yfa genç analiz eylül

47
GENÇ ANALİZ Young Future Academy Aylık Gençlik Ve Kariyer Dergisi EYLÜL 2011 SAYI : 19

Upload: ygt-yfa

Post on 28-Mar-2016

267 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

En İyi Gençlik Dergisi

TRANSCRIPT

GENÇ ANALİZ

Young Future Academy Aylık Gençlik Ve Kariyer Dergisi

EYLÜL 2011

SAYI : 19

GENÇ GELECEK KÜNYE

Dergi Editörü ġeyda KAYA

Kapak Tasarım Melike GÜNEġ

Yurt DıĢı iliĢkiler Adem BAKAN

Ceren BAKICI

Yurtiçi ĠliĢkiler Fulya SAVAġIR

Proje Koordinatörü Yiğit AKKOCA

Dergi Kadrosu

Burçin TOKSÖZ

Ceren BAKICI

Hamdi AYAR

Kaan TÜRKELĠ

Kunter COġKUN

Miraç NALBANTOĞLU

Melike GÜNEġ

ġeyda KAYA

Yiğit AKKOCA

ĠÇĠNDEKĠLER

. Bir Türlü AĢk, Bin Türlü Taklidi Vardır …1

. Hola Espana …….……..……………… 3

. Küçük Kız ……….………………………….… 7

. BAġIMIZ SAĞOLSUN …….……..… 10

. Assasin’s Creed : Revelations ……….. 12

. Büyük Hitler Ve Sırrı ………….……….. 16

. Garp Kurnazlığı ……………………. 27

. Ah Bu ġarkıların Gözü Kör Olsun .… 32

. Proje KöĢesi …………………………... 34

. Bir Film , Ġki Kitap ……..………… 39

Hazırlayan:

Young Future Academy

Website: www.youngfutureacademy.tr.gg

Adres: Cumhuriyet Bulvarı No:219

Kalyon Apt. Daire:5 35220

Alsancak, İZMİR

Tel:05065882913

NOT : Her türlü eleştiri ve yorum için

[email protected] adresine

mail atabilirsiniz. Ya da yazarlarımızın

yazılarının altındaki mail adreslerinden

direkt onlara ulaşabilirsiniz. İyi okumalar

BİR TÜRLÜ AŞK, BİN TÜRLÜ TAKLİDİ VARDIR

Mum ile pervane’nin aşkını bilir misiniz?

Mum görkemli, dimdik duran, karşı konulmaz bir

sevgiliyi temsil eder. Kendinden asla ödün vermez…

İçindeki can fitili ateşini daima taze tutar… Aşk için

yanar… Aşk için söner en sonunda… Aşkı o kadar

güçlüdür ki, bu yücelikle etrafa ışık saçar…

Pervane ise Mum’a hayranlığıyla bilinen bir aşıktır.

Pervane önce uzaktan uzaktan döner Mum’un etrafında…

Henüz kanatları alevle tanışmamıştır… Etrafında aşkla

çırpar kanatlarını… Döner durur öylece bir süre… Sonra,

yetmemeye başlar bu mesafenin hissettirdikleri… Biraz

daha yaklaşmaya niyetlenir… Dönmekten asla

vazgeçmez… Her geçen an alevin sıcaklığını daha çok

hissetmeye başlar… Sıcaklığı hissettikçe biraz daha

yakınlaşma arzusuna karşı koyamaz… Daha yakın, daha

yakın, daha da yakın olmak ister. Artık her dönüşte biraz

daha yaklaşır Mum’un aşkına, alevine… Mum’a ışık

veren, aşk veren ince uzun ipe erişmek, aşkının

ibadetidir. Tam da aşkla aleve yaklaşmışken, kanadının

ucu alevden nasibini alır aniden… Yanar…! Pervane can

acısıyla uzaklaşır Mum’dan… Aşkın acı verebileceğini

yeni öğrenmiştir… Şaşırır… Uzakta bir yere konar ve

bekler…

Acısı birazcık dinmeye başladığında, yeniden aşka uçma

tutkusu kaplar ruhunu… Engel olamaz kendine… Bu

sefer en yakından başlar Mum’un etrafında dönmeye…

Pervane yaralıdır bu dönüşlerde, Mum ise ağlamaklı… Bu

böyle devam ederken Mum’un tükenmekte olduğunu fark

eder Pervane. Sona yaklaştığını anlayan Pervane daha

yakından döner artık, daha çok yanmaktadır. Alevin

etrafında aşkla dönerken, aşkının içindeki can fitiline

bırakıverir kendini, aşkını, canını… Usulca eriyen

Mum’un gözyaşlarından yarattığı eteğinin üzerine

düşüverir cansız bedeni…

Sonuç olarak Mum da aşıktır Pervane’ye Pervane de Mum’a.

Günümüzde hep pervane aşık mum ise maşuk gibi

anlatılmakta. Gerçek öyle değildir ; Pervane azıcık ışık gördü

mü hemen yanıverir, oysa ki Mum tamamen yanana dek

dikilip durur, sabreder. Pervanede tahammül yoktur. Aşk

ateşi pervanenin yalnız kanadını, mumun ise bütün

vücudunu baştan aşağı yakar.

Herkes aşık olur. Önemli olan nasıl bir aşık

olduğunuzda… Mum gibi dimdik duran mı Pervane gibi

her ışığa sabırsızca atlayan mı?

Şeyda KAYA

Dergi Editörü

[email protected]

HOLA ESPAñA Uçak bağını kara parçasından koparırken sevgilimin elini

tutuyordum,bir hayal gerçekleşmişti.İspanya‟ya uçuyorduk!!!

Ancak nasıl olduğunu merak ettiniz değil mi? Baştan

başlamak lazım her şey Genç Yaşamın Sesleri Derneği Yönetim

Kurulu Başkan Yardımcısı Murat Dilek‟in AB Gençlik Programı

Eylem 1.1 Gençlik Değişimleri projesi kapsamında İspanya- Bilbao'da

düzenlenecek olan ve Genç Yaşamın Sesleri Derneği'nin ortak olarak

yer alacağı "Genç İşsizlik - Spor ve Alışkanlıklar vasıtasıyla Kültür

Tanıtımı" konulu proje için seçildiniz demesiyle başladı. İspanya'da

düzenlenecek proje etkinliğine katılım sağlayacak 10 gençten biri olup

31 Temmuz 2011 - 9 Ağustos 2011 tarihleri arasında Bilbao'da temsil

edeceksiniz demesiyle artık daha da mutluydum Ancak işin en garip

tarafı aynı projeye ilk defa başvurduğumuz halde kız arkadaşımın da

seçilmesiydi.Projenin bizim için önemi daha çok artmıştı.

Maalesef yeni haliyle bordo olan hususi pasaporta sahip

olduğumuz için vize koşuşturması başladı ancak bir çok şirket bize

vize alamayacağımızı sürenin çok dar olduğunu söylediler. Bu üzücü

ve yorucu kısımları fazla anlatmayacağım sonuç olarak biz vize

başvurusu yaptık ve bundan sonraki süreçte kız arkadaşım ve bana

yardımını esirgemeyen değerli arkadaşım Sinan Sönmez‟e

teşekkürlerimi bir borç bilirim. Sonuç olarak vizemiz uçuş tarihinden

bir gün önce belli olacaktı, tam bir kaos olmasına rağmen davet

mektubunun varlığı bir nebze bizi rahatlatıyor ve yavaş yavaş bavul

topluyor bu sırada da proje için hazırlanıyorduk. Genç işsizliğine

yönelik bir proje olduğu için tüm istatistikleri topluyorduk.Tabi ki bu

konuda Türk ekibine katkısını esirgemeyen Fatih Güngör ve Burak

Yılmazsoy‟a da teşekkür ederim.

O kadar çok şey var ki anlatacak ama kısa kesiyorum sonuç

olarak son gün vizemiz çıktı ve her şey için hazırdık. Kız arkadaşımla

bir önceki uçağa bindiğimiz için Madrid‟te Türk grubunu bekledik ve

Buluşup Bilbao otobüsüne bindik. O kadar yorulmuşuz ki sabah

otobüs Bilbao‟ya vardığında You are my heart you are my soul şarkısı

ile uyandık Ve İspanyol grup lideri Ainhoa Oar bizi en az bir Türk

sıcakkanlılığı ile karşıladı ve her şey ondan sonra başladı. Projenin

nasılg eçtiğini kısaca BŞk yardımcısı Murat Dilek‟in “Yorucu fakat

bir o kadar da faydalı ve eğlenceli bir 9 gün geçirdik. Ülkenin dört bir

yanından bu projeye katılım için başvurular aldık. Bu başvurular

içerisinden 10 kişilik genç bir grup oluşturduk. Proje konumuzun

önemini de göz önünde bulundurarak bu gençlerimiz ile yoğun bir

hazırlık dönemi geçirdik. Ülkemizde ki Genç İşsizlik ile ilgili en son

veriler, yapılan çalışmalar, iş arama-bulma yöntemlerinin tartışılması,

çözüm önerileri konusunda çeşitli sunumlar gerçekleştirdik. Bütün

bunların yanında, İspanyol ve özellikle de bölge itibari ile Bask

Kültürünü yakından tanıma fırsatı bulduk. Gençlerimizle birlikte

harika bir takım çalışması sonucu Proje sürecini geride bıraktık. Bu

projeye katılım sağlayan bütün arkadaşlara yapmış oldukları özverili

çalışmalardan dolayı tek tek teşekkürlerimi iletiyorum. Bundan sonra

da farklı proje ve etkinliklere devam edeceğiz” sözleriyle açıklasak

yerinde olur

Ancak bird e benim tarafımdan bakın Proje sonunda 4 kilo

almış, bize ayrılıkçı hareketleriyle gündemde olan Kürt sorunu yerine

oradaki Bask sorununun ne kadar kaliteli ele alındığına tanık oldum.

Trabzonspor‟un rakibi olan gerçi şimdi değil ama olsun Bilbao

stadını Bize her yer Trabzon diyerek inletmek ve unutulmaz

arkadaşlıklara imza atmak bu projenin vazgeçilmezleri oldu. Açıkcası

Eylül sayısına yetiştirmek istediğim için her şeyi çok atlayarak yazdım

ama şunu söyleyebilirim ki fotoğraflara baktığınızda ve şuan bu

satırları bile yazarken heyecanlı olduğumu anladığınızda gençlik

projelerinin ne kadar farklı bir şey olduğunu anlayacaksınız. Bu

yüzden proje için tanıştığım ancak çok güzel arkadaşlıklar kazandığım

arkadaşlarım olan;

Murat Dilek’e koordinasyonu için,

Fatih Güngör’e programlı olduğu için

Zuhal Aydın’a destek olduğu için

Fatih Çakın’a renkli karakteri için,

Betül Arıcan’a o ne diyeceğimi bilir

Burak Yılmazsoy’a şakaları için,

Taha Polat Geçmez’e konu dışı bakış açıları için ,

Özgün Yetkin’e ilk yardım müdahaleleri için ,

Ve tabi ki sevgilim Ceren Bakıcı’ya benim hep yanımda olduğu için ÇOKKK TEŞEKKÜR EDERİM

İYİ Kİ TANIMIŞIM SİZİ, BİRLİKTE BAŞKA GÜZEL

PROJELERE…

Yiğit AKKOCA

[email protected]

KÜÇÜK KIZ

Küçük bir kızdı o, henüz dünyanın oyunlarını bilmeyen.

Okuluna gider, ailesiyle vakit geçirir, oyunlar oynardı. Diğer

çocuklardan hiçbir farkı yoktu. Ama dünyanın kuralını biliriz;

mutlaka büyüyecekti.

Üzülmeyi öğrendi, çaresizliği de. Büyümek üzülmek miydi?

Eğer öyleyse büyümek istemiyordu. Hep çocuk kalmalıydı, hep

mutlu olmalıydı. Etrafındaki neşeli çocuk şarkıları azalıyordu.

Onların yerini sorular, sorunlar, sorumluluklar kaplıyordu artık.

Büyümek sorun yaşamak mıydı? Eğer öyleyse o büyümemeliydi.

Üzülmeyi biliyordu artık, ama niye çaresizdi? Cevap çok

basit; çünkü aşık olmuştu. Ama korkuyordu da... Aşık olmak

korkmak mıydı? Korkmak istemiyordu ama aşkı çok sevmişti.

Artık bir tercih yapmalıydı; aşk mı, korku mu? Aşkı seçti,

korkularıyla yüzleşemeden aşkı seçti. Korkularıyla yüzleşseydi

üzülmeyecekti fakat aşk onu üzmüştü. Sonunda “Aşk güzel bir

şeydir, kimseyi üzemez, üzerse aşk olmaz.” dedi. Üzülmemek için

aşkı aramalıydı.

Aşktan ziyade küçük kız büyüdüğünü ne zaman anladı biliyor

musunuz? Sevdiklerini kaybetmeye başladığı zaman. O

büyüdükçe sevdiği insanlar da büyüyordu. Ama yaşlılıktan ötesi

yok. Küçük kız bir kez daha üzülmüştü. Evet, büyümek

üzülmekti. Büyümek, hayatla yüzleşmekti.

Anladı ki her insanın kendine ait bir düzeni var. O da düzenini

oluşturmalıydı. Çalıştı, tercihler yaptı, büyümüş olan insanlarla

tanıştı. Ne istediyse çalışarak kazandı. İnançlıydı, umutluydu,

yürekliydi. Aynı zamanda büyümeye devam ediyordu. Ama artık

biliyordu ki büyümek üzülmekti. Büyüdükçe üzüldüğü şeylerin

anlamları da büyüyordu.

Bir yandan kazanırken bir yandan kaybediyordu. O an fark

etti ki değişiyordu. Büyümek üzülmek değildi, değişmekti.

İnsanların üzüldükçe değiştiğini anladı. Yaşadıklarının hepsi o

daha iyi bir insan olsun diye kazandığı tecrübelerdi. Bu nedenle

kabullenmeyi öğrendi. Kabullenmek ona üzülmemeyi öğretmişti

galiba. Büyümeye alışmış olmalıydı. Ama yine de çocuk olmayı

özlüyordu.

Her insan aynı değildir. Ama küçük kız bunu bilmiyordu.

Bütün insanları kendisi gibi zannediyordu. Aslında öyle

olmadığını acımasız bir şekilde öğrendi. En çok bağlandığınız kişi

sizi bir anda bırakıp gitse ne yapardınız? Küçük kız bunu

bilmiyordu, şimdi ne yapmalıydı?

Her zaman içinde taşıdığı umuda sarıldı yine. Umut, umut,

umut… Umut bir işe yaramıyordu artık. Baktı ki insanlar

acımasız. Acımasız olmayı öğrendi. Acımasızlık kötü bir şeydi,

bunu hayatında barındırmak istemiyordu. Ama üzülmek de

istemiyordu. Umudunu kaybetmeyi öğrendi. Şimdiye kadar onu

en çok zorlayan şey bu olmuştu. Üzülmemek için hayatta en çok

bağlandığı şeyi kaybetmeyi diliyordu; umudunu…

Peki bu kız hiç mi mutlu olmuyordu? Bilmiyorum. Sürekli

üzülmekten dolayı mutluluğun ne demek olduğunu unutmuştur

belki de. Mutluluk çocuk şarkılarında vardı. Mutluluk çizgi

filmlerde vardı. Mutluluk merak etmekti, sürekli soru sormaktı,

şaşırmaktı. Baktı ki tüm bunları küçük çocuklar yapıyor. Evet, o

küçük kız büyüdü. Üzüldü, korktu, bağlandı, terk edildi, değişti,

özledi, umudunu kaybetti, ağladığı zamanlar oldu. Buna rağmen

o kız yine de aşık oldu. Fakat o kişi bir başkasınındı. Küçük kız

bu sefer başka bir sorunla karşılaşmıştı ve yine üzülecekti. Anladı

ki hala büyüyor ve bu büyümenin sonu yok. Kazandığı tecrübeleri

kullanmaya başladı; üzülmemek için bağlanmamaya çalıştı,

bağlanmamak için değişti. Yine de onun yokluğunda onu özledi.

İnsanın umudunu kaybetmesi çok zordur, bunu tekrar

yapamayacağını düşündü. Ama yapmalıydı, çünkü o kişi bir

başkasına aitti. Kararsızdı, doğru olan gerçekten umudunu

kaybetmek miydi, onu kaybetmek miydi? Anlaşılan küçük kızı

zor günler bekliyordu yine.

Küçük kız, küçük değildi artık. Büyümüştü ve büyümeye de

devam edecek. Bu sefer aşkı bulabilmiş miydi? Umudunu

kaybetmeli miydi? Yoksa aşkı için savaşmalı mıydı? Bilmiyorum.

O da bilmiyor. Siz söyleyin şimdi küçük kız ne yapmalı?

Pınar KESKĠN

BAŞIMIZ SAĞOLSUN Artık bu cümleyi çok kullanmaya başladık.

Başımız sağolsun , Vatan sağolsun vb. Ama artık yeter. Seçimden bu

yana kaç şehit verildi. Şırnak' da Silvan'da Siirt'te ve daha nice

yerlerde. Türk insanı artık bunları normal karşılamaya başladı. İlla

tepki vermek için en az 10 vatan evladının şehit düşmesi mi gerekiyor.

Birer ikişer şehit olunca önemsiz mi oluyor. Artık insanların

uyanması gerek ! Sayılara aldanmamak gerek. Ya da şöyle bakın terör

örgütünce 30 yıldır kaç vatan evladı şehit edildi , kaçı gazi edildi.

İnsanların artık sokaklara çıkması gerekiyor. Tepkisini Facebook ,

twitter ile koymak yetmez. Oraya da yazarsın ona karışmam. Ama çık

sokağa göster tepkini. Facebook'da yok 8 şehit için 8 saatte 800.000

olalım yok 13 şehit için 130.000 olalım. Ee oldunuz noldu terör bitti

mi? Yok bitmedi. Üstüne o çıkarcı vatancılar katılan kişinin artması

dahilinde reklam alarak aziz şehitleri kullanıyor. Buradan para

kazanıyor. O para da size haram olsun !

Bu ülkeyi sevenler ama Facebook'tan değil gerçekten sevenler

birleşsin yürüsün. Biz İzmir merkezli bir klubüz ve ben İzmir'in ne

kadar vatansever, Kemalist, Milliyetçi olduğunu biliyorum. Ben bir kez

yürüyüş yapıldı diye biliyorum tamam bir daha yürüsün İzmir ya da

Türkiye ne olacak. Bir zararı çıkmaz.

Temmuz ayındaki şehit haberlerinden sonra bu ayın 17'sinde de

Hakkari'den şehit haberleri geldi. Ve insanların sabrı taşmaya başladı

hatta taştı. İnsanlar bıktı.

Örgütün ülkeye zararı sadece şehitler değil. Ekonomik , Prestij

kaybı ve otorite. Ama tabi ki en önemlisi Canlar. Yapılması gereken

bence şu: Önce orayı bilinçlendireceksin sonra oraya ekonomik

yatırımı fazlalaştıracaksın. Onlar yıkıyor mu sen bir daha yap. Devlet

her zaman çapulculardan güçlüdür. En son da git vur Dağları. Merak

etme kimsenin serası falan yoktur. Özel bir gün diye de vurmamazlık

etme. Hele ramazan diye hiç etme. Evet ramazan ayı islam Alemi için

çok önemli bir ay ama sen ramazan diye örgütü vurmazsan onun

vebalini kime vereceksin? Ben bir de şöyle bir açıdan baktım. Acaba

bayrama kadar operasyonlarda Mehmetçikler ölmesin diye mi böyle

bir şey söyledi başbakan ama böyle daha çok kişi şehit oluyor. O da

değil yani. Allahtan en son ülkenin laik bir devlet olduğu hatırlandı da

Mübarek ramazan ayı devlet işlerine alet edilmedi.

Operasyonlar artık artar. Sanırım 2000 komando da

operasyonda olacak. Belki Ekim'de bitecek olan tezkere için yeni izin

alınacak ve dışarıya bir kez daha operasyon yapılacak.

Artık şehit verilmesin. Babaları zorlana zorlana içi kan ağlaya ağlaya

Vatan sağolsun demeden bu iş bitsin. Zaten operasyonlar da başladı.

Hayırlısı olsun artık.

Kaan TÜRKELİ

Assasin’s Creed: Revelations

“Ben Ezio Auditore da Firenze ve ben bir Suikastçıyım.”

Bu sözler oyun dünyasının en çok sevilen kahramanlarından birine

ait. Assasin‟s Creed serisinin son iki oyununda ve yeni çıkacak olan

Revelations‟daki kahramanımz Ezio. Serinin son oyunu

Revelations‟da ise Ezio‟nun yolu bu sefer İstanbul‟a düştü. Cennetin

Parçası peşinde şehir şehir dolaşan Ezio‟nun artık

yaşlandığını,sakallarına aklar düştüğünü görünce eskisi gibi oradan

oraya zıplayamaz diye düşündüm ama tanıtım videosunu izleyince

artık usta bir suikastçı olan Ezio‟nun hala bileğinin bükülemediğini

gördüm.

Revelations‟ın hikayesi ise şöyle: Tapınak Şövalyelerinin(Templar)

yine bir haltlar karıştırdığını anlayan Ezio, olayın aslını anlamak için

Suriye‟nin Masyaf şehrine doğru yola çıkarken yolu İstanbul‟a düşer

ve olayı anlar. Altair‟in Masyaf‟a sakladığı eşyayı bulmak için gerekli

beş anahtarın peşindeki şövalyelerin tek sorunu vardır, Ezio.

1511 yılında başlayan oyunda İstanbul dört bölgeye ayrılmış

vaziyette, Konstantin, İmparatorluk, Beyazıt ve Galata.

İstanbul‟da bize suikastçıların İstanbul ayağının başındaki isim

Yusuf yardım ediyor. Oyunun en güzel yerlerinden biri

İstanbul‟un yedi tepeli temasının iyi kullanılmış olması, dar

sokaklar, dik yokuşlarla dolu şehirde çatıları kullanmak en akıllıca

iş olacaktır. Ve tabi bir de hookblade(kancalı halat) sayesinde bir

yerden bir yere gitmemiz daha da kolay olacak. Bir de yeni

oyunda çok sayıda bomba kullanma şansımız var. Oyunda

yaklaşık 300 çeşit bomba olacak ve stratejik noktalarda oldukça

işimize yarayabilecek. Örneğin şarapnel parçası kattığımız bir

bombayı kaçarken attığımızda arkamızdakileri yavaşlatacak, hatta

bombanın şiddetine göre öldürecek. Aynı şekilde devriye gezen

grupların güzergahına mayın döşeyebileceğiz ya da sis bombası

ile kalabalık düşman gruplarından kaçabileceğiz.

Oyunda İstanbul detayları çok iyi işlenmiş. Oyunun geçtiği yıla

bakınca(1511) İstanbul‟un medeniyetler beşiği olduğu ve her çeşit

insan barındırdığını görücez. Bu da daha kalabalık mekanlar, daha

kolay gizlenme demek. Ama hal böyle olunca bir yerde bir yere

hızlı şekilde gitmek oldukça zor görünüyor. İşte tam burada az

önce bahsini ettiğim Hookblade giriyor. Çamaşır ipleri ile dolu

şehirde Hookblade işi oldukça kolaylaştırıyor. Ayrıca düşmanı

kendine çekerek vurmamızı da sağlaması onun Ezio için

vazgeçilmez olacağını gösteriyor.

Revelations‟ın bir özelliği de Ezio‟nun son macerası olacak

olması,yani ilerde çıkacak Assasin‟s Creed III‟de bambaşka bir

karakteri yöneteceğiz. Bu ben de dahil olmak üzere pek çok oyun

severi üzecek gibi dursa da, Ubisoft‟un yeni oyunda en az Ezio

kadar iyi bir karakter yaratacağına inancımız tam.

Daha çıkmasına iki ay varken dayanamayıp yazdığım bu oyun

daha çıkmadan başyapıt olacağının sinyallerini verdi. Şimdiden

iyi eğlenceler... :)

Videoların biri oyun tanıtımı diğeri İstanbul bölümünün demosundan

alıntıdır. İyi seyirler.

Tanıtım için: http://www.youtube.com/watch?v=Wo6Q14vBB1c

İstanbul videosu için: http://www.youtube.com/watch?v=kh0nRRFLJ5k

Hamdi AYAR [email protected]

Bir Efsane:Büyücü Hitler ve Sırrı

Bu yazımda sizlerle forumda okuduğum Hitler hakkında belki de

dikkatimizi başka yöne çekecek bir hayli ilginç ve farklı bir paylaşım

var. Büyücü Hitler ve sırrı…

“Yakınlarının anlattıklarına göre Adolf Hitler geceleri çığlıklar

atarak uyanıyordu; titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk

soluğa yatağından fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen

gözlerle bakarak „İşte o, buraya da gelmiş, işte o‟ diye inliyor sonra

yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla teskin

edilip yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak „İşte yine orada,

köşede...‟ diye haykırarak tepiniyor ve çığlıklar atıyordu.” Herman

Rausching, “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Hitler‟le ilgili bu

iddialarda bulunuyor.

Dünyayı titreten Nazi liderini korkutan ne olabilirdi? Çok yazılıp

çizilen siyasi ve askeri kişiliğinin ötesinde Adolf Hitler kimdi? On iki

yıl basın sözcülüğünü yapmış olan Otto Dietrich, “Çılgınca milliyetçi

düşünceleri olan şeytani bir adam” diyordu Hitler için.

Yenik bir ulusun kırılan gururu, açlıktan perişan bir milletin

bilinçsizce umut arayışı, bir ırkın hedef gösterilmesi, komünizmin

ülkeyi kaosa sürüklemesi ve daha bir sürü sebep, Hitler‟in kitleler

üzerindeki etkisini ve büyüsünü tek başına açıklamaya yetmiyordu.

Dahası I. Dünya Savaşı‟nda büyük kayıplar veren Avrupa 2. Dünya

Savaşı‟nın kapıda beklediğinin farkında değildi. Savaş birden bire,

Hitler‟in bütün dünyaya meydan okumasıyla başladı. Milyonlarca

insan öldü, sınırlar değişti. Savaşın yaraları hâlâ sarılabilmiş değil. II.

Dünya Savaşı bilinen yönleriyle, siyaset bilimciler ve uluslararası

ilişkiler uzmanları tarafından enine boyuna tartışıldı, üniversitelerde

ders olarak okutuldu. Oysa bu büyük savaşın pek bilinmeyen ve

fazlaca da ele alınmayan garip nedenleri bulunuyordu. Kısa süreli

aralıklarla dünyayı kana bulayan savaşların acaba gizemli sebepleri

bulunabilir mi?

Bu sorunun yanıtını bulabilmek için Hitler‟i ve II. Dünya

Savaşı‟nın bilinmeyen yönlerini araştırdık.

Büyüsel güçlerle ilgili kitap yazdı

Hitler‟in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri

olan Rausching‟in “Hitler Bana Dedi ki” kitabı Hitler‟le ilgili başka

tanıklıklarda daha bulunuyor: “Hitler, sürekli olarak zamanın çok az

kaldığı endişesindeydi ve sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler

arasında, „Evrenin Kesin Dönemeci‟ sözü vardı ama eğitilmemiş olan

bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık.

Kitle için „ruhun yanlış yolu‟ deyimini kullanıyordu. „Büyüsel görüşe‟

sahip olmak, insan tekamülünün amacıydı. Kendisi, o andaki ve

gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel

dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumları ve kitleleri etkileyen

mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan

büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün,

gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil‟i bir an

önce bildirmek hevesi içindeydi.”

Rausching‟in bu sözleri eğer doğruysa Hitler‟in büyüyle olan

ilişkisi açıkça görülüyor. Nitekim ünlü Fransız bilim adamı Jacques

Bergier, “Büyü ve Politika” adlı çalışmasında büyünün 20. yüzyılda

bir çok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesini ortaya

koyuyor. Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya

çıktığını söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş

içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve

acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik—

büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarları için mücadele

etmektedirler, bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar, aldatılarak silinmekte

ya da kurban edilmektedir.”

Rausching‟in kitabında, Hitler‟le özel olarak görüşen bir

yakınının şu konuşmasına da yer veriliyor:

“Führer‟im, kara büyüyü tercih etmeyiniz, kara büyüyü

seçerseniz, artık o yaşamınızdan ve kaderinizden bir daha asla

çıkmayacaktır. Çamura bulanmış mahlukların sizi iyi yoldan

çevirmelerine izin vermeyin.”

Bazı görüşlere göre Hitler, Nazi öğretisinden çok daha

ürkütücü güçlerin kontrolü altındaydı. Hitler kendisinden çok daha

büyük olan ve kendisini aşan öğretinin basitleştirilmiş, küçük bir

kısmını halka açıklıyordu... Bütün gezegendeki yaşamı değiştirmekle

ilgili düşüncelerini Rausching‟e ve diğer arkadaşlarına zaman zaman

şöyle ifade ediyordu:

“Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım, peşimi

hiç bırakmayan hayaller ve öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak

olan o görkemli yapı hakkında ufak bir görüşe bile sahip değiller.

Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama

gezegen altüst olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu

çoktan aşmıştır.”

Thule Efsanesi‟nden etkilenmişti.

İddialara göre Hitler, Germen mitololojisindeki Thule

Efsanesi‟nden etkilenmişti. Thule Efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp

bir ülkenin efsanesiydi ve Hitler‟in arkasındaki gizli ve büyülü güç de

Thule örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismi Münih Üniversitesi

profesörlerinden Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı.

Karl Haushoffer‟ın kimliği de en az Hitler kadar ilgi çekici.

Haushoffer ile Hitler‟i tanıştıran Rudolf Hess‟ti. Thule grubunun

yaşayan son üyesi Rudolf Hess, barış görüşmeleri için silahsız bir

uçakla İngiltere‟ye gönderilmiş ancak beklenmedik bir şekilde

tutuklanmıştı. Savaştan sonra da Hess, Nazi savaş suçlularının

kapatıldığı Spandau Cezaevi‟nde ömür boyu tutuldu. Diğer

mahkumların bazıları idam edildiler veya cezalarını çekip tahliye

oldular, ancak Hess Spandau Cezaevi‟nin tek mahkumu olarak

yıllarca İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Ruslar‟dan oluşan bir birliğin

gözetimi altında kaldı. Hakkında bir çok kitap yazıldı. Bunlardan

birisi on yıl önce “Dünya‟nın En Yalnız Adamı” ismi ile Türkçe‟ye

çevrildi. Hess, çok yaşlanmasına, aradan uzun yıllar geçmesine ve

ötekiler kadar ağır bir savaş suçlusu olmamasına rağmen neden

ölünceye kadar hapiste tutulmuştu? Hess‟i farklı kılan, savaşın farklı

sebepleriyle ilgili olarak bildikleri, Hitler ve Haushoffer‟e olan

yakınlığıydı. Hitler iktidara gelişinden önce yaşanan ayaklanmadan

ötürü hapse atılınca, Haushoffer onu hergün ziyaret ediyordu. 1869

doğumlu olan Haushoffer, Hindistan ve Uzak Doğu‟nun çeşitli

yerlerinde uzun yıllar görevli olarak bulunmuştu. Japonya‟ya gitmiş

ve Japonca öğrenmişti. Ona göre Alman ırkının kökenleri Orta

Asya‟da idi. Haushoffer, en gizli Budist örgütlerinden birine alınmış

ve görevinin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda harakiri yapmaya

yemin etmişti. 1914 yılında genç bir generalken olayları önceden

isabetle tahmin etmesi ile dikkatleri üstüne toplamıştı. Düşmanın

saldıracağı saati, top mermilerinin düşeceği yerleri, fırtınaları, yabancı

ülkelerdeki siyasal değişimleri önceden biliyordu. Hitler de ordusunun

Paris‟e ilk gireceği günü, çeşitli cephelerde düşmanın ne kadar

dayanabileceğini ve Roosvelt‟in ölüm tarihini önceden doğru tahmin

etmişti.

Haushoffer, I. Dünya Savaşı‟ndan sonra yeniden öğretim

hayatına döndü. Çeşitli bilimsel içerikli dergiler yayınladı. Nazi

Partisi‟nin sembolü olan Gamalı Haç‟ı seçen de oydu. Nitekim

“Bilinmeyen Hitler” adlı kitabında Wulf Schwartzwaller iddiaları

doğruluyor:

“Hitler, Landsberg Hapishanesi‟ndeyken en düzenli ziyaretçileri

Münih Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü Profesörü General Karl

Haushoffer ile Rudolf Hess‟ti. Hitler, „Kavgam‟ adlı kitabını bu iki

önemli ismin yardımıyla yazmıştı. Haushoffer, Hitler ve Hess çok

uzun söyleşilere, müzakerelere dalıyorlardı. Haushoffer gizli

bilimlerin yanısıra Zen Budizmi‟ne de ilgi duyuyordu. Tibetli Lama

rahiplerinden ders almıştı. Dietrich Eckart‟tan sonra Hitler‟i etkileyen

ikinci kişiydi. Berlin‟de Berlin Luminous Locası‟nı o kurmuştu.

Haushoffer ünlü Rus büyücü ve metafizikçisi Gregor İvanovich

Gurdyev‟in öğrencisiydi. Gurdyev ve Haushoffer dünyanın altında

yaşayan ve insandan daha üstün dünya dışı bir tür ile ilişki içerisinde

olduklarına emin oldukları Tibet Locası‟na üyeydiler. Hitler, Alfred

Rosanberg, Himler, Goring ve Hitler‟in hemen hemen yanından hiç

ayırmadığı fizikçisi Dr. Morell de aynı zamanda bu Loca‟ya

üyeydiler.” (The Unknown Hitler, Wulf Schwartzeller, Berkeley

Books, 1990)

Nazi Karargahında Tibet rahipleri

Hitler‟in başında bulunduğu Nazi Partisi 1925 yılından itibaren hızla

büyümeye ve iktidara yürümeye başladı. Partinin yedi kurucusu da

kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen emindiler.

Onları birleştiren yemin, enerji ve şans kaynağı bir Tibet Efsanesi‟ne

dayanıyordu. Araştırmacı yazar Ergun Candan, “Gizli Sırlar Öğretisi”

adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer

veriyor:

“II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı‟na

girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar

arasında 12 Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o

yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde

bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her şey

normale dönmeye başladıktan sonra bu durum bir çok kimsenin

dikkatini çekmeye başladı:

Nazi Karargahı‟nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun

bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir

birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya

başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir

yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar!

Her şey Thule Efsanesi‟yle başlıyordu. Thule Efsanesi‟nin

kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm‟in temelini

oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında

gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi‟nin yedi kurucusundan biri olan

Diettrich Eckardt, Thule tarikatinin temel felsefesini şöyle

açıklıyordu:

“Thule‟un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır.

İnsanoğlu ile „dış zekalar‟ arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu

sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç

kaynağı Almanya‟yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı

geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün

değişimini sağlayacaktır.”

İşte bu sözler özetle Nazizm‟in de temelini oluşturmaktaydı. Gizli

Thule Tarikati‟nin üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer,

Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler

bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler‟in büyü çalışmaları da

gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan

yaptığı konuşmalarda kullandığı „ses büyüsü‟ denilen bir yöntemdi.

Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir

fonksiyon görmüştü.”

Ergun Candan‟a göre bir başka ilginç nokta da Naziler‟in

bayraklarında kullanmış oldukları semboldü. Bu şekil öyle rastgele

seçilmiş bir sembol değildi. Gamalı Haç insanlığın kullanmış olduğu

en eski sembollerden biriydi. Dünyanın pekçok köşesinde bu sembole

rastlanmıştı. Eski uygarlıkların en önemli sembollerinden biri olan

Gamalı Haç‟ı daha da ilginç yapan özellik, bunun bir Mu sembolü

olmasıydı. Mu kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da, bu

sembolü kullanmışlardı.

Gamalı Haç, Mu kültüründen alınma

Gamalı Haç, Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayanıyordu.

Bu sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu

uygarlığı ile ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkaran Niven ve

Churchward‟ın kayıtlarında da yer almıştı. Bu sembol Mu‟nun gizli

bilgilerinin en önemli sırlarından birini bünyesinde saklıyordu.

Sembolün anlamı Eski Mısır ve Tibet‟teki mabetlerde bulunan

rahiplerce, büyük bir sır olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili bir

açıklama yapılmamıştı. Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden

geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu‟ya dayandığı için bu sembol

iki yer altı uygarlığı olan Agarta ve Şambala‟da bilinen ve kullanılan

bir semboldü. Naziler‟in bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet‟teki gizli

çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden

öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı. Böylece

sembol Şambala‟nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından

dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı.

Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının

yaşanacağına, buz ve soğuğun yenileceğine inanıyordu. İddialara göre,

Rusya‟daki buz çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu

yüzdendi. Kafkasya‟ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı,

yüksek bir dağın zirvesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikti.

Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Goobels haykırıyordu.

“Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler

yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler ve

çekmeliler.” Hitler ekliyordu: “ Yeterince kayıp verilmedi!”

Hitler ve yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete

geçmişti ve cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde,

metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi:

“Metroyu sular altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir ve kurban

gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Gerçekten

çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu?

“Ya Masonlar, ya biz”

Rausching‟in kitabında Hitler ve arkadaşlarının kendilerine

başka tarikatları rakip gördükleri açıkça ortaya konuyor ve son derece

önemli ipuçları bulunuyor:

“Düşmanlarımdan çok şey öğrendim. Katoliklerden,

Marksistlerden veya masonlardan. Masonlar hakkında bir rapor

hazırlattım. Simgeler, esrarlı törenler. Bu adamlarda tehlikeli olan tek

şey, benim de kullandığım tarikat sırrı yöntemidir. Bir tür ruhani

aristokrasi oluşturuyorlar. Hiyerarşik bir örgüt kuruyor ve simgeler

kullanıyor ve ayrı ayrı ibadetler yapıyorlar yani zekayı yormadan.

Alıştırarak simgelerin büyüsel etkilerini kullanıyorlar. İşte masonların

en tehlikeli yönü budur. Dünyada bir kaç örgüte yer yoktur. Ya

masonlar ya biz...”

„Zaman Gezmenleri‟ adlı kitapta da konuyla ilgili ilginç bazı

ayrıntılar bulunuyor:

“Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazi‟lerin

şefi Adolf Hitler bu gücü nereden bulmaktaydı? Yeni bir bilim ve

hayat görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya koyması

imkansızdı. Adolf Hitler‟in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir

kimliğe sahipti. Bu gizli gücün ismi „Thule Örgütü‟ idi. Bu örgütün en

önemli ismi Karl Haushoffer adlı bilim adamıydı.

1923 sonbaharında Münih‟te, şair Dietrich Eckardt ciğerleri

iperit gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, „İşte

benim Hacer—i Esved‟im‟ dedi. Astronomik bilimin kurucularından

Prof. Oberth‟e miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü

tapınarak dostu Houshoffer‟e uzun bir el yazması postalamıştı.

Ölüyordu ama içi rahattı. Thule örgütü yaşamaya devam edecekti; çok

geçmeden hem dünyayı, hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti.”

Thule’n son temsilcileri

D. Eckardt‟la aynı gizli örgütün üyesi olan mimar Alfred

Rosenberg, 1920‟lerde Hitler‟i tanımışlar, üç yıl boyunca zorlu bir

eğitime tabi tutmuşlardı. Adolf Hitler‟e Doğu bilgisinin gizemlerini,

gizli dilini ve konuşmayı öğreten Eckardt‟tı. Öğretisini iki ayrı planda

yürütmüştü; gizli öğreti ve propaganda planları. Eckardt, 1923 yılının

temmuz ayında kurulan Hitler‟in Nasyonel Sosyalist Partisi‟nin yedi

kurucu üyesinden biriydi.

Kitaba göre Thule örgütünün ardında Cermen kökleri yatıyordu.

Dünyanın gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada

olduğu rivayet ediliyordu. Kökleri Mu uygarlığına dayanıyordu.

Öğretinin temel taşlarını “insan psikolojisinin bilinmeyen yanları” ve

“zaman boyutları” oluşturmaktaydı. Eckardt ve dostları, Thule‟un

dünyadaki temsilcileriydi. Dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk

meydana getirerek, “üst zekalılarla” diyaloğa geçmeyi hedefliyorlardı.

Thule‟un temsilcileri Karl Haushoffer ve Dietrich Eckardt, medyum

özelliğine sahip Adolf Hitler ve Rudolf Hess‟i kendi amaçları için

kullanmışlardı.

1926 yılında Berlin‟de, Berlin ve Münih‟e küçük bir Tibet

kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin‟e girişleri sırasında cesetler arasında

rütbesi olmayan bin kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi

hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet‟e heyetler gönderilmiş ve bu

1943‟e kadar kesintisiz devam etmişti. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı

bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi

ve 14 Mart 1946‟da Karl Haushoffer, karısı Martha‟yı öldürüp, Japon

usulü harakiri yaptı. Mezarına hiç bir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu,

Hitler‟e karşı düzenlenen süikaste karışanlardan biri olarak idam

edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu:

“Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı.”

“Sevgili okurlar;önemli olan her okuduğunu kabul etmek değil

her okuduğunu diğer okuduklarınla birleştirip büyük resmi

görebilmektir. Sevgiyle kalın…

Yiğit AKKOCA

Garp Kurnazlığı

UEFA Fenerbahçe‟yi men etmiyor. Çünkü ederse Fenerbahçe UEFA‟ya karşı bir hukuk mücadelesine girişip, hemen CAS‟a giderek bu hakkı geri kazanabilir. Hatta daha kötüsü, o zamana kadar da Şampiyonlar Ligi‟ni dahi oynatmayabilir.

Dolayısıyla davayı bir iç sorun haline getirmek gerekiyor. UEFA bu nedenle Fenerbahçe‟yi TFF‟ye men ettiriyor. Ancak Trabzonspor‟a vizeyi verme işini TFF üstlenmiyor. Çünkü öyle olursa TFF için Trabzonspor‟u şampiyon ilan etmek ve Fenerbahçe‟yi anında küme düşürmek zorunluluğu doğar. TFF bunu yapmak istemiyor.Daha doğrusu TFF‟nin bunu yapmasını Trabzonspor‟u yönetenler dahil hemen hiçbir futbol aktörü istemiyor. Federasyon‟un üzerinde baskı kurup Fenerbahçe‟yi ligde tutması için pres yapıyorlar. Bu yüzden Fenerbahçe‟yi kendisi men etmeyen UEFA, Trabzonspor‟u çağırma işini bizzat kendisi yapıyor.

Bu durumun sağladığı bir başka avantaj ise ülkenin topyekün itirazının önünü kesmek. Bu tip durumlarda sıralamada bir alttaki ülkenin temsilcisini çağırmayı adet edinmiş olmasına rağmen, UEFA; Şampiyonlar Ligi elemelerinde elenmiş olan Trabzonspor‟u çağırıyor.

Misal; Belçika temsilcisini çağırsalar tüm Türkiye‟yle uğraşacaklar. Ama bu şekilde her şeyle uğraşması gereken TFF oluyor. Ülke kamuoyu bölünüyor. UEFA rahat ediyor.

Bu kurnazlık işinde „şark‟a fazla yükleniyoruz sanki...

Hissedarlara kim hesap verecekti?

UEFA, TFF‟ye “Fenerbahçe‟nin Şampiyonlar Ligi‟nden çekilmesini sağlayın” dedi.Bunun üzerine, TFF de Fenerbahçe‟ye “Şampiyonlar Ligi‟nden çekilmelisiniz...”

Fenerbahçe yöneticileri bunu yapamazdı. Çünkü hiçbir resmi neden olmadan hissedarların elindeki hisselerin değerinin düşmesinden, büyük gelir kaybından sadece onlar sorunlu olacaktı.

Fenerbahçe yöneticilerinin bu kararı TFF‟ye bırakmaları doğrudur. Bunun aksi düşünülemezdi. Doğru yaptılar.

Trabzonspor’la el ele

Trabzonpor yöneticilerinin bugün Federasyon‟a başvurup, “Şampiyonluğumuz verilmeden Şampiyonlar Ligi‟ne katılmıyoruz” demeleri gerekir.

Bu, Fenerbahçe‟nin Bank Asya‟ya düşme isteğiyle birebir örtüşen ve fiili durumu resmi hale çevirecek bir taleptir.

Başmüfettiş Cornu, „Özel Yetkili Savcı‟yla görüşmesinden sonra UEFA, Trabzonspor‟u hem de TFF‟ye Fenerbahçe‟yi men ettirerek Şampiyonlar Ligi‟ne çağırdıysa... TFF de buna onay veriyorsa, tek bir sonuç çıkar.Savcılık, Trabzonspor‟un herhangi bir suçu olmadığını düşünüyor.Fenerbahçe‟nin ise suçlu bulunacağından hiçbir şüphe duymuyor.

Bunun sonucunda TFF, Fenerbahçe‟yi atıp Trabzonspor‟un Şampiyonlar Ligi‟ne alınmasına itiraz etmiyorsa, hemen bugün Trabzonspor‟u geçtiğimiz yılın şampiyonu ilan etmelidir.

Bu başvuruyu 82 puanlı iki kulübün birlikte yapması da gelecek açısından önemlidir.

Çünkü bugünkü şartlarda bir Trabzonspor-Fenerbahçe maçının oynanabilmesi mümkün değildir. Bu tip yakınlaşmalar işe yarayabilir.

ABD’de oynansın

Fenerbahçe-Trabzonspor (ya da tersi) karşılaşmasının nasıl oynanabileceği konusunda herhangi bir fikri olan var mı?

Aklı başında hangi insan evladı, o maça çocuğunu yollar?

İsterseniz 16. değil de 116. haftaya ayarlayın... (Bu ayarlama da başka türlü bir şikedir ya...)

Daha 3 ay evvel Bursa- Beşiktaş maçını yaşamış olan bu ülkede, gelecekteki derbiyi düşünüp uykusu kaçmayan var mı?

O maçlara gidecek, sahaya çıkacak oyuncuların, hakemlerin, gazetecilerin, emniyet görevlilerinin sırtına yükleyeceğiniz yük

kaldırılabilir cinsten değil. O maçları sadece Kadıköy ya da Trabzon‟da değil, Konya‟da, Köln‟de oynatmak da ölümcül sonuçları etkilemez. En iyisi şöyle; Salt Lake City, Seattle vs‟yi ayarlayın. Herkesin kafası rahat olsun.

Şampiyonlar Lig'inde sürpriz yapabilecek beş takım

BORUSSIA DORTMUND

2008'den bu yana Signal Iduna Park'ta çalışan Klopp, unutulmaz bir başarı elde etti. Yüzde 50'den daha yüksek bir kazanma oranı olan Borussia, sürekli gelişiyor.

Yıldız oyuncu: Mario Götz

Belki de Avrupa'nın en parlak genç oyuncusu olan 19 yaşındaki Götze, takıma girdiği günden bu yana insanları büyülüyor. Nuri Şahin'in Real Madrid'e gitmesiyle genç omuzlarına daha ağır yükler yüklendi. Ancak Götze, yeni sezonda da beklentileri karşılayacağını ilk maçlarda gösterdi. Pas yeteneği ve tekniğiyle önümüzdeki 10 yıla damga vurabilir.

Tehdit unsuru

Dortmund her mevkisinde kalite barındıran bir takım. Santrfor Lucas Barrios'tan kaleci Roman Weidenfeller'a kadar olan bölgede her oyuncu gol tehdidi yaratabiliyor. Avrupa'dan uzak kaldıkları için son torbaya kadar düştüler. Ancak bu torbanın en tehlikeli takımı olduklarına kimsenin şüphesi yok.

LİLLE

Ligue 1'ın en iyi teknik direktörü olarak kabul edilen 47 yaşındaki Garcia, Barcelona'nın oyun stilini Lille'e uyarlayarak şampiyonluk kazandı ve Fransa'nın en heyecan verici takımını yarattı.

Yıldız oyuncu: Eden Hazard

Belçikalı genç hücumcu, geçtiğimiz yıl Fransa'da Yılın Futbolcusu seçildi. Lille'i şampiyonluğa taşırken hücumlardaki çıkışlarıyla ve muhteşem golleriyle baş roldeydi.

Tehdit unsuru

Lille'in geçen yıl kazandığı şampiyonluk tesadüfi değildi. Ancak Yohan Cabaye, Adil Rami ve Gervinho gibi önemli sistem oyuncularını kaybettiler. Buna rağmen deneyimli ve kaliteli isimlerle bu boşlukları doldurdular. Göz ardı edilmemesi gerek bir takım oldukları aşikâr.

MANCHESTER CİTY

İtalyan Mancini, City'yi Şampiyonlar Ligi'ne taşımasına rağmen çok popüler bir figür değil. Harcanan paraya rağmen başarının gelmemesi üzerindeki baskıyı artırıyor.

Yıldız oyuncu: David Silva

Sergio Agüero'nun ilk haftada attığı goller basının ilgisini çekti ama İspanyol orta saha oyuncsu David Silva, takımın gerçek yıldızıydı. Yaratıcılığıyla santrforlara servis yapan Silva, takımının orkestra şefi olacak.

Tehdit unsuru

Paraları saçan Manchester City, sadece Premier Lig şampiyonluğunu hedeflemiyor. Üst düzey oyuncularla Avrupa'nın zirvesine çıkmayı hedefleyen City'nin kadrosu 1. Torba'daki pek çok takımdan daha iyi.

NAPOLİ

Mazzarri'nin üçlü savunmasıyla şahlandırdığı Napoli, 21 yıl aradan sonra Şampiyonlar Ligi'ne katıldı. Ancak başarı

istiyorlarsa daha iyi olmak zorundalar.

Yıldız oyuncu: Ezequiel Lavezzi Napoli'nin yaz aylarında yaptığı en iyi iş kilit adam Lavezzi'yi takımda tutmak oldu. Gruptan çıkma umutları onun performansına bağlı. Büyük maçların adamı olan El Pocho, rakip takımlara dinamizmiyle çok sorun çıkartıyor. Eğer gereken desteği görürse büyük takımların canını çok yakacaktır. Tehdit unsuru Napoli hücum yapmayı seven bir takım. Eğer boş alan bulurlarsa bunları hemen değerlendiriyorlar. Teknik olarak üst düzeyde olmaları Avrupa'nın en iyi takımlarına rahatça kafa tutmalarını sağlayacaktır.

ZENİT ST PETERSBURG

AS Roma'nın eski çalıştırıcısının Zenit'ten ayrılacağı konuşuluyordu ancak o kalmayı tercih etti. Deli taktisyen, Zenit'i şampiyonluğa taşıdı ve daha büyük başarılara yelken açtı.

Yıldız oyuncu: Danny Hücuma dönük orta saha olarak görev yapan Danny, her maçın kaderini değiştirebilecek kapasitede. Üç yıl önce Dinamo Moskova'dan 30 milyon avroya transfer edildiği için ona ödenen paranın karşılığını bu sezon vermesi gerekiyor. Tehdit unsuru Geçen yıl Şampiyonlar Ligi play-off turunda Auxerre'e elenmeleri bütün planlarını alt üst etti. Kazandıkları UEFA Kupası'nın uğruna savaşacaklardır. Geçen yılı unutturmak gibi önemli bir görevleri de var. Bu deneyimin yanı sıra Rusya'daki kış şartlarından da yararlanabilirler.

Kunter COŞKUN

AH BU ŞARKILARIN GÖZÜ KÖR

OLSUN …

Eylül ayının hüznü çöktü gözlerime…

Nereye gitsem, ne konuşsam, ne

dinlesem içinde sen varsın sanki. Hayır

hayır bu aşk, sevgi ya da özlem değil,

olamaz. Çünkü bizim durumumuzda bitmemişlik

yok. Her şey çok net. Ama bu şarkılar… Ah bu

şarkılar…

Her mutlu şarkıyı biz yazmışız sanki zamanında. Ve

o kadar çok paylaşımımız olmuş ki, birlikte

dinlediğimiz her şarkıyı sahiplenmişim ben aslında.

Ve şimdi her ayrılık şarkısı bana aitmiş gibi. “Ne

zaman yazdım yahu bunu ben” bile diyebiliyorum

kimi zaman. O kadar derinden etkiliyorlar beni. Bam

telime dokunuyorlar sanki. Dinlediğim şeyler beni

üzmüyor, sana ait hiçbir şey beni üzemez çünkü.

Ama içimde bir yerlerde işte nasıl anlatsam seni

hatırlıyorum, seni düşünüyorum. Belki de seni değil

ama bizi düşünüyorum.

Keşke müzik diye bir şey olmasa :) duygular

unutulsa keşke, hissedilenler bittiğinde silinse keşke.

“Keşke” kelimesi pek bir dilime dolanmış. Şarkılar

yüzünden, üstüne alınma sen. Seni unutmadıysam

eğer bu senin yüzünden ya da sayende değil. Benim

de katkım pek yok. Tek sorumlu bu şarkılar.

İnsanlar yememiş içmemiş şarkı yazmış olacak iş

değil…

Önceden sadece sevdiğim şimdiyse tüm varlığımla

doğruluğuna inandığım, her sözünü hissettiğim bir

şarkı var. Galiba benim yazamadıklarımı o anlatır

sana…

öyle dudak büküp hor gözle bakma bırak küçük dağlar yerinde dursun çoktan unuturdum ben seni çoktan ah bu şarkıların gözü kör olsun

güzelsen güzelsin yok mu benzerin goncadır ilk hali bütün güllerin aklımda kalmazdı yüzün, ellerin ah bu şarkıların gözü kör olsun bir gülüşün var ki kaş çatar gibi en sıcak sözlerin azarlar gibi hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi ah bu şarkıların gözü kör olsun

sonunda tuz bastın gönül yarama nice dağlar koydun nice arama seni terk edip de gitmek var ama ah bu şarkıların gözü kör olsun Söz: Şahin Çandır Müzik: Avni Anıl Kürdili Hicazkar

Şeyda KAYA

PROJE KÖŞESİ LETONYA‟DA GENÇLİK SEMİNERİ

Letonya Ulusal Ajansı tarafından Sigulda, Letonya'da 8-13 Kasım 2011 tarihlerinde Get in net - training course for "Transnational Youth initiatives" isimli etkinlik düzenlenecektir. Son başvuru tarihi 15 Eylül 2011'dir. Eğitim dili İngilizce'dir. Eğitim kursu esnasında çevirmenlik hizmeti verilmemektedir. *Tüzel kişiliği olan ve kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşları, üniversite toplulukları, Gençlik Merkezleri, Gençlik Meclisleri adına başvuru yapılabilir (İngilizce başvuru formunda "organisation" kısmına kurum / kuruluş isimleri yazılacaktır). Bir kuruluştan en fazla 1 kişiye destek verilecektir. Türkiye'den toplam olarak 2 kişi eğitim kursuna katılım sağlayabilecektir. Başvuruları kabul edilenlerin yeme-içme, konaklama masrafları Letonya Ulusal Ajansı tarafından, ekonomik sınıf yolculuk masrafları, seyahat sigortası ücreti, yurt dışı çıkış harcı ücreti ve vize masrafları Merkez Başkanlığımız tarafından karşılanacaktır.Proje detayları aşağıda yer almaktadır. Sorularınız için [email protected]

Activity organised

by National Agency

Summary

G.I.N. TC aims to improve international

co-operation and consequently

increase the quality of Transnational Youth Initiatives.

Activity date 2011-11-08 - 2011-11-13

Activity type Training course

Target group Project managers, Young people, Youth

leaders, Youth workers

For participants

from

YOUTH IN ACTION PROGRAMME

COUNTRIES

Group size 20

Venue place, venue country

Sigulda, Latvia

Details

Why such a training course?

This training course is aimed at

enabling the participants to develop and realise an Action 1.2 Transnational

Youth Initiatives.

What for?

This TC has been implemented in order to increase the quality of Transnational

Youth Initiatives within the framework

of the YOUTH in Action programme and to explore their added value (European

dimension) for the local community. The specific objectives of the course

are:

1) To acquire project management and communication competences for

international activities;

2) To develop an understanding of the principles of networking;

3) To learn about the YOUTH in Action

Programme and the “Quality criteria of Action 1.2”;

4) To share and transfer experiences of

activities undertaken in the local community;

5) To create a space for contact

making and finding potential partners for Transnational Youth Initiatives;

6) To develop an action plan for

creating a Transnational Youth Initiative project.

Who can apply?

G.I.N. TC is open to young people aged

between 18-30, belonging to an organisation or a group who:

- Are resident in one of the YOUTH in

Action countries (27 EU countries + Norway, Iceland, Liechtenstein,

Turkey) - Have experience in local projects,

ideally ex-beneficiaries of local youth

initiatives; - Already have an idea to develop into

a Transnational Youth Initiative

project; - Are motivated and have the

possibility within their organization to

set up a Transnational Youth Initiative project

after the training course;

- Are eager to find partners interested in the same theme;

- For the quality of the Training course the number of participants should not

exceed 26.

- The participants should be able to work and communicate in english

(working language).

What is it all about?

The programme is designed to enable you to develop and realise your

Transnational Youth Initiative projects

to be implemented after the course, including the following:

- YOUTH IN ACTION programme – Action 1.2. Transnational Youth

Initiatives

You will receive information about the YOUTH IN ACTION programme,

particularly the criteria and concrete

examples of Action 1.2 Transnational Youth Initiative projects.

- Project management- You will reflect

on current needs in your local community. You will define concrete

project ideas to answer those needs.

You will set up the first steps in the development of your Transnational

Youth Initiative projects. - Teamwork- You will be given

suggestions on how to work in

international teams: decision-making processes, division of tasks, and

cooperation between partner groups.

- Intercultural experience- You will experience intercultural awareness:

values, stereotypes, prejudices,

relations between cultures, international project work.

- Contact making- You will get to know

each others’ projects and/or organisations and will share previous

experiences and good practices at local or European level.

Which methods will be used?

The course will be based on the

principles and practice of non-formal education taking into account your

needs, motivations and previous

experiences as starting point of the programme. A diversity of working

methods will be used for learning about

Transnational Youth Initiatives management: thinking together,

brainstorming, creating new ideas,

discussions, debates, simulations, etc. You will be supported actively to work

on concrete projects and enabled to

apply for Action 1.2 of the YOUTH IN ACTION programme. There will be

space for regular feedback and

evaluations.

Costs

Hosting costs (accommodation, food,

program activities, and local transport)

will be covered by the hosting National Agency. Please contact your National

Agency to check if and how travel costs

are reimbursed.

Working language English

Organizer Latvian National Agency

Organizer's profile/framework

of activity

Deadline 2011-09-15

Date of selection 2011-09-29

REC Türkiye, çevre ve iklim gönüllüleri arıyor

AB tarafından desteklenen Bölgesel Çevre Merkezi REC Türkiye, çevre ve iklim değişikliğinin önemine inanan gönüllüler arıyor.

Amerikan Doğal Tarih Müzesi'nin 2009 yılında New York'ta açtığı İklim Değişikliği Sergisi, Arter Tasarım ve REC Türkiye‟nin koordinasyonunda 4 Ekim 2011– 15 Ocak 2012 tarihleri arasında Santral İstanbul‟a gelecek. Sergide yardımcı olabilecek gönüllüler aranıyor. ilgilenenlerin özgeçmişlerini

[email protected] adresine göndermelerini rica ediyoruz.

Son Başvuru Tarihi

30/09/2011

Young Future Academy Ekibi

BİR FİLM, İKİ KİTAP

AKLINDAN BİR SAYI TUT

Seni o kadar iyi tanıyorum ki

Ne düşündüğünü biliyorum…

Mark Mellery, posta kutusuna bırakılmış imzasız bir mektup alır. Mektupta şöyle

yazmaktadır: “Aklından herhangi bir sayı tut – 1 ila 1000 arasında herhangi bir sayı.” Mellery öylesine 658 sayısını tutar. Not şöyle devam etmektedir: “Sırlarını nasıl bildiğimi göreceksin.

Küçük zarfı aç.”

“Aldıklarını geri vereceksin Vermiş olduklarını aldığın zaman.

Biliyorum ne düşündüğünü,

Ne zaman uyuduğunu,

Nereye gittiğini,

Nereye gideceğini.

Seninle bir randevumuz var,

Bay 658.”

“Aklından Bir Sayı Tut” sıradanlıklara meydan okuyan, anında başınızı döndürecek ve ilgi

çekici karakterlerinin kalp atışlarını tüm gerçekliğiyle hissedeceğiniz, kolay kolay

unutamayacağınız bir roman.

Yukarıdaki yazı John Verdon‟un “Aklından Bir Sayı Tut” adlı

kitabının arka kapağından alıntıdır. Sürükleyici bir polisiye roman

olan bu kitap yazarın ilk eseridir. Başkahraman olan emekli dedektif

Dave Gurney‟nin olayı nasıl çözdüğüne, anlaşılması zor ipuçlarını

nasıl değerlendirdiğine ve özel hayatında yaşadığı sıkıntılara şahit

olacaksınız. Her polisiye severin okuması gereken bir kitap.

Gönderdiği şiirlerde tehdit havası bulunan kimliği belirsiz bir kişi

aklından geçeni nasıl bilebilir? Aklından geçeni dahi bilecek kadar

seni yakından tanıyan bu kişi kim olabilir? Çok ipucunun bulunduğu

ama hiçbir ilerleme kaydedemeyen bu olay uzaktan gelen bir telefonla

şekil almaya başlıyor. Birçok ayrıntı olmasına karşılık hiçbirinden

bahsedemeyeceğim çünkü her ayrıntı birbiriyle alakalı, tek başına

anlamsız ve garip. Belki de kitabı bu kadar ilginç kılan gizemli bir

yanı olmasıdır. Bu nedenle kitapta anlatılan olaydan bir bölüm bile

anlatsam gizeminden ödün vereceğini düşünüyorum. Sonuçta okumak

dinlemekten daha eğlencelidir. Ama şunu söylemek isterim ki

ipuçlarından biri dikkatimi çekti ve kitabın sonuna gelmeden bu

tehditkar şiirleri yazan katilin kim olduğunu anladım. Bu ipucu ise her

ipucunu layıkıyla değerlendiren başkahraman dedektifimizin

gözünden kaçıyor ve kitabın sonunda katille karşılaştığında bu ipucu

aklına geliyor. Bakalım siz o ipucunu fark edebilecek misiniz?

Pınar KESKĠN

Asi melekler

Orijinal adı : Angelology

Danielle Trussoni‟nin ikinci

kitabı olan „Asi Melekler‟

yayınlandığı 30 ülkede

büyük ilgi gördü. New

York Times başta olmak

üzere dünya basının yere

göğe koyamadığı roman

Türkiye‟de de yayınlandı.

Son zamanlarda fantastik

türündeki romanlar

okuyucunun baya ilgisini

çekti. Dünya edebiyatında

bir çok vampir romanı

yazıldı. Ama bu kitap akıcı

dili, derinlikle işlenmiş

karakterleri ile bu

vamprizm akımının

yanında yeni bir türü

ortaya çıkardığını söyleyebilirim.Artık melekler sahnede…

Birbiri ardına çıkan melek romanlarına bir başyapıt olarak

nitelendirilen „Asi Melekler‟de eklendi. Babasını anlattığı ilk kitabı

„Falling Through the Earth‟, New York Times Book Review tarafından

2006‟nın en iyi 10 kitabından biri seçilen Danielle Trussoni‟nin ikinci

kitabı olan „Asi Melekler‟ de çarpıcı konusuyla büyük ses getirdi.

New York Times‟da da kendisine geniş yer buldu ve New York Times

şunları yazdı:

BAŞKA TÜRLÜ BİR ROMAN

“1990‟ların bir bölümünde meleklerden kaçmanın imkânsız

olduğu zamanlar vardı. İlham perileri, ticari eşyaların, tişörtlerin,

banyo aksesuvarlarının üzerini kaplayıp, restoran duvarlarını

süsleyip, kitap kaplarının kenarlarından size bakarlardı. Yakın

zaman önce ortalıktan kaybolmuş gibi görünseler de, aslında

kendilerini toparlamak için edebiyat dünyasına sığındılar.

Şimdilerde, ancak sözlükler, ansiklopediler veya bazı sanat

kitapları arasında ve birkaç başka kitapta meleklere rastlamak

mümkün. Danielle Trussoni‟nin romanı „Asi Melekler‟ bunlarla

karıştırılmamalı. Onun bu heyecan verici kitabı, özellikle insanlar

ve ilahi varlıkların çiftleşmesi sonucu doğan kötü ve düşmüş

melekleri hayata geçiriyor. Yaratılış bölümünde ilk kez ortaya

çıktığı gibi bu melezler, Kutsal Kitap‟ta „Nefiller‟ olarak biliniyor.

„Tanrı‟nın oğulları insanoğlunun güzel kızlarını gördü. Ve onları

kendilerine eşleri olarak aldılar. Onlara çocuk verdiklerinde bu

çocuklar ulu varlıklar oldular.‟ Bu, kulağa çok kötü gelmiyor

ancak Trussoni‟nin romanındaki Nefiller sadece kafeslerde

yaşayan, renk değiştiren ve güzel varlıklar olarak ele alınmıyor.

Parlak altın renkli tenleri ve sırtlarından filizlenmiş geniş beyaz

kanatlarıyla Evangeline isimli küçük kızı korkutuyorlar. Fakat

daha korkunç olanı, yaratıklardan birinin yaptığı şu açıklama:

„Melekle şeytan biri diğerinin gölgesidir.‟ Gerçeklerin önemsiz

gibi görünen sanat eserlerinin detaylarında saklandığı „Asi

Melekler‟ güçlü, canlı tasvirleri, gözü yaşlı fakat her koşula uyum

sağlayabilen kadın kahramanı ve acımasız kötü erkek

karakteriyle akıcı ve bir o kadar da üstü kapalı anlamlar içeren

bir kitap. Bilgi veren ve sürükleyici „Asi Melekler‟ zekice yazılmış

bir macera. New Age, methiyelerinin veya Katolik eserlerinin

muğlak duygusallığından uzak, „Eco‟vari. Kutsal Kitap‟ın ve

Apokrifa‟nın meleklerini, Orpheus efsanesini, Bulgar

coğrafyasını, Ortaçağ keşişlerini, Rockefeller Ailesini, Nazileri,

rahibeleri ve müzikolojiyi bir araya getirmek nasıl mümkün

olabilirdi ki demeyin. Çok da muhteşem, başka türlü bir roman

olmuş...”

BİN YILLIK BİR SIRRIN HİKAYESİ

23 yaşındaki Evangeline, 12 yaşından beri New York‟ta Azize

Rose Manastırı‟nda yaşayan, manastırın kütüphanesinden ve dış

yazışmalarından sorumlu bir rahibedir. Sadece rahibelerin

yaşadığı Azize Rose Manastırı, dünya üzerindeki en kapsamlı

melek resimlerine sahiptir.

Bir gün manastıra ABD‟nin ünlü ve zengin ailelerinden

Rockefellerların sanat etkinliklerini araştıran Verlaine‟den bir

mektup gelir. Verlaine manastır arşivinde araştırma yapmak

istemektedir. Çünkü 1940‟larda Rockefeller desteğiyle

Balkanlarda yapılmış bir arkeolojik keşif gezisinden ve burada

elde edilen birtakım bulgulardan haberdar olmuştur ve bunun

izini sürmek ister. Gezi aslında, bir rahibin bin yıl önce kaleme

aldığı bir rapordan çıkışla, Tanrı‟nın cezalandırıp dünyada hapse

mahkûm ettiği düşmüş meleklerin, Yunanistan-Bulgaristan

civarındaki bir mağarada tutulduğu iddiasını araştırmak için

yapılmıştır. 10. yüzyılda yaşamış olan bu rahip, meleklerden

birini kazara serbest bıraktıklarını, bu meleğin tüm ekibi ortadan

kaldırdığını, ancak kendisinin de bu meleği öldürdüğünü

yazmaktadır.

Son olarak Hollywood‟un Universal gibi büyük yapım şirketleri

arasında film hakları için bir mücadele yaşandı ve kitabın

haklarını Columbia satın aldı.Dini ve mitolojik öğeleri bir arada

bulunduran bu kitap başarılı kurgusu, yarattığı etki ve sürükleyici

diliyle okunmaya değer…

Aslı ASUTAY

FREAK THE MIGHTY

Rodman Philbrick’in bir komşusunun çocuğundan

esinlenerek yazdığı ve 1993 yılında yayınladığı “Freak the

Mighty” kitabının filme uyarlanmış hali olan “Freak the

Mighty” ya da diğer adıyla “The Mighty” filmi, 1998 yapımı bir

dram filmidir. Filmin ismi dilimize “İyilik Meleği” olarak

çevrilmiştir. Sharon Stone, Kieran Culkin (“Evde Tek Başına”

serisinin ilk ikisinde başrol oynayan Macaulay Culkin’in

kendisinden 2 yaş küçük kardeşi) ve Elden Henson başroldedir.

Morquio sendromlu Kevin ile disleksi hastası olan Max’in

sıradışı dostluklarına ışık tutan bu film; dostluğa, iyilik

yapmaya, hayata, yaşam savaşı vermeye, farkındalığa, cesarete,

kadere, çocuk psikolojisine ve yaşama sevincine dair izler

taşıyor. Film boyunca hikaye Max’in ağzından anlatılıyor.

Vücut şeklinden ve koltuk değnekleriyle yürümesinden dolayı

Kevin’a “Freak (Ucube)” lakabı takılmıştır. Yürüyemeyen fakat

çok zeki olan Kevin ile okuma zorluğu çeken kimseyle

konuşmayan buna karşılık iri vücudu ve güçlü yapısı olan Max,

eksik yanlarını birbirleriyle tamamlıyorlar. Kevin’i omzunda

gezdiren Max onun bacakları, Max’i yönlendiren ona akıl ve

cesaret veren Kevin ise onun beyni oluyor. Sharon Stone ise

Kevin’in annesi rolündedir.

Hastalığından dolayı az ömrü olduğunu bilen ama ne

zaman öleceğini bilmeyen Kevin’in her gününü son günüymüş

gibi yaşaması onun hayatın güzelliklerinin farkına varmasını ve

hiçbir sorunu kafasına takmamasını sağlamıştır. Filmin

ardından hayata Kevin’in gözünden bakmanızı öneririm. Yani

her gününüzü hayatınızın son günüymüş gibi yaşamanızdan

bahsediyorum. En azından bir gün boyunca bunu deneyin. Ve

kefilim ki o günün başlangıcından sonuna kadar hiç kimseyi

kırmayacaksınız, sevdiğiniz insanların sizin için olan

değerlerinin farkına varacaksınız, sürekli gülümseyeceksiniz,

hiçbir aksilik başınıza gelmeyecek, sizin için sıkıcı olan şeyler

anlam kazanmaya başlayacak ve bütün bu sebeplerden dolayı

mutlu olduğunuz için çevrenizdekileri de mutlu edeceksiniz.

Hayatınızın son günü ve tekrar yaşama şansınız yoksa

yapacaklarınız kimseyi kırmamak, kırdığınız kişilerin gönlünü

almak, hatalarınızı telafi etmek ve insanları mutlu etmeye

çalışmaktır. Bütün bunları yapmak için son günü beklemeye

gerek yok. Bu filmden sonra ne demek istediğimi daha iyi

anlayacaksınız. Ülkemizde çok seyredilmemiş olan 13 yıl

önceki bu filmden bahsetmemin sebebi de budur.

Pınar KESKĠN