philip pullman - karanlık cevher 2

205
Philip Pullman _ Karanlık Cevher Dizisi Cilt2 Keskin Bıçak 1. Kedi ve Gürgen Ağacı Will annesinin elini çekiştirip, "Hadi gel, hadi..." dedi. Ama annesi geride durdu. Hâlâ korkuyordu. Will, ak- şam ışığında dar sokağın bir altına, bir üstüne, evlerden oluşan taraçaya baktı; evlerin her biri minik birer bahçe ve dikdörtgen bir çitle çevrilmişti ve pencerelerinin bir yanı güneşli, öbür yanın gölgeliydi. Fazla vakit yoktu. İn- sanlar şu sırada yemeklerini yiyordu herhalde, çok geç- meden de etrafta başka çocuklar olacaktı; bakan, fikir belirten ve fark eden çocuklar. Beklemek tehlikeliydi, ama elinden gelen tek şey onu ikna etmekti, her zaman- ki gibi. "Anne, hadi içeri girip Mrs. Cooper'ı görelim," dedi. "Bak, geldik sayılır." Annesi, "Mrs. Cooper mı?" dedi kuşkuyla. Ama Will zili çalıyordu bile. Bunu yapmak için çanta- yı yere koyması gerekmişti, çünkü öteki eliyle hâlâ an- nesinin elini tutuyordu. On iki yaşında, annesinin elini tutarken görülmek onu rahatsız edebilirdi, ne var ki tut- 5 mazsa neler olabileceğini biliyordu. Kapı açıldı, piyano öğretmeni, tıpkı hatırladığı gibi la- vanta suyu kokusu saçan, kambur ve yaşlı bedeniyle orada duruyordu. "Kim o? Sen misin William?" dedi yaşlı hanım. "Bir yıl var ki seni görmedim. Ne istiyorsun, canım?" "İçeri girmek ve annemi getirmek istiyorum, lütfen," dedi, kararlı bir şekilde. Mrs. Cooper dağınık saçlı ve şaşkın, yarım gülüşlü ka- J dına ve gözlerinde yabani, mutsuz bir parıltı olan, du- dakları sıkı sıkıya kapalı, çenesi öne fırlamış oğlana bak- tı. Sonra, Will'in annesi Mrs Parry'nin bir gözünü boya- yıp ötekini boyamadığını gördü. Ve bunu fark etmemiş- ti. Will de fark etmemişti. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. "Eh, peki..." dedi, dar holünde yer açmak için yana çekildi. Will kapıyı kapatmadan önce yolun altına ve üstüne baktı. Mrs. Cooper da Mrs. Parry'nin oğlunun elini nasıl sıkı sıkı tuttuğunu, oğlunun ise öne düşerek annesini pi- yanonun olduğu oturma odasına (tabii ama, bildiği tek oda orasıydı) nasıl şefkatle götürdüğünü gördü. Mrs. Parry'nin giysilerinin hafifçe küflenmiş gibi koktuğunu da fark etti; sanki kurumadan önce çamaşır makinesinde fazlaca uzun süre kalmışlar gibi. Akşam güneşi tam yüz- lerine, geniş elmacık kemiklerine, kocaman gözlerine, düz ve siyah kaşlarına vurmuş olarak kanepede oturur- 6 larken, birbirlerine ne kadar benzediklerini de fark etti. "Ne oldu, William?" diye sordu yaşlı hanım. "Mesele nedir?" "Annemin birkaç gün bir yerde kalması gerekiyor. Şu sırada ona evde bakmak zor. Hasta demek istemiyorum. Sadece biraz kafası karışık ve sersemlemiş, onun için de Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Upload: burak-soyhan

Post on 24-Mar-2016

319 views

Category:

Documents


14 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Philip Pullman _ Karanlık Cevher Dizisi Cilt2 Keskin Bıçak

1.Kedi ve Gürgen AğacıWill annesinin elini çekiştirip, "Hadi gel, hadi..." dedi. Ama annesi geride durdu. Hâlâ korkuyordu. Will, ak-şam ışığında dar sokağın bir altına, bir üstüne, evlerdenoluşan taraçaya baktı; evlerin her biri minik birer bahçeve dikdörtgen bir çitle çevrilmişti ve pencerelerinin biryanı güneşli, öbür yanın gölgeliydi. Fazla vakit yoktu. İn-sanlar şu sırada yemeklerini yiyordu herhalde, çok geç-meden de etrafta başka çocuklar olacaktı; bakan, fikirbelirten ve fark eden çocuklar. Beklemek tehlikeliydi,ama elinden gelen tek şey onu ikna etmekti, her zaman-ki gibi. "Anne, hadi içeri girip Mrs. Cooper'ı görelim," dedi."Bak, geldik sayılır."Annesi, "Mrs. Cooper mı?" dedi kuşkuyla. Ama Will zili çalıyordu bile. Bunu yapmak için çanta-yı yere koyması gerekmişti, çünkü öteki eliyle hâlâ an-nesinin elini tutuyordu. On iki yaşında, annesinin elinitutarken görülmek onu rahatsız edebilirdi, ne var ki tut-5

mazsa neler olabileceğini biliyordu. Kapı açıldı, piyano öğretmeni, tıpkı hatırladığı gibi la-vanta suyu kokusu saçan, kambur ve yaşlı bedeniyleorada duruyordu. "Kim o? Sen misin William?" dedi yaşlı hanım. "Bir yılvar ki seni görmedim. Ne istiyorsun, canım?" "İçeri girmek ve annemi getirmek istiyorum, lütfen,"dedi, kararlı bir şekilde. Mrs. Cooper dağınık saçlı ve şaşkın, yarım gülüşlü ka- Jdına ve gözlerinde yabani, mutsuz bir parıltı olan, du-dakları sıkı sıkıya kapalı, çenesi öne fırlamış oğlana bak-tı. Sonra, Will'in annesi Mrs Parry'nin bir gözünü boya-yıp ötekini boyamadığını gördü. Ve bunu fark etmemiş-ti. Will de fark etmemişti. Yolunda gitmeyen bir şeylervardı."Eh, peki..." dedi, dar holünde yer açmak için yanaçekildi. Will kapıyı kapatmadan önce yolun altına ve üstünebaktı. Mrs. Cooper da Mrs. Parry'nin oğlunun elini nasılsıkı sıkı tuttuğunu, oğlunun ise öne düşerek annesini pi-yanonun olduğu oturma odasına (tabii ama, bildiği tekoda orasıydı) nasıl şefkatle götürdüğünü gördü. Mrs.Parry'nin giysilerinin hafifçe küflenmiş gibi koktuğunuda fark etti; sanki kurumadan önce çamaşır makinesindefazlaca uzun süre kalmışlar gibi. Akşam güneşi tam yüz-lerine, geniş elmacık kemiklerine, kocaman gözlerine,düz ve siyah kaşlarına vurmuş olarak kanepede oturur-6

larken, birbirlerine ne kadar benzediklerini de fark etti. "Ne oldu, William?" diye sordu yaşlı hanım. "Meselenedir?" "Annemin birkaç gün bir yerde kalması gerekiyor. Şusırada ona evde bakmak zor. Hasta demek istemiyorum.Sadece biraz kafası karışık ve sersemlemiş, onun için de

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

biraz kaygılanıyor. Ona bakmak zor olmaz. Sadece biri-sinin iyi davranmasına ihtiyacı var, sanırım siz de bunukolaylıkla yapabilirsiniz." Kadın, anlamıyormuş gibi bir ifadeyle oğluna bakı-yordu, Mrs. Cooper kadının yanağında bir çürük gördü.Will gözlerini Mrs. Cooper'dan ayırmamıştı, umutsuz birifadesi vardı. "Pahalıya patlamaz," diye devam etti. "Ben birkaç pa-ket yiyecek getirdim, sanırım yeterli. Siz de yiyebilirsiniz.Paylaşmaya itirazı olmaz." "Ama... bilmiyorum ki ben... Doktora gitmesi gerek-mez mi?""Hayır! Hasta değil." "Ama mutlaka biri olmalı... Yani, komşunuz yok mu,ya da aileden biri -" "Ailemiz yok. Sadece ikimiz. Komşuların da işi başın-dan aşkın." "Peki ya sosyal hizmetler? Seni başımdan atmaya ça-lışmıyorum, canım, ama -" "Hayır! Hayır. Sadece biraz yardıma ihtiyacı var. Kısabir süre için bunu ben yapamıyorum, ama uzun sürmez.7

Benim... Yapmam gereken işler var. Ama hemen döne-rim ve onu gene eve götürürüm, söz veriyorum. Uzunsüre ilgilenmeniz gerekmez." \ Anne oğluna öyle bir güvenle bakıyordu, o da dönüpannesine öyle bir sevgiyle, öylesine güven vererek bak-tı ki, Mrs. Cooper hayır diyemedi. "Eh," dedi, Mrs. Parry'ye dönerek. "Bir-iki gün sorunolmaz sanırım. Kızımın odasında kalabilirsin, canım. OAvustralya'da. Artık odasına ihtiyacı olmayacak." "Teşekkür ederim," dedi Will ve sanki aceleyle gitme-si gerekiyormuş gibi ayağa kalktı. "İyi ama sen nerede olacaksın?" diye sordu Mrs. Co-oper. "Bir arkadaşta kalacağım. Mümkün olduğu kadar sıktelefon ederim. Bende numaranız var. Aksilik çıkmaz." Annesi şaşkınlık içinde ona bakıyordu. Will eğilerekonu beceriksizce öptü."Üzülme," dedi. "Mrs. Cooper sana benden daha iyibakar, ciddi söylüyorum. Ben de yarın telefon ederim."Birbirlerine sıkı sıkı sarıldılar, sonra Will onu yenidenöptü, boynundaki kollarını şefkatle çözüp ön kapıya git-ti. Mrs. Cooper, gözleri parladığı için onun da üzüldüğü-nü görüyordu ama Will döndü, terbiye kurallarını hatır-layıp elini uzattı."Hoşçakalın," dedi, "ve çok teşekkür ederim.""William," dedi yaşlı kadın, "Keşke bana meseleninne olduğunu anlat -"

"Çok karmaşık, ama başınıza hiçbir dert açmaz, ciddisöylüyorum." Kadın bunu demek istememişti, ikisi de biliyordu;ama her nasılsa bu işi, iş her neyse artık, Will idare edi-yor gibiydi. Yaşlı hanım asla bu kadar kararlı bir çocukgörmediğini düşündü.Oğlan döndü, şimdiden boş evi düşünmeye başlamıştı. Will ile annesinin oturduğu aralık, birbirinin eşi bir di-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

züne evin bulunduğu, içlerinde en döküntüsü kendi ev-leri olan modern bir sitedeki bir yol kavisydi. Ön bahçe,bir öbek yabani ottan ibaretti; annesi yılın başlarında bir-takım çalılar dikmişti ama, susuzluktan kuruyup ölmüş-lerdi. Will köşeyi dönerken kedisi Moxie halen yaşayanortancanın altındaki en sevdiği yerde doğruldu, hafif birmiyavlamayla onu selamlayıp başını bacağına sürtmedenönce gerindi. Will, dişi kedisini kucağına alıp, "Geri döndüler mi,Moxie?" diye fısıldadı. "Gördün mü onları?" Ev sessizdi. Yolun karşı tarafındaki adam son akşamışıklarında arabasını yıkıyordu, ama WilPi fark etmedi,Will de ona bakmadı. İnsanlar ne kadar az fark ederse okadar iyi. Moxie'yi göğsüne bastırarak, kapının kilidini açıp ses-sizce içeri girdi. Sonra da, kediyi yere bırakmadan önce,büyük bir dikkatle dinledi. Duyacak bir şey yoktu; evboştu.9

Moxie için bir teneke mama açtı, yemeğini yesin diyeonu mutfakta bıraktı. Adamlar ne kadar sonra gelirdiacaba? Bunu bilmenin yolu olmadığına göre, elini çabuktutsa iyi ederdi. Üst kata çıkıp aramaya koyuldu. Yıpranmış yeşil deri bir sumen arıyordu. Herhangi birsıradan, modern evde bile bu boyutta bir şeyi saklamakiçin şaşılacak kadar çok sayıda yer vardır; bir şeyin bu-lunması zor olsun diye gizli duvar panolarına ya da kos-kocaman mahzenlere ihtiyacınız yoktur. Will, onun iççamaşırlarını sakladığı çekmecelere de göz atmaktanutansa bile, önce annesinin yatak odasını aradı. Sonra daüst kattaki odaların hepsini, hattâ kendi odasını da siste-matik bir şekilde gözden geçirdi. Moxie onun ne yaptı-ğına bakmaya geldi, eşlik etmek için yakınlarda bir yereoturup temizlendi.Ama Will sumeni bulamadı. Artık hava da kararmış, karnı acıkmıştı. Kendine do-mates soslu, pastırmalı fasulye tostu yaptı, mutfak masa-sında oturup aşağı kattaki odaları ne tür bir düzen ilearayabileceğini düşündü.Yemeğini bitirirken, telefon çaldı.Olduğu yerde hiç kıpırdamadan durdu, kalbi çarpı-yordu. Saydı: yirmi altı kere çalıp durmuştu. Tabağını la-vaboya bıraktı, yeniden aramaya koyuldu. Dört saat sonra yeşil deri sumeni hâlâ bulamamıştı. Sa-at bir buçuktu, bitkin düşmüştü. Bütün giysileri üstündeıo

olduğu halde yatağına uzandı ve ânında uyuyakaldi; rü-yaları gergin ve kalabalıktı, annesinin mutsuz ve ürkmüşyüzü hep tam erişemeyeceği bir noktada duruyordu. Ve sanki uyur uyumaz gözünü açtı (oysa yaklaşık üçsaattir uyuyordu) ve aynı anda iki şeyi bilerek uyandı. Birincisi, sumenin nerede olduğunu biliyordu. İkinci-si, adamların aşağı katta, mutfak kapısını açtıklarını. Moxie'yi kaldırıp ayak altından çekti. Ve onun uyku-lu protestosunu yavaşça bastırdı. Sonra bacaklarını yata-ğın yanından uzattı, aşağıdan gelen her tıkırtıyı duymakiçin her bir sinirini gererek, ayakkabılarını giydi. Çok ha-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

fif seslerdi bunlar: kaldırılıp sonra yine yerine konan biriskemle, kısacık bir fısıltı, bir yer tahtasının gıcırtısı. Adamlardan daha sessizce hareket ederek yatak oda-sından çıktı, parmaklarının ucuna basarak merdivenlerinüstündeki yedek odaya gitti. Zifiri karanlık değildi, şafaköncesi hayaletimsi gri ışıkta, eski pedallı dikiş makinesinigörebiliyordu. Daha birkaç saat önce bu odayı tepedentırnağa aramıştı ama dikiş makinesinin yanındaki, bütünmodellerle makaraların saklandığı bölmeyi unutmuştu. Usulca eliyle arandı, bir yandan da kulak kabartıyor-du. Adamlar aşağıda hareket ediyordu ve Will kapınınkenarında, bir el feneri olabilecek solgun bir ışığın titre-diğini görebiliyordu. Sonra bölmenin mandalını buldu ve tıkırdatarak açtı;deri sumen oradaydı, orada olacağını biliyordu zaten.Peki şimdi ne yapacaktı? Loşlukta, kalbi küt küt atar-ıı

ken bütün dikkatiyle dinleyerek, çömeldi durdu. İki adam aşağı kattaki holdeydi. Birinin yavaşça, "Ha-di ama," dediğini duydu. "Sütçünün yolun aşağısındangeldiğini duyuyorum." "Burda değil ki," dedi öteki ses. "Yukarı kata bakma-mız gerek.""Bak öyleyse. Sallanma." Will, üst basamağın hafifçe gıcırdadığını duyuncakendini kasarak hazırlandı. Adam neredeyse hiç gürültüyapmıyordu ama bunu beklemiyorsa eğer, gıcırtı konu-sunda elinden bir şey gelmezdi. Bir an durakladı. İnce-cik bir el feneri ışığı, dışarıdaki zemini taradı. Will, çat-laktan gördü. Sonra kapı oynamaya başladı. Will, adam açık kapı-

nın ortasında çerçeveye alınmış gibi belirene kadar bek-ledi, sonra karanlıktan ok gibi fırlayarak, davetsiz misa-firin karnına çarptı.Ama ikisi de kediyi görmedi. Adam son basamağa ulaşırken Moxie sessizce yatakodasından çıkmış ve, onun bacaklarına sürünmeye hazırhalde, kuyruğu havada, bacaklarının hemen arkasındadurmuştu. Çok antrenmanlı, formda ve sert olan adamWill'le başa çıkabilirdi, ancak arada kedi vardı ve adamgeri doğru gitmek isteyince ona takıldı, ayağı sürçtü. So-luğu gürültüyle kesilerek gerisin geri merdivenlerdenaşağı düştü ve başını holdeki masanın kenarına şiddetleçarptı.12

Will korkunç bir çatırtı duydu ama durup da nedir di-ye merak edecek hali yoktu. Sumeni sımsıkı tutarak ken-dini trabzandan aşağı fırlattı, merdivenlerin dibinde be-deni seğirerek ve dertop olmuş halde yatan adamın ce-sedinin üstünden atladı, yırtık pırtık büyük el çantasınımasadan aldı. Öteki adam ancak oturma odasından çı-kıp etrafa bakacak fırsat bulurken, ön kapıdan dışarı fır-layıp kaçmıştı bile. Will korkusu ve telaşı arasında bile öteki adam niyearkasından bağırmadı ya da onu kovalamadı diye meraketti. Ama çok geçmeden arabaları ve cep telefonlarıyla

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

düşerlerdi peşine. Şimdi yapılacak tek şey, koşmaktı. Sütçünün aralığa girdiğini gördü, elektrikli arabasınınışıkları, gökyüzünü doldurmaya başlayan şafak aydınlı-ğında solgunlaştı. Will parmaklığın üstünden yandakievin bahçesine atladı, evin yanındaki geçitten aşağı indi,öbür bahçe duvarından atladı, çiy düşmüş bir çimenliğiaştı, çitten geçti ve site ile ana yol arasındaki arapsaçı gi-bi çalılık ile ağaç öbeğine daldı. Emekleyerek bir çalınınaltına girdi, soluk soluğa, titreyerek oracığa uzandı. Yol-da olmak için çok erkendi: daha sonrasına, işe gidiş sa-atinin trafiğine kadar bekleyecekti. Adamın başı masaya çarptığında çıkan çatırtı aklındançıkmıyordu, boynunun öylesine ve çok yanlış yönde kıv-rılmasını ve kollarıyla bacaklarının korkunç seğirmesinide. Adam ölmüştü. Onu öldürmüştü.Aklından çıkaramıyordu, ama çıkarması lazımdı. Dü-13

1şünecek yeterince şey vardı çünkü. Annesi: orada emni-yette olacak mıydı? Mrs. Cooper söylemezdi, değil mi?Will dediğini yapıp gelmese de? Çünkü gidemezdi, heleşimdi birini öldürdüğüne göre. Ya Moxie? Moxie'ye kim mama verecekti? Moxie ne-rede olduklarını merak edecek miydi? Onların ardındangelmeye çalışacak mıydı? Hava anbean daha da aydınlanıyordu. Büyük el çan-tasının içindekileri kontrol edecek kadar aydınlık olmuş-tu bile: annesinin çantası, avukattan gelen son mektup,güney İngiltere yol haritası, çikolata, diş macunu, yedekçorap ve pantolon. Ve yeşil deri sumen. Her şey oradaydı. Her şey plana göre yürüyordu, sa-hiden.Ama birini öldürmüştü işte. Will annesinin diğer insanlardan farklı olduğunu veona göz kulak olması gerektiğini ilk kez yedi yaşınday-ken anlamıştı. Bir süpermarketteydiler ve bir oyun oynu-yorlardı; arabalarına yalnızca kimse bakmazken bir şeykoymalarına izin vardı. WilPin görevi, her yana bakıp"Şimdi," diye fısıldamaktı. Annesi raftan küçük bir tene-ke ya da paket alır, sessizce arabaya koyardı. Bir şey ora-ya girdi mi, artık emniyette olurdu, çünkü görünmez ha-le gelirdi. İyi bir oyundu, uzun da sürdü, çünkü Cumartesi sa-bahıydı ve mağaza doluydu, ama onlar da bu işi iyi be-14

ceriyordu ve iyi bir ikili oluşturuyorlardı. Birbirlerine gü-venirlerdi. Will annesini çok sever, sık sık ona bunu söy-lerdi, annesi de ona söylerdi. Kasaya vardıklarında Will heyecanlanmıştı ve mutluy-du, çünkü kazanmalarına çok az kalmıştı. Hele annesiçantasını bulamayınca, ki bu da oyunun bir parçasıydı;hattâ düşmanların çaldığını söylemesi bile. Ama Will ar-tık yorulmaya başlamıştı, karnı da acıkmıştı, annesi deartık o kadar mutlu değildi. Gerçekten korkmuştu, vedolaşıp her şeyi raftaki yerlerine koydular ama bu seferdaha da dikkatli davrandılar, çünkü düşmanları annesi-nin kredi kartı numarası sayesinde onların izini sürüyor-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

du, çanta onlarda olduğu için numarayı biliyorlardı... Ve Will de gitgide daha fazla korkmaya başladı. Akıl-lı annesinin bu hakiki tehlikeyi o telaşa kapılmasın diyenasıl bir oyuna dönüştürdüğünü fark etti ve şimdi de ar-tık gerçeği bildiğine göre, ona güvence vermek içinonun da korkmamış gibi yapması gerekiyordu. Böylece küçük oğlan, annesi o korktuğu için üzülme-sin diye hâlâ oynuyorlarmış gibi yaptı ve hiçbir şey al-madan, ama düşmanları uzak tutarak evlerine gittiler.Sonra da Will çantayı, salondaki masada buldu zaten.Pazartesi günü bankaya gidip onun hesabını kapadı,başka bir yerde bir başka hesap açtı, sadece emin olmakiçin. Böylece tehlike geçti. Ancak bunu izleyen birkaç ay içinde Will yavaş yavaşve istemeye istemeye annesinin o düşmanlarının, dışarı-15

daki dünyada değil, zihninde olduğunu fark etti. Bu on-ları daha az gerçek, daha az korkutucu ve tehlikeli halegetirmiyordu; sadece annesini daha da dikkatle koruma-sı gerektiği anlamına geliyordu. Ve süpermarkette, anne-sini kaygılandırmamak için numara yapması gerektiğinianladığı andan itibaren, WilPin zihninin bir kısmı heponun endişelerine karşı tetikte oldu. Will'in babasına gelince, daha Will onu hatırlayabile-cek yaşa gelmeden çok önce ortadan kaybolmuştu. Wilbabasını tutkuyla merak ederdi ve annesini, çoğuna ce-vap alamadığı sorularla taciz edip dururdu."Zengin bir adam mıydı?""Nereye gitti?""Niye gitti?""Öldü mü?""Geri dönecek mi?""Neye benziyordu?" Annesinin ona yardımcı olabildiği tek soru, son so-ruydu. John Parry yakışıklı bir adamdı, Kraliyet Donan-masının cesur ve akıllı bir subayıydı, kaşif olmak vedünyanın uzak noktalarına giden keşif heyetlerine öncü-lük etmek için ordudan ayrılmıştı. Will bunları duyuncahop oturup hop kalkardı. Hiçbir baba, kaşif bir babadandaha heyecan verici olamaz. O andan itibaren bütünoyunlarında görünmez bir arkadaşı oldu: babasıyla ikisibirlikte, balta girmemiş ormanı kese kese ilerliyor, usku-nalarmın güvertesinde ellerini gözlerine siper ederek fır-16

tınalı denizleri gözlüyor, yarasa dolu bir mağaradaki es-rarengiz yazıları okumak için meşalelerini kaldırıyorlar-dı.. Birbirlerinin en iyi arkadaşıydılar, birbirlerinin haya-tını sayısız kez kurtarmışlardı, gecenin geç saatlerine ka-dar kamp ateşlerinin başında gülüp konuşmuşlardı. Ne var ki Will, büyüdükçe daha da fazla merak etme-ye başladı. Babasının dünyanın şu ya da bu bölümünde,sakalları buz tutmuş adamlarla Kuzey Kutbu kızaklarınabinmişken ya da balta girmemiş ormanda sarmaşıklarınörttüğü harabeleri incelerken niye hiç resmi yoktu? Evegetirdiği ganimetler ya da nadir eşyalardan hiçbir şeykalmamış mıydı? Hakkında bir kitapta hiçbir şey yazılma-mış mıydı?

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Annesi bilmiyordu. Ama bir gün söylediği bir şeyWill'in zihnine kazındı. Annesi, "Bir gün," demişti, "babanın izinden gidecek-sin. Sen de büyük bir adam olacaksın. Onun rolünü sendevralacaksın." Ve Will onun ne demek istediğini anlamasa da, söy-lediği şeyin ruhunu kavradı, ve kendini gururla, biramaçla yüreklenmiş hissetti. Bütün oyunları gerçek ola-caktı. Babası hayattaydı, ıssız bir yerde kaybolmuştu veWill onu kurtaracak, rolünü devralacaktı... İnsanın böy-le büyük bir hedefi olursa, zor bir hayatı yaşamaya dadeğerdi. Bu yüzden de annesinin sorununu sır olarak sakladı.Diğerlerinden daha sakin olduğu, zihninin daha açık ol-17

duğu dönemler vardı. Will de ondan alışveriş etmeyi, ye-mek yapmayı, evi temiz tutmayı öğrenmek için özengösterdi ki, annesinin aklı karıştığında, korktuğundabunları o yapabilsin. Kendini saklamayı da öğrendi,okulda fark edilmeden durmayı, annesi zorlukla konuşa-cak kadar korkmuş ya da çıldırmış halde olduğu zamanbile komşularının dikkatini çekmemeyi öğrendi. Will'inkendisi ise dünyada her şeyden fazla yetkililerin annesi-nin durumunu öğrenmesinden, onu alıp götürmelerin-den, yabancılar arasında bir eve koymalarından korku-yordu. Her zorluk bundan iyiydi. Çünkü bazen zihnin-deki karanlığın açıldığı, yeniden mutlu olduğu anlar dagelirdi. Kendi korkularına güler, ona o kadar iyi baktığıiçin Will'e hayır duaları ederdi; ve öyle sevgiyle, tatlılık-la dolu olurdu ki Will ondan daha iyi bir arkadaş düşü-nemezdi. Her şeyden çok, ebediyen yalnızca onunla ya-şamayı isterdi..Ama sonra adamlar geldi. Polis değildiler, sosyal hizmetlerden de değildiler,suçlu da - en azından, Will böyle düşünüyordu. Onlarıuzakta tutma çabalarına karşın, Will'e ne istediklerinisöylemediler; sadece annesiyle konuştular. Üstelik deannesinin durumu tam o sıralarda hassasken. Ama o kapının dışından dinledi, babası hakkında so-rular sorduklarını duydu, ve daha hızla nefes almayabaşladığını fark etti.Adamlar John Parry'nin nereye gittiğini, ona bir şey18

gönderip göndermediğini, ondan en son ne zaman ha-ber aldığını, herhangi bir yabancı elçilikle teması olupolmadığını bilmek istiyorlardı. Will, annesinin gittikçedaha da endişelendiğini duydu ve sonunda koşup oda-ya girdi, onlara gitmelerini söyledi. Öylesine vahşi görünüyordu ki, o kadar küçük olma-sına rağmen adamların ikisi de gülmedi. Onu kolaylıklayere yapıştırabilirlerdi, ya da elleriyle havaya kaldırabilir-lerdi, ama Will korkusuzdu ve öfkesi kızgındı, öldürü-cüydü. Bunun üzerine gittiler. Doğal olarak bu olay WilPininancını güçlendirdi: babasının bir yerlerde başı derttey-di ve ona bir tek kendisi yardımcı olabilirdi. Oyunları ar-tık çocukça değildi, o kadar açıkça da oynamıyordu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Oyunlar gerçekleşiyordu ve o, buna layık olmak zorun-daydı. Çok geçmeden adamlar geri döndü, Will'in annesininsöyleyecek bir şeyi olduğuna inanıyorlardı. Will okul-dayken geldiler, biri aşağıda annesini lafa tutarken, diğe-ri yatak odalarını aradı. Annesi onların ne yaptığını anla-madı. Ama Will eve erken geldi ve onları buldu, bir kezdaha onlara gözlerinden ateş saçarak baktı ve bir kez da-ha gittiler. Annesini yetkililere kaptırma korkusu yüzündenonun polise gitmeyeceğini biliyor gibiydiler, gittikçe da-ha ısrarcı bir hal aldılar. Sonunda, Will annesini parktanalmaya gittiğinde eve girdiler. Annesi için durum gittik-19

çe kötüleşivordu, gölün yanındaki bankların tek tek herbirinde, tek tek her tahtaya dokunması gerektiğine ina-nıyordu. Çabuk bitsin diye, Will de ona yardım ederdi.O gün eve geldiklerinde, adamların arabasının arkasınıaralıktan çıkıp kaybolurken gördü ve içeri girdiğinde on-ların bütün evi elden geçirdiklerini, çekmecelerle dolap-ların çoğunu aradıklarını gördü. Neyin peşinde olduklarını biliyordu. Yeşil deri sumen,annesinin en kıymetli hazinesiydi; Will onun içine bak-mayı hayal bile etmezdi, hattâ nerede sakladığını bile bil-miyordu. Ama içinde mektuplar olduğunu biliyordu, an-nesinin bazen onları okuyup ağladığını da. Babasındanda bu anlarda söz ederdi zaten. Bu yüzden de Willadamların sumenin peşinde olduğunu tahmin ediyorduve bu konuda bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Önce annesinin kalacağı emin bir yer bulmaya kararverdi. Düşündü düşündü, ama böyle bir şeye yanaşacakdostları yoktu, komşular da zaten şüpheleniyorlardı, gü-venebileceğini düşündüğü tek kişi Mrs. Cooper'dı. Birkez annesi orada emniyette olursa, yeşil deri sumeni bu-lacak ve içinde ne olduğuna bakacaktı. Sonra da, soru-larından bazılarının cevabını öğrenebileceği Oxford'a gi-decekti. Ama adamlar çok erken gelmişti.Şimdi de onlardan birini öldürmüştü.Yani artık polis de peşine düşecekti. Eh, hiç değilse fark edilmeme konusunda ustaydı. Ar-tık ömür boyu olduğundan daha da fazla fark edilme-li

mek zorundaydı ve bunu elinden geldiğince sürdürecek-ti, ya babasını bulana ya da babası onu bulana kadar. Veeğer önce onlar onu bulursa, daha kaç tanesini öldüre-ceği umurunda b.'le değildi. O günün daha ileri saatlerinde, aslında geceyarısınadoğru, Will Oxford şehrinin dışında yürüyordu. Altmışkilometre uzaktaydı. Yorgunluk kemiklerine işlemişti.Otostop yapmış, iki otobüse binmiş, yürümüş ve Ox-ford'a saat altıda varmıştı. Yapması gereken şeyi yapmakiçin çok geçti. Bir Burger King'de karnını doyurmuş, sak-lanmak için sinemaya gitmişti (ama filmin ne olduğunudaha izlerken unutmuştu) ve şimdi de banliyöler arasın-da sonu gelmez bir yoldan, kuzeye doğru yürüyordu. Şimdiye kadar kimse onu fark etmemişti. Ama çokgeç olmadan uyuyacak bir yer bulsa iyi edeceğini bili-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yordu, çünkü ne kadar geç olursa, o kadar fark edilebi-lir hale gelirdi. Mesele, bu yoldaki konforlu evlerin bah-çelerinde saklanacak bir yer olmayışıydı, açık araziyeyaklaştığına işaret eden bir şey de yoktu. Kuzeye giden yolun, doğu ile batıya giden Oxfordçevre yolunu kestiği büyük bir trafik çemberine geldi.Gecenin bu saatinde çok az trafik vardı, durduğu yol dasakindi, konforlu evler her iki tarafta geniş bir çimenli-ğin ardında, geride kalıyordu. Yolun kenarında çimlerboyunca iki sıra gürgen ağacı dikilmişti, kusursuz bir si-metriye sahip sık taçyaprakları olan tuhaf görünüşlü şey-21

lerdi. Gerçek ağaçlardan çok, çocukların çizdiği resimle-re benziyorlardı. Sokak lambaları manzarayı daha da su-ni hale getiriyordu, sahne dekoru gibi. Will bitkinliktensersemlemişti. Kuzeye doğru yoluna devam edebilir yada bu ağaçlardan birinin altındaki çimlere başını koyupuyuyabilirdi; ama orada durmuş kafasını toparlamaya ça-lışırken, kediyi gördü. Tekir bir kediydi, Moxie gibi. Yolun Oxford tarafında,Will'in durduğu yerdeki bir bahçeden çıktı. Will, çanta-sını yere koyup elini uzattı ve kedi, yumruklarına başınısürmek için yanma geldi, tıpkı Moxie'nin yaptığı gibi.Her kedi böyle davranırdı, elbette, ama Will gene de evi-ni öyle bir özledi ki, yaşlar gözlerini yaktı. Kedi sonunda döndü. Geceydi, devriye gezilecek birbölge vardı, avlanacak fareler vardı. Sokağın karşısına vegürgen ağaçlarının hemen arkasındaki çalılıklara sessiz-ce yürüdü ve orada durdu. Hâlâ onu gözleyen Will, kedinin tuhaf davrandığınıgördü. Dişi kedi, havada önünde duran ama Will'e pek gö-rünmeyen bir şeye vurmak için patisini uzattı. Sonra ge-ri doğru atladı, sırtı kabarmış, tüyleri dikilmişti, başınıkaskatı kesilmiş halde uzatmıştı. Will kedilerin nasıl dav-randığını bilirdi. Kedi o noktaya yaklaşırken bu sefer da-ha da dikkatle gözledi; gürgenler ile bahçe çitinin çalıla-rı arasında boş bir çim parçasıydı burası ve kedi patisiy-le havaya bir kez daha vurdu.22

Gene geri zıpladı, ama bu sefer o kadar uzağa değil,hem o kadar korkmuş da görünmüyordu. Birkaç saniyedaha koklayıp, dokunup, kuyruğunu titrettikten sonra,merakı ihtiyatına galip geldi.Kedi öne bir adım attı ve yok oldu. Will gözlerini kırptı. Sonra çemberin çevresinden birkamyon gelip ışıklarını üstüne tutarken, en yakındakiağacın gövdesine bitişik, kıpırdamadan durdu. Kamyongeçince o da yolu geçti, gözlerini kedinin araştırdığınoktada tutuyordu. Kolay değildi, çünkü dikkati üzerin-de toplayacak bir şey yoktu ama oraya gelip de yakın-dan görmek için bakınınca, gördü. Hiç değilse, bazı açılardan gördü. Sanki biri yolun birkenarından havada yama gibi bir parça kesmişti, kabacakare biçiminde olan ve boydan boya bir metreden az biryama. Parça ile aynı hizaya indiğiniz zaman, görünmezhale geliyordu, arkadan da tamamıyla görünmez oluyor-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

du. Yalnızca yola en yakın olan taraftan görülebiliyorduki o bile zordu çünkü öbür taraftan görülen şey, bu ta-

rafta insanın önünde duran şeyin tıpa tıp aynısıydı: birsokak lambasının aydınlattığı bir çayır parçası. Ama Will en ufak bir kuşkuya kapılmadan, diğer yan-daki çayır parçasının başka bir dünyada olduğunu anladı. Niye olduğunu mümkün değil söyleyemezdi. Ama yi-ne de hemen anladı, tıpkı ateşin yandığını ve merhame-tin iyi olduğunu anladığı gibi. Tamamen yabancı bir şe-ye bakıyordu.23

ca£«ce bu düşünce bile, eğilerek daha ileriye bakma-• yeterliydi. Gördüğü şey başını döndürdü ve kalbi-Sl' d2İıa ^ız^ atmasına neden oldu ama Will hiç durak-niı v: çantasını geçirdi, sonra kendisi de bu dünyanınk «ti^aki delikten öteki dünyaya daldı.Qd„ Jini bir sıra ağaç altında durur buldu. Ama gur-bet değil: uzun palmiyelerdi bunlar ve tıpkı Ox-fi aj8e ., ijici ağaçlar gibi, çimen boyunca tekli sıra halindefo arlardı. Ne var ki burası geniş bir bulvarın ortasın-,ani!U? , ,e bulvarın kenarında da hepsi pırıl pırıl ışıklan-df «psi açık, hepsi yıldızlarla dolu bir göğün altındatr (en sessiz ve boş, bir dizi kafe vardı. Sıcak gece,Ö .[grin rayihası ve denizin tuzlu- kokusuyla yüklüydü.ç! wfj| ihtiyatla etrafına bakındı. Geride dolunay büyük•i [epelerin uzaklardaki manzarasından aşağı doğru) I ,ıfdu ve tepelerin eteklerindeki yamaçlarda bereket-li Kgjf feri olan evlerle, içinde bir koru bulunan açık bir1' k ıiazisi ve klasik bir tapınağın beyaz ışıltısı vardı.1 Tellen yanıbaşında havadaki o çıplak yama vardı, buraft»" görmesi de öbür taraftan olduğu kadar zordu,(' Kesinlikle oradaydı. Bakmak için eğilince, Ox-ofd# kendi dünyasındaki sokağı gördü. Titreyerek ar-j,, döndü: Bu yeni dünya ne olursa olsun, az önce^jç,liginden daha iyi olmalıydı. Hissetmeye başladığı? şahlıkla, aynı zamanda hem rüya gördüğü, hemva/ °^uğu hissiyle, ayağa kalktı ve rehberi kediye24

Kedi görünürlerde yoktu. Besbelli bu dar sokakları vedavet edici ışıklı kahvelerin gerisindeki bahçeleri incele-meye başlamıştı bile. Will, yırtık pırtık sırt çantasını yük-lendi ve yoldan yavaş yavaş ışıklara doğru yürüdü, hep-si birden kaybolursa diye çok dikkatli davranıyordu. Bu yerin havasında Akdeniz'e ya da belki Karayip-ler'e özgü bir şeyler vardı. Will hiç İngiltere dışına çık-mamıştı, dolayısıyla burasını bildiği hiçbir yerle karşılaş-tıramıyordu ama insanların gece geç saatte yemeye iç-meye, dans etmeye ve keyifle müzik dinlemeye geldik-leri türden bir yerdi. Ancak ortalıkta kimseler yoktu vesessizlik de muazzamdı. Ulaştığı ilk köşede, kaldırımda küçük yeşil masaları,çinko kaplı bir barı ve bir espresso makinesi olan bir ka-fe vardı. Masaların bazılarında bardaklar yarı boş duru-yordu; bir kül tablasında, bir sigara dibine kadar yanmış-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tı; bir rizotto tabağı, mukavva kadar sertleşmiş bir sepetbayat ekmeğin yanında duruyordu. Barın arkasındaki soğutucudan bir şişe limonata aldıve biraz düşündükten sonra para çekmecesine bir ster-linlik bozuk para attı. Çekmeceyi kapatır kapatmaz yeni-den açtı, içindeki paranın bu yerin adını belli edebilece-ğini fark etmişti. Paraya korona deniyordu ama daha faz-lasını anlayamamıştı. Parayı yerine koydu, kafeden çıkıp, bulvardan uzak-laşan sokakta avare avare yürümeden önce, tezgahabağlı duran açacakla şişeyi açtı. Küçük bakkal dükkan-25

lan ve fırınlar, kuyumcular ile çiçekçiler ve özel evlereaçılan boncuk perdeli kapıların arasında duruyordu. Ev-lerin çiçekleri ve kalın dövme demirden balkonları darkaldırımın üzerine sarkıyordu. Etraf kapalı olduğu için,sessizlik daha da derin gibiydi. Sokaklar aşağı doğru iniyor, az ileride de, yaprakları-nın altı sokak ışıklarıyla ışıldayan başka palmiye ağaçal-rının göklere yükseldiği geniş bir caddeye açılıyorlardı.Caddenin öbür tarafında deniz vardı.

Will kendini sol taraftan taş bir mendirekle, sağ taraf-tansa bir burunla çevrili limana bakarken buldu. Burnunüstünde, çiçeklenen ağaçlar ve çalıların arasında, ışıklan-dırılmış taş sütunu, geniş basamakları ve gösterişli balko-nuyla, büyük bir bina vardı. Limanda bir-iki kayık hâlâdemirliydi, mendireğin gerisinde ise, sakin denizde yıl-dızların ışığı parlıyordu. Will'in bitkinliği artık silinip gitmişti. Tamamen uyan-mıştı ve hayretler içindeydi. Dar sokaklardan geçerkenbazen elini uzatıp bir duvara, bir kapıya, ya da bir pen-cerede saksıda duran çiçeklere bakıyordu. Ve hepsininhem gerçek cisimler olduğunu, hem de inandırıcı oldu-ğunu fark ediyordu. Şimdi önündeki bütün manzarayadokunmak istiyordu, çünkü sadece gözleriyle algılaya-mayacağı kadar genişti. Kıpırdamadan durdu, neredeysekorkmuş halde, derin derin nefes aldı. Kafeden aldığı şişeyi hâlâ elinde tuttuğunu fark etti.İçindekini içti, tadı olması gerektiği şekilde, buz gibi so-26

ğuk limonataydı. Gece havası sıcak olduğu için memnu-niyet verici bir şeydi bu. Avare avare sağ tarafa doğru yürüdü, küçük burunda-ki bahçelere gelene kadar, pırıl pırıl aydınlatılmış girişle-ri üzerinde tentelerin uzandığı, yanlarında begonvillerinaçıldığı otellerin yanından geçti. Ağaçlar arasındaki süs-lü cephesi projektörlerle aydınlatılmış bina bir kumarha-ne, hattâ bir opera binası olabilirdi. Üzerlerine lambalarasılmış zakkum ağaçlarının arasında oraya buraya gidenpatikalar vardı, ama yaşama ilişkin tek bir ses duyulmu-yordu: şakıyan gece kuşları yoktu, böcek yoktu, Will'inkendi ayak seslerinden başka ses yoktu. Duyabildiği tek ses, bahçenin kıyısındaki palmiyeağaçlarının arkasında bulunan kumsaldan gelen, nazlıdalgaların düzenli, sakin çarpışının sesiydi. Will orayagitti. Gelgit, yarı gelmiş, yarı gitmiş gibiydi ve bir dizi pe-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dallı tekne, en yüksek su işaretinin üstünde, yumuşakbeyaz kumlara çekilmişti. Her birkaç saniyede bir minikbir dalga, bir sonrakinin altına tertiplice kaymadan önce,denizin kenarında kendini katlıyordu. Sakin suda, ellimetre kadar ileride bir dalma platformu vardı. Will pedallı teknelerin birinin kenarına oturdu veayakkabılarını, parçalanacak hale gelmiş, ayaklarını sı-kan ucuz spor ayakkabılarını tekmeyle fırlattı. Çorapları-nı da yanlarına bıraktı ve ayak parmaklarını kumun taiçine soktu. Birkaç saniye sonra geri kalan giysilerini deatmış, denize giriyordu.27

Deniz nefis bir şekilde, serin ile ılık arası bir ısıdaydı.Suları şapırdatarak dalma platformuna yüzdü, havaylayumuşamış kalaslanna oturarak, dönüp şehre bakmakiçin kendini yukarı çekti. Sağ tarafında, mendireğin çevirdiği liman uzanıyordu.Onun gerisinde, bir mil kadar uzaklıkta kırmızı beyazçizgili bir deniz feneri vardı. Fenerin gerisinde sarp ka-yalar loşlukta yükseliyordu ve onların da ötesinde, ilkgeçtiği yerden bakınca gördüğü büyük, geniş, dalga dal-ga uzanan o tepeler vardı. Daha yakında ise gazino bahçelerinin ışıklı ağaçları,şehrin sokakları ve otelleri, kafeleri, ılık bir ışıkla aydın-latılmış dükkanlar vardı. Hepsi sessiz, hepsi boştu. Ve emniyetliydi. Kimse onun ardına düşüp burayagelemezdi; evi arayan adam asla bilemezdi; polis aslaonu bulamazdı. İçinde saklanmak için koca bir dünyasıvardı. O sabah ön kapıdan koşarak çıktığından beri ilk kez,Will kendini güvencede hissetmeye başladı. Yeniden susamıştı, acıkmıştı da; eh, ne de olsa en sonbaşka bir dünyada yemek yemişti. Yeniden suya girdi,kumsala doğru daha yavaş yüzdü, oraya varınca şortunugiydi, giysilerinin geri kalanı ile pazar torbasını taşıdı.Boş şişeyi bulduğu ilk çöp tenekesine bıraktı ve kaldırımboyunca yalınayak limana doğru yürüdü. Cildi biraz kuruyunca blucinini giyerek etrafa bakınıpyiyecek bulabileceği bir yer aradı. Oteller çok gösteriş-28

liydi. İlk otelin içine baktı ama o kadar büyüktü ki ken-dini rahatsız hissetti ve hoşuna gidecek küçük bir kafebulana kadar rıhtımda yürüdü. Neden hoşuna gittiğinisöylemesi zordu; çiçek saksılarıyla dolu birinci kattakibalkonu, dışarıda kaldırıma dizilmiş masaları ve iskemle-leriyle bir düzine başka kafeye çok benziyordu, ama ne-dense onu davet ediyordu. Duvarda boksör fotoğrafları ile ağzı kulaklarında gü-lümseyen bir akordiyoncunun imzalı afişi vardı. Mutfa-ğın yanında ise, parlak çiçek desenli halı örtülü dar birmerdivene açılan bir kapı görülüyordu. Dar sahanlığa sessizce çıktı ve önüne gelen ilk kapı-yı açtı. Burası ön odaydı. Hem sıcaktı, hem havasız, Willgece havasını içeri almak için balkonun cam kapısını aç-tı. Odanın kendisi küçüktü, ona fazla büyük gelen şey-lerle döşeli ve eski püsküydü, ama temiz ve rahattı. Bu-rada misafirperver insanlar yaşamıştı; küçük bir kitap ra-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

fı, masada bir dergi, çerçeveli birkaç fotoğraf. Will oradan çıktı ve diğer odalara baktı: küçük birbanyo, çift kişilik yatağı olan bir yatakodası. Son kapıyı açmadan önce bir şey tüylerini diken di-ken etti. Kalbi hızla çarptı. İçeriden bir ses duyup duy-madığından emin değildi ama bir şey ona odanın boş ol-madığını söylüyordu. Bugünün, karanlık bir odanın dı-şında birisi durur ve kendisi içerde beklerken başlaması-nın ne kadar garip olduğunu düşündü; şimdi durum ter-sine dönmüştü -29

O durmuş meraklanırken, kapı hızla açıldı ve bir şey,vahşi bir hayvan gibi üstüne atıldı. Ama hafızası onu uyarmıştı, bu çarpışla yere yuvarla-nacak kadar yakın durmuyordu. Vargücüyle mücadeleetti. Diz, baş, yumruk ve kollarının kuvvetiyle direndi oşeye karşı; oğlan ya da kız, her ne ise... Kendi yaşında bir kızdı, yırtıcı, hırlayan bir kız, lime li-me pis giysileri ve sıska çıplak kollarıyla bacakları vardı. Kız da aynı anda onun ne olduğunu fark etti ve ken-disini Will'in çıplak göğsünden geri çekerek, kıstırılmışbir kedi gibi karanlık sahanlığın köşesinde çömeldi. Ya-nında bir kedi vardı, çocuk şaşırdı: büyük bir yabani ke-di, Will'in dizi yüksekliğinde, tüyleri dikilmiş, dişlerinigöstererek hırlıyor, kuyruk havada. Kız elini kedinin sırtına koyup kuru dudaklarını yala-dı, bir yandan da oğlanın her hareketini gözlüyordu.Will yavaşça doğruldu."Kimsin sen?""Lyra Gümüşdil," dedi kız."Burada mı oturuyorsun?""Hayır," dedi kız şiddetle."Neresi burası öyleyse? Bu şehir?""Bilmiyorum.""Sen nereden geliyorsun?""Kendi dünyamdan. Burayla bitişti. Cinin nerde?" Oğlanın gözleri kocaman açıldı. Kediye olağanüstübir şey olduğunu görmüştü: kızın kollarına sıçradı ve30

oraya çıkınca şekil değiştirdi. Şimdi krem rengi gerdanıve karnı olan kızıl-kahverengi bir kakım olmuştu, ve onakızın kendisi kadar yırtıcı bir ifadeyle, gözlerinden ateş-ler saçarak bakıyordu. Ama olayların seyri bir kez dahadeğişti çünkü Will kızın da, kakımın da, sanki bir haya-letmiş gibi ondan fena halde korktuklarını fark etti. "Cinim yok," dedi. "Ne demek istediğini anlamıyo-rum." Sonra: "Ah! Cinin o mu?" Kız yavaşça ayağa kalktı. Kakım onun boynuna sarıl-dı ve koyu renk gözleri WilPin yüzünü hiç terk etmedi. "Ama sen yaşıyorsun," dedi kız, yarı inanır, yarı inan-maz. "Şey değilsin... Şey olmamışsın..." "Adım, Will Parry," dedi oğlan. "Cinler hakkında söy-lediğini anlamıyorum. Benim dünyamda cinin anlamı...şeytan demek, kötü bir şey." "Senin dünyanda mı? Yani bu dünya senin dünyandeğil mi diyorsun?" "Hayır. Az önce... buraya gelen bir yol buldum. Senin

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dünyan gibi, herhalde. O da bitişmiş olmalı." Kız biraz rahatladı ama hâlâ büyük bir dikkatle onusüzüyordu ve Will de, sanki kız dost olmak istediği ya-bancı bir kediymiş gibi sakin ve suskun kaldı. "Bu şehirde başka kimseyi gördün mü?" diye devametti."Hayır.""Ne zamandır buradasın?""Bilmiyorum. Birkaç gün. Hatırlamıyorum."31

"Niye buraya geldin?""Toz arıyorum," dedi kız. "Toz mu arıyorsun? Ne tozu, altın tozu mu? Nasıl birtoz?" Kız gözlerini kıstı ve bir şey demedi. Çocuk aşağı in-mek için döndü."Karnım aç," dedi. "Mutfakta yiyecek bir şey var mı?" "Bilmem..." dedi kız ve mesafesini koruyarak onunarkasından geldi. Will mutfakta soğanlı ve biberli tavuk güveci malze-mesi buldu, ama pişirilmemişlerdi ve sıcakta pis pis ko-kuyorlardı. Hepsini çöp tenekesine süpürdü."Bir şey yemedin mi?" dedi, buzdolabını açarak.Lyra bakmaya geldi. "Bunun burada olduğunu bilmiyordum," dedi. "Ah!Soğukmuş..." Cini yeniden değişmiş, parlak renkli kocaman bir ke-lebek olmuştu, bir an buzdolabına girdi ve sonra çıkıpkızın omuzuna kondu. Kelebek kanatlarını ağır ağır kal-dırıyor ve indiriyordu. Will gözlerini dikip bakmamasıgerektiğini hissediyordu ama olanların garipliğinden ba-şı çınlıyordu."Daha önce hiç buzdolabı görmedin mi?" dedi. Bir teneke kola buldu ve bir tepsi yumurtayı dışarı çı-karmadan önce kıza verdi. Kız tenekeyi elleri arasındakeyifle tutup bastırdı."İç öyleyse," dedi Wiü.32

Kız tenekeye baktı, kaşlarını çattı. Nasıl açacağını bil-miyordu. Çocuk onun için kapağı açtı, kola köpürerekdışarı çıktı. Lyra şüpheyle yaladı, sonra da gözleri faltaşıgibi açıldı."İyi mi?" dedi, sesi yarı umutlu, yarı korkuluydu. "Evet. Belli ki bu dünyada da Coca-Cola var. Bak, ze-hirli olmadığını kanıtlamak için ben biraz içeceğim." Başka bir teneke açtı. Kız onun içtiğini görünce, ör-neğini izledi. Besbelli susamıştı. Öyle hızlı içti ki, kabar-cıklar burnuna kaçtı, sonra burnundan soludu, yükseksesle geğirdi ve oğlan ona bakınca yüzünü buruşturdu."Omlet yapacağım," dedi Will. "Sen de ister misin?""Omletin ne olduğunu bilmiyorum." "Eh, bak, görürsün. Ya da istersen, bir teneke fasulyekonservesi var.""Fasulye konservesinin ne olduğunu bilmiyorum." Will ona konserveyi gösterdi. Kız, Coca-Cola tenekesi-nin üstündeki gibi çekince açılan halka var mı diye baktı. "Hayır, konserve açacağı kullanman gerek," dedi. "Se-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nin dünyanda konserve açacağı yok mu?" "Benim dünyamda yemekleri hizmetkarlar pişirir,"dedi kız, küçümseyerek."Oradaki çekmeceye bak." Will bir kaseye altı yumurta kırıp bir çatalla çırparken,kız da çatal bıçak takımlarını karıştırdı. Onu gözleyen oğlan, "İşte," dedi. "Kırmızı saplı olanı.Getir buraya."33

Konservenin tenekesini deldi ve ona nasıl açacağınıgösterdi. "O saplı küçük tencereyi kancasından al da fasulyele-ri içine boşalt," dedi kıza. Kız fasulyeleri kokladı, gözlerine gene bir keyif veşüphe ifadesi yerleşti. Tenekeyi saplı tencereye boşaltırve parmağını yalarken, bir yandan da Will'in yumurtala-ra tuz-biber ekmesini ve dolaptaki bir paketten bir parçatereyağ keserek dökme demir bir tavaya koymasını göz-lüyordu. Will kibrit bulmak için bara gitti. Geri döndü-ğünde kız, pis parmağını çırpılmış yumurta kasesine sok-muş obur obur yalıyordu. Yeniden kedi olan cini de pen-çesini içine sokmuştu ama, Will yaklaşınca geri çekti. "Daha pişmedi," dedi Will, kaseyi onlardan uzaklaştı-rarak. "En son ne zaman yemek yedin?" "Babamın Svalbard'daki evinde," dedi kız. "Günlerceönce. Bilmiyorum. Burada ekmek falan buldum, onlarıyedim." Will gazı açtı, yağı eritti, içine yumurtaları boşalttı vehepsini tavanın tabanına yaydı. Kızın gözleri her şeyioburca izliyor, onun yumurtaları piştikçe ortadaki yumu-şak, kabarık çizgilere çekmesini ve çiğ yumurta onlarınyerine aksın diye tavayı eğmesini kolluyordu. AyrıcaWill'i de gözlüyordu, yüzüne, çalışan ellerine, çıplakomuzlarına ve ayaklarına bakıyordu. Will pişen omleti ikiye katladı ve spatulayla ikiye böl-dü.34

"İki tabak bul," dedi. Lyra uysalca söz dinledi. Mantıklı olduğunu görürse buyrukları yerine getirme-ye hayli istekli görünüyordu, Will de ona gidip kafeninönünde bir masayı boşaltmasını söyledi. Yemekle birlik-te çekmeceden aldığı bıçaklarla çatalları dışarı çıkardı,hafif bir rahatsızlık içinde, birlikte yemeğe oturdular. Kız kendi payını bir dakikadan kısa sürede yedi, ve oomletini bitirirken yerinde kıpırdandı, iskemlesinde önearkaya sallandı, iskemlenin dokunmuş oturağının plastikşeritlerini çekiştirdi. Cini yeniden değişip saka kuşu ol-du, masanın üstündeki göze görünmez ekmek kırıntıla-rını gagaladı. Will ağır ağır yedi. Fasulyenin büyük kısmını ona ver-mişti ama gene de kızdan daha uzun sürede yedi. Önle-rindeki liman, boş bulvardaki ışıklar, yukarıdaki karanlıkgökyüzündeki yıldızlar, sanki başka hiçbir şey yokmuşgibi hepsi muazzam bir sessizlik içinde asılıydı. Will bütün bu süre boyunca kızın fena halde farkın-daydı. Küçük ve zayıftı ama aynı zamanda kuvvetliydi vekaplan gibi dövüşmüştü; Will'in yumruğu yanağını mo-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rartmıştı ama kız aldırmıyordu bile. İfadesi, küçük bir kızifadesiyle - kolayı ilk kez tattığındaki gibi - bir tür derinhüzünlü ihtiyatın bir karışımıydı. Gözleri açık maviydi,saçı ise yıkanırsa koyu sarı olacaktı; kirliydi çünkü, gün-lerdir yıkanmamış gibi kokuyordu."Laura? Lara?" dedi Will."Lyra."35

"Lyra... Gümüşdil miydi?""Evet.""Dünyan nerede? Buraya nasıl geldin?" Kız omuzunu silkti. "Yürüdüm," dedi. "Her yeri siskaplamıştı. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Yani, en azın-dan, kendi dünyamdan çıktığımı biliyordum. Ama siskalkana kadar bu dünyayı görmedim. Sonra da kendimiburada buldum.""Toz hakkında ne demiştin?" "Toz, evet. Hakkında bilgi edineceğim. Ama bu dün-ya boş gibi görünüyor. Burada soracak kimse yok. Ben...bilmiyorum ki, galiba üç gündür buradayım, belki dört.Ve burada kimse yok.""Ama niye toz hakkında bilgi edinmek istiyorsun?" "Özel Toz," diye kestirip attı kız. "Sıradan toz değil,elbette." Cin yeniden değişti. Göz açıp kapayana kadar yaptıbunu ve saka kuşuyken sıçan oldu; zifir karası, kırmızıgözlü, güçlü bir sıçan. Will faltaşı gibi açılmış ihtiyatlıgözlerle ona baktı, kız onun bakışını gördü."Senin cinin var" dedi, kararlı bir biçimde. "İçinde."Oğlan ne diyeceğini bilemedi. "Var," diye devam etti kız. "Yoksa insan olmazdın. Ozaman... yarı ölü olurdun. Cini kesilmiş bir çocuk gördük.Sen öyle değilsin. Cinin olduğunu bilmiyor olsan da, var.Biz seni ilk gördüğümüzde korktuk. Gece-hartlağı falansandık. Ama sonra baktık ki, hiç öyle değirmişsin."36

"Biz mi?" "Ben ve Pantalaimon. Biz. Cinin senden ayrı değil. O,sensin. Senin bir parçan. Birbirinizin parçasısmız. Senindünyanda bizim gibi hiç kimse yok mu? Hepsi senin gi-bi mi, cinleri saklanmış mı?" Will ikisine baktı, sıska açık renk gözlü kızla, şimdikollarında oturan siyah sıçan-cinine ve kendini son de-rece yalnız hissetti. "Yorgunum. Yatmaya gidiyorum," dedi. "Bu şehirdekalacak mısın?" "Bilmem. Aradığım şey hakkında daha fazlasını bul-mam gerek. Bu dünyada da âlimler olmalı. Onun hak-kında bir şeyler bilen birileri olmalı." "Belki bu dünyada yoktur. Ama ben Oxford denenbir yerden geliyorum. Orada pek çok âlim var, istediğinbuysa eğer." "Oxford mu?" diye bağırdı kız. "Ben oradan geliyo-rum!" "Senin dünyanda da bir Oxford mu var yani? Çünkükesinlikle benim dünyamdan geliniyorsun." "Hayır," dedi kız, kararlı bir şekilde. "Farklı dünyalar.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama benim dünyamda da bir Oxford var. İkimiz de İn-gilizce konuşuyoruz, değil mi? Öyleyse birbirinin eşi baş-ka şeyler olması da mantıklı. Sen nasıl geçtin? Köprü fa-lan mı var?""Havada bir tür pencere.""Göster bana," dedi kız.37

Bu bir emirdi, bir rica değil. Will başını iki yana sal-ladı. "Şimdi değil," dedi. "Uyumak istiyorum. Hem geceya-rısı oldu.""Öyleyse bana sabahleyin göster!" "Tamam, gösteririm. Ama benim yapacak kendi işle-rim de var. Kendi âlimlerini kendin bulursun." "Kolay," dedi kız. "Alimler hakkında her şeyi bilirimben."Will tabakları toparladı, ayağa kalktı."Yemeği ben yaptım," dedi, "bulaşıkları da sen yıka." Kız kulaklarına inanamamış gibiydi. "Bulaşıkları yıka-mak mı?" dedi alayla. "Etrafta milyonlarca temiz tabakvar! Hem ben hizmetkar değilim. Yıkamayacağım.""Ben de sana yolu göstermem.""Kendim bulurum." "Bulamazsın, gizli. Asla bulamazsın. Dinle. Burada nekadar kalırız, bilemiyorum. Yememiz gerek, onun içinde burada olanı yiyeceğiz, ama sonradan ortalığı topla-yacağız, temiz tutacağız, çünkü öyle yapmamız gerek.Bulaşıkları yıka. Buraya doğru dürüst muamele etmengerek. Şimdi ben yatmaya gidiyorum. Öbür odada yata-rım. Sabaha görüşürüz." İçeri gitti, dişlerini bir parmağıyla, ve lime lime çanta-sından aldığı diş macunuyla temizledi, iki kişilik yatağınüstüne yığıldı, bir an sonra uyumuştu.38

Lyra, onun uyuduğundan emin olana kadar bekledi,sonra tabakları mutfağa götürdü, musluğun altına tuttu,temiz görünene kadar bir bezle sıkı sıkı ovaladı. Aynı şe-yi bıçaklarla çatallarda da yaptı ama bu işlem omlet ta-vasına sökmedi, o da bir kalıp sarı sabun denedi, temiz-lenebileceği kadar temizlendiğini düşündüğü hale gele-ne kadar inatla onu kazıdı. Sonra başka bir bezle her şe-yi kuruladı ve düzgün bir şekilde süzme kabına dizdi. Susuzluğu hâlâ geçmediği ve bir teneke açmayı yeni-den denemek istediği için, başka bir kolay tık diye açtı,yukarı kata götürdü. Will'in kapısının dışında durup bek-ledi, hiçbir şey duymayınca parmaklarının ucuna basa-rak diğer odaya gitti, yastığının altından aletiyometreyiçıkardı. Onun hakkında soru sormak için Will'e yakın olmasıgerekmiyordu, ama gene de bakmak istemişti. İçeri gir-meden önce Will'in kapısının tokmağını becerebildiğikadar sessizce çevirdi. Dışarıda, rıhtımdaki ışık dosdoğru odanın içine vuru-yordu, tavandan yansıyan ışıltıda eğilip uyuyan çocuğabaktı. Kaşlarını çatmıştı, yüzü terden sırılsıklamdı. Sağ-lam ve tıknazdı, yetişkin bir adam gibi tam gelişmemiştielbette, çünkü Lyra'dan fazla da büyük olamazdı, ama

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bir gün iyice güçlenecekti. Keşke cini görünür olsa, işlerne kadar kolaylaşırdı! Biçimi ne olurdu diye merak etti,sabitleşmiş mi diye de. Biçimi ne olursa olsun, vahşi, ki-bar ve mutsuz bir tabiatı ifade edecekti.39

Parmaklarının ucuna basarak pencereye gitti. Sokaklambasından gelen ışıltıda, aletiyometrenin akrebiyleyelkovanını özenle ayarladı ve zihnini rahatlatarak birsoruya dönüştürdü. İbre, neredeyse izlenemeyecek ka-dar hızlı bir dizi duraklama ve sallanmayla kadranı tara-maya koyuldu.Şunu sormuştu: O ne? Dost mu düşman mı?Aletiyometre cevap verdi: O bir katil. Lyra cevabı görünce anide gevşedi. Yiyecek bulabilir-di, ona Oxford'a nasıl gidileceğini gösterebilirdi ve bun-lar yararlı güçlerdi ama çocuk gene de güvenilmez ya daödlek olabilirdi. Oysa bir katil, değerli bir eşlikçiydi.Onun yanında kendini, zırhlı ayı İorek Byrnison'la oldu-ğu kadar güvende hissetti. Açık pencerenin panjurunu itti ki sabah güneşi yüzü-ne vurmasın, sonra da parmaklarının ucuna basarak dı-şarı çıktı.40

2Cadılar Arasında Bolvangar'daki deney istasyonunda Lyra ile başka ço-cukları kurtarmış ve onlarla Svalbard adasına uçmuş olancadı Serafina Pekkala çok endişeliydi. Lord Asriel'in Svalbard'daki sürgün yerinden kaçışınıizleyen atmosferik düzensizliklerin ardından o ve arka-daşları adadan çok uzağa, donmuş denizde millerce öte-ye üfürülmüşlerdi. Çoğu Teksas'lı aeronot Lee Sco-resby'nin hasar görmüş balonunun yanında kalmayı ba-şarmıştı ama Serafina'nm kendisi, Lord Asriel'in deneyigökyüzünü yırtınca ortaya çıkan yarıktan dalgalanarakgelen sis yığınlarının yüksekliklerine savrulmuştu. Uçuşunu yeniden kontrol edebilir hale geldiğini gö-rünce, ilk düşüncesi Lyra oldu; çünkü sahte ayı-kral ilegerçek kral İorek Byrnison arasındaki dövüş hakkındahiçbir şey bilmediği gibi, Lyra'ya daha sonra neler oldu-ğunu da bilmiyordu. Bulutlu altın rengi değmiş havada, bulutçamından da-lıyla uçarak onu aramaya koyuldu, kar-kazı cini Kaisa41

ona eşlik ediyordu. Geri, Svalbard'a, biraz da güneyedoğru uçtular, saatlerce tuhaf renkler ve gölgelerle çal-kantılı bir göğün altında süzüldüler. Serafina Pekkala,cildine vuran ışığın tedirgin edici karıncalanmasından,bu ışığın başka bir dünyadan geldiğini anlamıştı. Biraz vakit geçtikten sonra, Kaisa, "Bak!" dedi. "Bircadının cini, kaybolmuş..." Serafina Pekkala sis yığınları arasından baktı ve pus-lu ışık uçurumlarında daireler çizerek ağlayan bir deniz-kırlangıcı gördü. Hızla dönüp ona doğru uçtular. Yaklaş-tıklarını görünce erkek kuş korkuya kapılıp yukarı fırla-sa da, Serafina Pekkala dostluk işareti yapınca aşağı,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yanlarına indi.Serafina Pekkala, "Hangi klandansın?" diye sordu. "Taymyr," dedi denizkırlangıcı. "Cadım esir alındı...Arkadaşlarımız uzaklaştırıldı! Kayboldum...""Cadını kim esir aldı?" "Bolvangar'daki maymun cinli kadın... Bana yardımedin! Bize yardım edin! Öyle korkuyorum ki!""Klanın çocuk kesicilerle ittifak mı yapmıştı?" "Evet, ne işler çevirdiklerini anlayana kadar... Bolvan-gar'daki savaştan sonra bizi püskürttüler, ama cadım esirdüştü... Onu bir teknede tutuyorlar... Ne yapabilirim? Be-ni çağırıyor ama ben onu bulamıyorum! Ah, bana yardımedin, n'olur!""Sus," dedi, karkazı-cin Kaisa. "Aşağıyı dinle."Kayarak daha aşağı indiler, keskin kulaklarla dinledi-42

ler ve Serafina Pekkala çok geçmeden, sisin boğduğu birgaz motorunun vuruşlarını çıkardı. "Böyle bir siste bir geminin seyretmesini sağlayamaz-lar," dedi Kaisa. "Ne yapıyorlar?" "Daha küçük bir motor," dedi Serafina Pekkala ve okonuşurken farklı bir yönden yeni bir ses geldi: derinlik-lerden seslenen muazzam bir deniz yaraüğınınki gibi pesperdeden, vahşi, sarsıcı bir düdük. Birkaç saniye kükre-di, sonra aniden durdu."Teknenin sis düdüğü," dedi Serafina Pekkala. Suyun üzerinde dönerek daha alçağa indiler ve yeni-den motorun sesini aradılar. Birdenbire de buldular,çünkü sisin farklı yoğunlukta parçaları var gibiydi ve birfilika, nemli havanın kuşakları arasından pat pat diye ya-vaşça gelirken, hızla yükselip kayboldu. Dalga yavaş veyağlıydı, sanki su gönülsüzce yükseliyormuş gibi. Etrafta ve tepede sallandılar, denizkırlangıcı-cin, an-nesine sokulan bir çocuk gibi yakınlarında dururken, sisdüdüğü tekrar ötünce serdümenin rotayı biraz değiştir-mesini izlediler. Pruvaya bir ışık yerleştirilmişti, ama tekaydınlattığı şey birkaç metre öndeki sisti. Serafine Pekkala kaybolmuş cine, "Bu insanlara hâlâyardım eden cadılar mı var demiştin?" diye sordu. "Sanırım var - Volgorsk'tan firar etmiş birkaç cadı -onlar da kaçmadıysa tabii," dedi cin. "Ne yapacaksın?Cadımı arayacak mısın?""Evet. Ama sen şimdilik Kaisa ile kal."43

Serafina Pekkala aşağı, filikaya doğru uçunca yukarı-daki cinler görüş alanından çıktı ve cadı, serdümenin he-men arkasındaki tezgaha indi. Adamın martı-cini, acı acıbağırınca dümenci de dönüp baktı. "Ağırdan aldın, ha?" dedi. "Çık yukarı da iskele tara-fından bize kılavuzluk et." Serafina Pekkala hemen yeniden havalandı. İşe yara-mıştı: halen onlara yardım eden cadılar vardı, adam daonu onlardan biri sanmıştı. İskele soldaydı, diye hatırladı,iskele ışığı da kırmızıydı. Puslu ışıltıyı yüz metreyi aşma-yan bir mesafede bulana kadar siste dolandı. Hızla geridöndü ve filikanın tepesinde asılı durarak, serdümene ta-limat verdi. O da teknenin hızını azaltıp emeklemeden

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

farksız bir hıza getirdi, tekneyi de su hattının hemen üs-tünde asılı bir üst güverte merdivenine yanaştırdı. Dümen-ci seslendi, bir gemici yukarıdan halat attı, bir başkası dafilikaya bir an önce varmak için hızla merdivenden indi. Serafina Pekkala geminin güverte trabzanına doğruuçtu ve cankurtaran sandallarının yanındaki gölgelereçekildi. Başka cadı görmüyordu, ama belki de göklerdedevriye geziyorlardı; Kaisa ne yapılacağını bilirdi. Aşağıda bir yolcu filikadan inmiş, merdivenden tırma-nıyordu. Kürklere bürünmüş kukuletalı, kim olduğu bel-li olmayan biriydi; ancak güverteye eriştiğinde altın birmaymun-cin kuş gibi hafif, kendini trabzana savurdu vekara gözlerinden kötülük saçarak, etrafa baktı. Serafinasoluğunu tuttu: bu Mrs. Coulter'di.44

Koyu renk giysili bir adam onu karşılamak için telaş-la güverteye çıktı ve sanki başka birini de bekliyormuşgibi etrafına bakındı."Lord Boreal -" diye başladı. Ama Mrs. Coulter hemen onun sözünü kesti: "O baş-ka bir yere gitti. İşkenceye başladılar mı?""Evet, Mrs. Coulter," diye cevap verdi adam, "ama-" "Onlara beklemelerini emretmiştim," diye kesip attıkadın. "Bana itaatsizlik etmeye mi başladılar? Belki de bugemide daha fazla disiplin gerekiyor." Kukuletasını geriye attı. Serafina Pekkala, sarı ışıktaonun yüzünü açıkça gördü: mağrur, tutkulu ve cadıyagöre, çok genç. "Öbür cadılar nerede?" diye sordu kadın, emrederce-sine. Gemideki adam, "Hepsi gitti, hanımefendi," dedi. "Ül-kelerine uçtular." "Ama filikaya bir cadı kılavuzluk etti," dedi Mrs. Co-ulter. "O nereye gitti?" Serafina geriye çekilip sindi; belli ki filikadaki gemicison durumdan habersizdi. Papaz şaşkınlıkla etrafınabaktı ama Mrs. Coulter çok sabırsızdı ve güvertenin üs-tüne ve boydan boya bütün güverteye gelişigüzel bir ba-kış attıktan sonra başını salladı; çiniyle birlikte telaşla,havaya sarı bir nimbus bulutu bırakan açık kapıdan içe-ri girdi. Adam onu izledi.Serafina Pekkala durumunu gözden geçirmek için et-45

rafa baktı. Trabzan ve geminin üst güvertesinin merkeziarasındaki dar güverte alanında, bir vantilatörün arkasın-da gizlenmişti; ve bu düzeyde, köprü ile baca arasındageminin başı yönünde, lumboz yerine pencereleri üçyandan dışarı bakan bir salon vardı. İnsanlar oraya gir-mişti. Sisin inci gibi parladığı trabzana pencerelerden yo-ğun ışık dökülüyordu ve pruva direği ile üzerine yelkenbezi örtülmüş ambar kapağını hayal meyal gösteriyordu.Her şey sırılsıklamdı, donup kaskatı kesilmeye başlamış-tı. Hiç kimse olduğu yerde Serafina'yı göremezdi; amaeğer daha fazlasını görmek istiyorsa, saklandığı yeri terketmesi gerekiyordu. Bu da çok kötüydü. Çam dalıyla kaçabilir, bıçağı veyayıyla dövüşebilirdi. Dalı vantilatörün arkasına sakladı

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ve ilk pencereye varana kadar güvertede kayarcasınailerledi. Pencere, yoğunlaşan sisle buğulanmıştı, içeriyigörmek imkansızdı, Serafina ses de duymuyordu. Yeni-den gölgelere çekildi. Yapabileceği bir şey vardı; gönülsüzdü, çünkü umut-suzca denecek kadar rizikoluydu ve bitkin düşecektiama başka seçeneği de yok gibiydi. Kendini görünmezhale getirmek için uyguladığı bir tür sihirdi bu. Gerçekgörünmezlik mümkün değildi, elbette: bu zihinsel bir si-hirdi, büyüyü yapanı görünmez değil, ama sadece farkedilmeyecek hale getiren şiddetli bir tevazu. Doğru biryoğunluk derecesinde bunu muhafaza ederse görünme-den kalabalık bir odadan geçebilir ya da tek başına yo-46

la çıkmış bir seyyahın yanısıra yürüyebilirdi. Onun için de şimdi zihnini toparladı ve dikkati tama-men üstünden çekmek için aklını kendine bakış şeklinideğiştirme üzerinde var gücüyle yoğunlaştırdı. Kendin-den emin olması birkaç dakika sürdü. Sonucu, saklanmayerinden ayrılıp, güverte boyunca bir alet torbasıyla ge-len gemicinin yoluna çıkarak denedi. Gemici Serafina'yabir kez bile bakmadan, ondan kaçınmak için yolundançekildi. Hazırdı. Pırıl pırıl aydınlatılmış salonun kapısına gidipaçınca, içerisini bomboş buldu. Gerekirse kaçabilmekiçin dış kapıyı aralık bıraktı ve odanın diğer ucunda, ge-minin iç kısımlarına inen merdivene açılan bir kapı gör-dü. Aşağı inince kendini beyaza boyalı boru donanımla-rının asılı olduğu, anbarik bölme ışıklarıyla aydınlatılmışve gemi gövdesi boyunca dümdüz uzanarak, her iki ta-rafa da açılan kapıları olan dar bir koridorda buldu. Sesler duyana kadar dinleye dinleye, sessizce yürüdü.Sanki bir konsey toplanmış gibiydi.Kapıyı açıp içeri girdi. Yuvarlak bir masanın etrafında bir düzine ya da dahafazla insan oturmuştu. İçlerinden bir ikisi bir an başınıkaldırdı, dalgın dalgın baktı ve onu bir anda unuttu. Se-rafina Pekkala kapı yakınında sessizce durarak etrafıgözledi. Toplantının başkanı, Kardinal giysileri içindekiyaşlı bir adamdı, diğerleri de şu ya da bu rütbede dinadamlarıymış gibi görünüyorlardı, hazır bulunan tek ka-47

dm olan Mrs. Coulter'ın dışında. Mrs. Coulter kürkünü is-kemlenin arkasına atmıştı, yanakları da geminin içindekisıcaktan kızarmıştı. Serafina Pekkala çevresine dikkatle baktı ve odada bi-ri daha olduğunu gördü: bir kurbağa-cini olan, üzerindederi ciltli kitaplar ile gevşek sararmış kağıt yığınlarınınbulunduğu bir masanın bir kenarına oturmuş ince yüzlüadam. Önce onun katip ya da sekreter olduğunu düşün-dü, ta ki ne yaptığını görene kadar: adam büyük bir dik-katle koca bir saati ya da pusulayı andıran altın bir ale-te bakıyor ve bir-iki dakikada bir durarak bulduklarınınot ediyordu. Sonra kitaplardan birini açıyor, indekstehamarat hamarat aranıyor, bir referans bulunca onu dayazdıktan sonra yeniden alete dönüyordu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Serafina masadaki tartışmaya döndü, çünkü cadı keli-mesini duymuştu. Din adamlarından biri, "Çocuk hakkında bir şeyler bi-liyor," dedi. "Bir şey bildiğini itiraf etti. Bütün cadılaronun hakkında bir şeyler biliyorlar." "Ben Mrs. Coulter'ın ne bildiğini merak ediyorum,"dedi Kardinal. "Acaba bize daha önce söylemiş olmasıgereken bir şey var mı?" "Bundan daha açık şekilde konuşmanız gerekir," de-di Mrs. Coulter, buz gibi bir edayla. "Benim bir kadın ol-duğumu, bu yüzden de Kilise'nin bir prensi kadar ince-likli davranamayacağımı unutuyorsunuz, Kardinal Haz-48

retleri. Çocuk hakkında bilmiş olmam gereken bu haki-kat nedir?" Kardinal'ın yüzündeki ifade çok anlamlıydı ama hiç-bir şey söylemedi. Bir duraklama oldu, sonra başka birdin adamı, özür dilercesine, şöyle dedi: "Anlaşılan, bir kehanet varmış. Çocukla ilgili, anlıyor-sunuz ya, Mrs. Coulter. Bütün işaretler yerine getirildi.Her şeyden önce, doğumunun koşulları. Çinganlar daonun hakkında bir şeyler biliyor - ondan, cadı yağı vebataklık ateşi terimleriyle söz ediyorlar, tekinsiz, anlıyor-sunuz ya - çinganların önüne düşüp Bolvangar'a götür-meyi bu sayede başardı. Sonra da ayı-kral İofur Rakni-son'u tahttan indirme yolundaki şaşırtıcı başarısı var - sı-radan bir çocuk değil bu. Belki de Fra Pavel bize dahafazlasını anlatabilir..." Aletiyometreyi okuyan zayıf yüzlü adama bakınca,adam gözlerini kırpıştırdı, ovaladı ve Mrs. Coulter'a baktı. "Bunun, çocuğun elinde olan dışında, geriye kalmıştek aletiyometre olduğunun farkında olabilirsiniz," dedi."Diğerlerinin hepsi, Majisteriyum'un emriyle ele geçirildive yok edildi. Bu aletten, çocuğunkini ona Jordan Kole-ji Başkan'ının verdiğini öğreniyorum ve kızın da okuma-yı kendi kendine öğrendiğini, üstelik de yorum kitaplarıolmaksızın kullanabildiğini. Eğer aletiyometreye inanma-mak mümkün olsaydı, inanmazdım; çünkü aleti kitapsızkullanmak bana akıl alır bir şey gibi gelmiyor. Herhangibir anlayışa varmak, onlarca yıl süren gayretli çalışma49

gerektirir. O ise aleti edindikten birkaç hafta sonra oku-maya başlamış, şimdi aletiyometreye tamamen hakim.Tahayyül edeceğim hiçbir insan bilgine benzemiyor.""Şimdi nerede, Fra Pavel?" diye sordu Kardinal."Öteki dünyada," dedi Fra Pavel. "Geç kaldık bile." Kunduz-cini hiç durmadan bir kurşun kalemi kemirenbaşka bir adam, "Cadı biliyor!" dedi. "Her şey yerli yerin-de, cadının tanıklığı hariç! Bence ona yeniden işkenceetmemiz gerek!" Gittikçe daha fazla hiddetlenen Mrs. Coulter, "Bu ke-hanet de neyin nesi?" dedi. "Ne cesaretle benden saklar-sınız?" Üzerlerindeki gücü gözle görülür gibiydi. Altın may-mun, gözlerinden ateşler saçarak masadakileri süzdü,hiçbiri onun yüzüne bakamadı. Sadece Kardinal kılını kıpırdatmadı. Bir Macaw papa-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ğanı olan cini, ayağını kaldırıp kafasını kaşıdı. "Cadı, sıradışı bir şey ima etti," dedi Kardinal. "Bununne anlama geldiğini düşünüyor ama inanmaya cesaretedemiyorum. Doğruysa eğer, bize erkeklerin ve kadınla-rın şimdiye kadar karşılaşmış olduğu en korkunç sorum-luluğu yüklüyor. Ama size yeniden soruyorum, Mrs. Co-ulter - çocuk ve babası hakkında siz ne biliyorsunuz?" Mrs. Coulter'ın yüzü öfkeden tebeşir beyazı kesilmiş-ti. "Beni sorguya çekmeye nasıl cesaret edersiniz?" dedi,tükürürcesine. "Ve cadıdan öğrendiğinizi benden sakla-50

maya nasıl cesaret edersiniz? Ve nihayet sizden bir şey-ler sakladığımı varsaymaya nasıl cesaret edersiniz? Onuntarafında olduğumu mu sanıyorsunuz? Ya da belki baba-sının tarafında olduğumu sanıyorsunuzdur, öyle mi? Bel-ki bana da cadı gibi işkence edilmesi gerektiğini düşü-nüyorsunuzdur. Eh, hepimiz emrinizdeyiz, Kardinal Haz-retleri. Parmaklarınızı şaklatır, beni paramparça edersi-,niz. Ama her et parçasını sorgulayacak olsanız cevap bu-lamazsınız, çünkü bu kehanet konusunda bir şey bilmi-yorum, hem de hiçbir şey. Ve sizin bildiğinizi bana söy-lemenizi talep ediyorum. Benim çocuğum, benim kendiçocuğum, günah içinde gebe kalınmış ve utanç içindedoğmuş, ama gene de benim çocuğum o ve benden sak-ladığınız her şeyi bilmeye hakkım var!" Din adamlarından bir başkası, tedirginlik içinde, "Lüt-fen," dedi, "Lütfen, Mrs. Coulter, cadı henüz konuşmadı;ondan daha fazlasını öğreneceğiz. Kardinal Sturrock'unkendisi, onun sadece ima ettiğini söylüyor." "Diyelim ki cadı açıklamadı," dedi Mrs. Coulter. "Ozaman ne olacak? Tahminde bulunacağız, öyle mi? Titre-yeceğiz, ürkeceğiz ve tahmin edeceğiz, ha?" Fra Pavel, "Hayır," dedi, "çünkü mesele bu. Şimdi so-ruyu aletiyometreye koymaya hazırlanıyorum. İster cadı-dan, ister yorum kitaplarından olsun, cevabı bulacağız.""Peki, bu ne kadar sürecek?" Adam kaşlarını yorgun argın kaldırdı ve "Hatırı sayılırbir süre," dedi. "Son derece karmaşık bir iştir."51

"Oysa cadı bize hemen söyler," dedi Mrs. Coulter. Ayağa kalktı. Sanki ondan çekiniyorlarmış gibi, adam-ların çoğu da ayağa kalktı. Sadece Kardinal ile Fra Pavelyerlerinde kaldı. Serafina Pekkala, büyük bir gayretlekendini görünmez tutarak geriye çekildi. Altın maymundişlerini gıcırdatıyordu ve ışıldayan kürkünün her tüyüayağa kalkmıştı.Mrs. Coulter onu omuzuna savurup oturttu."Öyleyse gidip soralım," dedi. Döndü ve koridordan hızla uzaklaştı. Adamlar da te-laşla arkasından koştular, beyni karmaşa içinde olduğuhalde hemen kenara çekilmeye vakit bulabilen SerafinaPekkala'yı itip kakarak yanından geçtiler. Son giden Kar-dinal'di. Serafina kendini toparlamak için birkaç saniye durdu,çünkü endişesi onu görülür hale getirmeye başlamıştı.Sonra din adamlarının ardına düşüp koridoru geçti, çıp-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lak, beyaz ve sıcak olan daha küçük bir odaya girdiler,hepsi ortadaki korkunç şeklin etrafına kümelendiler: çe-lik bir iskemleye sıkıca bağlanmış, gri yüzünde şiddetliızdırap okunan, bacakları bükülüp kırılmış bir cadı. Mrs. Coulter onun tepesinde durdu. Serafina, uzunsüre görünmez kalamayacağını bilerek kapının yanındayer aldı; bu iş çok zordu. "Bizimle çocuk hakkında konuş, cadı," dedi Mrs. Co-ulter."Hayır!"52

"Acı çekeceksin.""Yeterince çektim." "Oo, daha da başka acılar var. Biz bu kilisemizde binyıllık tecrübe edindik. Acını sonsuza kadar uzatabiliriz.Bizimle çocuk hakkında konuş," dedi Mrs. Coulter ve ca-dının parmaklarından birini kırmak için eğildi. Parmakkolaycacık kırıldı. Cadı haykırdı ve tam bir saniye boyunca SerafinaPekkala herkes tarafından görülür hale geldi, din adam-larının bir-ikisi, şaşkın ve korkmuş, başlarını kaldırıp onabaktılar; ama sonra gene kendini kontrol etti, onlar da iş-kenceye döndüler. Mrs. Coulter, "Eğer cevap vermezsen," diyordu, "birparmağını daha kıracağım, sonra bir başkasını. Çocukhakkında ne biliyorsun? Söyle bana.""Tamam! Lütfen, lütfen, yeter artık!""Cevap ver, öyleyse." Mide bulandırıcı bir çatırtı daha duyuldu, bu sefer ca-dı hıçkırıklara boğuldu. Serafina Pekkala kendine güç-lükle engel oluyordu. Derken, bir feryatla, şu kelimelerduyuldu: "Hayır, hayır! Size söyleyeceğim! Yalvarırım, yeter ar-tık! Gelecek olan çocuk... Cadılar onun kim olduğunusizden önce biliyordu... Adını öğrendik...""Biz adını biliyoruz zaten. Ne adı demek istiyorsun?""Gerçek adı! Kaderinin adı!""Neymiş bu ad? Söyle bana!" dedi Mrs. Coulter.53

"Hayır... hayır...""Ve nasıl? Nasıl öğrendiniz?" "Bir sınav vardı... Eğer bir bulutçamı dalını diğerleriarasından seçebilirse, gelecek olan çocuk odur demektive bu sınav Trollesund'da, konsülümüzün evinde yapıl-dı, çocuk çinganlarla gelince... Ayıyla birlikte olan ço-cuk..."Sesi kesildi. Mrs. Couter küçük bir sabırsızlık çığlığı attı, sert birtokat sesi ve bir inleme duyuldu. "Peki bu çocuk hakkındaki kehanetiniz neydi?" diyedevam etti Mrs. Coulter, artık sesi iyice kararmıştı ve tut-kuyla çınlıyordu. "Ve kaderini apaçık hale getirecek olanbu isim nedir?" Serafina Pekkala daha yakma geldi, hattâ cadının çev-resindeki adam kalabalığına bile iyice sokuldu, hiçbirisionun burunlarının dibindeki varlığını hissetmedi. Bu ca-dının ızdırabmı sona erdirmeliydi, hem de hemen, ama

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kendini görünmez halde tutmak muazzam bir gerginlikveriyordu. Belinden bıçağı alırken titredi. Cadı ağlıyordu. "Daha önce gelmiş olan o, o zamandanberi ondan nefret ediyorsunuz, korkuyorsunuz! Şimdi ge-ne geldi ve onu bulamadınız... Savalbard'daydı - Lord As-riel'la birlikteydi ve onu kaybettiniz. Kaçtı, şimdi de -"Ama o lafını bitiremeden araya bir şey girdi. Açık kapıdan içeri dehşetten çıldırmış bir denizkırlan-gıcı uçtu, yere çarparken kanatlarını kırık kırık çırptı,54

sonra güçlükle doğrulup işkence gören cadının göğsünedoğru ok gibi atıldı, gagasını sürterek, cıvıldayarak, ağ-layarak ona yapıştı ve cadı acı içinde seslendi. "Yambe-Akka! Bana gel, bana gel!" Kimse anlamadı, Serafina Pekkala hariç. Yambe-Ak-ka, ölmek üzereyken bir cadıya gelen tanrıçaydı. Ve Serafina hazırdı. Bir anda görünür hale geldi, mut-lu bir şekilde gülümseyerek ileri adım attı, çünkü Yam-be-Akka neşeliydi, tasasızdı, ziyaretleri sevinç armağan-larıydı. Cadı onu gördü, yaşlarla lekelenmiş yüzünü yu-karı, ona doğru kaldırdı ve Serafina onu öpmek için eğil-di, bıçağını yavaşça cadının kalbine sapladı. Denizkırlan-gıcı cin, sönük gözlerle ona baktı ve yok oldu. Şimdi de Serafina Pekkala'nın dövüşerek dışarı çık-ması gerekiyordu. Adamlar hâlâ şoktaydı, inanamıyorlardı, Mrs. Coulterneredeyse ânında aklını başına topladı. "Tutun onu! Bırakmayın!" diye bağırdı. Ne var ki, Se-rafina kapıya varmıştı bile, yayının kirişinde de bir okvardı. Bir saniyeden az sürede yayı gerdi, oku attı, Kar-dinal tıkanarak ve tekme atarak yere düştü. Dışarı, koridordan merdivene, dön, oku koy, gönderve başka bir adam düştü; gıcırdayan bir çanın yükseksesle çınlayışı gemiye yayılmaya başlamıştı bile. Merdivenden yukarı, güverteye. İki gemici önünükesti ve Pekkala, "Aşağıya!" dedi, "Mahpus kurtuldu!Yardım çağırın!"55

Bu onları şaşırtmaya yetti, kararsız halde durdular veSerafina Pekkala da böylece yanlarından fırlayarak geçe-cek ve bulutçamını vantilatörün arkasında gizlediği yer-den alacak vakit buldu. Arkadan, Mrs. Coulter'ın sesiyle "Vurun onu!" diye birçığlık geldi ve hemen üç tüfek birden ateş aldı. Serafinadala atlayıp oklarından biriymiş gibi onu ileri iterken,kurşunlar metale vurdu ve sisin içine doğru vınladı. Bir-kaç saniye sonra havada, sisin göbeğindeydi, emniyet-teydi ve derken kocaman bir kaz biçimi, gri tayfları ara-sından süzülerek onun yanına geldi."Nereye?" diye sordu erkek kaz. "Uzağa, Kaisa, uzağa," dedi Serafina Pekkala. "Bu in-sanların kokusunu burnumdan çıkarmak istiyorum." Aslında nereye gideceğini, bundan sonra ne yapaca-ğını bilmiyordu. Kesinlikle bildiği bir şey hariç: sadağın-da, Mrs. Coulter'ın boğazına isabet edecek bir ok vardı. Güneşe, sisteki tedirginlik yaratan öbür-dünya ışıltı-sından uzağa döndüler ve uçarlarken birkaç soru Serafi-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

na'nm zihninde daha net bir şekilde belirlendi. Lord As-riel ne yapıyordu? Çünkü dünyayı altüst eden bütünolayların kaynağı, onun esrarengiz faaliyetlerindeydi. Somn, onun normal bilgi kaynaklarının doğal kay-naklar olmasından ortaya çıkıyordu. Her hayvanın izinisürebilir, her balığı yakalayabilir, en ender böğürtlenleribulabilirdi; Çam sansarının bağırsaklarındaki işaretleri56

okuyabilir ya da bir tatlı su levreğinin pullarmdaki hik-meti çözebilir, safranın polenlerindeki uyarıları da yo-rumlayabilirdi; ama bunlar doğanın çocuklarıydı ve ken-di doğal gerçeklerini anlatıyorlardı. Lord Asriel hakkında bilgi edinmesi için başka yerleregitmesi gerekiyordu. Trollesund limanında konsülleri Dr.Lanselius erkekler ve kadınların dünyasıyla temasını mu-hafaza ediyordu, ve Serafina Pekkala onun ne söyleyece-ğini görmek için siste hızla oraya yöneldi. Evine gitme-den önce, sis saçaklarının buz gibi su üstünde hayalet mi-sali süzüldüğü limanın tepesinde daireler çizdi ve kılavu-zun Afrika bandıralı büyük bir gemiye rehberlik edişinigözledi. Liman dışında demir atmış duran başka birçokgemi vardı. Hiç bu kadar çoğunu bir arada görmemişti. Kısa gün solup gidince aşağı uçtu ve konsülün evininarka bahçesine kondu. Cama vurdu, Dr. Lanselius'unkendisi, parmağı dudaklarında, kapıyı açtı. "Serafina Pekkala, selamlar," dedi. "Çabuk içeri girin,hoşgeldiniz. Ama fazla kalmasanız iyi olur." Sokağı gö-ren pencerenin perdeleri arasından dışarı baktıktan son-ra, ona ateş başında bir iskemle sundu. "Şarap ister mi-siniz?" Serafina altın rengi Tokay'ı yudumladı ve ona gemidegörüp duyduklarını anlattı. "Çocuk hakkında söylediklerini anladılar mı sizce?"diye sordu konsül."Tam olarak, sanmam. Ama onun önemli olduğunu57

biliyorlar. O kadına gelince, ondan korkuyorum, Dr.Lanselius. Sanırım onu öldüreceğim, buna rağmen kor-kuyorum.""Evet. Ben de." Ve o, kenti sarsan rivayetlerden söz ederken, Serafi-na dinledi. Rivayet sisi arasında, birkaç olgu açık bir şe-kilde ortaya çıkmaya başlamıştı. "Diyorlar ki, Majisteryum şimdiye kadar görülmüş enbüyük orduyu toparlıyormuş, bu da onun keşif koluy-muş. Ve askerlerin bazıları hakkında da nahoş rivayetlervar, Serafina Pekkala. Bolvangar ve orada neler yaptık-ları kulağıma geldi - çocukların cinlerini kesiyorlar, du-yup duyacağım en kötü iş. Anlaşılan aynı muameleyigörmüş bir savaşçılar alayı da varmış. Zombi kelimesinibiliyor musunuz? Hiçbir şeyden korkmuyorlar çünküakılları yok. Bu kasabada da onlardan birkaç tane var.Yetkililer onları gizliyor ama dedikodu yayılıyor tabii,kasaba halkının onlardan ödü kopuyor." "Peki, ya öteki cadı klanları?" dedi Serafina Pekkala."Onlardan haber var mı?" "Çoğu kendi diyarlarına döndü. Bütün cadılar, Serafina

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Pekkala, neler olacak diye kalplerinde korkuyla bekliyor.""Ya Kilise hakkında neler duydunuz?" "Tam bir şaşkınlık içindeler. Anlıyorsunuz ya, LordAsriel'in neler yapmaya niyetlendiğini bilmiyorlar." "Ben de bilmiyorum, hayal dahi edemiyorum. Sizceneye niyetleniyor, Dr. Lanseline?"58

Adam başparmağıyla usulca yılan cininin başını ova-ladı. "O bir âlim," dedi bir an sonra, "ama baskın olan tut-kusu ilim değil. Devlet adamlığı da değil. Ben onunla birkere karşılaştım, ateşli ve güçlü bir yapısı olduğunu dü-şündüm, ancak despot değil. Hüküm sürmek istediğinisanmıyorum... Bilmiyorum, Serafina Pekkala. Sanırımhizmetkarı size söyleyebilir. Thorold adlı bir adam, Sval-bard'daki evde Lord Asriel ile birlikte hapsedilmişti. Sizebir şey söyleyebilir mi diye oraya bir ziyarette bulunma-ya değer; ama tabii, o da efendisiyle öteki dünyaya git-miş olabilir." "Teşekkür ederim. Bu iyi bir fikir... Dediğinizi yapa-cağım. Ve hemen gideceğim." Konsüle veda etti, koyulaşan karanlıkta, bulutlardaKaisa'ya katılmak için yukarı doğru uçtu. Serafina'nm kuzeye yaptığı yolculuk, çevresindekidünyanın karmaşası yüzünden daha da zor geçti. BütünArktik halkları panik içindeydi, hayvanlar da. Yalnızca

sisten ve manyetik değişimlerden değil, buzun mevsimeuygun olmayan çatlamalarından ve topraktaki kıpırdan-malardan da dolayı. Sanki toprağın kendisi ve süreklidonuk haldeki toprak altı, uzun bir donmuşluk rüyasın-dan yavaş yavaş uyanıyor gibiydi.

Tekinsiz parlaklıktaki ani aydınlıklar aşağı inip, siskulelerinde gedikler açar ve sonra da aynı çabuklukla59

kaybolurken, misköküzü sürüleri önce güneye doğrudörtnala gitme dürtüsüne kapılır ve sonra derhal batıyaya da yeniden doğuya yönelirken, sımsıkı düzenli kazsürüleri uçmak için izledikleri manyetik alanlar titredi-ğinde ve çatırdayarak şu ya da bu yönde kırıldığında da-ğılıp bağrışan bir kaosa dönüşürken, bütün bu kargaşaiçinde Serafina Pekkala bulutçamında oturdu ve kuzeye,Svalbard'ın çorak arazisinde, burundaki eve uçtu. Orada Lord Asriel'in hizmetkarı Thorold'u, bir grupkaya hartlağı ile dövüşür buldu. Neler olup bittiğini görecek kadar yakınlaşmadan, ha-reketi gördü. Hamle eden derimsi kanatların fini fırıl dö-nüşünü izledi, karlı avluda yankılanan haince yovk-yovk-yovk sesleri duydu. Kürklere bürünmüş tek bir şekil, ya-nındaki pis şeyler yeterince alçaktan uçunca hırlayıp ka-pan sıska bir köpek cinle, ortalarına tüfekle ateş ediyordu. Adamı bilmiyordu, ama kaya hartlağı her zaman düş-mandır. Yukarıda tam tur döndü ve arbedenin ortasınabir düzine ok yolladı. Çete - birlik denemeyecek kadargevşekçe düzenlenmişlerdi - çığlıklar ve anlaşılmaz ko-nuşmalarla bir daire çizdi, yeni rakiplerini gördüler ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kargaşa içinde kaçtılar. Bir dakika sonra gökler yine çıp-laktı ve yılgın yovk-yovk-yovttlan uzakta, dağlarda yankı-landı, sonra da azalarak yerini sessizliğe bıraktı. Serafina aşağı, avluya uçtu ve çiğnenmiş, kan saçılıkara indi. Adam, hâlâ tüfeğini ihtiyatla tutarak, kukuleta-sını geriye itti, çünkü cadılar bazen düşmandır. Serafina60

Pekkala da, uzun çeneli, saçlarına kır düşmüş, sakin ba-jaşh, ihtiyar bir adam gördü. "Lyra'nın bir dostuyum," dedi Serafina. "Umarım ko-nuşuruz. Bakın: Yayımı yere koyuyorum.""Çocuk nerede?" dedi adam. "Başka bir dünyada. Onun emniyeti açısından endişe-leniyorum. Ve Lord Asriel'in ne yaptığını bilmeye ihtiya-cım var." Adam tüfeğini indirdi ve, "İçeri buyrun, öyleyse," de-di. "Bakın: Tüfeğimi yere koyuyorum." Formaliteler bu şekilde yerine getirildikten sonra, içe-ri girdiler. Kaisa yukarıda göklerde kayar ve nöbet tutar-ken, Thorold biraz kahve yaptı, Serafina da ona Lyra ilebağını anlattı. Bir nafta lambasının ışığında, meşe masaya oturduk-larında, Thorold, "Bildiğini okuyan bir çocuk olmuşturhep," dedi. "Lord hazretleri kolejini ziyaret ettiğinde onuhemen hemen her yıl görürdüm. Yanlış anlamayın, on-dan hoşlanırdım - hoşlanmamak elden gelmezdi. Amaolayların büyük planında yeri nedir, bilmem.""Lord Asriel ne yapmayı planlıyordu?" "Bana söylediğini sanmıyorsunuz, değil mi, SerafinaPekkala? Ben onun uşağıyım, hepsi bu. Giysilerini temiz-ler, yemeklerini pişiririm, evini tertipli tutarım. Lord haz-

retleriyle olduğum yıllarda bir-iki şey öğrenmiş olabili-rim ama sadece tesadüfen kapmışımdır onları. Traş maş-rapasına sırlarını ne kadar açarsa, bana da o kadar açar."61

Serafina Pekkala, "Öyleyse bana tesadüfen öğrendiği-niz o bir-iki şeyi açıklayın," diye ısrar etti. Thorold yaşlı bir adamdı ama sağlıklı ve zindeydi, hererkek gibi, bu genç cadının ilgisi ve güzelliği onun dagururunu okşadı. Ancak, kurnazdı da ve bu ilginin ger-çekte ona değil, bildiklerine yönelik olduğunu biliyordu;ve dürüsttü, onun için de anlatmayı gerektiğinden fazlauzatmadı. "Size tam olarak ne yaptığını söyleyemem," dedi,"çünkü bütün o felsefi ayrıntılar benim kavrayışımın dı-şında. Ama size lord hazretlerini neyin harekete geçirdi-ğini söyleyebilirim, o benim bildiğimi bilmese de. Bunuyüz küçük işarette gördüm. Yanlışım varsa beni düzeltinama cadı halkının bizimkilerden başka tanrıları var, de-ğil mi?"Evet, bu doğru." "Ama bizim Tanrı'mızı da biliyorsunuzdur, değil mi?Kilisenin Tanrı'sı, Otorite dedikleri...""Evet, biliyorum." "Eh, Lord Asriel kilisenin doktrinlerinden hep tedirginoldu, diyelim. Dinsel törenlerden, nedametten, kefaret-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ten ve böyle şeylerden her söz edildiğinde yüzünden biriğrenme spazmı geçtiğini gördüm. Bizim halkımız arasın-da, Serafina Pekkala, kiliseye karşı çıkmak ölüm demek-tir ama bildiğim bir şey varsa, ben ona hizmet etmeyebaşladığımdan beri Lord Asriel yüreğinde bir isyan bes-liyor."62

"Kiliseye karşı bir isyan mı?" "Kısmen, evet. Bunu cebren yapmayı düşündüğü birzaman da oldu ama vazgeçti.""Niye? Kilise çok mu güçlüydü?" "Hayır," dedi ihtiyar hizmetkar, "böyle bir şey benimefendimi durdurmaz. Şimdi bu size tuhaf gelebilir amaSerafina Pekkala, ben o adamı karısının tanıyabileceğin-den, anasının tanıyacağından daha iyi tanıyorum. He-men hemen kırk yıldır benim efendim, ve inceleme ko-num. Nasıl uçamazsam, onu da düşüncesinin ulaştığıyüksekliklerde izleyemem ama, arkasından gidemesemde nereye yöneldiğini görürüm. Hayır, inanıyorum kionun Kilise'ye karşı isyan etmekten vazgeçmesinin ne-deni Kilise'nin çok güçlü oluşu değil, savaşmaya değme-yecek kadar zayıf oluşuydu.""Öyleyse... ne yapıyor?" "Bence bundan daha yüksek düzeyde bir savaş sür-dürüyor. Sanırım güçlerin en yüksekte olanına isyanıamaçlıyor. Otorite'nin Kendisi'nin bulunduğu mekanıaramaya gitti ve O'nu yokedecek. Ben öyle düşünüyo-rum. Bunu seslendirmek, kalbimi titretiyor, hanımefendi.Düşünmeye bile ancak cüret ediyorum. Ama yaptığınabir anlam verecek başka bir hikaye çıkaramıyorum orta-ya." Serafina bir süre sessizce oturup Thorold'un anlattık-larını hazmetti.O daha konuşamadan, adam devam etti:63

"Bu kadar büyük bir şey yapmaya kalkışan biri, elbet-te Kilise'nin gazabının hedefi olur. Söylemeye bile gerekyok. Bu en devasa küfür olurdu, öyle derlerdi. Daha gö-zünüzü kırpacak vakit bulamadan onu Yüksek Meclis'eçıkarır, ölüme mahkum ederlerdi. Daha önce bundan as-la söz etmedim, bir daha edecek de değilim; eğer siz bircadı olmasaydınız, dolayısıyla Kilise'nin iktidarının öte-sinde olmasaydınız, size de yüksek sesle söylemeye kor-kardım; ama bu mantıklı, ve başka hiçbir şey de mantık-lı değil. Otorite'yi bulacak, O'nu öldürecek.""Bu mümkün mü?" dedi Serafina. "Lord Asriel'in hayatı imkansız şeylerle dolu olmuşturhep. Onun yapamayacağı bir şey olduğunu söylemek is-temem. Ama görünüşe bakılırsa, Serafina Pekkala, evet,zincirlik deli. Eğer melekler bile yapamıyorsa, bir insanbunu düşünmeye nasıl cüret eder?""Melekler mi? Ne melekleri?" "Saf ruhtan oluşan varlıklar, diyor Kilise. Kilisenin öğ-retilerine göre dünya yaratılmadan önce meleklerin ba-zıları isyan etmiş, cennetten kovulup cehenneme atılmış-lar. Yani başaramamışlar, anlıyorsunuz ya, mesele bu.Yapamamışlar. Üstelik onlarda melek gücü de vardı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lord Asriel ise yalnızca bir insan ve insani gücü var, hep-si o kadar. Buna karşılık hırsının sınırı yok. Erkeklerlekadınların düşünmeye bile cüret edemediği şeyi yapma-ya cüret ediyor. Bakın şimdiden neler yaptı: göğü yırtıpaçtı, başka bir dünyaya yol açtı. Bunu yapan başka biri64

var mı? Kim böyle bir şeyi düşünebilirdi? Yani bir yanım-la Serafina Pekkala, onun deli, kötü, dengesiz olduğunudüşünüyorum. Ama bir başka yanımla da o Lord Asriel,diyorum, öbür insanlar gibi değil. Belki... eğer mümkünolma ihtimali varsa, yapan o olacaktır, başkası değil.""Peki sen ne yapacaksın, Thorold?" "Burada kalıp bekleyeceğim. O geri dönene ve banaaksini söyleyene kadar, ya da ölene kadar, bu evi koru-yacağım. Şimdi de ben size aynı şeyi sorayım, hanıme-fendi." "Çocuğun emniyette olduğundan emin olacağım," de-di. "Belki gene buradan geçerim, Thorold. Senin hâlâburada olacağını bilmek beni memnun ediyor.""Yerimden bile kıpırdamam," dedi adam. Serafina, Thorold'un kahve ikramını geri çevirip ve-dalaştı. Bir-iki dakika sonra kaz çiniyle yeniden bir araya gel-di ve onlar sisli dağların üstünde süzülür ve dönerken,cin ona karşı sessizliğini korudu. Serafina Pekkala sonderece tedirgin olmuştu ve açıklamaya gerek yoktu: ana-vatanının her yosun tutamı, her buz tutmuş su birikinti-si, her tatarcığı sinirlerini ayağa kaldırıp, onu geriye ça-ğırıyordu. Onlar için korku duyuyordu, ama kendi için

de, çünkü değişmesi gerekecekti. Burnunu soktuğu işler,insan işleriydi, bu bir insan meselesiydi; Lord Asriel'inTanrı'sı, onun tanrısı değildi. Yoksa insanlaşıyor muydu?Cadılığını kayıp mı ediyordu?65

Öyleyse eğer, bunu tek başına yapamazdı. "Şimdi doğru eve," dedi. "Kızkardeşlerimizle konuş-malıyız, Kaisa. Bu olaylar bir tek bizim için çok büyük." Bulanık sis kümeleri arasından Enara Gölü'ne ve ev-lerine doğru hızlandılar. Gölün yanındaki ormanlık mağaralarda klanlarının di-ğer üyelerini ve Lee Scoresby'yi buldular. Astronot, Sval-bard'daki çarpışmanın ardından balonunu havada tut-mak için mücadele etmiş, cadılar da kendi ülkelerinedoğru ona rehberlik etmişlerdi. Scoresby orada sepetininve gaz torbasının gördüğü hasarı onarmaya başlamıştı. "Madam, sizi gördüğüme çok sevindim," dedi. "Kü-çük kızdan haber var mı?" "Hiçbir haber yok, Mr. Scoresby. Bu gece meclisimi-ze katılıp neler olacağını tartışmamıza yardımcı olur mu-sunuz?" Teksaslı hayretle gözlerini kırpıştırdı çünkü daha ön-ce hiçbir adamın bir cadı meclisine katıldığı duyulma-mıştı. "Büyük şeref duyarım," dedi. "Benim de bir-iki öne-rim olabilir." O gün boyunca cadılar, bir fırtınanın kanatlarında ka-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ra kar taneleri gibi, ipeklerinin ani ve hızlı çırpınışlarıylave bulutçamı dallarının iğnelerinden geçen havanın hı-şırtısıyla gökleri doldurarak, gelip durdular. Suların dam-ladığı ormanlarda avlanan ya da eriyen yüzer buz kütle-66

ıeri arasında balık tutan erkekler, bütün göğü kaplayanfısıltıy1 sisin içinden duydu, ve gök berrak olsaydı eğer,kafalarını kaldırınca cadıların gizli bir dalgada kayan ka-ranlık parçaları gibi uçtuklarını da görebilirlerdi. Akşam geldiğinde, gölün çevresindeki çamlar yüzateşle alttan aydınlanmıştı, ateşlerin en büyüğü de top-lantı mağarasının önünde yakılmıştı. Cadılar yemekleriniyedikten sonra orada toplandı. Serafina Pekkala, sarısaçlarında yuvarlanmış, küçük kırmızı çiçeklerden olu-şan taçla, ortada oturuyordu. Solunda Lee Scoresby var-dı, sağında da bir ziyaretçi: Latvia cadılarının adı RutaSkadi olan kraliçesi. Serafina'yı şaşırtarak sadece bir saat önce gelmişti. Se-rafina Mrs. Coulter'ın kısa bir ömür için güzel olduğunudüşünmüştü ama Ruta Skadi, Mrs. Coulter kadar güzeldi,üstelik fazladan bir esrar, tekinsizlik boyutuna sahipti.Ruhlarla alışverişi olmuştu, belli oluyordu bu. Kocamankapkara gözleri vardı, hayat dolu ve tutkuluydu, bizzatLord Asriel'in onun âşığı olduğu söylenirdi. Ağır altın kü-peler ve kar kaplanlarının dişleriyle çevrili bir taç giymiş-ti. Serafina'nın cini Kaisa, Ruta Skadi'nin cininden, kap-lanlara tapınan Tatar kabilesini cezalandırmak için kap-lanları bizzat öldürdüğünü, çünkü bölgelerini ziyaret et-tiğinde kabiledekilerin Ruta Skadi'yi onurlandırmadığınıöğrenmişti. Kaplan tanrıları olmayınca kabile korku vemelankoliye gömülmüş ve onların yerine kendisine ta-pınmalarına izin versin diye ona yalvarıp aşağılamayla67

geri çevrilmişlerdi: Tapınmalarının bana ne faydası ola-cak ki diye sormuştu. Kaplanlara bir faydası olmamıştı.Ruta Skadi böyleydi işte: güzel, mağrur ve acımasız. Serafina onun neden geldiğinden emin değildi, amakraliçeyi buyur etti, görgü kuralları da Ruta Skadi'nin,Serafina'nın sağında oturmasını gerektiriyordu. Hepsitoplanınca, Serafina konuşmaya başladı. "Kızkardeşlerim! Niye toplandığımızı biliyorsunuz: buyeni olaylara ilişkin olarak ne yapacağımıza karar verme-liyiz. Evren yarıldı ve Lord Asriel bu dünyadan başka bi-rine giden yolu açtı. Buna karışmalı mıyız yoksa hayat-larımızı şimdiye kadar olduğu gibi yaşayıp kendi işimizemi bakmalıyız? Sonra, Kral İorek Byrnison'un şimdi LyraGümüşdil dediği çocuk Lyra Belacqua'nın durumu var.Dr. Lanselius'un evinde doğru bulutçamı dalını seçti: herzaman beklediğimiz çocuk ve şimdi ortadan kayboldu. "Bize fikirlerini söyleyecek iki konuğumuz var. ÖnceKraliçe Ruta Skadi'yi dinleyeceğiz." Ruta Skadi ayağa kalktı. Beyaz kolları ateşin ışığındaışıldıyordu; gözleri öylesine parıldıyordu ki, en uzaktakicadı bile onun hayat dolu yüzündeki ifade değişimlerinigörebiliyordu. "Kızkardeşlerim," diye başladı söze, "size neler oldu-ğunu söyleyeyim ve neyle savaşmamız gerektiğini. Çün-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kü bir savaş geliyor. Bize kimler katılacak, bilmiyorum,ama kimlerle savaşmamız gerektiğini biliyorum. Majister-yum'la, kiliseyle. Bütün tarihi boyunca - ki, bizim hayat-68

larımıza kıyasla uzun sayılmaz, ama onların hesabıylaçok, çok ömür eder - doğal her dürtüyü bastırıp kontroletmeye çalıştı. Kontrol edemediği zaman da kesiyor. Ba-zılarınız Bolvangar'da ne yaptıklarını gördü. Ve korkunçbir şeydi, ama orası böyle tek yer değil, bu da böyle tekuygulama değil. Kızkardeşlerim, siz yalnızca kuzeyi bili-yorsunuz; ben güney ülkelerine seyahat ettim. İnanınbana orada da, tıpkı Bolvangar'dakilerin yaptığı gibi ço-cuklarını kesen kiliseler var - aynı şekilde değil, ama ay-nı derecede korkunç. Cinsel organlarını kesiyorlar, evet,hem oğlanların hem kızların, hissetmesinler diye bıçak-larla kesiyorlar. Kilise'nin yaptığı bu ve her kilise aynı:her iyi duyguyu kontrol et, mahvet, yok et. Bu yüzden,eğer bir savaş patlak verirse ve Kilise bir taraftaysa, ken-dimizi ne kadar tuhaf müttefiklerle bağlanmış bulursakbulalım, biz öbür tarafta olmalıyız. "Klanlarımızın bir araya gelmesini, bu yeni dünyayıkeşfetmek için kuzeye gitmesini ve orada ne keşfederizdiye bakmasını öneriyorum. Eğer çocuk bizim dünya-mızda bulunamazsa, şimdiden Lord Asriel'in arkasındangittiği içindir. Ve, inanın bana, Lord Asriel de bu işinanahtarıdır. Bir zamanlar âşığımdı ve onunla isteye iste-ye güçbirliği yaparım, çünkü Kilise'den de, bütün yaptık-larından da nefret eder."Benim söyleyeceklerim bunlar." Ruta Skadi tutkuyla konuşmuştu, Serafina onun gücü-ne ve güzelliğine hayran kaldı. Latvia kraliçesi yerine69

oturunca, Serafina Lee Scoresby'ye döndö. "Mr. Scoresby çocuğun dostudur, bu yüzden bizim de 1dostumuzdur," dedi. "Bize fikirlerinizi söyler misiniz,efendim?" Teksaslı ayağa kalktı, kamçı gibi ince ve kibardı. San-ki durumun tuhaflığının farkında değilmiş gibi görünü-yordu, oysa farkındaydı. Yabani tavşan cini Hester, onunyanına çömeldi, kulakları sırtı boyunca yassıldı, altıngözleri yarı yumuluydu. "Hanımefendi," dedi, "bana gösterdiğiniz onca neza-ket için, başka bir dünyadan gelen, rüzgarların hırpala-dığı bir aeronota sunduğunuz bu yardım için teşekküretmeliyim. Sabrınızı fazla ihlal etmeyeceğim. "Çinganlarla kuzeye, Bolvangar'a seyahat ederkenLyra çocuk bana Oxford'dayken yaşadığı kolejde olanbir şeyi anlatmıştı. Lord Asriel diğer âlimlere Stanislaus •Grumman denen bir adamın kesilmiş başını göstermiş vebelli ki bu da onları, kuzeye gelip neler olduğunu bul-ması için Lord Asriel'e bir miktar para vermeye ikna et-miş. "Şimdi, çocuk gördüğünden o kadar emindi ki onufazla sorgulamak istemedim. Ama dedikleri de bir tür ha-tıranın zihnime geri gelmesine yol açtı, ancak ona net birşekilde ulaşamıyordum. Ben bu Dr. Grumman hakkındabir şeyler biliyordum. Ve ancak Savalbard'dan buraya

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

uçarken ne olduğunu hatırladım. Bunu bana Tungus-ka'dan ihtiyar bir avcı söylemişti. Anlaşılan, Grumman70

elinde tutana koruma sağlayan bir tür nesnenin neredeolduğunu biliyormuş. Siz cadıların sahip olduğu sihiriküçümsemek istemem, ama o şey, her neyse, duyup du-yacağım her şeyi geride bırakan cinsten bir güçmüş. "Ve ben, çocuk için duyduğum kaygı yüzünden Tek-sas'ta emekliye ayrılmamı erteleyip Dr. Grumman'ı ara-yabileceğimi düşündüm. Anlıyorsunuz ya, öldüğünüsanmıyorum. Bence Lord Asriel o âlimleri aldatıyordu. "Şimdi Nova Zembla'ya gidiyorum, canlı olarak enson orada olduğunu duydum ve onu arayacağım. Gele-ceği göremem, ancak şimdiyi yeterince berrak şekildegörüyorum. Ve bu savaşta, artık kurşunlarımın değeri neise, sizinle birlikteyim. Ama üstleneceğim görev bu, ha-nımefendi," diye bitirdi, yeniden Serafina Pekkala'ya dö-nerek. "Stanislaus Grumman'ı arayacağım, ne bildiğiniöğreneceğim ve eğer bildiği o nesneyi bulabilirsem,Lyra'ya getireceğim." Serafina, "Evli misiniz, Mr. Scoresby?" dedi. "Çocuğu-nuz var mı?" "Hayır, hanımefendi, çocuğum yok, ama baba olmakisterdim. Gene de sorunuzu anlıyorum ve haklısınız: oküçük kız gerçek anne-babası konusunda talihsizmiş,belki de ben telafi edebilirim. Birinin bunu yapması ge-rekiyor, ben de istekliyim.""Teşekkürler, Mr. Scoresby." Ve tacını çıkardı, taktığı sürece yeni koparılmış gibitaze kalan küçük kırmızı çiçeklerden birini taçtan kopar-71

di. "Bunu yanınıza alın," dedi, "ve benim yardımıma nezaman ihtiyacınız olursa, elinizde tutup bana seslenin.Sizi duyarım, nerede olursanız olun." "Şey, teşekkürler, hanımefendi," dedi adam, hayretleriçinde. Küçük çiçeği aldı, özenle göğüs cebine soktu. "Ve Nova Zembla'ya gitmenize yardımcı olsun diyebir rüzgar çağıracağız," dedi Serafina Pekkala ona. "Şim-di, kızkardeşlerim, kim konuşmak istiyor?" İşte meclis asıl o zaman başladı. Cadılar bir noktayakadar demokrattı; her cadının, hattâ en gencinin bile,konuşma hakkı vardı, ancak karar verme iktidarı sadecekraliçelerine aitti. Konuşmalar bütün gece sürdü, birçoktutkulu ses derhal açık savaşa girilmesi yanlısıydı, bazı-ları da ihtiyat tavsiye ediyordu. Az sayıda cadı ise, ki enbilgesi bunlardı, cadıları ilk kez bir araya gelsinler diyeteşvik etmek için bütün diğer cadı klanlarına heyet gön-derilmesini önerdi. Ruta Skadi bunu kabul edince Serafina hemen haber-ciler yolladı. İlk tedbir olarak da en iyi savaşçılarındanyirmi tanesini seçti, onlara kendisiyle birlikte kuzeye,Lord Asriel'in açtığı yeni dünyaya gelmelerini ve Lyra'yıaramalarını emretti. "Ya siz, Kraliçe Ruta Skadi?" dedi Serafina sonunda."Planlarınız nedir?" "Lord Asriel'i arayacağım ve ne yaptığını kendi ağzın-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dan öğreneceğim. Bana öyle geliyor ki, o da kuzeye72

doğru gitti. Yolculuğumun ilk bölümünde sizinle gelebi-lir miyinl> kızkardeşim?" "Gelirsiniz, başımızın üstünde yeriniz var," dedi Sera-fina, onun yoldaşlığından memnun kalarak.Böylece anlaşmaya vardılar. Ancak meclis sona erdikten az sonra, yaşlıca bir cadıSerafina Pekkala'ya gelip, "Juta Kamainen'in söyledikle-rine kulak verseniz iyi olur, Kraliçem," dedi. "Başınabuyruktur, ama diyecekleri önemli olabilir." Genç cadı Juta Kamainen - cadı standartlarına göregenç, yani; yüz yaşını birazcık aşmıştı, o kadar - inatçıy-dı ve utanmıştı, nar bülbülü cini heyecana kapılmıştı,omuzundan eline uçuyor ve yeniden kısaca omuzunayerleşmeden önce tepesinde daireler çiziyordu. Cadınınyanakları tombul ve kırmızıydı; canlı ve tutkulu bir tabi-atı vardı. Serafina onu pek iyi tanımıyordu. "Kraliçem," dedi genç cadı, onun bakışı altında sessizkakmayarak. "Stanislaus Grumman denen adamı biliyo-rum. Ona âşıktım. Ama şimdi ondan öyle bir hummaylanefret ediyorum ki, görürsem öldürürüm. Bana kalsahiçbir şey demezdim ama, kızkardeşim beni size söyle-meye zorladı." Daha yaşlı cadıya nefretle baktı, o da bu bakışı şef-katle iade etti: aşkın ne olduğunu biliyordu. "Eh," dedi Serafina, "eğer hâlâ hayattaysa, Mr Sco-resby onu bulana kadar canlı kalması gerekir. Sen de bi-zimle yeni dünyaya gelsen iyi olur, o zaman önce senin73

onu öldürme tehliken ortadan kalkar. Unut gitsin, JutaKamainen. Aşk hepimize ızdırap çektirir. Ama bu göre-vimiz, intikamdan büyük. Bunu hatırla." "Evet, Kraliçem," dedi genç cadı, alçakgönüllü bir şe-kilde. Ve Serafina Pekkala ile yirmi bir yoldaşı ve Latvia Kra-liçesi Ruta Skadi, daha önce hiçbir cadının uçmadığı ye-ni dünyaya uçmaya hazırlandılar.74

3Çocuk DünyasıLyra erkenden uyandı. Korkunç bir rüya görmüştü: ona, babası Lord Asriel'inBaşkan ile Jordan Koleji Alimleri'ne gösterdiğini gördü-ğü vakumlu şişe verilmişti. Bu gerçekte olduğunda Lyra gardropta saklanıyorduve Lord Asriel, Alimler'e kayıp kaşif Stanislaus Grum-man'ın kesilmiş kafasını göstermek için şişeyi açışınıgözlemişti; ama rüyasında Lyra şişeyi kendi açmak zo-runda kalmıştı ve bunu istemiyordu. Daha doğrusu, deh-şete kapılmıştı. Ama istese de, istemese de yapması ge-rekiyordu ve kapağın mandalını açıp çıkartır, havanınhızla donmuş bölüme hücum etmesini duyarken, elleri-nin korkudan zayıf düştüğünü hissetmişti. Sonra, korku-dan neredeyse boğularak, ama bunu yapması gerektiği-ni bilerek kapağı kaldırmıştı - yapması gerekiyordu. Ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

içeride hiçbir şey yoktu. Kafa gitmişti. Korkacak bir şeyyoktu.Gene de, mehtap pencereden içeri akarken, o başka75

birinin yatağında yatmış başka birinin yastığına sıkıca sa-rılmışken, ermin Pantalaimon burnunu ona sürtmüş ya-tıştırıcı sesler çıkarırken, limana bakan sıcak, küçük ya-tak odasında ağlayarak ve ter içinde uyanmıştı. Ah, öylekorkmuştu ki! Ve ne kadar garipti, çünkü gerçek hayat-ta Stanislaus Grumman'ın başını görmeye hevesliydi, şi-şeyi yeniden açıp bakmasna izin versin diye Lord Asri-el'e yalvarmıştı, oysa rüyasında ne kadar dehşete kapıl-mıştı. Sabah geldiğinde, aletiyometreye rüyasının ne anla-ma geldiğini sordu, ancak onun bütün söylediği, bir başhakkındaki bir rüyaydı'dan ibaret oldu. Yabancı çocuğu uyandırmayı düşündü, ama öyle de-rin derin uyuyordu ki vazgeçti. Onun yerine, mutfağagitti ve bir omlet yapmaya çalıştı, yirmi dakika sonra dakaldırımdaki bir masaya oturup, serçe-Pantalaimon ka-buk parçacıklarını gagalarken, büyük iftiharla o karar-mış, kumlu şeyi yedi. Arkasında bir ses duydu, uyumaktan gözleri şişmişWill oradaydı işte. "Omlet yapabiliyorum," dedi. "İstersen sana da yapa-rım." Oğlan onun tabağına bakıp, "Hayır," dedi, "ben birazmısır yiyeceğim. Buzdolabında hâlâ bozulmamış olan birmiktar süt var. Onlar gideli çok uzun süre geçmiş ola-maz, burada yaşayan insanlar."Kız onun bir kaseye patlamış mısır boşaltmasını ve76

üstüne süt dökmesini izledi: daha önce hiç görmediği birşeydi bu. Will kaseyi dışarı taşıdı ve, "Eğer bu dünyadan değil-sen, senin dünyan nerede?" dedi. "Buraya nasıl geldin?" "Bir köprüden geçerek. Babam yaptı bu köprüyü ve...ben de onu takip edip geçtim. Ama başka bir yere gitti,nereye bilmiyorum. Aldırmıyorum da. Ama ben geçer-ken öyle sis vardı ki, kayboldum sanırım. Siste günlercesadece ağaç çileği ve bir şeyler yiyerek yürüdüm. Sonrabir gün sis açıldı ve o arkadaki kayalığın üstündeydik..." Eliyle arkasını işaret etti. Will gözüyle kıyıyı izleyip fe-nerin gerisine baktı ve sahilin, mesafenin pusu içindegözden kaybolan büyük bir kaya dizisi halinde yüksel-diğini gördü. "Sonra buradaki kenti gördük ve aşağı indik, amakimseler yoktu. Hiç değilse yiyecek şeyler, uyuyacak ya-taklar vardı. Daha sonra ne yapacağımızı bilemedik." "Burasının senin dünyanın bir başka parçası olmadı-ğından emin misin?""Tabii. Burası benim dünyam değil, kesin biliyorum." Will havadaki pencereden bakıp çimen parçasını gö-rünce buranın kendi dünyası olmadığı konusunda ken-disinin nasıl kesinlikle emin olduğunu hatırladı ve başıy-la onayladı. "Demek ki birbirine bağlı hiç değilse üç dünya var,"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dedi."Milyonlarca, milyonlarca var," dedi Lyra. "Bu öteki77

cin söyledi. Bir cadının ciniydi. Hepsi aynı boşlukta, kaçtane dünya olduğunu kimse sayamaz ama babam buköprüyü yapmadan önce kimse birinden ötekine geçe-miyordu.""Peki, ya bulduğum pencere?" "Onu bilmiyorum. Belki bütün dünyalar birbirinin içi-ne geçmeye başlamıştır.""Peki, sen niye toz arıyorsun?" Kız soğuk soğuk ona baktı. "Bir ara sana anlatabilirimbelki," dedi."Pekala. Ama nasıl arayacaksın?""Bu konuyu bilen bir âlim bulacağım.""Nasıl yani, herhangi bir âlim mi?" "Hayır. Bir deneysel tanrıbilimci," dedi kız. "BenimOxford'umda bunu bilenler, onlardı. Senin Oxford'undada öyle olması mantıklı. Önce Jordan Koleji'ne gidece-ğim, çünkü en iyileri Jordan'dadır." "Ben hiç deneysel tanrıbilim diye bir şey duymadım,"dedi oğlan. "Temel zerrecikler ve esas güçler hakkında her şeyibilirler," diye açıkladı Lyra. "Ve anbaromanyetizm, öyleşeyler işte. Atom araçları.""Ne manyetizmi?" "Anbaromanyetizm. Anbarik gibi. Bu ışıklar," dedi,"parmağını süslü sokak ışıklarına kaldırarak, "onlar an-barik.""Biz onlara elektrik diyoruz."78

"Elektrik... Elektrum gibi. Bir tür taştır, bir mücevher,a&aç sakızından yapılır. İçinde bazen böcekler de olur." "Amber demek istiyorsun," dedi Will, sonra bir ağız-dan söylediler: "Anbar..." Ve ikisi de diğerinin yüzünde kendi yüzündeki ifade-yi gördü. Will sonra uzun süre bu ânı hatırladı. "Peki, elektromanyetizm," dedi, başka yana baka-rak. "Bizim fizik dediğimiz şeye benziyor, senin deneyseltanrıbilimin. Sen bilimadamı istiyorsun, tanrıbilimci de-ğil.""Neyse," dedi kız ihtiyatla. "Bulurum onları." Engin berrak sabahta, güneş limanda sükunetle par-larken orada oturdular, ve ikisi de ilk konuşan olabilirdi,çünkü ikisi de sorularla doluydu; derken limanın önün-de, daha ilerilerden, kumarhane bahçelerine doğru biryerden bir ses duydular. İkisi de hayretle oraya baktı. Bu bir çocuk sesiydi,ama görünürlerde kimse yoktu. Will, Lyra'ya alçak sesle, "Kaç gündür buradayım de-miştin?" dedi. "Üç gün, dört - sayısını şaşırdım. Kimseyi görmedim,hiç. Burada kimse yok. Hemen hemen her yere baktım." Ama vardı. İki çocuk, Lyra'nın yaşında bir kızla dahaküçük bir oğlan, limana giden sokaklardan birinden gel-diler. Ellerinde sepetler vardı, ikisi de kızıl saçlıydı. Yüzmetre kadar uzaktaydılar ki, kafe masasında oturan Will

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ve Lyra'yı gördüler.79

Pantalaimon saka kuşundan fareye dönüştü veLyra'nm kolundan yukarı, onun gömleğinin cebine koş-tu. Bu yeni çocukların da Will gibi olduğunu görmüştü:ikisinin de cini yoktu ortada.İki çocuk geldi, yakındaki bir masaya oturdu."Ci'gazze'den misiniz?" diye sordu kız.Will başını hayır anlamına salladı."Sant'Elia'dan mı?""Hayır," dedi Lyra. "Başka bir yerdeniz."Kız başıyla onayladı. Makul bir cevaptı."Neler oluyor?" diye sordu Will. "Büyükler nerede?" Kızın gözleri kısıldı. "Heyulalar sizin şehrinize gelme-di mi?" dedi. "Hayır," dedi Will. "Buraya henüz geldik. Heyulalarhakkında bir şey bilmiyoruz. Bu şehrin adı ne?""Ci'gazze," dedi kız kuşkuyla. "Tamam, Cittâgazze." "Cittâgazze," diye tekrarladı Lyra. "Ci'gazze. Büyükle-rin niye gitmesi gerekiyor?" "Heyulalar yüzünden," dedi kız, bıkkın bir küçümse-meyle. "Adın ne senin?""Lyra. O da Will. Seninki ne?""Angelica. Kardeşimin adı da Paolo.""Neredensiniz?" "Tepelerin üstünden. Büyük bir sisle fırtına oldu, her-kes korktu, biz de tepelere koştuk. Sonra sis açılınca bü-yükler teleskoplarla şehrin Heyulalarla dolu olduğunugördüler, geri gelemediler. Ama çocuklar, biz Heyulalar-80

ı n korkmayız yani. Başka çocuklar da aşağı iniyor. Da-ha sonra burada olacaklar ama ilk biz geldik.""giz ve Tullio," dedi küçük Paolo iftiharla."Tulio kim?" Angelica kızmıştı: Paolo onun lafını etmemeliydi amaşimdi sır açığa çıkmıştı. "Ağabeyimiz," dedi. "Bizimle birlikte değil. Saklanı-yor, şeye kadar... Saklanıyor işte." "Şey alacak—" diye başladı Paolo ama Angelica onaöyle bir tokat patlattı ki hemen konuşmayı kesti, titreyendudaklarını bastırıp kapattı. "Şehir hakkında ne dedin?" dedi Will. "Heyula mı do-lu?" "Evet, Ci'gazze, Sant'Elia, bütün şehirler. Heyulalar in-sanların olduğu yerlere gidiyor. Sen neredensin?""Winchester," dedi Will."Hiç duymadım. Orada Heyula yok mu?""Hayır. Burada da görmüyorum zaten." "Görmezsin, tabii," diye sevinçle bağırdı kız. "Büyükdeğilsin ki! Heyulaları büyüyünce görürüz." "Heyulalardan hiç de korkmuyorum işte," dedi kü-çük oğlan, pis çenesini ileri çıkardı. "Öldürün alçak he-rifleri.""Büyükler hiç geri gelmeyecek mi?" diye sordu Lyra. "Evet, birkaç gün içinde," dedi Angelica. "Heyulalarbaşka yere gidince. Heyulalar'ın gelmesi hoşumuza gidi-yor, çünkü şehirde oraya buraya koşabiliyoruz, istediği-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

81

mizi yapabiliyoruz yani." \ "Ama büyükler Heyulaların onlara ne yapacağını sa-|nıyor?" dedi Will. "Eh, bir Heyula bir büyüğü yakalayınca, görmesi hoşolmaz. Oracıkta yani, hayatlarını emer bitirirler. Ben bü-yümek istemiyorum, kesin. Önce neler olduğunu anlar-lar, korkarlar; ağlarlar da ağlarlar. Başka yere bakmayaçalışırlar, bunlar olmuyormuş gibi davranmaya, oysa olu-yordur. İş işten geçmiştir. Ve kimse yakınlarına gitmeye-cektir, tek başlannadırlar. Sonra renkleri solar, hareketetmez olurlar. Hâlâ canlıdırlar ama içeriden yenmiş gibi-dirler. Gözlerine bakarsan, başlarının arkasını görürsün.Orada bir şey kalmaz." Kız, erkek kardeşine dönüp onun burnunu kendigömleğinin koluna sildi. "Benle Paolo dondurma aramaya gidiyoruz," dedi."Siz de gelip bulmak ister misiniz?""Hayır," dedi Will, "bizim yapacak başka işimiz var." "Hoşçakahn, öyleyse," dedi kız ve Paolo da "Heyula-lara ölüm!" dedi."Hoşçakahn," dedi Lyra. Angelica ile küçük oğlan gözden kaybolur olmaz,Partalaimon Lyra'nın cebinde belirdi, fare kafasının tüy-leri kabarmış, gözleri pırıl pırıldı. WilPe, "Senin bulduğun şu pencereyi bilmiyorlar," de-di.Will onun konuştuğunu ilk kez duyuyordu ve bu onı

82

p^^neredeyse şimdiye kadar görmüş olduğu her şeyden faz-la şaşırttı. Lyra Will'in şaşkınlığına güldü. "O - ama o konuştu! Bütün cinler konuşur mu?" de-di Will. "Tabii konuşurlar!" dedi Lyra. "Yoksa sen onu ev hay-vanı mı sandın? Will saçını ovaladı ve gözlerini kırptı. Sonra başını ikiyana salladı. "Hayır," dedi, Pantalaimon'a hitap ederek."Haklısın, sanırım. Bilmiyorlar." "Onun için nasıl geçeceğimiz konusunda dikkatli ola-lım," dedi Pantalaimon. Sadece bir an tuhaf geldi, bir fareyle konuşmak. Son-ra telefonla konuşmaktan tuhaf olmayan bir hal aldı,çünkü aslında Lyra ile konuşuyordu. Ama fare gerçektenayrıydı; ifadesinde Lyra'dan bir şey vardı, ama başka birşey de vardı. Bunu çözmek, aynı anda bunca tuhaf şeyolur biterken, çok zordu. Will düşüncelerini toplamayaçalıştı. "Önce başka giysiler bulmalısın," dedi Lyra'ya, "Ox-ford'a gitmeden önce.""Niye?" dedi kız, inatçı inatçı. "Çünkü gidip de benim dünyamdaki insanlarla buhalde konuşamazsın. Sanki oraya aitmiş gibi görünmengerek. Kamuflaj yaparak gitmelisin. Ben bunu biliyorum,anlıyorsun ya. Yıllardır bunu yapıyorum. Beni dinleseniyi edersin, yoksa yakalanırsın ve senin nereden geldiği-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ni anlarlarsa, pencereyi ve her şeyi... Bak, burası iyi bir83

saklanma yeri, bu dünya. Anlıyorsun ya, benim... bazı(adamlardan saklanmam gerek. Burası hayal edebilece-ğim en iyi saklanma yeri ve bulunmasını istemiyorum.Bü yüzden de senin farklı görünerek, oraya ait değilmiş-sin gibi görünerek bu sırrı ele vermeni istemiyorum. Be-nim de Oxford'da yapacak işlerim var ve eğer beni eleverirsen, seni öldürürüm." Lyra yutkundu. Aletiyometre asla yalan söylemezdi:bu oğlan katildi ve daha önce öldürdüyse eğer, onu daöldürebilirdi. Ciddi ciddi başıyla onayladı, gerçekten deöyle düşünüyordu."Tamam," dedi. Pantalaimon maki olmuştu, faltaşı gibi açılmış kaygılıgözlerle oğlana bakıyordu. Will de ona baktı, cin yeni-den fare oldu ve Lyra'nın cebine süzüldü. "İyi," dedi Will. "Şimdi, buradayken bu çocuklara san-ki sadece onların dünyalarındaki bir yerden gelmiş gibiyapacağız. Çevrenin büyük olmaması iyi. Geliriz, gideriz,kimse fark etmez. Ama benim dünyamda, benim dedik-lerimi yapmak zorundasın. Ve ilki de şu, yıkansan iyiolur. Temiz görünmen gerek, yoksa dikkat çekersin. Git-tiğimiz her yerde kamufle olmak zorundayız. Oraya öy-lesine doğal bir şekilde ait gibi görünmeliyiz ki, insanlarbizi fark bile etmesin. Onun için de git, başlangıç olarak jsaçını yıka. Banyoda biraz şampuan var. Sonra da gider,farklı giysiler buluruz.""Nasıl yapacağımı bilmiyorum," dedi. "Saçımı hiç yı-84

kamadım. Jordan'da Kahya hanım yıkardı, ondan sonraja yıkamama hiç gerek olmadı." "Eh, nasıl yapacağını kendin çözersin artık," dedi."Tepeden tırnağa yıkan. Benim dünyamda, insanlar te-mizdir." "Hımmm," dedi Lyra ve üst kata gitti. Omuzunda vah-şi bir fare başı gözlerinden ateşler saçarak oğlana baktı,Will de ona soğuk soğuk baktı. Bir parçası, bu güneşli sessiz sabahta gezerek şehrikeşfetmek istiyordu, bir başka parçası, annesi için duy-duğu kaygıyla titriyordu ve bir başka parçası da nedenolduğu ölümün yarattığı şokla halen uyuşmuş gibiydi.Ve hepsinin tepesinde de yerine getirmek zorunda oldu-ğu görev asılıydı. Ama meşgul olmak iyi bir şeydi, buyüzden de Lyra'yı beklerken mutfaktaki tezgahları temiz-ledi, zemini yıkadı ve çöpleri dışarıdaki dar sokakta bul-duğu bir tenekeye boşalttı. Sonra büyük el çantasından sumeni çıkardı, özlemleona baktı. Lyra'ya pencereden kendi Oxford'una nasıl gi-receğini gösterir göstermez geri gelecek ve içinde ne ol-duğuna bakacaktı; bu arada onu yattığı yatağın şiltesininaltına tıkmışü. Bu dünyada, güvendeydi. Lyra temiz ve ıslak bir şekilde aşağı inince, ona giysibakmak için yola koyuldular. Başka her şey gibi bakım-sız bir süpermarket buldular, elbiselerin stilleri WilFingözüne biraz eski moda göründü ama Lyra'ya ekose biretekle Pantalaimon için bir cebi olan yeşil kolsuz bir

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

85

Vbluz buldular. Blucin giymeyi reddetmiş, hattâ ona kız-ların çoğunun blucin giydiğini söyleyen Will'e inanmayıda reddetmişti."Bunlar pantolon," dedi. "Ben kızım. Aptallaşma." Oğlan omuzunu silkti; ekose etek göze çarpmıyorduki, esas olan da buydu. Oradan ayrılmadan önce Willtezgahın gerisindeki kasaya birkaç bozuk para attı."Ne yapıyorsun?" dedi kız. "Ödüyorum. Aldığın şeyler için ödeme yapmak gere-kir. Senin dünyanda hiçbir şey için ödeme yapmazlarmı?" "Burada yapmıyorlar! Bahse girerim o çocuklar hiçbirşeyin parasını ödemiyordur.""Onlar ödemeyebilir, ama ben öderim." "Eğer büyük gibi davranmaya başlarsan, Heyulalar se-ni kapar," dedi, ama ona sataşıp sataşamayacağını da,ondan korkup korkmaması gerektiğini de bilmiyordu. Gün ışığında Wıll şehrin merkezindeki binaların nasıleski olduğunu ve harabe haline gelmeye ne kadar yak-laştıklarını gördü. Yoldaki çukurlar onarılmamışti; pen-cere camları kırılmıştı; sıvalar dökülüyordu. Buna rağ-men burası besbelli vaktiyle güzel ve muhteşemdi. Oy-ma kemerli geçitlerin arasında yeşillikler dolu geniş av-lular görüyorlardı, saray gibi görünen koca binalar davardı; merdiven basamakları çatlamış olsa, kapı çerçeve-leri duvarlardan kurtulsa da. Anlaşıldığı kadarıyla Ci'gaz-ze sakinleri binaları yıkıp yerine yenilerini yapmaktansa,86

suz kereler onları yamamayı tercih ediyordu. Bir noktada küçük bir meydanda duran bir kuleyeadiler. Gördükleri en eski yapıydı: dört katlı basit birmazgallı kule. Parlak güneşteki hareketsizliğinde ilgi çe-kici bir şey vardı ve hem Will, hem de Lyra geniş basa-makların tepesindeki yarı açık kapıya doğru çekildikleri-ni hissettiler; ama bu konuda konuşmadılar ve biraz gö-nülsüz olsalar da, yollarına devam ettiler. Palmiye ağaçlarının olduğu geniş bulvara yaklaştıkla-rında Will ona bir köşede bulunan ve dışındaki kaldırım-da yeşile boyalı madeni masaları olan küçük bir kafeyiaramasını söyledi. Bir dakikada buldular. Gündüzün da-ha küçük ve daha eski püsküydü ama tenekeyle kaplıbarı, espresso makinesi ve şimdi sıcak havada kokmayabaşlamış, yarısı bitmiş risotto tabağı ile, aynı yerdi."İçeride mi?" dedi kız. "Hayır. Yolun ortasında. Dikkat et, çevrede başka ço-cuk olmasın." Yalnızdılar oysa. Will onu palmiye ağaçlarının altın-daki çayırlık meydana götürdü ve kerteriz almak için et-rafa bakındı. "Sanırım buralardaydı," dedi. "Ben geçtiğimde yukarı-daki beyaz evin arkasındaki büyük tepeyi ancak görebi-liyordum ve buraya baktığımda da kafe vardı ve...""Neye benziyor? Hiçbir şey göremiyorum." "Karıştırman mümkün değil. Daha önce gördüğünhiçbir şeye benzemiyor."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

87

Aşağı yukarı göz attı. Yok mu olmuştu? Kapanmışmıydı? Onu hiçbir yerde göremiyordu. Sonra birden gördü. Öne arkaya yürüyüp, kenarınıkolladı. Tıpkı bir gece önce Oxford tarafında bunu bul-duğu gibi, ancak iki yandan birinden bakınca görebili-yordun; arkasına geçtiğin zaman görünmez oluyordu. Vegerisindeki otlar üzerindeki güneş de, tıpkı bu tarafın ot-ları üzerindeki güneş gibiydi, sadece açıklanamaz bir şe-kilde farklıydı."İşte burada," dedi emin olunca."Ah! Görüyorum!" Çok heyecanlanmıştı, Will Pantalaimon'un konuştu-ğunu duyunca ne kadar hayret etmişse, Lyra da o kadarhayret etmiş görünüyordu. Cebinde kalamayan cini eşe-karısı olarak dışarı çıkmıştı, vızıldayarak defalarca deliğegidip geldi. Lyra da hâlâ ıslak olan saçını ovalayıp iğneiğne yaptı. "Bir kenarda dur," dedi Will ona. "Eğer önünde du-rursan insanlar sadece bir çift bacak görür ve bu da on-ları sahiden meraklandırır. Hiç kimsenin fark etmesini is-temiyorum.""Bu gürültü de ne?" "Trafik. Burası Oxford çevre yolunun bir parçası.Mutlaka kalabalık olur. Eğil de yandan bak. Aslında geç-mek için yanlış bir zaman; etrafta çok fazla insan var.Ama geceyarısı geçersek de gidecek insan bulamayız.Hiç değilse bir kez geçtikten sonra rahatça araya kayna- vabiHri2- Önce sen git. Çabucak eğilip geç, yeter, ve yol-dan çekil." Kızın kafeden ayrıldıklarından beri taşıdığı küçük ma-vi bir sırt çantası vardı, onu omuzundan indirdi ve öbürtarafa bakmak için çömelmeden önce kollarının arasın-da tuttu. "Ah!" Soluğunu tuttu. "Senin dünyan bu mu şimdi?Burası Oxford'un hiçbir yanına benzemiyor. Oxford'daolduğundan emin misin?" "Tabii eminim. Geçtiğimizde tam önünde bir yol gö-receksin. Sola git, sonra biraz ileride sağa giden yola sa-pacaksın. Bu yol, şehir merkezine gider. Bu pencereninnerede olduğunu gördüğünden emin ol ve hatırla, ta-mam mı? Tek geri dönüş yolu bu.""Tamam," dedi Lyra. "Unutmayacağım." Sırt çantasını kollarına alarak havadaki penceredeneğilip geçti ve gözden kayboldu. Will onun nereye gitti-ğini görmek için diz çöktü. Orada, Pan hâlâ bir eşekarısı olarak sırtında, Ox-ford'daki otlarda duruyordu ve Will'in görebildiği kada-rıyla hiç kimse onun orada belirdiğini fark etmemişti. Bi-raz ötede arabalar ve kamyonlar hızla geçiyordu ve bukalabalık kavşakta hiçbir sürücünün, görebilseler bile,tuhaf görünen bir hava parçasına yandan bakacak vaktiolmazdı; trafik de pencereyi uzaktan bakacak biriningörmesine engel oluyordu.Bir fren gıcırdaması, bir çığlık, küt diye bir ses duyul-89

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

du. Will görmek için kendini yere attı. Lyra otlarda yatı-yordu. Bir araba öyle sert fren yapmıştı ki bir kamyonetona arkadan çarpmıştı ve arabayı gene de ileri doğru sa-vurmuştu ve Lyra oradaydı, kıpırdamadan yatıyordu - Will onun ardından hızla karşıya geçti. Kimse geldiği-ni görmedi; bütün gözler araba, çökmüş çamurluk, dışa-rı çıkan kamyonet sürücüsü ve küçük kızın üstündeydi. "Hiçbir şey yapamadım! Koşarak önüme çıktı," dedi,orta yaşlı bir kadın olan araba sürücüsü. "Sen de çok ya-kındın," dedi, kamyonet sürücüsüne dönerek."Bırak şimdi bunu," dedi adam. "Çocuk nasıl?" Kamyonet sürücüsü, Lyra'nın yanında dizlerinin üstü-ne çökmüş WilPe hitap ediyordu. Will başını kaldırdı,çevresine baktı, ama bir yolu yoktu; o sorumluydu. Ya-nında otların üstünde Lyra başını oynatıyor, şiddetle göz-lerini kırpıştırıyordu. Will eşekarısı Pantalaimon'un onunyanındaki bir ot sapına sersemlemiş halde tırmandığınıgördü."İyi misin?" dedi Will. "Bacaklarınla kollarını oynat." "Aptal!" dedi arabadaki kadın. "Öyle önüme koşuver-di. Bir kez bile bakmadı. Ne yapmam gerekirdi yani?" "Kendine geldin mi, canım?" dedi kamyonet sürücü-sü."Evet?" diye mırıldandı Lyra."Her şey çalışıyor mu?""Ayaklarınla ellerini oynat," diye ısrar etti Will.Oynattı. Kırılan bir şey yoktu.90

"Mesele yok," dedi Will. "Ben onunla ilgilenirim. İyi.""Onu tanıyor musun?" dedi kamyonet sürücüsü. "Kızkardeşim," dedi Will. "Mesele yok. Hemen köşe-nin öbür tarafında oturuyoruz. Ben onu eve götürürüm." Lyra şimdi doğrulup oturmuştu ve besbelli ciddi birşeyi olmadığı için, kadın ilgisini arabaya çevirdi. Geri ka-lan trafik sabit iki aracın çevresinde hareket ediyordu vegeçerlerken sürücüler, insanların hep yaptığı gibi, me-rakla bu küçük sahneye bakıyordu. Will, Lyra'nın doğ-rulmasına yardım etti; ne kadar çabuk uzaklaşırlarsa, okadar iyiydi. Kadın ve kamyonet sürücüsü tartışmaları-nın, sigorta şirketleri tarafından halledilmesi gerektiği ka-rarını almışlardı ve birbirlerine adreslerini veriyorlardı ki,kadın Will'in, topallayarak uzaklaşan Lyra'ya yardım etti-ğini gördü. "Bekle!" diye seslendi. "Siz tanık olacaksınız. Adınızave adresinize ihtiyacım var." "Benim adım Mark Ransom," dedi Will, geriye döne-rek, "kızkardeşimin adı da Lisa. Bourne Close, yirmi altınumarada oturuyoruz.""Posta kodunuz ne?" "Hiç hatırlayamam," dedi. "Bakın, onu eve götürmekistiyorum." "Atlayın arabaya," dedi kamyonet sürücüsü, "ben sizigötürürüm." "Yok, mesele değil. Yürümek daha kolay olur, ger-çekten."91

Lyra çok topallamıyordu. Will'le birlikte, gürgen ağaç-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

larının altındaki otlardan geriye yürüdü ve geldikleri ilkköşeden döndüler.Alçak bir bahçe duvarına oturdular."Yaralandın mı?" dedi Will."Bacağımı vurdum. Yere düşünce de, başım sarsıldı." Ama sırt çantasında her ne varsa, onu daha fazla me-rak etmişti. Eliyle içini yokladı, siyah kadifeye sarılmışağır, küçük bir çıkın çıkardı ve açtı. Aletiyometreyi gö-rünce WilPin gözleri faltaşı gibi açıldı; kadranının çevre-sine boyanmış minik semboller, altın akreple yelkovan,arayan ibre, muhafazanın ağır zenginliği nefesini kesti."O da ne?" diye sordu. "Benim aletiyometrem. Bir doğru söyleyicidir. Sembolokuyucu. Umarım kırılmamıştır..." Bir şey olmamıştı ama. Onun titreyen ellerinde bileyelkovan düzenli bir şekilde sallandı. Kız onu kaldırıp,"Hiç bu kadar çok fayton falan görmemiştim," dedi. "Bukadar hızlı gittiklerini hiç sanmazdım.""Senin Oxford'unda araba, kamyonet yok mu?" "Bu kadar çok değil. Bunlar gibi değil. Alışkın deği-lim. Ama şimdi iyiyim."

"Eh, bundan sonra dikkatli ol. Eğer gidip de bir oto-büsün altına girersen, ya da kaybolursan falan, senin budünyadan olmadığını anlarlar ve geçiş yolunu aramayakoyulurlar..."Gerektiğinden çok daha öfkeliydi. Sonunda, "Peki,92

hak," dedi. "Eğer benim kardeşimmiş gibi yaparsan, bubenim için de kılık değiştirme olur, çünkü aradıkları ki-şinin kızkardeşi yok. Ve eğer yanında olursam, sana öl-meden nasıl yolda karşıdan karşıya geçeceğini öğreti-rim.""Peki," dedi kız, alçak gönüllülükle. "Bir de para. Bahse girerim sende yoktur - nasıl pa-ran olur ki zaten? Nasıl dolaşacaksın, nasıl bir şeyler yi-yeceksin?" "Param var," dedi Lyra ve çantasından birkaç altın bo-zukluk silkeledi.Will gözlerine inanamayarak onlara baktı. "Altın mı bu? Altın, değil mi? Eh, insanlar sorular sor-maya başlar, sorarlar elbet. Emniyette değilsin, meselebu. Sana biraz para vereceğim. O bozuklukları kaldır,göz önünden de uzak tut. Ve unutma - sen benim kız-kardeşimsin, adın da Lisa Ransom." "Lizze. Daha önce de kendime Lizzie adını takmıştım.Onu hatırlayabilirim.""Pekala, Lizze olsun. Ben de Mark'ım. Unutma.""Tamam," dedi kız barışçıl bir edayla. Bacağı ona acı verecekti; arabanın çarptığı yer kırmı-zılaşıp şişmişti bile ve koyu renk, kocaman bir çürükoluşuyordu. Oğlanın bir gece önce yanağına vurduğuyerdeki çürükle birlikte, sanki kötü muamele görmüş gi-bi bir hali vardı, bu da WilFi endişelendiriyordu - ya birpolis de ilgileniverirse?93

Bunu aklından çıkarmaya çalıştı, birlikte yola koyul-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dular, trafik ışıklarından geçtiler ve gürgen ağaçlarınınaltındaki pencereye sadece bir bakış attılar. Hiçbir şeygöremediler. Basbayağı görünmezdi, trafik de yenidenakmaya başlamıştı. Banbury Road'dan aşağı on dakikalık yürüyüş mesa-fesindeki Summertown'da, Will bir bankanın önündedurdu."Ne yapıyorsun?" dedi Lyra. "Para çekeceğim. Sık sık yapmasam iyi olur herhalde,ama sanmam ki iş gününün sonundan önce kaydetsin-ler." Annesinin banka kartını otomatik vezneye soktu, PİNnumarasını tuşladı. Hiçbir aksilik yok gibiydi, o da yüzsterlin çekti, makine gıkı çıkmadan verdi. Lyra ağzı açıkonu gözlüyordu. Oğlan Lyra'ya yirmi sterlinlik bir bank-not verdi. "Bunu daha sonra kullan," dedi. "Bir şey satın al, üs-tüne bozukluk versinler. Hadi, kente giden bir otobüsbulalım." Lyra bıraktı, otobüsle o uğraşsın. Pek sesizce oturdu,onun olan ve olmayan şehrin evleriyle bahçelerini göz-ledi. Başka birinin rüyasında olmak gibi bir şeydi. Şehirmerkezinde eski taş bir kilisenin yanında durdular, kiburayı biliyordu, tam karşısında büyük bir süpermarketvardı, ama onu bilmiyordu."Tamamen değişmiş," dedi. "Örneğin... Orası Corn-94

market değil! Burası da Broad. Orası Balliol. Ve aşağıdagodley'in Kütüphanesi. Peki ama, Jordan nerede?" Artık sapır sapır titriyordu. Kazanın gecikmiş tepkisin-den de olabilirdi, evi olarak bildiği Jordan Koleji'nin ye-rinde tamamen başka bir bina bulmanın onda yarattığışimdiki şoktan da. "Bu doğru değil,"" dedi. Yavaşça konuşuyordu, çünküWill ona yanlış olan şeylere onca gürültüyle işaret etme-yi bırakmasını söylemişti. "Bu farklı bir Oxford.""Eh, bunu biliyorduk." Lyra'nın, gözleri faltaşı gibi açılmış çaresizliğine hazırdeğildi. Onun çocukluğunun ne kadar çoğunun tıpkı bu-nun aynısı olan sokaklarda koşmakla geçtiğini ve Âlim-leri akıllının en akıllısı, kahveleri kahvelerin en zengini,güzelliği hepsinin en muhteşemi olan Jordan Koleji'neait olmakla ne kadar gurur duyduğunu da bilemezdi. Veşimdi orada değildi işte, o da artık Jordan'lı Lyra değildi;yabancı bir dünyada kaybolmuş, hiçbir yere ait olmayankayıp, küçük bir kızdı."Eh," dedi titrek bir sesle. "Eğer burada değilse..."Sandığından çok daha uzun sürecekti, o kadar.95

4Kafa Delme Lyra kendi yoluna gider gitmez, Will paralı bir telefonbuldu ve elinde tuttuğu mektuptaki avukat bürosununnumarasını çevirdi."Alo? Mr. Perkins'le konuşmak istiyorum.""Kim arıyor, efendim?""Mr. John Parry ile ilgili olarak. Ben oğluyum."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bir dakika lütfen..." Bir dakika geçti, sonra bir erkek sesi, "Alo," dedi."Ben Alan Perkins. Kiminle görüşüyorum?" "William Parry. Aradığım için kusura bakmayın. Ba-bam, John Parry hakkında. Her üç ayda bir babamdan,annemin banka hesabına para gönderiyorsunuz.""Evet..." "Ben babamın nerede olduğunu bilmek istiyorum,lütfen. Yaşıyor mu, ölü mü?""Kaç yaşındasın, William?""On iki. Hakkında bilgi almak istiyorum.""Evet... Annen... acaba... beni aradığını biliyor mu?"96

Will dikkatle düşündü. "Hayır," dedi. "Ama sağlığı pek yerinde değil. Banapek fazla şey söyleyemiyor, oysa ben bilmek istiyorum.""Evet, anlıyorum. Şimdi neredesin? Evde misin?""Hayır, ben... Oxford'dayım.""Tek başına mı?""Evet."

"Ve annen iyi değil diyorsun, öyle mi?""Değil.""Hastanede filan mı?" "Onun gibi bir şey. Bakın, bana söyleyebilir misiniz,söyleyemez misiniz?" "Sana bir şeyler söyleyebilirim ama pek fazla bir şeysöyleyemem ve hemen şimdi söyleyemem, ayrıca tele-fonda söylememeyi tercih ederim. Beş dakika içinde birmüvekkille buluşuyorum. İki buçuk civarında, büromunyerini bulup gelebilir misin acaba?" "Hayır," dedi Will. Çok rizikolu olurdu; avukat o vak-te kadar polis tarafından arandığını öğrenebilirdi. Çabu-cak düşündü ve merak etti. "Bir Nottingham otobüsünebinmem gerek, kaçırmak istemiyorum. Ama öğrenmekistediğimi bana telefonda söyleyebilirsiniz, değil mi? Bü-tün öğrenmek istediğim babamın sağ olup olmadığı, sağise onu nerede bulabileceğim. Bana bunu söyleyebilirsi-niz, değil mi?" "Aslında o kadar basit değil. Bir müvekkil hakkında,müvekllin bunu yapmamı isteyip istemeyeceğini bilme-97

den özel bilgi veremem. Hem senin kim olduğuna iliş-kin bir kanıta da ihtiyacım olurdu." "Evet anlıyorum, ama bana sağ mı, ölü mü söyleyebi-lirsiniz, değil mi?" "Eh... bu pek gizli sayılmaz. Ne yazık ki gene de söy-leyemiyorum, çünkü bilmiyorum.""Ne?" "Para bir aile vakfından geliyor. O bana dur diyenekadar ödemeye devam etmem yolunda bir talimat bırak-tı. O gün bu gün kendisinden haber alamadım. Sonuçolarak mesele şuna geliyor ki o... eh, bence ortadan kay-boldu. Onun için soruna cevap veremem.""Yok olmak mı? Öylece... kayıp mı oldu?" "Aslına bakarsan kamunun bildiği bir konu bu. Bak,niye büroma gelmiyorsun, o zaman -"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Gelemem. Nottingham'a gidiyorum." "Öyleyse yaz bana, ya da annen yazsın, bakayım neyapabiliyorum. Ama şunu anlamalısın, telefonda fazla birşey yapamam." "Öyle, sanırım. Peki. Ama bana nerede ortadan kay-bolduğunu söyleyebilir misiniz?" "Dediğim gibi, bir kamunun bildiği bir konu. O sıra-lar pek çok gazete haberi çıkmıştı. Kaşif olduğunu bili-yorsun, değil mi?""Annem bana bir şeyler söyledi, evet." "Eh, bir keşif heyetinin başındaydı ve heyet ortadankayboldu. On yıl kadar önce. Belki daha fazla."98

"Nerede?" "Ta kuzeyde, Alaska, sanırım. Halk kütüphanesindenbakabilirsin. Ama niye sen-" Tam o sırada Will'in parası bitti, daha fazla bozuklu-ğu da yoktu. Çevir sesi kedi gibi kulağına mırıldandı. Te-lefonu kapatıp etrafa baktı. Her şeyden çok, annesiyle konuşmak istiyordu. Mrs.Cooper'ın numarasını çevirmekten kendini alıkoydu,çünkü annesinin sesini duysaydı eğer ona geri dönme-mek çok zor olurdu, bu da ikisini de tehlikeye sokardı.Gene de, bir kartpostal gönderebilirdi. Şehrin bir manzarasını seçti ve yazdı: "SEVGİLİ AN-NECİĞİM, EMNİYETTEYİM VE İYİYİM VE ÇOK GEÇME-DEN SENİ TEKRAR GÖRECEĞİM. UMARIM HER ŞEYYOLUNDADIR. SENİ SEVİYORUM. WİLL." Sonra adresiyazdı, bir pul aldı ve posta kutusuna atmadan önce kar-tı bir dakika süreyle kendine yakın tuttu. Öğlene geliyordu, o da otobüslerin yaya kalabalıklarıarasından kendilerine yol açtığı ana alışveriş sokağınday-dı. Ne kadar göz önünde olduğunu fark etmeye başladı;çünkü hafta arası bir gündü ve onun yaşında bir çocukbu saatte okulda olmalıydı. Nereye gidebilirdi? Saklanması uzun sürmedi. Will yeterince kolaylıklayok olabilirdi, çünkü bu işte iyiydi; hattâ becerisiyle ifti-har bile ediyordu. Serafina Pekkala'nın teknede yaptığıgibi o da kendini fonun bir parçası haline getiriverirdi.Şimdi de, nasıl bir dünyada yaşadığının bilincinde99

olarak, bir kırtasiyeciye gitti, tükenmez kalem, bir blokkağıt ve klipsli bir tahta aldı. Okullar çoğu kez alışverişaraştırması ya da bunun gibi bir şey yapsınlar diye öğ-rencileri dışarı yollardı ve o da kendine böyle bir proje-de çalışıyor süsü verirse o kadar göze batmazdı. Sonra, not alıyor havasında dolaştı, gözlerini dört aça-rak halk kütüphanesini aradı. Bu arada Lyra aletiyometresine danışacak sessiz biryer arıyordu. Onun Oxford'unda beş dakikalık yürüyüşmesafesinde on taneden fazla böyle yer bulurdu, amadokunaklı bir şekilde aşina olan yerlerin yanı başındadüpedüz acayip yerleri de olan bu Oxford öyle kaygı ve-rici ölçüde farklıydı ki: o sarı çizgileri yola niye çizmiş-lerdi? Her kaldırımdaki o küçük beyaz parçacıklar da ne-yin nesiydi? (Onun dünyasında çiklet diye bir şeyi hiçduymamışlardı.) Yolun köşesindeki o kırmızı ve yeşil

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ışıklar ne anlama geliyor olabilirdi? Bunları anlamak, ale-tiyometreyi anlamaktan çok daha zordu. Ama onun ve Roger'in bir keresinde çiçek tarhlarınahavai fişek koymak için karanlıktan sonra tırmandıklarıSt. John Koleji kapıları buradaydı işte ve Catte Sokağı'nınköşesindeki o malum aşınmış taş - Simon Parslow'un ka-zıdığı SP, adının ve soyadının ilk harfleri de orada durupduruyordu, ta kendisi! Lyra onu harfleri kazırken görmüş-tü! Bu dünyadan, adıyla soyadı aynı harfle başlayan biritembel tembel burada durup, aynını yapmış olmalıydı.ıoo

Bu dünyada da bir Simon Parslow olabilirdi.Hattâ belki bir Lyra bile. Sırtından aşağı bir ürperti indi, fare biçimindeki Pan-talaimon da cebinde titredi. Kız silkindi; yenilerini hayaletmeden de yeterince esrar vardı zaten. Bu Oxford, her kaldırımda dolup taşan, binalara giripçıkan muazzam sayıda insanıyla da kendisininkindenfarklıydı; her cins insan, erkek gibi giyinmiş kadınlar, Af-rikalılar, hattâ liderlerini uysalca izleyen bir grup Tatar,hepsi tertemiz giyinmişti, küçük beyaz çantalarıyla takı-lıyorlardı. Önce onlara korkuyla dik dik baktı, çünkücinleri yoktu ve onun dünyasında bunlara hortlak gö-züyle bakılırdı, ya da daha beteri. Ama (en garibi buydu) hepsi capcanlı görünüyordu.Bu yaratıklar yeterince neşeli biçimde hareket ediyor vesanki insanmış gibi hareket ediyorlardı ve Lyra onlarınbelki de sahiden insan olduğu, cinlerinin de tıpkı Will'in-ki gibi içlerinde saklı olduğu sonucuna varmak duru-munda kaldı. Bir saat kadar etrafta dolandıktan ve bu sahte-Ox-ford'u inceledikten sonra, karnının acıktığnı hissetti veyirmi sterlinlik banknotuyla bir çikolatil aldı. Dükkanda-ki adam ona tuhaf tuhaf baktı, ama Hint Adaları'ndandıve çok açık bir şekilde konuşmuş olsa da, onun aksanı-nı anlamamıştı belki. Bozuklukla kendisine, doğru Ox-ford'a daha fazla benzeyen Kapalı Pazar'dan bir elma al-dı ve parka doğru yürüdü. Orada kendini büyük bir bi-101

nanın, orada aykırı kaçmayacak olsa da kendi dünyasın-da hiç var olmamış gerçek Oxford görünümlü bir bina-nın dışında buldu. Yemeğini yemek için dışarıdaki çi-menlere oturdu ve takdirle binayı süzdü. Bir müze olduğunu keşfetti. Kapılar açıktı, içeride içidoldurulmuş hayvanlar, fosil iskeletleri ve madenlerindurduğu muhafazalar buldu; tıpkı kendi Londra'sındaMrs. Coulter ile ziyaret ettiği Kraliyet Jeoloji Müzesi'nebenziyordu. Koca demir ve cam salonun arkasında, mü-zenin başka bir bölümünün girişi vardı ve hemen hementenha olduğu için oraya geçip etrafa bakındı. Aletiyomet-re hâlâ aklındaki en acil şeydi ama bu ikinci odada, ken-dini iyi bildiği şeylerle çevrili buldu: tıpkı onun kürklerigibi Arktik giysilerle dolu küçük vitrinler; kızaklar vemors-fildişi oymalar, fok avlama zıpkınları; binbir tanekarmaşık yığın halinde yadigarlar, emanetler, sihirli nes-neler, aletler ve silahlar vardı ve gördüğü kadarıyla sade-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ce Arktik'ten değil, dünyanın her yanmdandılar. Bak sen, ne tuhaf. O karibu derisi kürkler tıpkı onun-kiler gibiydi, ama kazığın koşum kayışlarını tamamenyanlış bağlamışlardı. Öte yandan burada Samoyed avcı-larını gösteren bir fotogram vardı ki, Lyra'yı yakalayıpBolvangar'a satanların eşiydiler. Bak! Aynı adamlardı! İpbile tam da aynı noktada aşınmış ve yeniden düğümlen-mişti, ve Lyra onu, işkence içinde geçen birkaç saat bo-yunca tam da o kızakta bağlı olduğu için, yakından tanı-yordu... Neydi bu esrarlar? Sonuçta, bütün vaktini diğer-102

lerini hayal ederek geçiren tek bir dünya mı vardı? Sonra da aklına yeniden aletiyometreyi getiren bir şe-ye rastladı. Siyaha boyanmış tahta çerçevesi olan eskicam bir vitrinde birkaç insan kafatası duruyordu, kimile-rinin de delikleri vardı: bazıları önde, bazıları yanda, ba-zıları da tepede. Ortadakinin deliği iki taneydi. Bu süre-ce, diyordu kartın üstündeki örümcek gibi yazıyla, kafa-tasmı delme denirmiş. Kartta ayrıca bütün deliklerin sa-hipleri hayattayken yapıldığı da belirtiliyordu, çünkü ke-mik şifa bulmuştu, kenarları düzleşmişti. Ancak biri böy-le değildi: delik, halen içinde olan bronzdan bir temren-le açılmıştı ve kenarları keskin ve kırıktı, aradaki farkıgörebiliyordunuz. İşte kuzey Tatarlar'ı bunu yapardı. Onu tanıyan Jor-dan Alimleri'ne bakılacak olursa, Stanislaus Grumman daaynısını kendi kendine yapmıştı. Lyra çabucak etrafabaktı, yakınlarda kimsenin olmadığını gördü ve aletiyo-metreyi çıkardı. Zihnini ortadaki kafatası üzerinde yoğunlaştıraraksordu: Bu kafatası ne tür bir insana aitti ve neden o de-likleri yaptırmışlardı? Cam çatıdan içeri süzülen ve balkonları geçip eğimleaşağı inen tozlu ışık üzerine dikkatini topladığı için göz-lendiğini fark etmedi. Altmışlı yaşlarında, çok iyi dikilmiş keten bir takım el-bise giyen ve elinde ince hasır bir şapka tutan, güçlü gö-rünümlü bir adam yukarıdaki balkonda durmuş, demir103

trabzanlardan aşağı bakıyordu. Kır saçları düz, güneşten yanmış, neredeyse kırışıksızbaşından geriye doğru düzenlice taranmıştı. Gözleri bü-yük, siyah, uzun kirpikli ve ateşliydi, ve hemen hemenher dakikada bir sivri, ucu kara dili dudaklarının kıyısın-dan dışarı fırlıyor ve ıslak ıslak onların üstünde gezini-yordu. Göğüs cebindeki bembeyaz mendiline, köklerin-deki çürümenin kokusunu alacağınız kadar zengin serabitkilerininkine benzeyen ağır bir kolonya kokusu sin-mişti. Birkaç dakikadır Lyra'yı gözlüyordu. O aşağıda iler-lerken adam da yukarıda balkonda ilerlemişti ve kafatas-ları vitrini önünde durduğunda, kızı yakından izlemiş,her şeyini fark etmişti: sert, karışık saçı, yanağındaki çü-rük, yeni giysiler, aletiyometre üzerine eğilmiş çıplakboynu, çıplak bacakları. Göğüs cebindeki mendili silkeledi ve alnını sildi, son-ra da merdivenlere yöneldi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lyra, kendini kaptırmış, tuhaf şeyler öğreniyordu. Bukafatasları hayal dahi edilemeyecek kadar eskiydi; vitrin-deki kartta sadece BRONZ ÇAĞI diyordu ama aletiyo-metre, ki asla yalan söylemezdi, bu kafatasının ait oldu-ğu adamın bugünden 33,254 yıl önce yaşadığını ve birbüyücü olduğunu, ve deliğin de tanrılar kafasına girebil-sin diye yapıldığını söylüyordu. Ve sonra aletiyometre,bazen Lyra'nm sormadığı bir soruyu cevaplarkenki kayıt-sız tavrıyla, delinmiş kafataslarının etrafında, temrenli ka-104

fatasından çok daha fazla Toz bulunduğunu söyledi. Şimdi bu ne demekti ki? Lyra aletiyometre ile paylaş-tığı odaklanmış sükunetten çıkıp şimdiki âna kaydı veartık yalnız olmadığını gördü. Bir sonraki vitrine solukrenk takım elbiseli, tatlı kokan yaşlıca bir adam bakıyor-du. Ona birini hatırlatıyordu ama, kim olduğunu çıkarta-madı. Adam onun kendisine gözlerini diktiğinin farkına var-dı ve gülümseyerek kıza baktı. "Delinmiş kafataslarına bakıyorsun, öyle mi?" dedi."İnsanlar kendilerine ne garip şeyler yapıyor.""Hımm," dedi Lyra, ifadesiz bir şekilde."Biliyor musun, insanlar hâlâ bunları yapıyor?""Evet," dedi. "Hipiler falan, işte öyle kişiler. Aslında sen hipileri ha-tırlamayacak kadar gençsin. Diyorlar ki, uyuşturucu al-maktan daha etkiliymiş." Lyra aletiyometreyi sırt çantasına koydu, nasıl çekipgitsem diye düşünüyordu. Henüz ana soruyu sormamış-tı ve şimdi de bu ihtiyar adam onunla sohbet ediyordu.Yeterince hoş görünüyordu, kesinlikle hoş kokuyordu.Şimdi daha yakındaydı. Vitrinin karşısında eğilirken, elieline sürtündü. "İnsan meraka kapılıyor, değil mi? Narkoz yok, de-zenfektan yok, belki de taş aletlerle yaptılar. Sertmişlerkesinlikle, değil mi? Seni daha önce burada gördüğümüsanmıyorum. Ben buraya sık sık gelirim. Adın ne?"105

"Lizzie," dedi rahatlıkla. "Lizzie. Selam, Lizzie. Benim adım Charles. Oxford'dabir okula mı gidiyorsun?"Nasıl cevap vereceğinden emin değildi."Hayır," dedi. "Sadece ziyaret, öyle mi? Eh, bakmak için harika biryer seçmişsin. Özellikle neyle ilgileniyorsun?" Bu adam Lyra'yı, uzun zamandır tanıdığı kimsenin şa-şırtmadığı kadar şaşırtmıştı. Bir yandan müşfik ve dostcanlısıydı, çok temizdi, iyi giyinmişti, ama öte yandancebindeki Pantalaimon dikkatini çekmeye çalışıyor veihtiyatlı olması için yalvarıyordu, çünkü o da bir şeyi ya-rı yarıya hatırlıyordu; ve bir yerden bir koku değil de, birkoku fikri seziyordu ve bu pisliğin, kokuşmanın koku-şuydu. Ona İofur Raknison'un havası parfümlenmiş amayerleri kat kat kirle kaplı sarayını hatırlatmıştı. "Neyle mi ilgileniyorum?" dedi. "Aa, her tür şeyle, as-lında. O kafataslarıyla şimdi, orada onları görünce ilgi-lendim. Kimsenin bunun yapılmasını isteyeceğini san-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mam. Korkunç bir şey." "Hayır, şahsen benim de hoşuma gitmezdi ama sanayeminle, böyle şeyler oluyor. Seni bunu yapmış birinigörmeye götürebilirim," dedi, öyle dost ve yardımcı gö-rünüyordu ki, kız az daha kapılacaktı. Ama sonra o kü-

çük kara dil ucu ortaya çıktı, bir yılanınki kadar çabuk,hemencecik yalayan, ve kız başını hayır anlamında sal-ladı.106

"Gitmem gerek," dedi. "Teklif ettiğiniz için teşekkürederim, ama gelmesem iyi olur. Zaten şimdi de gitmemgerek, çünkü biriyle buluşuyorum. Arkadaşım," diye ek-ledi. "Birlikte kaldığım arkadaşım." "Evet, tabii," dedi adam şefkatle. "Eh, seninle konuş-mak güzeldi. Hoşçakal, Lizzie.""Hoşçakalın," dedi Lyra. "Ha, hani olur ya, işte adımla adresim," dedi, ona bir

kart vererek. "Hani, böyle şeyler hakkında daha fazlası-nı öğrenmek istersin diye." "Teşekkürler," dedi kız yumuşak bir şekilde ve ayrıl-madan önce kartı sırt çantasının arkasındaki küçük cebekoydu. Ta dışarı çıkana kadar adamın onu gözlediğini

hissetti. Müzenin dışına çıkınca, kendisinin kriket ve başkasporlar için saha olarak bildiği parka gitti ve ağaçlar al-tında sessiz bir nokta bulup yeniden aletiyometreyi din-ledi. Bu sefer Toz hakkında bilgisi olan bir Âlim'i neredenbulabileceğini sordu. Aldığı cevap basitti: onu arkasında-ki yüksek kare şeklinde binadaki belli bir odaya yönlen-diriyordu. Aslında cevap öyle dosdoğruydu ve öylesineçabuk gelmişti ki, Lyra aletiyometrenin söyleyecek baş-ka şeyleri olduğundan da emindi: artık onun da insan gi-bi ruh halleri olduğunu sezmeye ve ne zaman ona faz-ladan bir şey söyleyeceğini bilmeye başlamıştı.Şimdi de öyle oldu. Şöyle dedi: Oğlanla ilgilenmeli-mi

sin. Görevin, onun babasını bulmasına yardım etmek.Kafanı buna çalıştır. Lyra gözlerini kırptı. Sahiden hayret etmişti. Will onayardım etmek için birden yoktan var olmuştu; o kadarıaçıktı tabii. Kendisinin bunca yerden ona yardım etmekiçin gelmiş olduğu fikri soluğunu kesti. Ama aletiyometre daha diyeceklerini bitirmemişti. İğ-ne yeniden seğirdi ve Lyra okudu: Âlim'e yalan söyleme. Kadifeyi aletiyometrenin etrafına sardı, onu gözdenuzak duracağı sırt çantasının içine attı. Sonra ayağa kalk-tı ve Alim'inin bulunacağı binaya baktı ve kendini hembeceriksiz, hem de mücadeleye hazır hissederek, orayadoğru yola koyuldu. Will kütüphaneyi hayli kolay buldu, referans kütüp-hanecisi de onun bir okul coğrafya projesi için araştırmayaptığına kolayca inandı ve doğum yılının, ki aynı za-manda babasının ortadan kaybolduğu yıldı, ciltli The Ti-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mes indeksi kopyalarını bulmasına yardımcı oldu. Willonları gözden geçirmek için oturdu. Ve elbette, bir arke-oloji seferi konusunda John Parry'ye ilişkin hayli referansvardı. Her ayın başka bir mikrofilm makarası olduğunu keş-fetti. Sırayla hepsini projektöre taktı, yazıları bulmak içinsardı ve ateşli bir dikkatle onları okudu. İlk yazı, bir ke-şif heyetinin Alaska'nın kuzeyine doğru yola çıkışını an-latıyordu. Keşif gezisinin sponsoru Oxford Üniversite-108

si'ndeki Arkeoloji Enstitüsü'ydü ve ilk insan yerleşimleri-ne ilişkin kanıtlar bulmayı umut ettikleri bir bölgeyi in-celeyeceklerdi. Daha önce Kraliyet Deniz Piyadeleri'ndeolan profesyonel kaşif John Parry, heyete refakat ediyor-du. Sıradaki yazının tarihi, altı hafta sonrasıydı. Kısaca,heyetin Alaska'da, Noatak'daki Kuzey Amerika ArktikAraştırma İstasyonu'na ulaştığını bildiriyordu. Üçüncüsü ondan iki ay sonraydı. Araştırma İstasyo-nu'nun sinyallere cevap vermediğini ve John Parry ileyol arkadaşlarının kayıp sayıldığını bildiriyordu. Onun ardından, kayıpları bulmaya çıkıp hiçbir sonuçalamayan ekipleri, Bering Denizi üzerindeki arama uçuş-larını, Arkeoloji Enstitüsü'nün tepkisini, akrabalarla söy-leşileri içeren bir dizi kısa yazı geliyordu. Kalbi çarptı, çünkü annesinin de bir resmi vardı. Ku-cağında bir bebekle. Onunla. Muhabir, Will'in hayal kırıklığı yaratacak şekilde gün-cel olgulardan yoksun bulduğu standart bir gözü-yaşlı-eş-endişeyle-haber-bekliyor yazısı yazmıştı. John Parry'ninKraliyet Deniz Piyadeleri'nde başarılı bir meslek hayatısürdürdüğünü ve coğrafî ve bilimsel keşif seferleri dü-zenlemede uzmanlaşmak için oradan ayrıldığını söyleyenkısa bir paragraf vardı, hepsi bu. İndekste başka hiçbir şey yoktu, Will mikrofilm oku-yucudan kafası karışmış olarak kalktı. Bir yerlerde dahafazla bilgi olmalıydı; ama bundan sonra nereye gidebilir-di ki? Ve eğer aramak için çok zaman harcarsa, izini bu-109

hırlardı... Mikrofilm makaralarını geri verdi ve kütüphaneciye,"Arkeoloji Enstitüsü'nün adresini biliyor musunuz aca-ba?" diye sordu."Bulabilirim... Hangi okuldansın sen?""St. Peter's," dedi Will."Oxford'da değil, değil mi?" "Hayır, Hampshire'da. Sınıfım bölgemizde bir tür eği-tim gezisi yapıyor. Çevresel inceleme araştırma becerile-ri gibi bir şey.""Ah, anlıyorum. Ne istemiştin?... Arkeoloji mi?... İşte." Will adresle telefon numarasını yazdı ve Oxford'u bil-mediğini itiraf etmesinde bir sakınca olmadığı için, nere-de bulacağını da sordu. Uzakta değildi. Kütüphaneciyeteşekkür edip yola çıktı. Lyra binada, merdivenin dibinde geniş bir masa, ar-kasında da bir kapıcı buldu."Nereye gidiyorsun?" dedi adam. Gene eve dönmüş gibiydi. Cebindeki Pan'in de du-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rumdan hoşlandığını hissetti."İkinci katta birine mesajım var," dedi."Kim?""Dr. Lister." "Dr. Lister üçüncü katta. Bir şeyin varsa buraya bırak,ben haber veririm.""Evet ama şu anda ihtiyacı olan bir şey. Az önce iste-ııo

ji. Elle tutulur bir şey değil aslında, ona söylemem gere-ken bir şey." Adam dikkatle ona baktı ama Lyra'nın istediği zamantakınabildiği donuk ve boş uysallığın dengi olmaktanuzaktı; sonunda başını evet anlamında salladı, gazetesi-ni okumaya döndü. Aletiyometre Lyra'ya insanların adını söylemiyordu,elbette. Dr. Lister adını kapıcının arkasındaki duvardaduran bir mektup gözünden okumuştu, çünkü eğer biri-ni tanıyormuşsun gibi yaparsan, seni içeri alma ihtimal-leri daha yüksektir. Lyra, Will'in dünyasını bazı yönler-den ondan iyi biliyordu. İkinci katta karşısına uzun bir koridor çıktı, boş birkonferans salonunun kapısı açıktı, daha küçük bir oda-da da iki Âlim, bir tahtanın başında durmuş bir şey tar-tışıyorlardı. Bu odalar, koridorun duvarları Lyra'nın Ox-ford'unun ilmine ve görkemine değil de yoksulluğa aitolduklarını düşündüğü şekilde dümdüz ve çıplaktı, sa-deydi; buna rağmen tuğla duvarlar pürüzsüzce boyan-mıştı, kapılar ağır ahşaptı, merdiven trabzanları da cilalıçeliktendi, yani pahalıydılar. Bu dünyanın tuhaf olan birbaşka yönü. Aletiyometrenin ona sözünü ettiği kapıyı çok geçme-den buldu. Üzerindeki tabelada KARA CEVHER ARAŞ-TIRMA BİRİMİ deniyordu, altına birisi HUZUR İÇİNDEYATSIN demişti. Bir başkası da kalemle DİREKTÖR: LA-ZARUS diye eklemişti.m

Lyra bundan bir şey anlamadı. Kapıyı vurdu, bir ka-dın sesi "Girin," dedi. Küçük bir odaydı, düştü düşecek kağıt ve kitap yığın-larıyla doluydu, duvarlardaki beyaz tahtalar da, sayılarve denklemlerle. Kapının arkasına tutturulmuş bir desen,Çince'ye benziyordu. Lyra açık bir kapıdan, bir tür kar-maşık anbarik makinelerin sessizce durduğu ikinci birodayı gördü. Lyra kendi payına aradığı Âlim'in dişi olduğunu gö-rünce biraz şaşırdı ama aletiyometre erkek dememişti,zaten bu da tuhaf bir dünyaydı. Kadın, önünde alfabe-nin bütün harflerinin fildişi bir tepsiye yayılmış pis, kü-çük bloklar üzerinde durduğu, küçük cam bir ekrandasayılar ve şekiller gösteren bir makinede oturuyordu.Âlim, harfli bloklardan birine bastı, ekrandakiler silindi."Sen de kimsin?" dedi. Lyra arkasından kapıyı kapadı. Aletiyometrenin onadediklerini aklından çıkarmadan, normalde yapacağınıyapmamak için büyük bir çaba gösterdi ve hakikati söy-ledi."Lyra Gümüşdil," diye cevap verdi. "Sizin adınız ne?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Kadın gözlerini kırpıştırdı. Otuzlu yaşlarının sonların-daydı, diye tahmin etti Lyra, belki Mrs. Coulter'dan birazdaha yaşlıydı, kısa siyah saçı ve kırmızı yanakları vardı.Yeşil bir gömleğin ve bu dünyada onca kişinin giydiğimavi çadır bezi pantalonlardan birinin üstüne önü açıkbeyaz bir önlük giymişti.112

Lyra'nın sorusu üzerine kadın elini saçlarından geçir-ip ve? "Eh, bugün meydana gelen ikinci beklenmedikseysin," dedi. "Ben Dr. Mary Malone'um. Ne istiyorsun?" "Bana Toz'dan söz etmenizi istiyorum," dedi Lyra,yalnız olduklarını garantiye almak için etrafa bakındıktansonra. "Onun hakkında bir şeyler bildiğinizi biliyorum.Kanıtlayabilirim. Mutlaka bana söylemelisiniz.""Toz mu? Neden bahsediyorsun sen?" "Siz öyle demiyorsunuzdur belki. Temel zerrecikler.Benim dünyamda Âlimler onlara Rusakov Zerreciklerider, ama normalde de Toz derler. Öyle kolay kolay gö-rünmeseler de uzaydan çıkıp insanlara yapışırlar. Ne varki, çocuklara o kadar değil. Daha çok, büyüklere. Ve he-nüz bugün öğrendiğim bir şey var - yolun altındaki omüzedeydim ve başlarında Tatarlar'ın yaptığı gibi delik-ler olan bazı eski kafatasları vardı ve onların çevresinde,böyle bir deliği olmayanınkinde olduğundan çok dahafazla Toz vardı. Bronz Çağı ne zaman?"Kadın fincan gibi gözlerle ona bakıyordu. "Bronz Çağı mı? Hey Tanrım, bilmiyorum; beş bin yılönce falan olmalı," dedi. "Hım, öyleyse onda da yanılmışlar, etiketi yazarken,iki delikli kafatası otuz üç bin yıllık." Sonra sustu, çünkü Dr. Malone bayılacakmış gibi gö-rünüyordu. Kırmızı renk, yanaklarından tamamen kay-bolmuştu; bir eliyle koltuğunun kolunu kavrarken, diğerelini göğsüne götürdü, çenesi düştü.

113

Lyra, bunu neye yoracağını bilemese de inatla oradadurdu, onun kendine gelmesini bekledi."Kimsin sen?" dedi kadın sonunda."Lyra Gümüş-" "Hayır, nereden geliyorsun? Nesin? Böyle şeyleri nasıloluyor da biliyorsun?" Lyra bıkkınlıkla içini çekti; Âlimlerin ne kadar dolam-baçlı davrandıklarını unutmuştu. Bir yalan, anlamalarınıçok daha kolaylaştıracakken onlara gerçeği söylemekzordu. "Başka bir dünyadan geliyorum," diye başladı. "Ve odünyada da böyle bir Oxford var, ama farklı, işte benoradan geliyorum. Ve-""Dur, dur, dur. Nereden geliyorsun?" "Başka bir yerden," dedi Lyra, daha ihtiyatlı şekilde."Buradan değil." "Ha, başka bir yerden," dedi kadın. "Anlıyorum. Ya-ni, anladığımı sanıyorum." "Ve Toz hakkında bilgi edinmem gerek," diye açıkla-dı Lyra. "Çünkü benim dünyamdaki Kilise insanları, ta-mam mı, ilk günah olduğunu sandıkları için Toz'dan

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

korkuyorlar. Bunun için çok önemli. Ve babam... Hayır,"dedi tutkuyla ve ayağını yere vurdu. "Söylemek istedi-ğim bu değildi. Yanlış yapıyorum." Dr. Malone, Lyra'nın umutsuz kaş çatışına, sıkılı yum-ruklarına ve yanağı ile bacağındaki çürüklere bakarak,"Aman aman, çocuk, sakin ol," dedi.114

Sustu ve yorgunluktan kıpkırmızı olmuş gözleriniovaladı. "Seni niye dinliyorum ki?" diye devam etti. "Deli ol-malıyım. Mesele şu ki, burası dünyada istediğin cevabıalabileceğin tek yer ve bizi de kapatmak üzereler. Sözü-nü ettiğin şey, senin Toz'un, bir süredir incelediğimiz birşeye benziyor ve müzedeki kafatasları hakkında söyle-diklerin de beni sarstı, çünkü... ah, hayır, bu kadarı çokfazla. Çok yorgunum. Seni dinlemek istiyorum, inan ba-na, ama şimdi değil. Bizi kapatacaklar demiş miydim? Bi-ze fon sağlayan komiteye bir öneri hazırlamak için birhaftam var, ama hiç mi hiç umudumuz yok..."Kulaktan kulağa esnedi."Bugün olan ilk beklenmedik şey neydi?" dedi Lyra. "Ha. Evet. Fon başvurumuza arka çıkacağına güven-diğim biri desteğini çekti. O kadar da beklenmedik de-ğildi sanırım, neyse."Yeniden esnedi. "Kahve yapacağım," dedi. "Yapmazsam yıkılıp uyu-rum. Sen de ister misin?" Bir elektrikli su ısıtıcıyı doldurdu, o iki kupaya kaşık-la toz kahve koyarken Lyra da kapının arkasındaki Çin-ce desene baktı."O ne?" dedi. "Çince. İ Ching sembolleri. Onun ne olduğunu biliyormusun? Senin dünyanda var mı?"Lyra, onunla alay mı ediyor kuşkusuyla, gözlerini kı-115

sıp kadına baktı. "Bazı şeyler aynı, bazıları farklı, hepsibu," dedi. "Kendi dünyam hakkında her şeyi bilmiyo-rum. Belki bu Ching şeyi orada da vardır," "Kusura bakma," dedi Dr. Malone. "Evet, belki de var-dır." "Kara cevher ne?" dedi Lyra. "Levhada öyle diyor, de-ğil mi?" Dr. Malone yeniden yerine oturdu, ayak bileğiyle biriskemle de Lyra'ya çekti. "Kara madde," dedi, "benim araştırma ekibimin aradı-ğı şey. Kimse ne olduğunu bilmiyor. Mesele şu ki, evren-de görebildiğimizden çok daha fazla şeyler var. Yıldızla-rı, galaksileri ve parlayan şeyleri görebiliyoruz, ama hep-sinin bir arada durması ve dağılmaması için, çok dahafazlası olmalı - yerçekiminin işlemesi için, yani. Ne varki kimse bunu saptayamıyor. Bu yüzden de ne olduğu-nu bulmaya çalışan pek çok birbirinden farklı araştırmaprojesi var ve bu da bunlardan biri." Lyra tepeden tırnağa dikkat kesilmişti. Kadın nihayetciddi şekilde konuşmaya başlamıştı."Ve ne olduğunu düşünüyorsunuz?" dedi. "Eh, biz şunu düşünüyoruz-" Tam başlamıştı ki ısıtı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

cıdaki su kaynadı, kadın da kalktı, sözüne devam eder-ken kahve yaptı. "Bir tür temel zerrecik olduğunu düşü-nüyoruz. Şimdiye kadar keşfedilmiş her şeyden haylifarklı bir şey. Ama zerrecikleri saptamak çok zor... Sennerede okula gidiyorsun? Fizik okuyor musun?"116

Lyra, sinirlenmesin diye Pantalaimon'un elini ısırdığı-nı hissetti. Tabii, aletiyometreye göre hava hoştu, onadoğru söylemesini tembih ediyordu ama gerçeği olduğu„ibi söylerse neler olacağını biliyordu. Ayağını denk at-malı ve sadece doğrudan yalanlardan kaçınmalıydı."Evet," dedi, "biraz biliyorum. Ama kara cevheri de-ğil."_ "İşte, bu neredeyse saptanamaz şeyi birbirine çarpıpduran bütün öbür zerreciklerin gürültüsünde saptamayaçalışıyoruz. Normalde toprağın çok derinlerine detektör-ler koyarlar, biz ise bunun yerine istemediğimiz şeyleridışarıda bırakan ve istediklerimizi içeri alan detektörünetrafına elektromanyetik bir alan koyduk. Sonra da sin-yali güçlendiriyoruz ve bir bilgisayardan geçiriyoruz." Ona bir kupa kahve uzattı. Sütle şeker yoktu ama birçekmecede birkaç zencefilli kurabiye buldu, Lyra bir tanesini iştahla yedi. "Ve uyan bir zerrecik bulduk," diye devam etti Dr.Malone. "Uyduğunu sanıyoruz. Ama öyle tuhaf ki... Sa-na niye söylüyorum bunu? Söylememeliyim. Yayınlan-madı, bilirkişiden geçmedi, hattâ yazılmadı bile. Bugünbiraz deliliğim üstümde. "Eh..." diye devam etti ve öyle uzun uzun esnedi kiLyra hiç durmayacak sandı; "zerreciklerimiz tuhaf küçükşeytanlar, yanlış anlama. Biz onlara gölge zerrecikler di-yoruz, Gölgeler. Az önce beni az daha iskemlemden dü-şürecek olan neydi, biliyor musun? Senin müzedeki ka-in

fataslarından söz etmen. Çünkü, anlıyorsun ya, ekibimiz-den biri amatör arkeolog sayılır. Ve bir gün inanamadı-ğımız bir şey keşfetti. Öte yandan, gözardı da edemedik,çünkü Gölgeler'e ilişkin en çılgınca şeye uyuyordu. Ney-di, biliyor musun? Bilinçleri var. Evet, öyle. Gölgeler, bi-linç sahibi zerrecikler. Hiç bu kadar aptalca bir şey duy-dun mu? Ödeneğimizin kesilmesine şaşmamak gerek." Kahvesini yudumladı. Lyra, susuz kalmış bir çiçek gi-bi, her kelimeyi içiyordu. "Evet," diye devam etti Dr. Malone, "burada olduğu-muzu biliyorlar. Cevap veriyorlar. Şimdi asıl çılgın kısmı-nı söylüyorum: onları görmeyi beklemezsen göremiyor-sun. Zihnini belli bir ruh haletine getirmezsen. Aynı za-manda hem güvenli, hem rahat olmalısın. Muktedir ol-malısın - neredeydi o alıntı..." Masasındaki kağıt karmaşasına uzandı ve birisininüzerine yeşil mürekkeple yazdığı bir kağıt parçası buldu.Okudu: "... Olgu ya da mantığa sinirlendirici biçimde uzanma-dan belirsizlikler, esrarlar, şüpheler yaşamaya muktedirolmak." O ruh haletine girmek zorundasın. Bu arada,okuduğum parça şair Keats'dendi. Geçen gün buldum.Böylece, doğru ruh haletine giriyorsun, sonra da Mağa-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ra'ya bakıyorsun-""Mağara mı?" dedi Lyra. "Aa, kusura bakma. Bilgisayar. Ona Mağara diyoruz.Mağara'nın duvarlarında Gölgeler, anlıyorsun ya, Efla-118

tun'dan. Gene bizim arkeolog. Dört dörtlük bir entelek-tüeldir. Ama yeni bir işe ilişkin görüşme için Cenevre'yaaitti ve geri döneceği bir an bile aklımdan geçmiyor...peredeydim? Ha, Mağara, doğru ya. Ona bir kez bağlan-dın mı, düşünürsen eğer, Gölgeler cevap veriyor. Bun-dan hiç şüphe yok. Gölgeler senin düşünmene kuş sü-rüsü gibi üşüşüyor...""Peki, ya kafatasları?" "Ona geliyordum. Oliver Payne - meslektaşımdır -bir gün Mağara ile bir şeyler deneyip oyalanıyordu. Veöyle tuhaftı ki. Bir fizikçinin bekleyeceği şekilde bir an-lam taşımıyordu. Bir fildişi parçacığı aldı, sadece bir par-ça ve onda Gölgeler yoktu. Tepki göstermedi. Ama oy-ma fildişi satranç taşı gösterdi. Bir kalastan alınma kocabir tahta parçası göstermedi, tahta cetvel gösterdi. Oymaahşap bir bibloda daha da fazla vardı... Tanrı aşkına, bu-rada temel zerreciklerden söz ediyorum. Neredeyse hiç-bir şeyin küçük, minicik parçalarından. Bu nesnelerin neolduğunu biliyorlardı. İnsan işçiliği ve insan düşüncesiy-le ilintili her şey, Gölgeler ile çevreliydi... "Ve sonra Oliver - Dr. Payne - müzedeki bir arkada-şından birkaç fosil kafatası aldı ve bu etkinin zamandane kadar geriye gittiğini görmek için onları teste tabi tut-tu. Çok gerilerde, kırk bin yıl kadar öncesinde bir sınırvar. Ondan önce Gölgeler yok. Ondan sonra, sürüyle.Ve belli ki modern insan da ilk kez o zaman ortaya çık-mış. Yani, anlıyorsun ya, uzak atalarımız ama gerçekte119

bizden hiç de farklı olmayan insanlar...""Toz," dedi Lyra otoriter bir edayla. "Bu işte." "Ama, işte, fon için başvuruda bulunurken ciddiyealınmak istiyorsan, bu tür bir şey söyleyemezsin. Mantı-ğı yok. Var olamaz. İmkansız ve eğer imkansız değilse,konu dışı ve ikisi de olmasa bile utandırıcı.""Mağara'yı görmek istiyorum," dedi Lyra.Ayağa kalktı. Dr. Malone ellerini saçından geçiriyor ve yorgun göz-leri bulutlanmasın diye var gücüyle onları kırpıştırıyordu. "Eh, neden olmasın," dedi. "Yarın bir Mağara'mız ol-mayabilir. Gel içeri." Lyra'yi öteki odaya götürdü. Daha büyük bir odaydı,tıklım tıkış anbarik donanımla doluydu. "İşte bu. Orada," dedi, boş bir gri renkle ışıldayan birekranı eliyle göstererek. "Detektör orada, bütün o telbağlantı sisteminin arkasında. Gölgeler'i görmek içinelektrodlara bağlanman gerekiyor. Beyin dalgalarını ölç-mede olduğu gibi.""Denemek istiyorum," dedi Lyra. "Hiçbir şey görmezsin. Hem çok yorgunum. Çok ka-rışık.""Lütfen! Ne yaptığımı biliyorum!" "Biliyorsun, öyle mi? Keşke ben de bilseydim. Hayır,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Tanrı aşkına. Bu pahalı, zor bir bilimsel deney. Paldırküldür buraya girip sanki o bir tilt makinesiymiş gibi birkez denemeyi bekleyemezsin... Hem sen nereden geli-120

yorsun, bakayım? Okulda olman gerekmez mi? Nasıl yo-lunu bulup da buraya girdin?" Sanki yeni uyanıyormuş gibi, yeniden gözlerini ova-ladı. Lyra titriyordu. Doğruyu söyle, diye düşündü. "Yolu-mu bununla buldum," dedi ve aletiyometreyi çıkardı."Bu da neyin nesi? Pusula mı?" Lyra almasına izin verdi. Aletiyometrenin ağırlığınıhissedince, Dr. Malone'un gözleri faltaşı gibi açıldı."Aman Tanrım, altından bu. Sen nasıl oldu da -" "Sanırım, Mağara'nın yaptığını yapıyor. Öğrenmek is-tediğim bu. Eğer bir soruya cevap verebilirsem," dediLyra çaresizce, "sizin cevabını bildiğiniz, benim bilmedi-ğim bir şeye, o zaman Mağara'nızı deneyebilir miyim?" "O da ne, şimdi de falcılığa mı başladık? Nedir buşey?""Lütfen! Bana bir soru sorun!" Dr. Malone omuzunu silkti. "Ah, tamam," dedi. "Söy-le bana... Bu işe girmeden önce ne yaptığımı söyle." Lyra aletiyometreyi hevesle ondan aldı ve dönençarkları çevirdi. İbreler onları göstermeden önce, zihni-nin doğru resimlere uzandığını hissedebiliyordu, yelko-vanın cevap vermek için seğirdiğini de hissetti. Kadran-da dönmeye başladığında gözleri onu gözleyerek, he-saplayarak, uzun anlam zincirlerini gerçeğin yattığı yüze-ye kadar indirerek izledi.Sonra gözlerini kırptı, içini çekti, ve geçici transından121

çıktı. "Rahibeydiniz," dedi. "Bunu tahmin edemezdim. Ra-hibelerin manastırlarında sonsuza kadar kalmaları bekle-nir. Ama siz kiliseyle ilgili şeylere inanmaktan vazgeçti-niz, ayrılmanıza izin verdiler. Bu benim dünyama benze-miyor, hem de hiç." Dr. Malone gözlerini Lyra'ya dikmiş, bilgisayarın ya-nındaki iskemleye oturdu.Lyra, "Doğru, değil mi?" diye sordu."Evet. Ve şundan öğrendin..." "Aletiyometremden. Tozla çalışıyor, sanırım. Buncayolu Toz hakkında bilgi edinmek için geldim, o da banasize gelmemi söyledi. Onun için sizin kara cevherinizinaynı şey olduğunu sanıyorum. Şimdi, Mağara'nızı dene-yebilir miyim?" Dr. Malone başını iki yana salladı ama hayır anlamı-na değil, sadece çaresizlikten. Ellerini iki yana açtı. "Pe-kala," dedi. "Sanırım rüya görüyorum. Devam da etsemfark etmez." İskemlesiyle döndü, birkaç düğmeye bastı. Bir elekt-rikli alet vınlaması ve bilgisayarın soğutma fanının sesiyükseldi. Bu sesleri duyan Lyra, ağzından çıkmakta olanhayret nidasını zar zor bastırdı. Çünkü o odadaki ses, gü-müş giyotinin onu ve Pantalaimon'u neredeyse birbirin-den ayırdığı, Bolvangar'daki pırıl pırıl odada duyduğu

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dehşet verici sesin aynıydı. Pantalaimon'un cebinde tit-rediğini hissetti, güvence vermek amacıyla onu yavaşça122

sıktı. Ama Dr. Malone fark etmemişti; düğmeleri ayarla-makla ve o fildişi tepsilerden bir başkasında harflere vur-makla meşguldü. O vurunca ekran renk değiştirdi ve üzerinde birtakımküçük harflerle sayılar belirdi. "Şimdi otur," dedi, Lyra için bir iskemle çekti. Sonrabir kavanozu açarak, "Elektrik temasını sağlamak için cil-dine biraz jöle sürmek zorundayım," dedi. "Kolayca yı-kanır. Şimdi kıpırdama." Dr. Malone her biri yassı bir yastıkla sona eren altı telaldı ve onları Lyra'nın başında çeşitli yerlere bağladı.Lyra kararlı bir şekilde kıpırdamadan oturdu ama hızlıhızlı nefes alıyordu ve kalbi küt küt çarpıyordu. "Tamam, şimdi iyice bağlandın," dedi Dr. Malone."Oda Gölgeler ile dolu. Ona bakarsan, evren Gölgeler iledolu. Ama bu onları görmemizin tek yöntemi, zihniniboşaltıp ekrana bakmak. Hadi bakalım, başla." Lyra baktı. Cam karanlık ve boştu. Hayal meyal, ken-di yansımasını gördü, ama hepsi oydu. Bir deney olarak,aletiyometreyi okurmuş gibi yaptı ve şunu sorduğunuhayal etti: Bu kadın Toz hakkında ne biliyor? O hangi so-ruları soruyor? Kafasında aletiyometrenin ibrelerini kadran çevresin-de hareket ettirdi ve o bunu yaparken ekran kırpışmayabaşladı. Şaşırdı, dikkati dağıldı, kırpışma söndü. Dr. Ma-lone'un yerinde doğrulmasına yol açan heyecan dalgacı-123

ğını fark etmedi: kaşlarını çattı, öne eğildi ve yenidendikkatini topladı. Bu sefer cevap hemen geldi. Tıpkı auroranm ışılda-yan perdeleri gibi, dans eden bir ışık deresi aktı ekranboyunca. Birtakım desenlere bürünüp bir an öyle kaldı-lar, ama hemen ardından ayrılıp bu sefer farklı biçimler-de ya da farklı renklerde yeniden bir araya geldiler; il-mek oldular ve sallandılar, püskürerek gittiler, gökte yöndeğiştiren bir kuş sürüsü gibi aniden bir oraya bir bura-ya sapan ışıltı sağanakları halinde patlak verdiler. Lyragözlerken, aletiyometreyi okumaya başladığı sıralardakiaynı duyguyu, anlamanın eşiğindeki titreme duygusunuhissetti. Bir başka soru sordu: Bu Toz mu? Bu desenleri ya-panla aletiyometrenin ibresini hareket ettiren aynı şeymi? Cevap daha fazla ilmeklerle ve ışık anaforlarıyla gel-di. Lyra, evet dediğini tahmin etti. Sonra başka bir şeydüşündü, Dr. Malone'la konuşmak için döndü ve onuağzı açık, elini başına götürmüş halde buldu."Ne?" dedi.Ekran soldu. Dr. Malone gözlerini kırptı."Ne var?" dedi Lyra gene. "Ah - şimdiye kadar gördüğüm en iyi gösteriyi sun-dun, hepsi bu," dedi Dr. Malone. "Ne yapıyordun? Nedüşünüyordun?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bunu daha net hale getirebileceğinizi düşünüyor-124

durn," dedi Lyra. "Daha net mi? Şimdiye kadar hiç böyle net olmamış-tı.""Ama ne anlama geliyor? Okuyabiliyor musunuz?" "Eh," dedi Dr. Malone, "bir mesajı okumak şeklindeokumuyorsun-, öyle işlemiyor. Olan şu ki, Gölgeler onla-ra sunduğun dikkate karşılık veriyorlar. Bu yeterince.devrim yaratıcı; bilinçliliğimize cevap veriyorlar, anlıyor-sun ya." "Hayır," diye açıkladı Lyra, "benim demek istediğim,oradaki renkler ve biçimler. Başka şeyler de yapabilir,bu Gölgeler. İstediğiniz her şekli yapabilirler. Yapmala-rını isterseniz eğer, resim de yapabilirler. Bakın." Ve geri döndü, yeniden zihnini bir noktaya odakladı,ama bu sefer kendi kendine ekranın kenarına sıralanmışotuz altı sembolünün hepsiyle gerçekten de aletiyometreolduğunu hayal etti. Artık onları o kadar iyi biliyordu ki,hayali yelkovanla akrebi mumu (anlayış için), alfa veomegayı (lisan için) ve karıncayı (hamaratlık için) göste-recek şekilde hareket ettirirken soruyu da oluşturdu:Gölgeler'in lisanını anlamak için bu insanların ne yap-ması gerekirdi? Ekran, düşüncenin kendisi kadar hızla cevap verdi veçizgilerle ani ışıkların karmaşası içinde bir dizi resim ku-sursuz bir berraklıkla oluştu: pusulalar, gene alfa veomega, şimşek, melek. Her resim farklı sayıda yanıpsöndü ve sonra da farklı bir üçlü geldi: deve, bahçe, ay.125

Lyra onların anlamlarını açıkça gördü ve açıklamakiçin zihnini serbest bıraktı. Bu sefer geri döndüğünde Dr.Malone'u yüzü bembeyaz, iskemlesinde arkaya yaslan-mış, masanın kenarını sıkı sıkı tutarken gördü. "Diyor ki," diye anlattı Lyra ona, "benim dilimde söy-lüyor, tamam mı - resimlerin dilinde. Aletiyometre gibi.Ama dediği şu ki, eğer onu belli bir şekilde ayarlarsanıznormal dili, kelimeleri de kullanabilirmiş. Ayarlama ya-pıp ekrana kelimeler koymasını sağlayabilirsiniz. Ancaksayılarla dikkatle, epeyce bir uğraşmanız gerekecek -hani pusulalar vardı ya - ve şimşek de daha fazlı anba-rik lazım demekti - yani elektrik gücü demek istiyorum.Ve melek - tamamen mesajarla ilgili. Söylemek istediğişeyler var. Ama o ikinci kısma gittiğinde... Asya demekistedi, neredeyse en doğusu ama tam da değil. Bu han-gi ülke olur bilmiyorum - Çin, belki. Ve o ülkede Tozla,yani Gölgeler demek istiyorum, bir konuşma yöntemlerivar, sizin burada bir yönteminiz olduğu ve benim de -benim resimlerim var, oysa onlar çubuk kullanıyor. Sa-nırım kapıdaki resmi kastetti ama anlamadım, aslında.İlk gördüğümde, önemli bir yanı var diye düşündüm,ama ne olduğunu bilemedim. Gölgeler ile konuşmanınpek çok yöntemi olmalı."Dr. Malone'un soluğu kesilmişti. "İ Ching," dedi. "Evet, Çince. Bir tür kehanet - aslın-da, fal... Ve evet, çubuk kullanıyorlar. Orada süs olarakduruyor," dedi, sanki Lyra'ya, buna gerçekte inanmadığı

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

126

konusunda güvence vermek istermiş gibi. "Bana, insan-ların İ Ching'e danıştıkları zaman, Gölge zerrecikleriyletemasa geçtiklerini mi söylüyorsun? Kara cevherle mi?" "Evet," dedi Lyra. "Bir sürü yöntemi var, dediğim gi-bi. Bunun daha önce farkına varmamıştım. Sadece bir ta-ne var sanıyordum.""Ekrandaki o resimler..." diye başladı Dr. Malone. Lyra zihninin kıyısında bir düşünce ürpertisi hissettive ekrana döndü. Daha tam olarak bir soru oluşturama-mıştı ki, daha da fazla resim çakmaya başladı, birbirleri-nin ardı sıra öyle süratle geliyorlardı ki, Dr. Malone on-ları izlemekte güçlük çekiyordu, ama Lyra ne dedikleri-ni biliyordu, yeniden ona döndü. "Sizin de önemli olduğunuzu söylüyor," dedi bilgine."Yapacak önemli bir işiniz olduğunu söylüyor. Ne oldu-ğunu bilmiyorum, ama doğru olmasa söylemez. O za-man onun kelime kullanmasını sağlamanız gerek herhal-de ki, ne dediğini anlayasınız." Dr. Malone sessiz kaldı. Sonra, "Peki," dedi, "sen sa-hiden nereden geliyorsun?" Lyra ağzını büktü. Şimdiye kadar sadece bitkinlik veumutsuzlukla hareket etmiş olan Dr. Malone'un normal-de işini nerden geldiği belli olmayan yabancı bir çocuğaasla göstermeyeceğini ve şimdi de buna pişman olmayabaşladığını fark etti. Ama Lyra gerçeği söylemek zorun-daydı."Başka bir dünyadan geliyorum," dedi. "Doğru bu.127

Oradan bu dünyaya geldim. Geldim... kaçmak zorundakaldım, çünkü benim dünyamdaki insanlar beni kovalı-yordu, öldürmek için. Ve aletiyometre de aynı... aynıyerden geliyor. Onu bana Jordan Koleji'nin Başkanı ver-di. Benim Oxfordumda bir Jordan Koleji var, ama bura-da yok. Baktım. Ve aletiyometreyi okumayı kendi kendi-me öğrendim. Bir zihnimi boşaltma yöntemim var, re-simlerin ne anlatmak istediğini hemencecik anlıyorum.Tam sizin şeyler hakkında dediğiniz gibi... şüpheler veesrarlar falan. Bu yüzden de Mağara'ya bakınca aynı şe-yi yaptım ve aynı şekilde işliyor, demek ki benimToz'umla sizin Gölgeler'iniz de aynı. Öyleyse..." Dr. Malone şimdi tamamen uyanmıştı. Lyra aletiyo-metreyi aldı ve sırt çantasına koymadan önce, kadife ör-tüsüyle, çocuğunu koruyan bir anne gibi sardı. "Her neyse," dedi, "eğer isterseniz bu ekranı sizinlekelimelerle konuşur hale getirebilirsiniz. Sonra da benimaletiyometre ile konuştuğum gibi siz de Gölgelerle ko-nuşursunuz. Ama bilmek istediğim şey şu, neden benimdünyamdaki insanlar ondan nefret ediyor? Toz, yani,Gölgeler. Kara cevher. Onu yok etmek istiyorlar. Kötüolduğunu düşünüyorlar. Ama ben onların yaptığının kö-tü olduğunu düşünüyorum. Yaparlarken gördüm. Öyley-se nedir, Gölgeler? İyi mi, kötü mü, ne?" Dr. Malone yüzünü ovaladı, yanakları daha da kızar-dı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bu konudaki her şey utanç verici?," dedi. "Sen bir128

bilimsel laboratuarda iyi ve kötüden söz etmenin ne ka-Mx utanç verici olduğunu biliyor musun? Hiçbir fikrinvar mı? Benim bilgin olmamın nedenlerinden biri de,böyle şeyleri düşünmek zorunda kalmamaktı." "Düşünmelisiniz," dedi Lyra haşin haşin. "Gölgeler'i,Toz'u, her neyse onu, böyle şeyleri, iyiyi kötüyü falan,düşünmeden araştıramazsınız. Onun dediğine göre, bu-nu yapmanız gerekiyor, unutmayın. Reddedemezsiniz.Burayı ne zaman kapatacaklar?""Fon komitesi hafta sonunda karar verecek... Niye?" "Öyleyse bu gece sizin de ondan," dedi Lyra. "Bu ma-kine şeyini, ekrana benim yaptığım gibi resimler değil dekelimeler koysun diye ayarlayabilirsiniz. Kolaylıkla yapa-bilirsiniz. Sonra onlara gösterirsiniz, onlar da size devametmeniz için para vermek zorunda kalır. Ve Toz hakkın-da, ya da Gölgeler hakkında her şeyi öğrenir, bana söy-lersiniz. Anlıyorsunuz ya," diye devam etti biraz kibirlibir şekilde, yetersiz bir hizmetçiye bir şeyler anlatan birdüşes gibi, "aletiyometre bana bilmeye ihtiyacım olanıtam olarak söylemiyor. Ama siz benim için bulabilirsiniz.Yoksa belki de o Ching şeyini yapmam gerekecek, çu-buklarla. Oysa resimlerle çalışmak daha kolay. En azın-dan, ben böyle düşünüyorum. Şimdi bunu çıkaracağım,"diye ekledi, ve başındaki elektrodları çekip çıkardı. Dr. Malone ona, jöleyi silsin diye kağıt mendil verdive telleri katladı."Demek gidiyorsun?" dedi. "Eh, bana tuhaf bir saat129

yaşattın, hiç kuşku yok." "Onu kelimelerle çalışır hale getirecek misiniz?" dediLyra, sırt çantasını alarak. "Doğruyu söylemek gerekirse bu da ancak fon başvu-rusunu tamamlamak kadar yararlı," dedi Dr. Malone."Hayır, dinle. Yarın gene gelmeni istiyorum. Bunu yapa-bilir misin? Aynı saatte. Başka birine de göstermeni isti-yorum."Lyra gözlerini kıstı. Bir tuzak mıydı bu? "Peki, oldu," dedi. "Ama unutmayın, bilmem gerekenşeyler var.""Evet. Tabii. Gelecek misin?" "Evet," dedi Lyra. "Geleceğim dersem, gelirim. Sizeyardım edebilirim, sanırım." Ve gitti. Masadaki kapıcı bir an başını kaldırıp baktı,sonra gazetesine geri döndü."Nuniatak kazısı," dedi arkeolog, koltuğunu döndüre-rek. "Bir ay içinde bana bunu soran ikinci insansın.""Öteki kimdi?" dedi Will, derhal gardım alarak."Sanırım bir gazeteciydi. Emin değilim.""Niçin hakkında bilgi almak istiyormuş?""O gezide kaybolan adamlardan birine ilişkin olarak.Keşif heyeti, soğuk savaşın doruk noktasında ortadankayboldu. Herhalde bunu hatırlamayacak kadar gençsin.Amerikalılar ve Ruslar, Arktik'in her yanında muazzamradar tesisatı kuruyorlardı... Her neyse, senin için ne ya-130

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

pabilirim?" "Şey," dedi Will, sakin kalmaya çalışarak. "Aslında sa-dece o sefer hakkında bilgi edinmeye çalışıyordum. Ta-rih öncesi insanlar hakkındaki bir okul projesi için. Vekaybolan bu keşif heyeti hakkında bir şeyler okudum,meraklandım." "Eh, görüyorsun ki, tek meraklanan sen değilsin. Osıralar bu konuda büyük bir patırtı çıkmıştı. Gazeteci içinhepsini araştırdım. Tam olarak bir kazı değilmiş, bir öntetkikmiş daha çok. Vakit ayırmaya değip değmeyeceği-ni anlamadan kazı yapamazsın, bu grup da birkaç kazıyerine bakıp bir rapor hazırlamaya gitmiş. Toplam altıadam. Bazen bu tür bir keşif gezisinde başka bir disip-linden insanlarla - bilirsin, jeologlar gibi - gücünü bir- •'leştirirsin ki, masrafları paylaşın. Onlar kendilerini ilgi-lendiren şeylere bakar, biz de bizimkilere. Bu defa ekip-te bir fizikçi varmış. Sanırım yüksek düzeyde atmosferikzerrecikler arıyordu. Aurora, bilirsin, kuzey ışıkları. Rad-yo vericili balonları varmış, besbelli. "Onlarla bir de başka adam varmış. Sabık bir DenizPiyadesi, bir tür profesyonel kaşif. Hayli yabani bir böl-geye gidiyorlardı, kutup ayıları da Arktik'te daima tehli-ke oluşturur. Arkeologlar bazı şeylerle başa çıkabilir amabiz ateş etmek için eğitilmedik ve bunu yapan, rotayı be-lirleyen, kamp kurabilen ve bütün bu hayatta kalma iş-lerini yapan biri çok yararlı olur."Ama sonra hepsi yok oldu. Yerel bir araştırma istas-131

yonu ile radyo teması halindeydiler, ne var ki bir günsinyal gelmedi, başka da hiçbir şey duyulmadı. Şiddetlikar fırtınası varmış ama bu da olağandışı bir şey değil.Arama seferi, son kamplarını aşağı yukarı el değmemişhalde buldu, ayılar erzaklarını yemiş olsa da. Ancak in-sanlardan tek bir iz yoktu."Ve korkarım, sana anlatabileceğimin hepsi bu." "Evet," dedi Will. "Teşekkürler. Şey... şu gazeteci," di-ye devam etti, kapıda durarak. "Adamlardan biriyle ilgi-lendi demiştiniz. Hangisiyle?""O kaşif tiple. Parry diye bir adam.""Neye benziyordu? Gazeteci yani?" "Çünkü..." Will'in aklına, mantıklı bir sebep gelmedi.Sormamalıydı. "Hiçbir nedeni yok. Sadece merak ettim." "Hatırladığım kadarıyla, iri yarı sarışın bir adamdı.Çok açık renk saçlı." "Tamam, teşekkürler," dedi Will ve gitmek üzere dön-dü. Adam onun odadan çıkmasını, hiçbir şey söyleme-den, kaşları biraz çatık, izledi. Will onun telefona uzan-dığını gördü ve binayı hemen terk etti. Titrediğini fark etti. Sözümona gazeteci, evine gelenadamlardan biriydi: uzun boylu, sanki kaşı ya da kirpiğiyokmuş gibi görünecek kadar açık sarı saçlı bir adam.Will'in merdivenlerden aşağı yuvarladığı o değildi: O,132

?V^ill aşağı koşar ve cesedin üstünden atlarken oturmaodasının kapısında beliren adamdı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ama gazeteci değildi. Yakında büyük bir müze vardı. Will, sanki çalışıyor-muş gibi klipsli tahtasını elinde tutarak içeri girdi ve tab-loların asılı olduğu bir galeride oturdu. Fena halde titri-yordu, kendini hasta hissediyordu, çünkü birini öldürdü-ğünü, katil olduğunu bilmek ona baskı yapıyordu. Şim-diye kadar bu düşünceyi aklından uzak tutmuştu, amaartık engelleyemiyordu. Adamın canını almıştı. Yarım saat kadar kıpırdamaksızın oturdu, yaşadığı enkötü yarım saatlerden biriydi. İnsanlar geldiler gittiler,tablolara baktılar, alçak sesle konuştular, onu yoksaydı-lar; bir galeri görevlisi birkaç dakika, elleri arkasında ka-pı girişinde durdu, sonra ağır ağır uzaklaştı; Will yaptığışeyin korkunçluğuyla boğuştu ve tek bir kasını bile oy-natmadı. Sonra yavaş yavaş sakinleşti. Annesini savunuyordu.Annesini korkutuyorlardı; durumu göz önüne alınırsa,ona zulmediyorlardı. Evini savunmaya hakkı vardı. Ba-bası da bunu yapmasını isterdi. Yapmıştı, çünkü doğru-su buydu. Onların yeşil deri sumeni çalmalarına engelolmak için yapmıştı bunu. Babasını bulabilmek için yap-mıştı; buna hakkı yok muydu yani? Birden bütün çocuk-ça oyunları gözünde canlandı, kendisi ile babasının bir-birlerini çığlardan kurtardığı ya da korsanlarla savaştığıoyunlar. Eh, işte şimdi gerçek olmuştu. Seni bulacağım,133

dedi zihninden. Sadece bana yardım et, bulacağım senianneme göz-kulak olacağız ve her şey yoluna girecek... Ve sonuçta şimdi saklanacak bir yeri vardı, kimseninonu bulamayacağı, emin bir yer. Sumendeki kağıtlar da(ki, hâlâ okumaya vakit bulamamıştı) Cittâgazze'deki şil-tenin altında emniyetteydi. Nihayet insanların daha kararlı bir şekilde hareket et-tiklerini, hepsinin tek yöne gittiklerini fark etti. Gidiyor-lardı, çünkü görevli onlara müzenin on dakika içinde ka-panacağını söylüyordu. Will kendini toplayıp müzedençıktı. Avukatın bürosunun bulunduğu High Street'i bul-du ve, daha önce söylediklerine rağmen, acaba onu gör-meye gitsem mi diye düşündü. Adamın yeterince dosta-ne bir hali vardı... Ama tam sokaktan karşıya geçip içeri girmeye kararvermişti ki, birden durdu.Soluk kaşlı uzun boylu adam bir arabadan çıkıyordu. Will hemen kayıtsızca yana döndü ve yanındaki ku-

yumcunun vitrinine baktı. Adamın yansımasının etrafabaktığını, kravatının düğümünü düzelttiğini ve avukatınbürosuna girdiğini gördü. O içeri girer girmez Will uzak-laştı, kalbi gene çarpıyordu. Emin bir yer yoktu. Üniver-site kütüphanesine yollandı ve Lyra'yı bekledi.134

5Uçak Postası Kağıtlar"Will," dedi Lyra. Alçak sesle konuşmuştu ama Will gene de ürktü. Sı-rada, yanında oturduğu halde onun farkına varmamıştı."Nereden çıktın?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Âlim'imi buldum! Adı Dr. Malone. Ve Toz'u görebi-len bir makinesi var ve onu konuşturacak -""Geldiğini görmedim." "Bakmıyordun," dedi kız. "Başka bir şey düşünüyorolmalısın. İyi ki seni buldum. Bak, insanları kandırmakkolaydır. Gözle." İki polis memuru onlara doğru geliyordu, beyaz yaz-lık kısa kollu gömlekleri, telsizleri, copları ve kuşku do-lu gözleriyle bir erkek ve bir kadın. Daha onlar sırayaulaşmadan Lyra ayağa kalkmış, onlarla konuşuyordu. "Lütfen, bana müzenin nerede olduğunu söyleyebilirmisiniz?" dedi. "Ağabeyimle ben orada annemizle ve ba-bamızla buluşacaktık sözde, ama kaybolduk."Polis Will'e baktı, öfkesini bastıran Will de, "Haklı,135

kaybolduk, ne aptalca, değil mi?" dercesine omuz silktiAdam gülümsedi. Kadın dedi ki: "Hangi müze? Ashrno-lean mı?" "Evet, o," dedi Lyra, ve kadın yolu tarif ederken dik-katle dinliyormuş pozu takındı. Will ayağa kalktı, "Teşekkürler," dedi, o ve Lyra bir-likte uzaklaştılar. Geriye bakmadılar ama, polisin ilgisizaten kaybolmuştu. "Gördün mü?" dedi Lyra. "Seni arıyorduysalar eğer,onları başımızdan savdım. Çünkü kız kardeşi olan biriniaramıyorlar." Köşeyi döndüklerinde, "Bundan sonra se-nin yanında kalmalıyım," diye azarlarcasına devam etti."Tek başına emniyette değilsin." Will hiçbir şey söylemedi. Kalbi hiddetle çarpıyordu.Kenarları bal rengi taş kolej binaları, bir kilise ve yüksekbahçe duvarları üstündeki geniş tepeli ağaçlarla çevrilibir meydanda duran, büyük kurşun kubbeli yuvarlak birbinaya doğru yürüyorlardı. Öğleden sonra güneşi olabi-lecek en sıcak tonları çıkarıyordu ortaya, hava bu saye-de daha zenginleşmiş gibiydi, neredeyse koyu altın şa-rap rengine bürünmüştü. Bütün yapraklar hareketsizdive bu küçük meydanda trafiğin sesi bile kesilmişti. So-nunda kız Will'in duygularını fark etti ve, "Ne var?" diyesordu. "Eğer insanlarla konuşursan, bu onların dikkatini üs-tüne çekmekten başka şeye yaramaz," dedi oğlan, titre-yen bir sesle. "Sesini çıkarmamalısın, hareketsiz kalmalı-136

sın o zaman seni gözden kaçırırlar. Hayatım boyuncabunu yaptım. Nasıl yapılacağını biliyorum. Senin yönte-minle... yani sen sadece... kendini görünür hale getiri-yorsun. Bunu yapmamalısın. Böyle oyunlar oynamama-hsın. Ciddi davranmıyorsun." "Öyle mi sanıyorsun?" dedi ve öfkesi birden patlakverdi. "Yani ben yalan söylemeyi bilmiyor muyum sanı-yorsun? Ben gelmiş geçmiş en iyi yalancıyım. Ama sanayalan söylemiyorum ve hiç söylemem, yeminle. Tehlike-desin, eğer az önce böyle yapmasaydım, yakalanırdın.Sana baktıklarını görmedin mi? Bakıyorlardı çünkü. Senyeterince dikkatli değilsin, tamam mı? Fikrimi istersen,ciddi olmayan sensin." "Eğer ciddi değilsem, kilometrelerce ötede olabilece-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ğim halde niye buralara takılmış seni bekliyorum dersin?Ya da saklanabilecekken, öteki şehirde güvencede ola-bilecekken? Yapacak kendi işlerim de var, ama sana yar-dım edebileyim diye buralarda takılıyorum. Bana ciddideğilsin deme." "Gelmek zorundaydın ama," dedi kız, öfkeden gözüdönmüş halde. Kimse onunla böyle konuşamazdı. O birartistokrattı. O Lyra'ydı. "Gelmek zorundaydın, yoksa ba-ban hakkında hiçbir şey bulamazdın. Kendin için yap-mak zorundaydın, benim için değil." Ateşli bir şekilde ama alçak sesle kavga ediyorlardı,meydanın sessizliği ve yakınlarından geçip giden insan-lar yüzünden. Ama kız bunu söyleyince Will tamamen137

hareketsiz kaldı. Yanındaki kolej duvarlarından birineyaslanması gerekti. Yüzünde renk kalmamıştı."Babam hakkında ne biliyorsun?" dedi çok, çok usulca. Kız aynı tonda cevap verdi. "Hiçbir şey bilmiyorum.Tek bildiğim, onu aradığın. Ben de onu sordum.""Kime sordun?""Aletiyometreye, tabii." Oğlanın onun ne kastettiğini anlaması için aradan biran geçmesi gerekti. Sonra da öyle öfkeli ve şüpheci gö-ründü ki, kız aletiyometreyi sırt çantasından çıkardı. "Pe-ki, sana göstereyim." Sonra meydanın ortasında, çimenliğin çevresindekitaş kaldırıma oturdu, başını altın alet üzerine eğdi, par-maklan neredeyse görülmeyecek bir hızla hareket ede-rek akrep ile yelkovanı çevirmeye başladı; narin ibrekadran çevresinde süratle dönüp şurada burada anidendururken birkaç saniye durakladı, sonra da aynı hızlaakreple yelkovanı yeni pozisyonlara çevirdi. Will dikkat-le çevreye baktı, ama yakında onları görecek kimse yok-tu; bir grup turist başlarını kaldırmış kubbeli binaya ba-kıyordu, seyyar bir dondurma satıcısı arabasını kaldırım-da sürdü, ne var ki hepsinin dikkati başka yerdeydi. Lyra, uykudan uyanıyormuşcasına gözlerini kırptı veiçini çekti. "Annen hasta," dedi usulca. "Ama emniyette. Bu ha-nım ona göz kulak oluyor. Sen de birtakım mektuplarıalıp kaçmışsın. Bir adam varmış, sanırım bir hırsız, sen138

, onu öldürmüşsün. Ve babanı arıyorsun, ve-" "Tamam, kes artık," dedi Will. "Bu kadarı yeter. Ha-ltıma böyle bakmaya hiç hakkın yok. Bunu bir dahavapma, asla. Casusluk, başka bir şey değil." "Ne zaman sormaya son vereceğimi biliyorum," dediLyra. "Anlıyorsun ya, aletiyometre neredeyse insan gibi-dir. Ne zaman kızacağını ve ne zaman benim bilmemi is-temediği şeyler olduğunu anlarım. Hissederim sanki.Ama dün sen zembille gökten inince, senin kim olduğu-nu sordum mecburen, yoksa kendimi güvencede hisset-mezdim. Sormak zorundaydım. Ve dedi ki..." Sesini da-ha da alçalttı. "Senin bir katil olduğunu söyledi ve ben,iyi diye düşündüm, mesele yok, o güvenebileceğim biri.Ama şu âna kadar başka bir şey sormadım ve sen artık

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sormamı istemiyorsan, söz veririm sormam. Bunu özelbir röntgen şovu falan sanma. Eğer ben sadece insanla-ra casusluk etseydim, aletiyometre dururdu, çalışmazdı.Kendi Oxford'umu nasıl iyi biliyorsam, bunu da biliyo-rum." "O şeye soracağına bana sorabilirdin. Babamın hayat-ta ya da ölü olduğunu söyledi mi?""Hayır, çünkü sormadım." Artık ikisi de oturuyorlardı. Will yorgun argın, başınıellerine dayadı. "Eh," dedi sonunda. "Sanırım birbirimize güvenme-miz gerek.""Mesele yok. Ben sana güveniyorum."139

Will keyifsiz keyifsiz başıyla onayladı. Öyle bitkindiki, ve bu dünyada birazcık olsun uyuma imkanı yoktuLyra genellikle bu kadar kavrayış sahibi olmazdı, ne varki oğlanın tavrındaki bir şey ona şunları düşündürdü:Korkuyor, ama korkusuna hakim oluyor, tıpkı İorekByrnison'ın yapmamız gerektiğini söylediği gibi; tıpkıbenim donmuş göldeki balık evinin orada yaptığım gibi. "Will," diye ekledi. "Seni ele vermeyeceğim, hiç kim-seye. Söz veriyorum.""İyi." "Daha önce yaptım bunu. Birine ihanet ettim. Ve ya-pıp yapacağım en berbat şeydi. Aslında hayatını kurtar-dığımı sanıyordum, oysa onu dosdoğru, olabilecek entehlikeli yere götürüyormuşum. Kendimden bunun içinnefret ettim, bu kadar aptal olduğum için. Bu yüzdendikkatsiz olmamak, unutmamak ve sana ihanet etmemekiçin elimden geleni yapacağım." Oğlan bir şey söylemedi. Gözlerini ovuşturdu, kırpış-tırdı ve kendini uyandırmaya çalıştı. "Çok daha sonraya kadar pencereden geçip geri dö-nemeyiz," dedi. "Ona bakarsan, gün ışığında da gelme-memiz gerekirdi. Kimsenin görmesi riskini göze alama-yız. Ve şimdi de saatlerce burada takılmamız gerek...""Karnım aç," dedi Lyra.Sonra Will, "Buldum!" dedi. "Sinemaya gidebiliriz.""Afeye?""Gösteririm sana. Orada yiyecek de buluruz."140

Şehrin merkezine yakın, yürüyerek on dakika mesa-fede bir sinema vardı. Will ikisinin de bilet paralarını ver-di ve sosisli sandviç, patlamış mısır ile Cola aldı, yiyecek-lerini içeri götürdüler, tam film başlarken de yerlerineoturdular. Lyra kendinden geçti. Projeksiyonla gösterilen fotoğ-raflılar görmüştü, ama dünyasındaki hiçbir şey onu sine-maya hazırlamamıştı. Sosisli sandviçi ile patlamış mısırı-nı hapur hupur yedi, Kolasını büyük yudumlarla içti veperdedeki karakterlerle birlikte soluğunu tuttu, onlarlabirlikte neşelenip güldü. Neyse ki gürültülü bir seyircikitlesiydi, salon çocuk doluydu ve heyecanı göze çarp-madı. Will hemen gözlerini kapayıp uyudu. İnsanlar dışarı çıkarken takırdayan koltukların sesineuyandı, ışıkta gözlerini kırpıştırdı. Saat sekizi çeyrek ge-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ceyi gösteriyordu. Lyra istemeye istemeye dışarı çıktı. "Bütün hayatım boyunca gördüğüm en iyi şeydi," de-di. "Bunun neden benim dünyamda icat edilmediğini hiçanlamıyorum, hiç. Sizinkilerden daha iyi olan şeylerimizvar ama bu bizdeki her şeyden iyiydi." Will filmin ne olduğunu bile hatırlamıyordu. Dışarısıhâlâ aydınlıktı, sokaklar da doluydu."Bir tane daha görmek ister misin?""Evet!" Köşeyi döner dönmez, birkaç yüz metre ötedeki di-ğer sinemaya gidip yeniden film izlediler. Lyra ayaklarıkoltukta, dizlerini kucaklayarak yerleşti, Will ise zihnini141

boş bıraktı. Bu sefer dışarı çıktıklarında, saat hemen he-men on birdi - çok daha iyi. Lyra gene acıkmıştı, bir arabadan hamburger aldılaryürürken yediler, bu da onun için yeni bir şeydi. "Biz yemek için otururuz hep. Daha önce insanlarınöyle yürüyerek yemek yediğini hiç görmemiştim," dediWill'e. "Burası öyle çok yönden farklı ki. Örneğin, trafik.Hiç hoşuma gitmiyor. Ama sinemayı seviyorum, ham-burgeri de. Çok seviyorum. Ve o Âlim, Dr. Malone, qmakinenin kelimeleri kullanmasını sağlayacak. Yapacak,biliyorum. Yarın oraya döneceğim ve durumu nedir, ba-kacağım. Bahse girerim ki, ona yardımım dokunabilir.Belki de Alimlerin ona istediği parayı vermesini sağlarım.Babam nasıl yaptı, biliyor musun? Lord Asriel? Onlaraoyun oynadı..." Banbury Road'da yürürlerken ona, gardroba saklanıpLord Asriel'in Jordan Alimlerine, Stanislaus Grumman"invakum şişesindeki kesilmiş başını göstermesini gözledi-ği geceyi anlattı. Ve Will çok iyi bir dinleyici olduğu için,devam edip ona hikayesinin geri kalanını da anlattı; Mrs.Coulter'ın dairesinden kaçtığı andan, Roger'ı Svalbard'ınbuzlu yarlarına sürüklediğini fark ettiği o korkunç ânakadar. Will hiçbir şey söylemeden, ama dikkatle, sempa-tiyle dinledi. Onun balonla seyahati, zırhlı ayılarla cadı-ları, Kilise'nin intikamcı bir kolunu içeren seyahati anla-tışı, kendisinin deniz kenarındaki, boş, sessiz ve güven-li, güzel bir şehre ilişkin fantastik rüyasıyla bir bütün142

oluşturuyordu: doğru olamazdı, bu kadar basit. Ama sonunda çevre yoluna ve gürgen ağaçlarınaulaştılar. Artık trafik azdı; olsun olsun da, dakika başı biraraba geçiyordu. Pencere de yerli yerindeydi. Will, gü-lümsediğini hissetti. İşler yolunda gidecekti. "Hiç araba gelmeyene kadar bekle," dedi. "Şimdi bengeçiyorum." Ve bir dakika sonra, palmiye ağaçlarının altında, çi-menlerin üstündeydi, bir-iki dakika sonra da Lyra onu iz-ledi. Kendilerini yeniden eve dönmüş gibi hissettiler. En-gin ılık gece, çiçeklerle denizin kokusu ve sessizlik, ya-tıştırıcı su gibi onları yıkadı. Lyra gerinip esnedi, Will büyük bir yükün omuzların-dan kalktığını hissetti. O yükü gün boyunca taşımıştı vebu yüzden nasıl az daha yere yapıştıracağını fark etme-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mişti; Ama şimdi kendini hafif, özgür ve huzurlu hisse-diyordu. Sonra Lyra kolunu kavradı. Aynı saniyede Will onabunu yaptıranı duydu. Kafenin arkasındaki küçük sokaklarda bir yerde, birşey haykırıyordu. Will hemen sese doğru fırladı, Lyra da, mehtabın göl-gelendiği dar bir yola dalarken onu izledi. Birkaç kezkıvrılıp büküldükten sonra, o sabah gördükleri taş kule-nin önündeki meydana geldiler.Yirmi kadar çocuk, kulenin dibinde bir yarım daire143

oluşturmuş içeri bakıyordu, kiminin elinde sopalar var-dı, kimi de duvara neyi sıkıştırmışlarsa ona taş atıyordu.Lyra önce bunun başka bir çocuk olduğunu sandı, amayarım dairenin içinden insanilikle hiç ilgisi olmayan kor-kunç, tiz bir feryat yükseliyordu. Çocuklar da haykırıyor-lardı, hem korkuyla, hem nefretle. Will çocuklara doğru koşup birincisini geri çekti.Kendi yaşında bir oğlandı, çizgili tişört giymiş bir oğlan.Çocuk dönerken, Lyra onun göz bebeklerinin çevresin-deki çılgınlık dolu beyaz çemberleri gördü, derken öbürçocuklar neler olduğunu fark etti, bakmak için döndüler.Angelica ile erkek kardeşi de ellerinde taşlarla oradaydı,bütün çocukların gözleri ay ışığında vahşice ışıldıyordu. Sustular. Sadece tiz feryat devam etti, derken Will ileLyra ne olduğunu gördüler. Kulenin duvarına yaslanıpsinmiş, kulağı yırtılmış, kuyruğu eğrilmiş, tekir bir kediy-di. Will'in Sunderland Caddesi'nde gördüğü, Moxie'yebenzeyen, önüne düşüp onu pencereye götüren dişi ke-di. Will onu görür görmez tuttuğu oğlanı yana savurdu.Oğlan yere düştü, bir dakika içinde öfkeyle ayağa fırla-dı, ama ötekiler onu geriye çekti. Will kedinin yanındadiz çökmüştü bile. Ve sonra da kedi kollanndaydı. Göğsüne kaçtı, Willi-am onu sımsıkı kucakladı ve çocuklara bakmak içindöndü; Lyra çılgın bir anda onun cininin nihayet ortayaçıktığını düşündü.144

"Bu kedinin canını niye yakıyorsunuz?" diye sordu lara, cevap veremediler. Will'in öfkesi karşısında, hız-l hızlı nefes alıp, sopalarıyla taşlarını sıkı sıkı tutarak tit-rediler, konuşamadılar. Ama sonra Angelica berrak bir sesle konuştu: "Siz bu-radan değilsiniz! Siz Ci'gazze'den değilsiniz! Heyulalarhakkında bir şey bilmiyordunuz, kediler hakkında da birşey bilmiyorsunuz. Bizim gibi değilsiniz!" Will'in yere savurduğu çizgili tişörtlü oğlan, kavga et-mek arzusuyla tir tir titriyordu ve eğer onun kollarında-ki kedi olmasaydı, yumruklan, dişleri ve ayaklanylaWill'in üstüne atılırdı, o da memnuniyetle kavga ederdi.İkisinin arasında ancak şiddetin topraklayabileceği birelektrik nefret akımı vardı. Ama oğlan, kediden korku-yordu.Küçümsemeyle, "Siz neredensiniz?" diye sordu. "Nereden olduğumuzun hiç önemi yok. Eğer bu ke-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

diden korkuyorsanız, onu sizin elinizden alırım. Eğer si-ze kötü talih getiriyorsa, bize talih getirir. Şimdi yolum-dan çekilin." Will bir an için onların nefretinin, korkularına baskınçıkacağını düşündü ve kediyi yere bırakıp kavga etmeyehazırlandı ama tam o sırada çocukların arkalarındandoğru alçak tonda ama gökgürültüsü gibi bir homurtuyükseldi. Döndüklerinde Lyra'nın, eli, hırladıkça dişleribeyaz beyaz ışıldayan kocaman benekli bir leoparınomuzlarında, durduğunu gördüler. Pantalaimon'u tanı-145

yan Will bile bir an için korkmuştu. Çocuklar üzerindeise dramatik bir etkisi oldu: hemen dönüp kaçtılar. Bir-kaç saniye sonra meydan boşalmıştı. Ama onlar gitmeden önce, Lyra başını kaldırıp kule-ye baktı. Onu harekete geçiren Pantalaimon'un homur-tusu oldu ve kısa bir an, en tepede, mazgallı kenardanaşağı bakan birini gördü; hem de çocuk değil, kıvırcıksaçlı bir delikanlı. Yarım saat sonra kafenin üstündeki dairedeydiler.Will bir teneke süt özü bulmuştu, kedi onu aç bir şekil-de yalayıp yuttu, sonra da yaralarını yaladı. Pantalaimonmeraktan kedi biçimine girmişti. Tekir kedinin tüyleriönce şüpheyle diken diken oldu ama çok geçmeden,Pantalaimon'un ne olursa olsun gerçek bir kedi de olma-dığını, bir tehdit de oluşturmadığını anladı ve ona önemvermemeye başladı. Lyra Will'in ona bakışını kendinden geçmiş gibi sey-retti. Kendi dünyasında yakın olduğu hayvanlar (zırhlıayılar hariç) sadece şu ya da bu türden çalışan hayvan-lar olmuştu. Kediler Jordan Koleji'nin farelerini temizle-meye yarardı, kimse onları ev hayvanı yapmazdı. "Sanırım kuyruğu kırılmış," dedi Will. "Bu konuda neyapacağımı bilmiyorum. Belki kendi kendine geçer. Ku-lağına biraz bal koyacağım. Bir yerde okumuştum, anti-septikmiş..."Yapış yapıştı ama hiç değilse onu yalayıp temizleyen146

dişi kediyi meşgul etti, yara da gittikçe temizleniyordu. "Bunun senin gördüğün kedi olduğundan emin mi-sin?" diye sordu Lyra. "Aa, evet. Eğer hepsi kedilerden bu kadar korkuyor-sa zaten bu dünyada pek kedi olmaz. Herhalde dönüşyolunu bulamadı." "Düpedüz çıldırmışlardı," dedi Lyra. "Onu öldürebilir-lerdi. Çocukların böyle bir şey yaptığını hiç görmedim.""Ben gördüm," dedi Will. Ama ifadesi donuklaşmışti; bu konuda konuşmak is-temiyordu, Lyra da sormaması gerektiğini biliyordu. Ale-tiyometreye bile sormaması gerektiğini biliyordu. Çok yorgundu, çok geçmeden yatmaya gitti, hemenuyudu. Biraz sonra, kedi de uyumak için kıvrılınca, Will birfincan kahve ile yeşil deri sumeni aldı, balkona çıkıpoturdu. Pencereden okumasına yetecek kadar ışık geli-yordu, o da kağıtlara bakmak istiyordu. Fazla değildiler. Onun düşündüğü gibi, siyah mürek-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

keple uçak postası kağıda yazılmış mektuplardı. İşte buyazılar bulmayı o kadar istediği adamın eliyle yazılmıştı;parmaklarını defalarca üstlerinde dolaştırdı, onları yüzü-ne bastırarak babasının ruhuna daha yaklaşmaya çalıştı.Sonra da okumaya başladı.147

Fairbanks, AlaskaÇarşamba, 19 Haziran 1985Sevgilim - her zamanki verim ve kaos karışımı - bü-tün levazım burada ama Nelson adlı iyi huylu bir gerizekalı olan fizikçi, kahrolası balonlarını yukarı, dağla-ra taşımak için hiçbir şey ayarlamamış- O dolaşıp ula-şım için debelenirken biz parmaklarımızı çevirerekoturmak zorunda kaldık. Ama bu sayede geçen sefer ta-nıştığım bir ahbapla, Jake Petersen adlı bir altın ma-dencisiyle konuşma şansı buldum. Karanlık ve pis birbara kadar izini sürdüm ve televizyondaki beyzbol oyu-nunun sesine sığınarak ona anomaliyi sordum. Oradakonuşmadı- beni gerisin geri dairesine götürdü. Bir şi-şe Jack Daniel'sin yardımıyla uzun süre konuştu - ken-di gözüyle görmemişti ama gören bir Eskimo'yla tanış-mıştı ve bu adam onun ruhlar dünyasına geçiş olduğu-nu söylemişti. Yüzyıllardır biliyorlarmış - bir şamanınkabul töreninin bir kısmı, onun öbür yana geçmesini vegeriye herhangi bir andaç getirmesini içeriyormuş -gerçi, bir kısmı da asla geri dönmemiş. Ancak ihtiyarfake'te bölgenin bir haritası vardı ve dostunun ona buşeyin olduğunu söylediği yeri işaretlemişti, (ne olur neolmaz diye: 69Q02 11 K, 157Q12 19 B, Lookout Sırtı'nınbir çıkıntısının üzerinde, Colville Nehri'nin bir-iki kilo-metre kuzeyinde.) Sonra başka Arktik efsanelerine geç-tik— altmış yıldır mürettebatsız denizlerde dolaşan Nor-veç gemisi, falan. Arkeologlar, çalışmaya başlamayahevesli, doğru dürüst bir ekip, Nelson ve balonlarınakarşı duydukları sabırsızlığı kontrol altında tutuyorlar.Anomaliyi hiç duymamışlar ve inan bana, ben de bu-148

nun böyle kalmasını sağlayacağım. İkinize de en can-dan sevgilerimle. Johnny. Umiat, AlaskaCumartesi, 22 Haziran 1985Sevgilim - onun için neler dediğimi unut gitsin; iyihuylu, geri zekalıymış -fizikçi Nelson'ın bunlarla hiçilgisi yok, ve eğer yanılmıyorsam aslında o da anomali-yi arıyor. Fairbanks'deki gecikmeyi o düzenlemiş, ina-nır mısın? Ekibin geri kalanının ulaşım olmaması gibitartışılmaz bir neden dışında beklemek istemeyeceğinibildiği için, şahsen önden gidip sipariş edilen araçlarıiptal etmiş. Bunu tesadüfen keşfettim ve tam ona ne haltettiğini soracaktım ki, telsizde biriyle konuşmasına ku-lak misafiri oldum — hem de anomaliyi tarif ederken.Ancak yerini bilmiyordu. Daha sonra ona bir içki ıs-marladım, lafını esirgemeyen askeri oynadım, emektarArktik elemanı, "gökyüzünde ve yeryüzünde çok dahafazla şeyler var" meselesi. Bilimin kısıtlamalarındansöz ederek onu kızdırıyormuş gibi yaptım — bahse gire-rim ki, Kocaayak'ı açıklayamazsın, falan - ve yakından

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gözledim. Sonra birden anomaliden söz ettim - ruhlardünyasına - görünmez - bir geçiş hakkındaki Eskimoefsanesinden - Gözetleme Sırtı'nm oralarda bir yerde,inanır mısın, tam da bizim gittiğimiz yer. Ve sana söy-leyeyim, sarsılıp kasıldı. Ne demek istediğimi tamı tamı-na biliyordu. Fark etmemiş gibi yaptım, oradan büyüyegeçtim, ona Zaire leopar hikayesini anlattım. Yaniumarım beni defterine batıl inanç sahibi dangalak birasker olarak yazmıştır. Ama haklıyım, Elaine- o da ay-149

nı şeyi arıyor. Bilemediğim şey, ona söyleyecek miyim,söylemeyecek miyim? Oyununun ne olduğunu bulup çı-karmalıyım. İkinize de çok, çok sevgiler - Johnny. Colville Bar, AlaskaPazartesi, 24 Haziran 1985Sevgilim- bir süre başka mektup yollama fırsatım ol-mayacak — burası tepelere çıkmadan önceki son kasa-ba. Arkeologlar oralara çıkılsın diye için için yanıyor-lar. İçlerinden biri herkesin aklına gelenden çok dahaeski yerleşimlere ilişkin kanıtlar bulacağından emin. Nekadar eski dedim, bir de niye emin olduğunu sordum.Bana daha önceki bir kazıda bulduğu narwhal-fUdisioymaları anlattı - karbon 14 ile inanılmayacak kadareski bir döneme ait olduğu belirlenmiş, daha önce var-sayılan sınırın çok dışındaymış; yani, anormal. Benimanomalimden geçip gelseler tuhaf olmaz mı, başka birdünyadan? Dedim de, fizikçi Nelson şimdi en iyi ahba-bım — benimle şakalaşıyor, onun bildiğini bildiğimi bil-diğini ima etmek için üstü kapalı sözler ediyor, vs. Veben de lafını esirgemez Binbaşı Parry gibi yapıyorum,bir kriz ânında sağlam adam, ama iki kulağının ara-sında pek bir şey yok, ha. Ancak neyin peşinde olduğu-nu biliyorum. Her şeyden önce, gerçek bir akademisyenolduğu halde fonu aslında Savunma Bakanlığı 'ndangeliyor- onların kullandığı mali kodları bilirim. İkinci-si, sözüm ona hava balonlarının bu işle hiç ilgisi yok.Sandığına baktım - eğer o da radyasyon giysisi değilsehiçbir şey bilmiyorum demektir. Tuhaf iş, sevgilim. Pla-nıma bağlı kalacağım: arkeologları yerlerine götürüp,150

anomaliyi aramak için tek başıma birkaç gün gidece-ğim- Eğer Gözetleme Sırtı'nda dolaşırken Nelson'a rast-larsam, duruma göre davranacağım. Daha sonra. Şans diye buna derim. Jake Petersen'inarkadaşı olan Eskimo'ya, Matt Kigalik'e rastladım. Jakebana onu nerede bulacağımı söylemişti ama orada ola-cağını ummaya cesaret edememiştim. Bana Sovyetlerinde anomaliyi aradıklarını söyledi; bu yılın başlarındata dağ sırasının tepelerinde bir adama rastladığını vene yaptığını tahmin ettiği için bir-iki gün görünmedenonu gözlediğini söyledi; haklıymış da, adam Rus çık-mış, bir casus. Bana daha fazlasını söylemedi; onu te-mizlediği izlenimini edindim. Ama nasıl bir şey oldu-ğunu tarif etti bana. Havada bir geçit gibi, bir tür pen-cere. İçinden öbür yana bakıyorsun ve tıpkı bunun gibibir başka dünya görüyorsun - kayalar, yosunlar falanfilan. Ayakta duran ayı biçimindeki yüksek bir kayanın

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

elli arşın kadar batısındaki küçük bir derenin kuzeyin-de ve Jake'in bana verdiği mevzi de tam doğru değil —11'den çok 12" K. Bana şans dile, canım benim. Sana ruhlar dünya-sından bir andaç getireceğim. Seni sonsuza kadar sevi-yorum - oğlanı benim için öp — Johnny.Will başının çınladığını fark etti. Babası tam tamına, onun gürgen ağaçlarının altındabulduğu şeyi tarif ediyordu. O da bir pencere bulmuştu- hattâ bunun için aynı kelimeyi kullanmıştı! Demek kiWill doğru yolda olmalıydı. Ve adamların aradığı şey de151

bu bilgiydi... Yani, tehlikeliydi de. Mektup yazıldığında Will sadece bir bebekti. Ondanyedi yıl sonra, annesinin müthiş bir tehlike içinde oldu-ğunu ve onu koruması gerektiğini fark ettiği süpermar-ketteki sabah gelmişti; ve onu izleyen aylarla birlikte gi-derek bu tehlikenin annesinin zihninde olduğunu veonu daha da fazla koruması gerektiğini fark etmişti. Sonra da, aslında bütün tehlikenin onun zihninde ol-madığı vahşice ortaya çıkmıştı. Sahiden de peşinde birivardı - bu mektupların peşinde, bu bilginin peşinde. Ne anlama geldiği konusunda hiçbir fikri yoktu. Amababasıyla paylaşacak böylesine önemli bir şeyi olduğuiçin derinden derine mutlu olmuştu; John Parry ve oğluWill, her ikisi de, ayrı ayrı, bu olağanüstü şeyi keşfetmiş-lerdi. Bir araya geldiklerinde bunun hakkında konuşabi-lirlerdi ve babası, Will onun izinden gitti diye gurur du-yardı. Gece sessiz, deniz sakindi. Mektupları katlayıp kaldır-dı ve uyuyakaidi.152

6IŞILDAYAN UÇUCULAR "Grumman mı?" dedi, kara sakallı kürk taciri. "BerlinAkademisi'rıden mi? Pervasız adam. Onunla beş yıl önceUrallar'ın kuzey ucunda tanıştım. Öldü sanıyordum." Lee Scoresby'nin eski bir ahbabı ve onun gibi Teksas-lı olan Sam Cansino, Samirsky Oteli'nin nafta yüklü, du-manlı barında oturmuş, ısıracak kadar soğuk votkadanbir fırt alıyordu. Salamura balık tabağıyla siyah ekmeğidürterek Lee'ye doğru itti, Lee de ağzını doldurup başı-nı sallayarak Sam'e daha da fazlasını anlatması için işa-ret etti. "O salak Yakovlev'in kurduğu bir tuzağa düşmüştü,"diye devam etti kürk taciri, "ve bacağını kemiğe kadarkesmiş. Normal ilaçlar kullanacağına, ayıların kullandığışeyi - kanyosunu - kullanmakta ısrar etmiş, bir tür liken,gerçek anlamda bir yosun değil. Her neyse, bir kızaktayatmış, acıyla böğürüyor ve adamlarına talimat veriyor-muş - yıldızları gözlüyorlarmış ve ölçümleri doğru dü-rüst yapmazlarsa onları azarlıyormuş ki, amanın, ne azar-153

lardı, dikenli tel gibi bir dili vardı. İnce, dayanıklı, güçlü,her şeye merak duyan bir adamdı. Tatar olduğunu bili-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yorsun, değil mi, törenle kabul edilen cinsinden?" "Ne diyorsun?" dedi Lee Scoresby, Sam'in bardağınabiraz daha votka koyarak. Cini Hester, barda onun dir-seğinin dibinde çömelmişti, gözleri her zamanki gibi ya-rı yarıya kapalıydı, kulaklarını sırtına yapıştırmıştı. Lee o öğleden sonra gelmiş, Nova Zembla'ya cadıla-rın çağırdığı rüzgarla taşınmıştı, donanımını yerleştiriryerleştirmez de soluğu dosdoğru balık ambalaj istasyo-nunun yakınlarındaki Samirsky Otel'de almıştı. Burasıpek çok Arktik avaresinin haber değiş-tokuşu yapmak, işaramak, ya da birbirlerine mesaj bırakmak için uğradık-ları bir yerdi ve Lee Scoresby geçmişte pek çok günü, biranlaşma, ya da yolcu, ya da iyi rüzgar bekleyerek bura-da geçirmişti, yani şimdiki davranışının sıradışı bir yanıyoktu. Çevrelerindeki dünyada muazzam değişiklikler his-settikleri için, insanların bir araya gelip konuşması dadoğaldı. Geçen her günle birlikte yeni haberler geliyor-du: Yenisey nehri buzsuz kalmıştı, üstelik de yılın buvaktinde; okyanusun bir kısmı kurumuş, deniz yatağın-da ortaya tuhaf ve düzenli taş oluşumları çıkarmıştı; otuzmetrelik bir mürekkep balığı üç balıkçıyı teknelerindençekip almış ve paramparça etmişti... Ve kuzeyden sis gelmeye devam ediyordu, yoğun vesoğuk, içinde kocaman biçimlerin hayal meyal görüldü-154

-,i esrarengiz seslerin duyulduğu, zaman zaman aklagu,elebilecek en garip ışığa bulanan bir sis. Sonuç olarak, çalışmak için iyi bir dönem değildi, iş-te Samirsky Otel'in barı da bunun için doluydu. Barda biraz ötede oturan bir adam, "Grumman mı de-din?" diye sordu. Fok avcısı kılığında, lemming cini ce-binden dışarı ciddi ciddi bakan yaşlıca bir adamdı. "Ta-tardı, tabii. Kabileye katıldığında ben de oradaydım. Ka-fatası delinirken gördüm onu. Başka bir adı da vardı -bir Tatar adı; bir dakikada aklıma gelir." "Vay vay, hele bakın şuna," dedi Lee Scoresby. "Sanabir içki ısmarlayayım, dostum. Bu adama ilişkin haberlerpeşindeyim. Hangi kabileye katıldı?" "Yenisey Pahtarları. Semyonov Dağları'nın eteklerin-de. Yenisey'in bir çatalına ve - adı neydi, unuttum - te-pelerden gelen bir nehire yakın. Rıhtımda ev büyüklü-ğünde bir kaya vardır." "Ha, tamam," dedi Lee. "Şimdi hatırladım. Üzerindenuçmuştum. Grumman kafatasını deldirdi diyorsun, öylemi? Niye?" "Samandı da ondan," dedi yaşlı fok avcısı. "Sanırımkabile onu aralarına kabul etmeden önce onun şamanolduğunu anlamıştı. Ne işti ama, o delme işi. İki gece, birgün devam eder. Kavisli bir matkap kullanıyorlar, ateşyakarken kullanıldığı gibi." "Ha, demek ekibi bu yüzden ona öyle itaat ediyor-muş," dedi Sam Cansino. "Gördüğüm en serkeş rezil sü-155

rüsüydüler, ama onun emirlerini sinirli çocuklar gibi ko-şuşturup yerine getiriyorlardı. Ben küfrettiği için sanmış,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tim. Eğer şaman olduğum düşünüyorlarsa, bu daha aklayakın. Ama biliyor musun, o adamın merakı, bir kurdunçeneleri kadar güçlüydü; işin ucunu bırakmıyordu. Banaoralardaki toprak hakkında bildiğim her kırıntıyı anlattır-dı, sonra kutup porsuklanyla tilkilerin alışkanlıklarını.Üstelik Yakovlev'in o kahrolası tuzağından ötürü acı çe-kiyordu; bacağı açılmıştı, o kanyosununun sonuçlarınıyazıyordu, ateşine bakıyordu, kabuğun oluşmasını izli-yordu, her kahrolası şey hakkında not tutuyordu... Garipbir adam. Onun âşığı olmasını isteyen bir cadı vardı ama,adam onu geri çevirdi." "Öyle mi?" dedi Lee, Serafina Pekkala'nın güzelliğinidüşünerek. "Bunu yapmamalıydı," dedi ayı balığı avcısı. "Bir cadısana aşkını sunuyorsa eğer, kabul etmelisin. Etmezsenve başına kötü şeyler gelirse, kabahat senin demektir.Bir tercih yapar gibi: lütuf ya da lanet. Yapamayacağıntek şey, ikisini de seçmemek.""Kendince bir nedeni olabilir," dedi Lee."Birazcık aklı olsaydı, geçerli bir neden olurdu.""Burnunun doğrusuna giderdi," dedi Sam Cansino. "Belki başka bir kadına sadık kalıyordu," diye bir tah-minde bulundu Lee. "Hakkında başka bir şey de duy-dum. Sihirli bir nesnenin nerede olduğunu bildiğini duy-dum, ne olabilir bilmiyorum ama, onu elinde tutan kişi-156

? koruyabiliyormuş. Bu hikayeyi hiç duydun mu?" «Evet, duydum bunu," dedi fok avcısı. "Onda değildi,ama nerede olduğunu biliyordu. Adamın biri ona söylet-meye çalıştı, ama Grumman adamı öldürdü." "Bak, cinine gelince," dedi Sam Cansino, "bu tuhaftıişte. Kartaldı, beyaz başlı ve göğüslü kara bir kartal, da-ha önce hiç görmediğim türden, ona ne denileceğini debilmiyorum!" Onlara kulak misafiri olan barmen, "dişi balıkkartalı,"dedi. "Stan Grumman'dan mı söz ediyorsunuz? Onun ci-ni balıkkartalıydı.""Ona ne oldu, peki?" diye sordu Lee Scoresby. "Şey, Beringland'a uzanan Skraeling savaşlarına karış-tı. En son, vurulduğunu duydum," dedi fok avcısı. "Patdiye öldürülmüş.""Kafasını kesmişler diye duydum," dedi Lee Scoresby. "Hayır, ikiniz de yanılıyorsunuz," dedi barmen, Veben biliyorum, çünkü onun yanında olan bir Eskimo'danduydum. Anlaşılan, Sakhalin'de bir yerlerde kamp kur-muşlar, çığ düşmüş. Grumman yüz ton kayanın altındakalmış. Bu Eskimo, gözleriyle görmüş." "Anlamadığım şey," dedi Lee Scoresby, herkese şişe-den ikramda bulunarak, "adamın ne yaptığı. Kaya yağımı arıyorlardı acaba? Yoksa asker miydi? Belki de felsefîbir şeydi, ha? Ölçümler hakkında bir şeyler dedin, Sam.Bu ne anlama geliyor?""Yıldızışığmı ölçüyorlardı. Ve aurora'yı. Aurora'ya157

karşı bir tutkusu vardı. Ama esas olarak harabelerle ilg^lendiğini sanıyorum. Kadim şeylerle." "Sana bu konuda kimin daha fazlasını söyleyebilece-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ğini biliyorum," dedi fok avcısı. "Dağların tepesinde, İm-paratorluk Muskovit Akademisi'ne ait bir rasathane var.Onlar sana bir şeyler söyleyebilir. Grumman'ın oraya git-tiğini biliyorum, hem de birden çok kez." "Niye öğrenmek istiyorsun ki, Lee?" diye sordu SamCansino."Bana biraz borcu var," dedi Lee Scoresby. Öyle tatmin edici bir açıklamaydı ki, meraklarınaânında son verdi. Konuşma herkesin dudaklarındaki ko-nuya döndü: çevrelerinde meydana gelen, ama hiç kim-senin göremediği felaketten farksız değişimler. "Balıkçılar," dedi fok avcısı, "diyorlar ki tekneye binipdosdoğru yeni dünyaya yelken açabilirmişsin.""Yeni bir dünya mı var?" diye sordu Lee. "Bu lanet sis kalkar kalkmaz dosdoğru ona bakıyorolacağız," dedi fok avcısı onlara, kendinden emin bir şe-kilde. "İlk olduğunda kanomdaydım ve tesadüfen kuze-ye bakıyordum. Ne gördüğümü asla unutmayacağım.Yerküre, kavis yapıp ufkun üstüne kapanacağına, düm-düz uzanıyordu. Sonsuza kadar görebiliyordum ve göre-bildiğim her yerde kara ve kıyı hattı, dağlar, limanlar, ye-şil ağaçlar ve mısır tarlaları vardı, gökyüzünün içine doğ-ru, sonsuza kadar. Bakın diyorum, dostlarım, elli yıl ça-lışıp çabalamaya değer, böyle bir manzarayı görmek. Ar-158

kama bir bakış bile atmadan küreklerimi çekerek gökyü-ünej o dingin denize çıkardım; derken, sis geldi..." "Böyle bir sis görmedim hiç," diye homurdandı SamCansino. "Herhalde bir ayı bulmuştur, belki daha fazla.Arna Stanislaus Grumman'dan para istiyorsan, şansınyok demektir, Lee; adam öldü." "Hah! Tatar adını hatırladım!" dedi fok avcısı. "Kafadelme işlemi sırasında ona ne dediklerini hatırladım. Jo-pari gibi bir şeydi." "Jopari mi? Hiç böyle isim duymadım," dedi Lee."Nippon adı olsa gerek. Eh, paramı istiyorsam eğer, bel-ki varislerinin ya da malları kime devredildi ise onlarınpeşinden koşabilirim. Ya da belki Berlin Akademisi bor-cu karşılar. Gideyim de rasathanedekilere sorayım bir,bakalım onlarda başvuracağım bir adres var mı?" Rasathane kuzey yönünde, hayli uzaktaydı. Lee Sco-resby, köpeklerin çektiği bir kızakla sürücüsünü kirala-dı. Siste bu yolculuğu yapmayı göze alacak insan bul-mak zordu, ama Lee ikna ediciydi, ya da parası öyleydi;sonunda Ob bölgesinden ihtiyar bir Tatar, uzun ve sıkıbir pazarlığın ardından onu götürmeyi kabul etti. Sürücü yolunu bulmak için pusulaya güvenmiyordu,yoksa bulması imkansız olurdu. Yolunu başka işaretler-le buldu - öncelikle, kızağın önünde oturmuş bütüngayretiyle yolu koklayan Arktik tilki cini sayesinde. Pu-sulasını her yere götüren Lee, dünyanın manyetik alanı-159

nın da başka her şey gibi allak bullak olduğunu fark et-mişti zaten. Kahve yapmak için durduklarında ihtiyar sürücü, "Budaha önce de olmak," dedi, "bu şey.""Ne, göğün açılması mı? Bu mu daha önce oldu?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Binlerce kuşak önce. Halkım hatırlar. Çok uzun za-man önce, binlerce kuşak.""Bu konuda ne diyorlar?" "Gök düşer, ruhlar bu dünya ile o dünya arasında ha-reket eder. Bütün karalar hareket eder. Buz erir, sonrayeniden doğar. Az sonra ruhlar deliği kapatır. Mühürler.Ama cadılar diyor ki gök orada inceymiş, kuzey ışıkları-nın arkasında.""Neler olacak, Umaq?" "Daha önce ne olduysa o. Her şey aynı olacak. Amabüyük beladan sonra, büyük savaş. Ruh savaşı." Sürücü ona başka bir şey söylemedi, çok geçmedenyola çıktılar, kıvrımların, boşlukların üstünden yavaşçayola devam ettiler, solgun siste kara görünen loş kaya çı-kıntılarını geçtiler, sonunda ihtiyar adam, "Rasathane yu-karıda," dedi. "Sen yürüyor. Patika kızak için çok eğri.Dönmek ister, ben bekler." "Evet, işim bitince geri dönmek istiyorum, Umaq. Senkendine bir ateş yak, dostum, otur, güzelce dinlen. İşimherhalde üç-dört saat sürer." Lee Scoresby, Hester paltosunun göğsüne sokulmuşhalde yola koyuldu ve yarım saatlik sıkı bir tırmanışın ar-160

,,nClan birden tepesinde, sanki oraya az önce dev bir elrafindan yerleştirilmiş gibi duran bir binalar kümesi

buldu. Ancak bu görüntü, sadece sisin bir an kalkması-nın eseriydi ve bir dakika sonra sis yeniden indi. Sco-reSby, ana rasathanenin koca kubbesini, biraz ötede dedaha küçük bir tane daha gördü, ikisinin arasında ise biroaıp idari bina ile insanların oturduğu bölümler vardı.Işık görünmüyordu çünkü pencereler, teleskoplar içinihtiyaç duyulan karanlığı bozmamak için karartılmıştı. Lee geldikten birkaç dakika sonra, onlara ne haberlergetirdiğini öğrenmeye hevesli bir grup astronomla konu-şuyordu. Ne de olsa siste, astronomlar kadar hayal kırık-lığına uğramış doğa filozofu az bulunur. Onlara gördüğüher şeyi anlattı ve o konu yeterince ele alınınca, Stanis-laus Grumman'ı sordu. Astronomların haftalardır ziyaret-çisi olmamıştı, konuşmaya hevesliydiler. "Grumman mı? Evet, size onun hakkında bir şey an-latayım," dedi Müdür. "İngilizdi, ismine rağmen. Hatırlı-yorum -" "İlgisi yok," dedi yardımcısı. "İmparatorluk AlmanAkademisi'nin üyesiydi. Onunla Berlin'de karşılaştım. Al-man olduğundan eminim." "Hayır, sanırım İngiliz olduğunu keşfedeceksiniz. Enazından, o lisana kusursuzca hakimdi," dedi Müdür."Ama aynı fikirdeyim, kesinlikle Berlin Akademisi üye-siydi. Jeologdu -""Hayır, hayır, yanılıyorsunuz," dedi başka biri. "Top-161

rağa bakıyordu, ama jeolog olarak değil. Bir seferindekendisiyle uzun uzun konuşmuştuk. Sanırım ona paleo-arkeolog demek en iyisi." Beşi ortak salonları, oturma ve yemek odaları, barla-rı, boş vakitlerini geçirdikleri oda ve hemen hemen baş-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ka her şey olan odada, bir masanın çevresinde oturuyor-lardı. İki tanesi Muskovit'ti, biri Leh, bir Yoruba ve biride bir Skraeling. Lee Scoresby, bu küçük topluluğun, sa-dece sohbet konusunu değiştirmesi nedeniyle bile olsa,bir ziyaretçi gelmesinden memnun olduğunu hissetti. İlkkonuşan Leh'ti, sonra Yoruba araya girdi. "Paleo-arkeolog derken ne demek istiyorsun? Arke-ologlar zaten eski olanları inceler; neden adlarının başı-na "eski" anlamına bir kelime koyma lüzumunu hissedi-yorsun?" "Onun inceleme alanı, düşündüğünden çok daha ge-riye gidiyordu, o kadar. Yirmi, otuz bin yıl önceki uygar-lıkların kalıntılarını arıyordu," diye cevap verdi Leh. "Saçma!" dedi Müdür. "Deli saçması! Adam seninlekafa buluyormuş. Otuz bin yıllık uygarlıklar, öyle mi?Hah! Kanıtı nerede?" "Buzların altında," dedi Leh. "Mesele bu. Grumman'agöre, dünyanın manyetik alanı geçmişte çeşitli dönem-lerde çarpıcı ölçüde değişmiş ve hattâ dünyanın eksenide yerinden oynamış, bu yüzden ılıman alanlar buzlarlakaplanmış.""Nasıl?" dedi Muskovitlerden biri.162

"Ha, karmaşık bir teorisi vardı. Mesele şu ki, çok es-ki uygarlıklara ilişkin var olabilecek her kanıt, çoktanbuzun altına gömülüp kalmış. Elinde olağanüstü kayaoluşumu fotogramları olduğunu iddia ediyordu.""Hah! Hepsi bu muymuş?" dedi Müdür."Durumu bildiriyorum, onu savunmuyorum," dediLeh. Lee Scoresby, "Grumman'ı ne zamandır tanıyordu-nuz, beyler?" diye sordu. "Dur bakayım," dedi Müdür. "Onunla ilk kez yedi yılönce tanıştım." "Ondan bir-iki yıl önce, manyetik kutbun değişimleriüzerine teziyle adını duyurmuştu," dedi Yoruba. "Amagökten zembille indi sanki. Yani, kimse onu öğrencilikdöneminden tanımıyordu, daha önceki çalışmalarınıkimse görmemişti..." Bir süre konuştular, Grumman'a neler olmuş olabile-ceği hakkında hatıra alışverişinde ve önerilerde bulun-dular, ancak çoğu onun muhtemelen öldüğünü düşünü-yordu. Leh biraz daha kahve yapmaya gittiğinde Lee'ninyabani tavşan cini Hester, ona yavaşça dedi ki:"Skraeling'e dikkat et, Lee." Skraeling çok az konuşmuştu. Lee onun doğuştansuskun biri olduğunu düşünmüştü ama Hester onu uya-rınca, sohbete ilk ara verilişinde kayıtsızca karşıya baktı,adamın cini olan kar baykuşunun parlak turuncu gözle-rinden ateşler saçarak onu süzdüğünü gördü. Eh, bay-163

kuşlar da böyle görünürdü ve gözlerini dikip bakarlardı;ama Hester haklıydı, cinde bir düşmanlık ve şüphe ha-vası vardı, oysa ki adamın yüzünden hiç böyle bir şeyokunmuyordu.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ve sonra Lee bir şey daha gördü: Skraeling, üzerineKilise'nin sembolü kazılmış bir yüzük takıyordu. Birdenadamın sessizliğinin nedenini kavradı. Her felsefi araştır-ma kurumu, diye duymuştu, sansür görevini yerine ge-tirsin ve sapkınca keşiflerin haberlerini bastırsın diyekadrosuna Majisteryum'un bir temsilcisini katmak zorun-daydı. Bunu fark eden ve Lyra'nın dediği bir şeyi hatırlayanLee, bu yüzden şunu sordu: "Söyleyin beyler - Grum-man'm Toz meselesini inceleyip incelemediğini biliyormusunuz acaba?" Havasız küçük odaya ânında bir sessizliktir çöktü vekimse ona doğrudan doğruya bakmasa da, herkesin dik-kati Skraeling üzerinde odaklandı. Lee, Hester'in duygu-larını belli etmeyeceğini, gözleri yarı kapalı ve kulakları-nı sırtına yapıştırmış olarak duracağını biliyordu, kendiside yüzden yüze bakarken neşeli bir masumiyet ifadesitakındı. Sonunda dikkatini Skraeling üzerinde yoğunlaştıra-rak, "Affedersiniz," dedi. "Bilinmesi yasak olan bir şey misordum?" Skraeling, "Bu konudan nerede bahsedildiğini duydu-nuz, Mr. Scoresby?" dedi.164

"Bir süre önce deniz üzerinde birlikte uçtuğumuz biryolcudan," dedi Lee rahat rahat. "Ne olduğunu söyleme-diler hiç, ama sözünü ediş şekline bakılırsa, Dr. Grum-nıan'ın soruşturmuş olacağı türden bir şeye benziyordu.Ren bunun semavi bir şey olacağını düşündüm, auroragibi. Gene de kafamı karıştırdı, çünkü bir aeronot olarakgökleri hayli iyi bilirim ve hiç böyle bir şeye rastgelme-dim. Nedir, peki?" "Dediğiniz gibi, semavi bir fenomen," dedi Skraeling."Pratikte bir anlamı yok." Lee biraz sonra gitme vakti geldiğine karar verdi; da-ha fazla bir şey öğrenmemişti, Umaq'ı bekletmek de is-temiyordu. Astronomları sis basmış rasathanelerinde bı-raktı ve patikadan aşağı, yönünü, gözleri yere daha ya-kın olan cinini izleme suretiyle hissederek, yola çıktı. Ve daha patikadan on dakika inmişlerdi ki, siste ba-şının yanından bir şey geçip Hester'in üstüne atladı.Skraeling'in baykuş ciniydi. Ancak Hester onun geldiğini hissetmiş ve kendinivaktinde yere yapıştırmıştı. Hester de dövüşebilirdi;onun da tırnakları sivriydi, sert ve cesurdu. Lee, Skra-eling'in kendisinin de yakında olması gerektiğini biliyor-du, belindeki revolvere uzandı. "Arkanda, Lee," dedi Hester, Lee hızla dönerek ken-dini yere atarken, omuzunun üstünden tıslayarak bir okgeçti.Hemen ateş etti. Kurşun bacağına pat diye girerken,165

Skraeling homurdanarak düştü. Bir an sonra, sessiz ka-natlarını çırpan baykuş cini de sakarca bir bayılma hare-keti ile onun yanma daldı, yarı yarıya karda yatarak ka-natlarını toplamaya çalıştı. Lee Scoresby piştovunun horozunu kaldırarak silahı

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

adamın başına tuttu. "Tamam, seni lanet olasıca budala," dedi. "Niye bunakalkıştın ki? Göğe bunlar olduğundan beri hepimizin ba-şının aynı şekilde dertte olduğunu görmüyor musun?""Çok geç," dedi Skraeling."Ne için çok geç?" "Durdurmak için çok geç. Bir haberci kuş yolladımbile. Majisteryum soruşturmalarını öğrenecek ve Grum-man'ı öğrenmekten de memnuniyet duyacaklar -""Neyini?" "Başkalarının onu aradığı gerçeğini. Düşündüğümüzüdoğruluyor. Ve başkalarının Toz hakkında bildiklerini.Sen Kilise'nin düşmanısın, Lee Scoresby. Onları meyve-lerinden tanıyacaksın. Sorularından, yüreklerini kemirenyılanı göreceksin..." Baykuş hafif hafif ötüyor, kanatlarını aralıklı olarakkaldırıp indiriyordu. Parlak turuncu gözleri acının zany-la kapanmıştı. Skraeling'in etrafında karda kırmızı bir le-ke birikiyordu; Lee, sis kalınlığındaki loşlukta bile ada-mın öleceğini görebiliyordu. "Kurşunum bir artere rastlamış olmalı," dedi. "Kolumubırak da bir turnike yapayım."166

"Hayır!" dedi Skraeling sert sert. "Öldüğüme memnu-num! Din kurbanlarının palmiyesine kavuşacağım! Benibundan yoksun bırakamazsın!""Ölmek istiyorsan öl. Bana şunu söyle, yeter -" Ama sorusunu tamamlama şansı olmadı hiç, çünkübaykuş cin kasvetli küçük bir titreyişle yok oldu. Skra-eling'in ruhu gitmişti. Lee bir seferinde Kilise'nin bir azi-zinin, suikatsçilerin saldırısına uğrayışını gösteren bir re-sim görmüştü. Onlar ölmekte olan bedenine sopalarlavururken, azizin cini çocuk melekler tarafından yukarıkaldırılmış ve kendisine bir din kurbanının nişanı olanpalmiye dalı sunulmuştu. Şimdi de Skraeling'in yüzünde,resimde azizin yüzünde olan ifadenin aynısı vardı: unu-tuluşa doğru vecit halinde bir uzanma. Lee tiksintiyleonu yere bıraktı.Hester dilini şaklattı. "Mesaj göndereceğini tahmin etmeliydim," dedi. "Yü-züğünü al.""Ne halt etmeye alayım? Biz hırsız değiliz, değil mi?" "Hayır, kaçağız," dedi dişi tavşanı. "Bu bizim seçimi-mizle olmadı, onun kötülüğünün bir sonucu. Kilise bu-nu bir öğrendi mi, işimiz bitmiş demektir. Bu arada ya-rarlanabileceğimiz her avantajdan yararlanalım. Hadi, alyüzüğü, bir yere sakla da belki kullanabiliriz." Lee onun söylediklerindeki mantığı görüp, ölü ada-mın yüzüğünü parmağından çıkardı. Karartılara doğrubir göz atınca, patikanın kenarında kayalık karanlığa gi-167

den dik bir iniş olduğunu gördü, Skraeling'in cesediniaşağı yuvarladı. Ceset, çarpma sesi duyulmadan önceuzun süre düştü. Lee şiddetten hiç haz etmemişti, öldür-mekten de nefret ederdi, ancak daha önce üç kez bunuyapması gerekmişti. "Düşünmenin anlamı yok," dedi Hester. "Bize seçme

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

şansı tanımadı, biz de onu öldürmek için ateş etmedik.Kahretsin, Lee, ölmek istiyordu. Bu insanlar deli.""Sanırım haklısın," dedi Lee ve piştovunu kaldırdı. Yolun dibinde sürücüyü buldular, köpeklerin koşum-ları takılmıştı "Söyle bana, Umaq," dedi Lee, balık ambalajlama is-tasyonuna doğru yola koyulurlarken, "Grumman diye biradamdan söz edildiğini duydun mu hiç?" "Aa, tabii," dedi sürücü. "Herkes Dr. Grumman'ı ta-nır.""Bir Tatar adı olduğunu biliyor muydun?""Tatar değil. Jopari mi demek istiyorsun? Tatar değil.""Ona ne oldu? Öldü mü?" "Bana bunu sorarsan, sana bilmem demek zorunda-yım. Yani hakikati benden öğrenemezsin.""Anlıyorum. Kime sorayım öyleyse?" "En iyisi kabilesine sormak. En iyisi Yenisey'e git, on-lara sor." "Kabilesi... yani törenle aralarına katıldığı insanlarıkastediyorsun, öyle mi? Kafatasını delenleri?""Evet. En iyisi, onlara sormak. Belki ölü değildir, bel-168

ki ölüdür. Belki ne ölüdür, ne diri.""Nasıl olur da ne ölü, ne diri olur?" "Ruhlar dünyasında. Belki ruhlar dünyasında. Çoksöyledim bile. Artık konuşmak yok."Konuşmadı da. Ama istasyona vardıklarında Lee hemen rıhtıma gittive onu Yenisey'in ağzına götürecek bir gemi aradı. Bu arada, cadılar da arıyordu. Latvia kraliçesi RutaSkadi, pek çok gün ve gece boyunca, sis ve kasırga için-de, sel ya da heyelan yüzünden mahvolmuş bölgelerüzerinde, Serafina Pekkala ve cadılarıyla uçtu. Hiçbirinindaha önce bilmediği bir dünyada oldukları kesindi; gariprüzgarlanyla, havadaki tuhaf kokularıyla, onları görürgörmez saldıran ve ok yağmuruna tutulup kaçırılması ge-reken kocaman meçhul kuşlarıyla; dinlenecek kara bul-duklarında, gördükleri bitkilerin kendileri bile garipti. Gene de bazı bitkiler yenebilir nitelikteydi, leziz biryemek oluşturan tavşanlar buldular, su kıtlığı da çekme-diler. Yaşamak için iyi bir yer olabilirdi, çayırlıkların üs-tünde sis gibi süzülen, derelerle alçak suların yakınların-da toplanan heyula misali şekiller olmasa. Bazı ışıklarda,sanki orada yokmuş gibiydiler, sadece ışıkta süzülen birnitelik görüntüsü alıyorlardı, ritmik bir siliniş, bir ayna-nın önünde dönen şeffaflık peçeleri gibi. Cadılar daha

önce hiç onlar gibi bir şey görmemişlerdi, ânında güven-sizlik duydular.169

Bir orman patikasının kıyısında hareketsiz duran buşeylerden bir grubun yükseklerinde daireler çizerlerken,Ruta Skadi, "Sence bunlar canlı mı, Serafina Pekkala?" di-ye sordu. "İster canlı olsunlar, ister ölü, kötülük dolular," diyecevap verdi Serafina. "Kötülüklerini ta buradan hissedi-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yorum. Ve onlara hangi silahların zarar vereceğini bilme-den, yanlarına bundan daha fazla yaklaşmak istemem." Heyulalar yere bağlıymış gibi görünüyorlardı, cadıla-rın şansına, uçma yetileri yoktu. O gün daha geç saatler-de, Heyulalar'ın neler yapabileceğini gördüler. Olay bir dere geçidinde, tozlu bir yolun bir sıra ağa-cın yanısıra alçak bir taş köprüden geçtiği noktada mey-dana geldi. Akşamüstü güneşi çayırlığın üstünde eğim-lenmişti, yerden yoğun bir yeşil, havadan tozlu bir altınrengi çekiyordu ve cadılar o zengin yatık ışıkta, köprü-ye doğru kimi yaya, kimi atlı arabalarda, ikisi ise at sır-tında gelen bir yolcu kafilesi gördü. Serafina nefesini tut-tu; bu insanların cini yoktu, buna rağmen sağ görünü-yorlardı. Tam aşağı doğru uçup daha yakından bakacak-tı ki, bir korku çığlığı duydu. Öndeki atın binicisinden geliyordu. Ağaçlara işaretediyordu ve cadılar aşağı baktıklarında o heyula biçim-lerinin dalgalanarak çayırda sel gibi ilerlediğini ve avlarıolan insanlara doğru sanki hiç zahmetsizce aktığını gör-düler.İnsanlar dağıldı. Serafina baştaki binicinin arkadaşla-170

rina yardıma yeltenmeden hemen dönüp dörtnala uzak-laştığını görünce şok geçirdi, ikinci binici de aynı şeyiyaptı ve başka bir yönde son hızla kaçtı. "Daha aşağıdan uçun ve gözleyin, kardeşlerim," dediSerafina yoldaşlarına. "Ama ben emredene kadar arayagirmeyin." Küçük kafilede, kimi arabalara binmiş, kimi arabala-rın yanısıra yürüyen çocukların da olduğunu gördüler.Çocukların Heyulalar'ı görmediği, Heyulalar'ın da onlar-la ilgilenmediği ortadaydı; dosdoğru yetişkinlere yönel-diler. Bir arabaya binmiş yaşlı bir kadının kucağında ikiçocuk vardı ve Ruta Skadi onun ödlekliğine kızdı, çün-kü kadın onların arkasına saklanmaya çalıştı ve onları,sanki kendi canını kurtarmak için sunuyormuşcasınakendisine yaklaşan Tayfın üstüne attı. Çocuklar yaşlı kadından kurtuldu, arabadan aşağı at-ladılar, şimdi de çevrelerindeki diğer çocuklar gibi yakorku içinde öne arkaya koşturuyorlar ya da Heyulalaryetişkinlere saldırırken yanyana ayakta duruyor veya bir-birlerine sokuluyorlardı. Arabadaki kadın çok geçmedenhamarat hamarat hareket eden, Ruta Skadi'nin gözlerkenmidesinin bulanmasına yol açan görünmez bir şekilde iş-leyen ve beslenen şeffaf bir ışıltının içinde kaldı. Atlarıy-la kaçmış olan ikisi hariç, kafiledeki her yetişkini aynıkader bekliyordu. Büyülenen ve afallayan Serafina Pekkala daha da aşa-ğı, yakına uçtu. Uzaklaşmak için çocuğuyla birlikte neh-171

rin sığ yerinden geçmeye çalışan bir baba vardı ama birHeyula onlara yetişti ve çocuk babasının sırtına sarılmışağlarken, önü kesilen ve çaresiz kalan adam yavaşlayıpbeline kadar gelen suda durdu. Ona neler oluyordu? Serafina suyun birkaç metre yu-karısında havada asılı kalıp, dehşete düşmüş halde izle-di. Kendi dünyasındaki seyyahlardan vampir destanını

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

duymuştu ve Heyula'nm harıl harıl bir şeyleri - adamınsahip olduğu bir niteliği, ruhunu, cinini belki, yuttuğunugörünce aklına gelen bu oldu. Çünkü besbelli bu dünya-da cinler dışarıda değil, içerideydi. Çocuğun uyluklarınınaltında kolları gevşedi, çocuk onun ardında suya düştüve boşu boşuna, nefesi kesilerek, ağlayarak, elini tutma-ya çalıştı. Adam ise, sadece başını ağır ağır çevirip aşağı,yanında boğulmakta olan küçük oğluna eksiksiz bir ka-yıtsızlıkla baktı. Serafina bu kadarına dayanamazdı. Daha alçağa dal-dı, çocuğu sudan kaptı ve tam o sırada Ruta Skadi: ba-ğırdı: "Dikkat, kardeşim! Arkanda -" Ve Serafina bir an kalbinin kenarında iğrenç bir do-nuklaşma hissetti, elini yukarı uzatıp Ruta Skadi'nin eli-ni tuttu, o da Serafina'yı çekip tehlikeden uzaklaştırdı.Daha yükseğe uçtular, çocuk bağırıyor ve sivri parmak-larıyla haykırarak onun beline sarılıyordu ve Serafina ge-ride kalan Heyula'yı gördü: suyun üzerinde anaforlar çi-zen bir sis yığını gibi kaybolan avını arıyordu. Ruta Ska-di onun kalbine bir ok gönderdi, hiç etkisi olmadı.172

Serafina, Heyulalar'dan ona bir tehlike gelmeyeceğinianlaymca çocuğu aşağı, nehir kıyısına koydu, yenidenhavaya yükselip kaçtılar. Küçük seyyah kafilesi şimdi ta-mamen durmuştu: atlar otluyor ya da sinekler yüzündenfaşlarını sallıyorlardı, çocuklar uluyor ya da birbirlerinesarılarak uzaktan gözlüyorlardı, her yetişkin hareketsizkalmıştı- Gözleri açıktı; kimi ayakta duruyordu ama ço-ğu oturmuştu ve üzerlerinde korkunç bir hareketsizlikvardı. Son Heyula da süzülüp uzaklaşınca Serafina aşağıuçtu, otların üstünde oturan bir kadının önünde durupona tepeden baktı. Sağlam, sağlıklı görünen bir kadındı,kırmızı yanakları vardı, sarı saçları da parlaktı. "Kadın!" dedi Serafina. Cevap yok. "Beni duyabiliyormusun? Beni görebiliyor musun?" Onun omuzunu silkeledi. Kadın muazzam bir çabay-la başını kaldırıp baktı. Sanki fark etmemişti. Gözleri boşboş bakıyordu, Serafina kadının dirseğinin altını çimdik-leyince, önce ağır ağır aşağı, sonra gene uzağa baktı. Diğer cadılar dağılmış arabalar arasında hareket edi-yor, kurbanlara yılgınlık içinde bakıyorlardı. Bu aradaçocuklar biraz uzaktaki küçük tepecikte toplanmıştı, ca-dılara bakarak korkuyla fısıldaşıyorlardı."Binici gözlüyor," dedi bir cadı. Yolun tepeler arasındaki bir aralıktan geçtiği noktayıişaret etti. Kaçan binici, atının dizginlerini çekmiş, geribakmak için dönmüştü, neler olup bittiğini görmek içinelini gözüne siper etmişti.173

"Onunla konuşacağız," dedi Serafina ve havaya yük-seldi. Ancak, adam Heyulalar ile yüzyüze gelince nasıl dav-ranmış olursa olsun, ödleğin biri değildi. Cadıların yak-laştığını görünce, sırtındaki tüfeği indirmiş, atını topukla-yarak otların üstüne, onlarla açıklıkta dönüp, ateş edip,karşılayabileceği yere getirmişti. Ama Serafina Pekkalayavaşça yere kondu ve yayını ileri uzattıktan sonra

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

önünde yere bıraktı. Bu hareketi burada yapsalar da, yapmasalar da, yanıl-gıya yer bırakmayacak bir anlamı vardı. Adam tüfeğiniomuzundan indirip bekledi, Serafina'dan gözlerini ayırıpdiğer cadılara ve yukarıdaki göklerde daireler çizen cin-lerine baktı. Hepsi siyah ipek parçalarına bürünmüş vegökte çam dallarına binen genç ve yırtıcı kadınlar -onun dünyasında böyle bir şey yoktu, gene de onlarlasakin bir ihtiyat içinde karşı karşıya geldi. Biraz dahayaklaşan Serafina onun yüzünde kuvvetin yanısıra kederde gördü. Bunu, yoldaşları yok olurken sırtını dönüpkaçmasının anısıyla bağdaştırmak zordu."Kimsiniz?" dedi adam. "Adım Serafina Pekkala. Başka bir dünyada olan Ena-ra Gölü cadılarının kraliçesiyim. Sizin adınız ne?" "Joachim Lorenz. Cadılar mı dediniz? Şeytanla mı işgörürsünüz yani?""Görseydik eğer, düşmanınız mı olurduk?"Adam biraz düşündü ve tüfeğini uyluklarına çapraz174

gelecek şekilde yerleştirdi. "Olurdunuz, bir zamanlar,"dedi, "ama devir değişti. Niye bu dünyaya geldiniz?""Çünkü devir değişti. Kafilenize saldıran o yaratıklarkim?" "Eh işte, Heyulalar ..." dedi, omuz silkerek, yarı şaşır-mış. "Heyulalar'ı bilmiyor musunuz?" "Kendi dünyamızda onları hiç görmedik. Sizi kaçar-ken görünce ne düşüneceğimizi bilememiştik. Şimdi an-lıyorum." "Onlara karşı savunma diye bir şey yok," dedi Joac-him Lorenz. "Sadece çocuklara dokunmuyorlar. Her se-yahat kafilesinde, yasaya göre atlı bir adamla bir kadınolması gerekiyor ve onlar da bizim yaptığımızı yapmakzorunda, yoksa çocuklara göz kulak olacak kimse kal-maz. Ama artık devir kötü; şehirler Tayflar'la dolu, oysaeskiden her yerdeki sayıları bir düzineyi geçmezdi." Ruta Skadi etrafa bakmıyordu. Diğer binicinin araba-lara doğru döndüğünü fark etti ve sonra gördü ki, ger-çekten de kadınmış. Çocuklar onu karşılamaya koşuyor-du. "Ama bana ne aradığınızı söyleyin," diye devam ettiJoachim Lorenz. "Daha önce cevap vermediniz. Burayahiç uğruna gelmiş olamazsınız. Şimdi bana cevap verin." "Bir çocuk arıyoruz," dedi Serafina, "kendi dünyamız-dan bir kız çocuk. Adı Lyra Belacqua, Lyra Gümüşdil dederler. Ama koca bir dünyada nerede olacağını tahminedemiyoruz. Tek basma dolaşan yabancı bir çocuk gör-175

mediniz mi?" "Hayır. Ama geçen gece melekler gördüm, Kutba gi-diyorlardı.""Melekler mi?" "Bölükler halinde havada gidiyorlardı, silahlı, pırıl pı-rıl. Son yıllarda onlara pek sık rastlanmazdı, oysa dede-min zamanında bu dünyadan sık sık geçerlermiş, enazından o öyle derdi." Elini gözlerine siper ederek, dağılmış arabalara, kala-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kalmış yolculara doğru baktı. Öteki binici şimdi atındaninmişti ve çocukların bazılarını yatıştırıyordu. Serafina da onun bakışını izledi ve, "Eğer bu gece si-zinle birlikte kamp kurar ve Tayflar'a karşı nöbet tutar-sak bana bu dünyadan biraz daha söz eder, gördüğünüzmelekleri anlatır mısınız?" diye sordu."Elbette anlatırım. Benimle gelin." Cadılar arabaları yolun daha ilerisine, köprünün öte-sine ve Heyulalar'ın geldikleri ağaçlardan uzağa almayayardımcı oldular. Eli ayağı tutmaz olmuş yetişkinlerin ol-dukları yerde kalmaları gerekiyordu ama küçük çocuk-ların artık onlara cevap vermeyen bir anneye sıkı sıkı sa-rılması ya da hiçbir şey söylemeyen, hiçbir şeye bakanve gözlerinde hiçbir şey olan bir babanın kolunun yeni-ni çekiştirmesi acı veriyordu. Daha küçük çocuklar, niyeanneleriyle babalarından ayrılmaları gerektiğini anlamı-yorlardı. Aralarından bir kısmı ebeveynlerini çoktan kay-176

trrıiş ve bunları daha önceden görmüş olan büyücekocuklar ise sadece üzüntülü görünüyor, hiçbir şey söy-lemiyorlardı. Serafina nehre düşmüş olan ve babasınaseslenerek Serafina'nın omuzundan geriye, hâlâ kayıtsızbir şekilde suda duran sessiz şekle uzananan küçük oğ-lanı yerden aldı. Çıplak teninde gözyaşları hissetti. Kalın çadır bezinden pantolon giymiş, erkek gibi atabinen kadın, cadılara bir şey demedi. Yüzü ürkütücüy-dü. Sert sert konuşarak, gözyaşlarını yok sayarak çocuk-ları harekete geçirdi. Akşam güneşi havaya, her ayrıntı-nın kesinleştiği, hiçbir şeyin göz kamaştırmadığı altın birışıkla yayılmıştı; çocukların, erkeğin ve kadının yüzleriebedî, kuvvetli ve güzel görünüyordu. Daha sonra, bir ateşin korları kül rengi kayaların oluş-turduğu dairede parıldar ve büyük tepeler ayın altındasakin uzanırken, Joachim Lorenz, Serafina ve Ruta Ska-di'ye dünyasının tarihini anlattı. Bir zamanlar mutlu bir dünyaydı, diye açıkladı. Şehir-ler ferah ve zarifti, topraklar sürülürdü, bereketliydi. Ti-caret gemileri mavi okyanuslara sefer yapıp gelirdi, ba-lıkçılar ağlar dolusu morina ve orkinos, levrek ile dubarçekerdi; ormanlar av doluydu, hiçbir çocuk aç kalmazdı.Büyük şehirlerin sarayları ile meydanlarında Brezilya veBenin, Ayrlanda ile Core'den gelen büyükelçiler, tütünsatıcılarıyla, Borgemo'dan komedyenlerle, servet tahvilitacirleriyle haşır neşir olurlardı. Geceleri maskeli âşıklargüllerin sarktığı sıra sütunlar altında ya da lambalarla ay-177

dınlatılmış bahçelerde buluşur, havada yasemin kokusudalgalanır ve tellerine dokunulan mandaron'un müziğiy,le zonklardı. Cadılar, kendilerininkine o kadar benzeyen, gene debu kadar farklı olan bir dünyanın hikayesini, gözleri fal-taşı gibi açılmış halde dinlediler. "Ama işler bozuldu," dedi adam. "Üç yüz yıl önce ta-mamen bozuldu. Kimileri kabahatin, az önce terk ettiği-miz şehirdeki Torre degli Angeli, Melekler Kulesi Lonca-sı'nın filozoflarında olduğunu söylüyor. Diğerleri büyükbir günah karşılığı bunun bizim yargımız olduğu görü-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

şünde, ama kimsenin bu günahın ne olduğu konusundaanlaştığını görmedim. Ancak Heyulalar birden göktenzembille inmiş gibi geldi, o gün bugün de başımıza be-la kesildiler. Neler yapabildiklerini gördünüz. Şimdi deHeyulalar'ı olan bir dünyada nasıl yaşanıldığmı hayaledin. Hiçbir şeyin olduğu gibi devam edeceğine güven-mezsek, nasıl gelişebiliriz? Bir baba ya da bir anne heran alınabilir, aile üyeleri ayrı düşebilir; bir tüccar alınabi-lir, işi başarısızlığa uğrar, bütün çalışanlarıyla onu des-tekleyenler işlerini kaybeder; peki, âşıklar yeminlerinenasıl inanacak? Heyulalar gelince bütün güven ve bütünerdemler dünyamızdan yok oldu." "Bu filozoflar kim?" dedi Serafina. "Sözünü ettiğinizbu kule nerede?" "Terk ettiğimiz şehirde - Cittâgazze'de. Saksağanlarşehri. Niye böyle deniyordu, biliyor musunuz? Çünkü178

aksağanlar aşırır, artık bizim de tek yapabildiğimiz bu.Hiçbir şey yaratmıyoruz, yüzlerce yıldır hiçbir şey yapmı-yoruz, elimizden gelen tek şey, diğer dünyalardan çal-mak. Ah evet, diğer dünyaları biliyoruz. Torre degli An-geli'deki o filozoflar bu konuda bilmemiz gereken her şe-yi keşfetti. Bir büyüleri var, söylersen eğer orada olma-yan bir kapıdan geçmeni ve kendini başka bir dünyadabulmanı sağlıyor. Bazıları bunun bir büyü olmadığını, ki-lit olmasa bile açan bir anahtar olduğunu söylüyor. Kim-bilir? Her neyse, Heyulalar'ı içeri aldı. Ve anladığım kada-rıyla, filozoflar halen kullanıyor bunu. Başka dünyalarageçiyorlar, onlardan çalıyorlar, bulduklarını buraya getiri-yorlar. Altın ve mücevher elbette ama başka şeyler de: fi-kirler, mısır çuvalları ya da kalemler gibi. Bütün serveti-mizin kaynağı onlar," dedi acı acı, "o hırsızlar Loncası." "Heyulalar neden çocuklara zarar vermiyor?" diye sor-du Ruta Skadi. "Esrarların en büyüğü de bu zaten. Çocukların masu-miyetinde Kayıtsızlık Heyulalar'nı püskürten bir güç var.Bundan da fazlası, çocuklar onları görmüyor, hepsi bu,niye olduğunu anlamasak da. Asla anlayamadık. AmaHeyula-yetimlerine sık sık rastlanır, tahmin edebileceği-niz gibi - anneleri-babaları alınmış çocuklar; çeteler ha-linde toplanır, ülkede başıboş dolaşırlar, bazen de Heyu-lalarla dolu bir alanda yiyecek ve levazım bulmak içinkendilerini yetişkinlere kiralarlar, bazen ise sadece dola-şır ve bulduklarını kaldırırlar.179

"İşte dünyamız bu. Ha, bu lanetle birlikte yaşarnay!başardık. Gerçek parazitler: onları besleyeni öldürmü-yorlar, ama canının çoğunu çekip çıkartıyorlar. Gene dekabaca bir denge vardı... yakın zamanlara kadar, büyükbir fırtınaya kadar. Ne fırtınaydı ama! Sanki bütün dünyaparçalanıyormuş, çatlayıp ayrılıyormuş gibi; kimse böylebir fırtına hatırlamıyor. "Sonra günlerce süren ve bildiğim dünyanın her yanı-nı örten bir sis geldi, kimse seyahat edemedi. Sis çekil-diğinde de, şehirler Heyulalar ile doluydu, yüzlercesiyle,binlercesiyle. Biz de dağlara ve denize kaçtık ama, busefer nereye gitsek onlardan kaçış yoktu. Siz de gözleri-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nizle gördünüz. "Şimdi sıra sizde. Siz de bana dünyanızı anlatın, birde neden orayı bırakıp buraya geldiğinizi." Serafina ona bildiği kadarıyla her şeyin doğrusunuanlattı. Dürüst bir adamdı ve ondan saklanması gerekenbir şey yoktu. Dikkatle dinledi, hayretle başını salladı vesözü bittiğinde dedi ki: "Size filozoflarımızın sahip oldu-ğu söylenen güçten bahsetmiştim, diğer dünyaların yo-lunu açma gücünden. Eh, kimileri onların, unutkanlıkyüzünden zaman zaman bir geçişi açık bıraktıklarını dü-şünüyor; arada bir başka dünyalardan seyyahlar da bu-raya gelseler şaşırmazdım. Ne de olsa, meleklerin geçti-ğini biliyoruz." "Melekler mi?" dedi Serafina. "Daha önce onların sö-zünü etmiştiniz. Onlar bizim için yeni. Açıklayabilir mi-180

siniz?""Melekler hakkında bilgi mi istiyorsunuz?" dedi Joac-him Lorenz. "Pekala. Kendilerine bene elim derler, den-mişti bana. Kimileri onlara Nöbetçi de der. Bizim gibi et-ten varlıklar değil, ruhtan varlıklardır. Ya da belki etleribizimkinden daha ince çizilmiş, daha hafif ve berraktır,bilmiyorum; ama bizim gibi değildirler. Cennetten mesaj-lar taşırlar, işleri budur. Bazen onları, bu dünyadan birbaşkasına giderken gökte görürüz; çok, çok yükseklerdeateşböcekleri gibi parlarlar. Sessiz bir gecede kanat vu-ruşlarını bile duyabilirsiniz. Bizimkilerden farklı mesele-leri vardır ama kadim günlerde aşağı inmişlerdir, kadın-lar ve erkeklerle ilişkileri olmuştur; hattâ kimine görebizden çocukları da olmuştur. "Ve sis gelince, büyük fırtınanın ardından, eve gider-ken Sant'Elia şehrinin gerisindeki tepelerde Heyulalar ta-rafından kuşatıldım. Bir huş ormanının yanındaki pınar-da bulunan çoban kulübesine sığındım ve gece boyu yu-karıda sisin içinden sesler duydum, korku ve öfke çığlık-ları ve daha önce hiç duymadığım kadar yakından gelenkanat çırpışlar; şafağa doğru ise silahların bir çatışmasıduyuldu, okların ıslık gibi sesleri ve kılıçların şıkırtısı.Çok merak etsem de dışarı çıkıp bakmaya cesaret ede-miyordum, çünkü korkuyordum, doğrusu. Gökyüzü, osis sırasında ne kadar aydınlanıyorsa o kadar aydınlandı-ğında, dışarı bakmaya cüret ettim ve pınar başında yara-lanmış yatan koca bir şekil gördüm. Görmeye hakkım181

olmayan şeyleri görüyormuşum hissine kapıldım - kut-sal şeyleri. Gözlerimi çevirdim ve yeniden baktığımdaşekil gitmişti. "Bir meleği görmeye en fazla yaklaşmam budur işte.Ama size söylediğim gibi geçen gece çok yükseklerdeyıldızların arasında, Kutba doğru giderken, yelken açmışgüçlü bir gemi filosu gibi, onları gördük... Bir şeyler olu-yor ve biz buralarda bunun ne olabileceğini bilmiyoruz.Bir savaş patlak veriyor olabilir. Cennette daha önce debir savaş olmuştu, ah, binlerce yıl önce, muazzam bir za-man öncesinde, ama sonucu neydi, bilmiyorum. Bir ye-nisinin olması imkansız değil. Ama yol açtığı tahribatmüthiş olur ve bizim açımızdan sonuçlarına gelince...

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

hayal edemiyorum. "Ancak," diye cevap verdi, ateşi karıştırmak için doğ-rularak, "sonu, korktuğumdan daha iyi de olabilir. Belkide semalarda bir savaş Heyulalar'ı tümüyle bu dünyadansüpürür, geldikleri çukura gerisin geri götürür. Bu ne bü-yük bir nimet olurdu, ha? O korkutucu afetten kurtulun-ca ne kadar taze ve mutlu yaşardık!" Ancak Joachim Lorenz gözlerini dikip alevlere bakar-ken, hiç de umutlu görünmüyordu. Titreşen ışık yüzün-de oynuyordu ama, güçlü hatlarında bir ifade değişimiyoktu, keyifsiz ve hüzünlü görünüyordu. Ruta Skadi, "Kutup, efendim," dedi. "Bu meleklerinKutba gittiklerini söylediniz. Niye bunu yapsınlar, biliyormusunuz? Cennet orada mı?"182

"Bilemem. Ben okumuş bir adam değilim, bunu ko-layca anlayabilirsiniz. Ama dünyamızın kuzeyi, eh, orasıruhların mekanı diyorlar. Eğer melekler toplanıyorsa, gi-decekleri yer de orasıdır ve eğer cennete bir saldırıdabulunacaklarsa, kalelerini inşa edip hücuma geçecekleriyer de orasıdır diyebilirim." Başını kaldırıp baktı, cadılar da gözleriyle onun bakı-şını izledi. Bu dünyadaki yıldızlar da kendi dünyaların-daki yıldızlar gibiydi: Saman Yolu, göklerin kubbesiniaşıyor ve sayısız yıldızışığı noktası pırıl pırıl ışığını karan-lığa serperken, aydınlıktan yana neredeyse ayla boy öl-çüşüyordu... "Efendim," dedi Serafina, "hiç Toz'dan söz edildiğiniduydunuz mu?" "Toz mu? Sanırım bunu yollardaki tozdan farklı biranlamda söylüyorsunuz. Hayır, hiç duymadım. Ama ba-kın! İşte bir melek alayı..." Ophiukhus takımyıldızına işaret etti. Ve gerçekten deiçinden bir şey geçiyordu, minik bir ışıklı varlıklar küme-si. Sürüklenmiyorlardı; kazların ya da kuğuların kararlıuçuşuyla hareket ediyorlardı.Ruta Skadi ayağa kalktı. "Kardeşim, sizden ayrılma vakti geldi," dedi Serafi-na'ya. "Bu meleklerle konuşacağım, her neredelerse.Eğer Lord Asriel'e gidiyorlarsa, onlarla birlikte gidece-ğim. Yok gitmiyorlarsa, ben kendi başıma araştırmayadevam edeceğim. Arkadaşlığınız için teşekkür ederim,183

yolunuz açık olsun." Öpüştüler, Ruta Skadi bulut-çamı dalını aldı, havayayükseldi. Bir bülbül olan cini Sergi, hızla karanlıktan çı-kıp onun yanma geldi."Yükselecek miyiz?" dedi. "Ophiukhus'taki o ışıklı uçucular kadar. Hızlı gidiyor-lar, Sergi. Hadi, yakalayalım onları!" Ve çiniyle ikisi yukarı doğru fırladılar, bir ateşten sıç-rayan kıvılcımlardan hızlı uçuyorlardı; hava, dalının üs-tündeki dalcıklardan süratle geçiyordu ve onun siyah sa-çının ardından sel gibi akmasına yol açıyordu. Geniş ka-ranlıktaki küçük ateşe dönüp bakmadı, uyuyan çocuk-larla cadı arkadaşlarına da. Yolculuğunun o bölümü so-na ermişti ve üstelik, önündeki o ışıldayan yaratıklar he-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nüz daha büyümemişti ve gözünü onların üzerinde tut-mazsa, yıldız ışığının büyük alanına karşı kolaylıkla yokolurlardı. Onun için uçtu gitti, melekleri hiç gözden kaybetme-di ve o yakınlaştıkça yavaş yavaş daha belirgin bir şekilaldılar. Parıldamaları yanar gibi bir parıldama değildi, neredeolurlarsa olsunlar ve gece istediği kadar karanlık olsun,üzerlerinde güneş parlıyordu. İnsan gibi ama kanatlı veçok daha uzundular; ve çıplak oldukları için cadı üç ta-nesinin erkek, ikisinin kadın olduğunu görebiliyordu.Kanatları kürek kemiklerinden çıkıyordu, sırtlarıyla gö-ğüsleri adamakıllı kaslıydı. Ruta Skadi yolun bir bölü-184

jtıünde gerilerinde kaldı, gözledi, onlarla dövüşmek zo-runda kalırsa diye kuvvetlerini ölçtü. Silahlı değillerdi,öte yandan güçlerini fazla harcamadan, kolaylıkla uçu-yorlardı ve iş kovalamacaya dönüşürse, ondan üstün bi-le çıkabilirlerdi. Ne olursa olsun diye yayını hazırlayarak hızlandı veyanlarında uçarken seslendi. "Melekler! Durun ve benidinleyin! Ben cadı Ruta Skadi'yim ve sizinle konuşmakistiyorum!" Döndüler. Kocaman kanatlarını içe doğru vurarak ya-vaşladılar ve bedenleri aşağı doğru savrulup havadadimdik bir duruş aldı, kanatlarını çarparak oldukları yer-de kalıyorlardı. Ruta'nın etrafını çevirdiler, karanlık ha-vada ışıldayan, görünmez bir güneşle aydınlatılmış beşkoskoca şekil. Ruta Skadi, kalbi bu işin tuhaflığından dolayı çarparve cini onun vücudunun sıcaklığına yakın oturmak içinkanatlarını çırparken, çam dalında mağrur ve korkusuzoturup etrafa baktı. Her melek-varlık belirgin şekilde bir bireydi, ama ogüne kadar gördüğü herhangi bir insandan çok birbirle-riyle ortak yanlan vardı. Paylaştıkları şey, hepsini' aynıanda kaplıyor gibi görünen bir parıltı, süratli bir zeka veduygu oyunuydu. Çıplaktılar ama onların bakışının kar-şısında Ruta Skadi kendini çıplak hissetti, öylesine deli-ciydi ve öyle derinlere gidiyordu.Gene de kendi durumundan utanmıyordu, bakışları-185

na bakışını dik tutarak karşılık verdi. "Demek sizler meleksiniz," dedi, "ya da Nöbetçi, yada bene elim. Nereye gidiyorsunuz?""Bir çağrıya cevap veriyoruz," dedi biri. Hangisinin konuştuğundan emin değildi. Herhangibirisi de olabilirdi, hepsi de."Kimin çağrısı?" diye sordu."Bir erkeğin.""Lord Asriel'in mi?""Olabilir.""Niye onun çağrısına cevap veriyorsunuz?"Cevabı, "İstiyoruz da ondan," oldu. "Öyleyse, her neredeyse, ona gitmem için bana darehberlik edebilirsiniz," diye emir verdi onlara.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ruta Skadi dört yüz on altı yaşındaydı, yetişkin bir ca-dı kraliçesinin bütün gurur ve bilgisine sahipti. Kısaömürlü insanların hepsinden daha bilgeydi ama bu ka-dim varlıkların yanında nasıl bir çocuğu benzediği konu-sunda en ufak bir fikri yoktu. Onların farkındalığmın, ip-liğimsi dokunaçlar gibi kendisinin hayal bile etmediğievrenlerin en ücra köşelerine kadar yayıldığını bilmiyor-du; onları sadece kendi gözleri böylesini beklediği içininsan biçiminde gördüğünü de. Eğer gerçek biçimlerinialgılasaydı, organizmadan çok mimariye benzeyecekler-di, zeka ve duygulardan oluşmuş muazzam yapılara. Ama onlar da daha fazlasını beklemiyordu; Ruta çokgençti.186

Hemen kanatlarını çırpıp ileri atıldı, o da onlarla bir-likte fırladı, kanat tüylerinin havada yarattığı türbülanstasörf yaptı, bunun uçuşuna eklediği hız ve gücün keyfiniçıkardı. Gece boyunca uçtular. Yıldızlar etraflarında çark etti,doğudan şafak süzülürken soldular ve kayboldular. Gü-neşin kenarı görününce dünya parlaklığa boğuldu veonlar da mavi gökte, temiz, tatlı ve nemli berrak gökteuçmaya başladılar. Gündüz vakti meleklerin görünürlüğü daha azdı amatuhaflıkları her göz için açık seçikti. Ruta Skadi'nin onla-rı şimdi gördüğü ışık, artık göğe tırmanan güneşin ışığıdeğildi, başka bir yerden başka bir ışıktı. Yorulmak nedir bilmeden uçtular, uçtular ve yorul-mak nedir bilmeden tempolarını sürdürdüler. Ruta, buölümsüz varlıklara hükmedebilmenin vahşi sevincininkendisini sardığını hissetti. Kendi kanı ve teni ona hazverdi; cildinin hemen yanında hissettiği pürtüklü çamkabuğu, bütün duyularının canlılığı, duyduğu açlık, tatlısesli bülbül cininin varlığı, aşağıdaki yeryüzü ve ister bit-ki olsun, ister hayvan her yaratığın canı ona haz verdi;ve onlarla aynı maddeden olmaktan ve öldüğü zamanetinin, onlar kendisininkini nasıl beslediyse, başka ha-yatları besleyeceğini bilmekten sevinç duydu. Bir de, ye-niden Lord Asriel'i göreceği için sevinç duydu. Ertesi gece melekler yine uçmaya devam etti. Bir nok-tada havanın niteliği değişti, gerçi daha kötü ya da daha187

iyi olmadı ama gene de değişti ve Ruta Skadi o dünya-dan bir başka dünyaya geçtiklerini anladı. Nasıl olduğu-nu tahmin edemedi. "Melekler!" diye seslendi, değişimi hissedince. "Sizibulduğum dünyayı nasıl terk ettik? Sınır nerede?" "Havada görünmez yerler vardır," diye cevap verdiler."Başka dünyalara açılan geçitler. Biz görebiliriz ama sengöremezsin." Ruta Skadi görünmez geçidi göremiyordu ama bunaihtiyacı da yoktu: cadılar, yolunu bulma konusunda kuş-lardan daha iyidir. Melek konuşur konuşmaz dikkatinialtındaki üç çentikli zirve üzerinde yoğunlaştırdı ve ko-numlarını tam olarak ezberledi. Şimdi, eğer gerekirse,onları yeniden bulabilirdi, melekler ne düşünürse dü-şünsün.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Daha da ileri uçtular ve sonunda bir meleğin şöyledediğini duydu: "Lord Asriel bu dünyada, işte inşa ettiğikale..." Yavaşlamışlardı ve havada kartallar gibi daireler çizi-yorlardı. Ruta Skadi, bir meleğin işaret ettiği yere baktı.Tepedeki bütün yıldızlar yüksek semaların derin kadifesiyahı önünde her zamanki pırıltılarıyla parlasalar da, ilksolgun ışık parıltısı doğuya renk veriyordu. Ve dünyanıntam kıyısında, ışığın anbean arttığı yerde, büyük bir dağsilsilesi doruklarını yükseltmişti - çentikli kara kaya mız-rakları, heybetli kırılmış taşlar ve testere dişi gibi sırtlar,evrensel bir felaketin enkazı gibi, karmakarışık yığılmış-188

ti Ama o baktığı sırada sabah güneşinin ilk ışınlarınındokunduğu, parlaklık içinde dış hatları çizilmiş en yük-sek noktada, düzenli bir yapı vardı: burçları yarı tepe bo-yunca yekpare bazalt taşlarından oluşmuş ve alanı ancakuçma zamanı ile ölçülecek muazzam bir kale. Bu devasa kalenin altında, şafağın erken saatlerininkaranlığında ateşler yanıyor, fırınlar tütüyordu ve RutaSkadi kilometrelerce uzaktan çekiçlerin tınlamasını vebüyük çarkların sesini duydu. Her yönden başka melekkafilelerinin kanat çırparak oraya gittiğini de görüyordu,yalnızca melekler değil, makineler de: albatroslar gibisüzülen çelik kanatlı hava araçları, çırpınan yusufçuk ka-natlarının altında cam kabinler, koskoca yabanarıları gi-bi vızıldayan zeplinler - hepsi Lord Asriel'in, dünyanınucunda, dağlarda inşa ettiği kaleye doğru gidiyordu."Lord Asriel orada mı?" dedi Ruta Skadi."Evet, orada," diye cevap verdi melekler. "Öyleyse onunla buluşmak için oraya uçalım. Ve sizde benim şeref kıtam olmalısınız." İtaatkar bir şekilde kanatlarını açtılar ve hevesli cadıönlerinden uçarkan, rotalarını altın kenarlı kaleye doğruçevirdiler.189

iyi olmadı ama gene de değişti ve Ruta Skadi o dünya-dan bir başka dünyaya geçtiklerini anladı. Nasıl olduğu-nu tahmin edemedi. "Melekler!" diye seslendi, değişimi hissedince. "Sizibulduğum dünyayı nasıl terk ettik? Sınır nerede?" "Havada görünmez yerler vardır," diye cevap verdiler."Başka dünyalara açılan geçitler. Biz görebiliriz ama sengöremezsin." Ruta Skadi görünmez geçidi göremiyordu ama bunaihtiyacı da yoktu: cadılar, yolunu bulma konusunda kuş-lardan daha iyidir. Melek konuşur konuşmaz dikkatinialtındaki üç çentikli zirve üzerinde yoğunlaştırdı ve ko-numlarını tam olarak ezberledi. Şimdi, eğer gerekirse,onları yeniden bulabilirdi, melekler ne düşünürse dü-şünsün. Daha da ileri uçtular ve sonunda bir meleğin şöyledediğini duydu: "Lord Asriel bu dünyada, işte inşa ettiğikale..." Yavaşlamışlardı ve havada kartallar gibi daireler çizi-yorlardı. Ruta Skadi, bir meleğin işaret ettiği yere baktı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Tepedeki bütün yıldızlar yüksek semaların derin kadifesiyahı önünde her zamanki pırıltılarıyla parlasalar da, ilksolgun ışık parıltısı doğuya renk veriyordu. Ve dünyanıntam kıyısında, ışığın anbean arttığı yerde, büyük bir dağsilsilesi doruklarını yükseltmişti - çentikli kara kaya mız-rakları, heybetli kırılmış taşlar ve testere dişi gibi sırtlar,evrensel bir felaketin enkazı gibi, karmakarışık yığılmış-188

tl Ama o baktığı sırada sabah güneşinin ilk ışınlarının^okunduğu, parlaklık içinde dış hatları çizilmiş en yük-sek noktada, düzenli bir yapı vardı: burçları yarı tepe bo-yunca yekpare bazalt taşlarından oluşmuş ve alanı ancakuçma zamanı ile ölçülecek muazzam bir kale. Bu devasa kalenin altında, şafağın erken saatlerininkaranlığında ateşler yanıyor, fırınlar tütüyordu ve RutaSkadi kilometrelerce uzaktan çekiçlerin tınlamasını vebüyük çarkların sesini duydu. Her yönden başka melekkafilelerinin kanat çırparak oraya gittiğini de görüyordu,yalnızca melekler değil, makineler de: albatroslar gibisüzülen çelik kanatlı hava araçları, çırpınan yusufçuk ka-natlarının altında cam kabinler, koskoca yabanarıları gi-bi vızıldayan zeplinler - hepsi Lord Asriel'in, dünyanınucunda, dağlarda inşa ettiği kaleye doğru gidiyordu."Lord Asriel orada mı?" dedi Ruta Skadi."Evet, orada," diye cevap verdi melekler. "Öyleyse onunla buluşmak için oraya uçalım. Ve sizde benim şeref kıtam olmalısınız." İtaatkar bir şekilde kanatlarını açtılar ve hevesli cadıönlerinden uçarkan, rotalarını altın kenarlı kaleye doğruçevirdiler.189

7Rolls-Royce Lyra erkenden uyandığında onu sessiz ve sıcak bir sa-bah karşıladı, sanki şehir daha önce bu sakin yazdanbaşka bir hava görmemiş gibi. Yataktan fırlayıp aşağı in-di, su kenarında çocuk sesleri duyarak ne yaptıklarınıgörmeye gitti. Üç oğlan ve bir kız güneşin vurduğu limanda, iki ta-ne pedallı tekneye binmiş, basamaklara doğru şıpır şıpıryarışıyorlardı. Lyra'yı görünce bir an için yavaşladılarama sonra gene kendilerini yarışa kaptırdılar. Kazanan-lar basamaklara öyle sert bir şekilde çarptı ki, biri suyadüştü, sonra tekrar tekneye tırmanmaya çalıştı ve onu daalabora etti, sonra da hepsi şıpırdayarak suda oynamayabaşladı, sanki önceki gecenin korkusu hiç yaşanmamışgibi. Kulenin oradaki çocukların çoğundan daha küçük-tüler diye düşündü Lyra ve ışıldayan küçük bir gümüşbalık şeklindeki Pantalaimon ile birlikte, suda onlara ka-tıldı. Başka çocuklarla konuşmak ona hiçbir zaman zorgelmemişti, çok geçmeden etrafına toplandılar, ılık taşta190

su gölcüklerinde oturuyorlardı, gömlekleri güneşte ça-bucacık kuruyordu. Zavallı Pantalaimon, serin nemli pa-muklunun içinde kurbağa biçiminde, yeniden cebinegirmek zorunda kalmıştı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Kediyle n'apacaksmız?""Şanssızlığı yok edebilir misiniz sahiden?"Nerelisiniz?""Arkadaşın Heyulalar'dan korkmuyor mu?" "Will hiçbir şeyden korkmaz," dedi Lyra. "Ben dekorkmam. Kedilerden niye korkuyorsunuz ki?" "Kedileri bilmiyor musun?" dedi en büyük oğlan, ku-laklarına inanamayarak. "İçlerinde şeytan var onların, ya.Gördüğün her kediyi öldürmen gerek. Seni ısırırlar, se-nin içine de şeytanı sokarlar. Peki sen o büyük par ilene yapıyordun?" Lyra onun leopar biçimindeki Pantalaimon'dan sözettiğini fark etti, başını masum masum iki yana salladı. "Hayal görmüş olmalısınız," dedi. "Ay ışığında bir sü-rü şey farklı görünür. Ama ben ve Will, bizim geldiğimizyerde Heyula yok, onlar hakkında pek bir şey bilmiyo-ruz." "Göremiyorsan, güvendesin," dedi bir oğlan. "Görür-sen, bil ki seni alabilirler. Babam öyle demişti, sonra daonu aldılar.""Ve şimdi buradalar, her yanımızı sarmışlar, öyle mi?" "Evet," dedi kız. Elini uzatıp bir avuç hava tuttu ve"İşte bir tane yakaladım," diye sevinçle bağırdı.191

"Onlar canını acıtamaz," dedi oğlanlardan biri. "Yanibiz de onların canını acıtamayız, ya.""Heyulalar hep bu dünyada mıydı?" dedi Lyra. "Evet," diye cevap verdi oğlanlardan biri, ama öteki,"hayır," dedi, "çok önce geldiler. Yüzlerce yü önce.""Lonca yüzünden geldiler," dedi bir üçüncüsü."Ne yüzünden?" dedi Lyra. "Hiç de bile!" dedi kızlardan biri. "Büyükannem diyorki, insanlar kötü olduğu için gelmişler, Tanrı onları bizicezalandırsınlar diye yollamış." "Büyükannenin hiçbir şey bildiği yok," dedi bir oğlan."Sakalı var, büyükannenin. Keçi o, ya.""Lonca nedir?" diye ısrar etti Lyra. "Torre degli Angeli'yi biliyorsun," dedi bir oğlan. Taşkule, tamam mı? Eh işte, orası Lonca'nm. İçinde de gizlibir yer var. Lonca, her tür şeyi bilen adamlar. Felsefe,simya falan, her şeyi biliyorlar. Heyulalar'ı içeri onlar al-dı." "Bu doğru değil," dedi başka bir oğlan. "Yıldızlardangeldiler." "Doğru işte! Şöyle oldu, tamam mı: bu Lonca adamıyüzlerce yıl önce bir metali arıyormuş. Kurşun. Ondanaltın yapacakmış. Kesmiş kesmiş, gittikçe daha küçük ol-muş, sonunda olabilecek en küçük parçaya kadar kes-miş. Ondan daha küçüğü yokmuş. Öyle küçük ki, göre-miyormuşsun bile. Ama onu da kestiğinde, en küçükparçanın içine bütün Heyulalar sıkışmış, büzüşmüş ve192

katlanmış, öyle ki hiç yer tutmamışlar. Ama o kesince,bum! Vıj diye çıkmışlar, o günden beri de burdalar. Ba-bam öyle dedi.""Şimdi kulede Lonca'dan adam var mı?" dedi Lyra."Hayır! Herkes gibi onlar da kaçtı," dedi kız.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Kulede kimse yok. Büyülü, o yer," dedi bir oğlan."Kedi onun için oradan geldi. Biz oraya girmeyiz, tamammı? Çocukların hiçbiri oraya girmez. Korkutucu bir şey." "Lonca'nın adamları girmeye korkmuyor ama," dedibir başkası. "Ama şimdi kulede kimse yok mu?" dedi Lyra. "Büyükyok mu?""Şehirde hiç büyük yok!""Cesaret edemezler ki." Ama orada genç bir adam görmüştü. Bundan emindi.Ve bu çocukların konuşmasında da bir şey vardı; tecrü-beli bir yalancı olarak, yalancı gördü mü tanırdı ve buçocuklar da bir şey hakkında yalan söylüyordu. Ve birden hatırladı: küçük Paolo onun ve Angeli-ca'nın şehirde bir ağabeyleri olduğundan söz etmiş, An-gelica da onu susturmuştu... Gördükleri genç adam on-ların ağabeyi olabilir miydi? Onları, teknelerini kurtarıp pedalla yeniden kumsaladönmeye bıraktı ve kahve yapıp Will uyanık mı diyebakmaya içeri girdi. Ama, kedi ayaklarının dibine kıvrıl-mış halde, uyuyordu, Lyra da Alim'ini bulmak için sabır-sızlanıyordu. Bir not yazıp Will'in yatağının yanında ye-193

re bıraktı, sırt çantasını alıp pencereyi aramaya gitti. Saptığı yol onu, bir gece önce geldikleri küçük mey.dandan geçirdi. Ama şimdi boştu, güneş ışığı kadim ku-lenin ön tarafının üzerine serpilmişti, kapının yanındakibulanıklaşmış oymaları gösteriyordu: kanatlan katlanmışhatları yüzyılların hava koşulları yüzünden aşınmış insanbenzeri şekiller, hareketsizlikleri içinde gene de güç, an-layış ve entelektüel kuvvet ifade ediyorlardı. "Melekler," dedi Pantalaimon, şimdi Lyra'nın omu-zunda bir cırcırböceğiydi."Belki de Heyulalar," dedi Lyra. "Hayır! Angeli hakkında bir şeyler söylemişlerdi," di-ye ısrar etti Pantalaimon. "Bahse girerim, meleklerdir.""İçeri girelim mi?" Süslü kara menteşelerine dayanan kocaman meşe ka-pıya baktılar. Kapıya çıkan altı basamak fena halde aşın-mıştı, kapının kendisi de aralık duruyordu. Lyra'nın içe-ri girmesini durduracak hiçbir şey yoktu, kendi korku-sundan başka. Ayaklarının ucuna basarak basamakların tepesine çık-tı ve aralıktan içeri baktı. Tek görebildiği karanlık, taşdöşeli bir holdü, onun da küçük bir bölümünü görüyor-du; ama Pantalaimon, tıpkı Jordan Koleji'nde, ölüleringömüldüğü mahzende kafatasları numarasını çektiklerizaman yaptığı gibi, omuzunda endişe içinde kanat çırpı-yordu, Lyra da artık biraz daha akıllanmıştı. Burası kötübir yerdi. Koşarak basamaklardan indi, meydandan çık-194

fl palmiyeli bulvarın parlak gün ışığına ulaştı. Ve kimse-nin bakmadığından emin olunca da, dosdoğru pencere-ye oradan da Will'in Oxford'una gitti. Kırk dakika sonra bir kez daha fizik binasının için-deydi, kapıcıyla tartışıyordu; ama bu sefer elinde bir asvardı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Dr. Malone'a sor, yeter," dedi tatlı tatlı. "Tek yapaca-ğın bu, ona sor. Sana söyler." Kapıcı telefonuna döndü, Lyra da o düğmelere basıptelefona bir şeyler söylerken, acıyarak onu seyretti. Ona,gerçek bir Oxford kolejinde olduğu gibi, otursun diyedoğru dürüst bir kapıcı kulübesi bile vermemişlerdi, sa-dece ahşap bir tezgah, sanki burası dükkanmış gibi. "Pekala," dedi kapıcı, Lyra'ya dönerek. "Yukarı çıka-bileceğini söylüyor. Sakın başka yerlere gitme." "Yok, gitmem," dedi Lyra, kendisine söylenenleri ya-pan iyi bir küçük kız gibi, ağırbaşlı bir edayla. Ancak merdivenin üstünde şaşkınlığa uğradı çünküüzerinde kadın simgesi olan bir kapının önünden geçer-ken kapı açıldı, Dr. Malone sessizce durmuş işaret ede-rek onu içeri çağırıyordu. Kafası karışmış halde, içeri girdi. Burası laboratuvardeğil bir tuvaletti ve Dr. Malone altüst olmuştu. "Lyra," dedi, "laboratuvarda başka biri var - polis me-muru ya da öyle bir şey. Dün beni görmeye geldiğini bi-liyorlar - neyin peşinde olduklarını bilmiyorum ama ho-195

suma gitmiyor. Neler oluyor?""Sizi görmeye geldiğimi nereden biliyorlar?" "Bilmiyorum! Adını bilmiyorlardı ama kimden söz et-tiklerini biliyorlardı-""Ah. Olsun, onlara yalan söyleyebilirim. Kolay iş.""İyi ama, neler oluyor?" Koridordan bir kadın sesi geldi. "Dr. Malone? Çocuğugördünüz mü?" "Evet," diye seslendi Dr. Malone. "Ona sadece tuvale-tin yerini gösteriyordum..." Bu kadar endişeli olmasına gerek yok, diye düşündüLyra, ama belki de tehlikeye alışkın değildi. Koridordaki kadın gençti, çok iyi giyinmişti ve Lyradışarı çıkınca gülümsemeye çalıştı ama gözleri sert vekuşkucu kaldı."Merhaba," dedi. "Sen Lyra'sın, değil mi?""Evet. Sizin adınız ne?""Ben Komiser Yardımcısı Clifford'um. Gel içeri." Lyra genç kadının cüretkar olduğunu düşündü, sankiburası kendi laboratuvanymış gibi davranıyordu ama ge-ne de uysalca başıyla evetledi. İlk pişmanlık sancısını dao anda duydu. Burada olmaması gerektiğini biliyordu;aletiyometrenin ondan ne yapmasını istediğini de bili-yordu, istenen bu değildi. Şüpheyle kapı ağzında durdu. Odada beyaz kaşlı, uzun boylu, güçlü görünen biradam vardı zaten. Lyra Âlimlerin neye benzediğini bilir-di, bunların ikisi de Âlim değildi.196

"İçeri gel, Lyra," dedi. Komiser Yardımcısı Clifford ye-niden. "Bir şey yok. Bu bey, Müfettiş Walters." "Merhaba Lyra," dedi adam. "Dr. Malone bana seninhakkında her şeyi anlattı. Birkaç soru sormak istiyorum,mesele yoksa.""Ne tür sorular?" dedi kız. "Zor şeyler değil," dedi adam, gülümseyerek. "Gel deotur, Lyra."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ona doğru bir iskemle itti. Lyra ihtiyatla oturdu ve ka-pının kendi kendine kapandığını duydu. Dr. Malone ya-kınında duruyordu. Cırcır böceği biçiminde Lyra'nın gö-ğüs cebindeki Pantalaimon heyecanlanmıştı; kız onugöğsünde hissediyordu, titremesinin dışarıdan görünme-diğini umut etti. Düşüncesiyle ona hareketsiz durmasınısöyledi."Nerelisin Lyra?" diye sordu Müfettiş Walters: Oxford deseydi eğer, kolaylıkla kontrol edebilirlerdi.Ama başka bir dünyadan da diyemezdi. Bu insanlar teh-likeliydi; daha da fazlasını bilmek isteyeceklerdi. Budünyada bildiği tek diğer yeri düşündü: Will'in geldiğiyeri."Winchester," dedi. "Savaşlara katıldın, öyle mi, Lyra?" diye sordu müfet-

tiş. "Bu çürükler nerden geldi? Yanağında bir çürük var,bir tane de bacağında - biri seni itip kaktı mı?""Hayır," dedi Lyra."Okula gidiyor musun, Lyra?"197

"Evet. Bazen," diye ekledi."Bugün okulda olman gerekmiyor muydu?" Kız bir şey demedi. Kendini gittikçe daha da tedirginhissediyordu. Dr. Malone'a baktı, kadının yüzü kasılmış-tı, mutsuzdu."Sadece Dr. Malone'u görmeye geldim," dedi Lyra."Oxford'da mı kalıyorsun, Lyra? Nerede kalıyorsun?" "Birileriyle," dedi kız. "Arkadaşlar."ı "Adresleri nedir?" "Tam olarak ne dendiğini bilmiyorum. Kolayca bulu-yorum ama sokağın adını bilmiyorum.""Kim bu insanlar?""Babamın arkadaşları," dedi."Ah, anlıyorum. Dr. Malone'u nasıl buldun?""Babam fizikçi de ondan, onu tanıyor." Sandığından daha kolay yürüyordu. Gevşemeye vedaha akıcı bir şekilde yalan söylemeye başladı. "Ve Dr. Malone sana neyin üstünde çalıştığını göster-di, öyle mi?""Evet. Ekranlı makine... Evet, bütün bunlar.""Böyle şeylerle ilgilisin, öyle mi? Bilim falan?""Evet. Özellikle fizik.""Büyüyünce bilimadamı mı olacaksın?" Böyle bir soru boş bir bakışı hakederdi, onu da aldı.Adamın canı sıkılmadı. Genç kadına soluk gözleriyle kı-saca baktı, sonra yeniden Lyra'ya döndü."Dr. Malone'un sana gösterdiklerine şaşırdın mı?"198

"Eh, biraz, ama ne bekleyeceğimi biliyordum.""Baban nedeniyle mi?""Evet. Çünkü o da aynı türde çalışmalar yapıyor.""Evet, öyle sayılır. Anlıyor musun?""Bir kısmını.""Yani baban da mı karanlık cevherle uğraşıyor?""Evet.""Dr. Malone kadar ilerlemiş mi?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Aynı şekilde değil. Bazı şeyleri daha iyi yapıyor amaekranında kelimeler olan o makine - onda böyle bir şeyyok.""Will de mi senin arkadaşlarınla kalıyor?""Evet, o -" Lyra durdu. Müthiş bir hata işlediğini hemen anlamış-tı. Onlar da anladı, kaçmasını önlemek için hemen aya-ğa kalktılar ama nasıl olduysa, Dr. Malone yollarına çık-tı, komiser yardımcısı ayağı takılıp düştü, müfettişin önü-nü kapadı. Bu da Lyra'ya dışarı fırlayıp kapıyı arkasındanvurarak kapatacak ve son hızla merdivenlere koşacakvakti verdi. Beyaz önlüklü iki adam bir kapıdan çıktı, Lyra onlaraçarptı. Pantalaimon birden, çığlık atıp kanatlarını çırpanbir karga oldu ve onları öyle şaşırttı ki gerilediler, Lyrada ellerinden kurtulup, son merdiveni inerek, tam kapı-cı telefonu kapatmış, tezgahının ardından "Hey! Dur ora-da! Sen!" diye bağırarak çıkarken lobiye indi.199

Ama adamın kaldırması gereken kapak öbür uçtaydıkapıcı dışarı çıkıp onu yakalayamadan Lyra döner kapı-ya varmıştı bile. Ve arkasından asansör kapıları açılıyordu, soluk saçlıadam koşuyordu, öyle hızlı, öyle kuvvetli ki - Ve kapı bir türlü dönmüyordu! Pantalaimon ona ba-ğırdı: yanlış tarafı itiyorlardı! Lyra korkuyla bağırdı, döndü, küçük ağırlığını ağırcama savurdu, tüm gücüyle dönmesini istedi ve kapıcı-nın yakalayışından kurtulmak için tam vaktinde onu ha-reket ettirdi; derken kapıcı soluk saçlı adamın önüneçıktı, Lyra da onlar geçmeden dışarı fırlayıp kaçmayı ba-şardı. Arabaları, frenleri, tekerleklerin ayaklamasını yok sa-yarak yolun karşısına geçti; yüksek binalar arasındaki buaçıklığa, sonra arabaların her iki yönden geldiği bir baş-ka yola. Ama çabuktu, bisikletlerin önünden kaçıyordu,soluk saçlı adam hep hemen arkasındaydı - ah, öylekorkutucuydu ki! Bir bahçeye, parmaklığın üstünden, çalılıkların ara-sından - Pantalaimon kırlangıç olarak tepesini sıyırırca-sına uçuyordu, ona nereye gitmesi gerektiğini sesleni-yordu; soluk adamın ayak sesleri hızla geçerken bir kö-mürlüğün arkasına çömeldi, Lyra onun soluduğunu duy-madı, öyle hızlı, öyle formdaydı ki; ve Pantalaimon "Ha-di geriye! Yola dön -" dedi.Ve Lyra da saklanma yerinden sürünüp çıktı, çimen-200

jerin üzerinde gerisin geri koştu, bahçe kapısından, ye-niden Banbury Yolu'nun açık alanına çıktı; ve bir keredaha arabaların arasından hızla karşıya geçti, bir kez da-ha lastikler yolda gıcırdadı. Derken, Norham Gar-dens'dan, park yakınında, yüksek Victoria devri evleri-nin bulunduğu, iki yanı ağaçlık, sessiz bir yoldan yuka-rı koşuyordu. Soluklanmak için durdu. Bahçelerden birinin önündeyüksek bir çit, dibinde de alçak bir duvar vardı, kurt

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bağrı bitkilerinin altına sokularak oraya oturdu. "Bize yardım etti!" dedi Pantalaimon. "Dr. Malone ön-lerini kesti. Bizim tarafımızda, onların tarafında değil." "Ah, Pan," dedi Lyra. "Will hakkındaki o şeyleri söy-lememeliydim. Daha ihtiyatlı davranmalıydım -""Gelmemeliydin," dedi cini, sert sert."Biliyorum. O da..." Ama kendine kabahat bulacak zamanı olmadı çünküPantalaimon kanatlarını çırparak omuzuna kondu ve"Dikkat - arkanda -" diyerek ânında değişip yeniden cır-cırböceği oldu ve Lyra'nın cebine daldı. Kız, koşmaya hazır, ayağa kalktı, büyük, lacivert birarabanın sessizce, kayarcasına hemen yanında kaldırımayanaştığını gördü. Her iki yönde de ok gibi fırlamaya ha-zırdı , ancak arabanın arka camı indirildi, dışarı bakan datanıdığı bir yüzdü. "Lizzie," dedi, müzedeki yaşlı adam. "Seni tekrar gör-mek ne güzel. Seni herhangi bir yere arabamla götürebi-201

lir miyim?" Kapıyı açtı, ona da yanında yer açmak için öteye git.ti. Pantalaimon ince pamukludan Lyra'nın göğsünü ısırdıama kız sırt çantasını sıkı sıkı tutarak hemen içeri girdiadam da onun üzerinden uzanarak kapıyı çekip kapadı. "Acelen varmış gibi görünüyorsun," dedi. "Nereye git-mek istersin?""Summertown'a doğru," dedi, "lütfen." Şoför siperlikli bir şapka takmıştı. Araba her haliyledüzgün, yumuşak ve güçlüydü, ihtiyar adamın kolonya-sı da kapalı yerde kuvvetle hissediliyordu. Araba kaldı-rımdan ayrıldı, en ufak bir gürültü çıkarmadan yola ko-yuldu. "Ee, neler yapıyorsun bakalım, Lizzie?" dedi ihtiyaradam. "O kafatasları hakkında bir şeyler daha öğrendinmi?" "Evet," dedi kız, arka pencereden bakmak için yerin-de dönerek. Soluk saçlı adamdan eser yoktu. Kaçmıştı!Ve artık böyle zengin bir adamla güçlü bir arabada em-niyette olduğu için onu asla bulamazdı. Küçük bir zaferhıçkırığı hissetti. "Ben de birkaç soruşturma yaptım," dedi adam. "Ant-ropolog bir arkadaşım diyor ki, koleksiyonlarında teşhiredilenler dışında başka kafatasları da varmış. Kimileri degerçekten çok eskiymiş. Neanderthal, bilirsin." "Ya, ben de öyle duydum," dedi, onun neden söz et-tiği hakkında en ufak bir fikri olmayan Lyra.202

"Peki, arkadaşın nasıl?" "Ne arkadaşı?" dedi Lyra, dehşet içinde. Yoksa ona damı Will'den söz etmişti?"Birlikte kaldığın arkadaş.""Ah. Evet. Çok iyi, teşekkürler.""O ne yapıyor? Arkeolog mu?" "Ah... bir fizikçi. Kara cevher üzerinde çalışıyor," de-,di, durumu hâlâ kontrol edemeyen Lyra. Bu dünyada ya-lan söylemek sandığından daha zordu. Ve onu rahatsızeden bir şey daha vardı: bu ihtiyar adamın uzun süre ön-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

cesinde yitip gitmiş gibisinden bir aşinalığı vardı ve Lyranereden olduğunu bulamıyordu. "Kara cevher mi?" diyordu. "Ne kadar büyüleyici! Busabah The Timefla. bu konuda bir şey gördüm. Evren buesrarengiz maddeyle doluymuş, kimse de ne olduğunubilmiyormuş! Ve senin arkadaşın da onun peşinde, öylemi?""Evet. Bu konuda çok şey biliyor." "Ya daha sonra ne yapacaksın, Lizzie? Sen de mi fizikçalışacaksın?""Çalışabilirim," dedi Lyra. "Duruma bağlı."Şoför kibarca öksürdü ve arabayı yavaşlattı. "Eh, Summertown'a geldik işte," dedi ihtiyar adam."Seni nerede bırakmamızı istersin?" "Aa, şu dükkanları geçer geçmez. Oradan yürüyebili-rim," dedi Lyra. "Teşekkürler.""South Parade'den sola dönüp sola yanaşabilir misin,203

Allan?" dedi ihtiyar adam."Başüstüne, efendim," dedi şoför. Bir dakika sonra araba bir halk kütüphanesinin önün-de sessizce durdu. İhtiyar adam kendi tarafındaki kapıyıaçınca Lyra onun dizlerinin dibinden sürünerek geçti.Çok yer vardı ama garipti nedense, ne kadar hoş olsa daona dokunmak istemiyordu. "Sırt çantanı unutma," dedi adam, çantayı ona uzata-rak."Teşekkürler," dedi Lyra. "Umarım seni tekrar görürüm, Lizzie," dedi. "Arkada-şına selamlarımı söyle." "Hoşçakalın," dedi kız ve araba köşeyi dönüp gözdenkaybolana kadar kaldırımda oyalandı, sonra da gürgenağaçlarına doğru yola koyuldu. İçinde soluk saçlı adam-la ilgili bir duygu vardı, aletiyometreye sormak istiyordu. Will babasının mektuplarını tekrar okuyordu. Limanınağzının açıklarında dalan çocukların uzaktan gelen çığ-lıklarını dinleyerek terasta oturmuş, ince uçak postası ka-ğıtlarındaki okunaklı yazıyı okumuş, bunları kaleme alanadamı gözünün önüne getirmeye çalışmış ve bebekten,yani kendinden bahsettiği yerlere defalarca bakmıştı. Lyra'nın koşan ayaklarının sesini uzaktan duydu.Mektupları cebine koyup ayağa kalktı ve o anda Lyra,gözlerinde çılgın bakışlarla, hislerini saklayamayacak ka-dar kendinden geçmiş, Pantalaimon yanında hırlayan bir204

ban kedisi olmuş halde, oradaydı. Çok ender ağlayankız öfkeyle hıçkırıyordu; göğsü inip kalkıyordu, dişleri-ni gıcırdatıyordu ve kendini onun üstüne atıp kollarınıtutup, haykırdı: "Öldür onu! Öldür onu! Ölmesini istiyo-rum! Keşke İorek burda olsaydı! Ah, Will, hata ettim, çoküzgünüm -""Ne oldu? Mesele ne?" "O ihtiyar adam - alçak bir hırsızmış, hepsi bu. Çaldıonu, Will! Aletiyometremi çaldı! Zengin giysileriyle, ara-basını süren hizmetkarıyla o pis kokulu ihtiyar adam.Ah, bu sabah öyle yanlış işler yaptım ki - ah, ben -" Ve öylesine hummalı şekilde ağladı ki, Will kalplerin

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

sahiden kırıldığını, onunkinin de şu anda kırılmakta ol-duğunu düşündü, çünkü feryat edip titreyerek yere düş-müştü, Pantalaimon da yanında kurt olup acı bir üzün-tüyle uludu. Çok ileride, suyun üstünde çocuklar her ne yapıyor-larsa onu bırakıp görebilmek için ellerini gözlerine siperettiler. Will Lyra'nın yanına oturup omuzunu sarstı. "Dur! Ağlamayı bırak!" dedi. "Bana başından anlat.Hangi ihtiyar adam? Ne oldu?" "Öyle kızacaksın ki. Seni ele vermem diye söz vermiş-tim, söz vermiştim, ve sonra da..." diye hıçkırdı, Pantala-imon, kendini hor görmeyle kıvranan, dudakları sark-mış, kuyruğunu sallayan genç, sakar bir köpek oldu; veWill, Lyra'nın söylemeye çok utandığı bir şey yaptığınıanlayıp, cinle konuştu.205

"Neler oldu? Anlat bana hadi," dedi. Pantalaimon dedi ki: Âlim'e gittik, orada başkaları davardı - bir adamla bir kadın - bizi oyuna getirdiler. Bizebir sürü soru sordular, sonra seni sordular ve daha dura-madan seni tanıdığımızı belli ettik ve kaçtık -" Lyra başını kaldırıma bastırmış, yüzünü ellerinin ara-sında saklıyordu. Pantalaimon ise heyecandan şekildensekile giriyordu: köpek, kuş, kedi, kar beyazı ermin."Adam neye benziyordu?" dedi Will. "Kocaman," dedi Lyra'nın boğuk sesi, "ve öyle kuv-vetli ki, ve soluk gözlü...""Pencereden geri döndüğünü gördü mü?""Hayır, ama...""Eh, burada olduğumuzu bilmez öyleyse." "Ama aletiyometre!" diye bağırdı kız, sonra da dimdikoturdu, yüzü duyguyla katılaşmıştı, bir Grek maskesi gi-bi."Evet," dedi Will. "Bana onu anlat." Lyra, hıçkırıklar ve diş gıcırdatmaları arasında ona ne-ler olduğunu hatırlattı: ihtiyar adamın bir gün önce mü-zede onun aletiyometreyi kullanışını nasıl gördüğünü vebugün arabayı nasıl durdurduğunu, kendisinin solukadamdan kaçmak için bindiğini, dışarı çıkabilmek içinonun yanından geçmesi gereksin diye arabayı nasıl yo-lun öbür tarafında durdurttuğunu ve sırt çantasını onauzatırken aletiyometreyi nasıl çabucak almış olacağını...Will onun ne kadar harap olduğunu görüyordu ama206

neden kendini suçlu hissettiğini anlamıyordu. Sonra Lyradedi ki: "Will, lütfen, çok kötü bir şey yaptım. Çünküaletiyometre bana Toz'u aramaya son vermemi söylemiş-ti - en azından, böyle dedi sandım - ve sana yardım et-mem gerektiğini söyledi. Babanı bulmana yardım etmengerekiyordu. Ve yapabilirdim, o neredeyse seni orayagötürebilirdim, aletiyometrem olsaydı. Ama dinlemedim.Ben ne yapmak istiyorduysam onu yaptım, oysa yapma-malıydım..." Will onun aletiyometreyi kullandığını görmüştü, ale-tin hakikati söyleyebileceğini biliyordu. Arkasını döndü.Kız bileklerine sarıldı ama Will ondan kurtuldu ve su-yun kenarına yürüdü. Çocuklar gene liman boyunca

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

oynuyorlardı. Lyra ona koşup dedi ki, "Will, öyle üzgü-nüm ki-" "Ne faydası var? Üzgün olup olmadığına aldırmıyo-rum. Yaptın bir kere." "Ama Will, birbirimize yardım etmemiz gerek. Sen veben... çünkü başkası yok!""Nasıl olur, bilmiyorum.""Ben de, ama..." Cümlenin ortasında durdu, gözleri ışıldadı. Dönüp,kaldırımda bir başına bırakılmış sırt çantasına koştu,hummayla içinde bir şeyler arandı. "Kim olduğunu biliyorum! Ve işte burada oturuyor!Bak!" dedi, küçük beyaz bir kartı havaya kaldırdı. "Bunubana müzede verdi! Gidip aletiyometreyi geri alabiliriz!"207

Will kartı alıp okudu:Sir Charles Latrom, CBELimefield HouseOld HeadingtonOxford "Adam, "sir"," dedi. "Bir şövalye. Bu da insanlarınotomatikman bize değil de ona inanacağı anlamına ge-lir. Hem benim ne yapmamı istiyorsun ki? Polise mi gi-deyim? Polis beni anyor! Ya da, dün aramıyor idiyseler,bugün arıyorlardır. Ve eğer sen gidersen, şimdi senin dekim olduğunu biliyorlar, beni bildiğini biliyorlar, yani buda işe yaramaz." "Çalabiliriz. Evine gidip çalabiliriz. Headington'ın ne-rede olduğunu biliyorum, benim Oxford'umda da birHeadington vardı. Uzak değil. Bir saatte rahat rahat yü-rürüz."

"Aptalsın sen." "İorek Byrnison oraya hemencecik gidip onun kafası-nı koparırdı. Keşke burada olsa. O -" Ama sustu. Will sadece ona bakıyordu ve ürperdi.Eğer zırhlı ayı da ona böyle bakıyor olsa ürperirdi, çün-kü Will'in gözlerinde, çok genç gözler oldukları halde,İorek'inkilerden çok da farksız olmayan bir şey vardı. "Hayatımda hiç böyle aptalca şey duymadım," dedi."Yani evine öylece gidip içeri süzülebileceğimizi ve ale-208

• ometreyi çalabileceğimizi mi düşünüyorsun? Düşünse-

biraz. Kahrolası beynini kullan. Zengin bir adamsager her tür hırsız alarmı falan vardır. Ziller çalacak,özel kilitler, otomatik olarak çalışan enfraruj şalterli ışık-lar olacak -" "Ben hiç böyle şeyler duymadım," dedi Lyra. "Benimdünyamda bizim böyle şeylerimiz yok. Bunu bilemez-dim, Will." "Peki öyleyse, şimdi de şunu düşün: Onu saklayacakkoca bir evi var ve bir hırsızın koca bir evdeki her dola-ba, çekmeceye ve saklama yerine bakması ne kadar va-kit alır? Evime gelen o adamların etrafa bakmak için on-ca vakitleri vardı ve aradıklarını asla bulamadılar ve bah-se girerim ki onun evi bizimkinden çok daha büyüktür.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ve herhalde bir kasası da vardır. Onun için evine gire-bilsek bile, polis gelmeden, iş işten geçmeden bulama-yız asla."Kız başını eğdi. Hepsi doğruydu."Ne yapacağız, öyleyse?" dedi. Will cevap vermedi. Ama "ben" değil "biz" olduğu ke-sindi artık. Hoşuna gitse de, gitmese de artık ona bağ-lanmıştı. Suyun kenarına yürüdü, terasa döndü, ve yeniden su-ya gitti. Ellerini ovuşturdu, bir cevap bekledi ama cevapgelmedi, öfkeyle başını iki yana salladı. "Sadece... oraya gidelim," dedi. "Oraya gidip onu gö-relim. Âliminden bize yardımcı olmasını istemenin de209

faydası yok, polis ona gittiyse olmaz. Kesinlikle bize dPğil, onlara inanacaktır. Adamın evine gidersek başl1Caodaların nerede olduğunu görürüz. Bu da bir başlanslcolur." Başka tek söz etmeden içeri girdi, mektupları uyu-dukları odada yastığın altına koydu. Böylece yakalansa-

lar bile, kimse mektupları ele geçiremeyecekti. Lyra, Pantalaimon serçe olarak omuzuna tünemiş hal-de, terasta bekliyordu. Daha neşeli görünüyordu."Geri alacağız işte," dedi. "Hissedebiliyorum." Will bir şey söylemedi. Pencereye doğru yola koyul-dular. Headington'a yürümeleri bir buçuk saat sürdü. Lyra,şehir merkezinden kaçınarak, öne düşüp yolu gösterdi,Will de hiçbir şey söylemeden dört bir yanı gözledi. Şim-di her şey Lyra için Arktik'te, Bolvangar yolunda oldu-ğundan bile daha zordu, çünkü o zaman yanında çin-ganlar ile İorek Byrnison vardı ve tundra tehlikeyle do-lu olsa da, tehlikeyi gördün mü tanıyordun. Burada, hemonun olan hem de olmayan şehirde, tehlike dostça birkisveye bürünebiliyordu, ihanet gülümsüyor ve hoş ko-kuyordu; ve onu öldürecek ya da Pantalaimon'dan ayı-racak olmasalar bile, tek rehberini ondan çalmışlardı.Aletiyometre olmadan Lyra... kaybolmuş, küçük bir kız-dan başka bir şey değildi.Limefield House ılık bal rengiydi, cephesinin yarısı da210

Virsinia sarmaşığıyla kaplıydı. Büyük, bakımlı bir bahçe-Aeydi, bir yanında çalılıklar ve ön kapıya giden çakıl taş-lı bir arabayolu vardı. Rolls-Royce, soldaki ikili bir gara-jın önüne park edilmişti. Will'in görebildiği her şey ser-vet ve iktidar kokuyordu, kimi üst sınıf İngiliz'in hâlâhakları saydığı türden, gayrıresmi, yerleşik bir üstünlük.Bunda, dişlerini gıcırdatmasına yol açan bir şey vardı, veniye olduğunu bilmiyordu, ta ki çok küçük olduğu birolayı hatırlayana kadar. Annesi onu bundan pek farklıolmayan bir eve götürmüştü, en iyi giysilerini giymişler-di, onun da çok iyi davranması gerekiyordu ve ihtiyar biradamla kadın annesini ağlatmışlardı, evden ayrıldıkların-da hâlâ ağlıyordu... Lyra onun hızlı hızlı soluduğunu ve yumruklarını sık-tığını gördü, niye diye sormayacak kadar akıllıydı; bu

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Will'le ilgili bir şeydi, kendisiyle değil. Oğlan sonundaderin bir nefes aldı."Eh," dedi, "deneyelim bari." Yoldan yukarı yürüdü, Lyra da hemen arkasında onuizledi. Kendilerini fazlasıyla meydanda hissediyorlardı. Kapının eski moda çekmeli bir çıngırağı vardı,Lyra'nın dünyasındakiler gibi, Lyra ona gösterene kadarWill nerede bulacağını bilemedi. Çektiklerinde, çıngırakevin çok içlerinde çıngırdadı. Kapıyı açan adam, arabayı kullanan hizmetkardı amabu sefer kasketi başında değildi. Önce Will'e baktı, son-ra Lyra'ya ve yüzünün ifadesi biraz değişti.211

"Sir Charles Latrom'u görmek istiyoruz," dedi WiU. Tıpkı önceki gece, kuledeki taş atan çocuklarla karşıkarşıya geldiklerinde olduğu gibi, çenesi dışarı fırlamıştıHizmetkar başını evet anlamında salladı. "Burada bekleyin," dedi. "Sir Charles'a haber vere-yim." Kapıyı kapadı. Yekpare meşedendi, iki ağır kilidi, yu-karıda ve aşağıda sürgüsü vardı, zaten Will aklı başındahiçbir hırsızın nasılsa ön kapıyı denemeyeceğini biliyor-du. Ve evin ön tarafına göze çarpacak şekilde yerleştiril-miş bir hırsız alarmı, her köşede de büyük bir projektörvardı; bırakın zorla girmeyi, yakınına bile gelemezlerdi,asla. Kararlı ayak sesleri kapıya geldi, sonra kapı yenidenaçıldı. Will başını kaldırıp, onca şeyi olduğu için daha dafazlasını isteyen bu adamın yüzüne baktı ve onu rahat-sız edecek kadar yumuşak, sakin ve güçlü buldu, suçlu-

luk ya da utançtan eser yoktu. Yanında Lyra'nın sabırsızlanıp öfkelendiğini hissedenWill hemen, "Özür dilerim," dedi, "ama Lyra daha öncearabanıza onu aldığınızda orada yanlışlıkla bir şey bırak-tığını düşünüyor." "Lyra mı? Ben Lyra diye birini tanımıyorum. Ne tuhafbir isim. Ben Lizzie diye bir çocuk tanıyorum. Hem sende kimsin?" Unuttuğu için kendine küfreden Will, "Ağabeyiyim,"dedi. "Mark."212

"Anlıyorum. Merhaba Lizzie ya da Lyra. En iyisi, içerigelin" Kenara çekildi. Ne Will, ne de Lyra bunu pek bekle-miyordu, kararsızca içeri girdiler. Hol loştu, balmumu veçiçek kokuyordu. Her yüzey cilalanmıştı, temizdi, duva-ra dayalı maun bir dolapta zarif porselen biblolar vardı.Will hizmetkarın, sanki çağrılmayı bekliyormuş gibi, ge-ride durduğunu gördü. "Çalışma odama gelin," dedi Sir Charles, ve hole açı-lan başka bir kapıyı açık tuttu. Kibar davranıyordu, hattâ onlan hoş karşılamış gibiy-di ama tavırlarında öyle bir şey vardı ki, Will'in tetiktedurmasına yol açtı. Çalışma odası, puro dumanı ve derikoltuk türünden, büyük ve rahat bir odaydı; kitap rafla-rı, resimler, av yadigarlanyla doluymuş gibi görünüyor-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

du. İçlerinde antika bilimsel aletler bulunan üç-dört camcepheli dolap vardı - pirinç mikroskoplar, yeşil deriyleörtülmüş teleskoplar, sekstantlar, pusulalar; aletiyomet-reyi niye istediği apaçık belliydi. "Oturun," dedi Sir Charles ve eliyle deri bir kanepeyiişaret etti. Kendisi masanın arkasındaki bir iskemleyeoturdu, devam etti. "Ee? Ne diyeceksiniz bakalım?" "Çaldın -" diye hararetle başladı Lyra, ama Will onabakınca sustu. "Lyra arabanızda bir şey bıraktığını düşünüyor," dediyeniden. "Onu geri almaya geldik.""Bunu mu kastediyorsun?" dedi adam, masadaki bir213

çekmeceden kadife bir kumaş çıkardı. Lyra ayağa kalktıAdam onu yok sayarak katlı kumaşı açtı, avucunda du-ran aletiyometrenin altın ihtişamını ortaya çıkardı."Evet!" diye patladı Lyra, elini uzattı. Ama adam elini kapadı. Masası genişti, kız uzanama-dı; ve daha o başka bir şey yapamadan adam hızla dön-dü, aletiyometreyi cam cepheli dolaba koydu, kilitledive anahtarı ceketinin cebine bıraktı. "Ama senin değil ki, Lizzie," dedi. "Ya da Lyra, eğeradın buysa.""Benim işte! Benim aletiyometrem!" Adam üzüntüyle ve şiddetle başını salladı, sanki onuazarlıyormuş ve bu da onu üzüyormuş gibi, ama kızıniyiliği için yapıyordu. "Ben bu konuda hiç değilse hatırısayılır kuşkular olduğunu düşünüyorum," dedi. "Ama sahiden onun!" dedi Will. "Gerçekten! Banagösterdi! Onun olduğunu biliyorum!" "Anlıyorsun ya, bunu kanıtlamanız gerekecek sanı-rım," dedi adam. "Benim hiçbir şeyi kanıtlamam gerek-mez, çünkü benim mülkiyetimde. Benim olduğu varsa-yılıyor. Koleksyonumdaki bütün diğer parçalar gibi. Söy-lemeden duramayacağım, Lyra, dürüstlükten bu kadaruzak olmana şaşırdım -""Dürüstlükten uzak falan değilim!" diye haykırdı Lyra. "Ah, ama öylesin. Bana adının Lizzie olduğunu söyle-din. Şimdi öğreniyorum ki başka bir şeymiş. Doğrusu,böyle değerli bir parçanın sana ait olduğuna kimseyi214

• andırma umudun olmadığını sanıyorum. Bak ne diye-ceğim. Polisi Çağıralım, hadi."Hizmetkara seslenmek için başını çevirdi. "Hayır, bekleyin -" dedi Will, daha Sir Charles konuş-maya fırsat bulamadan, ne var ki Lyra masanın çevresin-den koştu ve yoktan var olan Pantalaimon da kolların-daydı, dişlerini göstermiş ihtiyar adama tıslayan, hırlayanbir yabani kedi. Sir Charles, cinin ani görünüşü karşısın-da gözlerini kırptı ama pek kılı kıpırdamadı. "Ne çaldığını bile bilmiyorsun," diye kıyameti kopar-dı Lyra. "Beni kullanırken gördün, çalsam diye düşün-dün ve çaldın. Ama sen - sen - sen annemden de beter-sin. O hiç değilse önemli olduğunu biliyor! Onu sadecebir dolaba koyacaksın, hiçbir şey yapmayacaksın! Ölmengerek senin! Yapabilirsem eğer, birine seni öldürtece-ğini. Hayatta bırakmaya değmezsin. Sen -"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Konuşamadı. Bütün yapabildiği yüzüne tükürmekti,Lyra da onu yaptı, bütün gücüyle. Will kımıldamadan oturmuş gözlüyor, çevreyi kollu-yor, her şeyin nerede olduğunu ezberliyordu. Sir Charles sükunetle ipek bir mendil çıkardı ve silin-di. "Kendini hiç kontrol edemez misin sen?" diye sordu."Git de otur oraya, seni pislik velet." Lyra bedeninin titremesi yüzünden gözyaşlarının göz-lerinden silkelendiğini hissetti, kendini kanepeye attı.Kalın kedi kuyruğu dimdik olan Pantalaimon, ateş saçan215

gözleri ihtiyar adam üzerine tespit edilmiş, onun kucağında durdu. Will sessiz ve şaşkın, oturuyordu. Sir Charles onlarıçok daha önce dışarı atabilirdi? Oyunu neydi acaba? Ve sonra öyle tuhaf bir şey gördü ki, hayal ettiğinisandı. Sir Charles'ın keten ceketinin yeninden, kar beya-zı gömlek manşetinin ötesinden, bir yılanın zümrüt başıçıkmıştı. Siyah dili sağa sola saklıyordu ve altın çerçeve-li kara gözlü, pullu başı, bir Lyra'ya, bir Will'e, sonra ge-riye hareket ediyordu. Lyra bunları göremeyecek kadarkızgındı, Will ise onu, yeniden ihtiyar adamın yenininiçine kaçmadan önce sadece bir an gördü ama, bu man-zara gözlerinin şokla faltaşı gibi açılmasına neden oldu. Sir Charles cumbaya gidip sakince oturdu, pantolonu-nun kırışığını düzeltti. "Bence böyle kontrolsuz şekilde davranacağına benidinlemen daha iyi olur," dedi. "Aslında hiç seçeneğinyok. Âlet benim elimde ve orada kalacak. Onu istiyo-rum. Ben bir koleksiyoncuyum. Sen istediğin kadar tu-kur, tepin, haykır, ama birini seni dinlesin diye ikna ede-ne kadar, benim onu satın aldığımı ispat edecek bir sü-rü belgem olur. Bunu çok kolaylıkla yapabilirim. O za-man da asla geri alamazsın." Şimdi ikisi de sessizdi. Adamın sözleri bitmemişti. Bü-yük bir hayret duygusu Lyra'nın kalp vuruşlarını yavaş-latıyor, odayı da çok sessiz hale getiriyordu."Ancak," diye devam etti, "bundan da fazla istediğim216

bir şey var- ^e bendim elde edemiyorum, bu yüzden desizinle bir anlaşma yapmaya hazırım. Siz benim istediğimnesneyi getirin, ben de size geri vereyim - ne diyordunona?""Aletiyometre," dedi Lyra, boğuk bir sesle. "Aletiyometre. Ne kadar ilginç. Alethia, hakikat - oamblemler - evet, anlıyorum.""Nedir bu istediğiniz şey?" dedi Will. "Ve nerede?" "Gidemediğim bir yerde, ama siz gidebilirsiniz. Biryerlerde bir geçiş bulduğunuzun pekala farkındayım. Sa-nırım Summertown'dan, bu sabah Lizzie ya da Lyra'yı bı-raktığım yerden fazla uzak değil. Ve bu geçişin ötesindebaşka bir dünya var, içinde hiç yetişkin olmayan birdünya. Buraya kadar doğru mu? Eh, anlıyorsunuz ya, ogeçişi yapan adamın bir bıçağı vardı. Şu anda o ötekidünyada saklanıyor ve fena halde korkuyor. Korkmaktada haklı. Eğer olduğunu sandığım yerdeyse, kapısına

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

melekler oyulmuş eski bir taş kulededir. Torre degli An-geli. "İşte buraya gitmeniz gerek, ve nasıl yapacağınızumurumda bile değil ama, o bıçağı istiyorum. Onu banagetirirseniz, aletiyometreyi alabilirsiniz. Onu kaybettiğimiçin üzüleceğim, ama ben sözünün eri bir adamım. Yap-manız gereken bu: bana bıçağı getirmek."217

8Melekler Kulesi Will, "Bıçağı elinde tuttuğunu söylediğiniz bu adamkim?" dedi. Roll-Royce'daydılar, Oxford'dan geçiyorlardı. SirCharles, yarı geri dönmüş olarak, önde oturuyordu; Willve Lyra da, şimdi fare olmuş ve Lyra'nın ellerinde yatış-mış Pantalaimon'la birlikte, arkada oturuyorlardı. "Bıçak üzerinde, benim aletiyometre üzerinde sahipolduğumdan daha fazla hakka sahip olmayan biri," dediSir Charles. "Hepimiz için acıdır ama, aletiyometreye bensahibim, bıçağa da o.""Peki, bu öteki dünyayı nereden biliyorsunuz?" "Sizin bilmediğiniz pek çok şey biliyorum. Ne bekli-yorsunuz ki? Bu dünya ile o dünya arasında birkaç geçişvar; onların nerede olduklarını bilenler kolayca buradanoraya, oradan buraya geçer. Cittâgazze'de bir okumuşadamlar Loncası var, öyle diyorlar onlara, hep bunu ya-parlarmış.""Sen hiç de bu dünyadan değilsin!" dedi Lyra birden.218

«Oradansın, değil mi?" Ve gene hafızasında o garip dürtüşü hissetti. Onu da-ha önce görmüş olduğundan hemen hemen emindi."Hayır, değilim," dedi adam. Will, "Eğer adamdan bıçağı almamız gerekiyorsa," de-di "onun hakkında daha fazla şey bilmemiz gerek. Bıça-ğı bize öylece vermez, değil mi?" "Elbette vermez. Heyulalar'ı uzakta tutan tek şey o.Kesinlikle kolay olmayacak.""Heyulalar bıçaktan korkuyor mu?""Hem de nasıl.""Niçin yalnızca büyüklere saldırıyorlar?" "Şimdilik bunu bilmene gerek yok. Önemi yok. Lyra,"dedi Sir Charles, ona dönerek, "bana harikulade arkada-şını anlat." Pantalaimon'u kastediyordu. Ve adam bunu söylersöylemez Will onun yenine saklanırken gördüğü yılanında bir cin olduğunun ve Sir Charles'ın Lyra'nın dünyasın-dan olması gerektiğinin farkına vardı. İzlerini şaşırtmakiçin, Pantalaimon'u soruyordu: demek ki Will'in onun ci-nini gördüğünü fark etmemişti. Lyra Pantalaimon'u kaldırıp göğsüne bastırdı, cin ka-ra bir sıçan olmuştu, kuyruğuyla etrafı dövüyor ve kıp-kırmızı gözlerle alev alev Sir Charles'a bakıyordu. "Onu görmemen gerekiyordu," dedi. "O benim cinim.Bu dünyada cininiz yok sanıyorsunuz ama var. Seninkibok böceği olurdu."219

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Eğer Mısır firavunları bir bokböceği tarafından temsiledilmekten hoşnutsa, ben de hoşnudum," dedi adam"Demek sen de başka bir dünyadansın. Ne kadar ilginçAletiyometre de oradan mı geliyor, yoksa gezilerin sıra-sında çaldın mı onu?" "O bana verildi," dedi Lyra öfkeden köpürmüş halde."Benim Oxford'umdaki Jordan Koleji'nin Başkan'ı verdionu bana. Bana ait, benim hakkım. Ve sen de onunla neyapacağını bilmezdin, seni aptal, kokmuş, ihtiyar adam;yüz yıl geçse onu okuyamazdın, hem de hiç. Senin içinsadece bir oyuncak. Ama benim ona ihtiyacım var,Will'in de. Geri alacağız, hiç merak etme." "Görürüz," dedi Sir Charles. "Seni daha önce de bu-rada bırakmıştım. Sizi burada indirelim mi?" "Hayır," dedi Will, çünkü yolun aşağısında, ileride birpolis arabası görüyordu. "Heyulalar yüzünden Cittâgaz-ze'ye gelemezsiniz, onun için de pencerenin nerede ol-duğunu bilmeniz fark etmez. Bizi daha ileri, çevre yolu-na doğru götürün." "Nasıl isterseniz," dedi Sir Charles ve araba ilerledi."Bıçağı aldığınızda, alabilirseniz yani, beni arayın, Allangelip sizi alır." Şoför arabayı durdurana kadar başka bir şey söyleme-diler. Onlar inerken Sir Charles camını indirdi ve Will'e,"Bu arada, dedi, "bıçağı alamazsanız zahmet edip dön-meyin. Onsuz evime gelirseniz, polisi çağırırım. Onlaragerçek adını söylediğimde hemen geleceklerinden emi-220

:m. Wilüam Parry, değil mi? Evet, ben de öyle düşün-müştüm. Bugünkü gazetede iyi bir fotoğrafın vardı." Araba hareket edip uzaklaşırken, Will'in nutku tutul-muştu. Lyra onun kolunu silkeliyordu. "Mesele yok," dedi,"kimseye söylemeyecek. Öyle olsa, çoktan söylemişolurdu. Gel hadi." On dakika sonra, Melekler Kulesi'nin altındaki küçükmeydanda duruyorlardı. Will kıza yılan cini anlatmıştı, oda sokağın ortasında, gene ona azap çektiren o yarı ha-tırlama durumunda kalakalmıştı. Kimdi bu ihtiyar adam?Onu nerede görmüştü? Faydası yoktu ama, anısı bir tür-lü netleşmiyordu. "Ona söylemek istemedim," dedi Lyra yavaşça, "amadün gece yukarıda bir adam gördüm. Çocuklar onca gü-rültü ederken aşağı baktı...""Neye benziyordu?" "Gençti, kıvırcık saçları vardı. Hiç de yaşlı değildi.Ama onu bir an gördüm, en tepede, o mazgallı siperle-rin üstünde. Şey mi acaba diye düşünmüştüm... Angeli-ca ile Paolo'yu hatırlıyorsun, hani Paolo bir de ağabey-leri olduğunu, onun da şehre geldiğini söylemişti, Arıge-lica da bize söylemesin diye, sanki bir sırmış gibi Pa-olo'yu susturmuştu ya? Eh, o olabilir diye düşündüm. Oda bu bıçağın peşine düşmüştür belki. Ve sanırım bütünçocuklar biliyor bunu. Sanırım buraya gelişlerinin nede-221

ni de aslında bu."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Hımm," dedi Will, başını kaldırıp bakarak. "Olabilir" Lyra çocukların o sabah erken saatlerde söyledikleri-ni hatırladı. Hiçbir çocuk kuleye girmez demişlerdi, ora-da korkunç şeyler var. Ve Pantalaimon ile ikisi, şehirdenayrılmadan önce açık kapıdan içeri baktıklarında kendiduyduğu tedirginlik hissini de hatırladı. Belki de orayagirmek için bu yüzden yetişkin bir adama ihtiyaçları var-dı. Cini şimdi, parlak güneş ışığında bir güve biçimindebaşının etrafında kanatlarını çırparak dolaşıyor, kulağınaendişeyle bir şeyler fısıldıyordu. "Hişşt," diye fısıldadı o da, "başka şansımız yok, Pan.Bizim kabahatimiz. Düzeltmemiz gerek, tek yolu da bu." Will, kulenin duvarını izleyerek, sağa doğru yürüdü.Köşede dar, taşla kaplı dar bir geçit, kule ile yanındakibinanın arasından geçiyordu. Will oraya da gitti, yukarıbakıp yerin durumunu değerlendirdi. Lyra onu izledi.Will, ikinci kattaki bir pencerenin altında durdu ve Pan-talaimon'a "Oraya uçabilir misin?" diye sordu. "İçeri ba-kabilir misin?" Pantalaimon bir anda serçe oldu, harekete geçti. An-cak yetişebildi. Lyra o pencere pervazındayken soluğu-nu tuttu ve küçük bir çığlık attı, Pantalaimon bir-iki sa-niye pencere pervazına tünedikten sonra yeniden aşağıindi. Lyra içini çekti ve boğulmaktan kurtarılmış biri gibiderin derin nefes aldı. Will, şaşkın, kaşlarını çattı."Zor bir şey," diye açıkladı Lyra, "cininin senden222

uzaklaşması. Can acıtıyor.""Kusura bakma. Bir şey gördün mü?" dedi. "Merdiven," dedi Pantalaimon. "Merdiven ve karanlıkodalar. Duvara kılıçlar asılıydı ve mızraklarla kalkanlar,müze gibi. Ve genç adamı gördüm. O... dans ediyordu!"Dans mı ediyordu?" "Öne arkaya hareket edip elini etrafında sallıyordu.Ya da, görünmez bir şeyle kavga ediyor gibi... Onu sa-dece açık bir kapıdan gördüm. Net değildi." "Bir Heyula ile mi kavga ediyor?" diye tahmin ettiLyra. Ama daha iyi bir tahminde bulunamadılar, onun içinilerlediler. Kulenin yanında, üstü kırık camlarla kaplıyüksek taş bir duvar yükseliyor, bir çeşme, çevresindedüzenli şifalı ot tarhları olan küçük bir bahçenin etrafınıçeviriyordu (Pantalaimon bakmak için bir kez daha yük-seldi); diğer yanda, onları gerisin geri meydana getirenbir geçit vardı. Kulenin çevresindeki pencereler küçük-tü, hiddetle bakan gözler gibi derine gömülmüştü."Öyleyse önden girmemiz gerekiyor," dedi Will. Basamaklardan çıktı, kapıyı ardına kadar açtı. Güneşışığı içeri daldı, ağır menteşeler gıcırdadı. İçeri bir-ikiadım attı ve kimsenin olmadığını görünce daha içeri gir-di. Lyra hemen arkasından geliyordu. Döşeme, yüzyıllarboyunca kaygan hale gelmiş yassı kaldırım taşındandı,içeride hava serindi.Will aşağı giden merdiven basamaklarına bakıp inme-223

ye başladı ve onların, duvar sıvasının kurumla kararmışolduğu yerde, kenarda kocaman soğuk bir ocağın dur-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

duğu geniş, alçak tavanlı bir odaya açıldığını gördü; amaorada kimse yoktu, o da yeniden yukarı, giriş holüneçıktı ve holde Lyra'yı parmaklarını dudaklarına götür-müş, yukarı bakar buldu. Kız, "Onu duyabiliyorum," diye fısıldadı. "Kendi ken-dine konuşuyor, galiba." Will dikkatle dinledi ve o da duydu: yer yer sert birgülüşle ya da kısa bir öfke çığlığıyla kesilen alçak seslibir mırıltı. Bir delinin sesini andırıyordu. Will yanaklarını şişirdi ve merdiveni tırmanmaya ko-yuldu. Karartılmış meşeden yapılmıştı, muazzam ve ge-niş bir merdivendi, basamakları yassı taşlar kadar aşın-mıştı: ayak altında gıcırdamayacak kadar katıydı. Onlarçıktıkça ışık azaldı, çünkü tek aydınlanma, her sahanlık-taki küçük, derine gömülmüş pencereden geliyordu. Birkat çıktılar, durdular ve dinlediler, bir sonrakini çıktılar,şimdi adamın sesi duraklayan, ritmik ayak seslerine ka-rışmıştı. Sahanlığın karşısındaki, kapısı aralık odadan ge-liyordu. Will ayaklarının ucuna basarak kapıya gitti, görebil-mek için birkaç santim daha açtı. Duvarda örümcek ağlarının yoğun hevenkler halindetoplandığı, büyük bir odaydı. Duvarların önüne, ciltleriufalanmış, pul pul olmuş ya da rutubetten çarpılmış, kö-tü muhafaza edilmiş kitapların bulunduğu kitap rafları sı-224

hvdı. Kimileri raflardan fırlatılmıştı, yerde ya da geniştozlu masalarda açılmış yatıyordu, bazıları da karmancorman şekilde arkaya atılmıştı. Odanın ortasında genç bir adam - dans ediyordu,pantalaimon haklıydı: tam da buna benziyordu. Sırtınıkapıya dönmüştü, ayaklarını sürüyerek bir o tarafa, birbu tarafa hamle ediyordu ve bütün bu süre zarfmca sağ,eli önünde, sanki birtakım görünmez engellerin arasın-dan kendisine bir yol açıyormuş gibi hareket ediyordu.O elde bir bıçak vardı, özel görünüşlü bir bıçak değil, sa-dece yirmi beş santim uzunluğunda küt bir bıçak ve onuileri itiyor, yanlamasına kesiyor, ilerisini onunla hissedi-yor, aşağı yukarı dürtüyor ve bunların hepsini boş hava-ya yapıyordu. Dönecek gibi bir hamle yapınca Will geri çekildi. Par-mağını dudaklarına koyup Lyra'ya işaret etti, onu merdi-vene, sonra da bir üst kata götürdü."Ne yapıyor?" diye fısıldadı Lyra.Will elinden geldiğince tarif etti. "Deliye benziyor," dedi Lyra. "Zayıf mı, kıvırcık saçla-rı mı var?" "Evet. Kızıl saçlar, Angelica'nınki gibi. Gerçekten dedeliye benziyor. Bilmiyorum - bence bu Sir Charles'ındediğinden daha tuhaf. Onunla konuşmadan önce dahayukarı bir bakalım." Kız tartışmadı, onun önüne düşüp kendisini bir katdaha, en üst kata çıkarmasına izin verdi. Orası çok daha225

aydınlıktı, çünkü beyaza boyalı basamaklar çıkıyordu çatıya, daha doğrusu, küçük bir serayı andıran ahşap Vecamdan bir yapıya. Basamakların altında bile, yapının

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

emdiği sıcağı hissedebiliyorlardı. Orada durdukları sırada, yukarıdan gelen bir iniltiduydular. Yerlerinde zıpladılar. Kulede tek bir adam olduğun-dan eminlerdi. Pantalaimon öyle şaşırmıştı ki, önce he-men bir kedi, sonra kuş oldu, Lyra'nın göğsüne uçtu. Oböyle yaparken Will ve Lyra, birbirlerinin elini tuttukla-rını fark edip, yavaşça bıraktılar. "En iyisi gidip görmek," diye fısıldadı Will. "Ben ön-den gidiyorum." "Ben önden gitmeliyim," diye fısıldadı kız da ona,"benim kabahatim olduğuna göre." "Senin kabahatin olduğuna göre, ne dersem onu yap-man gerek."Kız dudağını büktü, ama onun peşine takıldı. Will güneşe tırmandı. Cam yapıdaki ışık göz kamaştı-rıcıydı. Aynı zamanda bir sera kadar da sıcaktı ve Will ra-hatça göremediği gibi duyamıyordu da. Bir kapı kolubuldu, onu çevirdi, çabucak dışarı çıktı, güneşi gözlerin-den uzak tutmak için elini yukarı kaldırmıştı. Kendini, mazgallı siperi olan korkuluklarla çevrili,kurşun bir damda buldu. Cam yapı, ortasına yerleştiril-mişti; kurşun her taraftan yavaşça aşağı doğru uzanıyor,korkuluğun içindeki, taşında yağmur suyu için kare biçi-226

minde drenaj delikleri olan bir oluğa doğru iniyordu. Kurşunun üzerinde, güneşin tam altında, beyaz saçlıihtiyar bir adam vardı. Yüzü berelenmiş ve hırpalanmış-tı bir gözü kapalıydı ve yaklaştıklarında da, ellerinin ar-kasında bağlı olduğunu gördüler. Onların geldiğini duydu ve yeniden inledi, sonra dakendini korumak için dönmeye çalıştı. "Mesele yok," dedi Will yavaşça. "Canınızı acıtmaya-cağız. Bıçaklı adam mı yaptı bunu?""Hımmm," diye inledi ihtiyar adam."Hadi, ipi çözelim. Çok sıkı bağlamamış..." Beceriksizce ve aceleyle düğümlenmişti, Will nasıl ya-pacağını anlayınca hemencecik çözüldü. İhtiyar adaniınayağa kalkmasına yardım edip, onu korkuluğun gölgesi-ne götürdüler. "Kimsiniz?" dedi Will. "Burada iki kişi olduğunu san-mıyorduk. Bir tane var sandık." "Giacomo Paradisi," diye mırıldandı ihtiyar adam, kı-rık dişlerinin arasından. "Ben taşıyıcıyım. Başkası değil.O genç adam onu benden çaldı. Bıçağın hatırına böylerizikolara giren budalalar olmuştur hep. Ama bu çaresiz.Beni öldürecek." "Hayır, öldürmeyecek," dedi Lyra. "Taşıyıcı nedir? Nedemek oluyor?""Lonca adına keskin bıçağı taşırım. Nereye gitti?" "Aşağı katta," dedi Will. "Yanından geçip geldik. Bizigörmedi. Bıçağı havada sallayıp duruyor."227

"Kesip geçmeye çalışıyor. Başaramayacak. Ne zamanki-""Dikkat edin," dedi Lyra. Will döndü. Genç adam küçük ahşap sığınağa tırma-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nıyordu. Onları henüz görmemişti, ama saklanacak yeryoktu ve onlar ayağa kalkarken genç adam hareketi gö-rüp hızla onlara döndü. Pantalaimon hemen ayı oldu, arka ayaklan üzerindedoğruldu. Ama Lyra onun diğer adama dokunamayaca-ğını biliyordu ve, evet, öteki sahiden de gözlerini kırpıpbir an bakakaldı ama Will onun meseleyi aslında kavra-yamadığını gördü. Adam deliydi. Kıvırcık kızıl saçları ke-çeleşmişti, çenesi tükürükle beneklenmişti, gözbebekle-rinin etrafında gözlerinin akı belirginleşmişti. Üstelik bıçak ondaydı ve kendilerinde hiç silah yok-tu. Will damdan yukarı tırmanıp ihtiyar adamdan uzak-laştı, çömelmişti, zıplamaya ya da kavga etmeye ve sıç-rayıp yoldan çekilmeye hazırdı. Genç adam ileri doğru atladı ve bıçakla ona rastgelevurdu - sola, sağa, sola, gittikçe daha yakma geliyor,Will'i geri çekilmek zorunda bırakıyordu, kulenin iki ke-narının birleştiği açıda kapana kısılana kadar. Lyra, elinde gevşek iple arkadan adama doğru sürü-nerek yaklaşıyordu. Will birden ileri sıçradı, tıpkı evin-deki adama yaptığı gibi, ve aynı sonuca ulaştı: düşmanıbeklenmedik bir şekilde geriye yuvarlandı, Lyra'nm üs-228

rüne düşerek kurşuna çarptı. Hepsi o kadar süratle ol-muştu ki Will korkamadı bile. Ama adamın elinden fırla-yıp sivri ucu önde, sanki tereyağma düşmüş gibi bir di-rençsizlikle hemen kurşuna batan bıçağı görecek vaktioldu. Kabzasına kadar girdi ve birden durdu. Ve genç adam bükülüp dönerek hemen ona uzandıama Will kendini sırtüstü savurarak onun saçını yakala-dı. Okulda kavga etmeyi öğrenmişti; bunun için çok fır-sat çıkmıştı, diğer çocuklar annesinde bir tuhaflık oldu-ğunu hisseder etmez. Ve bir okul kavgasının hedefininüslupla puan kazanmak değil, düşmanınızı teslim olma-ya zorlamak olduğunu öğrenmişti, yani sizin canınızıacıttığından çok onun canını acıtmak. Başka birinin ca-nını acıtmayı istemeniz gerektiğini de biliyordu ve çoğukişinin, vakti gelince bunu istemediğini de öğrenmişti;oysa kendisinin istediğini biliyordu. Yani bu ona yabancı bir şey değildi, ama daha öncebir bıçakla silahlanmış, neredeyse yetişkin bir adamladövüşmemişti ve şimdi bıçağı düşürdüğüne göre, alma-sını ne pahasına olursa olsun önlemeliydi. Genç adamhomurdandı ve kendini yana doğru attı ama Will dahada sıkı tuttu, rakibi acı ve öfkeyle kükredi. Kendini yu-karı çekip arkaya atarken, Will'i kendisi ile korkuluk ara-sında ezdi, bu da biraz fazlaydı; Will'in bedeninde nefeskalmadı, bu şokla parmakları gevşedi. Adam kurtuldu. Wili olukta dizüstü çöktü, fena halde soluksuz kal-mıştı ama orada duramazdı. Ayağa kalkmaya çalıştı - ne229

var ki bunu yaparken ayağı drenaj deliklerinin birindengeçti. Parmaklan ılık kurşunu çaresizce tırmaladı ve deh-şet verici bir an boyunca çatıdan toprağa kayacağını san-dı. Ancak bir şey olmadı. Sol bacağı boşluğa geçmişti-geri kalanı güvencedeydi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Bacağını oluğun içine çekti, zahmetle doğruldu.Adam yeniden bıçağına uzanmıştı ama daha onu kur-şundan çıkaramadan Lyra sırtına atlamış, yabani bir kedigibi tırmalıyor, tekmeliyor, ısırıyordu. Ancak saçını tut-maya çalıştığı halde tutamadı, adam da onu fırlatıp attı.Ayağa kalktığında, bıçak elindeydi. Lyra yana düşmüştü, şimdi bir yabani kedi olan Pan-talaimon da tüyleri dikilmiş, dişlerini göstererek onunyanındaydı. Will adamla yüzyüze geldi ve onu ilk keznet olarak gördü. Hiç şüphe yoktu: gerçekten Angeli-ca'nın ağabeyiydi ve niyeti kötüydü. Bütün dikkatini Willüzerinde toplamıştı, bıçak da elindeydi.Ama Will de zararsız değildi. Lyra düşürünce ipi kapmıştı, şimdi onu bıçağa karşıkorunmak için sol eline doladı. Genç adamla güneş ara-sında yanlamasına hareket etti ki, düşmanı gözlerini kı-sıp kırpıştırmak zorunda kalsın. Daha da iyisi, cam yapıgözlerine parlak yansımalar yolluyordu ve Will onun biran için neredeyse körleştiğini görebiliyordu. Sol elini yüksekte tutarak, adamın soluna, bıçaktanuzağa sıçradı ve diziyle var gücüyle onun dizini tekme-ledi. İyi nişan almıştı, ayağı tam yerine oturdu. Adam gü-230

?jltülü bir inlemeyle çöktü ve garip bir şekilde bükülüpondan uzaklaştı. \jfill onun ardısıra sıçradı, tekrar tekrar tekmeledi, ne-reyi bulduysa orayı tekmeledi, adamı geriye, cam evedoğru, daha da geriye sürdü. Eğer onu merdivenin üstü-ne getirebilirse... Bu sefer adam daha da şiddetle düştü ve sağ eli elin-de bıçakla aşağı, Will'in ayak hizasındaki kurşuna indi.Will hemen şiddetle onun eline bastı, adamın parmakla-rını kabza ve kurşun arasında ezdi, sonra ipi eline dahada sıkı bağlayarak bir kez daha ezdi. Adam feryadı ba-sıp bıçağı bıraktı. Will ânında onu tekmeleyip uzaklaştır-dı, şansına, ayakkabısı kabzaya geldi ve bıçak kurşunüzerinde fırıldak gibi dönerek gitti, tam bir drenaj deliği-nin yanında olukta durdu. İp elinin çevresinde bir kezdaha gevşemişti ve bir yerlerden gelen, kurşuna veWill'in ayakkabılarına serpilen şaşırtıcı miktarda kan var-dı sanki. Adam doğruluyordu -"Dikkat et!" diye haykırdı Lyra, ama Will hazırdı. Adam dengesini kaybettiği anda, kendini onun üzeri-ne attı, mide boşluğuna elinden geldiğince şiddetle çarp-tı. Adam geriye, camın içine düştü, cam ânında parçalan-dı, ince tahta çerçeve de öyle. Enkazın ortasında, bacak-ları ve kollan iki yana açılmış halde, vücudunun yarısımerdivenden aşağı sarktı, kapı çerçevesini yakaladı amaartık çerçeveyi destekleyecek bir şey yoktu ve o da çök-tü. Adam daha da çok camla birlikte aşağı düştü.231

Ve Will hızla oluğa döndü, bıçağı aldı, kavga bitti. K;esikler içinde, hırpalanmış genç adam basamağı tırmandıWill'in onun tepesinde elinde bıçakla durduğunu gördü-hastalıklı bir öfkeyle baktı, döndü ve kaçtı."Ah," dedi Will, oturarak. "Ah." Hiç yolunda gitmeyen bir şey vardı ve o farkına var-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mamıştı. Bıçağı yere bırakıp sol elini kendine çekti. Do-lanmış ip kanla sırılsıklam olmuştu ve elinden çektiğin-de-"Parmakların!" diye soluğunu tuttu Lyra. "Ah, Willy-" Küçük parmağı ve yanındaki parmak iple birliktedüştü. Başı döndü. Bir zamanlar parmaklarının olduğu yer-deki köklerden, kan, büyük bir basınçla akıyordu, bluci-ni ile ayakkabıları şimdiden iyice ıslanmıştı. Arkaya yas-lanıp bir an gözlerini kapaması gerekti. Acı o kadar faz-la değildi ve zihninin bir kısmı bunu sersemlemiş bir şaş-kınlıkla fark etti. Kendini suni bir şekilde kestiğinde duy-duğu kesin, şiddetli acıdan ziyade ısrarlı, derin bir çekiçvuruşu gibiydi. Kendini hiç bu kadar zayıf hissetmemişti. Bir an uyu-duğunu varsaydı. Lyra koluna bir şeyler yapıyordu. Ha-sara bakmak için doğruldu, midesi bulandı. İhtiyar adamyakınlarda bir yerdeydi ama Will onun ne yaptığını gö-remiyordu, bu arada Lyra da onunla konuşuyordu. "Biraz kanyosunu olsaydı keşke," diyordu, "ayılarınkullandığından, daha iyileştirebilirdim, Will, sahiden.232

Bak bu ip parçasını kolunun çevresine saracağım, kana-mayı durdurmak için, çünkü parmaklarının olduğu yerekağlayamıyorum, anlıyorsun ya, orada bağlayacak birsey yok. Kıpırdama." Wiü bıraktı onu, dediğini yapsın. Sonra da etrafa ba-kınıp parmaklarını aradı. İşte oradaydılar, kurşunun üs-tünde kanlı ünlem işaretleri gibi kıvrılmışlardı. Güldü. "Hey," dedi kız, "kes şunu. Ayağa kalk, bakalım. Mr.Paradisi'nin bir ilacı var, merhem gibi bir şey, ne oldu-ğunu bilmiyorum. Aşağı inmen gerekiyor. Öteki adamgitti - kapıdan koşarak çıktığını gördük. Şimdi gitti. Onuyendin. Hadi ama, Will - hadi -" Biraz dırdırla, biraz tatlı sözle, onu merdivenden in-meye zorladı, parçalanmış camların, kıymık haline gel-miş tahtaların arasından geçip sahanlığın dışındaki kü-çük, serin bir odaya girdiler. Duvarların önüne şişeler,kavanozlar, çömlekler, havan tokmakları ve havanlar ilekimyager terazileriyle dolu raflar sıralanmıştı. Pis pence-renin altında bir musluk taşı vardı, ihtiyar adam buradatitrek eliyle büyük bir şişeden daha küçük bir şişeye birşey boşaltıyordu. "Otur da iç şunu," dedi, küçük bir bardağı koyu altınrenginde sıvıyla doldurdu. Will oturdu, bardağı aldı. İlk yudum boğazının gerisi-ne ateş gibi çarptı. Will soluğunu tutunca, Lyra düşme-sin diye bardağı onun elinden aldı."Hepsini iç," diye emretti ihtiyar adam.233

"Ne bu?""Erik konyağı. İç." Will biraz daha dikkatle yudumladı. Şimdi eli sahidenacımaya başlamıştı. "Onu tedavi edebilir misiniz?" dedi Lyra, çaresiz birsesle. "Aa, evet, her şey için ilacımız var. Sen, kızım, masa-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

daki çekmeceyi aç, bana bir sargı getir." Will bıçağın, odanın ortasındaki masanın üstünde yat-tığını gördü, ama daha o bıçağı alamadan ihtiyar adambir kase suyla ona doğru topallaya topallaya geliyordu."Gene iç," dedi ihtiyar. Will camı sıkı sıkı yakaladı ve ihtiyar adam eline birşey yaparken gözlerini yumdu. Fena halde yaktı amasonra bileğinde bir havlunun kaba sürtmesini hissetti, ar-kasından da yarayı daha nazikçe silen bir şeyi. Bir an birserinlik hissetti, sonra yara gene acıdı. "Bu değerli bir merhem," dedi ihtiyar. "Elde etmesiçok zordur. Yaralara çok iyi gelir." Tozlu, hırpalanmış, sıradan bir antiseptik krem tübüy-dü, Will onu kendi dünyasındaki herhangi bir eczane-den alabilirdi. İhtiyar adam ona mürrüsafi muamelesiediyordu. Will başını çevirdi. Adam yarayı pansuman ederken, Lyra Pantala-imon'un gelip de pencereden dışarı baksın diye onu ses-sizce çağırdığını hissetti. Açık pencerenin çerçevesine tü-nemiş bir kerkenezdi, gözleri aşağıdaki bir hareketliliği234

aralamıştı. Lyra onun yanma gitti ve tanıdık birini gör-ı-j. Angelica adlı kız, dar sokağın öbür yanında sırtınıduvara vermiş, bir yarasa sürüsünü yüzünden uzaklaştır-mak istiyormuş gibi kollarını sallayan ağabeyi Tullio'yadoğru koşuyordu. Sonra genç adam döndü ve elleriniSuvarın taşları üzerinde gezdirmeye koyuldu, tek tekhepsine dikkatle bakıyor, sayıyordu, kenarlarını yoklu-yordu, sanki arkasındaki bir şeyi savuşturmak istermişgibi omuzlarını kaldırmıştı, başını sallıyordu. Angelica çaresizdi, arkasında duran küçük Paolo da.Ağabeylerine uzandılar, kollarını yakaladılar ve ona so-run çıkaran neyse ondan çekip uzaklaştırmaya çalıştılar. Ve Lyra ani bir bulantı ile ne olduğunu anladı: adamHeyulalar'ın saldırısına uğramıştı. Angelica onları elbettegörmese de durumun farkındaydı ve küçük Paolo ağlı-yor, Heyulalar'ı defetmek için boş havaya vuruyordu;ama faydası olmadı ve Tullio kayboldu. Hareketleri git-gide daha uyuşuk bir hal aldı, sonunda tamamen durdu.Angelica ona yapıştı, kolunu salladı, ama hiçbir şey onuuyandıramadi; Paolo ağabeyinin adını söyleyip duruyor-du, sanki bu onu geri getirebilirmiş gibi. Derken Angelica, Lyra'nın onları gözlediğini hissettisanki ve yukarı baktı. Bir an gözgöze geldiler. Lyra san-ki kız ona fiziki bir darbe vurmuş gibi bir sarsıntı hisset-ti, Angelica'nın gözlerindeki nefret öylesine yoğunduçünkü ve sonra Paolo onun yukarı baktığını gördü, o dabaktı ve küçük oğlan sesi haykırdı, "Sizi öldüreceğiz! Bu-235

nu Tullio'ya siz yaptınız! Sizi öldüreceğiz, görürsün baki" İki çocuk, Heyulalar'a yakalanmış ağabeylerini birakarak dönüp koştular; ve Lyra, korkmuş, kendini suçluhissederek, yeniden odaya çekilip camı kapadı. Ötekilerduymamıştı. Giacomo Paradisi, yaralara biraz daha mer-hem sürüyordu, Lyra gördüklerini aklından çıkarmayaçalışarak dikkatini Will üzerinde yoğunlaştırdı. "Koluna bir şey sarmanız gerek," dedi Lyra, "kanama-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yı durdurmak için. Yoksa durmaz.""Evet, evet, biliyorum," dedi ihtiyar adam, hüzünle. Onlar sargıyı sararken Will gözlerini kaçırdı ve yu-dum yudum erik konyağını içti. Sonunda, eli feci şekil-de acısa da, kendini yatışmış ve mesafeli hissetti. "Şimdi," dedi Giacomo Paradisi, "işte bu, bıçağı al, ar-tık senin." "Onu istemiyorum," dedi Will. "Onunla hiçbir ilişkimolmasını istemiyorum." "Seçme hakkın yok," dedi ihtiyar. "Artık taşıyıcı sen-sin.""Ben «solduğunuzu söylediniz sandım," dedi Lyra. "Vaktim doldu," dedi adam. "Bıçak, bir eli ne zamanterk edip diğerine yerleşeceğini bilir, ben de bunu nasılanlayacağımı. Bana inanıyor musunuz? Bakın!" Kendi sol elini kaldırdı. Küçük parmağı ile ona bitişikparmak yoktu, tıpkı Will'inki gibi. "Evet," dedi, "ben de. Kavga ettim, aynı parmaklankaybettim, taşıyıcının nişanı. Ve önceden, ben de bilmi-236

yordum." Lyra oturdu, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Will sağlamliyle tozlu masaya tutundu. Söyleyecek bir şey bulma-ya çalıştı- "Ama ben - bizim buraya tek geliş nedenimiz -Lyra'nın bir şeyini çalmış bir adam vardı, bıçağı o istedive dedi ki eğer ona götürürsek, o da bize -",. "Ben o adamı tanıyorum. Yalancının biri, bir üçkağıt-çı. Yanılmayın sakın, size hiçbir şey vermez. Bıçağı isti-yor, onu alınca da size ihanet edecek. O asla taşıyıcı ol-mayacak. Bıçak şimdi hakkıyla senin." Will büyük bir isteksizlikle bıçağa döndü. Onu kendi-ne doğru çekti. Sıradan görünüşlü bir hançerdi, yirmisantim uzunluğunda, iki ağızlı, küt metalden bir kesicikısmı, aynı metalden kısa bir korkuluğu ve gül ağacın-dan sapı vardı. Ona daha dikkatle bakınca, gülağacınıniçinde altın teller olduğunu gördü. Tanımadığı bir desenoluşturuyorlardı, ta ki bıçağı çevirip kanatları katlanmışbir melek görene kadar. Öbür yanda kanatlarını yukarıkaldırmış başka bir melek vardı. Teller sapın biraz dışı-na çıkmıştı, sıkıca tutulmasını sağlıyorlardı ve bıçağı alın-ca onun elinde hafif ve kuvvetli olduğunu, çok güzeldengelendiğini fark etti. Üstelik kesici yanı da küt değil-di. Aslında metalin yüzeyinin hemen altında bir bulutsurenkler anaforu yaşıyordu sanki; çürük morları, denizmavileri, toprak kahverengileri, bulut grileri, çok yaprak-lı ağaçların altındaki koyu yeşil, terk edilmiş bir mezarlı-237

ğa akşam inerken bir mezarın ağzında biriken gölgelerEğer gölge-renkli diye bir şey var idiyse, bu keskin bıça-ğın kesici kısmıydı işte. Ama kenarlar farklıydı. Gerçekte, iki ağız birbiriylefarklılık gösteriyordu. Bir tanesi berrak parlak çelikti, bi-raz geride o hafif gölge-renklerle karışıyordu ama muka-yese kabul etmez keskinlikte bir çelikti. WilFin gözleriona bakmaktan kaçınıyordu, öylesine keskin görünüyor-du. Diğer ağzı da aynı derecede keskindi ama gümüş

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rengiydi ve Will'in omuzunun istünden bıçağa bakanLyra, "Bu rengi daha önce gördüm!" dedi. "Tıpkı benim-le Pan'ı kesip ayıracakları bıçak gibi - onun eşi!" "Bu ağız," dedi Giacomo Paradisi, bir kaşığın sapıylaçeliğe dokunarak, "dünyadaki her maddeyi kesip geçer.Bakın." Gümüş kaşığı keskin kenara bastırdı. Bıçağı tutanWill, kaşığın sapının ucu, tertemiz kesilmiş şekilde ma-saya düşerken, sadece en hafifinden bir direnç hissetti. "Öbür ağız," diye devam etti ihtiyar, "daha bile kes-kin. Onunla bu dünyadan dışarı bir kapı açabilirsin. Şim-di dene. Dediğimi yap - taşıyıcı sensin. Sen bilmelisin.Benden başka kimse sana öğretemez, benim de fazla za-manım kalmadı. Ayağa kalk ve dinle." Will iskemlesini geriye itip ayağa kalktı, bıçağı gev-şekçe elinde tutuyordu. Başı dönüyor, midesi bulanıyor-du, kendini asi hissediyordu."İstemiyorum -" diye başladı, ama Giacomo Paradisi238

başın1 iki yana salladı. "Sus! İstemiyorsun ha... seçme hakkın yok! Dinle be-ni çünkü zaman kısa. Şimdi bıçağı önünde tut - böyle.Kesmesi gereken sadece bıçak değil, senin zihnin dekesmeli. Onu düşünmelisin. Onun için, böyle yap: Zih-nini bıçağın en ucuna koy. Bütün dikkatini bir yere top-la oğlum. Zihnin odaklansın. Yaranı düşünme. O iyile-şir. Bıçağın ucunu düşün. Sen oradasın çünkü. Şimdionu hisset, çok nazikçe. Öyle küçük bir aralık arıyorsunki, gözlerinle asla göremezsn, ama zihnini oraya koyar-san, bıçağın ucu bulur. Havayı boydan boya hisset, ta kidünyadaki en küçük aralığı sezene kadar..." Will yapmaya çalıştı. Ama başı uğulduyordu, sol elide korkunç şekilde zonkluyordu ve iki parmağını yeni-den gördü, damın üstüne yatarken, ve sonra annesinidüşündü, zavallı annesini... Annesi ne diyecekti? Oğlununasıl teselli edecekti? Kendisi onu nasıl olur da teselliedebilirdi? Bıçağı masaya koydu, yere yakın durarak çö-meldi, yaralı elini kucakladı ve ağladı. Tahammül edile-meyecek kadar fazlaydı her şey. Hıçkırıklar gırtlağını vegöğsünü paraladı, gözlerini kamaştırdı ve onun için ağ-lamalıydı, evet, o zavallı korkmuş mutsuz sevgili annesiiçin - onu terk etmişti, terk etmişti... Perişan haldeydi. Ama sonra olabilecek en tuhaf şeyihissetti ve sağ bileğinin tersiyle gözlerini şilince, Panta-laimon'un başını dizinde buldu. Kurt köpeği biçiminde-ki cin eriyen, kederli gözlerle başını kaldırmış ona bakı-239

yordu ve sonra Will'in yaralı elini tekrar tekrar yenidenhafifçe yaladı, başını bir kez daha Will'in dizine koydu Will'in Lyra'nm dünyasındaki tabu hakkında, bir kişi-nin başkasının cinine dokunmasını önleyen tabu hakkın-da hiçbir fikri yoktu ve daha önce Pantalaimon'a dokurı-madıysa eğer, onu alıkoyan bilgi değil, kibarlıktı. OysaLyra soluksuz kalmıştı. Cini bunu kendi inisiyatifiyleyapmıştı, şimdi de geri çekildi ve kanatlarını çırparakgüvelerin en küçüğü biçiminde onun omuzuna geldi. İh-tiyar adam inanmazlıkla değil de ilgiyle izliyordu. Daha

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

önce bir şekilde cinler görmüştü; o da diğer dünyalaraseyahat etmişti. Pantalaimon'un jesti işe yaramıştı. Will iyice yutkun-du, gözlerindeki yaşları silerek yeniden ayağa kalktı. "Pekala," dedi, "Tekrar deneyeceğim. Bana ne yapıla-cağını söyleyin." Bu sefer Giacomo Paradisi'nin söylediğini yapmakiçin zihnini zorladı, dişleri sıkılmış, harcadığı gayretle tit-riyor, terliyordu. Lyra'nın müdahale etmek için içi gidi-yordu (isteğiyle coşup taşıyordu), çünkü bu süreci bili-yordu. Dr. Malone da biliyordu, her kimse, şair Keats de,ve onların hepsi aşırı zorlayarak bunu yapamayacağınızıbiliyorlardı. Ama çenesini tuttu, ellerini de kavuşturdu. "Dur," dedi ihtiyar adam tatlılıkla. "Rahatla. Fazla ça-ba harcama. Bu keskin bir bıçak, ağır bir kılıç değil. Çoksıkı kavramışsın. Parmaklarını gevşet. Bırak, zihnin ko-lundan bileğine doğru gezinsin, sonra sapa girsin, kesici240

kenar boyunca dolaşsın. Aceleye gerek yok, nazikçe git,zorlama." Will tekrar denedi. Lyra onun vücudundaki yoğunlu-ğu çenesinin çalışmasını görüyordu, sonra üzerine birotorite çöktüğünü gördü; sakinleştirici, rahatlatıcı ve ay-dınlatıcı. Otorite Will'e aitti - ya da belki onun cinine.Bir cini olmasını ne kadar özlüyordu kimbilir? Ne yalnız-lık... Ağlamasına şaşmamak gerek, Pantalaimon'un dayaptığı şeyi yapması doğruydu, bu hareket Lyra'ya çokgarip gelse de. Sevgili cinine uzandı, o da, ermin biçi-minde, onun kucağına aktı. Birlikte, Will'in vücudunun titremesinin duruşunugözlediler. Daha az yoğun olmasa da, şimdi daha farklıbir şekilde odaklanmıştı, bıçak da farklı görünüyordu.Belki bunun sebebi kesici yan boyunca uzanan o bulut-lu renklerdi, ya da bıçağın Will'in elinde öyle doğal du-ruşu, ama oğlanın onun ucuyla yaptığı küçük hareketlerşimdi rastgele değil de belli bir amaca yönelik görünü-yordu. Bu tarafı hissetti, sonra bıçağı çevirdi ve öbür ta-rafı hissetti, hep gümüşsü kenar boyunca; sonra da boşhavada bir küçük pürüz bulmuş gibi davrandı."Bu da ne? Bu o mu?" dedi boğuk bir sesle."Evet. Zorlama. Şimdi geri dön, kendine dön." Lyra, Will'in ruhunun keskin kenar boyunca onun eli-ne, oradan da koluna ve kalbine aktığını hayal etti. Oğ-lan ayağa kalktı, elini yana bıraktı, gözlerini kırptı."Orada bir şey hissettim," dedi Giacomo Paradisi'ye.241

"Bıçak önce havada kayıyordu sadece, sonra hissettimki..." "İyi. Şimdi yeniden yap. Bu sefer onu hissettiğindebıçağı içinde ve çevresinde kaydır. Kes. Tereddüt etmeŞaşırma. Bıçağı düşürme." Will'in devam etmeden önce çömelmesi, iki-üç derinnefes alması ve sol elini diğer kolunun altına sokmasıgerekti. Ama bunu yapmaya niyetliydi; birkaç saniyesonra yeniden ayağa kalktığında bıçağı ileri uzatmıştı bi-le. Bu sefer daha kolay oldu. Bir kere hissettiği için, ar-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tık ne araması gerektiğini biliyordu, tuhaf küçük pürüzübir dakikadan az bir süre sonra hissetti. Bir neşterin siv-ri ucuyla iki dikiş arasındaki aralığı itinayla aramak gibibir şeydi. Dokundu, geri çekildi, emin olmak için genedokundu, sonra ihtiyar adamın dediğini yaptı ve gümüşkenarla yanlamasına kesti. Giacomo Paradisi'nin onu şaşırmaması konusundauyarması iyi olmuştu. Bıçağı özenle tuttu, hayretine ye-nik düşmeden önce onu masaya koydu. Lyra ayağa fır-lamıştı bile, nutku tutulmuştu, çünkü orada, tozlu küçükodanın ortasında, tıpkı gürgen ağaçlarının altındaki gibibir pencere vardı; havanın ortasında, arasından başka birdünyayı görebildikleri bir aralık. Ve kulede yüksekte oldukları için, kuzey Oxford'untepesinde de yüksekteydiler. Aslında bir mezarlığın üs-tündeydiler, şehre doğru bakıyorlardı. Biraz ilerilerinde242

ürgen ağaçlan vardı; evler, ağaçlar, yollar ve uzakta daehrin kuleleri ile kiliselerin sivri kuleleri. Eğer ilk pencereyi daha önce görmüş olmasalardı bu-nun bir tür optik numara olduğunu düşünürlerdi. Amasadece optik değildi; içinden hava geçiyordu ve Cittâ-sazze dünyasında var olmayan pis kokulu araba gazları-nı da koklayabiliyorlardı. Pantalaimon değişip serçe ol-du, aradan uçtu, açık havadan pek hoşlandı, sonra da,yeniden aradan geçip Lyra'nın omuzuna konmadan birböceği aniden ağzıyla kaptı. Giacomo Paradisi tuhaf, hüzünlü bir tebessümle göz-lüyordu. Sonra dedi ki, "Açılış bu kadar. Şimdi kapama-yı öğrenmelisin." Lyra, WilPe yol açmak için geri çekildi, ihtiyar adamonun yanında durmak için geldi. "Bunun için parmaklarına ihtiyacın var," dedi. "Tekbir el yeter. Önce, bıçakla yaptığın gibi, kenarını hisset.Ruhunu parmak uçlarına koymazsan onu bulamazsın.Çok nazikçe dokun; tekrar, tekrar hisset, kenarı bulanakadar. Sonra onu sıkıp kapat. Hepsi bu. Dene." Ama Will titriyordu. Zihnini gerisin geri, gerekli oldu-ğunu bildiği nazik dengeye getiremiyordu, gittikçe dahafazla cesareti kırıldı. Lyra neler olduğunu görebiliyordu. Ayağa kalktı, onun sağ kolunu tuttu ve dedi ki: "Din-le, Will, otur, sana nasıl yapacağını söyleyeceğim. Sade-ce bir dakika otur, çünkü elin acıyor ve aklını yaptığın-dan uzaklaştırıyor. Bu kaçınılmaz. Birazdan hafifler."243

İhtiyar adam iki elini birden kaldırdı, sonra fikrini değiştirdi, omuzunu silkti ve yeniden oturdu. Will de oturup Lyra'ya baktı. "Nerede yanlış yapıy0rum?" diye sordu. Kanlar içindeydi, titriyordu, deli deli bakıyordu. Sinir-lerinin sınırına gelmişti: çenesini sıkıyor, ayağını yere vu-ruyor, hızlı hızlı nefes alıyordu. "Yaran," dedi Lyra. "Sen yanlış falan yapmıyorsun.Sen doğru yapıyorsan ama, elin üzerinde yoğunlaşmanaizin vermiyor. Bunu aşmanın bir yolunu bilmiyorum,belki kapatmamaya çalışsan olur.""Ne demek istiyorsun?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Eh işte, kafanla iki şey birden yapmaya çalışıyorsun.Acıyı yok saymaya ve o pencereyi kapatmaya çalışıyor-sun. Bir keresinde korkmuşken aletiyometreyi okumayaçalışmamı hatırlıyorum ve belki de o vakte kadar onaalışmıştım, bilmiyorum ama, okuduğum sürece gene dekorkuyordum. Zihnini serbest bırak yani ve evet de, acı-yor, biliyorum. Onu kapatmaya çalışma." Will'in gözleri bir anlığına kapandı. Solukları biraz ya-vaşladı."Peki," dedi. "Bunu deneyeceğim." Ve bu sefer çok daha kolay oldu. Kenarı hissetmeyeçalıştı, bir dakikada buldu ve Giacomo Paradisi'nin onadediğini yaptı: kenarları bir araya getirip sıktı. Dünyada-ki en kolay şeydi. Kısacık, sakin bir coşku hissetti, son-ra pencere gitti. Öteki dünya kapanmıştı.244

İhtiyar adam ona sırtına sert boynuz çekilmiş deridenbir kılıf uzattı, bıçağı yerinde tutmak için tokaları vardı,cünkü keskin tarafın en ufak yanlamasna hareketi en ka-lın deriyi bile keserdi. Will bıçağı onun içine kaydırıpyerleştirdi ve beceriksiz eliyle becerebildiğince sıkı toka-ladı. "Bu resmi bir iş olmalıydı normalde," dedi Giacomoparadisi. "Eğer önümüzde günler ve haftalar olsaydı sizekeskin bıçağın, Torre degli Angeli Loncası'nın ve bu yozve kayıtsız dünyanın bütün o sefil tarihini anlatırdım.Heyulalar bizim kabahatimiz, sadece bizim kabahatimiz.Seleflerim, simyacılar, filozoflar, okumuş adamlar, eşya-nın en derindeki doğasına ilişkin bir soruşturma yürüt-tükleri için geldiler. Onlar, maddenin en küçük zerrecik-lerini bir arada tutan bağları merak etmeye başlamışlar-dı. Bağ derken ne kastettiğimi anlıyorsunuz, değil mi?Bağlayan bir şey? "Eh, burası bir ticaret şehriydi. Tacirler ve bankerlerşehri. Bağ deyince ticari bağlar, bağlayıcı hükümler anlı-yorduk; satın alma, değiş tokuş, anlaşma... Ama bu bağ-lar konusunda yanılmışız. Onları çözdük ve Tayflar'ı içe-ri aldık." Will, "Heyulalar nereden geldi?" diye sordu. "Neden oağaçların altındaki pencere açık bırakılmıştı, içinden ge-çip buraya ilk girdiğimiz pencere? Bu dünyada başkapencereler de var mı?""Heyulalar'ın nereden geldiği bir sır - başka bir dün-245

yadan, uzayın karanlığından... kimbilir? Önemli olan brada olmaları ve bizi mahvetmeleri. Bu dünyaya açılabaşka pencereler var mı? Evet, birkaç tane, çünkü bazebir bıçak taşıyıcı dikkatsizce ya da unutkanca davranabilir, durup da yapması gerektiği gibi pencereyi kapatacakzamanı olmayabilir. Ve sizin geldiğiniz pencere, gürgenağaçlarının altındaki... Onu ben açık bıraktım, bağışlan-maz bir budalalık ânında. Korktuğum bir adam var, bende dedim ki onu tahrik edeyim, bu şehre çekeyim, o daburada Heyulalar'a kurban düşsün. Ancak sanırım böylebir numara için fazla akıllı. Bıçağı istiyor. Lütfen, alması-na asla izin vermeyin."Will ve Lyra bakıştılar.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Eh," diye bitirdi ihtiyar, ellerini iki yana açarak, "tekyapabileceğim bıçağı sana vermek ve nasıl kullanacağı-nı göstermekti, ki yaptım, bir de sana çürümeden önceLonca'nın buna ilişkin kurallarının neler olduğunu söy-lemekti. Önce, kapamaksızın asla açma. İkinci olarak,asla başkasının bıçağı kullanmasına izin verme. Sadecesenindir. Üçüncü olarak, onu asla adi bir amaç için kul-lanma. Dördüncüsü de, bunu bir sır olarak sakla. Eğerbaşka kurallar var idiyse, onları unuttum, unuttumsa daönemleri olmadığı içindir. Bıçak sende. Taşıyıcı sensin.Çocuk olmaman gerekirdi. Ama dünyamız parçalanıp gi-diyor ve taşıyıcının işareti insanı yanıltmaz. Adını bilebilmiyorum. Şimdi gidin. Çok kısa zamanda öleceğim,çünkü nerede zehirli ilaç olduğunu biliyorum ve Heyu-246

, f-,n gelmesini beklemeye niyetim yok, ki bıçak gidergitmez geleceklerdir. Git.""Ama, Mr. Paradisi -" diye başladı Lyra. Adam başını iki yana sallayıp devam etti. "Vakit yok.Buraya bir amaçla geldiniz ve bu amacın ne olduğunubilmiyor olsanız da, sizi buraya getiren melekler biliyor.Gidin. Cesursun, arkadaşın da akıllı. Ve bıçak sizde. Gi-din." "Kendinizi sahiden zehirlemeyeceksiniz, değil mi?"dedi Lyra, dertli dertli."Gel hadi," dedi Will. "Peki meleklerden ne kastettiniz?" diye devam ettiLyra.Will kolunu çekti. "Gel hadi," dedi gene. "Gitmemiz gerek. Teşekkürler,Mr. Paradisi." Kan lekeli, tozlu sağ elini uzattı, adam onu hafifçesıktı. Lyra'nın elini de sıktı ve Pantalaimon'a başıyla se-lam verdi, o da selamı kabul ettiğini ermin başını eğerekgösterdi. Deri kılıfındaki bıçağı kavrayan Will, geniş karanlıkmerdivenlerden aşağı inip dışarı çıkarlarken öne düştü.Küçük meydanda güneş ışığı çok sıcaktı, sessizlik de de-rindi. Lyra büyük bir dikkatle etrafına baktı, ama sokakboştu. Ve gördüğünü anlatıp Will'i kaygılandırmamakdaha iyi olacaktı; zaten yeterince kaygılanacak şey vardı.Onu çocukları gördüğü, Heyulalar'a yakalanmış Tul-247

lio'nun hâlâ, ölümün kendisi kadar hareketsiz durmaktaolduğu sokaktan uzaklaştırdı. "Keşke -" dedi Lyra, meydanı hemen hemen terk et-tikleri sırada, yukarı bakmak için durarak. "Korkunç birşey, düşünürsen... ve zavallı dişleri tamamen kırılmıştıve gözünden zorlukla görebiliyordu... Şimdi sadece bi-raz zehir yutup ölecek ve keşke -"Ağladı ağlayacak haldeydi. "Şişşt," dedi Will. "Canı yanmayacak. Sadece uyuya-cak. Heyulalar'dan daha iyiymiş, öyle dedi." "Ah, ne yapacağız Will?" dedi Lyra. "Ne yapacağız?Öyle kötü yaralandın ki... Ve o zavallı ihtiyar adam... Bu-radan nefret ediyorum, gerçekten ediyorum, bana kalsayakar kül ederdim. Ne yapacağız şimdi?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Eh," dedi Will, "o kolay. Aletiyometreyi geri almamızgerek, öyleyse onu çalmak zorundayız. Bunu yapacağızişte."248

9Hırsızlık Önce kendilerine gelmek, dinlenmek ve giysilerinideğiştirmek için kafeye döndüler. Will'in kanlar içindehiçbir yere gidemeyeceği besbelliydi ve dükkanlardanbir şeyler alınca kendini suçlu hissetme dönemi de geç-mişti. Will, eksiksiz bir takım yeni elbise ile ayakkabı al-dı, yardım etmek isteyen ve diğer çocuklar var mı diyeher yönü kollayan Lyra da onları kafeye taşıdı. Kaynasın diye su da koydu, Will suyu alıp banyoyagitti, baştan aşağı yıkanmak için soyundu. Acı sersemle-ticiydi, amansızdı ama hiç değilse kesikler temizdi ve bı-çağın neler yapabileceğini gördüğü için, hiçbir kesiğindaha temiz olmayacağını biliyordu; ancak parmaklarınınbulunduğu yerdeki kökler şakır şakır kanıyordu. Onlarabakınca midesi bulanıyordu, kalbi daha hızlı çarpıyordu,bu da kanamayı daha da beter hale getiriyordu. Banyo-nun kenarına oturup gözlerini yumdu, birkaç kez derinderin nefes aldı.Çok geçmeden kendini daha sakin hissetti, yıkanma-249

ya koyuldu. Elinden geleni yaptı, gittikçe daha da kanibir hal alan havlularla kurulandı ve, onları da kanlandır-mamaya çalışarak, yeni giysilerini giydi. "Yeniden sargımı sarman gerekecek," dedi Lyra'ya"Ne kadar sıktığın da umurumda değil, yeter ki kanı dur-dursun." Kız bir çarşafı yırttı, döndüre döndüre sardı, elindengeldiğince sıkı bir şekilde onunla yaraları sıkıştırdı. Oğ-lan dişini sıktı, ama gözünden akan yaşlara engel olama-dı. Tek kelime etmeden eliyle onları sildi, kız da bir şeydemedi. Lyra'nm işi bitince Will, "Teşekkür ederim," dedi.Sonra da dedi ki, "Dinle. Buraya geri dönemezsek diyesırt çantana benim için bir şey koymanı istiyorum. İster-sen onları okuyabilirsin." Yatak odasına gitti, yeşil deri yazı dosyasını aldı, uçakkağıdına yazılmış yaprakları ona verdi."Onları okumam, ta ki -""Sakıncası yok. Olsa, söylemezdim." Kız mektupları katladı, oğlan da yatağa uzandı, kedi-yi öteye itti ve uykuya daldı. O gece çok daha geç saatlerde Will ve Lyra, Sir Char-les'ın bahçesindeki ağaç gölgeli çalılık boyunca uzanandar yolda çömeldiler. Cittâgazze tarafında, mehtaptabembeyaz parıldayan klasik bir villayı çevrelen çimenlikbir parktaydılar. Sir Charles'ın evine gitmeleri uzun za-250

man almıştı, daha çok Cittâgazze içinde ilerlemişler, sıksık durarak havayı kesmiş ve Will'in dünyasında konum-larını kontrol etmişler, nerede olduklarını anlar anlamazda pencereleri kapatmışlardı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Tekir kedi onlarla birlikte gelmiyordu ama çok geridede değildi. Onu taş atan çocukların elinden kurtardıkla-rından beri uyumuştu, şimdi ise uyandığı halde onları bı-rakmakta gönülsüzdü, sanki onlar nerede olurlarsa ken-disinin de emniyette olacağını düşünüyormuş gibi. Willbundan hiç emin değildi ama kedi olmadan da aklındayeterince şey vardı, onunla ilgilenmedi. Bıçağa gittikçedaha aşina, ona kullanmakta daha güvenli oluyordu;ama yarası öncekinden de çok acıyordu, derin ve hiç bit-meyen bir zonklamaydı, Lyra'nın o uyandıktan sonrabağladığı yeni sargı da şimdiden ıslanmıştı. Bembeyaz parıldayan villadan çok uzak olmayan biryerde havada bir pencere açtı, Sir Charles'ın aletiyomet-reyi koyduğu çalışma odasına nasıl gideceklerini tamolarak çözmek için Headington'daki sessiz dar yoldanöbür yana geçtiler. Bahçesini aydınlatan iki projektörvardı, ışıklar evin ön camlarına düşüyordu ama çalışmaodasına düşmüyordu. Bu kenarı yalnızca ay ışığı aydın-latıyordu ve çalışma odasının penceresi karanlıktı. Dar yol, ağaçların arasından geçerek en uzak uçtakibaşka bir yola gidiyordu ve ışıklandınlmamıştı. Sıradanbir hırsızın görülmeden çalılıklara ve dolayısıyla bahçe-ye girmesi kolay olurdu, ancak Sir Charles'ın mülkü bo-251

yunca uzanan ve yüksekliği Will'in boyunun iki katı, te-pesinde de ucu sivri demirler olan sağlam bir demir par-maklık vardı. Ne var ki, keskin bıçağın önünde engeloluşturmuyordu. "Ben keserken şu çubuğu tut," diye fısıldadı Will."Düştüğü zaman yakala." Lyra onun dediğini yaptı ve Will toplam dört çubukkesti, arasından zahmetsizce geçmelerine yetecek kadar.Lyra onları bir bir otların üzerine koydu, sonra da içerigeçtiler, çalıların arasından ilerlemeye başladılar. Evin yanını net bir şekilde görebilince, çalışma odası-nın sarmaşıklarla gölgelenmiş penceresiyle, düzgün çi-menlerin ardından yüzyüze geldiklerinde Will alçak ses-le, "Burada kesip Ci'gazze'ye giriyorum, pencereyi açıkbırakıyorum ve Ci'gazze'de çalışma odasının olduğu ye-re gidiyorum, sonra da yeniden bu dünyaya geçiş kesi-yorum," dedi. "Sonra aletiyometreyi o dolaptan alaca-ğım, pencereyi kapatacağım ve buna geri döneceğim.Sen bu dünyada kal ve nöbet tut. Sana seslendiğimi du-yar duymaz bu pencereden Ci'gazze'ye gireceksin, bende tekrar kapatacağım. Tamam mı?" "Evet," diye fısıldadı kız. "Hem ben, hem de Pan nö-bet tutacağız." Cini, ağaçların altındaki benekli gölgelerde neredeysegörünmez olmuş küçük kahverengi bir baykuştu. Kos-kocaman açılmış soluk renkli gözleri her hareketi izliyor-du.252

Will geriye çekildi ve bıçağı uzattı ve bir dakika ka-dar sonra kesebileceği bir nokta bulana kadar en incehareketlerle aradı, havaya dokundu. Hemen kesti,Ci'gazze'nin mehtaplı ülkesine bir pencere açtı, sonrageri çekildi, o dünyada çalışma odasına gitmenin kaç

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

adım alacağını tahmin etti, yönü ezberledi. Sonra tek kelime etmeden pencereden geçti ve kay-boldu. Lyra oralarda bir yerde çömeldi. Pantalaimon tepesin-deki bir dala tünemişti, sessizlik içinde bir o yana bir buyana bakıyordu. Kız, arkasında Headington trafiğini vedar yolun sonundaki öbür yoldan geçen birinin alçakayak seslerini duyabiliyordu, hattâ böceklerin ayakları-nın altındaki ince dal parçacıkları ve yapraklar arasında-ki ağırlıksız hareketlerini bile. Bir dakika geçti, bir tane daha. Will şimdi neredeydi?Çalışma odasının penceresinden içeriyi görmeye çalıştıama pencere sadece üstünü sarmaşıkların kapladığı ka-ranlık, tirizli bir kareydi. Sir Charles daha o sabah içeri-de, cumbada oturmuş, bacak bacak üstüne atıp pantalo-nundaki kırışıkları düzeltmişti. Dolap pencereye göreneredeydi? Will evde olabilecek herhangi birini rahatsızetmeden içeri girebilecek miydi? Lyra kendi kalbininçarptığını duyuyordu. Derken Pantalaimon hafif bir ses çıkardı ve aynı an-da Lyra'nın soluna düşen evin solundan farklı bir ses gel-di. Ön tarafı göremiyordu ama ağaçları tarayan bir ışık253

görebiliyordu, boğuk bir çatırtı: lastiklerin çakıllar üzerindeki sesi diye düşündü. Arabanın motor sesini hirduymamıştı. Pantalaimon'a baktı, ileriye doğru sessizce kaymayabaşlamıştı bile, gidebildiği kadar ondan uzağa. Cini ka-ranlıkta döndü ve aniden gelip yumruğuna kondu. "Sir Charles geri geliyor," diye fısıldadı. "Yanında dabiri var." Yeniden uzaklaştı, bu sefer Lyra da büyük bir dikkat-le yumuşak toprak üzerinde parmaklarının ucunda yürü-yerek, çalılıkların arkasında çömelerek, onu izledi; so-nunda bir defnenin yaprakları arasına bakmak için elle-riyle dizleri üzerinde yürüdü. Rolls-Royce evin önünde duruyordu, şoför kapıyı aç-mak için yolcu koltuğu tarafına gidiyordu. Sir Charlesdurmuş bekliyor, gülümsüyor, kolunu arabadan inen ka-dına uzatıyordu ve o ortaya çıkınca Lyra kalbinde birdarbe hissetti, Bolvangar'dan kaçtığından bu yana aldığıen büyük darbe, çünkü Sir Charles'ın konuğu annesiMrs. Coulter'di. Wili Cittâgazze'de dikkatle yürüdü, adımlarını saydı,zihninde mümkün olduğunca açık bir şekilde çalışmaodasının nerede olduğunun anısını tutuyor ve yakında-ki, heykelli ve fıskiyeli, geometrik şekillerle düzenlenmişkireç beyazı, sütunlu villaya göre yerini saptamaya çalı-şıyordu. Ay ışığının yıkadığı park alanında ne kadar254

peydanda olduğunun da farkındaydı. Önce bakmak için küçük bir pencere kesti, eli kadar.Öbür tarafta karanlıktan başka bir şey yoktu: nerede ol-duğunu göremiyordu. Onu kapadı, doksan derece dön-dü, bir tane daha açtı. Bu sefer kumaşı önünde buldu -ağır yeşil kadife: çalışma odasının perdeleri. Ama vitrin-li dolaba göre neredeydiler acaba? Onu da kapatmak,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dönüp tekrar denemek zorunda kaldı. Zaman geçiyordu. Üçüncüsünde kendini, holün açık kapısından gelenloş ışıkta çalışma odasının tümünü görür buldu. İşte ma-sa, kanepe, vitrinli dolap! Pirinç bir misroskobun kenarıboyunca soluk bir ışıltı görebiliyordu. Odada kimse yok-tu, ev de sessizdi. Bundan iyisi can sağlığı. Mesafeyi dikkatle tahmin etti, pencereyi kapadı, dörtadım ilerledi ve bıçağı yeniden kaldırdı. Eğer doğru tah-min ettiyse, tam da uzanıp vitrinli dolabın camını kese-cek, aletiyometreyi alacak ve pencereyi arkasından ka-patacak noktada olacaktı. Doğru yükseklikte bir pencere kesti. Vitrinli dolabıncamı, bir elin eni mesafesinde önündeydi. Yüzünü yakı-na getirip, yukarıdan aşağı tek tek bütün raflara baktı.Aletiyometre orada değildi. Will önce yanlış vitrinli dolaba geldiğini düşündü.Odada dolaplardan dört tane vardı. O sabah saymış venerede olduklarını ezberlemişti - koyu renk tahtadan ya-pılmış, önleri ve yanları cam, kadife kaplı rafları olan,porselen ya da fildişi ya da altından değerli nesneleri teş-255

hir için yüksek kare dolaplar. Sadece yanlış dolabınönünde bir pencere açmış olabilir miydi? Ama üst raftapirinç halkalı o kocaman alet duruyordu: sabah gözün-den kaçmasın diye ona büyük bir dikkatle bakmıştı. Veortadaki rafta, Sir Charles'ın aletiyometreyi koyduğu yer-de bir boşluk vardı. Bu doğru vitrinli dolaptı, ama aleti»yometre orada değildi.Will bir an geri çekildi ve derin bir nefes aldı. Doğru dürüst öbür tarafa geçip etrafa bakması gere-kiyordu. Orada burada rastgele pencereler açmak bütüngece sürebilirdi. Vitrinli dolabın önündeki pencereyi ka-padı, odanın geri kalanına bakmak için başka bir pence-re açtı, iyice hesapladıktan sonra da onu kapadı ve ka-nepenin arkasında gerekirse acele içinde bile rahatlıklageçebileceği daha büyük bir pencere açtı. Eli artık fena halde zonkluyordu, sargı da çözülmüş-tü. Onu becerebildiğince sardı, ucunu içeri soktu, sonrada Sir Charles'ın evine tamamen girerek deri kanepeninarkasına çömeldi, bıçak sağ elinde, dikkatle dinledi. Hiçbir şey duymayınca yavaşça ayağa kalktı ve oda-ya bakındı. Hole giden kapı yarı açıktı ve içeri giren ışıkda görmeye pek yetmiyordu. Camlı vitrinler, kitap rafla-rı, resimler hepsi oradaydı, o sabah olduğu gibi, bozul-mamış. Adımını suskun halıya attı ve sırayla bütün vitrinli do-laplara baktı. Orada yoktu. Çalışma masasının üstünde,tertiplice üstüste yığılmış kitaplar ve kağıtlar arasında;256

örnine rafının üstünde, şu açılışın, bu resepsiyonun da-vetiyeleri arasında; yastıklı cumbada ya da kapının arka-sındaki sekizgen masada da yoktu. Çekmecelere bakma niyetiyle tekrar çalışma masasınadöndü, ama ağır bir başarısızlık beklentisi içindeydi; vebunu yaparken, lastiklerin çakıllar üzerindeki hafif gıcır-tısını duydu. O kadar sessizdi ki acaba hayal mi ediyo-rum diye düşündü, gene de olduğu yerde durup kulak-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

larını dikti. Ses durdu.Sonra ön kapının açıldığını duydu. Hemen tekrar kanepeye gidip arkasında, ayın gümüş-lediği Cittâgazze çimenlerine açılan pencerenin yanmaçömeldi. Ve henüz oraya gitmişti ki öteki dünyada, usul-ca çimenlerin üzerinden geçen ayak sesleri duydu, ora-ya bakınca Lyra'nın koşarak ona geldiğini gördü. Ancakel sallayıp parmağını dudaklarına koyacak vakit bulmuş-tu ki kız, onun da Sir Charles'ın döndüğünün farkındaolduğunu anlayıp, yavaşladı. "Alamadım," diye fısıldadı oğlan, o yanına gelince."Orada değildi. Herhalde yanındadır. Dinleyeceğim vebakacağım, geri koyacak mı. Burada kal." "Hayır! Daha da beter!" dedi kız, adeta gerçek bir pa-niğe kapılmıştı. "O yanında - Mrs. Coulter - annem! Bu-raya nasıl geldi, bilmiyorum, ama eğer beni görürse öl-düm demektir, Will, kayboldum demektir - üstelik, şim-di adamın kim olduğunu da biliyorum! Onu daha öncenerede gördüğümü hatırladım! Will, onun adı Lord Bo-257

real! Onu Mrs. Coulter'ın kokteylinde gördüm, kaçtığ.zaman! Ve benim kim olduğumu biliyordu mutlaka hşından beri...""Hişşt. Eğer gürültü edeceksen burada durma." Kız kendine hakim oldu, güçlükle yutkundu ve başı-nı iki yana salladı. "Özür dilerim. Seninle kalmak istiyorum," diye fısılda-dı. "Ne dediklerini duymak istiyorum.""Sus bakalım..." Çünkü holden gelen sesler duyabiliyordu. İkisi, Willkendi dünyasında, Lyra da Cittâgazze'de birbirlerine do-kunacak kadar yakın duruyorlardı, Lyra onun çözülmüşsargısını görünce koluna vurdu ve eliyle yeniden sarmaişareti yaptı. Will, o sarabilsin diye elini uzattı, aynı za-manda çömelmiş, başını yana eğmiş, dikkatle dinliyordu. Odada ışık yandı. Sir Charles'ın hizmetkarla konuşuponu yolladığını, çalışma odasına girip kapıyı kapattığınıduydu."Sana bir kadeh Tokay sunabilir miyim?" diye sordu. Bir kadının alçak ve tatlı sesi cevap verdi. "Ne kadarnaziksin, Carlo. Yıllardır Tokay tatmadım.""Şöminenin yanındaki koltuğa otur. Boşaltılan şarabın hafif luk luku duyuldu, sürahinincam kenardaki şıngırtısı, bir teşekkür mırıldanması, son-ra Sir Charles da kanepeye, Will'in birkaç santim ötesineoturdu."Sağlığına, Marisa," dedi, içkisini yudumlayarak. "Şim-258

jj bana ne istediğini anlatırsın herhalde.""Aletiyometreyi nereden aldığını bilmek istiyorum.""Niye?""Çünkü Lyra'daydı, ben de onu bulmak istiyorum.""Niye istediğini hiç aklım almıyor. İğrenç bir velet.""Sana onun kızım olduğunu hatırlatırım.""Öyleyse daha da iğrenç, çünkü senin cazip etkinekasıtlı olarak direnmiş olmalı. Kimse bunu tesadüfen ya-pamaz."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Nerede?" "Söyleceğim sana, söz veriyorum. Ama önce sen söy-lemelisin." "Söyleyebilirsem," dedi kadın, Will'in uyarı olabilece-ğini düşündüğü farklı bir tonda. Sesi sarhoş edici, yatış-tırıcı, tatlı, müzikal ve gençti. Neye benzediğini görmeyeiçi gidiyordu, çünkü Lyra onu hiç tarif etmemişti ve busese ait olan yüz, fevkalade olmalıydı. "Neyi bilmek isti-yorsun?""Asriel ne işler çeviriyor?" Bunun üzerine bir sessizlik oldu, sanki kadın ne söy-leyeceğini hesaplıyormuş gibi. Will pencereden Lyra'yabaktı ve onun yüzünü gördü, ayın ışığı vurmuş, gözlerikorkuyla faltaşı gibi açılmıştı, sessiz kalmak için dudak-larını ısırıyordu ve Will gibi, tamamen kulak kesilmişti. Sonunda Mrs. Coulter, "Pekala," dedi, "sana söyleye-ceğim. Lord Asriel, çağlarca önce göklerde yaşanan sa-vaşı tamamlama amacıyla bir ordu topluyor."259

"Ne kadar Ortaçağ usûlü. Ancak, pek modern güçle-ri varmışa benziyor. Manyetik kutba ne yaptı?" "Bizim dünyamızla başkaları arasında engeli uçurunaçmanın bir yolunu buldu. Bunun sonucunda yeryüzü-nün manyetik alanında büyük karışıklıklar oldu ki, budünyada da yankılanıyor olmalı... Ama sen bunu nere-den biliyorsun? Carlo, sanırım senin de benim bazı som-larıma cevap vermen gerekecek. Nedir bu dünya? Ve be-ni buraya nasıl getirdin?" "Milyonlarca dünyadan bin. Aralarında kapılar var,ama kolayca bulunmuyorlar. Ben bir düzine kadar bili-yorum, ancak açıldıkları yer kaydı, bu da Asriel'in yaptı-ğından dolayı olmalı. Sanıyorum şimdi bu dünyadandoğrudan doğruya kendi dünyamıza, hattâ belki birçokbaşkasına geçebiliriz. Bugün geçişten baktığım zaman,bizim dünyamıza açıldığını görüp, üstelik de yakınımdaseni bulunca ne kadar şaşırdığımı tahmin edebilirsin.Takdir-i ilahi, azizem! Bu değişiklik, Cittâgazze'den geç-meksizin seni buraya getirebileceğim anlamına geldi.""Cittâgazze mi? O da ne?" "Daha önceden bütün kapılar tek bir dünyaya açılı-yordu, bir tür kavşağa. Cittâgazze'nin dünyasına. Ama şuan oraya gitmek çok tehlikeli.""Niye tehlikeliymiş?""Yetişkinler için tehlikeli. Çocuklar rahatça gidebilir." "Ne? Bunu bilmem gerek, Carlo," dedi kadın ve Willonun tutkulu sabırsızlığını duyabildi. "Her şeyin kalbin-260

de bu, çocuklar ile yetişkinler arasındaki bu farklılık!foz'un bütün esrarını içeriyor! İşte çocuğu bunun içinbulmalıyım. Ve cadıların ona taktığı bir ad var - az dahaöğreniyordum, ramak kalmıştı, bir cadıdan, şahsen, amaçok çabuk öldü. Çocuğu mutlaka bulmalıyım. Cevap on-da, bir şekilde, ve bu cevabı mutlaka almalıyım." "Alacaksın zaten. Bu alet onu bana getirecek - hiçkorkma. Ve o bir kez bana istediğimi verince, sen deonu alabilirsin. Ama bana tuhaf korumalarından söz et,Marisa. Hiç böyle asker görmemiştim. Ne onlar?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Adamlar işte, hepsi bu. Ama... tefrik işleminden geç-tiler. Cinleri yok, onun için de korkuları, hayal güçleri veözgür iradeleri yok ve parçalanana kadar savaşırlar." "Cinleri yok demek.. Eh, bu çok ilginç. Acaba küçükbir deney önerebilir miyim, eğer içlerinden birini gözdençıkarırsan? Heyulalar onlarla ilgilenir mi, görmek istiyo-rum.""Heyula mı? O da ne?" "Daha sonra açıklarım, canım. Büyüklerin bu dünya-ya gidememesinin nedeni onlar. Ama eğer senin koru-malarınla da çocuklar gibi ilgilenmezlerse, Cittâgazze'denihayet yolculuk yapabiliriz belki. Toz - çocuklar - He-yulalar - cinler - tefrik... Evet, gayet işleyebilir. Biraz da-ha şarap al." "Her şeyi bilmek istiyorum," dedi kadın, boşaltılan şa-rabın sesinin fonunda. "Anlatacaksın bana. Şimdi söyle:Bu dünyada ne yapıyorsun? Biz seni Brezilya ya da Batı261

Hint Adaları civarında sanırken, geldiğin yer burası mlvdi?" "Buranın yolunu bulalı çok oldu," dedi Sir Charles"Açıklanmayacak kadar iyi bir sırdı, Marisa, sana bileGördüğün gibi kendime büyük konfor sağladım. EvdeDevlet Konseyi'nin bir parçası olmam, burada iktidarınnerede olduğunu görmemi kolaylaştırdı. "Aslında, casus oldum, ama efendilerime asla bildik-lerimin hepsini söylemedim. Bu dünyadaki güvenlik ser-visleri yıllardır kafalarını Sovyetler BirÜği'ne takmıştı -biz onlara Muscovy diyoruz. Ve o tehdit artık azalmış ol-sa da, halen o tarafa yönlendirilmiş dinleme istasyonlarıve makineler var, ve hâlâ casusları idare edenlerle temashalindeyim." Mrs. Coulter Tokay'mı yudumladı. Pırıl pırıl gözleri,hiç kırpmadan adammkilere dikilmişti. "Ve dünyanın manyetik alanında büyük bir düzensiz-lik olduğunu duydum," diye devam etti Sir Charles. "Gü-venlik servisleri alarma geçmiş durumda. Temel fizik da-lında - bizim deneysel tanrıbilimimiz - araştırma yapanher ulus, bilginlerin neler olduğunu acilen keşfetmesinibekliyor. Çünkü bir şeyler olduğunu biliyorlar. Ve bu-nun başka dünyalarla ilgisi olduğundan şüpheleniyorlar. "Aslında bu konuda çok az kanıtları var. Toz konu-sunda bazı araştırmalar sürdürülüyor. Ah, evet, buradada biliyorlar onu. Tam da bu şehirde bir ekip onun üze-rinde çalışıyor. Başka bir şey daha: On-on iki yıl önce262

ortadan yok olmuş bir de adam var ve güvenlik servis-leri onun, fena halde ihtiyaç duydukları bir bilgiye sahipolduğunu düşünüyor - yani, dünyalar arasındaki bir ge-çişin yeri, bugün daha önce senin geçip geldiğin gibi.Adamın bulduğu, onların bildiği tek geçiş: takdir edersinki, onlara bildiklerimi söylemedim. Bu yeni karışıklıkbaşladığında, hepsi bu adamı aramaya koyuldu. "Ve doğaldır ki, Marisa, ben de merak ediyorum. Vebilgimi artırmaya hevesliyim." Will donmuş halde oturdu, kalbi öyle bir çarpıyorduki, büyüklerin duyacağından kırkuyordu. Sir Charles,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

onun babasından söz ediyordu. Ama bütün bu zaman zarfında, odada, Sir Charles ilekadının seslerinden başka bir şeyin de var olduğununfarkındaydı. Döşemede, ya da kanepenin ucunun ötesin-de ve sekizgen küçük masanın bacaklarının arkasındakibölümünde bir gölge hareket ediyordu. Oysa Sir Charlesda, kadın da kıpırdamıyorlardı. Gölge, seri, ok gibi, amasinsi bir yürüyüşle hareket ediyordu, Will'i müthiş dere-cede tedirgin etmişti. Odadaki tek ışık, şöminenin yanın-daki standart lambaydı, böylece gölge açık ve kesin birhal alıyordu, ama Will'in ne olduğunu anlayacağı kadarsabit durmuyordu hiç. Sonra iki şey birden oldu. Önce, Sir Charles aletiyo-metrenin lafını etti. "Örneğin," dedi, söylediklerine devam ederek. "Bualeti çok merak ediyorum. Sen bana nasıl çalıştığını söy-263

lesen diyorum." Ve aletiyometreyi, kanepenin ucundaki sekizgen ma-sanın üstüne koydu. Will onu net bir şekilde görebiliyordu; neredeyse yetişecekti. İkinci olarak da, gölge hareketsizleşti. Onun kaynağıolan yaratık, Mrs. Coulter'ın koltuğunun arkasına tüne-miş olsa gerekti, çünkü onun üzerinden geçen ışık göl-geyi açıkça duvara vurdu. Ve durduğu anda da, Will bu-nun kadının cini olduğunu anladı: başını bir oraya birburaya çevirerek bir şey arayan çömelmiş bir maymun. Will, Lyra'nın maymunu görünce aldığı soluktan,onun da gördüğünü anladı. Sessizce geri döndü ve fısıl-dadı: "Diğer pencereye dön ve bu bahçeye geç. Birkaçtaş bulup çalışma odasının camına at ki bir an başlarınıçevirsinler, ben de aletiyometreyi alabileyim. Sonra diğerpencereye koşup orada beni bekle." Lyra başıyla onayladı, sonra döndü ve çimenlerinüzerinden sessizce koştu. Will'i de geri döndü. Kadın, "...Jordan Koleji Başkanı budala bir ihtiyar," di-yordu. "Bunu Lyra'ya niye verdiğini hayal bile edemiyo-rum; bir anlam çıkarabilmek için yıllarca yoğun bir çalış-ma yürütmek gerek. Ve şimdi senin de bana biraz bilgiborcun var, Carlo. Onu nasıl buldun? Ve çocuk nerede?" "Şehirde bir müzede aleti kullanırken gördüm çocu-ğu. Tanıdım tabii, uzun zaman önce senin kokteyl par-tinde görmüştüm ve bir geçiş bulmuş olması gerektiğinifark ettim. Sonra da bu aleti kendi amacım için kullana-264

bileceğimi fark ettim. İkinci sefer ona rastlayınca, aletiçaldım.""Çok açık sözlüsün.""Mahcubiyete gerek yok; ikimiz de yetişkiniz." "Peki, şimdi nerede? Kayıp olduğunu görünce neyaptı?""Beni görmeye geldi ki, sanırım cesaret ister." "Cesaret eksikliği çekmez. Peki, onunla ne yapacak-sın? Bu amacın neymiş?" "Ona, eğer bana bir şey getirirse aleti geri alabilece-ğini söyledim - bizzat alamadığım bir şey.""O neymiş?"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Bilmiyorum, sen -"Tam o anda ilk taş çalışma odasının camına vurdu. Cam, tatmin edici bir şangırtıyla aşağı indi, yetişkinlersoluklarını tutarken maymun ânında koltuğun arkasın-dan sıçradı. Bir şangırtı, sonra bir tane daha duyuldu veWill, Sir Charles ayağa kalkarken kanepenin kıpırdadığı-nı hissetti. Will öne eğilip, aletiyometreyi sehpadan kaptı, cebi-ne attı ve koşup son hızla pencereden geçti. Cittâgaz-ze'deki çimenlerin üzerine basar basmaz, zihnini sakin-leştirip ağır ağır nefes olarak, havada o yakalanması güçkenarları aradı, birazcık ötesinde müthiş bir korkununvar olduğunun hep bilincindeydi. Sonra bir feryat duyuldu, insan sesi değil, hayvan se-si de değil, ikisinden de beterdi ve bunun iğrenç may-265

muna ait olduğunu anladı. O âna kadar pencerenin çoğunu kapatmıştı, ama göğsü hizasında hâlâ küçük biraralık vardı. Sonra geri sıçradı, çünkü aralıktan siyah tır-naklı küçük tüylü bir altın el, sonra da bir yüz göründü- kabuslara has bir yüz. Altın maymun dişlerini ortaya çı-karmıştı, gözlerinden ateşler saçıyordu ve ondan öylesi-ne damıtılmış bir kötülük süzülüyordu ki Will bunu birmızrakmışcasına hissetti. Bir saniye daha olsa, aradan geçerdi ve bu her şeyinsonu olurdu. Ancak Will halen bıçağı elinde tutuyordu,hemen kaldırdı ve sola, sağa, maymunun yüzüne savur-du - ya da, tam vaktinde geri çekilmiş olmasa eğer, may-munun yüzünün olacağı yere. Bu da ona, pencereninkenarlarını kavrayıp bastırarak kapatmak için ihtiyacıolan zamanı verdi. Kendi dünyası ortadan kaybolmuştu, Cittâzze'demehtaplı park arazisinde tek başınaydı, soluk soluğaydı,titriyordu ve fena halde korkmuştu. Ama şimdi de Lyra'yı kurtarmak gerekiyordu. İlk pen-cereye, çalılıkta açtığına koştu, diğer tarafa baktı. Defneve çoban püskülünün karanlık yapraklan manzarayı ka-patıyordu ama o uzandı, camı kırılmış çalışma odası ayışığında açık seçik duran evi rahatça görmek için onlarıyana itti. Gözlerken, maymunun evin köşesi yanından zıplaya-rak geldiğini, kedi hızıyla çimenlerde seğirttiğini gördü,sonra da Sir Charles'ı ve hemen arkasından gelen kadı-266

nl Sir Charles'ın elinde bir piştov vardı. Kadının kendisigüzeldi - Will bir şokla bunu fark etti - ay ışığında çokhoştu, pırıl pırıl siyah gözleri büyülenmişcesine koca-dan kocaman açılmıştı, narin bedeni ince ve zarifti; amao parmaklarını şaklatınca maymun hemen durdu, kolla-rına atladı ve Will, tatlı yüzlü kadınla şeytani maymununtek bir varlık olduğunu anladı.İyi ama, Lyra neredeydi? Büyükler etrafa bakmıyordu, sonra kadın maymunuyere koydu ve maymun sanki koku izi sürermiş ya daayak izi ararmış gibi çimenlerde bir oraya bir buraya git-meye koyuldu. Etrafa sessizlik hakimdi. Eğer Lyra zaten

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

çalılıktaysa, gürültü etmeden hareket edemezdi, bu daonu hemen ele verirdi. Sir Charles hafif bir tıkırtıyla piştovunda bir şeyi ayar-ladı: emniyet mandalı. Çalılıklara bir göz attı, sanki dos-doğru Will'e baktı, sonra da bakışları ondan uzaklaştı. Sonra her iki büyük de sollarına baktı, çünkü may-mun bir şey duymuştu. Ve göz açıp kapayıncaya kadarLyra'nın olması gereken yere fırladı, bir an sonra onubulacaktı ki - O ânda tekir kedi çalılıklardan çimene fırladı ve tısla-dı. Maymun duydu ve şaşkınlıkla olmuş gibi havadadöndü, ama Will kadar şaşırmış olamazdı. Maymun pen-çelerinin üstüne düştü, yüzü kediye dönüktü, kedi sırtı-nı kamburlaştırdı, kuyruğunu dimdik havaya kaldırdı ve267

tıslayarak, kavgaya çağırarak, tükürerek yan yan durdu Ve maymun onun üzerine atladı. Kedi şaha kalktı, iğ.ne gibi pençeleriyle gözle görülemeyecek bir hızla sa5asola kırbaç gibi vurdu, derken Lyra Will'in yanındaydıyanında Pantalaimon'la pencereden yuvarlanmıştı. Vekedi çığlık attı, maymun da, kedinin pençeleri yüzünütararken çığlık attı; sonra maymun döndü ve Mrs. Coul-ter'ın kollarına atladı, kedi de kendi dünyasındaki çalıla-ra hızla kaçıp gözden kayboldu. Will ile Lyra pencereden geçmişlerdi. Will bir kez da-ha havadaki neredeyse tutulmaz haldeki kenarları hisset-ti, çabucak onları bastırıp yapıştırdı, gittikçe küçülen ara-lıktan dalcıklar ile çıtırdayan dallar arasında ayak seslerigelirken, pencereyi boylu boyunca kapadı - Derken, Will'in eli kadar bir delik kaldı, sonra o dakapandı, ve bütün dünya suskun bir hal aldı. Çiğlerle be-zeli çimenlerde dizlerinin üstüne çöküp el yordamıylaaletiyometreyi aradı."İşte," dedi Lyra'ya. Lyra aldı. Will titreyen elleriyle bıçağı kılıfına koydu.Sonra kolları bacakları tir tir titreyerek yere yattı, gözle-rini yumdu ve gümüşi ay ışığının onu sarmalayıp yıkadı-ğını hissetti. Lyra'nın sargısını çözüp nazik, yumuşak ha-reketlerle yeniden sarmasını da. "Ah, Will," dediğini duydu. "Yaptıkların için teşekkürederim, hepsi için...""Umarım kedi iyidir," diye mırıldandı Will. "Benim268

jvioxie'me benziyor. Herhalde artık eve gitmiştir. Geneİçendi dünyasında. Artık iyi olur." "Biliyor musun ne düşündüm? Bir an onun senin ci-nin olduğunu sandım. İyi bir cinin yapacağını yapmıştıçünkü. Biz onu kurtardık, o da bizi kurtardı. Gel hadi,Will, çimenlerde yatma, ıslaklar. Gelip doğru dürüst biryatakta yatmalısın, yoksa üşütürsün. Oradaki büyük evegideriz. Yatak, yiyecek falan vardır mutlaka. Gel hadi,sargını değiştiririm, kahve pişririm, omlet de yaparım, neistersen ve uyuruz... Anlıyorsun ya, şimdi aletiyometregeri döndüğüne göre, emniyette olacağız. Artık babanıbulmaktan başka bir şey yapmayacağız, söz veriyo-rum..."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Onun kalkmasına yardım etti, ayın altındaki beyazbeyaz ışıldayan büyük eve gitmek için bahçede ağır ağıryürüdüler.269

10Şaman Lee Scoresby, Yenisey Nehri'nin ağzındaki limandatekneden indi ve burayı kaos içinde buldu: balıkçılarkonserve fabrikalarına yakaladıkları az miktarda, cinsibilinmez balıkları satmaya çalışıyordu; tekne sahipleri,yetkililerin su baskınlarıyla başa çıkmak için yükselttiğiliman masrafları yüzünden kızgındı; ve avcılarla kürk av-cıları da hızla eriyen ormanlar ve hayvanların düzensizdavranışları yüzünden çalışmaz olmuş, kasabaya akmış-lardı. Yol boyunca iç taraflara gitmesi zor olacaktı, burasıkesindi; çünkü normal günlerde yol sadece temizlenmişbir donmuş toprak patikadan ibaretti, şimdi ise kutupbölgelerine mahsus donmuş toprak bile eridiği için, yü-zey köpürmüş bir çamur bataklığıydı. Lee de balonu ile donanımını depoladı, gittikçe mik-tarı azalan altınıyla gaz motorlu bir tekne kiraladı. Birkaçdepo yakıt ile biraz levazım da alıp, kabarmış nehirdenyukarı doğru yola koyuldu.270

Önceleri ağır ağır ilerledi. Tek sorun akıntının hızlı ol-ması değildi, suyun kendisi de her tür döküntüyle doluy-du: ağaç kütükleri, çalı çırpı, boğulmuş hayvanlar, hattâbir keresinde bir adamın şişmiş cesedi bile. Teknesinidikkatle kullanması ve ilerlemek için küçük motorunutam yol çalışır halde tutması gerekiyordu. Grumman'ın kabilesinin köyüne yönelmişti. Ona reh-berlik eden, sadece yıllar önce bu toprakların üstündenuçmuş olmanın anısıydı, ama güçlü bir anıydı ve sütlükahverengi sellerin altında kıyıların bazısı gözden kay-bolmuş olsa da, hızla akan ırmaklarda doğru güzergahıbulmakta pek az zorluk çekti. Isı, böcekleri rahatsız et-mişti bir tatarcık bulutu, her şeyin dış hatlarını sisli halegetiriyordu. Lee yüzü ve ellerini tatula merhemine bula-dı, arka arkaya keskin kokulu purolar da içerek en be-terini uzakta tuttu. Hester'e gelince, uzun kulakları sıska sırtına yapışmış,gözleri kısılmış, sessiz sessiz teknenin pruvasında oturu-yordu. Lee onun sessizliğine alışkındı, Hester de onun-kine. Gerek duydukları zaman konuşurlardı. Üçüncü günün sabahında Lee küçük tekneyi ana ne-hirle birleşen bir dereden yukarı çıkardı, nehir kar altınagömülü olması gereken ama şimdi yama yama kahve-rengiye boyanmış olan bir dizi alçak tepeden aşağı akı-yordu. Çok geçmeden nehir alçak boylu çamlar ve ladinağaçları arasından akmaya başladı, birkaç kilometre son-ra da bir ev yüksekliğinde büyük, yuvarlak bir kayaya271

geldiler. Lee tekneyi kıyıya çekip bağladı. "Buralarda bir iskele olmalı," dedi Hester'e. "Bize ondan söz eden, Nova Zembla'daki ihtiyar fok avcısını ha-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

tırlıyor musun? Şimdi iki metre altında olmalı." Hester, kıyıya atlayarak, "Öyleyse umarım köyü yük-seklere yapacak kadar akıllı davranmışlardır," dedi. En fazla yarım saat geçmişti ki, Lee Scoresby çantası-nı köy muhtarının ahşap evinin yanında yere bıraktı vetoplanan küçük kalabalığı selamlamak için döndü. Kuze-yin evrensel dostluk işaretine başvurarak, tüfeğini ayak-larının dibine bıraktı. Gözleri, çevrelerindeki kırışıkların içinde neredeysekaybolmuş yaşlı bir Sibirya Tatarı, yayını yere, onun ya-nına bıraktı. Kutup porsuğu cini, Hester'e burnunu kırış-tırdı, Hester de cevaben bir kulağını kıpırdattı, sonramuhtar konuştu. Lee cevap verdi ve konuşabilecekleri bir dil bulma-dan önce altı dilde dolaştılar. "Size ve kabilenize saygılarımı sunarım," dedi Lee."Biraz şifalı otum var, size layık değil ama, sunmaktanonur duyarım." Muhtar takdirle başını öne eğdi ve eşlerinden biri,Lee'nin çantasından çıkardığı çıkını aldı. "Grumman diye birini arıyorum," dedi Lee. "Duydumki, onu hısım olarak kabul etmişsiniz. Başka bir isimedinmiş olabilir ama adam Avrupalı.""Ah," dedi muhtar, "sizi bekliyorduk."272

Evlerin ortasındaki çamurlu toprakta, ince buhar sa-lan güneş ışığında toplanmış olan geri kalan köylüler,kelimeleri anlayamadı, ama muhtarın memnuniyetinigördüler. Lee, Hester'in memnuniyet ve rahatlama diyedüşündüğünü hissetti.Muhtar başını birkaç kez salladı. "Sizi bekliyorduk," dedi gene. "Dr. Grumman'ı ötekidünyaya götürmeye geldiniz." Lee'nin kaşları kalktı ama sadece, "Nasıl diyorsanızöyledir, efendim," dedi. "Kendisi burada mı?""Arkamdan gelin," dedi muhtar. Öteki köylüler saygıyla yana çekildi. Hester'in içindengeçeceği pis çamurdan hiç hazetmediğini anlayan Lee,onu kollarına aldı, çantasını sırtına attı, köyden on yayatışı uzaklıkta, kara çamların içindeki bir açıklıkta bulu-nan bir kulübeye, ormandaki bir patikadan geçerek gi-den muhtarı izledi. Muhtar, ahşap çerçeveli, deri kaplı kulübenin dışındadurdu. Ev, erkek domuz dişleri ve çatal mus boynuzlarıile süslenmişti, ama bunlar sadece av andaçları değildi,çünkü kurutulmuş çiçeklerle ve özenle örülmüş çam dal-larıyla birlikte asılmışlardı, sanki törensel bir amaçlarıvarmış gibi. Muhtar usulca, "Onunla saygılı konuşmalısınız," dedi."O bir şaman. Ve kalbi hasta." Lee birden sırtının ürperdiğini hissetti, Hester de kol-larında katılaşıp kaldı çünkü başından beri gözlendikle-273

rini anladılar. Kuru çiçekler ile çam dallarının arasınd

parlak sarı bir göz dışarı bakıyordu. Bu bir cindi ve Tbakarken, dişi cin başını çevirip güçlü gagasına bir çam

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dalı aldı, perdeymiş gibi boydan boya çekti. Muhtar kendi dilinde konuştu, adama ihtiyar fok av-cısının Lee'ye söylediği isimle hitap etti: Jopari. Bir ansonra kapı açıldı. Kapıda sıska, gözleri alev alev yanan, derilerle kürk-lere bürünmüş bir adam duruyordu. Siyah saçlarına akdüşmüştü, çenesi kuvvetle ileri çıkmıştı, balıkkartalı cinide gözlerinden ateş saçarak yumruğunda oturuyordu. Muhtar üç kez eğildi ve çekildi, Lee'yi bulmaya geldi-ği şaman-akademisyen ile yalnız bıraktı. "Dr. Grumman," dedi. "Benim adım Lee Scoresby. Te-xas ülkesindenim, mesleğim aeronotluk. Eğer oturup bi-raz konuşmama izin verirseniz, size beni buraya neyingetirdiğini anlatacağım. Yanılmıyorum, değil mi? Siz Ber-lin Akademisi'nden Dr. Stanislaus Grumman'sınız?" "Evet," dedi şaman. "Ve siz de, dediğinize göre, Te-xas'dansınız. Rüzgarlar sizi anavatanınızdan çok uzakla-ra üfürmüş, Mr. Scoresby." "Eh, şu sıralarda dünyada tuhaf rüzgarlar esiyor, efen-dim." "Gerçekten öyle. Güneş sıcak, sanırım. Kulübeminiçinde bir sıra bulacaKsmız. Dışarı çıkarmama yardımederseniz, bu elverişli ışıkta dışarıda oturup konuşabili-riz. Biraz kahvem de vaı paylaşmak isterseniz."274

"Çok naziksiniz, efendim," dedi Lee ve Grummanocağa gidip kızgın sıvıyı iki teneke fincana boşaltırken,tahta sırayı kendi taşıdı. Aksanı Lee'nin kulaklarına Al-man gibi değil İngiliz gibi, İngiltere'denmiş gibi geliyor-du. Rasathane Müdürü haklıydı. Oturduklarında, Hester, gözleri kısılmış ve kayıtsız birhalde Lee'nin yanında oturup büyük balıkkartalı cin degözlerinden ateşler saçarak dosdoğru güneşe bakarken,Lee konuşmaya başladı. Trollesund'da çinganların lorduJohn Faa ile karşılaşması ile başladı, ayı İorek Bynsi-on'un nasıl aralarına katılmasını sağladıklarını ve Bol-vangar'a nasıl giderek Lyra ile diğer çocukları kurtardık-larını anlattı; sonra da hem Lyra, hem de Serafina Pekka-la'dan, Svalbard'a dönerken balonda öğrendiklerindensöz etti. "Anlıyorsunuz ya, Dr. Grumman, küçük kızın tarifedişinden bana sanki Lord Asriel buz içine konmuş bukesik kafayı orada sallamış, ve onları o kadar korkutmuşki yakından bakamamışlar gibi geldi. Hâlâ hayatta olabi-leceğinizden şüphelenmeme bu yol açtı. Ve besbelli,efendim, bu konuda uzmanca bir bilginiz var. Arktik sa-hil şeridi boyunca hep size ilişkin bir şeyler işitiyorum,kafatasmızı nasıl deldirdiğiniz hakkında, incelediğinizkonunun nasıl okyanus yatağını kazmak ile kuzey ışık-larına bakmak arasında değiştiği hakkında, on-on iki yılönce gökten zembille inmiş gibi nasıl beliriverdiğinizhakkında ve bunların hepsi çok ilginç. Ama beni buraya275

çeken bir şey var, Dr. Grumman, basit bir merakın dışın-da. Çocuk hakkında kaygılanıyorum. Onun önemli oldu-ğunu düşünüyorum, cadılar da öyle. Eğer onun hakkın-da ya da neler olup bittiği hakkında bir bildiğiniz varsa

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

bana söylemenizi isterdim. Dediğim gibi, bir şeyler bu-nu yapabileceğinizden emin olmama yol açtı, onun içinburadayım. "Ama yanılmıyorsam, efendim, köyün muhtarının, si-zi bir başka dünyaya götürmek için geldiğimi söylediği-ni duydum. Yanlış mı anlamışım, yoksa söylediği haki-katen bu muydu? Ve bir sorum daha var, efendim: sizene diye hitap etti? Bir tür kabile adı mı, sihirbaz unvanımı?" Grumman şöyle bir gülümsedi ve, "Kullandığı isimbenim kendi adım," dedi, "John Parry. Evet, beni diğerdünyaya götürmeye geldiniz. Ve sizi buraya neyin getir-diğine gelince, sanırım bu olduğunu göreceksiniz." Ve elini açtı. Avucunda Lee'nin gördüğü ama anlaya-madığı bir şey duruyordu. Gümüş ve turkuazdan bir yü-zük gördü, bir Navajo tasarımı; açıkça gördü, ve annesi-nin olduğunu tanıdı. Ağırlığını biliyordu, taşın pürüzsüz-lüğünü ve gümüşçünün metali köşede, taşın çentilmişolduğu yerde nasıl daha sıkıca katladığını biliyordu; çen-tilmiş köşenin nasıl aşınıp pürüzsüzleştiğini de biliyordu,çünkü yıllar yıllar önce, kendi ülkesinin çaylıklarındaparmaklarını üzerinden çok, pek çok kereler geçirmişti.Kendini ayakta buldu. Hester titriyordu, dimdik duru-276

yordu, kulaklar; dikilmişti. Dişi denizkartalı, Lee fark et-meden onunla Grumman arasında girmiş, adamını koru-yordu ama Lee saldırmayacaktı. Kendini perişan hissedi-yordu; yeniden bir çocuk gibi hissediyordu ve "Onu ne-reden buldunuz?" diye sorarken sesi gergin ve titrekti. "Alın onu," dedi Grumman, ya da Parry. "Görevi so-na erdi. Sizi buraya çağırdı. Artık ona ihtiyacım yok." "Ama nasıl -" dedi Lee, aziz nesneyi Grumman'ınavucundan alarak. "Nasıl yaptığınızı bilemiyorum - yani- bunu nasıl elde ettiniz? Ben bunu kırk yıldır görmüyo-rum." "Ben samanım. Anlamadığınız pek çok şey yapabili-

rim. Oturun, Mr. Scoresby. Sakin olun. Bilmeniz gere-kenleri size söyleyeceğim." Lee yeniden oturdu, yüzüğü tutuyor, parmaklarını de-falarca üstünden geçiriyordu. "Eh," dedi, "sarsıldım, efendim. Sanırım bana söyleye-ceklerinizi duymaya ihtiyacım var." "Çok iyi," dedi Grumman. "Başlıyorum. Adım, sizesöylediğim gibi, Parry ve bu dünyada doğmadım. Dün-yalar arasında seyahat eden ilk kişi kesinlikle Lord Asri-el değil, ama yolu böylesine dikkat çekici şekilde ilkaçan o oldu. Ben kendi dünyamda bir askerdim, sonrada kaşif. On iki yıl önce benim dünyamda sizin Bering-land'ınıza denk gelen bir yere giden bir sefer heyetinerefakat ediyordum. Yoldaşlarımın başka niyetleri vardıama ben eski efsanelerden duyduğum bir şeyi arıyor-277

dum: dünyanın kumaşında bir yırtık, bizim evrenimizlebaşka bir evren arasında belirmiş bir delik. Eh, yoldaşla-rımdan bir kısmı kayboldu. Onları ararken, ben ve iki ki-şi daha bu delikten, bu kapıdan, onun farkına bile var-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

madan geçtik ve dünyamızı bütün bütün terk ettik. Ön-ce neler olduğunu kavrayamadık. Bir kasabayı bulanakadar yürüdük ve orada her şey apaçık ortaya çıktı: fark-lı bir dünyadaydık. "Eh, ne kadar uğraştıysak da, o ilk kapıyı bir daha bu-lamadık. Bir tipide oradan geçmiştik. Siz eski bir Arktikkurdusunuz - bunun ne anlama geldiğini bilirsiniz. "Dolayısıyla yeni dünyada kalmak dışında bir seçene-ğimiz yoktu. Ve çok geçmeden buranın ne kadar tehli-keli bir yer olduğunu keşfettik. Buraya musallat olmuştuhaf bir tür gulyabani ya da tayf olduğu anlaşılıyordu,ölümcül ve amansız bir şey. İki yoldaşım çok geçmedenöldü, Heyulalar'a kurban oldular, bu şeylere öyle diyor-lar. "Sonuçta dünyalarının berbat bir dünya olduğuna ka-rar verdim, oradan ayrılmak için sabırsızlanıyordum.Kendi dünyama dönüş ebediyen engellenmişti. Amabaşka dünyalara açılan başka kapılar da vardı ve küçükbir arayışla buna açılanı buldum. "Böylece buraya geldim. Gelir gelmez de bir mucizekeşfettim Mr. Scoresby, çünkü dünyalar birbirinden çokfarklı ve bu dünyada cinimi ilk kez gördüm. Evet, sizindünyanıza girmeden önce Sayan Kötör'ü bilmiyordum.278

Buradaki insanlar cinlerin sadece zihindeki sessiz bir sesolduğu dünyaları kavrayamıyor. Benim de tabiatımın birkısmının dişi, kuş biçimli ve güzel olduğunu öğrenincene kadar şaşırdığımı tahayyül edebiliyor musunuz? "Ve yanımda Sayan Kötör'le kuzey ülkelerinde dolaş-tım, ve Arktik halklarından çok şey öğrendim, aşağıdakiköyde bulunan iyi dostlarım gibi. Bu dünya hakkında.söyledikleri, benim dünyamda edindiğim bilgilerdekiboşlukları doldurdu ve birçok esrarın cevabını hissetme-ye başladım. "Grumman adıyla Berlin'e gittim. Kimseye kökenle-rimden söz etmedim; o benim sırrımdı. Akademi'ye birtez sundum, tartışmada onu savundum, onların yöntemiböyle. Akademisyenlerden daha bilgiliydim, üye olmak-ta hiç güçlük çekmedim. "Böylece yeni kimliğimle bu dünyada çalışmaya baş-layabilirdim ve halimden büyük ölçüde hoşnut kaldım.Kendi dünyamdan bazı şeyleri özlüyordurn elbette. Evlimisiniz, Mr. Scoresby? Hayır mı? Eh, ben evliydim; ve ka-rımı çok severdim, oğlumu sevdiğim gibi, tek çocuğum,ben kendi dünyamdan çıkarken henüz bir yaşında bileolmayan bir oğlancık. Onları müthiş özlüyorum. Amabin yıl arasam dönüş yolunu bulamam. Birbirimizdenebediyyen ayrıldık. "Ancak, işim beni meşgul etti. Başka bilgi biçimleriniaradım; kafatası-kültüne kabul olundum; şaman oldum.Ve bazı yararlı keşiflerde bulundum. Örneğin, kanyosu-279

nundan, taze bitkinin bütün erdemlerini muhafaza edebir merhem yapma yolunu buldum. "Şimdi bu dünya hakkında çok şey biliyorum, JVIr Sco-resby. Örneğin, Toz'u biliyorum. Yüzünüzdeki ifadedensizin de bu terimi duymuş olduğunuzu anlıyorum. İlahi-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yatçılarınızı ölesiye korkutuyor, ama beni korkutanlar daonlar. Lord Asriel'in ne yaptığını biliyorum, niye yaptığı-nı da biliyorum, sizi de buraya bunun için çağırdım. Onayardım edeceğim, anlıyorsunuz ya, çünkü yüklendiğigörev, insan tarihindeki en büyük görev. Otuz beş binyıllık insan tarihinde, Mr Scoresby. "Ben kendim pek fazla bir şeyler yapamam. Kalbimbu dünyadaki herkesin iyileştirme gücü dışında hasta.Belki bir tek büyük çabada bulunmaya halim kalmıştır.Ama Lord Asriel'in bilmesi gereken bir şey biliyorum,eğer bu çabasında başarılı olacaksa bilmeye ihtiyacı olanbir şey. "Anlıyorsunuz ya, Heyulalar'ın insan bilinciyle bes-lendikleri o perili dünya kafama takılmıştı. Ne oldukları-nı, nasıl meydana geldiklerini bilmek istiyordum. Ve birşaman olarak, bedene giremiyorsam eğer, ruhta bir şey-ler keşfedebilirim, trans halinde, o dünyayı araştırarakhayli vakit geçirdim. Anladım ki oradaki filozoflar, yüz-yıllar önce, kendi felaketlerine yol açacak bir alet yarat-mışlar: keskin bıçak dedikleri bir alet. Pek çok gücü var- onu yaptıklarında tahmin ettiklerinden çok, şimdi bilebildiklerinden çok daha fazla - ve bir şekilde, onu kul-280

lannıak suretiyle, Heyulalar'ın kendi dünyalarına girme-sini sağladılar. "Eh, ben keskin bıçağı ve onun neler yapabileceğinibiliyorum. Nerede olduğunu da biliyorum, onu kullan-ması gereken kişinin nasıl tanınacağını da, Lord Asriel'indavası için neler yapması gerektiğini de biliyorum. Uma-rım bu görevi yerine getirebilecek biridir. Ben de sizi bu-raya çağırdım ve siz kuzeye, Asriel'in açtığı dünyayadoğru uçmak üzeresiniz, ki keskin bıçağın taşıyıcısınıorada bulmayı umut ediyorum. "Burası tehlikeli bir dünyadır, haberiniz olsun. Bu He-yulalar sizin ya da benim dünyamızdaki her şeyden ber-bat. Dikkatli ve cesur olmamız gerekecek. Ben geri dön-meyeceğim ve siz de ülkenizi yeniden görmek istiyorsa-nız eğer, bütün cesaretinize, hünerinize ve talihinize ih-tiyacınız olacak. "Göreviniz bu, Mr Scoresby. Beni bunun için arayıpbuldunuz." Ve şaman sustu. Yüzü solgundu, ince bir ter tabaka-sıyla parlıyordu."Bu hayatımda duyduğum en çatlak fikir," dedi Lee. Endişe içinde ayağa kalktı bir-iki adım o yana, bir-ikiadım bu yana attı, Hester ise gözlerini kırpmadan sıra-dan onu gözlüyordu. Grumman'ın gözleri yarı kapalıydı;cini dizine oturmuş, ihtiyatla Lee'yi gözlüyordu. "Para mı istiyorsunuz?" dedi Grumman, kısa bir süresonra. "Altın temin edebilirim. Yapması zor değil."281

"Lanet olsun, buraya altın için gelmedim," dedi Leehiddetle. "Buraya geldim çünkü... Buraya sizin hayattaolup olmadığınızı görmeye geldim, olduğunuzu düşünü-yordum. Eh, bu noktada merakım tatmin oldu sayılır.""Bunu duyduğuma memnun oldum." "Ve bu işin bir başka açısı da var," diye ekledi Lee ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Grumman'a Enara Gölü'ndeki cadı meclisini, cadılarınyeminle aldıkları kararı anlattı. "Anlıyorsunuz ya," diyebitirdi, "Lyra adlı o küçük kız... Eh, en başta cadılara yar-dım etmeye kalkmamın sebebi o. Beni buraya Navajoyüzüğüyle getirdiğinizi söylediniz. Belki böyledir, belkideğildir. Benim bildiğim şu ki, buraya Lyra'ya yardım et-tiğimi düşünerek geldim. Ben hiç öyle çocuk görmedim.Eğer kendi kızım olursa umarım onun yarısı kadar kuv-vetli, cesur ve iyi olur. Şimdi, her neyse, taşıyana koru-ma sağlayan bir nesne hakkında bilginiz olduğunu duy-muştum. Ve sizin söylediklerinizden anladığım kadarıylabu, o keskin bıçak olmalı. "Ve işte sizi öteki dünyaya götürmek için fiyatım bu,Dr Grumman: altın değil ama keskin bıçak ve onu ken-dim için istemiyorum, Lyra için istiyorum. Onu bu nes-nenin koruması altına koyacağınıza yemin etmelisiniz, ozaman sizi nereye isterseniz oraya götürürüm." Şaman dikkatle dinledi ve "Pekala, Mr Scoresby," de-di. "Yeminime itimat ediyor musunuz?""Neye yemin edeceksiniz?""Ne isterseniz."282

Lee düşündü ve dedi ki: "Kimin için cadının aşkınıgeri çevirdinizse onun üzerine yemin edin. Sanırım bil-diğiniz en önemli şey bu." Grumman'ın gözleri büyüdü ve, "Doğru tahmin etti-niz, Mr Scoresby," dedi. "Buna yemin ederim, memnuni-yetle. Size, Lyra Belacqua adlı çocuğun keskin bıçağınkoruması altına girmesini kesinlikle sağlayacağıma sözveriyorum. Ama sizi uyarıyorum: o bıçağın taşıyıcısınında kendi görevi vardır ve onun bu görevi yerine getir-mesi kızı daha da büyük tehlikeye atabilir." Lee ciddi ciddi başını salladı. "Belki de," dedi, "amane kadar küçük olsa da her güven şansından yararlansınistiyorum." "Size söz veriyorum. Ve şimdi yeni dünyaya gitmeli-yim ve siz de beni götürmelisiniz." "Ya rüzgar? Havayı fark etmeyecek kadar hasta ola-mazsınız, değil mi?""Siz rüzgarı bana bırakın." Lee başıyla onayladı. Yeniden sıraya oturdu ve Grum-man ihtiyacı olan birkaç parça şeyi geyik derisinden birtorbaya koyarkan parmaklarını defalarca turkuvaz yüzü-ğün üzerinden geçirdi, sonra da ikisi ormandaki yoldangerisin geri köye indiler. Muhtar hayli uzun konuştu. Gittikçe daha çok köylügelerek Grumman'ın eline dokundular, birkaç laf ettiler,karşılığında da kutsamaya benzer bir şey aldılar. Bu ara-da Lee havayı gözlüyordu. Gök güneyde açıktı ve taze283

kokulu bir meltem henüz küçük dalları kaldırıyor, çatepelerini kıpırdatıyordu. Kuzeyde sis hâlâ ağır nehriüzerine çökmüştü ama günlerdir ilk kez dağılma ihtimali var gibi görünüyordu. İskelenin olduğu kayada Grumman'ın torbasını kaldı-rıp tekneye koydu, küçük motoru doldurdu, motor dahemen fayrap etti. Açıldı, pruvasında bir şamanla tekne

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

akıntıyla birlikte nehirden aşağı hızla gitti, ağaçların al-tında ok gibi fırladı ve ana nehre öyle süratle yalarcası-na geçti ki Lee, filika küpeştesinin hemen içinde çömel-miş olan Hester için korktu; oysa Hester tecrübeli birseyyahtı, bunu bilmesi gerekirdi; niye bu kadar tedirginolmuştu sanki? Nehrin ağzındaki limana vardıklarında her otel, pan-siyon, her özel odaya askerler tarafından el konduğunugördüler. Öyle sıradan askerler de değil: bunlar, dünya-nın en vahşice eğitilmiş ve cömertçe donatılmış ordusuolan, ve Majisteryum'un iktidarını ayakta tutmaya yemin-li İmparatorluk Muscovy Muhafızlarının birlikleriydi, Lee yola çıkmadan önce bir gece dinlenmeyi düşün-müştü, çünkü Grumman buna ihtiyacı varmış gibi görü-nüyordu, ama oda bulma şansı sıfırdı. Kiralık tekneyi iade ederken tekneciye "Neler olu-yor?" diye sordu. "Bilmiyoruz. Alay dün geldi ve her konak yerine, yi-yecek her lokmaya ve kentteki her gemiye el koydu. Bu284

tekneyi de alırlardı, eğer siz almamış olsaydınız.""Nereye gittiklerini biliyor musun?" "Kuzeye," dedi tekneci. "Bir savaş olacak, burası ke-sin, gelmiş geçmiş en büyük savaş.""Kuzeye, o yeni dünyaya mı?" "Doğru. Daha başka birlikler de gelecek; bunlar sade-ce keşif kolu. Bir hafta içinde bir somun ekmek, bir ga-,lon içki kalmaz. Bu tekneyi alarak bana iyilik ettiniz - fi-yatı şimdiden iki katına çıktı bile..." Artık dinlenmenin anlamı yoktu, bir yer bulabilselerbile. Balonu hakkında endişelenen Lee, yanında Grum-man'la birlikte, hemen onu bıraktığı depoya gitti. Adamona ayak uyduruyordu. Hasta görünüyordu ama daya-nıklıydı. Muhafızlar'm, el koymayla görevli bir çavuşuna, kimiyedek motor parçalarını saymakla meşgul depo bekçisi,klipsli yazı tahtasından şöyle bir kafayı kaldırıp baktı. "Balon - çok kötü - dün el kondu," dedi. "Görüyor-sunuz işte. Seçeneğim yok." Hester kulaklarını oynattı ve Lee onun ne demek is-tediğini anladı."Balonu teslim ettiniz mi?" diye sordu."Bugün öğleden sonra alacaklar." "Hayır, almayacaklar," dedi Lee, "çünkü bende Muha-fızlar'ınkine üstün gelen bir yetki var." Ve depo bekçisine, Nova Zembla'da ölü Skraeling'inparmağından aldığı yüzüğü gösterdi. Tezgahta onun ya-285

nmda duran çavuş, Kilise'nin andacını görünce yaptmişi bırakıp selam durdu ama bütün disiplinine rağmenyüzünden bir şaşkınlık ürpermesi geçmesine engel ola-madı. "Bu durumda, balonu hemen alacağız," dedi Lee"doldursun diye birkaç adamı görevlendirebilirsiniz. He-men derken, hemen demek istiyorum. Ve buna yiyeceksu ve safra da dahil." Bekçi çavuşa baktı, çavuş omuzunu silkti ve telaşla

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

balonu görmeye gitti. Lee ve Grumman, doldurulma işi-ne nezaret etmek ve usulca konuşmak için gaz tankları-nın olduğu iskeleye çekildiler."Nereden aldınız o yüzüğü?" dedi Grumman. "Ölü bir adamın parmağından. Kullanmak biraz risk-liydi ama, balonumu geri almanın başka yolunu bulama-dım. Sizce o çavuş bir şeylerden şüphelendi mi?" "Elbette şüphelendi. Ama disiplinli bir adam. Kilise'yisorgulamaz. Rapor verse bile, onlar bu konuda bir şeyyapana kadar biz gitmiş oluruz. Eh, size bir rüzgar va-adettim, Mr. Scoresby; umarım hoşunuza gider." Yukarıdaki gökyüzü şimdi maviydi, güneş ışığı par-laktı. Kuzeyde sis yığınları hâlâ sıradağlar gibi denizinüzerinde asılıydı ama meltem onları gerilere doğru iti-yordu ve Lee gene hava için sabırsızlandı. Balon dolarken ve depo çatısının kenarından öteyedoğru şişerken, Lee sepeti kontrol etti, bütün donanım-larını özel bir itinayla istif etti; öteki dünyada ne gibi bir286

çalkantılı hava ile karşılaşacaklarını kim bilebilirdi? Alet-leri de büyük bir dikkatle iskeletin üzerinde sabitledi,hattâ ibresi kadran boyunca hayli lüzumsuz şekilde sav-rulan pusulayı da. Nihayet safra için sepetin etrafına birdizi kum torbası koydu.. Gaz torbası dolup da ona çarpan meltemde kuzeyedoğru eğilince ve bütün donanımı onu aşağı çeken sağ-lam iplere karşı germeye başlayınca, Lee son altınıyla de-po bekçisine ödeme yaptı ve Grumman'ın sepete binme-sine yardım etti. Sonra da serbest bırak işareti vermekiçin iplerdeki adamlara döndü. Ama daha o bu işareti veremeden, bir engelleme or-taya çıktı. Deponun yanındaki geçitten yeri döven, koşaradım çizmelerin sesi ile bir emir haykırışı geldi."Dur!" İplerdeki adamlar durakladı, kimileri o yana, kimileriLee'ye bakıyordu ve Lee sertçe seslendi:"Bırakın! Salıverin ipleri!" Adamlardan iki tanesi ona itaat etti, balon da sarsıla-rak yükselir gibi oldu ama diğer ikisinin gözü, binanınköşesinden koşar adım ilerlemekte olan askerlerdeydi.Bu iki adam dubalar çevresinde iplerini hâlâ sıkıca tutu-yorlardı ve balon mide bulandırıcı bir şekilde yana eğil-mişti. Lee süspansiyon halkasını sıkıca kavradı; Grum-man da onu tutuyordu ve cininin pençeleri halkayı sıkı-ca sarmıştı.Lee, "Bırakın, sizi kahrolası salaklar!" diye haykırdı.287

"Yükseliyor!" Gaz torbasının yukarı doğru basıncı çok fazla olduğuiçin adamlar ne kadar çekseler de onu tutamadılar. Bıra-kılınca ip kendini kamçı gibi savurarak dubalardan kur-tuluyordu, ama ipin yükseldiğini hisseden öteki adamonu bırakacağına içgüdüsel olarak asıldı. Lee daha öncede bunun olduğunu görmüştü, olacak diye korkardı. Za-vallı adamın yapılı bir kızak köpeği olan cini, balon gök-lere doğru yükselirken yerden korku ve acı içinde ulu-du ve beş bitmek tükenmek bilmeyen saniye sonunda

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

her şey sona ermişti; adamın gücü kesildi, yarı ölü hal-de düştü ve suya vurdu. Ama askerler tüfeklerini çıkarmışlardı bile. Bir yaylımateşi ıslık çalarak sepetin yanından geçti, kurşunlardanbir tanesi süspansiyon halkasından kıvılcım çıkardı, dar-besiyle Lee'nin ellerinin yanmasına yol açtı, ama hiçbiri-nin bir zararı olmadı. Askerler ikinci kez ateş ettiklerin-de balon neredeyse menzil dışındaydı, maviliklere hızlasavruluyordu ve deniz üzerinde hızlanıyordu. Lee kalbi-nin de onunla yükseldiğini hissetti. Bir seferinde Serafi-na Pekkala'ya uçmaya aldırmadığını, bunun sadece bir işolduğunu söylemişti ama böyle demek istememişti aslın-da. Arkanda iyi bir rüzgar ve önünde yeni bir dünyaylayukarı doğm süzülmek: hayatta bundan iyi ne olabilirdi? Süspansiyon halkasını bıraktı, Hester'in gözleri yarıyumulu, her zamanki köşesinde çömeldiğini gördü. Çokaşağılardan ve çok geriden bir başka beyhude tüfek ate-288

sinin sesi geldi. Kasaba hızla uzaklaşıyordu, genişçe ya-yılan nehir ağzı da aşağıda, güneş altında panldıyordu. "Eh, Dr Grumman," dedi, "sizi bilmem ama ben hava-dayken kendimi daha iyi hissederim. Gene de, keşke ozavallı adam ipi bıraksaydı. Öyle kolaydır ki bırakmak,ve eğer hemen bırakmazsanız, sizin için umut yoktur." "Teşekkürler, Mr Scoresby," dedi şaman. "Bunu çokiyi idare ettiniz. Şimdi yerlerimize yerleşip uçuyoruz. Okürkleri verirseniz minnettar kalırım; hava hâlâ soğuk."289

11Belvedere Will, parktaki büyük beyaz villadaydı, aynı ölçüde te-dirginlik ve tatlılık dolu rüyalar başına bela olmuştu, ay-nı anda hem uyanmaya çabalıyor, hem de daha fazlauyuma isteği duyuyordu. Gözleri tamamen açıldığındakendini öyle uykulu hissetti ki zorlukla kıpırdandı, son-ra da kalkıp oturduğunda bandajını gevşemiş, yatağı dakıpkırmızı buldu. Yataktan büyük bir çabayla kalktı ve büyük evin ağır,tozla dolu güneş ışığı ve sessizliğinde mutfağa indi. O veLyra, tavanarasının altındaki hizmetçi odalarında uyu-muşlardı, daha aşağıdaki koca odalarda bulunan dört di-rekli heybetli yataklar onlara davetkar gelmemişti. Ya-taktan mutfağa, uzun bir yürüyüş oldu. "Will -" dedi Lyra hemen, sesi kaygı doluydu, bir is-kemleye oturmasına yardımcı olmak için derhal ocağınyanından ayrıldı. Will'in başı dönüyordu. Çok kan kaybettiğini sanıyor-du; eh, sanmaya hiç gerek yoktu, çevresindeki onca ka-290

nıtla. Ve yaralar hâlâ kanıyordu. "Kahve yapıyordum," dedi Lyra. "Önce onu mu ister-sin, yoksa başka bir sargı mı sarayım? Hangisini istersenonu yaparım. Soğuk dolapta yumurta da var ama fasul-ye konserve bulamadım.""Burası fasulye konservesi olacak türden bir ev değil.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Önce sargı. Muslukta sıcak su var mı? Yıkanmak istiyo-rum. Her yerimi kaplamasından nefret ediyorum, bu..."Kız biraz sıcak su akıttı, oğlan da külotu hariç soyun-du. Utanamayacak kadar halsizdi, başı dönüyordu, amaLyra onun adına mahcup oldu ve dışarı çıktı. Will elin-den geldiğince iyi yıkandı, sonra da ocağın yanındaki biripte asılı kurulama bezleriyle kurulandı. Lyra geri gelince ona biraz giysi buldu, sadece birgömlek, çadır bezinden pantolon ve bir kayış. Will onla-rı giydi, Lyra da temiz bir kurulama bezini şeritler halin-de yırtıp onun elini yeniden sıkıca bandajladı. Eli için fe-na halde kaygılanıyordu; sadece yara hâlâ serbestçe ka-namakla kalmıyordu, elin geri kalanı da şişmiş, kızarmış-tı. Ama ne Will bu konuda bir şey söyledi, ne de Lyra. Sonra kahve yaptı, biraz bayat ekmek kızarttı, yanla-rına alıp evin cephesindeki, tepeden şehre bakan büyükodaya gittiler. Will yiyip içince kendini biraz daha iyi his-setti. "Aletiyometreye şimdi ne yapacağımızı sorsan iyiolur," dedi. "Hiçbir şey sordun mu?""Hayır," dedi kız. "Bundan sonra sadece senin istedi-291

ğini yapacağım. Dün gece yapmayı düşündüm ama yamadım, asla. Ve yapmayacağım da, sen istemezsen." "Eh şimdi yapsan iyi olur," dedi oğlan. "Şimdi buradda benim dünyamda olduğu kadar tehlike var. İlk ol-rak, Angelica'nın kardeşi var. Ve eğer -" Durdu, çünkü kız bir şey söylemeye başlamıştı, nevar ki o da Will ile aynı anda durdu. Sonra kendini top-ladı ve devam etti. "Will, dün olan bir şey var, sana söy-lemedim. Söylemeliydim, ama öyle çok şey olup bitiyor-du ki. Özür dilerim..." Ve ona, Giacomo Paradisi Will'in yarasını pansumanederken, kulenin penceresinden gördüğü her şeyi anlat-tı: Tullio'nun Heyulalar tarafından kuşatılması, Angeli-ca'nın onu pencerede görmesi, nefret dolu bakışı ve Pa-olo'nun tehdidi. "Ve hatırlıyor musun," diye devam etti, "bizimle ilkkonuşmasını? Kardeşi ne yaptıkları hakkında bir şey söy-lemeye başlamıştı. "Şey alacak -" demişti ama kız onunbitirmesine izin vermedi; ona tokat attı, hatırlıyor musun?Bahse girerim ki çocuk Tullio'nun bıçağın peşinde oldu-ğunu, bütün çocukların onun için buraya geldiğini söy-leyecekti. Çünkü bıçak onlarda olursa her şeyi yapabilir-ler, Heyulalar'dan korkmaksızın büyüyebilirler bile." "Saldırıya uğradığında, neye benziyordu?" dedi Will.Kızı şaşırtacak şekilde öne eğilmişti, gözleri talepkardı,onu zorluyordu."O..." Lyra tam olarak hatırlamaya çalıştı, "duvardaki292

taşlan saymaya başladı. Hepsini elledi sanki... Ama de-vam edemedi. Sonunda ilgisini kaybedip durdu. Sonrada hareketsiz kaldı," diye bitirdi ve Will'in ifadesini gö-rerek sordu. "Niye?" "Çünkü... Belki de diyorum, her şeye rağmen benimdünyamdan geliyorlardır, bu Heyulalar. Eğer insanlarınböyle davranmasına yol açıyorlarsa, benim dünyamdan

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

gelmelerine şaşırmam. Ve Loncadaki adamlar ilk pence-relerini açtıklarında, eğer bu pencere benim dünyamaaçılıyor idiyse, Heyulalar oradan geçmiş olabilirler." "Ama senin dünyanda Heyula yok ki! Onlar hakkın-da konuşulduğunu hiç duymadın, değil mi?" "Belki de onlara Heyula denmiyordur. Belki biz onla-ra başka bir şey diyoruz." Lyra onun ne demek istediğinden emin değildi amabaskı yapmak istemedi. Will'in yanakları kızarmıştı, göz-leri ateşli ateşli bakıyordu. "Neyse," diye devam etti Lyra, dönerek, "önemli olanşu ki, Angelica beni pencerede gördü. Şimdi bıçağın biz-de olduğunu bildiğine göre, hepsine söyleyecek. Erkekkardeşine heyulaların saldırmasının bizim kabahatimizolduğunu düşünecek. Çok üzgünüm, Will. Sana dahaönce söylemeliydim. Ama öyle çok başka şey vardı ki." "Eh," dedi Will, "bence hiç fark etmezdi. İhtiyar ada-ma işkence ediyordu, bıçağı nasıl kullanacağını da öğre-nir öğrenmez, becerirse eğer, bizi öldürecekti. Onunladövüşmek zorundaydık."293

"Bu bana kötü geliyor, Will, mesele bu. Ne de olsaağabeyleriydi. Ve bahse girerim ki, eğer onların yerindebiz de olsak, biz de bıçağı isterdik." "Evet," dedi Will, "ama geri dönüp olanları değiştire-nleyiz. Aletiyometreyi geri almak için bıçağı almamız ge-rekiyordu, dövüşmeden alabilsek de alırdık.""Evet, alırdık," dedi kız. İorek Byrnison gibi Will de gerçek bir savaşçıydı, Lyradövüşülmese daha iyi olacağını söylediğinde ona hakvermeye hazırdı; söylediklerinin ödleklikten değil, stra-tejiden geldiğini biliyordu. Will şimdi daha sakindi, ya-nakları yeniden solgunlaşmıştı. Orta mesafeye bakıyorve düşünüyordu. "Sonra, "Belki de şimdi Sir Charles'ı, onun ne yapaca-ğını ya da Mrs. Coulter'ı düşünmek daha önemli," dedi."Belki de eğer sözünü ettikleri bu özel korumaya sahip-se, cinleri kesilmiş olan askerlere, belki de Sir Charleshaklıdır ve Heyulalar'a aldırmayabilirler. Ne düşünüyo-rum, biliyor musun? Bence onların, yani Heyulalar'in ye-diği şey, insanların cinleri." "Ama çocukların da cini var. Ve çocuklara saldırmı-yorlar. Bu olamaz." "Öyleyse çocukların cinleri ile büyüklerinki arasında-ki fark olmalı," dedi Will. Sahiden bir fark var, değil mi?Sen bana bir keresinde büyüklerin cinlerinin biçim de-ğiştirmediğini söylemiştin. Bununla ilgili bir şey olmalı.Ve eğer kadının bu askerlerinin hiç cini yoksa, belki de294

heyulalar onlara da saldırmaz, Sir Charles'ın dediği gi-bi-" "Evet!" dedi Lyra. "Olabilir. Hem zaten o Heyula-lardan korkmaz ki. Hiçbir şeyden korkmaz. Ve öyleakıllı ki, Will, yemin ederim, ve öyle amansız ve zalimki, onlara patronluk da taslayabilir, bahse girerim yapa-bilir bunu. Onlara insanlara emrettiği gibi emredebilir,onlar da dinlemek zorunda kalırlar, bahse girerim öyle.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lord Boreal kuvvetli ve kurnaz, gene de göz açıp kapa-yana kadar ona istediğini yaptıracaktır. Ah, Will, onunneler yapabileceğini düşünerek yeniden korkuyorum...Senin dediğin gibi, aletiyometreye soracağım. Çok şükürki hiç değilse onu geri aldık." Kadife çıkını açtı ve ellerini ağır altın üzerinde seve-cen şekilde gezdirdi. "Babanı soracağım," dedi, "ve onu nasıl bulacağımızı.Bak, ibreleri çeviriyorum -" "Hayır. Önce annemi sor. İyi mi, değil mi, bilmek is-tiyorum." Lyra başını evet anlamına salladı ve aletiyometreyikucağına yerleştirip, aşağı bakıp yoğunlaşmak için saçı-nı kulaklarının arkasına atmadan önce ibreleri çevirdi.Will hafif iğnenin kadranda kararlı şekilde sallanışını iz-ledi, beslenen bir kırlangıç kadar hızlı, sıçrıyor, duruyorve yeniden sıçrıyordu ve Lyra'nın onca vahşi ve açık biranlayışla dolu mavi gözlerini de izledi.Sonra kız gözlerini kırpıştırdı ve başını kaldırdı.295

"Hâlâ emniyette," dedi. "Ona bakan bu dost, çok şefkatli davranıyor. Kimse annenin nerede olduğunu bilmi-yor, dostun da onu ele vermeyecek." Will ne kadar kaygılandığını fark etmemişti. Bu iyi ha-beri alınca gevşediğini hissetti ve bir miktar gerilim vü-cudunu terk ederken, yarasının acısını da daha şiddetleduydu. "Teşekkür ederim," dedi. "Tamam, şimdi de babamısor-" Ama daha Lyra'nın başlaması nasip olmadan, dışarı-dan bir haykırış duydular. Hemen dışarı baktılar. Şehrin ilk evlerinin önündekiparkın alt kenarında, bir ağaç şeridi vardı ve orada birşeyler kıpırdıyordu. Pantalaimon ânında bir vaşak oldu,yavaşça açık kapıya gidip dikkatle aşağı baktı."Çocuklar," dedi. Will de, Lyra da ayağa kalktı. Çocuklar ağaçların ara-sından birer birer çıkıyorlardı, kırk-elli tane kadardılar.Çoğunun ellerinde sopalar vardı. Başlarını, çizgili tişört-lü bir çocuk çekiyordu, elindeki de sopa değildi: bir piş-tovdu. "İşte Angelica," diye fısıldadı Lyra, parmağıyla göste-rerek. Angelica önderlik eden çocuğun yanındaydı, kolunuçekiştiriyor, onu ilerlemeye teşvik ediyordu. Heyecanlahaykıran küçük kardeşi onların hemen arkasındaydı,başka çocuklar da çığlık atıyor ve yumruklarını sallıyor-296

lardı. İkisi, ağır tüfekleri arkaları sıra sürüklüyorlardı.Vftll daha önce de bu ruh halinde olan çocuklardan gör-müştü ama hiç bu kadar çoğunu görmemişti, hem onunşehrindeki çocukların silahı yoktu. Bağırıyorlardı, Will hepsininkinden tiz olan Angeli-ca'nın sesini tanıyabildi: "Ağabeyimi öldürdünüz, bıçağıçaldınız! Heyulalar'ın onu almasına neden oldunuz! Sizonu öldürdünüz, biz de sizi öldüreceğiz! Kaçamayacak-sınız! Tıpkı onu öldürdüğünüz gibi öldüreceğiz sizi!"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Will, bir pencere kesebilir misin?" dedi Lyra telaşla,onun sağlam koluna yapışarak. "Kaçabiliriz, kolayca -" "Ya, nerede oluruz peki? Oxford'da, Sir Charles'ınevinden birkaç metre ötede, parlak günışığında. Belki decaddede, bir otobüsün önünde. Herhangi bir yerden ke-sip de emniyette olmayı bekleyemem - önce bakmam,nerede olduğumuzu görmem gerek, o da çok vakit alır.Bu evin gerisinde bir orman, ya da bir koru falan var.Eğer oraya, ağaçların arasına çıkarsak, emniyette olu-ruz." Lyra pencereden dışarı baktı, öfkeden köpürmüştü."Bizi dün gece görmüş olmalılar," dedi. "Bahse girerim,kendi başlarına bize saldıramayacak kadar ödlek olduk-ları için bütün o diğerlerini topladılar... Onu dün öldür-meliydim! O da ağabeyi kadar kötü. Keşke-""Çeneyi kes de gel," dedi Will. Bıçağın beline takılı olup olmadığını kontrol etti, Lyraiçinde aletiyometre ile Will'in babasından gelen mektup-297

lann olduğu küçük sırt çantasını aldı. Yankılar yapan sa-londa koştular, koridor boyunca koşup mutfağa girdilerbulaşıkhaneden de gerideki taşlı avluya geçtiler. Duvar-daki bir kapıdan, sebzelerle şifalı otların sabah güneşi al-tında piştiği bir mutfak bahçesine çıktılar. Koruluğun kenarı birkaç yüz metre ötedeydi, tama-men korunmasız otluk bir yamaca çıkılıyordu. Soldaağaçlardan yakın olan bir tepecikte, çevresinde sütunlarolan, üst katı da şehrin görüleceği bir balkon kadar açık,tapınak benzeri küçük bir bina yükseliyordu. "Koşalım," dedi Will, oysa canı koşmaktan çok yatıpgözlerini yummak istiyordu. Pantalaimon nöbet tutmak için tepede uçarken, çayı-rı geçmeye koyuldular. Ama otlar öbek öbekti ve bilekboyuydu, Will daha birkaç adım atmıştı ki devam ede-meyecek kadar başı döndü. Yavaşlayıp yürümeye koyul-du. Lyra geriye baktı. Çocuklar henüz onları görmemişti;hâlâ evin ön kapısındaydılar. Belki de odalardın hepsinebakmaları vakit alırdı... Ne var ki, Pantalaimon korkuyla cıvıldadı. Villanınikinci katında, açık bir pencerede durmuş onları göste-ren bir oğlan vardı. Bir çığlık duydular."Hadi, Will," dedi Lyra. Sağlam kolunu çekerek ona yardımcı oldu, ayağa kal-dırdı. Oğlan da bir çaba harcadı ama, yeterince kuvvetiyoktu. Sadece yürüyebiliyordu.298

"pekala," dedi, "ağaçlara gidemiyoruz. Çok uzaklar.Öyleyse biz de o tapınağa gideriz. Kapıyı kapatırsak bel-ki de onları, bir pencere açabilecek kadar süreyle tutabi-liriz." Pantalimon ileri atıldı, Lyra soluğunu tutmuş, zorluk-la ona seslenerek duraklamasını sağladı. Will, çeken cinve ona tepki veren kızın aralarındaki bağı görür gibi ol-du. Lyra görmek için öne doğru koşarken o kalın otlararasında sendeledi, sonra yardım etmeye geri koştu, son-ra yeniden ileri gitti ve tapınağın çevresindeki taş kaldı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rıma ulaştılar. Küçük revakın altındaki kapı kilitli değildi, içeri ko-şunca kendilerini duvar boyu nişlerde birçok tanrıçaheykeli olan daire biçiminde, çıplak bir odada buldular.Tam ortada, dövme demirden döne döne yükselen vebir açıklıktan yukarı kata erişen bir merdiven vardı. Ka-pıyı kilitleyecek anahtar yoktu, onlar da merdivendençıktılar ve aslında bir seyir mekanı olan üst katın döşe-me tahtalarına vardılar. İnsanlar hava almak için burayaçıkıp yukarıdan şehre bakabilirdi; çünkü penceresi ya daduvarı yoktu; sadece çevresi boyunca çatıyı destekleyenbir dizi açık kemer vardı. Her kemer altında, üzerine yas-lanılacak genişlikte, bel hizasında bir pencere eşiği bu-lunuyordu, altlarında da S-biçimi kiremitleriyle dam,oluktan aşağı yere kadar yumuşak bir eğimle iniyordu. Dışarı baktıklarında, moral bozacak kadar yakın olangerideki ormanı gördüler; alt taraflarındaki villayı ve299

onun gerisindeki açık parkı da, sonra da şehrin kırmızı-kahverengi damlarını, kule ise solda yükseliyordu. Maz-gallı kurşuni siperlerin üstünde leş kargaları dolanıyor-du. Will kargaları oraya neyin çektiğini fark edince, mi-desinin bulandığını hissetti. Ama manzaraya bakacak vakit yoktu; önce, öfke veheyecanla feryat ederek tapınağa doğru koşmakta olançocukları halletmeleri gerekiyordu. Öndeki çocuk yavaş-ladı, piştovunu kaldırdı, tapınağa doğru iki-üç el körle-mesine ateş etti. Sonra yeniden ilerlediler, haykırıyorlar-di:"Hırsızlar!""Katiller!""Öldüreceğiz sizi!""Bıçağımızı aldınız!""Buradan değilsiniz!""Öleceksiniz!" Will aldırmadı. Bıçağı çoktan çekmiş ve nerede ol-duklarını görmek için küçük bir pencere açmıştı - veânında geri çekildi. Lyra da baktı ve hayal kırklığı içindegeriledi. Yoğun trafiği olan bir ana yolun on beş metreyukarısındaydılar. "Tabii," dedi Will acı acı, "bir yamaca tırmandık... Eh,burada takılıp kalmış durumdayız. Onları uzakta tutmakzorundayız, hepsi bu." Birkaç saniye sonra ilk çocuklar itişe kakışa kapıdangiriyordu. Feryatlarının sesi tapınakta yankılandı ve on-300

ların çılgınlığını pekiştirdi; sonra bir silah sesi duyuldu,çok yüksek bir ses, ve bunu bir başkası izledi, çocukla-rın haykırışı da farklı bir tona büründü ve en baştakileryukarı çıkarken merdiven sarsıldı. Lyra, felce uğramış gibi duvarın önünde çömelmişti,ama Will hâlâ bıçağı elinde tutuyordu. Yerdeki açıklığasürünerek ilerledi, aşağı eğildi ve sanki kağıtmış gibi üstbasamağın demirini kesti. Onu tutacak bir şey kalmayın-ca merdiven, üzerine doluşmuş çocukların ağırlığı altın-da eğilmeye başladı, sonra da sallandı ve büyük bir gü-rültüyle düştü. Daha fazla çığlık, daha fazla kargaşa; ve

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

silah yeniden patladı ama bu sefer kazayla olmuştu an-laşılan. Biri vurulmuştu, bu sefer bir ızdırap çığlığı duyul-du ve Will aşağı bakınca, alçı, toz ve kanla örtülmüş birkıvranan bedenler düğümü gördü. Tek tek çocuk değillerdi: tek bir kitleydiler, bir dalgagibi. Altında yükseldiler ve büyük bir öfkeyle zıplayıpkalktılar; yakalamaya çalışıyor, tehdit ediyor, çığlık atı-yor, tükürüyorlardı, ne var ki erişemiyorlardı. Sonra biri seslendi ve kapıya baktılar ve hareketedenler oraya doğru atıldı, demir merdivenin altına sıkış-mış olanları ya da başı dönmüş olanları, molozla doludöşemeden kalkmaya çalışanları geride bıraktılar. Will çok geçmeden niye kaçtıklannı fark etti. Kemer-lerin dışındaki çatıdan tırmalama sesleri geldi ve Willpencere pervazına koşunca, S-biçimindeki kiremitin ke-narını kavramış, yukarı çeken ilk elleri gördü. Biri arka-301

dan itiyordu, aşağıdakilerin başlarına ve omuzlarına tır-manırlarken bir başka kafa ile iki el geldi ve karınca gj_bi dama üşüştüler... Ne var ki, S-biçimi kenarlarda yürümek zordu ve ilkgelenler, çılgın bakışlı gözleri Will'in yüzünden bir anayrılmadan, elleri ve ayakları üzerinde sürünüyorlardı.Lyra da Will'e katılmıştı, Pantalaimon, pençeleri pervaz-da, leopar olarak hırlıyordu, ilk çocukların tereddüt et-mesine de yol açtı. Gene de geldiler, gittikçe daha fazla. Biri "Öldürün! Öldürün! Öldürün!" diye bağırıyordu,sonra başkaları ona katıldı, gittikçe daha yüksek seslebağınyorlardı, çatıdakiler de bunun ritmine uygun olarakkiremitlerde tepinip güm güm vurmaya başlamışlardı,ancak hırlayan cinle karşı karşıya oldukları için daha ya-kına gelmeye pek cesaret edemiyorlardı. Sonra bir kire-mit kırıldı, üstünde duran oğlan kayıp düştü, ama yanın-daki kırık parçayı aldı ve Lyra'ya savurdu. Lyra kafasını kesti, kiremit parçası yanındaki sütunaçarpıp parçalandı, kızın başından aşağı kırık parçalarsaçtı. Will döşemedeki açıklığın yanında uzanan askı de-mirini fark etmiş ve ondan kılıç boyunda iki parça kes-mişti, şimdi birini Lyra'ya verdi. Lyra kılıcı olabildiğincesert şekilde savurdu ve ilk oğlanın kafasının yanına ba-tırdı. Oğlan hemen düşse de yerine başka biri geldi kibu, kızıl saçlı, beyaz yüzlü, deli deli bakan Angelica'ydı.Pervaza tırmandı, ne var ki Lyra demir parçasını şiddet-le ona sapladı, kız gerisin geri düştü.302

Wil de aynısını yapıyordu. Belinde duran bıçak kılı-fındaydı, o ise demirle vuruyor, onu savuruyor ve batırı-yordu ve birçok çocuk gerisin geri düşse de yerlerini bo-yuna yenileri alıyor ve gittikçe daha çok çocuk aşağıdangelip çatıya tırmanıyordu. Çizgili tişörtlü oğlan göründü, ancak piştovunu kay-betmişti ya da boşalmıştı. Buna karşılık, Will'le ikisininbakışları kenetlendi ve ikisi de neler olacağını anladı:dövüşeceklerdi ve bu acımasız, ölümcül bir dövüş ola-caktı. "Gel hadi," dedi Will, savaşma tutkusuyla. "Mademöyle, gel hadi..."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Bir saniye daha geçse dövüşebilirlerdi. Ancak, çok tuhaf bir şey belirdi: alçaklardan süzülen,kanatlarını sonuna kadar açmış, çatıdaki çocukların bilekendi vahşetleri arasından duyup bakmak için dönmele-rini sağlayacak kadar yüksek bir sesle seslenip duran,kocaman bembeyaz bir kar kazı. "Kaisa!" diye bağırdı Lyra neşeyle, çünkü bu SerafinaPekkala'nın ciniydi. Kar kazı, içe işleyen bir çığlıkla göğü doldurdu vesonra da çizgili tişörtlü çocuğun iki santim ötesinde çarkgibi döndü. Oğlan korkuyla geri düştü, kayıp kenardanaşağı düştü ve sonra diğerleri de korkuyla bağırmaya ko-yuldu, çünkü gökte başka bir şey vardı. Lyra mavilikler-den süzülerek gelen küçük siyah şekilleri görünce se-vinçle alkış tutup bağırdı.303

"Serafina Pekkala! Buradayız! Bize yardım edin! Bura-dayız biz! Tapınakta -" Islık sesiyle ve havanın tıslamasıyla bir düzine ok vesonra bir düzine daha ok - hepsi aynı anda havada ola-cak şekilde süratle boşaltılmış - galerinin üstündeki tapı-nak çatısına atıldı ve çekiç darbelerinin gökgürültüsüyle,hedeflerini buldular. Çatıdaki şaşırmış ve afallamış ço-cuklar, bütün saldırganlığın bir anda onları terk ettiğinihissettiler ve müthiş bir korku hızla onun yerini aldı. Ha-vada onlara doğru hızla gelen bu siyah giysili kadınlarneydi? Bütün bunlar nasıl olabiliyordu? Hayalet miydiler?Yeni bir tür Heyula mıydılar? Ve inleyip ağlayarak çatıdan aşağı atladılar, kimisi be-

ceriksizce düştü ve topallayarak sürüklenip gitti, diğerle-ri ise meyilden aşağı yuvarlandı ve emniyete ulaşmakiçin seğirtti. Artık kalabalık değildiler, sadece çok sayıdakorkmuş, utanmış çocuktular. Kar kazı belirdikten birdakika sonra son çocuk da tapınağı terk etmişti, duyulantek ses yukarıda daireler çizen cadıların dallarındaki ha-vanın rüzgarıydı. Will başını kaldırıp hayretle baktı, konuşamayacakkadar şaşırmıştı, ama Lyra zıplıyor ve sevinçle "SerafinaPekkala!" diye bağırıyordu. "Bizi nasıl buldunuz? Teşek-kürler, teşekkürler! Bizi öldüreceklerdi! Gelin, inin!" Ama Serafina ile diğerleri başlarını iki yana sallayıpyükseklerde daireler çizmek için yeniden yukarı uçtular.Kar kazı cin de çark etti ve yavaşlamasına yardımcı ol-304

sun diye koca kanatlarını içe doğru çırparak aşağı, çatı-ya doğru uçtu, pervazın altındaki S-biçimi kiremitlere ta-kırtıyla indi. "Selamlar, Lyra," dedi erkek kaz. "Serafina Pekkalayere gelemiyor, ötekiler de. Burası Heyula dolu, yüz ta-nesi ya da daha fazlası binayı sarmış, daha otlardan ka-yarak gelenler de var. Onları göremiyor musunuz?""Hayır! Hiç mi hiç göremiyoruz!" "Şimdiden bir cadı kaybettik. Daha fazla riske gireme-yiz. Siz o binadan inebilir misiniz?" "Eğer onlar gibi çatıdan atlarsak. Ama siz bizi nasılbuldunuz? Ve nerede -"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Şimdilik bu kadarı yeter. Daha fazla dert geliyor, da-ha büyük dertler. En iyi nasıl inebiliyorsanız öyle inin veağaçlara doğru gidin." Pervazı tırmanıp aştılar ve yan yan, kırık kiremitlerarasından geçerek oluğa ulaştılar. Yüksek değildi, yer ot-luktu, binadan aşağı yumuşak bir eğim vardı. Önce Lyraatladı, sonra da Will onu izledi, yuvarlanırken, yenidenserbestçe kanamaya başlayan ve çok acıyan elini koru-maya çalıştı. Sargısı gevşemişti ve ardısıra sürünüyordu,o sargıyı yeniden sarmaya çalışırken, kar kazı onun ya-nında çayıra indi."Lyra, bu da kim?" dedi Kaisa."O Will. Bizimle geliyor -" "Heyulalar niye sizden kaçınıyor?" Kaz cin, doğrudandoğruya Will'le konuşuyordu.305

Ama artık Will hemen hemen hiçbir şeyden şaşırma?hale gelmişti ve "Bilmiyorum," dedi. "Biz onları göremi-yoruz. Hayır, durun!" Ve ayağa kalktı, aklına bir şey gej,misti. "Şimdi neredeler?" dedi. "En yakındaki nerede?" "On adım ötede, eğimin altında," dedi cin. "Daha ya.kına gelmek istemiyorlar, bu açık." Will bıçağı çıkarıp o yöne baktı ve cinin hayretle tıs-ladığını duydu. Ama Will niyetlendiği şeyi yapamadı, çünkü o andabir cadı, dalını çayıra, yanına indirdi. Oğlanın şaşırıp kal-masının nedeni sadece onun uçması değil, hayret vericizarafetiydi, bakışının vahşi, soğuk, güzel berraklığıydı vehem çok genç hem de gençlikten o kadar uzak olan çıp-lak solgun kolları ve bacakları."Adın Will, öyle mi?" dedi."Evet, ama-""Heyulalar senden niye korkuyor?" "Bıçak yüzünden. En yakındaki nerede? Söyleyin ba-na! Onu öldürmek istiyorum!"Ama daha cadı cevap veremeden Lyra koşarak geldi. "Serafina Pekkala!" diye bağırdı ve kollarını cadıyadolayıp ona öyle sıkıca sarıldı ki cadı yüksek sesle gül-dü ve kızın başının tepesini öptü. "Ah, Serafina, neredengeldiniz böyle? Biz - o çocuklar - çocuktu onlar ve biziöldüreceklerdi - onları gördünüz mü? Öleceğiz sandıkve - ah, geldiğinize öyle seviniyorum ki! Sizi bir daha as-la görmeyeceğim sanmıştım!"306

Serafina Pekkala Lyra'nın başının üstünden Heyula-ların belli ki biraz ötede öbek oluşturdukları yere baktı,sonra da Will'e. "Şimdi dinleyin," dedi. "Bu koruluktan çok uzak ol-mayan bir yerde bir mağara var. Yamaçtan yukarı gidin,sonra da sırt boyunca sola. Heyulalar arkanızdan gelmez_ havadayken bizi görmüyorlar, senden de korkuyorlar.Orada buluşuruz. Yarım saatte yürürsünüz." Ve yeniden havaya sıçradı. Will onu ve diğer lime li-me, zarif şekillerin havada fır dönüp ağaçların üstündenileri atılmalarını gözlemek için elini gözüne siper etti. "Ah, Will, artık emniyette olacağız! Serafina Pekkalaburadaysa her şey yolunda!" dedi Lyra. "Onu bir kez da-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ha göreceğim hiç aklımdan geçmemişti. Tam vaktindegeldi, değil mi? Tıpkı daha önce, Bolvangar'da olduğugibi..." Sevinçle gevezelik ederek, sanki kavgayı şimdidenunutmuş gibi yamaç yukarı, ormana doğru giderken öneo düştü. Will sessizce izledi. Eli fena halde zonkluyorduve her zonklamayla birlikte biraz daha kan onu terk edi-yordu. Elini göğsüne dayadı ve bunu düşünmemeye ça-lıştı. Yarım saatte değil, bir saat üç çeyrekte yürüdüler,çünkü Will birkaç kez durup dinlenmek zorunda kaldı.Mağaraya ulaştıklarında orada bir ateş, kızaran bir tavşanbuldular, Serafina Pekkala da küçük demir bir çömlekte307

bir şeyler karıştırıyordu. Will'e söylediği ilk şey, "Yaranı göreyim," oldu, o dagıkını çıkarmadan elini uzattı. Kedi biçimindeki Pantalaimon merakla izliyordu, an-cak Will başını çevirdi. Kopmuş parmaklarının görüntü-sü hoşuna gitmiyordu. Cadılar usulca birbirleriyle konuştular, sonra da Sera-fina Pekkala, "Bu yarayı hangi silah yaptı?" dedi. Will bıçağı aldı ve hiçbir şey söylemeden ona uzattı.Serafina'nın yoldaşları bıçağa hayret ve şüpheyle baktı-lar, çünkü hiç böylesine kenarı olan bir bıçak ağzı gör-memişlerdi. "Bunu iyileştirmek için şifalı otlardan fazlası gerek.Bir büyü gerek," dedi Serafina Pekkala. "Pekala, hazırla-rız. Ay yükseldiğinde hazır olur. Bu arada, uyumalısın." Ona içinde, acılığı balla hafifletilmiş sıcak bir iksirinolduğu küçük bir boynuz kupa uzattı, az sonra Will sır-tüstü yatıp derin bir uykuya daldı. Cadı onun üzeriniyapraklarla örttü ve hâlâ tavşanı kemirmekte olanLyra'ya döndü. "Şimdi, Lyra," dedi. "Bana bu çocuğun kim olduğunuve bu dünya ile oğlanın bıçağı hakkında neler bildiğinianlat."Böylece Lyra derin bir nefes alıp anlatmaya koyuldu.308

12Ekran Dili "Tekrar söyle bana," dedi Dr. Oliver Payne, parka ba-kan küçük laboratuvarda. "Ya seni duymadım, ya da saç-malıyorsun. Başka bir dünyadan bir çocuk mu?" "Öyle dedi. Tamam, saçmalık ama lütfen şunu dinlermisin Oliver?" dedi Dr. Mary Malone. "Gölgeler'i biliyor-du. Ona - onlara - Toz diyor, ama aynı şey. Bizim göl-ge zerreciklerimiz. Ve söylüyorum sana, onu Mağara'yabağlayan elektrodları taktığında, ekranda olağanüstü gö-rüntüler yer aldı: resimler, semboller.. Bir de aleti vardı,altından yapılmış pusula gibi bir şey, kenarında boydanboya farklı sembollerle. Onu da aynı şekilde okuyabildi-ğini söyledi ve zihin durumunu da biliyordu - iyice bili-yordu." Öğlen vakti yaklaşıyordu. Lyra'nın Âlimi Dr. Malo-ne'un gözleri uykusuzluktan kıpkırmızı olmuştu, Cenev-re'den henüz dönmüş olan meslektaşı ise, daha fazlasını

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

duymak için sabırsızlanıyordu, şüpheciydi ve aklı başkayerdeydi.309

"Ve mesele şu ki, Oliver, onlarla iletişim kurmuştuSahiden de bilinçliler. Ve cevap verebiliyorlar. Sonra, se-nin kafataslarını hatırlıyor musun? Bana Pitt-Riverst Mü-zesi'ndeki bazı kafataslarından söz etti. Pusula gibi şeyiy-le, onların müzenin dediğinden çok daha eski oldukları-nı bulmuştu ve Gölgeler -" "Bir dakika. Bana genel bir çatı ver. Ne diyorsun sen?Zaten bildiğimizi doğruladığını mı söylüyorsun, yoksabize yeni bir şey anlattığını mı?" "Her ikisi de. Bilmiyorum. Ama sanırım bundan otuz,kırk bin yıl önce bir şeyler olmuş. Ondan önce de gölgezerrecikleri varmış, besbelli - Büyük Patlama'dan beri et-raftaymışlar - ama onların etkilerini bizim düzeyimizde,antropik düzeyde arttırmanın fiziksel yöntemi yokmuş.İnsanların düzeyinde. Sonra bir şey olmuş, ne olduğunuhayal bile edemiyorum, ama evrimle ilgiliymiş. Bu da se-nin kafataslarını açıklıyor - hatırlıyor musun? Ondan ön-ce hiç Gölge olmayıp, sonra pek çok olduğunu? Ve ço-cuğun müzede bulduğu, o pusula gibi şeyiyle test ettiğikafatasları. O da bana aynı şeyi söyledi. Şunu demek is-tiyorum: insan beyni o sıralarda bu arttırma süreci içinideal vasıta halini almış. Birden bilinçli olmuşuz." Dr. Payne plastik kupasını eğdi ve kahvesinin sonu-nu içti. "Neden durmuş durmuş da o sırada olmuş?" diye sor-du. "Neden otuz beş bin yıl önce böyle birden?""Aa, kimbilir? Biz paleontolog değiliz. Bilmiyorum,310

Oliver, sadece tahminde bulunuyorum. Sence mümkündeğil mi?""Bir de şu polis. Bana onu anlat." Dr. Malone gözlerini ovdu. "Adı Walters," dedi. "ÖzelServis'ten olduğunu söyledi. Özel Servis politikayla falanilgiliydi sanırım, değil mi?" "Terörizm, yıkıcılık, istihbarat... hepsi. Devam et. Neistiyormuş? Niye buraya gelmiş?" "Kız yüzünden. Aynı yaşlarda bir oğlan aradığını söy-ledi - niye olduğunu bana söylemedi - ve bu oğlan da,buraya gelen kızın yanında görülmüş. Ama aklında baş-ka bir şey de vardı, Oliver. Araştırmayı biliyordu. Hattâşeyi bile sordu -" Telefon çaldı. Kadın, omuz silkerek sustu, ve Dr. Pay-ne telefona cevap verdi. Kısaca konuştu, kapattı ve "Birziyaretçimiz var," dedi."Kim?" "Bildiğim biri değil. Sir Bilmem Kim. Dinle, Mary, benyokum artık, bunun farkındasınz, değil mi?""İşi teklif ettiler.""Evet. Kabul etmek zorundayım. Bunu anlamalısın.""Eh, bu da bu işin sonu demektir." Adam çaresizce ellerini açarak, "Samimi olmak gere-kirse..." dedi, "anlattığın türden şeylerde hiçbir anlambulamıyorum. Başka bir dünyadan çocuklar ve fosil Göl-geler... Çok çılgınca bunlar. Ben böyle şeylere bulaşa-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mam. Benim bir meslek hayatım var, Mary."311

"Peki ya test ettiğin kafatasları? Fildişi biblonun çevresindeki Gölgeler ne olacak?" Adam, başını iki yana salladı ve sırtını döndü. O da-ha cevap veremeden kapı vuruldu, Dr. Payne adeta birrahatlamayla kapıyı açtı.

Sir Charles, "İyi günler," dedi. "Dr. Payne? Dr. Malo-ne? Benim adım Charles Latrom. Önceden haber verme-den beni görmeyi kabul etmeniz ne kibarlık." "İçeri buyrun," dedi Dr. Malone, yorgun ama şaşkın."Oliver Sir Charles mı dedi? Sizin için ne yapabiliriz?" "Belki de mesele, benim sizin için ne yapabileceğim.Fon başvurunuzun sonucunu beklediğinizi öğrendim.""Bunu nereden biliyorsunuz?" diye sordu Dr. Payne. "Ben devlet memuruydum. Esas olarak, bilimsel poli-tikayı yönetmekle ilgileniyordum. Bu alanda halen bir-kaç bağlantım var ve duydum ki... Oturabilir miyim?" "Ah, lütfen," dedi Dr. Malone. Bir iskemle çekti,adam, sanki bir toplantı yönetiyormuş gibi oturdu. "Teşekkür ederim. Bir arkadaşımdan duydum - adın-dan söz etmesem daha iyi olur; Resmi Sırlar Yasası birsürü aptalca şeyi kapsıyor - duydum ki başvurunuz in-celeniyormuş ve duyduğum kadarı beni öyle meraklan-dırdı ki, itiraf ederim, çalışmalarınızın bir kısmını görmekistedim. Biliyorum, benim üstüme düşmez, halen bir türgayrıresmi danışman görevi yapmam hariç, ben de bunubahane edindim. Ve sahiden de, gördüklerim bayağı bü-yüleyiciydi."312

"Bu, başarıya ulaşacağımızı düşündüğünüz anlamınamı geliyor?" dedi Dr. Malone, ona inanmaya hevesli, önedoğru eğilerek. "Maalesef, hayır. Açık konuşmalıyım. Fonunuzu ver-meye niyetleri yok." Dr. Malone'un omuzları düştü. Dr. Payne, ihtiyatlı birmerakla ihtiyar adamı gözlüyordu."Öyleyse, niye buraya geldiniz?" dedi. "Eh, anlıyorsunuz ya, henüz kararı resmi olarak ver-mediler. Durum umut verici görünmüyor, ben de sizekarşı samimi davranıyorum; gelecekte bu tür çalışmalarafon ayırma ihtimalleri yok. Ancak, davanızı sizin yerinetartışacak birisi olursa, farklı bir ışık altında görebilirler." "Savunacak biri? Kendinizi mi kastediyorsunuz? Benişlerin böyle yürüdüğünü sanmıyordum," dedi Dr. Malo-ne, yerinde doğrularak. "Ben meslektaşların gözden ge-çirmeleri gibi şeylere dayandıklarını sanıyordum." "İlke olarak öyle tabii," dedi Sir Charles. "Ama bu ko-mitelerin pratikte nasıl işlediğini bilmenin de faydası var.Ve bu komitelerde kimlerin olduğunu. Eh, buradayım iş-te. Çalışmanızla son derece de ilgiliyim; çok değerli ola-bileceğini düşünüyorum ve kesinlikle devam etmesi ge-rekiyor. Sizin adınıza gayrıresmi vekillik yapmama izinverir miydiniz?" Dr. Malone kendisini canyeleği atılmış, boğulmaktaolan bir gemici gibi hissetti. "Aaa... ama evet! Aman Tan-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rım, elbette! Ve teşekkür ederiz... Yani, sizce gerçekten313

de fark eder mi? Tabii ki şey önereyim demek istemiyo-rum... Ne demek istediğimi bilmiyorum. Evet, elbette!""Ne yapmamız gerekecek?" dedi Dr. Payne. Dr. Malone şaşkınlıkla ona baktı. Oliver az önce Ce-nevre'de çalışacağını söylememiş miydi? Öte yandan, SirCharles'ı o kendisinden daha iyi anlıyor gibiydi, çünküaralarında bir suçortaklığı kıvılcımı çakmış ve Oliver degelip oturmuştu. "Ne demek istediğimi anlamanıza sevindim," dedi ih-tiyar adam. "Doğrusu, haklısınız. Belli bir yöneliminizinolması beni özellikle memnun edecek. Ve eğer anlaşabi-lirsek, sizin için tamamen başka bir kaynaktan fazladanpara da bulabilirim." "Durun, durun," dedi Dr. Malone. "Bir dakika bekle-yin. Bu araştırmanın izlediği yol bizi ilgilendirir. Sonuç-ları tartışmaya tamamıyla hazırım ama yönünü değil. An-lıyorsunuzdur mutlaka —" Sir Charles bir esef işaretiyle ellerini iki yana açtı veayağa kaltı. Oliver Payne de kalktı, endişeliydi. "Lütfen hayır, Sir Charles," dedi. "Dr. Malone'un söy-leyeceklerinizi dinleyeceğinden eminim. Mary, dinleme-nin bir zararı yok, Tanrı aşkına. Ve her şey tamamen de-ğişebilir.""Senin Cenevre'ye gittiğini sanıyordum." "Cenevre mi?" dedi Sir Charles. "Mükemmel bir yer.Orada ufkunuz geniş olur. Bol miktarda da para var. Bensize engel olmayayım."314

"Hayır, hayır, henüz kesinleşmedi," dedi Dr. Paynetelaşla. "Tartışılacak çok şey var - hâlâ çok belirsiz. SirCharles, oturun lütfen. Size kahve ikram edeyim mi?" "Çok naziksiniz," dedi Sir Charles ve hoşnut bir kediifadesiyle yeniden oturdu. Dr. Malone ilk kez ona dikkatle baktı. Elli yaşlarınınikinci yarısında, refah içinde, kendinden emin, iyi giyin-miş, her şeyin en iyisine alışkın, güçlü insanlar arasındadolaşıp önemli kulaklara fısıldamaya alışmış bir adamgördü. Oliver haklıydı: adam bir şey istiyordu. Ve onutatmin etmezlerse, desteğine de sahip olamayacaklardı.Kollarını kavuşturdu. Dr. Payne ona bir kupa uzatarak, "Kusura bakmayın,hayli ilkel bir şey," diyordu."Hiç de değil. Söylediklerime devam edeyim mi?""Lütfen, edin," dedi Dr. Payne. "Eh, anladığım kadarıyla bilinçlilik alanında bazı he-yecanlandırıcı keşiflerde bulundunuz. Evet, biliyorum,henüz bir şey yayınlamadınız ve bunlar araştırmanızıngörünürdeki konusundan - anlaşılan - çok uzakta. Ge-ne de, haberler yayılıyor. Ve ben de özellikle bununla il-giliyim. Örneğin, araştırmanızı bilinçliliğin manipülasyo-nu üzerinde yoğunlaştırırsanız çok memnun olurum.İkincisi de çok-sayıda-dünya hipotezi - Everett, hatırlar-sınız, 1957 civarında - sizin bu teoriyi hayli ileri götüre-cek bir şeylerin izinde olduğunuza inanıyorum. Ve oaraştırma çizgisi savunma fonlarını da çekebilir, ki belki

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

315

bunların, bugün bile ne kadar bol olduğunu biliyorsu-nuzdur ve o bıktırıcı başvurma süreçlerine tabi olmadık-ları da kesin. "Kaynaklarımı açıklamamı beklemeyin," diye devametti, Dr. Malone öne uzanıp konuşmaya çalışırken elinikaldırarak. "Resmi Sırlar Yasası'ndan söz etmiştim; cansıkıcı mevzuat ama bu konuda yaramazlık yapmamalı-yız. Ben güven içinde, çok-sayıda-dünya alanında ilerle-meler bekliyorum. Sanırım bunu yapacak olan insanlarsizsiniz. Ve üçüncüsü, birine ilişkin özel bir mesele var.Bir çocuk." Bu noktada durdu, kahvesini yudumladı. Dr. Malonekonuşamıyordu. Renginin solduğunun farkında değildiama kendini bayılacak gibi hissettiğini biliyordu. "Çeşitli nedenlerle," diye devam etti Sir Charles, "istih-barat servisleriyle temas halindeyim. Bir çocukla ilgileni-yorlar, sıradışı bir donanıma sahip bir kız - antika bir bi-limsel alet, kesinlikle çalınmış ve onunkinden daha gü-venli ellerde olması gerekiyor. Hemen hemen aynı yaş-larda bir de oğlan var - on iki civarı - ki o da bir cina-yete ilişkin olarak aranıyor. O yaşta bir çocuğun cinaye-tin altından kalkıp kalkmayacağı tartışma konusu, tabii,ama birini öldürdüğü kesin. Ve kızla birlikte görünmüş. "Şimdi, Dr. Malone, bu çocuklardan biri ya da öbürü-ne rastlamış olabilirsiniz. Ve usûle uygun bir şekilde bil-diklerinizi polise anlatma eğiliminde de olabilirsiniz. An-cak eğer şahsen bana söyleseniz, daha büyük bir hiz-316

mette bulunursunuz. Uygun yetkililerin bunu etkili vehızlı şekilde ele almalarını garantiye alabilirim, aptalcaskandal gazetelerine malzeme de olmaz. Müfettiş Wal-ters'ın dün sizi görmeye geldiğini biliyorum, kızın ortayaçıktığını da. Görüyorsunuz ya, neden söz ettiğimi biliyo-rum. Örneğin biliyorum ki, siz onu yeniden görseniz vebana söylemesiniz, bunu da biliriz. Bu konuda iyice dü-şünürseniz ve o buradayken neler deyip yaptığına ilişkinanılarınızı netleştirirseniz, çok akıllıca davranmış olursu-nuz. Bu ulusal bir güvenlik sorunu. Beni anlıyorsunuz. "Eh, burada duruyorum. Temasa geçebilmeniz için,işte kartım. Ben olsam fazla uzatmazdım; biliyorsunuz,fon komitesi yarın toplanıyor. Ama beni bu numaradaher an bulabilirsiniz." Oliver Payne'e bir kart verdi, Dr. Malone'un hâlâ kol-larını kavuşturmuş durduğunu görünce de, onun için sı-raya bir kart bıraktı. Dr. Payne dışarı çıkması için kapıyıtuttu. Sir Charles ince hasır şapkasını başına taktı, onahafifçe dokundu, her ikisine de gülümsedi ve gitti. Dr. Payne kapıyı tekrar kapattıktan sonra, "Mary, senaklını mı kaçırdın?" diye sordu. "Böyle davranmanın neanlamı var?" "Pardon? Bu ihtiyar sürüngeni ciddiye almıyorsun, de-ğil mi?" "Böyle teklifleri reddedemezsin! Bu projenin devametmesini istiyor musun, istemiyor musun?""Teklif değildi," dedi kadın hararetle. "Ültimatomdu.317

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ya onun dediğini yap, ya da dükkanı kapat. Ve OliverTanrı aşkına, ulusal güvenlik hakkında bütün o pek deincelikli olmayan tehditlerle imalar falan - bunun nere-ye gittiğini görmüyor musun? "Eh, sanırım senden daha açıkça görüyorum. Sen ha-yır deseydin, burayı kapatmazlardı. Devralırlardı. Eğeronun dediği kadar ilgiliyseler, devam etmesini isterler.Ama onların koşullarıyla." "Ama o zaman bu koşullar... yani, savunma imiş,Tanrı aşkına. Onlar insanları öldürmenin yeni yollarınıbulmak istiyorlar. Ve bilinçlilik hakkında ne dediğini deduydun: manipüle edilmesini istiyor. Ben buna bulaşma-yacağım, Oliver, asla." "Gene de yapacaklar ve sen işsiz kalacaksın. Kalırsaneğer, daha iyi yönlenmesi konusunda etkin olabilir. Veelini de işten çekmemiş olursun! Gene dahil olursun!" "İyi ama senin için ne anlamı var ki zaten? Ben Ce-nevre halledildi sanıyordum., öyle değil mi?" Oliver elini saçlarından geçirdi ve, "Eh, halledilmiş sa-yılmaz," dedi. "Herhangi bir şey imzalanmadı. Ve tama-men farklı bir açı olurdu. Hem ben asıl şimdi iyi bir izüstünde olduğumuzu düşündüğüm için, buradan ayrılır-sam üzülürüm...""Ne diyorsun sen?""Bir şey demiyorum -""İma ediyorsun. Nereye varmak istiyorsun?""Eh..." Laboratuvarda yürürken ellerini açtı, omuzunu318

silkti, başını salladı. "Eh, eğer sen onunla temasa geç-mezsen, ben geçerim," dedi sonunda. Dr. Malone suskun kaldı. Sonra, "Ah, anlıyorum," de-di."Mary, düşünmek zorunda olduğum -""Tabii, vardır.""Aslında o değil -""Hayır, hayır.""Anlamıyorsun -" "Evet, anlıyorum. Çok basit. Onun dediğini yapmayıvaadediyorsun, fonu alıyorsun, ben gidiyorum, sen Yö-netici olarak burayı devralacaksın. Anlaması zor değil.Daha büyük bir bütçen olacak. Bir sürü güzel yeni ma-kine. Altında çalışan altı doktoralı daha. İyi fikir. Yap senbunu, Oliver. Yoluna devam et. Ama bu bana göre de-ğil. Ben gidiyorum. Bu iş pis kokuyor.""Sen şimdi..." Ama kadının yüzündeki ifade onu susturdu. Mary be-yaz önlüğünü çıkarıp kapıya astı, birkaç kağıdı bir çan-taya koydu, tek kelime etmeden çekip gitti. O gider git-mez Oliver Sir Charles'ın kartını aldı ve telefon ahizesi-ne uzandı. Birkaç saat sonra, aslında tam geceyarısından önce,Dr. Malone arabasını bilim binasının önünde durdurduve yan kapıdan içeri girdi. Ama tam merdiveni çıkmakiçin dönmüşken başka bir koridordan bir adam geldi ve319

onu öyle ürküttü ki, kadın evrak çantasını düşürdü

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Adam üniforma giyiyordu."Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu. Yolunu kesmişti, iri yarıydı, kepinin alçak siperi yü-zünden gözleri pek görünmüyordu. "Laboratuvarıma gidiyorum. Burada çalışıyorum. Sizkimsiniz?" diye sordu, biraz öfkeli, biraz korkmuş."Güvenlik. Kimliğiniz var mı?" "Ne güvenliği? Bu binadan bu öğleden sonra saat üç-te ayrıldım, her zamanki gibi görevde bir kapıcı vardı.Ben sizden kimlik istemeliyim. Sizi kim görevlendirdi?Ve niye?" "İşte kimliğim," dedi adam, ona bir kart gösterip, oku-masına fırsat olmadan geri çekerek. "Sizinki nerede?" Dr. Malone onun kalçasındaki bir kılıfta cep telefonuolduğunu gördü. Yoksa silah mıydı? Yok canım, kendisiparanoyakça davranıyordu. Ve adam sorularını cevapla-mamıştı. Ama ısrar ederse eğer onu şüphelendirirdi veşimdi önemli olan laboratuvara girmekti. Onu bir köpekgibi yatıştır diye düşündü. Çantasını karıştırıp cüzdanınıbuldu. "Bu olur mu?" diye sordu, ona otoparktaki bariyeriçalıştırmak için kullandığı kartı göstererek.Adam şöyle bir baktı."Gecenin bu vaktinde burada ne yapıyorsunuz?" "Sürmekte olan bir testim var. Bilgisayarı zaman za-man kontrol etmem gerekiyor."320

Onu yasaklamak için bir neden arıyor gibiydi, ya dabelki sadece kendi gücünü sınıyordu. Sonunda evet an-lamına başını salladı, kenara çekildi. Mary ona gülümse-yerek yanından geçti ama adamın yüzü ifadesiz kaldı. Laboratuvara vardığında hâlâ titriyordu. Bu binadakapıdaki kilit ve yaşlıca bir kapıcıdan fazla "güvenlik" ol-mamıştı hiç, bu değişikliğin nedenini de biliyordu. Nevar ki bu çok az vakti olduğu anlamına da geliyordu; birseferde doğru yapmalıydı, çnükü ne yaptığını anladıkla-rında bir daha geri dönemeyecekti. Kapıyı arkasından kilitleyip güneşlikleri indirdi. De-tektörü açtı, sonra cebinden bir disket çıkararak Mağa-ra'yı kontrol eden bilgisayara taktı. Bir dakika içinde, ya-rı mantıkla, yarı varsayımla ve yarı yarıya da bütün ak-şam evde üstünde çalıştığı program sayesinde, ekranda-ki sayıları ustalıkla idare etmeye başlamıştı; görevi, birbütün yaratmak için üç yarım elde etmek kadar karma-şıktı. Sonunda gözlerindeki saçı çekti, elektrodları başınataktı, sonra da parmaklarını esneterek yazmaya başladı.Kendini son derecede sıkılgan hissediyordu.Merhaba. Ne yaptığımdanemin değilim. Belkide bu delice bir şeydir. Kelimeler kendi kendilerine ekranın sol tarafında top-landı ki, ilk sürpriz buydu. Herhangi türde bir kelime iş-lemcisi kullanmıyordu - aslında, işletme sisteminin bü-321

yük kısmını es geçiyordu - ve kelimelere benimsetilenformat her neyse, ona ait değildi. Ensesinde tüylerin di-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ken diken olduğunu hissetti, çevresindeki bütün binanınfarkına vardı: koridorlar karanlık, makineler rölantideçeşitli deneyler otomatikman yürütülüyor, bilgisayarlartestleri kontrol ederek sonuçları kaydediyor, havalandır-ma nem ile ısıyı örneklendiriyor ve ayarlıyor, binanınatardamaları ve sinirleri olan bütün tüpler, boru donanı-mı ve kablolar... aslında, neredeyse bilinçli.Yeniden denedi.Daha önce bir ruh haliyleyaptığımı şimdi kelimelerleyapmaya çalışıyorum, ama Daha o cümleyi bitiremeden, imleç hızla ekranın sağtarafına geçti ve yazdı:Bir soru sor.Neredeyse aynı anda olmuştu. Kendini orada olmayan bir boşluğa adım atmış gibihissetti. Bütün benliği bu şokla sarsıldı. Yeniden deneye-cek kadar sakinleşmesi birkaç dakika sürdü. Yazdığındaise, cevaplar kendilerin ekranın sağına neredeyse o bitir-meden savurdular.Siz Gölgeler misiniz? • Evet.322

Lyra'nın Toz'uyla aynı mısınız? Evet.Ve bu karanlık cevher mi? Evet.Karanlık cevher bilinçli mi? Besbelli.Bu sabah Oliver'e söylediğim. Doğru, amainsan evrimi hakkındaki fikrim, o daha çok. Sorusorman gerek. Durdu, derin bir nefes aldı, iskemlesini geriye itti,parmaklarını esnetti. Kalbinin deli gibi çarptığını hissedi-yordu. Olanlarla ilgili her şey imkansızdı. Bütün eğitimi,zihinsel alışkanlıkları, kendini bir bilimci olarak görüşüona sessizce haykırıyordu: Bu yanlış! Aslında olmuyor!Hayal görüyorsun! Ne var ki, ekrandaydılar: soruları vebaşka bir zihinden gelen cevaplar. Kendini toplayıp yeniden yazdı ve cevaplar yeniden,arada fark edilebilir bir duraklama olmaksızın var oluver-diler.Bu sorulara cevap veren zihin. Hayır. Ama Insan-insan zihni değil, değil mi? lar bizi bilmiştir.Biz mi? Bir taneden fazla mısınız? Sayısız milyarlar.Ama siz nesiniz? Melek.Mary Malone'un başı çınlamaya başladı. Katolik ola-323

rak büyütülmüştü. Hattâ - Lyra'nın keşfettiği gibi, bir va-kitler rahibeydi. Artık inancından ona bir şey kalmamış-tı ama melekleri bilirdi. Aziz Augustine "Melek onlarıngörevinin adı, demişti, "doğalarının değil. Eğer doğaları-nın adını ararsanız, ruhtur; eğer görevlerinin adını arar-sanız, melektir; olduklarından ötürü ruh, yaptıklarındanötürü melek."Başı dönerek, titreyerek, yeniden yazdı:Melekler Gölge maddesinden Yapılar karmaşık-yaratıklar mı? Toz'dan mı? sıklaştırmalar.Evet.Ve Gölge maddesi bizim ruh Olduğumuzdandediğimiz şey mi? ötürü, ruh, yaptı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ğımızdan ötürü,madde. Maddeve ruh birdir.Dr. Malone titredi. Düşüncelerini dinliyorlardı.Ve siz insan evrimine Evet.müdahale ettiniz mi?Neden? İntikam.- intikam ne için - ah! Asi melekler! Oğlanla kızı bulSemalardaki savaştan sonra - daha fazla vakit324

Şeytan ve Cennet Bahçesi -ama bu doğru değil, değil mi?Bunun için mi - ama neden?

kaybetme. Yılanrolünü oynamangerek.

Ellerini klavyeden kaldırıp gözlerini ovuşturdu. Yeni-den baktığında kelimeler hâlâ oradaydı. NeredeAma ben

Sunderland Ave-nue denen biryola git ve bir ça-dır bul. Muhafızıatlat ve öteyegeç. Uzun biryolculuk için ge-rekli şeyleri al.Korunacaksın.Heyulalar sanadokunmayacak.Gitmeden öncebu donanımı yoket.

Anlamıyorum. Neden ben?Ve bu yolculuk nedir? Ve

Ömrün boyuncabunun için hazır-landın. Buradakiişin bitti. Bu dün-yada yapman ge-reken son şeydüşmanların bu-

325

nu kontrol etme-sini önlemek. Do-nanımı yok et.Yap bunu, he-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

men git. Mary Malone iskemleyi geri itip ayağa kalktı, titriyor-du. Parmaklarını şakaklarına bastırdı ve elektrodlarm hâ-lâ derisine bağlı olduğunu fark etti. Onları dalgın dalgınçıkardı. Yaptığı ve halen ekranda gördüğü şeyden kuş-ku duyabilirdi, ama son yarım saat kadar süreyi kuşkuve inanmanın tamamen dışında geçirmişti. Bir şey ol-muştu ve o harekete geçmişti. Detektör ve amplifikatörü kapattı. Sonra bütün gü-venlik kodlarını es geçerek bilgisayarın sabit diskini for-matladı, tamamen sildi; sonra da detektör ile, özel olarakadapte edilmiş bir kart üzerindeki amplifikatörün arasın-daki ara yüzü çıkardı ve kartı sıraya koyup, elde dahasert bir şey olmadığı için, ayakkabısının topuğuyla ezdi.Bundan sonra elektromanyetik siper ile detektör arasın-daki tel bağlantısını çözdü ve tel bağlantısı planını dos-ya dolabının bir çekmecesinde bularak yaktı. Yapabile-ceği başka bir şey var mıydı? Oliver Payne'in programailişkin bilgisi konusunda pek bir şey yapamazdı, ancaközel donanım etkili bir şekilde tahrip edilmişti. Bir çekmeceden birtakım kağıtlar alarak evrak çanta-sına tıktı, en sonunda da üzerinde İ Ching altı köşeli yıl-dızları olan afişi alıp katlayıp cebine koydu. Sonra ışığı326

kapattı ve çıktı. Güvenlik görevlisi merdivenin altında durmuş tele-fonla konuşuyordu. O aşağı inince telefonu kapattı, sus-kunca yan kapıya kadar ona eşlik etti, arabayla giderkende cam kapıdan onu gözledi. Bir buçuk saat kadar sonra arabasını, SunderlandAvenue'ye yakın bir yolda park etti. Yerini bir Oxfordharitasından bulmuştu; yoksa kentin bu taraflarını bil-mezdi. O âna kadar bastırılmış heyecanla hareket edi-yordu ama sabahın erken saatlerinde, karanlıkta araba-sından çıkıp da geceyi çevresinde serin, sessiz ve kımıl-tısız bulunca, belirgin bir endişe sarsıntısı hissetti. Ya rü-ya görüyorsa? Ya bütün bunlar özenle hazırlanmış bir şa-kaysa? Eh, artık buna üzülmek için çok geçti. Kendini bağla-mıştı. İskoçya'da ve Alp Dağları'nda kamp yaparak ger-çekleştirilen yolculuklarda çoğu kez yanma aldığı sırtçantasını yüklendi ve kendi kendine, hiç değilse dışarı-da nasıl hayatta kalınacağını bildiğini düşündü. İşler kö-tüye giderse, her zaman kaçabilir, kendini tepelere vura-bilirdi...Gülünç. Gene de sırt çantasını sırtına attı, arabadan çıktı, Ban-bury Road'a döndü, sonra da Sunderland Avenue'nunyuvarlak kavşakta sola döndüğü yere kadar iki-üç yüzmetre yürüdü. Kendini ömür boyu hissettiğinden daha327

budala hissediyordu. Ama köşeyi dönüp de Will'in görmüş olduğu o tuhafçocuksu ağaçları gördüğünde, hiç değilse bu hikayeninbir parçasının doğru olduğunu anladı. Yolun diğer kena-rında ağaçların altında, otların üzerinde kırmızı-beyaznaylondan kare biçimli küçük bir çadır vardı, elektrikçi-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lerin çalışırken yağmurdan korumak için diktikleri cins-ten bir çadır ve yakınlara da pencerelerinde koyu renkcam olan, işaretsiz, beyaz bir Transit kamyonet parkedilmişti. En iyisi tereddüt etmemek. Dosdoğru çadıra doğruyürüdü. Neredeyse varmıştı ki, kamyonetin arka kapısısavrulup açıldı, bir polis dışarı çıktı. Kaskı olmadan çokgenç görünüyordu, yaprakların koyu yeşili altında sokakışığı dosdoğru yüzüne vuruyordu. "Nereye gittiğinizi sorabilir miyim, hanımefendi?" de-di."O çadıra." "Korkarım gidemezsiniz, hanımefendi. Kimseyi onayaklaştırmamak için emir aldım." "İyi," dedi. "Burayı koruduklarına memnun oldum.Ama ben Fizik Bilimleri Dairesi'ndenim - Sir Charles Lat-rom bizden bir başlangıç etüdü yapmamızı ve sonra daonlar meseleyi iyice ele almadan durumu bildirmemiziistedi. Etrafta çok insan yokken yapılması önemli. Emi-nim ki bunun nedenlerini anlıyorsunuzdur.""Şey, evet," dedi polis. "Ama kim olduğunuzu göste-328

recek bir şeyiniz yok mu?" "Aa, tabii," dedi Dr. Malone, para çantasını çıkarmakiçin sırt çantasını sırtından savurup indirdi. Laboratuvar-daki çekmeceden aldığı şeyler arasında, Oliver Payne'insüresi geçmiş bir kütüphane kartı da vardı. Mutfak ma-sasında on beş dakikalık bir çalışma ve kendi pasapor-tundan aldığı fotoğrafın, gerçek niyetine geçecek bir şey-ler yarattığını umuyordu. Polis, kartını aldı ve dikkatlebaktı. "Dr. Olive Payne," diye okudu. "Dr. Mary Malone di-ye birini tanıyor musunuz?""Ah, evet. Mesai arkadaşımız.""Şimdi nerede olduğunu biliyor musunuz?""Zerre kadar aklı varsa evde, yataktadır. Niye?""Eh, anladığım kadarıyla sizin teşkilattaki işine sonverilmiş ve buraya girmesine izin yok. Aslında, böyle bu-seyi denerse onu gözaltına alma emri verildi bize. Bende bir kadın görünce, doğal olarak sizi o sandım, ne de-mek istediğimi anlıyorsanız. Özür dilerim, Dr. Payne.""Aa, evet, anlıyorum," dedi Mary Malone.Polis karta bir daha baktı."Ancak, bu kart tamammış gibi görünüyor," dedi ve

geri verdi. Sinirliydi, konuşmak istiyordu, devam etti."Orada, o çadırın altında ne olduğunu biliyor musunuz?""Şey, birinci elden değil. Onun için buradayım ya.""Sanırım öyledir. Peki öyleyse, Dr. Payne."Geriye çekildi, onun çadırın kanadını açmasına izin329

verdi. Mary, adamın, elinin titrediğini görmeyeceğin-umut etti. Sırt çantasını göğsüne bastırarak içeri girdiMuhafızı atlat - eh, yapmıştı işte; ama çadırın içinde nebulacağı konusunda en ufak bir fikri yoktu. Kendini birtür arkeolojik kazıya; bir cesede; bir meteor taşına hazır-lamıştı. Ama hayatında ya da hayallerindeki hiçbir şey

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

onu havanın ortasındaki o bir metrekareye ya da oradangeçince bulduğu deniz kenarındaki sessiz uyuyan şehrehazırlamamıştı.330

I i3Esatir

Ay yükselirken, cadılar WilPin yarasına şifa verecekbüyüyü yapmaya koyuldu. Onu uyandırdılar, bıçağı yere, üstüne yıldız ışığı vura-cak şekilde koymasını söylediler. Lyra yakında oturmuş,ateşin üzerindeki bir kaynayan su kabında birtakım şifalıbitkileri karıştırıyordu ve yoldaşları el çırpar, ayaklarınıvurur ve ritmik bir şekilde bağırırken, Serafina bıçağınönünde çömeldi ve tiz, ateşli bir tonda şarkı söyledi:"Küçük bıçak! Demirini kopardılarToprak Ana'nın bağırsaklarından,bir ateş yakıp kaynattılar cevheri,ağlattılar, kanattılar, taşırdılar,çekiçleyip su verdiler,buz gibi suya soktular, demirci ocağında ısıttılarta ki kenarın kan kırmızısı olana, dağlanana dek!Sonra sana suya yara verdirdilerbir daha, bir, bir daha,ta ki dere kaynayan sis olana,331

su "aman!" diyene kadar.Ve sen tek bir gölgeyi parçalayıpotuz bin gölge yaptığında,hazır olduğunu bildiler,sana keskin bıçak dediler.Ama küçük bıçak, ne yaptın sen?Kan kapılarını açtın, ardına dek açık bıraktın!Küçük bıçak, annen seni çağırıyor,toprağın bağırsaklarından,en derindeki madenleri ve mağaralarından,gizli demir rahminden.Dinle!" Ve Serafina, diğer cadılarla birlikte tekrar ayağını ye-re vurdu, ellerini çırptı ve havayı pençe gibi paralayanyabani bir figan için gırtlaklarını titrettiler. Ortalarındaoturan Will, omuriliğinin merkezinde bir soğukluk his-setti. Sonra Serafina Pekkala Will'e döndü ve elini kendi el-lerinin arasına aldı. Bu sefer şarkı söylediğinde tiz veberrak sesi öylesine ateşli, gözleri öylesine parlaktı kiWill az daha irkilip geri kaçıyordu, ama hiç kıpırdama-dan oturdu ve bıraktı büyü devam etsin."Kan! İtaat et bana! Dön,Bir göl olma, nehir olma.Açık havaya ulaşınca,Dur! Ve pıhtıdan bir duvar yap,332

Sağlam yap ki seli tutsun.Kan, senin göğün kafatası-kubbesi,Güneşin açık olan göz,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Rüzgarın, ciğerlerdeki soluk,Kan, dünyan sınırlı. Orada kal!" Wiü vücudunun bütün atomlarının onun buyruğunauyduğunu hissetiğini sandı ve o da katıldı, akan kanınıdinleyip itaat etmeye teşvik etti. Serafina onun elini bıraktı ve ateşteki küçük demirkaba döndü. İçinden acı bir dere yükseliyordu, Will sıvı-nın şiddetle fokurdadığmı duydu.Serafina şarkı söyledi:"Meşe kabuğu, örümcek ipeği,Toprak yosunu, tuzotu -Sıkıca kavrayın, iyice bağlayın,Adamakıllı tutun, kapatın,Sürgüleyin kapıyı, kilitleyin kapıyı,Sertleştirin kan duvarını,Kurutun kan selini." Sonra cadı kendi bıçağını alıp bir akçaağaç fidanınıboylu boyunca ikiye ayırdı. Yaralı beyazlık mehtapta açı-lıp ışıldadı. Fokurdayan sıvının bir kısmını kesilmiş yeriniçine sürdü, sonra tahtayı kapadı, kökünden ucuna ka-dar bir araya getirdi. Ve fidan yeniden tam oldu. Will Lyra'nm aniden soluk aldığını duydu, dönüncebaşka bir cadının sert ellerinde kıvrılıp bükülen, müca-dele eden yabani bir tavşan tuttuğunu gördü. Hayvan333

hızlı hızlı soluk alıyordu, gözleri faltaşı gibi açılmlstvahşice tekme atıyordu ama cadının elleri amansızdı B'rinde onun ön bacaklarını tutuyordu, ötekiyle de arkbacaklarını kavradı ve çılgına dönmüş tavşanı, kabarıninen karnı yukarıda olmak üzere düz hale getirdi. Serafina'nın bıçağı karında kaydı. Will bayılır gibi ol-duğunu hissediyordu, Lyra ise, duygudaşlık göstererekkendisi de yabani tavşan biçimine bürünmüş, kollarındadirenip ısıran Pantaliamon'u tutmaya çalışıyordu. Gerçekyabani tavşan hareketsiz kaldı, gözleri fırlamıştı, göğsükalkıp iniyordu, bağırsakları parıldıyordu. Ama Serafina kaynattığı maddenin birazını alıp yavaşyavaş açık yaraya damlattı, sonra da parmaklarıyla yara-yı kapattı ve hiç yara kalmayana kadar ıslak tüyleri onunüstünde düzeltti. Hayvanı tutan cadı onu koyuverdi ve yavaşça yere bı-raktı; tavşan silkindi, dönüp yanını yaladı, kulaklarınıdikti ve sanki tek başınaymış gibi bir otu kemirdi. Bir-den, cadılar çemberinin farkına varmış göründü ve tek-rar bütünleşmiş, karanlığa sıçrayarak hızla atılıp, ok gibiuzaklaştı. Pantalaimon'u yatıştıran Lyra, Will'e bir göz attı ve bu-nun ne anlama geldiğini bildiğini gördü: ilaç hazırdı. Oğ-lan elini uzattı ve Serafina buharları tüten karışımı par-maklarının kanayan köklerine sürerken uzağa baktı, bir-kaç kez hızla nefes aldı, ama ondan kaçınmadı.Açıktaki eti tamamen ıslanınca cadı sırılsıklam şifalı ot-334

lan yaralara bastırdı ve onları ipek bir şeritle sıkıca sardı.Buydu işte: büyü yapılmıştı. Will gecenin geri kalanında derin derin uyudu. Havasoğuktu ama cadılar üzerine yapraklar sermişti, Lyra da

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

onun sırtına sokulmuş olarak uyuyordu. Sabahleyin Se-rafina yaraya yeniden pansuman yaptı, Will de onun ifa-desinden yarasının geçip geçmediğini anlamaya çalıştı,ancak Serafina'nm yüzü sakin ve ifadesizdi. Karınlarını doyurduktan sonra Serafina çocuklara ca-dıların aldıkları kararı bildirdi: bu dünyaya Lyra'yı bulupona muhafızlık etmeye geldiklerine göre, şimdi de ona,görevini yapmada, yani Will'e rehberlik edip babasınagötürmede yardımcı olacaklardı. Böylece hep birlikte yola koyuldular, Genelde sakinbir yolculuktu. Lyra başlangıçta, ihtiyatla da olsa, aletiyo-metreye danışıp, büyük körfezin ötesinde görebildikleriuzaktaki dağlar yönünde yolculuk yapmaları gerektiğiniöğrenmişti. Hiç şehrin bu kadar yükseğinde olmadıklarıiçin, kıyı çizgisinin nasıl kıvrıldığının da, dağların ufkunaltında olduğunun da farkında değillerdi; ama şimdiağaçlar seyreldiğinde, ya da bir yamaç onların altındayokuş aşağı indiğinde, boş mavi denize bakabiliyor veulaşacakları yer olan, denizin gerisindeki yüksek mavidağları görebiliyorlardı. Gidecek upuzun bir yollan vargibiydi. Az konuştular. Lyra, ağaçkakanlardan sincaplara, sırt-larında baklava biçimi desenler olan küçük yeşil yosun335

yılanlarına varana kadar ormandaki canlıları incelemek-le meşguldü, Will'in ise sadece yola devam edebilmekiçin bütün enerjisine ihtiyacı vardı. Lyra ile Pantalairrıonhiç durmaksızın, onun hakkında konuşuyorlardı. "Aletiyometreye sahiden bakabiliriz ama," dedi Pan-talaimon, otlayan bir karacaya fark ettirmeden onun nekadar yakınına sokulabileceklerini görmek için patikadoyalandıkları bir noktada. "Bakmayacağız diye söz ver-medik, asla. Ve onun için her türlü şeyi öğrenirdik.Onun için yapıyor olurduk, kendimiz için değil." "Aptallaşma," dedi Lyra. "Tabii kendimiz için yapıyoolurduk, çünkü o asla sormaz. Sen sadece açgözlüsün vbaşkalarının işine burnunu sokuyorsun, Pan." "Değişiklik olmuş, desene. Normalde açgözlü olan vbaşkalarının işine burnunu sokan sensin, onu bunu yapmayasın diye seni uyarmak da bana düşer. Jordan'dakistirahat odasında olduğu gibi. Ben oraya girmeyi hiç mhiç istemedim." "Girmeseydik, Pan, bütün bunlar olur muydu sanıyorsun?" "Hayır. Çünkü Başkan Lord Asriel'i zehirleyecekti,mesele de orada kapanacaktı." "Evet, sanırım... Peki, sence Will'in babası kim? Niyebu kadar önemli?" "Demek istediğim de bu işte! Bir dakikada öğrenir-dik!"Lyra hevesli göründü. "Bir zamanlar bunu yapabili336

dim," dedi, "ama değişiyorum sanırım, Pan.""Hayır, değişmiyorsun." "Sen değişmiyor olabilirsin... Hey, Pan, ben değişincesen artık değişmeyeceksin. Ne olacaksın?""Bir pire, umarım."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Hayır, ama ne olabileceğin yolunda hiçbir hissin yokmu?""Hayır. Olsun da istemiyorum.""Dediğini yapmadım diye surat asıyorsun." Pantalaimon değişip bir domuz oldu, homurdandı,cikledi ve burnundan soludu, ta ki Lyra ona gülene ka-dar, sonra da değişip bir sincap oldu ve onun yanısıradallarda koşturdu. "Sence babası kim?" diye sordu Pantalaimon. "Karşı-laştığımız birisi olabilir mi dersin?" "Olabilir. Ama çok önemli biri olmalı, neredeyse LordAsriel kadar önemli. Mutlaka öyle olmalı. Biz yaptığımızişin önemli olduğunu biliyoruz, ne de olsa." "Bilmiyoruz," diye onun dikkatini çekti Pantalaimon."Öyle olduğunu düşünüyoruz, ama bilmiyoruz. Sadece,Roger öldüğü için Toz'u aramaya karar verdik." "Önemli olduğunu biliyoruz^." dedi Lyra hararetle,hattâ ayağını yere bile vurdu. "Cadılar da biliyor. Biziaramak için bunca yolu sadece benim muhafızım olmakve bana yardım etmek için aştılar! Ve Will'in babasınıbulmasına yardım etmemiz gerek. Bu önemli işte. Sende biliyorsun, yoksa yaralandığında onu yakmazdın. Ni-337

ye yaptın ki bunu? Yapabilir miyim diye bana sormadıbile. O zaman bunu yaptığına inanamamıştım." "Yaptım, çünkü cini yoktu ve bir cine ihtiyacı vardıVe her şeyi görmeyi, sandığının yarısı kadar becerebil-sen, sen de bunu anlardın.""Anlamıştım, gerçekten," dedi Lyra. Sonra durdular, çünkü patikanın yanındaki bir kaya-da oturan Will'e yetişmişlerdi. Pantalaimon bir sinekçiloldu ve o dallar arasında uçarken Lyra, "Will, sence oçocuklar şimdi ne yapacak?" diye sordu. "Bizi izlemeyecekler. Cadılardan çok korkmuşlardı.Belki de gene oradan oraya avare dolaşmaya başlarlar." "Evet, herhalde. Bıçağı kullanmak isteyebilirler ama.Onun için arkamızdan gelebilirler." "Bırak, gelsinler. Artık o bıçağı alamazlar. Önceleri is-temiyordum. Ama Heyulalar'ı öldürebiliyorsa eğer..." "Angelica'ya hiç güvenmedim, ta başından beri," de-di Lyra, erdemli bir edayla."Evet, güvendin," dedi Will. "Evet, güvendim, gerçekten... Sonunda nefret ettim oşehirden." "Bulduğumda orayı cennet sanmıştım. Bundan dahaiyisini hayal bile edemezdim. Ve o sırada hep Heyulalarile doluymuş ve biz hiç bilemedik..." "Eh, bir daha çocuklara güvenmeyeceğim," dedi Lyra."Bolvangar'dayken, büyükler ne yaparsa yapsın, işler nekadar kötü olursa olsun, çocukların farklı olduğunu dü-338

şünürdüm. Böyle zalimce şeyler yapmazlar derdim. Amaşimdi emin değilim. Daha önce çocukları hiç böyle gör-medim, gerçekten.""Ben gördüm," dedi Will."Ne zaman? Kendi dünyanda mı?" "Evet," dedi oğlan, sıkıntılı sıkıntılı. Lyra bekledi, kı-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

pırdamadan oturdu, Will de az sonra devam etti. "An-,nem kötü dönemlerinden birini geçirirken oldu. O veben kendi başımıza yaşıyorduk, çünkü babam yanımız-da değildi. Ve annem zaman zaman doğru olmayan şey-ler düşünmeye başladı. Ve anlamsız işler yapmaya - enazından, benim için anlamsız. Yani, onları yapması gere-kirdi, yoksa endişeye kapılır ve korkardı, ben de onayardım ederdim. Parktaki parmaklıkların hepsine dokun-mak ya da bir çalıdaki bütün yaprakları saymak gibi -böyle şeyler. Bir süre sonra iyileşirdi. Ama ben birisionun böyle olduğunu fark edecek diye korkuyordum,çünkü onu bir yerlere gönderirler diye düşünüyordum,bu yüzden de ona göz kulak oluyor, bunları saklıyor-dum. Kimseye söylemedim, hiç. "Ve bir keresinde ben ona yardım etmek için oradadeğilken korktu. Ben okuldaydım. Dışarı çıktı, pek fazlaşey de giymiyordu, ama bunu bilmiyordu. Ve benimokulumdan bazı erkek çocuklar onu buldu ve başladı-lar..." WilPin yüzünü ateş basmıştı. Yaptığına engel olama-dan ve sesi titreyip gözleri sulandığı için Lyra'ya da bak-339

madan kendini aşağı yukarı yürür buldu. Devam ett'-"Ona eziyet ediyorlardı, tıpkı kulenin oradaki çocuklarınkediye yaptığı gibi... Onun deli olduğunu düşünüyor yecanını yakmak, belki de öldürmek istiyorlardı, öldürselerşaşırmazdım. Tek suçu farklı olmaktı ve ondan nefretediyorlardı. Neyse, onu buldum ve eve götürdüm. Erte-si gün okulda liderleri olan çocukla kavga ettim. Onun-la kavga ettim ve kolunu kırdım, sanırım birkaç dişini dekırdım - bilmiyorum. Geri kalanıyla da dövüşecektimama başım belaya girdi ve dursam iyi olacağını anladımçünkü durmazsam öğrenirlerdi - yani, öğretmenlerleyetkililer. Anneme gider ve beni şikayet ederlerdi veonun nasıl olduğunu fark edince de götürürlerdi. Ben depişman olmuşum gibi yaptım, öğretmenlere bir dahaböyle bir şey yapmayacağım dedim, kavga ettiğim içinbana ceza verdiler, gene de bir şey söylemedim. Amaonu emniyette tuttum, anlıyorsun ya. O çocuklar dışındahiç kimse bilmiyordu ve onlar da herhangi bir şey yapar-larsa benim ne yapacağımı biliyorlardı; bir daha sefereonları öldüreceğimi biliyorlardı. Sadece canlarını yak-mak değil. Ve bir süre sonra annem gene iyileşti. Kimsebilmedi, asla. "Ama ondan sonra çocuklara büyüklerden fazla gü-venmedim hiç. Onlar da kötü şeyler yapmaya aynı dere-cede hevesli. Onun için Ci'gazze'deki o çocuklar onu ya-pınca şaşırmadım."Ama cadıların gelişine sevindim."340

Gene sırtı Lyra'ya dönük, gene ona bakmayarak otur-du, eliyle gözlerini sildi. Lyra görmemiş gibi yaptı. "Will," dedi, "annen hakkında dediklerin... ve Tulliohakkında, Heyulalar onu ele geçirince... ve dün, Heyu-lalar'm senin dünyandan geldiklerini sandığını söyle-men..." "Evet. Çünkü bir anlamı yok, ona olanların. Deli de-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ğildi. Çocuklar deli olduğunu düşünebilir, ona gülebilirve incitmeye çalışabilirlerdi, ama yanılıyorlardi; deli de-ğildi. Sadece benim göremediğim şeylerden korkuyordu.Ve çılgınca görünen şeyler yapması gerekiyordu; sen on-ların anlamını çözemiyordun ama besbelli o çözüyordu.Bütün yaprakları sayması gibi, ya da Tullio'nun dün du-vardaki bütün taşlara dokunması gibi. Belki de bu Heyu-lalar'ı uzaklaştırmanın bir yoluydu. Eğer arkalarındakikorkutucu bir şeye sırtlarını dönebilirlerse ve taşlarla, na-sıl birbirlerine geçtikleriyle ya da çalılıktaki yapraklarlagerçekten ilgilenirlerse, kendilerini bunun gerçektenönemli olduğuna inandırabilirlerse, emniyette olacaklar-mış gibi. Bilmiyorum. Böyle görünüyor. Korkacağı ger-çek şeyler de vardı, gelip bizi soyan o adamlar gibi, amaonlardan başka da bir şey vardı. Onun için, belki benimdünyamda da Heyulalar vardır, sadece onları göremiyo-ruzdur ve bir isim koymamışızdır, ama oradadırlar ve an-neme saldırmaya çalışıyorlardır. İşte onun için dün aleti-yometre annemin iyi olduğunu söyleyince sevindim."Hızlı hızlı soluk alıyordu, sağ eli kılıfmdaki bıçağın341

sapını kavramıştı. Lyra hiçbir şey söylemedi, Pantalaimon da hiç kıpırdamadan durdu. Bir süre sonra kız, "Babanı araman gerektiğini ne zaman anladın?" diye sordu. "Uzun zaman önce," dedi oğlan. "Onun bir tutsak olduğunu, kaçmasına yardım edeceğimi hayal ederdimBöyle uzun oyunlar oynardım; bazen günlerce sürerdiYa da bir ıssız adada olurdu, ben tekneyle gidip onu evgetirirdim. Ve her şey hakkında ne yapılması gerektiğintamı tamına bilirdi - özellikle, annem hakkında - anneiyileşirdi, babam ona ve bana göz kulak olurdu, ben döylece okula gidip arkadaş edinebilirdim ve bir annemle babam da olurdu. Onun için kendi kendime hep demişimdir ki, büyüyünce gidip babamı arayacağım... Vannem de bana, babamın rolünü devralacağımı söylerdiKendimi iyi hissedeyim diye söylerdi. Ne olduğunu bilmezdim, ama kulağa önemli bir şey gibi gelirdi.""Arkadaşın yok muydu?" "Nasıl olsun ki?" dedi Will, saf bir hayretle. "Arkadaşlar... Evine gelirler ve annenle babanı tanırlar ve .. Bazeçocuklardan biri beni evine çağırırdı, gidebilirdim degitmeyebilirdim de, ama ben onu asla çağıramazdımOnun için arkadaşım yoktu, gerçekten. İsterdim... Kedivardı," diye devam etti. "Umarım şimdi iyidir. Umarım,biri ona bakıyordur." "Peki ya öldürdüğün adam?" dedi Lyra, kalbi pat patçarparak. "O kimdi?"342

"Bilmiyorum. Eğer onu öldürdümse, umurumda de-ğil. Hak etti. İki kişiydiler. Boyuna eve gelip yenidenkorkana ve her zamankinden beter olana kadar annemirahatsız ediyorlardı. Babam hakkındaki her şeyi öğren-mek istiyorlardı ve onu rahat bırakmıyorlardı. Bilmiyo-rum, polis miydiler, başka bir şey mi. Önce bir çeteye fa-lan dahiller, babamın bir banka soyup belki de parayısakladığını düşünüyorlar sandım. Ama para istemiyorlar-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

dı; kağıtları istiyorlardı. Babamın gönderdiği bazı mek-tupları istiyorlardı. Bir gün zorla eve girdiler, ben de an-nemin başka bir yerde olursa daha fazla güvencede ola-cağını düşündüm. Anlıyorsun ya, polise gidip yardım is-teyemiyordum, çünkü annemi alıp götürebilirlerdi. Neyapacağımı bilmiyordum. "Sonunda, vaktiyle bana piyano dersi vermiş olan ih-tiyar hanıma söyledim. Aklıma gelen tek kişi oydu. An-nem onunla kalabilir mi diye sordum ve onu oraya gö-türdüm. Sanırım ona iyi bakacak. Neyse, ben o mektup-ları aramaya eve gittim, çünkü annemin onları neredesakladığını biliyordum, buldum da, derken adamlar ge-lip yeniden zorla eve girdiler. Geceydi, ya da sabahın er-ken saatleri. Ve merdivenin tepesinde saklanıyordum kiMoxie - dişi kedim Moxie - yatak odasından çıktı. Onugörmedim, adam da görmedi, adama çarptığımda Moxieayağının takılmasına neden oldu, adam da ta merdivenindibine kadar düştü..."Ben de kaçtım. Olup biten bu. Yani onu öldürmeye343

niyetim yoktu, ama olmuş olsa da umurumda değil. Ka-çıp Oxford'a gittim ve sonra da o pencereyi buldum. Vebütün bunlar ben öteki kediyi gördüğüm, onu gözlemekiçin durduğum ve pencereyi önce bulduğum için olduEğer onu görmeseydim... ya da Moxie tam o sırada ya-takodasmdan çıkmış olmasaydı..." "Evet," dedi Lyra, "şanslıymışsm. Ben ve Pan da azönce ben Jordan'daki istirahat odasına hiç gitmeseydim,Başkan'm şaraba zehir koymasını görmeseydim nelerolurdu diye düşünüyorduk! Gene bunların hiçbirisi ol-mazdı." İkisi de ihtiyar çamlar arasından gelen eğik güneş ışı-ğında, yosun kaplı kayada sessizce oturdular ve onlarıburaya ne kadar çok sayıda minik şanslı olayın birleşipgetirdiğini düşündüler. Bütün bu şanslı olaylar farklı biryönde seyredebilirdi. Belki başka bir dünyada, başka birWill, Sunderland Avenue'daki pencereyi görmezdi ve ya-kalanana kadar, yorgun ve kayıp, Midlands'a doğru ava-re avare giderdi. Ve başka bir dünyada başka bir Panta-laimon başka bir Lyra'yi istirahat odasında kalmamaya ik-na eder, başka bir Lord Asriel zehirlenir, başka bir RogerLyra ile, değişmeyen başka bir Oxford'un çatılarında vedar sokaklarında ebediyyen oynamak için hayatta kalırdı. Az sonra Will yola devam edecek kadar güçlendi,çevrelerindeki sessiz büyük ormanda birlikte patikadanilerlediler.344

Gün boyunca dinlenerek, ilerleyerek, tekrar dinlene-rek yürüdüler, ağaçlar seyreldi, arazi daha kayalık bir halaldı. Lyra aletiyometreye danıştı: Yola devam, dedi aleti-yometre, doğru yön bu. Öğleyin Heyulalar'ın rahatsız et-memiş olduğu bir köye geldiler. Yamaçta keçiler ödü-yordu, bir limon ağaçlan korusu taşlık yere gölge veri-yordu, derede oynayan çocuklar, partal kıyafetli kızlabeyaz yüzlü, vahşi bakışlı, gömleğinde kan lekeleri olanoğlanı ve yanlarında yürüyen zarif tazıyı görünce anne-lerine seslenip yanlarına koştular.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Büyükler ihtiyatlı ama Lyra'nın altın paralarından biriiçin ekmek, peynir ve meyve satmaya hevesliydiler. Ca-dılar göz önünden uzak durdu ama çocukların ikisi deherhangi bir tehlike onları tehdit edecek olsa bir saniye-de geleceklerini biliyorlardı. Lyra bir tur daha pazarlıkettikten sonra, ihtiyar bir kadın onlara keçi derisinden ikimatara ile ince bir keten gömlek sattı ve Will de içi fe-rahlayarak pis tişörtünü bıraktı, buz gibi derede yıkandıve daha sonra da kurumak için sıcak güneşte uzandı. Canlanıp kendilerine gelerek, yeniden yola koyuldu-lar. Arazi şimdi daha sertti; gölge niyetine, dalları etrafayayılan ağaçların değil, kayaların gölgesinde dinlenmekdurumundaydılar. Ayaklarının altındaki toprak da ayak-kabılarının tabanından içeri işleyecek kadar sıcaktı. Gü-neş gözlerine vuruyordu. Tırmanırken gittikçe daha ağırilerliyorlardı ve güneş dağın kenarlarına vurunca ve alt-larında küçük bir vadinin açıldığını gördüklerinde, daha345

ileri gitmemeye karar verdiler. Yamaçtan aşağı zahmetle indiler, dengelerini kaybet-melerine ramak kaldı, hem de bir kereden fazla, sonrada koyu renk parlak yaprakları ve koyu kırmızı çiçeköbekleri arıların vızıltısıyla dolu cüce açelya çalılıklarıarasından ite kaka geçmek zorunda kaldılar. Akşamıngölgeleri inerken, bir derenin kenarındaki yabani bir ça-yırlığa geldiler. Otlar diz boyuydu ve peygamber çiçeği,yılanotu ve beşparmak otu doluydu. Will derenin suyundan uzun uzun içti, sonra da uza-nıp yattı. Uyanık kakmıyordu ama uyuyamıyordu da;başı dönüyordu, her şeyin üzerine bir gariplik şaşkınlığıçökmüştü, eli sızlıyor ve zonkluyordu.Ve daha da beteri, yeniden kanamaya başlamıştı. Serafina yaraya bakınca biraz daha şifalı ot koydu,ipeği her zamankinden daha sıkı bağladı ama bu kez yü-zü endişeliydi. Will onu sorgulamak istemedi, ne anlamıvardı ki? Büyünün işe yaramadığı onca açıktı ve Serafi-na'nın da bunu bildiğini görebiliyordu. Karanlık çökerken Lyra'nın yakınında yatmaya geldi-ğini duydu, az sonra da usuldan bir mırlama. Lyra'nınkedi biçimdeki cini, ondan yarım metre kadar ötede,pençelerini kıvırmış uyukluyordu. Will fısıldadı: "Panta-laimon!" Cinin gözleri açıldı. Lyra kıpırdamadı. Pantalaimon fı-sıldadı. "Evet?""Pan, ölecek miyim?"346

"Cadılar seni ölmeye bırakmaz. Lyra da." "Ama büyü işe yaramadı. Kan kaybedip duruyorum.Hem kaybedecek fazla kanım da kalmış olamaz. Ve ye-niden kanıyor, durmayacak. Korkuyorum...""Lyra korktuğunu düşünmüyor.""Düşünmüyor mu?" "Görüp göreceği en cesur savaşçı olduğunu, İorekByrnison kadar cesur olduğunu düşünüyor." "Öyleyse sanırım korkmuş görünmemeye çalışsam iyiolur," dedi Will. Bir dakika kadar sessiz kaldı ve sonra,"Bence Lyra benden de cesur," dedi. "Şimdiye kadarki

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

en iyi arkadaşım." "O da senin hakkında aynı şeyi düşünüyor," diye fı-sıldadı cin.Will bir süre sonra gözlerini kapadı. Lyra kıpırdamadan yatıyordu, ama gözleri karanlıktafincan gibi açılmıştı ve kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. Will bundan sonra etrafının farkına vardığında havatamamen kararmıştı, eli de her zamankinden çok acıyor-du. Dikkatle doğruldu, biraz ötede bir ateş yakıldığınıgördü, Lyra ateşin başında çatallı bir sopada ekmek kı-zartmaya çalışıyordu. Birkaç kuş da bir şişin üstünde kı-zarıyordu, Will yakında bir yere oturmaya gelirken, Se-rafina Pekkala aşağı uçtu."Will,"dedi, "başka bir şey yemeden şu yaprakları ye."Ona bir avuç yumuşak, acı tatlı, biraz adaçayına ben-347

zeyen yaprak verdi, oğlan onları sessizce çiğnedi, kendi-ni zorlayarak yuttu. Ağız buruşturucu bir tatları vardıama kendini daha uyanık, daha az üşümüş ve yediği içindaha iyi hissetti. Kızarmış kuşları yediler, limon suyuyla çeşnilendirdi-ler, sonra bir başka cadı dağın dibindeki taş yığınlarınınaltında bulduğu biraz yaban mersinini getirdi ve cadılarateşin çevresinde toplandı. Usulca konuştular; kimilerietrafı gözlemek için yükseğe uçmuş ve bir tanesi deni-zin üstünde bir balon görmüştü. Lyra hemen doğruldu."Mr. Scoresby'nin balonu mu?" dedi. "İçinde iki adam vardı ama kim olduklarını göreme-yecek kadar uzaktaydılar. Arkalarında fırtına bulutlarıtoplanıyordu." Lyra ellerini çırptı. "Mr. Scoresby geliyorsa eğer," de-di, "uçabiliriz, Will! Ah, umarım odur! Ona veda edeme-dim hiç, öyle de şefkatliydi ki. Keşke onu yeniden gör-sem, sahiden..." Cadı Juta Kamainen, omuzundaki kırmızı göğüslü kı-zılgerdan cininin gözleri pırıl pırıl, dinliyordu, çünkü LeeScoresby'nin adının geçmesi ona adamın neyi aramakiçin yola koyulduğunu hatırlatmıştı. Juta, StanislausGrumman'a âşık olan ve aşkı reddedilen cadıydı, Serafi-na Pekkala'nın kendi dünyalarında adamı öldürmesin di-ye bu dünyaya getirdiği cadı. Serafina bunu fark edebilirdi, ama başka bir şey ol-muştu: elini kaldırdı, başını da, bütün diğer cadılar gibi.348

Will ve Lyra kuzeyden doğru çok hafifçe bir gece kuşu-nun çığlığının geldiğini duydular. Oysa bu kuş değildi;cadılar hemen onun bir cin olduğunu anlamıştı. SerafinaPekkala kalkarak dikkatle göğe baktı."Sanırım Ruta Skadi," dedi. Sessiz kaldılar, başlarını engin sessizliğe doğru eğe-rek, duymaya çalıştılar. Ve sonra bir başka çığlık geldi, şimdi daha yakından, vesonra bir üçüncüsü; bu çığlık üzerine bütün cadılar dalla-rını alıp havalandı. Sadece iki tanesi, yani, yakında duran,okları yaylarında, Will ile Lyra'yı koruyan iki cadı hariç. Yukarıdaki karanlıkta bir yerlerde birileri dövüşüyor-du. Ve sadece birkaç saniye sonra, uçma hışırtısını, okla-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

rın vızıltısını ve acı, öfke ya da emirle yükselmiş seslerinhomurtularını, verdikleri emirleri duyabiliyor gibiydiler. Sonra onlara sıçrayacak vakit bile bırakmayacak ka-dar ani bir pat sesiyle gökten ayaklarının dibine bir ya-ratık düştü - derimsi ciltli ve keçeleşmiş kürklü, Lyra'nınyamaç-hartlağı ya da benzer bir şey olarak tanıdığı bircanavar. Düşüş onu sakatlamıştı ve yanından bir ok çıkıyorduama gene de sendeleyerek ayaklandı, debelenerek, tümkötülüğüyle Lyra'ya doğru atıldı. Cadılar ateş edemiyor-lardı, çünkü yaratık onların ateş hatundaydı, ancak ora-ya ilk giden Will oldu; bıçakla ve elinin tersiyle kesti, ya-ratığın başı koptu, bir-iki kez yuvarlandı. Hava ciğerleri-ni gürültülü bir iç çekişle terk etti ve ölüp yere düştü.349

Gözlerini bir kez daha yukarı çevirdiler çünkü savaşdaha aşağı doğru geliyordu ve yukarıları aydınlatan ateşışığı, hızla geçen bir siyah ipek anaforu, solgun kollarlabacaklar, yeşil çam iğneleri, kurşuni-kahverengi beneklideriyi gösteriyordu. Cadıların ani dönüşler, duruşlar veileri atılışlarda, değil nişan alıp ok atmak, dengelerini na-sıl korudukları WilFin anlayışının ötesindeydi. Başka bir yamaç-hartlağı, sonra bir başkası dereye yada yakınlardaki kayalara kaskatı ölmüş halde düştü; vesonra geri kalanı, karanlıkta çığlıklar atıp, cıyaklayarak,kuzeye doğru kaçıştı. Birkaç dakika sonra Serafina Pekkala kendi cadılarıve başka biriyle yere indi: ateşli bakışlı, siyah saçlı, ya-nakları öfke ve heyecandan kızarmış güzel bir cadı.Yeni cadı başsız yamaç-hartlağını gördü ve tükürdü. "Bizim dünyamızdan değil," dedi, "buradan da değil.Pis melunlar. Binlercesi var, sinek gibi ürüyorlar... Bu dakim? Lyra denen çocuk bu mu? Ya oğlan kim?" Lyra onun bakışını soğukkanlılıkla iade etti ama kalpatışlarının hızlandığını da hissetti, çünkü Ruta Skadi öy-lesine sinirleriyle besleniyordu ki, yakınındaki herkestede benzer bir heyecan yaratıyordu. Sonra cadı Will'e döndü, Will de aynı yoğunluk dal-gasını hissetti ama Lyra gibi o da yüz ifadesini kontrol et-ti. Bıçak gene elindeydi, cadı o bıçakla ne yaptığını gör-dü ve gülümsedi. Will bıçağı pis şeyin kanından temiz-lemek için toprağa soktu, sonra da derede duruladı.350

Ruta Skadi, "Serafina Pekkala," diyordu, "öyle çok şeyöğreniyorum ki; bütün eski şeyler değişiyor ya da ölü-yor, ya da içleri boşalıyor. Karnım aç..." Kızarmış kuşların kalıntılarını paralayarak ve ağzınaavuç dolusu ekmek tıkıp, dereden aldığı büyük yudum-larla yutarak, bir hayvan gibi yedi. O yerken, cadılarınbazıları ölü yamaç-hartlaklarını taşıyıp götürdü, ateşi ye-niden yaktı, sonra da nöbet tutmaya başladılar. Geri kalanı Ruta Skadi'nin yakınında oturup onun an-latacaklarını dinlemeye geldi. Ruta onlara, meleklerle bu-luşmak için yukarı uçtuğunda neler olduğunu söyledi,sonra da Lord Asriel'in kalesine yaptığı yolculuğu anlattı. "Kızkardeşlerim, hayal edebileceğiniz en büyük şato:bazalttan kale duvarları göklere yükseliyor, her yönden

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

geniş yollar geliyor, bu yollarda barut, yiyecek, madenizırhlardan yükleri var. Bunu nasıl yapmış? Sanırım bu-nun için uzun bir süredir hazırlanıyordu, çağlar boyun-ca. Bunu daha biz doğmadan önce hazırlıyordu, kızkar-deşlerim, çok daha genç olsa bile... Ama nasıl olabilir?

Bilmiyorum. Anlayamıyorum. Sanırım zamana hükmedi-yor, iradesine bağlı olarak onun daha hızlı ya da yavaşgeçmesini sağlıyor. "Ve bu kaleye, her dünyadan, her tür savaşçı geliyor.Erkekler ve kadınlar, evet, savaşan ruhlar da ve daha ön-ce hiç görmediğim silahlı yaratıklar - kertenkeleler vemaymunlar, zehirli mahmuzları olan kocaman kuşlar,tahmin edebileceğim bir adları olmayacak kadar tuhaf351

yaratıklar. Bir de diğer dünyaların cadıları var, kızkardeş-lerim; bunu biliyor muydunuz? Bizimki gibi ama son de-rece farklı bir dünyadan gelen cadılarla konuştum, çün-kü o cadılar bizim kısa ömürlerimizden uzun bir ömüryaşıyorlar ve aralarında erkekler de var, bizim gibi uça-bilen erkek-cadılar..." Onun anlattıkları, Serfania Pekkala'nm klanındaki ca-dıların hayretle, korkuyla ve inanmazlıkla dinlemelerineneden olmuştu. Ama Serafina ona inanıyordu, devam et-mesi için teşvik etti. "Lord Asriel'i gördün mü, Ruta Skadi? Ona ulaşabildinmi?" "Evet, ulaştım ve hiç de kolay değildi çünkü birçok et-kinlik dairesinin merkezinde yaşıyor ve hepsini yöneti-yor. Ne var ki, ben kendimi görünmez hale getirdim, uyu-maya hazırlandığı en mahrem odasına girmeyi başardım." Her cadı bunun ardından neler olduğunu biliyordu,Will ile Lyra'nm ise hayal etmesi bile mümkün değildi.Böylece Ruta Skadi'nin anlatmasına da gerek kalmamıştı,devam etti: "Ve sonra ona neden bütün bu kuvvetleri biraraya getirdiğini ve Otorite'ye meydan okuduğuna dairduyduklarımızın doğru olup olmadığını sordum, güldü. "Sibirya'da bu konuda konuşuyorlar mı yani?" dedi,ben de ona evet dedim, Savalbard'da ve kuzeyin herbölgesinde de konuşuyorlar; bizim kuzeyimizin. Ayrıcaona anlaşmamızdan söz ettim, kendisini bulup öğren-mek için bizim dünyamızı nasıl terk ettiğimden.352

"Ve beni ona katılmaya davet etti, kızkardeşlerim.Otorite'ye karşı ordusuna katılmaya. Ne kadar isterdimoracıkta ve o anda ona söz verebilmeyi. Bana, Otori-te'nin temsilcilerinin O'nun adına yaptıkları düşünülün-ce, isyan etmenin doğru ve adil olduğunu gösterdi... Veben de Bolvangar çocuklarını düşündüm, kendi güneytopraklarımda gördüğüm başka dehşet verici sakatlama-ları düşündüm; o da bana Otorite adına gerçekleştirilendaha da korkunç gaddarlıkları anlattı - bazı dünyalardacadıları yakalayıp nasıl yaktıklarını, kızkardeşlerim. Evet,bizim gibi cadıları... "Benim gözlerimi açtı. Bana asla görmediğim şeylerigösterdi, Otorite adına işlenen zulmü, dehşeti; ve hepsihayatın sevinci ile açıksözlülüğünü yok etmek için tasar-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

lanmış. "Ah, kızkardeşlerim, kendimi ve bütün klanımı ânın-da bu davaya adamayı öyle bir istedim ki! Ama önce si-ze danışmam gerektiğini biliyordum ve sonra da kendidünyama uçup İeva Kasku, Reina Miti ve diğer cadı kra-liçelerle konuşmam gerektiğini. "Böylece onun odasından görünmeden ayrıldım, bu-lut-çamımı buldum ve uzaklara uçtum. Ama daha uzağauçamadan büyük bir rüzgar geldi, beni dağların tepele-rine savurdu ve bir sarp kayanın doruğuna sığınmak zo-runda kaldım. O kayalıklarda ne tür yaratıkların yaşadı-ğını bildiğim için kendimi yeniden görünmez hale getir-dim ve karanlıkta sesler duydum.j353

"Anlaşılan, yamaç-hartlaklarının en yaşlısının yuvası-na rastlamışım. Kördü, ona yiyecek getiriyorlardı: çokaşağılardan, pis pis kokan leşler. Ve ondan kendilerineyol göstermesini istiyorlardı. "Büyükbaba," dediler, "hafızan ne kadar geriye gidi-yor?" "Çok, çok gerilere. İnsanlardan öncesine," dedi; sesiyumuşak, çatlak ve zayıftı. "Görülmüş görülecek en büyük savaşın yakında gel-diği doğru mu, Büyükbaba?" "Evet, çocuklar," dedi. "Hattâ sonuncusundan da da-ha büyük bir savaş. Hepimize nefis bir ziyafet. Bu gün-ler, her dünyadaki her hartlak için zevk ve bolluk gün-leri olacak." "Peki, kim kazanacak, Büyükbaba? Lord Asriel Otori-te'yi yenecek mi?" "Lord Asriel'in ordusunda milyonlar var," dedi onlaraihtiyar yamaç hartlağı, "her dünyadan toplanmışlar. Da-ha önce Otorite ile savaşmış olandan da büyük bir orduve daha iyi liderlik altında. Otorite'nin kuvvetlerine ge-lince, eh, onlardan yüz misli daha fazlalar. Ama Otori-te'nin yaşı çağları bulur, benden bile yaşlıdır, çocuklar.Ayrıca askerleri korkmuş, korkmadıklan yerlerde dekendini beğenmiştir. Kıran kırana bir savaş olacak amaLord Asriel kazanacak çünkü tutkulu ve cüretkar biri.Davasında haklı olduğuna inanıyor. Ancak bir şey hariç,çocuklar. Esatir onda değil. Esatir olmadan o ve bütün354

kuvvetleri yenilecektir. Ve biz de ziyafet yılları yaşayaca-ğız, çocuklarım!" "Sonra da güldü, ona getirdikleri leş kokulu eski kemi-ği kemirdi, diğerleri de hep birlikte neşe çığlıkları attılar. "Şimdi, bu Esatir hakkında daha fazlasını duyayım di-ye nasıl kulağımı dört açıp dinlediğimi hayal edebilirsi-niz ama rüzgarın ulumasının üstünden sadece genç birhartlağın şunu sorduğunu duyabildim: "Eğer Lord Asri-el'in Esatir'e ihtiyacı varsa, neden onu çağırmıyor?" "Ve ihtiyar hartlak dedi ki, "Lord Asriel de Esatir hak-kında senin bildiğinden fazlasını bilmiyor, çocuk! İşinesprisi burada! Uzun uzun, avaz avaz gülün -" "Ama daha fazlasını öğrenmek için pis şeylere dahada yaklaşmaya çalışırken gücüm pes etti, kızkardeşlerim,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kendimi daha fazla görünmez halde tutamadım. Dahagenç olanlar beni gördü ve çığlığı bastılar ve kaçmak,havadaki görünmez kapıdan bu dünyaya dönmek zo-runda kaldım. Bir hartlak sürüsü arkamdan geldi, onlarda sonuncuları, orada ölü yatıyorlar. "Ancak, Lord Asriel'in bize ihtiyacı olduğu açık, kız-kardeşlerim. Bu Esatir her kimse, Lord Asriel'in bize ih-tiyacı var! Keşke şimdi Lord Asriel'e dönebilsem de, "En-dişe etme - biz geliyoruz - biz, kuzeyin cadıları ve ka-zanman için sana yardımcı olacağız," diyebilsem... Şimdianlaşmaya varalım, Serafina Pekkala, büyük bir cadımeclisi toplayalım, tek tek her klanı bir araya getirelimve savaş açalım!"355

Serafina Pekkala Will'e baktı, oğlana sanki bir şey innizin istiyor gibi geldi. Ama ona yol gösteremedi, cadı dayeniden Ruta Skadi'ye baktı. "Biz değil," dedi. "Bizim görevimiz Lyra'ya yardım et-mek, onunki ise Will'e rehberlik edip babasına götürmek.Geri dönmelisin, tamam, ama biz Lyra ile kalmalıyız." Ruta Sadi başını sabırsızca savurdu. "Eh, kalmanız ge-rekiyorsa," dedi. Will uzandı, çünkü yarası canını acıtıyordu - şimdiyeni olduğu zamankinden de daha fazla. Bütün eli şiş-mişti. Lyra da, boynuna dolanan Pantalaimon ile uzandıve yarı kapalı göz kapakları arasından ateşi gözleyip uy-kulu uykulu, cadıların mırıltılarına kulak verdi. Ruta Skadi nehirden yukarı doğru biraz yürüdü, Sera-fina Pekkala da onunla gitti. "Ah, Serafina Pekkala, Lord Asriel'i görmeliydin," de-di Latviya kraliçesi usulca. "Geçmiş gelecek en büyükkumandan. Kuvvetlerinin her ayrıntısı zihninde açık se-çik. Adamın cüretini bir düşün, Yaratıcı'ya savaş açmak!Ama sence kimdir bu Esatir? O adam hakkında niye hiç-bir şey duymadık? Ve Lord Asriel'e katılsın diye onu na-sıl teşvik edebiliriz?" "Belki de bir adam değildir, kızkardeşim. Biz de bukonuda genç yamaç-hartlağı kadar az şey biliyoruz. Bel-ki de ihtiyar büyükbaba onun cehaletine gülüyordu. Ke-lime kulağa sanki "tanrı yokedici" gibi geliyor. Bunu bi-liyor muydun?"356

"O zaman gene de bizi kastediyor olabilir, SerafinaPekkala! Ve eğer öyleyse, biz katılınca güçleri ne kadardaha sağlam olacak. Ah, oklarımın Bolvangar'daki vebütün dünyalarda her Bolvangar'daki iblisleri öldürmesi-ne nasıl da hasretim! Kızkardeşim, niye yapıyorlar? Bü-tün dünyalarda Otorite'nin temsilcileri çocukları zalimtanrılarına kurban ediyor! Neden? Neden?" "Toz'dan korkuyorlar," dedi Serafina Pekkala, "ama onedir dersen, bilmiyorum." "Peki bulduğunuz bu oğlan. O kim? Hangi dünyadangeliyor?" Serafina Pekkala ona Will hakkında bildiği her şeyisöyledi. "Neden önemli olduğunu bilmiyorum," diye bi-tirdi, "ama biz Lyra'ya hizmet ediyoruz. Ve onun aletiona görevinin bu olduğunu söylüyor. Ve kızkardeşim,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yarasına şifa vermeye çalıştık, ama başarısızlığa uğradık.Tutma büyüsünü denedik ama işe yaramadı. Belki de budünyadaki şifalı otlar bizim dünyamızdakilerden dahagüçsüzdür. Burası kanyosunu yetişemeyecek kadar sı-cak." "Tuhaf biri," dedi Ruta Skadi. "O da Lord Asriel'le ay-nı cinsten. Gözlerinin içine baktın mı?" "Doğruyu söylemek gerekirse," dedi Serafina Pekka-la, "Cesaret edemedim." İki kraliçe dere kıyısında sessizce oturdular. Zamangeçti; yıldızlar battı, başka yıldızlar doğdu; uyuyanlardanküçük bir çığlık yükseldi, ama sadece rüya gören357

Lyra'ydı. Cadılar bir fırtınanın gümbürtüsünü duydusonra deniz ve dağ eteğindeki tepeciklerin üzerinde şim-şeklerin oynayışını gördüler, ancak çok uzaklardaydı. Daha sonra Ruta Skadi, "Şu kız, Lyra," dedi. "Onunnasıl bir rol oynaması gerekiyor? Rolü bu mu? Oğlanı ba-basına götüreceği için mi önemli? Çok daha fazlasıydı,değil mi?" "Şimdi yapması gereken bu. Ama daha sonrası için,evet, çok daha fazlası. Biz cadılar bu çocuk için, kaderebir son vereceğini söyleriz. Eh, onu Mrs. Coulter için an-lamlı hale getirecek kelimeyi biliyoruz, kadının bunu bil-mediğini de biliyoruz. Svalbard yakınlarındaki teknedeişkence ettiği cadı az daha söylüyordu ama Yambe-Ak-ka ona tam vaktinde geldi. "Ama şimdi o hartlakların bahsettikleri şeyin Lyra ola-bileceğini düşünüyorum - yani şu Esatir denen şeyin.Cadılar değil, melek varlıkları değil ama o uyuyan ço-cuk: Otorite'ye karşı savaştaki nihai silah. Yoksa Mrs.Coulter onu bulmaya niye bunca hevesli olsun?" "Mrs. Coulter Lord Asriel'in sevgililerinden biriydi,"dedi Ruta Skadi. "Elbette, ve Lyra da onların çocuğu...Serafina Pekkala, eğer ben onun çocuğunu doğurabil-sem, ne cadı olurdu ama! Kraliçelerin kraliçesi!" "Hişşt, kızkardeşim," dedi Serafina. "Dinle... ya şu ışıkda ne?" Bir şey nöbetçilerinin yanından geçtiği için tedirginhalde, orada durdular ve kamp yerinden gelen bir ışık358

parıltısı gördüler; ateşin ışığı değildi ama, ateşin ışığınahiç mi hiç benzemiyordu. Sessiz adımlarla, okları çoktan yaylarına takılmış hal-de geri koştular ve birden durdular. Bütün cadılar otların üstünde uyuyordu, Will ve Lyrada. Ama iki çocuk, aşağı, onlara bakan bir düzine me-lekle çevrilmişti. Ve Serafina o anda cadıların dilinde kelime karşılığıolmayan bir şeyi anladı: hac fikrini. Bu varlıkların önem-li bir şeye yakın olmak için neden binlerce yıl bekledi-ğini ve muazzam mesafeleri aştığını ve kısa süre onunhuzurunda oldukları için geri kalan zamanda kendilerinine kadar farklı hissettiklerini anladı. Bu yaratıklar, sey-relmiş ışığın bu güzel hacıları, kirli yüzlü ve ekose etek-li kız ile uykusunda kaşlarını çatan yaralı elli oğlanın et-rafında ayakta dururken işte böyle görünüyorlardı.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lyra'nın boynunda bir kımıldanma oldu. Kar beyazıbir ermin olan Pantalaimon, kara gözlerini uykulu uyku-lu açtı ve korkusuz bir şekilde etrafa baktı. Lyra bunudaha sonra bir rüya olarak hatırlayacaktı. Pantalaimonbu ilgiyi Lyra'nm hakkı olarak kabul etmiş gibiydi, çokgeçmeden yeniden kıvrıldı ve gözlerini yumdu. Nihayet yaratıklardan biri kanatlarını ardına kadar aç-tı. Birbirlerine onca yakın oldukları halde, diğerleri de ay-nı şeyi yaptı ve kanatları hiçbir dirençle karşılaşmadan,ışık ışıktan geçer gibi birbirinin içinden geçti, ta ki çimen-lerde uyuyanların üstüne bir ışıltı dairesi vurana kadar.359

Sonra nöbetçiler, birbiri ardınca havalandı, alev OJK-göğe yükseldi, yükseldikçe boyutları büyüdü, sonund-muazzam bir boyut aldılar; ama daha şimdiden çok uzaklardaydılar, kuyruklu yıldızlar gibi kuzeye gidiyorlardı. Serafina ve Ruta Skadi çam dallarının üstüne atlayıyukarı doğru onları takip ettiler ama çok geride kaldıla "Senin gördüğün yaratıklar gibi miydiler, Ruta Skadi?"dedi Serafina, havanın ortasında yavaşlayıp, ufka doğruküçülen parlak alevleri izlerken. "Daha büyük sanıyorum ama aynı cinsten. Etleri yoktu, gördün mü? Tamamen ışıktan ibaretler. Duyuları bizimkilerden farklı olmalı... Serafina Pekkala, şimdi kuze-yimizin bütün cadılarını toplanmaya çağırmak için seniterk ediyorum. Yeniden buluştuğumuzda, savaş vaktiolacak. Sağlıcakla kal, canım..." Havanın ortasında kucaklaştılar ve Ruta Skadi dönüpgüneye doğru hızla uçtu. Serafina onun gidişini izledi sonra dönüp ışıldayameleklerin sonuncusunun çok uzaklarda gözden kayboluşuna baktı. Bu büyük nöbetçiler için merhametten başka bir şey hissetmiyordu. Ayaklarının altında toprağısaçlarında rüzgarı, çıplak tenlerinde yıldız ışığının karıncalanmasını asla hissetmemekle ne çok şey kaçırıyor olmalıydılar! Ağır ağır aşağı, çimenlerde uyuyanların yanına katılmak için uçmadan önce, uçtuğu çam dalındaminik bir dalcık kopardı, keskin reçineyi açgözlü bizevkle kokladı.360

14Alamo Vadisi Lee Scoresby solundaki sakin okyanusa ve sağındakiyeşil kıyıya baktı, insan görmek için elini gözlerine siperetti. Yenisey'i bırakalı bir gün, bir gece geçmişti."Burası yeni bir dünya mı?" diye sordu. "Burada doğmamış olanlar için yeni bir dünya," dediStanislaus Grumman. "Aksi takdirde, sizinki ya da be-nimki kadar eski. Asriel'in yaptıkları, her şeyi altüst etti,Mr. Scoresby, daha önce olduğundan çok daha derin birşekilde altüst etti. Sözünü ettiğim bu geçişlerle pencere-ler - artık beklenmedik yerlerde açılıyorlar. Yol bulmakzor ama rüzgar iyi bir rüzgar." "İster yeni olsun ister eski, aşağıdaki dünya yabancıbir dünya," dedi Lee. "Evet," dedi Stanislaus Grumman. "Yabancı bir dünyaama kuşkusuz kimileri burada kendini evinde hissedi-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

yordur.""Boş görünüyor," dedi Lee."Öyle değil. O burnun gerisinde, vaktiyle güçlü ve re-361

fah içinde olan bir şehir var. Ve orada hâlâ şehri kurantücarlarla asillerin soyundan gelenler yaşıyor ama son üçyüz yılda sıkıntılı günler geçiriyorlar." Birkaç dakika sonra, balon yoluna devam ederkenLee önce bir fener, sonra taştan bir mendireğin kavisini,sonra da bir limanın çevresindeki güzel bir şehrin kule-leri ile kubbelerini ve kırmızı-kahverengi damlarını gör-dü. Yemyeşil bahçelerde opera binası gibi görkemli birbinası, şık otellerin bulunduğu geniş bulvarları ve tomur-cuklanmış ağaçların gölgeli balkonlara eğildiği küçük so-kakları vardı. Ve Grumman haklıydı; insanlar vardı. Ancak balonsüzülerek yaklaşınca Lee onların çocuk olduğunu görüpşaşırdı. Görünürde tek bir büyük yoktu. Çocukların cin-leri olmadığını görünce daha da çok şaşırdı - buna rağ-men kumsalda oynuyorlar, kafelere koşarak girip çıkı-yorlar. Yiyip içiyorlar, ya da evlerle dükkanlardan mal-zemeyle dolu torbalar topluyorlardı. Dövüşür gibi görü-nen bir grup erkek çocuk vardı, kırmızı saçlı bir kız on-ları kavga etmeye teşvik ediyordu, küçük bir çocuk ya-kındaki bir binanın camlarını kırmak için taş atıyordu.Şehir boyutunda bir oyun alanı gibiydi burası ama görü-nürde tek bir öğretmen yoktu; çocukların dünyasıydı. Ancak orada çocuklar dışında da varlıklar vardı. Leeonları ilk kez görünce gözlerini ovuşturmak zorunda kal-dı, oysa hiç kuşku yoktu: sis sütunları - ya da sisten da-ha seyrek bir şey - koyulaşmış hava gibi bir şey... Her362

neyseler, şehir onlarla doluydu; bulvarlarda kayıp gidi-yor, evlere giriyor, meydanlarla avlularda öbekler oluş-turuyorlardı. Çocuklar görmeden onların arasında dola-şıyordu. Ama görünmeden değil. Şehrin üstünde daha da ile-riye süzüldükçe, Lee bu suretlerin davranışını daha da iyigözlemleyebildi. Çocukların bazıları ile ilgilendikleri vekimi çocukların peşinden gittikleri belliydi: daha büyükçocuklar, (Lee'nin teleskopundan görebildiği kadarıyla)ergenliğin eşiğinde olanlar. Uzun boylu, bir demet siyahsaçı olan bir oğlan vardı ve şeffaf varlıklar tarafından öy-le yoğun şekilde çevrilmişti ki, dış hatları havada ışıldı-yordu sanki. Etin etrafındaki sinekler gibiydiler. Ve oğ-lan, zaman zaman görüşünü netleştirmek ister gibi göz-lerini ovuştursa ya da başını sallasa da, durumun hiç far-kında değildi."Bunlar da neyin nesi?" dedi Lee."İnsanlar onlara Heyula diyor.""Tam olarak ne yapıyorlar?""Vampirleri duydun mu?""Evet, hikayelerde." "Heyulalar vampirlerin kanla beslendiği gibi beslenir,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ama Heyulalar'ın yiyeceği, dikkattir. Dünyaya karşı bi-linçli ve bilgili bir ilgi. Çocukların olgunluktan uzak olu-şu onlara o kadar ilginç gelmez." "Öyleyse Bolvangar'daki şeytanların tam zıddı bun-lar."363

"Tersine. Hem Adak Meclisi, hem de Kayıtsızlık Heyulaları, insanlar hakkındaki bu hakikatin büyüsüne ka-pılırlar: masumiyetin tecrübeden farklı olmasına yaniAdak Meclisi, Toz'dan korkar ve nefret eder, Heyulalaronunla beslenir ama ikisinin de saplantısı Toz'dur.""Oradaki çocuğun etrafında öbek öbek toplanmışlar." "Büyüyor. Çok geçmeden ona saldıracaklar ve sonrada onun hayatı boş, kayıtsız bir sefalet halini alacak. Bu-na mahkum.""Hay aksi! Onu kurtaramaz mıyız?" "Hayır. Heyulalar hemen bizi yakalar. Burada bizeerişemezler; yapabileceğimiz tek şey, gözlemek ve uç-maya devam etmek." "Ama büyükler nerede? Bana bütün dünyanın yalnız-ca çocuklarla dolu olduğunu söylemiyorsun, değil mi?" "Bu çocuklar Heyula yetimi. Bu dünyada onlardanoluşan pek çok çete var. Büyükler kaçınca avare dolaşı-yorlar. Bulduklarıyla yaşıyorlar. Gördüğün gibi, bulacakçok şey de var. Aç kalmıyorlar. Anlaşılan çok sayıda He-yula bu şehri istila etmiş, büyükler de güvenli bir yerbulmak için kaçmış. Limanda ne kadar az tekne olduğu-nu görüyorsun, değil mi? Çocukların başı derde girmeye-cek." "Büyüyecek olanlar hariç. Orada, aşağıdaki zavallı ço-cuk gibi." "Mr. Scoresby, bu dünya böyle işliyor. Ve eğer zulümile adaletsizliğe son vermek istiyorsanız, beni daha ileri364

götürmeniz gerek. Yapacak bir işim var." "Bana öyle geliyor ki-" dedi Lee, doğru kelimeleribulmaya çalışarak, "bana öyle geliyor ki insan zulmü ne-rede bulursa orada onunla mücadele eder ve yardımamuhtaç olan yere yardım edersiniz. Yanılıyor muyum,Dr. Grumman? Ben sadece cahil bir aeronotum. Öyle ca-hilim ki, örneğin bana samanların uçma yetisine sahipolduğu söylendiğinde inandım. Oysa burada uçamayanbir şaman var.""Ah, ama ben uçabilirim.""Nasıl yani?" Balon gittikçe daha aşağı doğru süzülüyor, toprakyükseliyordu. Hemen yollarının üstünde kare şeklindetaş bir kule yükseldi, Lee fark etmemiş göründü. "Uçmaya ihtiyacım vardı," dedi Grumman, "ben de si-zi çağırdım ve uçuyorum işte."

arasında da. Her yerde çılgınlıkla karşılaştım, ama herçılgınlık akıntısının içinde bilgelik taneleri vardı. Mutlakabenim fark ettiklerimin dışında da çok fazla bilgelik var-dı. Hayat çetindir, Mr. Scoresby, ama gene de ona dörtelle sarılırız."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Ya bu yaptığımız yolculuk? Çılgınlık mı, bilgelik mi?""Bilip bileceğim en büyük bilgelik." "Bana yeniden amacının ne olduğunu söyle. Bu kes-kin bıçağın taşıyıcısını bulacaksın, sonra ne olacak?""Ona görevinin ne olduğunu söyleyeceğim." "Ve bu da, Lyra'yı korumayı içeren bir görev," diyeuyardı onu aeronot."Hepimizi koruyacak." Uçmaya devam ettiler, çok geçmeden şehir arkaların-da kalıp gözden kayboldu. Lee aletlerini kontrol etti. Pusula hâlâ gevşek gevşekdaireler çiziyordu ama anlayabildiği kadarıyla altimetregerektiği gibi çalışıyordu ve deniz kıyısının üç yüz met-re kadar yukarısında, kıyıya paralel olarak süzüldükleri-ni gösteriyordu. Daha ileride pusa doğru yükselen bir di-zi yüksek yeşil tepe vardı, Lee yeterince safra sağladığıiçin memnun oldu. Ama düzenli ufuk taramasını yaptığında, kalbinin tek-ler gibi olduğunu hissetti. Hester de hissetmişti, kulakla-rını dikti ve bir altın-ela göz Lee'nin yüzüne odaklanacakşekilde başını çevirdi. Adam onu alıp kaldırdı, paltosu-nun göğsüne tıkıştırdı ve yeniden teleskopu açtı.366

Hayır, yanılmamıştı. Güneyde, uzaklarda (eğer gü-neyse, tabii, geldikleri yön) başka bir balon pusta süzü-lüyordu. Isının titreşmesi ve mesafe, herhangi bir ayrıntıgörmeyi imkansız hale getirmişti ama diğer balon dahabüyüktü ve daha yüksekten uçuyordu.Grumman da görmüştü. "Düşmanlar mı, Mr. Scoresby?" diye sordu, inci gibiışığa bakmak için elini gözlerine siper ederek. "Hiç şüphe yok. Safra atıp daha hızlı rüzgarı yakala-mak için yükselsem mi, yoksa göze daha az görünmekiçin alçakta mı kalsam, emin değilim. Ve o şeyin zeplinolmadığına da şükrediyorum; yoksa birkaç saatte bizeyetişirlerdi. Hayır, lanet olsun, Dr. Grumman, daha yük-seğe gidiyorum, çünkü o balonda olsam bu balonu çok-tan görmüş olurdum; ve bahse girerim ki, onların gözle-ri de keskindir." Hester'i yeniden yere koydu ve üç torba safra atmakiçin dışarı eğildi. Balon hemen yükseldi, Lee de telesko-pu gözünde tuttu. Bir dakika sonra, görüldüklerinden emin oldu, çünküpusta bir hareketlilik göze çarpıyordu. Az sonra, belli biraçıyla diğer balondan uzağa ve yukarı doğru uzanan birduman çizgisi oluştu orada. Biraz yükselince de patlayıpbir alev oldu. Bir an koyu kırmızı bir parıltı halini aldı,sonra sönerek kurşuni bir duman parçasına dönüştü amagece çalan bir tehlike çanı kadar açık bir sinyaldi."Daha kuvvetli bir rüzgar çağırabilir misiniz, Dr.367

Grumman?" dedi Lee. "Gece inene kadar o tepelere var-mak istiyorum." Çünkü artık kıyı çizgisinden ayrılıyorlardı ve güzer-gahları onları elli - altmış kilometre genişliğinde büyükbir körfezin üzerinden geçiriyordu. Uzak tarafta sıra te-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

peler yükseliyordu ve şimdi yükseklik kazandığı için Leebunlara aslında dağ demenin daha doğru olabileceğinigördü. Grumman'a döndü ama onu derin bir trans içindebuldu. Şamanın gözleri yumuluydu, yavaşça arkaya önesallanırken alnı boncuk boncuk terlemişti. Boğazındanalçak ritmik bir inleme yükseliyordu ve sepetin kenarınısıkı sıkıya tutmuş cini de aynı derecede kendinden geç-mişti. Ve ister yükseklik kazanmanın, ister şamanın büyüsü-nün bir sonucu olsun, Lee'nin yüzündeki havayı bir so-luk kımıldattı. Gaz torbasını kontrol etmek için başınıkaldırıp baktı ve torbanın bir-iki derece kaydığını, tepe-lere doğru meylettiğini gördü. Ancak, şimdi daha süratle hareket etmelerini sağlayanrüzgar, öteki balonu da etkiliyordu. Diğer balon dahayaklaşmış değildi ama onu arkada da bırakmamışlardı.Ve Lee teleskopu tekrar oraya çevirince, ışıltılı uzaklıkta,balonun arkasında daha koyu renk, daha küçük şekillergördü. Amaçlı bir şekilde gruplanmışlardı ve her daki-kayla birlikte daha açık, daha belirgin bir hal alıyorlardı."Zeplinler," dedi. "Eh, burada saklanmanın imkanı368

yok." Mesafelerini tahmin etmeye ve yönelip uçtukları tepe-lere ilişkin de benzer bir hesap yapmaya çalıştı. Süratle-ri gerçekten de artmıştı ve hafif rüzgar çok aşağılardakidalgaların tepelerinde beyaz fiskeler yaratıyordu. Cini tüylerine çeki düzen verirken, Grumman sepetinbir köşesinde oturmuş dinleniyordu. Gözleri kapalıydıama Lee onun uyanık olduğunu biliyordu. "Durum şöyle, Dr. Grumman," dedi. "Bu zeplinlerehavada yakalanmak istemiyorum. Hiçbir savunmamızyok; bizi bir dakikada aşağı indirirler. Suya inmek de is-temiyorum, ister özgür irademle olsun, ister mecburen.Birazcık yüzebiliriz ama balık tutar gibi rahatlıkla elbombalarıyla bizi avlayabilirler. "Onun için de o tepelere erişip inmek istiyorum. Şim-di ormanı biraz görebiliyorum. Kısa bir süreliğine, belkide uzun süreyle, ağaçlar arasında saklanabiliriz. "Bu arada güneş de batıyor. Günbatımına kadar, be-nim hesabımca, yaklaşık üç saatimiz var. Tam olarak tah-min etmek söylemek zor ama zeplinlerin, o vakte kadararamızdaki mesafeyi yarıya indirmiş olacaklarını sanıyo-rum ve biz de bu körfezin öteki kıyısına varmış oluruz. "Evet, ne dediğimi anlamışsınızdır. Balonu o tepeleregötürüp orada ineceğim, çünkü başka her şey kesinölüm anlamına gelir. Artık onlara gösterdiğim bu yüzük-le Nova Zembla'da öldürdüğüm Skraeling arasında birbağlantı kurmuş olmalılar ve bizi bunca azimle, cüzdanı-369

mızı tezgahta unuttuğumuzu söylemek için aramıyorla "Böylece bu gece bir vakit, Dr. Grumman, bu uçusona erecek. Hiç balonla iniş yaptınız mı?" "Hayır," dedi şaman. "Ama sizin becerinize güveniyo-rum." "O dağ sırasında mümkün mertebe yükseğe çıkmaya

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

çalışacağım. Bu bir denge sorunu, çünkü ne kadar ilerigidersek bize o kadar yaklaşırlar. Eğer onlar bize çok ya-kınken inersem, nereye gittiğimizi görebilirler ama eğerbizi çok erken indirirsem, o ağaçların korunağını bula-mayız. Her iki şekilde de, çok geçmeden ateş açılacak." Grumman, sihirli bir tüy ve boncuk andacını, Lee'ninkasıtlı bir anlamı olduğunu görebildiği bir şekilde, tekelinden diğerine aktararak, duygularını belli etmeksizinoturuyordu. Kartal cininin gözleri, onları izleyen zeplin-leri hiç bırakmamıştı. Bir saat geçti, sonra bir saat daha. Lee yakılmamış birpuroyu çiğnedi, teneke bir mataradan soğuk kahve yu-dumladı. Arkalarındaki gökyüzünde güneş daha aşağıindi, Lee balonun kendisi ve dağ tepeleri altın bir ışıklayıkanırken, akşamın uzun gölgesinin koy kıyısı boyuncave ilerideki tepelerin alt sırtlarından yukarı doğru süzül-düğünü görebiliyordu. Arkalarında ise, günbatımının parıltısında neredeysekaybolmuş küçük zeplin noktaları büyüyor ve netleşi-yordu. Öteki balonlar şimdiden onlara yetişmişti ve artıkçıplak gözle rahatlıkla görülebiliyorlardi: dört tanesi yan-370

yana. Ve koyun engin sessizliği içinde motorlarının mi-nik ama kolay duyulan sesi geliyordu, ısrarlı bir sivrisi-nek vızıltısı gibi. Tepelerin eteğindeki kıyıya varmalarına henüz birkaçdakika varken, Lee gökyüzünde zeplinlerin ardında yenibir şeyin farkına vardı. Bulut kümeleri oluşmaktaydı vemuazzam bir fırtına bulutu yığını göğün halen ışıklı olanüst bölümünde binlerce metreye yükseliyordu. Nasıl gö-zünden kaçmıştı bu? Eğer fırtına geliyorsa, ne kadar ça-buk yere inseler o kadar iyiydi. Derken koyu yeşil bir yağmur perdesi bulutlardanaşağı indi ve sarktı, sanki zeplinler nasıl Lee'nin balonu-nu kovalıyorsa, fırtına da onları kovalıyor gibiydi, çünküyağmur onlara doğru denizi süpürerek geldi ve güneşnihayet gözden kaybolurken, bulutlardan önce güçlü birşimşek, birkaç saniye sonra da bir gökgürültüsü geldi.Öyle gürültülüydü ki, Lee'nin balonunun kumaşını sars-tı ve uzun bir süre dağlardan doğru yankılandı. Sonra bir şimşek daha geldi, bu sefer çentikli çatal fır-tına bulutu yığınından doğrudan doğruya zeplinlerin bi-rini vurdu. Bir anda gaz tutuştu; parlak bir alev çiçeği,çürük moru gibi koyu renk bulutların önünde tomurcuk-landı ve gemi, bir işaret ateşi gibi alev alev yanarak aşa-ğı sürüklendi. Ardından da hâlâ alevler içinde, suda yüz-dü. Lee tuttuğu nefesi koyuverdi. Grumman yanında du-ruyordu, bir eli süspansiyon halkasındaydı, yüzünde de-371

rin bitkinlik hatları vardı."O fırtınayı siz mi getirdiniz?" dedi Lee.Grumman başıyla onayladı. Gök şimdi kaplan rengine bürünmüştü; birbiri ardın-ca gelen en koyusundan kahverengi-siyah yamalarla çiz-giler, altın rengi şeritler vardı ve desenleri her dakika de-ğişiyordu, çünkü altın rengi, kahverengi-siyah onu yutar-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ken hızla soluyordu. Arkalarındaki deniz siyah su ile fos-forlu köpükten oluşan parçalı bohçalar gibiydi ve yananzeplinin son alevleri, zeplin batarken azalarak yok oldu. Ancak geriye kalan üç tanesi uçuyordu, ağır darbeleralıyor ama rotalarından ayrılmıyorlardı. Çevrelerinde da-ha da fazla şimşek çaktı ve fırtına daha yakına gelirkenLee, kendi balonundaki gaz için endişelenmeye başladı.Tek bir darbe onu alevler içinde toprağa düşürebilirdi,şamanın fırtınayı bundan kaçınacak kadar incelikli şekil-de kontrol edebileceğini sanmıyordu. "Tamam, Dr. Grumman," dedi. "Şimdilik bu zeplinle-ri yok sayacağım ve dikkatimi kendimizi emniyetle dağ-ların içine götürüp yere indirmek üzerinde yoğunlaştıra-cağım. Sizden istediğim sıkıca tutunup oturmanız ve bensize atlamanızı söylediğimde atlamaya hazır olmanız. Si-zi uyaracağım ve bunu elimden geldiğince nazikçe yap-maya çalışacağım ama bu şartlar altında yere inmek, be-ceri meselesi olduğu kadar talih meselesidir de.""Size güveniyorum, Mr. Scoresby," dedi şaman.Sepetin bir köşesinde oturup arkasına yaslandı. Cini372

ise, pençelerini deri kenar şeridine iyice geçirmiş haldesüspansiyon halkasına tünedi. Rüzgar şimdi onları sertçe savuruyordu, büyük gaztorbası rüzgarlarda şişti ve dalgalandı. İpler gacırdadı,gerildi, ne var ki Lee onların kopacaklarından korkmu-yordu. Biraz daha safra attı ve altimetreyi yakından kol-ladı. Bir fırtınada hava basıncı düşünce, o düşüşü alti-metre ölçümüne göre dengelemek gerekirdi ve bu sıksık kaba bir parmak hesabı olurdu. Lee rakamları göz-den geçirdi, bir daha kontrol etti, sonra da son safrasınıkoyuverdi. Artık tek kontrolü, gaz supabıydı. Daha yük-seğe çıkamazdı, sadece inebilirdi. Fırtınalı havaya dikkatle baktı ve karanlık gökyüzünekarşı duran karanlık tepelerin büyük yığınını seçti. Aşa-ğıdan, taşlık bir kumsalda dalgaların parçalanması gibigümbürdeyen, hızla akan bir ses geliyordu, ama Lee bu-nun ağaçların üzerindeki yaprakları hırpalayarak geçenrüzgar olduğunu biliyordu. Şimdiden, bu kadar uzağa!Düşündüğünden daha süratle hareket ediyorlardı. Yere inmeyi fazla geçe bırakmamalıydı. Lee tabiatı iti-bariyle kadere karşı gazaba kapılmayacak kadar sakinbir insandı; onun tavrı, bir kaşını kaldırmak, az ve öz ko-nuşmaktı. Ama şimdi bir umutsuzluk titreyişi duymaktankendini alamıyordu, çünkü yapması gereken şey - yani,fırtınanın önü sıra uçmak ve kesilmesini beklemek -ye-re çakılmalarını garanti edecek olan tek şeydi.Hester'i kucağına alıp göğsüne sağlamca sokuşturdu,373

onu içeride tutmak için çadır bezinden paltosunun düğ-melerini ilikledi. Grumman kıpırdamadan ve sessiz otu-ruyordu; rüzgarın hırpaladığı cini tırnaklarıyla sepetinkenarına sıkıca tutunmuş, tüyleri esintiyle havaya dikil-mişti. "Bizi aşağı indireceğim, Dr. Grumman," diye haykırdıLee, rüzgarın sesini bastıran bir sesle. "Ayağa kalkmalı veuzağa atlamaya hazır olmalısınız. Ben seslendiğimde hal-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kayı tutun ve kendinizi ileri savurun." Grumman onun sözünü dinledi. Lee aşağı, ileri, aşa-ğı, ileri baktı, gördüğü her hayal meyal şeyi birbiriylekarşılaştırdı ve gözlerini kırparak yağmuru çıkardı; çün-kü ani bir bora onlara avuçlar dolusu çakıl büyüklüğün-de yağmur damlaları getirmişti, gaz torbasında yaptıklarıpatırtı rüzgarın ulumasına ve aşağıdaki yaprakların kam-çı darbelerine eklenince, Lee gökgürültüsünü bile zorladuyar olmuştu. "İşte gidiyoruz!" diye haykırdı. "İyi bir fırtına çıkardı-nız, Bay Şaman." Gaz supabı hattını çekti ve açık tutmak için bir mes-net takozunun etrafına bağladı. Ta tepeden görünmeyengaz yukarıdan çıkarken, gaz torbasının alt kavsi kendiüzerine döndü ve daha bir dakika önce kabarmış bir kü-renin olduğu yerde önce bir kıvrım, sonra bir başkasıbelirdi. Sepet öylesine çılgınca sarsılıp savruluyordu ki, aşağıinip inmediklerini söylemek çok güçtü ve esinti de öyle-374

sine ani değişiyordu ki, farkında olmadan rahatlıkla gök-lere doğru uzak bir mesafeye sürüklenebilirlerdi; ama birdakika kadar sonra Lee ani bir çekilme hissetti, bordakancasının bir dala takıldığını anladı. Sadece geçici birkontroldü, çünkü dal kırılmıştı ama ne kadar yakında ol-duklarını gösteriyordu."Ağaçların on beş metre üstünde -" diye bağırdı.Şaman başıyla onayladı. Sonra bir çekilme daha geldi, daha da şiddetliydi veiki adam sertçe sepetin kenarına savruldular. Lee alışkın-dı, hemen dengesini buldu, ancak bu şiddet Grum-man'ın boş bulunmasına yol açmıştı. Gene de süspansi-yon halkasını tutmayı sürdürdü ve Lee onun güvenceiçinde dengeli, kendini açığa atmaya hazır olduğunugördü. Bir an sonra, borda kancası bu sefer kopmayan birdal bulunca en sarsıcı darbe geldi. Sepet hemen yanaeğildi, bir saniye sonra da ağaçların tepelerine çarpmayabaşladı ve ıslak yaprakların kamçı gibi vuruşları, küçükdalların kırılması ve eza çeken dalların çatırtısı arasındagüvenilmez bir şekilde sarsılıp durdu. "Hâlâ orada mısınız, Dr. Grumman?" diye seslendiLee, çünkü bir şey görmek imkansızdı."Hâlâ buradayım, Mr. Scoresby." "Durumu net bir şekilde görene kadar bir dakika ha-reketsiz dursanız iyi olur," dedi Lee, çünkü rüzgarda çıl-gınca sallanıyorlardı ve sepetin, onları neresi tutuyorsa375

oraya küçük sarsıntılarla yerleştiğini hissedebiliyordu. Sonra artık neredeyse boş olan ama bunun bir sonu-cu olarak da rüzgarı yelken gibi alan gaz torbasından ya-na doğru güçlü bir çekiş geldi. Sonra şimşek bir daha çaktı, bir saniye sonra gökgümbürdedi. Frtına neredeyse tam tepelerindeydi. IşıkLee'ye, bir dalın çekip koparılmış bir yerinde kocamanbeyaz kabuğu olan bir meşe gövdesi gösterdi, ama sade-ce kısmen koparılmıştı, çünkü sepet onun halen gövde-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ye bağlı olduğu yerin yakınında duruyordu. "Bir ip atıp aşağı ineceğim," diye haykırdı. "Ayakları-mız yere değer değmez, bir sonraki planımızı yapabili-riz." "Sizi izleyeceğim, Mr. Scoresby," dedi Grumman. "Ci-nim bana toprağın on iki metre aşağıda olduğunu söylü-yor." Ve Lee, kartal cin yeniden sepetin kenarına yerleşir-ken, kanatların güçlü çırpışını duydu. "O kadar uzağa gidebiliyor mu?" dedi hayretle, amabunu zihninden çıkardı ve ipi önce süspansiyon halkası-na, sonra da dala iyice bağladı ki, sepet düşerse bile çokaşağı düşmesin. Sonra, Hester göğsünde emniyetteyken, ipin geri ka-lanını aşağı attı, ayaklarının altında sağlam toprağı hisse-dene kadar aşağı indi. Dallar gövde çevresinde gittikçekalınlaştı; bu çok büyük bir ağaçtı,.dev bir meşe ve Lee,Grumman'a inebileceği işaretini vermek için ipi çekeler-376

ken, ona bir teşekkür mırıldandı. Patırtı içinde başka bir ses mi vardı yoksa? Dikkatledinledi. Evet bir zeplin motoru, belki de birden fazla.Yukarıda bir yerlerde. Ne yükseklikte olduğunu ya dahangi yönde uçtuğunu söylemek imkansızdı; ama ses birdakika kadar orada kalmış, sonra da gitmişti. Şaman toprağa erişti., "Duydunuz mu?" dedi Lee. "Evet. Yükseliyor, sanırım, dağlara doğru. Bizi sağ sa-lim indirdiğiniz için tebrikler, Mr. Scoresby." "Daha işimiz bitmedi. O gaz torbasını gün doğmadantentenin altına almak istiyorum yoksa kilometrelerce öte-den yerimizi belli eder. Biraz ağır iş yapabilir misiniz, Dr.

Grumman?""Bana ne yapacağımı söyleyin." "Tamam. Tekrar ipe tırmanıyorum, size bir şeyler uza-tacağım. Bir tanesi, bir çadır. Ben yukarıda balonu sak-lamak için ne yapabileceğime bakarken, onu kurabilirsi-niz." Uzun süre çalıştılar, bir noktada, sepete destek olandal nihayet kırılıp Lee'yi aşağı indirdi. Ancak fazla uzağadüşmedi, çünkü gaz torbası hâlâ ağaçların tepelerindesürükleniyordu, ve sepeti havada tuttu. Bu düşüş aslında gaz torbasını saklamayı kolaylaştır-dı çünkü alt kısmı tentenin içinden aşağı çekilmişti; şim-şek çakmaları arasında çalışıp, çekerek, bükerek, vura-rak, Lee balonun bütününü aşağı, alt dalların arasına ve377

görüş alanı dışına çekmeyi başardı. Rüzgar hâlâ ağaç tepelerini öne arkaya kamçılıyordu.Lee artık daha fazlasını yapamayacağına karar verdiğin-de yağmurun en şiddetli kısmı geride kalmıştı. Aşağı in-di ve şamanın yalnızca çadırı kurmakla kalmayıp aynızamanda yoktan bir ateş de yarattığını ve kahve yap-makta olduğunu gördü. "Bunu sihirle mi yaptınız?" dedi sırılsıklam ıslanıpkaskatı kesilmiş Lee, inip çadıra girerek ve Grumman'ın

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ona uzattığı kupayı alarak. "Hayır, bunun için İzciler'e teşekkür edebilirsiniz,"dedi Grumman. "Sizin dünyanızda İzciler var mı? Her za-man hazırlıklı ol. Ateş yakmanın tüm yolları arasında eniyisi, kuru kibrittir. Ben onlarsız asla yolculuğa çıkmam.Bir kamp mekanı olarak bundan beterini de bulabilirdik,Mr. Scoresby.""O zeplinleri gene duydunuz mu?" Grumman elini havaya kaldırdı. Lee dinledi ve elbet-te motor sesi vardı, yağmur biraz azalıdğı için şimdi farketmesi daha da kolaydı. "İki kez üstümüzden geçtiler," dedi Grumman. "Nere-de olduğumuzu bilmiyorlar ama buralarda bir yerde ol-duğumuzu biliyorlar." Bir dakika sonra zeplinin uçtuğu yönden doğru birparıltı titreşti. Şimşek kadar parlak değildi ama ısrarlıydıve Lee bunun bir işaret ışığı olduğunu anladı."En iyisi ateşi söndürmeniz, Dr. Grumman," dedi,378

"her ne kadar onsuz kalacağıma üzülsem de. Sanırım otente kalın ama bilemezsiniz. Şimdi uyuyacağım, ilikleri-me kadar ıslanmış olsam da.""Sabaha kurumuş olursunuz," dedi şaman. Bir avuç yaş toprak alıp alevlerin üstüne bastırdı veLee küçük çadırda zahmetle yatıp gözlerini yumdu. Tuhaf ve etkili rüyalar gördü. Bir noktada uyandığınave bağdaş kurup oturmuş şamanı alevlere bürünmüşolarak gördüğüne emin oldu, alevler etini süratle yiyerekyerine, ışıl ışıl bir kül tepesi halinde halen oturan beyazbir iskelet bırakmıştı. Lee korkuyla Hester'i aradı, onuuyur buldu ki, bu asla olmazdı, çünkü o uyanık oldu-ğunda Hester de uyanık olurdu; bu yüzden de onu, sonderece uysal ve savunmasız görünen, az konuşan kamçıdilli cinini uyur görünce bunun tuhaflığı onu etkiledi vehuzursuz bir şekilde yanına uzandı; rüyasında uyanıktıama aslında uyuyordu ve uzun süre rüyasında uyanıkolarak yattığını gördü. Bir başka rüyanın merkezinde de Grumman vardı.Lee sanki şamanı kenarlarında tüyler olan bir çıngırağısallıyor ve bir şeye kendine itaat etmesi için emir veriyorgibi gördü. Midesi biraz bulanarak bu şeyin balondangördükleri gibi bir Heyula olduğunu fark etti. Uzun boy-luydu, neredeyse görünmezdi ve Lee'de öylesine içiniçalkalayan bir iğrenmeye yol açıyordu ki, az daha deh-şet içinde uyanıyordu. Ancak Grumman yaratığı korku-379

suzca idare ediyordu, hiçbir zarar da görmüyordu, çün-kü o şey şamanı dikkatle dinliyordu, sonra da bir sabunkabarcığı gibi yükseldi ve kubbede kayboldu. Ardından yorucu gecesi başka bir seyir aldı, çünkübir zeplinin pilot kabinindeydi, pilotu gözlüyordu. Aslın-da ikinci pilotun yerine oturmuştu, ormanın üstünde gi-diyorlardı, çılgınca savrulan ağaç tepelerine bakıyorlardı,engin bir yaprak ve dal denizi. Sonra o Heyula, kabindeonlarla birlikteydi. Rüyasında eli kolu bağlı kalmış Lee ne kıpırdayabili-yor ne de bağırabiliyordu ve pilot kendisine neler oldu-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ğunun farkına varınca onun duyduğu dehşeti Lee de ya-şadı. Heyula pilotun üzerine eğilmiş, yüzünü onun yüzünebastırıyordu. Adamın, dişi bir ispinoz olan cini kanatları-nı çırpıyor, feryat ediyor ve geri çekilmeye çalışıyorduama elinden, bayılarak kontrol tablosunun üstüne düş-mekten fazlası gelmedi. Pilot yüzünü Lee'ye çevirdi veelini uzattı, ama Lee'nin kıpırdayacak gücü yoktu. Ada-mın gözlerindeki müthiş acı yürek burkuyordu, Hakikive yaşayan bir şey ondan boşaltılıyordu, cini zayıf zayıfkanatlarını çırptı ve yabani, tiz bir seslenişle seslendi,ama ölüyordu. Sonra cini yok oldu. Oysa pilot hâlâ yaşıyordu. Göz-leri yarı saydam bir hal aldı ve uzanan eli, gaz pedalınınüstüne, hafif bir gümbürtüyle düştü. Yaşıyordu, ama ya-şamıyordu: her şeye karşı kayıtsızdı.380

Ve Lee oturdu, zeplin önlerinde yükselen dağların birsırtına dosdoğru uçarken çaresizce izledi. Pilot da sırtıpencerede yükselirken gözledi, ama hiçbir şey onu ilgi-lendirmioyrdu. Lee dehşetle koltuğunu arkaya bastırdı,ama düşüşü durduracak hiçbir şey olmadı ve çarpmaânında "Hester!" diye bağırdı.Hemen sonra uyandı. Çadırdaydı, emniyetteydi, Hester çenesini ısırdı. Ter-liyordu. Şaman bağdaş kurmuş oturuyordu, ancak kartalcininin onun yakınında olmadığını görünce Lee ürperdi.Belli ki bu orman kötü bir yerde, insana musallat olanvehimlerle doluydu. Sonra şamanı görmesini sağlayan ışığın farkına vardı,çünkü ateş çoktan sönmüştü, ormanın karanlığı da de-rindi. Uzaklardaki bir titrek ışık, ağaç gövdeleri ile sulardamlayan yaprakların altlarının ayırt edilmesini sağladıve Lee hemen bunun ne olduğunu anladı: rüyası gerçek-leşmişti, bir zeplin pilotu tepenin sırtına uçmuştu. "Lanet olsun, Lee, titrek kavak yaprağı gibi sapır sa-pırsın. Neyin var senin?" diye homurdandı Hester veuzun kulaklarını oynattı. "Sen de rüya görmüyor musun, Hester?" diye mırıl-dandı Lee. "Sen rüya görmüyorsun, Lee, görüyorsun. Eğer kahinolduğunu bilseydim, seni çok önceden tedavi ederdim.Şimdi, kes şunu, duyuyor musun?"Lee başparmağıyla onun başını ovaladı, Hester de ku-381

bir.idrak süreleri oldu. Ateş, ısı, alevler... Lee yeniden uyandı, bedeni sankiçöl güneşinde yatıyormuş gibi sıcaktı. Çadırın dışında hâlâ çadırbezinin üzerinde ıslak yap-rakların sonu gelmez tıp-tıp'ı vardı, ama fırtına geçmişti.İçeri soluk gri ışık süzülüyordu, Lee kolundan destekalarak doğrulunca, Hester'i yanında gözlerini kırpıştırır-ken buldu. Şaman ise battaniyesine sarınmış öyle derinuyuyordu ki, eğer Sayan Kötör dışarıdaki düşmüş bir da-la tünemiş uyuyor olmasa, öldüğü bile söylenebilirdi. Suların damlaması dışındaki tek ses, ormandaki ola-ğan kuş şakımalarıydı. Gökyüzünde motor da yoktu,

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

düşman sesleri de; bu yüzden Lee ateşi yakmanın gü-venli olabileceğini düşündü, biraz mücadele ettiktensonra yaktı ve biraz kahve yaptı."Ne yapacağız, Hester?" dedi. "Duruma bağlı. O zeplinlerden dört tane vardı, üçü-nü yok etti.""Yani, görevimizi yerine getirdik mi?" Hester kulaklarını kıpırdattı ve, "Sözleşme yaptığımızıhatırlamıyorum," dedi."Bu sözleşme meselesi değil. Ahlak meselesi." "Sen ahlak üzerinde dertlenmeye kalkmadan öncedüşünecek bir zeplinimiz daha var, Lee. Bu, hepsi biziyakalamaya gelen silahlı otuz, kırk adam demek. Üstelikde imparatorluk askerleri. Önce hayatta kalmak, sonraahlak."384

Tabii ki haklıydı ve Lee kaynar kahveyi yudumlayıpbir puro içer, gün ışığı da gittikçe daha kuvvetlenirken,geride kalmış tek zepline kumanda ediyor olsa, ne yapa-cağını düşündü. Hiç şüphesiz geri çekilip tam gün ışığı-nı beklemeli ve geniş bir alanda ormanın kenarını tara-yacak kadar yüksekten uçmalıydı ki, Lee ve Grumman'ınnereye sığındığını görebilsin. Balıkkartalı cin Sayan Kötör uyandı, Lee'nin oturduğuyerin tepesinde koca kanatlarını açtı. Hester yukarı ba-kıp başını oraya buraya çevirdi, sırasıyla her altın rengigözüyle heybetli cini süzdü, bir an sonra da şamanınkendisi çadırdan çıktı."Faal bir gece," dedi Lee. "Daha da faal bir gün bizi bekliyor. Ormandan hemenayrılmalıyız, Mr. Scoresby. Burayı yakacaklar." Lee kulaklarına inanamayarak çevresindeki ıslak bit-kilere baktı ve "Nasıl?" diye sordu. "Potasla karışmış bir tür nafta atan bir makineleri var,suya değdi mi ateş alıyor. İmparatorluk Donanması bu-nu, Nippon ile savaşlarında kullanmak için geliştirdi.Eğer orman iyice ıslaksa, çok daha çabuk ateş alır.""Bunu görebiliyorsunuz, öyle mi?" "Siz gece zeplinlere neler olduğunu ne kadar açıkçagördüyseniz, aynı açıklıkta görüyorum. Yanınıza almakistediklerinizi toplayın ve hemen gidelim." Lee çenesini ovuşturdu. Sahip olduğu en kıymetlişeyler aynı zamanda en kolay taşman şeylerdi - yani, ba-385

laklarını salladı. Ve en ufak bir geçiş olmadan havada, şamanın cinibalıkkartalı Sayan Kötör'ün yanısıra süzülüyordu. Başkabir adamın cininin yanında ve kendi cininden uzakta ol-mak Lee'de güçlü bir suçluluk çarpıntısı ve tuhaf birzevk uyandırdı. Sanki o da bir kusmuş gibi, ormanın üs-tündeki yukarı yükselen fırtınalı havada süzülüyorlardı.Lee zaman zaman bulut örtüsündeki kısa bir gediktenparlayan dolunayın verdiği solgun ışıltıyla dolu karanlıkhavada etrafa baktı. Kartal cin kulakları tırmalayan bir çığlık attı ve aşağı-dan bin sesle binlerce kuşun çağrısının farklı tonları yük-seldi: baykuşların huu-buu'su, küçük serçelerin alarm

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

feryatları, bülbülün akışkan müziği. Sayan Kötör onlarıçağırıyordu. Ve buna cevaben geldiler, ormandaki herkuş, ister sessiz kanatlarla av peşinde kayarcasına uçu-yor, ister geceledikleri yerde uyuyor olsunlar; kanatları-nı çırparak binlercesi yukarı geldi.

Lee paylaştığı kuş tabiatının sevinçle kartal kraliçeninbuyruğuna cevap verdiğini hissetti, içinde kalmış insantaraf ise zevklerin en tuhafını hissetti: tamamen haklıolana, daha büyük bir güce, hevesle itaatini sunma zev-kini. Yüz farklı tür, kartalın manyetik iradesiyle tek birtürmüş gibi dönerken, o da güçlü sürünün geri kalanıy-la birlikte çark etti, döndü ve gümüş rengi bulutlarınönünde bir zeplinin nefret verici karanlık intizamını gör-dü.382

Hepsi de ne yapacaklarını virgülü virgülüne biliyor-lardı. Akın akın hava gemisine doğru gittiler, en hızlıolanları ona ilk önce erişti ama hiçbiri Sayan Kötör ka-dar hızlı değildi; minik çalıkuşları ile ispinozlar, ok gibigiden kırlangıçlar, suskun kanatlı baykuşlar - gemi birdakikada onların ağırlığı altında kaldı, pençeleri yağlıipekte dayanacak yer bulmak için tırmaladı ya da tutun-mak için deldi. Kimileri dilimleyen pervanelerin içine çekilip param-parça olsa da, büyük bölümü motordan uzak durdu.Kuşların çoğu sadece zeplinin gövdesi üzerine tünedi,daha sonra gelenler onlara tutundu, ta ki yalnızca gemi-nin bütün gövdesini değil (bin minik pençe deliğindenhidrojen kaçıyordu şimdi), kabinin pencerelerini ve des-teklerle kabloları da kaplayana kadar - bölmenin hersantimetre karesine bir kuş, iki kuş, üç ya da daha fazlakuş yapışmış durumdaydı. Pilot çaresizdi. Kuşların ağırlığı altında gemi gittikçedaha aşağı batmaya başladı ve sonra birden o ani aman-sız kayalık hatlarından biri belirdi, gecenin içinden yük-seldi. Fakat elbette ki zeplinin içinde silahlarını çılgıncasallayan ve rastgele ateş eden adamlar için görünmez gi-biydi kayalıklar. Son anda Sayan Kötör feryat etti ve her kuş havalanıpuçar ve uzaklaşırken, bin kanat vuruşunun gök gürültü-sü, motorun kükremesini bile boğdu. Kabindeki adamla-rın, zeplin çarpıp alev almadan önce dört-beş saniyelik383

bir, idrak süreleri oldu. Ateş, ısı, alevler... Lee yeniden uyandı, bedeni sankiçöl güneşinde yatıyormuş gibi sıcaktı. Çadırın dışında hâlâ çadırbezinin üzerinde ıslak yap-rakların sonu gelmez tıp-tıp'ı vardı, ama fırtına geçmişti.İçeri soluk gri ışık süzülüyordu, Lee kolundan destekalarak doğrulunca, Hester'i yanında gözlerini kırpıştırır-ken buldu. Şaman ise battaniyesine sarınmış öyle derinuyuyordu ki, eğer Sayan Kötör dışarıdaki düşmüş bir da-la tünemiş uyuyor olmasa, öldüğü bile söylenebilirdi. Suların damlaması dışındaki tek ses, ormandaki ola-ğan kuş şakımalarıydı. Gökyüzünde motor da yoktu,düşman sesleri de; bu yüzden Lee ateşi yakmanın gü-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

venli olabileceğini düşündü, biraz mücadele ettiktensonra yaktı ve biraz kahve yaptı."Ne yapacağız, Hester?" dedi. "Duruma bağlı. O zeplinlerden dört tane vardı, üçü-nü yok etti.""Yani, görevimizi yerine getirdik mi?" Hester kulaklarını kıpırdattı ve, "Sözleşme yaptığımızıhatırlamıyorum," dedi."Bu sözleşme meselesi değil. Ahlak meselesi." "Sen ahlak üzerinde dertlenmeye kalkmadan öncedüşünecek bir zeplinimiz daha var, Lee. Bu, hepsi biziyakalamaya gelen silahlı otuz, kırk adam demek. Üstelikde imparatorluk askerleri. Önce hayatta kalmak, sonraahlak."384

Tabii ki haklıydı ve Lee kaynar kahveyi yudumlayıpbir puro içer, gün ışığı da gittikçe daha kuvvetlenirken,geride kalmış tek zepline kumanda ediyor olsa, ne yapa-cağını düşündü. Hiç şüphesiz geri çekilip tam gün ışığı-nı beklemeli ve geniş bir alanda ormanın kenarını tara-yacak kadar yüksekten uçmalıydı ki, Lee ve Grumman'ınnereye sığındığını görebilsin. Balıkkartalı cin Sayan Kötör uyandı, Lee'nin oturduğuyerin tepesinde koca kanatlarını açtı. Hester yukarı ba-kıp başını oraya buraya çevirdi, sırasıyla her altın rengigözüyle heybetli cini süzdü, bir an sonra da şamanınkendisi çadırdan çıktı."Faal bir gece," dedi Lee. "Daha da faal bir gün bizi bekliyor. Ormandan hemenayrılmalıyız, Mr. Scoresby. Burayı yakacaklar." Lee kulaklarına inanamayarak çevresindeki ıslak bit-kilere baktı ve "Nasıl?" diye sordu. "Potasla karışmış bir tür nafta atan bir makineleri var,suya değdi mi ateş alıyor. İmparatorluk Donanması bu-nu, Nippon ile savaşlarında kullanmak için geliştirdi.Eğer orman iyice ıslaksa, çok daha çabuk ateş alır.""Bunu görebiliyorsunuz, öyle mi?" "Siz gece zeplinlere neler olduğunu ne kadar açıkçagördüyseniz, aynı açıklıkta görüyorum. Yanınıza almakistediklerinizi toplayın ve hemen gidelim." Lee çenesini ovuşturdu. Sahip olduğu en kıymetlişeyler aynı zamanda en kolay taşınan şeylerdi - yani, ba-385

londaki aletler - o da onları sepetten aldı, özenle bir sırtçantasına yerleştirdi, tüfeğinin dolu ve kuru olup olma-dığını kontrol etti. Sepeti, çarmıklarla halatları ve gaz tor-basını oldukları yerde, dalların arasında düğümlenmiş vebükülmüş halde bıraktı. Artık aeronot değildi; tabii mu-cize eseri canını kurtarır ve yeni bir balon yapmaya ye-tecek para bulmazsa. Şimdi, yerküre üstündeki bir böcekgibi hareket etmesi gerekiyordu. Alevlerin sesini duymadan önce dumanın kokusunualdılar, çünkü denizden gelen bir meltem kokuyu iç ta-rafa doğru yükseltiyordu. Ağaçların ucuna vardıklarındaateşi duyabiliyorlardı, derinden gelen, açgözlü bir kük-reme gibiydi. "Bunu niye dün gece yapmadılar?" dedi Lee. "Bizi

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

uyurken kebap edebilirlerdi." "Sanırım bizi canlı yakalamak istiyorlar," diye cevapverdi Grumman, baston diye kullanmak için bir dalınyapraklarını sıyırdı, "ve ormanı nereden terk edeceğimi-zi görmek için bekliyorlar." Ve sahiden de zeplinin vızıltısı çok geçmeden duyu-lur hale geldi, hem de alevlerin sesi ve onların zahmetlisolumalarına rağmen; çünkü şimdi hızla gidiyor ve kök-lerin, kayaların, düşmüş ağaç gövdelerinin üstüne tırma-nıyorlardı, sadece soluklanmak için duruyorlardı. Tepe-lerde uçan Sayan Kötör, ne kadar ilerlediklerini ve alev-lerin ne kadar geride olduğunu söylemek için hızla aşa-386

ğı indi. Ama zaten, arkalarında kalan ağaçların üstünde-ki dumanı ve sonra da dalgalanan bir alev bayrağını gör-meleri için uzun bir süre geçmedi. Ormanın yaratıkları da - sincaplar, kuşlar, yaban do-muzları - onlarla birlikte kaçıyordu, çevrelerinde hercinsten ciyaklama, çığlık, tehlike çağrısı yükseliyordu. İkiseyyah, çok uzakta olmayan ağaç hattının kenarına var-maya çabalıyorlardı; ve sonra, şimdi on beş metreyeyükselen ve kükreyen alev yığınlarından gelen, birbiriniizleyen dalgalar iyice yaklaşırken, oraya vardılar. Ağaçlarmeşale gibi tutuşuyordu; damarlarındaki özsu kaynıyorve onları ikiye ayırıyordu, kozalakların içindeki zift, naf-ta gibi alev almıştı, küçük dallar bir anda vahşi turuncuçiçeklerle bezenmiş gibiydi. Zorlukla soluyan Lee ve Grumman, kayalarla yuvar-lanmış taşlardan oluşan dik yamaçtan çıkmak için kendi-lerini zorluyorlardı. Gökyüzünün yarısı dumanla ve ısıpırıltısıyla gözden kaybolmuştu ama yukarılarda geriyekalan tek zeplinin tıknaz gövdesi süzülüyordu - Lee,dürbünle bile seçilemeyecek kadar uzakta olmalarınıumdu. Dağın yamacı ilerilerinde yalçın ve geçit vermez şe-kilde yükseliyordu. İçinde bulundukları tuzaktan dışarıçıkan tek bir yol vardı, o da ileride, kuru bir nehir yata-ğının kayalıklardaki bir kıvrımdan çıktığı dar bir geçitti. Lee gösterdi ve Grumman, "Tamı tamına benim dü-şüncelerim, Mr. Scoresby," dedi.387

Yukarıda süzülen ve daireler çizen cini, kanatlarımçırptı, yükselen bir dalga halinde koyağa doğru hızlandı.Adamlar duraklamadan tırmanabildiklerince hızla tır-mandılar, ancak Lee, "Eğer size saygısızca geliyorsa ku-suruma bakmayan ama cadılar dışında cini bunu yapanbiriyle karşılaşmadım hiç," dedi. "Oysa siz cadı değilsi-niz. Bunu yapmayı sonradan mı öğrendiniz, yoksa do-ğuştan sahip olduğunuz bir beceri mi?" "Bir insan için, hiçbir şey doğuştan sahip olunan birbeceri değildir," dedi Grumman. "Yaptığımız her şeyi öğ-renmek zorundayız. Sayan Kötör bana koyağın bir geçi-de gittiğini söylüyor. Eğer onlar bizi görmeden oraya va-rabilirsek, hâlâ kaçabiliriz." Kartal yeniden hızla aşağı indi ve adamlar daha dayükseğe tırmandılar. Hester kayalarda kendi yolunu bul-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

mayı tercih ediyordu, Lee de onun peşinden giderekgevşek taşlardan kaçındı. Daha büyük kayalara ve hepküçük vadiye doğru, elinden geldiğince süratle ilerliyor-du. Lee, Grumman için de endişeliydi çünkü solgundu,gergindi ve zorlukla nefes alıyordu. Geceki çabalarıenerjisinin büyük kısmını tüketmişti. Ne kadar uzağa gi-debilecekleri, Lee'nin yüzleşmek istemediği bir soruydu;ama tam koyağın girişine geldiklerinde ve fiilen kuru-muş nehir yatağının kıyısmdalarken, zeplinin sesinde birdeğişiklik olduğunu duydu."Bizi gördüler," dedi.388

Ve bunun ölüm hükmünü duymaktan farkı yoktu.Hester sendeledi, nereye bastığını bilen, sağlam yürekliHester bile sendeledi ve yalpaladı. Grumman taşıdığı so-paya yaslandı ve geriye bakmak için ellerini gözlerine si-per etti, Lee de geriye bakmak için döndü. Zeplin hızla iniyor, dosdoğru tam altlarındaki sırta gi-diyordu. Peşlerindekilerin onları öldürmeye değil de esiralmaya niyetli olduğu belliydi, çünkü o andaki bir tüfekateşi ikisinin de işini saniyede bitirirdi. Pilot onun yerinehava gemisini ustaca yerin tam tepesinde, yamacın enyüksek noktasında, bunu yapabileceği yerde, havadadurdurdu ve kabin kapısından mavi üniformalı bir adamhattı, yanlarında kurt cinleriyle yere aktı ve tırmanmayakoyuldu. Lee ve Grumman onların iki yüz metre yukarısınday-dılar, koyağın girişinden de çok uzak değillerdi. Bir kezoraya erişseler, cephaneleri yettiğince askerleri uzaktatutabilirlerdi; ama tek bir tüfekleri vardı. "Benim peşimdeler, Mr. Scoresby," dedi Grumman,"sizin değil. Eğer tüfeği bana verip teslim olursanız, ha-yatta kalırsınız. Bunlar disiplinli askerler. Savaş esiri olur-sunuz." Lee buna hiç aldırmayıp, "Yürüyün bakalım," dedi."Vadiye erişin, diğer yönden çıkış yolunu bulana kadarben de onları ağızdan uzakta tutarım. Sizi buraya kadargetirdim, şimdi arkama dayanıp yakalanmanızı seyrede-cek vaktim yok."389 Aşağıdaki adamlar hızla ilerliyordu çünkü formdaydı-lar ve dinlenmişlerdi. Grumman başını 'peki' anlamındasalladı. Bütün söylediği, "Dördüncüsünü indirecek gücümkalmamıştı," oldu ve vadinin sığınmasına doğru hızlailerlediler. Lee, "Sadece gitmeden bana söyleyin," dedi, "çünkübilene kadar içim rahat etmeyecek. Hangi taraf için dö-vüştüğümü bilemiyorum, pek de aldırmıyorum. Bana şu-nu söyleyin yeter: Şimdi yapacağım şey, Lyra adlı küçükkıza yardımcı mı olacak, zararı mı olacak?""Ona yardımcı olacak," dedi Grumman. "Yemininiz de. Bana söz verdiğinizi unutmayacaksı-nız, değil mi?""Unutmayacağım."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Çünkü, Dr. Grumman, ya da John Parry, sonundavaracağınız hangi dünyada hangi ismi alacaksanız, bunubilin: o küçük kızı kendi kızımmış gibi seviyorum. Eğerkendi kızım olsaydı, onu daha fazla sevemezdim. Veeğer yemininizi bozarsanız, benden her ne kalırsa, siz-den kalacak olanın peşinde olacak, ebediyetin geri kala-nını keşke hiç var olmasaydım diyerek geçireceksiniz. İş-te bu yemin, bu kadar önemli.""Anlıyorum. Size söz verdim.""Bütün bilmem gereken bu. Sağlıcakla gidin." Şaman elini uzattı, Lee onun elini sıktı. Sonra Grum-man döndü ve vadiden yukarı doğru yürüdü, Lee ise dö-390

nüp bakarak, duracak en iyi yeri aradı. "O büyük kaya değil, Lee," dedi Hester. "Oradan sağtarafı göremezsin, baskın yapabilirler. Daha küçük olanıseç." Lee'nin kulaklarında aşağıdaki ormandaki büyük yan-gınla ya da yeniden yükselmeye çalışan zeplinin zahmet-li vızıltısıyla hiç ilgisi olmayan bir kükreme sesi vardı.Çocukluğunu ve Alamo'yu hatırlatan bir ses. O ve arka-daşları eski kalenin harabelerinde o yiğitçe muharebeyine kadar sık canlandırmış, sırasıyla Danimarkalı ve Fran-sız olmuşlardı! Çocukluğu şimdi büyük bir şiddetle göz-lerinin önünden geçiyordu. Annesinin Navajo yüzüğünüçıkarıp, yanma, kayaya koydu. Eski Alamo oyunlarındaHester çoğu kez puma ya da kurt olurdu, bir iki-kez deçıngıraklı yılan olmuştu ama en çok, alaycı kuş. Şimdi - "Hülya kurmayı bırak da nişan al," dedi."Oyun oyna-mıyoruz, Lee." Sırta tırmanan adamlar dağınık düzene geçmişti veşimdi daha ağır ilerliyorlardı. Vadiyi almaları gerektiğinibiliyorlardı, tüfekli tek bir adamın onları uzun süre ora-ya yaklaştırmayacağını da biliyorlardı. Arkalarında isezeplin, Lee'yi şaşırtarak, halen kalkmaya çalışıyordu.Belki yukarı doğru basıncı azalıyordu ya da yakıtı, amahangisi olursa olsun hâlâ kalkamamıştı, bu da Lee'ye birfikir verdi. Pozisyonunu ayarladı ve iskele motoru çekülünü gö-rene kadar eski Winchester'i hizasında nişan aldı ve ateş391

etti. Bu patlama ona doğru tırmanan askerlerin başlarınıkaldırmalarına yol açtı ama bir saniye sonra motor ani-den kükredi ve aynı hızla tutukluk yaptı ve stop etti.Zeplin bir yanına devrildi. Lee diğer motorun uluduğu-nu duyabiliyordu ama havagemisi artık yerde kalmıştı. Askerler durmuş ve ellerinden geldiğince siper ol-muşlardı. Lee onları sayabiliyordu, saydı da: yirmi beş.Onun otuz kurşunu vardı.Hester Lee'nin sol omuzuna sokuldu."Ben bu tarafı kollarım," dedi. Kurşuni renkte büyük kayaya çömelmiş, kulakları sır-tında yassılmış, kendisi de kurşuni-kahverengi ve gözeçarpmayan küçük bir taşa benziyordu, gözleri hariç.Hester güzel değildi; bir yaban tavşanının olabileceği ka-dar sade ve sıskaydı; ama gözlerinin harika renkleri var-dı, en koyu turba kahverengisi ile orman yeşili ışınlarla

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

beneklenmiş, altın-ela. Ve şimdi de o gözler aşağı, görüpgörecekleri son manzaraya bakıyordu: yuvarlanmış vah-şi kayaların bulunduğu çırak bir sırt ve onun berisindeyanan bir orman. Dinlenilebilecek ne bir ot, ne yeşil birnokta vardı.Kulaklarını belli belirsiz oynattı. "Konuşuyorlar," dedi. "Duyuyorum, ama anlayamıyo-rum." "Rusça," dedi adam. "Hep birlikte, koşarak yukarı çı-kacaklar. Bizim için en zoru bu olacağı için öyle yapa-caklar."392

"Düzgün nişan al," dedi cin. "Alırım. Ama, kahretsin, can almayı sevmiyorum, Hes-ter.""Bizim canımız ya da onların canı." "Hayır, hepsi bu kadar değil," dedi Lee Scoresby."Onların canı ya da Lyra'nın canı. Nasıl olduğunu anla-yamıyorum ama, o çocukla aramızda bir bağ var, bun-dan da çok memnunum." "Solda ateş etmek üzere olan bir adam var," dedi Hes-ter ve o konuşurken adamın tüfeğinden bir çatırtı geldi,taş parçaları Hester'in çömeldiği yerin otuz santim öte-sinden havaya uçuştu. Kurşun vınlayarak vadiye gitti,ama Hester kılını bile kıpırdatmadı. "Eh, bu atış benim bu konuda kendimi daha iyi his-setmeme sebep oldu," dedi Lee, dikkatle nişan aldı. Ateş etti. Hedef alacak sadece mavi bir yama vardıama vurdu. Adam bir hayret çığlığıyla geriye düşüp öl-dü. Sonra savaş başladı. Bir dakika içinde tüfeklerin pat-laması, seken kurşunların inlemesi ve parçalanan kaya-nın çatırtısı dağın sırtı boyunca ve arkadaki çukur vadi-de yankılanıp çınlıyordu. Dumansız barutun kokusu,kurşunların çarptığı yerde tuzla buz olan kayadan gelenyanık kokusu, sadece ormandan gelen yanık tahta koku-sunun çeşitlemeleriydi, ta ki bütün dünya yanıyormuş gi-bi görünene kadar.Lee'nin kayası çok geçmeden sıyrıldı, oyuldu ve Lee393

ona çarparken kurşunların vurduğunu hissetti. Bir kere-sinde Hester'in sırıtındaki kürkün üzerinden geçen birkurşunun rüzgarıyla dalgalandığını gördü, ama Hesterhiç kımıldamadı. Lee de ateş etmeyi kesmedi. İlk dakika çok şiddetliydi. Ondan sonra gelen durak-lamada Lee yaralandığını gördü; kayada yanağının altın-da kan vardı, sağ eli ile tüfeğin sürgüsü kırmızıydı.Hester bakmak için yerinden kıpırdadı. "Önemli bir şey değil," dedi. "Bir kurşun kafanı sıyır-mış.""Kaçının düştüğünü saydın mı, Hester?" "Hayır. Kafayı kesmekle meşguldüm. Hazır fırsat var-ken, tüfeğini yeniden doldur, oğlum." Lee kayanın arkasına yuvarlandı ve sürgüyü arkayaöne hareket ettirdi. Sıcaktı, ve kafasındaki yaradan üze-rine şakır şakır akan kan kuruyordu, mekanizmayı katı-laştırmıştı. Üzerine dikkatle tükürdü, gevşedi.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Sonra yeniden pozisyon aldı ve daha hedefe bakma-dan önce, ona bir kurşun isabet etti. Sol omuzunda bir patlama gibiydi. Birkaç saniye ser-semledi, sonra kendine geldi ama sol kolu uyuşmuştu veişe yaramaz haldeydi. Üstüne atlamaya hazır bekleyenbüyük bir acı vardı ancak henüz cesaretini toplayama-mıştı, bu düşünce ona kafasını yeniden ateş etmek üze-rinde odaklayacak gücü verdi. Daha bir dakika önce o kadar hayat dolu olan, ölü veyararsız kolunu tüfeğe destek yaptı ve vurdumduymaz394

bir yoğunlaşma ile nişan aldı: bir atış... iki... üç ve her bi-ri de adamını buldu."Nasıl gidiyoruz?" diye mırıldandı. "İyi ateş ediyorsun," diye fısıldadı Hester, yanağınınçok yakınından. "Durma. O siyah kayanın orada -"Baktı, nişan aldı, ateş etti. Şekil yere düştü."Lanet olsun, bunlar benim gibi adamlar," dedi Lee."Anlamı yok," dedi cin. "Öyle bile olsa gene de yap.""Ona inanıyor musun? Grumman'a?""Tabii. Nişan al, Lee."Pat: bir adam daha düştü, cini mum gibi söndü. Sonra uzun bir sessizlik oldu. Lee cebini karıştırdı,birkaç kurşun daha buldu. Tüfeğini doldururken öylesi-ne ender rastlanan bir şey hissetti ki, az daha kalbi du-ruyordu; Hester'in yüzünü kendi yüzüne yapışmış veyaşlarla ıslanmış hissetti."Lee, bu benim kabahatim," dedi cin."Niye?" "Skraeling. Yüzüğünü almanı sana ben söyledim. Oolmasa, başımız asla bu derde girmezdi." "Bana söylediğini hiç yaptım mı sanıyorsun? Aldım,çünkü cadı -" Bitiremedi, çünkü bir başka kurşun onu bulmuştu. Busefer sol bacağına girip parçalandı ve daha Lee gözünükırpıştıracak fırsat bulamadan, bir üçüncü kurşun, kafa-tasma konmuş kıpkırmızı ısınmış bir ateş karıştıracağı gi-bi gene kafasına çarptı.395

"Çok fazla kalmadı, Hester," diye mırıldandı, olduğuyerde durmaya çalışarak."Cadı, Lee! Cadı dedin! Hatırladın mı?" Zavallı Hester, şimdi bütün yetişkin hayatında yaptığıgibi, gergin ve gözleyerek çömelmiyordu, yerde yatıyor-du. Ve güzel altın-kahverengi gözleri donuklaşmaya baş-lamıştı. "Hâlâ güzel," dedi Lee. "Ah, Hester, evet, cadı. Banaverdi...""Elbette verdi. Çiçek." "Göğüs cebimde. Al onu, Hester, ben kıpırdayamıyo-rum." Zor bir mücadeleydi ama Hester güçlü dişleriyle kü-çük koyu kırmızı çiçeği dışarı çekti ve onu sağ elinin ya-nma koydu. Lee büyük bir gayretle çiçeği yumruğundasıktı ve, "Serafina Pekkala!" dedi. "Bana yardım edin, yal-varırım..." Aşağıda bir kımıldanma; çiçeği bıraktı, nişan aldı, ateş

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

etti. Kımıldanma durdu.Hester tükeniyordu."Hester, benden önce gitme,"diye fısıldadı Lee. "Lee, senden uzakta herhangi bir yerde tek bir saniyebile durmaya dayanamam," diye fısıldayarak cevap ver-di cin."Sence cadı gelecek mi?""Tabii gelecek. Daha önce çağırmalıydık.""Bir sürü şey yapmalıydık."396

"Belki de..." Bir patlama daha, bu sefer kurşun içeride bir yerdedaha derinlere gitti, canının merkezini aradı. Lee düşün-dü: Orada bulamaz. Benim merkezim, Hester. Ve aşağı-da mavi bir seğirme gördü, ve zahmetle namluyu onatuttu."O işte," diye soludu Hester. Lee, tetiği çekmekte zorlandı. Her şey zordu zaten.Üç kere denemesi gerekti, sonunda becerdi. Mavi ünifor-ma yamaçtan aşağı yuvarlanarak gitti. Uzun bir sessizlik daha. Acıya karşı duyduğu korku-yu kaybetmek üzereydi. Daireler çizen, koklayan, dahayakına gelen bir çakal sürüsü gibiydi ve Lee, onu kemik-lerine kadar yiyene dek bırakmayacaklarını biliyordu. "Bir adam kaldı," diye mırıldandı Hester. "Zeplinedoğru gidiyor." Lee adamı hayal meyal gördü, birliğinin yenilgisindensürünerek uzaklaşan bir İmparatorluk Muhafızları askeri."Adamı sırtından vuramam," dedi Lee."Gene de, tek kurşun kalmışken ölmek çok yazık." Böylece Lee elindeki son kurşun için, hâlâ kükreyenve tek motorla kalkmaya çalışan zepline nişan aldı, kur-şun sıcaktan kıpkırmızı olmalıydı, ya da belki aşağıdakiormandan bir yanan odun parçası bir esintiyle havage-misine sürüklenmişti; çünkü gaz birden turuncu bir ateştopu şeklinde şişti ve metal iskelet ile üzerini kaplayanörtü biraz yükseldi, sonra ağır ağır, usulca ama ateşten397

bir ölümle, aşağı yuvarlandı. Srünerek uzaklaşan adam ile Muhafızlar'dan tek geri-ye kalan, koyağı tutan adamın daha yakınına gelmeyecüret edememiş altı-yedi başka adam üzerlerine düşenateş tarafından yutuldu. Lee ateş topunu gördü, kulaklarındaki kükreme ara-sında Hester'in, "Hepsi bu, Lee," dediğini duydu. Lee, "Bu zavallı adamların sonu bu olmamalıydı, bi-zim de," dedi, ya da öyle düşündü. Hester, "Onları uzakta tuttuk," dedi. "Uzakta tuttuk.Lyra'ya yardım ediyoruz." Sonra küçük kırılmış mağrur bedenini onun yüzünebastırdı, gelebildiğince yakın, ve sonra da öldüler.398

15Kanyosunuileri, dedi aletiyometre. Daha uzağa, daha yükseğe. Onlar da tırmandı. Cadılar, en iyi güzergahları kola-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

çan etmek için yukarıda uçuyordu, çünkü tepelik araziçok geçmeden yerini daha dik yamaçlara ve ayak basa-cak kayalık yerlere bırakmıştı ve öğlene doğru güneş do-ğarken seyyahlar kendilerini, tek bir yeşil yaprağın bü-yümediği ve tek sesin böceklerin cırıltısı olduğu kurukoyaklar, dik yamaçlar ve taşlarla kaplı vadilerde buldu-lar. İlerlediler, sadece keçi mataralarından su yudumla-mak için durdular, az konuştular. Pantalaimon, yorulanakadar bir süre Lyra'nın başının üstünde uçtu, sonra daayağını nereye bastığını bilen, boynuzlarıyla gururlanan,Lyra onun yanısıra zahmetle tırmanırken kayadan kaya-ya zıplayan küçük bir dağ keçisi oldu. Will keyifsizce yü-rüyordu, güneşin göz kamaştırıcı parıltısına karşı gözle-rini kısmış, elinin daha da kötü bir hal alan ağrısını yoksaymıştı. Nihayet sadece hareketin iyi, hareketsizliğin399

kötü olduğu, bu yüzden de çaba harcarken değil de din-lenirken daha fazla ızdırap çektiği bir hale geldi. Cadıla-rın kanamasını durdurmak için yaptıkları büyü başarısız-lığa uğradıktan sonra, cadıların da, sanki onların gücün-den daha büyük bir lanete uğramış gibi, ona korkuylabaktıklarını düşünüyordu. Bir noktada küçük bir göle geldiler, kırmızı kayalararasında otuz metre bile olmayan koyu mavi bir yama.Su içmek, mataralarını doldurmak ve ağrıyan ayaklarınıbuzlu suya sokmak için orada durdular. Birkaç dakikakalıp hareket ettiler ve hemen sonra, güneş en yüksekve sıcak noktadayken, Serafina Pekkala, onlarla konuş-mak için hızla aşağı indi. Endişeliydi. "Sizi bir süre bırakacağım," dedi. "Lee Scoresby'ninbana ihtiyacı var. Niye, bilmiyorum. Ama yardımıma ih-tiyaç duymasa aramazdı. Yola devam edin, ben sizi bu-lurum." "Mr. Scoresby mi?" dedi Lyra, heyecan ve kaygıyla."Ama nerede -" Ne var ki Serafina gitmişti, Lyra sorusunu bitiremedenhızla gözden kaybolmuştu. Lyra, Lee Scoresby'ye ne ol-duğunu sormak için otamatikman aletiyometreye uzan-dı, ama elini çekti, çünkü Will'e rehberlik etmek dışındabir şey yapmayacağına söz vermişti. Karşıya, ona baktı. Yakında oturuyordu, öylesine di-zine bıraktığı elinden hâlâ yavaş yavaş kan sızıyordu, yü-zü güneşten yanmıştı ama yanığın altında solgundu.400

"Will," dedi, "babanı neden bulman gerektiğini biliyormusun?" "Her zaman bildim bunu. Annem, babamın rolünüdevralacağımı söylerdi. Tek bildiğim bu.""Ne demek o, rolünü devralmak? Rol de ne?" "Bir görev, sanırım. Her ne yapıyordu ise, ben onudevam ettirmeliyim. Diğer her şeyden daha mantıksızdeğil." Sağ eliyle gözlerindeki teri sildi. Söyleyemediği şey,kayıp bir çocuğun yuva hasreti çekmesi gibi babasını öz-lediğiydi. Bu kıyaslama aklına gelmezdi çünkü onun içinyuva, annesini güvence altında tuttuğu yerdi, başkaları-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

nın onu güvence altında tuttuğu yer değil. Ancak süper-markette sözde düşmanlardan saklanma oyununun çare-sizce gerçek bir hal aldığı o Cumartesi gününden beribeş yıl geçmişti. Hayatında onca uzun bir süreydi ki vekalbi "Aferin, aferin çocuğum; dünyada kimse daha iyi-•sini yapamazdı; seninle gurur duyuyorum. Şimdi gel,dinlen..." kelimelerini duymak için yanıp tutuşuyordu. Will bunun o kadar hasretini çekiyordu ki doğru dü-rüst farkında değildi. Genel hislerinin bir parçasıydı sa-dece. Onun için de, kız bunu gözlerinde görse bile, kionun için böyle anlayışlı olmak yeni bir şeydi, Will şim-di ona ifade edemiyordu. Mesele şuydu: Will söz konu-su olunca yeni bir duyu geliştiriyordu, sanki o, daha ön-ce tanıdığı herkesten daha fazla odaktaymış gibi. Onunhakkındaki her şey açık, yakın ve acildi.401

Bunu ona söyleyebilirdi ama tam o anda bir cadıuçup aşağı indi. "Arkamızda insanlar görüyorum," dedi. "Çok geride-ler ama hızla hareket ediyorlar. Daha yakına gidip baka-yım mı?" "Evet, git," dedi Lyra, "ama alçaktan uç ve saklan, se-ni görmelerine izin verme." Will ve Lyra zahmetle ayağa kalktılar ve güçlükle iler-lemeye koyuldular. "Sık sık üşüdüm," dedi Lyra, aklını onları izleyenler-den uzaklaştırmak için, "ama hiç bu kadar sıcak olma-mıştı, hiç. Senin dünyanda bu kadar sıcak mıdır?" "Benim yaşadığım yerde değil. Normal koşullarda de-ğil. Ama iklim değişiyor. Yazlar eskiden olduğundan da-ha sıcak. Diyorlar ki insanlar, içine kimyasal maddelerkoyarak atmosfere müdahale ediyormuş ve hava kont-rolden çıkacakmış." "Evet, yaptılar," dedi Lyra, "ve kontrolden çıktı. Şimdibiz göbeğindeyiz." Will cevap veremeyecek kadar ısınmıştı, susamıştı,zonklayan havada soluk soluğa tırmandılar. Pantalaimoncırcırböceği olmuştu, sıçrayıp uçamayacak kadar yorgunolduğu için Lyra'nın omuzunda oturuyordu. Zaman za-man cadılar çok yükseklerde, tırmanılamayacak kadaryükseklerde bir pınar bulup, çocukların mataralarını dol-durmak için yukarı uçuyorlardı. Su olmasa, çok geçme-den ölürlerdi ve oldukları yerde kimse yoktu; havaya çı-402

kabilen her pınar, yeniden kayalar arasında yutulup gi-diyordu.Ve böylece, akşama doğru, ilerlediler. Casusluk yapmak için geriye uçan cadının adı LenaFeldt'ti. Yalçın kayalıktan kayalığa, alçaktan uçtu ve gü-neş batıp kayalardan vahşi bir kan kırmızı çıkarırken kü-çük mavi göle geldi ve kamp yapan bir askeri birlik bul-du. Ancak daha onlara ilk bakışı, öğrenmek istediğini onagösterdi; bu askerlerin cinleri yoktu. Will'in dünyasındanya da insanların cinlerinin içlerinde olduğu ve gene decanlı göründükleri Cittâgazze dünyasından da değildiler.Bu adamlar onun dünyasındandı ve onları cinsiz görmek

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

ağır, tiksindirici bir dehşet yaratıyordu. Açıklama, göl kıyısındaki bir çadırdan çıktı. LenaFeldt, haki av giysileri içinde zarif bir kadın, bir kısa-ömürlü gördü; suyun kenarında, hemen yanında sıçrayıpoynayan maymun kadar hayat doluydu kadın. Lena Feldt yukarıdaki kayalar arasında saklanıp Mrs.Coulter'ın askerlerin başındaki subayla konuşmasını, su-bayın adamlarının çadırları kurup ateş yakmasını, sukaynatmasını izledi. Cadı, Serafina Pekkala'nın Bolvangar'daki çocuklarıkurtaran birliğindendi ve Mrs. Coulter'ı oracıkta vurmaözlemi içindeydi; ancak kadını koruyan bir talih vardısanki, çünkü durduğu yer ok atmak için fazla uzaktı ve403

cadı da kendini görünmez hale getirmeden daha yakınagelemezdi. Büyüyü yapmaya koyuldu. On dakikalık cid-di bir odaklanma gerektirdi bu iş. Nihayet kendine güvenen Lena Feldt kayalık yamaç-tan aşağı, göle doğru gitti ve kamptan geçerken bir-ikiboş bakışlı asker kısaca başlarını kaldırıp baktılar, ancakgördüklerini hatırlamakta zorlanarak gene başka yanadöndüler. Cadı, Mrs. Coulter'ın girdiği çadırın dışındadurdu ve yayına bir ok taktı. Çadır bezinin arkasından gelen alçak sesi dinledi,sonra da göle bakan açık kanada doğru dikkatle ilerledi. Çadırın içinde Mrs. Coulter, Lena Feldt'in daha öncegörmediği bir adamla konuşuyordu: yaşlıca bir adamdı,kır saçlı ve güçlüydü, bileğine sarılmış bir yılan cini var-dı. Mrs. Coulter'ınkinin yanındaki bir branda bezindeniskemlede oturuyordu, kadın da ona doğru eğilmiş usul-ca konuşuyordu. "Elbette, Carlo," diyordu, "İstediğini söylerim sana.Ne bilmek istiyorsun?" "Heyulalar'a nasıl komuta ediyorsun?" dedi adam."Bunun mümkün olduğunu sanmazdım ama onların kö-pek gibi peşinden gelmesini sağladın... Korumalarındanmı korkuyorlar? Nedir?" "Basit," dedi kadın. "Beni tüketeceklerine yaşamamaizin verirlerse onlara daha fazla beslenme sağlayabilece-ğimi biliyorlar. Onları tayf gönüllerinin arzuladığı bütünkurbanlara götürebilirim. Sen onları bana tarif eder et-404

mez onlara hakim olabileceğimi anladım, öyle de oldu.Ve bütün bir dünya bu solgun şeylerin gücü altında tit-riyor. Ama, Carlo," diye fısıldadı. "Biliyorsun ki seni dememnun edebilirim. Seni daha da fazla memnun etme-mi ister miydin?" "Marisa," diye mırıldandı adam, "sana bu kadar yakınolmak yeterli bir zevk..." "Hayır, değil, Carlo; olmadığını biliyorsun. Seni bun-dan daha fazla memnun edebileceğimi de biliyorsun." Cininin küçük siyah boynuzsu elleri, yılan cini okşu-yordu. Dişi yılan yavaş yavaş kendini gevşek bıraktı veadamın kolundan maymuna doğru akmaya başladı. Ada-mın da, kadının de ellerinde altın rengi şarap kadehlerivardı, kadın kendisininkini yudumladı ve biraz dahaadama doğru eğildi."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Cini yavaşça kolundan kayıp iner ve ağırlığını altınmaymunun ellerine verirken, adam "Ah," dedi. Maymunonu yavaşça yüzüne doğru kaldırdı ve yanağını usulcaonun zümrüt derisinde gezdirdi. Yılanın dili bir oraya,bir buraya hareket etti, sonra adam içini çekti. "Carlo, bana neden oğlanın peşinde olduğunu söyle,"diye fısıldadı Mrs. Coulter, onun sesi de maymunun do-kunuşu kadar yumuşaktı. "Niye onu bulman gerekiyor?""Onda istediğim bir şey var. Ah, Marisa -""Nedir, Carlo? Onda ne var?" Adam başını iki yana salladı. Ama direnmek onuniçin gitgide zorlaşıyordu; cini yumuşakça maymunun405

göğsünü çevrelemişti ve maymunun elleri onun akışkanboyunca hareket ederken, başını durmadan onun uzunparlak tüylerinden geçiriyordu. Lena Feldt onların oturdukları yerin iki adım ötesindegörünmez halde durup onları izledi. Yayı gerilmişti, yaykirişindeki oku hazırdı; bir saniyeden kısa sürede çekipserbest bırakabilir, Mrs. Coulter da daha nefesini alama-dan ölebilirdi. Ama cadı merak etmişti. Hareketsiz, ses-siz, gözleri faltaşı gibi açılmış, durdu. Ne var ki Mrs. Coulter'ı gözlerken, onun ötesine, kü-çük mavi gölün karşı tarafına bakmadı. Karanlıkta gölünöbür tarafında hayaletimsi ağaçlardan oluşan bir korulukkendi kendini ekmiş gibiydi, bilinçli bir niyeti andıranbir şeyle sık sık titreyen bir koruluk. Ama elbette bunlarağaç değildi; ve Lena Feldt ile cininin merakı Mrs. Coul-ter'a yönelikken, solgun biçimlerden biri kendini yoldaş-larından ayırdı ve tek bir dalgaya meydan vermeden buzgibi suların yüzeyinde kaydı, ta ki Lenda Feldt'in cininintünediği kayadan otuz santim ötede duraklayana kadar. "Bana kolaylıkla söyleyebilirsin, Carlo," diye mırılda-nıyordu Mrs. Coulter. "Fısıldayabilirsin. Uykunda konu-şuyormuş gibi yapabilirsin, seni kim bunun için suçlaya-bilir ki? Bana oğlanda ne olduğunu ve niye onu istediği-ni söyle, yeter. Senin için onu alabilirim... Bunu yapma-mı istemez misin? Bana söyle, yeter, Carlo. Ben onu is-temiyorum. Ben kızı istiyorum. Nedir? Bana söyle yeter,senin olur."406

Adam usul bir ürpertiyle sarsıldı. Gözleri kapalıydı.Sonra, "Bir bıçak," dedi. "Cittâgazze'nin keskin bıçağı.Onu duymadın mı, Marisa? Kimileri ona teleutaia mak-haira, bıçakların sonuncusu diyor. Kimileri de Esatir.""Ne yapıyor, Carlo? Özelliği ne?" "Ah... Bu her şeyi kesen bıçak. Onu yaratanlar bileneler yapabileceğini bilmiyordu. Keskin bıçak her şeye,herkese, maddeye, ruha, meleğe, havaya işler. Marisa, obenim, anlıyor musun?""Tabii, Carlo. Söz veriyorum. Bardağını doldurayım..." Ve altın maymun ellerini ağır ağır zümrüt yılanın de-risine defalarca sürterken, birazcık sıkıp, kaldırır ve SirCharles zevkle soluduğunda okşarken, Lena Feldt ger-çekte neler olduğunu gördü: çünkü adamın gözleri yu-muluyken, Mrs. Coulter eğdiği küçük bir şişeden kade-he, tekrar şarap doldurmadan önce, gizlice birkaç dam-

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

la damlatmıştı. "İşte, canım," diye fısıldadı. "Hadi içelim, birbirimizinşerefine..." Adam sarhoş olmuştu zaten. Bardağı aldı ve aç göz-lülükle yudumladı, bir kere, yeniden, yeniden. Ve sonra Mrs. Coulter hiçbir uyarıda bulunmaksızınayağa kaltı ve dönüp Lena Feldt'in tam yüzüne baktı. "Eh, cadı," dedi, "kendini nasıl görünmez hale getir-diğini bilmiyorum mu sandın?"Lena Feldt kımıldayamayacak kadar şaşırmıştı.Arkasında adam soluk almaya uğraşıyordu. Göğsü407

kalkıp iniyordu, yüzü kızarmıştı, cini maymunun ellerin-de gevşemişti, baygındı. Maymun küçümseyerek onu fır-latıp attı. Lena Feldt yayını kaldırmaya çalıştı ama omuzunaölümcül bir felç hakim olmuştu. Yayı kaldıramadı. Dahaönce böyle bir şey hiç olmamıştı, küçük bir çığlık attı. "Aa, onun için biraz geç artık," dedi Mrs. Coulter."Göle bak, cadı." Lena Feldt döndü ve kar kiraz kuşu cininin sanki ha-vası boşaltılmakta olan cam bir odadaymış gibi kanat çır-pıp haykırdığını gördü; kanat çırpıyor ve düşüyor, yığılı-yor, başaramıyordu, gagası ardına kadar açılmıştı, panikiçinde soluyordu. Heyula onu sarmıştı. "Hayır!" diye haykırdı cadı ve ona doğru gitmeye ça-lıştı ama bir mide bulantısı spazmı ile geri çekildi. Midebulantılı ızdırabı içinde bile Lena Feldt, Mrs. Coulter'ınruhunda daha önce rastladığı herkesten daha fazla kuv-vet olduğunu görebiliyordu. Heyula'nın Mrs. Coulter'ıngücüne tabi olması onu şaşırtmadı; kimse bu yetkeyekarşı direnemezdi. Lena Feldt müthiş bir kederle geriye,kadına döndü."Bırakın onu! Lütfen bırakın!" diye bağırdı."Bakalım. Çocuk sizinle mi? Lyra adlı kız?""Evet!""Bir de oğlan? Bıçaklı bir oğlan?""Evet - yalvarırım -""Kaç cadı var?"408

"Yirmi! Bırakın onu, bırakın!" "Hepsi havada mı? Yoksa bir kısmınız yerde çocuklar-la mı kalıyor?" "Çoğu havada, üç-dört tanesi daima yerde - bu müt-hiş bir keder - ya onu bırakın ya da beni hemen öldü-rün!" "Dağda ne kadar yukarıdalar? İlerliyorlar mı, yoksadinlenmek için durdular mı?" Lena Feldt ona her şeyi anlattı. Her tür işkenceye gö-ğüs gerebilirdi, şu anda cinine yapılan dışında. Mrs. Co-ulter, cadıların nerede olduğu ve Lyra ile Will'i nasıl ko-rudukları hakkında bilmek istediği her şeyi öğrendiktensonra, "Şimdi bana şunu söyle," dedi. "Siz cadılar Lyraadlı çocuk hakkında bir şey biliyorsunuz. Kızkardeşleri-nizden birinden az daha öğreniyordum, ama ben işken-ceyi tamamlamadan önce öldü. Eh, şu anda seni kurta-racak kimse yok. Bana kızım hakkındaki gerçeği söyle."

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Lena Feldt nefesi kesilerek konuştu: "Annesi olacak -hayat olacak - anne - itaatsizlik edecek - o -" "Adını söyle! En önemlisi hariç, her şeyi söylüyorsun!Adını söyle!" diye bağırdı Mrs. Coulter. "Havva! Herkesin annesi! Havva, yeniden! HavvaAna!" diye kekeledi Lena Feldt, hıçkırarak."Ah," dedi Mrs. Coulter. Ve, sanki hayatının gayesi nihayet gözünde açıklıkkazanmış gibi derinden içini çekti.Cadı ne yaptığını belli belirsiz anladı ve onu saran409

dehşetin içinde bağırmaya çalıştı: "Ona ne yapacaksınız?Ne yapacaksınız?" "Ne mi? Onu yok etmeye mecbur kalacağım," dediMrs. Coulter, "bir başka Düşüş'ü engellemek için... Bununiye daha önce görmedim? Göremeyecek kadar büyük-tü, ondan..." Gözleri kocaman kocaman açılmış, bir çocuk gibi el-lerini usulca birbirine vurdu. İnleyen Lena Feldt, onundevam ettiğini duydu: "Tabii. Asriel, Otorite'ye savaşaçacak ve sonra... Tabii, tabii. Eskiden nasılsa gene öy-le. Ve Lyra, Havva. Ve bu sefer düşmeyecek. Ben bunuhalledeceğim." Mrs. Coulter yerinde doğrularak parmaklarını, cadınınçiniyle beslenen Heyula'ya doğru şaklattı. Küçük kar ki-raz kuşu, Heyula, cadıya doğru ilerlerken kayanın üstün-de seğirerek yatıyordu ve sonra Lena Feldt daha önceneler çektiyse hepsi ikiye, üçe katlandı, yüzle çarpıldı.Bir ruh bulantısı, korkunç, mide bulandırıcı bir kederhissetti, öyle derin bir melankolik yorgunluktu ki, bun-dan ölecekti. Son bilinçli düşüncesi, hayattan tiksinmekoldu; duyulan ona yalan söylemişti. Dünya enerji ve se-vinçten değil, pislik, ihanet ve dermansızlıktan yapılmış-tı. Yaşamak nefret verici bir şeydi, ölüm de ondan iyi de-ğildi ve evrenin bir ucundan bir ucuna bu ilk, son ve ye-gane hakikatti. Öylece, yayı elinde ayakta durdu, kayıtsız, yaşarkenölmüş halde.410

Böylece Lena Feldt, Mrs. Coulter'ın bundan sonrayaptığını ne gördü, ne de aldırdı. Şimdi yelken bezindeniskemlede kendinden geçmiş yatan kır saçlı adamı vetozlarda kıvrılmış mat derili cinini görmezlikten gelenMrs Coulter, askerlerin yüzbaşısını çağırdı ve gece dağ-dan yukarı yapılacak bir yürüyüş için hazırlanmalarınıemretti.Sonra suyun kıyısına gidip Heyulalar'ı çağırdı. O buyurunca, suyun üzerinden sis sütunları gibi ka-yarak geçip geldiler. Kadın kollarını kaldırdı ve onlarayere bağlı olduklarını unutturdu, öyle ki birer birer ha-valandılar ve devedikenlerinin habis şeytanarabaları gibiserbestçe süzüldüler, geceye karıştılar ve hava akımlarıy-la Will, Lyra ve diğer cadıların olduğu yere doğru taşın-dılar; ama Lena Feldt bunların hiçbirini görmedi. Isı karanlık bastıktan sonra çabucak düştü; Will ileLyra kuru ekmeklerinin son lokmasını yedikten sonra sı-cak kalmak ve uyumaya çalışmak için dışa uzanmış bir

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

kayanın altına serildiler. Lyra'nın pek uğraşması gerek-medi; bir dakikadan az sürede, Pantalaimon'un çevresi-ne sıkıca kıvrılmış olarak, kendinden geçmişti ama Willorada ne kadar yatarsa yatsın, bir türlü uyuyamadı. Kıs-men, artık ta dirseğine kadar zonklayan ve onu rahatsızedecek derecede şişmiş eli, kısmen sert toprak ve kıs-men de soğuk ile tamamen tükenmiş olmasındandı bu,kısmen de annesine duyduğu özlem yüzünden.411

Onun için korkuyordu, tabii, ve kendisi ona göz ku-lak olmak için orada olsa daha fazla güvencede olacağı-nı biliyordu; ama onun da, tıpkı çok küçükken yaptığıgibi, kendisine göz kulak olmasını istiyordu. Yarasınasargı yapmasını, yatağa yatınca üstünü örtmesini ve onaşarkı söylemesini, ve bütün dertleri atmasını, onu buncaşiddetle ihtiyaç duyduğu bütün o sıcaklık, yumuşaklık veanne şefkatiyle sarmasını istiyordu; ve bunlar asla olma-yacaktı. Bir tarafıyla hâlâ sadece küçük bir oğlandı. Buyüzden ağladı, ne var ki ağlarken kımıldamadı, çünküLyra'yı rahatsız etmek istemiyordu. Ama gene de uyumuyordu. He zamankinden dahauyanıktı. Sonunda sertleşmiş kollarıyla bacaklarını açtı,sessizce, titreyerek ayağa kalktı; bıçak belinde, tedirgin-liğini teskin etmek için dağın yükseklerine çıkmaya ko-yuldu. Arkasında, nöbetçi cadının kızılgerdan cini başını eğ-di, cadı da Will'in niye kayalara tırmandığına bakmakiçin tuttuğu nöbeti bıraktı. Çam dalına uzanarak, onu ra-hatsız etmemek ama gene de zarar görmemesini sağla-mak için sessizce havalandı. Will onu fark etmedi. Hareket etmek ve hareket ha-linde kalmak için öyle bir ihtiyaç duymuştu ki, artık elin-deki acıyı da hissetmiyor gibiydi. Bütün gece, bütüngün, ebediyyen yürümesi gerektiğini hissediyordu, çün-kü göğsündeki bu ateşi başka hiçbir şey serinletemezdi.Ve sanki onun halinden anlarmış gibi, bir rüzgar çıkıyor-412

du. Bu yabanlıkta kıpırdayacak yaprak yoktu, ancak ha-va onun vücuduna çarpıyordu, saçını yüzünden uçuru-yordu; Will'in dışında da vahşet vardı, içinde de. Gittikçe daha yukarılara tırmandı, bir kez bile aşağı,Lyra'ya dönmek için yolu nasıl bulacağını düşünmedi, taki dünyanın en tepesindeymiş gibi görünen küçük birplatoya gelene kadar. Bütün çevresinde, hiçbir ufuktadağlar daha yüksek bir noktaya erişmiyordu. Ayın gözkamaştıran parıltısında tek renkler katıksız siyah ve ölübeyazıydı, her kenar kertikliydi, her yüzey de çıplak. Vahşi rüzgar yukarıda bulutları getirip topluyor olma-lıydı, çünkü birden ay bulutların altında kayboldu, bütünmanzarayı karanlık bürüdü - kesif de bulutlardı, arala-rından biraz olsun ayışığı geçmiyordu. Bir dakika geç-meden Will kendini neredeyse topyekun karanlıkta bul-du.Ve aynı anda birinin sağ kolunu kavradığını hissetti. Şokla bağırdı, hemen kıvrılarak uzaklaştı, ama inatçıbir kavramaydı. Will şimdi vahşileşmişti. Her şeyin ensonunda olduğunu hissediyordu; ve eğer bu hayatının

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

da sonuysa, düşene kadar dövüşecek, dövüşecekti. Bu yüzden de büküldü ve tekme attı, yeniden bükül-dü ama o el onu bırakmıyordu; ve tutulan da sağ koluolduğu için bıçağa ulaşamıyordu. Sol eliyle denedi, an-cak karşısındaki onu çok fazla sağa sola savuruyordu veeli öyle acı veriyordu, öyle şişmişti ki, uzanamıyordu; ye-tişkin bir adama karşı çıplak, yaralı bir elle dövüşmek413

zorundaydı. Dirseğinin altındaki ele dişlerini geçirdi, ne var ki bu-nun tek sonucu da adamın başının arkasına sersemleticibir darbe indirmesi oldu. Sonra Will tekrar tekrar tekmeattı, kimi isabet etti kimi etmedi, bütün bu zaman zarfın-da da çekiyor, silkiniyor, bükülüyor, itip kakıyordu veadamın kavrayışı onu hâlâ sımsıkı tutuyordu. Kendi solumasını ve adamın homurdanmaları ile sertsert soluk almasını hayal meyal duydu; sonra şans eseribacağını adamınkinin arkasına geçirdi ve kendini onungöğsüne doğru savurdu, adam tepesinde WilPle güm di-ye yere düştü. Ama kavrayışı bir an bile gevşemedi veWill, taşlık zeminde çılgınca yuvarlanarak kalbinin çev-resini ağır bir korkunun sıkıştırdığını hissetti: bu adamonu asla bırakmayacaktı ve Will onu öldürse bile cesedihâlâ sıkı sıkı tutuyor olacaktı. Ama Will zayıflıyordu ve şimdi ağlıyordu da, başı veayaklarıyla adamı tekmeler, çekiştirir, ona vururken acıacı hıçkırıyordu ve kaslarının çok geçmeden pes edece-ğini biliyordu. Sonra adamın, eli gene eskisi kadar sıkı-ca tutsa bile, yattığı yerde hareketsiz durduğunu fark et-ti. Orada hareketsiz yatıyor, Will'in kendisine dizleri vebaşıyla sert darbeler indirmesine izin veriyordu; Will bu-nu görür görmez son kalan kuvveti de onu terk etti, ça-resizce rakibinin yanına düştü, bedenindeki her sinir çın-lıyordu, sersemlemişti ve zonkluyordu.Will can acısı çekerek doğruldu, koyu karanlıkta gör-414

meye çalıştı ve yerde adamın yanında beyaz bir lekegördü. Büyük bir kuşun, bir balıkkartalının, adamın cini-nin beyaz göğsüydü, cin hareketsiz yatıyordu. Will çekil-meye çalıştı, zayıf çekişi, elini gevşetmemiş olan adam-da bir tepki uyandırdı. Ama kımıldıyordu. Boştaki eliyle Will'in sağ elini dik-katle yokluyordu. WilPin tüyleri diken diken oldu... Sonra adam, "Bana öbür elini ver," dedi."Dikkat et," dedi Will. Adamın boştaki eli Will'in sol kolundan yoklayarakindi, parmak uçları usulca bileğe ve şişmiş avuca ve enbüyük özenle Will'in kayıp iki parmağının köklerine gel-di. Öbür eli hemen onu bıraktı ve adam doğrulup otur-du."Bıçak sende," dedi. "Sen bıçak taşıyıcısın." Sesi tınlıyordu, sertti ama soluksuzdu. WilFi onun fe-na halde incindiğini anladı. Bu karanlık rakibi yaralamışmıydı? Will hâlâ, tükenmiş halde, taşlara serilmişti. Bütün gö-rebildiği üzerine çömelmiş adamın şekliydi, ama yüzünü

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

göremiyordu. Adam yan tarafa bir şeye uzanıyordu vebiraz sonra, o derisine bir merhemi ovarak yedirirken,Will'in parmaklarının köklerinden eline harikulade yatış-tırıcı bir serinlik yayıldı."Ne yapıyorsun?" dedi Will."Yaranı iyileştiriyorum. Kımıldamadan dur."415

"Sen kimsin?" "Ben bıçağın ne için olduğunu bilen tek adamım. Eli-ni öyle kaldır. Kıpırdama." Yağmur öncekinden daha vahşice iniyordu, bir-ikiyağmur damlası Will'in yüzüne sıçradı. Fena halde titri-yordu, ama adam köklere daha fazla merhem sürer veele sıkıca bir keten bandı sararken, sol eline sağ eliyledestek olmuştu. Ve sargı sağlamca sarılır sarılmaz adam yana yuvar-landı ve yere uzandı. Elindeki serin uyuşukluğun nime-tiyle halen aklı karışmış Will, doğrulup ona bakmaya ça-lıştı, ama öncekinden de daha karanlıktı. Sağ elini ileridoğru uzatıp yokladı, kendini adamın kalbinin bir kuşgibi attığı göğsüne dokunurken buldu. "Evet," dedi adam, boğuk bir sesle. "Şifa verebiliyor-san, buna ver.""Hasta mısın?""Birazdan daha iyi olurum. Bıçak sende, değil mi?""Bende.""Ve onu nasıl kullanacağını biliyor musun?" "Evet, evet. Ama sen bu dünyadan mısın? Bıçağı nasılbiliyorsun?" "Dinle," dedi adam, zorlukla doğrulup oturarak. "Sö-zümü kesme. Eğer bıçağın taşıyıcısı sensen, hayal edebi-leceğinden de büyük bir görevin var. Bir çocuk... Bununolmasına nasıl izin verdiler? Eh, böyle olsun... Bir savaşgeliyor, çocuk. Olmuş olacak en büyük savaş. Daha ön-416

ce de böyle bir şey olmuştu, bu sefer doğru tarafın ka-zanması gerekiyor. İnsanlık tarihinin binlerce yılı yalan,propaganda, zulüm ve aldatmayla dolu geçti. Yenidenbaşlamanın vaktidir, ama bu sefer usulünce..."Birkaç hırıltılı nefes almak için durdu. Bir dakika sonra, "Bıçak," diye devam etti. "Ne yap-tıklarından haberleri yoktu, asla, o ihtiyar filozofların.Maddenin en küçük zerreciklerini bile yarabilecek biralet icat ettiler ve onu şeker çalmak için kullandılar. Bü-tün evrenlerde zorbayı yenebilecek tek silahı yaptıklarıkonusunda hiçbir fikirleri yoktu. Otorite'yi. Tann*yi- Asimelekler düştü, çünkü ellerinde bıçak gibi bir şey yok-tu; ama şimdi..." "Onu istemiyorum! Artık onu istemiyorum!" diye ağ-ladı Will. "Eğer istiyorsan senin olabilir! Ondan nefretediyorum, yaptığından da nefret ediyorum -" "Geçmiş olsun. Seçme şansın yok: sen taşıyıcısın. Oseni seçti. Üstelik, sende olduğunu biliyorlar; evet senonlara karşı kullanmazsan, ellerinden söküp alırlar vegeri kalanımıza karşı kullanırlar, ebediyete kadar." "Ama onlarla niye dövüşeyim? Dövüşüp duruyorumzaten. Dövüşmeye devam edemem. Benim isteğim -"

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Dövüşlerini kazandın mı?"Will suskun kaldı. Sonra, "Evet, sanırım," dedi."Bıçak için dövüştün mü?""Evet, ama-""Öyleyse bir savaşçısın. Sen busun işte. Her şeye kar-417

şı çık, ama kendi doğana karşı çıkamazsın." Will adamın hakikati söylediğini biliyordu. Ama buhiç de hoşuna giden bir hakikat değildi. Ağırdı, acılıydı.Adam da bunu biliyor gibiydi, çünkü yeniden konuşma-dan önce bıraktı Will başını önüne eğsin. "İki büyük güç vardır," dedi adam, "ve zamanın baş-langıcından beri dövüşüyorlar. İnsan hayatındaki herilerleme, sahip olduğumuz her bilgi, bilgelik ve edep kı-rıntısı, bir tarafça diğerinin dişleri arasından sökülerekalındı. İnsan özgürlüğündeki her ufak artış için, dahafazlasını isteyen, daha bilge ve kuvvetli olmak isteyenler-le, bizim itaat etmemizi, alçakgönüllü olup boyun eğme-mizi isteyenler kapışmıştır. "Ve şimdi bu iki güç savaş için saf tuttu. Ve ikisi de,şu senin bıçağını başka her şeyden fazla istiyor. Seçmekzorundasın, çocuk. Buraya gelmemiz için kılavuzlukedildi, ikimize de - sen bıçağınla, ben ise sana onu an-latmam için." "Hayır! Yanılıyorsun!" diye bağırdı Will. "Böyle bir şeyaramıyordum! Aradığım hiç de bu değildi!" "Öyle düşünmeyebilirsin ama, bulduğun bu," dediadam karanlıkta."İyi ama, ne yapmalıyım?" Stanislaus Grumman, Jopari, John Parry o anda tered-düt etti; Lee Scoresby'ye ettiği yeminin acı bir şekilde farkın-daydı ve onu bozmadan önce tereddüt etti; gene de boz-418

du. "Lord Asriel'e gitmelisin," dedi, "ve ona seni Stanisla-us Grumman'ın gönderdiğini, her şeyden fazla ihtiyaçduyduğu silahm sende olduğunu söylemelisin. Hoşunagitse de gitmese de, çocuk, yapacak bir işin var. Başkahiçbir şeye aldırma, ne kadar önemli görünseler de, gitve bunu yap. Sana rehberlik edecek biri ortaya çıkacak-tır; gece meleklerle dolu. Yaran şimdi iyileşecek-" Bek-le. Sen gitmeden, şöyle bir doğru dürüst bakmak istiyo-rum." Taşıdığı çantayı arandı, bir şey çıkardı, ince muşambakatlarını açtı ve sonra bir kibrit çakarak küçük teneke birfeneri yaktı. Onun ışığında, yağmurun boşaldığı rüzgarlıhavada ikisi de birbirlerine baktılar. Will, süzülmüş yüzünde alev alev yanan mavi gözle-ri, inatçı çenesinde birkaç günlük sakalı olan, kır saçlı biradam gördü; adamın acıyla kasılmış ince vücudu, tüyler-le bezeli kalın bir pelerinin altında kambur duruyordu. Şaman sandığından da küçük, narin bedeni yırtık birketen gömlek içinde titreyen, ifadesi bitkin, vahşi ve ih-tiyatlı, ancak yabanıl bir merakla ışıldayan bir oğlan gör-dü, kocaman kocaman açılmış gözlerinin üstünde düz si-yah kaşlar vardı, tıpkı annesinin kaşları...

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ve orada ikisi için de başka bir şeyin ilk ışığı belirdi. Ama aynı anda, fener ışığı John Parry'nin yüzünde tit-rerken, bulanık gökyüzünden bir şey fırlayıp geldi veParry, hasta kalbinde bir okla, tek kelime edemeden419

ölüp arkaya düştü. Balıkkartalı cin bir anda yok oldu. Will'in elinden afallamış halde oturmaktan başka birşey gelmedi. Görme köşesinde bir kırpışma oldu, WilPin sağ eli biranda yukarı kalktı, kendini bir kızılgerdanı, panik içindebir cini sıkıca tutarken buldu. "Hayır! Hayır!" diye bağırdı cadı Juta Kamainen, ve ci-nin ardından, eliyle kendi kalbini tutarak düştü, becerik-sizce kayalık yere çakıldı ve zahmetle yeniden kalktı. Ama o daha ayakları üzerinde doğrulamadan Willoradaydı, keskin bıçak da boğazında. "Niye yaptın bunu?" diye haykırdı oğlan. "Onu niyeöldürdün?" "Çünkü onu seviyordum ve o beni hor gördü! Ben ca-dıyım! Bağışlamam!" Ve cadı olduğu için normalde bir erkek çocuktankorkmazdı. Buna karşılık, Will'den korktu. Bu yaralıgenç daha önce hiçbir insanda görmediği kadar kuvvetesahipti ve tehlikeliydi, sindi. Geriye çekildi, oğlan arka-sından gelip, hiç acı duymadan, sadece muazzam veparçalayıcı bir üzüntü içinde, sol eliyle onun saçını kav-radı. "Kim olduğunu bilmiyorsun," diye bağırdı. "O benimbabamdı!" Cadı başını sallayıp fısıldadı: "Hayır. Hayır! Bu doğruolamaz. İmkansız!""Bir şeyin mümkün olması gerektiğini mi sanıyorsun?420

Bir şeyin hakiki olması gerekiyor sadece! O benim ba-bamdı ve senin onu öldürdüğün âna kadar ikimiz de bu-nu bilmiyorduk! Cadı, ömür boyu bekliyorum, bunca yo-lu geliyorum, sonunda onu buluyorum ve sen onu öldü-rüyorsun..." Cadının başını bez bebek gibi salladı ve onu geriye,toprağa fırlatıp iyice afallattı. Juna'nın şaşkınlığı neredey-se ona karşı duyduğu korku kadar büyüktü, ki bu kor-ku da yeterince gerçekti. Cadı sersemlemiş halde doğrul-

du, rica edercesine onun gömleğini tuttu. Oğlan vurupelini uzaklaştırdı. "Ne yaptı da onu öldürmen gerekti?" diiye bağırdı."Bana bunu söyle, söyleyebilirsen!" Ve Juna ölü adama baktı. Sonra gene Will'e baktı vehüzünle başını iki yana salladı. "Hayır, açıklayamam," dedi. "Çok gençsin. Senin içinbir anlam ifade etmez. Onu seviyordum. Hepsi bu. Buyeterli." Ve daha Will onu durduramadan, eli kendi belindenaz önce çıkardığı ve kaburgalarının arasına gömdüğü bı-çağın kabzasında, usulca yana doğru düşüverdi. Will dehşet duymadı, sadece kendini perişan ve şaş-kın hissetti.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

Ağır ağır ayağa kalktı ve başını eğip ölü cadıya, onungür siyah saçlarına, kızarmış yanaklarına, yağmurdan ıs-lanmış düzgün soluk kollarıyla bacaklarına, bir âşıgınkigibi aralanmış dudaklarına baktı.421

"Anlamıyorum," dedi yüksek sesle. "Çok garip."Will ölü adama, babasına döndü. Boğazına binlerce şey takıldı ve sadece hızla yağanyağmur gözlerindeki sıcaklığı serinletti. Yerine tam otur-mamış camdan giren hava cereyanı alevin çevresindedolanırken küçük fenerin ışığı hâlâ titreşiyordu ve Willonun ışığında diz çökerek ellerini adamın vücudunakoydu ve yüzüne, omuzlarına, göğsüne dokundu, gözle-rini kapattı, ıslak kır saçları alnından geriye çekti, elleri-ni sert yanaklara bastırdı, babasının ağzını kapattı, elleri-ni sıktı. "Baba," dedi, "babam, babacığım... baba... onun bu-nu niye yaptığını anlamıyorum. Bana göre çok garip.Ama benim her ne yapmamı istedinse, sana söz veriyo-rum, yemin ediyorum ki yapacağım. Dövüşeceğim. Sa-vaşçı olacağım, olacağım evet. Bu bıçak, onu her nere-deyse Lord Asriel'e götüreceğim ve o düşmanla savaşma-sına yardım edeceğim. Yapacağım. Şimdi huzura kavuş.Mesele yok. Artık uyuyabilirsin." Ölü adamın yanında içinde muşambanın, fenerin vekanyosunu merheminin olduğu küçük boynuz kutununbulunduğu çıkını duruyordu. Will onları aldı, sonra ba-basının bedeninin arkasında toprakta uzanan, ağır ve ıs-lak ama sıcak, tüylerle bezeli pelerinini fark etti. Artıkbabasına lazım değildi ve Will soğuktan titriyordu. Ölüadamın boğazındaki bronz tokayı çözdü, pelerinine sa-rınmadan önce yelken bezinden çıkını sırtına savurdu.422

Feneri söndürdü ve dağdan inmeye başlamadan ön-ce dönüp babasının, cadının, sonra gene babasının ha-yal meyal görünen şekillerine baktı. Fırtınalı hava fısıltılarla elektrik yüklüydü ve Will rüz-gann çılgın hızı içinde başka sesler de duyabiliyordu: biran sanki düpedüz başının içindeymiş kadar yakından ge-len, bir sonraki an ise başka bir gezegende olabilecek-miş kadar uzakta, çığlıklar ve şarkılann karışmış yankıla-n, metalin metala vuruşu, birbirine vuran kanatlann çır-pışı. Ayak altındaki kayalar kaygan ve gevşekti, aşağı in-mek yukarı tırmanmaktan çok daha zordu ama Will du-raklamadı. Lyra'nın uyuduğu yere gelmeden önceki son küçüksel çukurunu dönerken, birden durdu. İki adamın orada,karanlıkta, sanki bekliyorlarmış gibi öylece durduklarınıgörüyorlardı. Will elini bıçağa koydu.Derken adamlardan biri konuştu. "Sen bıçaklı çocuk musun?" dedi, sesinde o kanat çır-pışlannın garip niteliği vardı. Her ne idiyse, insan değil-di."Siz kimsiniz?" dedi Will. "İnsan mısınız, yoksa -" "İnsan değiliz, hayır. Biz Nöbetçileriz. Bene elim. Si-zin dilinizde, melekler."Will sustu. Konuşan devam etti.

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)

"Başka meleklerin başka işlevleri vardır ve başka güç-leri. Bizim görevimiz basit: sana ihtiyacımız var. Şamanı,423

bizi sana getireceğini umarak, yolu boyunca adım adımizledik ve getirdi. Şimdi de Lord Asriel'e gidesin diye sa-na rehberlik etmeye geldik.""Bütün bu süre boyunca babamın yanında mıydınız?""Her ânında.""Biliyor muydu?""En ufak bir fikri yoktu." "Öyleyse niye cadıyı durdurmadınız? Niçin bıraktınızonu öldürsün?" "Daha önce olsaydı, yapardık. Ama bizi sana getirin-ce görevi bitmişti." Will hiçbir şey söylemedi. Başı çınlıyordu; bunu anla-mak başka her şeyi anlamaktan zordu. "Peki," dedi sonunda. "Sizinle geleceğim. Ama önceLyra'yı uyandırmam gerek." O geçsin diye kenara çekildiler, yakınlarından geçer-ken bir hava karıncalanması hissetti, ama hissetmezdengeldi ve dikkatini, Lyra'nın uyuduğu küçük korunağadoğru, yamaçtan inme üzerinde topladı.Ama bir şey durmasına yol açtı. Loş ışıkta, Lyra'yı koruyan cadıların hepsinin oturduğu-nu ya da kıpırdamadan ayakta durduğunu gördü. Heyke-le benziyorlardı, nefes almaları hariç, ama pek de canlı sa-yılmazlardı. Yerde de birkaç tane siyah ipek bürülü bedenvardı ve dehşet içinde birinden öbürüne bakarken, Willneler olduğunu anladı: havada Heyulalar'ın saldınsına uğ-ramış ve kayıtsız bir şekilde, ölümlerine düşmüşlerdi.424

Ama -"Lyra nerede?" diye haykırdı avaz avaz.Kayanın altındaki oyuk boştu. Lyra gitmişti. Yattığı çıkıntının altında bir şey vardı. Lyra'nın yel-kenbezinden küçük sırt çantası ve çantanın ağırlığından,daha bakmadan, aletiyometrenin hâlâ içinde olduğunuanladı. Will başını iki yana sallıyordu. Doğru olamazdı, amaöyleydi: Lyra gitmişti, Lyra esir alınmıştı, Lyra kaybol-muştu. Bene elim'in iki karanlık şekli hareket etmemişti. Amakonuştular: "Şimdi bizimle gelmelisin. Lord Asriel'in sana hemenihtiyacı var. Düşmanın gücü her dakika artıyor. Şamansana görevinin ne olduğunu söyledi. Bizi izle ve kazan-mamıza yardım et. Bizimle gel. Buradan gel. Şimdi gel." Ve Will bir onlara, bir Lyra'nın sırt çantasına, sonragene onlara baktı ve söyledikleri tek bir kelimeyi bileduymadı.425

Create PDF files without this message by purchasing novaPDF printer (http://www.novapdf.com)