philip pullman - karanlık cevher 3

315
Philip Pullman _ Karanlık Cevher Dizisi Cilt3 Kehribar Dürbün 1. Ah kudretini anlat, inayetini söyle, Cüppesi ışıktan, çatısı uzaydan olanın; Gazap arabası gür gökgürültülü bulutlar yapar, Ve karanlıktır yolu fırtınanın kanatlarında. Robert Grant, Eski ve Çağdaş İlahiler. Ey yıldızlar, Siz değil misiniz, âşığın yüzünü görme arzusunu doğuran maşuğun? Onun saf hatlarına dair gizli kavrayışı gelmiyor mu takımyıldızların saflığından? Rainer Maria Rilke, Üçüncü Duino Ağıdı. Rainer Maria Rilke'den Seçme Şiirler. Canlıları her ne yapıyorsa, ince dumanlar kaçar ondan. Gece soğuk, narin ve meleklerle dolu Yaşayanların üzerine çöken. Fabrikaların hepsi aydınlık, Sürüyor çınlama işitilmeden. Ne kadar uzakta olsak da, bir aradayız hep birden. John Ashbery, Rahip. Irmak ve Ofludan. 1 Büyülü Uyku ... derin mağaralardan gelen yaratıklar, uyuyan kıza baktılar... William Blake Ormangülü fundalıklarının gölgelediği bir vadide, ka- rın başladığı yerin yakınında, erimiş kar sularının süt be- yazı çalkalandığı ve devasa çamların arasında kumrula- rın, ketenkuşlarının uçuştuğu yerde, yukarıda sarp kaya- lıklar ve aşağıda kıpırtısız, ağır yapraklarca yarı gizlenmiş bir mağara vardı. Orman seslerle doluydu: kayaların arasında akan dere, çam dallarındaki iğne yaprakların içinden esen rüzgar, bö- ceklerin çıtırtıları, küçük orman memelilerinin bağırışları, kuş cıvıltıları... Zaman zaman güçlü bir esintiyle sedir ya da köknar dalları birbirine sürtünüyor, çello gibi inliyordu. Her daim parlak ve benek benek güneş ışığı ile dolu olan bir yerdi; limoni altın sarısı ışınlar, kahverengi-yeşil gölgelerin arasından orman zeminine düşüyordu; ve ışık asla durağan, asla değişmez değildi, çünkü ağaç tepeleri- 7 nin arasından sık sık sis bulutları süzülüyor, gün ışığını süzerek sedef parıltısına dönüştürüyor, çam kozalaklarını bir nem tabakası ile kaplıyor, sis kalktığında da ışıldama- larını sağlıyordu. Bazen bulutlar yoğunlaşıyor, yarı sis, yarı yağmurdan oluşan minik damlalara dönüşüyor, dam- lalar düşmek yerine aşağı süzülüyor ve milyonlarca iğne yaprak arasından usulca, hışır hışır, pıtır pıtır yağıyordu. Dereyi takip eden dar patika, vadinin eteklerindeki -birbirine sokulmuş çoban kulübelerinden ibaret olan- köyden vadinin tepesinden sarkan buzulun yakınındaki yarı yıkık mabede gidiyordu. Yüksek dağların kesintisiz rüzgarlarında solmuş ipek bayrakların dalgalandığı, din- dar köylülerin arpa ekmekleri ve kuru çaylarla adak ada- Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Upload: burak-soyhan

Post on 18-Feb-2016

366 views

Category:

Documents


25 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Philip Pullman _ Karanlık Cevher Dizisi Cilt3 Kehribar Dürbün

1.Ah kudretini anlat, inayetini söyle,Cüppesi ışıktan, çatısı uzaydan olanın;Gazap arabası gür gökgürültülü bulutlar yapar,Ve karanlıktır yolu fırtınanın kanatlarında.Robert Grant, Eski ve Çağdaş İlahiler.Ey yıldızlar,Siz değil misiniz, âşığın yüzünü görme arzusunudoğuran maşuğun? Onun saf hatlarına dair gizli kavrayışıgelmiyor mu takımyıldızların saflığından?Rainer Maria Rilke, Üçüncü Duino Ağıdı.Rainer Maria Rilke'den Seçme Şiirler.Canlıları her ne yapıyorsa, ince dumanlar kaçar ondan.Gece soğuk, narin ve meleklerle doluYaşayanların üzerine çöken. Fabrikaların hepsi aydınlık,Sürüyor çınlama işitilmeden.Ne kadar uzakta olsak da, bir aradayız hep birden.John Ashbery, Rahip.Irmak ve Ofludan.

1Büyülü Uyku... derin mağaralardan gelen yaratıklar,uyuyan kıza baktılar...William Blake Ormangülü fundalıklarının gölgelediği bir vadide, ka-rın başladığı yerin yakınında, erimiş kar sularının süt be-yazı çalkalandığı ve devasa çamların arasında kumrula-rın, ketenkuşlarının uçuştuğu yerde, yukarıda sarp kaya-lıklar ve aşağıda kıpırtısız, ağır yapraklarca yarı gizlenmişbir mağara vardı. Orman seslerle doluydu: kayaların arasında akan dere,çam dallarındaki iğne yaprakların içinden esen rüzgar, bö-ceklerin çıtırtıları, küçük orman memelilerinin bağırışları,kuş cıvıltıları... Zaman zaman güçlü bir esintiyle sedir yada köknar dalları birbirine sürtünüyor, çello gibi inliyordu. Her daim parlak ve benek benek güneş ışığı ile doluolan bir yerdi; limoni altın sarısı ışınlar, kahverengi-yeşilgölgelerin arasından orman zeminine düşüyordu; ve ışıkasla durağan, asla değişmez değildi, çünkü ağaç tepeleri-7

nin arasından sık sık sis bulutları süzülüyor, gün ışığınısüzerek sedef parıltısına dönüştürüyor, çam kozalaklarınıbir nem tabakası ile kaplıyor, sis kalktığında da ışıldama-larını sağlıyordu. Bazen bulutlar yoğunlaşıyor, yarı sis,yarı yağmurdan oluşan minik damlalara dönüşüyor, dam-lalar düşmek yerine aşağı süzülüyor ve milyonlarca iğneyaprak arasından usulca, hışır hışır, pıtır pıtır yağıyordu. Dereyi takip eden dar patika, vadinin eteklerindeki-birbirine sokulmuş çoban kulübelerinden ibaret olan-köyden vadinin tepesinden sarkan buzulun yakınındakiyarı yıkık mabede gidiyordu. Yüksek dağların kesintisizrüzgarlarında solmuş ipek bayrakların dalgalandığı, din-dar köylülerin arpa ekmekleri ve kuru çaylarla adak ada-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dığı bir yer. Işığın tuhaf etkisi, buz ve buhar, vadinin ba-şına daimi gökkuşakları sarıyordu. Mağara patikanın biraz yukarısındaydı. Seneler önceburada kutsal bir adam yaşamış, tefekküre dalmış, oruçtutmuş, dua etmişti ve, onun anısına, mağara kutsal sa-yılıyordu. Mağaranın derinliği dokuz metre kadardı vezemini kuruydu: Bir ayı ya da kurt için kusursuz bir in-di, ama senelerdir içinde kuşlarla yarasalardan başkahiçbir şey yaşamamıştı. Ama girişe çömelip sivri kulaklarını dikmiş, kara göz-leriyle sağı solu tarayan şekil ne kuştu ne de yarasa. Gü-neş altın rengi, parlak kürkünü ışıl ışıl aydınlatırken, obir çam kozalağını evirip çeviriyor, ince parmaklarıylapulları kırıyor, tatlı çam fıstıklarını ayıklıyordu.8

Arkasında, güneş ışığının uzandığı sınırın hemen ar-kasında, Mrs. Coulter neft sobasının üzerindeki küçüktencerede su ısıtıyordu. Cini uyarırcasma mırıldandı veMrs. Coulter başını kaldırdı. Ormandaki patikadan, köylü bir kız yaklaşıyordu,Mrs. Coulter onun kim olduğunu biliyordu: Ama günler-dir ona yemek getiriyordu. Mrs. Coulter buraya ilk geldi-ğinde, tefekkür ve dua için burayı seçmiş, erkeklerle ko-nuşmamaya yeminli, kutsal bir kadın olduğunu açıkla-mıştı. Ziyaretlerini kabul ettiği tek kişi Ama'ydı. Fakat bu sefer kız yalnız değildi. Babası da yanınday-dı. Kız mağaraya doğru tırmanmaya devam ederkenadam biraz uzakta bekledi. vAma mağaranın girişine geldi ve eğildi."Babam hoşgörünüz için dualarını gönderdi," dedi."Selamlar çocuğum," dedi Mrs. Coulter. Kız elindeki solgun pamuklulara sarılmış bohçayı Mrs.Coulter'ın ayaklarının dibine bıraktı. Sonra, pamuk ipli-ğiyle bağladığı yaklaşık bir düzine gelincikten oluşan kü-çük çiçek demetini uzattı ve endişeli bir sesle, çabuk ça-buk konuşmaya başladı. Mrs. Coulter bu dağ köylüleri-nin dilini biraz anlıyordu, fakat ne kadarını anladığınıbelli etmek olmazdı. Bu yüzden gülümsedi, kıza dudak-larını kapayıp iki cini izlemesini işaret etti. Altın maymunküçük siyah elini uzatmıştı. Ama'nm kelebek cini kanatçırparak ona yaklaştı, yaklaştı ve kemiksi işaret parmağı-na kondu.9

Maymun onu yavaşça kulağına götürdü ve Mrs. Coul-ter zihnine, kızın sözlerini açıklığa kavuşturan minik birkavrayış selinin aktığını hissetti. Köylüler onun gibi kut-sal bir kadının mağaraya sığınmasından dolayı mutluy-du, ama söylentilere göre yanında güçlü ve tehlikeli biridaha vardı. Köylüleri korkutan buydu. Bu diğer varlık Mrs. Coul-ter'm efendisi miydi, yoksa hizmetkârı mı? İnsanlara za-rar vermeyi düşünüyor muydu? Neden gelmişti oraya?Çok kalacaklar mıydı? Ama bu soruları bin ayrı kurun-tuyla aktardı. \ Cinin kavrayışı kendi zihnine akarken, Mrs. Coultenınaklına yeni bir yanıt geldi. Gerçeği söyleyebilirdi. Doğalolarak, hepsini değil, yalnızca bir kısmını. Fikir aklına

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gelince minik bir kahkaha atma dürtüsü hissetti, fakataçıklama yaparken bunu sesine yansıtmadı: "Evet, yanımda biri daha var. Fakat korkacak bir şeyyok. O benim kızım ve devamlı uyumasına sebep olanbir sihrin etkisinde. Ona sihir yapan büyücüden saklan-mak için buraya geldik. Ben onu tedavi ediyorum vetehlikeden koruyorum. İstersen gel ve gör." Mrs. Coulter'ın yumuşak sesi Ama'yı biraz yatıştırmış-tı, fakat hâlâ biraz korkuyordu; büyücülerden ve sihirler-den bahsetmek, hissettiği huşu duygusunu artırmıştı. An-cak, altın maymun, kelebek cinini öylesine nazikçe tutu-yordu ve kendisi de öyle meraklanmıştı ki, Mrs. Coul-ter'ın peşinden mağaraya girdi.10

Aşağıdaki patikada bekleyen babası mağaraya doğrubir adım attı ve karga cini kanatlarını bir iki kez kaldır-dı, fakat adam olduğu yerde kaldı. Gün ışığı hızla solmakta olduğundan Mrs. Coulter birmum yaktı ve Ama'yı mağaranın arkasına götürdü. Loşışıkta, küçük kızın iri iri açılmış gözleri parıldıyordu. Ka-fa karıştırıcı kötü ruhları uzak tutmak için elleri devamlıaynı jesti yapıyor, parmağını başparmağına dokundurupduruyordu. "Gördün mü?" dedi Mrs. Coulter. "Kimseye zarar ve-remez. Korkacak hiçbir şey yok." Ama uyku tulumunun içindeki şekle baktı. Kendisin-den yaklaşık üç dört yaş büyük bir kızdı ve saçlarıAma'nm hiç görmediği bir renkteydi -aslan yelesi gibi birsarımsı kahverengi. Dudaklarını sıkı sıkı kapamıştı ve de-rin uykudaydı, buna kuşku yoktu, çünkü kızın boynun-da kıvrılmış olan cini kendinde değildi. Cin gelinciğebenziyordu, ama kızıl-altın renkte ve daha küçüktü. Al-tın maymun uyuyan cinin kulaklarının arasını sevecenlik-le okşuyordu. Ama bakarken gelinciğe benzeyen yaratıkhuzursuzca kıpırdandı ve boğuk, küçük bir miyavlamakopardı. Ama'nm fare şeklini almış cini Ama'nm boynu-na yaslandı ve korkuyla saçlarının arasından baktı. "Babana gördüklerini anlatabilirsin," diye devam ettiMrs. Coulter. "Kötü ruh yok. Yalnızca, bir sihrin etkisi al-tında uyuyan, benim gözetimimdeki kızım var. LütfenAma, babana bunun sır olarak kalması gerektiğini söyle.ıı

Lyra'nın burada olduğunu ikinizden başka kimse bilme-meli. Büyücü onun nerede olduğunu öğrenirse bizi bu-lur ve onu, beni ve yakındaki herkesi yok eder. Bu yüz-den, sakın konuşmayın! Babana söyle, ama başka kim-seye söyleme." Lyra'nın yanında diz çöktü ve nemli saçlarını uyuyanyüzünden geriye sıvazladı, sonra eğilip kızının yanağınıöptü. Başını kaldırıp hüzünlü, sevgi dolu gözlerleAma'ya baktı ve öylesine cesur bir sevecenlikle gülüm-sedi ki, küçük kız gözlerinin yaşlarla dolduğunu hissetti. Mağaranın girişine dönerlerken Mrs. Coulter, Ama'nınelini tuttu ve kızın babasının aşağıda endişe içinde ma-ğarayı gözlemekte olduğunu gördü. Kadın ellerini biraraya getirdi ve adama eğildi. Ama, Mrs. Coulter'a ve si-hir altında uyuyan kıza eğildikten sonra dönüp, alacaka-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ranlığa boğulmuş yamacı inerken, adam da rahatlayarakMrs. Coulter'm selamına karşılık verdi. Baba kız son birkez mağaraya dönüp eğildikten sonra patikadan aşağıinmeye başladılar ve sık ormangülü fundalıklarının ara-sındaki loşlukta gözden kayboldular. Mrs. Coulter sobanın üzerinde ısınmakta olan suyadöndü. Kaynamak üzereydi. Çömelerek, suyun içine iki tutam bu torbadan, bir tu-tam diğerinden ekledi, bazı kuru yapraklar ufaladı ve üçdamla açık sarı yağ koydu. Suyu karıştırdı ve içinden sa-yarak beş dakika geçmesini bekledi. Sonra tencereyi soba-nın üzerinden aldı ve oturup sıvının soğumasını bekledi.12

Çevresine, Sir Charles Latrom'un öldüğü mavi gölünkıyısındaki kamptan alınmış bazı eşyalar saçılmıştı: biruyku tulumu, yedek kıyafetlerin ve banyo malzemeleri-nin bulunduğu bir sırt çantası, vesaire. Ayrıca, çadır be-zinden, sert tahta çerçeveli bir bavul vardı. Bavulun içikapok astarlıydı ve içinde muhtelif aletler vardı; bir de,kılıfı içinde bir tabanca. Seyrek havada karışım hemen soğudu. Vücut ısısınainer inmez, Mrs. Coulter sıvıyı dikkatle metal bir barda-ğa doldurup mağaranın arkasına taşıdı. Maymun elinde-ki çam kozalağını bırakıp onunla geldi. Mrs. Coulter bardağı dikkatle alçak bir kayanın üzeri-ne koydu ve uyuyan Lyra'nm yanında diz çöktü. Altınmaymun, uyanırsa Pantalaimon'u yakalamaya hazır birşekilde diğer yanda çömeldi. Lyra'nın saçları nemliydi ve kapalı gözkapaklarının al-tında gözleri hareket ediyordu. Kıpırdanmaya başlamıştı:Mrs. Coulter onu öperken kirpiklerinin titreştiğini hisset-mişti ve Lyra'nm tamamen uyanmasına az kaldığını anla-mıştı. Elini kızın başının altına kaydırdı ve diğer eliyle alnın-daki nemli saç tutamlarını sıyırdı. Lyra'nın dudakları ara-landı ve kız hafifçe inledi; Pantalaimon göğsüne birazdaha sokuldu. Altın maymun gözlerini Lyra'nm cinindenasla ayırmıyordu ve küçük kara parmakları uyku tulumu-nun kenarında seyiriyordu.Mrs. Coulter'ın bir bakışı üzerine elini çekti ve azıcık13

)geriledi. Kadın kızını, omuzları yerden kalkıp başı arka-ya devrilecek şekilde hafifçe kaldırdı. Lyra nefesini tuttu,gözkapakları titreşerek zorlukla aralandı. "Roger," diye mırıldandı. "Roger... neredesin... göre-miyorum...""Şş," diye fısıldadı annesi, "sus hayatım, bunu iç." Bardağı Lyra'nm ağzına götürdü ve bir damlanın kı-zın dudaklarını ıslatmasına izin verdi. Lyra'nm dili bunuhissetti ve damlayı yaladı. Sonra Mrs. Coulter Lyra'nmağzına sıvıdan biraz daha damlattı büyük bir dikkatle vedaha fazlasını dökmeden önce kızın bir önceki yudumuyutmasını bekledi. Bu dakikalarca sürdü, ama sonunda bardak boşaldıve Mrs. Coulter kızını yatırdı. Lyra'nm başı yere değerdeğmez Pantalaimon tekrar kızın boynundaki yerine

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

döndü. Onun kızıl-altın kürkü de Lyra'nın saçları kadarnemliydi. İkisi yine derin bir uykuya dalmışlardı. Altın maymun hafif adımlarla mağaranın ağzına döndüve bir kez daha patikayı gözlemeye başladı. Mrs. Coultersoğuk su dolu bir çanağa bir bez batırdı ve Lyra'nın yüzü-nü sildi, sonra uyku tulumunu açıp kızın kollarını, boynu-nu ve omuzlarını temizledi, çünkü Lyra sıcaklamıştı. Son-ra bir tarak çıkardı ve Lyra'nm dolaşık saçlarını nazikçeaçtı, alnından arkaya doğru götürerek düzgünce ayırdı. Kız serinlesin diye uyku tulumunu açık bıraktı veAma'nın getirdiği bohçayı açtı: birkaç pide, bir kalıp sı-kıştırılmış çay yaprağı, büyük bir yaprağa sarılmış yapış14

yapış pirinç. Ateş yakma zamanı gelmişti. Geceleyin dağ-ların soğuk havası daha da sertleşirdi. Yöntemli bir şekil-de çalışarak biraz kuru çıra kesti, odunları hazırladı vebir kibrit çaktı. Bu da düşünülmesi gereken şeylerden bi-riydi: Kibritleri tükeniyordu, sobayı yakmakta kullandığıneft de öyle; bundan sonra ateşi gece gündüz yanık bı-rakmak zorunda kalacaktı. Cini huzursuzdu. Mrs. Coulter'ın burada, mağaradayaptığı şeyden hoşlanmıyordu. Endişesini ifade etmeyeçalıştığında Mrs. Coulter onu başından savmıştı. Cin üze-rinden nefret akarak sırtını döndü ve çam kozalağındankopardığı pulları karanlığa fırlattı. Mrs. Coulter ona aldı-rış etmedi, düzenli ve becerikli bir biçimde çalışarak ate-şi canlandırdıktan sonra tencereye çay suyu doldurupsobaya oturttu. Yine de, cinin kuşkuculuğundan etkilenmişti. Koyugri çay kalıbını suya ufalarken, burada ne işinin olduğu-nu, yaptığı şeyin delilik olup olmadığını ve, tekrar tek-rar, kilise öğrenirse ne olacağını düşündü. Altın maymunhaklıydı. Burada yalnızca Lyra'yı saklamıyordu: Kendigözlerini de kaçınıyordu.i 5

Küçük oğlan karanlıktan çıkarak, hem umutlu hemkorkmuş bir halde, tekrar tekrar fısıldadı:"Lyra... Lyra... Lyra..." Arkasında, ondan daha gölgeli, ondan daha sessiz,başka şekiller vardı. Aynı gruptan ve aynı türden gibiy-diler, ama yüzleri görünmüyordu ve sesleri çıkmıyordu;ve oğlan sesini asla bir fısıltıdan öteye yükseltmiyordu.Yüzü, yarı unutulmuş bir şey gibi gölgeli ve bulanıktı."Lyra... Lyra..."Neredeydiler?Demir karası gökyüzünde hiçbir ışığın parlamadığı,sisin her yönde ufku gizlediği, büyük bir ovada. Zeminçıplak topraktı, tüyden de hafif milyonlarca ayağın bas-kısıyla ezilmiş, dümdüz olmuştu; demek ki toprağı ezenzamandı, ama bu yerde zaman da durmuştu; öyleyseolağan hali buydu. Burası her yerin sonu, tüm dünyala-rın sonuncusuydu."Lyra..."

Neden oradaydılar? Hapsedilmişlerdi. Biri suç işlemişti, ama suçun ne ol-duğunu, kimin işlediğini, hangi otorite tarafından yar-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gılanacağını kimse bilmiyordu. Küçük oğlan neden Lyra'nın adını seslenip duruyor-du?Umut.Onlar kimdiler?Hayaletler. Ve Lyra, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, onlara doku-namıyordu. Şaşkın elleri içlerinden geçip gidiyordu veküçük çocuk orada durmuş, yalvarıyordu. "Roger, " dedi, ama sesi bir fısıltı olarak çıktı, "ah, Ro-ger, neredesin? Burası neresi?" "Ölüler dünyası Lyra," dedi çocuk. "Ne yapacağımıbilmiyorum -burada sonsuza dek mi kalacağım, kötübir şey falan mı yaptım, hiçbirini bilmiyorum, çünkü iyiolmaya çalıştım, ama ondan nefret ediyorum, ondankorkuyorum, nefret ediyorum..."Ve Lyra dedi ki, "Bizi...

2Balthamos ve BarukSonra yüzümün önünden bir mh geçti;tüylerim diken diken oldu.Eyüp'ün Kitabı "Sessiz olun," dedi Will. "Susun ve beni rahatsız etme-yin." Lyra'nm kaçırılmasından, Will'in dağın tepesinden in-mesinden ve cadının babasını öldürmesinden hemensonraydı. Will babasının çantasından aldığı küçük tene-ke lambayı, lambanın yanında bulduğu kuru kibritlerleyaktı ve rüzgardan korunmak için kayanın arkasına çö-melerek Lyra'nm sırt çantasını açtı. Sağlam eliyle içini karıştırdı ve ağır, kadife kumaşa sa-nlı aletiyometreyi buldu. Alet lamba ışığı altında parlı-yordu. Will onu kaldırıp yanında duran iki şekle, kendi-ne melek diyen iki şekle gösterdi."Bunu okuyabiliyor musunuz?" "Hayır," dedi bir ses. "Bizimle gel. Gelmelisin. HemenLord Asriel'e gel."18

"Babamı takip etmenizi kim söyledi? Onu izlediğinizibilmediğini söylediniz. Ama biliyordu," dedi Will haşinbir sesle. "Bana, sizin geleceğinizi söyledi. Sandığınızdandaha fazlasını biliyordu. Sizi kim gönderdi?" "Bizi kimse göndermedi. Kendimiz geldik," dedi birses. "Lord Asriel'e hizmet etmek istiyoruz. Ölü adam... o,senin bıçakla ne yapmanı istiyordu?"Will duraksadı."Onu Lord Asriel'e götürmemi söyledi," dedi."O zaman bizimle gel.""Hayır. Lyra'yı bulmadan olmaz." Aletiyometreyi kadifeye sardı ve sırt çantasına koydu.Sırt çantasını taktı ve yağmura karşı babasının kalın pe-lerinine sarındı. Olduğu yerde çökerek bakışlarını ikigölgeye dikti."Gerçeği mi söylüyorsunuz?" dedi."Evet." "O zaman, insanlardan daha mı güçlüsünüz, yoksadaha mı zayıf?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Daha zayıf. Sizin gerçek bedenleriniz var, bizim yok.Yine de, bizimle gelmelisin." "Hayır. Eğer ben daha güçlüysem, siz bana itaat et-mek zorundasınız. Dahası, bıçak bende. Bu yüzden, si-ze emrediyorum: Lyra'yı bulmama yardım edin. Ne ka-dar süreceği umurumda bile değil, ilk önce onu bulaca-ğım ve ancak ondan sonra Lord Asriel'e gideceğim."İki şekil saniyeler boyunca sessiz kaldı. Sonra süzüle-19

rek uzaklaştılar ve aralarında konuştular, ama Will söy-lediklerini duyamıyordu.Sonunda yine yaklaştılar ve Will konuştuklarını işitti:"Pekala. Hata yapıyorsun, ama bize seçenek tanımı-yorsun. Bu çocuğu bulmana yardım edeceğiz."Will karanlığın içinde onları daha açık görmeye çalış-\ti, ama yağmur damlaları gözüne giriyordu."Daha yakma gelin ki sizi görebileyim," dedi.Yaklaştılar, ama daha da bulanıklaştılar sanki."Sizi gün ışığında daha iyi görebilir miyim?""Hayır, daha kötü. Biz, melekler arasında yüksek dü-zeyde değiliz." "Eh, sizi ben göremiyorsam, başka kimse de göre-mez, bu yüzden saklanabilirsiniz. Gidin ve Lyra'nın ne-rede olduğuna bakın. Kuşkusuz çok uzaklaşmış olamaz.Bir kadın vardı -Lyra onun yanında olmalı- kadın onualıp götürdü. Gidin ve arayın. Sonra geri gelin ve gör-düklerinizi bana anlatın." Melekler fırtınalı havada yükseldiler ve gözden kay-boldular. Will üzerine büyük, kasvetli bir ağırlık çöktü-ğünü hissetti; babasıyla girdiği kavgadan önce de pek azgücü kalmıştı zaten. Artık tamamen tükendiğini hissedi-yordu. Tek istediği ağır gelen, ağlamaktan şişen gözka-paklarını yummaktı.Pelerinini başının üzerine çekip sırt çantasını göğsü-ne bastırdı ve hemen uykuya daldı."Hiçbir yerde yok," dedi bir ses.20

V Will sesi uykusunun derinliklerinde duydu ve uyan-maya çalıştı. Sonunda (iyice dalmış olduğu için yaklaşıkbir dakika sürmüştü) gözlerini önündeki parlak sabahaaçmayı başardı."Neredesin?" dedi."Yanında," dedi melek. "Bu tarafta." Güneş yeni doğmuştu. Kayalar ve üstlerindeki liken-ler, yosunlar sabah ışığında gevrek ve parlak görünüyor-du, ama Will hiçbir yerde melek göremiyordu. "Gün ışığında bizi görmenin daha zor olacağını söy-lemiştim," diye devam etti ses. "Bizi en iyi yarı aydınlık-ta, yani şafakta ya da alacakaranlıkta görürsün; karanlık-ta bundan biraz daha az; en az da gün ışığında. Arkada-şım ve ben dağın aşağılarını araştırdık, ama ne kadına nede çocuğa rastladık. Ancak mavi suları olan bir göl var.Kadın orada kamp yapmış olmalı. Orada ölü bir adam,ve bir Heyula tarafından yenmiş bir cadı gördük.""Ölü bir adam mı? Neye benziyor?" "Altmış yaşlarında. Toplu ve derisi kırışıksız. Gümüşi

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kır saçları var. Pahalı giysiler giymiş ve çevresinde ağırbir koku asılı." "Sir Charles," dedi Will. "Adam o işte. Mrs. Coulteronu öldürmüş olmalı. Eh, en azından bu iyi bir şey." "Kadın iz bırakmış. Eşim onları takip ediyor. Kadınınnereye gittiğini öğrenince dönecek. Ben seninle kalaca-ğım."Will ayağa kalktı ve çevresine bakındı. Fırtına havayı21

temizlemişti. Temiz ve taze bir sabahtı. Bu, çevresindekisahneyi daha da tedirgin edici kılıyordu. Babasıyla bu-luşmaya giderken ona ve Lyra'ya eşlik eden cadıların ce-setleri çevreye saçılmıştı. Zalim gagalı bir leş kargası birtanesinin yüzünü parçalamaya başlamıştı bile. Will daha,büyük bir kuşun, en zengin ziyafeti seçmeye çalışırmışgibi, yukarıda halkalar çizdiğini görebiliyordu. Will diğer cesetlere sırayla baktı, ama hiçbiri cadı kla-nının kraliçesi, Lyra'nm can dostu Serafina Pekkala'yabenzemiyordu. Sonra hatırladı: Pekkala akşam çökme-den uzun süre önce bir başka işle ilgilenmek için anidengitmemiş miydi? Öyleyse hâlâ yaşıyor olabilirdi. Bu düşünce onu ne-şelendirdi ve ondan bir işaret görme umuduyla ufku ta-radı, ama baktığı her yönde mavi gökyüzü ve keskin ka-yalar dışında hiçbir şey yoktu."Neredesin?" dedi meleğe."Yanında," dedi ses, "her zamanki gibi." Will soluna, sesin geldiği yere baktı, ama hiçbir şeygöremedi. "Demek kimse seni göremiyor. Benden başka biri se-sini duyabilir mi?""Fısıldarsam duyamaz," dedi melek aksi aksi."Adın nedir? Adınız var mı?" "Evet, var. Benim adım Balthamos. Eşimin adı da Ba-ruk."Will ne yapacağını düşündü. Pek çok yoldan biriniİL

seçtiğinizde, seçmediğiniz diğer yollar, hiç var olmamış-çasına, mum gibi söner. O anda, WiU'in tüm seçenekle-ri oradaydı. Ama hepsini alıkoymak, hiçbir şey yapma-mak anlamına geliyordu. Seçim yapması gerekiyordu. "Dağdan aşağı ineceğiz," dedi. "O göle gideceğiz.Orada, kullanabileceğim bir şey olabilir. Hem, susamayabaşladım. Doğru olduğunu düşündüğüm yoldan gidece-ğim. Yanlış yöne dönersem bana rehberlik edebilirsin." Will patikasız, kayalık yamaçta yürümeye başladıktandakikalar sonra elinin artık acımadığını fark etti. Aslında,uyandığından beri yarası aklına gelmemişti. Durdu ve kavgadan sonra babasının onun eline sar-dığı kaba kumaşa baktı. Kumaş, üzerine sürülen mer-hemle yağlanmıştı, ama kan izi yoktu. Parmaklarını kay-bettikten sonraki durmak bilmez kanamanın ardından,bu o kadar hoş bir duyguydu ki, yüreğinin sevinçle hop-ladığını hissetti. Parmaklarını denercesine oynattı. Evet, yaralar hâlâacıyordu, ama farklı bir şekilde: önceki gün olduğu gibi,canını alırcasına derin bir ağrı değil, daha hafif, daha do-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nuk bir his. İyileşmeye başlamış gibi geliyordu. Bunu ba-bası başarmıştı. Cadıların sihirleri işe yaramamıştı, amababası onu iyileştirmişti.Yamaç aşağı neşeyle yürüdü. Küçük mavi gölün kıyısına gelmesi için üç saat vemelekten pek çok uyarı gerekti. Oraya vardığında susuz-luktan ölüyordu. Sıcak güneş altında pelerin ağır ve bu-23

naltıcıydı. Ama onu çıkardığında, korumasının eksikliği-ni hissetti, çünkü kolları ve boynu yanıyordu. Pelerini vesırt çantasını yere bırakıp gölün kenarına kalan son bir-kaç metreyi koşarak aştı. Yüzüstü uzanarak, buz gibi su-dan kana kana içti. Su öyle soğuktu ki, dişlerini ve kafa-tasını ağrıttı. **V Susuzluğunu giderdikten sonra doğrulup oturdu veçevresine bakındı. Önceki gün hiçbir şeyi fark edecekdurumda değildi, ama şimdi suyun yoğun rengini açıkçagörebiliyor, her yönden gelen tiz böcek seslerini duyabi-liyordu."Balthamos?""Her zaman buradayım.""Ölü adam nerede?""Sağındaki yüksek kayanın ardında.""Çevrede Heyula var mı?""Hayır, yok." Will sırt çantasını ve pelerinini aldı, göl kıyısı boyun-ca yürüyerek Balthamos'un bahsettiği kayaya tırmandı. Kayanın arkasında küçük bir kamp kurulmuştu. Beşaltı çadır ve yemek pişirmek için yakılmış ateşlerin kalın-tıları vardı. Will canlı kalmış ve saklanmış biri olması ih-timaline karşı ihtiyatla ilerledi. Ancak, böcek tırmalamalarının yalnızca yüzeyini çize-bildiği, derin bir sessizlik vardı. Çadırlar kıpırtısız, sudurgundu. Su içtiği yerden yayılan dalgalar yavaş yavaşsüzülmeye devam ediyordu. Ayağının yanında yeşil bir24

hareket sezince irkildi, ama yalnızca minik bir kertenke-leydi. Çadırlar kamuflaj malzemesinden yapılmıştı. Donukkırmızı kayaların üzerinde daha beter göze çarpmalarınasebep oluyordu. Will ilk çadırın içine baktı ve boş oldu-ğunu gördü. İkincisi de boştu, ama üçüncüsünde kıy-metli bir şey buldu: bir yemek kabı ve bir kutu kibrit. Birde, önkolu uzunluğunda ve kalınlığında, koyu renk birşerit. Başta kösele olduğunu sandı, ama güneş ışığındabakınca, kurutulmuş et olduğunu açıkça gördü. Eh, bir bıçağı da vardı. İnce bir dilim kesti. Çiğnene-bilir ve hafifçe tuzlu, ama lezzetli olduğunu gördü. Eti,kibritleri ve yemek kabını sırt çantasına koydu ve diğerçadırları araştırdı, ama onlar da boştu.En büyüğünü en sona bırakmıştı."Ölü adam orada mı?" dedi havaya."Evet," dedi Balthamos. "Zehirlenmiş." Will çadırı dikkatle dolanarak göle bakan girişi buldu.Ters dönmüş kanvas sandalyenin yanında, Will'in dün-yasında Sir Charles Latrom, Lyra'nmkinde Lord Borealolarak tanınan adamın cesedi yatıyordu. Adam Lyra'nın

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

aletiyometresini çalmış ve bu hırsızlık Will'i keskin bıça-ğa götürmüştü. Sir Charles rahat tavırlı, sahtekar, güçlübir adamdı ve ölmüştü. Yüzü nahoş bir biçimde çarpıl-mıştı ve Will ona bakmak istemiyordu, ama çadırın içinegöz attığında, çalacak bir sürü şey olduğunu gördü, buyüzden cesedin üzerinden aştı ve daha yakından baktı.25

Asker ve kaşif babası olsa, ne alması gerektiğini çokiyi bilirdi. WiH'in tahmin yürütmesi gerekti. Çelik kutusuiçindeki küçük büyüteci aldı, çünkü onu kullanarak ateşyakabilir, kibritten tasarruf edebilirdi. Sağlam bir sicimyumağı. Kendi keçi derisi matarasından çok daha hafif,metal alaşım su matarası. Küçük bir teneke kupa. Küçükbir dürbün. Yetişkin bir erkeğin başparmağı büyüklü-ğünde, kâğıda sarılmış bir dizi altın para. İlk yardım çan-tası. Su arındırıcı tabletler. Bir paket kahve. Havası alın-mış üç paket içinde kurutulmuş meyve. Bir torba yulaflıbisküvi. Altı paket Kendal marka naneli şeker. Bir paketbalık oltası ve misina. Ve son olarak, bir defter, iki kur-şunkalem ve küçük bir elektrikli fener. Hepsini sırt çantasına koydu, etten bir dilim daha ke-sip, karnını doyurdu, matarasını gölden doldurdu veBalthamos'a sordu:"Sence başka bir şeye ihtiyacım olur mu?" "Biraz sağduyu işe yarayabilirdi," diye yanıt verdiBalthamos. "Bilgeliğe rast geldiğinde onu tanıyabilmeni,ona saygı duyup itaat etmeni sağlayacak biraz yetenek.""Sen bilge misin?""Senden çok daha fazla." "Eh, görüyorsun, ben anlayamadım. Sen erkek misin?Sesin erkek gibi.""Baruk erkekti. Ben değildim. O şimdi meleksi." "Demek..." Will en ağır nesneleri en dibe yerleştirereksırt çantasını düzenleme işine ara verdi ve meleği görme-26

ye çalıştı. Görecek hiçbir şey yoktu. "Demek o erkekti,"diye devam etti, "ve sonra... İnsanlar öldüklerinde melekmi olurlar? Olan şey bu mu?" "Her zaman değil. Çoğu durumda değil... Çok nadi-ren olur.""O ne zaman yaşadı?" "Üç aşağı beş yukarı dört bin sene önce. Ben çok da-ha yaşlıyım." "Peki, benim dünyamda mı yaşıyordu? Ya daLyra'nınkinde mi? Yoksa bu dünyada mı?" "Seninkinde. Ama çeşit çeşit dünya vardır. Bunu bili-yorsun.""Ama insanlar nasıl melek oluyor?""Bu metafizik spekülasyonun amacı nedir?""Yalnızca merak ettim." "Sen kendi işine baksan daha iyi olacak. Bu ölü ada-mın eşyalarını yağmaladın, seni canlı tutacak bütünoyuncakları aldın; artık yola çıkabilir miyiz?""Ne yöne gitmemiz gerektiğini anladığımda.""Ne yöne gidersek gidelim, Baruk bizi bulur." "O zaman, burada kalırsak da bulur. Yapmak istedi-ğim bir iki şey daha var."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Will, Sir Charles'ın cesedini göremeyeceği bir yereoturdu ve naneli şekerlerden üç parça yedi. Yiyeceklerbedenini besledikçe dinçleşiyor, daha güçlü hissediyor-du. Sonra yine aletiyometreye baktı. Fildişi üzerine bo-yanmış otuz altı minik resim son derece açıktı: Bunun bir27

bebek; şunun bir kukla, onun bir ekmek somunu, vesa-ire, olduğundan kuşku yoktu. Belirsiz olan anlamlarıydı."Lyra bunu nasıl okuyordu?" dedi Balthamos'a.

"Büyük ihtimalle uyduruyordu. Bu aletleri kullananlaronları senelerce inceledi, ama buna rağmen, onu ancakpek çok başvuru kitabının yardımıyla anlayabiliyorlar." "Lyra uydurmuyordu. Gerçekten okuyordu. Bana, osöylemese, asla bilemeyeceğim şeyler söyledi." "O zaman, seni temin ederim benim için de bir sırbu," dedi melek. Will aletiyometreye bakarken Lyra'nın onu okumaklailgili söylediği bir şeyi hatırladı: aleti çalıştırabilmek içinnasıl bir ruh hali içinde olması gerektiği ile ilgili bir şey.Aynı ruh hali, Will'in gümüş bıçağın bazı inceliklerinihissedebilmesini sağlamıştı. Meraklanarak bıçağı çıkardı ve oturduğu yerden kü-çük bir pencere kesti. İçine baktığı zaman mavi hava dı-şında hiçbir şey göremedi, ama aşağıda, çok daha aşağı-da ağaçlar ve tarlalardan oluşan bir manzara vardı: Ken-di dünyası, kuşkusuz. Demek bu dünyadaki dağlar kendi dünyasındaki dağ-lara denk gelmiyordu. Sol elini ilk defa kullanarak pen-cereyi kapadı. Onu yine kullanabiliyor olmanın sevinci! Sonra aklına öyle ani bir fikir geldi ki, içinden elekt-rik geçmiş gibi hissetti. Çeşit çeşit dünya varsa, neden bıçak yalnızca bu dün-ya ile kendi dünyası arasında pencere açıyordu ki?28

Kuşkusuz diğerlerinden birine de pencere açabilme-liydi. Giacomo Paradisi'nin söylediği gibi, zihninin bıçağınucuna akmasına, bilincinin atomların arasına sokulması-na izin vererek bıçağı yine kaldırdı ve havadaki her mi-nik pürüzü, dalgalanmayı hissetti. Her zaman yaptığı gibi, ilk duraksamayı hisseder his-setmez kesmek yerine, bıçağın bir başkasına, sonra birbaşkasına kaymasına izin verdi. Bıçağı bir dizi dikişinüzerinde gezdirmek, ama hiçbirine zarar vermeyecek ka-dar az bastırmak gibiydi. "Ne yapıyorsun?" dedi havada bir ses, Will'i kendinegetirerek. "Keşif," dedi Will. "Sessiz ol ve önüme geçme. Bu bı-çağa yaklaşırsan kesilirsin ve seni göremediğimden, senikesmekten kaçmamam." Balthamos usulca homurdandı. Will bıçağı yine kal-dırdı ve o minik duraksamaları, tereddütleri aradı. Sandı-ğından çok daha fazlaydılar. Ve onları hemen kesme ih-tiyacı hissetmeden yoklarken, her birinin farklı bir niteli-ği olduğunu anladı: bu sert ve belirgindi, şu bulutsuydu;üçüncüsü kaygandı, dördüncüsü kırılgan ve hassas...

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama aralarında, diğerlerinden daha kolay hissedebil-dikleri vardı ve, yanıtı zaten bildiğinden, emin olmakiçin bir tanesini kesip pencere açtı: yine kendi dünyası. Pencereyi kapadı ve bıçağın ucuyla, daha farklı birhis veren bir takılma aradı. Esnek ve dirençli bir tane29

buldu ve bıçağın içine kaymasına izin verdi. Evet! Açılan pencereden gördüğü dünya kendi dün-yası değildi: Burada yer daha yakındı ve manzara yeşiltarlalardan ve çalı çitlerden değil, yükselip alçalan kumtepeleri ile bir çölden oluşuyordu. Pencereyi kapadı ve bk-başkasını açtı: bir sanayi şeh-rinin üzerindeki duman yüklü hava, zahmetle fabrikayadoğru yürüyen, zincire vurulmuş, asık suratlı işçiler. Bu pencereyi de kapadı ve kendine geldi. Başı birazdönüyordu. İlk defa, bıçağın gerçek güçlerinin bir kısmı-nı anlamıştı. Onu dikkatle önündeki taşın üzerine koydu."Bütün gün burada mı kalacaksın?" dedi Balthamos. "Düşünüyorum. Ancak yer aynı düzeydeyse bir dün-yadan diğerine rahatlıkla geçebilirsin. Belki öyle yerlervardır ve belki kesme işlemlerinin çoğunluğu bu tür yer-lerde gerçekleşiyordur... Ayrıca, kendi dünyanın bıçağınucunda nasıl bir his verdiğini bilmen gerek, yoksa aslageri dönemezsin. Sonsuza dek kaybolursun.""Kesinlikle öyle. Ama izin verirsen biz..." "Bir de, hangi dünyada yerin aynı hizada olduğunubilmen gerek, yoksa pencere açmanın bir anlamı olmaz,"dedi Will, meleğe açıklama yaparken kendi kendine dekonuşurmuş gibi. "Bu yüzden, eskiden sandığım kadarkolay değil. Oxford ve Cittâgazze'de şansımız yaver git-ti, herhalde. Ama ben şimdi..." Bıçağı yine eline aldı. Kendi dünyasına pencere aça-cak noktaya dokunduğunda gelen berrak ve açık hisse30

ek olarak, birden çok kez dokunduğu bir başka duyguvardı: Bir yankı hissi, ağır bir tahta davula vurmuş gibibir his, ama elbette, tüm diğerleri gibi, boş havada ağırağır hareket ederek geliyordu. İşte buradaydı. Will o noktadan uzaklaştı ve başka biryeri yokladı: işte, yine aynısı. Kesti ve tahmininin doğru olduğunu gördü. Yankı,pencere açtığı dünyada yerin şimdiki ile aynı yerde ol-duğu anlamına geliyordu. Kendini kapalı bir gökyüzü al-tında çimenlik bir yaylaya bakarken buldu. Uysal birhayvan sürüsü otluyordu -daha önce hiç görmediği cins-ten hayvanlar. Bizon boyundaydılar, geniş boynuzları vekaba mavi kürkleri vardı, ve sırtları boyunca kılları dim-dik duruyordu. Pencereden geçti. En yakındaki hayvan meraksızcaona baktı, sonra otlamaya geri döndü. Will pencereyi açıkbırakarak diğer dünyadaki çimenlikte durup, bıçağınınucuyla aşina pürüzler aradı ve bulduğu pürüzleri denedi. Evet, bu dünyadan kendi dünyasına pencere açabili-yordu ve yine çiftliklerin ve çalı çitlerin yükseğindeydi;ve evet, biraz önce terk ettiği Cittâgazze dünyasına hasgüçlü yankıyı kolaylıkla bulabiliyordu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Will derin bir rahatlama duygusuyla bütün pencerele-ri arkasından kapadı ve göl kıyısındaki kampa döndü.Artık eve dönüş yolunu bulabilirdi; artık kaybolmaya-caktı; artık gerektiğinde saklanabilecek, güven içinde ge-zinebilecekti.31

Bilgisi arttıkça güç de kazanıyordu. Bıçağını belinde-ki kınına soktu ve sırt çantasını omzuna attı."Ee, artık hazır mısın?" dedi aynı alaylı ses."Evet. İstersen açıklarım, ama pek ilgilenmiş görün-müyorsun." "Ah, yaptığın işi daimi bir hayret kaynağı olarak gö-rüyorum. Ama sen beni boşver. Yaklaşan insanlara nediyeceksin?" Will şaşkın şaşkın çevresine baktu. Patikanın aşağısın-da -epey aşağıda- göle doğru ağır ağır tırmanan bir di-zi yolcu ve yük atları vardı. Henüz onu görmemişlerdi,ama olduğu yerde kalırsa yakında göreceklerdi. Will güneş gören bir kayanın üstüne serdiği pelerini-ni topladı. Kuruyunca epey hafiflemişti. Çevresine bakın-dı-. Taşıyabileceği başka hiçbir şey yoktu."Aşağı inelim," dedi. Sargı bezini çözüp tekrar bağlamak isterdi, ama bu işbekleyebilirdi. Sırtını yolculara vererek göl kıyısı boyun-ca yürümeye başladı ve aydınlık havada görünmez hal-de olan melek de peşinden gitti.

O gün ilerleyen saatlerde çıplak dağlardan çimen vecüce ormangülleriyle kaplı bir çıkıntıya indiler. Will din-lenmeye can atıyordu ve çok geçmeden, mola vermeyekarar verdi. Meleğin sesini pek az duymuştu. Balthamos zamanzaman, "O taraftan değil," ya da, "Sol tarafta daha rahat32

bir patika var," gibi öğütler vermişti ve Will onu dinle-mişti. Ama aslında hareket ediyor olmak ve o yolcular-dan uzak durmak için hareket ediyordu, çünkü diğermelek haber getirene dek bulunduğu yerde kalsa daolurdu. Artık güneş batıyordu ve Will tuhaf yoldaşını görebil-diğini sandı. Işıkta bir insan silueti titreşiyordu ve siluetiniçindeki hava daha yoğundu sanki. "Balthamos?" dedi. "Bir dere bulmak istiyorum. Ya-kında dere var mı?" "Yamacın aşağısında, yan yolda bir pınar var," dedimelek, "şu ağaçların hemen üzerinde.""Teşekkür ederim," dedi Will. Pınarı buldu ve matarasını doldurarak kana kana içti.Ama henüz küçük koruluğa inemeden, Bakhamos'tanbir nida geldi ve Will döndüğü zaman meleğin siluetininyamaç yukarı fırladığını gördü -ne? Melek ancak bir an-lığına kayan bir gölge gibi görünmüştü ve Will doğrudanbakmadığında onu daha iyi görebiliyordu. Ama meleksanki duraksadı, dinledi ve sonra havaya fırlayıp hızlaWill'in yanına süzüldü. "Buraya!" dedi. Bu sefer sesinde onaylamazlık ve alayyoktu. "Baruk bu tarafa gelmiş! Ve şu pencerelerden bi-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ri var, belli belirsiz. Gel -gel. Hemen gel." Will bitkinliğini unutarak hevesle peşinden gitti. Ya-nına geldiğinde pencerenin tundralıklara benzeyen loşbir manzaraya açıldığını gördü. Cittâgazze dünyasından33

daha düz, daha soğuktu ve hava bulutluydu. Penceredengeçti ve Balthamos hemen onun arkasından."Bu hangi dünya?" dedi Will. "Kızın kendi dünyası. Buradan gelmişler. Baruk onla-rı izlemek için gitmişti." "Nerede olduğunu nasıl biliyorsun? Aklından geçenle-ri mi okuyorsun?" "Elbette aklından geçenleri okuyorum. Nereye gider-se gitsin, yüreğim de onunla gidiyor; ayrı olmamıza rağ-men, bir hissediyoruz." Will çevresine bakındı. İnsan izi yoktu ve aydınlıksoldukça, hava da her geçen an soğuyordu. "Burada uyumak istemiyorum," dedi Will. "Bu gece-lik Ci'gazze dünyasında kalalım. Sabah geri döneriz. Enazından orada ağaçlar var. Ateş yakabilirim. Hem, artıkLyra'nın dünyasının nasıl bir his verdiğini bildiğime gö-re, bıçakla onu bulabilirim... Ah, Balthamos? Başka şek-le bürünebilir misin?""Neden bunu yapmamı istiyorsun?""Bu dünyada, insanların cinleri var. Ben cinsiz dola-şırsam kuşkulanırlar. Lyra beni ilk gördüğünde bu yüz-den korkmuş. Onun dünyasına gideceksek, benim ci-nimmiş gibi davranman ve hayvan şekline bürünmen ge-rekiyor. Belki bir kuş. O zaman en azından uçabilirsin.""Ah, ne can sıkıcı.""Ama yapabilir misin?""Yapabilirim..."34

"O zaman hemen yap da göreyim." Melek şekli havada belli bir eksen etrafında dönerekyoğunlaştı sanki. Ardından da bir karatavuk çimenlerinüzerine, WilPin ayaklarının dibine kondu."Omzuma kon," dedi Will. Kuş denileni yaptı ve sonra meleğin her zamanki ek-şi sesiyle konuştu. "Bunu yalnızca mutlaka gerekli olduğunda yapaca-ğım. Ne kadar küçültücü olduğunu anlatamam." "Ne fena," dedi Will. "Bu dünyada ne zaman insanlar-la karşılaşsak, kuşa dönüş. Kızmanın, itiraz etmenin an-lamı yok. Dediğimi yap, yeter." Karatavuk Will'in omzundan uçup havada yok olduve melek yeniden belirerek yarı aydınlıkta surat astı. Di-ğer dünyaya geçmeden önce Will çevresine bakmarakhavayı kokladı, Lyra'nın tutsak tutulduğu dünyayı tanı-maya çalıştı."Eşin şimdi nerede?" dedi."Kadının peşinden güneye gidiyor.""O zaman sabah olduğunda biz de o tarafa gideceğiz." Ertesi gün Will saatlerce yürüdü, ama kimseyi bula-madı. Daha çok kısa, kuru otlarla kaplı alçak tepeleri gö-rüyor ve ne zaman yüksek bir yere rast gelse, çevresinebakmarak insanlara ait yerleşim yerlerinden bir iz arıyor,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ama bulamıyordu. Tozlu kahverengi-yeşil ıssızlıktaki tekdeğişim, uzakta beliren daha koyu yeşil lekeydi. Will o tarafa yöneldi, çünkü Balthamos onun bir orman olduğu-nu ve içinde güneye akan bir ırmak bulunduğunu söyle-mişti. Güneş en tepeye tırmandığında Will alçak çalılarınarasında uyumaya çalıştı, ama uyuyamadı. Akşam çöker-ken ayakları ağrımaya başlamış ve bitkin düşmüştü."Yavaş ilerliyoruz," dedi Balthamos ekşi ekşi. "Elimde değil," dedi Will. "İşe yarayacak bir şey söy-leyemiyorsan, hiç konuşma daha iyi." Ormanın kıyısına vardığında güneş alçalmıştı ve havapolen doluydu, öyle ki Will defalarca hapşırarak yakın-lardaki bir kuşu ürküttü ve kuş haykırarak uçup gitti."Bugün gördüğüm ilk canlı varlıktı," dedi Will."Kampını nerede kuracaksın?" dedi Balthamos. Melek zaman zaman ağaçların uzun gölgelerinde gö-rünür oluyordu. Will onun yüzünde hırçın bir ifade ol-duğunu görebiliyordu. "Buralarda bir yerde durmam gerekecek," dedi Will."İyi bir yer bulmama yardım edebilirsin. Bir derenin se-sini duyuyorum -bak bakalım, bulabilecek misin." Melek kayboldu. Will ayaklarının izleyebileceği birpatika olmasını dileyerek ve ışığın solmasını endişeyleizleyerek, çalılarla bataklık mersinlerinin arasında yürü-meye devam etti. Bir an önce mola verecek bir yer seç-meliydi, yoksa karanlık, seçme fırsatı tanımadan, onudurmaya zorlayacaktı. "Sola," dedi Balthamos bir kol boyu uzaktan. "Bir de-re ve ateş için ölü bir ağaç. Bu taraftan..."36

Will meleğin sesini izledi ve biraz sonra onun tarif et-tiği yeri buldu. Yosunlu kayaların arasında bir dere hız-la çağıldıyor ve bir çıkıntının üzerinden küçük, dar biryarığa akarak derenin üzerine eğilmiş ağaçların gölgesin-de gözden kayboluyordu. Derenin yanında, bir çimenlikbiraz gerideki yabani otlara ve çalılara doğru uzanıyor-du. Will dinlenmeye geçmeden önce odun toplamaya gi-rişti ve biraz sonra çimenlerin üzerinde kararmış taşlar-dan bir halkaya rastladı. Biri, burada ateş yakmıştı. Birkucak dolusu inceli kalırdı dal topladı ve onları uygunboylarda kestikten sonra ateş yakmaya girişti. Ateş yak-manın en iyi yolunu bilmiyordu, odunları tutuşturmayıbaşarmadan önce epey kibrit harcadı.Melek bir tür bıkkın sabırla onu izliyordu. Ateş yandığında Will iki yulaflı bisküvi, biraz kurutul-muş et ile biraz naneli şeker yedi ve yemeğini soğuk suiçerek tamamladı. Balthamos sessizce oturuyordu. So-nunda Will sordu. "Devamlı beni mi izleyeceksin? Hiçbir yere gitmiyo-rum." "Baruk'u bekliyorum. Yakında döner. O zaman, diler-sen seni görmezden gelebilirim.""Yemek ister misin?"Balthamos hafifçe kıpırdandı: Canı çekmişti. "Demek istediğim, yemek yiyebiliyor musun, bilmi-yorum," dedi Will, "ama bir şeyler istersen, yiyebilirsin."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

37

"O ne..." dedi melek titizlikle, naneli şekeri göstere-rek."Daha çok şeker, sanırım. Ve nane. Al." Will bir kare şeker uzattı. Balthamos başını eğerekkokladı. Sonra şeker parçasını aldı; Will'in avucuna de-ğen parmaklan hafif ve serindi. "Sanırım beni besler," dedi melek. "Bir parça yeterli,teşekkür ederim." Oturdu ve sessizce şekeri fcemirdi. Will, melek gözuçundayken, ateşe bakarsa onu daha iyi görebildiğinifark etti. "Baruk nerede?" dedi. "Seninle iletişim kurabiliyormu?" "Yakında olduğunu hissediyorum. Çok yakında buradaolur. Geri döndüğünde konuşuruz. Konuşmak en iyisi." On dakika sonra kulaklarına yumuşak kanat seslerigeldi ve Balthamos hevesle doğruldu. Bir sonraki an ikimelek kucaklaşıyordu ve alevlere bakan Will sevgileri-nin karşılıklı olduğunu gördü. Sevgiden fazlası vardı: Bir-birlerine tutkuyla âşıktılar. Baruk eşinin yanına oturdu. Will ateşi karıştırdığındaikisinin üzerinden bir duman bulutu geçti. Dumanlarmeleklerin siluetini çizdiğinde Will ilk defa ikisini deaçıkça görebildi. Balthamos inceydi, dar kanatlarınıomuzlarının arkasında zarifçe katlamıştı ve yüzünde ki-birli bir horgörüyle karışık hassas, şevkli bir duygudaşlıkifadesi vardı. Sanki her şeyi sevebilecekmiş, ama mizacı38

kusurlarını unutmasına izin vermiyormuş izlenimi uyan-dırıyordu. Ama Baruk'ta kusur göremiyordu, orası kesin-di. Baruk, Balthamos'un söylediği gibi, daha genç görü-nüyordu ve yapısı daha güçlüydü, kanatlan kar beyazıve kocamandı. Onun daha sade bir doğası vardı; Baltha-mos'a, her tür bilgi ve coşkunun kaynağıymış gibi bakı-yordu. Will ikisinin birbirine duyduğu aşktan etkilendive meraklandı. "Lyra'nın nerede olduğunu öğrendin mi?" dedi haberalmak için sabırsızlanarak. "Evet," dedi Baruk. "Himalayaların çok yükseklerin-de, buz yüzünden ışığın gökkuşaklarına dönüştüğü yer-de, bir buzulun yakınında bir vadi var. Yanlış anlama-man için toprağa harita çizeceğim. Kız ağaçların arasın-daki bir mağarada tutsak. Kadın onu uyutuyor." "Uyutuyor mu? Kadın yalnız mı? Yanında asker yokmu?""Yalnız, evet. Saklanıyor.""Lyra yaralanmamış mı?" "Hayır. Yalnızca uyuyor ve düş görüyor. Sana neredeolduklarını göstereyim." Baruk solgun parmağıyla ateşin yanındaki toprağa birharita çizdi. Will defterini çıkardı ve haritayı kopyaladı.Birbirinin hemen hemen aynısı üç dağ zirvesinin arasın-da ilginç, yılansı bir şekille uzanan bir buzulu gösteriyor-du."Şimdi" dedi melek, "yaklaşıyoruz. Mağaranın bulun-39

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

duğu vadi buzulun solunda uzanıyor ve vadinin içindekar sularının aktığı bir ırmak var. Vadinin başı burası..." Bir harita daha çizdi ve Will bunu da kopyaladı; son-ra daha yakından, bir üçüncü harita. Will güçlük çekme-den oraya gidebileceğini hissediyordu -tundra ile dağlararasındaki yedi sekiz bin kilometrelik mesafeyi aşabilir-se tabii. Bıçak dünyalar arasında pencere açabiliyordu,ama belli bir dünya arasındaki mesafeleri aşamıyordu. "Buzulun yakınında bir mabetvar," diye bitirdi Baruk,"kırmızı ipek bayrakları rüzgardan yırtılmış. Ve küçük birkız mağaraya yiyecek getiriyor. Kadının bir azize oldu-ğunu, ihtiyaçlarını görürlerse onları kutsayacağını düşü-nüyorlar." "Öyle mi," dedi Will. "Demek saklanıyor... Anlamadı-ğım da bu işte. Kiliseden mi saklanıyor?""Öyle görünüyor." Will haritaları dikkatle katlayıp kaldırdı. Biraz su ısıt-mak için teneke kupayı ateşin yanındaki taşların üzerinekoymuştu. Kupaya biraz kahve tozu ekledi ve bir çubuk-la karıştırdı. Kupayı alıp içmeden önce mendilini elinesardı.Ateşin içinde yanan bir dal düştü; bir gece kuşu öttü. Aniden, Will'in sezebildiği bir sebep olmaksızın, ikimelek başlarını kaldırıp aynı yöne baktılar. Will bakışla-rını takip etti, ama hiçbir şey göremedi. Bir seferinde ay-nı şeyi kedisinin de yaptığını görmüştü: Uyuklarken ba-şını kaldırıp bakmış, görünmez birinin ya da bir şeyin40

odaya girip önünden geçmesini izlemişti. Bu, WilPin tüy-lerini diken diken etmişti. Şimdi de ediyordu."Ateşi söndür," diye fısıldadı Balthamos. Will sağlam eliyle bir avuç toprak alıp ateşi söndür-dü. Soğuk hemen iliklerine işledi ve titremeye başladı.Pelerinine sarındı ve yine başını kaldırıp baktı. Şimdi görecek bir şey vardı: Bulutların üzerinde birşekil parlıyordu ve o şekil ay değildi. Baruk'un mırıldandığını duydu: "Savaş Arabası? Ola-bilir mi?"

"O nedir?" diye fısıldadı Will. Baruk eğilerek yaklaştı ve fısıldayarak yanıt verdi:"Burada olduğumuzu biliyorlar. Bizi buldular. Will, bıça-ğını al ve..." O sözlerini bitiremeden gökyüzünden bir şey uçtu veBalthamos'a çarptı. Bir an sonra Baruk o şeyin üzerineatlamıştı ve Balthamos kanatlarını kurtarmak için kıvra-nıyordu. Üç varlık, kudretli bir örümceğin ağına yakalan-mış dev yabanarıları gibi alacakaranlıkta sessizce çabala-yarak bir o yana, bir bu yana gittiler. Onlar mücadeleederken Will'in tek duyabildiği kırılan dalların sesi veyaprak hışırtılarıydı. Bıçağı kullanamazdı: Çok hızlı hareket ediyorlardı.Will bunun yerine sırt çantasından feneri çıkarıp yaktı. Bunu hiçbiri beklemiyordu. Saldırgan, kanatlarım ha-vaya kaldırdı. Balthamos koluyla gözlerini örttü. Yalnız-ca Baruk tutmaya devam edecek sağduyuyu gösterdi.41

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama Will düşmanının ne olduğunu görebilmişti: diğerikisinden çok daha iri, çok daha güçlü bir başka melek.Baruk elini yeni meleğin ağzına kapamıştı."Will!" diye haykırdı Balthamos. "Bıçak -bir pencereaç..."Aynı anda saldırgan, Baruk'un ellerinden kurtulupbağırdı:"Lord Naip! Onları buldum!"Ses WilPin kulaklarını çınlattı; hiç böyle bir feryat duy-mamıştı. Bir an sonra melek havaya fırlayacak oldu, amaWill feneri bırakıp öne atladı. Bir yamaç-öcüsü öldürmüş-tü, ama bıçağı kendisine benzeyen biri üzerinde kullan-mak çok daha zordu. Yine de, çırpınan büyük kanatlarıkollarında toparladı ve bıçağı kuş tüylerine tekrar tekrarindirdi, öyle ki sonunda hava döne döne düşen beyaz ta-nelerle doldu. Vahşi duyguların etkisi altında olmasınarağmen Balthamos'un sözlerini de hatırlamıştı: Sizin ger-çek bedenleriniz var, bizim yok. Doğruydu, insanlar me-leklerden daha güçlüydü: Will meleği yere çökertiyordu.Saldırgan hâlâ o kulak paralayan sesle bağırıyordu:"Lord Naip! Bana doğru, bana doğru!" Will başını kaldırıp bakmayı başardı ve bulutların ha-reketlendiğini, döndüğünü gördü. Bulutların kendisiplazma gibi enerjiyle parlıyormuşçasına, o muazzam ışıl-tı gittikçe güçleniyordu. Balthamos bağırdı, "Will -o gelmeden meleği bırakda bir pencere aç..."42

Ama melek şiddetle mücadele ediyordu. Bir kanadınıkurtarmıştı ve yerden doğrulmaya çalışıyordu. Will yatutmaya devam edecek, ya da onu tamamen kaybede-cekti. Baruk ona yardım etmeye koştu ve saldırganın ba-şını arkaya doğru zorladı."Hayır!" diye haykırdı Balthamos. "Hayır! Hayır!" Kendini Will'in üzerine fırlatıp onun kolunu, omzunu,ellerini sarstı. Saldırgan yine bağırmaya çalıştı, ama Ba-ruk eliyle ağzını örtmüştü. Yukarıdan, kuvvetli bir dina-modan çıkarmış gibi gelen, neredeyse işitilemeyecek ka-dar pes, ama havadaki atomları titreten ve Will'in ilikle-rini ürperten derin bir sarsıntı duyuldu. "Geliyor..." diye sızlandı Balthamos. Sonunda korku-su Will'e de bulaştı. "Lütfen, lütfen, Will..."Will başını kaldırdı. Bulutlar aralanıyordu ve karanlık boşluktan çıkan birşekil hızla alçalryordu: Başta küçüktü, ama an be an,yaklaştıkça büyüdü ve daha da etkileyici oldu. Doğru-dan onlara doğru geliyordu. KötücüUüğünü sezmemekimkânsızdı. Will gözlerini bile görebildiğinden emindi."Will açmak zorundasın," dedi Baruk telaşla. Will, "Onu sıkı tut," deme niyetiyle doğruldu, amasözler daha aklından geçerken melek yere çöktü, sis gibiçözülüp yayıldı ve sonra gözden kayboldu. Will aptal gi-bi hissederek ve midesi bulanarak çevresine bakındı."Onu öldürdüm mü?" dedi titreyerek."Öldürmek zorundaydın," dedi Baruk. "Ama şimdi..."43

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bundan nefret ediyorum," dedi Will tutkuyla, "ger-çekten, gerçekten, öldürmekten nefret ediyorum! Ne za-man sona erecek?" "Gitmeliyiz," dedi Balthamos usulca. "Çabuk, Will...çabuk... lütfen..."İkisi de ölümüne korkuyordu. Will bıçağının ucuyla havayı yokladı: Bu dünyadanbaşka her dünya onlara uyardı. Hızla kesti ve başını kal-dırıp baktı: Gökyüzünden inen diğer meleğin yetişmesi-ne yalnızca saniyeler vardı ve yüzündeki ifade dehşetvericiydi. Bu mesafeden, o telaşlı saniye içinde bile, Willengin, zalim ve amansız bir zekânın, benliğini bir ucun-dan diğerine araştırdığını, taradığını hissedebiliyordu. Üstüne üstlük meleğin bir de mızrağı vardı -fırlatmakiçin onu kaldırıyordu... Meleğin uçuşunu kontrol altına alıp dik durmak ve si-lahı fırlatmak üzere kolunu kaldırmak için harcadığı obir an içinde, Will, Baruk ile Balthamos'un peşindenpencereden geçip pencereyi arkasından kapadı. Parmak-ları son santimetreyi bastırıp kaparken havada bir baskıhissetti -ama baskı geçti ve Will artık güvendeydi: Bu,diğer dünyada, kendisini delip geçebilecek olan mızra-ğın baskısıydı. Parlak ay ışığı altında kumlu bir kıyıdaydılar. Karayadoğru dev eğreltiotları büyüyordu; kıyıda, alçak kum te-peleri kilometrelerce uzanıyordu. Hava sıcak ve nemliy-di.44

Will iki meleğe döndü ve titreyerek, "O kimdi?" diyesordu."Metatron," dedi Balthamos. "Yapman gereken..." "Metatron mu? O kim? Neden saldırdı? Bana yalansöyleme." "Ona anlatmalıyız," dedi Baruk eşine. "Çoktan anlat-mış olmalıydın." "Evet, anlatmalıydım," diye onayladı Balthamos, "amaona kızmıştım ve senin için endişeleniyordum." "Şimdi anlatın madem," dedi Wül. "Ve unutmayın, neyapmam gerektiğini söylemenizin faydası yok -bunlarınhiçbiri benim için önemli değil; hiçbiri. Yalnızca' Lyra veannem önemli. Ve," diye ekledi Balthamos'a hitaben,"senin deyişinle, her tür metafizik spekülasyonun anlamıbu işte." "Sanırım bildiklerimizi sana anlatmalıyız," dedi Baruk."Will, seni aramamızın, seni Lord Asriel'e götürmek zo-runda olmamızın sebebi bu. Krallığın -Otorite'nin dün-yasının- sırlarından birini keşfettik ve onu Lord Asriel'lepaylaşmalıyız. Burada güvende miyiz?" diye ekledi, çev-resine bakınarak. "Buraya gelmelerinin yolu yok mu?""Bu farklı bir dünya. Farklı bir evren." Üzerinde durdukları kumlar yumuşaktı ve yakındakikum tepesinin yamacı davetkardı. Ay ışığı altında kilo-metrelerce uzağı görebiliyorlardı; tamamen yalnızdılar. "O zaman anlatın bana," dedi Will. "Bana Metatron'uve bu sırrı anlatın. Neden melek ona Naip diyordu? Ve45

Otorite ne? Tanrı mı?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Will oturdu. Ay ışığı altında, Will'in biçimlerini her za-mankinden daha açık görebildiği iki melek de yanmaoturdu. Balthamos sessizce konuştu, "Otorite, Tanrı, Yaradan,Efendi, Yahweh, El, Adonai, Kral, Baba, Kadir-i Mutlak-kendine verdiği isimler bunlar. O asla yaratıcı değildi.Bizim gibi bir melekti- evet, ilk melek, en güçlüsü, amao da Toz'dan oluştu, tıpkı bizim gibi; ve Toz, maddekendi kendini anlamaya başladığı zaman olan şeyin adıyalnızca. Madde maddeyi sever. Kendini d^ha iyi anla-mayı ister ve Toz oluşur. İlk melekler Toz'dan yoğunlaş-tı ve Otorite onların ilkiydi. Ondan sonra gelenlere, on-ları kendisinin yarattığını söyledi, ama bu yalandı. Dahasonra gelenlerden biri, bir dişi, ondan daha bilgeydi vegerçeği öğrendi, bu yüzden Otorite onu sürgüne yolladı.Biz hâlâ o dişiye hizmet ediyoruz. Krallığa hâlâ Otoritehükmediyor ve Metatron da onun Naip'i. "Ama Bulutlu Dağ'da keşfettiğimiz şeye gelince, özü-nü sana anlatamayız. Bunu ilk duyanın Lord Asri el ola-cağına dair birbirimize yemin ettik." "O zaman anlatabileceğiniz kadarını anlatın. Beni ka-ranlıkta bırakmayın." "Bulutlu Dağ'a giden yolu bulduk," dedi Baruk ve he-men devam etti: "Affedersin; bu terimleri çok rahat kul-lanıyoruz. Ona bazen Savaş Arabası denir. Sabit bir yer-de değildir, anlıyor musun; yer değiştirir. Nereye gider-46

se gitsin, krallığın yüreği, onun kalesi, sarayı orası olur.Otorite gençken de orası bulutlarla kaplıydı, ama zamangeçtikçe o daha fazlasını topladı ve bulutlar daha yoğunoldu. Binlerce senedir kimse zirveyi görmedi. Bu yüzdenkalesi artık Bulutlu Dağ olarak biliniyor.""Orada ne buldunuz?" "Otorite dağın yüreğindeki bir odada oturuyor. Onugördük, ama yaklaşamadık. Gücü..." "Gücünün büyük kısmını aktardı," diye araya girdiBalthamos, "daha önce söylediğim gibi, Metatron'a. Ne-ye benzediğini gördün. Ondan daha önce de kaçtık, amaşimdi bizi yine gördü, daha da önemlisi, seni gördü, bı-çağı gördü. Ben söylemiştim..." "Balthamos," dedi Baruk nazikçe, "Will'i paylama.Yardımına ihtiyacımız var ve bizim öğrenmek adınabunca zaman harcadığımız bir şeyi bilmediği için onusuçlayamayız."Balthamos bakışlarını kaçırdı. "Demek sırrınızı bana söylemeyeceksiniz?" dedi Will."Tamam. O zaman bana şunu söyleyin: Öldüğümüz za-man ne oluyor?"Balthamos şaşkınlıkla ona döndü. "Eh, bir ölüler dünyası var," dedi Baruk. "Nerede bu-lunduğunu, orada neler olduğunu kimse bilmiyor. Balt-hamos sayesinde benim hayaletim oraya hiç gitmedi;ben, eskiden Barukün hayaleti olan şeyim. Ölüler dün-yası bizim için de aynı ölçüde karanlık."47

"Orası bir hapishane," dedi Balthamos. "Otorite ilkçağlarda kurdu orayı. Neden bilmek istiyorsun? Zamanla

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

göreceksin zaten.""Babam yeni öldü de ondan. Öldürülmeseydi, bildiğiher şeyi bana anlatacaktı. Bir dünya olduğunu söyledin-bu dünya gibi bir dünya mı? Bir başka evrende mi?"Balthamos Baruk'a baktı. Baruk omuzlarını silkti."Peki, ölüler dünyasında ne oluyor?" diye devam ettiWill. ( "Bilmek imkânsız," dedi Baruk. "O dünyayla ilgili herşey sır. Kiliseler bile bilmiyor; inananlarına Cennet'te ya-şayacaklarını söylüyorlar, ama bu yalan. İnsanlar gerçek-ten bilseydi...""Babamın hayaleti oraya gitti.""Kuşkusuz. Ondan önce ölen milyonlarca insan gibi."Will hayal gücünün titrediğini hissetti."Peki, büyük sırrınız her neyse, neden onunla hemenLord Asriel'e gitmediniz de beni aramaya geldiniz?" dedi."Yanımızda iyi niyetimizi kanıtlayan bir şey götür-mezsek onun bize inanacağından emin değildik," dediBalthamos. "Uğraştığı onca kudretli varlığın arasında, alttabakadan iki melek -bizi neden ciddiye alsın ki? Amaona bıçağı ve taşıyıcısını götürebilirsek belki dinler. Bı-çak güçlü bir silah ve Lord Asriel seni yanında görmek-ten memnun olur." "Eh, kusura bakmayın," dedi Will, "ama bu bana za-yıf bir açıklamaymış gibi geldi. Sırrınıza güvenseydiniz,48

Lord Asriel'i görmek için bir bahaneye ihtiyaç duymaz-dınız." "Bir sebep daha var," dedi Baruk. "Metatron'un biziizleyeceğini biliyorduk ve bıçağın onun eline geçmesiniistemedik. Seni ilk önce Lord Asriel'e gitmeye ikna ede-bilirsek, en azından o zaman..." "Ah, hayır, böyle bir şey olmayacak," dedi Will. "Sizbenim Lyra'ya ulaşmamı kolaylaştırmıyor, zorlaştırıyor-sunuz. En önemli şey o ve siz onu tamamen unutuyor-sunuz. Eh, ben unutmuyorum. Neden siz Lord Asriel'egidip, beni rahat bırakmıyorsunuz? Onu dinlemeye zor-layın. Benim yürüyebileceğimden çok daha hızlı bir bi-çimde, uçarak gidebilirsiniz. Ne olursa olsun, ben ilk ön-ce Lyra'yı bulacağım. Siz dediğimi yapın. Gidin. Beni bı-rakın." "Ama bana ihtiyacın var," dedi Balthamos gergin ger-gin, "çünkü ben senin cininmişim gibi yapabilirim,Lyra'nın dünyasında cinin olmadan dikkat çekersin." Will konuşamayacak kadar kızmıştı. Ayağa kalkıp yu-muşak, derin kumlarda yirmi adım yürüdü, sonra durdu,çünkü sıcak ve nem baş döndürücüydü. Arkasına döndüğü zaman iki meleğin kafa kafaya ver-miş, konuştuğunu gördü. Sonra mahcup ve alçakgönül-lü, ama aynı zamanda gururlu tavırlarla Will'in yanınageldiler. "Özür dileriz," dedi Baruk. "Ben tek başıma Lord As-riel'e gideceğim ve bildiklerimizi ona aktaracağım. On-49

dan, kızını bulman için sana yardım yollamasını isteye-ceğim. Dosdoğru gidebilirsem, uçarak iki gün alır."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Ben de seninle kalacağım Will," dedi Balthamos."Şey," dedi Will, "teşekkür ederim."İki melek kucaklaştı. Sonra Baruk kollarını Will'e do-ladı ve onu iki yanağından öptü. Öpücükler, tıpkı Balt-hamos'un elleri gibi, hafif ve serindi. "Lyra'ya doğru ilerlemeye devam edersek," dedi Will,"bizi bulabilir misin?" "Balthamos'u asla kaybetmem," dedi Baruk ve gerile-di. Sonra havaya fırladı, gökyüzünde hızla yükseldi vedağınık yıldızların arasında kayboldu. Balthamos ümitsizbir özlemle onun peşinden bakıyordu. "Burada mı uyuyalım, yoksa devam mı edelim?" dedisonunda Will'e dönerek."Burada uyuyalım," dedi Will. "O zaman sen uyu. Ben tehlikelere karşı nöbet tuta-rım. Will sana karşı aksi davrandım. Hata ettim. En bü-yük yükü sen taşıyorsun. Seni paylamak yerine sana yar-dım etmeliydim. Bundan sonra daha nazik olmaya çalı-şacağım." Böylece Will ılık kumların üzerine uzandı. Yakındabir yerde meleğin nöbet tuttuğunu biliyordu, ama bupek az teselli veriyordu.50

buradan çıkaracağım, Roger, söz veriyorum. Will degeliyor, geleceğinden eminim!" Roger anlamıyordu. Solgun ellerini açtı ve başını ikiyana salladı. "Onun kim olduğunu bilmiyorum ve buraya gelmeye-cek, " dedi, "ve gelse bile beni tanımayacak." "Bana geliyor, " dedi Lyra, "ve Will ile ben, ab, nasılolacağını bilmiyorum Roger, ama yemin ederim yardımedeceğiz. Bizim tarafımızda başkalarının da olduğunuunutma. Serafina var, İorek var, ve...

3Leş YiyicilerŞövalyenin kemikleri toza,iyi kılıcı pasa dönüştü, ve nıhu,umarım, Azizlerin yanındadır.S. T. Coleridge Enara Gölü cadılarının klan kraliçesi Serafina Pekkalabulanık Arktik göklerinde ağlaya ağlaya uçuyordu. Öfke,korku ve vicdan azabıyla ağlıyordu: Coulter denen, öldür-meye yemin ettiği kadına öfke; sevgili ülkesine olanlar-dan korku; ve vicdan azabı... Vicdan azabıyla daha sonrayüzleşecekti. Bir yandan da, aşağıda uzanan, erimeye yüz tutmuşbuzlu zirveye, sel basmış ovadaki ormana, kabarmış de-nize bakıyor ve yüreği burkuluyordu. Ama anayurdunu ziyaret etmek ve kız kardeşlerini te-selli edip, cesaretlendirmek için durmadı. Bunun yerinekuzeye, daha kuzeye, Svalbard'm, zırhlı ayı İorek Byrni-son'un krallığının sislerine ve fırtınalarına doğru uçtu.52

Ana adayı zor tanıdı. Dağlar çıplak ve siyahtı, güneşe

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sırtını dönmüş birkaç saklı vadinin gölgeli köşelerindebirazcık kar kalmıştı yalnızca; ama senenin bu vaktindegüneşin burada ne işi vardı ki zaten? Doğa tamamen al-tüst olmuştu. Ayı-kralı bulması gününün büyük kısmını aldı. Onuadanın kuzey kenarındaki kayaların arasında, bir morsunpeşinden hızla yüzerken buldu. Ayıların suda avlanmasıdaha zordu: Toprak buzla kaplı ve memeliler nefes almakiçin yüzeye çıkmak zorundayken, ayılar kamuflaj avanta-jını kullanıyor ve avlarını alışık olduğu ortamın dışındayakalıyordu. İşlerin böyle yürümesi gerekiyordu. Ama İorek Byrnison açtı ve kudretli morsun keskindişleri bile onu uzak tutamadı. Serafina yaratıkların be-yaz deniz serpintilerini kırmızıya dönüştürerek savaşma-sını izledi. İorek'in mors leşini dalgaların içinden çıkar-masını, ziyafet sırasının kendilerine gelmesini saygılı birmesafeden bekleyen hırpani üç kürklü tilkinin bakışlarıaltında geniş kayalık çıkıntıya taşımasını izledi. Ayı-kral yemeğini bitirdiğinde Serafina onunla konuş-

mak için aşağı doğru uçtu. İşte, vicdan azabıyla yüzleş-me zamanı gelmişti. "Kral İorek Byrnison," dedi, "lütfen, sizinle konuşabi-lir miyim? Silahlarımı yere bırakıyorum." Yayını ve oklarını aralarında duran ıslak kayanın üze-rine bıraktı. İorek silahlara kısa bir bakış fırlattı. Serafina,ayının yüzü duygularını yansıtabiliyor olsaydı, şu anda53

şaşkın gözüküyor olacağını anladı. "Konuş Serafina Pekkala," diye homurdandı İorek."Biz hiç savaşmadık, değil mi?" "Kral İorek, yoldaşınız Lee Scoresby'yi korumayı ba-şaramadım." Ayının küçük siyah gözleri ve kan lekeli burnu olduk-ça kıpırtısızdı. Serafina Pekkala rüzgarın ayının sırtında-ki bej-beyaz kılların uçlarını oynattığını görebiliyordu.İorek hiçbir şey söylemedi."Mr. Scoresby öldü," diye devam etti Serafina. "Ayrıl-madan önce, ihtiyaç duyarsa diye, beni çağırmak içinkullanabileceği bir çiçek verdim ona. Çağrısını duydumve ona uçtum, ama onu bulduğumda çok geçti. Bir Mos-kovalı birliğiyle savaşırken öldü, ama onları oraya neyingetirdiğini, rahatlıkla kaçabilecekken Mr. Scoresby'ninneden onları oyalamaya çalıştığını bilmiyorum. Kral İo-rek, vicdan azabından perişan oldum.""Bu nerede oldu?" dedi İorek Byrnison."Bir başka dünyada. Bunu anlatmam biraz zaman ala-cak.""Öyleyse başla." Serafina ona Lee Scoresby'nin ne yapmak üzere yolaçıktığını anlattı: Amacı Stânislaus Grumman olarak bili-nen adamı bulmaktı. Serafina ona Lord Asriel'in dünya-lar arasındaki engeli nasıl aştığını ve bunun bazı sonuç-larını anlattı -buzların erimesi gibi sonuçları. Cadı RutaSkadi'nin meleklerin peşinden uçmasını anlattı; o uçan54

varlıkları ayı-krala, Ruta'nın kendisine tarif ettiği gibi ak-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tarmaya çalıştı: üstlerinde parlayan ışığı, kristal gibi ber-rak görünümlerini, zengin bilgeliklerini. Sonra Lee'nin çağrısına koştuğunda neyle karşılaştığı-nı anlattı. "Korumak için cesedine büyü yaptım," dedi ona."Görmek isterseniz, siz görene dek sağlam kalacak. Amabu beni tedirgin ediyor Kral İorek. Her şey ediyor, amaen çok da bu.""Çocuk nerede?" "Onu kız kardeşlerimin yanında bıraktım, çünküLee'nin çağrısına yanıt vermem gerekiyordu.""Aynı dünyada mı?""Evet, aynı dünyada.""Buradan oraya nasıl ulaşabilirim?" Serafina açıkladı. İorek Byrnison ifadesizce dinledi vesonra, "Ben Lee Scoresby'yi bulacağım. Sonra güneyegitmeliyim," dedi."Güneye mi?" "Bu topraklarda buzlar eridi. Bu konuda düşünüyor-dum Serafina Pekkala. Bir gemi kiraladım." Üç küçük tilki sabırla beklemekteydi. İkisi uzanmış vebaşlarını pençelerinin üzerine koymuş bir halde izliyor-lardı. Üçüncüsü hâlâ oturuyor ve konuşmaları takip edi-yordu. Leş yiyici olan Arktik tilkileri, biraz dil öğrenmiş-lerdi, ama beyinleri öyle biçimlenmişti ki, geniş zamankipiyle kurulan cümlelerden başkasını anlamıyorlardı.55

İorek ile Serafina'nın söylediği pek çok şey onlar için an-lamsız gürültüydü. Dahası, konuştukları zaman, söyle-diklerinin çoğu yalan olurdu, bu yüzden işittiklerini tek-rarlasalar da önemli değildi: Kimse nelerin doğru oldu-ğunu anlamazdı, ama safdil yamaç-öcüleri genellikle işit-tiklerinin çoğuna inanırlardı ve hayal kırıklıklarından as-la ders almazlardı. Ayılar ve cadılar, tıpkı geride bıraktık-ları leşlere olduğu gibi, konuşmalarının da didik didikedilmesine alışıktılar. "Ya sen Serafina Pekkala?" diye devam etti İorek."Sen şimdi ne yapacaksın?" "Çingenleri bulmaya gideceğim," dedi Serafina. "On-lara ihtiyaç olacağını sanıyorum.""Lord Faa," dedi ayı, "evet. İyi savaşçılardır. Hoşçagit-" Sırtını döndü ve su sıçratmadan denize daldı. Düzen-li, yorulmak bilmez pençe darbeleri ile yeni dünyayadoğru yüzmeye başladı. Bir süre sonra İorek Byrnison yanmış bir ormanın kı-yısındaki kararmış çalıların ve sıcaktan yarılmış kayalarınarasından geçti. Güneş dumanlı bir sisin içinden parlı-yordu, ama İorek, tıpkı beyaz kürkünü kirleten kömürtozu ve bir lokma yiyecek arayan tatarcıklara yaptığı gi-bi, sıcağı da göz ardı etti. Çok uzun yoldan gelmişti ve yolculuğunun bir nokta-sında, kendini o diğer dünyaya yüzerken bulmuştu. Su-56

yun tadındaki, havanın sıcaklığındaki değişimden anla-mıştı, ama hava hâlâ nefes alınabilecek gibiydi ve su hâ-lâ vücudunu taşıyordu, bu yüzden İorek yüzmeye de-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

vam etti. Şimdi denizi geride bırakmıştı ve Serafina Pek-kala'nın tarif ettiği yere yaklaşıyordu. Çevresine göz gez-dirdi, kara gözlerini kaldırıp tepesinde yükselen ve gü-neş altında parlayan kireçtaşı kayalıklarına baktı. Yanık ormanın kıyısıyla dağlar arasındaki, ağır kaya-lar ve taş yığmlarıyla kaplı yamaca kavrulmuş, çarpılmışmetal parçalar saçılmıştı: karmaşık bir makineye ait ger-giler ve kayışlar. İorek Byrnison onlara, hem bir savaşçıhem de bir demirci olarak bakıyordu, ama o parçalararasında kullanabileceği bir şey yoktu. Çoğundan dahaaz zarar görmüş bir gergiye kudretli pençesiyle bir çizikattı ve metalde zayıflık sezince hemen sırtını dönüp yinedağı taradı. İşte o zaman aradığı şeyi buldu: çıkıntılı duvarlarınarasında geriye doğru giden dar bir sel yatağı ve girişin-de, iri ve alçak bir kaya. İstikrarlı adımlarla o tarafa tırmandı. Dev ayaklarınınaltında, kuru kemikler kıpırtısızlığı bozan bir sesle kırılı-yordu, çünkü burada çok insan ölmüş, çakallar, akbaba-lar ve daha küçük yaratıklar tarafından yenmişlerdi. Amabüyük ayı onları görmezden geldi ve dikkatle kayayadoğru ilerledi. Kaygan ve ağır bir yürüyüş oluyordu.Ayaklarının altındaki taşlar birkaç kez kaydı ve İorek'ibir toz ve çakıl seli eşliğinde aşağıya sürükledi. Ama İo-57

rek düşüşü sona erer ermez bir kez daha sabırla, aman-sızca tırmanmaya başlıyordu. Sonunda kayaya ulaştı veayaklarını yere daha sağlam bir şekilde bastı. Kaya, mermi izleri ile delik deşik olmuş, çentilmişti.Cadının anlattığı her şey doğruydu. Ve cadının işaret ola-rak bir çatlağa ektiği küçük bir Arktik çiçeği -mor bir taş-kıran- olanaksız görünmesine rağmen çiçek açmıştı. İorek Byrnison kayanın üst tarafına geçti. Aşağıdansaldıran düşmana karşı iyi bir sığınaktı, ama yeterince iyideğildi, çünkü kayayı çenten mermi yağmurundan bir-kaç tanesi hedefini bulmuş ve gölgede kaskatı yatmaktaolan adama saplanıp durmuşlardı. Hâlâ bir cesetti, iskelet değil, çünkü cadı onu koru-yan bir büyü yapmıştı. İorek eski yoldaşının yüzününyaraların acısıyla gerilmiş olduğunu görebiliyordu. Mer-milerin girdiği yerde, giysilerindeki düzensiz deliklerigörebiliyordu. Cadının büyüsü dökülmüş olması gere-ken kanı korumamışti; böcekler, güneş ve rüzgar akankanı tamamen dağıtmıştı. Lee Scoresby ne uyuyormuş gi-bi görünüyordu ne de huzur bulmuş gibi. Savaşta ölmüşgibi görünüyordu, ama aynı zamanda, savaşının başarılıolduğunu biliyormuş gibiydi. Ve Texaslı balon pilotu, İorek'in saygı duyduğu bir-kaç insandan biri olduğu için, adamın ona sunduğu sonarmağanı kabul etti. Becerikli pençe darbeleri ile ölüadamın giysilerini parçalayıp kenara itti, cesedi tek birdarbeyle açtı ve eski dostunun eti ve kanıyla kendine zi-58

?afet çekti. Günlerdir ilk defa yemek yiyordu ve karnıacıkmıştı. Ama ayı-kralın zihninde karmaşık bir düşünceler ağıoluşmaktaydı ve içinde açlık ile tokluktan daha fazlası

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

vardı. Gümüşdil adını verdiği, en son Svalbard'daki ken-di adasında, buzullardaki büyük bir yarığın üzerindekikırılgan kar köprüsünden geçerken gördüğü küçükLyra'nın anısı vardı. Sonra, cadılar arasındaki çalkantı,antlaşmalar, ittifaklar ve savaş söylentileri vardı. Ve birde, son derece tuhaf olan yeni dünya gerçeği ve cadınınbuna benzer pek çok dünya bulunduğu ve hepsinin ka-derinin bir şekilde çocuğun kaderine bağlı olduğu konu-sundaki ısrarı vardı. Sonra, buzların erimesi konusu vardı. O ve halkı buz-ların üzerinde yaşardı. Buzlar onların eviydi, buzlar on-ların kalesiydi. Arktik'teki engin kargaşadan sonra buzlaryok olmaya başlamıştı ve İorek soydaşları için buzlarlakaplı bir mekân bulması gerektiğini biliyordu, aksi hal-de yok olacaklardı. Lee ona güneydeki dağların bazıları-nın, balonuyla üstlerinden uçmasını imkânsız kılacak ka-dar yüksek olduğunu, zirvelerinin sene boyunca kar vebuzlarla kaplı olduğunu anlatmıştı. İorek'in bir sonrakigörevi bu dağları keşfetmekti. Ama şimdilik yüreğinde daha basit bir şey vardı, da-ha parlak, daha haşin ve daha sarsılmaz bir şey: intikam.Balonuyla İorek'i tehlikeden kurtaran ve kendi dünya-sındaki Arktik'te onun yanında savaşan Lee Scoresby öl-59

müştü. İorek onun intikamını alacaktı. O iyi adamın etive kemiği onu hem besleyecek hem de yüreğini doyura-cak kadar kan dökülene kadar ona huzur vermeyecekti. İorek yemeğini bitirdiğinde güneş batıyordu ve havaserinliyordu. Kalan parçalan tek bir yığın halinde topla-yan ayı, çiçeği ağzıyla kaldırdı ve insanların yapmayı sev-diği gibi yığının tam ortasına bıraktı. Cadının büyüsü ar-tık bozulmuştu; Lee'nin cesedi gelen her şeye açıktı. Ya-kında bir düzine ayrı yaşam biçimini besliyor olacaktı. İorek yamaç aşağı denize, güneye doğru yola koyul-du. Yamaç-öcüleri, bulabildikleri zaman, tilki severlerdi.Küçük yaratıklar sinsiydi ve yakalaması zordu, ama etle-ri yumuşak ve pis kokuluydu. Yamaç-öcüsü yakaladığı tilkiyi öldürmeden önce ko-nuşmasına izin verdi ve onun aptalca gevezeliklerinegüldü. "Ayı güneye gitmeli! Yeminle! Cadı tedirgin! Gerçek-ten! Yeminle! Söz veririm!""Ayılar güneye gitmez seni yalancı pislik!" "Gerçekten! Kral ayı güneye gitmeli! Morsu göstere-yim -güzel yağlı iyi...""Kral ayı güneye mi gidiyor?" "Uçan şeylerde de hazine var! Uçan şeyler -melekler-kristal hazine!""Uçan şeyler mi -yamaç-öcüleri gibi mi? Hazine ne?"60

"Işık gibi, yamaç-öcüsü gibi değil. Zengin! Kristal! Ca-d! huzursuz -cadı üzgün- Scoresby ölü...""Öldü mü? Baloncu adam öldü mü?" Yamaç-öcüsü-nün kahkahası kuru yamaçlarda yankılandı."Cadı öldürür -Scoresby ölü, kral ayı güneye gider...""Scoresby öldü! Ha, ha, Scoresby öldü!"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Yamaç-öcüsü tilkinin başını kopardı ve iç organlarıiçin kardeşleriyle savaştı.61

gelecekler, gelecekler!""Ama sen neredesin Lyra?"Lyra buna yanıt veremedi. "Sanırım rüya görüyorum,Roger," diyebildi yalnızca. Küçük çocuğun arkasında başka hayaletler görebili-yordu; düzinelercesi, yüzlercesi kafa kafaya vermiş, dik-katle izliyor, her kelimeyi dinliyorlardı. "Ya o kadın?" dedi Roger. "Umarım ölmemiştir. Uma-rım yaşayabildiğime yaşar. Çünkü buraya gelirse, sak-lanacak hiçbir yer bulamaz, sonsuza dek bizimle kalır,ölü olmakta görebildiğim tek iyi şey bu, o kadının ölme-miş olması. Ama bir gün öleceğini biliyorum..."Lyra korkmuştu. "Sanırım rüya görüyorum ve onun nerede olduğunubilmiyorum!" dedi. "Yakında bir yerde. Ben... 4Ama ve YarasalarOyun oynuyormuş gibi yatıyordu...Canı sıçrayıp gitmişti...Geri dönmeye niyetliydi...Ama pek de yakında değil...Emily Dickinson Çoban kızı Ama uyuyan kızın anısını hafızasında taşı-yordu: Onu düşünmeden edemiyordu. Mrs. Coulter'msöylediklerinin gerçekliğinden bir an bile kuşku etme-mişti. Büyücüler vardı, kuşkusuz, ve onların uyku büyü-leri yapmaları ve bir annenin kızma o haşin, sevecen ta-vırla bakması pekala mümkündü. Ama mağaradaki gü-zel kadın ve büyülenmiş kızı için tapınmaya varan birhayranlık besliyordu. Fırsat buldukça, sık sık küçük vadiye gidiyor, kadıniçin ufak tefek işler yapıyor ya da yalnızca gevezelik edi-yor ve dinliyordu, çünkü kadın harika hikâyeler anlatıyor-du. Uyuyan kızı görme umuduyla tekrar tekrar o tarafa ba-kıyordu, fakat onu yalnızca bir kez görebilmişti ve buna63

bir daha izin verilmeyebileceği gerçeğini kabullenmişti. Ve koyunları sağarken, yünlerini tararken ve eğirir-ken, ekmeklik arpa öğütürken, yapılmış olması gerekenbüyüyü ve niye yapıldığını durmaksızın düşünüyordu.Mrs. Coulter bunu ona söylememişti, fakat Ama hayal et-mekte özgürdü. Bir gün balla tatlandırılmış bir parça pide aldı ve üçsaat taban tepip manastırın bulunduğu Cho-Lung-Se'yegitti. Sabırla dil dökerek ve ballı ekmeğin birazını kapı-cıya rüşvet vererek, büyük şifacı Pagdzin tulku ile görüş-meyi başardı. Pagdzin tulku daha geçen sene beyazhumma salgınını tedavi etmişti ve bilgeliği muazzamdı. Ama yüce adamın hücresine girdi ve yerlere kadareğilerek kalan ballı ekmeğini becerebildiğince alçakgö-nüllü bir tavırla uzattı. Keşişin yarasa cini Ama'ya doğruçullandı ve çevresinde uçarak Ama'nm cini Kulang'ı kor-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kuttu. Kulang saklanmak için Ama'nm saçlarının içinedaldı, fakat Pagdzin tulku konuşana dek Ama sessizceve kıpırtısızca beklemeye çalıştı. "Evet çocuğum? Çabuk ol, çabuk ol," dedi adam herkelimeyle uzun kır sakalını sallayarak.Loş ışıkta sakalı ve parlak gözlerinden başka pek azşey görülebiliyordu. Cini tepedeki kirişe kondu ve sonun-da kıpırtısızca oradan sarktı. "Lütfen, Pagdzin tulku" de-di Ama, "bilgelik kazanmak istiyorum. Nasıl büyü ve si-hir yapılır, öğrenmek istiyorum. Bana öğretebilir misiniz?""Hayır," dedi adam.64

Ama bunu bekliyordu. "Şey, bana tek bir çare öğrete-bilir misiniz?" diye sordu alçakgönüllülükle. "Belki. Ama sana ne olduğunu söylemeyeceğim. Sanailacı verebilirim, ama sırrını söylemem." "Tamam, teşekkür ederim, bu büyük bir nimet," dediAma tekrar tekrar eğilerek."Hastalık ne ve kim yakalandı?" dedi yaşlı adam. "Uyku hastalığı," diye açıkladı Ama. "Babamın kuze-ninin oğlu yakalandı." Şifacının mağaradaki kadını işitmiş olması ihtimalinekarşı, hastanın cinsiyetini değiştirerek fazla akıllılık etti-ğinin farkındaydı."Peki, bu oğlan kaç yaşında?" "Benden üç yaş büyük Pagdzin tulku," diye tahminyürüttü Ama, "yani on iki yaşında. Devamlı uyuyor, birtürlü uyanamıyor." "Neden anne babası gelmedi bana? Neden seni gön-derdiler?" "Çünkü köyümün diğer tarafında, uzakta yaşıyorlar veçok fakirler Pagdzin tulku. Akrabamın hastalığını dahadün duydum ve hemen sizden öğüt istemeye geldim." "Hastayı görmeli, onu iyice muayene etmeliyim. Uy-kuya daldığı saatte gezegenlerin hangi konumda oldu-ğunu araştırmalıyım. Bu tür şeyler aceleye getirilmez.""Götürebileceğim bir ilaç veremez misiniz bana?" Yarasa cin tutunduğu yeri bıraktı ve yere düşmedenhemen önce kara kanatlarını çırparak kenara kaçındı,65

odanın içinde sessizce bir o yana, bir bu yana uçtu. O ka-dar hızlıydı ki Ama takip edemiyordu. Fakat şif acının par-lak gözleri onun nereye gittiğini çok iyi görebiliyordu.Cin bir kez daha kirişten sarkıp kara kanatlarına sarındı-ğında, yaşlı adam ayağa kalktı ve cinin ziyaret ettiği sıray-la raf raf, kavanoz kavanoz, kutu kutu arandı; buradanbir kaşık dolusu toz aldı, oradan bir tutam ot ekledi. Topladığı malzemeleri bir taş havana doldurdu ve birsihir mırıldanarak hepsini ezip karıştırdı. Sonra tokmağıçınlayan havanın kenarına tıklatarak son zerreleri de sil-keledi; bir fırça ve mürekkep aldı ve bir kâğıda birkaçharf yazdı. Mürekkep kuruduğunda tozu yazının üzerineboşalttı ve kâğıdı çabuk çabuk katlayıp küçük, kare birpaket haline getirdi. "Uyuyan oğlan nefes aldıkça bu tozdan biraz birazburnuna sürsünler," dedi Ama'ya. "O zaman oğlan uya-nır. Çok dikkatli yapılması gerek. Çok fazla sürerlerse,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

oğlan boğulur. Çok yumuşak bir fırça kullan." "Teşekkür ederim Pagdzin tulku," dedi Ama paketialıp iç gömleğinin cebine yerleştirerek. "Keşke size vere-cek bir ballı ekmeğim daha olsaydı." "Bir tane yeter," dedi şifacı. "Şimdi git ve bir daha gel-diğinde bana gerçeğin tamamını anlat, yalnızca bir kıs-mını değil." Kız utandı ve şaşkınlığını saklamak için yerlere kadareğildi. Çok şey belli etmediğini umuyordu.Ertesi akşam Ama ilk fırsatta vadiye seyirtti. Yanına,66

kalp meyvesi yaprağına sarılmış tatlı pirinç almıştı. Kadı-na yaptığı işi anlatmak, ilacı vermek ve onun övgülerinive teşekkürlerini kabul etmek için can atıyordu. En çokda büyülenmiş kızın uyanıp onunla konuşmasına hevesediyordu. Arkadaş olacaklardı! Ama patikadaki köşeyi dönüp yukarı baktığında altınmaymunu ve mağara ağzına oturmuş sabırlı kadını göre-medi. Mekân boştu. Sonsuza dek gittiklerinden korka-rak, son birkaç metreyi koşarak aştı -ama kadının otur-duğu sandalye, kap kaçak ve diğer eşyalar oradaydı. Ama yüreği küt küt atarak mağaranın arkasındaki ka-ranlığa baktı. Uyuyan kızın henüz uyanmamış olduğukesindi: Mağaranın loşluğunda uyku tulumunun şeklini,kızın saçları olan açık renk lekeyi ve kıvrılmış uyuyan ci-ninin beyazlığını görebiliyordu. Birazcık daha yaklaştı. Kuşkuya yer yoktu -dışarı çık-mış, büyülenmiş kızı yalnız bırakmışlardı. Ama'nın zihninde bir düşünce müzik notası gibi çın-ladı: Ya kadın dönmeden kızı Ama uyandırırsa... Daha fikrin heyecanını yasayamadan dışarıdaki pati-kadan ayak sesleri geldi ve Ama ile cini suçluluk duygu-suyla ürpererek mağaranın yanındaki kaya çıkıntısınınarkasına saklandı. Ama burada olmamalıydı. Gizlice ora-yı gözetliyordu. Bu yanlıştı. Fakat altın maymun mağara girişine çökmüş, başınıbir o yana, bir bu yana döndürerek etrafı kokluyordu.Ama onun keskin dişlerini çıkarttığını gördü ve kendi ci-67

ninin fare biçimini alıp titreyerek giysilerinin altma kaç-tığını hissetti. "Ne oldu?" dedi kadının sesi maymuna hitaben. Son-ra kadın girişe gelince mağara gölgelendi. "Kız mı gel-miş? Evet -bıraktığı yiyecek burada. Ama içeri girmeme-liydi. Getirdiği yiyecekleri patikada bırakabileceği bir yerayarlamalıyız." Kadın uyuyan kıza bakmadan eğilip ateşi canlandırdıve cini patikayı izlemek üzere yakına çömelirken, kadınısınması için ateşin üzerine bir tencere su koydu. Cini za-man zaman kalkıp mağarada çevresine bakmıyordu. Da-racık saklanma yerine sıkışmış ve rahatsız hisseden Amaiçeriye girmemiş, dışarıda beklemiş olmayı diliyordu. Nekadar kısılı kalacaktı burada? Kadın ısınan suya bazı otlar ve tozlar karıştırıyordu.Ama buharla süzülerek gelen kekre kokuları alabiliyor-du. Sonra mağaranın arkasından bir ses geldi: Kız mırıl-danarak kıpırdanıyordu. Ama başını çevirdi: Uyuyan kı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

zın hareketlendiğini, yattığı yerde döndüğünü, kolunugözlerinin üzerine attığını görebiliyordu. Kız uyanıyordu!Ve kadın hiç ilgilenmiyordu! Kızı duyduğu kesindi, çünkü kıza bir bakış fırlattı,ama yine kaynayan suya ve otlara döndü. Karışımı birbardağa doldurdu ve bekletti, ancak ondan sonra dikka-tini uyanan kıza çevirdi. Ama bu sözlerin hiçbirini anlamıyordu, ama gittikçeartan bir hayret ve kuşkuyla dinledi:68

"Şşş, hayatım," dedi kadın. "Endişe etme. Güvende-sm."Roger..." diye mırıldandı kız yarı uyanık bir halde."Serafina! Roger nereye gitti... O nerede?" "Burada bizden başka kimse yok," dedi annesi ezgilibir sesle mırıldanarak. "Kalk da annen seni temizlesin...Hadi kalk bakalım, hayatım..." Ama kızın inleyerek, çabalayarak uyanmasını, annesiniittirmesini izledi; kadın bir çanaktaki suya sünger batınpkızının yüzünü ve vücudunu sildi, sonra da kuruladı. Şimdi kız hemen hemen tamamen uyanıktı ve kadınhızlı hareket etmek zorunda kalıyordu. "Serafina nerede? Will nerede? İmdat, yardım edin!Uyumak istemiyorum -Hayır, hayır! İçmeyeceğim! Ha-yır!" Kadın bardağı bir elinde sağlamca tutarken, diğeriyleLyra'nın başını kaldırmaya çalışıyordu."Kıpırdama hayatım... sakin ol... şşş... çayını iç..." . Fakat kız kıvranırken içeceği dökecek gibi oldu vedaha yüksek sesle bağırdı: "Beni rahat bırak! Gitmek istiyorum! Bırak beni! Will,Will, bana yardım et... ah, bana yardım et..." Kadın kızın saçlarını sıkıca kavrayıp, başını arkayaeğdi ve bardağı kızın ağzına dayadı. "içmem! Bana dokunmaya cüret edersen İorek kafanıkoparır! Ah İorek, neredesin? İorek Byrnison! Bana yar-dım et İorek! İçmem... içmem..."69

Sonra kadın bir kelime söyledi ve altın maymunLyra'nm cininin üzerine atlayıp, sert, siyah parmaklarıylaonu sıkı sıkı tuttu. Cin art arda öyle hızlı şekil değiştirdiki, Ama böylesini görmemişti: kedi-yılan-sıçan-tilki-kuş-kurt-çita-kertenkele-kırsansarı... Fakat maymunun eli gevşemedi; sonra Pantalaimonoklu kirpiye dönüştü.Maymun ciyaklayarak bıraktı. Pençesine üç uzun di-ken saplanmıştı. Mrs. Coulter hırladı ve boş elinin tersiyleLyra'nm yüzüne öyle şiddetli bir tokat attı ki, Lyra yeredevrildi; daha o kendine gelemeden, Mrs. Coulter barda-ğı ağzına dayamıştı ve Lyra ya içecek ya da boğulacaktı.Ama kulaklarını tıkayabilmeyi diledi: Yutkunmalar,ağlamalar, öksürmeler, hıçkırmalar, yakarmalar, öğürme-ler dayanılmazdı. Fakat sesler yavaş yavaş soldu; bir kezdaha uykuya dalmaya başlayan kızdan yalnızca birkaçtitrek hıçkırık geliyordu -büyülü uyku ha? Zehirli uyku!İlaçlı, aldatmacalı uyku! Ama kızın boğazında beyaz birleke oluştuğunu gördü. Kızın cini kar beyazı kürkü ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

parlak siyah gözleri olan, kuyruğunun ucu siyah biten,uzun ve esnek bir yaratığa zahmetle dönüşerek kızınboynuna uzanmıştı. Ve kadın usulca şarkı söylüyor, bebek şarkıları mırıl-danıyor, kızın saçlarını alnından geriye sıvazlıyor, terle-miş yüzünü siliyordu. Kadının mırıldandığı şarkıların söz-lerini bilmediğini Ama bile anlayabiliyordu, çünkü kadı-nın ağzından bir dizi saçma hece çıkıyordu yalnızca, tat-70

lı sesiyle la-la-la, ba-ba-buu-buu gibi sesler çıkarıyordu. Sonunda bu da kesildi ve sonra kadın şaşırtıcı bir şeyyaptı: Bir makas alıp uyuyan kızın saçlarını kısalttı. Biryandan da başını bir o yana, bir bu yana çevirerek nasılolduğuna bakıyordu. Koyu sarı bir bukle aldı ve boy-nunda taşıdığı küçük altın madalyonun içine yerleştirdi.Ama nedenini anlayabiiiyordu: Kadın o saç buklesiylebaşka büyüler yapacaktı. Fakat kadın bukleyi önce du-daklarına götürmüştü... Ah, bu çok tuhaftı. Altın maymun kirpi dikenlerinin sonuncusunu da çı-karıp kadına bir şey söyledi. Kadın uzanıp mağara tava-nından uyuyan bir yarasa kaptı. Küçük siyah yaratık ka-natlarını çırparak, Ama'nm kulaklarını delip geçen, iğnekadar ince bir sesle bağırdı. Sonra kadının yarasayı cini-ne uzattığını gördü. Cin kara kanatlardan birini kopara-na kadar çekti, çekti ve sonra kanat beyaz bir sinirinucunda asılı kaldı. Ölmekte olan yarasa çığlık attı ve di-ğer yarasalar şaşkın bir ızdırap içinde mağarada uçuştu-lar. Çat... çat... pat... Altın maymun hayvanı parça parçaederken kadın canı sıkılmış gibi ateşin yanındaki uykutulumuna uzandı ve bir parça çikolatil yedi. Zaman geçti. Aydınlık soldu ve ay yükseldi, ve kadın-la cini uykuya daldılar. Her yanı tutulan, acılar içindeki Ama saklandığı yer-den çıkıp parmak uçlarına basa basa uyuyanların yanın-dan geçti ve patikayı yarılayana dek çıt çıkarmadı.Korkunun verdiği hızla dar patika boyunca koştu,71

baykuşa dönüşmüş cini yanında uçuyordu. Temiz soğukhava, ağaç tepelerinin daimi hareketi, karanlık gökyü-zünde ayın boyadığı bulutların parlaklığı ve milyonlarcayıldız Ama'yı biraz sakinleştirdi.Küçük taş evleri görünce durdu ve cini yumruğunakondu. "Yalan söyledi!" dedi Ama. "Bize yalan söyledi!- Neyapabiliriz Kulang? Dada'ya söyleyebilir miyiz? Ne yapa-biliriz?" "Söyleme," dedi cini. "Daha fazla sorun çıkar. İlaç biz-de. Onu uyandırabiliriz. Kadın uzaktayken oraya giderekkızı uyandırır ve alıp götürürüz." Bu düşünce ikisini de korkuyla doldurmuştu. Fakatsöylenmişti bir kere; küçük kâğıt paket Ama'nın cebindegüvendeydi ve onu nasıl kullanacaklarını biliyorlardı.72

uyanamıyorum, onu göremiyorum -sanırım yakın-<da~ beni incitti...""Ab Lyra, korkma! Sen de korkarsan deliririm..."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Birbirlerine sıkı sıkı sarılmaya çalıştılar, ama kollarıboş havadan geçti. Lyra ne demek istediğini açıklamayaçalıştı, karanlıkta onun küçük solgun yüzüne doğru fı-sıldadı: "Yalnızca uyanmaya çalışıyorum —hayatım boyuncauyumaktan ve sonra da ölmekten o kadar korkuyorumki- ilk önce uyanmak istiyorum! Bir saatliğine olsa daolur, yeter ki gerçekten uyanayım ve canlı olayım -bu-nun gerçek olup olmadığını bile bilmiyorum- ama sanayardım edeceğim Roger! Söz veriyorum edeceğim!" "Ama düş görüyorsan Lyra, uyandığında buna inan-mayabilirsin. Ben olsam inanmazdım, yalnızca bir düşolduğunu düşünürdüm.""Hayır!" dedi Lyra haşin bir sesle ve...

5Adamantıjt Kule.. .Tanrı'n 'nın tahtı ve monarşisine karşıhırslı bir amaçla,saMavaşçı bir gururla gökyüzündekafir bir savaş açtıJohn Milton Eriyik sülfür dolu bir göl i muazzan kanyon boyuncauzanıyor, ani gazlar püskürtecek pis kokulu buharlar sa-çıyor ve kenarında duran yakitln«, karni şekle giden yo-lu engelliyordu. Şekil gökyüzüne yükselse, •?- oau görmüş ve sonra göz-den kaybetmiş olan düşman an izcileri tanen bulurdu yi-ne, ama yerde kalırsa, bu iğrenen; çukuru geçmek o kadarçok zaman alırdı ki, mesajı 11 yerine ulaştığında çok geçolabilirdi.Risklerin büyüğünü seçmrrmes: gerekecekti. Sarı yüzey-den pis kokulu bir duman bd bulutu yükselene dek bekle-di, sonra o bulutun en yoğumun olduğu yere fırladı.' Gökyüzünün farklı yerlensrinde dört art göz o kısa anı7v 74

gördü ve dört çift kanat dumanla kirlenmiş havada aynıanda çırpınarak izleyicileri buluta doğru itti. Sonra avcıların avlarını, avın ise hiçbir şeyi göremedi-ği bir av başladı. Gölün uzak ucunda buluttan çıkan ilkkişi avantajlı olacaktı ve bu, hayatta kalmak ya da başa-rılı bir cinayet anlamına gelebilirdi. Ne yazık ki, ilk havalanan varlık temiz havaya takip-çilerinin birinden birkaç saniye sonra ulaştı. Dumanlarsürükleyerek, mide bulandırıcı kokular yüzünden başla-rı dönerek hemen birbirlerine saldırdılar. Başta av üsteçıktı, ama sonra buluttan bir avcı daha çıktı ve üçü hız-lı, vahşi bir mücadele içinde havada alev parçaları gibikıvrandılar, yükselip alçaldılar, tekrar yükseldiler ve so-nunda gölün uzak kenarındaki kayaların üzerine düştü-ler. Kalan iki avcıysa buluttan hiç çıkmadı. Diş diş sıradağların batı ucunda, hem aşağıdaki ovayıhem de arkadaki vadileri gören bir zirvede, bir milyonsene önce bir yanardağ patlamasıyla dağdan yükselmişgibi görünen bazalt bir kale vardı. Yüksek duvarların altındaki engin mağaralara her türerzak dizilmiş ve etiketlenmişti; cephaneliklerde ve si-lahhanelerde savaş makineleri kalibre ediliyor, dolduru-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lup sınanıyordu; dağın altındaki imalathanelerde, yanar-dağın ateşleri kudretli demirhanelere aktarılıyor, oradafosfor ve titanyum eritiliyor, daha önce hiç bilinmeyen,hiç kullanılmayan alaşımlar imal ediliyordu.75

5Adamant Kule...Tann'nın tahtı ve monarşisine karşıhırslı bir amaçla,savaşçı bir gururla gökyüzündekafir bir savaş açtıJohn Milton Eriyik sülfür dolu bir göl muazzam kanyon boyuncauzanıyor, ani gazlar püskürterek pis kokulu buharlar sa-çıyor ve kenarında duran yalnız, kanatlı şekle giden yo-lu engelliyordu. Şekil gökyüzüne yükselse, onu görmüş ve sonra göz-den kaybetmiş olan düşman izcileri hemen bulurdu yi-ne, ama yerde kalırsa, bu iğrenç çukuru geçmek o kadarçok zaman alırdı ki, mesajı yerine ulaştığında çok geçolabilirdi. Risklerin büyüğünü seçmesi gerekecekti. Sarı yüzey-den pis kokulu bir duman bulutu yükselene dek bekle-di, sonra o bulutun en yoğun olduğu yere fırladı.Gökyüzünün farklı yerlerinde dört çift göz o kısa anı74

oördü ve dört çift kanat dumanla kirlenmiş havada aynıanda çırpınarak izleyicileri buluta doğru itti. Sonra avcıların avlarını, avın ise hiçbir şeyi göremedi-ği bir av başladı. Gölün uzak ucunda buluttan çıkan ilkkişi avantajlı olacaktı ve bu, hayatta kalmak ya da başa-rılı bir cinayet anlamına gelebilirdi. Ne yazık ki, ilk havalanan varlık temiz havaya takip-çilerinin birinden birkaç saniye sonra ulaştı. Dumanlarsürükleyerek, mide bulandırıcı kokular yüzünden başla-rı dönerek hemen birbirlerine saldırdılar. Başta av üsteçıktı, ama sonra buluttan bir avcı daha çıktı ve üçü hız-lı, vahşi bir mücadele içinde havada alev parçaları gibikıvrandılar, yükselip alçaldılar, tekrar yükseldiler ve so-nunda gölün uzak kenarındaki kayaların üzerine düştü-ler. Kalan iki avcıysa buluttan hiç çıkmadı. Diş diş sıradağların batı ucunda, hem aşağıdaki ovayıhem de arkadaki vadileri gören bir zirvede, bir milyon

sene önce bir yanardağ patlamasıyla dağdan yükselmişgibi görünen bazalt bir kale vardı. Yüksek duvarların altındaki engin mağaralara her türerzak dizilmiş ve etiketlenmişti; cephaneliklerde ve si-lahhanelerde savaş makineleri kalibre ediliyor, dolduru-lup sınanıyordu; dağın altındaki imalathanelerde, yanar-dağın ateşleri kudretli demirhanelere aktarılıyor, oradafosfor ve titanyum eritiliyor, daha önce hiç bilinmeyen,hiç kullanılmayan alaşımlar imal ediliyordu.75

Kalenin en açık tarafında, kudretli duvarların kadimlav derelerinden dimdik yükseldiği, bir payandanın göl-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gesindeki bir noktada küçük bir kapı vardı; kapıda gecegündüz nöbetçi bekliyor, girmek isteyen herkesi sorgu-luyordu. Yukarıdaki surlarda nöbetçi değişirken, bu kapıdakinöbetçi ısınmak için ayağını bir iki kez yere vurup eldi-venli elleriyle kollarına şaplaklar attı, çünkü gecenin ensoğuk saatiydi ve yan tarafta desteği üzerinde yanan kü-çük neft alevi sıcaklık vermiyordu. Onun nöbet değişimion dakika sonraydı ve bir kupa çikolatille biraz tütünyaprağı içmeyi ve her şeyden çok da yatağına girmeyidört gözle bekliyordu.Küçük kapının vurulması beklediği en son şeydi. Ama tetikteydi ve gözetleme deliğini açarken dışarı-da duran payandadaki neft lambasının pilot alevini par-latacak musluğu çevirdi. Lambanın düşürdüğü ışıkta,başlıklı üç şekil gördü. Şekli belirsiz, hasta ya da yaralıgörünen bir dördüncüsünü taşıyorlardı. Öndeki şekil başlığını arkaya attı. Nöbetçinin bildiğibir yüzdü, ama adam yine de parolayı söyledi ve ekledi:"Onu sülfür gölünde bulduk. Adının Baruk olduğunusöylüyor. Lord Asriel'e iletmesi gereken acil bir mesajvarmış." Nöbetçi kapının sürgüsünü çekti ve üç şekil yükleri-ni güçlükle dar kapıdan içeri sokarken nöbetçinin teriyercini ürperdi. Nöbetçi taşıdıkları şeklin yaralı bir melek76

olduğunu görünce cin usulca uludu, ama sonra hemensesini kesti: alt tabakadan, pek az gücü olan bir melek,ama yine de melek. "Onu nöbetçi odasına yatırın," dedi nöbetçi ve onlardenileni yaparken telefon zilinin kolunu çevirerek olan-ları subayına raporladı. Kalenin en yüksek surunda bir adamant kule vardı:Bir merdivenle, pencereleri kuzeye, güneye, doğuya vebatıya bakan bir dizi odaya çıkılıyordu. En büyük odadabir masa, sandalyeler ve bir harita dolabı vardı; bir baş-ka odada ise portatif bir yatak. Odalar küçük bir banyoile tamamlanmıştı. Lord Asriel adamant kulede oturmuş, dağınık bir bel-ge yığınının üzerinden casuslarının kumandanına bakı-yordu. Masanın üzerine bir neft lambası sarkıtılmıştı vegecenin acı soğuğuna karşı mangal közlerle doluydu.Kapının içinde küçük bir mavi atmaca tüneğinde duru-yordu. Casusların kumandanının adı Lord Roke idi. Etkileyi-ci bir adamdı: Lord Asriel'in bir karışından daha uzundeğildi ve yusufçuk kadar inceydi, ama Lord Asriel'in di-ğer kumandanları ona derin bir saygı gösterirlerdi, çün-kü Lord Roke topuklanndaki zehirli iğnelerle silahlan-mıştı. Masanın üzerinde oturmak gibi bir alışkanlığı vardı vebüyük bir nezaket dışında her tür davranışı kibirli ve kö-77

tücül bir dille reddetme âdetindeydi. O ve kendi türü,-Gallivespianlar- son derece küçük olmaları dışında, iyicasusların pek az niteliğine sahiptiler: O kadar gururlu,o kadar alınganlardı ki, Lord Asriel'in boyunda olsalar,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

asla gizli saklı kalamazlardı. "Evet," dedi Lord Roke berrak ve keskin bir sesle,gözleri mürekkep damlaları gibi parlayarak, "sizin çocu-ğunuz, Lord Asriel: Kızdan haberim var. Açık ki sizdendaha bilgiliyim." Lord Asriel onun gözlerine baktı ve küçük adam ku-mandanının nezaketini istismar ettiğini hemen anladı:Lord Asriel'in bakışlarının gücüyle fiske yemiş gibi his-setti, öyle ki dengesini yitirdi ve ayakta kalabilmek içinuzanıp Lord Asriel'in şarap kadehine tutunması gerekti.Bir an sonra Lord Asriel'in yüzü, tıpkı kızının becerebi-leceği gibi, ılımlı ve erdemli bir ifadeye bürünmüştü veo andan itibaren Lord Roke daha dikkatli davrandı. "Kuşkusuz Lord Roke," dedi Lord Asriel. "Ama anla-madığım sebeplerden dolayı, kız kilisenin ilgi odağı ol-du ve nedenini bilmem gerek. Onun hakkında neler di-yorlar?" "Majisteryum spekülasyon kaynıyor; bir organ bir şeydiyor, diğeri başka bir şeyi araştırıyor ve her biri keşifle-rini geri kalanlardan saklamaya çalışıyor. En hareketli or-ganlar da Yüksek Disiplin Divanı ve Kutsal Ruh Çalışma-ları Cemiyeti," dedi Lord Roke, "ve ikisinde de casusla-rım var." "Cemiyet üyelerinden birini yanınıza mı çektiniz?" de-di Lord Asriel. "Sizi tebrik ederim. İçlerine sızılması im-kânsızdır." "Cemiyet'teki casusum Leydi Salmakia," dedi Lord Ro-ke "çok becerikli bir ajan. Uyurken fare çiniyle görüştü-ğü bir rahip var. Ajanım adamı İrfan çağıran yasak birayini gerçekleştirmeye ikna etti. En önemli anda LeydiSalmakia adamın önünde belirdi. Rahip artık her diledi-ğinde İrfan ile iletişim kurabildiğini, İrfan'm bir Gallives-pian biçimine sahip olduğunu ve onun kütüphanesindeyaşadığını sanıyor." Lord Asriel gülümsedi. "Peki, Leydi Salmakia neleröğrendi?" "Cemiyet kızınızın yaşamış en önemli çocuk olduğu-nu düşünüyor. Yakında büyük bir kriz kopacağını ve herşeyin kaderinin kızınızın o noktada nasıl davranacağınabağlı olduğunu düşünüyorlar. Yüksek Disiplin Divam'nagelince, şu anda bir soruşturma yürütüyor ve Bolvan-gar'dan ve başka yerlerden tanıklar dinliyorlar. Divan'da-ki casusum Şövalye Tialys her gün, mıknatıslı yankı ci-hazı aracılığıyla benimle iletişim kuruyor ve öğrendikle-rini bana aktarıyor. Kısaca, Kutsal Ruh Çalışmaları Cemi-yeti'nin çocuğun nerede olduğunu çok yakında öğrene-ceğini söyleyebilirim, ama bu konuda hiçbir şey yapma-yacaklar. Disiplin Divanı'nm aynı şeyi öğrenmesi birazdaha uzun sürecek, ama öğrendikleri zaman hemen vekararlılıkla harekete geçecekler."-9

"Daha fazlasını öğrenir öğrenmez bana aktarın." Lord Roke eğildi ve parmaklarını şıklattı. Kapının ya-nındaki tünekte bekleyen küçük mavi atmaca kanatları-nı açtı ve masaya süzüldü. Atmacaya gem, eyer ve üzen-gi takılmıştı. Lord Roke bir anda kuşun sırtına sıçradı veLord Asriel'in onlar için açtığı pencereden dışarı uçtular.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lord Asriel acı soğuğa rağmen pencereyi bir süre da-ha açık bıraktı ve pencere oyuğundaki divana yaslana-rak kar leoparı şeklindeki cininin kulaklarıyla oynadı. "Svalbard'da bana geldi ve ben onu görmezden gel-dim," dedi. "Şoku hatırlarsın... Bir kurbana ihtiyacım var-dı ve gelen ilk çocuk kendi kızımdı... Ama yanında birbaşka çocuk olduğunu ve bu yüzden onun güvende ol-duğunu fark ettiğimde rahatladım. Bu ölümcül bir hatamıydı? Bundan sonra, kız bir daha aklıma bile gelmedi,ama o önemli Stelmaria!" "Açık açık düşünelim," diye yanıt verdi cini. "O ne ya-pabilir?" " Yapmak -fazla bir şey yapamaz. Bildiği bir şey mivar acaba?""Aletiyometreyi okuyabiliyor; bilgiye ulaşabiliyor." "Bu özel bir şey değil. Aynısını yapan başkaları davar. Hem, şimdi hangi cehennemde olabilir?"Kapı çalındı ve Lord Asriel hemen döndü. "Lordum," dedi içeri giren subay, "biraz önce batı ka-pısından -yaralı- bir melek geldi sizinle görüşmek içinısrar ediyor."80

Bir dakika sonra, Baruk oturma odasına getirilen por-tatif karyolaya uzatılmıştı. Bir sıhhiye eri çağırılmıştı, amamelek için pek az umut olduğu açıktı: Yarası ciddiydi,kanatları koparılmıştı ve bakışları solmuştu. Lord Asriel meleğin yakınma oturdu ve mangaldakiközlere bir avuç ot attı. Tıpkı Will'in kendi ateşinin du-manlarına bakarak öğrendiği gibi, bu işlem meleğin be-denini daha açık görülebilecek şekilde belli ediyordu. "Evet bayım," dedi Lord Asriel, "bana ne söylemeyegeldiniz?" "Üç şey. Lütfen siz konuşmadan önce hepsini söyle-meme izin verin. Adım Baruk. Eşim Balthamos ve benasi grubundanız ve bu yüzden, siz bayrağınızı kaldırırkaldırmaz size katıldık. Ama gücümüz az olduğu için si-ze değerli bir şey getirmek istedik ve kısa süre önce Bu-lutlu Dağ'm, Otorite'nin krallıktaki kalesinin yüreğinegirmeyi başardık. Ve orada öğrendik ki..." Bir an durup bitkilerin dumanını içine çekmesi gerek-ti. Duman ona iyi geliyor gibiydi. Devam etti: "Otorite hakkındaki gerçeği öğrendik. Onun BulutluDağ'm derinliklerindeki kristal bir odaya çekildiğini vekrallığın gündelik işlerini artık onun idare etmediğini öğ-rendik. Bunun yerine daha derin gizemler hakkında te-fekküre dalıyor. Onun adına, Metatron adlı bir melekhüküm sürüyor. O meleği iyi tanırım, ama ben onu tanı-dığımda..."Baruk'un sesi soldu. Lord Asriel'in bakışları alev alev-81

di, ama dilini tuttu ve Baruk'un devam etmesini bekledi. "Metatron gururludur," diye devam etti Baruk gücünübiraz topladığında, "hırsı ise sınırsız. Otorite dört bin se-ne önce onu Naip seçti ve planlarını birlikte yaptılar. Ye-ni bir planlan var ve eşimle ben o planı öğrendik. Otori-te, bilinç sahibi her tür varlığın tehlikeli ölçüde bağımsızhale geldiğini düşünüyor, bu yüzden Metatron insan işle-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rine çok daha faal bir biçimde müdahale edecek. Otori-te'yi gizlice Bulutlu Dağ'dan bir başka yerdeki daimi ka-leye nakletmeyi ve dağı bir savaş makinesine dönüştür-meyi düşünüyor. Bütün dünyalardaki kiliselerin yozlaş-mış ve zayıf olduğunu, ödün vermeye dünden razı ol-duklarım düşünüyor... Her dünyada doğrudan krallık ta-rafından yönetilecek kalıcı birer engizisyon kurmak isti-yor. Ve ilk seferberliği sizin cumhuriyetinizi yok etmekolacak..." Hem melek hem insan, ikisi de titriyordu, ama biri za-yıflıktan, diğeriyse heyecandan.Baruk kalan gücünü topladı ve devam etti: "İkincisi ise şu. Dünyalar arasında pencere açabilenve o dünyaların içindeki her şeyi kesebilen bir bıçak var.Gücü sınırsız, ama ancak onu kullanmayı bilen birininelindeyse. Ve o kişi küçük bir oğlan..." Melek bir kez daha durup dinlenmek zorunda kaldı.Korkuyordu; dağıldığını hissediyordu. Lord Asriel onunkendini toplamak için harcadığı çabayı görebiliyordu veBaruk devam edecek gücü bulana dek gerginlik içinde82

sandalyesinin kollarını kavrayarak bekledi. "Şu anda eşim o çocuğun yanında. Onu doğrudan si-ze getirmek istedik, ama çocuk reddetti, çünkü... Sizesöylemem gereken üçüncü şey de bu: O ve kızınız arka-daş- Ve çocuk, kızınızı bulana dek size gelmeyi kabul et-meyecek. Kız...""Bu oğlan kim?""Bir şamanın oğlu. Stanislaus Grumman'ın." Lord Asriel o kadar şaşırmıştı ki, istemsizce ayağa fır-ladı ve meleğin çevresindeki duman bulutlarının çalka-lanmasına sebep oldu."Grumman'ın bir oğlu mu vardı?" dedi "Grumman sizin dünyanızda doğmamıştı. Grummangerçek adı da değildi. Eşim ve ben, onun bıçağı bulmaarzusu yüzünden ona gittik. Bizi bıçağa ve taşıyıcısınagötüreceğini bilerek onu izledik. Taşıyanı size getirmeyidüşünüyorduk. Ama oğlan reddetti..." Baruk bir kez daha durmak zorunda kaldı. Lord Asri-el kendi sabırsızlığına lanet ederek oturdu ve ateşe birazdaha ot serpti. Cini yanına uzanmış, kuyruğunu meşe ze-minde yavaş yavaş sallıyordu. Altın gözlerini meleğinacılı yüzünden asla ayırmıyordu. Baruk defalarca yavaşyavaş nefes aldı ve Lord Asriel sessizliğini korudu. İşiti-len tek ses, yukarıdaki bayrak direğinde saklayan hala-tın sesiydi. "Acele etmeyin bayım," dedi Lord Asriel nazikçe. "Kı-zımın nerede olduğunu biliyor musunuz?"83

"Himalayada... kendi dünyasında," diye fısıldadı Ba-ruk. "Büyük dağlar. Gökkuşaklanyla dolu bir vadinin ya-kınındaki mağarada..." "İki dünyada da, buradan çok uzakta. Çabuk uçmuş-sunuz." "Sahip olduğum tek yetenek," dedi Baruk, "Baltha-mos'a duyduğum sevgi dışında. Onu bir daha hiç göre-meyeceğim."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Peki, siz onu bu kadar kolay bulabildiyseniz...""O zaman bir başka melek de bulabilir."Lord Asriel harita dolabından büyük bir atlas kapıpsertçe açtı ve Himalaya'yı gösteren sayfaları aradı. "Kesin olarak söyleyebilir misiniz?" dedi. "Tam olarakneresi olduğunu gösterebilir misiniz?""Bıçakla..." demeye çalıştı Baruk, ve Lord Asriel onunaklının dağıldığını fark etti: "Bıçakla dilediği dünyaya gi-rip çıkabilir... Adı Will. Ama tehlikedeler, o ve Baltha-mos... Metatron sırrını bildiğimizi biliyor. Bizi takip etti...Beni dünyanızın sınırlarında yalnız yakaladı... Ben onunkardeşiydim... Bulutlu Dağ'ı ve onu bulabilmemizin se-bebi bu. Metatron eskiden Mahalalel oğlu Yeret oğlu Ha- Inok'tu... Hanok'un pek çok karısı vardı. Şehvet düşkü-nüydü... Kardeşim Hanok beni sürdü, çünkü ben... Ah,benim sevgili Balthamos'um...""Kız nerede?" "Evet. Evet. Bir mağarada... annesi... rüzgarlar ve gök-kuşaklanyla dolu vadi... mabette yırtık bayraklar..."84

Atlasa bakmak için doğruldu. Sonra kar leoparı hızlı bir hareketle ayağa fırlayıp ka-nıya doğru sıçradı, ama çok geçti: Kapıyı çalan er bekle-meden kapıyı açmıştı. Olaylar böyle oldu; kimsenin su-çu değildi; ama odanın içine bakarken askerin yüzündebeliren ifadeyi gören Lord Asriel arkasına döndüğü za-man Baruk'un yaralı bedenini bir arada tutma çabasıylazorlandığını fark etti. Çaba fazla gelmişti. Açık kapıdangelen esinti yatağa bir hava dalgası yolladı ve meleğinbiçimini oluşturan, azalan gücüyle gevşemiş olan zerre-ler döne döne yükselip dağılarak gözden kayboldu."Balthamos!" diye bir fısıltı geldi havadan. Lord Asriel elini cininin ensesine koydu; cin onun tit-rediğini hissetti ve onu yatıştırdı. Lord Asriel ere döndü."Lordum, affedersiniz..." "Senin suçun değildi. Kral Ogumve'ye selamımı söy-le. O ve diğer kumandanlarım hemen buraya gelirlersememnun olurum. Mr. Basilides'in de aletiyometreyle bir-likte gelmesini istiyorum. Son olarak, 2 Numaralı cay-ropter filosunun silahlanmasını, yakıt ikmali yapmasınıve bir tanker zeplinin hemen havalanıp güneybatıyadoğru yola koyulmasını istiyorum. Havadan başka emir-ler de göndereceğim." Er selam verdi ve boş yatağa son bir kez, huzursuzcabaktıktan sonra dışarı çıkıp kapıyı kapadı. Lord Asriel iki pirinç bölücüyü masaya vurarak tıklat-11 ve odayı aşıp güney penceresini açtı. Çok aşağıda85

ölümsüz ateşler parıldıyor, kararmaya yüz tutmuş hava-ya duman saçıyordu ve bu yükseklikte bile, saklayanrüzgarın içinde çekiçlerin tangırtısı duyulabiliyordu. "Eh, çok şey öğrendik Stelmaria," dedi Lord Asrielsessizce."Ama yeterli değil." Kapı yine çalındı ve aletiyometrist içeri girdi. Ortayaşların başlarında, solgun ve ince bir adamdı; adı Teuk-ros Basilides'ti ve cini bir bülbüldü.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bay Basilides iyi akşamlar," dedi Lord Asriel. "Soru-numuz şu ve bu sorunla ilgilenirken başka her şeyi birkenara bırakmanızı istiyorum..." Adama Baruk'un söylediklerini anlattı ve atlası göster-di. "O mağarayı bulun," dedi. "Koordinatları mümkün ol-duğunca kesin bir biçimde belirleyin. Bu şimdiye deküstlendiğiniz en önemi görev. Lütfen hemen başlayın."86

ayağını yere öyle hızlı vurdu ki, düşte olmasına rağ-men canı yandı. "Bunu yapacağıma inanmıyorsun Ro-ger, bu yüzden öyle söyleme. Uyanacağım ve unutmaya-cağım, o kadar." Çevresine bakındı, ama tek görebildiği iri iri açılmışbaşka gözler, solgun yüzler, karanlık yüzler, yaşlı yüz-ler, genç yüzlerdi; bütün ölüler sessizce, hüzünle çevre-sini sarmış, o ise aralarında sıkışıp kalmıştı. Roger'ın yüzü farklıydı. Umut taşıyan tek yüz onun-kiydi. "Neden öyle bakıyorsun?" dedi Lyra. "Neden diğerlerigibi üzüntülü değilsin? Neden umudun tükenmek üzeredeğil?"Roger, "Çünkü...

6Önleyici AfAndaçlar. Tespihler.Düşkünlükler.Aflar. Saçmalıklar.Laf ebelerinin Eğlencesi...John Milton "Şimdi, Fra Pavel," dedi Yüksek Disiplin Divanı'nınsorgucusu, "elinden geliyorsa, cadının gemide söylediğison sözleri tam olarak hatırlamam istiyorum." Mahkeme'nin on iki üyesi loş akşam ışığı altında, sontanık olan kürsüdeki papaza baktı. Cini kurbağa biçimin-de olan, âlim görünüşlü bir papazdı. Divan sekiz gün-dür, çok eski ve yüksek kuleli Aziz Jerome Koleji'nde budavanın kanıtlarını dinliyordu. "Cadının sözlerini tam olarak hatırlayamıyorum," de-di Fra Pavel bitkinlik içinde. "Dün de ifade ettiğim gibi,daha önce işkence edilen birini görmemiştim ve bayıla-cak gibi hissettim, midem bulandı. Bu yüzden cadınıntam olarak ne dediğini söyleyemem, ama ne demek is-88

jjğini hatırlıyorum. Cadı, Lyra adlı çocuğun kuzeyklanları tarafından uzun zamandır bildikleri bir kehane-tin unsuru olarak tanındığını söyledi. Kız hayati önemesahip bir seçim yapmak durumunda kalacak ve tümdünyaların geleceği bu seçime bağlı. Dahası, akla para-lel bir vakayı getiren bir ad vardı ve bu ad kilisenin kız-dan nefret etmesine ve korkmasına sebep olacaktı.""Peki, cadı bu adı söyledi mi?" "Hayır. Cadı adı söyleyemeden, görünmezlik büyüsü-nün etkisi altındaki bir başka cadı onu öldürüp kaçmayıbaşardı."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Demek ki bu durumda, Coulter adlı kadın da bu adıduymuş olamaz, öyle mi?""Evet.""Peki, Mrs. Coulter gittikten kısa süre sonra?""Evet.""Bundan sonra ne öğrendin?" "Çocuğun Lord Asriel tarafından açılmış bir yırtıktanbir başka dünyaya geçtiğini ve orada, olağanüstü güçle-re sahip bir bıçağı olan ve o bıçağı kullanabilen bir oğ-landan yardım aldığını öğrendim," dedi Fra Pavel. Sonrasinirli sinirli boğazını temizledi ve devam etti: "Bu mah-kemede tamamen özgürce konuşabilir miyim?" "Mutlak özgürlük içinde konuşabilirsin Fra Pavel," de-di Başkan sert ve berrak bir sesle. "Sana söylenenleri bizeaktardığın için cezalandırılmayacaksın. Lütfen devam et."Şüpheleri giderilen papaz devam etti:89

"Bu çocuğun elindeki bıçak dünyalar arasında pence-reler açabiliyor. Dahası, bundan da büyük bir gücü var-lütfen, bir kez daha söylüyorum, dile getireceğim şey-lerden korkuyorum... Bıçak en yüksek melekleri ve on-lardan da büyük olanları öldürebiliyor. Bu bıçağın yokedemeyeceği hiçbir şey yok." Adam terliyor, titriyordu. Kurbağa cini heyecan için-de tanık kürsüsünden yere düştü. Fra Pavel acıyla inledive cinini hemen yerden aldı, önündeki bardaktan su yu-dumlamasına izin verdi. "Peki, kız hakkında başka sorular sordun mu?" dediSorgucu. "Cadının bahsettiği adı öğrenebildin mi?" "Evet, öğrendim. Bir kez daha, mahkemeden teminatrica ediyorum..." "Teminat verildi," diye terslendi Başkan. "Korkma.Sen sapkın değilsin. Öğrendiklerini anlat ve daha fazlazaman harcama." "Gerçekten özür dilerim. Bu durumda, çocukAdem'in karısı Havva durumunda. Hepimizin annesi vetüm günahların kaynağı olan Havva." Her kelimeyi yazıya geçiren stenograflar, sessizliğe ye-minli Aziz Philomel tarikatından rahibelerdi, ama Fra Pa-vel'in sözleri üzerine her birinden boğuk birer inleme çık-tı ve telaşla haç çıkardılar. Fra Pavel irkildi ve devam etti: "Lütfen, hatırlayın -aletiyometre kehanette bulunmu-yor. 'Eğer belli şeyler gerçekleşirse, o zaman sonuçlarışunlar olur' diyor. Ve eğer çocuk, tıpkı Havva gibi, baş-90

n çıkarsa, büyük olasılıkla düşeceğini söylüyor. Ve her v bu sonuca bağlı. Baştan çıkacağı koşullar oluşursaşey---ve çocuk boyun eğerse, o zaman Toz ve günah galebeçalacak." Mahkeme salonunda bir sessizlik oldu. Kurşunla yeri-ne tutturulmuş büyük pencerelerden sızan solgun güneşışınlarında milyonlarca altın zerre vardı, ama bu yalnızcatozdu, Toz değil, ama bazı mahkeme üyeleri o tozlarıniçinde, kanunlara ne titizlikle riayet ederlerse etsinler herinsanın üzerine yağan o diğer görünmez Toz'un hayali-ni görüyordu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Son olarak Fra Pavel," dedi Sorgucu, "bize çocuğunşimdiki yeri hakkında bildiklerini anlat." "Kız Mrs. Coulter'ın elinde," dedi Fra Pavel. "Ve Mrs.Coulter Himalayalarda. Şimdilik ancak bu kadarını öğre-nebildim. Hemen gidip kesin yerini sorarım ve öğreniröğrenmez de mahkemeye aktarırım. Ama..." Korkuyla büzülerek durdu ve titrek eliyle bardağı du-daklarına götürdü. "Evet Fra Pavel?" dedi Peder MacPhail. "Hiçbir şeyisaklama." "Bu konuda Kutsal Ruh Çalışmaları Cemiyeti'nin ben-den daha fazla bilgiye sahip olduğuna inanıyorum." Fra Pavel'in sesi o kadar alçak çıkmıştı ki, bir fısıltı-dan farksızdı. "Öyle mi?" dedi Başkan, dik dik bakan gözlerindenbir tutku yayılıyordu sanki.91

Fra Pavel'in cini küçük bir kurbağa inlemesi çıkardı.Majisteriyum'un iki ayrı dalı arasındaki rekabetten papa-zın haberi vardı ve ikisi arasındaki çapraz ateşin altındakalmanın çok tehlikeli olacağını biliyordu, ama bildikle-rini saklamak daha da tehlikeli olurdu. "Sanırım," diye devam etti titreyerek, "onlar çocuğuntam yerini öğrenmeye daha yakınlar. Bana yasak olanbaşka bilgi kaynakları var." "Elbette," dedi Sorgucu. "Peki, aletiyometre sana bun-dan söz etti mi?""Evet, etti." "Pek âlâ. Fra Pavel, bu doğrultuda araştırma yapmayadevam etmen iyi olacak. Papaz ya da sekreter yardımıgerekirse, senindir. Kürsüden inebilirsin." Fra Pavel eğildi ve kurbağa cinini omzuna alarak not-larım toplayıp mahkeme salonunda çıktı. Rahibeler par-maklarını gerdiler. Peder MacPhail kurşunkalemini önündeki meşe sıra-ya tıklattı. "Rahibe Agnes, Rahibe Monica," dedi, "çıkabilirsiniz.Tutanaklar gün bitmeden masamda olsun lütfen."İki rahibe başlarını eğip çıktılar. "Beyler," dedi Başkan, Yüksek Disiplin Divanı'ndaâdet olan hitap tarzıyla, "oturuma son verip toplantıya

geçelim." On iki üye, en yaşlısından (gözleri devamlı yaşaranihtiyar Peder Makepwe) en gencine (gayretkeşlikle titre-92

solgun Peder Gomez), notlarını topladılar ve Baş-kan'm peşinden toplantı odasına geçtiler. Orada bir ma-sanın çevresinde toplanacaklar, yüz yüze bakarak büyükHizlilik içinde konuşacaklardı. Disiplin Divanı'nın şimdiki Başkanı Hugh MacPhailadlı bir İskoçtu. Genç yaşta seçilmişti. Başkanlar ömürboyu hizmet ederdi ve MacPhail henüz kırklamadaydı,bu yüzden gelecek senelerde Disiplin Divanı'nın ve do-layısıyla tüm kilisenin kaderini Peder MacPhaiPin biçim-lendireceğine inanılıyordu. Esmer bir adamdı, uzun boy-lu ve heybetliydi, gür, tel tel kır saçları vardı ve vücudu-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

na dayattığı zalim disiplin olmasa şişmanlardı: Yalnızcasu içer, ekmek ve meyveden başka şey yemez, şampi-yon atletlere antrenörlük yapmış birinin gözetimindegünde bir saat idman yapardı. Sonuç olarak, kırışık yüz-lü, sıska ve huzursuzdu. Cini bir kertenkeleydi.Yerlerine oturduklarında Peder MacPhail konuştu: "Demek durum bu. Akılda tutulması gereken pek çoknokta var gibi görünüyor. "Birinci olarak, Lord Asriel. Kiliseye dostça yaklaşanbir cadı Lord Asriel'in, meleksi güçleri de içinde barındı-rıyor olabilecek, büyük bir ordu topladığını raporluyor.Cadının bildiği kadarıyla, adam kiliseye ve bizzat Otori-te'ye karşı kötü niyetli. "ikinci olarak, Adak Meclisi. Bolvangar'daki araştırmaProgramını oluşturmaları ve Mrs. Coulter'ın faaliyetlerinihnanse etmeleri esnasındaki eylemleri, Kutsal Kilise'nin93

en nüfuzlu organı olan Yüksek Disiplin Divanı'nın yeri-ni almayı umduklarını düşündürüyor. Ağır kaldık beyler.İnsafsızca ve beceriyle hareket ettiler. Gevşek davrana-rak bunun olmasına izin verdiğimiz için paylanmayı hakediyoruz. Birazdan ne yapmamız gerektiği konusuna ge-ri döneceğim. "Üçüncü olarak, Fra Pavel'in ifadesindeki, olağanüstüşeyler yapabilen bir bıçağı elinde bulunduran oğlan me-selesi var. Onu en kısa zamanda bulup bıçağı ele geçir-memiz gerektiği açık. "Dördüncü olarak, Toz. Adak Meclisi'nin Toz konu-sunda neler keşfettiğini öğrenmek için bazı adımlar at-tım. Bolvangar'da çalışan deneysel tanrıbilimcilerden bi-ri, tam olarak neleri keşfettiklerini bize anlatmaya iknaedildi. Bu akşam aşağıda onunla görüşeceğim." Rahiplerden bir ikisi huzursuzca kıpırdandı, çünkü'aşağı' demek, binanın altındaki mahzenler demekti: sesyalıtımlı, anbarik akım veren noktalarla ve sıvı tahliyekanallarıyla donatılmış beyaz seramik döşeli odalar. "Ama Toz hakkında ne öğrenirsek öğrenelim," diyedevam etti Başkan, "amacımızı asla aklımızdan çıkarma-malıyız. Adak Meclisi'nin çalışmaları Toz'un etkilerini an-lama amaçlıydı: Biz ise onu tamamen yok etmeliyiz. Da-ha azı yetmez. Toz'u yok etmek için, aynı zamanda AdakMeclisi'ni, Piskoposlar Koleji'ni, Kutsal Kilise'nin Otori-te'nin işlerini yapmak için kurduğu her daireyi ayrı ayrıyok etmemiz gerekse bile -öyle olsun. Kutsal Kilise'nin94

ndisi, tam da bu işi yapmak ve onu yaparken yok ol-alc için kurulmuş bile olabilir beyler. Ama günahın iğ-enç yükü altında günbegün çabaladığımız bir dünyadayaşamaktansa, kilisenin ve Toz'un olmadığı bir dünyayeğdir. Bütün bunlardan arındırılmış bir dünya yeğdir!"Ateş gözlü Peder Gomez tutkuyla başını salladı. "Ve son olarak," dedi Peder MacPhail, "çocuk mese-lesi. Hâlâ, yalnızca bir çocuk bana göre. Baştan çıkacakve, öncelinin oluşturduğu örneğe bakarsak düşecek vedüşüşüyle hepimizi yıkıma götürecek olan bugünküHavva meselesi. Beyler, bizim için oluşturduğu sorunlabaşa çıkmak için seçilebilecek tüm yollardan en radika-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lini seçmemizi öneriyorum ve bu konuda bana katılaca-ğınızdan eminim. "Kız baştan çıkma olasılığı ile karşı karşıya gelmedenönce, onu bulup öldürecek bir adam göndermeyi öneri-yorum." "Peder Başkan," dedi Peder Gomez hemen, "yetişkinhayatımın her günü, önleyici kefaret çektim. Çalıştım, id-man yaptım..." Başkan elini kaldırdı. Önleyici kefaret ve af, DisiplinDivanı tarafından araştırılmış ve geliştirilmiş doktrinlerdi,ama genel olarak kilise içinde bilinmiyorlardı. Deyim ye-rindeyse, bir af birikimi oluşturmak amacıyla, henüz iş-lenmemiş bir günah için insanın kendi kendine kefaretÇektirmesi, hararetli ve yoğun kırbaçlamanın eşlik ettiğibir kefaret çekilmesi anlamına geliyordu. Kefaret, belli95

bir günahı karşılayacak düzeye geldiğinde, tövbekar ogünahı hayatı boyunca hiç işlemeyecek olsa bile, onapeşin af ihsan ediliyordu. Örneğin, bazen insan öldür-mek gerekli olurdu-. Ve katil için, bunu şerefle yapabile-ceğini bilmek, çok daha az huzursuz edici oluyordu. "Aklımdaki sendin zaten," dedi Peder MacPhail nazik-çe. "Mahkeme de bana katılıyor mu? Evet. Peder Gomeztakdislerimizle buradan ayrıldıktan sonra, tamamen ken-di başına kalacak; ona ulaşılamayacak ve geri çağrılama-"yacak. Ne olursa olsun, Tanrı'nm oku gibi ilerleyecek,doğrudan çocuğa gidecek ve onu öldürecek. Görünmezolacak; Asurluları yıkan melek gibi gece gelecek; sessizolacak. Aden bahçesinde bir Peder Gomez olsaydı, he-pimiz için ne kadar iyi olurdu! Cennetten hiç çıkmazdık." Gururdan içi kabaran genç rahip ağlıyordu. Divanonu takdis etti. Tavanın en karanlık köşesinde, karanlık meşe kirişle-rin arasında bir karıştan daha uzun olmayan bir adamsaklanmış, oturuyordu. Topuklarmdaki iğnelerle silah-lanmıştı ve söyledikleri her kelimeyi duymuştu. Mahzende, Bolvangar'dan gelen adam, üzerinde yal-nızca kirli beyaz bir gömlek ve kemersiz bol pantolonla,çıplak ampulün altında durmuş, bir eliyle pantolonunu,diğeriyle tavşan cinini tutuyordu. Önünde, odadaki teksandalyede, Peder MacPhail oturuyordu."Dr. Cooper," diye başladı Başkan, "lütfen oturun."96

Odada sandalye, tahta bir karyola ve bir kova dışın-da mobilya yoktu. Başkan'ın sesi duvarları ve tavanıkaplayan beyaz seramiklerden nahoş bir biçimde yankı-lanıyordu. Dr. Cooper karyolaya oturdu. Bakışlarını sıska, kırsaçlı Başkan'dan alamıyordu. Kuru dudaklarım yaladı vehangi yeni rahatsız edici şeyin geleceğini merak ederekbekledi. "Demek çocuğu cininden koparmayı başarmanıza ra-mak kaldı?" dedi Peder MacPhail. Dr. Cooper titreyerek yanıt verdi: "Beklemenin birfaydası olmadığına karar verdik. Zaten deney yapılacak-tı. Çocuğu deney odasına koyduk, ama sonra Mrs. Coul-ter bizzat müdahale etti ve çocuğu kendi dairesine gö-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

türdü." Tavşan cin yuvarlak gözlerini açtı, korkuyla Başkan'abaktı ve sonra gözlerini yumup yüzünü sakladı."Bu can sıkıcı olmalı," dedi Peder MacPhail. "Programın tamamı son derece güçtü," dedi Dr. Co-oper hemfikir olma telaşıyla. "Disiplin Divanı'ndan yardım istememenize şaşırdım.Bizim sinirlerimiz sağlamdır." "Biz -ben- biz programa izin verenin... Adak Diva-nı'nı ilgilendiren bir konuydu, ama Yüksek Disiplin Di-vanımın onayını aldıklarını söylediler. Yoksa asla katıl-mazdık. Asla!""Hayır, elbette katılmazdınız. Şimdi diğer meseleye97

dönelim," dedi Peder MacPhail, buraya ziyaretinin asılsebebine gelerek, "Lord Asriel'in araştırmaları hakkındaherhangi bir bilginiz var mı? Svalbard'da salıverdiği mu-azzam enerjinin kaynağının ne olabileceği hakkında?" Dr. Cooper yutkundu. Derin sessizlikte, adamın çene-sinden kayan ter damlası beton zemine düştü ve ikiadam da onu açık seçik duydular."Şey..." diye başladı Dr. Cooper, "ekibimizden biri,koparma işlemi sırasında bir enerji yayılımı olduğunugözlemledi. Onu kontrol altına almak, muazzam güçlergerektirecekti, ama tıpkı atom patlamasının gelenekselpatlayıcılarla başlatılması gibi, bu da ancak anbarik akı-mın odaklanması yoluyla yapılabiliyordu... Bununla bir-likte, onu ciddiye alan olmadı. Ben fikirlerine hiç ilgigöstermedim," diye ekledi içtenlikle, "çünkü izin alın-mazsa o fikirlerin sapkınlık sayılabileceğini biliyordum.""Çok akıllıca. Peki, meslektaşınız? Şimdi nerede?""Saldırıda ölenlerden biri de oydu."Başkan gülümsedi. O kadar iyilik dolu bir ifadeydi ki,Dr. Cooper'ın cini ürperdi ve bayılacak gibi olup dokto-run göğsüne yaslandı. "Cesaret Dr. Cooper," dedi Peder MacPhail. "Güçlü vecesur olmalıyız! Yapılacak büyük işler, verilecek büyükbir savaş var. Bizimle eksiksiz işbirliği yaparak, hiçbir şe-yi saklamayarak, en çılgın spekülasyonu, hatta söylenti-leri bile aktararak Otorite'nin affını kazanmalısınız. Şim-di, tüm dikkatinizi meslektaşınızın neler söylediğini hal98

riamaya vermenizi istiyorum. Herhangi bir deney yaptım{? Not bıraktı mı? Sırlarını başkalarına açtı mı? Ne türaletler kullanıyordu? Her şeyi düşünün Dr. Cooper. Sizekalem, kâğıt ve dilediğiniz kadar zaman verilecek. "Bu oda pek rahat değil. Sizi daha uygun bir yerenaklederiz. İhtiyaç duyduğunuz belli mobilyalar var mı?Yazmak için normal bir masa mı tercih edersiniz, yoksayazı masası mı? Daktilo ister misiniz? Belki bir stenogra-fa dikte etmeyi tercih edersiniz? "Nöbetçilere bildirirseniz, ihtiyaç duyduğunuz her şeysağlanacaktır. Ama her anınızı, meslektaşınızı ve onunteorisini düşünerek geçirmenizi istiyorum Dr. Cooper.Size verilen büyük görev onun bildiklerini hatırlamak, veeğer gerekirse yeniden keşfetmek. Ne tür aletler gereke-ceğine karar verdiğinizde, onlar da sağlanacak. Bu

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

önemli bir görev Dr. Cooper! Bu konuda size güvenildi-ği için şanslısınız! Otorite'ye şükredin!""Ediyorum, Peder Başkan! Ediyorum!" Yüksek Disiplin Divanı Başkanı hücresinden çıkarken,filozof, hemen hemen hiç fark etmeden, pantolonununbol belini tutarak ayağa kalktı ve tekrar tekrar eğildi. O akşam Gallivespian casusu Şövalye Tialys meslek-taşı Leydi Salmakia ile buluşmak üzere Cenevre caddeve sokaklarında ilerliyordu. İkisi için de tehlikeli bir yol-culuktu: Onlara meydan okuyacak herhangi biri ya dabir şey için de tehlikeli, ama küçük Gallivespianlar için99

kesinlikle tehlikelerle dolu. Avlanan pek çok kedi, onla-rın iğneleriyle ölmüştü, ama daha geçen hafta şövalyeneredeyse pis bir köpeğin dişlerinde tek kolunu kaybe-decekti, ancak leydinin hızlı hareket etmesi sayesindekurtulabilmişti. Belirledikleri buluşma yerlerinin yedincisinde, küçüksefil bir meydandaki çınar ağacının köklerinin arasındabir araya geldiler ve haber değiş tokuşu yaptılar. LeydiSalmakia'nm Cemiyet'teki kaynağı, birkaç saat önce Di-siplin Divanı Başkanı'ndan, ortak ilgi konularını tartışmaamaçlı dostça bir davet aldıklarını bildirmişti. "Hızlı çalışmışlar," dedi şövalye. "Ama bire yüz iddi-aya girerim ki, onlara suikastçilerinden bahsetmeyecek." Leydi Salmakia'ya Lyra'yı öldürme planını anlattı. Ka-dın şaşırmadı. "Yapılacak en mantıklı şey bu," dedi. "Çok mantıklıinsanlar. Tialys sence bu çocuğu hiç görebilecek miyiz?" "Bilmiyorum, ama görmek isterdim. Hoşça git, Salma-kia. Yarın, çeşme başında." O kısa vedanın ardında, asla bahsetmedikleri, telaffuzedilmemiş bir gerçek vardı: insanlarla karşılaştırıldığındaömürlerinin ne kadar kısa olduğu. Gallivespianlar dokuzon sene yaşardı ve daha uzun yaşayanlar nadirdi. HemTialys hem de Salmakia sekiz yaşındaydı. Yaşlanmaktankorkmuyorlardi; halkları en güçlü, en canlı oldukları za-manlarda aniden ölürdü ve çocukluk çağları çok kısay-dı; ama cadıların ömürleri Lyra'ya ne kadar uzun geliyor-100

Lyra'nm kalan ömrü de Gallivespianlara o kadaruzun geliyordu. Şövalye, Aziz Jerome Koleji'ne döndü ve mıknatıslıvankı cihazı aracılığı ile Lord Roke'a göndereceği mesa-j, yazmaya başladı. Ama o Salmakia ile konuşurken, Başkan, Peder Go-mez'i çağırtmıştı bile. Çalışma odasında bir saat boyuncabirlikte dua ettiler ve sonra Peder MacPhail genç rahibe,Lyra'yı öldürmesini cinayet olmaktan çıkaracak önleyiciaffı ihsan etti. Peder Gomez yücelmişti sanki; damarların-da akan kararlılık duygusu gözlerini akkora çevirmişti. Para vesaire gibi pratik meseleleri konuştular ve son-ra Başkan şöyle dedi: "Buradan ayrıldığın zaman PederGomez, sana verebileceğimiz her tür yardımla temasınsonsuza dek tamamen kesilmiş olacak. Bir daha asla dö-nemezsin; bizden asla haber almayacaksın. Şundan dahaiyi öğüt veremem: çocuğu arama. Bu seni ele verir. Bu-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nun yerine, baştan çıkaranı ara. Baştan çıkaranı izle. Okadın seni çocuğa götürür.""Kadın mı?" dedi Peder Gomez şok içinde. "Evet, kadın," dedi Peder MacPhail. "Aletiyometredenbu kadarını öğrendik. Baştan çıkaranın geldiği dünya tu-haf bir dünya. Seni şok edecek, hayrete düşürecek pekçok şey göreceksin Peder Gomez. Onların garipliklerinindikkatini yapman gereken kutsal görevden uzaklaştırma-sına izin verme. Senin imanına inanıyorum," diye ekledi101

iyilikle. "Bu kadın şer güçlerin rehberliğinde yolculukediyor. Sonunda, çocuğu baştan çıkarabileceği yer ve za-manda, onunla karşılaşacak. Yani, kızı mevcut yerindenuzaklaştırmayı başaramazsak. İlk planımız bu. Bu planbaşarılı olmazsa, cehennem güçlerinin galebe çalmasınıönlemek için tek güvencemiz, Peder Gomez, sensin." Peder Gomez başını salladı. İri, parlak, yeşil sırtlı birböcek olan cini kın kanatlarını tıkırdattı. Başkan bir çekmece açtı ve genç rahibe katlanmış kâ-ğıtlardan oluşan bir paket verdi. "Kadın hakkında bildiğimiz her şey burada," dedi,"geldiği dünya, en son görüldüğü yer... Bunları iyi okusevgili Luis, ve takdislerimle git." Daha önce rahibin ilk adını hiç kullanmamıştı. PederGomez, Başkan'ı öperek veda ederken sevinç gözyaşla-rının gözlerini yaktığını hissetti.102

sen Lyra'sın." Sonra bunun anlamını fark etti. Düş görüyor olması-na rağmen başı dönüyordu; omuzlarına ağır bir yükçöktüğünü hissetti. Ve yeniden uykusu geldiği için yükdaha da ağırlaşıyor gibiydi, Roger'ın yüzü gölgelere çe-kiliyordu. "Şey, ben... biliyorum... Bir sürü insan bizim tarafı-mızda, örneğin Dr. Malone... Tıpkı bizimkine benzeyenbir Oxford daha olduğunu biliyor musun Roger? Eh, okadın... Onu bulduğum yer... Yardım eder... Ama tek birkişi var, gerçekten..." Artık küçük oğlanı görmek hemen hemen imkânsızdıve Lyra'nın düşünceleri dağılıyor, otlaktaki koyunlar gi-bi yayılıyordu. "Ama ona güvenebiliriz Roger, yemin ederim, " dedison bir çabayla... 7Mary, YalnızEn son haşmetli ağaçlarkalktı dans edercesine,bereketli meyvelerle tartandallarını açtılar...John Milton Hemen hemen aynı zamanda, Peder Gomez'in takip et-meye hazırlandığı baştan çıkaran baştan çıkmak üzereydi. "Teşekkür ederim, yo, yo, bu kadar yeter, daha fazlaistemem, gerçekten, teşekkür ederim," dedi Dr. MaryMalone zeytinlikte, ona taşıyabileceğinden daha fazla yi-yecek vermeye çalışan yaşlı çifte.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Yalnız yaşıyorlardı ve çocukları yoktu, ve gümüş-griağaçların arasında gördükleri Heyulalardan korkuyorlar-dı. Ama Mary Malone sırt çantasıyla yoldan gelince He-yulalar korkmuş, süzülerek uzaklaşmıştı. Yaşlı çift Mary'yiasmalarla kuşatılmış çiftlik evinde konuk ettiler, şarap,peynir, ekmek ve zeytinle ağırladılar ve şimdi gitmesiniistemiyorlardı.104

"Yoluma devam etmeliyim," dedi Mary yine, "teşek-kür ederim, çok naziksiniz -taşımam imkânsız- ah, ta-mam, küçük bir peynir daha -teşekkür ederim..." Onu, Heyulalara karşı bir tılsım gibi gördükleri açık-tı Mary gerçekten öyle olmasını diliyordu. Cittâgazzedünyasında geçirdiği hafta içinde yeterince yıkım, Heyu-lalar tarafından yenmiş yeterince yetişkin, yeterince ya-banıl yağmacı çocuk görmüştü, ve o elle tutulmaz vam-pirlerden korkmayı öğrenmişti. Tek bildiği, gerçekten deo yaklaşırken uzaklaştıklarıydı; ama kalmasını isteyenherkesin yanında kalamazdı, çünkü yoluna devam etme-si gerekiyordu. Asma yaprağına sarılmış son küçük keçi peyniri par-çası için yer buldu, tekrar gülümseyip eğildi ve gri taşla-rın arasından kaynayan pınardan son kez içti. Sonra, yaş-lı çiftin yaptığı gibi, ellerini nazikçe çırptı ve kararlılıkladönüp uzaklaştı. Hissettiğinden daha kararlı görünüyordu. KendisininGölge zerreleri, Lyra'mn ise Toz dediği o varlıklarla sonteması, bilgisayarının ekranı aracılığıyla olmuştu ve onla-rın talimatıyla bilgisayarını yok etmişti. Şimdi şaşkındı.Ona, yaşadığı Oxford'taki, Will'in dünyasındaki Ox-iord'taki pencereden geçmesini söylemişlerdi ve Marydenileni yapmıştı -ve kendini bu olağanüstü başka dün-yada başı döner, titrer halde bulmuştu. Bunun ötesinde,tek görevi oğlanı ve kızı bulmak, sonra yılanı oynamak-u- O da her ne anlama geliyorsa.105

Böylece yürümüş, keşfetmiş, soruşturmuştu ve hiçbirşey bulamamıştı. Ama artık, diye düşünüyordu zeytinlik-ten çıkıp yola dönerken, bir rehbere başvurması gereke-cekti. Çiftlik evinden rahatsız edilmeyeceğinden emin ola-cak kadar uzaklaştığında, çam ağaçlarının altına oturduve sırt çantasını açtı. Çantanın dibinde yirmi senedir sak-ladığı, ipek eşarba sanlı bir kitap vardı: Çinlilerin keha-net yöntemi, I Ching hakkında bir tefsir. Onu yanına almasının iki sebebi vardı. Biri duygusal-dı: Onu Mary'ye dedesi vermişti ve öğrenciyken sık sıkkullanmıştı. Diğeri ise, Lyra'nın Mary'nin laboratuvarmailk geldiğinde, "Bu nedir?" diye sorup kapıdaki, I Chingsimgelerini gösteren posteri işaret etmesiydi. Ve bundankısa süre sonra Lyra, bilgisayarı olağanüstü bir biçimdeokuyarak, Toz'un insanlarla konuşmasının başka yollarıolduğunu öğrenmişti (iddia etmişti) ve bunlardan biri deo simgeleri kullanan Çin yöntemiydi. Böylece, kendi dünyasından ayrılmak için alelaceletoplanırken, Mary Malone Değişimler Kitabı adlı kitabı veokumakta kullandığı küçük civanperçemi saplarını yanı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

na almıştı. Ve şimdi onları kullanma zamanı gelmişti. İpek eşarbı yere serdi ve bölüp sayma, bölüp saymave kenara koyma işlemine başladı. Tutkulu bir yeniyet-meyken bunu çok sık yapmıştı ve ondan sonra eline bi-le almamıştı. Nasıl yapacağını unutmuştu neredeyse,ama kısa zamanda ayini hatırladığını fark etti ve ardın-106

Han Gölge ile konuşurken çok önemli rol oynayan birnkunet ve yoğunlaşmış dikkat hissi çöktü üzerine.Sonunda, ona verilen heksagramı ifade eden sayılara,altı kesik ve düz çizgiye geldi ve anlamına baktı. En zorkısmı buydu, çünkü Kitap kendini bilmecevari bir tarzdaifade ediyordu.Şöyle diyordu:Besin edinmek içinzirveye dönmekiyi talih getirir.Doymak bilmez açlığı olan bir kaplan gibikeskin gözlerle çevreyi gözetleyerek. Bu cesaret vericiydi. Okumaya devam etti, yorumla-rın oluşturduğu labirentte ilerledi ve sonunda şu yorumageldi: Dağ kıpırtısız kalmaktır; bir yan yoldur; küçüktaşlar, kapılar ve açıklıklar anlamına gelir. Tahmin yürütmek zorundaydı. 'Açıklıklar' bahsi, budünyaya girmek için kullandığı havadaki pencereyi ha-tırlatıyordu, ve ilk sözler de yukarıya doğru gitmesi ge-rektiğini söylüyor gibiydi. Hem kafası karışmış hem de cesaretlenmiş olarak, ki-tabı ve civanperçemi saplarını kaldırdı ve yolda yürüme-ye başladı. Dört saat sonra çok sıcaklamış ve yorulmuştu. Güneşufukta alçalmıştı. İzlediği kaba patika solup kaybolmuştu107

ve yuvarlanmış taşlarla kayaların arasında gittikçe artan birrahatsızlıkla tırmanıyordu. Solunda, yamaç alçalarak, ak-şam ışığında puslara bürünmüş zeytinlikler ve limonluklar,bakımsız bağlar ve terk edilmiş rüzgar değirmenleriylekaplı bir manzaraya kavuşuyordu. Sağındaysa, küçük taşve çakılların oluşturduğu yığın yükselerek ufalanmaya yüztutmuş kireçtaşından bir uçuruma dönüşüyordu. Mary bitkinlik içinde sırt çantasını kaldırdı ve bir son-raki düz taşa bastı -ama ağırlığını vermeden önce durdu.Işık ilginç bir şeye vuruyordu. Mary taşların parıltısınakarşı gözlerini gölgeledi ve onu yine bulmaya çalıştı. İşte oradaydı. Havada desteksizce duran bir cam ta-bakasına benziyordu, ama dikkat çekecek yansımalarıolmayan bir cam tabakası: yalnızca kare şeklinde birfarklılık. Sonra I Ching'in ne dediğini hatırladı: bir yanyol, küçük taşlar, kapılar ve açıklıklar. Sunderland Caddesi'ndeki gibi bir pencereydi. Sırfışık sayesinde onu görebiliyordu: Güneş biraz daha yük-sek olsa, muhtemelen hiç görülmezdi. Küçük hava parçasına tutkulu bir merakla yaklaştı,çünkü ilk pencereyi inceleme fırsatı bulamamıştı. Ama bupencereyi detaylı olarak, kenarına dokunarak, diğer yan-dan bakınca nasıl görünmez hale geldiğini anlamak içinçevresinden dolanarak, bu ile o arasındaki mutlak farkı

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

görerek inceledi ve bu tür şeylerin gerçek olabildiği dü-şüncesiyle zihninin heyecandan patlayacağını sandı.Amerikan Devrimi sırasında bu pencereyi açan bıçak108

tasıyıclı onU kapamayı ihmal etmişti, ama en azından bundaki dünyaya çok benzeyen bir noktada açmıştı: birkayalığın yanma. Ama diğer yandaki kayalar farklıydı, ki-reçtaşı değil granitti, ve Mary yeni dünyaya geçerken ken-dini yüksek bir uçurumun dibinde değil, engin bir ovayabakan alçak bir çıkıntının neredeyse tepesinde buldu. Burada da akşamdı ve Mary oturup havayı içine çek-ti bedenini dinlendirdi ve acele etmeden bu muhteşemolayın tadını çıkardı. Geniş altın ışık ve sonsuz çayır ya da savana kendidünyasında hiç görmediği türden bir şeydi. Her şeydenönce, çayırın büyük kısmı sonsuz çeşitlilikte devetüyü-kahverengi-yeşil-aşıboyası-sarı-altın tonlarda kısa otlarlakaplıydı, uzun akşam ışığını açıkça vurgulayacak şekildehafif hafif yükselip alçalıyordu, ama aynı zamanda dantelgibi girift, açık gri yüzeyli, taştan ırmaklarla kaplı gibiydi. Ve ikinci olarak, Mary'nin gördüğü en yüksek ağaç-lardan oluşan kümeler vardı orada burada. Bir seferindeKaliforniya'da, bir yüksek enerji fiziği konferansına katıl-dığında, kendine biraz zaman ayırıp büyük kızılağaç or-manlarını görmüş ve hayrete düşmüştü: Ama bu ağaçla-rın cinsi her ne ise, kızılağaçlardan en az yarım boy da-ha uzundu. Yapraklan yoğun ve koyu yeşildi, ağır ak-şam ışığında kalın gövdeleri kızıl-altın görünüyordu. Son olarak da çayırda hayvan sürüleri otluyordu, ama° kadar uzaktaydılar ki, onları seçemiyordu. Hareketle-rinde tam olarak çıkaramadığı bir tuhaflık vardı.109

Feci yorulmuş ve ayrıca acıkmış, susamıştı. Ama ya-kınlarda bir yerden bir pınar sesi geliyordu. Bir dakikasonra onu buldu: Yosunlu bir çatlaktan sızan berrak su-dan ve yamaç aşağı akan minik bir dereden ibaretti.Uzun uzun ve minnetle içip şişelerini doldurdu ve son-ra rahatça yerleşti, çünkü gece hızla çöküyordu. Uyku tulumuna sarınıp kayaya yaslandı, kaba ekmek-le keçi peynirinden biraz yedi ve sonra derin bir uyku-ya daldı. Uyandığında güneş yüzüne vuruyordu. Hava serindi,saçlarında ve uyku tulumunda minik minik çiy damlalarıoluşmuştu. Birkaç dakika boyunca, sanki yaşayan ilk in-san kendisiymiş gibi hissederek, zindelik içinde uzandı. Doğrulup oturdu, esnedi, gerindi, ürperdi ve soğukpınarda elini yüzünü yıkadıktan sonra iki kurutulmuş in-cir yiyip çevresine bakındı. Kendini üzerinde bulduğu küçük yükseltinin arkasın-

da arazi yavaş yavaş alçalıyor, sonra yine yükseliyordu;En geniş manzara önündeki engin çayırlıktı. Şimdi ağaç-ların uzun gölgeleri ona doğru uzanıyordu ve ağaçlarınönünde kuş sürülerinin döndüğünü görebiliyordu. Yük-sek yeşil dalların önünde o kadar küçüklerdi ki, toz zer-relerinden farksızdılar. Mary sırt çantasını yine doldurdu ve yedi sekiz kilo-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

metre uzaktaki ağaç kümesini hedefleyerek çayırın kabave gür otlarına doğru inmeye başladı.110

Otlar dizine geliyordu ve aralarında ayak bileğini geç-even ve ardıca benzeyen alçak çalılar gördü. Ayrıca, ge-linciğe, düğünçiçeğine, peygamber çiçeğine benzeyen çi-pkler vardı ve manzaraya farklı renk tonlarında lekelerekliyorlardı. Sonra başparmağının üst boğumu büyüklü-sünde bir arının mavi bir çiçeğe konduğunu ve onu eğipsalladığını gördü. Ama arı taç yapraklarından ayrılıp ha-valandığında Mary onun böcek olmadığını gördü. Bir ansonra yaratık eline doğru gelip parmağına kondu ve iğne-ye benzeyen uzun gagasını son derece narin bir biçimdederisine dokundurdu ve nektar bulamayınca yine hava-landı. Minicik bir arıkuşuydu, bronz tüylü kanatları gö-rünmeyecek kadar hızlı hareket ediyordu. Mary'nin tanık olduğu şeyi görebilseler, yeryüzünde-ki bütün biyologlar onu nasıl da kıskanırlardı! Mary yoluna devam etti ve dün akşam gördüğü, hare-ketlerine şaştığı, ama nedenini bir türlü anlayamadığı, ot-layan yaratıklardan oluşan sürüye yaklaştığını fark etti.Geyik ya da antilop büyüklüğündeydiler ve renkleri deonlannkine benziyordu, ama Mary'nin yerinde kalakal-masına ve gözlerini ovalamasına sebep olan şey bacakla-rının düzeniydi. Baklava şeklinde dizilmişlerdi: ortada ikitane, önde bir tane ve bir tane de kuyruğun altında. Hay-vanlar bu yüzden tuhaf tuhaf sallanarak hareket ediyor-du. Mary birinin iskeletini inceleyip yapının nasıl işlediği-ni görmeye can atıyordu.Otlayan yaratıklar ona ılımlı, meraklı gözlerle baktılar,111

ama korkmadılar. Mary yaklaşıp uzun uzun bakmak ister-di, ama hava ısınıyordu ve büyük ağaçların gölgesi cazipgörünüyordu. Hem, ne de olsa bol bol zamanı vardı. Kısa süre sonra otların arasından çıkıp tepeden gör-düğü taş ırmaklarından birine bastı: Bu da şaşılacak birşeydi. Eskiden, bir tür lav nehri olabilirdi. Koyu bir renk ha-kimdi, siyaha yakın bir renk, ama yüzey daha açıktı. San-ki aşınmış ya da ezilmişti. Mary'nin dünyasındaki dikkat-le yapılmış yollar kadar pürüzsüzdü ve otların arasındayürümekten kesinlikle daha rahattı. Üzerinde durduğu taşı takip etti. Geniş bir kıvrım çi-zerek ağaçlara doğru gidiyordu. Ağaçlara yaklaştıkça,gövdelerin muazzam büyüklüğü karşısında hayrete düş-tü. Genişlikleri yaşadığı ev kadar vardı. Boyları ise... tah-minde bile bulunamıyordu. İlk gövdeye geldiğinde ellerini derin çatlaklarla beze-li kızıl-altın kabuğa koydu. Yer ayak bileklerine dek ge-len ve ayağı uzunluğunda kahverengi yaprak iskeletle-riyle kaplıydı. Üzerinde yürürken yumuşak ve güzel ko-kulu geliyorlardı. Kısa süre sonra, tatarcığa benzeyen,uçan şeylerle dolu bir bulutla sarıldı. Minik arıkuşlann-dan oluşan küçük bir sürü, kanat açıklığı kendi eli kadargeniş, sarı bir kelebek ve onu huzursuz edecek kadarçok sürüngen yaratık vardı. Hava uğultular, vızıltılar, sür-tünme sesleriyle doluydu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Koruluğun zemininde yürürken bir katedralin için-112

A vmiş gibi hissediyordu: Aynı kıpırtısızlık, aynı yüksek-lik duygusu, aynı huşu vardı. Buraya yürümesi sandığından daha fazla sürmüştü,öğlen yaklaşıyordu, çünkü dalların arasından süzülenısınlar hemen hemen dikeydi. Mary otlayan yaratıklarınsünün en sıcak zamanında, neden ağaçların gölgesinegelmediğini merak etti uykulu bir şekilde.Biraz sonra anladı. Daha fazla gidemeyecek kadar sıcakladığından, dinlen-mek için dev ağaçlardan birinin köklerinin arasına uzandıve başını sırt çantasına yaslayıp uyuklamaya başladı. Gözleri yirmi dakika kadar kapalı kalmıştı ve tam ola-rak uyumuyordu. Çok yakından, yeri sarsan yankılı birçatırtı geldi aniden. Sonra bir tane daha. Korkuya kapılan Mary doğrulupoturdu ve kendini toparladı. Bir hareket sezdi ve sonrayaklaşık bir metre genişliğinde yuvarlak bir nesnenin yer-de yuvarlandığını, durduğunu ve yana devrildiğini gördü. Sonra biraz ötede bir tane daha düştü. Mary devasanesnenin inmesini, en yakındaki gövdenin payandayabenzeyen köküne çarpmasını ve yuvarlanarak uzaklaş-masını izledi. O şeylerden birinin üzerine düşebileceği aklına gelin-ce sırt çantasını kaptı ve koşarak koruluktan çıktı. Neydionlar? Tohum zarfı mı? Yukarıyı dikkatle gözleyerek yine ağaçların altına gittivedü şmüş olan nesnelerin en yakınındakine baktı. Onu113

çekerek doğrulttu ve yuvarlayarak ağaçların altından çı-kardı. Sonra çimenlerin üzerine yatırıp daha yakından in-celedi. Kusursuz bir daire şeklindeydi ve avucu kalınlığın-daydı. Ortada, ağaca bağlandığı yerde bir girinti vardı.Ağır değildi, ama son derece sertti ve çeperi boyuncauzanan ince tüylerle kaplıydı, bu yüzden Mary elini biryönde kolaylıkla gezdirebilirken zıt yönde aynısını yapa-mıyordu. Bıçağıyla yüzeyi sınadı: Çizemedi bile. Parmakları şimdi daha kaygandı. Onları kokladi: Tozkokusunun altından hafif bir koku geliyordu. Tohum zar-fına yine baktı. Merkezinde hafif bir ışıltı vardı. Mary ora-ya yine dokunduğunda, parmaklarının altında kolaylıklakaydığını hissetti. Tohum zarfı bir tür yağ salgılıyordu. Mary nesneyi yere yatırdı ve bu dünyanın nasıl bir ev-rim geçirmiş olması gerektiğini düşünmeye başladı. Bu evrenler hakkındaki tahmini doğruysa ve kuan-tum teorisinin öngördüğü çoklu evrenler bunlarsa, bazı-ları kendi dünyasından çok erken zamanlarda ayrılmışolmalıydı. Bu dünyada evrimin devasa ağaçları ve bakla-va şekilli iskeletleri kayırdığı açıktı. Kendi bilimsel ufkunun ne kadar dar olduğunu gör-meye başlıyordu. Ne botanikten ne jeolojiden ne de bi-yolojiden anlıyordu -bir bebek kadar cahildi. Sonra gökgürültüsüne benzeyen ve nereden geldiğibelirsiz alçak bir ses duydu, ama sonra yollardan birin-de hareket eden toz bulutunu gördü -ağaç kümesine,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

114

Marv've doğru geliyordu. Yaklaşık bir buçuk kilometrezaktaydı, ama pek de yavaş hareket etmiyordu. Maryaniden korkuya kapıldı. Ağaçların arasına kaçtı. İki büyük kökün arasında darbir açıklık buldu ve oraya sıkışıp yanındaki devasa pa-yandanın üzerinden, yaklaşan toz bulutuna baktı. Gördüğü şey başını döndürdü. Baştaysa, motosikletlibir çete gibi göründü gözüne. Sonra, bunun tekerleklihayvanlardan oluşan bir sürü olduğunu sandı. Ama buimkânsızdı. Hiçbir hayvanın tekerlekleri olamazdı. Böy-le bir şey görüyor olması imkânsızdı. Ama görüyordu. Yaklaşık bir düzineydiler. Otlayan hayvanlarla kaba-ca aynı büyüklükteydiler, ama daha ince ve griydiler.Boynuzlu kafaları ve fillerinki gibi kısa hortumları vardı.Otlayan hayvanlarla aynı baklava şekline sahiptiler, amaher nasılsa, öndeki ve arkadaki tek bacaklarda birer te-kerlek geliştirmişlerdi. Ama doğada tekerlekler bulunmaz, diye ısrar etti zih-ni; bulunamazlar; dönen kısımdan tamamen ayrı bir din-gil ve mil yatağı gerekir, ki bu olamaz, imkânsızdır... Sonra, yaratıklar elli metre uzakta durduğunda ve tozyatıştığında, Mary aniden bağlantıyı kurdu ve küçük birsevinç nidasıyla gülmekten kendini alamadı. Tekerlekler tohum zarflarıydı. Kusursuz bir biçimdeyuvarlak, son derece sert ve hafif -daha iyi tasarlanmışolamazlardı. Yaratıklar ön ve arka bacaklarındaki birertırnaklarını tohum zarflarının merkezine geçiriyor, arada-115

ki iki bacakla da yeri ittirerek hareket ediyorlardı. Marybuna şaşarken biraz da endişeye kapıldı, çünkü boynuz-ları oldukça keskin görünüyordu ve bakışlarındaki zekâve merakı bu mesafeden bile sezebiliyordu.Ve onu arıyorlardı. İçlerinden biri Mary'nin koruluktan getirdiği tohumzarfını gördü ve yoldan ayrılıp ona doğru geldi. Orayaulaştığı zaman zarfı hortumuyla doğrulttu ve arkadaşları-na doğru yuvarladı. Tohum zarfının çevresine toplandılar ve o güçlü, es-nek hortumlarıyla, hassas bir şekilde dokundular. Maryhoşnutsuzluk ifadesi olarak çıkardıkları yumuşak cıvıltı-ları, tıkırtıları ve ötüşleri yorumlarken buldu kendini. Bi-ri bununla oynamıştı: Bu yanlıştı. Sonra düşündü: Henüz ne olduğunu anlamasam da,buraya bir amaç için geldim. Cesur ol. Harekete geç.Bu yüzden ayağa kalktı ve çekinerek seslendi: "Buraya. Buradayım. Tohum zarfınıza ben baktım.Özür dilerim. Lütfen bana zarar vermeyin." Başları hızla ona döndü. Hortumlarını uzatıp ışıl ışılgözlerini ona dikerek baktılar. Kulakları dimdik olmuştu. Mary köklerin arasındaki sığmağından çıkıp onlaradöndü. Ellerini kaldırdı, ama böyle bir hareketin elleriolmayan yaratıklar için anlamsız olduğunu da fark etti.Yine de elinden daha fazlası gelmiyordu. Sırt çantasınıalarak otların üzerinde yürüyüp yola çıktı.Yakından bakınca -aralarında beş adım kalmıştı- görü-116

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

?• sierindeki pek çok ayrıntıyı seçebiliyordu, ama asıl dik-katini çeken yaratıkların bakışlarındaki canlılık ve farkında-1 k ve zekâlarıydı. Bir insan bir inekten ne kadar farklıysa,bu yaratıklar da otlayan hayvanlardan o kadar farklıydı.Mary kendine dokunup, "Mary," dedi. En yakındaki yaratık hortumunu uzattı. Mary yaklaş-tığında, onun göğsüne, dokunduğu yere dokundu veMary yaratığın gırtlağından gelen bir ses duydu: "Merri." "Siz nesiniz?" dedi Mary ve yaratık, "Siznisinis?" diyekarşılık verdi. Mary'nin elinden yanıtlamaktan başka bir şey gelmi-yordu. "Ben bir insanım," dedi. "Benbirnsanım," dedi yaratık ve sonra daha da tuhafbir şey oldu: Yaratıklar kahkaha attı. Gözlerini kıstılar, hortumlarını savurdular, başlarınısalladılar -gırtlaklarından çıkan eğlenti seslerini tanıma-mak imkânsızdı. Mary kendini tutamadı: O da güldü. Sonra bir başka yaratık öne çıktı ve hortumuylaMary'nin eline dokundu. Mary diğer elini de uzatarak ya-ratığın yumuşak, tüylü, meraklı dokunuşuna teslim etti."Ah," dedi, "aradığın koku tohum zarfınınki...""Toum zarfininki," dedi yaratık. "Dilimin seslerini çıkarabiliyorsanız, bir gün iletişimkurmayı başarabiliriz. Bu nasıl olur, Tanrı bilir. Mary,"dedi yine kendine dokunarak.Sessizlik. Onu izliyorlardı. Mary yineledi: "Mary."En yakındaki yaratık hortumuyla kendi göğsüne do-117

kundu ve konuştu. Üç hece miydi, yoksa iki mi? Yaratıkyine konuştu ve bu sefer Mary sesleri taklit etmeye ça-lıştı: "Mulefa," dedi çekinerek. Diğerleri onun söylediği şekliyle, "Mulefa," diye tekrar-ladılar. Hatta biraz önce konuşan yaratığa sataşır görürı-düler. "Mulefa!" dediler tekrar, güzel bir espriymiş gibi. "Eh, gülebiliyorsanız, beni yemezsiniz herhalde," de-di Mary. O andan itibaren aralarında bir rahatlık ve dost-luk duygusu oluştu ve Mary artık endişe etmez oldu. Grup da rahatladı: Gelişigüzel gezinmiyorlardı, yapa-cak işleri vardı. Mary içlerinden birinin sırtında bir türeyer ya da denk olduğunu gördü. Diğer ikisi hortumla-rının hassas ve becerikli hareketleriyle tohum zarfını kal-dırıp kayışlarla o yaratığın sırtına bağladılar. Yerlerindedururken ara bacakları üzerinde denge kuruyorlardı vehareket ederlerken ön ve arka bacaklarını çevirerek yöndeğiştiriyorlardı. Hareketleri zarif ve güçlüydü. İçlerinden biri yol kenarına gitti ve boru sesine benzerbir ses çıkardı. Otlayan sürüdeki hayvanlar hep birdenbaşlarını kaldırıp onlara doğru koşmaya başladılar. Yan-larına vardıklarında, sabırla kenarda durdular ve tekerlek-li yaratıkların aralarında yavaş yavaş gezinerek kontrol et-melerine, dokunmalarına, saymalarına izin verdiler. Mary bir tanesinin otlayan hayvanlardan birinin altınauzanıp hortumu ile onu sağdığını gördü, ve sonra teker-lekli yaratık Mary'ye yaklaşıp hortumunu Mary'nin ağzı-na narin bir şekilde götürdü.118

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Mary ilk önce irkildi, ama yaratığın bakışlarında bek-lenti vardı, bu yüzden yaklaştı ve dudaklarını araladı.Yaratık tatlı, seyrek sütün birazını ağzına bıraktı, yutma-nl izledi, sonra biraz daha verdi ve hareketi tekrarladı.TeSti o kadar akıllıca, o kadar nazikti ki, Mary bir içgü-düyle kollarını yaratığın başına doladı ve onu öptü. Sı-cak, tozlu postunun kokusunu aldı, altındaki sert kemik-leri ve hortumun kaslı gücünü hissetti. Grubun önderi alçak bir boru sesi çıkardı ve otlayanyaratıklar uzaklaştılar. Mulefa ayrılmaya hazırlanıyordu.Mary onu kabul ettikleri için coşku, gidecekleri içinseüzüntü hissediyordu; ama sonra şaşırdı. Yaratıklardan biri çömeliyor, yolun üzerinde diz çö-küyor, hortumuyla işaret ediyor ve diğerleri de onu ça-ğırıyor, davet ediyordu... Kuşkuya yer yoktu: Onu taşı-mayı, yanlarında götürmeyi teklif ediyorlardı. Bir başkası Mary'nin sırt çantasını aldı ve üçüncü ya-ratığın eyerine bağladı. Mary diz çöken yaratığın sırtınabeceriksizce tırmandı ve bacaklarını nereye koyacağınımerak etti -yaratığın önüne mi, arkasına mı? Hem, nere-ye tutunacaktı? Ama daha o karar veremeden yaratık doğrulmuş vegrup, Mary'yi de taşıyarak, yol boyunca uzaklaşmayabaşlamıştı bile.119

"çünkü o Will."

8Votka"Garibim bu yabancı ülkede"Mısır'dan Çıkış

Balthamos Baruk'un ölümünü, gerçekleştiği anda his-setti. Feryat ederek tundranın üzerindeki geceye yüksel-di, kanatlarını çırparak ızdırabmı bulutların içine haykır-dı; ve kendini toplayıp WilPin yanma dönebilmesi içinbiraz zaman geçmesi gerekti. Will uyanıktı, elinde bıça-ğı, başını kaldırmış, rutubetli ve soğuk bulanıklığa bakı-yordu. Lyra'nın dünyasına dönmüşlerdi. "Ne oldu?" dedi Will, melek titreyerek yanma yakla-şırken. "Tehlike mi var? Arkama geç..." "Baruk öldü," diye haykırdı Balthamos, "sevgili Ba-ruk'um öldü...""Ne zaman? Nerede?" Ama Balthamos bilmiyordu; tek bildiği, yüreğinin ya-nsının söndüğüydü. Yerinde duramıyordu: Yine yüksel-di ve gökyüzünü tarayarak Baruk'u bir o bir bu buluttaaradı, seslendi, haykırdı, seslendi; ve sonra vicdan aza-121

bina kapılarak aşağı indi ve Will'i saklanması ve sessizolması konusunda uyardı, ona daima göz kulak olacağı-na söz verdi. Sonra acısının ağırlığı altında ezilerek yereçöktü, Baruk'un gösterdiği her iyilik ve cesaret anını ak-lından geçirdi, ki binlercesi vardı ve o hiçbirini unutma-mıştı. Böylesine zarif bir mizacın asla yok olmaması ge-rektiğini haykırarak yine göklere yükseldi, dört bir yöne

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

saldırdı, pervasızca, çılgınca, kendinden geçmiş gibi ha-vaya, bulutlara, yıldızlara lanet okudu.Sonunda Will, "Balthamos buraya gel," dedi. Emri üzerine melek çaresizce geldi. Tundranın acı so-ğuğunda ve kasvetinde, pelerini içinde titreyen çocukona şöyle dedi: "Artık sessiz olmaya çalışmalısın. Orada,bir ses duyarlarsa saldıracak şeyler olduğunu biliyorsun.Yakınımda kalırsan bıçakla seni koruyabilirim, ama sanayüksekte saldırırlarsa yardım edemem. Ve sen de ölür-sen benim sonum olur. Balthamos, Lyra'ya gitmek içinsenin rehberliğine ihtiyacım var. Lütfen bunu unutma.Baruk güçlüydü -sen de güçlü ol. Benim hatırıma, onungibi ol." Balthamos ilk başta konuşmadı, ama sonra, "Evet,"dedi. "Evet, elbette, öyle yapmalıyım. Şimdi uyu Will.Ben nöbet tutacağım. Seni hayal kırıklığına uğratmayaca-ğım." Will ona güveniyordu; güvenmek zorundaydı. He-men uykuya daldı.Will çiyle sırılsıklam olmuş, iliklerine dek donmuş bir122

l aide uyandığında melek yakında duruyordu. Güneş ye-• Soğuyordu ve tüm sazların, bataklık bitkilerinin uçla-rl altın rengiydi. Wül daha kıpırdayamadan Balthamos konuştu: "Nevapmam gerektiğine karar verdim. Gece gündüz seninlekalacağım ve Baruk'un hatırına, bunu neşeyle ve gönül-lü olarak yapacağım. Yapabilirsem, önce seni Lyra'ya vesonra ikinizi birden Lord Asriel'e götüreceğim. Binlercesene yaşadım. Ölmezsem, binlerce sene daha yaşayaca-ğım, ama beni iyi olmaya, nazik olmaya Baruk kadarözendiren hiç kimseyle karşılaşmadım. Defalarca başarı-sızlığa uğradım, ama her seferinde, onun iyiliği benimbaşarısızlığımı hafifletti. Artık o yok, onsuz denemek zo-rundayım. Belki zaman zaman başarısız olurum, ama yi-ne de deneyeceğim.""Baruk seninle gurur duyardı," dedi Will titreyerek. "Şimdi ileriye uçup, nerede olduğumuza bakayımmı?" "Evet," dedi Will, "yükseğe uç ve bana ilerideki arazi-nin neye benzediğini söyle. Bu bataklıkta yürümek çokuzun sürecek." Balthamos havalandı. Will'e, kendisini rahatsız edenher şeyi söylememişti, çünkü elinden gelenin en iyisiniyapmaya ve onu endişelendirmemeye çalışıyordu. Amaelinden kupayı kurtuldukları melek Metatron'u, Naip'i,Will'in yüzünü aklına kazımış olduğunu bilecek kadartanıyordu. Yalnızca yüzünü de değil, onunla ilgili, me-123

leklerin görebildiği her şeyi, ki bunlara Will'in farkındaolmadığı şeyler, örneğin Lyra olsa onun cini diyeceğimizacının özellikleri de dahildi. Metatron artık Will içinbüyük tehlikeydi ve Balthamos eninde sonunda onasöylemek zorundaydı; ama henüz değil. Bu çok zordu. Odun toplayıp ateşin yanmasını beklemektense, yü-rüyerek daha çabuk ısınacağını düşünen Will sırt çanta-sını omuzuna taktı, her şeyin üzerine pelerinini sardı ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

güneye doğru yola çıktı. Çamurlu, tekerleklerin açtığıoyuklarla kaplı, delik deşik bir patika vardı, demek ki in-sanlar zaman zaman bu taraflara geliyordu; ama düzufuk her yönde o kadar uzaktaydı ki, ilerleme kaydetti-ğini hissedemiyordu. Bir süre sonra, hava biraz daha aydınlandığında ya-nında Balthamos'un sesini duydu. "İleride, yaklaşık yarım günlük yürüme mesafesindegeniş bir ırmak ve bir kasaba var. Kasabanın iskelesinetekneler bağlanmış. Yeterince yükseğe çıktım ve ırmağınuzun bir mesafe boyunca doğrudan kuzey-güney yö-nünde aktığını gördüm. Teknelerden birine binebilirsen,çok daha hızlı yolculuk edebilirsin." "Güzel," dedi Will hevesle. "Peki, bu patika o kasaba-ya gidiyor mu?" "Kilisesi, çiftlikleri ve meyve bahçeleri olan bir köy-den geçip kasabaya gidiyor." "Acaba hangi dili konuşuyorlar. Onların dilini konu-şamıyorum diye beni hapsetmezler umarım."124

"Cinin olarak," dedi Balthamos, "senin için tercümeanarım. Pek çok insan dili öğrendim; bu ülkede konu-şulan dili kesinlikle anlıyorum." Will yürümeye devam etti. Tekdüze ve sıkıcı bir işti,ama en azından hareket ediyordu ve yine en azındanher adımı onu Lyra'ya daha da yaklaştırıyordu. Köy perişan bir yerdi: birbirine sokulmuş ahşap kulü-beler, ren geyiklerinin durduğu, çitlerle çevrili otlaklarve Will yaklaşırken havlayan köpekler. Teneke bacalar-dan yükselen duman tahta kiremitlerle kaplı çatılarınüzerine çökmüştü. Yer çamurluydu ve ayaklarına yapışı-yordu, yakın zamanda bir sel olduğu açıktı: Duvarlar,kapıların yarısına dek çamurlanmıştı ve barakaları, ve-randaları ve hizmet binalarını süpürüp götürdüğü yerler-de kırık tahta kirişler ve sarkan oluklu sac plakalar görü-lebiliyordu. Ama mekânın en ilginç tarafı bu değildi. Will baştadengesini yitirdiğini sandı, hatta bir iki kez sendeledi;çünkü binaların hepsi aynı yöne iki üç derece eğilmişti.Küçük kilisenin kubbesi kötü bir şekilde çatlamıştı. Dep-rem mi olmuştu? Köpekler isterik bir öfkeyle havlıyordu, ama yaklaş-maya cesaret edemiyorlardı. Cin rolü oynayan Baltha-mos kara kulaklı, kar beyazı kürklü ve sımsıkı kıvrılmışbir kuyruğu olan iri bir köpek biçimine bürünmüştü. Öy-le vahşice hırladı ki, gerçek köpekler mesafelerini koru-du. Sıska ve uyuzdular, Will'in görebildiği birkaç ren ge-125

yiği de yara kabuklarıyla kaplıydı ve huzursuzdu.

Will küçük köyün ortasında durup, nereye gideceği-ni merak ederek çevresine göz gezdirdi. O orada dikilir-ken, ileride iki üç adam belirdi ve durup ona baktılar.Bunlar Lyra'nm dünyasında gördüğü ilk insanlardı. Ka-lın, keçe ceketler, çamurlu çizmeler ve kürk şapkalargiymişlerdi, ve hiç de dost canlısı görünmüyorlardı. Beyaz köpek serçeye dönüştü ve WilFin omzuna kon-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

du. Bunu gören hiç kimsenin kılı kıpırdamadı: Her ada-mın bir cini olduğunu gördü Will, ve çoğunluğu köpekbiçimindeydi. Bu dünyada işler böyle yürürdü. Baltha-mos fısıldadı: "Yürümeye devam et. Gözlerinin içine bak--ma. Başını eğ. Saygılı davranmak bunu gerektirir." Will yürümeye devam etti. Göze çarpmamayı başara-bilirdi; en büyük becerisi buydu. Onların yanına geldi-ğinde, adamlar ilgilerini yitirmişlerdi bile. Ama sonra yol-daki en büyük evin kapısı açıldı ve biri yüksek sesle ses-lendi. Balthamos usulca konuştu: "Bu rahip. Ona nazik dav-ranmak gerek. Dön ve eğil." Will denileni yaptı. Rahip gri sakallı, iri yarı bir adam-dı. Siyah cüppe giymişti ve karga cini omzundaydı. Hu-zursuz gözleri WilPin yüzünde ve bedeninde gezindi.Onu yanına çağırdı.Will kapıya gitti ve yine eğildi. Rahip bir şey söyledi ve Balthamos mırıldandı: "Nere-li olduğunu soruyor. Ne istersen söyle."126

«jngilizce konuşuyorum," dedi Will yavaşça ve açıkcik kelimelerle. "Başka dil bilmiyorum." "Ah, İngiliz!" diye bağırdı rahip neşeyle, aynı dilde.«Sevgili genç adam! Köyümüze, artık dik durmayan kü-çük Kholodnoye'mize hoş geldin! Adın nedir, nereye gi-diyorsun?" "Adım Will ve güneye gidiyorum. Ailemi kaybettim veonları yine bulmaya çalışıyorum." "O zaman içeri girmeli ve bir şeyler yiyip içmelisin,"eledi rahip. Kalın kolunu Will'in omuzlarına dolayıp onukapıya doğru çekti. Adamın karga cini Balthamos'a çok ilgi gösteriyordu.Ama meleğin bunun için de çaresi vardı: Utangaçmış gi-bi yaparak fare oldu ve WiU'in gömleğinin içine saklandı. Rahip onu tütün dumanıyla dolu oturma odasına gö-türdü. Yan masanın üzerinde dökme demirden bir sema-ver sessiz sessiz buharlar saçıyordu."Adın neydi?" dedi rahip. "Tekrar söyle." "Will Parry. Ama ben size nasıl hitap edeceğimi bilmi-yorum." "Otyets Semyon," dedi rahip, Will'in kolunu okşaya-rak bir sandalyeye götürürken. "Otyets Peder demek.Ben Kutsal Kilise'nin rahiplerindenim. İlk adım Semyonve babamın adı Boris, bu yüzden adım, Semyon Boriso-VİÇ. Senin babanın adı ne?""John Parry.""John, İvan'ın dengidir. Yani sen, Will İvanoviç'sin,127

ben de Peder Semyon Borisoviç. Nereden geldin Willİvanoviç ve nereye gidiyorsun?" "Kayboldum," dedi Will. "Ailemle birlikte güneye yol-culuk ediyorduk. Babam askerdir, ama Arktik'i keşfedi-yordu. Sonra bir şey oldu ve kaybolduk. Bu yüzden gü-neye gidiyorum, çünkü bir sonraki durağımız orasıydı." Rahip ellerini açarak, "Asker mi?" dedi. "İngiltere'denbir kaşif mi? Yüzyıllardır Kholodnoye'nin toprak yolların-da bu kadar ilginç birileri yürümemişti, ama bu çalkantı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lı zamanlarda, kimbilir, yarın bile ortaya çıkabilir. Sen dehoş geldin Will İvanoviç. Bu gece evimde kalmalısın.Sohbet eder, yemek yeriz. Lidya Aleksandrovna!" diyeseslendi. Yaşlıca bir kadın sessizce içeri girdi. Rahip onunlaRusça konuştu ve kadın başını sallayıp bir bardak alıp,onu semaverden sıcak çayla doldurdu. Çay bardağını,içinde gümüş bir kaşık bulunan küçük reçel tabağı ilebirlikte WilPe getirdi."Teşekkür ederim," dedi Will. "Reçel çayını tatlandırmak için," dedi rahip. "LidyaAleksandrovna onu dağ mersinlerinden yaptı." Sonuç olarak, çay hem acı hem de mide bulandırıcıolmuştu, ama Will yine de yudumlamaya devam etti. Ra-hip eğilip eğilip ona bakıyordu ve üşüyüp üşümediğinianlamak için ellerine dokunuyor, dizini okşuyordu. Willadamın dikkatini dağıtmak için binaların neden eğik ol-duğunu sordu.128

"Yer sarsıntısı oldu," dedi rahip. "Hepsi Aziz Yuhan-a'nın Mahşer'inde anlatılıyor. Irmaklar geri geri akar...Buranın biraz ötesindeki büyük ırmak eskiden kuzeye,Arktik Okyanusu'na akardı. Yüce Baba Tanrı'nm Otori-te'Si yeryüzünü yarattığından beri, binlerce, binlerce se-nedir Orta Asya'daki dağlardan kuzeye akıyordu. Amayer sarsıldığı ve sislerle, seller geldiği zaman her şey de-ğişti ve sonra büyük ırmak yaklaşık bir hafta boyuncagüneye aktı, sonra yine döndü ve kuzeye akmaya başla-dı. Dünya tepetaklak oldu. Büyük sarsıntı geldiğinde senneredeydin?" "Buradan çok uzaklarda," dedi Will. "Neler olduğunubilmiyordum. Sis açıldığında ailemi kaybetmiştim ve şim-di nerede olduğumu bilmiyorum. Bana bu yerin adınısöylediniz, ama neresi burası? Neredeyiz?" "Bana alt raftaki şu büyük kitabı getir," dedi SemyonBorisoviç. "Sana göstereyim." Rahip sandalyesini masaya yanaştırdı ve parmaklarınıyaladıktan sonra büyük atlasın sayfalarını çevirdi. "İşte," dedi kirli tırnağıyla Uralların epey doğusunda,Sibirya'nın ortasında bir yeri göstererek. Yakındaki ır-mak, rahibin söylediği gibi, Tibet'teki dağların kuzey ya-nından ta Arktik'e kadar akıyordu. Adam Himalayalaradikkatle baktı, ama Baruk'un çizdiği haritaya benzeyenbir şey göremedi. Semyon Borisoviç konuştu da konuştu, Will'e hayatılle ilgili detayları, ailesini, evini sordu ve deneyimli bir129

yalancı olan Will hemen hepsine yanıt verdi. Hizmetçikadın biraz pancar çorbasıyla esmer ekmek getirdi, verahip uzun bir dua okuduktan sonra yemeklerini yediler. "Eh, günümüzü nasıl geçirelim Will İvanoviç?" dediSemyon Borisoviç. "İskambil mi oynayalım, yoksa ko-nuşmayı mı tercih edersin?" Semaverden bir bardak daha çay doldurdu ve Willkuşkuyla aldı onu. "İskambil oynamayı bilmem," dedi, "ve yoluma de-vam etmek istiyorum. Örneğin ırmağa gidersem, güneye

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

giden bir buharlı gemiye binebilir miyim sizce?" Rahibin ablak yüzü karardı ve bileğinin narin bir ha-reketiyle haç çıkardı. "Kasabada sorun var," dedi. "Lidya Aleksandrovna'nmbir kız kardeşi var. Buraya geldi ve ırmak yukarı ayı ta-şıyan bir gemi olduğunu söyledi. Zırhlı ayılar. Arktik'tengelmişler. Sen kuzeydeyken zırhlı ayı görmedin mi?" Rahip kuşkulanmıştı. Balthamos yalnızca Will'in du-yabileceği şekilde fısıldadı: "Dikkatli ol." Ve Will bununeden söylediğini hemen anladı: Lyra'nm zırhlı ayılarhakkında anlattıkları yüzünden, Semyon Borisoviç ayı-lardan bahsedince yüreği küt küt atmaya başlamıştı.Duygularına hakim olmak zorundaydı. "Svalbard'dan çok uzaktık," dedi, "ve ayılar kendi iş-lerine dalmışlardı." Rahip, "Evet, ben de öyle duydum," deyince Will ra-hatladı. "Ama şimdi anayurtlarından ayrılıyorlar ve güne-130

geliyorlar. Bir tekneleri var ve kasaba halkı yakıt ik-ajj yapmalarına izin vermiyor. Ayılardan korkuyorlar.Korkmalılar da -onlar şeytanın çocukları. Kuzeyden ge-len her şey şeytani. Tıpkı cadılar gibi -şer kızları! Kiliseseneler önce hepsini öldürmeliydi. Cadılar -onlara sakınbulaşma Will İvanoviç, beni duyuyor musun? Uygun ya-sa geldiklerinde onların ne yaptığını biliyor musun? Senibaştan çıkarmaya çalışırlar. Sahip oldukları her tür yu-muşak, sinsi, aldatıcı şeyi, bedenlerini, yumuşak tenleri-ni tatlı seslerini kullanırlar ve senin tohumunu alırlar-bunun ne demek olduğunu biliyorsun- seni tüketirlerve bomboş bırakırlar! Geleceğini, doğacak çocuklarınıalırlar ve sana hiçbir şey bırakmazlar. Her birinin öldü-rülmesi lazım." Rahip sandalyesinin yanındaki rafın üzerine uzandıve küçük bir şişeyle iki küçük bardak aldı. "Şimdi sana biraz içki sunacağım Will İvanoviç," de-di. "Gençsin, bu yüzden çok içme. Ama büyüyorsun vebu yüzden votkanın tadı gibi şeyleri bilmen gerek. Mey-veleri geçen sene Lidya Aleksandrovna topladı ve bende içkiyi damıttım. Sonuç burada, şişenin içinde, OtyetsSemyon Borisoviç ile Lidya Aleksandrovna'nm birlikteyattığı tek yerde!" Adam bir kahkaha atıp şişenin tıpasını açtı ve iki bar-dağı da ağzına kadar doldurdu. Bu tür konuşmalar Will'ikorkunç derecede huzursuz ediyordu. Ne yapmalıydı?babalık etmeden, içki içmeyi nasıl reddedebilirdi?131

"Otyets Semyon," dedi, ayağa kalkarak, "bana çok iyidavrandınız ve daha uzun kalıp içkinin tadına bakmakkonuşmalarınızı dinlemek isterdim, çünkü bana anlattık-larınız çok ilginçti. Ama anlamalısınız, ailem konusundamutsuzum ve onları bulmaya can atıyorum, bu yüzdenkalmayı ne kadar istesem de, sanırım yoluma devam et-meliyim." Rahip gür sakallarının arasından dudaklarını çıkardıve kaşlarını çattı, ama sonra omuzlarını silkti. "Eh, git-men gerekiyorsa git. Ama gitmeden önce votkamdan iç-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

melisin. Şimdi benimle birlikte ayağa kalk! Bardağını alve tek hamlede başına dik. Tıpkı böyle!" Bardağı başına dikerek tüm içkiyi tek seferde yuttu vesonra devasa vücudunu ayağa kaldırıp Will'in yanıbaşm-da durdu. Şişman, kirli parmaklarıyla uzattığı bardak çokminik görünüyordu, ama ağzına dek berrak içkiyle do-luydu ve Will içkinin baş döndürücü kokusunu, adamıncüppesinden gelen bayat ter ve yemek lekelerinin koku-sunu alabiliyordu. Daha adam konuşmadan midesi bu-lanmıştı bile. "İç Wül îvanoviç!" diye bağırdı rahip tehditkar bircandanlıkla. Will bardağı kaldırdı ve alev alev, yağlı sıvıyı durak-samadan tek yudumda içti. Şimdi, kusmamak için büyükçaba göstermesi gerekiyordu. Sıkıntıları bitmemişti henüz. Semyon Borisoviç kosko-ca boyuyla eğildi ve Will'i iki omzundan yakaladı.132

"Oğlum," dedi, ve sonra gözlerini kapayıp, bir dua ya, jjani söylemeye başladı. Adamdan güçlü bir tütün, al-kol ve ter kokusu karışımı yükseliyordu ve o kadar ya-kında duruyordu ki, yukarı aşağı sallanan gür sakalıWiH'in yüzüne sürtünüyordu. Will nefesini tuttu. Rahibin elleri Will'in sırtına kaydı ve sonra SemyonBorisoviç ona sıkı sıkı sarıldı ve yanaklarını öptü, sağ,sol sonra yine sağ. Will, Balthamos'un minik pençeleri-nin omzuna battığını hissetti ve kıpırdamadan bekledi.Başı dönüyordu, midesi bulanıyordu, ama kıpırdamadı.Sonunda bu da bitti ve rahip geri çekilip, onu ittirdi."Git madem," dedi, "güneye git Will İvanoviç. Git." Will peleriniyle sırt çantasını toparladı, ve dik yürü-meye çalışarak rahibin evinden ayrıldı, köyden çıkan yo-la koyuldu. Will iki saat yürüdü. Mide bulantısı yavaş yavaş dindive yerini ağır, zonklayan bir baş ağrısı aldı. Balthamos onubir kez durdurdu ve serin ellerini Will'in ensesine ve alnı-na koyduğu zaman ağrı biraz azaldı; ama Will bir daha as-la votka içmeyeceğine dair yemin etti kendi kendine. Akşam geç saatlerde patika genişleyip sazların için-den çıktı. Will ileride kasabayı, onun ötesinde de denizdenebilecek kadar geniş bir su kütlesi gördü. Uzakta olmasına rağmen Will sorun olduğunu görebi-liyordu. Çatıların ötesinden duman bulutları çıkıyor, bir-kaç saniye sonra da silah patlamaları geliyordu.133

"Balthamos," dedi Will, "yine cin olman gerekecek.Yanımda dur ve tehlikelere karşı dikkatli ol." Perişan, küçük kasabanın eteklerine yürüdü. Buradabinalar köydekinden daha tehlikeli bir şekilde eğilmiştive selin duvarlarda bıraktığı çamur lekeleri Will'in boyu-nu geçiyordu. Kasabanın kıyısı terk edilmişti, ama ırma-ğa doğru ilerledikçe bağırışlar, çığlıklar ve tüfek atışları-nın gümbürtüsü yükseldi. Sonunda insanları gördü: Bazıları üst kat pencerele-rinden izliyor, bazıları bina köşelerinden endişe içindebaşlarını uzatmış, vinçlerin metal parmaklarıyla büyük

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gemilerin direklerinin çatıların üzerinden yükseldiği rıh-tıma bakıyordu. Bir patlama duvarları sarstı ve yakındaki penceredencamlar döküldü. İnsanlar önce geri çekildi ve sonra yineuzanıp baktılar. Dumanlı havada başka haykırışlar yük-seldi. Will sokağın köşesine vardı ve rıhtıma baktı. Dumanve toz biraz açıldığı zaman, paslanmaya yüz tutmuş birgeminin kıyıdan uzakta durduğunu, ırmağın akışına karşıyerini korumayı başardığını ve iskelede tüfekler ve taban-calarla silahlanmış, büyük bir silahın çevresini sarmış in-sanlar olduğunu gördü. Will izlerken büyük silah tekrartekrar patladı. Bir ateş çakması ve sarsıntılı bir geri tep-menin ardından, geminin yanında sular yükseğe fışkırdı. Will gözlerini gölgeledi. Gemide şekiller vardı, ama-ne beklemesi gerektiğini bilmesine rağmen gözlerini134

sturdu: msan değildiler. Dev metal varlıklardı ya da"ir zırhlı yaratıklar. Geminin ön güvertesinde anidenarlak bir alev çiçeği gürledi ve insanlar korkuyla hay-kırdılar. Ateş, dumanlar ve kıvılcımlar çıkararak yükselevüksele yaklaştı ve sonra alevler saçarak büyük silahınyanına düştü. İnsanlar bağıra çağıra dağıldılar, bazılarıalevler içinde su kıyısına koşup ırmağa daldı ve akıntıyakapılarak gözden kayboldu. Will yakında, öğretmene benzeyen bir adam buldu vesordu:"İngilizce biliyor musunuz?""Evet, evet, biliyorum...""Neler oluyor?" "Ayılar saldırıyor ve biz de onlarla savaşmaya çalışı-yoruz, ama zor. Tek bir topumuz var ve..." Gemideki ateş makinesi alev alev yanan bir zift topudaha gönderdi ve bu sefer alevler topun daha da yakını-na düştü. Hemen ardından gelen üç büyük patlama, alevtopunun cephaneye isabet ettiğini gösteriyordu ve top-çular uzağa sıçrayarak namlunun yere düşmesine izinverdiler. "Ah," diye hayıflandı adam, "kötü oldu, ateş edemi-yorlar..." Geminin kumandanı geminin başını çevirdi ve kıyıyayaklaştı. Pek çok insan korku ve çaresizlik içinde haykır-dı, özellikle de ön güvertede büyük bir alev topu dahaoluştuğu zaman. Tüfeği olanlar bir iki mermi attılar ve135

sonra dönüp kaçtılar. Ama bu sefer ayılar ateş etmedi.Biraz sonra gemi rıhtıma yan yan yanaştı. Akıntıya karşıtutunabilmek için makineler hızla çalışıyordu. İki gemici (ayı değil insan) aşağı atlayıp dubalara ha-lat attı. Bu insan hainleri görünce kasaba halkından bü-yük bir uğultu ve öfke feryadı yükseldi. Gemiciler duy-mazdan gelerek bir iskele sürdüler. Sonra, onlar gemiye binmek için dönerken, Will'in ya-kınında bir yerden ateş edildi ve gemicilerden biri düştü.Cini -bir martı- üflenmiş mum alevi gibi yok oldu. Ayılar saf öfkeyle tepki verdiler. Ateş makinesi hemenyeniden yakılıp kıyıya çevrildi ve yukarı doğru bir alev

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kütlesi fırladı, sonra yüz ayrı kola bölünerek çatılarınüzerine yağdı. Ve iskelenin tepesinde, diğerlerinden da-ha büyük bir ay, demirlere bürünmüş bir kudret timsalibelirdi. Ayının üzerine yağan mermiler vınladılar, tınladı-lar ve beyhude yere düştüler, ayının devasa zırhını çent-meyi bile başaramadılar. Will yanındaki adama sordu: "Neden kasabaya saldı-rıyorlar?" "Yakıt istiyorlar. Ama bizim ayılarla işimiz olmaz. Şim-di krallıklarını terk ediyor ve, kimbilir ne amaçla, ırmakyukarı gidiyorlar. Bu yüzden onlarla savaşmalıyız. Kor-sanlar... hırsızlar..." Büyük ayı iskele tahtasından inmişti. Arkasında pekçok başkası vardı; o kadar ağırdılar ki, gemi yan yattı.Will rıhtımdaki adamların topun başına dönmüş, namlu-136

ya mermi koyduklarını gördü. Aklına bir fikir geldi ve rıhtıma, topçularla ayılar ara-sındaki boşluğa koştu. "Durun!" diye bağırdı. "Savaşmayı bırakın. Bırakınayıyla ben konuşayım!" Ani bir sessizlik oldu ve herkes, bu delice davranışahayret ederek, kıpırtısızca durdu. Topçulara saldırmayahazırlanmakta olan ayı olduğu yerde kaldı, ama vücu-dundaki her hat öfkeyle titriyordu. Büyük pençeleriniyere gömmüştü ve kara gözleri demir miğferin altındaöfkeyle parlıyordu. "Nesin sen? Ne istiyorsun?" diye kükredi, Will ile ay-nı dili konuşarak. İzleyen insanlar şaşkın şaşkın bakıştılar ve dili anlaya-bilenler diğerleri için çevirdi. "Teke tek dövüşeceğiz," diye bağırdı Will, "ve pesedersen, savaş duracak." Ayı yerinden kıpırdamadı. İnsanlara gelince, Will'inne dediğini anlar anlamaz, alaylı kahkahalarla bağırıpçağırdılar, yuh çektiler. Ama fazla sürmedi, çünkü Willkalabalığa döndü ve soğuk bakışlarla, sakin sakin, hiçkıpırdamadan kahkahaların kesilmesini bekledi. Karata-vuk biçimindeki Balthamos'un omzunda titrediğini his-sedebiliyordu. İnsanlar sustuğu zaman Will seslendi: "Ayının teslimolmasını sağlarsam, onlara yakıt satmayı kabul edeceksi-nız. Sonra yollarına gidecek ve sizi rahat bırakacaklar.137

Kabul etmek zorundasınız. Etmezseniz, hepinizi öldüre-cekler." Devasa ayının birkaç metre arkasında olduğunu bili.yordu, ama dönmedi; kasabalıların kendi aralarında, el-lerini kollarını sallayarak konuşmalarını, tartışmalarını iz-ledi. Bir dakika sonra biri bağırdı: "Çocuk! Ayının kabuletmesini sağla!" Will arkasına döndü. Sertçe yutkunup derin bir nefesaldı ve seslendi: "Ayı! Kabul etmek zorundasın. Bana boyun eğersen,savaş durur, siz de yakıt alır ve barış içinde ırmak yuka-rı gidersiniz."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"İmkansız," diye kükredi ayı. "Seninle savaşmakutanç verici olur. Kabuğundan çıkmış midye kadar zayıf-sın. Seninle savaşamam." "Haklısın," dedi Will. Şimdi tüm dikkati önünde du-ran büyük, haşin varlığa odaklanmıştı. "Hiç adil bir dö-vüş değil. Sende onca zırh var, bendeyse yok. Pençenibir kez savurup kafamı koparabilirsin. O zaman bu işidaha adil hale getirelim. Zırhından bir parçayı bana ver,dilediğin parçayı. Örneğin, miğferini. O zaman dahadenk oluruz ve benimle savaşmak utanç verici olmaz." Ayı nefret, öfke ve horgörü ifade eden bir hırlamaylakocaman pençesini kaldırdı ve miğferini yerinde tutanzincirin çengelini açtı. Şimdi, tüm rıhtıma derin bir sessizlik çökmüştü. Kim-se konuşmuyordu -kimse kıpırdamıyordu. Hiç görme-138

, ,erj türden bir şey olduğunu anlayabiliyor, ama ne ol-A ğunu bilemiyorlardı. Artık tek duyulan, tahta kazıkla- çarpan ırmağın sesi, geminin makinelerinin patırtısı vehaslarının üstündeki martıların huzursuz feryatlarıydı.Sonra ayı büyük bir tangırtıyla miğferini Will'in ayakları-nın dibine fırlattı. Will sırt çantasını indirdi ve miğferi ucundan tutupkaldırdı. Zar zor taşıyabiliyordu. Tek bir demir plakadanyapılmıştı, kara ve çentik çentikti, tepesinde göz delikle-ri altında da bir zincir vardı. WiH'in önkolu kadar uzun,başparmağı kadar kalındı. "Demek zırhın bu," dedi Wül. "Eh, bana pek sağlamgelmedi. Ona güvenebilir miyim, bilmiyorum. Bir baka-yım." Bıçağı sırt çantasından çıkarıp kenarını miğferin önü-ne dayadı. Tereyağı kesermiş gibi, bir köşesini kesip ko-pardı. "Tıpkı tahmin ettiğim gibi," dedi ve bir parça, bir par-ça daha kesti; bir dakikadan az süre içinde kocaman şe-yi bir demir yığınına çevirdi. Ayağa kalkıp bir avuç par-ça uzattı. "Bu senin zırhındı," dedi ve parçaları bir tangırtıylaayının ayaklarının dibine bıraktı, "bu da benim bıçağım.Madem miğferin işime yaramıyor, onsuz savaşmam gere-kecek. Hazır mısın ayı? Bence güçlerimiz denk. Ne de ol-sa bıçağımı bir kez sallayıp kafanı koparabilirim."Mutlak bir hareketsizlik hüküm sürüyordu. Ayının ka-139

ra gözleri zift gibi parlıyordu ve Will bir ter damlasının,belkemiğinden aşağı kaydığını hissetti. Sonra ayının başı oynadı. Başını salladı ve geriye doğ-ru bir adım attı. "Çok güçlü bir silah," dedi. "Onunla savaşamam. Senkazandın çocuk." Will insanların bir an sonra tezahürat yapmaya, ıslıkçalmaya başlayacağını biliyordu, bu yüzden daha ayıcümlesini bitirmeden insanların sesini kesmek için dö-nüp seslendi: "Şimdi pazarlıkta size düşeni yapmalısınız. Yaralılarlailgilenin ve binaları onarmaya başlayın. Sonra gemininrıhtıma bağlanmasına ve yakıt ikmaline izin verin."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Bunun tercüme edilmesinin, mesajın izleyen kasabalı-lar arasında aktarılmasının bir dakika alacağını biliyordu.Aynı zamanda, gecikmenin, tıpkı kumlu sığlıkların bir ır-mağın akıntısını dağıtıp yavaşlattığı gibi, kasabalıların ra-hatlama ve öfke patlamalarını önleyeceğini de biliyordu. Will bıçağı sırt çantasına koydu. O ve ayı bir kez dahabakıştı, ama bu seferki daha farklıydı. Birbirlerine yaklaş-tılar. Arkalarında ayılar ateş makinesini sökmeye başlamış-tı. Diğer iki gemi manevra yaparak rıhtıma yanaştı. Kıyıda bazı insanlar temizlik işine girişmiş, bazılarıy-sa, ayılara hükmetme gücü olan çocuğu merak ederek,Will'i görmek için toplanmıştı. Will'in bir kez daha gözeçarpmayan bir çocuğa dönüşme zamanı gelmişti, buyüzden her tür merakı annesinden uzaklaştıran, seneler140

vunca güvenlik içinde yaşamalarını sağlayan büyüyü r elbette, bu büyü değildi, yalnızca bir davranış tar-vdı Sessizleşti, donuk donuk bakmaya ve yavaş hare-ket etmeye başladı. Bir dakikadan az süre içinde insan-lara daha az ilginç, daha az cazip gelmeye başladı. İn-sanlar bu sıkıcı çocuktan bıktı, onu unuttu ve arkalarınıdöndüler. Ama ayının dikkati insansı değildi ve neler olduğunugörebiliyordu. Bunun, WilPin sahip olduğu sıra dışı güç-lerden bir diğeri olduğunu anlamıştı. Yaklaştı ve gemininmakineleri kadar derinden homurdanırmış gibi gelen birsesle konuştu."Adın ne?" dedi."Will Parry. Başka miğfer yapabilir misin?""Evet. Ne istiyorsun?" "Irmak yukarı gidiyorsunuz. Sizinle gelmek istiyorum.Dağlara gidiyorum ve en hızlı yol bu. Beni de alır mısı-nız?""Evet. O bıçağı görmek istiyorum." "Ancak güvenebileceğim bir ayıya gösteririm. Güve-nilir olduğunu duyduğum tek bir ayı var. Ayıların kralı,bulmak için dağlara gittiğim kızın iyi bir arkadaşı-. Kızınadı Lyra Gümüşdil. Ayının adı İorek Byrnison.""Adım İorek Byrnison," dedi ayı."Öyle olduğunu biliyorum," dedi Will. Tekne yakıt alıyordu; raylı vagonlar geminin yanınaÇekilmiş, yan yatırılmıştı ve ambar kapaklarından içeri141

gürleyerek kömür boşalıyor, üstlerinde yüksek bir siyahtoz bulutu yükseliyordu. Cam süpüren ve yakıt fiyat!üzerine pazarlık eden kasabalılar tarafından fark edilme-den, Will ayı-kralm peşinden iskele tahtasından geçipgemiye bindi.142

9Irmak Yukarı... Bir bulutun öğlen vakti kudretligüneşi sardığı zamanki gibibir gölge geçer zihinden...Emily Dickinson "Bıçağı göreyim," dedi İorek Byrnison. "Ben metalden

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

anlarım. Bir ayı için, demir ya da çelikten yapılmış hiçbirşey sır değildir. Ama seninki gibi bir bıçak görmedim veona yakından bakmak beni çok memnun ederdi." Will ve ayı-kral, buharlı ırmak gemisinin ön güverte-sinde, batmaya yüz tutmuş güneşin sıcak ışınlarının al-tındaydılar ve gemi hızla akıntı yukarı ilerliyordu. Gemibol bol yakıt almıştı ve Will'in yiyebileceği yiyeceklervardı. O ve İorek Byrnison birbirlerini bir kez daha tar-tıyordu. İlkini yapmışlardı zaten. Will bıçağın kabzasını İorek'e uzattı ve ayı dikkatle al-dı. Başparmağı, diğer dört parmağına karşılık geliyorduve böylece nesneleri bir insan kadar rahatlıkla kullana-143

biliyordu. Bıçağı bir o yana bir bu yana çevirdi, gözleri-ne yaklaştırdı, ışığı yansıtacak şekilde tuttu, çelik kenarı-nı bir demir parçası üzerinde sınadı. "Zırhımı bu kenarla kestin," dedi. "Diğeri çok tuhaf. Neolduğunu, ne yapabileceğini, nasıl imal edildiğini anlaya-mıyorum. Ama anlamak istiyorum. Senin eline nasıl geçti?" Will olanların çoğunu anlattı ona. Yalnızca, kendisin-den başka kimseyi ilgilendirmeyen kısımları kendinesakladı: annesini, öldürdüğü adamı ve babasını. "Bunun için savaştın ve iki parmağını kaybettin, öylemi?" dedi ayı. "Bana yarayı göster." Will elini uzattı. Babasının merhemi sayesinde yarala-rı güzelce iyileşiyordu, ama hâlâ hassastılar. Ayı yaralarıkokladı. "Kanyosunu," dedi. "Ve seçemediğim bir şey daha.Onu sana kim verdi?" "Bıçakla ne yapmam gerektiğini söyleyen bir adam.Sonra öldü. Kemik bir kutuda biraz merhemi vardı.Onunla yaramı tedavi etti. Cadılar da denemişti, ama si-hirleri işe yaramadı." "Peki, adam bıçakla ne yapman gerektiğini söyledi?"dedi İorek Byrnison bıçağı dikkatle Will'e geri vererek. "Lord Asriel'in tarafında, bir savaşta kullanmamı," di-ye yanıt verdi Will. "Ama ilk önce Lyra Gümüşdil'i kur-tarmalıyım." "O zaman yardım edeceğiz," dedi ayı ve Will'in yüre-ği sevinçle doldu.144

Takip eden birkaç gün boyunca, Will ayıların neden avurtlarından uzaklarda, Orta Asya'ya bu yolculuğuyaptığım öğrendi. Dünyaları yarıp açan felaketten bu yana Arktik'tekibütün buzlar erimeye başlamış ve sularda yepyeni, ya-bancı akıntılar belirmişti. Ayılar buza ve soğuk denizdevaşayan yaratıklara bağımlı olduğundan, oldukları yerdekalırlarsa yakında açlıktan öleceklerini anlamışlardı. Vemantıklı hayvanlar olduklarından nasıl tepki vermelerigerektiğini kararlaştırmışlardı. Bol bol kar ve buz olanbir yere göçmeleri gerekiyordu: Yarım dünya uzakta,ama aynı zamanda sarsılmaz, ebedi ve karlara gömülübir yer olan en yüksek dağa, gökyüzüne dokunan sıra-dağlara gideceklerdi. Dünyadaki çalkantılar yatışana dekdeniz ayılarından dağ ayılarına dönüşeceklerdi."Demek savaşmayacaksınız?" dedi Will.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Eski düşmanlarımız foklar ve morslarla kayboldu.Yeni düşmanlarla karşılaşırsak, nasıl savaşacağımızı bili-yoruz." "Herkesi ilgilendiren büyük bir savaş yaklaşıyor sanı-yordum. Bu durumda kimin tarafında savaşacaksınız?" "Ayılara fayda sağlayacak tarafta. Başka ne olabilir ki?Ama ayı olmayan birkaç kişiye saygım var. Biri, balonuuçuran adamdı. O öldü. Diğeri ise cadı Serafina Pekka-m. Üçüncüsü ise Lyra Gümüşdil denen çocuk. Bu yüz-den, ayılara ne fayda edecekse öncelikle onu yaparım,^onra da çocuğa ve cadıya fayda edecek, ölen yoldaşım145

Lee Scoresby'nin intikamını alacak şeyi yaparım. İşte buyüzden Lyra Gümüşdil'i, Coulter denen iğrenç kadındankurtarmana yardım edeceğim."Will'e, birkaç uyruğu ile birlikte ırmak ağzına yüzüşle-rini, altınla ödeme yaparak bu gemiyi mürettebatıyla bir-likte kiralayışını, Arktik'teki suların boşalmasını avantajolarak kullanarak ırmak akıntıları ile karanın içlerine doğ-ru gidişlerini anlattı. Irmağın kaynağı onların aradıklarıdağların kuzey yamaçlarında olduğundan ve Lyra da ora-da tutulduğundan, şimdiye dek her şey yolunda gitmişti.Böylece zaman geçti. Wül gündüzleri güvertede uyukluyor, güç topluyor-du, çünkü benliğinin her zerresi bitkin düşmüştü. O iz-lerken manzara değişmeye başladı; yükselip alçalanstepler yerlerini alçak, çimenlik tepelere, sonra dahayüksek arazilere bıraktı. Gemi zaman zaman boğazlar-dan ya da çağlayanlardan geçiyor, buharlar saça saça gü-neye ilerlemeye devam ediyordu. Will kaptan ve mürettebatla yalnızca nezaket icabısohbet ediyor, ama, Lyra'nın yabancılar karşısındaki ra-hatlığından yoksun olduğundan, söyleyecek çok şey-bu-lamıyordu. Her durumda, onlar da onunla fazla ilgilen-miyordu. Bu yalnızca bir işti ve bittiği zaman arkalarınabakmadan gideceklerdi. Dahası, sahip oldukları onca al-tına rağmen, ayılardan pek hoşlanmıyorlardı. Will yaban-cıydı ve, yemeğinin parasını ödediği sürece, ne yaptığıumurlarında değildi. Ayrıca, cini tuhaf bir şeydi ve bir ca-146

n cinine benziyordu: Bazen oradaydı, bazen gözden vboluyordu. Çoğu denizci gibi batıl inançlı olan budamlar da Will'i rahat bırakmaya dünden razıydılar. galthamos da sessizliğini koruyordu. Bazen acısı da-yanılmaz oluyor, gemiden ayrılıp bulutların arasına uçu-yor ona Baruk'la paylaştığı deneyimleri hatırlatacak birışık parçası ya da bir koku, akanyıldızlar ya da basınçlaoluşmuş sırtlar arıyordu. Geceleyin, WiU'in kaldığı küçükkamaranın karanlığında konuştuğunda, yalnızca ne ka-dar mesafe kaydettiklerini, vadinin ve mağaranın ne ka-dar uzakta olduğunu söylüyordu. Belki Will'in onunduygularına aldırmadığını düşünüyordu, ama duygudaş-lık arasa, bol bol bulacaktı. Gittikçe daha resmi ve az ko-nuşmaya başladı, ama alaycılığa asla başvurmuyordu. Enazından bu sözünü tutuyordu. İorek'e gelince, bıçağı incelemek onda takıntı halinegelmişti. Saatlerce ona bakıyor, kenarlarını sınıyor, esne-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tiyor, ışığa tutuyor, diliyle ona dokunuyor, kokluyor,hatta hava onun yüzeyinde akarken çıkan sesi dinliyor-du. Will bıçak için korkmuyordu, çünkü İorek'in çok ba-şarılı bir zanaatkar olduğu açıktı; İorek'in kendisi için dekorkmuyordu, çünkü o kudretli pençeler hassaslıkla ha-reket edebiliyordu. Sonunda İorek, Will'e geldi ve, "Bu diğer kenar. Ba-na söylemediğin bir şey yapıyor. Nedir bu ve nasıl yapı-yor?" dedi."Sana burada gösteremem," dedi Will, "çünkü gemi147

hareket ediyor. Durduğumuz zaman gösteririm." "Bu konuda düşünebiliyorum," dedi ayı, "ama ne dü-şündüğümü anlamıyorum. Gördüğüm en garip şey." Derin, kara gözlerinde huzursuz edici, uzun ve okun-maz bir bakışla bıçağı Will'e verdi. Irmağın rengi değişmişti, çünkü Arktik'ten yayılan ilksel sularının kalıntılarıyla karşılaşmıştı. Will sarsıntılarındünyanın farklı yerlerini farklı şekillerde etkilediğini gör-dü; önünden geçtikleri köyler, çatılarına dek su altındakalmıştı ve her şeyini kaybetmiş yüzlerce köylü kayıklar-la, kanolarla eşyalarını kurtarmaya çalışıyordu. Buradatoprak biraz çökmüş olmalıydı, çünkü ırmak genişledi veakıntı yavaşladı. Kaptan geniş ve çalkantılı akıntılarda asılrotasını izlemekte güçlük çekiyordu. Burada hava daha sı-cak ve güneş gökyüzünde daha yüksekteydi. Ayılar güç-lükle serinliyorlardı; bazıları geminin yanında yüzüyor, buyabancı diyarda alışık oldukları suların tadını alıyordu. Ama sonunda ırmak yine daraldı ve derinleşti. Kısasüre sonra ileride, büyük Orta Asya platosunun dağlarıyükselmeye başladı. Will bir gün ufukta beyaz bir çizgigördü ve zaman geçtikçe onun büyümesini, ayrı zirvele-re, sırtlara ve geçitlere bölünmesini izledi. O kadar yük-sektiler ki, yakındaymış -yalnızca birkaç kilometre ileri-de- gibi görünüyorlardı ama hâlâ çok uzaktaydılar. Yal-nız, dağlar muazzamdı ve yaklaştıkça kavranılması im-kânsız ölçüde yüksek görünmeye başladılar.Ayıların çoğu, Svalbard'daki adalarında bulunan kaya-148

klar dışında, hiç dağ görmemişti. Hâlâ çok uzaklardalan dev surlara bakarken üzerlerine bir suskunluk çöktü. "Orada ne avlayacağız İorek Byrnison?" dedi biri.„pağlarda fok var mı? Nasıl yaşayacağız?" "Kar ve buz var," diye yanıt verdi kral. "Rahat edece-ğiz. Ve bol bol yabani hayvan var. Bir süre için yaşam-larımız farklı olacak. Ama hayatta kalacağız ve her şeyolması gerektiği hale döndüğünde ve Arktik yine dondu-ğunda, hayatta olup geri döneceğiz, oralara sahip çıka-cağız. Orada kalsak açlıktan ölürdük. Tuhaflıklara ve ye-ni âdetlere hazırlıklı olun ayılarım." Sonunda buharlı gemi daha ileriye gidemez oldu,çünkü bu noktada ırmak yatağı daralmış, sığlaşmıştı.Kaptan gemiyi bir vadinin dibindeki, normalde çimen vedağ çiçekleriyle kaplı olan, ırmağın çakıl yatakları üze-rinde dolana dolana gittiği yerde durdurdu. Ama vadi ar-tık göl olmuştu ve kaptan buradan öteye geçmeye cesa-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ret edemeyeceği konusunda ısrar etti, çünkü bu nokta-nın ötesinde, kuzeyden gelen muazzam sele rağmen, ka-rinanın altında yeterince derinlik bulamazdı. Böylece vadinin kenarına, bir kaya çıkıntısının bir türmendirek oluşturduğu yere çektiler ve gemiden indiler. "Şimdi neredeyiz?" dedi Will İngilizcesi sınırlı olankaptana. Kaptan lime lime, eski bir harita buldu ve piposu iledürtükleyerek konuştu. "Bu vadi, olduğumuz yer. Sizinin, gidin."149

"Çok teşekkür ederim," dedi Will ve yolculuk için üc-ret ödemesinin gerekli olup olmadığını düşündü, arrıakaptan sırtını dönmüş, yüklerin indirilmesine göz kulakoluyordu. Kısa sürede otuz kadar ayı ve zırhları dar kıyıya indi-rilmişti. Kaptan bir emir verdi ve gemi akıntıya karşı zah-metle dönüp akıntının ortasına doğru manevra yaptı.Geminin düdüğü çaldı ve ses vadide uzun uzun yankı-landı. Will bir taşın üzerine oturup haritaya baktı. Doğruokuyorsa, meleğe göre Lyra'nın tutulduğu vadi doğu vegüney yönündeydi ve oraya giden en iyi yol Sungchenadındaki geçitten devam ediyordu. "Ayılar burayı aklınızda tutun," dedi İorek Byrnisonuyruklarına. "Arktik'e geri dönme zamanı geldiğinde bu-rada toplanacağız. Şimdi kendi yolunuza gidin, avlanın,beslenin ve yaşayın. Savaşa girmeyin. Buraya savaşmakiçin gelmedik. Savaş tehdidi olursa ben sizi çağıracağım." Ayılar yalnız yaratıklardı; yalnızca savaşlarda ve acildurumlarda bir araya gelirlerdi. Kendilerini karlı bir di-yarın kıyısında bulunca kendi başlarına keşif yapmakiçin sabırsızlanmaya başlamışlardı. "Hadi gel Will," dedi İorek Byrnison, "Lyra'yı bula-lım."Will sırt çantasını aldı ve yola koyuldular. Yolculuğun ilk kısmında rahat rahat yürüdüler. Güneşsıcak sıcak parlıyordu, ama çamlar ve ormangülü funda-150

klan ısının en kötü kısmının omuzlarına vurmasını engel-ıvordu. Hava temiz ve açıktı. Zemin kayalıktı, ama kaya-1 rrn üstü yosunlarla ve çam iğneleriyle kaplıydı. Tırman-dıkları yamaçlar dik değildi. Will yürüyüşten zevk aldığınıfark etti. Gemide geçirdiği günler ve zorunlu dinlencesi sa-yesinde gücünü iyice toplamıştı. İorek'le karşılaştığındagücü tükenmek üzereydi. O bunun farkında değildi, amaayı farkındaydı. İkisi yalnız kalır kalmaz Will, İorek'e bıçağın diğer ke-narının nasıl çalıştığını gösterdi. Bir başka dünyaya pen-cere açtı ve nemli, su şıpırtıları ile dolu bir tropikal yağ-mur ormanı manzarası önlerinde serildi. Ağır kokularlayüklü dumanlar seyrek dağ havasına doğru süzüldü. İo-rek dikkatle izliyordu; pençesiyle pencerenin kenarınadokundu, kokladı, sonra sıcak, nemli havaya adım attıve sessizlik içinde çevresine bakındı. Maymunların çığ-lıkları ve kuş ötüşleri, böceklerin cırcırları ve kurbağala-rın vıraklamaları, yoğunlaşan buharın daimi şıpırtısı pen-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

cerenin dışında kalan Will'e çok yüksek geldi. Sonra İorek geri geldi ve Will'in pencereyi kapaması-nı izledi. Bıçağı yeniden görmek istedi ve gümüş kenarao kadar yakından baktı ki, Will onun gözünü keseceğin-den korktu. İorek bıçağı uzun uzun inceledi. Sonra,"Haklıymışım: Bununla savaşamazdım," dışında tek keli-me etmeden geri verdi. Yola devam ettiler. Pek az konuşuyorlardı ve bu iki-sinin de işine geliyordu. İorek Byrnison bir ceylan yaka-151

ladı ve çoğunu yedi. Yumuşak etlerini, pişirmesi içinWilPe bıraktı. Bir köye geldiklerinde, İorek ormandabeklerken, Will altın paralarından birini verip bir parçapide ve biraz kurutulmuş meyve, yak derisinden çizme-ler ve bir tür koyun postundan yelek aldı, çünkü gece-leri hava soğuk oluyordu. Aynı zamanda, gökkuşakları ile bezeli vadiyi sorma fır-satı buldu. Balthamos, Will'in konuştuğu adamın cini gi-bi karga biçimine bürünerek, ikisinin arasındaki iletişimikolaylaştırdı ve Will açık, işe yarar bir yol tarifi edindi.Daha üç günlük yolları vardı. Eh, yaklaşıyorlardı.Diğerleri de öyle. Lord Asriel'in cayropterlerden ve zeplin yakıt tanke-rinden oluşan gücü dünyalar arasındaki açıklığa varmış-tı: Svalbard göğündeki gediğe. Daha gidecek çok yollarıvardı, ama araçların bakımı için şart olan molalar dışın-da durmadan yolculuk ettiler. Kumandan olan AfrikaKralı Ogunwe, bazalt kaleyle günde iki kere temas ku-ruyordu. Cayropterinde Gallivespian bir mıknatıs opera-törü vardı ve onun aracılığıyla başka yerlerde gelişenolayları Lord Asriel kadar çabuk öğrenebiliyordu. Haberler huzursuz ediciydi. Küçük casus Leydi Sal-makia gölgelerin içinden, kilisenin iki güçlü organının,Yüksek Disiplin Divanı ile Kutsal Ruh Çalışmaları Cemi-yeti'nin, anlaşmazlıklarını bir kenara bırakıp bilgilerinibirleştirmeye karar vermelerini izlemişti. Cemiyet'in ale-

152

metristi Fra Pavel'den daha hızlı ve becerikliydi, vesayesinde, Disiplin Divanı Lyra'nın nerede olduğu-kesin olarak biliyordu. Dahası, Lord Asriel'in onukurtarmak için bir güç gönderdiğini de öğrenmişlerdi.Mahkeme zaman harcamamış, bir zeplin filosuna el koy-muştu. Aynı gün, bir İsviçre Muhafızları taburu, Cenevresolünün üzerindeki dingin havada bekleyen zeplinlerebinmeye başlamıştı. Yani iki taraf da diğerinin dağlara doğru ilerlediğinibiliyordu. Oraya ilk varanın avantajlı durumda olacağınıda biliyorlardı, ama bu konuda yapacak pek bir şey yok-tu: Lord Asriel'in cayropterleri Disiplin Divanı'nın zeplin-lerinden daha hızlıydı, ama daha uzun bir mesafe uçma-ları gerekiyordu ve kendi zeplin tankerlerinin hızıyla sı-nırlanmışlardı. Düşünecek bir konu daha vardı: Lyra'yı her kim elegeçirirse, diğer güçle savaşmadan kaçması imkânsızdı.Bu, Disiplin Divanı için daha kolay olurdu, çünkü Lyra'yıgüvenlik içinde uzaklaştırmak konusunda endişelenme-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

leri gerekmiyordu. Onlar oraya onu öldürmeye gidiyor-lardı. Disiplin Divanı Başkanı'nı taşıyan zeplinde onun habe-rinin olmadığı başka yolcular da vardı. Şövalye Tialysmıknatıslı yankı cihazı aracılığıyla, Leydi Salmakia ile bir-likte gizlice zepline binmelerini emreden bir mesaj almış-11 • Zeplin vadiye geldiğinde, o ve leydi önden gidecek,153

Lyra'nın tutulduğu mağaraya ulaşacak ve Kral OgUr,we'nin güçleri oraya varana dek onu mümkün olabildi,ğince koruyacaklardı. Lyra'nın güvenliği diğer tüm konu-lardan üstün tutulacaktı. Casuslar için zepline binmek tehlikeli olmuştu ve bu-nun tek sebebi taşımak zorunda oldukları araçlar değil-di. Mıknatıslı yankı cihazına ek olarak, en önemli yükle-ri iki böcek larvası ve yiyecekleriydi. Yetişkin böceklerkozadan çıktığında yusufçuğa benzeyeceklerdi, ama WiUve Lyra'nın dünyalarındaki insanların gördüğü yusufçuk-lara değil. Her şeyden önce, onlar çok daha büyüktüler.Gallivespianlar bu yaratıkları dikkatle üretiyorlardı veher klanın böceği diğerlerinden daha farklı olurdu. Şö-valye Tialys'in klanı güçlü, kırmızı sarı çizgili, kuvvetli vekorkunç bir iştaha sahip yusufçuklar üretirdi. Buna kar-şın Leydi Salmakia'nın klanının beslediği yusufçuklar in-ce ve hızlı uçuculardı. Parlak mavi bedenleri olan, karan-lıkta parlayan yaratıklardı. Her casus bu larvalarla donanmış gezer, besinlerinde-ki yağ ve bal oranını dikkatle ayarlayarak onları uykuhalinde tutar ya da hızla yetişmelerini sağlardı. Tialys veSalmakia'nın, rüzgarlara bağlı olarak, bu larvaları koza-dan çıkarmak için otuz altı saatleri vardı, çünkü uçuşlarıyaklaşık bu kadar sürecek ve zeplinler inmeden önceböceklerine ihtiyaçları olacaktı. Şövalye ve meslektaşı bir bölmenin arkasında unutul-muş bir yer buldular ve gemi yüklenir, yakıt ikmali ya-154

1 ken mümkün olduğunca güvenli bir biçimde saklan-I Sonra, mürettebat halatları çözer ve sekiz zeplingöğüne yükselirken, makineler gürlemeye ve hafifoıyı bir uçtan diğerine sarsmaya başladı. Türleri böyle bir benzetmeyi ölümcül bir hakaret sa-vardı, ama en az fareler kadar iyi saklanabiliyorlardı.Gallivespianlar saklandıkları yerden çok şeye kulak mi-safiri oldular ve Kral Ogunwe'nin cayropterinde yolcu-luk eden Lord Roke ile saatte bir temas kurdular. Ama zeplinde öğrenemeyecekleri bir şey vardı, çün-kü Başkan bundan hiç bahsetmiyordu. Bu, Disiplin Di-vanı görevinde başarısız olursa işleyeceği günah içinşimdiden affedilmiş olan suikastçi Peder Gomez mesele-siydi. Peder Gomez başka bir yerdeydi ve kimse onu iz-lemiyordu.155

10ÇarklarDenizin içinden avuç kadar küçük bir bulut çıkıyor.1 Krallar

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Evet," dedi kızıl saçlı kız, terk edilmiş Gazino'nunbahçesinde. "Onu gördük, hem ben hem Paolo. Günlerönce buradan geçti." Peder Gomez, "Peki, nasıl göründüğünü hatırlıyormusunuz?" dedi. "Sıcaklamıştı," dedi küçük oğlan çocuğu. "Yüzü çokterliydi.""Kaç yaşında görünüyordu?" "Yaklaşık..." dedi kız düşünerek, "Sanırım kırk, elli.Yakından görmedik. Belki otuz. Ama Paolo'nun dediğigibi, sıcaklamıştı. Çok büyük bir çantası vardı, seninkin-den çok büyük, bu kadar büyük..." Paolo gözlerini devirip rahibe bakarak kıza bir şeylerfısıldadı. Güneş yüzüne vuruyordu."Evet, biliyorum," dedi kız sabırsızca ve sonra Peder156

mez'e hitap etti. "Heyulalar... Heyulalardan hiç kork-vordu. Şehirden yürüyerek geçti ve hiç korkmadı. ha önce bunu yapan yetişkin görmemiştim. Hatta, on-ı rdan haberi bile yok gibiydi. Tıpkı senin gibi," diye ek-l di rahibe meydan okurcasına bakarak. "Bilmediğim çok şey var," dedi Peder Gomez ılımlıbir tavırla. Küçük oğlan kızın kolunu çekiştirerek bir şeyler da-ha fısıldadı. "Paolo diyor ki," dedi kız rahibe, "senin bıçağı gerialacağını düşünüyormuş." Peder Gomez tüylerinin diken diken olduğunu hisset-ti. Disiplin Divanı'ndaki soruşturmada, Fra Pavel'in ver-diği ifadeyi hatırlıyordu: Kastettiği bıçak bu olmalıydı. "Elimden geliyorsa," dedi, "alacağım. Bıçağı buradanaldı, değil mi?" "Torre degli Angeli'den," dedi kız, kızıl-kahverengiçatıların üzerinden kare şeklindeki taş kuleye işaret ede-rek. Kule öğlen güneşi altında ışıldıyordu. "Ve onu çalanoğlan, ağabeyimiz Tullio'yu öldürdü. Onu Heyulalar al-dı. O oğlanı öldürmek istiyorsan, sorun değil. Bir de kızvardı -o da yalancıydı, oğlan kadar kötüydü." "Bir de kız mı vardı?" dedi rahip aşırı ilgili görünme-meye çalışarak. "Yalancı pislik," dedi kızıl saçlı çocuk tükürürcesine.Neredeyse ikisini birden öldürüyorduk, ama sonra ka-dınlar geldi, uçan kadınlar..."157

"Cadılar," dedi Paolo. "Cadılar geldi ve onlarla savaşamadık. Kızı ve oğlan,alıp götürdüler. Nereye gittiklerini bilmiyoruz. Ama ka-dın, o sonradan geldi. Onda bir tür bıçak olabileceğinidüşündük, Heyulaları uzak tutacak bir bıçak. Belki sen-de de vardır," diye ekledi çenesini kaldırıp cesaretle ra-hibe bakarak. "Benim bıçağım yok," dedi Peder Gomez. "Ama kut-sal bir işim var. Belki de beni o -Heyulalara- karşı ko-ruyan budur." "Evet," dedi kız, "belki. Her neyse, kızı istiyorsan, gü-neye, dağlara doğru gitti. Nereye bilmiyoruz. Ama kimesorarsan sor, oradan geçmişse söylerler, çünkü Ci'gaz-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ze'de onun gibisini görmedik, ne önceden ne de şimdi.Onu bulmak kolay olmalı." "Sağol Angelica," dedi rahip. "Tanrı sizi kutsasın, ço-cuklarım." Çantasını omuzlayıp bahçeden çıktı ve tatmin olmuşbir halde sıcak, sessiz sokaklarda yola koyuldu. Tekerlekli yaratıklarla geçirdiği üç günden sonraMary Malone onlar, onlar da Mary Malone hakkında

epey bilgi edinmişti. O ilk sabah, onu yaklaşık bir saat boyunca bazalt yol-da taşıyarak ırmak kıyısındaki bir yerleşim yerine götür-düler. Yolculuk rahatsızdı; Mary'nin tutunabileceği biryer yoktu ve yaratığın sırtı sertti. Onu korkutan bir hız-158

diyorlardı, ama tekerleklerinin sert yolda çıkardığı-mbürtü ve ayaklarının vuruşları Mary'yi o kadar heye-anlandırmıştı ki, rahatsızlığı aklına bile gelmemişti.Ve yolculuk esnasında yaratıkların fizyolojisini dahakından incelemişti. Tıpkı otlayan hayvanlar gibi, onla-rın iskeletleri de baklava biçimindeydi ve her köşede bi-rer bacakları vardı. Uzak geçmişte bu yaratıkların atalarıolan bazı varlıklar bu yapıyı geliştirmiş ve yapı işlerineyaramış olmalıydı. Tıpkı, nesiller önce Mary'nin dünya-sındaki sürüngenlerin merkezi bir belkemiği geliştirdiğigibi. Bazalt yol yavaş yavaş alçaldı ve bir süre sonra eğimarttı, bu yüzden yaratıklar yokuş aşağı kendilerini bıra-karak serbestçe yol almaya başladılar. Yan bacaklarınıyukarı çekmiş, yan yatarak yön değiştiriyorlardı. HızlarıMary'yi dehşete düşürüyordu, ama sırtına bindiği yaratı-ğın ona en ufak tehlike hissi vermediğini itiraf etmek zo-rundaydı. Tutunacak bir yeri olsa, yolculuktan keyif bilealabilirdi. Bir buçuk kilometre uzunluğundaki yokuşun sonun-da büyük ağaçlardan bir küme vardı ve yakında, düz çi-menlik arazide bir ırmak dolanıyordu. Mary biraz uzak-ta, daha geniş bir su kitlesine benzeyen bir parıltı gördü,ama o tarafa uzun uzun bakamadı, çünkü yaratıklar ır-mak kıyısındaki yerleşim birimine yönelmişlerdi ve Marymeraktan ölüyordu.Yirmi, otuz kulübe vardı ve kaba bir halka halinde di-159

zilmişlerdi. Tahta kirişlerden yapılmışlar ve üstleri dallar-la örülüp, kil sıvayla kaplanmıştı. Diğer tekerlekli yara-tıklar iş basındaydılar: Bazıları çatıları onarıyor, bazılarıırmaktan ağ çekiyor, bazılarıysa ateş için çalı çırpı toplu-yordu. Demek dilleri vardı, ateş yakıyorlardı ve bir toplulukhalinde yaşıyorlardı. Tam o sırada, Mary zihninde bir dü-zeltme yaptı ve yaratıklar sözcüğü halk sözcüğüne dö-nüştü. Bu varlıklar insan değil, ama bir halklar, dedi ken-di kendine; yani onlar değil, biz olarak düşünmeliyim. Şimdi oldukça yaklaşmışlardı. Gelenleri gören bazıköylüler başlarını kaldırdı ve diğerlerine, bakmaları içinseslendiler. Yoldaki grup yavaşlayarak durdu ve Maryzorlukla yere indi. Daha sonra her yerinin tutulacağını

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

biliyordu. "Sağol," dedi şeye... neye? Bineğine mi? Bisikletinemi? İki fikir de, yanında duran parlak gözlü sevimliliktimsali için saçmalık ölçüsünde yanlıştı. Mary, arkadaşsözcüğünde karar kıldı. Arkadaşı hortumunu kaldırdı ve Mary'nin sözlerinitaklit etti:"Sool," dedi ve neşeyle güldüler.Mary sırt çantasını diğer yaratıktan aldı (sool! sool!) veonlarla birlikte bazalttan inip köyün sert toprak zemini-ne ayak bastı.Sonra, onlardan başka hiçbir şey düşünemez oldu.160

Takip eden birkaç gün içinde o kadar çok şey öğren-di ki, okulda şaşkına dönmüş bir çocuk gibi hissetmeyebaşladı. Dahası, tekerlekli halk da Mary karşısında hay-rete düşmüş gibiydi. Her şeyden önce, elleri karşısında.Ellerine doyamıyorlardi: Narin hortumları ile eklemleriniyokluyor, başparmaklarını, parmak boğumlarını, tırnak-larını araştırıyor, onları nazikçe büküyorlardı ve Mary sırtçantasını kaldırırken, ağzına yemek götürürken, kaşınır-ken, saçlarını tararken, yıkanırken şaşkın şaşkın onu iz-liyorlardı. Karşılık olaraksa, Mary'nin onların hortumlarını ince-lemesine izin veriyorlardı. Hortumlar son derece esnekve yaklaşık olarak kolu uzunluğundaydı. Kafayla birleş-tiği yerde daha kalındı ve kafatasmı ezecek kadar güçlüolduklarını tahmin ediyordu. Hortumların ucundaki par-mağa benzeyen iki çıkıntı muazzam güç uygulama vebüyük hassasiyetle iş görme yeteneğine sahipti. Yaratık-lar derilerinin durumunu içten değiştirebiliyora benzi-yordu, parmak uçlarına denk gelen yerler yumuşak ka-dife gibi de olabiliyordu, tahta kadar sert de. Sonuç ola-rak, onları hem otlayan hayvanları sağmak gibi hassas iş-ler için, hem de dalları koparıp şekillendirmek gibi kabaişler için kullanabiliyorlardı. Mary, hortumlarının iletişimde de rol oynadığını anla-dı yavaş yavaş. Hortumun bir hareketi, bir sesin anlamınıdegiştirebiliyordu. Böylece 'çu' sesi, hortum soldan sağasallandığında su; hortumun ucu yukarı kıvrıldığında 'yağ-161

mur', aşağı kıvrıldığında 'hüzün'; sola doğru bir fiske atıl-dığında 'taze çimen filizleri' anlamına geliyordu. Mary bu-nu anlar anlamaz, kollarını aynı şekilde hareket ettirmeyeçalışarak onları taklit etti ve yaratıklar Mary'nin kendile-riyle konuşmaya çalıştığım fark ettiğinde sevinçleri büyükoldu. Konuşmaya başladıklarında (daha çok onların dilindekonuşuyorlardı, ama Mary de onlara birkaç kelime öğ-retmeyi başarmıştı: 'sooP, 'ot', 'aaç', 'gök' ve 'rmak' diye-biliyorlardı ve güçlükle de olsa adını telaffuz edebiliyor-lardı) çok daha hızlı ilerleme kaydettiler. Bir halk olarakkendilerini mulefa sözcüğüyle tanımlıyorlardı, ama bi-reysel olarak isimleri zalif idi. Mary erkek zalifler ile di-şi zalifler arasında bir ses farkı olduğunu düşünüyordu,ama kolaylıkla seçemeyeceği kadar ince bir farktı bu. Birsözlük oluşturmak için her şeyi yazmaya başladı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama kendini işine tamamen vermeden önce yıpran-mış karton kapaklı kitabıyla civanperçemi saplarını çıka-rıp I Ching'e sordu: Burada kalıp bu işi mi yapmalıyım,yoksa başka bir yere gidip aramaya devam mı etmeli-yim?Yanıt şöyleydi: Kıpırtısız kal ki huzursuzluk dağılsın;

sonra, çalkantının ötesinde, büyük kanunlar algılanabilir.Şöyle devam ediyordu: Bir dağ nasıl kendi içinde kı-pırtısız kalırsa, bilge bir adam da iradesinin mevcut du-rumun ötesine sapmasına izin vermez.Mesaj daha açık olamazdı. Mary çubukları kaldırdı,162

Lfrabı kapadı ve ancak ondan sonra, yaratıkların çevre-ni almış, kendisini izlemekte olduğunu fark etti.Biri sordu: Soru?İzin?Merak.Mary yanıt verdi: Lütfen. Bak. Hortumlarını büyük hassaslıkla hareket ettirerek,Mary'nin sayarken yaptığı gibi, çubukları ayırdılar, kita-bın sayfalarını çevirdiler. Onları hayrete düşüren şey, el-lerinin iki tane olmasıydı: hem kitabı tutup hem de say-falarını çevirebilmesi. Mary'nin parmaklarını kenetleme-sini, çocukların oynadığı 'Bu kilise, bu da kule' oyununuoynamasını, başparmağıyla işaret parmağını tekrar tekrarbirleştirmesini izlemeye bayılıyorlardı. Bu, Ama'mn yap-tığı hareketin aynısıydı, Lyra'nın dünyasında da kullanılı-yordu ve kötü ruhları uzaklaştırma amaçlıydı. Civanperçemi saplarını ve kitabı inceledikten sonraonları dikkatle kumaşa sarıp kitapla birlikte Mary'nin sırtçantasına kaldırdılar. Eski Çin'den aldığı mesaj Mary'yimutlu etmiş, ona güven vermişti, çünkü o anda en çokyapmak istediği şeyin, yapması gereken şey olduğu an-lamına geliyordu. Böylece, mulefa hakkında daha çok bilgi edinmeyekoyuldu sevinçli bir yürekle. iki cins olduklarını, tekeşli çiftler halinde yaşadıkları-nı öğrendi. Yavruları uzun bir çocukluk dönemi geçiri-yordu: en az on sene. Açıklamalarından anlayabildiği ka-darıyla, çok yavaş büyüyorlardı. Bu köyde beş yavru var-dl> bir tanesi yetişkin olmak üzereydi ve diğerlerinin yaş-163

lan farklı farklıydı. Yetişkinlerden daha küçük olduklarıiçin, tohum zarfından tekerleklere binemiyorlardı. Yav-ruların, otlayan hayvanlar gibi, dört ayaklarını yere basa-rak hareket etmeleri gerekiyordu, ama onca enerjiye vemaceraperestliğe rağmen (Mary'ye doğru sıçrıyor ve son-ra utanıp kaçıyorlardı, ağaç gövdelerine tırmanıyorlardısığ sularda çırpınıyorlardı, vesaire) sanki kusurlu yaratıl-mışlar gibi, sarsak sarsak hareket ediyorlardı. Onlarlakarşılaştırıldığında, yetişkinlerin hızı, gücü ve zarafeti şa-şırtıcıydı. Mary, büyümekte olan bir yavrunun tekerlek-lere binebileceği günü nasıl bir özlemle beklediğini gö-rebiliyordu. Bir gün, en büyük yavrunun tohum zarfları-nın saklandığı ambara usulca gitmesini ve ön pençesiniortadaki deliğe takmaya çalışmasını izledi. Ama yavruayağa kalkmaya çalıştığında hemen devrildi ve tekerle-ğin altında kaldı. Ses bir yetişkinin dikkatini çekti. Yav-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ru endişeyle ciyaklayarak kendini kurtarmaya çalıştı, veMary kızgın ebeveynle ve suçlu yavrunun oluşturduğumanzara karşısında gülmekten kendini alamadı. Yavruson anda kendini kurtardı ve koşarak kaçtı. Tohum zarfından tekerleklerin son derece önemli ol-duğu açıktı. Kısa süre sonra Mary onların ne kadar de-ğerli olduklarını anlamaya başladı. Her şeyden önce mulefa halkı zamanının büyük kıs-mını tekerleklerinin bakımı için harcıyordu. Tırnaklarınıbeceriyle kaldırıp çevirerek delikten çıkarıyorlar, sonrahortumlarını kullanarak tekerleğin her yerini inceliyorlar,164

rınl temizliyor, çatlak arıyorlardı. Tırnakları son de-ce güçlüydü: Bacakla dik açı oluşturan bir boynuz ya, genlik çıkıntısıydı. Hafifçe kıvrık olduğu için, deliğincindeyken ağırlığı ortadaki en yüksek kısım taşıyordu.ıvlary bir gün, bir dişi zalifin ön tekerleğindeki deliği in-celemesini, tekerleğin orasına, burasına dokunmasını,kokuyu sınarcasma hortumunu havaya kaldırıp indirme-sini izledi. Mary gördüğü ilk tohum zarfını incelediği zaman par-maklarına bulaşan yağı hatırladı. Zalifin izniyle tırnağınabaktı ve yüzeyinin kendi dünyasında hissettiği her şey-den daha pürüzsüz ve kaygan olduğunu gördü. Parmak-ları yüzeyde durmuyordu bile. Tırnağın tamamı, hafifçekokan yağa doymuş gibiydi. Tekerleklerindeki yağdanörnek alan, tekerlekleri sınayan, kontrol eden başkaköylüler de gördükten sonra, hangisinin önce geldiğini

merak etti: tekerlek mi, yoksa tırnak mı? Binici mi, yok-sa ağaç mı? Elbette, üçüncü bir unsur daha vardı: jeoloji. Yaratık-lar tekerlekleri onlara doğal yollar sağlayan bir dünyadakullanabilirlerdi. Bu lav akıntılarının mineral bileşiğinde,onların engin savanada kurdele gibi çizgiler halindeuzanmalarını, aşınmaya ve çatlamaya karşı bu kadar da-yanıklı olmalarını sağlayan bir özellik olmalıydı. Maryher şeyin nasıl birbiriyle bağlantılı olduğunu ve mulefataralından idare edildiğini görmeye başladı. Her otlayanhayvan sürüsünün, her tekerlek ağacı kümesinin, her tat-165

lı çimen tutamının yerini biliyorlardı. Sürülerin içindekiher hayvanı, ayrı ayrı her ağacı biliyorlar, onların refahı-nı ve kaderini tartışıyorlardı. Bir seferinde, mulefanın ot-laya'n hayvanlardan bir sürüyü toparladığını, bazı hay-vanları seçtiğini ve diğerlerinden uzağa götürüp kuvvet-li hortumlarının bir hareketiyle boyunlarını kırarak öl-dürdüğünü gördü. Hiçbir şeyi boşa harcamamışlardı.Mulefa ustura kadar keskin taş parçalarını hortumlarındatutarak birkaç dakika içinde hayvanların derisini yüzdüiçlerini temizledi ve sonra beceriyle kesmeye, sakatatla-rı, yumuşak etleri ve sert eklemleri ayırmaya, yağlarıayıklamaya, boynuzları ve toynakları kesip kenara koy-maya başladı. O kadar verimli çalışıyorlardı ki, Mary iyiyapılan bir işi izlemenin keyfiyle izledi onları. Kısa süre sonra et şeritleri kuruması için güneşe asıl-mış, kalan etler tuza basılıp yapraklara sarılmıştı. Deriler-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

deki yağ kazınmış ve daha sonra kullanılmak üzere birkenara konmuştu. Sonra deriler, tabaklanmak üzere, me-şe kabuğu dolu su çukurlarına basıldı. Yavruların en bü-yüğü bir dizi boynuzla oynuyor, otlayan hayvanlardanbiriymiş gibi davranarak diğer yavruları güldürüyordu. Oakşam yemekte taze et vardı ve Mary kendine güzel birziyafet çekti. Benzer şekilde, mulefa en iyi balıkların nerede bulun-duğunu, ağların ne zaman, nereye serilmesi gerektiğimde biliyordu. Yapacak iş arayan Mary ağ örenlere gitti veyardım etmeyi önerdi. Tek başına değil, ikişer ikişer ça-166

tlklarını, hortumlarını birlikte kullanarak düğüm attık-. nl görünce, ellerine bu kadar şaşmalarının sebebininladı. Elbette, tek başına düğüm atabildiği içindi. Başta,bunun ona avantaj sağladığını hissetti -onun kimseye ih-tiyacı yoktu. Ama sonra bu durumun onu diğerlerindennasıl uzaklaştırdığını fark etti. Belki bütün insanlar böy-leydi. O zamandan sonra, lifleri bağlamak için tek elinikullandı ve görevi onun arkadaşı olmuş bir dişi zaliflepaylaştı, parmaklar ve hortum birlikte hareket ettiler. Ama tekerlekli halk, idare ettiği onca canlı arasında,en çok tohum zarfı ağaçlarına özen gösteriyordu. Bölgede bu grubun baktığı yarım düzine koruluk bu-lunuyordu. Uzakta başkaları da vardı, ama onlar diğergrupların sorumluluğu altındaydı. Her gün bir grup gidipkudretli ağaçların durumunu kontrol ediyor, düşmüş to-hum-zarflarını topluyordu. Mulefanın ne kazandığı açık-tı, ama ağaçlar bu değiş tokuştan ne elde ediyordu aca-ba? Mary bir gün bunu da gördü. Grupla birlikte gezintiyaparken yüksek bir çat sesi duyuldu. Herkes durdu vetekerleği yarılan kişiyi çevreledi. Her grup, yanında biriki yedek tekerlek taşıyordu, bu yüzden tekerleği kırılanzalif yeni bir tane aldı; kırılan tekerlek dikkatle bir bezesarıldı ve yerleşim yerine geri götürüldü. Zarfı açtılar ve bütün tohumları çıkardılar -Mary'ninküçük parmağının tırnağı büyüklüğünde, yassı, açıkrenk, ovallerdi- ve her birini dikkatle incelediler. Tohumzarflarının kırılması için sert yollarda devamlı dövülmesi167

gerektiğini, aynı zamanda tohumların zor çimlendiğiniaçıkladılar. Mulefanın özeni olmasa ağaçların hepsi ölür-dü. Her tür bir diğerine bağımlıydı ve dahası, bunumümkün kılan yağdı. Anlaması zordu, ama yağın düşün-celerinin ve hislerinin merkezi olduğunu söylüyor gibiy-diler; gençler büyüklerinin bilgeliğine sahip değildi, çün-kü tekerlekleri kullanamıyor ve dolayısıyla tırnakları ara-cılığıyla yağ çekemiyorlardı.

İşte o zaman, Mary mulefa ile hayatının son birkaç se-nesini meşgul eden soru arasındaki bağlantıyı gördü. Ama onu daha fazla inceleme fırsatı bulamadan (mu-lefayla sohbet uzun ve karmaşık oluyordu, çünkü, hayat-ta hiçbir şeyi unutmuyormuş gibi, savlarını düzinelerceörnekle açıklamaya, süslemeye ve nitelendirmeye bayılı-yor ve öğrendikleri her şeye atıfta bulunabiliyordu) köysaldırıya uğradı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ne olduklarını bilmese de, saldırganları ilk görenMary oldu. Bir akşam ortasıydı, Mary bir kulübenin çatısının ona-rılmasına yardım ediyordu. Mulefa yalnızca tek katlı ev-ler yapıyordu, çünkü iyi tırmanıcılar değillerdi, ama Maryyerden yukarı tırmanmaktan hoşlanıyordu. Tekniğini öğ-rendikten sonra, mulefadan çok daha hızlı bir biçimdesaz serebiliyor, iki elini kullanarak onu yerine bağlayabi-liyordu.Bir evin kirişlerine yaslanmış, ona fırlatılan sazları ya-168

1 vor, su kitlesinden esen ve kızgın güneşi hafifleten in yelin keyfini çıkarıyordu ki, gözüne bir beyaz çak-

ması ilişti.Deniz olduğunu sandığı o uzak ışıltıdan geliyordu.r özlerini gölgeledi ve bir, iki -daha fazla- yüksek beyazyelkenliden oluşan bir filonun sıcak pusundan çıktığını»ördü. Uzaktaydılar, ama sessiz bir zarafetle ırmak ağzı-" na doğru geliyorlardı.Mary! diye seslendi aşağıdaki zalif. Ne görüyorsun? Mary yelkenli ya da tekne için kullandıkları sözcüğübilmiyordu, bu yüzden, yüksek, beyaz, çok dedi. Zalif hemen alarm verdi ve bunu duyan herkes işinibırakıp, yavrulara seslenerek köyün ortasına toplandı.Bir dakika içinde, bütün mulefa kaçmaya hazır olmuştu. Mary'nin arkadaşı Atal seslendi: Mary! Mary! Gel! Tu-alapi! Tualapi! Her şey o kadar çabuk olmuştu ki, Mary yerinden bi-le kıpırdamamıştı. O sırada beyaz yelkenler ırmağa gir-miş, akıntı yukarı rahatlıkla yüzüyordu. Mary denizcile-rin disiplini karşısında etkilenmişti: Çok hızlı tiramola ya-pıyorlardı ve yelkenler bir sığırcık sürüsü gibi hep birlik-te hareket ediyor, aynı anda yön değiştiriyordu. Öylesi-ne güzellerdi ki! O kar beyazı, ince yelkenler eğiliyor, al-çalıyor ve rüzgarla doluyordu... En az kırk taneydiler ve ırmak yukarı Mary'nin sandı-ğından daha hızlı hareket ediyorlardı. Mary gemilerdemürettebat olmadığını gördü ve sonra onların gemi ol-169

madiğini fark etti: Bunlar devasa kuşlardı ve yelkenle?de kanatlarıydı-, bir ön, bir arka kanatları vardı. Onlarıkendi kaslarının gücüyle dik tutuyor, geriyor ve rüzgaragöre hareket ettiriyorlardı. Durup onları inceleyecek zaman yoktu, çünkü kıyıyaçoktan ulaşmışlar, sudan çıkıyorlardı. Boyunları kuğula-rınkine benziyordu ve gagaları Mary'nin önkolu kadaruzundu, kanatlarıysa Mary'nin boyunun iki katıydı ve-kaçarken omzunun üzerinden arkaya korkuyla bakar-ken gördüğü gibi- bacakları güçlüydü: Suda bu kadarhızlı hareket edebilmelerine şaşmamak gerekirdi. Adını seslenerek köyden çıkan ve yola tırmanan mu-lefanm peşinden hızla koştu. Onlara tam zamanındaulaştı: Arkadaşı Atal onu bekliyordu ve Mary onun sırtı-na çıkar çıkmaz, ayaklarıyla yeri döverek diğerlerinin pe-şinden yokuş yukarı fırladı. Karada hızlı hareket edemeyen kuşlar onları kovala-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

maktan vazgeçti ve köye döndü. Ambarları yıkıp açtılar, hırlayarak, homurdanarak, ko-caman zalim gagalarını sallayarak kurutulmuş etleri, ta-hılları ve meyveleri yuttular. Yenilebilir her şey bir daki-kadan az süre içinde tükenmişti. Tualapiler daha sonra tekerlek deposunu buldu vebüyük tohum zarflarını kırıp açmaya çalıştılar, ama buonların gücünü aşıyordu. Mary alçak tepenin zirvesin-den, tohumların art arda yere fırlatılmasını, tekmelenme-sini, kuvvetli bacaklardaki pençelerle tırmalanmasını iz-170

lerken arkadaşlarının korkuyla gerildiğini hissetti, amaIbette tohumların hiçbiri zarar görmedi. Mulefayı endi-elendiren, pek çok tohum zarfının ittirile ittirile suya sü-üklenmesiydi. Irmağa düşen zarflar denize doğru süzül-düler ağır ağır. Kar beyazı kuşlar gördükleri her şeyi, ayaklarıyla za-limce tırmalayarak ve gagalarıyla vurarak, kırarak, sarsa-rak, yırtarak parçalamaya başladılar. Mary'nin çevresinde-ki mulefa mırıldanıyor, neredeyse hüzünle sızlanıyordu.Ben yardım ederim, dedi Mary. Yine yaparız. Ama o pis yaratıkların işi bitmemişti; güzelim kanatla-rını kaldırarak yıkım sahnesine çömeldiler ve pislediler.Koku esintiyle yamaç yukarı süzüldü. Kırık kirişlerin, da-ğınık sazların arasında yığın yığın yeşil-siyah-kahverengipislik yatıyordu. Sonra, karadayken edindikleri hantallık-larıyla sallanarak suya döndüler ve akıntı aşağı, denizedoğru süzüldüler. Mulefa son beyaz kanadın da akşam pusunda kaybol-duğunu gördükten sonra yoldan aşağı indi. Üzüntülü veöfkeliydiler, ama daha çok, tohum zarfı deposu için en-dişeleniyorlardı. On beş tohum zarfından yalnızca iki tane kalmıştı.Kalanlar suya itilmiş, kaybolmuştu. Ama ırmağın bir son-raki kıvrımında kumlu bir sığlık vardı. Mary oraya takıl-mış bir tekerlek görebildiğini sanıyordu. Bu yüzden, mu-lefayı şaşkınlık ve korku içinde bırakarak giysilerini çı-kardı, beline bir ip bağladı ve ırmağın kıvrıldığı yere171

yüzdü. Sığlıkta, o kıymetli tekerleklerden bir değil, betanesini buldu. İpi yumuşamaya yüz tutmuş ortalarındangeçirip çekerek, ağır ağır geri yüzdü. Mulefa ona minnettar oldu. Onlar suya girmiyorduyalnızca kıyıda durup balık tutuyor ve ayaklarıyla teker-leklerini ıslatmamaya özen gösteriyorlardı. Mary sonun-da onlar için faydalı bir şey yapabildiğini hissetti. O gece geç saatlerde, tatlı köklerden oluşan yetersizbir akşam yemeğinden sonra, ona tekerlekler için nedenbu kadar endişelendiklerini anlattılar. Tohum zarflarınınbol, dünyanın zengin ve yaşam dolu olduğu zamanlargörmüşlerdi. Mulefa ağaçlarla birlikte daimi sevinç için-de yaşıyordu. Ama seneler önce kötü bir şey olmuştu;dünya bir erdemini kaybetmişti, ve bütün çabalarına, on-lara adadıkları onca sevgiye ve özene rağmen tekerlekağaçları ölüyordu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

172

11YusufçuklarKötü niyetle söylenen tek bir gerçekaklına gelebilecek her tür yalanı ezer...William Blake Ama çantasında ekmek ve süt, yüreğinde ağır bir şaş-kınlıkla mağaraya giden patikayı tırmanıyordu. Uyuyankıza ulaşmayı nasıl başaracaktı? Kadının yiyecekleri üzerine bırakmasını söylediği ta-şa geldi. Çantasını taşın üzerine bıraktı, ama hemen evedönmedi. Biraz daha yukarı tırmanıp, mağarayı geçti, yo-ğun fundalıkların arasından süzüldü ve tırmanmaya de-vam ederek ağaçların seyrelip, gökkuşaklarının başladı-ğı yere geldi. Ama ve cini orada küçük bir oyun oynadılar: Kaya çı-kıntılarının üzerine çıktılar, yeşil-beyaz çağlayanlarınÇevresinden dolandılar, girdap dolu su birikintilerindenVe rengarenk ışıldayan serpintilerden geçtiler, öyle kiAma'nın saçları, kirpikleri ve cininin sincap kürkü minik173

incilere benzeyen milyonlarca su damlacığı ile kaplandıOyun, rotaları onlara bol bol bahane verse de, gözlerinisilmeden en tepeye varmaktı. Kısa süre sonra güneş ^ğı kıvılcımlandı, ayrışarak kırmızı, sarı, yeşil, mavi vearadaki renklerden oluşan bir tayfa dönüştü, fakat Amaen tepeye varana dek, daha iyi görmek için gözlerini si-lemezdi, yoksa oyunu kaybederdi. Cini Kulang en tepedeki küçük çağlayanın kenarında-ki kayaya sıçradı. Ama onun, kirpiklerindeki nemi silme-diğinden emin olmak için hemen geri döneceğini bili-yordu -fakat Kulang dönmedi.Bunun yerine, olduğu yerde kaldı ve ileriye baktı.Ama gözlerini sildi, çünkü cinin hissettiği şaşkınlıkoyunu bozmuştu. Kendini kayanın üzerine çekip kenar-dan baktı ve inleyerek yerinde dondu, çünkü daha öncehiç görmediği bir yaratığın yüzü ona bakıyordu: Bir ayıy-dı bu, ama ormandaki kahverengi ayılardan dört kat bü-yük, devasa, dehşet verici bir ayıydı. Üstelik fildişi beya-zıydı, siyah burnu, siyah gözleri ve hançer boyunda tır-nakları vardı. Yalnızca bir kol boyu uzaktaydı. Ama ayı-nın başındaki kılları bile seçebiliyordu. "O kim?" dedi bir oğlan sesi. Ama sözleri anlamasada, anlamını kolaylıkla kavradı. Bir an sonra ayının yanında bir oğlan belirdi; Haşin gö-rünüşlüydü, kaşlarını çatmış, çenesini çıkarıyordu. Yanın-daki kuş şeklindeki şey onun cini miydi? Tuhaf bir kuştu:Ama'nm gördüklerine hiç benzemiyordu. Kuş Kulang'2174

ve kısaca konuştu: Dostuz. Seni incitmeyeceğiz.Büyük beyaz ayı hiç kıpırdamamıştı."Yukarı gel," dedi oğlan. Ama'nın cini, anlamasınısağladı. Ama ayıyı batıl inançlı bir huşu içinde izleyerek kü-rük çağlayanın olduğu yere tırmandı ve kayaların üze-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rinde utangaç utangaç durdu. Kulang kelebeğe dönüştüve bir anlığına Ama'nm yanağına kondu, fakat sonra ka-nat çırparak uzaklaştı ve oğlanın elinde kıpırtısızca otu-ran cinin yanma gitti. "Will," dedi oğlan kendini göstererek. "Ama," diyerekkarşılık verdi Ama. Şimdi oğlanı doğru düzgün görebili-yordu ve onu ayıdan daha çok korkutmuştu: Korkunçbir yarası vardı, iki parmağı eksikti. Bunu görünceAma'nın başı döndü. Ayı sırtını dönüp süt beyazı dereye girip serinlemeyeçalışırmış gibi, boylu boyunca suya uzandı. Oğlanın cinihavalandı ve gökkuşaklarının arasında Kulang ile birlik-te kanat çırptı. Yavaş yavaş birbirlerini anlamaya başla-dılar. içinde bir kız çocuğunun uyuduğu bir mağarayı ara-dıklarını öğrenince? Ama çağlarcasına yanıt verdi: "Nere-de olduğunu biliyorum! Ve kızı, annesi olduğunu söyle-yen bir kadın uyutuyor, ama hiçbir anne bu kadar zalimolamaz, değil mi? Onu uyutmak için bir şey içiriyor, vebende onu uyandıracak otlar var. Bir yanma varabilsem!"WiU ba şını sallayıp Balthamos'un çeviri yapmasını175

bekledi. Bir dakikadan fazla sürdü. "İorek," diye seslendi Will ve ayı dere yatağı boyunca sallana sallana geldi. Bir yandan da yalanıyordu, çürijkü daha demin balık yemişti. "İorek," dedi Will, "bu krzLyra'nın nerede olduğunu bildiğini söylüyor. Ben onun-la gidip bakarken, sen burada kal ve nöbet tut." Dört ayağı derenin içinde duran İorek Byrnison ses-sizce başını salladı. Will sırt çantasını sakladı, bıçağımkemerine taktı, sonra Ama ile birlikte gökkuşaklarınınarasından yamaç aşağı indi. Ayağını nereye koymanıngüvenli olacağını görmek için gözlerini silmesi, pusuniçinden görmeye çalışması gerekiyordu. Havayı doldu-ran sis buz gibiydi. Çağlayanların dibine geldiklerinde, Ama dikkatli git-meleri ve ses çıkarmamaları gerektiğini işaret etti. Işık be-neklerinin koyu yeşil bitki örtüsünün üzerinde dans ettiğive bir milyar minik böceğin ötüştüğü yosunlu kayalarınve büyük, boğumlu çam gövdelerinin arasında, Will kızınpeşinden yürüdü. Tepelerindeki dallar durmaksızın par-lak gökyüzünün önünde sallanırken onlar aşağı indiler. Sonra Ama durdu. Will devasa bir sedirin arkasınasaklandı ve Ama'nın gösterdiği yere baktı. Yaprak ve dalyığınının içinden, sağa doğru yükselen bir yamaç ve ya-macın biraz yukarısında da... "Mrs. Coulter," diye fısıldadı. Yüreği daha hızlı çarp-maya başladı.Kadın kayanın arkasından çıkıp yoğun yapraklı bir176

, sjikeledi ve sonra ellerini çırptı. Yeri mi süpürmüş--7 Kol yenlerini kıvırmıştı ve saçlarını bir eşarpla ört-üştü. Will, Mrs. Coulter'm ev kadını gibi görüneceğinihiç hayal edemezdi. Fakat sonra altın rengi bir çakma oldu ve o korkunçmaymun ortaya çıktı, kadının omzuna sıçradı. Bir şeydenaprelenmişler gibi çevrelerine bakındılar ve Mrs. Coul-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ter ev kadını görünümünü yitirdi. Ama telaşlı telaşlı fısıldadı: Altın maymundan korku-yordu; yarasalar canlıyken kanatlarını koparmaktan hoş-lanan bir yaratıktı. . "Yanında başkası var mı?" dedi Will. "Asker, ya da öy-le birileri?" Ama bilmiyordu. Hiç asker görmemişti, fakat tuhaf,

korkunç adamlardan bahsedenler vardı, ya da geceleridağ yamaçlarında görünen hayaletler de olabilirdi...Dağlarda her zaman hayalet olurdu, bunu herkes bilirdi.Yani kadınla bir ilgileri olmayabilirdi. Eh, diye düşündü Will, Lyra mağaradaysa ve Mrs. Co-ulter mağaradan çıkmıyorsa, benim gidip onu ziyaret et-mem gerekecek. "Sendeki ilaç nasıl bir şey?" dedi. "Kızı uyandırmakiçin ne yapman gerekiyor?"Ama açıkladı."Peki, ilaç şimdi nerede?"Ama evinde olduğunu söyledi. Onu saklamıştı.'Tamam. Sen burada bekle ve yakına gelme. Kadını177

gördüğünde, beni tanıdığını belli etmemelisin. Beni yada ayıyı hiç görmedin. Bir daha ne zaman yiyecek geti-receksin?""Günbatımmdan yarım saat önce," dedi Ama'nın cini"O zaman ilacı da yanında getir," dedi Will. "Seninleburada buluşuruz." Ama büyük huzursuzluk içinde Will'in patikada yolakoyulmasını izledi. Ama'nın maymun cin hakkında söy-lediklerine inanmamış olmalıydı, yoksa mağaraya böylepervasızca gitmezdi. Aslında Will çok endişeliydi. Tüm duyuları berraklaş-mıştı sanki, bakışlarını mağaranın ağzından hiç ayırma-masına rağmen, güneş ışınlarında uçuşan minik böcek-lerin, yaprak hışırtılarının, yukarıdaki bulutların hareket-lerinin farkındaydı."Balthamos," diye fısıldadı ve melek cin kızıl kanatlı,parlak gözlü küçük bir kuş biçiminde omzuna kondu."Yanımdan ayrılma ve o maymuna göz kulak ol.""O zaman sağma bak," dedi Balthamos aksi aksi.Will mağara ağzında bir yüzü ve gözleri olan altınrengi bir ışıltının onları izlemekte olduğunu gördü. Yak-laşık yirmi adım uzaktaydılar. Will yerinde kalakaldı vealtın maymun başını mağaraya çevirerek, bir şeyler söy-ledi, sonra yine onlara döndü.Will bıçağın kabzasını yoklayıp yürümeye devam etti.Mağaraya vardığında kadın onu bekliyordu.Kucağında bir kitap, küçük kanvas sandalyeye rahatı178

oturmuştu ve sakin sakin Will'i izliyordu. Haki gezginir vafetleri giymişti; giysileri o kadar iyi kesimli, kadınınkendisi o kadar zarifti ki, son modaymış gibi gözüküyor-lardı ve gömleğinin önüne iğnelediği küçük kırmızı çiçekdemeti zarif mücevherlerden farksız görünüyordu. Kadı-nın saçları pırıldıyor, kara gözleri ışıldıyordu ve altın gü-neş ışığı altında çıplak bacakları parlıyordu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Mrs. Coulter gülümsedi. Will neredeyse gülümseye-rek karşılık verecekti, çünkü bir kadının bir gülümseme-ye ekleyebileceği tatlılığa ve iyiliğe alışık değildi; gülüm-seme onu altüst etmişti. "Sen WilPsin," dedi Mrs. Coulter o alçak, sarhoş edicisesle."Adımı nereden biliyorsun?" dedi Will sertçe."Lyra uykusunda sayıklıyor.""O nerede?""Güvende.""Onu görmek istiyorum." "Gel madem," dedi Mrs. Coulter ve ayağa kalkıp kita-bı sandalyenin üzerine bıraktı. Will kadınla karşılaştığından beri ilk defa maymun ci-ne baktı. Tüyleri uzun ve parlaktı, her kıl saf altından ya-pılmış gibi görünüyordu ve insan saçından daha incey-di. Küçük yüzü ve elleri siyahtı. Will o yüzü (nefretleÇarpılmıştı) en son, Lyra ile birlikte aletiyometreyi SirCharles Latrom'un Oxford'taki evinden çaldıkları akşamgörmüştü. Maymun dişleriyle Will'i paralamak istemişti,179

Will bıça ğını sağa sola savurarak maymunu geriletmiş vesonra pencereyi kapayıp onları diğer dünyada bırakmış-tı. Will yeryüzünde, kendisini o maymuna sırtını dönme-ye ikna edebilecek hiçbir şey olmadığını düşünüyordu. Ama kuş şeklindeki Balthamos maymunu yakındangözetliyordu. Will mağarada dikkatle adım atarak MrsCouker'ı izledi ve gölgelerin arasında kıpırtısızca yatanküçük şekle doğru yürüdü. İşte oradaydı, en sevgili dostu uyuyordu. Ne kadar daküçük görünüyordu! Lyra'mn, uyanıkken sahip olduğuonca güce ve ateşe rağmen, uyurken bu kadar nazik veılımlı görünebilmesine şaştı Will. Kürkü ışıldayan Panta-laimon kızın boynunda kırsansarı biçiminde yatıyordu.Lyra'mn saçları ıslak ıslak alnına yapışmıştı. Will Lyra'mn yanında diz çöktü ve saçlarını alnındankaldırdı. Lyra'mn yüzü sıcaktı. Altın maymunun sıçrama-ya hazırlanarak çöktüğünü gördü göz ucuyla ve elini bı-çağa götürdü, ama Mrs. Coulter başını hafifçe iki yanasalladı ve maymun gevşedi. Will, belli etmeden, mağaranın düzenini tam olarakezberledi: her taşın şeklini ve büyüklüğünü, yerin eğimi-ni, uyuyan kızın üzerindeki tavanın tam yüksekliğini.Karanlıkta yolunu bulması gerekecekti ve mağarayı gör-mek için tek şansı buydu."İşte, görüyorsun. Lyra güvende," dedi Mrs. Coulter."Onu neden burada tutuyorsun? Ve neden uyanması-na izin vermiyorsun?"180

«Oturalım."Mrs. Coulter sandalye yerine, Will ile birlikte mağara-girişindeki yosun kaplı taşların üzerine oturdu. O ka-fili-* &, nazik konuşuyordu, gözlerinde öylesine hüzünlü birhileelik vardı ki, Wiü'in hissettiği güvensizlik derinleşti.Kadının söylediği her kelimenin yalan olduğunu, her ey-leminin bir tehdidi gizlediğini, her gülümsemesinin alda-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ncı bir maske olduğunu hissediyordu. Eh, Will'in de onualdatması gerekecekti: Kadına kendisinin zararsız oldu-ğunu düşündürecekti. Geçmişte, kendisi ve eviyle ilgile-nen her öğretmeni, her polis memurunu, her sosyal gö-revliyi ve her komşuyu başarıyla aldatmıştı; hayatı bo-yunca bu işe hazırlanmıştı.Evet, diye düşündü. Seninle başa çıkabilirim. "İçecek bir şey ister misin?" dedi Mrs. Coulter. "Bende biraz içerim... Oldukça güvenlidir. Bak." Kahverengimsi, kırışık bir meyveyi kesti ve puslu su-yunu iki küçük bardağa sıktı. Bir tanesini yudumladı vediğerini Will'e uzattı. Will sıvıyı yudumlaymca tatlı ve ta-ze olduğunu gördü."Burayı nasıl buldun?" diye sordu Mrs. Coulter."Sizi izlemek zor olmadı.""Öyle görünüyor. Lyra'nın aletiyometresi sende mi?" "Evet," dedi Will ve onu okuyup okuyamadığını anla-ma meselesini kadına bıraktı."Ve, anladığım kadarıyla bir bıçağın var.""Bunu sana Sir Charles söyledi, değil mi?"181

"Sır Charles? Ah -Carlo, elbette. Evet, o söyledi. Kula-ğa büyüleyici bir şeymiş gibi geliyor. Görebilir miyim?» "Hayır, elbette göremezsin," dedi Will. "Lyra'yı nedenburada tutuyorsun?" "Çünkü onu seviyorum," dedi kadın. "Ben onun an-nesiyim. Lyra korkunç bir tehlike içinde ve ben ona birşey olmasına izin vermeyeceğim.""Tehlikeyi oluşturan ne?" dedi Will. "Şey..." dedi Mrs. Coulter. Saçlarını yüzünün iki yanı-na dökerek öne eğildi ve bardağı yere bıraktı. Yine doğ-rulduğunda iki eliyle saçlarını kulaklarının arkasına attı.Will kadının sürdüğü parfümün kokusuna karışmış olan,vücudunun taze kokusunu aldı ve huzursuz oldu. Mrs. Coulter onun tepkisini gördüyse de belli etmedi.Sözlerine devam etti: "Bak Will, kızımla nasıl tanıştığınıbilmiyorum, neler öğrendiğini de bilmiyorum, sana gü-venip güvenemeyeceğimi ise hiç bilmiyorum. Ama aynızamanda, yalan söylemek zorunda kalmaktan bıktım. Buyüzden, gerçek şu. "Eskiden benim de aralarında olduğum insanların -ki-lisenin- kızım için tehlike oluşturduğunu öğrendim. Dü-rüst olmak gerekirse, sanırım onu öldürmek istiyorlar.Bu yüzden kendimi bir ikilemle karşı karşıya buldum:Ya kiliseye itaat edecektim ya da kızımı kurtaracaktım.Üstelik kilisenin sadık bir hizmetkârıydım. Benden gay-retlisi yoktu. Hayatımı kiliseye adamıştım, ona tutkuylahizmet ediyordum.182

«Ama bir kızım vardı..."O küçükken, ona pek iyi bakmadığımı biliyorum. Kı-benden alındı ve yabancılar tarafından yetiştirildi.Rellci de bu, onun bana güvenmesini güçleştirdi. Ama obüyürken nasıl bir tehlike içinde olduğunu gördüm veûc seferdir onu o tehlikeden kurtarmaya çalışıyorum. Birkaçağa dönüşüp bu uzak yerde saklanmak zorunda kal-dım. Güvende olduğumuzu sanıyordum. Ama şimdi, se-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nin beni kolaylıkla bulabildiğini öğreniyorum -eh, bu-nun beni neden endişelendirdiğini anlayabilirsin. Kiliseçok uzakta olamaz. Ve onu öldürmek istiyorlar Will.Onun yaşamasına izin vermeyecekler.""Neden? Neden ondan bu kadar nefret ediyorlar?" "Onun yapacağını sandıkları şey yüzünden. Ne oldu-ğunu bilmiyorum; keşke bilseydim, çünkü o zaman kızı-mı daha da iyi koruyabilirdim. Ama tek bildiğim ondannefret ettikleri ve en ufak merhamet kırıntısına sahip ol-madıkları."Öne eğilerek sır verircesine konuştu telaşla ve sessizce. "Bunu sana neden anlatıyorum?" diye devam etti. "Sa-na güvenebilir miyim? Sanırım güvenmek zorundayım.Daha fazla kaçamam, gidecek başka yerim yok. Ve eğersen Lyra'nm dostuysan, benim de dostum olabilirsin. Vedosta ihtiyacım var, yardıma ihtiyacım var. Artık her şeybana karşı. Kilise Lyra'yla beraber beni de yok edecek.Yapayalnızım Will, kızımla bir mağaraya kapanmışım vebütün dünyaların bütün güçleri bizi bulmaya çalışıyor.183

Ve sen buradasın, bizi bulmanın ne kadar kolay oldu&u_nu gösteriyorsun. Ne yapacaksın Will? Ne yapmak isti-yorsun?" "Neden onu uyutuyorsun?" dedi Will kadının sorula-rından inatla kaçınarak. "Onu uyandırırsam ne olur? Hemen kaçar. Ve beşgünde ölür." "Ama neden bunu ona açıklayıp bir seçenek tanımı-yorsun?" "Beni dinler mi sence? Dinlese bile, bana inanır mı?Bana güvenmiyor. Benden nefret ediyor Will. Bunu bili-yor olmalısın. Beni küçük görüyor. Ben, şey... nasıl di-yeceğimi bilmiyorum... onu o kadar çok seviyorum kisahip olduğum her şeyden vazgeçtim -harika bir kariyer,büyük mutluluk, statü, servet- her şeyden vazgeçip dağ-lardaki bu mağaraya geldim, kuru ekmek ve ekşi mey-velerle beslenerek yaşıyorum. Sırf kızımı yaşatabilmekiçin. Ve bunun için onu uyutmam şartsa, öyle olsun.Ama onu yaşatmak zorundayım. Annen de aynısını se-nin için yapmaz mıydı?" Will, Mrs. Coulter'ın savını desteklemek için annesiniişe karıştırması karşısında şok oldu ve öfkeye kapıldı. Son-ra, hissettiği ilk şoka annesinin onu korumadığı düşünce-si karıştı; WiU'in annesini koruması gerekmişti. Mrs. Coul-ter Lyra'yı, Elaine Parry'nin Will'i sevdiğinden daha fazlamı seviyordu? Ama bu haksızlıktı: Will'in annesi hastaydı.Ya Mrs. Coulter basit sözlerinin yarattığı çalkantılı184

ulardan habersizdi ya da canavarlık ölçüsünde akıl- , WiU kızarıp huzursuzca kıpırdanırken, güzel gözle-? Ae ılımlı bir ifadeyle onu izledi; Mrs. Coulter bir anlı-- na kızma benzedi tekinsizce."Ama sen ne yapacaksın?" dedi.a1 "Şey, Lyra'yı gördüm," dedi Will, "ve o yaşıyor, orasıerk. Ve güvende, sanırım. Tek yapacağım buydu.Lyra'y1 gördüğüme göre, gidip Lord Asriel'e yardım ede-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bilirim."Bu, kadını biraz şaşırttı, ama şaşkınlığına hakim oldu. "Demek istediğin -bize yardım edebileceğini düşün-müştüm," dedi Mrs. Coulter sakin sakin, yalvarmak yeri-ne sorgulayarak. "Bıçakla. Sir Charles'ın evinde ne yap-tığını gördüm. Bizi güvenliğe kavuşturabilirsin, değil mi?Kaçmamıza yardım edebilirsin?""Ben artık gidiyorum," dedi Will ayağa kalkarak. Mrs. Coulter elini uzattı. Hüzünlü bir gülümseme, biromuz silkme ve satranç tahtasında iyi bir hamle yapmışyetenekli rakibine selam verircesine bir baş sallama: Vü-cudu böyle diyordu. Cesur, Lyra'dan daha karmaşık, da-ha zengin ve daha derin olduğu için kadından hoşlan-maya başlarken buldu kendini Will. Hoşlanmamak eldedeğildi. Bu yüzden kadının elini sıktı; kavrayışının sıkı, elininserin ve yumuşak olduğunu gördü. Mrs. Coulter, konuş-malar boyunca arkasında oturan altın maymuna döndü vearalarında, Will'in yorumlayamadığı, bir bakışma geçti.185

Sonra gülümseyerek Will'e döndü. "Hoşçakal," dedi Will. Mrs. Coulter sessizce yanıt ver-di: "Güle güle Will." Will mağaradan çıktı. Mrs. Coulter'ın onu izlediğinjbiliyordu, arkasına dönmedi. Ama'dan bir iz yoktu. WiUpatika boyunca geldiği yöne yürüdü. Ta ki ileride çağla-yanların sesini duyana dek. "Yalan söylüyor," dedi İorek Byrnison'a otuz dakikasonra. "Elbette yalan söylüyor. Durumu kendisi için da-ha kötüleştirse bile yalan söyler, çünkü yalan söylemeyio kadar seviyor ki, kendine engel olamıyor." "Planın nedir o zaman?" dedi ayı. Kayaların arasında-ki karlık düzlüğe karınüstü yatmış, güneşleniyordu. Will ileri geri yürüyor, Headington'da kullandığı nu-marayı kullanıp kullanamayacağını merak ediyordu: Bı-çağı kullanarak bir başka dünyaya geçer, ardındanLyra'nın tam yanında bir yer bulur, bu dünyaya bir pen-cere açar, onu güvenliğe taşır ve sonra da pencereyi ka-patırdı. Yapılabilecek en belli şey buydu: O zaman ne-den tereddüt ediyordu? Balthamos biliyordu. Melek şekline dönmüş, güneşışığında sıcak dalgaları gibi ışıldıyordu. "Ona gitme ap-tallığını gösterdin," dedi. "Şimdi tek istediğin onu tekrargörmek." İorek sessizce homurdandı. Will ilk başta onun Balt-hamos'u uyardığını sandı, ama ayının meleğin sözlerim186

vladığını fark etti küçük bir utanç şokuyla. Şimdiyek ikisi birbirlerini görmezden gelmişlerdi; tarzları çokiriydi, fakat bu konuda hemfikir oldukları açıktı. Will kaşlarını çattı, ama doğruydu. Mrs. Coulter onu. yyulernişti- Tek düşünebildiği oydu: Lyra'yt düşündü-ğünde, büyüdüğünde annesine ne kadar benzeyeceğinimerak ediyordu; aklına kilise geldiğinde, kadının büyü-? su altmda kaç rahip ve kardinal olduğunu merak ediyor-du- ölü babasını düşündüğünde, Mrs. Coulter'dan nefretmi ederdi, yoksa ona hayranlık mı duyardı diye merak

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ediyordu; annesini düşününce de... Will yüreğinin burkulduğunu hissetti. Ayıdan uzakla-şıp tüm vadiyi gören bir kayanın üzerine çıktı. Berrak vesoğuk havada, uzakta, odun kesen birinin tok-tok sesle-rini duyabiliyordu, bir koyunun boynundaki demir çanınçıkardığı donuk çınlamaları duyabiliyordu, çok aşağıda-ki ağaç tepelerinin hışırtılarını duyabiliyordu. Ufuktakidağların en ufak yarığı, kilometrelerce uzaktaki ölümüyaklaşmış bir yaratığın üzerinde dönen akbabalar açıkseçik görünüyordu. Hiç kuşku yoktu: Balthamos haklıydı. Kadın ona bü-yü yapmıştı. O güzel gözleri, o sesin tatlılığını düşün-mek, kollarını kaldırıp parlak saçlarını geriye atmasınıhatırlamak hoş ve baştan çıkarıcıydı... Bir çabayla kendine geldi ve bambaşka bir ses duy-du: çok uzaktan gelen, tekdüze bir uğultu.Sesin yönünü bulmak için bir o yana bir bu yana187

döndü ve kuzeyde, İorek'le birlikte geldikleri yönde 0ıduğunu anladı. "Zeplinler," dedi ayının sesi, Will'i ürküterek. Büyükyaratığın yaklaştığını duymamıştı. İorek onun yanındadurup aynı yöne baktı ve sonra arka ayakları üzerindedoğrularak bakışlarını odakladı. Kalktığı zaman Will'inboyunun iki katı oluyordu."Kaç tane?" "Sekiz," dedi İorek biraz sonra. Sonra Will de gördü:sıraya dizilmiş minik benekler. "Buraya gelmelerinin ne kadar süreceğini tahmin ede-bilir misin?" dedi Will."Gece çöktükten biraz sonra burada olurlar.""O zaman, hava fazla kararmayacak. Yazık.""Planın ne?" "Bir pencere açıp Lyra'yı bir başka dünyadan almakve annesi bizi yakalamadan pencereyi kapamak.Ama'da, Lyra'yı uyandıracak bir ilaç var, ama nasıl kulla-nılacağını çok iyi açıklayamadı, bu yüzden onun da ma-ğaraya gelmesi gerekecek. Fakat onu tehlikeye atmak is-temiyorum. Belki biz bunu yaparken sen Mrs. Coulter'ındikkatini dağıtırsın." Ayı homurdandı ve gözlerini yumdu. Will çevresinebakınarak meleği aradı ve akşam ışığında, pus damlacık-ları arasında siluetini gördü. "Balthamos," dedi, "ben şimdi, ilk pencereyi açaca-ğım güvenli bir yer bulmak için ormana dönüyorum. Be-188

iHn nöbet tutmanı ve kadın ya da cini yaklaştığı an-pjm iv"haber vermeni istiyorum."Raltharnos başını salladı ve kanatlarını kaldırıp suA mlacıklarını silkeledi. Sonra soğuk havada yükseldiWill Lyra'nın güvende olacağı bir dünya aramayabaslarken, vadinin üzerinde süzülerek uzaklaştı. Öndeki zeplinin gıcırdayan, uğuldayan çifte duvarın-da yusufçuklar kozalarından çıkıyordu. Leydi Salmakiaparlak mavi yusufçuğun yırtılmış kozasına eğildi ve çokyüzeyli gözlerin gördüğü ilk şeyin kendi yüzü olmasına

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

özen göstererek, incecik, ıslak kanatları kurtardı, geril-miş sinirleri okşadı, zeki yaratığa adını fısıldadı, kim ol-duğunu öğretti. Birkaç dakika sonra Şövalye Tialys de kendi yusufçu-ğuna aynı şeyi yapacaktı. Ama şu anda, mıknatıslı yankıcihazından mesaj gönderiyordu ve tüm dikkatini yaya vekendi parmaklarının hareketine vermişti.Şu mesajı aktarıyordu:'Lord Roke'a, 'Vadiye öngörülen varış zamanına üç saat kaldı.Yüksek Disiplin Divanı, iner inmez mağaraya bir birlikgöndermeyi planlıyor. 'Birlik ikiye bölünecek. İlk birim savaşarak mağarayagirecek, çocuğu öldürecek ve öldüğünü kanıtlamak için"aşını kesecek. Mümkün olursa kadını da yakalayacak,arna olmazsa, onu da öldürecek.189

İkinci birim oğlanı canlı yakalayacak.'Gücün kalanı Kral Ogunıve'nin cayropterlerine sal-dıracak. Cayropterlerin zeplinlerden kısa süre sonra oe.leceğini hesaplıyorlar. Emirleriniz uyarınca, Leydi Sal-makta ve ben biraz sonra zeplinden ayrılacağız ve dov-ruca mağaraya uçacak, kızı ilk birime karşı savunacakdestek kuvvet gelene dek onları tutacağız.'Yanıtınızı bekliyoruz!Yanıt hemen geldi.'Şövalye Tialys'e,'Raporunuz ışığında, plan değişti.'Düşmanın çocuğu öldürmesini önlemek amacıyla, kiolası en kötü sonuç bu olurdu, siz ve Leydi Salmakia oğ-lanla işbirliği yapacaksınız. Bıçak ondayken inisiyatifonun, bu yüzden, eğer bir başka dünyaya pencere açar,kızı o dünyaya götürürse, bunu yapmasına izin verin vepeşinden gidin. Yanlarından asla ayrılmayın.'Şövalye Tialys yanıt verdi:'Lord Roke'a: 'Mesajınız alındı ve anlaşıldı. Leydi ve ben hemen gi-diyoruz. 'Küçük casus yankı cihazını kapayıp aletlerini topladı."Tialys," diye fısıldadı leydi karanlıktan, "kozasındançıkıyor. Hemen gelmelisin." Şövalye Tialys hemen yerinden fırladı ve yusufçuğu-nun bu dünyaya gelebilmek için çabaladığı yere gitti;onu nazikçe yırtık kozadan çıkardı. Kocaman, haşin ba-190

okşayarak, hâlâ ıslak ve kıvrık olan ağır antenleriniIdırdı, yaratığın onun derisini tatmasına izin verdi vemarne11 onun emrine girene dek onunla ilgilendi. Salmakia kendi yusufçuğuna, her zaman yanında ta-ıdığı koşum takımını takıyordu: örümcek ipeğinden diz-sinler, titanyumdan üzengiler, arıkuşu derisinden birever. Hemen hemen ağırlıksızdı. Tialys de aynısını ken-di yusufçuğuna yaptı; kayışları böceğin bedenine doladı,gerdi ve düzeltti. Böcek ölene dek bu koşum takımını ta-şıyacaktı. Sonra çantasını çabucak sırtına alıp zeplinin dışında-ki yağlı kumaşı kesti. Leydi kendi yusufçuğuna binmiş,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

böceği dar aralıktan sert esintilere çıkarıyordu. Böcekyırtıktan geçerken uzun, kırılgan kanatları titredi, ardın-dan da uçmanın zevkine kapıldı ve kendini rüzgara bı-raktı. Birkaç saniye sonra Tialys çılgın havada leydiye

katıldı. Bineği hızla yoğunlaşan alacakaranlıkla savaşma-ya hazırmış gibi görünüyordu. İkisi buz gibi hava akımlarında döne döne yükseldi.Nerede olduklarını anlamaları birkaç dakika aldı. Sonrarotalarını vadiye döndürdüler.191

12KırılışKaçarken, yine de dönüp dönüp arkasına bakıyordukorkusu hâlâ peşindeymiş gibi.Edmund SpenserKaranlık çökerken durum şöyleydi: Adamant kulede Lord Asriel ileri geri yürüyordu. Dik-kati mıknatıslı yankı cihazının yanındaki küçük şekildey-di ve tüm diğer raporlar bir kenara atılmış, zihni lambaışığı altındaki küçük kare taş parçasından gelen haberle-re odaklanmıştı. Kral Ogunwe cayropterindeki bölmesinde oturmuş,kendi hava aracındaki Gallivespianlardan henüz öğren-diği Disiplin Divanı'nın planlarına karşı bir plan oluştur-mak için hızla çalışıyordu. Seyir subayı bir kâğıt parçası-na sayılar çiziktiriyor, sonra pilota veriyordu. En önemlişey hızdı: Birliklerini ilk önce onların yere indirmesi herşeyi değiştirirdi. Cayropterler zeplinlerden daha hızlıydı,ama hâlâ arkadaydılar.Disiplin Divanı'nın zeplinlerinde İsviçre Muhafızları192

Hi araçlarıyla ilgileniyorlardı. Arbaletleri beş yüzik bir menzilde ölümcüldü ve bir okçu dakikada ons 0k takıp fırlatabiliyordu. Boynuzdan yapılmış sarmal.. geçler okun döne döne gitmesini sağlıyor ve böyle-silah bir tüfek kadar şaşmaz oluyordu. Elbette, aynızamanda sessiz bir silahtı ve bu büyük bir avantaj olabi-lirdi.Mrs. Coulter mağaranın girişinde uyanık yatıyordu.Altın maymun huzursuz ve kızgındı: Hava kararınca ya-rasalar mağaradan çıkmıştı ve işkence edecek hiçbir şeyyoktu. Maymun, Mrs. Coulter'ın uyku tulumunun çevre-sinde dolanıyor, zaman zaman küçük kemiksi parmağıy-la mağaraya konan ateş böceklerini eziyor, ışıltılarını taş-lara yayıyordu. Lyra sıcaklamıştı ve neredeyse maymun kadar huzur-suzdu, ama derin, çok derin bir uykudaydı ve annesinindaha bir saat önce zorla içirdiği ilaç yüzünden hiçliktekısılı kalmıştı. Uzun süredir onu meşgul eden bir rüyavardı ve rüya geri dönmüştü. Küçük merhamet ve öfkeiniltileri ve tam da ondan beklenecek kararlılık sesleriy-le göğsü ve gırtlağı sarsılıyor, Pantalaimon'un duygudaş-lıkla kırsansarı dişlerini gıcırdatmasına sebep oluyordu. Pek de uzak olmayan bir yerde, orman patikasında,rüzgarın salladığı çamların altında Will ile Ama mağara-ya doğru ilerliyordu. Will, Ama'ya ne yapacağını açıkla-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

maya çalışmıştı, fakat kızın cini bir türlü anlayamamıştı.wul bir pencere açıp gösterdiğinde, kız o kadar kork-met-193

muştu ki, bayılacak gibi olmuştu. Kız kaçmasın diyeWilFin sakin sakin hareket etmesi, usulca konuşması ge_rekiyordu, çünkü kız tozu Will'e vermeyi, nasıl kullanı-lacağını açıklamayı reddetmişti. Sonunda Will basitçe"Çok sessiz ol ve beni izle," demek zorunda kalmıştı. Kı-zın talimata uyacağını umuyordu. Zırhını kuşanmış olan İorek yakınlarda bir yerdeydiWill'e çalışmasına yetecek kadar zaman tanımak içinzeplinden inen askerleri oyalamak üzere bekliyordu.Lord Âsriel'in güçlerinin de yaklaştığından haberleri yok-tu: Rüzgar zaman zaman İorek'in kulaklarına uzak takır-tılar getiriyordu; ayı zeplin motorlarının nasıl ses çıkardı-ğını bildiği halde, daha önce hiç cayropter duymamıştıve takırtılardan hiçbir şey anlamıyordu. Balthamos onlara söyleyebilirdi, ama Will onun içinendişeleniyordu. Lyra'yı bulmalarının ardından, melek ız-dırabına gömülmeye başlamıştı: Sessiz, dalgın ve asıksu-ratlıydı. Bu, Ama ile konuşmayı daha da güçleştiriyordu. Patikada durakladıklarında Will havaya konuştu:"Balthamos? Orada mısın?""Evet," dedi melek donuk bir şekilde. "Balthamos, lütfen benimle kal. Yakında dur ve benitehlikelere karşı uyar. Sana ihtiyacım var.""Henüz seni terk etmedim," dedi melek.Will ondan başka yanıt alamadı. Çok yükseklerde, sert rüzgarların ortasında Tialys ileSalmakia vadinin üzerinde süzülüyor, mağarayı görmeye194

i civorlardı. Yusufçuklar denileni yaparlardı, ama be-ileri soğuğa karşı çok dayanıklı değildi. Dahası, sert••/garlarda tehlikeli bir biçimde sarsılıyorlardı. Binicilerinları aşağıya, ağaçların arasına sürdü. Sonra, daldan da-lı uçarak karanlıkta yerlerini belirlediler. Will ile Ama ay ışığı ile aydınlanmış rüzgarlı gecedemağara ağzından görülmeyecekleri en yakın yere süzül-düler. Patikadan biraz uzakta, gür yapraklı bir çalının ar-kasındaydılar. Will havada bir pencere kesti. Aynı arazi düzenine sahip bulabildiği tek dünya, çıp-lak, kayalık bir yerdi; ay ışığı yıldızlı bir geceden kemikbeyazı bir zemini aydınlatıyor ve etrafta küçük böceklerdolaşıyor, engin sessizlikte cırlayıp ötüyorlardı. Ama, Will'in peşinden pencereden geçti. Parmakları,bu korkunç yerde avlanıyor olması gereken şeytanlarakarşı korunmak için hızla çalışıyordu. Cini ortama uyarakkertenkele oldu ve hızlı adımlarla kayaların üzerinde kay-dı. Will bir sorun saptadı. Mrs. Coulter'ın mağarasındapencere açtığında, kemik renkli taşlara vuran ay ışığı fe-ner gibi parlayacaktı. Pencereyi çabucak açmalı, Lyra'yıiçeri çekip, hemen yine kapamalıydı. Onu daha güvenlitir yer olan bu dünyada uyandırabilirlerdi. Sersemletici yokuşta durdu ve Ama'ya hitaben, "Çokhızlı ve tamamen sessiz hareket etmeliyiz," dedi. "Hiç

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gürültü etme, tek bir fısıltı bile çıkarma."195

Ama anladı, fakat korkuyordu. Toz dolu küçük paketgöğüs cebindeydi: Onu birçok kez kontrol etmişti ve çi-niyle birlikte işin provasını o kadar sık yapmışlardı kiAma zifiri karanlıkta bunu başarabileceğinden emindi. Kemik beyazı kayalara tırmandılar. Will mesafeyi dik-katle ölçerek ilerliyordu. Sonunda, mağaranın içinde ol-ması gerektiğini tahmin ettiği bir yere geldiler. Will bıçağı çıkardı ve öte tarafa bakmak için olabile-cek en küçük pencereyi açtı, başparmağıyla işaretparrrıa-ğını birleştirip oluşturabileceği halkadan daha büyük de-ğildi. Ay ışığı yansımasın diye hemen gözünü deliğe yanaş-tırdı ve içinden baktı. İşte, oradaydı: İyi hesap etmişti.İleride mağara ağzını görebiliyordu, gece göğüne karşıkayalar karanlık duruyordu. Yanında altın maymunuylauyuyan Mrs. Coulter'm şeklini görebiliyordu. Hatta may-munun uyku tulumunun üzerine öylesine uzattığı kuyru-ğunu bile görebiliyordu. Bakış açısını değiştirdi ve daha dikkatli baktı. Lyra'nınarkasında yattığı kayayı gördü. Fakat onu göremiyordu.Çok mu yaklaşmıştı? Bu pencereyi kapadı, bir iki adımgeriledi ve bir başka pencere açtı.Lyra orada değildi. "Dinle," dedi Ama ile cinine, "kadın onun yerini de-ğiştirmiş ve nerede olduğunu göremiyorum. Onu bul"mak için diğer tarafa geçip mağaraya bakmalıyım. Onubulur bulmaz buraya pencere açacağım. Bu yüzden gefl196

i,-] -yoluma çıkma ki, geri dönerken kazayla seni kes-* veyim- Bir sebepten orada kısılı kalırsam, geri dön ve raya gelmek için kullandığımız diğer pencerenin ya-nında bekle." "İkimiz birden gitmeliyiz," dedi Ama, "çünkü ben onuasıl uyandıracağımı biliyorum ve sen bilmiyorsun. Benmağarayı da senden iyi biliyorum." Kızın yüzünde inatçı bir ifade vardı, dudaklarını bas-tırıp yumruklarını sıkmıştı. Kertenkele cini bir boyunlukedindi ve yavaşça boynunun çevresinde kabarttı. Will, "Ah, pekala," dedi. "Fakat hızla ve çok sessizcegideceğiz ve ben ne söylersem hemen yapacaksın, anla-dın mı?" Ama başını salladı ve ilacı kontrol etmek için yine ce-bine dokundu. Will alçakta küçük bir pencere açarak öte yana baktıve pencereyi çabucak genişletip, emekleyerek diğer ta-rafa geçti. Ama hemen peşinden gitti. Pencere on sani-yeden az bir süre boyunca açık kalmıştı.

Mağara zemininde büyük bir kayanın arkasında çö-meldiler. Kuş biçimindeki Balthamos da yanlarındaydı.Diğer dünyadaki ay ışığına boğulmuş aydınlıktan sonra,gözlerinin buradaki karanlığa alışması biraz zaman aldı.Mağaranın içi çok daha karanlıktı ve sesle doluydu. Ço-ğu, ağaçların arasında esen rüzgardan kaynaklanıyordu,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ama bunun altında bir ses daha vardı: bir zeplin moto-runun kükremesi. Üstelik uzakta da değildi.197

Will bıçağı sağ eline alarak dikkatle dengesini kurduve çevresine bakındı. Ama da aynısını yapıyordu. Baykuş gözlü cini bir oyana bir bu yana bakıyordu. Fakat Lyra mağaranın buucunda değildi. Buna şüphe yoktu. Will kayanın üzerinden başını uzatıp girişe, Mrs. Co-ulter ile cininin derin uykuda olduğu yere doğru uzunuzun baktı. Ve yüreği burkuldu. Lyra orada, Mrs. Coulter'ın yanı-başında uyuyordu. Siluetleri karanlığa karışmıştı. WiU'irıonu görememesine şaşmamak gerekirdi.Will, Ama'nın eline dokunup işaret etti."Çok dikkatli olmamız gerekecek," diye fısıldadı. Dışarıda bir şey oldu. Şimdi, zeplinlerin kükremesiağaçlardaki rüzgardan çok daha yüksekti ve hareketeden dalların arasından yere vuran ışıklar da vardı.Lyra'yı ne kadar çabuk götürürlerse o kadar iyi olacaktıve bu, Mrs. Coulter uyanmadan hemen oraya koşmak,bir pencere açarak Lyra'yı güvenliğe çekip pencereyi ka-pamak anlamına geliyordu.Bunu Ama'ya fısıldadı. Kız başını salladı. Sonra, tam Will harekete geçmek üzereyken Mrs. Co-ulter uyandı. Kıpırdanarak bir şey söyledi ve altın maymun hemenayağa fırladı. Will mağara ağzındaki maymunun çömel-miş, dikkatle dışarıya bakan siluetini görebiliyordu. Son-ra Mrs. Coulter da kalktı ve gözlerini dışarıdaki ışığa kar-198

gölgeleyerek ayakta durdu.-\yill sol eliyle Ama'mn bileğini sıkıyordu. Mrs. Coul-ayağa kalktığında tamamen giyinik, kıvrak ve tetik-teydi, biraz önce uyuyan o değildi sanki. Belki de baş-Ln beri uyanıktı. O ve altın maymun mağara ağzının he-men içinde çömelmiş, dışarıyı izler ve dinlerken, zeplin-lerin ışıkları ağaç tepelerinde bir o yana bir bu yana dö-nüyor, motorlar kükrüyor, erkek sesleri birbirlerini uya-rarak ya da emirler vererek bağırıyordu. Hızlı, ama çokhızlı hareket etmeleri gerektiği açıktı. Will, Ama'nın bileğini sıktı, tökezlememek için yerigözleyerek ileri fırladı ve çömelerek, hızla koştu. Lyra'nın yanına vardığında onu, boynuna dolanmışPantalaimon ile birlikte derin uykuda buldu. Will bıçağıkaldırıp dikkatle yokladı. Bir saniye sonra Lyra'yı güven-liğe çekebileceği bir pencere açacaktı... Fakat başını kaldırdı. Mrs. Coulter'a baktı. Mrs. Coul-ter sessizce arkasına dönmüş ve gökyüzünden gelip ıs-lak mağara duvarından yansıyan parıltı yüzünü aydınlat-mıştı. Bir an için, Mrs. Coulter'm yüzü değildi o; Will'inannesinin yüzüydü ve onu paylıyordu. Will'in yüreğihüzne sırtını döndü. Sonra, tam bıçağı sokarken zihni bı-çağın ucundan uzaklaştı ve bıçak zorlandı, çatırdadı veparamparça olarak yere düştü.Bıçak kırılmıştı.Will artık bir çıkış yolu kesemezdi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

199

Will, Ama'ya, "Onu uyandır. Hemen yap," dedi. Sonra savaşmaya hazırlanarak doğruldu. İlk öncemaymunu boğacaktı. Onun sıçrayışını karşılamak içingerildi ve bıçağın kabzasının hâlâ elinde olduğunu far^etti: En azından onunla vurabilirdi. Ama ne altın maymun ne de Mrs. Coulter saldırdı. Ka-dın dışarıdan gelen ışığın elindeki tabancayı aydınlatma-sı için kenara kaydı. Bunu gerçekleştirirken, Ama'nınyaptığı işi de aydınlatmıştı: Lyra'nm üst dudağına toz ser-piyor, Lyra'nın tozu içine çekmesini bekliyor, kendi cini-nin kuyruğunu fırça olarak kullanarak tozu Lyra'nm bu-run deliklerinden içeri itiyordu. Will dışarıdaki seslerde bir değişim işitti: Zeplininkükremesine bir gürültü daha eklenmişti. Tanıdık geli-yordu, kendi dünyasından bir araç gibiydi, ve sonra, he-likopterin gümbürtüsünü hatırladı. Bir tane daha duyul-du, sonra bir tane daha. Dışarıda, durmaksızın sallananağaçların arasından başka ışıklar geçti ve parlak yeşil,dağınık bir aydınlık oluşturdular. Mrs. Coulter yeni sesi duyunca kısa bir an için dönüpbaktı, ama bu, Will'in üzerine atlayıp tabancayı almasınayetmeyecek kadar kısaydı. Maymun cine gelince, sıçra-maya hazırlanarak çömelmiş, gözünü kırpmadan Will'ebakıyordu. Lyra kıpırdanıyor, mırıldanıyordu. Will eğilip onunelini sıktı, diğer cin de Pantalaimon'u dürtükledi ve ağubaşını kaldırıp ona fısıldadı.200

nisandan bir bağırış geldi ve bir adam gökyüzündenerek mağara girişinin beş metre ötesine mide bulan-dı bir çatırtı ile çarptı. Mrs. Coulter irkilmedi; serin-nlılrkla adama bakıp Will'e döndü. Bir an sonra, yuka-dan tüfek patırtıları geldi ve bunun üstünden bir sani-geçmemişti ki, bir ateş fırtınası koptu. Gökyüzü pat-lamalarla, harlayan alevlerle, silah atışları ile doldu. Lyra inleyerek, içini çekerek, sızlanarak uyanmaya ça-balıyor, doğrulmaya çalışıyor ve sonra zayıf bir şekildedüşüyordu. Pantalaimon ise esniyor, geriniyor, diğer ci-ni dişlemeye çalışıyor, kasları işini görmeyince becerik-

sizce yana devriliyordu. Will'e gelince, mağara zemininde kırık bıçağın parça-larını özenle arıyordu. Nasıl olduğunu, onarılıp oranla-mayacağını merak etmek için zaman yoktu. O bıçak ta-şıyıcısıydı ve parçaları güvenli bir biçimde toplamalıydı.Bulduğu parçaları dikkatle kaldırıp kının içine bırakıyor-du. Vücudundaki her sinir ucu kesik parmaklarının far-kındaydı. Metal dışarıdaki parıltıyı yansıttığı için parçala-rı kolaylıkla görebiliyordu: Yedi parça vardı ve en küçükparça bıçağın ucuydu. Will hepsini topladı, sonra dönüpdışarıdaki çatışmayı anlamaya çalıştı. Ağaçların üzerinde bir yerde zeplinler süzülüyor,adamlar halatlardan aşağı kayıyordu, ama rüzgar yüzün-den pilotlar hava araçlarını yerinde tutmakta zorlanıyor-du. Bu arada ilk cayropterler yamacın üzerine varmıştı.Ancak teker teker inmelerine yetecek kadar yer vardı,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

201

bunun ardından Afrikalı tüfekçilerin kayalık yüzeyiaşağı inmeleri gerekiyordu. Sallanan zeplinlerin birindenyapılan şanslı atışla vurulan onlardan biriydi. Artık iki taraf da asker indirmişti. Bazıları gökyüzü ileyer arasında vurulmuştu; daha fazlası ise yaralanmıştı veyamaçta ya da ağaçların arasında yatıyordu. Fakat iki güçde mağaraya ulaşamamıştı ve içerideki güç dengesi hâlâMrs. Coulter lehineydi.Will gürültünün üzerinden konuştu:"Ne yapacaksın?""Sizi tutsak alacağım." "Ne, rehine olarak mı? Bunu neden dikkate alsınlarki? Zaten hepimizi öldürmek istiyorlar." "Bir gücün istediği kesin," dedi Mrs. Coulter, "ama di-ğerinden emin değilim. Afrikalı tarafın kazanacağını um-malıyız." Sesi mutlu gibiydi. Will dışarıdan gelen parıltıda kadı-nın yüzünün coşku, yaşam ve enerji dolu olduğunu gör-dü."Bıçağı kırdın," dedi Will. "Hayır, kırmadım. Onu sağlam istiyordum. Böylecekaçabilecektik. Onu kıran sensin." Lyra'nın telaşlı sesi duyuldu. "Will?" diye mırıldandı."O Will mi?" "Lyra!" dedi Will ve onun yanında diz çöktü. Ama,Lyra'nın kalkmasına yardım ediyordu."Neler oluyor?" dedi Lyra. "Neredeyiz? Ah, Wül, bir202

rüya gördüm..." "Bir mağaradayız. Hızlı hareket etme, başın döner.Dikkatli ol. Gücünü topla. Günlerdir uyuyorsun." Lyra'nın gözkapakları hâlâ ağırdı ve uzun uzun esni-yordu, fakat uyanmaya can atıyordu. Will kolunu onunomzuna dolayıp ağırlığını alarak kalkmasına yardım etti.Ama çekinerek izliyordu, çünkü tuhaf kız uyanınca on-dan korkar olmuştu. Will Lyra'nın uyuyan bedeninin ko-kusunu mutlu bir tatminle içine çekti: Lyra buradaydı,gerçekti. Bir taşın üzerine oturdular. Lyra Will'in elini tuttu vegözlerini ovaladı."Neler oluyor Will?" diye fısıldadı. "Ama seni uyandıracak bir toz buldu," dedi sessizce.Lyra kıza döndü. Onu ilk kez fark ediyordu. Elini, teşek-kür edercesine, Ama'nın omzuna koydu. "Mümkün ol-duğunca hızlı geldim," diye devam etti Will, "ama bazıaskerler de geldi. Kim olduklarını bilmiyorum. Bir fırsatbulur bulmaz kaçacağız." Dışarıda gürültü ve kargaşa artıyordu. Silahlı adamlaryamaca atlarlarken, cayropterlerden biri bir zeplindekiotomatik silahla taranmıştı. Cayropter alevler içinde pat-ladı. Mürettebatının tamamı ölmekle kalmadı, kalan cay-ropterlerin konmasını da engelledi. Bu arada bir başka zeplin vadinin biraz aşağısında biraÇikhk bulmuştu ve ondan inen arbaletçiler çatışmaya gi-renlere destek vermek için patikadan koşa koşa geliyor-203

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lardı. Mrs. Coulter mağara ağzından görebildiğince oklan izliyordu. Tabancasını iki eliyle kavrayarak kaldırdıve dikkatle nişan alıp ateşledi. Will namludan çıkan ış^çakmasını gördü, ama dışarıdaki patlamalar ve silah ses-leri yüzünden hiçbir şey duymadı. Bunu bir daha yaparsa, diye düşündü, üzerine atlayıpdeviririm onu. Bunu Balthamos'a fısıldamak için döndüama melek yakınlarda değildi. Will onun melek biçimi-ne dönmüş, sızlanıp titreyerek duvarın dibine büzülmüşolduğunu gördü dehşet içinde. "Balthamos!" dedi Will telaşla. 'Gel buraya, seni inci-temezler! Bize yardım etmen gerek! Savaşabilirsin... bu-nu biliyorsun... sen korkak değilsin... ve sana ihtiyacımızvar..."Fakat melek yanıt veremeden başka bir şey oldu. Mrs. Coulter haykırdı ve ayak bileğine uzandı. O an-da altın maymun bir sevinç lıırlamasıyla havada bir şeykaptı. Maymunun pençesindeki şeyden bir ses -bir kadınsesi- ama bir şekilde minik bir ses geldi:"Tialys! Tialys!" Lyra'nın elinden büyük olmayan küçücük bir kadındıve maymun onun kollarından birini çekiştiriyor, kadında acıyla haykırıyordu. Ama, maymunun o kolu kopara-na dek durmayacağını biliyordu, fakat Will, Mrs. Coul-ter'ın elindeki tabancayı düşürdüğünü görünce fırladı.Ve tabancayı yakaladı -sonra Mrs. Coulter yerinde do-204

j^aldı. Will tuhaf bir eşitlik olduğunu fark etti. Altın maymun ve Mrs. Coulter tamamen kıpırtısız kal-ıştı Mrs. Coulter'm yüzü acı ve öfkeyle çarpılmıştı, amakıpırdamaya cesaret edemiyordu, çünkü omzunda minikbir adam vardı ve kadının saçlarını kavramış, topuğunuboynuna dayamıştı. Will, o topukta bir iğnenin ışıldadı-ğını gördü hayretler içinde ve bir süre önce Mrs. Coul-ter'm haykırmasına sebep olan şeyin ne olduğunu anla-dı. Adam Mrs. Coulter'm ayak bileğini sokmuş olmalıydı. Fakat küçük adam Mrs. Coulter'a daha fazla zarar ve-remezdi, çünkü ortağı, maymunun ellerinde tehlikedey-di. Ve maymun da küçük kadına zarar veremezdi, çün-kü küçük adam zehirli iğnesini Mrs. Coulter'm atardama-rına saplayabilirdi. Hiçbiri kıpırdayamıyordu. Mrs. Coulter derin derin nefes alarak ve acının üstesin-den gelebilmek için sertçe yutkunarak gözyaşlarıyla dolugözlerini WilPe çevirdi ve sakin sakin sordu: "Ee, WillEfendi, şimdi ne yapman gerektiğini düşünüyorsun?"205

13Tialys ve SalmakiaBu parlak çölün üzerindekikızgın, kızgın geceben kaparken gözlerimiay yükselsin izninleWilliam Blake Will ağır silahı tutarak elini yana savurdu ve altınmaymunu tünediği yerden devirdi. Maymun öyle ser-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

semledi ki, Mrs. Coulter yüksek sesle inledi ve maymu-nun pençesi gevşeyince minik kadın kıvranıp kurtardıkendini. Bir anda kayaların üzerine fırladı ve küçük adam Mrs.Coulter'm omzundan sıçradı. İkisi de çekirgeler kadarhızlı hareket ediyordu. Üç çocuk şaşıracak zaman bilebulamadılar. Adam endişeliydi: Ortağının omzunu vekolunu nazikçe yoklayıp onu çabucak kucakladı ve son-ra Will'e seslendi. "Sen! Çocuk!" dedi. Sesinin yüksekliği pek az olsa da,yetişkin bir adamınki kadar kalındı. "Bıçak sende mi?"206

"Elbette bende," dedi Will. Kırıldığım biliniyorlarsa, osöyleyecek değildi."Sen ve kız bizi izlemelisiniz. Diğer çocuk kim?""Köyden Ama," dedi Will. "Ona köyüne dönmesini söyle. İsviçreliler gelmedenharekete geçin, hemen!" Will duraksamadı. Bu ikili her ne planlıyorsa planla-sın o ve Lyra, aşağıdaki patikanın yakınındaki çalının ar-kasına açtığı pencereden kaçabilirlerdi yine de. Bu yüzden Lyra'nın kalkmasına yardım etti ve iki kü-çük şekli yerlerinden sıçrarken merakla izledi -neydi on-lar? Kuş mu? Hayır, neredeyse Wiü'in önkolu uzunluğun-da yusufçuklardı. Şimdiye dek karanlıkta beklemişlerdi.Mağara ağzına, Mrs. Coulter'ın yattığı yere doğru fırladı-lar. Kadın acıyla sersemlemişti ve şövalyenin iğnesi yü-zünden uyuşmuştu, ama onlar yanından geçerken uza-narak haykırdı:"Lyra! Lyra, kızım, hayatım! Lyra gitme! Gitme!" Lyra kederle ona baktı, ama sonra annesinin üzerin-den atladı ve ayak bileğini yakalayan Mrs. Coulter'ıngevşek elinden sıyrıldı. Kadın şimdi ağlıyordu. Will ya-naklarında parıldayan gözyaşlarını gördü. Mağara ağzının hemen içine çömelen üç çocuk silahdışlarında kısa bir ara olana kadar bekledikten sonra yu-sufçukların peşinden patikaya koştu. Işık değişmişti:Zeplinlerin projektörlerinin soğuk, anbarik parıltısına ekolarak turuncu alevler fışkırıyordu.207

Will bir kez arkasına baktı. Parıltıda, Mrs. Coulter'lryüzü bir trajik tutku maskesiydi ve o diz çökmüş, haytararak kollarını uzatırken, cini zavallı bir şekilde ona sarılıyordu: "Lyra! Lyra, aşkım! Yüreğimin hazinesi, küçük çocu-ğum, biricik yavrum! Ah Lyra, Lyra, gitme, beni bırakma!Sevgili kızım -yüreğimi paralıyorsun..." Lyra da şiddetli hıçkırıklarla sarsılıyordu, çünkü MrsCoulter sahip olduğu ve olacağı tek anneydi. Will kızınyanaklarında sel gibi gözyaşı aktığını gördü.Fakat acımasız olmak zorundaydı. Başının yakınındauçan yusufçuğun binicisi onları acele etmeye teşvik eder-ken, Will Lyra'nın elini Lyra'yı çekerek patikaya, mağara-dan uzağa koştu. Will, maymuna indirdiği darbe yüzündenkanayan sol elinde Mrs. Coulter'in tabancasını tutuyordu."Yamaç yukarı koşun," dedi yusufçuğun binicisi, "veAfrikalılara teslim olun. Tek umudunuz onlar."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Will o keskin iğneleri düşünerek hiçbir şey söyleme-di, ama itaat etmeye en ufak niyeti yoktu. Gitmeyi dü-şündüğü tek bir yer vardı ve o da çalının arkasındakipencereydi. Bu yüzden başını eğdi ve hızla koştu, Lyraile Ama da peşinden geldi."Durun!" İlerideki yolu kesmiş bir adam, hayır, üç adam vardı.Üniformalı adamlar. Arbaletleri ve hırlayan kurt cinleriolan adamlar -İsviçre Muhafızları."İorek!" diye bağırdı Will hemen. "İorek Byrnison!"208

nın biraz uzakta kükreyerek, etrafı eze eze ilerlediği-? ve yoluna çıkan talihsiz askerlerin feryatlarıyla haykı-rışlarını duyabiliyordu. Fakat hiç yoktan biri ortaya çıkıp onlara yardım ett:«althamos kendini çocuklarla askerlerin arasına attı ça-resizlik içinde. Önlerinde yoktan var olan parlak şekligörünce adamlar hayretle gerilediler. Ancak onlar eğitimli askerlerdi ve bir an sonra cinleri,karanlıkta parlayan beyaz dişlerini çıkararak meleğin üze-rine vahşice atladılar -Balthamos irkildi: Korku ve utanç-la haykırdı ve büzüldü. Sonra kanatlarını hızla çırparakyukarı fırladı. Will rehberinin, dostunun ağaç tepelerininarasında gözden kayboluşunu dehşet içinde izledi. Lyra hâlâ sersem bakışlarla izliyordu her şeyi. İki üçsaniyeden daha uzun sürmemişti, ama İsviçrelilerin yeni-den toplanması için yetmişti. Şimdi önderleri arbaletinidoğrultuyordu ve WilPin başka seçeneği yoktu: Taban-cayı kaldırdı ve sağ eliyle kabzayı kavrayıp tetiği çekti.Patlama Will'i kemiklerine dek sarstı, ama mermi adamınkalbini buldu. Asker çifte yemiş gibi geriledi. Aynı anda, iki minikcasus diğer iki askere doğru uçup, daha Will göz açıpkapayamadan, kurbanlarının üzerine atladılar. Kadın birboyun, adam bir bilek buldu ve ikisi de topuklarındakiiğneleri çabucak batırdılar. İki İsviçreli acıyla, boğulurca-sına inledikten sonra öldü, cinleriyse ulumalarını bitire-meden yok oldu.209

Will cesetlerin üzerinden atladı ve Lyra da onunla gi^ti. Tüm güçleriyle koşuyorlardı ve Pantalaimon da ya_bankedisi biçiminde peşlerinden geliyordu. Ama nerede?diye düşündü Will ve kızı farklı bir patikaya saparkengördü. Artık güvende olacak, diye düşündü ve bir sani-ye sonra çalıların arkasındaki pencerenin solgun parıltı-sını gördü. Lyra'yı kolundan yakalayıp pencereye doğruçekti. Yüzleri çizilmiş, giysileri yırtılmıştı, ayakları kökle-re ve taşlara takıldığında bileklerini burkmuşlardı, fakatpencereyi buldular ve yuvarlanırcasına içinden geçip di-ğer dünyaya, parıl parıl ayın altındaki kemik beyazı ka-yaların üzerine çıktılar. Orada muazzam sessizliği bozantek şey böcek ötüşleriydi. Ve Will'in yaptığı ilk şey midesini tutup öğürmek,ölümcül bir dehşetle kusmak oldu. İki adam öldürmüş-tü. Melekler Kulesi'ndeki gençten bahsetmeye gerekyoktu... Will bunu istemiyordu. Bedeni, içgüdülerininona yaptırdığı şeye isyan ediyordu ve sonuç diz çöküp

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kuru, ekşi, acı verici bir biçimde kusmak, midesi ve yü-reği tamamen boşalana dek kusmak oldu. Lyra Pan'i kucaklayıp sallayarak çaresizce onu izliyor-du. Sonunda Will biraz kendine geldi ve çevresine bakın-dı. Bu dünyada yalnız olmadıklarını gördü hemen, çün-kü küçük casuslar da oradaydı. Eşyalarını yakma bırak-mışlardı. Yusufçuklar taşların üzerinde uçuşuyor, güveavlıyordu. Adam kadının omzuna masaj yapıyordu, ikisi210

?ocuklara sert sert bakıyordu. Gözleri o kadar parlak,Ç^jZ ifadeleri o kadar belirgindi ki, duygularını yanlış an-lamak imkânsızdı. Will, her kimseler, amansız bir ikili ol-duklarını anladı.Lyra'ya, "Aletiyometre sırt çantamda, işte," dedi. "Alı, Will -onu bulmanı nasıl da umut ediyordum-neler oldu? Babanı buldun mu? Rüyam, Will -inanmakne kadar zor, yapmamız gereken şey, ah, düşünmeye bi-le cesaret edemiyorum... Ve o güvende! Bunca yoldanbenim için getirdin..." Sözler ağzından öyle telaşla çıkıyordu ki, kendisi bileyanıt beklemiyordu. Aletiyometreyi elinde evirip çevirdi,parmaklarıyla ağır altını ve pürüzsüz kristali okşadı, çokiyi tanıdığı çarkları çevirdi.Will düşündü: Bıçağı nasıl onaracağımızı bize söyler! Ama ilk önce, "Sen iyi misin?" dedi. "Acıktın mı, susa-dın mı?""Bilmiyorum... evet. Ama çok değil. Zaten..." "Bu pencereden uzaklaşmalıyız," dedi Will, "belki bu-lurlar ve bu dünyaya geçerler diye." "Evet, bu doğru," dedi Lyra ve yamaç yukarı ilerledi-ler. Will kendi sırt çantasını taşıyordu ve Lyra aletiyomet-reyi koyduğu küçük torbayı tutuyordu mutluluk içinde.Will göz ucuyla, iki küçük casusun kendilerini izlediğinigördü, ama mesafelerini koruyorlar, herhangi bir tehditoluşturmuyorlardı.Sırtta, dar bir sığınak sunan bir kaya çıkıntısı vardı.211

Yılan olması ihtimaline karşı dikkatle kontrol ettiktensonra çıkıntının altına oturdular ve biraz kurutulmuşmeyve ve Will'in matarasından biraz su paylaştılar.Will sessizce konuştu: "Bıçak kırıldı. Nasıl olduğunubilmiyorum. Mrs. Coulter bir şey yaptı ya da bir şey söy-ledi, ve ben annemi düşündüm ve bu, bıçağın bükülüpbir şeye takılmasına sebep oldu, ya da... ne olduğunu bil-miyorum. Ama bıçak onarılana kadar kısılı kaldık. O ikiküçük yaratığın bilmesini istemedim, çünkü onu hâlâ kul-lanabileceğimi düşündükleri sürece üstünlük bizde. Belkisen aletiyometreye sorabilirsin diye düşündüm ve...""Evet!" dedi Lyra hemen. "Evet, sorarım."Hemen altın aleti çıkardı ve kadranı açıkça görebil-mek için ay ışığına çıktı. Saçlarını, Will'in Mrs. Coulteryaparken gördüğü gibi, kulaklarının arkasına attı ve es-ki, tanıdık hareketlerle çarkları döndürmeye başladı.Şimdi fare biçimini almış olan Pantalaimon onun dizineoturdu. Ama bu Lyra'nm sandığı kadar kolay değildi;

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

belki de ay ışığı aldatıcıydı. Simgeler açık hale gelmedenaleti bir iki kez dördürmesi, gözlerini kırpıştırması gerek-ti, sonra yine yaptı. Daha yeni başlamıştı ki, heyecan içinde hafifçe inledive iğne dönerken başını kaldırıp ışıl ışıl gözlerle Will'ebaktı. Ama daha alet işini bitirmemişti. Lyra döndü vealet durana kadar kaşlarını çatarak izledi. Sonunda aleti kaldırdı. "İorek? O yakında mı Will? Onaseslendiğini duyduğumu sandım, ama sonra yalnızca be-212

. öyle dilediğimi düşündüm. Gerçekten burada mı?"«gvet. Bıçağı o onarabilir mi? Aletiyometre öyle midedi?"«Ah; o metalle ilgili her şeyi yapabilir Will! Yalnızcazırh değil -küçük, narin şeyler de yapabilir..." İorek'in,ivra'nın casus-sineği kapatabilmesi için, yaptığı küçükteneke kutuyu anlattı. "Ama o nerede?" "Yakında. Seslendiğimde gelirdi, ama açık ki savaşı-yordu... Balthamos da burada! Ah, nasıl da korkmuş ol-malı...""Kim?" Will kısaca açıkladı. Meleğin hissediyor olması gere-ken utançla yanaklarının kızardığını hissetti. "Sonra daha fazlasını anlatırım," dedi. "Çok tuhaf...Bana çok şey anlattı ve sanırım onları anladım..." Elleri-ni saçlarında gezdirip gözlerini ovuşturdu. "Bana her şeyi anlatman gerek," dedi Lyra kararlılıkla."Ben yakalandıktan sonra olan her şeyi. Ah, Will, hâlâkanamıyor, değil mi? Zavallı elin..." "Hayır. Babam tedavi etti. Yalnız, altın maymuna vur-duğumda yara açıldı, ama şimdi daha iyi. Bana, kendiyaptığı merhemden verdi...""Babanı buldun m«?""Evet, o gece, dağda..." Will, Lyra'nın yarasını temizlemesine ve küçük kemikkutudan biraz merhem alıp sürmesine izin verdi. Bu ara-da ona bazı olayları anlattı: yabancıyla ettiği kavgayı, ca-213

dinin oku saplanmadan hemen önce aydınlanmalarınmeleklerle tanışmasını, mağaraya yaptığı yolculuğu veİorek'le karşılaşmasını. "Bunca şey olmuş ve ben uyuyordum," diye şaştıLyra. "Biliyor musun, sanırım bana iyi davranıyordu WiU-bence öyleydi- beni incitmek istediğini sanmıyorumÇok kötü şeyler yaptı, ama..."Gözlerini ovuşturdu. "Ah, ama rüyam Will -ne kadar tuhaf olduğunu anla-tamam sana! Aletiyometreyi okuduğum zamanki gibiydiöylesine açık, öylesine derin bir kavrayış. Öyle ki, dibi-ni göremiyordun, ama en derinlerine dek besberraktı. "Sanki... Sana arkadaşım Roger'ı ve Hamhumların onunasıl yakaladığını, onu kurtarmaya çalışmamı, sonra herşeyin yanlış gitmesini ve Lord Asriel'in onu öldürmesinianlatmıştım, hatırlıyor musun? "Evet, onu gördüm. Rüyamda onu yine gördüm, amaölüydü, hayalet olmuştu ve sanki beni çağırıyor, bana ses-leniyordu, ama ben onu duyamıyordum. Benim ölmemi

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

istemiyordu, öyle değildi. Benimle konuşmak istiyordu. "Ve... Onu oraya, Svalbard'a, öldüğü yere götürenbendim. Ölmesi benim suçumdu. Ve Jordan Koleji'nde,birlikte oynadığımız zamanları hatırladım. Çatıda, şehrinher yerinde, pazar yerlerinde, ırmak kıyısında, Kil Yatak-larında oynardık... Roger, ben ve tüm diğerleri... Ve onusağ salim eve getirmek için Bolvangar'a gittim, ama du-rumu daha da kötüleştirdim. Özür dilemezsem hiçbir şe-214

. faydası olmayacak, yalnızca koskoca bir zaman isra-I gunu yapmam gerek, anlıyor musun Will? Ölüler di-arına gitmem, onu bulmam ve... ve özür dilemem ge-rel< Bundan sonra ne olacağı umurumda bile değil. Son-ra biz.-- ben... Sonrası fark etmez." "Ölülerin olduğu bu yer," dedi Will, "bu dünya gibibir dünya mı? Benimki, seninki ve diğer dünyalar gibimi? Bıçağı kullanarak girebileceğim bir dünya mı?"Lyra ona baktı. Fikir onu şaşırtmıştı. "Sorabilirsin," diye devam etti Will. "Şimdi sor. Nere-de olduğunu ve oraya nasıl gidebileceğimizi sor." Lyra aletiyometrenin üzerine eğildi. Gözlerini ovuştur-ması, sonra yine dikkatle bakması gerekiyordu, ama par-makları hızla çalışıyordu. Bir dakika sonra yanıtı bulmuştu. "Evet," dedi, "ama orası tuhaf bir yer Will... Çok tu-haf... Bunu gerçekten yapabilir miyiz? Gerçekten de ölü-ler diyarına gidebilir miyiz? Ama... bunu hangi parçamızyapacak? Çünkü öldüğümüzde cinlerimiz soluyor -onla-rı gördük- ve bedenlerimiz, eh, onlar da mezarda kalıpçürüyor, öyle değil mi?""O zaman bir üçüncü parça olmalı. Farklı bir parça." "Biliyor musun?" dedi Lyra heyecanla, "bence bu doğ-ru olmalı! Çünkü bedenim ve cinim hakkında düşünebi-liyorum -demek ki, onları düşünebilen bir başka parçaOlmak zorunda).""Evet. O da hayalet."Lyra'nın gözleri çakmak çakmak olmuştu. "Belki Ro-215

ger'ın hayaletini dışarı çıkarabiliriz. Belki onu kurtarabi-liriz.""Belki. Deneyebiliriz." "Evet, kurtaracağız!" dedi Lyra hemen. "Birlikte gide-riz! Yapmamız gereken tam olarak bu işte!" Ama bıçağı onartamazsak, diye düşündü Will, hiçbirşey yapamayız. Kafası açılıp midesi sakinleşir sakinleşmez doğrularakoturdu ve küçük casuslara seslendi. Yanlarındaki minikaletle uğraşıyorlardı."Siz kimsiniz?" dedi WÜ1. "Ve kimin tarafındasınız?" Adam yaptığı işi bitirdi ve ceviz büyüklüğünde bir ke-man kutusuna benzeyen tahta kutuyu kapadı. İlk öncekadın konuştu. "Biz Gallivespianlarız," dedi. "Benim adım Leydi Sal-makla, arkadaşım da Şövalye Tialys. Biz Lord Asriel'incasuslarıyız." Will ile Lyra'dan üç dört adım uzaktaki kayanın üze-rinde ayakta duruyordu. Ay ışığı altında belirgin ve par-laktı. Küçük sesi son derece berrak ve alçaktı, yüzünde

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

güvenli bir ifade vardı. Üzerinde gümüş bir malzemedenbol bir etek ve kolsuz yeşil bluz vardı, dikenli ayakları,tıpkı adamınki gibi, çıplaktı. Adamın kostümünün renk-leri kadınmkine benziyordu, ama kolları uzundu ve bolpantolonu baldırlarının yarısına kadar geliyordu. İkisi degüçlü, becerikli, insafsız ve gururlu görünüyordu."Hangi dünyadan geliyorsunuz?" dedi Lyra. "Sizin m216

bilerini hiç görmemiştim." «gizim dünyamızda da aynı sorunları yaşıyoruz," de-di Tialys- "Biz kanun kaçaklarıyız. Önderimiz Lord Roke,lord Asriel'in isyanını duydu ve ona destek vermeye ye-min etti.""Peki, benden ne istiyorsunuz?" "Seni babana götürmek," dedi Leydi Salmakia. "LordAsriel seni ve oğlanı kurtarıp kalesine götürmek üzere,Kral Ogunwe komutasında bir güç gönderdi. Biz yardımetmek için geldik."

"Ah, ama ya babama gitmek istemezsem? Ya ona gü-venmiyorsam?" "Bunu duyduğuma üzüldüm," dedi kadın, "ama aldı-ğımız emir buydu: seni ona götürmek." Lyra kendini tutamadı: Bu minik yaratıkların onu her-hangi bir şey yapmaya zorlamaları fikri karşısında seslisesli güldü. Ama bu bir hataydı. Aniden hareket edenkadın Pantalaimon'u yakaladı ve onun fare bedenini ha-şin bir hareketle tutarak iğnesinin ucunu bacağına daya-dı. Lyra inledi: Bolvangar'daki adamın onu yakaladığı za-manki gibi bir şok yaşıyordu. Kimse bir başkasının cini-ne dokunmamalıydı -bu tecavüzdü. Fakat sonra Will'in sağ eliyle adamı yakaladığını gör-dü. İğnelerini kullanamasın diye bacaklarından sıkı sıkıkavramıştı ve havaya kaldırmıştı. "Yine berabere," dedi leydi sakin sakin. "Şövalyeyiyere bırak, evlat."217

"İlk önce sen Lyra'nın cinini bırak," dedi Will. "Tartışma havasında değilim." Lyra Will'in Gallivespian'ın kafasını kayaya çarpmayahazır olduğunu gördü soğuk bir heyecanla. Ve iki küçükyaratık da bunu biliyordu. Salmakia ayağını Pantalaimon'un bacağından çekti vePan hemen onun elinden kurtulmak için harekete geçtiBir yabankedisine dönüşüp kabararak öfkeyle tısladıkuyruğunu savurdu. Çıkardığı dişleri leydinin yüzündenbir el boyu uzaktaydı, ve kadın ona kusursuz bir sakin-likle bakıyordu. Bir an sonra Pan döndü ve ermin biçi-mine bürünerek Lyra'nın göğsüne kaçtı. Will Tialys'i dik-katle kayanın üzerine, ortağının yanına bıraktı. "Biraz saygı göstermelisin," dedi şövalye Lyra'ya. "Sendüşüncesiz, küstah bir çocuksun. Bu akşam senin gü-venliğin için bir sürü cesur adam öldü. Nazik davransandaha iyi olur." "Evet," dedi Lyra alçakgönüllülükle, "özür dilerim, öy-le yapacağım. Gerçekten.""Sana gelince..." diye devam etti adam, Will'e dönerek.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama Will onun sözünü kesti: "Bana gelince, benimlebu şekilde konuşulmasına izin vermeyeceğim, bu yüz-den deneme bile. Saygı iki yönlüdür. Şimdi dikkatle be-ni dinle. Burada emirleri sen vermiyorsun; biz veriyoruz.Kalıp yardım etmek istiyorsanız, bizim dediğimizi yapa-caksınız. Yoksa, hemen Lord Asriel'e dönersiniz. Bu ko-nuda tartışma kabul etmiyoruz."218

Lyra ikilinin kabardığını görebiliyordu, ama Tialys,fcpjll'in kemerindeki kına götürdüğü eline bakıyordu.Tvra şövalyenin, bıçak WilPde olduğu sürece, onun ken-disinden daha güçlü olduğunu düşündüğünü biliyordu.Demek ki, ne pahasına olursa olsun bıçağın kırıldığınıbelli etmemeleri gerekiyordu. "Pekala," dedi şövalye. "Size yardım edeceğiz, çünkübize verilen görev bu. Ama ne yapmayı düşündüğünüzübize söylemelisiniz." "Bu adil," dedi Will. "Size söyleyeceğim. Biz, dinlen-dikten sonra Lyra'nın dünyasına döneceğiz ve bir dostu-muzu, bir ayıyı bulacağız. Çok uzakta değil." "Zırhlı ayı mı? Pekala," dedi Salmakia. "Onu savaşır-ken gördük. Bunu yapmanıza yardım ederiz. Ama sonrabizimle birlikte Lord AsriePe geleceksiniz." "Evet," dedi Lyra ciddi bir yüzle yalan söyleyerek,"ah, evet, o zaman bunu yaparız." Pantalaimon şimdi sakinleşmiş, meraklanmıştı. Lyraonun omzuna tırmanıp değişmesine izin verdi. Onlar ko-nuşurken Pantalaimon diğer ikisi kadar büyük bir yusuf-çuğa dönüştü ve onlara katılmak için uçtu. "O zehir," dedi Lyra, Gallivespianlara dönerek, "iğne-lerinizdeki, demek istiyorum. Ölümcül mü? Çünkü anne-mi, Mrs. Coulter'ı soktunuz, değil mi? Ölecek mi?" "Yalnızca hafif bir sokmaydı," dedi Tialys. "Evet, tamdoz onu öldürürdü, ama küçük bir çizik, onu yarım günzayıflatır ve uyuşturur."219

Hem de delice bir acı eşliğinde, Tialys bunu biliy0rdu, ama Lyra'ya söylemedi. "Lyra ile yalnız konuşmam gerek," dedi Will. "Bir da-kikalığma uzaklaşacağız." "O bıçakla," dedi şövalye, "bir dünyadan diğerinepencere açabilirsin, öyle değil mi?""Bana güvenmiyor musun?""Hayır." "Tamam, bıçağı burada bırakırım o zaman. Bıçak üze-rimde olmazsa, kullanamam." Kının tokasını çözdü ve kayanın üzerine bıraktı. Son-ra, o ve Lyra uzaklaşıp Gallivespianlan görebilecekleribir yere oturdular. Tialys bıçağın sapını dikkatle incele-di, ama dokunmadı. "Onlara tahammül etmemiz gerekecek," dedi Will."Bıçak onardır onarılmaz kaçarız." "Çok hızhlar^ill," dedi Lyra. "Hem, seni öldürürler,hiç umurlarında olmaz." "İorek'in bıçağı onarabileceğini umuyorum. Ona ne

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kadar ihtiyacımız olduğunu hiç fark etmemiştim." "Onaracaktır," dedi Lyra güvenle. Havada süzülüp,hızla yön değiştiren, diğer yusufçuklar gibi minik güve-leri avlayan Pantalaimon'u izliyordu. Cin diğerleri kadaruzağa gidemiyordu, ama onlar kadar hızlıydı ve desen-leri daha parlaktı. Lyra elini kaldırdı ve Pan eline kondu;uzun, saydam kanatlarını titreterek bekledi."Uyurken onlara güvenebilir miyiz sence?" dedi Will-220

«gvet. Haşinler, ama dürüst olduklarını düşünüyo-rum-"Kayaya geri döndüler ve Will Gallivespianlara hitabenkonuştu: "Şimdi uyuyacağım. Sabaha harekete geçeriz."Şövalye başını salladı ve Will hemen kıvrılıp uyudu.Lyra onun yanına oturdu. Pantalaimon kedi biçiminebürünüp, Lyra'nın kucağına sıcak sıcak kuruldu. Lyrauyanık olduğu ve ona göz kulak olabildiği için Will nekadar da şanslıydı! O gerçekten de korkusuz biriydi veLyra ona büyük bir hayranlık besliyordu. Ama yalan söy-lemek, ihanet etmek ve aldatmak konusunda başarılı de-ğildi. Bütün bunlar Lyra için nefes almak kadar doğaldı.Bunu düşündüğünde içi ısındı ve erdemli biri gibi hisset-ti, çünkü bunları Will için yapıyordu, asla kendisi içindeğil. Aletiyometreye tekrar bakmayı düşünüyordu, amabüyük bir şaşkınlık içinde, onca zaman uyuyan o değil-miş gibi, bitkin düştüğünü fark etti. Will'in yanma uza-nıp gözlerini yumdu; kendi kendine azıcık kestireceğinisöylerken uykuya daldı.221

14Onun Ne Olduğunu BilHazsız emek bayağıdırhüzünsüz emek bayağıdır,emeksiz hüzün bayağıdır,emeksiz haz bayağıdır.John Ruskin Will ile Lyra gece boyunca uyudular ve gözkapakları-na güneş vurduğunda uyandılar. Aslında, akıllarında ay-nı düşünce ile birkaç saniye arayla uyandılar: Ama çev-relerine bakmdıklannda Şövalye Tialys'in yakında sakinsakin nöbet tuttuğunu gördüler. "Disiplin Divanı'nm birliği geri çekildi," dedi şövalyeonlara. "Mrs. Coulter, Kral Ogunwe'nin elinde ve onuLord Asriel'e götürüyorlar." "Bunu nereden biliyorsun?" dedi Will tutuk tutukdoğrularak. "Pencereden geri mi döndün?" "Hayır. Mıknatıslı yankı cihazı aracılığıyla konuşuyo-ruz. Sohbetimizi kumandanım Lord Roke'a raporladım,dedi Tialys Lyra'ya, "sizinle birlikte ayıya gitmemizi ve222

? onu gördükten sonra sizin bizimle gelmenizi onayla-, yani, müttefikiz. Size elimizden geldiğince yardımedeceğiz." "Güzel," dedi Will. "O zaman birlikte yemek yiyelim.Bizim yemeklerimizden yiyor musunuz?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Teşekkür ederiz, evet," dedi leydi. Will son birkaç kurutulmuş şeftalisini, kalan bayatçavdar pidesini çıkardı ve aralarında paylaştırdı. Elbette,casuslar fazla almamıştı. "Suya gelince, bu dünyada yok gibi görünüyor," dediWill. "Su içmek için geri dönene kadar beklememiz ge-rekecek.""O zaman bir an önce dönsek iyi olacak," dedi Lyra. Ama ilk önce aletiyometreyi çıkardı. Önceki geceninaksine şimdi açık seçik görebiliyordu, ama uzun uyku-sunun ardından parmakları ağır ve tutuktu. Vadide hâlâtehlike olup olmadığını sordu. Yanıt hayırdı, tüm asker-ler gitmişti ve köylüler evlerindeydi. Bu yüzden yola çık-maya hazırlandılar. Çölün göz kamaştırıcı havasında pencere tuhaf görü-nüyordu; havada kare şeklinde bir tablo gibi asılı duranderin gölgeli çalılar ve gür, yeşil bitki örtüsü. Gallivespi-anlar görmek istedi ve arkadan bakınca görünmediğini,kenarından dolandığında belirgin olduğunu anlayıncahayret ettiler."Geçtikten sonra kapamam gerek," dedi Will.Lyra pencerenin kenarlarını bir araya getirmeye çalış-223

ti, ama parmakları pencereyi bulamadı bile; ellerinin inçeliğine rağmen casuslar da öyle. Kenarların nerede olduğunu yalnızca Will tam olarak hissedebiliyordu ve işi.ni temiz bir şekilde çabucak gördü."Bıçakla kaç dünyaya girebiliyorsun?" dedi Tialys. "Kaç dünya varsa," dedi Will. "Kimsenin tam olaraköğrenecek kadar zamanı olmaz." Sırt çantasını kaldırdı ve orman patikasında başı çektiYusufçuklar taze, nemli havanın keyfini çıkarıyor, güneşışınlarının arasında iğne gibi uçuşuyorlardı. Başlarının üze-rindeki ağaçların hareketi önceki kadar şiddetli değildi,hava serin ve dingindi. Bu yüzden, dalların arasında asılıkalmış bir cayropterin çarpık enkazını, emniyet kemerinedolanıp aracın kapısından yarı sarkmış Afrikalı pilotun ce-sedini görmek, biraz daha yukarıda zeplinin kömürleşmişkalıntılarını bulmak daha da şok edici oldu -kurum kara-sı kumaş parçaları, siyahlaşmış gergiler ve borular, kırıkcamlar ve cesetler: kolları ve bacakları hâlâ mücadele edi-yormuş gibi bükülmüş, kömürleşmiş üç adam.Ve bunlar patikanın yakınında ölenlerdi yalnızca. Yu-karıdaki yamaçta ve aşağıdaki ağaçların arasında başkacesetler, başka enkazlar vardı. Şok içindeki suskun ikiçocuk kırım sahnesinin arasından yürürken, yusufçukla-rının sırtındaki casuslar, savaşa alışık olduklarından, se-rinkanlılıkla çevrelerine bakmıyor, savaşın nasıl gittiğin:ve en çok kaybı kimin verdiğini anlamaya çalışıyorlardıVadinin tepesine, ağaçların seyreldiği ve gökkuşakl224

glayanların başladığı yere vardıklarında mola veriphuz gibi soğuk sudan kana kana içtiler. "O küçük kızın iyi olduğunu umuyorum," dedi Will.«O seni uyandırmamış olsaydı, kaçmayı asla başaramaz-Htic. Özellikle o tozu almak için kutsal bir adamı ziyaretetmiş"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Kız iyi durumda," dedi Lyra, "çünkü dün gece aleti-yometreye sordum. Ama kız bizim şeytan olduğumuzudüşünüyor. Bizden korkuyor. Muhtemelen bu işe hiç ka-rışmamış olmayı diliyordur, ama o iyi." Çağlayanların yanına tırmandılar. Will'in matarasınıdoldurduktan sonra, aletiyometrenin İorek'in gittiğini söy-lediği yere doğru plato üzerinde yürümeye başladılar. Bir gün süren uzun ve zorlu bir yürüyüş oldu. Williçin sorun değildi, ama uzun uykusu yüzünden bacakla-rı zayıflayan ve yumuşayan Lyra için tam bir işkenceydi.Ama ne kadar kötü hissettiğini itiraf etmektense kendidilini koparırdı: Dudaklarını bastırarak, titreyerek, aksa-ya aksaya yürüyor, ama tek kelime etmeden Will'e ayakuyduruyordu. Ancak, öğlen mola verip oturduklarında

kendine bir kez inleme izni verdi; o da, Will tuvaletiniyapmak için uzaklaştığı zaman. Leydi Salmakia, "Dinlen," dedi. "Yorulmakta utanıla-cak bir şey yok." "Will'i hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum! Zayıfolduğumu ve ayağına dolandığımı düşünmesini istemi-yorum."225

"Düşüneceği son şey bu olur." "Sen ne bilirsin," dedi Lyra kabaca. "Sen onu beni ta-nıdığından daha fazla tanımıyorsun." "Küstahlığın ne olduğunu işittiğimde anlarım," dedileydi sakin sakin. "Lütfen şimdi sana denileni yap ve din-len. Enerjini yürüme işine sakla." Lyra isyan etmek istediğini hissediyordu, ama leydi-nin ışıl ışıl dikenleri güneş ışığı altında açık seçik görü-lebiliyordu, bu yüzden bir şey söylemedi. Leydinin yoldaşı şövalye mıknatıslı yankı cihazınınçantasını açıyordu. Merakı kızgınlığını alt eden Lyra kü-çük adamın ne yaptığını izledi. Tahtadan bir kaideninüzerinde duran alet donuk gri-siyah taştan, kısa bir kur-şunkaleme benziyordu. Şövalye keman yayma benze-yen minik bir yayı aletin ucuna sürterken parmaklarınıyüzeyindeki farklı yerlere bastırıyordu. Bastırdığı yerlerişaretlenmiş değildi, bu yüzden küçük adam gelişigüzelyerlere dokunuyormuş gibi görünüyordu, ama yüzünde-ki yoğun ifadeden ve hareketlerindeki akıcılıktan, Lyrabu işin kendi aletiyometresini okumak kadar beceri vekonsantrasyon isteyen bir iş olduğunu anlayabiliyordu. Casus dakikalar sonra yayı bir kenara kaldırdı veLyra'nın küçük tırnağından daha büyük olmayan kulak-lıkları alıp telin bir ucunu taşın sonundaki kancaya dola-dı, öteki ucu da diğer taraftaki kancaya çekip oraya sar-dı. İki kancayı ve aralarındaki gergin teli kullanarak, me-sajına gelen yanıtı alabildiği açıktı.226

"Bu nasıl çalışıyor?" dedi Lyra adam işini bitirdiği za-man-Tialys ona> gerçekten ilgilenip ilgilenmediğini anlama- calışınruŞ gibi baktı. Sonra açıkladı: "Bilimadamlarınız,tein deyişinizle, deneysel tanrıbilimciler, kuantum dola-nıklığ1 diye bir şey bilirler. Bu, ortak özellikleri olan iki

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

oarçacığın var olabileceği anlamına gelir. Öyle ki, birbir-lerinden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, bir parçacığınbaşına gelen aynı anda diğer parçacığın da başına gelir.Şey, bizim dünyamızda ortak bir mıknatıs yapıp tüm par-çacıklarını dolamanın ve sonra birbirlerini yankılayacakiki parçaya ayırmanın bir yolu var. Bu parçanın tamam-layıcısı kumandanımız Lord Roke'ta. Ben yayımla bu par-çayı oynattığım zaman, diğeri de tıpatıp aynı sesleri çıka-rıyor ve bu şekilde iletişim kurabiliyoruz." Tüm eşyalarını kaldırıp leydiye bir şey söyledi. Kadınona katıldı. Biraz uzağa gittiler ve Lyra'nın duyamayacağıkadar alçak sesle konuşmaya başladılar. Ama Pantalaimonbaykuş oldu ve koca kulaklarını onlara çevirdi. Biraz sonra Will geri döndü ve yola koyuldular. Günilerledikçe daha da yavaşlıyorlardı. Yol gittikçe dikleşi-yor, kar hattı yaklaşıyordu. Kayalık bir vadinin başındabir mola daha verdiler, çünkü Lyra'nm tükenmek üzereolduğunu Will bile görebiliyordu: Kız fena aksıyordu veyüzü solmuştu. "Ayaklarına bakayım," dedi Will ona, "çünkü su top-Jamışsa, biraz merhem sürebilirim."227

Feci su toplamışlardı. Lyra gözlerini yumarak ve çi-lerini gıcırdatarak, WilFin yaralarına kanyosunu merhem'sürmesine izin verdi. Bu arada şövalye meşguldü. Birkaç dakika sonra mıknatısmı kaldırdı ve, "Lord Roke'a konumumuzu bildirdim," dedi. "Siz arkadaşınızla konuşur konuşmaz bizialıp götürecek bir cayropter gönderiyor." Will başını salladı. Lyra aldırmamıştı. Biraz sonra bit-kinlik içinde doğrulup oturdu, çoraplarıyla ayakkabıları-nı giydi ve yine yola koyuldular.Bir saat daha geçti. Vadinin büyük kısmı gölgelerebürünmüştü ve Will gece çökmeden sığınacak bir yerbulup bulamayacaklarını merak ediyordu, ama sonraLyra bir rahatlama ve sevinç haykırışı kopardı."İorek! İorek!" Lyra onu WilPden önce görmüştü. Ayı-kral hâlâ birazuzaktaydı. Beyaz kürkü yüzünden karlık bölgede kolaykolay seçilemiyordu, ama Lyra'nın sesi yankılanınca ba-şını çevirdi, burnunu kaldırıp kokladı ve yamaç aşağı on-lara doğru koştu.Will'i görmezden gelerek, Lyra'nın, boynuna sarılıpyüzünü kürküne gömmesine izin verdi; o kadar derindenhırıltılar çıkarıyordu ki, Will sesi ayaklarının altında his-sediyordu. Ama Lyra bunun keyif olduğunu hissetti vebir anlığına su toplamış ayaklarını ve bitkinliğini unuttu."Ah, İorek, hayatım, seni gördüğüme ne kadar sevin-dim! Seni bir daha görebileceğimi hiç düşünmemişti01228

İbard'daki zamandan ve- olan onca şeyden sonra...Scoresby güvende mi? Krallığın nasıl? Sen yalnız mıgeldin?"Küçük casuslar ortadan kaybolmuştu. Kararmaya baş- mlş dağ yamacında üçünden -oğlan, kız ve ayı- başkakimse yokmuş gibi görünüyordu. İorek ona sırtını sundu-"unda, Lyra başka bir yerde olmayı hiç dilememiş gibi

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tırmandı ve, sevgili dostu mağarasına kalan son mesafe-de kendisini taşırken, gurur ve mutlulukla orada oturdu. Dikkati başka yerde olan Will, Lyra ile İorek'in konuş-malarını dinlemiyordu, ama bir noktada üzgün bir feryatduydu ve Lyra'nın sözlerini işitti: "Mr. Scoresby -ah olamaz! Ah, ama çok zalimce! Ger-çekten öldü mü? Emin misin İorek?" "Cadı, Grumman adlı adamı bulmak üzere yola ko-yulduğunu söyledi," dedi ayı. Will şimdi daha dikkatle dinliyordu, çünkü Baruk ileBalthamos olanların bir kısmını anlatmıştı."Ne oldu? Onu kim öldürdü?" dedi Lyra titrek bir sesle. "Savaşırken ölmüş. Adam kaçarken, o, koca bir Mos-kovalı birliğini uzak tutmuş. Cesedini buldum. Cesurcaölmüş. İntikamını alacağım." Lyra kendini bırakmış, ağlıyordu. Will ne diyeceğini bi-lemedi, çünkü Mr. Scoresby'nin kurtarmak için öldüğü bi-linmeyen adam kendi babasıydı. Lyra ve ayı, Lee Sco-resby'yi tanımış ve sevmişti, ama Will onu hiç görmemişti.Biraz sonra İorek bir tarafa saptı ve karın üzerinde ol-229

dukça karanlık görünen bir mağara ağzına yöneldi. %;ııcasusların nerede olduğunu bilmiyordu, ama yakınlardadolandıklarından emindi. Lyra'yla sessizce konuşmak is-tiyordu, ama Gallivespianları görene, onların dinleme-diklerinden emin olana dek bunu yapmayacaktı. Will sırt çantasını mağara ağzına koydu ve yorgun ar-gın oturdu. Arkasındaysa ayı ateş yakıyor, ve Lyra iseüzüntüsüne rağmen merakla izliyordu. İorek bir tür kü-çük demirtaşını sol pençesinde tuttu ve üç dört kez yer-deki benzer taşa vurdu. Her seferinde etrafa saçılan kı-vılcımlar, tam olarak İorek'in onları yönlendirdiği yeregitti: parça parça edilmiş dallardan ve kuru otlardan olu-şan yığına. Kısa süre sonra yığın tutuştu ve İorek ateş

kuvvetle yanmaya başlayana dek, sakin sakin bir odunekledi, sonra bir tane daha ve bir tane daha. Çocuklar ateşe sevindiler, çünkü hava iyice soğumuştu.Sonra daha iyisi geldi: keçi olabilecek bir hayvanın butu.İorek etini çiğ yedi elbette, ama çocuklar için, bir butu kes-kin bir sopaya takıp kızarması için ateşin üzerine uzattı."Bu dağlarda avlanmak kolay mı İorek?" dedi Lyra. "Hayır. Halkım burada yaşayamaz. Yanılmışım, amaiyi ki yanılmışım. Böylece seni buldum. Şimdi ne yapma-yı planlıyorsun?" Will mağarada çevresine bakındı. Ateşin yakınındaoturuyorlardı ve ateş ayı-kralm kürküne sarı-turuncu ışıl-tılar düşürüyordu. Will casuslardan iz göremiyordu, amayapacak bir şey yoktu: Sormak zorundaydı.230

"Kral İorek," diye başladı, "bıçağım kırıldı..." ve son- ayının arkasına bakıp "Hayır, durun," dedi. Duvarıösteriyordu. "Eğer dinleyecekseniz," diye devam ettiHaha yüksek sesle, "ortaya çıkın ve dürüstçe dinleyin.Bizi gizlice gözetlemeyin." Lyra ve İorek Byrnison dönüp Will'in kiminle konuş-tuğuna baktılar. Küçük adam gölgelerden çıktı ve çocuk-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ların başlarından yüksekteki bir çıkıntıda sakince durdu.İorek hırladı. "Mağarasına girmek için İorek Byrnison'dan izin al-madın," dedi Will. "Ve o bir kral. Sen ise yalnızca bir ca-sussun. Daha fazla saygı göstermen gerek." Lyra bunu dinlemeye bayılıyordu. WiH'e keyifle baktıve onun haşin, küçümser göründüğünü gördü.Ama Will'e bakan şövalyenin yüzü hoşnutsuzdu. "Sana karşı dürüst davrandık," dedi. "Bizi aldatmakonursuzcaydı." Will ayağa kalktı. Bir cini olsa, diye düşündü Lyra, di-şi kaplan biçimini alırdı, ve büyük hayvanın göstereceği-ni hayal ettiği öfke karşısında büzüldü. "Sizi aldattıysak, gerekli olduğu için yaptık bunu," de-di Will. "Bıçağın kırık olduğunu bilseydiniz buraya gel-meyi kabul eder miydiniz? Elbette etmezdiniz. Zehrinizikullanarak bizi bayıltırdınız ve sonra yardım çağrısı ya-Par, bizi kaçırıp Lord Asriel'e götürürdünüz. Bu yüzdensizi kandırmak zorundaydık Tialys, ve senin buna ta-hammül etmen gerekecek."231

"Bu kim?" dedi İorek Byrnison. "Casuslar," dedi Will. "Lord Asriel göndermiş. Dün kaç-mamıza yardım ettiler, ama eğer bizim tarafımızdalarsasaklanıp bizi gizlice dinlememeleri gerek. Ve eğer bunuyapıyorlarsa, onursuzluktan bahsedecek son kişiler onlar." Casusun bakışları öyle öfkeliydi ki, değil silahsızWill'e, İorek'e bile saldırabilecekmiş gibi görünüyordu.Ama Tialys hatalıydı ve bunu biliyordu. Elinden gelentek şey eğilerek selam vermek ve özür dilemekti."Majesteleri," dedi İorek'e. İorek bir kez daha hırladı. Şövalye çakmak çakmak olmuş gözlerini önce nefret-le Will'e, sonra meydan okuma ve uyarıyla Lyra'ya, so-nunda da, soğuk ve ihtiyatlı bir saygıyla İorek'e çevirdi.Üzerine bir ışık düşüyormuşçasma açık olan yüz hatlarısayesinde bütün bu ifadeler canlı ve parlaktı. Leydi Sal-makia da gölgelerden çıkıp, çocukları tamamen görmez-den gelerek, ayının karşısında diz çöktü. "Bizi affedin," dedi İorek'e hitaben. "Saklanma alış-kanlığını kırmak zordur. Yoldaşım Şövalye Tialys ve ben,Leydi Salmakia, o kadar uzun süre düşmanlarımızın ara-sında yaşadık ki, sırf alışkanlıktan dolayı size gerekli ne-zaketi gösteremedik. Lord Asriel'in yanma sağ salim va-racaklarından emin olmak için bu oğlanla kıza eşlik edi-yoruz. Başka amacımız ve size karşı kesinlikle hiçbir kö-tü niyetimiz yok Kral İorek Byrnison." İorek bu kadar minik varlıkların nasıl ona zarar vere-bileceğini merak etmişse de belli etmedi. Yüzündeki ifa-232

jevi okumak doğal olarak zordu, ayrıca o da nazik birarlıktı ve leydi yeterince zarif konuşmuştu. "Ateşin yanma inin," dedi. "Açsanız, bol bol yiyecekvar Wül, bıçak hakkında konuşuyordun." "Evet," dedi Will, "asla olmaz sanıyordum, ama bıçakkırıldı- Aletiyometre Lyra'ya, onu senin onarabileceğinisöyledi. Daha nazikçe rica edecektim, ama işte: Onuonarabilir misin İorek?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Göster bana." Will parçaları kından çıkardı ve kayalık zemine serdi.Hepsi yerli yerine oturana kadar dikkatle iteledi. Bütünparçaların orada olduğunu görebiliyordu. Lyra yanan birdalı kaldırdı ve İorek ışığın altında iyice eğilerek her par-çayı dikkatle süzüp devasa pençeleri ile onlara incelikledokundu, yerden kaldırdı ve evirip çevirdi, kırıkları in-celedi. Will o dev siyah tırnakların becerisine şaştı. Sonra İorek doğrulup oturdu, başı gölgelerin arasın-da yükseldi. "Evet," dedi sorulan soruyu yanıtlayarak ve daha faz-lasını söylemeyerek. Lyra onun ne demek istediğini anlamıştı. "Ah, amaonarır mısın İorek? Ne kadar önemli olduğuna inana-mazsın -bıçağı onartamazsak, başımız büyük belada de-mektir. Üstelik yalnızca biz de değil..." "Bu bıçaktan hoşlanmadım," dedi İorek. "Yapabildik-lerinden korkuyorum. Bu kadar tehlikeli bir şey görme-dim. O bıçakla karşılaştırıldığında, en ölümcül savaş ma-233

kineleri bile küçük oyuncaklar gibi kalıyor. Verebileceğizararın sınırı yok. Hiç dövülmese çok daha iyi olurdu ""Ama onunla..." diye başladı Will. İorek onun sözlerini bitirmesini beklemeden devametti: "Onunla tuhaf şeyler yapabilirsin. Bıçağın kendikendine yaptığı şeyleri bilmiyorsun. Senin niyetin iyi ola-bilir. Bıçağın da kendi niyeti var.""Bu nasıl olabilir?" dedi Will. "Bir aracın niyeti, ne yaptığıdır. Bir çekiç vurmak için-dir, bir mengene sıkıştırmak içindir, bir kaldıraç kaldırmakiçindir. Bu amaç için yapılmışlardır. Ama bazen bir aracın,sizin bilmediğiniz başka kullanım alanları da olabilir. Ba-zen, sizin niyetlendiğiniz şeyi yaparken, aynı zamanda,bilmeden, bıçağın niyetlendiği şeyi de yapmış olursunuz.O bıçağın en keskin kenarını görebiliyor musun?" "Hayır," dedi Will. Bu doğruydu. Kenar inceliyor, in-celiyor, öyle keskin bir hale geliyordu ki, göz o keskin-liği göremiyordu."O zaman, yaptığı her şeyi nasıl bilebilirsin?" "Bilemem. Ama yine de onu kullanmak, iyi şeylereyardımcı olmak için elimden geleni yapmak zorunda-yım. Hiçbir şey yapmazsam, işe yaramaz birinden de be-ter olurum. Suçlu olurum." Lyra konuşmaları dikkatle izliyordu. İorek'in gönül-süz olduğunu görünce o konuştu. "İorek, bu Bolvangarlılann ne kadar kötü olduğunusen biliyorsun. Kazanamazsak, o tür şeyleri sonsuza dek234

anabilecekler. Dahası, bıçak bizde olmazsa onların eli-

e geçebilir. Seninle tanışana kadar ondan haberimizvoktu iorek, başka birinin de yoktu, ama artık olduğunaeöre, onu bizim kullanmamız şart -kullanmasak olmaz,gu hem zayıflık hem de yanlış olurdu. Bıçağı onlara tes-lim etmekten ve siz kullanın, biz sizi durdurmayacağızdemekten farkı olmazdı. Tamam, ne yaptığını bilmiyo-ruz, ama aletiyometreye sorabilirim, değil mi? O zaman

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

biliriz. Tahmin yürütüp korkmaktansa, bu konuda doğ-ru düzgün düşünebiliriz." Will kendisine ait en baskın sebebi söylemek istemi-yordu: Bıçak onarılmazsa, evine asla dönemez, annesinibir daha göremezdi. Annesi neler olduğunu asla bile-mez, Will'in de babası gibi onu terk ettiğini düşünürdü.Hem babasının hem de Will'in gidişinin asıl sorumlusubıçaktı. Annesine dönmek için onu kullanmak zorun-daydı, yoksa kendini asla affetmezdi. İorek Byrnison uzun süre konuşmadı. Başını çeviripkaranlığa baktı. Sonra yavaşça ayağa kalktı ve uzun adım-larla mağara ağzına gidip yıldızlara baktı. O yıldızların ba-zılarını kuzeyden tanıyordu, bazılarıysa ona yabancıydı. Lyra ateşin üzerindeki eti çevirdi. Will, yaralarının nedurumda olduğunu görmek için eline baktı. Tialys veSalmakia çıkıntının üzerinde sessizce oturuyorlardı.Sonra İorek döndü. "Pekala, bir şartla yaparım," dedi. "Ama bunun bir ha-ta olduğunu düşünüyorum. Halkımın tanrısı, hayaletleri235

ya da cinleri yoktur. Biz yaşarız ve ölürüz, o kadar. İn„san işleri bize acı ve sorundan başka bir şey getirmezama konuşuruz, savaşırız, alet kullanırız. Belki de bir ta-raf seçmeliyiz. Ama eksiksiz bilgi, yarım bilgiden dahaiyidir. Lyra aletini oku. Ne sorduğunu bil. Ondan sonrahâlâ istiyorsanız, bıçağı onarırım." Lyra hemen aletiyometreyi aldı ve kadranını görebil-mek için ateşe yanaştı. Titrek ışık kadranı görmesini zor-laştrrıyordu ya da belki gözlerine duman doluyordu. Aletiokumak her zamankinden daha uzun sürdü. Gözlerini kır-pıştırıp içini çekerek transtan çıktığında yüzü endişeliydi. "Bu kadar karmaşık olduğunu hiç hatırlamıyorum," de-di. "Bir sürü şey söyledi. Sanırım açıkça anladım. Sanırımanladım. İlk önce dengeden bahsetti. Dedi ki, bıçak zarar-lı da olabilirmiş, faydalı da, ama bu öylesine hassas, öyle-sine ince bir dengeymiş ki, en ufak düşünce ya da dilekdengeyi bir taraf lehine bozabilirmiş... Ve seni kastediyor-du Will, senin dileğini ya da düşünceni kastediyordu, amaneyin iyi, neyin kötü düşünce olacağını söylemedi. "Sonra... evet dedi," dedi Lyra gözleri casuslara gide-rek. "Evet, bıçağı onar, dedi."İorek ona uzun uzun baktı, sonra bir kez başını salladı. Tialys ve Salmakia daha yakından izlemek için aşağıindiler. "Daha fazla yakacağa ihtiyacın var mı İorek?" de-di Lyra. "Will'le ben gidip getirebiliriz." Will onun ne demek istediğini anladı: casuslardanuzakta konuşabilirlerdi.236

"Patikadaki ilk dönemecin ötesinde reçineli bir ağaçvar. Ondan olabildiğince çok getirin."Lyra hemen fırladı ve Will de onunla gitti. Ay parlaktı, patika birbirine karışmış ayak izleri ilekaplıydı ve havada keskin bir soğuk vardı. İkisi de dinç,umutlu ve canlı hissediyorlardı. Mağaradan iyice uzakla-şana kadar konuşmadılar."Başka ne dedi?" dedi Will. "O zaman anlamadığım şeyler söyledi. Şimdi de anla-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mıyorum. Bıçağın Toz'un ölümü olacağını söyledi, amasonra Toz'u canlı tutmanın tek yolunun bu olduğunusöyledi. Hiç anlamadım Will. Ama bıçağın tehlikeli oldu-ğunu yine söyledi ve söylemeye devam etti. Dedi ki biz-bilirsin- düşündüğümüz gibi...""Ölüler dünyasına gidersek..." "Evet -eğer bunu yaparsak- bir daha asla geri döne-meyebilirmişiz Will. Hayatta kalamayabilirmişiz." Will hiçbir şey söylemedi. Şimdi daha durgun yürü-yorlar, İorek'in bahsettiği çalılığı arıyorlardı. Nasıl bir gö-rev üstleniyor olabilecekleri düşüncesi onları suskunlaş-tırmıştı."Ama yapmak zorundayız," dedi Will, "değil mi?""Bilmiyorum." "Demek istediğim, artık biliyoruz. Senin Roger'la, be-nim ise babamla konuşmam gerek. Artık yapmak zorun-dayız.""Korkuyorum," dedi Lyra.237

Will, Lyra'nın bunu başka kimseye itiraf etmeyeceği-ni biliyordu."Gitmezsek ne olacağını söyledi mi?" diye sordu. "Yalnızca boşluk. Yalnızca hiçlik. Gerçekten anlama-dım Will. Ama sanırım, o kadar tehlikeli olsa bile, yine deRoger'ı kurtarmaya çalışmamız gerektiği anlamına geliyor-du. Ama onu Bolvangar'dan kurtardığım zamanki gibi ol-mayacak. O zaman ne yaptığımı gerçekten bilmiyordum.Öylesine yola çıktım ve başarılı oldum. Demek istediğimÇingenler ve cadılar gibi bir sürü başkası yardım etti. Git-mek zorunda olduğumuz yerde yardım edecek kimse ol-mayacak. Ve görebiliyorum... Rüyamda gördüm... Orası...Bolvangar'dan daha kötüydü. Bu yüzden korkuyorum." "Benim korktuğum ise," dedi Will bir dakika sonra,Lyra'ya bakmadan, "bir yerde kısılı kalmak ve annemi birdaha görememek." Durup dururken bir anısını hatırladı. Çok küçüktü.Annesinin sorunları henüz başlamamıştı ve Will hastay-dı. Bütün gece boyunca annesinin yatağının üzerindeoturduğunu, ninniler söylediğini, hikâyeler anlattığınıhatırlar gibiydi. Ve annesi orada olduğu sürece, güven-de olduğunu hissetmişti. Onu şimdi terk edemezdi. Ya-pamazdı! Gerekirse hayatı boyunca bakardı ona. Ve Lyra onun ne düşündüğünü anlamış gibi, sıcak birsesle konuştu: "Evet, bu doğru, korkunç olurdu... Biliyor musun,kendi annem söz konusu olduğunda, hiç fark etmemiş-238

•m Aslında kendi kendime büyüdüm; kimsenin bana lığını, beni kucakladığını hatırlamıyorum, tek bile-Hldiğim yalnızca ben ve Pantalaimon vardık... Mrs.T onsdale'in bana o şekilde davrandığını hatırlamıyorum;jy[rs. Lonsdale Jordan Koleji'nin kahyasıydı ve tek yaptı-ğı temiz olduğumdan emin olmaktı, tek düşündüğü buy-du ah, bir de görgü kuralları... Ama mağaradayken, Will,gerçekten de şey hissettim -ah, çok tuhaf, onun kor-kunç şeyler yaptığını biliyorum, ama gerçekten de benisevdiğini ve bana baktığını hissettim... Onca zaman uyu-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

duğum için, öleceğimi düşünmüş olmalı -bir tür hastalıkkaptım herhalde- ama bana bakmayı hiç bırakmadı. Biriki kez uyandığımı hatırlıyorum, beni kollarına almıştı...Bunu hatırladığımdan eminim... Ben olsam, kendi çocu-ğum olsa, ben böyle yapardım." Demek bunca zaman neden uyuduğunu bilmiyordu.Will ona söylemeli miydi, sahte olsa bile o anıya ihanetetmeli miydi? Hayır, elbette etmemeliydi."Çalılık bu mu?" dedi Lyra. Ay ışığı öyle parlaktı ki, yaprakları ayrı ayrı seçebili-yorlardı. Will bir dal kopardı. Çam gibi, reçineli kokuparmaklarında kaldı. "O küçük casuslara da hiçbir şey söylemeyeceğiz," di-ye ekledi Lyra.Kucak kucak dal topladılar ve mağaraya taşıdılar.239

15DemirhaneBen cehennem ateşleri arasında yürürkendehanın zevklerinden haz alarak...William Blake O anda Gallivespianlar bıçak hakkında konuşuyorlar-dı. İorek Byrnison ile kuşkulu bir barış yaptıktan sonraayak altında olmamak için çıkıntılarına geri tırmandılar;alevlerden çıtırtılar yükselir, ateşin kükremesi havayı dol-dururken Tialys konuştu: "Yanından asla ayrılmamalıyız.Bıçak onardır onarılmaz, gölge gibi peşine takılmalıyız." "Çok tetikte. Gözü hep üzerimizde," dedi Salmakia."Kız daha kolay güveniyor. Bence onu kazanabiliriz. Omasum ve kolay seviyor. Onun üzerinde çalışabiliriz. Sa-nırım bunu yapmalıyız Tialys.""Ama bıçak oğlanda. Onu kullanabilen kişi o.""Kız olmadan hiçbir yere gitmez." "Ama, bıçak oğlandaysa, kızın onun peşinden gitmesigerek. Ve bence, bıçak onardır onarılmaz, bizden kaçmak240

için onu kullanarak bir başka dünyaya geçecekler. Kız birseyler daha söyleyecekken oğlanın onu nasıl engellediği-ni gördün mü? Gizli bir amaçları var. Bizim onların yap-masını istediğimiz şeyden çok farklı bir amaç." "Göreceğiz. Ama sanırım haklısın Tialys. Ne pahasınaolursa olsun oğlanı gözümüzün önünden ayırmamalıyız." İorek Byrnison doğaçlama atölyesinde aletlerini di-zerken kuşkuyla izlediler. Lord Asriel'in kalesinin altın-daki silah fabrikalarında maden ergitme ocaklarıyla, had-dehanelerle, anbarik demirhanelerle ve hidrolik presler-le çalışan güçlü işçiler açık ateşi, taş çekici ve İorek'inzırhından bir parçadan oluşan örsü görseler gülerlerdi.Yine de, ayı onu bekleyen işi tartmıştı ve küçük casus-lar, onun hareketlerindeki kesinlikte, küçümsemeleriniboğan bir nitelik görmeye başladılar. Lyra ile Will çalılarla birlikte döndüklerinde, İorek'intalimatlarına uyarak dalları dikkatle ateşin üzerine koy-dular. İorek her dalı dikkatle inceledi ve sonra Will veLyra'ya onları şu ya da bu açıyla koymalarını ya da birparçasını kırıp kenara ayrıca yerleştirmelerini söyledi.Sonuç, tüm enerjisi bir kenarda yoğunlaşmış olağanüstü

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

şiddette bir ateş oldu. Mağaradaki sıcaklık iyice artmıştı. İorek ateşi besle-meye devam etti ve çocuklar işin tamamına yetecek ka-dar yakıt olduğunu garantilemek için patikada iki seferdaha yaptılar.Sonra ayı yerdeki küçük bir taşı çevirdi ve Lyra'ya ay-241

nı türden başka taşlar bulmasını söyledi. Bu taşların, ıSltıldı ğı zaman, bıçağın metalini çevreleyip havayla tema-sını kesecek bir gaz yaydığını söyledi. Sıcak metal ha-vayla temas ederse, bir miktar hava soğuracağını ve buyüzden zayıflayacağını açıkladı. Lyra taş aramaya koyuldu ve baykuş gözlü Pantala-imon sayesinde bir düzineden fazla taş buldu. İorek onataşları nereye, nasıl yerleştireceğini söyledi ve gazın, ça-lıştığı parça üzerinde düzenli olarak akmasını sağlamakiçin yapraklı bir dalla nasıl yelleyeceğini gösterdi. Ateşin sorumluluğu Will'e verilmişti. İorek dakikalarboyunca ona talimatlar verdi ve ne tür ilkelerle çalışaca-ğını anladığından emin oldu. Pek çok şey doğru yerleş-tirmeye bağlıydı ve İorek durup her birini düzeltemezdi:Will'in anlaması gerekiyordu, o zaman bunu doğru düz-gün yapabilirdi. Ayrıca onarıldıktan sonra bıçağın tıpatıp aynı görün-mesini beklememeliydi. Daha kısa olacaktı, çünkü herparça yanındaki ile biraz üst üste binecekti, ancak bu şe-kilde birleştirilebilirlerdi; taş gazına rağmen yüzey birazoksitlenecekti, yüzeye vuran renkler biraz kaçacaktı;kuşkusuz, kabzası da yanacaktı. Ama bıçağın ucu eskisikadar keskin olacak ve kullanılabilecekti. Böylece, alevler reçineli dallarla kükrerken Will izle-di, durmaksızın akan gözler ve kavrulmuş ellerle her ye-ni dalı öyle bir düzenledi ki, sıcaklık İorek'in istediği gi-bi ayarlandı.242

gu arada, İorek doğru ağırlıkta bir taş bulana kadarek çok taş parçasını eledikten sonra bulduğu yumrukbüyüklüğünde bir taşı dövüyor, bileyliyordu. Kuvvetlidarbelerle taşı şekillendirdi ve pürüzsüz hale getirdi. Kı-rılmış taşların kokusu dumanla birleşerek yukarıdan izle-yen iki casusun burunlarına geliyordu. Pantalaimon bileçalışıyordu, kargaya dönüşmüştü ve kanatlarını çırparakateşi harlıyordu. Sonunda çekiç ayıyı tatmin edecek hale geldi. İorekkeskin bıçağın iki parçasını ateşin yüreğine, yanan odun-ların arasına yerleştirdi ve Lyra'ya üstlerine taş gazı yel-lemesini söyledi. Ayı uzun beyaz yüzü ışıkta parlayarakizledi. Will metalin yüzeyinin önce kırmızı, sonra sarı,sonra beyaz beyaz parladığını gördü. İorek parçaları çıkarmaya hazır halde pençesini kal-dırmış, dikkatle izliyordu. Birkaç dakika sonra metal yi-ne değişti ve yüzeyi parlak, ışıltılı oldu ve ateşten sıçra-yan kıvılcımlara benzer kıvılcımlar saçmaya başladı. Bunun üzerine İorek harekete geçti. Sağ pençesiniateşe daldırdı ve bir parça çıkardı, sonra bir tane dahaaldı ve devasa tırnaklarının arasında tutarak zırhının sırtplakasını oluşturan demir parçasının üzerine yerleştirdi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

WiU tırnaklardan gelen yanık kokusunu alabiliyordu,ama İorek bunu göz ardı etti ve olağanüstü hızla hare-ket ederek parçaların üst üste gelen yerlerini düzeltti,sonra sol pençesini yükseğe kaldırıp taştan çekiçle vur-du.243

Muazzam darbenin altında bıçağın ucu sıçradı, ^nhayatının geri kalanının o minik üçgen metal parçasınaatomların arasındaki boşlukları arayan o uca ne olacağı-na bağlı olduğunu düşündü. Bütün sinirleri oynuyor, heralevin her titremesini, metali oluşturan kafesteki her ato-mun gevşemesini sezebiliyordu. Bu iş başlamadan öncebıçak üzerinde çalışmak için eksiksiz bir fırın, en hassasalet edevatlar gerekeceğini düşünmüştü. Ama şimdi, enhassas aletlerin bunlar olduğunu, İorek'in zanaatkarlığı-nın olabilecek en iyi fırını oluşturduğunu görüyordu. İorek tangırtının üzerinden kükredi: "Zihninde kıpır-tısız tut onu! Senin de dövmen gerekiyor! Bu benim ol-duğu kadar senin de işin!" Will ayının avucundaki taş çekicin darbeleriyle tümbenliğinin titrediğini hissediyordu. Bıçağın ikinci parçasıda ısınıyordu ve Lyra'nın yapraklı dalı sıcak gazı yelliyor,parçaları gaza boğuyor ve demir yiyen havayı uzak tutu-yordu. Will her şeyi seziyordu; metalin atomlarının kırıkboyunca birbirine bağlandığını, yeni kristaller oluşturdu-ğunu, güçlendiğini, bağlantı sağlamlaştıkça görünmezkafes üzerinde kendi kendilerini doğrulttuklarını hisse-debiliyordu."Kenar!" diye kükredi İorek. "Kenarı hizada tut!" Zihninle demek istiyordu. Will denileni hemen yaptı,kenarlar kusursuzca dizilirken incecik pürüzleri, sonrada incecik düzelmeleri sezdi. Bağlantı bitti ve İorek birsonraki parçaya döndü.244

«yeni bir taş," diye seslendi Lyra'ya. Lyra ilk taşı kena-jtti ve ısınsın diye ikinci bir taşı aynı yere yerleştirdi. ^ill yakıtı kontrol etti ve alevleri daha iyi yönlendir-mek için bir dalı ikiye kırdı. İorek bir kez daha çekiçleajjşmaya başladı. Will işine yeni bir karmaşıklık düzeyieklendiğini hissetti, çünkü yeni parçayı önceki iki parça-ya göre tam olarak doğru yerde tutması gerekiyordu. An-cak bunu yaparsa İorek'in bıçağı onarmasına yardımedebileceğini anlıyordu. Böylece çalışma devam etti. Ne kadar sürdüğüne da-ir en ufak fikri yoktu. Diğer yandan, Lyra'nın kolları acı-dı, gözlerinden yaşlar aktı, derisi yandı ve kızardı, bede-nindeki her kemik yorgunluktan ağrımaya başladı. Amayine de taşları İorek'in söylediği gibi yerleştirdi ve bitkinPantalaimon alevleri yellemek için kanatlarını kaldırıpçırpmaya devam etti. Son bağlantıya geldiklerinde WilFin başı çınlıyordu.Zihinsel çaba harcamaktan o kadar yorulmuştu ki, birsonraki dalı kaldırıp ateşe yerleştirmek çok zor geliyor-du. Her bağlantıyı anlamak zorundaydı, yoksa birleşmeyerleri tutmazdı. Bıçağın metalini kabzasında kalan kü-çük kısma birleştirecek en son, en karmaşık bağlantıyageldiklerinde eğer Will tüm bilinciyle onu diğerleri ile bir

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

arada tutamazsa, İorek işe hiç girişmemişçesine, bıçakdağılıp giderdi. Bunu ayı da sezmişti ve son parçayı ısıtmaya başla-madan durdu. Will'e baktı ve Will onun gözlerinde hiç-245

bir şey, hiçbir ifade göremedi, yalnızca dipsiz bir siyaıparlaklık vardı. Yine de anladı: Bu işti, hem de zor bir âama üstesinden gelebilirlerdi. Bu Will için yeterliydi. Ateşe döndü, imgelemini kab-zadaki kırık parçaya gönderdi ve işin en son, en zorlukısmı için hazırlandı. Böylece Will, İorek ve Lyra, hep birlikte bıçağı döv-düler. Son bağlantının ne kadar sürdüğünü hiç bilmiyor-du Will. Ama İorek son darbeyi indirdiğinde ve Will kı-rık boyunca atomların yerli yerine oturduğunu hissetti-ğinde mağara zeminine çöktü ve bitkinliğin onu ele ge-çirmesine izin verdi. Yakındaki Lyra da aynı durumday-dı; bakışları donuklaşmış, kızarmıştı, saçları is ve duman-la kirlenmişti. İorek ise başını sarkıtmış duruyordu vekürkü yer yer kavrulmuş, parlak bej-beyaz rengi kül le-keleri ile çizik çizik olmuştu. Tialys ve Salmakia nöbetleşe uyumuşlardı ve her za-man bir tanesi tetikte beklemişti. Şimdi Salmakia uyanık-tı ve Tialys uyuyordu, ama bıçak soğuyup kırmızıdangriye ve son olarak gümüş rengine döndüğü sırada, Willkabzaya uzanınca, Salmakia elini ortağının omzuna ko-yarak onu uyandırdı. Tialys hemen ayıldı. Ama Will bıçağa dokunmadı: Avucunu yakında tuttu,ama kabza tutulmayacak kadar sıcaktı hâlâ. İorek Will'e,"Dışarı gel," dediğinde casuslar gevşediler. İorek sonra Lyra'ya hitaben konuştu: "Burada kal vebıçağa dokunma."246

T yra, üzerinde bıçağın soğumakta olduğu örsün yam- oturdu. İorek ona ateşi beslemesini, sönmesine izinverrnemesini söyledi: Yapacak son bir iş daha vardı. Wül büyük ayının peşinden karanlık dağ yamacınaçıktı. Mağaradaki cehennem sıcağından sonra acı soğukhemen içine işledi. "O bıçağı yapmamaları gerekirdi," dedi İorek mağara-dan biraz uzaklaştıktan sonra. "Belki ben onarmamahy-dım. Endişeliyim ve ben daha önce hiç endişelenmemiş-tim, hiç kuşku duymamıştım. Şimdi içim kuşku dolu.Kuşku bir insan özelliğidir, ayı özelliği değil. Eğer beninsanlaşıyorsam, yanlış olan, kötü olan bir şey var de-mektir. Ve ben bunu daha da kötüleştirdim." "Ama ilk ayı, ilk zırh parçasını yaptığında, bu da aynışekilde kötü değil miydi?" İorek sustu. Büyük bir kar birikintisine gelene kadaryürüdüler. İorek karların içine yatıp yuvarlandı, karanlıkhavaya karlar fırlattı, öyle ki kendisi de kardan yapılmış,dünyadaki bütün karların cisimleşmiş haliymiş gibi gö-ründü. İşini bitirdiği zaman dönüp doğruldu ve şiddetle sil-kindi. Sonra, WilPin hâlâ bir yanıt beklediğini görerek,konuştu: "Evet, sanırım o da kötü olmuştur. Ama o ilk zırhlı ayı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dan önce başkaları yoktu. Ondan önceki hiçbir şeyi bil-miyoruz. Gelenek o zaman başladı. Biz geleneklerimizibiliriz. Kararlı ve sağlam varlıklarız, geleneklerimizi hiç247

değiştirmeden takip ederiz. Zırh olmadan ayı bedeni na-sıl korumasızsa, gelenek olmadan da ayı doğası zayıftır "Ama sanırım ben bu bıçağı onararak ayı doğasınlrıdışına çıktım. İofur Raknison kadar aptalca davrandımZaman gösterecek. Ama kararsız ve kuşkuluyum. Şimdisen bana söylemelisin: Bıçak neden kırıldı?"Will iki eliyle ağrıyan başını ovaladı. "Kadın bana baktı ve ben onun yüzünün anneminki-ne benzediğini düşündüm," dedi yaşadığı deneyimi tümdürüstlüğüyle hatırlamaya çalışarak. "Ve bıçak keseme-diği bir şeye rastladı. Zihnim aynı anda onu hem ittirme-ye hem çekmeye çalıştığı için kırıldı. Ben öyle düşünü-yorum. Kadının ne yaptığını bildiğinden eminim. Çokakıllı bir kadın." "Bıçaktan bahsederken, annenden ve babandan dabahsediyorsun.""Öyle mi? Evet... sanırım ediyorum.""Bıçakla ne yapacaksın?""Bilmiyorum." İorek aniden Will'in üzerine atıldı ve sol pençesiyletokat attı. O kadar hızlı vurmuştu ki, yarı sersemlemişWill karların üzerine düştü ve yamaç aşağı yuvarlandı.Başı çınlıyordu. İorek Will'in doğrulmaya çalıştığı yere geldi yavaşçave, "Bana dürüstçe yanıt ver," dedi. Will'in içinden, 'Bıçak elimde olsaydı bunu yapmaz-dın,' demek geçti. Ama İorek'in bunu bildiğini biliyordu,248

nu bildiğini bildiğini de biliyordu. Bunu söylemekhem kaba, hem de aptalca olurdu. Ama yine de içindengelmişti-Ayağa kalkıp İorek'e dönene kadar dilini tuttu. "Bilmiyorum dedim," dedi sesini sakin tutmaya çaba-layarak, "çünkü yapacağım şeyi, ne anlama geldiğinidoğru düzgün düşünmedim. Beni korkutuyor. Lyra'yı dakorkutuyor. Her durumda, Lyra'nın sözlerini duyar duy-maz kabul ettim.""Peki, ne dedi?" "Ölüler diyarına gidip Lyra'nın Svalbard'da öldürülenarkadaşı Roger'ın hayaletiyle konuşacağız. Ve eğer ger-çekten bir ölüler diyarı varsa, o zaman babam da oradaolacaktır. Ve eğer hayaletlerle konuşabiliyorsak, ben deonunla konuşmak istiyorum. "Ama arada kaldım, bir türlü karar veremiyorum; za-manda geri dönmek ve anneme bakmak istiyorum, ki

bunu yapabilirim, ama öte yandan babam ve melekBalthamos Lord Asriel'e gidip bıçağı ona sunmam gerek-tiğini söyledi ve onların da haklı olabileceğini düşünüyo-rum...""Melek kaçtı," dedi ayı. "O savaşçı değildi. Elinden geleni yaptı ve sonra da-ha fazlasını yapamaz oldu. Korkan tek kişi o değildi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ben de korkuyorum. Bu yüzden, enine boyuna düşün-mem gerek. Belki bazen doğru şeyi yapamıyoruz, çün-kü yanlış şey daha tehlikeli görünüyor ve korkak görün-249

mek istemiyoruz, bu yüzden, sırf tehlikeli olduğu içjngidip yanlış şeyi yapıyoruz. Korkak görünmemek, doğrukararı vermekten daha önemli geliyor. Çok zor. Bu yüz-den sana yanıt vermedim.""Anlıyorum," dedi ayı. Sessizce durdular. Özellikle Will'e, çok uzun sürebeklemişler gibi geldi, çünkü acı soğuğa karşı korumasızayıftı. Ama İorek henüz sözlerini bitirmemişti; Will'e ge-lince yediği tokat nedeniyle hâlâ başı dönüyor, kendinizayıf hisediyordu ve ayrıca ayaklarına da pek güvenemi-yordu, bu yüzden ikisi de oldukları yerde kaldılar. "Şey, pek çok açıdan ödün verdim," dedi ayı-kral."Belki de size yardım ederken krallığıma son darbeyi in-diriyor olacağım. Belki de olmayacağım, belki yıkım za-ten geliyordur; belki şimdiye dek onu ben uzak tuttum.Bu yüzden endişeliyim, ayılara yakışmayan işler yaptım,insanlar gibi tahminler yürüttüm, şüphe ettim. "Sana bir şey söyleyeceğim. Bunu zaten biliyorsun,ama bildiğini kabullenmek istemiyorsun, bu yüzden,yanlış anlamaman için açık açık söyleyeceğim. Bu görev-de başarılı olmak istiyorsan, artık anneni düşünmemeli-sin. Onu bir kenara koymalısın. Zihninde kararsızlıkolursa bıçak kırılır. "Şimdi Lyra'ya veda edeceğim. Sen mağarada bekle-melisin. O iki casus sizi gözlerinin önünden ayırmaz veben Lyra'yla konuşurken kulak misafiri olmalarını istemi-yorum."250

•^jll'in yüreği ve boğazı kabarmıştı, ama söyleyecekM bulamıyordu. Sonunda, "Teşekkür ederim İorekBvrnison," demeyi başardı, ama daha fazlasını söyleye-medi- İorek'le birlikte, yamaç yukarı, mağaraya doğru yürü-dü. Mağarayı çevreleyen engin karanlıkta ateşin ışığı hâ-lâ sıcak sıcak parlıyordu. İorek keskin bıçağı onarma işinin son aşamasını ger-çekleştirdi. Bıçağı en kızgın közlerin arasına yerleştirdi vemetal parlayana kadar bekledi. Will ile Lyra metalin du-manlı derinliklerinde yüz ayrı rengin döndüğünü görebi-liyordu. Doğru anın geldiğine karar verdiğinde, Will'e bı-çağı alıp dışarıda birikmiş kara gömmesini söyledi. Gül ağacından sap yanmış, kararmıştı, ama Will birgömlek alıp bıçağın sapma kat kat sardı ve İorek'in de-diğini yaptı. Buharlar hışırdayarak fışkırırken, atomlarınsonunda bir araya geldiğini hissetti ve bıçağın önceki ka-dar keskin, ucunun sonsuz ölçüde ince olduğunu sezdi. Ama bıçak farklı görünüyordu. Daha kısaydı, çok da-ha az zarifti ve bağlantıların üzerinde donuk, gümüş yü-zeyler vardı. Artık çirkin görünüyordu. Olduğu gibi gö-rünüyordu, yani yaralı. Bıçak yeterince soğuduğunda Will onu sırt çantasınakaldırdı ve casusları görmezden gelerek oturup Lyra'nmdönmesini bekledi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

İorek Lyra'yı yamacın biraz daha yukarısına, mağara-dan görülmeyecek bir yere götürdü ve onun koca kolla-251

rının arasına sığınıp oturmasına izin verdi. Pan da fareyedönüşerek Lyra'nın koynuna sokuldu. İorek başımLyra'nm üzerine eğdi ve onun kararmış, isli ellerini bur-nuyla dürtükledi. Tek kelime etmeden, yalayarak temiz-ledi onları. Dili yanıkları yatıştırıyordu, Lyra hayatı bo-yunca hiç hissetmediği kadar güvende hissetti kendini. Ellerindeki is ve kir temizlendiği zaman İorek konuş-tu. Lyra onun sesinin sırtında titreştiğini hissetti."Lyra Gümüşdil, bu ölüleri ziyaret etme planı da nedir?" "Rüyamda gördüm İorek. Roger'ın hayaletini gördüm,beni çağırıyordu... Roger'ı hatırlıyorsundur; şey, sen git-tikten sonra Roger öldürüldü ve bu benim suçumdu, enazından ben öyle olduğunu hissettim. Ve sanırım başla-dığım şeyi bitirmem lazım, o kadar. Gidip özür dilemeli-yim. Ve elimden geliyorsa, onu oradan kurtarmalıyım.Will ölüler dünyasına bir pencere açabilirse, o zaman buişi yapmalıyız.""Yapabilmek ile yapmak zorunda olmak aynı şey değil.""Ama yapmalıysan ve yapabiliyorsan, bahanesi yok.""Hâlâ hayattayken, işin hayatladır." "Hayır İorek," dedi Lyra nazikçe, "işimiz, ne kadargüç olursa olsun, sözümüzü tutmaktır. Biliyor musun,gizliden gizliye, feci korkuyorum aslında. Keşke o rüya-yı hiç görmeseydim. Keşke oraya gitmek için bıçağı kul-lanma fikri Will'in aklına hiç gelmeseydi. Ama ben rüya-yı gördüm ve Will'in aklına da fikir geldi, bu yüzden buişten sıyrılamayız."252

Lyra Pantalaimon'un titrediğini hissetti ve yanık elle-riyle onu okşadı. «Ama oraya nasıl gideceğimizi bilmiyoruz," diye de-vam etti. "Deneyene kadar hiçbir şey bilmeyeceğiz. Senne yapacaksın İorek?" "Halkımı alıp kuzeye gideceğim. Dağlarda yaşayama-yız. Kar bile farklı. Burada yaşayabileceğimizi düşün-müştüm, ama ılık bile olsa, denizde daha rahat yaşarız.Bunu öğrenmeye değerdi. Dahası, bize ihtiyaç duyulaca-ğını düşünüyorum. Savaşı hissedebiliyorum Lyra Gümüş-dil; kokusunu alabiliyorum; işitebiliyorum. Buraya gel-meden önce Serafina Pekkala ile konuştum. Bana, LordFaa ve çingenlere gideceğini söyledi. Savaş çıkarsa bizeihtiyaç duyulacak." Eski dostlarının adlarını duyunca Lyra heyecanla doğ-rulup oturdu. Ama İorek henüz sözlerini bitirmemişti.Devam etti: "Ölüler dünyasından çıkış yolu bulamazsanız, bir da-ha buluşamayacağız, çünkü benim hayaletim yok. Bede-nim toprakta kalacak ve sonra onun bir parçası olacak.Ama hem sen hem ben hayatta kalırsak, Svalbard'da herzaman memnunlukla karşılanacaksın, şeref misafirimizolacaksın. Aynısı Will için de geçerli. KarşılaştiP"-man olanları anlattı mı sana?" "Hayır," dedi Lyra. "Irmak kıyısın»şında bir şey söylemedi." _ -1

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bana meydan okudu. Bunu kimseı rfl253

nı sanırdım, ama bu yarı büyümüş oğlan benim için faz.la cüretkar, fazla akıllıydı. Planladığın şeyi yapacak ol-man beni mutlu etmiyor, ama o oğlan dışında kimseninsana eşlik etmesine güvenemezdim. Birbirinize layıksı-nız. Hoşça git sevgili dostum Lyra Gümüşdil." Söyleyecek söz bulamayan Lyra uzanıp kollarını ayı-nın boynuna doladı ve yüzünü onun kürküne gömdü. Bir dakika sonra ayı nazikçe doğrulup Lyra'nın kolla-rını çözdü. Sonra döndü ve sessizce yürüyerek karanlığakarıştı. Lyra karla kaplı zeminde onun siluetini hemenkaybettiğini düşündü, ama bu belki de gözleri dolu do-lu olduğu içindi. Will patikada Lyra'nın ayak seslerini duyduğu zamancasuslara döndü. "Yerinizden kıpırdamayın. Bakın -bı-çak burada- onu kullanmayacağım. Burada kaim." Dışarı çıkınca Lyra'nın olduğu yerde durmuş, ağladı-ğını gördü. Pantalaimon kurt biçimine bürünmüş, yüzü-nü kara gökyüzüne kaldırmıştı. Lyra oldukça sessizdi.Tek ışık, ateşin kalıntılarını yansıtan kar birikintisindengeliyordu ve Lyra'nın ıslak yanaklarından yansıyan buparıltı Will'in gözlerine vuruyordu, ve o fotonlar ikisinisessiz bir ağla sarıyordu. "Onu o kadar seviyorum ki Will!" diye fısıldamayı ba-şardı Lyra titrek bir sesle. "Yaşlı görünüyordu! Aç, yaşlıve hüzünlü görünüyordu... Her şey şimdi de bizim üze-rimize mi çöküyor Will? Başka kimseye güvenemeyiz,değil mi... Yalnızca biz varız. Ama daha yeterince büyü-254

edik- Biz küçüğüz... Çok küçük... Zavallı Mr. Scoresby"ldüyse ve İorek yaşlıysa... Ne yapılması gerekiyorsa, bi-zim omuzlarımıza çöküyor." "Yapabiliriz," dedi Will. "Ben bir daha dönüp geriyebakmayacağım. Yapabiliriz. Ama şimdi uyumamız lazım,gu dünyada kalırsak, casusların çağırdığı cayropterlergelebilir... Şimdi bir pencere açacağım ve uyuyacak birbaşka dünya bulacağız. Ve casuslar bizimle gelirse, buçok kötü olur. Onlardan bir başka zaman kurtulmamızgerekecek." "Evet," dedi Lyra. Burnunu çekip elinin tersiyle sildi,avuçlarıyla gözlerini ovaladı. "Dediğin gibi yapalım. Bıça-ğın işe yarayacağından emin misin? Sınadın mı?""Yarayacağını biliyorum." Pantalaimon casusları uzak tutmak için (ondan korka-caklarını umuyorlardı) kaplan kılığına girdi ve Will ileLyra mağaraya dönüp sırt çantasını aldılar."Ne yapıyorsunuz?" dedi Salmakia. "Başka bir dünyaya gidiyoruz," dedi Will bıçağı çıka-rarak. Bıçak yine bir bütünlük hissi veriyordu; Will bun-dan ne kadar hoşlandığını fark etmemişti. "Ama Lord Asriel'in cayropterlerini beklemelisiniz,"dedi Tialys sert bir sesle.

"Hayır," dedi Lyra. "Ben yalan söyledim. Will yajasöylemez. Bu aklınıza gelmedi."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Ama nereye gidiyorsunuz?" Will yanıt vermedi. Loş havayı yokladı ve bir pence-re kesti. "Hata yapıyorsunuz," dedi Salmakia. "Bunu fark et-meli ve bizi dinlemelisiniz. Düşünmeden..." "Hayır, düşündük," dedi Will, "uzun uzun düşündükve düşündüklerimizi size yarın söyleriz. Gideceğimiz yeregelebilirsiniz ya da Lord Asriel'in yanına dönebilirsiniz." Pencere, Will'in Baruk ve Balthamos ile kaçtığı, gü-ven içinde uyuduğu dünyaya açıldı: kum tepelerinin ar-dında eğrelti otuna benzeyen ağaçlar olan sonsuz, ılıkbir kumsal."İşte," dedi. "Burada uyuyacağız. Bu iş görür."Geçmelerini bekledi, sonra pencereyi arkalarındankapadı. O ve Lyra bitkinlik içinde, oldukları yere uzanır-ken, Leydi Salmakia nöbet tuttu ve şövalye mıknatıslıyankı cihazını açıp karanlıkta bir mesaj göndermeye baş-ladı.256

16Niyet GemisiKemerli çatıdan hassas büyüyle asılmış sıra sıraışıltılı lambalar ve neft yağıyla, ziftle beslenenalev alev meşaleler ışık veriyordu...John Milton "Çocuğum/Kızım!'Nerede o? Ne yaptınız? Lyra'm -yü-reğimi lime lime etseniz daha iyiydi- o benim yanımdagüvendeydi, güvende/ O şimdi nerede?" Mrs. Coulter'ın feryadı adamant kulenin tepesindekiküçük odada yankılanıyordu. Bir sandalyeye bağlanmış,saçları darmadağın olmuş, giysileri yırtılmış, çılgına dön-müştü. Maymun cini yerde, gümüş zincirle bağlanmış,kıvranıyor, çabalıyordu. Lord Asriel yakında oturmuş, onları görmezden gele-rek bir kâğıt parçasına yazı yazıyordu. Yanında bekleyenemir eri kadına endişeyle bakıyordu. Lord Asriel kâğıtParçasını ona verdiğinde asker bir selam çaktı ve kuyru-ğunu kıstırmış teriyer cini peşinde, hızla dışarı çıktı.Lord Asriel, Mrs. Coulter'a döndü.257

"Lyra? Dürüst olmak gerekirse umurumda bile değil"dedi sessiz ve boğuk bir sesle. "Sefil çocuk bırakıldığıyerde kalmalı ve denileni yapmalıydı. Onun için dahafazla zaman ve kaynak harcayamam. Önerilen yardımıreddediyorsa, bırak sonuçlarıyla kendisi başa çıksın.""Bunu kastediyor olamazsın Asriel, yoksa asla..." "Her kelimesinde ciddiyim. Yarattığı kargaşa, erdem-lerinden kat kat fazla. Sıradan bir İngiliz kızı, pek zekideğil...""Lyra zekidir!" dedi Mrs. Coulter. "Tamam; zeki, ama akıllı değil. Düşüncesizce davra-nıyor, yalancı, açgözlü...""Cesur, cömert ve sevgi dolu." "Son derece sıradan bir çocuk. Hiçbir ayırt edici özel-liği yok..." "Son derece sıradan mı? Lyra mı? O benzersiz! Şimdi-ye dek yaptıklarını düşün. İstersen onu sevme Asriel,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ama kızma üstünlük taslamaya kalkışma. Ve o benim ya-nımda güvendeydi, ta ki..." "Haklısın," dedi Asriel, ayağa kalkarak. "O gerçektenbenzersiz. Seni ehlileştirmiş, yumuşatmış -sıradan bir ba-şarı değil bu. Zehrini almış Marisa. Dişlerini sökmüş.Duygusal merhamet yağmurunda ateşin sönmüş. Kiminaklına gelirdi? Kilisenin acımasız ajanı, çocuklara delicezulmeden, onları ayıran iğrenç makineler icat eden, gü-nah delili bulmak için onların dehşet içindeki minik var-lıklarının içine bakan kişi... Sonra tırnakları kirli, ağzı bo-258

k cahil, küçük bir velet geliyor ve tavuk gibi gıdakla-arak koynuna alıyorsun onu. Eh, itiraf etmek lazım: Ço-cukta benim göremediğim bir yetenek olmalı. Ama tekyapabildiği seni sevecen bir anneye dönüştürmekse, ol-dukça zayıf, anlamsız, güçsüz, minik bir yetenek. Artıksussan daha iyi. Acil bir toplantı için kumandanlarımı ça-ğırdım. Çeneni kapayamayacaksan, ağzını tıkamalarınısöylerim." Mrs. Coulter kızma bildiğinden daha fazla benziyor-du. Buna yanıtı Lord Asriel'in yüzüne tükürmek oldu.Adam sakin sakin yüzünü sildi. "Ağzının tıkanması butür davranışlara da bir son verir." "Ah, lütfen terbiye et beni Asriel," dedi Mrs. Coulter."Tutsağını bir sandalyeye bağlayıp astlarına teşhir edenbiri açık ki bir nezaket timsalidir. Beni çöz, yoksa ağzı-mı tıkamaya zorlarım seni." "Nasıl istersen," dedi Lord Asriel ve çekmeceden ipekbir eşarp çıkardı, ama kadının ağzını bağlayamadan, Mrs.Coulter başını iki yana salladı. "Yo, yo," dedi, "Asriel, yapma, yalvarırım, lütfen beniküçük düşürme."Gözlerinden öfke yaşları akıyordu. "Pekala, seni çözeceğim, ama o, zincire vurulmuş ola-rak kalacak," dedi Lord Asriel. Eşarbı çekmeceye bıraktı,sonra bir çakıyla kadının bağlarını kesti. Mrs. Coulter bileklerini ovalayarak doğruldu, gerindive giysilerinin, saçlarının durumunu ancak o zaman fark259

etti. Perişan ve solgun görünüyordu. Henüz vücudu Gal-livespian zehrini tam olarak atamamıştı, eklemleri fecjağrıyordu, ama Mrs. Coulter, Lord Asriel'e bunu belliedecek değildi. "Orada temizlenebilirsin," dedi Lord Asriel, bir dolap-tan büyük olmayan küçük bir odayı göstererek. Mrs. Coulter zincire vurulmuş cinini yerden kaldırdıve üstüne başına çekidüzen vermek için odaya gitti. Cin,kadının omzunun üzerinden uğursuz gözlerle dik dikLord Asriel'e bakıyordu.Emir eri içeri girdi:"Majesteleri Kral Ogunwe ve Lord Roke." Afrikalı general ve Gallivespian içeri girdi: Kral Ogun-we temiz bir üniforma giymiş ve şakağındaki yara temiz-lenip sarılmıştı. Lord Roke, mavi şahinin sırtında hızlasüzülerek masanın üzerine kondu. Lord Asriel onları sıcak bir tavırla selamladı ve şarapönerdi. Kuş, binicisinin inmesini bekledikten sonra kapı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nın yanındaki tüneğe uçtu. O sırada emir eri, Lord Asri-el'in en yüksek rütbeli kumandanlarının üçüncüsü olan,Xaphania adlı meleğin geldiğini bildirdi. Dişi melek, Ba-ruk ve Balthamos'tan çok daha yüksek seviyeliydi vebambaşka bir yerden geliyormuş gibi görünen pırıltılı,huzursuz edici bir ışık sayesinde görülebiliyordu. Bu sırada Mrs. Coulter çok daha derli toplu bir görü-nüşle banyodan çıkmıştı. Üç kumandan eğilerek ona se-lam verdiler. Kadın onları görünce şaşırmışsa da belli et-260

edi başını eğdi ve zincire vurulmuş maymunu kolla-nda tutarak sakin sakin oturdu. Lord Asriel zaman harcamadan konuştu. "Bana nelerolduğunu anlatın Kral Ogunwe." Afrikalı güçlü ve gür bir sesle başladı: "On yedi İsviç-re Muhafızı'nı öldürdük ve iki zeplini düşürdük. Beşadam ve bir cayropter kaybettik. Kız ve oğlan kaçtılar.Kendini cesaretle savunmasına rağmen Leydi Coulter'ıele geçirdik ve buraya getirdik. Umarım ona nazik dav-randığımızı düşünüyordur." "Sizin muameleniz oldukça tatminkardı," dedi Mrs.Coulter, siz sözcüğünü hafifçe vurgulayarak. "Diğer cayropterlerde hasar var mı? Yaralı?" dedi LordAsriel."Biraz hasar, birkaç yaralı, ama hepsi önemsiz." "Güzel. Teşekkür ederim Kral; kuvvetleriniz iyi iş çı-kardı. Lord Roke, siz neler işittiniz?" Gallivespian konuştu "Casuslarım bir başka dünyada,oğlanla kızın yanında. İki çocuk da güvende ve iyi, amakız ilaçla günler boyunca uyutulmuş. Mağaradaki olaylarsırasında oğlanın elindeki bıçak kullanılamaz hale gel-miş; kaza eseri parça parça olmuş. Ama şimdi, sizin dün-yanızdan, kuzeyden gelen ve demircilikte çok yeteneklidev bir ayı tarafından yine onarılmış Lord Asriel. Bıçakonardır onarılmaz, oğlan bir başka dünyaya pencere aç-mış ve şimdi oradaymışlar. Casuslarım yanlarında elbet-te, ama bir güçlük var: Bıçak elinde olduğu sürece, oğ-261

lanı hiçbir şey yapmaya zorlayamıyoruz. Onu uykusun.da öldürseler, bıçak bir işimize yaramaz. Şimdilik, Şöval-ye Tialys ile Leydi Salmakia her gittikleri yere onlarla bir-likte gidecek. En azından bu şekilde izlerini sürebilece-ğiz. Akıllarında bir plan var gibi; her durumda, burayagelmeyi reddediyorlar. İki casusum onların izini kaybet-mez." "Şimdi bulundukları bu diğer dünyada güvendelermi?" dedi Lord Asriel. "Bir eğrelti ağacı ormanının yakınında, kumsaldalar.Etrafta hayvanlardan iz yok. Şu.anda, hem oğlan hem dekız uyuyor. Şövalye Tialys'le beş dakika önce konuş-tum." "Teşekkür ederim," dedi Lord Asriel. "İki ajanınız ço-cukları izlediğine göre, elbette, artık Majisteryum'da göz-lerimiz yok. Aletiyometreye güvenmemiz gerekecek. Enazından..."Mrs. Coulter konuşarak herkesi şaşırttı. "Diğer organları bilmem," dedi, "ama Disiplin Divanı

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

söz konusuysa, güvendikleri okuyucu Fra Pavel Rasek.Detaylı çalışır, ama ağırdır. Lyra'nın nerede olduğunu da-ha birkaç saat öğrenemezler." "Teşekkür ederim Marisa," dedi Lord Asriel. "Lyra ilebu oğlanın şimdi ne yapmayı düşündükleri konusundasenin bir fikrin var mı?" "Hayır," dedi Mrs. Coulter, "hiç yok. Oğlanla konuş-tum. İnatçı bir çocuğa benziyor. Sır saklamaya alışkın bir

262

ocuk. Ne yapacağını tahmin edemiyorum. Lyra'ya ge-l'tıce onu okumak oldukça imkânsız." "Lordum," dedi Kral Ogunwe, "artık leydinin bu ku-mandanlık kurulunun bir parçası olup olmadığını öğre-nebilir miyiz? Eğer öyleyse, işlevi nedir? Değilse, başkabir yere götürülmesi daha doğru olmaz mı?" "O bizim tutsağımız ve benim konuğum. Kilise'ninseçkin bir eski ajanı olduğundan işe yarar bilgilere sahipolabilir." "Gönüllü olarak açıklar mı? Yoksa işkence edilmesi migerekecek?" dedi Lord Roke doğrudan kadına bakarak.Mrs. Coulter kahkaha attı. "Lord Asriel'in kumandanları gerçeğin işkenceyle öğ-renilmeyeceğim bilir sanırdım," dedi. Kadının açık samimiyetsizliği Lord Asriel'i eğlendir-mişti. "Mrs. Coulter'ın düzgün davranacağını garanti ede-rim," dedi. "Bize ihanet ederse ne olacağını biliyor. Ger-çi, bize ihanet etme fırsatı bulamayacak. Bununla bera-ber, aranızda kuşkusu olan varsa, korkusuzca ifade ede-bilir." "Benim var," dedi Kral Ogunwe, "ama ben ondan de-ğil, sizden kuşku ediyorum.""Neden?" dedi Lord Asriel. "Sizi baştan çıkarmışsa, direnmezsiniz. Onu yakala-mak doğruydu, ama bu toplantıya davet etmek yanlış.Ona nazik davranın, onu rahat ettirin, ama onu başka bir263

yere yerleştirin ve ondan uzak durun." "Eh, konuşmanızı ben istedim," dedi Lord Asriel, "vepaylamanızı kabul etmek zorundayım. Sizin varlığıni2aonunkinden daha fazla değer veriyorum sayın Kral. Onudışarı çıkarttıracağım."Çana uzandı, ama çalamadan Mrs. Coulter konuştu. "Lütfen," dedi telaşla, "önce beni dinleyin. Yardımedebilirim. Majisteryum'un yüreğine benim kadar yaklaş-mış birini bir daha bulamazsınız. Nasıl düşündüklerinibiliyor, ne yapacaklarını tahmin edebiliyorum. Bana ne-den güveneceğinizi, onları neden terk ettiğimi merakediyorsunuz. Basit: Kızımı öldürecekler. Onun yaşaması-na izin vermeye cesaret edemezler. Onun kim olduğunu-ne olduğunu- ve cadıların onun hakkındaki kehanetiniöğrenir öğrenmez, kiliseden ayrılmam gerektiğini anla-dım. Benim onların düşmanı, onların da benim düşma-nım olduğunu anladım. Sizin ne olduğunuzu, benim si-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

zin için ne konumda olduğumu bilmiyordum -bu bir sır-dı. Ama kiliseye, inandıkları her şeye, gerekirse bizzatOtorite'ye karşı çıkmak zorunda olduğumu biliyordum.Ben..." Mrs. Coulter sustu. Bütün kumandanlar dikkatle din-liyordu. Mrs. Coulter, Lord Asriel'in yüzüne baktı ve par-lak gözleri ışıldayarak alçak, tutkulu bir sesle yalnızcaonunla konuştu sanki. "Dünyadaki en kötü anneydim. Tek çocuğumun, da-ha minicik bir bebekken benden alınmasına izin verdim,264

.. kü o umurumda değildi. İlerlemekten başka hiçbirevle ilgilenmiyordum. Seneler boyunca onu hiç düşün-medim ve düşündüysem de, yalnızca onu doğurduğumapişman oldum. "Ama sonra kilise Tozla ve çocuklarla ilgilenmeyebaşladı ve yüreğimde bir şeyler kıpırdandı. Bir anne ol-duğumu ve Lyra'nın... benim çocuğum olduğunu hatırla-dım. "Ve onu tehdit ettiklerinde, onu o tehditten kurtar-dım. Üç kez araya girip onu tehlikeden çekip çıkardım.İlk sefer, Adak Meclisi çalışmalarına başladığı zamandı:Jordan Koleji'ne gittim ve Londra'da benimle yaşamasıiçin onu yanıma aldım. Orada, onu Meclis'ten koruyabi-lirdim... ya da ben öyle umut ediyordum. Ama o kaçtı. "İkinci sefer Bolvangar'daydı. Onu tam zamanında,bıçağın... bıçağın altında bulunca... Kalbim duracaktı ne-redeyse... Diğer çocuklara yaptıkları -yaptığımız- yaptı-ğım şeydi, ama çocuk benim olunca... Ah, o an hissetti-ğim dehşeti hayal bile edemezsiniz, o anda çektiklerimiasla çekmezsiniz umarım... Ama onu serbest bıraktım;oradan çıkardım; ikinci defa kurtardım onu. "Ama bunu yaparken bile, hâlâ kilisenin bir parçası,hizmetkârı, sadık, inançlı, adanmış hizmetkârı gibi hisse-diyordum, çünkü Otorite'nin işini yapıyordum. "Ve sonra cadıların kehanetini öğrendim. Lyra çok ya-kında bir şekilde baştan çıkacak, tıpkı Havva'nın baştanÇıktığı gibi -öyle diyorlar. Ne biçimde baştan çıkacağını265

bilmiyorum, ama ne de olsa büyüyor. Hayal etmek zQdeğil. Ve şimdi, bunu kilise de biliyor ve onu öldürecek-ler. Her şey ona bağlıysa, yaşamasına izin vermeyi gÖ£ealabilirler mi? Baştan çıkmayı, her nasıl olacaksa, redde-deceği olasılığına güvenebilirler mi? "Hayır, onu öldürecekler. Ellerinden gelse, Aden bah-çesine dönüp Havva baştan çıkmadan onu da öldürür-lerdi. Onlar için öldürmek zor değil; bizzat Calvin çocuk-ların ölümünü emretti. Onu tantanayla, törenlerle, dualarve ağıtlarla, ilahilerle öldürürler, ama yine de öldürürler.Lyra onların eline geçerse ölmüş sayılır. "Bu yüzden, cadının sözlerini duyunca kızımı üçüncükez kurtardım. Onu uzaklara götürdüm ve güvenlik için-de sakladım. Ve orada kalacaktım." "Ona uyuşturucu verdin," dedi Kral Ogunwe. "Onubayılttın." "Mecburdum," dedi Mrs. Coulter, "çünkü benden nef-ret ediyordu." Ve bu anda, duygu dolu olan, ama kontrol

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

altında tuttuğu sesi hıçkırıklara boğuldu. Mrs. Coulter tit-rek bir sesle devam etti: "Benden korkuyor, nefret ediyor-du. Onu uyutmasaydım, bir kuşun kediden kaçtığı gibikaçardı benden. Bunun bir anne için ne demek olduğu-nu biliyor musunuz? Ama onu güvende tutmanın tek yo-lu buydu! Mağarada geçirdiğimiz onca zaman... o uyur-ken, gözleri kapalı, vücudu savunmasız, cini boğazındakıvrılmış... Ah, öylesine büyük bir sevgi, öylesine büyükbir şefkat hissettim, öylesine derin, derin... Kendi çocu-266

- im onun için ilk defa bunları yapabildim, benim mi-:u Onu yıkadım, yedirdim, korudum, ısıttım, o uyur-ken bedeninin beslendiğinden emin oldum... Geceleri ya-nında yatıp ona sarıldım, yüzümü saçlarına gömüp ağla-dım, onun yumuk gözlerini öptüm, benim minik kızım..." Utanmazın tekiydi. Sessizce konuşuyordu. Sesini yük-se]tmiyor, hararetli konuşmuyordu. Ve bir hıçkırıkla sar-sıldığında, nezaket icabı duygularını bastırıyormuş gibi,boğuyordu onu. Bu da açık yalanlarını daha etkili kılı-yor, diye düşündü Lord Asriel tiksintiyle. Kadın iliklerinedek yalan söylüyordu. Mrs. Coulter sözlerini daha çok Kral Ogunwe'ye yö-neltiyordu belli etmeden, Lord Asriel bunu da fark etti.Kadını asıl suçlayan kraldı ve aynı zamanda, melek veLord Roke'un aksine, insandı. Mrs. Coulter onunla nasıloynayacağını biliyordu. Ama aslında en büyük etkiyi Gallivespian üzerindeyarattı. Lord Roke onda, bir akrebe hiç görmediği kadaryakın bir doğa sezdi. Kadının nazik sesinin altında yatanzehrin gücünün de farkındaydı. Akrepleri görebildiğinbir yerde tutmak en iyisidir, diye düşündü. Böylece, Kral Ogunwe fikrini değiştirdiğinde Lord Ro-ke da onu destekledi ve kadının kalması gerektiğini sa-vundu. Lord Asriel kendini azınlıkta buldu: Çünkü şimdio, Mrs. Coulter'ın başka yerde olmasını istiyordu, amakumandanlarının dileklerine göre hareket edeceğine sözvermişti bir kere.267

Mrs. Coulter ona ılımlı ve erdemli bir endişe ifadesivle baktı. Güzel gözlerinin derinliklerindeki sinsi zafer ısıltısını başka kimsenin görmediğinden emindi Lord Asrie] "Kal madem," dedi. "Ama yeterince konuştun. Artıksessizce otur. Güney sınırında bir garnizon kurma öneri-sini gündeme getirmek istiyorum. Raporu gördünüz: İşeyarar mı? Böyle bir şeyi ister miyiz? Sonra, silahhanelerebakmak istiyorum. Ardından da, Xaphania'dan melekgüçlerinin konumunu dinlemek istiyorum. İlk önce gar-nizon. Kral Ogunwe?" Afrikalı lider konuşmaya başladı. Bir süre konuştularve Mrs. Coulter onların kilisenin savunmaları hakkında-ki bilgileri ve liderlerinin güçleri hakkındaki açık değer-lendirmeleri karşısında etkilendi. Ama Tialys ile Salmakia şu anda çocukların yanındaolduğundan Lord Asriel'in Majisteryum'da casusu yoktu,ve şu ana kadar bildikleri de yakın zamanda tehlikeli birbiçimde eskimiş olacaktı. Mrs. Coulter'ın aklına bir fikirgeldi. O ve maymunu bakıştıklarında aralarından güçlü

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bir anbarik kıvılcım geçti sanki, ama Mrs. Coulter hiçbirşey söylemedi, kumandanları dinleyerek maymunun al-tın rengi kürkünü okşamaya devam etti. Sonra Lord Asriel, "Yeterli," dedi. "Bu, daha sonra il-gileneceğimiz bir sorun. Şimdi silahhanelere gelelim. Ni-yet gemisini sınamaya hazır olduklarını anlıyorum. Gidipona bakalım."Cebinden gümüş bir anahtar çıkardı ve altın maymu-268

altın rengi tüylerinin ucuna bile dokunmamaya ça-arak el ve ayaklarındaki zincirleri çözdü.Lord Roke şahinine binip, Lord Asriel kule merdiven-lerini iner ve surlara çıkarken, diğerleri ile birlikte onutakip etti. Soğuk bir rüzgar esiyor, hepsinin gözkapaklarına çar-plyordu. Koyu mavi şahin kuvvetli esintide yükseldi, fır-tınalı havada dönerek çığlık attı. Kral Ogunwe ceketinesarındı ve elini çita cininin başına koydu. Mrs. Coulter meleğe hitaben alçakgönüllülükle ko-nuştu:"Affedersiniz leydim: Adınız Xaphania mı?""Evet," dedi melek. Cadı Ruta Skadi onları gökyüzünde bulduğunda, me-leğin arkadaşlarından etkilendiği gibi, Mrs. Coulter daXaphania'dan etkilenmişti: Melek parlamıyordu, amaherhangi bir ışık kaynağı olmamasına rağmen, belli biraydınlığı yansıtıyormuş gibi görünüyordu. Uzun boylu,çıplak ve kanatlıydı. Kırışık yüzü, Mrs. Coulter'm gördü-ğü tüm canlı varlıklardan daha yaşlıydı. "Siz, uzun zaman önce isyan eden meleklerden birimisiniz?" "Evet. Ve o zamandan bu yana pek çok dünya arasın-da dolaşıyorum. Şimdi Lord Asnel'in ittifakına katıldım,çünkü onun bu büyük teşebbüsünde, sonunda despot-luğu yıkmak için büyük umut görüyorum.""Ama ya başarısız olursanız?"269

"O zaman hepimiz yok oluruz ve zulüm sonsuza dekhüküm sürer." Konuşurken Lord Asriel'in sık adımlarını izlediler verüzgarın dövdüğü surlardan büyük bir merdivene geçti-ler. Merdiven o kadar derinlere iniyordu ki, duvar des-teklerinde parlayan ışıklar dibi aydmlatamıyorlardı. Mavişahin loşlukta yükselip alçalarak yanlarından geçip gittiher aydınlık öbeğinde tüyleri ışıldaya ışıldaya uçtu veminik bir kıvılcıma dönüşüp gözden kayboldu. Melek Lord Asriel'in yanma gitmişti. Mrs. Coulter ken-dini Afrikalı kralın yanında buldu. "Cehaletimi maruz görün efendim," dedi, "ama dün-kü, çatışmaya kadar, mavi şahinin sırtındaki gibi biradam görmemiştim... Nereli? Bana halkından bahsedebi-lir misiniz? Onu gücendirmeyi hiç istemem, ama onunhakkında bir şey bilmeden konuşursam, istemeden ka-balık edebilirim." "Sormanız iyi olmuş," dedi Kral Ogunwe. "Gururlu birhalktır. Dünyaları bizimkine benzemeyen bir şekilde ge-lişmiştir. Orada iki tür bilinçli varlık yaşar: insanlar ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Gallivespianlar. İnsanlar daha çok Otorite'nin hizmetkâ-rıdır ve hafızalardaki en erken zamanlardan itibaren kü-çük halkı yok etmeye çalışmaktadırlar. İnsanlar onlarışeytani olarak görür. Bu yüzden Gallivespianlar, bizimbüyüklüğümüzde olanlara hâlâ tam olarak güvenemiyor.Ama haşin ve gururlu savaşçılardır, ve ölümcül düşman-lar, değerli casuslardır."270

"Halkının tamamı sizin yanınızda mı, yoksa insanlargibi bölünmüşler mi?" "Düşmanın tarafında olanlar da var, ama çoğunluğubizim tarafımızda." "Ya melekler? Biliyor musunuz, son zamanlara dekmeleklerin bir Orta Çağ icadı olduğunu, hayali oldukla-BJJH sanıyordum... İnsanın kendini bir melekle konuşur-ken bulması altüst edici... Lord Asriel'in tarafında kaçmelek var?" "Mrs. Coulter," dedi kral, "bu sorular tam da bir casu-sun öğrenmek isteyeceği türden şeyler." "Size böyle açık açık sorarak, pek hoş bir casus olur-dum," dedi Mrs. Coulter. "Ben bir tutsağım efendim. Ka-çacak güvenli bir yerim olsa bile kaçamazdım. Bundansonra zararsızım, bu konuda bana güvenebilirsiniz." "Madem siz öyle diyorsunuz, memnunlukla inanırım,"dedi kral. "Melekleri anlamak, insanları anlamaktan da-ha zordur. Her şeyden önce, hepsi aynı türden değildir.Bazılarının gücü diğerlerinden daha fazladır. Ve araların-da bizim pek az bildiğimiz karmaşık ittifaklar, kadimdüşmanlıklar vardır. Otorite, oluştuğundan beri onlarabaskı uyguluyor." Mrs. Coulter durdu. Gerçekten şok olmuştu. Afrikalıkral da onun fenalaştığını düşünerek yanında durdu. Yu-karıdaki fenerin parlak ışığı yüzüne korkunç gölgelerdüşürüyordu."Bunu öylesine kayıtsızca söylediniz ki," dedi, "sanki271

benim de bilmem gereken bir şeymiş gibi, ama... Nas,olabilir? Dünyaları Otorite yarattı, değil mi? Her şeydenönce o vardı. Nasıl oluşmuş olabilir?" "Bu, meleklerin bilgisi," dedi Ogunwe. "YaratıcınınOtorite olmadığını öğrenmek bizden bazılarını da şok et-mişti. Bir yaratıcı olabilir de, olmayabilir de: BilmiyoruzTek bildiğimiz, bir noktada Otorite'nin kontrolü ele ge-çirdiği. O zamandan beri melekler isyan halinde ve in-sanlar da onunla mücadele ediyor. Bu, son isyan. Şimdi-ye dek insanlar ve melekler, tüm dünyalardaki varlıklarhiç ortak bir ülkü çevresinde toplanmamıştı. Bu, toplan-mış toplanacak en büyük güç. Ama yine de yeterli olma-yabilir. Göreceğiz." "Ama Lord Asriel ne yapmayı planlıyor? Bu dünya ne-dir ve neden buraya geldi?" "Bizi buraya getirdi, çünkü bu dünya boş. Yani bilinç-li yaşam yok. Biz sömürgeci değiliz Mrs. Coulter. Biz bu-raya fethetmeye değil, inşa etmeye geldik.""Peki, semavi krallığa saldıracak mı?"Ogunwe ona baktı. "Biz krallığı istila etmeyeceğiz," dedi, "ama krallık bi-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

zi istila ederse, savaşa hazır olsalar iyi olur, çünkü bizhazırlıklıyız. Mrs. Coulter, ben bir kralım, ama en gururverici görevim, hiçbir krallığın olmadığı bir dünya kurmaişinde Lord Asriel'e katılmak. Krallar yok, piskoposlaryok, rahipler yok. Semavi krallık, Otorite diğer melekle-rin üstünde bir yer edindiğinden beri bu adla biliniyor.272

KJZ buna karışmak istemiyoruz. Bu dünya farklı. Biz,maVi cumhuriyetin özgür vatandaşları olmak istiyo-»ruz- Mrs. Coulter daha fazla konuşmak, dilinin ucuna ka-dar gelen bir düzine ayrı soru sormak istiyordu, ama ku-mandanını bekletmek istemeyen kral ilerlemişti ve Mrs.Coulter'ın da takip etmesi gerekti. Merdiven o kadar aşağılara iniyordu ki, düz bir katageldiklerinde merdivenin tepesindeki gökyüzü görün-mez olmuştu. Merdivenlerin yarısında Mrs. Coulter'ın ne-fesi tükenmişti, ama yakınmadı, inmeye devam etti. So-nunda, çatıyı destekleyen sütunlara asılmış parlak kris-tallerin aydınlattığı muazzam bir salona geldiler. Tepele-rindeki loşlukta merdivenler, kirişler, yürüyüş yollarıuzanıyordu ve üstlerinde küçük şekiller kararlı bir biçim-de dolanıyordu. Mrs. Coulter geldiğinde Lord Asriel kumandanlarıylakonuşuyordu ve onun dinlenmesini beklemeden büyüksalonda yürümeye başladı. Zaman zaman parlak bir şe-kil havada süzülüyor, yere konup Lord Asriel ile birkaçkelime konuşuyordu. Hava yoğun ve sıcaktı. Mrs. Coul-ter, muhtemelen Lord Roke şerefine, her sütunda bir in-sanın başı hizasında tünekler olduğunu fark etti. Böyle-ce şahin oraya konabiliyor ve Gallivespian konuşmalaradahil olabiliyordu. Ama büyük salonda fazla kalmadılar. Uzak uçta, birgörevli ağır, çift kanatlı bir kapıyı açarak demiryolu pe-273

ronuna geçmelerini sağladı. Orada anbarik bir lokorrıofftarafından çekilen, küçük, kapalı bir vagon vardı. Makinist eğildi ve kahverengi maymun cini altın mavmunu görünce adamın bacaklarının arkasına saklandıLord Asriel adamla kısa bir konuşma yapıp diğerlerinivagona davet etti. Vagon, tıpkı salon gibi, arkasında ay-nalı maun paneller bulunan gümüş desteklerin üzerinde-ki o parlayan kristallerle aydınlatılmıştı. Lord Asriel onlara katılır katılmaz tren hareket etti, ya-vaşça süzülerek perondan çıktı ve hızlanarak bir tünelegirdi. Hızları, yalnızca pürüzsüz raylar üzerindeki teker-leklerin sesinden anlaşılıyordu."Nereye gidiyoruz?" diye sordu Mrs. Coulter. "Silahhaneye," dedi Lord Asriel kısaca ve dönüp me-lekle sessizce konuşmaya başladı. Mrs. Coulter, Lord Roke'a döndü. "Lordum, casusları-nızı her zaman çiftler halinde mi gönderirsiniz?""Neden soruyorsunuz?" "Yalnızca merak. Kısa süre önce o mağarada karşılaş-tığımızda, cinim ve ben onlarla berabere kaldığımızı an-ladık ve ne kadar iyi savaştıklarını görünce şaşırdım."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Neden şaşırdınız? Bizim boyumuzda varlıkların iyisavaşçı olmasını beklemiyor muydunuz?" Mrs. Coulter, adamın gururunun haşinliğini fark ede-rek, serinkanlılıkla baktı ona. "Hayır," dedi. "Sizi kolaylıkla yenebileceğimizi düşün-düm ve siz bizi yenecektiniz neredeyse. Hatamı mem-274

ınlukla itiraf ediyorum. Ama hep çiftler halinde mi sa-vaŞırsınız?" uSiz çiftsiniz, öyle değil mi, siz ve cininiz? Bizim buavantajdan vazgeçmemizi mi bekliyordunuz?" dediadaffl- Kristallerin yumuşak ışığında bile son derece açıkolan kibirli bakışları daha fazla soru sorması için Mrs.Çoulter'a meydan okudu. Mrs. Coulter alçakgönüllülükle bakışlarını indirdi vebaşka bir şey söylemedi. Dakikalar geçti ve Mrs. Coulter trenin onları aşağıya,dağın daha da derinlerine götürdüğünü hissetti. Ne ka-dar mesafe kat ettiklerini tahmin edemiyordu, ama en azon beş dakika geçmişti ki, tren yavaşlamaya başladı. Tü-nelin karanlığından sonra anbarik ışıkların çok parlakgeldiği bir perona vardılar. Lord Asriel kapıları açtı ve öylesine sıcak ve sülfürlübir ortama girdiler ki, Mrs. Coulter'm nefesi kesildi. Ha-va, kudretli çekiçlerin çınlamaları ve taşa sürtünen demi-rin gıcırtısıyla zonkluyordu. Bir görevli perondan dışarı açılan kapıları açtı ve gü-rültü hemen iki katma çıktı, bir sıcak dalgası üstlerindekırıldı. Kavurucu ışık yüzünden gözlerini gölgelediler.Ses, ışık ve sıcaklık saldırısından etkilenmeyen tek varlıkXaphania'ydı. Duyuları uyum sağladığında Mrs. Coultermerakla çevresine baktı. Kendi dünyasında demirhaneler, demir işleme atölye-leri ve fabrikalar görmüştü. Onların en büyüğü bunun275

yanında köy demirhanesi gibi kalıyordu. Ev büyüklegünde çekiçler bir anda çok yükseklerdeki tavana kalkyor, sonra hızla inerek ağaç gövdesi büyüklüğünde demirleri dövüyor, bir saniyeden az süre içinde, dağı titre-ten darbelerle onları dümdüz ediyordu. Kayalık duvar-

daki delikten çıkan sülfürlü eriyik metal ırmağı adamantbir kapıyla kesiliyordu ve için için kaynayan parlak akın-tı kanallara ve borulara alınıyor, bentlerin üzerinden ge-çip sıra sıra kalıplara doluyordu. Dolan kalıplar pis du-man bulutlan saçarak soğumaya bırakılıyordu. Devasakesme ve biçimlendirme makineleri iki buçuk santim ka-lınlığında demir plakaları kâğıt gibi kesiyor, katlıyor, ba-sıyordu ve sonra o devasa çekiçler onları yine ezip yas-sıltıyor, kat kat metalleri öyle bir güçle eziyordu ki, ayrıhalde olan tabakalar çok daha sağlam tek bir tabakayadönüşüyordu ve bu işlem tekrarlanıyordu. İorek Byrnison bu silahhaneyi görse, bu halkın metalişleme konusunda bir şeyler bildiğini itiraf ederdi. Mrs.Coulter'm elinden bakıp hayret etmekten başka bir şeygelmiyordu. Konuşmak ve sözlerini duyurmak imkânsız-dı, kimse de denemedi. Sonra, Lord Asriel küçük gruba

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

onu takip etmesini işaret ederek aşağıdaki, daha da bü-yük mahzenin üzerinde asılı duran ızgaralı yürüyüş yo-luna döndü. Madenciler mahzende kazma küreklerleana kayalıktan parlak metaller çıkarıyordu. Yürüyüş yolundan geçtiler ve tavanında tuhaf renkli,ışıltılı sarkıtların olduğu uzun, kayalık bir koridoru indi-276

Gümlemeler, gıcırtılar ve çekiç sesleri yavaş yavaşH'ndi- Mrs. Coulter ısınmış yüzünde serin bir esinti his-jebÜiyordu. Buradaki ışık veren kristaller ne destekle- asılmış ne de parlak sütunların içine yerleştirilmişti,bunun yerine serbestçe yere saçılmışlardı ve sıcaklığakatkıda bulunan meşaleler yoktu, bu yüzden grup yavaşyavaş üşümeye başladı. Biraz sonra, aniden, gece hava-sına çıktılar. Dağın bir kısmının yontulup, tören alanı genişliğindebir açıklığa dönüştürüldüğü yerdeydiler. Daha ileride,loş ışıklar altında, dağ yamacında büyük demir kapılargörebiliyorlardı; bazıları açık, bazıları kapalıydı. Ve mu-azzam kapılardan birinde adamlar brandaya sarılı bir şeyçekiyorlardı. "O nedir?" dedi Mrs. Coulter Afrikalı krala ve kral ya-nıt verdi:"Niyet gemisi."

Mrs. Coulter bunun ne anlama geldiği konusunda enufak fikre sahip değildi. Brandayı çıkarmaya hazırlanma-larını büyük bir merakla izledi. Sığmak ararcasına Kral Ogunwe'nin yanında durduve, "Nasıl çalışıyor? Ne yapıyor?" diye sordu."Görmek üzeresiniz," dedi kral. Bir tür karmaşık delgi aleti ya da bir cayropterin pilotkabini ya da devasa bir vincin idare kabini gibi görünü-yordu. Camdan bir örtüsü, bir koltuğu ve önünde bir dü-zine kol ve kulp vardı. Her biri gövdeye farklı açıyla277

bağlı olan altı bacak üzerinde duruyordu, öyle ki aynzamanda hem hareketli hem de hantal görünüyordu. Vgövdeyi borular, silindirler, pistonlar, kıvrık kablolar, şalterler, sübaplar ve göstergelerden bir yığın oluşturuyor-du. Hangisinin yapıya ait bir parça olduğunu ya da ol-madığını seçmek zordu, çünkü araç yalnızca arkadan ay-dınlatılmıştı ve çoğu kısmı gölgede kalmıştı. Lord Roke şahinin sırtında doğrudan aracın üzerinesüzüldü, üzerinde halka çizerek onu her açıdan incele-di. Lord Asriel ve melek kafa kafaya vermiş, mühendis-lerle konuşuyorlardı. Gemiden biri not defteri, diğeri birparça kablo taşıyan adamlar iniyordu. Mrs. Coulter açgözlülükle gemide göz gezdiriyor, herparçasını ezberliyor, karmaşıklığından bir anlam çıkar-maya çalışıyordu. O izlerken, Lord Asriel koltuğa tırma-nıp, deri kemeri beline ve omuzlarına doladı ve bir miğ-feri başına sağlamca oturttu. Kar leoparı biçimindeki ci-ni onun ardından sıçradı. Lord Asriel arkasına dönüp le-oparın yanındaki bir şeyi ayarladı. Mühendis seslendi,Lord Asriel yanıt verdi ve adamlar kapıya çekildiler. Niyet gemisi hareket etti, ama Mrs. Coulter nasıl ha-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

reket ettiğinden emin değildi. Sanki titremişti, ama ora-daydı işte, o altı böcek bacağı üzerinde tuhaf bir enerjiy-le duruyordu. Mrs. Coulter bakarken araç yine hareketetti ve sonra Mrs. Coulter ne olduğunu anladı: Aracın de-ğişik parçaları dönüyor, bir o yana bir bu yana çevrili-yor, yukarıdaki karanlık gökyüzünü tarıyordu. Lord As-278

? 1 değişik kolları çekiyor, kadranlara bakıyor, kontrol- i düzeltiyordu; sonra, niyet gemisi aniden gözden kay-boldu- gir şekilde havaya fırlamıştı. Şimdi ağaç yüksekliğin-de üstlerinde süzülüyor, yavaşça sola dönüyordu. Motorsesi yoktu, yerçekimine nasıl karşı koyduğunu göstere-cek hiçbir şey yoktu. Havada öylesine asılı duruyordu."Dinleyin," dedi Kral Ogunwe. "Güneyde." Mrs. Coulter başını çevirdi ve duymaya çalıştı. Dağla-rın kıyısında inleyen bir rüzgar vardı, preslerden gelenve ayaklarının tabanında hissettiği, çekiç darbeleri vardı,aydınlık kapıdan gelen sesler vardı, ama bir sinyalle ses-ler kesildi ve ışıklar söndürüldü. Ve o sessizliğin içinde,Mrs. Coulter rüzgarın getirdiği hafif cayropter gürültüle-rini duydu."Onlar kim?" dedi sessizce. "Yem," dedi kral. "Benim pilotlarım. Düşmanın dikka-tini çekip kendilerini takip etmesini sağladılar. İzleyin." Mrs. Coulter gözlerini açarak birkaç yıldızın aydınlat-tığı yoğun karanlıkta görmeye çalıştı. Yukarıda niyet ge-misi oraya demir atmış gibi kararlılıkla asılı duruyordu.Rüzgarın hiç etkisi olmuyordu. Pilot kabininden hiç ışıkgelmiyordu, bu yüzden görmek çok güçtü ve Lord Asri-el görüş alanının dışındaydı. Mrs. Coulter sonra gökyüzünde alçaktan uçan ilk ışıkgrubunu gördü. Aynı anda, motor sesleri işitilebilecekseviyeye geldi. Hızla uçan altı cayropter yaklaşıyordu.279

Bir tanesinin başı belada gibiydi, arkasından duman okıyor ve diğerlerinden daha alçakta uçuyordu. Dağa yönelmişlerdi, ama onların dağın ötesine götürecek bir ro-ta izliyorlardı. Ve hemen peşlerinden, farklı farklı uçan araçlar geli-yordu. Ne olduklarını seçmek kolay değildi, ama MrsCoulter tuhaf bir büyük cayropter, iki düz kanatlı havaaracı, iki silahlı binici taşıyarak çabasızca hız yapan bü-yük bir kuş ve üç dört melek gördü."Baskın grubu," dedi Kral Ogunwe. Cayropterlere yaklaşıyorlardı. Sonra düz kanatlı havaaracından düz bir ışık parladı, bir iki saniye ardından daderin bir çatırtı sesi geldi. Ama mermi hedefine, hasarlıcayroptere varamadı, çünkü ışığı gördükleri anda, dahases dağdaki izleyicilere ulaşamadan, niyet gemisindenbir ışık çaktı ve mermi havada patladı. Mrs. Coulter art arda gelen ışık ve sesleri kavramayaancak zaman bulmuştu ki, çatışma başladı. Takip etmekde kolay değildi, çünkü gökyüzü çok karanlık, uçan araç-ların hareketleri çok hızlıydı. Ama dağ yamacı bir dizisessiz ışık çakmasıyla aydınlandı ve buhar kaçağına ben-zeyen kısa tıslamalar duyuldu. Her ışık çakması bir şekil-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

de farklı bir saldırganı buldu: Hava aracı alev alıp patla-dı, dev kuş dağ büyüklüğünde bir perde yırtılıyormuş gi-bi bir çığlık attı ve çok aşağıdaki kayaların üzerine yuvar-landı. Meleklere gelince, parlayan havada kayboluverdi-ler, sayısız ışıltılı zerre soldu ve havaifişek gibi söndü.280

Sonra sessizlik çöktü. Rüzgar, dağın üzerinden geçipitmiş olan yem cayropterlerin sesini alıp götürüyordu,j jgyicilerin hiçbiri konuşmuyordu. Çok aşağıda yananateşlerin parıltısı hâlâ havada asılı duran niyet gemisinevuruyordu. Araç çevresine bakınırmış gibi döndü. Bas-kın grubunun yıkımı o kadar eksiksizdi ki, çok şey gör-müş geçirmiş olan Mrs. Coulter bile şok olmuştu. Mrs.Coulter niyet gemisine bakarken araç ışıldar gibi oldu,yerinden kıpırdadı ve sonra yine sağlam bir şekilde ye-re bastı. Kapıları açmış, deneme alanını ışığa boğmuş olan di-ğer kumandanlar ve mühendisler de tıpkı Kral Ogunwegibi araca seyirtti. Mrs. Coulter olduğu yerde kaldı ve ni-yet gemisinin nasıl çalıştığını çözmeye çalıştı."Neden bunu bize gösterdi?" dedi cini sessizce. "Aklımızdan geçeni okumuş olamaz, kuşkusuz," diyeyanıt verdi Mrs. Coulter aynı tonda. Adamant kulede akıllarına bir fikir geldiği zamanaatıfta bulunuyorlardı. Lord Asriel'e bir öneride bulunma-yı düşünmüşlerdi: Yüksek Disiplin Divanı'na gidip onunadına casusluk yapmayı önereceklerdi. Mrs. Coulter ora-da etkili olmanın her yolunu biliyordu, hepsini kullana-bilirdi. Onları iyi niyetli olduğuna ikna etmek ilk baştagüç olabilirdi, ama yapabilirdi. Gallivespian casuslar ora-dan ayrılıp Will ve Lyra ile gittiğine göre, Asriel böyle biröneriye direnemezdi kuşkusuz.Ama şimdi, o tuhaf uçan makineye bakarken, akılla-281

rina daha da etkili bir fikir geldi. Mrs. Coulter altın mavmunu sevinçle kucakladı. "Asriel," diye seslendi masum masum, "makinenin na-sıl çalıştığını görebilir miyim?" Lord Asriel, dalgın ve sabırsız, ama aynı zamanda he-yecanlı ve tatmin dolu bir ifadeyle ona baktı. Niyet ge-

misine bayılmıştı: Mrs. Coulter onun gemiyle gösterişyapma arzusuna direnemeyeceğini biliyordu. Kral Ogunwe kenara çekildi ve Lord Asriel aşağıyauzanıp Mrs. Coulter'ı pilot kabinine çekti. Bir koltuğayerleşmesine yardım etti ve Mrs. Coulter kontrollere ba-kınırken onu izledi. "Nasıl çalışıyor? Gücünü neyden alıyor?" dedi Mrs.Coulter. "Niyetlerinden," dedi Lord Asriel. "Adı da buradan ge-liyor. İleri gitmeye niyetlenirsen, ileri gidiyor." "Bu bir yanıt değil. Hadi ama, söyle bana. Nasıl birmakine bu? Nasıl uçuyor? Aerodinamik hiçbir şey görme-dim. Ama bu kontroller... içeriden bakınca, neredeysecayropterlerin aynısı." Lord Asriel ona anlatmamayı güç buluyordu; Mrs. Co-ulter onun kontrolü altında olduğundan anlattı. Ucunda

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

deri bir tutamaç olan uzun bir kabloyu kaldırdı. Tuta-maçta Lord Asriel'in cininin diş izleri vardı. "Cinin," diye açıkladı, "bu sapı tutmak zorunda -diş-leriyle, elleriyle, fark etmez. Ve senin de şu miğferi tak-man gerek. Aralarında bir akım oluşuyor ve bir kapasi-282

•r onu kuvvetlendiriyor -ah, bundan daha karmaşık birüreç, ama a^et^ uçurmak kolay. Aşinalık adına cayropterkontrollerine benzeyen kontroller koyduk, ama sonun-da kontrole falan ihtiyacımız olmayacak. Elbette, ancakcini olan bir insan uçurabilir onu.""Anlıyorum," dedi Mrs. Coulter.Ve Lord AsriePi hızla itip makineden dışarı düşürdü. Aynı anda miğferi başına geçirdi ve altın maymun de-ri tutamacı kaptı. Bir cayropterde hava dümenini eğecekkontrole uzandı ve kısma kolunu öne itti. Niyet gemisihemen havaya fırladı. Ama Mrs. Coulter henüz aracı tam olarak tartamamış-tı. Gemi birkaç saniye hafifçe eğik halde havada asılı dur-du. Sonra Mrs. Coulter onu öne itecek kontrolleri bulduve o birkaç saniye içinde Lord Asriel üç şey yaptı. Ayağafırladı, Kral Ogunwe'nin askerlere niyet gemisine ateş et-melerini emretmesini önlemek için elini kaldırdı ve,"Lord Roke, lütfen bir iyilik yapın ve onunla gidin," dedi. Gallivespian hemen mavi şahinini mahmuzladı ve kuşdoğrudan açık kabin kapısından içeri uçtu. Aşağıdan iz-leyenler kadının ve altın maymunun iki yana bakmdığı-nı görebiliyorlardı. Lord Roke'un şahinin sırtından kabi-ne atladığını ikisi de fark etmemişti. Bir an sonra niyet gemisi harekete geçti. Şahin dönedöne alçaldı ve Lord Asriel'in bileğine kondu. İki saniyesonra hava aracı rutubetli, yıldızlı havada gözden kaybo-luyordu.283

Lord Asriel hüzünlü bir hayranlıkla izliyordu. "Şey, sayın Kral çok haklıymışsmız," dedi. "Sizin sö-zünüzü dinlemeliydim. O Lyra'mn annesi ne de olsa-böyle bir şey beklemem gerekirdi.""Peşinden gitmeyecek misiniz?" dedi Kral Ogunwe. "Ne için, sapasağlam bir hava aracını yok etmek içinmi? Kesinlikle hayır.""Nereye gidecek sizce? Çocuğu aramaya mı gidecek?" "İlk hedefi bu değil. Onu nerede bulacağını bilmiyor.Nereye gideceğini çok iyi biliyorum: Disiplin Divanı'nagidecek, sadakatini göstermek için niyet gemisini onlaraverecek ve sonra casusluk yapacak. Bizim için onları iz-leyecek. Başka her tür ikiyüzlülüğü denedi: Bu yeni birdeneyim olacak. Ve kızın nerede olduğunu öğrenir öğ-renmez oraya gidecek ve biz de onu izleyeceğiz." "Peki, Lord Roke onunla gittiğini ne zaman belli ede-cek ona?" "Ah, bence bunu sürpriz olarak saklayacak. Siz nedersiniz?" Kahkahalar atıp atölyelere döndüler. Orada, daha ye-ni, daha gelişmiş bir niyet gemisi modeli denetimlerinibekliyordu.284

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

17Yağ ve LakeRAB Tanrı'nın yarattığı yabanılhayvanların en kurnazı yılandı.Yaratılış Mary Malone bir ayna yapıyordu. Kendini beğenmiş-likten değil, çünkü bu özellik onda yoktu, ama aklınagelen bir fikri sınamak istiyordu. Gölgeleri yakalamayaçalışmak istiyordu ve laboratuvarmdaki aletler olmadan,bu işi elindeki malzemelerle doğaçlama yapmak zorun-daydı. Mulefa teknolojisi pek fazla metal kullanmıyordu.Taş, tahta, sicim, kabuk ve boynuzlarla olağanüstü şey-ler yapıyorlardı. Yerel bakır külçelerini ve ırmak kumu-nun içinde buldukları diğer metalleri döverek süs eşyasıüretiyorlar, ama asla metal alet yapmıyorlardı. Örneğin,evlenen Mulefa çiftleri parlak bakır şeritler değiş tokuşediyordu; şeritler boynuzlarından birinin çevresine dola-nıyor alyans anlamı taşıyorlardı. Bu yüzden, Mary'nin en kıymetli eşyası olan İsviçreçakısını görünce büyülendiler.285

Bir gün, Mary bıçağı açtığında, en yakın dostu olaAtal adlı zalif hayretle nida etmişti. Mary ona büyük paçaları göstermiş, öğrendiği sınırlı mulefa diliyle ne işe yaradıklarını açıklamıştı. Çakıdaki aletlerden biri minik birbüyüteçti. Mary büyüteci kullanarak kuru bir dala bir de-sen yakmıştı ve Gölgeler hakkında düşünmeye başlama-sına sebep olan da buydu. O sırada balık tutuyorlardı, ama ırmak alçalmıştı vebalıklar başka yerde olmalıydı. Ağı suya serdiler ve çi-menlik kıyıda oturup konuşmaya başladılar. Sonra Marypürüzsüz, beyaz yüzeyli kuru bir dal gördü. Tahtaya birdesen -basit bir papatya- yaktı ve Atal buna bayıldı.Ama odaklanmış güneş ışığının tahtaya dokunduğu nok-tadan ince bir duman yükselmeye başladığında Mary dü-şündü: Bu tahta fosilleşirse ve on milyon sene sonra birbilimadamı onu bulursa, onun çevresinde Gölgeler bula-bilirler, çünkü ben üzerinde çalıştım. Güneşin sıcaklığıyla uyuşarak düşüncelere daldı, ta kiAtal konuşana kadar.Ne düşlüyorsun? Mary işini, araştırmasını, laboratuvarı, Gölge zerrecik-leri keşfetmesini, onların bilinçli olduğu gibi akıl almazbir gerçeği öğrenmesini açıklamaya çalıştı ve hikâyeninonu yine pençesine aldığını hissetti, aletlerinin arasınadönme arzusu duydu. Atal'ın açıklamaları takip edebileceğini beklememişti,bunun nedeni, kısmen, mulefa dilini doğru düzgün kul-286

namaması, kısmen de, mulefamn pratik ve gündelik fi-ksel dünyaya oldukça sağlam ayak basıyor görünme-siydi, ve Mary'nin anlattıklarının büyük kısmı matematik-seldi. Ama Atal söyledikleriyle onu şaşırttı: Evet -ne de-mek istediğini biliyoruz- bizim ona verdiğimiz isim... vesonra ışık anlamına gelen sözcüğe çok benzeyen bir söz-cük kullanmıştı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Mary, Işık mı?'diye sordu ve Atal, Işık değil, ama... de-di ve Mary'nin anlaması için sözcüğü yavaşça tekrarlayıpaçıkladı: Günbatımında hafif hafif dalgalanan suyunüzerine düşen ışık gibi, parlak taneler halinde ışıyan ışıkgibi, biz ona bu ismi veriyoruz, ama bu bir gibi-yapma. Mary, gibi-yapma sözcüğünün mecaz anlamına geldi-ğini keşfetmişti. Mary şöyle dedi: Gerçekte ışık değil, ama siz onu gö-rüyorsunuz ve günbatımında suya vuran ışık gibi görü-nüyor, öyle mi? Evet, dedi Atal. Bütün mulefada var. Sende de var.Otlayan hayvanlar gibi değil, bizim gibi olduğunu buşekilde anladık. Hayvanlarda yok. Çok tuhaf ve korkunçgörünsen de, sen bizim gibisin, çünkü sende ... var. Yi-ne, Mary'nin açık seçik duyamadığı sözcüğü söylemişti:sraf ya da sarf gibi bir şey ve hortumun sola doğru sav-rulması. Mary heyecanlanmıştı. Doğru sözcükleri bulabilmekiçin sakinleşmek zorunda kaldı.Bu konuda ne biliyorsunuz? Nereden geliyor?287

Bizden ve yağdan, diye yanıt verdi Atal. Mary onun büyük tohum zarfı tekerlerinin yağını kastettiğini biliyorduSizden mi? Yetişkin olduğumuzda. Ama ağaçlar olmadan yinekaybolup gider. Tekerlekler ve yağ sayesinde aramızdakalıyor. Yetişkin olduğumuzda... Mary tutarsızca konuşmayabaşlamamak için yine kendini tutmak zorunda kaldı. Göl-geler hakkında tahmin ettiği şeylerden biri, çocuklarlayetişkinlerin onlara farklı farklı tepki verdiği ya da farklıtürden Gölge faaliyetlerini kendilerine çektiğiydi. Lyrakendi dünyasındaki bilimadamlarmm, onların Gölgelereverdiği adla, Toz hakkında buna benzer bir şey keşfetti-ğini söylememiş miydi? İşte, burada da aynı şey vardı. Ve, kendi dünyasından ayrılmadan hemen önce, Göl-gelerin ona söylediği şeyle de bağlantılıydı: Bu meseleher ne ise, insanlık tarihindeki Adem ile Havva hikâye-sinin simgelediği büyük değişimle, Baştan Çıkmayla, Dü-şüşle, İlk Günah'la çok ilgisi vardı. Fosil kafatasiarmıaraştırırken, Mary'nin meslektaşı Oliver Payne yaklaşıkotuz bin sene önce insan kalıntılarında bulunan Gölgezerreciklerinde büyük bir artış olduğunu keşfetmişti. Odönemde bir şey olmuş, evrimde bir gelişme kaydedil-miş ve insan beyni onların etkisini kuvvetlendiren idealbir kanala dönüşmüştü.Atal'a şöyle dedi:Mulefa ne zamandan beri var?288

Atal yanıt verdi:Otuz üç bin senedir. Artık Mary'nin yüzündeki ifadeleri okuyabiliyordu, enzindan en aşikar olanları. Mary'nin ağzı açık kalıncagüldü. Mulefanın kahkahası serbest, neşeli ve öyle bula-sıcıydı ki, Mary genelde onlarla birlikte gülmeye başlar-dı ama bu sefer ciddiyetini korudu ve hayretle sordu: Nasıl bu kadar kesin bilebilirsin? Onca senenin tarih-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

çesine mi sahipsiniz? Ah, evet, dedi Atal. Sraf bize geldiğinden beri hafıza-mız ve uyanıklığımız var. Ondan önce hiçbir şey bilmi-yorduk.Ne oldu da sraf geldi? Tekerlekleri nasıl kullanacağımızı keşfettik. Bir günisimsiz bir varlık bir tohum zarfı buldu ve onunla oyna-maya başladı. Bu dişi zarfla oynarken...Dişi? Dişi, evet. Bundan önce adı yoktu. Tohum zarfında-ki delikten geçen bir yılan gördü ve yılan dedi ki...Yılan onunla konuşmuş mu? Hayır, hayır! Bu, gibi-yapma. Hikâye yılanın şöyledediğini anlatır. Ne biliyorsun? Ne hatırlıyorsun? İleridene görüyorsun? Ve dişi demiş ki: Hiçbir şey, hiçbir şey,hiçbir şey. Yılan demiş ki: Ayağını tohum zarfındaki be-nim oynadığım delikten geçir, o zaman bilge olursun.Böylece, dişi ayağını yılanın geçtiği delikten geçirmiş. Veyağ ayağına bulaşmış ve onun her şeyi daha açıkça gör-289

meşini sağlamış. Ve gördüğü ilk şey sraf olmuş. O kadatuhaf, o kadar hoşmuş ki, onu hemen tüm soydaşları upaylaşmak istemiş. Böylece, o ve eşi ilk olmuş. Ve kim olduklarını bildiklerini keşfetmişler, otlayan hayvan değumulefa olduklarını anlamışlar. Birbirlerine ad vermişlerKendilerine mulefa demişler. Tohum ağacına, tüm hay.vanlara ve bitkilere ad vermişler.Çünkü onlar farklıydı, dedi Mary. Evet, farklıydılar. Çocukları da öyle, çünkü daha faz-la tohum zarfı düştükçe, çocuklarına onları nasıl kulla-nacaklarını öğretmişler. Ve çocuklar yeterince büyüdü-ğünde, onlar da sraf üretmeye başlamışlar ve tekerlekle-re binecek kadar büyüdüklerinde yağla birlikte sraf gel-miş ve onlarla kalmış. Böylece yağ için daha fazla to-hum ağacı ekmeleri gerektiğini anlamışlar, ama tohum-lar o kadar sertmiş ki, nadiren filizleniyorlarmtş. Ve ilkmulefa, ağaçlara yardımcı olmak için ne yapması gerek-tiğini anlamış: Tekerleklere binmeleri ve onlan kırmala-rı gerekiyormuş. Böylece, mulefa ve tohum zarfı ağaçla-rı hep birlikte yaşamış. Mary, Aral'ın anlattıklarının yaklaşık dörtte birini rahat-lıkla anlamıştı, ama sorular sorarak ve tahminler yürüte-rek kalanları da kavradı. Mulefa diline hakimiyeti de de-vamlı gelişiyordu. Ama ne kadar çok şey öğrenirse o ka-dar zorlaşıyordu, çünkü her yeni şeyle aklına yarım düzi-ne soru geliyor, her biri onu bambaşka yönlere götürü-yordu.290

Arna sraf konusundan sonra zihnini toparladı, çünküönemli konu buydu ve ayna fikrini aklına getirmişti. Ona ilham veren, srafı suyun üzerindeki kıvılcımlarabenzetmeleriydi. Denizin parıltısı gibi, yansıyan ışık daIcutuplaşırdi: Işık gibi dalgalar halinde hareket ederken,Gölge zerrecikleri de kutuplaşıyordu belki. Ben srafı sizin gibi göremiyorum, dedi, ama özsuyulakesinden bir ayna yapmak istiyorum, çünkü onu gör-meme yardım edebileceğini düşünüyorum.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Bu fikir Atal'ı heyecanlandırmıştı. Hemen ağlarınıçektiler ve Mary'nin ihtiyaç duyduğu malzemeyi toparla-maya başladılar. Talihlerinin iyi gideceğine işaret eder-miş gibi, ağda üç güzel balık vardı. Özsuyu lakesi çok daha küçük olan bir başka ağacınürünüydü. Mulefa bu ağacı özsuyu için yetiştiriyordu.Özsuyunu kaynatıyor, damıtılmış meşe suyundan üret-tikleri alkolde eritiyor, süt yoğunluğunda, kehribar ren-ginde bir madde elde ediyorlardı. Bu maddeyi vernikolarak kullanıyorlardı. Bir tahtanın ya da kabuğun üzeri-ne yirmi kat vernik çekiyorlar, her kattan sonra üzerineıslak bez sererek işlemesini bekliyorlar, sonra yeni katıçekiyorlardı ve sonunda son derece sert ve parlak biryüzey elde ediyorlardı. Normalde, değişik oksitler kulla-narak yüzeyi matlaştırıyorlardı, ama bazen saydam kal-masına izin veriyorlardı ve Mary'nin ilgisini çeken debuydu: Çünkü berrak kehribar rengi lake, İzlanda billu-ru denen mineralle aynı ilgi çekici özelliğe sahipti. Işık291

ışınlarını ikiye bölüyordu, öyle ki, içinden baktığınınçift görüyordunuz. Ne yapmak istediğinden emin değildi, tek bildiği ye-terince kurcalarsa ve tasalanmaktan, kendi kendine dır-dır etmekten kaçınırsa sonunda öğreneceği idi. Lyra'ylakonuşurken şair Keats'in sözlerinden alıntı yaptığını ha-tırlıyordu. Lyra aletiyometreyi okurkenki zihin durumun-dan bahsettiğini hemen anlamıştı -Mary'nin bulması ge-reken buydu. Böylece çama benzeyen, oldukça yassı bir tahta par-çası bularak işe başladı. Bir parça kumtaşıyla yüzeyiyonttu (metal yok: rende yok) ve becerebildiğince düz-leştirdi. Mulefanın kullandığı yöntem buydu ve zamanve çabayla yeterince iş görüyordu. Niyetini dikkatle açıkladıktan ve biraz özsuyu edin-mek için izin aldıktan sonra Atal'la birlikte lake korulu-ğunu ziyaret etti. Mulefa memnunlukla izin verdi ona,ama yaptıkları ile ilgilenemeyecek kadar meşguldüler.Atal'm yardımıyla Mary yapış yapış, reçineli özsuyundanbir miktar aldı. Sonra uzun uzun kaynatma, çözündür-me, tekrar kaynatma işlemi başladı. Sonunda vernik kul-lanıma hazır oldu. Mulefa verniği uygulamak için bir başka bitkinin pa-muksu liflerini kullanıyordu. Mary, bir zanaatkarın tali-matlarına uyarak, aynasını zahmetle tekrar tekrar vernikkapladı. Lake tabakaları çok ince olduğundan bir farkgöremiyordu, ama telaş etmeden verniğin kurumasına292

. vefdi ve zaman içinde vernik tabakasının gittikçe ka-l nlaştığmı gördü. Kırktan fazla tabaka sürdü -sayıyı ka-stırraıştı— ama lakesi bittiğinde, yüzey en az beş mili-metre kalmlığmdaydı. Son katmandan sonra cilalama işi geldi: bütün günyüzeyi nazikçe, dairesel hareketlerle ovuşturdu, öyle kisonunda kolları ağrımaya, başı zonklamaya başladı vedaha fazla çalışamaz oldu.Sonra uyudu. Ertesi sabah grup, kendilerinin düğüm ağacı dediği

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ağacın koruluğuna gitti. Sürgünlerin yerleştirildikleri şe-kilde büyüdüğünden emin oldular, yetişkin sopalarındüzgün şekillere sahip olması için sıklıklarını artırdılar.Bu işte Mary'nin yardımına değer veriyorlardı, çünküMary tek başına, mulefadan daha dar aralıklara sığabili-yordu ve iki eliyle daha sıkışık yerlerde çalışabiliyordu. Ancak işleri bitip de köye döndükleri zaman Mary de-ney yapmaya başlayabildi -daha doğrusu, oynamaya,çünkü ne yaptığını hâlâ pek bilmiyordu. Başta lake tabakasını basitçe ayna olarak kullanmayabaşladı, ama arkası gümüşlenmediği için, tek görebildiğitahtadaki solgun çifte yansımaydı. Sonra tahtaya değil yalnızca lakeye ihtiyaç duyduğunudüşündü, ama yeni bir tabaka yapma fikri ürkütücüydü;hem, bir destek olmadan onu nasıl düzleştirecekti. Aklına tahtayı kesip lake tabakasından ayırmak geldi.Bu da zaman alacaktı, ama en azından İsviçre çakısı var-293

di. Mary işe koyuldu; kenardan başladı ve arkadaki lakeyi çizmemeye büyük özen göstererek tahtayı dikkatle sıyırdı; işini bitirdiğinde çam parçasının büyük kısmınıayırmış, berrak, sert lakeden ayrılması imkânsız bir tah-ta kırığı ve kıymığı yığını kalmıştı. Mary parçayı suya batırırsa ne olacağını merak ettiLake ıslandığında yumuşar mıydı? Hayır, dedi zanaatkarustası, sonsuza dek sert kalır; ama neden böyle yapmı-yorsun? Mary'ye taş çanak içinde sakladığı bir sıvıyı gös-terdi. Sıvı her tür tahtayı birkaç saat içinde eritiyordu.Mary'ye asit gibi göründü ve koktu. Bunun lakeye pek az zarar vereceğini söyledi usta.Hem, Mary oluşacak zararı kolaylıkla onarabilirdi.Mary'nin projesi zalifi meraklandırmıştı. Onun asiti dik-katle tahtaya sürmesine yardım etti, bunu Mary'nin henüzziyaret etmediği bazı sığ göllerin kıyısında buldukları birminerali ezerek, çözerek ve damıtarak elde ettiklerini an-lattı. Tahta yavaş yavaş yumuşadı ve lakeden kurtuldu.Mary'nin elinde karton kapaklı kitap sayfası büyüklüğün-de, berrak, kahverengi-sarı vernik tabakası kalmıştı. Mary tabakanın arkasını da önü gibi cilaladı ve so-nunda iki yüzey de en iyi aynalar kadar düz ve pürüz-süz oldu.Ve Mary onun içinden baktığında... Özel bir şey yoktu. Son derece berraktı, ama Mary'yeçifte imge gösteriyordu. Sağdaki imge soldakine çok ya-kındı ve yaklaşık on beş derece yukarıdaydı.294

Mary üst üste konmuş iki tabakanın içinden bakarsane olacağını merak etti. 3öylece İsviçre çakısını yine eline aldı ve tabakanınüzerinde onu ikiye ayırmakta kullanabileceği bir çizgiçizmeye çalıştı. Uzun uzun çalışarak, bıçağı pürüzsüz birtaş üzerinde bileyleyerek, tabakayı kırmasına yardımcıolacak kadar derin bir çizgi çizmeyi başardı. Çizginin al-tına ince bir çubuk koydu ve, camcılarda gördüğü gibi,tabakayı sertçe ittirdi. İşe yaradı. Şimdi iki tabakası vardı. Tabakaları üst üste koydu ve içinden baktı. Kehribarrengi daha koyuydu, tıpkı bir fotoğraf filtresi gibi bazı

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

renkleri vurguluyor, diğerlerini kesiyordu ve böylecemanzaraya farklı bir görünüş veriyordu. İlginç olansa,çifte görüntünün kaybolmuş, her şeyin yine tekil olarakgörünüyor olmasıydı; ama Gölgelerden iz yoktu. Mary iki parçayı ayırdı ve bunu yaparken görüntününnasıl değiştiğini izledi. Birbirlerinden yaklaşık bir el uzak-lıktayken ilginç bir şey oldu: Kehribar renk yok oldu veher şey normal renginde, ama daha parlak ve daha can-lı göründü.O noktada Atal, Mary'nin ne yaptığını görmeye geldi.Şimdi srafı görebiliyor musun? dedi. Hayır, ama başka şeyler görebiliyorum, dedi Mary veona göstermeye çalıştı. Atal meraklanmıştı, ama bu, Mary'yi harekete geçirenkeşif duygusu değil, nezaket icabıydı. Biraz sonra zalifküçük lake parçalarının içinden bakmaktan sıkıldı ve çi-295

menlerin üzerine oturup tekerleklerine bakım yapmavbaşladı. Bazen zalifler, sırf sosyal ilişkileri geliştirmekiçin, birbirlerinin tırnaklarına bakım yapardı ve Atal biriki kez Mary'yi kendi tırnağına bakım yapmaya davet et-mişti. Karşılık olarak Mary de Atal'ın saçlarını düzeltme-sine izin veriyor, yumuşak hortumun saçlarını kaldırıpbırakmasından, başını okşamasından ve masaj yapma-sından keyif alıyordu. Atal'ın şimdi de bunu istediğini seziyordu, bu yüzdeniki lake parçasını yere bıraktı ve ellerini Atal'ın tırnakla-rının şaşırtıcı pürüzsüzlüğünde gezdirdi. Tekerleğin deli-ğine geçen ve teker dönerken mil görevi gören tırnağınyüzeyi Teflon'dan da pürüzsüz ve kaygandı. Hatları ku-sursuzca uyumluydu elbette ve Mary ellerini tekerleğiniçinde dolaştırırken dokuda hiçbir fark hissetmiyordu:Sanki zalif ve tohum zarfı aslında, mucizevi bir biçimdeayrılıp birleşebilen, tek bir yaratıktı. Bu temasla Atal yatışmıştı, Mary de öyle. Arkadaşıgenç ve bekardı, ve grupta genç erkek yoktu, bu yüzdendışarıdan bir zalifle evlenmesi gerekecekti. Ama diğerle-riyle temas kurmak kolay değildi ve bazen Mary, Atal'ınkendi geleceği için endişelendiğini hissediyordu. Buyüzden onunla geçirdiği zamanı ona çok görmüyordu.Şimdi de, Atal hortumuyla onun saçlarını kaldırır ve dü-zeltirken, onun tekerlek deliklerinde biriken toz ve kiritemizlemekten, güzel kokulu yağı nazikçe arkadaşınıntırnağına yaymaktan memnundu.296

Atal yeterince bakım gördüğünü hissettiğinde, yinekerleklerin üzerine tırmandı ve akşam yemeğine yar-,ırn etmek için köye gitti. Mary lakeyle uğraşma işineHöndü ve hemen bir keşif yaptı. İki plakayı bir karış uzakta tuttuğunda, daha önce degördüğü berrak imge belirdi, ama bir şey olmuştu. O tabakaların içinden bakarken, Atal'ı çevreleyen al-tın rengi bir kıvılcım bulutu gördü. Yalnızca lake tabaka-sının küçük bir kısmından görünüyordu. Mary nedeninifark etti: Yağlı parmaklarıyla yüzeyin o noktasına dokun-muştu."Atal!" diye seslendi. "Çabuk! Geri dön!"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Atal dönüp geri geldi. "Biraz yağ alayım," dedi Mary, "lakenin üzerine sür-meye yetecek kadar." Atal onun parmaklarını tekerlek deliklerinde gezdir-mesine izin verdi ve Mary parçalardan birini berrak, tat-lı maddeyle kaplarken merakla izledi. Mary plakaları birbirine bastırdı ve yağ düzgünce ya-yılsın diye birbirine sürttü. Sonra yine bir karış uzaktatuttu. Ve içlerinden bakarken her şey değişmişti. Gölgelerigörebiliyordu. Lord Asriel özel çözeltiyle çektiği fotog-ramları gösterirken Jordan Koleji'nin Dinlenme Oda-sı'nda olsa, etkiyi fark ederdi. Baktığı her yerde, tıpkıAtal'ın tarif ettiği gibi, altın rengi görüyordu. Işık kıvıl-cımları süzülüyor, uçuşuyor, zaman zaman amaçlı bir297

akıntı halinde hareket ediyordu. Hepsinin içinde çıplaı,gözle gördüğü dünya vardı: otlar, ırmak, ağaçlar. Amabilinçli bir varlığın, mulefadan birinin bulunduğu heryerde ışık daha yoğun, daha hareketliydi. Şekillerini be-lirsizieştirmiyordu; tam tersine, daha da berrak hale ge-tiriyordu.Güzel olduğunu bilmiyordum, dedi Mary Atal'a. Neden, elbette öyle, diye yanıt verdi arkadaşı. Onu gö-remediğini düşünmek tuhaf geliyor. Ufaklığa bak... Uzun otların arasında oynayan küçük yavrulardan bi-rini gösterdi. Yavru çekirgelerin peşinden beceriksizcesıçrıyor, aniden durup bir yaprağı inceliyor, düşüyor,ayağa kalkıp koşa koşa annesine gidiyor, bir şeyler söy-lüyor, sonra dikkatini bir sopa parçasına veriyor, sopayıkaldırıyor, hortumunda karıncalar görünce korkuyla ba-ğırıyordu... Barınaklar, balıkçı ağları, akşam ateşinin çev-resinde olduğu gibi, onun çevresinde de altın bir pusvardı. Onlarmkinden daha güçlüydü, ama çok da değil.Ama onlannkinin aksine, yavrunun haresi küçük niyetburgaçları ile doluydu, akıntılar dönüyor, dağılıyor, sü-zülüyor, kayboluyor ve yenileri doğuyordu. Diğer yandan, annesinin çevresinde altın kıvılcımlardaha güçlü ve akımlar daha düzenli, daha şiddetliydi.Anne yemek hazırlıyor, düz bir taşın üzerine un yayıyor,pideye benzeyen bir ekmek pişiriyor, bir yandan da ço-cuğa göz kulak oluyordu. Onu saran Gölgeler ya da srafya da Toz bir sorumluluk ve bilgece ilgi timsaliydi.298

Demek sonunda görebiliyorsun, dedi Atal. Eh, şimdibenimle gelmelisin. jylary arkadaşına şaşkın şaşkın baktı. Atal'm ses tonutuhaftı: Sanki aslında, Sonunda hazırsın; hazır olmanıbekliyorduk; artık her şey değişmeli, der gibiydi. Sırtın üzerinden, evlerden, ırmak boyundan başkalarıda geliyordu: Köy sakinleri vardı, ama yabancılar da var-dı, Mary'nin tanımadığı, onun ayakta durduğu yere me-rakla bakan mulefa. Sert toprakta tekerleklerinin çıkardı-ğı ses alçak ve düzenliydi. Nereye gitmeliyim? dedi Mary. Neden hepsi buraya ge-liyor? Endişelenme, dedi Atal, benimle gel, seni incitmeyece-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ğiz. Bu toplantı uzun zamandır planlanıyordu sanki, çün-kü hepsi nereye gideceğini, ne beklemesi gerektiğini bi-liyordu. Köyün kıyısında sert toprakla kaplı, düzgün şe-killi bir alçak tümsek vardı. İki ucunda rampalar bulunu-yordu. Kalabalık -Mary elli kadar zalif toplandığını tah-min ediyordu- o tarafa gidiyordu. Yemek ateşlerinin du-manı akşam havasında asılı duruyordu ve batan güneşher şeyin üzerine kendi altın rengi pusunu bırakıyordu.Mary kızaran mısır kokusunun, mulefamn kendi sıcakkokusunun -biraz yağ, biraz sıcak beden, at kokusunabenzer tatlı bir koku- farkındaydı.Atal onu tümseğe yönlendirdi.Neler oluyor? Söyle bana, dedi Mary.299

Yo, yo... ben değil. Sattamax konuşacak... Mary, Sattamax ismini bilmiyordu ve Atal'ın gösterdi-ği zalif onun için yabancıydı. Şimdiye dek gördüğü her-kesten daha yaşlıydı: Hortumunun dibinde dağınık be-yaz kıllar vardı ve artrite yakalanmış gibi tutuk tutuk ha-reket ediyordu. Diğerleri onun çevresinde dikkatli hare-ket ediyordu. Mary plakaların içinden baktığında sebebi-ni anladı: İhtiyar zalifin Gölge bulutu o kadar yoğun vekarmaşıktı ki, ne anlama geldiğini pek az bilse de,Mary'nin içinde de bir saygı duygusu doğdu. Sattamax konuşmaya hazır olduğunda kalabalığın ka-lanı sustu. Mary, yanında Atal'ın güven verici varlığı ile,tümseğin yakınında duruyordu. Ama bütün gözlerinonun üzerinde olduğunu seziyor ve okula başlamış yenibir kız gibi hissediyordu. Sattamax konuşmaya başladı. Sesi gürdü, tınısı zenginve değişkendi, hortumunun jestleri abartısız ve zarifti. Burada, yabancı Mary'yi selamlamak için toplandık.Onu tanıyanlar, aramıza geldiğinden beri yaptıklarıiçin ona minnettar. Dilimizi biraz öğrenene kadar bek-ledik. Aramızdan pek çok kişinin, ama özellikle zalifAtal'ın yardımıyla yabancı Mary artık bizi anlayabili-yor. Ama anlaması gereken bir şey daha vardı, ve o şeysraftı. Ondan haberi vardı, ama onu bizim gördüğümüzgibi göremiyordu. Ta ki, içinden bakabileceği bir araçyapana kadar.300

Artık görmeyi başardı ve bize yardım etmek için yap-ması gerekenleri öğrenmeye hazır.jtfary, buraya gel ve bana katıl. Mary sersemlemişti, utanıyordu ve şaşkındı, ama ken-disinden istenileni yaptı ve ihtiyar zalifin yanına çıktı,konuşması gerektiğini düşündü ve konuşmaya başladı: Hepiniz dostunuz olduğumu hissettirdiniz bana. Na-zik ve konukseversiniz. Ben hayatın çok farklı olduğu birdünyadan geldim, ama bazılarımız, sizin gibi srafin far-kında ve bu aynayı yapmama yardım ettiğiniz için min-nettarım. Bu aynanın içinden srafı görebiliyorum. Sizeyardım etmemin bir yolu varsa, memnunlukla yaparım. Atal'la konuşurken olduğundan daha beceriksizcekonuşuyordu ve anlatmaya çalıştığı şeyi açıkça anlata-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

madığından korkuyordu. Konuşurken bir yandan jestlerde yapmak zorundaysanız, nereye dönmeniz gerektiğinibilmek zordu, ama anlamış gibiydiler. Sattamax şöyle dedi: Konuşmanı dinlemek güzel. Uma-rız bize yardım edebilirsin. Edemezsen, nasıl hayatta kalı-rız bilmiyorum. Tualapi hepimizi öldürür. Sayıları her za-mankinden çok ve her sene daha da çoğalıyorlar. Dünya-da bir sorun var. Mulefanın yaşadığı otuz üç bin seneninbüyük kısmında yeryüzüne biz baktık. Her şey dengeli.Ağaçlar gelişti, otlayan hayvanlar sağlıklı ve, arada bir tu-alapi gelse de, onların ve bizim sayılarımız aynı kaldı. Ama üç yüz sene önce ağaçlar hastalanmaya başla-dı. Onları endişe içinde izledik, onlara özenle baktık ve301

daha az tohum zarfı ürettiklerini, yapraklarını mevsimsiz döktüklerini, bazılarının öldüğünü gördük. Bu hıolmayan bir şeydi. Hafızamızda bunun sebebi yok. Ağır ağır oldu kuşkusuz, ama hayatlarımızın ritmi fleöyle. Sen gelene dek bilmiyorduk. Kelebekler ve kuşlargördük, ama onların srafı yok. Ne kadar tuhaf gelse desenin var; ama sen kuşlar gibi, kelebekler gibi hızlı ve te-laşlısın. Srafı görmen için bir şeye ihtiyaç duyduğunufark ettin ve hemen, bizim binlerce senedir bildiğimizmalzemelerden, buna yarayan bir araç yaptın. Bizimyanımızda, bir kuş kadar hızlı düşünüyor, hareket edi-yorsun. Bize öyle geliyor, bizim ritmimizin sana yavaşgeldiğini bu şekilde anlıyoruz. Ama bu gerçek bizim umudumuz. Sen bizim göreme-diğimiz şeyleri görebiliyorsun. Srafın sana görünmez ol-duğu gibi, bize görünmez olan bağlantıları, olasılıklarıve seçenekleri görebiliyorsun. Biz hayatta kalmanın biryolunu göremiyoruz, ama senin görebileceğini umuyo-ruz. Ağaçların hastalığının kaynağına hızla gidebilece-ğini ve bir tedavi bulacağını umuyoruz. Kalabalık vegüçlü olan tualapi ile başa çıkmanın bir yolunu bulaca-ğını umuyoruz. Ve bunu bir an önce yapabileceğini umuyoruz, yok-sa hepimiz öleceğiz. Kalabalıktan onay ve takdir mırıltıları yükseldi. HepsiMary'ye bakıyordu. Mary'nin hissettiği, herkesin çok şeybeklediği yeni öğrenci duygusu kuvvetlendi. Aynı za-302

anda tuhaf bir gurur duydu: Hızlı, çevik ve kuş gibi ol-duğu fikri yeni ve hoştu, çünkü kendini her zaman inat-çı ve ağırkanlı olarak düşünmüştü. Ama bununla birlik-te onu bu şekilde görüyorlarsa fena halde yanıldıklarıduygusu da geldi. Hiç anlamıyorlardı, onların bu çaresizumudunu yerine getirmesi imkânsızdı.Ama bunu yapmak zorundaydı. Bekliyorlardı. Sattamax, dedi, mulefa, bana güvendiniz ve elimdengeleni yapacağım. Bana iyi davrandınız. Hayatınız iyive güzel. Size yardım etmek için çok çalışacağım. Srafıgördüm ve artık ne yaptığımı biliyorum. Bana güvendi-ğiniz için teşekkür ederim. Mary tümsekten inerken başlarını salladılar, mırıldan-dılar ve hortumlarıyla saçlarını okşadılar. Yapmayı kabulettiği şey Mary'nin gözünü korkutmuştu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

O anda Cittagâzze dünyasında, suikastçi rahip PederGomez dağlarda, zeytin ağaçlarının çarpık gövdeleri ara-sında uzanan bir patikada yamaç yukarı tırmanıyordu.Gümüşi yapraklar arasından eğik akşam ışığı sızıyorduve hava cırcırböcekleriyle ağustosböceklerinin gürültü-süyle doluydu. İlerideki asmaların arasında küçük bir çiftlik evi göre-biliyordu. Çiftlikte bir keçi meliyor, gri kayalardan bir pı-nar akıyordu. Evin yanında bir işle uğraşan yaşlı biradam vardı. Yaşlı bir kadın keçiyi bir tabure ve kovanındurduğu yere doğru çekiyordu.303

Biraz geride kalan köyde Peder Gomez'e izlediği kadinin bu taraftan geçtiğini ve dağlara çıkmaktan bahset-tiğini söylemişlerdi. Bu yaşlı çift onu görmüş olabilirdiEn azından peynirle zeytin satın alabilir ve pınardan suiçebilirdi. Peder Gomez azla yetinmeye epey alışıktı vezamanı boldu.304

18Ölüler Mahallesi Keşke mümkün olsaydı daölülerle iki gün görüşebilseydik...John Webster Lyra şafaktan önce uyandı. Pantalaimon koynunda tit-riyordu. Gökyüzüne gri ışık sızarken, biraz yürüyüp ısın-mak için kalktı. Hiç böyle bir sessizlik tecrübe etmemiş-ti, karlarla kaplı Arktik'te bile. Tek bir esinti yoktu ve de-niz öylesine durgundu ki, kufnkrın üzerinde ufacık birdalga bile kırılmıyordu. Dünya nefes almış, ama verme-den durmuş gibi görünüyordu. Will kıvrıldığı yerde uyuyordu. Bıçağı korumak içinbaşını sırt çantasına dayamıştı. Pelerini omzundan sıyrıl-mıştı. Lyra, Will gibi kıvrılmış, oğlanın uyuyan kedi şek-lindeki cinine dokunmaktan kaçmırmış gibi yaparak pe-lerini WilPin omzuna örttü. Buralarda bir yerde olmalı,diye düşündü.Uykulu Pantalaimon'u taşıyarak Will'den uzaklaştı ve305

sesleri onu uyandırmasın diye biraz ötedeki kum tepeSjnin yamacına oturdu."O küçük kişiler," dedi Pantalaimon. "Onlardan hoşlanmadım," dedi Lyra kararlılıkla. "Ben-ce en kısa zamanda onlardan kurtulmamız lazım. İddi-aya girerim onları bir ağla falan yakalarsak, Will bir pen-cere açar, arkamızdan kapatır ve işte, kurtulmuş oluruz." "Ağımız yok," dedi Pantalaimon, "başka bir şeyimizde yok. Hem, eminim onlar böyle bir tuzağa düşmeye-cek kadar akıllıdır. Şu anda adam bizi izliyor." Bunu söylerken Pantalaimon şahin şeklindeydi vegözleri Lyra'nmkinden daha keskindi. Her geçen an,gökyüzünün karanlığı son derece solgun bir maviliğedönüşüyordu. Lyra kumların üzerinden baktığında deni-zin üzerinde incecik beliren güneş gözlerini kamaştırdı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Bir kum tepesinin yamacında olduğundan, ışık ona kum-saldan birkaç saniye önce vurmuştu. Lyra ışığın çevresin-de yayılmasını, Will'e doğru akmasını seyretti. SonraWill'in başının yanında uyanık ve tetikte bekleyen, onla-rı izleyen Şövalye Tialys'i açıkça gördü. "Mesele şu," dedi Lyra, "bizi istedikleri şeyi yapmayazorlayamazlar. Bizi takip etmek zorundalar. Eminim bık-mışlardır." "Bizi yakalarlarsa," dedi Pan, kendisiyle Lyra'yı kaste-derek, "ve iğnelerini saplamaya hazır halde bekletirlerse,Will onların söylediğini yapmak zorunda kalır."Lyra bunu düşündü. Mrs. Coulter'ın attığı korkunç acı306

iğliğini, gözlerini devirerek kasılmasını, zehir damarla-rında dolaşırken altın maymunun dilinin sarkmasını vesalyalarının akmasını bütün canlılığıyla hatırlıyordu...Annesinin son zamanlarda bir başka yerde hatırladığı gi-bi yalnızca bir çizikti bu üstelik. WilPin boyun eğmesive onların istediğini yapması şart olurdu. "Ama ya onun yapmayacağını düşünürlerse," dedi,"onun çok kalpsiz olduğunu ve bizim ölmemize göz yu-macağını düşünürlerse? Belki, elinde fırsat varken, böyledüşünmelerini sağlaması daha iyi olur." Lyra aletiyometreyi yanında getirmişti. Artık görmesi-ne yetecek kadar ışık olduğundan, pek sevdiği aleti çı-kardı ve siyah kadife kumaş parçasının üzerinde kucağı-na koydu. Sayısız anlam katmanını açıkça kavradığı, ara-larındaki girift bağlantı ağını sezebildiği o aşina transagirdi yavaş yavaş. Parmakları simgeleri bulurken zihnisözcükleri buldu: Casuslardan nasıl kurtuluruz. Sonra iğne bir o yana bir bu yana kaymaya başladı.Lyra iğnenin bu kadar hızlı hareket ettiğini hiç görme-mişti. Aslında, o kadar hızlıydı ki, bazı savrulma ve du-raklamalarını kaçıracağından ilk defa korktu, ama farkın-dalığının bir parçasıyla onları sayıyordu ve hareketlerinanlamını hemen çözdü. Aletiyometre ona şöyle diyordu: Denemeyin, çünkühayatlarınız onlara bağlı. Bu sürprizdi işte, ama güzel bir sürpriz değil. Bir so-ru daha sordu: Ölüler diyarına nasıl ulaşabiliriz?307

Yanıt şöyle oldu: Aşağı inin. Bıçağı izleyin. İleri Mdin. Bıçağı izleyin. Ve son olarak, tereddütle, yarı utanarak sordu: Bunuyapmak doğru olur mu?Evet, dedi aletiyometre hemen. Evet. Lyra içini çekerek transtan çıktı ve saçlarını kulakları-nın arkasına itti. Güneşin ilk sıcaklığını yüzünde veomuzlarında hissediyordu. Artık çevreden sesler geliyor-du: Böcekler hareketleniyor ve kum tepesinden dalıayüksek olan kuru otlar hafif esintiyle hışırdıyordu. Lyra aletiyometreyi kaldırdı ve Will'e doğru yürüdü.Pantalaimon, Gallivespianlan sindirme umuduyla müm-kün olduğunca büyük bir şekle bürünmüş, aslan olmuştu. Adam mıknatıslı yankı cihazını kullanıyordu. İşini bi-tirdiğinde Lyra konuştu:"Lord AsriePle mi konuşuyordun?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Temsilcisiyle," dedi Tialys."Ona gitmiyoruz.""Bunu ona söyledim.""O ne dedi?" "Yalnızca benim duymamı istediği şeyleri, senin de-ğil.""Canın isterse," dedi Lyra. "O hanımla evli misiniz?""Hayır. Meslektaşız.""Çocuğun var mı?""Yok."Tialys mıknatıslı yankı cihazını toplamaya devam etti.308

n bunu yaParken yakındaki Leydr Salmakia uyandı ve^jrjuşak kumlarda açtığı küçük oyuktan yavaşça, zara-fetle kalktı. Örümcek ağı inceliğinde iplerle bağlanmışyusufçuklar hâlâ uyuyordu, kanatları çiyden ıslanmıştı. "Dünyanızda büyük insanlar var mı, yoksa hepsi sizineibi küçük mü?" dedi Lyra. "Büyük insanlarla başa çıkmayı biliyoruz," diye yanıtverdi Tialys daha fazla açıklamaya yanaşmayarak. Gidipleydiyle sessizce konuşmaya başladı. Lyra'nın duyama-yacağı kadar alçak sesle konuşuyorlardı, ama Lyra onla-rın tazelenmek için kıyı otu yapraklarından çiy damlala-rı yudumlamalarını keyifle izledi. Su onlar için farklı ol-malı, diye düşündü, Pantalaimon'a hitaben: Yumruğunbüyüklüğünde damlalar hayal et! İçine girmesi zor olma-lı; balon gibi, esnek bir kabukları olurdu. Will de bitkinlik içinde uyanmaya başlamıştı. Yaptığıilk şey Gallivespianları aramak oldu. İkili hemen ona dö-nüp odaklandı.Will bakışlarını kaçırdı ve Lyra'yi buldu. "Sana bir şey söylemek istiyorum," dedi Lyra. "Bura-ya gel, onlardan uzağa..." "Bizden uzaklaşacaksanız," dedi Tialys'in berrak sesi,"bıçağı bırakmalısınız. Bıçağı bırakmayacaksanız, buradakonuşmanız lazım." "Yalnız kalamaz mıyız?" dedi Lyra kızgınlıkla. "Söyle-diklerimizi dinlemenizi istemiyoruz!""O zaman siz gidin, ama bıçağı bırakın."309

Zaten yakınlarda kimse yoktu ve Gallivespianların h»çağı kullanamayacağı da açıktı. Will sırt çantasını karıştı-rıp su matarasını buldu, iki bisküvi çıkarıp birini Lyra'yaverdi ve birlikte kum tepesinin yamacına tırmandı. "Aletiyometreye sordum," dedi Lyra, "ve küçük yara-tıklardan kaçmaya çalışmamamız gerektiğini, çünkü ha-yatımızı kurtaracaklarını söyledi. Bu yüzden, başımızakaldılar gibi.""Ne yapacağımızı onlara söyledin mi?" "Hayır! Söylemem de. Çünkü konuşma kemanındanLord Asriel'e söylerler. O da oraya gidip bizi durdurur-bu yüzden hemen gitmemiz ve onların yanında bu ko-nuda konuşmamamız gerek." "Ama onlar casus," dedi Will. "Dinlenmek ve saklan-mak konusunda iyi olmalılar. Bu yüzden, belki de hiçbahsetmesek daha iyi. Biz nereye gideceğimizi biliyoruz.Bu yüzden, basitçe gideriz ve hiç bahsetmeyiz. Onların

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

da buna tahammül etmeleri ve bizimle gelmeleri gerekir." "Şimdi bizi duyamazlar. Çok uzaktalar. Will oraya na-sıl gideceğimizi de sordum. Bıçağı izlememizi söyledi, okadar." "Kulağa kolay geliyor," dedi Will. "Ama iddiaya gire-rim değildir. İorek bana ne dedi biliyor musun?" "Hayır. Ona veda etmeye gittiğimde, senin için çokgüç olacağını ama senin yapabileceğini düşündüğünüsöyledi. Ama nedenini açıklamadı...""Bıçak annemi düşündüğüm için kırıldı," dedi Will.310

ugu yüzden onu aklımdan çıkarmalıyım. Ama... Birininknsah düşünme demesi gibi. Düşünürsün, elinde ol-rrıaz--""Eh, dün gece pencere açmayı basardın," dedi Lyra. "Evet. Yorgun olduğum için sanırım. Göreceğiz. Yal-nızca bıçağı izleyeceğiz, öyle mi?""Tek söylediği buydu." "O zaman, hemen gitsek daha iyi. Yalnız, fazla yiye-ceğimiz kalmadı. Yanımızda götürecek bir şeyler bulma-mız lazım, ekmek, meyve falan. Bu yüzden, ilk önce yi-yecek edinebileceğimiz bir dünya bulalım, sonra doğrudüzgün aramaya başlayabiliriz." "Tamam," dedi Lyra, canlı ve uyanık bir şekilde, Panve WiU ile bir kez daha harekete geçtiği için çok mutluhissediyordu. Casusların yanma döndüler. Çantaları omuzlarında bı-çağın yanında oturuyorlardı ve tetikteydiler."Ne planladığınızı bilmek isteriz," dedi Salmakia. "Şey, hiçbir şekilde, Lord Asriel'e gitmiyoruz," dediWill. "Önce yapmamız gereken başka bir şey var." "Peki, yapmanızı engelleyemeyeceğimiz açık olduğu-na göre, bu şeyin ne olduğunu bize söyler misiniz?" "Hayır," dedi Lyra, "çünkü gidip onlara söylersiniz.Nereye gideceğimizi bilmeden bizimle gelmeniz gereke-cek. Elbette dilediğiniz zaman vazgeçip, onların yanmageri dönebilirsiniz.""Kesinlikle olmaz," dedi Tialys.311

"Bir tür güvence istiyoruz," dedi Will. "Siz casussunuz, bu yüzden aldatmacaya başvurabilirsiniz, işiniz buSize güvenebileceğimizden emin olmamız gerek. Düngece çok yorgunduk ve bu konuda düşünemedik, arnabiz uyuyana kadar beklemenizi, sonra bizi sokup savun-masız hale getirmenizi ve o mıknatıslı şeyle Lord Asriel'içağırmanızı önleyecek hiçbir şey yok. Bunu kolaylıklayapabilirsiniz. Bu yüzden, bunu yapmayacağınıza dairsağlam bir güvence istiyoruz. Söz vermeniz yeterli de-ğil." Şereflerine çamur atıldığını duyan iki Gallivespian öf-keden titriyordu. Kendine hakim olan Tialys, "Tek taraflı talepleri ka-bul etmeyiz," dedi. "Karşılığında sizin de bir şey verme-niz gerek. Bize niyetinizi söylemelisiniz. O zaman mık-natıslı yankı cihazını size verebilirim. Mesaj göndermek

istediğimde onu bana geri vermelisiniz, bunu ne zaman

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yapacağımı bileceksiniz ve sizin onayınız olmadan onukullanamayacağım. Bizim güvencemiz bu. Şimdi, nere-ye, neden gideceğinizi bize söyleyin."Will ve Lyra bunu onaylamak için bakıştılar. "Tamam," dedi Lyra, "bu adil. Gideceğimiz yer ölülerdünyası. Nerede olduğunu bilmiyoruz, ama bıçak bula-cak. Yapacağımız şey bu işte." İki casusun ağzı açık kalmış, inanmaz bir şekilde onabakıyorlardı.Sonra Salmakia gözlerini kırpıştırdı. "Söylediğin man-312

klı değil- Ölüler öldü, o kadar. Ölüler dünyası diye birşey y°k-""Ben de öyle sanıyordum," dedi Will. "Ama artık emin^eğilim. En azından, bıçak sayesinde öğrenebiliriz.""Ama neden?"Lyra WilPe baktı ve onun başını salladığını gördü. "Şey," dedi, "Will'le tanışmadan önce, uyumamdançok önce, bir arkadaşımı tehlikeye sürükledim ve o öl-dürüldü. Onu kurtardığımı sanıyordum, ama her şeyi da-ha da kötüleştirdim. Ve uyurken onu rüyamda gördüm.Onun gittiği yere gider ve özür dilersem, belki bunu te-lafi edebilirim diye düşündüm. Will de, onu daha yenibulmuşken ölen babasını aramak istiyor. Bakın, Lord As-riel bunu hiç önemsemez. Mrs. Coulter da öyle. Lord As-riel'e gidersek, onun istediğini yapmak zorunda kalırızve o Roger'ı aklına bile getirmez -ölen arkadaşımın adıbu- onun için hiç önemli değil. Ama benim için önem-li. Bizim için. Bu yüzden, yapmak istediğimiz şey bu." "Çocuğum," dedi Tialys, "öldüğümüz zaman her şeybiter. Başka yaşam yok. Ölümü gördün. Ölenleri gör-dün. Ölüm geldiğinde cinlere ne olduğunu gördün. Cinkaybolur. Bundan sonra, uğruna yaşanacak ne kalır ki?" "Biz gidip öğreneceğiz," dedi Lyra. "Artık size söyle-diğimize göre, mıknatıslı yankı cihazını alacağım." Elini uzattı ve leopar biçimindeki Pantalaimon talebi-ni desteklemek için ayağa kalkıp kuyruğunu iki yana sa-vurmaya başladı. Tialys sırtındaki çantayı indirdi ve313

Lyra'nın avucuna bıraktı. Şaşırtıcı ölçüde ağırdı; Lyra içinyük değildi elbette, ama adamın gücüne hayret etti. "Peki, bu gezinin ne kadar süreceğini düşünüyorsu-nuz?" dedi şövalye. "Bilmiyoruz," dedi Lyra ona. "Bu konuda sizden dahafazla bilgimiz yok. Oraya gidip göreceğiz." "İlk önce," dedi Will, "su ve yiyecek bulmamız gere-

kiyor, taşıması kolay bir şeyler. Bu yüzden, bunu yapa-bileceğimiz bir dünya bulacağım. Sonra yola çıkabiliriz." Tialys ile Salmakia yusufçuklarına bindiler ve titrerhalde yerde tuttular. Büyük böcekler uçmak için sabır-sızlanıyordu, ama binicilerinin emirleri kesindi. Onlarıilk kez gün ışığında gören Lyra gri ipek dizginlerin, gü-müşi üzengilerin ve minik eyerlerin olağanüstü ince ol-duğunu fark etti. Will bıçağı çıkardı ve güçlü bir dürtü kendi dünyası-nın dokunuşunu aramasına sebep oldu. Kredi kartı hâlâ

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yanındaydı, bildik yiyecekler alabilirdi. Hatta Mrs. Co-oper'a telefon edebilir, annesiyle ilgili haberleri öğrene-bilirdi... Bıçak, kaba taşa sürtünen çivi gibi bir sesle titredi.Neredeyse Will'in kalbi duracaktı. Bıçak yine kırılırsa,her şeyin sonu olurdu. Birkaç saniye sonra yine denedi. Annesini düşünme-meye çalışmak yerine, kendi kendine şöyle dedi: Onunorada olduğunu biliyorum, ama bu işi yaparken bakış-larımı kaçıracağım...314

Bu sefer işe yaradı. Yeni bir dünya buldu ve bıçağıkaydırarak bir pencere açtı. Biraz sonra hepsi, Hollandava da Danimarka gibi kuzey ülkelerinde bulunabilecek,düzgün ve zengin bir çiftliğin avlusunda duruyordu. Taşdöşeli avlu tertemizdi. Bir dizi ahır kapısı açık duruyor-du. Güneş puslu bir gökyüzünden parlıyordu ve havadayanık kokusu yanında hoş bir koku daha vardı. İnsanyaşamına ait sesler yoktu, ama ahırlardan gelen bir uğul-tu yükseliyordu. O kadar hareketli, o kadar canlıydı ki,makine sesi gibi geliyordu.Lyra gidip baktı ve bembeyaz bir yüzle hemen döndü. "Dört tane..." diye yutkundu elini boğazına götürerek.Kendine geldi. "Orada dört ölü at var. Ve milyonlarca si-nek..." "Bakın," dedi Will yutkunarak, "ya da bakmayın dahaiyi." Mutfak bahçesinin kenarındaki ahududu sırıklarınaişaret etti. Bir adamın, çalıların en yoğun olduğu yerdençıkan bacaklarını görmüştü, bir ayağında ayakkabı vardı,diğerinde yoktu. Lyra bakmak istemedi, ama Will adamın yaşayıp ya-şamadığını, yardıma ihtiyacı olup olmadığını görmeyegitti. Huzursuz bir ifadeyle, başını iki yana sallayarakdöndü.İki casus çoktan çiftlik evinin aralık kapısına gitmişti. Tialys geri döndü. "İçeride koku daha da güçlü." Sonraeşiğe geri uçtu. Salmakia hizmet binalarını keşfediyordu.315

Will şövalyeyi izledi. Kendini kare şeklinde büyük bimutfakta buldu. Eski moda bir yerdi, ahşap çekmece dolabının üzerinde beyaz porselenler vardı, çam masa pu_zelce övülmüştü ve ocakta soğuk, kararmış bir tencereduruyordu. Yan kapı, iki rafa yığılmış elmaların kokusuy-la dolu koca bir kilere açılıyordu. Sessizlik boğucuydu.Lyra sessizce konuştu: "Will, ölüler dünyası burası mı?" Aynı düşünce WilPin de aklına gelmişti. Ama, "Hayır,"dedi. "Sanmıyorum. Daha önce gelmediğimiz bir dünya-dayız. Bakın, taşıyabileceğimiz kadar yiyecek alalım. Birtür çavdar ekmeği var, o iyi olur -hafif- biraz da peynirvar..." Taşıyabilecekleri kadar yiyecek aldıkları zaman, Willbüyük çam masanın çekmecesine bir altın para bıraktı. "Ee?" dedi Lyra, Tialys'in kaşlarını kaldırdığını görün-ce. "Aldığın şeyin parasını mutlaka ödemelisin." O anda Salmakia arka kapıdan girip parlak mavi ışıl-dayan yusufçuğunu masaya kondurdu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Adamlar geliyor," dedi, "yaya olarak. Silahları var.Yalnızca birkaç dakika uzaktalar. Tarlaların ötesinde birköy yanıyor." O konuşurken çakıl kaplı yolda ayak sesleri, emirleryağdıran bir ses ve metal şıngırtıları duyuldu."O zaman gitmeliyiz," dedi Will. Bıçağının ucuyla havayı yokladı. Hemen yeni bir şeysezdi. Bıçak, ayna gibi oldukça pürüzsüz bir yüzeyde ka-yıyordu. Sonra yavaşça battı ve Will kesmeyi başardı.316

Ama yüzey kalın kumaş gibi direniyordu. Will bir pence- açtı ve korku ve şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı: Çünküoencere açtığı dünyadaki her detay bu dünyayla aynıydı."Ne oluyor?" dedi Lyra. Casuslar pencereden şaşkın şaşkın baktılar. Ama his-settikleri şaşkınlıktan fazlaydı. Havanın bıçağa direndiğisibi, bu pencerede bir şey öteye geçmelerine direniyor-du. Will'in görünmez bir şeyi ittirerek geçmesi gerekti.Sonra Lyra'yı peşinden çekti. Gallivespianlar kendi baş-larına hiç ilerleme kaydedemediler. Yusufçukların ço-cukların ellerine tünemesini sağladılar ve o zaman bileçocukların onları hava basıncına karşı çekmeleri gerekti.Böceklerin incecik kanatları kıvrıldı, büküldü ve korku-larını yatıştırmak için minik binicilerin onların başlarınıokşamaları, fısıldamaları gerekti. Ama birkaç saniyelik mücadeleden sonra, hepsi diğer

dünyaya geçti ve Wül (görülmesi imkânsız olsa da) pen-cerenin kenarını bulup birleştirdi, askerlerin gürültüleri-ni kendi dünyalarına kapadı. "Will," dedi Lyra. Will döndü ve mutfakta biri daha ol-duğunu gördü. Yüreği hopladı. On dakika önce çalıların arasında,boğazı kesilmiş halde ölü yattığını gördüğü adamın ken-disiydi. Adam orta yaşlı ve zayıftı. Hayatının büyük kısmınıaçık havada geçirmiş birine benziyordu. Ama şimdi, şok-la delirmiş, felç olmuş gibiydi. Gözleri faltaşı gibi açıl-317

mıştı ve irislerin çevresindeki akları görünüyordu. Titrekeliyle masanın kenarını tutmuştu. Will adamın boğazınınsağlam olduğunu görerek sevindi. Adam konuşmak için ağzını açtı, ama ses çıkmadıTek yapabildiği Will ile Lyra'yı işaret etmekti. "Evinize girdiğimiz için özür dileriz," dedi Lyra, "amagelen adamlardan kaçmamız gerekiyordu. Sizi ürküttüy-sek özür dilerim. Adım Lyra. Bu da Will. Bunlar, arka-daşlarımız Şövalye Tialys ve Leydi Salmakia. Bize adını-zı ve nerede olduğumuzu söyler misiniz?" Bu normal soru adamı kendine getirmiş gibiydi. Birrüyadan uyanırmış gibi ürperdi. "Ben öldüm," dedi. "Dışarıda, ölü yatıyorum. Öldüğü-mü biliyorum. Siz ölü değilsiniz. Neler oluyor? Tanrı yar-dımcım olsun, boğazımı kestiler. Neler oluyor?" Adam, Ben öldüm, dediğinde Lyra Will'e yanaşmış,Pantalaimon fare biçiminde koynuna kaçmıştı. Gallivespi-anlar ise yusufçuklarını kontrol altına almaya çalışıyorlardı,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

çünkü büyük böcekler adamdan korkmuşlardı ve mutfak-ta bir o yana bir bu yana uçarak kaçacak yer arıyorlardı. Ama adam onları fark etmedi. Neler olduğunu anla-maya çalışıyordu hâlâ."Sen hayalet misin?" dedi Will ihtiyatla. Adam elini uzattı. Will eli tutmaya çalıştı, ama par-makları havayı avuçladı. Tek hissettiği soğuk bir karınca-lanmaydı.Adam bunu görünce dehşet içinde eline baktı. Uyu-318

ukluğunu üzerinden atmaya başlamıştı ve ne kadar za-vallı durumda olduğunu hissedebiliyordu. "Gerçekten," dedi, "ben ölüyüm... Öldüm ve cehen-neme gidiyorum...""Şşş," dedi Lyra, "birlikte gideriz. Adın ne?" "Adım Dirk Jansen'dı," dedi adam, "ama ben şimdi-den... Ne yapacağımı bilmiyorum... Nereye gideceğimibilmiyorum..." Will kapıyı açtı. Avlu aynı görünüyordu, mutfak bah-çesi değişmemişti, puslu bir güneş parlıyordu. Ve ada-mın cesedi dokunulmamış halde yatıyordu. Artık inkar etmenin yolu kalmamış gibi, Dirk Jan-sen'm boğazından bir inleme yükseldi. Yusufçuklar kapı-dan dışarı fırlayıp, yerin üzerinde süzüldüler ve sonrakuşlardan da hızlı yükseldiler. Adam çaresizce çevresinebakıyor, ellerini kaldırıyor, tekrar indirip bağırıyordu. "Burada kalamam... Kalamam," diyordu. "Ama bu be-nim bildiğim çiftlik değil. Bu yanlış. Gitmem lazım...""Nereye gideceksiniz Mr. Jansen?" dedi Lyra. "Yoldan aşağı. Bilmiyorum. Gitmem lazım. Buradakalamam..." Salmakia uçarak gelip Lyra'nın eline kondu. Yusufçu-ğun minik pençeleri Lyra'nın derisine battı. "Köyden çı-kan insanlar var," dedi Salmakia. "Bu adama benzeyeninsanlar -hepsi aynı yöne yürüyor." "O zaman biz de onlarla gideriz," dedi Will ve sırtçantasını omuzladı.319

Dirk Jansen gözlerini kaçırarak kendi cesedinin yanından geçiyordu. Sarhoş gibi görünüyordu, duruyoryürüyor, sağa sola sallanıyor, canlı ayaklarının çok iyi ta-nıdığı yoldaki taşlara ve çukurlara takılıyordu. Lyra Will'in peşinden gitti ve Pantalaimon bir kerke-nez olup becerebildiğince yükseğe uçarak Lyra'nm inle-mesine sebep oldu. "Haklıymışlar," dedi geri döndüğünde. "Köyden ge-len insanlar var. Ölü insanlar..." Kısa süre sonra onlar da gördü: Yirmi kadar kadın, er-kek ve çocuk şok ve kararsızlık içinde, Dirk Jansen'ıngittiği yöne yürüyordu. Köy sekiz yüz metre uzaktaydıve köylüler onlara doğru geliyordu. Birbirlerine sokul-muş, yolun ortasından yürüyorlardı. Dirk Jansen diğerhayaletleri görünce sendeleyerek koşmaya başladı veonlar da ellerini uzatarak onu selamladılar. "Nereye gittiklerini bilmemelerine rağmen, hep bera-ber gidiyorlar," dedi Lyra. "Onlarla gitsek iyi olacak.""Sence bu dünyada cinleri var mıydı?" dedi Will.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bilemiyorum. Sizin dünyanızda onlardan birini gör-seniz, hayalet olduğunu anlar mıydınız?" "Bilmek zor. Tam olarak normal görünmüyorlar... Ya-şadığım şehirde sık sık gördüğüm bir adam vardı. Hepaynı plastik torbayı taşıyarak dükkanların önünde dola-şır, kimseyle konuşmaz ve asla içeri girmezdi. Ve kimseona bakmazdı. Adamın hayalet olduğunu hayal ederdim.Bunlar biraz ona benziyorlar. Belki de dünyam hayalet-320

lerle dolu ve ben hiç bilmiyordum." "Benimkinin hayaletlerle dolu olduğunu sanmıyo-rum," decli Lyra kuşkuyla. "Her neyse, bu ölüler dünyası olmalı. Bu insanlar ye-ni ölmüş -o askerler yapmış olmalı- ve işte buradalar,hayattayken yaşadıkları dünyanın aynısı. Ben çok farklıolacağını düşünmüştüm...""Eh, soluyor," dedi Lyra. "Bak!" WilPin kolunu tutmuştu. Will durdu ve çevresine ba-kındı, Lyra haklıydı. Oxford'daki pencereyi bulmasındanve Cittâgazze dünyasına geçmesinden kısa süre önce gü-neş tutulması olmuştu ve, milyonlarca insan gibi, Will deöğlen vakti dışarıda durmuş, parlak gün ışığının solma-sını, evleri, ağaçları ve parkı tekinsiz bir alacakaranlığınkaplamasını izlemişti. Her şey parlak gün ışığı altında ol-duğu kadar berraktı, ama ölen bir güneşin tüm gücüemiliyormuş gibi, onları görecek daha az ışık vardı. Şimdi olan da buna benziyordu, ama daha tuhaftı, çün-kü her şeyin hatları bulanıklaşıyor, belirsizleşiyordu. "Kör olmaya bile benzemiyor," dedi Lyra korkuyla"çünkü göremiyor değiliz, sanki her şey yavaş yavaşluyor..." Dünyanın renkleri akıp gidiyordu sanki. A ~çimenlerin parlak yeşilinin yerini sönük h'mısır tarlasının canlı sarısının yerini södüzgün bir çiftlik evinin kiremitler'rini kan-grisi alıyordu... '<£ bi-321

Şimdi daha yakında olan insanlar da bunu fark etrrıjlerdi, etrafı işaret ediyor ve güvence için birbirlerinikollarını tutuyorlardı. Tüm manzaradaki parlak renkli şeyler yalnızca kırrrıı-zı-sarı ve parlak mavi renkli yusufçuklar, onların minikbinicileri, Will, Lyra ve kerkenez şeklinde üstlerindeuçan Pantalaimon idi. Şimdi yürüyen insan gruplarından ilkine iyice yaklaş-mışlardı ve durum ortadaydı: Hepsi hayaletti. Will veLyra birbirlerine yanaştılar, ama korkacak bir şey yoktu,çünkü hayaletler onlardan daha fazla korkuyordu, uzakduruyorlar, yaklaşmak istemiyorlardı. Will seslendi: "Korkmayın. Sizi incitmeyeceğiz. Nere-ye gidiyorsunuz?" Rehberleri oymuş gibi, aralarındaki en yaşlı adamadöndüler. "Diğerlerinin gittiği yere gidiyoruz," dedi adam. "San-ki biliyorum, ama öğrendiğimi hatırlamıyorum. Sanki yo-lun sonunda orası var. Vardığımızda bileceğiz." "Anne," dedi bir çocuk, "neden gündüz vakti hava

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kararıyor?" "Şşş, hayatım, endişe etme," dedi annesi. "Endişelen-mek bir işe yaramaz. Öldük, sanırım." "Ama nereye gidiyoruz?" dedi çocuk. "Ben ölmek is-temiyorum anne!" "Dedeni görmeye gidiyoruz," dedi annesi çaresizlikiçinde.322

Ama çocuk avunmadı, acı acı ağlamaya başladı.Truptaki diğerleri anneye sempati ve can sıkıntısıylabaktı, ama yardım etmek için yapabilecekleri hiçbir şeyvoktu. Çocuk tiz feryatlarla ağlar, ağlar, ağlarken, solanmanzarada avuntu bulamadan yürümeye devam ettiler. Şövalye Tialys, Salmakia ile konuşup ileriye uçmuştu.Will ile Lyra yusufçuğun gittikçe küçülmesini renk vecanlılık arzulayan gözlerle izlediler. Leydi gelip Will'ineline kondu. "Şövalye ileride ne olduğuna bakmaya gitti," dedi."Bu insanlar unuttuğu için manzaranın solduğunu düşü-nüyoruz. Evlerinden ne kadar uzaklaşırlarsa, etraf o ka-dar kararacak." "Ama neden yürüyorlar sence?" dedi Lyra. "Ben haya-let olsaydım, bildiğim yerlerde kalmak isterdim. Dolaş-maya çıkıp kaybolmak istemezdim." "Hayır, bir şey onları çekiyor," dedi leydi. "Bir içgüdüonları yolda yürümeye zorluyor." Köyleri gözden kaybolduktan sonra hayaletler ger-çekten de daha kararlı bir şekilde yürümeye başlamışlar-dı. Büyük bir fırtına patlamak üzereymiş gibi, gökyüzüepey kararmıştı, ama fırtınadan önce hissedilen elektrik-li gerilim yoktu. Hayaletler durmadan yürüyorlardı. Yolhiçbir belirleyici özelliği olmayan manzarada dümdüzuzanıyordu. Zaman zaman içlerinden biri, meraklanmış gibi,Will'e ya da Lyra'ya ya da parlak renkli yusufçuğa ve bi-323

nicisine bakıyordu. Sonunda en yaşlı adam konuştu- "Siz, oğlan ve kız. Siz ölü değilsiniz. Hayalet değik-niz. Neden bizimle geliyorsunuz?" "Kazara geldik," dedi Lyra ona, Will konuşamadan"Nasıl olduğunu bilmiyorum. O adamlardan kaçmaya ça-lışıyorduk ve kendimizi burada bulduk." "Gitmeniz gereken yere vardığınızı nereden anlaya-caksınız?" dedi Will. "Sanırım bize söyleyecekler," dedi hayalet güvenle."Günahkarları ve erdemlileri ayıracaklar, herhalde. Busaatten sonra dua etmenin bir faydası yok. Çok geç. Bu-nu yaşarken yapmalıydınız. Artık işe yaramaz." Hangi grupta olacağını ve bunun büyük bir grup ol-mayacağını düşündüğü de oldukça belliydi. Diğer haya-letler onu huzursuzluk içinde dinlediler, ama sahip ol-dukları tek rehber oydu, bu yüzden itiraz etmeden onuizlediler. Sonunda donuk demir grisine dönüşene dek kararanve o tonda kalan bir gökyüzünün altında sessizlik içindeilerlediler. Hayatta olanlar parlak, canlı ve neşeli bir şey-ler görebilmek için sağa sola, yukarı aşağı bakarken bul-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dular kendilerini, ama her seferinde hayal kırıklığına uğ-radılar. Sonra ileride küçük bir kıvılcım belirdi ve uçarakonlara doğru geldi. Gelen şövalyeydi. Salmakia sevinçlebağırarak, onu karşılamak için yusufçuğunu öne çıkardı. Aralarında konuştular ve hızla çocukların yanına gel-diler.324

«İleride bir kasaba var," dedi Tialys. "Mülteci kampına nziy°r> ve yüzyıllardır, hatta daha uzun süredir var oldu-ğu açık- Sanırım ötesinde bir deniz ya da göl var, ama sis-le kaplı- Kuş sesleri duydum. Ve her dakika, her yöndenvüzlerce insan geliyor -hayaletlere benzeyen insanlar..." O konuşurken, hayaletler de pek de merak duyma-dan dinlemişti. Donuk bir transa girmişlerdi sanki.Lyra'nm içinden onları sarsmak, mücadele etmeye, uyan-maya, bir çıkış yolu aramaya teşvik etmek geliyordu."Bu insanlara nasıl yardım edeceğiz Will?" dedi. Will tahmin bile edemiyordu. İlerlemeye devam eder-ken, ufukta hareketlenme olduğunu görebiliyorlardı. İle-ride pis bir duman ağır ağır yükseliyor, kasvetli havayakendi karanlığını ekliyordu. Hareket insanlardan ya dahayaletlerden kaynaklanıyordu: sıralar ya da çiftler halin-de ya da yapayalnız, ve elleri boş insanlar. Yüzlerce, bin-lerce kadın, erkek ve çocuk ovada dumanın kaynağınadoğru gidiyordu. Şimdi zemin aşağı doğru eğim kazanmıştı ve gittikçeçöplüğe benziyordu. Hava ağır ve dumanlıydı, ve başkakokular da vardı: ekşi kimyasal kokular, çürük sebze vlağım kokuları. Ve yokuştan aşağı indikçe koku1"da kötü oluyordu. Görünürde bir parça te»~le yoktu ve etraftaki yegane bitki ÖT+"ve kaba gri çimendi. Önlerinde, suyun üzerinde, birBir uçurum gibi yükselerek loş gökyı325

ve içinde bir yerden, Tialys'in bahsettiği kuş haykırışiarıgeliyordu. Çöp yığınları ile sis arasında, ilk ölüler kasabası uza-nıyordu.326

19Lyra ve ÖlümüKızgındım arkadaşıma;gazabım bitti, dedim gazabıma.William Blake Yıkıntıların arasında orada burada ateşler yakılmıştı.Kasaba karman çormandı, sokaklar ve meydanlar yoktu,binaların yıkıldığı yerler dışında açık mekân da yoktu.Birkaç kilise ve kamu binası diğerlerinden yüksek duru-yordu hâlâ, ama onların çatıları da delik deşik, duvarla-rı çatlaktı ve bir tanesinde tüm sundurma sütunlarınınüzerine yıkılmıştı. Taş binaların kabukları arasında dar-madağın bir labirente benzeyen ve çatı kirişlerinden, dö-vülüp yassıltılmış petrol tenekelerinden ya da bisküvikutularından, yırtık plastik tabakalarından, kontrplak yada yonga levhalardan inşa edilmiş baraka yığınları vardı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Onlarla gelen hayaletler kasabaya doğru seyirtiyorlar-dı ve her yönden daha fazla hayalet geliyordu, o kadarçoklardı ki, bir kum saatinin deliğine doğru akan kum327

taneleri gibi görünüyorlardı. Hayaletler, nereye gittiklerini çok iyi biliyorlarmış gibi, doğrudan kasabanın iğrenrkargaşasına yöneldiler. Lyra ile Will de onları takip ede-cek oldu, ama sonra durduruldular. Yamalı bir kapıdan biri çıktı ve seslendi: "Durun, du-run." Arkasından loş bir ışık parlıyordu ve yüz hatlarını seç-mek kolay değildi, ama onun hayalet olmadığını anladı-lar. Onlar gibi, canlıydı. Yaşı belirsiz, zayıf bir adamdı.Kasvetli, lime lime bir takım elbise giymişti, elinde birkâğıt destesi ve kurşunkalem vardı. Çıktığı bina, nadirengeçilen bir sınırdaki gümrük dairesine benziyordu."Burası neresi?" dedi Will. "Neden içeri giremiyoruz?" "Siz ölü değilsiniz," dedi adam bitkinlik içinde. "Bek-leme alanında beklemeniz gerek. Soldaki yoldan gidinve bu belgeleri kapıdaki memura verin." "Ama affedersiniz bayım," dedi Lyra, "umarım sorma-ma bir şey demezsiniz, fakat ölmediysek nasıl buraya ka-dar gelebildik? Çünkü bu ölüler dünyası, değil mi?" "Burası ölüler dünyasının banliyölerinden biri. Bazencanlılar yanlışlıkla buraya gelirler, ama yollarına devametmeden önce bekleme alanında beklemeleri gerek.""Ne kadar?""Ölene kadar." Will başının döndüğünü hissetti. Lyra'nın itiraz etmeküzere olduğunu görebiliyordu, ama o konuşamadan se-sini yükseltti. "Sonra neler olduğunu anlatabilir misiniz?328

inek istediğim, buraya gelen hayaletler sonsuza kadarbu kasabada mı kalıyorlar?" "Yo, yo," dedi memur. "Burası yalnızca aktarma lima-nı Kayıklarla buranın ötesine gidiyorlar.""Nereye?" dedi Will. "Bu, sana söyleyebileceğim bir şey değil," dedi adam.Ağzının köşeleri acı bir gülümsemeyle kıvrıldı. "İlerleyin,lütfen. Bekleme alanına gitmelisiniz." Wül adamın uzattığı kâğıtları aldı ve sonra Lyra'nınkolunu tutup çekti. Artık yusufçuklar uyuşuk uyuşuk uçuyordu. Tialysdinlenmeleri gerektiğini söyledi. Böylece, Will'in sırtçantasına tünediler ve Lyra casusların omuzlarında otur-masına izin verdi. Leopar şeklindeki Pantalaimon onlarakıskançlıkla baktı, ama bir şey demedi. Yolda ilerlediler,sefil barakaların ve lağım çukurlarının çevresinden do-landılar, bitmek tükenmek bilmeyen hayalet akınınıngelmesini ve engellenmeden kasabaya girmesini izledi-ler. "Diğerleri gibi, suyu aşmalıyız," dedi Will. "Belki bek-leme alanındaki insanlar nasıl geçeceğimizi söylerler bi-ze. Hem, kızgın ya da tehlikeli görünmüyorlar. Ne tuhaf.Bu belgeler..." Yalnızca bir defterden yırtılmış kâğıt parçalarıydı vekurşunkalemle bir şeyler karalanmış, üstleri çizilmişti.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Sanki bu insanlar bir oyun oynuyor, yolcuların ne zamanonlara meydan okuyacağını ya da pes edip gülecekleri-329

ni görmek için bekliyorlardı. Ama her şey çok gerçekgörünüyordu. Hava daha da kararmış, soğumuştu. Ne kadar Zamangeçtiğini bilmek güçtü. Lyra yarım ya da belki bir saatyürüdüklerini sanıyordu. Mekânın görünüşü değişme-mişti. Sonunda, daha önce önünde durduklarına benze-yen küçük, tahta bir barakaya vardılar. Kapının üzerindeloş bir ampul yanıyordu. Onlar yaklaşırken, diğeri gibi giyinmiş bir adam elin-de tereyağlı ekmekle dışarı çıktı ve tek kelime etmedenkâğıtlarına bakıp başını salladı. Kâğıtları geri verdi ve tam içeri girecekken Will sor-du: "Affedersiniz, şimdi nereye gideceğiz?" "Gidip kalacak bir yer bulun," dedi adam pek de ka-ba olmayan bir şekilde. "Sormanız yeter. Sizin gibi, her-kes bekliyor." Sırtını döndü ve soğuğa karşı kapıyı kapadı. Yolcularbaraka kasabasının merkezine, canlı insanların kalmasıgereken yere yöneldiler. Kasabanın çoğundan farksızdı: bir düzine kez onarıl-mış, plastik ya da oluklu sacla yamanmış, çamurlu so-kaklarda delice açılarla birbirlerine yaslanan, perişan kü-çük kulübeler. Yer yer, bir çengele asılmış bir kablo kan-galı, yakındaki kulübelerin üzerine asılmış bir iki çıplakampulü yakacak kadar akım veriyordu. Ama ışıkların bü-yük kısmı ateşlerden geliyordu. Ateşlerin dumanlı ışıltısı,büyük bir yangının son alevleriymiş de, sırf garezinden330

.-mrıeyi reddediyormuş gibi, inşaat malzemesi döküntü-l ri üzerinde kırmızı kırmızı titreşiyordu. Ama Will, Lyra ve Gallivespianlar yaklaşıp daha de-raVİı gördüklerinde, kendi başına karanlıkta oturan, du-varlara yaslanmış ya da küçük gruplar halinde toplanmışve sessizce konuşan pek çok şekil gördüler. "Neden bu insanlar içeride değil?" dedi Lyra. "Havasoğuk." "Onlar insan değil," dedi Leydi Salmakia. "Hayalet bi-le değiller. Onlar başka bir şey, ama ne olduklarını bil-miyorum." Yolcular ilk baraka grubuna vardılar. Soğuk rüzgarlahafif hafif sallanan, büyük ve zayıf elektrik ampullerindenbiriyle aydınlatılmıştı. Will elini kemerindeki bıçağa götür-dü. Dışarıda, o insan şeklindeki varlıklardan bir grup var-dı. Topuklarının üzerinde çömelmiş zar atıyorlardı. Ço-cuklar yaklaştığında doğruldular: Beş kişiydiler, hepsi er-kekti, yüzleri gölgeli, giysileri hırpani, hepsi sessizdi."Bu kasabanın adı nedir?" dedi Will. Yanıt gelmedi. Adamların bazıları bir adım geriledilerve korkuyorlarmış gibi birbirlerine sokuldular. Lyra deri-sinin karıncalandığını, kollarındaki tüylerin diken dikenolduğunu hissetti, ama nedenini anlayamıyordu. Gömle-ğinin içinde, Pantalaimon titreyerek fısıldıyordu. "Yo, yo,Lyra, olmaz, uzaklaş, lütfen geri dönelim, lütfen..." 'İnsanlar' hareket etmedi. Sonunda Will omuzlarını

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

silkip, "Eh, yine de size iyi akşamlar," dedi ve yoluna de-331

vam etti. Konuştukları tüm diğer gruplardan aynı tep^iyi aldılar ve zaman geçtikçe endişeleri büyüdü. "Will, bunlar Heyula mı?" dedi Lyra sessizce. "ArtıkHeyula görecek kadar büyüdük mü?" "Sanmıyorum. Öyle olsa bize saldırırlardı, ama onlarbizden korkuyor gibiydi. Ne olduklarını bilmiyorum." Bir kapı açıldı ve çamurlu zemine ışık döküldü. Biradam -gerçek bir adam, bir insan- kapıda durup onlarınyaklaşmasını izledi. Kapının çevresindeki küçük grup,saygı eseriymiş gibi, bir iki adım geriledi ve adamın yü-zünü gördüler: vurdumduymaz, zararsız ve ılımlı."Siz kimsiniz?" dedi adam. "Yolcular," dedi Will. "Nerede olduğumuzu bilmiyo-ruz. Bu kasaba neresi?" "Burası bekleme alanı," dedi adam. "Uzun yoldan mıgeliyorsunuz?" "Uzun, evet, ve yorgunuz," dedi Will. "Biraz yiyeceksatın alabilir miyiz? Barınak için para veririz." Adam arkalarındaki karanlığa baktı ve sonra dışarı çı-kıp, eksik birisi varmış gibi, daha uzaklara baktı. Sonrayakındaki tuhaf şekillere döndü ve sordu:14Siz herhangi bir ölüm gördünüz mü?" Şekiller başlarını iki yana salladılar ve çocuklar mırıl-tılar duydu. "Hayır, hayır, hiç." Adam döndü. Arkasında -tıpkı Will gibi- dışarı bakanyüzler vardı: bir kadın, iki küçük çocuk ve bir adam da-ha. Hepsi gergin ve endişeliydi.332

"Ölüm mü?" dedi Will. "Biz ölüm getirmedik." Ama onları endişelendiren de bu gibiydi, çünkü Willkonuştuğu zaman canlı insanlardan bir inleme yükseldive dışarıdaki şekiller bile biraz büzüldüler. "Affedersiniz," dedi Lyra, Jordan Koleji'nin kahyası dikdik ona bakıyormuş gibi, en nazik haliyle öne çıkarak."Farkına varmadan edemedim, ama buradaki bu beyler,onlar ölü mü? Kabalık ettiysem özür dilerim, ama geldiği-miz yerde çok garip karşılanırlardı ve daha önce onlarabenzeyen kimseyi görmedik. Kabalık ediyorsam lütfenbeni affedin. Ama, anlıyorsunuzdur, benim dünyamda bi-zim cinlerimiz vardır, herkesin bir cini olur, ve cini olma-yan birini gördüğümüzde şok geçiririz, tıpkı bizi gördüğü-nüzde sizin şok olmanız gibi. Ve Will'le ben yolculukederken -bu Will, ben de Lyra- cinleri yokmuş gibi görü-nen insanlar olduğunu -tıpkı Will gibi- öğrendim ve on-ların aslında benim gibi sıradan insanlar olduğunu anlaya-na kadar çok korktum. Bu yüzden, eğer bizim farklı oldu-ğumuzu düşünüyorsanız, belki de sizin dünyanızdan biri-nin bizi gördüğünde biraz kaygılanmasının sebebi budur."Adam, "Lyra mı?" dedi. "Ve Will?""Evet, efendim," dedi Lyra alçakgönüllülükle. "Cinleriniz onlar mı?" dedi adam, omuzlarındaki ca-susları göstererek. "Hayır," dedi Lyra. 'Onlar bizim hizmetkârlarımız,' de-mek geçti içinden, ama Will'in bunun kötü bir fikir oldu-ğunu düşüneceğini hissetti. Bu yüzden, "Onlar bizim ar-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

333

kadaşlarımız, Şövalye Tialys ve Leydi Salmakia. Bizimibirlikte yolculuk eden çok seçkin ve bilge kişilerdir. Ahbenim cinim de bu," dedi fare şeklindeki Pantalairrıon'ucebinden çıkararak. "Görüyorsunuz, biz zararsızız, siziincitmeyeceğimize söz veriyoruz. Ve gerçekten yiyecekve barınağa ihtiyacımız var. Yarın gideceğiz. Gerçekten " Herkes bekliyordu. Lyra'nm mütevazı ses tonu karşı-sında adamın endişesi biraz yatışmıştı, ve casuslar dagösterişsiz ve zararsız görünecek sağduyuya sahiptiler.Adam bir an duraksadıktan sonra konuştu: "Eh, garip, ama tuhaf zamanlar bunlar... İçeri girinmadem. Hoş geldiniz." Dışarıdaki şekiller başlarını salladılar, bir ikisi hafifçeeğildi ve, Will ile Lyra sıcaklığa ve aydınlığa yürürken,saygıyla kenara çekildiler. Adam kapıyı arkalarından ka-padı ve kapalı kalsın diye bir teli çiviye geçirdi. Kulübe, masadaki nafta lambasıyla aydınlanmış ve te-miz, ama eski püskü tek bir odadan oluşuyordu. Kontrp-lak duvarlar sinema dergilerinden kesilmiş resimlerle veisli parmak izleriyle yapılmış bir desenle süslenmişti. Birduvarın dibinde demir bir soba duruyordu ve önündekiçamaşır askılığında rengi atmış gömleklerden buhar çıkı-yordu. Çekmece dolabının üzerinde plastik çiçeklerden,deniz kabuklarından, renkli parfüm şişelerinden ve baş-ka gösterişli süs eşyalarından bir mabet oluşturulmuştuve hepsi silindir şapkalı, kara gözlüklü, şen bir iskeletresmini çevreliyordu.334

Baraka kalabalıktı: Adamla kadına ek olarak iki küçük cuk, beşikte bir bebek, yaşlı bir adam ve bir köşede,battaniye yığınlarının altında yatarak, battaniyeler kadarkırışık yüzündeki ışıl ışıl gözleriyle her şeyi izleyen çokyaşlı bir kadın vardı. Lyra kadına bakarken şok geçirdi:Battaniyeler kıpırdandı, siyah kol yenli çok ince bir kolçiktı ve sonra bir erkek yüzü belirdi. O kadar yaşlıydı ki,iskelet gibi görünüyordu. Aslında, canlı bir insandan zi-yade resimdeki iskelete benziyordu. Sonra Will de adamıfark etti ve hepsi birden, onun dışarıda bekleyenler gibinazik, gölgeli şekillerden biri olduğunu anladılar. Ve hep-si, adamın onları gördüğünde şaşırdığı kadar şaşırdılar. Aslında, küçük ve kalabalık barakadaki herkes -o an-da uyumakta olan bebek dışında herkes- suskun kaldı.Konuşmayı ilk başaran Lyra oldu. "Çok naziksiniz," dedi, "teşekkür ederiz, iyi akşamlar,burada olduğumuz için çok memnunuz. Dediğim gibi,işler bu şekilde yürüyorsa, ölümsüz geldiğimiz için üz-günüz. Ama sizi gerektiğinden daha fazla rahatsız etme-yiz. Biz ölüler diyarını bulmaya geldik ve burada bulun-mamızın sebebi bu. Ama onun nerede olduğunu, bura-nın ölüler diyarının bir parçası olup olmadığını, orayanasıl gidileceğini falan bilmiyoruz. Bu yüzden, bize bukonuda bir şeyler anlatabilirseniz, çok minnettar oluruz." Barakadakiler hâlâ bakıyorlardı, ama Lyra'nın sözlerihavayı biraz yumuşatmıştı. Kadın bir sıra çekerek, onla-rı masada oturmaya davet etti. Will ile Lyra uyuyan yu-335

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sufçukları karanlık bir köşedeki rafa kaldırdılar. Tialv<-gün ışıyana kadar dinleneceklerini söyledi. Sonra Gali'vespianlar da masada onlara katıldı. Kadın yahni pişiriyordu. Çoğalsın diye iki patates so-yup yahninin içine doğradı ve kocasına, yemek pişerkenkonuklarına içecek bir şey sunmasını söyledi. Adam, ko-kusu Lyra'ya Çingenlerin jenniver'larını hatırlatan berraksert bir içkiyle dolu bir şişe çıkardı. İki casus bir barda-ğı kabul etti ve içine kendi bardaklarını daldırdılar. Lyra ailenin daha çok Gallivespianlara bakacağını dü-şünmüştü, ama merakları aynı ölçüde ona ve Will'e deyöneltilmişti. Nedenini sormak için fazla beklemedi. "Ölümsüz gördüğümüz ilk insanlar sizlersiniz," dedi,adının Peter olduğunu öğrendikleri adam. "Yani, biz bura-ya geldiğimizden beri. Biz de sizin gibiyiz, tesadüf ya dakaza eseri, buraya ölmeden geldik. Kendi ölümümüz za-manımızın dolduğunu söyleyene kadar beklemek zorun-dayız.""Sizin ölümünüz söyleyene kadar mı?" dedi Lyra. "Evet. Ah, çoğumuz için çok uzun zaman önce, bura-ya geldiğimizde, ölümlerimizi yanımızda getirdiğimiziöğrendik. Bunu burada öğrendik. Onlar her zaman yanı-mızda ve biz hiç bilmiyorduk. Bakın, herkesin bir ölümüvardır. Hayatları boyunca her yere onlarla giderler, yanı-başlarındadırlar. Bizim ölümlerimiz dışarıda, hava alıyor-lar; yavaş yavaş gelirler. Nine'nin ölümü orada, yanında,onun çok yakınında."336

"Ölümünüzün devamlı yanınızda olması sizi korkut-muyor mu?" dedi Lyra. "Neden korkutsun ki? Eğer o buradaysa, ona göz ku-lak olabilirsin. Nerede olduğunu bilmesem çok daha faz-la endişelenirdim." "Ve herkesin kendi ölümü var, öyle mi?" dedi Willhayretle. "Evet, doğduğunuz an sizinle birlikte ölümünüz dedünyaya gelir ve sizi alıp götüren de ölümünüzdür." "Ah," dedi Lyra, "bizim de bilmemiz gereken bu, çün-kü ölüler diyarını bulmaya çalışıyoruz ve oraya nasıl gi-deceğimizi bilmiyoruz. Öyleyse öldüğümüz zaman nere-ye gidiyoruz?" "Ölümün omzuna dokunuyor ya da elini tutuyor ve,benimle gel, zamanın doldu, diyor. Ateşli hastalığa yaka-landığında ya da bir parça kuru ekmek boğazına takıldı-ğında ya da yüksek bir binadan düştüğünde olabilir bu.Hissettiğin acının ve mücadelenin ortasında, ölümün na-zikçe sana gelir ve der ki, artık sakin ol çocuğum, benim-le gel, gölün üzerindeki sislere giden kayığa sen de bin.Orada ne olduğunu kimse bilmiyor. Kimse geri dönmedi." Kadın çocuklardan birine ölümleri içeri çağırmasınısöyledi ve çocuk kapıya koşup ölümlerle konuştu.Ölümler -ailenin her üyesi için bir tane- kapıdan içerigirerken Will ile Lyra hayretle izledi, Gallivespianlar bir-birlerine yanaştılar: hırpani kıyafetler içinde, kasvetli,sessiz, donuk, solgun, dikkat çekmeyen şekiller.337

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Ölümleriniz bunlar mı?" dedi Tialys."Evet, öyle bayım," dedi Peter. "Gitme zamanının geldiğini ne zaman söyleyecekleri-ni biliyor musunuz?" "Hayır. Ama yakında olduklarını biliyorsunuz ve bubir teselli oluyor." Tialys hiçbir şey söylemedi, ama böyle bir şeyin tesel-li olmayacağını hissettiği açıktı. Ölümler nazikçe duvardibinde durdular. Ne kadar az yer kapladıklarını, ne ka-dar az dikkat çektiklerini görmek tuhaftı. Kısa süre son-ra Lyra ve Will onları görmezden geldiklerini fark ettiler,ama Will şöyle düşündü: öldürdüğüm adamlar -onca za-man ölümleri yanıbaşlarmdaydı- bilmiyorlardı, ben debilmiyordum... Kadın, Martha, yahniyi çentilmiş emaye tabaklara da-ğıttı ve ölümlerin kendi aralarında dolaştırmaları için birçanak doldurdu. Ölümler yemediler, ama güzel kokuonları memnun ediyordu. Bütün aile ve konukları yeme-ği iştahla yediler. Peter çocuklara nereden geldiklerini vedünyalarının neye benzediğini sordu."Her şeyi anlatacağım," dedi Lyra. Bunu söylerken, kontrolü ele alırken, bir parça zevkduygusunun göğsünde şampanya kabarcıkları gibi yük-seldiğini hissetti. Will'in izlediğini biliyordu, onun kendi-sini, en başarılı olduğu şeyi yaparken, bunu Will ve di-ğerleri için yaparken göreceği için mutluydu.Anne babasını anlatarak başladı. Onlar bir dük ile dü-338

esti, çok önemli ve zengin insanlardı, siyasi düşmanlarıbir aldatmacayla mülklerini kaybetmelerine, hapse atıl-malarına sebep olmuştu. Ama onlar, babasının kolların-daki bebek Lyra ile birlikte, bir halata tutuna tutuna ine-rek kaçmayı başarmış ve ailenin servetini yeniden ka-zanmışlardı, fakat daha sonra kanun kaçaklarının saldırı-sına uğramış, öldürülmüşlerdi. Lyra da öldürülecek, kı-zartılıp yenecekti, ama Will tam zamanında onu kurtar-mış, onu kurtların yanma, onlardan biri gibi yetiştirildiğiormana götürmüştü. O da bebekken babasının gemisin-den düşmüş ve ıssız bir kıyıya sürüklenmişti. Orada birkurt onu. emzirmiş, yaşatmıştı. Kulübedeki insanlar bu saçmalıkları uysal bir saflıkladinlediler. Ölüler bile duyabilmek için yanaştılar, Lyraormanda Will'le geçirdiği hayatı anlatırken ılımlı ve na-zik yüzlerle ona baktılar. Will ile Lyra bir süre kurtlarla kalmış ve sonra Ox-ford'a gidip, Jordan Koleji'nin mutfaklarında çalışmışlar-dı. Orada Roger'la tanışmışlardı ve, Jordan, Kil Yatakla-rında yaşayan tuğlacıların saldırısına uğradığında aceley-le kaçmaları gerekmişti. Böylece Lyra, Will ve Roger Çin-genlerin dar teknelerinden birini ele geçirmiş, Tha-mes'ten aşağı seyretmiş, Abingdon Bariyeri'nde yakalan-malarına ramak kalmıştı. Sonra Wapping korsanları tek-nelerini batırmıştı, ve kendilerini güvenli bir yere atmakiçin, Cathay'daki Hang Chow'da çay ticareti yapmak üze-re yola çıkmaya hazırlanan üç direkli bir yelkenliye ka-339

dar yüzmek zorunda kalmışlardı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ve gemide Gallivespianlarla tanışmışlardı. OnlarAy'dan gelen yabancılardı, Samanyolu'ndan esen şiddet-li bir fırtınada yeryüzüne uçmuşlardı. Geminin gözlemyuvasına sığınmışlardı, Lyra, Will ve Roger sırayla orayatırmanıp onları ziyaret ediyordu. Ama bir gün Roger'mayağı kaymış ve denizin dibini boylamıştı. Kaptanı gemiyi geri döndürüp onu aramaya ikna et-meye çalışmışlardı, ama adam sert, haşin biriydi, Cat-hay'a çabucak vararak kazanacağı kârla ilgileniyorduyalnızca ve onları zincire vurdurtmuştu. Ama Gallivespi-anlar onlara bir eğe getirmişti ve... Vesaire, vesaire. Lyra zaman zaman WilPe ya da ca-suslara dönüp doğrulamalarını istiyordu, ve Salmakia biriki detay ekliyor ya da Will başını sallıyordu. Hikâye do-lana dolana, Lyra'nm anne babasından aile servetinin ne-reye gömüldüğü sırrını öğrenmek için çocukların veAy'dan gelen arkadaşlarının ölüler diyarına gelmek zo-runda kalmalarına gelip dayandı. "Sizin bildiğiniz gibi, bizim ülkemizde, kendi ölümleri-mizden haberimiz olsa," dedi Lyra, "muhtemelen her şeydaha kolay olurdu. Ama sanırım buraya geldiğimiz içinçok şanslıyız, çünkü burada tavsiye alabiliriz. Ve bu kadarnazik davrandığınız, bizi dinlediğiniz, bize yemek verdiği-niz için çok teşekkür ederiz, gerçekten çok naziksiniz. "Ama şimdi bize gereken, ya da belki sabaha gereke-cek olan, şu: Ölüler gibi suyun üzerinden geçmemiz ve340

onların gittiği Yere gidebiliyor muyuz diye bakmamız la-Zırn. Kiralayabileceğimiz kayık falan var mı?" Kuşkulu görünüyorlardı. Yorgunluktan kızarmış ço-cuklar uykulu gözlerle bir yetişkinden diğerine baktılar,ama kimse nerede kayık bulabileceklerini söylemedi. Sonra, daha önce hiç konuşmamış bir ses duyuldu.Köşedeki örtülerin derinliklerinden, genizden gelen ku-ru, çatlak bir ses konuştu -ama bir kadın sesi değildi-canlı bir varlığın sesi değildi: Ninenin ölümünün sesiydi. "Gölü geçip ölüler diyarına gitmenizin tek yolu," de-di, dirseğinin üzerinde doğrulup sıska parmağını Lyra'yauzatarak, "ölümlerinizin yanınızda olması. Kendi ölümle-rinizi çağırmaksınız. Sizin gibi, kendi ölümlerini uzak tu-tan insanlar duydum. Onlardan hoşlanmıyorsunuz, onlarda nezaketen, gözünüze ilişmiyor. Ama çok uzakta de-ğiller. Ne zaman başınızı çevirseniz, ölümünüz arkanızasaklanıyor. Nereye bakarsanız bakın, saklanıyorlar. On-lar bir çay fincanının içine bile saklanabilir. Ya da bir çiydamlasına. Ya da bir nefes rüzgara. Ben ve ihtiyar Mag-da gibi değil," deyip kadının kırışık yüzünden makas al-dı, ama kadın onun elini ittirdi. "Biz iyilik ve dostlukiçinde, birlikte yaşıyoruz. Yanıt bu işte, o kadar, yapma-nız gereken bu, hoş geldiniz deyin, arkadaş olun, nazikdavranın, ölümlerinizi yakınınıza davet edin, onları nele-re ikna edebileceğinize bakın." Adamın sözleri Lyra'nın zihnine ağır taşlar gibi düşü-yordu. Will de onların ölümcül ağırlığını hissediyordu.341

"Bunu nasıl yapmalıyız?" dedi Will."Dilemeniz yeterli. O zaman olur."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Durun," dedi Tialys. Bütün gözler ona döndü. Yerde yatan ölümler doğru-lup oturdular ve boş, ılımlı yüzlerle minik, tutkulu ada-ma baktılar. Tialys Salmakia'nm yakınında duruyordu veelini onun omzuna koymuştu. Lyra onun ne düşündüğü-nü görebiliyordu: Bu işin fazla ileri gittiğini, geri dönme-leri gerektiğini, bu aptallığı sorumsuzluğun zirvelerinetaşıdıklarını söyleyecekti. Bu yüzden Lyra araya girdi. "Affedersiniz," dedi insanPeter'a, "ama ben ve arkadaşım şövalye bir dakikalığınadışarı çıkmalıyız, çünkü kendisi bendeki özel aletleAy'daki arkadaşlarıyla konuşmak zorunda. Fazla sür-mez." İğnelerinden kaçınarak Tialys'i dikkatle aldı ve dışarı-daki karanlığa taşıdı. Dışarıda, yerinden gevşemiş, oluk-lu sacdan bir çatı parçası soğuk rüzgarda melankolik birsesle çarpıyordu. "Durmalısınız," dedi adam, Lyra onu ters çevrilmiş biryağ fıçısının üzerine bırakırken. Bir kablodan sarkanelektrik ampulü tepelerinde zayıf bir ışık veriyordu. "Bukadar ileri gittiğiniz yeter. Daha fazla gitmeyin.""Ama bir anlaşma yaptık," dedi Lyra."Yo, yo. Bu kadar da değil." "Tamam. Gidin. Uçarak geri dönün. Will sizin dünya-

nıza, ya da dilediğiniz dünyaya bir pencere açar ve pen-342

çeteden geçip güvenliğe kavuşursunuz, sorun değil, bizaldırmayız.""Ne yaptığının farkında mısın?""Evet." "Değilsin. Sen düşüncesiz, sorumsuz, yalancı bir ço-cuksun. O kadar kolay hayal kuruyorsun ki! Mizacındayalancılık var ve yüzüne bakarken bile itiraf edemiyor-sun gerçeği. Eh, sen göremiyorsan, ben sana açık açıksöyleyeyim: Ölme riskine giremezsiniz, girmemelisiniz.Şimdi bizimle birlikte geri dönmelisiniz. Lord Asriel'i ara-rım ve birkaç saat içinde kalede güvende oluruz." Lyra göğsünde büyük bir öfke hıçkırığının kabardığı-nı hissetti ve ayağını yere vurdu. "Sen bilmiyorsun," diye bağırdı, "kafamda ve yüre-ğimde ne olduğunu bilmiyorsun, değil mi? Sizin çocuk-larınız oluyor mu, bilmiyorum, belki yumurta falan ya-pıyorsunuzdur, hiç şaşmazdım, çünkü iyi değilsiniz, cö-mert değilsiniz, düşünceli değilsiniz -zalim bile değilsi-niz- zalim olmanız daha iyi olurdu, çünkü bizi ciddiyealdığınız, sırf içinizden gelmediği için bize eşlik etmedi-ğiniz anlamına gelirdi... Ah, artık size hiç güvenemem!Yardım edeceğinizi, birlikte yapacağımızı söylediniz veşimdi bizi durdurmak istiyorsunuz -asıl yalancı sensinTialys!" "Kendi çocuğum olsa, benimle böylesine kibirli veküstah bir tavırla konuşmasına izin vermezdim Lyra -se-ni neden daha önce cezalandırmadım..."343

"Yap o zaman! Beni cezalandır, çünkü cezalandırabilj ?sin! O kahrolası iğnelerini çıkar ve iyice bastır, hadi! İşte

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

elim -yap! Yüreğimde ne olduğunu hiç bilmiyorsun, senigururlu bencil yaratık -arkadaşım Roger için ne kadarüzüldüğümü, ne kadar kötü hissettiğimi hiç bilmiyorsun-siz öylesine adam öldürüyorsunuz," dedi parmağını şıkla-tarak, "sizin için hiç önemli değiller -ama benim için, ar-kadaşım Roger'a veda edememiş olmak çok üzücü, tambir işkence, ve ondan özür dilemek, elimden geldiğincebunu telafi etmek istiyorum- onca gurura, onca yetişkinzekana rağmen sen bunu asla anlamazsın -ve doğru şeyiyaparken ölmem gerekiyorsa, ölürüm, hem de mutluluk-la ölürüm. Bundan daha kötüsünü gördüm. Demek beniöldürmek istiyorsun, seni sert adam, seni güçlü adam, se-ni zehirli adam, seni şövalye, yap o zaman, hadi, öldürbeni. O zaman ben ve Roger sonsuza dek ölüler diyarın-da oyun oynayabiliriz ve sana güleriz, seni zavallı şey." Tialys'in o anda ne yapabileceğini bilmek güçtü, çün-kü tepeden tırnağa tutkulu bir öfkeyle yanıyor, titriyor-du. Ama o kıpırdayacak zaman bulamadan Lyra'nm ar-kasından bir ses konuştu ve ikisi de ürperdiklerini his-settiler. Lyra, ne göreceğini bilerek ve cesaret gösterisinerağmen korkarak, arkasına döndü. Ölüm yanıbaşında duruyor, nazikçe gülümsüyordu.Yüzü, Lyra'nm gördüğü diğerlerine benziyordu, ama buonunkiydi, kendi ölümü. Ermin biçimindeki Pantalaimonkoynunda uludu, yukarı tırmanıp boynuna dolandı ve344

Tvra'yı ölümünden uzaklaştırmaya çalıştı. Ama böyle ya-narken kendisi ölüme yaklaştı ve bunu fark ettiğinde yineTyra'nın ılık boğazında, güçlü nabzının yakınında büzüldü. Lyra onu sıkıca tuttu ve ölümüyle yüzleşti. Onun nedediğini haürlayamıyordu, göz ucuyla Tialys'in mıknatıs-lı yankı cihazını çabucak hazırladığını gördü."Sen benim ölümümsün, değil mi?" dedi."Evet, hayatım," dedi ölüm."Daha beni götürmeyeceksin, değil mi?""Beni sen çağırdın. Ben her zaman buradayım." "Evet, ama... Çağırdım, evet, ama... Ölüler diyarınagitmek istiyorum, bu doğru. Ama ölmek için değil. Öl-mek istemiyorum. Hayatta olmayı seviyorum, cinimi se-viyorum ve... Oraya cinler gitmiyor, değil mi? İnsanlar öl-düğü zaman onların kaybolduğunu, mum gibi söndüğü-nü gördüm. Ölüler diyarında cin var mı?" "Hayır," dedi ölüm. "Cinin havaya karışıyor, sensetoprağa." "O zaman, ölüler diyarına giderken cinimi de yanım-da götürmek istiyorum," dedi Lyra kararlılıkla. "Ve geridönmek istiyorum. Bunu yapan insan var mı hiç?" "Çağlardır yok. Sonunda çocuğum, çabasızca, tehlike-ye atılmadan ölüler diyarına geleceksin, güvenli ve sakinbir yolculuk olacak, hayatının her anında yanında olan,seni senden iyi tanıyan kendi ölümün, sana adanmışözel arkadaşın yanında olacak...""Ama benim adanmış ve özel arkadaşım Pantala-345

imon\ Seni tanımıyorum Ölüm, Pan'ı tanıyorum ve pan>seviyorum. Eğer o -eğer biz..." Ölüm başını sallıyordu. İlgili ve nazik görünüyordu

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ama Lyra onun ne olduğunu bir anlığına bile unutarru-yordu: kendi ölümü, hem de yanıbaşında. "Şimdi gitmenin zor olacağını biliyorum," dedi kendi-ne hakim olarak, "tehlikeli de olacak, ama gitmek istiyo-rum Ölüm, gerçekten istiyorum. Will de istiyor. İkimizde sevdiklerimizi çok erken kaybettik ve telafi etmemizgerekiyor, en azından benim için öyle." "Herkes, ölüler diyarına gidenlerle bir kez daha ko-nuşmayı ister. Neden senin için istisna yapılsın?" "Çünkü," diye başladı Lyra yalan söyleyerek, "çünküorada yapmam gereken bir şey var. Yalnızca arkadaşımRoger'ı görmeyeceğim, bir şey daha yapacağım. Bir me-lek benden başka kimsenin yapamayacağı bir görev ver-di bana. Doğal yollardan ölmeyi beklememe izin verme-yecek kadar önemli, hemen yapılması gerekiyor. Bak,melek bana bu işi yapmamı emretti. WiH'le ben bu yüz-den buraya geldik. Yapmak zorundayız." Tialys cihazı bir kenara kaldırdı ve oturup çocuğunkendi ölümüne, kimsenin gitmemesi gereken yere götü-rülmek için yalvarmasını izledi. Ölüm kafasını kaşıdı ve ellerini kaldırdı, ama Lyra'nınsözlerini hiçbir şey durduramazdı, arzusunu hiçbir şeyengelleyemezdi, korku bile: O ölümden daha kötüsünügörmüştü, öyle iddia ediyordu.346

Sonunda ölüm şöyle dedi: "Hiçbir şey seni engellemeyecekse, o zaman tek söy-leyebileceğim şu: Benimle gel, seni oraya, ölüler diyarı-na götüreyim. Senin rehberin olacağım. Sana içeri girme-nin yolunu gösterebilirim, ama dışarı çıkma zamanı gel-diğinde, kendi başına halletmek zorundasın." "Arkadaşlarım da gelecek," dedi Lyra. "ArkadaşımWül ve diğerleri." "Lyra," dedi Tialys, "içgüdülerimizi göz ardı edip se-ninle geleceğiz. Bir dakika önce sana kızgındım. Ama işisen zorlaştırıyorsun..." Lyra uzlaşma zamanının geldiğini biliyordu ve, dedi-ğini yaptırdığına göre, bunu mutlulukla yapardı. "Evet," dedi, "çok üzgünüm Tialys, ama sen kızma-san, bize rehberlik edecek bu beyefendiyi bulamazdık.Bu yüzden, sen ve leydi burada olduğunuz için memnu-num, bizimle geldiğiniz için size gerçekten minnettarım." Böylece Lyra kendi ölümünü, onu ve diğerlerini Ro-ger'm, Will'in babasının, Tony Makarios'un ve başka pekçok kişinin gittiği yere götürmeye ikna etti. Ölümü, gök-yüzünde ilk ışıklar belirdiğinde iskeleye gidip yola çık-maya hazırlanmalarını söyledi. Ama Pantalaimon ürperiyor, titriyordu. Lyra ne yapar-sa yapsın onu yatıştıramadı, elinde olmadan çıkardığı ha-fif inlemeleri dindiremedi. Bu yüzden, diğerleri ile birlik-te barakanın zeminine yattığında uykusu sık sık kesildi.Ölümü yanında oturdu ve onu bekledi.347

20TırmanışBöyle eriştim ona,yavaşça tırmanarak

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mutlulukla aramdaki dallara tutunarakEmily Dickinson Mulefa pek çok halat ve sicim türü yapıyordu. MaryMalone bir sabahı Atal'm ailesinin ambanndaki halatlarıinceleyerek geçirdi. Bu dünyada kıvırıp bükme ilkesi ge-lişmemişti, o yüzden bütün sicimler ve halatlar örülmüş-tü. Ama sağlam ve esnektiler, ve Mary kısa zamanda tamistediği türden halatı buldu.Ne yapıyorsun? dedi Atal. Mulefa dilinde tırmanma sözcüğü yoktu, bu yüzdenMary bir sürü jestle ve dolaylı anlatımla açıklamak zo-runda kaldı. Atal dehşete düştü.Ağaçların yüksek yerine mi gideceksin? Neler olduğunu görmek zorundayım, diye açıkladıMary. Sen halatı hazırlamama yardım edebilirsin.348

Mary Kaliforniya'dayken, hafta sonlarını ağaçlara tır-manarak geçiren bir matematikçiyle tanışmıştı. Mary debiraz kaya tırmanışı yapmıştı, adam teknikleri ve aletlerianlatırken hevesle dinlemiş, ilk fırsatta denemeye kararvermişti- Elbette bir başka evrende ağaçlara tırmanacağı-nl hiç düşünmemişti, yalnız başına tırmanmak da pek çe-kici gelmiyordu, ama başka seçeneği yoktu. Elinden ge-len tek şey tırmanışı mümkün olduğunca güvenli bir ha-le getirmek için hazırlanmaktı. Yüksek bir ağacın dallarından birine uzanabilecek ka-dar uzun, kendi ağırlığının kat kat fazlasını taşıyabilecekkadar sağlam bir halat kangalı aldı. Sonra daha kısa, amadaha sağlam bir halattan kısa parçalar kesti ve onlarla as-kılar yaptı: asıl halata bağladığı zaman el ve ayak destek-leri olacak, balıkçı düğümüyle bağlanmış kısa halkalar. Bir de, halatı daim üzerinden aşırma meselesi vardı.İnce, sağlam bir sicim ve esnek bir dalla bir iki saat uğ-raştıktan sonra yay yapmayı başardı, isviçre çakısı ile ok-lar kesti ve dengeli uçması için tüy yerine kalın yaprak-lar bağladı; bir günlük çalışma sonucunda Mary başlama-ya hazırdı. Ama güneş batıyordu ve elleri yorgundu. Dal-gın dalgın yemeğini yedi ve uyudu. Bu arada, mulefa ez-gili fısıltılarla usulca tartışıp duruyordu. Sabah ilk iş, oku dalın üzerinden aşırmak için çalış-maya koyuldu. Mulefa dan bazıları toplanmış onu izliyorve güvenliği için endişe ediyorlardı. Tekerlekli yaratıklariçin tırmanmak o kadar yabancı bir kavramdı ki, bunu349

düşünmek bile onları dehşete düşürmeye yetiyordu. Mary ne hissettiklerini içten içe anlıyordu. Endişesin;bastırdı ve en ince, en hafif ipin bir ucunu oklardan bi-rine bağladı. Yayı kullanarak yukarı fırlattı. İlk oku kaybetti: Biraz yüksekte ağaç kabuğuna sap-landı ve orada kaldı. İkinci oku da kaybetti, çünkü dalınüzerinden aşmasına rağmen yere ulaşmadı ve Mary onugeri çekerken bir yere takılıp kırıldı. Uzun ip kırık oklabirlikte yere düştü. Mary üçüncü ve son okuyla denedive bu sefer başardı. İpi bir yere taktırmamak ve koparmamak için dikkat-le, düzenlice çekerek halatı dalın üzerinden aşırdı ve ikiucu da yere gelene kadar çekiştirdi. Sonra ikisini de, de-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

vasa köklerden birine sağlamca bağladı. Kök Mary'ninkalçaları kadar kalındı, bu yüzden sağlam olacağını dü-şünüyordu. Sağlam olsa iyi olurdu. Ama yerden bakınca,güvenliğinin ne tür bir dala bağlı olduğunu göremiyor-du. Halatı birkaç metre aralıklı çengellere bağladığınızve bu nedenle, ne olursa olsun, uzun bir düşme aralığıolmayan kaya tırmanışının aksine, bu girişimde tek biruzun, serbest halat vardı ve bir şey yanlış giderse olduk-ça uzun bir düşüş yaşayabilirdi. Kendini biraz daha gü-vene almak için, üç kısa halatı örerek bir bağlama kayı-şı yaptı, üzerine geçirdi ve uçlarını ana halatın uçların-dan geçirerek, kaymaya başladığı anda sıkıştırabileceğigevşek düğümlerle bağladı.Mary ayağını ilk askıya taktı ve tırmanmaya başladı.350

Dallara beklediğinden daha kısa zamanda ulaştı. Tır-manmak kolay oldu, halat ellerinde gayet uysaldı ve, ilkdaim tepesine çıkmak konusunda düşünmek istemesede ağaç kabuğundaki derin yarıkların tutunmasına yar-dım ettiğini ve kendini güvende hissettirdiğini gördü. As-lında, ayağının yerden kesilmesinden on beş dakika son-ra Ük dalın üzerinde durmuş, bir sonraki dala nasıl çıka-cağını hesaplıyordu. Kayalara tırmanırken güvendiği çengellerin, halkala-rın, 'arkadaşların' ve diğer araçların yerini tutacak, sabitbir halatlar ağı yapma niyetiyle, yanında iki halat kanga-lı daha getirmişti. Onları doğru yerlere bağlamak birazuzun sürdü. Kendini güvene aldıktan sonra, en umut ve-rici görünen dalı seçip yedek halatını sardı ve yine yolakoyuldu. On dakikalık dikkatli bir tırmanıştan sonra kendinidalların en yoğun yerinde buldu. Uzun yapraklara uza-nıp ellerini üstlerinde dolaştırabiliyordu. Soluk beyaz,inanılmaz derecede küçük çiçekler buldu. Her biri ma-deni para büyüklüğüne geliyor ve sonra büyük, demirkadar sert tohum zarflarına dönüşüyordu. Üç dalın çatal yaptığı rahat-bir yer buldu, halatı sağ-lamca bağladı, bağlama kayışını tutturdu ve dinlendi. Yaprakların arasından, ufka kadar uzanan berrak, ışıl-tılı, mavi denizi; diğer yönde, sağ omzunun üzerinden,siyah yolların kestiği, yükselip alçalan altm-kahverengikırları görebiliyordu.351

Çiçeklerden hafif bir koku getiren ve sert yapraklan

hışırdatan bir esinti vardı. Mary muazzam, belirsiz ve iyibir varlığın dev ellerle onu havada tuttuğunu hayal ettiBüyük dalların çatalında uzanırken, daha önce yalnızcabir kez yaşadığı türden bir mutluluk hissetti; rahibe ye-mini ettiği andaki duyguları değildi söz konusu olan. Sonunda, çatalın oyuğunda tuhaf bir açıyla duran sağayak bileğindeki krampla kendine geldi. Bileğini büke-rek krampın geçmesini bekledi ve onu saran mutlulukokyanusuyla başı dönmeye devam ederken dikkatini el-deki işe çevirdi. Mulefaya, srafı görmek için özsuyuyla kaplanmış lakeplakaların bir karış uzaklıkta tutulması gerektiğini açıkla-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mıştı. Onlar sorunu hemen görmüş ve bambudan kısabir silindir kesip kehribar plakaları iki ucuna tutturarakdürbüne benzeyen bir şey yapmışlardı. Mary dürbünügöğüs cebinde taşıyordu. Onu çıkardı. İçinden baktığızaman süzülen altın kıvılcımları, srafı, Gölgeleri, Lyra'nmToz'unu gördü. Rüzgarda uçuşan minik varlıklardan olu-şan engin bir bulut gibi görünüyorlardı. Çoğunluğu, gü-neş ışığı huzmelerindeki toz zerrecikleri ya da bir bardaksudaki moleküller gibi gelişigüzel süzülüyordu.Çoğunluğu. Mary bakmaya devam ettikçe, bir tür hareket görme-ye başladı. Gelişigüzel uçuşan zerrelerde daha derin, da-ha ağır, genel bir hareket vardı ve karadan denize doğ-ru akıyordu.352

Bu merak uyandırıcıydı. Kendini sabit halatlardan bi-rine bağlayarak yatay dalın üzerinde emekledi ve bula-bildiği çiçeklere yakından baktı. Ve neler olduğunu he-men gördü. İyice emin olana dek bekledi ve sonra uzun,zorlu, dikkatli iniş yolculuğuna başladı. Mary mulefayı korku içinde buldu. Yerden o kadaryükseğe tırmanan arkadaşları için bin ayrı endişeye ka-pılmışlardı. Özellikle Atal onu görünce rahatladı, hortumuylaMary'nin her yerini yokladı, sapasağlam olduğunu anla-yınca nazik inlemeler çıkardı ve bir düzine kadar zalif ilebirlikte onu hızla köye taşıdı. Sırta geldiklerinde, köyde kalanlar haberi ağızdan ağ-za yaydı, ve grup konuşma yerine vardığında kalabalıko kadar yoğundu ki, Mary söyleyeceklerini dinlemek içinbir sürü ziyaretçi geldiğini tahmin etti. Onlara daha iyihaberler verebilmeyi diledi. İhtiyar zalif Sattamax platforma çıktı ve Mary'ye sıcakbir tavırla hoş geldin dedi. Mary hatırlayabildiği tüm mu-lefa jestleriyle karşılık verdi. Selamlaşma sona erdiğindekonuşmaya başladı. Duraksaya duraksaya, pek çok dolaylı anlatımla, açık-ladı: Dostlarım, ağaçlarınızın yüksek dallarına çıktım vebüyüyen yapraklara, genç çiçeklere ve tohum zarflarınayakından baktım.353

Gördüm ki, ağaç tepelerinde bir sraf akıntısı var H-ye devam etti, ve rüzgara karşı hareket ediyor. Hava dnizden karaya doğru akıyor, ama sraf yavaş yavaş Hnun aksi yönünde hareket ediyor. Bunu yerden görebilyor musunuz? Çünkü ben göremedim.Hayır, dedi Satamax. Bunu ilk kez duyuyoruz. Şey, diye devam etti Mary, ağaçlar dalların arasın-dan geçen srafı süzüyor ve çiçekler bir kısmını kendileri-ne çekiyor. Nasıl olduğunu gördüm: Çiçekler yukarıdönmüş ve sraf doğrudan üstlerine yağıyor olsaydı, taçyaprakların içine girecek, onları yıldızlardan gelen po-len gibi dölleyecekti. Ama sraf yukarıdan aşağı yağmıyor, denize doğru gi-diyor. Çiçek tesadüfen karaya dönükse, sraf içine girebi-liyor. İşte bu yüzden hâlâ büyüyen tohum zarfları var.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama çoğunluğu yukarı bakıyor ve sraf içlerine girme-den, yanlarından süzülüp gidiyor. Çiçekler, geçmiştesraf hep yukarıdan aşağı yağdığı için bu şekilde evrim-leşmiş olmalı. Ağaçlara değil, srafa bir şey olmuş. Ve buakıntıyı yalnızca yukarıda görebiliyorsunuz, işte o ne-denle hiç haberiniz yoktu. Bu yüzden, ağaçları ve mulefa hayatını kurtarmakistiyorsanız, srafın neden bu şekilde davrandığını bul-mamız gerekiyor. Şimdilik aklıma bunu yapmanın biryolu gelmiyor, ama bulmaya çalışacağım. Çoğunun bu Toz akıntısını görmek için başlarını gök-yüzüne kaldırdığını gördü. Ama yerden göremiyorlardi:354

Mary de dürbünüyle bakmıştı, ama tek görebildiği gök-yüzünün koyu mavişiydi Uzun uzun konuştular, efsanelerinde ve tarihçelerin-de sraf rüzgarından bahsedilip bahsedilmediğini hatırla-maya çalıştılar, ama hiç böyle bir bahis yoktu. Şimdiyedek tek bildikleri srafın, her zamanki gibi, yıldızlardangeldiğiydi. Sonunda, Mary'ye aklına bir fikir gelip gelmediğinisordular. Mary şöyle dedi: Daha fazla gözlem yapmam gerek. Rüzgar hep aynıyönde mi esiyor, yoksa gece ve gündüz değişen havaakımları gibi yön mü değiştiriyor, öğrenmeliyim. Buyüzden ağaç tepelerinde daha fazla zaman geçirmem,orada uyumam, geceleyin gözlem yapmam gerek. Güveniçinde uyuyabilmemi sağlayacak bir tür platform yap-mak için yardımınıza ihtiyacım olacak. Ama gerçektendaha fazla gözleme ihtiyacımız var. Pratik yaratıklar olan ve öğrenmek için can atan mu-lefa, Mary neye ihtiyaç duyuyorsa hemen yapmayı öner-di. Makara ve palanga kullanma tekniklerini biliyorlardı.Biri, tırmanmak gibi tehlikeli bir işten kurtulması içinMary'yi yukarı çekmenin bir yolunu önerdi. Yapacak bir iş bulmaktan dolayı memnun bir haldehemen malzeme toparlamaya koyuldular; Mary'nin reh-berliğinde ördüler, düğümlediler, direkler, halatlar ve ip-ler bağladılar, ve Mary'nin ağaç tepesine kuracağı göz-lem platformu için ihtiyaç duyduğu her şeyi hazırladılar.355

Peder Gomez zeytinlikte yaşayan ihtiyar çiftle konutuktan sonra izi kaybetti. Günler boyunca her yönde ardi, soruşturdu, ama kadın ortadan yok olmuş gibiydi Bu cesaret kırıcı olsa da, asla pes etmezdi; boynunda-ki haç ve sırtındaki tüfek, görevi tamamlama kararlığınınişaretleriydi. Ama hava dönmeseydi, çok daha fazla zaman harca-mak zorunda kalırdı. İçinde bulunduğu dünyada hava sı-cak ve kuruydu, ve susuzluğu gittikçe artıyordu. Bir ka-ya yığınının tepesinde bir ıslaklık fark etti ve orada birpınar olup olmadığını görmek için tırmandı. Yoktu, amatekerlek zarfı ağaçlarının dünyasında yağmur yeni yağ-mıştı. Böylece Peder Gomez pencereyi keşfetti veMary'nin gittiği yeri buldu.356

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

21HarpilerSalt kurgudan nefret ederim...Temel her zaman gerçek olmalı...Byron Lyra ve Will büyük bir korku içinde uyandılar: İdamsabahı uyanan mahkumlar gibiydiler. Tialys ve Salmakiayusufçukları ile ilgileniyor, dışarıdaki yağ bidonununüzerindeki anbarik lambanın yakınında kementle yaka-ladıkları güvelerle, örümcek ağlarından kesip aldıkları si-neklerle onları besliyor, teneke tabaklarla su veriyorlar-dı. Lyra'nm yüzündeki ifadeyi ve fare biçimindeki Panta-laimon'un onun göğsüne yaslanmasını gördüğünde, Ley-di Salmakia yaptığı işi bıraktı ve onunla konuşmaya git-ti. Bu arada Will kulübeden ayrılıp yürüyüşe çıktı."Kararını değiştirebilirsin," dedi Salmakia. "Hayır, yapamayız. Çoktan karar verdik," dedi Lyrahem inat hem de korkuyla."Ya geri dönemezsek?""Sizin gelmeniz gerekmiyor," diye hatırlattı Lyra.357

"Sizi terk edecek değiliz.""O zaman, siz geri dönmezseniz ne olur?""Önemli bir şey yaparken ölmüş oluruz." Lyra sustu. Leydiye daha önce doğru düzgün bakma-mıştı, ama şimdi, bir kol boyu uzaktaki masanın üzerin-de duran neft lambasının puslu ışığında onu açık seçikgörebiliyordu. Kadının yüzü sakin ve iyilik doluydu; gü-zel ya da şirin değildi, ama hastaysanız, mutsuz ya dakorkmuşsanız görmek isteyeceğiniz türden bir yüzdü.Sesi alçak ve anlamlıydı, berrak yüzeyinin altında birkahkaha ve mutluluk tınısı vardı. Lyra'nın hatırlayabildi-ği kadarıyla, hayatı boyunca ona yatakta kitap okuyankimse olmamıştı. Kimse ona masallar anlatmamış, ninnisöylememiş, sonra onu öpüp ışığı kapamamıştı. Ama biranda, sizi güvende hissettirebilecek, sevgisiyle içinizi ısı-tacak bir ses varsa, onun Leydi Salmakia'nın sesi gibi ol-ması gerektiğini düşündü ve yüreğinin içinde, bir günbir çocuğunun olmasını, onu böyle bir sesle yatıştırmayıve ninniler söyleyerek uyutmayı diledi. "Şey," dedi Lyra ve boğazının tıkandığını hissetti. Yut-kunarak omuzlarını silkti."Göreceğiz," dedi leydi ve sırtını döndü. Ailenin onlara sunabileceği tek şey olan pideleri yiyipacı çayı içtikten sonra ev sahiplerine teşekkür ederek sırtçantalarını aldılar ve barakalarla dolu kasabada göl kıyı-sına yollandılar. Lyra ölümü bulmak için çevresine bakı-nıyordu. Gerçekten de oradaydı, biraz ileriden nazikçe358

vuruyordu. Yakma gelmek istemiyordu, ama onu takipttiklerinden emin olmak için sık sık dönüp arkasına ba-kıyordu. Havada kasvetli bir sis asılıydı. Gün ışığından çok ala-cakaranlığa benziyordu. Yoldaki su birikintilerinden ke-derli sis bulutları ve huzmeleri yükseliyor, ümitsiz âşıklargibi yukarıdaki anbarik kablolara asılıyorlardı. İnsan gör-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mediler ve etrafta pek az ölüm vardı, ama yusufçuklar ıs-lak havada, görünmez ipliklerle her şeyi birbirine diki-yormuş gibi süzülüyorlardı ve onların parlak renklerininileri geri uçuştuğunu görmek gözleri şenlendiriyordu. Fazla zaman geçmeden kasabanın kenarına geldilerve ağır akan bir dereyi takip ederek çıplak dallı, bodurçalıların arasından geçtiler. Ürküttükleri bir su yaratığınınvıraklamasını ve suya atladığında çıkan şıpırtıyı duyuyor-lardı zaman zaman, ama gördükleri tek yaratık Will'inayağı kadar büyük bir kurbağa oldu. Kurbağa, feci şekil-de yaralanmış gibi, acıyla yana sıçramaktan fazlasını ya-pamadı. Yollarından kaçmak için çabalayarak patikanınüzerinde yattı ve onu inciteceklerini bilirmiş gibi baktıonlara."Onu öldürmek merhamet olur," dedi Tialys. "Nereden biliyorsun?" dedi Lyra. "Her şeye rağmenyaşamak istiyor olabilir." "Onu öldürürsek, yanımızda götürmüş oluruz," dediWill. "O burada kalmak istiyor. Ben yeterince canlı öl-dürdüm. Pis bir durgun su bile ölmekten daha iyi."359

"Ama ya acı çekiyorsa?" dedi Tialys. "Bize anlatabilse bilirdik. Ama anlatamadığına göreonu öldürmeyeceğim. Bu, kurbağanın değil bizim duy-gularımızı hesaba katmak demek." Yollarına devam ettiler. Fazla zaman geçmeden, ayakseslerindeki değişim yakında bir açıklık olduğunu anlat-tı. Sis daha da yoğunlaşmıştı. Pantalaimon lemur olmuşgözlerini becerebildiğince irileştirmişti ve Lyra'nm omzu-na tutunuyor, onun sis damlacıkları ile kaplanmış saçla-rına yaslanıyor, çevresine bakmıyor, ama Lyra'dan dahafazla bir şey göremiyordu. Yine de, titriyor, titriyordu. Aniden küçük bir dalganın kırıldığını işittiler. Alçakbir sesti, ama çok yakından geliyordu. Yusufçuklar bini-cileriyle birlikte çocukların yanma döndüler. Pantala-imon Lyra'nm koynuna saklandı, Lyra ile Will birbirleri-ne yanaştılar ve çamurlu yolda dikkatle adım attılar. Sonra kıyıyı buldular. Yağlı, köpüklü su önlerinde kı-pırtısız yatıyordu. Zaman zaman küçük bir dalga çakılla-rın üzerinde tembel tembel kırılıyordu. Patika sola döndü; biraz ileride, katı bir nesneden çokyoğunlaşmış sise benzeyen tahta bir iskele çılgın biraçıyla suyun üzerine uzanıyordu. Kazıklar çürümeye yüztutmuş, tahtalar yosun tabakasıyla kayganlaşmıştı. Başkahiçbir şey yoktu, ötesinde hiçbir şey yoktu. İskeleninbaşladığı yerde patika sona eriyordu ve iskelenin bittiğiyerde sis başlıyordu. Onları oraya kadar getirmiş olanLyra'nm ölümü eğilerek ona selam verdi ve Lyra şimdi360

ne yapmaları gerektiğini soramadan sislerin içine adımatıp kayboldu."Dinleyin," dedi Will. Görünmez suyun üzerinden ağır bir ses geliyordu:tahta gıcırtıları ile düzenli ve sessiz şıpırtılar. Will elini ke-merindeki bıçağa götürüp çürük tahtaların üzerinde dik-katle ilerledi. Lyra hemen arkasından takip etti. Yusufçuk-lar yosun kaplı iki palamar direğine kondular ve çocuk-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lar iskelenin sonunda durup, kirpiklerine konan su dam-lalarını silerek sisin içini görmeye çalıştılar. Duyabildikle-ri tek ses, gittikçe yaklaşan o ağır gıcırtı ve şıpırtıydı."Gitmeyelim!" diye fısıldadı Pantalaimon."Mecburuz," diye fısıldayarak yanıt verdi Lyra. Will'e baktı. Will'in yüzü sert, haşin ve hevesliydi: Ge-riye dönmezdi. WiU'in omzunda duran Tialys ile Lyra'nmomzundaki Salmakia sakin ve tetikteydiler. Yusufçukla-rın kanatlan, örümcek ağları gibi, sis damlaları ile kap-lanmıştı ve onları temizlemek için zaman zaman hızlaçırpıyorlardı. Damlalar kanatları ağırlaştırıyor olmalı, di-ye düşündü Lyra. Ölüler diyarında onlar için yiyecek bu-labileceklerini umdu.Sonra aniden kayık belirdi. Çok eski bir kayıktı, ezilmiş, yamanmış, çürümeyeyüz tutmuştu; kürek çeken şekil yaşlıdan da öte yaşlıy-dı, çuval bezinden bir cüppeye bürünmüş, belini bir ha-lat parçasıyla sıkmıştı. Sakat ve beli bükük görünüyordu,kemikli elleri kürek saplarının üzerinde kalıcı olarak çar-361

pılmıştı ve ıslak, solgun gözleri gri derisindeki kırışıklarm ve katların içine gömülmüştü. Adam küreği bıraktı ve çarpık elini iskelenin köşesin-deki direğe kakılmış demir halkaya uzattı. Diğer eliyleküreği oynatarak kayığı iskeleye yanaştırdı. Konuşmaya gerek yoktu. İlk önce Will bindi, ardın-dan Lyra kayığa binmek için öne çıktı.Ama kayıkçı elini kaldırdı."O olmaz," dedi sert bir fısıltıyla."Kim olmaz?""O olmaz." Sarı-gri parmağını uzatıp Pantalaimon'u gösterdi. Kı-zıl-kahve kakım şeklindeki cin hemen ermin beyazınadönüştü."Ama o ben demek!" dedi Lyra."Sen geleceksen, o kalmalı.""Ama yapamayız! Ölürüz!""İstediğin de bu değil mi?" O zaman Lyra ne yapmak üzere olduğunu ilk kez farketti. Gerçek sonuç buydu. Dehşet içinde titreyerek dur-du ve sevgili cinine öyle sıkı sarıldı ki, Pantalaimon acıy-la inledi. "Onlar..." dedi Lyra savunmasızca ve sonra durdu:Diğer üçünün hiçbir şeyden vazgeçmek zorunda kalma-yacağını belirtmek haksızlık olurdu. Will endişe içinde onu izliyordu. Lyra çevresine, gö-le, iskeleye, patikaya, durgun birikintilere, ölülere ve ıs-362?

i k çalılara baktı... Sevgili Pan'ı burada yapayalnız kala-aktı: Onsuz nasıl yaşardı? Pan Lyra'nın gömleğinin için-He teninin üzerinde titriyordu, kürkü onun sıcaklığınaihtiyaç duyuyordu. İmkansız! Asla!"Sen geleceksen o kalmalı," dedi kayıkçı yine. Leydi Salmakia dizginleri silkeledi ve yusufçuğuLyra'nın omzundan kalkıp kayığın küpeştesine kondu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Tialys de ona katıldı. Kayıkçıya bir şeyler söylediler.Lyra, af mesajı getiren bir haberci görmek umuduylamahkeme salonunun arkasındaki hareketlenmeye bakanbir mahkum gibi, izledi onları. Kayıkçı başını eğerek dinledi, sonra başını iki yanasalladı."Hayır," dedi. "O geliyorsa, diğeri kalıyor." Will, "Bu doğru değil," dedi. "Biz kendimizden birparçayı geride bırakmak zorunda kalmıyoruz. Lyra ne-den bıraksın?" "Ah, ama siz de bırakacaksınız," dedi kayıkçı. "Geri-de bırakması gereken parçayı görebiliyor, onunla konu-şabiliyor olması onun talihsizliği. Suya açılana kadar an-lamayacaksınız ve sonra da çok geç olacak. Ama hepi-niz bir parçanızı burada bırakacaksınız. Onun gibileriölüler diyarına giremez." Hayır, diye düşündü Lyra, ve Pantalaimon da onunlabirlikte düşündü: Bolvangar'a bunun için girmedik, ha-yır; birbirimizi bir daha nasıl bulacağız?Lyra pis, kederli kıyıya yeniden baktı. Hastalık ve ze-363

hirle öylesine harap, öylesine kasvetliydi ki! Sevgi]-Pan'm, can yoldaşının onun sislerin içinde kaybolmasınıizlediğini, burada yapayalnız beklediğini düşünürkenhüngür hüngür ağlamaya başladı. Tutkulu hıçkırıklarıyankı yapmıyordu, çünkü sis onları boğuyordu, ama kı-yı boyunca, sayısız birikintide ve sığlıkta, kırık ağaçlar-dan kalma sefil kütüklerde, oraya saklanmış yaralı yara-tıklar onun içten feryatlarını duydular ve böylesine bü-yük bir tutkudan korkarak iyice yere yapıştılar. "O gelebilse..." diye haykırdı Will, Lyra'nın ızdırabmıdindirmeye can atarak, ama kayıkçı başını iki yana salladı. "Kayığa binebilir, ama binerse kayık burada kalır,"dedi."Ama onu bir daha nasıl bulacak?""Bilmiyorum.""Biz giderken, bu yoldan mı döneceğiz?""Dönmek?" "Geri döneceğiz. Ölüler diyarına gidiyoruz ve geri dö-neceğiz.""Bu yoldan değil.""O zaman başka yoldan, ama döneceğiz!" "Milyonlarca insanı götürdüm ve hiçbiri geri dönme-di." "O zaman biz ilk olacağız. Bir çıkış yolu bulacağız. Vebunu başaracağımız için, bir iyilik yap kayıkçı, merha-met et, cinini almasına izin ver!""Hayır," dedi adam, yaşlı başını iki yana sallayarak.364

««u bozabileceğiniz bir kural değil. Bunun gibi bir ku-j " Kenardan eğilip bir avuç su aldı, sonra elini eğdive suyun dökülmesine izin verdi. "Suyun göle dökülme-sini sağlayan kural gibi bir kural işte. Elimi eğip, suyuyukarı dökemem. Kızın cinini de ölüler diyarına götüre-mem. Kız gelse de gelmese de, cin kalmak zorunda." Lyra hiçbir şey göremiyordu: Yüzünü Pantalaimon'un

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kedi kürküne gömmüştü. Ama Will Tialys'in yusufçu-ğundan indiğini, kayıkçının üzerine atlamaya hazırlandı-ğını gördü. Casusun niyetini yarı yarıya onaylıyordu:Ama yaşlı adam onu görmüştü ve yaşlı başını çevirip ko-nuştu: "Sence kaç çağdır ölüler diyarına insan taşıyorum?Beni incitebilecek bir şey olsa, çoktan yapmazlar mıydısence? Götürdüğüm insanların memnunlukla geldiğinimi sanıyorsun? Çabalıyorlar, ağlıyorlar, bana rüşvet ver-meye çalışıyorlar, tehditler savuruyorlar, savaşıyorlar;hiçbiri işe yaramıyor. Dilediğin gibi sok, beni incitemez-sin. Çocuğu teselli etsen daha iyi. O geliyor. Bana aldı-rış etme." Will'in içinden izlemek gelmiyordu. Lyra hiç bu kadarzalimce bir şey yapmak zorunda kalmamıştı, kendisindennefret ediyordu, yaptığı şeyden nefret ediyordu, Pan adı-na, Pan'la ve Pan yüzünden acı çekiyordu. Ağlaya ağlayaonun kedi tırnaklarını giysilerinden sökmeye, soğuk pati-kaya bırakmaya çalıştı. Will kulaklarını tıkadı: O kadarmutsuzlardı ki dinlemeye dayanamıyordu. Lyra cinini tek-365

rar tekrar ittirdi ve Pan feryat ederek tutunmaya çalıştıLyra geri dönebilirdi. Hayır, bu kötü bir fikir, bunu yapmamalıyız, diyebilir-di. Pantalaimon'la arasındaki candan bağa sadık kalabi-lir, onu en üste koyabilir, geri kalan her şeyi aklından çı-karabilirdi...Ama yapamadı. "Pan, bunu daha önce kimse yapmadı," diye fısıldadıtitreyerek, "ama Will geri döneceğimizi söylüyor ve sanayemin ederim Pan, seni seviyorum, yemin ederim geridöneceğiz -ben döneceğim- kendine dikkat et hayatım-güvende olacaksın- geri döneceğiz ve hayatımın heranını seni bulmaya çalışarak harcamam gerekse bile, du-rup dinlenmeyeceğim, vazgeçmeyeceğim -ah Pan- sev-gili Pan -gitmem gerek, gitmem gerek..." Ve cinini ittirdi. Pantalaimon üşüyerek, korkuyla, içiacıyarak çamurlu yere çöktü. Şimdi onun hangi hayvan olduğunu seçemiyorduWill. Çok küçük görünüyordu, bir enik, savunmasız vedayak yemiş bir şey gibiydi, acısına öyle gömülmüştü kibir canlıdan çok acıdan ibaretti. Gözlerini Lyra'nın yü-zünden ayırmıyordu. Will, Lyra'nın gözlerini kaçırmama-ya, vicdan azabından kaçınmamaya çalıştığını görebili-yordu. Hem Lyra'nın dürüstlüğüne ve cesaretine hayran-lık duyuyor, hem de ayrılışlarının şokuyla perişan hisse-diyordu. Aralarında öyle canlı duygu akımları vardı ki,366

havanın kendisi elektriklenmiş gibi geliyordu. Ve Pantalaimon, "Neden?" diye sormadı, çünkü bili-yordu. Lyra'nın Roger'ı ondan daha mı çok sevdiğini desormadı, çünkü bunun yanıtını da biliyordu. Ve konu-şursa, Lyra'nın direnemeyeceğini biliyordu, bu yüzdencin onu terk eden insanı üzmemek için sustu, ve ikisi debu deneyim onları incitmeyecekmiş, kısa süre sonra yi-ne bir araya geleceklermiş, en iyisi buymuş gibi yaptılar.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama Will, küçük kızın yüreğini kendi göğsünden söktü-ğünü biliyordu. Lyra kayığa bindi. O kadar hafifti ki, kayık hiç sallan-madı. Will'in yanına oturdu ve gözlerini iskelenin kıyıyabakan ucunda titreyerek duran Pantalaimon'dan ayırma-dı. Ama kayıkçı demir halkayı bırakıp küreklerini uzata-rak kayığı uzaklaştırmaya başladığında, küçük köpek cintırnakları yumuşak tahtaların üzerinde fıkırdayarak çare-sizce diğer uca koştu ve durup kayığın uzaklaşmasını iz-ledi, ama yalnızca izledi. Kayıkta oturanlar için iskelesoldu ve sislerin içinde kayboldu. Bunun üzerine Lyra öyle acılı bir feryat kopardı ki, osisle boğulmuş dünyada bile yankılandı sesi, ama aslın-da bir yankı değildi elbette, Lyra ölüler diyarına doğrugiderken canlılar diyarında kalmış diğer yarısının onaverdiği yanıttı bu. "Yüreğim, Will..." diye inledi Lyra ve ona sarıldı, ıslakyüzü acıyla çarpılmıştı.Böylece, Jordan Koleji Başkanı'nın Kütüphaneciye367

yaptığı kehanet -Lyra'nm büyük bir ihanette bulunaca"ve bunun onu çok inciteceği kehaneti- gerçekleşmiş oldu Will de içinde bir acı kabardığını hissediyordu ve acı-nın içinden, tıpkı Lyra'yla birbirlerine sarılmaları gibi, ikiGallivespian'ın da birbirlerine sarıldığını ve aynı ızdıra-bm pençesinde olduklarını gördü. Acısı kısmen fizikseldi. Sanki demirden bir el yüreği-

ni kavramış, kaburgalarından çıkarmaya çalışıyordu, öy-le ki Will elini yüreğinin üzerine bastırdı ve boş yere onuyerinde tutmaya çalıştı. Parmaklarını kaybetmenin acı-sından çok daha derin, çok daha kötüydü. Ama aynı za-manda zihinseldi: Gizli ve mahrem olan bir şey isteme-diği bir yere, açığa sürükleniyordu, ve Will bir acı, utanç,korku ve sitem kargaşası içinde boğulacak gibi hissedi-yordu, çünkü buna sebep olan kendisiydi. Bundan da beterdi. Şu tür sözler söylemiş gibi hisse-diyordu: "Hayır, beni öldürme, korkuyorum; benim ye-rime annemi öldür; o önemli değil, onu sevmiyorum."Ve sanki annesi bunları duymuş, oğlunu üzmemek içinduymazdan gelmiş ve yine de, Wiü"i sevdiği için, onunyerine kendini sunmuştu. İşte, Will bu kadar kötü hisse-diyordu. Bundan daha kötü bir his olamazdı. Böylece Will, bütün bunların bir cine sahip olmanınparçası olduğunu anladı ve onun cini her ne ise, Panta-laimon'la birlikte geride, o zehirli ve ıssız kıyıda kalmış-tı. Bu düşünce Will ile Lyra'nm aklına aynı anda geldi veyaşlı gözlerle bakıştılar. Hayatları boyunca ikinci kez, ki368

hu sonuncusu değildi, birbirlerinin yüzünde kendi ifade-lerini gördüler. Yaptıkları yolculuğa yalnızca kayıkçıyla yusufçuklarkayıtsız kalıyordu. Kocaman böcekler yapış yapış sisiniçinde bile tamamen canlıydılar ve parlak bir güzelliğe sa-hiptiler. Zaman zaman incecik kanatlarını silkeleyerek sudamlacıklarından kurtuluyorlardı. Çuval bezinden cüppeiçindeki yaşlı adam çıplak ayaklarını çamurlu zemine da-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yayarak bir ileri bir geri, bir ileri bir geri eğiliyordu. Yolculuk, Lyra'nın bilmek istemediği kadar uzun sür-dü. Bir parçası Pantalaimon'un kıyıda terk edilmiş halinihayal ederek acıyla paralanıyor olsa da, diğer parçasıacıya uyum sağlıyor, kendi gücünü ölçüyor, ne olacağı-nı ve nereye varacaklarını merak ediyordu. Will'in güçlü kolu ona dolanmıştı; o da ileriye bakı-yor, ıslak gri loşluğun içinden görmeye, küreklerin çıkar-dığı şıpırtılardan başka bir ses duymaya çalışıyordu. Bi-raz sonra bir şeyler değişti: Önlerinde bir uçurum ya dabir ada vardı. Sisteki karaltıyı görmeden önce sesin sınır-landığını duydular.Kayıkçı bir küreği çekerek kayığı biraz sola çevirdi. "Neredeyiz?" dedi Şövalye Tialys'in sesi, küçük, amaher zamanki kadar güçlü ve bununla birlikte, sanki şö-valye de acı çekiyormuş gibi, haşin bir şekilde. "Adanın yakınında," dedi kayıkçı. "Beş dakika sonraiskelede olacağız.""Ne adası?" dedi Will. Kendi sesinin de gergin oldu-369

ğunu duydu, öyle ki, bir başkasının sesi gibi geliyordukulaklarına. "Ölüler diyarının kapısı bu adadır," dedi kayıkçı"Herkes buraya gelir: krallar, kraliçeler, katiller, şairlerçocuklar... Herkes buraya gelir ve kimse geri dönmez.""Biz döneceğiz," diye fısıldadı Lyra haşin bir sesle. Adam hiçbir şey söylemedi, ama yaşlı gözleri acımay-la doluydu. Yaklaştıkları zaman, suya sarkan koyu yeşil, yoğun,kasvetli servi ve porsukağacı dalları gördüler. Kara ol-dukça dik bir şekilde yükseliyordu ve ağaçlar öyle yo-ğundu ki, aralarından bir gelincik bile sıyrılamazdı. Budüşünceyle, Lyra hafifçe hıçkırdı, çünkü Pan olsa, onabunu ne kadar iyi yapabildiğini gösterirdi; ama şimdi de-ğil, belki de bir daha asla."Biz şimdi öldük mü?" dedi Will kayıkçıya. "Fark etmez," dedi adam. "Buraya, öldüklerine hiçinanmadan gelenler vardır. Yol boyunca, canlı oldukları,bir hata yapıldığı, bunu birine ödetecekleri konusunda ıs-rar ederler, ama hiç fark etmez. Bir de, ölümü dört göz-le bekleyenler vardır, zavallıcıklar. Hayatları acı ya da se-falet doludur, bir parça huzur bulabilmek için kendileriniöldürürler ve hiçbir şeyin değişmediğini, aksine daha dakötüye gittiğini ve bu sefer kaçış olmadığını görürler. Ha-yata dönemezsin. Ve öylesine kırılgan ve hasta olanlar,bazen de minik bebekler vardır, daha canlılar dünyasınayeni doğmuşken ölüler dünyasına gelirler. Kaç kez bu370

kürekleri kucağımda ağlayan, geride bıraktıkları dünyay-la bu dünya arasındaki farkı bilmeyen minik bebeklerleçektim- Bir de yaşlı insanlar vardır, en kötüsü de zenginolanlardır; bağırıp çağırırlar, bana küfrederler, ağızlarınageleni söylerler, haykırırlar: Ben ne olduğumu sanıyor-ffluşum? Ellerine geçen bütün altını biriktirmemişler mi?Onları kıyıya geri götürmek için bir kısmını alır mıymı-şırn? Beni kanuna teslim edeceklermiş, kudretli dostlarıvarmış, Papa'yı, şuranın Kralı'nı, buranın Dükü'nü tanı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yorlarmış. Cezalandırılmamı, haddimin bildirilmesini sağ-layacak konumdaymışlar... Ama sonunda gerçeği anlar-lar: Sahip oldukları tek konum, ölüler dünyasına gidenkayığımdaki konumlarıdır ve krallarla papalara gelince,sıraları geldiğinde, dilediklerinden daha önce, onlar daburaya geleceklerdir. Ağlamalarına, hezeyanlarına izinveriyorum. Beni incitemiyorlar. Sonunda susuyorlar. "Bu yüzden, eğer ölü olup olmadığınızı bilmiyorsanızve küçük kız canlılar dünyasına geri dönebileceğine da-ir hayatı üzerine yemin edebiliyorsa, size karşı çıkmayakalkışmam. Her ne iseniz, yakında öğreneceksiniz." Tüm bunları anlatırken ağır ağır kıyıya yanaşmıştı.Kürekleri kaldırdı, saplarını kayığın içine aldı ve sağma,gölden çıkan ilk tahta direğe uzandı. Kayığı dar bir rıhtıma yanaştırıp inmeleri için sabit tut-tu. Lyra inmek istemiyordu: Kayığın yakınında kaldığısürece, Pantalaimon onu doğru düzgün düşünebilecekti,çünkü Lyra'yi en son bu şekilde görmüştü. Ama Lyra ka-371

yıktan uzaklaşırsa, artık onu gözlerinin önüne nasıl ge_tirmesi gerektiğini bilemezdi. Bu yüzden Lyra duraksadı

ama yusufçuklar havalandılar. Will göğsünü tutarakbembeyaz bir yüzle indi. Böyle olunca Lyra da inmekzorunda kaldı. "Teşekkür ederim," dedi kayıkçıya. "Geri döndüğün-de cinimi görürsen kendisine, onu hem ölüler hem decanlılar dünyasındaki her şeyden daha fazla sevdiğimisöyle. Ve yemin ederim ona döneceğim. Başka kimseyapmamış olsa bile, yemin ederim ben döneceğim.""Evet, ona söylerim," dedi ihtiyar kayıkçı. Kayığı ittirdi ve ağır kürek darbelerinin sesi sisin için-de solup gitti. Biraz öteye uçan Gallivespianlar geri dönüp çocukla-rın omuzlarına kondular, Salmakia Lyra'nın, TialysWill'in omzuna tünedi. Böylece, yolcular ölüler diyarınınkıyısında durdular. İleride sisten başka bir şey yoktu,ama sisteki karaltıdan, önlerinde büyük bir duvar yük-seldiğini görebiliyorlardı. Lyra ürperdi. Derisi dantele dönmüştü, rutubetli vekeskin hava kaburgalarına girip çıkıyor ve eskiden Pan-talaimon'u sakladığı açık yarayı soğuktan kavuruyormuşgibi hissediyordu. Dağ yamacından düşerken çaresizparmaklarımı tutmaya çalışan Roger da böyle hissetmişolmalı, diye düşündü. Kıpırdamadan durup dinlediler. Tek ses, yapraklar-dan damlayan suyun sonsuz şıp-şıp-şıp sesiydi. Başlarını372

Saldırdıklarında, bir iki damlanın yanaklarına soğuk so-ğuk düştüğünü hissettiler."Burada kalamayız," dedi Lyra. Rıhtımdan uzaklaşırken birbirlerine sokuldular ve du-vara doğru ilerlediler. Uzun zamandır biriken yosunlarlayeşermiş devasa taş bloklar sislerin içinde gözün göre-meyeceği kadar yükseklere gidiyordu. Yaklaştıkça, du-varın arkasından gelen feryatları duyabilir olmuşlardı,ama insan feryatları olup olmadığını bilmek imkânsızdı:

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Tiz, yaslı haykırış ve inlemeler denizanalarının duyarga-ları gibi havada asılı duruyor, dokundukları her yere acıbırakıyorlardı."Bir kapı var," dedi Will boğuk ve gergin bir sesle. Bir taş levhanın altındaki ezik, tahta bir kapıydı. Willkapıyı açmak için elini kaldıramadan, çok yakından otiz, haşin feryatlardan biri geldi, kulaklarım paraladı vehepsini çok fena korkuttu. Gallivespianlar hemen havaya fırladılar, yusufçuklarsavaşmaya can atan savaş atları gibi uçtular. Ama aşağıdoğru uçan şey kanadının zalim bir darbesiyle onları ke-nara attı ve sonra tüm ağırlığıyla çocukların başının üze-rindeki çıkıntıya kondu. Tialys ile Salmakia toparlandılarve sarsılmış bineklerini yatıştırdılar. Aşağı inen şey akbaba büyüklüğünde bir kuştu, amabir kadın başına ve göğüslerine sahipti. Will ona benzeryaratıkların resimlerini hatırlıyordu ve onu görür görmez,aklına harpi sözcüğü geldi. Yaratığın yüzü kırışıksız ve373

pürüzsüzdü, ama cadılardan da yaşlıydı: Binlerce sene-nin geçtiğini görmüştü ve o senelerin zalimliği, sefaletiyüzüne nefret dolu bir ifade vermişti. Ama yolcular onuaçık seçik gördüklerinde yaratık daha da itici geldi. Gözyuvaları pıhtılaşmış, pis bir akıntıyla doluydu. Dudakları-nın kırmızılığı, tekrar tekrar kan kusmuş gibi, eski bir ka-buk tabakasıyla kaplıydı. Keçeleşmiş, pis siyah saçlarıomuzlarına sarkıyordu; kırık tırnakları taşı sertçe kavra-mıştı. Güçlü kara kanatlarını sırtına katlamıştı ve her ha-reket ettiğinde pis bir çürük kokusu yayıyordu. Mideleri bulanan, içleri acıyan Will ile Lyra dik durupyaratıkla yüzleşmeye çalıştılar. "Ama siz canlısınız!" dedi harpi, sert sesinde alaylı birtınıyla. Will yaratığa karşı hiçbir insana duymadığı bir nefretve korku hissettiğini fark etti."Sen kimsin?" dedi, Will kadar tiksinmiş olan Lyra. Harpi yanıt olarak çığlık attı. Ağzını açıp feryadını on-ların yüzlerine doğrulttu, öyle ki kulakları çınladı ve ge-riye devrilecek gibi oldular. Will Lyra'ya tutundu, çığlıkçılgın ve alaylı kahkahalara dönüşürken birbirlerine sa-rıldılar. Yaratığın kahkahalarına, kıyı boyunca asılı duransisin içinden başka harpi sesleri yanıt verdi. Alaylı, nef-ret dolu sesler Will'e oyun bahçesindeki çocukların za-limliğini hatırlattı, ama burada düzen sağlayacak öğret-men, sığınılacak biri, saklanacak yer yoktu.Elini kemerindeki bıçağa götürüp kulaklarının çınla-374

masına aldırmadan yaratığın gözlerine baktı. Yaratığınferyadının gücü başını döndürmüştü. "Bizi durdurmaya çalışıyorsan," dedi, "bağırmak yeri-ne savaşmaya hazırlan. Çünkü biz o kapıdan geçeceğiz." Harpinin iğrenç kırmızı ağzı yine oynadı, ama bu se-fer sahte bir öpücükle dudaklarını büzmek için. Sonra, "Annen yalnız," dedi. "Ona kâbuslar göndere-ceğiz. Uykusunda ona haykıracağız!" Will yerinden kıpırdamadı, çünkü göz ucuyla, LeydiSalmakia'nın yavaşça harpinin tünediği dala doğru gitti-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ğini görebiliyordu. Kanatları titreyen yusufçuğunu yerdebekleyen Tialys tutuyordu. Sonra iki şey oldu: Leydi iğ-nesini yaratığın pullu bacağına saplamak için dönerekharpinin üzerine atıldı ve Tialys yusufçuğu yukarı mah-muzladı. Bir saniyeden az süre içinde Salmakia dönerekuzaklaşmış ve daldan aşağı, doğrudan parlak mavi bine-ğinin sırtına atlayıp havalanmıştı. İğnenin harpi üzerindeki etkisi hemen görüldü. Ses-sizlik, öncekinden de yüksek bir çığlıkla paralandı ve ya-ratık kanatlarını öyle hızlı çırptı ki, Will ile Lyra rüzgarı-nı hissederek sendelediler. Ama yaratık pençeleriyle ta-şa tutunmayı başardı. Yüzü öfkeyle kıpkırmızı olmuştuve saçları yılanların sorgucu gibi dikilmişti. Will Lyra'nın elini çekiştirdi ve ikisi birden kapıyadoğru koşmaya çalıştılar, ama harpi gazapla üstlerineatıldı ve ancak Will Lyra'yı arkasına alıp bıçağı kaldırdı-ğında yükseldi.375

Gallivespianlar hemen harpinin üzerine uçarak yüzü-ne yaklaşıp kaçtılar, ama vuramadılar, bunun yerine ya-ratığın dikkatini dağıtarak, kanatlarını beceriksizce çırp-masına ve sonunda düşercesine yere konmasına sebepoldular.Lyra seslendi: "Tialys! Salmakia! Durun, durun!" Casuslar yusufçuklarını dizginlediler ve çocuklarınbaşlarının üzerinde süzüldüler. Sisin içinde başka karan-lık şekiller toplanıyordu. Kıyı boyundan yüzlerce harpi-nin alaylı feryatları geliyordu. İlk harpi kanatlarını silke-liyor, saçlarını savuruyor, bacaklarını sırayla geriyor,pençelerini açıp kapıyordu. Yaralanmamıştı ve Lyra'nmfark ettiği de bu olmuştu. Gallivespianlar süzüldüler ve sonra Lyra'ya doğru pikeyapıp, onun uzattığı ellere kondular. Salmakia Lyra'nm nedemek istediğini anlayınca Tialys'e hitaben, "O haklı. Birsebepten, onu incitemiyoruz," dedi."Hanımefendi, isminiz nedir?" dedi Lyra. Harpi kanatlarını aça aça silkeledi ve yolcular ondanyayılan iğrenç çürük kokusuyla bayılacak gibi oldular."İsimsiz!" diye haykırdı yaratık."Bizden ne istiyorsunuz?" dedi Lyra."Bana ne verebilirsiniz?" "Nerelere gittiğimizi anlatabiliriz. Belki ilginizi çeker,bilmiyorum. Buraya gelirken, bir sürü tuhaf şey gördük." "Ah, demek bana hikâye anlatmayı öneriyorsun, öylemi?"376

"Eğer isterseniz.""Belki isterim. Sonra?" "O kapıdan içeri girmemize ve bulmak için geldiğimizhayaleti aramamıza izin verebilirsiniz. En azından, bizebir iyilik yapıp, vereceğinizi umuyorum.""Dene o zaman," dedi İsimsiz. Lyra, hissettiği bulantıya ve acıya rağmen, koz as çek-miş gibi hissetti. "Ah, dikkatli ol," diye fısıldadı Salmakia, ama Lyra'nmzihni çoktan bir önceki gece anlattığı hikâyeyi gözdengeçirmeye, yeniden biçimlendirmeye, kesip iyileştirme-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ye, eklemeler yapmaya başlamıştı: anne baba öldü; ailehazinesi; gemi enkazı; kaçış... "Şey," dedi hikâye anlatırkenki ruh haline bürünerek,"aslında ben bebekken başladı. Babam ve annem Abing-don Dükü ve Düşesi'ydi ve çok çok zengindiler. Babamkralın danışmanlarından biriydi ve kralın kendisi, ah, de-vamlı gelip bizde kalırdı. Ormanımızda ava çıkarlardı.Benim doğduğum ev, İngiltere'nin güneyindeki en bü-yük evdi. Adı ise..." Harpi, bir uyarı çığlığı bile atmadan, pençelerini uza-tarak Lyra'nm üzerine atıldı. Lyra eğilecek zamanı zorbuldu, ama yine de pençelerden biri kafa derisine takı-lıp bir tutam saç yoldu."Yalan! Yalan!" diye haykırıyordu harpi. "Yalan!" Uçarak döndü ve doğrudan Lyra'nm yüzünü hedef al-dı, ama Will bıçağını çekerek önüne atıldı. İsimsiz tam377

zamanında dönerek yolundan çekildi. Will Lyra'yı kanya doğru çekti, çünkü Lyra şokla sersemlemişti ve yüzüne akan kanla yarı körleşmişti. Gallivespianların neredeolduğuna dair en ufak fikri yoktu Will'in, ama harpi öf-ke ve nefretle haykırarak yine üstlerine atılıyordu:"Yalan! Yalan! Yalan!" Sesi her yerden geliyordu sanki, sözcük sisin içindebüyük duvardan yankılanıyor, boğuluyor, değişiyorduöyle ki Lyra'nın ismini haykırıyor gibiydi, sanki Lyra veyalan aynı şeydi, birdi. Will kızı göğsüne bastırmış, onu korumak için üzeri-ne kapanmıştı. Lyra'nın göğsünde titrediğini ve ağladığı-nı hissetti, ama sonra bıçağı kapının çürük tahtasına sap-ladı ve hızlı bir hamleyle kilidi kesti. Sonra o ve Lyra, yusufçuklarının sırtındaki casuslarlabirlikte, hayaletlerin diyarına yuvarlandılar ve arkaların-da harpilerin feryatları ikiye katlanıp, sisli kıyıdaki diğeryaratıkların sesleriyle daha da çoğaldı.378

22FısıldayanlarVallombrosa'nın çaylarına saçılmış güz

yaprakları gibi yoğunEtrüsk gölgelerinin yüksekte kemerlenip üzerinekapandığı yerde...John Milton Will'in yaptığı ilk şey Lyra'yı oturtmak ve küçük kan-yosunu merhemi kabını çıkarıp kafasındaki yaraya bak-mak oldu. Bütün baş yaralanmalarında olduğu gibi, ya-ra fena kanıyordu, ama derin değildi. Will gömleğininkenarından bir şerit yırttı ve yarayı sildi, üzerine birazmerhem sürdü ve yarayı açan pençenin ne kadar pis ol-duğunu düşünmemeye çalıştı.Lyra'mn bakışları donuktu ve kül gibi solmuştu. "Lyra! Lyra!" dedi Will onu nazikçe sarsarak. "Hadigel, harekete geçmemiz gerek." Lyra ürperdi ve uzun, titrek bir nefes çekti. Will'eodaklanan gözleri çılgın bir ümitsizlikle doluydu."Will -artık yapamıyorum- yapamıyorum! Yalan söyle-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

379

yemiyorum! Çok kolay olduğunu düşündüm -ama işe Varamadı- elimden gelen tek şey bu ve işe yaramıyor!" "Elinden gelen tek şey bu değil. Aletiyometreyi oku-yabiliyorsun, değil mi? Hadi, nerede olduğumuza baka-lım. Roger'ı arayalım." Lyra'mn kalkmasına yardım etti ve hayaletlerin bulun-duğu diyara ilk defa bakındılar. Kendilerini, sislerin içinde çok uzaklara giden büyükbir ovada buldular. Görmelerini sağlayan ışık, her yerdeeşit görünen, kaynağı belirsiz donuk bir aydınlıktı, buyüzden gerçek gölgeler yoktu, gerçek ışık yoktu ve herşey aynı sönük renge sahipti. Bu devasa mekânda yetişkinler ve çocuklar vardı-hepsi hayaletti- o kadar kalabalıklardı ki, Lyra sayıları-nı tahmin edemiyordu. En azından, çoğu ayakta duru-yordu, ama bazıları oturuyor, bazıları huzursuzluk için-de yatıyor ya da uyuyordu. Hiçbiri ortalıklarda dolanmı-yor, koşup oynamıyordu, ama çoğu yeni gelenlere bak-mak için iri gözlerinde korkulu bir merakla döndü. "Hayaletler," diye fısıldadı Lyra. "Hepsi burada işte,şimdiye dek ölen herkes..." Kuşkusuz Pantalaimon yanında olmadığı için, WilPinkoluna yapıştı ve buna Will de memnun oldu. Gallives-pianlar ileriye uçtular. Will onların küçük, parlak şekille-rinin hayaletlerin başlarının üzerinde süzüldüğünü, haya-letlerin başlarını kaldırıp onları hayretle izlediğini görebi-liyordu, ama sessizlik muazzam ve boğucuydu, gri ışık380

«7ill'in içini korkuyla dolduruyordu. Yanındaki Lyra'nınSıcak varlığı hayatı hatırlatan tek şeydi. Arkalarında, duvarın dışında, harpilerin çığlıkları kıyıboyunca hâlâ yankılanıyordu. Hayalet insanların bazılarıendişeyle başlarını kaldırıyorlardı, ama Will ile Lyra'yabakanlar daha fazlaydı. Sonra hep birden onlara yaklaş-maya başladılar. Lyra geriledi. Onlarla dilediği gibi yüz-leşecek güçten yoksundu henüz. İlk Will konuşmak zo-runda kaldı. "Dilimizi biliyor musunuz?" dedi. "Konuşabiliyor mu-sunuz?" Korkmuş, titriyor, acı çekiyor olmalarına rağmen Willve Lyra tüm ölü kitlesinden daha fazla otoriteye sahipti.Bu zavallı hayaletlerin kendilerine ait pek az güçleri var-dı. Will'in sesini, ölülerin hatırlayabildiği kadarıyla oradayankılanan ilk berrak sesi duyunca, çoğu yanıt vermeyeheveslenerek öne çıktı. Ama yalnızca fısıldayabiliyorlardı. Tek çıkarabildikle-ri hafif, sönük ve yumuşak bir nefesten farksız bir sesti.Ve çaresizlik içinde itişerek yaklaşırlarken, Gallivespian-lar aşağıya uçup önlerinde ileri geri hareket ederek faz-la yanaşmalarına engel oldular. Hayalet çocuklar tutkulubir özlemle başlarını kaldırıp baktılar ve Lyra nedeninihemen anladı: Yusufçukların cin olduğunu sanmışlardı.Tüm yürekleriyle, kendi cinlerine bir kez daha sarılabil-meyi diliyorlardı."Ah, onlar cin değil," diye patladı merhametle, "ken-381

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

di cinim burada olsa, hepiniz ona dokunabilir, onu oksayabilirdiniz, gerçekten..." Ellerini çocuklara uzattı. Yetişkin hayaletler korku vehuzursuzluk içinde geri durdular, ama çocukların hepsiLyra'ya yaklaştı. Sisten daha katı değillerdi zavallıcıklarve Lyra'nm elleri, tıpkı Will'inkilere olduğu gibi, içlerin-den geçiyordu. Hafif, cansız varlıklar olarak onların çev-resine doluştular, iki yolcunun damarlarında akan kanla-rı ve güçlü atan yürekleriyle ısındılar. Hem Will hem deLyra, bedenlerinin içinden geçen ve orada ısınan haya-letlerin soğuk, narin dokunuşlarını tekrar tekrar hissetti.İki çocuk kendilerinin de yavaş yavaş ölmeye başladığı-nı hissetti. Verebilecekleri can ve sıcaklık sonsuz değil-di, ve şimdiden çok üşümüşlerdi. Öne çıkmak için itişipkakışan sonsuz kalabalık bitecekmiş gibi görünmüyordu. Lyra onları durdurmak için yalvarmak zorunda kaldısonunda. Ellerini kaldırdı. "Lütfen -keşke hepinize dokunabil-seydik, ama biz buraya birini aramak için geldik. Banaonun nerede olduğunu ve onu nasıl bulabileceğimizisöylemelisiniz. Alı, Will," dedi başını onunkine yaklaştı-rarak, "keşke ne yapacağımı bilseydim!" Lyra'nm alnındaki kan hayaletleri büyülemişti. Loş-lukta çobanpüskülü çalısının meyveleri gibi parlıyordu.Çoğu, diri bir yaşama temas etme arzusuyla, yaraya sür-tündü. Yaşarken dokuz on yaşlarında olması gereken birhayalet kız çekinerek ona uzanıp dokunmaya çalıştı,382

onra korkuyla geriledi. Ama Lyra, "Korkma," dedi. "Bu-ya seni incitmek için gelmedik. Yapabiliyorsan, bizim-le konuş!" Hayalet kız konuştu, ama zayıf ve sönük sesi bir fısıl-tıdan yüksek değildi."Bunu harpiler mi yaptı? Seni incitmeye mi çalıştılar?" "Evet," dedi Lyra, "ama yapabildikleri bu kadarsa, be-ni endişelendirmiyorlar.""Ah, değil -ah, daha kötüsünü yapıyorlar...""Ne? Ne yapıyorlar?" Ama ona anlatmaya gönülsüzlerdi. Başlarını iki yanasallayıp sustular. Sonunda bir oğlan konuştu: "Yüzlercesenedir burada olanlar için o kadar kötü değil, çünküonca zamandan sonra yoruluyorsun, seni o kadar korku-tamıyorlar..." "En çok yeni gelenlerle konuşmayı seviyorlar," dediilk kız. "Yalnız... Ah, nefret ediyorum. Onlar... sana an-latamam." Sesleri düşen kuru yapraklardan daha yüksek değildi.Ve yalnızca çocuklar konuşuyordu. Görünüşe göre yetiş-kinlerin hepsi öylesine eski bir uyuşukluğa gömülmüş-lerdi ki, bir daha asla kıpırdamayabilir, konuşmayabilir-lerdi. "Dinleyin," dedi Lyra, "lütfen dinleyin. Ben ve arka-daşlarım buraya geldik, çünkü Roger adlı bir çocuğubulmamız gerek. Buraya geleli çok olmadı, yalnızca bir-kaç hafta, bu yüzden çok kişiyle tanışmış olamaz, ama383

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nerede olduğunu biliyorsanız..." Ama daha konuşurken, yaşlanana kadar burada kala-bileceklerini, her yeri arayabileceklerini, her yüze baka-bileceklerini ve buna rağmen ölülerin yalnızca çok kü-çük bir kısmını görmüş olabileceklerini anlamıştı. Omuz-larının üstüne ümitsizliğin çöktüğünü hissetti, harpidende ağır bir biçimde tünemişti oraya. Yine de dişlerini sıktı ve çenesini kaldırmaya çalıştı.Buraya kadar geldik, diye düşündü, en azından bir kıs-mını başardık. İlk hayalet kız o küçük, perişan fısıltıyla bir şeylersöylüyordu. "Onu neden mi bulmak istiyoruz?" dedi Will. "Şey,Lyra onunla konuşmak istiyor. Ama benim de bulmak is-tediğim biri var. Babam John Parry'yi bulmak istiyorum.O da buralarda bir yerde ve dünyaya geri dönmeden ön-ce onunla konuşmak istiyorum. Bu yüzden, elinizdengeliyorsa Roger ile John Parry'ye, gelip Lyra ve Will ilekonuşmaları gerektiği mesajını iletebilir misiniz? Onlarasöyleyin..." Ama aniden tüm hayaletler, hatta yetişkinler bile, dö-nüp kaçtılar, ani bir rüzgara kapılmış kuru yapraklar gi-bi dağıldılar. Bir dakika sonra çocukların çevresi boşal-mıştı ve sonra bunun nedenini işittiler: Yukarıdaki hava-dan çığlıklar, feryatlar, haykırışlar geliyordu. Sonra, çü-rük kokuları ve çırpınan kanatlar eşliğinde harpiler tepe-lerine çöküp bet sesleriyle haykırdılar, sataştılar, alay et-384

tiler, keh keh güldüler, dalga geçtiler. Lyra hemen kulaklarını tıkayıp yere çöktü. Will bıça-ğı kavrayarak onun üzerine eğildi. Tialys ile Salmakia'nmonlara doğru süzüldüğünü görebiliyordu, ama hâlâ birazuzaktaydılar, bu yüzden, dönen, dalan harpileri izlemekiçin bir iki dakika bulabildi. İnsan yüzlerinin, böcek yi-yormuş gibi havada kapandıklarını gördü, bağırdıklarısözleri duydu -alaylı sözler, pis sözler, hepsi annesi hak-kında, yüreğini sarsan sözler; ama zihninin bir parçasıbunlara karşı oldukça soğuk ve uzaktı; düşünüyor, he-saplıyor, gözlem yapıyordu. Hiçbiri bıçağa yaklaşmak is-temiyordu. Ne olacağını görmek için ayağa kalktı. İçlerinden biri-İsimsiz'in kendisi olabilirdi- zorlu bir dönüş yaparakyoldan kaçmak zorunda kaldı, çünkü Will'in başının he-men üzerinden süzülme niyetiyle iyice yaklaşmıştı. Ağırkanatlarını hantal hantal çırptı ve dönüşü ancak başara-bildi. Will bıçağıyla uzanıp harpinin başını uçurabilirdi. O zamana dek Gallivespianlar varmıştı. İkisi de saldır-mak üzereydi, ama Will seslendi: "Tialys! Buraya gel! Sal-makia, elime gel!" Omuzlarına kondukları zaman, "İzleyin," dedi. "Neyaptıklarını görün. Yalnızca gelip bağırıyorlar. SanırımLyra'ya yanlışlıkla çarptı. Bize dokunmak istediklerinisanmıyorum. Onları görmezden gelebiliriz." Lyra iri iri açılmış gözlerle yukarı baktı. YaratıklarWill'in başının çevresinde, bazen en fazla otuz santim385

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ötede uçuşuyor, ama son anda hep kenara ya da yukarıdönüyorlardı. Will iki casusun savaşmaya hevesli olduk-larını sezebiliyordu. Yusufçukların kanatları, ölümcül bi-nicileri ile birlikte havaya fırlama arzusuyla titriyorduama kendilerini tuttular: WÜPin haklı olduğunu görebili-yorlardı. Bu, hayaletleri de etkiledi: Will'in korkmadan, zararalmadan ayakta durduğunu gördükleri zaman yolcularınyanına dönmeye başladılar. Harpileri ihtiyatla izliyorlar-dı, ama her şeye rağmen, sıcak etin ve kanın, güçlü yü-rek atışlarının çekiciliğine direnmek imkânsızdı. Lyra da ayağa kalkarak Will'e katıldı. Yarası yine açıl-mıştı ve yanağına taze kan akıyordu, ama kanı eliyle sildi. "Will," dedi. "Buraya birlikte geldiğimiz için çokmemnunum..." Will onun sesinde bir tını işitti ve yüzünde bir ifadegördü. Tanıdığı ve her şeyden çok sevdiği bir ses ve ifa-deydi: Lyra'mn aklından cüretkar bir düşünce geçtiği, amahenüz açıklamaya hazır olmadığı anlamına geliyordu. Will ne demek istediğini anladığını ifade etmek içinbaşını salladı. "Bu taraftan -bizimle gelin- onları buluruz!" dedi ha-yalet kız. İkisi de tuhaf şeyler hissetti. Sanki hayalet eller içleri-ne uzanıyor, takip etmelerini sağlamak için kaburgaları-nı çekiştiriyordu.Böylece, o engin ve ıssız ovada yola çıktılar. Harpiler386

gittikçe yükselerek tepelerinde halkalar çiziyor, haykırı-yor, haykırıyorlardı. Ama mesafelerini korudular ve Gal-livespianlar da yukarıda uçarak nöbet tuttular.Yürürlerken hayaletler onlarla konuştu. "Affedersiniz," dedi bir hayalet kız, "ama cinleriniznerede? Sorduğum için affedin. Ama..." Lyra terk edilmiş sevgili Pantalaimon'un her an farkın-daydı. Konuşmayı güç buluyordu, bu yüzden onun yeri-ne Will yanıt verdi. "Cinlerimizi dışarıda bıraktık," dedi, "orada güvende-ler. Dönüşte alacağız onları. Senin cinin var mıydı?" "Evet," dedi hayalet, "adı Sandling'di... ah, onu nasılda seviyordum...""Değişimi durmuş muydu?" dedi Lyra. "Hayır, henüz durmamıştı. Kuş olacağını düşünürdü,ama ben olmayacağını umardım, çünkü geceleyin yatak-ta kürklü olması hoşuma gidiyordu. Ama kuş olarak ge-çirdiği zamanlar gittikçe artıyordu. Senin cininin adı ne?" Lyra söyledi. Hayaletler yine hevesle yanaştılar. Hep-si cinleri hakkında konuşmak istiyordu."Benimkinin adı Matapan'dı..." "Saklambaç oynardık ve o bukalemun biçimine bürü-nürdü ve onu hiç göremezdim, çok iyi bir..." "Bir seferinde gözüm yaralandı, göremiyordum, benieve kadar o götürdü..." "Değişiminin durmasını hiç istemiyordu, ama ben bü-yümek istiyordum. Sık sık tartışırdık..."387

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Elimde kıvrılıp uyurdu..." "Hâlâ orada, başka yerdeler mi? Onları yine görecekmiyiz?" "Hayır. Öldüğünüz zaman cininiz mum alevi gibi sö-nüyor. Nasıl olduğunu gördüm. Ama Castor'ımı görme-dim -ona veda edemedim..." "Hiçbir yerde olamazlar! Bir yerde olmaları gerek! Ci-nim hâlâ orada bir yerde, biliyorum!" İtişip kakışan hayaletler canlanmış, heveslenmişlerdi.Gözleri parlıyordu ve, yolculardan can ödünç almış gibi,yanakları kızarmıştı. "Burada benim dünyamdan biri var mı?" dedi Will."Bizim cinlerimiz yoktu." Kendi yaşlarında zayıf bir hayalet oğlan başını salladıve Will ona döndü. "Ah, evet," dedi oğlan. "Cinin ne olduğunu anlama-dık, ama onsuz olmanın nasıl bir his olduğunu biliyoruz.Burada, her tür dünyadan insan var." "Ben kendi ölümümü tanıyorum," dedi bir kız. "Bü-yürken onu hep biliyordum. Cinlerden bahsettiğini du-yunca, onların bizim ölümlerimiz gibi olduklarını san-dım. Şimdi onu özlüyorum. Onu bir daha göremeyece-ğim. Bana son söylediği, İşim bitti, oldu. Sonra gitti vebir daha dönmedi. O yanımdayken, her zaman güvene-bileceğim biri olduğunu hissederdim, nereye gideceği-mizi, ne yapacağımızı bilen biri. Ama o artık yanımdadeğil. Artık ne olacağını bilemiyorum."388

«Hiçbir şey olmayacak!" dedi bir başkası. "Hiçbir şey,asla!" "Sen ne bilirsin," dedi bir diğeri. " Onlar geldiler, de-ğil mi? Bunun olacağını kimse bilmiyordu."WiU ile Lyra'yı kastediyordu. "Bu ilk defa oluyor," dedi bir hayalet çocuk. "Belki ar-tık her şey değişir.""Elinizden gelse, ne yapardınız?" dedi Lyra."Dünyaya dönerdik!" "Yalnızca bir kez görebilecek olsanız bile, yine de bu-nu yapmak ister miydiniz?""Evet! Evet! Evet!" "Şey, neyse, benim Roger'ı bulmam gerek," dedi Lyrabulduğu yeni fikirle yanıp tutuşarak, ama bunu ilk önceWill öğrenecekti. Sonsuz ovanın zemininde, sayısız hayalet arasındaağır, engin bir hareketlenme vardı. Çocuklar göremiyor-du, ama yukarıda uçan Tialys ve Salmakia küçük solgunşekillerin muazzam bir kuş ya da geyik sürüsü gibi ha-reket etmelerini izledi. Hareketlenmenin ortasında haya-let olmayan iki çocuk vardı. Düzenli bir biçimde ilerli-yorlardı, başı çekmiyorlardı, takip de etmiyorlardı, amabir şekilde hareketi, tüm ölüleri kapsayan bir amacaodaklıyorlardı. Düşünceleri bineklerinden de hızlı hareket eden ca-suslar bakıştılar ve yusufçukları kurumuş, büzülmüş birdala yan yana kondurdular.389

"Bizim cinlerimiz var mı Tialys?" dedi leydi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"O kayığa bindiğimizden beri, yüreğim, henüz çar-parken sökülmüş ve kıyıya fırlatılmış gibi geliyor," dediTialys. "Ama aslında sökülmedi, hâlâ göğsümde atıyorDemek ki, küçük kızın cininin yanında bana ait bir şeykaldı. Senin için de öyle Salmakia, çünkü yüzün düşmüşellerin solgun ve gergin. Evet, ne biçimde olduklarını bil-miyorum, ama bizim de cinlerimiz var. Belki yalnızcaLyra'nın dünyasındaki insanlar cinleri olduğunu biliyor.Belki bu yüzden isyanı başlatan onlardan biriydi." Yusufçuğun sırtından kayıp indi, onu sağlamca bağ-ladı ve sonra mıknatıslı yankı cihazını çıkardı. Ama dahayeni dokunmuştu ki, durdu."Yanıt yok," dedi ciddi bir tavırla."Demek her şeyin ötesindeyiz, öyle mi?" "Yardım alamayacağımız bir yerde olduğumuz kesin.Eh, ölüler diyarına geleceğimizi biliyorduk.""Oğlan kızla birlikte dünyanın sonuna kadar gider." "Oğlanın bıçağı geri dönüş yolunu açabilecek mi sen-ce?" "Eminim açabileceğini düşünüyordur. Ama, ah, Ti-

alys, bilmiyorum." "Daha çok küçük. Şey, ikisi de küçük. Bilirsin, kız buişten canlı olarak kurtulamazsa, baştan çıktığında doğruseçimi yapıp yapmayacağı sorusu geçersiz olacak. Artıkfark etmeyecek.""Sence çoktan seçmiş olabilir mi? Cinini kıyıda bırak-390

jîiayı seçerek? Yapması gereken seçim bu muydu?" Şövalye ölüler diyarının zemininde ağır ağır hareketeden ve Lyra Gümüşdil'in oluşturduğu o parlak, canlı kı-vılcımın çevresinde sürüklenen milyonlarca hayaletebaktı. Kızın loş havadaki en açık renk olan saçlarını veyanındaki sağlam, güçlü oğlanın kara saçlı başını zar zorseçebiliyordu. "Hayır," dedi Tialys, "henüz değil. Her ne ise, o dahaolmadı.""O zaman onu sağ salim o ana ulaştırmalıyız.""İkisini birden. Artık birbirlerine bağlılar."Leydi Salmakia örümcek ağından dizginleri silkeledive yusufçuğu daldan fırlayıp canlı çocuklara doğru hızlauçtu. Şövalye de peşinden gitti. Ama onların yanında durmadılar. İyi olduklarını göre-cek kadar yaklaştıktan sonra, uçmaya devam ettiler, çün-kü hem yusufçukları huzursuzdu hem de bu kasvetli ye-rin ne kadar geniş olduğunu görmek istiyorlardı. Lyra onların başının üzerinden geçtiğini gördü ve hâ-lâ uçan, güzellikle parlayan bir şeyler olduğu için rahat-ladı. Sonra, aklına gelen fikri daha fazla saklayamayaca-ğını hissederek Will'e döndü, ama fısıldaması gerekti.Dudaklarını onun kulağına yanaştırdı ve Will Lyra'nınılık bir fısıltıyla şunları söylediğini duydu:

dünyaya bir yol açar, hepsini serbest bırakırız!" Will döndü ve samimi bir şekilde gülümsedi. Lyra o ka-dar sıcak ve mutluydu ki, içinde bir şeyin teklediğini, du-raksadığını hissetti. En azından, öyle bir his vermişti, ama

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Pantalaimon olmadığından, bunun ne anlama geldiğinikendi kendine soramıyordu. Belki de kalbi yeni bir şekil-de atmıştı. Kendi kendine, düzgün yürümesini ve havaihissetmeyi bırakmasını söyledi büyük bir şaşkınlık içinde. Böylece yollarına devam ettiler. Roger fısıltısı onlar-dan çok daha hızlı ilerliyordu. 'Roger -Lyra geldi- Roger-Lyra burada...' fısıltıları, vücuttaki bir hücreden diğerinegeçen elektrik mesajı gibi, bir hayaletten sonrakine akta-rılıyordu. Yorulmak bilmez yusufçuklarının sırtında yukarıdadolanan ve uçarken çevrelerine bakman Tialys ile Salma-kia sonunda yeni bir hareket gördüler. Biraz uzakta, kü-çük bir girdap belirmiş gibiydi. Süzülerek azaldıkların-da, ilk kez görmezden gelindiklerini fark ettiler, çünkütüm hayaletler daha ilginç bir şeye odaklanmışlardı. Ses-siz fısıltılarla, heyecanlı heyecanlı konuşuyor, bir şeygösteriyor, birini ilerlemeye teşvik ediyorlardı. Salmakia alçaldı, ama konamadı: Kalabalık inanılmazyoğundu; ve inmeye çalışsa bile, hiçbirinin elleri ya daomuzları onu taşımazdı. Dürüst, mutsuz bir yüzü olan,ona anlatılanlarla sersemlemiş, kafası karışmış küçük birhayalet oğlan gördü ve seslendi:"Roger? Sen Roger mısın?"392

Çocuk şaşkın şaşkın yukarı bakıp endişeyle başınısalladı. Salmakia yoldaşının yanma uçtu ve birlikte Lyra'yadöndüler. Yol uzundu ve yön bulmak zordu, ama kala-balığın hareketlerini izleyerek sonunda onu buldular. "Orada," dedi Tialys ve seslendi: "Lyra! Lyra! Arkada-şın geldi!" Lyra başını kaldırdı ve yusufçuğun konması için eliniuzattı. Büyük böcek hemen indi, kırmızı-sarı renkleri mi-nelenmiş gibi parlıyordu ve gergin, incecik kanatları hâ-lâ iki yanda açıktı. Lyra onları göz hizasına getirirken Ti-alys dengesini bozmamaya çalıştı."Nerede?" dedi Lyra nefes nefese. "Uzakta mı?" "Bir saatlik yürüyüş mesafesi kadar uzakta," dedi şö-valye. "Ama geldiğini biliyor. Diğerleri ona söyledi ve oolduğundan eminiz. Yürümeye devam et, yakında onubulacaksın." Tialys Will'in kendini dik durmaya, biraz daha enerjibulmaya zorladığını gördü. Lyra canlanmıştı, Gallivespi-anlara sorular yağdırdı: Roger nasıl görünüyordu? Onlar-la konuşmuş muydu? Mutlu görünüyor muydu? Diğer ço-cuklar neler olduğunun farkında mıydı ve yardım edi-yorlar mıydı, yoksa yalnızca yolu mu tıkıyorlardı? Vesaire, vesaire. Tmlys her şeye dürüstçe ve sabırlayanıt vermeye çalıştı. Yaşayan kız, ölüme götürdüğü oğ-lana adım adım yaklaşıyordu.393

23Çıkış Yolu YokVe gerçeği bileceksin,ve gerçek seni azat edecek...Aziz John "Will," dedi Lyra, "hayaletleri salıverdiğimiz zaman

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

harpiler ne yapacak sence?" Çünkü yaratıklar gittikçe daha yüksek sesle haykırı-yor, yaklaşıyorlardı ve sayıları devamlı artıyordu. Sankiloşluk kötü niyetli küçük kütlelere dönüşüyor ve kanat-lanıyordu. Hayaletler onlara korkuyla bakıyordu. "Yaklaşıyor muyuz?" diye seslendi Lyra Leydi Salma-kia'ya. "Az kaldı," diye seslendi leydi tepelerinde süzülerek."Şu taşa tırmanırsan görürsün." Ama Lyra zaman harcamak istemiyordu. Tüm yüre-ğiyle, Roger için neşeli bir tavır takınmaya çalışıyordu,ama zihin gözüyle, iskelede bıraktığı küçük köpekPan'm sislerin arasında kaybolmasını görüyordu her anve uluya uluya ağlamamak için kendini zar zor tutuyor-394

du- Ama YaPmak zorundaydı; Roger'in hatırına umutluolmak zorundaydı; her zaman öyle olmuştu. yüz yüze gelmeleri oldukça ani oldu. Onca hayaletinortasında beliriverdi, tanıdık yüzü solgundu, ama bir ha-yalet için olabildiğince sevinçliydi. Koşarak gelip Lyra'yasarıldı. Ama Roger Lyra'nın kollarından duman gibi geçti veLyra onun küçük elinin kalbini kavradığını hissetse de,ellerin tutunacak gücü yoktu. Bir daha asla birbirlerinedokunamayacaklardı. Ama Roger fısıldayabiliyordu ve sesi şöyle dedi: "Lyraseni bir daha görebileceğimi sanmıyordum -öldüğündeburaya gelsejrDÜe, çok daha büyük olacağını, yetişkinolacağını ve benimle konuşmak istemeyeceğini düşünü-yordum/.""Nedenmiş?" "Çünkü Pan cinimi Lord Asriel'in cininden kurtardığızaman yanlış şeyi yaptım! Kaçmalıydık, onunla savaşma-ya çalışmamalıydık! Sana doğru kaçmalıydık! O zamancinimi bir daha ele geçiremezdi ve yamaç yıkıldığında ohâlâ benim yanımda olurdu!" "Ama bu senin suçun değildi aptal!" dedi Lyra. "Senioraya götüren bendim. Diğer çocuklar ve çingenlerle ge-ri dönmene izin vermeliydim. Benim suçumdu. Çok üz-günüm Roger, gerçekten, benim suçumdu, yoksa şimdiburada olmazdın.""Şey," dedi Roger, "bilmiyorum. Belki de başka şekil-395

de ölürdüm. Ama senin suçun değildi Lyra, anlamalısın " Lyra ona inanmaya başladığını hissediyordu. Ama ay-nı zamanda, o zavallı küçük, soğuk şeyi görmek, o ka-dar yakında olduğu halde ulaşılmaz olduğunu bilmekyürek paralayıcıydı. Onun bileğini tutmak için uzandıama parmakları boş havada kapandı. Ama Roger anladıve Lyra'nın yanına oturdu. Diğer hayaletler biraz gerileyerek onları yalnız bırak-tılar. Will de uzaklaştı, oturup elini kavradı. Yine kanı-yordu. Tialys hayaletleri uzaklaştırmak için onların üstle-rine üstlerine uçarken, Salmakia Will'in yarayla ilgilen-mesine yardım etti.Ama Lyra ile Roger bunların hiçbirinin farkında değildi. "Sen ölü değilsin," dedi Roger. "Hâlâ yaşıyorsan bu-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

raya nasıl geldin? Pan nerede?" "Ah, Roger -onu kıyıda bırakmak zorunda kaldım-yaptığım en kötü şeydi, içimi çok acıttı -nasıl acıdığınıbilirsin- oracıkta durup baktı, ah, katil gibi hissettimkendimi Roger -ama mecburdum, yoksa nasıl gelebilir-dim?" "Öldüğümden beri seninle konuşuyormuşum gibi ya-pıyorum," dedi Roger. "Seninle konuşabilmeyi çok iste-dim, çok diledim... Yalnızca dilekte bulunabiliyorum,ben ve tüm diğer ölüler, çünkü burası korkunç bir yerLyra, umutsuz, öldüğün zaman hiç değişiklik olmuyor veo kuşa benzeyen şeyler... Ne yaptıklarını biliyor musun?Sen dinlenmek için uzanana kadar bekliyorlar -asla doğ-396

düzgün uyuyamıyorsun, yalnızca uyukluyorsun- vesessizce yanma gelip, yaşarken yaptığın bütün kötü şey-leri fısıldıyorlar, bu yüzden asla unutamıyorsun. Seninleilgili en kötü şeyleri biliyorlar. Korkunç hissetmeni, yap-tığın bütün kötü ve aptalca şeyleri düşünüp durmanı na-sıl sağlayacaklarını biliyorlar. Ve aklından geçen bütünaçgözlü ve kaba düşünceleri, hepsini biliyorlar ve seniutandırıyorlar, kendinden nefret etmene sebep oluyor-lar... Ama oralardan kaçamıyorsun.""Şeyfaeâi Lyra, "dinle." jordan Koleji'nde yaramazlık planlarken yaptıkları gi-bi, küçük hayalete doğru eğilip sesini alçaltarak sözleri-ne devam etti: "Muhtemelen bilmiyorsun, ama cadıların -SerafinaPekkala'yı hatırlarsın- cadıların benimle ilgili bir kehane-ti var. Bildiğimi bilmiyorlar -kimse bilmiyor. Daha öncekimseye bundan bahsetmedim. Ama ben Trolle-sund'dayken Çingen Farder Coram beni cadı konsülüDr. Lanselius'u görmeye götürdü ve konsül bana bir türsınav yaptı. Aletiyometreyi gerçekten okuyup okuyama-dığımı kanıtlamak için, dışarı çıkıp doğru bulut çamı par-çasını seçmem gerektiğini söyledi. "Eh, bunu yaptım ve sonra çabucak içeri girdim, çün-kü hava soğuktu ve yalnızca bir saniye sürdü, kolaydı.Konsül Farder Coram'la konuşuyordu ve onları duyabil-diğimi bilmiyorlardı. Cadıların benim hakkında bir keha-neti olduğunu söyledi. Büyük ve önemli bir şey yapa-397

çakmışım ve bu bir başka dünyada olacakmış... "Yalnız, bundan hiç bahsetmedim ve sonra unuttumherhalde, çok şey olup bitiyordu. Bu yüzden aklımdanuçup gitti. Pan'la bile konuşmadım, çünkü bana gülerdiherhalde. "Ama sonra, Mrs. Coulter beni yakaladı ve uyuttu. Rü-ya görüyordum ve bu konuda da rüya gördüm, rüyamdaseni de gördüm. Ve Çingen Ma Costa'yı hatırladım -sende hatırlıyorsundur- Jericho'da, Simon, Hugh ve diğerle-riyle bindiğimiz tekne onlarmkiydi..." "Evet! Neredeyse ta Abingdon'a kadar gidecektik!Yaptığımız en güzel şey buydu Lyra! Bunu asla unutma-yacağım, bin sene burada ölü kalsam bile..." "Evet, ama dinle -Mrs. Coulter'dan ilk kaçtığımda, ta-mam mı, Çingenleri yine buldum ve bana baktılar ve...

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ah, Roger, o kadar çok şey öğrendim ki şaşarsın -amaen önemlisi şu: Ma Costa bana, ruhumda cadı-yağı bu-lunduğunu, Çingenler su insanlarıyken, benim ateş insa-nı olduğumu söyledi. "Sanırım beni cadı kehanetine hazırlıyordu. Önemlibir şey yapacağımı biliyorum. Konsül Dr. Lanselius, olaygerçekleşene kadar kaderimi öğrenmemem gerektiğinisöyledi -asla bu konuda soru soramam... Bu yüzdenben de hiç sormadım. Ne olabileceğini düşünmedim bi-le. Hatta aletiyometreye bile sormadım. "Ama artık bildiğimi sanıyorum. Ve seni yine bulmambir tür kanıt. Yapmam gereken Roger, kaderim, bütün398

, ayaletlerin ölüler diyarından sonsuza dek çıkmasınığ}amak. Ben ve Will -hepinizi kurtarmalıyız. Bu oldu-ğundan eminim. Öyle olmalı. Çünkü Lord Asriel, ba-barn.-- Ölüm ölecek, dedi. Ama ne olacağını bilmiyorum.Henüz onlara söylememelisin, söz ver. Demek istediğim,orada dayanamajiabilirsiniz. Ama..."Rogepkonuşmaya can atıyordu, bu yüzden Lyra sustu. "Ben de sana bunu söylemek istiyordum!" dedi. "On-lara, tüm diğer ölülere söyledim, senin geleceğini söyle-dim). Tıpkı gelip Bolvangar'daki çocukları kurtarman gi-bi! Yapacak biri varsa, o Lyra'dır dedim. Doğru olmasınıdilediler, bana inanmak istediler, ama aslında inanmadı-lar, anlayabiliyordum. "Her şeyden önce," diye devam etti, "buraya gelenbütün çocuklar, ama her biri, en başta eminim babamgelip beni alır, eminim annem nerede olduğumu öğreniröğrenmez beni eve götürür diyorlar. Anneleri ya da ba-baları olmazsa arkadaşları, dedeleri, ama biri mutlakagelip onları kurtaracak oluyor. Ama hiç gelmiyorlar. Buyüzden, senin geleceğini söylediğimde kimse bana inan-madı. Ama haklı çıktım!" "Evet," dedi Lyra, "şey, Will olmasa yapamazdım. Şu-radaki Will, onlar da Şövalye Tialys ile Leydi Salmakia.Anlatacak o kadar çok şey var ki Roger...""Will kim? Nereden gelmiş?" Lyra sesinin değiştiğini, daha dik oturduğunu, hattabakışlarının değiştiğini fark etmeden, WilPle karşılaşma-399

sim, keskin bıçak için verilen savaşı anlattı. Nasıl faı-uedebilirdi ki? Ama Roger değişmeyen ölülerin hüzünlüsessiz kıskançlığı ile bunu gördü. Bu arada Will ve Gallivespianlar biraz ötede, sessizcekonuşuyorlardı."Sen ve kız ne yapacaksınız?" dedi Tialys. "Bu dünyayı açıp hayaletleri salıvereceğiz. Bıçak bu-nun için bende." Will hiç bu kadar şaşkın yüzler görmemişti, hele fik-rine güvendiği kişilerde hiç. Bu ikisine büyük saygı duy-maya başlamıştı. Birkaç dakika sessizce oturdular vesonra Tialys konuştu: "Bu her şeyi bozar. Vurabileceğin en büyük darbeolur. Bundan sonra Otorite güçsüz kalır." "Bunu nasıl tahmin edebilirler ki?" dedi leydi. "Hiçyoktan karşılarına çıkacak bu!"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Peki sonra?" diye sordu Tialys Will'e. "Sonra mı? Şey, sonra bizim de buradan çıkmamız vecinlerimizi bulmamız gerekir, herhalde. Sonrayı düşün-meyin. Şimdiyi düşünmek yeterli. Hayaletlere hiçbir şeysöylemedim, ne olur ne olmaz... belki işe yaramaz diye.Bu yüzden siz de söylemeyin. Şimdi açabileceğim birdünya bulacağım, ama o harpiler izliyor. Bu yüzden, yar-dım etmek istiyorsanız, ben bunu yaparken siz gidip on-ların dikkatini dağıtın." Gallivespianlar hemen yusufçuklarını mahmuzlayıploş havada yükseldiler ve harpilerin at sineği sürüleri ka-400

dar yoğun olduğu yere tırmandılar. Will büyük böcekle-rin harpüerin arasında korkusuzca uçmasını izledi. San-ki harpiler, ne/kadar büyük olurlarsa olsunlar, sinektilerve yusufçuklar onları kapabilirdi. Will, yusufçuklarınaçık göjcyüzünde olmayı, yine parlak suların üzerindesüzülmeyi ne kadar çok istiyor olması gerektiğini düşün-dü. Sonra bıçağı çıkardı. Ve harpiler hemen ona haykır-maya başladılar -annesi hakkında sataşıyorlardı. Willdurdu. Bıçağı indirdi ve zihnini boşaltmaya çalıştı. Yine denedi ve sonuç aynı oldu. Gallivespianların ha-şinliğine rağmen onların yukarıda şamata yaptığını duya-biliyordu. O kadar çoktular ki, iki Gallivespian onlarıdurdurmak için çok şey yapamıyordu. Eh, böyle olacaktı demek ki. İşi kolaylaşmayacaktı.Bu yüzden Will zihnini gevşetti, çevresiyle ilgisini kestive bıçağı gevşekçe tutarak, hazır hissedene kadar oracık-ta oturdu. Bu sefer bıçak havayı hemen kesti -ve kayayla karşı-laştı. Bir başka dünyada yeraltına denk gelen bir pence-re açmıştı. Kapadı ve yine denedi. Yine aynı şey oldu, ama Will bunun farklı bir dünyaolduğunu anladı. Daha önce de pencereler açmış, ken-dini bir başka dünyada, havada bulmuştu, bu yüzden busefer yeraltına pencere açmak onu şaşırtmamalıydı, amahuzursuz ediciydi.Bir sonraki seferde, öğrendiği gibi dikkatle yokladı,401

bıçağın ucunun yerin aynı hizada olduğunu anlatan yankıyı aramasına izin verdi. Ama nereyi yoklarsa yoklasıntemas yanlıştı. Pencere açabileceği hiçbir dünya yoktu-nereye dokunursa dokunsun, hep kayaya rastlıyordu. Lyra yolunda gitmeyen bir şey olduğunu sezmişti. Ro-ger'ın hayaletiyle sohbet ettiği yerden fırladı ve Will'inyanına seyirtti."Ne oldu?" dedi sessizce. Will durumu anlattı ve ekledi: "Pencere açabileceği-miz bir dünya bulmak için başka yere gitmemiz gereke-cek. Ama o harpiler buna izin vermeyecekler. Hayaletle-re ne planladığımızı söyledin mi?" "Hayır. Yalnızca Roger'a. Ve kimseye anlatmamasınısöyledim. Ben ne dersem yapacak. Ah, Will, korkuyo-rum, çok korkuyorum. Buradan hiç çıkamayabiliriz. Yasonsuza dek burada kısılı kalırsak?" "Bıçak kayayı kesebilir. Gerekirse, kayalarda tünel

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

açarız. Bu uzun sürer. Umarım zorunlu kalmayız, amayapabiliriz. Endişelenme.""Evet. Haklısın. Elbette yapabiliriz." Ama WüTin çok hasta olduğunu düşünüyordu. Yüzüacıyla gerilmiş, gözlerinin altı morarmıştı ve eli titriyor-du. Parmakları yine kanamaya başlamıştı. Lyra'nm his-settiği kadar hasta görünüyordu. Cinleri olmadan dahafazla dayanamazlardı. Kendi hayaletinin bedeninin için-de sindiğini hissediyordu. Pan'a duyduğu özlemle, kol-larını sıkı sıkı kendine doladı.402

Ama bu arada hayaletler yaklaşıyorlardı, zavallıcıklar,ve özellikle çocuklar Lyra'dan uzak duramıyorlardı. "Lütfen," dedi bir kız, "geri döndüğünde bizi unutma-yacaksın, değil mi?""Hayır," dedi Lyra, "asla.""Onlara bizden bahsedecek misin?""Söz veriyorum. Adın ne?" Ama zavallı kız utanmıştı: Çünkü adını unutmuştu.Arkasını dönüp yüzünü sakladı ve bir oğlan araya girdi: "Unutmak daha iyi bence. Ben de benimkini unut-tum. Buradaki bazıları yeni ve kim olduklarını hâlâ ha-tırlıyorlar. Aramızda, binlerce senedir burada olan ço-cuklar var. Bizden büyük değiller ve çok şey unutmuş-lar. Güneş ışığı dışında. Bunu kimse unutmuyor. Bir derüzgarı.""Evet," dedi bir başkası, "bize bundan bahset!" Daha daha fazla çocuk, Lyra'dan hatırladıkları şeyleri-güneşi, rüzgarı, gökyüzünü- ve unuttukları şeyleri, örne-ğin oyun oynamayı anlatmasını isteyerek seslerini yük-selttiler. Lyra Will'e döndü ve fısıldadı: "Ne yapayım Will?""Anlat onlara.""Korkuyorum. Orada -harpilerle- olanlardan sonra...""Onlara gerçeği anlat. Biz harpileri uzak tutarız." Lyra ona kuşkuyla baktı. Aslında kuruntudan deli olu-yordu. Gittikçe daha yakma toplanan hayaletlere döndü. "Lütfen!" diye fısıldıyorlardı. "Sen dünyadan yeni gel-din! Anlat bize, anlat! Bize dünyayı anlat!"403

Biraz ötede bir ağaç vardı -kemik beyazı dallarını snğuk gri gökyüzüne uzatan ölü bir kütükten ibaretti. Lyrazayıf hissettiğinden, aynı anda hem yürüyüp hem konu-şabileceğini düşünmediğinden, oturmak için ağaca yö-neldi. Hayalet kalabalığı ona yer açmak için itişip kakı-şarak kenara çekildiler. Ağaca yaklaştıklarında Tialys WilPin eline kondu veWill'in başını eğip dinlemesini işaret etti. "Geri geliyorlar," dedi sessizce, "şu harpiler. Daha dafazlası. Bıçağını hazır et. Leydi ve ben elimizden geldi-ğince uzak tutarız, ama savaşman gerekebilir." Will Lyra'yi endişelendirmeden bıçağı kınında gevşet-ti ve elini yakınında tuttu. Tialys yine havalandı ve Lyraağaca ulaşıp, kalın köklerden birine oturdu. Çevresine o kadar çok ölü toplandı ve iri iri açılmışgözlerle, umutla o kadar yanaştılar ki, Will onları geridurmaya ve yer açmaya zorlamak zorunda kaldı. AmaRoger'm kalmasına izin verdi, çünkü o gözlerini Lyra'ya

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dikmiş, tutkuyla dinliyordu.Lyra bildiği dünyayı anlatmaya başladı. Onlara, Roger ile birlikte Jordan Koleji'nin çatısına tır-manmalarını, bacağı kırılmış bir ekinkargası bulmalarınıve uçacak hale gelene kadar ona bakmalarını anlattı. Tozve örümcek ağlan ile kaplı şarap mahzenlerinde keşifgezisine çıkmalarını, kanarya içmelerini -ya da belki To-kay da olabilirdi, Lyra aradaki farkı bilmiyordu- ve sar-hoş olmalarını anlattı. Roger'ın hayaleti gurur ve çaresiz-404

Hkle başını sallayıp fısıldayarak dinliyordu: "Evet, evet!Böyle oldu, doğru!" Lyra sonra, Oxfordlular ile kil pişirenler arasındakibüyük savaşı anlattı. İlk önce Kil Yatakları'nı tarif etti, hatırladığı her şeyiaktardığından emin oldu, geniş kızıl-sarı çamur çukurla-rını, halatlı ekskavatörleri, tuğladan büyük arı kovanları-na benzeyen tuğla ocaklarını anlattı. Onlara ırmak kıyı-sındaki söğütNağaçlannı, onların altı gümüş rengi olanyapraklarını tariretti. Güneş iki günden fazla parladığın-da, kilin büyük düzgün plakalar halinde nasıl varıldığını,aradaki derin çatlakları, parmaklarınızı çatlaklara sokupkuru çamurdan bir plakayı yavaşça nasıl kaldırabildiğini-zi, mümkün olduğunca büyük bir tabakayı kırmadankaldırmaya çalıştıklarını anlattı. Tabakaların altı hâlâ ıs-lak olurdu, insanlara fırlatmak için idealdi. Ve sonra mekândaki kokuları tarif etti: tuğla ocakların-dan yükselen dumanı, rüzgar güneybatıdan eserken ır-maktan gelen yaprak küfü kokusunu, kil pişirenlerin yedi-ği fırınlanmış patateslerin sıcak kokusunu; savaklardanakıp çukurlara dolan suyun sesini, ayağınızı çamurdankurtarmaya çalışırkenki yoğun çekiş hissini, nehir kapakla-rının kille yoğunlaşmış suda çıkardığı ağır ıslak şaklamayı. Lyra tüm duyularına hitap ederek konuşurken, haya-letler daha da yanaştı, onun sözleriyle beslendiler, etle-ri, derileri, sinirleri ve duyuları olduğu zamanları hatırla-dılar ve bu yüzden hiç susmamasını dilediler.405

Sonra Lyra kil pişirenlerin çocuklarının her zaman şehirlilerle savaştığını, ama ağır ve aptal olduklarını, beyinyerine kil taşıdıklarını, buna karşın şehirlilerin serçelerkadar zeki ve hızlı olduğunu anlattı. Ve bir gün tüm şe-hirlilerin anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak, Kil Ya-taklarına üç yönden saldırmak için plan yapmalarını, kilpişirenlerin çocuklarını ırmak kıyısında kıstırmalarınıbirbirlerine avuç avuç ağır kil fırlatmalarını, onların ça-murdan şatolarına saldırıp yıkmalarını, kaleleri mermiyedönüştürmelerini, sonunda havanın, yerin ve suyun bir-birine karışmasını ve bütün çocukların tepeden tırnağaçamura bulanıp tıpatıp aynı görünmelerini, hiçbirinin ha-yatları boyunca bundan fazla eğlenmediğini anlattı. Sözlerini bitirdiği zaman bitkinlik içinde WilPe baktı.Sonra şok geçirdi. Sessizce çevresini almış hayaletlere ve yakındaki can-lı yoldaşlarına ek olarak, başka seyirciler de vardı. Ağa-cın dalları o kara kuşsu şekillerle dolmuştu, kadın yüzle-ri ciddi ifadelerle, büyülenmiş gibi onu izliyorlardı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lyra aniden korkuya kapılarak doğruldu, ama onlarkıpırdamadılar. "Siz," dedi Lyra çaresizlikle, "önceden, size bir şey an-latmaya çalıştığımda bana saldırdınız. Şimdi sizi durdu-ran ne? Hadi, pençelerinizle paralayın beni, beni de ha-yalet yapın!" "Yapacağımız en önemsiz şey bu olacak," dedi orta-daki harpi, Isimsiz'in kendisi. "Beni dinle. Binlerce sene406

önce, Ük hayaletler buraya geldiğinde, Otorite bize her-kesin en kötü taraflarını görme gücü verdi ve o zaman-dan bu yana en kötüsüyle beslendik, öyle ki kanımız kö-tülükle doldu ve yüreklerimiz bile hastalandı. "Ama yine de, beslenebileceğimiz tek şey oydu. Sa-hip olduğumuz tek şey/ Ve şimdi, senin üst dünyaya biryol açıp, tüm hayaletleri oraya götürmeyi planladığınıöğreniyoruz..." Kötücül sesi bir milyon fısıltıyla boğuldu. Sanki onuişiten her hayalet sevinç ve umutla bağırmaya başlamış-tı. Ama harpiler hayaletler susana kadar haykırdılar vekanatlarını çırptılar. "Evet," diye haykırdı İsimsiz, "onları götür bakalım!Biz ne yapacağız? Sana ne yapacağımızı söyleyeyim:Bundan sonra hiçbir şeyden kaçınmayacağız. Buradangeçen her hayaleti incitecek, kirletecek, yırtıp parçalaya-cağız ve onları korku, pişmanlık ve kendi kendine duy-dukları nefretle deliye dönmüş halde göndereceğiz. Bu-rası kıraç topraklar; biz onu cehennem edeceğiz!" Bütün harpiler haykırarak eğlendiler ve ağaçtan hava-lanıp hayaletlere saldırdılar, onların dehşet içinde kaçış-masına sebep oldular. Lyra Wiü'in koluna yapıştı. "Eleverdiler, artık yapamayız -bizden nefret ederler- onlaraihanet ettiğimizi düşünürler! Durumu iyileştiremedik, da-ha da kötüleştirdik!" "Sessiz ol," dedi Tialys. "Ümitsizliğe kapılma. Onlarıgeri çağır ve bizi dinlemelerini sağla."407

Will bağırdı: "Geri dönün! Geri dönün, hepiniz! Geridönün ve dinleyin!" Harpiler hevesli, aç ve ızdırap verme arzusu doluyüzlerle teker teker dönüp ağaca uçtular. Hayaletler degeri döndü. Şövalye yusufçuğunu Salmakia'ya bıraktı veyeşil giyimli, siyah saçlı küçük, gergin şekil hepsinin onugörebileceği bir kayanın üzerine atladı. "Harpiler," dedi, "size bundan daha iyi bir şey önere-biliriz. Sorularımı dürüstçe yanıtlayın ve söyleyecekleri-mi dinleyin, ondan sonra karar verin. Lyra duvarın dışın-da sizinle konuştuğunda, ona saldırdınız. Bunu nedenyaptınız?" "Yalanlar!" diye haykırdı tüm harpiler. "Yalanlar vhayalet!" "Ama şimdi konuştuğunda hepiniz onu dinlediniz,her biriniz, ve sessiz kaldınız, yerinizden kıpırdamadınız.Bunun sebebi neydi?" "Çünkü doğruydu," dedi İsimsiz. "Çünkü gerçeği soylüyordu. Çünkü gerçek besleyiciydi. Çünkü bizi besledi.Çünkü elimizde değildi. Çünkü doğruydu. Çünkü kötü-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lükten başka bir şey olduğundan haberimiz yoktu. Çün-kü bize dünyadan, güneşten, rüzgardan ve yağmurdanhaber getirdi. Çünkü doğruydu." "O zaman," dedi Tialys, "sizinle pazarlık edelim. Bu-raya gelen hayaletlerde sırf kötülük, zalimlik ve açgözlü-lük görmek yerine, bundan sonra her hayaletten hayat-larının hikâyesini anlatmasını isteme hakkına sahip ola-408

caksınız ve onlar da dünyâda gördükleri, dokundukları,işittikleri, sevdikleri, bildikleri şeyleri dürüstlükle anlata-caklar. Bu hayaletlerin her birinin birer hikâyesi var; ge-lecekte buraya gelen her birinin, dünya hakkında anla-tacak gerçek şeyleri olacak. Sizin de onları dinleme hak-kınız olacak ve onlar size anlatmak zorunda kalacak." Lyra küçük casusun cüretine hayret etti. Onlara hakihsan etme gücüne sahipmiş gibi, nasıl konuşabiliyordubu yaratıklarla? Her an içlerinden biri onu kapabilir, pen-çeleri ile parça parça edebilir, yükseğe taşıyıp yere fırla-tabilir, ezebilirdi. Ama o orada gururla, korkusuzca dur-muş, onlarla pazarlık ediyordu! Ve harpiler dinlediler,yüzlerini birbirlerine çevirerek alçak seslerle konuştular.Bütün hayaletler sessizlik içinde korkuyla izliyorlardı.Sonra İsimsiz onlara döndü. "Bu yeterli değil," dedi. "Bundan daha fazlasını istiyo-ruz. Eski düzende bir görevimiz vardı. Bir konumumuzve işimiz vardı. Otorite'nin emirlerini titizlikle yerine ge-tirdik ve bunun karşılığında şereflendirildik. Nefret edil-dik, bizden korkuldu, ama yine de şereflendiriliyorduk.Şimdi şerefimize ne olacak? Buradan çıkıp yine dünyayagirebiliyorlarsa, hayaletler neden bizi dikkate alsınlar?Gururumuz var bizim, ve gururumuzdan vazgeçmemizeizin vermemelisiniz! Şerefli bir yere ihtiyacımız var! Birgöreve, yapacak bir işe ihtiyacımız var. Bu, hak ettiğimizsaygıyı bize kazandırır!"Dalların üzerinde mırıldanarak, kanatlarını kaldırarak409

kıpırdandılar. Ama bir an sonra Salmakia da fırlayıp şövalyeye katıldı ve seslendi. "Çok haklısınız. Herkesin önemli bir işi olmalı, onla-ra şeref getiren, gururla yapabilecekleri bir iş. Sizin işinizde şu, yalnızca sizin yapabileceğiniz bir iş, çünkü siz bu-ranın koruyucuları ve bakıcılarısınız. İşiniz hayaletlerigöl kıyısındaki iskeleden almak, ölüler diyarından geçir-mek, dünyaya açılan yeni pencereye getirmek olacak.Bu rehberlik işinin karşılığında, adil ve hakkaniyetli birücret olarak, size hikâyelerini anlatacaklar. Bu size uy-gun geliyor mu?" İsimsiz, kız kardeşlerine baktı. Hepsi başlarını salladı-lar. İsimsiz konuştu: "Ve yalan söylerlerse ya da bir şey saklarlarsa, ya dabize anlatacak hiçbir şeyleri yoksa, onlara rehberlik et-meyi reddetme hakkımız var. Dünyada yaşıyorlarsa, gör-meli, dokunmalı, işitmeli, sevmeli ve öğrenmeliler. Her-hangi bir şey öğrenecek zamanları olmayan bebekleriçin istisna yaparız, ama bunun dışında, buraya hiçbirşey getirmeden gelmişlerse, onları çıkış yoluna götürme-yiz."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bu adil," dedi Salmakia ve diğer yolcular da onayla-dılar. Böylece bir anlaşma yaptılar. Ve Lyra'nın hikâyesikarşılığında, yolcuları ve keskin bıçağı ölüler diyarında-ki, yukarı dünyaya yakın bir noktaya götürmeyi önerdi-ler. Çok uzaktı, tünellerden ve mağaralardan geçilerek410

Iediliyordu, ama onlara sadakada yol göstereceklerdi vetüm hayaletler de takip edebilecekti. Ama daha onlar yola çıkmadan bir ses bağırdı, bir fı-sıltı ne kadar bağırabilirse, o kadar yüksek sesle bağır-mıştı. Bu, öfkeli ve tutkulu bir yüze sahip zayıf bir adam-dı. Adam şöyle diyordu: "Ne olacak peki? Ölüler dünyasından ayrıldığımızdayine yaşayacak mıyız? Yoksa cinlerimiz gibi kaybolup gi-decek miyiz? Kardeşlerim, bize ne olacağını öğrenmedenbu çocuğun peşinden gitmeyelim!" Diğerleri soruyu tekrarladı: "Evet, bize nereye gidece-ğimizi söyle! Ne beklememiz gerektiğini söyle! Bize neolacağını bilmezsek gitmeyiz!" Lyra çaresizlik içinde Will'e döndü, ama o, "Onlaragerçeği söyle," dedi. "Aletiyometreye sor ve ne diyorsaonlara aktar.""Tamam," dedi Lyra. Lyra altın aleti çıkardı. Yanıt hemen geldi. Lyra aleti-yometreyi kaldırdı ve ayağa kalktı. "Olacak olan şu," dedi, "ve bu doğru, tamamen doğ-ru. Siz buradan çıktığınızda, sizi oluşturan zerreler gev-şeyip, tıpkı cinleriniz gibi dağılacak; ölen insan gördüy-seniz, bunun neye benzediğini bilirsiniz. Ama cinlerinizartık hiçbir şey değil; onlar her şeyin parçası. Onlarıoluşturan atomlar havaya, rüzgara, ağaçlara, toprağa vebütün canlı varlıklara karıştılar. Asla yok olmayacaklar.Her şeyin bir parçasını oluşturuyorlar. Sizin başınıza ge-411

lecek olan da tam olarak bu, yemin ederim, şerefim üzerine söz veririm. Dağılacaksınız, bu doğru, ama açıklıktaolacaksınız, bir kez daha yaşayan her şeyin parçası ola-caksınız." Kimse konuşmadı. Cinlerin nasıl dağıldığını görmüşolanlar şimdi bunu hatırlıyordu ve görmeyenler hayalediyorlardı. Genç bir kadın öne çıkana kadar kimse ko-nuşmadı. Kadın yüzyıllar önce şehit olmuştu. Çevresinebakındı ve şöyle dedi: "Biz yaşarken, bize öldüğümüzde cennete gideceği-mizi söylediler. Cennetin sevinç ve ihtişam dolu bir yerolduğunu, sonsuza dek azizler ve meleklerle birlikte ola-cağımızı, mutluluk içinde Yüce Tanrı'ya şükredeceğimi-zi söylediler. Bize söyledikleri buydu işte. Ve bu, bazıla-rımızın yaşamlarını adamalarına, diğerlerinin ise senele-rini yalnız başına dua ederek geçirmelerine yol açtı. Buarada hayatın coşkusu çevremizde gelip geçiyordu vebiz hiç farkında değildik. "Ölüler diyarı bir ödül ya da ceza yeri değil. Burası

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bir hiçlik diyarı. İyiler gibi kötüler de geliyor ve hepimizhiçbir özgürlük, sevinç, uyku, dinlenme ve huzur umu-du olmadan bu loşlukta çürüyoruz. "Ama şimdi bu çocuk bize bir çıkış yolu öneriyor veben onu takip edeceğim. Eğer bu yok olmak anlamınageliyorsa dostlarım, ona kucak açıyorum, çünkü hiçbirönemi olmayacak, yine binlerce çimende, milyonlarcayaprakta yaşıyor olacağız, yağmur damlaları olup yağa-412

cağız, taze rüzgar olup eseceğiz, yıldızların ve ayın altın-da ışıldayan çiy damlaları olacağız, yine orada, dışarıda,jıer zaman bizim gerçek yuvamız olan fiziksel dünyadaolacağız. "Bu yüzden size sesleniyorum: Çocukla birlikte, gök-yüzüne gelin!" Ama keşişe benzeyen bir adamın hayaleti kadının ha-yaletini kenara itti: Zayıftı ve ölümde bile solgundu, ka-ra, hararetli gözleri vardı. Adam haç çıkardı, bir dua mı-rıldandı ve sonra konuştu: "Bu acı bir mesaj, hüzünlü ve zalim bir şaka. Gerçeğigöremiyor musunuz? Bu bir çocuk değil. Bu Şerir Var-lık'ın ajanı! İçinde yaşadığımız dünya bir yozlaşmışlık vegözyaşı vadisiydi. Oradaki hiçbir şey bizi tatmin edemi-yordu. Ama Yüce Tanrı tüm sonsuzluk için bize bu kut-sal yeri, bu cenneti bahşetti. Burası düşük ruhlara kas-vetli ve çorak geliyor, ama imanlı gözler için burası sütve balın taştığı, meleklerin tatlı ilahileriyle yankılanan biryer. Burası gerçekten cennet! Bu kötü kızın vaatlerininhepsi yalan. Sizi cehenneme götürmek istiyor! Onunlagiderseniz, başınıza geleceklerden siz sorumlusunuz.Gerçek imana sahip olan yoldaşlarım ve ben burada,kutsal cennetimizde kalacağız ve tüm sonsuzluğu, bizedoğruyu yanlıştan ayırma gücünü veren Yüce Tanrı'yahamdederek geçireceğiz." Bir daha haç çıkardı, sonra o ve yoldaşları dehşet vetiksinti içinde sırtlarını döndüler.413

Lyra şaşakalmıştı. Yanılmış olabilir miydi? Büyük birhata mı yapıyordu? Çevresine bakındı: Her yerde loşlukve keder vardı. Ama daha önce de görünüşe aldanıp ya_nıldığı olmuştu. Güzelim gülümsemesi ve tatlı kokulu ih-tişamı yüzünden Mrs. Coulter'a güvenmişti. Her şeyi yan.lış anlamak çok kolaydı; ona rehberlik edecek cini olma-dığından, belki bu konuda da yanılıyordu. Ama Will kolunu sarsıyordu. Sonra ellerini Lyra'nrnyüzüne götürdü ve kabaca tuttu. "Bunun doğru olmadığını biliyorsun," dedi Will,"çünkü hissedebiliyorsun. Onu dikkate alma! Onun ya-lan söylediğini herkes görüyor. Ve bize güveniyorlar. Ha-di gel, yola çıkalım." Lyra başını salladı. Bedenine ve duyularının ona an-lattıklarına güvenmek zorundaydı. Pan olsa, böyle yapa-cağını biliyordu. Böylece yola çıktılar ve milyonlarca hayalet de onlarıizledi. Arkalarında, çocukların göremeyeceği kadar uzak-ta, ölüler dünyasının sakinleri olanları duymuştu ve bü-yük yürüyüşe katılmaya "geliyorlardı. Tialys ve Salmakia

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bakmak için geriye uçtular ve orada kendi halklarını dagörünce sevindiler. Otorite'nin sürgün ve ölümle ceza-landırdığı bütün bilinçli varlıklar oradaydı. Aralarında,Mary Malone'nun görse tanıyacağı mulefa gibi, hiç de in-sansı olmayan varlıklar ve onlardan daha da tuhaf haya-letler vardı.Ama Will ve Lyra'nın geriye dönüp bakacak gücü414

yoktu; tek yapabildikleri harpilerin peşinden yürümekve umut etmekti. "Neredeyse başardık, değil mi Will?" diye fısıldadıLyra. "Bitti sayılır, değil mi?" Will bilemiyordu. Ama o kadar hasta ve zayıf hissedi-yorlardı ki, "Evet, bitti sayılır, başardık sayılır. Yakındaburadan çıkacağız," dedi.415

24Mrs. Coulter Cenevre'deAnnesi nasılsa,kızı da öyle.Hezekiel Mrs. Coulter gece çökene kadar bekledi, sonra AzizJerome Koleji'ne yaklaştı. Karanlık çöktükten sonra niyetgemisini buluttan geçirerek alçalmış, ağaç tepeleri ile ay-nı hizada, göl kıyısı boyunca yavaş yavaş ilerlemişti. Ce-nevre'nin diğer eski binaları arasında Kolej'in şekli belir-gindi. Mrs. Coulter kısa zamanda-kulenin tepesini, revak-ların karanlık boşluklarını, Yüksek Disiplin Divanı Baş-kanı'nın konutunun bulunduğu kare şeklindeki kuleyibuldu. Kolej'i daha önce üç kez ziyaret etmişti; çatı sırt-larının, beşikçatıların, bacaların arasında niyet gemisi ka-dar büyük bir şeyin bile saklanabileceği kadar yer oldu-ğunu biliyordu. Yeni yağmış yağmurla ışıldayan kiremitlerin üzerindeyavaş yavaş uçtu, makineyi dik kiremitli bir çatı ile kule-416

in yüksek duvarı arasındaki küçük boşluğa yanaştırdı.Burası ancak yakındaki Kutsal Nedamet Şapeli'nin çankulesinden görülebilirdi; iyi iş görecekti. Hava aracını dikkatle indirdi, altı ayağının kendi ken-dilerine basacak yer bulmalarına ve kabini düz tutacakşekilde ayarlamalarına izin verdi. Bu makineyi sevmeyebaşlamıştı: Emirlerine düşünce hızında itaat ediyordu veöylesine sessizdi ki, birinin başına dokunacak kadar ya-kından süzülebilir, ama söz konusu kişinin ruhu duy-mazdı. Onu çalmasının ardından geçen bir gün içinde,Mrs. Coulter kontrollere iyice hakim olmuştu, ama yinede gücünü neyden aldığına dair en ufak fikri yoktu. Onuendişelendiren tek şey buydu: Yakıtın ya da akülerin nezaman biteceğini bilmenin yolu yoktu. Aracın yerine yerleştiğinden ve çatının onu taşıyacakkadar sağlam olduğundan emin olduğunda miğferi çı-karıp araçtan indi. Cini eski ve ağır kiremitlerden birini çıkarmaya başla-mıştı bile. Mrs. Coulter ona katıldı ve kısa zamanda birdüzine kiremiti kaldırdılar ve sonra Mrs. Coulter onları

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

destekleyen tirizi kırarak içinden geçebileceği kadar ge-niş bir delik açtı. "İçeri gir ve çevreye bakın," diye fısıldadı, ve cinikendini karanlığa bıraktı. Maymunu tavanarasının zemininde dikkatle dolaşır-

ken, Mrs. Coulter onun pençelerinin sesini duyabiliyor-du. Sonra maymunun altın çerçeveli kara yüzü açıklıkta417

belirdi. Mrs. Coulter hemen anladı ve ardından indi c- L> göz-lerinin uyum sağlamasını bekledi. Loş ışıkta, uzun bir tvanarası gördü yavaş yavaş. Dolapların, masaların, kütüphanelerin, depoya kaldırılmış her tür mobilyanın şekli seçilebiliyordu. Yaptığı ilk şey kiremitlerdeki boşluğun önüne yüksekbir dolap çekmek oldu. Sonra ayak uçlarına basa basauzak uçtaki kapıya gitti ve kapı kolunu denedi. Kilitliydielbette, ama Mrs. Coulter'da bir saç tokası vardı ve kilitbasitti. Üç dakika sonra o ve cini uzun bir koridorun birucunda duruyordu. Tozlu çatı penceresi sayesinde, diğeruçta aşağı inen dar bir merdiven görülebiliyordu. Bundan beş dakika sonra, iki kat aşağıdaki mutfağınyanındaki kilerde bir pencere açıp ara^sökağa çıkmışlar-dı. Kolej'in bahçe kapısı hemen köşerıin ardındaydı. Mrs.Coulter'ın altın maymuna söylediği gibi, nasıl ayrılmayıdüşünürlerse düşünsünler, geleneksel yoldan gelmekönemliydi. "Çek ellerini üzerimden," dedi nöbetçiye sakin sakin,"ve biraz nazik ol, yoksa seni kamçılatırım. Başkan'aMrs. Coulter'ın geldiğini ve hemen onunla görüşmek is-tediğini bildir." Adam geriledi ve ılımlı tavırlı altın maymuna dişlerinigöstermekte olan Doberman cini hemen büzülüp güdükkuyruğunu, bacaklarının arasına kıstırmaya çalışıyormuşgibi, eğdi.418

Nöbetçi telefonun kolunu çevirdi ve bir dakika sonrataze yüzlü genç bir rahip koşa koşa bahçe kapısına geldi,gir yandan da, Mrs. Coulter'ın el sıkışmak istemesi olasılı-sına karşı ellerini siliyordu. Mrs. Coulter istemiyordu."Sen kimsin?" dedi Mrs. Coulter. "Louis Birader," dedi adam tavşan cinini yatıştırarak,"Disiplin Divanı Sekreteryası'nm Başı. Bir zahmet..." "Ben buraya bir katiple görüşmeye gelmedim," dediMrs. Coulter ona. "Beni Peder MacPhail'e götür. Hemen." Adam çaresizce eğildi ve onu alıp götürdü. Geridekalan nöbetçi rahatça aldığı nefesi yanaklarını şişirerekverdi. Louis Birader iki üç kez sohbet başlatmaya çalıştıktansonra pes etti ve sessizlik içinde Mrs. Coulter'ı Başkan'ınkuledeki dairesine götürdü. Peder MacPhail ibadet edi-yordu. Kapıyı çalarken zavallı Louis Birader'in eli şiddet-le titriyordu. Bir iç çekiş ve bir homurtu duydular. Son-ra ağır ayak sesleri odayı aştı. Kimin geldiğini görünce Başkan'm gözleri irileşti.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Kurt gibi gülümsedi. "Mrs. Coulter," dedi elini uzatarak. "Sizi gördüğümeçok memnun oldum. Çalışma odam soğuk ve sunabile-ceklerimiz sade, ama içeri girin, içeri girin." Mrs. Coulter, "İyi akşamlar," deyip adamın ardındansoğuk, taş duvarlı odaya girdi ve pederin biraz telaş et-mesine ve bir sandalye göstermesine izin verdi. "Teşek-kür ederim," dedi Mrs. Coulter orada oyalanan Louis Bi-419

rader'e, "bir bardak çikolatil alırım." Hiçbir şey ikram edilmemişti ve Mrs. Coulter adamhizmetkâr gibi davranmanın hakaret olduğunu biliyorduama adamın tavırları o kadar gurursuzdu ki, bunu hakediyordu. Başkan başını salladı ve Louis Birader büyük bircan sıkıntısıyla, gidip bu işle ilgilenmek zorunda kaldı. "Elbette, tutuklusunuz," dedi Başkan, diğer sandalye-ye oturup lambayı açarak. "Ah, daha başlamadan sohbetimizi mahvetmek niye?"dedi Mrs. Coulter. "AsriePin kalesinden kaçar kaçmaz,gönüllü olarak geldim buraya. Gerçek şu ki, Peder Baş-kan, Asriel'in güçleri ve çocuk hakkında çok şey biliyo-rum ve buraya size bilgi vermeye geldim."Çocuk olsun, o zaman. Çocukla/başlayın." "Kızım şimdi on iki yaşında. Çok yakında ergenliğineşiğine gelecek ve o zaman felaketi önlemek için hepi-miz çok geç kalmış olacağız. Doğası ve fırsatlar, kav vekıvılcım gibi bir araya gelecek. Müdahaleniz sayesinde,bu artık daha olası. Umarım memnun olmuşsunuzdur." "Onu buraya, gözetimimiz altına getirmek sizin göre-vinizdi. Bunun yerine, bir dağ mağarasında saklanmayıtercih ettiniz -ama sizin zekânıza sahip bir kadının saklıkalmayı nasıl umabildiği benim için bir sır." "Sizin için sır olan çok şey var muhtemelen Lord Baş-kan, ve bunların ilki bir anne ile çocuğu arasındaki iliş-ki. Kızımı cinselliğe hararetli bir takıntı besleyen bir do-lu erkeğin, tırnakları kirli, pis pis bayat ter kokan erkek-420

1 rin, gizh hayalleri onun bedeninde hamamböceği gibidolanacak erkeklerin gözetimine -gözetimine/- teslimedeceğimi bir an olsun düşünebildiyseniz -çocuğumubuna maruz bırakacağımı düşündüyseniz Lord Başkan,olduğumu düşündüğünüzden daha aptalsınız demektir." Adam yanıt veremeden kapı çalındı ve Louis Biradertahta bir tepside iki bardak çikolatil ile içeri girdi. Sinirlisinirli eğilerek tepsiyi masaya bıraktı, kalmasının istenme-si umuduyla Başkan'a gülümsedi. Ama Peder MacPhailbaşını kapıya doğru salladı ve genç adam istemeye iste-meye çıktı."Ee, siz ne yapacaktınız?" dedi Başkan."Ben tehlike geçene kadar onu güvende tutacaktım." "Bu hangi tehlikeydi peki?" dedi adam bardaklardanbirini Mrs. Coulter'a uzatarak. "Ah, ne demek istediğimi bildiğinizden eminim. Biryerlerde bir baştan çıkarıcı, deyim yerindeyse bir yılan varve ben onların karşılaşmasını engellemek zorundaydım.""Yanında bir oğlan var." "Evet. Ve siz müdahale etmeseydiniz, ikisi de kontro-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lüm altında olacaktı. Şu anda ise, her yerde olabilirler.En azından Lord Asriel'in yanında değiller." "Onları aradığından kuşkum yok. Oğlanda olağanüs-tü güçlere sahip bir bıçak var. Sırf bu bile, kovalanmayadeğer." "Bunun farkındayım," dedi Mrs. Coulter. "Onu kırma-yı başardım ve o da onartmayı başardı."421

Mrs. Coulter gülümsüyordu. Bu sefil oğlanı takdir ediyor olamazdı herhalde, değil mi?"Biliyoruz," dedi Başkan kısaca. "Vay vay," dedi Mrs. Coulter. "Fra Pavel hızlanmış ol-malı. Ben onu tanıdığımda, bunca şeyi okuması en az biray alırdı." Mrs. Coulter seyrek, tatsız çikolatilini yudumladı. Tamda bu can sıkıcı rahiplere uygun bir davranış, diye dü-şündü. Kendi kibirli mahrumiyetlerini konuklarına daçektiriyorlar. "Bana Lord Asriel'den bahsedin," dedi Başkan. "Herşeyi anlatın." Mrs. Coulter rahatça arkasına yaslandı ve anlatmayabaşladı -her şeyi değil, ama adam onun her şeyi anlataca-ğını düşünmemişti zaten. Mrs. Coulter orak kaleyi, mütte-fikleri, melekleri, madenleri ve dökümhaneleri anlattı. Peder MacPhail tek kasını kıpırdatmadan oturdu vekertenkele cini her kelimeyi soğurup hafızasına kaydetti."Peki, buraya nasıl geldiniz?" diye sordu. "Bir cayropter çaldım. Yakıtı bitti ve onu biraz uzak-ta, kırlarda bırakmak zorunda kaldım. Kalan yolu yürü-düm.""Lord Asriel kızla oğlanı aktif olarak arıyor mu?""Elbette." "Bıçağın peşinde olduğunu tahmin ediyorum. Bir adıolduğunu biliyor musunuz? Kuzeyli yamaç-öcüleri onatanrı-öldüren diyor," diye devam etti pencereye gidip re-422

vaklara bakarak. "Asriel'in amacı da bu, değil mi? Otori-te'Vİ y0^ etmek? Tanrı'nın çoktan öldüğünü iddia eden-ler var. Onu öldürmeye niyetlendiğine göre, anlaşılanAsriel bunlardan biri değil." "Eh, eğer yaşıyorsa Tanrı nerede," dedi Mrs. Coulter."Ve neden artık konuşmuyor? Dünyanın başlangıcında,Tanrı bahçede yürüyüp Adem ve Havva ile konuştu.Sonra kendini geri çekmeye başladı ve Musa yalnızca se-sini duydu. Daha sonra, Danyal zamanında, yaşlıydı-Kadim Zamanlardan Beri Var Olan idi. Şimdi nerede?Hâlâ yaşıyor mu, kavranamaz bir yaşta, eli ayağı tutmazolmuş ve bunamış mı? Düşünemeyen, eyleme geçeme-yen, konuşamayan, ölemeyen, çürük bir yığın mı? Vegerçekten bu durumdaysa, onu arayıp bulmak, ona ölümarmağanını vermek en merhametli şey, Tanrı sevgimizinen gerçek kanıtı olmaz mı?" Mrs. Coulter konuşurken sakin bir heyecan hissedi-yordu. Buradan canlı çıkıp çıkamayacağını merak etti,ama bu adamla bu şekilde konuşmak sarhoş ediciydi. "Ya Toz?" dedi Başkan. "Sapkınlığın derinliklerindenToz'a nasıl bakıyorsunuz?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Ben Toz görmedim," dedi Mrs. Coulter. "Ne olduğu-nu bilmiyorum. Kimse bilmiyor." "Anlıyorum. Eh, tutuklu olduğunuzu hatırlatarak sözebaşlamıştım. Sanırım size uyuyacak bir yer bulma zamanıgeldi. Çok rahat edeceksiniz; kimse sizi incitmeyecek; amaburadan ayrılmayacaksınız da. Yarın yine konuşacağız."423

Bir çanı çaldı ve Louis Birader hemen içeri girdi."Mrs. Coulter'ı en iyi konuk odasına götür," dedi Baş-kan. "Ve kapısını kilitle." En iyi konuk odası pejmürde bir yerdi ve mobilyalarıkalitesizdi, ama en azından temizdi. Anahtar kilitte çev-rildikten sonra, Mrs. Coulter çevresine bakmarak mikro-fon aradı ve süslü duvar lambasının arkasında ve yatakçerçevesinin altında birer tane buldu. İkisinin de bağlan-tısını kesti ve sonra korkunç bir sürpriz yaşadı. Kapının yanındaki çekmece dolabının tepesinden,Lord Roke onu izliyordu. Mrs. Coulter bağırdı ve dengesini kurmkk için eliniduvara dayadı. Gallivespian rahatça bağdaş kurup otur-muştu, ve ne o ne de altın maymun onu görmüştü. Hız-la çarpan yüreği sakinleştiğinde ve nefesi düzene girdi-ğinde Mrs. Coulter sordu: "Peki, burada olduğunuzu ba-na bildirme nezaketini ne zaman gösterecektiniz lor-dum? Soyunmadan önce mi, yoksa sonra mı?" "Önce," dedi adam. "Cinine sakinleşmesini söyle,yoksa onu sakatlarım." Altın maymun dişlerini gösteriyordu ve tüyleri kabar-mıştı. Yüzündeki kavurucu kötücüllük sıradan bir insanısindirirdi, ama Lord Roke gülümsemekle yetindi. Loşışıkta iğneleri ışıldadı.Küçük casus doğruldu ve gerindi."Lord Asriel'in kalesindeki ajanımla yeni konuştum,"424

diye devam etti. "Lord Asriel selam söylüyor. Bu insan-ların niyetlerinin ne olduğunu öğrenir öğrenmez ona bil-dirmenizi istiyor." Mrs. Coulter, Lord Asriel güreşte onu sertçe yere çal-mış gibi; nefesinin kesildiğini hissetti. Gözleri irileşti. Ya-vaşça yatağa oturdu. "Buraya beni gözetlemek için mi, yoksa yardım et-mek için mi geldin?" dedi. "İkisi de. Burada olduğum için şanslısın. Sen gelir gel-mez, mahzende anbarik çalışmalar başlattılar. Ne oldu-ğunu bilmiyorum, ama bir bilimadamı ekibi şu anda bu-nun üzerinde çalışıyor. Onları harekete geçirdin." "Gurur mu duymalıyım, yoksa korkmalı mıyım, bilmi-yorum. Aslında çok yorgunum ve uyuyacağım. Bana yar-dım etmek için geldiysen nöbet tutabilirsin. İlk iş olarakda başını çevirebilirsin." Adam eğilerek selam verdi ve duvara döndü. Mrs. Co-ulter çentilmiş lavaboda yıkandı, ince havluyla kurulan-dı ve soyunup yatağa girdi. Cini odada dolaşıyor, gardı-robu, resim çerçevesini, perdeleri, pencerenin baktığı re-vaklı manzarayı kontrol ediyordu. Lord Roke cinin heradımını izliyordu. Sonunda altın maymun Mrs. Coulter'a

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

katıldı ve hemen uykuya daldılar. Lord Roke ona Lord Asriel'den öğrendiği her şeyi an-latmamıştı. Müttefikler cumhuriyetin sınırlarında, hava-dan geçen her tür varlığı izliyorlardı ve batıda, melek ya425

da bambaşka bir şey olabilecek varlık kalabalıkları farketmişlerdi. Araştırmak üzere devriye göndermişlerdi, amaşimdiye dek hiçbir şey öğrenememişlerdi: Her ne iseleraşılmaz bir sise sarınmış halde, orada asılı duruyorlardı. Ama casus, Mrs. Coulter'ı bununla rahatsız etmemeninen iyisi olacağına karar vermişti. Kadın bitkin düşmüştü.Bırak uyusun, dedi ve tetikte bekleyerek, odada sessizcedolaşıp kapıyı dinledi, pencereden dışarı baktı. Mrs. Coulter'm odaya girmesinden bir saat sonra, kapı-nın dışmda alçak bir ses duydu: hafif bir tırmalama ve birfısıltı. Aynı anda, kapı çerçevesinden loş bir ışık sızdırLord Roke en uzak köşeye gitti ve Mrs. Coulîerth giysile-rini fırlattığı sandalyenin bir bacağının arkasına saklandı. Bir dakika geçti. Sonra bir anahtar kilitte sessizcedöndü. Kapı iki santim aralandı ve öyle kaldı. Sonra ışıksöndü. Lord Roke ince perdelerden sızan loş ışıkta yeterincegörebiliyordu, ama davetsiz misafir gözlerinin karanlığaalışmasını beklemek zorunda kaldı. Sonunda kapı yavaş-ça daha da açıldı ve genç rahip Louis Birader içeri girdi. Haç çıkardı ve ayaklarının ucuna basa basa yatağagitti. Lord Roke adamın üzerine atlamaya hazırlandı; ra-hip Mrs. Coulter'm düzenli nefeslerini dinledi, uyuyupuyumadığına baktı ve sonra komodine döndü. Pilli lambanın ampulünü eliyle örterek yaktı ve par-maklarının arasından ince bir parıltı kaçmasına izin ver-di. Masaya öyle yakından baktı ki, burnu neredeyse yü-

426

eyine değecekti, ama aradığı her ne ise, bulamadı. Mrs.Coulter yatmadan önce oraya bir şeyler koymuştu: ikimadeni para, bir yüzük ve saat. Ama Louis Birader on-larla ilgilenmiyordu. Yine kadına döndü ve sonra aradığı şeyi buldu, diş-lerinin arasından yumuşak bir tıslama çıkardı. Lord Rokecanının sıkıldığını görebiliyordu. Aradığı nesne, Mrs. Co-ulter'm boynundaki altın zincire asılı madalyondu. Lord Roke duvardaki süpürgeliğin dibinden sessizcekapıya gitti. Rahip, kadına dokunacağı için yine haç çıkardı. Nefe-sini tutarak yatağın üzerine eğildi -ve altın maymun kı-pırdandı. Genç adam eli uzanmış halde donakaldı. Tavşan ciniayaklarının dibinde titriyor, hiçbir işe yaramıyordu: Enazından zavallı adam için nöbet tutabilir, diye düşündüLord Roke. Maymun uykusunda döndü ve yine kıpırtısızkaldı. Bir dakika mumya gibi bekledikten sonra, Louis Bira-der titrek ellerini Mrs. Coulter'm boynuna yaklaştırdı. Okadar uzun süre arandı ki, Lord Roke adam kopçayı aça-na kadar şafak sökeceğini düşündü, ama sonunda ma-dalyonu nazikçe kaldırdı ve doğruldu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Daha rahip dönmeden, Lord Roke bir fare kadar hız-lı ve sessizce kapıdan çıktı. Karanlık koridorda bekledi vegenç adam ayaklarının ucuna basa basa çıkıp anahtarı çe-virdiğinde, Gallivespian onu izlemeye başladı.427

Louis Birader kuleye yollandı. Başkan kapıyı açtığm_da, Lord Roke içeri daldı ve odanın köşesindeki dua is-kemlesine koştu. Orada gölgeli bir çıkıntı buldu ve çö-melip dinledi. Peder MacPhail yalnız değildi: Aletiyometrist Fra Pavelkitaplarıyla meşguldü ve pencerenin yanında huzursuz bi-ri duruyordu. Bu, Bolvangar'dan gelen deneysel tanrıbi-limci Dr. Cooper'dı. İkisi birden başlarını kaldırdılar. "Kutlarım Louis Birader," dedi Başkan. "Buraya getir,otur, göster bana, göster bana. Kutlarım!^ Fra Pavel kitapların bazılarını kaydırdı ve genç rahipaltın zinciri masaya koydu. Peder MacPhail kopçayla uğ-raşırken diğerleri izlemek için eğildi. Dr. Cooper ona birçakı uzattı ve sonra yumuşak bir tıkırtı duyuldu."Ah!" diye içini çekti Başkan. Lord Roke görebilmek için masanın üzerine tırmandı.Neft lambasının ışığında koyu altın rengi bir ışıltı gördü:Bu bir saç tutamıydı ve Başkan onu ellerinde büküyor,bir o yana bir bu yana çeviriyordu."Bunun çocuğa ait olduğundan emin miyiz?" dedi."Eminim," dedi Fra Pavel'in bitkin sesi."Peki, bu miktar yeterli mi Dr. Cooper?" Solgun yüzlü adam iyice eğildi ve saç buklesini PederMacPhail'in parmaklarından aldı. Işığa tuttu. "Ah, evet," dedi. "Tek bir saç teli bile yeterli olurdu.Burada bol bol var.""Bunu duyduğuma sevindim," dedi Başkan. "Şimdi,428

Louis Birader madalyonu hanımefendinin boynuna geritakmaksın." Rahip bayılacak gibi çöktü: Bu görevin bittiğini um-muştu. Başkan Lyra'nın saçlarını bir zarfa koydu ve ma-dalyonu kapadı. Bunu yaparken çevresine bakınmıştı,bu yüzden Lord Roke saklanmak zorunda kaldı. "Peder Başkan," dedi Louis Birader, "elbette emretti-ğiniz gibi yapacağım, ama çocuğun saçlarına neden ihti-yaç duyduğunuzu öğrenebilir miyim?" "Hayır Louis Birader, çünkü seni rahatsız ederdi. Senbu tür meseleleri bize bırak. Artık git bakalım." Genç adam madalyonu aldı ve kızgınlığını boğarakçıktı. Lord Roke onunla dönmeyi ve tam zinciri yerinetakmaya çalışırken Mrs. Coulter'ı uyandırmayı ve ne ya-pacağını görmeyi düşündü, ama bu insanların ne peşin-de olduğunu öğrenmek daha doğruydu. Kapı kapanırken Gallivespian gölgelere döndü vedinledi. "Madalyonun nerede olduğunu nasıl anladınız?" dedibilimadamı. "Çocuktan her bahsedişinde," dedi Başkan, "eli ma-dalyona gidiyordu. Ne kadar zamanda hazır olur?""Birkaç saat içinde," dedi Dr. Cooper."Ya saçlar? Onunla ne yapacaksınız?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Saçları yankı bölmesine koyacağız. Anlıyorsunuzdur,her birey benzersizdir ve genetik zerrelerin düzeni ol-dukça belirgindir... Eh, analiz edilir edilmez, bilgi bir di-429

zi anbarik dalga halinde şifrelenecek ve hedef aracınaaktarılacak. Bu, nerede olursa olsun malzemenin kayna-ğının, yani saçların yerini bulur. Aslında bu kuram Bar-nard-Stokes sapkınlığından faydalanır, yani çokludünya-lar fikrinden..." "Korkmayın Doktor. Fra Pavel bana çocuğun bir baş-ka dünyada olduğunu söyledi. Lütfen devam_edin.bom-banın gücü saç sayesinde mi yönlendiriliyor?""Evet. Bu saçların kesildiği tellere. Bu doğru." "Sonra, bomba patlatıldığında, çocuk nerede olursaolsun yok oluyor, öyle mi?" Bilimadamı sertçe nefes çekti. Sonra gönülsüzce,"Evet," dedi. Yutkundu ve devam etti: "Gereken güç mu-azzam. Anbarik güç. Nasıl bir atom bombasında, uranyu-mun sıkışıp zincir reaksiyona girmesi için güçlü bir pat-layıcıya ihtiyaç varsa, bu aletin koparma işlemi için ihti-yaç duyduğu büyük güce ulaşması da muazzam bir akımgerektiriyor. Merak ediyordum...""Nerede patlatıldığı önemli değil, değil mi?""Hayır. Mesele de bu. Nerede patlatılsa olur.""Ve tamamen hazır, öyle mi?" "Saçları da aldığımıza göre, evet. Ama görüyorsunuz,güç..." "Bunu ayarladım. Aziz-Jean-Les-Eaux'daki hidro-an-barik üretim santrali bizim kullanımımız için ayrıldı. Ora-da yeterince güç üretiyorlardır, değil mi?""Evet," dedi bilimadamı.430

"O zaman hemen başlayalım. Lütfen gidin ve araçlar-la ilgilenin Dr. Cooper. Mümkün olan en kısa süredenakle hazırlayın. Dağlarda hava çabuk değişir ve fırtınayaklaşıyor." Bilimadamı, Lyra'nın saçlarının bulunduğu küçük zar-fı aldı ve sinirli sinirli eğilerek çıktı. Lord Roke da, birgölgeden daha fazla gürültü çıkarmadan, onunla gitti. Başkan'm odasından duyulmayacak kadar uzaklaşıruzaklaşmaz, Gallivespian saldırdı. Aşağıda, merdivenler-de olan Dr. Cooper omzunda acılı bir batma hissetti vekorkuluğa tutundu, ama tuhaf bir biçimde kolu zayıfla-mıştı, kaydı ve merdiven boyunca yuvarlana yuvarlanadüştü. Yarı baygın bir halde alt kata serildi. Lord Roke adamın seyiren elinden zarfı güçlükle ko-pardı, çünkü boyunun yarısı kadardı. Gölgelerin içinden,Mrs. Coulter'm uyuduğu odaya yollandı. Kapının altındaki aralık ancak geçebileceği kadardı.Louis Birader gelip gitmişti, ama zinciri Mrs. Coulter'mboynuna takmaya cesaret edememişti: Kolye yastığınüzerinde duruyordu. Lord Roke kadını uyandırmak için eline bastırdı. Mrs.Couîter çok yorgundu, ama hemen ona odaklandı vegözlerini ovuşturarak doğrulup oturdu.Lord Roke olanları anlattı ve zarfı ona uzattı. "Bunu hemen yok etmelisin," dedi ona, "tek bir saç

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

teli bile yeterli olurmuş, adam öyle dedi."431

Mrs. Coulter koyu altın rengi saç buklesine baktı vbaşını iki yana salladı. "Bunun için çok geç," dedi. "Bu, Lyra'nın saçlarındankestiğim buklenin yalnızca yarısı. Bir kısmını saklamışolmalı." /^Lord Roke öfkeyle tısladı. "Çevresine bakındığı zaman!" dedi. "Ah -görmesin di-ye kaçtım- o sırada saklamış olmalı..." "Ve onu nereye koyduğunu bilmenin yolu yok," dediMrs. Coulter. "Yine de, eğer bombayı bulabilirsek...""Şşş!" Bunu söyleyen altın maymundu. Kapının yanında çö-melmiş, dinliyordu. Sonra diğerleri de duydu: Odayadoğru seyirten ağır ayak sesleri vardı. Mrs. Coulter zarfı ve saç tutamını Lord Roke'un elinetutuşturdu. Lord Roke onu alıp, gardırobun tepesine sıç-radı. Anahtar kilitte gürültülü gürültülü dönerken Mrs.Coulter cininin yanına uzandı. "Nerede o? Ona ne yaptın? Dr. Cooper'a nasıl saldır-dın?" dedi Başkan'm sert sesi, yatağın üzerine ışık düşer-ken. Mrs. Coulter gözlerini gölgelemek için kolunu kaldır-dı ve doğrulmaya çalıştı. "Misafirlerinizi eğlendirmeyi çok iyi biliyorsunuz," de-di uykulu uykulu. "Bu yeni bir oyun mu? Ne yapmamgerekiyor? Hem, Dr. Cooper kim?"Bahçe kapısındaki nöbetçi, Peder MacPhail ile birlik-432

içeri girdi ve odanın köşelerine, yatağın altına fenertuttu. Başkan'ın canı biraz sıkılmıştı: Mrs. Coulter'ın göz-leri uykuluydu ve koridordan gelen parıltıda güçlüklegörebiliyordu. Yatağından çıkmadığı açıktı. "Bir suç ortağın var," dedi. "Biri kolejimizin konukla-rından birine saldırdı. Kim o? Buraya seninle birlikte ge-len kim? Nerede?" "Neden bahsettiğinizi hiç bilmiyorum. Hem, bu ne-dir?.." Doğrulmaya çalışırken yastığa dayadığı eli madalyo-nu bulmuştu. Mrs. Coulter durdu, madalyonu kaldırdı, iriiri açılmış uykulu gözlerle Başkan'a baktı. Lord Roke ka-dının muhteşem rol yeteneğine tanık oldu. Mrs. Coulterşaşkın şaşkın, "Ama bu benim... burada neler oluyor? Pe-der MacPhail, odaya kim girdi? Biri bunu benim boy-numdan almış. Hem -Lyra'nın saçı nerede? Burada ço-cuğumun bir bukle saçı vardı. Kim aldı onu? Neden? Ne-ler oluyor?" dedi. Ayağa kalkmıştı. Saçı darmadağındı ve sesi tutkuluy-du -Başkan'ın kendisi kadar şaşkın olduğu açıktı. Peder MacPhail bir adım geriledi ve elini başına gö-türdü. "Sizinle birlikte biri daha gelmiş olmalı. Bir suç ortağıolmalı," dedi hırıltılı bir sesle. "Nerede saklanıyor?" "Benim suç ortağım yok," dedi Mrs. Coulter öfkeyle."Burada görünmez bir suikastçi varsa, ancak Şeytan'ın ken-disi olabilir herhalde. Babasının çiftliği gibi dolaştığı açık."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

433

Peder MacPhail nöbetçiye döndü. "Onu mahzene ot»tür. Zincire vur. Bu kadınla ne yapacağımızı çok iyi biliyorum. Onu görür görmez düşünmeliydim." Mrs. Coulter çılgınca çevresine bakındı. Kısacık bir aniçin, Lord Roke'un tavanın yakınında ışıldayan gözlerinebaktı. Adam onun yüzündeki ifadeyi hemen fark etti vene yapmasını istediğini hemen anladı. 25Aziz-Jean-les-EauxKemiğe dolanmışparlak saçlardan bir bilezik...John Donne Aziz-Jean-les-Eaux şelalesi Alplerin doğusundaki birçıkıntıdaki kayalık zirvelerin arasından dökülüyordu.Anbarik santral şelalenin üzerindeki dağa tutunmuştu.Issız ve hırpalanmış kırların olduğu yabanıl bir bölgeydi.Boğaza akan binlerce ton suyun gücüyle çalışan büyükanbarik jeneratörler olmasa kimse oraya inşaat yapmayıdüşünmezdi. Mrs. Coulter'ın tutuklanmasını izleyen geceydi ve fır-tına vardı. Santralin önündeki dik kayalığın yakınında birzeplin sert rüzgarda yavaşlayarak durdu. Aracın altında-ki projektörler, onun ışıktan ayaklar üzerinde duruyor-muş gibi görünmesine sebep oluyordu, ve sonra zeplinışıktan bacaklar üzerinde çömelip uzandı.Ama pilot tatmin olmamıştı; dağ yamaçlarında rüzgar435

dönüyor, çalkalanıyordu. Dahası, kablolar, çelik direkler, transformatörler fazla yakındaydı: Zeplin yanıcı gazdoluyken onların arasına sürüklenmek ölümcül olurduEğik yağan sulu sepken aracın büyük, gergin zarfını dö-vüyor, zorlanan motorların takırtısını ve ulumasını boğa-cak gibi oluyor, yerin görülmesini imkânsızlaştırıyordu. "Burası olmaz," diye bağırdı pilot gürültünün üzerin-den. "Çıkıntının çevresinden dolanalım." Pilot boğma kolunu iter, motorların dengesini düzel-tirken Peder MacPhail öfkeyle izledi. Zeplin sarsılarakyükseldi ve sırtın üzerinden geçti. O ışıktan bacaklar ani-den uzadılar ve aracın sulu sepkende kaybolmuş ayak-ları ile sırtı yoklanmış gibi göründüler. "İstasyona bundan fazla yaklaşamıyor musun?" dediBaşkan sesini pilota duyurabilmek için eğilerek."İnmek istiyorsanız, hayır," dedi pilot. "Evet, inmek istiyoruz. Pekala, bizi sırtın aşağısına bı-rak." Pilot demir atmaya hazırlanmaları için mürettebatınaemirler verdi. İndirecekleri aletler ağır ve narindi, amataşıtı güvenceye almak önemliydi. Başkan yerine yerleş-ti ve dudağını çiğneyerek parmaklarını koltuğunun ko-lunda tıkırdattı, ama hiçbir şey söylemedi ve pilotun ra-hat çalışmasına izin verdi. Lord Roke kabinin arkasındaki bölme duvarının çap-raz direklerindeki saklanma yerinden izliyordu. Uçuş es-nasında, küçük gölgeli şekil defalarca metal ızgaranın ar-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

436

kasından geçmişti. Biri başını çevirecek olsa rahatça gö-rebilirdi onu. Ama olan bitenleri duyabilmek için onlarıgörebileceği bir yere gelmeliydi. Risk kaçınılmazdı. Kükreyen motorların, kar ve yağmurun gürültüsünün,tellerde ıslık çalan rüzgarın ve metal yürüyüş yollarındatangırdayan ayak seslerinin üzerinden duyabilmek içiniyice yaklaştı. Seyir mühendisi pilota bir dizi sayı seslendive pilot doğruladı. Lord Roke gölgelere daldı ve hava ta-şıtı dalar, eğilirken gergilere ve kirişlere sıkı sıkı tutundu. Sonunda, taşıtın hareketlerinden demir atmış olmasıgerektiğini sezip kabin kaplaması üzerinde ilerleyerek is-kele tarafındaki koltuklara geldi. İki yönde gelip geçen adamlar vardı: mürettebattanolanlar, teknisyenler ve rahipler. Cinlerinin çoğu köpek-ti ve merak doluydular. Koridorun diğer yanında, Mrs.Coulter uyanık oturuyordu ve sessizdi. Kötü niyet yayanaltın maymunu kucağından her şeyi izliyordu. Lord Roke bir fırsat bekledi, sonra Mrs. Coulter'm kol-tuğunun altına fırladı ve bir anda omzunun gölgesinedaldı."Ne yapıyorlar?" diye mırıldandı Mrs. Coulter."Yere iniyorlar. Santralin yakmındayız." "Benimle mi kalacaksın, yoksa yalnız mı çalışacak-sın?" diye fısıldadı Mrs. Coulter. "Seninle kalacağım. Ceketinin altına saklanmam ge-rek."Mrs. Coulter'ın üzerinde kalın, koyun postundan bir437

ceket vardı. Kabin rahatsı^ edici ölçüde sıcaktı, ama ıleri kelepçeli olduğu için üstünü çıkaramamıştı. "Hemen gir," dedi Mrs. Coulter çevresine bakınarakLord Roke ceketin göğsüne daldı ve güvenle oturabile-ceği kürk astarlı bir cep buldu. Altın maymun, en sevdi-ği modelin üstünü başını düzelten titiz bir modacı gibiMrs. Coulter'ın ipek yakasını özenle ceketin içine tıktı vebir yandan da Lord Roke'un ceketin katmanları arasındaiyice saklandığından emin oldu. Tam zamanında yapmıştı bunu. Bir dakika geçme-den, elinde tüfek olan bir asker gelip Mrs. Coulter'ın ha-va taşıtından inmesini emretti. "Bu kelepçeleri taşımak zorunda mıyım?" dedi Mrs.Coulter. "Onları çıkarmam söylenmedi," diye yanıt verdiadam. "Ayağa kalkın, lütfen." "Ama bir yerlere dayanmadan hareket edemiyorum.Her yerim tutuldu -günün büyük kısmını kıpırdamadanburada oturarak geçirdim- üzerimde silah olmadığını dabiliyorsun, çünkü üzerimi aradın. Git de Başkan'a, banakelepçe takmanın gerçekten gerekli olup olmadığını sor.Bu yabanlıkta kaçmaya çalışır mıyım?" Mrs. Coulter'ın cazibesi Lord Roke üzerinde etkili de-ğildi, ama diğerleri üzerindeki etkisini izlemek adamın il-gisini çekiyordu. Nöbetçi genç bir adamdı. Onun yerinekır saçlı, yaşlı bir savaşçı göndermeleri gerekirdi."Şey," dedi adam, "eminim kaçmazsınız hanımefendi,438

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

oja emir verilmeden bir şey yapamam. Bunu anladığı-nızdan eminim. Lütfen ayağa kalkın hanımefendi. Sen-delerseniz kolunuzu tutarım." Mrs. Coulter ayağa kalktı. Lord Roke onun beceriksiz-ce ilerlediğini hissetti. Kadın, Gallivespian'ın gördüğü enzarif insandı: Bu beceriksizlik sahteydi. İskelenin başınageldiklerinde, Lord Roke onun sendelediğini hissetti.jvlrs. Coulter korkuyla bağırdı ve Lord Roke asker onututarken kadının sarsıldığını hissetti. Çevrelerindeki ses-lerin değiştiğini de duymuştu: rüzgarın uğultusu, ışıklariçin güç üretmek üzere düzenli bir biçimde dönen mo-torların sesi, yakında bir yerde emirler veren sesler. İskelede yürürlerken Mrs. Coulter askere yaslanıyor-du. Alçak sesle konuşuyordu ve Lord Roke adamın ya-nıtını zar zor seçebildi. "Çavuşta -şuradaki büyük sandığın yanındaki- anah-tarlar onda hanımefendi. Ama istemeye cesaret edememhanımefendi, üzgünüm." "Ah, pekala," dedi Mrs. Coulter, üzüntüyle ve şirin şi-rin iç çekerek. "Yine de teşekkürler." Lord Roke çizmeli ayakların kayaların üzerinde yürü-düğünü hissetti. Sonra Mrs. Coulter fısıldadı. "Anahtarla-rı duydun mu?" "Bana çavuşun nerede olduğunu söyle. Nerede ve nekadar uzakta olduğunu bilmem gerek." "Benim adımımla, on adım uzakta. Sağda. İri yarı biradam. Belindeki anahtarlığı görebiliyorum."439

"Hangi anahtar olduğunu bilmezsem işe yaramaz. Kelepçeleri kilitlerken görmüş müydün?""Evet. Kısa, güdük bir anahtar. Siyah bant dolanmış " Lord Roke ceketin kürk astarına tutuna tutuna indi veMrs. Coulter'ın dizleri hizasındaki eteğine geldi. Orayatutunup çevresine bakındı. Bir projektör yakmışlardı ve parlak aydınlıkta ıslakkayalar ışıldıyordu. Ama Lord Roke bakınır, saklanacakgölge ararken, parıltının rüzgarla yana dönmeye başladı-ğını gördü. Bir bağırış duydu ve ışık aniden söndü. Lord Roke hemen kendini yere bıraktı ve sert sulusepkenin altında çavuşa doğru koştu. Adam düşen pro-jektörü tutmak için öne atılmıştı. Kargaşada, iri yarı adam yanından geçerken Lord Ro-ke bacağına atladı, kamuflaj pantolonunun pamuklu ku-maşına tutundu -şimdiden yağmurdan ıslanmış, ağırlaş-mıştı- ve çizmenin hemen üzerine tekme atarak adamısoktu. Kimse fark etmedi: Rüzgarın, motorların, yağmurungürültüsü adamın haykırışını boğdu. Karanlıkta vücududa görülmedi. Ama yakında başkaları vardı ve Lord Ro-ke hızlı çalışmak zorundaydı. Yere düşen adamın yanmaatladı. Anahtarlık buz gibi soğuk bir su birikintisinde ya-tıyordu. Lord Roke kolu kadar geniş, boyunun yarısı ka-dar uzun, büyük çelik parçaları kenara çeke çeke siyahbantlı anahtarı buldu. Bir de, anahtarlığın çengeliyle uğ-raşması gerekiyordu. Ayrıca, bir Gallivespian için ölüm-440

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

CÜİ olan dolu riski vardı: Lord Roke'un iki yumruğu bü-yüklüğünde buz kütleleri.Sonra yukarıdan bir ses, "Sen iyi misin Çavuş?" dedi. Askerin cini hırlıyor, çavuşun yarı uyuşmuş cininidürtüklüyordu. Lord Roke bekleyemezdi: Sıçrayarak birtekme attı ve diğer adam da çavuşun yanma düştü. Lord anahtarlığı çeke çeke açtı, altı anahtarı aldı ve si-yah bantlı olanı kurtardı. Işığı yeniden yakmaları an me-selesiydi, ama yarı karanlıkta bile, baygın yatan iki ada-mı gözden kaçırmaları imkânsızdı. Anahtarı alırken bir bağırış yükseldi. Devasa nesneyitüm gücüyle kaldırıp çekti, kurtardı, zorla sürükledi vetam yeri döven ayaklar vardığında küçük bir kayanın ar-kasına saklandı. Sesler ışık istedi."Vurulmuş mu?""Bir şey duymadım...""Nefes alıyorlar mı?" Sonra yerine tutturulan projektör yakıldı. Lord Roke,araba farına yakalanmış tilki gibi açıkta kalmıştı. Hiç kı-pırdamadan durdu, sağı solu süzdü ve herkesin dikkati-nin gizemli bir biçimde yere devrilen iki adama odaklan-dığından emin olduğunda, anahtarı omzuna kaldırdı vesu birikintilerinin, kayaların çevresinden dolanarak Mrs.Coulter'm yanına koştu. Bir saniye sonra Mrs. Coulter kelepçenin kilitlerini aç-mış, sessizce yere bırakmıştı. Lord Roke ceketin eteğinesıçradı ve Mrs. Coulter'm omzuna tırmandı.441

"Bomba nerede?" dedi Mrs. Coulter'm kulağının d'binden. "Şimdi indirmeye başladılar. Şurada, yerdeki büyüksandık. Onu sandıktan çıkarana kadar bir şey yapamamO zaman bile..." "Tamam," dedi adam, "sen kaç. Saklan. Ben buradakalıp izleyeceğim. Kaç!" Mrs. Coulter'm koluna atladı ve oradan sıçradı. Mrs.Coulter tek ses çıkarmadan ışıktan uzaklaştı. Nöbetçinindikkatini çekmemek için ilk başta yavaş davranıyordu.Sonra çömeldi ve yağmurun dövdüğü karanlıkta yamaçyukarı koştu. Altın maymun yolu görebilmek için öndengidiyordu. Mrs. Coulter arkasında motorların sürekli homurtusu-nu, karışık bağırışları, sahneye bir düzen kazandırmayaçalışan Başkan'ın güçlü sesini duyabiliyordu. Şövalye Ti-alys tarafından sokulduğu zaman hissettiği uzun, korkunçacıyı ve gördüğü halüsinasyonları hatırladı ve iki adamınuyanırkenki hallerine hiç imrenmediğini düşündü. Ama kısa süre sonra daha yüksekteydi, ıslak kayala-rın üzerinden tırmanıyordu ve arkasında tek görebildiğizeplinin koca karnından dalgalanarak yansıyan projektörışığıydı. Işık yine söndü ve Mrs. Coulter'm tek duyabildi-ği rüzgarla boşuna mücadele etmeye çalışan motorunhomurtusu ve aşağıdaki çağlayanın kükremesiydi.Hidro-anbarik santralin mühendisleri bombaya bir442

uç kablosu getirmek için boğazın üzerinde çabalıyordu. Mrs. Coulter'ın sorunu bu durumdan canlı kurtulmak

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

değildi: Bu ikinci sıradaydı. Sorun, Lyra'nın saçlarını bom-ba patlamadan nasıl alacağı idi. Lord Roke, Mrs. Coultertutuklandıktan sonra zarftaki saçları yakmış, rüzgarın kül- ?leri alıp gece göğüne saçmasına izin vermişti. Sonra labo-ratuvara girmenin bir yolunu bulmuş ve küçük, koyu altınrengi buklenin geri kalanını yankı bölmesine yerleştirerekbombayı hazırlamalarını izlemişti. Saçın nerede olduğunu,yankı bölmesini nasıl açacağını çok iyi biliyordu, ama la-boratuvarın aydınlığı, ışıl ışıl yüzeyler ve devamlı girip çı-kan teknisyenler yüzünden orada bir şey yapamamıştı. Bu yüzden, saç buklesini bomba kurulduktan sonraalmaları gerekiyordu. Ve Başkan'm Mrs. Coulter'a yapmayı planladığı şeyyüzünden bu daha da zor olacaktı. Bombanın enerjisi in-san ile cin arasındaki bağlantıyı kesme işleminden doğu-yordu ve bu iğrenç bir koparma işlemi anlamına geliyor-du: ince ağ örgü kafesler ve gümüş giyotin. Adam Mrs.Coulter ile altın maymun arasındaki bir ömürlük bağlan-tıyı kesecekti ve salıverilen gücü kızını yok etmek içinkullanacaktı. Hem Mrs. Coulter hem de Lyra, kadınınkendisinin icat ettiği yöntemle ölecekti. En azından te-miz, diye düşündü Mrs. Coulter. Tek umudu Lord Roke idi. Ama zeplinde fısıldayarakkonuşurlarken, Lord Roke zehirli iğnelerin gücünü açık-lamıştı: Onları durmaksızın kullanamıyordu, çünkü her443

kullanımda zehir zayıflıyordu. Tüm gücünü topliçin bir gün gerekiyordu. Fazla zaman geçmedenönemli silahı gücünü kaybedecekti ve sonra akıllarındanbaşka hiçbir silahları kalmayacaktı. Mrs. Coulter boğazın yamacına tutunmuş bir ladinağacının köklerinin yakınında bir kaya çıkıntısı buldu vealtına yerleşip çevresine bakındı. Arkasında ve yukarıda, ırmak yatağının kenarındasantral rüzgarın tüm etkisine açık bir biçimde duruyor-du. Mühendisler bombaya kablo getirmelerine yardımcıolacak bir dizi ışık kuruyordu. Mrs. Coulter, biraz ötedeemirler yağdıran sesleri duyabiliyor, ağaçların arasındasallanan ışıkları görebiliyordu. Bir insan kolu kalınlığın-daki kablo, yamacın tepesindeki kamyona yüklenmişdevasa makaradan çözülüyordu ve kayaların üzerindeilerleme hızlarına bakarak bombaya beş dakikadan azsüre içinde ulaşacakları söylenebilirdi. Peder MacPhail zeplinde askerleri teşvik ediyordu.Pek çok adam nöbet tutuyor, tüfeklerini hazır tutarak ya-ğışlı karanlığı gözetliyordu. Diğerleri bombanın bulun-duğu tahta sandığı açıyor, kablo için hazır ediyordu. Mrs.Coulter yağmurla yıkanan projektörlerin ışığında, kaya-lık zeminde hafifçe eğik duran hantal bir makine yığınıile telleri görebiliyordu. Kabloları grotesk bir atlama ipigibi rüzgarda sallanan, yağmuru dağıtan, kayaların üze-rindeki ve altındaki gölgeleri yok eden ışıklardan yüksekgerilimli bir çıtırtı ve vızıltı geliyordu.444

jyjrs. Coulter makinenin bir parçasını korkunç derece-ce iyi tanıyordu: ince ağ kafesler ve üzerindeki gümüşbıçak. Aletin bir ucunda duruyorlardı. Kalan kısımlar ya-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bancıydı. Kangalların, şişelerin, yalıtkan kenarların, tüplabirentlerinin ardında bir ilke göremiyordu. Bununlabirlikte, onca karmaşıklığın altında, her şeyin bağlı oldu-ğu küçük bir saç tutamı vardı. Solunda yamaç alçalarak karanlığa karışıyordu ve çokaşağıda, Aziz-Jean-les-Eaux çağlayanının beyaz köpükle-rinin ışıltısı ve kükremesi vardı. Bir feryat geldi. Bir asker tüfeğini bıraktı ve öne doğ-ru sendeledi, yere düşüp kıvranmaya, tekmeler savurma-ya, acıyla inlemeye başladı. Bunun karşısında, Başkangökyüzüne baktı ve ellerini ağzına götürüp delici bir çığ-lık kopardı.Ne yapıyordu? Mrs. Coulter bir an sonra anladı. Onca imkânsız şeyarasında, bir cadı uçarak alçaldı ve Başkan'm yanınakondu. Başkan rüzgarı bastırarak bağırdı: "Etrafı ara! Kadına yardım eden bir tür yaratık var.Şimdiden bir sürü adamıma saldırdı. Sen karanlıkta gö-rebilirsin. Onu bul ve öldür!" "Bir şey geliyor," dedi cadı, Mrs. Coulter'ın sığınağın-dan açık seçik duyulabilen bir sesle. "Kuzeyde, görebili-yorum." "Onu boş ver. Yaratığı bul ve yok et," dedi Başkan."Çok uzakta olamaz. Kadını da ara. Git!"445

\Cadı yine havaya fırladı.Maymun aniden Mrs. Coulter'ın elini tutup işaret etti Lord Roke açıkta, bir yosun tabakasının üzerinde ya-tıyordu. Onu nasıl göremezlerdi? Ama bir şey olmuştuçünkü hareket etmiyordu. "Oraya git ve onu getir," dedi Mrs. Coulter. Maymuneğilip bir kayadan diğerine koşarak taşların arasındakiküçük yeşil tabakaya gitti. Altın kürkü kısa zamanda yağ-murla karardı ve vücuduna yapıştı, onun daha küçülme-sini ve görülmesinin zorlaşmasını sağladı, ama yine deçok fena ortalıktaydı. Bu arada Peder MacPhail bombaya dönmüştü yine.Santralden gelen mühendisler kablolarını ona yanaştır-mıştı ve teknisyenler kıskaçları takmakla, terminalleri ha-zırlamakla meşguldü. Mrs. Coulter, kurbanı kaçtığına göre, Başkan'ın neyapmayı planladığını merak etti. Sonra Başkan dönüpomzunun üzerinden baktı ve Mrs. Coulter adamın yü-zündeki ifadeyi gördü. O kadar donuk ve yoğundu ki,bir insan yüzünden çok maskeye benziyordu. Dudaklarıbir duayla kımıldıyordu, yağmurun dolduğu gözleri iri iriaçılmıştı ve şehit olma sarhoşluğu içindeki bir azizi be-timleyen bir İspanyol tablosuna benziyordu. Mrs. Coul-ter aniden bir korku sancısı hissetti, çünkü adamın neyeniyetlendiğini çok iyi anlamıştı: Peder MacPhail kendinifeda edecekti. Mrs. Coulter bunun bir parçası olsa da ol-masa da, bomba patlayacaktı.446

Altın maymun taştan taşa süzülerek Lord Roke'a ulaştı. "Sol bacağım kırıldı," dedi Gallivespian sakin sakin.«Son adam üzerime bastı. İyi dinle..."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Maymun onu alıp aydınlıktan uzaklaştırırken, Lord.Roke yankı odasının tam olarak nerede olduğunu veonu nasıl açacağını açıkladı. Askerlerin gözünün dibindesayılırdı, ama cin, küçük yükünü taşıyarak, gölgedengölgeye geçerek gizlice yaklaştı. Dudağını ısırarak onları izleyen Mrs. Coulter bir hışır-tı duydu ve bir darbe hissetti -kendi bedenine değil,ağaca. Sol kolundan bir el uzakta ağaca bir ok saplan-mış, titriyordu. Cadı bir ok daha yollamadan önce Mrs.Coulter hemen kendini yere atarak uzaklaştı ve yamaçaşağı, maymuna doğru yuvarlandı. Sonra her şey bir anda oldu: Silahlar patladı ve yamaç-ta bir duman bulutu kabardı, ama Mrs. Coulter alev gö-remiyordu. Mrs. Coulter'm saldırıya uğradığını gören altınmaymun Lord Roke'u yere bıraktı ve, cadı elinde bıçağıtam yere dalarken, Mrs. Coulter'ı savunmak için fırladı.Lord Roke en yakındaki kayaya dayanarak doğruldu.Mrs. Coulter cadıyla güreşmeye başladı. İkisi kayalarınarasında mücadele ederken altın maymun cadının bulutçamı dalından süpürgesindeki iğneleri yolmaya başladı. Bu arada Başkan kertenkele cinini gümüş ağ kafesler-den küçük olanına sokuyordu. Kertenkele kıvranıyor,haykırıyor, tekmeliyor, ısırıyordu, ama adam cinini elin-den fırlattı ve kapağı çabucak çarparak kapadı. Teknis-447

yenler son ayarları yapıyor, kadranlarını ve sayaçlarınkontrol ediyorlardı. Hiç yoktan bir martı belirerek çılgın bir feryatla çulla-nıp Gallivespian'ı pençesine aldı. Cadının ciniydi. LordRoke şiddetle mücadele etti, ama kuş onu sıkıca tutmuş-tu. Sonra cadı kendini Mrs. Coulter'ın ellerinden kurtardıve yoluk çam dalını kapıp havaya fırlayarak cinine katıldı. Mrs. Coulter kendini bombaya doğru fırlatırken du-manın burnuna dolduğunu, boğazının tırmalandığını his-setti: göz yaşartıcı gaz. Askerlerin çoğu yere düşmüştü yada boğulur gibi sesler çıkararak sendeliyorlardı (gazınnereden geldiğini merak etti Mrs. Coulter), ama rüzgargazı dağıttıkça yine toparlanmaya başlıyorlardı. Zeplininkocaman, kaburgalı göbeği bombanın üzerinde süzülü-yor, rüzgarda halatlarını zorluyor ve gümüş duvarların-dan yoğunlaşmış buhar sızıyordu. Ama sonra yukarıdan Mrs. Coulter'ın kulaklarını çın-latan bir ses geldi: Öylesine tiz, öylesine dehşet dolu birçığlıktı ki, altın maymun bile korkuyla ona sarıldı. Bir sa-niye sonra, birbirine karışmış beyaz kol ve bacaklar, si-yah ipekler ve yeşil dallar arasında, cadı Peder MacPha-il'in ayaklarının dibine düştü. Kayalara çarptığında ke-miklerinin kırıldığı açıkça işitilmişti. Mrs. Coulter Lord Roke'un düşüşten canlı kurtulupkurtulmadığına bakmak için öne fırladı. Ama Gallivespianölmüştü. Sağ iğnesi cadının boynuna sıkıca saplanmıştı.Cadı hâlâ yaşıyordu ve ağzı titreyerek konuştu, "Bir448

şey geliyor -başka bir şey- geliyor..." Sözleri bir şey ifade etmiyordu. Başkan büyük kafeseulaşmak için cadının bedeninin üzerinden aştı. Cini di-ğer kafesin kenarlarında koşturuyor, küçük pençeleriyle

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gümüş kafesi çınlatıyor, sesi merhamet dileniyordu. Altın maymun Peder MacPhail'in üzerine atladı, amasaldırmak için değil: Adamın omzuna tırmanıp teller veborular karmaşasının yüreğine, yankı odasına yöneldi.Başkan onu yakalamaya çalıştı, ama Mrs. Coulter adamınkolunu tuttu ve onu geri çekmeye çalıştı. Göremiyordu:Yağmur gözlerine doluyordu ve havada hâlâ gaz vardı.Ve her yerden silah sesleri geliyordu: Neler oluyordu? Projektörler rüzgarda sallanıyor ve hiçbir şey sabit gö-rünmüyordu, dağ yamacındaki kara kayalar bile. Başkanve Mrs. Coulter teke tek dövüşüyorlar, tırmalıyor, yum-rukluyor, yırtıyor, ısırıyorlardı, ama Mrs. Coulter yorgun,adam ise güçlüydü; ve Mrs. Coulter çaresizdi de, Baş-kan'ı çekip uzaklaştırabilirdi, ama bir gözü, kolları kur-calayan, vahşi siyah pençesiyle mekanizmayı bir o yanabir bu yana çekiştiren, kıvıran, döndüren, içeri uzanma-ya çalışan cininin üzerindeydi... Sonra şakağına bir darbe indi. Mrs. Coulter sersemle-yerek düştü ve Başkan ondan kurtuldu, kanlar içindekendini kafese çekti ve kapıyı arkasından çekerek kapa-dı. Bu arada maymun bölmeyi açmıştı -büyük menteşe-ler üzerinde camdan bir kapaktı ve şimdi içine uzanıyor-449

du- orada bir saç buklesi vardı: Metal bir kıskacın ucıdaki kauçuk yastıkların arasında duruyordu! Onu oradsökmek için yapılması gereken bir iş daha vardı. MrCoulter titrek ellerle kendini yukarı çekti. Giyotine, kıvıl-cımlar saçan terminallere ve içerideki adama bakarakgümüş kafesi tüm gücüyle sarstı. Maymun kıskacın vida-larını söküyordu ve yüzüne haşin bir sarhoşluk maskesioturmuş olan Başkan telleri birbirine bağlıyordu: Yoğun beyaz bir ışık çakması oldu, kırbaç şaklamasıgibi bir ses duyuldu ve maymun havaya fırladı. Onunlabirlikte küçük bir altın bulut geldi: Lyra'nın saçları mıy-dı? Yoksa kendi kürkü mü? Her ne idiyse, hemen uçupkaranlığa karıştı. Mrs. Coulter'm sağ eli öyle kasılmıştı ki,kulakları çınlar ve yüreği çarparken, yarı yere uzanık,yarı asılı kalmasına sebep oldu. Ama gözlerine bir şey olmuştu. En ufak ayrıntıları bilegörebilecek korkunç bir berraklığa kavuşmuş ve evrende-ki tek önemli detaya odaklanmışlardı: Yankı bölmesininiçindeki kıskaca tek bir koyu altın rengi saç teli takılmıştı. Mrs. Coulter ızdırapla haykırarak kafesi sarstı, kalanpek az gücüyle saç telini yerinden kurtarmaya çalıştı.Başkan ellerini yüzüne götürerek yağmur damlalarını sil-di. Ağzı sanki konuşuyormuş gibi oynuyordu, ama Mrs.Coulter tek kelime duyamıyordu. Kafesi çaresizce tırma-ladı, sonra Başkan iki teli bir kıvılcımla bir araya getirir-ken tüm ağırlığını makineye yöneltti. Mutlak sessizliğiniçinde parlak gümüş bıçak indi.450

Yakınlarda bir yerde bir şey patladı, ama Mrs. Coulterbunu fark edecek durumda değildi. Eller onu yerden kaldırıyordu: Lord Asriel'in elleri. Ar-tık şaşacak şey kalmamıştı; niyet gemisi yamacın üzerin-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

de kusursuz bir dengede bekliyordu. Lord Asriel onuyerden kaldırdı ve silah patlamalarını, kabaran dumanla-rı, korku ve kargaşa haykırışlarım duymazdan gelerekgemiye taşıdı. "Başkan öldü mü? Bomba patladı mı?" demeyi başar-dı Mrs. Coulter. Lord Asriel onun yanma tırmandı ve kar leoparı, ağ-zında yarı sersem maymunla, gemiye atladı. Lord Asrielkontrolleri kavradı ve gemi bir anda havaya fırladı. Mrs.Coulter acıdan sersemlemiş gözlerle dağ yamacına bak-tı. Adamlar karınca gibi oraya buraya koşuyorlardı; bazı-ları ölü halde yatıyordu, yaralanmış diğerleri kayalarınüzerinde sürünüyordu. Santralden gelen ve amaca sahiptek şey olan büyük halat kaosun ortasında kıvrıla kıvrı-la, Başkan'm kafesin içinde yattığı yere uzanıyordu."Lord Roke?" dedi Lord Asriel."Öldü," diye fısıldadı Mrs. Coulter. Adam bir düğmeye bastı ve alevden bir mızrak salla-nan, silkinen zepline doğru fırladı. Bir an sonra koca ha-va taşıtı beyaz ateşten bir çiçek gibi patladı ve alevler herşeyin ortasında kıpırtısızca, sapasağlam duran niyet ge-misini sarmaladı. Lord Asriel gemiyi acele etmeden uzak-laştırdı ve onlar izlerken alevler içindeki zeplin yamaçta-451

ki sahnenin üzerine ağır ağır düştü; bomba, kablo akerler, her şey dumanlar ve alevler içinde yamaç aşa»yuvarlanmaya başladı ve gittikçe hızlanarak yolunakan reçineli ağaçları tutuşturdu ve sonunda çağlayanınbeyaz sularına devrildi, çağlayan her şeyi alıp karanlığasürükledi. Lord Asriel kontrollere yine dokundu ve niyet gemisikuzeye doğru hızlanmaya başladı. Ama Mrs. Coultergözlerini sahneden koparamıyordu; uzun süre arkasınabaktı, yaşlı gözlerle yangını izledi, ta ki duman ve buhar-lara sarınmış, karanlığa çiziktirilmiş dikey bir turuncuçizgiye dönüşene ve sonra gözden kaybolana kadar.452

^ 26UçurumGüneş karanlığı terk edipdaha taze bir sabah buldu.Berrak ve bulutsuz gecedebayram ediyor güzelim ay...William Blake Karanlıktı, etrafı saran siyahlık Lyra'nm gözlerine öy-le baskı yapıyordu ki, üstlerindeki binlerce tonluk kaya-lığın ağırlığını hissedebiliyordu neredeyse. Sahip olduk-ları tek ışık, Leydi Salmakia'nın yusufçuğunun parlakkuyruğundan geliyordu ve bu bile soluyordu. Zavallı bö-cekler ölüler dünyasında yiyecek bulamamışlardı ve şö-valyenin yusufçuğu kısa süre önce ölmüştü. Tialys Will'in omzunda otururken, Lyra leydinin yu-sufçuğunu elinde tutuyordu. Leydi titreyen yaratığı okşu-yor, ona fısıldıyordu. Onu ilk önce kendi bisküvisinin kı-rıntılarıyla, sonra kendi kanıyla beslemeye başlamıştı.Lyra onu bunu yaparken görse kendi kanını önerirdi,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

çünkü onda daha çok vardı. Ama tüm dikkatini ayakla-453

rını güvenle yere basmaya ve yukarıdan sarkan kayakıntılarından kaçınmaya vermişti. İsimsiz harpi onları, ölüler dünyasındaki, başka bidünyaya pencere açabilecekleri en yakın noktaya gittiği-ni söylediği bir mağaralar dizisine yönlendirmişti. Peşle-rinden sonu olmayan bir hayalet ordusu geliyordu. Enöndekiler arkadakileri cesaretlendirirken, en cesurları enyüreksizleri teşvik ederken, yaşlılar gençlere umut verir-ken, tünel fısıltılarla doluyordu. "Daha çok var mı İsimsiz?" dedi Lyra sessizce. "Çünkübu zavallı yusufçuk ölüyor. O öldüğünde ışığı da sönecek."Harpi durup döndü: "Takip edin. Göremiyorsanız, dinleyin. Duyamıyorsa-nız, hissedin." Loşlukta yaratığın haşin gözleri parlıyordu. Lyra başı-nı salladı. "Evet, öyle yapacağım. Ama eskisi kadar güç-lü değilim. Cesur da değilim, en azından fazla değil. Lüt-fen durma. Seni takip edeceğim -hepimiz edeceğiz. Lüt-fen yoluna devam et İsimsiz." Harpi önüne dönüp ilerlemeye devam etti. Yusufçu-ğun parıltısı her geçen dakika daha da soluyordu. Yakın-da tamamen söneceğini biliyordu Lyra.

dim! Sizsiniz, zar zor da olsa görebiliyorum -ah, keşkesjZe dokunabilseydim!" Hafif, solgun ışıkta Texaslı balon pilotunun ince be-denini ve alaylı gülümsemesini görebiliyordu. Lyra'nıneli kendiliğinden uzandı, ama boşuna. "Ben de hayatım. Ama beni dinle -orada sorun çıkar-mak için uğraşıyorlar ve hedefleri sensin- nasıl diye sor-ma. Bıçağı olan oğlan bu mu?" Will, Lyra'nın eski dostunu görme hevesiyle ona ba-kıyordu. Ama sonra gözleri Lee'yi geçip yanındaki haya-lete dikildi. Lyra onun kim olduğunu hemen anladı veWill'in yetişkin olmuş haline benzeyen hayalete şaştı-aynı çıkık çene, aynı başını kaldırma tarzı.Will'in nutku tutulmuştu, ama babası konuştu: "Dinle -bu konuda konuşacak zaman yok- tam ola-rak söylediğim gibi yap. Bıçağı şimdi çıkar ve Lyra'nınsaçından bir buklenin kesildiği yeri bul." Sesi telaşlıydı. Will neden diye sorarak zaman harca-madı. Gözleri dehşetle irileşmiş olan Lyra bir eliyle yu-sufçuğu kaldırdı ve diğeriyle saçlarını yokladı."Hayır," dedi Will, "elini çek -göremiyorum." Hafif parıltıda görebiliyordu: Sol şakağının hemenüzerinde, geri kalanlardan daha kısa saçlar vardı."Bunu kim yaptı?" dedi Lyra. "Ve..." "Şşş," dedi Will. Babasının hayaletine sordu: "Ne yap-malıyım?""Kısa saçları kafa derisi hizasından kes. Dikkatle, bü-455

tün saç tellerini topla. Bir tanesini bile gözden kaçırm

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Sonra bir başka dünyaya pencere aç -hangisi olsa olur-ve saçları oraya atıp pencereyi kapa. Hemen yap." Harpi izliyordu; arkadaki hayaletler yanaşıyorlardı

Lyra loşlukta onların solgun yüzlerini görebiliyordu. Kor-kan, şaşıran Lyra dudağını ısırarak dururken Will yusuf-çuğun sönük ışığında yüzünü bıçağın ucuna yaklaştıra-rak babasının söylediklerini yaptı. Bir başka dünyanınkayalıklarında küçük, boş bir yer açıp altın rengi tüm kı-sa saçları oraya koydu ve oyduğu kayayı yerine yerleş-tirdikten sonra pencereyi kapadı. Sonra yer sarsılmaya başladı. Çok derinlerden bir yer-den homurtu ve sürtünme sesleri geldi. Sanki yeryüzü-nün merkezi engin bir değirmen çarkı gibi dönmeye baş-lamıştı. Tünelin tavanından küçük taş parçaları düşüyor-du. Bir yandaki yer aniden sarsıldı. Will Lyra'nm kolunuyakaladı ve ayaklarının altındaki taşlar sarsılır ve kayar-ken birbirlerine tutundular. Gevşek taş parçaları yuvarla-na yuvarlana akarken bacaklarına ve ayaklarına çarptı. İki çocuk, Gallivespianlara siper olarak çömeldiler vebaşlarını kollarıyla korudular. Sonra, korkunç bir kaymahissiyle, sol tarafa doğru sürüklendiklerini hissettiler. Bir-

birlerine sıkı sıkı tutundular. Öyle sarsılmışlardı ki, bağı-racak nefesleri bile kalmamıştı. Kulakları onlarla birlikteyuvarlanarak düşen binlerce ton kayanın kükremesiyledoluyordu.Sonunda hareket durdu, ama çevrelerinde küçük taş-456

lar yuvarlanmaya devam ediyor, biraz önce orada olma-yan bir yamaçtan aşağı düşüyorlardı. Lyra Will'in sol ko-luna yaslanmıştı. Will sağ eliyle bıçağı yokladı: Hâlâ ora-da, kemerindeydi."Tialys? Salmakia?" dedi Will titrek bir sesle. "İkimiz de buradayız, ikimiz de hayattayız," dedi şö-valyenin sesi kulağının dibinden. Hava toz ve kırılmış kayaların kokusuyla doluydu.Nefes almak güçtü, görmek imkânsızdı: Yusufçuk öl-müştü. "Mr. Scoresby?" dedi Lyra. "Hiçbir şey göremiyoruz...Ne oldu?"

"Ben buradayım," dedi Lee yakından. "Sanırım bom-ba patladı ve tahmin ederim ıskaladı." "Bomba mı?" dedi Lyra korkarak. Ama sonra ekledi,"Roger... orada mısın?" "Evet," dedi küçük bir fısıltı. "Bay Parry beni kurtardı.Düşecektim, ama o beni tuttu." "Bakın," dedi John Parry'nin hayaleti. "Kayalara tutu-nun ve kıpırdamayın." Toz açılıyordu. Bir yerlerden ışık geliyordu: tuhaf,solgun, altın rengi bir ışıltı. Sanki üstlerine ışıl ışıl, puslubir yağmur yağıyordu. Bu, yüreklerini korkuyla doldur-maya yetti, çünkü soldaki manzarayı aydınlatmıştı. Herşey o tarafa düşüyordu -ya da bir çağlayanın kenarındandökülen ırmak gibi oraya akıyordu.En derin karanlığa açılan bir kuyu gibi, engin, siyah457

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bir boşluk yardi. Altın ışık kuyunun içine işiyor ve ölü-yordu. Diğer kenarı görebiliyorlardı, ama Will bir taş at-sa, oraya varamazdı. Sağlarında gevşek, dengesiz kabataşlardan oluşan bir yokuş tozlu loşlukta yükseliyordu. Çocuklar ve yoldaşları uçurumun kıyısında, çıkıntı bi-le denemeyecek yerlere tutunuyordu -elleri kavrayacakbir şeyleri yalnızca şans eseri bulmuştu. Yokuşta, parça-lanmış kayaların ve en ufak dokunuşta düşecekmiş gibigörünen dengesiz taşların arasında ilerlemek dışında birseçenek yoktu. Toz açıldıkça, arkalarındaki hayaletlerin dehşet içindeuçuruma baktıklarını gördüler. Yokuşa tutunmuşlardı vekıpırdamaya korkuyorlardı. Korkmayan bir tek harpiler-di; onlar kanat açtılar ve yukarıda süzülmeye, ileriyi vegeriyi taramaya başladılar. Uçarak geri dönüp hâlâ tünel-de olanlara güvence veriyor, sonra ileriye uçup çıkış yo-lu arıyorlardı. Lyra kontrol etti: En azından aletiyometre hâlâ güven-deydi. Korkusunu bastırarak çevresine bakındı ve Ro-ger'm küçük yüzünü buldu. "Gel hadi, hepimiz hâlâ buradayız ve hiçbirimiz yara-lanmadı. En azından artık görebiliyoruz. Bu yüzden, yü-rümeye devam et, yürümeye devam et. Bunun kenarın-dan dolaşmaktan başka çaremiz yok..." Uçurumu göster-di. "Bu yüzden ilerlemeye devam edeceğiz. Yemin ede-rim Will'le ben yürümeye devam edeceğiz. Bu yüzdenkorkma, pes etme, arkada kalma. Diğerlerine de söyle.458

pevamlı arkama bakamam, çünkü bastığım yere bak-kam lazım, bu yüzden peşimizden geleceğine güven-mem gerek, tamam mı?" Küçük hayalet başını salladı. Ve böylece, şok dolu birsessizlik içinde ölü ordusu uçurumun kıyısından yolcu-luğa devam etti. Ne kadar sürdüğünü ne Lyra tahminedebiliyordu ne de Will. Ama ne kadar korkutucu vetehlikeli olduğunu hiç unutmadılar. Aşağıdaki karanlık okadar yoğundu ki, bakışlarını oraya çekiyor gibiydi vebaktıkları zaman da dehşet verici bir baş dönmesine ya-kalanıyorlardı. Ellerinden geldiğince, gözlerini ileriye, bukayaya, şu basamağa, o çıkıntıya, bu çakıllı yokuşa dik-meye ve uçuruma bakmamaya çalıştılar. Ama uçurumonları çekiyor, baştan çıkarıyordu ve o tarafa bakmaktankendilerini alamıyorlar, sonra dengelerini yitirdiklerini,başlarının döndüğünü ve korkunç bir mide bulantısınayakalandıklarını hissediyorlardı. Zaman zaman canlılardan biri geriye bakıyor, bitmektükenmek bilmez ölü sıralarının biraz önce kendileriningeçtiği çatlaktan çıktığını görüyordu. Anneler bebekleri-nin yüzlerini göğüslerine bastırıyor, yaşlı babalar ağırağır tırmanıyor, küçük çocuklar öndekinin eteklerine ya-pışıyor, Roger yaşlarında kızlar ve oğlanlar azim ve dik-katle yürüyorlardı. Sayıları o kadar çoktu ki... Ve hepsiWİİI ile Lyra'yı izliyordu, ya da onlar öyle umut ediyor-du, ve açık havaya doğru ilerliyorlardı.Ama bazıları onlara güvenmiyor ve hemen arkaların-459

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dan geliyorlardı. İki çocuk da onların soğuk ellerini yüreklerinde, içlerinde hissediyor ve saldırgan fısıltıların,duyuyorlardı:"Yukarı dünya nerede? Ne kadar kaldı?""Burada korkuyoruz!" "Hiç gelmemeliydik.-en azından ölüler dünyasında bi-razcık ışığımız ve yoldaşlarımız vardı- bu çok daha kötü!" "Diyarımıza gelerek hata yaptınız! Buraya gelip bizirahatsız etmek yerine kendi dünyanızda kalmalı ve öl-meyi beklemeliydiniz!" "Ne hakla bize önderlik ediyorsunuz? Siz yalnızca ço-cuksunuz! Kim size yetki verdi?" Will dönüp tartışmak istiyordu, ama Lyra kolunu tut-tu; onların mutsuz olduğunu ve korktuklarını söyledi. Sonra Leydi Salmakia konuştu ve sakin, berrak sesibüyük boşlukta çok uzaklardan duyuldu. "Dostlarım, cesur olun! Bir arada kalın ve ilerlemeyedevam edin! Yolumuz zor, ama Lyra bulabilir. Sabırlı veneşeli olun, biz sizi dışarı götüreceğiz, korkmayın!" Lyra bunu duyunca güçlendiğini hissetti ve leydininamacı da buydu. Böylece, acılı bir zahmetle yürümeyedevam ettiler. "Will," dedi Lyra biraz sonra, "rüzgarı duyabiliyor mu-sun?" "Evet, duyabiliyorum," dedi Will. "Ama hissedemiyo-rum. Sana oradaki boşluk hakkında bir şey söyleyeyim.Pencere açtığım zamanki gibi bir şey. Kenarı aynı. O ke-460

arın bir özelliği vardır; bir kez hissettin mi, bir dahaunutmazsın. Ve orada görebiliyorum, kayaların karanlığadaldığı yerde. Ama oradaki büyük boşluk, diğerleri gibi,bir başka dünya değil. O farklı. Hiç hoşlanmadım. Keş-ke onu kapayabilsem.""Açtığın her pencereyi kapamadın." "Hayır, çünkü bazılarını kapayamadım. Ama kapa-mam gerektiğini biliyorum. Açık kalırlarsa sorun çıkar. Okadar büyük bir delik..." Bakmak istemeyerek, aşağıyıdoğru işaret etti. "Yanlış. Kötü bir şey olacak." Onlar konuşurlarken, biraz uzakta bir başka konuşmasürüyordu: Şövalye Tialys, Lee Scoresby ve John Parry'ninhayaletleriyle sessizce konuşuyordu. "Ee, ne diyorsun John?" dedi Lee. "Açık havaya çık-mamamız gerektiğini mi söylüyorsun? Dostum, varlığı-mın her zerresi bir kez daha yaşayan evrene katılmakiçin can atıyor!" "Evet, benim de," dedi Will'in babası. "Ama savaşma-ya alışık olan bizler, kendimizi tutmayı başarırsak, Asri-el'in tarafında savaşabileceğimizi düşünüyorum. Ve doğ-ru anda katılırsak, savaşın sonucunu belirleyebiliriz." "Hayaletler mi?" dedi Tialys, hissettiği kuşkuyu sesineyansıtmamak için çabalayıp başarısız olarak. "Siz nasılsavaşabilirsiniz?" "Canlı varlıkları incitemeyiz, bu doğru. Ama AsriePinordusu başka türden varlıklarla da mücadele etmek zo-runda kalacak."461

"Şu Heyulalar," dedi Lee.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Benim aklımda da onlar vardı. Cinlere saldırıyorlardeğil mi? Ve bizim cinlerimiz çoktan kayboldu. Bir dene-meye değer Lee.""Eh, yanındayım dostum." "Ve siz, bayım," dedi John Parry'nin hayaleti şövalye-ye. "Halkınızdan hayaletlerle konuştum. Ölüp hayaletolarak gelmeden önce, dünyayı görecek kadar uzun ya-şayabilecek misiniz?" "Doğru, ömrümüz sizinkine göre kısadır. Benim yaşa-yacak birkaç günüm var," dedi Tialys, "Leydi Salma-kia'nm biraz daha fazla belki. Ama çocukların yaptığı şeysayesinde, hayalet olarak sürgünümüz kalıcı olmayacak.Onlara yardım ettiğim için gurur duyuyorum." İlerlemeye devam ettiler. O korkunç çukur hep açıkduruyordu. Ayakları azıcık kayacak, gevşek bir taşa ba-sacak, tutundukları yere dikkat etmeyecek olsalar sonsu-za dek düşeceklerdi, Lyra böyle düşünüyordu, o kadarderine düşeceklerdi ki, dibe varmadan açlıktan ölecek-lerdi ve sonra zavallı hayaletleri sonsuz uçuruma düşme-ye devam edecek, yardım edecek kimseyi bulamayacak-tı, uzanıp onları çıkaracak kimse olmayacaktı, sonsuzadek bu düşüşün bilincinde olacaklar ve sonsuza dek dü-şeceklerdi... Ah, bu geride bıraktıkları kurşuni sessizlikten çok da-ha beter olurdu, değil mi?O zaman Lyra'nın zihnine tuhaf bir şey oldu. Düşme462

düşüncesi Lyra'da bir tür yükseklik korkusu yarattı veLyra sallandı. Will önündeydi, tutunamayacağı kadaruzakta, yoksa onun elini tutardı; ama o anda Roger'ındaha fazla farkındaydı ve bir anlığına yüreğinde minikbir kibir kıvılcımı yandı. Bir kez, Jordan Koleji'nin çatı-sında, sırf onu korkutmak için yükseklik korkusunameydan okumuş, taş oluğun kenarında yürümüştü. Roger'a bunu hatırlatmak için döndü. O Roger'ınLyra'sıydı, zarafet ve cüret doluydu; böcek gibi sürünme-si gerekmiyordu. Ama küçük oğlan fısıldadı: "Lyra, dikkatli ol -unut-ma, sen bizim gibi ölü değilsin..." Çok yavaşça oldu, ama yapabileceği hiçbir şey yoktu:Dengesini yitirdi, ayaklarının altındaki taşlar kaydı veLyra çaresizce düşmeye başladı. Başta sinir bozucuydu,sonra gülünç geldi: Amma da aptalca, diye düşündü.Ama hiçbir şeye tutunmayı başaramadığında, taşlar altın-da yuvarlana yuvarlana düşer ve gittikçe hızlanarak ke-nara doğru kayarken, durumun korkunçluğu kafasınadank etti. Düşüyordu. Onu durduracak hiçbir şey yoktu.Çok geçti. Bedeni dehşetle kasıldı. Onu tutmaya çalışarak ken-dilerini yere atan, ama taşın sisin içinden geçmesi gibi,Lyra'nın içlerinden geçip gittiğini gören hayaletlerin far-kında değildi. Will'in onun adını bağırarak uçurumu çın-lattığının da farkında değildi. Tüm benliği kükreyen birkorku odağına dönüşmüştü. Yuvarlanırken hızlandı,463

düştü, düştü ve bazı hayaletler izlemeye dayanamayarakgözlerini kapayıp haykırdılar.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Will elektrik şoku gibi bir korku dalgasının içindengeçtiğini hissetti. Lyra aşağıya kayarken hiçbir şey yapa-mayacağını ve izlemek zorunda olduğunu bilerek, ızdı-rapla ona baktı. Tıpkı Lyra gibi, o da attığı çığlığın far-kında değildi. İki saniye -bir saniye- sonra Lyra kenar-da olacaktı, duramıyordu, oradaydı işte, düşüyordu... Karanlıktan, kısa süre önce pençeleriyle Lyra'nın ka-fatasını çizen yaratık -isimsiz, kadın yüzlü ve kuş kanat-lı varlık- fırladı; aynı pençeler bu kez kızın bileğine ka-pandı. Birlikte boşluğa daldılar, fazladan ağırlık harpiningüçlü kanatlarına bile çok gelmiş olmalıydı, ama onlarıçırptı, çırptı, çırptı, pençeleriyle sıkı sıkı tutundu veLyra'yı yavaşça, ağır ağır, yavaşça, ağır ağır yukarı taşıdı,boşluktan çıkardı ve kendinden geçip gevşemiş bedeni-ni Will'in uzanan kollarına bıraktı. Will onu sıkı sıkı göğsüne bastırdı, onun çılgınca atanyüreğini kendi kaburgalarında hissetti. O sırada Lyra yal-nızca Lyra, Will yalnızca Will değildi; o bir kız, kendisi biroğlan değildi. O engin ölüm uçurumundaki yegane iki in-sandılar. Birbirlerine sarıldılar ve hayaletler çevrelerinetoplanıp teselli sözleri fısıldadılar ve harpiyi kutsadılar. Enyakındakiler Will'in babası ve Lee Scoresby idi. Ona sarıl-mayı ne kadar çok isterlerdi! Tialys ile Salmakia İsimsizlekonuşarak onu methettiler, hepsinin kurtarıcısı ve cömertbir varlık olduğunu söylediler ve iyiliğini kutsadılar.464

Lyra hareket edebilir duruma gelir gelmez, titrek eliniharpiye uzattı ve kollarını onun boynuna dolayıp perişanyüzünü öptü. Konuşamıyordu. Tüm sözleri, tüm özgüve-ni tüm kibri hissettiği sarsıntıda yok olmuştu. Dakikalar boyunca kıpırdamadan kaldılar. Dehşetdinmeye başladığında yine yola çıktılar. Will sağlam eliy-le Lyra'nın elini sıkı sıkı tutuyor, adımını atmadan öncebasacağı yeri sınıyordu ve bu o kadar yavaş, o kadar bık-tırıcı bir süreçti ki, bitkinlikten öleceklerini sandılar. Amadurup dinlenmeleri imkânsızdı. Aşağıdaki o uçurumundehşeti varken, nasıl dinlenebilirlerdi ki? Bir saat daha çabaladıktan sonra Will Lyra'ya hitabenkonuştu:"İleriye bak. Sanırım bir çıkış yolu var..." Bu doğruydu: Yamacın eğimi azalıyordu, hatta biraztırmanarak uçurumun kenarından uzaklaşmak mümkün-dü. İleride... yamaçta bir kıvrım mı vardı? Gerçekten debir çıkış yolu olabilir miydi? Lyra WiU'in parlak ve güçlü gözlerine bakarak gülüm-sedi. Tırmanmaya devam ettiler ve her adımda uçurumdanbiraz daha uzaklaştılar. Ve onlar tırmanırken zemininsağlamlaştığmı, tutundukları yerlerin daha güvenli oldu-ğunu, bastıkları yerlerde yuvarlanıp bileklerini burkmaolasılığının azaldığını hissettiler. "Epey tırmanmış olmalıyız," dedi Will. "Bıçağı dene-yip ne bulabileceğime bakabilirim."465

"Henüz değil," dedi harpi. "Daha gidecek yolumuvar. Burası pencere açmak için iyi bir yer değil. Daha vukarıda daha iyi bir yer var."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Sessizce devam ettiler: tutun, bas, ağırlığını kaydıryürü, sına, tutun, bas... Parmaklan soyulmuştu, dizleri vekalçaları harcadıkları çabayla titriyordu, bitkinlikten baş-ları ağrıyor, kulakları çınlıyordu. Son birkaç metreyi tır-manarak yamacın dibindeki, gölgelerin arasına uzanandar bir geçide ulaştılar. Lyra ağrıyan gözlerle izlerken Will bıçağı çıkarıp ha-vayı yokladı, dokundu, çekti, arandı, yine dokundu."Ah," dedi."Açıklık mı buldun?""Sanırım..." "Will," dedi babasının hayaleti, "biraz dur. Beni din-le." Will bıçağı indirip döndü. Onca çaba harcarken baba-sı aklına gelmemişti, ama orada olduğunu bilmek güzel-di. Aniden, sonsuza dek ayrılacaklarını fark etti. "Dışarı çıktığında sana ne olacak?" dedi Will. "Öylesi-ne yok mu olacaksın?" "Henüz değil. Mr. Scoresby ile benim aklımıza bir fi-kir geldi. Bazılarımız bir süre burada kalacağız. Bizi LordAsriel'in dünyasına götürmen için sana ihtiyacımız ola-cak, çünkü Lord Asriel'in bize ihtiyacı olabilir. Dahası,"diye devam etti ciddi bir tavırla, Lyra'ya bakarak, "cinle-rinizi bulmak istiyorsanız sizin de oraya gitmeniz gerek.466

Çünkü cinleriniz oraya gitti." "Ama Mr. Parry," dedi Lyra, "cinlerimizin babamındünyasına gittiğini nereden biliyorsunuz?" "Hayattayken samandım. Bazı şeyleri nasıl göreceği-mi öğrendim. Aletiyometrene sor -söylediklerimi doğru-layacak. Ama cinler hakkında şunu hatırla," derken sesiyoğun ve vurguluydu. "Sir Charles Latrom olarak bildiği-niz adam düzenli olarak kendi dünyasına dönmek zo-runda kalıyordu. Sürekli olarak benimkinde yaşayamı-yordu. Torre degli Angeli Loncası'ndaki filozoflar üç yüz-den fazla sene boyunca dünyalar arasında yolculuk yap-tılar ve onlar da aynı şeyin doğru olduğunu gördüler. So-nuç olarak, dünyaları yavaş yavaş zayıfladı ve çürüdü. "Sonra bir de benim başıma gelenler var. Ben asker-dim; Deniz Kuvvetleri'nde subaydım ve sonra hayatımıkaşif olarak kazandım. Bir insanın olabileceği kadar zin-de ve sağlıklıydım. Sonra kazayla kendi dünyamdan çık-tım ve geri dönüş yolunu bulamadım. Kendimi içindebulduğum dünyada çok şey yaptım, çok şey öğrendim,ama oraya vardıktan on sene sonra ölümcül derecedehastaydım. "Ve bütün bunların sebebi şu: Cinleriniz ancak doğ-duğu dünyada ömrünü tamamlayabilir. Başka herhangibir yerde kalırsa, zaman içinde hastalanır ve ölür. Diğerdünyalara pencereler varsa yolculuk edebiliriz, ama yal-nızca kendi dünyamızda yaşayabiliriz. Lord Asriel'in bü-yük girişimi de sonunda aynı sebepten başarısızlığa uğ-467

rayacak, çünkü bizim için başka yer yok. "Will, oğlum, sen ve Lyra biraz dinlenmek için dışarıçıkabilirsiniz. Buna ihtiyacınız var ve hak ediyorsunuzda. Ama daha sonra ben ve Mr. Scoresby ile birlikte son

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bir yolculuk için karanlığa geri dönmeniz gerek." Will ve Lyra bakıştılar. Sonra Will bir pencere açtıgördükleri en tatlı şeydi. Taze, temiz, serin gece havası ciğerlerini doldurdu.Işıl ışıl yıldızlarla kaplı gökyüzünde göz gezdirdiler. Aşa-ğıda bir yerde su pırıltısı vardı. Şatolar kadar yüksek bü-yük ağaçlardan oluşan koruluklar savanaya saçılmıştı. Will çimenlerin üzerinde sağa sola yürüyerek pence-reyi becerebildiği kadar büyüttü. Ölüler diyarından yenidünyaya açılan ve altı, yedi, sekiz kişinin yan yana ge-çebileceği kadar geniş bir kapı yaptı. Öndeki hayaletler umutla titriyorlardı ve heyecanlandalga dalga arkalarındaki hayaletlere yayılıyordu. Küçükçocuklardan yaşlı ebeveynlere kadar herkes sevinç veşaşkınlıkla başını kaldırıp yüzyıllardır gördükleri ilk yıldız-ların zavallı, aç gözlerine parlamasına izin veriyorlardı. Ölüler dünyasından çıkan ilk hayalet Roger oldu.Öne bir adım attı ve dönüp Lyra'ya baktı, geceye, yıldızışığına, havaya dönüşmeye başladığını fark edince şaş-kın bir kahkaha attı... Ve sonra yok oldu, geriye öylecanlı ve minik bir mutluluk patlaması bırakmıştı ki,Will'in aklına bir şampanya kadehinin içindeki kabarcık-lar geldi.468

Diğer hayaletler de onu takip ettiler. Will ve Lyra bit-kinlik içinde çiy kaplı çimenlerin üzerine yıkıldılar. Be-denlerindeki her sinir ucu güzel toprağın tatlılığına, ge-ce havasına, yıldızlara şükrediyordu.469

27PlatformRuhum dallara akıyor:Orada kuş gibi oturupşakıyor ve gagasını bileyleyipgümüş kanatlarını tarıyor...Andrew Marvell Mulefa, Mary'nin platformunu inşa etmeye başladık-tan sonra, hızla ve sıkı çalıştı. Onları izlemekten zevk alı-yordu, çünkü kavga etmeden tartışabiliyor, birbirlerininyoluna çıkmadan işbirliği yapabiliyorlardı ve ayrıca tah-taları yarma, kesme ve birleştirme yöntemleri çok zarifve etkiliydi. İki gün içinde gözlem platformu tasarlandı, inşa edil-di ve yerine kaldırıldı. Sağlam, geniş ve rahattı. Mary ora-ya tırmandığı zaman, bir açıdan, hiç olmadığı kadar mut-lu hissetti. O açı, fizikseldi. Ağaçların yoğun yeşil çatısı-nın içinde yaprakların arasından gökyüzünün zenginmaviliğini görür, teninin esintiyle serinlediğini hisseder,çiçeklerin hafif kokusunu her aldığında sevinç duyarken;470

yaprakların hışırtısı, yüzlerce kuşun şakıması, deniz kıyı-sına vuran dalgaların uzak mırıltısı varken, bütün duyu-ları yatışıyor, besleniyordu ve Mary düşünmeyi bırakabil-se, kendini tamamen mutluluğa kaptıracaktı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama, elbette ki oraya düşünmek için çıkmıştı. Ve dürbünden bakıp, srafın, Gölge zerreciklerininamansızca sürüklendiğini gördüğünde, mutluluğun, ha-yatın ve umudun da onlarla birlikte sürüklenip gittiğinihissetti. Hiçbir açıklama bulamıyordu. Üç yüz sene, demişti mulefa: Ağaçlar bu kadar uzunzamandır azalıyorlardı. Gölge zerrecikleri bütün dünya-lardan geçtiğine göre, tahminen aynı şey Mary'nin evre-ninde de oluyordu, tüm diğer evrenlerde de. Üç yüz se-ne önce Kraliyet Cemiyeti kurulmuştu: dünyasındaki ilkgerçek bilim cemiyeti. Newton optik ve yerçekimi hak-kında keşifler yapıyordu. Üç yüz sene önce Lyra'nın dünyasında biri aletiyo-metreyi keşfetmişti. Aynı şekilde, buraya gelirken geçtiği o tuhaf dünyadada keskin bıçak icat edilmişti. Mary tahtaların üzerine uzandı ve büyük ağaç mel-temle sallanırken platformun da çok hafifçe, çok ağır birtempoyla sallandığını hissetti. Dürbünü gözüne tutarakyaprakların arasından süzülen sayısız minik kıvılcımın çi-çeklerin açık ağızlarının önünden, devasa dalların ara-sından rüzgara karşı, neredeyse bilinçli görünen ağır birakıntı halinde sürüklenişini izledi.471

Uç yüz sene önce ne olmuştu? Toz akımının sebeb'miydi, yoksa sonucu mu? Yoksa ikisi de, bambaşka birsebebin sonuçları mıydı? Yoksa aralarında bağlantı yokmuydu? Akıntı büyüleyiciydi. Transa girmek, zihninin o süzü-len zerrelerle birlikte akıp gitmesine izin vermek ne ka-dar da kolay olurdu... Daha ne yaptığını anlamadan, bedeni uyuştu ve tran-sa geçti. Aniden uyandı ve kendini bedeninin dışındabularak paniğe kapıldı. Platformdan biraz yüksekteydi ve dalların arasında biriki metre uzaktaydı. Toz rüzgarına bir şey olmuştu: Ağırağır sürüklenmek yerine, selle taşmış ırmak gibi akıyor-du. Hızlanmış mıydı, yoksa bedeninin dışındayken Maryiçin zaman daha farklı mı akıyordu? Her durumda, Marykorkunç bir tehlikenin farkındaydı, çünkü sel onu tama-men alıp götürmekle tehdit ediyordu ve akıntı muazzam-dı. Mary sağlam bir yere tutunmak için kollarını uzattı-ama kolları yoktu. Hiçbir şeye tutunamadı. Şimdi o kor-kunç yüksekliğin tepesine yaklaşmıştı ve uyuyan bedenigittikçe daha fazla uzaklaşıyordu. Bağırmaya, kendi ken-dini uyandırmaya çalıştı: Hiç ses çıkmadı. Beden uyuma-ya devam ediyor, gözlem yapan benlik ise yapraklarınarasına, açık gökyüzüne sürükleniyordu. Ve Mary ne kadar çabalarsa çabalasın, ilerleme kay-dedemiyordu. Onu alıp götüren güç, bir bendin üzerin-den taşan su kadar akışkan ve güçlüydü: Toz zerrecikle-472

ri onlar da görünmez bir kenardan taşıyormuş gibi akı-yordu.Ve Mary'yi vücudundan uzağa sürüklüyorlardı. Mary fiziksel benliğine zihinsel bir ip attı ve onun

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

içinde olmanın nasıl bir his olduğunu hatırlamaya çalış-tı: canlılığın kanıtı olan onca duyguyu. Arkadaşı Atal'ınyumuşak uçlu hortumunun boynunu okşarkenki doku-nuşunu. Pastırmalı yumurtanın tadını. Kendini bir kaya-lığa çekerken, kaslarında hissettiği muzaffer gerilimi.Parmaklarının bilgisayar klavyesinde narince dans etme-sini. Kavrulan kahvenin kokusunu. Bir kış gecesinde ya-tağının sıcaklığını. Hareketi yavaş yavaş durdu; ip dayandı ve Mary ora-da, gökyüzünde asılı dururken akıntının ağırlığını ve gü-cünü hissetti. Sonra tuhaf bir şey oldu. Yavaş yavaş (Mary o duygu-anılarını sağlamlaştırırken ve onlara Kaliforniya'da buzluMargarita'nın tadına bakmak, Lisbon'da bir restoranın dı-şındaki limon ağaçlarının altında oturmak, arabasının öncamındaki kırağıyı süpürmek gibi yenilerini eklerken)Toz rüzgarının hafiflediğini hissetti. Baskı azalıyordu. Ama yalnızca onun üzerinde azalıyordu: Çevresinde,yukarıda ve aşağıda, büyük sel her zamanki kadar hızlıakıyordu. Mary'nin çevresinde, zerrelerin akıntıya diren-diği yerde, küçük bir dinginlik havuzu vardı. Onlar gerçekten bilinçliydiler! Mary'nin endişesini sez-miş, ona yanıt vermişlerdi. Ve sonra onu terk ettiği be-473

denine geri taşımaya başladılar. Mary öylesine ağır övleşine sıcak, öylesine güvenli bedenini görecek kadayaklaştığında, yüreği sessiz bir hıçkırıkla burkuldu.Ve sonra bedenine gömüldü ve uyandı. Derin, titrek bir nefes aldı. Ellerini ve bacaklarını plat-formun kaba tahtalarına bastırdı. Daha bir dakika öncekorkudan delirecek gibiydi, ama şimdi kendi bedenitüm yeryüzü ve maddesel olan her şeyle bir olduğu içinderin ve yoğun bir esrikliğe kapılmıştı. Sonunda doğrulup oturdu ve durumu değerlendirdi.Parmakları dürbünü buldu ve titreyen ellerinden biriylediğerini destekleyerek onu gözüne götürdü. Hiç kuşkuyoktu: Gökyüzü genişliğindeki o ağır akıntı sele dönüş-müştü. İşitecek, hissedecek ve, dürbün olmadan, göre-cek hiçbir şey yoktu, ama dürbünü gözünden çektiğin-de bile o hızlı, sessiz sel hissi canlı kaldı. Buna ek ola-rak, bedeninin dışındayken hissettiği dehşet yüzündenfark etmediği bir şey daha vardı: havadaki derin ve ça-resiz hüzün duygusu. Gölge zerrecikleri neler olduğunu biliyor ve üzülü-yordu. Ve Mary kısmen Gölge maddesinden yapılmıştı. Birparçası evrende akan bu sele tabiydi. Mulefa da öyle,bütün dünyalardaki insanlar da öyle, nerede olurlarsa ol-sunlar, her tür bilinçli varlık da öyle. Ve neler olduğunu öğrenmezse, o bilinçli varlıklarınher biri kendilerini hiçliğe doğru sürüklenirken bulabilirdi.474

Aniden yeryüzünü özledi. Dürbünü cebine koydu veuzun bir yere iniş yolculuğuna başladı. Peder Gomez pencereden geçtiğinde akşam ışığı uzu-yor, yumuşuyordu. Bir süre önce Mary'nin aynı yerdedururken gördüğü gibi, büyük tekerlek ağaçları kümele-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rini ve çayırı donatan yolları gördü. Ama havada pusyoktu, çünkü kısa süre önce yağmur yağmıştı ve PederGomez, Mary'nin gördüğünden daha uzakları görebili-yordu. Özellikle de uzak denizin ışıltısını ve yelken ola-bilecek bazı titrek beyaz şekilleri görebiliyordu. Sırt çantasını düzeltti ve ne bulabileceğini görmekiçin o yana döndü. Uzun akşamın sakinliğinde, uzun ot-ların arasındaki ağustosböceğine benzeyen yaratıklarınsesleri eşliğinde ve alçalan güneşin sıcaklığını yüzündehissederek bu pürüzsüz yolda yürümek hoştu. Hava ta-zeydi; temiz, berrak ve geçtiği dünyalardan birinde -he-defi olan baştan çıkarıcının ait olduğu dünyadaki- hava-yı kaplayan neft ya da gazyağı kokularından yoksundu. Günbatımında sığ koyun yanındaki küçük bir çıkıntı-ya vardı. Bu denizde gelgit oluyorsa, dalgalar yükselmiş-ti, çünkü suyun üzerindeki yumuşak, beyaz kumlarlakaplı kumsal dardı. Ve sakin koyda bir düzineden fazla... Peder Gomez'indurup dikkatle düşünmesi gerekti. Bir düzineden fazladevasa kar beyazı kuş, her biri kayık boyunda olan uzundüz kanatları arkalarında, suda sürükleniyordu: iki met-475

reye yakın, çok uzun kanatlar. Onlar kuş muydular geçekten? Tüyleri vardı, başları ve gagaları kuğularınkinebenziyordu, ama o kanatlar art arda duruyordu... Aniden yaratıklar onu gördüler. Başları hızla döndüve kanatlarını hep birden, bir yatın yelkenleri gibi kaldı-rarak, esintiye yaslanıp kıyıya yöneldiler. O kanat yelkenlerin güzelliği, kusursuzca esneyip şe-killenmeleri ve kuşların hızı Peder Gomez'i etkiledi. Son-ra ayak vurduklarını gördü: Suyun altında bacakları var-dı, kanatlar gibi bir önde bir arkada değil, yan yanaydı-lar ve kanatlarla bacaklar suda olağanüstü bir hız ve za-rafetle hareket ediyorlardı. İlki kıyıya ulaştığında kuru kumların üzerinde sallanasallana yürüyerek rahibe yöneldi. Yaratık kötü kötü tıs-lıyor, kıyıda hantal hantal ilerlerken başını öne uzatıyor,gagasını şaklatıyordu. Gagasında dişleri de vardı, bir di-zi keskin, kıvrık kancaya benziyorlardı. Peder Gomez sudan yüz metre kadar uzakta, alçak veçimenlik bir burundaydı. Sırt çantasını yere indirip tüfe-ğini çıkarmak, doldurmak, nişan alıp ateş etmek için bolbol zamanı vardı. Kuşun kafası kırmızı-beyaz bir pus içinde patladı. Ölüyaratık birkaç adım daha beceriksizce sendeledikten son-ra göğüs üstü çöktü. Ölmesi bir dakikadan fazla sürdü;bacakları çırpındı, kanatları kalkıp indi, koca kuş kanlıbir halka çizerek kıvrandı, kaba otları tekmeledi ve so-nunda ciğerlerinden öksürük gibi, kabarcıklı, kan serpin-476

Ijli uzun bir nefes salıverdi ve kıpırtısız kaldı. İlki düşer düşmez diğer kuşlar durup onu ve adamıizlemeye başlamışlardı. Gözlerinde atik, vahşi bir zekâvardı. Bakışları Peder Gomez'den ölü kuşa, sonra tüfeğe,sonra Peder Gomez'in yüzüne kaydı. Peder Gomez tüfeği yine omzuna kaldırdı ve kuşların

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tepki verdiğini, hantalca gerileyip bir araya geldiklerinigördü. Anlamışlardı. Aslında canlı kayıklara benzeyen, güzel, güçlü, iri vegeniş sırtlı yaratıklardı. Ölümün ne olduğunu biliyorlar-sa ve ölümle olan bağlantımı görebiliyorlarsa, aramızdaverimli bir anlaşmanın temeli atılmak üzere, diye düşün-dü Peder Gomez. Ondan korkmayı gerçekten öğrendik-lerinde, Peder Gomez ne derse onu yapacaklardı.477

28Gece YarısıKaç defa yarım kaldımaşkta, rahat bir ölümle...John Keats"Marisa, uyan. Yere inmek üzereyiz," dedi Lord Asriel. Niyet gemisi güneyden yaklaşırken bazalt kaleniüzerinde parlak bir şafak söküyordu. Her yanı tutulmuşolan Mrs. Coulter gözlerini kederle açtı; hiç uyumamıştı.İnecekleri pistin üzerinde süzülen melek Xaphania'yı görebiliyordu. Araç surlara yönelirken melek yükseldi vdönerek kuleye doğru seyirtti. Gemi iner inmez Lord Asriel dışarı atladı ve Mrs. Co-ulter'ı görmezden gelerek koşup, batıdaki gözlem kule-sinde bekleyen Kral Ogunwe'ye katıldı. Uçan araçla ilgi-lenmek için hemen toplanan teknisyenler de ona aldırışetmediler. Kimse çaldığı gemiyi kaybetmesini sorgulama-dı. Sanki Mrs. Coulter görünmez olmuştu. Mrs. Coulterüzüntü içinde adamant kuledeki odaya doğru yollandı.478

Oraya vardığında, bir emir eri kendisine yiyecek ve kah-ve getirmeyi önerdi. "Hazırda ne varsa," dedi Mrs. Coulter. "Teşekkür ede-rim. Ah, bu arada," diye ekledi adam gitmek üzere dö-nerken, "Lord Asriel'in aletiyometristi, Mr...""Mr. Basilides mi?""Evet. Müsaitse bir dakikalığına buraya gelebilir mi?" "Şu anda kitapları üzerinde çalışıyor hanımefendi. Uy-gun bir zamanda gelmesini rica ederim." Mrs. Coulter temizlendi ve kalan son temiz gömleğinigiydi. Pencereleri sarsan soğuk rüzgar ve gri sabah ışığıiçini ürpertiyordu. Titremesini durdurmasını umut ede-rek demir sobaya kömür ekledi, ama üşüme hissi deri-sinde değil, iliklerindeydi. On dakika sonra kapı çalındı. Soluk yüzlü, kara göz-lü aletiyometrist omzundaki bülbül çiniyle birlikte içerigirdi ve hafifçe eğilerek selam verdi. Bir an sonra daemir eri, bir tepsi üzerinde ekmek, peynir ve kahve ilegeldi. "Geldiğiniz için teşekkür ederim Mr. Basilides," dediMrs. Coulter. "Size bir şeyler ikram edebilir miyim?""Kahve alırım, teşekkür ederim." "Lütfen söyleyin bana," dedi Mrs. Coulter kahve dol-dururken, "çünkü olan biteni takip ettiğinizden eminim:Kızım yaşıyor mu?" Adam duraksadı. Altın maymun Mrs. Coulter'ın kolu-na yapıştı.479

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Yaşıyor," dedi Basilides dikkatle, "ama aynı zamanda...""Öyle mi? Ah, lütfen, ne demek istiyorsunuz?" "O ölüler dünyasında. Bir süre için aletin bana ne de-diğini yorumlayamadım: İmkânsız geliyordu. Ama hiçkuşku yok. O ve oğlan ölüler dünyasına gitti ve hayalet-lerin çıkması için bir pencere açtılar. Ölüler açık havayaçıkar çıkmaz, tıpkı cinler gibi dağılıp gittiler. Onlar içinen hoş, en arzu edilir son bu gibi. Aletiyometre bana,ölümün sonunun geleceğini söyleyen bir kehanete kulakmisafiri olduğu için kızın bunu yaptığını söyledi. Bunun,kendisinin başarması gereken bir görev olduğunu dü-şünmüş. Sonuç olarak, artık ölüler dünyasından çıkma-nın bir yolu var." Mrs. Coulter'ın nutku tutulmuştu. Yüzüne vuran duy-guları göstermemek için sırtını dönüp pencereye gitti.Sonunda konuştu: "Peki, canlı olarak çıkabilecek mi? Ama hayır, bunuöngöremezsiniz. O -o nasıl- acaba...?" "Sıkıntılı, acı çekiyor, korkuyor. Ama yanında oğlanve iki Gallivespian casus var ve hepsi hâlâ bir arada.""Ya bomba?""Bomba onu incitemedi." Mrs. Coulter aniden tükendiğini hissetti. Uzanıp aylar-ca, senelerce uyumak istiyordu. Dışarıda, bayrak direğin-deki halat rüzgarla saklıyor, takırdıyordu. Ekinkargalarısurların üzerinde dönerek gaklıyordu.480

"Teşekkür ederim," dedi Mrs. Coulter aletiyometristedönerek. "Çok minnettarım. Onun hakkında yeni bir şeyöğrenirseniz bana da iletir misiniz? Nerede olduğunu, neyaptığını?" Adam eğildi ve odadan çıktı. Mrs. Coulter portatif ya-tağa uzandı, ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın, gözlerinikapalı tutamıyordu. "Siz bundan ne çıkarıyorsunuz sayın Kral?" dedi LordAsriel. Gözlem kulesindeki teleskoptan batı göğündeki birşeye bakıyordu. Ufkun bir karış üzerinde, havada asılıduran bir dağa benziyordu ve bulutlarla çevriliydi. Çokçok uzaklardaydı. Aslında, o kadar uzaktaydı ki, bir kolboyu uzaklıkta tutulan başparmak tırnağından daha bü-yük gözükmüyordu. Ama ortaya çıkalı çok olmamıştı vehiç kıpırdamadan asılı duruyordu. Teleskop dağı yakına getirdi, ama başka detaylar gö-rünmüyordu: Ne kadar büyütülürse büyütülsünler, bu-lutlar hâlâ buluta benziyordu. "Bulutlu Dağ," dedi Ogunwe. "Ya da -siz ne diyorsu-nuz? Savaş Arabası mı?" "Dizginler de Naip'in elinde. Bu, Metatron, iyi"sakla-nıyor. Sözde yazmalarda ondan bahsediliyor: Eskiden in-sanmış, Yeret oğlu Hanok -Adem'den altı nesil sonra. Veşimdi krallığa o hükmediyor. Sülfür gölünün yakınındabuldukları ve casusluk etmek için Bulutlu Dağ'a giren481

melek doğru söylüyorsa, daha fazlasını da yapmayı plan-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lıyor. Bu savaşı o kazanırsa, insan hayatına doğrudanmüdahale etmeyi düşünüyor. Bir düşün Ogunwe -daimibir Engizisyon: Yüksek Disiplin Divanı'nın hayal edebi-leceklerinden daha beter, her dünyadan casuslar ve ha-inlerle dolu ve dağı havada tutan zekâ tarafından bizzatyönetilen bir şey... En azından eski Otorite geri çekile-cek zarafeti gösteriyordu; sapkınları yakmak ve cadılarıasmak gibi pis işleri rahiplerine bırakıyordu. Bu yeniOtorite çok, çok daha kötü olacak." "Eh, cumhuriyeti istila ederek başlamış," dedi Ogun-we. "Bakın -o duman mı?" Bulutlu Dağ'dan gri bir şey kopuyordu, mavi göğeağır ağır yayılan bir lekeydi bu. Ama duman olamazdı:Bulutları çekiştiren rüzgara karşı hareket ediyordu. Kral dürbününü gözlerine yaklaştırdı ve ne olduğunabaktı."Melekler," dedi. Lord Asriel teleskopun başından ayrıldı ve eliyle gözle-rini gölgeleyerek doğruldu. Yüzlercesi, binlercesi, on bin-lercesi vardı. Öyle ki göğün o kısmı yarı yarıya kararmıştı,ama her an daha fazlası uçarak, gelmeye devam ediyordu.Lord Asriel, İmparator K'ang-Po'nun sarayının çevresinde,günbatımında halkalar çizen milyarlarca mavi sığırcıktanoluşan sürüleri görmüştü, ama hayatı boyunca böyle en-gin bir çokluk görmemişti. Uçan varlıklar toparlanıyorlar,sonra kuzeye ve güneye doğru ağır ağır akıyorlardı.482

"Ah! Peki şu ne?" dedi Lord Asriel işaret ederek. "Rüz-gar değil." Dağın güney ucundaki bulut çalkalanıyor, güçlü rüz-garlarla uzun ve lime lime buhar kümeleri süzülüyordu.Ama Lord Asriel haklıydı: Hareket içeriden geliyordu, dı-şarıdaki havadan kaynaklanmıyordu. Bulut kaynayıp çal-kalandı ve sonra bir anlığına aralandı. Orada bir dağdan fazlası vardı, ama onlar bunu yal-nızca bir anlığına gördüler: Sonra bulut, görünmez birelin çektiği perdeymiş gibi, kaynayarak geri döndü veonu sakladı.Kral Ogunwe dürbününü indirdi."O dağ değil," dedi. "Silah mevzileri gördüm..." "Ben de. Her şey karman çorman. Bulutun içindengörebiliyor mu acaba? Bazı dünyalarda bunu yapabilenmakineler var. Ama onun ordusu söz konusu olunca,eğer sahip olduğu tek şey o meleklerse..." Kral yarı hayret, yarı ümitsizlikle kısa bir çığlık attı.Lord Asriel dönüp adamın kolunu kavramış, etini nere-deyse kemiğine kadar morartmıştı. "Onlarda bu yok!" dedi Ogunwe'nin kolunu şiddetlesarsarak. "Onların bedeni yok!"Elini arkadaşının kaba yanağına dayadı. "Sayımız ne kadar az olursa olsun," diye devam etti,"ömrümüz ne kadar kısa, gözlerimiz ne kadar zayıf olursaolsun -onlarla karşılaştırıldığında, yine de daha güçlüyüz.Bizi kıskanıyorlar Ogunwe! Nefretlerini besleyen bu, emi-483

nim. Bizim sapasağlam, güçlü mü güçlü, aziz toprağa bö\leşine uyumlu, kıymetli bedenlerimize sahip olmaya ca

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

atıyorlar! Ve eğer onları kuvvetle ve kararlılıkla püskürtüsek, o sonsuz çoklukları elimizin tersiyle sisleri süpürür sbi süpürebiliriz! Bundan daha fazla güçleri yok!" "Asriel, bin ayrı dünyadan müttefikleri var. Bizim gibicanlı varlıklar.""Biz kazanacağız.""Ya kızınızı aramak için o melekleri göndermişse?" "Kızım!" diye bağırdı Lord Asriel coşkuyla. "Dünyayaböyle bir çocuk getirmek şaşırtıcı, değil mi? Tek başınazırhlı ayıların kralına gidip krallığını pençelerinden çekipalmak yeter sanırsın -ama ölüler dünyasına inip sakinsakin hepsini dışarı çıkarmak!.. Bir de o oğlan var; o oğ-lanla tanışmak istiyorum; elini sıkmak istiyorum. Bu is-yanı başlattığımızda nasıl bir işe giriştiğimizi biliyor muy-duk? Hayır. Ama onlar biliyorlar mıydı -Otorite ve Na-ip'i olan Metatron- kızım işe karıştığında, neye bulaştık-larını onlar biliyorlar mıydı?" "Lord Asriel," dedi kral, "kızın gelecek için öneminianlıyor musunuz?" "Dürüst olmak gerekirse, hayır. Basilides'i görmek is-tememin sebebi bu. Nereye gitti bu adam?" "Leydi Coulter'a. Ama adam bitkin düştü; biraz din-lenmeden daha fazla çalışamaz." "Önceden dinlenmeliydi. Onu çağırtın, olmaz mı? Ah,bir şey daha: Lütfen Madam Oxentiel'den rica edin, ilk484

uygun zamanda kuleye gelsin. Ona baş sağlığı dilemeli-yim-" Madam Oxentiel Gallivespianların ikinci kumanda-nıydı. Şimdi, Lord Roke'un sorumluluklarını üstlenmesigerekecekti. Kral Ogunwe eğildi ve kumandanını gri uf-ku taramak üzere yalnız bıraktı. Gün boyunca ordu toplanmaya devam etti. Lord As-riel'in ordusundaki melekler Bulutlu Dağ'ın üzerindeuçarak bir açıklık aradı, ama başarılı olamadılar. Hiçbirşey değişmedi. Buluta girip çıkan başka melek olmadı.Sert rüzgarlar bulutları çekiştiriyordu ve bulutlar dur-maksızın yenileniyor, bir an bile aralanmıyorlardı. Güneşsoğuk mavi gökyüzünü aştı ve sonra güneybatıya ilerle-yip bulutları yaldızladı, dağı saran buharları bej ve kızıl,kayısı ve turuncu tonlara boyadı. Güneş battığında bu-lutlar içten içe, hafif hafif ışıldıyordu. Lord Asriel'in isyanını destekleyen halkların bulundu-ğu her dünyada savaşçılar yerlerine yerleşmişti artık; ma-kinistler ve zanaatkarlar hava araçlarına yakıt ikmali ya-pıyor, silahları dolduruyor, görüş alanlarını ve ölçümlerikalibre ediyordu. Karanlık çöktüğünde destek kuvvetlergeldi ve memnunlukla karşılandılar: Kuzeydeki soğukarazide sessizce, ayrı ayrı, tek başlarına yürüyerek birçokzırhlı ayı geldi -sayıları çoktu ve kralları da aralarmday-dı. Bundan kısa süre sonra, pek çok cadı klanından ilkigeldi, karanlık gökyüzü uzun süre onların çam dallarının485

arasında fısıldayan rüzgarın sesiyle doldu. Kalenin güneyindeki ova, uzaktan gelenlerin kamplarını gösteren binlerce ışıkla parlıyordu. Daha da ötedepusulanın gösterdiği dört ayrı yönde, casus melek gruo-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ları yorulmak bilmeden devriye geziyor ve nöbet tutu-yordu. Lord Asriel gece yarısı adamant kulede oturmuş, KralOgunwe, melek Xaphania, Gallivespian Madam Oxenti-el ve Teukros Basilides ile konuşuyordu. Aletiyometristkonuşmayı yeni bitirmişti. Lord Asriel ayağa kalktı, oda-yı aşıp pencereyi kapadı ve batı göğünde asılı duran Bu-lutlu Dağ'ın uzak parıltısına baktı. Diğerleri sessizdi. Bi-raz önce öyle bir şey duymuşlardı, öyle ki, Lord Asriel'inyüzü solmuş, titremeye başlamıştı ve buna nasıl tepki ve-receğini hiçbiri bilemiyordu.Sonunda Lord Asriel konuştu. "Mr. Basilides," dedi, "çok yorulmuş olmalısınız. Gös-terdiğiniz çabalara minnettarım. Lütfen bizimle birliktebiraz şarap alın.""Teşekkür ederim lordum," dedi aletiyometrist. Adamın elleri titriyordu. Kral Ogunwe altın rengi To-kay şarabı doldurdu ve kadehi ona uzattı. "Bu ne anlama gelecek Lord Asriel?" dedi MadamOxentiel'in berrak sesi.Lord Asriel masaya döndü."Eh," dedi, "savaşa katıldığımızda, yeni bir hedefimiz486

olacağı anlamına geliyor. Kızım ve bu oğlan bir şekildecinlerinden ayrı düşmüşler ve hayatta kalmayı başarmış-lar; cinleri bu dünyada bir yerde -yanlış özetliyorsamdüzeltin Mr. Basilides- ve Metatron onları yakalamayakararlı. Cinleri ele geçirirse, çocukların onları takip etme-si gerekecek. Ve eğer o iki çocuğu kontrol edebilirse,gelecek onun olur. Sonsuza dek. Görevimiz açık: Cinle-ri ondan önce bulmalıyız ve kızla oğlan onlarla bir ara-ya gelene dek güvende tutmalıyız." Gallivespianların önderi konuştu: "Bu iki kayıp cin nebiçiminde?" "Henüz sabitlenmiş değiller madam," dedi TeukrosBasilides. "Her şekle bürünebilirler." "Bu durumda," dedi Lord Asriel, "özetlemek gerekir-se: Bizlerin cumhuriyetimizin, bütün bilinçli varlıklarınkaderi... hepimizin kaderi kızımın yaşamasına ve iki ço-cuğun cinlerinin Metatron'un eline geçmemesine bağlı,öyle mi?""Öyle." Lord Asriel tatmin olmuş gibi içini çekti. Sanki uzun,karmaşık bir hesaplamanın sonuna gelmiş ve mantıklı ge-len bir sonuca beklenmedik bir biçimde varmıştı. "Pekala," dedi ellerini açıp masaya koyarak. "O za-man savaş başladığında şunu yapacağız. Kral Ogunwe,siz kaleyi savunan tüm orduların komutasını alacaksınız.Madam Oxentiel, siz halkınızdan olanları dört bir yanagöndererek kızla oğlanı ve iki cini arayacaksınız. Buldu-487

ğunuzdaysa, çocuklar cinleriyle bir araya gelene deknınız pahasına koruyacaksınız onları. Bu noktada, o&ının bir başka dünyaya güvenlik için kaçabileceğini aniyorum." Madam Oxentiel başını salladı. Sert, gri saçları lambaışığında paslanmaz çelik gibi parlıyordu. Lord Roke'tan

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ona kalan mavi şahin kapının yanındaki tüneğinde ka-natlarını açıp kapadı. "Şimdi, Xaphania," dedi Lord Asriel. "Bu Metatron de-nen varlıkla ilgili neler biliyorsunuz? Eskiden insandı: Birinsanın fiziksel gücüne sahip mi hâlâ?" "Ben sürüldükten uzun zaman sonra başa geçti," de-di melek. "Onu hiç yakından görmedim. Ama gerçektengüçlü, her açıdan güçlü olmasa krallığa hükmedemezdi.Çoğu melek teke tek dövüşmekten kaçınır. Metatron isedövüşe memnunlukla katılır ve kazanır." Ogunwe, Lord Asriel'in aklına bir fikir geldiğini göre-biliyordu. Dikkati aniden başka yöne dönmüş ve gözle-ri bir an için odağını yitirmişti, sonra, aşırı bir odaklan-mıştık haliyle bulunduğu ana döndü. "Anlıyorum," dedi. "Son olarak Xaphania, Mr. Basili-des bize patlattıkları bombanın dünyaların altında biruçurum açmakla kalmayıp, her şeyin yapısını çok derin-den sarstığını, öyle ki her yerde çatlaklar ve kırıklar açıl-dığını söyledi. Yakınlarda bir yerde, o uçurumun kıyısı-na inen bir yol olmalı. O uçurumu aramanızı istiyorum.""Ne yapacaksınız?" dedi Kral Ogunwe haşin bir sesle.488

"Metatron'u yok edeceğim. Ama benim oynadığım rolsona ermek üzere. Yaşaması gereken kızım. Görevimiz,krallığın tüm güçlerini ondan uzak tutup daha güvenli5ir dünyaya gitmesi için ona bir fırsat ? tanımak -hemonun hem oğlanın hem de cinlerinin.""Ya Mrs. Coulter?" dedi kral.Lord Asriel eliyle alnını ovuşturdu.

"Onun rahatsız edilmesini istemiyorum," dedi. "Onurahat bırakın ve elinizden geliyorsa koruyun. Ama... Bel-ki de ona haksızlık ediyorum. Başka ne yapmış olursaolsun, beni şaşırtmaktan hiç vazgeçmedi. Ama bizim ne-yi, neden yapmamız gerektiğini hepimiz biliyoruz: Lyracinini bulup kaçana kadar onu korumalıyız. Cumhuriye-timiz, sırf onun bunu yapmasına yardım etmek amacıylakurulmuş bile olabilir. Eh, işimizi elimizden geldiğinceiyi yapalım o zaman." Mrs. Coulter yan odada, Lord Asriel'in yatağında yatı-yordu. Diğer odada sesler duyunca kıpırdandı, henüzderin bir uykuya dalmamıştı. Kesintili uykusundan hu-zursuzluk ve büyük bir özlem duygusuyla uyandı. Yanındaki cini doğrulup oturdu, ama Mrs. Coulter ka-pıya yaklaşmak istemiyordu. İşitmek istediği, sözler de-ğil, yalnızca Lord Asriel'in sesiydi. İkisinin de sonunungeldiğini düşünüyordu. Hepsinin sonunun geldiğini dü-şünüyordu.Diğer odanın kapısının kapandığını duydu ve kendi-489

ni doğrulmaya zorladı."Asriel," dedi sıcak neft ışığına girerek. Adamın cini alçak sesle hırladı: Altın maymun onu ya-tıştırmak için başını iyice eğdi. Lord Asriel büyük bir ha-ritayı duruyordu, arkasına bakmadı. "Asriel, bize, hepimize ne olacak?" dedi Mrs. Coulterbir sandalyeye oturarak.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lord Asriel ellerini gözlerine bastırdı. Yüzü yorgunluk-tan perişan görünüyordu. Oturup dirseğini masaya daya-dı. İki cin de kıpırtısızdı: Maymun sandalyenin sırtına çök-müştü ve kar leoparı Lord Asriel'in yanında dimdik, tetik-te oturmuş, gözünü kırpmadan Mrs. Coulter'ı izliyordu."Duymadın mı?" dedi Lord Asriel. "Pek azını duydum. Uyuyamadım, ama dinlemedimde. Lyra nerede, bilen var mı?""Hayır." Lord Asriel kadının ilk sorusunu hâlâ yanıtlamamıştıve yanıtlamayacaktı da, Mrs. Coulter biliyordu. "Evlenmeliydik," dedi Mrs. Coulter, "ve kızımızı bir-likte yetiştirmeliydik." Bu öylesine beklenmedik bir yorumdu ki, Lord Asri-el gözlerini kırpıştırdı. Cini, gırtlağının arkasından olabi-lecek en yumuşak hırlamayı çıkardı ve pençelerini uza-tarak Sfenks gibi oturdu. Lord Asriel yanıt vermedi. "Hiçlik fikrine dayanamıyorum Asriel," diye devametti Mrs. Coulter. "Ne olursa olsun, ama hiçlik olmasın.Acının daha kötü olacağını düşünürdüm -sonsuza dek490

işkence görmenin- bunun çok daha kötü olduğuna ina-nırdım... Ama bilinçli olduğun sürece, böylesi daha iyiolurdu, değil mi? Hiçbir şey hissetmemekten, yalnızcakaranlığa karışmaktan ve bunun sonsuza dek sürmesin-den daha iyi, ne dersin?" Lord Asriel'e düşen yalnızca dinlemekti. Gözlerinionunkilere dikmişti ve bütün dikkati ondaydı; yanıt ver-mesine gerek yoktu. Mrs. Coulter yine konuştu: "Geçen gün, o ve benim hakkımda öylesine acı ko-nuştuğunda... Ondan nefret ettiğini düşündüm. Bendennefret etmeni anlayabiliyordum. Ben senden hiç nefretetmedim, ama anlayabiliyordum... Benden neden nefretedebileceğini görebiliyordum. Ama Lyra'dan neden nef-ret ettiğini anlayamıyordum." Lord Asriel başını yavaşça çevirerek gözlerini kaçırdı,sonra yine ona döndü. "Svalbard'da, dağın zirvesinde bizim dünyamızdanayrılmadan hemen önce tuhaf bir şey söylediğini hatırlı-yorum," diye devam etti. "Dedin ki: Benimle gel, Toz'usonsuza dek yok edelim. Bunu söylediğini hatırlıyor mu-sun? Ama kastettiğin bu değildi. Tam tersini kastettin, de-ğil mi? Şimdi anlıyorum. Gerçekte ne yaptığını nedensöylemedin bana? Aslında Toz'u korumaya çalıştığını ne-den söylemedin? Bana gerçeği söyleyebilirdin." "Gelip bana katılmanı istedim," dedi Lord Asriel bo-ğuk ve alçak bir sesle, "ve bir yalanı tercih edeceğini dü-şündüm."491

"Evet," diye fısıldadı Mrs. Coulter, "ben de öyle sayordum." Yerinde duramıyordu, ama ayağa kalkacak gücü Hyoktu. Bir an bayılacak gibi hissetti, başı döndü, seslersoldu, oda karardı, ama duyuları hemen, öncekinden deamansızca geri döndü ve durumda değişen bir şey yok-tu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Asriel..." diye mırıldandı. Altın maymun çekinerek elini kar leoparının pençesi-ne uzattı. Lord Asriel tek kelime etmeden izliyordu; Stel-maria da kıpırdamadı, leopar gözlerini Mrs. Coulter'adikmişti. "Ah, Asriel, biz ne olacağız?" dedi Mrs. Coulter yine."Her şeyin sonu mu bu?"Lord Asriel konuşmadı. Mrs. Coulter düşünde hareket eden biri gibi ayağakalktı, odanın köşesinde duran sırt çantasını aldı ve için-deki tabancaya uzandı. Sonra ne yapacağını kimse bilmi-yordu, çünkü o anda koşarak merdiveni tırmanan birininayak sesleri geldi. Adam, kadın ve iki cin dönüp, içeri giren emir erinebaktı. Emir eri nefes nefese konuştu: "Affedersiniz, lordum -iki cin- doğu kapısından birazuzakta görüldüler -kedi biçiminde- nöbetçi onlarla ko-nuşmaya, içeri getirmeye çalıştı, ama onlar yaklaşmadı-lar. Daha bir dakika önce..."Lord Asriel tamamen değişerek doğrulup oturdu. Bir492

anda yüzündeki bitkinlik silinmişti. Ayağa fırladı ve pal-tosunu kaptı. Mrs. Coulter'ı görmezden gelerek paltoyu omuzlarınaattı ve emir erine hitap etti: "Madam OxentiePe hemen söyle. Şu emri yay: Cinlertehdit edilmeyecek, korkutulmayacak, hiçbir şekilde zor-lanmayacak. Onları gören herkes ilk önce..." Mrs. Coulter geri kalanım duyamadı, çünkü Lord As-riel koşarak merdivenleri yarılamıştı bile. Onun adımlarıda solduğunda, neft lambasının hafif hışırtısından ve dı-şarıdaki vahşi rüzgarın inlemesinden başka ses kalmadı. Mrs. Coulter'm gözleri cininin gözlerini buldu. Altınmaymunun yüzünde, otuz beş senelik hayatları boyuncagördüğünden daha hassas, daha karmaşık bir ifade vardı. "Pekala," dedi Mrs. Coulter. "Başka yol göremiyorum.Sanırım... sanırım biz..." Maymun onun ne demeye çalıştığını hemen anladı.Mrs. Coulter'm göğsüne atıldı ve kucaklaştılar. SonraMrs. Coulter kürk astarlı ceketini buldu ve odadan ses-sizce çıkıp karanlık merdivenleri inmeye başladılar.493

29Ovadaki Savaşİnsanlığının uyandığı saate kadar her insan kendihayaletinin hakimiyetindedir...William Blake Lyra ve Will için önceki gece uyudukları güzel dün-yadan ayrılmak son derece güç oldu, ama cinlerini bula-caklarsa, bir kez daha karanlığa girmek zorunda olduk-larını biliyorlardı. Ve loş tünelde saatlerce süründüktensonra, Lyra sıkıntıdan küçük bilinçsiz sesler çıkararak-biraz daha güçlü olsalar hıçkırık denebilecek inlemelerve nefesini tutma sesleri- yirminci kez aletiyometresininüzerine eğildi. Will de cininin bulunduğu yerde acı his-sediyordu: her nefeste soğuk çengellerle yırtılıyormuş gi-bi gelen, son derece hassas, kavrulmuş bir yer.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lyra çarkları nasıl da yorgun yorgun çeviriyordu! Dü-şünceleri nasıl da ağır ayaklarla ilerliyordu! Aletiyomet-renin otuz altı simgesinden kaynaklanan, eskiden öylesi-ne hafifçe ve özgüvenle tırmandığı anlam basamakları494

simdi gevşek ve titrek geliyordu. Hele aralarındaki bağ-lantıları aklında tutmak... Önceden koşmak, şarkı söyle-mek, hikâye anlatmak gibiydi: doğal bir şey. Şimdi, zah-metle yapması gerekiyordu ve kavrayışı azalıyordu, amaazalmamalıydı, çünkü o zaman her şey mahvolurdu... "Uzak değil," dedi sonunda. "Ve çeşit çeşit tehlike var_bir de savaş var... Ama doğru yere geldik sayılır. Bu tü-nelin hemen sonunda, üzerinden su akan büyük, pürüz-süz bir kaya var. Orada pencere aç." Savaşacak olan hayaletler hevesle öne çıktılar. Lyra,Lee Scoresby'nin yakında olduğunu hissetti. "Lyra, kızım, az kaldı artık," dedi Lee Scoresby. "O ih-tiyar ayıyı gördüğünde, Lee'nin savaşarak gittiğini söyleona. Ve savaş sona erdiğinde, rüzgarda süzülecek, ada-çayı dolu çayırlarda eskiden Hester olan atomları, anne-

mi, sevgililerimi, tüm sevgililerimi bulmak için dünya ka-dar zamanım olacak... Lyra, çocuğum, bu iş bittiği zamandinlen, duydun mu? Hayat güzel ve ölüm bitti..." Sesi solup gitti. Lyra kollarına onun boynuna dola-mak istiyordu, ama elbette bu imkânsızdı. Bu yüzdenonun solgun hayaletine baktı ve hayalet de onun gözle-rindeki tutkuyu ve ışıltıyı görerek güç topladı. Lyra ve Will'in omuzlarında iki Gallivespian oturuyor-du. Kısa ömürleri bitmek üzereydi; ikisi de kollarının vebacaklarının tutulduğunu, yüreklerinin üşüdüğünü hisse-diyordu. Çok yakında ölüler dünyasına döneceklerdi,ama hayalet olarak. Bakıştılar ve mümkün olduğu süre-495

ce Will ile Lyra'nm yanında kalmaya, ölümleri hakkmdtek kelime etmemeye yemin ettiler. Çocuklar yukarı tırmanmaya devam etti. Konuşmu-yorlardı. Birbirlerinin zorlu nefeslerini, ayak seslerini, ye-rinden oynayan küçük taşları duyabiliyorlardı. Önlerin-de, kanatlarını sarkıtmış olan harpi pençeleriyle tırmala-yarak, sessizce, amansızca tırmanıyordu. Sonra yeni bir ses duyuldu: tünelde yankılanan, dü-zenli bir şıpırtı. Sonra, daha hızlı bir şıpırtı ve akan su-yun sesi. "İşte!" dedi Lyra, öne uzanıp yollarını tıkayan pürüz-süz, ıslak ve soğuk kaya perdesine dokunarak. "İşte bu-rada."Harpiye döndü. "Beni nasıl kurtardığını düşünüyordum," dedi. "Tümdiğer hayaletleri dün gece uyuduğumuz dünyaya götür-meye söz vermeni. Ve düşündüm ki, bir ismin yoksa, budoğru olmaz. Bu yüzden, Kral İorek Byrnison'm banaGümüşdil ismini vermesi gibi, benim de sana bir isim ve-rebileceğimi düşündüm. Sana Zarif Kanatlı diyeceğim.Bundan sonra ismin bu ve bundan sonra sen bu olacak-sın: Zarif Kanatlı." "Bir gün," dedi harpi, "seninle yine görüşeceğiz Lyra

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Gümüşdil." "Ve senin burada olduğunu bilirsem, korkmayaca-ğım," dedi Lyra. "Hoşçakal Zarif Kanatlı, öldüğümde gö-rüşürüz."496

Harpiye sıkı sıkı sarıldı ve yanaklarını öptü. Sonra Şövalye Tialys konuştu: "Bu Lord Asriel'in cum-huriyetinin dünyası mı?" "Evet," dedi Lyra, "aletiyometre öyle diyor. Kaleninyakmındayız.""O zaman hayaletlerle konuşmama izin ver." Lyra onu yükseğe kaldırdı ve şövalye seslendi: "Din-leyin, çünkü aramızda, bu dünyayı daha önce gören yal-nızca Leydi Salmakia ve ben varız. Dağın tepesinde birkale var: Lord Asriel orayı savunuyor. Düşmanın kim ol-duğunu bilmiyorum. Lyra ve Will'in şimdi tek bir işi var:cinlerini aramak. Bizim görevimiz onlara yardım etmek.Yüreklerimizi pek tutalım ve iyi savaşalım."Lyra Will'e döndü."Tamam," dedi Will, "ben hazırım." Bıçağı çıkardı ve yakınında duran babasının hayaleti-nin gözlerinin içine baktı. Birlikte geçirecekleri çok za-man kalmamıştı. Will annesini de yanlarında görmeyi,üçünün birlikte olmasını ne kadar çok istediğini düşündü."Will," dedi Lyra korkuyla. Will durdu. Bıçak havaya saplanmıştı. Will elini çektive bıçak, görünmez bir dünyaya saplanmış halde, öyle-ce kaldı. Will uzun bir nefes salıverdi."Neredeyse...""Gördüm," dedi Lyra. "Bana bak Will." Hayalet ışığında, Will onun parlak saçlarını, ağzında-ki kararlılığı, dürüst gözlerini gördü: Nefesinin sıcaklığı-497

nı hissetti, teninin dost canlısı kokusunu aldı.Bıçak saplandığı yerden kurtuldu."Yine deneyeceğim," dedi Will. Sırtını döndü. Dikkatlice odaklanarak zihninin bıça-ğın ucuna akmasına, dokunmasına, çekilmesine, arama-sına izin verdi ve sonunda buldu. İtti, yana çekti, aşağıindirdi ve geri döndü: Hayaletler Will ile Lyra'nm beden-lerine o kadar yaklaşmışlardı ki, bütün sinir uçlarındaküçük soğuk şokları hissediyorlardı.Will son kesiği açtı. Hissettikleri ilk şey gürültü oldu. İçeri vuran ışık gözkamaştırıyordu, hem hayaletler hem de canlılar gözleriniörtmek zorunda kaldı ve bu yüzden saniyeler boyuncahiçbir şey göremediler. Ama gümlemeler, patlamalar, si-lahların takırtısı, bağırışlar ve çığlıklar çok açık ve çokkorkutucuydu. Kendine ilk gelen, John Parry ile Lee Scoresby'nin ha-yaletleri oldu. İkisi de savaş deneyimine sahip askerler ol-duğundan, gürültü onların kafasını diğerleri kadar karıştır-mamıştı. Will ile Lyra korku ve hayret içinde izlemekle ye-tindi. Biraz uzakta, havada roketler patlıyor, dağ yamacınataş ve metal parçaları yağdırıyordu. Gökyüzünde melek-ler meleklerle savaşıyordu. Cadılar da vardı, klan düstur-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

larını haykırarak uçup dalıyor, düşmanlarına ok fırlatı-yorlardı. Yusufçuğunun sırtında bir Gallivespian'ın dalı-şa geçerek uçan bir makineye saldırdığını, aracın insan498

pilotunun Gallivespian'a karşı elleriyle savaştığını gördü-ler. Yusufçuk yukarıda uçup süzülürken, binicisi aşağıatlayıp iğnelerini pilotun boynuna sıkıca sapladı. Sonraböcek geri döndü ve alçaktan uçarak binicisinin onunparlak yeşil sırtına atlamasına izin verdi, uçan makiney-se doğrudan kalenin dibindeki kayalara çarptı. "Daha geniş aç," dedi Lee Scoresby. "Bizi dışarı bı-rak!" "Bekle Lee," dedi John Parry. "Bir şey oluyor -şurayabak." Will onun gösterdiği yönde daha küçük bir pencereaçtı ve dışarı baktıklarında, savaş düzeninde bir değişimgördüler. Saldıran kuvvetler geri çekilmeye başlamıştı:Bir grup silahlı taşıt durdu ve koruma ateşi altında, zah-metle dönüp geri çekilmeye başladı. Lord Asriel'in dü-zensiz cayropter sırasını gerileten bir uçan araç filosugökyüzünde dönüp batıya doğru uzaklaştı. Yerdeki kral-lık güçleri -tüfekçi alayları, alev makineleri, zehir püs-kürten toplar ve izleyenlerin daha önce hiç görmediğitürden başka silahlarla donanmış birlikler- savaşı bırakıpçekilmeye başladılar. "Neler oluyor?" dedi Lee. "Savaş meydanını terk edi-yorlar -ama neden?" Bir sebebi yok gibiydi: Lord Asriel'in müttefikleri sa-yıca azınlıkta kalmıştı, silahları daha güçsüzdü ve yerdebir sürü yaralı yatıyordu.Sonra, Will hayaletler arasında ani bir hareket sezdi.499

Havada süzülen bir şeyi gösteriyorlardı."Heyulalar!" dedi John Parry. "Sebep bu." Will ile Lyra ilk defa o şeyleri görebildiklerini düşündüIşıl ışıl perdeler gibiydiler ve gökyüzünden devedikeni to-humları gibi yağıyorlardı. Ama çok solgundular ve yerevardıkları zaman onları görmek daha da zor oluyordu."Ne yapıyorlar?" dedi Lyra."Şu tüfekli müfrezeye doğru gidiyorlar..." Will ile Lyra neler olacağını biliyordu. Korkuyla bağ-rıştılar: "Kaçın! Oradan uzaklasın!" Askerlerin bazıları yakından bağıran çocukların sesle-rini duyup şaşkın şaşkın bakındılar. Diğerleri, son dere-ce tuhaf, boş ve açgözlü bir Heyula'nın üstlerine üstleri-ne geldiğini görünce tüfeklerini kaldırıp ateş ettiler, amahiçbir etkisi olmadı elbette. Ve sonra aynı Heyula karşı-sına çıkan ilk adama saldırdı. Adam, Lyra'nın kendi dünyasından bir Afrikalıydı. Ciniuzun bacaklı, siyah benekli, sarımsı kahverengi bir kedibiçimindeydi. Kedi dişlerini çıkararak atlamaya hazırlandı. Adamın korkusuzca nişan aldığını, tek santim bile ge-rilemediğini hepsi gördü -sonra cinin görünmez bir ağayakalanmış gibi, hırlayarak, uluyarak, çaresizce çabaladı-ğını ve adamın tüfeğini bırakıp, adını bağırarak onauzandığını, zalim bir mide bulantısı ve ızdırapla düşüpbayıldığını gördüler.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Tamam Will," dedi John Parry. "Şimdi bizi dışarı çı-kar; biz o şeylerle savaşabiliriz."500

Will pencereyi genişletti ve hayalet ordusunun enönünde koşarak dışarı çıktı. Sonra, hayal edebileceği entuhaf savaş başladı. Hayaletler topraktan çıktılar, öğlen ışığında solgun bi-çimleri daha da soldu. Artık korkacak hiçbir şeyleri yok-tu, görünmez Heyulaların üzerine atıldılar, onlarla bo-ğuştular, güreştiler, Will ile Lyra'nm hiç göremediği şey-lere yapışıp yoldular. Tüfekli askerler ve diğer canlı müttefikler şaşırmışlar-dı: Bu hayaletli, Heyulalı savaştan hiçbir şey anlamıyor-lardı. Heyulaların bıçaktan kaçtığım hatırlayan Will, bıça-ğını sallayarak çatışmaların ortasından geçti. Lyra da onun gittiği yere gidiyor, Will'inki gibi, elin-de savaşmakta kullanabileceği bir şeyi olmasını diliyor-du, ama çevresine bakmıyor, daha geniş bir alanı izliyor-du. Zaman zaman Heyulaları havada yağlı ışıltılar gibigörebildiğini sanıyordu. Ve ilk tehlike ürpertisini hisse-den Salmakia oldu. Omzunda oturan Salmakia ile birlikte kendine biryükselti, alıç çalıları ile çevrilmiş bir toprak yığını bul-muştu. Oradan, istilacıların harap ettiği kırlarla kaplı ge-niş bir araziyi görebiliyordu. Güneş tepesindeydi. Batı ufkunda yığın yığın parlakbulut vardı. Bulutlar karanlık yarıklarla doluydu ve yük-sek rüzgarlar tepelerini çekiştiriyordu. O taraftaki ovadadüşmanın yer kuvvetleri bekliyordu: ışıldayan makineler,rengarenk bayraklar, bekleyen alaylar.501

Arkasında, solda, kaleye doğru yükselen diş diş tepe-lerin sırtları vardı. Fırtına öncesi parlak aydınlıkta ışıldı-yorlardı. Ve uzaktaki siyah bazalt surlarda, küçük şekil-lerin dolaştığını, zarar görmüş siperleri onardıklarını, ye-ni silahlar getirdiklerini ya da yalnızca durup izledikleri-ni görebiliyordu. İşte o sırada, Lyra Heyulaların dokunuşunun yanlışanlaşılması imkânsız mide bulantısını, acısını ve korku-sunu hissetti. Daha önce hiç hissetmemiş olmasına rağmen ne oldu-ğunu hemen anladı. Bu ona iki şey anlatıyordu: İlki, Hey-lulalarm ona zarar vermesine yetecek kadar büyümüş ol-malıydı ve ikincisi, Pan yakında bir yerde olmalıydı."Will... Will..." diye bağırdı. Will onu duydu ve elinde bıçağı, çakmak çakmakgözlerle döndü. Ama Will tek kelime edemeden inledi, boğulurcasmakasıldı ve göğsünü tuttu. Lyra aynı şeyin ona da olduğu-nu anladı. Parmak uçlarında yükselip çevresine bakınarak, "Pan!Pan!" diye bağırdı. Will iki büklüm olmuş, kusmamaya çalışıyordu. Birazsonra, cinleri kaçmış gibi, bulantı hissi geçti, ama onlarıbulmaya henüz yakın değillerdi. Ve her yanları silah ses-leri, bağırışlar, acı ya da dehşetle haykıran sesler, tepe-lerinde dönen yamaç-öcülerinin uzak yoğk-yoğk-yoğkla-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rı, zaman zaman uğuldayarak geçen oklar saplanırken502

çıkardıkları tak sesleri ile doluydu. Sonra yeni bir ses du-yuldu: rüzgarın sesi. Lyra onu ilk önce yanaklarında hissetti, sonra otlarınonunla büküldüğünü gördü ve son olarak alıçlarda çı-kardığı sesi duydu. Tepedeki gökyüzü büyük bir fırtına-yı haber veriyordu: Fırtına bulutlarındaki beyazlık gitmiş-ti, şimdi sülfür sarısı, deniz yeşili, duman grisi, yağlı si-yah renklerle çalkalanıyor, mide bulandırıcı çalkantı ki-lometrelerce yüksekte, ufka kadar yayılıyordu. Lyra'nın arkasında güneş hâlâ parıldıyordu, öyle ki herkoruluk, fırtınayla arasındaki her ağaç canlı ve parlakrenklerle ışıldıyor, küçük kırılgan şeyler karanlığa yaprak-ları, dalları, meyveleri ve çiçekleri ile meydan okuyordu. Ve bütün bunların ortasında, çocukluktan yeni çıkmışiki çocuk Heyulaları açık seçik görebiliyordu. RüzgarWilPin gözlerine çarpıyor, Lyra'nın saçlarını yüzüne sa-vuruyordu. Heyulaları da süpürüp götürebilmeliydi, amaonlar rüzgara hiç aldırmadan yere doğru süzülüyorlardı.Kız ve oğlan el ele, ölülerin ve yaralıların arasından do-lana dolana yürüyor, Lyra cinine sesleniyor, Will ise ken-dininkini bulmak için her duyusuyla araştırıyordu. Sonra gökyüzü şimşeklerle kaplandı, ilk kudretli pat-lama kulak zarlarına balta gibi çarptı. Lyra ellerini başı-na götürdü. Sesin ağırlığı üzerine çökmüşçesine, Willsendeler gibi oldu, Birbirlerine sarılarak başlarını kaldır-dılar ve milyonlarca dünyada hiç kimsenin o âna dekgörmediği bir manzara gördüler.503

Ruta Skadi'nin ve Reina Miti'nin klanlarından ve hka yarım düzine klandan cadı, ellerinde katrana batinimış zift-çamından meşalelerle doğudan, açık kalan songökyüzü parçasından kaleye doğru akın ediyorlar, doğ-rudan fırtınanın içine uçuyorlardı. Yerdekiler yüksekte alevlenen uçucu hidrokarbonla-rın kükremesini ve çıtırtısını duyabiliyorlardı. Havada hâ-lâ birkaç Heyula vardı, bazı cadılar onları görmeden iç-lerinden geçtiler, haykırdılar ve alevler İçinde yuvarlana-rak yere düştüler. Ama solgun varlıkların çoğu yere ulaş-mıştı ve cadı sürüsü ateşten bir ırmak gibi fırtınanın yü-reğine akıyordu. Mızraklar ve kılıçlarla silahlanmış bir grup melek, ca-dıları karşılamak için Bulutlu Dağ'dan çıkmıştı. Rüzgarıarkalarına almışlardı ve oktan da hızlı hareket ediyorlar-dı. Ama cadılar buna hazırlıklıydı, öndeki cadılar yukarıyükselip melek saflarının arasına daldılar, alevli meşale-lerini sağa sola savurdular. Alevlerin ortasında kalan me-lekler peş peşe, tutuşmuş kanatlarla, çığlıklar atarak ye-re yuvarlandılar. Sonra ilk yağmur damlaları geldi. Fırtına bulutlarınıniçindeki kumandan cadı ateşlerini söndürmeyi hedefle-mişse, hayal kırıklığına uğramış olmalıydı. Zift-çamı vekatran yağmura meydan okuyarak yanmaya devam etti,üstüne su damlaları düştükçe çıtırtılar ve hışırtılar çoğal-dı. Yağmur damlaları, kötücüllükle fırlatılmış gibi yereçarpıyor, dağılarak havaya sıçrıyordu. Lyra ile Will bir

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

504

dakika içinde iliklerine dek ıslandılar ve soğuktan titre-meye başladılar. Yağmur başlarını ve kollarını minik taş-lar gibi acıtıyordu. Her şeyin ortasında sendelemeye, çabalamaya devamettiler. Gözlerindeki suyu silerek kargaşanın içinde,"Pan! Pan!" diye seslendiler. Şimdi gökgürültüleri neredeyse daimiydi, atomlarparçalanıp açılıyormuş gibi yarılma, ezilme, gürleme ses-leri çıkıyordu. Will ile Lyra gökgürültülerinin ve korkusancılarının arasında koşuyor, bağırıyorlardi: "Pan! Pan-talaimon! Pan!" Kaybettiği şeyi bilen, ama ona bir ad ver-memiş olan Will ise söz söylemeden haykırıyordu. Her gittikleri yerde, iki Gallivespian onlara eşlik edi-yor, o ya da bu yöne bakmaları için uyarıyor, çocuklarınhâlâ tam olarak göremedikleri Heyulalara karşı çevreyigözetliyorlardı. Ama Lyra Salmakia'yı ellerinde tutmakzorundaydı, çünkü leydinin Lyra'nın omzuna tutunacakgücü kalmamıştı. Tialys gökyüzünü tarıyor, soydaşlarınıarıyor, ne zaman havada süzülen parlak bir kıvılcım gör-se sesleniyordu. Ama sesi gücünü yitirmişti ve diğer Gal-livespianlar da onların yusufçuklarının klan renklerini,parlak mavi ve kızıl-sarı renkleri arıyorlardı. O renklersolalı çok olmuştu, o renklerle parlayan bedenler şimdiölüler dünyasında yatıyordu. Sonra, gökyüzünde diğerlerinden daha farklı bir ha-reketlenme oldu. Çocuklar sert yağmur damlalarına kar-şı gözlerini perdeleyerek başlarını kaldırıp baktılar ve505

daha önce hiç görmedikleri türden bir hava taşıtı gördüler: hantal, altı bacaklı, koyu renk ve tamamen sessizAraç kaleden çıkmıştı ve alçaktan, çok alçaktan uçuyor-du. Bir evin çatısının olacağı yükseklikte süzülüyorduSonra fırtınanın yüreğine girdi. Ama araca şaşacak zaman bulamadılar, çünkü birbaşka korkunç mide bulantısı dalgası Lyra'ya Pan'm yinetehlikede olduğunu anlattı. Sonra aynısını Will de hisset-ti. Dehşet, çaresizlik ve mide bulantısı ile su birikintileri-ne, çamurlara körlemesine daldılar, yaralı adamlardan vesavaşan hayaletlerden oluşan kargaşada sendeleyerekyürümeye devam ettiler.506

30Bulutlu Dağ Uzaklarda, haşmetli semada,çepeçevre uzanırdı, kare mi yuvarlak mı belirsiz.Opal kuleleri ve canlı safirlerle süslü surlarıyla...John Milton Niyet gemisini kullanan Mrs. Coulter'dı. O ve cini pi-lot kabininde yalnızdı. Barometrik yükseklikölçer fırtınada pek işe yaramı-yordu, ama Mrs. Coulter meleklerin düştüğü yerde ya-nan ateşleri izleyerek yüksekliğini kabaca kestirebiliyor-du. Sert yağmura rağmen ateşler hâlâ harlıydı. Rotasınagelince, onu belirlemek de güç değildi: Dağın çevresin-de çakan şimşekler pasparlak bir işaret ateşi görevi gö-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rüyordu. Ama havada savaşmaya devam eden muhtelifvarlıklardan kaçınması, aşağıda yükselen araziden uzakdurması gerekiyordu. Işıkları kullanmıyordu, çünkü savaşanlar onu görüpde vurmadan önce yaklaşıp, inecek bir yer bulmak isti-507

yordu. Uçarak yaklaşırken, yukarı esen ani ve zalim rüz-garlar şiddetlendi. Bu durumda cayropterlerin hiç şansıolmazdı: Vahşi hava onları sinek gibi yere yapıştırırdı.Halbuki niyet gemisi ile, rüzgarda hafifçe hareket edebi-liyor, dengesini Dingin Okyanus'taki dalga sürücüler gi-bi ayarlayabiliyordu. İleri bakarak ihtiyatla tırmanmaya başladı, aletleri gözardı edip gözlerine ve içgüdülerine güvenerek uçtu. Ci-ni küçük cam kabinde bir o yana bir bu yana sıçrıyor,ileriye, yukarıya, sağa ve sola bakıyor, devamlı Mrs. Co-ulter'a sesleniyordu. Büyük perdeler ve parlak mızraklarhalinde çakan şimşekler makinenin üzerinde ve çevre-sinde alevlenip çatırdıyordu. Mrs. Coulter bütün bunla-rın arasında yavaş yavaş yükselerek uçuyor ve bulutlar-la kuşanmış saraya doğru ilerliyordu. Mrs. Coulter yaklaşırken, dağın yapısının dikkatini da-ğıttığını, onu hayrete düşürdüğünü hissetti. Ona, Disiplin Divanı'nın zindanlarında hak ettiği bircezayı çeken bir yazarın elinden çıkan iğrenç sapkınlığıhatırlatıyordu. Adam bildik üç boyuttan daha fazlauzamsal boyut olduğunu öne sürmüştü; çok küçük birölçekte yedi sekiz boyut daha bulunduğunu, ama onlarıdoğrudan incelemenin imkânsız olduğunu iddia etmişti.Hatta, nasıl işliyor olabileceklerini göstermek için birmodel yapmıştı ve Mrs. Coulter, şeytan çıkarma ayinininardından yakılmadan önce modeli görmüştü. Katmanlariçinde katmanlar, hem kaplayan hem kaplanan köşeler508

ve kenarlar: İçi her yerdi ve dışı başka her yerdi. Bulut-lu Dağ da onu benzer bir şekilde etkilemişti: Bir kaya-dan çok güç alanı gibiydi, uzamın kendisini katlayıp, ge-rip, katman katman edip hava, ışık ve buhardan balkon-lar, teraslar, odalar, revaklar, gözlem kulelerine dönüştü-rüyordu. Mrs. Coulter göğsünde yavaşça yükselen tuhaf bircoşku hissetti ve tam o anda hava taşıtını güney tarafta-ki bulutlu terasa nasıl indirebileceğini gördü. Küçük ta-şıt çalkantılı havada sarsılıp zorlandı, ama Mrs. Coulterrotasından ayrılmadı ve cininin rehberliğinde alçalıp te-rasa kondu. Şimdiye dek görmesini sağlayan aydınlık, şimşekler-den, bulutların aralanıp güneşin süzüldüğü gediklerden,yanan meleklerin ateşlerinden, anbarik arama ışıkların-dan gelmişti. Ama buradaki ışık farklıydı. Dağı oluşturanmaddeden kaynaklanıyordu. Madde, sedef ışıltısı ve ağırbir nefes ritmiyle parlayıp soluyordu. Kadın ve cin araçtan inip ne yöne gideceklerine ka-rar vermek için bakmdılar. Mrs. Coulter yukarıda ve aşağıda hızla hareket eden,mesajlar, emirler ve haberlerle dağın maddesine girip çı-kan varlıklar olduğunu seziyordu. Hepsini göremiyordu:

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Tek görebildiği birbirine geçmiş, karmaşık revak, merdi-ven, teras ve cephe perspektifleriydi. Daha ne yöne gideceğine karar veremeden seslerduydu ve bir sütunun arkasına saklandı. Sesler ilahi söy-509

lüyor ve gittikçe yaklaşıyorlardı. Sonra, sedye taşıyan bimelek alayı gördü. Saklandığı yere yaklaştıklarında, niyet gemisini göründurdular. Şarkı kesildi. Sedye taşıyan meleklerin bazılarıkuşku ve korku içinde çevreye bakındılar. Mrs. Coulter sedyenin içindeki varlığı görecek kadar

yakındaydı: Bir melek olduğunu düşündü, tarif edilemezyaştaydı. Sedye çepeçevre kristalle kuşatılmıştı ve kristalparıldıyor, dağı saran ışığı yansıtıyordu; bu yüzden onugörmek kolay değildi, ama Mrs. Coulter dehşet verici biryıpranmışlık, kırışıklara boğulmuş bir yüz, titrek eller,anlamsızca bir şeyler mırıldanan bir ağız ve yaşlı gözlerizlenimi edindi. İhtiyar varlık titrek ellerle niyet gemisini gösterdi, çat-lak bir sesle güldü ve durmaksızın sakalını çekiştirerekkendi kendine mırıldandı, sonra başını arkaya atıp öyleızdırap dolu bir uluma çıkardı ki, Mrs. Coulter kulakları-nı kapamak zorunda kaldı. Ama açık ki sedyeyi taşıyan meleklerin yapacak bir işivardı, çünkü toparlandılar ve sedyeden gelen feryatları,mırıltıları duymazdan gelerek, teras boyunca uzaklaştı-lar. Açık havaya ulaştıklarında kanatlarını iyice açtılar veönderlerinin emri üzerine, sedyeyi taşıyarak uçmaya baş-ladılar. Sonunda, kaynayan buhar bulutları arasında göz-den kayboldular. Ama bu konuda düşünecek zaman yoktu. Mrs. Coul-ter ve altın maymun hızla harekete geçtiler, büyük mer-510

divenleri tırmandılar, köprülerden geçtiler ve hep yuka-rıya doğru ilerlediler. Yükseğe tırmandıkça, çevrelerindegörünmez bir faaliyetin sürdüğü hissine daha fazla kapıl-dılar ve sonunda bir köşeyi dolanarak, sislere bürünmüşbir meydana benzeyen geniş bir yere çıktılar. Mızrak ta-şıyan bir melek önlerini kesti."Sen kimsin? Burada ne işin var?" dedi erkek melek. Mrs. Coulter merakla baktı ona. Bunlar, çok uzun za-man önce insan kadınlara, insan kızlara âşık olan varlık-lardı. "Yo, yo," dedi Mrs. Coulter nazikçe, "lütfen zamanımıboşa harcama. Beni hemen Naip'e götür. Beni bekliyor." Onları huzursuz et, diye düşündü, dengelerini boz. Bumelek ne yapacağını bilmiyor gibiydi, bu yüzden Mrs. Co-ulter'ın dediğini yaptı. Mrs. Coulter birkaç dakika boyun-ca meleğin peşinden gitti, o karman çorman ışık perspek-tiflerinin içinden geçerek bir giriş odasına vardılar. Orayanasıl girdiklerini bilmiyordu, ama oradaydılar işte. Kısa birduraksamadan sonra, önünde bir şey kapı gibi açıldı. Cininin keskin tırnaklan üst kollarının derisine batı-yordu. Mrs. Coulter onun kürkünü kavrayarak güvencearadı. Önlerinde ışıktan oluşmuş bir varlık vardı. Erkek şek-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

linde, erkek boyunda olduğunu düşündü, ama gözleriöyle kamaşmıştı ki, göremiyordu. Altın maymun yüzünüonun omzuna sakladı. Mrs. Coulter kolunu kaldırarakgözlerine siper etti.511

"Nerede o? Kızın nerede?" dedi Metatron. "Size bunu söylemek için geldim Lord Naip," dediMrs. Coulter."Kız elinde olsa, onu buraya getirirdin.""Kız yok, ama cini var.""Bu nasıl olabilir?" "Yemin ederim Metatron, cini benim kontrolüm altın-da. Lütfen yüce Naip, kendinizi biraz saklasanız -gözle-rim kamaşıyor..." Metatron önüne bulutlardan bir perde çekti. Şimdi,puslu camdan güneşe bakmak gibiydi ve Mrs. Coulteronu daha açık seçik görebiliyordu, ama yüzü hâlâ göz-lerini kamaştırıyormuş gibi yaptı. Metatron tam olarak,orta yaşlarının başında bir adama benziyordu, uzun boy-lu, güçlü ve buyurgan. Giyinik miydi? Kanatları var mıy-dı? Gözlerinin gücü yüzünden seçemiyordu Mrs. Coulter.Onun gözlerinden başka hiçbir yere bakamıyordu. "Lütfen Metatron, bana kulak verin. Lord Asriel'in ya-nından şimdi geldim. Çocuğun cini onda ve çocuğun dayakında cinini aramaya geleceğini biliyor.""O çocuktan ne istiyor?" "Kız yetişkin olana kadar onu sizden saklamak. Be-nim nereye gittiğimi bilmiyor ve bir an önce onun yanı-na dönmeliyim. Size doğruyu söylüyorum. Bana bakınyüce Naip, çünkü ben size kolay kolay bakamıyorum.Bana açık seçik bakın ve ne gördüğünüzü söyleyin."Meleklerin prensi ona baktı. Marisa Coulter'ın maruz512

kaldığı en detaylı incelemeydi. Neye sığınmışsa, ne al-datmacaya bürünmüşse hepsi soyulup gitmişti ve bede-ni, hayaleti ve çiniyle birlikte, Metatron'un bakışlarınınyırtıcılığı altında çırılçıplak kalmıştı. Ve onun adına doğasının hesap vermesi gerektiğinibiliyordu ve Metatron'un onda gördüklerinin yeterli ol-mayacağından korkuyordu. Lyra Iofur Raknison'a sözle-riyle yalan söylemişti: Annesi tüm yaşamıyla yalan söy-lüyordu."Evet, görüyorum," dedi Metatron."Ne görüyorsunuz?" "Yozlaşmışlık, kıskançlık ve güç hırsı. Zalimlik ve so-ğukluk. Saldırgan, delici bir merak. Saf ve zehirli kötü-lük. İlk senelerinden itibaren, sana ne avantaj getireceği-ni hesaplamadan en ufak merhamet, duygudaşlık ya daiyilik göstermemişsin. Pişmanlık duymadan, duraksama-dan işkence edip öldürmüşsün. İhanet etmiş, entrika çe-virmiş, ihanetinle gurur duymuşsun. Sen ahlaki pislikdolu bir lağım çukurusun." Bu hükmü bildiren o ses Mrs. Coulter'ı derinden sars-tı. Bunun geleceğini biliyordu ve dehşetle bekliyordu,ama aynı zamanda bunu umut da ediyordu ve söylenipbittikten sonra bir zafer dalgası hissetti.Metatron'a yaklaştı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"İşte, görüyorsunuz," dedi, "ona kolaylıkla ihanetedebilirim. Sizi, onun kızımın cinini götürdüğü yere gö-türebilirim. Siz Asriel'i yok edersiniz, çocuk da kuşkulan-513

madan sizin kollarınıza yürür." Çevresinde buhar hareketi hissetti ve duyuları karıştıMetatron'un sonraki sözleri, güzel kokulu buzdan oklagibi derisine saplandı. "Ben insanken," dedi, "sürü sürü karım vardı, amhiçbiri senin kadar güzel değildi.""Siz insanken mi?" "Hanok olarak bilinen insanken. Adem oğlu Şit oğluEnoş oğlu Kenan oğlu Mahalalel oğlu Yeret oğlu Hanok.Yeryüzünde altmış beş sene yaşadım ve sonra Otoritebeni krallığına aldı.""Ve çok karınız vardı." "Tenlerini severdim. Ve semânın oğulları yeryüzününkızlarına âşık olduğunda, ben bunu anladım ve onlarıOtorite'nin huzurunda savundum. Ama onun yüreği on-lara karşı katılaşmıştı ve sonlarını kehanet etmemi istedi.""Ve binlerce senedir karınız olmadı...""Krallığın Naip'i oldum.""Bir eşinizin olması zamanı gelmedi mi?" En açıkta, en tehlikede hissettiği an, o andı. Ama teni-ne ve melekler hakkında öğrendiği tuhaf gerçeğe güve-niyordu, ama belki de özellikle, eskiden insan olan me-lekler hakkmdakine: Bedenleri olmadığından beden sahi-bi olanları kıskanıyorlardı ve onlarla temas etmeye canatıyorlardı. Metatron şimdi yanıbaşındaydı, saçlarının ko-kusunu hissedecek, teninin dokusuna bakacak kadar ya-kında, kavurucu elleriyle ona dokunacak kadar yakında.514

Tuhaf bir ses vardı, işittiğiniz sesin evinizde yangınçıktığını haber verdiğini kavramadan öncekine benzerbir uğultu ve çıtırtı. "Bana Lord AsriePin nerede olduğunu ve ne yaptığınıanlat," dedi Metatron."Sizi hemen ona götürebilirim," dedi Mrs. Coulter. Sedyeyi taşıyan melekler Bulutlu Dağ'dan çıktılar vegüneye uçtular. Metatron, Otorite'yi savaş meydanındanuzakta, güvenli bir yere götürmelerini emretmişti, çünküonu bir süre daha canlı tutmak istiyordu. Ama ona pekçok alaydan oluşan, düşmanın dikkatini çekmekten baş-ka bir işe yaramayacak bir koruma grubu vermek yeri-ne, fırtınanın karmaşasına güveniyordu ve bu tür durum-larda küçük bir grubun büyük bir gruptan daha güvenliolacağını hesaplıyordu. Yarı ölü bir savaşçıyla beslenmekte olan bir yamaç-öcüsü, gelişigüzel dolanan arama ışıklarından biri tamkristal sedyenin kenarından yansıdığında başını havayakaldırmasa öyle de olacaktı. Yamaç-öcüsünün hafızasında bir şeyler canlandı. Bireli sıcak karaciğerin üzerinde, duraksadı ve kardeşi onukenara iterken, aklına gevezelik eden bir Arktik tilkisigeldi. Hemen köselemsi kanatlarını açıp yukarı fırladı ve biran sonra da diğerleri takip etti.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

515

Xaphania ve melekleri bütün gece titizlikle aramışsabah bir süre daha aramaya devam etmiş, ve sonundakalenin güneyinde, dağ yamacında, önceki gün oradaolmayan daracık bir çatlak bulmuşlardı. Çatlağı keşfet-mişler, genişletmişlerdi ve şimdi Lord Asriel kalenin al-

tında uzanan mağara ve tünel dizisinde aşağı iniyordu. Sandığı gibi zifiri karanlık değildi. Hafifçe parlayanmilyarlarca minik zerreden geliyormuş hissini veren sol-gun bir aydınlık vardı. Işıktan bir ırmak gibi, düzenli birbiçimde tünelden aşağı akıyordu."Toz," dedi Lord Asriel cinine. Onu çıplak gözle hiç görmemişti, ama diğer yandan,bu kadar çok Tozu bir arada görmemişti. Yürümeye de-vam etti ve sonra aniden tünel açıldı ve Lord Asriel ken-dini çok geniş bir mağaranın tepesinde buldu: bir düzi-ne katedrali barındırabilecek kadar engin bir yer. Zeminyoktu; kenarlar belli bir eğimle alçalarak, onlarca metreaşağıdaki, karanlığın kendisinden de karanlık büyük çu-kurda son buluyordu ve bitmek tükenmek bilmez Tozçağlayanı çukura akıyor, sonsuza dökülüyordu. Milyar-larca Toz zerresi, gökyüzünü dolduran bütün galaksiler-deki yıldızlar gibi görünüyordu ve her biri küçük bir bi-linçli düşünce zerresiydi. Melankolik bir ışıkla aydınla-nan bir manzaraydı. Lord Asriel çiniyle birlikte uçuruma doğru indi ve in-dikçe, uçurumun yüzlerce metre uzaktaki diğer kenarın-da neler olduğunu yavaş yavaş görmeye başladılar. Ora-516

da hareket olduğunu sanmıştı ve aşağı indikçe, dahaaçık seçik görmeye başladı: Solgun, sönük şekillerdenbir alay tehlikeli yamaçta dikkatle ilerliyordu. Erkekler,kadınlar, çocuklar ve hem gördüğü hem de görmediğipek çok türden varlıklar vardı. Dengelerini korumayadaldıklarından onu tamamen görmezden geldiler. LordAsriel onların hayalet olduğunu fark ettiğinde ensesinde -ki saçların diken diken olduğunu hissetti."Lyra buraya gelmiş," dedi sessizce kar leoparına."Dikkatli yürü," demekle yetindi leopar, yanıt olarak. Will ile Lyra sırılsıklam olmuş, titriyorlardı. Acılar için-de kavruluyorlardı ve çamurların içinden, kayaların üze-rinden, fırtınanın beslediği derelerin kan kırmızısı aktığıdar yataklardan körlemesine geçiyorlardı. Lyra Leydi Sal-makia'nm ölmek üzere olduğundan korkuyordu: Kaçdakikadır tek kelime etmemişti ve Lyra'nın elinde gev-şekçe yatıyordu. Suyun en azından beyaz aktığı bir ırmak yatağına sı-ğınıp, avuç avuç suyla susuzluklarını dindirdiklerindeWill Tialys'in doğrulduğunu hissetti. "Will," dedi şövalye, "yaklaşan atlar duyuyorum -LordAsriel'in süvarileri yok. Düşman olmalı. Dereden geçinve saklanın- şu tarafta çalılar gördüm..." "Hadi gel," dedi Will Lyra'ya. İliklerini donduran su-ları sıçrata sıçrata karşıya geçtiler ve tam zamanında de-re yatağının karşı kıyısına tırmandılar. Yamacı inen ve su517

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

içmek için duran biniciler süvariye benzemiyordu: Atlar-la aynı türden kısa tüylerle kaplı görünüyorlardı ve negiysileri, ne de koşum takımları vardı. Ama silah taşıyor-lardı: üç ağızlı mızraklar, ağlar ve palalar. Will ile Lyra izlemek için durmadı: Fark edilmedenuzaklaşmaya odaklanarak eğildiler ve engebeli zemindesendeleye sendeleye uzaklaştılar. Ama bastıkları yeri görmek ve bileklerini burkmaktan,hatta daha kötüsünden kaçınmak için başlarını eğmelerigerekiyordu. Onlar koşarken tepelerinde gökgürültüsüpatladı, bu yüzden aralarına dalana dek yamaç-öcüleri-nin ciyaklamalannı ve hırlamalarını duyamadılar. Yaratıklar, çamurda parlayan bir şeyi kuşatmışlardı:onlardan biraz daha uzun boylu, yan yatmış, kristal du-varlı bir şey, belki bir kafes. Çığlıklar atarak, bağırarak,yumruklarıyla ve taşlarla dövüyorlardı onu. Will ile Lyra durup, aksi yöne kaçamadan, sürününtam ortasına daldılar.518

31Otorite'nin SonuÇünkü artık imparatorluk yok,ve aslanla kurt yok olmalı.William BlakeMrs. Coulter yanındaki gölgeye fısıldadı. "Nasıl saklandığına bakın Metatron! Sıçan gibi karan-lıkta sürünüyor..." Büyük mağaranın yükseklerindeki bir çıkıntıda dur-muş, Lord Asriel ile kar leoparının çok aşağıda, dikkatleinmesini izliyorlardı."Onu şimdi vurabilirim," diye fısıldadı gölge. "Evet, elbette vurabilirsiniz," diye fısıldayarak yanıtverdi Mrs. Coulter ve ona doğru eğilip, "ama yüzünügörmek istiyorum sevgili Metatron. Ona ihanet ettiğimibilmesini istiyorum. Gelin, takip edelim ve ona yetişe-lim..." dedi. Su gibi ve bitmek tükenmek bilmeden uçuruma akanToz çağlayanı, solgun ışıktan büyük bir sütuna benziyor-519

du. Mrs. Coulter'm ona dikkat edecek hali yoktu, çünküyanındaki gölge arzuyla titriyordu ve Mrs. Coulter onuyanından ayırmamak, elinden geldiğince kontrol altındatutmalıydı. Lord Asriel'in peşinden sessizce indiler. Aşağı indik-çe, Mrs. Coulter üzerine büyük bir bitkinlik çöktüğünühissetti. "Ne? Ne?" diye fısıldadı gölge, onun duygularını his-sederek ve hemen kuşkulanarak. "Düşünüyordum da," dedi Mrs. Coulter tatlı bir kötü-cüllükle, "çocuğun asla büyümeyeceğine, sevmeyip, se-vilmeyeceğine ne kadar da memnunum. Bebekken onusevdiğimi sanıyordum, ama şimdi..." "Hüzün vardı," dedi gölge, "onun büyüdüğünü gör-meyeceğin için hüzün vardı yüreğinde." "Ah, Metatron, insan olduğunuz zamanların üzerin-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

den ne çok zaman geçti! Asıl üzüldüğüm şeyin ne oldu-ğunu gerçekten anlayamıyor musunuz? Onun büyümesideğil, benim yaşlanmam. Sizinle kendi genç kızlığımdakarşılaşmadığım için ne kadar üzülüyorum; kendimi sizene büyük bir tutkuyla adardım..." Kendi bedeninin dürtülerini kontrol edemiyormuş gi-bi gölgeye doğru yaslandı. Gölge açgözlülükle kokladı,Mrs. Coulter'm etinin kokusunu boğulurcasına yutuyor-du sanki. Devrilmiş kırık kayaların üzerinden zahmetle geçerekyamacın dibine doğru ilerliyorlardı. Aşağı indikçe, Toz520

tşığı her şeyin üzerine altın bir pus örtüyordu. Gölgesanki bir insanmış gibi, Mrs. Coulter onun elinin olmasıgerektiği yere uzanıp duruyor, sonra sözde kendine ha-kim oluyordu. Fısıldadı: "Geride kalın Metatron -burada bekleyin- Asriel kuş-kucudur -bırakın ilk önce onu yatıştırayım. Gardım in-dirdiğinde size seslenirim. Ama bu küçük biçimde, göl-ge olarak gelin ki sizi göremesin -yoksa çocuğun cinininuçup gitmesine izin verir." Naip binlerce sene boyunca derinleşen, güçlenen de-rin bir zekâya sahip, bilgisi bir milyon evreni kapsayanbir varlıktı. Ama yine de, o anda kendi çifte tutkusuylakörleşmişti: Lyra'yı yok etmek ve annesine sahip olmak.Başını salladı ve olduğu yerde kaldı. Kadın ve maymunmümkün olduğunca sessizce ilerlediler. Lord Asriel, Naip'in göremediği bir yerde, büyük birgranit bloğun arkasında bekliyordu. Kar leoparı onlarıngeldiğini duydu ve Mrs. Coulter köşeyi dönerken LordAsriel ayağa kalktı. Toz her şeyi, her yüzeyi, her santi-metreküp havayı doldurmuştu ve en minik detaylara bi-le yumuşak bir berraklık veriyordu. Lord Asriel Toz ışı-ğında Mrs. Coulter'ın yüzünün gözyaşları ile ıslanmış ol-duğunu, hıçkırıklara boğulmamak için dişlerini sıktığınıgördü. Onu kollarına aldı ve altın maymun kar leoparınınboynuna sarıldı, kara yüzünü onun kürküne gömdü."Lyra güvende mi? Cinini buldu mu?" diye fısıldadı.521

"Oğlanın babasının hayaleti ikisini birden koruyor.""Toz ne güzelmiş... hiç bilmiyordum.""Ona ne dedin?" "Yalan söyledim Asriel, yalan söyledim... Fazla oya-lanmayalım, dayanamıyorum... Yaşamayacağız, değil mi?Hayaletler gibi canlı kalamayacağız?" "Uçuruma düşersek değil. Buraya, Lyra'ya cinini bul-ması için zaman tanımak üzere geldik. Ve sonra, yaşa-ması ve büyümesi için. Metatron'u yok oluşuna götüre-bilirsek Marisa, Lyra o zamanı bulabilecek. Biz onunlagitsek de fark etmez.""Peki, Lyra güvende olacak mı?""Evet, evet," dedi Lord Asriel nazikçe. Mrs. Coulter'ı öptü. Kollarında, on üç sene önce Lyrarahmine düştüğünde olduğu kadar yumuşak ve hafifti. Mrs. Coulter sessiz sessiz ağlıyordu. Konuşmayı ba-şardığında fısıldadı:

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Ona, sana ve Lyra'ya ihanet edeceğimi söyledim. Ba-na inandı, çünkü yozdum, kötüydüm. Öylesine derinle-re baktı ki, gerçeği gördüğünden emin oldu. Ama yalansöylemekte çok iyiydim. Her sinir ucuyla, her lifle, yap-tığım her şeyle yalan söyledim... İçimde en ufak iyilikbulmasın istedim ve bulamadı da. Hiç yok. Ama Lyra'yıseviyorum. Bu sevgi nereden geldi? Bilmiyorum; gecevakti bir hırsız gibi geldi ve şimdi onu öyle çok seviyo-rum ki, yüreğim onunla çatlayacak gibi oluyor. Tekumudum, suçlarımın korkunçluğu yanında sevgimin har-522

dal tohumundan büyük olmamasıydı. Onu daha da de-rine saklayabilmek için daha da korkunç suçlar işlemişolmayı diledim... Ama hardal tohumu kök saldı ve büyü-yor. Küçük yeşil filizi yüreğimi yarıyor. Onun göreceğin-den o kadar korktum ki..." Durup kendini toplamak zorunda kaldı. Lord Asriel, al-tın rengi Toz'la kaplı, parlak saçlarını okşayarak bekledi. "Sabrını yitirmek üzeredir," diye fısıldadı Mrs. Coulter."Ona, kendini küçük kılmasını söyledim. Ama, eskiden in-san olsa da, şimdi yalnızca bir melek. Onu yakalayıp uçu-rumun kenarına sürükleriz ve biz de onunla gideriz..." Lord Asriel onu öptü. "Evet," dedi. "Lyra güvende ola-cak ve krallık ona karşı güçsüz kalacak. Onu çağır Mari-sa, aşkım." Mrs. Coulter derin bir nefes aldı ve uzun, titrek bir so-lukla verdi. Sonra eteğinin kalçalarına gelen kısımlarınısıvazladı ve saçlarını kulaklarının arkasına attı."Metatron," diye seslendi usulca. "Zamanı geldi." Metatron'un gölgeye bürünmüş şekli altın rengi hava-da belirdi ve neler olduğunu hemen gördü: İki cin çö-melmişti ve dikkatle izliyorlardı, kadın bir Toz bulutunasarınmıştı ve Lord Asriel... Lord Asriel hemen onun üzerine atladı, beline sarıldıve onu yere devirmeye çalıştı. Ama meleğin kolları ser-bestti; yumrukları, avuçları, dirsekleri, parmak boğumla-rı ve önkollarıyla Lord Asriel'in başına ve gövdesine vur-du: Güçlü darbeler Lord Asriel'in nefesini kesip kaburga-523

larından sekti ve kafatasına çarparak duyularını sarstı Ama kollarını meleğin kanatlarına dolamış ve onlarMetatron'un gövdesine yapıştırmıştı. Bir an sonra Mrs. Co-ulter mıhlanmış kanatların arasına atladı ve Metatron'unsaçlarını kavradı. Meleğin gücü muazzamdı: Şahlanmış biratın yelelerini kavramak gibiydi. O başını şiddetle sallar-ken, Mrs. Coulter bir o yana bir bu yana savruluyordu.Gerinen, çevresine dolanmış kolları çözmeye çalışan kat-lanmış büyük kanatların gücünü hissedebiliyordu. Cinler de meleği yakalamıştı. Stelmaria dişlerini sıkıcabacağına geçirmişti ve altın maymun en yakındaki kana-dın kenarlarını tırmalıyor, tüyleri ısırıyor ve yırtıyordu,ama bu, meleği daha da kızdırmaktan başka işe yarama-dı. Ani, kuvvetli bir çabayla kendini yana attı, bir kanadı-nı kurtardı ve Mrs. Coulter'ı kayayla arasına alarak ezdi. Mrs. Coulter bir anlığına sersemledi ve elleri boşandı.Melek hemen doğruldu ve serbest kalan kanadını çırpa-rak altın maymunu fırlattı. Ama sarılacak çok şey kalma-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yınca Lord Asriel'in kolları daha sıkı kavramıştı. Metat-ron'u sıkarak nefesini kesmeye, kaburgalarını kırmayaçalıştı ve başına, boynuna aldığı vahşi darbeleri görmez-den gelmeye çalıştı. Ama darbeler etkisini göstermeye başlamıştı. Lord As-riel kırık kayaların üzerinde kaymamaya çalışırken, başı-nın arkasına ezici bir darbe indi. Metatron kendini yanaattığında yumruk büyüklüğünde bir taş kapmış ve onuzalim bir güçle Lord Asriel'in kafatasına indirmişti. Adam,524

başındaki kemiklerin birbirine sürtündüğünü hissetti veböyle bir darbe daha alırsa hemen öleceğini anladı. Acı-dan başı dönerek -başım meleğe dayadığı için daha dabeter olan bir acıydı- sıkı sıkı tutundu, sağ elinin par-makları sol elindeki kemikleri ezerken taş parçaları ara-sında ayağını dayayacak yer arayarak sendeledi.? Metatron kanlı taşı havaya kaldırdığında, altın renkli,kürklü bir şekil, ağaç tepesine sıçrayan bir alev gibi fır-ladı ve dişlerini meleğin eline geçirdi. Taş gevşeyip, ta-kırdayarak kenara doğru düştü. Metatron elini sağa solasavurarak cinden kurtulmaya çalıştı. Ama altın maymunona dişleri, pençeleri ve kuyruğuyla tutunmuştu. SonraMrs. Coulter büyük beyaz kanada sarıldı ve hareket et-mesini engelledi. Metatron yakalanmıştı, ama hâlâ incinmemişti. Uçuru-mun kıyısında da değildi. Ve Lord Asriel artık zayıflıyordu. Kanla sırılsıklam ol-muş bilincine sıkı sıkı tutunuyordu, ama her hareketiylekendini biraz daha kaybediyordu. Kafatasındaki kemik-lerin kenarlarının birbirine sürtündüğünü hissedebiliyor-du; onları işitebiliyordu. Duyuları karman çorman ol-muştu: Tek bildiği sıkı sıkı tutunması ve yere çekmesi ge-rektiğiydi. Mrs. Coulter elinin altında meleğin yüzünü buldu veparmaklarını gözlerine geçirdi. Metatron haykırdı. Büyük mağaranın uzak duvarların-dan yankılar yanıt verdi ve meleğin sesi yamaçtan yama-525

ca sekti, katlandı, söndü ve uzaktaki hayaletlerin sonsu-yürüyüşlerine ara verip bakmalarına sebep oldu. Bilinci Lord Asriel'inkiyle birlikte solmakta olan kar leoparı Stelmaria son bir çabayla meleğin gırtlağına atıldı Metatron dizlerinin üzerine çöktü. Onunla birlikte çöken Mrs. Coulter, Lord Asriel'in kanla dolmuş gözlerleona baktığını gördü. Tutuna tutuna tırmandı, çırpmankanadı zorlukla kenara itti, meleğin saçlarını kavradı vebaşını arkaya çekip gırtlağını kar leoparının dişleri içinaçtı. Lord Asriel de sarsak ayaklar üzerinde, taşları yuvar-layarak, onu geri geri sürüklüyordu. Altın maymun diş-leyerek, tırmalayarak, yırtarak onlarla birlikte geliyordu.Az kalmıştı, varmış sayılırlardı. Ama Metatron kendinidoğrulmaya zorladı ve son bir çabayla kanatlarını açtı-büyük, beyaz kanatlar çırpındı, çırpındı, çırpındı, vurdu, vurdu, vurdu ve sonra Mrs. Coulter düştü. Metatrodoğruldu ve kanatlarını daha sert çırpmaya başladı, ha

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

valandı- ayağı yerden kesiliyordu, Lord Asriel sıkı sıktu tünüyordu, ama o da hızla zayıflıyordu. Altın maymunun parmaklan meleğin saçlarına dolanmıştı ve onlarasla bırakmayacaklardı...Ama uçurumun kıyısını aşmışlardı. YükseliyorlardıVe biraz daha yükselirlerse Lord Asriel düşecekti ve Metatron kaçacaktı."Marisa! Marisa!"Feryat Lord Asriel'den gelmişti. Kulaklarında korkunç526

bir uğultu olan Lyra'nın annesi yanındaki kar leoparı ilebirlikte doğruldu ve ayaklarını yere basıp tüm yüreğiylesıçradı; kendini meleğin, cininin ve ölmek üzere olan aş-kının üzerine fırlattı, çırpınan kanatları yakaladı ve hep-sini birden uçuruma süpürdü. Yamaç-öcüleri Lyra'nın perişan feryadını duydular vedüz kafaların hepsi aynı anda ona döndü. Will öne atıldı ve bıçağı en yakındaki hartlağa savurdu.Tialys aşağı atlarken Will omzunda küçük bir tekme his-setti ve şövalye en büyük hartlağın yanağına kondu, saç-larını yakaladı ve hartlak onu yere fırlatamadan çenesininaltına sıkı bir tekme attı. Yaratık uluyarak ve kıvranarakçamurların içine düştü ve diğeri sersem sersem kesik ko-luna, ardından da kesik elin düşerken kavradığı kendiayak bileğine baktı. Bir saniye sonra bıçak göğsüne sap-lanmıştı: Will bıçağın sapının ölen yaratığın yürek atışlarıile birlikte üç dört kez sıçradığını hissetti ve yamaç-öcüsüdüşerek elinden çekmeden önce bıçağı kurtardı. Diğerlerinin nefretle bağırıp çağırarak kaçtığını duyduve Lyra'nın incinmediğini anladı, ama aklında tek bir dü-şünceyle çamura çöktü. "Tialys! Tialys!" diye haykırdı ve yamaç-öcüsünün diş-lerinden kaçınarak yaratığın başını kenara çekti. Tialysölmüştü, iğnelerini yaratığın boynuna sıkıca saplamıştı.Yaratık hâlâ tekmeler atıyor, dişlemeye çalışıyordu, buyüzden Will onun başını kesti ve aşağı yuvarladı, sonra527

ölü Gallivespian'ı onun köselemsi boyundan kurtardı"Will," dedi Lyra arkasından, "Will, şuna bak..."Kristal sedyeye bakıyordu. Kristal kırılmamıştı, amaçamur ve onu bulmadan önce yamaç-öcülerinin yediğişeyin kanıyla kirlenmiş, lekelenmişti. Delice bir açıylataşların arasında yatıyordu ve içinde..."Ah, Will, hâlâ yaşıyor! Ama -zavallı şey..."Will onun ellerini kristale bastırdığını, meleğe ulaşma-ya, onu teselli etmeye çalıştığını gördü. Melek çok yaş-lıydı ve dehşet içindeydi, bebek gibi ağlıyor, en alçakta-ki köşeye büzülüyordu. "Çok yaşlı olmalı -böyle acı çeken kimse görmedim-ah, Will, onu dışarı çıkaramaz mıyız?" Will tek hamleyle kristali kesti ve meleğin çıkmasınayardım etmek için içine uzandı. Bunamış, güçsüz, yaşlıvarlık korku, acı ve sefalet içinde ağlamaktan ve mırıl-

danmaktan başka bir şey yapamıyordu. Ona yeni birtehdit gibi gelen şeyden uzaklaşmaya çalıştı. "Sorun değil," dedi Will, "en azından saklanmana yar-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dım edebiliriz. Hadi gel, seni incitmeyeceğiz."Titrek eli Will'in elini yakaladı ve zayıfça tutundu.Yaşlı varlık bir türlü kesilmeyen bir inleme çıkarıyor, diş-lerini gıcırdatıyor ve boş eliyle üstünü başını çekiştiriyor-du. Ama Lyra da ona yardım etmek için uzandığında gü-lümsemeye ve eğilmeye çalıştı, ve kırışıkların arasındakiyaşlı gözleri masum bir hayretle kırpışarak ona dikildi.Will ile Lyra yardımlaşarak kadim zamanlardan beri528

var olanı kristal hücresinden çıkardılar. Zor değildi, çün-kü varlık kâğıt kadar hafifti ve kendine ait bir iradesi ol-madığından nereye götürseler gelir, basit iyiliğe bir çiçe-ğin güneşe verdiği tepki gibi karşılık verirdi. Ama açıkhavada rüzgarın ona zarar vermesini engelleyecek hiçbirşey yoktu ve varlığın biçimi gevşemeye, dağılmaya baş-layarak iki çocuğu dehşete düşürdü. Birkaç dakika son-ra, varlık tamamen kaybolmuştu. Son hatırladıkları, hay-retle kırpışan gözler ve son derece derin, son derece bit-kin bir rahatlamayla verilen nefesti. Sonra melek gitti: Bir sır, sırlar içinde yok oldu. Herşey bir dakikadan az sürmüştü. Will hemen şövalyeyedöndü. Küçük bedeni kaldırdı ve avuçlarında tuttu. Göz-yaşlarının hızla aktığını hissetti.Ama Lyra daha acil bir şey söylüyordu. "Will -harekete geçmemiz gerek -mecburuz- leydiburaya yaklaşan atlar duyuyor..." Çivit rengi gökyüzünde bir şahin belirdi ve onlaradoğru çullandı. Lyra bağırarak eğildi. Ama Salmakia tümgücüyle bağırdı: "Hayır, Lyra! Hayır! Ayakta dur ve yum-ruğunu kaldır!" Lyra kıpırdamadan durdu ve bir koluyla diğerini des-tekleyerek bekledi. Mavi şahin döndü, yaklaştı ve alçala-rak, keskin pençeleri ile Lyra'nın yumruğunu kavradı. Şahinin sırtında kır saçlı bir hanım oturuyordu. Berrakbakışlarını ilk önce Lyra'ya, sonra onun yakasına tutunanSalmakia'ya dikti.529

"Madam..." dedi Salmakia hafifçe, "elimizden geleni..." "Gerçekten iyi iş çıkardınız. Artık biz buradayız," de-di Madam Oxentiel ve dizginleri silkeledi. Şahin üç kez haykırdı. Sesi öyle yüksekti ki, Lyra'nmkulakları çınladı. Karşılık olarak, gökyüzünden bir, ikiüç, daha fazla, sonra yüzlerce parlak renkli yusufçuk in-di, hepsi öyle hızlı süzülüyordu ki, çarpışacaklarmış gibigeliyordu. Ama böceklerin refleksleri ve binicilerinin be-cerileri öylesine keskindi ki, çarpışmak yerine, çocukla-rın çevresinde hızla, parlak renkli bir halı örüyormuş gi-bi göründüler. "Lyra," dedi şahinin sırtındaki hanım,, "ve Will: Bizi ta-kip edin. Sizi cinlerinize götüreceğiz." Şahin kanatlarını açar, elinden havalanırken, Lyra Sal-makia'nın, diğer eline düşen küçük ağırlığını hissetti veleydinin buraya kadar yaşamasını sağlayan tek şeyin ira-de gücü olduğunu hemen anladı. Onu kendine yakıntuttu ve Will ile birlikte yusufçuk bulutunun altında koş-maya başladı. Birden çok kez tökezleyip düştü, ama ley-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

diyi nazikçe yüreğine bastırmaktan hiç vazgeçmedi. "Sola! Sola!" diye bağırdı mavi şahinin sırtından gelenses. Şimşeklerle delinen bulanıklıkta o yöne döndüler.Will sağlarında gri zırh giymiş, miğfer ve maske takmışbir insan grubu gördü. Gri kurt cinleri yanlarında yürü-yordu. Bir grup yusufçuk hemen onların üzerine atıldıve adamlar duraksadılar: Silahları fayda etmiyordu, Gal-530

livespianlar bir anda aralarına daldı ve savaşçılar böcek-lerinin sırtından atlayıp, bir el, bir kol, çıplak bir boyunbuldular ve iğnelerini saplayıp, geri dönen böceklerininsırtlarına sıçradılar. O kadar hızlıydılar ki, takip etmekimkânsızdı. Disiplinleri dağılan askerler panik içinde dö-nüp kaçtılar. Ama sonra aniden, arkalarından gökgürültüsü gibitoynak sesleri geldi. Çocuklar dehşet içinde döndüler: oatlılar dörtnala üstlerine geliyordu. Bir ikisi ağlarını kal-dırmış, başlarının üzerinde savurarak yusufçuk yakalı-yor, ağları kırbaç gibi sallayıp ezilen böcekleri kenaraatıyorlardı. "Bu taraftan!" dedi hanımın sesi. Sonra ekledi: "Eğilin,hemen -yere yatın!" Denileni yaptılar ve ayaklarının altındaki yerin sarsıl-dığını hissettiler. Bunlar toynak sesi olabilir miydi? Lyrabaşını kaldırdı ve gözüne giren ıslak saçları kenara çek-ti. Atlardan çok farklı varlıklar gördü. "İorek!" diye bağırdı göğsünde kabaran sevinçle. "Ah,İorek!" Will onu hemen yere çekti, çünkü üstlerine üstlerinegelen yalnızca İorek Byrnison değil, bir ayı alayıydı. Lyratam zamanında başını eğdi ve sonra İorek ayılarına sağave sola gitmelerini, düşmanı aralarında ezmelerini kük-reyerek çocukların üstünden atladı. Ayı-kral, zırhı kürkünden daha ağır değilmiş gibi ha-fifçe dönerek, doğrulmaya çalışan Will ve Lyra'ya baktı.531

"İorek -arkanda- ağları var!" diye haykırdı Willj çün-kü biniciler tepelerinde bitmişti. Ayı kıpırdayamadan binicinin ağı hışırdayarak geldive İorek bir anda çelik kadar sağlam bir ağa dolandı.Kükreyerek doğruldu, dev pençelerini biniciye savurdu.Ama ağ sağlamdı ve at korkuyla kişneyip şahlansa daİorek ağdan kurtulamıyordu."İorek!" diye bağırdı Will. "Kıpırdama! Hareket etme!" Binici atını kontrol altına almaya çalışırken Will su bi-rikintilerinin içinden, otların üzerinden geçti ve tam ikin-

ci bir binici gelip, ağını hışırdatarak fırlattığında İorek'eulaştı. Ama Will sakinliğini korudu: Bıçağını çılgınca savu-rup ipleri daha fazla dolaştırmak yerine, ağın yapısını in-celedi ve birkaç dakika içinde kesip attı. İkinci ağ fayda-sızca yere düştü. Sonra Will İorek'in üzerine atladı ve soleliyle yoklayıp sağ eliyle kesti. Oğlan ayının devasa be-deninde oraya buraya atılır, keser, kurtarır, ağı temizler-ken, koca ayı kıpırtısızca bekledi. "Şimdi git!" diye bağırdı Will kenara sıçrayarak. İorek

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

patlarcasına en yakındaki atın böğrüne atıldı. Binici, ayının boynuna savurmak üzere palasını kal-dırmıştı, ama İorek Byrnison zırhıyla birlikte iki ton çe-kiyordu ve o mesafede hiçbir şey ona direnemezdi. Atve binici paralanmış halde zararsızca yere düştüler. İorekdengesini kurdu, arazinin yapısını görmek için çevresinebakındı ve çocuklara kükredi:532

"Sırtıma! Hemen!' Lyra ayının sırtına sıçradı ve Will takip etti. Soğuk de-mirin üzerinde otururken, harekete geçen İorek'in muaz-zam gücünü hissedebiliyorlardı. Arkalarında, ayıların geri kalanı tuhaf süvarilerle çatı-şıyor, Gallivespianlar da iğneleriyle atları kızdırarak on-lara yardım ediyordu. Mavi şahinin sırtındaki hanım sü-zülerek alçaldı ve seslendi: "Doğruca ileriye! Vadidekiağaçların arasında!" İorek küçük bir tepenin zirvesine tırmandı ve durdu.Önlerindeki engebeli arazi dört yüz metre uzaktaki ko-ruluğa doğru alçalıyordu. Onun ötesinde bir yerde, bü-yük silahları olan bir bataryanın attığı mermiler uluyarakyüksekten geçiyordu. Biri de aydınlatma fişekleri patlatı-yor, fişekler bulutların hemen altında patlıyor, ağaçlaradoğru süzülüyor, onları soğuk yeşil bir ışıkla aydınlata-rak silahlar için hedef haline getiriyordu. Ve yirmi kadar Heyula, düzensiz bir hayalet çetesi ile,koruluğun hakimiyeti için savaşıyordu. O küçük ağaçlı-ğı görür görmez, Lyra ve Will cinlerinin orada olduğunuve bir an önce yanlarına gitmezlerse öleceklerini anladı-lar. Durmaksızın daha fazla Heyula geliyordu. Sağdakisırttan aşıp koruluğa akıyorlardı. Will ile Lyra şimdi on-ları açıkça görebiliyordu. Sırtın hemen üzerinde gerçekleşen bir patlama yerisarstı ve havaya taş ve toprak fırlattı. Lyra haykırdı, Willgöğsünü kavradı.533

"Dayanın," diye homurdandı Iorek ve koşmaya başlad Yüksekte bir fişek patladı, sonra bir tane daha, bir ta-ne daha, gümüş-beyaz bir parıltıyla yere doğru süzülme-ye başladı. Daha yakında bir başka mermi patladı ve ha-vadaki şoku, bir iki saniye sonra da yüzlerine çarpantoprak ve taş parçalarını hissettiler. İorek duraksamadıama iki çocuk tutunmakta güçlük çekiyordu: Parmakla-rıyla İorek'in kürkünü kavrayamıyorlardı -zırhını dizle-riyle sıkıştırmak zorundaydılar ve İorek'in sırtı o kadargenişti ki ikisi de kayıyordu. "Bak!" diye bağırdı Lyra, yakında bir başka mermipatlarken işaret ederek. Bir düzine cadı gür yapraklı, çalımsı dallar taşıyarakparıltılara doğru ilerliyordu. Dallarla parıldayan ışıklarıkenara süpürüyor, ötedeki gökyüzüne fırlatıyorlardı. Ko-ruluğun üzerine yine karanlık çöktü ve ağaçları silahlar-dan sakladı. Şimdi ağaçlar yalnızca birkaç metre uzaktaydı. Will veLyra kayıp benliklerinin yakında olduğunu hissettiler-bir heyecana, korkuyla ürperen çılgın bir umuda kapıl-dılar: Çünkü ağaçların arası Heyulalarla doluydu ve ara-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

larından geçmeleri gerekiyordu. Heyulaları görmek bile,yüreklerinde mide bulandırıcı bir zayıflık yaratıyordu. "Bıçaktan korkuyorlar," dedi bir ses yanlarından. Ayı-kral öyle aniden durdu ki, Will ile Lyra sırtından aşağıyuvarlandılar."Lee!" dedi İorek. "Lee, yoldaşım, daha önce böyle bir534

şey görmedim. Sen öldün -ben neyle konuşuyorum?" "İorek, eski dostum, yarısını bile bilmiyorsun. Şimdi bizdevralıyoruz -Heyula ayılardan korkmuyor. Lyra, Will -butaraftan gelin ve o bıçağı da göstere göstere tutun..." Mavi şahin bir kez daha Lyra'nın yumruğuna konduve kır saçlı hanım, "Bir saniye bile harcamayın," dedi."Koruluğa girin, cinlerinizi bulun ve kaçın! Daha fazlatehlike geliyor." "Teşekkür ederim hanımefendi! Hepinize teşekkürederim!" dedi Lyra ve şahin kanatlandı. Will Lee Scoresby'nin solgun hayaletinin koruluğagirmelerini işaret ettiğini görebiliyordu, ama İorek Byrni-son'a veda etmek zorundaydı. "İorek, hayatım, sözcükler yetersiz kalıyor -sen çokyaşa, çok yaşa!""Teşekkür ederim Kral İorek," dedi Will."Zaman yok. Gidin. Gidin!"Zırhlı kafasıyla onları ittirdi. Will Lee Scoresby'nin hayaletinin peşinden, bıçağınısağa sola savurarak çalıların arasına daldı. Burada ışıkkesik kesik ve sönüktü, gölgeler yoğun, dolaşık ve kafakarıştırıcıydı. "Yanımdan ayrılma," diye seslendi Lyra'ya ve sonradikenli bir çalı yanağını çizince bağırdı. Her yerde hareket, gürültü ve mücadele vardı. Gölge-ler rüzgarda birer dal gibi ileri geri sallanıyordu. Hayaletde olabilirlerdi; iki çocuk da çok iyi bildikleri o soğuk te-535

maşları hissedebiliyordu. Sonra her yerde sesler duvdlar:"Bu taraftan!""Burada!""Yürümeye devam edin -biz onları uzak tutuyoruz1""Az kaldı!" Sonra Lyra'nın tanıdığı ve diğerlerinden daha fazlasevdiği bir ses haykırdı:"Ah, çabuk gel! Çabuk, Lyra!""Pan, hayatım -buradayım..." Hıçkırıklarla sarsılarak kendini karanlığa fırlattı. Willdalları, sarmaşıkları kopararak, dikenli çalıları ve ısırgan-ları biçerek ilerledi. Hayalet sesleri cesaret vererek, uya-rılarda bulunarak çevrelerinde yükseliyordu. Ama Heyulalar da hedeflerini bulmuştu. Çalı, diken,kök ve dal kargaşasından, duman içinden geçermiş gibirahatça geçtiler. Bir düzine ya da yirmi kadar solgun kö-tülük timsali koruluğun merkezine aktı. John Parry'ninhayaleti, yoldaşlarını onlarla savaşmaya teşvik ediyordu. Will ve Lyra korku, bitkinlik, mide bulantısı ve acıdanzayıflamışlar, titriyorlardı, ama pes etmek düşünülemez-di bile. Lyra dikenli çalıları çıplak elleriyle aralıyor, Will

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bıçağını sağa sola sallayarak biçiyordu, ve çevrelerinde,gölge varlıkların savaşı gittikçe şiddetleniyordu. "Orada!" diye bağırdı Lee. "Gördünüz mü? Şu büyükkayanın yanında..."Bir yabankedisi, hayır, iki yabankedisi tükürürcesine536

tıslayarak pençe sallıyordu. İkisi de cindi. Will, zamanolsa hangisinin Pantalaimon olduğunu kolaylıkla seçebi-leceğini hissetti, ama zaman yoktu, çünkü bir Heyula ya-kındaki gölgelikten korkunç bir rahatlıkla sıyrıldı ve on-lara doğru süzüldü. Will son engelin, devrilmiş bir ağaç kütüğünün üze-rinden atladı ve bıçağını havadaki dirençsiz ışıltıya sap-ladı. Kolunun uyuştuğunu hissetti, ama parmaklarıylakabzayı kavrayarak dişlerini sıktı, solgun şekil kaynayıpgider gibi oldu ve karanlığa karıştı. Az kalmıştı; cinler korkudan deliye dönmüştü, çünküağaçların arasından devamlı yeni Heyulalar akıyordu veonları uzak tutan tek şey hayaletlerin yiğitliğiydi. "Bıçağınla yol açabilir misin?" dedi John Parry'nin ha-yaleti. Will bıçağı kaldırdı ve yıkıcı bir mide bulantısıyla te-peden tırnağa sarsılırken durmak zorunda kaldı. Mide-sinde hiçbir şey kalmamıştı ve kasılmalar canını feci acı-tıyordu. Yanında duran Lyra da aynı durumdaydı.Lee'nin hayaleti bunun sebebini görerek cinlere doğruatıldı, arkalarındaki kayadan geçerek onlara yaklaşansolgun şeyle güreşmeye başladı."Will -lütfen..." dedi Lyra kesik kesik. Bıçak saplandı, yana kaydı, aşağı indi, geri göndü. LeeScoresby'nin hayaleti pencereden içeri baktı ve parlak ayışığı altında engin, sessiz bir otlak gördü, kendi anayur-duna o kadar benziyordu ki, kutsandığını düşündü.537

Will açıklıkta koştu ve en yakındaki cini kaptı, Lvrda diğerini. O korkunç telaş ve mutlak tehlike anında, ikisi de kü-çük birer şok yaşadılar: Çünkü Lyra WiU'in cinini, isim-siz yabankedisini tutuyordu, Will de Pantalaimon'u taşı-yordu.Bakışlarını birbirlerinin gözlerinden kopardılar. "Hoşçakal Mr. Scoresby!" diye bağırdı Lyra çevresin-de onu arayarak. "Keşke -ah, teşekkür ederim, teşekkürederim- hoşçakal!" "Güle güle sevgili çocuğum -güle güle Will- yolunuzaçık olsun!" Lyra pencereden geçti, ama Will kıpırdamadan durduve gölgelerin içinde parlak görünen babasının hayaleti-nin gözlerine baktı. Ondan ayrılmadan önce, söylemesigereken bir şey vardı. Will babasının hayaletine hitaben konuştu. "Benimsavaşçı olduğumu söyledin. Bana mizacımın böyle oldu-ğunu ve ona karşı çıkmamam gerektiğini söyledin. Baba,yanılmışsın. Mecbur olduğum için savaştım. Mizacımıben seçemem, ama ne yapacağımı seçebilirim. Ve seçe-ceğim de, çünkü artık özgürüm." Babasının gülümsemesi gurur ve sevecenlik doluydu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Aferin oğlum. Seni gerçekten kutlarım," dedi. Will onu göremiyordu artık. Döndü ve Lyra'nm peşin-den gitti.Artık amaçlarına ulaşan, çocukların cinlerine kavuş-538

masını ve kaçmasını sağlayan ölü savaşçılar atomlarınıngevşemesine ve sonunda dağılmasına izin verdiler. Eskiden balon pilotu Lee Scoresby olan bilincin sonzerreleri koruluktan çıktı, şaşkın Heyulalardan uzaklaştı,vadiden ayrıldı, eski yoldaşı zırhlı ayının kudretli şekli-nin yanından geçti ve büyük balonuyla defalarca yaptığıgibi gökyüzünde yükseldi. Lee Scoresby'nin son kalıntı-ları fişeklerden ve patlayan mermilerden rahatsızlık duy-madan, patlamalara, bağırışlara, öfke, uyarı ve acı feryat-larına kulak asmadan, yalnızca kendi süzülüşünün far-kında olarak yoğun bulutların arasından geçip parlak yıl-dızların altına, sevgili cini Hester'm atomlarının onu bek-lediği yere çıktı.539

32SabahSabah gelir, gece çürür,bekçiler yerlerinden ayrılır...William Blake Lee Scoresby'nin hayaletinin pencereden kısaca gör-düğü geniş, altın otlak, sabahın ilk ışıklarının altında ses-sizce uzanıyordu. Altın, ama aynı zamanda sarı, kahverengi, yeşil vearada kalan bir milyon ayrı renk tonuna sahipti; yer yer,parlak ziftten çizgiler ve akıntılar halinde, siyahtı; aynızamanda gümüşsüydü de, güneşin çiçeğe durmuş bir ottürünü aydınlattığı yerler gümüş gümüş parlıyordu; birazuzaktaki gölün ve daha yakındaki küçük göletin engingöğü yansıttığı yerler ise maviydi. Ve dingindi, ama sessiz değil, çünkü yumuşak esintimilyarlarca minik bitki sapını hışırdatıyor, milyarlarcaböcek ve başka küçük yaratıklar otların içinde gıcırdıyor,uğulduyor, çıtırdıyordu, ve mavi gökte görülemeyecek540

kadar yüksekte uçan bir kuş bir alçalan, bir yükselen,ama asla aynı sesi yinelemeyen bir ötüşle, küçük çanlargibi çınlıyordu. O engin manzarada sessiz ve kıpırtısız olan yeganecanlı varlıklar, küçük bir kaya çıkıntısının gölgesinde sırtsırta uyuyan bir kızla oğlandı. Öylesine kıpırtısız, öylesine solgundular ki, ölmüş sa-nılmaları işten bile değildi. Açlık yüzlerindeki deriyi ger-miş, acı gözlerinin çevresinde çizgiler bırakmıştı ve toz,çamur ve bol bol da kanla kirlenmişlerdi. Ve ne kadareylemsiz olduklarına bakılırsa, bitkinliğin son aşamasın-daydılar. İlk uyanan Lyra oldu. Güneş gökyüzünde yükselirkentepelerindeki kayayı aştı ve Lyra'nın saçlarına dokundu.Lyra kıpırdanmaya başladı. Güneş ışığı gözkapaklarınadokunduğunda bir balık gibi ağır ağır, zorlukla, direne-rek uykunun derinliklerinden yükseldi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama güneşle tartışmak imkânsızdı. Lyra başını çeviripkolunu gözlerinin üzerine koyarak mırıldandı: "Pan...Pan..." Kolunun gölgesinin altında gözlerini açtı ve tamamenuyandı. Bir süre kıpırdamadı, çünkü kolları ve bacaklarıtutulmuştu ve vücudunun her yeri yorgundu. Ama yinede uyanmıştı, hafif esintiyi ve güneşin sıcaklığını hisset-ti, küçük böcek seslerini, yüksekteki kuşun çınlamasınıduydu. Her şey güzeldi. Dünyanın ne kadar güzel oldu-ğunu unutmuştu.541

Biraz sonra döndü ve derin derin uyuyan WilPi gör-dü. Eli çok kanamıştı; gömleği yırtık ve kirliydi; saçlarıtoz ve terden kaskatı kesilmişti. Lyra uzun uzun onu, bo-ğazmdaki küçük nabzı, göğsünün yavaşça yükselip al-çalmasını ve güneş sonunda ona eriştiğinde kirpiklerininyüzüne düşürdüğü narin gölgeleri izledi. Will bir şeyler mırıldanarak kıpırdandı. Ona bakarkenyakalanmak istemeyen Lyra dönüp önceki gece kazdık-ları küçük mezara baktı. İki el genişliğindeki mezarda,Şövalye Tialys ile Leydi Salmakia yatıyordu şimdi. Yakın-da yassı bir taş vardı: Kalkıp onu topraktan kurtardı vemezarın başına dikti. Sonra oturdu ve gözlerini gölgele-yerek ovaya göz gezdirdi. Ova sonsuzluğa uzanıyordu sanki. Hiçbir yeri tama-men düz değildi; nereye bakarsa baksın, yüzeyi kırıştı-ran hafif yükseltiler, küçük sırtlar ve dere yatakları var-dı. Orada burada gördüğü ağaçlıklar o kadar yüksekti ki,büyümüş gibi değil de, inşa edilmiş gibi görünüyorlardı:Düz gövdeleri ve koyu yeşil dalları mesafelere meydanokuyor, kilometrelerce uzaktan açıkça seçilebiliyorlardı. Ama daha yakında -aslında kayalığın dibinde, en faz-la yüz metre uzakta- kayadan fışkıran bir pınarın besle-diği küçük bir gölet vardı. Lyra ne kadar susadığını farketti. Titrek bacakları üzerinde kalktı ve yavaşça o tarafayürüdü. Pınar guruldayarak yosunlu kayaların arasındansızıyordu. Lyra ellerini suya tekrar tekrar daldırarak ça-542

muru ve pisliği yıkadı, sonra ağzına su götürdü. Dişinisızlatacak kadar soğuktu, ama Lyra onu sevinçle yuttu. Gölet sazlarla çevriliydi ve bir kurbağa vıraklıyordu. Susığdı ve Lyra'mn ayakkabılarını çıkarıp içinde yürüdüğün-de keşfettiği üzere pınardan daha ılıktı. Başında ve vücu-dunda güneş, ayaklarında serin çamurun verdiği haz, bal-dırlarında soğuk pınar suyuyla uzun süre orada durdu. Eğilip başını suya sokarak saçlarını tamamen ıslattı vesuyun içinde dağılmalarına izin verdi, sallayarak ve par-maklarıyla karıştırarak saçlarına bulaşmış tozu ve pisliğisilkeledi. Biraz daha temiz hissettiğinde ve susuzluğunu gider-diğinde, yamaç yukarı baktı ve Will'in uyanmış olduğu-nu gördü. Dizlerini çekmiş, kollarını onlara dolamış, bi-raz önce Lyra'mn yaptığı gibi ovaya bakıyor, enginliğineve ışığa, sıcaklığa, sessizliğe şaşıyordu. Lyra yavaşça tırmanarak ona katıldı ve onu küçükmezar taşına Gallivespianların isimlerini kazırken buldu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Will taşı toprağa daha sağlamca yerleştirdi. "Onlar..." dedi Will, ve Lyra onun cinlerden bahsetti-ğini anladı. "Bilmiyorum. Pan'ı görmedim. Uzakta olmadığını his-sediyorum, ama bilmiyorum. Ne olduğunu hatırlıyor mu-sun?" Will gözlerini ovaladı ve öyle kocaman esnedi ki,Lyra onun çenelerinin çıtırdadığmı işitti. Sonra Will göz-lerini kırpıştırdı ve başını iki yana salladı.543

"Çok değil," dedi. "Ben Pantalaimon'u, sen ise... diğe-rini aldın ve pencereden geçtik. Her yerde ay ışığı vardıve ben onu pencerenin yakınında yere bıraktım." "Senin -diğer cin de kollarımdan atladı," dedi Lyra."Ben pencereden Mr. Scoresby'yi ve İorek'i görmeye ça-lışıyordum. Pan'm nereye gittiğine bakmıyordum, amaçevreme bakmdığımda, onları göremedim." "Ama ölüler dünyasına gittiğimiz zamanki gibi hisset-miyorum. Yani, gerçekten ayrılmışız gibi." "Hayır," diye onayladı Lyra. "Yakında bir yerde ol-dukları kesin. Küçükken saklambaç oynamaya çalıştığı-mızı hatırlıyorum. İşe yaramazdı, çünkü ben ondan sak-lanamayacak kadar büyüktüm ve onun nerede olduğu-nu hep bilirdim, güve ya da öyle bir şey olup çevreyekarıştığında bile. Ama bu tuhaf," dedi ve bir sihirdenkurtulmaya çalışıyormuş gibi elini başının üstünden ge-çirdi istemsizce. "Pan burada değil, ama zorla ayrılmışızgibi hissetmiyorum, güvende hissediyorum ve onun dagüvende olduğunu biliyorum.""Sanırım birlikteler," dedi Will."Evet. Öyle olmalı."Will aniden ayağa kalktı."Bak," dedi, "orada..." Gözlerini gölgeleyerek işaret ediyordu. Lyra onunbaktığı yere baktı ve sıcak dalgalarından oldukça farklı,bir hareket titreşimi gördü."Hayvanlar mı?" dedi kuşkuyla.544

"Dinle," dedi Will elini kulağının arkasına götürerek. O işaret ettikten sonra, Lyra çok uzaktan gelen, gök-gürültüsü gibi, alçak ve ısrarlı bir gümbürtü duyar ol-muştu."Gözden kayboldular," dedi Will parmağını uzatarak. Hareket eden gölgeler yok olmuştu, ama gümbürtübir süre daha devam etti. Sonra, zaten alçak olan ses da-ha da alçaldı. İkisi hâlâ aynı yöne bakıyordu. Kısa süresonra hareketin yine başladığını gördüler ve bundan bir-kaç saniye sonra ses de geldi. "Sırt gibi bir şeyin arkasından geçtiler," dedi Will."Daha mı yakındalar?" "Doğru düzgün göremiyorum. Evet, dönüyorlar, bak,bu tarafa geliyorlar." "Eh, onlarla savaşmamız gerekecekse, ilk önce su iç-mek istiyorum," dedi Will ve sırt çantasını dereye götür-dü. Kana kana su içti ve kirlerinin büyük kısmından kur-tuldu. Yarası çok kanamıştı. Berbat haldeydi; bol bol sa-bun kullanarak sıcak bir duş almak ve temiz giysiler giy-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mek istiyordu. Lyra, gelenler her ne ise, onları izliyordu; çok tuhaf-lardı."Will," diye seslendi, "tekerleklere binmişler..." Ama bunu kararsız bir şekilde söylemişti. Will birazyamaç yukarı tırmanıp gözlerini gölgeleyerek baktı. Bi-reyleri seçmek şimdi mümkündü. Grup, sürü ya da çetebir düzine bireyden oluşuyordu ve Lyra'nın söylediği gi-545

bi tekerlekler üzerinde hareket ediyorlardı. Antiloplamotosiklet karışımı bir şeye benziyorlardı, ama daha datuhaflardı: Küçük filler gibi hortumları vardı. Ve Will ve Lyra'ya doğru amaçlı bir şekilde geliyorlar-dı. Will bıçağını çekti, ama yanında çimenlerin üzerineoturan Lyra aletiyometrenin kollarım çevirmeye başla-mıştı bile. Yaratıklar daha birkaç yüz metre uzaktayken, alet he-men yanıt verdi. İğne hızla sola, sağa, sola ve sağa kay-dı ve Lyra endişe içinde izledi, çünkü son birkaç okuma-sı güç olmuştu ve kavrayış dallarında ilerlerken zihnihantal ve çekingen hissediyordu. Kuş gibi bir tünektendiğerine uçmak yerine, güvenli bir sonuca ulaşmak içinadım adım ilerliyordu, ama anlam her zamankinden desağlamdı ve kısa süre sonra aletin ne dediğini anladı. "Dost varlıklar," dedi, "sorun değil Will, bizi arıyorlar,burada olduğumuzu biliyorlar... Çok tuhaf, tam olarakçıkaramıyorum... Dr. Malone?" İsmin bir kısmını kendi kendine söyledi, çünkü Dr.Malone'un bu dünyada olabileceğine inanamıyordu. Yi-ne de aletiyometre, elbette ismi söyleyemese de, açık se-çik onu göstermişti. Lyra aleti kaldırdı ve yavaşça kalkıpWill'in yanma geldi. "Bence yanlarına inmeliyiz," dedi. "Bize zarar verme-yecekler." Bazıları durmuş, bekliyordu. Önderleri hortumunukaldırarak biraz öne çıktı. Onun, arka bacakları ile yeri546

kuvvetle ittirerek ilerlediğini görebiliyorlardı. Yaratıkla-nn bazıları su içmek için gölete gitmişti; diğerleri bekli-yordu, ama kapıda biriken ineklerin ılımlı, edilgen me-rakıyla değil. Bunlar zeki, amaçlı, canlı bireylerdi. Onlarbir halktı. Will ile Lyra yamaç aşağı inip konuşabilecek kadaryaklaştılar. Lyra'nm sözlerine rağmen, Will elini bıçağı-nın yakınında tutuyordu. "Beni anlayıp anlamadığınızı bilmiyorum," dedi Lyraihtiyatla, "ama dost olduğunuzu biliyoruz. Sanırım biz..." Önderleri hortumunu kaldırdı ve konuştu: "Gel Marygör. Bin. Biz taşı. Gel Mary gör.""Ah!" dedi Lyra. Sevinçle gülümseyerek Will'e döndü. Yaratıkların ikisine örülmüş iplerden koşum takımlarıve üzengiler takılmıştı. Eyer yoktu; baklava şeklindekisırtları eyersiz de rahattı. Lyra ayıya binmişti, Will bisik-let sürmüştü, ama ikisi de, buna en yakın şey olan atla-ra binmemişti. Bununla birlikte, kontrol genelde atlarınbinicisinde olurdu ve çocuklar kısa zamanda bunun ken-dileri için geçerli olmadığını gördü: Dizginler ve üzengi-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ler, tutunacak ve dengelerini korumalarına yardımcı ola-cak şeylerdi yalnızca. Tüm kararları yaratıklar veriyordu. "Biz nerede..." diyecek oldu Will, ama altındaki yara-tık kıpırdadığında durup dengesini kurması gerekti. Grup döndü ve hafif eğimde tırmanmaya başladı. Ot-ların arasından yavaş yavaş geçtiler. Sallanıyorlardı, amarahatsız bir yolculuk değildi, çünkü yaratıkların belkemi-547

ği yoktu: Will ve Lyra, oturma yerleri yaylarla desteklen-miş sandalyelere oturmuşlar gibi hissediyorlardı. Kısa süre sonra, kayalıktan doğru düzgün göremedik-leri yere geldiler: o siyah ya da koyu kahverengi bölge-lere. Ve kısa süre önce Mary Malone'un gördüğü gibibunun otlağı aşan pürüzsüz taştan yollardan biri olduğu-nu görerek şaşırdılar. Yaratıklar taş yola çıkıp ilerlemeye devam ettiler, kı-sa sürede hızlandılar. Bu, otoyoldan çok su yoluna ben-ziyordu; çünkü yer yer genişleyerek küçük göller gibigözüküyor, yer yer dar kanallar halinde bölünüyor, son-ra öngörülemez bir biçimde yine birleşiyorlardı. Will'indünyasındaki, tepeleri yaran, beton köprüler halinde va-dilerin üzerinden sıçrayan zalim, mantıklı yollara hiçbenzemiyorlardı. Bunlar arazinin bir parçasıydı, manza-raya dayatılmış şeyler değil. Gittikçe hızlanıyorlardı. Canlı kasların hareketlerineve tekerleklerin sert taş üzerinde gürleyerek sarsılmasınaalışmaları biraz zaman aldı. İlk başta Lyra yolculuğuWill'den daha güç buldu, çünkü hiç bisiklete binmemiş-ti ve dönemeçlerde yana yatmayı bilmiyordu, ama Will'innasıl yaptığını izledi. Kısa süre sonra hızı heyecan vericibulmaya başlamıştı. Tekerlekler çok gürültü çıkardığından konuşamıyorlar-dı. Bunun yerine, işaret etmeleri gerekiyordu: büyüklüğü-ne ve ihtişamına şaşarak ağaçları; ön ve arka kanatları yü-zünden havada dönerek, kıvrılarak uçan ve şimdiye ka-548

dar gördükleri en tuhaf kuşlardan oluşan sürüleri; yoluntam ortasında güneşlenen ve at uzunluğundaki şişmanmavi kertenkeleyi (tekerlekli varlıklar bölünerek onun ikiyanından geçtiler ve yaratık hiç umursamadı bile). Yavaşlamaya başladıklarında güneş gökyüzünde yük-selmişti. Ve havada deniz kokusu vardı. Yol bir kayalığadoğru yükseliyordu. Şimdi yürüyüş hızında ilerliyorlardı. Her yanı tutulan Lyra, "Durabilir misiniz?" dedi. "Beninip yürümek istiyorum." Bindiği yaratık dizginin çekildiğini hissetti ve Lyra'nınsözlerini anlasa da, anlamasa da durdu. Will'i taşıyan ya-ratık da durdu ve iki çocuk yere indiler, dairni sarsıntı vegerilim yüzünden kaslarının tutulmuş olduğunu fark et-tiler. Yaratıklar konuşmak için birbirlerine yanaştılar. Hor-tumlarını, çıkardıkları seslerle uyumlu bir biçimde hare-ket ettirerek konuştular. Bir dakika sonra yollarına de-vam ettiler. Will ile Lyra saman kokulu, otlar kadar sıcakyaratıkların arasında yürümekten memnundu. Bir ikisisırtın üzerine çıkmıştı ve, artık tutunmaya odaklanmasıgerekmeyen çocuklar, onların nasıl hareket ettiklerini iz-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

leyebiliyor, kendilerini ileri ittirir, eğilir ve dönerkenkizarafetlerine ve güçlerine şaşıyorlardı. Sırtın zirvesine geldiklerinde durdular. Will ile Lyra ön-derlerinin, "Mary yakın. Mary orada," dediğini duydu. Aşağı baktılar. Ufukta denizin mavi parıltısı vardı. Ara-zinin ortasında, gür otların arasında geniş ve ağır bir ır-549

mak dolana dolana akıyordu. Uzun yamacın dibinde, knçük ağaçlıkların ve sebze sıralarının arasında, saz damlıbir köy duruyordu. Evlerin arasında dolanan, ekinlerle il-gilenen, ağaçların arasında çalışan bir sürü yaratık vardı"Şimdi yine bin," dedi önder. Gidecek çok yol kalmamıştı. Will ile Lyra yine yaratık-ların sırtına tırmandılar ve diğerleri dikkatle onların nasıldenge kurduklarına baktı, güvende olduklarından eminolmak istermiş gibi hortumlarıyla üzengileri kontrol ettiler. Sonra, arka ayakları ile yeri döverek yola koyuldular,öne eğilerek korkunç bir hıza kavuştular. Will ve Lyra el-leri ve dizleriyle sıkı sıkı tutunmuştu ve havanın yüzleri-ni tokatladığını, saçlarını arkaya attığını, gözlerine baskıyaptığını hissediyorlardı. Tekerleklerin gümbürtüsü, ile-rideki dönemeçte kuvvetle yana yatmaları, hız yapmanıngetirdiği zihin berraklığı ve coşku -yaratıklar buna bayı-lıyordu, Will ve Lyra onların coşkularını hissettiler vemutlulukla kahkaha attılar. Grup köyün ortasında durdu ve onların geldiğini gö-ren diğerleri toplanıp hortumlarını kaldırarak karşılamasözleri söylediler.Sonra Lyra haykırdı: "Dr. Malone!" Mary kulübelerin birinden çıkmıştı. Solgun mavi tişör-tü, tıknaz bedeni, sıcak, kırmızı yanakları hem tuhaf hemde aşina geliyordu. Lyra koşa koşa gidip ona sarıldı, kadın da onu sıkı sı-kı kucakladı. Will kuşkuyla, dikkatle uzak durdu.550

Mary Lyra'yı sıcakkanlılıkla öptü ve sonra Will'i karşı-lamak için öne çıktı. Sonra, bir saniyeden az süren ilginç,küçük bir zihinsel duygudaşlık ve rahatsızlık dansı oldu. İçinde bulundukları durumdan etkilenen Mary ilk ön-ce, Lyra gibi, WilPi de sevecenlikle kucaklamak istedi.Ama Mary yetişkindi ve Will'in de yetişkin olmasına azkalmıştı. Mary Will'i kucaklamanın onu çocuk kabul et-mek anlamına geleceğini görebiliyordu, çünkü bir çocu-ğu kucaklayarak karşılayabilirdi, ama tanımadığı bir er-keği asla kucaklamazdı. Bu yüzden, Lyra'nın arkadaşınışereflendirmek ve onu utandırmaktan kaçınmak için ge-ri çekildi. Bunun yerine elini uzattı ve Will uzattığı eli sıktı. Ara-larında güçlü bir anlayış ve saygı akımı, hemen birbirle-rinden hoşlanmaya dönüştü ve ikisi de yaşam boyu sü-recek bir dostluk kurduklarını hissettiler; gerçekten deöyle oldu. "Bu Will," dedi Lyra, "senin dünyandan -sana ondanbahsetmiştim, hatırladın mı..." "Adım Mary Malone," dedi Mary, "ikiniz de açsınız,açlıktan ölüyor gibi görünüyorsunuz." Yanındaki yaratığa döndü ve kolunu oynatarak şarkı

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

söylercesine, ötercesine sesler çıkararak konuştu. Yaratıklar hemen uzaklaştı, bazıları en yakın evdenminderler ve halılar getirip yakındaki ağacın altındakisert toprağın üzerine serdi. Ağacın yoğun yapraklan vealçak dalları serin, güzel kokulu bir gölge düşürüyordu.551

Çocuklar rahat eder etmez, ev sahipleri ağzına deksütle dolu çanaklar getirdiler. Sütün hafif, limonsu birekşiliği vardı, ama son derece canlandırıcıydı. Fındığabenzeyen küçük yemişler tereyağını andıran zengin birtada sahipti. Ve taze salatada baharatlı yapraklar, krema-ya benzeyen bir özsuyu sızdıran yumuşak, kalın yaprak-lar ve tatlı havuç gibi tadı olan küçük, kiraz büyüklüğün-de kök sebzeler vardı. Ama çok yiyemediler. Oldukça bol yemek getirmiş-lerdi. Will cömertliklerinin hakkını vermek istiyordu,ama içecek dışında kolaylıkla yutabildiği tek şey, bir türdüz, hafifçe kavrulmuş, pide ya da yufkaya benzeyenunlu ekmekti. Ekmek sade ve besleyiciydi, ve Will enfazla bununla başa çıkabilmişti. Lyra her şeyden denedi,ama Will gibi, o da az yemenin yeterli olduğunu gördü. Mary çok soru sormaktan kaçınmayı başarıyordu. Buiki çocuk kendilerini derinden etkileyen deneyimler ya-şamışlardı: Henüz bundan bahsetmek istemiyorlardı. Bu yüzden onların mulefa hakkındaki sorularına ya-1mt verdi ve bu dünyaya nasıl geldiğini kısaca anlattı;sonra onları ağacın gölgesinde bıraktı, çünkü gözlerininkapandığını, başlarının düştüğünü görebiliyordu."Şimdi, uyumak dışında işiniz yok," dedi. Akşam havası ılık ve durgundu, ağacın gölgesi uykuvericiydi ve cırcırböceği sesleriyle doluydu. İçeceklerininson damlasını yuttuktan beş dakika sonra, Will de, Lyrada derin uykuya dalmışlardı.552

İki ayrı cinsiyet mi? dedi Atal şaşkınlıkla. Ama nasılayırt edebiliyorsun? Kolay, dedi Mary. Bedenlerinin şekli farklı. Farklı şe-kilde hareket ediyorlar. Senden çok küçük değiller. Ama srafları daha az. Srafne zaman gelecek onlara? Bilmiyorum, dedi Mary. Sanırım yakında. Bize nezaman geldiğini bilmiyorum.Tekerlek yok, dedi Atal acımayla. Sebze bahçesindeki yabani otları temizliyorlardı.Mary eğilmemek için bir çapa yapmıştı; Atal hortumunukullanıyordu, bu yüzden sohbetleri kesik kesikti.Ama geleceklerini biliyordun, dedi Atal.Evet.Çubuklar mı söyledi sana? Hayır, dedi Mary kızararak. O bir bilimadamıydi; IClıing'e danıştığım itiraf etmesi yeterince kötüydü, amabu daha da utanç vericiydi. Gece resmi gördüm, diye iti-raf etti. Mulefada, düş anlamına gelen sözcük yoktu. Ama can-lı düşler görüyorlardı ve onları çok ciddiye alıyorlardı.Gece resimlerinden hoşlanmıyorsun, dedi Atal. Hoşlanıyorum. Ama şimdiye dek onlara inanmıyor-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dum. Oğlanla kızı açıkça gördüm ve bir ses onları kar-şılamaya hazırlanmamı söyledi.Nasıl bir ses? Onu görmüyorsan nasıl konuştu?Atal için, sözcükleri açıklığa kavuşturan ve tanımla-553

yan hortum hareketleri olmadan konuşmayı hayal etmekgüçtü. Fasulye sıralarının ortasında durmuş, büyülenmişgibi, merakla Mary'ye dönmüştü. Şey, onu gördüm, dedi Mary. Bir kadındı, ya da bilge bir dişi, tıpkı bizim gibi, halkım gibi. Ama çokyaşhydi ve aynı zamanda hiç yaşlı değildi. Mulefa önderlerine bilge diyorlardı. AtaPın yoğun birmerakla ona baktığını gördü.Nasıl hem yaşlı hem de yaşlı değil olabilir? dedi Atal.Gibi-yaptım, dedi Mary.Anlayan Atal hortumunu salladı. Mary becerebildiğince anlatmaya devam etti: Çocuk-ları beklemem gerektiğini, ne zaman, nerede ortaya çı-kacaklarını söyledi. Ama nedenini söylemedi. Onlaragöz kulak olmam gerekiyor. İncinmişler ve yorgunlar, dedi Atal. Srafın gitmesinidurduracaklar mı? Mary huzursuzca başını kaldırıp baktı. Dürbünlekontrol etmeden de biliyordu, Gölge zerrecikleri her za-mankinden de hızlı akıyordu.Umarım, dedi. Ama nasıl, bilmiyorum. Akşamın erken saatlerinde, yemek pişirmek için ateş-ler yakılmışken ve ilk yıldızlar çıkarken, bir grup yabancıgeldi. Mary yıkanıyordu; tekerleklerinin gümbürtüsünü veheyecanlı mırıltıları duydu. Kurulanarak evden fırladı.Will ve Lyra bütün öğleden sonrayı uyuyarak geçir-554

misti. Şimdi gürültüye uyanıyorlardı. Lyra uykulu uykuludoğrulup oturdu ve Mary'nin, çevresini sarmış, heyecan-lı görünen mulefadan beş altı kişi ile konuştuğunu gör-dü. Ama neşeli mi, yoksa öfkeli mi olduklarını anlayamı-yordu.Mary onu gördü ve diğerlerinden ayrıldı. "Lyra," dedi, "bir şey oldu -açıklayamadıkları bir şeybuldular ve... ne olduğunu bilmiyorum... gidip bakmamgerek. Yaklaşık bir saat uzaklıkta. En kısa zamanda dö-neceğim. Evimden dilediğini alabilirsin -oyalanmam im-kânsız, çok endişeliler..." "Tamam," dedi Lyra, uzun uykusu yüzünden sersem-lemiş bir biçimde. Mary ağacın altına baktı. Will gözlerini ovuşturuyor-du. "Gerçekten de çok kalmayacağım," dedi. "Atal yanı-nızda olacak." Grubun önderi sabırsızlanıyordu. Mary, hantal dav-randığı için özür dileyerek hemen dizginlerini ve üzen-gilerini onun sırtına attı ve bindi. Grup harekete geçti vealacakaranlıkta uzaklaştı. Yeni bir yönde, kuzeydeki kıyıya bakan sırt boyuncauzaklaşmışlardı. Mary daha önce karanlıkta yolculuk et-memişti. Hızlarını gündüz yolculuklarına göre daha dakorkutucu buldu. Tırmanırlarken, Mary uzakta, denize

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

vuran ayın ışıltısını görebiliyordu ve onun gümüş-sepyaışığı, kadını serin ve şüpheci bir hayretle sardı sanki.555

Hayret Mary'nin içinde, şüphe dünyadaydı, serinlik iseher ikisinde. Zaman zaman başını kaldırıyor, cebindeki dürbünedokunuyordu, ama durana kadar kullanamazdı onu. Vebu mulefa, hiçbir şey için durmak istemezmiş gibi, telaş-la hareket ediyordu. Bir. saat yolculuk ettikten sonra ka-ra tarafına döndüler, taş yoldan ayrıldılar ve diz boyu ot-ların arasında uzanan ezilmiş topraktan bir patikada ağırağır ilerleyerek bir tekerlek ağacı koruluğunun yanındangeçip bir sırta doğru yöneldiler. Manzara ay ışığı altındaparlıyordu: ağaç kümelerinin arasında akan dere yatak-larıyla kesilen geniş, çıplak tepeler. Grup Mary'yi bu dere yataklarından birine götürdü.Yoldan ayrıldıklarında Mary yere inmişti. Mulefaya ayakuydurarak düzenli adımlarla tepeye tırmandı ve dere ya-tağına indi. Pınarın şırıltısını ve otların arasından geçen gece rüz-garını duydu. Sert toprağı ezen tekerleklerin usul sesiniduydu. Önündeki mulefanın aralarında mırıldandıklarınıduydu ve sonra durdu. Tepenin yamacında, birkaç metre uzakta, keskin bı-çağın açtığı o pencerelerden biri vardı. Bir mağaranınağzına benziyordu, çünkü ay ışığı pencerenin öte yanınıbiraz aydınlatıyordu. Pencerenin içi, tepenin içiymiş gibigörünüyordu, ama değildi. Ve pencereden sürü sürü ha-yalet çıkıyordu.Mary zihni boşlukta kalmış gibi hissetti. İrkilerek ken-556

dine hakim oldu ve, bir fiziksel dünya olduğundan, ken-disinin de hâlâ onun bir parçası olduğundan emin olmakister gibi, en yakındaki dala tutundu. Pencereye yaklaştı. Yaşlı adamlar ve kadınlar, çocuk-lar, kollarda taşman bebekler, insanlar ve başka varlık-lar, gittikçe yoğunlaşan bir kalabalık halinde karanlıktançıkıp ay ışığı ile aydınlanan bu dünyaya geliyor -ve göz-den kayboluyorlardı. Son derece tuhaftı. Bu çimen, hava ve gümüş ışıkdünyasında birkaç adım atıyor, coşkulu yüzlerle çevrele-rine bakıyorlardı -Mary hiç böyle coşku görmemişti- vekoca evrene kucak açarmış gibi kollarını kaldırıyorlardı.Ve sonra, sisten ya da dumandan yapılmış gibi dağılıpgidiyorlar, yeryüzünün, çiy damlalarının ve gece rüzga-rının bir parçası oluyorlardı. Bazıları, ona bir şey söylemek istermiş gibi, elleriniuzatarak Mary'ye doğru geldi ve Mary soğuk dokunuşla-rını hissetti. Hayaletlerden biri -yaşlı bir kadın- onu ya-kına çağırdı.Sonra kadın konuştu ve Mary şu sözleri duydu: "Onlara hikâyeler anlat. Bizim bilmediğimiz buydu.Bunca zaman, hiç bilmiyorduk! Ama onların gerçeğe ih-tiyacı var. Onları besleyen bu. Onlara gerçek hikâyeleranlatmalısın. O zaman her şey yoluna girer, her şey. On-lara hikâyeler anlat, yeter." Hepsi buydu, sonra kadın kayboldu. Açıklanamaz bir

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

biçimde unuttuğumuz bir düşü aniden hatırladığımız ve557

uyurken hissettiğimiz her şeyi aniden, sel gibi hatırladı-ğımız o anlardan biri gibiydi. Mary'nin Atal'a anlatmayaçalıştığı düş, gece-resmi buydu; ama Mary onu yine bul-maya çalıştığında çözülmüş, dağılmıştı. Tıpkı bu varlıkla-rın açık havada dağıldığı gibi. Düş gitmişti. Geriye yalnızca o duygunun tatlılığı ve, onlara hikâ-yeler anlat, tembihi kalmıştı. Mary karanlığa baktı. O sonsuz sessizliğin içinde gö-rebildiği kadarıyla, binlerce, binlerce hayalet geliyordu,tıpkı yuvalarına dönen mülteciler gibi."Onlara hikâyeler anlat," dedi kendi kendine.558

33MarzipanTatlı bahar, tatlı günlerle, güllerle doluve yanında tatlı dolu bir kutu...George Herbert Ertesi sabah Lyra, Pantalaimon'un ona geri dönüp ni-hai şeklini gösterdiği ve Lyra'nm buna bayıldığı bir düş-ten uyandı, ama şimdi şeklin ne olduğuna dair en ufakfikri yoktu. Güneş doğalı çok olmamıştı ve hava tazeydi. İçindeuyuduğu küçük, saz damlı kulübenin, Mary'nin evininaçık kapısından güneş ışığını görebiliyordu. Bir süre yat-tığı yerden dinledi. Dışarıda kuşlar ve cırcırböceği gibiöten böcekler vardı. Mary uykusunda sessizce nefes alıpveriyordu. Lyra doğrulup oturdu ve çıplak olduğunu gördü. Biran kızdı, ama sonra, yere bırakılmış temiz kıyafetler gör-dü: Mary'nin gömleklerinden biri ve etek diye belinebağlayabileceği yumuşak, hafif, desenli, uzunca bir ku-559

maş parçası. Giyindi. Gömleğin içinde kayboluyorduama en azından giyinikti. Kulübeden çıktı. Pantalaimon yakındaydı: Bundanemindi. Onun konuşup güldüğünü duyabiliyordu nere-deyse. Bu, onun güvende olduğu ve hâlâ bir şekildebağlantılı oldukları anlamına geliyor olmalıydı. Lyra'yıaffedip geri döndüğünde saatler boyunca konuşacaklar,birbirlerine her şeyi anlatacaklardı... Will hâlâ ağacın altında uyuyordu, tembel şey. Lyraonu uyandırmayı düşündü, ama yalnız olursa ırmaktayüzebilirdi. Eskiden, tüm Oxford çocukları ile Cherwellırmağında yüzmeye giderdi mutluluk içinde, ama Will'lefarklı olurdu. Düşünürken bile kızarıyordu. Bu yüzden, inci renkli sabahta tek başına suyun başı-na indi. Irmak kenarındaki sazların arasında balıkçılabenzeyen uzun, ince bir kuş vardı ve tek bacak üzerin-de kıpırdamadan duruyordu. Lyra kuşu ürkütmemek içinsessizce, yavaşça yürüdü, ama kuş ona sudaki bir daldandaha fazla ilgi göstermedi."Pekala," dedi Lyra. Giysilerini kıyıda bıraktı ve ırmağa girdi. Isınmak için

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

hızla yüzdü ve sonra sudan çıktı, titreyerek kıyıda büzül-dü. Normalde Pan kurulanmasına yardım ederdi: Balıkolmuş, suyun altından ona mı gülüyordu acaba? Yoksaböcek olmuş, onu gıdıklamak için giysilerin içine mi sak-lanmıştı? Ya da bir kuş? Yoksa diğer cinle birlikte bam-başka bir yerdeydi ve Lyra aklından uçup gitmiş miydi?560

Güneş ısınmıştı. Lyra kısa zamanda kurudu. Mary'ninbol gömleğini giydi ve kıyıda düz taşlar görünce, yıka-mak üzere kendi giysilerini almaya gitti. Ama birinin bu-nu çoktan yaptığını gördü: Hem kendi giysileri hem deWill'inkiler güzel kokulu bir çalının esnek dallarına seril-mişti ve hemen hemen kurumuşlardı. Will kıpırdanıyordu. Lyra yakına oturdu ve usulcaseslendi."Will! Uyan!" "Neredeyiz?" dedi Will hemen. Bıçağa uzanarak doğ-ruldu. "Güvende," dedi Lyra bakışlarını kaçırarak. "Giysileri-mizi yıkamışlar. Belki de Dr. Malone yapmıştır. Seninki-leri getireyim. Kurumuş sayılırlar..." Giysileri Will'e uzattı ve sırtını dönüp onun giyinme-sini bekledi. "Irmakta yüzdüm," dedi Lyra. "Pan'ı aramaya gittim,ama sanırım saklanıyor." "Bu iyi bir fikir. Yüzmek, demek istiyorum. Üzerimdesenelerin kiri birikmiş gibi hissediyorum... Ben aşağı inipyıkanacağım." Will yokken Lyra köyde dolaştı, ama bilmediği bir türgörgü kuralım ihlal etmemek için çok dikkatli bakmak-tan kaçındı. Gördüğü her şey ilgisini çekiyordu. Evlerinbazıları çok eski, bazıları oldukça yeniydi, ama hepsi ay-nı şekilde, tahta, kil ve sazdan yapılmıştı. Kaba denebi-lecek hiçbir tarafları yoktu. Her kapı, pencere çerçevesi561

ve alınlık zarif oymalarla kaplıydı, ama desenler tahtayaoyulmuş değildi: Sanki tahtayı doğal olarak bu şekildebüyümeye ikna etmişlerdi. Lyra baktıkça, tıpkı aletiyometredeki anlam katmanla-rı gibi, köyde farklı farklı düzen ve özen işaretleri gördü.Zihninin bir parçası her şeyi çözmek, benzerlikten ben-zerliğe, alete bakarken yaptığı gibi anlamdan anlama sıç-ramak için can atıyordu, ama bir başka parçası yollarınadevam etmeden önce burada ne kadar kalabileceklerinimerak ediyordu. Eh, Pan geri dönene kadar hiçbir yere gitmiyorum,dedi kendi kendine. Biraz sonra Will ırmaktan döndü ve sonra Mary ev-den çıkıp kahvaltı etmelerini önerdi. Kısa süre sonra Atalda geldi ve köy canlandı. Tekerlekleri olmayan iki kü-çük mulefa yavrusu evlerinin kenarından eğilip eğilipbakıyordu. Lyra da aniden dönüyor, doğrudan onlarabakarak çocukların yerlerinden sıçramasına, dehşetlekahkahalar atmalarına sebep oluyordu. "Tamam artık," dedi Mary, biraz ekmek ve meyve yi-yip, nane cayma benzer sıcak bir şeyden içtikten sonra."Dün çok yorgundunuz ve dinlenmekten başka şey ya-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

pamazdınız. Ama bugün ikiniz de daha canlı görünüyor-sunuz ve öğrendiğimiz her şeyi birbirimize anlatmamızgerektiğini düşünüyorum. Epey zamanımızı alacak. Bu-nu yaparken ellerimizi çalıştırsak da olur. Bu yüzden, birişe yarayalım ve ağ onaralım."562

Bir yığın sert, katranlı ağı ırmak kıyısına taşıdılar veçimenlerin üzerine yaydılar. Mary ağın yırtıldığı yerlereyeni bir sicim parçası bağlamayı gösterdi. İhtiyatlıydı,çünkü Atal kıyı boyundaki başka ailelerin büyük sayılar-da tualapinin denizde toplandığını gördüğünü söylemiş-ti ve herkes köyden hemen kaçmaya hazırdı; ama buarada işler sürmeliydi. Böylece, dingin ırmağın kenarında güneş altında otu-rup çalıştılar. Lyra, uzun zaman önce, Pan'la birlikte Jor-dan Koleji'nin Dinlenme Odası'na bir göz atmaya kararvermelerinden başlayarak hikâyesini anlattı. Gelgit dalgaları kabardı ve çekildi, ve tualapiden hâ-lâ işaret yoktu. Akşamın geç saatlerinde, Mary Will ileLyra'yı ırmak kıyısında yürüyüşe çıkardı. Ağların bağlan-dığı direklerin yanından, geniş tuzlu bataklıkların için-den geçip denize doğru gittiler. Gelgit bitmişken oraya

gitmek güvenliydi, çünkü beyaz kuşlar yalnızca denizkabardığında karanın içlerine kadar geliyordu. Mary ça-murun üzerindeki sert patikada başı çekiyordu. Mulefa-nın yaptığı pek çok şey gibi, bu da çok eski ve bakım-lıydı, doğaya dayatılmış bir şeyden çok doğanın bir par-çası gibi görünüyordu."Taş yolları onlar mı yapmış?" dedi Will. "Hayır. Sanırım, bir şekilde, yollar onları yapmış," de-di Mary. "Demek istediğim, üstünde gidebilecekleri birsürü düz sert yüzey olmasa, tekerlekleri kullanmayı asla563

öğrenmezlerdi. Sanırım bunlar, eski yanardağlardanakan lavlar. "Yani, yollar onların tekerlek kullanmasını mümkünkılmış. Başka şeyler de bir araya gelmiş. Örneğin, teker-lek ağaçlarının kendileri ve vücutlarının şekli -omurgalıdeğiller, belkemikleri yok. Bizim dünyalarımızda uzunzaman önce, talihli bir tesadüf eseri, belkemiği sahibi ol-mak işleri biraz kolaylaştırmış olmalı, böylece, hepsimerkezi omurga temelli, farklı farklı şekiller gelişmiş. Budünyada ise, tesadüf diğer yönde olmuş ve baklava şek-li başarı kazanmış. Omurgalılar da var elbette, ama çokdeğil. Örneğin yılanlar var. Burada yılanlar önemli. Hail*onlara göz kulak oluyor ve onları incitmemeye çalışıyor. "Her neyse, kendi şekilleri, yollar ve tekerlek ağaçla-rı bir araya gelerek, bunu mümkün kılıyor. Bir sürü kü-çük tesadüf bir araya gelmiş. Hikâyede senin rolün nezaman başlıyor Will?" "Benim için de bir sürü küçük tesadüf oldu," diyebaşladı Will gürgen ağacının altındaki kediyi düşünerek.Oraya otuz saniye önce ya da sonra gelse, kediyi aslagöremeyecekti, pencereyi asla bulamayacaktı, Cittâgaz-ze'yi ve Lyra'yı asla keşfedemeyecekti; bütün bunlarırhiçbiri olmayacaktı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

En baştan başladı ve yürürken onu dinlediler. Çamur-lu düzlüklere ulaştıklarında, Will babasıyla dağın tepe-sinde savaştıkları noktaya gelmişti."Sonra cadı onu öldürdü..."564

Bunu gerçekten anlamamıştı. Cadının kendini öldür-meden önce söylediklerini anlattı: John Parry'ye âşıktı veadam onu küçük görmüştü."Ama cadılar çok haşin," dedi Lyra."Ama kadın ona âşıksa...""Eh," dedi Mary, "aşk da haşindir." "Ama babam annemi seviyordu," dedi Will. "Annemebabamın onu hiç aldatmadığını söyleyebilirim." Will'e bakan Lyra, Will âşık olursa, onun da böyleolacağını düşündü. Ilık havada akşamın usul sesleri asılıydı: bataklıktakisonsuz şıpırtı ve emme sesleri, böcek çıtırtıları, martı ötüş-leri. Gelgit dalgaları iyice çekilmişti, bu yüzden kumsalboylu boyunca açığa çıkmış, parlak güneş altında ışıldı-yordu. Kumların üst tabakasında bir milyar minik çamuryaratığı yaşıyor, besleniyor ve ölüyordu. Minik kalıplar,nefes delikleri ve görünmez hareketler, tüm manzaranınyaşamla kıpır kıpır olduğunu gösteriyordu. Diğerlerine nedenini söylemeden Mary uzak denizebaktı ve ufukta beyaz yelken aradı. Göğün mavisinin de-nizin hemen üzerinde solduğu yerde yalnızca puslu birpırıltı vardı. Deniz pusun, ışıldayan havada kıvılcımlan-masına sebep oluyordu. Mary, Will ile Lyra'ya kumların hemen üzerindeki ne-fes borularına bakarak, belli bir kabuklu türünü nasıl bu-lacaklarını gösterdi. Mulefa onlara bayılıyordu, amakumların üzerinde yürüyerek onları toplamaları zordu.565

Mary kıyıya her geldiğinde onlardan olabildiğince çok

topluyordu. Şimdi, üç çift el ve gözle, bir ziyafet hazırla-yacaklardı. Her birine birer bez torba verdi ve hikâyenin bir son-raki kısmını dinlerken çalıştılar. Torbalarını doldururlarken Mary, belli etmeden, onları bataklığın kıyısına gergötürdü, çünkü deniz yine kabarıyordu. Hikâye uzun sürdü; o gün ölüler dünyasına kadar gelemeyeceklerdi. Köye yaklaşırlarken Will Mary'yeLyra'yla birlikte insanların üç taraflı doğalarını nasıl keşfettiklerini anlatıyordu. "Biliyorsunuz," dedi Mary, "kilise -eskiden ait olduğumKatolik Kilisesi- cin sözcüğünü kullanmazdı, ama AzizPavlus ruh ve can ve bedenden bahseder. Bu yüzden, in-san doğasının üç taraflı olması o kadar da tuhaf değil." "Ama en iyisi beden," dedi Will. "Baruk ve Balthamosöyle dedi. Melekler bedenleri olmasını diliyorlar. Melek-lerin, bizim neden dünyadan daha fazla zevk almadığı-mızı anlamadıklarını söylediler. Bizim etimize ve bizimduyularımıza sahip olsalar kendilerinden geçerlermiş.Ölüler dünyasında..." "Oraya geldiğimizde anlatırsın," dedi Lyra ve Will'egülümsedi. Öylesine tatlı bir bilgi ve coşku gülümseme-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

siydi ki, Will duyularının karman çorman olduğunu his-setti. Will de ona gülümsedi ve Mary oğlanın yüzündekiifadenin, bir insan yüzünde gördüğü en kusursuz güvenifadesi olduğunu düşündü.566

Artık köye varmışlardı ve akşam yemeğinin hazırlan-ması gerekiyordu. Bu yüzden Mary diğer ikisini ırmakkıyısında oturup, dalgaların kabarmasını izlemeye bırak-tı ve ateşin başında Atal'a katıldı. Arkadaşı topladıklarıkabukluları coşkuyla karşıladı. Ama Mary, dedi, tualapi kıyı boyundaki komşu köyüyok etti, sonra bir sonrakini, bir sonrakini. Daha öncebunu hiç yapmamışlardı. Normalde bir tanesine saldı-rırlar ve sonra denize dönerler. Ve bugün bir ağaç dahadevrildi...Olamaz! Nerede? Atal sıcak pınardan çok uzak olmayan bir koruluktanbahsetti. Mary oraya daha üç gün önce gitmiş ve hiçbirsorun görememişti. Dürbünü aldı ve gökyüzüne baktı.Gerçekten de, gölge zerreciklerinin akışı güçlenmişti. Ir-mak kıyılarının arasında kabaran gelgit dalgalan ile kar-şılaştırma götürmez bir hızda ve yoğunlukta akıyorlardı.Ne yapabilirsin? dedi Atal. Mary sorumluluk yükünün, kürek kemikleri arasınaağır bir el gibi çöktüğünü hissetti, ama kendini hafifçedoğrulmaya zorladı.Onlara hikâyeler anlatabilirim, dedi. Akşam yemeğinden sonra üç insan ve Atal, Mary'ninevinin dışında sıcak yıldızların altındaki halıların üzerineoturdular. Çiçek kokulu gecede tok karınlarla, rahatçaoturup Mary'nin hikâyesini dinlediler.567

Mary, Lyra ile karşılaşmasından hemen öncesiyle baş-ladı. Kara Madde araştırma grubunda yaptığı işi ve fonkrizini açıkladı. Para için ne kadar çok, araştırma için nekadar az zaman harcadığını anlattı! Ama Lyra'nın gelişi her şeyi değiştirmişti, hem de çokkısa bir sürede: Birkaç gün içinde, kendi dünyasındantamamen ayrılmıştı. "Bana söylediğin gibi yaptım," dedi. "Gölgelerin bilgi-sayar aracılığıyla benimle konuşmasını sağlayan birprogram yaptım -program, bir dizi talimat demektir.Gölgeler bana ne yapmam gerektiğini söylediler. Melekolduklarını söylediler ve -şey..." "Eğer bilimadamıysan," dedi Will, "bunu söylemeleriiyi olmamıştır herhalde. Meleklere inanmıyor olabilirdin."

"Ah, ama onlardan haberim vardı. Eskiden rahibey-dim. Fiziğin Tanrı'yı yücelterek yapılabileceğini düşünü-yordum. Sonra Tanrı olmadığını ve zaten fiziğin daha il-ginç olduğunu anladım. Hıristiyan dini çok güçlü ve ik-na edici bir hata, o kadar.""Rahibe olmaktan ne zaman vazgeçtin?" dedi Lyra. "Çok iyi hatırlıyorum," dedi Mary, "hatta günü günü-ne, saati saatine. Fiziğim iyi olduğu için üniversitedekikariyerime devam etmeme izin verdiler. Doktoramı bitir-dim, ders vermeye başlayacaktım. Sizi dünyadan soyut-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

layan tarikatlardan biri değildi. Aslında, rahibe gibi bilegiyinmiyorduk. Ağırbaşlı giyinmemiz ve haç takmamızyeterliydi. Bu yüzden, parçacık fiziği konusunda hem568

ders verecek hem de araştırma yapacaktım. "Konumla ilgili bir konferans vardı. Gelip bir tez oku-mamı istediler. Konferans Lizbon'daydı ve oraya dahaönce hiç gitmemiştim. Aslında, İngiltere'den hiç çıkma-mıştım. Tüm bu süreç -uçak yolculuğu, otel, parlak gü-neş ışığı, çevremde bir sürü yabancı dil, konuşacak olanünlü insanlar, kendi tezimi düşünmek ve beni dinlemekiçin gelip gelmeyeceklerini merak etmek, çok heyecan-lanıp konuşamamak hakkında endişelenmek... Ah, öyleheyecanlıydım ki, anlatamam. "Çok da masumdum -bunu hatırlamalısınız. Hep iyibir küçük kız olmuş, ayinlere düzenli olarak gitmiştim, ru-hani yaşama eğilimim olduğunu düşünüyordum. Tüm yü-reğimle, Tanrı'ya hizmet etmek istiyordum. Tüm hayatımıalmak ve bu şekilde sunmak istiyordum," dedi ellerini biraraya getirerek, "dilediğini yapsın diye İsa'ya sunacaktımonu. Sanırım kendimi çok beğeniyordum. Çok fazla. Hemkutsal hem de akıllıydım. Hah! Bu, ah, yedi sene öncesi-nin 10 Ağustos'una, saat dokuz buçuğa kadar sürdü." Lyra dikkatle dinleyerek doğrulup oturdu ve dizlerinesarıldı. "Tezimi okumamı takip eden akşamdı," diye devametti Mary, "ve çok iyi gitmişti. Bazı ünlü insanlar benidinlemiş ve soru sorulduğunda, işi berbat etmeden yanıtverebilmiştim. Feci rahatlamıştım ve keyifliydim... Gururda duyuyordum, elbette."Her neyse, bazı meslektaşlarım biraz ötedeki kıyı res-569

toranına gidiyordu. Beni de davet ettiler. Normalde birbahane uydururdum, ama bu sefer, eh, yetişkin bir kadı-nım, diye düşünmüştüm, önemli bir konuda tez sundumve tezim iyi karşılandı. Ayrıca, iyi dostlar arasındaydım...Hava da çok ılıktı, sohbetler ilgimi çeken konular üzeri-neydi ve hepimizin neşesi yerindeydi. Birazcık gevşeye-bilirim, diye düşünmüştüm. Başka bir tarafımı keşfediyor-dum, bilirsiniz, şarabın ve ızgara sardalyanın tadından, te-nimdeki sıcak havanın hissinden, fonda çalan müziğinritminden hoşlanan bir tarafımı. Keyfini çıkarıyordum. "Yemeğimizi yemek üzere bahçede oturuyorduk. Birlimon ağacının altına yerleştirilmiş uzun bir masanın ba-sındaydım. Yanımda, çarkıfelek çiçekleriyle kaplı bir türçardak vardı. Yanımdaki kişi, diğer yanmdakiyle konuşu-yordu ve... Karşımda konferansta bir iki kez gördüğümbir adam vardı. Onu fazla tanımıyordum; İtalyandı vebaşkalarından da duyduğum bir çalışması vardı. Çalışma-sından bahsetmesinin ilginç olacağını düşündüm.

mikti, ve orada, limon ağacının altında, lamba ışıkların-da, çiçek kokuları, ızgara yiyecekler ve şarap eşliğindeoturmak ve konuşmak, gülmek, onun beni güzel buldu-ğunu ummak çok kolaydı. Rahibe Mary Malone, flörtediyor! Yeminlerime ne olmuştu? Hayatımı İsa'ya falan

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

adamaya ne olmuştu? "Eh, bilmiyorum şaraptan mıydı, yoksa kendi aptallı-ğımdan mı, yoksa sıcak havadan, limon ağacından ya dabaşka bir şeyden mi... Ama yavaş yavaş, kendimi doğruolmayan bir şeye inandırmışım gibi gelmeye başlamıştı.Bir başkasının sevgisi olmadan iyi, mutlu ve halimdenmemnun olduğuma inandırmıştım kendimi. Âşık olmakÇin gibiydi: Orada olduğunu bilirsiniz, ilginç olduğun-dan da kuşkunuz yoktur, başkaları oraya gitmiştir, amasiz hiç gitmeyeceğinizi bilirsiniz. Tüm hayatımı Çin'e hiçgitmeden geçirmiştim, ama fark etmezdi, çünkü Çin dı-şında, ziyaret edecek koca bir dünya vardı. "Sonra biri bana tatlı bir şey uzattı ve aniden aslındaÇin'e gittiğimi fark ettim. Deyim yerindeyse, Çin'e git-miştim. Ama unutmuştum. Tatlı şeyin tadı hatırlatmıştı-sanırım marzipan dedikleri şeydi- badem ezmesi," diyeaçıkladı şaşkın şaşkın bakan Lyra'ya. "Ah, Marchpane!" dedi Lyra ve geri kalanını dinlemekiçin rahatça arkasına yaslandı. "Her neyse..." diye devam etti Mary. "Tadını hatırla-mıştım ve genç bir kızken, onu ilk tattığım zamana geridöndüm.571

"On iki yaşındaydım. Bir arkadaşımın evindeki parti-deydik, bir doğum günü partisi. Disko vardı -bir tür ka-yıt cihazında müzik çaldıkları ve insanların dans ettiği biryer," diye açıkladı Lyra'nın şaşkınlığını görünce. "Genel-de kızlar birlikte dans eder, çünkü oğlanlar onları dansakaldıramayacak kadar utangaçtır. Ama bu oğlan -onu ta-nımıyordum- beni dansa kaldırdı ve böylece ilk dansı et-tik, sonra da bir sonrakini, ve sohbet etmeye başladık.Birinden hoşlanmanın nasıl olduğunu bilirsiniz, hemenanlarsınız. Eh, ben ondan çok hoşlanmıştım. Ve konuş-maya devam ettik. Sonra doğum günü pastası geldi. Obir parça marzipan aldı ve nazikçe ağzıma koydu. Gü-lümsemeye çalıştığımı, kızardığımı ve aptal gibi hissetti-ğimi hatırlıyorum. Sırf bu yüzden, marzipanla dudakları-ma nazikçe dokunduğu için ona âşık oldum." Mary bunu söylerken, Lyra bedenine tuhaf bir şey ol-duğunu hissetti. Saç köklerinde tuhaf bir kıpırdanma ol-muştu: Daha hızlı solumaya başlamıştı. Hiç macera tre-nine binmemişti, öyle bir deneyime yaklaşmamıştı bile,ama binmiş olsa, göğsündeki duyguyu tanırdı: Aynı an-da, hem heyecan hem korku hissediyordu ve neden ol-duğuna dair en ufak fikri yoktu. Vücudunun diğer par-çaları da etkilendikçe duygu sürdü, derinleşti ve değişti.Orada olduğunu bilmediği büyük bir evin anahtarlarınıbulmuştu sanki, bir şekilde içinde olan bir ev, ve anah-tarı çevirdikçe binanın derinliklerinde, karanlıkta başkakapıların da açıldığını, ışıkların yandığını hissediyordu.572

Dizlerine sarıldı ve nefes almaya bile cesaret edemedentitreyerek oturdu. Mary sözlerine devam ediyordu: "Sanırım o partideydi, başkasında da olabilir, ilk defaöpüştük. Bir bahçedeydik ve içeriden müzik sesi geliyor-du. Ağaçların arasındaki sessizlikte ve serinlikte. İçim

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sızlıyordu -bedenim onu özlüyordu ve onun da aynı şe-kilde hissettiğini anlayabiliyordum. Ama ikimiz de hare-kete geçemeyecek kadar utanıyorduk. Hemen hemen.Ama birimiz bekleneni yaptı ve sonra hiç zaman geçme-den -kuantum sıçrayışı gibiydi, aniden- öpüşüyordukve, ah, Çin'den de öteydi, cennetti. "Yarım düzine kez daha görüştük, o kadar. Sonra ta-şındılar ve onu bir daha görmedim. Öylesine tatlı, öyle-sine kısa bir dönemdi... Ama olmuştu işte. Biliyordum.Çin'i görmüştüm." Çok tuhaftı: Lyra onun ne anlatmaya çalıştığını çok iyibiliyordu, ama yarım saat önce buna dair hiç fikri yoktu.Ve içindeki tüm kapıları açık, tüm odaları aydınlık olano zengin ev sessizce, umutla bekliyordu. "O akşam, saat dokuz buçukta, Portekiz'deki o resto-ran masasında," diye devam etti Mary, Lyra'nın içinde sü-ren sessiz dramdan bihaber, "biri bana bir parça marzi-pan verdi ve tüm anılarım geri geldi. Şöyle düşündüm:Gerçekten de hayatımın geri kalanını bu duyguyu yaşa-madan mı geçireceğim? Dedim ki: Ben Çin'e gitmek isti-yorum. Orası hazineler, gariplikler, sırlar ve coşkuyla do-lu. Doğrudan otele dönersem, dualarımı edip, rahibe gü-573

nah çıkarıp, bir daha baştan çıkmamaya söz verirsem, bi-risine bir faydam dokunur mu? Ben üzüldüğüm için birbaşkasının durumu düzelir mi? "Yanıt geldi -hayır. Kimseye faydam dokunmazdı.Endişelenecek, kınayacak, iyi bir kız olduğum için benikutsayacak kimse yoktu, kötü olduğum için beni ceza-landıracak kimse de yoktu. Cennet boştu. Tanrı öldümü, yoksa baştan beri Tanrı yok muydu, bilmiyordum.Her durumda, özgür ve yalnız hissettim. Mutlu muydum,yoksa mutsuz mu, bilmiyordum, ama çok tuhaf bir şeyolmuştu. Ve bu muazzam değişim, marzipanı ağzıma at-tığımda, daha onu yutmadan gerçekleşmişti. Bir lezzet-bir anı- bir deprem...

"Onu yutup da masanın karşısında oturan adamabaktığımda, adamın bir şeyler olduğunu anladığını gör-düm. Orada, o anda ona söyleyemezdim; benim için bi-le hâlâ çok tuhaf ve mahremdi. Ama daha sonra, karan-lık kumsalda yürüyüşe çıktık. Ilık gece rüzgarı saçlarımıkarıştırıyordu ve Atlantik çok uslu davranıyordu -küçük,sessiz dalgalar ayaklarımızı yalıyordu... "Haçı boynumdan çıkardım ve denize attım. Hepsibuydu. Bitti. Gitti."İşte, rahibeliği bu şekilde bıraktım," dedi. "O adam, kafatasları hakkındaki keşfi yapan mıydı?"dedi Lyra dikkatle. "Ah -hayır. Kafatasçı adam Dr. Payne'di, Oliver Pay-ne. O çok daha sonra geldi. Hayır, konferanstaki adamın574

adı Alfredo Montale'ydi. O çok farklıydı.""Onu öptün mü?" "Şey," dedi Mary gülümseyerek, "evet, ama o gecedeğil.""Kiliseden ayrılmak zor muydu?" dedi Will.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bir açıdan öyleydi, çünkü herkes büyük hayal kırık-lığına uğradı. Başrahibe'den rahiplere, ebeveynlerimekadar herkes -altüst oldular ve kızdılar... kendilerinintutkuyla inandığı bir şey, benim inanmadığım bir şeyisürdürmeme bağlıymış gibi hissettim. "Ama başka bir açıdan kolaydı, çünkü mantıklı geli-yordu. İlk defa, bir şeyi doğamın yalnızca bir parçasıyladeğil, her şeyimle yaptığımı hissettim. Bu yüzden, bir sü-re yalnız hissettim, ama sonra alıştım.""Onunla evlendin mi?" dedi Lyra. "Hayır. Kimseyle evlenmedim. Biriyle yaşadım -Alfre-do'yla değil, bir başkasıyla. Onunla yaklaşık dört seneyaşadım. Ailem çok utandı. Ama sonra, birlikte yaşamaz-sak daha mutlu olacağımıza karar verdik. Bu yüzden,yalnızım. Birlikte yaşadığım adam dağcılıktan hoşlanırdıve bana tırmanmayı öğretti. Ben de dağlarda yürüyüş ya-pıyorum ve... Bir de işim var. Eh, işim vardı. Bu yüzden,yalnız ama mutluyum. Anlıyor musun?""Oğlanın adı neydi?" dedi Lyra. "Partideki?""Tim.""Neye benziyordu?""Ah... İyi biriydi. Hatırladığım tek şey bu."575

"Sizin Oxford'da seni ilk gördüğümde," dedi Lyra, "bjjlimadamı olmanın sebeplerinden birinin, iyi ve kötühakkında düşünmek zorunda olmaman olduğunu söyle-miştin. Rahibeyken iyi ve kötü hakkında düşünüyormuydun?" "Hımm. Hayır. Ama ne düşünmem gerektiğini biliyor-dum: Kilise bana ne düşünmemi öğretmişse onu düşün-meliydim. Bilim yaparken ise, bambaşka şeyler hakkın-da düşünmeliydim. Bu yüzden, kendi adıma, onlar hak-kında hiç düşünmem gerekmiyordu.""Ama, şimdi düşünüyor musun?" dedi Will. "Sanırım düşünmek zorundayım," dedi Mary içten biryanıt vermeye çalışarak. "Tanrı'ya inanmaktan vazgeçtiğinde," diye devam ettiWill, "iyiliğe ve kötülüğe inanmaktan da mı vazgeçtin?" "Hayır. Ama bizim dışımızda bir iyi güç ve bir kötügüç olduğuna inanmaktan vazgeçtim. Ve iyilik ile kötü-lüğün, insanların yaptığı şeylere verilmiş isimler olduğu-na inanmaya başladım, kendi başlarına var olan şeylerdeğil. Tek söyleyebildiğimiz, bu iyi bir iştir, çünkü biri-lerine faydası dokunuyor, ya da bu kötüdür, çünkü biri-ni incitiyor. İnsanlar, basit etiketlerle tanımlanamayacakkadar karmaşık.""Evet," dedi Lyra kararlılıkla."Tanrı'yı özledin mi?" diye sordu Will. "Evet," dedi Mary, "hem de çok. Hâlâ özlüyorum. Ençok özlediğim de, evrenin bütünü ile bir olma hissi. Es-576

kiden Tanrı'yla bu şekilde bir olduğumu hissederdim veo orada olduğu için de onun tüm yaratımları ile birdim.Ama eğer o yoksa, o zaman..." Bataklıkların oradan bir kuş bir dizi alçalan notayla,hüzünlü hüzünlü öttü. Ateşteki közler devrildi; çimenler

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gece esintisiyle hafif hafif sallanıyordu. Atal kedi gibiuyukluyordu. Tekerlekleri yanında, çimenlerin üzerindeyatıyordu, bacaklarını bedeninin altına almış, gözleriniyarı kapamıştı. Dikkati yarı burada, yarı başka yerdeydi.Will sırtüstü yatmış, yıldızlara bakıyordu. Lyra ise, o tuhaf şey olduğundan beri hiç kıpırdama-mıştı. İçindeki o duyguları, yeni bilgilerle dolu, dökmekorkusuyla dokunmaya cesaret edemediği kırılgan birbardak gibi koruyordu. Ne olduğunu, ne anlama geldi-ğini, nereden geldiğini bilmiyordu: Bu yüzden dizlerinesarılarak kıpırtısızca oturdu ve kendini heyecanla titre-mekten alıkoymaya çalıştı. Yakında, diye düşündü, ya-kında bileceğim. Çok yakında öğreneceğim. Mary yorulmuştu: Hikâyeleri tükenmişti. Kuşkusuzyarın yenilerini bulabilirdi.577

34Artık VarHer toz zerresinin coşkuyla soluduğuDünyadaki her canlıyı göstersin sanaWilliam Blake Mary uyuyamıyordu. Ne zaman gözlerini yumsa, biruçurumun kıyısındaymış gibi sallanıp sarsıldığını hissedi-yordu ve korkuyla gerilerek uyanıyordu. Bu üç, dört, beş kez oldu ve sonra uyuyamayacağınıanladı. Bu yüzden sessizce kalkıp giyindi, evden çıktı veWill ile Lyra'nın altında uyuduğu, dalları çadır gibi sar-kan ağaçtan uzaklaştı. Ay yükselmişti ve parlıyordu. Canlı bir rüzgar vardı veengin manzara, Mary'ye hayal edilemez hayvanlardanbir sürünün göçü gibi görünen, hareket eden bulutlarıngölgesivle benek benekti. Ama hayvanlar bir amaç içingöç ederdi. Tundrada ilerleyen ren geyiği sürüleri ya dasavanayı aşan yabani hayvan sürüleri gördüğünüz za-man, yiyecek bulabilecekleri, çiftleşebilecekleri, yavrula-578

yabilecekleri yerlere gittiklerini bilirdiniz. Onların hare-ketinin anlamı vardı. Bu bulutlar ise, sadece tesadüf ese-ri, atom ve molekül düzeyinde tamamen gelişigüzelolayların sonucu olarak hareket ediyordu. Otlakta kayangölgelerinin hiçbir anlamı yoktu. Yine de, bir anlamları varmış gibi görünüyordu. Ger-gin ve amaçlı görünüyorlardı. Tüm gece öyle bir his ve-riyordu. Mary de öyle hissediyordu, ama amacın ne ol-duğunu bilmiyordu. Kendisinin aksine, bulutlar neyi, ne-den yaptıklarını biliyor gibiydi; rüzgar biliyordu; otlar bi-liyordu. Tüm dünya canlı ve bilinçliydi. Mary yamacı tırmandı ve geriye dönüp bataklıklarabaktı. Gelgitle kabaran sular çamur düzlüklerinin ve saz-lıkların ışıl ışıl karanlığında parlak gümüş rengi bir dan-tel oluşturmuştu. Orada bulut gölgeleri çok açıktı: Geri-de bıraktıkları korkunç bir şeyden kaçıyormuş gibi görü-nüyorlardı, ya da ileride bekleyen harika bir şeyi kucak-lamak için koşturuyormuş gibi. Ama ne olduğunu Maryasla öğrenemeyecekti. Tırmandığı ağacın bulunduğu koruluğa döndü. Yayaolarak yirmi dakika uzaklıktaydı; onu açıkça görebiliyor-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

du, dimdik yükseliyor, telaşlı rüzgarla konuşurken kocabaşını sallıyordu. Söyleyecek şeyleri varciı ve Mary onla-rı duyamıyordu. Gecenin heyecanından etkilenerek, onlara katılma ar-zusuyla o tarafa seyirtti. Tanrıyı özleyip özlemediğinisorduğunda, Will'e anlattığı tam olarak buydu işte: tüm579

evrenin canlı olduğu, her şeyin anlam iplikçikleri ile baş-ka her şeye bağlı olduğu duygusu. Mary Hıristiyankenkendisinin de her şeyle bağlantılı olduğunu hissetmişti.Ama Kilise'den ayrıldıktan sonra, amaçsız bir evrendebaşıboş, özgür ve hafif hissetmişti. Sonra Gölgeleri keşfetmişti ve bir başka dünyaya yol-culuk etmişti. Ve şimdi bu canlı gecede her şeyin amaç-lılıkla, anlamla soluduğu açıktı, ama Mary bundan yalıtıl-mıştı. Ve bir bağlantı bulması imkânsızdı, çünkü Tanrıyoktu. Yarı sevinç, yarı ümitsizlik içinde ağaca tırmanmayave bir kez daha kendini Toz'da kaybetmeyi denemeyekarar verdi. Ama koruluğa giden yolu yarılamadan, sallanan yap-rakların, otların arasında hışırdayan rüzgarın sesindenfarklı bir ses duydu. Bir şey, org gibi, derin ve ciddi birnotayla inliyordu. Ve bunun üstünde çatırtılar duyuluyor-du -kırılma sesleri, tahtaya sürtünen tahtanın ciyaklaması.Kuşkusuz Mary'nin ağacı olamazdı, değil mi? Mary olduğu yerde, açık otlakta durdu ve korulukta-ki dalları izledi. Rüzgar yüzüne çarpıyor, bulut gölgeleriçevresinden kayıp geçiyor, yüksek otlar baldırlarını dö-vüyordu. Kalın dallar inliyor, ince dallar kırılıyordu. Ye-şil dallar kuru çubuklar gibi kırıldı, sonra asıl gövde-Mary'nin çok iyi bildiği ağacın gövdesi- eğildi, eğildi veyavaşça devrilmeye başladı.Gövdedeki her lif, kabuk, kökler bu cinayete karşı580

ayrı ayrı haykırıyordu sanki. Ama ağaç düştü, düştü veboylu boyunca devrilerek Mary'ye doğru eğildi, sonradalgakırana çarpan dalga gibi yere çarptı. Devasa gövdebiraz sıçradı ve sonunda, parçalanmış tahta iniltileriyleyere yerleşti. Mary koşa koşa gidip sallanan yapraklara dokundu.İşte, halatı buradaydı; platformunun paramparça olmuşkalıntıları da vardı. Yüreği acı verici bir biçimde atıyor-du. Düşmüş dalların arasına, farklı açılarla eğilmiş aşinadallara tırmandı ve mümkün olduğunca yüksekte denge-sini kurdu. Bir dala yaslandı ve dürbünü çıkardı. Dürbünle bak-tığında gökyüzünde iki ayrı hareket gördü. Biri bulutların hareketiydi, bir yöne giderek ayınönünde süzülüyorlardı. Diğeri, tamamen farklı bir yöneakarmış gibi görünen Toz fırtınasıydı. Ve ikisi arasında, daha hızlı ve daha hacimli akanToz'du. Aslında, tüm gökyüzü onunla akıyormuş gibigörünüyordu: dünyadan, tüm dünyalardan mutlak boş-luğa akan muazzam, amansız bir sel. Mary'nin zihniyle hareket edermiş gibi, her şey yavaş-ça birleşti.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Will ve Lyra keskin bıçağın en az üç yüz yaşında oldu-ğunu söylemişti. Kuledeki yaşlı adam da öyle söylemişti. Mulefa ona, üç bin üç yüz senedir yaşamlarını vedünyalarını besleyen srafın üç yüz sene önce azalmayabaşladığını söylemişti.581

Will'e göre, keskin bıçağın sahipleri olan Torre degljAngeli Loncası dikkatsizlik etmişti. Açtıkları her pencere-yi kapamamışlardı. Eh, Mary bir pencere bulmuştu vebaşka pencereler de olmalıydı. Belki de bunca zamandır, keskin bıçağın doğada aç-tığı yaralardan yavaş yavaş Toz sızıyordu... Başının döndüğünü hissetti ve bunun sebebi yalnızca

arasına sıkıştığı dalların sallanması, yükselip alçalmasıdeğildi. Dürbünü dikkatle cebine koydu ve kollarınıönündeki dala dolayarak gökyüzüne, aya, kayan bulut-lara baktı. Küçük ölçekli, düşük düzeyli sızıntıdan keskin bıçaksorumluydu. Zarar veriyordu ve evren bu yüzden acı çe-kiyordu. Mary'nin Will ve Lyra ile konuşması, bunu dur-durmanın bir yolunu bulması gerekiyordu. Ama gökyüzündeki engin sel bambaşka bir meseley-di. Bu yeniydi ve felaket sınırına varıyordu. Ve durdurul-mazsa, her tür bilinçli yaşam son bulacaktı. Mulefanınona gösterdiği gibi, Toz canlı varlıklar bilinç kazandıkla-rı sırada var olmuştu; ama, tıpkı mulefanın tekerlekleri veağaç yağı gibi, onu güçlendirmek ve güvenliğe kavuştur-mak için bir geri besleme sistemi gerekiyordu. Böyle birşey olmadan, her şey yok olacaktı. Düşünce, hayal gücü,duygular, her şey kuruyup dağılacak ve geriye yabani birotomasyondan başka bir şey kalmayacaktı. Ve hayatınkendini bildiği o kısa dönem, pasparlak yandığı milyar-larca dünyanın her birinde mum gibi titreşip sönecekti. Mary omuzlarındaki yükü açıkça hissediyordu. Yaşlı-lık gibi bir histi. Sanki seksen yaşında, yıpranmış, bitkin,ölümü özleyen bir kadındı. Devrilmiş ağacın dallarından zorlukla sıyrıldı. Rüzgaryaprakları, otları ve saçlarını hâlâ çılgınca savuruyordu.Köye doğru yola koyuldu. Yamacın zirvesinde, son bir kez Toz akıntısını aradı.Bulutlar ve rüzgar akıntının üzerinde süzülüyordu ve aytam ortada kararlılıkla duruyordu. Sonunda, onların ne yaptığını gördü: Büyük, acilamacın ne olduğunu anladı. Toz selini durdurmaya çalışıyorlardı. Korkunç akıntı-ya ket vurmak için çabalıyorlardı: Rüzgar, ay, bulutlar,yapraklar, otlar, bütün o harika şeyler haykırıyor, Gölgeparçacıklarını onca zenginleştirdikleri bu evrende tuta-bilmek için önüne atılıyorlardı. Madde Toz'u seviyordu. Onun gittiğini görmek iste-miyordu. Bu gecenin anlamı buydu, Mary'nin anlamı dabuydu. Tanrı yok olduğunda yaşamda bir anlam, bir amaçkalmadığını mı düşünmüştü? Evet, bunu düşünmüştü. "Eh, şimdi var," dedi sesli olarak. Sonra daha yükseksesle yineledi: "Artık var!"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Yine bulutlara ve Toz akıntısının ortasındaki aya bak-tığında, Mississippi nehrini tutmaya çalışan, minik dallar-dan ve çakıllardan yapılmış bir su bendi kadar kırılganve yıkılmaya yazgılı göründüklerini düşündü. Ama yine583

de çabalıyorlardı. Her şey sona erene dek çabalamayadevam edeceklerdi. Orada ne kadar kaldığını bilmiyordu Mary. Duyguyoğunluğu dinmeye başladığında ve yerini bitkinlik aldı-ğında yamaç aşağı, köye yollandı yavaş yavaş. Yarıyolda, küçük düğüm ağacı çalılarının oluşturduğukoruluğun yakınında, çamur düzlüklerinde tuhaf bir şeygördü. Beyaz bir parıltı, düzenli bir hareket vardı: Gelgitdalgalarıyla birlikte bir şey geliyordu. Kıpırdamadan durup dikkatle baktı. Tualapi olamazdı,çünkü onlar hep sürü halinde hareket ederdi ve bu yalnız-dı; ama başka her şey aynıydı -yelkene benzeyen kanat-ları, uzun boynu- kuşlardan biri olduğu kesindi. Onlarınyalnız dolandıklarını hiç duymamıştı. Köylüleri uyarmayakoşmadan önce duraksadı, çünkü gelen şey zaten dur-muştu. Patikanın yanında, suyun üzerinde süzülüyordu.Ve dağılıyordu... Hayır, üzerinden bir şey iniyordu.İnen şey bir adamdı. Bu mesafeden bile açık seçik görebiliyordu. Ay ışığıparlaktı ve Mary'nin gözleri ona alışmıştı. Dürbündenbaktı ve kuşkuya yer bırakmayacak şekilde anladı: Bubir insandı, Toz saçıyordu. Adam bir şey taşıyordu: bir tür uzun sopa. Patikadarahatlıkla ve çabuk çabuk yürüyordu, koşmuyordu, biratlet ya da avcı gibi hareket ediyordu. Normalde çevre-ye karışmasına yardımcı olacak sade, koyu renkli kıya-584

fetler giymişti; ama dürbünle bakınca, projektör tutulmuşgibi göze çarpıyordu. Ve adam köye yaklaşırken, Mary sopanın ne olduğu-nu fark etti. Adam bir tüfek taşıyordu. Herhangi bir şey yapamayacak kadar uzaktaydı: Ba-ğırsa bile adam duymazdı. Adamın köye girmesini, sağasola bakmasını, sık sık durup dinlemesini, evden evegeçmesini izlemek zorunda kaldı. Mary'nin zihni, tozu engellemeye çalışan ay ve bulut-lar gibiydi. Sessizce haykırıyordu: Ağacın altına bakma-ağaçtan uzak dur... Ama adam ağaca yaklaştıkça yaklaştı, sonundaMary'nin evinin önünde durdu. Mary dayanamıyordu;dürbünü cebine koydu ve yamaç aşağı koşmaya başladı.Seslenmek, herhangi bir şey bağırmak, çılgın bir feryatkoparmak üzereydi, ama tam zamanında bunun Will yada Lyra'yı uyandırabileceği ve böylece kendilerini göster-melerine sebep olacağı aklına geldi ve feryadını boğdu. Sonra, adamın ne yaptığını bilmemeye dayanamadı-ğından, durdu ve dürbünü yine çıkardı. Dürbünden ba-karken yerinde durmak zorunda kaldı. Adam evinin kapısını açıyordu. İçine giriyordu. Sonragözden kayboldu, ama geride bıraktığı Toz'da, içindenel geçmiş duman gibi bir kıpırdanma vardı. Mary sonsuzgelen bir dakika boyunca bekledi, ve adam yine belirdi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Adam Mary'nin evinin eşiğinde durdu, yavaşça soldansağa baktı, bakışları ağacı süpürüp geçti.585

Sonra dışarı çıktı ve ne yapacağını bilemezmiş gibi l^.pırdamadan durdu. Mary aniden, çıplak yamaçta ne ka-dar ortada olduğunu, tüfek menzilinde bulunduğunu farketti, ama adam yalnızca köyle ilgileniyordu. Bir dakikadaha geçtikten sonra adam döndü ve sessizce uzaklaştı. Mary onun ırmak yolunda attığı her adımı izledi vekuşun sırtına tırmanmasını, bağdaş kurup oturmasınıkuşun süzülerek uzaklaşmasını açıkça gördü. Beş daki-ka sonra da gözden kayboldular.586

35Tepelerin Üzerinden Çok UzaklaraHayatımın doğum günü geldi.Aşkım geldi bana.Christina Rossetti "Dr. Malone," dedi Lyra sabahleyin, "Will ve ben cin-lerimizi aramak zorundayız. Onları bulduğumuzda neyapacağımızı bileceğiz. Ama onlarsız fazla dayanamayız.Bu yüzden gidip aramak istiyoruz." "Nereye gideceksiniz?" dedi Mary. Huzursuz bir gece-den sonra başı ağrıyor, gözleri kapanıyordu. O ve Lyra ır-mak kıyısına inmişti. Lyra yıkanıyor, Mary gizli gizli adamınayak izlerini arıyordu. Şimdiye dek hiç iz bulamamıştı. "Bilmiyorum," dedi Lyra. "Ama orada bir yerdeler.Pencereden geçip, savaştan kaçar kaçmaz, artık bize gü-venmiyormuş gibi kaçıp gittiler. Onları suçladığımı söy-leyemem. Ama bu dünyada olduklarını biliyoruz. Onlarıbirkaç kez gördüğümüzü sanıyoruz, bu yüzden onlarıbulabiliriz."587

"Dinle," dedi Mary gönülsüzce. Lyra'ya önceki gecegördüklerini anlattı. O konuşurken, Will de onlara katıldı ve ikisi birdeniri iri açılmış gözlerle, ciddiyetle dinlediler. "Muhtemelen yalnızca bir gezgindir. Başka bir dünya-da bir pencere bulup buraya gelmiştir," dedi Lyra, Marysözünü bitirdiğinde. Düşünecek farklı şeyleri vardı ve buadam onlar kadar ilginç değildi. "Tıpkı Will'in babasınınyaptığı gibi," diye devam etti. "Artık bir sürü pencere ol-malı. Her neyse, eğer o adam arkasını dönüp gittiyse,kötü bir şey yapmayı amaçlıyor olamaz, değil mi?" "Bilmiyorum. Bundan hoşlanmadım. Ve sizin yalnızbaşınıza uzaklaşmanız beni endişelendiriyor -ya da,bundan çok daha tehlikeli şeyler yaptığınızı bilmesemendişelendirirdi. Ah, bilmiyorum. Ama lütfen dikkatliolun. Lütfen çevrenize bakın. En azından otlaktayken bi-rinin geldiğini çok uzaktan görebilirsiniz..." "Eğer görürsek, hemen bir başka dünyaya kaçabilirizve adam bizi incitemez," dedi Will.Gitmeye kararlıydılar. Mary de itiraz etmek istemiyordu. "En azından," dedi, "ağaçların arasına girmemeye sözverin. Eğer o adam hâlâ buralardaysa, ağaçların arasındaya da bir korulukta saklanıyor olabilir ve onu zamanın-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

da görüp kaçamazsınız.""Söz veriyoruz," dedi Lyra. "Eh, belki bütün gün dönmezsiniz diye, size birazazık hazırlayacağım."588

Mary biraz pide, peynir ve susuzluğu gideren kırmızı,tatlı bir meyveden aldı, onları bir beze sardı ve omuzla-rına atıp taşıyabilsinler diye iple bağladı. "İyi avlar," dedi çocuklar giderken. "Lütfen dikkatedin." Hâlâ endişeliydi. Çocuklar yamacın eteklerine varanadek durup izledi. "Acaba neden bu kadar hüzünlü," dedi Will, Lyra'ylabirlikte sırta doğru tırmanırken. "Muhtemelen evine bir daha dönebilecek mi diye me-rak ediyordur," dedi Lyra. "Ve döndüğünde laboratuva-rında yine çalışabilecek mi diye. Belki âşık olduğu adamiçin de üzülüyordun" "Hımm," dedi Will. "Sence biz eve dönebilecek mi-yiz?" "Bilmem. Benim bir evim olduğunu sanmıyorum za-ten. Muhtemelen beni Jordan Koleji'ne geri alamazlar.Ayılarla ya da cadılarla da yaşayamam. Belki Çingenler-le yaşayabilirim. Beni aralarına alsalar, bir şey demez-dim." "Ya Lord Asriel'in dünyası? Orada yaşamak istemezmiydin?""Orası başarısız olacak, unuttun mu?" dedi Lyra."Neden?" "Biz gelmeden hemen önce babanın hayaletinin söy-lediği şey yüzünden. Cinler hakkında. Yalnızca kendidünyalarında kalırlarsa uzun yaşayabilirlermiş. Ama

muhtemelen Lord Asriel, yani babam bunu düşünmüşolamazdı, çünkü o işe başladığında kimse diğer dünya-lar hakkında çok şey bilmiyordu... Bunca şey," dedi hay-retle, "bunca cesaret ve beceri... Hepsi, hepsi boşuna!Hepsi bir hiç için!" Kaya yolda yürümeyi kolay bularak tırmandılar. Sırtıntepesine çıktıklarında durup arkalarına baktılar."Will," dedi Lyra, "ya onları bulamazsak?" "Bulacağımızdan eminim. Benim merak ettiğim, be-nim cinimin neye benzediği." "Onu gördün. Ve ben onu kucağıma aldım," dediLyra kızararak. Bir başkasının cini gibi son derece mah-rem bir şeye dokunmak büyük görgüsüzlüktü elbette.Yalnızca nezaket gereği yasaklanmamıştı, bundan dahaderin bir şey vardı -utanç gibi bir şey. WiU'in kızarmışyanaklarına bir bakış fırlattığında, bunu kendisi kadar iyibildiğini anladı. Onun da, kendisinin dün gece hissettiğio yarı korkulu, yarı heyecanlı duyguyu bilip bilmediğinianlayamıyordu: İşte, yine hissediyordu. Aniden birbirlerinden utanmaya başlayarak yan yanayürüdüler. Ama utancın onu engellemesine izin verme-yen Will sordu: "Cinin şekil değiştirmeyi ne zaman bıra-kıyor?" "Yaklaşık olarak... sanırım bizim yaşlarımızda, belki

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

biraz daha büyüyünce. Bazen daha ileri yaşlarda. Pan'la,onun sabitlenmesi hakkında konuşurduk. Ne olacağınımerak ederdik..."590

"Bir fikrin olmuyor mu?" "Küçükken olmuyor. Büyüdükçe düşünmeye başlı-yorsun, eh, bu olabilir, şu olabilir diye. Genelde, sanauyan bir şey oluyor. Demek istediğim, gerçek mizacınauygun bir şey. Örneğin, cinin köpekse, bu senin sanasöylenen şeyi yapmaktan, kimin patron olduğunu bil-mekten, emirlere itaat etmekten ve seni yöneten kişiyimemnun etmekten hoşlandığın anlamına geliyor. Bir sü-rü hizmetkârın cini köpektir. Bu yüzden nasıl biri oldu-ğunu, ne konuda başarılı olacağını bilmek işe yarıyor.Senin dünyandakiler, ne tür insanlar olduklarını nasıl an-lıyorlar?" "Bilmiyorum. Benim dünyam hakkında çok şey bilmi-yorum. Tek bildiğim gizlenmek, sessiz olmak ve sır sak-lamak, bu yüzden... yetişkinler ve arkadaşlar hakkındaçok şey bilmiyorum. Âşıklar hakkında da. Sanırım cini-miz olması zor olurdu, çünkü herkes bir kez görünce,bizim hakkımızda çok şey öğrenirdi. Ben saklanmak vegöze ilişmemekten hoşlanırım." "O zaman, belki cinin saklanmaktan hoşlanan birhayvan olurdu. Ya da bir başkasına benzeyen hayvanlar-dan -saklanmak için yabanarısı gibi görünebilen bir ke-lebek, örneğin. Senin dünyanda da bu tür yaratıklar ol-malı, çünkü bizde var ve birbirimize çok benziyoruz." Arkadaşça bir sessizlik içinde yürümeye devam etti-ler. Çevrelerindeki engin ve berrak sabah, çukurlardaduru, yukarıdaki sıcak havada inci mavisi uzanıyordu.591

Koca savana kahverengi, altın rengi, deve tüyü yeşiüyükselip alçalıyor, ufka doğru ışıldıyordu. Her yer boştu.Dünyadaki yegane insanlar onlardı sanki."Ama aslında boş değil," dedi Lyra."O adamı mı kastediyorsun?""Hayır. Ne demek istediğimi biliyorsun." "Evet, biliyorum. Çimenlerde gölgeler görebiliyo-rum... belki kuşlardır," dedi Will. Orada burada yakaladığı küçük, hızlı hareketleri izli-yordu. Gölgeleri, doğruca onlara bakmadan, görmeyidaha kolay buluyordu. Göz ucuyla görülmeyi tercih edi-yorlardı. Bunu Lyra'ya söylediğinde, "Olumsuz kabiliyetbu," dedi Lyra."O ne demek?" "İlk şair Keats söylemiş. Dr. Malone biliyor. Benimaletiyometreyi okumam gibi. Senin de bıçağı kullanmangibi, değil mi?" "Evet, sanırım öyle. Ama ben yalnızca cinler olabile-ceklerini düşünüyordum.""Ben de öyle, ama..."Lyra parmağını dudaklarına götürdü. Will başını salladı."Bak," dedi Will, "devrilmiş ağaçlardan biri şurada." Mary'nin tırmandığı ağaçtı. Dikkatle ağaca yaklaştılar.Başka bir ağacın düşmesi ihtimaline karşı koruluğa dik-kat ediyorlardı. Yaprakların hafif bir esintiyle kıpırdandı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ğı bu sakin sabahta, o kudretli şeyin devrilmesi imkân-sız geliyordu, ama devrilmişti işte.592

Sökülmüş köklerinin ve çimenlerin üzerine yatmış dalyığınının desteklediği devasa gövde, başlarının çok üze-rinde duruyordu. Kırılmış, ezilmiş dalların bazıları,Will'in gördüğü en büyük ağaçlar kadar genişti. Ağacıntepesi, hâlâ sağlam görünen sıkı, dolaşık dallar ve hâlâyeşil olan yapraklar dingin havada bir saray harabesi gi-bi yükseliyordu.Lyra aniden WiU'in kolunu yakaladı. "Şşş," diye fısıldadı. "Bakma. Şurada olduklarındaneminim. Bir şeyin hareket ettiğini gördüm. Pan olduğu-na yemin edebilirim..." Lyra'nm eli sıcaktı. Will tepelerindeki yaprak ve dalyığınından ziyade bunun farkındaydı. Boş boş ufka ba-karmış gibi yaparak, dikkatinin yeşil, kahverengi ve ma-vi karmaşasına kaymasına izin verdi ve orada -Lyra hak-lıydı!- ağacın bir parçası olmayan bir şey vardı. Yanındada bir başkası. "Uzaklaşalım," dedi Will alçak sesle. "Başka bir yeregidip arkamızdan geliyorlar mı, bakalım." "Ya gelmezlerse... Ama evet, pekala," diye fısıldadıLyra. Çevrelerine bakmıyormuş gibi yaptılar. Tırmanmayıdüşünüyormuş gibi, ellerini yerdeki dallardan birininüzerine koydular. Sonra fikir değiştirmiş gibi, başlarınıiki yana salladılar ve uzaklaştılar. "Keşke arkamıza bakabilseydik," dedi Lyra birkaç yüzmetre uzaklaştıktan sonra.593

"Yürümeye devam et. Bizi görebiliyorlar. Kaybolmaz-lar. Canları istediğinde yanımıza gelirler." Siyah yoldan inip diz boyu otların arasına girdiler. Ot-ları hışırdatarak yürüdüler, süzülen, uçuşan, kanat çır-pan, havada kayan böcekleri izlediler, milyonluk çıtırtıve gıcırtı korosunu dinlediler. Bir süre sessizlik içinde yürüdükten sonra, "Sen neyapacaksın Will?" dedi Lyra sessizce."Eh, eve dönmem gerek," dedi Will. Ama Lyra onun sesinin emin çıkmadığını düşündü.Emin çıkmadığını umuyordu. "Ama hâlâ senin peşinde olabilirler," dedi. "O adam-lar.""Onlardan daha kötüsünü gördük." "Evet, sanırım öyle... Ama sana Jordan Koleji'ni, Ba-taklıklara göstermek istiyordum. Seninle birlikte..." "Evet," dedi Will, "ben de... Cittâgazze'ye gitmek bilegüzel olurdu. Güzel bir yer. Ve Heyulaların hepsi gitmiş-se... Ama annem var. Geri dönüp ona bakmak zorunda-yım. Onu Mrs. Cooper'm yanında bıraktım. İkisi için dehaksızlık." "Bunu yapmak zorunda olmak da senin için haksız-lık." "Öyle," dedi Will, "ama bu farklı türden bir haksızlık.Bu yalnızca deprem ya da yağmur fırtınası gibi. Haksız-lık olabilir, ama kimseyi suçlayamazsın. Ama annemi,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kendisi de pek iyi olmayan yaşlı bir hanımın yanında bı-594

rakırsam, bu ayrı bir tür haksızlık olur. Bu yanlış olur.Eve dönmem gerek. Ama muhtemelen geri dönmek zorolacak. Muhtemelen sır ortaya çıkmıştır. Mrs. Cooper'ınanneme bakabildiğini sanmıyorum, annemin her şeydenkorktuğu zamanlardan biri değilse tabii. Bu yüzdenmuhtemelen yardım istemiştir. Geri döndüğümde bir türbakımevine gitmek zorunda kalacağım.""Olamaz! Yetimhane gibi mi?" "Sanırım böyle yapıyorlar. Bilmiyorum. Bundan nefretediyorum." "Bıçakla kaçabilirsin Will! Benim dünyama gelebilir-sin!" "Ben hâlâ oraya, onunla birlikte olabileceğim yere ai-dim. Büyüdüğüm zaman, kendi evimde ona doğru düz-gün bakabilirim. O zaman kimse bize karışamaz.""Sence evlenir misin?" Will uzun süre sessiz kaldı. Ama Lyra onun düşündü-ğünü biliyordu. "O kadar ileriyi göremiyorum," dedi Will. "Anlayışgösterecek biri olmalı... Benim dünyamda öyle biri oldu-ğunu sanmıyorum. Sen evlenir misin?" "Ben de," dedi Lyra, sesi biraz titriyordu. "Benim dün-yamdan biriyle evlenmem herhalde." Yavaş yavaş ufka doğru yürüyorlardı. Dünya kadarzamanları vardı: dünyanın ne kadar zamanı varsa. Bir süre sonra Lyra konuştu: "Bıçağı saklayacaksın,değil mi? Benim dünyamı ziyaret edebilmek için?"595

"Elbette. Kimseye vermem onu, asla." "Bakma..." dedi Lyra adımlarını değiştirmeden. "işteyine oradalar. Solda.""Bizi izliyorlar," dedi Will sevinçle."Şşş!" "İzleyeceklerini düşünmüştüm zaten. Tamam, şimdirol yapalım. Onları arıyormuş gibi dolanalım. Her tür ap-talca yere bakalım." Bir oyuna dönüştü. Bir gölet buldular ve cinlerin kur-bağa ya da su böceği ya da sümüklüböcek biçimindeolabileceğini söyleyerek sazların arasını, çamurun içiniaradılar. Sicim ağacı koruluğunun kenarındaki, uzun za-man önce devrilmiş bir ağacın kabuklarını soydular vecinlerin kulağakaçan biçiminde kabuğun altına girdiğinigörmüş gibi yaptılar. Lyra üzerine bastığını iddia ettiğibir karınca hakkında bir sürü şamata kopardı, yaralarınaacıdı, yüzünün tıpkı Pan'mkine benzediğini söyledi, sah-te bir hüzünle neden onunla konuşmadığını sordu. Ama onların gerçekten duyamayacak kadar uzakta ol-duklarını düşündüğünde, Will'e doğru eğilip sessizce, iç-tenlikle sordu: "Onları bırakmaya mecburduk, değil mi? Gerçektende başka seçeneğimiz yoktu." "Evet, mecburduk. Senin için, benden daha kötü ol-du, ama başka hiç seçeneğimiz yoktu. Çünkü sen Ro-ger'a söz verdin ve sözünü tutmak zorundaydm.""Senin de babanla konuşman gerekiyordu..."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

596

"Ve onları dışarı salmak zorundaydık." "Evet, öyle. Bunu yaptığımız için çok memnunum. Birgün, ben öldüğümde, Pan da memnun olacak. Birbiri-mizden ayrılmayacağız. Yaptığımız iyi bir şeydi." Güneş gökyüzünden yükselince ve hava ısınınca göl-gelik bir yer aramaya başladılar. Öğlene doğru kendileri-ni sırtın zirvesine doğru yükselen bir yamaçta buldular veoraya vardıklarında Lyra kendini çimenlerin üzerine bı-raktı ve, "Eh! Yakında gölgeli bir yer bulmazsak..." dedi. Diğer yanda, aşağı doğru uzanan bir vadi vardı. Yo-ğun çalılıklarla kaplıydı, bu yüzden orada dere de olabi-leceğini tahmin ettiler. Sırtın yamacında yürüdüler ve va-dinin başına geldiler. Gerçekten de, eğreltiotlannm vesazların arasında ki kayalardan bir pınar fışkırıyordu. Terlemiş yüzlerini suya daldırdılar ve minnetle içtiler.Sonra dereyi aşağıya doğru takip ettiler; minik, çalkantılıgöletler halinde birikmesini, küçük taş çıkıntılardan dö-külmesini ve gittikçe genişleyip derinleşmesini izlediler. "Bunu nasıl yapıyor?" diye hayret etti Lyra. "Başkayerden gelen su yok, ama burada yukarıdakinden çokdaha fazla su var." Göz ucuyla gölgeleri izlemekte olan Will, cinlerin ile-riye süzüldüklerini ve eğreltiotlannm üzerinden atlayıpaşağıdaki çalıların arasında kaybolduklarını gördü. Ses-sizce işaret etti. "Yalnızca yavaşlıyor," dedi. "Pınardaki kadar hızlı ak-mıyor, bu yüzden bu göletlerden birikiyor... Oraya girdi-597

ler," diye fısıldayıp yamacın dibindeki küçük ağaç küme-sini gösterdi. Lyra'nın yüreği öyle hızlı atıyordu ki, boğazındakinabzı hissedebiliyordu. O ve Will son derece ciddi veresmi bir biçimde bakıştılar, sonra dereyi izleyerek aşağıinmeye başladılar. Vadide indikçe çalılar yoğunlaşıyor-du. Dere yeşil tünellere dalıyor, benek benek açıklıklaraçıkıyor, sonra bir taş çıkıntısından yuvarlanıp yine yeşil-liklere gömülüyordu. Dereyi görmekten çok dinleyerekizlemeleri gerekiyordu. Tepenin dibinde, dere gümüş kabuklu ağaçlardanoluşan küçük bir koruluğa daldı. Peder Gomez sırtın tepesinden izliyordu. Onları izle-mek zor olmamıştı. Mary'nin açık savanaya duyduğu gü-vene rağmen, otların arasında, sicim ağacı kümelerinde,özsuyu lakesi çalılarında bol bol saklanacak yer vardı.İlk başta iki çocuk izlendiklerini düşünüyormuş gibi de-vamlı çevrelerine bakmıyordu ve Peder Gomez'in uzakdurması gerekmişti, ama sabah ilerledikçe birbirlerinedaha çok daldılar ve manzaraya daha az dikkat eder ol-dular. Peder Gomez oğlana zarar vermek istemiyordu. Ma-sum birini incitme fikri onu dehşete düşürüyordu. Hede-finden emin olmanın tek yolu, kızı açıkça görebilecekkadar yaklaşmaktı, ve bu da onların peşinden koruluğagirmek demekti.598

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Dere boyunca sessizce, ihtiyatla ilerledi. Yeşil sırtlı birböcek olan cini başının üzerinde uçuyor, havanın tadınabakıyordu. Böceğin görüş yetisi adamınkinden daha za-yıftı, ama koku alma yetisi keskindi ve çocukların etininkokusunu açıkça duyabiliyordu. Biraz ileriye geçiyor, birotun üzerine tünüyor, Peder Gomez'i bekliyor, sonra yi-ne uçuyordu. Ve çocukların bedenlerinin geride bıraktı-ğı izi yakaladığında, Peder Gomez kendini, görevi içinTanrı'ya şükrederken buldu, çünkü oğlanla kızın'ölüm-cül günaha atılmak üzere olduğu her zamankinden dahaaçıktı. İşte oradaydı: kızın saçlarının koyu sarı hareketi. Bi-raz daha yaklaştı ve tüfeği çıkardı. Tüfeğin dürbünlü ni-şan tertibatı vardı: Çok güçlü değildi, ama özenle yapıl-mıştı, bu yüzden içinden bakarken görüntü hem berrak-laşıyor hem de büyüyordu. Evet, işte orada. Kız durduve arkasına baktı. Peder Gomez kızın yüzündeki ifadeyigördü ve bu kadar kötü birinin nasıl böylesine umut vemutluluk saçabildiğim anlamadı. Şaşkınlığı, duraksamasına sebep oldu ve sonra hare-ket yok oldu, iki çocuk ağaçların arasına daldı ve göz-den kayboldu. Eh, uzağa gidemeyeceklerdi. Peder Go-mez dere boyunca onları izledi. Eğilerek ilerliyor, bireliyle tüfeği taşırken diğeriyle dengesini sağlıyordu. Başarıya o kadar yakındı ki, daha sonra ne yapacağı-nı düşünürken buldu kendini ilk defa. Cenevre'ye döne-rek cennetin krallığını daha fazla mı memnun edecekti,599

yoksa burada kalıp bu dünyayı mı dine döndürecekti?Burada yapması gereken ilk şey, dört bacaklı yaratıklarıikna etmek olurdu. Temel mantığa sahip görünüyorlardı,ama tekerleklere binme alışkanlıkları iğrenç ve şeytaniy-di, ve Tanrı'nm iradesine aykırıydı. Bu alışkanlıktan vaz-geçmelerini sağlayabilirse, kurtuluş da ardından gelirdi. Yamacın dibine, ağaçların başladığı yere ulaştı ve tü-feğini sessizce yere bıraktı. Gümüş-yeşil-altın gölgelere baktı ve böcek seslerinin,dere şıkırtılarının arasından her sesi yakalayabilmek içinellerini kulaklarının arkasına götürerek dinledi. Evet: İş-te oradaydılar. Durmuşlardı.Tüfeği almak için eğildi... Aniden kendini boğuk bir sesle, nefes nefese inlerkenbuldu. Bir şey cinini yakalamış, ondan uzağa çekmişti. Ama orada hiçbir şey yoktu! Cin neredeydi? Acı mu-azzamdı. Cininin haykırdığını duydu, çılgınca sağa soladönerek onu aradı. "Kıpırdama," dedi bir ses havadan, "ve sessiz ol. Ci-nin elimde.""Ama -neredesin? Sen kimsin?""Adım Balthamos," dedi ses. Will ve Lyra korulukta dereyi izlediler. Pek az konu-şarak, dikkatle yürüyerek koruluğun ortasına geldiler. Koruluğun ortasında küçük bir açıklık vardı. Yumuşakçimenlerle ve yosunlu kayalarla kaplıydı. Dallar tepede iç600

içe geçmiş, gökyüzünü hemen hemen tamamen perdeli-yor ve küçük, hareketli ışık pullarını, payetleri sızdırıyor-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

du, bu yüzden her şey altın ve gümüş benekliydi. Ayrıca her şey sessizdi. Yalnızca derenin şırıltısı veküçük bir esintiyle yüksekte hışırdayan yapraklar bozu-yordu sessizliği. Will yiyecek paketini indirdi. Lyra küçük çantasını ye-re bıraktı. Hiçbir yerde cin gölgelerinden işaret yoktu.Tamamen yalnızdılar. Ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarıp derenin kenarın-daki yosunlu taşların üzerine oturdular ve ayaklarını so-ğuk suya sokup kanlarını canlandıran şoku hissettiler."Acıktım," dedi Will. "Ben de," dedi Lyra, ama bundan daha fazlasını his-sediyordu; bastırılmış, ısrarlı, yarı mutlu, yarı acılı bir şey,öyle ki ne olduğundan emin olamıyordu. Bezi açtılar ve biraz ekmek peynir yediler. Bir sebep-ten, elleri ağır ve sakardı, yiyeceklerin tadını doğru düz-gün alamıyorlardı. Halbuki, kızgın taşların üzerinde pişi-rilen ekmek unlu ve çıtır çıtır, peynir ince ince dilimlen-miş, tuzlu ve çok tazeydi. Sonra Lyra o küçük, kırmızı meyvelerden birini çıkar-dı. Yüreği hızla çarparak Will'e döndü ve, "Will..." dedi.Ve meyveyi Will'in ağzına uzattı. Bakışlarından, ne kastettiğini onun hemen anladığınıve konuşamayacak kadar sevinçli olduğunu görebiliyor-du. Parmakları hâlâ onun dudaklarındaydı ve onun titre-601

diğini hissetti. Will, Lyra'mn elini orada tutmak için elinikaldırdı ve sonra ikisi de birbirine bakamaz oldu. Kafa-ları karışmıştı, mutlulukla dolup taşıyorlardı. Beceriksizce çarpışan iki kelebek gibi, onlar kadarhafif bir şekilde, dudakları dokundu. Sonra, nasıl oldu-ğunu ikisi de anlamadan, birbirlerine sarılmışlar ve yüz-lerini birbirine körlemesine bastırıyorlardı. "Mary'nin dediği gibi..." diye fısıldadı Will, "birindenhoşlandığın zaman hemen anlıyorsun -sen dağda uyur-ken, annen seni alıp götürmeden önce Pan'a söyledim..." "Duydum," diye fısıldadı Lyra, "uyanıktım. Aynısınısana söylemek istedim. Artık, bunca zamandır ne hisset-tiğimi biliyorum: Seni seviyorum Will, seni seviyorum..." Sevgi sözcüğü Will'in tüm sinirlerini ateşe verdi. Tümvücudu onunla canlanıyordu, aynı sözlerle Lyra'ya yanıtverdi, onun sıcak yüzünü tekrar tekrar öptü, bedenininkokusunu, saçlarının bal kokulu sıcaklığını, küçük kırmı-zı meyvenin tadını taşıyan küçük tatlı ağzını hayranlıklaiçine çekti. Çevrelerinde sessizlikten başka bir şey yoktu. Sankitüm dünya nefesini tutmuştu.Balthamos dehşet içindeydi. Tırmalayan, sokan, ısıran böcek cini tutarak dere yuka-rı, koruluktan uzağa yürüdü ve sendeleyerek peşlerindengelen adamdan mümkün olduğunca saklanmaya çalıştı.Onun yetişmesine izin vermemeliydi. Peder Gomez'in602

onu bir anda öldüreceğini biliyordu. Onun düzeyinde birmelek, adamla boy ölçüşemezdi; güçlü ve sağlıklı bir me-lek bile olsa bunu yapamazdı ve Balthamos ikisi de değil-di. Dahası, Baruk için duyduğu acıyla ve Will'e sırtını dön-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

müş olmanın utancıyla yıkılmıştı. Artık uçacak kadar bilegücü yoktu. "Dur, dur," dedi Peder Gomez. "Lütfen kıpırdama. Se-ni göremiyorum -konuşalım, lütfen- cinimi incitme, sa-na yalvarıyorum..." Aslında, cini Balthamos'u incitiyordu. Melek yumru-ğunun içindeki minik, yeşil şeyi belirsizce görüyordu.Böcek güçlü çenesini tekrar tekrar avuçlarına gömüyor-du. Ellerini bir anlığını açacak olsa, cin uçup gidecekti.Balthamos ellerini kapalı tuttu. "Bu taraftan," dedi, "beni izle. Koruluktan uzaklaş. Se-ninle konuşmak istiyorum ve burası yanlış yer." "Ama sen kimsin? Seni göremiyorum. Yakma gel -se-ni görmeden ne olduğunu nasıl anlayabilirim? Yerindekal, o kadar çabuk hareket etme!" Ama Balthamos'un tek savunması hızlı hareket etmek-ti. Sokan böceği duymazdan gelmeye çalışarak, taştan ta-şa atlayarak küçük dere yatağından yukarı tırmandı. Sonra bir hata yaptı: Arkasına bakmaya çalışırkenkaydı ve ayağı suya girdi. "Ah," diye tatminle fısıldadı Peder Gomez saçılan su-ları gördüğünde.Balthamos hemen ayağını çekti ve telaşla ilerledi603

-ama şimdi, ayağını yere her koyduğunda ıslak bir iz bı-rakıyordu. Rahip bunu gördü ve öne sıçradı, eline sürtü-nen tüyleri hissetti. Hayret içinde durdu: Zihninde melek sözcüğü yankı-landı. Balthamos anlık duraksamadan faydalanarak yineilerlemeye başladı ve yüreği zalimce burkulan rahiponun peşinden sürüklendi. Balthamos omzunun üzerinden seslendi: "Biraz dahaileride, sırtın tepesinde. Orada konuşacağız, söz veriyo-rum." "Burada konuş! Olduğun yerde kal. Yemin ederim,sana dokunmayacağım!" Melek yanıt vermedi: Yoğunlaşmak çok zordu.. Dik-katini üç ayrı yöne vermek zorundaydı: adamdan kaçın-mak için geriye, nereye gittiğini görmek için ileriye veellerine işkence eden öfkeli cine. Rahibe gelince, onun zihni hızla çalışıyordu. Gerçek-ten tehlikeli olan bir rakip, cinini hemen öldürürdü vemeseleyi orada, o anda bitirirdi: Bu düşman vurmayakorkuyordu. Aklında bu fikirle, bilinçli olarak sendeledi, acıyla ha-fif hafif inledi ve diğerine durması için bir iki kez yalvar-dı -bir yandan da dikkatle izliyor, yaklaşıyor, diğerininne kadar iri olduğunu, ne kadar hızlı hareket ettiğini, neyöne baktığını tahmin etmeye çalışıyordu. "Lütfen," dedi yıkılmış gibi, "bunun canımı ne kadaracıttığını tahmin bile edemezsin -sana zarar veremem-604

lütfen, durup konuşamaz mıyız?" Koruluğu gözünün önünden ayırmak istemiyordu.Şimdi, derenin başladığı yerdeydiler ve Balthamos'un çi-menlere hafifçe basan ayaklarının şeklini görebiliyordu.Rahip yolun her santimini izlemişti ve şimdi meleğin ne-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rede durduğundan emindi. Balthamos ona döndü. Rahip, meleğin yüzünün ol-ması gerektiğini düşündüğü yere kaldırdı bakışlarını veonu ilk defa gördü: Havada bir ışıltıdan ibaretti, yanlışanlamak imkânsızdı. Ama ona tek bir hamlede ulaşabilecek kadar yakındadeğildi ve cinin gayretleri gerçekten de acılı ve zayıflatı-cıydı. Belki bir iki adım daha atsa... "Otur," dedi Balthamos. "Olduğun yere otur. Bir adımbile yaklaşma." "Ne istiyorsun?" dedi Peder Gomez yerinden kıpırda-madan. "Ne mi istiyorum? Seni öldürmek istiyorum, ama gü-cüm yok.""Ama sen bir meleksin, değil mi?""Ne fark eder ki?""Hata yapmış olabilirsin. Aynı tarafta olabiliriz." "Hayır, değiliz. Seni izliyordum. Senin kimin tarafındaolduğunu biliyorum -yo, yo, kıpırdama. Orada kal." "Tövbe etmek için çok geç değil. Meleklerin bile töv-be etmesine izin vardır. İtirafını dinlerim.""Ah, Baruk, yardım et bana!" diye haykırdı Balthamos605

ümitsizlik içinde sırtını dönerek. O haykırırken, Peder Gomez üzerine atladı. Omzumeleğinkine çarptı ve Balthamos'un dengesini bozdu.Melek, kendini kurtarmak için elini uzatırken böcek cinisalıverdi. Böcek hemen uçup gitti ve Peder Gomez ra-hatladığını, güçlendiğini hissetti. Aslında, şaşırarak farkettiği gibi, onu öldüren de bu oldu. Kendini, fazla bir di-renç bekleyerek, meleğin solgun şeklinin üzerine öylekuvvetle fırlattı ki, dengesini koruyamadı. Ayağı kaydı vesıçrayışının hızıyla dereye doğru uçtu. Baruk ne yapardıdiye düşünen Balthamos, rahibin destek bulmak içinuzattığı eli tekmeledi. Peder Gomez hızla düştü. Başım bir taşa çarptı; ser-semleyerek, yüzüstü suya düştü. Soğuk onu hemen ken-dine getirdi, ama boğulur gibi sesler çıkararak, zayıfçadoğrulmaya çalışırken, Balthamos yüzünü, gözlerini veağzını sokan böceği çaresizce görmezden gelerek, pekyetersiz ağırlığını adamın başına verdi ve yüzünü suyagömüp o şekilde tuttu, tuttu, tuttu. Cin aniden yok olduğunda Balthamos adamı salıver-di. Peder Gomez ölmüştü. Bundan emin olur olmaz,Balthamos cesedi dereden çıkardı ve dikkatle çimenlerinüzerine serdi. Rahibin ellerini göğsünde kavuşturdu vegözlerini kapadı.Sonra, içi bulanarak, bitkinlik ve acılar içinde doğruldu. "Baruk," dedi, "ah, Baruk, hayatım, daha fazlasını ya-pamam. Will ve kız güvende ve her şey yoluna girecek,606

ama benim için buraya kadar. Aslında sen öldüğünde öl-düm sevgili Baruk."Bir an sonra yok oldu. Fasulye tarlasında, akşam sıcağında uykusu gelenMary, Atal'm sesini duydu ve onun heyecanlı mı, yoksakorkulu mu olduğunu seçemedi: Bir ağaç daha mı dev-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rilmişti? Tüfekli adam geri mi dönmüştü? Bak! Bak! diyordu Atal hortumuyla Mary'nin cebinidürtükleyerek. Mary dürbünü çıkardı ve arkadaşının de-diğini yapıp gökyüzüne doğrulttu. Ne yaptığını söyle bana! dedi Atal. Farklı olduğunuhissedebiliyorum, ama göremiyorum. Gökyüzündeki korkunç Toz seli durmuştu. Kıpırtısızdeğildi, hem de hiç değildi; Mary kehribar lensle tümgökyüzünü taradı, orada bir akıntı, burada bir çalkantı,daha uzakta bir anafor gördü. Toz daima hareket halin-deydi, ama artık akıp gitmiyordu. Aslında, tam tersine,kar taneleri gibi yağıyordu. Tekerlek ağaçlarını düşündü, yukarı açılan çiçeklerbu altın yağmuru içecekti. Mary, bu iş için kusursuz bi-çime sahip, uzun süredir Toz'dan yoksun kalmış, zaval-lı, kurumuş çiçeklerin ona kucak açtığını hissedebiliyor-du sanki.Çocuklar, dedi Atal. Mary elinde dürbünle döndü ve Will ile Lyra'nın geridöndüğünü gördü. Biraz uzaktaydılar; acele etmiyorlar-607

di. El ele tutuşmuş, kafa kafaya vermiş, gözleri başkahiçbir şeyi görmeden aralarında konuşuyorlardı. Marybu mesafeden bile görebiliyordu. Dürbünü gözüne götürecek oldu, ama vazgeçti veonu cebine geri koydu. Dürbüne gerek yoktu. Ne göre-ceğini biliyordu. Canlı altından yapılmış gibi görünecek-lerdi. İnsanların, miraslarına sahip çıktıklarında, hep ola-bilecekleri şeyin timsali gibi görüneceklerdi. Yıldızlardan yağan Toz bir kez daha canlı bir yuvabulmuştu. Ve her şeyin sebebi bu aşka doymuş ve artıkçocuk olmayan çocuklardı.608

36Kırık OkAma kader demirden kamalar sokarve her seferinde araya sıkışır.Andrew Marvell Kedi şeklindeki iki cin sessiz köyde dolaştılar, gölge-lere girip çıktılar ve ayın aydınlattığı zeminde yürüyüpMary'nin evinin açık kapısında durdular. İhtiyatla içeri baktılar ve yalnızca uyuyan kadını gör-düler. Bu yüzden geri çekildiler ve yine ay ışığı altındayürüyerek sığınak ağacına yöneldiler. Uzun dalları güzel kokulu, burgu şeklindeki yaprak-larını neredeyse yere kadar sarkıtıyordu. İki şekil, yaprakhışırdatmamaya ve düşmüş bir dala basmamaya büyüközen göstererek, yaprak perdesinin içinden çok yavaşçageçtiler ve aradıkları şeyi buldular: Kız ve oğlan, birbir-lerinin kollarında, derin derin uyuyorlardı. Çimenlerin üzerinde yaklaştılar ve burunlarıyla, pen-çe ve bıyıklarıyla uyuyan gençlere hafifçe dokundular,609

yaydıkları yaşam veren sıcaklıkta yıkandılar, ama onlarıuyandırmamaya çok dikkat ettiler. Onlar insanlarını kontrol ederken -Will'in hızla iyile-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

şen yarasını nazikçe temizler, Lyra'nın bir buklesini yü-zünden kaldırırken- arkalarından yumuşak bir ses geldi. Hemen, mutlak sessizlik içinde, iki cin sıçrayarak arka-larına döndüler ve kurt oldular: delice ışıldayan gözler, çı-karılmış beyaz dişler ve kötücül hatlar. Orada, ay ışığı ile çerçevelenmiş bir kadın duruyordu.Mary değildi ve konuştuğu zaman, sesi hiç çıkmasa da,onu açık seçik duydular."Benimle gelin," dedi kadın. Pantalaimon'un cin yüreği hopladı, ama uyuyan ikikişinin ağacından uzaklaşıp, kadını selamlayana dek hiç-bir şey söylemedi. "Serafina Pekkala!" dedi coşkuyla. "Nerelerdeydin?Neler olduğunu biliyor musun?" "Şşş. Konuşabileceğimiz bir yere uçalım," dedi cadıuyuyan köylüleri hatırlayarak. Bulut çamı dalı Mary'nin evinin kapısının yanındaydı.Cadı onu alırken iki cin kuşa dönüştü -bir bülbül ile birbaykuş- ve cadıyla birlikte saz damların, otlakların, sır-tın üzerinden uçup en yakındaki tekerlek ağacı korulu-ğuna yöneldiler. Koruluk bir şato kadar muazzam görü-nüyordu, dallar ay ışığı altında gümüş külçelere benzi-yordu.Koruluğa vardıklarında Serafina Pekkala, Toz'u içine610

çeken açık çiçeklerin arasında, rahat edebileceği en yük-sek dala kondu ve iki kuş yakma tünedi. "Uzun süre kuş kalmayacaksınız," dedi. "Çok yakındaşekilleriniz sabitlenecek. Çevrenize bakın ve bu manza-rayı hafızanıza kazıyın.""Ne olacağız?" dedi Pantalaimon. "Sandığınızdan daha erken öğreneceksiniz. Dinleyin,"dedi Serafina Pekkala. "Size, cadılardan başka hiç kimse-nin bilmediği cadı irfanından bahsedeceğim. Bunu yapa-biliyorum, çünkü siz burada, yammdasınız ve insanları-nız aşağıda uyuyor. Bunun mümkün olduğu yegane halkhangisidir?""Cadılar," dedi Pantalaimon, "ve şamanlar. Yani..." "İkinizi ölüler dünyasındaki kıyıda bırakırlarken, Lyrave Will fark etmeden bir şey yaptılar; cadıların var oldu-ğu ilk zamandan bu yana yaptıkları bir şey. Kuzeydekitopraklarımızda bir bölge vardır, ıssız ve iğrenç bir yer.Dünyanın çocukluğunda orada büyük bir felaket olmuş-tur ve o zamandan bu yana bu bölgede hiçbir şey yaşa-maz. Oraya hiçbir cin giremez. Bir kız cadı olmak istiyor-sa, cinini geride bırakıp oradan tek başına geçmelidir.Nasıl acılar çektiklerini biliyorsunuz. Ama bu işi başar-dıktan sonra, cinlerinin Bolvangar'da yapıldığı gibi kopa-rılmadığını görürler. Cinleri hâlâ onlarla birdir, ama artıkserbestçe gezebilir, uzak yerlere gidebilir, yabancı şeylergörebilir ve geriye bilgi getirebilirler."Siz de kopmadınız, değil mi?"611

"Hayır," dedi Pantalaimon. "Hâlâ biriz. Ama çok acı-lıydı ve biz çok korktuk..." "Eh," dedi Serafina, "o ikisi cadılar gibi uçmayacaklar,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bizim kadar uzun da yaşamayacaklar. Ama yaptıkları şeysayesinde, onlar ve siz, bu iki konu dışında cadı oldunuz."İki cin bu bilginin tuhaflığını düşündüler. "Bu, cadı cinleri gibi kuş olacağımız anlamına mı ge-liyor?" dedi Pantalaimon."Sabırlı olun." "Peki, Will nasıl cadı olabilir? Bütün cadıların kadınolduğunu sanıyordum." "O ikisi çok şeyi değiştirdi. Hepimiz yeni yeni âdetleröğreniyoruz; biz cadılar bile. Ama bir şey değişmedi: İn-sanlarınıza engel değil, yardımcı olmalısınız. Onlara yar-dım etmeli, yol göstermeli, bilgelik yolunda teşvik etme-lisiniz. Cinler bunun içindir." Cinler sessiz kaldılar. Serafina bülbüle döndü ve sor-du: "Adın ne?" "Adım yok. Will'in yüreğinden yırtılana dek doğduğu-mu bile bilmiyordum.""O zaman sana Kirjava adını veriyorum." "Kirjava," dedi Pantalaimon adı deneyerek. "Anlamıne?" "Yakında anlamını öğreneceksiniz. Ama şimdi," diyedevam etti Serafina, "dikkatlice dinleyin, çünkü size neyapmanız gerektiğini söyleyeceğim.""Olmaz," dedi Kirjava kararlılıkla.612

Serafina nazikçe konuştu: "Ses tonuna bakarak, nesöyleyeceğimi bildiğini anlayabiliyorum.""Duymak istemiyoruz!" dedi Pantalaimon."Henüz erken," dedi bülbül. "Çok erken." Serafina sustu, çünkü onlarla aynı fikirdeydi ve üzü-lüyordu. Ama yine de, oradaki en bilge kişi oydu ve on-ları doğru yola yönlendirmesi gerekiyordu. Ama sözleri-ne devam etmeden önce, cinlerin heyecanı dinene dekbekledi."Gezinirken nerelere gittiniz?" dedi. "Pek çok dünyaya gittik," dedi Pantalaimon. "Her bul-duğumuz pencereden geçtik. Sandığımızdan daha fazlapencere var.""Ve gördünüz ki..." "Evet," dedi Kirjava, "yakından baktık ve neler oldu-ğunu gördük." "Pek çok başka şey de gördük," dedi Pantalaimon ça-bucak. "Melekler gördük ve onlarla konuştuk. Küçük ki-şilerin, Gallivespianların geldiği dünyayı gördük. Oradabüyük insanlar da var, onları öldürmeye çalışıyorlar." Cadıya gördüklerini anlattılar. Onun dikkatini dağıt-maya çalışıyorlardı ve cadı bunu biliyordu, ama iki cinbirbirlerinin sesini işitmekten çok hoşlandığı için konuş-malarına izin verdi. Ama sonunda anlatacak şeyleri kalmadı ve sustular.İşitilen tek ses yaprakların hafif, bitmek tükenmek bil-mez fısıltısıydı. Sonunda Pekkala konuştu:613

"Will ile Lyra'yı cezalandırmak için onlardan uzak du-ruyorsunuz. Bunu neden yaptığınızı biliyorum. Benim

cinim Kaisa, ben ıssız kıraçlardan çıktığımda aynısını

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yaptı. Ama sonunda bana geri döndü, çünkü hâlâ birbi-rimizi seviyorduk. Ve yakında, yapılması gereken şeyiyaparken yardımınıza ihtiyaçları olacak. Çünkü bildikle-rinizi onlara anlatmalısınız."

Pantalaimon yüksek sesle bağırdı: saf ve soğuk birbaykuş ötüşü, o dünyada hiç duyulmamış bir ses. Genişbir alandaki yuvalarda ve inlerde, küçük gece yaratıkla-rının avlandığı, otladığı, arandığı yerlerde yeni ve unu-tulmaz bir korku var oldu. Serafina dikkatle izliyordu ve tek hissettiği merhamet-ti. Sonra Will'in cini olan bülbül Kirjava'ya baktı. CadıRuta Skadi ile konuşmasını hatırladı. Ruta Will'i bir kezgördükten sonra, Serafina'nm onun gözlerine bakıp bak-madığını sormuştu. Serafina bakmaya cesaret edemediği-ni söyleyerek yanıt vermişti. Bu küçük kahverengi kuş,sıcaklık kadar elle tutulur, amansız bir yırtıcılık saçıyor-du. Serafina bülbülden korktuğunu hissetti. Sonunda, Pantalaimon'un vahşi çığlığı dindi ve Kirja-va konuştu:"Ve onlara söylememiz gerekiyor.""Evet, öyle," dedi cadı nazikçe. Küçük kahverengi kuşun bakışlarındaki yırtıcılık ya-vaş yavaş kayboldu. Serafina ona yine bakabildi ve yırt-cılığm yerini perişan bir hüznün aldığını gördü.614

"Bir gemi geliyor," dedi Serafina. "Buraya gelip sizibulmak için bırakmıştım onu. Çingenlerle birlikte, ta bi-zim dünyamızdan buraya geldim. Yaklaşık bir gün için-de burada olurlar." İki kuş yan yana oturdular ve bir anda şekil değiştiripgüvercin oldular.Serafina sözlerine devam etti: "Son uçuşunuz bu olabilir. Biraz ilerisini görebiliyo-rum: Böylesi büyük ağaçlar bulduğunuzda, bu kadaryükseğe tırmanabileceksiniz, ama biçimleriniz sabitlen-diğinde kuş olacağınızı sanmıyorum. Görebildiğiniz ka-darını görün ve iyi hatırlayın. Siz, Lyra ve Will'in uzunuzun ve acıyla düşüneceğinizi biliyorum. En iyi seçimiyapacağınızı da biliyorum. Ama seçmek size kalmış, baş-kasına değil." Konuşmadılar. Serafina bulut çamı dalını alıp yüksek

ağaç tepelerinden havalandı ve gökyüzünde halkalar çi-zerken serin esintiyi, yıldız ışıklarının ürpertisini, hiç gör-mediği Toz'un iyicil dokunuşunu teninde hissetti. Serafina bir kez daha köye uçtu ve sessizce kadınınevine girdi. Mary hakkında, Will'in dünyasından geldiğive olaylarda oynayacağı rolün çok önemli olduğu dışın-da hiçbir şey bilmiyordu. Haşin mi, yoksa dostcanlısı mıolduğunu anlamanın yolu yoktu, ama yine de onu ürküt-meden uyandırması gerekiyordu ve bu iş için kullanabi-leceği bir büyü biliyordu.615

Kadının başucunda yere oturdu ve gözlerini yarı ka-payarak, onunla aynı anda nefes alıp vermeye başladı.Biraz sonra, Mary'nin rüyasında gördüğü solgun şekille-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ri belli belirsiz görüyordu ve bir telli çalgıyı akort ediyor-muş gibi, zihnini onları yankılayacak şekilde ayarladı.Biraz daha çaba göstererek rüyalara girdi. Oraya girdi-ğinde Mary'yle konuşabilirdi. Bunu, bazen düşlerimizdekarşılaştığımız insanlara duyduğumuz ani, rahat sevecen-likle yaptı. Biraz sonra, sazlıklardan ve elektrik transformatörle-rinden oluşan aptalca bir manzarada yürüyerek, alçaksesle sohbet ediyorlardı ve Mary daha sonra bu sohbetihiç hatırlamayacaktı. Serafina için ipleri ele alma zamanıgelmişti. "Birkaç dakika sonra uyanacaksın," dedi. "Korkma.Beni yanında bulacaksın. Güvende olduğunu, hiçbir şe-yin seni incitmeyeceğini bilesin diye seni bu şekildeuyandırıyorum. Sonra doğru düzgün konuşabiliriz." Geri çekildi ve düşteki Mary'yi de yanında götürdü.Kendini yine evde, toprak zeminde bağdaş kurmuş hal-de buldu. Mary'nin ışıl ışıl gözleri ona bakıyordu."Cadı sen olmalısın," diye fısıldadı Mary."Evet. Adım Serafina Pekkala. Senin adın ne?" "Mary Malone. Hiç bu kadar sessizce uyanmamıştım.Uyanığım, değil mi?" "Evet. Konuşmalıyız ve düş konuşmasını idare etmekzordur, hatırlamak daha da zordur. Uyanıkken konuş-616

mak daha iyi. İçeride kalmayı mı tercih edersin, yoksabenimle birlikte ay ışığında yürümeyi mi?" "Yürürüm," dedi Mary. Doğrulup oturdu ve gerindi"Lyra ile Will nerede?""Ağacın altında uyuyorlar." Evden çıktılar ve yapraklan perde gibi sarkan ağacınyanından geçip ırmağa doğru indiler. Mary, Serafina Pekkala'yı ihtiyat ve hayranlıkla izli-yordu. Bu kadar ince ve zarif bir insan bedeni görme-mişti. Lyra onun yüzyıllarca yaşadığını söylemişti, amaMary'den daha genç görünüyordu. Tek yaşlılık işaretiyüzündeki karmaşık hüzün ifadesiydi. Gümüş-siyah suya bakan kıyıya oturdular ve Serafinaona, çocukların cinleriyle konuştuğunu anlattı. "Bugün onları aramaya gittiler," dedi Mary, "ama baş-ka bir şey olmuş. Will cinini doğru düzgün göremedi. Sa-vaştan kaçarken gördü, ama yalnızca bir anlığına. Bir ci-ni olduğundan emin değildi.""Eh, var. Senin de var."Mary ona bakakaldı. "Onu görebilseydin," diye devam etti Serafina, "kırmı-zı bacakları ve hafifçe kıvrık, parlak sarı gagası olan si-yah bir kuş görürdün. Bir dağ kuşu.""Alp kargası... Sen onu nasıl görebilirsin ki?" "Gözlerimi yan kapayarak görebiliyorum. Zamanımızolsaydı, senin dünyanda yaşayan insanların cinlerini gör-meyi sana da öğretebilirdim. Cinlerinizi göremediğinizi617

düşünmek bize tuhaf geliyor." Sonra Mary'ye, cinlere neler söylediğini ve bunlarınne anlama geldiğini anlattı. "Cinler onlara söylemek zorunda, öyle mi?" dedi

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Mary. "Onları uyandırıp, bizzat söylemeyi düşündüm. Sanasöylemeyi ve sorumluluğu üstlenmene izin vermeyi dü-şündüm. Ama cinlerini gördüm ve bu yöntemin en iyisiolacağını anladım.""Birbirlerine âşık oldular.""Biliyorum.""Yeni keşfettiler..." Mary, Serafina'nm anlattıklarının nelere yol açacağınıdüşünmeye çalıştı, ama çok zordu. Yaklaşık bir dakika sonra sordu: "Toz'u görebiliyormusun?" "Hayır, onu hiç görmedim. Savaşlar başlayana kadaronu duymamıştık bile." Mary dürbünü cebinden çıkardı ve cadıya uzattı. Se-rafina dürbünü gözüne tuttu ve inledi."Demek Toz bu... Çok güzel!""Dön ve barınak ağacına bak." Serafina denileni yaptı ve yine nida etti. "Bunu onlarmı yaptılar?" dedi. "Bugün bir şey olmuş. Ya da dün, ama gece yarısın-dan sonra," dedi Mary açıklayacak sözcükleri bulmayaçalışarak ve Mississippi büyüklüğünde bir ırmak gibi618

akan Toz selini gözlerinin önüne getirerek. "Küçük, amaçok önemli bir şey... Kudretli bir ırmağın yatağını değiş-tirmek istiyorsan ve elinde tek bir çakıl taşından başkaşey yoksa, çakıl taşını doğru yere yerleştirip, ilk su sızın-tısının bu yöne değil de şu yöne gitmesini sağlayarak ba-şarabilirsin bunu. Dün böyle bir şey olmuş. Ne olduğu-nu bilmiyorum. Birbirlerini farklı bir biçimde gördüler, yada öyle bir şey... O zamana dek böyle hissetmiyorlardı,ama sonra aniden hissetmeye başladılar. Ve Tözü öylekuvvetle çektiler ki, diğer yöne akmayı bıraktı." "Demek bu şekilde olacaktı!" dedi Serafina hayretle."Ve o artık güvende, ya da melekler yeraltındaki büyükuçurumu doldurduğunda öyle olacak."Mary'ye uçurumu ve onu nasıl keşfettiğini anlattı. "Yüksekten uçuyordum," diye açıkladı, "inecek yerarıyordum. Bir melekle karşılaştım: dişi bir melek. Çoktuhaftı: Aynı anda hem yaşlı hem de gençti," diye devametti, kendisinin de Mary'ye bu şekilde göründüğünüunutarak. "Adı Xaphania'ydı. Bana çok şey anlattı... İn-sanlık tarihinin bilgelikle aptallık arasındaki mücadele ilegeçtiğini söyledi. O ve asi melekler, bilgelik yolunu izle-yenler her zaman açık fikirli olmaya çalışmış. Otorite veonun kiliseleri her zaman zihinlerini kapalı tutmaya ça-lışmış. Benim dünyamdan pek çok örnek verdi." "Ben de kendi dünyamdan pek çok örnek düşünebi-liyorum.""Ve çoğu zaman, bilgeliğin gizlice çalışması, sözlerini619

fısıldaması, saraylar onun düşmanlarıyla doluyken onundünyanın mütevazı yerlerinde casus gibi dolaşması ge-rekmiş.""Evet," dedi Mary. "Bu da tanıdık geliyor." "Ve, krallık güçleri bir engelle karşılaşmış olsa da,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mücadele sona ermedi. Yeni bir kumandan altında tek-rardan toplanacaklar ve daha da kuvvetli dönecekler. Di-renmeye hazır olmalıyız.""Ama Lord Asriel'e ne oldu?" dedi Mary. "Semanın Naip'i melek Metatron ile savaştı ve onunlabirlikte uçuruma düştü. Metatron bir daha dönmemeküzere gitti. Lord Asriel de öyle."Mary'nin soluğu kesildi. "Ya Mrs. Coulter?" dedi. Cadı yanıt olarak sadağından bir ok çekti. Onu özen-le seçmişti: en iyi, en düz, en dengeli ok.Ve oku ikiye kırdı. "Benim dünyamdayken, bir kez," dedi, "o kadını bircadıya işkence ederken izledim ve kendi kendime, buoku onun gırtlağına saplayacağıma dair yemin ettim. Bu-nu asla yapamayacağım. Melekle savaşırken Lord Asri-el'le birlikte kendini feda etti ve bu şekilde, dünyayı Lyraiçin daha güvenli kıldı. Tek başlarına yapamazlardı, amabirlikte başardılar." Huzursuz olan Mary sordu: "Lyra'ya nasıl açıklayabi-

liriz?" "Kendisi sorana kadar bekle," dedi Serafina. "Sorma-yabilir de. Her durumda, sembol okuyucu onda. Bilmek620

istediği her şeyi ona söyler." Yıldızlar gökyüzünde ağır ağır dönerken dostça birhava içinde, sessizce oturdular. "İleriye bakıp, ne yapmayı seçeceklerini görebiliyormusun?" dedi Mary. "Hayır, ama Lyra kendi dünyasına dönerse, yaşadığısürece onun ablası olacağım. Sen ne yapacaksın?" "Ben..." diye başladı Mary ve bunu hiç düşünmediği-ni fark etti. "Sanırım ben de kendi dünyama aidim. Amabu dünyadan ayrılmak beni üzecek. Burada çok mutlu-yum. Hayatım boyunca olmadığım kadar mutlu." "Eh, evine dönersen, bir başka dünyada bir kız kar-deşin olacak," dedi Serafina. "Benim de öyle. Yaklaşıkbir gün içinde, gemi geldiğinde yine görüşeceğiz. Evedönüşümüz hakkında daha fazla konuşacağız ve sonrasonsuza dek ayrılacağız. Sarıl bana kardeşim." Mary cadıya sarıldı. Serafina Pekkala bulut çamı dalı-na binerek sazların, bataklıkların, çamurlu düzlüklerin,kumsalın ve denizin üzerinde uçtu. Mary onun uzaklaş-masını ve gözden kaybolmasını izledi. Hemen hemen aynı anda, büyük mavi kertenkeleler-den biri Peder Gomez'in cesedine rastladı. Will ve Lyraköye farklı bir yoldan dönmüştü ve cesedi görmemişler-di. Rahip, Balthamos'un bıraktığı yerde yatıyordu. Kerten-keleler leş yiyicilerdi, ama ılımlı ve zararsızdılar. Mulefay-la yaptıkları eski bir anlaşma dolayısıyla, hava karardık-621

tan sonra buldukları yaratıkları alma hakkına sahiptiler. Kertenkele rahibin cesedini inine sürükledi ve çocuk-larına ziyafet çekti. Tüfek ise, Peder Gomez'in bıraktığıyerde, çimenlikte kaldı ve sessizce pasa döndü.622

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

37Kum TepeleriRuhum, ebedi hayat arama,Muhtemel Diyan'nı tara.Pindar Ertesi gün Will ile Lyra, yalnız kalma arzusuyla yinetek başlarına dolaşmaya çıktılar. Pek az konuşuyorlardı.Mutlu bir kazayla düşünme yetilerini yitirmişler gibi, ser-semlemiş görünüyorlardı. Yavaş hareket ediyorlardı;gözleri baktıkları yere odaklanmıyordu. Bütün günü yabanıl tepelerde geçirdiler ve akşam sı-cağında altın-gümüş koruluklarını ziyaret ettiler. Konuş-tular, yıkandılar, yediler, öpüştüler, mutlulukla kendile-rinden geçmiş bir halde uzanıp duyuları kadar karışıkseslerle birbirlerine mırıldandılar ve aşkla eridiklerinihissettiler. Akşam yemeğini Mary ve Atal'la paylaştılar, ama pekaz konuştular. Sıcak bir akşam olduğundan, deniz kıyısı-na yürümeye karar verdiler. Orada esintinin daha serin623

olabileceğini düşünüyorlardı. Irmak boyunca gezine ge-zine, ay ışığında parlayan geniş kumsala indiler. Gelgitdalgaları dönüyordu. Kum tepelerinin dibindeki yumuşak kumlara uzandı-lar ve sonra ilk kuş ötüşünü duydular. Aynı anda başlarını çevirdiler, çünkü bu dünyaya aitbir yaratığın sesine benzemiyordu. Yukarıda bir yerden,karanlığın içinden, narin bir şakıma geliyordu. Sonra, birbaşka yönden, bir başka şakıma ona yanıt verdi. Will ileLyra sevinçle ayağa fırladılar ve kuşları görmeye çalıştı-lar, ama tek seçebildikleri alçaktan süzülen, sonra yineyukarı fırlayan, bir yandan da son derece değişken birşarkıyla, zengin, akışkan çınlamalarla şakıdıkça şakıyaniki karanlık şekildi. Ve sonra, ilk kuş kanatlarıyla bir kum perdesi kaldı-rarak önlerine kondu."Pan?.." dedi Lyra. Pan güvercin şeklindeydi, ama koyu renkliydi ve ayışığında seçilmesi zordu. Yine de, beyaz kumların üze-rinde açıkça görülebiliyordu. Diğer kuş şakımaya devamederek yukarıda halkalar çiziyordu. Sonra o da yere doğ-ru uçup diğerine katıldı: Bir güvercin daha, ama bu incibeyazıydı ve koyu kırmızı tüylerden bir sorgucu vardı. Will kendi cinini görmenin nasıl bir şey olduğunu an-ladı. Kuş kumlara inerken yüreğinin sıkıştığını ve gevşe-diğini hissetmişti. Bu duyguyu hiç unutmayacaktı. Alt-mıştan fazla sene geçecekti ve yaşlı bir adamken, bazı624

duyguları eski parlaklığı ve tazeliği ile hissetmeye devamedecekti: altm-gümüş ağaçların altında Lyra'nm elindekimeyveyi onun dudaklarına götürmesini; dudaklarınabastırdığı sıcak dudaklarını; ölüler dünyasına girerken,onun haberi olmadan cininin yırtılıp alınmasını; ve ayınaydınlattığı kum tepelerinin kenarında, cini ona döndü-ğünde duyduğu tatlı doğruluk duygusunu. Lyra onlara doğru gidecek oldu, ama Pantalaimon ko-nuştu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Lyra," dedi, "dün gece Serafina Pekkala bizi ziyaretetti. Bize bir sürü şey anlattı. Çingenleri buraya getirmeküzere döndü. Farder Coram ve Lord Faa geliyor. Yakın-da burada olurlar..." "Pan," dedi Lyra huzursuzluk içinde, "ah, Pan, senmutlu değilsin -ne oldu? Ne oldu?" Pan değişti ve kar beyazı bir ermin biçiminde kumla-rın üzerinde Lyra'ya doğru süzüldü. Diğer cin de değişti-Will, yüreğinde küçük bir sıkışma olarak hissetti bunu-ve kedi oldu. WiU'e doğru gelmeden konuştu. "Cadı bana bir adverdi," dedi. "Daha önce bir ada ihtiyacım olmamıştı. Ba-na Kirjava dedi. Ama dinleyin, şimdi bizi dinleyin..." "Evet, dinlemelisiniz," dedi Pantalaimon. "Bunu açık-lamak zor." Cinler birbirlerine yardımcı olarak, Serafina'nın anlat-tığı her şeyi açıkladılar. Çocukların kendi doğasıyla ilgiliaçıklamasıyla başladılar: hiç bilmeden, cinleriyle birlikle-625

rini bozmadan onlardan ayrılma gücü edinerek cadılarabenzediklerini."Ama hepsi bu değil," dedi Kirjava. Pantalaimon ise, "Ah, Lyra, bizi affet," dedi. "Ama sa-na neler öğrendiğimizi anlatmamız gerek..." Lyra şaşırmıştı. Pan ne zaman affedilme ihtiyacı duy-muştu ki? Will'e baktı ve onun da kendisi kadar şaşırdı-ğını gördü."Anlatın bize," dedi Will. "Korkmayın." "Toz hakkında," dedi kedi cin. Will kendi doğasınınbir parçasının ona hiç bilmediği şeyler anlattığını duyun-ca şaşırdı. "Ne kadar Toz varsa, uçup gidiyor ve gördü-ğünüz uçurumda kayboluyordu. Bir şey Toz'un orayaakmasını engelledi, ama..." "Will, o altın ışık!" dedi Lyra. "Uçurumun içine akıpkaybolan ışık... O Toz muydu? Gerçekten Toz muydu?" "Evet. Ama sürekli daha fazlası sızıyor," diye devametti Pantalaimon. "Ve sızmaması gerek. Hepsinin sızıp

gitmemesi çok önemli. Dünyada kalmalı ve yok olma-malı, çünkü aksi halde iyi olan her şey solup ölecek.""Ama geri kalanı nereden gidiyor?" dedi Lyra.İki cin Will'e ve bıçağa baktılar. "Her pencere açtığımızda," dedi Kirjava -ve Will yineo küçük heyecanı hissetti; o benim ve ben oyum- "ne za-man biri, biz ya da eski Lonca üyeleri, dünyalar arasın-da pencere açsa, bıçak dışarıdaki boşluğu kesiyordu.Uçurumun içindekiyle aynı boşluğu. Hiç bilmiyorduk.626

Kimse bilmiyordu, çünkü kenarı görülemeyecek kadarince. Ama Toz'un dışarı sızmasına yetecek kadar geniş.Pencereyi kapasalar çok sızıntı olmazdı, ama hiç kapatıl-mamış binlerce pencere var. Yani, bunca zamandır birToz dünyalardan dışarı, hiçliğe sızıyordu." Will ile Lyra yavaş yavaş kavradılar. Bu kavrayışla sa-vaştılar, onu ittirdiler, ama tıpkı gökyüzüne akan ve yıl-dızları söndüren gri ışık gibiydi: Araya koydukları herengeli aşıyor, her kapının altından, ona karşı çektikleri

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

her perdenin kenarlarından sızıyordu."Her pencere," diye fısıldadı Lyra."Her biri -hepsi kapatılmalı, öyle mi?" dedi Will. "En son pencereye dek," dedi Pantalaimon, Lyra gibifısıldayarak."Ah, olamaz," dedi Lyra. "Hayır, bu doğru olamaz..." "Yani, kendi dünyamızdan ayrılıp Lyra'nınkinde kal-malıyız," dedi Kirjava, "ya da Pan ile Lyra kendi dünya-larından ayrılıp bizimkinde kalmalı. Başka seçenek yok."Sonra kasvetli gün ışığı tüm ağırlığıyla çöktü. Lyra haykırdı. Pantalaimon'un gece attığı baykuş çığ-lığı onu işiten bütün küçük yaratıkları korkutmuştu, amaLyra'nm şimdiki tutkulu feryadının yanında o hiçti. Cin-ler şok içindeydi. Onların tepkisini gören Will, nedeninianladı: Gerçeğin geri kalanını bilmiyorlardı, Will ileLyra'nm öğrendiği şeyi bilmiyorlardı. Lyra öfke ve ızdırapla titriyor, yumruklarını sıkarakileri geri yürüyor ve gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü, bir627

yanıt arıyormuş gibi, bir o yana bir bu yana çeviriyordu.Will ayağa fırladı ve onun omuzlarını kavradı, Lyra'nıngerginliğini ve titremesini hissetti."Dinle," dedi, "Lyra, dinle-. Babam ne demişti?" "Ah," diye bağırdı Lyra başını iki yana sallayarak, "de-di ki -ne dediğini biliyorsun- oradaydın Will, sen deduydun!" Will onun oracıkta, o anda acıdan öleceğini sandı.Lyra kendini Will'in kollarına attı ve omuzlarına yapışıptırnaklarını onun sırtına batırarak, yüzünü onun boynu-na gömerek ağlamaya başladı. Will'in tek işittiği, "Ha-yır... hayır... hayır..." sözleri idi. "Dinle," dedi yine, "Lyra, tam olarak hatırlamaya çalı-şalım. Bir çıkış yolu olabilir. Bir boşluk olabilir." Lyra'nın kollarını nazikçe indirdi ve onu oturmayazorladı. Korkan Pantalaimon hemen Lyra'nın kucağınasüzüldü. Kedi cin çekinerek Will'e yaklaştı. Henüz bir-birlerine dokunmamışlardı, ama Will elini onun üzerinekoydu ve kedi yüzünü onun parmaklarına yasladı, son-ra narince kucağına çıktı. "Dedi ki..." diye başladı Lyra yutkunarak, "insanlarındiğer dünyalarda, etkilenmeden biraz zaman geçirebile-ceklerini söyledi. Bu mümkün. Biz de yaptık, değil mi?Ölüler dünyasına gitmek için yaptığımız şey dışında, hâ-lâ sağlıklıyız, değil mi?" "Biraz zaman geçirebilirler, ama uzun zaman değil,"dedi Will. "Babam kendi dünyasından, benim dünyam-628

dan on sene boyunca uzak kaldı. Onu bulduğumda öl-mek üzereydi. On senecik." "Ama ya Lord Boreal? Sir Charles? O bayağı sağlıklıy-dı, değil mi?" "Evet, ama unutma, o her dilediğinde kendi dünyası-na dönüp, yine sağlıklı olabiliyordu. Sen onu ilk orada,senin dünyanda gördün. Kimsenin bilmediği gizli birpencere bulmuş olmalı.""Eh, bunu biz de yapabiliriz!""Yapabiliriz, ama..."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bütün pencereler kapatılmalı," dedi Pantalaimon."Hepsi.""Ama nereden biliyorsun?" diye sordu Lyra. "Bir melek söyledi," dedi Kirjava. "Bir melekle karşı-laştık. Bütün bunları bize o anlattı. Başka şeyler de an-lattı. Bu doğru Lyra." "Nasıl bir melekmiş bu?" dedi Lyra tutkuyla, kuşkula-narak."Dişi bir melek," dedi Kirjava. "Ben dişi melek diye bir şey duymadım. Belki yalansöylemiştir." Will bir başka olasılığı düşünüyordu. "Tüm diğer pen-cereleri kapadığımızı düşün," dedi, "ve ihtiyacımız oldu-ğunda bir tane açtığımızı ve çabucak geçip hemen kapa-dığımızı -bu güvenli olurdu, değil mi? Toz'un kaçmasıiçin fazla zaman tanımasak?""Evet!"629

"Kimsenin bulamayacağı bir yerde açardık," diye de-vam etti Will, "ve yalnızca ikimiz bilirdik...""Ah, bu işe yarayabilir! Eminim yarar!" dedi Lyra. "Bir dünyadan diğerine geçebiliriz ve sağlıklı kalı-rız..." Ama cinler huzursuzdu. Kirjava, "Hayır, hayır," diyemırıldanıyordu. "Heyulalar..." dedi Pantalaimon. "Melekbize Heyulalardan da bahsetti." "Heyulalar mı?" dedi Will. "Savaşta ilk defa Heyulagördük. Onlara ne olmuş?" "Şey, onların nereden geldiğini öğrendik," dedi Kirja-va. "En kötüsü de bu: Onlar uçurumun çocukları gibi.Ne zaman bıçakla pencere açsan, bir Heyula yaratıyor-sun. Sanki uçurumun küçük bir parçası dışarı süzülüp,dünyaya giriyormuş gibi. Cittâgazze dünyası onun içinHeyulalarla doluydu; orada açık bıraktıkları onca pence-re yüzünden." "Ve Toz'la beslenerek büyüyorlar," dedi Pantalaimon."Bir de, cinlerle. Çünkü Toz ve cinler benzer; en azındanyetişkin cinler öyle. Ve Heyulalar beslendikçe büyüyüpgüçleniyor..." Will yüreğinde ağır bir dehşet hissetti. Aynı dehşetihisseden ve Will'i rahatlatmak isteyen Kirjava onun göğ-süne yaslandı. "Yani bıçağı kullandığım her seferinde," dedi Will,"ama her seferinde, bir Heyula yarattım, öyle mi?"Mağarada bıçağı tekrar döverken İorek Byrnison'un630

söylediklerini hatırladı: Bıçağın kendi başına ne yaptığı-nı bilmiyorsun. Senin niyetin iyi olabilir. Bıçağın dakendi niyeti var.Lyra'nın ızdırapla irileşmiş gözleri onu izliyordu. "Ah, yapamayız Wû\\" dedi. "İnsanlara bunu yapama-yız -başka Heyulalar salıveremeyiz, neler yaptıklarınıgördükten sonra olmaz!" "Tamam," dedi Will cinini göğsüne bastırıp ayağa kal-karak. "O zaman yapmamız gereken -birimizin yapmasıgereken- ben senin dünyana gelirim ve..." Lyra onun ne diyeceğini biliyordu. Onun, daha tanı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

maya bile başlamadığı güzel, sağlıklı cine sarılmasınabaktı ve annesini düşündü. Will'in de onu düşündüğünübiliyordu. Onu terk edip, ne kadar zamanları kalmışsa,onu Lyra'yla geçirmek -bunu yapabilir miydi? WillLyra'yla yaşayacaktı belki, ama Lyra onun kendi kendiy-le yaşayamayacağını biliyordu. "Hayır," diye bağırdı, ayağa fırlayıp Will'e yaklaşarak.Oğlanla kız çaresizlik içinde birbirlerine sarılırken, Kirja-va ile Pantalaimon kumların üzerinde bir araya geldiler."Ben yapacağım Will! Biz senin dünyana geleceğiz veorada yaşayacağız! Ben ve Pan, hastalansak da önemlideğil -biz güçlüyüz, iddiaya girerim uzun zaman daya-nırız- muhtemelen senin dünyanda iyi doktorlar da var-dır -Dr. Malone bilir! Alı, böyle yapalım!" Will başını iki yana sallıyordu. Will onun yanakların-da ışıldayan gözyaşlarını gördü.631

"Sence buna dayanabilir miyim Lyra?" dedi. "Ben gün-begün büyüyüp güçlenirken senin hastalanmanı, solupgitmeni ve sonunda ölmeni izleyerek mutlu olabilir mi-yim? On sene... Bu hiçbir şey demek. Çabucak gelip ge-çer. Yirmilerimizde oluruz. O kadar da uzakta değil. Birdüşün Lyra, sen ve ben büyümüşüz, yapmak istediğimizonca şeyi yapmaya yeni yeni hazırlanıyoruz... ve sonra...her şey sona eriyor. Sence, sen öldükten sonra yaşama-ya dayanabilir miyim? Ah, Lyra, tıpkı senin Roger'ı takipetmen gibi, hiç düşünmeden senin peşinden ölüler dün-yasına gelirim. Ve iki yaşam boş yere harcanmış olur,benim hayatım da seninki gibi boşa gider. Hayır, tüm ha-yatımızı birlikte geçirmeliyiz, güzel, uzun ve dolu doluyaşamlarımız olmalı, ve onları birlikte geçiremeyecek-sek, biz... biz ayrı yaşamalıyız." Lyra dudağını dişleyerek, Will'in dalgın bir ızdırapiçinde ileri geri yürümesini izledi. Will durdu ve dönerek devam etti: "Babamın söyledi-ği bir şey daha vardı, hatırlıyor musun? Semavi cumhuri-yeti olduğumuz yerde kurmamız gerektiğini söyledi. Bi-zim için başka yer olmadığını söyledi. Kastettiği buydu,şimdi anlayabiliyorum. Ah, çok acı. Lord Asriel'den veonun yeni dünyasından bahsettiğini düşündüm, ama bi-zi kastediyordu, seni ve beni kastediyordu. Kendi dün-yalarımızda yaşamak zorundayız..." "Aletiyometreye soracağım," dedi Lyra. "O bilir. Ne-den daha önce aklıma gelmedi, bilmiyorum."632

Bir eliyle yanaklarını silerek yere oturdu ve diğer eliy-le sırt çantasına uzandı. Onu her yere götürüyordu: Son-raki senelerde, Will onu düşündüğünde, hep omzunda-ki küçük çantasıyla gözlerinin önüne getirecekti. Lyra,Will'in bayıldığı hızlı hareketiyle, saçlarını çabucak ku-laklarının arkasına attı ve siyah kadife bohçayı çıkardı. "Görebiliyor musun?" dedi Will. Ay parlaktı, ama ale-tin üstündeki simgeler çok küçüktü. "Nerede olduklarını biliyorum," dedi Lyra. "Ezberle-dim. Şimdi sus..." Bağdaş kurdu ve eteğini bacaklarının üzerine çekti.Will tek dirseğine yaslanarak izledi. Beyaz kumlardan

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yansıyan parlak ay ışığı Lyra'nın yüzünü aydınlatıyor,sanki içindeki bir başka parlaklığı dışarı çekiyordu.Lyra'nm gözleri ışıldıyordu ve yüzünde öyle ciddi, öyledalgın bir ifade vardı ki, benliğinin her zerresi aşkla do-lu olmasa, Will ona o anda yine âşık olabilirdi. Lyra derin bir nefes aldı ve çarkları çevirmeye başla-dı. Ama birkaç saniye sonra durdu ve aleti çevirdi."Yanlış yer," dedi kısaca ve yine başladı. Onu izleyen Will, âşık olduğu yüzü açıkça görebiliyor-du. Ve onu çok iyi tanıdığından -mutluyken, çaresizken,umutluyken ve üzgünken onu incelediğinden- yolundagitmeyen bir şey olduğunu görebiliyordu. Lyra'nm çabu-cak takınabildiği açık konsantrasyon ifadesinden eseryoktu. Bunun yerine, üzerine yavaş yavaş mutsuz bir şaş-kınlık çöküyordu. Gözleri hızla ve kararlılıkla kaymak ye-633

rine, simgeler üzerinde neredeyse rast gele dolaşıyordu. "Bilmiyorum," dedi başını iki yana sallayarak, "nelerolduğunu bilmiyorum... Çok iyi biliyorum, ama ne de-mek istediğini anlayamıyorum..." Derin, titrek bir nefes aldı ve aleti çevirdi. Ellerindetuhaf ve hantal görünüyordu. Fare biçimindeki Pantala-imon onun kucağına çıktı ve siyah pençelerini kristaledayayarak teker teker simgelere baktı. Lyra bir çarkı,sonra bir başkasını çevirdi, aleti tepetaklak etti ve sonraperişan halde Will'e baktı. "Ah, Will," diye bağırdı, "yapamıyorum! Beni terk et-ti!" "Şşş," dedi Will, "endişelenme. Onca bilgi hâlâ içindebir yerde. Sakin ol ve onu bul. Zorlama. Öylesine orayasüzül ve ona dokun..." Lyra yutkundu, başını salladı ve gözlerini öfkeyle bi-leğine sildi. Sonra, tekrar tekrar derin nefes aldı, amaWill onun çok gergin olduğunu görebiliyordu. ElleriniLyra'nın omuzlarına koydu ve onun titrediğini hissedin-ce sıkı sıkı sarıldı. Lyra geri çekildi ve yine denedi. Birkez daha simgelere baktı, bir kez daha çarkları çevirdi,ama eskiden kolaylıkla ve özgüvenle tırmandığı o gö-rünmez anlam basamakları orada değildi. Hiçbir simge-nin anlamını bilmiyordu.Dönüp Wiü'e sarıldı ve çaresizlik içinde konuştu.- "İşe yaramıyor -bilemiyorum- sonsuza dek gitti -yap-mam gereken onca şey için, ona ihtiyaç duyduğumda634

gelmişti- Roger'ı kurtarmak için, sonra ikimiz için -veşimdi yok, artık her şey bitti, beni terk etti... bundan kor-kuyordum, çünkü çok zor olmuştu- onu doğru düzgüngöremediğimi ya da parmaklarımın tutulduğunu falandüşünmüştüm, ama öyle değilmiş; güç beni terk ediyor-muş, solup gidiyormuş... Ah, gitti Will! Onu kaybettim!Bir daha asla dönmeyecek!" Çaresizlik içinde kendini bırakarak ağladı. Will'inelinden, ona sarılmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu.Onu nasıl teselli edeceğini bilmiyordu, çünkü haklı ol-duğu açıktı. Sonra iki cin tüylerini kabartarak yukarı baktı. Will ileLyra da bunu sezerek, onların bakışlarını izlediler ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gökyüzüne baktılar. Bir ışık onlara doğru geliyordu: ka-natları olan bir ışık. "Gördüğümüz melek," dedi Pantalaimon tahmin yü-rüterek. Doğru tahmin etmişti. Oğlan, kız ve iki cin onun yak-laşmasını izlerken, Xaphania kanatlarını iyice açtı vekumlara doğru süzüldü. Balthamos'la geçirdiği onca za-mana rağmen, Will bu karşılaşmanın tuhaflığına hazırlıklıdeğildi. Melek bir başka dünyanın ışığıyla parlayarak on-lara doğru gelirken, Will ve Lyra sıkıca el ele tutuştular.Giyinik değildi, ama bunun anlamı yoktu: Bir melek netür giysi giyebilir ki zaten? diye düşündü Lyra. Yaşlı mı,yoksa genç mi olduğunu anlamak güçtü, ama yüzündeciddi ve sevecen bir ifade vardı. Hem Will hem de Lyra,635

melek onların yüreklerinin içini biliyormuş gibi hissetti."Will," dedi melek, "senden yardım istemeye geldim.""Yardım mı? Ben sana nasıl yardım edebilirim?" "Bıçağın açtığı pencereleri nasıl kapayacağımı göster-meni istiyorum." Will yutkundu. "Sana gösteririm," dedi, "karşılığında,sen bize yardım eder misin?" "İstediğin şekilde değil. Neden bahsettiğinizi görebili-yorum. Hüznünüz havada izler bırakmış. Bu teselli olma-yacak, ama inanın bana, ikileminizden haberi olan hervarlık işlerin başka türlü olabilmesini diliyor: Ama engüçlü olanların bile boyun eğmesi gereken kaderler var-dır. Bunu değiştirmenize yardım etmek için yapabilece-ğim hiçbir şey yok." "Neden..." diye başladı Lyra ve sesinin zayıf, titrek ol-duğunu fark etti, "neden artık aletiyometreyi okuyamıyo-rum? Neden bunu bile yapamıyorum? Gerçekten iyi ya-pabildiğim bir şeydi bu ve artık o da yok -hiç var olma-mış gibi kayboluverdi..." "İnayetle okuyordun," dedi Xaphania ona bakarak,"ve çalışarak bu yetiyi yine kazanabilirsin.""Ne kadar sürer?""Bir ömür.""O kadar uzun..." "Ama bir ömür süren düşünce ve çabadan sonra,okumaların daha da iyi olacak, çünkü bilinçli anlayıştangelecek anlamlar. Bu şekilde edinilen inayet, serbestçe636

gelen inayetten daha derin, daha eksiksiz olur. Dahası,bir kez onu kazanınca, bir daha asla kaybetmezsin." " Tam bir ömür boyu diyorsun, değil mi?" diye fısılda-dı Lyra. "Koskoca, uzun bir ömür? Yalnızca... yalnızca...birkaç sene değil...""Evet, öyle diyorum," dedi melek. "Peki, tüm pencereler mi kapatılmak zorunda?" dediWill. "En sonuncusuna kadar?" "Şunu anlamalısınız," dedi Xaphania. "Toz sürekli de-ğildir. Hep aynı olan sabit bir miktarda değildir. Toz'ubilinçli varlıklar yaratır -düşünerek, hissederek, ölçüpbiçerek, bilgelip kazanıp başkalarına aktararak onu de-vamlı yenilerler. "Dünyalarmızdaki herkesin bunu yapmasına yardım

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ederseniz, onların her şeyin nasıl işlediğini, kendilerinive başkalarını bilmesine ve anlamasına yardım ederse-niz, onlara zalim değil nazik, aceleci değil sabırlı, aksideğil neşeli olmanın yolunu gösterirseniz, ve her şeydenöte, zihinlerini açık, özgür ve meraklı tutmayı öğretirse-niz... O zaman bir pencereden akıp gideni yenilemeyeyetecek kadar fazla Toz üretirler. O zaman bir pencereaçık kalabilir." Will heyecanla titriyordu. Zihni tek bir konuya atladı:kendi dünyası ile Lyra'nın dünyası arasında açık kalacakyeni bir pencereye. Bu onların sırrı olacaktı, her diledik-lerinde pencereden geçebilecekler, bir süre diğerinin

dünyasında yaşayacaklar ve hiçbir dünyada sürekli yaşa-637

madıklarından cinleri sağlıklı kalacaktı. Ve birlikte büyü-yebileceklerdi ve belki, çok daha sonra, iki dünyanın dagizli vatandaşı olan çocukları olabilirdi. Bir dünyadakibütün öğretileri diğerine taşıyabilirler, bir sürü iyilik ya-pabilirlerdi...Ama Lyra başını iki yana sallıyordu."Hayır," dedi sessiz bir feryatla, "yapamayız Will..." Will aniden onun ne düşündüğünü anladı ve aynı acı-lı sesle ekledi: "Hayır, ölüler...""Pencereyi onlar için açık tutmalıyız! Zorunluyuz!""Evet, aksi halde..." "Ve onlara yetecek kadar Toz yaratmalıyız will, kipencere açık kalabilsin..."Lyra titriyordu. Will ona sarılırken çok küçük hissetti. "Ve eğer bunu yaparsak," dedi Will titreyerek, "hayat-larımızı doğru düzgün yaşayabilirsek ve bunu yaparkenonları düşünürsek, harpilere anlatacak bir şeylerimizolur. İnsanlara bunu anlatmalıyız Lyra." "Gerçek hikâyeler, evet," dedi Lyra, "harpilerin dinle-mek istediği gerçek hikâyeler. Evet. İnsanlar ömürlerinidoldurduğunda, eğer onlara anlatacak bir şeyleri olmaz-sa, ölüler dünyasından asla ayrılamazlar. Onlara bunuaçıklamalıyız Will.""Ama yalnız...""Evet," dedi Lyra, "yalnız." Yalnız sözcüğü üzerine, Will içinden bir yerden büyükbir öfke ve ümitsizlik dalgasının yükseldiğini hissetti. San-638

ki zihni bir okyanustu ve büyük bir sarsıntıyla çalkalanı-yordu. Hayatı boyunca yalnızlık çekmişti ve şimdi yineyalnız kalmak zorundaydı, sahip olduğu bu son derecekıymetli nimet geri alınacaktı. Will dalganın büyüdükçebüyüdüğünü, yükseldiğini, gökyüzünü kararttığını; zirve-nin titrediğini ve taşmaya başladığını; o muazzam kitle-nin, arkasındaki okyanusun ağırlığıyla, demir destekli ge-lecek kıyısına çarptığını hissetti. Ve hayatı boyunca hiçtatmadığı türden bir öfke ve acıyla inler ve titrer, yükseksesle ağlarken buldu kendini. Kollarındaki Lyra'nın dakendisi kadar çaresiz olduğunu gördü. Ama dalga gücü-nü harcadı ve sular çekildi, geride yalnızca kasvetli kaya-lar kaldi. Kaderle tartışmak imkânsızdı. Ne Will'in ne deLyra'nın ümitsizliği onları tek bir santim oynatabilmişti.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Öfkesinin ne kadar sürdüğüne dair en ufak fikri yok-tu. Ama sonunda dinmeye başladı, sarsıntıdan sonra ok-yanus biraz daha sakinleşti. Sular hâlâ çalkantılıydı, bel-ki bir daha asla gerçekten dingin olmayacaklardı, ama obüyük kuvvet geçip gitmişti. Meleğe döndüler ve onun anladığını, onlar kadarüzüldüğünü gördüler. Ama melek ileriyi onlardan dahaiyi görebiliyordu ve yüzünde sakin bir umut da vardı. Will sertçe yutkundu. "Tamam," dedi. "Pencereninnasıl kapatılacağını sana göstereceğim. Ama ilk önce birtane açmam ve bir Heyula daha yaratmam gerek. Onlar-dan hiç haberim yoktu, yoksa daha dikkatli olurdum.""Biz Heyulaların icabına bakarız," dedi Xaphania.639

Will bıçağı çıkardı ve denize döndü. Ellerinin titreme-diğini görerek şaşırdı. Kendi dünyasına bir pencere açtıve kendilerini büyük bir imalathaneye ya da kimyasalfabrikaya bakarken buldular. Binalar arasında karmaşıkborular uzanıyordu, depolama tankları vardı ve her kö-şede ışıklar parlıyor, havaya buhar bulutları saçılıyordu. "Meleklerin bunu yapmayı bilmediğini düşünmek tu-haf geliyor," dedi Will."Bıçak bir insan icadı."

"Ve siz, bir tanesi dışında bütün pencereleri kapata-caksınız," dedi Will. "Ölüler dünyasına açılan penceredışındakileri." "Evet, söz veriyorum. Ama koşullu bir söz ve koşulubiliyorsunuz.""Evet, biliyoruz. Kapatacak çok pencere var mı?" "Binlerce. Bombanın açtığı korkunç uçurum var, son-ra Lord Asriel'in kendi dünyasında açtığı büyük pencerevar. İkisinin de kapatılması gerek ve kapatılacaklar da.Ama pek çok başka küçük pencere var. Başka şekiller-de açılan, bazıları toprağın derinliklerinde, bazıları yük-seklerde olan pencereler." "Baruk ve Balthamos dünyalar arasında yolculuk et-mek için bu tür pencereleri kullandıklarını söylemişti.Melekler artık bunu yapamayacak mı? Bizim gibi, tek birdünyayla mı sınırlı kalacaksınız?" "Hayır, bizim yolculuk etmek için başka yollarımızvardır."640

"Sizin yolunuz," dedi Lyra, "onu bizim de öğrenme-miz mümkün mü?" "Evet. Tıpkı Will'in babası gibi, siz de öğrenebilirsiniz.Sizin imgelem dediğiniz yetenekten faydalanıyor. Amabu, bir şeyler uydurmak anlamına gelmiyor. Bu, bir gör-me biçimi." "O zaman, gerçek bir yolculuk değil," dedi Lyra. "Yal-nızca öyleymiş gibi yapma..." "Hayır," dedi Xaphania, "öyleymiş gibi yapma değil.Rol yapmak kolaydır. Bu yol ise zor, ama çok daha ha-kiki." "Aletiyometre gibi mi?" dedi Will. "Öğrenmek için ko-ca bir ömür mü gerekiyor?" "Uzun uzun çalışmak gerekiyor, evet. Çalışmadan ol-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

maz. Parmaklarınızı şıklatınca, bir armağan gibi gelivere-ceğini mi sanmıştınız? Sahip olmaya değer olan, çalışma-ya değer olandır. Ama ilk adımları atmış olan bir dostu-nuz var, o size yardım edebilir." WilPin bu kişinin kim olduğuna dair en ufak fikriyoktu ve o anda sorma havasında değildi. "Anlıyorum," dedi içini çekerek. "Peki, seni bir dahagörebilecek miyiz? Kendi dünyalarımıza döndüğümüzdemeleklerle konuşabilecek miyiz?" "Bilmiyorum," dedi Xaphania. "Ama zamanınızı bunubekleyerek harcamamaksınız.""Ve bıçağı kırmalıyım," dedi Will."Evet."641

Onlar konuşurken, pencere yanlarında açık duruyor-du. Fabrikada ışıklar parlıyor, işler sürüyordu; makinelerdönüyor, kimyasallar karışıyor, insanlar mal üretiyor, ek-meklerini kazanıyordu. Will'in ait olduğu dünya buydu."Eh, ne yapman gerektiğini göstereceğim," dedi Will. Meleğe, tıpkı Giacomo Paradisi'nin ona gösterdiği gi-bi, pencerenin kenarlarını yoklamayı, parmak uçlarıylahissetmeyi ve sıkıştırıp bir araya getirmeyi öğretti. Pen-cere yavaş yavaş kapandı ve fabrika görünmez oldu. "Keskin bıçağın açmadığı pencereler," dedi Will."Hepsini kapamak şart mı? Çünkü, Toz yalnızca bıçağınaçtığı pencerelerden kaçıyor kuşkusuz. Diğerleri binler-ce senedir orada olmalı, ve Toz hâlâ var." "Hepsini kapamalıyız," dedi melek, "çünkü kalanpencere olduğunu düşünürsen, hayatını pencere araya-rak geçirirsin ve sahip olduğun zamanı boşa harcamışolursun. Kendi dünyanda yapman gereken başka işlervar, çok daha önemli ve kıymetli işler. Artık başka dün-yalara yolculuk etmek yok." "O zaman, ne iş yapmam gerekiyor?" dedi Will, amahemen devam etti, "hayır, bir daha düşününce, söyleme.Ne yapacağıma ben karar vereceğim. Bana işimin savaş-mak ya da şifa vermek ya da keşif yapmak ya da her-hangi bir başka şey olduğunu söylersen, onun hakkındadüşünüp duracağım. Sonunda o işi yaparsam, buna içer-leyeceğim, çünkü başka seçeneğim olmamış gibi gele-cek. Yapmazsam da, yapmam gerektiğini düşünerek vic-642

dan azabı çekeceğim. Ne yaparsam yapayım, ben seç-meliyim, başkaları değil."

"Bilgelik yolunda ilk adımları atmışsın," dedi Xaphania."Denizin üzerinde bir ışık var," dedi Lyra. "Sizi evinize götürecek arkadaşlarınızı getiren gemi o.Yarın burada olacaklar." Yarın sözcüğü ağır bir darbe gibi indi. Lyra FarderCoram'ı, Lord Faa'yı ve Serafina Pekkala'yı görmeye gö-nülsüz olacağını hiç düşünemezdi. "Ben artık gidiyorum," dedi melek. "Öğrenmem gere-keni öğrendim." Hafif, serin kollarıyla ikisine sarıldı ve alınlarındanöptü. Sonra eğilip cinleri öptü. O kanatlarını açar, hızlayükselirken cinler de kuş olup onunla uçtular. Melek bir-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kaç saniye sonra gözden kayboldu.O gittikten biraz sonra Lyra hafifçe inledi."Ne oldu?" dedi Will. "Annemle babama ne olduğunu sormadım —artık ale-tiyometreye de soramıyorum... acaba onu kullanmayıöğrenebilecek miyim?"Yavaşça oturdu ve Will de onun yanma sokuldu. "Ah, Will," dedi Lyra, "ne yapabiliriz? Elimizden negelir? Sonsuza dek seninle yaşamak istiyorum. Ölenedek her gün, seneler, seneler, seneler boyunca seni öp-mek, seninle uzanmak ve seninle uyanmak istiyorum.Bir anı, basit bir anı istemiyorum...""Hayır," dedi Will, "anılar yetmiyor. Benim istediğim643

senin kendi saçın, dudakların, kolların, gözlerin ve elle-rin. Bir şeyi bu kadar sevebileceğimi hiç bilmiyordum.Ah, Lyra, keşke bu gece hiç bitmeseydi! Keşke bu şekil-de, burada kalabilseydik ve dünya dönmeyi.bıraksaydı,herkes uykuya dalsaydı..." "Bizden başka herkes! Sen ve ben sonsuza dek bura-da yaşasaydık ve sırf birbirimizi sevseydik." "Ne olursa olsun, seni sonsuza dek seveceğim. Ölenedek ve öldükten sonra da. Ölüler diyarından çıktıktansonra, seni bulana dek tüm atomlarımla süzüleceğim..." "Ben de seni arayacağım Will, her anımı seni araya-rak geçireceğim. Ve birbirimizi bulduğumuzda öyle sıkısarılacağız ki, hiçbir şey, hiç kimse bizi ayıramayacak.Benim bütün atomlarım ve senin bütün atomların... Kuş-larda, çiçeklerde, yusufçuklarda, çam ağaçlarında, bulut-larda ve güneş ışınlarında yüzerken gördüğün o minikışık zerrelerinde yaşayacağız... Ve atomlarımızla yeni ya-şamlar yaratılırken, yalnızca bir tanesini alamayacaklar,iki tane almaları gerekecek; bir tane senden, bir tanebenden, öylesine ayrılmaz olacağız işte..."Yan yana, el ele yatıp gökyüzüne baktılar. "Hatırlıyor musun," diye fısıldadı Lyra, "Ci'gazze'dekikafeye ilk kez gelmiştin ve hiç cin görmemiştin?" "Ne olduğunu anlamamıştım. Ama seni gördüğümde,senden hemen hoşlanmıştım, çünkü cesurdun.""Hayır, ilk önce ben senden hoşlandım.""Hiç de değil! Benimle kavga ettin!"644

"Şey," dedi Lyra, "evet. Ama sen bana saldırdın." "Hiç de saldırmadım! Sen koşa koşa gelip bana sal-dırdın.""Evet, ama hemen durdum.""Evet, ama," diye takıldı Will yumuşak bir sesle. Onun titrediğini hissetti. Sonra, ellerinin altındaLyra'nm sırtındaki narin kemikler yükselip alçalmayabaşladı ve Will onun sessiz sessiz ağladığını duydu.Onun sıcak saçlarını, narin omuzlarını okşadı, yüzünütekrar tekrar öptü ve bir süre sonra Lyra ürpererek derinderin içini çekti ve kıpırtısız kaldı. Cinler yere inip şekil değiştirdiler. Yumuşak kumlarınüzerinde ikisine yaklaştılar. Lyra onları selamlamak içindoğrulup oturdu ve Will onun, biçim değiştirmelerinerağmen, hangi cinin hangisi olduğunu hemen anlayabil-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mesine şaştı. Pantalaimon şimdi, adını çıkaramadığı birhayvan olmuştu: Büyük, güçlü bir dağgelinciğine benzi-yordu, kürkü kızıl-altındı, kıvrak, yılankavi ve zarifti. Kir-java yine kedi olmuştu. Ama normal büyüklükte bir ke-di değildi, kürkü gür ve parlaktı, bin farklı ışıltıya verenk tonuna sahipti -mürekkep siyahı, gölge grisi, ay ışı-ğıyla aydınlanan gökyüzü altındaki derin bir gölün ma-visi, pus-lavanta-ay ışığı-sis... Çapraşık sözcüğünün anla-mını kavramak için onun kürküne bakmanız yeterliydi. "Ağaç sansarı," dedi Will, Pantalaimon'u anlatan söz-cüğü bularak, "bir çam sansarı.""Pan," dedi Lyra, cini kucağına süzülürken, "artık faz-645

la değişmeyeceksin, değil mi?""Hayır," dedi Pan. "Tuhaf," dedi Lyra, "küçükken, senin değişmeyi bı-rakmanı hiç istemiyordum... Eh, artık o kadar aldırmam.Ama yalnızca, bu şekilde kalırsan." Will elini onunkinin üzerine koydu. Yeni bir ruh ha-line girmişti; kararlı ve huzurlu hissediyordu. Ne yaptığı-nı, bunun ne anlama geldiğini çok iyi bilerek, Lyra'nıncininin kızıl-altın kürkünü okşadı. Lyra'nm soluğu kesildi. Ama zevkle karışık şaşkınlığı,Will'in dudaklarına meyve verdiği zaman içinde akancoşkuya o kadar benziyordu ki, itiraz edemedi, çünkünefes nefese kalmıştı. Hızla çarpan bir yürekle, aynı şe-kilde karşılık verdi: Elini Will'in cininin ipeksi sıcaklığınauzattı ve eli kürkü kavrarken, Will'in tıpkı kendisi gibihissettiğini biliyordu. Aynı zamanda, üstlerinde âşıklarının elini hissettiktensonra iki cinin de bir daha değişmeyeceğini biliyordu.Hayat boyu bu şekilde kalacaklardı: Başka bir şekil iste-meyeceklerdi. Böylece, bu mutlu keşfi onlardan önce başka âşıkla-rın yapıp yapmadığını merak ederek, dünya yavaşça dö-ner ve ay ile yıldızlar üstlerinde yanarken birlikte uzan-dılar.646

38Botanik Bahçesi Çingenler ertesi gün öğleden sonra geldiler. Liman ol-madığı için, gemiyi biraz açıkta demirlemeleri gerekti.John Faa, Farder Coram ve kaptan, Serafina Pekkala'mnrehberliğinde, kayıkla karaya çıktılar. Mary mulefaya bildiği her şeyi anlatmıştı. Çingenler ge-niş kumsala çıktıklarında, onları selamlamak üzere bekle-yen meraklı bir kalabalık vardı. İki taraf da birbirlerineduydukları merakla yanıyordu elbette, ama John Faauzun hayatı boyunca nezaketi ve sabrı çok iyi öğrenmiştive bu tuhaf halkın batı Çingenlerinin Efendisi'nden yal-nızca zarafet ve dostluk görecekleri konusunda kararlıydı. Böylece, o sıcak güneş altında ayakta bekleyip ihtiyarzalif Sattamax'm -Mary'nin elinden geldiğince tercümeettiği- hoş geldin konuşmasını dinledi. John Faa konuş-maya karşılık verdi, anayurdunun Bataklıklarından ve suyollarından selam getirdiğini söyledi. Bataklıklardan köye doğru ilerlerken, mulefa Farder

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Coram'ın ne kadar zor yürüdüğünü gördü ve hemen onu647

taşımayı önerdi. Farder Coram minnetle kabul etti vetoplanma yerine bu şekilde vardıklarında Will ile Lyraonları karşılamaya geldi. Lyra bu sevgili insanları görmeyeli sanki bir çağ geç-mişti! En son, çocukları Hamhumlardan kurtarmaya gi-derken, Arktik karları içinde görüşmüşlerdi. Neredeyseutanıyordu ve el sıkışmak için elini kararsızca uzattı.Ama John Faa ona sıkı sıkı sarıldı ve iki yanağından öp-tü. Farder Coram da aynısını yaptı, ona uzun uzun bak-tıktan sonra sıkıca göğsüne bastırdı. "Çok büyümüş John," dedi Farder Coram. "Kuzey di-yarlarına götürdüğümüz o küçük kızı hatırlıyor musun?Ona bir de şimdi bak. Lyra, tatlım, bir meleğin diline sa-hip olsaydım bile, seni gördüğüme ne kadar sevindiğimianlatamazdım sana." Ama incinmiş görünüyor, diye düşündü, öylesine kırıl-gan ve bitkin görünüyor. Ve Will'in yanından ayrılmadığı,düz siyah kaşlı oğlanın onun her an nerede olduğunu bil-diği ve fazla uzaklaşmasına asla fırsat vermediği ne FarderCoram'ın ne de John Faa'nın gözünden kaçtı. Yaşlı adamlar WilPi saygıyla selamladılar, çünkü Sera-fina Pekkala onlara WilPin yaptıklarını biraz anlatmıştı.Wili ise Lord Faa'nın varlığının muazzam gücüne, neza-ketle yumuşayan gücüne hayran oldu ve büyüdüğündeböyle davranmanın harika olacağını düşündü. John Faabir sığmak, güçlü bir barınaktı."Dr. Malone," dedi John Faa, "temiz su almamız gere-648

kiyor. Bir de, dostlarınız ne tür yiyecekler satmaya razıolursa, onları. Dahası, adamlarımız uzun süredir gemide,ve zaman zaman da savaştık. Kıyıya çıkıp bu topraklarınhavasını solumaları, ailelerine yaptıkları yolculuk hak-kında anlatacak bir şeyler görmeleri bir nimet olurdu." "Lord Faa," dedi Mary, "mulefa, ihtiyaç duyduğunuzher şeyi sağlayacağını söylememi istedi. Bu akşam gelipyemeklerini paylaşırsanız şeref duyacaklar.""Zevkle kabul ederiz," dedi John Faa. Böylece, üç dünyanın halkları o akşam birlikte oturupekmek, et, meyve ve şarap paylaştılar. Çingenler ev sa-hiplerine kendi dünyalarının dört köşesinden armağan-lar sundular: jenniver çömlekleri, mors dişinden oyma-lar, Türkistan'dan ipek halılar, İsveç madenlerinden gü-müş kaplar, Kore'den mineli tabaklar. Mulefa onları sevinçle aldı ve karşılığında kendi zana-atlarının eseri olan nesneler sundu: kadim düğüm ağa-cından nadir kaplar, en iyi sicim ve halatlarından yumak-lar ve kangallar, lake kaplı çanaklar, Bataklık'ta yaşayanÇingenlerin bile benzerini hiç görmediği kadar sağlamve hafif balık ağları. Ziyafeti paylaştıktan sonra kaptan ev sahiplerine te-şekkür edip gereken erzakı ve suyu gemiye taşıyan mü-rettebata göz kulak olmaya gitti, çünkü sabah olur olmazyelken açmayı planlıyorlardı. Onlar bunu yaparken, ihti-yar zalif konuklarına şöyle dedi:649

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Her şeyin üzerine büyük bir değişim çöktü. Ve bununsimgesi olarak, bize büyük bir sorumluluk bahşedildi.Bunun ne anlama geldiğini size göstermek istiyoruz. Böylece, John Faa, Farder Coram, Mary ve Serafina on-larla birlikte ölüler diyarına açılan pencerenin olduğu ye-re gittiler. Pencereden hâlâ sonsuz bir hayalet kalabalığıçıkıyordu. Mulefa pencerenin çevresine bir koruluk eki-yordu, çünkü orası onlar için kutsal bir yerdi artık. Onusonsuza dek koruyacaklardı, o bir sevinç kaynağıydı. "Eh, bu tam bir esrar," dedi Farder Coram, "ve bunugörecek kadar uzun yaşadığım için memnunum. Ölü-mün karanlığına gitmek hepimizin korktuğu bir şey. Nedersek diyelim, ondan korkuyoruz. Ama oraya inenleri-miz için bir çıkış yolu olması yüreğimi hafifletiyor." "Haklısın Coram," dedi John Faa. "Pek çok insanın öl-düğünü gördüm. Epey adamı karanlığa bizzat gönder-dim, ama her seferinde, savaşın öfkesi içinde oldu bu.Karanlıkta bir süre geçirdikten sonra yine böyle tatlı top-raklara çıkacağımızı bilmek, eh, insanın dileyebileceğien büyük umut." "Bu konuda Lyra ile konuşmalıyız," dedi Farder Co-ram, "ve nasıl olduğunu, ne anlama geldiğini öğrenme-liyiz." Atal ile diğer mulefaya veda etmek Mary'ye çok zorgeldi. Gemiye binmeden önce ona bir armağan verdiler:biraz tekerlek ağacı yağı konmuş lake bir şişe ve, en kıy-650

metli olarak da, küçük bir torba dolusu tohum. Senin dünyanda yetişmeyebilir dedi Atal, ama yetiş-mese bile, yağın olacak. Bizi unutma Mary. Asla, dedi Mary. Asla. Cadılar kadar uzun yaşasamve her şeyi unutsam bile, seni ve halkının iyiliğini aslaunutmayacağım Atal. Böylece eve dönüş yolculuğu başladı. Rüzgar hafifti,denizler sakindi ve o kar beyazı büyük kanatların ışıltı-sını birden çok kez görseler de, kuşlar ihtiyatlı davranıponlardan uzak durdular. Will ve Lyra her anlarını birlik-te geçiriyordu. İki haftalık yolculuk onlar için göz açıpkapayana dek geçti. Xaphania Serafina Pekkala'ya, tüm pencereler kapan-dığı zaman, dünyaların birbirlerine göre doğru konumageri döneceğini söylemişti. Lyra'nm Oxford'u ile Will'in-ki yine üst üste binecekti. Tıpkı iki film tabakasındakiimgeler gibi birleşene kadar birbirlerine yanaşacaklardı,ama asla birbirlerine gerçekten dokunamayacaklardı. Ama o anda birbirlerinden çok uzaktaydılar -Lyra'nmOxford'tan Cittâgazze'ye aldığı yol kadar uzak. WÜFinOxford'u buracıkta, yalnızca bir bıçak kesiği ötedeydi.Vardıkları zaman akşam çökmüştü. Çapa suya çarptığın-da, akşam güneşi yeşil tepelerin, kiremit çatıların, o ufa-lanmaya yüz tutmuş zarif yalı boyunun, Will ile Lyra'nmkarşılaştığı küçük kafenin üzerine sıcak sıcak yayılmıştı.Kaptan teleskopuyla uzun uzun aranmış, ama yaşam izibulamamıştı, ama John Faa, ne olur ne olmaz diye, ya-651

nma yarım düzine silahlı adam almaya karar verdi. Ayak-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

larına dolanmazlardı, ama gerekirse yanlarında olurdu. Son kez birlikte yemek yediler ve karanlığın çökme-sini izlediler. Will kaptana ve subaylarına, John Faa ileFarder Coram'a veda etti. Yolculuk boyunca onların far-kında değilmiş gibi davranmıştı ve onlar Will'i, Will'inonları gördüğünden daha açık seçik görmüştü: Genç,ama çok güçlü ve son derece üzgün birini görmüşlerdi. Sonunda, Will, Lyra, cinler, Mary ve Serafina Pekkalaboş şehirde yola koyuldular. Şehir gerçekten boştu; tekayak sesleri, yegane gölgeler onlarınkiydi. Lyra ve Willayrılacakları yere doğru el ele önden yürüyorlar, kadın-lar biraz geriden gelerek, iki kız kardeş gibi sohbet edi-yorlardı. "Lyra benim Oxford'uma küçük bir ziyarette bulun-mak istiyor," dedi Mary. "Aklında bir şey var. Sonra he-men geri dönecek.""Sen ne yapacaksın Mary?" "Ben mi? WilPle gideceğim elbette. Bu gece daireme-yani evime gideceğiz. Yarın ise gidip annesinin neredeolduğunu öğreneceğiz, onun iyileşmesi için ne yapabile-ceğimize bakacağız. Benim dünyamda bir sürü kanun vekural var Serafina. Yetkilileri tatmin etmek, bin ayrı soru-ya yanıt vermek gerek. Yasal konularda, sosyal hizmetler,barınma gibi işlerde ona yardım edeceğim ve onun anne-sine yoğunlaşmasına izin vereceğim. O güçlü bir çocuk...Ama ben ona yardım edeceğim. Dahası, benim ona ihti-652

yacım var. Artık bir işim yok, bankada fazla param dayok, polis peşime düşmüşse şaşırmam... Dünyamda, bü-tün bunlardan konuşabileceğim tek kişi o olacak." Sessiz sokaklarda yürüdüler, kapısı karanlığa açılankare bir kulenin yanından, kaldırımda masaları olan kü-çük bir kafenin önünden geçtiler ve ortasına palmiyeağaçları dizilmiş geniş bir bulvara çıktılar."Ben buradan geldim," dedi Mary. WilPin Oxford'taki sessiz banliyö yolunda gördüğü ilkpencere buraya açılıyordu. Pencerenin Oxford tarafı po-lis tarafından korunuyordu -ya da, Mary onları kandırıpgeçtiğinde öyleydi. Will'in oraya uzandığını ve ellerinihavada beceriyle oynattığını gördü. Pencere yok oldu."Bir daha baktıklarında şaşıracaklar," dedi Mary. Lyra, Serafina ile birlikte geri dönmeden önceMary'nin Oxford'una gitmeyi ve Will'e bir şey gösterme-yi planlıyordu. Pencere açarken dikkatli olmaları gereki-yordu elbette. Böylece, çocuklar önde, kadınlar arkadaCittâgazze'nin ay ışığıyla aydınlanmış sokaklarından geç-tiler. Sağda ağaçlarla dolu geniş, zarif bir arazi yüksele-rek, ay ışığı altında pudra şekeri gibi parlayan, klasik ve-randalı büyük bir eve uzanıyordu. "Bana cinimin şeklini söylediğinde," dedi Mary, "za-manımız olsaydı, onu nasıl göreceğimi bana öğretebile-ceğim belirtmiştin... keşke buna zaman bulabilseydik." "Eh, zamanımız var," dedi Serafina, "sohbet edip dur-muyor muyuz? Sana biraz cadı irfanı öğrettim. Benim653

dünyamdaki eski âdetler bunu yasaklıyor. Ama sen ken-di dünyana dönüyorsun ve eski âdetler değişiyor. Ben

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

de senden çok şey öğrendim. Öyleyse dinle beni: Bilgi-sayarında Gölgelerle konuşurken, belli bir zihinsel du-rumda oluyordun, değil mi?" "Evet... tıpkı Lyra aletiyometreyi kullanırken olduğugibi. Demek istediğin, bunu denersem?.." "Bu tek başına yeterli değil, aynı zamanda olağangörme yetini kullanmalısın. Şimdi bir dene." Mary'nin dünyasında bir tür resim vardı: İlk bakıştagelişigüzel renkli noktalardan oluşmuş görünüyordu,ama ona belli bir şekilde baktığınızda, sanki resim üçboyutlu oluyordu, kâğıdın önünde, biraz önce orada ol-mayan bir ağaç, bir yüz ya da şaşırtıcı ölçüde gerçek birbaşka şey görüyordunuz. Serafina'nm Mary'ye öğrettiği şey de buna benziyor-du. Normal şekilde görürken, aynı anda transa benzeyenbir ruh haline giriyor, adeta açık bir düş görmeye başlı-yor ve o durumda Gölgeleri görebiliyordu. Ama bu se-fer, noktaların arasında üç boyutlu bir resim görmek içinnasıl aynı anda iki ayrı yöne bakılması gerekiyorsa, onunda hem gündelik görüşü hem transı bir arada yakalama-sı gerekiyordu.Tıpkı nokta resimlerde olduğu gibi, aniden gördü. "Ah!" diye bağırdı ve düşmemek için Serafina'nm kolu-na tutundu, çünkü ağaçlık parkı çeviren demir çitin üze-rinde bir kuş oturuyordu: parlak siyah, kırmızı bacaklı,654

kıvrık sarı gagalı bir kuş, bir Alp kargası, tıpkı Serafina'nıntarif ettiği gibi. Kuş -bir erkek- az ötedeydi, eğleniyormuşgibi başını hafifçe yana eğmiş, Mary'yi izliyordu. Ama Mary o kadar şaşırmıştı ki, konsantrasyonunu yi-tirdi ve kuş kayboldu. "Bir kez yaptığına göre, bir dahaki sefer daha kolayolacak," dedi Serafina. "Kendi dünyandayken, aynı şekil-de diğer insanların cinlerini de görmeyi öğreneceksin.Ama, sana öğrettiğim gibi öğretmezsen, onlar senin veWill'in cinlerini göremeyecek.""Evet... Ah, bu olağanüstü. Evet!" Mary düşündü: Lyra kendi çiniyle konuştu, değil mi?Bu kuşu gördüğü gibi, işitebilir miydi? Beklentiyle ışılda-yarak yürümeye devam etti. İleride, Will bir pencere açıyordu. O ve Lyra kadınla-rı bekledi, sonra pencereyi kapadılar."Nerede olduğumuzu biliyor musun?" dedi Will. Mary çevresine bakındı. Şimdi bulundukları, Mary'nindünyasındaki yol sessizdi ve kenarına ağaçlar dizilmişti.Süs çalıları ile dolu bahçeleriyle, büyük Victoria dönemitarzı evler vardı. "Kuzey Oxford'ta bir yerde," dedi Mary. "Aslında, da-iremden pek uzak değil, ama tam olarak hangi yol oldu-ğunu bilmiyorum." "Ben Botanik Bahçesi'ne gitmek istiyorum," dediLyra."Tamam. Sanırım on beş dakikalık yürüyüş mesafe-

sinde. Bu taraftan..." Mary çifte görmeyi yine denedi. Bu sefer daha kolaygeldi. İşte, karga oradaydı, kendi dünyasında kaldırımınüzerine sarkan bir dala tünemişti. Mary ne olacağını gör-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mek için elini uzattı ve karga duraksamadan eline sıçra-dı. Mary hafif ağırlığı, parmağını kavrayan pençelerin sı-kışını hissetti ve nazikçe kargayı omzuna koydu. Karga,hayatı boyunca oradaymış gibi yerleşti. Eh, oradaydı, diye düşündü Mary ve yürümeye de-vam etti. High Street'te fazla trafik yoktu. Magdalen Koleji'ninkarşısındaki basamaklardan inip Botanik Bahçesi'ninbahçe kapısına yöneldiklerinde tamamen yalnızdılar.Süslü bahçe kapısının içinde taş oturaklar vardı. Mary ileSerafina orada beklerken Will ile Lyra demir çitin üzeri-ne tırmanıp bahçeye girdiler. Cinleri parmaklıkların ara-sından geçip bahçede, önden süzüldü."Bu taraftan," dedi Lyra, Will'in elini çekiştirerek. Onu geniş bir ağacın altındaki çeşmeli havuzun ya-nından geçirdi. Sonra sola dönüp, bitki tarhlarının ara-sından dev, çok gövdeli çam ağacına yöneldi. Üzerindebir kapı bulunan devasa bir taş duvar vardı. Bahçeninilerisinde ağaçlar daha genç ve daha düzensizdi. LyraWill'i bahçenin neredeyse sonuna götürüyordu. Küçükbir köprüden geçip alçak dallı ve geniş bir ağacın altın-daki tahta sıraya vardılar."Evet!" dedi. "Ben de böyle olacağını ummuştum. İş-656

te burada, tıpatıp aynı... Will, benim Oxford'umda, nezaman yalnız kalmak istesem, Pan ve ben buraya gelip,bu sıranın üzerine otururduk. Düşündüm ki, eğer sen-belki yalnızca senede bir kez- bir saatliğine falan, aynızamanda burada olursak, birbirimize yakınmışız gibi ya-pabiliriz -çünkü gerçekten yakın oluruz. Sen burada otu-rursun, ben de benim dünyamda burada..." "Evet," dedi Will, "yaşadığımız süre boyunca burayageleceğim. Dünyamda nerede olursam olayım, burayadöneceğim..." "Yazortası Günü," dedi Lyra. "Öğlen. Yaşadığım süreboyunca. Yaşadığım süre boyunca..." Will göremiyordu, ama Lyra'nm sıcak gözyaşlarınınakmasına izin vererek ona sıkı sıkı sarıldı. "Ve eğer biz -daha sonra..." diye fısıldadı Lyra titreye-rek, "eğer hoşlandığımız biriyle karşılaşıp evlenirsek, on-lara iyi davranmalıyız, devamlı karşılaştırma yapmamalı-yız, onlarla değil birbirimizle evlendiğimizi dilememeli-yiz... Ama senede bir kez, yalnızca bir saatliğine, sırf birarada olmak için buraya gelmeye devam etmeliyiz..." Birbirlerine sıkı sıkı sarıldılar. Dakikalar geçti; yakın-da, ırmağın üzerindeki bir su kuşu kıpırdanarak öttü; za-man zaman Magdalen Köprüsü'nden araba geçiyordu.Sonunda ayrıldılar."İşte böyle," dedi Lyra usulca. O anda, onunla ilgili her şey yumuşaktı; daha sonra,Will'in en sevdiği anılarından biri bu oldu -loşluğun yu-657

muşattığı gergin zarafeti, son derece yumuşak gözleri, el-leri ve özellikle de dudakları. Onu tekrar tekrar öptü, heröpücük sonuncusuna daha da yaklaşıyordu. Aşkla ağırlaşmış, yumuşamış halde kapıya geri yürü-düler. Mary ve Serafina bekliyordu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Lyra..." dedi Will ve Lyra, "Will," diye yanıt verdi. Will Cittâgazze'ye bir pencere açtı. Büyük evi çevirenağaçlığın derinliklerinde, ormanın yakımndaydılar. Sonkez pencereden geçtiler ve sessiz şehre, ay ışığı altındaparlayan kiremit çatılara, onların üzerinde yükselen ku-leye, dingin denizde bekleyen aydınlık gemiye baktılar. Will Serafina'ya döndü ve sesinin titremesini önleme-ye çalışarak konuştu. "Yaz evinde bizi kurtardığın vebaşka her şey için teşekkür ederim Serafina Pekkala. Lüt-fen, yaşadığı sürece Lyra'ya iyi bak. Benim onu sevdiğimkadar kimse sevilmemiştir." Yanıt olarak, cadı kraliçesi onu iki yanağından öptü.Lyra Mary'ye bir şeyler fısıldıyordu. Sonra onlar da ku-caklaştılar ve son pencereden ilk önce Mary, sonra Willgeçip Botanik Bahçesi'ndeki ağaçların gölgesine kendidünyalarına döndüler. İşte şimdi neşeli olmak lazım, diye düşündü Will, be-cerebildiğince kuvvetle, ama pençelerini yüzüne geçir-mek, gırtlağım paralamak isteyen savaşkan bir kurdukollarında kıpırtısız tutmaya çalışmaktan farksızdı. Yinede elinden geleni yaptı ve bunun gerektirdiği çabayıkimsenin görmediğini düşündü.658

Lyra'nın da aynı şeyi yaptığını, gülümsemesindekigerginliğin bunun işareti olduğunu biliyordu.Lyra yine de gülümsüyordu. Son öpücükleri telaşlı ve beceriksizce oldu, elmacıkkemikleri çarpıştı, Lyra'nın gözyaşı WilPin yüzüne bulaş-tı. İki cin de öpüşerek veda ettiler. Pantaiaimon eşiktenaşıp Lyra'nın kollarına sıçradı. Sonra Will pencereyi ka-padı. İşi bittiğinde Lyra gitmişti. "Şimdi..." dedi olağan davranmaya çalışarak, ama ay-nı zamanda Mary'ye sırtını dönmek zorunda kalarak, "bı-çağı kırmalıyım." Her zamanki şekilde havada arandı ve bir boşluk bul-du, sonra daha önce olan şeyi hatırlamaya çalıştı. Mağa-rada bir pencere açmak üzereydi ve Mrs. Coulter aniden,anlaşılmaz bir biçimde, ona annesini hatırlatmıştı. Will,bıçağın kesemediği bir şeyle karşılaştığı için kırıldığınıdüşünüyordu. O şey, annesine duyduğu sevgiydi. Bu yüzden, şimdi de bunu denedi, annesinin yüzünüson gördüğü haliyle hatırlamaya çalıştı, Mrs. Cooper'mküçük holündeki korkulu, şaşkın halini. Ama işe yaramadı. Bıçak havayı kolaylıkla kesti veşiddetli bir yağmur fırtınasının olduğu bir dünyaya pen-cere açıldı: Büyük damlalar bu yana geçerek ikisini bir-den şaşırttı. Will pencereyi çabucak kapadı ve bir an şaş-kınlık içinde durdu. Cini onun ne yapması gerektiğini biliyordu. Basitçe,"Lyra," dedi.659

Elbette. Will başını salladı. Bıçağı sağ elinde tutarak,sol elini Lyra'nın gözyaşının değdiği yere bastırdı. Bu sefer, bıçak sert bir çatırtıyla kırıldı ve çeliği pa-ramparça olarak yere düştü, bir başka evrendeki yağ-murla ıslanmış taşların üzerinde ışıldadı. Will diz çöküp parçaları dikkatle topladı. Kirjava, ke-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

di gözleri sayesinde, hepsini bulmasına yardım etti.Mary sırt çantasını omuzladı. "Eh," dedi, "şimdi beni dinle Will. Sen ve ben pek azkonuştuk... Yani, hâlâ yabancı sayılırız. Ama SerafinaPekkala ve ben birbirimize bir söz verdik. Biraz önceLyra'ya da bir söz verdim. Başka söz vermiş olmasaydımbile, aynı konuda sana bir söz verirdim. Eğer izin verir-sen, yaşamlarımızın geri kalanı boyunca dostun olurum.İkimiz de yalnızız ve sanırım ikimiz de bir tür... Demekistediğim, bu konuda konuşabileceğimiz, birbirimizdenbaşka kimsemiz yok... hem, ikimiz de cinlerimizle yaşa-maya alıştık... Ve ikimizin de başı dertte ve eğer bu bizeortak bir nokta vermiyorsa, ne verir bilmiyorum." "Başın dertte mi?" dedi Will ona bakarak. Kadınınaçık, dostcanlısı ve akıllı yüzü bakışlarına karşılık verdi. "Şey, ayrılmadan önce laboratuvarda bazı eşyaları kır-dım, sahte kimlik kartı yaptım ve... Başa çıkamayacağı-mız bir şey değil. Senin sorunun... onunla da başa çıka-rız. Anneni bulur, doğru düzgün tedavi olmasını sağlarız.Ve yaşayacak bir yere ihtiyacın olursa, eh, benimle yaşa-maya bir şey demezsen ve ayarlayabilirsek, onların yuva660

dediği yere gitmen gerekmez. Demek istediğim, bir hi-kâye bulup, ona bağlı kalmamız gerekecek, ama bunuyapabiliriz, değil mi?" Mary dostuydu. Will'in bir dostu vardı. Bu doğruydu.Bu hiç aklına gelmemişti."Evet!" dedi. "Eh, yapalım o zaman. Dairem yaklaşık sekiz yüzmetre uzakta. Her şeyden çok istediğim şey ne, biliyormusun? Bir fincan çay. Hadi gel, gidip çaydanlığı ocağakoyalım." Lyra, Will'in elinin onun dünyasını sonsuza dek kapa-masını izlediği andan üç hafta sonra, kendini bir kez da-ha Jordan Koleji'nde, Mrs. Coulter'm sihrine kapıldığı ye-mek masasında oturur buldu. Bu seferki daha küçük bir gruptu: yalnızca Lyra, Baş-kan ve kadın kolejlerinden biri olan Aziz Sophia'nm mü-dürü olan, Bayan Hannah Relf. Bayan Hannah ilk yeme-ğe de katılmıştı ve Lyra onu şimdi, burada gördüğüne şa-şırmışsa da, nazikçe selamladı ve yanlış hatırladığını an-ladı: Çünkü Bayan Hannah, hatırladığı sönük ve gösteriş-siz kişiden çok daha akıllı, çok daha ilginç ve nazikti. Lyra yokken bir sürü şey olmuştu -Jordan Koleji'nde,İngiltere'de, tüm dünyada. Kilise'nin gücü çok artmış vepek çok zalim kanun geçmiş gibi görünüyordu, ama güçarttığı gibi çabucak azalmıştı: Majisteryum'daki ayaklan-malar fanatikleri devirmiş, başa daha özgürlükçü hiziple-661

ri getirmişti. Genel Adak Meclisi dağılmıştı; Yüksek Di-siplin Divanı karman çormandı ve başsız kalmıştı. Ve Oxford Kolejleri, kısa ve çalkantılı bir aradan son-ra, sakin ilimsel ve törensel düzenine geri dönüyordu.Bazı şeyler gitmişti: Başkan'm kıymetli gümüş koleksiyo-nu yağmalanmışti; bazı kolej hizmetkârları ortadan kay-bolmuştu. Ama Başkan'm uşağı Cousins hâlâ yerli yerin-deydi ve Lyra adamın düşmanlığına meydan okumaya

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

hazırlanarak gelmişti, çünkü hatırlayabildiği en eski za-manlardan beri adamla düşmandılar. Cousins onu sıcakbir tavırla karşıladığı, elini iki eline alarak sıktığı zamanhayrete kapıldı: Sesindeki sevecenlik miydi? Eh, adamgerçekten değişmişti. Yemek sırasında Başkan ve Bayan Hannah Lyra'nınyokluğunda olanlardan bahsettiler ve Lyra dehşet, üzün-tü ve hayretle dinledi. Kahve için Başkan'm oturma oda-sına çekildiklerinde Başkan konuştu: "Şimdi, Lyra, senden pek az haber aldık. Ama pekçok şey gördüğünü biliyorum. Tecrübelerini bize birazanlatabilecek misin?" "Evet," dedi Lyra. "Ama hepsini birden değil. Bir kıs-mını anlamıyorum ve bazıları hâlâ ürpermeme, ağlama-ma sebep oluyor. Ama anlatabildiğim kadarını anlataca-ğım, söz veriyorum. Yalnız, sizin de bir söz vermenizi is-tiyorum." Başkan, kucağında marmoset maymunu cini ile oturankır saçlı bayana baktı ve aralarında bir eğlenti hissi geçti.662

"Nedir o?" dedi Bayan Hannah. "Bana inanacağınıza söz vermelisiniz," dedi Lyra ciddi-yetle. "Her zaman gerçeği söylemediğimi biliyorum. Bazıyerlerde, yalnızca yalan söyleyerek ve hikâye uydurarakhayatta kalabilirdim. Yani, böyle biri olduğumu biliyo-rum, sizin bildiğinizi de biliyorum, ama benim gerçek hi-kâyem o kadar önemli ki, yalnızca yarısına inanacaksanızanlatmaya değmez. Bu yüzden, siz inanacağınıza söz ve-riyorsanız, ben de gerçeği anlatacağıma söz veriyorum." "Eh, ben söz veriyorum," dedi Bayan Hannah. Başkanda, "Ben de," diye ekledi. "Ama en çok neyi dilediğimi biliyor musunuz," dediLyra, "neredeyse her şeyden çok dilediğim şeyi? Aletiyo-metreyi okuma yeteneğimi kaybetmemiş olmayı diliyo-rum. Ah, çok tuhaftı Başkan, en başta nasıl geldiği vesonra öylesine gidivermesi! Bir gün çok iyi biliyordum-simgelerin anlamları arasında ileri geri gezinebiliyor-dum, bir basamaktan diğerine tırmanıp bütün bağlantıla-rı yapabiliyordum- sanki..." Gülümsedi ve devam etti,"Eh, ağaçlardaki maymunlar gibiydim, o kadar hızlıydım.Sonra aniden -hiçbir şey kalmadı. Hiçbir şey anlamlı gel-mez oldu. Çapanın umut, kafatasının ölüm anlamına gel-diği gibi temel anlamlar dışında hiçbir şey hatırlayamı-yordum. Binlerce anlam... Gidiverdi." "Ama onlar gitmedi Lyra," dedi Bayan Hannah. "Bod-ley Kütüphanesi'nde hâlâ kitaplar var. Onlarla çalışmaolanağın hâlâ var."663

Bayan Hannah şöminenin yanındaki iki koltuktan bi-rinde, Başkan'ın karşısında oturuyordu ve Lyra araların-daki divandaydı. Başkan'ın sandalyesinin yanındaki lam-badan başka ışık kaynağı yoktu, ama iki yaşlı insanınyüzlerini açık seçik görmesine yetecek kadar ışık vardı.Ve Lyra kendini Bayan Hannah'mn yüzünü incelerkenbuldu. İyilik dolu, diye düşündü Lyra, zeki ve bilge, amaaletiyometreyi okuyamadığı gibi, onu da okuyamıyordu. "Pekala," diye devam etti Başkan. "Artık geleceğini

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

düşünmeliyiz Lyra." Adamın sözleri Lyra'yı ürpertti. Kendini toparladı vedik oturdu. "Uzakta olduğum süre boyunca," dedi Lyra, "bunuhiç düşünmedim. Tek düşündüğüm, içinde bulunduğumandı. Ve şimdi... Şey, yaşayacak koca bir ömrüm oldu-ğunu aniden kavramak, ama... ama onunla ne yapacağı-ma dair en ufak fikre sahip olmamak, aletiyometreye sa-hip olup, onu okumayı bilmemekten farksız. Sanırım ça-lışmak zorundayım, ama ne konuda, bilmiyorum. Muh-temelen annemle babam zengin, ama iddiaya girerimbenim için para biriktirmek hiç akıllarına gelmemiştir.Hem, bütün paralarını öyle ya da böyle harcayıp bitir-diklerini düşünüyorum, yani, malvarlıkları üzerinde hakiddia edebilsem bile, para kalmamıştır. Bilmiyorum, Baş-kan. Jordan'a geri döndüm, çünkü eskiden burası yu-vamdı ve gidecek başka yerim yoktu. Sanırım Kral İorekByrnison Svalbard'da yaşamama izin verir. Serafina Pek-664

kala da cadı klanında yaşamama izin verebilir. Ama benne ayıyım ne de cadı, bu yüzden, ne kadar sevsem de,onlara uyum sağlayamam. Belki Çingenler beni kabuleder... Ama gerçekten de, ne yapacağını artık bilmiyo-rum. Gerçekten şaşkınım." İki yetişkin ona baktı: Lyra'nm gözleri her zamankin-den de parlaktı, farkında olmadan WilPden öğrendiği birtavırla çenesini kaldırmıştı. Şaşkın olmaya ek olarak,meydan okur görünüyor, diye düşündü Bayan Hannah,ve bunun için ona hayranlık duydu. Başkan başka birşey gördü -çocuğun bilinçsiz zarafetinin kaybolmuş ol-duğunu, büyümekte olan vücudu içinde ne kadar hantalolduğunu gördü. Ama bu kızı çok seviyordu ve çok ya-kında güzel bir yetişkin olacağını bilmek onu hem gu-rurlandırıyor hem de şaşırtıyordu. "Bu kolej ayakta olduğu sürece yuvan burası Lyra,"dedi. "Ona ihtiyaç duyduğun sürece. Paraya gelince -ba-ban tüm ihtiyaçlarını karşılayacak bir bağışta bulundu veparanı yönetmek için beni görevlendirdi. Yani, bu konu-da endişelenmen gerekmez." Aslında, Lord Asriel öyle bir şey yapmamıştı, ama Jor-dan Koleji zengindi ve Başkan'm, son çalkantılardansonra bile, kendi parası vardı. "Hayır," diye devam etti, "ben eğitimini düşünüyor-dum. Hâlâ çok gençsin ve şimdiye kadarki eğitimin...Şey, dürüst olmak gerekirse, senden en az hangi alimle-rin korktuğuna bağlıydı," dedi, ama gülümsüyordu. "Ge-665

lişigüzel bir eğitimdi. Şimdi öyle görünüyor ki, yetenek-lerin zamanla seni bizim hiç öngöremediğimiz bir yönegötürebilir. Ama aletiyometreyi çalışma konun yaparsanve önceden sezgilerinle yaptığın şeyi bilinçli olarak yap-mayı öğrenmek istersen...""Evet," dedi Lyra kararlılıkla. "... kendini iyi dostum Bayan Hannah'nm ellerine bı-rakmaktan daha iyi bir yol seçemezsin. Onun bu konu-daki bilgisinin eşi benzeri yoktur." "Bir öneride bulunayım," dedi bayan, "hemen yanıt

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

vermen gerekmiyor. Bir süre düşün. Benim kolejim Jor-dan kadar eski değil. Her durumda, sen öğrenci olama-yacak kadar küçüksün, ama birkaç sene önce Oxford'unkuzeyinde büyük bir ev aldık ve orada bir yatılı okulkurmaya karar verdik. Gelip Müdire Hanım'la tanışmanıve orada öğrenci olmayı isteyip istemediğine karar ver-meni öneriyorum. Anlamalısın, bir an önce öğrenmengereken bir şey de Lyra, yaşıtın kızların arkadaşlığı. Kü-çükken birbirimizden öğrendiğimiz şeyler vardır ve Jor-dan'm bunların hepsini sana sağlayabileceğini sanmıyo-rum. Müdire Hanım akıllı, enerji dolu, hayal gücü kuv-vetli, iyi bir genç kadındır. Onu bulduğumuz için şanslı-yız. Onunla konuşabilirsin. Fikir hoşuna giderse orayagelirsin ve nasıl Jordan senin yuvansa, Aziz Sophia daokulun olur. Ve aletiyometre üzerinde sistemli bir biçim-de çalışmak istersen, sen ve ben özel dersler için bir ara-ya gelebiliriz. Ama henüz zamanımız var hayatım, bol666

bol zamanımız var. Hemen yanıt verme. Sen hazır olanakadar bekle." "Teşekkür ederim," dedi Lyra, "teşekkür ederim Ba-yan Hannah, öyle yapacağım." Başkan Lyra'ya kendi bahçe kapısının anahtarını ver-mişti, böylece Lyra dilediği gibi gelip gidebilecekti. O ge-cenin ilerleyen saatlerinde, tam da kapıcı kulübesini kilit-lerken, Lyra ve Pantalaimon dışarı çıktı ve gece yarısınıvuran çanları dinleyerek karanlık sokaklarda yürüdüler. Botanik Bahçesi'ne vardıklarında, Pan bir fareyi duva-ra doğru kovalayarak çimenlerin üzerinde koştu ve son-ra onu bırakıp yakındaki dev çam ağacına tırmandı.Onun ta uzaklarda, daldan dala atlamasını izlemek çokgüzeldi, ama biri bakarken yapmamaya dikkat etmelerigerekirdi. Acıyla edinilmiş, ayrılabilme becerileri sır ola-rak kalmalıydı. Eskiden olsa, Lyra sokaktaki tüm arka-daşlarına zevkle gösteriş yapar, onların gözlerinin kor-kuyla faltaşı gibi açılmasını sağlardı, ama Will ona sessiz-liğin ve gizliliğin değerini öğretmişti. Sıranın üzerine oturdu ve Pan'ın yanına gelmesinibekledi. Pan onu şaşırtmaktan hoşlanıyordu, ama Lyragenelde daha o yanına gelmeden onu görmeyi başarı-yordu. Pan'ın gölgeli biçimi ırmak kıyısında süzülüyor-du. Diğer yöne baktı ve onu görmüyormuş gibi yaptı,sonra, sıranın üzerine sıçradığında aniden yakaladı onu."Neredeyse başarıyordum," dedi Pan.667

"Bundan daha iyisini yapman gerek. Kapıdan burayagelişini duydum." Pan sıranın arkasına oturdu ve pençelerini Lyra'nınomzuna dayadı."Kadına ne diyeceğiz?" dedi. "Evet diyeceğiz," diye yanıt verdi Lyra. "En azından,bu Müdire Hanımla tanışmak konusunda. Okula gitmekkonusunda değil.""Ama gideceğiz, değil mi?""Evet," dedi Lyra, "muhtemelen.""İyi olabilir." Lyra diğer öğrencileri merak etti. Ondan daha akıllı,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

daha görgülü olabilirlerdi. Yaşıtı kızlar için önemli olankonularda çok daha bilgili olacakları kesindi. Ve Lyraonlara kendi bildiklerinin yüzde birini bile anlatamaya-caktı. Onu aptal ve cahil sanacaklardı. "Sence Bayan Hannah gerçekten de aletiyometreyiokuyabiliyor mudur?" dedi Pantalaimon. "Kitapların yardımıyla okuyabildiğinden eminim. Aca-ba kaç kitap vardır? İddiaya girerim hepsini öğrenebilirizve onlarsız da yapabiliriz. Her yere bir yığın kitap taşı-mak zorunda kaldığımızı düşünebiliyor musun Pan?""Ne?" "Bizden uzak dururken, Will'in çiniyle neler yaptığı-nızı bana anlatacak mısın?" "Bir gün," dedi Pan. "O da bir gün Will'e anlatacak.Zamanının geldiğini bileceğimiz konusunda anlaştık,668

ama o zamana kadar ikimiz de anlatmayacağız.""Tamam," dedi Lyra uysallıkla. O Pantalaimon'a her şeyi anlatmıştı, ama Lyra onu buşekilde terk ettikten sonra, onun bazı sırlar saklaması so-run değildi. Will'le ortak bir şeyleri daha olduğunu düşünmek derahatlatıcıydı. Hayatında, onu düşünmediği bir anın gelipgelmeyeceğini merak etti: onunla kafasının içinde konuş-madığı, birlikte geçirdikleri her saniyeyi tekrar tekrar ya-şamadığı, sesini, ellerini ve aşkını özlemediği bir an. Biri-ni bu kadar çok sevmenin nasıl bir şey olacağını hiç düş-lememişti. Maceraları arasında, onu şaşırtan onca şey için-de, en çok hayrete düşüren bu olmuştu. Yüreğinde bırak-tığı hassaslığın, asla yok olmayacak bir yara gibi olduğu-nu düşündü, ama sonsuza dek onun üzerine titreyecekti. Pan sıraya indi ve Lyra'nın kucağına kıvrıldı. Karan-lıkta, Lyra, cini ve sırları, birlikte güvendeydiler. Bu uyu-yan şehirde bir yerde, ona aletiyometreyi okumayı gös-terecek kitaplar, ona öğretecek iyi, eğitimli bir kadın veondan çok daha fazla şey bilen, okuldaki kızlar vardı. Henüz bilmiyorlar, diye düşündü Lyra, ama onlar be-nim arkadaşlarım olacaklar.Pantalaimon mırıldandı: "Will'in söylediği şu şey...""Ne zaman?" "Kumsalda, sen aletiyometreyi denemeden hemenönce. Başka yer olmadığını söylemişti. Babasının sanasöylediği şey. Ama başka bir şey daha söylemişti."669

"Hatırlıyorum. Krallığın, semavi krallığın sona erdiği-ni, tamamen bittiğini kastetmişti. O, bu dünyadaki bu ya-şamdan daha önemliymiş gibi yaşamamalıyız, çünkü herzaman, en önemli yer o anda olduğumuz yerdir.""Bir şey inşa etmemiz gerektiğini söyledi..." "İşte bu yüzden tüm ömrümüze ihtiyacımız var Pan.Will ve Kirjava ile giderdik, değil mi?""Evet. Elbette! Onlar da bizimle gelirdi. Ama..." "Ama o zaman onu inşa edemezdik. İlk önce kendi-ni düşünen kimse bunu yapamaz. Neşeli, nazik, merak-lı, cesur ve sabırlı olmak gibi zor özellikler edinmeliyiz.Hepimiz kendi dünyalarımızda çalışmalı, düşünmeli,zahmet çekmeliyiz. İşte o zaman inşa edebiliriz..."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Elleri Pan'ın parlak kürkünde duruyordu. Bahçede biryerde bir bülbül ötüyordu. Hafif bir esinti Lyra'nm saçla-rına dokundu, yukarıdaki yaprakları dalgalandırdı. Şehir-deki onca farklı çan ayrı ayrı çınlıyordu: Bu tiz, bu pes,bazıları yakından, diğerleri uzaktan, biri çatlak ve aksi,diğeri ciddi ve gür, ve bazıları diğerlerinden daha geçifade etse de, ayrı ayrı seslerle, saatin kaç olduğu konu-sunda hepsi hemfikirdi. Lyra ile Will'in öpüşerek vedaettikleri diğer Oxford'da da çanlar çınlıyor, bir bülbül şa-kıyor, hafif bir esinti Botanik Bahçesi'ndeki yapraklarısallıyor olmalıydı. "O zaman ne?" dedi cini uykulu uykulu. "Neyi inşaedeceğiz?""Semavi cumhuriyeti," dedi Lyra.670

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)