla düşük karlılık ve hisse senetlerinin piyasa değerinin düşük değerlenmesine yol açacaktır.

Aktiflere yapılacak aşırı yatırım ise kaynak israfına atıl kapasiteye yol açacaktır. Bu durumun şirket sermaye yapısının bozulmasına, faiz vb giderlerin artmasına karlılığın ve şirketin piyasa değerinin düşmesine yol açacaktır. Diğer taraftan aktif içerisinde yer alan dönen varlıklara yapılan aşırı yatırım hiçbir nakit girişi sağlamadığı uzun vadeli sabit varlık yatırımları ise geri dönülemez tek seferlik riskli kararlar olduğu için optimal sermaye yapısı ve varlık dağılımının yapılması önemlidir. Diğer taraftan karlılığın sürdürülebilirliğinin tespiti için aktif kalitesi yol göstericidir.

Page 16: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

12

Sonuç olarak modelde şirketin piyasa değeri üzerinde: karlılığı etkileyen faktör olan aktif kalitesi kadar karlılığını

sürdürebilmesini sağlayacak kurum kültürünün oluşmasını sağlayan gösterge kodlar ve kurumsal yönetim ilkeleri de nispeten önemlidir.

Piyasa Değeri / Defter Değeri Oranı Modeli ve Uygulaması Piyasa değeri / defter değeri oranı hisse senedinin piyasa değerinin özsermayeye bölünmesi ile bulunur. Bu oran hisse

senedinin piyasa değerinin özsermeyenin kaç katı olduğunu gösterir. Bu oran büyüdükçe hisse senetlerinin değer kazandığı anlaşılmaktadır. Şirketin kazançları veya faiz ve vergi öncesi karı (FVÖK) negatif bile olsa hesaplanabilmesi en önemli avantajıdır. Bununla birlikte defter değerinin varlıkların kazanç gücünü ve nakit akış durumunu yansıtmaması en büyük zaafıdır. Çünkü varlıklar tarihi maliyetler ile amortisman üzerindeki muhasebe metotlarına göre belirlenmektedir (Geddes,2006:150).

Piyasa Değeri / Defter Değeri Modeli:

PİYDEFit = β0 + β1 GKit + β2 KONTit + β3 BYMit + β4BYKLit + β5 SRMYPit + β6 DENFRit + β7 IFRSit + β8 KYİit 6.4

Modelin uygulaması

Bağımsız değişkenler bağımlı değişkeni %14,5 düzeyinde açıklamaktadır.

Model sig< 0,05 olduğu için model genel olarak anlamlı bulunmuştur. Piyasa değeri / defter değeri modeli üzerinde aktif

büyüklüğü ve gösterge kodlar önemli etkiye sahiptir. Yatırımcılar şirketin piyasa değerini varlık ve kaynak yapısının dağılımına, mevcut ve gelecekte değişen rekabet koşullarına uyum ve rakiplerle rekabet edebilme yeteneğini görebilme ve karlılığını sürdürebilmek için aktif büyüklüğüne ve kalitesine büyük önem vermektedir.

Page 17: 2. SAYI için tıklayınız

Haluk DUMAN – Fehmi KARASİOĞLU

13

Hissedarların özellikle azınlık hissedarlarına sağlanan hakların faaliyet raporlarında yer alması ve bu hakları kullanımında kolaylığının sağlanması yatırımcılar açısından önemsendiği anlaşılmaktadır.

Şirketin piyasa değerinin ve defter değerinin hesaplanmasında uygulanan muhasebe politikalarının yanında şirketi elinde tutan ana hissedarlarında önemli bir faktör olduğu anlaşılmaktadır.

Model şirketin piyasa değerinin tespit edilmesinde finansal bilginin yanında finansal olmayan bilginin de önemli

olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca finansal biginin hazırlanmasında uygulanan muhasebe metotları ile hissedarlara sağlanan haklar ve kullanım kolaylığı şirketin piyasa değeri üzerinde önemli olmaktadır.

Fiyat / Satış Oranı Modeli ve Uygulaması Fiyat satış oranı şirketin piyasa değerinin net satışlara bölünmesi yoluyla bulunur. Bu oran şirketin piyasa değerinin iş

hacminin kaç katı olduğunu gösterir. Bu oranın düşük olması olumlu olmakla birlikte diğer oranların dikkate alınarak analiz edilmesi ve yorumlanması gerekir.

Fiyat / Satış Oranı modeli

FİYSATit = β0 + β1 GKit + β2 KONTit + β3 BYMit + β4 BYKLit + β5 SRMYPit + β6 DENFRit + β7 IFRSit + β8 KYİit 6.5

Modelin uygulaması

Bağımsız değişkenler bağımlı değişkeni % 5,4 düzeyinde açıklamaktadır

Page 18: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

14

Fiyat / satış oranı için kurulan model anlamsız çıkmıştır sig>0,05 olduğundan model kurulamaz. Modelde yer alan

bağımsız değişkenlerden hiçbiri fiyat / satış oranı üzerinde anlamlı bir etkiye sahip değildir. Nispeten göreceli olarak aktif büyüklüğü ve sermaye yapısı hisse senedinin piyasa değeri ve satışları üzerinde sınırlı bir etkiye sahiptir.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Şirket ve çevresi şirket performansının ölçülmesinde çok yönlü finansal ve finansal olmayan bilgiye ihtiyaç duymaktadır. İhtiyaç duyulan bu bilginin bir kısmı mevcut performansı değerlendirerek beklentilerin karşılanma düzeyini tespit edebilmek içindir. Bir kısmı ise elde edilen bilgiler ışığında şirketin gelecekte olası risk ve karlılık durumunu öngörümleyebilmek ve benzer şirketler ile karşılaştırmalı analizler yaparak optimal yatırım kararları alabilmek içindir.

Bu bağlamda kurumsal performansının sağlıklı bir şekilde ölçülmesi ve ekonomik karar alıcılara ulaştırılması büyük önem arz etmektedir. Şirket bünyesinde üretilen önemli bilginin paylaşma seviyesi arttıkça başka bir ifade ile şeffaflaşma ile şirket çevresinin şirkete olan güveni artmaktadır. Bu durum ise şirketlerin yeni öz ve yabancı kayanaklara kolayca ve düşük maliyetle ulaşabilmesini sağlamaktadır.

ŞİRKET PERFORMANSI

Bağımsız değişken

Bağımlı değişken G

K

KO

NT

BYM

BYK

L

SRM

YP

DN

FR

IFR

S

KYİ

Aktif karlılığı - - - - + + - - Özsermeye karlılığı - - - - - - - - Fiyat kazanç oranı - - - + - - - - Piyasa değeri/ Defter değeri - - - + - - - + Fiyat / Satış Oranı - - - - - - - -

Etkisi var: + , Etkisi yok: -

Page 19: 2. SAYI için tıklayınız

Haluk DUMAN – Fehmi KARASİOĞLU

15

Performans ölçümü amacıyla kurulan aktif karlılığı (ROA) regresyon modeli üzerinde; şirket çevresin tarafından kullanılan finansal bilgilerin asgari güvenliğini sağlayan denetim şirketi ve kamuyu aydınlatma seviyesi önemli bir etkiye sahiptir. Bu durum yatırımcıların öncelikli olarak aktif karlılığını değerlendirmeden önde kullanacağı bilginin sağlıklı, güvenilir, eksiksiz, zamanında ve karşılaştırılabilir olmasını ve sürekli olarak bilgi akışının sağlıklı yapılıp yapılmadığı üzerinde odaklanmaktadır. Son yıllarda yaşanan şirket skandalları şirket çevresinin öncelikle olarak şirket ve çevresi arasında güven ortamının var olup olmadığını sorguladığını göstermektedir.

Şirketin yıllar itibarı ile hedeflenen ve şirket çevresinin beklediği karlılığı elde etmek amacıyla finansal kaldıraç kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan finansal riski aktif karlılığı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Karlılık kısa süreli bir performans göstergesi iken finansal durum ise şirketin mevcut ve gelecekte olası sermaye ve borç yapısı üzerinde önemli bir bilgiler sunar.

Sermaye yapısı gelecekte şirketin mevcut ve gelecekte olası kar / zarar, borçlanma kapasitesi, sermaye maliyeti ve yeni kaynak elde etme yeteneği, sabit varlık yatırımları, çalışma sermayesinin yeterliliği konusunda gerekli bilgiler sunar.

Özsermaye karlılığı (ROE) oranı üzerine kurulan regresyon modeli anlamsız çıkmıştır. Kurulan modele göre özsermaye karlılığı üzerinde nispeten aktif kalitesi ve hissedar yapısı önemli bir etkiye sahiptir.

Şirketin fiyat / kazanç oranı üzerinde ise aktif büyüklüğü ve nispeten gösterge kodlar etkilidir. Bu durum yatırımcıların hisse senedi fiyatı üzerinde; aktif kalitesi ve bu varlıkların etkin yönetimi ile elde edilen hisse başına kar, risk yönetiminin yanında, kamuya açıkladığı bilgi seviyesi ve kalitesi de önemlidir. Başka bir ifade ile fiyat kazanç oranı üzerinde finansal ve finansal olmayan bilgi etkilidir.

Şirketin piyasa değeri / defter değeri oranı üzerine kurulan regresyon modeline göre aktif büyüklüğü ve gösterge kodlar önemlidir. Şirket çevresi, şirketin hisse senedi fiyatını belirlemede varlık kalitesine ve kamuyu aydınlatma kalite ve seviyesine önem vermektedir.

Fiyat / satış oranı üzerine kurulan regresyon modeli anlamsız çıkmıştır. Kurulan modelde şirketin piyasa değeri ve satışları üzerinde aktif büyüklüğü ve sermaye yapısının nispeten etkili olduğu görülmektedir.

KAYNAKÇA

Akal, Zuhal, (2005). İşletmelerde Performans Ölçümü ve Denetimi, Çok Yönlü Performans Göstergeleri, Milli Prodüktivite yayınları no:473, 6. baskı, Ankara.

Altay, Erdinç ve Anıl Duygu, (2004). Kamuyu Aydınlatma Aracı olarak Finansal Raporların Hisse Senedi Getiri Oranları Üzerindeki Etkisinin Sınanması, M.Ü. S.B.E. Hakemli Dergisi Öneri, cilt:6, yıl:10, sayı:21, s.108.

Benedict, Augustine ve Elliott, Barry, (2001). Practical Accounting, Financial Times – Prentice Hall, üçüncü baskı, Harlow. Black, Andrew ve ark., (1998). Hissedar Değeri Arayışı- Performansı Etkileyen Faktölerin Yönetimi, Dünya yayıncılık,

İstanbul. Bowen, Robert M.,Rajgopal, Shıvaram ve Venkatachalam, Mohan, (2008). Accounting Discretion, Corporate Governance

and Firm Performance, Contemporary Accounting Research, sayı:25, cilt:2, s.396. Core, John E. vd, (1999). Corpotate Governance, Chief Executive Officer Compensation, and Firm Performance, Journal of

Financial Economics, sayı:51, s.404. Ercan, M. Kamil ve Ban, Ünsal,(2005). Değere Dayalı İşletme Finansı Finansal Yönetim, Gazi kitabevi, Ankara. Geddes, Ross, (2006). An Introduction to Corporate Finance Transactions and Technicues, John Wiley & Sons Ltd, 2. baskı,

New York. Gürbüz, Osman A. ve Ergincan Yakup, (2004). Şirket Değerlemesi- Klasik ve Modern Yaklaşımlar, Literatür yayınları,

İstanbul. Hwang, Iny, (2005). Relative Importance of Measures of Past Performance Theory and Evidence, Teksas Üniversitesi

Yönetim bölümü, yayınlanmamış doktora tezi, Dallas, s.7. erişim adresi: www.umi.com,erişim tarihi:20.02.2008,umi com: 3193825.

Işığıçok, Erkan, Performans Ölçümü, Yönetimi ve İstatistiksel Analizi, erişim adresi: www.ekonometridernegi.org, bildiriler/02453.pdf. , erişim tarihi: 05,02,2009.

İnci, Ahmet Can, (2007). Annual Stock Return vs. Capital Expenditure and Earnings: International Evidence, Third Intenational Conference on Business, Management and Economics, Yaşar Üniversitesi, İzmir

İvgen, Hünkâr, (2003). Hisse Senedi Yatırımcıları, Analistler ve Şirket Yöneticileri İçin Şirket Değerleme, Finnet yayınları, İstanbul.

Kang, Jun-Koo ve Shivdasani, Anil, (1995). Firm Performans, Corporate Governance, and Top Executive Turnover in Japan, Journal of Financial Economics, sayı:38, s. 31.

Page 20: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

16

Kimmel, Paul D. ve ark., (2004). Financial Accounting- Tools for Business Decision Making, John Wiley & Sons Inc., Milwaukee.

Kutay, Nilgün, (2005). Finansal Rasyolar ile İMKB’ de İşlem Gören Başarılı ve Başarısız İşletmelerin Karşılaştırılması Üzerine Bir İnceleme, Muhasebe Bilim Dünyası Dergisi (MÖDAV), cilt:7, sayı:3, ss.96-98.

Lee, Chi- W. J., Li, Laura Y. ve Yue, Heng, (2006). Performance, Growth and Earnings Management, Review of Accounting Studies, cilt:11, sayı:2, s. 328.

Major, Euclides Ferreira ve Marques, Ana,(2008). IFRS Introduction, Corporate Governance and Firm Performance: Evidence from Portugal, The World of Accounting Science, cilt:10, sayı:1, ss.246-247.

Needles, Belverd E. Jr., (1999). Principles of Accounting, Hougton Mifflin Company, yedinci baskı, Boston. Okka, Osman,(2005). Finansal Yönetime Giriş, Nobel yayın dağıtım,1. basım, Ankara. Özer, Gökhan, (2002). Firma Değerlemesinde Muhasebe Karlarının Rolü: İMKB’ de Deneysel Bir Araştırma, İktisat, İşletme

ve Finans, sayı:201, s. 121. Pekdemir, Recep, (2005). Finansal Raporlamada Terminoloji Birliği- Uygulamadan Örnekler, Mali Çözüm, İSMMMO yayın

organı, sayı:72, s. 21. Pinches, George E. (1996). Essentials of Financial Management, Harper collins college publishers, beşinci baskı, New York. Sarıoğlu, Serra Eren ve Sarıoğlu, Kerem, (2007). Türkiye’ de Faaliyetlerden Sağlanan Nakit Akışları ile Muhasebe

Karlarının, Hisse Senedi Getirileri Üzerine Etkisi, Muhasebe Bilim Dünyası Dergisi, cilt:9, sayı:4, s.46 Üreten, Aykan ve Ercan, M. Kamil, (2000). Firma Değrinin Tespiti ve Yönetimi, Gazi Kitabevi, Ankara. Weetman, Pauline, (1999). Financial & Managament Accounting an Introduction, Financial times, prentice hall, 2.baskı,

England. Yükçü, Süleyman ve Atağan, Gülşah, (2010). TOPSİS Yöntemine Göre Performans Değerleme, Muhasebe ve Finansman

Dergisi, sayı:45, s. 28

EKLER

Gösterge Kodlar

SPK’ u tarafından yayınlanan kurumsal yönetim ilkeleri kapsamında tespit edilen gösterge kodların değerlendirmesi:

Pay sahiplerine haklarını kullanmada kolaylık sağlanıyorsa 1 Pay sahiplerine haklarını kullanmada kolaylık sağlanmıyorsa 0

Bu haklar oy kullanma, azınlık hakları, kar payı, bilgi alma ve inceleme vb. Menfaat sahiplerine ilişkin şirket politikası: Müşteri ve tedarikçiler ile ilişkiler, şirket mal varlığını korunması, etik kurallar, sosyal sorumluluk vb konularda bilgi

sağlanıyorsa 1 sağlanmıyorsa 0

Yönetim Kurulu: Yönetim kurulunun temel fonksiyonları, faaliyet esasları, görev ve sorumlulukları, oluşumu ve seçimi, yönetim kuruluna sağlanan haklar, oluşturulan komitelerin bağımsızlığı ve yöneticiler hakkında bilgi

sağlanıyorsa 1 sağlanmıyorsa 0

Kamuyu aydınlatma ve şeffaflık: Kamuya şirket yöneticileri, yönetim kurulu üyeleri ve pay sahipleri arasında ki ilişkiler, periyodik olarak mali tablo ve bağımsız denetim raporlarının sunulması, ticari sır dışındaki önemli olaylar ve içeriden öğrenenler hakkında bilgi

sağlanıyorsa 1 sağlanmıyorsa 0

Paylar arasında imtiyaz sağlanıyorsa 1 sağlanmıyorsa 0

Kurumsal yönetim indeksine ait sayılan bilgiler şirket faaliyet raporlarında, kurumsal yönetim raporlarında, kendi ve kamuyu aydınlatma platformu sitesinde

yer alıyorsa 1 bu bilgiler yer almıyor ise 0

olarak kodlanmıştır.

Page 21: 2. SAYI için tıklayınız

Haluk DUMAN – Fehmi KARASİOĞLU

17

Kurumsal yönetim İndeksi

Yıllar itibarı ile toplanan değişkenlerin aritmetik ortalaması alınarak örnekleme katılan her bir şirkete ait KYİ kat sayısı hesaplanmıştır.

KYİn’ ni etkileyen finansal ve finansal olmayan bağımsız değişkenler:

2005 ve 2008 yıllarında şirket: Kurumsal yönetim raporlarında gösterge kodlar yer alıyor ise 1 Raporlarda gösterge kodlar yer almıyor ise 0 IFRS: Uluslar arası finansal raporlama standartları uygulanıyor ise 1 Uluslar arası finansal raporlama standartları uygulanmıyor ise 0 Denetim Firması (Audite): 5 büyük denetim şirketi tarafından denetleniyorsa 1 5 büyük denetim şirketi tarafından denetlenmiyorsa 0 Kontrol (Private): Şirket özel bir grubun elinde değil ise 1 Şirket özel bir grubun elinde değil ise 0 Sermaye Yapısı (Capital Structure): Toplam Borç / Toplam Aktif Büyüklük (Size): Şirket Aktif Toplamı Büyüme (Growth): Satışlar

Değişkenlerin modele dahil edilmesinde:

• Büyüme (Growth): Satışlar 11 /)( −−− ttt SatSatSat

• Büyüklük (Size): Şirket aktif toplamının logaritması

• Sermaye Yapısı (Capital Structure): Toplam Borç / Toplam Aktif

• Denetim Firması (Audite): Beş Büyük denetim şirketi Pricewaterhouse Cooper, Deloitte, Ernst&Young, BDO ve KPMG olarak kabul edilmiş ve gerekli standartlaştırmalar yapılmıştır.

Page 22: 2. SAYI için tıklayınız
Page 23: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE TÜRK ENERJİ PİYASASINDAKİ SINIR ÖTESİ İŞLETME BİRLEŞME VE SATIN

ALMALARI

Öğr. Gör. Asiye Ayben GÜRMAN*

Yrd. Doç. Dr. Hakan ARACI**

Yrd. Doç. Dr. Burak KARTAL***

ÖZET

Yirminci ve yirmi birinci yüzyıl, ulusların ticari bağlarla birbirlerine yoğun bir şekilde bağlandığı ve hatta ülkelerin siyasi sınırlarının önemini neredeyse yitirerek ekonomilerinin bütünleştiği bir dönemi ifade etmektedir. Çeşitli düzeylerde kurulmuş bölgesel ekonomik entegrasyonlar mal ve hizmetlerin ülkeler arasında serbest dolaşımını mümkün kılmış ve hatta serbest dolaşıma üretim faktörleri de dahil olmuştur. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de benimsedikleri liberal dış ticaret politikaları ve müdahil oldukları bölgesel bütünleşme hareketleri ile dünya piyasalarıyla entegre olmaya çalışmaktadırlar. Bu süreçte hükümetler ekonomik büyüme için ihtiyaç duyulan sermayeyi yurtdışından çekmeye yönelik, birtakım çalışmalar yürütmektedirler. Bunlardan birisi doğrudan yabancı sermaye yatırımları (Doğrudan Yabancı Yatırımlar – DYY) ve onların bir türü olan sınır ötesi işletme birleşmeleridir.

Bu çalışmada, dünyadaki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının (DYY) seyri incelenmiştir. 2009 yılsonu itibariyle IMF değerlendirmelerine göre dünyanın on altıncı büyük ekonomisi olan Türkiye pazarı, doğrudan yabancı sermaye ve yabancı yatırımcı açısından değerlendirilmiştir. Ayrıca Türkiye’deki enerji sektörü, sektördeki yabancı yatırımcıların rolü ve sektördeki sınır ötesi işletme birleşmeleri analizleri yapılarak çeşitli değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmelerden birisi, yabancı yatırımcıların enerji pazarına giriş şekli olarak, birleşme ve satın alma stratejilerini seçmede gönüllü olabilecekleri belirtilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları, Sınır Ötesi Birleşme ve Satın Almalar, Türk Enerji Sektörü.

FOREIGN DIRECT INVESTMENT AND CROSS BORDER MERGERS AND ACQUISITIONS IN TURKISH ENERGY SECTOR

ABSTRACT

Twentieth and twenty first century is a period that nations have been intensively tied through trade links; moreover political borders of the countries have almost lost their importance and economies have integrated. Regional economic integrations have provided the free circulation of goods and services and also factors of production. Developing countries like Turkey has been trying to get integrated into foreign markets by adopting liberal foreign trade policies and becoming a member of regional economic integrations. In this process governments make efforts to attract foreign investors to fund economic growth of their countries. Foreign capital inflows that contribute to the economic growth most are foreign direct investment (FDI) and cross border mergers & acquisitions (M&A).

In this study, trends in world foreign direct investments (FDI) are analyzed. Turkey, as the 16th largest economy – based on IMF data – is being evaluated from the foreign investors’ point of view. Besides, various inferences have been drawn as a result of the analyses of energy sector in Turkey, foreign investors’ roles in the sector, and cross border mergers and acquisitions (M&A). One of these inferences is that foreign investors might be willing to choose M&A as the mode of market entry.

Keywords: Globalization, Foreign Direct Investments, Cross Border Mergers and Acquisitions, Turkish Energy Sector

* Celal Bayar Üniversitesi, Kırkağaç MYO, [email protected] ** Celal Bayar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, [email protected] *** Celal Bayar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, [email protected].

Page 24: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

20

GİRİŞ

Ekonomik gelişme ve büyümenin temel girdilerinden biri olan enerji, yirmi birinci yüzyılda işletmelerin yatırım yaptığı en çekici sektörlerden biri olarak gözlenmektedir. Gerek ulusal sınırlar içinde gerçekleştirilen birleşme ve satın almalardan, gerekse küresel ölçekte gerçekleştirilen yatırımlardan, sektörün gelecek yüzyıl için stratejik bir öneme sahip olacağı çıkarımını yapmak yanlış olmayacaktır.

Küreselleşme ve beraberinde iletişim ve ulaştırma teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, uluslararası yatırım trafiğinin hacmini yükseltmiş, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümelerine ivme kazandırmıştır. Çalışmamızda da küreselleşme, doğrudan yabancı yatırımların dünya ölçeğindeki gelişimi genelde ele alınmakta, özelde ise enerji sektörü üzerine eğilerek Türk enerji sektöründe gözlenen yatırımlar ve nihayetinde de sektörün geleceğine ilişkin öngörülere yer verilecektir.

KÜRESELLEŞEN DÜNYADA DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI

II. Dünya Savaşı’nın ardından, gerek kıta Avrupa’sında gerekse Asya ve Amerika coğrafyasında gerçekleşen ekonomik bütünleşme hareketleri, iletişim ve ulaştırma teknolojilerindeki gelişmelerin fiziksel mesafeleri önemsizleştirmesi ve bilgiye anında ulaşmanın mümkün olması, mal ve hizmetlerle birlikte sermayenin küresel ölçekte dolaşımına uygun zemin hazırlamıştır. Süreç içinde, işletme yapılarında gelişme ve evrimleşme gözlemlenmiştir. Önceleri pasif ihracatçı konumunda olan işletmeler, ulusal sınırlar içerisinde gösterdikleri başarıyı, başka coğrafyalara taşıyarak, önce aktif ihracatçı, sonra uluslararası işletmelere dönüşmüş, ardından dış pazarlarda izledikleri stratejilere göre, çok uluslu ya da küresel şirket şeklinde evrim geçirdikleri görülmüştür.

İşletmeleri kendi sınırlarının ötesine yatırımlar yaparak, uluslararasılaşmaya yönelten nedenler özet olarak Tablo 1’de gösterilebilir.

İşletmeler açısından küresel pazarları cazip hale getiren faktörler arasında, karşılaştırmalı üstünlük avantajından yararlanmak, ürün yaşam süresini uzatmak, yurtiçi pazarın yoğunlaşan rekabetten ötürü doyuma ulaşmaya başlaması ile küresel pazarlarda genişlemek, maksimum kârlılığa ulaşmak, vergi avantajı elde etmek gibi unsurlar da bulunmaktadır (Seyitoğlu, 1999).

Mikro ölçekte, işletmelerin dış pazarlar ile çeşitli düzeylerde entegrasyonu ile uluslararasılaşmalarını, makro ölçekte hükümetlerin ekonomik büyüme ve kalkınmayı sağlayabilmek, ödemeler bilânçosundaki açıkları finanse edebilmek gibi amaçlarla yabancı sermayeyi, sahip oldukları pazar büyüklüğü, ucuz işgücü, doğal kaynaklar gibi avantajlarını yatırımcılara sundukları teşvikler ile sentezleyerek ülkelerine çekmede göreli üstünlükler elde etme çabaları tamamlamaktadır. Ülke ekonomisi açısından asıl katma değer yaratacak sermaye girişi doğrudan yabancı yatırımlar olduğundan, ekonomilerin uzun vadede hem istihdam yaratacak hem de toplam üretim miktarını çoğaltacak girişimlere yönelik yatırım ortamını cazip hale getirmeye çalıştıkları görülmektedir. Ekonomi teorisinde de DYY ve ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişki olduğu kabul edilmektedir. Neo-klasik büyüme modeline göre DYY, toplam yatırımların miktarını ve etkinliğini artırarak ekonomik büyümeye olumlu katkıda bulunmaktadır. İçsel büyüme modellerinde ise, doğrudan yabancı yatırımlarının teknolojiyi gelişmiş ülkeden bunu kabul eden ülkeye doğru yaygınlaştırarak ekonomik büyü meyi artırdığı savunulmaktadır (Yılmazer, 2010:244).

DYY’nin gelişmekte olan ülkelere etkisi özetlenecek olursa, başlıca etkisinin ekonomik büyüme için ihtiyaç duyulan finansmanı sağlamasıdır. Teknolojiyi üreten gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yapılacak yatırımlar, teknolojinin dünya ölçeğinde el değiştirmesine ve diğer ülkelerin de modern teknolojiye kavuşmasına imkan sağlamaktadır. Teknolojik yeniliklerin yanında, uluslararası pazarlardaki iş deneyimi, farklı kültürlerin olumlu yanlarını kendi iş kültürüyle aynı potada eriterek sinerji yaratabilme ve farklılıkların yönetiminde başarı gösterme, yönetim bilgisi, vb. faktörler üretimde verimliliğin artmasına ve böylece rekabet gücünde yükselişe neden olabilmektedir. Elbette sözü edilen bu etkilerin ortaya çıkabilmesi ev sahibi ülkenin teknoloji ve sanayi altyapısına, nitelikli insan kaynağının ve ilgili sektördeki bilgi birikiminin varlığına bağlıdır.

DYY ile hem iç pazarda hem de uluslararası pazarlarda rekabet gücüne sahip, ülke ekonomisinin dünya piyasalarıyla ilişki düzeyini yoğunlaştıran ve ihracat gelirlerindeki artış ile ithalatın finansmanına katkı sağlayan işletmeler ortaya çıkmaktadır. Ayrıca yatırım yapılan bölgede istihdam imkanı yaratmakta ve uzun dönemde de “öğrenme etkisi” ile çalışanın bilgi ve beceri düzeyini geliştirmektedir (Belkaoui, 1986). Bu sayede mevcut teknolojiyi geliştirmeye ve yeni teknolojiyi üretebilmeye zemin hazırlanmaktadır. Sözü edilen bu olumlu özelliklerinin yanında, Cole’ün (2004:72), çevresel kirliliğe neden olan endüstrilerin gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olan ülkelere doğru yer değiştirmekte olduğunu ileri sürdüğü

Page 25: 2. SAYI için tıklayınız

Asiye Ayben GÜRMAN – Hakan ARACI – Burak KARTAL

21

“Kirlilik Sığınağı Hipotezi” ile DYY’nin köken ülkelerindeki katı çevre mevzuatının dayattığı yüksek çevre maliyetlerinden kaçınmak için, gelişmekte olan ülkelerdeki daha esnek yapıdaki çevre mevzuatından yararlanarak, yatırımları buralara yönelttikleri ifade edilmektedir. Bu durum elbette 2000’li yıllara damgasını vuran “sürdürülebilir kalkınma” kavramıyla tezatlık yaratmakta ve çevresel tahribatın yaratacağı etkilerin yerel değil, küresel olacağı gerçeğinin yadsındığına işaret etmektedir.

DYY’nin olumlu ve olumsuz özelliklerinin ardından, son on yıla dönük olarak uluslararası doğrudan sermaye yatırımlarının boyutları incelendiğinde, karşımıza Grafik 1’de gösterilen bir manzara çıkmaktadır: 2000-2003 döneminde uluslararası doğrudan yatırımlarda bir düşüş eğilimi gözlenmektedir. 2004’ten itibaren ise bir yükseliş göze çarpmakta, 2007 yılında doğrudan yabancı yatırımların hacmi en yüksek noktaya ulaşmaktadır. 2008 ve 2009’da ise tekrar düşüş sürecine girilmiştir. Bu son düşüşte hem gelişmiş ülkelere, hem de gelişmekte olan ülkelere yönelik yatırım akışında azalış kaydedilmiştir. Toplam azalışın düzeyi %53 olarak kayda geçmiştir.

En fazla yabancı yatırım çeken ülke 2008 ve 2009’da ABD olmuş, bunu 2009’da Çin takip etmiştir. Tablo 2 ve Tablo 3’te dış yatırımlar açısından cazibe merkezi olan ilk on ülke sıralanmıştır. Türkiye bu sıralamada 2008 yılında 20. sırada iken, 2009 yılında 32. sıraya gerilemiştir.

Dünya çapında en fazla doğrudan yabancı yatırımı gerçekleştiren ilk on ülkeye bakıldığında, birinci sırada A.B.D. bulunmakta, A.B.D’yi Fransa ve Japonya izlemektedir. Bu ülkeler Tablo 4’te görüleceği üzere, aynı zamanda yatırımlar açısından birer çekim merkezi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu tablolar, gelişmiş ülke pazarlarının hem ev sahibi hem de köken ülke olarak yabancı yatırımların ilgi odağında yer aldıklarına işaret etmektedir.

Gelişmiş ülkeler, yeni yatırımcılara yatırım yapacakları sektörde, sağladıkları içsel ve dışsal ekonomilerle, yüksek satın alma gücüne sahip tüketici kitleleri, göreli istikrarlı ekonomik yapıları ve özellikle üretim sürecinde ileri teknolojiye ihtiyaç duyulan sektörlerde teknolojiye uygun fiyatla erişimin mümkün olması, nitelikli işgücünün varlığı, işletmelere prestij sağlama, vb. nedenlerle yatırımları, sınırları içerisine çekebilmektedirler.

Sıralamadaki gelişmekte olan ülkelerin, yabancı sermayeyi ülkelerine çekmede, gösterdikleri başarının altında yatan nedenler ise; yüksek nüfus miktarının yarattığı geniş pazar hacmi ve gelecek potansiyeli, işgücü piyasasında arzın talep karşısındaki üstünlüğünün yarattığı düşük ücret düzeyleri, sahip olunan doğal kaynaklar, üretim maliyetlerinde sağlanabilecek göreli avantajlar, hükümetlerin geliştirdikleri teşvik mekanizmaları, azaltılan bürokrasi ile sağladıkları cazip yatırım ortamı, vb. şeklinde sıralanabilir.

2009 yılında dünyada gerçekleştirilen doğrudan yabancı yatırım stoku 17,7 trilyon $ olarak gerçekleşmiş, Türkiye, bu yatırım akışı içinde aldığı 77,7 $ milyar dolar pay ile dünya sıralamasında 39. ülke olarak yer almıştır. 2000 yılından bu yana DYY girişlerine bakıldığında, ortaya Grafik 2’deki gibi bir durum çıkmaktadır.

Yabancı Sermaye Perspektifinden Türkiye Pazarı Türkiye’yi doğrudan yabancı yatırımlar açısından cazip kılan unsurlar irdelendiğinde, temel ekonomik göstergeler

etrafında, Türkiye’nin çizdiği portre Tablo 5’te sunulmaktadır.

Türkiye, yüksek nüfus ile hem gelecek vaat eden bir pazar olması hem de işgücü hacmi oluşturması açısından dış yatırımcı açısından, iki yönlü avantaja sahip bulunmaktadır. Küresel krizin yarattığı etkiler hariç, artan üretim miktarı ve ihracat hacmi ile dış pazarlarla gittikçe bütünleşmekte, yükselen milli geliri ve kişi başına düşen geliri ile bireylerin satın alma güçlerindeki artış doğrultusunda, kayda değer bir pazar olarak göze çarpmaktadır. Keza enflasyon oranlarındaki istikrar da ekonomide güven ortamını destekler niteliktedir. Ayrıca faktör donatımı açısından sahip olduğu doğal kaynaklar, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, kıtalararası taşımacılıkta temel bağlantı noktalarından biri olarak lojistik üs olabilme kabiliyeti, Türkiye’yi tercih edilebilir kılan özelliklerden bazılarıdır. Lojistik üs olarak Türkiye, teknik ve hukuki altyapısı ile coğrafi konumu el verdiği ölçüde, yerel ölçekten başlayarak bölgesel, uluslararası ve küresel boyutta bir cazibe merkezi haline gelmeye adaydır. Türkiye’nin ayrıca Avrupa-Kafkasya-Asya Ulaşım Koridoru’nun geliştirilmesi amacıyla hazırlanmış olan TRACECA programına taraf olması lojistik alanında gelişimi için önemli bir katkıdır.

Türkiye pazarına ilişkin daha detaylı bir bakış açısıyla bakıldığında şu faktörlerin ön plana çıktığı gözlemlenmektedir (Bilgin vd., 2008; 7):

Güçlü Yanları

• Liberal mevzuat

• Büyük iç pazar ve nitelikli işgücü

• Dinamik ve gelişen bir ekonomi

• Son yıllardaki ekonomik istikrar

Page 26: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

22

• Coğrafi konum

• AB ile Gümrük Birliği ve devlet teşvikleri

Zayıf Yanları

• Geçmişteki ekonomik istikrarsızlık

• Hantal ve ağır işleyen hukuk sistemi

• Rakip ülkelere kıyasla yüksek işçilik maliyetleri

• Ağır vergi yükü ve hantal bürokrasi

• Kayıt dışı ekonominin yaygınlığı

Fırsatlar

• Ekonominin yüksek büyüme potansiyeli

• Genç ve dinamik nüfus

• Olası AB üyeliği

• Özelleştirmeler

• Enerji koridorunda yer alması

Tehditler

• Ekonominin kırılgan yapısı

• Risklere açık ekonomi

• Dış piyasalara bağımlılık

• Politik risk

• Karışık bir coğrafyada bulunulması

• AB Üyeliğinin önündeki engeller

Dış yatırımcı gözüyle Türkiye pazarı değerlendirilirken, UNCTAD - Dünya Yatırım Raporu, AT Kearney - Doğ-rudan Yabancı Yatırım Güven Endeksi, Dünya Bankası - İş Yapma Kolaylığı Endeksi, Heritage Foundation - Eko-nomik Özgürlük Endeksi, Uluslararası Şeffaflık Örgütü ve Yolsuzluk Algılama Endeksi gibi uluslararası platformda, itibar gören kuruluşlarca gerçekleştirilen endeks-lerde, Türkiye’nin sıralaması da önem arz etmektedir. Tablo 6’da Türkiye’nin bu endekslerdeki sıralaması takip edilebilecektir.

Söz konusu endekslerden Dünya Bankası tarafından hazırlanmış olan İş Yapma Kolaylığı Endeksi raporu içerisinde 180 ülke, işyeri açmadan kapatmaya dek çeşitli parametreler etrafından sorguladıktan sonra sıralanmış ve Türkiye ile ilgili ortaya şöyle bir sonuç çıkmıştır:

• İş Yapma Kolaylığı: 65.

• Yeni Bir İş Kurma: 63.

• Yapı İzni Alabilme: 137.

• Kredi Temin Etme: 72.

• Sınırlar Arası Ticaret: 76.

• Yatırımcıları Koruma: 59.

• Vergi Ödeme: 75.

• İşyeri Kapatma: 115.

Endekste Türkiye’nin önceki yıllara ait verilerine bakıldığında, sürekli bir iyileşme dikkati çekmektedir.

Tüm bu göstergeler ışığında Türkiye’ye son beş yılda giren doğrudan yabancı yatırımlara ilişkin Tablo 7’de yer alan son beş yıla ait veriler incelendiğinde, Türkiye’nin küresel kriz ortamının yarattığı depresif etki haricinde, küresel doğrudan yabancı yatırımlardan aldığı payın yükselen bir grafik arz ettiği tespit edilecektir.

Page 27: 2. SAYI için tıklayınız

Asiye Ayben GÜRMAN – Hakan ARACI – Burak KARTAL

23

Yabancı yatırımlar, sektörler itibariyle dağılımı incelendiğinde imalat sanayine ve enerji alanına yapılan yatırımlar dikkati çekmektedir. Aşağıdaki tabloda yatırımların sektörel dağılımı ayrıntılı bir şekilde gözler önüne serilmektedir.

TÜRKİYE’DE ELEKTRİK ENERJİSİ SEKTÖRÜ VE SEKTÖRDE YAPILAN DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR

Ekonomilerin gelişimi için gereksinim duyulan en önemli girdilerden biri olan enerjiye, kesintisiz, temiz, güvenilir ve ekonomik olarak ulaşabilmek ve enerji kaynaklarının çeşitliliğini ve enerji güvenliğini sağlamak, yönetimi elinde bulundu-ranların temel görevleri arasında yer almaktadır. Bunun temini için üç temel yol bulunmaktadır (Pamir, 2003:1):

Bunlardan birincisi ve önceliklisi, ülkenin kendi kaynak potansiyelini doğru saptamak ve bunu geliştirerek en uygun biçimde enerjiye dönüştürmektir. İkincisi, yurtdışındaki kaynakların aranması ve üretilmesi sürecine ulusal şirketlerle katılarak ve bu kaynaklarda hisse sahibi olarak, enerji üretimi için gerek duyulan kaynaklar ve bunların taşınma yolları üzerinde kontrol elde edebilmektir. Ve nihayet üçüncü yol da, ilk iki yolun yetersiz kaldığı durumlarda, ya da stratejik-ekonomik amaçlarla, kısa-orta ya da uzun vadeli olarak, ithalata yönelmektir. İthalatın zorunlu göründüğü durumlarda, dikkate alınması gereken en önemli ilkelerden birisi de, kaynak çeşitliliğinin sağlanmasıdır. İkinci madde, küresel ölçekte enerji alanında yapılan doğrudan yatırımların nedenini ifade etmektedir.

Türkiye, elektrik enerjisini üretmek için kullanmak üzere çok çeşitli birincil kaynaklara sahiptir. Bunlar arasında taşkömürü, linyit, bitümlüşist, ham petrol, doğal gaz, uranyum ve toryum gibi fosil kaynak rezervleri ile hidrolik enerji, jeotermal enerji, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi gibi temiz ve yenilenebilir enerji seçenekleri yer almaktadır. Bu seçeneklerin kullanım oranları yıllar itibariyle gözlenecek olursa, termik ve temiz enerji (hidrolik, jeotermal, rüzgar) şeklinde ikili bir ayrım yapıldığında, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca 2010 yılında yayımlanan verilerine göre (www.enerji.gov.tr); 2005’te %75 termik, %25 temiz enerji, 2006’da %75-%25, 2007’de %81-%19, 2008’de %83-%17, 2009’da %81-%19 şeklinde dağılım göstermektedir. Termik oranının bu denli yüksek olması, enerji üretiminde ithalata bağımlı bir yapının varlığını da ortaya koymaktadır. Şöyle ki, Türkiye 2008 yılı itibariyle toplam birincil enerji ihtiyacının ancak %28’ini kendi kaynakları ile karşılayabilmiştir. Petrolün %91’ini, doğalgazın %97’sini, kömürün ise %20’sini ithalat etmek durumunda kalmıştır.

Sektörel büyüklük açısından GSMH’nin %2,5’luk kısmına tekabül eden elektrik enerjisi sektörüne ilişkin arz ve talebin boyutları, aşağıdaki tabloda yıllar itibariyle elektrik üretim ve tüketimi ve ihtiyaçlar doğrultusunda yapılan ithalat ve gerçekleştirilen ihracat hacimleri şeklinde görülecektir. Türkiye, mevcut ekonomik büyümesini muhafaza ettikçe daha fazla üretim enerji ihtiyacını yükseltecek, bunun yanında artan nüfus miktarı ve kentleşmeyle de enerji talebindeki yukarı yönlü hareket devam edecektir. Talebin baskısı üzerinde olumlu etki yaratabilecek en önemli unsur ise enerji verimliliği uygulamalarıdır.

Enerji Sektöründeki Başlıca Aktörler ve Birleşme ve Satın Alma Hamleleri Ülkemizde enerji sektöründe faaliyet gösteren yabancı yatırımcıların, pazara doğrudan yatırım yoluyla giriş yaparken,

geleceğin stratejik sektörlerinden biri olan enerji sektöründe, yerli işletmelerle ortaklık kurma yolunu tercih ettikleri, bu pazarda inorganik büyüme stratejisiyle, birleşme yahut satın alma, yatırımlarını gerçekleştirdikleri görülmektedir.

Stratejik Teknik Ekonomik Araştırma Merkezi’nin (STEAM) hazırladığı “2010 Türkiye Elektrik Enerjisi Sektör Raporu”nda yer alan bilgilere göre, Türkiye’de enerji sektöründe yabancı enerji devleriyle ortaklık kurma yoluyla yatırım yapan başlıca ulusal firmalar ve faaliyetleri hakkında özet bilgi aşağıda sunulmaktadır:

- Enerjisa: Sabancı Holding ve Avusturyalı Verbund ortaklığındaki Enerjisa, Şubat 2010 itibariyle yüzde 1,8 olan pazar paylarını önümüzdeki 5 yıl içinde elektriğe 7,5-8 milyar Avro’luk yatırım yaparak 2015’te yüzde 10’a çıkarmayı hedeflemektedir. Şirket ayrıca elektrik dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesi sürecinde Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin ihalesini kazanmıştır.

- Aksa Enerji: 1975 MW kurulu gücünde işletmede, 765 MW yatırım aşamasında olmak üzere toplam 2740 MW kurulu güce ulaştı. Çoruh, Van gölü ve Fırat elektrik dağıtım bölgelerinin ihalelerini kazanmıştır. Ayrıca Rus Gazprom ile kuracağı ortaklık ile doğal gaz dağıtımındaki hakim konumunu doğal gaz ithalatı, yeni enerji santralleri ve dağıtım bölgeleri ile daha da güçlendirmeyi hedeflemektedir.

- Akenerji: Yabancı ortağı Çek CEZ ile enerji sektöründe agresif bir büyüme amaçlayan Akenerji, 5 yıl içinde 3 bin MW kapasiteye ulaşmayı, bu dönemde yaklaşık 2,5 milyar dolar ciro hedeflemektedir ve de 900 MW kapasiteli doğalgaz santrali inşasını gerçekleştirecektir.

Page 28: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

24

- Zorlu Enerji: Türkiye’de 5 doğalgaz, 7 hidroelektrik, 1 jeotermal, 1 termik ve 1 rüzgar santrali ile toplam 738 MW kurulu güce sahip olan şirket, üretim hacmini beş yıllık dönemde toplam 4 bin 200 MW’a çıkarmayı hedeflemektedir.

- Anadolu Grubu: 2 milyar euro yatırımla orta vadede en az 2 bin megavat kurulu güç hedefleyen firma, 1 milyar euro’luk yatırım ile 1200 MW kurulu gücünde ithal kömür santralı kurmayı planlamaktadır.

- Enka İnşaat: Enka’nın Yap-İşlet kapsamında işletmede bulunan toplam 3 bin 854 MW kurulu gücünde üç adet doğalgaz kombine çevrim santrali bulunmaktadır.

- Doğan Holding: İkisi üretim, biri de toptan satış olmak üzere üç adet enerji lisansına sahip olan şirket, yürütmekte olduğu 513 MW kapasiteli hidroelektrik santrali projesini 2012 yılında bitirmeyi planlamaktadır.

- GEAŞ: Gama Enerji Firması (GEAŞ) her biri yüzde 50 hisseye sahip olan “GAMA Holding” ve “General Electric Energy Financial Services” ortaklığından müteşekkildir.

- Alarko Holding: Meram Elektrik Dağıtım özelleştirilmesini kazanmıştır. Türkiye üzerinden Avusturya’ya gaz taşıyacak Nabucco boru hattı projesinden, boru hatları konusunda pay almayı hedeflemektedir.

- Eren Enerji: Elektrik Üretim A.Ş. Zonguldak’ın Çatalağzı beldesinde bin 360 MW kapasiteli kömüre dayalı termik santral yatırımı gerçekleştiriyor. Üç aşamadan oluşan proje Türkiye elektrik ihtiyacının yüzde 5’ini karşılayacak tesis 3500 kişiye istihdam olanağı sağlıyor.

Raporda, sektörde faaliyet gösteren yerli ve yabancı özel şirketlerin 9 bin 943 megavatlık enerji üretme kapasitesine sahip yirmi iki termik santral, toplamda 2 bin 554 megavatlık enerji üretecek 44 hidroelektrik ve rüzgar projesinde olmak üzere toplam 66 projede rol aldıkları belirtilmektedir. Bu projelerin toplam yatırım tutarının büyüklüğü ise 15 milyar 106 milyon 370 bin liraya ulaşmaktadır. Yatırımların gösterdiği dağılıma bakıldığında, ağırlığın 10 milyar 618 milyon 986 bin liralık kısmının termik enerjiye dayalı projelere, 2 milyar 491 milyon 984 bin lirasının hidrolik enerjiye dayalı projelere, 1 milyar 995 milyon 400 bin lirasının ise rüzgar enerjisine dayalı projelerinden oluştuğu görülmektedir.

Söz konusu projelerde yerli ve yabancı şirketlerin dağılımı incelendiğinde; termik santrallerde kurulmuş, yatırım aşamasında, lisans verilmiş ve başvurusu yapılmış olan yerli ve yabancı özel şirketlerin, 10 milyar 618 milyon 986 bin liralık yatırımlarının, yabancı sermayeye karşılık gelen kısmının 6 milyar 686 milyon 541 bin 432 lira düzeyinde olduğu gözlemlenmektedir.

Termik santrallerde ortaklığı bulunan yabancı şirketler arasında, “Alman RWE Holding, Amerikan General Electric, Çek CEZ Group, Avusturyalı Verbund ve OMV, AES” gibi büyük küresel enerji aktörleri yer almaktadır. Rüzgar ve hidroelektrik santralleri lisans-larındaki yabancı ortaklar arasında ise “Italgen Elektrik Üretim, EDF Falck Energy, General Electric, AES Corp, CEZ Group” bulunmaktadır. Yabancıların ortak olduğu termik santraller faaliyete geçtiğinde, yıllık elektrik enerjisi üretim toplam miktarının 74 milyar 503 milyon kilovat saat olması öngörülmektedir.

Yukarıda sözü edilen bu aktörler, sektördeki gelişmeleri yakından takip etmekte ve çeşitli stratejiler kurgulamaya devam etmektedirler. Şöyle ki, enerji sektörü, 2009 yılında gerçekleşen yaklaşık 1,4 Milyar $ değerinde 13 birleşme ve satın alma işlemiyle en parlak sektör olmuştur. Özellikle elektrik dağıtım şirketlerinin özelleştirmesinin, bu durumun oluşmasına katkısı büyük olmuştur. Nitekim, Tablo 10’da sunulduğu gibi, 2009 yılının DYY girişinde en fazla payı enerji sektörü almış, onu imalat sanayi izlemiştir. Deloiite, Annual Turkish M&A Review 2009’da (2009:8-10) ele alınan, enerji sektöründe gerçekleşen DYY bir türü olan sınır ötesi birleşme veya satın alma hamleleri ekte yer alan Tablo 12’de gözlenmektedir.

SEKTÖRÜN GELECEĞİNE İLİŞKİN ÖNGÖRÜLER

Deloitte’nin 2011 Enerji Tahminleri Raporu’nda enerji arzı güvenliğini sağlamak, enerji üretimi için ihtiyaç duyulan hammadde ve malzemeye erişebilmek, gerekli teknolojiyi temin etmek ve fikri ve sınai hakları kontrol edebilmek için, 2011 yılında enerji sektöründe birleşme ve satın almaların, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, yoğunlaşacağı öngörülmektedir.

Enerji sektöründeki birleşme ve satın almaların dalgalar halinde gelişme gösterdiğini kaydeden aynı raporda, birinci dalgayı Çinli ulusal petrol şirketlerinin, Afrika, Asya ve Güney Amerika’ya doğru atılımları şeklinde ifade etmektedir. İkinci dalgayı, Rusya, Güney Kore, Brezilya ve Malezya’da yer alan kamuya ait akaryakıt şirketlerini kapsadığını, henüz şekillenmekte olan üçüncü dalganın ise Hindistan ve Bağımsız Devletler Topluluğu’ndaki devlete ait akaryakıt şirketlerini içereceğini öngörmektedir.

Türkiye, enerji üretiminde söz sahibi olmayan, enerji ihtiyacının büyük bölümünü ithalatla karşılayan bir ülke olarak, içinde bulunduğu coğrafyanın dünyanın bilinen doğalgaz ve petrol rezervlerinin %70’ine sahip olması nedeniyle bölgesel ve küresel enerji politikalarının kalbinde yer almaktadır. Enerji rezervi açısından zengin coğrafya başta Rusya, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği olmak üzere büyük güçlerin enerji politikalarında önemli bir yer tutmaktadır. Enerji üreticisi olmamasına rağmen önemli bir transit ülke olmayı amaçlamakta ve son yıllarda içinde yer aldığı boru hattı projeleriyle bu

Page 29: 2. SAYI için tıklayınız

Asiye Ayben GÜRMAN – Hakan ARACI – Burak KARTAL

25

yolda ilerlemektedir (Kantörün, 2010; 21). Lojistik konum itibariyle kıtalar arası enerji aktarımında bir koridor oluşturması, enerji üretiminde birincil kaynak olarak kullanılan toryum, bor gibi madenlere yüksek miktarlarda sahip olması gibi gerekçelerle, yabancı yatırımcılar için bir çekim merkezi olmaya devam edecektir. Ayrıca 1984 yılından bu yana benimsenmiş olan enerji piyasasındaki serbestleştirme politikalarının uzantısı olan özelleştirme faaliyetlerinin de bu çekim gücünü artıracağı açıktır.

Enerji yoğunluğu (kişi başına düşen GSYİH/elektrik enerjisi tüketimi) açısından doğrusal bir yükseliş kaydeden Türkiye’nin elektrik enerjisi talebi, özel sektör yatırımlarının yanında, 2009 yılsonu itibariyle 19 termik ve 106 adet hidroelektrik santraliyle 89,45 TWh’lik elektrik üretimi gerçekleştiren EÜAŞ (Elektrik Üretim A.Ş.) tarafından karşılan-maktadır. EÜAŞ’ın payı elektrik üretiminde kurulu yatırımların %53’lük kısmını oluşturmaktadır ki bu oran 1980’lerdeki %85 seviyesinden bu noktaya gelmiştir. Bu oranın 2010 yılında başlayan EÜAŞ santrallerinin özelleştirme çalışmaları ile daha da düşürülmesi ve sektörde özel kesimin ağırlığının artması ile elektrik piyasasının daha rekabetçi bir yapıya kavuşması beklenmektedir (Deloitte (a), 2010; 10).

Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi’nin hedefleri olarak bildirilen; dışa bağımlılıktan kaynaklanabilecek riski azaltmak üzere doğalgaza dayalı elektrik üretimi payını 2020 yılı itibariyle %30’a indirmek, portföydeki yenilenebilir kaynakların payını 2023 itibariyle %30’a çıkarmak, 2023 yılına kadar bilinen tüm yerli linyit ve taş kömürü kaynakları ile hidroelektrik potansiyeli değerlen-dirmek, arz güvenliğini gözeterek ithal kömürden yararlanmaya devam etmek, üretim portföyünün %5’inin nükleer güce dayalı olmasını sağlamak şeklindeki hedefler, Türkiye elektrik enerji piyasasının yönü ve ihtiyaçlarının boyutlarına dair fikir vermektedir (www.enerji.gov.tr) .

Uluslararası platformda küresel ısınmanın önüne geçmek, sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek ve hükümetlerin çevreye karşı duyarlılığını artırmak üzere BM çatısı altında hazırlanan Kyoto Protokolü’nün enerji üretimi üzerinde etkili olabileceği söylenebilir. Kyoto Protokolü’nün başlıca amaçları arasında sayılan, “sera gazı salımlarını 2008-2012 arasında, 1990 yılındaki düzeyinin en az % 5 aşağısına çekilmesi, enerji tasarrufu, fosil yakıtların azaltılması, yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanmanın yaygınlaştırılması” amaçlarının gerçekleştirilebilmesi için yenilebilir enerji üretiminin üzerinde yoğunlaşabileceği öngörülebilecektir.

Her ne kadar Türkiye’de nükleer enerji üretimini gerçekleştirmeye yönelik atılımlar bulunsa da, kamuoyunda nükleer enerjiye karşı bir direnç bulunmaktadır. Özellikle çevreci grupların bu konuda farklı zaman dilimlerinde çeşitli kampanyalar yürüttükleri görülmektedir. Nükleer enerjiye duyulan tepkinin nedenleri irdelendiğinde, Çernobil faciasının çevre ve insan üzerinde yarattığı etkilerin ülkemizde de tekrarlanma olasılığı, bunu önlemeye yönelik alınması gereken önlemlerin maliyetinin yüksekliği, yakıt ve teknoloji konusunda dışa bağımlılık ile yakıt imha ve depolanmasında karşılaşılabilecek problemler sayılabilir.

Bu manzara karşısında ülkemizde yükselen enerji talebini karşılamak ve arz güvenliğini temin etmek üzere, tüm ihtimaller ve maliyetler düşünülerek kaynak portföyünü çeşitlendirmek suretiyle stratejiler geliştirilmeli ve o doğrultuda yatırımların arttırılması sağlanmalıdır. Ayrıca düşük karbon ekonomisini yaratabilmek için karbon salım düzeyini aşağı çekecek temiz üretim stratejisi benimsenmeli ve sıkı enerji verimliliği tedbirleriyle, gerek sanayideki gerekse bireysel enerji tüketimindeki enerji kayıpları asgariye indirilmelidir.

Hukuki altyapı olarak 2001 yılında yürürlüğe giren 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile başlayan süreçte, üretim, iletim, toptan satış ve perakende satış (dağıtım) faaliyetlerinin ayrıştırılması, yapılan özelleştirmeler ve yeni özel sektör yatırımları ile elektrik enerjisi piyasası daha rekabetçi bir yapıya kavuşturulmaya çalışılmıştır.

Piyasadaki mevcut aktörlerin ve henüz doyuma ulaşmaktan oldukça uzak konumdaki bu pazara girmek isteyen yeni yatırımcıların ilgili kanuna uygun stratejiler geliştirmeleri gerekecektir. Yabancı yatırımcıların pazara giriş şekli olarak yine satın alma veya birleşme yoluyla ortaklık kurma şeklinde olması kuvvetle muhtemeldir, böylece hem riski paylaşabilecek hem de yerli ortağıyla oluşturacağı sinerji sayesinde, yeni girdiği pazar hakkında daha güvenli bir yöntem ile bilgi ve tecrübe kazanmaya başlayacaklardır.

KAYNAKLAR

Alexander, Nicholas. International Retailing, Oxford, Blackwell, 1999. AT Kearney, “Foreign Direct Investment Confidence Index”,

<http://www.atkearney.com/images/global/pdf/Investing_in_a_Rebound-FDICI_2010.pdf>, [Erişim: 23.11.2010]. Belkaoui, A. The Learning Curve, Quorum Boks, 1986. Bilgin, M., Danış, H. ve Demir E. (2008), “Türkiye’nin Yabancı Yatırım Ortamının Analizi ve Bazı Öneriler”,

<http://www.finanskulup.org.tr/Assets/maliyefinans/82/M_Huseyin_Bilgin-Hakan_Danis-Ender_Demir_Turkiyenin_Yabanci_Yatirim_Ortaminin_Analizi_ve_Bazi_Oneriler.pdf>, [Erişim: 12.11.2010].

Cole, M. A. (2004). “Trade, the Pollution Haven Hypothesis and the Environmental Kuznets Curve: Examining the Linkages”, Ecological Economics, 48 (1), 71-81.

Page 30: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

26

Deloitte. (a) (2010), “Türkiye Elektrik Enerjisi Piyasası 2010-2011 Beklentiler ve Gelişmeler”, <https://www.deloitte.com/assets/Dcom-Turkey/Local%20Assets/Documents/turkeytr_er_ElektrikEPiyasasi2010_090710.pdf>, [Erişim: 20.11.2010].

Deloitte. (b) (2010), “Energy Predictions 2011”, <http://www.areadevelopment.com/article_pdf/id64247_6810A_EnergyPredict10_sm5.pdf>, [Erişim: 20.11.2010].

Deloitte. (c) (2010), “Annual Turkish M&A Review 2009”, <http://www.deloitte.com/assets/Dcom-Turkey/Local%20Assets/Documents/turkey-en_cf_AnnualTurkishMnAReview2009_100110.pdf>, [Erişim: 20.11.2010].

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, (2010), “Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı İle Bağlı ve İlgili Kuruluşlarının Amaç ve Faaliyetleri - Mavi Kitap”, <http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Mavi_Kitap_2010.pdf>, [Erişim: 20.11.2010].

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (2009), “Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi”, <http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Arz_Guvenligi_Strateji_Belgesi.pdf>, [Erişim: 05.12.2010].

IFC & The World Bank (2010), “Doing Business Report 2011 - Turkey - Making a Difference for Entrepreneurs”, <http://www.doingbusiness.org/~/media/fpdkm/doing%20business/documents/profiles/country/db11/tur.pdf>, [Erişim: 18.11.2010].

Heritage Foundation. (2010), “Index of Economic Freedom”, <http://www.heritage.org/index>, [Erişim: 19.11.2010]. Kantörün, U. (2010), “Bölgesel Enerji Politikaları ve Türkiye”, Bilge Strateji, Cilt 1, Sayı 3. Kent, T., Omar, O., Retailing, Bristol, Palgrave Macmilllan, 2003. Pamir, N., (2003), “Dünyada ve Türkiye’de Doğal Kaynaklar ve Enerji Politikaları”, DESEM, İzmir. Seyitoğlu, Halil. Uluslararası İktisat Teori Politika ve Uygulamalar, İstanbul, Beta Yayınları, 1999. Stratejik Teknik Ekonomik Araştırma Merkezi (STEAM). (2010), “2010 Türkiye Elektrik Enerjisi Sektör Raporu”,

<http://www.steam.com.tr>, [Erişim: 01.12.2010]. Transperency International (2010), Corruption Perception Index 2010,

<http://www.transparency.org/policy_research/surveys_indices/cpi/2010/results>, [Erişim:22.11.2010]. United Nations Conference on Trade and Development (2010), World Investment Report 2010 - Investing ın a Low-Carbon

Economy, <http://www.unctad.org/en/docs/wir2010_en.pdf>, [Erişim:15.11.2010]. Yılmazer, M. (2010), “Doğrudan Yabancı Yatırımlar, Dış Ticaret ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Üzerine Bir

Deneme”, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 8 Sayı: 1. www.tuik.gov.tr www.tcmb.gov.tr

EKLER

1401

825628 566

732986

1459

21001771

1114

0

500

1000

1500

2000

2500

2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009

Kaynak: UNCTAD, World Investment Report 2010.

Grafik 1. Dünyada Uluslararası Doğrudan Yatırımlar: 2000-2009 (Milyar$)

Page 31: 2. SAYI için tıklayınız

Asiye Ayben GÜRMAN – Hakan ARACI – Burak KARTAL

27

7597

18299

2204620185

10031

278517021082

3352982

0

5000

10000

15000

20000

25000

20002001

20022003

20042005

20062007

20082009

Kaynak: UNCTAD, World Investment Report 2010.

Grafik 2. 2000-2009 Yılları Türkiye’ye Doğrudan Yabancı Sermaye Girişleri (Milyar $)

Tablo 1. Uluslararasılaşmaya Yönelten Faktörler

Sınırlamalar İtici Faktörler Çekici Faktörler Politik - İstikrarsız bir yapı

- Yasaklayıcı bir çevre - Vergi mevzuatı - Devletin ekonomideki yeri - Yatırım kültürünün gelişmediği bir iş ortamı

- İstikrarlı bir yapı - Yatırımı teşvik eden düzenle-melerin varlığı - Yatırım yanlısı iş kültürünün varlığı - Vergi mevzuatı -Hedef pazarlar korumacı önlemler

Ekonomik - Piyasadaki rekabetin boyutları ve piyasanın yapısı - İç pazardaki koşulların yetersizliği - Düşük büyüme potansiyeli - Yüksek işletme maliyetleri - Üretimin rasyonel olmaktan uzaklaşması - Doymuş pazarlar - Firmaya özgü fikri-sınai özel mülkiyet hakları - Üretilen mamullerin uluslararası niteliği yüksek işçilik maliyetleri

- Piyasadaki rekabetin boyutları ve piyasanın yapısı - Gelişmiş bir ekonomi / iyi ekonomik koşullar - Yüksek büyüme potansiyeli - Düşük işletme maliyetleri - Gelişen pazarlar - Düşük enflasyon rakamları - Serbest kambiyo rejimi ve serbest ticaret yanlısı gümrük uygulamaları - Nitelikli işgücünün varlığı ve işgücü maliyetlerinin göreli düşüklüğü

Sosyal - Negatif sosyal çevre - Olumsuz demografik eğilimler - Yaşlı nüfus

- Pozitif sosyal çevre - Olumlu demografik eğilimler - Artan nüfus

Kültürel - Kültürel yabancılık - Heterojen bir kültürel çevre

- Kültürel yakınlık - Ortak tarihsel ve kültürel geçmiş - Ortak dil - Yenilikçi ve yaratıcı iş kültürü - Homojen bir kültürel çevre

Pazar Yapısı - Aşırı yoğun rekabetin var olduğu bir çevre - Pazarda doyuma ulaşılmış olması ve yeniliklere ihtiyaç duyulması - Kârlılık düzeyindeki gerilemeler - İşletme maliyetlerinde ve işletme yönetiminde istenmeyen bir atmosfer içinde bulunma mecburiyeti

- Niş fırsatlarının varlığı - Doğrudan yabancı yatırımlara teşvik verilmesi ve uygun yatırım ortamının yaratılmış olması - Pazarda henüz doyuma ulaşılmamış olması - Uygun ve arzu edilen bir yatırım ve işletme ortamı

Kaynak: KENT ve OMAR, 2003; 119, ALEXANDER, 1999; 129

Page 32: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

28

Tablo 2. En Fazla Doğrudan Yabancı Yatırım Çeken İlk On Ülke (2009)

2009 2008 Ülke Tutar (Milyar $) 1 1 ABD 129,9 2 3 Çin 95,0 3 7 Fransa 59,6 4 9 Hong Kong, Çin 48,4 5 4 İngiltere 45,7 6 5 Rusya Federasyonu 38,7 7 17 Almanya 35,6 8 15 Suudi Arabistan 35,5 9 14 Hindistan 34,6 10 2 Belçika 33,8 32 20 TÜRKİYE 7,6

Kaynak: UNCTAD, World Investment Report, 2010.

Tablo 3. En Fazla Doğrudan Yabancı Yatırım Yapan İlk On Ülke (2009)

2009 2008 Ülke Tutar (Milyar $) 1 1 ABD 129,9 2 2 Fransa 147,2 3 6 Japonya 74,7 4 4 Almanya 62,7 5 13 Hong Kong, Çin 52,3 6 11 Çin 48,0 7 10 Rusya Federasyonu 46,1 8 14 İtalya 43,9 9 7 Kanada 38,8 10 17 Norveç 34,2 45 44 TÜRKİYE 1,6

Kaynak: UNCTAD, World Investment Report 2010.

Tablo 4. En Fazla Doğrudan Yabancı Yatırım Stoku Olan İlk On Ülke (2009)

2009 2008 Ülke Tutar (Milyar $) 1 1 ABD 3120,6 2 2 Fransa 1133,0 3 3 İngiltere 1125,1 4 4 Hong Kong, Çin 912,2 5 8 Belçika 830,1 6 5 Almanya 701,6 7 7 İspanya 670,6 8 6 Hollanda 596,7 9 9 Kanada 524,9 10 10 Çin 473,1 39 28 TÜRKİYE 77,7

Kaynak: UNCTAD, World Investment Report 2010.

Page 33: 2. SAYI için tıklayınız

Asiye Ayben GÜRMAN – Hakan ARACI – Burak KARTAL

29

Tablo 5. Türkiye’nin Temel Makro Ekonomik Göstergeleri

TEMEL MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELER 2005 2006 2007 2008 2009

Nüfus (Yıl ortası) 72.065.000 72.974.000 70.586.256 70.586.256 72.561.312 GSYH (Cari Fiyatlarla, milyar $) 481,5 526,4 658,8 742,1 617,6 GSYH Büyüme Oranı (%) 8,40 6,90 4,50 0,70 4,70 Kişi Başı GSYH 7056 7643 9221 10440 8590 İşsizlik Oranı % 10,30 9,90 10,60 10,70 13,50 Enflasyon Oranı % (TÜFE) 7,72 9,65 8,89 10,06 6,53 Enflasyon Oranı % (ÜFE) 2,66 11,58 5,94 8,11 5,93 İhracat (Milyar $) 73,50 85,50 107,20 132,03 102,10 İthalat (Milyar $) 116,8 139,5 170 201,963 140,9 Dış Ticaret Açığı (Milyar $) -43,30 -54,00 -62,80 -69,94 -38,80 Cari Açık (Milyar $) 22 32 38,2 41,8 13,9 Doğrudan Yabancı Yatırımlar (Milyar $) 10.031 20.185 22.047 18.269 8.432 Toplam Kamu Borç Stoku (Net) 270,3 258,2 248,3 267,9 309,7 İç Borç Stoku (Net -Milyar TL) 228,2 227,8 237,1 19,6 25,8 Dış Borç Stoku (Net –Milyar TL) 42 30,4 11,2 19,6 25,8 Toplam Kamu Net Borç Stoku/GSYH (%) 41,6 34 29,5 28,2 32,5 IMF Kredisi (Borç Stoku-Milyar $) 14,6 10,8 7,2 8,6 7,95 Tüketici Güven Endeksi 99,45 92,04 93,89 69,9 78,79 Kapasite Kullanım Oranı (%) 80,7 81,7 81,1 64,7 69,7

Kaynak: TÜİK

Tablo 6. Yıllara Göre Türkiye’nin Uluslararası Endekslerde Sıralaması

ENDEKS 2005 2006 2007 2008 2009 2010 UNCTAD, Dünya Yatırım Raporu DYY Girişi Sıralaması (www.unctad.org) 22 17 25 20 32 -

AT Kearney, DYY Güven Endeksi (www.atkearney.com) 13 - 20 - - 23

Dünya Bankası, İş Yapma Kolaylığı Endeksi (www.doingbusiness.org) - 84 91 60 63 65 Heritage Foundation, Ekonomik Özgürlük Endeksi (www.heritage.org) 132 92 90 81 78 67 Uluslararası Şeffaflık Örgütü, Yolsuzluk Algılama Endeksi (www.transparency.org) 65 60 64 58 61 -

Kaynak: Yukarıda adı geçen çalışmalardan derlenmiştir.

Tablo 7. 2005-2009 Yılları Türkiye’ye Yapılan Doğrudan Yabancı Yatırım Girişi (Fiili Girişler / milyon$)

2005 2006 2007 2008 2009

Uluslararası Doğrudan Yatırımlar Toplam (Net)

10.031 20.185 22.047 18.269 8.432

Uluslararası Doğrudan Sermaye 8.190 17.263 19.121 15.332 6.650 Sermaye (Net) 8.134 16.982 18.394 14.698 6.345 Giriş 8.535 17.639 19.137 14.733 6.427 Çıkış -401 -657 -743 -35 -82 Diğer Sermaye* 56 281 727 634 305 Gayrimenkul (Net) 1.841 2.922 2.926 2.937 1.782

* Uluslararası Sermayeli Firmaların Yabancı Ortaklarından Aldıkları Kredi

Kaynak: TCMB

Page 34: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

30

Tablo 8. 2005-2009 Yılları Türkiye’ye Yapılan Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Sektörel Dağılımı (milyon $)

Sektörler 2005 2006 2007 2008 2009

Tarım, Avcılık ve Ormancılık 5 5 6 23 48 Balıkçılık 2 1 3 18 1 Madencilik ve Taşocakçılığı 40 122 337 152 210 İmalat Sanayi 785 1.866 4.211 3.931 1.579 Gıda Ürünleri, İçecek ve Tütün İmalatı 68 608 766 1.252 210 Tekstil Ürünleri İmalatı 180 26 232 189 77 Kimyasal Madde ve Ürünlerin İmalatı 174 601 1.109 200 337 B.Y.S. Makine ve Teçhizat İmalatı 13 54 48 226 220 Elektrikli Optik Aletler İmalatı 13 53 117 236 58 Motorlu Kara Taşıtı , Römork ve Yarı-Röm.İmalatı 106 63 70 77 225 Diğer İmalat 231 461 1.869 1.751 452 Elektrik, Gaz ve Su 4 112 568 1.068 2.124 İnşaat 80 222 285 331 253 Toptan ve Perakende Ticaret 68 1.166 165 2.084 390 Oteller ve Lokantalar 42 23 33 24 54 Ulaştırma, Haberleşme ve Depolama Hizmetleri 3.285 6.696 1.117 170 391 Mali Aracı Kuruluşların Faaliyetleri 4.018 6.957 11.662 6.069 666 Gayrimenkul Kiralama ve İş Faaliyetleri 29 99 560 656 557 Sağlık İşleri ve Sosyal Hizmetler 74 265 177 149 106 Diğer Toplumsal, Sosyal ve Kişisel Hizmet Faaliyetleri 103 105 13 58 48 Toplam 8.535 17.639 19.137 14.733 6.427

Kaynak: TCMB

Tablo 9. Türkiye Elektrik Enerjisi Brüt - Net Üretimi, İthalat, İhracat ve İletim Kayıplarının Yıllar İtibariyle Gelişimi (GWH)

Yıllar Brüt Üretim İç İhtiyaç Net Üretim İthalat Brüt Tüketim İletim Kaybı İhracat 2005 161.956,2 6.487,1 155.469,1 635,9 156.105,0 3.695,3 1.798,1 2006 176.299,8 6.756,7 169.543,1 573,2 170.116,3 5.564,7 2.235,7 2007 191.558,1 8.218,4 183.339,7 864,3 184.204,0 4.523,0 2.422,2 2008 198.418,0 8.656,1 189.761,9 789,4 190.551,3 4.388,4 1.122,2 2009 194.812,9 8.193,6 186.619,3 812,0 187.431,3 3.973,4 1.545,8

Kaynak: T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı

Tablo 10. Türk Enerji Sektöründe Sınır Ötesi B&S Hareketleri

Satın Alan Firma Menşei Hedef Şirket Hisse (%) İşlem Değeri (Milyon $) Statkraft Norveç Yeşil Enerji 95,0 118,9 Tiwai Oil Norveç Toreador Turkey 100,0 10,6 OMV Avusturya Enerco Enerji Çoğunluk Açıklanmamış EnBW Almanya Borusan Enerji 50,0 Açıklanmamış Manitoba Hydro International Kanada Palmet- Manitoba Hydro International 12,5 Açıklanmamış RWE Almanya E.On Turcas Kuzey & Güney Elektrik 70,0 Açıklanmamış GazProm Rusya Bosphorus Gaz 11,0 Açıklanmamış

Kaynak: Deloitte, “Annual Turkish M&A Review 2009”, 2010.

Page 35: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

KALKINMA PLANLARINDA GELİR DAĞILIMI DENGESİZLİKLERİ VE YOKSULLUKLA MÜCADELE

Yrd. Doç. Dr. Burcu GÜVENEK*

Arş. Gör. Esra KABAKLARLI**

Arş. Gör. M. Göktuğ KAYA***

ÖZET

Kişi başına düşen gayri safi milli hâsıla düzeyi yaşama düzeyindeki gelişmelerin önemli bir göstergesidir. Kişi başına daha yüksek bir gayri safi milli hâsıla düzeyi insanlara sadece daha iyi beslenme, barınma ve giyinme olanağı vermekle kalmayacaktır. Gelir düzeyinin yükseltilmesi topluma daha dengeli bir gelir dağılımı ve daha yüksek bir istihdam düzeyini gerçekleştirme, ayrıca eğitim, sağlık ve diğer kamu hizmetlerini iyileştirme ve yaygınlaştırma olanakları da sağlayacaktır.

Türkiye’de farklı dönemlerde uygulamaya konulan kalkınma planları ekonomideki pek çok makro ekonomik değişkenin hedefler çerçevesinde planlı olarak belirlenmesini sağlamıştır. Planlar yalnızca makro ekonomik değişkenlerin değil gelir dağılımı gibi sosyal ekonomik göstergeleri de hedef kapsamına almıştır.

Anahtar Kelimeler: Gelir Dağılımı, Kalkınma Planı, Yoksulluk.

IMBALANCES OF INCOME DISTRIBUTION IN DEVELOPMENT PLANS AND STRUGGLE AGANIST POVERTY

ABSTRACT

Gross National per capita is a vital demonstration for improvement standards of living. High GNP per capita not only provide to public better nutrition, sheltering, dressing and also provide equitable income distribution, high income and employment level. Furthermore high personal income obtains better education, health and public services .

Development Plans, which carried out during different periods in Turkey elicited that many macro variables have being planned around targets. Plans have included not only macro economic variables but also social economic indicators as income distribution.

Keywords: Income Distribiton, Development Plan, Poverty

GİRİŞ

Ülkemizde özellikle enflasyonist baskıların, yaşanan ekonomik krizlerin de etkisiyle gelir dağılımı dengesizlikleri son yıllarda kendini daha fazla hissettirir hale gelmiştir. 1963 yılından itibaren planlı kalkınma dönemine geçişle birlikte gelir dağılımı dengesizlikleri, bölgesel dengesizlikler ve yoksullukla mücadele de kalkınma planları kapsamında yerini almıştır.

Bu çalışmada da öncelikle kısaca gelir dağılımına değinilecek, daha sonra ise Kalkınma Planları çerçevesinde, gelir dağılımı bozuklukları, bölgesel gelişme ve yoksullukla mücadele konuları incelenecektir.

* Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, [email protected] ** Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, [email protected] *** Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Page 36: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

32

GELİR DAĞILIMI

Gelir Dağılımı Tanımı Ve Çeşitleri Bir ülkede belirli bir süre içinde üretilen milli gelirin gruplar, bireyler veya üretim elemanları arasında dağılımı olarak

tanımlanabilir (Aktan ve Vural 2002:1). Gelir dağılımı, bir ülkede yaşayan kişiler tarafından üretilen mal ve hizmetlerden elde edilen toplam gelirin, yine o ülkedeki fertlere dağılım araçları ile bölüşümünü veya paylaştırılmasını ifade eder. Başka bir ifade ile bir ülkede belirli bir dönemde yaratılan milli gelirin o ülkedeki üretimde görev alan üretim faktörleri ya da kişiler arasında paylaşımına gelir dağılımı denilmektedir (Dinler,2005:279). Gelir dağılımı literatürde fonksiyonel, kişisel, bölgesel ve sektörel olarak ayrılmaktadır.

Fonksiyonel Gelir Dağılımı Fonksiyonel gelir dağılımı, ulusal gelirin elde edilmesine katkıda bulunan çeşitli üretim faktörlerinin milli gelirden

aldıkları payı, ifade eden bir kavramdır. Milli gelirin birbirinden farklı sosyal sınıflar arasında nasıl bölüşüldüğü konusunda bilgi edinmeyi mümkün kılan bu dağılım türünde ulusal gelir üretime katılan üretim faktörleri sayısı kadar parçalara ayrılır (Aktan ve Vural,2002:1).

“İşlevsel Gelir Dağılımı” da denilen Fonksiyonel Gelir Dağılımı, üretime katılan üretim faktörlerinin üretim neticesinde elde edilen hâsıladan aldıkları payın ne olduğunu ele almaktadır (Dinler,2005:280).

Kişisel Gelir Dağılımı “Kişisel Bölüşüm” de denilen Kişisel Gelir Dağılımı; Bir ülkede belirli bir süre içerisinde elde edilen ulusal gelirin, o

ülkedeki kişiler arasındaki dağılımını konu almaktadır (Dinler2005:280). Başka bir ifade ile ulusal gelirin tüketici birimleri (aileler) ve kişiler arasındaki dağılımının göstergesidir. Burada önemli olan elde edilen ulusal gelirin bileşimi ve kaynağı değil, miktarıdır (Altınok, 2007:144).

Sektörel Gelir Dağılımı Kesimsel Gelir Dağılımı da denilen Sektörel Gelir Dağılımı; Bir ekonomide elde edilen toplam gelirin ekonomik faaliyet

kollarına göre dağılımını ifade eder (Karakayalı,2003:423). Sektör kavramını üretim araçlarının mülkiyeti bakımından ele alırsak, sektörlere göre gelir dağılımını, ulusal gelirin kamu sektörü ile özel sektör arasındaki dağılımını gösteren bir kavram olur. Bu anlamda, devletin ekonomiye müdahale derecesini, hatta ekonomik sistemin karakterini gösterir (Türk,1999:308).

Bölgesel Gelir Dağılımı Ulusal gelir hiçbir ülkede, çeşitli bölgelere eşit olarak dağılmamıştır. Coğrafi Gelir Dağılımı da denilen Bölgesel Gelir

Dağılımı; bir ülkenin farklı bölgelerinde yaşayan kişilerin ulusal gelirden ne oranda pay aldıklarını gösterir. Bu gelir dağılımı, bir ülkenin gelişmiş ve az gelişmiş bölgeleri arasındaki farkları göstermede kullanılabilir. (Türk,1999:307)

Gelir Dağılımı Eşitsizlik Ölçütleri Lorenz Eğrisi Gelir dağılımını incelemede en fazla kullanılan yöntem “Lorenz Eğrisi” yöntemidir. Bu yöntemle önce çeşitli gelir

dilimlerinde tüketici birimlerinin ne kadar gelir elde ettiği tespit edilmelidir. Daha sonra tüketici birimleri en az gelir elde edenden en fazla gelir elde edene doğru sıralanan yüzdelere ayrılır. Her yüzdenin karşısına bu grubun milli gelirden aldığı pay yüzde olarak yazılır. Bu şekilde hem tüketici birimini, hem de milli geliri yüzdelerle gösteren bir tablo oluşturarak “Lorenz Eğrisi” elde edilir (Altınok,2004:315 ve 2007:146).

Gini Katsayısı İtalyan iktisatçı ve istatikçi Corrado tarafından geliştirilen “Gini Katsayısı” eşitsizliği bir oranla gösteren ve eşitsizliğin

büyüklüğünü ölçen bir katsayıdır. Lorenz eğrisi yönteminde, Lorenz eğrisi ile mutlak eşitlik doğrusu arasındaki alana X,

Page 37: 2. SAYI için tıklayınız

Burcu GÜVENEK – Esra KABAKLARLI – M. Göktuğ KAYA

33

mutlak eşitlik doğrusu hipotenüsü olan ikizkenar üçgenin alanına da Y denildiğinde, X/Y oranı Gini katsayısını vermektedir. Katsayının 0 olması mutlak eşitlik halini, 1 olması ise mutlak bir eşitsizliğin olması halini gösterir (Dinler,2005:281).

Tablo 1.’de Türkiye için kent ve kırsalda kişilerin gelirden aldıkları yüzdesel paylar ve gini katsayıları yer almaktadır. 2005 yılı gelir dağılımı beşinci yüzde yirmilik grubun gelirden aldığı payın azalması nedeniyle 2004 yılına göre daha adil görünüme sahip olduğu söylenebilir. 2005 yılı için diğer bir olumlu gelişme gini katsayısının 2004 yılı için 0,40 iken 0,38’e düşmesidir.

KALKINMA PLANLARI ÖNCESİNDE GELİR DAĞILIMININ DURUMU

1950’lerden 1960’lara kadar geçen dönemde savaş sonrası genişleme konjonktürü ve liberal dış ticaret politikaları son bulmuş, ekonomide ilk defa yüksek enflasyon ve darboğaz gündeme gelmiştir. Ayrıca ihraç mallarına yönelik talep düşmüş ve dış kaynakların belli bir düzeyi aşmaması yüzünden doğan döviz dar boğazına tepki olarak ithalatta da sınırlamalara gidilmiştir (Kesik: 1999)

1950’lerin ikinci yarısından itibaren dış ticarette uygulanan korumacı politikalardan doğan kıtlıkların yerli sanayi sermayesi ve sanayi ürünlerini pazarlayan ticaretle uğraşanlar lehine yarattığı yüksek karlar ve bu olguyu etkisiz kılabilecek tarımsal destekleme ve taban fiyat politikalarının henüz yeterince yaygınlaşmış olmaması, sanayi/tarım fiyat ilişkilerinde sanayi lehine bir gelişmeyi daha olası kılmaktadır. (Boratav, 1998: s.91).

Bu gelişmelere karşılık tarım-dışı kesimin büyümesinde yer alan sınıf ve tabakalar içinde, ücretli, maaşlı grupların göreli durumlarının bu dönem boyunca düzeldiği saptanmaktadır. Tarım dışı kesimin milli gelirden aldığı pay içinde memurların, devlet kesimi işçilerinin ve özel kesim işçilerinin paylarının bu dönemde % 20’ ye yükseldiği, tüm ücret-maaş gelirlerinin payının ise % 41’e çıktığı görülmektedir. 1955-1958 yılları içinde ise reel ücretlerin fazla değişmediği dikkate alındığında ise emek veriminin gerilediği söylenebilir ( Tokgöz,1999,s.120).

KALKINMA PLANLARI KAPSAMINDA BÖLGESEL DENGESİZLİKLER, GELİR DAĞILIMI BOZUKLUKLARI ve

YOKSULLUKLA MÜCADELE

I.Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963-1967) 1963-1967 yılları arasında geçen dönemi kapsayan I.Beş Yıllık Kalkınma Planında toplam gelirin hızla arttırılmasının

yanında bu gelirin daha adil bir dağılımının da gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Bu kapsamda sayılabilecek önemli uygulamalardan biri memur ücretlerine yapılan % 15 oranında zamdır. Ayrıca Temmuz 1963’te kabul edilen Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu gibi düzenlemeler sayesinde işçi ücretleri de bu dönemde yükselme eğilimi göstermiştir (DPT, I.Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1963).

II. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1968-1972) Birinci plan dönemi boyunca gelir dağılımı ile ilgili olarak dikkati çeken en önemli gelişme kişi başına gelirin GSMH’nın

artış hızı oranında artmaması olmuştur. Kişi başına düşen gelir de sürekli bir artış gösterememekle birlikte devam etmiş ancak kişi başına düşen gelir artış oranları GSMH artış oranlarını gerisinde kalmıştır ( DPT, II. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1968).

Yapılan bir araştırma sonucuna göre 1963 yılında ailelerin en alt gelirdeki % 20’ si milli gelirden % 4,5 oranında pay alırken, en üst gelirdeki % 20’si %57 oranında pay almaktadır. Bu durumda 1963 yılında birinci grup için aile başı yıllık gelir yaklaşık olarak 2.500 TL ve ikinci grup için 31.900 TL olmaktadır. Tüm bu gelişmeler II. Beş Yıllık Kalkınma Planı kapsamında gelir dağılımını düzenleyici yönde uygulanmasına karar verilen politikaların nedenini oluşturmaktadır (Çavuşoğlu ve Hamurdan, 1963).

60’ların ikinci yarısından itibaren göze çarpan en önemli nokta milli hasılada önceki döneme göre daha yüksek bir büyüme hızı gerçekleştirildiğidir. Ancak bu gelişme fiyat artışlarıyla beraber yürütülmüştür. Milli gelirde sağlanan gelişmeye sanayi kesiminin tarımdan daha fazla katkısı olmuştur. Böylece milli hasılanın bileşimi sanayi lehine değişmiştir. Aşırı

Page 38: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

34

enflasyonu içeren 1970’li yıllarda reel ücretler de oldukça gerilemiştir. Ayrıca bu dönemde milli hâsılanın yapısında meydana gelen çarpıcı değişmelerden biri de hizmetler kesiminde kaydedilen büyümedir.

III. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-1977) III. Beş Yıllık Kalkınma Planı kapsamında dikkati çeken en önemli konulardan biri gelir dağılımı dengesizliklerinin

düzeltilmesinin uzun vadeli bir hedef olarak ele alınmasıdır. Bu plana göre belirli bir gelir düzeyinde, sadece gelir bölüşümünü iyileştirici tedbirlerle bugün için bazı gelir gruplarının gelir düzeyini yükseltmek mümkün olsa bile; bu yaklaşım sermaye birikimini yavaşlatarak ülkenin gelişme potansiyelini sınırlayacak, böylece gelecekte daha yüksek bir yaşama düzeyine ulaşılması gecikecektir. Bu nedenle çeşitli gelir grupları ve yöreler arasında gelir dağılımının iyileştirilmesi ve sosyal güvenlik sisteminin tüm toplumu kapsayacak bir biçimde yaygınlaştırılması, uzun dönemde gerçekleştirilecek bir amaç olarak benimsenmiştir. Kısa dönemde ise gelir artışlarından herkesin asgari ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bir pay alması hedeflenmiştir (DPT, III. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1973).

IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1979–1983) 1970’lerin ikinci yarısından itibaren gelir dağılımında meydana gelen gelişmelerin başında ortaya çıkan kıtlık, karaborsa

koşullarının etkisiyle aracılık faaliyetleri yoluyla elde edilen gelirlerin artması ve bunun da gelir dağılımı dengesizliklerini arttırması gelmektedir.1976 yılından itibaren nispi fiyatlar tarım aleyhine dönmeye başlamıştır (Şahinöz, 2001: 79).

Bundan önceki üç planın uygulandığı dönemde amaç olarak belirtilmesine rağmen gerek bölgesel planlama yapacak, gerekse bu plan ve projelerin işbirliği içinde yürütülmesini sağlayacak örgütlenme ve kurumlaşma, yeterli yönetsel ve teknik güçle oluşturulamamış, deneme niteliğindeki birkaç örnek dışında bölgesel gelişme planları hazırlanamamıştır. Yapılmış olan bölgesel planların uygulamalarında ise belirli uygulama düzeni ve araçlar geliştirilemediği için çeşitli güçlüklerle karşılaşılmıştır. Bu planlar bölgelerin ve sektörlerin bütününü kapsamadığı için bölgelerarası karşılaştırmalar yapılamamış, sonuç ve önerilerinin ulusal ölçüt ve öncelikler açısından değerlendirilmesi, plana ve yıllık programlara alınması mümkün olmamış, bunun sonucu olarak bölgelerarası dengesizlik artmıştır.

Bölgelerarası dengesizliklerin saptanmasında önemli bir ölçüt de refahı sağlamaya yönelik hizmet yatırımlarının dağılımıdır. 1973-1976 döneminde kentsel ve kırsal kamu altyapı hizmet yatırımlarından en az pay alan bölgeler Karadeniz ve Akdeniz bölgeleri olmakta, Ege ve Marmara ile İç Anadolu bölgeleri diğer bölgelere göre en yüksek payları almaktadırlar (DPT, IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1979).

V. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1985-1989) V.Beş Yıllık Kalkınma Planında başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri olmak üzere kalkınmada öncelikli

yörelerin kalkındırılması ve böylece bu bölgeler ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının zaman içinde azaltılarak giderilmesi temel amaç olarak benimsenmiştir. Plana göre kalkınmada öncelikli yörelerde planlanacak olan sanayiler önemli ölçüde, mevcut ve potansiyel kaynakları harekete geçirecek ve söz konusu bölgelerin gelişmesinde itici güç olabilecek sektörlerde gerçekleştirilecektir (DPT, 5.Beş Yıllık Kalkınma Planı,1985).

5. Plan döneminde gelir dağılımını iyileştirmeye yönelik yeni uygulamalar başlatılmıştır. Hanehalkının gelir ve refahını arttırmak üzere toplu konut uygulaması ile düşük faizli kredi temin edilerek konut ihtiyacı büyük ölçüde sağlanmaya çalışılmış, memurlara konut edindirme yardımları yapılmıştır. Zorunlu tasarruflar için devlet katkısı ile destek sağlanmış, ücretlilere vergi iadesi yoluyla belirli miktarda transfer gerçekleştirilmiştir. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu uygulaması sonucunda muhtaç olanların bakımı ve sağlığı ile ilgili sorunların hafifletilmesine özen gösterilmiştir ( DPT, 6. Beş Yıllık Kalkınma Planı Öncesinde Gelişmeler,1988).

Ayrıca vergi dilimleri ve oranlarında da düşük gelirliler lehine düzenlemeler yapılmış, özel indirimler arttırılmıştır. Bunun yanında imar affı ile tapu tahsis uygulamasına geçilmiş, özellikle sağlanan yeni mali imkanlar sonucunda mahalli idareler tarafından gerçekleştirilen imar ıslah planları sayesinde de düşük gelir gruplarının yaşadığı bölgelerde yoğunlaşan ruhsatsız yapılaşmış alanların düzenlenmesi yanında teknik- sosyal alt yapı hizmetlerinin iyileştirilmesi yoluyla nispi bir refah artışının sağlanmasına çalışılmıştır (DPT, 6.Beş Yıllık Kalkınma Planı Öncesinde Gelişmeler,1988).

Page 39: 2. SAYI için tıklayınız

Burcu GÜVENEK – Esra KABAKLARLI – M. Göktuğ KAYA

35

VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1990-1994) VI. Beş Yıllık Kalkınma Planında gelir dağılımı dengesizlikleri özel olarak ele alınmamış ancak bölgesel gelişme, eğitim

gibi konularda uygulanan politikalar bu amaca yönelik olarak belirlenmiştir. Ancak yine de Altıncı Beş Yıllık Plan döneminde de bir önceki planda gelir dağılımı konusunda belirtilen sorunlar artarak devam etmiştir.

TUİK tarafından 1994 yılında gelir dağılımı hakkında yapılan bir araştırma da gelir dağılımının dengesizliğinin bu planın sonuna kadar devam ettiğini göstermiştir. İlgili veriler tablo 2’de yer almaktadır.Bu araştırmaya göre nüfusun en düşük gelirli %20’lik dilimi gelirin yaklaşık %4,9’u oranında pay alırken, nüfusun en yüksek gelirli %20’lik kesimi gelirin %54’ünü almaktadır. Bu yıllarda yüksek enflasyon baskısı altında bastırılan ücret politikası ve iç ticaret hadlerinde tarım ürünleri aleyhine gelişme gerçekleşmesi gelir dağılımının geniş halk kitleleri aleyhine bozulmasını kaçınılmaz kılmıştır

Bu yıllarda gelir dağılımı konusunda dikkati çeken önemli bir nokta da kentsel yerlerdeki gelir dağılımının kırsal yerlerdekinden daha kötü olduğudur. 1994 yılı verilerine göre gelirin yoğunlaşmasını ifade eden GİNİ katsayısı kentsel yerlerde 0,51 iken kırsal yerlerde 0,41’dir. Bu katsayının böyle olmasının en önemli sebebi kırsal yerlerde gelir kaynağı olan tarımın katma değerinin çok yüksek olmamasına bağlı olarak gelir farklarının yüksek düzeyde gerçekleşememesidir. Fakat kentlerde hem üretim hem de bunların katma değerlerinin çok yüksek olması sebebiyle bir yandan çok düşük gelirli fertler , bir yandan da çok yüksek gelirliler bulunabilmektedir.Bu durum gelir dağılımının bozulmasına sebep olmaktadır (DPT, 5.Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1990).

VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı ( 1996–2000) VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın 1995-1999 yıllarını kapsayacak biçimde hazırlanıp, 1 Ocak 1995’de yürürlüğe

konması gerekiyordu. Oysa ülke, 1994 yılında ekonomi tarihimizin en büyük krizini aşmak için olağanüstü önlemler yürürlüğe koymuştu. Yaşanan kriz sonrasında dengeler yeniden kurulmadan ileriye dönük hedef ve kararlar ortaya koymak mümkün olmayacağı düşünüldüğünden planın yürürlüğe girmesini bir yıl erteleyen yasal bir düzenleme yapılmış ve 1995 yılında bir geçiş programı uygulanmıştır. Bu geçiş programı daha çok 1994 Büyük Ekonomi Krizi’ni aşmak ve ekonominin makro dengelerini yeniden oluşturmak yönünde önlemleri içeriyordu. Dolayısıyla sosyal sektörlerle ilgili gelişmelere yeteri kadar önem verilememiştir.

1996 yılında ise VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı yürürlüğe konmuştur. Bu plan döneminde gelir dağılımı ile ilgili olarak dikkati çeken en önemli nokta kent ve kırsal kesimde gelir dağılımı dengesizliklerinin arttığıdır. Tablo 3’den gözlemleneceği üzere; kentsel yerlerde ilk % 20’lik kesimin gelirden aldığı pay 1987 yılında 5,4 iken, bu oran 1994 yılında % 4,8’e düşmüştür, buna karşılık en yüksek gelirli %20’lik kesimin milli gelirden aldığı pay 1987 yılında %50 iken 1997 yılında bu oran % 57’ye yükselmiştir. Kırsal kentlerde ise en yüksek gelirli %20’lik grup ve en düşük gelirli %20’lik grubun gelirden aldıkları pay da bir değişiklik görülmemiştir. VII. Beş Yıllık Kalkınma Planında, Türkiye’de gözlenen bu sürecin esas itibariyle kentsel yerlerde meydana gelen ciddi bozulmadan kaynaklandığı belirtilmiştir (DPT, VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1996 Yılı Programı, 1996).

Ayrıca bölgesel gelir dağılımı alanında da varolan dengesizlik önemini korumaya devam etmektedir. Yine 1997 verilerini dikkate alarak yapılan değerlendirmeye göre bu yılda GSYİH’dan en yüksek payı % 37,9 ile Marmara Bölgesi alırken, en düşük payı % 4,0 ile Doğu Anadolu Bölgesi almıştır. Marmara Bölgesinin nüfus payının oldukça üzerinde, Doğu Anadolu Bölgesi’nin ise oldukça altında gelir paylarına sahip bulunmaları bölgesel gelir dağılımında gözlenen ciddi dengesizliğe işaret etmektedir (DPT, VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1999 yılı Programı Destek Çalışmaları, 1999).

VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı ( 2001-2005) VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı çerçevesinde gelir dağılımının iyileştirilmesi ve yoksullukla mücadele konusunda

yapılan değerlendirmeler en son 1994 yılında yapılan araştırma sonuçları temel alınarak yapılmış, Türkiye genelinde gelir dağılımında gözlenen olumsuz gelişmelerin esas itibarıyla kentsel yerlerde meydana gelen bozulmadan kaynaklandığı belirtilmiştir. Bu anlamda VII. Beş Yıllık Kalkınma Planında belirtilen sorunlar hala devam etmektedir.

Gelir dağılımında önemli değişmeler kırsal kesimlerden çok kentlerde gözlenmiştir. Bunun yanısıra kent ve kır arasındaki kişi başına gelir farklılıkları da artmıştır. Kentsel yerlere ilişkin kişi başına gelirin kırsal yerlere ilişkin kişi başına gelire oranı 1987’deki 1,61 değerinden 1994’te 1,91’e çıkmıştır (DPT, VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı,2001).

Gelir dağılımı dengesizlikleri ve yoksullukla mücadele konusunda alınan kararlara uymak ve hedefleri gerçekleştirmek maalesef bu plan döneminde de başarılamamıştır. Krizlerin, IMF destekli iktisat politikalarının ve niyet mektuplarının arasında kalan VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planının sağlıklı bir şekilde yürütülmesi mümkün olmamıştır. Ülkenin yaşadığı yüksek enflasyon gelir dağılımı dengesizliklerini ve yoksul kesimin oranını daha da arttırmıştır.

Page 40: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

36

IX. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2007–2013) Türkiye’de ilk olarak 9. kalkınma planı 7 yıllık olarak hazırlanmış ve bu doğrultuda program ve hedefler belirlenmiştir.

Planın vizyonu; İstikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen ve AB’ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye olarak belirlenmiştir. Beşeri gelişme ve yoksullukla mücadele için alınan önlemler içinde eğitim sisteminin geliştirilmesi, gelir dağılımının iyileştirilmesi, sosyal içerme ve yoksullukla mücadele, sosyal güvenlik sisteminin etkinliğinin artırılması, kültürün korunması, geliştirilmesi ve toplumsal diyalogun güçlendirilmesi yer almaktadır (DPT, 2006: 4).

YOKSULLUKLA MÜCADELE VE GELİR DAĞILIMI

Türkiye ekonomisinde 2000’li yıllarla beraber ulaşılan yüksek büyümenin yanında kişi başına milli gelir artmış, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve yoksulluk göstergelerinde iyileşmeler görülmüştür. Yoksullukla mücadelede mikro finans, eğitim bursları, işsizlik sigorta fonu gibi politikalar yanında yakacak ve yiyecek dağıtımı gibi uygulamalara geçilmiştir. Kriz sonrasında uygulanılan sıkı maliye politikasına rağmen sosyal harcamaların GSYİH içindeki payı artırılmıştır (DPT, 2006: 42).

Tablo 4’de dikkati çeken önemli bir nokta Türkiye’deki en zengin %20’lik grubun milli gelirden aldığı payın yıllar itibari ile azalış göstermesidir. 2002 yılında %50,1 olan bu pay, 2004 de %46,2 ‘ye gerilemiştir. Gıda harcamalarını içeren yoksulluk sınırı altındaki nüfusun toplam nüfusa oranı; 2002 yılında yüzde 1,35 iken, bu oran 2004 yılında yüzde 1,29 seviyesine gerilemiştir. Yoksulluk oranı olarak da tanımlanan gıda ve gıda-dışı yoksulluk oranı 2002 yılında yüzde 26,96 iken, 2004 yılında yüzde 25,6’ya gerilemiştir.

Yoksullukla mücadelede önemli bir konu yoksulluk kavramının tanımı ve dünya literatüründe sınıflandırılması ile ölçüm yöntemleridir.

Yoksulluk Tanımı Yoksulluk genel bir tanım içinde insanların temel gereksinimlerini karşılayamamaları durumu olarak tanımlanabilir.

Tanımı biraz daha açıklamak istersek, dar anlamda yaşamını idame ettirecek koşullara sahip olamama ve açlıktan ölme anlamına gelirken geniş anlamda toplumun yaşam düzeyinin altında kalma anlamındadır (Erdoğan,2002:2).

Yoksulluk Ölçümü Yoksulluk ölçümünde iki yöntemden biri yoksulluk sınırı (headcount) endeksidir. Yoksulluk sınırı endeksi; hane halkı

içinde tüketim ve gelir yönünden yoksulluk çizgisi( poverty line) altında yaşayan nüfusun yüzdesel oranıdır. Diğer bir endeks yoksulluk boşluğu (poverty gap) endeksidir. Bu endekste yoksulluk çizgisinin altındaki ortalama mesafedir (Chen ve Ravallion, 2007:5).

Türkiye’de Yoksulluk Çizgisi, 1994 ve 2002 Yılları Hesaplamaları Türkiye’de 1994 ve 2002 yılları arasında yoksulluk çizgisinin hesaplanma metotları arasında önemli farklılıklar

bulunmaktadır. 1994 yılındaki minimum beslenme paketi Hacettepe üniversitesi tarafından hazırlanmışken, 2002 yılında yeni bir metot kullanılarak HBS verileri yoluyla hesaplanılmıştır.

1994 yılında gıda sepeti TL / gün olarak 38,794 iken, 2002 yılındaki yöntemle 18.571 TL/gün olarak değişmiştir. 1994–2002 yılları arasında yoksulluk sınırının hesaplanma yöntemlerinin değişmesi sadece hesaplamalarda farklılık yaratmış, yaşam standardının yükselmesini sağlayamamıştır.

SONUÇ

Türkiye’de yapılmış olan gelir dağılımı araştırmalarından elde edilen bulgular göstermektedir ki en düşük gelirli nüfusun %20’llik dilimi gelirden daha az pay almakta, buna karşılık yüksek gelir sahibi nüfusun %20’si gelirden daha fazla pay almaktadır. Düşük gelir gruplarının gelir dağılımdaki dengesizlikleri daha fazla hissetmesi özelilikle kalkınma planlarında bu

Page 41: 2. SAYI için tıklayınız

Burcu GÜVENEK – Esra KABAKLARLI – M. Göktuğ KAYA

37

konuya yönelik önlemlerin arttırılmasına sebep olmuştur. Ancak 1960’dan günümüze kadar geçen süreç incelendiğinde çok da ilerleme kaydedildiği görülememektedir. En düşük ve en yüksek gelir gruplarının milli gelirden aldıkları pay arasındaki fark azalmasına rağmen uçurum hala göze çarpmaktadır. 1994 yılında, en zengin %20’lik nüfus gelirin %54,9’nu alırken 2005 yılında bu oran iyileşme göstererek %44,4’e düşmüştür. 2005 yılı gelir dağılımı araştırmasına göre gini katsayısı gerileyerek 0,38 olmuştur.

Türkiye’de yıllar itibari ile uygulanan kalkınma planları çerçevesinde kalkınmada öncelikli yörelerin kalkındırılması ve böylece bu bölgeler ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının zaman içinde azaltılarak giderilmesi temel amaç olarak benimsenmiştir. Bu amaçlar doğrultusunda yoksullukla mücadelede mikro finans, eğitim bursları, işsizlik sigorta fonu gibi politikalar yanında yakacak ve yiyecek dağıtımı gibi uygulamalara geçilmiştir. Sonuç olarak dokuzuncu kalkınma planında yoksullukla mücadele ve gelir dağılımındaki dengesizlik sorununun; sürdürülebilir büyüme, istihdam, eğitim, sağlık ve çalışma hayatı politikalarıyla kalıcı bir şekilde azaltılması hedeflenmiştir. Bunun yanında transfer politikaları, gelirin yoksullar lehine yeniden dağıtımının sağlanması için gelir getirici projeler öne çıkan diğer mücadele biçimleridir.

KAYNAKÇA

Acil Eylem Planı, http:// www.dpt.gov.tr, Erişim Tarihi:28.05.2008. Aktan, C.C. ve Vural, İ.Y. (2002), “Gelir Dağılımında Adaletsizlik ve Gelir Eşitsizliği :Terminoloji, Temel Kavramlar ve

Ölçüm Yöntemleri”, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara Altınok, S. (2006), İktisada Giriş, 4.b, Konya Ay, A. (2007), Türkiye Ekonomisi Makro Ekonomik Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Çizgi Kitabevi, 1.b, Konya Boratav, K (1998), Türkiye İktisat Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul. Chen, S. ve Ravallion, M. (2007) “Absolute Poverty Measures fort he Developing World , 1981-2004”, World Bank Policy

Research Working Paper, 4211 Çavuşoğlu, T., Hamurdan Y. (1966), Gelir Dağılımı Araştırması, 1963. DPT Yayın No: 500, Ankara. Dinler, Zeynel (2005), İktisada Giriş, Ezgi Kitabevi, 11.b,Bursa. DPT ( 2006), IX. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2007–2013), Ankara, DPT (1963), I. Beş Yıllık Kalkınma Planı(1963-1967), Ankara. DPT (1968), II. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1968-1972), Ankara. DPT (1973), III. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-1977), Ankara. DPT (1979), IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1979-1983), Ankara. DPT (1985), V. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1985-1989), Ankara. DPT (1988), VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı Öncesinde Gelişmeler, Ankara. DPT (1990), VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1990-1994), Ankara. DPT (1996), VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000), Ankara. DPT (2001), VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005), Ankara. DPT, (1995), Türkiye’de Hanehalkı Gelirinin %20’lik Dilimlere Göre Dağılımı, Ankara. Erdoğan, G. (2002) “Türkiye’de Ve Dünyada Yoksulluk Ölçümleri Üzerine Değerlendirmeler”, Hak-İş Konfederasyonu

Yayını, Ankara, http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/ucuncu-bol/erdogan.pdf, erişim tarihi: 02.10.2008 http:// www.dpt.gov.tr, Erişim Tarihi:20.05.2008. http:// www.hazine.gov.tr, Erişim Tarihi: 20.05.2008. Karakayalı, H. (2003), Türkiye Ekonomisinin Yapısal Değişimi, Güleç Matbaacılık, 2.b, İzmir. Karluk, R. (1999), Türkiye Ekonomisi, Beta Basın Yayın Dağıtım İstanbul. Kesik, Ahmet (1999) “ Cumhuriyet Dönemi Bütçelerinin Ekonomi İçindeki Yeri ”, Maliye Dergisi, sayı:130. Kepenek, Y, Yentürk N. (2000), Türkiye Ekonomisi, Teori Yayıncılık, İstanbul. Milliyet Ekonomi Ansiklopedisi (1991), Milliyet Yayınları, İstanbul. Şahinöz, A. (2001), Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz , İmaj Yayıncılık, Ankara. Tokgöz, E. (1999), Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi, Ankara. TUİK, Haber Bülteni 2005 Gelir Dağılımı Sonuçları, www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi: 13.03.2008. Türk, İ. (1999), Maliye Politikası, Turhan Kitabevi,13.b, Ankara. World Bank (2005), Turkey Joint Poverty Assessment Report, http://go.worldbank.org/VLNDMW8820, erişim

tarihi:16.03.2008.

Page 42: 2. SAYI için tıklayınız
Page 43: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

YÜKSEKÖĞRETİMDE AKTİF VE İNTERAKTİF ÖĞRETİM YAKLAŞIMLARI

Yrd. Doç. Dr. Ahmet KAYA*

Doç. Dr. Cengiz ÇELİKOĞLU**

Prof. Dr. Serdar KURT***

ÖZET

Türk Yüksek Öğretimi, uzun yıllardan günümüze kadar interaktif eğitim modelini benimsemiş ve uygulamıştır. Ancak öğreticinin direk katılım yaptığı ve yönlendirdiği interaktif model günümüzde tartışılır hale gelmiş, bu öğretim modelinde öğrencinin katkısının neredeyse ihmal edilecek kadar küçük paylara düşmesi değişik öğretim modellerinin hayata geçirilmesi gerçeğini gündeme taşımıştır. Bunun yanında; öğrencinin katılım sağlamadığı ve etkinlikten uzak durmayı tercih ettiği bu modelde sınıfta öğretim azalmakta, öğrencinin keşfetme ve araştırma yetenekleri ön plana çıkartılamamaktadır.

Aktif öğretim yönteminde, “probleme dayalı öğretim-(PDÖ)” adı verilen model benimsenmekte ve konular senaryolaştırılarak, öğrencinin araştırma ve keşfetme yetenekleri ön plana çıkartılmaktadır. Öğretici, direk öğretme yerine öğrenciyi yönlendiren ve sorgulama yapılmasını sağlayan bir rehbere dönüşmekte, öğrenciler, pasif öğrenme konumundan aktif konuma geçerek, hazırlanan senaryoda başrolü oynamaktadır.

Bu çalışma, yükseköğretimde aktif ve interaktif öğretim modellerini ele alıp incelemek, bu modellerin öğretimde ne denli etkin olduklarını avantaj ve dezavantajlarıyla ortaya koymak amacıyla yapılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Aktif Öğretim, İnteraktif Öğretim, Probleme Dayalı Öğretim

ACTIVE AND INTERACTIVE EDUCATION APPROACH IN HIGHER EDUCATION

ABSTRACT

Turkish higher education, from many years to present, has adopted in principle interactive education model and applied this. However, at present interactive model in which students participate directly and orientation became open to questions, and declining of students participation to almost negligeble and small parts in this education model comes up reality of that different education models should be implemented. In addition to this, at this model which students do not participate and prefer to be away from activity, education in class decay, discovery and search abilities of students could not be brought in the foreground.

In active education method, a model called ‘’problem oriented education’’ is adopted in principle and while subjects are scenarized, brought search and discovery abilities of students in the foreground. Instructor become a consultant who directs students instead of educate directly and makes them examinate subjects, students, become principal performers while they get through active learning position from passive learning position.

This study interested in analyse active and interactive education models in higher education, taking efficiency, advantages and disadvantages of these models.

Keywords: Active education; Interactive education; Problem oriented education.

* Ege Üniversitesi, Tire KUTSAN MYO, [email protected] ** Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, [email protected] *** Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, [email protected]

Page 44: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

40

GİRİŞ

Türkiye’de yükseköğretimde öğreticiye başrol, öğrenciye pasif öğrenme rolü biçen bir sistemle öğretim yapılmaktadır. Bu durumda öğrencinin araştırma ve keşfetme yetenekleri ön plana çıkamamakta, derse katılımı da öğrencinin gayreti ve alışkanlıkları ile sınırlı kalmaktadır. Bu durumda okul hayatında başarılı olan öğrencilerin iş hayatında başarısız, okulda başarısız olan öğrencilerin iş hayatında başarılı olduğu örneklere daha sık bir biçimde rastlanmaktadır. Bu konuda, akademik öğretim ortamları, iş hayatının gerektirdiği pratik ve faydalı bilgilerden uzak öğretimler yapmaktadır tezi haklılık kazanmaktadır. Oysa, olması ve yapılması gereken öğrencinin araştırma ve keşfetme yeteneklerini ön plana çıkaran modellere yönelmektedir. Bu nedenle Türk Yükseköğretiminde İzmir Dokuz Eylül başta olmak üzere bazı Üniversitelerimiz probleme dayalı öğretim adını verdikleri; öğreticiyi, dersi ve öğrenciyi yönlendiren bir danışman, öğrenciyi ise araştıran ve öğrenen, bir bakıma öğreticiyi pasif öğrenciyi aktif öğrenme konumuna geçiren bir yöntemi hayata geçirmişlerdir. Aktif öğretim metodu ile öğrencilerin konuları daha başarılı bir şekilde öğrendikleri ve öğrenme süreçlerinin sürekli olduğu görülmüştür. Ayrıca bu metotla yetişen tıp mezunlarının, uzmanlık sınavlarında çok başarılı sonuçlar elde ettikleri görülmüştür (Bkz. TUS Sonuçları).

Bu bölümden sonra, probleme dayalı öğretim (PDÖ) bir hiyerarşi içerisinde sunulacaktır. Bu hiyerarşi; PDÖ, Bağımsız çalışma süreci, PDÖ oturumları, senaryo ve yazım aşamaları ve bir örnek senaryo tanımlanacaktır.

PROBLEME DAYALI ÖĞRETİM(PDÖ)

Bir senaryo temelinde saptanan sorunların çözümüne yönelik çalışma sürecine önceki bilgilerin kullanılması ve öğrencilerin gereksinim duyduğu öğrenme konularının bir disiplin içerisinde belirlenmesi, öğrenilmesi ve tartışılması temeline dayanan bir eğitim yöntemidir. PDÖ oturumlar halinde düzenlenir. Bu oturumlar şunlardır.

Bağımsız Çalışma Süreci Bu süreçler, sunumlar, bilimsel danışma, uygulamalar, kütüphane çalışmaları, bilgisayar destekli eğitim vb. eğitim-

öğretim faaliyetlerini içerir. Burada kitaplar, danışman öğretim üyeleri, bilgisayar, sunumlar ve uygulamalar ile öğrenme konuları araştırılır.

Birinci PDÖ Oturumu • Senaryonun ilk bölümü okunur, anlaşılmayan sözcükler ve kavramlar tartışılır.

• Sorunlar tanımlanır.

• Sorunlara çözüm yolları beyin fırtınası ile belirlenir.

• Çözüm yollarını açıklayabilmek için öğrenme konuları belirlenir.

• Geri bildirim verilir ve alınır.

İkinci PDÖ Oturumu • Bağımsız çalışma sürecinde öğrenilen konular (öğrenme hedefi) grup içinde paylaşılır.

• Bilgiler sentez edilir.

• Senaryonun ikinci bölümü okunur.

• Çözüm yolları yeni bilgiler kullanılarak daraltılır.

• Yeni öğrenme hedefleri belirlenir.

• Geri bildirim verilir ve alınır.

Page 45: 2. SAYI için tıklayınız

Ahmet KAYA – Cengiz ÇELİKOĞLU – Serdar KURT

41

Üçüncü PDÖ Oturumu • Öğrenme konuları paylaşılır.

• Senaryonun üçüncü bölümü okunur.

• Sorun çözümlenir.

• Geri bildirim verilir ve alınır.

PDÖ oturumunda;

1. Öğrenciler bir sorun ile karşılaşırlar.

2. Öğrenciler küçük gruplarda konu ile ilgili bildiklerini sıralar, tartışır ve sorunu tanımlamaya çalışırlar.

3. Öğrenciler konu ile ilgili anlayamadıkları noktalara ilişkin sorular ileri sürerler.

4. Öğrenciler sorunu çözümlemek üzere bir plan ortaya koyarlar ve öğrenme hedeflerini saptarlar.

5. Öğrenciler sorunu çözmek için bilgi toplarlar.

6. Öğrenciler olası çözümleri üretirler.

7. Bu çözümlerin olabilirliklerini tartışırlar.

8. Öğrendiklerini değerlendirirler.

SENARYO

Öğrencilerin ilk aşamada nasıl bir durumla karşı karşıya olduklarını anlamak için sorgulamaları gereken kendi aralarında beyin fırtınasına ve tartışmaya yol açan verilerle başlayan, bilgi birikimlerine dayanarak çözümleyecekleri fakat sonuca ulaşmak için neler öğrenmeleri gerektiğini saptayabilecekleri, araştırıp öğrendikleri ve daha sonraki aşamalarda ortaya çıkan veriler ile analiz, sentez ve değerlendirme yeteneklerini geliştirebilecekleri bir araçtır. İyi bir senaryo;

• Eski bilgileri kullandırmalı,

• Bütüncül yaklaşımla hizmet etmeli,

• Merak uyandırmalı,

• Gerçekte ilgilenildiğini hissettirmeli,

• Çok sayıda hipotez kurulmasını sağlamalı,

• Soru sorma ve düşünme becerisini geliştirmeli,

• Öğrenciyi bilgi sınırına götürebilmeli,

• Öğrenciyi motive ederek araştırmaya itebilmelidir.

Senaryo Yazım Aşamaları 1. Hazırlık:

1a) Konunun Seçimi.

1b) Hedeflerin Belirlenmesi.

1c) Sürecin Belirlenmesi.

2. Yazım:

2a) Akış Planlaması.

3. Kontrol:

3a) Senaryo Kurulu İncelemesi.

Page 46: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

42

4. Deneme.

5. Uygulama.

6. Geri Bildirim ve Yenileme.

ÖRNEK BİR SENARYO

1.Oturum 1.Bölüm Nazım Usta yıllardır alüminyum doğrama işi yapmaktadır. Bu işlerde kullandığı tüketim malzemelerini YAPIMAR adlı

yapı malzemeleri satan marketten almaktadır. Yaptığı işlerde 18 mm.lik sac vidaları yoğun olarak kullanmaktadır. Bu vidalar 50 adetlik kutularda satılmaktadır. Nazım Usta, son zamanlarda kutulardan çıkan hatalı vida sayısının artması üzerine hatalı vidalarla birlikte YAPIMAR‘a giderek durumu ürün sorumlusu Refik DİNLER’e iletir.

1. Buradaki sorunu tanımlayınız.

2. Sizce bu sorun nerelerden kaynaklanabilir?

3. Sizce YAPIMAR ürün sorumlusu Refik DİNLER’in tutumu nasıl olmalıdır.

1.Oturum 2.Bölüm YAPIMAR ürün sorumlusu Refik DİNLER, Nazım Usta’nın şikayetlerini dinledikten sonra hatalı vidaları geri alır,

yenilerini verir. Refik DİNLER, son dönemde bu ürün hakkında çeşitli şikayetler aldığını ve durumu üretici firmaya ileteceğini söyler. Nazım Usta’yı da gelişmelerden haberdar edeceğini belirtir.

Üretici firma VİDASAN gelen tüketici şikayetlerini inceleyerek konu hakkında bir araştırma başlatır.

4. Yeni bilgileri özetleyiniz.

5. VİDASAN yetkilisi olsaydınız, nasıl bir araştırma yürütürdünüz?

Şikayete konu olan bu vidaların son iki aylık dönemde üretildiği, iade edilen kutuların üzerindeki üretim tarihlerinden anlaşılmıştır. Bu süre içerisinde sözü edilen vidalarin iki ayrı otomatik tezgahta, aynı süreçten geçerek, aynı malzemeden üretildiği saptanmıştır. Yapılan incelemeler sonucunda, vida boyunun standartlara uymadığı ve değişim gösterdiği, bazılarının uzun bazılarının ise kısa olduğu belirlenmiştir. Bu sorunun, tezgahlardan en az birisinin ayarının bozulmasından kaynaklandığına karar verilmiştir.

6. Bu bilgilerin ışığı altında hangi tezgahın ya da tezgahların ayarının bozuk olduğu konusunda karar verebilmek için neler yapılabilir?

1.Oturum 3.Bölüm Üç vardiya çalışan VİDASAN’da kalite kontrol birimi, bu sorunu çözebilmek için herbir tezgahtan haftanın rastgele

seçilen bir gününde, her iki saatte bir, rastgele, birbirini izleyen 4 vida seçip vida boylarını ölçmüştür. Elde edilen gözlem değerleri aşağıda verilmiştir.

1. TEZGAH

17.50 17.36 17.96 17.77

18.19 17.75 17.38 17.75

18.02 17.79 17.85 17.85

17.40 17.58 18.15 17.55

17.72 17.51 18.50 17.49

17.79 17.57 18.40 17.72

17.62 18.12 17.57 17.51

Page 47: 2. SAYI için tıklayınız

Ahmet KAYA – Cengiz ÇELİKOĞLU – Serdar KURT

43

18.29 17.73 17.75 17.30

17.85 18.08 18.05 17.90

17.68 17.76 17.90 18.30

17.64 17.25 17.70 17.50

17.69 17.95 17.65 17.67

2. TEZGAH

18.01 18.00 17.77 17.80

17.84 17.85 17.86 17.95

17.88 17.89 17.90 17.90

17.94 17.86 17.90 17.90

17.95 17.95 17.96 17.96

17.97 17.98 17.98 17.99

18.00 18.01 18.02 18.05

18.05 18.06 18.07 18.07

18.09 18.09 18.10 18.10

18.12 18.15 18.21 18.22

18.23 18.02 18.05 18.09

17.89 18.05 18.00 17.85

7. Yeni bilgileri özetleyiniz.

8. Bu verilerden eski bilgilerinizi kullanarak ne tür istatiksel çözümlemeler yapabilirsiniz?

9. Vida boyunun standartlara uymadığı ve değişim gösterdiği iddiasını verilere bakarak değerlendiriniz.

10. Ölçüm değerlerine göre üretimde bir sorun var mıdır? Tartışınız.

Örnek senaryodan görüldüğü üzere, istatistik bilim alanında bir konu senaryo haline getirilmiş ve öğrencinin çalışmasına sunulmuştur. Senaryolar 5-10 sayfalık A4 kağıdı formunda hazırlanmakta, her sorunun altında bir kare içerisinde yeteri miktarda boşluk bırakılarak öğrencinin görüşlerini, düşüncelerini ve sorulara yanıtlar vermesi beklenmektedir. Öğrenciler, U şeklinde bir masanın etrafında 10-12 kişiden oluşan gruplar biçiminde konumlanmakta ve öğreticinin danışmanlığında dersler yürütülmektedir. Öğrenci anlamakta güçlük çektiği hususlarda konu ile ilgili kaynaklardan yararlanmakta ve öğreticinin danışmanlığına başvurabilmektedir. İlgili konular senaryolaştırılarak öğrencinin önüne konmadan evvel, öğretim elemanları tarafından sunumlar yapılmakta ve öğrencinin sorularına yanıtlar verilmektedir. Ancak, dersi öğrenmede, öğreticinin liderliğini ve etkinliğinin ortadan kalktığı görülmektedir.

Aktif öğretim modelinde, tek öğretici konumunda bulunan öğretim elemanı; senaryo hazırlayan zaman zaman sunumlar yapan ve danışmanlık yapan roller üstlenmekte, öğrenciler de pasif öğrenme konumundan aktif öğrenme konumuna geçmekte, aslında hem öğretim elemanı hem de öğrenci bakımından öğretime verilen emek artmaktadır.

SONUÇ ve ÖNERİLER

Aktif öğretim modeli, öğrenci yönelimli, öğretimde öğrenciyi, araştırmaya, incelemeye sorgulamaya teşvik eden ve Probleme Dayalı Öğretim adı verilen bir öğretim modelidir. Bu model öğrenciyi pasif öğrenme konumundan aktif öğrenim konumuna yükselten, öğreticiyi ya da öğretim elemanını öğrenme hedeflerine katkı yapan bir danışman konumuna getiren bir modeldir. Üniversitelerimizde başta Dokuz Eylül Üniversitesi olmak üzere birçok üniversitemizde alternatif bir öğretim modeli olarak gittikçe artan bir oranda kullanılmaya başlanmıştır.

Page 48: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

44

Aktif öğretim modeli, klasik öğretimle eğitim yapan öğreticiler tarafından sıklıkla eleştirilen bir model olmakla birlikte, klasik modele göre daha olumlu sonuçlar doğurmuş bir sistemdir.

Kabul etmek gerekir ki, aktif öğretim modeli, çok fazla emeğin, çalışmanın ve maliyetin gerekli olduğu bir modeldir. Bu çalışmayı göze alan personelin daha kötüsünü yapmak istemesi mümkün değildir. Bu bakımdan eleştirilerin yersiz olduğu düşünülmektedir.

Aktif öğretim Modelinde Avantajlar:

• Öğrenci odaklı bir model olduğundan, öğrenme daha kalıcı olmaktadır.

• Öğrenciyi araştırmaya ve öğrenmeye mecbur bırakmaktadır.

• Kaynak araştırması öğretmede teşvik edicidir.

• Sınıflar daha planlı, ambians daha olumludur.

• Çağımızın yöntemi haline gelen kendi başına öğrenme teşvik edilmektedir.

• Öğrenciyi önemli ve zorunlu kıldığından kaçamak mümkün değildir.

• Her konu için ders materyali ve senaryo edinme şansı doğmaktadır.

• Keşfetme ve yaratıcılık özellikleri gelişir.

• Problem geliştirme ve çözmede alternatif yaklaşımlar kazanmak mümkün hale gelir.

• Anında geri dönüşüm mümkün olduğundan başarıya yönelim daha elzem olur.

• Otokontrol sağlanmış olur.

• Öğrenci ataleti mümkün değildir.

Aktif öğretim Modelinde Dezavantajlar:

• Öğreticinin deneyim aktarma formasyonu eksik kalır.

• Sınıf ortamının sunduğu dayanışma yok olur.

• Öğretici odaklı avantajlar sonlanmış olur.

• Not tutarken edinilen öğrenme mümkün olamaz.

• Geleneksel öğrenme deneyimlerinden yararlanmak minimum düzeye inmiş olur.

KAYNAKÇA

“AKTİF EĞİTİM”, (2002) İstatistik Eğitiminde Yeni Yaklaşımlar, DEÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi, İstatistik Bölümü. Buca, İZMİR

Moralı, N. (2002) “DEÜ Fen-Edebiyat Fakültesinde Aktif Eğitime Geçiş Süreci ve Aktif Eğitim.”, DEÜ Fen Edebiyat Fakültesi, Buca-İZMİR.

Kurt, S. (2002) “İstatistik Bölümünde Aktif Eğitime Geçiş Süreci”. DEÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi, İstatistik Bölümü. Buca, İZMİR

Çelikoğlu, C.C., (2002) “Probeleme Dayalı Öğrenmede SENARYO” DEÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi, İstatistik Bölümü. Buca, İZMİR

Page 49: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

TÜRKİYE VE AB ÜLKELERİNE MORTGAGE KRİZİNİN ETKİLERİ

Arş. Gör. Yeşim KUBAR*

Arş. Gör. Göktuğ KAYA**

Öğr. Gör. A. Esra PEKER***

ÖZET

Finansal krizler genel olarak sermaye girişlerinde dalga şeklini alan artışlar ve kredi yaratma mekanizmalarının genişlemesiyle birlikte ekonomik aktivitelerdeki sürekli bir patlamanın ardından bir resesyon oluştuğunda ortaya çıkmaktadırlar. Bu açıdan değerlendirildiğinde finansal krizler, hem ülkelerin finansal sistemlerinde hem de uluslararası finansal sistemde yıkıcı etkilere yol açmakta ayrıca finansal krizler aşırı derecede maliyetli olmaktadırlar.

ABD’de 2007 yılında Subprime mortgage kredilerinde geri ödemelerde yaşanan sorunlarla ortaya çıkan finansal dalgalanma ABD piyasalarında büyük etki yaratmış, finansal kurumlarını etkilemiş ve mortgage kredi krizi olarak adlandırılan durum küresel bir likidite krizine dönüşmüştür. Küresel finansal dalgalanmadan gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye’nin de etkilendiği görülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kriz, Finansal Krizler, Mortgage Krizi

EFFECTS OF MORTGAGE CRISIS IN TURKEY AND THE EU COUNTRIES

ABSTRACT

In general Financial crises, increases in capital inflows and credit creation mechanisms of the wave shape of a continuous expansion of economic activities with the explosion occurs, then emerge in a recession. With respect to this financial crisis, both countries' financial systems as well as the international financial system leads to the devastating effects of financial crises is also extremely cost becomes.

Subprime mortgage loans in the United States in 2007 and the resulting financial problems in paying back the U.S. market volatility has created a major impact, impact on financial institutions and mortgage credit crisis, called the situation has turned into a global liquidity crisis. The global financial fluctuations, such as the advanced and developing countries are influenced by Turkey.

Keyword: Crisis, Financal Crisis, Mortgage Crisis.

GİRİŞ

ABD’de Eylül ayında başlayan ve Mortgage olarak adlandırılan kriz Amerikan ekonomisinde bugüne kadar görülmemiş şiddette bir sarsıntı yaratmıştır. Kriz ABD ile sınırlı kalmamış Asya ve Avrupa ekonomilerine sıçrayarak tüm Dünyayı etkisi altına almıştır.

Finans piyasalarında ayrılan milyarlarca dolara rağmen, kriz küresel çapta ekonomik sarsıntılara yol açmaya devam etmekte ve günden güne büyük bankaları ve finansal kuruluşları devirerek ilerlemektedir. Kriz devasa kurumları yok ederken henüz yıkılmayanlara da birleşme kararı aldırmaktadır. ABD mortgage krizi Dünyada 1930’lardan itibaren yaşanan en şiddetli krizlerden biri olarak anılmaktadır. Mortgage krizi öncelikle gelişmiş ülkeleri etkilemeye başlamış ardından gelişmekte olan ülkeleri de etkisi altına almıştır.

* Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, [email protected] ** Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi *** Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, esrahayirlioğ[email protected]

Page 50: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

46

KRİZ VE FİNANSAL KRİZ KAVRAMLARI

Kriz kavramı, herhangi bir mal, hizmet, faktör veya döviz piyasasındaki fiyat veya miktarlar da kabul edilebilir bir değişme sınırının, dışında gerçekleşen dalgalanmalar olarak ifade edilebilir. Kriz olasılığına işaret eden en önemli göstergeler, uluslar arası rezervlerin azalması, yerli paranın değer kazanması, kredi genişlemesi, enflasyon, dış ticaret dengesinin bozulması, ihracat performansında ve ekonomik büyüme oranında düşüş, para arzında kamu açıklarında artış, para arzında ve geniş para arzının brüt uluslar arası rezervler oranındaki artış olarak ifade edilmektedir (Akman,1999; 24).

Finansal krizler genel olarak sermaye girişlerinde dalga şeklini alan artışlar ve kredi yaratma mekanizmalarının genişlemesiyle birlikte ekonomik aktivitelerdeki sürekli bir patlamanın ardından bir resesyon oluştuğunda ortaya çıkmaktadır ( Kaminsky ve Reinhart, 2001;351).

Bir finansal krizin oluşumu, uygulanmakta olan döviz kuru politikası, banka iflasları ve piyasadaki ödeme gücü yetersizlikleri gibi nedenlerden ortaya çıkmaktadır. Finansal krizlerin bir diğer nedeni de kriz öncesi iyimser bir hava ile birlikte spekülatif yatırımlarda büyük artışların gözlemlenmesidir. İyimser ortamda fiyatları yükselen mallar kredilere teminat olmakta, daralma ile birlikte bu malların likit değerleri düşmekte, kredilerin geri dönüşüne imkan vermemektedir. Bunun yanında gelişmekte olan ülkelerde borçlanmalar, özellikle uzun

vadeli borçlanmalar, döviz cinsinden sağlanabildiğinden, merkez bankalarının para politikaları, krizden kurtulmak için yeterli olmamaktadır. Halbuki gelişmiş ülkelerde vadelerin uzun olması, borçlanmaların yerli para ağırlıklı olması, merkez bankasının açık piyasa işlemleri ile borç vererek likiditeyi arttırması, kriz için çözüm oluşturabilmektedir( Duman,2004;39-40).

Finansal Kriz Göstergeleri Finansal krizlerle ilgili iki tür göstergeden söz etmek mümkündür. Bunlar, ülke koşullarının yatırım riskinin arttığını

gösteren ve bu nedenle finansal bir krizin doğacağı konusundaki beklentileri besleyen ön göstergeler ile yaşanan krizin boyutları hakkında bilgi veren temel göstergelerdir. Finansal krizlerin doğacağına dair ön göstergelerin başında, reel kurun aşırı değerlenmesi, M2 para arzının uluslararası rezervlere olan oranında ve/veya cari açıkların milli gelire (GSMH’ya) oranında aşırı yükselmeler gelmektedir.

Bir ekonomide, yaşanan krizin boyutları hakkında bilgi veren temel göstergeler de söz konusudur. Döviz kurlarındaki büyük dalgalanmalar, gecelik faizlerde yaşanan aşırı yükselmeler ve döviz rezervlerindeki önemli miktarda azalmalar bu göstergelerin başlıcalarıdır ( Eren ve Süslü,2001;662-674).

Finansal Krizlerin Etkileri Finansal krizler sonucu asimetrik bilgi problemleri artmakta, finans sektörünün bilançosu bozulmakta, faiz oranları

artmakta, belirsizliklerde artış yaşanmakta ve finansal olmayan bilançolarında bozulması nedeniyle mal fiyatlarının değişmesi gibi sorunlara yol açmaktadır.( Mishkin,/www.nber.org). Finansal krizler ödemeler dengesi üzerinde Sermaye girişindeki artış ile cari açıkların artması gibi olumsuz bir etkiye neden olmaktadır ( Kepenek ve Yentürk,2000;216).

Ekonomik krizlerin belki de en önemli sonucu kriz nedeniyle pek çok kişinin işsiz kalması ve tüketimdeki daralmalardır. Ekonominin genişleme ve faiz oranlarının düşük olduğu evrede ucuzlayan kredili mal talepleri nedeniyle tüketim harcamaları özellikle dayanıklı tüketim mallarında artmaktadır. Kriz döneminde hızla yükselen faiz ortamı önce kredili mal taleplerini pahalılaştırması sebebiyle azalmakta ardından önceden alınan krediler ödenemez duruma gelmektedir. Artan fiyatlar, işsizlik ve daralan ekonomideki azalan talepler tüketimde azalmaya neden olmaktadır. işletmeler ürettiklerini satamaz hale gelmekte, bunun sonucunda da işten çıkartmalar, ücretsiz izinler, mevcut kapasiteyi azaltma gibi sonuçlar ortaya çıkmaktadır ( Aslan; 2006;106).

Finansal krizler birçok durumda yabancı kısa vadeli fonların ülkeyi hızla terk etmeye başlaması sonucunda döviz kurunda, faiz oranlarında ve enflasyon oranında anî sıçramalarla finans piyasalarında başlamakta ve kısa sürede üretim ve yatırım düzeyinde azalma gibi reel sektör etkileri göstermektedir. Krizin etkileri, daha sonra işgücü piyasalarına, sağlık, eğitim ve sosyal yardım kalemlerindeki kısıntılar yoluyla bütçe harcamalarının miktar ve bileşimine ve giderek yoksulluk ve gelir dağılımına ilişkin göstergelere doğru yaygınlaşmaktadır ( Koyuncu ve Şenses, 20/09/2008).

Ekonomik krizlerin sağlık üzerine etkilerini aşağıdaki gibi dört grupta incelemek mümkündür. Aile gelirindeki azalma, kriz ailelerin ortalama gelirini düşürmektedir. Gelir azalması ile tüketim harcamalarının azalması sağlığı olumsuz etkilemektedir.

İkinci olarak kamu kaynaklarındaki azalma yaratmaktadır. Sosyal güvenlik primlerindeki düşüş kaliteli sağlık hizmetlerinin azaltması sonucunu doğurmaktadır. Üçüncü etki kadın ve çocukların çalışmak zorunda kalmasıdır. Kriz sonrası

Page 51: 2. SAYI için tıklayınız

Yeşim KUBAR – M. Göktuğ KAYA – A. Esra PEKER

47

geliri düşen ailelerde daha fazla kişi çalışmak zorunda kalmaktadır. Son olarak kriz, gönüllü çalışanların sayısında azalmaya neden olmaktadır ( Cutler,1990; 6-9).

MORTGAGE KRİZİ

Mortgage; kişi ya da kurumların konut veya işyeri satın almak amacı ile alacakları gayrimenkul’ü başvurdukları kuruluşa ipotek ettirmek vasıtasıyla alınacak gayrimenkul’ün genellikle %75-80’lik bir kısmı için, sabit ya da değişken faizli olarak aldıkları uzun vadeli kredilerdir. Kredi kuruluşları da alınan bu ipoteği ikincil piyasada satarak yeni fonlar oluşturmakta ve elde edilen bu fonları da tekrar kredi olarak kullanabilmektedir.

Mortgage kredilerinin kalsik konut kredilerinden farkı ,klasik konut kredileri genelde 2-5 yıl arasında olmasına rağmen mortgage (tutsat’ta) bu süre 20-30 yıl olabilmektedir. Tutsat sisteminde sabit faizli kredinin yanında değişken faizli kredi kullanma imkanı da bulunmaktadır. Bu sistemde kredi veren kuruluşlar müşterilerine imzalattıkları sözleşmeleri bir yatırım enstümanı olarak satabilmekte, likidite oluşturabilmektedir. Normal konut kredisinde kredi verilirken gelir belgesi yanında ipotek yapılacak bir gayrimenkul istenirken, ‘tutsat’ta maaş belgesi yeterli olabilmektedir. Tutsat sisteminin yaygınlaşması halinde banka dışındaki kuruluşlar da kredi verme imkanına kavuşabilecektir. Alınan kredi, istenildiğinde kısa sürede kapatılıp bir başka kuruluştan daha iyi şartlarda kredi alma imkânı doğabilecektir (Doğru;11/09/2007).

Amerika Birleşik Devletleri'nde kredi müşterileri prime, subprime diye ikiye ayrılmaktadır. Prime müşteriler yeterli gelire ve iyi kredi siciline sahip kişilerdir. Subprime müşteriler ise düşük gelire sahip olan ve kredi sicili kötü olan kişilerden oluşmaktadır. Bu nedenle, prime müşterilerin alabildiğinden daha az kredi almakta ve onlardan daha yüksek faiz ödemektedirler. Subprime, krediyi açan için de alan için riskli olmaktadır ( Münir,22/08/2007).

Mortgage krizi, ilk olarak ABD’de 2006 yılında düşük gelirli ve çok riskli kişilerin kredi kullanmasına izin verilmesi ile başlamıştır. Subprime olarak adlandırılan bu krediler son yıllarda önemli ölçüde artarak yaklaşık 1,4 trilyon dolarlık büyüklüğe ulaşmıştır. 10 trilyon dolar büyüklüğündeki mortgage piyasasının toplam büyüklüğünün yaklaşık yüzde 14'ünü bu krediler oluşturmaktadır. Ayrıca bu zamanda ABD Merkez Bankası(FED) orta ve düşük gelirli ailelerinde kredi alabilmesi için faiz oranlarını indirmiştir. Gayrimenkule olan talebin artması gayrimenkul fiyatlarının artmasına neden olmuş ve borç veren kurumlar daha karmaşık ürünlerle daha fazla risk alabilir duruma gelmişlerdir. Fakat 2006 yılının ikinci yarısından sonra ABD ekonomisinin durgunlaşması ve bu durgunluğun sonucunda FED’in faiz artırımına gitmek zorunda kalması değişken faizle kredi alanları etkilemiştir. Bu kredilerin aylık ödemeleri artmış ve geri ödemelerde sorunlar çıkmıştır. Bu durum da konut ipoteğini ikincil pazarda değerlendiren banka için, ikincil piyasada satmış olduğu varlığa dayalı menkul kıymet’in karşılığında, bu yatırımcılara yapacak olduğu ödemelerde sıkıntı yaşamasına neden olmuştur. Bu gelişmeler sonucunda yatırımcıların fonlardan paralarını çekmesiyle sorun finansal piyasalara sıçramış ve bununla birlikte konut fiyatları düşmüştür. Fonlardan çekilen paralarla birlikte likidite sıkıntısı baş göstermiş ve ABD'de konut kredilerinin GSMH içindeki payının yüzde 54'lerde bulunmasından dolayı kredilerde yaşanan bu kriz ekonomiyi doğrudan etkilemiştir. Ev fiyatları son yılların en düşük seviyesine gerilerken birçok sektör olumsuz yönde etkilenmiş ve yüz binlerce insan işsiz kalmaya başlamıştır. Mortgage kredisini ödeyemeyen kredi kullanıcısı aldığı evi bankaya bırakmak zorunda kalmıştır. Fakat ev fiyatlarındaki aşırı düşüşten dolayı evlerin satılması bile borcun kapanmasına olanak vermemiştir. Bu da finansal krizin tetikleyicisi olmuştur. Amerikan piyasalarında yaşanan bu kriz daha sonra Avrupa, Asya ve diğer ülkeleri etkisi altına almıştır ( Peşken, 04/10/2008).

Mortgage Krizinin Gelişimi ABD başkanı George W. Bush’un 2004 yılında yeniden başkan seçilmesi ile birlikte, subprime grubuna dahil kişilerin

konut edinebilmesi için vergi avantajları gibi birtakım kolaylıklar getirilmiştir. Subprime grubuna açılan kredilere çoğunlukla ilk 2 yılı sabit faiz ödemeli, geri kalan yıllarda ise piyasa faiz oranlarına endeksli değişken faiz uygulanmıştır. 2004 yılından 2006 yılına kadar geçen dönemde ABD faiz oranlarının %1,5’lardan %5’e doğru hareketlenmesi, kredi kullanan subprime grubunu etkilememiştir. Ancak, 2006 yılının sonlarıyla birlikte, alınan kredilerin yapısı sabitten değişkene dönünce ve kişilerin gelirleri de aynı dönem içerisinde artmayınca, kredi geri ödemelerinde zorluklar çıkmıştır. Tüm bunlara ilave olarak, 2000-2004 yılları arasındaki dönemde faizlerin düşmesi nedeniyle konuta yönelik talep artmış, konut fiyatları da değer kazanmıştır (Hepşen, 11/092008).

2006 yılının ikinci yarısında ABD’nin özellikle konut sektöründe durgunluğun baş göstermesi, Konut değerlerinin düşmeye başlaması ve bunlara dayalı yapılandırılan menkul kıymetlerin değerlerinin gerilemesi, özellikle ABD’deki konut kredilerinde batıkların artması uluslararası düzeyde borç krizi kaynaklı bir likidite sıkışıklığı yaratmıştır. ABD Konut Kredileri Piyasasında gözlenen bozulmadan kaynaklanan sert hareketler yaşanmıştır. Dünyanın değişik ülkelerindeki belli başlı borsalar da bazı günler büyük değer kayıpları yaşanmış ve aynı şekilde dünyanın farklı ülkelerinden gelen batan fon haberleri de piyasalardaki tedirginliği artırmıştır. Global para ve sermaye piyasalarına fon sağlayıcısı durumundaki gelişmiş

Page 52: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

48

ülkelerde ortaya çıkan bu tedirginlik, yatırımcıları ABD Hazine tahvilleri ve altın gibi güvenli yatırım araçlarına yöneltirken, Dünya ekonomisinde bir durgunluk ya da büyümenin beklenenin altında olacağı beklentisini güçlendirmiştir. Bu süreçte gelişmekte olan ülkelerin algılanan riski de artmıştır ( Çerç, 11/09/2007).

Mortgage kriziyle birlikte piyasa oyuncuları FED’in faiz indirimine gideceği beklentisine girmişlerdir. Ancak süregelen ikiz açıklar ve açıklanan ekonomik verilerde ortaya çıkan çelişkili sonuçlar FED’in bu konuda belirsiz açıklamalarda bulunmasına yol açmıştır.

ABD Ağustos ayı tarım dışı istihdam verilerindeki gerileme finansal piyasalarda son dönemlerde yaşanan çalkantının kısa vadeli olmadığını, çalkantıdan reel sektörün de etkilenebileceği seklinde yorumlanarak, FED’in faiz indirim kararında etkili olacağı ve 50 baz puanlık faiz indirimine gidebileceği beklentisi yaratmıştır.

Aşağıdaki tablo 1998-2008 döneminde FED tarafından uygulan faiz oranlarını göstermektedir. 1998 0cak ayında %5.5 düzeylerinde olan faiz oranları aynı yılın Aralık ayında %4.75’e gerilemiştir. 1999 yılında aynı aralıkta dalgalanma göstermiş 2000 yılının son döneminde % 6.5 çıkmıştır. 2002-2004 döneminde faiz oranları %1-2 aralığında dalgalanmıştır. 2007 yılında faiz oranları %5.25’lere yükselmiş aynı yıl aralık ayında faiz oranları %4.5 olarak gerçekleşmiştir. 2008 yılının ocak ayında %4.25 olan faiz oranı Şubat ayından itibaren gerilemeye başlamış ve Kasım ayında %1’e düşmüştür. Yukarıda da açıklandığı gibi 2004 -2006 yılları arasında faiz oranlarında yaşanan dalgalanama kredi kullanan subprime grubunu etkilememiş ancak kredi yapısının 2006 yılından itibaren sabitten değişkene dönmesi sonucu geliri artmayan subprime grubunu borçlarını ödeyememesine Mortgege krizi olarak bilinen ABD de başlayan ve kısa sürede Dünyayı etkisi altına alan finansal bir kriz yaşanmasına neden olmuştur.

Tablo 1. FED Aylık Bazda Faiz Oranlarının Gelişimi

Aylar 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Ocak 5.50 4.75 5.50 6.50 1.75 1.25 1.00 2.25 4.25 5.25 4.25 0.25 0.25 Şubat 5.50 4.75 5.50 5.50 1.75 1.26 1.00 2.25 4.50 5.25 3.00 0.25 0.25 Mart 5.50 4.75 5.75 5.50 1.75 1.25 1.00 2.50 4.50 5.25 3.00 0.25 0.25 Nisan 5.50 4.75 6.00 5.00 1.75 1.25 1.00 2.75 4.75 5.25 2.25 0.25 0.25 Mayıs 5.50 4.75 6.00 4.50 1.75 1.25 1.00 2.75 4.75 5.25 2.00 0.25 0.25 Haziran 5.50 4.75 6.00 4.00 1.75 1.25 1.00 3.00 5.00 5.25 2.00 0.25 0.25 Temmuz 5.50 5.00 6.50 3.75 1.75 1.00 1.25 3.25 5.25 5.25 2.00 0.25 0.25 Ağustos 5.50 5.00 6.50 3.75 1.75 1.00 1.25 3.25 5.25 5.25 2.00 0.25 0.25 Eylül 5.50 5.25 6.50 3.50 1.75 1.00 1.50 3.50 5.25 5.25 2.00 0.25 0.25 Ekim 5.25 5.25 6.50 3.00 1.75 1.00 1.75 3.75 5.25 4.75 2.00 0.25 0.25 Kasım 5.00 5.25 6.50 2.50 1.75 1.00 1.75 4.00 5.25 4.50 1.00 0.25 0.25 Aralık 4.75 5.50 6.50 2.00 1.25 1.00 2.00 4.00 5.25 4.50 1.00 0.25 0.25

Kaynak: http://www.moneycafe.com/library/fedfunds.htm#chart

FED, dalgalanma başlamadan önce fiyat istikrarını sağlamaya çalışırken durgunluğa girme olasılığının artması üzerine finansal istikrara odaklanmaya başlamıştır. Böylece 2001-2008 yılları arasında FED’in izlediği temel politika 3 defa değişime uğramıştır. 2001 yılında yaşanan ve etkisi 2003 yılına kadar devam eden resesyon sürecinde; FED, gösterge faizini %6,50’den %1,75’e kadar düşürmüş ve ekonomi yeniden canlanma eğilimine girmiştir. 2003 yılına kadar faiz indirimleriyle ekonomiyi canlandıran FED, bu sefer enflasyon riskine karşı önlem almaya başlamış ve 2004’ün ortalarından Haziran 2006 döneminde kadar faiz oranlarını 17 defa artırarak %5,25 düzeyine çıkarmıştır. 2007’de başlayan dalgalanma sürecinde ise 3. defa politika değişikliğine giden FED gösterge ve iskonto faiz oranlarını yeniden düşürmeye başlamış ve çeşitli kanallarla piyasaya likidite desteğinde bulunmuştur ( Demir vd,2008;s.72).

Mortgage Krizinin Nedenleri Mortgage krizin temel sorumlusu olarak ABD Merkez Bankası (FED)’nın geçmiş politikaları gösterilmektedir. Eski FED

başkanı Alan Greenspan’in izlediği para politikası krizi başlatan ve derinleştiren faktör olarak zikredilmektedir. Bu politika, ekonominin farklı dönemlerinde farklı politikalar izlemeyi desteklemektedir. Bu anlayışa göre, FED büyümekte olan ekonomiye hiç müdahale etmezken, kriz döneminde, faizleri düşürerek ekonomiyi canlandırma görevini üstlenmektedir. Düşük faizler, kredi yeter koşullarının neredeyse tümüyle kalkması ve yüksek riskli kredilerin toplama oranının artması emlak fiyatlarında bir balon oluşmasına yol açmıştır. Sonunda, bu balonun sönmesi ise krizi derinleşmiştir. Emlak fiyatlarında yaratılan balonun en önemli nedeni 2001 yılından itibaren neredeyse %1’lere çekilen faiz oranları ve piyasada bulunan atıl fonların artışı karşısında bazı finansal kurumların güvenilirliği düşük kimselere yüksek riskli krediler vermesi

Page 53: 2. SAYI için tıklayınız

Yeşim KUBAR – M. Göktuğ KAYA – A. Esra PEKER

49

olmuştur. Bu krediler, dar gelirli grupların piyasaya dahil olmasına veya insanların imkanlarının üzerinde konutlara yatırım yapmalarına yol açmıştır. Bunun sonucu olarak da emlak talebi ve dolayısı ile emlak fiyatları hızla yükselmiştir.

Yakın bir zamana kadar ABD’de piyasa faiz oranı oldukça düşük bir seviyede seyrettiği için “yüksek riskli kredilerden faydalanan” alt gelir grubundaki kişiler değişken faizli kredileri kullanmayı tercih etmişler ancak krizin ortaya çıkmasından iki yıl evvel FED’in faiz oranlarını aşamalı olarak artırması geri ödemeleri zorlaştırmış ve emlak piyasasına talebin azalmasına neden olmuştur. Konut talebinin ve fiyatlarının düşmesi daha önce ipotek altına alınan evlerin kredi kuruluşları tarafından düşük fiyata elden çıkarılmasına sebep olmuş ve kreditörlerin zararı artmıştır ( TÜSİAD,18/10/2008).

Çin yetkililerinin 2006 yılında dile getirmeye başladıkları FX rezervlerini daha etkin bir biçimde yönetmek amacıyla FX varlıklarının çeşitlendirilmesi planları ilk günden itibaren piyasalarda tedirginliğe sebep olmuştur. Çin’in en büyük dolar tahvil ve diğer yatırım araçları alıcılarından olması ve portföy çeşitlendirmek amacıyla söz konusu varlıkları azaltması sırasında piyasalarda dolar bazlı yatırım araçlarının değer kaybına uğramasına sebep olacağı beklentisine yol açmıştır( Torgal,11/09/2007).

BDDK, ABD mortgage krizinin nedenleri arasında "mortgage kredilerinin yapısının bozulması, faiz yapısının uyumsuzlaşması, konut fiyatlarındaki balon artışlar" bulunduğunu bildirmektedir. BDDK'ya göre, menkul kıymetlerin fonlanmasında yaşanan sıkışıklık, kredi türev piyasalarının genişlemesi, kredi derecelendirme sürecindeki sorunlar da krizin diğer nedenleri arasında yer almaktadır. Mortgage piyasasında süreç incelendiğinde, ipoteğe dayalı kredi sözleşmelerinin hazırlanması aşamasında yaşanan sorunlar, sistemin işleyişinde aksaklıklara neden olurken, ABD mortgage piyasasında özellikle subprime ve değişken faiz oranlı mortgage kredilerinin nakit akışlarının bozulması, bu piyasayla ilişkili menkul kıymet piyasalarını da etkilemiştir.

Mortgage piyasasının temelini oluşturan mortgage kredilerini ihraç eden kuruluşlar açısından ortaya çıkan temel sorun, bu kurumlarca düşük kredi standartlarının belirlenmesi olmuştur. Menkul kıymet ihraç edenler açısından konuya bakıldığında da kredi piyasasında bir daralma yaşanmaması amacıyla gerekli denetim ve düzenlemelerin yapılmaması ve piyasanın kendiliğinden dengeye gelmesi yönündeki beklenti mortgage krizine yol açtmıştır. Mortgage ipoteklerine dayalı menkul kıymetleştirme sürecinin işleyişine bakıldığında ise denetim eksikliği nedeniyle konut kredilerinin kullanım amacı konut edinme yerine, konut spekülatörlüğüne dönüşmüş ve sistem aksamaya başlamıştır. Kredi derecelendirme kuruluşları açısından ise menkul kıymetleştirme havuzunu oluşturan ürünler yerine, bu ürünleri ihraç eden kurumların derecelendirilmesi risklerin saklı kalmasına, ihraç edilen menkul kıymetin gerçek risklilik düzeyinin ortaya konulmamasına yol açmıştır. ABD finans piyasalarında son yıllarda kredilerin esnek şartlarda verilmesi, mortgage krizini tetikleyen unsurlardan biri olmuştur ( BDDK,28/10/2008;101). Yaşanan kriz her ne kadar başlangıcında bir mortgage krizi olarak ortaya çıkmış olsa da takip eden süreçte bir likidite krizine dönüşmüştür.

Mortgage Krizinin Gelişimi ve Yayılması IMF Başkanı 17 Eylül’de yaptığı açıklamasında, kriz nedeniyle 2008 yılı Global büyüme rakamının %4 civarında

kalacağını, 2009 yılına ilişkin daha olumlu beklentilerin ise, son gelişmeler ışığında riske girdiğine işaret etmektedir. Küresel daralma, birçok ülkede büyümenin düşmesi ve işsizliğin artmasına neden olacak ve gelişmekte olan ülkelere yönelmiş finansal akımlardaki daralmanın artarak devam edeceğini vurgulamıştır. Başkan açıklamasında bu daralmanın tek olumlu etkisinin, düşen talep nedeniyle, petrol ve hammadde fiyatlarının azalması olabileceğini vurgulamıştır. Ayrıca, hem büyümedeki yavaşlama, hem de hammadde fiyatlarındaki düşüşün, birçok ülkede enflasyon baskısının kontrol altına alınmasına imkan vereceğini belirtmiştir ( TÜSİAD, 18/10/2008).

2008 Temmuz ayında Amerika’da emlak piyasası tamamen durmuş ve fiyatlama yapmak imkânsızlaşmıştır. Amerikan hükümeti hisse değerleri hızla düşen iki mortgage devi, Fannie Mae ve Freddie Mac’a el koymuştur. Amerikan hükümeti, bankalarına sermaye koymalarını ve ortaklık yapılarını değiştirmelerini tavsiye etmiş ancak zararların boyutunu bilemeyen büyük yatırımcılar Amerikan bankalarını almak istememişlerdir. Bankaların birbirlerine olan kredi limitleri azalmaya başlamış, işlem yapma istekleri kaybolmuştur. Eylül ayında banka hisselerinde yaşanan büyük panik ve satışlardan sonra Amerikan hükümeti ve Hazine bakanı Paulson tarihi bir karara imza attarak Amerika’nın 5. büyük bankası ve 158 yıllık tarihinde hiç bir çeyrekte zarar etmemiş Lehman Brothers’ın iflas etmesine izin vermişlerdir. Sigorta devi AIG’nin kurtarılması için AIG’ye 80 milyar dolarlık borç verilmiş ama Lehman yüzdürülmemiştir. Bankacılık bunu sistemik bir risk olarak görmüştür. Bankalar birbirlerine olan kredi limitlerini sıfırlamış ve Sistemde para dolaşımı kalmamıştır. Mortgage krizi kredi krizine dönüşmüştür. Kredi krizi Dünya genelinde bankacılık sisteminin durması ve bankaların vadeli piyasalardan çekilmelerine yol açmıştır. Fed başta olmak üzere Avrupa ve Asya Merkez bankaları piyasalara çok büyük likidite vermelerine rağmen sistem açılmamıştır. Başta Amerika olmak üzere bütün dünya ciddi bir paniğe kapılmış, piyasalar allak bullak olmuş şirketler, şahıslar, devletler günlük isleyişi sağlayabilecek parayı bulamaz olmuştur (Yaygın, 28/10/2008).

Page 54: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

50

KRİZİN AVRUPA’DAKİ ETKİLERİ VE BOYUTLARI

ABD’de subprime mortgage pazarında geri ödememe oranı arttıkça, bu kağıtlara yatırım yapan hedge fonların ratingleri uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından düşürülmüştür. Dolayısıyla hedge fonlara yatırım yapan bankalar, varlığa dayalı borçlanma Senetlerini portföylerinden çıkartmaya ya da yenilerini almamaya başlamışlardır. Bu gelişme neticesinde kendisini finanse edemeyen fonların bir kısmının faaliyetini durdurmasına ve ABD subprime mortgage pazarındaki sorunun uzun vadeli olacağının anlaşılması ile, iyi ratingleri olan hedge fonların da fonlanma taleplerinin geri çevrilmesine yol açmıştır. Baslangıçta FED’in sorunun genele yayılmayacağını söylemesine rağmen, Ağustos ayında Fransız bankası BNP Paribas’ın 1,6 milyar dolarlık üç fonun işlemini durdurması ile sorunun Avrupa’ya yayıldığı kesinleşmiştir (ESAM,09/07/2007).

Ekonomik ve parasal işlerden sorumlu komisyon üyesi Joaquín Almunia analizlerinde, ilk çeyrekte her şey yolunda giderken ikinci çeyreğin beklenenden kötü olduğunu, üçüncü çeyrekte büyümenin gerçekleşmediğini, dördüncü çeyrek için de aynı durumun beklendiğini ortaya koymaktadır. Almunia, Avrupa’nın belli başlı ekonomilerine bakıldığında da yüksek enflasyonun ve finansal krizin etkilerinin gözlemlendiğini, bazılarının tahmin edilenden daha kötü durumda olduklarını, belirtmektedir. Özellikle ispanya’da inşaat ve konut sektörlerindeki krizin etkisiyle; İngiltere’de ikinci çeyrekte gözlemlenen negatif büyüme oranlarıyla, İtalya’da ise yüksek enflasyon rakamı nedeniyle (%3,7) ortaya çıkan tablolara dikkat çekilmektedir. Hollanda ve Polonya’da ise beklenenin üstünde yer alan büyüme rakamları, Avrupa Birliği içinde farklı ülkelerin farklı politikalara ihtiyaç duyabileceğini gündeme getirmektedir. Geçen yılın aynı dönemine göre (ikinci çeyrek) %100,6 artarak 33,6 milyar Avro olan cari açık da dikkat çekmektedir çünkü, 2008 yılının birinci çeyreğinde de bu rakam 26,5 milyar Avro olarak açıklanmıştır. Özellikle Avro’nun dolar karşısında sürekli değer kazanması sonucu, AB kökenli mallar görece olarak pahalılaşmasına ve ABD kökenli malların ucuzlamasına neden olmaktadır. Buna bağlı olarak ihracat talebi düşerken ithalat talebi artmakta; bu durum birlik içinde üretimin azalmasına ve dış ticaret açığının artmasına, dolayısı ile cari açık artışı ile sonuçlanmaktadır (IKV,28/10/2008).

Mali kargaşa Avrupa’nın mali sistemleri boyunca hızla yayılmıştır. Subprime alakalı tahvillerdeki doğrudan değerlendirme ve gelir kayıpları Avrupa mali kurumlarının sermaye ve karlılığını baltalamıştır. Açık olma ve karşı taraf riski konusundaki belirsizlikler yaygınlaşırken, kredi riski yeniden değerlendirilmiştir. Fakat çeşitli değer sınıfları arasında asimetrik olarak. Risk iştahındaki sarsıntı ticari kağıtlar da ve bankalar arası para piyasalarında benzeri görülmemiş baskılara neden olmuştur. Kargaşanın derinliğine ve genişliğine rağmen, Avrupa’nın mali sistemleri bugüne kadar nispeten ayakta kalmıştır. Önemli sistemik oyuncuların sağlamlığının devam etmesi ve hissedarlarla dış yatırımcıların gerektiğinde taze sermaye getirmesi kısmen buna bağlı olarak ve kısmen “yalın” borç enstrümanları daha az etkilendiğinden, Avrupa’daki gelişmiş ekonomilerde banka kredileri ayakta kalmış ve gelişmekte olan Avrupa’ya taşmalar sınırlı tutulmuştur. Ancak Avrupa’nın mali sistemlerinin sınavı bitmemiştir. Çeşitli tahminler, çoğu mali kurumdaki zarar saptama işlemlerinin halen gerçeklikle örtüşmesi gerektiğine işaret etmektedir. Devam eden mali rahatsızlık diğer borç ve borç ihmal sigortası biçimlerine yayılmakta ve gelişmiş ülkelerdeki ana bankalara olan etkisiyle, gelişmekte olan Avrupa ülkelerine taşabilecektir. Ayrıca, büyük merkez bankalarının agresif tepkilerine rağmen likidite önemli ölçüde zarar görmüş durumdadır. Tüm bunların üzerindeki kaygı, reel ekonomide açığa çıkan krizin çan sesleridir. Analitik çalışmalar büyüme üzerindeki etkilerin – artan mali giderlerden ve kredi sağlama kısıtlamalarından, aynı zamanda öz kaynak ve konut fiyatlarındaki düzeltmelerin kümülatif etkilerinden – önemli olacağına işaret etmektedir. Daha ciddi bir kredi çıkmazı belirgin bir ihtimal olmayı sürdürmektedir ve yavaşlamayı artırabilecektir (Bölgesel Ekonomik Bakış,20/10/2008).

2006 yılsonu bilançosunda HSBC’nin ilk mortgage kaynaklı zararı göstermesinden sonra, 2007 ortasında, bazı Amerikan yatırım bankaları ve kimi küçük Avrupa bankaları mortgage piyasalarında zarar ettiklerini açıklamışlardır. Merrill Lynch gibi önemli bir yatırım bankası bu işlerden sorumlu en üst düzey yöneticilerini görevden almış ve yerlerine üst düzey mali kontrolcüler atamıştır. 2007 Temmuz ayında küçük ölçekli bir Alman bankası olan IKB Amerikan mortgage piyasalarında çok ciddi zararlar ettiğini açıklayarak Alman hükümetinden yardım talep etmiştir. Bu gelişmeler piyasalara uyarı niteliğinde olmasına rağmen tüm dünyada hisse senetleri fiyatları büyük bir aymazlıkla artmaya devam etmektedir. 2007’nin sonuna doğru tüm Dünya borsaları tarihi zirvelerine ulaşmıştır. Oysa kriz çoktan başlamış ve hızla ilerlemeye devam etmektedir.

2008 yılı başında yurtdışı piyasalarda bankalar arası faizlerin yükselmesiyle birlikte ilk banka iflası gerçekleşmiştir. İngiltere’de mortgage piyasasında aktif, orta ölçekli Northern Rock İngiliz hükümetini şaşırtarak batmıştır. Hisse senetleri piyasalarının, mortgage pozisyonları olan bankaların batabileceği söylentileriyle çalkalanmasıyla Mart ayında Amerika'nın en büyük 7. bankası Bear Stearns batmış ve JP Morgan’a yapıştırılmıştır. 1923 yılından beri çalışan büyük bir Amerikan bankasının batması tüm ekonomik sistemi rahatsız etmiştir. Piyasaların paniğe kapılması üzerine Amerikan Merkez Bankası faizlerini hızla indirmeye başlamıştır. Durgunluk beklentileri, yüksek giden petrol fiyatları ve uzun süre yüksek kalan faizler Dünya ekonomilerinin durgunluğa gireceğini göstermektedir. Büyüme, işsizlik ve tüketim harcamaları verileri Amerika ve Avrupa için kötüleşmeye başlamıştır.

Japonya başta olmak üzere Asya'daki ülkelerin Amerikan mortgage ürünlerine, biraz da karmaşık olmaları sebebiyle, ilgi göstermemiş olmaları Asya’yı ilk etapta bankacılık krizinden korumuştur. Avrupa ise tümüyle krizin içindedir.

Page 55: 2. SAYI için tıklayınız

Yeşim KUBAR – M. Göktuğ KAYA – A. Esra PEKER

51

Ciddi borçları bulunan İzlanda’da bankacılık sistemi çökmüş, ülkedeki 3 banka da batmıştır. İzlanda hükümeti IMF’i çağırmak zorunda kalmıştır (Yaygın, 28/10/2008).

Krizin Türkiye’ye Etkileri ve Boyutu Türkiye’deki bankacılık sisteminin mevcut yapısal özelliği ve piyasadaki aktörlerin kriz sırasındaki davranış biçimleri

Türkiye’nin bu krizi göreli az hasarla atlatmasına neden olmuştur. Buna göre özellikle 2001 krizinden sonra atılan adımlar Türkiye’deki bankacılık sistemini sağlamlaştırmış ve bir istikrara kavuşturmuştur. Gerçekten de BDDK’nın sıkı bir şekilde bankaları gözetimi, bankaların sermaye yeterliliklerinde bir eksiklik olmaması, döviz varlıklarıyla döviz yükümlülükleri arasında bir denge olması ve ABD’dekinin aksine Türkiye’de konut ipoteğine dayalı tahvil/bono ihracının yapılmaması olumlu birer yapısal özellik olarak karşımıza çıkmıştır.

BDDK rakamlarına göre krizi takip eden 2 haftalık periyot yukarıdaki görüşleri doğrulamaktadır. Buna göre, krizin hissedilmediği 3 Ekim günü toplam YTL krediler 274 milyar YTL iken krizin ortasında, 17 Ekim’de, (sadece) 270 milyar YTL’ye gerilemiştir. 3 Ekim’de döviz kredileri toplamı 75 milyar $ iken 17 Ekim’de (sadece) 71 milyar $’a gerilemiştir. Toplam YTL mevduatı ise 3 Ekim’de 285 milyar YTL iken 17 Ekim’de 289 YTL’ye yükselmiştir. Bu tabloya göre atılması gereken somut adımlarsa şöyle sıralanmaktadır: Bankalardaki mevduat güvencesi arttırılmalı, Bankalara özellikle Merkez Bankası aracılığıyla (örneğin faiz oranlarını düşürerek) likidite sağlanmalı, Ödeme güçlüğü çeken birey ve şirketlerin borçları yeniden yapılandırılmalıdır. (Küresel Kriz ve Yansımaları,25/10/2008).

Yüksek seviyelerdeki dış ticaret açığı sonucu krizle birlikte ekonomik türbülans riski artmıştır. Ülkemizde inşaat sektörünün payının %60 olması krizin, ekonomimiz ve inşaat sektörümüz açısından çok yüksek riskle karşı karşıya kalabileceğine işaret etmektedir. Konut üretiminin tüm sektörlerden girdi kullanması nedeniyle ve bugüne kadar verilen konut kredilerin geri dönmemesiyle ortaya çıkacak en ufak bir kriz sonucu yüzlerce faaliyet alanını doğrudan etkilenebilecektir. Konut kredilerinin herhangi bir kriz anında geri dönme olasılığı en düşük kredi olmaları nedeniyle bankacılık sektörü ciddi bir tehdit altında kalabilecektir. Krizin konut sektöründe yaşanması bu sektörün inşaat sektörü gibi emek yoğun bir sektörle bağlantılı olması bu sektörün yaklaşık olarak 200 faaliyet alanıyla bağlantılı olarak çalışması başta işsizlik olmak üzere ekonomide ciddi sorunlara neden olabilecektir (SEDEFED,6/11/2008).

Ekonomide ortaya çıkan büyüme sektör el bazda incelendiğinde son üç yılda inşaat sektörünün ortalama büyümenin üstünde performans sergilediğini görüyoruz. 2005 yılında yıllık büyüme yüzde 6.7, inşaat sektörü büyümesi yüzde 20, 2006 yılında yıllık büyüme yüzde 5.2 inşaat sektörü yüzde 20.5, 2007 yılında ise genel büyüme yüzde 4.5 inşaat sektörü ise yüzde 5 oranında büyüme göstermiştir. Son üç yılın tersine 2008'de inşaat sektörünün çok küçük oranda hatta negatif büyüme göstermesi sürpriz olmayacaktır. Bu da ekonomideki yavaşlamayı hızlandıracak ve konut talebini daha da düşürecektir. Konut fiyatları ise bölge ve proje bazında hareket edecektir. Yukarıda yaptığımız tespitler ışığında Türkiye'de gayrimenkul sektörü bir süre daha, muhtemelen 2009 yılı ortalarına kadar, bir miktar daha küçülmeye devam edecektir. Sektörün tekrar canlanması, ekonominin tekrar güçlü büyüme trendini yakalaması ile mümkün olacaktır ( Kuzu,17/04/2008).

Mortgage krizinin Türkiye’ye muhtemel etkileri şu şekilde olabilir:

Türkiye’de de emlak fiyat şişmesi yaşanmaktadır. Türkiye’de de emlak piyasalarında krizler yaşanabilir.

Kredi kartı kullanımlarının halkın ödeme imkanlarını aşan düzeylere eriştiği öne sürülebilir. Kredi kartı borçlarının ödenmesinde bir kriz yaşanacak olursa bu kriz Türkiye ekonomisini daha kapsamlı bir krize sokabilir.

Yurt dışında yaşanan ve yaşanacak olan mali krizler Türkiye’yi farklı bir nedenden etkileyebilir.

Kriz yaşayan sıcak para, güvenli ortamlara kayma eğilimi gösterir. Bu nedenle Türkiye’ye sıcak para girişleri azalabilir; mevcut kaçma eğilimine girebilir. Böyle bir azalma veya kaçış kontrol altında yürütülürse, Türkiye’ye yararlı da olabilir (Ertuna,2008;30).

Türkiye’de, bahsi geçen ülkelerdeki gibi gelişmiş bir mortgage piyasası yok. Mortgage olarak adlandırılan konut finansmanı sistemi birçok ülkede uzun yıllardır uygulanmasına rağmen, Türkiye’de konuyla ilgili yasa Şubat 2007’de meclisten geçmiştir. ABD’de mortgage krizinin başladığı subprime mortgage piyasaları Türkiye’de mevcut olmadığından, ülkemizdeki gayrimenkul piyasasına da yayılan bir etkiden söz edemeyiz. Ancak ABD’de başlayan bu krizin, genel anlamda Türkiye piyasalarına etkisinin olmadığını söylemek yanlış olacaktır. Bu krizle birlikte finansal piyasalarda başlayan tedirginliğin en çok hissedildiği ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. Yurtdışı borsalarında yaşanan kayıplar İMKB’ye de sert düşüşler yaşatmıştır. Yabancı yatırımcıların artan dolar talebiyle birlikte, Türk Lirası’nda diğer gelişmekte olan ülke para birimlerinde olduğu gibi büyük kayıplar yaşanmıştır. Carry trade pozisyonlarını kapatan yatırımcıların gelişmekte olan ülkeleri terk etmeye başlaması, yüksek cari açık sorunu bulunan Türkiye için tehlikenin artmasına neden olmuştur. Ancak bununla birlikte, gayrimenkul piyasası açısından Türkiye için olumlu gelişmeler yaşanması beklenmektedir. (Urhan,15/11/2008;21).

Küresel finans krizinin, gelişmiş ülke ekonomilerinde yol açtığı yavaşlama eğiliminin, Türkiye'nin bu ülkelere yaptığı ihracatı daraltıcı etkisi Ağustos ayından itibaren ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin Ağustos ayında Almanya, İngiltere, İtalya,

Page 56: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

52

İspanya gibi başlıca AB ülkelerine yaptığı ihracatta geçen yıla göre önemli düşüşler yaşanmıştır (Kriz Türkiye’yi Nasıl Etkiliyecek,30/09/2008).

MORTGAGE KRİZİ İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER

ABD mortgage krizi sonrasında finansal sistemde alınması gereken önlenmeler arasında;

Mal varlığına ilişkin kredi riski bilgisinin iletilmesinde yaşanan sorunların asılması,

Finansal kurumlar ve yatırımcılar tarafından risk yönetiminin yapılması,

Kredi derecelendirme kuruluşlarının gözden geçirilmesi, rating metodolojisi, ratinglerin kullanımı ve denetleme yapısının gözden geçirilmesi,

Birincil ve ikincil piyasa araçları arasındaki muhasebenin konsolidasyonun sağlanması,

Menkul kıymetleştirilmiş ürünlerin değerlemesi ve muhasebesiyle ilgili sorunların uluslararası ortamlarda tartışılması,

Menkul kıymetleştirilmiş ürünlerin ipotekli varlıklara dönüşünün izlenebilirliğinin sağlanması,

Menkul kıymetleştirme işlemlerinin yeterli verilerle desteklenen istatistiksel yöntemlerle yapılması,

Denetleyici otoritelerin piyasaları ve finansal kurumları izleme yöntemlerini geliştirmesi,

Denetleyici otoriteler arasındaki uluslararası işbirliğinin sağlamlaştırılması, yer almaktadır. Ayrıca, CDO ve SPV’lerin finansal sistem içinde yarattığı belirsizliklerin aşılabilmesi için mutlak suretle uluslararası düzeyde vaka analizlerinin yapılarak, her ülkenin mortgage kriziyle ilgili risk profillerinin oluşturulması gerekmektedir (BDDK,2008;101).

G7 liderlerinin, mali kriz riskini azaltarak, gelecek krizleri daha kolay ve etkin bir şekilde önleyebilmeye imkân veren ve altı ana noktada toplanan tavsiyeleri şunlardan oluşmaktadır:

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi uluslararası mali kurumlarda reform yapılması, bu kurumların güçlendirilmesi,

Ekonomideki saydamlığı genişletmek,

Sanayileşmiş ülkelerdeki mali düzenlemeleri güçlendirmek,

Gelişmekte olan piyasalarda, makro ekonomik politikaları ve mali sistemi güçlendirmek

Kriz önleme ve yönetim yapısını geliştirmek,

Yoksulları koruyucu sosyal politikalar oluşturmak,

Kararlarla ilgili açıklamada ayrıca bazı bankaların, IMF gibi kuruluşlara sırtını dayayarak, riskli ülkelere kredi verdiği belirtilerek, bunun ahlaken zarar verici olduğu ve piyasa disiplininin, bu kredi veren kuruluşların aldıkları riske katlanmalarıyla sağlanabileceği ifade edilmiştir (Radikal,20/06/1999).

SONUÇ

2007 yılının son çeyreğinde ABD’nin ipotekli konut sektöründe ortaya çıkan ve ABD’nin en büyük yatırım şirketlerinden birisi olan Lehman Brothers’ın 600 milyar dolar borç ile 15 Eylül 2008 tarihinde iflasını isteyerek batmasıyla daha da büyümüş mortgage piyasalarında başlayan dalgalanma, öncelikle kredi krizine akabinde likidite krizine dönüşmüş ve global finansal sistemi etkisi altına almıştır. Likidite krizine dönüşüm ise piyasalarda ani panik alım satımlarına neden olmuş ve basta emtia piyasaları olmak üzere diğer piyasaları olumsuz etkilemiştir. Krizde, borçlulardan, menkul kıymet ihraç edenlere, kredi derecelendirme ve yatırımcılara kadar tüm mortgage piyasası taraflarının sorumlu olduğu görülmektedir.

Türkiye’de mortgage krizinin etkileri 2009 yılının ilk çeyreğinde büyük boyutlara ulaşmış büyüme oranları negatife dönmüş, istihdam ve ihracat azalmış, işsizlik artmıştır. Türkiye ekonomisi açısından önemli bir sektör olan imalat sanayinde kapasite kullanım oranları düşmüş ve işsizlik artış göstermiştir.

Page 57: 2. SAYI için tıklayınız

Yeşim KUBAR – M. Göktuğ KAYA – A. Esra PEKER

53

2009 yılının ortalarından itibaren tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de iyileşme sürecine girilmiş bu iyileşmede uygulanan kurtarma paketleri etkin rol oynamıştır. Türkiye’de de bu doğrultuda küresel krizin etkilerini hafifletmek amacıyla gerek hükümet gerekse Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tarafından bir dizi önlem alınmıştır.

Kriz sonrasında düzenleyici denetleyici faaliyetler kapsamında, yeni yasaların çıkarılması, piyasaların kötüye kullanımı faaliyetlerinin kararlılıkla soruşturulması, finansal hizmet sunucularının lisanslanması, müşterilerin ve yatırımcıların korunması için şikâyetlerin ve ihbarların değerlendirilmesi için oluşturulan yapısal politikaların hayata geçirilmesi sürecinde karşılaşılan zorlukların üstesinden gelinmesi kriz ortamından çıkışı hızlandıracağı gibi piyasalara ve yatırımcılara yeni bir nefes aldırarak hareket kazandıracaktır.

KAYNAKÇA

ABD Finans Sisteminde Yaşanan Kriz Üzerine Notlar, TÜSİAD, ABD Temsilciliği, 18 Eylül 2008, http://www.bulentsenver.com/Kultur/pdf/ABD%20FINANS%20SISTEMINDE%20%20KRIZ_200809.pdf

ABD Finans Sisteminde Yaşanan Kriz Üzerine Notlar, TÜSİAD, ABD Temsilciliği, 18 Eylül 2008, http://www.bulentsenver.com/Kultur/pdf/ABD%20FINANS%20SISTEMINDE%20%20KRI

ABD Mortgage Krizi, BBDK çalışma Tebliği, s.101 AkmanVedat, Modern Dünyadaki En Büyük Ekonomik Kriz “Asya Krizi Sonrası ve Muhtemel Etkileri” Rota

Yayınları, Eylül 1999, s.24 Aslan İbrahim, Globalleşme Sürecindeki Finansal Krizlerin Ülke Ekonomisinde Yarattığı Etkiler, Mevzuat Dergisi,

Yıl:8, sayı:106, Ekim 2006. BDDK'dan, ABD Mortgage krizi analizi,

http://www.tkbb.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=1853&Itemid=846 Bölgesel Ekonomik Bakış: Avrupa Risklerin Yeniden Değerlendirilmesi, Nisan 2008, İdari Özet,

http://www.imf.org/external/pubs/ft/reo/2008/eur/tur/ereo0408ext.pdf,(20/10/2008) Cutler David M., Felicia Knaul, Rafael Lozano, Oscar Méndez, Beatriz Zurita,Fınancial Crısıs, Healty Outcomes Aand

Agıng:Mexico in The 1980s and 1990,s.6-9, http://www.nber.org/papers/w7746.v5.pdf Çerç Ayşegül, Mortgage Krizi: Nasıl Ortaya Çıktı ve Türkiye’ye Etkileri Neler Olabilir?,

http://www.tkb.com.tr/data/file/raporlar/ESA/EG/EG-09-02-07_Ekonomik_Gelismeler.pdf, (11.09.2007) Demir, Faruk vd, ABD Mortgage Krizi, BBDK Çalışma Tebliği, Sayı3, Ağustos 2008, s.72 Doğru Bülent, Tutsat Tutsağı Olmamak İçin, http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=28893, (19/11/2007) Duman Koray, Finansal Krizlere Karşı Politika Tercihleri, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı:8, 2004,s. 39-40

http://uvt.ulakbim.gov.tr/uvt/index.php?cwid=3&vtadi=TSOS&ts=1226310643&keyword=krizler&s_f=1&detailed=&page=4

Eren Aslan ve Bora Süslü, Finansal Kriz Teorileri Işığında Türkiye de Yaşanan Krizlerin Genel Bir Değerlendirmesi, Yeni Türkiye, Sayı:41, Yıl:7, Eylül-Ekim 2001, s.662-674

Ertuna Özer, 2008 Yılında Türkiye ve Dünya Ekonomisi, Muhasebe Finansman Dergisi, sayı:39, 2008,s.30, http://uvt.ulakbim.gov.tr/uvt/index.php?keyword=krizler&s_f=1&the_page=&the_ts=&vtadi=TSOS&cwid=3

G7 zirvesinde IMF'ye sırt dayarak riskli ülkelere kredi verenlere artık destek olmama kararı alındı,http://www.radikal.com.tr/1999/06/20/ekonomi/03art.html (20/06/1999)

Hepşen Ali,Gayri Menkul Piyasaları ile Finansal Krizler Arasındaki İlişkinin İrdelenmesi, ABD Mortgage Krizi, http://www.alomaliye.com/2008/ali_hepsen_gmenkul_piy.htm

Kaminsky Graciela L. and Carmen M. Reinhart, Asya ve Latin Amerika da Yaşanan Finansal Krizler: Geçmişi ve Bügünü, Çev.Güven Delice, C.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:2, Sayı1, Yıl:2001,s.351

Kepenek Yakup ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2000,s.216. Koyuncu Murat, Fikret Şenses, Kısa Dönem Krizlerin Sosyoekonomik Etkileri:Türkiye, Endonezya ve Arjantin

Deneyimleri, http://www.erc.metu.edu.tr/menu/series04/0413.pdf,(20/09/2008) Kriz Türkiye'yi nasıl etkileyecek, http://www.haber3.com/news_detail.php?id=412318&interstitial=true, (30/09/2008) Kuzu Salih, Mortgage Krizinin Türkiye'ye Etkileri,

http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=27548&month=9&year=2008&month=8&year=2008, (17 Nisan 2008)

Küresel Kriz ve Türkiye’ye Yansımaları, http://www.finzoom.com.tr/Info/art/Advices/Kuresel-Kriz-ve Turk~d382db8c7c224e359f7a566da8636489/ ( 25/10/2008)

Mali Kriz ve Etkileri Üzerine Bir Değerlendirme, İKV, http://www.ikv.org.tr/images/upload/file/MaliKriz-IKVAnalizSon.pdf,(28/10/2008)

Mishkin Frederich S., Financal Policies and the prevention of Finansal Crisis in Emerging Market Countries, http://www.nber.org/papers/w8087.pdf

Mortgage Krizi ve Türk Ekonomisine Etkileri, http://www.sedefed.org/default.aspx?pid=57574&nid=49682(6/11/2008)

Page 58: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

54

Münir Metin, Subprime krizi nedir, nasıl çıktı, nasıl sona erecek?,(22/09/2007) http://www.milliyet.com.tr/2007/08/22/yazar/munir.html

Peşken Galip, Mortgage Krizi Nedir Türkiye’ye Olası Etkileri, http://www.gunebakis.com.tr/makale.php?id=950&archive_list=1&t=Mortgage_Krizi_Nedir_ve_T%C3%BCrkiye%E2%80%99deki_Olas%C4%B1...(4/10/2008)

Torgal,Meriç, Mortgage Krizi: EUR/USD Paritesinin Gelisimini Nasıl Etkiler? http://www.tkb.com.tr/data/file/raporlar/ESA/EG/EG-09-02-07_Ekonomik_Gelismeler.pdf, (11.09.2007)

Uluslararası Piyasalardaki Mortgage Krizine Dayalı Gelişmeler ve Muhtemel Etkileri, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Müdürlüğü (ESAM), http://www.tkb.com.tr/data/file/raporlar/ESA/EG/EG-09-02-07_Ekonomik_Gelismeler.pdf

Urhan Nihal, Piyasaların Mortgage krizi, http://www.infin.com.tr/imagess/rapor/61b45fcd-25f5-4937-b02b-49c75313737d.pdf,s.21,(15/11/2008)

Yaygın Süha, Kriz Üzerine, http://www.bgst.org/keab/sy20081101.asp, (28/10/2008)

Page 59: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

İÇERİDEN ÖĞRENENLERİN TİCARETİ VE ÖZEL DURUM AÇIKLAMALARI

Veli ÖZER*

Prof. Dr. Fehmi KARASİOĞLU**

ÖZET

İçeriden öğrenenlerin ticareti, yatırımcılar arasındaki fırsat eşitliğini ortadan kaldırmakta ve piyasalara duyulan güveni zedelemektedir. İçsel bilgileri de kapsayan özel durum açıklamalarıyla, yatırımcılar arasındaki bilgi asimetrisi kalkacak ve etkin fiyat oluşumu da gerçekleşmiş olacaktır.

Çalışmada, içeriden öğrenenlerin ticareti ve özel durum açıklamaları değinildikten sonra, olay inceleme yaklaşımı çerçevesinde İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda özel durum açıklamasının zamanında yapılmaması nedeniyle oluşan bir içeriden öğrenenlerin ticareti olayı incelenmiştir. Analiz sonuçlarına göre, fiyata etkili bilginin oluştuğu ancak kamuya herhangi bir özel durum açıklamasında bulunulmadığı gün, içeridekilerin (içsel bilgi sahiplerinin) istatistiksel olarak anlamlı bir anormal getiri elde ettikleri görülmüştür. Fiyata etkili bu bilginin, kamuya açıklandığı gün ve sonrasındaki günlerde herhangi bir anormal getiriye rastlanmamıştır ancak kümülatif anormal getiri altı gün boyunca anlamlılığını korumuştur.

Anahtar Kelimeler: İçeriden Öğrenenlerin Ticareti, Özel Durum Açıklamaları, Olay İnceleme Yaklaşımı, Anormal Getiri

INSIDER TRADING AND DISCLOSURE OF MATERIAL INFORMATION

ABSTRACT

Insider trading removes the equal opportunities for the investors and damages market reliability. Disclosure of material information including inside information eliminates this asymmetric information problem of the investors and helps efficient price arise.

In this paper, after concepts of insider trading and disclosure of material disclosure are explained, a case study of insider trading, which occurred due to the lack of disclosure of material information on time in the Istanbul Stock Exchange, is analyzed in the framework of event study analysis. According to the results, it is observed that insiders get statistically significant abnormal return on the day when material information is formed but not disclosed to the public. On the day when this material information is disclosed and on the days following the disclosure, abnormal return is not observed; however, cumulative abnormal return preserves its significance for the following six days.

Keywords: Insider Trading, Material Disclosure, Event Study Analysis, Abnormal Return

GİRİŞ

İçeriden öğrenenlerin ticareti (İÖT), şirketteki konumları ve şirketle olan ilişkileri nedeniyle, şirket menkul kıymetlerinin fiyatına etkili olabilecek bilgilere (içsel bilgilere) sahip olan kişilerin ve bu kişilerle bağlantılı olan kişilerin, şirket menkul kıymetleri üzerinde işlem yapmasıdır. İÖT kavramı ilk olarak Ünal Tekinalp tarafından, insider trading (IT) kavramının karşılığı olarak kullanılmış (Turanboy, 1990: 31) ve genel kabul görmüştür.

IT sadece illegal bir davranış kalıbını ifade etmeyip, legal bir davranış kalıbını da içermektedir. Şirket içindeki içsel bilgilere sahip olanların, yasal düzenlemeler kapsamında kendi şirket menkul kıymetleri üzerinde yaptıkları işlemleri düzenleyici otoritelere ve kamuya bildirmesi IT’nin legal boyutunu oluştururken; içsel bilgi sahibi kişilerin, yasal düzenlemelere aykırı olarak şirket menkul kıymetleri üzerinde menfaat sağlayıcı veya olası bir zararı bertaraf edici işlemlerde

* Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş., [email protected] ** Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, [email protected]

Page 60: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

56

bulunup, düzenleyici otoritelere ve kamuya hiç veya zamanında duyurmaması IT’nin illegal boyutunu oluşturmaktadır (SEC, Insider Trading).

Bhattacharya ve Daouck’un (2002) yaptığı araştırmalara göre, 2000 yılında dünya genelinde 103 ülkenin 87’sinde IT düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu ülkelerin bir kısmında IT tamamen yasaklanmışken, bir kısmında belli sınırlar içerisinde serbest bırakılmıştır. Literatürde IT’nin serbest bırakılmasını veya yasaklanması savunan görüşler üçer grupta incelenebilir (Bainbridge, 2000). IT’nin yasaklanmasına karşı olan görüşler şu şekildedir:

i. Kurbansız suç (victimless crime)

ii. İdarecilerin tazminatı (managers’ compensation)

iii. Piyasa etkinliği (market efficiency)

Birinci teoriye göre IT’de herhangi bir kurban bulunmamaktadır. Çünkü, içsel bilgiye sahip olanların işlemleriyle ulaşılan hisse senedi (menkul kıymet) fiyatı, içsel bilginin bilinmesiyle ulaşılacak fiyatın aynısıdır. Örneğin, fiyatı olumlu yönde etkileyecek bilgiye sahip içsel bilgi sahiplerinin yaptığı işlemlerle hisse senedi fiyatı yükselecek ve sonuç olarak içsel bilgiye sahip olmayan yatırımcılar hisse senetlerini IT’nin olmadığı duruma göre daha yüksek fiyattan satabileceklerdir. Eğer gerçekten IT kurbansız bir suç ise, piyasa etkinliğine ve girişimciliğe katkıda bulunacaktır (O’hara, 2001).

İkinci teori ise, idarecilerinin başarısını ödüllendirmenin en etkili yolunun idarecilerinin sahip olduğu bilgileri sonuna kadar kullanması gerektiği düşüncesine dayanır. Bu şekilde olacak bir ödüllendirme, şirket açısından hisse senedi opsiyonlarından (stock optionlardan) daha etkili ve finansal açıdan daha tutarlı bir yoldur.

Üçüncü teori ise, piyasaların güçlü formda etkin olduğu varsayımına dayanmaktadır. Çünkü bu durumda, işlem gören menkul kıymetlerin fiyatı, içsel bilgiler dahil tüm bilgileri yansıtmaktadır. Bu etkinlik düzeyinde, fiyatlar şirketin önemli ve temel bilgilerine (şirket fundamentallerine) göre oluşmakta ve IT ile de anormal getiri elde etmek mümkün olmamaktadır (Finnerty, 1976).

IT’nin yasaklanmasına ilişkin görüşler şu şekildedir:

i. Emaneti suiistimal teorisi (misappropriation theory)

ii. Piyasa eşitliği (market egalitarianism)

iii. Piyasa bütünlüğü (market integrity)

Birinci teoriye göre, içsel bilgiler şirketin malvarlığıdır. Bu nedenle bu bilgilerin kötüye kullanılması (bu bilgilere sahip olanların menfaatine kullanılması), bu bilgilere sahip olmayan kişilere karşı yapılan hırsızlıkla özdeş bir davranıştır.

İkinci teori ise, piyasa katılımcılarının aynı fırsatlara sahip olması için, yatırım kararlarını verirken aynı bilgi setine sahip olması gerekliliği düşüncesine dayanır (Langevoort, 1987).

Üçüncü teoriye göre IT, piyasanın özellikle mikro yapısına zarar vermektedir. Bu zarar iki yolla gerçekleşmektedir. Birinci yolda, IT’nin piyasa yapıcıları ve bireysel yatırımcılar üzerinden etkisi söz konusudur. IT, piyasada işlem maliyetleri arttığından, piyasa likiditesi ve etinliği azalacak ve şirketlerin sermaye maliyeti artacaktır (Bhattacharya ve Daouck, 2002; Leland 1992). İkinci yolda, kurumsal yatırımcılar üzerinden bir etki olmaktadır. IT nedeniyle şirket hisse senedi fiyatları şirketin kamuya açıklanan temel bilgileri yerine içsel bilgilerle belirleneceğinden, piyasadaki fiyatlar şirketin temel bilgilerini göstermekten uzaklaşacak ve piyasa bütünlüğü zarar görecektir.

IT hakkındaki bu genel bilgilerden sonra, çalışmada sırasıyla Türkiye’deki düzenlemeler ve Danıştayca özel durum açıklamasına aykırılığın onaylandığı bir örnek olayda, adli bir soruşturmanın gerekip gerekmediği incelenmiştir.

TÜRKİYE’DEKİ DÜZENLEMELER

İçeriden öğrenenlerin ticareti ile ilgili ayrıntılı düzenlemeler Avrupa ve Amerika’da 1980’lerden itibaren başlarken, Türk Hukuku’nda bu düzenlemeler 1992 tarihine kadar başla(ya)mamıştır. Nitekim Turanboy (1990) İnsider Muameleleri adlı eserinde, o zamanki yürürlükte olan Sermaye Piyasası Kanunu (SPKn) 42. maddesinin genişletici yoruma tabi tutularak ikincil piyasalara da İÖT için uygulanabileceğini (s. 192) belirtmiştir. Turanboy (1990), aynı eserinin çeşitli yerlerinde (126-242. sayfalar arası) içeriden öğrenenlerin ticaretinin cezalandırılmasında Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu hükümlerinde değerlendirmelerde bulunmuş ancak tatminkar bir çözüm bulunmadığından, “insider muameleleriyle ilgili olarak bir düzenleme getirme mecburiyeti, hem şahısların korunması yönünden ve hem de sermaye piyasasının fonksiyonlarını gereği gibi ifa edebilmesi açısından önem arz eden fevkalade acil bir husustur” demiştir.

İÖT ile ilgili düzenlemeleri SPKn’deki düzenlemeler ve Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK’nın) özel durumlara ilişkin tebliğinedeki düzenlemeler olarak iki kısımda incelemek kanaatimizce daha yararlı olacaktır.

Page 61: 2. SAYI için tıklayınız

Veli ÖZER – Fehmi KARASİOĞLU

57

SPKn’de İçeriden Öğrenenlerin Ticareti İÖT, Türk Hukuku’nda ilk defa 13.05.1992 tarihinde RG’de yayınlanan 3794 sayılı kanun ile 2499 sayılı SPKn.’de

yapılan değişik ile SPKn.’nin 47/A-1 maddesinde yasal bir metinde yer bulmuştur. Bu maddede İÖT, “sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgileri kendisine veya üçüncü kişilere menfaat sağlamak amacıyla kullanarak sermaye piyasasında işlem yapanlar arasındaki fırsat eşitliğini bozacak şekilde mameleki yarar sağlamak veya bir zararı bertaraf etmek” olarak tanımlanmıştır. Aynı maddenin devamında, bu fiiilin “11 inci madde kapsamındaki ihraççılarla, sermaye piyasası kurumlarının veya bunlara bağlı veya bunlara hâkim işletmelerin yönetim kurulu başkan ve üyeleri, yöneticileri, denetçileri, diğer personeli ve bunların dışında meslekleri veya görevlerini ifa etmeleri sırasında bilgi sahibi olabilecek durumda olanlarla, bunlarla temasları nedeniyle doğrudan veya dolaylı olarak bilgi sahibi olabilecek durumdaki kişiler” tarafından işelenebileceği belirtilmiş. SPKn’nin cezai sorumluluğu düzenleyen 47. maddesinde ise İÖT’de bulunan gerçek kişi ve tüzel kişi yetkililerinin, iki (2) yıldan beş (5) yıla kadar hapis ve beş bin (5000) günden on bin (10000) güne kadar adli para ceza ile cezalandırılacakları ve verilecek para cezasının üst sınıra bağlı olmaksızın elde edilen menfaatin üç katından az olamayacağı belirtilmiştir.

Yukarıda verilen SPKn. maddeleri değerlendirildiğinde, yatırımcılar arasındaki fırsat eşitliğine vurgu yapması nedeniyle, kanun koyucunun özellikle “piyasa eşitliği (market egalitarianism)” teorisini dikkate alarak İÖT’yü yasaklamış olduğu söylenebilir. Kanun maddelerinde diğer önemli bir husus ise cezai sorumluluktur. Verilecek para cezasının elde edilen menfaatin üç katından az olamayacağı hükmü, İÖT ile elde edilecek mameleki yararın veya kaçınılan zararın tespitinin doğru yapılması gerekliliğini zorunlu kılmaktadır. Çalışmamızın 3. bölümünde incelenecek örnek olay bu bakımından önem arz etmektedir.

Özel Durumlara İlişkin Tebliğ ve İçeriden Öğrenenlerin Ticareti 1992 tarihli düzenlemelerde SPKn’ye getirilen en önemli yeniliklerden biri ise, kanunun 16/A. maddesi hükümleridir. Bu

maddenin hükümlerine göre SPK, sürekli kamuyu aydınlatma hedefiyle, menkul kıymetler fiyatları üzerinde önemli değişmeler meydana getirebilecek sermaye artırımları, birleşme ve devirler, sermaye yapısında hissedarların paylarında önemli değişmeler meydana getirebilecek transferler, genel kurullarda oy hakkının kullanılmasını sağlayan oydan yoksun hisse senetleri ve kontrolün ele geçirilmesi açısından hissedarlardan toplanan paylar ile diğer özel haller kapsamına giren konularda gerekli düzenlemeler yapmaya yetkili kılınmıştır. SPK da kanunun bu hükmüne ve kanunun 1. maddesine, dayanarak 6 Temmuz 1993 tarihinde Seri VIII, No: 20 “Kamunun Aydınlatılması Kuralları ve Özel Hallere İlişkin Düzenlemeler” tebliğini yürürlüğe koymuştur (Tezcanlı, 1996: 173-174). Bu tebliğ, 20 Temmuz 2003 ve en son olarak 6 Şubat 2009’da değiştirilerek Seri VIII, No: 54 “Özel Durumların Kamuya Açıklanmasına İlişkin Esaslar Tebliği” (buradan sonra Tebliğ olarak anılacaktır) olarak yürürlüktedir.

Tebliğde, özel durumlar, içsel bilgi ve sürekli bilgiler olarak tanımlanmış. İçsel bilgiler ise, “sermaye piyasası aracının değerini ve yatırımcıların yatırım kararını etkileyebilecek henüz kamuya açıklanmamış bilgi” olarak tanımlanmıştır. Tebliğ hükümlerine göre, ortaklıklar tarafından içsel bilgiler ve bu bilgilere ilişkin daha önce açıklanan hususlarda değişiklik olması durumunda özel durum açıklaması (ÖDA) yapılması zorunludur. İçsel bilgilerin bir ortaklık veya onun namına ya da hesabına hareket eden bir kişi tarafından, işi veya görevinin olağan ifası sırasında, üçüncü kişilere açıklanması halinde (bu kişilerin sır saklama yükümlülüğü yoksa), bu bilgiler ortaklık tarafından kamuya açıklanır. Tebliğ’de ortaklığın meşru çıkarlarının zarar görmemesi amacıyla, ortaklığın bilgilerin gizliğini sağlama ve sorumluluğu kendisinde olması şartıyla, içsel bilgilerin kamuya açıklanmanmasının ertelenmesi de düzenlenmiştir.

Tebliğdeki içsel bilgi tanımına bakıldığında, içsel bilgi tanımının aslında SPKn’deki İÖT tanımında yer alan ifadenin genişletilmiş şekli olduğu görülecektir. Bu yüzden, İÖT’ye neden olabilecek bilgilerin tespitinde, Tebliğ’e ve Tebliğ’in eki olan Özel Durum Açıklamalarına İlişkin Rehbere bakmak gerekecektir. Çünkü özellikle Rehber’de bu bilgilerin büyük bir çoğunluğu tek tek sayılmıştır. Bu yüzden İÖT incelemelerinde Tebliği ve SPKn hükümlerini ayrı ayrı düşünmek mümkün değildir. Başka bir değişle, İÖT incelemesinde, SPKn’de belirtilen “sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgiler” Tebliğ ve Rehber’e bakılarak belirlenebilecektir. Şu halde, her İÖT’nün, özünde bir ÖDA’nın (zamanında) yapılmamasını ve dolayısıyla Tebliğ’e aykırılık içerdiğini söylemek mümkündür. Ancak her (zamanında) yapılmayan ÖDA ve Tebliğ’e aykırılık, İÖT’yi meydana getirmemektedir. Çünkü, İÖT’nün diğer bir unsuru, ÖDA ile açıklanmayan veya bir süreliğine gizlenen bilginin mameleki bir yarar sağlamak veya bir zarardan kaçınmak için kullanılması gerekliliğidir. Bu ayrımı yapmak, cezai sorumluluk açısından önemlidir. Çünkü ÖDA yapılmaması nedeniyle bir İÖT meydana gelmemişse, bu durum kamuyu aydınlatmanın düzenlendiği 16/A maddesine aykırılıktan 47. maddenin C bendi (1250 gün adli para cezası) hükmü veya SPK düzenlemelerine aykırılıktan dolayı 47/A maddesi (idari para cezası) hükmü uyarınca cezalandırılır.

Page 62: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

58

İÇERİDEN ÖĞRENENLERİN TİCARETİ VE ANORMAL GETİRİLER

İÖT ile elde edilen mameliki yarar veya kaçınılan zararın ölçütü, içsel bilgiyi kullanarak işlem yapanların sağladıkları (“gerçekleşen getiriyle” “olması gereken getiri” arasındaki fark olan) anormal getirilerdir. Meulbroek (1992), Cornell ve Sirri (1992) ve Chakravarty ve McConnell (1997, 1999) yaptıkları araştırmalarda, İÖT’nin yapıldığı günlerde önemli fiyat ve miktar hareketleri olduğunu ve anormal getiriler sağlandığını göstermişlerdir. Çalışmamızın bu bölümünde, SPK’ca Özel Durum Açıklamaları Tebliği’ne aykırılıktan verilen bir idari para cezası hakkında Danıştay’ın verdiği kararla suçun sabit olduğu bir örnek olay, olay inceleme yaklaşımı (event study analysis) çerçevesinde incelenecektir.

X Alüminyum Sanayi ve Ticaret A.Ş Hakkındaki Mahkeme Kararı* SPK, 2004/19 sayılı haftalık bülteninde, 17.09.2003–30.09.2003 tarihleri arasında X hisselerindeki fiyat ve miktar

hareketleri ile Şirket tarafından alacaklı bankalarla Finansal Yeniden Yapılandırma Sözleşmesi imzalanması amacıyla görüşmelere başlanması ve sözleşme imzalanması konularında açıklama yapılmaması hususuyla ilgili olarak Sermaye Piyasası Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda; Kurul’un 1996/17 sayılı kararına aykırı olarak özel durum açıklaması yapmayan ve Seri: VIII, No: 39 Tebliği’nin 12nci maddesine aykırı olarak geç açıklama yapan Şirket yönetim kurulu başkanı ve murahhas üyesi hakkında SPKn’nin 47/A maddesi uyarınca 2004 yılı tutarları üzerinden en üst tutardan idari para cezası verdiğini belirtmiştir. Sonrasında bu konu idari mahkemeye taşınmış ve en son aşamada Danıştay On Üçüncü Dairesi’nin 19.02.2007 tarih ve 830 No’lu kararıyla dava yeniden ilgili idare mahkemesine gönderilmiştir. Mahkeme kararında, Kurul tarafından 06.05.2004 tarih 10/576 sayılı kararıyla verilen idari para cezasının gerekçesinin haklı olduğu (19.09.2003 tarihinde yeniden yapılandırma anlaşmasının imzalanıp, 23.09.2003 tarihinde özel durum açıklamasında bulunmasının Seri: VIII, No: 39 Tebliği’ne aykırı olduğu) belirtilmiştir. Mahkeme kararında, davacının kardeşi ve aynı zamanda şirket yönetim kurulu üyesi olan kişinin ise banka ile yapılan anlaşmadan hemen önce şirket hisse senedi alımı yaptığı, sözleşme kamuya açıklandıktan sonra da satım yaparak menfaat temin ettiği anlaşıldığı da belirtilmektedir. Ancak zararın veya tehlikenin ağırlığı, kastın yoğunluğu, ilgililerin iktisadi ve sosyal durumu göz önünde bulundurularak üst sınırdan verilen idari para cezasının 2004 yılı değerleme oranlarından uygulanmasında, Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan “kimse suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş cezadan daha ağır bir cezayla cezalandırılamaz” hükmü gereğince hukuki isabet görmemiştir. Bu nedenle, dava dosyası birinci derece mahkemesine geri gönderilmiştir.

Her ne kadar konu hakkında İÖT nedeniyle adli bir soruşturma yapılıp yapılmadığı bilgisine ulaşamasak da, mahkeme kararında menfaat temin ettikleri anlaşılan içeridekilerin bu süre zarfında istatisksel olarak anlamlılık gösteren anormal getiri elde edip etmedikleri araştılacaktır. Eğer istatistiksel olarak anlamlı bir anormal getirinin var olması halinde, İÖT’nün unsurlarının gerçekleştiği ve bu olay hakkında İÖT nedeniyle adli soruşturma yapılması gerekliliği olduğu sonucuna ulaşılacaktır.

Araştırmanın Yöntemi: Olay İnceleme Yaklaşımı Olay inceleme yaklaşımı, zaman içinde özellikle belli dönemlerde yoğunlaşan ya da sadece bir ya da birkaç gerçekleşen

finansal olayların analizinde dikkat çekmektedir (Ağcaer, 2003). Menkul kıymetlerle ilgili analizlerde olay inceleme yaklaşımında temel kavram, olayın olduğu dönem ve sonrasında oluşan anormal getirinin ve birikimli anormal getirinin istatistiksel anlamlılığıdır (Khotari and Warner, 2006).

Olay inceleme yaklaşımı, içeriden öğrenenlerin ticareti incelenmesinde şu basamaklardan oluşturulabilir (Armitage, 2006):

i- Çalışılacak olayların tanımlanması ve analiz için zaman düzlemi belirlenir.

Tahmin Penceresi Olay Penceresi

T0 T1 Tolay T2

Şekilde, Tolay noktası incelenecek olayın olduğu noktadır. (T0, T1] aralığı ise, tahmin penceresi (estimation window) olup, (T1, T2) döneminde oluşması gereken menkul kıymet getirisinin belirlenmesinde kullanılacak regresyon modelinin tahmin edilmesinde kullanılacak zaman dilimidir. (T1, T2) zaman aralığındaki olay penceresi (event window) ise, Tolay zamanında

* Mahkeme kararında isim kullanılmamış olduğu için, şirket ismi X olarak verilmiştir.

Page 63: 2. SAYI için tıklayınız

Veli ÖZER – Fehmi KARASİOĞLU

59

olan olay (içeriden öğrenenlerin işleminin) nedeniyle tahmin penceresinde elde edilen modelden farklı olarak oluşan getirilerin istatistiksel anlamılığının inceleneceği zaman dilimidir. T2’den sonraki zaman dilimi ise, olay sonrası penceresi olup (post-event window) anormal getirinin kalmadığı ve analiz dışında kalan zaman dilimidir.

ii- (T0, T1] zaman aralığında şirket menkul kıymetinin getirisindeki değişimin tespiti için, şirket menkul kıymetlerinin getirisi incelenir. Bu dönemde, bilgi heterojenliği nedeniyle oluşabilecek fiyat kırılmalarının olmamasına dikkat edilir.

(t) dönemindeki getiri, (t) dönemindeki oluşan fiyatın (t-1) dönemindeki fiyatta bölümünün doğal logaritması olarak ifade edilir. Yani; Pt, (t) dönemindeki menkul kıymet fiyatını; Pt-1, (t-1) dönemindeki menkul kıymet fiyatını; Rt de (t)

dönemindeki menkul kıymet getirisini göstermek üzere; 1

tt

t

PR LnP −

= ’dir. Bu ifade aynı zamanda Ln (Pt) – Ln (Pt-1)’ye

eşittir.

iii- Normal ve anormal getirinin değerlendirilebilmesi için, tahmin penceresinde parametrelerin belirlenmesi gerekir. Genellikle, bu parametrelerin belirlenmesinde piyasa modeli (market model) kullanılır. Piyasa modeli, firma hisse senedi getirisinin pazar portföyü arasındaki ilişkini doğrusal regresyon modeli ile açıklar. Bu modele göre;

Rit = α + βiRmt + ε’dir. Yani E(Rit) = α + βiE(Rmt)’dir. Burada, Rit i. hisse senedinin t zamandaki getirisini, Rmt pazar portföyünün t zamanındaki getirisini, βi i. hisse senedinin pazar portföyüyle ilişkisini gösteren katsayıyı (regresyon doğrusunun eğimini), α regresyon sabitini, ε ise rassal hata terimini ve E’lerde beklenen değerleri göstermektedir.

iv- Her i. hisse senedi için parametre tahminleri En Küçük Kareler Yöntemi ile yapılmaktadır.

v- Olay penceresindeki anormal getiriler (abnormal return – AR), tahmin penceresi döneminde belirlenen parametreler sonucu değerlendirilir. Buna göre, anormal getiri, hata terimine eşittir. Yani, εi = AR = Ri - Rmβ’dır. Aynı zamanda hata terimlerinin ortalaması da sıfırdır (normal dağılım göstermektedir).

vi- Anormal getirilerin normal dağılım göstermesi için, anormal getiriler standart sapmalarına bölünerek standart anormal getiriler elde edilir. SAR (Standardized Abnormal Return) = AR / si

’ dir. SAR’ın istatistiksel anlamlılığı ise, α-2 serbestlik derecesinde student t dağılımıyla ölçülebileceği gibi, standart normal dağılım oluştuğundan Z istatistik değeriyle de ölçülebilir.

vii- Kümülatif anormal getiri (Cumulative Abnormal Return – CAR), oluşan AR’lerin toplanması yoluyla bulunur.

X Alüminyum A.Ş Hisse Senedi Fiyat Hareketinin İncelenmesi X Alüminyum A.Ş hisselerinin fiyat hareketleri olay inceleme yaklaşımı çerçevesinde incelenirken, öncelikle tahmin

penceresi ve olay penceresinin belirlenmesi gerekmektedir. Önceki bölümde de bahsedildiği gibi, herhangi bir hisse senedinin olay penceresi döneminde olması gereken değerini bulabilmek için, tahmin penceresinde ilgili hisse senedinin piyasa ilişkisini gösteren modellemenin tahmin penceresinde yapılması gerekmektedir. Çalışmamızda olay penceresi şu şekilde belirlenmiştir:

Tahmin Penceresi Olay Penceresi

04.04.2003 19.09.03 23.09.03 30.09.03

Referans tarihi (T0) Anlaşma (T1) Kamuya Duyurma (Tolay)

Tahmin penceresi 120 iş günü olarak belirlenmiştir. 120 günlük süre, MacKinlay’e (1997) göre piyasa modeli açısından yeterli olabilecek süredir. Tahmin penceresi ve olay penceresi süresi ise, bize çalışma dönemimizi vermektedir.

Veri Seti Piyasa modelinde, X Alüminyum hisseleriyle piyasa portföyü arasında getiri bakımından bir ilişki kurulurken, İMKB 100

endeksinin piyasa portföyünü temsil ettiği kabul edilmiştir. Hisse senedi fiyat verileri ve İMKB 100 endeks değerleri İMKB’nin günlük bültenlerinden alınmıştır. İMKB 100 Endeksi’nin ve X hissesinin 04.04.2003 – 30.09.2008 tarihleri arasındaki seyri şu şekildedir:

Page 64: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

60

Grafik 1. Çalışma Döneminde İMKB 100 Endeksi

9000

10000

11000

12000

13000

14000

15000

04.0

4.20

03

18.0

4.20

03

02.0

5.20

03

16.0

5.20

03

30.0

5.20

03

13.0

6.20

03

27.0

6.20

03

11.0

7.20

03

25.0

7.20

03

08.0

8.20

03

22.0

8.20

03

05.0

9.20

03

19.0

9.20

03

Tarih

Fiyat

İMKB 100

Grafik 2. Çalışma Döneminde X AŞ Hisse Senedinin Değeri

XASAS

1400,00

1500,00

1600,00

1700,00

1800,00

1900,00

2000,00

04.0

4.20

03

18.0

4.20

03

02.0

5.20

03

16.0

5.20

03

30.0

5.20

03

13.0

6.20

03

27.0

6.20

03

11.0

7.20

03

25.0

7.20

03

08.0

8.20

03

22.0

8.20

03

05.0

9.20

03

19.0

9.20

03

XASAS

X A.Ş. hisse senedi grafiğinde, işaretli yerde olan yükseliş dikkat çekicidir. 19.09.2003 tarihinde olan bu yükseliş, şirketin banka borçlarını yeniden yapılandırma anlaşmasından dolayı kaynaklanmış ancak kamuya açıklama yapılmadığından, sadece içeridekiler ve yükselişin etkisiyle dikkatini hisseye yönlendirenler alım yapmıştır. Bu yükselişin, piyasayı temsil ettiğini varsaydığımız İMKB 100 endeksiyle ilişkisini, endeksin ve hissenin getirilerinin birlikte gösterildiği grafikte değerlendirmek gereklidir. LnPt – LnPt-1 formülüyle hesaplanan getirileri değerleri şu şekildedir:

Page 65: 2. SAYI için tıklayınız

Veli ÖZER – Fehmi KARASİOĞLU

61

Grafik 3. Çalışma Döneminde İMKB 100 Endeksi ve X Hisse Senedi Getirileri

-0,09

-0,06

-0,03

0

0,03

0,06

0,09

0,12

04.04

.2003

18.04

.2003

02.05

.2003

16.05

.2003

30.05

.2003

13.06

.2003

27.06

.2003

11.07

.2003

25.07

.2003

08.08

.2003

22.08

.2003

05.09

.2003

19.09

.2003

GLIMKB GLXASAS

Grafik incelendiğinde, İMKB 100 endeksi ve X hissesinin günlük getirilerinin 19.09.2003 tarihine kadar, genelde + %3 bandında seyrettiği görülmektedir. Ancak 19.09.2003 (anlaşmanın imzalandığı ancak kamuya duyurulmadığı) tarihinde, X hissesinin yaklaşık %11 dolayında getirisi varken, İMKB 100 endeksinin getirisi %3’ün altındadır. 29.09.2003 tarihinde de, X hisse senedi yaklaşık -%9’luk getirisi dikkat çekmektedir. İçeriden öğrenenlerin ticaretinde, önemli olan piyasaya göre anormal olan bu getirinin istatistiksel olarak anlamlı olup olmadığıdır. Eğer anormal getiriler, istatistiksel olarak bir anlamlılık taşıyorsa, bu durumda kanunda bahsedilen “mameleki yarar sağlamak veya zarardan kaçınmak” eylemi gerçekleşmiş kabul edilecektir.

Şirketin bankayla yeniden yapılandırma anlaşmasının kamuya açıklandığı gün (23.09.2003) şirket hisse senedinin getirisi piyasa getirisine göre fazla bir yükselme göstermemiştir. Buradan çıkabilecek sonuç, piyasanın bu bilgiye verdiği değerin 19.09.2003’te fiyatlandırılması olabilir. Banka anlaşmasının kamuya açıklandıktan sonraki ilk işlem günü ise, gerçekleşen kar satışlarıyla, piyasaya paralel olarak şirket hisse senetlerinde yaklaşık %3’lük bir getiri kaybı yaşanmıştır.

Tahmin Penceresi Dönemi İçin Piyasa Modelinin Oluşturulması Veri setini tanıtırken, yapılan tahminlerin doğruluğunu olay inceleme yaklaşımı çerçevesinde piyasa modelini kullanarak

sınayabiliriz. Tahmin penceresi verileriyle tahmin edeceğimiz Rit = α + βiRmt + ε piyasa modeli için öncelikle getiri verilerinde durağanlığa bakmak gerekcektir. Zaman serilerinde durağanlık, zaman içinde varyansın ve ortalamanın sabit olması ve gecikmeli iki zaman periyodundaki değişkenlerin kovaryansının değişkenler arasındaki gecikmeye bağlı olup, zamana bağlı olmamasıdır (Gujarati, 1995: 712-713). Durağanlığın tespiti için, sıklıkla kullanılan yöntem Dickey ve Fuller (1981) tarafından geliştirilmiş “genişletilmiş Dickey-Fuller (augmented Dickey-Fuller – ADF) birim kök (unit root) testidir. X hissesi ve İMKB 100 endeksi getiri serisi için E-views 5.0 programı yardımıyla yapılmış düzeyde ADF test sonuçları şu şekildedir:

Tablo 1. Getiri Serileri İçin ADF Test Sonuçları

Değişkenler Sabit terimsiz ve trendsiz Sabit terimli Sabit terimli ve trendli GLIMKB -3,77 (-2,58) -3,91 (-3,49) -4,06 (-4,04) GLXASAS -4,70 (-2,58) -4,77 (-3,49) -4,73 (-4,04) Parantez içindeki değerler, %1 anlamlılık düzeyindeki kritik değerlerdir.

ADF testinde H0 hipotezi, serilerin birim kök içerdiğidir. ADF t istatistik değerinin mutlak değeri, istenilen anlamlılık düzeyindeki kritik değerin mutlak değerinden küçükse, H0 hipotezi geçerlidir ve seriler birim kök (unit root) içerir. Birim kökün varlığı ise, serilerin durağan olmadığını gösterir. Tablo 3’teki değerlere göre, çalışmamızda kullanacağımız getiri serileri, %1 anlamlılık düzeyinde durağanlık gösterdiğinden, regresyon tahminimizi bu verilerle yapmanın bir sakıncası yoktur.

Page 66: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

62

Piyasa modeli çerçevesinde, GLXASAS = α + β GLIMKB + ε modeli E-views 5.0 programı yardımıyla tahmin edilmiş ve şu sonuçlar elde edilmiştir:

Tablo 2. Tahmin Penceresi İçin Oluşturulan Piyasa Modeli

Değişken Katsayı Std. Hata t-istatistiği Olasılık C -0.001274 0.001402 -0.908539 0.3655 GLIMKB 0.323964 0.084523 3.832869 0.0002 R-kare 0.113276 F-istatistiği 14.69089 Düzeltilmiş R-kare 0.105566 Olasılık (F-istatistik) 0.000207

Tablo 2’de de görüleceği üzere, F-istatistiği ve t-istatistiğinin olasılıkları %1 güven düzeyinde anlamlı çıkmıştır. Yani hem model, hem de İMKB 100 endeksinin getirisi de istatistiksel açıdan anlamlıdır.

En küçük kareler yönteminin temel varsayımlarından birisi de, hata teriminin tüm gözlemler için sabit varyanslı [ E(ε2) = σ2 ] olmasıdır. Hata terimlerinin varyansının sabit olmaması durumuna heteroskedasite (değişen varyans) denir. Değişen varyans sorunun tespitinde kullanılan yöntem White (1980)’ın yöntemidir. Bu yöntemde, orijinal regresyon denklemi en küçük kareler yöntemiyle tahmin edilir ve hata terimlerinin kareleri hesaplanır. Hata terimlerinin karelerinin bağımlı, orijinal denklemdeki tüm bağımsız değişkenler ve bu değişkenlerin birbirleriyle ikili çarpımlarının bağımsız değişkenlerin bağımsız değişken olduğu regresyon denklemi tahmin edilir. T.R2 değeri, bağımsız değişken sayısı serbestlik derecesinde χ2 (ki kare- chi square) değerinden büyükse, H0 hipotezi reddedilecek ve değişen varyansın varlığı kabul edilecektir. Burada T, gözlem sayısını göstermektedir. E-views 5.0 programında yapılan White’ın değişen varyans testi şu şekildedir:

Tablo 3b White Değişen Varyans Testi

Bağımlı Değişken: RESID^2 Gözlem Sayısı: 117 Değişken Katsayı Std. Hata t-istatistiği Olasılık C 0.000195 4.72E-05 4.140133 0.0001 GLIMKB -0.008127 0.002714 -2.994075 0.0034 GLIMKB^2 0.161701 0.113147 1.429115 0.1557 R-kare 0.073243

117. 0,073243 = 8,569431’dir. 2 serbestlik derecesinde, %1 güven düzeyinde χ2 tablo değeri 9,21 olduğundan, modelimizde değişen varyans sorunu olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

En küçük kareler yönteminde istenmeyen bir başka durum ise, otokorelasyondur. Otokorelasyon hata terimlerinin ardışık değerleri arasında ilişki olması durumu olup, değişen varyansla benzer sonuçlar doğurur. Otokorelasyon için Durbin-Watson istatistiğiyle kararsız bölgede kalındığından, Breusch-Godfrey yöntemiyle E-views 5.0 programı yardımıyla yapılan testler sonucu herhangi bir otokorelasyona rastlanılmamıştır. İkinci sıra otokorelasyon incelemesine yönelik sonuç şu şekildedir:

Tablo 4. Breusch-Godfrey Otokorelasyon Sınaması

Bağımlı Değişken: RESID –hata terimi- Değişken Katsayı Std. Hata t-istatistiği Olasılık C -5.79E-05 0.001397 -0.041468 0.9670 GLIMKB 0.029400 0.086217 0.340998 0.7337 RESID(-1) -0.159224 0.095426 -1.668551 0.0980 RESID(-2) -0.060340 0.094981 -0.635291 0.5265 R-kare 0.025139

(117-2). 0,025139 = 2,45985 değeri, χ2 (sd.2, α = 0,05) değerinden (5,9915) küçük olduğundan otokorelasyon yoktur.

Model istatistiksel olarak herhangi bir problem oluşturmadığından, anormal getiri hesaplaması için kullanılacak olan GLXASAS = -0,001 + 0,324 GLIMKB piyasa modelinde herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.

Page 67: 2. SAYI için tıklayınız

Veli ÖZER – Fehmi KARASİOĞLU

63

Anormal Getiri Hesaplamaları Anormal getiri, beklenilen değerle gerçekleşen değer arasındaki farktır. Anormal getirinin hesaplanması; ARiτ = Riτ - άi -

βRmτ formülüyle bulunmaktadır (MacKinlay, 1997). Formülde, ARiτ τ dönemindeki anormal getiriyi (abnormal return), Riτ τ dönemindeki i hissesinin gerçekleşen getirisini göstermektedir. Formülün kalan kısmı, tahmin dönemi penceresindeki verilerle oluşturulan piyasa modeli çerçevesinde oluşması gereken getiriyi vermektedir.

Çalışmada olay penceresinin başlangıç tarihi şirketin alacaklı bankalarla finansal yeniden yapılandırma anlaşmasını imzaladığı 19.09.2003 tarihidir. Şirket bu açıklamayı 23.09.2003 tarihinde kamuya açıklamıştır. SPK ise, 19.09.2003-30.09.2003 tarihleri arasındaki fiyat incelemelerinin incelenmesi hakkında dava açmıştır. Bu nedenle 19.09.2003-30.09.2003 tarihi arasındaki fiyat hareketlerinde, istatistiksel olarak anlamlı anormal getirinin oluşup oluşmadığı incelenecektir. Olay penceresi olarak nitelendirilecek bu tarihler arasındaki anormal getiri, bu dönemde oluşan anormal getirilerin standart sapmasına bölünerek standart hale getirilecek ve kritik t değerlerine bakılarak anlamlılıkları değerlendirilecektir. Bu tarihler arasında değerler şu şekildedir:

Tablo 5. Anormal Getiri Hesaplamaları

TARİH GERÇ. XASAS

GETİRİSİ (1)

BEKL. XASAS GETİRİSİ

(2)

AR (ANORMAL GETİRİ)

(3) = (1) – (2)

SAR (STANDART. EDİLMİŞ ANORMAL GETİRİ)

SAR = AR/σ(AR)

P DEĞERİ (OLASILIK)

19/9/03 0.112879348 0.004573585 0.108306 2.076952 0.03821 22/9/03 0 0.003004822 -0.003004 -0.05762 0.52219 23/9/03 0.033152207 0.00305422 0.030098 0.577181 0.29095 24/9/03 -0.02754995 -0.00668929 -0.02086 -0.40004 0.64946 25/9/03 0.016620881 0.001939299 0.014682 0.281545 0.39322 26/9/03 -0.03352269 -0.0054085 -0.02811 -0.53914 0.69675 29/9/03 -0.08288766 -0.01333335 -0.06955 -1.33383 0.88799 30/9/03 -0.01869213 -0.00619436 -0.0125 -0.23967 0.59127

Tabloda, X Alüminyum AŞ’nin hisse senedi getirilerine yönelik hesaplamalar yer almaktadır. Gerçekleşen XASAS getirisi, borsada gerçekleşen X hisselerinin getirisini göstermektedir. Beklenen XASAS getirisi, tahmin penceresinde oluşturulan GLXASAS = -0,001 + 0,324 GLIMKB regresyon doğrusuna göre oluşması gereken getiriyi göstermektedir. Bu regresyon doğrusu, tahmin penceresindeki döneme göre oluşması gereken getirileri göstermektedir. Bu tahminden sapmaların, şirkete ait özel olaylardan kaynaklanacağı çalışmanın önceki kısımlarında da açıklanmıştır. AR (Anormal Getiri), gerçekleşen getiri ile anormal getiri arasındaki farktır. SAR (Standardilize Edilmiş Anormal Getiri) ise, AR’nin, 19.09 / 30.09.2003 tarihleri arasındaki AR’nin standart sapmasına bölünmesiyle elde edilmiştir. P Değeri ise, SAR’ların istatistiksel anlamlılıklarını göstermektedir.

Tablodan da görüleceği üzere, şirketin alacaklı bankalarla finansal yeniden yapılandırma anlaşmasını imzaladığı ancak kamuya herhangi bir açıklamada bulunmadığı gün olan 19.09.2003 tarihinde oluşan %10,8’lik anormal getiri %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlılık göstermektedir. Bu durumda içeridekilerin, istatistiksel olarak anlamlı anormal getiri sağladıkları söylenebilir.

Kamuya açıklamanın yapıldığı 23.09.2003 tarihinde oluşan %3’lük anormal getiri, istatistiksel olarak %5 anlamlılık düzeyinde bir anlamlılık içermemektedir. Ancak 3 günlük oluşan %13,54 oranındaki kümülatif anormal getiri, %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Kümülatif anormal getiri (Cumulative Abnormal Return, CAR), günler bazında

AR’lerin toplanmasıyla bulunmuştur. Matematiksel ifadesiyle CARi (T1,T2) = 2

T=T1

T∑ ARiT’dır. Bu formülde CARi i hisse

senedine ait kümülatif anormal getiriyi, ARiT ise i hisse senedine ait T dönemindeki anormal getiriyi göstermektedir.

Her ne kadar, 19.09.2003 tarihinden sonraki olay penceresi döneminde %5 güven düzeyinde anlamlılık gösteren bir anormal getiri olmasa da, 26.09.2003 tarihinde varolan %10,11 oranındaki kümülatif anormal getiri %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır.

29.09.2003 tarihinde, oluşan -%6,96 oranında anormal getiri (veya %6,96 oranındaki anormal kayıp), %5 anlamlılık düzeyinde bir anlamlılık içermemektedir. Kümülatif anormal getiriye bakıldığında ise, %5 anlamlılık düzeyinde %3,15 oranındaki CAR istatistiksel anlamlılığını kaybetmiştir.

Page 68: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

64

Özetle, tahmin penceresinde belirlenen modelle beklenilen getiri, şirket hisse senedinin piyasadan kaynaklanan sistematik riskini belirlemeye yöneliktir. Model çerçevesinde olay penceresinde beklenen getirilerden sapmalar, şirkete ilişkin özel olaylardan kaynaklanmaktadır. Nitekim, çalışmamızda incelenilen X A.Ş’de, fiyata etki edebilecek nitelikteki bir özel durum açıklaması zamanında yapılmamış ve içeriden şirket hisse senedine yönelik alımda bulunmuşlardır. Özel durumun olduğu gün yapılan bu alımda istatistiksel olarak anlamlı bir anormal getiri elde edilmiş ve bu anormal getiri, varlığını altı işlem günü sürdürmüştür. Bunun yanında özel durum kamuya açıklandığında, şirket hisse senetlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir anormal getiri oluşmamıştır. Bunun sebebi, bu bilginin kamuya açıklanmadan önce büyük ölçüde fiyatlanmış olmasıdır. Burada sağlanan yarar tespitinde önemli olan nokta, kümülatif anormal getirinin varlığını sürdürürken, içeridekilerin satış yaptığı anın tespit edilmesidir. Eğer içeridekiler satış yaptıklarında kümülatif anormal getiri istatistiksel anlamlılığını kaybettiyse, içeridekilerin “mameleki yarar sağladıklarını” iddia etmek mümkün olmayacaktır.

SONUÇ

İçeriden öğrenenlerin ticareti, sermaye piyasası açısından büyük bir öneme sahiptir. Türkiye uygulamasında, yasal düzenlemelerde içeriden öğrenenlerin ticaretinin tanımı yapılarak, cezası belirlenmiş; hangi konuların içeriden öğrenenlerin ticareti olabileceği ise, düzenleyici otoritenin çıkaracağı (özel durumlara ilişkin) tebliğlere bırakılmıştır.

Türkiye’deki mevzuata göre, içeriden öğrenenlerin ticareti suçunun olabilmesi aynı zamanda özel durum açıklamasını düzenleyen tebliğ hükümlerine aykırılık da gerektirmektedir. İçeriden öğrenenlerin ticareti olmaksızın özel durum açıklamalarını düzenleyen tebliğ hükümlerine aykırılık, idari para cezası veya adli para cezası gerektirirken; içeriden öğrenenlerin ticaretinin varlığı halinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve elde edilen menfaatin üç katından az olmamak üzere beş bin günden on bin güne kadar adli para cezası gerektirmektedir. Elde edilen menfaatin belirlenmesinde de, anormal getiri hesaplamaları önem kazanmaktadır.

Çalışmamızda özel durum açıklamasını zamanında yapmaması ve oluşan özel durumdan önce şirket yöneticilerinin kendi şirket hisse senetleri üzerinde alımda bulunması nedeniyle SPK tarafından idari para cezası verilen adını gizli tuttuğumuz bir şirketin hisselerinde anormal getiri olup olmadığı incelenmiştir. Danıştay tarafından da sabit görülen bu olayda, içeriden öğrenenlerin ticareti hakkında adli soruşturma yapıldığı konusunda bir bilgiye ulaşamamıza rağmen, şirket hisse senedinde özel durumun olduğu gün %5 anlamlılık düzeyinde anormal getiri görülmüş ve kümülatif anormal getiri altı işlem günü boyunca %5 anlamlılık düzeyinde anlamlılığını korumuştur. Özel durumdan önce hisse senedi alımı yapan içsel bilgi sahiplerinin, kümülatif anormal getiri anlamlılığını korurken hisse senetlerini satması durumunda, kanunda belirtilen “mameleki yarar sağlamak” fiili gerçekleşeceğinden içeriden öğrenenlerin ticareti suçunu gerçekleştiklerinin kabul edilmesi gerekmektedir.

KAYNAKÇA

Ağcaer, A. (2003), Dalgalı Kur Rejimi Altında Merkez Bankası Müdahalelerinin Etkinliği, Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Piyasalar Müdürlüğü, Ankara

Armigate, S. (2006) “Event Study Methods and Evidence on Their Performance”, Journal of Economic Survey, 9(1), ss. 25-52

Bainbridge S.M. (2000) “Insider Trading: An Overview”, SSRN Working Paper Series Bhattacharya, U. ve Daouk H. (2002) “The World Price of Insider Trading”, Journal of Finance, 57(1), ss. 75-

108 Chakravarty, S. ve McConnell J.J. (1997) “An Analysis of Prices, Bid/Ask Spreads, and Bid and Ask Depth Ivan Boesky’s

Illegal Insider Trading in Carnation’s Stock”, Financial Management, 26 (2), ss. 18-34 Chakravarty, S. ve McConnell J.J. (1999) “Does Insider Trading Really Move Stock Prices?” Journal of Financial and

Quantitative Analysis, 34 (2), ss.191-209 Cornell, B. ve Sirri E.R. (1992) “The Reaction of Investors and Stock Price to Insider Trading” Journal of Finance, 47 (3),

ss.1031-1059 Danıştay, On Üçüncü Daire, 19.02.2007 tarih ve 830 No’lu karar Dickey, D.A ve Fuller, W.A. (1981) “Likelihood Ratio Statistics for Autoregressive Time” Econometrica, 49 (4), ss. 1057-

1072 Finnerty, J.E. (1976) “Insiders and Market Efficiency, Journal of Finance, 31 (4), ss. 1141-1148 Gujarati, D.N. (1995), Basic Econometrics, McGraw-Hill, USA Khotari, S.P. ve Warner, J.B. (2006) “Econometrics of Event Studies”, Tuck School of Business, Center for Corporate

Governance Working Paper

Page 69: 2. SAYI için tıklayınız

Veli ÖZER – Fehmi KARASİOĞLU

65

Langevoort, D.C. (1987), Insider Trading: Regulation, Enforcement and Prevention, Clark Boardman Co., New York Leland, H. (1992) “Insider Trading: Should It Be Prohibit?”, Journal of Political Economy,100 (4), ss. 859-887 MacKinlay, A.C. (1997) “Event Studies in Economics and Finance” Journal of Economic Literature, 35 (1), ss. 13-39 Meulbroek, L.K. (1992) “An Empirical Analysis of Illegal Insider Trading”, Journal of Finance, 47 (5), ss.1661–1699 O’hara, P.A. (2001) “Insider Trading in Financial Markets: Legality, Ethics, Efficiency”, International Journal of

Social Economics, 28 (10/11/12), ss. 1046-1062 SEC (Securities and Exchange Commission), Insider Trading. http://www.sec.gov/answers/insider.htm, E.T. 26.02.2010 Seri VIII, No: 54 “Özel Durumların Kamuya Açıklanmasına İlişkin Esaslar Tebliği”, www.spk.gov.tr’den erişim Sermaye Piyasası Kanunu, www.spk.gov.tr’den erişim SPK, Haftalık Bülten (2004/19 sayılı) Turanboy, A. (1990), İnsider Muameleleri (Şirkete Ait Gizli Bilgilerin Haksız Kullanımı), Banka ve Ticaret Hukuku

Enstitüsü Yayınları, Ankara. White, H. (1980) “A Heteroskedasticity-Consistent Covariance Matrix Estimator and a Direct Test for Heteroskedasticity”,

48 (4), ss. 817-838

Page 70: 2. SAYI için tıklayınız
Page 71: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

BELEDİYELERDE HİZMET KALİTESİ VE VATANDAŞ MEMNUNİYETİ VE KARATAY BELEDİYESİ’NDE BİR UYGULAMA

Doç. Dr. Ali ŞAHİN*

Yrd. Doç. Dr. Erdal BAYRAKÇI**

Kübra ŞAHİN

ÖZET

Belediye yönetimince sunulan hizmetlerin vatandaşları ne kadar tatmin ettiği ya da vatandaşların beklentilerini ne oranda karşıladığını tespit edebilmek oldukça zor bir konudur. Vatandaşları memnun edecek belediye hizmetlerine yönelik genel kabul görmüş temel özellikleri belirlemek de bu bağlamda oldukça zor gözükmektedir. Bu çalışmanın mamacı da vatandaşların belediye hizmetlerinden ve hizmetlerin kalitesinden memnuniyetini ölçmeye yöneliktir.

Çalışmanın amacına yönelik olarak Karatay Belediyesi sınırları içerisinde oturan vatandaşlar üzerinde anket çalışması yapılmıştır. Araştırma kapsamına alınan vatandaşların % 55’i genel olarak Karatay Belediyesi hizmetlerinden memnun gözükmektedir. Yaş ve siyasi eğilimler dışındaki eğitim, gelir durumu, cinsiyet, ikamet süreleri ve meslek gibi demografik özelliklerin Karatay Belediyesi hizmet kalitesi ve memnuniyet düzeyini belirlemede bir etkiye sahip olmadıkları görülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Belediye, Belediye Hizmetleri, Hizmet Kalitesi, Vatandaş Memnuniyeti

SERVICE QUALITY IN MUNICIPALITIES AND CITIZEN SATISFACTION AND AN APPLICATION IN KARATAY

MUNICIPALITY

ABSTRACT

It is a considerably difficult subject to determine to what extend services of the municipalities satisfy the citizens or to what extent they meet the expectations of them. Concordantly it also seems considerably difficult to determine the generally accepted characteristics of the services to satisfy the citizens. The aim of this study is to measure satisfaction level of the citizens with the Municipality services and the quality of services given by the Municipalities.

Intended for the aim of this study a questionnaire has been conducted over the citizens residing in municipal boundaries of Karatay. 55 percent of the citizens included by the study seem to be broadly satisfied with the services of Karatay Municipality. It is seen that, the demographical variables except age and political tendency, such as education, income level, gender, residence period and job are not effective on determining the service quality and satisfaction level with the services given by the Karatay Municipality.

Keywords: Municipality, Municipality Services, Service Quality, Citizen Satisfaction

GİRİŞ

Geleneksel devlet yönetimi anlayışında hızlı bir değişim ve gelişmenin yaşandığı bir döneme şahit olmaktayız. Bu değişim başta devlet olmak üzere toplumdaki ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, yönetsel ve teknolojik yapılarda da köklü ve baş döndürücü değişikliklere yol açmaktadır. Başka bir ifadeyle, başta devlet olmak üzere diğer aktörlerin/kurumların rol ve işlevleri yeniden tanımlanmaktadır. Böylece kamu yönetimi sisteminin geleneksel yöntemlerle yönetilmesinin mümkün olmadığı genel kabul görmeye başlamıştır. Geleneksel yönetim anlayışı içerisinde hareket eden merkez teşkilatı ve yerel yönetimler, yaşanan paradigma değişimi ile birlikte yeni dönemde hantallık, verimsizlik ve kalitesiz hizmet sunma * Selçuk Üniversitesi, [email protected] ** Selçuk Üniversitesi, [email protected]

Page 72: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

68

eleştirilerinin odağında yer almaktadırlar. Çünkü yeni anlayış vatandaş odaklı bir yapılanmayı öngörmektedir. Bu bağlamda kaliteli hizmet sunumu kamu kurumlarının temel hedefleri arasına girmiştir. Bu durum “kamu kurumları ne üretirse vatandaş onu tüketir” anlayışının yerine “vatandaşların ihtiyaçlarına ve beklentilerine göre hizmet üretimi ve sunumu” yaklaşımını ön plana çıkarmıştır (Ardıç vd., 2004: 63).

1980-1990 yıllarındaki, “minimal devlet” anlayışından “düzenleyici devlet” anlayışına geçilerek yerelleşmeye daha ağırlık verilmesi gereği temel tartışma ve uygulama alanı olmuştur. Hesap verebilir, demokratik, şeffaf, öngörülebilir ve iyi yönetişim ilkelerinin egemen olduğu bir yerel yönetim yapısının kurulması için mahalli idarelerde yeniden yapılanma çalışmaları başlatılmıştır. Günümüz yönetim anlayışına bağlı olarak söz konusu görevlerinden kaynaklanan belediye hizmetlerini karşılaması artık yeterli görülmemektedir. Önemli olan vatandaşlara sunulan belediye hizmetlerinden vatandaşların memnun olmasıdır.

Belediye yönetimince sunulan hizmetlerin vatandaşları ne kadar tatmin ettiği ya da vatandaşların beklentilerini ne oranda karşıladığını tespit edebilmek oldukça zor bir konudur. Vatandaşları memnun edecek belediye hizmetlerine yönelik genel kabul görmüş temel özellikleri belirlemek de bu bağlamda oldukça zor gözükmektedir. Bu çalışmanın mamacı da vatandaşların belediye hizmetlerinden ve hizmetlerin kalitesinden memnuniyetini ölçmeye yöneliktir. Ayrıca çalışmada hizmet kalitesi boyutları olarak ifade edilen demografik özellikler ele alınmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın teorik boyutunda kamu hizmeti kavramı ve yerel hizmet ayrımı yapılmakta, hizmet kalitesi ve hizmet kalitesini etkiyen faktörler ele alınmaktadır. Ayrıca çalışmanın konusu ile ilgili olarak yapılmış araştırma sonuçlarına yer verilerek, mevcut çalışmanın sonuçları ile karşılaştırma imkanı verilmeye çalışılmaktadır.

KAMU HİZMETİ VE YEREL HİZMET KAVRAMI

Her ne kadar tanımı konusunda henüz bir uzlaşı sağlanamamış olsa da kamu hizmetini ifade etmek için bir takım ortak noktalar üzerinde durulmaktadır. Bu ortak hususlardan hareketle kamu hizmeti, Devlet veya diğer kamu tüzel kişilikleri veya bunların gözetimi altında bir özel kişilik tarafından kamu yararı amacına yönelik yürütülen sürekli ve düzenli faaliyetler (Tortop vd., 2007: 587; Gözler, 2008: 203; Göküş, 2010:196; Bozlağan, 2004: 122; Yıldırım, 2005: 17) olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere bir hizmetin kamu hizmeti kabul edilebilmesi için en az iki koşulun mevcut olması gerekmektedir. Bunlardan birincisi hizmetin kamuya yöneltilmiş ve kamuya yararlı olmasıdır. İkincisi ise hizmetin kamu kuruluşlarınca ya da ilgili kamu kuruluşunun gözetimi ve denetimi altında özel hukuk kişilerince yürütülmesidir (Bozkurt ve Ergun, 2008:128-129; Tortop vd., 2007: 587; Gözler, 2008: 203 -204).

Kamu hizmetleri, hizmetin yararının yayıldığı alan göz önünde bulundurularak; genel hizmetler ve yerel hizmetler olarak iki farklı grupta ele alınabilir. Genel hizmetler, merkezi idarenin başkent ve taşradaki birimleri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimi altında yürütülen kamusal hizmetlerdir. Yargı, sağlık, eğitim, vergi ve güvenlik hizmetlerini bunlara örnek olarak göstermek mümkündür. Doğrudan yerel yönetimler veya bunların gözetim ve denetimi altında yürütülen kamusal hizmetler ise yerel hizmetlerdir. Parklar, yollar, kaldırımlar, itfaiye, ulaşım, su ve kanalizasyon hizmetleri bunlara örnek olarak verilebilir. (Bozlağan, 2004:122-123)

HİZMET KALİTESİ VE MEMNUNİYETİ

Ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, yönetsel ve teknolojik alanlarda hem ülke içerisinde hem de ülke dışında yaşanan baş döndürücü gelişmeler ve değişim hareketleri kalite kavramının her alanda özellikle de hizmet sektöründe ön plana çıkmasını kaçınılmaz kılmıştır. Bu bağlamda kamu yönetimi açısından kaliteli kamu hizmeti, günümüz toplumunda vatandaşların en önemli beklentilerinden ve vazgeçilmezlerinden birisi haline gelmiştir. Kamu sektörünün, özel sektörün başarılı uygulamalarında olduğu gibi bir hizmet sunması beklenmektedir. Vatandaş kamu kuruluşlarından da özel işletmelerin ortaya koyduğu kalite ve maliyet standartlarına ulaşmasını beklemektedir (Sezer, 2008:150). Kalite kavramı farklı disiplinler başta olmak üzere bireylere göre çok değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Bu durum kalitenin göreceli bir kavram olduğunu göstermektedir. Bireysel ve toplumsal ihtiyaçlar başta olmak üzere örgütsel farklılıklar da kalite kavramını göreceli hale getiren unsurlar arasındadır (Yıldırım, 2005: 18-19). Diğer taraftan göreceli durum, kalite kavramın literatürde çok fazla tanımının olmasına neden olmuştur. Ayrıca farklı tanımların söz konusu olması, kaliteyi oluşturan boyutlardan da kaynaklanmaktadır. Bu boyutlar hizmet kalitesinin daha iyi anlaşılabilmesini ve vatandaşların hizmetin hangi unsurlarından tatmin olup olmadığının kavranmasını sağlamaktadır (Ardıç vd, 2004: 65).

Önemi gün geçtikçe artan hizmet kalitesi, bilimsel çalışmalarda da aynı paralelde araştırılan ve incelenen bir konu haline gelmiştir. Hizmetlerin değişken, soyut, stoklanamaz ve ayrılmaz nitelikte olması hizmet kalitesini de soyutlaştırmaktadır. (Bulgan ve Gürdal, 2008: 240). Bu durum vatandaşların ya da müşterilerin hizmet kalitesi algısı ve hizmet memnuniyetinin öçülmesini zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, hizmet kalitesi yerine literatürde “algılanan hizmet kalitesi” terimi kullanılmaktadır

Page 73: 2. SAYI için tıklayınız

Ali ŞAHİN – Erdal BAYRAKÇI – Kübra ŞAHİN

69

(Yıldırım, 2005: 20). Algılanan hizmet kalitesi müşterilerin/vatandaşların hizmeti almadan önceki beklentileri (beklenti) ile yararlandığı gerçek hizmet deneyimini (performans) kıyaslamasının bir sonucu olup, müşterilerin/vatandaşların beklentileri ile algılanan performans arasındaki farklılığın yönü ve derecesi olarak değerlendirilmektedir. Hizmet kalitesi bağlamında “beklentiler” ise vatandaşların hizmete ilişkin istek ya da arzularını ifade etmektedir (Usta ve Memiş, 2010: 336). Bu bağlamda müşteri-vatandaş tatmin kavramı ile hizmet kalitesi kavramı arasında bir ilişki vardır ve akademisyenler tarafından hizmet kalitesi ile müşteri-vatandaş tatmini genelde birbirinin yerine kullanılmaktadır(Ardıç vd, 2004: 65).

Hizmet kalite boyutları tanımlanmasına yönelik birçok bilimsel çalışma söz konusudur. Bu çalışmalardan bazılarında hizmet kalite boyutları; personel düzeyi, tesisler düzeyi ve materyal düzeyi olarak üçe ayrılarak tanımlanmaktadır. Bazı çalışmalarda ise hizmet kalitesi, teknik kalite ve işlevsel kalite olmak üzere ikiye ayrılarak tanımlanmıştır. (Ardıç vd, 2004: 65). Literatürde en yaygın kullanıma sahip hizmet kalite boyutları, Parasuraman ve arkadaşları tarafından geliştirilmiştir. Bunlar (1985: 47-48):

Güvenilirlik

Hesap vermek /Yanıt vermek

Yeterlilik/ ehliyet

Nezaket.

İnanılabilirlik/dürüstlük

Güvenlik

Erişim

İletişim

Anlayış/Empati/vatandaşı anlamak

Mal-mülk/ fiziksel varlıklar

Parasuman ve arkadaşları tarafından geliştirilen hizmet kalite bileşenleri sadeleştirilerek SERQUAL hizmet kalitesi ölçeği modeli geliştirilmiştir. Serqual Ölçeğinin bileşnleri beşe ayrılmaktadır. Bunlar (Çicek ve Doğan, 2009:205; Yıldırım, 2005: 29; Usta ve Memiş, 2010: 336 ):

Fiziki varlıklar,

Güvenilirlik,

Yeterlilik/ Ehliyet,

İnanılırlık/Dürüstlük

Anlayış/Empati

Bu boyutlara ilave olarak hem ulusal hem de uluslar arası bilimsel çalışmalarda vatandaşların demografik özellikleri ile hizmet kalitesi algısı ve hizmet memnuniyeti arasında bir ilişkinin olduğu yönünde yaygın bir kanaat söz konusudur. Başka bir ifadeyle bireylerin demografik özelikleri hizmet memnuniyeti düzeyini etkileyen faktörler arasında gösterilmektedir. Türkiye’de de demografik özellikler ile hizmet kalitesi ve memnuniyeti arasındaki ilişki çeşitli çalışmalarda ele alınmıştır. Bunlardan bir kaçı aşağıda özetlenmiştir.

Kara ve Gürcü’ye (2010: 79-84) göre vatandaşların demografik özelliklerine göre hizmet memnuniyet düzeyleri arasında farklar söz konusudur. Örneğin cinsiyet, meslek dağılımı ve ikamet sürelerine bağlı olarak vatandaşların çeşitli belediye hizmetlerindeki memnuniyetleri farklılık arz etmektedir. Kara ve Gürcü, ikamet süresi artıkça hizmet memnuniyetinin arttığı sonucuna ulaşmışlardır. Diğer taraftan vatandaşların yaşam koşulları ve siyasi eğilimlerine bağlı olarak hizmet memnuniyetlerinin düzeyinin de değişebileceği ileri sürülmektedir.

Gümüşoğlu ve arkadaşları Muğla ilinde yaptıkları bir çalışmada belediye hizmet kalitesinin önemi üzerinde durmuşlardır. Çalışmanın temel hareket noktası, vatandaşların belediye hizmetlerinden memnuniyet düzeylerini belirlemektir. Bu bağlamda yaş, cinsiyet, mahalle ve meslek grubu değişkenlerinin memnuniyeti etkileyip etkilemediği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu değişkenlerin çeşitli belediye hizmetlerindeki memnuniyet düzeylerini farklı şekilde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır (Gümüşoğlu vd, 2003).

Ardıç ve arkadaşları (2004: 76-77) da Tokat’ta belediye hizmet kalitesini ölçmeye yönelik bir çalışma yapmışlardır. Bu çalışmada da vatandaşların demografik özelliklerinin hizmet kalitesini belirlemedeki etkisi üzerinde durulmuştur. Yaş, cinsiyet, eğitim, gelir ve ikamet sürelerine göre memnuniyet düzeyi arasında anlamlı farklılıkların olup olmadığı araştırılmıştır. Çalışmada elde edilen bulgulara göre vatandaşların yaşları ilerledikçe belediye hizmetlerinden memnuniyet düzeylerinin küçük bir artış gösterdiği görülmektedir. Diğer taraftan gelir düzeyi artıkça memnuniyette hafif bir azalma,

Page 74: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

70

ikamet süresi arttıkça da memnuniyette bir artış gözlemlenmiştir. Ancak araştırmada bahsi geçen bazı demografik (cinsiyet, gelir ve eğitim) özelliklere göre vatandaşların algıladıkları belediye hizmet kalitesi ile memnuniyet düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki söz konusu değildir.

Usta ve Memiş (2010: 352) de Giresun Belediyesi’nin sunmuş olduğu hizmetlerden vatandaşlarının ne kadar memnun olduğunu ve hizmet kalitesi algısını etkilediği öne sürülen demografik faktörlerin hizmet kalitesi algısına nasıl yansıdığını araştırmıştırlar. Elde edilen bulguya göre vatandaşların yaşı, medeni durumu, mesleği ve gelir durumu ile belediye hizmet algılamaları arasında anlamlı bir farka ulaşılmamıştır. Sadece eğitim düzeyi ve cinsiyet ile vatandaşların belediye hizmet algılamaları arasında anlamlı bir farkın olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Araştırmanın Evreni ve Yöntemi Araştırmanın Evreni Konya Kent merkezidir. Kent merkezi, büyükşehir ve büyükşehre bağlı merkez ilçe belediye hizmet

alanlarını kapsamaktadır. Merkez ilçeler, Selçuklu, Meram ve Karatay’dır. Araştırma için kapalı uçlu sorulardan oluşan bir anket hazırlanmıştır. Anket formu hazırlanırken bu alanla ilgili olarak yapılmış birçok uygulamalı bilimsel çalışmadan (Gümüşoğlu vd., 2003; Kara ve Gürcü, 2010; Usta ve Memiş, 2010; Ardıç vd., 2004; Cankuş, 2008; Çicek ve Doğan, 2009; Gemlik ve Sığrı, 2007; Oktik vd., 2008; Eksen Araştırma ve Danışmanlık, 2010) faydalanılmıştır.

Anketlerin değerlendirilmesinde SPSS 11,0 programından yararlanılarak, aritmetik ortalama, standart sapma ve betimleyici istatistik gibi istatistiksel yöntemler kullanıldığı gibi en az aralık seviyesinde ölçülmüş iki değişken arasındaki ilişkinin ya da bağımlının şiddetini belirlemeye yönelik “Pearson Korelâsyon” analizi de yapılmıştır. Ayrıca “Bağımsız İki Grup t Testi”, “Anova”, “Oneway Anova” , “Scheffe” ve testleri uygulanmıştır.

Araştırmanın Bulguları ve Analiz Bu başlık altında araştırmaya katılanların demografik özellikleri ve bu özelliklere bağlı olarak vatandaşların belediye

hizmetlerinde kalite ve memnuniyet algısına yönelik varsayımlarının test edilmesine ilişkin bulgular ve değerlendirmeler yer almaktadır.

Tablo 1. Katılımcıların Demografik Özellikleri

Frekans Yüzde

Cinsiyet Erkek 98 55,7 Bayan 78 44,3 Toplam 176 100,0

Yaş

18- 29 Yaş 68 38,6 30- 43 Yaş 56 31,8 44-55 Yaş 43 24,4 56 Yaş ve Üstü 9 5,1 Toplam 176 100,0

Eğitim Durumu

Okur-Yazar 3 1,7 İlkokul Mezunu 38 21,6 Ortaokul Mezunu 13 7,4 Lise Mezunu 66 37,5 Üniversite ve Üstü 56 31,8 Toplam 176 100,0

Çalıştığı Sektör

Kamu Sektörü 26 22,4 Özel Sektör 50 43,1 Kendi Işimde 40 34,5 Toplam 116 100

Gelir Durumu

100-500 TL 33 24,3 501-1000 TL 42 30,9 1001-3000 TL 54 39,7 3001 TL den fazla 7 5,1 Toplam 136 100

Page 75: 2. SAYI için tıklayınız

Ali ŞAHİN – Erdal BAYRAKÇI – Kübra ŞAHİN

71

Örneklem kapsamında değerlendirilmeye alınan toplam 176 kişi bulunmaktadır. Deneklerin % 55,7’si erkek, % 44,3’ü ise bayanlardan oluşmaktadır. Katılımcıların yaş özellikleri incelendiğinde, bunların % 38,6’sı “18-29 yaş”, % 31,8’i “30-43 yaş”, % 24,4’ü “44-55 yaş” ve % 5,1’i ise “56 yaş ve üzeri aralığında olduğu görülmektedir.

Çalışmamaya katılanların eğitim durumu incelendiğinde örnekleminin; % 1,7’sini “okur-yazar”, % 21,6’sını “ilkokul mezunu”, % 7,4’ünü “ortaokul mezunu”, % 37,5’ini “lise mezunu” ve % 31,8’ini “üniversite ve üstü mezunu” oluşturmaktadır. Yüzde dağılımı olarak bakılacak olursa katılımcılar arasında en fazla lise mezunu sonra ise üniversite mezunu gelmektedir. Başka bir ifadeyle katılımcılar, eğitim seviyesi yüksek kişilerden oluşmaktadır.

Çalışmada örneklem kapsamına alanların hangi sektörde çalıştıkları da sorulmuş ve elde edilen bulguya göre anket formunu cevaplayanların % 22.4’ü “kamu sektöründe”, % 43,1’i “özel sektörde” ve % 34,5’i “kendi işinde” çalıştığını belirtmektedirler. Diğer katılımcılar ise, işsizler, öğrenciler, ev hanımları ve emeklilerden oluşmakta olup, bu soruya cevap vermemişlerdir.

Deneklerin gelir durumu değerlendirilirken “öğrenci, işsiz ve ev hanımı” kategorisindeki katılımcıların kendi gelir kaynakları olmadıklarından dolayı anketi cevaplarken gelir durumu sütununu boş bıraktıkları gözlemlenmiş ve bu yüzden bu kategoriye girenlerin gelir durumları değerlendirmeye alınmamıştır. Bu bağlamda bu soruyu cevaplayan katılımcıların (136) % 24,3’ü “100-500 TL”, % 30,9’u “501-1000 TL”, % 39,7’si “1001-3000 TL” ve % 5,1’i “3001 TL ve üstü” gelire sahip olduklarını ifade etmektedirler.

Tablo 2. Karatay Belediyesi hizmetlerinden memnun musunuz?

Frekans Yüzde Evet, memnunum 98 55,7 Hayır, memnun değilim 41 23,3 Fikrim yok 13 7,4 Toplam 152 86,4 Cevapsız 24 13,6 Toplam 176 100,0

Karatay da oturan vatandaşların %23’ü kesinlikle belediye hizmetlerinden memnun olmadığını belirtmektedirler. Araştırmaya katılan Karataylılar genel olarak (%55,7) Karatay Belediyesinin hizmetlerinden memnundurlar.

Tablo 3. Karatay Belediye başkanınız sizce belediyeyi iyi yönetiyor mu?

Frekans Yüzde Evet 100 56,8 Hayır 42 23,9 Fikrim yok 32 18,2 Toplaml 174 98,9 Cevapsız 2 1,1 Toplam 176 100,0

Karatay belediyesi hizmetlerinden memnun olanların ve olmayanların belediye yönetimini nasıl algıladıkları da önemli bir konudur. Bu yüzden katılımcılara “belediye başkanınız sizce belediyeyi iyi yönetiyor mu” şeklinde bir soru yöneltilmiştir. Elde edilen veriler Tablo 3’de düzenlenmiştir. Buna göre Karatay ilçesinde oturan katılımcıların % 56.8’i, belediye başkanının belediyeyi iyi yönettiğini düşünmektedirler. Söz konusu bu oran aynı belediyenin hizmetlerinden memnun olduğunu söyleyenlerin oranı ile hemen hemen aynıdır. Belediye hizmetlerinden memnun olduğunu söyleyen katılımcıların %83’ü, belediye hizmetlerinden memnun olmayanların ise % 7’si belediye başkanının belediyeyi iyi yönettiğini düşünmektedirler. Buradan şöyle bir sonuca varmak mümkündür. Belediye hizmetlerinden memnuniyet ile belediye başkanının yönetimi arasında doğrusal bir ilişki vardır. Belediye başkanı belediyeyi iyi yönetebiliyorsa vatandaş memnuniyeti de o oranda yükselmektedir.

Page 76: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

72

Tablo 4. Çalışanların Tutumu ve Karatay Belediyesi Hizmet Memnuniyeti

Karatay Belediyesi

Belediye de gittiğiniz birimlerde çalışan personelin size karşı davranışlarından

memnun musunuz?

Karatay Belediyesi

Pearson Korelasyonu

1 ,115

Sig. (2-tailed) , ,147 N 163 160

Belediye de gittiğiniz birimlerde çalışan personelin size karşı davranışlarından

memnun musunuz?

PearsonKorelasyonu ,115 1 Sig. (2-tailed) ,147 , N 160 171

Karatay belediyesi çalışanlarının tutumu ile Karatay belediyesinden memnuniyet arasında pozitif bir ilişkinin varlığından tam olarak söz etmek mümkün değildir. Çünkü Pearson Korelasyon değeri 0,115’dir. Bu çok güçsüz bir ilişkidir. Buna rağmen Karatay Belediyesinde çalışan personelin olumlu tutum ve davranışlarının, Karatay Belediyesine yönelik memnuniyet düzeyini kısmen de olsa olumlu yönde etkilediğini zayıf bir olasılıkla söylemek mümkündür.

Tablo 5. Cinsiyete Göre Karatay Belediyesi Menunyeti

Bağımsız İki Grup T Testi (Independent Samples Test)

Varyans Eşitliği Levene Testi Ortlama Eşitliği için t -testi

F

Sig.

t

df

Sig. (2-tailed)

Ortalama Fark

Standart Hata

95% Güven Aralığı

Alt Üst

Karatay Belediyesi

Kabul Edilen Varyans Eşitliği ,003 ,956 -

,220 161 ,826 -,0382 ,17408 -,38201 ,30554

Kabul Edilmeyen Varyans Eşitliği -

,221 150,720 ,825 -,0382 ,17270 -,37947 ,30299

Sig. (0,956)>0,05 ise, Kabul Edilen Varyans Eşitliği Sig. (2-tailed=0,826)>0,05, tabloda yer alan bu değerlere göre Karatay Belediyesinden memnuniyet ve memnuniyetsizlik konusunda cinsiyet faktörünün hiçbir etkisi yoktur. Başka bir ifadeyle, Karatay Belediyesi memnuniyet düzeyini belirlemede cinsiyet faktörünün bir etkisi söz konusu değildir. Erkekler ve bayanlar Karatay Belediyesinden kısmen memnun gözükmektedirler.

Page 77: 2. SAYI için tıklayınız

Ali ŞAHİN – Erdal BAYRAKÇI – Kübra ŞAHİN

73

Tablo 6. Belediye Hizmetleri ve Memnuniyet Düzeyleri

N Mean Defin ve Mezarlıklar hizmetinden 165 3,7394 Cadde ve Sokakların Aydınlatılması 174 3,7241 İtfaiye-Acil yardım ve Kurtarma-Ambulans hizmetleri 174 3,6782 Sosyal hizmet, yardım-meslek ve beceri kazandırma hizmetleri (KOMEK vb..) 170 3,6235 Konya için gerekli elektrik şebekesinin yeterliliği 172 3,5581 Yaş Sebze ve Meyve Halinden 170 3,5529 Şehirlerarası Ulaşım hizmetlerinden (Otogar) 172 3,5349 Trafik ve Sinyalizasyon Hizmetlerinden 167 3,5269 Belediye vergilerini düzenli olarak toplamak (ilan, emlak, eğlence vb…) 169 3,5207 Sağlık tesisleri (sağlık ocakları) ve halk sağlığı hizmetleri 173 3,5202 Kapalı Pazar Yerinden 170 3,4941 Huzurevi - Yaşlı Bakım Evi gibi sosyal hizmetlerden 169 3,4911 Asfaltlama hizmetleri 172 3,4593 Katı-atık ve Çöp toplama Hizmetlerinden 174 3,4195 Mahalle Pazarlarından 171 3,4035 Yeşil alan, park, bahçe… Ağaçlandırma gibi çevre düzenlemelerinin artırılması ve korunması 174 3,3908 Yerleşim planlaması (kentsel fiziki mekan düzenlemeleri ve tarihi dokunun korunması), yapıdenetimi hizmetleri

170 3,3882

Kültür-sanat-turizm ve Konya'nın tanıtımı hizmetleri 171 3,3860 Sosyal Yardım hizmetlerinden (fakir ailelere, engellilere, yaşlılara yönelik vb.) 170 3,3824 Caddeler, sokaklar, parklar gibi halka açık alanların genel temizliği 174 3,3736 Halkın barınma, eğlence, alış-veriş ve dinlenme ihtiyaçlarının karşılanması (konut, yol, cadde,kaldırım, köprü vb…)

170 3,3706

Dere ve Irmak yataklarının ıslahı konusunda yapılan çalışmalardan 168 3,3512 Yol Yapım ve Bakımından (Cadde, Bulvar, Kavşak, Köprü) 174 3,3506 Kentin gelişimi için gerekli imar planlarının hazırlanması ve bunların kontrolünün yapılması 173 3,3410 Tramvay Hizmetleri 172 3,3256 Sosyal tesislerin ve kamu binalarının yapılması ve onarımı 172 3,3198 Veterinerlik hizmetinden (mezbaha vb.) 168 3,3036 Haşere (sivrisinek vb.) ile Mücadeleden 169 3,2485 Tanzim satış mağazaları, aş evi, belediye fırınları gibi hizmetlerin yeterliliği 173 3,2428 Otopark olanaklarından 172 3,2209 Kanalizasyon-fosseptik gibi altyapı hizmetleri 174 3,2011 Spor sahaları, sinema, tiyatro, kaplıca gibi sosyal tesislerin inşası ve bakımı 174 3,1897 Atık Su Arıtma Hizmetinden 170 3,1824 Zabıta Denetim Faaliyetlerinden (işyerleri, imalathane, fiyat kontrolü vb.) 170 3,1824 Şehir içi ulaşım hizmetlerinden (Dolmuş, Otobüs vb.) 171 3,1520 İnşaatların denetimi (Depreme dayanıklılık ve kaçak inşaat) 173 3,1503 Çevre kirliliğinin önlenmesi/çevre sağlığı 172 3,1279 Lokanta, kafe, kahvehane, otel gibi halka açık yerlerde satılan yiyecek ve içeceklerin temizlik vesağlık yönünden denetlenmesi

175 3,0857

Lokanta, eğlence yerleri, sosyal tesisler, pazar yerleri, oteller gibi yerlerin fiyatlarınınbelirlenmesi ve kontrolü

173 3,0809

Çevre kirliliğinin önlenebilmesi için, belediyenin denetim ve çalışmalarının yeterliliği 173 3,0694 İçme ve kullanma suyunun kalitesi/ıslahı/temizliği 174 3,0690 Kanalizasyon-fosseptik gibi altyapı hizmetleri 171 3,0117

Araştırma kapsamına alınan vatandaşların en çok memnun oldukları en az memnun oldukları hizmetler Tablo 6’da düzenlenmiştir. Buna göre vatandaşların Karatay belediyesi hizmetlerinden en çok memnun oldukları hizmetler şu şekilde sıralanabilir: Defin ve Mezarlıklar hizmeti, Cadde ve Sokakların Aydınlatılması, İtfaiye-Acil yardım ve Kurtarma-Ambulans hizmetleri, Sosyal hizmet, yardım-meslek ve beceri kazandırma hizmetleri (KOMEK vb..), Konya için gerekli elektrik şebekesi hizmetleri, Yaş Sebze ve Meyve Hali, Şehirlerarası Ulaşım hizmetleri (Otogar) Trafik ve Sinyalizasyon Hizmetleri.

Buna karşılık en az memnun kalınan belediye hizmetleri arasında ise sırayla şunlar yer almaktadır: Kanalizasyon-fosseptik gibi altyapı hizmetleri, İçme ve kullanma suyunun kalitesi/ıslahı/temizliği, Çevre kirliliğinin önlenebilmesi hizmetleri, Lokanta, eğlence yerleri, sosyal tesisler, pazar yerleri, oteller gibi yerlerin fiyatlarının belirlenmesi ve kontrolü ile

Page 78: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

74

Lokanta, kafe, kahvehane, otel gibi halka açık yerlerde satılan yiyecek ve içeceklerin temizlik ve sağlık yönünden denetlenmesi hizmetleri.

Tablo 7. Demografık Özellikler ve Hizmet Memnuniyeti İlişkisi

ANOVA Yaş Grupları Sum of Squares df Mean Square F Sig. Between Groups 5,982 3 1,994 5,134 ,002 Within Groups 57,485 148 ,388 Total 63,467 151 Siyasi Eğilim Sum of Squares df Mean Square F Sig. Between Groups 13,781 9 1,531 4,362 ,000 Within Groups 49,491 141 ,351

Total 63,272 150

Sig<0,05= Değişkenler arasında anlamlı fark söz konusudur.

Tablo 7 siyasi eğilimler ve yaş gruplarına göre vatandaşların belediye hizmetlerindeki memnuniyet düzeylerinin farklılığı düzenlenmiştir. % 5 anlamlılık düzeyi ve % 95 güven aralığı bağlamında araştırmaya katılan vatandaşların yaş ve siyasi eğilim özelliklerine göre belediye hizmet kalitesi ve memnuniyet düzeyleri arasında farklılıklar söz konusudur. Karatay Belediyesi Ak Parti’nin elindedir. Son yerel seçimlerde Ak Partiye oy verenlerin % 69’u, MHP’ye oy verenlerin %57’si, SP’ye oy verenlerin %85’i ve CHP’ye oy verenlerin %22’si Karatay belediyesinin hizmetlerinden memnun olduklarını belirtmektedirler. Buna göre siyasi eğilimlerin hizmet kalitesi ve memnuniyet düzeyini etkilediğini ifade etmek mümkündür. Yaş grupları açısından da Karatay Belediyesi hizmetlerinde memnuniyet farklılığı ortaya çıkmaktadır. Gençler ve üst yaş grubu belediye hizmetlerinden genel olarak (%44) memnun değilken, orta yaş grubunun büyük çoğunluğu (%69) Karatay belediyesi hizmetlerinden memnun olduklarını belirtmektedirler. Yapılan anova testleri neticesinde eğitim durumu, gelir düzeyi, ikamet süresi ve meslek dağılımı gibi faktörlerin belediye hizmetlerinde genel anlamda memnuniyet düzeyini etkilemediği görülmektedir.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, yönetsel ve teknolojik alanlarda hem ülke içerisinde hem de ülke dışında yaşanan baş döndürücü gelişmeler ve değişim hareketleri kalite kavramının her alanda özellikle de hizmet sektöründe ön plana çıkmasını kaçınılmaz kılmıştır. Bu bağlamda kamu yönetimi açısından kaliteli kamu hizmeti, günümüz toplumunda vatandaşların en önemli beklentilerinden ve vazgeçilmezlerinden birisi haline gelmiştir. Kamu sektörünün, özel sektörün başarılı uygulamalarında olduğu gibi bir hizmet sunması beklenmektedir.

Belediye yönetimince sunulan hizmetlerin vatandaşları ne kadar tatmin ettiği ya da vatandaşların beklentilerini ne oranda karşıladığını tespit edebilmek oldukça zor bir konudur. Vatandaşları memnun edecek belediye hizmetlerine yönelik genel kabul görmüş temel özellikleri belirlemek de bu bağlamda oldukça zor gözükmektedir. Bu çalışmanın mamacı da vatandaşların belediye hizmetlerinden ve hizmetlerin kalitesinden memnuniyetini ölçmeye yöneliktir.

Araştırma kapsamına alınan vatandaşların % 55’i genel olarak Karatay Belediyesi hizmetlerinden memnun gözükmektedir. Belediye hizmetlerinden memnuniyet ile belediye başkanının yönetimi arasında doğrusal bir ilişki vardır. Belediye başkanı belediyeyi iyi yönetebiliyorsa vatandaş memnuniyeti de o oranda yükselmektedir.

Yaş ve siyasi eğilimler dışındaki eğitim, gelir durumu, cinsiyet, ikamet süreleri ve meslek gibi demografik özelliklerin Karatay Belediyesi hizmet kalitesi ve memnuniyet düzeyini belirlemede bir etkiye sahip olmadıkları görülmektedir.

Diğer taraftan Karatay belediyesi hizmetlerinden en çok memnun olunan ve en az memnun olunan hizmetleri de araştırmada tespit etmeyi amaçladık. Buna göre; Karatay belediyesi hizmetlerinden en çok memnun olunanlar şu şekilde sıralanabilir: Defin ve Mezarlıklar hizmeti, Cadde ve Sokakların Aydınlatılması, İtfaiye-Acil yardım ve Kurtarma-Ambulans hizmetleri, Sosyal hizmet, yardım-meslek ve beceri kazandırma hizmetleri (KOMEK vb..), Konya için gerekli elektrik şebekesi hizmetleri, Yaş Sebze ve Meyve Hali, Şehirlerarası Ulaşım hizmetleri (Otogar) Trafik ve Sinyalizasyon Hizmetleri.

Buna karşılık en az memnun kalınan belediye hizmetleri arasında ise sırayla şunlar yer almaktadır: Kanalizasyon-fosseptik gibi altyapı hizmetleri, İçme ve kullanma suyunun kalitesi/ıslahı/temizliği, Çevre kirliliğinin önlenebilmesi hizmetleri, Lokanta, eğlence yerleri, sosyal tesisler, pazar yerleri, oteller gibi yerlerin fiyatlarının belirlenmesi ve kontrolü ile

Page 79: 2. SAYI için tıklayınız

Ali ŞAHİN – Erdal BAYRAKÇI – Kübra ŞAHİN

75

Lokanta, kafe, kahvehane, otel gibi halka açık yerlerde satılan yiyecek ve içeceklerin temizlik ve sağlık yönünden denetlenmesi hizmetleri.

KAYNAKÇA

ARDIÇ, Kadir vd, (2004). “Belediyelerde Hizmet Kalitesinin (Vatandaş Tatmininin) Ölçülmesi (Tokat Belediye’sinde Bir Uygulama)”, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 13, Sayı 3, Temmuz, 2004, Akara. ss. 63-81.

BOZLAĞAN, Recep (2004). “Kentsel Kamu Hizmetlerinden Tatmin Düzeyi: İstinye-İstanbul Örneği”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 7, 2004/1, ss. 121-145.

BULGAN Uğur, ve Gültekin Gürdal (2005). “Hizmet Kalitesi Ölçülebilir mi?” ÜNAK'05: Bilgi Hizmetlerinin Organizasyonu ve Pazarlanması, Kadir Has Üniversitesi, İstanbul, ss. 240-259 http://kaynak.unak.org.tr/bildiri/unak05/u05-22.pdf (15.01.2011)

CANKUŞ, Bülent (2008). “Belediye Hizmetlerine İlişkin Algı ve Memnuniyetin İkili Lojistik Regresyon Analizi İle Ölçümü: (Eskişehir İli Örneği)”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.

CANKUŞ, Bülent (2008). “Belediye Hizmetlerine İlişkin Algı ve Memnuniyetin İkili Lojistik Regresyon Analizi İle Ölçümü: (Eskişehir İli Örneği)”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.

ÇİÇEK, Recep ve İsmail Can Doğan (2009). “Müşteri Memnuniyetinin Artırılmasında Hizmet Kalitesinin Ölçülmesine Yönelik Bir Araştırma: Niğde İli Örneği”, Afyon Kocatepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt.11, Sayı I, ss. 199-217.

EKSEN ARAŞTIRMA VE DANIŞMANLIK (2010). “Belediye Algısı ve Yerel Hizmetler Memnuniyet Araştırması”, Araştırma Raporu, 2010, İstanbul.

GEMLİK, Nilay ve Ünsal Sığrı (2007). “Kurum İmajı Analizi ve Bir Belediye Üzerindeki Uygulamanın Değerlendirilmesi”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 11, 2007/2, ss. 267-282.

GÖKÜŞ, Mehmet (2010). “Küreselleşme Sürecinin Kamu Hizmetine Yansıması”, Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Cilt 14, Sayı 20, Çizgi Kitabevi, Konya, ss.193-218.

GÖZLER, Kemal (2007). İdare Hukuku Dersleri, 5. Baskı, Ekin Kitabevi, Bursa. GÜMÜŞOĞLU, Şevkinaz vd, (2003) Belediyelerde Beklenen Algılanan Hizmet Kalitesinin “Servqual” Modeli ile Ölçülmesi

ve Muğla İlinde Bir Uygulama, 2003, http://www.deu.edu.tr/userweb/sabri.erdem/dosyalar/sabri_erdem_iku.pdf (27.01.2011)

KARA, Mehmet, Maşide Gürcü, “Belediye Hizmetlerinde Halkın Memnuniyetinin Ölçülmesine Yönelik Bir Çalışma: Yozgat Belediyesi Örneği”, Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, 2010, ss. 79-86

OKTİK, Nurgün vd. (2008). “Demokratik Katılım ve Yerel Hizmetler: UNDP (Yerel Yönetim Reformu’na Destek Projesi) ve Yönetime Katılımın Yeni Biçimleri”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (İLKE), 2008, Sayı: 21, Muğla, ss. 141-162.

PARASURAMAN, A. Valarie A. Zeithaml & Leonard L. Berry (1985) . “ A Conceptual Model of Service Quality and Its Implications for Future Research”, Journal of Marketing, Vol. 49, pp. 41-50.

SEZER, Özcan (2008). “Kamu Hizmetinde Müşteri (Vatandaş) Odaklılık: Türkiye’de Kamu Hizmeti Açısından Bir Değerlendirme”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 8, ss,147-171

TORTOP, Nuri, İşbir, G. Eyüp ve Aykaç, Burhan vd. (2007). Yönetim Bilimi, Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 7. Baskı, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara

USTA Resul ve Levent Memiş (2010). “Belediye Hizmetlerinde Kalite: Giresun Belediyesi Örneği”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, , Cilt 15, Sayı 2, Yıl 2010, Isparta, ss. 333-355.

YILDIRIM, İbrahim (2005). “Kamu Hizmetlerinde Kalite Yönetimi”, Türk İdare Dergisi, Yıl: 77, Sayı: 446, Ankara, ss. 17-39.

Page 80: 2. SAYI için tıklayınız
Page 81: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

AR-GE FAALİYETLERİNİN FİNANSMANI Ve AR-GE FAALİYETLERİNİN FİRMA DEĞERİNE ETKİSİ ve İMKB’DE İŞLEM

GÖREN FİRMALAR ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA

Öğr. Gör. Hüseyin Serdar YALÇINKAYA*

Doç. Dr. Mutlu Başaran ÖZTÜRK ∗∗

Öğr. Gör. İbrahim Emre GÖKTÜRK∗∗∗

ÖZET

Firmalar varlıklarını sürdürebilmek ve rekabet gücünü arttırabilmek için sürekli ve düzenli araştırma-geliştirme (ar-ge) faaliyetlerini gerçekleştirmelidirler. Bu faaliyetler, üretim, pazarlama, örgütsel yapılanmada kullanılan sistem, yöntem veya hizmetlerin iyileştirilmesini amaçlayıp personel ve sosyal içerikli konularda olabilir. Araştırma ve geliştirme fonksiyonu işletmenin dinamik yapısını sürdürmesi bakımından önemlidir.

Firmalar günümüzde temel amaç olarak firma değerini maksimum etmeyi benimsemişlerdir. Bu unsurlar içerisinde çalışmamızda yapısal sermaye içerisindeki yenilik sermayesi diğer bir anlamda ar-ge faaliyetlerinin finansman kaynakları ve ar-ge faaliyetlerinin firma değerine etkisi incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Ar-Ge, Ar-Ge Finansmanı, Firma Değeri

FINANCE OF RESEARCH AND DEVELOPMENT (R&D) ACTIVITIES AND THE EFFECT OF R&D ACTIVITIES ON COMPANY VALUE AND A STUDY ON THE COMPANIES WHICH ARE TRADED

IN IMKB (ISTANBUL STOCK EXCHANGE).

ABSTRACT

Companies should carry out R&D activities regularly and permenantly to survive and increase their competitive power. These activities can be productivity, marketing, the system used on organizational structure, method or the themes on aiming to develop personel and social contents. Research and development (R&D) is very important to conserve the dynamic pattern of the company.

Nowadays companies has basicly adopted to maximize the value of company. When we consider the information below, in this study we have analyzed that the innovational capital in structural capital, in a sense, the financial sources of R&D activities and the effect of R&D activities on value of company.

Keywords: R&D, R&D Financing, Company Value

GİRİŞ

Ar-Ge faaliyetlerinin mikro ekonomik ve makro ekonomik etkileri üzerine bir çok araştırmalar yapılmıştır bunların içerisinde Kondratieff, Kuznets ve Schumpeter’inkiler en dikkat çekici olanlarıdır. Kondratieff kapitalist ekonomik sistemi incelemiş ve genel ekonomik seviyelerin büyük dalgalanmalar olduğunu tespit etmiş olup bu dalgalanmaların nedeni olarak teknolojik yeniliği göstermiştir. Schumpeter ise bu dalgalanmaları kabul etmiş yeniliklerin ise aniden ve büyük ilerlemeler

* Selçuk Üniversitesi, Ereğli Kemal Akman MYO, [email protected] ∗∗ Niğde Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, [email protected] ∗∗∗ Selçuk Üniversitesi, Akşehir MYO, [email protected]

Page 82: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

78

şeklinde olduğunu savunmuştur. Yeniliklerin doğasında ise bir yıkımcılık olduğunu savunmuştur. Yani her yenilik bir önceki yenilikleri yıkmış ve kullanılmaz olmuştur.

Mikro ekonomik açıdan etkilerinde ise Porter değer zincirleri teorisinde firma değerine etki eden en önemli faktörlerden birisini teknoloji ve yeniliklerin temeli olan araştırma-geliştirme (ar-ge) faaliyetlerini göstermiştir. Ar-Ge günümüzde de entelektüel sermaye içerisinde incelenmekte ve bir entelektüel sermaye unsuru olan yapısal sermayenin içerisinde yenilik sermayesi kapsamında incelenmektedir.

Ar-Ge faaliyetlerinin gelecekteki sürdürülebilir rekabet için gerekliliği kaçınılmazdır fakat araştırmanın sonucunda yaratacağı etki, araştırmanın türüne göre etki etmekte temel araştırmalar daha uzun ve üstün rekabet avantajı yaratırken geliştirmeler ve iyileştirmeler kısa dönemli rekabet avantajı sağlamaktadır. Firmalar ticari başarıyı çok kısa dönemlerde istemekte ve risklerde oldukça uzak durmak istemektedirler ve temel araştırmalara fazla fon ayırmamaktadırlar

AR-GE KAVRAMI VE TANIMI

OECD (1970) raporunda ar-ge; bilimsel ve teknik bilgi birikimini artırmak amacı ile sistematik bir temele dayalı olarak yürütülen yaratıcı çaba ve bu bilgi birikiminin yeni uygulamalarda kullanımıdır.

Araştırma ve geliştirme kavramları ayrı, ayrı ele alındığında aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır;

Araştırma; Bilinmeyeni bilmeye, öğrenmeye yönelik yapılan tüm bilimsel ve teknolojik faaliyetleri kapsamaktadır.

Geliştirme; Mevcut bilginin veya yeni teknolojinin yeniden düzenlenerek daha iyiye doğru yönlendirilmesi faaliyetidir.

Günümüzde ekonomik, sosyal, politik, teknolojik ve diğer çevre faktörlerinde meydana gelen hızlı değişmeler, hem ülke ekonomisi bakımından hem de tek tek işletmeler bakımından ar-ge faaliyetlerinin önemini arttırmıştır (Şimşek 1993: 281). Bir firmanın teknolojik yapısı, uygulama başarının temel kaynağı olmasının yanı sıra, kar ve şirketin büyümesinde de büyük bir önem taşır. Firmaların sahip olduğu ortalama sektörel teknoloji yapısı, ülkenin rekabet gücünü belirleyen bir faktör haline gelir. Firmaların teknoloji stratejilerinin uluslar arası piyasalara entegre olabilmesi, ülkelerin teknoloji yaratabilme ve teknoloji transfer gücüne bağlıdır. Teknoloji yaratmak,ülkenin kamu ve özel sektör–üniversiteler dahil beyin sermayesinin niteliğine bağlı iken,teknoloji transferi ülke şirketlerinin ve kamunun finansal öz kaynakları ve uluslar arası piyasalardaki kredibilitesi ile orantılıdır. Firmaların teknolojisinin gelişmesi ar-ge departmanın buluş yeteneği yanında üretim yeterliliğine, finansal ve pazarlama desteği ile insan kaynaklarının yaratıcılığa önem veren politikalarında yatar. İşletmelerin ar-ge faaliyetlerine önem vermelerinin temel nedenleri aşağıdaki gibi özetlenmektedir (Barutçugil, 1981: 20).

• Pazarla İlgili Nedenler: Pazarda önde gelen işletme olmak ve bunu korumak, rakiplere karşı koyabilmek için mamul geliştirmek.

• Örgütsel Nedenler: Endüstride yenilikçi olarak bir imaj yaratmak ve bunu sürdürmek, aralarında seçim yapabilecek alternatif mamullere sahip olmak.

• Sosyal Nedenler: Değişiklik bekleyen tüketicileri tatmin etmek, kamuoyuna karşı firmanın toplumsal yararlılığını kanıtlamak.

• Personelle İlgili Nedenler: Yetenekli ve istekli araştırıcıları çekebilmek, bunları işletmede tutabilmek, çalışmalara çalışma zevki ve anlamı kazandırmak.

Rekabet Gücü ile Değer Yaratma ve Ar-Ge İlişkisi Fiyat, kalite, hız, benzersizlik hala ürün üzerinde rekabette önemli faktörlerdir. Bunlara ilaveten yenilikçi süreçler

sayesinde pazara yeni ürünler sunmak rekabet çabaları için önem arz etmektedir. Bir işletme rekabetçi durumunu koruyabilmek için ürünlerinde yenilik yapmak zorundadır. Dolayısıyla yenilik rekabetçiliğin ve rekabetçi işletme olmanın temelini oluşturmaktadır (Denton, 1999: 82).

Rekabet üstünlüğü elde etmede yapacakları katkıları strateji uzmanı Michael Porter tarafından geliştirilen Değer Zinciri modeli ile açıklamakta, rekabetin stratejiyi ve bilgi yönetimini rekabet yapısını nasıl etkilediğini anlama konusunda yardımcı olmaktadır (Tekin, 2003: 332).

Teknoloji ile rekabet arasındaki ilişkinin incelenip anlaşılmasında değer zinciri kavramının önemli bir rolü bulunmaktadır. Değer zinciri, Porter'in(1985) rekabet analizlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Buna göre, bir işletme ürünlerini tasarlayacak, üretecek, pazarlayacak, dağıtacak ve destekleyecek birçok faaliyetten oluşan bir bütündür. Tüm bu faaliyetler bir değer zinciri kullanılarak gösterilebilir. Bir işletmenin değer zinciri ve bu zincirin işleyişi işletmenin tarihi,

Page 83: 2. SAYI için tıklayınız

Hüseyin Serdar YALÇINKAYA – Mutlu Başaran ÖZTÜRK – İbrahim Emre GÖKTÜRK

79

stratejisi ve stratejisinin uygulama biçiminin bir yansımasıdır. Rakipler arasında değer zincirlerindeki farklılıklar rekabetçi üstünlük için önemli noktaları oluşturmaktadırlar.

Kaynak: Porter, 1985: 3

Şekil 1. Değer Zinciri Modeli

Rekabetçi kavramlar ele alındığında değer, bir işletmenin müşterilerinin kendilerine sunulan mal ve hizmetlere karşılık ödemeyi kabul ettikleri bedeli ifade etmektedir. Eğer bir işletmede üretilen değer, yani elde edilen toplam gelir ürün oluşturulurken yapılan maliyetlere nazaran fazla ise işletme kârlı sayılmaktadır. Herhangi bir toplam stratejinin sonuç olarak hedefi müşteriler için maliyetlerin üstünde bir değer oluşturmaktır. Değer zinciri toplam değeri gösterir (Porter, 1985: 34).

Teknolojinin rekabetçi üstünlüğü etkileyebilmesi için işletmenin göreceli maliyet veya farklılaşma konumunun belirlenmesinde önemli bir rol oynaması gerekmektedir. Tüm değer faaliyetleri içinde yer aldığından ve bu faaliyetlerin birbirine bağlanmasını sağladığından teknolojinin hem maliyet hem de farklılaşma üzerinde çok kuvvetli etkilerinin olduğu ileri sürülebilir. Teknolojinin tek başına sağladığı bu etkilerin yanında, maliyet ve farklılaşma ile ilgili diğer faktörleri etkileyerek ya da değiştirerek rekabetçi üstünlüğü etkileyebildiği de görülmektedir. Teknolojik ilerleme ölçek ekonomilerine ulaşmayı kolaylaştırabilir ya da esneklik sağlayarak bunu önemsiz hale getirebilir. Teknolojik değişimin hangi hallerde rekabette avantaj sağlayacağı ile ilgili olarak, aşağıdaki faktörlere dikkat çekmek gerekmektedir (Porter, 2000: 5):

• Teknolojik değişimin kendisi maliyetleri düşürür ya da farklılaşma sağlar ve işletmenin teknolojik liderliği devamlı olursa rekabetçi üstünlüğe neden olabilir.

• Teknolojik değişim işletmeye avantaj sağlayacak şekilde maliyet ya da farklılaşma sebeplerini etkileyecek olursa rekabetçi bir üstünlük söz konusu olacaktır.

• Teknolojik değişime öncülük etmenin yanı sıra ilk olarak faaliyete geçmek, takipçiler taklide başlasa dahi önemli avantajlar sağlayacaktır.

• Teknolojik değişim genel sanayi yapısını geliştirici bir etki yapacak olursa işletmeler açısından rekabetçi üstünlükleri beraberinde getirecektir.

Değer ve rekabet üstünlüğünü yaratan teknolojinin asıl kaynağı ise ar-ge çalışmalarının kendisidir.

AR-GE FAALİYETLERİNDE FİNANSAL KARAR ALMA

Ar-Ge kararları, firmada önem taşıyan her fonksiyonu etkilediği için karmaşık bir nitelik kazanır. Teknik gelişmeler, yenilikler ve buluşlar, ar-ge faaliyetleri sonucunda ortaya çıkarlar. Bu tür yenilik ve gelişmeler, genellikle, yeni ürünlerin piyasaya sürülmesine, yeni üretim veya satış usullerinin uygulamaya konulmasına ve yönetime bilgi sağlamaya yöneliktir. Bu sebeple ar-ge fonksiyonu pazarlama, üretim ve finansman gibi diğer işletme fonksiyonlarından ayrı olarak düşünülmemelidir. Özellikle ar-ge ile üretim ve pazarlama arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır (Dinçer, 1996: 81). Yöneticiler pazarlama, hizmet ve destek, üretim ve finans üzerindeki etkileri düşünmeden ar-ge seçimlerini özenle yapamazlar. Ar-Ge kararları teknoloji ka-

Firma örgüt yapısı

İnsan kaynakları yönetimi

Teknoloji geliştirme

Tedarik

İç Lojistik İşlemler Dış

lojistik Pazarlama Satış Hizmetler

Katkı Payı

Page 84: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

80

zanma ya da piyasaya girme amacını taşıyan ele geçirmeleri içerebilir. Sonuç olarak, stratejik ar-ge kararlarına yönetilen her süreç, iş stratejisi üzerinde de durmak zorundadır.(Matheson, 1998: 20)

Ar-Ge'nin yaptığı her şeyin müşteriler, şirket sahipleri ve diğer paydaşlar için değer yaratma amacı taşıması gerektiğine göre, ar-ge faaliyetleri diğer hedef ve faaliyetlerle eşgüdümlü olmalıdır. Yöneticilerin ar-ge ile diğer stratejik kararlar arasındaki ilişkiyi değerlendirmesine yardımcı olmak için Şekil-2 'de görülen stratejik karar hiyerarşisini kullanılır. Şirket için en üst strateji düzeyi örgütsel kimlik, şirketin misyon ve değerler açıklamasıdır. Bu düzeydeki kararlar genellikle örgütün yürüteceği işlerin türüne ve bu işlerde iyi olmak için öğrenecekleri şeylere odaklanır. Sonraki düzey olan şirket stratejisi, girişimin daha üst düzey çerçevesi veri olduğundan, hangi işlerin içinde yer alacağı yönündeki kararlarla ilgilidir. Şirket stratejisi bir arzu ve kapasite sorunudur. İş stratejisi ise şirketin her bir alanda nasıl rekabet edeceğini belirler. Ar-Ge stratejik karar hiyerarşisinin tepe noktası, bu iki düzeyin içinde başlamaktadır (Matheson, 1998: 20).

Ar-Ge Teknoloji

Diğer İşlevsel Karar Alanları

Str.

Ar-Ge Portföy Str.

Ar-Ge Proje Str.

Kaynak: Matheson, 1998: 20

Şekil 2. Ar-Ge ve Stratejik Karar Hiyerarşisi

Ar-Ge kararlarını almanın üç düzeyi, yukarda açıklanan örgütsel kararlarla çakışır. Bunlar teknoloji stratejisiyle ilgili olan, ar-ge portföyünün içeriğini belirleyen ve tekil ar-ge projelerini şekillendiren kararlardır. Şirketler akıllı olmak için bu üç düzeyin hepsinde iyi kararlar almak zorundadır. Ar-Ge teknoloji stratejisi mantık gereği hem şirket düzeyindeki hem de iş düzeyindeki alanlarla çakışır; çünkü teknoloji girişimin nerede ve nasıl rekabet edeceğiyle ilgili bir etkendir. Ar-Ge portföy ve proje kararları daha düşük düzeylerde yer alır, her örgütün almak zorunda olduğu başka birçok karara eşlik eder. Ar-Ge karar alma düzeyi teknoloji stratejisi belirleme ile başlar.

Projeleri Portföyde Değerlendirme Portföy içerisinde firma değerini direkt olarak etkileyecek birçok ar-ge projesi vardır. Projeler firma değerinin kısa vadeli

ve uzun vadeli hedeflerine ulaşmasında farklılık gösterirler. Bazıları kısa, bazıları uzun vadelidir. Bazıları daha çok, bazıları daha az belirsizdir. Seçici kurullardan bazıları kısa vadeli ve daha az belirsiz projeleri, bazıları ise uzun vadeli ve daha çok belirsiz projeleri tercih eder. Portföy yönetimi riskleri azaltmak, ve üstlenilen riske göre en yüksek değeri yaratmak olduğuna göre portföy içersindeki projelerin risk ve yaratabilecekleri değere göre ayrı, ayrı tanımlanmalı ve kendi aralarında bir dengeye oturtulmalıdır (Ercan, Ban, 2005: 188). Projelerin sınıflandırılmasında ar-ge kafesi hangi projenin risk-değer karşılaştırılmasında yardımcı olmaktadır.

Ar-Ge kafesi farklı projelerin kendi portföylerine nasıl farklı katkılarda bulunduğunu gösterir. Uygun risk ve getiri dengesine ilişkin karşılıklı bir anlayışa ulaşma sürecinin önemli bir parçasını oluşturur. Projeleri teknik zorluk ve ticari potansiyel açısından ölçer. Ar-Ge portföy terminolojisinde projeler özelliklerine göre peynir-ekmek, inci, istiridye ya da beyaz fil olarak adlandırılır (Matheson, 1998: 237).

Ar-Ge kafesine projeler başarı olasılıkları ve oluşturdukları değere göre yerleştirilir, kafeste yukarı çıkıldıkça proje başarı olasılığı artar, aşağıya inildikçe başarı olasılığı düşer. Kafesin sol tarafında projenin tahmini yarattığı değer düşük, sağ tarafta tahmini yaratılan değeri yüksek projeler içerir. Kafesin sol tarafına yaklaşıldıkça projeler firma mevcut rekabet gücünü korur, sağ tarafa yaklaştıkça projeler yeni iş imkânları yaratarak stratejik üstünlük yaratmaya eğimli olduğu anlaşılır.

Page 85: 2. SAYI için tıklayınız

Hüseyin Serdar YALÇINKAYA – Mutlu Başaran ÖZTÜRK – İbrahim Emre GÖKTÜRK

81

PEYNİR EKMEK İNCİ

BEYAZ FİL İSTİRİDYE

Kaynak: Matheson 1998: 239

Şekil. 3 Ar-Ge Portföy Matrisi

Ar-Ge kafesini kullanmak için, portföydeki bütün projelerin güvenilir nicel ölçütlerine gerek duyulmaktadır. Bu kafesi tartışmanın nitel odağı olarak kullanmak, proje liderlerini kendi projelerini istedikleri yere kaymaya yönelteceği için yanıltıcı olacaktır.

Portföy Bütçesi Oluşturulması Ar-Ge portföy bütçesi oluştururken firmanın teknoloji stratejilerini göz önünde tutması gerekir, saldırgan strateji

benimsemiş bir firma ile taklitçi bir strateji benimsemiş firma bütçeleri aynı düzeyde gerçekleşmeyecektir. Sanayi dalları arasında büyük araştırma yoğunluğu farkları vardır ve bu durumun bir yandan tarihi koşullara, bir yandan da rekabet şartları-nın baskısına bağlı olduğu öne sürülebilir. Yaklaşık her on yılda bir yeni proseslerin ve yeni kuşak ürünlerin ortaya çıktığı bir sanayi dalında (ilaç, cihaz üretimi, makine, motorlu taşıtlar) üretim yelpazesinin eskimesini ya da aşırı maliyetlerin ortaya çıkmasını önlemek için nispeten yüksek düzeyde bir araştırma yoğunluğu gerekli olabilir. Böyle bir sanayi dalında çalışan bir firma ar-ge harcamalarını kısarak birkaç yıl için kısa dönem karlılığını yükseltebilir; ancak bu uzun dönem karlılığını ve varlığını sürdürülebilmesi pahasına yapılabilir. Çok düşük bir ar-ge faaliyet düzeyi ya da hiç araştırma yapılmaması, teknolojik eskiliğin sorun olmadığı ya da üretim yelpazesindeki değişmelerin esas olarak o günkü modaya göre oluştuğu sanayi dalları için geçerli olabilir.

Ar-Ge faaliyetlerine ait harcamaların, planlanması ve denetimi çok zordur. Bu zorluk iki nedene dayanmaktadır:

• Birincisi, bu faaliyetlerin her birisi için tahsis edilecek fonların tahmininin zor olmasından kaynaklanmaktadır (Pekiner, 1983: 409).

• İkinci güçlük ise, yapılan harcamalarla harcama sonuçları arasında kesin bir ilişki kurulamamasıdır (Manav, 1990: 398).

Bu güçlüklere rağmen, belli projelere dayalı olmak koşuluyla, ar-ge faaliyetlerinin bütçelenmesi gerekmektedir. Bu faaliyetler için yapılan harcamaların yüksek oluşu ve karı yüksek derecede etkilediğinden, genel kurul raporlarında bu faaliyetlere özel, ağırlık verilmektedir (Rautentrauch, Villers,1968: 176). Bu nedenle, bu faaliyetler için tahsis edilecek tutar katarlaştırırken, şirketin uzun vadeli hedefleri ile yıllık kar dağıtım politikasının göz önünde tutulması gerekir. Ar-Ge faaliyetleri çabuk ve kesin sonuç vermediğinden faaliyetlerin çok yakından izlenmesi ve denetlenmesi gerekir. Ar-Ge portföy bütçesi oluşturmada Ar-Ge faaliyeti maliyet kaynakları Tablo-3’de verildiği gibidir:

DÜŞÜ

K

BAŞA

RI O

LA

SIL

IĞI

DÜŞÜK YÜKSEK Başarı Halinde Net Cari Değer

KSE

K

Page 86: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

82

Tablo 1. Ar-Ge Bütçe Gider Grupları

Personel

Projelerde görevli yöneticiler Mühendisler Teknisyenler Yardımcılar Ücretleri, Sosyal yardımlar, Fazla mesai Ücretleri

Hizmetler

Analitik hizmetler Test hizmetleri Know-How hizmetleri Temizlik hizmetleri

Temel donanım ve tesisler

Bilgisayar Analitik tesisler Test tesisleri Mevcut tesislerin modernizasyonu Tesisler amortismanı

Malzemeler Prototip bileşenleri ve sistemleri Kullanıldıktan sonra atılan parçalar Faaliyet malzemeleri

Kaynak Compton, 1999: 525

Tablo-1'de görüldüğü gibi bütçeleme insan kaynaklarının yani personelin maliyetinin hesaplanmasıyla başlar. Çünkü bu bütçede ağırlığı ar-ge personeline verilecek ücretler oluşturmaktadır. Personel bütçesi iki noktada önem kazanmaktadır:

Birincisi, bu sahada çalışan personel kilit personel olduğundan bunlara verilecek ücret en az onları firmada tutacak seviyede olmalıdır (Manav, 1990: 400). Çünkü, projeyi terk edecek personelin yerini doldurmak kısa sürede mümkün olmadığı gibi bu kişinin rakip firmalara gitmesi durumunda projenin bütün bilgilerini de rakip firmaya vermesi mümkündür buda firma geleceği açısından oldukça olumsuz bir durumdur. Personel devir hızının yüksek seyrettiği firmalarda çalışanlar kendilerini huzursuz hissedecekler ve buda performanslarına yansıyacaktır.

İkinci önemli nokta, bu personele verilmesi gerekeli ücret seviyesinin ne olması gerektiğidir. Bu sahada çalışan personele verilecek ücretlerin, diğer personele verilenlerden % 16-20 daha fazla olması gerektiği belirtilmiştir ( Manav, 1990: 400).

Ar-Ge portföy toplam bütçesi üst sınırın tespitine ilişkin yerleşmiş bir uygulama yoktur. Bunun nedeni, bu faaliyetlerin sonucunun tahmininde karşılaşılan güçlüklerdir. Ar-Ge portföy bütçesi hazırlanmasında konunun zorluğu ve karmaşıklığı nedeni ile farklı uygulamalar mevcuttur. Firmaların teknolojik stratejilerine göre uyguladıkları yöntemler değişmekte stratejilerden beklentiler arttıkça uygulanan yöntemler karmaşıklaşmaktadır.

Proje Stratejileri Proje düzeyindeki kararlar büyük ölçüde bütçeler, aynı amaca yönelik farklı teknik yaklaşımlar, proje hedeflerinde ağırlık

verilecek nokta, piyasaya sürme zamanı, diğer pazarlama sorunları ve ticarileştirme çevresin şekillenir (Matheson, 1998: 262). Yöneticiler portföy içerisinde projeleri tek, tek inceleyip karar verme durumundadır ar-ge projeleri tekil anlamda incelenirken firmanın çeşitli departmanları tek bir ar-ge takımı gibi çalışmak durumundadır. Karar verme mekanizması içinde:

• Teknik personel

• Pazarlama Departmanı

• Finans Departmanı

Ayrı açılarda değerlendirerek karar vericilere yardımcı olmalıdırlar. Teknik personel, projenin gerçekleştirilebilme olasılıkları ve teknik imkanlar açısından projeyi değerlendirirler . Bu değerlendire içerisinde ar-ge harcamalarının büyük kısmı ve projenin tahmini süresi de bilirlilik kazanır.

Pazarlama Departmanı, projenin ticari başarı açısından belirsizlikleri ortaya koymaya çalışır (Drucker, 2000: 284).

Finans Departmanı, projelerin çeşitli belirsizlikleri ölçülebilir düzeye indirgeyip risk-firma değeri açısından analizleri gerçekleştirerek karar vericilerin optimum karar vermelerini sağlar.

Page 87: 2. SAYI için tıklayınız

Hüseyin Serdar YALÇINKAYA – Mutlu Başaran ÖZTÜRK – İbrahim Emre GÖKTÜRK

83

Kaynak: Matheson, 1998: 263

Şekil 4. Proje Stratejisi

Optimum karar vermedeki temel kriter firma değerinin en yüksek düzeye çıkarılmasıdır. Bu amaca ulaşmada strateji takımın veya ar-ge takımının izlemesi gereken yol ilk olarak; örgütün problemini tanımlaması, örgütün amaçlarını ve sistemin kısımlarını belirlemeyi kapsar (Ercan, Üreten, 2000: 3). İkinci olarak projenin tam olarak nelerden etkilendiğini yani temel belirsizlik kaynaklarının neler olduğunu araştırılır. Üçüncü adımda ar-ge projesinin gerçekleştirilmesinde en iyi stratejinin belirlenmesi ile devam edilir. Son olarak bütün belirsizlikler ölçülebilir seviyeye indirgendikten sonra projenin yaratacağı değer hesaplanır.

AR-GE FAALİYETLERİNİN FİRMA DEĞERİNE ETKİSİ VE İMKB’DE İŞLEM GÖREN FİRMALAR ÜZERİNE ÇALIŞMA

Uygulamanın Kapsamı Türkiye'de mikroekonomik anlamda ar-ge faaliyetlerinin firma değerine etkisinin varlığının tespiti için uygulamada

İMKB'de işlem gören ve ar-ge çalışmasında bulunan firmalar üzerine bir çalışma gerçekleştirilmiştir.

Uygulamanın Yöntemi Uygulama için İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda (İMKB) işlem gören firmalar içerisinden tesadüfi olmayan

yöntem ile ar-ge faaliyetinde bulunan 38 firma incelemeye alınmış ve bu firmaların 1994- 2002 dönem içerisinde 8 yıllık İMKB verileri kullanılıştır. Gerekli veriler İMKB araştırma merkezinden elde edilmiştir. Uygulamada değişkenler arasında doğrusal regresyon analizi ve korelasyon analizi ile firmaların ar-ge faaliyetlerinin firma değerine etkisinin varlığı incelenmiştir.

Uygulama için seçilen doğrusal regresyon analizi değişkenler arasında neden-sonuç ilişkilerini ortaya koyan matematiksel bağıntıları bulma yöntemidir. Değişkenler kesin olarak belirtilemez ancak tahmin edilebilir. Değişkenlerden birisi bağımlı değişken diğeri ise, bağımsız değişken olarak saptanır. Değişkenler arası ilişkinin gücü ise korelasyon analizi ile incelenir (Ersoy, Erbaş, 1996: 240).

Uygulamada regresyon ve korelasyon analizi dışında, ar-ge yoğun çalışan Arçelik ve Netaş firmalarının 1994-2002 dönemlerinde ar-ge harcamaları ve bu dönemler içerisinde firma değerlerinin trendleri ayrı, ayrı grafiklerde gösterilmiştir. Ar-Ge harcamaları ve firma değerleri grafikleri trendleri karşılaştırılmıştır.

Bağımlı Değişkenlerin Tespiti Uygulamanın amacında ar-ge faaliyetlerinin firma değerine etkisi araştırıldığından, aranılan etkinin tespit edilebilmesi

için uygulamaya alınan firmaların 1994-2002 dönemlerindeki piyasa değerleri bağımlı değişken olarak kabul edilmiştir. Bağımlı değişken olarak alınan firmaların piyasa değerleri İMKB araştırma merkezinden elde edilmiştir. Uygulamaya alınan firmalar Tablo-2'de gösterildiği gibidir.

Problem Tespiti

Olasılık Analizi

Değerlendirme

Determinist Analiz

Page 88: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

84

Tablo 2. Uygulamada Verileri Kullanılan Firmalar

Firma Adları Altınyıldız Metas

Anadolucam Mutlu Arcelik Netas Aygaz Otakar Banvit Otasan Beko Pegpro

Borusan Petkim Bursa Pınar Et

Cbskons Pınar Süt Cimentas Raks Dardanel Sarkuysan

Deva Siemens Döktaş Sisecam

Eczacıbaşı T. Demir Döküm Egeser Teletas

Ereğli Demir Çelik Tofaş Gorbon Transfab Kelebek Vestel Maret Yasas

Kaynak: İMKB

Bağımsız Değişkenlerin Tespiti Uygulamada verileri kullanılan firmaların 1994-2002 dönemleri içerisinde açıklanmış finansal tablolarından uygulamanın

bağımsız değişkeni olarak ar-ge harcamaları tespit edilmiştir. Firmalar bu dönemler içerinde ar-ge harcamalarının muhasebe kayıtlarını aktifleştirme veya gider olarak kayıt etme muhasebe kayıt yöntemlerini kullanmışlardır. İMKB'den elde edilen uygulamada kullanılacak firmaların 1994-2002 dönemleri bilançoları ve gelir tablolarından yararlanılarak ilgili dönemlerde gerçekleştirilmiş ar-ge harcamaları tespit edilmiştir.

Uygulamanın Sonuçları

Ar-Ge Yoğun Örnek Firmaların Trendleri Örnek olarak ar-ge yoğun çalışan Arçelik ve Netaş firmalarının ar-ge harcamaları Şekil-5, Şekil-7 ve bu firmaların aynı

dönemler içerisinde Şekil-6 ve Şekil-8 de görüldüğü gibi giderek artan bir trend izlemekte, firmaların piyasa değeri grafiğinde bulunan trende paralellik göstermekte ve ar-ge yoğun çalışan bu firmaların grafikleri kesin sonuç vermese de ar-ge harcamaları ve firma piyasa değeri arasında bir ilişki olduğunun ip uçlarını vermektedir.

0,005000000,00

10000000,0015000000,0020000000,0025000000,0030000000,00

Arçe lik A .Ş . 1994-2002 Y ı ll ar ı Arası A r -G e Harcam

Kaynak: İMKB

Şekil 5. Arçelik AŞ ‘nin Ar-Ge Harcamaları Grafiği

Page 89: 2. SAYI için tıklayınız

Hüseyin Serdar YALÇINKAYA – Mutlu Başaran ÖZTÜRK – İbrahim Emre GÖKTÜRK

85

0,00500000000000,00

1000000000000,001500000000000,002000000000000,002500000000000,00

Arçelik A:Ş.nin 1994-2002 Yılları Arası Firm

Kaynak: İMKB

Şekil 6. Arçelik AŞ.’nin Piyasa Değeri Grafiği

0,00

5000000,00

10000000,00

15000000,00

1 2 3 4 5 6 7 8 9

Netaş 1994-2002 Yılları Arası Ar-Ge Harcamaları

Kaynak: İMKB

Şekil 7. Netaş Ar-Ge Harcamaları Grafiği

1 00 0 00 0 0 00 0 0,0 02 00 0 00 0 0 00 0 0,0 03 00 0 00 0 0 00 0 0,0 04 00 0 00 0 0 00 0 0,0 05 00 0 00 0 0 00 0 0,0 0

N e taş 1 9 9 4 - 2 0 0 2 Y ıl la r ı A ra s ı F irm a

Kaynak: İMKB

Şekil 8. Netaş Piyasa Değeri Grafiği

Korelasyon Analiz Sonuçları Gerçekleştirilen korelasyon analizi sonucunda ar-ge harcamaları ve firmaların piyasa değerleri arasında belirtilen süreç

içerisinde artan bir ilişki bulunmuştur. İki değişken arasında ilişkinin özellikle 1994-1999, 1994,2000 ve 1994-2001 yılları arasında daha belirgin olduğu Tablo-3 de görülmektedir. Tablo-2'de korelasyon matrisinin özetlenmiş şekli yer almaktadır.

Page 90: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

86

Tablo 3. Firmaların Korelasyon Analiz Sonucu

A1994 A1995 A1996 A1997 A1998 A1999 A2000 A2001 A2002 1994 Pearson Correlation 0,29 0,411 0,409 0,193 0,042 0,084 0,114 0,33 0,14 Sig. (2-tailed) 0,086 0,013 0,013 0,259 0,806 0,627 0,507 0,049 0,414 1995 Pearson Correlation 0,24 0,353 0,328 0,204 0,051 0,074 0,061 0,3 0,193 Sig. (2-tailed) 0,146 0,03 0,044 0,219 0,763 0,658 0,715 0,067 0,246 1996 Pearson Correlation 0,331 0,376 0,253 0,263 0,031 0,049 0,042 0,282 0,202 Sig. (2-tailed) 0,042 0,02 0,126 0,11 0,852 0,768 0,805 0,086 0,225 1997 Pearson Correlation 0,388 0,462 0,286 0,299 0,017 0,043 0,111 0,285 0,239 Sig. (2-tailed) 0,016 0,004 0,082 0,068 0,919 0,8 0,508 0,083 0,149 1998 Pearson Correlation 0,34 0,291 0,272 0,209 0,037 0,059 0,085 0,211 0,23 Sig. (2-tailed) 0,037 0,076 0,099 0,209 0,823 0,727 0,61 0,204 0,165 1999 Pearson Correlation 0,411 0,37 0,262 0,247 0,051 0,051 0,103 0,227 0,215 Sig. (2-tailed) 0,01 0,022 0,112 0,134 0,76 0,759 0,537 0,17 0,195 2000 Pearson Correlation 0,347 0,41 0,288 0,304 0,022 0,046 0,117 0,251 0,247 Sig. (2-tailed) 0,033 0,011 0,079 0,064 0,895 0,782 0,485 0,128 0,136 2001 Pearson Correlation 0,407 0,383 0,287 0,234 0,012 0,071 0,162 0,241 0,197 Sig. (2-tailed) 0,011 0,018 0,08 0,157 0,943 0,67 0,332 0,145 0,235 2002 Pearson Correlation 0,466 0,35 0,267 0,282 0,053 0,057 0,116 0,144 0,162 Sig. (2-tailed) 0,003 0,031 0,105 0,086 0,754 0,733 0,487 0,389 0,33

Kaynak: İMKB tablonun 1. sütun bölümünde firmadeğeri, 1. Satır böümünde ar-ge harcamaları ifade edilmektedir.

Regresyon Analiz Sonuçları Regresyon analizi sonucunda ise bağımsız değişken ar-ge harcamalarının bağımlı değişken olan firmaların piyasa

değerlerine olan etkisinin beş yıllık dönemlerde gerçekleştiğini göstermekte , özellikle 1994 yılı gerçekleştirilen ar-ge faaliyetlerinin 1999 yılı ve 2001 yılı firma değerlerine etkisi 0,05 önemlilik derecesinde 0,14’lük bir etki yarattığı tespit edilmiştir. 1995 yılı ar-ge harcamaları da 2000 ve 2001 yıllarındaki firma değerlerine 0,14 lük ve 0,12 lik etkileri olduğu görülmekte diğer dönemlerde ise benzer ilişkiler kurulamamaktadır. Firmaların gerçekleştirdikleri ar-ge harcamaları ile firma piyasa değerleri arasında etkileşimin analizler sonucunda düşük seviyede olduğu tespit edilmiş bunun sebebi ise firma değeri üzerine etki eden etkenlerin ar-ge faaliyetleri dışında diğer değişkenlerin çok olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Ar-Ge faaliyetlerinin firma değerlerine etki süreleri açısından alınan beş yıllık dönemlerde olağandır. Çünkü: yapılan ar-ge faaliyetleri geleceğe yapılan yatırımlardır ve firma değerlerine etkisi yapılan faaliyetten daha sonra olacaktır.

Page 91: 2. SAYI için tıklayınız

Hüseyin Serdar YALÇINKAYA – Mutlu Başaran ÖZTÜRK – İbrahim Emre GÖKTÜRK

87

Tablo 4. Firmaların Regresyon Analiz Sonuçları

Ar-Ge Harcamaları Firma Değerleri adjusted r square f sig 1994 1995 0,032 0,146a 1994 1996 0,085 0,042a 1994 1997 0,127 0,016a 1994 1998 0,091 0,037a 1994 1999 0,145 0,010a 1994 2000 0,96 0,033a 1994 2001 0,142 0,011a 1994 2002 0,0196 0,003a

1995 1996 0,118 0,020a 1995 1997 0,191 0,004a 1995 1998 0,059 0,076a 1995 1999 0,113 0,022a 1995 2000 0,145 0,011a 1995 2001 0,123 0,018a 1995 2002 0,098 0,031a

1996 1997 0,056 0,082a 1996 1998 0,048 0,099a 1996 1999 0,043 0,112a 1996 2000 0,058 0,079a 1996 2001 0,057 0,080a 1996 2002 0,045 0,105a

1997 1998 0,017 0,209a 1997 1999 0,035 0,134a 1997 2000 0,067 0,064a 1997 2001 0,029 0,157a 1997 2002 0,054 0,086a

1998 1999 -0,025 0,760a 1998 2000 -0,027 0,895a 1998 2001 -0,028 0,943a 1998 2002 -0,025 0,754a

1999 2000 -0,026 0,782a 1999 2001 -0,023 0,670a 1999 2002 -0,024 0,733a

2000 2001 -0,001 0,332a 2000 2002 -0,014 0,487a

2001 2002 -0,006 0,389a

Kaynak : İMKB

DEĞERLENDİRME

Uygulama bölümünde de görüldüğü gibi ar-ge faaliyetlerinin firma değerinin etkisi mevcuttur. Fakat İMKB de işlem gören firmalar üzerinde yapılan çalışmalar korelasyon matrisinin sonucuna göre yapılan ar-ge faaliyeti 5 yıl sonunda firma değerine etkisi bulunmuştur, yapılan regresyon analizine göre ar-ge faaliyetlerinin firma değerine etkisi çok güçlü olarak tespit edilememiştir. Doğal olarak firma değerine etken birçok değişken vardır ar-ge ise bu değişkenlerden sadece birisidir.

Page 92: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

88

KAYNAKÇA

AKİO, Morita., M.R. EDWİN, M. SHİMURA, 1987, Bir Japon Mucizesi SONY, (Çev.Yakut Güneri), İstanbul, İlgi Yayıncılık.

AYHAN Ahmet, 2002, Dünden Bugüne Türkiye'de Bilim -Teknoloji ve Geleceğin Teknolojileri, İstanbul, Beta Yayım. BARUTÇUGİL, İsmet S., 1981, Teknolojik Yenilik ve Araştırma – Geliştirme Yönetimi, Bursa Üniversitesi Yayınları,

Bursa. BAUMOL ,W. J., 2002, The Free Market İnnovation Machine: Analyzing The Growth Miracle of Capitalism, Princton

University Press. COMPTON, Dale W., 1999, Mühendisli ve Teknoloji Yönetimi, (Ç. Gül E. Okkudan ), İstanbul, Beta Yayım. DEMİRCAN, M. Levent, MOLTAY, Arda , 1997, Bilgiyi Yönetmek, İstanbul, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. DİNÇER, Ömer, 1995, Stratejik Yönetim ve işletme Politikalar, Ankara, Beta Yayınları. DENTON, Keith, 1999, "Gaining Competitiveness Through Innovation", European Journal Of Innovation Management,

Vol: 2, No: 2. DURUKAN, Tülin, 2002, "Pazar Ekonomisi Uygulayan Ülkelerin Yeni Ürün Geliştirme ve Ar-Ge Harcamaları" Dokuz

Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 5, Sayı 2. DRUKER, Peter F., 2000, Gelecek İçin Yönetim (Çev Fikret Üçkan), İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. ERCAN, K. Metin, BAN, Ünsal, 2005, Değere Dayalı İşletme Finansmanı Finansal Yönetim, Ankara, Gazi Kitabevi. ERSOY, O. Ersoy, ERBAŞ, O. Semra, 1996, Olasılık ve İstatistiğe Giriş, Ankara; Gazi Kitabevi. FREEMAN, Chris, SOETE, Luc, 2003, Yenilik İktisadı (Çev:Ergun Türkcan),Ankara, Tübitak Yayınları. MANAV, Cevat, 1990, Yönetim Açısından İşletme Bütçeleri ve Finansal Planlama, Ankara, Aleta Yayıncılık. MATHESON, David, MATHESON, ,Jim, 1998, Akıllı Örgüt Stratejik Ar-Ge İle Değer Yaratma (Çev Meral Tüzel),

İstanbul, Boyner Yayınları. TEKİN, Mahmut, GÜLEŞ, Hasan K., ÖĞÜT, Adem, 2003, Teknoloji Yönetimi, İstanbul, Nobel Yayım. PEKİNER, Kamuran, 1981, İşletme Denetimi, İstanbul, Fatih Yayınevi. PORTER, E. Michael, 2000, Rekabet Stratejisi, (Çev.Gülen Ulubilgen), İstanbul, Sistem Yayıncılık. RAUTENTRAUCH, W., VİLLERS, R., 1968, Budgetary Control, 2. Ed, New York, Funk and Wagnals İnc. SARIHAN, İ. Halime, 1998, Teknoloji Yönetimi, İstanbul, Desnet Yayınları. QUINN, B .James, 1986, "Innovation and Corparate Strategy Managed Chaos", Technology in Society, No:7. YALÇINKAYA, H. Serdar, 2005, "Ar-Ge Faaliyetlerinin Finansmanı ve Firma Değerine Etkisi" Niğde Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Niğde. http://www.danismend.com/konular/bilgiveteknoyon/Teknoloji_yonetiminin_onemi.htm http://www.argem.com.tr/makaleler/makale_1.htm http://www.tubitak.gov.tr http://www.tubitak.gov.tr/teknolojipolitikası http://www.tubitak.gov.tr/btpd/btspd/rekabet/abdorn.html

Page 93: 2. SAYI için tıklayınız

© Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi ● Cilt 1 ● Sayı 2 ● Ocak 2011

AKŞEHİR MESLEK YÜKSEKOKULU SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ YAZIM KURALLARI

1. Dergi, Akşehir Meslek Yüksekokulu’nun, bilimsel içerikli-hakemli yayınıdır ve yılda bir defa yayınlanır. Dergide Sosyal Bilimler alanında yapılmış araştırmalara yer verilir. 2. Dergide yayınlanacak eserlerin daha önce hiçbir bilimsel dergide yayınlanmamış olması zorunludur. 3. Dergide makale yazım dili Türkçe veya İngilizcedir. Yazım ve noktalamasında TDK İmlâ Kılavuzunun en son baskısı esas alınır. Gönderilen yazılar dil ve anlatım açısından bilimsel ölçülere uygun, açık ve anlaşılır olmalıdır. 4. Makaleler, A4 boyutundaki (210 x 297 mm) kağıda; üst ve alt kenarlardan 3,5 cm., sağ ve sol kenarlardan 2,5 cm. boşluk bırakılarak ve iki yana yaslı olarak yazılmalı; kaynaklar dahil 15 sayfadan fazla olmamalıdır. 5. Dergiye gönderilecek makaleler Microsoft Word programında yazılmalıdır. Çalışmanın başlığı büyük harfle ve koyu olarak, çalışmanın ortasına gelecek şekilde “Times New Roman” yazı karakteriyle 14 punto olmalıdır. 6. Çalışmanın başlığının hemen altında bir satır boşluk bırakarak yazar veya yazarların adları, akademik unvanlarıyla birlikte yazılmalı ve çalıştığı kurum (üniversite, fakülte, bölüm) adları ise (*) işaretiyle dipnot şeklinde sayfanın alt kısmında elektronik posta adresi ile birlikte verilmelidir. Yapılan çalışma herhangi bir kurum tarafından destek görmüşse, makalenin ana başlığının son kelimesi üzerine (*) konularak destek veren kurumun adı aynı sayfada dipnot olarak verilmelidir. 7. Çalışmanın özeti yazar ve yazar adlarından sonra bir satır boşluk bırakılarak yazılmalıdır. Çalışmanın Türkçe özeti en fazla 300 en az 100 kelime olmalıdır. Özet “Times New Roman” karakterinde ve 9 punto olarak “italik” şekilde yazılmalıdır. 8. Çalışmada en az 3 ve en çok 7 kelimeden oluşan Türkçe anahtar kelimeleri bulunmalıdır. 9. Çalışmanın İngilizce başlığı, özeti ve anahtar kelimeleri yukarıda belirtilen kıstaslar göz önünde bulundurularak Türkçe anahtar kelimelerden hemen sonra 1 satır boşluk bulundurularak yazılmalıdır. 10. Çalışmanın ana metni, Giriş bölümü başta olmak üzere İngilizce anahtar kelimelerden hemen sonra 1 satır boşluk bırakılarak yazılmaya başlanmalıdır. Çalışmada kullanılan başlıklarda numaralandırma yapılmamalıdır. Çalışma boyunca ana başlıklar “Times New Roman” karakterinde 14 punto, “ortalı” ve “koyu” olarak, ana başlık altındaki ara başlıklar ise 12 punto, “ortalı” ve “koyu” olarak, ara başlıkların altındaki başlıklar ise 10 punto, “soldan” ve “koyu” olarak, metin ise 9 punto ve “iki yana yaslı” olarak yazılmalıdır. Çalışmada kullanılan ana başlıklardan önce ve sonra bir satır boşluk bırakılmalı, diğer başlıklarda ise sadece başlık öncesi bir satır boşluk bırakılmalıdır. 11. Çalışma boyunca yazılacak metin sırasında kullanılacak paragraf ölçüleri ise metin iki yana yaslı olmalı, ilk satır 0,5 cm. olmalı, her bir paragraf sonrası 6nk aralık verilmeli ve tek satır aralığı kullanılmalıdır. 12. Çalışmada kullanılacak şekiller ise 1’den itibaren numaralandırılarak isimlendirilmeli ve şeklin altında yer almalıdır. Şeklin ismini hemen altında ise şeklin kaynakçası tam olarak belirtilmelidir. Şekillerde kullanılacak yazı karakteri 9 puntodur. 13. Çalışmada kullanılacak tablolar ise 1’den itibaren numaralandırılarak isimlendirilmeli ve tablonun üstünde yer almalıdır. Tablonun hemen altında ise tablonun kaynakçası tam olarak belirtilmelidir. Tablolarda kullanılacak yazı karakteri 9 puntodur. 14. Dergiye gönderilecek

• Türkçe makaleler için; Ana Başlık; Yazar(lar)ın Adı Soyadı; Yazar(lar)ın Kurumu (sorumlu yazar belirtilmeli ve e-posta adresi

verilmeli); Özet; Anahtar Kelimeler; İngilizce Başlık; Abstract; Keywords; Giriş; Materyal ve Metot; Bulgular ve Tartışma (veya Bulgular); Sonuç (veya Tartışma ve Sonuç); Kaynaklar şeklinde düzenlenmelidir.

• İngilizce makaleler için; İngilizce ana başlık, Yazar(lar)ın Adı Soyadı; Yazar(lar)ın Kurumu (sorumlu yazar-corresponding author-

belirtilmeli ve e-mail adresi verilmeli); Abstract; Keywords; Türkçe Başlık; Özet; Anahtar Kelimeler; Introduction; Material and Methods; Results (or Results and Discussion); Discussion and Conclusion (or Conclusion); References şeklinde düzenlenmelidir.

15. Yararlanılan kaynaklar metin içerisinde Yazar soyadı, yıl ve sayfa numarası sistemine göre belirtilmeli ve yazar isimleri baş harfi büyük diğer harfler küçük olarak yazılmalıdır. İki yazarlı kaynak bildiriminde ve (makale İngilizce hazırlanmışsa and); üç veya daha fazla kaynak bildiriminde vd., (makale İngilizce hazırlanmışsa et al.,) kısaltması kullanılmalıdır. Metin içerisinde kullanılan kaynaklar, metin sonunda (kaynaklar kısmında) numara kullanılmadan alfabetik sıraya göre verilmelidir.

• Tek yazar olması durumunda; (Karasioğlu, 2007 ; 35-37) • İki yazar olması durumunda; (Karasioğlu ve Göktürk, 2009; 65) • İkiden fazla yazar olması durumunda; (Karasioğlu vd., 2006;156)

Page 94: 2. SAYI için tıklayınız

Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi

90

• Birden fazla yazar ard arda verilmesi durumunda; (Karasioğlu, 2005; Karasioğlu ve Göktürk, 2006; Aydın vd., 2007)

16. Aynı yazara ait aynı yıl yayınlanmış eserlerin metin içerisinde gösterimi (Karasioğlu, 2008a; 2008b) şeklinde olmalıdır. 17. Yazar ismi belli olmadığı durumlarda, Türkçe kaynak için hem metin içerisinde hem de kaynaklar bölümünde Anonim, yıl ifadesi kullanılmalıdır. Yazarı belli olmayan yabancı kaynak ise, metin içerisinde Anon. yıl, kaynaklar bölümünde ise Anonymous yıl olarak verilmelidir. 18. İnternet kaynakları ise, metin içerisinde (Karasioglu, 2003) yıl şeklinde verilmelidir. Kaynaklar bölümünde ise, URL, yıl şeklinde gösterilip sayfa adresi açıkça yazılmalıdır. ÖRNEKLER

• Makaleler: GÜREDİN, E. (1987). "Türkiye'de Denetim Standartlarının Oluşumu", Mali Sorunlara Çözüm Dergisi, sayı: 33-34, s.21-29.

• Bildiriler: Akdağ, M., & Tok, H. (2004). “Geleneksel öğretim ile power point destekli öğretimin öğrenci erişisine etkisi”. XIII. Ulusal Eğitim Bilimleri Kurultayı, İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Malatya, Turkey, 06-09 Temmuz.

• Kitaplar: Davutoğlu, Ahmet. Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul, Küre Yayınları, 2001.

• Tezler: ÖZKAN, T. (1997). “Ticari bankacılıkta kredi fiyatlandırma teknikleri”. Yayımlanmamış doktora tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Para ve Banka Anabilim Dalı.

• Ansiklopediler Bergmann, P.C. (1993). Relativity. In The new encyclopedia Britannica (Vol. 26, pp. 501-508). Chicago: Encyclopedia Britannica.

• Elektronik Kaynaklar WEIBEL, S. (1995). Metadata: the foundations of resource description. D-lib Magazine, [Online] Available at: <http://www.dlib.org/dlib/July95/07weibel.html>, [Erişim tarihi: 19.02.2007].

• Süreli Yayınlar / Dergiler: Yücelt, U. ve Marcella, M. (1996). “Services Marketing in the Lodging Industry: an Empirical Investigation”, Journal of Travel Research, 34 (4): 32- 38.

• Kurum Yayını: İTO (2003), Ekonomik Rapor, İTO Yayınları No: 2003-57, İstanbul. 19. Makale dergi editörlüğüne sunulmadan önce yazım kurallarına uygunluğu kontrol edilmelidir. 20. Yayımlanan yazı ve çevirilerin her türlü sorumluluğu yazara aittir. 21. Metinle ilgili her türlü düzeltme yazar(lar) tarafından yapılır. 22. Dergiye gönderilecek makaleler e ait ilk başvuru bir dilekçe ile yapılmalıdır. Dilekçede makale ismi, yazar isimleri iletişim amaçlı telefon ve e-mail adresi belirtilmelisidir. Dilekçede, gönderilen çalışmaların başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş olduğu belirtilmelidir. 23. Makale 3 nüsha printer çıktısı ve 1 adet cd/dvd olarak dergi editörlüğüne posta yolu ile gönderilmeli, ayrıca e-posta ile de [email protected] ve [email protected] adresine gönderilmelidir. 24. Dergide yayınlanacak yazıların yazım ve dilbilgisi kurallarına uygun olması şarttır. Dergi Yayın Kurulu, gerekli gördüğü takdirde eserin sahibinden içerik ve şekil bakımından değişiklikler isteme hakkına sahiptir. 25. Dergi Yayın Kurulu, biçim ve dizayn açısından uygun bulduğu yazıları bilgisayar programı tarafından random atanan üç hakeme gönderir, makaleler üç hakemden ikisinin kabul onayı ile hakem raporlarının tamamlanma tarihlerine göre sıraya konarak yayınlanır. 26. Dergide yayınlanan yazıların telif hakkı AKMYO Sosyal Bilimler Dergisi’ ne aittir. 27. Yayın hakları saklıdır. AKMYO Sosyal Bilimler Dergisinin yazılı izni alınmaksızın dergide yayınlanan çalışmaların bütünü veya bir kısmı elektronik, mekanik kayıtlama veya benzeri bir araçla herhangi bir şekilde basılamaz, çoğaltılamaz, fotokopi veya teksir edilemez, özetlenemez ve yayınlanamaz. Ancak, kaynak göstermek şartıyla alıntı yapılmasını izin verilir.