ra.Şid halifelerin ve ilk dÖnem islam hukukÇularinin...
TRANSCRIPT
RA.ŞiD HALiFELERiN ve iLK DÖNEM iSLAM HUKUKÇULARININ -···· KARARLARlNDA ÖRF TELAKKiSil*1
Muhammed Y. FARUQI (**)
Çev: Talip TÜRCAN (***)
RAŞiD HALiFELERDE ÖRF TELAKKiSi:
rf ('Urf-custom) ve adet (fıdehtradition) İslam hukukunun çok eski ve çok önemli kay
naklandır. İslam öncesi dönem Araplan hiçbir yazılı döküman ya da metne sahip değilken, onlann sosyal nizarnlan örf ve Metlerce düzenleniyordu. Mevcut tarihi
rivayetlere göre, R§şid Halifeler İslam öncesi döneme ait birçok örf ve fıdeti
muhafaza etmişler ve aynı zamanda mahalli olmayan faydalı bir kısım örfü de benimseyerek yerleştirmişlerdir. Bu tür
ödünç alma onlann nazannda gayet kabul edilebilirdi; zira Peygamberin bizzat kendisi, vahyin lafzına ve ruhuna uygun
düşen, İslam öncesi döneme ait bir kısım örfün geçerliliğini tanımıştı.
Hz. Peygamber'in zamanında Arap yarunadası, birçok farklı örf ve adetİn bulunduğu bir bölge idi. Araplar büyük ölçüde putperest idiler ve bu genel görünüş örtlerine de yansımıştı. Bununla birlikte onlar Hz. İbrahim'in mirasının bir bölümünü, Ka'be ile ilgili merasimleri ve sünnet olmayı da muhafaza etmişlerdi. Bu merasimler toplumsal gelenekler kurumuna temel teşkil etti.
İslam öncesi döneme ait birçok örf Raşid Halifeler devrinde hilla tatbik ediliyordu. Mesela, hububat (yani buğday, arpa) keyli (hacirnle ölçülen) kabul edilmeye, altın ve gümüş ise vezni (tartı ile ölçülen) olarak telakki edilmeye devam et-
(*) Bu araştırma Muhammed Y. Faruqi'nin, The American Journal of lslamic Social Sciences, volume 9, winter 1992, number 4'de 482-498. sayfalar arasında yayınlanan "Consideration of 'Urt in the Judgrnents of the Khulafil' al Rilshldun and the Early Fukahil" başlıklı makalesinin tercümesidir.
( .. ) M. Y. Faruqi, The Kulliyah of lslamic Revealed Knowledge and Human Services, International lslamic University, Selangor, Malaysia'da doçenttir.
(***)An k. ünv. Sosyal Bil. Enst. lslfun Hukuku Anabilim Dalı Yük. Lis. Öğrencisi
45
MUHAMMED V. FARUQi • RAŞID HALIFEtERIN ve ILK DÖNEM ISLAM HUKUKÇULARININ
ti. Aynı örf ve uygulamaya, Hz. Peygamber ve O'nun ilk dört halifesi tarafından yapılan ticari muamelelerde de uyuldu (I).
Daha sonra İslam hukukçuları zekat, sadaka ve keffaretle ilgili kuralların ço~ ğunu, bu beş kişi vasıtasıyla geleneksel ölçü tatbikatına dayandırdılar(2). Aynca, herhangi bir İslami prensibe aykırı olmayan İslam öncesi ticari muamelelerin (buyu') bütün türleri korundu. Mesela, Buhan, selem akdinin (bey'u's-selemfutures) hicretten önce Medine'de (3) ve Raşid Halifeler dönemi boyunca tatbik edildiğini belirtir.Ömer b. el-Hattab, henüz ağaçların üzerinde bilinmeyen meyvelerin satışına kadar uzanınca bu uygulamaya izin vermemişken (4), Ali b. Ebi Talib'in kişisel olarak bu uygulamayla meşgul olduğu nakledilmektedir. Mesela, o, devesi Usayfır'i diğer yirmi deve ile birlikte, kendisine, iki tarafça tesbit edilen belli bir süre sonra ödeme yapılması şaruyla satmıştır. Abdullah b. Ömer'in de hayvanlarla meşgul olurken bu usulü kullandığı ifade edilmektedir(S). Kilili Zade, Abdullah b. Ebi Avffi'ya dayanarak selem
satışının (bey'u's - Selem) Hz. Peygamber, Ebu Bekir ve Ömer dönemlerinde buğday, arpa, hurma ve kuru üzüm satışı hususunda uygulandığını söylerC6). Bunlara İslam hukukçularının muamelelerin detayları ve farklı türleri hususunda ihtilaf etmeleri gerçeğine rağmen, örf bazında müsaade ediliyorduC7>. Özel olarak ya. saklanan örfi muameleler yalnızca faiz ya da bir taraf için risk (ğarar) içerenlerdi.
Hz. Ebu Bekir ve Ömer de İslam öncesi kiralama ve kiraya verme örflerini uygulamıştırC8>. Veki', Hz. Ömer'in, bir arkadaşının da binmesi şartıyla bir at kiraladığını zikreder. At yaralanınca, sahibi Ömer'in tazminat ödemesini talep etti. Hz. Ömer de ondan, anlaşmazlığı İslam öncesi genel tatbikata göre çözmesi için bir hakim tayin etmesini istedi. Bir hakimin, kararı uygulamak için herhangi bir otoritesinin olmamasına rağmen, her iki taraf da ahlaki olarak kabul etmek zorundaydı. Malik (atın sahibi), Ömer'in de kabul ettiği bir teklif olarak Şureyh'i tayin etti. Karar Hz. ömer'in aleyhine olunca, o karara uydu ve istenilen miktarı ödedi (9).
(1) ed-Darimi, Sunen, Daru'I-Kutubi'l-lslamiyye, Beyrut ty., ll, 257; Profesyonel bir tartıcı olan Vezzan ile ilgili bir kayıt bulunmaktadır, bkz. a.g.e., ll, 260; lbn Hanbel, Musned ei-Mektebetu'llslami, Beyrut, ty., lll, 310.
(2) ligili bölümlere· bkz.: Malik, ei-Muvatta', Mustafa ei-Babi ei-Halebi, Kahire 1370/1951 ve eiMudevvene, Matbaatu'I-Musenna, Bağdad 1970; eş-Şafii, ei-Umm, Daru'I-Ma'rife, Beyrut 1393/ 1973; eş-Şeybani, ei-Cilmi; es-Serahsi, ei-MebsOt, Daru'I-Marife, Beyrut ty.
(3) Buhari, Sahih, Dar ve Matabil'ş-Şa'b, Kahire 1378/1959, 1, Cüz 3, 111; !smail b. Yahya ei-Muzeni, el-Muhtasar, 90.
(4) lbn Hacer, Feth, Mustafa ei-Babi ei-Halebi, Kahire 1378/1959, V, 338-339 (Hz. Ömer onu yasakladı; çünkü risk vardı ve alıcı zarara uğrayabilirdi).
(5) es-Serahsi, ei-MebsOt, XII, 122; Malik, ei-Muvatta', ll, 69 ve ei-Mudevvene.
(6) Kadi Zade, Netaicu'I-Efkar (lbnü'I-Humam'ın Şerhu Fethi'I-Kadir'i ile birlikte), Mektebetu Raşidiye Pakistan, Pakistan 1985, V, 324.
(7) lbnu'I-Humam, Şerhu Fethi'I-Kadir, V, 327; Kadi Zade, Netaic, V, 324; lbn Hazm, ei-Muhalla, Mektebetu'I-Cumhuriyye, Kahire 1387/1967, X, 55-59 (madde 1819).
(8) eş-Şevkani, Neylu'I-Evtıır, Daru'I-Cil, Beyrut 1973, VI, 35; lbn Kudame, ei-Muğni, Daru'I-Menar, Kahire 1386, V, 397.
(9) Veki', Ahbaru'I-Kudllt, Alemu'I-Kutub, Beyrut ty., ll, 189 (Bu olay Şureyh kadi tayin edilmeden önce vuku' bulmuştur).
46
DiYANET iLMi DERGi • OCAK- ŞUBAT- MART 1994 • ClLT: 30 • SAYI: 1
Tarihi kayıı.lar Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekr'in Medine'ye hicret ettiklerinde, onlara yol göstermesi için bir kişiyi kirala dıklarını göstermektedir(! O). Hz. Ömer zamanında icare (kiralama) çok yaygındı. İnsanlar, ihtiyaçlarını i'mal etmeleri için mahareı.li insanların yanısıra evleri, toprakları ve yolculuk için hayvanları kiralarlardı. Ebu Ubeyd'e göre, Ömer b. Ebdilaziz, Yezid b. Ebi Malik ed-Dımeşki ve el-Hfuis b. Yemcud elEş'an'yi kırsal bölgelerde yaşayan insanları eğitmek için görevlendirdi. Ömer, Medine'de otuz Kur'an öğreticisi görevlendirdi ve onların aylık ücreı.lerini kararlaşurctıC11). Böylece biz örfden hukuk müessesine doğru tedrid bir gelişme görmekteyiz. İslam hukukçuları icare ile ilgili kural ve kaideleri tartıştılar ve neticede onun meşru ve meşru olmayan şekillerini belirlediler<12).
Sınırlı bir şirket (mudarebe) kurmaya dair örfi tatbikat da meşru telakki ediliyordu. İmam eş-Şafii, Hz. Ömer (13)
ve Hz. Ali'nin (14) yelimierin malını
böyle bir teşebbüse yatırmayı tercih ettiklerini; çünkü onu iyi bir idare tekniği olarak gördüklerini söyler. Bu, enNyiıai'nin, yetimlerin vaSılerinin vesayetleri altındaki çocukların mallarını ya bir mudarebe teşebbüsüne ya da bir diğer kazançlı işe yatırmalarını tavsiye et-
mesinin nedeni olabilir05). Tecrübeli bir tacir olan Osman b. Affan, Abdullah b. Ali ile bir mudarebe akdi yapmıştır. Abdullah b. Mes'ud'un da Zeyd b. Huleyde ile bir mudarebe sözleşmesi yapmış olduğu nakledilmektedir(I6). İslam hukukçuları çok geçmeden bu geleneksel uygulamayı, farklı dalları için geçerli terirn ve şartlarla tavsif edilmiş hukuki bir kuruma dönüştürdüler<17).
İmam Malik, Hz. Ömer'in örfe dayalı kararlarından bir kısmını nakleder. Bir örnek de, yürürlükteki örfe dayanmayan devam eden kan parası (diyet) ödeme durumudur. O, altın kullanan insanlarla gümüş kullananların arasını tefrik etmiştir. Altın kullananlar takbiren bin dinarlık (bir dinar bir altın para idi) bir ceza ödemek zorundaydılar. Halbuki gümüş kullananlar yaklaşık olarak yirmi bin dirhem (bir dirhem bir gümüş para idi) ödemeye mecburdular. Fıkıh ve ilk dönem hadis literatüründe(I8) çok sık zikredilen bu paralar medeni bölgelerde (şehirlerde) tedavülde idi ve muhtemelen İran gibi böyle komşu olan ülkelerde basılıyordu. Malik'e göre, Suriyeliler ve Mısırlılar ticari muamelelerinde altın
kullanıyorlardı. Buna karşılık Iraklılar
gümüş kullanıyorlardı. Bu kullanım,
İran ve Bizans imparatorluklarının geleneklerinden etkilenmiş olabilir.
(1 O)
(11)
(12) (13) (14) (15) (16) (17)
Buhari, Sahih, 116; lbn Hacer, Feth, 349-350; el-Ayni, Umdetu'I-Kiiri, Daru lhyai't Turas, Beyrut ty., XII, 80-82. .
(18)
Ebu Ubeyd; ei-Emval, Mektebetu'~Kulliyetfi-Ezheriyye, Kahire 1395/1975, 243-244; lbn Hazm, el-Muhalifi, VIII, 195. Malik, e!-Mudevyene,IV, 402-459 (Kitabu'l-lcare); es-Serahsi, ei-MebsOt, XV, 74-184. eş-Şafii, ei-Umm, VII, 108; es-Serahsi, ei-MebsOt, XXII, 18. eş-Şafii, ei-Umm, VII, 20. A.g.e .•. VII, 19. A.g.e., VII, 108. A.g.e., "ei-Mudarabe" bölümü; es-Serahsi, ei-MebsOt, "ei-Mudarabe" bölümü; lbn Kudame, eiMuğni.
Ebu Davud, Sunen, M. Ali es-Seyyid, Hıms 1388/1969, ll, 277-278; et-Tirmizi, Sunen, no: 650; lbn Mace, Sunen, no: 1840; en-Nesai, Sunen, no: 2593; lbn Hanbel, Musned, 1, 53, 101 ve ll, 90, 180, 200.
47
MUHAMMED V. FARUQi • RAŞID HALIFELEI!IN ve ILK DÖNEM ISLAM HUKUKÇULARININ
Malik de kan parası (diyet) ödemesi hususunda ayrınuh olarak durmaktadır. O, ödemenin insanlarca kullanılan nakit para ile yapılacağını söylemektedir. Hfıla parasız bir ekonomide ticaret yapanlar, yani kırsal bölgelerde yaşayanlar için diyet, onların gerçek, mallanndan, yani develerinden alınmalıdır09). Eş-Şeybfull, Hz. Ömer'in şu diyet miktarlarını koydu-· ğunu nakletmektedir: Malları deve olanlar (ehlu'l-ibil) için yüz deve; gümüş kullananlar (ehlu'l-venk) için on bin dirhem; alun kullananlar (ehlu'z-zeheb) için bin dinar, mallan koyun olanlar (ehlu'ş-şat) için bir yilŞında iki bin koyun, mallan sığır olanlar (ehlu'l-bakar) için iki yüz sığır ve mallan elbise olanlar (ehlu'l-hulle) için de iki yüz elbise(20).
Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekr devrinde diyet mevcut örf nedeniyle yalnızca deve cinsinden ödeniyordu. Bununla birlikte, Hz. ömer döneminde şehirli insanlar parasal bir ekonomiye kaOlmaya başlamışlardı. Bu değişimi gözlemleyen Hz. Ömer, diyet ö.deme kuralını, yeni şartlara uygun hale getirmek için tadil etti. İş ilişkilerini ha.Ia parasız bir ekonomi temelinde yürüten kimseler için geleneksel tarzın geçerliliğini tanıması nedeniyle o, geleneksel ödeme yönteminin devam etmesine izin verdi.
(19) Malik, ei-Muvatta', ll, 181.
Ebfı Hanife, Hz. Ömer'in önceleri bir kimsenin servetinin aslına göre, ödemenin kendisi ile yapılacağı parayı belirlediğini söyler. Fakat o, divan sistemini kurduktan ve beytu'l-mal (hazine)'den insanlara maaş bağladıktan sonra, böyle ödemelerin aruk yalnızca dirhem, dinar ve deve şeklinde yapılabileceği kuralını koydu(21). Bu değişimin nedeninin, bu üç kalemin o zaman insanların gerçek mallan olarak ortaya çıkması olduğu anlaşılmaktadır.
Hanefi ve Maliki İslam Hukukçuları örfü yaşamanın yol gösterici bir prensibi olarak kullanma fikrini, hakim örf değiştiği zaman, hükümterin de değişmesi gerektiği şaruyla birlikte benimsemiş olabilirler. Özel örf değişmesze belirleyici (muhakkem) olarak kaiı.r(22).
Biz, Raşid Halifeterin kendi toplumlannın dışından faydalı uygulamalan ve örfleri kabul ettiklerine dair delile de sahibiz. Bunun bir örneği öşür (uşur) ve divan sistemlerinin yürürlüğe konulmasıdır. Birçok kaynak harac sistemini Hz. Ömer'in ortaya koyduğu hususunda ittifak etmektedir<23>. Zira onun yönetiminden önce toprak vergisinin klasik · fıkhi anlamında harac yoktu. Bu, İranlılardan ve Romalılardan ödünç alınmış bir örf idi(24). Tabatabru, ortayakonulması ve
(20) eş-Şeybani, El-Asi, Dairatu'I-Maanfi'I-Usmaniyye, Hayderabad Dakkan 1386/1966, IV, 451-452. Mfılik ve eş-Şeybani tarafından nakledilen dirhamierin miktarı ile ilgili rivayetlerde farklılık vardır. Malik'in rivayeti on iki bin dirhemden bahsetmektedir. Halbuki Şeybanfninki on bin olduğunu göstermektedir. Ikincisinin daha doğru olduğu anlaşılıyor. Çünkü bir dirhem ile bir dinar arasındaki oransal ilişki ona-bir idi. Zekalla ilgili bölümlerde faklhler, zekat nisabının yirmi dinar ya da ik! yüz dirhem olduğunu söylerler. Bkz.: lbn Kudame, ei-Muğnf, VII, 760.
(21) eş-Şeyb{mi, el-Asi, IV, 452.
(22) el-Kararı, ei-Furük, lll, 288; lbn Abidin, Neşru'I·Arf; Mecmu' Rasilil, Suhail Academy, Lahare 1396/1976, 120, 122, 125; Mecelletu'I·Ahkami'l Adliyye (Osmanlı Halifeliği Medeni Kanunu), madde39.
(23) Ebu Yüsuf, ei-Hartıc, Mektebetu's-Selefiyye, Kahira 1976, 26, 28, 30; Ebu Ubeyd, ei-Emvtıl, 59-60.
(24) lbn Kudame, ei-Harilc, Daru'r-Reşid, Irak 1981, 8; Yahya b. Adem, ei-Hartıc, Daru'I-Maarif, Beyrut 1399/1979, 7-8. O, Nebatilerio lranlılarca -ki onlara harac ödüyorlardı- zaptedildiğini zikreder.
48
DiYANET iLMi DERGi • OCAK- ŞUBAT- MART 1994 • ClLT: 30 • SAYI: 1
benimsenmesinden sonra onun, bilhassa doğu eyaletlerinde, genel itibariyle Sasani uygulamasını örnek aldığını söylemektedir. Morony de Sasani maliye daireleri divanu'l-haraca ve divanu'nnafakat'ın, bölgenin müslüman ülkeye katılmasından sonra da Irak'ta korunduğunu ifade etmektedirC25). Ebu Ubeyd, Raşid Halifelerin, bu fethedilen yerlerin sakinlerine kendi bölgelerinde yaşamaları ve kendi inanç ve geleneklerine göre işlerini yürütmeleri için izin verdiklerini nakletmektedirC26).
İlk dönem müslliman yöneticiler tarafından benimsenen İslam öncesine ait bir diğer örf de "kasame" idi(27). Bu ceza, kati durumunda kabilenin erkek üyelerince ödeniyordu. Hz. Ömer ve onun yeni divan sisteminin idaresinde diyet, katilin kayıtlı bulunduğu divana iştirak eden kimselerce ödenecekti(28).
Müslüman olmayan bölgelerde taeirlerden toplanan geleneksel bir vergi olan öşürü, diğer bölgelerdeki tatbikatı hakkında Ebu Musa el-Eş'ari tarafından bilgilendirildikten sonra Hz. Ömer uygulamaya koymuşturC29). Menbic'in tacirleri müslüman bölgelerde mallarını
satmak istemiş ve bu nedenle öşlir ödemeleri karşılığında Hz. Ömer'den izin talep etmişlerdi. Hz. Ömer Sahabe ile İstişare etti ve Sahabiler _teklifin kabul edilmesi hususunda mutabık kalarak,
Hz. Ömer'e, bu vergiyi imparatorluğun her tarafında uygulanmasını tavsiye ettiler. Hz. Ömer de Menbic'in taeirierine mallarını satmaları için izin vermiş ve Ziyad b. Hudeyr el-Esedi'yi Irak ve Suriye'de vergi talısildarı tayin etmiştir(30).
Divanlar (genel kütükler) daPers geleneğine göre tesis edildi. El-Maverdi, bir keresinde Bahreyn'den bUyük miktarda sadaka (zekat) geldiğinde Hz. Ömer'in, bunun nasıl dağıtılması gerektiği konusunu Sahabe'ye danıştığını ifade eder. Bir Sahabinin -bir rivayete göre İranlı Hürmüzan- Pers divan sistemi hakkında bilgisi vardı ve onu Hz. Ömer' e izah etti. Halid b. el-Velid de- ki o da bu toplantıda idi- Suriye'de gönnüş olduklarını nakletti. Anlaşılan orada Bizanslı yöneticiler kendi divan sistemlerine sahiptiler. Hz. Ömer bu teklifleri uygun buldu ve Medine'de divan sistemini kurduC31).
Ebu Hilill el-Askeri (Ö. 295 h.), insanlara faydası nedeniyle bırakılan İslam öncesine ait bir diğer örfli zikreder: Hacc ibadeti esnasında, Mekke'nin doğusunda ibadet mahalli olan MUzdelife'de ateş yakma geleneği. Bu fidelin amacı; el-Kalkaşandi'ye göre hacıları
Arafat'tan Müzdelife'ye yöneltmekti. Bu örf, Raşid Halifeler ve onlardan sonra gelenlerce uzun bir süre devam ettirilmiştir(32). Müzdelife'de ateş yakma örfü,
(25) H.M. Tabalabiii, Kharaj in lslamic Law, London 1983, 28-29; M.G. Morony Iraq after the Muslim Conquest, Princeto 1984, 51-52.
(26) Ebu .Ubeyd, ei-Emval, 102.
(27) el-Askeri, Kitabu'I-Evail, Medine 1385/1966, 36-37; es-Serahsi, ei-MebsOt, XXVI, 107-109; el-Ayni, Umde, XXIV, 59; lbn Hacer, Felh, XV, 259; eş-Şevkiini, Neyi, VII, 183-185.
(28) es-Serahsi, ei-MebsOt, XXVI. 110; lbnu'I-Human, Şerhu Fethi'I-Kadir, VIII, 402-403. (29) Ebu YOsuf, ei-Harac, 145-146; Yahya b. Adem, ei-Harac, 125-126. (30) Ebu YOsuf, ei-Harac, 146.
(31) ei-Miiverdi, ei-Ahkam, Mustafaei-Biibi ei-Halebi, Kahire ty., 199-200.
(32) el-Askeri, Kitabu'I-Evflil, 28; ei-Kalkaşiindi, Subhu'I-A'şfl, ei-Muessesetu'I-Mısrıyyetu'I-Amme, Kahire 1383/1962, ı. 409.
49
MUHAMMED V. FARUQi • IIAŞID HALIFELERIN ve ILK DÖNEM ISLAM HUKUKÇULARININ
katı bir hukuk nokta-i nazarından önemli değildi. Önemli olan taraf onun, saf dini yükümlülükleri yerine getirmede bile genel maslahatı dikkate almanın
ehemmiyetini temsil etınesiydi.
Aynı şekilde, hacc esnasında Araplarca kurulan mevsimlik pazarlar da İslam'ın döneminde devam ettirildi. Bir kısım Sahabiler, İslam öncesi adetlerle ilgili olmalan nedeniyle bu geleneksel pazarlarda ticaret yapmayı bırakrnışlardı. Fakat böyle bir ihtiyat, "Rabbınızın (ticaret yoluyla) fazlım aramanızda sizin için bir günah yoktur" ayetinin vahyedilmesiyle gereksiz kılındı. Bu ayet, hac esnasında ticarelle meşgul olmakta ve mevsimlik pazarlarda hiçbir sakınca olmadığı hususunu açığa kavuşturdu(33). Ukaz, Mecenne ve Zu'l-Mecaz pazarlannda yapılan ticaret çok büyük ekonomik öneme sahipti ve insanların refahını artırmada başlıca vasıtaydı. Mademki İslam ticaret ve alışverişi teşvik etınektedir, öyleyse İslam öncesine ait bu faydalı örfü yasaklamak için hiçbir neden yoktu.
İSLAM HUKUKÇULARININ GÖRÜŞLERİ
İslam hukukçuları zaman ve mekfuı ile Şeriat'ın kaplarını uzlaştırma ihtiyacını iyice anlamışlar ve onlar, İslam'ın normatİf yapısı içinde bir hayli esneklik sağlayan aynntılı içtihad metodlarını ge-
liştirmişlerdir. Neticede ictihad, hayatın bütün alanlarında sürekli bir ilerleme ve gelişme meydana getirmek için bir mekanizma işlevi görmüştür. Bu uygulama, var olan gerçekiere çözüm bulma gayesiyle ve İslam'ın gelişme ve ilerlemeyi vurgulaması, atalet ve durgunluğa karşı olması sebebiyle doğmuştur.
İslam hukukçuları örfü, insanlar arasında yerleşmiş olan ve sağduyulu (ettab'iatu's-sel'ime)C34) kimselerce kabul edilebilir, tekrarlanan bir uygulama şeklinde tarif etmişler ve onu mütalaalarında yol gösterici bir prensip olarak kullanmışlardır. Bu örfı prensipler, ana kaynakların aksine, yalnızca, ana kaynakların mesele hakkında söyleyecek birşeyleri olmadığı zaman uygulanabilen ikinci derecede hukuk kaynakları
olarak görülüyorlardı. Diğer birkaç kclime de eş anlamlı olarak kullanılıyordu; adet, teamül (35) ve ameJ(36).
İslam hukukçuları bahse konu örfün kabul edilebilmesi için bulunması gereken bir takım şartlar koymuşlardır:
a) Örf, hiç bir nassa tezat teşkil etmemeli ve aykırı olmamalıdır. Mesela, faiz ya da şarap içme belli bir toplumun her yerinde bulunsa bile, hukuki bakımdan asla meşru olamaz. İslam hukukçulan kuralları formüle ederken böyle bir örfü dikkate almazlar(37).
(33) et-Taberi, Tefsir, ll, 164-166; ei-Kurtubi, Tefsir, Daru'I-Marife, Beyrut 1392/1972, ll, 413; Buhari, Sahih, 1, CÜZ 3, 82.
(34)
(35)
(36)
(37)
50
lbn Nuceym, ei-Eşbah ve'n·Nezair, Muessesetu'I-Halebi, Kahire 1387/1968,93.
eş-Şatıbi, ei-Muvafakiit, Matbaatu M.A. Sabih, Kahire 1969-1970, ll, 211-215; es-Suyuti, el· Eşbah, Mustafa el-Bab i ei-Halebi, Kah i re 1378/1959, 91 vd.; Ib n Nuceym, ei-Eşbah, 92-93; Ib n Ferhun, Tebslratu'I·Hukkiim (Uieyş'in Fethu'I-Aii ei-Malik'inin kenarında), M. ei-Babi ei-Halebi, Kahire 1378/1958, ll, 57.
Buhari, Sahih, 1, Cüz 3, 103.lslam hukukçuları bir prensip olarak örtü tartışırken "sünnet" kelimesini kullanmazlar. Zira bu terim yalnızca Hz. Peygamber'in tatbikatı için kullanılagelmiştir.
es-Serahsi, ei-MebsOt, IX, 17 ve XXIII, 18; lbn Abidin, Neşru'I·Arf, 115.
DiYANET iLMi DERGi • OCAK- ŞUBAT- MART 1994 • ClLT: 30 • SAYI: 1
b) Örf, akid ya da ticari muamele zamanında mevcut olmalıdrr. Eğer daha sonra oluştuysa, dikkate alınmaz(38)_
c) Örf, özel bir bölge ya da topluluğa ait olma (Urfu'l-hfıss) yerine, genel ve evrensel olmalıdır(39)_
Bu son şart tartışmaya açıktır. Çünkü, Ebu Yusuf ve bir kısım Hanefi hukukçular onu mutcber kabul etmişlerdir (40)_
Hanefi ve Maliki İslam hukukçulan örfün sosyal ve politik önemini anlamışlar ve bu sebeple örfe diğer ekallerden daha fazla önem vermişlerdir. Onlar, İslami prensiplerden daha fazla olan diliili geleneklerle uzlaşma temin etmek amacıyla istihsan ve el-mesalihu'l-murscle kaidelerini tatbik etmişlerdir. EI-Amidi örf ve adet prensiplerini tartışırken özellikle Hancfilerin istihsan kuralına atıfta bulunur. Sözgelişi, hamamların kullanımı konusunda kullanılancak suyun tam miktarı, kalınacak süre ya da ödemenin ne kadar yapılacağı ilc ilgili olarak, ne bir tartışma, ne de şekli bir ifade vardır. Zira, Hanefi hukukçulara göre bütün bunlar müşteriler tarafından bilinmektedir. Nitekim bu, kıyasa (analogy) ya da kolaylığı terk ederek böyle kuralların
dctaylıca açıklanmasına gerek olmayan bir durumdur<4I)_
Ebu Hanife'nin, örf bir toplumda
yaygın olarak kullanılan terimierin hakiki anlamlarını tayin eder ve açıklar,
dediği naklcdilmcktedir. Bununla birlikte eğer örf bir nass ile çatışırsa, onun hiçbir hukuki etkisi yoktur<42)_ Yemin etme de bu prensibe dayanmaktadrr. Çünkü örf, kelimelerin asli ( original) ya da harfi (literal) anlamlarına değiJ(43), yemin edildiği zaman kullanılan anlamını tayin eder. Mesela bir kimse su içmeyeceğine yemin etse ve daha sonra nebiz (tatlı su elde etmek için yeterince bir süre bir su tulumuna bırakılan hurma ya da kuru üzüm ler) içse, o kimse yeminini bozmuş olmaz. Çünkü örfe göre 11 su 11
kelimesi hiçbir zaman ncbiz için kullanılmaz<44)_ Bir diğer örnek, iş ortaklarının durumunda görülür. İş gayesiyle seyahate çıktığı zaman aktif ortağın (mudarib) seyahatlc ilgili masrafları, imzalanmış bir anlaşmanın yokluğunda,
hakim olan örfe göre tesbit edilir(45)_
Fıkıh literatürü, örfün bir hukuk kaynağı olarak işlev gördüğü örneklerle doludur. Onun belirleyici rolü özellikle buyu', vekalet, nikah, talak, yemin ve şirket akidlcri ilc ilgili bölümlerde ortaya çı~aktadırC46). Schacht'ın ifadcsiyle, örf, tasarruf ve sözleşmelerde sınırlayıcı bir unsur ve beyanlan yorumlamada bir prensip olarak kabul edilir. O, adet oldukları sürece geçerli olacak şekilde,
imfılat (istisna') ve bir süt annenin hiz-
(38) lbn Nuceym, ei-Eşbiih, 101; es-Suyuti, ei-Eşbiih, 96.
(39) es-Suyuli, ei-Eşbı'ih, 92; lbn Nuceym, ei-Eşbı'ih, 99.
{40) lbn Nuceym, ei-Eşbı'ih, 102-1 03; Ib n Alıidi n, Neşru'I-Arf, 116.
{41) ei-Amidi, el-ihkı'im, Matbaatu'I-Maarif, Kahire 1332/1914, IV, 212.
(42) es-Serahsi, ei-MebsOt, IX, 17.
(43) A.g.e., VIII, 135.
(44) A.g.e., VIII, 186-188.
(45) A.g.e., XXII, 62-63.
(46) Örneklere bkz.: es-Serahsi, ei-MebsOt, VIII, 135-136, XII, 142-143, XVII, 90 vd., XVIII, 190 vd., XIX, 39, 77, 93, 100,117, 118, XXII, 62-63, XXIII, 18-36, XXIV, 30, XXX, 199.
51
MUHAMMED Y. FARUQI • RAŞID HALIFELERIN ve ILK DÖNEM ISLAM HUKUKÇULARININ
metlerinin kiralanması ile ilgili akidleri örnek olarak zikreder. Aynı hüküm, vakıf bağışları için hangi kalemlerin uygun olduğunu belirleme durumunda da geçerlidir. Böyle bağışlar genellikle gayr-i menkul mülkü içine alıyordu, fakat menkul mallar (mesela, kitaplar) da eğer yürürlükteki örfe uygun ise kabul ediliyordu <47>. Ebu Hanife yalnızca ö~f lehine kıyastan vazgeçerdi. Mesela, bir kimse bir deve yükü yakacak odun satın almışsa, tacir, örf gereği onu müşterinin evine götürmekten sorumludur. Kıyas
buna, yalnızca satın alma akdinde onun özel olarak belirtilmiş olması şartıyla
müsaade edecekti. Şayet böyle bir örf olmasaydı, kıyas gerekli olacaktı(48)_
Aynı şekilde eş-Şeybanl de örfü, bilhassa milletlerarası hukuk sahasında hukukun bir kaynağı olarak telakki eder. Onun bir kısım ifadeleri oldukça yaygın hale gelmiş ve İslam hukukçuları tarafından genellikle benimsenmiştir. Mesela: "Örf muhakkemdir", "Örften elde edilen delil, nass'tan elde edilen gibi· dir", "Örf ile ma'ruf olan şey, nass ile konulmuş şart gibidir'', "Genel bir ifa· de örfe dayalı delil ile tahsis edilebi· lir", "Nasslarda aksi bir beyan olmadı· ğın da, örf tayin edicidir", "Örf, genel bir kaidenin tahsisinde muteberdir" (49)_ Özel olarak ve münhasıran bu konuyla ilgilenen belki de ilk Hanefi hukukçu olan İbn Abidin, bu kuralları "Neşru'l·'Arf fi Binai ba'di'I·Ahkam
ale'l-Urr• başlıklı nsalesinde tekrar eder. O, bu nsalesinde örf ve Mete dayanan fıkhl meselelerin çoğunu ele almaktadır. Bir diğer Hanefi fakih İbn Nuceym de örfü uzun uzadıya tartışmıştır. Fakat o, hem uslfip ve hem de metodoloji bakımından es-Suyuu'yi takip etıniştir (50).
Maliki hukukçular da örf ve adeli ta-. yin edici otoritenin kaynakları olarak ka
bul etınektedirler. Bu, el-Muvatta', elMudevvene ve Feth el-Ali el-Malik [Muhammed Ahmet Uleyş (Ö. 1299 h.) tarafından derlenmiş bir Maliki fetvaları koleksiyonu] gibi bir çok Maliki çalışmasına yansımıştır. İlk dönem Maliki illimler örf ve Metin hukuki rolünü teslim etmeye ve tartışmaya büyük bir ihtimam göstermemişlerdir. Kuzey Afrika'dakiler "am el" i geniş anlamda uygulam ış, bütün kavimlerin ve bölgelerin örf ve adetini ona dahil etmişlerdir. Coulson'a göre amel kavramı Kayrevan'ın merkezinden gelişmiş ve kadi tarafından pratikte sürekli olarak tatbik edilmiştir (51).
Ana hukuk ekallerinin hepsi mahalli örfü dikkate alır. Bununla birlikte Milliki ekolü Medine halkının tatbikatını vurgulamakta ve o öyle güçlü bir kaynaktır ki tek kişi tarafından rivayet edilen hadise tekaddüm eder, demektedir. Başka bir deyişle o, İcma' ile aynı güce sahiptiı:<52>. Ahmed Hasan'ın, Malik'in "am el" kavramı ile ilgili tahliline göre, o, üzerinde icma' edilen üç çeşit tatbikata işaret etmektedir;
(47) Schacht, An Introduction to lslamic Law, Oxford University Press, Oxford 1982, 62, 126, 199 (ve 155, çeviren).
(48) es-Serahsi, ei·MebsOt, XII, 199.
(49) Hamidullah, "Muslim Conduct of State" (eş-Şeybanrnin Şerhu Siyeri'I-Kebi(inde), Hayderebad ty., 1, 194-198, ll, 296, IV, 16,23-25.
(50) lbn Abidin, Neşru'I-Art, 114-147; es-Suyuti, ei·Eşbah ve lbn Nuceym, ei·Eşbah.
(51) Coulson, "Muslim Custom and Case Law", The World of Islam, VI, (1959), no: 1-2,22.
(52) ei-Bacl, Ebu'I-Velid, ei·Minhilc, Paris 1978, 142-143.
52
DiYANET iLMi DERGi • OCAK- ŞUBAT- MART 1994 • ClLT: 30 • SAYI: 1
a) Medine halkının tatbikatı. İmam Maiik, Medine halkı uyguladığı için "Musakat"a (Bir tarlanın kiralanması
konusunda bir ürün dönemi ile sınırlı ortaklık akdi) cevaz vermektedir.
b) Medine ali~rinin tatbikatı.
Maiik Şevval ayında altı gün oruç tutmayı bir bid'at kabul etmektediri Çünkü Medine aiimleri (ehlu'l-ılm ve'l-fıkh) bu orucu tutmamışlardır.
c) Siyasi yetkililerin tatbikatı. Mesela Maıik şöyle diyor: "Ve yetkililerce geçmişte ve halihazırda üzerinde ittifak edilen husus, yemin etmenin davacılardan başlayacağıdır"(53).
Maiik'in "am el" kavramını çalışmış olan U. F. Abdullah, onun kanunlaştırınada her milletin örflerine gereken dikkatin gösterilmesi gerektiğini düşündüğünü ifade etmektedir<54). Bununla bir. lik te, Medine halkının arneli yeganedir ve diğer insanların ya da ülkelerin örfleri gibi değildir. Çünkü Malik onu, hukuk teorisinde en muteber fıkhi delil olarak kullanır<55). El-Fasi, Malik'in Medine halkının amelini, fukaha arasındaki görüş ayrılıklarını uzlaştırmaya gayret edilirken uyulacak emin bir kriter olarak gördüğünü ileri sürmektedir. Bu hipotez, Malik'in el-Muvatta'daki terminolojisini tahlilinde Abdullah tarafından da desteklenmektedir<56). Örf ile Maıik'in amel doktrini arasında bazı farklılıklar da vardır. Mesela örf hiçbir manevi oto-
riteye sahip değildir. Halbuki amel manevi otoriteyi temsil etmektedir. Malik de onu birnass olarak görmektedir. -
Maiiki amel doktrininin izleri ilk dönem İslam tarihinde görülmektedir. EtTaberi, katlinden sonra Osman'a kimin halef olması gerektiği meselesinde insanların ihtilafa düştüklerini ifade etmektedir. Sahabeden bir grup, bekleyip Medine halkının ne yaptığını gözleyeceklerini ve sonra da onlara uyacaklarını söylemiştir<57>. Hz. Ali'nin, meselenin Medine halkına ait olduğunu söylemiş olduğu da nakledilmektedir(58). Veki', emir tayin edilmiş birisinin, özel bir konu hakkında bizzat hukukçular bile farklı görüşlere sahipken, karar vermekteki sıkıntısından bahsettiği bir sırada İbn Hazm'ın (Ö. takriben 120 h.) Medine'de kadi olduğu zikreder. İbn Hazm ona, şayet o özel konuda Medine halkının tatbikatı mevcutsa, kararını ona dayanelırmasını tavsiye etmiştir. Zira onların arneli sahih ve geçerlidir(59).
Bununla birlikte, eş-Şatıbi ve İbn Ferhfin gibi daha sonraki birçok fukaha bu Özel "amel"i, hukukun teşekkülünde etkili bir güç olarak açıkça zikeder. eşŞatİbi (ö. 790 h.) halkın örf ve atedini iki kategoriye ayırmaktadır. İlk grup, ya Şeriat yani bir nass ya da başka bir şer'i delil tarafından onaylanan örflerden oluşur. Onlar Şeriat'ın kurallan olarak mütalaa edilir, örf olarak değil. Onların kabul edilebilirlikleri Şeriat'e ne kadar uy-
(53) Ahmed Hasan, Early Development of lslamlc Jurlsprudence, lslamic Research Institute, Isla-mabad 1970, 167-170.
(54) U.F. Abdullah, "Mallk's Concept of Amel", Ph. d. diss., University of Chicago, 1978, 380 vd. (55) A.g.e., 380 vd. (56) A.g.e., 382. (57) et-Taberi, Tarih, IV, 442. (58) A.g.e., IV, 456. (59) Vekr, Ahbaru'I-Kudilt, ı, 143-144.
53
MUHAMMED V. FARUQI • RAŞID HALIFELERIN ve ILK DÖNEM IsLAM HUKUKÇULARININ
ğun düştüklerine bağlıdır. Mesela, edep yerlerinin örtülmesi, Şeriatça güzel ve doğru bir davranış olarak tasvip_ edilir. Bu uygulama, hakim olan örf -ki o çok farklı olabilir- ya da mahal ne olursa olsun, değişmeye duyarlı değildir. İkin~i kategori ise, Şeriat tarafından ne teyıd
edilen, ne de reddedilen ve bu yüzden mübah (permissible) olan hakim geleneklerden meydana gelir. Bunlar, bir hükme ulaşma sürecinde dikkate alınırlar, fakat bağlayıcı değildirler. Mesela eş-Şatıbi
kendi zamanında ve bölgesinde yürürlükte olan bir tatbikatı, baş örtme uygulamasını tartışmaktadır. O, bunun doğu memleketlerinde mürüvvet sahibi insanların
bir örfü olduğunu naklcder. Çünkü baş açıklık, o yerde ikamet edenlerce mürüvvete aykın görülüyordu. Fakat aynı dönemde Kuzey Afrika'da yaşayanlar aksini, yani baş açıklığının bir kimsenin adaletine zarar verici olarak görülemeyeceğini düşünüyorlardı (60).
Eş-Şatıbi de masiahat ve örf doktrinleri arasındaki yakın bir ilişkiyi bir taraftan destekiernekte ve diğer taraftan da onların, hukukun öteki kaynakları ile bütünlüğünü muhafaza etmektedir. Aynca o, umumi maslahatı korumanın Şeriat'ın genel gayelerind~ ~evcut bul~n?uğu?u teyid eder. Zarunyyat-ı Harnse nın (di~, can, nesil, mal ve akıl) korunması bu kaıdeye dayanmaktadır. Toplumun genel refahını gerçekleştirmeye yardım eden örf ve adetler maslahatlara (mesa.Iih) dahil olup, Şeriat'ın hedeflerine ulaşmasında
önemli bir rol oynarlar <61>. Bir Maliki hukukçu ve eş-Şatıbi'nin
çağdaşı olan İbn Ferhfin da, örfün belirleyici olduğu birkaç kuralı tartışır<62>. O, şayet bir hukukçu bir kelimenin harfi anlamı ile onun toplumda nasıl kullanıldığı arasında seçim yapmak zorunda kaJırsa, ikinci anlamın önceliğe sahip olması gerektiğini ifade etmektedir<63>. Ticari muamelelerde hukukçuların geleneksel kuralları ve uygulamaları dikkate aldıklarını görüyoruz. Mesela bir ticari muameledekullanılacak olan para akdin yapıldığı sırada tayin edilmemişse, o örf tarafından tesbit edilecektir, ki o da pazarda kullanımda olan paradır. Bununla beraber, şayet tedavülde birkaç para varsa, tacirlerce en yaygın şekilde kullanılan ve kabul edilen para, kullanıma uygun para sayılacaktır<64>.
Her ne zaman örf değişirse, hukuki netice de değişmeye maruz kalır. Nikah, talak, vasiyet, yemin durumları ve örfi tatbikatın önemli olduğu muameleler gerekli hukuki mülahazaya maruz kalmışur(65). İbn Ferhfin örfün önemi ile ilgili bir başka vecheyi belirtir. Örneğin, eğer bir müfti farklı örf ve adellerin yerleşmiş olduğu bir ülkeye giderse, onun, söz konusu ülkenin örf ve adetlerine iyice vakıf olmadıkça hiçbir fetva vermemesi gerekir<66>.
imam eş-Şafii, örf ve adeli hukuk kaynakları olarak ya da sahih şer'i deliller olarak er-Risale veya el-Umm'de tar-
(60) eş-Şatıbi, ei·Muvafakat, ll, 209-210. . • (61 ) A.g.e., 220_223. Ayrıca bkz. ei-Azmeh, "lslamic Legal Theory and the Approprıatıon of Rea-
lity", lslamic Law, 260-261.
(62) lbn FerhOn, Tebsıratu'I-Hukltilm, ll, 75 vd. (Bab Iii-Kada bi'I-Urf ve'I-Adeh'e bakınız.) (63) A.g.e., ll, 67. (64) A.g.e., ll, 64-66. (65) A.g.e., ll, 66-67.
(66) A.g.e., ll, 71.
54
DiYANET ILMi DERGi • OCAK· ŞUBAT· MART 1994 • ClLT: 30 • SAYI: 1
uşmaz. Bununla birlikte, onun örfü geçerli bir delil olarak kabul ettiğine dair karine vardır. Mcscl:i hırsızlık konusunda, "hırz" ı (normal saklama'ya da koruma) gerekli cezanın uygulanması için asrı bir şart sayar. Bununla beraber, hırzın tam tarifi örfçe kararlaştırılabilir. O, açık bir yerde duran, bırakılmış bir eşyanın durumunu örnek verir. Eşyanın yeterli hızra sahip olup olmadığının belirlenmesi için, mal sahibinin adet gereği onu, bu aynı yerde bırakıp bırakmayacağının ve onu korunma altında sayıp saymayacağının tesbit edilmesi gerekecektir. Eğer öyleyse, hırz şartı yerine gelmiş olacakurC67).
Yine o, cerin'in (hurma ve hububatın muhafaza edildiği yer) muhafaza alunda sayıldığını, halbuki bir bahçe ya da tarlanın etrafındaki çitin ise öyle kabul edilmediğini; zira insanların ilkini korunmuş, ikincisini ise korunmamış kabul ettiklerini söylemektedir(68). imam eş-Şafii'ye göre bu, onun zamanında bir örf idiC69). Bu örf, söz konusu yerlerden çalma ile ilgili bir olay hakimin önüne getirildiğinde dikkate alınmak zorundaydı. Bu aynı zamanda er-Reml1'nin, örf ve Metin hırz'ın tesbitine yardımcı olduğu yolundaki tartışmasından da anlaşılmaktadırC70).
(67} eş-Şefi!, ei-Umm, VI, 148-149.
(68} A.g.e .• VI. 148. (69} eş-Şafii, ei-Umm, VI, 5-7.
El-Maverdi (ö. 450 h.), ki o bir ilk dönem şafii hukukçu olarak düşünülebilir, usulu'l-fıkh'ı arneli hüküm (pmctical judgment) bağlamında tartışmaktadır. ElMaverdi karar verirken ve meseleleri hallederken hem içtihad ve hem de örfün kullanılması gerektiğini ileri sürer. O, bütün hukuk sistemlerinin bu usulü takip ettiğini söylerC11). Bir değer şafii hukukçu el-Hat1b el-Bağdadi, milltilerin ve kfid1-lerin halkın örf ve adetlerine vakıf olmaları gerektiği hususunda ısrar etmiştir. O, bu bilgi olmaksızın, onların olayları doğru bakış açısıyla anlayamayacaklarını ve dolayısıyla uygun olmayan hukuki kararlar verme konusunda gerçekten çok büyük tehlikeye düşeceklerini öne sürmüştürC12>. El-Cuveyn1 (ö. 478 h.) de, İcma'ın, inkıtaya uğmmamış örf vasıtasıyla doğruluğu tesbit edilir demek suretiyle örf ve Metin önemine işaret eder (73). Daha önce burada anlatıldığı gibi, eş-Şafii ve Şafii fukaha icma'ın huccet oluşunu kabul etmişlerdirC14>. El-Gazzfili ise tartışmasını kelime anlamları ve kullanımlan ile sınırlandırmışur. Omda kelimeleri iki kategoriye ayırır: Harfi (kelime) anlamıyla konuşulan ve anlaşılanlar, örfi anlam(yla kullanılanlar. El-Gazzfi11 örf ve Metin hukuki kumiları biçimlendirmedeki rolüne değinmezC15).
Es-Suyuti (ö. 911 h.) örf ve Metin
(70) er•Remli, Nihayetu'f·Muhtac, Mustafa ei-Babi ei-Halebi, Kahire 1386/1967, VII, 439-448. (71} ei-Maverdi, Edebu'f·Ktldi, Matbaatu'l-lrşad, Bağdad 1391/1971, ı. 135-136.
(72} ei-Hatib ei-Bağdadi, ef·Fakih ve'I-Mutefakkih, Daru'd-Da'veti's-Sunne, Beyrut 1395/1975, ll, 135-136.
(73) ei-Cuveyni, Gıyasu'I-Umem, Daru'd-Da've, Alexandria 1402/1979,39. (74} Muhammed Y. Faruqi, "Development of ıcma': The Practices of the Khulaftl al Rashidun
and the vlews of the Classlcal Fukahtl", American Journal of lslamic Social Sciences, 9, no: 2, (Summer 1922}, 1, 73-187.
(75} ei-Gazzali, ei·Mustaftı, ei-Matbaatu'I-Emiriyye, Kahire 1322, ı. 325-326.
55
MUHAMMED Y. FARUQI • RAŞID HALIFELERIN ve ILK DÖNEM ISLAM HUKUKÇULARININ
sosyal yaşam üzerindeki önemli etkisini teslim eden belki de ilk Şafii hukukçudur. O, onların hukukun kaynakları olarak nazari bakımdan tartışmakta ve hu- -kuki meselelere amel1 tatbikaunı zikretmektedir. Es-Suyuti, KMi Huseyn b. Muhammed (ö. 462 h.) tarafından tartışılan fıkhi kaidelere aufta bulunur. O, Şafiı fıkıh ekolünün bu kaidelere dayandığını iddia etmektedir. Es-Suyuti'ye göre dördüncü kaide, yani "Adet muhakkemdir" kaidesi Hz. Peygamber'e isnad edilen bir sözden çıkarulmıştır: "Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katmda da güzeldir"C16). Es-Suyuti bu kaidenin alunda örf ve adeli uzun uzadıya tartışmakta ve bu iki kaynağa aufta bulunmak suretiyle çözülmüş ya da çözülebilecek sayısız hukuki mesele bulunduğunu ifade etmektedif77).
Es-Suyuti, Şeriat'e aykırı düşse bile bir kelimeni örfi anlamının harfi anlamına göre önceliğe sahip olduğu yolundaki yukarıda zikredilen görüşü paylaşmaktadır. Mesela, bir kimse et yemiyeceğine yemin etse ve daha sonra balık yemiş olsa, yeminini bozmuş olmaz. Çünkü insanlar lahm (et) kelimesini balık için kullanmayı adet edinmemişlerdir. Bu, Kur'an'ın, balığın bu kategoriye girdiği telakkisi gerçeğine rağmen böyledir: "Allah, içinden taze et yem eniz... için denizi emrinize verendir"C18>. Bir başka örnek de Şeriat'ın, bir kelimenin harfi anlamını konuyla ilgisiz kılan özel anlamda kullanması ile ilgilidir. Mesela bir kimse namaz (salat) kılmayacağına yemin ederse, bir kısım dua sözcüklerini söylemek suretiyle yemini bozulmuş olmaz. Ancak, yalnızca Şeriat tarafından emredildiği şe
kilde kıyam, rukü, secde yapmak ve oturmakta bozulur. Çünkü bu, halkın
56
salat'ı (namaz) anlama tarzıdır(79).
Örfi manaya sosyal muamelelerde de öncelik verilir. Çünkü el-Begavi'ye göre örf, böyle durumlarda da belirleyicidir (SO). Eğer sosyal muamelelerle ilişkili muayyen bir toplulukta özel şartlar varsa, bu şartların, akidde zikredilmeseler bile dikkate alınmaları gerekir.
Bu hüküm mahall1 örfler hakkında da sahihtir; zira örf belirleyicidir(81). ElBeğavi, Şeriat'ın amın ve mutlak olarak beyan ettiği herhangi bir şeye, yürürlükteki örfün sınırlar koyabileceğini söyler. O görüşünü açıklamak için yukarıda zikredilen hırz örneğine aufta bulunur (82).
Es-Suyut:i taruşmasında, hukuki kararlarını formüle ederken örf ve adeli göz önüne alan birçok meşhur fakibe atıfta bulunmaktadır: Kadi Huseyn (Ö. 462 h.) (83), es-Subki (Ö. 771 h.) (84), eş-Şeyh ebu Zeyd <85>, el-Beğavi (Ö. 516 h.) (86), İbn Salalı (Ö. 642 h.) (87.f; el-İsQevi (Ö. 772 h.) <88) ve er-Rafii: (Ö. 623 h.) (89).
Örf hakkında İbn Hanbel'den nakledilen açık ve belirli bir görüşe sahip değiliz. Genel bir ifadeyle, ilk dönem İs-
(76) Es-Suyuti, ei-Eşbah ve'n-Nezflir, 7-100; Kiidi ei-Huseyn hicrl beşinci asırda önde gelen bir Şafii hukukçu idi.
(n) A.g.e., 90. (78) A.g.e., 93 (Kur'an 16:14). (79) A.g.e., 93 (80) A.g.e., 94. (81) A.g.e., 95. (82) A.g.e., 98. (83) A.g.e., 91-93. (84) A.g.e., 91-97. (85) A.g.e., 95. (86) A.g.e., 90-99. (87) A.g.e., 92. (88) A.g.e., 92. (89) A.g.e., 91.
DiYANET iLMi DERGi • OCAK· ŞUBAT· MART 1994 • ClLT: 30 • SAYI : 1
lam hukukçuları yalnızca dini ehemmiyeti haiz olan ya da diru kaynaklarca tasvip edilen kaynakları tartışmışlardır. Bununla birlikte İbn Hanbel, bizim "Early Fuqaha' on the Development of ljtihad" (90) başlıklı çalışmamızda tartıştığımız gibi, istihsan ve elmesalihu'l-mursele prensiplerini benimsemiştir. Her iki prensip de örf ve adeti kapsar.
Ebu Davud'un (Ö.275 h.) "Mesailu'Iİmam Ahmed" başlıklı çalışması, İbn · Hanbel'in hukuki düşüncelerini ihtiva eder. O, orada örf ve Metin göz önünde tutulduğu birkaç meseleyi tartışır. Mesela, İbn Hanbel'e ihtikar hakkında sorulduğunda, o ancak halkın yiyecek olarak kullandığı şeylere atfedilebilir, onun tam tarifi yerel halka (sakinlere) bırakılmıştır, diye cevap vermiştir. Bu sebeple ihtikar her toplumda farklı tarif edilmiş olabilir (91). Yine Ebu Davud, herhangi bir nass veya icma'a atıfta bulunmaksızın ticari muamelelerle ilgili bir çok fıkhl konu hakkında İbn ~bel'in görüşlerini nakleder. O. bu durumlarda örfü açıkça ihmal edememiş, insanların mashalatını dikkate almak suretiyle uzlaşma temin etmiştir (92).
En meşhur Hanbeli hukukçu olan İbn Kudame (Ö. 620 h. ) hem kendisinin ve hem de İbn Hanbel'in görüşünü ElMuğni'de beyan eder. İbn Kudame, İbn Hanbel'in zayıf bir haberi, şayet mahalli bir örfe mutabık bulursa kabul ettiğini zikreıJer{93). İbn Kudame'nin kendisi örf
ve adeti kaynak olarak kabul etmekte ve birçok fıkhi bükümde onlara atıfta bulunmaktadır<94>.
İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyim örf ve adeti hem teoride ve hem de pratikte kabul ederler. İbn Teymiyye eşyanın isimlerini üç sınıfa ayırmaktadır:
a) Örf-i Şer'i: O bununla iman, salat, zekat, kufr ve nifak gibi islami uygulamaları kasdeder. Bu terimierin anlamları Şeriat tarafından münhasıran belirlenir ve açıklanır.
b) Harfi anlamı bulunan isimler; fakat bunlar genellikle örf ve adet çerçevesinde bilinir ve anlaşılır. İbn Teymiy
. ye'ye göre Şeriat böyle kelimelerin anlamlarını belirli sınırlar içine hapsetmez.
c) Yalnızca harfi anlama sahip olan kelimeler<95)_
İbn Teymiyye, örfe itibar edilmesi ile ilgili bir diğer örneği sefer konusunu tartışırken verif(96). Mademki yolculukta namazın kısaltılmasına müsaade edilmiştir, öyleyse "sefer"in tarifinin tesbit edilmesi gerekir. Şeriat'te gösterilen bir sıiıır olmadığı için böyle bir tarif, halkın yürürlükte bulunan örfünce sağlanır.
Mesela bir postacı çok yürür, fakat bir yolcu olarak düşünülmez. Aynı hüküm işine gidip gelen insanlar hakkında da geçerlidir. Öte yandan, Mekke halkı, hac esnasında geceyi Mina ve Arafat'ta geçirmek için gittiklerinde yolcu kabul ediliyorlardı. Bu yüzden onlar namazlanm kısaltabilirlerdi. Örfün hukuki bir
(90) Muhammed Y. Faruqi, "Early Fuqahtl' on the Development of ljtihad" Hamdard lslamicus. (91) Ebu Dfıvud, Mesailu'l-lmam Ahmed, 191.
(92) A.g.e., özel bir işte mahir bir kimseyi kiralama meselesi hakkında bkz. A.g.e., 206. (93) lbn Kudame, ei-Muğnf, VI, 485; "Haffı'a" meselesine bkz.
(94) A.g.e., lll, 561-562, Xl, 485, VII, 18. (95) lbn Teymiyye, Fettlvtl, Mekke 1399, XIX, 235.
(96) A.g.e., XIX, 243·247.
57
MUHAMMED V. FAROOI • RAŞ(D HALIFELERIN ve ILK DÖNEM ISLAM HUKUKÇULARININ
bükümde uygulanabildiği diğer örnekler yemini bozma nedeniyle keffaret olayında görülmektedir. Burada bir kimsenin kendi ailesine temin e:ctği ortalama yiyecekle on fakir insanı doyurması gerekir. "Ortalama yiyecek"in ne olduğu mahalli ör fe bağlıdu{97).
İbnu'l-Kayyim örfi delilin dikkate alınabileceği bir kısım durumdan sözeder<98). Ayrıca o, bazı durumlarda örfü göz önüne almanın vacib olduğunu befutir(99). Ona göre örf, yüzden fazla me~ selede etkili ve belirleyicidir<IOO).
SONUÇ
Şeriat'ın idareyi düzenleyen ve müslüman bireylerle onların toplumlarının
bütün durumlarına hükmeden ana düstur olduğu açıktır. Onun temel kaynakları Kur'an ve Sünnettir. Oysa örf, adet ve diğer bütün ictihad yöntemleri ikinci derecede (yani müstakil olmayan, fer'i)
(97) A.g.e., XIX, 252-253, Ayrıca bkz. Kur'an 5:89.
kaynaklardır. Bu ikinci kaynaklara dayanan hükümler, islami prensip ve kurallara uygun olmaları şaruyla mübahur.
Raşid Halifeler o şekilde hareket etmenin imkan dahilinde olduğu her zaman mahalli örf ve uygulamaları yürürlüğe koymuşlardır. İslam hukukçuları da bu tatbikata uymaya devam etmişler ve onun kabulü için hukuki ve rasyonel zeminler hazırlamışlardır. İlk müslümanların, etrafiarındaki medeniyetlerden faydalı örfleri kabul etmeleri ve yerleştirmeleri hususundaki dirayetleri aşikardır. Bu aynı zamanda Hz. Peygamber'in bir sozune de uygundur; "Hikmet mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, almaya en fazla hak sahibi olandır." Bu, müslüman alimleri, faydalı bilgiyi ve yaşamın Şeriatle uyum halinde olan diğer güzel şeylerini benimsemeye teşvik eden bir sözdür.
(98) lbnu'I-Kayyim, et-Turuku'I-Hukmiyye, yeni baskı, Mektebetu'I-Eseriyye, Kahira ty., 87-92.
(99) A.g.e., 89-90, 91, 114.
(1 00) lbnu'I-Kayyim, l'liimu'I-Muvakkı'in, ll, 393-394, lll, 3-9.
58