yfa genç analiz eylül
DESCRIPTION
En İyi Gençlik DergisiTRANSCRIPT
GENÇ GELECEK KÜNYE
Dergi Editörü ġeyda KAYA
Kapak Tasarım Melike GÜNEġ
Yurt DıĢı iliĢkiler Adem BAKAN
Ceren BAKICI
Yurtiçi ĠliĢkiler Fulya SAVAġIR
Proje Koordinatörü Yiğit AKKOCA
Dergi Kadrosu
Burçin TOKSÖZ
Ceren BAKICI
Hamdi AYAR
Kaan TÜRKELĠ
Kunter COġKUN
Miraç NALBANTOĞLU
Melike GÜNEġ
ġeyda KAYA
Yiğit AKKOCA
ĠÇĠNDEKĠLER
. Bir Türlü AĢk, Bin Türlü Taklidi Vardır …1
. Hola Espana …….……..……………… 3
. Küçük Kız ……….………………………….… 7
. BAġIMIZ SAĞOLSUN …….……..… 10
. Assasin’s Creed : Revelations ……….. 12
. Büyük Hitler Ve Sırrı ………….……….. 16
. Garp Kurnazlığı ……………………. 27
. Ah Bu ġarkıların Gözü Kör Olsun .… 32
. Proje KöĢesi …………………………... 34
. Bir Film , Ġki Kitap ……..………… 39
Hazırlayan:
Young Future Academy
Website: www.youngfutureacademy.tr.gg
Adres: Cumhuriyet Bulvarı No:219
Kalyon Apt. Daire:5 35220
Alsancak, İZMİR
Tel:05065882913
NOT : Her türlü eleştiri ve yorum için
[email protected] adresine
mail atabilirsiniz. Ya da yazarlarımızın
yazılarının altındaki mail adreslerinden
direkt onlara ulaşabilirsiniz. İyi okumalar
BİR TÜRLÜ AŞK, BİN TÜRLÜ TAKLİDİ VARDIR
Mum ile pervane’nin aşkını bilir misiniz?
Mum görkemli, dimdik duran, karşı konulmaz bir
sevgiliyi temsil eder. Kendinden asla ödün vermez…
İçindeki can fitili ateşini daima taze tutar… Aşk için
yanar… Aşk için söner en sonunda… Aşkı o kadar
güçlüdür ki, bu yücelikle etrafa ışık saçar…
Pervane ise Mum’a hayranlığıyla bilinen bir aşıktır.
Pervane önce uzaktan uzaktan döner Mum’un etrafında…
Henüz kanatları alevle tanışmamıştır… Etrafında aşkla
çırpar kanatlarını… Döner durur öylece bir süre… Sonra,
yetmemeye başlar bu mesafenin hissettirdikleri… Biraz
daha yaklaşmaya niyetlenir… Dönmekten asla
vazgeçmez… Her geçen an alevin sıcaklığını daha çok
hissetmeye başlar… Sıcaklığı hissettikçe biraz daha
yakınlaşma arzusuna karşı koyamaz… Daha yakın, daha
yakın, daha da yakın olmak ister. Artık her dönüşte biraz
daha yaklaşır Mum’un aşkına, alevine… Mum’a ışık
veren, aşk veren ince uzun ipe erişmek, aşkının
ibadetidir. Tam da aşkla aleve yaklaşmışken, kanadının
ucu alevden nasibini alır aniden… Yanar…! Pervane can
acısıyla uzaklaşır Mum’dan… Aşkın acı verebileceğini
yeni öğrenmiştir… Şaşırır… Uzakta bir yere konar ve
bekler…
Acısı birazcık dinmeye başladığında, yeniden aşka uçma
tutkusu kaplar ruhunu… Engel olamaz kendine… Bu
sefer en yakından başlar Mum’un etrafında dönmeye…
Pervane yaralıdır bu dönüşlerde, Mum ise ağlamaklı… Bu
böyle devam ederken Mum’un tükenmekte olduğunu fark
eder Pervane. Sona yaklaştığını anlayan Pervane daha
yakından döner artık, daha çok yanmaktadır. Alevin
etrafında aşkla dönerken, aşkının içindeki can fitiline
bırakıverir kendini, aşkını, canını… Usulca eriyen
Mum’un gözyaşlarından yarattığı eteğinin üzerine
düşüverir cansız bedeni…
Sonuç olarak Mum da aşıktır Pervane’ye Pervane de Mum’a.
Günümüzde hep pervane aşık mum ise maşuk gibi
anlatılmakta. Gerçek öyle değildir ; Pervane azıcık ışık gördü
mü hemen yanıverir, oysa ki Mum tamamen yanana dek
dikilip durur, sabreder. Pervanede tahammül yoktur. Aşk
ateşi pervanenin yalnız kanadını, mumun ise bütün
vücudunu baştan aşağı yakar.
Herkes aşık olur. Önemli olan nasıl bir aşık
olduğunuzda… Mum gibi dimdik duran mı Pervane gibi
her ışığa sabırsızca atlayan mı?
Şeyda KAYA
Dergi Editörü
HOLA ESPAñA Uçak bağını kara parçasından koparırken sevgilimin elini
tutuyordum,bir hayal gerçekleşmişti.İspanya‟ya uçuyorduk!!!
Ancak nasıl olduğunu merak ettiniz değil mi? Baştan
başlamak lazım her şey Genç Yaşamın Sesleri Derneği Yönetim
Kurulu Başkan Yardımcısı Murat Dilek‟in AB Gençlik Programı
Eylem 1.1 Gençlik Değişimleri projesi kapsamında İspanya- Bilbao'da
düzenlenecek olan ve Genç Yaşamın Sesleri Derneği'nin ortak olarak
yer alacağı "Genç İşsizlik - Spor ve Alışkanlıklar vasıtasıyla Kültür
Tanıtımı" konulu proje için seçildiniz demesiyle başladı. İspanya'da
düzenlenecek proje etkinliğine katılım sağlayacak 10 gençten biri olup
31 Temmuz 2011 - 9 Ağustos 2011 tarihleri arasında Bilbao'da temsil
edeceksiniz demesiyle artık daha da mutluydum Ancak işin en garip
tarafı aynı projeye ilk defa başvurduğumuz halde kız arkadaşımın da
seçilmesiydi.Projenin bizim için önemi daha çok artmıştı.
Maalesef yeni haliyle bordo olan hususi pasaporta sahip
olduğumuz için vize koşuşturması başladı ancak bir çok şirket bize
vize alamayacağımızı sürenin çok dar olduğunu söylediler. Bu üzücü
ve yorucu kısımları fazla anlatmayacağım sonuç olarak biz vize
başvurusu yaptık ve bundan sonraki süreçte kız arkadaşım ve bana
yardımını esirgemeyen değerli arkadaşım Sinan Sönmez‟e
teşekkürlerimi bir borç bilirim. Sonuç olarak vizemiz uçuş tarihinden
bir gün önce belli olacaktı, tam bir kaos olmasına rağmen davet
mektubunun varlığı bir nebze bizi rahatlatıyor ve yavaş yavaş bavul
topluyor bu sırada da proje için hazırlanıyorduk. Genç işsizliğine
yönelik bir proje olduğu için tüm istatistikleri topluyorduk.Tabi ki bu
konuda Türk ekibine katkısını esirgemeyen Fatih Güngör ve Burak
Yılmazsoy‟a da teşekkür ederim.
O kadar çok şey var ki anlatacak ama kısa kesiyorum sonuç
olarak son gün vizemiz çıktı ve her şey için hazırdık. Kız arkadaşımla
bir önceki uçağa bindiğimiz için Madrid‟te Türk grubunu bekledik ve
Buluşup Bilbao otobüsüne bindik. O kadar yorulmuşuz ki sabah
otobüs Bilbao‟ya vardığında You are my heart you are my soul şarkısı
ile uyandık Ve İspanyol grup lideri Ainhoa Oar bizi en az bir Türk
sıcakkanlılığı ile karşıladı ve her şey ondan sonra başladı. Projenin
nasılg eçtiğini kısaca BŞk yardımcısı Murat Dilek‟in “Yorucu fakat
bir o kadar da faydalı ve eğlenceli bir 9 gün geçirdik. Ülkenin dört bir
yanından bu projeye katılım için başvurular aldık. Bu başvurular
içerisinden 10 kişilik genç bir grup oluşturduk. Proje konumuzun
önemini de göz önünde bulundurarak bu gençlerimiz ile yoğun bir
hazırlık dönemi geçirdik. Ülkemizde ki Genç İşsizlik ile ilgili en son
veriler, yapılan çalışmalar, iş arama-bulma yöntemlerinin tartışılması,
çözüm önerileri konusunda çeşitli sunumlar gerçekleştirdik. Bütün
bunların yanında, İspanyol ve özellikle de bölge itibari ile Bask
Kültürünü yakından tanıma fırsatı bulduk. Gençlerimizle birlikte
harika bir takım çalışması sonucu Proje sürecini geride bıraktık. Bu
projeye katılım sağlayan bütün arkadaşlara yapmış oldukları özverili
çalışmalardan dolayı tek tek teşekkürlerimi iletiyorum. Bundan sonra
da farklı proje ve etkinliklere devam edeceğiz” sözleriyle açıklasak
yerinde olur
Ancak bird e benim tarafımdan bakın Proje sonunda 4 kilo
almış, bize ayrılıkçı hareketleriyle gündemde olan Kürt sorunu yerine
oradaki Bask sorununun ne kadar kaliteli ele alındığına tanık oldum.
Trabzonspor‟un rakibi olan gerçi şimdi değil ama olsun Bilbao
stadını Bize her yer Trabzon diyerek inletmek ve unutulmaz
arkadaşlıklara imza atmak bu projenin vazgeçilmezleri oldu. Açıkcası
Eylül sayısına yetiştirmek istediğim için her şeyi çok atlayarak yazdım
ama şunu söyleyebilirim ki fotoğraflara baktığınızda ve şuan bu
satırları bile yazarken heyecanlı olduğumu anladığınızda gençlik
projelerinin ne kadar farklı bir şey olduğunu anlayacaksınız. Bu
yüzden proje için tanıştığım ancak çok güzel arkadaşlıklar kazandığım
arkadaşlarım olan;
Murat Dilek’e koordinasyonu için,
Fatih Güngör’e programlı olduğu için
Zuhal Aydın’a destek olduğu için
Fatih Çakın’a renkli karakteri için,
Betül Arıcan’a o ne diyeceğimi bilir
Burak Yılmazsoy’a şakaları için,
Taha Polat Geçmez’e konu dışı bakış açıları için ,
Özgün Yetkin’e ilk yardım müdahaleleri için ,
Ve tabi ki sevgilim Ceren Bakıcı’ya benim hep yanımda olduğu için ÇOKKK TEŞEKKÜR EDERİM
İYİ Kİ TANIMIŞIM SİZİ, BİRLİKTE BAŞKA GÜZEL
PROJELERE…
Yiğit AKKOCA
KÜÇÜK KIZ
Küçük bir kızdı o, henüz dünyanın oyunlarını bilmeyen.
Okuluna gider, ailesiyle vakit geçirir, oyunlar oynardı. Diğer
çocuklardan hiçbir farkı yoktu. Ama dünyanın kuralını biliriz;
mutlaka büyüyecekti.
Üzülmeyi öğrendi, çaresizliği de. Büyümek üzülmek miydi?
Eğer öyleyse büyümek istemiyordu. Hep çocuk kalmalıydı, hep
mutlu olmalıydı. Etrafındaki neşeli çocuk şarkıları azalıyordu.
Onların yerini sorular, sorunlar, sorumluluklar kaplıyordu artık.
Büyümek sorun yaşamak mıydı? Eğer öyleyse o büyümemeliydi.
Üzülmeyi biliyordu artık, ama niye çaresizdi? Cevap çok
basit; çünkü aşık olmuştu. Ama korkuyordu da... Aşık olmak
korkmak mıydı? Korkmak istemiyordu ama aşkı çok sevmişti.
Artık bir tercih yapmalıydı; aşk mı, korku mu? Aşkı seçti,
korkularıyla yüzleşemeden aşkı seçti. Korkularıyla yüzleşseydi
üzülmeyecekti fakat aşk onu üzmüştü. Sonunda “Aşk güzel bir
şeydir, kimseyi üzemez, üzerse aşk olmaz.” dedi. Üzülmemek için
aşkı aramalıydı.
Aşktan ziyade küçük kız büyüdüğünü ne zaman anladı biliyor
musunuz? Sevdiklerini kaybetmeye başladığı zaman. O
büyüdükçe sevdiği insanlar da büyüyordu. Ama yaşlılıktan ötesi
yok. Küçük kız bir kez daha üzülmüştü. Evet, büyümek
üzülmekti. Büyümek, hayatla yüzleşmekti.
Anladı ki her insanın kendine ait bir düzeni var. O da düzenini
oluşturmalıydı. Çalıştı, tercihler yaptı, büyümüş olan insanlarla
tanıştı. Ne istediyse çalışarak kazandı. İnançlıydı, umutluydu,
yürekliydi. Aynı zamanda büyümeye devam ediyordu. Ama artık
biliyordu ki büyümek üzülmekti. Büyüdükçe üzüldüğü şeylerin
anlamları da büyüyordu.
Bir yandan kazanırken bir yandan kaybediyordu. O an fark
etti ki değişiyordu. Büyümek üzülmek değildi, değişmekti.
İnsanların üzüldükçe değiştiğini anladı. Yaşadıklarının hepsi o
daha iyi bir insan olsun diye kazandığı tecrübelerdi. Bu nedenle
kabullenmeyi öğrendi. Kabullenmek ona üzülmemeyi öğretmişti
galiba. Büyümeye alışmış olmalıydı. Ama yine de çocuk olmayı
özlüyordu.
Her insan aynı değildir. Ama küçük kız bunu bilmiyordu.
Bütün insanları kendisi gibi zannediyordu. Aslında öyle
olmadığını acımasız bir şekilde öğrendi. En çok bağlandığınız kişi
sizi bir anda bırakıp gitse ne yapardınız? Küçük kız bunu
bilmiyordu, şimdi ne yapmalıydı?
Her zaman içinde taşıdığı umuda sarıldı yine. Umut, umut,
umut… Umut bir işe yaramıyordu artık. Baktı ki insanlar
acımasız. Acımasız olmayı öğrendi. Acımasızlık kötü bir şeydi,
bunu hayatında barındırmak istemiyordu. Ama üzülmek de
istemiyordu. Umudunu kaybetmeyi öğrendi. Şimdiye kadar onu
en çok zorlayan şey bu olmuştu. Üzülmemek için hayatta en çok
bağlandığı şeyi kaybetmeyi diliyordu; umudunu…
Peki bu kız hiç mi mutlu olmuyordu? Bilmiyorum. Sürekli
üzülmekten dolayı mutluluğun ne demek olduğunu unutmuştur
belki de. Mutluluk çocuk şarkılarında vardı. Mutluluk çizgi
filmlerde vardı. Mutluluk merak etmekti, sürekli soru sormaktı,
şaşırmaktı. Baktı ki tüm bunları küçük çocuklar yapıyor. Evet, o
küçük kız büyüdü. Üzüldü, korktu, bağlandı, terk edildi, değişti,
özledi, umudunu kaybetti, ağladığı zamanlar oldu. Buna rağmen
o kız yine de aşık oldu. Fakat o kişi bir başkasınındı. Küçük kız
bu sefer başka bir sorunla karşılaşmıştı ve yine üzülecekti. Anladı
ki hala büyüyor ve bu büyümenin sonu yok. Kazandığı tecrübeleri
kullanmaya başladı; üzülmemek için bağlanmamaya çalıştı,
bağlanmamak için değişti. Yine de onun yokluğunda onu özledi.
İnsanın umudunu kaybetmesi çok zordur, bunu tekrar
yapamayacağını düşündü. Ama yapmalıydı, çünkü o kişi bir
başkasına aitti. Kararsızdı, doğru olan gerçekten umudunu
kaybetmek miydi, onu kaybetmek miydi? Anlaşılan küçük kızı
zor günler bekliyordu yine.
Küçük kız, küçük değildi artık. Büyümüştü ve büyümeye de
devam edecek. Bu sefer aşkı bulabilmiş miydi? Umudunu
kaybetmeli miydi? Yoksa aşkı için savaşmalı mıydı? Bilmiyorum.
O da bilmiyor. Siz söyleyin şimdi küçük kız ne yapmalı?
Pınar KESKĠN
BAŞIMIZ SAĞOLSUN Artık bu cümleyi çok kullanmaya başladık.
Başımız sağolsun , Vatan sağolsun vb. Ama artık yeter. Seçimden bu
yana kaç şehit verildi. Şırnak' da Silvan'da Siirt'te ve daha nice
yerlerde. Türk insanı artık bunları normal karşılamaya başladı. İlla
tepki vermek için en az 10 vatan evladının şehit düşmesi mi gerekiyor.
Birer ikişer şehit olunca önemsiz mi oluyor. Artık insanların
uyanması gerek ! Sayılara aldanmamak gerek. Ya da şöyle bakın terör
örgütünce 30 yıldır kaç vatan evladı şehit edildi , kaçı gazi edildi.
İnsanların artık sokaklara çıkması gerekiyor. Tepkisini Facebook ,
twitter ile koymak yetmez. Oraya da yazarsın ona karışmam. Ama çık
sokağa göster tepkini. Facebook'da yok 8 şehit için 8 saatte 800.000
olalım yok 13 şehit için 130.000 olalım. Ee oldunuz noldu terör bitti
mi? Yok bitmedi. Üstüne o çıkarcı vatancılar katılan kişinin artması
dahilinde reklam alarak aziz şehitleri kullanıyor. Buradan para
kazanıyor. O para da size haram olsun !
Bu ülkeyi sevenler ama Facebook'tan değil gerçekten sevenler
birleşsin yürüsün. Biz İzmir merkezli bir klubüz ve ben İzmir'in ne
kadar vatansever, Kemalist, Milliyetçi olduğunu biliyorum. Ben bir kez
yürüyüş yapıldı diye biliyorum tamam bir daha yürüsün İzmir ya da
Türkiye ne olacak. Bir zararı çıkmaz.
Temmuz ayındaki şehit haberlerinden sonra bu ayın 17'sinde de
Hakkari'den şehit haberleri geldi. Ve insanların sabrı taşmaya başladı
hatta taştı. İnsanlar bıktı.
Örgütün ülkeye zararı sadece şehitler değil. Ekonomik , Prestij
kaybı ve otorite. Ama tabi ki en önemlisi Canlar. Yapılması gereken
bence şu: Önce orayı bilinçlendireceksin sonra oraya ekonomik
yatırımı fazlalaştıracaksın. Onlar yıkıyor mu sen bir daha yap. Devlet
her zaman çapulculardan güçlüdür. En son da git vur Dağları. Merak
etme kimsenin serası falan yoktur. Özel bir gün diye de vurmamazlık
etme. Hele ramazan diye hiç etme. Evet ramazan ayı islam Alemi için
çok önemli bir ay ama sen ramazan diye örgütü vurmazsan onun
vebalini kime vereceksin? Ben bir de şöyle bir açıdan baktım. Acaba
bayrama kadar operasyonlarda Mehmetçikler ölmesin diye mi böyle
bir şey söyledi başbakan ama böyle daha çok kişi şehit oluyor. O da
değil yani. Allahtan en son ülkenin laik bir devlet olduğu hatırlandı da
Mübarek ramazan ayı devlet işlerine alet edilmedi.
Operasyonlar artık artar. Sanırım 2000 komando da
operasyonda olacak. Belki Ekim'de bitecek olan tezkere için yeni izin
alınacak ve dışarıya bir kez daha operasyon yapılacak.
Artık şehit verilmesin. Babaları zorlana zorlana içi kan ağlaya ağlaya
Vatan sağolsun demeden bu iş bitsin. Zaten operasyonlar da başladı.
Hayırlısı olsun artık.
Kaan TÜRKELİ
Assasin’s Creed: Revelations
“Ben Ezio Auditore da Firenze ve ben bir Suikastçıyım.”
Bu sözler oyun dünyasının en çok sevilen kahramanlarından birine
ait. Assasin‟s Creed serisinin son iki oyununda ve yeni çıkacak olan
Revelations‟daki kahramanımz Ezio. Serinin son oyunu
Revelations‟da ise Ezio‟nun yolu bu sefer İstanbul‟a düştü. Cennetin
Parçası peşinde şehir şehir dolaşan Ezio‟nun artık
yaşlandığını,sakallarına aklar düştüğünü görünce eskisi gibi oradan
oraya zıplayamaz diye düşündüm ama tanıtım videosunu izleyince
artık usta bir suikastçı olan Ezio‟nun hala bileğinin bükülemediğini
gördüm.
Revelations‟ın hikayesi ise şöyle: Tapınak Şövalyelerinin(Templar)
yine bir haltlar karıştırdığını anlayan Ezio, olayın aslını anlamak için
Suriye‟nin Masyaf şehrine doğru yola çıkarken yolu İstanbul‟a düşer
ve olayı anlar. Altair‟in Masyaf‟a sakladığı eşyayı bulmak için gerekli
beş anahtarın peşindeki şövalyelerin tek sorunu vardır, Ezio.
1511 yılında başlayan oyunda İstanbul dört bölgeye ayrılmış
vaziyette, Konstantin, İmparatorluk, Beyazıt ve Galata.
İstanbul‟da bize suikastçıların İstanbul ayağının başındaki isim
Yusuf yardım ediyor. Oyunun en güzel yerlerinden biri
İstanbul‟un yedi tepeli temasının iyi kullanılmış olması, dar
sokaklar, dik yokuşlarla dolu şehirde çatıları kullanmak en akıllıca
iş olacaktır. Ve tabi bir de hookblade(kancalı halat) sayesinde bir
yerden bir yere gitmemiz daha da kolay olacak. Bir de yeni
oyunda çok sayıda bomba kullanma şansımız var. Oyunda
yaklaşık 300 çeşit bomba olacak ve stratejik noktalarda oldukça
işimize yarayabilecek. Örneğin şarapnel parçası kattığımız bir
bombayı kaçarken attığımızda arkamızdakileri yavaşlatacak, hatta
bombanın şiddetine göre öldürecek. Aynı şekilde devriye gezen
grupların güzergahına mayın döşeyebileceğiz ya da sis bombası
ile kalabalık düşman gruplarından kaçabileceğiz.
Oyunda İstanbul detayları çok iyi işlenmiş. Oyunun geçtiği yıla
bakınca(1511) İstanbul‟un medeniyetler beşiği olduğu ve her çeşit
insan barındırdığını görücez. Bu da daha kalabalık mekanlar, daha
kolay gizlenme demek. Ama hal böyle olunca bir yerde bir yere
hızlı şekilde gitmek oldukça zor görünüyor. İşte tam burada az
önce bahsini ettiğim Hookblade giriyor. Çamaşır ipleri ile dolu
şehirde Hookblade işi oldukça kolaylaştırıyor. Ayrıca düşmanı
kendine çekerek vurmamızı da sağlaması onun Ezio için
vazgeçilmez olacağını gösteriyor.
Revelations‟ın bir özelliği de Ezio‟nun son macerası olacak
olması,yani ilerde çıkacak Assasin‟s Creed III‟de bambaşka bir
karakteri yöneteceğiz. Bu ben de dahil olmak üzere pek çok oyun
severi üzecek gibi dursa da, Ubisoft‟un yeni oyunda en az Ezio
kadar iyi bir karakter yaratacağına inancımız tam.
Daha çıkmasına iki ay varken dayanamayıp yazdığım bu oyun
daha çıkmadan başyapıt olacağının sinyallerini verdi. Şimdiden
iyi eğlenceler... :)
Videoların biri oyun tanıtımı diğeri İstanbul bölümünün demosundan
alıntıdır. İyi seyirler.
Tanıtım için: http://www.youtube.com/watch?v=Wo6Q14vBB1c
İstanbul videosu için: http://www.youtube.com/watch?v=kh0nRRFLJ5k
Hamdi AYAR [email protected]
Bir Efsane:Büyücü Hitler ve Sırrı
Bu yazımda sizlerle forumda okuduğum Hitler hakkında belki de
dikkatimizi başka yöne çekecek bir hayli ilginç ve farklı bir paylaşım
var. Büyücü Hitler ve sırrı…
“Yakınlarının anlattıklarına göre Adolf Hitler geceleri çığlıklar
atarak uyanıyordu; titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk
soluğa yatağından fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen
gözlerle bakarak „İşte o, buraya da gelmiş, işte o‟ diye inliyor sonra
yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla teskin
edilip yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak „İşte yine orada,
köşede...‟ diye haykırarak tepiniyor ve çığlıklar atıyordu.” Herman
Rausching, “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Hitler‟le ilgili bu
iddialarda bulunuyor.
Dünyayı titreten Nazi liderini korkutan ne olabilirdi? Çok yazılıp
çizilen siyasi ve askeri kişiliğinin ötesinde Adolf Hitler kimdi? On iki
yıl basın sözcülüğünü yapmış olan Otto Dietrich, “Çılgınca milliyetçi
düşünceleri olan şeytani bir adam” diyordu Hitler için.
Yenik bir ulusun kırılan gururu, açlıktan perişan bir milletin
bilinçsizce umut arayışı, bir ırkın hedef gösterilmesi, komünizmin
ülkeyi kaosa sürüklemesi ve daha bir sürü sebep, Hitler‟in kitleler
üzerindeki etkisini ve büyüsünü tek başına açıklamaya yetmiyordu.
Dahası I. Dünya Savaşı‟nda büyük kayıplar veren Avrupa 2. Dünya
Savaşı‟nın kapıda beklediğinin farkında değildi. Savaş birden bire,
Hitler‟in bütün dünyaya meydan okumasıyla başladı. Milyonlarca
insan öldü, sınırlar değişti. Savaşın yaraları hâlâ sarılabilmiş değil. II.
Dünya Savaşı bilinen yönleriyle, siyaset bilimciler ve uluslararası
ilişkiler uzmanları tarafından enine boyuna tartışıldı, üniversitelerde
ders olarak okutuldu. Oysa bu büyük savaşın pek bilinmeyen ve
fazlaca da ele alınmayan garip nedenleri bulunuyordu. Kısa süreli
aralıklarla dünyayı kana bulayan savaşların acaba gizemli sebepleri
bulunabilir mi?
Bu sorunun yanıtını bulabilmek için Hitler‟i ve II. Dünya
Savaşı‟nın bilinmeyen yönlerini araştırdık.
Büyüsel güçlerle ilgili kitap yazdı
Hitler‟in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri
olan Rausching‟in “Hitler Bana Dedi ki” kitabı Hitler‟le ilgili başka
tanıklıklarda daha bulunuyor: “Hitler, sürekli olarak zamanın çok az
kaldığı endişesindeydi ve sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler
arasında, „Evrenin Kesin Dönemeci‟ sözü vardı ama eğitilmemiş olan
bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık.
Kitle için „ruhun yanlış yolu‟ deyimini kullanıyordu. „Büyüsel görüşe‟
sahip olmak, insan tekamülünün amacıydı. Kendisi, o andaki ve
gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel
dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumları ve kitleleri etkileyen
mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan
büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün,
gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil‟i bir an
önce bildirmek hevesi içindeydi.”
Rausching‟in bu sözleri eğer doğruysa Hitler‟in büyüyle olan
ilişkisi açıkça görülüyor. Nitekim ünlü Fransız bilim adamı Jacques
Bergier, “Büyü ve Politika” adlı çalışmasında büyünün 20. yüzyılda
bir çok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesini ortaya
koyuyor. Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya
çıktığını söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş
içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve
acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik—
büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarları için mücadele
etmektedirler, bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar, aldatılarak silinmekte
ya da kurban edilmektedir.”
Rausching‟in kitabında, Hitler‟le özel olarak görüşen bir
yakınının şu konuşmasına da yer veriliyor:
“Führer‟im, kara büyüyü tercih etmeyiniz, kara büyüyü
seçerseniz, artık o yaşamınızdan ve kaderinizden bir daha asla
çıkmayacaktır. Çamura bulanmış mahlukların sizi iyi yoldan
çevirmelerine izin vermeyin.”
Bazı görüşlere göre Hitler, Nazi öğretisinden çok daha
ürkütücü güçlerin kontrolü altındaydı. Hitler kendisinden çok daha
büyük olan ve kendisini aşan öğretinin basitleştirilmiş, küçük bir
kısmını halka açıklıyordu... Bütün gezegendeki yaşamı değiştirmekle
ilgili düşüncelerini Rausching‟e ve diğer arkadaşlarına zaman zaman
şöyle ifade ediyordu:
“Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım, peşimi
hiç bırakmayan hayaller ve öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak
olan o görkemli yapı hakkında ufak bir görüşe bile sahip değiller.
Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama
gezegen altüst olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu
çoktan aşmıştır.”
Thule Efsanesi‟nden etkilenmişti.
İddialara göre Hitler, Germen mitololojisindeki Thule
Efsanesi‟nden etkilenmişti. Thule Efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp
bir ülkenin efsanesiydi ve Hitler‟in arkasındaki gizli ve büyülü güç de
Thule örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismi Münih Üniversitesi
profesörlerinden Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı.
Karl Haushoffer‟ın kimliği de en az Hitler kadar ilgi çekici.
Haushoffer ile Hitler‟i tanıştıran Rudolf Hess‟ti. Thule grubunun
yaşayan son üyesi Rudolf Hess, barış görüşmeleri için silahsız bir
uçakla İngiltere‟ye gönderilmiş ancak beklenmedik bir şekilde
tutuklanmıştı. Savaştan sonra da Hess, Nazi savaş suçlularının
kapatıldığı Spandau Cezaevi‟nde ömür boyu tutuldu. Diğer
mahkumların bazıları idam edildiler veya cezalarını çekip tahliye
oldular, ancak Hess Spandau Cezaevi‟nin tek mahkumu olarak
yıllarca İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Ruslar‟dan oluşan bir birliğin
gözetimi altında kaldı. Hakkında bir çok kitap yazıldı. Bunlardan
birisi on yıl önce “Dünya‟nın En Yalnız Adamı” ismi ile Türkçe‟ye
çevrildi. Hess, çok yaşlanmasına, aradan uzun yıllar geçmesine ve
ötekiler kadar ağır bir savaş suçlusu olmamasına rağmen neden
ölünceye kadar hapiste tutulmuştu? Hess‟i farklı kılan, savaşın farklı
sebepleriyle ilgili olarak bildikleri, Hitler ve Haushoffer‟e olan
yakınlığıydı. Hitler iktidara gelişinden önce yaşanan ayaklanmadan
ötürü hapse atılınca, Haushoffer onu hergün ziyaret ediyordu. 1869
doğumlu olan Haushoffer, Hindistan ve Uzak Doğu‟nun çeşitli
yerlerinde uzun yıllar görevli olarak bulunmuştu. Japonya‟ya gitmiş
ve Japonca öğrenmişti. Ona göre Alman ırkının kökenleri Orta
Asya‟da idi. Haushoffer, en gizli Budist örgütlerinden birine alınmış
ve görevinin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda harakiri yapmaya
yemin etmişti. 1914 yılında genç bir generalken olayları önceden
isabetle tahmin etmesi ile dikkatleri üstüne toplamıştı. Düşmanın
saldıracağı saati, top mermilerinin düşeceği yerleri, fırtınaları, yabancı
ülkelerdeki siyasal değişimleri önceden biliyordu. Hitler de ordusunun
Paris‟e ilk gireceği günü, çeşitli cephelerde düşmanın ne kadar
dayanabileceğini ve Roosvelt‟in ölüm tarihini önceden doğru tahmin
etmişti.
Haushoffer, I. Dünya Savaşı‟ndan sonra yeniden öğretim
hayatına döndü. Çeşitli bilimsel içerikli dergiler yayınladı. Nazi
Partisi‟nin sembolü olan Gamalı Haç‟ı seçen de oydu. Nitekim
“Bilinmeyen Hitler” adlı kitabında Wulf Schwartzwaller iddiaları
doğruluyor:
“Hitler, Landsberg Hapishanesi‟ndeyken en düzenli ziyaretçileri
Münih Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü Profesörü General Karl
Haushoffer ile Rudolf Hess‟ti. Hitler, „Kavgam‟ adlı kitabını bu iki
önemli ismin yardımıyla yazmıştı. Haushoffer, Hitler ve Hess çok
uzun söyleşilere, müzakerelere dalıyorlardı. Haushoffer gizli
bilimlerin yanısıra Zen Budizmi‟ne de ilgi duyuyordu. Tibetli Lama
rahiplerinden ders almıştı. Dietrich Eckart‟tan sonra Hitler‟i etkileyen
ikinci kişiydi. Berlin‟de Berlin Luminous Locası‟nı o kurmuştu.
Haushoffer ünlü Rus büyücü ve metafizikçisi Gregor İvanovich
Gurdyev‟in öğrencisiydi. Gurdyev ve Haushoffer dünyanın altında
yaşayan ve insandan daha üstün dünya dışı bir tür ile ilişki içerisinde
olduklarına emin oldukları Tibet Locası‟na üyeydiler. Hitler, Alfred
Rosanberg, Himler, Goring ve Hitler‟in hemen hemen yanından hiç
ayırmadığı fizikçisi Dr. Morell de aynı zamanda bu Loca‟ya
üyeydiler.” (The Unknown Hitler, Wulf Schwartzeller, Berkeley
Books, 1990)
Nazi Karargahında Tibet rahipleri
Hitler‟in başında bulunduğu Nazi Partisi 1925 yılından itibaren hızla
büyümeye ve iktidara yürümeye başladı. Partinin yedi kurucusu da
kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen emindiler.
Onları birleştiren yemin, enerji ve şans kaynağı bir Tibet Efsanesi‟ne
dayanıyordu. Araştırmacı yazar Ergun Candan, “Gizli Sırlar Öğretisi”
adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer
veriyor:
“II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı‟na
girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar
arasında 12 Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o
yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde
bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her şey
normale dönmeye başladıktan sonra bu durum bir çok kimsenin
dikkatini çekmeye başladı:
Nazi Karargahı‟nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun
bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir
birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya
başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir
yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar!
Her şey Thule Efsanesi‟yle başlıyordu. Thule Efsanesi‟nin
kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm‟in temelini
oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında
gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi‟nin yedi kurucusundan biri olan
Diettrich Eckardt, Thule tarikatinin temel felsefesini şöyle
açıklıyordu:
“Thule‟un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır.
İnsanoğlu ile „dış zekalar‟ arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu
sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç
kaynağı Almanya‟yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı
geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün
değişimini sağlayacaktır.”
İşte bu sözler özetle Nazizm‟in de temelini oluşturmaktaydı. Gizli
Thule Tarikati‟nin üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer,
Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler
bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler‟in büyü çalışmaları da
gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan
yaptığı konuşmalarda kullandığı „ses büyüsü‟ denilen bir yöntemdi.
Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir
fonksiyon görmüştü.”
Ergun Candan‟a göre bir başka ilginç nokta da Naziler‟in
bayraklarında kullanmış oldukları semboldü. Bu şekil öyle rastgele
seçilmiş bir sembol değildi. Gamalı Haç insanlığın kullanmış olduğu
en eski sembollerden biriydi. Dünyanın pekçok köşesinde bu sembole
rastlanmıştı. Eski uygarlıkların en önemli sembollerinden biri olan
Gamalı Haç‟ı daha da ilginç yapan özellik, bunun bir Mu sembolü
olmasıydı. Mu kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da, bu
sembolü kullanmışlardı.
Gamalı Haç, Mu kültüründen alınma
Gamalı Haç, Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayanıyordu.
Bu sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu
uygarlığı ile ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkaran Niven ve
Churchward‟ın kayıtlarında da yer almıştı. Bu sembol Mu‟nun gizli
bilgilerinin en önemli sırlarından birini bünyesinde saklıyordu.
Sembolün anlamı Eski Mısır ve Tibet‟teki mabetlerde bulunan
rahiplerce, büyük bir sır olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili bir
açıklama yapılmamıştı. Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden
geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu‟ya dayandığı için bu sembol
iki yer altı uygarlığı olan Agarta ve Şambala‟da bilinen ve kullanılan
bir semboldü. Naziler‟in bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet‟teki gizli
çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden
öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı. Böylece
sembol Şambala‟nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından
dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı.
Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının
yaşanacağına, buz ve soğuğun yenileceğine inanıyordu. İddialara göre,
Rusya‟daki buz çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu
yüzdendi. Kafkasya‟ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı,
yüksek bir dağın zirvesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikti.
Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Goobels haykırıyordu.
“Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler
yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler ve
çekmeliler.” Hitler ekliyordu: “ Yeterince kayıp verilmedi!”
Hitler ve yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete
geçmişti ve cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde,
metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi:
“Metroyu sular altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir ve kurban
gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Gerçekten
çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu?
“Ya Masonlar, ya biz”
Rausching‟in kitabında Hitler ve arkadaşlarının kendilerine
başka tarikatları rakip gördükleri açıkça ortaya konuyor ve son derece
önemli ipuçları bulunuyor:
“Düşmanlarımdan çok şey öğrendim. Katoliklerden,
Marksistlerden veya masonlardan. Masonlar hakkında bir rapor
hazırlattım. Simgeler, esrarlı törenler. Bu adamlarda tehlikeli olan tek
şey, benim de kullandığım tarikat sırrı yöntemidir. Bir tür ruhani
aristokrasi oluşturuyorlar. Hiyerarşik bir örgüt kuruyor ve simgeler
kullanıyor ve ayrı ayrı ibadetler yapıyorlar yani zekayı yormadan.
Alıştırarak simgelerin büyüsel etkilerini kullanıyorlar. İşte masonların
en tehlikeli yönü budur. Dünyada bir kaç örgüte yer yoktur. Ya
masonlar ya biz...”
„Zaman Gezmenleri‟ adlı kitapta da konuyla ilgili ilginç bazı
ayrıntılar bulunuyor:
“Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazi‟lerin
şefi Adolf Hitler bu gücü nereden bulmaktaydı? Yeni bir bilim ve
hayat görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya koyması
imkansızdı. Adolf Hitler‟in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir
kimliğe sahipti. Bu gizli gücün ismi „Thule Örgütü‟ idi. Bu örgütün en
önemli ismi Karl Haushoffer adlı bilim adamıydı.
1923 sonbaharında Münih‟te, şair Dietrich Eckardt ciğerleri
iperit gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, „İşte
benim Hacer—i Esved‟im‟ dedi. Astronomik bilimin kurucularından
Prof. Oberth‟e miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü
tapınarak dostu Houshoffer‟e uzun bir el yazması postalamıştı.
Ölüyordu ama içi rahattı. Thule örgütü yaşamaya devam edecekti; çok
geçmeden hem dünyayı, hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti.”
Thule’n son temsilcileri
D. Eckardt‟la aynı gizli örgütün üyesi olan mimar Alfred
Rosenberg, 1920‟lerde Hitler‟i tanımışlar, üç yıl boyunca zorlu bir
eğitime tabi tutmuşlardı. Adolf Hitler‟e Doğu bilgisinin gizemlerini,
gizli dilini ve konuşmayı öğreten Eckardt‟tı. Öğretisini iki ayrı planda
yürütmüştü; gizli öğreti ve propaganda planları. Eckardt, 1923 yılının
temmuz ayında kurulan Hitler‟in Nasyonel Sosyalist Partisi‟nin yedi
kurucu üyesinden biriydi.
Kitaba göre Thule örgütünün ardında Cermen kökleri yatıyordu.
Dünyanın gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada
olduğu rivayet ediliyordu. Kökleri Mu uygarlığına dayanıyordu.
Öğretinin temel taşlarını “insan psikolojisinin bilinmeyen yanları” ve
“zaman boyutları” oluşturmaktaydı. Eckardt ve dostları, Thule‟un
dünyadaki temsilcileriydi. Dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk
meydana getirerek, “üst zekalılarla” diyaloğa geçmeyi hedefliyorlardı.
Thule‟un temsilcileri Karl Haushoffer ve Dietrich Eckardt, medyum
özelliğine sahip Adolf Hitler ve Rudolf Hess‟i kendi amaçları için
kullanmışlardı.
1926 yılında Berlin‟de, Berlin ve Münih‟e küçük bir Tibet
kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin‟e girişleri sırasında cesetler arasında
rütbesi olmayan bin kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi
hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet‟e heyetler gönderilmiş ve bu
1943‟e kadar kesintisiz devam etmişti. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı
bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi
ve 14 Mart 1946‟da Karl Haushoffer, karısı Martha‟yı öldürüp, Japon
usulü harakiri yaptı. Mezarına hiç bir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu,
Hitler‟e karşı düzenlenen süikaste karışanlardan biri olarak idam
edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu:
“Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı.”
“Sevgili okurlar;önemli olan her okuduğunu kabul etmek değil
her okuduğunu diğer okuduklarınla birleştirip büyük resmi
görebilmektir. Sevgiyle kalın…
Yiğit AKKOCA
Garp Kurnazlığı
UEFA Fenerbahçe‟yi men etmiyor. Çünkü ederse Fenerbahçe UEFA‟ya karşı bir hukuk mücadelesine girişip, hemen CAS‟a giderek bu hakkı geri kazanabilir. Hatta daha kötüsü, o zamana kadar da Şampiyonlar Ligi‟ni dahi oynatmayabilir.
Dolayısıyla davayı bir iç sorun haline getirmek gerekiyor. UEFA bu nedenle Fenerbahçe‟yi TFF‟ye men ettiriyor. Ancak Trabzonspor‟a vizeyi verme işini TFF üstlenmiyor. Çünkü öyle olursa TFF için Trabzonspor‟u şampiyon ilan etmek ve Fenerbahçe‟yi anında küme düşürmek zorunluluğu doğar. TFF bunu yapmak istemiyor.Daha doğrusu TFF‟nin bunu yapmasını Trabzonspor‟u yönetenler dahil hemen hiçbir futbol aktörü istemiyor. Federasyon‟un üzerinde baskı kurup Fenerbahçe‟yi ligde tutması için pres yapıyorlar. Bu yüzden Fenerbahçe‟yi kendisi men etmeyen UEFA, Trabzonspor‟u çağırma işini bizzat kendisi yapıyor.
Bu durumun sağladığı bir başka avantaj ise ülkenin topyekün itirazının önünü kesmek. Bu tip durumlarda sıralamada bir alttaki ülkenin temsilcisini çağırmayı adet edinmiş olmasına rağmen, UEFA; Şampiyonlar Ligi elemelerinde elenmiş olan Trabzonspor‟u çağırıyor.
Misal; Belçika temsilcisini çağırsalar tüm Türkiye‟yle uğraşacaklar. Ama bu şekilde her şeyle uğraşması gereken TFF oluyor. Ülke kamuoyu bölünüyor. UEFA rahat ediyor.
Bu kurnazlık işinde „şark‟a fazla yükleniyoruz sanki...
Hissedarlara kim hesap verecekti?
UEFA, TFF‟ye “Fenerbahçe‟nin Şampiyonlar Ligi‟nden çekilmesini sağlayın” dedi.Bunun üzerine, TFF de Fenerbahçe‟ye “Şampiyonlar Ligi‟nden çekilmelisiniz...”
Fenerbahçe yöneticileri bunu yapamazdı. Çünkü hiçbir resmi neden olmadan hissedarların elindeki hisselerin değerinin düşmesinden, büyük gelir kaybından sadece onlar sorunlu olacaktı.
Fenerbahçe yöneticilerinin bu kararı TFF‟ye bırakmaları doğrudur. Bunun aksi düşünülemezdi. Doğru yaptılar.
Trabzonspor’la el ele
Trabzonpor yöneticilerinin bugün Federasyon‟a başvurup, “Şampiyonluğumuz verilmeden Şampiyonlar Ligi‟ne katılmıyoruz” demeleri gerekir.
Bu, Fenerbahçe‟nin Bank Asya‟ya düşme isteğiyle birebir örtüşen ve fiili durumu resmi hale çevirecek bir taleptir.
Başmüfettiş Cornu, „Özel Yetkili Savcı‟yla görüşmesinden sonra UEFA, Trabzonspor‟u hem de TFF‟ye Fenerbahçe‟yi men ettirerek Şampiyonlar Ligi‟ne çağırdıysa... TFF de buna onay veriyorsa, tek bir sonuç çıkar.Savcılık, Trabzonspor‟un herhangi bir suçu olmadığını düşünüyor.Fenerbahçe‟nin ise suçlu bulunacağından hiçbir şüphe duymuyor.
Bunun sonucunda TFF, Fenerbahçe‟yi atıp Trabzonspor‟un Şampiyonlar Ligi‟ne alınmasına itiraz etmiyorsa, hemen bugün Trabzonspor‟u geçtiğimiz yılın şampiyonu ilan etmelidir.
Bu başvuruyu 82 puanlı iki kulübün birlikte yapması da gelecek açısından önemlidir.
Çünkü bugünkü şartlarda bir Trabzonspor-Fenerbahçe maçının oynanabilmesi mümkün değildir. Bu tip yakınlaşmalar işe yarayabilir.
ABD’de oynansın
Fenerbahçe-Trabzonspor (ya da tersi) karşılaşmasının nasıl oynanabileceği konusunda herhangi bir fikri olan var mı?
Aklı başında hangi insan evladı, o maça çocuğunu yollar?
İsterseniz 16. değil de 116. haftaya ayarlayın... (Bu ayarlama da başka türlü bir şikedir ya...)
Daha 3 ay evvel Bursa- Beşiktaş maçını yaşamış olan bu ülkede, gelecekteki derbiyi düşünüp uykusu kaçmayan var mı?
O maçlara gidecek, sahaya çıkacak oyuncuların, hakemlerin, gazetecilerin, emniyet görevlilerinin sırtına yükleyeceğiniz yük
kaldırılabilir cinsten değil. O maçları sadece Kadıköy ya da Trabzon‟da değil, Konya‟da, Köln‟de oynatmak da ölümcül sonuçları etkilemez. En iyisi şöyle; Salt Lake City, Seattle vs‟yi ayarlayın. Herkesin kafası rahat olsun.
Şampiyonlar Lig'inde sürpriz yapabilecek beş takım
BORUSSIA DORTMUND
2008'den bu yana Signal Iduna Park'ta çalışan Klopp, unutulmaz bir başarı elde etti. Yüzde 50'den daha yüksek bir kazanma oranı olan Borussia, sürekli gelişiyor.
Yıldız oyuncu: Mario Götz
Belki de Avrupa'nın en parlak genç oyuncusu olan 19 yaşındaki Götze, takıma girdiği günden bu yana insanları büyülüyor. Nuri Şahin'in Real Madrid'e gitmesiyle genç omuzlarına daha ağır yükler yüklendi. Ancak Götze, yeni sezonda da beklentileri karşılayacağını ilk maçlarda gösterdi. Pas yeteneği ve tekniğiyle önümüzdeki 10 yıla damga vurabilir.
Tehdit unsuru
Dortmund her mevkisinde kalite barındıran bir takım. Santrfor Lucas Barrios'tan kaleci Roman Weidenfeller'a kadar olan bölgede her oyuncu gol tehdidi yaratabiliyor. Avrupa'dan uzak kaldıkları için son torbaya kadar düştüler. Ancak bu torbanın en tehlikeli takımı olduklarına kimsenin şüphesi yok.
LİLLE
Ligue 1'ın en iyi teknik direktörü olarak kabul edilen 47 yaşındaki Garcia, Barcelona'nın oyun stilini Lille'e uyarlayarak şampiyonluk kazandı ve Fransa'nın en heyecan verici takımını yarattı.
Yıldız oyuncu: Eden Hazard
Belçikalı genç hücumcu, geçtiğimiz yıl Fransa'da Yılın Futbolcusu seçildi. Lille'i şampiyonluğa taşırken hücumlardaki çıkışlarıyla ve muhteşem golleriyle baş roldeydi.
Tehdit unsuru
Lille'in geçen yıl kazandığı şampiyonluk tesadüfi değildi. Ancak Yohan Cabaye, Adil Rami ve Gervinho gibi önemli sistem oyuncularını kaybettiler. Buna rağmen deneyimli ve kaliteli isimlerle bu boşlukları doldurdular. Göz ardı edilmemesi gerek bir takım oldukları aşikâr.
MANCHESTER CİTY
İtalyan Mancini, City'yi Şampiyonlar Ligi'ne taşımasına rağmen çok popüler bir figür değil. Harcanan paraya rağmen başarının gelmemesi üzerindeki baskıyı artırıyor.
Yıldız oyuncu: David Silva
Sergio Agüero'nun ilk haftada attığı goller basının ilgisini çekti ama İspanyol orta saha oyuncsu David Silva, takımın gerçek yıldızıydı. Yaratıcılığıyla santrforlara servis yapan Silva, takımının orkestra şefi olacak.
Tehdit unsuru
Paraları saçan Manchester City, sadece Premier Lig şampiyonluğunu hedeflemiyor. Üst düzey oyuncularla Avrupa'nın zirvesine çıkmayı hedefleyen City'nin kadrosu 1. Torba'daki pek çok takımdan daha iyi.
NAPOLİ
Mazzarri'nin üçlü savunmasıyla şahlandırdığı Napoli, 21 yıl aradan sonra Şampiyonlar Ligi'ne katıldı. Ancak başarı
istiyorlarsa daha iyi olmak zorundalar.
Yıldız oyuncu: Ezequiel Lavezzi Napoli'nin yaz aylarında yaptığı en iyi iş kilit adam Lavezzi'yi takımda tutmak oldu. Gruptan çıkma umutları onun performansına bağlı. Büyük maçların adamı olan El Pocho, rakip takımlara dinamizmiyle çok sorun çıkartıyor. Eğer gereken desteği görürse büyük takımların canını çok yakacaktır. Tehdit unsuru Napoli hücum yapmayı seven bir takım. Eğer boş alan bulurlarsa bunları hemen değerlendiriyorlar. Teknik olarak üst düzeyde olmaları Avrupa'nın en iyi takımlarına rahatça kafa tutmalarını sağlayacaktır.
ZENİT ST PETERSBURG
AS Roma'nın eski çalıştırıcısının Zenit'ten ayrılacağı konuşuluyordu ancak o kalmayı tercih etti. Deli taktisyen, Zenit'i şampiyonluğa taşıdı ve daha büyük başarılara yelken açtı.
Yıldız oyuncu: Danny Hücuma dönük orta saha olarak görev yapan Danny, her maçın kaderini değiştirebilecek kapasitede. Üç yıl önce Dinamo Moskova'dan 30 milyon avroya transfer edildiği için ona ödenen paranın karşılığını bu sezon vermesi gerekiyor. Tehdit unsuru Geçen yıl Şampiyonlar Ligi play-off turunda Auxerre'e elenmeleri bütün planlarını alt üst etti. Kazandıkları UEFA Kupası'nın uğruna savaşacaklardır. Geçen yılı unutturmak gibi önemli bir görevleri de var. Bu deneyimin yanı sıra Rusya'daki kış şartlarından da yararlanabilirler.
Kunter COŞKUN
AH BU ŞARKILARIN GÖZÜ KÖR
OLSUN …
Eylül ayının hüznü çöktü gözlerime…
Nereye gitsem, ne konuşsam, ne
dinlesem içinde sen varsın sanki. Hayır
hayır bu aşk, sevgi ya da özlem değil,
olamaz. Çünkü bizim durumumuzda bitmemişlik
yok. Her şey çok net. Ama bu şarkılar… Ah bu
şarkılar…
Her mutlu şarkıyı biz yazmışız sanki zamanında. Ve
o kadar çok paylaşımımız olmuş ki, birlikte
dinlediğimiz her şarkıyı sahiplenmişim ben aslında.
Ve şimdi her ayrılık şarkısı bana aitmiş gibi. “Ne
zaman yazdım yahu bunu ben” bile diyebiliyorum
kimi zaman. O kadar derinden etkiliyorlar beni. Bam
telime dokunuyorlar sanki. Dinlediğim şeyler beni
üzmüyor, sana ait hiçbir şey beni üzemez çünkü.
Ama içimde bir yerlerde işte nasıl anlatsam seni
hatırlıyorum, seni düşünüyorum. Belki de seni değil
ama bizi düşünüyorum.
Keşke müzik diye bir şey olmasa :) duygular
unutulsa keşke, hissedilenler bittiğinde silinse keşke.
“Keşke” kelimesi pek bir dilime dolanmış. Şarkılar
yüzünden, üstüne alınma sen. Seni unutmadıysam
eğer bu senin yüzünden ya da sayende değil. Benim
de katkım pek yok. Tek sorumlu bu şarkılar.
İnsanlar yememiş içmemiş şarkı yazmış olacak iş
değil…
Önceden sadece sevdiğim şimdiyse tüm varlığımla
doğruluğuna inandığım, her sözünü hissettiğim bir
şarkı var. Galiba benim yazamadıklarımı o anlatır
sana…
öyle dudak büküp hor gözle bakma bırak küçük dağlar yerinde dursun çoktan unuturdum ben seni çoktan ah bu şarkıların gözü kör olsun
güzelsen güzelsin yok mu benzerin goncadır ilk hali bütün güllerin aklımda kalmazdı yüzün, ellerin ah bu şarkıların gözü kör olsun bir gülüşün var ki kaş çatar gibi en sıcak sözlerin azarlar gibi hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi ah bu şarkıların gözü kör olsun
sonunda tuz bastın gönül yarama nice dağlar koydun nice arama seni terk edip de gitmek var ama ah bu şarkıların gözü kör olsun Söz: Şahin Çandır Müzik: Avni Anıl Kürdili Hicazkar
Şeyda KAYA
PROJE KÖŞESİ LETONYA‟DA GENÇLİK SEMİNERİ
Letonya Ulusal Ajansı tarafından Sigulda, Letonya'da 8-13 Kasım 2011 tarihlerinde Get in net - training course for "Transnational Youth initiatives" isimli etkinlik düzenlenecektir. Son başvuru tarihi 15 Eylül 2011'dir. Eğitim dili İngilizce'dir. Eğitim kursu esnasında çevirmenlik hizmeti verilmemektedir. *Tüzel kişiliği olan ve kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşları, üniversite toplulukları, Gençlik Merkezleri, Gençlik Meclisleri adına başvuru yapılabilir (İngilizce başvuru formunda "organisation" kısmına kurum / kuruluş isimleri yazılacaktır). Bir kuruluştan en fazla 1 kişiye destek verilecektir. Türkiye'den toplam olarak 2 kişi eğitim kursuna katılım sağlayabilecektir. Başvuruları kabul edilenlerin yeme-içme, konaklama masrafları Letonya Ulusal Ajansı tarafından, ekonomik sınıf yolculuk masrafları, seyahat sigortası ücreti, yurt dışı çıkış harcı ücreti ve vize masrafları Merkez Başkanlığımız tarafından karşılanacaktır.Proje detayları aşağıda yer almaktadır. Sorularınız için [email protected]
Activity organised
by National Agency
Summary
G.I.N. TC aims to improve international
co-operation and consequently
increase the quality of Transnational Youth Initiatives.
Activity date 2011-11-08 - 2011-11-13
Activity type Training course
Target group Project managers, Young people, Youth
leaders, Youth workers
For participants
from
YOUTH IN ACTION PROGRAMME
COUNTRIES
Group size 20
Venue place, venue country
Sigulda, Latvia
Details
Why such a training course?
This training course is aimed at
enabling the participants to develop and realise an Action 1.2 Transnational
Youth Initiatives.
What for?
This TC has been implemented in order to increase the quality of Transnational
Youth Initiatives within the framework
of the YOUTH in Action programme and to explore their added value (European
dimension) for the local community. The specific objectives of the course
are:
1) To acquire project management and communication competences for
international activities;
2) To develop an understanding of the principles of networking;
3) To learn about the YOUTH in Action
Programme and the “Quality criteria of Action 1.2”;
4) To share and transfer experiences of
activities undertaken in the local community;
5) To create a space for contact
making and finding potential partners for Transnational Youth Initiatives;
6) To develop an action plan for
creating a Transnational Youth Initiative project.
Who can apply?
G.I.N. TC is open to young people aged
between 18-30, belonging to an organisation or a group who:
- Are resident in one of the YOUTH in
Action countries (27 EU countries + Norway, Iceland, Liechtenstein,
Turkey) - Have experience in local projects,
ideally ex-beneficiaries of local youth
initiatives; - Already have an idea to develop into
a Transnational Youth Initiative
project; - Are motivated and have the
possibility within their organization to
set up a Transnational Youth Initiative project
after the training course;
- Are eager to find partners interested in the same theme;
- For the quality of the Training course the number of participants should not
exceed 26.
- The participants should be able to work and communicate in english
(working language).
What is it all about?
The programme is designed to enable you to develop and realise your
Transnational Youth Initiative projects
to be implemented after the course, including the following:
- YOUTH IN ACTION programme – Action 1.2. Transnational Youth
Initiatives
You will receive information about the YOUTH IN ACTION programme,
particularly the criteria and concrete
examples of Action 1.2 Transnational Youth Initiative projects.
- Project management- You will reflect
on current needs in your local community. You will define concrete
project ideas to answer those needs.
You will set up the first steps in the development of your Transnational
Youth Initiative projects. - Teamwork- You will be given
suggestions on how to work in
international teams: decision-making processes, division of tasks, and
cooperation between partner groups.
- Intercultural experience- You will experience intercultural awareness:
values, stereotypes, prejudices,
relations between cultures, international project work.
- Contact making- You will get to know
each others’ projects and/or organisations and will share previous
experiences and good practices at local or European level.
Which methods will be used?
The course will be based on the
principles and practice of non-formal education taking into account your
needs, motivations and previous
experiences as starting point of the programme. A diversity of working
methods will be used for learning about
Transnational Youth Initiatives management: thinking together,
brainstorming, creating new ideas,
discussions, debates, simulations, etc. You will be supported actively to work
on concrete projects and enabled to
apply for Action 1.2 of the YOUTH IN ACTION programme. There will be
space for regular feedback and
evaluations.
Costs
Hosting costs (accommodation, food,
program activities, and local transport)
will be covered by the hosting National Agency. Please contact your National
Agency to check if and how travel costs
are reimbursed.
Working language English
Organizer Latvian National Agency
Organizer's profile/framework
of activity
Deadline 2011-09-15
Date of selection 2011-09-29
REC Türkiye, çevre ve iklim gönüllüleri arıyor
AB tarafından desteklenen Bölgesel Çevre Merkezi REC Türkiye, çevre ve iklim değişikliğinin önemine inanan gönüllüler arıyor.
Amerikan Doğal Tarih Müzesi'nin 2009 yılında New York'ta açtığı İklim Değişikliği Sergisi, Arter Tasarım ve REC Türkiye‟nin koordinasyonunda 4 Ekim 2011– 15 Ocak 2012 tarihleri arasında Santral İstanbul‟a gelecek. Sergide yardımcı olabilecek gönüllüler aranıyor. ilgilenenlerin özgeçmişlerini
[email protected] adresine göndermelerini rica ediyoruz.
Son Başvuru Tarihi
30/09/2011
Young Future Academy Ekibi
BİR FİLM, İKİ KİTAP
AKLINDAN BİR SAYI TUT
Seni o kadar iyi tanıyorum ki
Ne düşündüğünü biliyorum…
Mark Mellery, posta kutusuna bırakılmış imzasız bir mektup alır. Mektupta şöyle
yazmaktadır: “Aklından herhangi bir sayı tut – 1 ila 1000 arasında herhangi bir sayı.” Mellery öylesine 658 sayısını tutar. Not şöyle devam etmektedir: “Sırlarını nasıl bildiğimi göreceksin.
Küçük zarfı aç.”
“Aldıklarını geri vereceksin Vermiş olduklarını aldığın zaman.
Biliyorum ne düşündüğünü,
Ne zaman uyuduğunu,
Nereye gittiğini,
Nereye gideceğini.
Seninle bir randevumuz var,
Bay 658.”
“Aklından Bir Sayı Tut” sıradanlıklara meydan okuyan, anında başınızı döndürecek ve ilgi
çekici karakterlerinin kalp atışlarını tüm gerçekliğiyle hissedeceğiniz, kolay kolay
unutamayacağınız bir roman.
Yukarıdaki yazı John Verdon‟un “Aklından Bir Sayı Tut” adlı
kitabının arka kapağından alıntıdır. Sürükleyici bir polisiye roman
olan bu kitap yazarın ilk eseridir. Başkahraman olan emekli dedektif
Dave Gurney‟nin olayı nasıl çözdüğüne, anlaşılması zor ipuçlarını
nasıl değerlendirdiğine ve özel hayatında yaşadığı sıkıntılara şahit
olacaksınız. Her polisiye severin okuması gereken bir kitap.
Gönderdiği şiirlerde tehdit havası bulunan kimliği belirsiz bir kişi
aklından geçeni nasıl bilebilir? Aklından geçeni dahi bilecek kadar
seni yakından tanıyan bu kişi kim olabilir? Çok ipucunun bulunduğu
ama hiçbir ilerleme kaydedemeyen bu olay uzaktan gelen bir telefonla
şekil almaya başlıyor. Birçok ayrıntı olmasına karşılık hiçbirinden
bahsedemeyeceğim çünkü her ayrıntı birbiriyle alakalı, tek başına
anlamsız ve garip. Belki de kitabı bu kadar ilginç kılan gizemli bir
yanı olmasıdır. Bu nedenle kitapta anlatılan olaydan bir bölüm bile
anlatsam gizeminden ödün vereceğini düşünüyorum. Sonuçta okumak
dinlemekten daha eğlencelidir. Ama şunu söylemek isterim ki
ipuçlarından biri dikkatimi çekti ve kitabın sonuna gelmeden bu
tehditkar şiirleri yazan katilin kim olduğunu anladım. Bu ipucu ise her
ipucunu layıkıyla değerlendiren başkahraman dedektifimizin
gözünden kaçıyor ve kitabın sonunda katille karşılaştığında bu ipucu
aklına geliyor. Bakalım siz o ipucunu fark edebilecek misiniz?
Pınar KESKĠN
Asi melekler
Orijinal adı : Angelology
Danielle Trussoni‟nin ikinci
kitabı olan „Asi Melekler‟
yayınlandığı 30 ülkede
büyük ilgi gördü. New
York Times başta olmak
üzere dünya basının yere
göğe koyamadığı roman
Türkiye‟de de yayınlandı.
Son zamanlarda fantastik
türündeki romanlar
okuyucunun baya ilgisini
çekti. Dünya edebiyatında
bir çok vampir romanı
yazıldı. Ama bu kitap akıcı
dili, derinlikle işlenmiş
karakterleri ile bu
vamprizm akımının
yanında yeni bir türü
ortaya çıkardığını söyleyebilirim.Artık melekler sahnede…
Birbiri ardına çıkan melek romanlarına bir başyapıt olarak
nitelendirilen „Asi Melekler‟de eklendi. Babasını anlattığı ilk kitabı
„Falling Through the Earth‟, New York Times Book Review tarafından
2006‟nın en iyi 10 kitabından biri seçilen Danielle Trussoni‟nin ikinci
kitabı olan „Asi Melekler‟ de çarpıcı konusuyla büyük ses getirdi.
New York Times‟da da kendisine geniş yer buldu ve New York Times
şunları yazdı:
BAŞKA TÜRLÜ BİR ROMAN
“1990‟ların bir bölümünde meleklerden kaçmanın imkânsız
olduğu zamanlar vardı. İlham perileri, ticari eşyaların, tişörtlerin,
banyo aksesuvarlarının üzerini kaplayıp, restoran duvarlarını
süsleyip, kitap kaplarının kenarlarından size bakarlardı. Yakın
zaman önce ortalıktan kaybolmuş gibi görünseler de, aslında
kendilerini toparlamak için edebiyat dünyasına sığındılar.
Şimdilerde, ancak sözlükler, ansiklopediler veya bazı sanat
kitapları arasında ve birkaç başka kitapta meleklere rastlamak
mümkün. Danielle Trussoni‟nin romanı „Asi Melekler‟ bunlarla
karıştırılmamalı. Onun bu heyecan verici kitabı, özellikle insanlar
ve ilahi varlıkların çiftleşmesi sonucu doğan kötü ve düşmüş
melekleri hayata geçiriyor. Yaratılış bölümünde ilk kez ortaya
çıktığı gibi bu melezler, Kutsal Kitap‟ta „Nefiller‟ olarak biliniyor.
„Tanrı‟nın oğulları insanoğlunun güzel kızlarını gördü. Ve onları
kendilerine eşleri olarak aldılar. Onlara çocuk verdiklerinde bu
çocuklar ulu varlıklar oldular.‟ Bu, kulağa çok kötü gelmiyor
ancak Trussoni‟nin romanındaki Nefiller sadece kafeslerde
yaşayan, renk değiştiren ve güzel varlıklar olarak ele alınmıyor.
Parlak altın renkli tenleri ve sırtlarından filizlenmiş geniş beyaz
kanatlarıyla Evangeline isimli küçük kızı korkutuyorlar. Fakat
daha korkunç olanı, yaratıklardan birinin yaptığı şu açıklama:
„Melekle şeytan biri diğerinin gölgesidir.‟ Gerçeklerin önemsiz
gibi görünen sanat eserlerinin detaylarında saklandığı „Asi
Melekler‟ güçlü, canlı tasvirleri, gözü yaşlı fakat her koşula uyum
sağlayabilen kadın kahramanı ve acımasız kötü erkek
karakteriyle akıcı ve bir o kadar da üstü kapalı anlamlar içeren
bir kitap. Bilgi veren ve sürükleyici „Asi Melekler‟ zekice yazılmış
bir macera. New Age, methiyelerinin veya Katolik eserlerinin
muğlak duygusallığından uzak, „Eco‟vari. Kutsal Kitap‟ın ve
Apokrifa‟nın meleklerini, Orpheus efsanesini, Bulgar
coğrafyasını, Ortaçağ keşişlerini, Rockefeller Ailesini, Nazileri,
rahibeleri ve müzikolojiyi bir araya getirmek nasıl mümkün
olabilirdi ki demeyin. Çok da muhteşem, başka türlü bir roman
olmuş...”
BİN YILLIK BİR SIRRIN HİKAYESİ
23 yaşındaki Evangeline, 12 yaşından beri New York‟ta Azize
Rose Manastırı‟nda yaşayan, manastırın kütüphanesinden ve dış
yazışmalarından sorumlu bir rahibedir. Sadece rahibelerin
yaşadığı Azize Rose Manastırı, dünya üzerindeki en kapsamlı
melek resimlerine sahiptir.
Bir gün manastıra ABD‟nin ünlü ve zengin ailelerinden
Rockefellerların sanat etkinliklerini araştıran Verlaine‟den bir
mektup gelir. Verlaine manastır arşivinde araştırma yapmak
istemektedir. Çünkü 1940‟larda Rockefeller desteğiyle
Balkanlarda yapılmış bir arkeolojik keşif gezisinden ve burada
elde edilen birtakım bulgulardan haberdar olmuştur ve bunun
izini sürmek ister. Gezi aslında, bir rahibin bin yıl önce kaleme
aldığı bir rapordan çıkışla, Tanrı‟nın cezalandırıp dünyada hapse
mahkûm ettiği düşmüş meleklerin, Yunanistan-Bulgaristan
civarındaki bir mağarada tutulduğu iddiasını araştırmak için
yapılmıştır. 10. yüzyılda yaşamış olan bu rahip, meleklerden
birini kazara serbest bıraktıklarını, bu meleğin tüm ekibi ortadan
kaldırdığını, ancak kendisinin de bu meleği öldürdüğünü
yazmaktadır.
Son olarak Hollywood‟un Universal gibi büyük yapım şirketleri
arasında film hakları için bir mücadele yaşandı ve kitabın
haklarını Columbia satın aldı.Dini ve mitolojik öğeleri bir arada
bulunduran bu kitap başarılı kurgusu, yarattığı etki ve sürükleyici
diliyle okunmaya değer…
Aslı ASUTAY
FREAK THE MIGHTY
Rodman Philbrick’in bir komşusunun çocuğundan
esinlenerek yazdığı ve 1993 yılında yayınladığı “Freak the
Mighty” kitabının filme uyarlanmış hali olan “Freak the
Mighty” ya da diğer adıyla “The Mighty” filmi, 1998 yapımı bir
dram filmidir. Filmin ismi dilimize “İyilik Meleği” olarak
çevrilmiştir. Sharon Stone, Kieran Culkin (“Evde Tek Başına”
serisinin ilk ikisinde başrol oynayan Macaulay Culkin’in
kendisinden 2 yaş küçük kardeşi) ve Elden Henson başroldedir.
Morquio sendromlu Kevin ile disleksi hastası olan Max’in
sıradışı dostluklarına ışık tutan bu film; dostluğa, iyilik
yapmaya, hayata, yaşam savaşı vermeye, farkındalığa, cesarete,
kadere, çocuk psikolojisine ve yaşama sevincine dair izler
taşıyor. Film boyunca hikaye Max’in ağzından anlatılıyor.
Vücut şeklinden ve koltuk değnekleriyle yürümesinden dolayı
Kevin’a “Freak (Ucube)” lakabı takılmıştır. Yürüyemeyen fakat
çok zeki olan Kevin ile okuma zorluğu çeken kimseyle
konuşmayan buna karşılık iri vücudu ve güçlü yapısı olan Max,
eksik yanlarını birbirleriyle tamamlıyorlar. Kevin’i omzunda
gezdiren Max onun bacakları, Max’i yönlendiren ona akıl ve
cesaret veren Kevin ise onun beyni oluyor. Sharon Stone ise
Kevin’in annesi rolündedir.
Hastalığından dolayı az ömrü olduğunu bilen ama ne
zaman öleceğini bilmeyen Kevin’in her gününü son günüymüş
gibi yaşaması onun hayatın güzelliklerinin farkına varmasını ve
hiçbir sorunu kafasına takmamasını sağlamıştır. Filmin
ardından hayata Kevin’in gözünden bakmanızı öneririm. Yani
her gününüzü hayatınızın son günüymüş gibi yaşamanızdan
bahsediyorum. En azından bir gün boyunca bunu deneyin. Ve
kefilim ki o günün başlangıcından sonuna kadar hiç kimseyi
kırmayacaksınız, sevdiğiniz insanların sizin için olan
değerlerinin farkına varacaksınız, sürekli gülümseyeceksiniz,
hiçbir aksilik başınıza gelmeyecek, sizin için sıkıcı olan şeyler
anlam kazanmaya başlayacak ve bütün bu sebeplerden dolayı
mutlu olduğunuz için çevrenizdekileri de mutlu edeceksiniz.
Hayatınızın son günü ve tekrar yaşama şansınız yoksa
yapacaklarınız kimseyi kırmamak, kırdığınız kişilerin gönlünü
almak, hatalarınızı telafi etmek ve insanları mutlu etmeye
çalışmaktır. Bütün bunları yapmak için son günü beklemeye
gerek yok. Bu filmden sonra ne demek istediğimi daha iyi
anlayacaksınız. Ülkemizde çok seyredilmemiş olan 13 yıl
önceki bu filmden bahsetmemin sebebi de budur.
Pınar KESKĠN